Professional Documents
Culture Documents
Şükran Kurdakul - Çağdaş Türk Edebiyatı 2 Meşrutiyet Dönemi 2-Bilgi Yayınları
Şükran Kurdakul - Çağdaş Türk Edebiyatı 2 Meşrutiyet Dönemi 2-Bilgi Yayınları
92 06 y 0105 . 0410
BiLGi YAYINEVI
Meşrutiyet C ad . 46 ı A
Taif 431 81 22-43412 71
434 49 98 -43449 99
Faks 431 77 58
Yenişehir -Ankara
BiLGi DAGITIM
Babıali Cad. 19 ı 2
Taif 522 52 01- 526 70 97
Faks 527 41 19
Caj;jaloj;jlu - lstanbul
ŞUKRAN KURDAKUL
\J ••
ÇAGDAŞTURK
EDEBİYATI
il
MEŞRUTİYET DÖNEMİ / 2. Kitap
BİLGİ YAYINEVİ
kapak düzeni : fahri karagözoğlu
ŞÜKRAN KURDAKUL
Ö YKÜ-ROM AN
R e f ik H ali t Ka r ay . .. . . . . ..
.. . . . . . . ................ ........ . . . . ..
. . . .......... 64
Romanları . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . .. ... . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 66
Refik Halit Karay' dan Örnekler . ... .. . . . . . ..... .. . . . . . . . . . .. . . . . ..... . . . ........ 69
Hakkı SükUt (69); Eskici (74).
Romanları . .
......... . . . . . . . ...
..... ...... . . . . . . . . . . 1 03 . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .
Pe y a mi S af a .................. . .. ..
... . .. . .......... . . .. ............. .. . ........... 1 37
Sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................... .
.............. .. .
. .. . . .. . . . . . . 1 37
Peyami Safa' dan Örnekler ...................... . . . ................ . . . . . . . . . . . . . . 141
Bir Tereddüdün Romanı'ndan ( 1 4 1 );
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'ndan ( 1 43) ;
Fatih Harbiye'den ( 1 43).
O s m an Ce m a 1 K aygı 1 ı . .. . . ......... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 63
Sanatı. . . ... ..... . .... .....
. .. . . . . . . . . . . . ...... .. ... .... .. .
. ... ..... . .. ............... .
....... . 1 63
Osman Cemal Kaygılı' dan ÖmP.kl er . . . . ...... . .
... . . . .. . . ..
. .... . ....... . . 1 66
.
S e la h atti n En i s . . . . . . . ..... . .
................. .... . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 75
Sanatı. . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . .......... .. . . . ... . ..
. ... .. ... ... . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 1 75
Selahattin F.nis'ten Örnek .... . . . . . . . .. ..... 1 77 .. . . . . . . . .. . . .. ... .... ... ............
Ye n i l e ş m e Aşa m a s ı n d a . .. . .. . . .. . ... . . . . . . . . . .. .
. . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . 21 1
Edebiyat Tarihi Alanında .. . .. . . . ...... . . . . . ..... . . . . .. . . . . . . . . .... . . . . .
. . .... . .. . . .. . 21 3
Mehmet Fuat Köprülü . . ... ... . . ..... . . . . ... . . .... . ... . . . . .... . .. . .
.... . . . .. . . . . . . . . . . . . 21 4
Dene me, Eleşt iri, Ede biyat Tarihinden Örnekler . . ............ ...... 21 7
Mehmet Fuat Köprülü B�ka Milletler Ne Yapıyor (21 7);
İbrahim Necmi (Dilmen). Edebiyat Tarihinin Mahiyeti (21 9);
Ziya Gökalp. Tevfik Fikret ve Rönesans (221 );
Ömer Seyfettin. Yeni Lisan 'dan (224),
Garp Edebiyatı ve YunanKlasikleri'nden (229);
Yahya Kemal. Makber ve Ôlii (230); Vezinler'den (232);
Mehmet Akif Ersoy. Edebiyat (234);
Ahmet Haşim, Şiir Hakkında Bazı Miilahazalar'dan (236);
Dr. Şefik Hüsnü, Halk veSanat'tan (238).
DÜŞ ÜN
Dünya Görüşü . . ..
.................................... ... .
............. ...................... 262
Kültür (Hars) ve Uygarlık (Medeniyet) Anlayışı ............................... 264
Ekonomi Anlayışı ...................................................................... 266
Ahmet Ağaoğlu ............................................................................ 268
Prens Sabahattin .......... ................. .............................................. 269
Baha Tevfik .................. ............................................................... 270
Mustafa Şekip Tunç ................ . ...... .............. ................. ............... 2 72
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ............................................................ 274
Mehmet Emin Erişirgil. . . .......... . .................................................. 275
Mehmet İzzet .............................................................................. 277
Mustafa Suphi ............... .......... ..... ............................................... 2 79
Dr. Şefik Hüsnü Deymer .... ...... . . .
.. .. ...... .. .
.... . . . . . ... ............ . 281
...........
15
MEŞRUTiYET DONEMi
G e n e l Ö ze l l i k l e r i y l e Y a p ı t l a r ı
Hüseyin Rahmi'nin romanlarında en belirgin özellik, wplumsal hayalın
değişme evrelerini genel çizgileriyle yansırma gücüdür. Abdülhamid döne
minde beyi, hanımı, züppe genç çocuğu, uşaklarıyla konak: alafranga özlem
leriyle barıya öykünen mudu azınlık ... Meşruriyer döneminde hayara çıkma
ya başlayan küçük burjuva ararabakanın, wplumsal ilişkilerdeki değişme
karşısında geçirdiği sarsınular ... 1. Dünya Savaşı yıllarında açlıkla, sefalcdc
mücadele eden halk, mürareke yıllarında Isranbul'a "Frenkisran" görünümü
veren işbirlikçi burjuvazinin çıkarcı, düzenbaz, saulmış kişileri... Hüseyin
Rahmi'nin romanlarında sergilenirler.
ilk yapılı Şık'ra " hiçbir meziyer ve fazileri olmayan, her harekeri birer
adi mukallid ikren ibarer" kendini beğenmiş bir züppeyi işlerken yer yer Ah
mer Mirhar Efendinin erkisinde görünmesine karşın, özellikle güldürü öğe
lerini kullanmadaki becerisiyle kendi kişiliğini onaya koyar.
ilk dönemi olarak kabul edilen 1 8 8 1 - 1 90 1 yıllarının en başarılı romanı
Mürebbiye ( 1 899) ise, Hüseyin Rahmi'nin sanarında ilk önemli aşama sa
yılmışur. Babasından kalan serveri değerlendirmesini bildiği için " vezir ko
nağı debdebesinde" bir hayar sürebilen Dehri Efendi ailesinin sergilendiği
hu romanda yine alafranga düşkünlüğü ve baudan gelen her şeyin doğuda
büyük önem verilerek karşılanışı anlaulırken, Osmanlı erkeğinin cinsel bu
nalımları da onaya konur.
iffet, Mutallaka, Tesadüf, Nimetşinas, Sevda Peşinde, Son Arzu roman
larındaysa, Osmanlı aile kuruluş ve gelenekleri içinde kadının sorunları iş
lenmişrir. lffer're, yabancı öğrenim görmüş bir kızın olaylar karşısındaki
bunalımları; Mutallaka'da kocasıyla mudu bir yaşam kuran kadının kay
nanası ile olan i lişkileri anlaulır. Boşanma usulünde kadını hiçe sayan hü
kümleri eleşrirdiği Mutallaka'da yeni kadın, eski kadından daha gerçekçi
olarak çizilmiş, olayları a kıl yolu ile çözme yereneği üzerinde durulmuşrur.
Tesadüf ve Nimetşinas'ta erkeğe unınan birden fazla kadınla evlenme
16
H O S E Y I N RAll M I· G O ıtı•ı NAii
17
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
Ort a k Ö zell i k l e r i Y ö n ü n d e n
Hüseyin Rahmi'nin romanlarında belirgin ortak özellik, Istanbul'da ge
çen olaylara bağlı konuların işlenmesi, değişik sınıf ve tabakalardan gelen
İstanbullunun yaşadığı çevre, yaşayış biçimleri, gelenekleriyle yansıtılması
dır. Toplumsal ilişkilerle birlikte, birçoğu ortadan kalkan eski gerçekler (at
lı tramvaylar, Şehzadebaşı'nda ramazan geceleri, hıdrellez eğlenceleri) işçi
sınıfının sayı yönünden varlığının ağır basmadığı yıllarda, kendine özgü ya
pısıyla eski lstanbul maha 1 lesi; batının biçimsel değerlerine düşkün bir
azınlığın konakları, yalılarıyla yaşadığı öteki l stanbul, Hüseyin Rahmi ro
manının başlıca öğeleri olarak görünür. Nedir ki, romancı, zamanla deği
şen, ortadan kalkan çevre koşulları içinden son 50-60 yılın insanına özgü
tiplere yaşarlık kazandırmakla, döneminin öteki yazarlarından ayrılmıştır.
Daha ilk romanlarında bile Gürpınar'ın tip çizimindeki başarısı açıktır:
Hu ... Delikanlılar, baksanıza civanlarırn, diye bir ses işittik. Sada
nın geldiği tarafa baktık ki, şakağı üzerinde yüz karası gibi bakla ka
dar bir laden, kaşlarında kazan kulpu rastıklar, çenesinin üst tarafın
da o ladenden bir siyah leke sıçramış gibi bir hal-i rnüstehrek bulu
nan başörtülü, kirli yeldirmeli, müdevver çehreli, e lli yaşlarında ka
dar tornbalakça bir kadın, elindeki meydan süpürgesinin sapını kol
tuklarından biri altına dayamış, behimi bir tebessümle bize doğru gü
lüyor. ( 1 ffe t , 1 897)
18
H O S E Y I N R A H M i G O R P I NAI\
19
MEŞ R U T i Y E T D O N E M i
- Ne var? Allah. ..
- Dediğiniz olmuş. Kalbim yerinde değil. Evvelki solda çarpardı,
şimdi sağ tarafıma geçmiş ... Artık işim bitmiş. (Cehennemlik )
Nedir ki, konuşmalar hem kişilere hem kişilerin yaşadığı dönemlere uy-
gunluk özelliğini hiç yitirmez.
ilk gelen: - Ne bileyim ben.
- A niye bilmeyeceksin? Bizden evvel gelmişsin.
- Evvel geldiğime kabahat mı ettim?
- A, ne nobran kadın. Senden adam gibi lakırdı soruyorlar, neye
ters cevap veriyorsun?
- Bunun tersi yüzü var mı hanım? Ben de sizin gibi buranın yaban
cısıyım. Ne bileyim ben?
- O altındaki iskemleyi nereden buldu n?
- Böyle bir suale ne senin hakkın vardır, cevap vermeye ne de be-
nim bir mecburiyetim.
- Haydi öyle olsun lanet karı ...
- Kararsın ömrün, günün inşallah ..
- Sen buraya Sulukuleden m i geldin?
- O sizin ailenizin memleketi.
- Bak, ben pamuklar gibi bembeyaz bir kadınım. Senin çingene ol-
duğunu herşeyden evvel rengin, cildin söylüyor. Biz buraya girdiği
miz vakit, elinde küçük ayna ile şebek gibi boyanıyordun. Patlıcanı
ne kadar badana etsen esmerliği kapanmaz. ( B i 11 u r K a I b)
Doğa betimlerine fazla düşkün değildir. Olayın akışı gerektirdiği zaman
kısa belirtmelerle yetinir:
Tren Göztepe'yi geçti, Feneryolu mevkiinde durdu. Girenler çıkan
lar, inceli kalınlı borular, çanlar ... tamamen feryadları, hep bu, gürül
tüler. (Ş ı ps ev d i )
Çevreyi anlatma gereği duyduğu zaman, şairaneye kaçmadan üstün göz
lem yeteneğini kullanarak en küçük ayrıntıyı bile göz önünde tutmaya özen
gösterir. Başarı ile yansıtır:
Biraz ötede viraneye kurulmuş, içi al, üstü tirşe çifte direkli çadırın de
runundan fışkıran zilli maşa, darbuka ve klarnet sedaları gecenin rutu
betli havası içinde burgula burgula helezonlar yaparak yükseliyor, etrafa
nağmelerini saçıyor. Çadırın tavanından sarkan elvan kağıtlardan ma
mul zincirin ortasında yanan, etrafında billur avize menşurlariyle süslen
miş iri lambanın altında omuzdan ilikli, yardan ayrıldım mintanlı, caına
danlı bir çift genç tulumbacı raksediyorlar. Klametenin kıvrak nağmele
riyle, zilli maşa, darbukanın seri usul-u darabatına ayak uydurarak kar
şı karşıya öyle sekiyorlar, öyle kıvırıyorlar ki, etraftan tahsin naraları ya
ğıyor; herkesten fazla aşka gelen klarnetçi nefirini havaya kaldırarak ku
lakları yırtacak kadar keskin, acı, tek tiz perdeden feryatlar koparıyor.
( S o n A r z u)
20
HOSF.YIN RAHMi GOıtrlNAll
D i l A n l a y ı ş ı, Ü s l u b u
" Her sınıf halkın", "okuma ihtiyacını " karşılamak için yazmayı amaçla
yan Hüseyin Rahmi, azınlığın değil, çoğunluğun dilini benimsemiştir. Onu
çağdışı romancılardan ayıran en önemli özellik dil anlayışıdır. Tümceleri, ku
ruluşları yönünden Edebiyat-ı Cedide beğenisinin dışındadır. Düzyazıda kısa
tümcelere dayanan bir yapının ilk örneklerini vermeyi başaı:mıştır.
Vapur Kadıköy iskelesine yanaştı. Kendimi bir arabaya attım, ezana
yakın köşke vasıl oldum. Nöbetim arttı, beynime bir uğultu arız oldu;
odama çıktım. Pek fena hasta idim. Duracak, oturacak halim, kuvve
tim kalmamıştı. Kanapenin üzerine uzanıverdim. ( R i r Mu a d e I e - i
S e v d a , 1899 )
21
M E $ 11 UT I Y ET D O N E M i
1. Şekaveti Edebiye, sf. 117; anan: Hüsamettin Bozok, Adımlar dergisi, sayı 12 (Nisan 1944).
2. Şekaveti Edebiye, sf. 119; anan: Refik Ahmet Sevcngil, Hüseyin Rahmi Gürpınar (1944).
22
H O S E Y I N RAHM i G O RrlNAR
23
M E $11UTI Y E T DöN EMI
R o m a n A n l a y ı ş ı , D ü n y a G örüşü
Hüseyin Rahmi'yi çağdaşlarından ayıran başlıca özellik " hayal" ve
"icad " ürünü olan soyut bir "alem" yaratmamasıdır. Sanatı toplum ve in
san gerçeklerinden ayrı düşünmez. Doğayı ve hayatı i nceler, dolaşır, görür.
Önemli bulduğu olayları değiştirmeden yazar. Konusunu işleme aşamasına
gelinceye kadar kişilerini gözlemeye çalışır.4
Bu nedenle gözlem ürünü sahneler romanlarına yaşamda olduğu gibi
yansır. Son Arzu'nun önyazısında, " Bir sanatkar tabiatı ne kadar vuzuh ve
sıdkile istinsah edebilirse, o kadar ruh vermiş olur ... " diyen yazar, anlayışı
ve çalışma yöntemi ile " realisme" ve " naturalisıne " in i lkelerine bağlıdır. Bu
ilkeleri "Ben Deli miyim?" romanının savunmasında şöyle anlatır:
Meşhur fiziyolojist (Klod Berner) Eksprimantalizm, yani deneme
usulünü tıpta uyguladıktan sonra, Emile Zola roman zeminine hir
tetkik yöntemi olarak aldı. Deneme usulü nedir? Fizik, kimya gibi ta
bii ilimler bu usul ile tetkik ve tedris olunur. Mesela tabiatte vuku bu
lan bazı olayların etken unsurlarını toplayarak bu ilimlerin keşif ve
tetkik çerçevelerine girmiş olayları bir ( la boratuvar) dahilinde biz de
husule getirebiliriz. Bu usul sayesinde bugün bazı ilimler, eski nazari
yatın hayalatı üzerine kurulmuş yanlışları şimdi kendi sahalarından
sürüp çıkarıyorlar. Tabiatın bize gizli kalmış olaylarını aydınlatmak
için doğacak güneşi ilimlerin semasından bekliyoruz.
Zamanımızın çocuk zihniyetinde olanlarını eğlendirmek için her
dilden kucak kucak tercüme edilen garibelerle dolu masallardan sar
fınazar edersek, bugün (Natüralizm) ve (Realizmin) bilimsel sınırları
24
HOSEYIN RAHM i GOlll'IN A ll
içinde bir hikaye yazmak, büyük b i r ihataya lüzum gösteren derin bir
ilimdir. Evvela iklimile, güneşile, havasile, içtimaiyatı ve ahlakiyatile
iyi, kötü, mizaç ve adetlerile hasılı bütün etkiler ile bir çevre alacak
sınız. Sonra her tabakadan seçeceğiniz kahramanlarınızın ruhlarına
hulul ile bu fazıl, müfsid, alim, cahil, hayırsever, alık, akıllı, cani, ma
sum, namuslu, namussuz, terbiyeli, terbiyesiz, mağdur, gaddar, za
lim, mazlum şahsiyetleri bu olay içinde tabiatta gördüğünüz gibi ya
şatacaksınız. içtimai türlü türlü müstekreh yaraları açacaksınız; fi
rengi, cinnet gibi ... Tabiple beraber fahişelerin muayenesine gidecek
siniz. Morga gireceksiniz. Teşrih masasının başında çürümüş etleri,
sinirleri karıştıracaksınız. ilim ve hakikat namına yürüyecek ve insan
lardan hiçbir şey gizlemeyeceksiniz.5
Edebiyat ve sanattan toplumsal bir yarar beklenmesi görüşünde olan Hü
seyin Rahmi, sanatçının dışla sürekli bir alışveriş içinde olduğuna inanır.
Ona göre, " bir sanat fırçası, bir mezbeleyi, bir cifeyi" de yansıtsa gerçeğe uy
gun olduğu için "nezih" sayılmalıdır. Edebiyatın, sanatın amacı, toplumsal
yarar ilkesine bağlı olduğuna göre, yazar yeteneğini kasabalara, köylere ka
dar yayma olanağı düşünen, ülkesinin gereksinmelerini bilen iyilik insanıdır.
Edebiyat seçkinler için değil halk içindir. Avrupa'da halk için çok sayıda
ga7.ete, kitap, dergi ve roman çıkmakta, oyunlar sahnelenmektedir. Kimi tiyat
roların, pazar geceleri yalnız işçilerle dolup taştığı görülür. Demek ki, "her sı
nıf halkın ruhunu hoşlandıracak mahiyette sözler, eserler vardır. Herkes fikri
kabiliyetine göre anlar ve anladığı şeyleri arar." Ülkemizde de, "yükselme ya
karışlarıyla ellerini bize u1.atmış milyonlarca halk var"ken görevimiz, yalnız
sanat ve gerçek aşkıyla yürümektir.
Çağdaş edebiyatı değerlendirirken batıdan örnekler veren Hüseyin Rah
mi -Meşrutiyet dönemi aydınlarının çoğunun aksine- gözü kapalı batı hay
ranlığının karşısındadır. Şıpsevdi'nin (19 1 2) önyazısında "Toplumsal haya
tımız ve a lafranga" üzerinde görüşlerini belirtirken şöyle yazar:
Gözü doymazların hasis emellerine, hakaretlerine hedef oluyoruz; bu
na mahkumuz. Çünkü kuvvete kuvvetle, tiçarete ticaretle, iktisada ikti
satla, maarife maarifle mukabele edilir. Bu hususta devletlerle aramız
daki nisbet o kadar açıktır ki, bu dengeyi husule getirmek için sarfı ge
reken zamanı, çalışmayı ve gayreti düşündükçe kederden baş dönmesi
ne tutulmamak kabil olmuyor. Bu hüyiik milletler bizi birkaç suretle
yutmak istidadındadır. Bu hakikatleri henüz çoğumuz anlamıyoruz.
Bu durumun nedeni batının kültür kaynaklarından gereği gibi yarar
lanamamamızdır. Ekonomide, maliyede, siyasal bilimlerde Avrupa'da
bir yıl içinde yayımlanan yapıtların çokluğu hu kültür bereketi karşı
sında insanı hayrete düşürecek ölçüdeyken, "iş başında bulunan" yö
neticiler bunların "fihrist"lerini olsun görseler de anlayacak yetenekte
kişiler değildir. Zadegan sınıfının alafrangaları, Avrupadan ülkemize
25
ME Ş R U T i Y E T D O N E M i
26
H 05EY I N RAHMi G O llP I N A ll
Utanmaz Adam ( 1 934), Eşkıya ininde ( 1 935), Kesik Baş ( 1942), Gönül Bir
Yeldegirmenidir Sevda ôgütür ( 1 943), Ô/üm Bir Kurtuluş mudur? ( 1 945),
Dirilen iskelet ( 1 946), Dünyanın Mihveri Kadın mı, Para mı? ( 1 949), Eti Se
nin Kemigi Benim ( 1 963), Deli Filozof ( 1 964), Can Pazarı ( 1 968).
27
M E Ş R U T i Y ET l > ö N E M I
HÜSEYİN
RAHMİ' DEN
ÖRNEKLER
28
HOSEYIN R AK M l G O K P I N A K
k a oturmuş, hasılı dünyanın dibine par elinden cerideyi bırakıp frenkçe koca
mak vurmuş bir sivilize ile konuşmak bir kitap almasına vesile olur. Yine çeh
senin harcındır zannedersin? Paris'te reler çatılır, sözlere nihayet verilir.. O
oynanan bir operetinan türküsünü kri kitabına dalar, ben de uykuya ...
tike ederse, lafarına bahane bulursa sen - Sana bir bon nüi, ona da zavallı di
o sözden ne anlarsın? Yoksa Lonşan'da yeceğim geliyor. Ne güzel karılık koca
baron De Vigny'nin attan düştüğünü lıktır bu?
hikaye ederse sen baronu tanıyabilir - Güzel çirkin işte böyle oluyor. Ko
sin? 11/üstrelerde resmine dikkat etmiş nakta haftada ancak bir veya iki defa
sin? kalır. O geceleri de böyle geçiririz.
- A tuhaf şey! .. Ben elin frenklerini - Kusur geceler nerede kalır?
nereden bileceğim? - Bilir miyim? Sorulur mu?
- Öyle ise onun da seniyle edecek lafı - Merak etmezsin? Kıskanmazsın?
yoktur. Beyden şikayetin bu türlü şeyler Şeytan aklına vesvese bırakmaz?
dir? - Benim sana anlattığım çektikleri
- Hele dur dinle. Ben uyuklarken ba min yarısının yarısı bile deği l... Hani
zan yüzüme bakarak: "Hanım böyle sen de bana metres ne olacağını anlata
vakitsiz uyuklamak, bir düzüye esne caktın?
mek, beyinsizlik, ahmaklık alametleri Modist - Bir erkek bir karıya alakala
dir" der. Ben de artık kızarım. "Acaba nıp ta onunla hocanın veya papasın ha
hangi beyinli adamı böyle saatlerde la beri olmadan yani nikahsız karı koca
kırdı etmeksizin oturmıya icbar etseniz şeklinde yaşar ise o herife aman, karıya
esnemeden, uyuklamadan durabilir. Si metres derler.
zin okumanız bitmiyor ki ... " cevabını Yarım saatlikten tut ta beş on seneli
veririm. Yine kaşlarını çatar: " İşte bak ğine kadar metres vardır.
lakırdı etmesini biliyor musun? Ona Saffet hanımın çehresi gelincik gibi
okuma değil, mütalaa derler" tekdirine kızararak:
kalkışır. - Ha anladım " kapatma" ...
- H e işte bu lafında haklıdır, o işe Modist - Yağı, tuzu, biberi kendin
muta/aa derler. den iç yakar, öyle bir kapatma.
- " Okuma" demek " ı:nütalaa" demek Saffet - (Helecanlı bir sada ile) Acaba
değil midir? bizim beyin de var mıdır dersin?
- Tut ki çoklarına göre öyledir. Lakin Modist - O pak yüreğinize yara vur
fines meraklı ları için hiç te öyle olamaz. mak istemem, lakin mutlak onun met
Çocukların okumasına, hani şu karnın resleri olmalıdır. Siz, tek ine razı olunuz;
dan, yüreğinden okursa "okuma" der ben bir kaçından korkarım.
ler; büyüklerinkine muta/aa tabir eyler Saffet Hanım çatır çatır arkasından
ler. korseyi çıkarıp atarak yarı çıplak bir vü
- Ben o kadar incesini bilmiyorum. cutla sandalye üzerine yığılır, hüngür
Kendisiyle aramızda böyle bir kaç söz hüngür bir Büka-yı matem tutturur.
geçince, "bu mütalaa fasılası bey için ( Metres, 1 8 9 9 )
29
ME Ş R UT i Y ET D O N E M i
30
HO S E Y I N RAHMi G O R P I N A R
31
ME$ 11 UT I Y E.T D ö N E M I
kanmış amma .... ( kokuyu içine çeke- - Ateş nerede? inciri bulsam çiy çiy
rek) ay duydum ... duydum ... A mis gi- yerim, şimdi erenlerden biri karşıma
bi şey kokuyor ... a dur bakayım ... şey çıkıp ta: " Dile benden ne dilersin ?" de
revani... revani... Kaç sene oldu bil se ... evvela baklava ... sonra baklava ...
mem, mübareği tatmadım. Yalnız ağ gene baklava derdim. Esma'ya sorsana
zımda adı kaldı ... Çok şükür işte şimdi o karının soyunda kurt mu var, köpek
de kokusunu duydum. mi? Baklavanın fıstığını, bademini ko
- A, bilemedin kardeş ... Sütlü irmik kudan nasıl anlamış?
helvası yapıyorlar ... miyanesi ha geli Nakiye hanım sorar ve cevabı nakle
yorum ... ha geldim diyor. der:
Bir ev aşırı komşudan bir ses daha - Esma'nın kardeşinin oğlu lsmail
gelir ... Raife hanım sorar: bir kovacık su istemek için Hacının
- Kim o? .. konağına gitmiş. Tulumba mutfağın
- Tatarın Esma ... yanında... su çekerken görmüş. Ahçı
- Ne diyor? içerde baklavanın harcını döşüyor
- ikiniz de bilemediniz. Ne revani ... muş ... göz hakkı kalmasın diye oğlana
n e helva ... bademli, fıstıklı Şam bakla akşamdan killma iki tane yassıkadayıf ı
vası ... diyor... vermişler. O da bir buçuğunu yemiş,
Raife hanım bağırarak: yarısını teyzesine getirmiş ... Kadayıfla
- Esma i lahi karı yetişme ... fıstıklı, rın o kadar yumu rtası, tatlısı bolmuş
bademli diye bir de ballandırıyor ki ki ağzına layık, lezzeti damaklarında
imrenmeden insana küçük dilini yuttu kalmış ...
racak... gebe olsam çocuğum düşerdi, - Bizim ihtiyar yassıkadayıfını hep
emzikli bulunsam sütüm kesilirdi. O rüyalarında görüyor, kadayıfın üzerine
kadar içim çekti ... Acaba ölmeden ba beyitler düzüyor. .. Ne para eder kar
na baklava yemek kısmet olacak mı? deş, kadayıf demekle insanın ağzı tat
Hiç ummuyordum ... M uharebe bite- lanır mı ? Ben de kovayı alayım da bir
cek te ... şeker, yağ, un ucuzlıyacak ta .. . gün oradan su istemeğe gideyim ... Ba
param olacak ta baklava yiyeceğim .. . kalım kısmete ne tatlısı çıkar. içime
ölme eşeğim ölme, yonca bitecek .. . dert olacak, herif ölmeden iki lokma
Vay kısmetsiz, talihsiz Raife ... cık tatlı yedirebilsem ... Hanım, çeşme
- Bahçekapısında Şamlıda alası var lerin suları kesildi. Kuyularınki çekil
mış ... di. Allah onlara her şeyi bol vermiş ...
- Varmış amma okkası b i n beş yüze Konağa s u nereden geliyor? ..
midir? Evimi satsam alamam ... Tata - A ilahi kardeş ... K uyunun başına
rın Esma bağıra bağıra gene bir şeyler bir makine kodular ... Harıl harıl işli-
söyler. Raife hanım sorar: yor. Yedi kat yerin dibinden s u çeki
- Ne diyor, ne diyor? yormuş...
Raife hanım oradan aldığını buraya - B u para insana neler yaptırmaz...
nakille: - Dün küçük hanımlar seyre gittiler,
- Ona bir incir tatlısı sağlık vereyim gördün mü ? Beyoğlunda tiyatro var
de pişirsin, diyor. mış ...
32
HO s EY I N RAHMi G O R P I N A R
33
M E Ş R UT I Y lT D O N E M i
cakmış, bakalım?" diye sürü sürü seyre üstüne çıkarak kınalı saçlarını gösterip:
- A çocuklar nedir telaşınız? .. Vıcır
giderler ... A gitmem, gitmem. it köpek
vıcır orada ne ötüşüyorsunuz?
arasında çiğnenmiye vaktim yok ...
Bedriye hanım: - Kuyrukluyu söyleşi
Bedriye hanım asabi bir kahkaha ile:
yoruz Emeci hanımcığım ...
- Emine kardeş, sen ne kadar aptal
Emeci hanım: - Hangi kuyrukluyu?
laşmışsın? .. Hiç o koca ( mefret) o sa
Bedriye hanım: - A kaç tane var kadı
çaklı raziye bu dünyaya çarpar da senin
nım? ..
evin kalır mı ki kapını kapayıp ta için
Emeci hanım: - Kaç tane istersin? ..
de oturacaksın?
Sokak dolusu var.
- Hanım benim evime bir şeycik ol
Bedriye hanım: - Biz o sokaktaki
maz. O helal para ile yapıldı. Kazasker
kuyrukluları söylemiyoruz canım ...
efendinin Çarşambadaki konağı yıkıldı
Gökteki kuyrukluyu konuşuyoruz. Bir
ğı vakit onun kerestesile bina edildi. içi
kaç haftaya kadar dünyaya çarpacak
ne kullandıkları yağhane direklerini sen
mış, diyorlar.
görseydin şaşardın?.. Bu dünya yıkılır
Emeci hanım: - Siz gökteki kuyruklu
da yine bizim evimiz yerinde durur. Bü
dan korkmayınız, yerdekilerden korku
yük zelzelede ne kargir binalar göçtü de
nuz, bu berikiler daha tehlikeli ...
evimizin bir kıymığı bile yerinden oyna
Bedriye hanım istiğrakla: - Bu yerde
madı. Sen merak etme...
kiler hangileri a kuzum?
- Emine sen ne kayıtsız kadınsın! Yal
Emeci hanım: - Hangileri olacak?
lah korkudan bu gece gözlerime uyku
Guguruklarının tepelerine yalancı pır
girmedi.
lantadan birer iğne iliştirip çarşaflarının
34
H O S E Y I N R A H M i G O R l' I N A R
Bedriye hanım: - Şimdi öyle şeyler beş vakit namazında bir zat ...
düşünülecek zaman değil... Bu yukarı Halil Efendi, her akşam bir cebinde
daki yıldız çarparsa hepimiz tuz ile buz dolu küçük hir şişe, ötekinde kağıda sa
olacakmışız . . . rılı birkaç zeytin tanesi nevalesi (yiyece
Emeci Hanım: - Sus kız... içim fena ği) ile gelir, yatsılara kadar ağır ağır
oldu ... Kim söylüyor onu ? . . zif tlenir; izzet Efendi'yi yemeğe bekle
Bedriye hanım: - Ulemalar kitapta
tir, içtikçe zevklenir, dinletir dinletir,
yerini görmüşler.
zavallı adamcağızı tahammülsüz bırakır
Emeci hanım: - Sen sakla Rabbim
sıkıntıdan öldürürdü.
cümle ümmet-i Muhammedi, bu Emeci
Beş altı akşam bu işkenceye taham
kulunu da... kıyamet alametleri... işte
ben yine söylerim, bu gökteki kuyruklu mülden sonra, nihayet ev sahibi bir ge
yerdekilerin şerlerinden zuhur etti ... ce dayanamadı, açık bir şekilde:
Geçen sene Dizdariye taraflarında bir - Efendim, bu olur mu? Her akşam
paşanın katırı doğurdu dediler de inan cebinizde rakı ile geliyorsunuz dedi.
madıydık. işte bakınız doğru imiş ... de Yüzsüz misafir, bu haklı itirazı hemen
mek ki vakitler yakın ... yapı da pek ço diğer şekilde tefsire (yorumlamaya) kal
ğaldı ... işte bu bir kaç şey kıyamet ala karak:
metidir. Biz büyük babalarımızdan,
- Efendim, misafirperverliğinizin cid
analarımızdan öyle işittik.
den mahcubuyum. Çoluk çocuk ailece
( K uyru k lu Yıldız A ltında
efendimize kaç gündür yük olup duru-
Bir izdivaç, 1912)
35
ME Ş R U T i Y E T D O N E M i
36
H O U . Y I N R AH M i G O RP I N A R
bu dert yine bitmez... Sen anlattığın ka tiledim çitiledim de bir türlü çıkartama
dar anlat, ben de yine anlatırım ... dım ... Kokmuş karı!..
Cezalet Hanım: Büyük Hanım, başı ağrıyormuş gibi
- Misafir Hanım, geldiğinin ikinci gü şakaklarını avuçlarının arasında sıka
nü, sokağa çıkacağını söyledi. Benden rak:
bir çarşafla ayakkabı istedi. Kendi po - Bu beladan ne vakit kurtulacağız?
tinleri ayaklarını sıkıyormuş. Fakat, Başımızdan ne vakit defolup gidecek
kendi çarşafını niçin giymek istemiyor ler?
bilmem... Zarafet:
Zarafet: - Onlar buraya ödünç para bulmaya
- Aaa! .. Sebebini anlamadın mı? Ala geldiler. Buluncaya kadar oturacaklar.
caklılar sokakta O'nu çarşafından tanı Şimdi para nerede? ..
yorlar da, onun için başka çarşafa giri Dışarıdan küt küt kapı vurulur. Oda
yor, yüzünü sımsıkı örtüyor. Irz sahipli dakiler şaşalayarak birbirlerine bakar
37
M E Ş R U T i Y ET l > ö N E M I
nız vallahi yüksünmeyiz... Böyle bir - Olur mu hiç? Bırakır mıyız, sizi biz?
denbire ne oldunuz efendim ? .. Yağma yok kuzum, yağma yok! .. Gel
Cezalet Hanım: mesi sizden, gitmesi bizden ... (Mendili
- Bir kusur mu ettik? Gücendirdik mi ni çıkarıp, ağlayarak) Aaa! .. Can-ciğer
kardeş? Böyle birdenbire neye kalktı gibi alıştım. Evin içi tısss ... Sessiz kala
nız? .. cak... Mümkün değil, salıvermeyiz. ..
Vallahi salıvermeyiz! Haydi soyunu (Çocukların yanaklarını okşayarak)
nuz. Bırakmayız, nafile!.. Aha benim tontonlarım!.. Haydi geliniz
Zarafet, büyük bir vaveyla ile çırpı mutfağa ... Bakınız, dadınız bugün size
narak: neler pişirecek ...
38
Ö M E R SEY F ET T İ N
39
MEŞllUTI Y lT D O N E M i
40
Ô M E R S E Y F ETTiN
mir'de Baha Tevfik, Mehmet Necip (Türkçü), Yakup Kadri, Şehabettin Sü
leyman vb. yazarların bulunduğu edebiyat çevresine girdi; Sebat, Hizmet,
Serbest l zmir gazetelerinde yazmaya başladı.
Sonradan günlüğünde, "Harbiye Mektebi'nden çıktıktan sonra büyük ta
rihçi olmak azmiyle Meşrutiyetin ilanına kadar beş yılını felsefe ile tarihe" ver
diğini yazacağı lzmir evresinde ( 1 903- 1 908) Fransız öykü ve romanını izleme
ye başladı. Özellikle Guy de Mauppassant ( 1 850-1 893) ve Emile Zola'yı
( 1 840- 1 902) beğeni dünyasına yakın buluyor, bu yazarların "insanın gerçeği
görmesine yardımcı olduğuna ve düşündürmeye alıştırdığına" inanıyordu.
Edebiyat-ı Cedide'nin " üstat" saydığı Halit Ziya'nın başyapıtları Mai ve Siyah
ile Aşk-ı Memnu onun gözünde "tereddüt içindeki bir kalemin taklitçiliğin
den" ileri gidemeyen sıradan yapıtlar düzeyindeydi.
Jandarma Okulu din dersi öğretmenliğine atanarak l zmir'e yerleştikten
( 1 906) sonra sözünü ettiğimiz düşün ve edebiyat adamlarının ikisinden, Ba
ha Tevfik ve Mehmet Necip'ten çok yararlandı. Baha Tevfik ( 1 882- 1 9 1 6 )
l zmir'de doğmuş, yükseköğrenimini Mülkiye Mektebi'nde tamamladıktan
sonra kendisini çağdaş felsefe akımlarının öğrenimine vermişti. Kısa süren
yaşamında, Felsefe dergisi ( 1 9 1 1 ), Zeka ( 1 9 1 2), Eşek ( 1 9 1 3 , kapatılınca
" El Malum", "Yine O " ) dergi ve gazetelerini, Felsefe-i Edebiyat ( 1 9 1 4),
Tarih-i Felsefe (çev. 1 9 1 5), Muhtasar Felsefe ( 1 9 1 5 ), Felsefe-i Kant ( 1 9 1 6 )
kitaplarını yayımlamıştı.
Ömer Seyfettin, "ileri bir kafa, ileri bir dil ister" ilkesini düşün ve sanat
için ön koşul olarak kabul eden Baha Tevfik'in, "Edebiyata büyük istidadın
var. Fakat oldugun noktada kalacaksın. Kat'iyyen ilerleyemeyeceksin. Bir ya
bancı dil bilmiyorsun. Mutlaka Fransızca ögrenmelisin... " biçimindeki eleşti
rilerini yerinde görerek, bir Fransızın işlettiği "pansiyon"a geçti; bir öğrenci
azmiyle üç yıl sürekli çalışarak -gereğinde Baha Tevfik'ten ders alarak- Pa
ris'te çıkan Mercur de Soleil dergisinde şiir yayımlayacak ölçüde Fransızca
öğrendi. Kendi dilinin gizilgücündeki güzellikleri duymaya başladı.
i l . Meşrutiyet'ten Sonra
il. Meşrutiyet'in ilanından kısa süre sonra Selanik'teki 111. Ordu merke
zine atanan Ömer Seyfettin, oradan Serez'e bağlı Yakorit adlı köyün sınır
karakoluna gönderildi. Askerlikten ayrılıncaya kadar kaldığı bu bölgede
çevresindeki asker, sivil kişileri yeteneğinin verdiği büyük yararlanma ola
nağı çerçevesinde gözlüyor, 25 yaşın kimliğinde yarattığı dalganışların et
kisiyle kapıldığı sıkıntılardan ancak " yazma" eyleminin boşaltıcı ferahlığı
na sığınarak kurtulabiliyordu.
Tuhaf Bir Zulüm, Bomba, Hürriyet Bayraktarları, Beyaz Lale öyküleri
ne yansıyan bu evresinde Ömer Seyfettin de döneme damgasını basan iki
toplumsal gerçeğin etki alanına girmişti: Özgürlük ve ulusçuluk.
41
M E Ş RUTiYET D Ö N E M i
42
Ô M E k S E YF E T T i N
43
M E Ş RUTiYET D O N E M i
1 . D ün y a S a v a ş ı Gün le r i n d e
Ömer Seyfettin lstanbul'a dönüşünde yeniden askerlikten ayrılarak bir
süre yazılarıyla geçinmek istedi. Ne ki haftada bir yayımlanan Türk Sözü ·
dergisinin başyazarlığına getirilmesi de (25 Nisan 1 914) iste�inin gerçekleş
mesine fırsat vermeyince Kabataş Sultanisi'nde edebiyat öğretmenliğine baş
ladı (Aralık 1 91 4).
1 . Dünya Savaşının yarattığı toplumsal ve siyasal bunalımlar, düşün ve
sanat dünyasını da etkiliyor, edebiyat hareketleri eski ilgiyi bulamıyordu.
44
Ô M E lt S E Y F E T T i N
45
MEŞRUTiYET DONEMi
Sanatı
Ömer Seyfettin, olay öykücüsüdür. XIX. yüzyıl Fransız roman ve öykü
sünün yapısal özelliklerini öğrenmiş, yetiştiği yıllar çok okuduğu Mauppas
sant'ın tekniğini benimseyerek, geleneksel öykü anlayışının ilkelerini başa
rıyla uygulamıştır.
Olaya bağlı öykünün temel öğeleri şöyle saptanabilir:
1 ) Çarpıcı bir olay,
2) Olayla ilgili kişilerin durum ve niteliklerinin belirtilmesi, tiplerin dış
yüzlerinin de k ısa ama kapsamlı tümcelerle verilmesi,
3) Olayın "giriş, sergileme, düğüm, sonuç" biçiminde belirlenecek bir
düzen içinde sunulması,
4) Yalın bir anlatıma özen gösterilerek betimleme (tasvir), süs, kişilerin iç
yapılarının çözümlenmesi gibi öğelerin belli bir ölçü içinde dengelenerek ve
rilmesi,
5) Konuşmaların (dialog) doğallık sınırını aşmaması; kişilerin, durum ve
davranışlarına göre belirlenecek ölçü ve çarpıcılık gözetilerek konuşturulması,
6) Sonuçta ortaya çıkacak olan beklenmedik durumun düğüm sürecin
de okurun şöyle böyle ilgisini çekecek kimi ipuçlarıyla belirtildiği halde,
yan olaylarla gözlenmeye çalışılması,
7) Olay sergilenirken, özellikle gerilim sağlayacak sözcüklerin seçimine
özen gösterilmesi, sonuca kısa ama çarpıcı tümcelerle varılması.
Ömer Seyfettin'in öykücülüğünün i l k döneminde bile ( 1909- 19 1 3 ) i l ke
lerini saptamaya çalıştığımız olay öyküsünün kuruluş gereklerine büyük öl
çüde uyduğu söylenebilir. ilk döneminin ünlü örneklerinden biri olan Bom
ba öyküsünü bu açıdan çözümlemeye çalışalım:
Bomba, M akedonya köylerinden birinde yaşayan baba-evlat-gelinden
kurulu bir ailenin öyküsüdür. 25 yaşlarındaki evlat (Boris), il. Meşrutiyet
ilan olununca güvence altında yaşayacağı inancı ile dağdan inmiş, silahını
teslim ederek, Sofya'da okurken tanıdığı bir kızla ( Magda) evlenmiştir. iki
genç birbirlerini hem duygu, hem düşünsel bağlarla severler. Boris de karı
sı da "hayal bile olsa" sosyalizmin toplumdan savaşları, cinayetleri, eşitsi�
likleri kaldıracağına, çalışanlara mutluluk getireceğine inanmaktadır.
Makedonya'nın uygarlık dışı yaşamında yasa tanımayan haydutlar var
dır. Köy yöresine egemen olan bir haydut çetesi, Boris'i ölümle tehdit edin
ce, emeği ile kuracağı dingin bir hayat umudu ile Amerika'ya göç etmekten
başka çare göremez. Babasını da ( lstoyan) düşüncesinin doğruluğuna inan
dırarak evini, toprağını satmaya razı eder.
Ne ki, hareket edecekleri günün gecesi haydutlar köyü basmışlar, Baba ls
toyan'ı çağırtmışlardır. Bu çağrıya Boris uyar. Bir süre sonra üç haydut Bo
ris'in üzüntü içindeki karısı ve babasının bulunduğu eve gelirler. Tüfeklerini
sıraladıkları masanın üzerine "siyah beze sarılı yuvarlak bir şey" koymuşlar-
46
Ô M E R S E Y F ETTiN
47
M E�RUTIYET D ö N E M I
48
Ô M E k SE YFETTiN
Efruz Bey
Efruz Bey, il. Meşrutiyet'ten mütareke yıllarına kadar uzanan dönemde
ki toplumsal değişme içinde küçük burjuva ve bürokrat çevrelerin durum
larını yansıtarak, her kalıba girmeyi ustalıkla başaran, her günün adamı de
diğimiz kişilerin amansız bir yergisidir.
Vakit gazetesinde yayımlanmadan önce, " fantezi roman" olarak ilan
3 . Prof. Pertev Naili Boratav, Yurt ve Dünya dergisi, sayı 15-16 (Mart-Nisan 1 942) sf. 70-71.
4. A.g.y.
49
M EŞRUTiYET DÖNEMi
S anat v e D ün y a G örüşü
Ömer Seyfettin, öyküsünün işlevine inanmış bir yazardar. Yapıtları top
lumu etkileyecek, böylece dünyanın değişmesine katkıda bulunacaktır. Ef-
5. Bu gazeccde bir bölüğü "cdrika" edilmiş, daha sonra aynı kurum carafından kicap halin
de yayımlanmışcır: Efruz Bey-Fancezi Roman ( 1 9 1 9).
50
Ö M F. R S f. Y F E TT I N
ruz Bey'in kısa önyazısında, " Hakikatı görüldüğü gibi, edebiyat yapmadan
yazmak istedim" derken ifade ettiği şey, öyküleri için de geçerlidir.
Kendisinden önceki edebiyat adamlarını yalnız dil anlayışları açısından
eleştirmez; edebiyatın temel aracı olan dilin ulusal bilinç sorunu olduğuna
inanarak, eleştirilerini tarih ve toplumbilimin verilerine dayanarak yapar.
Bu nedenle Tanzimatçılar, Edebiyat-ı Cedideciler ve izleyicileriyle asıl an
laşmazlığı ulus, ulusal kavramlar üzerindedir:
... Şark medeniyeti içinde ümmet halinde yaşıyorduk. Devletimiz
de, idaremizde, ilmimizde, edebiyatımızda usül eski bir sistemin ilha
mıydı. Bu sistem bir müstehaseden (fosilleşme) başka birşey değildi.
Çünkü hayata uymuyordu, canı yoktu. Yaşamış, vaktini bitirmiş, öl
müştü. Tanzimatçılar etraflarını saran buhrandan şaşırmışlardı. Bu
buhranın mantıkıyla düşünmeğe başladılar, kendi kendilerine sordular:
- Biz garbın silahını, ilmini, medeniyetini almazsak yaşayabilir miyiz?
- Hayır...
- Öyleyse ne yapalım?
- Hiç durmayalım, acele edelim. Garp medeniyetini olduğu gibi kabul
edelim.
- Haydi çabuk ...
Acele işe koyuldular. Fakat hakiki vaziyetin kat'iyyen farkında de
ğildiler. Çünkü hepsi ümmet sisteminin terbiyesiyle yetişmişlerdi,
'Millet' mefhumuna akıl erdiremiyorlardı.
Ümmet terbiyesi aldıkları için yalnız medeniyetten anl ıyorlar,
'hars'a, yani kültüre bir türlü akıl erdiremiyorlardı. Hatta 'hars' diye
birşey olduğunu da bilmiyorlardı. Garp medeniyetini ayniyle almağa
haşladılar. Garp medeniyeti dairesine 'ümmet hal inde' girmek istedi
ler. Birçok cihetler pot geliyordu. Garp medeniyetinin en bariz seci
yesi milliyetler, harsler idi.6
Ziya Gökalp'in görüşlerine aykırı düşmeyen bu düşünüş biçiminin ışı
ğında inandığı doğruları sanatında uygulamaya çalıştığı görülür. Batı ede
biyatının geliştirdiği öykü tekniğini öğrenerek Türk insanının " manevi kıy
metleri"nin çizdiği dünyayı, kişiliğini koruma gereğine inanır. Çünkü " ma
neviyat" ulusal, " maddiyat" evrenseldir. Teknikte model batı olacak, ko
nular ve duyarlık ulusallığını koruyacaktır.
Ömer Seyfettin de -insanlığın ortaya koyduğu en büyük yapıtın llyada
olduğunu söyleyen Ziya Gökalp gibi- Yunan-Latin klasiklerinin yeni Türk
sanatına öncülük edeceği düşünüsündedir. Yaratması mümkün tepkilerden
çekinmeden açıklar görüşünü:
Okunacak klasik muharrirlerin başına Homer'i koymalı. Homer,
her devrin, her yerin en büyük muharriridir... Her edebi mektebin to
humu ondadır. Onda, heyecan, belagat, insanilik, müşahade, resim,
51
M E � K U T ı YET D ö N E M ı
52
ÖMER
SEY F E T T i N ' DEN
ÖRNEKLER
Şiirlerinden
DOCDUCU M YER
" G U R B E T E L L E R i N D E " Y A L N I Z LI K
53
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
havlar gibi hamle hamle söyler, sonra diye kadıya itiraz etti. insanın fikrin
birdenbire susuverirdi. Fakat, şöyle deki neyse zikrinde de o olduğunu tek
bakarken insana yüzüyle, hareketleriy rar ederek iddiasını ispata girişti. Ha
le, sözleriyle pek fena tesir bırakan bu zır bulunanların hepsi "tatlı dil, güler
doğru kadı, kendi kalbinin çok iyi ol yüz" taraftarlığında ittifak etmiş gibiy
duğuna kanidi. Herkesin iyiliğini iste diler. Kalbe, fiile kimsenin ehemmiyet
rim sanırdı. Herkesi acı sözleriyle haş verdiği yoktu. Bu esnada dükkanın ka
lar, ama, elinden gelecek muaveneti de pısında genç bir yörük peyda oldu.
saklamamaya çalışırdı. Elinde kocaman bir lenger tutuyordu:
Sertliğine, birdenbire alevlenmesine, - N e var? diye önüne giden Hüsa-
hazan ağzından çıkan sözü k ulağı işit meddin Efendiye sordu:
memesine itiraz edenlere: - Kadı efendi burada mı?
- Siz ne anlarsınız, halk beni gözü gi - Burada.
bi sever! derdi. Mustafa Efendi, oturduğu minderin
Bir cuma günü sabahleyin şadırvan köşesinde doğru ldu. Acaba bir dava,
meydan ında a v u kat H üsameddin bir şikayet miydi?
E fendinin dükkanında oturuyord u. - N e var, söyle bakayım ! diye çağır
Hemen kasabanın bütün eşrafı ora dı.
daydı. Namaz vaktini beklemeye gel Sarışın yörük:
mişlerdi. "Tatlı dil, güler yüz" den - Efendim, babam size şu yoğurdu
bahsolunuyordu. Ömründe hiç gülme gönderdi, dedi:
yen Mustafa Efendi, işittiklerini hep - Niçin?
kendine, kendi üzerine alındı. Müda - Şey ...
faa için ağzını açacak oldu. Düşündü, - Ben yoğurt filan ısmarlamadım.
sustu. Fakat eşraf efendiler, münaka
şalarında epey ileri gittiler. Uedikoducu eşraf birbirlerine bakış
Biri dedi ki: tı. Bu bir rüşvet miydi? Mustafa Efen
- Yüzü gülmeyen insan cehennem di de sıkıldı, bozuldu. Koca bir lenger
liktir! yoğurt.. Ne m ünasebet! Kan başına
54
Ü M E ıt S E Y H TT I N
55
M E $ R UT I Y ET D O N E M i
56
ÖMU S E Y F ETTiN
ber lzmir'in yolunu tutuyor, tam altı Sık ağaçların üstünden yalnız beyaz,
ay görünmüyordu. Onun köyde bin ince minaresi gözüken camiye doğru
türlü hasislik ettiği halde, lzmir'de bol baktı. Büyük çınarlar rüzgarla dalga
bol harcettiğini duymuşlardı. Köyün lanarak fasılasız zikreder gibi f ısıldı
dışında yedi kat bir e lmiş gibi yaşıyor, yorlar, ağustosböcek leri cır cır ötü
herkese hakaretle bakıyor, pazara in yorlardı. Cam i ile kahvenin arasında
diği zaman kendine verilen selamı bile iri çakılları aşan dere çağlayarak kö
almıyordu. Rastgeldiğine dişlerini sı pürüyor, dar tahta köprünün başında
kar, Arnavutluk 'ta öğrendiği kabada yatan bir sürü kaz, boyunlarını eğerek
yı şivesiyle: tek gözleriyle havaya bakıyorlar, san
"Ah bire, keratalar bire! Karılarınız ki biraz rahmet bekliyorlardı.
ol masa açlıktan gebereceksiniz bi - Köyümüzde bir zındık varken Hak
re! . . " diye k ü fü rü basardı. K imseden teala bakalım duamızı kabul eder mi
korkusu yoktu. Askerden getirdiği ki ... diye başını salladı. Sonra Gavur
ağır Rumeli kebesini çıkardığı zaman, Ali'yi hatırlayınca -yaralarına doku
belindeki kocaman Karadağ tabanca nulmuş gibi- kaşları çatılan, suratları
sı göze çarpardı. Kulübesine uğrayan buruşan köylü lere: " Ben onu i mana
ahbap jandarmalara " kurt içi n" diye getireceğim." dedi.
gösterdiği m ü kemmel bir de martini Mintanının cebinden temiz bir kap
vardı. K u raklık, çekirge, salgın fi lan l umbağa yavrusuna benzeyen Piryol
gibi felaketler başgösterdi mi, köylü saatini çıkardı. Yavaşça açtı, baktı:
hemen Gavur Ali'yi düşünür, " K uru - Ne duruyorsunuz! diye yerinden
nun yanında yaş da yanıyor ! " derdi. fırladı, i k i ndiye üç çeyrek k a l mış.
Evet, A l l a h bazen onun dinsizliğine, Haydin abdestle rimizi tazeleyelim
k ü fürbazlığına k ızıyor, sırf onu ceza ağalar!
landırmak için -sanki hainin bağı, Köpüklü dereceğin kenarına koşan
bahçesi, çifti ç ubuğu olmadığını bil lardan ürken kazlar, tıslayarak, salla
miyormuş gibi- tarlalara yağmur ver na sal lana köprünün başından uzak
mi yor, bağlara filoksera gönderiyor laştılar.
du. işte bu yıl da havalar k urak gidi Bir sabah Gavur Ali ağılının dış ka
yord u. Çakır imamın etrafındaki hal pısına serdiği kara kebeye yan gelmiş,
kadan bir i htiyar: kaval ıyle askerde öğrendiği:
- Hacı efendi, halimiz ne olacak ? Bi Drama köprüsünden
zi bir gün yağmur duasına çıkarıver Gece m i geçtin,
sen ... dedi. Debreli Hasan...
i k i saattir anlattığı " Kesik Baş" hi türküsünü çalıyordu. Dik, yeşil te
ka yesini yeni bitire n imam, böyle peden akıp köye doğru sapan keçi yo
e hemmiyetli bir tek l i fi işitince, üç a y lundan bir adamın geldiğini gördü.
dır gökten bir damla rahmet düşmedi " Acaba k i m ? " diye dik katle baktı. Bu,
ğini hatırladı. Ağır kebesiyle, siyah Hacı i mamdı. Sarı aba çakşırı, sarı
kalın kaşlarıyle, beyaz keçe k ü lahıyle aba cübbesinin eteklerinden yapılmış
Gavur Ali gözünün önüne geldi. kocaman k a mburuyle tıpkı canlı canlı
51
M EŞ K U T I Y E T D O N E M i
58
Ô M E ll S E Y F E T T i N
59
M E Ş R U T i Y ET D Ö N E M i
60
ÔMEk S E Y F E T T i N
cak bir, yahut i k i gün fasıla vermişti. camiden çıkarken Çakır imamı tuttu:
Durur durmaz yine a ynı dehşetle baş - Hani bizim koyunlar çoğalacaktı?
lıyordu. A l i bir gün kahvede vaaz din Elli tanesi öldü, dedi.
lerken, çobanın geldiğini gördü: Çakır imam, gayet e hemmiyetsiz bir
- Ne var ülen? şeyden bahsolunuyormuş gihi:
D i ye üzerine gitti. Çocuk bir şeyden - Adam sen de, A li Ağa! -diye başı
korkmuş gibiydi. nı salladı-, sen kalbini sağlam tut, Al
- Koyunların burnundan sarı sarı l a h e l linin yerine yüz verir. Sonunda
bir şeyler a kıyor, ölüyorlar, -dedi. göreceksin.
- Ölüyorlar mı?
- Ölüyorlar. Altı günden heri 50 ta- Gavur A li, iki aylık sofuluğun tesi
neden ziyade öldü. riyle sağlam bir iman sahibi o lmuştu.
- Ne? Çakır lmam'ın teminatını büyük bir
- Gel de bak. hakikat gibi kabul etti. Yine namaza,
Gavur Ali, kahvedeki cemaate hiç niyaza, ibadete daldı. Haftada bir gün
bir şey söylemeden küçük çobanla ağıla uğruyor, yeni yeni ölen koyunla
uza k laştı, bir nefeste ağıla yetişti. Ko rın derilerini yüzüyordu. Bu derileri,
yunlar hepsi afsuna tutulmuş gibi yer köyden geçen bir bezirgana beşer ku
de yatıyorlardı. Hemen ölüleri ayırdı, ruşa sattı. Parasiyle bir mevllıt okuttu,
akşama kadar bunları yüzdü. Zok, bu heş hatim indirtti. Fakat koyunlar ha
derileri kokluyor, başını havaya kal bire ölüyorlardı.
dıra ra k acı acı uluyordu. Gavur Ali Ne zaman iyice bunalıp yanına var
çocuğa: sa h u meseleyi açar açmaz, Çakır
- Sen bunları bataklığa sürmüşsün! imam onun ağzını:
Hepsi zehirli ot yemişler! - Sabret! K al bini sağlam tut! A l l a h
Diye çık ışmak istedi. Halbuki ço s e n i imtihan ediyor! O birin yerine bin
ban, sürüyü kendi gösterdiği yerden verir! -diye hemen kapatıyor, malını,
başka yere götürmediğine yemin etti. mülkünü son puluna varıncaya kadar
Gavur A l i yağmurun altında çobaniyle kaybettikten sonra ibadet kuvvetiyle
beraber mer'aya çıktı, birdenbire şaşır padişah olan Hasan Efendi masalını
dı. En tepelik yerlerde sarı bataklık çi anlatmaya başlıyordu. iki ay içinde
çekleri bitmişti. Yağmur her tarafı ba ağılda kala kala yirmi beş koyun kal
tak içinde bırakmıştı. Rutu betten her dı; fakat bir kere ok yayından çıkmış
taraf küf kokuyor, insan basarken t ı. Gavur Ali namazı bırakmıyor, hid
ayakları baldırlarına kadar çimenlere detten, gazaptan, pişmanlıktan çatık
batıyordu. Gavur Ali, o gece köye dön kaşlı esmer yüzü morarıp kızardıkça,
medi. Fakat ağılda fena halde canı sı köylü onunla alay eder gibi:
kıldı. Hele yakın bir felaketin hayalini - Suratına nur geldi, ülen, namaza
görür gibi durmadan u l uyan Zok'a bü başlayalı diyorlardı.
tün bütün kızdı. Kalktı, iki defa daha Koyunlar on tane kalınca, Ali, çoba
dövdü. Daha güneş doğmadan, yağ nı güzel bir dövdü. Tekmeleye tekme
m u r altında, sabah namazına yetişti, leye kovdu. Kendi meraya gitmeye
61
M E Ş R UT i Y ET D ö N E M I
62
Ô M E k 5 E Y F E1'1' 1 N
63
R E F İ K HA L İ T K A R A Y
64
R E F i K H A L i T K A R AY
miz var ki, bu yarının dili olacaktır" diyen Refik Halit, "Genç Kalemler"
hareketine katılmamasına karşın Türkçenin sadeleşmesinden yanadır. Ede
biyatın halka karşı yükümleri olduğu düşünüsündedir. "Dili bulduk. Şim
di halkı ögrenecegiz ve adi/eşmeden kendimizi halkla meşgul edecegiz. Bi
ze bir Rus edebiyatı lazım. Yani halkın acılarına iştirak eden, ihtiyaçlarım
duyan, emellerine şekil veren bir edebiyat. . " diye konuşur. 2
.
65
ME$R UTIYET DON EMi
katibi) inandırıcıdırlar.
6) Yazar, kadın kişileri çizerken de gerçeğe bağlıdır.
Biri esmer, biri uzun boylu, endamlıydı; göğsü dar yeleğinin altın
da genç, gürbüz duruyor, insana dalgın, tatlı gözlerle derin derin ba
kıyordu. Öbürü, sarışın büsbütün iri, gösterişliydi. Uzun saçlarını el
li altmış örgü yapıp sırtından aşağı, nadide bir atkı gibi koyvermişti.
( Ş e ft a l i B a h ç e l e r i )
7) Doğa betimlemeleri, "şairaneye" kaçmadan yerinde benzetilerle yapılır.
Bu ne uzun, ne can sıkıcı bir yoldu. Durgun sulardan fışkırmış pirinç
başaklarıyle arklar boyunca giden kamışların yeşilliği yamaçlar ardın
da görünmez olunca, kurak, düz bir toprak, iki gün hiçbir köye, hiçbir
değirmene, hatta iki cılız söğüdün gölgelediği bir su başına bile uğra
madan, ıssız, kavruk devam edip gidiyordu. Sonra dik kayalı bir yokuş,
korkunç bir boğaz aşılıyor, tepesine yaklaştıkça serin bir rüzgarla be
raber latif bir manzara başlıyordu. ( B o z E ş e k )
1 909 - 1 9 1 8 yıllarında yazılan öykülerden oluşan kitapta konuları lstan
bul'da geçen hikayelerde de (Bir Taarruz, Kuvvete Karşı) gerçekçi yönteme
bağlanan Refik Halit, Gurbet Hikayeleri'nde ( 1 940) biraz anı havasına gir
mesine karşın, gene başarılı ürünler (Eskici, Zincir) verebilmiştir.
Romanları
66
REFiK HALiT KARAY
67
M E $ R UT I Y E T D O N E M i
69
M E Ş R UTiYET D O N E M i
boşaltılmış henüz yıkanmış b i r bölme ipek saçlar a . tında sevine sevine neş'eli,
vardı; Hasip Efendi, oraya upuzun yat kuvvetli gelen yeniler, bir iki sene sonra
tı, serinliğe koşan sineklerden rahatsız kuvvetsiz apklarını, nalçalı kundurala
olmamak için yüzüne mendilini örttü; rını taş kaldırımlar üstünde zorla sü
uykuyu bekledi. rükleyerek kulübelerine çekilirlerdi. Ağ
Hasip Efendi, kırk senedir böcekçili rıyan başlarını, yanan göğüslerini din
ğe hasrettiği hayatını, şimdi hasta yatan lendirmek için yalnız altı saat vakitleri
Fotika'sını, bu katil fabrikaların öldür vardı; gülmek ve konuşmak için değil.
düğü öldüreceği kızları düşünüyordu. Kimbilir ertesi sabah bu hasta yorgun
Şüphesiz görüyordu, inanıyordu, ar gözler ne kadar güç açılır, her kemiği
tık inanıyordu her ay bir genç kız zayıf ayrı sızlayan bu zavallı vücutlar, fabri
layarak, öksürerek, terlemiş şakakları kanın düdüğüne ne zorlukla itaat eder
na saçları yapışarak, sabırlı, tahammül di. Kimbilir bu hastalıklı sabahlar ne
lü eriyor, bir gün artık evinden çıkama kadar gözyaşları döktürürdü, bu halsiz
yarak köşesinde ölüyordu. Kırk senedir vücutları sürüklemek güçtü ...
böyle kaç gencin acıklı ölülerini seyret Birden, düşündüklerini bıraktı; Foti
miş, kaç genç tabutun arkasından yürü ka 'yı hatırladı. O da artık hastalanmış
müştü. Üç dört kuruşa karşı on dört sa tı, o da artık yatağından pek nadir çıkı
at kaynak sular başında, pis kokular yordu. Bu kızcağızı çok severdi; Ralıke
hasta nefesler emerek zehirlenen, tara sir zelzelesinde ölen karısına benzeterek
vetinden, kızgınlığından, gözlerinden, hatta bazı akşamlar, mancınıklar boşa
parıltısından hergün bir zerre kaybede lınca ağlardı. Onun fabrikaya ilk girdi
rek toprak olan vücutlara şüphesiz acı ği gün narin endamına, biraz hafif, so
yor, bu dertlere alışamıyordu. luk simasına bakarak bir çok acımış, kı
Hele sevgilisinin de hastalandığı bu zın nazik ve itaatli nazarları düşkün, bi�
korkunç haftalarda, fabrikanın cinayet çare hareketleri karşısında bu yufka yü
lerine ne kadar lanet okuyor, biraz da rekliliği yavaş yavaş sevgi derecesini
kendisi vasıta olduğundan dolayı ne de bulmuştu.
rece ıstırap çekiyordu. Artık iyice farke Bir buçuk senedir onunla meşgul olu
diyordu: O geçerken, torunlarını göm yor, kalbi yalnız onun üzerine titriyor,
müş ihtiyar nineler başlarını çeviriyor onu yanında, yakınında buldukça, her
lar, sonra intikamlı gözlerle kendisini iş kolay ve zahmetsiz geliyordu. Fotika,
uzun uzun tetkik ediyorlardı. Bu beyaz bazan evinden çıkmaz, şehre, yahut
haleler içinde fersiz, hasta gözler ... On köydeki akrabasına inerdi. O günler,
ların ne acıklı bir bakışı, ne sessiz bir Hasip Efendiye karanlık, kederli gelir;
feryadı vardı; bunları hissettiği, bakışla çalışmaz, işsiz, dalgın gözleriyle pence
rından yeis içinde kaldığı halde, "Öldü resinden uzaklara bakardı. Zaten bu
ren ben değilim.. " diye haykıramamak mesele biraz da etraftan duyulmuş, ko
ne kadar gücüne gidiyordu. za ayıran mahalle ihtiyarları birbirleri
Hasip Efendi uyuyamıyordu; amelesi ne bunu fısıldamışlardı.
ni düşünüyordu. Ah zavallılar... Amele katibi, başka kızlarda görme
Bir gün kırmızı kordelasının süslediği diği şeyleri Fotika'da buluyor, gözleri,
70
R E F i K H A LiT K A R A Y
uzun müddec onun iki mavi boncukla şüncelerle karar vermiş, onu kozahane
süslenmiş ayakkaplarında, caşları düş den alarak daha kolay, daha cemiz ha
müş tarağında dinleniyordu. Bazı vesi valı bir işe, iplikhaneye koymuşcu. Kız
leler olurdu ki, amele hep birden güler, arcık laubalileşmiş, hiçcen bahanelerle
yahuc bir yere bakardı; Hasip Efendi bu işini bırakarak onunla konuşmaya, yü
sırada yalnız sevgilisini, onun parlak züne gülmeye başlamışcı.
dişlerini, koyu ela gözlerini seyreder, o Hacca, bir sabah pek erken, karanlık
ne kadar lezzec alır veyahut şaşarsa, odada, amirinin neş'esinden, şakaların
kendisi de o kadar memnun olur, onun dan pek çok hoşlanarak, şımararak
kadar şaşardı. kendisini zorla öpcürmüşcü.
Bu aşk, bazı geceler caclı bir rüya gibi Halbuki Focika birden hastalanmış;
onun hasrecle, iştiyakla yanan göz ka Hasip Efendi, onun gelmediğini görerek
paklarını dinlendirir, bazı zamanlar ise sorduğu vakic: "Çok başı ağrıyor" ce
bir sancı gibi uykularını kaçırırdı. Ni vabını almışcı. "Eyvah," diyordu. Anık
hayet bir buçuk senedir neden bekledi kız yacıyordu. Ninesi iyi olur ümidiyle
ğini hal ledemeyerek evlenmeye karar fabrikaya gelerek kovmasınlar diye
vermişti. Bir hafcabaşı, amelenin ücret amele katibine yalvarıyord u. Hasip
lerini dağıcırken usulca ona doğru eğil Efendi, ceminac veriyor, para gönderi
miş, hazırladığı dön çil çeyreği Foci yor, fakac onun her hafca biraz daha fe
ka 'nın sıcak sular içinde hararetini kay nalaşcığını, biraz daha mezara yaklaşcı
betmiş yumuk avucuna sıkışcırarak, ğını haber alarak fabrika sahibine kü
" Bu da fazlası, benim bahşişim," de fürler ediyordu.
mişti. lşce bu sabah, yine ninesi gelmiş,
Kız, zacen bunu bekliyormuş gibi, al onunla dercleşmişci. Hasip, doktor geti
mış, şüphesiz pek iyi duyduğunu, bu rilmesini söylemiş, " Parasını ben veri
aşkcan nefrec etmediğini göstermek rim, ilaçlarını da yaptırırım ." demişti.
için, gözlerini kaldırarak ona bakmışcı. Bu akşam işi biccikcen sonra Mecidiye
Hasip Efendi, bu teşekkür karşısında caddesindeki Ermeni doktoru bulacak,
anlaya madığı bir sebeple k ızarmış, korkularını halledecekti. Acaba kurtu
ucanmış; ertesi gün Focika'nın yanın labilir miydi? Yine pek yakından, narin
dan geçerken onun koluyle kendisine endamıyle, ela gözleriyle dolaşarak ka
süründüğünü farkedince sevinçli bir ge ranlıklarda ona aceş gibi yanan yanak
ce geçirmişti. larını uzatacak mıydı?
O sırada aşağı fabrikada hastalanan Tahca sedirden yavaşça kalkcı; geniş
bir genç kız, iki ayın içinde ölüvermiş nefesliğin önüne geldi. Aşağıda, Mu
ci. Hasip Efendi, bunun üzerine Foci danya'ya inen cenha ve güneşli yol üze
ka'yı hergün bin korku ile süzüyor, rinde bir duman koşuyor, Fildar köyü
hergün biraz daha halsiz görüyordu. nün ceneke dalları bıçak sırtı gibi keskin
Sonra iyice fark ecmişci; Focika rahat akislerle parlıyordu.
sızdı, Focika sararıyor, eriyordu; Foci Şimdi ovanın hemen her yolu üzerin
ka ölecekti ... de çırpınan bir coz bulucu vardı, rüzgar
O zaman uykularını harab eden dü- çıkacakcı. Birden yapraklar şiddecli bir
71
M E Ş R U T I Y lT D ö N E M I
titreme içinde hışırdadı; bacanın altında gırtlağında oynayan sivri çıkıntısı ile
biriken tozları daha henüz her yerde haddinden uzun, kirli, çürük dişleriyle
hissolunmayan bir rüzgar parçası sa konuşurken karşısındakilerin gözlerini
vurdu, topladı, sonra mintanını kabar alır, ayrıldıktan sonra bile insanın ha
tan, yüzünü sıcak bir nefesle yakan ha yalinde bir zaman bunlar canlı kalırdı.
va, her tarafa hücum etti. Saat dokuza Acele işler arkasında koşmakla geçen
yaklaşmış olmalıydı; meltem çıkmıştı. ömrü onu daima koştururdu. Yürür
Uzun karlı günleri takibeden yıldızlı ken, en sakin havalarda bile uzun, leke
bir gök altında, bu gece, yine fakir ma li eteklerini havalandıran bir rüzgar ya
hallede bir ölü vardı. Nihayet Potika pardı. Selamlaştılar. Konuşmaları la
aylarca öksürdükten, sızladıktan sonra zım gelirmiş gibi durdular. Hasip Efen
artık susuyordu; ölmüştü. di dedi ki:
ihtiyar ninesi, avucunda tuttuğu elin - Çok acıdım zavallı kıza...
soğuduğunu hissedince, hastanın, suya Öbürü cevap verdi:
gömülü yuvarlak, vapur camları gibi - Evet, ben de...
kirli bir şeffaflıkla dumanlanan gözleri Yine durdular. Ayrılamıyorlardı. Her
nin dikilip kaldığını gördü. Usulcacık, i kisi de sanki bu geçen vak'a üzerine
incitmekten korkarak kapaklarını in birbirlerinden izahat isteyeceklerdi ...
dirdi, sonra ağır ağır gitti, Meryem'in Yine amele katibi Hasip Efendi söze
resmi önünde diz çöktü. başladı:
Evet, Fotika ölmüştü. Yarın akşam - Ben, elimden geleni yaptım, dedi.
bu saatte, onun yarım senedir köşeyi Doktor getirdim. ilaçlarını verdim. Na
dolduran yatağı artık boştu. Ocakta ya fakalarını yolladım ...
nan çıralar, şakakları terlemiş zayıf yü Papaz, ihtilaçlı bir sesle söylendi:
züne artık renk veremez, Meryem Ana - Doğru, fakat bunlar fayda vermedi;
kandilinin inatçı gözü artık hastadan onu da, hepsi gibi sizin fabrikalarınız
dua dilenemez. Çorbanın buğulariyle öldürdü; daha da çok öldürecek ...
penbeleştirdiği beyaz gözkapakları ar Hasip Efendi, hiddetle karşısındakine
tık daima kapalıdır; artık daima odanın baktı; kendisinin de doğru bulduğu bu
esrarlı ağzı o zavallı öksürüklerden şi hakikati şu adamdan işitmek, suçlu bu
kayet etmeyecektir. lunmak ona ağır geliyordu.
Hasip Efendi, ertesi sabah bu haberi Papaz, şimdi Avrupa fabrikalarını an
alınca, o kadar m üteessir oldu ki, yerin latıyor; karşısındakinin cehaletine karşı
den kımıldanamadı; buğulu gözlerinden hakimane bir tavır alarak, çalışma saat
süratli, iri bir çok yaşlar döküldü. lerini, ücretleri, bütün bu yoldaki ka
ipekçi kızlar, birer i kişer, kömür toz nunları, kavgaları, isyanları, hepsini bi
larıyle kirlenmiş karlara basarak fabri rer birer mühim kelimelerin üzerinde
kaya giriyorlar, kümeslerine dönen bir dura dura izah ediyordu.
ördek sürüsü gibi kalçalarını sallaya Sonra, hala, devam eden kayıtsızlığa
rak işlerine dağılıyorlardı. Kapıdan çı karşı duyduğu nefretlerini, şüphelerini
karken papaza tesadüf etti. Bu, ihtiyar, söyledi; fabrika sahiplerinin bugünkü
uzun simalı, iri kemikli bir adamdı, halde kalmak için müracaat ettikleri de-
72
REFiK H A LiT KARAY
sise leri, tarafgirlikleri anlattı; sonra ay Hesaplara baktılar, iş üzerine birçok
rılırken: konuştular; gidiyordu. Hasip Efendi
- Daha çok öldüreceksiniz! diye söy kayıtsız gibi pencereden bakarak garip
lendi. bir sesle "Fotika öldü ... ", dedi; sonra
Has ip Efendi bugüne kadar zanne odada garip ahenkle inleyen kendi sesi
derdi ki, hükümetin bu işe müdahaleye ne de yabancı kaldı. Öbürü hatırlama
hakkı yoktur. Bunlar yalnız fabrika sa dı. "Fotika m ı ? " dedi, "kim o?" Hasip,
hiplerinin takdirine, merhametine, hal ateş gibi kızardı, hiddetle cevap verdi:
kın ricasına, niyazına bağlıdır; şimdi - Burada çalışan bir güzel kız, güzel
anlıyordu ki, milletin menfaatleri üzeri bir kız, altı aydır yatıyordu ...
ne titreyen kuvvetli bir kalb lazımdı, Hidayet Bey: " Ya ... Öyle mi?" dedi,
onu ikaz etmeli, icbar etmeliydi. Birden kapıya doğru yürüdü. Amele katibi ye
fabrika sahiplerini hatırlayarak: " Hain rinden kımıldamadı, fakat hakim bir
ler," dedi, "acaba siz ameleyi bu hima sesle söylendi:
yeden mahrum bırakmak için hangi - Onu burası, bu fabrika öldürdü; her
tedbiri buldunuz?" sene bir iki kurban veriyoruz, günahını
Ertesi gün Fotika gömüldü. Çan kule çekeceğiz. Fabrikacı döndü, hayretle,
sinin sedasına her taraftan koşan amele, esefle memura baktı, sonra mırıldandı:
salipler, tasvirlerle dolu günnük kokula - Buna biz ne yapabiliriz, hastalık
rıyle mum dumanlarına boğulmuş boş ecel.
kil isede birleşiyorlar, işlerine yetişmek - Yok, efendim, yok, ecel değil, has
için duanın bitmesini bekliyorlardı. Dı talık değil...
şarıda nalçalı ayak izlerini örten halim Şimdi anlatıyordu! Dün öğrendikleri
bir kar dökülüyordu. Mahallenin, me ni, düşündüklerini, hiç saklamayarak,
zarlığını ilk fırtınalar harap etmiş, du en şiddetli kelimeleri kullanmaktan çe
varların bazı yerlerini çatlatmış, haçları kinmeyerek söylüyordu, öteki, susuyor,
eğrilmişti. Onun cesedini getirenler ziya dinliyordu.
retten istifade etmişler, aile mezarları Mangalı küllenmiş bu soğuk, karan
üzerine eğilerek yerlerinden çıkan tahta lık odada Hasip daima camdan yağan
işaretleri, kayıtsız düzeltmişler<li. kara, Fotika'nın mezarını örten iri kara
Hasip Efendi, akşamı, fabrika sahibi bakıyordu: Saatçizade bir cevap bul
Saatçizade Hidayet Beyin gelmesini mak, birşey söylemek arzusu ile hala
bekledi. Saat on birdi. Bermutad zeytu duruyor, arıyordu. Hasib'i kolundan
ni k upası kaldırımlar üzerinde, kara tutarak bir işçi kızı gibi sokağa atmak
rağmen, gür bir ses çıkararak dairenin kolay değildi; zira iş zamanı fabrika us
önünde durdu. Sahi o ne sevimsiz bir tasız kalacaktı, zira bu fikirlerle, bu is
adamdı, şimdiye kadar bunu niçin far yan fikirleriyle kovulan adamlardan da
ketmemişti? iri karnı, yassı vücudu ile, ima çekinmek lazımdı. Şimdi yapılacak
sonra kavun kafası, mini mini kirpiksiz muamele hilm, sükun ve intizardı. işte
gözleriyle Hidayet Bey, kurşun kalemle bu düşünce ile döndü, kapıyı açtı ve sü
rin üzerindeki hayvan resmine, timsaha kunetle dedi ki:
benziyordu. - Çok hiddetlenmişsin Hasip Efendi,
73
M E$ R U T I Y ET D O N E M i
yarın akşama konuşuruz; ben sana ma sevdiğini tekrar anlayarak geçmiş günle
aşına dair iyi bir haber getirecektim. ri hatırladı; sonra kendisini bu aşka rağ
Amele katibi yerinden fırladı: men hala fabrikaya bağlayan kuvveti,
- Yok, dedi, benim hesabımı verin, çı artan maaşının ağırlığını düşündü. Bu
kacağım. bir hakkı sükfıttu. işte susturuyordu;
Halbuki öbürü hiç dinlemedi, yürü halbuki onun zalim ve kuvvetli tesiri al
di.i, paltosunun yakasını kaldırarak av tında, değil yalnız kendisi, asıl daha yük
luyu geçti. Orada arabacı, kapıcı ve ma sektekiler susmuşlardı; daha yükseklerde
kinist duruyor, onun iltifatını bekliyor bile tesir gösteren bu tedbir, sermayedar
du. Hasip Efendi; artık cesaret edemedi, lara altın mezarlara ölü yetiştiriyordu.
hatta yaptıklarına biraz pişman, kori Hasip Efendi bu fikirlerle biraz teselli
dorda kaldı. Bütün bu gürültülerin üze buldu, yine bunları düşünerek fabrika
rine tamir edilmez birşey vardı: Foti nın önüne geldi, ara kapıdan içeri girdi.
ka'nın ölümü. Çok latif bir geceydi; hatta avlunun
iki gün Saatçizade Hidayet Bey fabri her zaman ham ipek ve çirkef kokan
kaya uğramadı; hatta evinde de yoktu, karanlığında bile yamaçtaki o olgun
çiftliğe gitmişti. Amele katibi, uykusuz meyva rayihası dolaşıyordu. Şüphesiz,
bir geceden sonra adeta sükunet bul Bursa'nın bu yıldızlı bahar seması altın
muştu; öbürünün hilmi, kendisinin şid da bir şeftali bahçesi gibi rayihalı uza
deti arasında birçok mukayeseler yaptı, nan sık dutluklarında sevdikleriyle bu
bazı vesileler buldu, kabahati her tarafa luşanlar aşktan tadıyorlardı.
dağıttı, garip bir nedametle işine başla ( M e m l e k e t H i k a y e le r i ,
dı. Dört gün sonra maaşı artmıştı; şim Erenköy, 1 909)
di sekiz lira kazanıyordu; işçi kızlar,
ölenin yerine geçmek için o dolaşırken
hafif hafif sürtünüyorlar, gülüşüyorlar, ESKiCi
kırmızı kordela, cam bilezik takıyorlar Vapur rıhtımından kalkıp ta Marma
dı. Hayat yine evvelki durgunluğuyle, ra'ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yol
yine evvelki lezzetsizliğiyle başlamıştı. cuyu geçirmeye gelenler, Üzerlerinden
Bir yıldızlı gece sahrada kurbağa sesle ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar:
ri duyuluyordu, ılık bir bahar karanlığı - Çocukcağız Arabistan'da rahat
altında, havada olgun bir meyva kokusu eder ...
vardı; yaz geliyordu. Hasip Efendi kır dediler, hayırlı bir iş yaptıklarına her
larda dolaşmaya çıktı; dağa tırmanan şo kesi inandırmış olanların uydurma ne
sede yükseldikçe, aşağıda, şehrin aydın şesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine
lık kısmı toplanıyor,daraldıkça daha ay döndüler.
dınlık, daha canlı görünüyordu. Saat Zaten babadan yetim kalan küçük
dörde doğru fabrikaya dönerken, dar, Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları
arızalı sokakta aceleci bir gölgeyle karşı ve konu komşunun yardımıyle halası
karşıya geldi, bakıştılar. Papaz, galiba nın yanına, Filistin'in ücra bir kasabası
bir ölü evine yetişiyordu. Hasip Efendi na gönderiliyordu.
birden Fotika'sını düşündü. Onu daima Hasan vapurda eğlendi; gırıl gırıl işle-
74
REFiK H A L i T K A R A Y
yen vinçlere, üstleri yazılı cankurtaran vardı, ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra ko
simitlerine, kurutulacak çamaşırlar gihi caman kocaman hayvanlara rast geli
iplere asılı sandallara, vardiya değiştiri yorlardı; çok uzun bacaklı çok uzun
lirken çalınan kampanaya bakarak çok boylu, sırtları kabarık, kambur hayvan
eğlendi. Beş yaşında idi; peltek, şirin lar trene bakmıyorlardı hile... Ağızl
konuşmalarıyle de güverte yolcularını arında beyazımsı hir köpük çiğneyerek
epeyce eğlendirmişti. dalgın ve küskün arka arkaya, ağır ağır
Fakat vapur, şuraya buraya uğrayıp yumuşak yumuşak, iz bırakmadan ve
hir sürü yoku bıraktıktan sonra sıcak toz çıkarmadan gidiyorlardı.
memleketlere yaklaşınca kendisini hir Çok sabretti, dayanamadı, yanındaki
durgunluk aldı: Kalanlar bilmediği hir askere parmağıyle göstererek sordu; o
dilden konuşuyorlardı ve ona lstan güldü:
hul' daki gihi: - Gemel! Gemel! dedi.
- Hasan gel! Hasan'ı hir istasyonda indirdiler.
- Hasan git! Gerdanından, alnından, kollarından ve
demiyorlardı; ismi değişir gihi olmuş- kulaklarından hiçim hiçim, sürü sürü
tu. Hassen şekline girmişti: altınlar sallanan kara çarşaflı, kara ça
- Taal hun ya Hassen. tık kaşlı, kara iri benli hir kadın göğsü
diyorlardı, yanlarına gidiyordu. ne bastırdı. Anasınınkine benzemeyen,
- Ruh ya Hassen ... tuhaf kokulu, fazla yumuşak, içine gö
derlerse, uzaklaşıyordu. mülüverilen cansız hir göğüs...
Hayfa'ya çıktılar ve onu hir trene - Ya hahihi! Ya ayni!
koydular. Halasının yanındaki kadınlar da sa
Artık anadili hüshütün işitilmez ol rıldılar, öptüler, söyleştiler, gülüşti.iler.
muştu. Hasan, köşeye büzüldü; hir şey Birçok çocuk da gelmişti; entarilerinin
ler soran olsa da susuyordu, yanakları üsti.ine hırka yerine elbise ceket giymiş;
pençe pençe, al al olarak susuyordu. saçları perçemli, başları takkeli çocuk
Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde lar...
hir katılık, gırtlağında lokmasını yuta Hasan durgun, tıkanıktı; susuyor, su
mamış gihi hir sert düğüm, daima susu suyordu.
yordu. Öyle, haftalarca sustu.
fakat hem pür nakıl çiçek açmış, hem Anlamaya haşladığı Arapçayı, küçü
yemişlerle donanmış güzel, ıslak bahçe cük kafasında beliren hir inatla konuş
ler de tükendi; zeytinler de seyrekleşti. mayarak sustu. Daha hüyük hir tehlike
Yamaçlarında keçiler otlayan kuru, den korkarak deniz altında nefes alma
yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyor maya çalışan hir adam gihi tıkandığını
lardı. Bu keçiler kapkara, beneksiz kara duyuyordu, yine susuyordu.
idi; tüyleri yeni otomobil boyası gihi ay Hep sustu.
namsı hir cila ile, kızgın güneş altında, Şimdi onun da kuşaklı entarisi, ccke
pırıl pırıl yanıyordu. ti, takkesi, kırmızı merkupları vardı.
Bunlar da bitti; göz alabildiğine uza Saçlarının ortası, el ayası kadar sıfır
nan hir düzl üğe çıkmışlardı; ne ağaç makine ile kesilmiş, alnına perçemler
15
M E Ş R UT i YET D O N EMi
uzatılmıştı. Deri gibi sert, yayvan tandır dişleri eksik ve suratı sarı, sapsarıydı;
ekmeğine a l ışmıştı; yer sofrasında bunu gözlerinin akına kadar sarıydı. Türkçe
hem kaşık, hem çatal yerine dürümleye bildiği ve lstanbul taraflarından geldiği
rek kullanmayı beceriyordu. için Hasan, şimdi onun sade işine değil,
Bir gün halası sokaktan bağırarak ge yüzüne de dikkatle bakmıştı. Göğsünün
çen bir satıcıyı çağırdı. ortasında, tıpkı çenesindeki sakalı andı
Evin avlusuna sırtında çuval kaplı bir ran kırçıl, seyrek bir tutam kıl vardı.
yayvan torba, elinde bir ufacık iskemle Dişsizlikten peltek çıkan bir sesle tek
ve uzun b!r:_demir parçası, dağınık kıya rar sordu:
fetli bir adam girdi. Torbasında da mu - Ne diye düştün bu cehennemin Bu
kavva gibi bükülmüş bir tomar duru cağına sen?
yordu. Hasan anladığı kadar anlattı.
Konuştular, sonra önüne bir sürü Sonra Kanl ıca'daki evlerini tarif etti;
patlak, sökük, parça parça ayakkabı komşunun oğlu Mahmut'la balık tut
dizdiler. tuklarını, anası doktora giderken tünele
Satıcı iskemlesine oturdu. Hasan da bindiklerini, bir kere de kapıya beyaz
merakla karşısına geçti. Bu dört yanı boyalı hasta otomobili geldiğini, içinde
duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde yataklar serili olduğunu söyledi. Bir
öyle canı sıkılıyordu ki ... Şaşarak, eğle aralık da kendisi sordu:
nerek seyrediyordu: Mukavvaya ben - Sen niye buradasın?
zettiği kalın deriyi iki tarafı keskin ince Öteki başını ve elini şöyle salladı:
cik, sapsız bıçağıyle kesişine, ağzına bir Uzun iş manasına... ve mırıldandı:
avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları - Bir kabahat işledik de kaçtık!
birer birer, lstanbul'da gördüğü may Asıl konuşan Hasan'dı, altı aydan be
mun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabı ri susan Hasan ... Durmadan, dinlenme
ların altına çabuk çabuk mıhlayışına, den, nefes almadan, yanakları sevincin
deri parçalarını, pis bir suya koyup ısla den pembe pembe, dudakları taze, gev
tışına, mundar çanaktaki macuna par rek, billur sesiyle biteviye konuşuyordu.
mağını daldırıp tabanlara sürüşüne, Aklına ne gelirse söylüyordu. Eskici
hepsine bakıyordu. Susuyor ve bakıyor hem çalışıyor, hem de, ara sıra "Ha!
du. ya? Öyle mi?" gibi dinlediğini bildiren
Bir aralık nerede ve kimlerle olduğu sözlerle onu söyletiyordu; artık erişe
nu keyfinden unuttu, dalgınlığından meyeceği yurdunun bir deresini, bir
anadiliyle sordu. rüzgarını, bir türküsünü dinliyormuş
- Çiviler ağzına batmaz mı senin? gibi hem zevkli; hem yaslı dinliyordu;
Eskici başını hayretle işinden kaldır- geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşü
dı. Uzun uzun Hasan'ın yüzüne baktı: nerek benliği sarsıla sarsıla dinliyordu.
- Türk çocuğu musun be? Daha çok dinlemek için de elini ağır
- lstanbul'dan geldim. tutuyordu ...
- Ben de o taraflardan .. lzmit'ten! Fakat, nihayet bütün ayakkabılar ta
Eskicide saç sakal dağınık, göğüs ba mir edilmiş, iş bitmişti. Demirini top
ğır açık, pantalonu dizlerinden yamalı, raktan çekti, köselelerini dürdü, çivi
76
REFiK HALiT KARAY
78
H A L i D E ı,; o ı a A D I V A R
Sanatı
Ö y k ü 1 e r i : Halide Edib'in ilk kitabı Harap Mabetler'de topladığı öy
küler, kendini arama evresindeki bir yazarın ürünleridir. Bunların belli bir
teknik erişkenliğe ulaştıkları söylenemez. Kocalarıyla ruhsal ve cinsel uyuş-
2. Halide Edih Adıvar, Türkiye'de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri, sf. 1 1 9 ( 1 956).
79
M E � K U T I Y ET D ö N E M I
mazlık içinde oldukları halde yaşamlarını sürdüren eşler (isterik), üvey ana
lar (Analık Duyguları), değişik yaş evrelerindeki aşkhmn etkisinde kalan
huzursuz kadınlar öykülerin başlıca kişileri olarak görünür. Yazar, roman
larındaki gibi, genellikle kadın kişilerin çizimine, onların iç dünyalarını
yansıtmaya özen gösterir. Erkek kişiler -çok genel çizgileriyle verildiğin
den- cansızdırlar. Kimi öyküler birinci kişi ağzından kurulmuş, kimileri
günlük biçiminde yazılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasının ü rünü olan Dağa Çıkan Kurt ta ( 1 922)
'
ondan başka bir şey bağlayamaz" (3. bas., sf. 46) diye konuşabilir.
Handan, kendisini seven adamı, siyasal amaçlarıyla bile paylaşmak isteme
yen bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Bu romanlar, batı ülkelerine gidip ge
lebilen erkek ve kadınların yaşamları çevresinde kurulmuştur.
Halide Edi b'in yaşamındaki ikinci dönem, e�ı Dr. Adnan'la (Adıvar) bir
likte A.nadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katıldığı 1 920-23 yıllarıdır. Bu
yıllarda yazarın, dünya görüşü değilse bile, yaşama bakışı değişmiş, çeşitli
sınıf ve tabakalardan gelen kişilikleri tanımanın yarattığı somutluğa kavuş
muştur. Bu nedenle Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye romanlarında Kurtu
luş Savaşı ve savaşı yaşayan insan ön plandadır.
"Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nın istiklal Mahkemesi tarafından
80
HALiDE E D i B ADIVAR
kapaulması üzerine ülke dışına çıkan yazar, Sinekli Bakkal, Tatarcık, Son
suz Panayır gi hi romanlarında çocukluğu ve ilkgençliğinde yaşadığı döne
min özellikleri içindeki insanı yansıtmaya çalışır.
Handan: Kocası evlili kdışı ilişki leri a lışkanlık haline getiren okumuş
bir kadının ( Handan) duygularını hasurması sonucu sağlıkfı durumunu
yitirmesi, ölüme kadah sürüklenmesi olayını konu olarak işleyen hu ro
man mektup biçiminde yazılmışur. Başlıca kişileri Handan, kocası ( Hüs
nü Paşa); genç kızlığındaki aşkı ( Nazım), yeğeni ( Neri ma n ) ve Refik Ce
mal'dir. Kolej bitirdiği halde özel öğrenimle yetiştirilen Handan, Abdül
hamid yönetimiyle mücadele ü lküsüne bağlı, sosya list eğilimli bir aydın
olan Nazım'ı sevdiği halde -başka hiçbir tutkuyla paylaşmak istemedi
ğinden- evlenmeyi kabul ermemiştir. Yıllar sonra, yeğeninin eşi Refik Ce
mal'de -bir hapishanede intihar eden- Nazım'ın kişiliğini görerek gizli
bir sevgiyi yaşar. Ne ki bir süre sonra yakalandığı bir heyin hastalığı hi
linçalunda sakladığı şeylerin meydana çıkmasına yol açmış, erdemle tut
ku arasında uzun bocalamalar sonunda genç kadın ölüme kadar sürük
lenmiştir.
Halide Edih'in kişi liğini arama döneminin en başarılı ürünü sayılan
Handan'ın belirgin özellikleri şöyle saptanabilir...
1 ) Romanın yan olaylar örgüsü, k uşkuyla karşılanacak rastlantılara
dayanarak kurulmuştur. Kişiler, inandırıcı olmayan hu olaylar içinde ya
pay niteliklerle onaya çıkarlar. Ya m üzik, felsefe, edebiyat, resim eğiti
minden geçmiş çok yetkin insanlard ı r; ya da aynı çevrede yetiştikleri hal
de hu gibi yeteneklerden tamamen yoksundurlar.
Davranışlarında çelişkiler görülür. Örneğin sosyalist bir aydın, zorba
lık yönetimine karşı bir mücadele adamı olarak ranıulan Nazım ( i l . has.,
sf. 58) sık sık romantiklere özgü davranışlarda bulunur ( sf. 65), " İngiliz ar
kostümü ve çizmeleriyle" gezilere çıkar (sf. 43 ). Bir yandan amaçları uğ
runa ölümü hile göze alan bir eylem adamı kimliğinde çizilirken, sevdiği
kadını " kaybetmek hoşluğunun yanında k ursal amacının da" yaşamadığı
nı (sf. 67) söyleyecek kadar güçsüz görünür.
Handan, onuru ile ken.disi arasında denge peşinde koşan bir burjuva
k ızı mıdır? Yoksa, kendisini sanat ve düşün dünyasına adamış yetkin bir
kişilik midir? Belli olmaz.
Yaşamının en önemli olayı, evlenme konusundaki düşünceleri sıradan,
kişiliksiz genç kızlarda görü lebilecek türdendir. "Bu sefir eskisi zengin he
rifi hiç sevmem" diye yerleşmiş yargılarını ifade eniği kişiye ( Hüsnü Pa
şa) aynı mektupta, " önce soğuk görünüyor ama siyah gözlerinde o kadar
hayat var k i ... " ( sf. 6 1 ) diye anlatabilir.
Yıllar sonra Halide Edib, Handan'ın kişiliğindeki hu tutarsızlığı, hau
öykünmeciliğini Sinekli Bakkal'da, Rahia'nın ağzından şöyle vermiştir:
81
M E $ R U T I Y ET D O N E M i
82
H A L i D E E u l a A u ı vA R
83
M E � R U T I Y ET D O N E M i
hem lstanbul'un tabana yakın bir kesimini hem de Osmanlı egemen sınıfını
yansıta bilmiştir.
1 ) Bu sınıfın önemli bireylerinden biri olan Selim Paşa padişahla devlet
kavramını birleştiren "sadık bende" bir eski dönem adamıdır. Padişahın
güvenliği söz konusu olunca elçileri bile falakaya yatırmaktan çekinmeye
ceğini söyleyecek kadar devlet-padişah kavramına "adeta mistik" bir heye
canla bağlı görünür (32. bas., sf. 1 22 ) . Ona göre " Fert bir buğday tanesi,
h ükümet ve devlet bir değirmen"dir. Devlet ve hükümet, " her taneyi ezer,
istediği şekle sokar. " Ne var ki batıyı taklide başlayalı, "çürük düşüncele
rini mal etmeye yelteneli bu hikmet" unutulmuştur. Oysa "Genç Türkler"
bile iktidara gelse kendileri kadar, belki kendilerinden de fazla bireyi ezmek
zorunda kalacaklardır (sf. 1 39).
Nedir ki, oğlunun " Genç Türkler"le birlikte çalıştığını öğrenmesi, hele
Tevfik'in işkenceye karşın, direncini koruyarak, oğlunu ele vermemesi Selim
Paşayı hem kendi görevi, hem bireysel bilinç konusunda düşünmeye zorlar.
Sert olmasına gene serttir ama içinden, inancından çok şey yitirmiştir. Gide
rek yönetimden çekilme aşamasına geldiği zaman eski Zaptiye Nazırı kimli
ğini "dar kafalı, aptal, yarı makine bir esir" biçiminde görmeye başlar. Dev
leti ve padişahı " kainata hakim kudretin ancak bir toplamı" olarak kabul
eder. Oysa, artık o evrenin kendisine inanmakta özgürlüğüne ulaştığını san
maktadır. Padişaha hizmet ettikçe elde edilebilecek olan dünya nimetlerin
den uzaklaşarak selamlığı kapatır, cariyeleri, uşakları serbest bırakır. Kona
ğın bir bölüğünü kiraya vermeyi tasarlar. Çözülmeyen, sürekli olan gerçeğe,
Sinekli Bakkal halkının arasına katılmaya çalışır.
2) Romanın eski düzenin dar kalıpları içine sığmayan kişileri arasında
"Genç Türkler" vardır. Selim Paşanın oğlu Hilmi babasının yüzüne karşı,
"Padişahın zulmüne isyan neden bir suç olsun?", "Sizin suçlu saydığınız
adamlar da sizi suçlu sayabilirler" (sf. 1 38 ) biçiminde konuşurken çevresi
etkilerden sıyrılmış ussal bir inanma düzeyine varmıştır. Tevfik, "Gözpat
latan" namıyla ün salan polis Muzaffer'in işkencesine boyun eğmez. Vehbi
Efendi, Peregrini'yi sorularıyla sıkıştırırken halk ve egemen sınıflar kav
ramlarının bilincinde olduğunu gösterir:
- Altı yıldır tanışıyoruz, -der Peregrini'ye-, kimsin nesin bilmiyo
rum. Bir anladığım şey, hayatını kazanmak için çalışmak zorundak i
sınıftan olmadığın.
- Çok ferasetlisin, yani beni işsiz güçsüz, şımarık bir asılzade sını
fından sayıyorsun.
- Sınıfınızın belirtileri her memlekette bir. istediğiniz şeyi, pahası
na bakmadan elde etmek isteyen bir sını f. . . (sf. 1 56 )
Rabia ile dinini değiştirdikten sonra evlendiği Peregrini-Osman arasın
da büyük tartışma, kocasının Selim Paşanın selamlığını kiralamak istemesi
84
H A L i D E t:ı>IK A D I V A K
üzerine patlar. Sinekli Bakkal'ın kızı kocasının cariye tutmak, yeni eşyalar
almak biçimindeki isteklerini öğrenince öfkelenmiş, onu yabancı gibi gör
meye başlamıştır. Tartışmanın en yüksek düzeyinde Rabia'nın eski alışkan
lıklara, geleneklere bağlı bir tutucu olmadığı, dünyayı ve olayları kendi sı
nıf sal bilincinin ışığında değerlendirdiği belirir:
- Sen iki gözüm, konaklarda yaşamaya a lışık bir kız a lmalıydın.
Ben oturduğum yerden şuradan şuraya gitmem anlaşıldı mı?
- Anlaşıldı küçük hanım. Sen konak denilen şeyin benim gözüm
de yeri var sanıyorsun, yanılıyorsun. Bu selamlık bizim uşak daire-
sı ...
Sustu .. Nasıl oluyor da o da bir mahalle delikanlısı gibi adeta övü
nüyordu. Rabia bir kat daha kızdı. Sesi bir perde daha yükseldi:
- Daha ala ya ... Olduğun yerden neye çıktın ? Seni asılzade bey..
Mirasyedi bey. Bana şimdi d e firengistandaki konaklarınla mı övü
neceksin ? Herşeyi alınlarının teriyle kazanan adamlar arasında senin
işin ne? Sen, sen, bizden olmak için kırk fırın ekmek yemen gerek...
Seni Zıpçıktı, mirasyedi.
Rabia'nın son sözleri bir yılan zehiri gibi Osman'ın suratına fırlı
yor. Rabia'ya göre kültür, medeniyet, memleket, ırk ayrımı, bir din
den olanlar için bir hiç. Fakat sınıf farkı ... Buna kuduruyordu ... (sf.
265-266).
Rabia doğal olarak çocukken gördüğü dinsel eğitimin etkisi altındadır,
ama kişiliğinde yer eden asıl belirleyici güç yaşadığı çevreden, bu çevreyi
yaratan iç ve dış koşullardan kaynaklanır. Bu nedenle dedesi imamın ölü
mü üzerine evin onarılması sözkonusu olduğu zaman, kocasından alafran
galık ta hiç değilse ölçülü olmasını ister. Bir taassup değil güzellik ölçüsü,
beğeni sorunudur bu. Kocası ile aralarında sürüp giden doğu ve batı ayrılı
ğı davasıdır (sf. 277).
Nedir ki doğunun alışılmış düzeninden de nefret etmektedir Rabia. Ko
nağı ve yalıyı besleyen kaynaklarla kadının egemen çevrelere satılma gele
neğinin temelinde yatan toplumsal nedenleri öğrendikçe "esaret"in bilinci
ne varır (sf. 2 9 1 ). Düzene değil, Sinekli Bakkal'a bağlıdır o. Sinekli Bakkal
ona aşkından da, dininden de güçlü görünür. Kökleri oradadır. Oradan ko
parsa köksüz bir ot gibi k uruyacağını sanır (sf. 204).
3) Sinekli Bak kal'ın kişilerinin bell i bir süreç içinde toplumla birlikte de
ğişmeleri romanın gelişmesi içinde olağan biçimde verilir. Yazar kişilerinin
bilinmedik yönlerinin kalmamasına özen gösterir. Yan olaylarla kişiler ara
sında raslantıların boka olmasına karşın olaylar gerçek dışı izlenimi bırak
mazlar. Kimi vesilelerle töresel özelliklerin yansıtılmak istendiği kesimler
deyse (sf. 7 1 , 1 82-1 84) aynı doğallıkla karşılaşma olanağı yoktur. Bu du
rum, Sinekli Bakkal üzerindeki eleştirilerde özellikle belirtilmiştir.
85
MEŞKUTIYET DONEMi
86
HALiDE E D i B ADIVAR
87
HAL i DE
E D i B A D I V AR ' DAN
ÖRNEKLER
88
HALiDE EolB ADIVAR
davranışlarını, yerleşen kederli, çekin ki, kendimin anne olmak umudu kcsin
gen durgunluğunu anlamayarak, onu leşeli onun bütün eksikliğini anlıyor
kırabi leceğini düşünür, o vakit onu an dum; onu ürkütmeksizin hayatındaki
layışsız ellere ve insafsız rastlantıya bı kaygıları ortadan kaldırabiliyordum.
rakmaya kıyamazdım. En çok onu babasıyla yalnız bıraktığım
Çok zamanlar onu kendime ısındır zamanlar 've evde varlığımı duyurmadı
mak isteğiyle uğraştıktan sonra, başarı ğım günler bana daha çok yaklaşırdı.
sızlığımdan kolum kanadım k ırık, çeki Fakat şu davranışımın evin düzenini
lir susardım. Beni düşkün gördüğü bu bozduğunu, hizmetçilerin beni dinleme
zamanlar yavaşça yanıma sokulur, duy mezlik ettikleri meselesini doğurduğunu
gulu gözlerinin, yalvaran bakışlarıyle görüyordum. Bir gün odalarının önün
beni sevemediğinden ötürü bağışlama den geçerken Necibe Bacı'nın sert sesi:
mı dilerdi. "Artık Bey'in yanında düdüğü ötmü
Bana öyle geliyordu ki eğer Necibe yor" diyordu. Bu onurumu çok sarstı,
Bacı sert, bulanık gözleriyle durmaksı k u laklarımda dehşetli bir uğultu ile
zın onu hatırlatmasa geceleri, onun ba merdivenleri çıkmaya başladım. Acaba
şında geçmişin uzak, karanlık köşeleri gerçekten kocamın yanında etkimi yiti
ni önüne sermese bana daha çabuk alı riyor muydum? Ço..:uğuyle bulunduğu
şacak ve beni sevecekti. Bunu bir gün zamanlar nasıl manevi bir güler yüzlü
babasına söyledim. Her sözümü bir ya lükle gözleri parlıyordu? Acaba bunun
sa olarak kabullenen bu adamın yumu ne kadarı kendini geçmişe bağlayan
şak yüzünde uzun bir acı uçuştu. öksüz anıları sayılırdı? Kaygı beni tuhaf bir
yavrusunu hayali bir vuruştan koruyor yalnızlıkla üzüyordu. Yoksa kıskanıyob
muş gibi ellerini kaldırdı; "sakın," dedi, muyd um? Geçmişi beyaz, anısı başka
"sakın onu bir tek avuncundan yoksun yüzlerin, başka hayatların resimlerin
bırakma! " O zaman kocama karşı biraz den uzak erkek var mıdır?
kızgınlık, fakat babalığına karşı çok Bu hırçın, sinirli düşünüş çok sürmü
saygı duydum. fena bir kadın olsam, yor, zihnim henüz yüzünü görmediğim
bana hırpalatmayacaktı. Bununla bera yavruma gidiyordu. Belki ben de onu
ber, onu bazen öyle bahanelerle hizmet yabancı ellere bırakarak anısını kıskan
çilerin yanına göndermesi, bana ısındır dığım " benden önceki"nin serviler al
mak için Nesrin'in acı bir anlayışla duy tında dinlendiği karanlık yere gidecek
duğu direnişleri vardı ki, çocuğunun tim. O zaman? O zaman acaba gelen
kalbinde bıraktığı derin, yırtıcı izlerin kadın, çocuğuma nasıl davranacaktı ?
çizildiğini görüyorum, sanırdım... Ah Geceleri soğuk bir terle, bu tedirgin
erkekler! eden düşünce zihnimi tırmalayarak,
Artık ben de yavaş yavaş Nesrin'in uyanıyordum. Hele Nesrin'e ve Nes
hayatına fazla sevinç serpmenin yolları rin'in en çocukça isteklerine karşı o ka
nı öğreniyordum. Bana öyle geliyordu dar içten koşuyordum ki ... Kimbilir, bu
89
M E $ 11 UT I Y lT D O N E M i
çabam, b u ana hissim, belki çocuğumu Bilmem, nasıl bir acıyle dikildim,
hırpalanmaktan kurtarırdı! Hep yaşa "sus," dedim, " kendi yavrumun yerine
mak için, fakat yaşayamazsam benim başkasını nasıl koyarım?" Fakat o anda
başka bir kadının çocuğuna karşı besle zihnimden bir karşılaştırma geçti. Ken
diğim bağışlayan, geniş inceliği çocuğa dimi Nesrin'in bir yıl önceki halinde
gösterecek bir kadının evimize gelmesi buldum. Babası beni annesinin yerine
için dua ediyordum. koydurmak için uğraştıkça nasıl onun
Nesrin uzun sessizliğimden, üstünde gözlerinde acı bulutları uçardı. Şimdi
kara düşünceler dolaşan buruşuk; acılı anlıyorum ki kimse kimsenin yerine
alnımdan ürküyordu. Hatta, bir defa konmuyor. Özellikle ana ile çocuk.
mezarı karşısında gören bir ananın kay Rüzgarlar pencerelere çarpıyor, servi
gılarını belki sezen büyük gözleri yaşa lerden uzak, korkuturcasına bir inilti
rarak, "Ninemin de yüzü beni bırakma geliyor... Karlar ayın donuk, bulanık
dan önce hep böyle idi," dedi. işte o za ışığında uçuşuyorlar... Soğuk ... Doğa
man anlayamadığım bir tasa ile gözle nın bu korkunç gürültüsü arasında yav
rimden yaşlar boşanarak kaçtım. rucuğumun minimini ağlayışı var mı?
Uzun, acı hastalığım artık iyileşmeye Bu acı, hu korkunç güçsüzlük ile yatak
yüz tutuyordu. Fakat yarası kapanma ta doğru ldum. Kaç aydır, umutsuzluk
yan, boşluğu dolmayan zavallı yetim ve çöküntüyle sarsılan zihnim altüst
kalbim ... Küçük kadife elleriyle, pembe oluyor, benliğim zehirli küçük parça
ipek yüzüyle onu kara topraklarda ha cıklara ayrılıyordu. Acı acı haykırdım.
tırlamanın acı hayali ... Yağmurların, O korkunç, ıssız, soğuk servilikteki
karların sızdığı, belki kurtların hücum yavrumun vücudunu korumak için bu
ettiği küçük tabutun nemliliğini, soğuk soğuk kıyametine, bu insafsız kar fırtı
luğunu, kimsesizliğini duyan gönlüm nasına atılacaktım. Ben kapıya doğru
hep büyük, kara kuru bir elin buz gibi ayaklarım çıplak, koşarken birdenbire
dokunuşuyla titrer. kapı açıldı. Nesrin, üvey kızım, uzun
Duvarların en ufak özelliğini, tavanın beyaz geceliğiyle, acı çekmişlere özgü
en seçilmez çizgilerini biliyordum. Bü bir yumuşaklık, çöküntüye uğramışla
tün gün arka üstü, gözlerim tavanda, rın anlayan bir üzüntü dolaşan yumu
ölümü bekliyordum. Fakat iyileşiyor şak gözleriyle yanıma geldi. ilk defa is
dum. Hatta zorla iyi ediyorlardı. Ko<:a teyerek ve severek ahenkli sesiyle:
mın beni yitirmek korkusuyla solan yu - Anne, anne! -dedi ve bir fısıltı dere
muşak, şefkatli yüzü, başucumda ölüm cesine indirdiği sesinde şefkatli bir iç
le pençeleşiyordu. Birgün yanaklarım tenlikle ekledi:
dan sessizce damlayan ruhumun yaşla - Kardeşim için kork ııyorsıın, değil
rına bakarak: "Zavallı kadın," diyor mi? Fakat benim annem kaç yıldır ora
du, "Sen Nesrin'i çok severdin, niçin da, kardeşimi koynuna alır yatar, hem
onunla avunmaya çalışmıyorsun ?" bilsen nasıl sarılır da insanı ısıtır?
90
H ALiDE E D i B A DIVAR
91
M E Ş R UTiYET D O N E M i
92
HALiDE E D i B ADIYAM
93
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
bitişik bir merdiven yukarı çıkıyor; top geldi, durdu. Siyah esvaplı adamlar ara
rak, pis, bir avlu, bir köşesinde zincir ba kapılarını açtılar, içlerinden kara
ler, laleler yığılmış, sağında demir par çarşaflı, eli bohçalı, çocuklu çocuksuz
maklıklı bir kapı daha ve iki meşale bu kadınlar, birkaç ihtiyar erkek ve bir
demir kafesin arkasını gösteriyor. Anlı Mevlevi dedesi çıkardılar. Arabalardan
yorum; burası nahiyenin hükümet ko çıkanlar birbirlerine sokuldular, elleri
nağı ve bu kapı hapishanedir. Demir dolu olanlar omuz omuza, boş olanlar
parmaklığın arkasında, başından sızan el ele, birbirlerine yapışıp kuvvet almak
kanlarla Ihsan ayakta duruyor. iki elle isteyen, canlı bir ıstırap kümesi gibi
rindeki uzun, kalın zincir, ayaklarına sandallara, salapuryalara bindiler.
kadar düşüyor ve boynunda kalın bir Rıhtımda ayak sesleri kesildi. Kayık
lale var. Parmağının bu tarafından tut lar kurşuni suların üstünde yayıldı, açıl
kuyla, tiksintiyle, iğrenç bir gerilişle dı ... Selimiye önünde demirleyen "Şev
Mehmet Çavuş, beş on kişiyi hapisha ket-i Derya" ya doğru yol aldılar.
nenin kapısını kırıp lhsan'ın işini ta Sandal, salapurya filosunun ortasın
mamlamağa iteliyor. Nahiye müdürü da, en büyük salapuryada Rabia çocu
nü, jandarmaları boğazlamışlarsa da bu ğuna meme veren bir genç kadınla yan
pis, bıyıksız oğlanı ne bırakıyorlar? Bu yana oturuyordu. Ayaz vardı. Vehbi
da halife düşmanı, din düşmanı, hemen Dede'nin harmanisi ikisini de birden
gebertmeli. sarmıştı. Rabia çocuğun, harmanisi al
( A t e ş t e n G ö m I e k , 1 922, sadeleş tında, "gluk, gluk" diye sütü yutuşunu
tirilmiş 1 1 . bas. 1 973) duyuyordu. Karşısında sivri, beyaz sa
kallı, tatar yüzlü zayıf bir ihtiyar, kor
S i N E K L i B A K K A L 'dan kulu bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini
- XX Vll. Bölüm - açtı:
Karanlık dağıldı. Şehrin üstü inci be - Torunum, torunumu sürüyorlar,
yazlığında bir dumana bürünmüş. Mi kafirler, ocaklarına incir dikilesiler, di
nareler, kuleler, uçlu uçsuz bütün şekil ye bağırmaya başladı.
ler rüyada görülen bütün şekiller gibi Harmaninin altında meme emen ço
uzak, silik ... Suların kurşuni yüzü uyku cuk memeyi bıraktı. "Viyak ... Viyak ...
da. lstanbul gümüş bir sabah rüyası gö Viyak ... " Aradaki sandalda bir erkek
rüyor. çocuk bir kurt yavrusu gibi uluyordu...
Galata rıhtımı ... Üstünde siyah esvap - Baba ... Baba ... Babamı isterim!..
lı adımlar .. Rıhtımın kenarında bir sürü Gene herkes sustu. Beyaz sakallı ihti
sandal ve salapurya. K ürekçiler kürek yarın çenesi oynuyor, içine çöken du
leriyle oynuyor, sahırsızlanıyor, siyah dakları kımıldıyor, kürekçiler kürek çe
esvaplı adamlar uzaktan gelen araba kiyor. Sonu gelmeyen bir gidiş .•.
94
H A L i D E E D i B A L>I VA K
yah esvaplılar, siyah çarşaflıları dingil yıkta çocuğu uyandıran Tatar yüzlü,
deyen iskeleden vapura ite ite çıkardı beyaz sakallı adamın sakalı havada sa
lar. Erkek çocuklar, birer maymun gibi yıklıyor gibi gene bağırıyor:
tırmandı, kız çocuklar sümüklerini ve - Ocaklarına incir dikilesiler...
içlerini çeke çeke, ağlaya ağlaya tırman Genç bir Tıbbiye öğrencisi, ihtiyarın
dılar. ellerini aşağıya çekiyor, sağır kulağına:
Merdiven in başında yırtık paçalı, - Efendi baba, bayrama bizi affeder
püskülsüz fesli, yalınayak, bir tayfa du ler, bayrama olmazsa ... cülfısa .. diye
ruyordu. On yıldır "Şevket-i Derya"da bağırıyordu.
Yemen'e, Trablus'a sürgün, asker götü Meşhur küfrün sahibi tayfa, şimdi
ren bir tayfa ... elinde kırık bir toprak testi, halka su
Ağzını açtı ve sövdü. Uzun kafiyeli, dağıtıyor, çocukların çenesini okşuyor,
düzenli bir küfür silsilesi: Çoluk çocuk, ihtiyar kadınlarla şakalaşıyor. Fakat bu
kadın, i htiyar, sürü sürü çaresizleri, kıyametin ortasında Tevfik neredeyd i?
kimsesizleri seher vakti "Şevket-i Der Sonunda, Rabia'nın gözleri onu da
ya "ya sürükleyenlere, kara çarşaflı ma buldu. Kocasına güvertede yer yapma
tem kümesinin evladını, ayalini, babası ya uğraşan şişman bir kadın çocuğunu
nı, kardeşini dünyanın dört bucağına kucağında oyalamaya çalışıyordu. Ra
saman çöpü gibi dağıtanlara; ev, bark bia 'yı görünce çocukla koştu. Baba kız
yıkmayı, ocak söndürmeyi iş edinip aralarında çocuğu ezerek, çığrışarak
onunla para kazananlara! birbirlerini kucakladılar. Kadın koştu,
Küfür sağanağı geçmiş yıllara döndü, çocuğunu kaptı.
zulüm bezirganlarının atalarına; atala Tevfik'in sakalı çıkmış yanakları çök
rının atalarına, ta Adem Baba'ya ulaştı. müş, gözlerinin çevresi mosmor olmuş.
Küfür sağanağı gelecek yıllara doğru es Baba kız konuşmaya vakit bulamadan
ti. Ölüm bezirganlarının sülalesine, in kaptan köprüsünden kaptanın sesi bo
sanlara eziyet edecek olan ta en son za razan gibi öttü:
lime dayandı. - Çabuk olun ... On dakika sonra ka
Şüphesiz ki bu küfür e n çok padişaha yıklara!
ve onun çevresindeki büyüklere idi. fa Rabia, Tevfik'in göğsüne mendilden
kat siyah esvaplılar, " bir mesele çıkart toparlak bir çıkın yerleştirdi. Bu, dük
mamak" için emir almışlardı. lşitmezli kanın son bir aylık kazancıydı. Sonra o
ğe geldiler. da babasına şişman kadının kocasının
Güvertede kargaşalık ve gürültü gök yanında güvertenin ortasında bir yer
lere çıkıyordu. Rabia, biraz şaşkın, sa kapmaya başladı. Rakım'ın terleyerek
lapuryada arkadaş olduğu çocuklu ta sürüklediği sepetleri yerleştirdi.
zenin kocasıyle buluşmasını seyrediyor - Dolma var, zeytin, peynir, söğüş
du. Fakir bir genç memurdu galiba . . . var ... Şam'a gelince bize yaz.
Üstü başı düşük, zayıf bir adam ... Ka- - Vay ben Şam'a mı gidiyorum ?
95
M E Ş R UTi YET D O N E M i
96
HALiDE E D i B A I HVAR
97
M l $ R U T I Yl T D ö N l M I
sıkar, anasını ağlatır, i k i gözünü birden bağlı bir yaratık! Kendi kendini ebedi
patlatırım! yen tekrar eden, fakat durmaksızın
Hatip, ellerini, hürriyetin gönüllü uzaklaşan bir doğu melodisi! Bir tek
muhafızı, pençelerini halka uzattı. Kısa ses, bir tek istek... Halbuki Osman ba
parmaklı, geniş kıllı ve korkunç iki el. tının en karışık bir senfonisi ... Bin bir
Tevfik "Göz Patlatan Muzaffer"in elle istek, bin bir emel.
rini tanıdı. Rabia burnunu cama yapıştırdı. Os
Sendeledi. Hapishanede gözlerinin man'ın teklifini düşündü: Onu, tanıdı
önünde bin bir yıldız uçuran bu eller tanıyalı bu kadar yabancı hissetmemiş
hala kulak tozunda şaklıyor, tepesini ti. Selim Paşa'nın hakkı vardı. Avrupalı
yumrukluyormuş gibi geldi. demek, maddi şeylere bağlı olmak de
Sinekli Bakkal kafilesinden iki kişi ar mekti. O zamanda Paşa'nın selamlığını
kasından geldiler, koluna girdiler. Biri kiralamanın nasıl saygısızlık olacağını
Vehbi Dede, öteki Osman'dı. düşünemiyor muyd u? Güya bir de
- Bu herif burada ne arıyor? memleketinde soylu bir ailenin çocuğu
- Meşrutiyet hatibi ... Yeni idareyi al- imiş.
kışlıyor. Bir defa, Paşa onlardan belki kira al
- Ne, ne? mayacak, bedava vermeye kalkacak.
Osman kolundan çekti: Sonra onlar Paşa'nın eski debdebesine
- Kalabalıktan çıkalım. göz dikmiş, yeniden gören insanlar du
- Rabia nerede? rumuna düşecekler. Rabia adeta Sinek
- Torununu süslüyor... Ana oğul Si- li Bakkal kadınlarının dedikodularını
nekli Bakkal kahramanını bekliyor. işitiyor gibi: " Rabia'ya ne oldu? Paralı
- Torun ... Torun... kocaya varır varmaz konak, halayık
Tevfik'in gözlerinden iki yaş yanakla sevdasına düştü. Bari bir de haremağası
rına damladı. Vehbi Dede dedi ki: tutsa! Halayık onun nesine? Eli ayağı
- Hayal takımına bir çocuk eklersin, tutmuyor m u?"
Tevfi k! H e m demek Osman dükkanın üstün
Osman haksız yere anasından dayak deki evi beğenmiyor. Bunu düşününce
yemiş bir çocuk gibi kırılmıştı. Halbuki üzüntüden çok, kızgınlık duydu. Ve
selamlığa girerken, bu parlak planını bostandaki baş dönmesini, bulantısını
Rabia ile konuşmayı düşünürken ne ka tekrar duydu. Tavan, yer, kızıl, yeşil ı
dar içi sevinçle dolu idi. Rabia'nın göz şıklı camlar, dışarıdaki akasyalar hep
leri parlayacak, onunla bu planı konu birbirine karışmış, dönüyor.
şacak sanmıştı. - Söylediğimde bu kadar kızacak ne
Halbuki kız onu adeta horlamıştı. var, Rabia Hanım?
Osman'ın teklifine bu kadar kızacak ne Osman'ın sesinde zorla tutulan kız
vardı? Bu Rabia ne zaman Osman'ı an gınlık ve başkaldırma yanında bir de
layacak ? Ne kadar bir sürü eski şeylere küçümseme vardı. Bu kız onun için şim-
98
HALiDE ı:: o ı a A D I V A lt
di, pis b i r arka sokakta doğmuş, büyü çıktın? Seni asılzade bey ... mirasyedi
müş bir imam torunu, bir bakkal kızı. bey ... Bana şimdi de Frengistan'daki
Ne demiş de bu kadar fedakarlık ederek konaklarınla mı övüneceksin? Her şeyi
hayatını, şımarık bir mahalle kızına alınlarının teriyle kazanan adamlar ara
bağlamıştı? Ömürlerinin sonuna kadar sında senin işin ne? Sen, sen, bizden ol
birbırlerinin tepesine çıkacak kadar dar mak için kırk fırın ekmek yemen gerek ..
bir evde oturmağa mahkumdular. Seni zıpçıktı, mirasyedi ...
Rabia, gözlerinde adeta vahşi bir ışıl Rabia'nın son sözleri bir yılan zehiri
tı ile döndü. Dudakları Emine'nin du gibi Osman'ın suratına fırlıyor. Ra
dakları gibi bir tek sıkı çizgi: bia'ya göre kültür, medeniyet, memle
Sen, iki gözüm, konaklarda yaşama ket ve ırk ayrımı, bir dinden olanlar için
ğa alışık bir kız almalıydın. Ben oturdu bir hiç. Fakat sınıf farkı... Buna o, ku
ğum yerden şuradan şuraya gitmem. duruyordu.
Anlaşıldı mı? " Ra bbim, beni fukara sınıfından
- Anlaşıldı, küçük hanım. Sen konak ayırma" diye söylenirken Osman i l k de
denilen şeyin benim gözümde yeri var fa Rabia'ya karşı şiddetli bir düşmanlık
sanıyorsun, yanılıyorsun: Bu selamlık duydu. Rabia ve Sinekli Bakkal, bunlar
bizim uşak dairesi... dan birdenbire tiksinivermişti. Rabia,
Sustu. Nasıl oluyor da o da bir ma onun yüzüne, "asılzade, mirasyedi" di
halle delikanlısı gibi adeta övünüyor ye haykırırken, öyle burnu havada ve
d u? gururlu görünüyordu ki . . . Güya Sinekli
Rabia bir kat d a ha kızdı. Sesi bir per Bakkal'da bakkal olmak soylu sınıflara
de daha yükseldi: mensup olanları küçük görmeğe, alay
- Daha ala ya! Olduğun yerden neye etmeye layık görmeğe kafiydi!
99
Y A K UP K A D Rİ K A R A O S M A N O G L U
1 00
Y A K U P K A D R i K A R A O S M A N O <l L U
Ö y kül e r i
Yakup Kadri'nin öykü anlayışının iki dönemde geliştiği söylenebilir.
Gençlik yılları sayılabilecek olan 1 909- 1 9 1 6 yıllarında dili ve konularını iş
leyiş yönünden " Edebiyat-ı Cedide" beğenisi; yaşama bakışı, seçtiği olaylar
ve kişiler yönünden Mauppassant etkisinde görünür.
1 ) ilk dönemin ürünlerini topladığı Bir Serencam'daki ( 1 914) gerçekçi
gözlemlere dayanan öykülerde bile yazar, öykünün akışını bozan belirtmele
re düşkündür:
Fazıl'ın kül renkli şekli yanında beyaz kostümü büyük, tüylü beyaz
şapkasıyle, denizin arkadaki müzehhep yolları üzerinde dolaşıp ta
uzaklardan b u sahile dinlenmeğe gelmiş mağrur sorguçlu bir kuş gi
bi sakin, müsterih dururken; ötekinin müphem raşelerle titreyen eli
mutassıl -şimdi siyah görünen- nefti şa·pkasının üstünde dolaşıyordu.
2) Betimlemeleri, " beyaz bir sis gibi", "derin bir mezar sükuneti", " mis
kin, dumanlı, muhtazar, ziyalar" (Baskın) biçiminde, " Edebiyat-ı Cedide"
şiirinde bol rastlanan benzetilerle süsler. " Pürhayat ahengi", "altın pırlan
taları", " melul güzellik", "nagihan güneş", "mağrur yara", " billur kapı"
(Bir Serencam) gibi tamlamalarla etki sağlamaya çalışır.
3) Kişilerin ruhsal durumlarını yansıtma çabasıyla şairaneliğe kapılır.
Ah! Onun ne kadar maceraperest bir ruhu vardı. Ve bu ruh, bu ölü
memlekette bu buzlu dağların kenarında, bu uyuklayan evler arasında,
daima küf kokan ihtiyar kalem odalarında ne kabir azabına benzer da
kikalar yaşamağa mahkumdu ...
Kağıtlarım yorgun, kanatları kırık kelebekler gibi arabanızın içine,
hummalarla dolu düştükçe, artık onları eğilip elinize almıyorsunuz.
Artık kağıtlarım parmaklarınızın ucunu öpemiyor ve avucunuzun içi
onlara lazım gelen harareti vermiyor. Kağıtlarım, üşüyor, titriyor ha
nımefendi; ben de titriyorum. ( B i r Ô lü n ü n M e k t u b u)
4) " Ah! Oh!" gibi ünlemlerle ( .. ), ( ... ) noktayla biten kısa tümceler kullanır.
Oh! iyi yaptın. ( H a s k ı n )
Akşama kadar dolaştık, ta geceye kadar, ta sema kararıncaya ka
dar... ( Ya I n ı z K a I m a k K o r k u s u )
Oh! Yalvarırım size, sana yalvarırım ey kadın. ( B i r ô I ü n ü n
M e k t u p la r ı )
101
M E � KUTIYET l>öNEMI
1. lkdam, 7 Haziran 1 922; anan: Dr. N. Akı, Y. Kadri Karaosmanoglu, sf. 91 ( 1 960).
1 02
YAKUP K A D R i K A K AOSM ANOCLU
lı, çocuk) kişiliklerine önem verme aşamasında görünürler. Yaşam değişme zo
runluğunu, doğum sancılarını çeken yeni bir toplumun insanı olmayı öğretmiş
gibidir onlara. Babaları, askerdir; öyleyse ölüm olasıdır. Öyleyse çocuklar ba
bayla değil, baba kavramına tutunarak büyüyecekler, kendilerine inanmayı
öğreneceklerdir. Her şeyin çatırdadığı bir ortamda aile yitmiş, ev ocak yitmiş,
köy bucak yitmiş bireyler kalmıştır. Kadınları bile başkaldırır, duruma getir
miştir bu gerçek. Örneğin Köyünü Kaybeden Kadın'daki (ilkin ikdam gazete
si, 5 Ocak 1 922) yaşlı kadının yakınması başkaldırma düzeyindedir.
O yanık köyün içinde, o küller ortasında, o viranelerde ben yalnız
başıma ne yaparım? Yaşım yetmişi buldu, elim ayağım tutmaz oldu.
Ne işe, ne aşa bakabiliyorum. Akşam olunca gözlerim görmüyor, ha
ni düşmanı koğup geleceğiz demiştin?
Güçsüzler ise, yitiklerinin arkasında ayakta kalma direncini göstereme
mişlerse çevre, Ses Duyan Kız'da (ilkin ikdam gazetesi, 26 Haziran 1 9 1 6 )
olduğu gibi başka nitelikler, simge değerleri yükler onlara.
Yakup Kadri'nin bu dönem öykülerinin genel özelliklerini şöyle saptaya
biliriz:
1 ) Yazarın değişen dil anlayışına bağlı olarak, üslubu da değişmiş, anla
tım yalınlaşmıştır.
2) Kurtuluş Savaşı günlerinde geçen konularını karşılaştığı olaylardan
çıkarır; daha değişik kişiler sergiler.
3) Çevre betimlemeleri kısa, ama belirgin ve etkilidir.
4) Öykülere "dialog" daha geniş ölçüde girmesine karşın, "şive taklidi"
görünmez.
5) Kişilerin ruhsal durumları çözümlemelerden çok, davranışları ve ko
nuşmaları ile verilmeye çalışılır.
Romanları
Yakup Kadri, 1. Dünya Savaşı'nın sonlarına değin, düzyazı şiir, makale
ve öykü türlerinde çal ışırken, "yaşam deneylerinin çoğalması nedeniyle"
öykü sınırlarına sığmadığı düşüncesine vararak romana geçmiştir. tik ro
manı Kiralık Konak'tan (lkdam'da tefrika edilişi 1 920, bas. 1 922) itibaren
bütün yapıtlarında bir dönemin özelliklerini, kendi tarih anlayışı içinde de
ğerlendirerek yansıtmayı amaçladığı görül ür. Tarihleri yönünden bir sıra
gözetilerek yayımlanmalarına karşın, romanları Abdülaziz dönemini ( 1 86 1 -
1 876) anlatan Hep O Şarkı'dan itibaren A bdülhamid dönemi (Kiralık Ko
nak, Bir Sürgün), il. Meşrutiyet (Nur Baba, Hüküm Gecesi), Mütareke yıl
ları (Sodom ve Gomore), Kurtuluş Savaşı ( Yaban), Cumhuriyetin ilk yılları
(Ankara) sergilenir. Yazarın, " roman sanatı" üzerindeki görüşlerine ayrı bir
bölümde değineceğimizden, burada Kiralık Konak, Hüküm Gecesi, Sodom
ve Gomore, Yaban'ın genel özelliklerini saptamaya çalışacağız.
1 03
M E $ R U T I Y ET D O N E M i
1 04
Y A K U r K A D ll l K A R A O S M A NO C L U
gösterilmiştir.)
H ü k ü m G e c e s i : Yazarının "siyasal roman" olarak nitelediği Hüküm
Gecesi'nde Meşrutiyet döneminin iktidardaki "İttihat Terakki" ile muhale
fetteki " Hürriyet ve itilaf" partileri arasındaki çekişmeler yansıtılırken, Babı
ali baskını, gazeteci Ahmet'in, Samim'in, Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın
öldürülmesi gibi olaylar anlatılır. iktidara yandaş olmamasına karşın etkin
bir kişilik sahibi izlenimini uyandırmayan romanın kahramanı (gazeteci Ah
met Kerim) olayların akışı içinde yuvarlanıyor gibidir. Roman, Mahmud Şev
ket Paşa'nın öldürülmesi nedeniyle başlatılan tutuklamalardan sonra Ahmet
Kerim'in sürgüne gönderilenler arasına katılmasıyla sonuçlanır.
1) Hüküm Gecesi, ayrı ayrı başlıklarla sunulan XIV. bölümle (sayı kon
mamış) son bir bölümden oluşur. Roman, serim-düğüm-çözüm gibi bilinen
aşamalara dayanılarak kurulmamıştır. Her bölümün, Ahmet Kerim'in ara
cılığı ile birbirine bağlanması gözetilerek, tarih sırası içinde yazarın önemli
gördüğü olaylar yansıtılır. Özellikle iV. bölüm (gazeteci Ahmet Samim'in
öldürülüşü), IX. bölüm (Halaskar Zabitan Grubunun ortaya çıkış nedeniy
le muhalefetin güçlenmesi), Xll. bölüm (ittihatçıların Babıali baskınını dü
zenleyerek iktidara el koymaları). X. bölüm ( İtilafçıların anlatılması), XIV.
105
M EŞ R U T i Y E T D O N E M i
1 06
Y A K U P K A D ll l K A ll A O S M A N O C L U
107
M E $ 11 U T I Y ET D O N E M i
1 08
YAKUP KADRi KARAOSMANOCLU
109
M E Ş K UT I Y E T D O N E M i
Bir yerde, romanın başkişilerinden Neşet Sabit " inkılabı hayatın dış şe
killerini değiştirmek manasına almadığını" belirtirken gözünü budaktan
sakınmaz.
"Bu gördüğünüz şeyler bu balo, bu otel, sizin Yenişehir evleriniz, bun
lar birer hayat kalıbıdır ama bizim kendi inkılabımızın ateşinde dökülmüş
kalıplar değil. Bizim ruhumuzdaki yeni hayat prensibinin, yeni hayat özü
nün tomurcuğu da çatlamadı. Çatlamış olsaydı, memleketteki hayat şartla
rının yalnız küçük bir ekalliyet lehine değil, bütün millet için değişmiş ol
ması lazım gelirdi." (sf. 1 1 8).
Savaş yıllarında, "Viran bir bağın ortasında, bir bektaşi tekkesi, metruk
bir ayazmayı andıran acayip" evinde tanıdığımız milletvekili ( Murat Bey),
30'1u yıllarda bu "inkılabın" nimetlerinden yararlanan çıkarcı azınlığın
simgesi durumuna gelmiştir.
Romancı, Kurtuluş Savaşı dönemi milletvekilinin, zaferden sonraki kişi
sel sıçramalarını şöyle öyküler:
"Büyük çapta arsa spekülasyonlarından ve onu takip eden birkaç taah
hüt işinden sonra devrin en zengin adamlarından biri arasına giren ve me
busluktan çekilmiş olduğu için kah Avrupa'da, kah Istanbul'da dolaşan
Murat Bey şimdi Kavaklıdere'de kuleli, verandalı ve konfor modemli bir
büyük köşk içinde asri hayatın bütün zevkini sürmeye başlamıştı.
Çocuklar İsviçreli bir mürebbiyenin eline bırakılmıştı. Bu lsviçreli mü
rebbiye aynı zamanda Murat Bey'in karısıyla kız kardeşine Fransızca, dans,
adabı muaşeret dersi verirdi." (sf. 1 03 )
Dönemin başka b i r simgesi d e " Miralay rütbesi v e göğsünde kızıl kur
delalı istiklal madalyasıyla " savaştan dönen Hakkı Beydir. Alman serma
yedarlarının yüzde 1 O'ları ile 'köşeyi dönüveren' eski Kurtuluş Savaşı ko
mutanı, roman boyunca siyasal iktidarı ayakta tutan elleri kirlenmişlerle
birlikte çıkar karşımıza.
Yakup Kadri'nin romanında sınıf değiştiren insanlar dışavuran özellik
leriyle sergilenmiş, değişme, yaşam biçimine yansıyan yenilikler ölçüsünde
verilmiştir. Bu nedenle milletvekili Murat ve eski tümen komutanı Hakkı
Beylerin işadamı kimliklerini belirleyen ruhsal öğeleri anlama koşulların
dan uzak kalırız. Romancı birincil olayları bile sonuçları ile vermekle yetin
diğinden olay-kişi ilişkileri beklenen bütünlükle gelişmez. Bu yetersizlik on
ların roman kişileri olarak varoluşlarını da olumsuz etkiler.
S a n a t v e D ü n y a G örü ş ü
Yakup Kadri, yazarlığının başlangıç evresinde dünyadan ve insanlardan
umudu kesmiş bir kişiliğin kendini fazla kurcalama eğilimleri içinde görü
nür. Kötümserlik onu yaşam ve ölüm temalarını işlerken sürekli bir boşluk-
1 10
Y A K U P K A D R i K A R AO S M A N oe t u
lll
MEŞ RUTiYET DöNUtl
1 12
Y AKllP K A D R i K A R A O S M A N O C L U
D i l A n l a y ;ş ı
Uzun yazarlık yaşamında Türkçe'nin gelişme evrimini bir adım arkadan
izlediği için, Yakup Kadri'yi dil yönünden, çağdaşı romancılardan daha ile
ri sayma olanağı yoktur. O da, kimi çağdaşları gibi dil değişmesini zorun
lu olarak kabul etmiş, çeşitli evrelerde kitaplarının yeni basımlarında dilini
sadeleştirme gereğini duyduğu halde, yabancı sözcüklerden arınmış bir
Türkçe'ye ulaşamamıştır. Bu nedenle her dönem yazılarında, romanlarında
yabancı sözcük kullanma merakının sonucu Türkçe, Osmanlıca ve Fransız
ca sözcük lerden oluşan paçal bir dil görünür. Aşağıdaki örnekler l 969'da
yayımlanan Gençlik ve Edebiyat Hatıraları adlı kitabından derlenmiştir.
Türlü engeller ve kaderin türlü teşvikleriyle hir labirent halini almış
olan yolumu kendi kendime sökmüştüm. (sf. 9)
... Onun adını kutsal hir sır tevdi eder gibi kulaklarımıza fısıldaya
rak söylüyordu. (sf. 4 1 )
B u polemikler esnasında benim en çok hücum ettiğim yeni lisan ta
biri idi. (sf. 49)
... O zamana kadar Türk edebiyatında ne höyle karışık ruh krizine
değinildiği görülmüş, ne de Nirvana diye hir laf işitilmişti. (sf. 63)
... Şiirde yalnız talent'in yani kabiliyet ve istidadın kafi gelmeyece
ğini bilmek gerekirdi. (sf. 1 50)
Romanlarında da bu gibi yabancı sözcükler kullanmasını eleştirenlere
karşı ileri sürdüğü gerekçeler ise şöyledir:
Karşılıklarını bulamadığım için .. Kendiliğimden kelime uydurmayı
dil meselesi kanaatlerime aykırı bulduğumdan .. Esasen Fransızca ola
rak kullandığım kelimeleri ayrı ayrı hatırlamıyorum. Türkçesini bul
saydım da aslını bilmeyenler anlamazdı. Sonra, doğrusunu isterseniz
ben Harf inkilabiyle ortaya çıkan dil meselesini bir kültürden öbür
kültüre geçişimiz hadisesi olarak kahul ediyorum. Yazı yazarken be
nim aradığım iç armoni -helki de hu desarmonidir- güzel yazmak ve
doğru yazmak kadar mühimdir. Yapamıyorum. Bu akışta kalemimin
ucuna " hadise" gelmişse yazıyorum, "olay" diyemiyorum. Belki olay
demek daha güzel, daha doğrudur. (Hasan Ali Yücel, E d e b i y a t
Ta r i h i m i z d e n , sf. 224, 1 957)
Bu satırlar, aynı konuşmada " Edebiyat-ı Cedide"nin dilimizi Divan
Edebiyatından daha çok bozduğunu ifade eden yazarın, Fransızca düşü-
1 13
M E Ş R U T iY E T D O N E M i
1 14
KARA O SMAN O G L U ' DAN
ÖRNEKLER
ııs
M E Ş R U T I Y l.T D O N E M i
ses, ona birden müphem bir korku raşe Genç kadın, uzun bir kahkaha ile kıv
si verdi. Ayağa kalktı ve bir müddet dı ranarak kendi elbisesi içinde garip bir
şarıyı dinledi. Yandaki odadan, çocu kuklaya dönen aşıkım seyretti ... Sonra
ğunu tekrar uyutmaya çalışan Esma birden kesbi ciddiyet ederek:
Hanımın teranedar sesi duyuluyordu. - Affedersiniz, dedi, size bir erkek en
Hilmi Efendi orada daha ziyade durma tarisi bulamadım, çünkü ...
dı. Sofadan soğuk bir rüzgar geliyor ve Hilmi Efendi onun sözünü kesti:
onun terlemiş vücudünü buzlu bir dera - Ne zararı var, ne zararı var ... Bu da
ğuşla titretiyordu... Kapıyı kapadı ve ha iyi. Sizin elbisenizi giymekle size da
asabi, odada dolaşmaya başladı. Beş ha ziyade yaklaşmış oldum.
dakika sonra Esma Hanım elinde beyaz O zaman tekrar gözler bir sürü gizli
bir bohça ile avdet etti: manalarla mündemiç, birbirlerine ba
- Oh, ne soğuk ! Dışarısı ne soğuk! karak uzun uzadıya gülüştüler.
Diye, titreyerek koştu ve büyük bir Fakat bu çok devam etmedi. Nage
kedi gibi mangalın kenarına büzüldü. han dışarıdan büyük fırtına şiddetiyle
Sonra içinde, hala bir şehvet bakiyesi akseden meçhul, mahuf bir gürültü on
yanan gözlerini genç adama çevirdi ve ların ağzını buzlu bir sükutla kilitledi.
geniş sıcak bir tebessümle: Sokak kapısı şedid, müteselsil ve seri
- Çocuğu uyuttum, dedi; şimdi de sı- darbelerle vurulmaya başladı. Orada
ra bizim, öyle mi? birçok hadid erkek sesleri: "Açınız! Ka
Ve elindeki bohçayı uzatarak ilave eni: pıyı açınız!" diye bağırıyorlardı.
- Soyununuz, size entari getirdim... Esma Hanım müşmahil ve perişan bir
Tahrirat Başkatibi inkiyat etti. Evvela nazarla genç adama baktı ve büyük bir
paltosunu çıkardı, kapının arkasındaki heyecanla çarpan kalbini iki elleriyle
çiviye astı, sonra ceketiyle yeleğini bir bastırarak:
iskemlenin sırtına vazetti ve pantalonu - Eyvah, baskın ... diye söylendi.
nun düğmelerini çözmeye başladı. Hilmi Efendi, şaşkın, sersem, bulun
Esma Hanım, bu müddet zarfında duğu yerden bir hatve kımıldamaya
ona bakmıyor gibi davranıyor ve önün muktedir olamayarak liizumundan fazla
deki su ile, ateşle, çayla meşgul görünü açılıp müdevverleşen gözleriyle bir kor
yordu. ku heykeli gibi dimdik, hareketsiz, oda
Fakat birden, genç adamın tannan bir nın ortasında duruyordu.
kahkahası, onu, başını kaldırmaya mec Şimdi kapı gittikçe artan bir tehev
bur etti. Hilmi Efendi, omuzları kaba vürle çatırdıyor, çatırdıyordu.
rık, yakaları dantelli, kolları bol ve kısa Esma Hanım, büyük bir azimle ayağa
bir kadın entarisi içinde uzun boyu, si kalktı. Konsolun üzerindeki lambayı
yah yukarıya doğru burulmuş bıyıkla söndürdü ve dışarıya çıktı. Hilmi Efen
rıyle gülünç bir hal alarak aynaya tevec di ne yaptığını bilmeyerek, karanlığın
cüh etmiş, kendi kedine gülüyor ve: içinde kayan bu beyaz kadın hayalini
- Ne tuhaf, ne tuhaf! Bu bir hanım takip etti.
entarisi, bu şüphesiz sizin entariniz! .. Esma Hanım, yandaki odanın sokağa
diye söyleniyordu. nazır penceresine koşmuş, soruyordu:
1 16
Y A K U I' K A D M I K A M A O S M A N O C L U
1 17
M E $ RUTIYET l>ö N EM I
1 18
Y A k U P K A P ll l K A R A O S M AN O C L U
"Sizin aleyhinizde reddedilmesi im hemen hemen koruyucu bir sesle Ahmet
kansız birtakım vesikalar var elimizde. Kerim'e şunları söyledi:
Bu vesikalara pek o kadar ehemmiyet "Ahmet Kerim Bey vaziyetiniz çok
vermiyoruz. Yalnız bir hafta önce, bir vahimdir ve cezanız bu ölçüde ağır ola
akşam üstü Salih Paşa'nın evine neden caktır. Bu cezanın hafifletilmesi ancak
gittiniz? Ondan sonra Bcyoğlu'nda Zi bir surede kabil olabilir. Bize şu su
ba sokağında ( 8 ) numaralı evde işiniz ikastla alakalı bütün bildiklerinizi ta
ne idi? Bize anlatınız." mamiyede anlatır mısınız?"
Ahmet Kerim, bir çırpıda herşeyi ol Ahmet Kerim, bir a n gövdesinin al
duğu gibi anlattı ve hikayesine yalnız şu tında dizlerinin büküldüğünü duydu.
sözleri ilave etti: Merkez Kumandanının bu sözlerinden
"Görünüşe bakılacak olursa herşey bir mahkuma idam hükmü bildi rildik
aleyhimdedir. Fakat, işin içyüzü büsbü ten sonra " Bir söyleyeceğin var mı?" di
tün başkadır beyefendi. Sizi temin ede ye sormak gibi bir şey gizliydi. Ve Ce
rim ki, bu adamların ne yapmak iste mal Bey'in sesinde gerçekten öyle bir
diklerinden hiç haberim yoktu. Hatta dehşet seziliyordu. Genç adam güç hal
bunu anlamak için son derece emek le:
harcayan arkadaşım Sırrı Bey'in de, bu " Bütün bildiklerimi söyledim efen
konuda benden çok bilgi sahibi olduğu dim," dedi.
na ihtimal vermiyorum." Bunun üzerine Cemal Bey zile bastı,
Cemal Bey şeytanca bir tebessümle içeriye giren çavuşa yazdığı kağıdı uzat
güldii: tı: "Alınız, bu efendiyi götürünüz," de
"Sırrı Bey; Sırrı Bey'i işe neden karış di.
tırıyorsunuz? Onun bize çok hizmeti ol Ahmet Kerim, cansız bir şey haline
muştur." dedi. girmişti. Bir hokkanın, bir masanın, bir
Ahmet Kerim, içinde bulunduğu şart iskemlenin belki şu dakikada ondan
ların bütün ağırlığını unutup: daha belirli bir şahsiyeti olabilirdi.
"Nasıl, Sırrı Bey mi? Nasıl? Nasıl?" di "Götürünüz.", "Getiriniz" ... Evet Ah
ye haykırmaktan kendini alamadı. met Kerim artık giden gelen bir adam
Cemal Bey öfkeli bir tavırla odanın değil, götürülen ve getirilen bir
içinde gezinmeye başladı. Sonra yine es "şey"di. Hiç böyle bir "şey"e düşün
ki yerine geldi durdu. Parmaklarıyle sa mek, duymak yakışır mıyd ı? Onun
kalını taradı, taradı. Her haliyle "müt içindir ki, Ahmet Kerim, Bekirağa Bö
hiş ve kat'i bir karar almak üzereyim" lüğündeki hücresine geri getirildiği va
demek istiyor gibiydi. Lakin, Sırrı Bey kit bütün manasıyle ruhsuz bir cesetten
hakkındaki bu İğrenç gerçeğe erdiği sa farksızdı. Artık geçmişle ilgili hiçbir ha
tırası kalmamıştı. Artık gelecekle ilgili
niyeden beri sanki dona kalan Ahmet
hiçbir tasarısı yoktu ve bugünü bir rüya
Kerim üzerinde bütün bu dramatik
gibi yaşıyordu.
pandomimonun hiçbir tesiri olmamıştı.
Cemal Bey, masanın başına oturdu,
( Hüküm Gecesi, XIV. bölüm; 1 96 6 )
birşeyler yazdı. Sonra ağır, vakarlı ve
119
M E $ 11 U TIYET D O N E M i
120
YAKUP KADRi KARAOSMANOGLU
121
M EŞ R U l' I Y t:T D O N l M I
122
Y A K U r K A ı> R I K A ll A O S M A N O C L U
bir sten çay elbisesi içinde, Selma Ha du. Lakin, bazen, bu muvaffakıyeclcrin
nım, bir genç kız gibi körpe ve sade gö gene Türkler arasında bir nevi rekabet,
rünüyordu. Fakat, yakınına gidilince bir nevi kıskançlık hisleri de uyandırdığı
kendisinde, bir Meclisi idare Reisinin oluyordu. O vakit, bütün aileler arasın
hanımı olmanın bazı alameclerini gör da bir giyim kuşam yarışıdır başlıyordu.
mek güç değildi. Selma Hanım, boynun Düşününüz ki, bu yarışa Murat Beyin
da oldukça büyük bir renard argente• ailesi bile karışcı. Büyük çapta arsa spe
taşıyordu. Parmaklarının birçoğunda külasyonlarından ve onu takip eden
yüzükler vardı. Ağzında bir iri yakut ta birkaç taahhüt işinden sonra devrin en
şıyan bir yılan bilezik kolunun yarısına zengin adamlarından biri sırasına giren
doğru uzanıyordu. Dudakları cıpkı bu ve mebusluktan çekilmiş olduğu için
yılanın ağzındaki yakut renginde bir ruj kah lstanbul'da, kah Avrupa'da dolaş
la boyanmışcı ve onu dansa kaldıran her makta bulunan Murat Bey, şimdi Ka
erkek başdöndürücü bir lavanta koku vaklıdere'de, kuleli, verandalı ve konfor
suyla sarhoş oluyordu. modemli bir büyük köşk içinde asri ha
Selma Hanımın bu monden toplancı yacın bütün zevkini sürmeğe başlamışcı.
lardaki muvaffakıyeti büyüktü ve Hakkı Kapısında bir Stude Baeker ocombili
Bey kendi monden muvaffakıyecleri ka her dakika emrine amade duruyor, içe
dar karısınınkiyle de iftihar etmektedir. ride elektrikle işler en iyi cinsten bir
Onu, her kadından daha güzel, daha mobilya gramofon en son dans havala
süslü ve daha itibarda görmek yegane rını durmaksızın çalıyordu. Çocuklar
emelidir. Eski Milli Mücadelecilerden İsviçreli bir mürebbiyenin eline bırakıl
bazıları gibi Hakkı Bey için de kıyafet mışcı. Bu İsviçreli mürebbiye, aynı za
değişiminden sonra milli dava adeta manda Murat Beyin karısiyle kızkarde
böyle bir mondenlik ..,. iddiası şekline şine Fransızca, dans, adabımuaşeret
girmişti. Bir Avrupalı gibi giyinip süs dersleri verirdi. Cemile, bunlardan va
lenmek, bir Avrupalı gibi dans etmek, kit buldukça zayıflamak için yürümeğe
bir Avrupalı gibi yaşayıp eğlenmek ve çıkardı. Hem yürür, hem de kendi ken
hele bu iddiada Avrupalılar nezdinde, dine " Fransızca öğrenmişim, dans öğ
Avrupalılar arasında muvaffak olmak renmişim, asrice oturup kalkmayı öğ
bunlara büyük bir zafer kazanmak ka ren mişim, bu vücut böyle kaldı kça
dar ehemmiyecli görünüyordu. büti.in bunlar neye yara r ? " derdi. Fa
Bu yeni Türk muhitine yeni girmiş ba kat, yüri.idükçe iştahı açılır, iştahı
zı ecnebiler, Hakkı Beye "Bu Almancayı açıldıkça yemek yer ve yedikçe şiş
Berlin'de mi öğrendiniz ? " veya Selma manlardı. B una mukabil yengesi, gün
Hanıma "Hiç şüphesiz Paris'te giyini geçtikçe incelip zayıflıyordu. Zaten
yorsunuz? Değil mi?" diye sordukları mız mız ve çıtkırıldım edası şimdi
vakit, Türklerce, sanki, medeniyet yo büsbütün mübalağalaşmış, acayipleş
lunda bir geniş adım acıtmış gibi oluyor; m iş bir Amerikalı ihtiyar kızın snobis
eşte doscca bir düğün dernektir gidiyor- ması şek lini a lmışcı.
,. Tilki kürkü .
.... Şıklık.
123
M l $ R U TI Y l T l > O N l M I
124
Y A K U P K A D R i K A R A 0 5 M A N O <l L U
125
R E Ş A T N U R İ GÜ N T E K İ N
Sanatı
Reşat Nuri'nin romanları, XX. yüzyılın i lk yarısında değişen toplum ko
şullarının ortaya çıkardığı yeni insanı getirmiştir. llk döneminde Çalıkuşu,
Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi gibi serüven yönü ağır basan romanların
da bile kişilerin duygusal yaşamları ülke gerçeklerinden soyutlanmadan ve
rilir. Halka ulaşan ilk önemli yapıtı Çalıkuşu'nda, kişiliğinin bilincine var
ma aşamasındaki kadını köy, kasaba, küçük kent yaşamı içinde görürüz.
Romanın başkişisi Feride'nin yaşam serüveniyle birlikte geri bıraktırılmış
Anadolu'nun gerçekleri yansıtılmıştır. Bugünün beğeni düzeyinden bakınca
126
R f.ŞAl' N u ıc ı G O N n K I N
127
M E Ş ll U l' I Y li.T D O N E M i
1 28
R E Ş A T N U R i G O N TE K I N
129
RE Ş A T N U R i
G ÜN T EK I N ' DEN
ÖRNEK L ER
1 30
R E Ş A'f N u ıt l GO N 'r E K I N
131
M l $KUTI Y f.T D O N E M i
1 32
R EŞAT N U k l G O N T E K I N
cere kepenklerini zorlu hücumlarla sar nise, kollarımda baygın gibiydi. Yüzü
sıyordu. mosmor, saçları dağılmış, elbisenin içi
Zavallı küçük kız, kimbilir, nerelerde ne kadar dolmuştu.
gömüldü, açık sarı saçlar kimbilir ka Çocuğu soyduktan sonra kendi yatağı
ranlığın hangi bucağında, eski mehtap ma yatırdım. Hatice Hanım'ın manga
lardan kalma bir ışık liymesi gibi titri lında ısıttığım fanila parçalarile vücudu
yor? nu ovuşturmaya başladım. Munise ken
Kaç saat geçtiğini bilmiyorum. insan dine gelir gelmez ilk sözü: " Bir parça ek
böyle hallerde zaman hissini kaybediyor. mek" diye yalvarmak oldu. Bereket ver
Mezarlık tarafındaki kapıya vuruyorlar sin biraz sütümüz vardı. Hatice Ha
gibi bir ses işitmeye başladım. Rüzgardan nım'la onu ısıttık ve kaşık kaşık çocuğa
başka ne olabilirdi. Fakat hayır, bu rüz vermeye başladık.
gar sarsıntısından başka bir şeydi. Yata Dakikalar geçtikçe Munise'nin yüzü
ğımda doğrularak kulak verdim ve gece kızarmaya, gözlerine fer gelmeye başlı
nin içinde boğuk bir insan iniltisi işitir gi yorde. Kollarımda arasıra içini çekiyor,
bi oldum. Hemen yatağımdan fırladım, kimbilir hangi acı ile için için ağlıyordu.
omuzlarıma bir örtü alıp aşağı koşmaya Ah, şu çocuk gözlerindeki minnet!
başladım. Dünyada, bir parça iyilik edebilmekten
Niyetim, Hatice Hanım'ın odasına daha güzel bir şey olmuyor. Fırtına için
uğrayarak onu uyandırmaktı. Fakat o de viran bir gemi teknesi gibi sallanan
da bu sesi işitmiş, elinde bir mum par bu sefil ve karanlık oda, ocağın kızıl
çasile taşlığa çıkmıştı. akisleri içinde birdenbire öyle munis ve
Kapıyı birdenbire açmaya cesaret mes'ut bir yuva olmuştu ki; biraz evvel
edemedik. Zaten gürültü de kesilmişti. hayaca gösterdiğim emniyetsizlik için
Hatice Hanım erkek gibi kalın sesle: kendi kendimden utanıyordum.
"Kimdir o?" diye bağırdı. Cevap yok. Çocuk artık konuşmaya başlamıştı.
ihtiyar kadın bir kere daha seslendi. O Kolları boynumda, sarı saçları bilekle
vakit rüzgarın gürültüsü içinde ince bir rimden dökülerek gözlerime bakıyor,
sesin inlediğini işittik. Hatice Hanım: sorduğum suallere ağır ağır cevaplar ve
"Sen kimsin?" diye bağırdı. Fakat ben riyordu: Dün akşam, üvey annesinden
sesi tanımış: "Munise" diye haykırarak çok korkmuş, köyün öte ucundaki bir
koldemirine sarılmıştım. ambara kaçarak samanların arasına
Kapı açılır açılmaz içeriye karlı bir girmiş. Samanlar insanı yatak gibi sıcak
rüzgar doldu, ihtiyar kadının elindeki tutuyormuş. Fakat bugün çok acıkmış.
mum birdenbire söndü. Dışarı çıkarsa tutup yine eve götürecek
Karanlıkta kollarımın içine buz gibi lerini biliyormuş. Onun için, çaresiz ge
donmuş, küçük bir vücut düştü. ceyi beklemiş.
Zavallı çocuğun en büyük ümit yeri
Hatice Hanım tekrar mumunu yak benmişim. Bütün gün " hocanım mutla
mağa uğraşırken, ben onu göğsümde sı ka bana ekmek verir" diye kendini
kıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. avutmuş.
Son kuvvetini tükettiği anlaşılan Mu- Biraz sonra çocuğun parlak gözlerine
1 33
MEŞRUTiYET DÖNEMi
134
R EŞ A T N U R i G O N T E K I N
1 35
M E ŞRUTiYET DONEMi
136
P E Y A M İ SA F A
S a n atı
40 yılı aşkın bir süre içinde fıkra, makale, araştırma, öykü ve roman tür
lerindeki verimli çalışmalarıyla, düşün ve sanat dünyamızın etkili kişilikle
rinden biri olarak görünen Peyami Safa -Server Bedii takma adını kullan
madığı- 1 1 roman, 7 öykü kitabı yayımlamıştır. Romanları arasında, Söz
de Kızlar, 9. Hariciye Koguşu, Fatih-Harbiye sosyalizme eğilim duyduğu
yılların: Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya'nın Koltugu, Yalnı
zız'ı idealist felsefeyi benimsediği yılların ürünleri arasında sayabiliriz. Ge
nellikle üzerinde durulan yapıtları da bunlardır.
Mütareke yılları lstanbul'unun işbirlikçi burjuva çevrelerinin kokuşmuş
137
MEŞRUTiYET D O N E M i
yaşamını yansıtan ilk romanı Sözde Kızlar'da yazarın kurgu, anlatım ve üs
lup yönlerinden belli bir başarı düzeyine ulaştığı görülür. Kimi bölümlerin
de "serüven romanı" özell ikleri taşımasına karşın savaşın yarattığı toplum
sal bunalımların yansıtılması, kişilerin sergilenişi, yan olayların doğallığı,
beceriyle kurulmuş dialoglarıyla bu dönemin başarılı yapıtlarından sayılır.
9. Hariciye Koğuşu ise -ilk basımını adadığı- Nazım Hikmet'in deyişiy
le "bütün bir fakir çocuklar hasfahanesinin romanı" olmak niteliği taşı
maktadır. " Ruh tahlilleri bile dehşetli ve derin hakikat vesikalarmm senfo
nisidir. " Peyami Safa bu romanında eski anlamda fotoğraf gerçekçiliği yap
mamış, tahlil ve terkiplerden mürekkep bir kompozisyon vücuda getiren di
yalektik bir "realizm "e ulaşarak hastane ortamının 15 yaşında bir çocuk
üzerinde yarattığı etkileri yansıtmıştır.
Fatih-Harbiye'de doğu-batı, alafrangalık özlemi, sınıf değiştirme sorun
ları işlenir. Cumhuriyetin ilk yıllarında lstanbul'un iki yakasının yaşama bi
çimindeki farklılığın yarattığı etkilere kapılan eski ailenin yeni bireylerinin
serüvenlerini Neriman'ın yaşamında buluruz. Fatih-Harbiye üstyapı değiş
melerini devrim, batı kopyacılığım uygarlaşma olarak kabul etme yanılgı
sının romanıdır.
"Otobiyografik bir nitelik gösterdiği" kabul edilen Bir Tereddüdün Ro
manı, Peyami Şafa'nın idealist felsefeye eğilim duyduğu dönemin ilk yapı
tıdır. lstanbul'un sanat çevrelerinde yaşayan her türlü amaçtan ve inançtan
koparak içkide, kumarda, kokainde çıkar yol arayan bunalım içindeki " bo
hem "ler sergilenir. Matmazel Noralya'nm Koltuğu ise yazarın idealizme
aşırı bağlanması sonucu ispiritizmaya düştüğü yılların ürünüdür. Romanın
kişilerinden Ferid'in felsefe öğrenimi yaparken kaldığı "pansiyon"da yalnız
adam kimliği içindeki dengesizliğe varan ruhsal sarsıntıları ve bunun so
nuçları işlenir.
Birinci döneminde insanı toplumsal koşullar içinde yansıtmaya çalıştığı,
bunu yaparken kendi kişiliğinin zayıf yönlerine genellik ve insansallık ka
zandırmak istediği söylenebilir. Bir konuşmasında şöyle ifade eder bunu:
"Romancı eserlerinde ne kadar objektif olursa olsun, bütün kahramanları
gene kendisidir. "
1 937'1erden sonraki romanlarında olağandışı bir dünyanın çeşitli
" kompleks"ler içinde bocalayan hastalıklı kişilerin çokluğuna gerekçe ola
rak da aşağıdaki düşünceleri ileri sürer:
Romanın konusu insandır. Ben onun ruhunu olduğu kadar vücudu
nu da tanımak zorundayım. insan ruhu, buhran anlarında kendisini
bize daha çok verdiği gibi insan vücudu da, hastalıklarında sırlarını
bize sezdirir. Belki böyle düşündüğüm için romanlarımda ruh ve be
den hastalarına sık sık rastlanır.
Bir Tereddüdün Romanı'nda Mualla kendisini tanıtırken, "Çocuklu
ğumdan beri her an bir felakete uğrayacak gibi, sebepsiz korkarım, hatta
138
P F. Y A M I S A F A
1 39
M EŞ R U T i Y ET D O N E Mi
140
P EYAMİ
SA F A ' DAN
ÖRNEKLER
141
M E Ş R UT i Y ET D ö N E M I
muş tereddüt ve şüphe devrinde sarsın ğan dünyanın işaretlerine sükunetle ba
tıyı en çok hisseden müessese izdivaçtır. kıyorum, marksistler gibi ayak patırdısı
Fakat şüpheye ve tereddüde lanet sa ve kuru gürültü yapmak, yahut ta gider
vurmadan evvel hakkını verelim. Zeka ayak hemen bir iktisadi siyaset nazari
nın en sivri noktası şüphe ve tereddüt yesi, genç nesilleri avlıyan şöyle bir sis
tür. Bütün Rönesans bir şüpheden doğ tem kurmak niyetinde değilim. Ona, sa
du. Bütün yeni felsefe zaferini Descar na ve kendime ve dünyaya bakıyorum.
tes'in şüphesine borçludur. Fakat, mü "Yeni" tahminimizin fevkinde olacak
cerret sahada zekanın evcini işaret eden tır, bununla beraber gayet sade, beşeri
bu şüphe ve tereddüt, ameli sahada ve klasik. Herhalde çok samimi. Yıkılı
ölümden başka bir şey değildir. O nok yor, her şey yıkılıyor, diyorum. Y ıkılmı
taya kadar çıktıktan sonra, insanın ha yor, sallanıyor. Her şey, başkalaşmak
yat ve müşahhas dünya içindeki azami üzere, her şey .. Giden nedir, biliyor mu
kıymetine varabilmek için, tereddütten sun? Kökleri yurdunun toprağından
karara geçmesini bilmek lazımdır. Çün kopmuş, sadece milli duygularını kay
kü bu, ölümle hayat arasındaki hudut betmiş "deracine"ler, Pierre Loti'nin
tur. işte ben dünyada ve kendimde bu "desenchante"le ri, Andre Gide'in veya
dönümü hissediyorum. Yeni bir devir Oscar Wilde'in ahlaksızlıkları, bütün o
doğuyor, şüphesiz. Fakat bu siyasi ihti harpten evvelki ve sonraki züppe dünya
lal nazariyelerinin bekledikleri devirler edebiyatının kahramanları, bütün o
den pek farklı olacaktır. Sol cereyanla hiçbir şeye inanmamayı bir ibadet ve
rın tahmin etmedikleri bir devir, "Harp bir süs yapan, spontane bir değişmeden
sonu" devresi kapandı. Anarşiye, "vi başka bir şeyi hakikat olarak kabul et
ce"lere, şüpheye ve tereddüte paydos. meyen ve ruh azabını "vice" olarak ta
ölmeyeceğiz. Kendini tahrip modası şıyan münevver cici beyler ve hanımlar,
kalmayacak. Harp sonu kızı ihtiyarladı onların Bodleryen edebiyatı ve Niçeen
ve şakaklarında mısır püskülü gibi ak felsefesi gidiyor ve yerine Kari
saçlar kabarıyor. Ne o saçaklı, viran Marks'tan büsbütün başka bir insan ti
kaşanelere sinen karanlık ve ahmak pi gelecektir. Kimsin sen? Ren senin ve
burjuvazi, ne de 1 9 1 8, 1 932 moderniz sizlerin birer casus olmanızdan bile şüp
mi, ne mehtaplı gecelerde, şatosunun he ediyorum. Çünkü birer "deraci
parkındaki ıhlamurlar altında izini belli ne"siniz, "desenchante"siniz, itiraf edi
etmeden "vice" yapan monden kız, ne yorsunuz. Bütün içtimai ve beşeri bağ
de kabarelerin arka odalarına gizlice gi ların bir anda kopması için bir şüphe
rerek kokain çeken münevver hanım: Ne miz kafidir. Bir insanın her fenalığa
o, ne sen! Hatta ne de ben diyeceğim, muktedir olabileceği yerde cemiyet iflas
fakat ben kalmak istiyorum, yeni bir etmiştir. Böyle bir sarsıntı devri geçiri
klasisizm istiyorum, bundan anladığım yoruz.
mana büsbütün başkadır, şimdilik do- ( Bir Tereddüdün R omanı, 1 � 3 3 )
142
PE Y A M i S A F A
143
M E $ R UT I Y E T D O N E M i
şeylere bugün ehemmiyet veriyordu. !erin hepsini sezdiren derin, gayet derin
Mindere uzandı. Odaya geceyi erken ve ruhun en muhkem, en mücehhez ta
getiren bu kafeslerin deliklerinde, ka raflarına bile bir anda giren keskin, ba
ranlıkların gitgide lapalaşmasına bakı yıltıcı bir keder duyuyordu ve bu sesler
yordu: Dört köşe delikler çizgilerinin bitip tükenmiyordu, biri uzaklaşıp kay
sertliklerini kaybettiler ve deyirmileşti boldukça, köşe başında yükselen bir ye
ler. Beyaz tül perdeler karardı. nisi, ötekini takip ediyordu ve ağır, ha
Helvacıların geçtiği saat. Her şey su zin bir ses kervanı halinde, arkası kesil
sar ve yalnız onların sesleri duyulur. Sa meden, sıra sıra geçiyorlardı.
kız gibi incele incele uzanan ve ta uzak
lara, sokak diplerine bulaşan ezik, ya Galatasaray'dan Tünel'e doğru yürü
pışkan sesler. Günün ışığıyle beraber düler. Neriman Beyoğlu'na çıktığı va
çekilirler, giderler. kit, halis Türk mahallelerinde oturanla
O vakit herşey kararır, söner, her can rın çoğu gibi, kendini büyük bir seyahat
lı şey siner. yapmış sanırdı. Gene Fatih uzakta, çok
Ellerinde çıkıntılarıyle, geç kalmış bir uzakta kaldı. Tramvayla bir saat bile
iki mahallelinin sıklaşan adımları. Biti sürmeyen bu mesafe, Neriman'a Efgan
şik evin kapısı, geceyi bir felaket sanan yolu kadar uzun görünürdü ve Kabil'le
ların elleriyle hızlı hızlı vurulur, şiddetle New York arasındaki farkların çoğuna
açılıp kapanır. Mutfaklardan gelen ince lstanbul'un iki semti arasında kolayca
bir dumanın bütün sokağa dağıttığı ha tesadüf edilir.
fif bir marsık ve yağ kokusu. Fatih mi Bir İstanbul kızı olduğu için Neri
narelerinde ezan. man 'ın bu farklar karşısındaki hayreti
Neriman gözlerini kapadı. Başını koy azalmıştı; fakat bir zamandan beri ken
duğu yastıkta hafif bir lavanta çiçeği disinde yeni bir hayatın iştiyakı ve yeni
kokusu. Çocukken o bu kokuyu sever bir medeniyetin şuuru uyanmağa başla
di: Annesi bohçaları açtığı vakit, temiz dığı için bu farkların her birine ayrı ay
çamaşırlardan yükselen bu kokuyu her rı dikkat etmekten hoşlanıyordu.
yerde, entarisinde ve yastıklarda arardı, Bir ıtriyat mağazasının c amekanı
bulamadığı vakit rahatsız olurdu. Şimdi önünde durdular. Burada herşey, tek
bundan da hoşlanmıyor. başına konmuş zarif bir küçük şişenin
Arka sokaklarda helvacıların sesleri tatlı mavisi, kırmızı ipek bir püskül, si
hala uzanıp gidiyordu, menhus, yah kadifelerin arasında gizlenmiş ve
meş'um sesler. Hastalığa, ölüme ve ampulün yumuşak ziyası, bir gümüşün
bunlardan daha korkunç, yüzleri ka parıltısı ... gözleri ayrı ayrı çekiyor ve
ranlıkta kalan ve hüviyetleri meçhul zaptediyordu; burada herşey, rahat ve
birtakım felaketlere ait kokular uyandı mes'ut insanların kullanmayı adet ettik
rıyorlardı. Neriman bu seslerde annesi leri eşyaydı; burası, aynı zamanda, bir
nin ölümünü, babasının ihtiyarlığını, insanın ne kadar mes'ut olabileceğin i
muhitinin sefaletini hatırlatan, bütün hissettiren imkanlara doğru açılmış pen
hayatında gördüğü ve duyduğu matem cereydi. Neriman burada her duruşun
lerin hepsini, istikbalin sakladığı elem- da, bu pencereden onların saadetini im-
144
PEYA M i SAFA
1 45
A B D Ü L H A K Ş İ N A S İ H İ SA R
Sanatı
Abdülhak Şinasi'nin sanatının belirleyici gücü; ilkeleri kendi bireysellik
sınırları içinde oluşan geniş bir öznelliğe dayanır. Görgüsü, izlenimleri, sı
nırlı i lişkileri içinde yaşadığı zamanların en etkili kesitleri öznelliğinin baş
lıca kaynakları olarak görünür. Toplum yok, tek tek insanlar vardır onun
için. Tek insanın durumundan çoğula ulaşmak da ne amacı, ne sorunudur.
Bu nedenle Fahim Bey ve Biz in daha ilk satırlarında, kendi kişisel özellik
'
1 46
ı\ B U O l. l l A K Ş I N A S I H I S A K
1 47
M E Ş K U T I Y ET D O N E M i
1 48
A ı rn o ı. ı ı ıı. ı.: Ş I N ıı. s ı H l s ıt. R
1 49
M E $ R U T I Y E'r D O N f. M I
1 50
A B DOLllAK ŞINASI HiSAR
151
MIE $ 11 UT I YIET O O N IE M I
1 52
A B D Ü LHAK
Ş I NAS I
H I SAR ' DAN
ÖRNEKLER
153
M E Ş K U l' I Y ET D ö N E M l
lıirtakım düşünceler gelirmiş: Kendisi dini kaylıetmiyor ve hep aynı yerde, hep
için hayati olan bu işini, randevusunu vazifesini yapmış, tecrübesini çoğaltmış,
kaçırmak ihtimali yüzünden tehlikeye hep aynı vaziyette kendini takdir etmiş
koyduğu bu sırada bir nez afet ve mede kalıyordu.
niyet vazifesini yapmakta olduğunu bil Babamın Fahim Bey'den bahsettiği
mekle eğer randevusuna yetişememesi bu senelerden nice sonra ben de, altın
yüzünden işi reddolunursa kendisi yine madenleri keşfetmek ister gibi, temsil
bir medeniyet vazifesini kahramancası ettiği sermayeye yüksek karlı işler arı
na yapmış olacağından, takdir edilmeli yan, bir Fransız işadamının yanında ça
dir. insan, hayatta, bazen medeni bir lışıyordum. Ve şimdi, kimbilir, kaç sene
vazifeyi vakti olmadığı halde dahi yap geçtikten sonra Fahim Bey'in de taki
mak zorunda kalabilir. O zaman, görü bettiği -o zaman herkesin dilinde dolaş
lecek iş değil de, feda edilmeyecek me maya başlayan- mühim bir iş varmış:
deniyet icabı yerine getirilmelidir. Ne Bursa ovasında pamuk zeriyatı işi.
olsa, insan hayatında yine başka bir fır Babam bana bir akşam, itina ettiği şey
sat bulabilir. işte Fahim Bey böyle dü leri söylemek için kullandığı üslubuyla,
şünür ve işini tehlikeye düşürmek baha gözlerini aça aça, herhangi bir teşebbü
sına da olsa vazifesini yapmakla mem sün sağlamlığının iki şarta bağlı olduğu
nun olurmuş. nu söylemişti: "Evvela iş sahibinin ciddi
Nihayet Fahim Bey o gün randevusu yetine, sonra da işin ciddiyetine!" ve işte
na tam vaktinde yetişmiş. Onun çektiği lıu itibarla lıana başka tekliflere ehemmi
müşkülattan hiçbir haberi olmayan mü yet vermemek lazım geldiğini, fakat mü
essese katibi, vaktinde gelmesini pek ta nasebette bulunduğum sermayedara dün
bii bulmuş. Kendisini büyük bir neza yanın en ciddi adamı olan Fahim Bey'in
ketle kabul ederek, müessese erkanının bu mühim işini tavsiye etmeyi tenbih etti.
toplantı halinde bulunduklarını, projesi Zira bu yalnız kar bakımından kıymetli
nin ise, daha evvelden görüşülmemesine değil, fakat memleketin hayrı namına da
karar verilmiş bulunduğundan, kendisi en evvel ileri sürülecek bir işti.
nin izah vermesine lüzum kalınadığnı Fahim Bey'i, sermayedar Baron l.or
söylemiş. Öyle ki, bütün bu hikayenin mais ile görüşmek üzere davet ettik. O,
zaten lüzumsuz ve manasız gözüken, bir sarı renkte kalın lngiliz kumaşı bir esvap
randevuya vaktinde yetişebilme helecanı giymiş, berberden henüz çıkmış, mem
içinde lstanbul'dan Londra'ya nihayet nun Perapalas'ın gıcırdayan parkeleri üs
vaktinde varılıp gelir gelmez de bütün tünde seke seke yiiriiyen ümitli bir kuş
seyahatin nafile yapılmış olduğunun ay haliyle geldi. Kırk yıllık bir dost, hele bu
nı zamanda anlaşılmasına ve hep aksi işte yıllanmış bir şerik gibi konuşuyordu.
tesadüflerle başlayarak bu en mühimi Tasavvur ettiği, yalnız müteşebbislerine
olan sonucu aksi tesadüfle bitmesine büyük lıir servet kazandıracak bir iş de
rağmen, asıl şaşılacak ciheti şu oluyordu ğil; aynı zamanda oranın fakir halkını
ki, Fahim Bey böyle birçok heyecanlar ihya edecek içtimai faydası mühim olan
geçirdiği halde işinin reddolunmasından bir iyilikti.
lıüyük bir sükutu hayale uğrayarak ümi- Bu müsahalıemizden birkaç gün evvel
154
A a o O LtıAK Ş I N A � I H i S A R
hen garip h i r y a t gezintisine <lavet edil teyen hir tavır almıştı. Sanki o hize tesel
miştim. Birçok hevesli davetlilerin dol li veriyor gibiydi. Bu mağl(ıp hir muzaf
<lur<luğu hu motörlü ve gösterişli yat fere benziyordu.
Tarahya'dan hüyük hir neş'eyle açılmış Halbuki o gider gitmez Baron hana:
ve doğruca karşı sahile geçerek, hütün " Bu kadar methettiğiniz hu Beyle yapı
maksadı hundan ibaretmiş gihi, hüyük labilecek hiç hirşey yok. Kendisi nazik
hir gürültüyle karaya oturmuştu. Ben, hir a<lam ama, hir iş adamı de�il ki, ha
ister istemez, tuhaflı�ı <laha üzerimden yalperestin hiri ! " dedi.
geçmemiş olan hu hadiseyi hazırlıyor (Fa h im B e y v e B i z , 3. has. 1 95 5 )
dum. Zira hu defa da aynen höyle sanki
pupa yelken açılan müsahahemiz de çok
geçmeden sanki hir kumluğa saplandı. F A H t M B E Y V E B t Z 'den
Fahim Bey'in elinde hir imtiyazı yoktu.
Toprakların sahipleri ayrı ayrı kimseler ESVAPLAR
ve çok yerde köylülerdi. Pamuk ekmek Sonraları da kaç kere görmüş oldu
serbest hir teşehhüstü. Bütün hu adamlar ğum gihi, Fahim Bey'den bahsederken
toplanmış, kendisini vekil tayin etmiş de haham hep hir haz ve huzur duyardı.
�illerdi. Onlara hu fikir nasıl kahul etti Onu hem metheder, hem için için güler
rilecek, hangi teminata mukabil sermaye ve böylece, onu methettijti sıralarda hi
dağılacak ve müşterek pamuk zeriyatı le, görünüşte hiraz eğlenir gihi olurdu.
nasıl tanzim ve idare edilebilecekti? Ken fakat hakikatte hu hir istihza değildi.
disinin hu işte sermayedara ne getir<li�i Gençliğinde hu arka<laşıyle pek çok
anlaşılamıyordu. Hülasa hir fikir vermiş gülmeye alışmış olduğu için onun hatı
oluyordu. Fakat <laha kolay ve sa�lam rası kendisinde tebessümlerin ve kahka
görünen işler pek çok <leğil miy<li? O, hu haların hemen hemen şuursuzca nük
tereddütler, hu sualler karşısında derdini setmesine sehep oluyordu. Onunla eğ
anlatamayan hir insan gihi, ilk önce hay lenmek şöyle dursun bilakis gülünç bul
li üzüldü, çırpındı. Esmer yüzüne kan duğu hikayelerini anlatırken hile hep
sıçradı. fakat nazik hir a<lam olan hu kihar ve yüksek taraflarını duyurama
Baron, mahza tatlı hir tarzda ayrılmak mak, yahut, yanlış duyurmak endişesiy
için, ona yeni hir randevu tayin e<lece�i le üzüldüğü anlaşılıyordu.
ni söyleyince, tasavvurunu o zaman an Yine Fahim Bey'e ait, hahamın höyle
latabileceği kanaati yerine gel<li. Ümi<lin anlatırken çok gül<lü�ü, fakat neticede
<len hiç hir şey zail olmamışa <lön<lü ve onun ahhl kının üstünlüjtüne hağla<lı�ı
ayrılırken, halinde muvaffakiyetsizlikten garip hir terzi ve esvap hikayesi vardı.
eser kalmadığı gihi, gariptir, onu helki Fahim Bey, daha sonraları, sefaretha
<le hizim teselli etmemiz lazım gelirken nenin üçüncü katibi olara k gittiği
sanki kendisi hize, "Gönül isterdi ki, da Londra'da yeni girdiği hayat için hangi
ha işgüzar ve malumatlı olasınız da işimi esvapları yaptırmak lazım geleceğini
derhal kahul edesiniz! fakat zarar yok, tahkike haşlamış. Kendisine: " Üzülme,
hiç üzülmeyin, işimi gelecek defa anlar iyi hir terziye gidersin, (Hahillez-moi)
ve kahul edersiniz," diye ümit vermek is- dersin. Sana lazım gelecek hütün esvap-
155
M EŞ RUTiYET D O NEM i
1 56
A a o O L ll A K Ş I N A 5 1 H i S A R
Fakat bütün b u esvaplar yapılıp kocaman cuk yahut cüce bastonlarına benzer, o
bir sandık içinde hep beraber gelince o kadar ince ve kısa olur, bazısı baston gi
kadar yer tutmuş ve başkaları bu hale o bi başlamışken bir kırbaç gibi biter, bazı
kadar gülmüş olacaklardır ki, Fahim Bey larının uçlarında ele veya kola takılmak
de, fazla gösteriş meraklısı görünmemek için renk renk kordonlar bulunur, bazısı
lüzumunu kabul ile, içinden tabii ve haklı nın saplarından fiyongalı kordelalar sar
bulduğu bu israfı onlarla birlikte tenkid karmış. Bunlar da "travesti" ve maskeli
etmeye koyularak, terzinin kendi sözünü balo bastonlarıymış. Böyle onun sokakta
yanlış anlamış olduğu hikayesini uydur kullanılmaktan ziyade evde teşhir edile
muş ve bu halin bir kurbanı diye gözük cek, müzelik bir baston kolleksiyonu var
meyi tercih etmiş olmalıydı. Yoksa Lond mış. Ancak, bu merakına rağmen, bazan,
ra Sefaret Katibi tayin olunmasının haya hiddetini yenemiyerek, bu tarihi baston
linde açnğı ufuk o kadar geniş ve ruhun lardan birini kendisini öfkelendiren ada
da hasıl ettiği tesir de o kadar şiddetli ola mın sırtında k ırdığı da olurmuş.
caktı ki talihin bu cilvesine karşı o elbette Fakat Ali Nizami Bey'i bütün bu
böyle kocaman bir esvap sandığını dol muhtelif merakları içinde galiba en çok
durmakla mukabele edebilirdi. Ruhu hul saran ve bütün ötekilerini bastıran me
yalarla şişkin olan Fahim Bey vücudu üs rakı, her nedense, ayakkabı, yani her
tünde böyle büyük bir terzinin esvaplarını türlü kundura, potin, iskarpin, çizme ve
duymaya muhtaç olmalıydı. Bundan son terlik merakıydı. Hep Beyoğlu'nun meş
ra mesleğinde muvaffak olacağını daha hur kunduracısı Herald'e yaptırdığı, şık
ziyade ummuştur. lığı dillerde dolaşan bu ayakkabıların
( Fahim Bey ve B iz, 3 . b a s . 1 95 5 ) dan, hanımlar, adeta, hususi serinde ye
tiştirdiği orkidelerinden bahseder gibi
söyleşirlerdi.
ALI N i Z A M i B E Y i N Hiç unutmam, onun büyük yatak
A L AFRA NGALICI odası da bir duvarı yarı yarıya kaplayan
V E Ş E Y H L I C l ' nden kocaman bir esvap dolabının kapağı
... Ali Nizami Bey giyim kuşam me önümde ilk açıldığı gün, alt rafında, iki
raklısıydı. Bütün esvaplarını Mir'den ıs sıra olarak, yan yana belki kırk çift, bel
marlar, bütün boyun bağlarını da ki kırk çiftten de fazla ayakkabının sıra
Mir'den alırmış. lanmış olduğunu hayretle görmüştüm.
Hele bastonlarının bazıları sokakta Bunlar çeşit çeşitti. Bazısı büsbütün
kullanılmayacak kadar kıymetli madde yeni, bazısı biraz eskimişti. Kimisi kü
lerden yapılmış olur, yahut, böyle sapları çük, kimisi büyük gözüküyorlardı. Ba
bulunurmuş. Bazı yekpare fildişinden zısı yandan sıra düğmeli ve yarım çizme
yontulmuş olduğundan daha kıymetli sa gibi yüksek potinler, bazısı ayak hizası
yılırmış. Bazısının topuzları çeşm-i bül na varacak kordelalı, kordonlu açık is
bülden, bazısının bir elma büyüklüğüne karpinler, bazısı hemen dizkapaklarına
yakın altındanmış. Bazılarının kıymeti ta yaklaşacak, ötekilerin yanında dev gibi
rihte meşhur bazı şahsiyetlere ait olmala görünen çizmeler, bazısı topuksuz ve
rından gelirmiş. Yine bunların bazısı ço- arkaları basık ev terlikleriydi.
157
ME$ RUTIYET DONEMi
Bunların hepsi de haşka haşka deri Bunlara uzaktan bakılınca çokları hir
lerden, meşinlerden yapılmıştı. Kimi ru şahsiyet ve hüviyet sahihi görünüyordu.
gani, kimi lustrin. Hepsi de ayrı ayrı ku Bazısı, vücutları ince, kıvrak gençlere,
maşlarla kaplıydı. Kimi podüsüet, kimi bazısı artık yaşlanmış, yıpranmış, bur
kadife. Bazısının üstleri kadınların giy kulmuş ihtiyarlara benziyor, bazısının
dikleri canfes gihi ince hir kumaştandı. okumuş, hatta çok bilmiş, bazısının be
Bazısının üstünde fantezi yeleklerde gö ceriksiz, pısırık hir halleri oluyor; bazısı
rülen sedef ve renkli düğmeler, bazısın zarif ve gösterişli insanlar gihi hazır ve
da fiyong olmaya hazır kordelalar, ba yerliyerinde duruyor, bazısı hödük in
zısında ince kordonlar, bazısında ke sanlar gihi küt hir eda ile kalıyordu. Ba
merlerdekileri hatırlatan tokalar vardı. zısı hamarat, yürümek, koşmak arzusuy
Bunların bazısı simsiyah, bazısı hem le neşeli, bazısı tembel, yorgun ve dinlen
heyazdı. Ve açık sarımtırak renklerle ko mek i htiyacıyle mıhlanmış görünüyor;
yu kırmızımtırak renkler arasında her bazısı resmi, kihar, sadakatli, vefalı yüz
çeşitten olanları vardı. Bir tanesi şamfıs ler taşıyor ve bazısı ise mutavassıt ve adi
tığının içi gihi açık fıstıkiydi. Bir tanesi insanlar gihi, hirhirinden farksız ve şah
de yemyeşilmiş ama hunu Ali Nizami siyetsiz gözüküyorlardı.
Bey, hir kere giydikten sonra annesinin ( A li Nizami Beyin A lafrangalıtı ve
hatırı için hir daha giymeye tövhe ederek Şeyhligi, 1 9 5 2 )
kaldırtmış. Bazısı da yanındakilerin hep
sinden ayrı kalan menevişli renklerdeydi,
şanjandı. ÇAMLICA'DAKI
Belliydi ki, hütün hu ayakkabılar her E N I Ş T E M I Z 'den
an değişen isteklerimize, niyetlerimize,
hesaplarımıza, hüviyetlerimize hizmet DELi ENiŞTEMiZ
edebilmek üzere hürün mevsimlerin VE YEMEKLER
günleri ve geceleri için ve hu günlerin, Yemeğe o kadar aşık olan eniştemizin
gecelerin de ayrı ayrı zamanları ve saat içkiye karşı hiç düşkünlüğü yoktu. Bir
leri için hazırlanmıştı. Hepsi de kendi kere rakı içtiğini görmedim. Yalnız, ba
vakitlerinin sırasını bekliyor gibiydi. Bu, zen sofrasında hir şişe kırmızı şarap bu
üstleri açık, sağlam yapılı iskarpinler lunur ve o zamanlarda, hele hir sofu
uzun yollarda yürümek için, hu yandan evinde, içki ve hele şarap o kadar aykı
düğmeli potinler, yol halıları üstünden rı hir şey sayılırdı ki herkes huna: " Be
resmi ziyaretlere gitmek için, hu rugani yefendinin ilacı" der, kendisi de hiraz
iskarpinler danslı suarelere iştirak için, şarap içecek olsa " ilacımı getiri n!" der
hu çizmeler ata binerek ava gitmek için di. Sözde şaraba katılan kınakına onu
ve hu ökçesiz terlikler de hürün hu şey ispirtolu hir içki olmaktan tasfiye ede
lerden vazgeçerek hepsini terk edince rek ve günahını gidererek içilmesi mü
akrabalarımızın müsamahalarına benze hah hir içki haline getirdiğinden enişte
yen evlerimizde, talihimizin yuvalarına miz de hu şaraba hiraz kınakına atar
benzeyen bizimle yüzgöz olmuş odaları mış. içerken hu hilesini hir ikincisiyle
mızın rahatına kavuşmak içindi .. tamamlardı. Şarabını ağzına götüreceği
1 58
A B D Ü l. H A K Ş I N A S I t! I S A R
sırada, biz, dudakları arasından, yavaş verirdi. "Ahçının işi o, sen kendi işine
ça: " ilaç niyetine! " diye söylendiğini bak, ahçıyı da kendi işine bırak! Sana
duyardık. ne oluyor? Sanki ömrümüzde bir gün
Yemeğe her zaman bu kadar ehemmi yemek mi bulmadık, aç mı kaldık? .. Sen
yet veren bu adam için yenilen ve içilen ahçı çırağı mısın, yoksa ahçı başı mısın?
şeyler böylece bazen haram, bazen mü Mutfağa girmek senin ne üstüne la
bah, bazen da sevap olurdu. Muayyen zım? .. "
günlerde kurban eti ve aşure dağıtmak Bu sözleri duyunca beşer aklının kifa
sevap olduğu gibi belki bunları bizzat yetsizliği ve bazı ehemmiyetli hakikatleri
pişirmenin de bu sevabı artıracağın ı dü kavramaktaki aczi eniştemizi merhamet
şünürdü. le karışık bir isyana sevkeder: " Lahavle
Zavallı halamsa asıl onun ortalığı kir vela kuvvete illa billah!.. Hay, şimdi üs
leten, evin alt katını mutfak kokusuna tüme fenalık gelecek, hanım! " diye bağı
bulaştıran, tatsız bir üzüntü ve dediko rırdı, "Aman Yarabbi! Senin hiç aklın,
du mevzuuyla komşuların diline düşen izanın kalmadı mı? Hiç yemek pişirmek
bu yemek pişirmek adetinden ıstırap kabahat olur mu? Sevaptır, berekettir,
duyardı. Bu yaşlı karı kocanın aralarını Allah eksik etmesin, fazla gelirse fakir
açan ve birçok kavgalarına sebep olan fukaraya dağıtırsın, hayır işlemiş olur
hep bu meseleydi. Kendi merakının, ge sun ! . . "
çen zamanlara rağmen, halamın kayıt Halam ona duyurmaya bile lüzum
sızlığını hala yenemediğine, aksine ola görmüyormuş gibi: " Pişir, pişir de yine
rak, onun bıkkınlığının arttığına şaşan ekşisin, yine dökülsü n ! . . " <liye söylenir
ve bunu bir türlü hazmedemeyen enişte di. Eniştemiz de onu duymamış gibi de
miz halama en evvel serzeniş eder: " Ha vam ederdi: " Hiç insan yiyeceği yemek
nım, zaten ben her ne yapsam sen be lerin lezzetli olması için elinden geleni
ğenmezsin ! " derdi. " Benim pişirdiğim esirger mi? Elbette ben de marifetimi
yemekleri alem beğeniyor, söylemekle göstereceğim!.." Ve o zaman halam her
bitiremiyor!" Halam da: " Yemek pişir zamanki saffetine bürünerek: "Ahçı pi
mek sanki iş mi?" derdi, " Beğenilecek şirsin <le ne olursa olsun!" der<li, " Her
bir iş yap <la beğenelim! Alemin ne dü kes gibi biz de Allah ne verdiyse, ahçı
şündüğünü ben bilirim! Sen nafile yere, ne pişirdiyse onu yer de şük rederiz! "
istediğini söyle! .. " O zaman eniştemiz Senelerden beri başlamış olan b u çatış
sarih bir haksızlık saydığı bu sözlere öf ma böylece hiç bitmeden devam ederdi.
kelenir: "Hanım, demek sen artık ağzı Bu kadar itina ile pişirilmiş bu yemek
nın tadını bilmiyorsun! Demek senin ler aynı zamanda o kadar bollukla yapıl
hiç bir zevkin kalmamış! Demek sana mış olurdu ki güya korkulan bir kıtlığa
yemek olsun da ne olursan olsun ! . . karşı gelmek ve lüzumunda bir kalabalı
Tuh, yazıklar olsun ! .. " diye köpürürdü. ğı doyurmak için hazırlanmışa benzerdi.
Halam, sesini, kanaatinin kuvvetiyle Bunlar mutfağa ve hariçteki tel kafesli
yükselterek: " Yemek pişirmek sana dolaplara sığmadığından hizmetçiler el
düşmez, adamakıllı erkeğe, senin gibi lerini sürmesinler ve sinekler üstlerine
bey olacaklara yakışmaz! " diye cevap üşüşmesinler diye, camları, perdeleri da-
1 59
M E Ş R U T i Y ET D Ö N E M i
ima inik, kapısı d a çok kere kilitli duran muştum ki böyle her tarafa serilen ye
ve bir nevi açık kiler haline girmiş olan mekler, güya deli eniştemizin ikide bir
bir misafir odasına yerleştirilmeye başla bahsettiği birtakım cinler, periler, Yecüc
nırdı. Tepsilere, tencerelere, sahanlara ve Meçüder yahut bizce meçhul birtakım
o zamanlar daha çok kullanılan büyük insanlar için hazırlanmış gibi, hepsi de,
orta ve küçük boyda kayık tabaklara için için sanki daha saati çalmamış bir
konmuş bütün bu yemekler: Börekler, ziyafet zamanını bekleyerek, esrarlı bir
dolmalar, zeytinyağlılar, tatlılar, helva hal alırlardı. Öyle ki bütün bu yemek ta
lar, sütlüler ve kompostolar evvela bir bakları şimdi hala hafızamda bilmem
masa hizmetini gören açılır kapanır bir hangi büyük ziyafetlerin daha gelmemiş
sehpa üstündeki kocaman bakır siniyi davetlilerini, kırk yıldır, bekliyor gibi
kaplar, sonra, mutfaktan, teldolaplar görünüyorlar!
dan, kilerlerden taşmakta devam ederek, Fakat, yazık değil mi ki, her şey gibi,
yavaş yavaş yerlerden yukarılara doğru yemekler de fanidir. Yenilmezse beniz
yükselir, odada, hatıra gelmez eşyalar leri solar, tatları kaçar, tabii kokularıy
üstünde yer alır, önce kapıya en yakın le değil, ekşi ekşi, fena fena kokarlar. İş
noktaları, sonra orta masanın üstünü te bu lüzumsuz yemekler de böyle solar,
donatır, sonra daha yükseklere çıkarak, güzel renkleri uçar, bazen üstleri pasla
yavaş yavaş kanapelerin, koltukların hi nır, adeta küf tutardı. Böyle bozulduk
zalarına yaklaşır ve odanın içinde bizim ları görülenler derhal dökülürdü. Oda
bulunmadığımız sıralarda ilerleyen garip nın bu hali halamın asabına dokunu
mahluklar gibi, esrarlı bir seyahate ko yordu. Kocasının yemek pişirmek mera
yularak, yer değiştire değiştire köşedeki kı kendisinde hazmedilememiş yemek
ayaklı ve abajurlu lambanın yuvarlak lerle bütün bu sahanların, tabakların
mermer pervazına tırmanırlardı. Bütün doldurduğu ve kokuttuğu, camları açıl
bu tabaklar böylece kendi istekleriyle mayan misafir odasının nahoş hatırala
öteye beriye konmuş ve odaya girdiğimiz rını uyandırırdı. Eniştemiz ısrar ettikçe
bir anda duraklamış da bulundukları halam tecrübeli bir itimatsızlıkla bunla
yerlerde demirlemiş gibi, güya biz karşı rı hatırlamaya bile tahammül edemez
larında bulunduğumuz için kıpırdama ve hayalinde canlanan bu manzarayı
yan ve sanki oralı görülmek istemeyen görmemek için, onu eliyle iter gibi, ko
bir hal takınırlardı. Mesela kayık bir ta lunu uzatarak gözlerini yumardı. Artık
bakta, üstü beyaz kaymaklı bir güvez ay sabrı tükenmiş ve tahammül kabi liyeti
va kompostosu yahut menekşe gibi mor kalmamıştı.
bir vişne ekmeği tabağı yalnızca başını Ancak, garip değil mi ki, eniştemizin
almış da en önde, buraya, aynalı konso yemek pişirmek merakını senenin üç yüz
lun mermerine çıkmış ve ancak bizi gö altmış gününde bu kadar acı acı çekişti
rünce seyahatinde muvakkat olarak dur ren halam, beş altı gününde de, bütün bu
muş bir kayığı, bir yelkenliyi andırırdı. sözleriyle tezata düşerek, onu taklide,
Öyle ki bunları gördükçe yemek değil, ona nazire yapmaya kalkışmışa benzer
belki gülmek hatıra gelirdi. di. Bugünler, köşk içinde büyük birer
Yine, bunu da kaç defa sezer gibi ol- ehemmiyeti olan meşhur reçel kaynatma
160
A B DOL HAk Ş I N A S I H i S A R
günleriydi. Her sene yazın, meyveler bol Fakat, onlar yemezlerse, oturur, kemali
landıktan sonra, hiç olmazsa vişne, çilek, afiyetle siz kendiniz yerdiniz! Bu da mü
ayva, kayısı, frenk üzümü ve bir de gül him bir kardı. Eniştemiz bu fikrini pek
reçeli olsun, mutlaka kaynatılırdı. Bun beğenir; "Ahçı dükkanının-malını, eğer
lar okkalarla alınır, temizlenir, ayıklanır, satılmazsa, kendim çimlenirim ama, di
hazırlanır; büyük tencerelerde şeker eri ğer dükkanların atılmayan mallarını ben
tilir; meyveler bu şuruba atılır ve tekrar sanki ne yapayım?" diye gevrek gevrek
uzun uzun kaynatılır; üstleri köpürdük gülerek kendi kendine hak verirdi. Fakat
çe, yassı bir kepçeyle, bu köpükler alınıp garip değil mi ki boğazına bu kadar düş
çıkarılır; reçelin kaynaya kaynaya kıva kün olan bu adam, tam şarklı olduğu ve
mına geldiği anlaşılmak için güvez pem bizim göreneklerimizde lokantalara git
be, kırmızı veya sarı sathına hafif hafif mek pek adet olmadığı için, evinde ye
üflenerek renkli bir billur gibi mücella mek zamanlarında o kadar keyifli iken,
bu sathın üstünde hasıl olan buruşuklu zaten nadir olarak gittiği; lokantaları
klara, kabarcıklara, habbeciklere bakılır; hep yadırgar ve buralarda çok kere yü
kaynayan bu şuruba, bizim hayretli ba zünü ekşitirdi. Zira daima evinde yalnız
kışlarımız karşısında limon sıkılarak kes kendi sofrasıyle meşgul olanlar tarafın
tirilir; tekrar bir iki taşım kaynatılır ve dan hizmet görmeye alışmış olduğundan
nihayet, reçel kıvamına gelince, tencere bir lokantanın umuma bakan yavaş ve
ler indirilir, soğuyunca da büyük cam sıra bekleten usullerine ve birkaç masaya
kavanozlara ve daha ufarak billur kase birden bakan garsonların hesaplı hiz
lere aktarılırdı. Halam, hiç bir şeye elini metlerine bir türlü alışamıyordu.
sürmeden, bütün bunlara o kadar itina Böyle yerlerde şaşırır, biraz bekler
ile nezaret ve kumanda ederdi ki, zihni beklemez acıkmış ve aç kalmış bir hal
karışmasın diye, bu sıralarda bizim bile alır, keyfi kaçar ve yanındakilerin, yani
yanında bulunmamızı, dolaşmamızı ve bizim de zevkimizi kaçırırdı. Öyle yersiz
bu işle meşgul ettiklerinden başka kimse bir telaşa düşerdi ki yüzüne kendisine
nin kendisine bir söz bile söylemesini is bakılmak istenilmeyen bir zavallı düşkü
temezdi. Eniştemiz de, reçel kaynadığı nün hüznü çöker, gözleri onun perişan
müddetçe, onun bu ciddiyetini takdir ve bakışlarına dönerdi. Yapılacak tek şey
bu titizliğine riayet ederdi. kendi masasına bakan garsonu bilerek
Eniştemizin, beğendiği için tekrar et hep ona hitap etmek ve getireceklerini
mesini pek sevdiği bir fikri daha vardı: biraz sabırla beklemekten ibaretken o
insan eğer hiç bir iş göremez de çaresiz kendi masasına bakanı diğerlerine hiz
kalırsa, başka bir şey aramaya hacet met edenlerden ayırt etmek lüzumunu
yoktu, her teşebbüse tercihan bir lokan kabul etmeyerek, etrafından geçtiğini
ta açmalıydı. Zira bunun faydası şuydu gördüğü herhangisini kendisine hizmetle
ki işlerde ticaretiniz yolunda gitmezse aç mükellef ve ne beklediğinden de haber
kalırdınız. Halbuki bu işte, ticaret olma dar sayar ve garsonlar başkalarına bak
sa bile, hiç olmazsa bu arada insanın mak için yanından geçtikçe, kendisinin
karnı doyardı. Yemekleri, eğer müşteri ihmal olunduğuna kanaat getirirdi. itika
ler yerlerse ne ala, para kazanırdınız .. dınca onların hepsi kendi sofrasıyle meş-
161
M E Ş R U T i Y ET DONEMi
1 62
O S M A N CE M A L K A Y G I L I
Sanatı
Bürokrasinin asker kanadından geldiği halde, çağdaşı yazarların çoğu
mın aksine, " ittihat ve Terakki Fırkası"nın denetimi altına aldığı düşün ve
sanat çevrelerine girmeyen Osman Cemal, öykülerinde Hüseyin Rahmi ve
Refik Halit'in (özellikle Memleket Hikayeleri, 1 9 1 9) uygulamaya çalıştık-
163
M E$RUTIYlT DONEMi
1 64
ÜSMAN CEMAL KAYG I L I
- Hay kokasınız karanfil gibi. Anlaşılan sizin karanfil gibi birer es
mer sevgiliniz var. Allah arttırsın muhabbetinizi; i l le velakin açayım
size birer fal da okuyayım kalbciklerinizi...
( Ç i n g e n e l e r , 3 . bas., sf. 13, 1 972)
Okuduğumuz bu kısa parçada bile Çingeneler de -özgünlüğü bir yana
Türk romanının gelişme evrimi içinde, yol açıcı nitelikleri kazandıran öğe
leri görmek mümkündür. Osman Cemal'in öyküleme geleneğine bağlı ku
ruluştan uzaklaşarak konuşmalarla i nsanı kendi özellikleri içinde yansıtma
gücü açıktır. Sait Faik, onun bu gücünü, şöyle ifade etmiştir:
"Osman Cemal'in Çingeneleri muhakkak bir şaheserdir.. Osman Ce
mal'in bu kitabı için röponaj kokuyor demişlerdi. Kokladım, mis gibi şa
heser, bir hakiki roman, davantür, avantür romanı kokuyor. Fazla ola
rak bir de örf ve adet romanı."
1 65
O SMAN
C EMAL
KAY G I L l ' DAN
ÖRNEKLER
kamını daha tiz perdeden terennüm na bir arkadaş daha almışlardı. Bu, yü
ediyorlar ve cayır, cayır satıyorlardı ... zü gözü boyalı, başında uzun külah,
elinde zilli maşa, onsekiz yaşlarında bir
Eve gidince Köse, karısına " yahu" de
soytarı idi. Ötekiler bağırırken, o, i ki
di, "sabahleyin şu bizim çamaşırsepet
tarafa sallanıyor ve elindeki maşa ile
leri ile iki tane peştemal hazırla! "
tempo tutuyordu. Bittabi Köse'nin de
- Ne yapacaksın?
buna canı sıkıldı. Evvela hiddetle atılıp
- Balıkçılığa başlayacağım ...
soytarının başındaki külahı yırtmak,
Ertesi günü, mahalle kahvesine uğra
elindeki maşayı alıp, kafasını, gözünü
dı, işsiz güruhundan Fasafiso Remzi'ye:
yarmak istedi. Sonra bundan caydı. Fa
- Kalk ulan, dedi, burada miskin,
safiso'nun kulağına eğilip:
miskin oturma; gel benimle beraber,
- Sana bu akşam yirmibeş kuruş faz-
166
O S M A N C E M A L K A Y G l l. I
la vereceğim, nasıl, yapabilir misin? günde i ki, üçyüz okkaya kadar yüksel
Nalburdan hiraz hoya alalım, sen de di, yahudilerinki ise heş okkaya düştü.
yüzünü hoya, şu kese kağıtlarının biri Bir gün balıkçı yahudiler toplandılar,
ni de kafana geçir. istersen hir de dar hu hususta aralarında uzun müzakere
buka bulalım! .. lerden sonra Köse'nin karşısına dört
- Deli misin sen, lsmail Ağa, kim de kişilik hir ince saz getirip oturttular.
miş heni sana apukurya maskarası di Lakin o da fos çıktı, çünkü Köse derhal
ye? .. Öyle yapacağımıza, yarım lirayı takıma hir de davul ilave edince, yahu
gözden çıkar, Lom:a'dan kıtıpiyoz hir dilerin sazı sivrisinek vazıltısı gihi kal
zurna ile çifte nara tutalım, yanımıza dı. Artık hu sonuncu muvafakkiyet
oturtalım, o vakit yahudiler tası tarağı üzerine Köse'nin koltukları hüshütün
toplayınca kaçarlar. kah ardı.
Fasafiso'nun hu teklifini lsmail Ağa, Şimdi hu iş yalnız yahudilerin değil,
çok beğendi: orada Nevşehirli hakkal Sava'nın da
- Aklınla hin yaşa ulan, haydi fırla, canını sıkıyordu. Zira gürültü ikindide
çahuk narayı al, gel! haşlıyor, yatsıya kadar sürüyordu. Ev
Bir çeyrek sonra, yahudiler, galibi vela Sava'nın dükkanının önü kapanı
yetlerinden emin ve memnun hir tarzda yor. saniyen hu gürültü patırtı ile kafa
ahenklerine devam ederlerken, hirden sı şişiyor, heş yazacak yerde onheş ya
hire zurna sesini duyunca apıştılar, kal zıyor, elli vereceği yerde yüz veriyordu.
dılar. Şimdi işin garihi, yahudilerin Salisen kendi tezgahını süsleyen laker
soytarısı da şaşırarak elindeki zilli ma da, turşu halığı gihi hazı çeşitler üç heş
şayı zurnaya uydurdu, o da bilmeyerek gündür hiç satılmıyor, herkes hunları
Köse'nin tarafına yardakçıl ığa haşladı. Köse'den alıyordu. Sava yahudilerle it
Bunun için kır bıyıklı, şişman yahudi, tifak edip Köse'nin aleyhine hir tuzak
hirkaç defa soytarının kulağından tuta kurmak istiyor. Lakin netice cılk çıkar
rak ikaz mecburiyetinde hile kaldı. Fa sa yahudilerin kendini yalnız hırakaca
kat para etmedi. Köse'nin uzaktan gös ğından korkuyordu. Nihayet hir ak
terdiği ufak hir işaret üzerine soytarı, şam, Sava için iyi hir fırsat zuhur etti.
ustalarına müstehcen hir küfür savura Köse'nin mahallesinde oturan yaşlıca
rak geldi, o da heriki tarafa iltihak etti. ve hoşhoğaz hir kadın mum almak için
Köse sordu: dükkanına girdi ve sordu:
- Sen ne millettensin ? - Bu ne kepazelik ayol, ne var, düğün
- Baham rum, annem ermeni! . . mü var hurada?
- Öyle ise heynelmilel sayıl ırsın . . Sava, derhal işin kurnazlığına kaçtı:
Otur bizimle çalış! Ben daha fazla para - Düğün var, hanım düğün .. Köse Is
vereceğim .. mail evleniyor.
iki, üç gün içinde hu zurnalı dümbe - Deme ayol. Kimi alıyor?
lekli, palyaçolu balıkçılar hürün dvar - Kart hir yahudi karısını sevmiş 3fı-
da duyuldu; her akşam yüzlerce kadın, yor.
erkek, çoluk, çocuk hunları seyire gel - Evdeki karısının haheri var mı?
meye haşladı. Ve artık Köse'nin satışı - Kimhilir, helkim de yok.
167
M E Ş R UTiYET D O N E M i
1 68
ÜSMAN C E MAL KAYCILI
1 69
ME�KUTIYET DONEMi
kaşıkla salatayı adeta pilav yer gibi tıkı Tabii başta kendisi ve karısı olmak
nıyordu. Böğürtlen şerbeti de pek güzel üzere hep birden kahkahaları salıver
yapılmıştı. dik. T arn kalkma zamanımız gelmişti
Yemekten sonra bu küçük obanın ha ki az çiçek bozuğu kız, elinde yepyeni,
tırı sayılır erkek ve kadınları bizim çadı tertemiz, sakız gibi bembeyaz, hiç kul
rın çevresini kuşattılar, üstüste birer sa lanılmamış ince, uzun bir çilek sepeti
de, birer şekerli kahve içildi. Şuradan ile çadıra girdi. Sepetin üstü koca koca
buradan tekrar biraz hoşbeş daha yapıl incir yaprakları ile tepeleme, sipsivri
dı. Çeribaşı, bu çingene kelimesinin vak sarılmış ve sonra yaprakların üstü de
tiyle nasılsa kendilerine takılmış olduğu sazlarla bağlanmıştı. Onu bir kenara
nu ve çingenenin manası, arsız, yüzsüz bıraktıktan sonra kızcağız, bana yer
dernek olduğunu, o ise ki kendini bilen den bir temenna edip çadırın kapısına
insanın hiç bir zaman arsızlık, yüzsüz dikildi.
lük yapmayacağını uzun uzun anlattı. Derhal kavramıştım. Bunlar bana bir
Biraz eski, geçirdiği hoş alemlerden, sepette bir şey ikram ediyorlar ve buna
gençlik maceralarından açtı; biraz orada karşılık benden bir bahşiş bekliyorlardı.
bizi dinleyen karısını çekiştirdi. Kalkarken Etem, sepeti Akman ağa
- Bu cenabet -dedi-, her gün münase ya tutuşturdu:
betsiz birtakım vırvırlarla beni büle ko - Bunu -dedi-, arabaya yerleştir, be
calttı, yoğise (yoksa) ben kolay kolay yağarnıza çingene hediyesidir bunca
-pos ve kırçıl bıyıklarını göstererek-: ğız . . . Çeribaşı ile el ele verip sıkı sıkıya
büyle çabucanak çomarlar mı idim . . . tokalaştık.
1 70
F . C E LA L ETT İ N
171
MEŞRUTiYET DONEMi
1 73
M E Ş RUTiYET DONEMi
- N e hu yurdunuz? A llah gani gani Duaya herkes iştirak etti. Çatallar ta
rahmet eylesin .. Vah .. Vah .. Sehehi ve baklarda çıngırdadı; sonra onhir ağızın
fatı efendim? bir anda başlayan şapırtısı işitildi.
- Kendilerinde illeti safra vardı, eh ... Redingotlu zat:
Arkasında dört tane nur topu gihi yetim - Ey, kemençeci hey, kuzum şöyle
bıraktı, göçtü, gitti ... ufaktan bir taksim .. Ne olursa olsun,
- Fesuhhanallah, ne ise efendim, kade hicaz, uşşak. . .
re rızadan başka çare? Öteki nazlandı:
Yanındaki sakallı Efendi ile bir şeyler - Efendim, kemani beyefendi gelme
konuşup gülen kıranta birisi: den pek muvafık olmasa gerek ... Ma
- Ahmetçiğim, haniya kemanimiz gel mafih zatı aliniz emrederse ...
medi? - Kuzum, Tevfikçiğim üzme.
Ev sahibi Ahmet bey: Yay kirişlerde evvela cızırdadı, seri bir
- Vallahi söz verdi, malüm . ya, Ihsan rast taksiminin ilk hanesi baygın, vakur
epeyce nazlılardandır. bir nağme ile hiterken, Şam hırkalı kı
Beyaz entarisinin üzerine altın kordo ranta efendi:
nunu takmış şişman hir zat: -Ooh! Elin dert görmesin.. Nur ol ev
- Ne? .. Vallah çapkını ininden çıkarır, ladım, diyordu.
kaspanek getiririm, öyle kepazelik ol Başka birisi:
maz. - Rast perdesinden hicaz, doğrusu A l
Köşeden hirisi: "Ahmet Beyim atalım lah için güzel oldu ... diye, takdir etti.
değil mi?" dedi. Kadehler yeniden doldu, tahaklar tek
Herkes hirhirine: rar boşaldı, ev sahihi aceleyle dışarı çı
- Buyrun efendim, diyordu. kıyor, şangırdayan tepsileriyle dönüyor,
Ev sahibinin bacanağı: bacanağı masaya yerleştirirken udunu
- Efendim, kadehler yetişir, Mustafa akorda çalışan Ihsan Bey:
Bey, Zekai Bey, N uriciğim, Zeki, Beh - Asımcığım, sende de miçoluk eski
zat Beyefend i canım hele ... den varmış a ikigözüm, diye takılıyor
Kenarda mahcubane susan bir Beye: du.
- Eh birader, damatsın diye süt dök - iltifat buyurdunuz beyim, canım
müş kedi gibi susacak değisin ya .. Hay haydi sen udunu çal.. şöyle yürekten bir
di doldur dinini seversen. taksim .. Kanununu kucağına alan Ziya
Avukat olduğu tavrından helli olan, Bey, lambada defini ısıtan arkadaşına:
gözlüklü hir Bey: - Ne yapacağız, hen hicazdan haşlaya
- Efendim yeni ailenin sıhhat ve sa lım diyorum.
adetine, diyerek kadehini hoşalttı. ( K ı n a G e c e s i , 1 927)
1 74
SELA H AT T İ N E N İS
S anatı
Selahattin Enis'in çoğunluğu dergi ve gazetelerde kalan öykülerindeki
belirgin özellikler şöyle saptanabilir:
1 ) Konular, genellikle lstanbul'un kenar mahallelerinde yaşayan kişile
rin etrafında kurulur.
2) Özellikle çevre anlatımında yazarın gözlem yeteneğini gösteren par
çalar bulunmasına karşılık, kişilerin çiziminde başarılı olduğu söylenemez.
"Kendisi Karamanlı idi". "O mahallenin yegane bakkalıydı", " Kendisine
imamın Fatma Hanım diyorlardı" biçiminde tanıtmalarla yetinir.
1 75
M EŞRUTiYET DONEMi
1 76
SEL A HA T T I N
EN I S ' T EN
ÖRNEK
1 77
M E ŞRUTiYET D Ö N E M i
nün vahşi sükutu ise b u dar mahzene Ölünün burnu, kemiğe kadar kemi
ağır bir ölüm havası vermekte idi. Deni rilmiş ve altında etin kırmızı rengi iri bir
lebilirdi ki bu ölü mahzeninde burnum yara gibi çıkmıştı. ikinci fare tarafından
dan başka teneffüs eden bir uzuv ve kal kemirilen dudakların arasından ise ce
bimden başka çarpan hiçbir şey yoktu. nazenin bir sıra muntazam dişleri, yenen
Muhitim haşyetengizdi. dudakların kırmızı rengi içinde feci bir
Fareleri daha fazla izaç etmemek için meraretle sırıtmakta idi.
bölmeyi terkettim ve gömleğimi kapıya Daha iri üçüncü bir fare, delikten
gererek arkasında siper aldım. Onlar, çıkıp iki evvelki farenin yanına geldiği
sağ tarafta kirli suların aktığı delikten zaman cenazenin çehresi üzerinde şedit
çıkacaklardı. bir musaraa başladı; üç fare, ölünün
Yarım saat inat ve ısrarla bekledim, açılan çene kemikleri arasından diline
durdum, bir müddet sonra deliğin altın hücum etmek için pek çok müşkülat
da ince bir ses duyuldu ... Kalbim, birden çekiyorlardı.
hafifçe çarptı ve gözlerim dikkat ve he· Fakat üçüncü fare, şiddetle hareket et
yecanla açıldı. Sonra delik şişer ve kaba· ti. Ve bir kolayını bularak birden, cenaze
rır gibi oldu. Müteakiben sivri burunlu nin açık ağzı içine daldı ve sivri kuyruğu
bir baş yavaşça uzandı, uzun burnunun nun keskin darbeleriyle kendisini iz'aç
etrafındaki adelatını sık sık oynatarak eden iki evvelki fareyi kamçılayarak lok
şamesi ile etrafı tecessüs etti. Daha son masını yemeye çalıştı. Bir dakika kadar
ra emin ve müsterih, delikten çıktı. iki evvelki fare, lokmalarını kaçırmış ol
Bu, hemen küçük bir kedi cesametin manın verdiği şaşkınlıkla burunlarını ha
de, hatveleri bati, boz renkli garip bir vaya kaldırdılar ve hir şey düşündüler.
mahllıktu. Gözleri keskin ziyalı, siyah, Sonra şiddetle üçüncü farenin arka ayak
yuvarlak bir boncuğa benziyordu. Hızlı larına dişlerini geçirdiler.
adımlarla yerdeki cesede doğru yürüdü. Bu hareketi keskin ve muharriş bir
Evvela etrafında döndü. Cenazenin ba ses takip etti, büyük fare, seri ve şedit bir
caklarını, karnını kokladı. ilk fareyi ikin hareketle gerisin geriye ölünün ağzından
cisi takip etti. Yan yana geldiler; sanki baş çıktı ve kıçı üstü ölünün dişlerine otura
başa hir şey müşavere ediyormuş gibi bu rak sar'alı ve vahşi dik dik rakiplerine
run buruna sokuldular. Hareketleri göste baktı, öyle ki bu bakışıyla her ikisine de
riyordu ki cesaret edemiyordular; ölmüş meydan okuyordu. Suratı kanla kızar
müydü şüphesi içinde idiler. Beraberce de mıştı. Burnunun üstünde talaş zerreleri
liğe kadar avdet ettiler; fakat sonra nadim kadar küçücük et parçaları duruyordu.
ve her şeye azmetmiş bir hareket-i kat'iye Gözlerinde parlak siyah bir kömür parıl
ile tekrar cesede yaklaştılar. Bir sıçrayışta tısı vardı.
boynuna çıktılar. Cenazenin açık ağzını Bu vahşi levhayı daha fazla görmek
tekrar uzun uzun tecessüs ettiler, uzun istemedim; gömleğimi iterek içeriye gir
uzun kokladılar. Tamamıyle emin olduk dim, o vakit cesedin etrafında bir here-Ü
tan sonra birisi ölünün dudaklarını, diğe merç oldu. Evvela üç çift simsiyah göz,
ri burnunu kemirmeye başladı. Hareket dik, mağrur, küstah yüzüme dikildiler ve
lerinden anlaşılıyordu ki çok acıkmışlar sonra muğber ve münfail çıktıkları deliğe
dı. Sivri çene kemiklerinde şiddetli bir ha atıldılar.
reket ve faaliyet vardı. Bir müddet sonra ( Şebap, 5 Ş uhat 1 3 3 7 ; Tahir Alangu,
durdular, sık sık sivri burunlarını buruş Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve R o
turdular. m a n , 1 96 8 )
1 78
M AH M U T Y ESA R İ
1 79
M l$RUTIYlT DONEMi
ishak Efendi, yarı hayret, yarı hiddetle elindeki cilalı tahtayı kağıt-
ların üzerine attı:
- Ne gündeliği? Hak etsin de sonra ...
- Bu çocuk hiç çalışmadı mı?
- Bir iki saat çalıştı, çalışmadı ...
Murat omuzlarını silkti:
- Aşkolsun be insafına arkadaş... Sabahleyin evden almışsın, gece
ler oldu. Nenin iki saati bu?
Uzun çözümlemelere gitmeden kişilerin iç dünyalarını konunun gereği
ölçüsünde vermeye özen gösterir Mahmut Yesari. insanı, çevre koşulları
içinde yansıtırken yukarda okuduğumuz parçada geçen "cilalı tahta" gibi
eşya ilişkilerini göz önünde tutar, insanı eşyadan soyutlamaz. Uzunca be
timlemelerden korkmadan başarılı çevre çizimleri yapar:
Lokantaya girdiler. Burası kirli çıplak duvarlı, büyük bir oda idi. Dö
şeme tahtaları yağ lekeleriyle yer yer parlıyordu. iki yanlara, Üzerleri
çinko kaplı uzun müstakil masalar, bu masaların kenarlarına da alçak,
tahta sıralar konmuştu. Pencere tarafındaki köşede, üstünde yuvarlak
bir yoğurt tenekesi, içlerinde fasulye piyazı, ciğer tavası konulmuş bü
yük kayık tabaklar, hazırlop yumurta, ekmek, peynir, limon, şıra şişe
si duran, çaprazlama yüksek bir tezgah vardı.
Geçimini sağlama zorunluğu ile çok yazan Mahmut Yesari, "Yazı maki
nesi" durumuna getirildiği evrelerde ilk çıkışındaki başarıyı sürdürememiştir.
180
MAHM U T
YESAR l ' DEN
ÖR N EK
181
M E Ş R U T i Y ET l> ö N E M I
Pencereye yakın yatakta yatan bir has ye lüzum görmedi. Elini geri çekti; Ma
ta, gözlerini dışardan ayırmıyordu. dd'in kolu yatağa düşüverdi ..
Sıcak bir odada, temiz çarşaflar içinde Pencereden kar tipisine korka korka
yatarken dışarda yağan karın, yağmu bakarken birdenbire gözleri parlayan,
run, savrulan tipinin ezasını çekmek, dudakları bir tebessümle ışıklanan has
acaba mazideki hangi unutulmaz yarala ta, yanındaki karyolada yatan koğuş ar
rın dikenli zehirli acıların yadigarı idi? .. kadaşına f ısıl<ladı:
Pencereden bakan hastanın gözbebek - Tipi dindi!
lerinde korku ürpermeleri, dudakların Sertabip Rüştü bey, dudaklarında mü
da korku uçuklamaları vardı. Ben, o da tevekkil bir gülüşle bana bakıyordu.
kikada, Macid'i unutmuş gibi idim .. Macid'in karyolasına yaklaştım; eğil
Hastanın birden gözleri parladı; dudak dim baktım. Asil çizgili zayıf yüzü yor
ları bir tebessümle ışıklanır gibi oldu. gun, fakat rahattı. Yüzünde; uzun, sü
Sertabip bey Macid'in yatağına yak rekli fırtınalardan kayalara çarpmış, par
laşmıştı. Nöbetçi doktorun verdiği iza çalanmış bir tekne haraplığı vardı. Bitap;
hatı dinledikten sonra Madd'in bileğini yorgun, fakat rahattı.
tuttu; fakat nabzını uzun uzun dinleme- Evet, artık tipi dinmişti ...
1 82
� D Ö NE M İ N Ö TEK İ 1 �
RO M A N C I LA R I
1 83
M EŞ R U T i Y E T D ö N E M I
1 84
D O N E M i N Ô T E IC I R O M A N C I LA R I
185
TİYATRO
/
ı· U L U SA L T İ Y A T R O
Y O L U N D A A D I M LA R
1
il. Meşrutiyet daha ilk yıllarında, halkta özgürlüğü hayata geçirme bilin
ci yaratmıştı. Her kesim kendi alanında birleşerek sendika, ocak, kulüp, si
yasal parti gibi düşün birliği ile sağlanabilecek kuruluşlar meydana getiriyor,
bir arada yaşamanın olanaklarından yararlanmaya çalışıyordu. Varlığının
ortaya çıkması bir araya gelen insanların toplu çalışma bilincine bağlı olan
tiyatro, yapıt, oyuncu, sahne gibi gerekleri kazandıktan sonraki aşamada da
kalabalığa muhtaç bir sanattı. Bu nedenle il. Abdülhamid'in tahttan uzak
laştırılması ile İttihat ve Terakki'nin sıkıyönetime başvurması arasındaki ev
rede saltçı dönemle kıyaslanamayacak ölçüde hızlı gelişme gösterdi. Tiyatro
da, küçük burjuvazinin, tarihin o aşamasındaki ileri tavrına uygun bir düze
ye kaymak zorunluğunu duyuyordu. Bu bölümü hazırlarken yapıtlarından
yararlandığımız Metin And'ın belirttiği gibi, bu da öteki sanat kollarıyla iş
birliğine götürdü tiyatroyu. Sahnelerde Mithat Paşa'nın savunması, 111. Se
lim'in konuşmalarının yanı sıra, Tevfik Fikret'in şiirlerinin okunması, döne
min siyasal sorunları üzerine konferanslar verilmesi gibi yenilikler görüldü.
Dönemin şiir, öykü, roman türlerinde iin yapmış sanatçıları tiyatronun
yapısına özgü iç ve dış sorunların önemini pek de göz önüne almadan bü
yük bir coşkuyla oyun yazmaya yöneldiler.
"Edebiyat-ı Cedide"ciler (Hüseyin Suat Yalçın, Mehmet Rauf, Halit Zi
ya, Cenab Şehabettin, Faik Ali); "Fecr-i Ati Topluluğu"nda meydana çıkan
il. Meşrutiyet'in ilk edebiyatçı kuşağı (Yakup Kadri, Şehabettin Süleyman,
Tahsin Nahit, Müfit Ratip, Refik Halit); " Milli Edebiyat" akımına bağlı
olan sanatçılar (Ömer Seyfettin, Aka Gündüz, Reşat Nuri, Halit Fahri, Yu
suf Ziya); Mithat Cemal (Kuntay), Hüseyin Rahmi (Gürpınar) gibi akımla
rın dışında kalanlar yapıtlarını seyirci karşısına çıkarma olanağı buldu.
1 89
M E Ş R U T i Y ET I H l N E M I
l. Yahya Kemal, hu oyunu "Türkçede yazılan mensur dramların temaşa itihariyle en mü·
kemmcli olarak" anar ve Topkapı Sarayı'nda oynanmasını önerir. (Peyam-ı F.deM, 1 7 N i
san 1 9 1 4; Edebiyata Dôir, sf. 223, 1 97 1 ).
1 90
U L U S A L Ti Y ATRO Y O L U N D A A D I M LA R
191
M E � K U T I Y ET D ö N E M I
n a da eğilim duyan sanatçıların yanı sıra oyun yazan kişilikler arasında Ce
lal Esat (Arseven), Salah Cimcoz, lbnürrefik Ahmet Nuri, Musahipzade Ce
lal'in önemli yerleri vardır. Celal Esat ile Salah Cimcoz'un birlikte yazdıkları
ili. Selim'in yaşamını konu alan oyun "Osmanlı Dram Kumpanyası" tarafın
dan sahnelenmiştir ( 1 9 10).
Dönemin başarılı oyun yazarlarından biri de lbnürrefik Ahmet Nuri
(Sekizinci)'dir.
1 92
U L US A L T i YATRO Y O L UN D A A D I M LA R
1 93
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
3 . Halide Salih (Halide Edib-Adıvar) Resimli Kitap, 7 ( 1 909). Anan: Dr. Niyazi Akı; Ya
kup Kadri Karaosmanoglu, sf. 74 ( 1 960)_
1 94
U L U S A L Ti YATRO Y O LU N D A A D I M L A M
4. Zaman gazetesi, sayı 1 12 (27 Temmuz 1 9 1 8); R. Nuri Güntekin'in Tiyatro ile ilgili Ma
kaleleri, haz: Kemal Yavuz ( 1 976 ).
195
M U SA H l P Z A D E
C ELAL' DEN
ÖRN E K
196
U L U S A L T i Y ATRO Y O L U N D A A D I M LA R
Meclis X I V. Meclis X V.
EVVELK i LER-FER A SET-FiDAN EVVELKİLER ŞADAN HAN-
FİDAN - (Agalara çubuk verir). DAN - RAKSAN (Üç etek entari giy
FERA SET - (Başörtüsile, elinde kah- mişlerdir) - FiDAN - CAR iYELER
ve tepsisile gelir). KIZLAR - (Girerler, agaların etekle
FiDAN - (Kahveleri dagıtır. Fera rini öperler).
set'in elinden tepsiyi alır, kapı önünde A FET - İşte bunlar ağalar.
durur, kırıtır). MENTEŞ - Hangisini gözün kesti,
FERA SET (Tekrar soldan gider).
- çabuk söyle.
1 97
M E Ş R UT i Y ET D ö N E M I
198
U L U S A L T i Y A T R O Y O L U N D A A D I M LA R
edersen azat eder, kendime n i kahlarım. A FET - (El vurur) Haydi kızlar, çalın
HANDAN - (Ferhat'ın etegini öper). oynayın. (Müzik başlar. Handan'dan
A FET - (Feraset'e) Peştahtayı ağaya başka cariyeler oynarlar. Fidan da oyu
götür. (Handan'a) Haydi git, yaşmak na iştirak eder).
lan.
(Handan soldan gider). Müzik:
FERA SET -(iskemlenin altındaki Seyredin ey ağalar,
peştahtayı Ferhat Aga'nın önüne geti Çal çal Raksan kemanı,
rir). Bülbü l sesi Şadan'ın,
FERHAT - (Kesesini çıkarır, tahtaya Çal çal Raksan kemanı,
döker, ruhiye/eri sayar). Çalıyor çalparalar.
FERA SET (Parayı sayar).
- Şimdi raksın zamanı.
MENTEŞ (Kendi kendine) Atlat
- Emsali yok Handan 'ın,
tım. (Aşikare) Uğurlu kademli olsun, Şimdi raksın zamanı.
hayırını gör.
FERHAT - Eyvallah (ruhiye/eri sa (Kahkahalarla müzik devam eder
yar). ken, Ferhat, Menteş, Handan giderler).
HANDAN - ( Yaşmaklı, feraceli sol Perde iner.
dan gelir, divan durur). ( I stanbul Efendisi, 1 9 3 6)
1 99
1 B NÜRRE F 1 K
AHME T
N U R l ' DEN
ÖRNEK
200
U L U S A L Ti YATRO Y O L U N D A A D I M LAR
201
Y US U F
Z I YA
O R T A Ç ' T AN
ÖRNEK
202
U L U S A L Ti YATRO Y O L U N D A A D I M LA R
HAMZA - Aşkıma mezarım olamaz HAMZA - işte ... Şüphe yok sensin,
hail!. Gene tıpkı öyle gürlüyor sesin!
Çekinmem yardımcın olsa azrail! (Artık Efe Ahmet zaptolunmaz bir
(Ahmet, Hamza'nın evvelce kendisine hale gelmiştir. Birden, yeniçerilerin
vermiş oldugu hançeri çeker. A rkadaş elinden kurtulur ve hançeri Hamza'nın
ları tutmak isterler). koluna saplar).
AHMET - Bırak beni... AHMET - Kanını bir tas su gibi içe
iKiNCi YENiÇERi - Sok şu hançeri rım.
kına! (Hamza sendeleyerek peykeye oturur.
HAMZA - (Kendi hançerini Efenin Yeniçeriler etrafına üşüşürler). HAM
elinde görünce tanır. Nadim bir sesle ZA - Bana düşman olmuş benim hançe
haykırır) - Nasıl, o sen misin Allah aş rım.
kına? (Ahmet, birdenbire titrer. Yaptıgı fe
BiRiNCi YENiÇERi - Yapma Efe... na hatayı anlar gibi olur).
203
HAL i T
F A H R l ' DE N
Ö R N EK
204
U L U S A L T i Y ATRO Y O L U N U A A U I M LA R
205
RE Ş A T N U R i
( G Ü NT EK I N ) ' DEN
ÖRNEK
206
U L U S A L T i YATRO Y O L U N D A A D I M LA R
207
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
ayak, gözlerin bağlı değirmen çevir bir hayvanın sevki tabiisile kendimi
mek .. Sade bunlar ben ruhta bir kadı m üdafaa ettim (Düşünceli, gözleri
nı öldürmeğe yeterdi. Halbuki siz da dalgın) Artık hepsini biliyorsun.
ha ileriye gittiniz. Çocuğum olmazsa SALA H AIT1N (Şakaklarını par
-
beni sokağa atmakla yahut üstüme or maklarının arasında sıkarak) Lakırdı . .
tak getirmekle itham ettiniz. Son bir Lakırdı... Lakırdı.. Ben zava l lı ser
ümit ile ayaklarına kapandım. Bana sem .. Zava llı budala ...
elini uzatmadın. Salahattin, ben sen
den ümit beklerken sen başka macera (Reşat Nuri Güntekin, 83-85, Bas.
lara hazırlanıyordun.. O vakit işte Haz. Muzaffer Uyguner, 1 967)
kendimi kaybettim. Yuvası yıkılmış
208
DENEME, ELEŞTİRİ,
EDEBİYAT TARİHİ
: • 1
� ! YEN i LEŞM E AŞAMASI NDA !
2ll
M E$ 11 UT I Y ET D O N E M i
212
YENi LEŞME A ŞAMASINDA
213
M E $ R U T I Y ET D O N E M i
1 9 1 4- 1 5 ) hazırladı.
Divan şairleri üzerinde yoğunlaştırdığı ilk çalışmalarıyla tanınan lbn-ül
Emin Mahmut Kemal (inal, 1 870-24 Mayıs 1 957) lstanbul'da doğmuş,
özel öğrenim görerek yetişmişti. "Tercüman-ı Hakikat'', "Asır", yönetimi
ne katıldığı " Resimli Gazete", " Mütalea" dergi ve gazetelerinde yazdı. Di
van-ı Hümayun Büyükelçiliği, Türk-lslam Eserleri Müzesi Müdürlüğü gö
revlerinde bulundu. Bu dönemde basıma hazırladığı Şeyhülislam Yahya,
Leskofçalı Galib, Hersekli Arif Hikmet ( 1 9 1 8) divanlarındaki uzun ince
leme yazılarıyla şairlerin kişilikleri ve sanatları üzerinde geniş bilgi verdi.
Cumhuriyet döneminde çıkan Son Asır Türk Şairleri ( 1 2 fasikül, 1 9 3 1 -
1 942) adlı yapıtı b u türdeki kaynak kitaplardan biri olarak kabul edildi.
MEHMET F U AT KÖPRÜLÜ
Cumhuriyet'ten önce kişiliğini kabul ettiren edebiyat tarihçilerinden bi
ri de Mehmet Fuat'tır (Köprülü). lstanbul'da doğan (4 Aralık 1890) Köprü
lü, ortaöğrenimini Ayasofya Merkez Rüştiyesi ile Mercan ldadisi'nde ta
mamlamış, bir süre de Hukuk Mektebi'nde okumuştu. Edebiyata lise öğren
cisiyken şiir deneyleriyle başladı ( Musavver Terakki dergisi, 1 905). Mercan,
Kabataş, Galatasaray liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptı ( 1 9 1 0- 1 3 ). Da
rülfünun 'da Türk edebiyatı, Güzel Sanatlar Mektebi'nde, ilahiyat Fakülte
si'nde tarih okuttu. Kars'tan milletvekili seçilerek parlamentoya girdi
( 1 935). Milletveki lliği görevinin yanı sıra lstanbul Üniversitesi Edebiyat Fa
kültesi'nde ve Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ndeki profesörlük
görevine devam etti. Siyasal Bilgiler Okulu'nda Türk M üesseseler Tarihi
dersi verdi. Bu görevlerinden emekli olduktan sonra Demokrat Parti'nin ku
rucuları arasında yer aldı ( 1 945). lstanbul'dan milletvekili seçildi ( 1 946).
Partisi iktidara geçince Dışişleri Bakanlığı yaptı. 1 957 seçimlerinden sonra
DP'den ayrıldı. 27 Mayıs 1 960'da Yassıada'da yargılandı, beraat etti. Yeni
Demokrat Parti'yi kurdu. lstanbul'da öldü (28 Haziran 1 966).
1 908'den sonra sürekli olarak Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde
yazan Köprülü, ilkin "Fecr-i Ati Topluluğu"na katılmış ( 1 909), bu yıllarda
dil ve edebiyat anlayışı yönünden "Edebiyat-ı Cedide" beğenisine bağlı gö
rünmüştür. Özellikle 1 9 1 1 'lerde Servet-i Fünun dergisinde yayımladığı ma
kaleler "Genç Kalemler" hareketine karşı olanlardan ayrılmadığı evrenin
ürünleridir. Bu yazılarında Cenab Şehabettin ve Halit Ziya'nın bol terkipli
düzyazı anlayışına hayranlığını belirtir ( 1 6 Şubat 1 9 1 1 , sayı 1 082) ve "Mil
li Edebiyat" düşünüsünü, "şüphesiz izalesini elzem addettiği " " mahdut te
lakkilerden biri" olarak tanımlar (5 Mayıs 1 9 1 1 , sayı 1 094 ). Bir süre hece
214
Y E N i L E Ş M E A Ş AMASI NUA
ölçüsüne karşı aruz ölçüsünü savunarak hecenin " basit ve ahenkten mah
rum" olduğunu yazar. Yazdığı şiirler de bu beğeniler doğrultusundadır. 1
Nedir ki, çağdaşlaşma aşamasındaki bir toplumun geçirmek zorunda
olduğu dönüşümleri yerine oturtamadığına tanıklık eden bu soy düşünce
lerinin, özellikle Darülfünün'a atandıktan sonra, değiştiği, dil ve ta rih
kavramlarını, Türk Y u rdu'nda yazan ulusçular gibi anlamaya başladığı
görülür. " Hece Veznine Dair" adlı yazısına (Tura n, 1 Ekim 1 9 1 5 , Köp
rülü'den Seçmeler, sf. 1 2- 1 5, 1 972) dayanarak bu evrede sahip çıktığı gö
rüşler şöyle özetlenebilir:
1 ) Milli vezin, aruz vezni önünde yerini daha çok sağlamlaştırmıştır.
Türkçenin en eski ve tabii vezni hece veznidir. lslamiyetin etkisiyle aruz
yüksek sınıfların edebiyatına girdikten sonraki dönemde de yine halkın
malı olmakta devam etmiştir. ilkel bir d urumda kalmış olsa bile, "ruhu
muzdan kopmuş, samimi, milli bir mahsuldür."
2) Dili sadeleştiren, Türkçeyi yabancı kuralların egemenliğinden kur
tararak bağımsız bir dil durumuna getiren " milli cereyan" yen i değerler
yaratmakta, her gün daha güçle yabancı etkilerden kurtulmaktadır. Artık
Fikret-Halit Ziya kuşağının süslü ve yapmacık lı dili bırakılmış, f'ransız
edebiyatından alınan örnek ler de değerini yitirmiştir. Yeni gereksinmele
rin doğuş nedenlerini kavrayamayanlar, bu gereksinmelerden hangi so
nuçlar çıkacağını anlayamamaktadırlar. Bunlar, gözleri ölmüş yüzyıllar
da kalan, çağdışı kişilerdir.
Fransız toplumbil imcisi Gustave Le Bon'un ( 1 842- 1 932) tarih görüş
lerinden yararlanan Köprülü, Şehabettin Süleyman'la birlikte hazırladığı
Yeni Osmanlı Türk F.debiyatı ( 1 9 1 2 ) adlı kita bında, edebiyat tarihinin
çevre araştırması, yazarın kişiliği ve yapıtlarının çözümlenmesi, edebiyat
dönemlerinin özelliklerinin belirtilmesi gibi koşullara uyularak hazırlan
ması gerektiğini öne sürer. Kita pta bu savlara uyulmuş, Türk edebiyatı
nın Anadolu'daki oluşma evresi öncesinden XVl l l . yüzyıla kadarki dö
nemler "tasavvuf devri, saray devri, kemal devri, fikri devir" biçiminde
ayırmalar yapılarak incelenmiştir. Ayrıca her dönemin sonunda siyasal ve
toplumsal yaklaşımlara özen gösterilerek, dilin evrimi üzerinde bilgiler
verilmiştir ( Agah Sırrı Levend).
"Türk Edebiyat Tarihinde Usul" ( Bilgi Mecmuası l, sf. 3-52, 1 9 1 3),
"Türk Edebiyatının Menşei v e Türk Edebiyatında ş ı k Tarzının Menşei ve
Tekamülü Hakkında Bir Tecrübe" ( Milli Tetebbu/ar Mecmuası, sayı 5,
1 9 1 5 ) gibi yazılarında ise tarih görüşlerine yön vererek yöntem uygula
masına geçmeye çalışmış, " Yeni Mecmua"da yayımladığı makale (Milli
Edebiyat, sayı 1 ) ve araştırma yazılarında divan ve halk şairlerinin kişi-
1 . Halil Vcdar Fır arlı, ilim Zihniyeti ve Meslek Ahlakı, Oluş dergisi, (sayı 1 0, 5 Marr 1 939).
215
M E ŞRUTiYET D O N E M i
216
DENEME ,
ELE Ş T İ R İ ,
E DE B İYA T
T ARİHİN DEN
Ö R NEKLER
217
M E ŞRUTiYET DONEM i
218
YENiLEŞME A$AMASINDA
219
M E $ R UTIYET D O N E M i
ise, her edebi hadiseyi sebepleri ve diğer manlı" kelimesiyle muhtelif mi lletleri
hadiselerle olan münasebatı itibariyle deraguş eden imparatorluk fikri kasde
tasnif ederek edebi ceryanları bir kül ve dilirse, o halde bu imparatorluk dahi
bir silsile halinde tetebbu etmek demek lindeki her milletin kendi lisanıyla ken
tir. Bir devirdeki umumi hayat, itika di hissiyat-ı milliyesini ifade eden ayrı
dat, kabul edilmiş telakki tarzları, adat ve müstakil birer edebiyatı vardır; yok
ve ahlak, o devir edebiyatı üzerinde ic sa umumi bir "Osmanlı edebiyatı" yok
rayı tesir eden birer amildir. Bunun için tur. Bizim derslerimizde tetkikiyle meş
edebiyat tarihini tetkik ederken yalnız gul olacağımız edebiyat tarihi de birinci
üdebanın hayat ve şahsiyetini ve eserle mana ile Osmanlı Türklerinin tarih-i
rinin mahiyetini tayin ile iktifa edilmez; edebiyatıdır.
belki bunlarla mensub oldukları muhit Bu tarihi edebiyat, umumi Türk tari
ve zaman arasındaki münasebetler de hi edebiyatının bir k ısmı olmak itibariy
tahlil olunur. le evvelemirde Türk edebiyatının tarz-ı
Edebiyat, efkar ve hissiyatı lisan vası tekamülüne kısa ve ictimai bir nazar atf
tasıyla ifade eder; lisan ise mi lliyetin he etmek, sonra da Osmanlı Türklerinde
men en mühim bir alametidir. Binaena bu edebiyatın cereyanlarını, tahavvülle
leyh edebiyat, her şeyden evvel tama rini tekkik eylemek lazım gelir.
miyle milli bir hadisedir ve bütün milli Maateessüf edebiyat tarihimiz, şimdi
tezahiirlerle muvazi ve mütevazin ola ye kadar bi-hakkın tetkik ve tedvin edil
rak tekamül eder. Bu cihetle edebiyat miş değildir. Hele maziye doğru uzal
tarihi, devlet fikri etrafında değil, millet dıkça vesikalar ve eserler de gittikçe
fi kri etrafında temerküz ettirilmek zulmetlere karışarak ciddi tetebbuları
lazım gelir. Öteden beri müverrihlerimi pek müşkil bir hale getirmektedir. Şim
zin müstakil bir Osmanlı edebiyatı tasa diye kadar tarih-i edebiyata müteallik
vvur etmeleri, üç lisandan mürekkep bir olarak kaleme alınan eserlerimiz, eski
Osmanlı lisanı tevehhümü gibi, yanlış iidebamızdan bazılarının bir devirde ye
bir düşüncedir. "Osmanl ı" kelimesine tişmiş üdeba ve şuaranın elifba tertibiy
iki türlü mana vermek mümkündür: le tercüme-i hallerine dair verdikleri
Eğer bu kelime, devletimizin ilk teessüs şüpheli ve gayr-ı muayyen malumatı
devirlerinde olduğu gibi, Türk milleti hı'ıvi "tezkire-i şuara"larla son asır es
nin muayyen bir kısmına alem olarak nasında telif ve neşr edilmiş birkaç par
ismal olunursa, umumi Türk edebiyatı c;a kitaptan ibarettir.
dahilinde bir cüz olmak üzere bir "Os ( / h r a h i m N ecmi D il m e n , sf. 29-3 1 .
manlı edebiyatı" mevcuttur. Fakat "Os· Haz. Doç. Dr. K;\zıın Yetiş, 1 9 89)
220
Y E N i L E Ş M E A $ A M A S I N DA
ZİYA GÖKALP
221
M E � K U T I YET D Ö N E M i
ki ettiği için, önce canlı olan dinsel sel bir uygarlığa karşı benimseyeceğimiz
duygular, gerek Rönesansa, gerek eski din-dışı bir uygarlığı ölü bir geçmişte
dinsel uygarlığa karşı i k i katlı bir tepki değil, canlı bir şimdide yani Avrupa'da
oluşturdu. İşte bu tepkiden " Reform" bulduk. Edebiyatta özellikle Şinasi'yle
denilen hareket doğdu. başlayan bu dönem bize dinsel anlayış
Reform, gerçekte ulusal vicdanın din ların artık yaşamayan riyalı biçimlerin
ve ahlak alanlarındaki ilk belirtisiydi. den büsbütün ayrı yeni bir yaşam anla
Reformu yapan toplumlar ilk kez ulusal yışı veriyor, yeni bir uygarlık ufku gös
kişiliğe doğru adım atıyorlardı: Bundan teriyordu. Oysa, Namık Kemal ve Ab
sonra, toplumun budun döneminden dülhak Hamit'le devam eden bu akım
kalıp, halkın sözlü gelenekleri biçimin eski ümmet anlayışının etkilerinden bü
de süregelen eski efsaneleri, eski masal tünüyle kurtulamadı. Edebiyatımızda
ları ve destanları klasik edebiyatına yine ümmet özelliği Arap ve özellikle
karşı ikinci bir tepki yarattı. Bundan da Acem etkileri yaşıyordu.
" Romantizm" adı verilen akım ortaya Bu özelliği, bu etkileri kökünden sö
çıktı. Romantizm, ulusal vicdanın ede küp çıkaran inançlı yenilikçi yalnız Tev
biyat ve sanat alanındaki belirtisiydi. fik Fikret oldu. Tevfik Fikret, Rönesan
İktisadi ve siyasal birleşmeler ise son sımızı tamamlayan, bize Avrupa uygar
belirtilerini meydana getirdi. Dikkat lığının vereceği yaşam anlayışını pürüz
edersek, Türklerin de aynı dönemlerden süz, arı, temiz bir biçimde gösteren bir
geçtiğini görürüz. Türklerde de İslam yenilikçimizdir. Şinasi'yle başlayan kla
lıktan önce bir oymak dönemiyle bir sik edebiyatımız, en olgun biçimini bu
budun dönemi vardır. Bu dönemlere ait yenilikçide buldu. Fuzuli'leri Baki'leri,
yaşantının tanımlanmasını Dede Kor Nedim'leri bizim klasik şairlerimiz say
kut Kitabı'nda görüyoruz. Türkler İs mak doğru değildir. Bunlar, Türklerin
lamlığı benimseyince bir ümmet dinine, ümmet dönemine ait şairleridir. Ayrıca
bir ümmet uygarlığına girmiş oldular. bir Batı klasiği, bir Doğu klasiği yoktur.
Böylece eski budun edebiyatı yerine Klasik edebiyat ve sanat birdir ve yalnız
şimdi bir ümmet edebiyatı oluştu. Bizim Batı'da oluşmuştur. Avrupalılar eski
Nevai'lerden, A şık Paşa'lardan başlayıp Yunan ve Latin edebiyatlarını taklit ede
da Tanzimat'a değin gelen edebiyatımız rek klasik Avrupa edebiyatını meydana
ümmet edebiyatından ibarettir. Avrupa getirmişler, Şinasi'den başlayarak Fik
budunlarının Rönesanstan önceki ede ret'e kadar gelen bizim edebiyatçılarımız
biyatları nasıl dinsel bir nitelik taşıyor da Avrupa klasiklerini taklit ederek bi
sa bizim de bu dönemdeki edebiyatımız zim klasik edebiyatımızı kurmuşlardır.
dayanaklarını ya mevlid gibi doğrudan Kemal'i, Hamit'i, Türklerin romantikle
doğruya dinden, yahut din bağlılığına ri saymak da doğru değildir. Yalnız
karşı tepkiden alır. Bizim Rönesans dö bunlar, ümmet döneminin etkisinden
nemimiz Tanzimat'la başlar. Tanzi kurtulamayan klasiklerimizdir.
mat'tan amacımız, Lale devriyle başla Görülüyor ki, Fikret'in gerçek görevi
yarak birkaç kez sönüp yeniden ışılda Rönesans hareketini gerek dilde, gerek
yan Avrupalılaşmak akımıdır. Biz din- sanatta ve ahlakta olgunluğun son dere-
222
YENiLEŞME A$AMASINDA
223
M E Ş R u-r l Y ET D O N E M i
ÖMER SEYFETTİN
224
YENiLEŞME A $AMASINDA
225
M E Ş R U T i YET D O N E M i
226
Y E N i L E Ş M E A $ A M A S I N DA
Biz onları bir kelime gibi kabul edece kimse, hatta Edebiyatı Cedidenin, şim
ğiz. Terkip nazariyle bakmıyacağız. Ba di, susan, o meyus ve müteheyyiç mü
kınız, sonra nasıl: nekkidi bile artık mütehakkimane: " bi
1- Arabi ve farisi kaideleriyle yapılan zim lisanımızı, dünkülerin lisanını telaf
bütün terkipler terkolunacak. Tekrar tuz ediyorsunuz" derneğe cesaret ede
edelim Fevkalade, hıfzıssıhha, darbı miyecek. Görecekler ki, bu lisan başka
mesel, sevkıtabii gibi kilişe olmuş şeyler bir şeydir. Saftır, tabiidir. Fuzuli ve
müstesna ... Nef'i lisanının bir karikatürü, bir takli
2- Türkçe cem edatından başka kati di, bir harabesi, bir piçi yani dünküle
yen ecnebi cem edatları kullanılmıya rin, kendilerinin lisanı değildir. Şüphe
cak: lhtimalat, mekatip, memurin, has siz ihtiyarlar mevcudiyetlerini muhafa
tegan yazacak yerde ihtimaller, mektep za etmek hissine mağlup olacaklar,
ler, memurlar, hastalar yazacaksınız. ölümlerini tahakkuk ettirecek, henüz
Tabii kainat, inşaat, ahlak, müslüman altında k ımıldadıkları taze kabirlerinin
gibi klişe haline gelmişler müstesna ... üzerine bir nisyan abidesi dikecek olan
3- Diğer arabi ve farisi edatları da bu teşebbüse tenezzül etmiyorlarmış gi
atacaksınız! Eya, ecil, ez, men, an, en bi -hücum etmezlerse bile- düşman ka
der, ba, beray, bi, na, ter, çi, çent, zi, lacaklardır.
ala, fi, gah, gin, asa, veş, ver, nak ... gibi
edatlar terkolunacak; ancak tekellüme Gaye
girmiş, tamamiyle türkçeleşmiş olan Her şeyi hükumetten beklemiyelim.
amma, şayet, şey, keşki, lakin, naşi, he Bu ırsi hastalığı tedavi edelim. Artık
men, hem, henüz, yani ... gibileri kulla lisanımızın ıslah ve tasfiyesini de, Ma
nılacak. Unutmıyalım ki, terkolunması arif Nezaretine bırakır ve beklersek vay
nı arzurettiğimiz bu edatlar kullanılsa halimize! .. Maarif Nazırı Efendi Hazret
bile terkip kaideleri gibi lisanın tekellü leri (Emrullah Efendi) şüphesiz dünyanın
müne giren "san'atkar" gibi kelimeleri en namuslu, en ali, en kalbi temiz bir
serbestçe söyler ve yazabiliriz. adamıdır. Kendini bütün hürmetlerimiz
le selamlar ve isimlerini işitince kırk beş
isimler ve sıfatlar derecelik bir zaviye hasıl ederek eğiliriz.
Farisi kelimeleri, arapça masdarları, Bu, bizim vicdani, içtimai, siyasi ve mu
türkçemizdeki manalarına göre isim ve kaddes bir vazifemizdir. Bununla bera
yahut Sıfat telakki edeceğiz. Farisi ve ber bu muhterem, bu büyük, bu müte
arahi nisbet manasını ve edatını haiz bahhir zatın cümlelerin tarzları ve teşek
olan kelimelere umumiyetle sıfat diye külleriyle muzaf ve muzafunileyhlerin,
ceğiz. Lisanımızda yalnız Türkçe kaide sıfat ve mevsufların evvel ve ahır gelme
leri hükmedecek, yalnız türkçe, yalnız lerinden dimağında hasıl olan intibanın,
türkçe kaideleri türkçenin mekanizma fen nazarındaki mahiyetini tanımadığını
sını bozan arabi ve farisi kaideleri bil itiraf etmeğe mecburuz. Yaşının ve itmi
miyeceğiz. Anlamıyacağız. Bu adım nanının tesiriyle yeni felsefeye, fennin her
kat'i olacak, yeni lisanla ilmi, fenni, hakikati çırçıplak onaya çıkaran yeni na
edebi yazılar yazacağız, hikayeler telif, zariyelerine, yeni hareketlerine yabancıdır
şiirler tanzim edeceğiz ve eskilerden ve kendilerine benziyen zatlar Fransa En-
227
M EŞ R U T i YE T D O N E M i
228
YEN iLEŞME AŞAMA SINDA
229
M E Ş R UT i Y ET D O N E M i
YAHYA K EMAL
230
YENiLEŞME A$AMASINDA
231
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
sonra hangi vezni tercih ettiğimi söyli Recaizade, Hamid, Sezai bu mecmuaya
yeyim. alkışlı takrizler yazdılar. Fikret, Servet-i
Öyle sanırım ki bu aralık eskimo ka Fünun'a Mehmed Emin Bey'in Abdül
bileleri bile şiirle çok fazla meşgulseler halim Memduh'un heceli manzumeleri
bu bahisle mutlaka vezinlerden başka ni kabul etti. Kırk sene evvel çıkmış
farklarla iki fırkaya ayrılmış bir halde edebi bir mecmuada Recaizade Ek
dirler. Bizde ise bugün şiir zevki yalnız rem'in La Fontaine'e dair bir tenkidini
vezinlerle ayrılıyor. Eğer on onbeş sene okudum, bu tenkidde La Fontaine'in
sonra yeni Türk edebiyatı tamimiyle kıssalarını önce hece vezniyle tercümeye
belirirse münekkidler bu ihtilifımızı bi nasıl başladığını, sonra Farisi izafetlerin
zim şiire biganeliğimizin bir farikası gi bu vezne elverişsizliği yüzünden aruzla
bi zikredecek. Şiirin ekseri aşinaları he tercümeye mecbur kaldığını, misallerle
men soruyorlar: Heceden mi? Eğer he anlatıyor. Hasılı havas şairleri o zaman
cedense: Nafile okumayınız! diyorlar, lar bu ihtilafı hissedemiyorlardı. Ya
kulaklarını tıkıyorlar. Bir ziimre gençler halk şairleri, onlar hissediyorlar mıydı?
de bilakis, yakası açılmamış bir tahas Yunus Emre'den, Eşrefoglu'na, Aşık
süsle söylenmiş, yeni manzumeleri eğer Ômer'e, Derdli'ye kadar bütün halk şa
aruzdansalar, köhne telakki edecek ka irlerinin aruzdan manzumeleri var.
dar taassub gösteriyorlar. Halk seviyeli bir Harputlu'dan memle
On sene evvele kadar Türk zevkinde ketinin türkülerini istinsah ediyordum,
böyle bir ihtilaf yoktu; aruz ve hece, iki birçok türküler arasında Serseri adlı bir
kardeş nehir, Fırat ve Dicle gibi yan ya saz şairinin aruzdan bir gazelini söyledi
na akıyorlar, sonra biribirine kavuşu- ki bu matla'la başlıyordu:
232
Y F. N I L E $ M E A $ A M A 5 1 N D A
Serseri sen çıkalıı gurbece Harpuc güze güzel şiirler gördüm ki feylesofun koş
li Şiveyi, nazı, edayıı ne kadar üscelemiş maları gibi sevilmediler: Faruk Nafiz in'
Evec eskiler bu vezin kaygılarından bir Kır Türküsü bücün bir hıçkırıkcı, Ali
bu kadar azadeydiler. Bu ihcilaf yeni Mümtaz'ın Pınar'ı adeca bir akar su
çıkcı. Vezin fırkacılığı ile malul olanları mfısıkisiydi, Halid Fahri'nin Bursa'da
dinlersek bunalırız. Onlar hecenin zuhu Akşam'ı kadar nefis bir melal şiiri Ede
rundaki iyiliği ve köcülüğü şahıslara acfe biyac-ı Cedide mecmualarında güç bu
derler. Bir şahıs ne kadar kuvvetli olursa lunur, Orhan Seyfi'nin Bir Çiftlik Man
olsun Türk Edebiyacı'nda, zamanı gel zarası ndaki kıc'alar yeni sanacın fevka
'
233
M E H M ET AKİF ERSOY
234
YENi LEŞME A şAMAS INDA
235
M E Ş R UT i Y ET D O N E M i
AHMET HAŞİM
236
Y E N I L E$ME A $ A M A S I N D A
zerresi, susturulan o sihrengiz sesi tela bir ateş gibi tepede durana belli olan
fiye kafi midir? mananın, uçurumdakine namer'i ol
Şiirde her şeyden evvel ehemmiyeti ması kadar zaruri ne olabilir? Şair,
haiz olan kelimenin manası değil, cüm umumi lisandan müfrez kelimeleri yeni
ledeki telaftuz kıymetidir. Şairin hedefi, manalarla zenginleşmiş, her harfi yeni
her kelimenin cümledeki mevkiini, di ahenklerle tannan, reviş ve edası başka
ğer kelimelerle olacak temas ve tesa bir mikyasa göre tanzim edilmiş, hü
dümden ve esrarengiz izdivaçlardan sün, renk ve hayal i le meşbu şahsi bir
mütehassil tatlı, mahrem, havai ve ha lehçe vücude getirdiği a ndan itibaren
şin sese göre tayin ve müteferrik kelime eserinin vuzuha karie göre tahavvül et
ahenklerini, mısram umumi revişine ta meğe başlar. Zira vuzuh esere olduğu
bi kılarak, mütemevviç ve seyyal, muz kadar kariin zeka ve ruhuna taalluk
lim veya muzi, ağır veya seri hislere, ke eden bir meseledir. Her yerde olduğu
limelerin manası fevkinde mısram mlı gibi bizde de yevmi gazetenin tembel
suki temevvücatmdan namahdut ve alıştırdığı kari, şiirde kolay bir zevk
müessir ifade bulmaktır. Kelime ta bulamaz. Halbuki, şiir anlaşılmak için,
havvülatı ve ahenk endişeleri arasında ruh ve zeka istidadından başka çetin
"mana" kusufa uğrarsa, "ruh" onu bir hazırlanma ve hatta ziya, hava ve
ahengin lezzetile telafi eder. Esasen zaman şartları gibi müşkül birtakım
"manan ahengin telkinatından başka harici avamilin de yardımını ister. Şiir
nedir? Şiirde mevzu, şair için ancak te ler var ki, sular gibi akşamla renklenir
rennüm ve tahayyüle bir vesiledir. ve ağaçlar gibi mehtapla gölge lenir,
Şiirde "vuzuh"un lüzumu kabul güneşin ziyasından ise bu aynı şiirler,
edilse bile, evvela "vuzuh " un ne demek teneffüs edilmez bir buhar olur. Uzak
olduğunu anlamak lazım gelir. Hangi tan gelen bir çoban kavalını veya bir
türlü zekanın anlayışı vuzuha mikyas bahçıvan şarkısını dinleyerek ağlamak
addedilmel i ? Birine göre açık olan bir istediğimiz yaz gecelerindeki ruhumuz,
şiirin diğer birisine de öyle görünmesi öğlelerin hararefinde taşıdığımız o ağır
hiç lazım gelmez. Zekalar vardır ki, ve baygın ruhun eşi midir? En güzel şi
kainatın ortasına atılmış sönük ayna irler manalarını kariin ruhundan alan
lardır. Bunların anl amadığı yalnız şu şiirlerdir.
veya bu şiir değildir; sıkı meçhulat or
manları bun ların zekalarını ve ruhları ( D ergah , c i l t 1 , s f . 1 1 3 , 1 9 2 1 ; P i
nı her taraftan çevirir. Geceler içinde yale ön y a z ı s ı , 1 9 2 6 )
237
D R . ŞEFİK HÜSNÜ
238
YENILE$ME A ŞAMAS INDA
hüner ve açıkgözlülükle büyük bir ser beri öğrenim ve eğitime sahip olan aile
vet biriktirmeyi başaranlara hoşgörün çocukları arasında en yüksek mevkile
mek ve yardakçılık etmek sayesinde ri tutmayı başardığına şahit oluruz.
zengin müşteriye ve koruyucuya sahip Bu gözlemler gösteriyor ki, zeka ve
olan serbest meslek sahipleri ve sanatçı duyarlılığın derecesi sorunu, eğitim ve
lar, bu saydığımız zümrelerin topladık öğrenimin soyaçekim yoluyla basit bir
ları hazırdan yiyen mirasyedilerdir. tarzda çocuğa geçmesi konusuna indir
Bireysel ve ruhsal değerleri yüzünden genemez. Bundan daha karmaşık bir
bu sınıflamaya ruhsal bir önem vermek konu karşısındayız. Evlenmelerin tesa
nasıl olur. Çünkü ekonomik koşullar bir düfüne, atacı lık (atavizm) olaylarına
yana bırakılacak olursa, bu, aslında bir bağlı ve henüz araştırılması mümkün
sınıflama bile değildir. Servetiyle seçkin olmamış birçok etkenlerin tesiri altın
ler sınıfından olanlar da istisnasız halk da olan bir insan ( birey) söz konusu
içinden çıkmıştır. Servet biriktirebilmele dur. '
ri, yalnızca bir şans ve açıkgözlülük işi Egemen sın ıfa mensup bir anaya, ba
dir. Bolluk ve yararsız bir ömür geçir baya ve ataya muhtaç olmayan sanat
mekten doğan bazı iğrenç günahlardan çı, en azından bir bilime sahip olmak
başka, kibar ve zengin sınıfın tekmil iyi zorundadır. Oysa sanat eserinin anla
lik ve kötülükleri halkınkilerdir. mına inmek ve seyrinden estetik bir
Bunlara daha yüksek yetenekler var zevk duymak için -eğer bu yazıldığı
saymak için sanat heyecan ve aşkının gün yalnız birkaç meslekdaş tarafın
baklava ve börekle beslendiğini, sanat dan yazılıp okunan bazı şiirler gibi, bir
eserinin lezzetli yemekler yemek sure sanat oyunundan ibaret değilse- soyun
tiyle vücuda getirildiğini kabul etmek sopun bir hükmü olmadığı gibi, bizce
zorundayız. Gerçi bir de öğrenim ve bilim ve tekniğin de gereği hemen yok
eğitim meselesi var. Fakat, sanat konu tur. Bu öyle k işiye özel bir meslektir k i ,
sunda, gerek yaratış ve gerek anlayış gelişmesi az çok bir kü ltürü gerektirse
yönünden bunun ne denli küçük bir et de bi lgi edinmeye gerek yoktur. Pek
kisi olduğunu hepimiz bi liriz ve talih büyük bir saygıyla anılan bilginler ta
bize büyük sanatçıların aynı zamanda nıyoruz, sanatın en ince bir çiçeği, bir
büyük bilginler olduğunu göstermiyor. şaheseri yanında, ilgisiz ve taş gibi ge
Tersine, ünlü sanatçıların yaşam öykü çip giderler ve şu aşağılayıcı bir anla
leri karıştırılırsa, mesela Beethoven gi tımla halk dediğimiz kitle içinde nice
bi, en büyük lerinden çoğunun en aşağı kişiler var ki, nefis bir eserle karşıla
halk tabakalarından yükseldiği görü şınca bütün varl ık larının sarsıldığını
lür. Çoğu kez, kent okullarına bir rast duyarlar. Söz gelimi bir akşam iş dö
lantı olarak gelen fakir köylü çocuğu nüşü Yeni Cami veya Süleymaniye gibi
nun veya herhangi bir himaye sayesin mimarlık anıtları önünde beş on daki
de giren işçi yavrusunun, kuşak lardan ka hayranlıktan dili tutulmuş, evlerine
1. Evlenmelerin diye haşlayan cümlenin aslı şöyledir: "izdivaçların tesadüfüne atavizm hadi
satına haglı ve henüz tetkiki mümkün olmamış hirçok avamilin taht-i tesirinde hulunan hir
heşeriye mevzu hahistir." A. Ç.
239
M Eş a UTIYET D O N E M i
dönerken duraklamadan geçmeye razı şında halka özel, kaba ve ilkel bir sanat
olmayan sayısız işçiler biliriz. yaratmak hülyasını izleyenler, ya zevk
ten yoksun kimselerdir, ya da halkın ruh
Öğrenimden yoksun kalmış olanlar, yapısından tamamıyle habersizdirler. Bu
doğuştan getirdikleri sezilen yetenekle düşünüş yalnızca ütopyadır. Güzel yara
riyle, şekillerin duyguyla kaynaşmasını tılışta olan herkesin beğendiği yalnız bir
gözleriyle ve okuyamadıkları eserlerde sanat vardır. Halkın sevebileceği, gerçek
ki ölçü ve kulak ahengiyle beğenmeye bir değeri olan ancak bu sanattır.
yeteneklidirler. Teknik yönlere ve ay Eserlerini aşırı derecede inceltmek ve
rıntılara gereksiz yere önem vermek belirsizleştirmek suretiyle, sanatı kendi
alışkanlığında olan yüksek tabakaya gölgesi haline getirenlere gelince, bun
göre, çıplak ruhuyla bir temsile katılan lar sonunda, susamış halka, içinde bir
halk, asıl eserin özünü ve canlı noktala damla su bile bulunmayan boş bir billur
rını daha şiddetli bir biçimde duymak bardak sunmuş oluyorlar; Bir zamanın
üstünlüğüne sahiptir. büyüleyici ve dinsel edebiyatı mahiye
Rusya'da son yıllar içinde yapılan de tinde olan bu gibi eserler, gelecekteki
neyler; bu görüşü kuvvetlendirecek ilgi kuşakların sanat meraklılarını bile ilgi
çekici sonuçlar vermiştir. Halk, müzele lendirmez. Okurları ve inceleyicileri
ri, özel güzel sanatlar koleksiyonlarını yalnız sanat ve edebiyat tarihçilerinden
gezmek ve tiyatroları izlemek konusun ibaret kalır. Gerçek sanat, er veya geç
da büyük bir istek ve heves göstermiş; halkın anladığı ya da benimsediğidir.
ünü dünyayı tutan büyük klasik eserler Bu hükmün dışında kalanlar, ya yeter
her zamandan daha çok okunmuş ve siz, ya da gereksiz olanlardır.
halk kitlelerinin derinliklerinden, bü
yük eserler yaratan sanatçılar çıkmıştır. (A ydınlık, sayı 7, 1 O Temmuz 1 922;
iyice anlaşılmıştır ki, gerçek sanat dı- Türkiye'de Sınıflar, 1 9 7 1 )
240
DÜŞÜN
Y EN İ ÇAG,
I
j Y E N İ D Ü Ş Ü N A D A M LA R I
243
M E Ş R U T i Y ET D ô N f. M I
244
Y E N I Ç A C , Y E N i 0 0 $ 0 N A D A M LA R I
A H M ET Ş U A Y İ P
Ah met Şuayip, lstanbul'da doğdu ( 1 876). Ortaöğrenimini Vefa lda
disi'nde, yükseköğrenimini H ukuk Mektebi'nde tamamladı. Bitirdiği
okulda idare H u k u k u okuttu. il. Meşrutiyetten sonra " i ttihat ve Terak
k i " n i n yönetimine k atı lan yakın arkadaşlarının çağrılarına k arşın poli
tikaya girmed i . Maarif Meclisi Üyeliği, ilk Tedrisat ve lstanbul Maarif
Müdürlüğü, görevleri arasındadır ( Ö lümü 1 9 10 ) .
Servet-i Fünun dergisinin hareketli döneminde " Hayat ve Kitaplar",
"Ulum-u Siyasiye ve içtimaiye " genel başlıkları ile yayımladığı mak ale
leri i lgiyle karşılanan Ahmet Şuayip, kimi XIX. yüzyıl tarihçilerinin ki
şiliklerini anlatan inceleme yazıları da yazd ı . Bunlarda Al bert Sorel'in
yöntemini benimsiyor, Alman tarihçilerinden Niebühr, Ranke; Fransız
tarihçilerinden Paul Heriot vb.'leri tanıtmaya çalışıyord u. Gene bu yıl
larda Servet-i F ü nun'da çıkan yazılarında H. Taine'in toplumbilimci,
tarihçi, felsefeci ve eleştirmeci yönleri üzerinde d urdu; k uramlarını
xvııı. ve xıx. yüzyıl düşünürlerinin kuramlarıyla tartışarak, özellik le
sanat ve edebiyat görüşlerini yansıttı. i l . Meşrutiyetten hemen sonra ar
kadaşı Mehmet Cavit ( ittihat ve Terakki H ü kümetlerinin Mal iye N azı
rı) ve Rıza Tevfik'le birlikte pozitivist h areketin öncü organı sayılan
" Ullım-u ik tisad iye ve içti maiye" ( 1 908- 1 909) dergisinde topl umbili
min işlevini tanıtmaya çalışırken Rousseau, Comte, Hegcl, Taine, Re
nan vb. d üşünürlerin öğreti leri üzerinde d u rarak k arşılaştırmalar yaptı.
Servet-i F ü nun'da çıkan yazılarını topladığı tek k i tabı Hayat ve Kitap
lar ( 1 90 1 , 1 909) adını taşıyor.
MEHMET AKİF
il. Meşrutiyet döneminde, lslamcılığa -toplumsal ve siyasal hayata uy
gulanma amacı ile- inanç, düşün ve davranış kurallarını kapsayan ideolo
jik bir bütünlük kazandırılmak istendi. Osmanlı lslamcıları, Kuran, sünnet
gibi lslam esaslarına dayanmakla birlikte, bunların yorumlanmasında, bi
reyin ve toplumun yaşayışlarını düzenleyecek k uralların lslam kaynakların
dan çıkarılıp uygulanmasında bilimsel olmaya çalıştılar. Amaç, lslamın ah
laksal ve siyasal ilkelerini bütün saflık ve sadeliğiyle ortaya çıkarmak, bi-
245
M E $ R U T I YE. T D O N E M i
246
Y E N I Ç A C , Y E N i D O ş O N A D A M LA R !
247
M EŞRUTiYET DÖNEMi
248
Y E N I Ç A C , Y E N i l.) O ş O N A D A M L A R !
249
M E Ş R U T i YET O O N E M I
Ak i f'in batıyı artık sadece Hıristiyanlığından ötürü değil, bütün geri bıra
kılmış ülkeleri -bu arada yurdumuzu- sömürgeleştirmek isteyen emperya
listler olduğu için reddetme bilincine ulaştığını göstermektedir.
SAİT H A L İ M PAŞA
Çağın gereklerine uyma amacıyla İslamda reform zorunluluğunu öngören
düşün ve siyaset adamlarından biri olarak tanınan Sait Halim Paşa Kahire'de
doğdu ( 1 864). Yükseköğrenimini Lozan Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. il.
Abdülhamid döneminde sivil paşalık rütbesi verildi ( 1888). Meşrutiyetten
sonra Ayan Meclisi üyeliğine atandı. "ittihat ve Terakki Fırkası"nca Mah
mut Şevket Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı olarak görevlendirildi. Mahmut
Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine sadrazamlığa getirildi. Bu görevdeyken
Osmanlı lmparatorluğu'nun Almanlara yandaş olarak savaşa katılması yo
lunda karar alınmasını sağladı. Yenilgiden sonra Roma'da yaşarken Ermeni
komitacılar tarafından öldürüldü ( 1 921 ).
Buhran-ı lçtimaiyemiz ( 1 9 1 6 ), Taassup ( 1 9 1 6 ) adlı kitapçıklarında din
lerin ilerlemeye engel olmadığı görüşünü savunan Sait Halim Paşa, Mısırlı
din bilgini M uhammed Abduh'un reformizmini geliştirmeye çalışmış, o da
şeriatın taassup olduğu düşünüsünü reddetmişti. Geri kalmışlığın asıl nede
nini şeriat ilkelerinin tam uygulanmamasında görüyor, ulusal k urumları ıs
lah edemedikleri için, ülkede yabancı kurumların egemenliğine boyun eğen
yöneticileri eleştirerek, hu hareketin " milli varlıktan vazgeçiş" anlamına
geldiğini yazıyordu.
Buhranlarımız ( 1 9 1 9), Mukallitlik/erimiz ( 1 9 1 9 ) adlı kitaplarında da Av
rupa'dan gerekli şeyleri almakla, Avrupalılaşmanın birbirine karıştırılması
nın yarattığı olumsuz sonuçları belirtmeyi amaçladı. imparatorluğun çökü
şüne yol açan en önemli etkenin bu tür yozlaşmalar sonucu kurtuluşu ken
di ulusal varlık ve gelişmesinde aramayarak, yabancı düşün, yabancı yasa ve
kurumlardan bekleme durumuna düşen il. Meşrutiyetin " i fratla-tefrit" çe
lişmesi içinde kaldığını belimi.
1 876 ve "tadil edilmiş" biçimiyle 1 909 Anayasalarının, lslam kökenli
bir topluluğun ihtiyaçlarını karşılamada yeterli sayılamayacağını ifade eden
Sait Halim Paşa'nın temel düşünüsünün batı kopyacılığından kurtularak İs
lamlaşmak olduğunu söyleyebiliriz.
MEHMET NECİP ( T Ü R K Ç Ü )
Edirne'de doğdu ( 1 87 1 ) . Askeri Rüştiye'yi bitirdi ( 1 886). Okuldan ay
rıldıktan sonra Farsça ve Fransızca öğrenimini sürdürdü. Mürefte Rüsumat
Dairesi'nde çalışırken, ittihat ve Terak k i ile i lişkisi olduğu gerekçesiyle tu
tuklandı; Edirne'de Talat Bey ( Paşa) ile birlikte yargılandı, hüküm giydi
( 1 893-95). Bursa'da sürgün yaşadı ( 1 895-96). lzmir'e yerleşti. Orada Bı-
250
YEN IÇAC, Y E N i D O ş O N A D AMLAKI
YUSUF AKÇURA
Rusya' da Simbrist'te doğdu ( 1876). Babasının ölümü üzerine annesiyle
birlikte lstanbul'a geldi. Ortaöğrenimini Bursa Askeri Lisesi'nde, yiikseköğ
renimini Harbiye Mektebi'nde tamamladı ( 1 896). Harp Akademisi'nde
okurken, gizli " ittihat ve Terakki" örgütüyle ilgisi nedeniyle Fizan'a sürül
dü. Üstlerinden yardım görerek Fransa'ya kaçtı. Paris'te Ecole des Sciences
Politique'te okudu. Meşrutiyetin ilanına kadar Rusya'da öğretmenlik, gaze
tecilik yaptı. lstanbul'a dönüşünde Darülfünun'da Türk Siyasi Tarihi, Har
biye Mektebi'nde Siyasi Tarih müderrisliği yaptı. Türk Derneği ( 1 908),
Türk Yurdu Cemiyeti ( 1 9 1 1 ), Türk Ocağı ( 1 9 1 1 ) kurucuları arasına katıldı.
251
M E Ş R UT i Y E T D Ö N E M i
1 . Turkism and the Soviets, Londr:ı, Anan: Doç. Dr. Ercüment Kuran, Türk Kiiltürü dergisi
(Nisan 1 966).
252
Y E NIÇAC, Y E N i DOşON ADAMLAR!
253
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
ZIYA GÖKALP
Y a ş a m ı ve Ç e v r e s i
Ziya Gökalp, (25 Mart 1 876-25 Ekim 1 924) Diyarbakır'da do�du. Ba
bası, Basımevi ve Nüfus Müdürlüğü görevinde bulunan Tevfik Efendidir.
i lkokuldan sonra Askeri Rüştiye'ye (ortaokul) girdi. Özellikle matematik
derslerinde başarısız bir öğrenci olara k tanınmasına karşılık tarih ve edebi
yat konularında yaşının ilerisinde çalışmalar ile öğretmenlerinin dikkatini
254
Y E N I Ç AC , Y E N i O O ş O N A D A M L A R !
255
M E $ R U T I Y lT D O N E M i
256
Y f. N I Ç A C , Y f. 1'1 1 0 0 $ 0 1'1 A D A M L A R !
257
M E Ş R U T i Y ET O O N F. M I
Edebiyatçı Kişiliği
Ziya Gökalp, Şaki lbrahim Destam'ndan ( 1 908) sonra manzumelerini üç
kitapta topladı: Kızıl Elma ( 1 915), Yeni Hayat ( 1 9 1 8), Altın Işık ( 1 923).
Türkçeyi ve hece ölçüsünü kullanma yönlerinden kendisinden sonra gelen ku
şağa yeni deneyim yollarını açan bu manzumelerde kolay anlaşılır sözcüklerle
önemli saydığı sorunları işleyerek, ülküsünü yaymaya çalışıyordu. Din, ahlak,
dil, sanat, vatan, köy, köyfü gibi toplumsal konulardaki görüş ve düşünceleri
ne dizelerle ilke gücü kazandırmak istedi. Amacı, kalabalığın ilgisini toplum
sal sorunlara çekmekti. O günkü beğeni koşulları içinde başardı da bunu.
Yeni Hayat'ın önyazısında, "Çocuk terbiyesinde birtakım dersler oyun
tarzında verilir; bunun gibi halk terbiyesinde de bazı fikirlerin vezin kisve
sinde arzedilmesi fena mı olur?" satırları ile amacını belirten Gökalp, iç ya
pı sorunları, estetik yükümlülük açılarından şiirin dışında kaldığını bilerek,
ilk manzumelerinden itibaren ikili bir işlevi yerine getirmeye çalıştı: Hece öl
çüsünün Türkçeye uygunluğunu göstermek; düşünür Gökalp'in görüşlerini
kalabalıklara iletmek.
Diyarbakır' dayken Peyman gazetesinde yayımladığı (sayı 3, 1 909) " Ağa
Kimdir", adlı manzumesinde ağa, emekçi, zanaatçı, uzman kimdir sorula
rına yanıt ararken derebeylik düzenini alabildiğine yeren dizeleri vardır:
Hürriyetten evvel beylik, ağalık
Zorbalara olmuş idi arpalık
Tarlalarda alın teri dökenler
Zorbalara kulluk eder, dayak yer
Köpeklerden daha sefil yaşardı
Şimdi artık o zulümler kalmadı.
Daha sonra munzemeciliğini güncel olaylara, politikanın programladığı
yakın ve uzak amaçların propagandasına değin götürdü.
Vatan n e Türkiyedir Türklere, n e Türkistan
Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan
(Turan)
Kırım nerede kaldı, Kafkas ne oldu?
Kazan'dan Tibet'e değin R u s doldu
Hıtay'da analar saçını yoldu
Şen yurtlar ne halde, viran nerede?
Gideyim arayım lran nerede?
(A ltun D estan)
258
YENIÇAC, YENi DOşON A DAMLAR!
259
M E Ş R U T i Y ET D O l'I E M I
4. Diyorlar ki, R. Eşref Ünaydın, sf. l 79- 1 80/ l 92, 2. bas. ( 1 972).
260
Y Etı l Ç A C , Y E tı l D O ş O tı A D AM L A R !
261
M E Ş R UT i Y E T D O N E M i
Dünya Görüşü
Türkiye'nin en buhranlı ve değişmenin en hızlı zamanında yaşayan Zi
ya Gökalp, düşünce ve görüşleri genellikle Durkhcim'e dayanan, toplumsal
değişme kuramına ve ulusal kültür-uygarlık kavramlarına katkıda bulun
muş ilk Türk toplumbilimcisi olarak kabul edilmiştir.
Gökalp, yirmi yıl kadar süren sürekli yazarlık hayatının başlangıcı sayı
lan Diyarbakır evresinde de ( 1 903-1 909) tarih, ekonomi, ticaret ve yöne
tim konularında makaleler yayımlamış, dönemin çeşitli sorunlarına (Bir
Devlet Nasıl Gençleşir? Ziraat ve Zeamet, Türklük ve Osmanlılık) çözüm
yolları aramaya çalışmıştır. Dünya görüşünün saptanmasına olanak verme
yen bu yıllarını düşünsel hayatının oluşumuna hazırlık evresi olarak nitele
mek mümkündür.
1 9 1 0- 1 9 1 6 yılları arasında "ittihat ve Terakki Fırkası"nın yönetim kad
rosuna girmeyi başaran Gökalp, yazılarını il. Meşrutiyet döneminin düşün
hayatına öncülük eden dergi ve gazetelerde yayımlamış, partinin ideoloğu
sayılmasına yol açacak kadar verimli ve etkili olmuştur. "Genç Kalemler"
dergisinde yayımladığı manzume ve yazılarda sosyolojisini temellendirecek
kuramlardan uzak, politikanın isteklerine yakın görünür.
Bu evresinde Fransız toplumbilimcisi Emille Durkheim'in ( 1 858-1 9 1 7)
toplumsal bilinç kavramını geliştirdiği, Toplumsal iş Bölümü ( 1 893) adlı
kitabına temel olan görüşlerden geniş ölçüde esinlendiği söylenebilir. O da
Durkheim gibi toplumun bireyler tarafından yaratılmadığı; aksine, bireyin
toplum tarafından yaratıldığı görüşünden hareketle, toplumun Tanrısal gü
ce sahip olması gerektiğine inanır. Fransız düşünürünün " Müminler için
Allah ne ise bireyler için toplum odur" formülüne bağlanarak toplumsal
kurumların, geleneklerin, " maşeri vicdan"ın isteklerine seve seve uyulması
nı öğütler.
isteğinde o denli ileri gider ki, "Vazife" adlı manzumesinde coşkusuna
kapılarak, aklın düşünme yeteneğini bile kullanmasına karşı çıkacak ölçü
lere varmaktan kendini alamaz.
Benim hakkım, menfaatim, arzum yok
Vazifem var, başka şeye lüzum yok
Aklım, gönlüm, düşünmezler duyarlar
Ondan gelen emirlere uyarlar
Gözlerimi kaparım
Vazifemi yaparım
Aynı evrede, Yusuf Akçura'nın "Türkçülüğün Emperyalizmi", Prof. Ni
yazi Berkes'in "Çılgınlık ideolojisi" olarak niteledikleri Turancı görüşleri de
benimseyerek bu görüşlere güçlü bir yandaş olmakla yetinmez. Parti politi
kasının amaçları doğrultusunda bir yönteme bağlamak, ideoloji değeri ka
zandırmak ister.
262
YENIÇAC, YENi D0$0N A U A MLARI
263
M E Ş R UT i Y E T D O N E M i
264
YEN IÇAC, YENi 0 0 ş 0 N A D A M L A R !
265
M E Ş R U T iYET D O N E M i
Ekonomi Anlayışı
Gökalp, kültür ve uygarlık alanlarında sağlanacak gelişme ile ulusal bi
lincin yaratılacağı inancına varmıştı. " Başka ulusların çağdaş uygarlığa gir
mek için geçmişlerinden uzaklaşmak" zorunda olmalarına karşılık Türkle
rin tarihsel geçmişlerine bakmalarını yeterli buluyordu. Türkçülügün Esas
ları 'nda Türk dili, Türk estetiği, Türk ahlakı ve hukuku üzerine incelemeler
yaparken " kavim devri"nin geleneklerinden örnekler vererek çağdaşlaşma
aşamasında, u lusal bilincin yaratılmasına yol açan katkılarda bulundu. Eko
nomik ve siyasal konularda da görüşlerini ortaya koyarak, ulusun benlik ve
işlevine sahip bir bütün olmasını sağlayacak yolları göstermeye çalıştı.
Toplumun evrim yasaları, kapitalizm, sosyalizm ve emperyalizm gibi ya
şadığı döneme egemen olan siyasal dönüşümlerden yeterli sonuçlar çıkara
madığından, D urkheim'den aldığı "solidarizm" ideolojisini benimsedi.
Fransız düşünürün, Ulusal Kurtuluş Savaşı içinde A. Cevdet tarafından dili
mize çevrilerek TBMM hükümetince bastırılan " Toplumsal iş Bölümü" ad
lı kitabına temel olan toplumsal bilinç kavramını tarihsel maddeciliğin sınıf
çelişkisine karşı kullanmaya çalıştı.
Görüşlerini "Türkler h ürriyet ve istiklali sevdikleri için iştirakçi olamaz
lar. Fakat müsavatçı olduklarından dolayı fertçi de kalamazlar. Türk kül
türüne en uygun sistem solidarizm, yani tesanütçülük ( Dayanışmacılık)ur"
biçiminde ifade etti. Gökalp'e göre, " Ferdi mülkiyet toplumsal dayanışma
ya egemen olma koşulu ile meşru" idi. Sosyalistlerin ve komünistlerin " fer
di mülkiyeti" kaldırma girişimlerini doğru bulmuyor, ancak " ferdi mülki
yet" gibi toplumsal mülkiyet de olabileceği görüşünü benimsiyordu.
Yeni Türk devletinin ekonomik alanda başta gelen ülküsünün ağır en
düstri kurmak olduğunu ifade eden Gökalp, çağdaş ulusların " nahiye ikti
satı yerine milli iktisatı", küçük sanatlar yerine büyük endüstriyi koyduk
larını belirterek şöyle yazıyordu:
Türkiye'de büyük sanayiin teşekkülüne şiddetle ihtiyaç vardır. Memle
ketimizde büyük sanayiin teşekkülü ise, asla bireylerin ve şirketlerin te
şebbüsüyle olamaz. Aksine hükümetin, il meclislerinin, belediyelerin te
şebbüsü ile memleketimizde her türlü sanayi kurulabilir.
Devletimiz bu yola girmekle, ahlaki bir hizmet de yapmış olur. Zira va
tanımızda spekülatörlerden kurulu bir sınıfın teşekkülüne de engel olmuş
266
Y E N I ÇA C , Y E N i 0 0 5 0 N A D A M L A R !
olur. Avrupa'da kapitalist denen zümrenin ne cani bir zümre olduğu ba
rış konferansındaki ihtiraslarının meydana çıkması ile anlaşılmadı mı?
Devletçi, halkçı, sosyal adaletçi görüşlere yaklaşan Gökalp, "milli sana
yi" ülküsünü temel amaçlardan biri olarak belirtiyor, " işçi Kızı" adlı man
zumesinde konuyu şöyle işliyordu:
Çok güzeldir yurdumuzun ipeği
Biliyoruz dokumayı örmeği
Yaptığımız kumaşlarda görünür
Yurdumuzun binbir çeşit çiçeği.
Almayalım ecnebiden çürük mal
Giymeyelim ne krep, ne jerseyi
Yaptıralım bütün yerli mantiden
Çarşaf, buluz, etekliği, gömleği;
Bu toprakta kalsın helal paramız
Kıymet bulsun elimizin emeği.
Ziya Gökalp, düşün dünyamızda yarattıkları etki, ölümlerinden sonra
da devam eden az sayıda düşün ve edebiyat adamından biridir. Zaman için
de, bıraktığı yapıtlar değişik anlayışlarca değerlendirilmiş, edebiyatçı, tarih
çi, toplumbilimci yönleri günyüzüne çıkarılmıştır (bkz. Tütengil).
Özellikle ulusal kültür-uygarlık kavramlarına getirdiği açıklık ve yarattığı
etki ça�daşı sanatçılarla birlikte Cumhuriyet dönemi edebiyatımıza öncülük
etmiş, "geç kalmış bir uluslaşmanın kuramsal temellerini" (Emre Kongar)
atarak burjuva devrimi aşamasında düşün tarihimize katkıda bulunan adım
lardan biri olmuştur.
Y A P 1 T L A R 1 : Şaki /111alıim Destanı ( 1908; Glvit Orhan Tütcngil'in önya
zısı ve N. Gökalp'ın notlarıyla, 1 953), ilmi içtima Dersleri (Darülfünun not
ları, taş basması), llm-i lçtinıa-ı Dini (Darülfünun notları), ilmi lçtinıa-i Hu
kuki (taş basması, 1 9 1 3), Rusya"daki Türkler Ne Yafımalı ( 1 9 1 3), Kızıl Elma
(şiirler, 1 9 1 5, 1 94 n Türkleşmek, lslıimlaşmak. Muasırlaşmak ( 1 9 1 8; yeni
harflc-rle ve sadeleştirilmiş dille yapılan bas. 1 974, basıma haz.: Ferhat Ta
mir), Yeni Hayat ( 1 91 8; A. N. Göksel, basımı 1 94 1 ), Altm Işık (şiirler, 1 923;
A. N. Güksd, basımı 1 942), Türkçülügürı 1-:sasları ( 1 923; yeni harflerle -.eşit
li yayınevleri tarafından basıldı.), Türk Töresi ( 1 923), Dogru Yol ( 1 923; Ha
kimiyeti Milliye, Yeni Gün, Küçük Mecmua'da yayımlanan "Fırka nedir?"
yazılarıyla birlikte, fırka Nedir adıyla basıma haz: E. 8. Şapolyo, 1 947), Şi
irler ve Halk Masalları ( 1 9.U; F. Abdullah Tansel tarafından basıma hazırla
nan bu kitapta bütün şiirleri yer alıyor), Umni ve Malta Mektupları ( 1 965).
267
M E$RUTIYET DONEMi
ne Notlar ( 1956, 1 964); Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de Çagdaş Düşünce Tari
AHMET AGAOGLU
Azerbaycan'ın Şuşa kasabasında doğdu ( 1 869-1 939). i lköğrenimini Sib
yan Mektebi'nde, ortaöğrenimini Tiflis Rus Lisesi'nde tamamladı ( 1 887).
Petersburg'ta Politeknik Enstitüsü'nde okurken hastalandığı için bir süre
öğrenimine ara verdi ( 1 888). iyileştikten sonra Fransa'ya gitti. Paris'te Hu
kuk Fakültesi'ne ve Sorbonne'un Tarih ve Filoloji bölümlerine yazıldı. Öğ
rencilik yıllarında Journal de Debasts ( 1 890), La Nouvelle Revue, Revue
Bleu dergilerinde doğu sorunlarını işleyen makaleler yayımlamış, Lond
ra 'da toplanan Şarkıyatçılar Kongresi'nde ( 1 892) Şii mezhebinin doğuşu ve
gelişmesi üzerine bir bildiri okumuştu. Yükseköğrenimini bitirerek memle
ketine dönünce ( 1 894) Tiflis, Şuşa ve Baklı'da öğretmenlik ve yazarlık yap
tı. Rusça Kapsi, Türkçe Şarki Rus, " Hayat", kendi yayımladığı "lrşad" ve
"Terakki" gazetelerinde Azeri Türklerinin haklarını savunan makaleler ya
yımladı ( 1 894- 1 908). " Di fai" adlı gizli çalışan hir dernek kurdu. il. Meş
rutiyetten sonra Türkiye'ye gelen Ağaoğlu Maarif Müfettişliği, Darülfü
nun'da Rusça ( 1 909) ve Türk Tarihi Müderrisliği ( 1 9 1 2 ) görevlerinde bu
lundu. Karahisar'dan milletvekili seçilerek parlamentoya girdi ( 1 91 2). Ay
nı zamanda "ittihat ve Terakki Fırkası"nda merkez yönetim kurulu üyeli
ği, Türk Ocağı'nda yöneticilik, "Tercüman-ı Hak ikat" gazetesinde başya
zarlık yaptı. Sovyet devriminin ilk yıllarında bağımsız bir Azeri devleti kur
ma girişimlerini desteklemek üzere gönderilen orduya müşavir olarak katıl
dı ( 1 9 1 8). Dönüşünde lngilizler tarafından Malta'ya sürüldü ( 1 9 1 9-2 1 ).
Serbest bırakılınca Anadolu'ya geçerek Matbuat Umum Müdürlüğü görevi
ne getirildi. M illetvekili seçildi. Ankara Hukuk Fakültesi'nde Esası Hukuk
Profesörlüğü yaptı. Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine "Serbest Fırka"nın
kurucuları arasına katıldı. Bu evrede lstanbul'da Akın gazetesini çıkardı
( 1 933). Partinin kapatılmasından sonra siyasal hayattan çekildi. Ölümüne
değin ( 1 939) Kültür Haftası, insan, Cumhuriyet dergi ve gazetelerinde yazdı.
Özellikle Hayat gazetesinde ( 1905-1 906) yayımladığı makalelerle Azer
baycanlı Türklerde ulus olma bilinci uyandırmaya çalışan Ahmet Ağaoğlu
lstanbul'a yerleşince Türk Derneği ( 1 908 ), Türk Yurdu Cemiyeti'nin ( 1 91
1) kurucuları arasına katıldı. Türk Yurdu dergisinde çıkan bir yazı dizisin
Jt: İslamcı akıma bağlı yazarların, İslamdaki parçalanmanın ulusçuluk akı
mından doğduğu yolundaki görüşlerini eleştirdi. Din birliğinin, daha ilk ha-
1 ifeler döneminden itibaren, Müslüman devletler arasındaki savaşları önle
me bilinci vermeye yetmediğini ileri sürerek, lslamlığın parçalanışında ulus
çu akımların rolü olmadığını kanıtlamaya çalıştı. Yüzyıllar boyunca, Müs-
268
YEN IÇAC, YENi 00Ş0N A D AMLARI
PRENS SABAHATTiN
Meslek-i İçtimai (Science Sociale) akımının kurucusu olan Prens Sabahat
tin lstanbul'da doğdu ( 1 877). Özel öğrenim görerek yetişti. il. Abdülhamid'in
zorbalık rejimine karşı çıkan babası Damad Mahmud Celalettin Paşa ile bir
likte Fransa'ya kaçtı ( 1 899). Paris'te Jön Türkler'e katıldı. "La Revue" ve ken
di yayımı "Terakki" gazetesinde ( 1 9061 908) yazdı. Meşrutiyetin ilanından
sonra lstanbul'a gelerek görüşlerine yandaş olanlarla birlikte siyasal eylemle
re girişti. 31 Mart olayına adı karışması nedeniyle yeniden Avrupa'ya gitmek
zorunda kaldı. Ancak mütareke yıllarında lstanbul'a dönebildi (Aralık 1 9 1 9).
Cumhuriyet ilanından sonra, Osmanlı hanedanından kişilerle ilgili olarak çı
kan yasa gereğince sınır dışı edildi ( 1 924). lsviçre'de öldü (30 Haziran 1 948).
269
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
B A HA TEVFiK
Yazıları ve çevirileriyle Türkiye'de materyalizm akımının i l k örneklerini
verdiği kabul edilen Baha Tevfik lzmir'de doğdu ( 1 8 8 1 ). Yükseköğrenimi
ni Mülkiye Mekrebi'nde tamamladı ( 1 907). Kısa süre felsefe öğretmenliği
yapukran sonra devler hizmetinden ayrıldı_ Kardeşiyle birlikte "Teceddüd
i Umi ve Felsefi Kürüphanesi"ni kurdu. Felsefe Mecmuası ( 1 9 1 2), Zeka
( 1 91 2 ) dergilerini, Eşek ( 1 9 1 3 ) adlı mizah gazetesini çıkardı. Hükümerçe
kapaulması üzerine " El Malum", o da kapaulınca "Yine O" adlarıyla ga
zetesinin yayımını sürdürdü. Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın kurucuları ve ilk
merkez yönetim kurulu üyeleri arasında yer aldı ( 1 9 1 0). Bu partinin müra-
270
Y E N I Ç A C , Y E N i l> 0 $ 0 N A D A M LARI
alist felsefeye, özellikle Alınan idealist felsefesine karşı doğa bilimlerinin ku
ramlarına dayanan "Vulger mareryalizmi"nin kurucularındandır. Tabiat ve
Ruh ( 1 876), Altın Çağ ( 1 89 1 ), Darwincilik ve Sosyalizm ( 1 894) adlı yapıtla
rında, öteki Vulger materyalistleri gibi, insan bilincinin toplumsal bir ürlin ol
duğu ve bütün ruhsal süreçlerin özünün toplumsal varlık tarafından neden
sel biçimde belirlendiğini kavrayamadığı kabul edilir.
Madde ve Kuvvet çevirisi, tutucu çevrelerde tepki yararmış, spirilu
alizm-mareryalizm tanışmalarına yol açarak, özellikle Şehbenderzade Ah
mer Hilmi'nin ( 1 865- 1 9 1 3 ) eleştirilerine hedef olmuştur.
Felsefe-i Fert adlı kitabında sosyalizm ve anarşizm akımlarını tanıtmaya
271
MEŞ RUTiYET DONEMi
çalışan Baha Tevfik'in, son çözümlemede, insanlığın bilime dayalı " yık
makla değil yapmakla iştigal eden" bir anarşizme gideceği düşünüsünü sa
vunduğu görülür.
272
Y E N I Ç A C , Y E N i D ü ş O N A o A M L A ıt ı
273
M E Ş R U T i Y ET O O NE M I
I S M A Y I L H A K K I B A LT A C I O G L U
lstanbul'da doğdu ( 1 886). Ortaöğrenimini Vefa ldadisi'nde, yükseköğre
nimini Darülfünun Tabii ilimler Bölümü'nde tamamladı ( 1 908). lstanbul
Muallim Mektehi'nde öğretmenlik eni ( 1 908-1 0). Devletçe eğitbilim öğreni
mini yapmak üzere Fransa'ya gönderildi. Dönüşünde terbiye müderrisi ola
rak atandığı Darülfünun'da dekanlık, rektörlük görevlerinde bulundu ( 1 91 3-
33). Üniversite reformunda kadro dışı bırakılınca " Yeni Ada m" dergisini ya
yımlamaya başladı (Ocak 1 934). Ankara Dil ve Tarih -Coğrafya Fakülte
si'nde eğitbilim profesörlüğü yaptı ( 1 939-42). Afyon ( 1 943-46) ve Kırşehir
( 1 946-50) milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. 1 978 yılında öldü.
Yaşamının çeşitli dönemlerinde oyun, roman, öykü, fıkra, deneme tür
lerindeki kitaplarıyla da tanınan Baltacıoğlu, asıl eğitbilim ve toplumbilim
alanlarındaki çalışmalarıyla önemli sayılmıştır. il. Meşrutiyet döneminde
yayımladığı Talim ve Terbiyede inkılap ( 1 9 10), Terbiye Konferansları
( 19 1 5), Terbiye ilmi ( 1 9 16 ) adlı k itapları bu alandaki yapıtların ilk örnek
lerindendir. Eğitbilimde en önemli yapıtı içtimai Mektep'de ( 1 932) eğitimi
bir kuram değil bir olgu olarak kabul ettiğini belirterek, hu olgunun " içti
mai ve ruhi cephelerini" incelemek istediğini yazar. Bu alandaki değişik,
birbirlerine karşıt öğretileri de değerlendirerek bütün sistemlerin yanlış ve
doğru yönlerinin bilinmesini amaçladığını belirtir.
274
Y u ı ı c; A G , Y u ı ı no��N A ı> A M L A R I
M E H M ET E M l N E R 1 Ş 1 R G l L
lsranbul'da doğdu ( 1 89 1 ). Yükseköğrenimini Mülk iye Mekrebi'nde ta
mamladı ( 1 9 1 1 ). lsranbul ve Kadıköy l .iselerinde Felsefe öğretmenliği yap
ll ( 1 9 1 1 - 1 5), Darülfünunun ilk yenileşme evresinde ahlak ( 1 9 1 5- 1 9) ve fel
275
M E Ş R U T i Y ET l>O N E M I
l . Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi I Modern Çag - Yeni Çag, sf. 473-483, çev. M. Sen
cer, 2. bas. ( 1 973).
276
Y E N I Ç A C , Y f. N l D O Ş O N A D A M L A R I
MEHMET İ ZZET
lstanbul'da doğdu ( 1 89 1 ). Ortaöğrenimini Galatasaray Sultanisi'nde, yük
seköğrenimini Paris'te Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde tamamladı.
ülkeye dönünce bir süre Kızılay örgütünde katiplik ve felsefe öğretmenliği
yaptı ( 1 9 1 7-1 9 1 9). Darülfünun'da felsefe tarihi ve toplumbilim okuttu ( 1 9 1 9-
1 928). Öğretim Müfettişi olarak Berlin'de bulunduğu sırada öldü ( 1 930).
Düşün dünyasında ilkin ameli ahlak, nazari ahlak, içtimaiyat dersleri,
277
M E Ş R U T i Y ET DONEMi
Kant'ın pratik felsefesi gibi çevirileriyle görülen M. izzet, ilk yazılarını " Ede
biyat Fakültesi Mecmuası" nda yayımladı. Düşün adamı kimliğini ortaya
koyduğu kabul edilen makaleleriyse, sürekli olarak, yakın dostu Mehmet
Emin'in (Erişirgil ) yönettiği " Hayat" ( 1 926- 1 929) dergisinde çıktı. Başlan
gıçta felsefe tarihi, sonra ahlak ve toplumbilim konularında çalışıyor, " fikri
yönü sosyolojiden felsefi idealizme ve başlıca Alman romantiklerinin idealiz
mine gidiyordu " (Hilmi Ziya Ülken). En önemli yapıtı Milliyet Nazariyele
ri'nde ulusçuluk ülküsünün " felsefi manasını" ve " bazı tarihi levhaların mu
kayesesiyle" akımı öznel (subjektive) kanılarına göre açıklama amacına yö
neldiğini belirtir ( Milliyet Nazariyeleri, 2. bas. 1 969, sf. 14).
Ulusçuluğu, "düşünce halinde bir millettir" (sf. 1 7) biçiminde tanımla
yarak kimi batılı düşünürlerin görüşlerini tartışır. " Milliyeti ırka bağlı gör
menin" insan üzerinde çevreden çok, kalıtımın etkisi olduğunu iddia etmek
anlamına geldiğini yazar. Oysa önemli olan çevre etkisidir (sf. 45 ) ve "saf
bir ırk bulmak için" Afrika'nın ücra köşelerine kadar uzak laşmak lazım
dır. ihtimal Boşmiyanlar bazı bilginlerin zannettiği saf bir ırktırlar. " Ne
dir ki onlar da henüz ulusçuluk ülküsüne sahip görünmemektedirler" (sf.
46). Birçok karışımlar sonucunda herhangi bir ulusun ırkını belirleme ola
nağı bulunmadığına göre ırk birliği u lusal "sevgi ve birliğin tesisi için" ne
den olamaz. " Aynı ırkın ne siyasi, ne dini müesseselerde birlikte görünme
si zorunluğu yoktur." (sf. 47)
Kitabının "Milliyet ve Coğrafi Şartlar" bölümünde " milli ülkünün eski
toprak kazanma ülküsünden uzaklaştığını" (sf. 74) belirten yazar, ulusal
akımlarla ekonomik akımlar arasındaki ilişkilere değinerek (sf. 75), XX.
yüzyıldaki " reaya kıyam" ve " Rumeli, Bosna, Girit ihtilallerinin milli oldu
ğu kadar ekonomik nedenlere dayandığına" işaret eder (sf. 76). Mehmet lz
zet'e göre " milleti kapitalizmin gayri meşru çocuğu" olarak kabul eden sos
yalist işçilerin çıkarlarını uluslararası işçilerin çıkarlarına bağlı görmelerine
karşılık, sermayedarlar da "kızıl beynelminele karşı, yeşil beynelmilel te
şekkül ettirmek" istemektedirler. Bunun nedeni " iktisadi meselelerin had
şekli alması yüzünden işçinin milliyet fikrine yabancılaşmasıd ır." (sf. 76)
"Milliyet ve Lisan'', "Milli Seciye'', "Milli An'ane ve Tarih" bölümlerin
de de çeşitli teorileri eleştirdiğini gördüğümüz yazar, yer yer Ziya Gökalp'in
görüşlerini de kuşkuyla karşılamakta, "Millet bir lisan ile konuşan fertlerin
toplamıdır. Din, ahlak, hukuk, siyaset, iktisat, bilim gibi bütün içtimai faali
yetlerin cevheri lisandır" biçimindeki savlarının karşısına çıkmaktadır.
K A Y N A K LA R : Edebiyat Fııkültesi Mecmuası (Vll. 5 Şubat-Mart 1 9 3 1 );
A. Adnan (Adıvar), iş dergisi, sayı 23 -24 ( 1 940).
M U ST A F A S U P H İ
Samsun'da doğdu ( 1 883). Yükseköğrenimini Hukuk Mektebi'nde ta
mamladı. i k i yıl Paris'te L'Ecole Libre des Sciences Politique'de toplumbi-
278
YENIÇ AC, YENi D O ş O N A D A M L A R !
279
M E Ş R U TI YF.T D O N E M i
280
YE N I Ç A C , Y E N i O O ş O N A D A M Lı\ 111
281
M E Ş R U T i Y ET l> ö N E M I
riyle hem kuram, hem eylem adamı kimliği göstermiştir. Bu dönemdeki ya
zılarında sosyalist öğreti ışığı altında Türkiye'de sınıflar sorununu araştıra
rak, emekçi sınıfın örgütlenmesi koşullarını belirlemeyi amaçladığı söylene
bilir. Anarşizm, sosyalizm, komünizm üzerinde tanımlamalar yaptığı Sos
yalizm Cereyanları ve Türkiye (Aydınlık, sayı 1 6 ), adlı uzun makalesinde
Türkiye'de sermayenin " münhasıran ecnebilere ait" olduğunu belirterek
ulusal endüstrinin pek geri ve sınıf mücadelesinin "had devresinden pek
uza k " bulunması nedeniyle, "içtimai inkılap" sorununun Türkiye'de bü
yük bir özellik gösterdiği düşünüsünü savunmaktadır. Bu özellikleri ise ya
zısının bir kesiminde şöyle belirlediği görülür:
Türkiye'de sınıflar ve bir sınıf mücadelesi yok değildir. Yalnız ser
mayedar burjuvazi sınıfı pek küçük ve zayıf bir ekalliyet ve işçi ve
köylü sınıfı ise muazzam bir ekseriyet teşkil ettiği cihetle sınıf müca
delesi yabancı sermayedarlar ve bunların peykleri vaziyetinde kalan
yerli eşraf ve servet sahipleri arasında cereyan eder. Ve genel olarak
bir milli mücadele şeklini alır. Şimdiye kadar ferdi hanedan hükümet
leri bu mücadelede daima sermayedarların -yani millet düşmanları
nın- tarafını tutmuştu. Bu sayede saray ve konak israfatına lazım
olan önemli kaynakları temin ediyordu. Bundan sonra milli hakimi
yetten iktidar gücünü alan halk hüküıneti, emeğin -yani milletin- ta
rafını tutmalı, bir iş ve işçi hükümcti olmalıdır.
Dr. Şefik Hüsnü "Aydınlık"ta devrim, devrimin biçimi, sosyal devrim ve
kadınlar, halkçılık, Türkiye'de işçi sınıfının durumu konularında makaleler
yazmış, Marksist öğretinin temel kuramlarının ışığı altında toplumun, de
ğişik sınıf ve tabakaların analizini yaparak çağdaşı düşünürlerin değinmek
gereğini bile duymadığı sorunları aydın lı�a çıkarmıştır. Ölümünden sonra,
Ahmet Çavuşoğlu'nun yazılarını birleştirdiği Seçme Yazılar ( 1 97 1 ) adlı ki
tabı yayımlandı.
282
� 1 VE Ö T E Kİ L E R ! �
283
M E Ş ll U T I Y U D O N E M İ
284
VE ÖTE K i L E R
285
M E � ll U T I Y fT l> ö N E M I
A H M E T R E F l K ( A 1 t ı n a y , 1 8 8 O - 1 9 3 7 ) : lstanbul'da doğdu.
Öğrenimini Harbiye Mektebi'nde tamamladı. Askeri okullarda öğretmenlik
yaptı. "Tarih-i Osmani Encümeni"nde çalıştı. Eski olayları, kişilikleri, dönemle
ri yansıtan yazılarının yanı sıra araştırmalarıyla tanındı.
Y A P 1 T L A R I : Lale Devri ( 1 9 12, son bas. 1 963), Onuncu Asr-ı Hicride lstanbul
Hayatı ( 1 9 1 4), Hicri Onbirinci Asırda lstanbul Hayatı ( 1 93 1 ), Viyana Ônünde Türk
ler ( 1 93 1 ).
A H M E T E M l N ( Y a 1 m a n , 1 8 8 1 - 1 9 7 2 ) : Selanik'te doğdu.
Yükseköğrenimini Amerika'da Colombia Üniversitesi'nde tamamladı. Sa-
286
V E Ô T E K I LE ll
Y U N U S N A D 1 ( A b a 1 ı o ğ 1 u , 1 8 8 O 1 9 4 5 ) : Fethiye'de doğdu.
-
H A S A N T A H S 1 N R E C E P ( 1 8 8 8 - 1 9 1 9 ) : Sel:inik'te doğdu.
Asıl adı Osman Nevres'tir. Öğrenimini Paris Siyasi Bilgiler Fakültesi'nde
tamamladı. iki İngiliz diplomatını öldürmek suçundan Biikreş'te 10 yıl ha
pis yattı. Mütareke yıllarında lzmir'e yerleşti. Hukuk-u Beşer gazetesini çı
kardı ( 1 9 1 8- 1 9). Yazılarında sosyalizmi ve sömürgeciliğe karşı örgütlenme
hareketini savundu. Yunanlıların lzmir'i işgal ettikleri gün, Efzun Taburu
nun öncü kolu üzerine bombayla saldırdığı sırada şehit edildi.
287
M E Ş R U T I Yt:T D O N E M i
luş Savaşı'na karşı yayım yapu. Cumhuriyeuen sonra "yüzellili k"lerden bi
ri olarak ülke dışına çıkarıldı. Genel afran yararlanarak dönüşünden ölü
müne değin Yeni Sabah, Mi lliyet gazetelerinde fıkra yazarlığı yapu.
R U Ş E N E Ş R E F ( Ü n a y d ı n , 1 8 9 2 - 1 9 5 9 ) : lsranbul'da doğdu.
Öğrenimini Edebiyat Fakülresi'nde tamamladı ( 1 914 ). Öğretmenlik, gaze
tecilik yapu. Server-i Fünun, Türk Yurdu, Donanma, Tedrisat, Yeni Mec
mua, Dergah, Vakit dergi ve gazetelerinde yazdı. Döneminin düşün, sanat
adamlarıyla yapuğı konuşmalardan oluşan Diyorlar ki ( 1 9 1 8, 1 972), Tev
fik Fikret ( 1 9 1 9), Anafartalar Kahramanı M. Kemal ile Mülakat (Yeni
Mecmua, 1 9 1 8, bas. 1 930, 1 954) tanınmış yapıtları arasındadır.
M E H M ET Z E K E R i Y A ( S e r t e l , 1 8 9 2 - 1 1 M a r t 1 9 8 0 ) :
Yugoslavya'nın Usrurumca kasabasında doğdu. ABD Colombia Üniversite
si Gazetecilik Fakültesini bitirdi. Yunus Nadi'nin Selanik're yayımladığı Ru
meli gazetesinde yazarlık yapu. Yeni Felsefe ( 1 91 2 ) dergisini çıkardı. Isran
bul'da kendi yayımı, Turan gazetesindeki yazılarıyla ün yaptı. Bir süre
ABD'de yaşadı. Dönüşünde Matbuat Umum Müdürlüğü'ne getirildi. Cum
huriyeuen sonra Resimli Ay dergisini çıkardı. Bu dergilerdeki yazılarından
ötürü Sinop'a sürgün edildi. Son Posta, Tan gazetelerinde başyazarlık eni
( 1 930-45). "Hayat Ansiklopedisi"ni yönetti. Tan gazetesinin yıkılmasından
sonra yurrdışına çıku. Mavi Gözlü Dev, Hatırladıklarım adlı yapıtları var.
288
DÜ Ş ÜN
A DAMLAR I N DAN
ÖRNEKLER
YUSUF AKÇURA
289
M EŞRUTIYET DONEM 1
Türklerin birleşmesi fikrinin pek müp Müslüman veya Türklere tatbiki ile
hem bir surette varlığını tahmin ediyo tüm insanlığa menfaat ispatına kalkışıl
rum. Henüz doğmuş " idil Edebiyatı" sa usulün noksanlığından dolayı netice
Müslüman olmaktan ziyade Türktür. pek çok hatalı olur. Ekseri içtimai ve si
Dış tazyikler olmasa, bu fikrin kolaylık yasi işlerde bu hatalı usulün kullanılma
la gelişmesine Osmanlı ü l kelerinden sı itiyad edilmiş ise de, hakikatta bir ne
fazla müsait muhit, Türklerin en kala vi safsata olduğundan vazgeçiyorum.
balık bulundukları Türkistan ile Yayık Meseleyi biraz tahdit ede lim, teşekkül
ve idil havzaları olurdu. etmiş beşeri bir heyete diyelim.
Kafkasya Türklerinde de bu fikir Yine de pek umumi bir meseleye çatı
mevcut olsa gerek. Azerbaycana Kafka yoruz. Muayyen bir cemiyetin menfaat
sın fikri tesiri olmakla beraber, şimali ları neden ibarettir? Buna cevap verme
lran Türklerinin ne derecelere kadar den, falan veya falan siyasi yolun falan
Türklerin birleşmesi taraftarı oldukları cemiyete faydalı olduğu hallolunamaz.
nı bilmiyorum. Malüm bir cemiyetin menfaatlarının
Ne olursa olsun, ırka müstenit siyasi neden ibaret olduğunu tayin etmek si
bir millet türetmek fikri henüz pek tur yasi bir meseledir. Yani "siyaset" deni
fandadır, pek az yaygındır. len ve henüz mevzu ve usulü kati olarak
kararlaştırılamamış natamam bir ilmin
il mühim meselelerinden biridir. Siyaset
imdi, bu üç siyasetten hangisinin ya ilminin meseleleri hakkında, talil (tüm
rarlı ve kabil-i tatbik olduğunu araştıra denge lim-deduction) ve istikra (tümeva
lım. rım-induction) taraftarları arasında
Yararlı dedik; lakin kime ve neye ya münakaşa ve çekişme devam etmekte
rarlı? dir. Birinciler derler ki, siyasi kaideler
Önce bütün insaniyete denilebilir. Bu sırf fikridir (ideal), söz konusu kaideler
halde insaniyetin menfaatına hizmet tıpkı riyazi yenin mütearifelen (belit-axi
eden siyasi yol veya yolları tarif ve son ome) peşince (apriori) vazolunur. Hü
ra o yol veya yolların muayyen ve mah kümet ricali bu kaideleri, mimarın hen
dut bir kısım insaniyete tatbikinde de dese kaidelerini tatbiki gibi, cemiyete
bütün insaniyetin faydalanacağını ispat tatbikte mükelleftir. ikinciler ise, cemi
eylemek ve daha sonra, zikrolunan üç yetler itaat ettikleri kaideleri zatında ih
yoldan bir veya birkaçının gelecek şart tiva edip yetişme ve gelişmeleri ile orta
lara sahip olan yol veya yollarla ayniye ya koyarlar; bu cihetle siyaset ilmi, be
tini göstermek gereklidir. Bu ise, san şeri faaliyete hayali bir gaye tayininden
mam ki şimdi mümkün olsun. Zira, sarf-ı nazar eylemeksizin vakalardan ta
bahsedilen şartları ihtiva eden siyasi yol rihi ve içtimai kaideler çıkarmaya, mu
veya yolları, henüz insanlık bilgisi bula hit, ahval kuruntular ve ihtirasları göz
mamıştır. den kaçırmamaya çalışmalıdır, derler.2
Yukarıdaki usulü takip etmeyip de, Siyaset ilminin usulünde olan bu ihti
üç yoldan bir veya birkaçının Osmanlı laf, ona müteallik meselelerin de ekseri-
290
VE Ô T E k l LER
sinde kati bir hal sureti bulmaya mani tabirle aklımızın henüz tahlil edemedi
oluyor. Beşeri cemiyetlerin hakiki men ği, hak veremediği hissimiz cevaplandı
faatları, içtimai ilimler mensuplarınca rabilir. Ben Osmanlı ve Müslüman bir
pek çok tartışmayı davet ettiği halde, Türküm. Binaenaleyh Osmanlı Devleti,
henüz karara varılmamış meselelerden lslamiyet ve bütün Türkler menfaatına
dir. hizmet etmek istiyorum. Lakin siyasi,
Bu kararsızlık ile beraber, her cemiyet dini ve soya dayalı olan bu üç cemiyetin
kendi menfaatini elde etmek ümidiyle menfaatları müşterek midir? Yani biri
bilfiil daimi değişme halindedir. Yani sinin kuvvetlenmesi, diğerlerinin de
yukarda zikredilen içtimai mesele, ame kuvvetlenmesini mucip olur mu?
li olarak her zaman, her mahalde hallo Osmanlı Devletinin menfaatı, bütün
lunmaktadır. Bu devamlı değişme esna Mülümanların ve Türklerin menfaatla
sında menfaat diye fiile getirilen şey ha rına aykırı değildir. Zira, tebaası olan
yattır. Hayat ise kuvvetle devam etti Müslümanlar ve Türkler onun kuvvet
ğinden, hayatın varlığı kuvvetin varlığı lenmesi ile kuvvetlenmiş demek olduğu
nı gerektirir. Demek oluyor ki, her ce gibi diğer Müslüman ve Türklerde kuv
miyet menfaatini hayatta, yani kuvvet vetli bir destek bulmuş olurlar.
kazanmakta ve kuvvetini arttırmada Fakat lslamın menfaati, Osman l ı
buluyor. Bu cihetle, cemiyetler arasın Devletinin ve Türklüğün menfaatlarına
da, kainatın varlık peşinde dolaşan bü tamamen uymaz. Zira lslamın kuvvet
tün unsurları arasında olduğu gibi, da kazanması, Osmanlı tebaasından bir
imi hir savaşma görülüyor. Biz de bu kısmının (gayri müslim olanların) so
hal suretini kabul etmek mecburiyetin nunda kaybını ve bu cihetle Osmanlı
deyiz. Her cemiyetin menfaati; varlığın Devletinin günümüzdeki toplulujtunda
da, binaenaleyh k uvvetli olmaktadır. ki hir parçasının yok olmasını mucip
Lakin, hangi cemiyetin menfaatına olacağı gibi, Türklüğün müslim ve gay
çalışmalıyız? Bu sualin mantıklı bir ce rı müslim dini anlaşmazlığıyle bölün
vabı verilemez. Filhakika ne<len Türkler mesine ve binaenaleyh kuvvetsizlenme
veya Müslümanlar menfa.uma hizmet sine sebep olur. l
edelim de, mesela Slavlar veya Orto Türklüğün menfaatına geli nce o da,
doksların faydası için uğraşmayalım? ne Osmanlı Devletinin ve ne de lslamın
Bahusus, hir cemiyetin menfaatı, ekseri menfaatına büsbütün uygun gelemez.
hallerde, diğer birisinin zararı ile kaim Zira, lslfün toplumunu Türk ve olma
olduğundan, hangi makul sebebe istinat yan kısımlarına bölerek zayıflatır, ve
ederek, beşeriyetin bir kısmına zarar bunun neticesi olarak Osmanlı teba
vermekte haklı olduğumuzu gösterebili anın Müslümanları arasında da nifak
riz? salıp Osmanlı Devletinin kuvvetsizlen
Bu suali ancak tabii meylimiz, diğer mesini mucip olur.
291
M E � ll U T I Y E T D Ö N E M i
M E Ş R U T 1 Y E T 'ten dandadır.
Batı toplumlarında pek büyük bir Memurların, asılzadeler ile burjuva
rol oynayan " tarihi asalet" Osmanlı sınıfının yerini tutacağını zannetmek
toplumunda b ilinmez. Osmanlılı k a le adeta iktisatta tüketim ile üretimi bir
minde, " burjuva" denilen halk, tama birine karıştırmak kadar büyük bir
miyle ehemmiyetsiz bir içtimai amil hataya düşmek olur.
dir. Halbuki Avrupa topl umlarında, O halde, kendisini meydana getiren
millet mukadderatı üzerinde pek bü esasl a r, bizimkilerden bu derecede
yük bir hüküm ve nüfuza sahiptir. farklı olan bir toplumda kurulan siya
Buna karşılık Osmanlı cemiyetinde si teşkilatlar bizim cemiyetimize nasıl
"memurlar" en faal ve mü nevver bir fayda lı olabilir?
unsur teşkil ederler. Bu vazife pek par Bu hususta edindiğimiz tecrübe ke
lak ve çekici olduğundan zamanımız sindir. Bu şekli ile, şimdiki siyasi yapı
da bile her aydın Osmanlının ideal i, mızın içtimai yapımızla uyuşması im
hükümet memuru olmaktır. kansızdır.
Halbuki memurluğa has olan kayıt Mücedditlerimizi bu kadar büyük
sızlık, tevekkül, teslimiyet ve mes'uli hatalara düşüren şey şudur: Onlar
yetten kaçınmak şekl indeki ruh haleti, memleketin siyasi vaziyetini istedikle
memurları her türlü fedakarlık ve şah ri gibi değiştirmekle, içtimai durumu
si teşebbüs hislerinden mahrum k ı l n u da değiştirmeğe muvaffak olabile
maktadır. Bu yüzden Osmanlı memur ceklerini zannettiler. Sadece birtakım
tabakasının, Avrupa'daki asılzade ve kanun ve nizamların, bir milletin içti
burjuva sınıflarının ifa ettikleri vazife mai yapısını istenildiği gibi değiştire
yi yerine getirebilmesi mümkün değil bileceği, bütün toplumun hükumetin
dir. Çünkü bizim memurlarımızın ak heves ve hislerine tabi bulunduğu gibi,
sine olarak, asıl zade ve burjuva sınıfı safdilce fik irlere kapılmak hatasına
mensupları, hareketlerinde serbest ve düştüler.
müstakil, medeni cesaret sahibi ve Bir fenalığın ortadan kaldırılabilme
müteşebbis kimselerdir. iş ve mes'uli si için çeşidinin, mahiyetinin ve onu
yeti arar ve severler, fedakarlık hisleri meydana getiren sebeplerin tam ola
taşırlar. rak bili nmesi, zararını yok etmek için
Böyle, meslekleri icabı olarak mem de gerekli en doğru ve en tesirli vasıta
leketin zararına yaşayan bir alay hü lara başvurulması lazımdır.
kümet memurunun, başka yerlerde Halbuki memleketin düştüğü fena
şahsi teşebbüsleriyle o memleketlerin durumu gidermek için başvurduğu
saadet ve imarını temin eden asılzade muz tedbir ve vasıtalar isabetsiz ol
ve burjuva sınıflarının haiz oldukları muştur. B u isabetsizlik ise, fenalığın
k ıymete sahip olamayacakları mey- çeşidini, mahiyetini ve gerçek sebeple-
292
VE Ô T l K I L l R
293
M E $ R UT I Y E T D O N E M i
294
YE ÖTE K i L E R
tün gayretlerimizi faydasız v e güdük bı his ve inançları incitirler. Bu ise, cemiye
rakan en esaslı yanlışımız bu olmuştur. tin maddi ve manevi varlıklarını sarar.
Bu yanlış kanaatten bir de " kurtulmak Bu yüzden yeniliklerin en ileri ve en me
için her bakımdan batı milletlerini takl sut milletlerde bile itimatsızlık, hatta en
ide mahkumuz" fikri doğmuştur ki, bu dişe ve korku uyandırdığını görüyoruz.
da öteki kadar kötü ve yersizdir. Ama biz, yeni ve meçhul her şeye kar
Ne yazık ki, bu kanaat ve zanlara şı gösterdiğimiz bu garip tutkunluğu,
uyarak bütün varlığımızla taklide ko sonsuz bir i lerleme aşkı gibi anlıyor,
yulduk. Bunu o kadar başardık ki, inan hatta bununla iftihar da ediyoruz.
cı, his ve an'anesi, ilim ve fenni tama Gerçekte ise, hatalı anlayış ve düşünce
men taklitten ibaret sahte bir dünya ku ler üzerine kurulmuş yalancı bir alem
rabildik. Şimdi artık dışı parlak, ama as içinde yaşamaktayız. Bugünkü ruhi ve
lında ölüm getiren arzu ve hayaller için fikri durumumuz da ondan doğmakta
de mest ve müstağrak yaşayıp durmak dır. Gerçek, hayat görüşümüzün dışında
tayız. işte bundan dolayıdır ki bilgiçliği kalıyor. Böylece biz, doğruyu yanlışa,
miz, bu mağrur ve daraltıcı "yarı alimli gerçeği hayale, hak yolu sapkınlığa, ol
ğin" dairesi dışına, şimdiye kadar çık mamışı olmuşa, mümkünü imkansıza ka
mamıştır. Taklitçilikte ustalaşmak gay tarak en olmayacak plan ve hayallerden
reti içinde, eski bildiklerimizi unutmak, saadet umuyoruz. Görülüyor ki, büyük
şimdiye kadar yaptıklarımızı bir kenara hatalar, büyük hakikatler kadar sadedir.
atıp terketmek istiyoruz. Garplılaşmak ihtiyacına olan inancı
Bizce tatbiki mümkün olan eski bilgi mızın bu kadar kötü neticelere varması,
lerimizle iş görecek, onları daha iyi bir milliyetimize aykırı bulunmasındandır.
hale getirip, daha çok netice alacak yer Çünkü milliyet ile medeniyet aynı şey
de, aksine hiç bir zaman öğrenemediği demek olduğundan garplılaşmak arzu
miz, bilmediğimiz şeyleri tatbik için su, kendi medeniyetimizi terk veya in
kıymetli gayretler harcayıp gidiyoruz. kar etmek manasını taşır. Netice olarak
Bütün yeni ve meçhul şeylere göster da kendi milliyetimizden vazgeçmek de
mekte olduğumuz aşırı tutkunluk, bun mek olur. Hak ikaten de, hayli zaman
ların fayda ve zararlarını iyi bilmediği dan beri bizlere her ne öğretilmiş ve tel
mizden doğuyor. Zararlarını bilmeyin kin edilmiş ise, hep kendi milli ve tarihi
ce hemen "mükemmel " olduğuna karar varlığımızı teşkil eden şeyleri kaldırıp,
verıyoruz. yerine yeni ve " batı işi" görülen şeyleri
Pek tabii olarak, hatalarını bilerek koymak gayesini hedef almıştır.
hoş görmediğimiz şeyler eskiden beri Birisi çıkıp ta Almanlara, kurtuluşla
bildiğimiz şeylerdir. Bunun tam zıddı rının ancak Alman kültür, medeniyet ve
olarak da, bilmediğimiz şeyleri hatasız irfanını bırakmakla kahil olacağını söy
ve hoş buluyor, emel ve temennilerimizi lemiş olsa, acaba nasıl bir karşılık gö
tatmin edecek bir şey sanıveriyoruz. rürdü? Böyle bir iddiada bulunan Al
Halhuki yeııi ve meç hul olan şeyler, man, hele bir Alman ıslahatçısı sayılır
çok defa beklenmedik kötü neticeler do mıydı? Alman medeniyeti ile bizimki
ğururlar. Bunlar, yerleşmiş gelenek ve arasında bugün mevcut olan büyük far
alışkanlıkları yakarak, bazı kıymetleri ka bakarak benzetmemizi yersiz bulan-
295
M E $ R U T I Y f.T D O N E M i
larımız olabilir. Halbuki Osmanlı me bik etmekle mümkün olacağını göster
deniyetinin daima Batı milletleri mede mektedir. Şu halde bizim de şimdiye ka
niyetinden geri kalmış olduğunu san dar takip etmemiz gereken yol Avrupa
mak yanlıştır. Çünkü bir zamanlar on medeniyetini millileştirmek, yani müm
larınkine her bakımdan üstündü. Şu kün mertebe muhitimize ısındırmak
meş'um taklit hastalığına tutulmasay· olacaktı. işimiz, medeniyetimizin geliş
dık bugünkü fark da bu kadar olmazdı. mesi için gerekli ve ona uyabilecek olan
Zaten yaptığımız maddi büyüklük şeyleri batıdan alarak, kendimize tatbik
mukayesesi değil, bir prensip meselesi etmekten ibaret olmalıydı.
dir. Kendi memleketinin kültürünü, me Kendi medeniyetimizi geliştirmek için
deniyetini, irfanını inkar eden veya hakir kendisinden istifade imkanına sahip bu
gören milliyetini kaybeder. Dolayısıyle lunduğumuz, daha üstün bir medeni
de, artık onun adına konuşmak, hakkı yetten faydalanmayı istemek aslında
değildir. çok yerindedir. Bu istek hem müşahade
Fikir ve düşüncelerimizin ne derin bir ve mukayese zihniyetimizi, hem öğren
karışıklık içinde olduğu, her taraftan meğe olan şevk ve gayretimizi, hem de
yükselen sonsuz şikayet velvelesinden zeka ve düşünce gibi kabiliyetlerimizin
bellidir. Her tarafta şüphe ve itimatsız gelişmesini temin ederek manevi varlığı
lık derin bir boşveriş, her işte deli gibi mızın kuvvetlenmesine yol açar. Millet
acelecilik ve sabırsızlık görülüyor. Hiç leri selamete götürecek meşru ve tabii
yegane metot budur.
kimse kime veya neye inanacağını, kime
Bu güzel arzu, tetkik ve faaliyetleri
veya neye hürmet ve riayet edeceğini bi
mizi daha verimli bir hale ve devamlı
lemiyor. Herkes her şeyi biliyor. Fakat
olarak harekete getirip arttıracak bir
hiç kimse bir şey yapmaya muvaffak
uyarıcı hükmündedir. Bu sayede hem
olamıyor. Bununla beraber her yerde ve
kendi medeniyetimizi hem de Avrupalı
her meselede meydana çıkan çeşit çeşit
larınkini, tam olarak öğrenmiş ve ince
ıslahatçının da haddi hesabı yok.
lemiş oluruz.
işte, garp medeniyetinden aldığımız
Bu suretle, Batı medeniyetinin özellik
yardımlardan, şimdiye kadar temin ede
leri olan ve üstünlüğünün sebebi bulu
bildiğimiz fayda!
nan ilim zihniyeti ile tecrübe usulünü
Batı medeniyetinden istifade teşebbüs
birleştirerek meydana çıkaracağımız
lerimizin hezimetle neticelenmesine rağ
binlerce hakikat, binlerce hatanın tamir
men şunu da itiraf etmeliyiz ki, milli te
olunmasını sağlayacaktır.
rakkimizi temin etmek için, o medeniyet Bu düzeltmeler sırasında şu hakikati
ten büyük ölçüde faydalanmaya mecbu de öğreneceğiz: Bizim idealimiz, içtimai
ruz. Ancak bizzat yaptığımız tecrübeler ve siyasi kanaatlerimiz tamamıyle dini
kat'i olarak ispat etmiştir ki, batı medeni mizden doğmuştur.
yetinden hakikaten istifade edebilmemiz Dolayısiyle, ona saygı göstermek
onu aynen tatbik ile mümkün deıtildir. mecburiyetinde olduğumuz gibi üzeri
Ayrıca, aynı şekilde istifade etmiş di mizdeki bütün haklarını da kabul et
ğer mil letlerin tecrübeleri de, yabancı mek zorundayız.
bir medeniyetin nimetlerini toplamanın, ( Buhranlarımız, b a s k ı ya h az ı r l a
onu kendi medeniyetine uydurarak tat- yan: M. Ertuğrul, 1 974)
296
VE ÖT E K i L E R
M E H M ET AKİF
297
M E $ R U T I YET D ö N E M I
298
NECİP TÜRKÇÜ
299
M E Ş ll UT I Y lT D O N E M i
300
VE Ô T E K l l E k
b i r takım cins ve nev'e ayırmışlar2. Şim ne malik bulunursa bulunsun, yine (iste
di bu (istemek) veya ( irade)nin idealin mekle büyük bir vazife düşüyor.
teşekkülündeki vazifesi neden ibaret Zihinde yer eden bir şeyin daha iyisini
oluyor? İnsanda ( istemek) olmazsa, hiç düşünmek, daha iyisini dilemek ve tasa
bir şey olmaz diye hükmü teslim ettik vvur etmek, zihinde buna vücut verebil
ten sonra (irade)nin idealin teşekkül ve mek yine iradeye, bunun kuvvetine bağ
tekamülünde ehemmiyetini evvel beev lıdır. Bu hususta iradenin evsafı ile en
vel takdir ve kabul edebiliriz. halis bir şekli denilen (vakitli de göz
önünde bulundurmak lazımdır. İdeal,
Ancak bunun izahında başlıca iki
dediğimiz kuvve-i tasavvuriyenin vazife
güçlük karşısındayız. Biri (istemek)in
si olsa bile, seciyenin ve seciyeyi temsil
yüksek şeklinde pek mudil bir faaliyet
eden iradenin yine mühim bir vazifesi
veyahut bir meleke olması, diğeri yaratı
olduğunu bilmelidir. Bununla beraber
cı tasavvur kuvvetinin de, (istemek) fa
(daha iyi)nin, taalluk ettiği, ait bulundu
aliyetine tabiaten ve mahiyeten benzer
ğu sahaya, şeye, fikre göre her iki faali
olmasından, onun da başlı başına yani,
yetten birinin daha ziyade şumulü dahi
akli, nefsani ve sair amilleriyle bir ideal
linde kalacağı da kabul olunabilir. Me
vücuda getirmek vazifeleri bulunduğu
sela ideali mükemmel bir seciye sahibi
nun kabul edilmesidir. Bunlar iki ayrı
olmak olan bir adam kuvvetli bir irade
nokta-i nazar, yahut iki ayrı nazariye.
sahibi olmalıdır. Bedii zeminde idealler,
Bunları uyuşturup birleştirmek de kolay
irade ile beraber büyük bir tasavvur
bir mesele değil. (İrade)de, (tasavvur)da kudretine muhtaçtır. Herhalde biz ide
aynı amiller, aynı unsurlar var. Tasavvu alin teşekkülünde seciyenin bir unsuru
run nevi için heyecan, hissiyat nasıl la olan iradeyi bütün o mudil mekanizma
zım ise (istemek) için de lazım. Nefsani sıyla mühim bir amil gibi kabulde mah
hayatta uyuşukluk, durgunluk, (iste zur görmeyebiliriz. idealin, hariçte ta
mek)te uyuşukluğu ileri getiriyor. Bu un hakkuku için de yine (istemek) müsbet
surların yalnız (istemek) ve (tasavvur)da veya menfi şekliyle lazımdır. İstemeyen;
ki terekkübü ve vazifesi başka. idealin istemesini, isteyeceğini bil meyen bir
teşekkülü ve tekamülü için de bütün bu kimse bayağı bir şekilde kendi menfaati
bir sürü bilinir ve bilinmez unsurlar ala ne müteallik bir ideale bile güç sahip
kadar bulunuyor. En geniş manası ile olur. Seciyenin diğer unsurlarının ideal
idealin teşekkülünde, tekamülünde (su için ehemmiyetini söylemek fazladır.
ret)ler ne kadar ve ne lazımlı mevad (Necip Türkçü, sf. 204-209, 1 9 8 8 .
olursa olsun, bu (suret)ler hareket meyli- l faz Y r d . D ç . D r . Faruk H uyugüze l )
.
301
M E � RUTlYET ÜÖN EMl
ZIYA GÖKALP
M iLLET VE VATAN il imlerle meşgul olanlar yalnız gözleme
Bugün insanın tabiata karşı aldığı va ve deneye ehemmiyet veriyorlar, kav
ziyet gayet açıktır: ramları haki katten çıkarmaya çalışı
Tabii hadiseleri gözleme ve deneme yorlar.
usulleri ile inceleyerek tabiatın kanun Halbuki sosyoloji sahasındaki dü
larını keşfetmek. Halbuki birkaç yüzyıl şüncelerimiz tamamiyle eski usule bağ
önce hal böyle değildi. Tabiat Bilgisi lıdır. Yani sosyoloj iye dair yazı yazan
alimleri hakikati (realite) gözleme ve larımız mefhumları haki katten değil,
deneme altına almağa lüzum görmü hakikati kavramlardan çıkarmaya uğ
yorlardı; eşyayı anlamak için akli pren raşıyorlar.
sipleri bilmek ve bu prensiplere daya Bugün matbuatımızda içtimai müna
narak bunların mantıki neticelerini çı kaşalara zemin olan üç kavram var:
karmak kafi görülüyordu. Mesela top Türkçülük, lslamcılık, Osmanlıcılık.
rak, su, hava, ateş denilen dört unsurun Bu kavramlar içtimai varlıkların tim
meydana gelmesini şu şekilde açıklıyor salleri haline girmedikçe, kıymetlerini
lardı: Soğuklukla kuruluğun birleşme içtimai hakikatten almadıkça hiç bir
sinden toprak, soğuklukla yaşlığın bir manaya sahip olamazlar. Senelerce bu
leşmesinden su, sıcaklıkla yaşlığın bir kelimeler üzerine mücadele edilsin, fay
leşmesinden hava, sıcaklıkla kuruluğun dalı hiç bir netice çıkmaz.
birleşmesinden ateş meydana gelmişti. içtimai hakikate bakarsak görürüz ki
Demek ki tabiatın bu dört esas unsu bir islam ümmeti, bir Osmanlı Devleti,
ru -sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaş bir Türk Milleti, Bir Arap Milleti var.
lık- elde olunca Tabiat Bilgisi ilmini Bu hükümlerin hakikate uygun olması
akıl yürütme yoluyla kurmak kolaydı; için tabiidir ki (ümmet) kelimesinin bir
bununla beraber bu hareket yalnız ilmi dine bağlı olan fertlerin toplamını, (de
düşünüşe ait değildi; hiç olmazsa isteğe vlet) kelimesi nin bir hükümetin idaresi
bağlı (emprique) bir denemeye dayan altında bulunan fertlerin toplamını,
ması gereken ameliyatta da aynı usul (millet) .kelimesinin bir dille konuşan
tatbik olunurdu: Hasta lıklar yaradılış fertlerin toplamını ilim kelimesi olarak
ta ya yaşlığın ya kuruluğun, yahut so karşıladığının kabul edilmesi gerekir.
ğukluğun ve sıcaklığın galip gelmesin Bu kelimelerin bu manalarda ilim ke
den oluyor, kullanılan ilaçların da an limesi olarak kullanı lmasını kabul
cak bu hassalarından istifade edilmek edenler için yukarıdaki hüküm doğru,
isteniliyordu. Mesela bir hastalık yara yani hakikate uygundur.
dılışın soğukluk ve kuruluğundan ol O halde bu hükmü kabul etmeyenler
muşsa verilecek ilaç yaradılışı ısıtmalı mananın hakikate uygun olmamasın
ve kurutmalıydı. dan dolayı değil, bu üç kelimenin şu
Bugün Tabiat Bilgisi sahasında artık manalara i lim kelimesi kabul edilmesi
böyle bir ( kavram usulü) yer bulamı ni uygun bulmadıklarından dolayı red
yor. Memleketimizde maddi ve tabii detmiş olurlar.
302
VE ÔTE IC I LE R
303
M E Ş RUTiYET D O N E M i
304
VE Ö T E K i L E R
içtimai hasletlerle hiçbir münasebeti kal de, mabud cemiyetin ilk ceddinden iba
mayınca, içtimai seciyelerin mecmuu retti. Bu mabud, yalnız kendi zürriyetin
olan milletle de hiçbir münasebeti kalma den bulunanlara mabudluk etmek ister
ması lazım gelir. O halde milleti başka di. Yabancıların kendi mabedine girme
bir sahada aramak iktiza eder. sini, kendisine yapılacak ibadetlere işti
2) Kavmi Türkçüler de milleti kavim rak etmesini, kendi mahkemelerinde
zümresiyle karıştırırlar. kendi kanunlarına göre muhakeme olun
Kavim, aynı anadan, aynı babadan masını arzu etmezdi. Buna binaen, cemi
üremiş, içine hiç yabancı karışmamış yetin içinde muhtelif tebenni (evlat edin
kandaş bir zümre demektir. me) yollariyle girmiş birçok fertler bu
Eski cemiyetler, umumiyetle saf ve lunmakla beraber bütün cemiyet, yalnız
yabancılarla karışmamış birer kavim ol mabudun zürriyetlerinden mürekkep iti
duklarını iddia ederlerdi. Halbuki, ce bar olunurdu. Eski Yunan medinelerinde
miyetler kablettarih (tarihten önceki) (sitelerinde), kablelislam ( lslamdan ön
zamanlarda bile, kavmiyetçe halis değil ceki) Araplarda, eski Türklerde, hulasa
dir. Muharebelerde esir alma, kız kaçır henüz ilk devirde bulunan bütün cemi
ma, mücrimlerin kendi cemiyetinden yetlerde şu yalancı kavmiyeti görürüz.
kaçarak başka bir cemiyete girmesi, iz Şurası da var ki, içtimai tekamülün o
divaçlar, muhaceretler temsil ve temes merhalesinde yaşayan milletler için kav
sül gibi hadiseler daima milletleri birbiri miyet mefkuresini takip etmek normal
ne karıştırmıştı. Fransız alimlerden Ca bir hareket olduğu halde, bugün içinde
mille Julian Meillet, en eski zamanlarda bulunduğumuz merhaleye nispetle ma
bile saf bir kavmin bulunmadığını iddia razidir. Çünkü, o merhalede bulunan
etmektedirler. Kablettarih zamanlarda cemiyetlerde, içtimai tesaniid yalnız din
bile saf kavim bulunmazsa tarihi devirler daşlık rabıtasından ibaretti. Dindaşlık
de kavmi hercümerçlerden sonra artık saf kandaşlığa istinat edince, tabiidir ki, iç
bir kavmiyet aramak abes olmaz mı? timai tesanüdün istinatgahı da kandaş
Bundan başka sosyoloji ilmine göre, fert· lık olur.
ler dünyaya gelirken laiçtimai (nonsocial) Bugünkü içtimai merhalemizde ise,
olarak gelirler, yani içtimai vicdanların içtimai tesanüd, harstaki iştirake istinat
dan hiçbirini beraberlerinde getirmezler. ediyor.
Mesela lisani, dini, ahlaki, bedii, siyasi, Harsın intikal vasıtası terbiye olduğu
hukuki, iktisadi vicdanlardan hiçbirini için kandaşlıkla hiçbir alakası yoktur.
beraber getirmezler. Bunların hepsini 3) Coğrafi Türkçülere göre, millet, ay
sonraları terbiye tarikiyle cemiyetten alır nıülkede oturan ahalilerin mecmuu de
lar. Demek ki içtimai hasletler uzvi vera mektir. Mesela, onlara göre bir lran mil
setle intikal etmez, yalnız terbiye tarikiy leti, bir İsviçre milleti, bir Belçika mille
le intikal eder. O halde kavmiyetin milli ti, bir Britanya mil leti vardır. Halbuki
seciye noktai nazarından da hiçbir rolü lran'da Farisi, Kürt ve Türkten ibaret
yok demektir. olmak üzere üç millet, l sviçre'de Alman,
Kavmi saffet; hiçbir cemiyette bulun Fransız ve ltalyandan ibaret olmak üze
mamakla beraber, eski cemiyetler, kav re yine üç millet, Belçika 'da aslen Fran
miyet mefkuresini takip ederlerdi. Bu sız olan Valonlarla aslen Cermen olan
nun sebebi dini idi. Çünkü, o cemiyetler- Flamanlar mevcuttur. Büyük Britanya
305
M E Ş K U T I Y l: T D ö N F. M I
adalarında ise Anglo Sakson, lskoçyalı, ruhen hastadır. Böyle bir adam hayatta
Galli, İrlandalı namlariyle dört millet mesut olamaz. Mesela hissen dindar
vardır. Bu muhtelif cemiyetlerin lisanla olan bir genç kendisini fikren dinsiz te
rı ve harsları birbirinden ayrı olduğu lakki ederse, ruhi bir muvazeneye malik
için, heyeti mecmularına millet adını olabilir mi? Şüphesiz, hayır! Bunun gi
vermek doğru değildir. bi, her fert hisleri vasıtasiyle muayyen
Bazan bir ülkede müteaddit milletler bir millete mensuptur. Bu millet, o fer
olduğu gibi, bazan da bir m i l let müte din, içinde yaşadığı ve terbiyesini aldığı
addit ülkelere dağılmış bulunur. Mese cemiyetten ibarettir. Çünkü, bu fert
la, Oğuz Türklerine bugün Türkiye'de, içinde yaşadığı cemiyetin bütün duygu
Azerbaycan'da, lran'da, Harzem ü lke larını terbiye vasıtasiyle almış, tama
sinde tesadüf ederiz. miyle ona benzemiştir. O halde bu fert
Bu zümrelerin lisanları ve harsları müş ancak bu cemiyetin içinde yaşarsa me
terek olduğu halde, bunları ayrı milletler sut olabilir. Başka bir cemiyetin içine
telakki etmek doğru olabilir mi? girerse, daüssılaya uğrar, hastalanır,
4) Osmanlıcılara nazaran, mil let Os hissen müşterek bulunduğu cemiyetin
manlı imparatorluğunda bulunan bü içine gitmek için hasret çeker. O halde,
tün tebaaya şamildir. Halbuki, bir im bir ferdin istediği zaman, milliyetini de
paratorluğun bütün tebaasını bir tek ğiştirebilmesi kendi e l inde değildir.
millet telakki etmek büyük bir hatadan Çünkü, milliyet de harici bir şe'niyettir.
i barettir. Çünkü bu halitanın içinde insan milliyetini, cehaletle tanıyama
müstakil harslara malik müteaddit mil mışken, sonradan, taharri ve tahrik va
letler vardır. sıtasiyle keşfedebilir. Fakat, bir fırkaya
5) İslam ittihatçılarına göre, millet bü girer gibi, sırf iradesiyle şu yahut bu
tün Müslümanların mecmuu demektir. millete intisap edemez.
Aynı dinde bulunan insanların mecmu O halde, millet nedir? Irki, kavmi,
una ümmet adı verilir. O halde Müslü coğrafi, siyasi, iradi k uvvetlere tefevvuk
manların mecmuu da bir ümmettir. Yal ve tahakküm edebilecek başka ne gibi
nız lisanda ve harsta müşterek olan mil bir rabıtamız var?
let zümresi ise bundan ayrı bir şeydir. içtimaiyat ilmi ispat ediyor ki, bu ra
6) Fertçilere göre, millet bir adamın bıta terbiyede, harsta yani duygularda
kendisini mensup addettiği herhangi bir iştiraktir. insan en samimi, en deruni
cemiyettir. Filhakika, bir fert kendisini duygularını ilk terbiye zamanında alır.
zahiren şu yahut bu cemiyete nispet et Daha beşikte iken, işittiği ninnilerle
mekte hür zanneder. Halbuki fertlerde anadilinin tesiri altında kalır. Bundan
böyle bir hürriyet ve istiklal yoktur. dolayıdır ki en çok sevdiğimiz lisan
Çünkü insanda ruh duygularla fikirler anadilimizdir. Ruhumuza vücut veren
den mürekkeptir. Yeni ruhiyatçılara gö bütün dini, bedii duygularımızı bu lisan
re, hissi hayatımız asıldır, fikri hayatı vasıtasiyle almışız. Zaten ruhumuzun
mız ona aşılanmıştır. Binaenaleyh ruhu içtimai hisleri, bu dini, ahlaki, bedii
muzun normal bir halde bulunabilmesi duygulardan ibaret değil midir? Bunları
için, fikirlerimizin hislerimize tamamiy çocukluğumuzda hangi cemiyetten al
le uygun olması lazımdır. Fikirleri hisle mışsak, daima o cemiyette yaşamak is
rine tevafuk ve istinat etmiyen bir adam teriz. Başka bir cemiyetin içindeki farkı
306
VE ÖTE K i LE R
(yoksulluğu) ona tercih ederiz. Çünkü, mez. Bilakis, terbiyesini almış olduğu
dostlar içindeki bu farklılık, yabancılar muz cemiyetin mefkuresi ruhumuzu
arasındaki o refahtan ziyade bizi içinde vecdlere garkederek mesut yaşamamıza
yaşadığımız, terbiyesini aldığımız cemi sebep olur. Bundan dolayıdır ki, insan,
yetindir. Bunların aksisadasını ancak o terbiyesiyle büyüdüğü cemiyetin mefku
cemiyet içinde işitebiliriz. resi uğruna hayatını feda edebilir. Hal
Ondan ayrılıp da başka bir cemiyete buki, zihnen kendisini nisbet ettiği ya
intisap edebilmemiz için, büyük bir mani bancı bir cemiyet uğruna ufak bir men
vardır. Bu mani, çocukluğumuzda o ce faatini bile feda edemez. Hulasa, insan,
miyetten almış olduğumuz terbiyeyi ru terbiyece müşterek bulunmadığı bir
humuzdan çıkarıp atmanın mümkün ola cemiyet içinde yaşarsa bedbaht olur. Bu
mamasıdır. Bu mümkün olmadığı için, mütalaalardan çıkarabileceğimiz ameli
eski cemiyet içinde kalmaya mecburuz. netice şudur: Memleketimizde vaktiyle
Bu ifadelerden anlaşıldı ki, millet, ne dedeleri Arnavutluk'tan, yahut Arabis
ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi ne tan'dan gelmiş mil letdaşlarımız vardır.
de iradi bir zümre değildir. Millet, Bunları Türk terbiyesiyle büyümüş ve
lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça Türk mefkuresine çalışmayı itiyat edin
müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış miş görürsek şair milletdaşlarımızdan
fertlerden mürekkep bulunan bir züm hiç tefrik etmemeliyiz. Yalnız saadet za
redir. Türk köylüsü onu "dili dilime manında değil, felaket zamanında da
uyan, dini dinime uyan" diyerek tarif bizden ayrılmıyanları nasıl milliyetimiz
eder. Filhakika, bir adam kanca müşte den hariç telakki edebiliriz. 1 fususiyetle,
rek bulunduğu insanlarla beraber yaşa bunlar arasında milletimize karşı büyük
mak ister. Çünkü, insani şahsiyetimiz, fedakarlıklar yapmış, Türklüğe hizmet
bedenimizde değil, ruhumuzdadır. ler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da
Maddi meziyetlerimiz ırkımızdan geli bu fedakar insanlara "Siz Türk değilsi
yorsa, manevi meziyetlerimiz de, terbi niz" diyebiliriz. Filhakika, atlarda şece
yesini aldığımız cemiyetten geliyor. Bü re aramak lazımdır, çünkü bütün mezi
yük lskender diyor ki, " Benim hakiki yetleri sevki tabiiye müstenid ve irsi olan
babam Filip değil, Aristo'dur. Çünkü, hayvalarda ırkın büyük bir ehemmiyeti
birincisi maddiyetimin, ikincisi manevi vardır. insanlarda ise, ırkın içtimai has
yetimin tekevvününe sebep olmuştur." letlere hiçbir tesiri olmadığı için, şecere
insan için, maneviyat, maddiyetten mu aramak doğru değildir. Bunun aksini
kaddemdir. Ru itibarla milliyette şecere meslek ittihaz edersek, memleketimizde
aranmaz. Yalnız, terbiyenin ve mefku ki münevverlerin ve mücaridlerin birço
renin milli olması aranır. Normal bir ğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu
insan hangi milletin terbiyesini almışsa, hal, caiz olmadığından "Tiirkiim" diyen
ancak onun mefkuresine çalışabilir. her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türk
Çünkü, mefkure bir vecd menbaı için lüğe hiyaneti görülenler varsa, cezalan
dir ki, araııır. Halbuki, terbiyesiyle bü dırmaktan başka çare yoktur.
yümüş bulunmadığımız bir cemiyetin
mefkuresi, ruhumuza asla vecd vere- ( Türkçü/ütün Esasları, 1 0. bas. 1 973)
307
M E Ş R U TiYET D ô N E M I
PRENS SABAHATTİN
308
VE Ô T F. K ı LER
sorunlara değişik yönlerden bakmışlar ve sen yıldan heri, aynı okula hağlı hilim
değişik sonuçlara ulaşmışlar. Bu durum adamlarının, çeşitli toplumlarda aynı
heni, sosyolojiyle ilgili yapıtlar üzerinde yöntemle meydana getirdikleri çözüm
şüpheye düşürdü." Böyle eleştirici hir lemelerdenl hunu ayırmak mümkün
okuyucu karşısında bulunmak ne hüyük müdür? Değilse, hayatın, gezegenimizde
hir mutluluktur. Gerçekten, içlerinde son evrim aşamasını meydana getirmek
yüzyılımızın en ünlü yazarlarınınkiler de ten haşka hir şey olmayan insanlığı, sos
bulunduğu halde, hu kitaplar olsa olsa yal bakımdan yöneten özel yasaların bu
belirsiz ve bütünüyle kısır hir sosyal felse lunacağını onaylamak da gerek. Bunları
fe adını taşıyabilirler. Ama hiç hir zaman hilip bilmemek hiç hir zaman kendimizi
gerçek hir hilim, hir toplum bilimi ortaya onların etkileri altında bulunmaktan
koyamazlar, nasıl ki koyamadılar. I kurtaramaz. Şu kadar var ki, bilmek,
Herkes hilir ki "T ahiat hilimi"nin zo kendi kendimizi yönetmek; bilmemek
oloji, botanik ve mineroloji bölümleri, ise körükörüne yönetilmektir. iki şıktan
hu konularla ilgili çözümleme ve sınıfla birini seçmede bağımsız olduğumuz
malarla hir hilim adını kazanahilmişler apaçıktır. Yalnız, sonucu belirlemede
dir. Bir hitki veya hayvan sınıflaması hiç de özgür değiliz. Eğer özel ve yöne
yokken, apaçıktır ki; botanik ve zooloji timsel hayatımıza; yükselebilmeleri için
sorunları da olumlu hir hilgi dalı halini ihtiyaç duydukları gerçek doğrultuyu
alamamıştı. işte insanlığın bilimsel hir vermek istersek sosyal üstünlüğün hangi
sosyal sınıflamasına sahip olmayan "sos yapıdan çıktığını ve hangi yapıya dojtru
yoloji", Tabiat biliminin Cuvier'den ön yürümenin gerekli olduğunu açıkça he
ceki durumunu andırıyor. Ama "sosyo li rleyehilmeliyiz. Gücümüz ve bağımsız
loji"ye hağlı olanlar, aldatıcı hir düşten lığımız ancak hu apaçık gerçeklere ulaş
haşka hir şey olmayan bilimlerinin pe mamız ve pratik hayatta hundan yararl
şinden koşar ve böylece kendi hayatla anmamız ile orantılı olarak artacak.
rıyla birlikte başkalarının zamanlarını da Korkunç ve derin uçurumlarla dehşe
yok yere harcarlarken, heri yanda sessiz te bürünen hir gece yolculuğunu güçlü
ce doğan koskoca hir hilim, gerçek "Sci hir projektörle nasıl tehlikesiz hir duru
ence Sociale", buluşlarını sürekli olarak ma sokmak mümkünse Science Sociale
ve hirhiri ardınca geliştiriyor. yardımıyla da sosyal hayatımızın en be
Doğuşunu üç hüyük düşünüre; Le lirsiz ve karanlık sorunlarını aydınlata
Play, Henri de Tourville, Edmond De rak ve açıklayarak gelecek yolculuğunu
molins'e borçlu olan Science Sociale2, öylece güven altına almak mümkün. Di
insan kurumlarını sosyal bakımdan çö leyelim ki yurdumuz, siyasal bağımsızl ı
zümleyebilmek için, kendi sosyal yönte ğ ını yitirmeden önce hu keskin yol gös
mine dayanarak ve yalınçtan karmaşığa terici ışıktan bütünüyle yararlanabilsin.
doğru çeşitli sosyal sınıflarla ilgili ola
rak meydana getirdiği monografiler (Türkiye Nasıl Kurtulabilir, 1 965, sf. 32-
yardımıyla kuruldu. Aşağı yukarı sek- 36, sadeleştiren; Muzaffer Sencer)
1 . Özellikle Science Sociale ile Durkheim okulu arasındaki temel ayrımı ve ikincisinin ilkine
ne yolda yaklaşmak zorunda kaldığını görmek ic;in Science Socialc dergisinin 1 00 ve 1 O 1 .
sayısının 59. sayfasına hak.
2. Cours de Methode de Science Sociale: Par Paul Descamps.
l. La Science Sociale, S6 Jakob, Paris, Revue Mensuelle.
309
M E Ş R U T i Y E T D ö N F. M I
310
VE Ô T E K I LE R
311
M E� R U T I Y ET D O N E M i
3 12
VE Ö T E K i L E R
köylüyü soluk almaksızın ortak olarak imam bulunur. Köy çocuklarına ilk öğ
işletmenin hasis çıkarlarına daha uygun retim vermek, okuyup yazmayı öğret
olduğunu görebilenlerine az rastlanır. mek görevi ona yüklenmiştir. Fakat hiç
Denilebilir ki, köylerde burjuva sınıfı bir imam bu işi kendisine vicdani bir
nın bütün unsurları, bütün malzemesi görev bilip onu heyecan la değil, yalnız
mevcut ve işlemekte olmakla beraber ca temiz niyetle yapmaz. Bela savma
henüz sınıf tarzında belirmemiştir. kabilinden yılın bazı aylarında başvu
Köylerde küçük burjuvaziye karşılık ranlara birkaç ders verir. Vaktini ağala
sayılabilecek bir sınıf halk da vardır. ra dalkavuklukla, tarımla, bir çıkar ge
Elindeki birkaç dönüm toprağı ekerek tiren, işinin dışında her türlü işle geçirir.
ağalardan birinin gölgesi altında geçi Din ve öğretim görevini tamamiyle ih
nenler, aynı koşullar altında birkaç süt mal eder. Bunun için köylü yalnız cahil
lü hayvan besleyerek geçim savaşını olmakla kalmaz, mensup olduğu dinin
sürdürenler, her köyde en ilkel şekiller en ilkel esaslarından, kurallarından da
de dükkancılık, kahvecilik, demircilik, gafil bulunur. Ruhi yetenekleri gelişme
nalbantlık, dülgerlik, terzilik gibi sanat den sönmeye mahkum olur. Kötü bah
ları yapanlar hep bu sınıftandır. tını, sefaletini, varlığının zorunlu bir ge
Pazularından başka güvenecek bir reği sanır. Neden böyle olduğunu dü
varlığı olmayan bütün öbür köylüler de şünmek bile aklına gelmez. Hiç şüphe
tarım işçileri sınıfını teşkil ederler. Bu yok ki henüz bu çaresizler hakkında bir
özel proletarya sınıfı pek çeşitlidir. Ağa sınıftan söz etmek pek kuramsal bir gö
ların çiftini süren ortakçı ve maaşlı çift rüştür. Bunlar bir gün ancak sosyal ıstı
çiler, susam, mısır, pamuk, tütün gibi rapların kamçısını yiye yiye uyuşukluk
ilkbahar ekimini köy köy gezip çapala tan sıyrılacak, bir şekil ortaya koyacak
yan gündelikçi ler, hasat zamanı küçük bir ilk madde yığınından ibarettir. Kar
büyük toprak sahiplerinin yetişmiş ürü şılıklı çekimlerle bu dağınık parçalar bir
nünü çabucak kaldırmak için götürü bütün teşkil ettikleri gün bir sınıftan söz
ücretle tuttukları hasatçı ırgatlar, or etmeğe hakkımız olacaktır.
takçılar, bağ bozumunda, üzüm ve incir Avrupa'da gördüğümüze bakarak bu
k u rutma işlerinde kullanılan işçiler, uyuyan unsurların, sosyal gerçeklere
zeytin, palamut işçileri, sürü sahibi ol gözlerini açtıran, kendi temsilcileriyle
mayan çobanlar, sığırtmaçlar, orman teşvik ederek onlara birlik ve dayanışma
baltacıları, korucular, bekçiler, bunla duyguları telkin eden, örgütleri mükem
rın başlıcalarıdır. Tarıma bağlı sanayi mel şehir emekçileridir. Ve onlarca bu
işçileri de buraya girerler. Örnekse zey bir görev ve bir zorunluk sayılmaktadır.
tin ve susam yağı, sabun ve şarap fabri Bizde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan
kalarında, un değirmenlerinde, sebze işçi sınıfı, henüz bu gereği duyacak dü
bahçelerinde, pamu k ve yün ayıklama zeyde örgütlenmiş değildir. Bu örgüt ko
sında çalışanlar gibi. nusu sınıf sorunlarının ruhudur.
Bu sınıfta cehalı:t şehirdeki arkadaş
larından daha derindir. Köy okulları ( Aydınlık , sayı 1 , Haziran 1 9 2 1 ; Seç
yok denilebilecek şekildedir. Köyde bir me Yazılar, 1 9 7 1 )
313
M F. Ş ll U T I Y E T D ö N E M I
314
VE ÔT E K I L Ell
315
M E Ş R UT i Y E T D O N E M i
316
D1 Z 1N
Akif Paşa 2 1 3 , 22S, 232 Ateşten Gömlek 79. 80, Billur Kalp. 20. 26
Akile Hanım Sokağı 87 82, 87. 94 Binecek Şey 49
Akşam 100. 1 37. 184, Ati 28S Binnaz 1 9 1
A Abdülkadiroğlu 23S
286. 288 AtlıAses 193 B i rÇiçek, lki Böcek 191
A Adnan Aclıvar278
Akşam Güneşi 126. 129 Avrupa Mektupları 2 1 2 BirDin Felsefesine DoıVu
A Cevdet 266
Alay 163 Avurzavur Kahvesi 172 274
Abdülhak Hamit 214.
Alemdar 163, 287 Ayda Bir 137 Bir Fikir Adamının Ro-
222
Ali Canip Yöntem 43, 44. Aydınlık 240, 281. 282. manı 267, 277
Abdülhak Şinasi Hisar
S2. 228. 2S7 28S. 3 13. 3 1 6 Bir Harp Zengini 66
146• 147• 1 48• 149•
AliEkremB olayır \ 90 Aygır Fatma 16S Bir lstimzac 44
lSO. ı s ı . ı s2
Ali Fuad Cebesoy79 Ayhan Songar 140 Bir Kadın Düşmanı 129
Abdülhalim Memduh 2 l 3
Ali Kemal.82, 1 06 Ayine 163 Bir Kavuk Devrildi 193
Abidin Nesimi 267
Ali Naci Karacan 288 Ayna 16 Bir Muadele- iSevda 21. 26
Acımak l29
Ali Nizami Beyin Alafran Aynaroz Kadısı 193 Bir Ölünün Mektubu 1 0 1
Açık Hava Mektebi SO
galığı ve Şeyhliği 147, Bir Safha-i Tarih, 3 1 8
Adam Sanat 129
149. ıso. ı s ı . 1S8 Bir Serencam 100, 1 O l .
Adımlar.22
AliŞir Nevai 2 1 6 1 1 4. 1 17
Adnan Biny.uar 1 1 4
Altın Ça ğ 271 Bir Şoförün Gizli Defteri
Afganlı Şeyh Cemalettin
Altın Işık 2S8, 26 7 18S
2'16 Baha Dürder 87. 192
Altın Ordu'ya Ait Yeni BirTaamız 66
Agah Sırrı Levend 27.
Araştırmalar 2 1 6 BahaTevfi k4 l . 100, 163,
Bir Tereddüdün Romanı
21S 270. 271. 28S
Altun Destaru 2 S8 137. 1 38. 1 40. 1 42
Agaç 146, 273. 274 B;ıharve Kelebekler 42
Anafartalar Kahramanı Bi·1. insanlar l 40
AhmetAğaoğlu 268, 269 Bahçe 42
M . Kemal ile Mülakat Bi·1.de Filozof Neye Yetiş
Ahmet Caferoğlu 269 288 Bahsin Ehemmiyetli Ci-
medi 276
A hmet Cevat Emre 287 heti 2Sl
Anahtar 68 Boğaziçi Mehtapları lS l .
Ahmet Çavuşoğlu 282 Balaban Ağa 19 3
Anayurt 277 1 52
Ahmet Emin 288 Ballı Baba 190
And 49 Boğaziçi Yalıları 147. 1 S2
Ahmet Hamdi 2 1 2 Baskın 1 0 1 . 102
Ankara 109. 1 14. 1 22 Bomba 4 l. 42. 46. 48. S2
Ahmet Haşim i l l . l l 4. Ankara'nın ilk Günleri
Başını Vermeyen Şehit 4 8
Boşboğaz 1 6
I S2. 276 Batak 27S
287 Bat Eşek 6S. 66
Ahmet Hikmet Müfıüoğlu Anlaşılmaz ki 276 Bataklık Çiçeği 176
Bu Bizim Hayatımız 68
190. 2S3 Batıya Dogru27S
AruzVezni 2 1 S Bugünkü Edebiyat 2 1 6
Ahmet Hilmi 271 Baykuş l 9 1 . 205
Asım Bezirci 68. 1 1 4. Bugünün Saraylısı 6 8
Ahmet Kerim 1 0S. 106. 129. 140. ısı. 16s. Bedii İhtiras. 22. 273. 284
Buhran - ı lçtimaiyemiz
l07. l l8. l l9 180 Behçet Necatigil 1 1 <1 2SO
Ahmet Mithat Efendi 1'6. Asır :.! 1 4 Bekri Mustafa l 6S Buhranlarımız 2511. 2''4.
23. 24. 1 84
Asiller Kulübü 5 O Ben Deli miyim? 18. 1 9. 296
Ahmet Oktay lS2 24. 26
Asriler 1 8 4 Bukr.t Uzuner S2
Ahmet RaRim 1 6. 286
Aı;ık Dertli 2 1 6 Ben Neyim 2M BıiKenin iptidai Ş�kli 42
Ahmet Refik. 286 Berlin Hatıraları 248
Aı;ık Kerem 2S9 Bütün Hikayeler 1 72
Ali Reşat 286 Berna Moran 1 1 4
Aşiyan 42 Büyük Mecmua 63. 79,
Ahmet Rıza 2S2
Aşk Dalgası S2 Beşeriyet ve Köpek 4 2 126, 194, 2S7
AhmetSamim lOS, 106 Beşir Fuad 2 1 3
Aşk imiş Her Ne Var
Ahınet Şirzat 24 Alemde 1S2 Beyaz Lale S2
Ahmet Şuayip 2 1 1 , 24.S Aşk Oyunlan 140 Beynamaz 49. S6
Ahmet Vefik Paşa 192 Aşk-ı Memnii 4 1 Bıçakçızade Hakkı 2SO
Aka Gündüz 3 9 , 183. At42 BiçareAmele, 193
184. 189 Cadı l7. 26. 2 1 3
Ateş Gecesi l 2 9 Bilgi Bucağında. SO
Akın268 Cadı Çarpıyor, 23
Ateşböcekleri 140 Bilgi Mecmuası 2 LS
3 17
M E Ş R U T i Y ET D O N E M i
318
DiZiN
319
M E $ R UT I Y ET D O N E M i
ihtiras Nedir 273 İstanbul ve Pierre IDti 152 KizımYetiş 220 Maddecilerin Reddiyesi
ihtiraslar Nasıl Doe;ar? lstanbul'un Bir Yüzü 64, Kelebek 126, 179 246
273 66. 67. 68 Kemal Sülker 140 Maddiyun Mezbinin Yıkı
lışı 285
ihtirasta Faaliyeti Ruhiye lstanbul'un lçytızü 68 Kemal Yavuz 195
273 Mahmut Yesari 126. 179,
işçi Kızı 267 Kenan Çobanlan 87
180
lhtiyann Tenezztıhü 40 lştirak271 Kerim Sadi.267
Mahşer 140
ikdam 16, 17. 100. 102. iV. Kitap 171 Kesik Baş 27. 57
Mai ve Siyah 41, 229
103. 163, 175. 212. lu.et Melih (Devrim) 1 9 1 KınaGecesi 172. 174 MakberveÖlü 230. 231
285. 286. 287
Kınk Mahfaza 190 Maliımat 287
iki Cisimli Kadın 68
Kıvırcık Paşa 184 Miliımat-ı Edebiye 214
iki Hödüğün Seyahati 27
Kızılcık Dallan 129 Marksist Açıdan Türk Ro-
İki Mebus 42
Kiralık Konak 103. 104. manı 129
iki Neslin Tarihi 287
105. 107 . ll 4 Maske ve !tuh 87
İktisat ve Siyaset 253 Jön Türk 190, 269, 281
Kirli Çamaşırlar 1 90 Materyalizmin Yıkılışı 285
ileri 146. 175. 1 76 Kabus 190
Kokotlar Mektf'.bi 26 Matmazel Noralya'nın
ilhan Ülkti 140 Kadın42
Köroglu 259 Koltuğu 137, 138,
llk Cinayet 49 Kadın Erkekleşince 26 139, 140
Kösem Sultan 190
ilk Nam32 42. 49 Kadın Kalbi 185 Mavi Gözlü Dev 288
Köyünü Kaybeden Kadın
Kadınlar Tekkesi 68 Maziden Atiye. 284
llm-i lçtima-i Dini. 267 1 03
bm-i lçtima-iHukuki. 267 Kadınlar Vaizi 26 Mebapi-ül- lnşa. 213
Kuınnılar 42
llm-i içtimai Nedir?. 279 Kadınlarımız 285 Mecmua-i Edebiye40
Kurbağa Duası 49
İlmi içtima Dersleri 267 Kadro 101. 1 1 4 Meddah, 19, 23
Kurtuluş 275. 28 ) . 282.
Kafes Arkasında 193 Medeniyet 146
ilmin Mebde Veya Umde- 285
leri itibariyle Kıymeti Kahramanlar 52 Mehasi n 214
Kuvvete Karşı 66
273 KalbAgnsı. 87 MehmetAki f246
Kuyruklu Yıldız Altında
lnat50 Kalem 64 Mehmet Cavit 245
Bir lıdivaç 26
inci 126 Kan Dlvası 127, 129 Mehmet Emin Yurdakul
Küçük Mecmua 257. 267.
82. 252. 253
inci Eııgün 87 Kant ve Felsefesi, Felsefe- 314
Mehmet Emin Erişirgil
insan 268 ye Başlangıç 277 Küçük Paşa 18 3
276,278
insan Ruhu Üzerinde Ge- Kapitulasyonlar Tarihi, Kültür Haftası 13 7. 268, Mehmet izzet 278
zintiler274 Menşei Asıllan 286 273, 274
Mehmet Kaplan 129
lrşad 268 Kaplan 175
MehmetMurat252
islim Ansiklopedisi 216 Karacaoğlan 216. 259
Mehmet Necip Türkçü 41
İslamcı Akım. 246 Karagoı 19. 49, 96. 192.
Mehmet Rauf 105, 189,
islim Dini Tarihi 284 194. 259
190. 193. 194
lslam Medeniyeti Tarihi Karanlıklar Kralı 137
Ule Demirtürk 129 Mehmet Zekeriya Sertel
216 Karlı Dağdaki Ateş 68 288
Lile Devri 193. 286
lslamda Tarih v e Müver Kaşagı 49 Mektep Şiirleri 2 1 6
Leskofçalı Galip. 2 1 4
rihler284 Kaşıkçılar 1 93 Melek Sannuştım Şeytanı
Leyla ite Mecnun 1 29
İslamlaşmak 246. 250, Kati1 Puse 27 27
Limni ve Malta Mektupla-
284. 285, 304 Kavak Yelleri 129 Memduh Şevket 172
rı 267
İsmail Fenni 285 Kavgalanm 245 Memleket Hikayeleri 64.
Lokmanzade 192
İsmail Hakkı Baltacıoğlu 65. 68. 74. 163
Kaygusuı 259 lııgatçe- i Felsefe 285
274. 275 Memlekete Mektup4 9. 52
Kayı Kabilesi Hakkında M. Ertuğrul Düzdağ 294
lsmail Hami Danişment Menlkıb-ı lsllm 286
Yeni Notlar216 M. Nihatôıön 102. 183
288 Meslek-i içtimai 270
Kayıla;ı KııJ M ustafave Genç Maarifte Siyaset 275
lsmail Safa 137, 2 1 3 Osman Hikayesi 216 Meşhedi Anlan Peşinde
Macun Hokkası 193
184
İstanbul Efendisi 193. 199 Kl?.ım Kaıabekir 79. 279 Madde ve Bellek 272
Meşhedi ile Devrillem 184
lstanbul Hikayeleri 140 Klıım Nami Dunı 267 Madde ve Kuvvet 271.
Meşveret 252
lstanbul Kızı 127 Klzım Şinasi 288 285
320
DiZiN
Mete Tunçay 281, 282 Mustafa Şekip 272. 273, Nesr-i Sulh 212 Ömer Seyfettin 39. 40.
MetinAnd 189, 190, 193 274, 276 Neşet Sabit 1 1 0 4 1 , 42, 43, 44. 45. 46.
Metres 26. 29 Mutallaka 1 6 48, 49. 50. 5 1 . 52. 80,
Niçin Zengin Olmasın 4 9
Mev'ut Hüküm80. 87 Muzaffer Buyrukçu 52 100, 102, 128. 1 7 1.
Nilgun 68 1 7 2 , 1 8 4 , 189, l 9 1 ,
Meydan 101 Muzaffer Gökmen 27
Nimetşinas 16, 2 1 . 26 228. 248, 253. 257
Meyhanede Hanımlar26 Muzaffer Sencer 309
Muzaffer Uygwıer 52. 87, Nirvaoa 1 1 3, 1 91 Onay Sözer 1 1 4
Mezarından Kalkan Şehit
26 128, 208 Niyazi Akı 105. 1 14, 1 9 1 . Önder Göçgün 27
32 1
M E Ş R U T i Y ET D ö N E M I
Kecm 129 Sabri Kolçak 275 83. 84. es. 87. 96. 97. Şehran287
Refi Cevat Ulunay 287 Sadraıam Mahmut Şevket 98. 99 Şekaveti Edebiye. 23
322
DiZiN
Tarih ve Terbiye 275 Tünelden ilk Çıkış 27 259. 261 . 263. 266. Utanmaz Adam 18. 27
Tarib-i Edebiyat-ı Osma- Türk252 267. 307 Uzak Doğu Tarihi 284
niye 2 1 3 Türk �k Şiirleri 2 1 3 TürkÇillükAkımı 252 Uç lsıanbul l85
Tarih-i FelseFe 41 Türk Birli�i 252 Türkçülük Devri. Milli Uç Medeniyet 269
Tarih- i Siyasi 286 Türk Derneği 268 yetçilik Devri. İnsanlık UçTarz-ı Siyaset 254
Tarib -i Siyasi Denıleri 254 Türk Dilbilgisi 287 Devri 277 UFürükçü 165
Tasvir 137 Türk Dili 129. 140. 193. Türkçülük Nedir? 304 Ulkü 102. 146. 277
Tasvir-i Efkir287 285 Türke Doğru 275
Taş Parçası 1 9 1 Türk Dili ve Edebiyatı Hak Türker Acaroglu 87
Tatarcık 81. 87 kında Araştırmalar 216
Türk Kültürü, 252
Tavuklar42 Türk Düşüncesi 137
Türkiyat Mecmuası 2 1 6
Tebesstım-i Elem 26 Türk Edebiyat Tarihi 1 83 .
Türkiye Defteri dergisi 281
216 Vahdet64
Tedrisat 288
Türkiye Nasıl Kurtulabilir
Türk Edebiyatı 140 Vahit Turhan 87
Teehhül Aleminde 185 309
Türk Edebiyatında Hikaye VakıF Müessesesi ve Vakır
Tekamül ve K.ınunlan 285 Türkiye Naıııl Kunulur269
ve Roman 68. l 1 4. Vesikalarının Tarihi
Temaşi 184. 1 9 1 . 194
Türkiye Tarihi 1 2 16
129. 140. 1 65. 172. Ehemmiyeti 2 1 6
Tenkit 42
Türkiye ve Tanzimat 286
1 76. ı 80. 183. 185 Vakit 49. 126. 137. 1 63.
Tepeyran. Ebubekir Ha
Türkiye'de Çağdaş Oü 1 75. 184. 286. 287.
zım. 1 83 Türk Edebiyatında ilk
şünceTarihi 254. 267. 288
Terakki 268. 269 MutasawıRar 216
269. 275. 279. 281
Türk Halk Edebiyatı An Vali Nureddin 259
Terakki Fikrinin Menşei
Türkiye'de Çağdaşlaşma
ve Tekamülü 274 siklopedisi 2 1 6 Varlık lOI. l l l . 1 1 :t.
253. 254. 267. 275
Terbiye275 Türk Hukuk Tarihi 269 1 1 4. 140. 146. 1 90.
Türkiye 'de Sınırtar 240
Terbiye ilmi 274. 275 Türk Kadını M!'.cınuası 229 1 92. 27 4
Türkiye'de Sosyalizm 275
Terbiye KonFeranslan 274 Türk Medeniyf'ti Tarihi Vatan 259. 287
Türkiye'de Şark. Garp ve
Terbiye ve iman 275 263 Vatan Yalnız Vatan 44
Amerikan Tesirleri 78.
Terbiyeyi Yeni Fikir 285 Türk O�ı 78. 251. 257. VaziFe 262. 285
86. 87
Tercüman t o l . 1 37 258. 268 VıaiFe-i Temdin 279
Türkleşmek 263. 284
Tercüman-ı Hakikat 16. Türk Saz Şairleri Antolo- Vecdi Bürün 185
Türkleşmek. lslamlaş-
64. 2 1 4. 268. 286 jisi 2 1 6
mak. Muasırlaşmak Veda 1 9 1
TesadüF 1 6. 2 1 . 26 Türk Saz Şairleri HV 2 1 6
263. 267. 285. 304 Vrdat Günyol 68. 87.
Teşrihhane 1 77 Türk Sözü H . 257 1 1 4. 1 5 1 . 152
Türklük Nedir ve Terbiye
Tevfik Fikret 222. 223. TürkŞairleri. lndek5ler ve
Yolları 285 Vf'dat Nedim Tör 1 1 1 .
233. 243.288. :ı 1 4 Söılükler2 l 6
Türkürı Atf'şle imtihanı 1 14
Tf'Yfik FikretveAhl3kı 2 1 6 Türk Tarı·h Kurumu 272.
79. 87 Vcziıılcrin Can Daman 27:t
TevFik Nevzat 251 284
Viyana Önünde Türkler
Tevhid- i Erkar231 Türk tarihi 2 1 8. 220.
286
Tipi Dindi 1 79. 180 248. 280. 284
Vurun Kahpeye 79. 80. 87
TiıyalciSözleri2 1 2 Türk Teşkilatı Esasiyesi
Yahan 103. 1 08. 1 0'1,
Tokadizade Şelcip 251 269
1 1 4. 1 22
Toplumsal iş Bölümü Türk TöreMi 2<>7 Ulüın · u iktisadiye ve lçti
Yad 10
262. 266 Türk Yurdu 79. 87. ıoo. miiye 245
Toraman26 Ulüm-u Şuur276 Yahya Kemal 64. 68. 78.
140. 1 46. 2 12. 2 1 5 .
79. 1 28. ı s ı . ı s2.
Tos 49 2 1 6 . 252. 253. 257. Ulus 1 0 1 . ı :t7. 1 17. 243.
288 1 94. 2 12. 254. 272.
Tugra 42 268. 21111
276
TuhaF Bir Zulüm 4 1 . 48 Türk Yurdu Cemiyeti 268 UluGÇulukAkımı 22 1 . 248.
253. 257, 268. 28:t Yahya KemaJ'e Veda 152
Turan215. 2 18. 258. 288 Türkan Poyraz 129
Umumi Pedagoji 275 Yakın Tarihte Gördüklerim
Turancılık 25 l. 252 Türkçe Dilimiz 25 1
Uran Kabilesi 2 1 6 ve Geçirdiklerim 287
Tutuşmuş Gönüller 26 Türkçülüğün Esasları
323
M E Ş R UT i Y E T D O N E M i
Y alcup Kadri Karaosma- Yemin 49 Yeni Ufuklar dergisi 281 Yüksel Pazarkaya 5 2
no�lu 4 1 . 79. 100, YeniAdam 274, 275 Yeni Ulus 243 Ytızak:ı 52
1 0 1 . 102. 103, 1 0 4 , Yeni Devrin Simaları 66 Yer Altında Dünya Var68 Yüz Ünlü Türk 1 40, 165
1 05. 1 06. 108. 109,
Yeni Dünya 279,280, 282 Yeşil Gece 127. 129. 135. Zahir Güvemli 1 29
ı ı o. ı ı ı . ı ı 2. 1 1 3.
Yeni Fariside Türk Un- 1 36 lalimane Bir idam Hük-
1 1 4 . 1 52. 1 89. 1 9 1 .
surlan 2 1 6 Yezid'in Kızı 68 mü l 83
1 93. 1 94 . 1 95 . 2 1 2.
Yeni Felsefe 288 Yıldırım Beyazıd'ın Esa- Zaman55, 1 26. 194
2 1 3. 25 1 . 257
Yeni Gaıete 287 reti ve intiharı Hak- Zaniyeler l 76
Yakut Yüztılr. 180
Yeni Gün 163, 267 kında 2 1 6 Zavallı Ne�ılet 1 28. 185
Yalnıı Efe 52
Yeni Hayat 258. 259. Yine 0 270 Zekii4 l. 270
Yalnıı Kalmak Korkusu
2 6 1 . 263. 2fı7 Yirminci Asır 137
! O l . I 02 Zeyno'nunüglu 87
Yenilstanbul 66. 1 01 . 288 Yok Yere 1 7 1 , 172
Yalnızız 1 37. 1 4 0 Zeytin Ekmek 4 9
Yeni Lisan 43, 4 4 Yolpalas Cinayeti 87
Yaprak Dökümti 1 27. 1 2 9 Zincir 66
Yeni Mecmua 79, 1110, Yunus Emre 1 1 1 . 2 5 9
Yarunay 1 79 Ziya Gökalp 4 3 . 44. 4 5 .
1 84 . 2 1 2. 2 15 . 229, Yunus Nadi 288 5 1 . 64. 78. 106. ı ıı.
Yannki Turan rlevleti 52
257, 276. 288 Yurt ve Dünya 48 2 1 2. 248, 253, 254.
Yaşar Nahi 52. 152
Yeni Osmanlı Türk Ede· Yusuf Akçura 42. 251 . 255, 257. 258. 259.
Yatık Emine 66
biyau 2 1 5 252. 254. 262. 289 260, 262. 267. 268.
Yedekçi 1 93
Yeni Sabah 288 Yusuf Ziya Ortaç 1 89. 272. 274, 277, 278.
Yediııtın 137. 1 7 9 283.284, 285. 3 1 4
Yeni Turan 87 l 9 1 . 257. 259
Yeditepe 87 Ziya Paşa 2 l 3. 232
Yeni Türk Kadını ve Ruhi Yücel Hacaloglu 1 40
Yegane 192 Münasebdleri 274 Zulmetten Nura 284
Yüksek Ökçeler 52