You are on page 1of 199

Peter Lauster

AŞK
ve • • •

AŞKIN PSIKOLOJISI

Çeviren
Nurittin Yıldıran
e Doruk Yayımcılık
AŞK n AŞKIN PSiKOLOJiSi
Peter Lauster

Almanca'dan Çemen:
Nurittin Yıldıran
Düzelti:
Buket Tanyu, Ertan Altan
Kapak Tanrımı:
Doruk ve Etki
Dizgi
Leyla Çelik
Baıkındlt:
Ceren Basım-Yayım
Tel.: 0.212.284 37 21
İkinci Baskı, Nisan 2000
ISBN: 975- 553- 203-X

Adl't!ı: Mitbıtpıfı Cıd. UfA Kızılay f Ankara


Tel.Pile (0. 312) 433 50 18
Doruk Yıyımcılıt Hat Ltd. Şti.'nlıı Kunltıfudu.
Peter Lauster

AŞK
ve . . .

AŞKIN PSIKOLOJISI

Çeviren
Nurittin Yıldıran
Peter Lauster, AJk ve Allan l'llikol.oJsl,
Çev.:Nurittin Yıldıran, 2. Baskı, Ankara 2000,
Doruk Yayınları, 200 s.
15BN: 975-553-203-X
"Sevmek-sevmek.

Sevmek, her şeydir. O kadar".

INGEBORG BACHMANN

"Bir yumuşak ışık serper

sevenlerin üstüne ay,


denizlerin üstündeki incecik

süt gibi yumuşak.

Çiçeklerle dolar sevenlerin günleri


akşamları dingin olur.

Gündüzleri ve akşamlan ve sevenleri


sarar yıldız yıldız gökyüzü

dingin bir evrene alır götürür".

ALBERTENRENSTEIN
İÇİNDEKİLER

Önsöz ................................................................................................. 11

BÖLÜM 1: DUYGULARIN BAHÇESİNDE

1. AŞKA DAİR DOKUZ YANLIŞ İNANIŞ ...... ......................... 15


Birinci yanlış inanış :
"Cinsellik özgürleştirir" ................................................................ 18
İkinci yanlış inanış :
"Cinsel sorunlar çözüldüyse
tüm sorunlar çözülmüş demektir" ......................................... . . . 21
Üçüncü yanlış inanış:
"Aşkın sonunda varacağı yer orgazmdır" ................... . . . .......... 22
Dördüncü yanlış inanış:
"Doyumcu bir cinsellik için, teknik önemlidir" ............. . . . . . . . . 25
Beşinci yanlış inanış:
"Gençlikteki aşk, yaşlılıktaki aşktan farklıdır" ......... .............. 28
Altıncı yanlış inanış:
"Aşk sonsuza kadar sürer" .......................................... . . .. . . . . . ........ 31
Yedinci yanlış inanış:
"Kıskançlık, aşkın bir parçasıdır" . ........... . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . .............. 34
Sekizinci yanlış inanış:
"Aşk, bir alın yazısı olayıdır" .............. . ... . . ...... . . . . . . . . ..................... 38
Dokuzuncu yanlış inanış:
"İnsan bir, bilemedin iki büyük aşk yaşar" : ........................... .41
..

2. AŞK, ŞİMDİYE KADAR BİLDİGİMİZDEN


DAHA FAZLA BİR ŞEYDİR. ................................... _ ............. ; .....45
Aşk, kendini adamaktır ................................................................ 48
Aşk, içebakıştır ............................................... ................................. 51
Aşk, kendini olumlayıştır ............................................................ 55
Aşk, ruhsal sağlıklılıktır ...................................... ......................•.. 58
Aşk, hayattır ..................................................................................... 62

3. SEVME YErENEGİ ....................................................................... 65


Sevgi ve toplumsal koşullar ........................................................ 68
Tutkuların bozguna uğraması ..................................................... 72
Sevgi ve Özsaygı ............................................................................. 75
Duyuların açıklığı ........................................................................... 78
Güzellik nedir? ............................................................................... 81
Düşünceyle dost olmak .
............................................. ................... 84
Zamanla dost olmak ...................................................................... 87
Yalnızlık sanatı .................................................... ........................... 90
Haz ve Eylem ................................................................................... 94
Sevme yeteneği nasıl geliştirilebilir? ......................................... 96

BÖLÜM il: AŞKTA NELER OLUYOR?

4. AŞK İLİŞKİSİ AŞAMALARDAN GEÇER .......................... 101


Birinci aşama: Fark ediş/Dikkat ... ... ........................................... 103
İkinci aşama: Hayal kurma ......................................................... 107
Üçüncü aşama: Kendini tanıma ya da gerçekleştirme ......... 109
Dördüncü aşama: İlk ve tek bunalım ......................... ............. 112
Beşinci aşama: Çözülme ya da derinleşme . . . .......................... 114

5.AŞK BİTİNCE ............................................................................ 117


Sevgide zorlama olmaz ............................................................... 120
Kıskançlık ....................................................................................... 123
Aşk nefrete dönüşürse ................................................................ 125
Nefretle ilgili diğer psikolojik gerçekler .................. ................ 127
Aşkın geçiciliği ............... . . . . .............. . . . . . . . . . ......... ......................... . . 131
Nevroz, nevrozu bulur ........ . . . . . . . . . . . . .. . . . . ..................................... 134

6. AŞKTA BEKLEDİGİNİ
BULAMAMANIN SONUÇLARI ...... . . . . ......................... ............ 137
Sevgiden yoksun kalış en şiddetli ruhsal acıdır .................... 140
Beklentilerine kavuşamama,
ruhsal rahatsızlıkların nedenidir ............................................. 144
Aşkta beklediğini bulamamanın sonu,
ruhsal donukluktur .................................. ................................... 147

BÖLÜM III: YAŞAMIN ANLAMI,


SEVME SANATINDA YATIYOR

7. PSİKOLOGUN ÇALIŞMALARINDAN ................................. 151


"Kendimi serbest hissedebilmem için
alkole gereksinim duyuyorum" ................................................ 152
Sevme duygusundan duyulan korku ...................................... 156
Sevgi nasıl oluşur? ................................... ................... :................ 159
Sevginin bir insana yoğunlaşması ........................................... 163
"Karımı sevmiyorum artık" ...................................................... 166
"Kendimi yabancı ve yalnız hissediyorum" .......................... 169
"Sık sık kavga ediyoruz" .............................................. ............... 172
"Karşı cinse duyulan sevgi ne kadar önemlidir?" ................ 174
wsevgi çok karmaşık geliY.or bana" ........................................... 176
"Birden aklım başıma geldi ve her şeyi anladım,
her şey kolay gelmeye başladı" .................................................. 180

8. DOYGUN AŞKIN YOLLARI ................................................. 186


Cinselliğin önemi nedir? ............................................................ 188
Zeka ve aşk ..................................................................................... 191
Her derdin ilacı sevgi. ....................... . . . . ....................................... 193
"Yaptığın her şeyi sevdiğin için yap"
Bir dosta söylenmiş sözler ............ ................................. ............. 196
ÖNSÖZ

Aşk üzerine yazılmış olan bu kitap çok uzun bir süreç içinde
ortaya çıkh. Yirmi yılı aşkın bir süredir aşk olgusunun açık­
lanması konusu ile uğraşıyorum. Araşhrmacı ve uygulayıcı
psikolog olarak tüm kişisel deneyimleri ve bilimsel bilgileri bura­
da birleştirmeye çalışıyorum. Ancak bu kitap gene de bilimsel bir
rapor niteiiği taşımıyor.
Aşk ruhsal bir olgudur ve bundan dolayı da, yalnızca aşkla
ilgili ve günümüzde doğal bilimler alanında bilinen araştırma
yöntemlerince ulaşılması çok çok zordur. Ancak bu, aşk hakkın­
da genel geçer hiçbir şey söylenemeyeceği anlamına da gelmez.
İnsan aşkı, yaşayarak tanır. Bir şeyi yaşamanın laboratuvarda
12 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

araçlarla ölçülmesi olanaksızdır. Ancak genelde aşk üzerine bilgi


verilebilir. Bu anlatımlar elbette ki her zaman öznel olur. Ama
öznel olandan zorunlu olarak, gerçek olmayanın ve çarpıtılmış
gerçeğin bulunacağı sonucu çıkmaz. Böylesine yanıltıcı bir çıkar­
samaya düşmemek gerekir. Öznel deneyimlerimize güven­
meliyiz. Çünkü öznel olan, kişisel yaşantılarımızın temelidir.
Yirmi yıl boyunca kendimi çok iyi gözlemledikten ve pek çok
insanın öznel gözlemlerini not ettikten sonra, bunun son on yılını
danışman psikolog olarak geçirmiş olarak, öznel deneyimlerin ve
yaşantıların hepsini bir araya getirebilmiş ve bir düzene soka­
bilmiş olduğumu sanıyorum.
İnsanların çoğunun, sevme yeteneklerini geliştirme konu­
sunda tutuk ve engellenmiş olduğunu sürekli olarak sapta­
maktayım. Bundan dolayı da bu kitabımla yalnızca anlayışa hitap
etmekle ve "hazır bilgiler" vermekle kalmamak, daha ziyade
okuyucuda bir kavrama süreci yaratmak istiyorum. Bu süreçte
ulaşacağınız vargılar kişisel olarak sizi de biraz ilgilendirdiği için
onlarla yüzyüze gelmenizi, çatışmayı göze almanızı istiyorum.
Aşk sorunsalıyla bireysel olarak yüzyüze gelmiş olmanız sizi bu
kitaba öznel biçimde ele alıp değerlendirmeye yöneltecektir.
Tekil sözler ve savlar, eğer siz onlara hayatınız açısından kişisel
bir önem yükleyemiyorsanız, hiç de önemli değildirler. Yani her
şeyi yalnızca entellektüel alana kaydırıp, �unlarla bağınızı kopa­
rıp atmayın. Sizleri, kendi deneyimlerinizi ve yaşantımızı tam
olarak gözlemlemeye teşvik etmek ve sizi kendi sevme yete­
neğinize yaklaştıracak öznel J:.ir kavrama süreci başlatmak isti­
yorum. Bu da daha çok sevmeye ve hayatı daha az vurdum­
duymaz ve daha az körlemesine yaşamaya bağlıdır.
Kitap basit reçeteler içermiyor, hele rahat reçeteler hiç. Başka­
larını nasıl kolayca ve çabucak kendine aşık edebileceğine ilişkin
sıkıntısız yollar da göstermiyor. Ben, bu kitabı daha çok bir tür
ÖNSÖZ 13

"kendini tanımaya yüreklendirme çabası" olarak goruyorum.


Daha fazla ruhsal özgürlüğe ulaşmaya, şimdiye kadarkinden
daha sık ve daha yoğun sevmeye cesaretlendirirsem yeter.

Aşkın gizi, ruhsal uyanıklıktadır, ruhsal özgürlüktedir ama


uyanıklığın ve özgürlüğün gizi ise cesarettedir. Kendi duygu­
larını uyanık ve önyargısız olarak, tam bir biçimde gözle­
meyebilmek için çok cesaretli olmak gerekir.

Ben "sadece" bilgi aktarmak ya da "tarhşmak için malzeme"


sunmak istemiyorum. Ben sizin konunun içine derinlemesine
girmenizi istiyorum. Aşk, mutluluk yoludur. Hoşnutluk yolu­
dur, sağlık ve bilgelik yoludur. Eğer bunu, bu kitabımla somut­
layabilirsem, duyumsatabilir ve kavratabilirsem, kitabı boşa
yazmamışım demektir. Bu kitap aşka ve yaşama bir ilan-ı aşkhr.
Ama bu yetmez, ruhu da özgürleştirmeli, aydınlanmanın mumu­
nu da tutuşturmalıdır. Bu anlamda bir katkısı olursa yararlı
olmuş sayılır.
1

Duyguların Bahçesinde

1. Aşka Dair Dokuz Yanlış İnanış

"Bir bütün olarak çağımıza inancım


azaldıkça, insanlığı diişmüş ve kurumuş
gördükçe, bu çöküşün karşısına devrimi
daha az koyar oldum ama aşkın büyüsüne
olan inancım daha da artıyor".

HERMANNHES5E

Bir kitapçıya girdiniz. Cinsellik üzerine çokça kitap bula­


bilirsiniz, ama aşk üzerine bulabileceğiniz kitap sayısı, iki elin
parmakları kadar bile değildir. Cinsellik konusu tıp adamları ve
psikologlarca bilimsel olarak incelendi ve incelenmeye devam
ediliyor, ama aşk, hayır. Neden acaba?.. Bu durumun kaynağı ne
olabilir?
16 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

1961 ile 1968 yılları arasında Tübingen'de psikoloji eğitimi


görürken "aşkın psikolojisi"ne ilişkin bir şeyler de öğreneceğimi
sanıyordum. Ne var ki bu yedi yıllık sürede ders konuları içinde
ne bu başlıklı ne de benzer başlıklı bir konu görebildim. Böyle bir
şey yoktu. Her şey test psikolojisi, klinik psikolojisi, deneysel algı
psikolojisi, istatistik reklamcılık psikolojisi, karakteroloji, gelişim
psikolojisi, işletmecilik psiklojisi vb. çevresinde dönenip duru­
yordu.
Psikoloji, genç bir bilim ve bugün hala "öteki bilimlere denk
bir bilim" olarak kabul edilme mücadelesi veriyor. Yüksekokul
öğrenciliğim sırasında, yüksekokul psikologlarının, psikolojiyi,
örneğin bir fizik gibi, görgül-deneysel bilimler arasına yerleş­
tirmeye çalıştıkları gibi bir duyguya kapıldım. Psikolojinin böyle
bir şeye ihtiyacı var mı? Aşk görgül-deneysel olarak araş­
tırılmadığı için Tübingen'de aşka ilişkin pek az şey dinledim.
Aşkı ölçmek, test etmek veya sayısal olarak algılamak ve bilgi­
sayarlarla hesabını yapmak, olanaksızdır. Bundan dolayı da
Tübingen'deki ciddi bilim adamları bu konudan uzak durdular.
Aşkı ölçmek kolay kolay mümkün olmadığından, bugüne
değin psikolojik araştırmalarda yer almadı. Buna hayıflanmamak
elde değil. Çünkü aşk, ölçülemese de vardır ve araştırılabilir,
incelenebilir; ancak pozitif bilimlerdeki o bilinen yöntemlerle
değil. Aşk üzerine kafa yormak gerekir, aşkı tanımak ve tanıtıcı
yazılar yazmak gerekir. Ancak o zaman aşk felsefi psikolojinin
alanı içine girer ve ilginçtir yüzünü bilime çevirmiş psikologlar
tam da bu noktada geri duruyorlar. İşte bu yüzden psikologlar,
aşkın ruhsal araştırmalar alanının odağında yer almasına karşın,
bu konu ile ilgili pek az gorüş bildirdiler. Aşk, başka hangi alana
girecekti ki? Din alanına mı? O da gerçi ruhla ve sevgiyle uğra­
şıyor ama "bilimsel olmayan bir biçimde!"
Bundan sonraki sayfalarda aşkı enine-boyuna ele alacağım.
Ama dediğim gibi bilimsel olmayan bir biçimde değil, görgül­
istatistiksel yöntemlerle de değil. Aşk üzerine kafa yormak ve
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 17

kişisel deneyimlerimi ve yaşadıklarımı, kendi muayenehanemde


danışman psikolog olarak yaptığım çalı�malardan (1971'den bu
yana) çok iyi_tanıdığım insanların yaşadıklarını ortaya koymak
istiyorum.

Geçmiş yıllarda, aşk üzerine bana anlatılanları dikkatle dinle­


dim, günlük yaşamda aşk adına olanları dikkatle okudum ve
döne-dolaşa hep şunu sordum kendime: Burada gerçek aşk
hangisidir, sahte aşk hangisi? Dışı aşkın yaldızıyla kaplı şeyin
altından ne çıkacak? Yoksa dışında aşk görünmeyen şeyin altı:ı:ı­
dan aşk çıkacak mı? Sevgi neden böylesine çok kötüye kulla­
nılıyor?
İyi bakıldığında, aşkın odakta yer alan bir psikolojik olay
· olduğu görülecektir. Kişisel duygularım beni aşkın içine iyice
çektiği için üniversite yıllarımda aşkın psikolojisi ile ilgilendim.
Sonra başka insanların da bu konu çevresinde toplaştıklarını
gözledim. Ve danışman olarak psişik sıkıntılarla rahatsızlıkların
bu merkezi konuya kadar uzandığını öğrendim. Yani, değişik
açılardan sorunsal ile uğraşmam kaçınılmaz olmuştu benim için.

Danışman psikologlar ruhsal sorunlarının üstesinden gele­


bilmeleri için başkalarına yardım etmeye çalışır. Korkularını
atmaları, kendilerine güvenlerini arttırmaları, ruhsal dengelerini
bulmaları iç dinginlik kazanmaları, yaşama cesareti bulmaları
• için çaba harcanır. Nasıl yaşamalıyım? Nasıl daha mutlu olabi­
lirim? Neden hep bunalımlıyıın? Neden kabul ettiremiyorum
kendimi? Nasıl korkusuz ve daha rahat olabilirim? İç geri­
limlerimi nasıl atabilirim? Nasıl daha özgür olabilirim?

Tüm bu sorunlar ruhsal durum çevresinde ve benim de ancak


zamanla fark ettiğim gibi, sevgi çevresinde yoğunlaşmaktadır.
Bu karmaşık ruhsal süreci anlayabilmek için öyle bir kaç kalıp söz
söylemek veya bir dergide makale yazmak yetmez. Bunu açık­
lamak için, iki yüzden fazla sayfaya ve elbette ki, benimle birlikte
düşünce üretecek, dar kalıplara sıkışıp kalmayacak okuyucuya

AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:2


18 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

gereksinim duyuyorum. Ne var ki aşkı, akılla kavranabilen ve


sonra da istenildiği gibi yönlendirilebilen basit bir nesne duru­
muna indirgeyen mekanik-işlevsel bir bilgi vereceğimi beklemek
pek de mantıklı bir şey olmaz.
Aşk akılla ilgili bir şey değil, duygularla ilgili bir konudur.
Aşk üzerine daha pek çok şey okuyabilir ya da düşünebilirsiniz.
Duyduklarınız okuduklarınız akıl ve düşünce aracılığıyla algı­
lanırsa sizin için bir değeri olmaz. Aşk düşünceden hareketle
açıklanamayacak temel bir olgudur.
Önce, aşkla ilgili bir çok yanılgı ve yanlış inanışı tüketmek isti­
yorum. Bu yanlış inanışlar her kişi tarafından kendi yaşadığı
koşullar içinde ortadan kaldırıldığında doğru birden kendini
gösterir. Doğru çok kısa bir an sisler içinden çıkıp birinin gözüne
görünür ve sonra yeniden kaybolur. Bir başkası ise doğruyu açık­
seçik görebilir ve hatta yakalar, bırakmaz. Aşk varsa yaşam
anlamlıdır yoksa acı, korku ve güvensizlik doludur. İşte ben,
bunun neden böyle olduğunu bundan sonraki sayfalarda bilince
çıkarmaya çalışacağım. Her insan gerçeği kavramayabilir. Ve ben
olabildiğince çok sayıda insanın, yakaladığı gerçeği elinden
kaçırmamayı başaracağını umuyorum.

Birinci Yanlış İnanış: "Cinselİik özgü.rleştirir"


Cinsellik ve aşk birbirleriyle yakın ilgisi olan ama karış­
tırılmamaları gereken iki olgudur. Cinsellik, sevgi olmadan da
mümkündür. Sevgi de cinsellik olmadan oluşup-gelişebilir.
Asılında bunu herkes bilir. Ne var ki gene de bu iki şey hiç durma­
dan karıştırılır.
. .

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, ruhsal sağlık açısın-


dan cinsel dürtü enerjisinin oluşması ve serbest bırakılmasına çok
büyük önem vermiştir: Onun yaşadığı yüzyılın sonları ve işleyen
dönem için çok tipik olan ötelenmiş cinsel dürtü baskıları hasta­
larını muayene ve analiz ederken dikkatini çekti ve insanın ruhsal
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 19

yaşamında, cinselliği layık olduğu önemli yere oturttu.

Freud, o zamanlar devrimci bir yenilik keşfetti: İnsanın daha


bebeklik yıllarında oral, anal ve genital olmak üzere cinsel evre­
lerden geçtiğini ve bu evrelerin daha sonraları yetişkin kişinin
cinsel yaşamı için önemli olduğunu saptadı. Dönemindeki ürkek­
liğe karşı etkili oldu ve yüzyılımızdaki "cinselliğin özgürleşmesi"
için belirleyici itkiyi verdi.
Freud'un görüşlerini geliştiren ve ruhsal rahatsızlıkların
oluşumunda cinselliğin işlevini odağa yerleştiren asıl kişi
Wilhelm Reich olmuştur. Reich'a göre, uyarımın olmaması geri­
lim durumlarına, genel ve özel kas kasılmalarına, ruhsal gergin­
liğe ve bozgun tepkilerine yol açarken, orgazm yoluyla uyarım
enerjisi alınması, bedensel ve ruhsal rahatlama için bir ön koşul­
dur. Freud ve Reich'ın sonuç olarak dedikleri şu oluyor: Cinsel
açıdan tam doyum, ruhsal rahatlama için son derece önemlidir.
Yetersiz cinsel doyum bozgun gerilimlerinin oluşmasına yol açar.
Reich, ağırlıklı olarak biyolojik yana eğilim gösterir ve nevroz ve
psikoza düşmemek için dürtülerin doyurulmasını kaçınılmaz
olarak görürken Freud cinsel dürtünün doğal amaçlarından
çevrilerek toplumca beğenilen kültürel ve anlıksal etkinliklere
çevrilmesinin mümkün olduğuna inanıyordu. Hem Freud hem
Reich cinselliğin (cinsellik gerçeğinin tanınması anlamında da)
özgürleştirilmesi için önemli önkoşullar ileri sürdüler. Bunlar
aynı zamanda 2. Dünya Savaşı'ndan sonra liberalleşme sürecinin
kesintisiz ilerlemesinin de önkoşullarıydı.
Almanya'da bugün pornografik resim ve yazılar serbesttir.
Genç çiftler, evlilik cüzdanı göstermeden 6e birlikte daire kira­
layıp oturabilirler. Homoseksüellik artık cezalandırılmıyor. Tüm
bunlar genel toplumsal bir liberalleşmenin belirtileridir.
Ancak, cinselliğin gittikçe daha fazla özgür olmasının tek tek
insanları ya da tüm toplumu tabulardan kurtaracağına inanmak,
yanıltıcı bir yargı olur. Cinsel bakımdan kendini geliştirmek,
20 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

birey olarak kendini daha özgür ve daha rahat hissetmek için


önemli bir önkoşuldur kuşkusuz. Ama bu, işin sadece bir yanı.
Halbuki pek çok kişi, cinselliğin özgürleşmesinin o kadar önemli
ve belirleyici olduğuna inanmıyorlardı ki, onlara göre toplumun
genelinde koşullar da değişecektir. Ve formülasyonları da şuydu:
Özgürleşmiş cinsellik, toplumu da özgürleştirir.
Son elli yıl içinde Freud ve Reich'la birlikte pek çok psiko­
terapist, cinselliğin özgürleşmesinin hastayı özgürleştirdiği,
sağlıklı yaptığı ve gerilimlerden kurtardığı görüşündeydiler.
Slogan da şuydu: "Cinsel gelişme, bireyi iç özgürlüğe kavuş­
turur". Ancak, durum tam da böyle değildir. Çünkü cinsellik,
ruhsal yaşamın bir bölümünü oluşturmaktadır ve bu bölümün
gelişmesi gerçi olumlu itkiler ve iyileşme süreçleri sağlayabilir
ama otomatik olarak insanı daha özgür yapmaz.
Yalnızca cinselliğini geliştiren ama bununla birlikte ruhsal
sevme yeteneğini geliştirmeyen, tam doyum bulamaz ve bir
bozgun kalıntısı sürekli olarak varlığını korur. Bunun neden
böyle olduğu ve bu durumun ruhumuz için ne tür sonuçlar geti­
receği ileride bir başka bölümde daha ayrıntılı bir biçimde ele
alınacaktır.
Cinsellik, bugün sevginin üstünde bir yere s.ahip oldu. Buna
bağlı olarak da, girişte söylediğimiz aşk ve cinsellik ayrılığı olsun,
birlikteliklerinin önemi olsun artık doğru görülemez oldu.
Cinsellik, öyle önemsendi ki, çoğunlukla aşkla karıştırılır ve ortak
cinsel deneyimin sevginin önkoşulu olduğuna inanılır oldu.
Sınırla:• da öylesine karıştı ki, tek tek kişiler, sevip sevmediklerini
bilemez oldular.
Tüm öteki zevkler ve hoşlanmalar gibi cinsellik tek bir tüketim
öğesidir. Ne var ki cinselliği eksiksiz yaşamak olanaklı değildir.
Tüketim anlayışı, bir içsel tutsaklıktır. Çünkü zorlama ve tutkulu
davranışlar doğurur. Cinsel tüketim, özgürlük tanımak, iç özgür­
lük getirmez ama, bedensel ve ruhsal gerilimin üretildiği yerler-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 21

de olsun başka yerlerde olsun doyumsuzluk ve memnu­


niyetsizlik açısından yeni ruhsal gerilimler oluşturur.

ikinci Yanlış İnanış:


"Cinsel sorunlar çözülünce tüm sorunlar çözülmüş sayııır
"Cinsellik özgürleştirir" anlayışı ile, cinsel sorunlar çözül­
düğünde tüm öteki sorunların çözülmüş sayılacağı anlayışı
zorunlu biçimde birbirine bağlıdır. Ancak böyle bir bağlanh
kurma, büyük ve kaba bir basite indirgemedir. Gerçi bunun anla­
şılmayacak bir yanı da yoktur. Çünkü cinsel sorunlar pek çok kişi
için çok çok önemlidir, fazlasıyla öne çıkarılırlar. Sonuçta da şöyle
bir kanı oluşur: "Bu sorunları çözdüğürn zaman, benim için hiçbir
sorun kalmaz".
Doyurucu bir cinsel ilişki yaşamış ya da yaşamakta olan
herkes, bununla tüm sorunların çözümlenmiş sayılamayacağını
bilir. Doyurucu bir cinsel yaşam önemli bir şeydir, hiçbir psikolog
ve psikoterapist buna karşı çıkmaz ama ruhsal olan ve insan yaşa­
mı daha karrnaşıkhr. Acıkan birinin tek düşüncesi, açlığını nasıl
gidereceğidir. Ama karnı doydu mu yeni sorunlar gelir·günde­
me. Bir kere daha söylemek istiyorum: Cinsellik bütünün bir
parçasıdır, ama gereği yerine getirilmediğinde de insana acı
veren bir parçası. Bu parçadan hareketle tüm ruhsal alan ve bu
alanla ilgili sorunlar açıklanamaz ve çözümlenemez.
Bu yanlış inanışın çökertilmesi için: Cinsel sorunlar çözüm­
lendiğinde tüm sorunlar çözümlenmiş olmaz. Tüm sorunları
çözebilmek için sevgi de işin içinde olmalıdır, ama sadece cinsel
birliktelik yaşanan özel bir kişiye olan sevgi değil genel anlamda
bir sevgi, tüm psiko-fiziksel sevme yeteneğinin ortaya çıkarılıp
geliştirilmesi gerekir.
Cinsellik, insanı en doğal haline dönüştüren biyolojik bir olgu­
dur. İnsan, akılla, tüm sorunlarını çözebileceğine inanır ve akılcı
tutum ve davranışın, insanlığın ulaşacağı en yüksek nokta oldu­
ğunu düşünür. Büyük bir yanılgıdır bu. İnsan her Allahın günü
22 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

kendi bedenine, biyolojiye ve cinsel dürtülerine yeniden ve yeı.


den teslim olmaktadır. Bunu yadsıyabilir, bastırabilir, iteleyebilir
ve bundan kaçmaya kalkabilir. Ama her seferinde, biyolojiden ve
aklın yanıbaşında duran gerçeklerden kaçabilmek için yapıl­
mamış bir girişim kalır. Kendi bedeninden ve bedenin gerek­
sinimlerinden ne bir bileşik ne de savunma mekanizmalarıyla
kaçabilmenin yolu vardır. Cinsel sorun alanı, hiçbir zaman orta­
dan kaldırılamaz. Her insan, her gün cinsellikle yeniden çatışmak
zorunğ.adır. Çünkü cinsellik, potansiyel dürtü olarak hergün
insanın karşısına çıkar. Cinsellik, kendini göstermede hiçbir
engel tanımaz ve bu yüzden de pek çok şeye yol açan ve pek çok
sorun yaratan etkileri olur. Yani sorun bir kereliğine doyurucu bir
cinsellik yaşamış olmakta değil, günlük sorunlarımızla birlikte ve
bu bir kerelik cinsel doyumla her şeyin yoluna gireceği yanlışına
düşmeden yaşamaya yardımcı olabilecek bir anlayışı edine­
bilmektir. İşte her gün yüzyüze olduğumuz bu sorunlarla dolu
durum, yaşamımıza yön, düzenlilik ve anlam veren bir ilkeyi de
içermektedir. Bu sevgidir.
Sevgi olmadan, cinsel sorunlar çözümlenemez. Sadece sevgi,
cinselliğin güzellik, açıklık ve ruhsal sevinç yönünden zengin­
leşmesinin önkoşulunu yaratır. Sevgisiz cinsellik boştur ve
yavandır, dinamik ve aktif yapmaktan çok, sürekli kederli ve
çökgün yapar. Söylenegelee ;:ümle şöyle olsaydı, doğrusu ya, ben
de onaylardım: "Sevgiyle ilgili sorunlar çözülünce tüm sorunlar
çözümlenmiş sayılır".

Üçüncü Yanlış İnanış:


''Aşkın sonunda varacağı yer orgazmdır"
Cinsel dürtü enerjisi, erkekte olsun kadında olsun orgazmla
boşalmaya çevirmiştir hep yüzünü. Bu anlamda orgazm hiç
kuşkusuz bir hedeftir. Varlığını sürdürmede biyolojik görevle
bağlantılı olan cinsel işlev, sonuçta bu hedefte noktalanmaktadır.
Varlığını sürdürme, zevk alma duygusunun da arttığı bir biçim-
)UYGUl.ARIN BAHCESiNnF 23

de düzenJeıi.miştir. Bu):ürün varlığının fiÜrdürülmesinin sıkıcı bir


yük olmaması tam tersine bir zevk olınası için doğanın bir oyunu­
dur. Zevk almak, görev yapmaya her zaman yeğlenir. Ve varlı­
gını sürdürme konusunda doğa işi sağlama bağlamıştır.
Zevk alınarak ve doyum sağlanarak yaşanan orgazm yine­
lenme ve insan denen özgün yaratığın kökünün kurumaması
konusunda en iyi güvence olmaktadır. Hiçbir tür kökünün kuru­
masını istemez tam tersine olabildiğince uygun ve dengeli bir
yaşam alanı içinde en iyi biçimde üremek ve varlığını sürdürmek
ister. Cinsel görevinin yerine getirilmesi biyolojik açıdan orgazm­
la sonuçlanır. Yani sonuç olarak orgazm, türün varlığını sürdür­
mek olan cinselliğin varacağı son noktadır. Burada hiç sevgiden
söz edilmiyor. Çünkü bu bedensel süreçler sevgiyle bağlantılı
değildirler. Ama işin içine sevgi de girerse daha iyi. Çünkü o
zaman cinsel yaşam, güzellik bakımından zenginleşir.
Aşk, gevşemenin son noktası olarak orgazmı görmez; tam
tersine, ruhsal ve bedensel hoşlanmanın her çeşidinde doyumu
yakalayabilir. Sevgi cinselliği arttırabilir ve sevgi olmadan
doğması olanaksız olan bir ruhsal mutluluk duygusu yaratabilir.
Sevilmeyen biriyle yaşanan cinsel birlikteliği ve orgazmı sevi­
len biriyle olandan çok daha az doyurucu bulduğunu bana anla­
tan bir sürü kişiyle karşılaştım. Yani işin içine sevgi girdimi
cinsellikteki duygu derinliğe ve zevke yükselebiliyor. Bunu
herkes kendi deneyimlerinden bilir ama bu olguyu aklından
çıkarmamak ve bu konuda kafa yormaya devam etmek yine de
önemlidir.
Burada beni asıl ilgilendiren şey, orgazmın sevgide değil
cinsellikte son durak olduğunun, sevginin orgazma bağımlı
olmadığının-cinsellikten farklı olarak- daha geniş bir işlevi oldu­
ğunun bilince çıkarılmasıdır.
Cinsellik doğadan "orgazm" hedefine yönelme görevini almış­
tır. Halbuki sevgi bunun için ayrı bir çaba harcamaz. Sevgi,
orgazm için olsun türün sürdürülmesi için olsun önkoşul değil-
24 l\ŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

dir, ama hem cinsellik alanında hem de yaşamın tüm öteki alan­
larında "karşılık beklemeden verilen, olağanüstü bir şeydir". İ şte
bundan dolayı sevgi, orgazma ulaşmak için uğraşmaz, cinsel
dürtü olayının gerçekleşmesine yalnızca katılmakla yetinir.
Ancak bu katılım yaşadıklarımızı ruhumuzun derinliklerinde
duymak, ruhsal doyum ve mutlu bir yaşam için çok çok önem­
lidir.
Karşılaştırmalar, her zaman bir kuşkuyu da içinde taşıyor.
. Ama gene de kendimi somut biçimde anlatabilmek için basit bir
karşılaştırma yapacağım. Sevgi, hamurun kabarmasını ve pasta­
nın daha lezzetli olmasını sağlayan maya gibidir. Ya!J.i açlığı kalo­
riyle gidermek için maya gerekmez. Başka türlü söylersek: Sevgi
ruh için, her şeyden önce biyolojik bir dürtü olayı olan cinsellik
olayının iyice güzelleşmesine ve doruğa çıkmasına yardım eden
bir donanımdır, bir katalizördür. Sevgi bu katalizör etkiye yalnız­
ca cinsellikte değil yaşamın tüm öteki alanlarında da sahiptir. Salt
para kazanmak için işimi yapıyor olabilirim. Ama işin içine sevgi
de girerse kendimi daha rahat, daha keyifli hissederim. İnsanlarla
ilişkimi mesleki ya da· sosyal bir görev olarak görebilirim ama
çevremdekilere sevgi de duyuyorsam, kendimi daha mutlu hisse­
derim. Hareketsizlikten kurtulmak ve oksijen depolamak için
ormanda bir gezinti yapabilirim. Halbuki ağaçları, kokuları,
havayı ve akşamı tüm duyu organlarımla .severek algılarsam
sadece beden kendini dinçleşmiş hissetmez ruh da dinçleşir ve
eskisine oranla daha mutlu olduğumu duyumsarım.
Sevgi, tüm yaşantılara girebilen genel bir ilkedir. Yaşa­
mamızdaki tüm olaylar sevgi olmadan da sürüp-gider; sevgi ·

olmadan da orgazm olabilir; sevgi olmadan oksijen ihtiyacını


rahat rahat karşılayabilirim: yine sevgi olmadan görevimi yerine
getirebilir, eşimle ve çocuğumla ilgilenebilir, politaka yapabilir
araba kullanabilir veya komşularımla konuşabilirim. Ve çoğu
insan her gün bu şekilde yani başkalarına ve kendilerine sevgiyi
eklemeden yaşayarak, işlevlerini yerine getiriyorlar. Dahası pek
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 25

çok insan da nefret ve aşağılamayı kendine eklemleyerek aşkın


kar"şıtı olan bu iki kavramı seçerek yaşıyor. Sevgisiz hatta nefretle
yoğrulmuş bir hayat mümkündür ve oldukça yaygındır. Aynı
yatağı paylaştığı kişiden nefret eden bir kimse bile orgazma
ulaşabilir. Cinsellik, türün sürdürülmesinde böylesine kesin bir
işlev yerine getirmektedir.
Sevgi hakkındaki yanlış inanışlardan ilk üçünün anlatımıyla
sevgi ve cinselliğin birbiriyle bağlantılı olabileceği ama olmak
zorunda olmadığı ortaya çıkmış oldu. Sevginin cinsellikten
bağımsızlaşması (psikolojik bir dışavurum olarak) yine sevginin
daha iyi anlaşılmasının önkoşuludur.

Dördüncü Yanlış İnanış:


"Doyurucu bir cinsellik için cinsel teknik önemlidir"
. Son onbeş yıl içinde (psikiyatrist, psikolog, tıp dokturu ve
gazeteci) yazarlar cinsel zevki arttıran tekniklerle ilgili bilgileri
arttırma onuruna sahip oldular. Bu tür bilgilerin kullanılmasına
hiç karşı değilim. Ne var ki böylesi kitapların "sevgi/ aşk" başlık­
larıyla ortaya sürülmesi beni çok rahatsız ediyor. Çünkü bu
tekniklerin sevgiyle pek fazlaca bir bağlantısı yoktur. Hele hele
acayip pozisyonlar ve oyunlar sevgiyi kesinlikle arttıramaz.
Erkekler arasında çok yaygın olan bir yanılgı da belirli pozis­
yon ve uyarma tekniklerini iyi kullanmanın birlikte olunan
kadınlan yeniden ve yeniden defalarca doyuma ulaştırabileceği
gibi bir anlayıştır. Burada erkekleı;in çıkış noktası, bu şekilde
kadının "cinsel bakımdan tamamen bağımlı" olduğu biçimindeki
yanlış düşLncedir.
"Öncelikle cinsel bakımdan tamamen bağımlılık" diye bir şey
olup olmadığı tartışılmalıdır. Böyle bir şey varsa bile bu cinsel
bağımlılık değil birlikte olunan insanın kişiliğine ve otoritesine
bağlılıktır. Bu tür bağlılıklar da belirli uyarma tekniklerine bağlı
cinsel temelde ortaya çıkan bir şey değil buyruk altına girme ve
26 AŞK ve P. ŞKIN PSİKOLOJİSİ

otoriteye bağlanma eğilimleriyle bağlantısı olan tutkulu bir sevgi­


nin dışa vurumudur. Burda belirli bir biçimde mazoşizm eğilim­
lerinin de etkisi işin içine girmektedir.

Bu "cinsel bakımdan aşırı bağımlılık"ın nere


. ye ya da neye
dayandığı çok da önemli değildir. Önemli olan bu tür bir bağım­
lılığın her iki taraf için de özenilesi bir şey olmadığıdır. Çünkü, iki
insanın karşılıklı ilişkisinin amacı, bağımlılık olmamalıdır.
Bağımlılık her zaman bedensel ve ruhsal acıyı, sıkıntıyı ve korku­
yu da beraberinc;ie getirir.
Bir kadında böylesi bir bağımlılığı elde etmek için çabalayan
ya da elde etmeyi uman bir erkek kendini eninde sonunda mutla­
ka tahmininden daha büyük sorunlarla karşı karşıya bulur. Bir
kadının bize bağımlılığı ya da aşırı bağımlılığı her şeyden önce
zayıfbir özgüven için destekleyici bir duygudur. Ancak; özgü ven
eksikliği duyan kişi karşısındakinden, gönlünü okşayan o bağım­
lılık belirtilerini gördüğünde ilgi çok çabuk körelebilir. Yaratılan
bağımlılık, duygudan yoksun bir alışkanlığa ve giderek sıkıcı bir
şeye dönüşebilir.
Eğer bir kimse bazı özel tekniklerle karşısındakini kendine
tamamen bağımlı bir duruma getirebileceğine inanıyorsa, yanıl­
gaya düşer ve sürekli olarak hayal kırıklıkları yaşamak zorunda
kalır. Teknik üzerinde yogunlaştığında aklını devreye sokar ve
bir şeylerin üstesinden gelme, bir takım kuralları uygulama
derdine düşer. Bunun sonucunda da cinsellik bir tür beden eğiti­
mi çalışmasına dönmekte gecikmez. Aklın, öne geçme tutku­
sunun ve düşüncenin devreye girmesiyle duygu bir kenara itilir
ya da tamamen sökülüp çıkar.lır. Bedenin duyarlılığından söz
etmiyorum. Çünkü cinsel duyarlılık her zaman vardır. Benim
sözünü ettiğim şey; kendini başkasının yerine koyabilme, kendi­
ni tamamen verebilme ve özveri gösterebilme ile bağlantılı olarak
hoşlanma, içi ısınma, sevgi, güven, hayranlık, saygı duygularıdır.
Kesinlikle cinsel ilişkinin zevkini arttırıcı teknikleri yargı-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 27

lıyorınuşum, yanlış hatta "günah" buluyormuşum gibi de anla­


şılmak istemiyorum. Böyle bir şey benim için artık çok gerilerde
kalmış bir ahlakçılık anlayışına yeniden dönmek demek olurdu.
Ne var ki ben sürekli olarak, tekniğin sevgiyi üretebileceği ya da
koruyacağı inancına dayalı olarak cinsel tekniklerin abartıldığını
gözlemliyorum. Kurulmak ya da korunmak istenen bir birlik­
telikte, asıl sorunun cinsel teknikler değil, sevgi olduğunu herke­
sin anlayabilmesi için bu yanılgıya işaret etmek istiyorum.
Bir ilişkide sevgi varsa, cinsel uyarıcılarla uyarım başat bir rol
oynamaz. Çünkü cinsellik öğrendiği şeylerle programlanmış
olan aklımızın işe karışmasına gerek kalmadan kendiliğinden
oluşan, ortaya çıkan bir şeydir. Her ayrı durumda sevgi, ama
yanlızca sevgi yeni bir cinsel teknik yaratabilir. Sevgi yaratıcıdır
ve doğru olanı, doğru zamanda bulur.
Çıkış noktası akıl ve öğrenilmiş bilgi ya da birlikte olunan kişi
ile yaşanmış deneyimler olursa ve bilgiler, teknikler kullanılmak
istenirse yaratıcı bir ortam ortaya çıkmaz. Çünkü insan kurallara
uymak kendini yinelemek durumunda kalır. Ve kuralların, yine­
lemelerin olduğu yerde yaratıcı bir şey oluşmaz. Ve tüm cinsel
davranışlar, deneyimler; sıradanlığın, alışkanlığın, bayağılığın ve
sıkıcılığın gölgesinden kurtulamaz.
Eğer sevgide sürekli yeni açıklamalar olursa ve tüm teknikler
unutularsa ve insan tüm duyularını açıp, yapması gerekeni
gerektiği anda yaparsa, yaratıcı bir biçimde kendini o anın
koynuna bırakabilir ve birlikte olduğu kişiyle olsun teknik bir
öğrenme programında değil o anda oluşmuş ortamda uygun
davranmasının keyfini çıkarabilir.
Diyelim ki biri ormanda yürüyor, elinde bir rehber. Orman
nasıl incelenecek, nelere dikkat etmesi gerekiyor, bataklığın sert
mi yumuşak mı olduğunu nasıl anlayacak ve ağaç kabuklarına
bakarak ne gibi sonuçlar çıkarabilecek, hepsi rehberde yazılı
olsun. Böyle bir durum bize gülünç ve saçma gelecektir . Ne var
28 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ki, pek çok korku ve karanlıkla içiçe olan cinsel alan söz konusu
olunca bir cinsel teknik rehberini okuyarak doyurucu bir sonuca
ulaşacağımıza inanırız.
Eğer orman size eğer bir şeyler veriyorsa, ormanda gezmek
hoşunuza gidiyorsa duyularınız açıksa, orman gezintisini, cinsel­
likte de aynı olması gerekir. Burada en önemli şey., elbette karşı­
mızdakinin bireyselliği, kişiliği ve özgünlüğü için sevgiyi gözar­
dı etmeden bedensel duyarlılıklara ve karşı cinsin bedenine
yönelik kendiliğinden olumlu bir tutum geliştirmek üzere kendi
bedenimiz ve karşımızdakinin bedeniyle ilgili her şeyi sevmektir.
İşte o zaman her bir algı ve duyumdan kendiliğinden öyle bir
sevinç doğar ki bu sevinç ileride pek çok şeyin de temelini oluş­
turur.

Beşinci Yan1ış İnanış:


"Gençlikteki sevgiyaşlılıktaki sevgiden farklıdır"
Aşık olmanın sevginin ve cinse1liğin gençlik dönemine özgü
şeyler olduğu ve olsa olsa kırk ya da elli yaşına kadar insan yaşa­
mında bir rol oynayabilecekleri, oldukça yaygın bir görüştür. Bu,
hiç de doğru değildir. Çünkü aşık olmak ve sevgi ilkesel olarak
yaşla ilgili değildir. Yaşla birlikte yavaşlayan bedensel işlevlere
bağlı olan cinsellik bile kural olarak altmış, yetmiş bazan da
seksen yaşına değin işlevli kalabilir.
Ancak gene de pek çok insana göre gençlikteki sevgi yaşlı­
lıktakinden farklıdır. Çünkü gençlikteki sevgi yenidir, tazedir,
sevme yeteneği geİişmeye gençlikte başlar ve yeni deneyimlerin
yaşandığı bu dönemde sevgi ve cinsellik şiddetli bir biçimde
duyumsanır. Pek çok insan, sevginin köreldiği ve cinselliğin
ilginç olmaktan çıkmış bir alışkanlık haline geldiği ileri yaş birlik­
teliklerine göre gençlik yıllarındaki duyguların yoğunluğunun
daha fazla olduğu düşünülür. Bunlar gene de birlikteliklerinde,
bu durumun "eşyanın doğası gereği" olduğu biçimindeki tesli-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 29

ıniyetçi görüşe sıkı sıkıya sarılmaktan geri kalmazlar.


Sevgi, açılan ya da körelen bir ruhsal enerji midir? Sevme yete­
neği, hem dış dünyayı hem de kendini uyanık duyularla olumlu
biçimde algılama yeteneğidir. İleriki yaşlarda bir başkasını seve­
rek birlikte olmanın ön koşulları daha çocukluk ve gençlik
dönemlerinde cinsel dürtü henüz olgulanlaşmadan önce oluşur.
Çocuk duyularını kullanır, çimenlerde yatıp-yuvarlanır ve çayır
bitkilerinin kokularını en ince ayrıntalarıyla algılar, gökyüzünde
geçip giden bulutlara bakar ve elleriyle ağaçların kabuklarını
okşar, ıslak toprağı parmaklan arasından geçirir ve tüm bunları
yaparken kendini unutarak bu duyumlarla haşır neşir olur.
Dünyaya, gün ışığına ve yağmura yönelik sevgiler duyusal dene­
yimlerle açılıp gelişirler. Bu deneyimler olmazsa gelecek dönem­
lerde birlikte olunan kişiye ve cinselliğe yönelik sevgi sınırsız ve
zengin olarak geliştirilemezdi ve cinsellik dürtünün kuru bir
biçimde işlevini yerine getirmesiyle sınırlı kalırdı.
Çocukluk döneminin duyarlılığı hala etkili olduğu için erken
yaşlarda aşklar, duyuların tüm enginliğiyle yaşanırlar. Sanayi
toplumlarının büyük kentlerindeki yetişkinler, çoğunlukla yıllar
geçtikçe daha da duyarsızlaşmaktadırlar. Bunlar her gün işye­
rine, fabrikaya ya da insanın içini karartan bir büroya gidiyorlar,
duyuları günden güne daha fazla köreliyor. Yetişkin olarak,
yüksekokul öğrencisi ya da çalışan bir insan olarak duyularına
yabancılaşıyorlar. Çünkü geçerli olan başarıdır, nesnelliktir,
zekadır, becerikliliktir. Duygulanmak, coşmak daha çok rahatsız
edici şeyler sayılırlar ve aşağılanırlar. Çalışan yetişkin insahın
beyni; para, tüketim ve başarı kaygılarıyla doludur. Her şey,
kendi toplumsal konumu, başkalarıyla yarışma, çocuklarının ve
geleceğinin güvencesi çevresinde dönenip durur. Beyin her gün
her gün engellenemezcesine yinelenen bu konularla dolu olunca,
duyarlılık ve bununla bağlantılı olan algılara yönelik sevgi
savsaklanır ve bir yana itilir. Hem bizi, çepeçevre saran doğayla
hem de doğa olarak değilde t>elirli görev ve sorumluluklarıyla
30 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

birlikte bir eş olarak görülen kişiye yönelik duyarlı, sevecen


bağlanmışlık yavaş yavaş kaybolup gider.
Algı gücü, gündelik yaşamın tek düzeliği içinde körelir.
Çünkü düşünceler sürekli olarak başarı, beceriklilik, tüketim ve
güvenlik gibi sorunlar çevresinde dönenip dururlar. Bu körelme,
tek düzelik ve sıkıcı ayrılık içinde insan kendini tüketir ve her gün
birbirinin aynısı olan bu yüzden de insanı yoran, dinçleştirmeyen
ve canlandırmayan saplantılarının baskısı altında hisseder.
İnsan canlılığını giderek daha fazla yitirdiğinin ve ruhunun
yavaş yavaş öldüğünün, sevme yeteneğinin ölmekte olduğunun
ayrımına varır ve buna bağlı olarak da kırıcılaşır ve daha da katı­
laşır. Bundan dolayı yaşlılıktaki sevgi gençlikteki sevgiden fark­
lıdır. İlerleyen yaşa bağlı olarak pek çok insanın körelmesi sonu­
cu, olumlu algılarda bulunma yeteneğini de yitirirler. Ve böylece
aşık olmaya ve sevgiye de yer kalmaz olur. Bu yeteneğin yok
olmasıyla birlikte sevme yeteneği, duyularla yeni ve taze algı­
larda bulunma işlevi de yavaşlamaya başlar.
Bu söylenenlerin doğal ve kaçınılmaz bir yaşlanma süreci
olmadığının, sadece yaşama biçimiyle ilgili bir sorun olduğunun
kavranması bence önemli. Duyarlı ve olumlu tutumuyla yüzü
çevresine dönük ve her gün hem kendini hem de başkalarını yeni
bir gözle algılayan, diyelim 60 yaşında biri, bir genç kadar sevme
yeteneğine sahiptir. Çünkü yaşlanan bedendir, ruh değil. Kendi­
ni dinlemeyi biliyor ve duyarlı ise ruh her zaman genç kalabilir
İşte bu yüzden yaşlılıktaki sevgi, gençlikteki sevgiden farklı
olmak zorunda değildir. Aynı gençlikte olduğu gibi taze, yoğun
ve mutluluk verici olabi!ir. Eğer ruh körelmemiş ise tabii.
Pek çok insanın yaşlılık döneminde bu denli körelmiş, kırıcı ve
sevme yeteneğinden yoksun hale gelmesi, aslında şaşılacak bir
durum. Çünkü hepsi de mutluluğun peşinde. Peki neden bula­
mıyorlar mutluluğu, ruhları neden genç kalmamış? Çünkü gittik­
leri yol yanlış. Mutluluğu, güvenlik ve başarıda bulacaklarına
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 31

inanıyorlardı ve duyarlılığın pek de önemli olmadığına inanı­


yorlardı. Kimse onları bu konuda aydınlatmadı. Ve bu nedenle
onlar da bu körelme, güvenlik, can sıkıntısı yolundan yürüdüler.
Çoğunluğun kapılıp gittiği akıntıya karşı inançlı bir biçimde
duyarlılık ve sevgi yolunda yürüyebilmek için ruh üzerinde ciddi
ciddi düşünülmesi gerekiyor. Bu düşünme sırasında yeni, çağdaş
ya da "sık" bir bilgiyle değil: Tek tek insanların önemini unuttuğu
ya da küçümsediği eski ve herkesin kolayca anlayabileceği ve
üstelik edinilmesi hiç de zor olmayan bilgilerle karşılaşırız.

Aitıncı Yanlış İnanış: "Büyük aşklar, ebedidir"


Sevgi yaşam boyu bizimle birlikte olan bir şeydir. Bu süre
boyunca aynı zamanda, insanın ölünceye kadar kurtulamadığı
ya da "silkeleyip atamadığı" bir etmendir. Eğer bir insan her yeni
günde sevme yeteneğini yeniden açığa çıkarabiliyorsa o zaman
yaşamı mutlu sayılır.
"Büyük aşk" derken birlikte olunan tek bir kimseye duyulan
sevgi, inişli-çıkışlı bir gidişi olsa da hiçbir zaman yere düşmeyen
özellikle şiddetli ve bu şiddeti yüzünden sonsuzluğa (yani ölün­
ceye) kadar süren bir sevgi kastedilmektedir.
"Büyük aşk" bu yaygın anlayışa göre, günün birinde insanı
gelip-bulan ve hem büyük hem de zorlu oluşu yüzünden sonsuza
kadar sürüp giden bir tür alın yazısı olayıdır. Böyle bir anlayış,
elbette çok saçmadır. Çünkü her insan hem büyüklüğü (yoğun­
luğu) hem de süresi ctçısından kendi aşkından kendisi sorum­
ludur. Yoğun bir sevgi (bu deyim "büyük aşk" sözünden daha
fazla hoşuma gidiyor) kısa sürebılir ve ölmüş ilişkiler evlilik
kurumu ve insanın ahlak anlayışı çerçevesi içinde ömür boyu
sürebilir.
Ne var ki sorun bu kapsamın biraz daha dışına taşıyor: Yoğun,
dürüst ye beni alıp götüren bir sevgi çok uzun süre belki de tüm
yaşam boyu hiç azalmadan sürüp gidebilir mi? Şu düŞünce pek
32 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

çok insanı uğraştırıyor. Çünkü sevginin, evlilikle ilgili yasalar


uyarınca olabildiği kadar uzun sürmesi gerekiyor. Çünkü bu
yasalara göre evlilik bir sevgi ve yaşam birliği olmak zorundadır.
Yaşam boyu süren bir evlilikte sevgi ile birlikte yaşamaksevgisiz
yaşamaktan daha iyidir. Sevgi eğer gelip geçici bir şey ise, bu ev!i­
liği yaşam boyu sürdürme niyetine karşıt bir durum ortaya çıka­
racaktır. Ne var ki insanlar sevginin yaşam boyu sürüp gideceği
umuduyla evleniyorlar. Hatta bazıları, sevginin evlilikle daha da
artacağı ve yaşlanıncaya değin süreceği noktasından hareketle
evlilik kurumuna başvuruyorlar..
Peki, bunlara psikolojik açıdan ne söylenebilir? Pskilogların
bu konuyla ilgili görüşleri önemsiz değildir elbette. Ancak bir
kurum olarak evliliğin psikolojiye oranla daha uzQn bir süreden
beri varolduğu ve evlilikte açıkça psikoloji ile hiçbir alış verişi
olmayan, hiçbir alış verişe girmek de istemeyen başka güçlerin
işin içine girdiği bifüımektedir. Her insanda öyle ya da böyle var
olduğu kabul edilen ama aslında öyle olmayan, tam tersine
çocuklukta ve gençlikte edinilen, sonra da körelebilen ya da daha
da gelişebilen bir yetenek vardır sevginin içinde. Sevmek yüre­
ğini ve gönlünü açarak uyanık ve dikkatli bir biçimde duyarlı
algılamalarda bulunmak yeteneğidir. Ruhun penceresi iyice
açıhr ve günün, saatin, o anın getirdiklerinin içeriye girmesi
sağlanır. Biri eğer yüreğini ve ruhunu dışa kapatırsa, kendini dışa
kapatırsa ve güvenlik peşinde koşarsa, sevgi olamaz.
Sevgi; eğer tam açıklık egemense, duyulur, uyanıksa, ruh eğer
duyumsamaya hazırsa, günün getirdiği yeniliklere karşı bedenen
ve ruhen duvarlı ise, ancak o zaman sevgi, sevgi olur. Sevgi, için­
de bulunulan anda yükselen ve bundan dolayı da kalı­
cılaştırılmayan ancak o an içinde canlılığını koruyabilen bir
şeydir. Birlikte olduğumuz ve sevdiğimiz kimseyi hep yanımızda
bulundurmak hatta tamamen sahiplenmek istemek, mülkiyet
üzerine kurulu bir toplumda anlaşır bir şeydir ama öte yandan
psikolojik bakış açısıyla sevgi sahiplenilmesi mümkün olmayan
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 33

bir şeydir. Öyle ki, sahiplenme tutkusu işin içine girince sevgi en
büyük tehlikenin içine düşer. Sahip olmak istendiğinde gözlem­
lerimiz suçsuz ve özgür kalamaz bakışlarla gerginleşir ve bula­
nıklaşır, duyuların nesnel algılama yeteneklerinde düşme başlar.
Yani eğer bir kimse sevgiye gerçekten önem veriyorsa -bir tüke­
tim toplumunda ne zaman başka bir şey değil de sevgi önemli
olur acaba?- hiçbir şey olmayı istememek ve sevginin süresi ile
ilgili kafa yormamak gerekir. Sevgi ve yaşama bağlılık, bir çiçeğin
koku saldığı andaki gibi açılır. Her şeyimle bu çiçeğe yoğun­
laştıysam o güzel koku kesinlikle ölecektir; yok eğer o anda
mutluysam, o anın yinelenmesi mümkündür ve bu yinelemeler
bunun için hiç dert olmayacaktır.
İstemlerimde olgun değilsem ve buna bir de karşımdakinin
olgun olmayışı eklenirse bir insanın bir insana duyabileceği sevgi
daha baştan tehlikelerle yüzyüze demektir. Buna karşılık tutkulu
değilsem, sahiplenme düşüncem yoksa, korkak değilsem ve
güvenlik peşinde değilsem, sevgi o zaman her gün yeniden ve
yeniden çiçek açar. Ancak duyularımı açık tutmam gerekir. Sevgi
bir kişiye karşı çiçeklenebilir ama tek bir kişiye karşı olmak
zorunda da değildir. Çünkü açıklık, ama gerçekten açıklık güven­
sizliğin içine dalmaktır, duyarlılıktır ve günlük olarak yeni­
lenmedir. Bu yaratıcı tutum, bir önceki günün bir duyumunun
yinelenmesi peşinde koşmak değildir, sürekli olarak belirli anlara
bağlanmaktır. Dünün değil bugünün güzelliği ve çirkinliği açılır
o zaman sevgiye.
Burnunda geçmiş tüten kimse gerçekte duyarlı biçimde bugü­
nü yaşamıyordur; sevme yeteneği kesintiye uğramıştır� güvenlik
kalıcılaştırma, görev, bağlılık vb. kaygılara batmıştır. Tüm
bunlar, sevgiden bambaşka şeylerdir. Bağlılık arayan biri için
bağlılık sevgiden daha önemlidir. Ve böyle olduğu içindir ki
bağlılıktan söz etmesi gerekir, sevgiden değil.
Sevgi bir anda çiçek açar ve bu bir anın içinde sonsuzluk
vardır. Ama bu ''bir kişiye sonsuz sevgi" deme,k değildir. Bu sevgi
AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:3
34 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

bir anda varsa başka bir anda yoktur. Ve her bir an birbirinin aynı
değildir. Bu sevgi ancak iki taraf her zaman yeniden ve yeniden
karşılaşırlarsa sonsuza kadar sürüp gider. Ama eğer ilişkilerinin
sonsuzluğunu düşünce ve istem yoluyla gerçekleştirmeye çalı­
şırlarsa sevgilerine ölümcül darbeyi vurmuş olurlar. Bunun
neden böyle olduğu, sevgi oluşumu daha geniş biçimde kitabın
ilerleyen bölümlerinde ele alınarak açıklanacaktır.

Yedinci Yanlış İnanış: "Seven mutlaka kıskanır"


Bana sıkça söylenen sözlerden biri de şu: "Kıskanma sevginin
bir göstergesidir". Ve sonra da bir kaç derin soluk alma, arka­
sından da şu klasik soru:" Bu kıskançlığa karşı ne yapabilirim?"
Kıskanmak sıradan bir günlük olaydır ve bu yüzden yaşamı ve
sevgiyi kendimize zehir ederiz. Kıskançlığı sevginin bir yandan
uzlaşılması gereken öte yandan da "kurtulunması gereken" bir
eşleniği olarak görürüz
Kıskançlığın üstesinden gelinebilir mi? Gelinemez. Böyle bir
şeye kalkışmak, her zaman için bir gerilim, eninde sonunda
savunma mekanizmalarına varacak ruhsal bir güç zorlamasıdır.
Önce kıskançlık nedenlerini araştırmak istiyorum. Kıskan­
manın ardında yatan; araya bir üçüncü kişi gireceği ve "sevgi
nesnem"i ya da bunun bir l:>ölümünü elimden alacağı gerek­
çesiyle sevilen şeyi kaybetmekten ya da artık sevilmez olmaktan
duyulan korkudur.
Öyle ki pek çoğu, birlikte olduğu kimsenin hobilerini bile
kıskanır ve tüm zamanlarının, tüm düşüncelerinin kendisiyle
birlikte olmasını ister. Birlikte olunan kişinin bizim sevdiğimiz
şeyler dışında hiçbir şeyle ilgilenmemesi arzumuz; onu geçici
.
olarak mutlu eden, kıskanç eşin paylaşamadığı bir mutluluk
veren bir etkinlikte, bir hobide bir spor çeşidinde ve bunun gibi
bir şey de tüm zamanını geçirmesinden duyulan korkudur.
Aşırı kıskanç kişi, birlikte olduğu kişinin, hoşlandığı bir etkin-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 35

liğe yönelmesi nedeniyle onu yitireceğinden korkar. Yani aşırı


kıskanç kişi, birlikte olduğu kişinin, bir başka kişiyle salt erotik
ilişkisini değil her tür sevgi ilişkisini kıskanır. Bu aşırı kıskanç­
lıkta, bencil tutum başta olmak üzere birlikte olunan kişiyi yete­
rince kendine bağlayamamaktan duyulan aşırı korku belirgin bir
biçimde görülmektedir. Bu uç örnekte ayrıca görülen bir şey daha
var: Böylece sahiplenilen insana yüklenen yük. O kişi bu tür bir
sevgi karşısında kendini baskı altında zincirlenmiş ve kişilik geli­
şimini engellenmiş hisseder.
Karşı cinsten kişileri kıskanma, toplumda öylesine yaygındır
ki hemen hemen herkes bu tür kıskançlığı bilir. Çünkü ya kendi
başından geçmiştir ya da tanıdığı birinin. Özellikle de bu yüzden,
herkese olağan bir olay gibi gelmektedir. Bunun. bir sonucu
olarak da kabullenilmekte ve ruhsal açıdan tamamen normal ve
sağlıklı olarak görülmektedir. Bu yaygın kanı tamamen yerleşik
bir konuya dönüşmüş durumdadır. Bundan dolayı pek çok insan
bu konuda daha fazla kafa yormamakta, pek çok insan için bu
kıskançlık anlaşılır bir şeydir, kendileri de aynı şeyleri hisset­
mekte ve bu duygularını birlikte olduğu kimseye açmaktadırlar.
Yani sevgide kıskanmak da vardır. Öyle görünüyor ki, bu konu­
da kuşkuya yer kalmamıştır.
Halbuki konu üzerinde biraz daha geniş. kapsamlı düşü­
nülecek ve o bilinen önyargılar bir yana bırakılacak olursa sevgi­
nin başlangıçta kendiliğinden kıskançlıkla bir bağlantısı olmayan
ruhsal bir süreç olduğu anlaşılır. Sevdiğimde olumlu bir hoşlan­
ma, uyanıklık duygusu ve aynı zamanda saygı yaşarım. İnsanı
öncelikle yalnızca sevmek, ona sevgimi vermek isterim, yani onu
sahiplenmek ya da engellemek istemem.
Sevgi önce, vermeye ve desteklemeye hazır olmakla başlar.
Ondan sonra, almak ve desteklenmek arzusu ortaya çıkar. Bu
arzu gerçekleştiğinde ve taraflar birbirlerine birbirlerini sevdik­
lerini anlatabildiklerinde çoğu insanda şöylesine bir sahiplenme
istemi kendini gösterir: "Ben bu insanı seviyorum, o da beni sevi-
36 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yor, artık o bana ait, ben de ona". Bu sahiplenme istemi büyük bir
yanılgıdır, kıskançlığı uyandırır ve bundan da her iki taraf için
büyük bir ruhsal acı doğar.
Böyle bir sahiplenme isteminin ortaya çıkması, kapitalist bir
tüketim toplumunda anlaşılmayacak, bir şey değildir. Mülkiyet,
bu toplumda doğup büyüyen biri için belirleyici önemi olan bir
deneyimdir. Tüketim araçları mülkiyeti gayet doğal bir şeydir,
mülkiyet kavramının sevgi nesnesi olan şeye de aktarılması da
anlaşılır bir şey gibi görünüyor. Çünkü her sevgi sonuçta bir evli­
lik birliği kurma kararıyla noktalanıyor, ve bu birlik büyük ölçü­
de ortak mülkiyetin oluşturulduğu ve yönetildiği bir ekonomik
birliktir.
Ne var ki, en ilkel ve asıl biçimiyle sevginin mülkiyet konusu
nesneler ve bunların yönetimi ile hiçbir ilişkisinin olmadığını
anlamamız gerekiyor. İki insan mülkiyeti düşünmeden karşı­
laştıkları ve kendilerini yani kendini ve karşısındakini meta
olarak görmediği zaman sevgi en arı biçimiyle güzel olur.
Bizler, sevginin kişilik pazarındaki metalarız. Bu metalar,
çekiciliklerini sınamak için "süslenen" kadınlar ve kızlar olur; bu
metalar, parasal güçlerini göstermek için toplumsal konum­
larıyla övünen erkekler olur. İyi anlaşılmak için, kadınların
"güzel" olmak amacıyla süslenmelerine ve araba kullanmaktan
hoşlanan erkeklerin spor araba kullanmalarına karşı olmadığımı
belirtmek isterim. Bunları ya_rgılamaya kalkmak, olaylara at
gözlüğüyle bakmakta direnmek olurdu. Böyle bir şey sözkonusu
değildir. Çünkü yaşamanın tadını çıkarmak, ruh sağlığı bakı­
mından önemli bir önkoşuldur. Ancak hayattan zevk alma yanın­
da bir "metakişi" olarak kendi "metadeğer"ini yükseltmek, kendi­
ni daha iyi "satmak" gibi şeylerin de birer güdüleyici olabileceğini
göstermeye çalışıyorum. Kendini böyle satmak isteyen kişi de
çoğu zaman çabucak satılmıştır ve sevgi alanında kendisinin ve
birlikte olduğu kişinin kıskançlığıyla yüz yüze gelmekten de
kurtuluşu yoktur.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 37

Sahiplenme tutkusu ve sahip olunanı koruma yanında bilinç­


altındaki ayrılık korkusu da belli bir rol oynamaktadır. Bu
durum, çocukluk dönemindeki gelişimi ile, bu dönemdeki çevre­
nin ve getirdiği tehlikelerin karşısında korumasız kalakalmak
korkusu ile ve yine bu dönemde egemen olan ana babadan ayrı
kalmak korkusu ile yakından ilgilidir. Ana babanın sevgisinden
yoksun kalmak korkusu yaşanan ilk korkudur. Bu korku bir
yanıyla da, maddi güvence kaygısıyla bağlantılıdır.
Ana babalar, çocuklarını daha başka yetiştirselerdi, gerçek
sevgiyle yetiştirselerdi bu korkunun hiç etkisi olmazdı. Ne var ki,
sevgiye gereksinimi olan çocuk, kendini güvencede hissetmek,
için, insanlara dünyaya ve kendisine güvenini açıklamak için
gerekli olan temel sevgiyi çoğu zaman bulamaz. Bu güvensizlik
ve buna bağlı olarak duyulan korku, güven ortamını yokeder. Bu
korku daha sonraları birlikte olunan kimseye yönelir. Onu
kaybetme korkusu artık gündeminden hiç çıkmaz olur. Kendi
sevme yeteneğine de, birlikte olduğu kişinin sevme yeteneğine
de güven duyamaz. Çocuklukta yaşanan yetersiz sevgi deneyimi;
maddi tüketim ve mülkiyet düşüncesiyle sonu hiç de hayırlı
olmayacak bir birliktelik oluşturur. Ve müllqyetimiz altına aldı­
ğımız sevgiyi kaybetmekten korkmak, kendimize ve birlikte
olduğumuz kişiye karşı kıskançlık tepkileri göstermek "çok
olağan" gelmeye başlar.
Aşkta mutlu olmak isteyen, demek oluyor ki, iki şeyi düşün­
celeri arasından çekip atmak zorundadır: Biri yeterince sevil­
memek korkusu; ikincisi de maddi bir mülkiyet nesnesine sahip
olmak gibi, sevgi nesnesine sahip olmak isteği. Çoğu okur sora­
cak? Korku ve mülkiyet eğilimi ruhumuzun derinliklerinde
böylesine kök salmış ise nasıl olacak bu iş, nasıl gerçek­
leştirebileceğim isteklerimi?
Bunun yanıtı çok basit: Her şeyinizle sevginize ve yalnızca
s-evginize yoğunlaşın. Sevgi; sevgi vermek sevgiyi geliştirmek
sevecenlik vermek, dikkatli gözlemlemek, saygı göstermek ister.
38 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Bunlar üzerinde yoğunlaşabilen kimse, sevme yeteneğine sahip­


tir ve sevgisi sayesinde mutlu olur. Sahiplenmek isteyen ve
korkan kimse ise sevme yeteneğini zayıflatır ve her şeyi yitirir.

Sekizinci Yan1ış İnanış: ''.Aşk, kadının bir oyunudur"


Sevginin mitleştirilmesi, özellikle kadercilikte belirgin bir
biçimde ifadesini bulur. Delikanlı sevgiden; kaderin, tüm yaşa­
mın� birlikte geçirmek istediği bir insanı karşısına çıkarmasını
bekler. Ve görmüş geçirmiş yaşlı insanlar ise, birlikte yaşa­
yacakları "doğru" ya da "yanlış" kişiye rastlamalarının kaderin bir
cilvesi olduğuna inanırlar.
Kadercilik, bir anahtarın kilide uyduğu gibi kendimize
uyacak "bir insan" olduğu inancıyla yakından bağlantılıdır. Hep
böyle şeyler işittiğim oluyor: "Benim için yaratılmış bir insan
vardır yeryüzünde ve ben onu arıyorum. Büyük aşk budur işte.
Bu kişiye rastladığım da bilirim ki o, odur." Hemen hemen herkes
bu şekilde, "birbirleri için yaratılmış" diye bir şey olduğuna inanı­
yor. Ve yine hemPn hemen herkes bilinçli ya da bilinçsiz bir
biçimde böylesi fıir karşılaşmanın peşinde koşuyor. Ta çocuk­
luktan itibaren ana \;:>abaların verdiği bilgilerle, romanlarla, dergi­
lerin öğütleriyle bu "alnımızın yazısı bir aşk" olduğu düşüncesine
kapılmışızdır.
Ancak yoğun bir biçimde rengi üzerinde kafa yormaya başla­
dığımızda bu tür önyargılar yok edilebilir. Öncelikle şunu belirt­
mek isterim: Sevgi, dışımızdan gelen ve dışarıdan geldiği için de
herhangi bir etkimiz olamayan bir olay, kaderin bize bir oyunu
değildir. Sevgide, her zaman hazır olma sözkonudur: Bir başka­
sını içimize sindirmeye bedenen ve ruhen açık ve muhtemelen
onu sevmeye hazır olmalıyız. Diyelim ki o sırada bir başkasına
aşık olduğum için eğer hazır oluş eksikse, şimdiki kişiyle karşı­
laşma, hiç umursamayacağım bir karşılaşmaya dönüşür.
Aşık olmaya hazır oluş, bir karşılaşmada aşkın doğma olası-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 39

lığını yükseltir. Bu hazır oluş, sevgi için önemli bir önkoşuldur ve


kaderciliğin bir bölümünü daha baştan yerle bir eder. Buna şöyle
karşı çıkılabilir: Gerçi hazır oluş önemlidir ama büyük aşk
bundan önce de sonra da varlığını korumaktadır ve kader, onu
bulmaktır.
Tek bir büyük aşk yoktur. Onun peşine düşmek saçmadır.
Onu beklemekse daha büyük saçmalıktır. Bir insan eğer sevmeye
yetenekli ve sevgiye hazır ise, kolayca aşık olabilir ve her aşkın
niteliği başlangıçta aynıdır. Çoğu kişi burada ayrım yapma­
maktadır. Aşkın aşık oluş dönemi her zaman güzeldir, tanrısal bir
yanı vardır. Pembe gözlükler altındadır dünya, ayaklar yerden
kesilir ve bulutların üstünde uçulur, aşk kapar götürür insanı.
Değerlendirme aşaması ise, epeyce sonra ancak, cinsel yakın­
laşma başladıktan ve iki taraf birbiri hakkında oldukça bilgi­
lendikten sonra gelir. Daha sonra da, toplumsal konum, meslek,
dünya görüşü, din, yaşam felsefesi, eğitim, para vb. kaygılar
üreten akıl girer işin içine. Bu sorun alanlarına göre kaygıların
sevgi duygusu ile hiçbir alış verişi yoktur. Çünkü burada soru
şudur: Bu insanla, bir birliktelik kurmak ve belki de bir evlilik
yapmak isteniyor mu? Akıl şu soruyu yöneltir: Tek büyük aşk bu
mudur? Bu düşüncenin sevgiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Bunu
görmek gerek. Bu sorgulama sevgi dışındaki etmenlerin içeri
sokulduğu bir testtir. Test olumlu çıkarsa, birlikte olunan kişinin
toplumsal konumu, eğitimi, mesleği, yaşam felsefesi, dini ve
yaşama biçimi kafamıza uygun demektir, sevgiyi daha da açım­
lamaya hazır demektir. Ancak test olum,,,uz çıkarsz., kuşkular
üste çıkmaya başlar, ilişki eleştirel bir yaklaşımla ele alınır, kavga­
lar başlar ve artık b.iyük aşkın büyük aşk olmadığı noktasına geli­
nır.
Gerçi döne dolaşa şu karşı çıkış getirilip dayatılmak istenir:
Toplumsal konumun, eğitimin vb. nin üstüne çıkabilen çok
büyük, tutkulu sevgiler de vardır (soylu biri, sıradan biriyle evle­
nir; sanayici, işçi kızıyla evlenir) zurnanın zırt dediği yer de bura-
40 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJ İSİ

dadır işte. En heyecanlı aşk romanları bunlar üzerine kuruludur;


bunlar sevginin akla üstün geldiğini anlatan durumlardır. Ve
herkes böyle bir sevgi yaşamak ister. Tüm olumsuz koşullara
rağmen; sadece kendi istediği gibi; eğitimin, ulusların ve dinlerin
koyduğu tüm sınırları çiğneyerek. Büyük aşk budur işte.
Bu alaycı yaklaşıma karşın, sözünü ettiğimiz bu aşk; yalnızca
sevginin geçerli olduğu ve sevgi dışında hiçbir şeyin geçmediği
büyük aşktır. Aslında böyle de olması gerekir. Ancak kırk yılda
bir böyle olay gerçekleştiği içindir ki, pek çok insan böyle bir
oluşun büyüsüne kaptırır kendini, gözyaşlarına boğulacak gibi
olur, içindeki katılık kısa bir süreliğine de olsa kırılır ve kendini
başkalarının yerine koyabilir. Bu da sevmek ve sevilmek dernek­
tir.
Roman okunurken her şey iyidir, güzeldir. Ne var ki roman
okunduktan sonra okuyucuyu eşekten düşmüş gibi sarsacak olan
şey çıkar ortaya. Yalnızca sevgiye değer veren ve başka insanlara
sevecenlikle ve açıklıkla yaklaşabilen, gerçekten sevmeye yete­
nekli bir insan, bağlı değildir; hele tüm yaşamı boyunca bağlı
kalamaz. Bağlılık, karşı çıkılması olanaksız bir erdemdir. İyi bir
insan, bağlı olmak zorundadır. Psikolojik bakış açısından hiç de
sağlam olmayan bir önyargı daha. Sevmeyi bilen bir insan, sevgi­
ye bağlı kalır ama sevmek, onun için bağlı olmaktan daha önem­
lidir.
Sevme yeteneği olan bir insan, aynı kişiyi yeniden ve yeniden
sevebilir ama aynı zamanlarda başka insanları da neden sevme­
mesi gerektiğini anlamaz. Doğayı ve hayvanları seven bir insanın
tüm yaşamı boyunca tek bir ağacı, bir manzarayı ya da bir kediyi
sevmesini acayip hatta belki de hastalık olarak görürüz. Bu duru­
mu bir saplantı sayarız. Karşı cinsten birine yönelik sevgide bu
saplantı, hastalık olarak değil tam tersine her türlü kuşkunun
otesinde, büyük, engellenemez bir sevgi olarak görülür. Böyle
anlatılır, psikologlar tarafından böyle yazılır ve milyonlarca kere
buna inanılır ve böyle olması umulur. Ne büyük bir aldanış!
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 41

Terkedilme korkumuz, yeterince sevilmeme korkumuz oldu­


ğu için; ve bilincimizde sevmekten kendimizi alamamaktan kork­
tuğumuz için; bir ekonomik birlik olarak evliliğin peşinde koştu­
ğumuz için; yerleşik bir düzen aradığımız için bu aldanış
mümkün olabilmektedir. Bunun için kendi kendimizi hastalıklı
olarak görmeye ve başkalarından da böyle görmesini beklemeye
hazırızdır. Arka arkaya hastalanmaya ve umutsuz bir sevgi
olarak başlayan şeyi sistemli biçimde uzun bir acı çekme süresine
çevirmeye hazırızdır.
Sevgi hakkında gerçeği yazmaya kalkışmak, pek de hoş bir
şey değildir. Çünkü okuyucuda mutlaka korkular ve pek çok
savunma mekanizmaları yanında bir de yazara karşı saldır­
ganlıklar da uykularından uyandırılırlar. Bu açıdan bakıldığında
elinizdeki kitap "nankör bir konu" yu ele almaktadır. Ve bu
yüzden, sevgi konusuyla ilgili pek az psikolojik kaynakça olma­
sında da şaşılacak bir şey yoktur.

Dokuzuncu Yan1ış İnanış:


''İnsanın başından bir, bilemedin iki büyük aşk geçer"
Aşk, kaderin hiç de seyrek olmayan, kendine özgü bir oyunu
falan değildir; sıradan, günlük bir olay olabilir, olmalıdır. Eğer
insan gerçekten sevme yeteneğine sahipse bir, bilemedin iki
büyük aşk yaşamakla kalmaz, çok sık aşık olabilir ve pek çok insa­
na sevgi duyabilir. Tam da bu noktada o pek sevimli soru çıkı­
verir karşımıza: "İki ya da üç insanı aynı anda sevmek mümkün
müdür?" Özellikle de sevgiye susamış bir insan aşkı ruhu öyle
güçlü bir biçimde sarıp-sarmalar ki, bu durumda ikinci bir aşka
yer kalmaz. Aşkın şiddetli duygu yükü bir yana bırakılacak olur­
sa, sevme yeteniği olan bir insan, farklı farklı olsalar da aynı anda
bir'den fazla kişiyi aynı yoğunlukla sevebilir.
Ne var ki, biz, sözde çok seyrek olan "büyük aşk"a genellikle
inandığımız için, aynı anda iki kişiyi gerçekten sevdiğini söyle-
42 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yen birinin, kötü bir Don Juan olarak kabul edilmesini anlamak
hiç de zor değildir. Bundan dolayı da arkadaşları, birinden birini
seçmesini öğütlerler bu insanlar, kişinin aynı zamanda "gerçek­
ten" sevilebileceğine inanamazlar.
Ömür boyu sürecek bir evlilik birliği düşüncesi ile gölge­
lenmeyen karşılıksız sevgi birden çok kişiye duyulabilir. Bu,
psikolojik olarak anlaşılır, bir insan bunu anlaşılır bulmayacaktır.
Çünkü böyle birşey onun, sevgi üzerine kurulu yaşam ve ekono­
mi birliği anlayışına denk düşmemektedir.
Burada sevgiden söz ediyorsak, sevginin psikolojik bakımdan
ne olduğunu, burada hangi sürecin geliştiğini aydınlatmak iste­
memizdendir. Ve bunu yaparken bir hukukçunun, bir poli­
tikacının, öğretmenin, rahibin ya da bir filozofun sevgi hakkında
neler düşündüğünü, söylediğini ya da yazdığını bir yana bırak­
mamız gerekir.
Sevme yeteneğine sahip yani başkalarını sevmeye ruhsal
olarak açık bir insan için hiç bir sınır yoktur.
Sevgi geleneğin tüm engellerini aşabilir. Çünkü sevginin
kendisi doyumun ve yaşam mutluluğunun sırrını içinde barın­
dırmaktadır. Onun karşısında her şey hatta bağlılığın erdem
olduğu ilkesi bile solda sıfır kalır, önemsizleşir. Sevme yeteneği
olan bir insan sevmek için yaşar ve büyük aşk peşinde koşmaz;
onun için her aşk büyük aşktır, hiçbiri ötekinden farklı değildir.
Gerçi sevdiği değişik insanların birey olarak farklılıkları vardır
ama o farklılıkları farklı yoğunlukta sevmez, o her bir bireye özgü
olanı sever ve her bir özgüllük onun için aynı derecede önemlidir,
artık "büyük' aşk yoktur, tek yere yoğunlaşma yoktur tam tersine
akıp giden bir yaşam ırmağı vardır, tüm canlıların çeşitliliği
vardır.
Sık sık şu itirazla karşılaşıyorum: Sık sık başka insanlarıseven
birinin oldukça belirgin bir cinsel dürtüsü ve kendine güven
sorunları vardır, sürekli olarak kendini gerçekleştirmek ve
saygınlık kazanmaya çalışmak zorundadır. Önce "cinsel dürtü"
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 43

kanıtını ele alalım. Kim ki yalnızca cinsel serüven yaşama peşin­


dedir, o, sevgiyi değil cinsel zevki aramaktadır. Sözkonusu olan
bu değildir. Çünkü, cinsellik sevginin içinde olsa da sevgi ve
cinselliğin ayrı şeyler olarak görülmeleri gerekir. Döne dolaşa
vurguladığım gibi, öncelikle yapılmaması gereken şey sevgi ve
cinselliğin aynı şey olarak görülmesidir. Sevgi, psikolojik bir olay
olarak her zaman üstün görülmesi gereken bir şeydir. Sevgi,
cinsellikle yalnızca zenginleştirilmiş olur. Öncelikle cinselliği
arayanın zihninde sevgiye yer yoktur. Ne var ki ortaya çıkan
sevme duyguları ona hoş sürprizler yaparak şaşırtır. Cinsel
bakımdan kaçamak yapan sevgisinde bağlı biri böyle yapmakla
yükseklerde tuttuğu sevgisini koruduğuna inanır. Sonra pat diye
"Cinselliğin de bir önemi mi var ki?" demeye başlanır. Sevgi kilit
altına alınır, cinsellik kabak çiçeği gibi açar.
Peki, tersi neden olmasın? Sevgi boy atar, gelişir arkasından
da buna bağlı olarak cinsellik. Sevgide bağlılık öndedir; sevgi
bağı sürdüğü sürece cinsellik bağının kesintiye uğraması bağış­
lanır.
Çok daha önemli olan, sevgidir. Sevgi dalbudak salmalı, çiçek­
ler açmalıdır: Ancak o zaman cinsellik bir kopuşa neden olamaz,
ancak o zaman sevginin bir parçası olabilir veya tamamen dışın­
da kalabilir. Yani öncelikle olması gereken, cinselliğin ikinci
plana düşmesidir.
Her şeyin başı sevgi, sonra cinsellik kendiliğinden gelir. Sevgi
varsa, cinsellik de güzeldir. Sevgisiz bir cinsellik varsa ilişkide
güzellik eksiktir; ışık, sevinç, derine işleyen mutluluk eksiktir; iç
rahatlığı, yaşam sevinci, gerilimlerin çözülmesi, doyuma ulaşma
duygusu "yaşamak güz.�l" duygusu eksiktir: Kısacası, ilişki
anlamdan yoksundur.
İlişkinin anlamı bağlılık değildir; yaşam birliği, geleceği plan­
lama ve yoğunlaşma değildir; ilişkinin anlamı, sadece ve yalnızca
sevginin yaşanmasıdır, sevgiyi yaşamaktır.
Aşk; yeterince doyurucudur zaten, yanında başka şey gerek-
44 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

mez. Aşk büyüklük, küçüklük ya da şiddetlilik, zayıflık peşinde


değildir. Bu; olsa olsa nevrotiklerin sorunudur, korkak ve bozgu­
na uğramış insanların sorunudur. Aşk yeterince büyüktür, o
kendi anlamı içinde kendine yeterlidir ve aşk varsa, büyüklük,
kader sorunu kalmaz ortada. Aşk varsa, düşünce susar; ancak ne
yazık ki (pek çok insanda) çok kısa bir süreliğine. Bu kısa zaman
aralığında yaşamın anlamının ayrımına varılır. Bu kısacık zaman
parçası işte bu yüzden değerlidir; bu kısacık zaman aralığı pek
çok insanı yıllarca, onyıllarca üzüntüye sevkeder. Çünkü onu
ellerinden kaçırmışlardır ve hiçbir zaman da bulamamışlardır.
Sevmeyi bilen insan, parayla pulla salın alınamayan, mal­
mülkle, şan şöhretle edinilemeyen yalnızca açıklıkla, uyanıklıkla
ve dikkatle elde edilebilen bir şeyi avuçlarının içinde bulur.
Sevgi, hayatın bize bir armağandır. Biz onu kabul edebiliriz veya
reddetmek zorunda kalabiliriz. Kim ki sevgiyi gerçekten kabul
etmek ister, o artık geleneksel bağlılık, sahiplenme ve kader anla­
yışına geri dönemez.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 45

2. Aşk Bugüne Değin Bildiklerimizden


Daha Fazla Bir Şeydir

"Aşkın niteliğini araşhrmak; bugün onun


pek seyrek yaşandığını saptamak; ama
aynı zamanda bunun nedeni olan toplum­
sal koşulları eleştirmek anlamına gelir.
Kişiden kişiye değişmesi seyrek bir şey
olmayan ama aynı zamanda genel bir olgu
olarak aşkın olabilirliğine olan inanış,
insanın özünün kavranmasına dayanan
akılcı bir inanıştır . "

ERICH FROMM

Pek çok insan aşkı hafife alır; ortaya çıkmasını edilgen biçim­
de bekler. Çünkü aşkın, dışardan herhangi bir etkide bulunmayı
gerektirmeden oluşacak bir şey olduğuna inanır. Bu, masal­
lardaki gibi prensin sonunda gelip prensesi kurtarmasına benze- ·

yen bir olay gibi aşkın kendiliğinden gelmesini beklemek, ağır bir
yanılgıdır.
Aşkı, birden ortaya çıkıveren ve bu yüzden de edilgen biçim­
de, gelmesi beklenen kadere bağlı büyük bir olay olarak gören
anlayış çok yaygındır. Aşkı beklemek, kaderci bir tutumdur.
Çünkü bu şekilde kendisi ve yaşamını "bekleyelim, görelim"
konumuna sokar insan. Ne var ki edilgenlik içindeyken aşk
doğmaz. Çünkü aşk, etkinliktir.
Eğer aşk etkinlik ise, öğrenilebilen bir eylemdir, bir davra­
nıştır. Sevginin gerçekten somut bir biçimde gelişebilmesi için,
var olması gereken sevmeye hazırlıklılıktan hiraz önce söz ettim.
46 AŞK ve AŞKIN. PSİKOLOJİSİ
,

"Zorlukları yene yene yabancı dil öğreniriz, hesap teknikleri


öğreniriz; okulda fizik, biyoloji ve din konusunda bir şeyler öğre­
niriz ama bir yanlış inanış ve önyargı dışında sevgi üzerine
hemen hemen hiçbir şey öğrenmeyiz. Sevginin öğrenilemeyece­
ği, çünkü herkeste ayrı ortaya çıkan bir kader olduğu görüşü çok
yaygındır.
Sevgi konusunda herkes kendi başının çaresine bakmak
zorundadır ve ana babalarının kendilerine ilettiği görüşlere gü­
venmek zorundadır. Üstelik bu görüşler, teslimiyetçiliğe bulan­
mıştır çoğu zaman. Sevgi ile ya alay edilir ya da ışıldayan, yoz
sanatsal bir parlaklık içinde gösterilir. Sevginin psikolojik temel­
leri ve etkin biçimde nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda ana
babalarımızdan, öğretmenlerimizden, profesörlerden çoğun­
lukla hiçbir şey öğrenemeyiz. "Sevgi" diye bir ders yoktur, hiçbir
yerde öğretilmez. Kitapçılarda ve kitabevlerinde cinsel teknikler
üzerine istemediğin kadar çok kitap ve "evlilik ve birliktelik"
üzerine tonlarca elkitabı buluruz. Ne var ki sevgi ve sevginin
nasıl boy atacağına, nasıl geliştirileceğine, sevgiyle nasıl tanı­
şılacağına ve sevme yeteneğinin nasıl kazanılacağına yönelik bir
elin parmakları kadar bile bulamayız. Benim bildiğim, bir psiko­
log/ psikoterapist tarafından "sevgi" konusu üzerine yazılmış tek
kitap var: Erich Fromm'un kaleminden çıkmış olan "Sevme Sana­
tı '.
Fromm için sevmek, öğrenilmesi gereken hem de bir kavram
olarak değil de bir uygulama olarak öğrenilmesi gereken bir
sanattır. Erich Fromm aşkın, insanın bir edimi, insan olarak varo­
luş sorusunu yanıtlayabilmek ve çözebilmek için öğrenebileceği
ve öğrenmesi gereken bir eylemi olduğuna kararlılıkla işaret
eden ilk psikologlardan biridir. Kendi kitabımın yanında
Fromm'un kitabıru da özellikle "Sevgi ve çağdaş hah toplumunda
sevginin çöküşü" ve "Sevmenin pratiği" adlı son iki bölümü
okumayı herkese tavsiye ediyorum.".
Aşk, herkesin her gün gerçekleştirmek için uğraşması gereken
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 47

bir pratiktir. Bundan dolayı, bu kitabı incelerken, psikolojik


soyutlamaların pratik yargıları üzerine sürekli kafa yormalısınız.
Her zaman kendinize şunları sorun: "Günlük yaşam açısından şu
ya da bu söylemin pratik olarak anlamı, önemi nedir? Kişi olarak
aşkı kendim için daha yoğun biçimde nasıl keşfedebilir ve nasıl
öğrenebilirim?" Herkes, kendine özgü deneyimler yaşamıştır ve
herkes, daha fazla şey keşfedebileceği bir bilgi düzeyine ulaş­
mıştır. Kitabımın görevi hazır bir aşk reçetesi sunmak değildir.
Benim niyetim, sizleri düşünmeye teşvik etmektir. Ben size
öğrenme çoşkusu aşılamak istiyorum.
Günlük yaşamın hay huyu içinde burada okuduklarınızı
çabucak unutuvermeniz tehlikesi vardır. Bir an gelir kafamızda
bir aydınlık oluşur ama bir kaç saat sonra eski önyargılar ve anla­
yışlar tarafından yeniden üstü örtülür ve gölgelenir. Şimdi açık
ve seçik olan daha sonra yeniden kapalı ve karışık olabilir ya da
dahası saçmalık gibi gelebilir.
İşte bundan dolayı eğer aşk hakkında ciddi ciddi daha fazla
şey öğrenmek ve yaşamınızı verimli kılmak istiyorsanız almaya
açık ve etkin bir tutum gereklidir. Okurken aklınıza takılan ya da
anlaşılmayan bir şey olursa sayfanın kenarına notlar almalısınız.
Daha sonra arkadaşlarınızla bunlar üzerine tartışın ya da tek başı­
nız3 yürürken yeniden düşünün. Aşk bir sanattır ve bu sanatın
işlenerek geliştirilmesi gerekir. Siz kendiniz eli kolu bağlı oturur­
sanız pişmiş armut gibi ağzınıza düşmez aşk. Elbette edilgenlik
içinde kalmakta inat edebilir ve her şeyin size gelmesini bekle­
yebilirsiniz. 0 zaman her şey eski tas eski hamam olarak kalır.
Ama eğer bunu istemiyorsanız, aşkın tüm varlığınızın ve ruhu­
nuzun bir et�<inliği olduğunu bilince çıkarmışsanız işte o zaman
artık edilgen kalamazsınız, işte o zaman bu konu ile uğraşmak
zorundasınız, işte o zaman aşk hakkında daha fazla şey öğren­
mek ve daha çok şey yaşamak istiyorsunuzdur.
İşte ben insanları bu etkinliğe yürüklendirmek istiyorum.
Kitabın amacı, sizi daha uyanık kılmak, duyularınızı daha da
48 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

keskinleştirmek ve düşüncelerinizi daha da genişletmekten


ibarettir. Kitabı yazarken, bu dediklerimizin üstesinden gele­
bileceğim noktasından çıktım yola. Kitabı okuyup bitirdiğiniz ve
bir köşeye koyduğunuzda aşkla daha fazla 'v e daha yoğun
meşgul olmanızı sağlamak istiyorum. Tek tek tüm bireyler ve
genel olarak tüm toplum için aşk sanatını öğrenmenin ne denli
önemli olduğunun açık ve seçik anlaşılmasını sağlamak isti­
yorum.
Her insanın mutluluğu buna bağlıdır. Para ve tüketim güzel
şeyler kuşkusuz, az ya da çok delicesine peşinde koşarız bunların
ama aşkla karşılaştırıldıklarında önemleri azalır. Elbette temel
maddi güvenceye kavuşmuş olmak önemli bir şeydir ancak insan
yalnız para ve ekmekle yaşamıyor ki. İnsanın mutlu yaşaması,
ruhsal ve bedensel sağlığı temel bir konu olan aşk ile bağlan­
tılıdır. Sevmeyi bilen, hayatının bir anlamı olduğundan, kuşku
duymaz. Sevmeyi bilmeyen ise refaha, tüketime, Mallarca adaları
tatiline, yeşillikler içindeki eve ya da yata rağmen kendini mutsuz
hisseder. Aşkın yaşamımız için neden böylesine önemli oldu­
ğunu, gelecek bölümlerde anlatmak ve kavratmak istiyorum.

Aşk, kendini adamakbr


Birinci bölümde daha çok aşkın ne olmadığından, aşkla ilgili
yanlış inanışlardan söz edilmişti. Şimdi ise aşkın özünü analiz
etmeye çalışacağını. Aşkın özü ile daha yakından ilgilenince, ilk
önce aşkın çok genel bir söylemle, kendini adama olduğundan
söz etmek isterim. Daha somut bir söylemle, aşk olumlu bir adan­
nıışlıktır. Buna karşın nefret ise olumsuz bir adc..nmışlıktır.
Peki, olumlu adanmışlık nedir? Olumlu adanmışlık, özellikle
anne sevgisinde belirgin biçimde ortaya çıkar. Annenin, çocuğun
gereksinimlerine olumlu yönde kendini adaması olmasa çocuk
ya ölür ya da ruhsal ve bedensel gelişimi durur. Anne sevgisi, her
insanın ilk gördüğü sevgidir ve tüm yaşamı boyunca da onun için
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 49

temel sevilme modeli olarak kalır. Yetişkin bir insan, sevildiğini


hisseder. Ve bir kimse ayrımında olsun olmasın eğer kendisini bir
başkasına verebiliyorsa, sevmektedir.
Kendini adama başkaları karşısında dikkatliliktir, gözü açık­
lıktır, uyanıklıktır ama yanlış bulmak için gözünü dört açmak
değildir; ilgi duyan, olumlu, anlayışlı bir uyanıklılıktır. Aşkın
özünün ne olduğuna ilişkin bu ilk açıklama ile öğrenme pratiği
çok yakından bağlantılıdır. Burada bu konu üzerine bir kaç şey
daha söylemek istiyorum. Olumlu adanmışlık ve ilgi duyucu
dikkatlilik aşkın önkoşulu ise, bu ifademizden bir şeyler öğre­
nilebilecek demektir. Söz, gelecekte başka insanlara daha bilinçli
biçimde nasıl kendinizi adayabileceğinizi öğrenebilirsiniz. Bu
karar ve tutum, çok etkili olur. Yani siz genel edilgen ve tekdüze
yaşam biçimini terkedersiniz ve etkinleşirsiniz, başka insanlara
kendinizi adarsınız, daha dikkatli, daha uyanık ve daha bilinçli
olursunuz, duyularınız keskinleşir ve bu adanmışlık eğer gerçek­
ten eleştirisiz, redsiz ve aşağılamasız gerçekleşirse, daha baştan,
seven bir tutuma girilmiş demektir. Başkalarına ne denli dikkatli
bir biçimde kendinizi adarsanız, bunun aynı ölçüde daha fazla
seven bir yönelişe çıktığını ve ondan sonra da kendinizin sevme
noktasına ulaşmış olduğunuzu duyumsayacaksınız.
Adanmışlık elbette ki yalnızca insanlara olmaz, bizi çepeçevre
seven, bir anda oluveren şu anda var olan her şeye olabilir.
Demek ki adanmışlık tutumu; ağaçlar, hava, kuşlar, gökteki
bulutlar, insanlarla yaptığımız konuşmalar, müzik, ışık ve gölge,
rüzgar, havadaki kokular kısacası şu anda olmakta olan her şey­
için söz konusu olabilir.
Bu adanmışlık, çok basit gibi görünür ama gene de pek çok
yetişkin, hiçbir zaman böyle bir adanmışlık yaşamamıştır. Daha
çocukluk döneminde bu kendini adama yeteneğine, bu tam
dikkat yeteğine büyük ölçüde sahibizdir. Bu yüzden de çocuk­
larda yetişkinlere oranla sevme yeteneği daha fazla gelişmiştir.
Peki acaba yaşın ilerlemesiyle birlikte kendini adama yeteneği

AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:4


50 AŞK ve AŞK I N PSiKOLOJİSı

neden gitgide kayboluyor? Her şeyi bildiğimizi sanıyoruz, yaşa­


mımız şemalarla, güvenlik çemberleriyle belirli planlara, çerçe­
velere oturtuluyor ve her bir an için gerekli uyanıklığı ve açıklığı
gösterebilme yeteneğini kaybediyoruz.
Sevmeyi bilen bir tutum yalnızca karşı cinsin insanlarına
yönelik olmakla kalmaz, aynı zamanda, duyularla kavranabilen
her şeye yönelebilir. Böyle olduğu ölçüde de, sevmeyi bilen bir
insan yalnızca bir insan dostu değildir, bir bütün olarak hayatı
sever. Ailesini sevdiğini söyleyen ama meslek yaşamında başka
insanları mahveden ya da öldüren biri, bölük bölük sevmektedir,
bir aydınlık noktası vardır ama bundan ötesi, sevgisizlik ve
ruhsal karanlık içindedir. Ayrıca ben, bu bölük sevginin de
gerçekten sevgi olup-olmadığı konusunda kuşkuluyum. Örne­
ğin, yetişkinlik dönemindeki bir I-Iitler'in bir insanı gerçekten
sevip sevemeyeceğinden kuşku duyuyorum.
Olumlu adanmışlık genel edilgenlik içindeki bir insanda karşı
cinsten biri tarafından bazen kısa bir süre için uyarılabilir ve ateş­
lenebilir. Bu durum aslında, olumlu yönde kendini adama yete­
neğinden yoksun birinde bile mümkün olabilir. İnsanın dikkatli
yapmadığı bir davranış, sadece bir işlevin yerine getirilmesi ve
çoğu zaman da olumsuz, nefret edici bir adanınışlıktır. Nefret
edici adanmışlık; olumsuzlama, aşağılama ve mahvetme eğilimli
bir dikkat ve uyanıklıktır. Bu noktaya ileriki bölümlerde yeniden
değinmek istiyorum.
Vermek, sevmek yeteneğidir. İşte her bir kişi için zorluk bura­
da yatmaktadır. Buna karşılı:"< almak ise basittir, bunun için özel
yetenek gerekmez. Ama verilenin değerini bilmeden tüketici bir
tavır sergilendiğinde almak da bazı sıkıntılar doğurur. Çünkü bu
sefer yeniden kendini vermek gerekmektedir.
Sevme sanatını öğrenmenin ilk adımı demek ki, kendini
adamayı öğrenmekte yatmaktadır. Seven bir insan, karşılığında
ne elde edeceğini sormadan kendini adamaktan çekinmez. Bu
DUYGULARIN BAHÇESİNQE 51

kendini adayıştan zaten öylesine mutluluk ve doyum sağlar ki,


ayrıca karşısındakinden bir şey elde etmeye gerek duymaz. Ama
tabii kar�ı taraf da kendini adamaktan geri kalmamışsa daha da
iyi. Yani burada "şu olursa şöyle olur" gibi birtakım koşulların söz
konusu olamayacağını vurgulamak istiyorum. Bana adanan şeye
benim değer biçmemde, önemli rol oynar. Bir ağacın çayırlıkta
tüm görkemi içinde tek başına duruşunu ve gelişimini gözle­
diğimde, ağaç kendisine hayran olduğum ve gözlemlediğimle
ilgili, bana somut bir şey vermez.
Maddi tüketim düşkünü ve kazanç eğilimli pek çok insan için,
ağacı seyretmek, boşa zaman harcamaktır. Çünkü ağaç, para
vermez insana. "Resmini yapacak ya da fotoğrafını çekecek olur­
san, ağacı paraya çevirmiş olursun; o zaman, yaptığın bir işe
yarar" demişti bir keresinde, maddiyattan başka şey bilmeyen
biri bana. Ağacı seyretmenin bana çok şey yani ruhsal bir rahat­
lama getirdiğini ve güzelliği sevme duygusunun boş şey olma­
dığını tam tersini bana güç, dinginlik, yaşama sevinci ve keyif
verdiğini ona anlatmak ve yüzündeki alaycı gülümsemeyi
kovmayı başarmak çok zordu.

Aşk, içebakıştır
Bundan önceki bölümde, kendini adama yoluyla sevgi doğdu­
ğunu anlattım. Ama sevgi kendini adamayla birlikte aynı zaman­
da içebakıştır. Gene de, kucak dolusu para karşılığında mantral
[Veda dinine özgü "kutsal", "düşünce aracı" anlamındaki sans­
kritçe kavram.ç.n.] Satan ve yalnızca kendinden alınan bir mant­
ral ile içebakışın mümkün olduğunu iddia eden bazı Hint
Guru'larından farklı anlıyorum ben içebakışı.
Son kitabım "Ruhunuzu Kana tlandırın " da içebakışın anlamı
üzerinde durdum. İçebakış, tipik doğulu-dinsel izler taşıyan bir
teknik değil, herkesin üstesinden gelebileceği bir durumdur.
İçebakışın öğrenilmesi ve yaşanması için Hintli Guru gerekli
52 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

değildir. Çünkü her kişi, iç rahatlığına kavuştuğunda, gevşe­


diğinde ve beyninde dönenip duran düşüncelerinin tekdü­
zeliğinden yavaş yavaş kurtulduğunda içebakışın mümkün
olduğu bir duruma ulaşabilir.
Adını andığım kitapta, içe bakışın nasıl üstesinden geli­
nebileceğini ortaya koymaya çalıştım. Ama okur mektuplarından
anladım ki, doğru anlatamamışım dediklerimi. İçebakış konu­
sundaki düşünçelerin pek çok okuyucu için yabancıydı ve bu
düşünceleri nasıl değerlendirebileceklerini bilmiyorlardı. Çünkü
içebakışın önemi benim tarafımdan yeterince açıklıkla işlen­
memişti. Bundan dolayı burada, içebakışı daha anlaşılır biçimde
açıklamayı deneyeceğim.
İçebakış, ikincil bir şey değildir, tam tersine, ruhsal bakımdan
kendini aşma çabasında olan her insan için en önde gelen bir
konudur. Çoğu insan içebakıştaki ruhsal durumu pek az yaşa­
mıştır ya da yaşasa bile o anda bunun ayrımına varamamıştır. Bu
yüzden böyle bir durumu kendi ağzımdan anlatmak istiyorum.
Bir sandaldayım ve kendimi dalgaların gel-git'ine bırakmışım.
Sandal nehrin kıyısında bir halatla sabit bir kazığa bağlı. Sıcak bir
yazgünü, akşama doğru saat beş. Her yer sessiz, ara sıra bir suku­
şunun sesini duyuyorum. Kıyı boyunca yusufçuklar uçuşuyor
küçük helikopterler gibi; sazlıkta gözden yitiyorlar bir an, yeni­
den ortaya çıkıyorlar sonra da. Hiçbir şey düşünmüyorum, tüm
duyularım açık, sandalın hafif hafif salınmalarını ve derinde
güneşin sıcaklığını hissediyorum. Tatlı bir rüzgar kurumuş otla­
rın kokusunu taşıyor. Otları düşünmeden kokusunu duyu­
yorum, yalnızca kokuyu çekiyorum içime. Duyularım algılıyor
kokuyu, beynim değil.
Zihnim dingin, hiçbir şeye kafa yormuyorum, eşzamanlı ama
farklı duyumlardan oluşan ona veriyorum tamamen kendimi.
Her an başka bir ana karışıyor; her an yeni duyumlar getiriyor.
Düşünmediğim için, yalnızca duyularımla açık olduğum için,
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 53

kuşlar gürültü yapsa da, dalgalar sandalımı kımıldatsa da, sular


hışırdasa da, yusufçuklar uçsa da büyük bir dinginliği ve sessiz­
liği ayrımsıyorum. ,
Zamanı düşünmüyorum, kafamda hiçbir sorun yok, zihnim
dinlenmeye geçti ve duyularım açık. Kendimi içinde bulun­
duğun anın kollarına bıraktım ve bu anda çevremde aklagelen
her şey içime dolabiliyor. Benim hiçbir etkin katkım olmaksızın
ruhumda büyük bir dinginlik ve gerilimsizlik yayılıyor. O anı ve
doğayı içime alıyorum. Hiçbir değerlendirme yapmadan her şeyi
olduğu gibi algıladığım için doyum, dinginlik ve memnuniyet
duyumsuyorum. O ana kendimi vermiş durumdayım ve tama­
men şu anı yazıyorum. Dün yok, yarın yok yalnızca şimdi var.
Uykum yok, ipnotize de değilim tam tersine, tamamen uyanık
durumdayım. İçebakış ve bununla birlikte sevme durumunda­
yım.
İçebakış, sevgidir. İçe�kış durumundaysam tüm müca­
delenin ve gerginliklerin bir sonu olduğunun ve duygularımın
dikkatle algıladığı her şeyi sevmeye hazır olduğum için kendimi
açtığımın ayrımına varırım. Böylesi bir durumda, tüm kişiliğimin
tam bir adanmışlığı egemendir, her şeyi almaya tam hazırlık
egemendir; sonsuz bir mutluluk duygusu doğar. İçebakış duru­
munda, sevgi de vardır; sevgiyle birlikte üst düzeyde bir var olma
ve sonsuz mutluluk duygusu vardır.
Bu durumu sözle tam olarak anlatabilmek zor. Çünkü ı:ıözler,
düşünce alanından gelmektedirler ve duyumları, ruhsal durum­
ları oldukları gibi yansıtamazlar. Sözle güç-bela aktarabildiğim
durumu daha önce yaşamış olan bir okur tarafından gerçekten
anlaşılabilirim. Ancak bu durumu bilmeyen ya da anımsamak
istemeyen veya anımsayamayan birinde kavrama eksikliği
vardır; onun için, içebakışın, adanmışlığın ve sevginin ne oldu­
ğunu zihin aracılığıyla kavrayabilmek olanaksızdır. Her kişi bu
durumu yaşamının herhangi bir döneminde (Çok büyük olası­
lıkla da çocukken -çünkü daha sonra içebakış yeteneği ne yazık ki
54 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

çoğunlukla kayboluyor) mutlaka yaşamış olduğu ıçın, anla­


şılmam konusunda olsun, verdiğim örneğin ne anlama geldiğini
okuyucunun ayrımsaması konusunda olsun iyimserim.
Elbette ki içebakışı yaşamak ırmak kıyısında bir yaz günü ile
doğrudan bağlantılı değildir, bir sandal ve güneş ışığı ile doğru­
dan bağlantısı yoktur. İçebakış her zaman mümkündür, her tür
havada, her mevsimde, yaşamanın her anında ... Yani içinde yaşa­
dığım 'zamana karşı tamamen açıksam, dün ve yarın kopmuşsa
benden ve yalnızca o anda olanlar algılanıyorsa işte o zaman
zihin susk!lndur ve her düşüncenin, her tasarının, her ruhsal geri­
limin sonu gelmiştir.
İçebakış, yerine getirilmesi zorunlu olan hiçbir koşula bağlı
değildir. Süreç çok basittir ancak çoğu insan, içebakışın geliş­
tirilebileceği bu duruma pek seyrek olarak ulaşabiliyor. İçebakış
hem de sevgi olduğu için, doğaya, insana, hayvana, rastlanan bir
tanıdığa, bir ağaca, bir kuşa sevgi duymak o denli seyrek gerçek­
leşiyor ki.
Sevgi düşünme durumunda değil yani zihnin değerlendirme
ve hesap yapmaya kalkıştığı durumda değil içebakışta gelişip
boyverir. Sevgininin gerçekleşebilmesi için; zihnin, hareketlerini
durdurması gerekir. İşte pek çok insan için sorun burada: Onlar,
kendilerini köleleştiren, dinginliğe ve açıklığa varmalarını engel­
leyen zihin tarafından egem'nlik altında tutuluyorlar. Zihin ve
düşünce sürekli olarak bir önyargılar, değerlendirmeler, uzak
durmalar biçiminde engeller çıkarır. Ve insanın iç dünyası
bundan etkilenir. Açılmak yerine de kapanır, duyuların dışına bir
sur örer.
Zihin, duyguları sürekli olarak sıkıştırır, duyuları denetler,
üstünlüğün hep kendinde olmasını ister ve anlık adanmışlıkları
engeller. Bu, duygu duyusal dikkatliliği ve deneyimine oranla
zeka ve düşüncenin değerinin zihin tarafından aşırı abartılması
sorunudur.
Sevgii adanmışlık, açıklık, somut algı, düşüncenin durması, iç
DUYGULARIN BAHÇ ESİN DE 55

gözleme ve içebakışa hazırlıklılık ve yeteneklilik gerektirir. Zihin,


önemini yitirir, (herhangi bir zorlama ya da baskı olmaksızın)
duygunun, duyumun ve ayrımına varımrn ın doğduğu ana boyun
eğer.

Aşk, kendini olumlayışbr


İçebakış ve içgözlemde sevginin oluştuğunu söyledim. Bu
sevgi, karşılık beklemez, bir ırmak gibi çağlayıp çıkar içimden ve
çevreme çöker. Sevme yeteneğinin bu durumunda, karşıdan bir
tepki beklemeksizin sevmeye hazırımdır. Bu, doğa sevgisi oldu­
ğunda herkesçe anlaşılabilen bir şeydir. Ancak karşı cinsten bir
insana yönelik sevgi sözkonusu oldu mu iş değişir. Çünkü bura­
da tepki bekleriz, yani sevgimizin karşılık görmesini bekleriz.
Seçtiğimiz sevgi nesnesi olan aynaya bakar ve sorarız. "Aynı
benim seni sevdiğim gibi sen de beni seviyor musun?" İnsana
yönelik bu sevginin modeli çocuklukta ve ana babaya (öncelikle
de anneye) bağımlılıktadır. Çocuk, anne sevgisine bağlıdır ve hep
bir karşılık bekler. Çocuk sevilip sevilmediğinin çok iyi ayrımına
varır. Varlığı ve tüm kişilik gelişimi buna bağlıdır. Anne, çocuk
için aşırı bir duyarlılıkla baktığı ve şu soruyu yönelttiği bir ayna­
dır: "Şunu, şunu mu yaparsam seversin beni?" Sevilmek, çocuk
açısından en temel gerekliliktir. Çünkü sevgi yoksa ceza ve korku
tehditi vardır. Kısacası, çocuk ana-babasının kendisini sevdiğini
anladığı zaman kendini olumlamaktadır; onların hoşuna giden
nitelikler ve davranış biçimleri geliştirir ve onların hoşuna gitme­
yen şeyleri içinde bastırır. Başka seçeneği olmadığı için ana­
babasını sever, yeniden sevilmek için çabalar. Özbenlik gelişimi,
onu eğiten kişilerce yönlendirilir. Çocuk, kendinin yönlen­
dirilmesine ses çıkarmaz ve sevilmek için de kendi kendini
yönlendirir.
Buna karşılık doğa sevgisi çok daha sorunsuzdur. Çünkü içten
içe sevdiğim ağaç benden hiçbir şey istemez, beni olduğum gibi
56 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

kabullenir, ben de onu olduğu gibi kabullenirim. Çocuklukta


sevgi, kendini geliştirme ve kendine saygı ile çok yakından
bağlantılıdır. Bir ağaç ya da havadaki bir kuş bizden hiçbir şey
istemezken insanların bizden bir şeyler istediğini öğreniriz. Bir
kuş tarafından sevgimize karşılık verilip-verilmeyeceğinden
bağımsız olarak onu seV'ebiliriz.
İnsanlar çok sonralan, konu anne sevgisi değil de birlikte
olunan birinin sevgisi sözkonusu olduğu zamanlarda bile bizden
bir şeyler istediği için, insana yönelik sevgi oldukça karmaşıktır.
Birlikte olduğumuz kişiden, özbenliğimizin yankısını onda
görmeyi bekleriz, bizi sevse de sevmese de bir tepki verir. Örne­
ğin şöyle der: "Çalışkanlığın, çekiciliğin; girişimciliğin hoşuma
gidiyor ama kayıtsızlığın, duygularına kolay egemen olamayışın
hoşuma gitmiyor". Bir insan bizim için, kendimizi gözle­
meyebileceğimiz bir aynadır. Onay gördüğümüzde, bizi övdük­
lerinde, şöyle ya da böyle doğru ve sevilmeye değer olduğumuz
söylendiğinde kendimizden geçeriz.
Demek oluyor ki, sevgi nesnesinin (yani sevgimizin yöneldiği
canlı veya cansız varlığın), ruhsal gelişmemizi olum­
layabilmemiz ve kendimizi tanıyabilmemizde büyük bir etkisi
vardır. Karşımızdaki kişi tarafından kişiliğimizin analizinin
yapılmış olduğu duygusuna .kapılırız ve ondan, nasıl oldu­
ğumuzu, bizi nasıl gördüğünü ve hakkımızda ne düşündüğünü
öğrenmek isteriz. Çocukluğumuzda annemizce sevildiğimiz gibi
şimdi de birlikte olduğumuz kişi tarafından yine sevilmek isteriz.
Ve davranışlarımızı aynada gördüğümüz beklentilere ve hakkı­
mızda oluşmuş imgelere göre ayarlamaya çalışırız. Kendimizi bir
başka tanım içinde, karşımızdakinin koyduğu tanım içinde bulu­
ruz ve bir çocuk gibi bu öğrendiklerimize uygun olarak özben­
liğimizi biçimlendirmeye çabalarız. Ve böylece de kendi özben­
liğimizi dışımıza göre yönlendirmekten hiçbir zaman
kurtulamayız. Korunma ve esenlik aradığımızdan dolayı ana ve
babamıza iyice bağımlıydık; cinsellik, korunma, esenlik ve özben-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 57

liğimizin kabul görmesini aradığımızdan dolayi da birlikte oldu�


ğumuz karşı cinsten kişiye bağlıyızdır. Etkilemenin sonu gelmez.
Yetişkin olsak da bir çocuktan daha özgür değilizdir. "Daha
sonraları" her şeyin düzeleceğini, daha özgür, daha özerk ve daha
açık yaşabileceğimizi beklesek de bu böyledir. Bu yönlen­
dirmenin yerini bir başkasının aldığı, bir tutsaklıktan bir başka
tutsaklığa düştüğümüz ortaya çıkar. Kendimizi olumlayış bu
mudur? Bir başkası söylüyorsa, bizim kim olduğumuzu, özben­
liğimizi bulmuşuz mu demektir?
Bu sorunun cevabının hiç kimseye zor gelmeyeceğini sanı­
yorum. Kendimizi bir başkasında yansılatmak ve kendimizi
başkalarının aynasında görmek istediğimiz sürece aldanmışız
demektir. Gerçek kendini olumlayış biraz değişik bir şeydir.
Benim özbenliğim hakkında başkalarının ne düşündüğünü
benim özbenliğimi nasıl değerlendirdiğini sormaksızın onu
bulmamdır. Bu özerkliği yakalamak zordur. Bebeklikten itibaren
insanı yönlendiren bir toplumda hemen hemen olanaksızdır. Bu
'
süreci göremezsek ve sona erdiremezsek mezara kadar, yönlen-
dirilmiş kişiler olarak kalırız.
Öyleyse artık başkalarına sormamalıyız; "Ben kimim?" diye.
Yalnızca ve sadece kendimize soralım, başka birine değil. Çünkü
kim olduğumuz, ne olduğumuz kendi içimizdedir. Bizden başka
hiç kimse, hiçbir anne, hiçbir baba, hiçbir öğretmen, hiçbir (erkek
ya da kız) arkadaş bunun yanıtını veremez bize.
Bunun ayrımına vardıysak ve buna uygun sürdüremiyorsak
yaşamımızı, işte ancak ondan sonra sevgi değişmeye başlar, aşk
değişmeye başlar. İnsanları sevmeyi öğreniriz, hem de karşıdaki
de "beni sevecek mi acaba?" diye sormadan. "Neyimi seviyor
benim, neyimi sevmıyor? Beni sevmesi için ne yapmalıyım, ne
yapmamalıyım?" diye sormadan. Kim olduğumuzu sormayız
artık. Çünkü bu soruyu gülünç ve onur kırıcı buluruz. Kendimizi
arhk başkasında yansıtmaya çabalamayız, kendimizi kendi
içimizde buluruz.
Bu elle tutulur bilgide gerçek özerklik göstermektedir kendi-
58 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ni. Karşı tarafında bizi sevip sevmeyeceğini sormadan onu sevme


yeteneği, bir başkasını yönlendirmeye kalkmayan, kendini de
yönlendirtmeyen ve yönlendirtmek istemeyen özerk bir insana
özgü olgun sevgidir. Olgun sevgi, kişinin kendi varlığı üzerine
kuruludur, biçimli değildir, olumlu-olumsuz tepki beklemez,
kişinin özbenliği üzerine kuruludur sarsılmazcasına, kişinin
kendi varlığı üzerine kuruludur. İşte o zaman bir insana yönelik
sevgi aynı çayırlıklardaki ağaca ve havadaki kuşa yönelik sevgi
gibi içseldir ve derinlerdedir. Karşısındaki varlığı kabullenir ve
hiçbir istemde bulunvıaz
Süreç ve durum olarak olgun sevgi, kendini olumlamadır.
Seven kimse, severken kendini tanır. Bu deneyim; kendini adama
ve içebakışın eşzamanlı ve birarada gerçekleşmesidir.

Aşk, ruhsal sağlıktır


Ruhsal sağlık nedir? Psikanalist Sigmund Freud 'a göre sağlıklı
kimse sorunsuz olarak çalışabilir ve sevebilir, konsantrasyon
zorluğu çekmeden çalışabilecek yeteneğe sahip olduğu gibi
sevme yeteneğine de sahiptir; aynı anda ikisidir de; yani canla­
başla çalışır ve sever. Her iki alanda da kesinlikle kendini engel­
lenmiş ya da sınırlanmış hissetmez. Ruhsal sağlıklığın bu temel
önkoşulunda şimdiye kadar değişen bir şey olmadı.
Ruhsağlığı ve sevme yeteneği sıkı sıkıya birbirleriyle bağlan­
tılı olduğundan dolayı bu ruhsağlığı sorununu biraz daha ayrın­
tılı anlatmak istiyorum. Psikolojik olarak sağlığı yerinde olan
insan açıktır, her anı tüm uyanıklığı ve değişikliği ile yaşar.
Gerçekliği algılayışı bulanık ve güdük değildir. Çünkü hiçbir şeyi
kendinden uzaklaştırmaz, tam tersine o anda olan ve rastladığı
her şeyin olmasına izin verir. Savunma mekanizmaları yoluyla
gerçeklikleri ters-yüz etmez biçimde ele alır. Bu yüzden burada
onları yinelemek istemiyorum ve konuyla çok ilgilenen okuyu­
culara bu iki kitabı ve savunma mekanizmaları üzerine genel ve
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 59

toplu bilgiler içeren bir çizelgenin yeraldığı arka sayfayı işaret


etmekle yetiniyorum.
Ruhsağlığı yerinde olan kimse, her anı tüm yoğunluğu ve
uyanıklılığı ile yaşar. Gerçeklerden duyduğu korkuyu zihninde
ters yüz etmez. İşlenmemiş anı yada duygu kalıntısı yoktur
ruhunda. Çünkü bunları her an hemen işlemektedir. Derdi varsa,
birine veya bir şeye kızmışsa hemen dışa vurur kızgınlığını, bi­
linçaltına atmaz. Üzgünse, o andadır üzgünlüğü, üzüntüsünü
geçiştirmez, o anda yaşar. Korkmuşsa, ileri kaçıp -örneğin- saldır­
ganlığa başvurmaz ya da geri kaçıp -örneğin- kendini koşullara
uydurmaya kalkmaz. Bunun yerine korkuya karşı bir tutum takı­
nır, korktuğunu hem başkalarına hem de kendine açıklamaktan
çekinmez ve korkusunu duyarak yaşar, korkmaktan korkmaz,
tüm dikkatiyle korkuyu hisseder. Çünkü ancak bu şekilde sırtın­
daki yükten, aslında yaşayabileceğinden daha kısa bir sürede
kurtulmuş olur. Ondan sonraki günler ve haftalar için artık böyle
bir sorun kalmamış demektir. Ne uyurken ne de uyanıkken artık
onlln peşini bırakır korku. Gelecekte karşısına çıkacak her bir
korku yeni bir korkudur. Bu yeni korku ile eski, etkisi yok olmuş
korkunun bir kırıntısı bile karışmaz birbirine, çünkü her bir
korkuyu iliğine kadar duyarak yaşamış ve bitirmiştir.
Bu durum pek çok insan için pek de kolay anlaşılabilecek bir
durum değildir. Çünkü ruhları, yeniden ve yeniden altedilmesi
gereken, günlük yaşamda çeşitli durumlarda sinsice ortaya çıka­
bilen ve sürekli olarak savunma mekanizmalarının devreye
girmesine yol açan eski korkularla doludur.
Ruhsal olarak rahatsız ve sıkıntılı olan kimse için o andaki
korkuya karşı tavır koymanın nasıl olacağını, o korkunun nasıl
yaşanıp tüketileceği, hiçbir kalıntısı olmadan sıkıntılarla nasıl
başa çıkılabileceğini kavramak mümkün değildir. Bu sağlıklı
ruhsal davranışa toplumumuzda [Almanya'da- ç.n.] çok seyrek
rastlanabilir. Çünkü insanların çoğu psikolojik olarak sağlıklı
o-­
o

Korkuya karşı savunma türlerine toplu bakış

14- Savunma mekanizması 8- Büyük yalan 14- Kaçma biçimi


--

İleri Doğru Kaçmak


1. öro.eşleştirme 1. "Karakter, birey 1 . Saldırganlık ;ı:.
oluştan önemlidir" 2. Çalışma tutkusu .f.f)
.2. Öteleme :>'<:
2. "İnsanın örneklere ve <
rıı
3. İzdüşümcülük 3. Cinsellik
4. Hastalık belirtileri oluşturma ideallere ihtiyacı vardır" 4. Başkalarını itip-kakarak ;ı:.
.f.f)
5. Erteleme 3. "Güvenlik, önceliklidir, öne geçme bencilliği :>'<:
6. Yücelme özgürlüğün sonu karmaşadır" 5. Aşamalı ilerlemecilik ·
z
.,,
7. Tepki oluşturma 4. "İnsanın kendinden 6. Ütopistik fJl

8. Kaçınma başka dostıi yoktı:ır" 7. Keyifçilik


�-
o
r'
9. Akılcılaştırma 5. "İnsanlar eşit değildir, Geriye Doğru Kaçmak
-
o
10. Uyuşma rütbe ve değer farklılıkları vardır" 8. Uyum sağlamak

1 1 . Maskeleme 6. "?'.eka, duygudan önemlidir" 9. Duyguları zırha
12. Acizlik bildirme 7. "Seven, sahip olmak ister" büründürmek
13 Rol yapma 8. "Beden, amaca vardıracak araçtır" 10. Rol yapmak
14. Duyguları zırha büründürme 1 1 . Karakterin maskelenmesi
12. Suçlama
13. Ölülerle cinsel ilişki
14. Sıkıntı
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 61

değildir, hastadır. Olması gereken, ruhsal sağlıklılıktır ama


ruhsal rahatsızlık asıl, ruh sağlığı ikincil durumdadır.
Çok gelişmiş bir varlık olarak insan, ruhsal rahatsızlıklara
kolayca düşebiliyor. İşte bundan dolayıdır ki psikolojik olarak
nasıl sağlıklı kalabileceğini öğrenmesi insan için çok önemlidir.
Ancak bu bilgi hiçbir yerde öğretilmez, ne ana baba evinde, ne
okulda ne de halk eğitim merkezleri kurslarında, herkes kendi iç
dünyasıyla nasıl başedeceğini kendisi bilmek zorundadır.
Çoğunlukla da arkadaşlarıyla olsun dostlarıyla olsun bu konuda
konuşamaz. Çünkü kendisinin ya da başkasının iç dünyası gibi
belirsiz, karanlık ve korkutucu bir şey üzerine konuşmak pek çok
insan için hiç de hoş bir şey değildir. Başka alanlarda ilerici ve
aydınlanmış olan çağımızda ruhsal yaşam, hala en büyük tabu­
lardan biridir.
Sevme yeteneği, ruh sağlığı ile dolaysız bir ilişki içindedir.
Sevgiyle dolu olarak kendini adama konusunun, çoğu insanda,
ötelenmiş ruhsal acılarla karmaşık bir bağlantısı vardır.
Sevgisizliğin ve reddedilmenin yarattığı acılı anılar, eğer
hemen işlenerek olumsuzluktan kurtarılmazlar ve savunma
mekanizmaları yoluyla bir yana atılırlarsa ki pek çok insanda
durum böyledir- gelecekteki davranışları bozan ve yeni acılara
yol açan aşağılık kompleksleri oluşur ve kalıcılaşırlar.
İnsanı hep katılığa, kendi içine kapanmaya ve duygularının
1buk bağlamasına götüren dipsiz kuyu oluşur. Kendi dene­
yimlerine dayanan kişisel değerlendirmelerine, insanların yüzde
doksanında sevme yeteneği (kendini adayabilme) bu yolla
karmaşık bir bozulmaya uğramıştır.
Sevme yeteneğimizin böylesi bozulmalarından kendimizi
kurtarmayı öğrenmemiz gerekir. Çünkü ancak böyle özgür­
leşebilir, mutlu ve sağlıklı olabiliriz. Dürüstçe, korkusuzca, olan­
ca açıklığımız ve tüm bilincimizle başkalarını sevebilirsek kendi­
mizi iyi ve sağlıklı hissederiz- ve sadece öyle hissetmekle
kalmayız hem iyi hem de-sağlıklı oluruz.
62 A ŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Sevme yeteneğinin önemi vardır. Bu yetenek, ruh sağlığı ve


yaşama sevincinin bu önkoşulu nasıl elde edilir? Bunun bir kaç
tane yolunu biraz önce anlattım. Bunlar kendini adama, alma
peşinde koşmadan verme, içebakış, gerçeklikleri görmede dikkat
ve netlik, aşırı ölçüde başkalarının etkisinde kalınmadan kendini
olumlama, açıklık, o anda olup biten her şeyin hemen o anda ele
alınarak işlenmesidir. Ancak bundan sonra netlik mümkündür
ve ancak ondan sonra ben her an, korkmadan yeniden sevmeye
açık duruma gelirim. Ancak ondan sonra ruh sağlığı tamamen
bitmez-tükenmez bir gelişim göstermeye başlar.
Sağlıklı oluş, artık hiç korkulmayacağı, hiç üzülünmeyeceği
anlamına gelmez. Pek çok kişi bunu böyle istiyor olsa da ve
savunma mekanizmaları yoluyla elde edeceğini sanıyorsa da,
bundan kaçınmak mümkün değildir. Onlar aslında "yarar­
lanmazlık" istiyorlar ama böyle bir şey yoktur. Yeryüzünde hiçbir
sağlıklı varlık bedenen ya da ruhen, yaralanmaz değildir; hiçbir
makine de, hiçbir robot da, hiçbir ruhsuz madde de değildir.
Yaralanması olanaksız hiçbir şey yoktur.
Bu yüzdendir ki sağlıklı olmak, yaralanılabileceğinin bilicinde
olmak, ancak ve yalnızca bu şekilde yaratıcı bir yaşam geliş- '
tirmek mümkün olacağı için tam bir açıklıkla ve yarınlardan
korkmadan onu kabullenmek demektir. Kendini sevgiden koru­
mak isteyen, karşı koyuyor demektir. Ve bunun sonucu ıztıraptır,
körleşmedir, kıskançlıktır, nevrozdur ve yavaş yavaş ölüp­
gitmektir.

Aşk, hayattır
Sevme yeteneği, kendini dışa açmak, insanın yüzünü dışarıya
doğru çevirmesidir; sevme yeteneği, içime dolanları, bana gelen­
leri sevmektir. Sevmekten başka ne var ki yapabileceğim? Taraf
tutmadan duygulanabilirim ya da nefret edebilirim elbette. Pek
çok insan başka insanlardan duydukları korku yüzünden tarafsız
davranmak istiyor. Ne var ki fazlaca işe yaramayan bir hiledir bu.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 63

Nedir yaşanacak? Tüm canlılar, varlıklarını geliştirme çabası


içindedirler. İçin için kurumak ve körelmek istemiyorlarsa yaşa­
mı ve yaşamayı sevmek zorundadırlar. Hayvanlar için daha
kolaydır yaşıyor olmak; hiçbir şeye kafa yormazlar, neyseler
odurlar ama insan, aklının yardımıyla yaşamı ve yaşamayı yöne­
tip yönlendirebileceğini sanır. Eğer bunu denemeye kalkışırsa
aklın, yönlendirme teknikleriyle dolu hile kuyusuna düşer, anın­
da ve yerinde davranış gösterebilme yeteneğinden olur, canlı­
lığını yitirir, ölüme doğru gider, kaçıp-kurtulduğunu sandığı
ama bir duruma hem de canlılığını düzenlemeye çalıştığı aynı
ölçülerde kendine yaklaşan bir duruma doğru ilerler.
Hiç kimse savunma mekanizmalarıyla ve öteleme numa­
ralarıyla sevgiye oyun oynayamaz. Sevgi: Koşar adım ölüme
gitmek ve kendi ellerimizle yavaş yavaş kendimizi mahvederek
ölümümüzü hızlandırmak yerine hayatta kalmamız ve mutlu
olmamız için tek şansımızdır. Sevgiyi seçmeyen kimse yaşama
karşı bir seçim yapmış demektir, yaşamı o andan itibaren bir tür
"yavaş ölüm"e dönüşmiiştür. Seven kimse ise yaşamı kazanmış
demektir.
Ne demek acaba bu?
Yaşamak, o anda çok dikkatli olmaktır, o andaki duruma ve
ortama tamamen kendini vermektir. Burada ve bu anda tümüyle
ve derinliğine yaşanan o güncelliği ne dün gölgeleyebilir ne de
yarın.
Bu katışıksız algının önemini, içebakış bölümünde bilince
çıkarmaya çalıştım. Tüm duyularımızla bu kendini veriş, duyar­
lılıktır. Uyanık duyular, yaşamanın önkoşuludur. Pek çok insan
duyarsız olduğu için, körelmiş ve duygusuzlaşmış olduğu için
ruhsal canlılığı yaşayamazlar ve bu yüzden yaşam onlar için
sevinçten çok bir yüktür artık.
Bazen teleferiğe binildiğinde, karda ilk kez kayak kayıl­
dığında, küçük bir yamacı inerken ya da aşık olunca; sevinçsiz,
körelmiş yaşama bir mutluluk ışığı ve "duruma kendini verme"
ışığı düşer.
64 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Yaşanan böylesi olaylar; körelmişlik halkasını kırarlar ve


körelmişlik dumanını dağıtırlar ve bilinci, dolu dolu yaşama
duygusunu çepeçevre saran sizi silip süpürürler. Neden sürekli
olmaz bu güzellikler?
Evet ya, neden olmasın? Her zaman böyle dikkatli, açık ve
uyanık olmaya hazır olduğumda, ruhumu saran zırhı açıp, hayatı
içeri bıraktığımda ve kendimi yaşama cesaretinin kucağına attı­
ğımda hep böyle olabilir.
Sevgi, hayatın genel bir ilkesidir. Herkes yüreğini sevgiye
açmalıdır. Kendimi dışarıya kapatırsam ve dışıma bir zırh örer­
sem, gerçeklikler ancak süzgeçten geçip girebilir içeriye ve, her
şey boş ve sıkıcı olarak kalır. Sevme yeteneği, sevmeye hazırlıklı
olmaktır. Hazırlıklı olmalıyım. Ancak o zaman sevgi gelişip boy
verebilir. Hiçbir şey istemeden verebilmeliyim. Ancak o zaman
yeterince alınanız mümkün olacaktır. Ama eğer bir şeylerin
peşinde koşar, almak istersem aşırı bir ruhsal gerilimden kurtul­
mam olanaksızdır.
Duyuların uyanıklığını ve açıklığını geliştirebilirsem, sevgi de
gelişebilir. İşte o zaman sevmek yaşamaktır, yaşamak sevmektir.
O zaman insanların arasına girerim tüm uyanıklığımla tüm
önyargılardan arınmış olarak; çevremde olan her şeyi görürüm,
duyarım, koklarım, dokunurum ve tadarım. Zihin devreden
çıkmaz ama ben de devreye sokmam onu. Önyargılara gerek- .
sinim duymam artık, her şey kendiliğinden olur kendiliğinden
gelişir ve boy verir. Bunu yaşamak güzeldir ve içinde mutluluğun
gizini saklar. Bu mutluluk, para gerektirmez, ayrı bir eğitim
gerektirmez, sınav ve araştırma gerektirmez. Bu sevginin pazar
değeri yoktur. Hiçbir yerde satın alamam bu sevgiyi ve kimse de
benden satın alamaz. Bu anda her tür pazarlama düşüncesinin
sonu gelmiştir. Sevgi midir, onu anlatacak söz gerekmez, kendi­
liğinden yaşar ve yaşamım onun içinde gelişip filiz verir, içine
yabancı bir şey girmesi gerekmez ve peşinde koşulacak başka bir
şey de yoktur artık.
DUYGULARIN BAHÇESİNDL 65

3. Sevme Yeteneği

Karşılık bekleyen davranışların geliştiği


bir toprakta, eğer insan nasılsa öyle kala­
rak sevemiyorsa, başka insanları gerçekten
sevmek ve onlara gereksinim duymak
mümkün değildir. Daha baştan kendi
gerçek duygularını yaşama ve bu yolla
kendini tanıma olanağı bulamama duru­
munda nasıl üstesinden gelinecek sevme­

nin ?

ALiCE MiLLER

"Sevme yeteneği" kavramı tarafımdan sıkça kullanıldı ama ne


anlama geldiğine yeterince değinilmedi. Sevme yeteneği, doğal
bir şey değildir; doğuştan varmış gibi ve insanın gelişimiyle
birlikte kollar ve bacaklar gibi kendiliğinden büyümez. Pek çok
insanın sandığının tersine sevgi yeteneği cinsel organların olgun­
laşmasına bağlı olarak otomatik biçimde ortaya çıkmaz. Onlar,
cinsel olgunluğa erişmiş bir insanın kendiliğinden sevme yete­
neğine de sahip olacağına inanırlar. Bu inanış, seksle sevginin
yaygın biçimdeki özdeşleştirilmesi yanlışından kaynak­
lanmaktadır.
Sevme yeteneğinin cinsellikle öncelikle bir ilişkisi yoktur.
Sevme yeteneği, çocuğun dünyaya gelmesi ve anne tarafından
kucağa alınmasıyla birlikte oluşmaya başlar. Bebek daha o zaman
sevilip sevilmediğini ayırdeder (zaten anne sevgisininin de
cinsellikle bir bağı yoktur). Çocuğun çevresine güven duya­
bilmesi için öncelikle sevgiyi duyumsaması gerekir. Gelişim araş­
tırmacısı Erikson çocuk yaşamının ilk yılı için "güven ya da
güvensizlik" in öğrenilmesinden sözediyor. Çocuk yaşamının bu
ilk döneminde, çevresine ve doğuma ilişkisi olan insanlara
güvenmeyi ya da güvenmemeyi ve onlardan korkmayı öğrenir.
AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:5
66 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Sevme yeteneğinin oluşup-gelişmesinde birinci yaş döne­


minin çok büyük önemi vardır. Çocuk eğer çevresine güvenirse,
içini açar ve kendisi de sevgisini giderek daha çok vermeye
başlar. Ama çevresine güvenmezse ve annesinden ya da baba­
sından korkarsa, kendini geri çeker ve çevresine sevgiyle yaklaş­
.
maya cesaret �deınez, davranı� larında ve duygularında hesapçı
olur ve kendi kendini yönlendirmeye başlar.
Sevgi ve rahatlık bağımlısı çocuk bu sevgiyi yitireceği korku­
sunu üretir ve çevresinin sevg{sini kazanabilmek için çaresizliği
ve varlığının tehlikeye düşüşu karşısında her şeyi yapabilecek
duruma gelir. Ana babaların emir ve yasaklarını, oluşmakta olan
üstbene içeatnn [Bir başka kişi ya da grubun bazı özelliklerini ve
inançlarını kişinin kendi benliğinin.bir parçası durumuna getir­
mesi-ç.n.] yoluyla eklemler. Başkalarının kendini yönlendirmesi­
ne ses çıkarmaz, kendi kendini yönlendirmeye engel olmaz.
İstemleri karşılandığında sevildiğini düşünür. Ve sevgiden yok­
sun bırakılma cezasıyla tehdit edildiği zamanda da kendi istem­
leri ve buluşlarını geri çeker. Annesinin gözlerindeki onayı ve
reddi fark eder ve davranışlarını ona göre ayarlar. Çünkü nefret
etmek istese bile annesini sevmekten başka seçeneği yoktur.
Pek çok çocuk dünyadaki daha ilk deneyimlerinde sevilmeyi
mücadele ederek hak edebileceklerini, kwdilerinden istenenleri
yerine getirmek zorunda olduklarını, sevilmenin doğal olması
gerektiği halde hiç de öyle olmadığını yaşayarak anlar. Yalnızca
az sayıda çocuk özgürlük içinde büyür ve sevgiden yoksun
kalma korkusu yaşamadan gerçekten kendileri olabilir. Pek az
çocuk, kendilerinin tamamen kabullenildiği duygusunu yaşar ve
üu şekilde çevrelerine sınırsız bir güven duyarak gelişirler. Bu
çocuklar, şimdi ve gelecekte sevme yeteneklerini etkisiz geliş­
tirebilmeleri için gerekli önkoşullara sahiptirler.
Sevgi içinde kabul gören ve serbest yaşayan çocuk özbenliğini
geliştirebilir ve kendini yönlendirmeksizin özbenliğini denek­
taşına vurabilir. Bu çocuk her şeyi yaşamaya açıktır, hiçbir tabu
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 67

tanımaz ve duyularını öğrenir, cinselliğini sonuna kadar geliştirir


ve hiçbir şey örneğin bir övgü bir armağan ya da korkudan
korunma beklemeden sevgi vermeye hazırdır. Korkuyu savmak
için "sevmek", yüreğin derinliklerinden gelen tüm duyularla
alımlanan bir sevgi olmaz.
Çocuğun hayvanlara, çiçeklere, kendine ve çevresindeki
insanlara yönelik sevgisi kesinlikle cinsellikten uzaktır. Çünkü
bu sevgi; cinsel doyum peşinde değildir, cinsel doyum beklemez.
Burada söz konusu olan derin bir duyusal sevgidir, sevgiyle alım­
lama da bulunan ve ruhsal rahatlama sağlayan duyuların açık­
lığıdır.
Cinsel olgunluk devreye girdiğinde, sevme yeteneğininin
gelişmişliğinin tamamlanmış olması gerektiği sanırım şimdi
anlaşılmaya başlamıştır. Cinselliğin yaşanması yeni bir olay
olarak gündeme gelmektedir. Bir başka insana yönelik yeni
duyumsal oluşum alanı açılmaktadır. Bu yeni durumun ayrımına
varış, açık ve duygularıyla yaşayan güvenli-sevmeye yetenekli
bir insan için çok mutluluk verici bir deneyimdir. Buna karşın
aynı olay korkak ve güvensiz bir insanda yeni korkular yarat­
maktan öte bir işe yaramaz.
Korkak insanın yol göstericiliğe ve cinsel teknikler hakkında
tavsiyelere gereksinimi vardır. O "her şeyi doğru yapmak" ister.
Çünkü kafasındaki "İyi yapabildim mi? Beni bu halimle kabul
edebilecek misin? Şimdi senin gözünde bir değerim var mı? Ve
beni bu halimle sevebilir misin?" sorularıyla umutsuzca kendini
yönlendirirken ancak (görünüşte) kendine güven duymaktadır.
Özbenliğini bulamamış, güvensiz insan her şeyden önce sevgi
almak ister, kendisi sevmeye çalışmaz, sevme yeteneğine sahip
olmak için uğraşmaz. Onun için önemli olan sevilmektir. Çünkü
ancak o zaman kendini güven içinde hisseder ve ancak o zaman
hayattan v.e çeYresindeki insanlardan duyduğu korku engel­
lenebilir. Sevgiyi almaya ve M:Ygiyi tf>knikler, toplumsal konum,
68 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

eğitim, armağanlar, yaltaklanma yoluyla elde etmeye dayalı bir


sevgi, yönlendirilmiş bir sevgidir; güvenilir temelden yoksun
olduğu için yani sormadan ve güvence almadan sevgiyi vere­
bilmekten yoksun olduğu için titreyen bacakların üzerinde
durmaya çalışmaktadır.
Geliştirilmiş sevgi yeteneği; zorlama bir yönlendirme olma­
dan sevginin güzellik ve mutluluk getirmesinin en önemli önko­
şuludur. Sevme yeteneği olan bir insan, sevdiği zaman kendini
çok iyi hisseder, hepsi bu. Cinselliğe geçmek ya da birlikte olduğu
kişiyi sahiplenmek tutkusunun kölesi olmaz. Ortaya çıkan cinsel­
lik de mutluluk vericidir, o andaki özgür bir oluşumdur, sevgide
duyusal bir deneyim yaşamaktır. Bundan bir arkadaşlık ya da
birliktelik doğarsa bu sevginin verilmesi üzerine temellenmiştir,
kendini doymuş ve korkusuz hissedebilmek için almak, tüken­
mek tutkusu üzerine değil.

Sevgi ve toplumsal koşullar


Batı'nın yüksek teknolojili sanayileşmiş ülkelerindeki toplum­
sal koşullar, sevme yeteneğinin gelişimini engelliyor. Çocuk
boyun eğerek ana-babanın sevgisini kazanmak zorunda olduğu
için ana-babaların eğitim yöntemi sevgi düşmanlığına dayalıdır.
Çocuk, kendi istediği gibi kab11llenilmediği ve sevilmediği sürece
kendine ve çevresine güven oluşturamaz.
Okuldaki eğitim, zekanın eğitilmesine yöneliktir. Sosyal
çevrede her bir çocuk, kendi dışındakileri daha iyi not alma yarı­
şında birer rakip olarak görecek biçimde yetişir. Duygu, hayal­
gücü ve yaratıcılık desteklenmeyip uygun ol.mayan ve rahatsız
edici olarak aşağılanırken entellektüel başarılar · ödüllendirilir.
Okuldaki eğitim tek yanlı olarak okul üzerine yoğunlaştırılmıştır
ve insanın kişilik yapısını bir bütün olarak ele almaz. Çocuk, akla
uygun davranmayı ve duygularını, hayalciliğini geliştirmektense
baskı altına almayı çok erken yaşlarda öğrenir. Halbuki sevme
DUYGULARIN B AHÇESİNDE 69

yeteneğinin geliştirilmesinde hem akıl hem de duygu ve hayal­


cilik önemlidir. Buna karşılık yüksek bir zeka düzeyi sevgide
hiçbir rol oynamamaktadır. Sevgi zeka ile kavranamaz ve ölçü­
lemez; sevgi zekadan bağımsızdır; sevgi özbenliğin gerçek­
leştirilmesidir, ruhsal sağlığın çok önemli bir parçasıdır.
Sevme yeteneği, meslek yaşamında baskı altında tutulur.
Herkes kendi çıkarını düşünür ve karşısındaki her insanı kendine
rakip olarak görür. Toplum içinde sahip olduğu üstünlük göster­
geleriyle herkes diğerlerini etki altına almaya, kıskandırmaya
çalışır. Bu şekilde başkalarıyla arasına yakınlık yerine uzaklık
koymuş olur. Toplum, çeşitli sosyal katmanlardan ve değişik
ideolojilere sahip çok çeşitli gruplardan oluşur.
Pek çok insan böylesi gruplara ve ideolojilere bağlı olmanın iyi
olduğunu düşünür. İnsan Swebyalı'dır, Bavyeralıdır, Ren çevre­
sindedir, katoliktir veya yeni bir inanışa sahiptir, hristiyandır,
sosyal-liberaldir veya komünisttir, milliyetçidir, felsefeyi sever,
antropozofi ile ilgilidir, her türlü baskı ve sınırlamadan kurtul­
muştur, erkektir, kadındır, estettir, Porsche sürücüsüdür, alter­
natif yaşam tarzını benimsemiştir, atom karşıtıdır, işçidir, işve­
rendir, burjuva düşüncelere sahiptir, anarşisttir, tüketim
yanlısıdır, tüketicilik karşıtıdır, saldırganlıklara karşıdır, özgür
seksten yanadır, evllilik yanlısıdır, evliliğe karşıdır, şudur veya
budur, şöyledir ya da böyledir; herkes burada kendi ideolojisini
ya da bir tanıdığının ideolojisini koyabilir.
İdeolojiler iJ.yınrlar; belki bir tartışmaya gqtürürler ama enin­
de sonunda bizi birbirimizden ayırırlar. Katolik, protestana
güler; komünist kapitalisti aşağı görür, akademisyen işçiye tepe­
den bakar, Porsche sahibi kendini Citroen sahibinden üstün
görür, estet burjuva yoz sanatını aşağılar vb. vb.
Örneğin, kadın (bir diskotekte tesadüfen ya da tasarlayarak
tanıştığı) bir erkeğe mesleğini sorar. Çünkü onunla uğraşmaya
değip değmeyeceğini çabuk anlamak ister. Kadın ve erkek iki
70 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ayrı cinstendirler ama aynı zamanda iki ayrı insan olarak farklı
ideolojilerin de taşıyıcısıdırlar, belirli katmanlara mensupturlar,
belirli birer gelirleri vardır ve ayrı çekiciliğe ve ruha sahip iki insa­
nı varlık olarak karşı karşıya gelmekle kalmazlar, aynı zamanda
bir pazardaki nesnelerdir "sadece sevgi" peşinde olsalar da, kısa
bir süre sonra evlenme niyetleri olmasa da böyledir bu. Bunu
herkes bilir. Bilir de kimse bunları söze dökmez. Hiçbir sorun
yokmuş, her şey dört dörtlükmüş gibi davranılır, her sevgi çevre­
sinde odaklaşıyormuş gibi davranılır. Pek çok insan, pazar meta­
ları oldukları, kendilerinin de başkalarını böyle gördüğü gerçe­
ğini görmezden gelir ve bilince çıkarmak istemez. Çünkü o
zaman kendimize olan saygımızı ve başkalarının bize duyduğu
saygıyı kaybederiz.
İster açıkça ister üstü örtülerek itiraf edilmiş olsun ister hiç
itiraf edilmemiş olsun: Bir erkek kolayca "güzel bir kadın" elde
etmek için mesleki kariyer v.e para peşinde koşuyorsa, toplumsal
sistemin tutsağı demektir. Gerçi sevgi arar ama çok büyük bir
olasılıkla hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kendisi için doğru kadı­
nı bulacak, evlenecek ve çocuk sahibi olacaktır. Ama tümü mutlu
bir evlilik görüntüsünden ibarettir. O kişi, sevgiyi ya hiç yaşa­
yamaz ya da çok kısa bir süre için yaşabilir. Belki köpeğini veya
dağlarda günbatımını ya da bir orman gezintisinde güz havasını
ciğerlerine çekmeyi sevecektir ama kadınla erkek arasındaki
sevgiyi bulamayacaktır. Orta yaş bunalımına düşecek ve bir
sevgili edinecektir kendine. Belki de, şansı varsa eğer, kısa süreli
olarak gelişmiş sevgi yeteneği dönemleri yaşayacaktır. Ancak
günlük ya.şanı tutsak düşüncelerin, ideolojilerin ve pazar beklen­
tilerinin sorunlar zinciri ile yeniden örtülecektir.
Toplumsal koşullar, sevginin gelişmesine elverişli değildir.
Ancak gene de bizler, bu düşünce kafesinin çaresiz tutsakları
olmaya yazgılı, umutsuz kurbanlar da değiliz. Sevgiyi geliş­
tirebiliriz, ama eğer istersek. Mutlaka tüm ideolojilerden bağım­
sızlaşmamız ve düşünce kafesimizi terketmemiz gerekiyor.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 71

Ancak o zaman gerçekten özgür oluruz ve diğer insanlardan ayrı


olmayız. Onlar ideolojileriyle bizden ayrılsalar da, bizim bu
durumu açık- seçik görmek, onları da oldukları gibi görme avan­
tajımız vardır. O zaman tüm yanılsamalar sona erer ve biz gerçek­
ten ne oluyorsa onu görürüz ve o zaman anlayış, yakınlık ve sevgi
doğar. Sorun, karşılığında hiçbir şey almadan, sevgi kazanmayı
istemeden sevmektedir. İşin özü, budur. Yani, kendimiz olmayı
öğrenmeliyiz; mutlu ve ruhsal açıdan sağlıklı olmak için kendi­
miz olmanın yeterli olacağını öğrenmeliyiz.
Eğer özgürsek ve bu şekilde tüm korkuları arkamızda bırak­
mışsak, insanları ve toplumu yeni bir gözle görürüz ve şimdiye
değin tanımadığımız bir sevgi, bizi şaşırtan bir duygu ve hoşlan­
ma yoğunluğu açılır birden önümüzde.
Pek çok okur soracak şimdi mutlaka: "Nasıl oluyor bu? Bu
duruma nasıl ulaşacağım? Tüm ideolojileri nasıl bir yana atabi­
lirim? Bu doğru mu gerçekten yoksa bir psikoloğun tuhaf bir
düşüncesi mi?" Kendiniz bizzat denemeli ve doğruluğunu kont­
rol etmelisiniz. Tüm ideolojilerin insanları ayırdığı ve sevgiye
engel olduğunu anladığınızda onları bir yana atmanız mümkün
olur. Tek yaptığınız, ideoloji ile cilveleşmek, ideoloji ile ilgili
şeyler okumak, ideoloji tartışmaları yapmak ise fazla bir kazan­
cınız yok demektir. Tüm düşünce ve ideolojilerin, gerçekte olage­
len şeyleri görmemizi engelleyen kafesler olduğunu açık-seçik
kavrayabilirseniz, düşünce kafesimizden kendinizi kurta­
rabilirsiniz, hemen bugün ondan kurtulabilirsiniz. İdeoloji gözlü­
ğü ile gerçeği bulamazsınız ve birlikte yaşadığınız insanları tam
anlamıyla anlayamazsınız, kendinizi engellersiniz, hiçbir açıklık
yaşayamazsınız ve sevme yeteneğine sahip olamazsınız. Bunu
iyice anladığınızda bunun sonuçları kendiliğinden yaşamınıza
girer. Çünkü siz, kendinize dönmüşsünüzdür. Tamamen kendi­
nizle başbaşaysanız ve kendinizi şimdi şi.ı anda olduğunuz gibi
kabullenirseniz, başkalarını da kabullenebilir ve sevebilirsiniz.
Gerçekten neler olup- bittiğini de görüyorsanız, sevgi gelişebilir.
72 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSi

İşte bu, hiçbir şey istemeyen ve uğrunda mücadele edilmesi


gerekmeyen sevgidir.

Tutkuların bozguna uğraması


Sevgiyi çok değişik açılardan gözlemliyorum ve şu sorunun
yanıtını arıyorum: "Sevgi nedir?" Sevgi olgusunun aydın­
latılmasının tüm yaşam için, ruh sağlığı için ve yaşam mutluluğu
için çok önemli olduğu anlaşılıyor. Yirmi beş yıldan bu yana,
insanların sevgi ile ilgili olarak söylediklerini ve yazdıklarını
dinliyorum ve yirmi beş yıldan bu yana soruyorum kendi kendi­
me: "Bu mudur gerçek sevgi?"
Hep bildiğimiz ama bilmemiz "gerekmeyen" ya da bilmek
istemediğimiz şeyi bulabilmek için düşüncedeki önyargı moloz­
larının ortadan kaldırılması gerekir. Sevgi çok karmaşık bir şey
değildir. Ve insan ruhunda sevgiyi kolay kolay bulmak mümkün
olamıyor. Çünkü basit bir şey karmaşık bir şeye dönüştürülüyor,
Çünkü düşünce ve ideoloji de giriyor işin içine. Böyle böyle
karmaşıklaştırılıyor sevgi ve aslında en büyük mutluluk olması,
bizi dinamikleştirmesi ve ruh sağlığına kavuşturması gerekirken
hayatımıza acı ve ızdırap getiriyor.
Sevginin günışığına çıkabilmesi için ve pek çok okurun sevgi­
yi tanıyabilmesi umuduyla bu düşünce ve ideolojiler molozunu
ortadan kaldırmaya çalışıyorum. Gerçi bu bir umuttan başka bir
şey değil, kesin bir şey değil. Çünkü ortadan kaldırılan önyargılar
ve ideolojiler çabucak geri geliyol'lar.
Bunları ortadan kaldırır-kaldırmaz v2 gerçek kısa bir süre­
liğine görünür görünmez, düşünce ideolojik kaynaklardan besle­
nen binlerce kanıtıyla her şeyin üstünü örter yeniden. Bir savun­
macı tutum, gerçeğe karşı bir direnme sözkonusudur burada.
Eski düşünceler öyle kolayca bir yana attırmazlar kendilerini,
büyük bir dirençle oraya 1?;irmeye çalışırlar, hep haklı kalmak
isterler. Üst-ben'in biriktirdiği içe atımlar, adeta başına buyruk
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 73

bir makamdır, ana babaların, öğretmenlerin ve ideologların aynı


inatçılığıyla kendi dışlarındaki gerçeklere karşı savaşırlar ve bu
mücadele romantik bir biçimde, saldırgan bir biçimde kendi
içimizde sürergider. Ama yanlışlık yapmayalım, çünkü gerçeği
öğrenme ihtiyacı, içe atımların üstünlüğüne son verebilecek karşı
güçtür.
Pek çok insanda sevgi, tutkularla bağlantılıdır. Aşık olan
kimse, sevdiği insanı sahiplenmek ister. Çünkü cinsellik de girer
işin içine ve seven kişi sevdiğini, cinsel açıdan da arzular. Bu
tutkudan, bir takım düşünceler oluşur, karşısındakine kapılınır,
cinsel doyum aranır, arzulanan şeylere sahip olmak istenir.
Tutku, şiddetli bir güçtür. Bu gücün kullanılması arzuların
doyurulmasını sağlar ya da karşımızdakinin kaçınması duru­
munda bozguna neden olur. Bozguna uğramış bir aşık, çoğu
zaman öylesine mutsuzdur ki kendini ve başkalarım her an öldü­
rebilecek durumdadır. Yani tutkular, eğer kişi beklentisini elde
edemezse, psikolojik bunalımlara ruhsal hastalıklara yol açabi­
lirler.
Sevgi ile tutkuların birlikteliği, yanlış bir bağlantıdır. Bu
durum, ruhsal ve zihinsel durumumuzda bir şeylerin yolunda
gitmediğini gösterir. Peki sevgi ile tutku ilişkisi genelde olağan
bir şey sayıldığı halde ben nasıl oluyor da böyle bir sav öne süre­
biliyorum? Gerçi tutku oldukça yaygın bir şey ama istatistiki
olarak çok rastlanan her şey mutlaka olağan olmak zorunda
değildir.
Bu kitapta bir olgu olarak psikolojik açıdan aldığımız sevgi -
çok onemli bir şey söylemek istiyorum, tutkudan bağımsızdır.
Katışıksız sevgiden söz ediyorum, olması gereken sevgiden söz
ediyorum, günlük yaşamda gerçekleştirdiğimiz sevgiden değil.
Günlük yaşamıı:nızda sevgi diye bildiğimiz şey çoğu zaman sevgi
değildir, bir sapmadır; duygu, korku ve ön yargılardan oluşan bir
sapmadır. Günlük yaşamda sevgi gözlemlendiğinde, sevgi anla-
74 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yışlarını dile getiren ama sevgiyi hep başka duygularla ve sevgi­


nin kendisi olmayan niteliklerle karıştırdıkları için gerçekte
sevginin ne olduğunu bilmeyen insanların psikolojik rahat­
sızlıkları hakkında bir sürü şey öğrenilebilir. Bu insanlar sevgi­
den söz ederler ve duygularını, tutkularını sevgi sanırlar. Tutku
çoğu zaman sevgiyle ilgili bir şey olarak düşünülür, hatta çoğun­
lukla sevgi ve tutku bir bütünün parçaları olarak görülür ve sevgi
yerine tutku sözcüğü kullanılır. Yanlış. Yanlış olanı öne çıka­
rışımın nedeni, yanlışın arkasındaki doğrunun görülebilmesi için
yanlışın yanlış olarak kavranmasını sağlamaktır. Peki, neden
hiçbir ilişkisi yoktur sevginin tutku ile?
Tutku, sevgiyi sürüp atar ortaklıktan. Tutku, aç gözlülüktür
ve ruhsal bir rahatsızlıktır. Tutkuyla bir şeyin peşinde koşan
şiddetle bir şeyi ele geçirmeye çalışan, gerçekte neler olup bitti­
ğinin ayrımına varamaz. Bir başka insanı arzuluyorsam; bede­
nini, zihnini, cinselliğini, her şeyini ya da bir parçasını istiyorsam,
bunda kaybeden sevgi olur.
Eğer bir çiçeği seviyorsam, onu seyrederim; varlığı ve canlılığı
bana sevinç verir. Ama eğer bir çiçeği şiddetle arzularsam, ona
sahip olmak istersem, toprağından sökerim, keserim ve masam­
daki bir vazoya koyarım. Çiçek ölecektir. Bense açgözlülüğümü
doyurmuşumdur. Kısa bir süre içinde çiçeği tüketirim. Tüketim
çabucak gelip geçen bir şeydir. Açgözlülüğümle çiçeği öldür­
düm. Halbuki dışarıda doğanın kucağında daha uzun süre hayat­
ta kalabilirdi. Bu mudur sevgi? Kısa bir süreliğine bana sevinç
verecek diye açgözlülüğümle mahvettim onu. Bu mudur olumlu
adanmışlık, bu mudur karşısındaki incitmekten çekinerek kendi­
ni adamak? Çiçeği kestiğim ve masama koyduğum zaman, onu
sevdiğimi iddia edebilir miyim gerçekten? Süsleme amacım için
mi kullanmam gerekirdi çiçeği? Eğer onu gerçekten sevseydim,
olduğu yerde beğenir ve severdim. Ve bir başkası onu kesmemi
ve bir vazoya koymamı tavsiye ettiğinde şaşkınlıktan ne yapa­
cağımı bilemez olurdum.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 75

Bu örneği konumuza uygulamaya kalkarsam muhakkak ki


tüm örnekler gibi bu da "aksayacaktır". Ama gene de bu örnekten
aktarabileceğimiz pek çok yan var. Bir insana duyduğum arı
sevgi, onun zihnine ve tüm varlığına sahiplenme hakkı vermez
bana. Sevgi, bir başka insanı köklerinden koparmak değildir, tam
tersine sevgi, insanı rahat bırakmaktır, barış içinde bırakmaktır,
özgür bırakmaktır.
Sahip olmaya tamah etmem. Çünkü bu tamah, bu tutku bir
hastalıktır, bir saygısızlıktır, büyük bir duyarsızlıktır. Tutku;
benciliktir, sevgi değildir. Sevgi başkalarını bağımsızlıkları için­
de bırakır.
Cinsel doyum isteminin de aç gözlülük dışında gerçekleşmesi
gerekir, karşılıklı ve bağımsız sevgiden doğması gerekir. Bekle­
mek istemediğimiz için, olabildiğince çabucak tüketime geçmek
istediğimiz için seksi, zihni, kişiliği bir an önce tüketmek iste­
diğimiz için tutkular uyanırsa sevgi sorun haline gelir. İşte hasta­
lık budur, bu hastalığın sonu sevginin gelişmesi değil, mahvol­
masıdır.
Sevgi, tutkusuz bir bakıştır, tutkusuz bir bilgilenmedir; sevgi
kendine yeter, sahip olma tutkusu olmadan gelişir; sevginin
gerçekleşmesi de tutkular olmadan olan bir olaydır. Dünya ile
bugüne değin başka türlü bir bağı olmadığı için bozguna uğramış
ve açgözlü olan tüketici insan için belirttiğimiz düşünceyi kavra­
yabilmek zordur.

Sevgi ve Özsaygı
Özsaygının, geçmiş aşk deneyimleriyle ve bunların sonucu
olan Şimdiki sevme yeteneğiyle yakından bağlantısı vardır.
Çocuk eğer, sevgilerinden yoksun kalacağı korkusuyla yaşa­
mında bir sınırlama olmadan ana babasınca kabullenildiğini
hissederse, özbenliği güçlü ve kendine saygılı olabilir. Çocuk
eğer kendisi olabilirse, "aptalca sorular" sorabilirse (tabii ana-
76 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJ İSİ

babalara göre "aptalca"), ana babayı (ama çocuğu değil) korkutan


şeyler geçmişse başından, duygularıyla ve düşüncesiyle serbest­
çe deneyimlere girişebilirse, kısacası çocuk birey olabiliyorsa
yaratıcı olabiliyorsa, kendi yolunu kendi başına bulabilir. O
zaman, dünyayı ve her yaştan insanı tanıma ve kendi benliğini
geliştirme, güçlendirme olanağına sahip olur.
Eğer insan kendini tanıyorsa, geleceğini kendisi belirleyerek
yaşayabiliyorsa ve onunla ilgili olarak başkaları olabildiğince az
karar veriyorsa, ancak bu durumda özsaygı gelişebilir. Pek çok
insan, geleceğini kendisinden çok başkalarının belirdiği ortamda
büyüyor ve bundan dolayı da zayıf bir özbenlik geliştirebiliyor.
Özsaygının bir kere düzeni bozuldu mu, aşağılık duyguları çıkar
hemen ortaya ve yetişkin insanın bu aşağılık kompleksini (Alfred
Adler'in belirttiği biçimde) dengeleyebilmesi ya da ondan tama­
men kurtiılabilmesi ve öz- saygıyı güçlendirebilmesi ya da yeni­
den oluşturabilmesi için çok büyük çabalar harcaması gerekir.
Özsaygısını ilk kez yitiren birinde, daha sonraki dönemlerde
bunalımlara düşme ya da arkasında ötelenmiş bunalımların
gizlendiği olağandışılıklara eğilimi kendini gösterir. Gecikmiş de
olsa kendini bulmada bir başkasıyla girilecek aşk ilişkisi geniş bir
alan olarak çıkar karşımıza. Yönelttiğimiz şu sorulara karşı­
mızdaki kişiden gelen tepkiler yoluyla kendini bulmaya başlar
kişi: "Beni nasıl buluyorsun? Senin için ne ifade ediyorum ben?
Kimim ben aslında? Kim olmam gerekir? Beni kabullenebilir
misin? Bende sevdiğin ne, sevmediği, seni rahatsız eden ne?".
Karşımızdakinden gelen iltifatlar veya sevdiğimizi birine
söylememiz, kısa bir süreliğine de olsa, kendimizden kuşku
duymamızı engeller. Ama kararlı bir özbenliğin geliştirilemediği
durumda, bir iltifatla bu sorun çözümlenemez. İltifat olsa olsa,
yaşama cesaretini ve ruhsal canlığı yükselten bir tür vitamin etki­
si yapabilir ama özsaygı sorunu, bu yolla kökünden yok edile­
mez. Flört döneminde karşımızdakinden gördüğümüz bir iltifat
(ya da özbenliğin fl0rt ilişkisi içinde değerlendirilmesi) bizi, aşık
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 77

olmaya ve karşı iltifatlar yapmaya hazır duruma getirir. Ve bu


şekilde de, aslında dün de bugün de varolan özsaygı sorununu
sarhoşluktaki gibi bir süreliğine örten bir karşılıklı olağanüstü
durumlar yaşamaya geçilir. Henüz başarıya ulaşmamış bir kendi­
ni buluş sürecinden doğmuş olan sevgi, çoğu zaman sevgi değil­
dir olsa olsa umutsuz bir "kendi-kendini-iyileştirme-girişimi"dir.
Birlikte olduğu kişi aracılığıyla özgüvenini yükseltmeye çalı­
şan kimse er ya da geç, sevgisinin kumdan kale olduğunu göre­
cektir. Çünkü korkuları ve idelolojileri uyandıran ve ikircimli de
olsa kendine güveni olan birini kendinden kuşkulanan birine
dönüştüren, geleceğini başkalarının belirlediği eski bağımlılık
ilişkilerini getiren ve yetersiz özgüvenden kaynaklanan acıları
yeniden canlandıran günlük olayların yine gündeme gelmesi
durumunda ne kabullenme, ne övgü ne de iltifatlar uzun süre
etkili olabilir. Bir kaç gün, hafta ya da ay öncesi iltifat vita­
minlerini şırınga ederek bizi sakinleştiren ve her şeyi güzel­
leştiren o birlikte olduğumuz kişi tarafından bu kez eski yasalar
deşilir ve yüze çıkarılır yeniden. Bu kişinin de yanlışlarımızı
"gördüğü" ve eleştirdiği anlaşıldığında, geleceğimizi belirlemeye
kalktığında büyük bir ,.
hayal kırıklığı yaşanır. Ve sevginin yiti-
rilmesinden önce korku çıkar ortaya, ve başına buyruk bir kişiliğe
sahip olma cesareti yok olur yeniden; birey oluş, cesaret, güç ve
özbenliğimize güven yok olur.
Bizde kendimizden başka hiç kimsenin özgüven eksikliği
yaratamayacağını hayat kafamıza vura vura öğretir. Aşk ilişkisi
yaşadığımız kişiyi, bize iltifatlar etmesi ve özgüven vermesi için
kullanmaya kalkarsak onu sömürmüş oluruz. Bunun üzerine
kurulu bir sevgi başarısızlığa mahkumdur. Çünkü daha başlan­
gıçta ona damgasını vuran şey hastalık derecesindeki kabul
görme arzusudur.
Sevgi "kabul görmek" değil midir? Kendine güvenmeyen
insan için evet. O her zaman karşısındakinin kendisini sevmesini
ister, onun sevgisini arar. "beni seviyor musun?" Bu, güvensiz
78 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

insanların standart sorusudur. Çoğu zaman da şu yanıtı alacaktır:


"Sen beni seviyorsan bende seni seviyorum." Bu cevapta, kendi
geleceklerini belirleyememiş ve kendilerine güveni olmayan bir
çiftin tüm trajedisi yatmaktadır.
Sevgi, yetersiz özgüveni tedavi edecek bir yöntem değildir.
Sevgi, karşılık beklemeden kendini gerçekleştirebilmek için
büyük bir özgüven gerektirir. Olgun sevgi; özbenliğin başına
buyruk olmasını, kişinin kendine özgü bir birey olmasını gerek­
tirir. Kendi geleceğini kendisi belirleyen "ben", eksik yanlarını
okşanarak gidermek istemez, sevmekten dolayı kendini mutlu
hisseder. Sevgi; kendini adamaktır, içebakıştır, ve o andaki canlı­
lıktır. Sevgi, iltifata gereksim duymayan bir olay olarak bireyin
özerkliği içinde kendini gerçekleştirir. Hiçbir tutku uyarılmaz,
hiçbir korkunun ötelenmesi gerekmez. Sevgi, hiçbir onaya gerek
duymayan tamamen gelişmiş bir özgüvendir.

Duyuların Açıklığı
Sevme yeteneğinin geliştirilmesi için çok büyük önemi olan
şey, duyarlılıktır. Duyarlılıktan ne anlamak gerekir? Tüm duyu­
lar uyanık ve olguya hazır duruma getirildiğinde, duyarlılığa
hazırız demektir. Duyarlı olmak çevremde şu anda olagelen her
şeye açık olmak anlamına gelir. Bundan dolayı duyarlılık, daha
önce anlattığımız içebakış ve gözlem ile çok yakından bağlan­
tılıdır.
İçebakış durumunda, en üst düzeyde duyarlı ve gözlem­
leyiciyimdir. Duyular açıksa, olanlcm duyumsarsam, gerçeği
alımlamaya hazırsam, sevgi gelişebilir. Sevgi, duyularla ilgili bir
olaydır, akıl yoluyla gerçekleşemez. Gerçi düşünce, sevgiyi iste­
yebilir ve yol gösterebilir, ancak sevgiyi uyaramaz. Pek çoğu;
aklın yardımıyla ya da aklın incelenmesi ve oluru ile sevginin
olabileceğini sanıyor. Yani akla, sansürcülük görevi veriliyor.
Ondan sonra da akıl bir sevginin değip değmeyeceğinin hesabını
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 79

yapıyor . Ne var ki bu yapılırken duyarlılık frenleniyor ve akıl


tarafından yönlendiriliyor. Akıl, duygu gücünden daha "zeki"
kabul edilir. Bu yüzdendir ki duygu gücü sözde "Akıl adlı üst
makam"a bağlanmıştır. Bu tutumla, duyularımızı köreltiyoruz ve
sevme yeteniğimizi tahrip ediyoruz. Böylelikle aklı, duygunun
karşısına dikmiş oluyoruz. Yaşamımızı duyarlılığımıza değil
akla uygun biçimde düzenlememiz gerektiği anlayışı çok yaygın­
dır. Duyarlı ve duygulu olmak, romantizm olarak görülüyor ve
"abartılmış duyarlılık" olarak küçümseniyor.
Halbuki aklın duygulara ve duyumlara karıştırılmaması gere­
kir. Çünkü öyle yıkıcı bir karışıklık yaratır ki, bu karışıklıkta akıl
üstün gelmek, duyguları yönlendirmek ve boyunduruk altına
almak ister. Batının uygarlaşmış sanayi toplumu zeka kültürü
karşısında el pençe divan durduğu için, düşünce ve duyarlılık
arasındaki mücadele çoğu zaman düşüncenin üstünlüğü ile
sonuçlanır. Akıl, insanın özgül bir aracı olarak görülürken
duygular güdüler ve içgüdüler alanına, daha ziyade "hayvansal
bir düzey"e indirgenir.
Bu durum psikolojik açıdan çok vahimdir. Çünkü insan ruh
ve beden birliğinden oluşur. Ruhun içindeki duyguların ve aklın
çeşitli işlevleri vardır. Düşünme ve duyumsama, farklı işlevlerine
rağmen uyum içinde bir arada olmak zorundadır. Duyarlılık;
duyguların açıklığıdır, insan yaşayacağı her şeyin temelini oluş­
turur. Düşünme bir araçtır, yalnızca yerinde olduğu zaman işin
içine sokulması gerekir. Düşünce, ruhun tamamına yayılıp kapla­
mamalı ve onu egemenliği altına almamalıdır. Algının düşün­
ceden bağımsız olması gerekir. Önce algı gelir. Ancak ondan
sonra, araç olarak gerekli olduğu sürece düşünce devreye soku­
labilir.
Duyarlılığın, düşünceye gereksinimi yoktur. Duyular, olan­
biteni algılarlar, o anı yakalarlar. Burada düşünme, önyargıları ve
görüşleriyle daha ziyade engelleyici olurlar. Düşünme algı süre­
cinde devreye girdi mi aşırı bir gerilme ve yanılma gündeme
80 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

gelir. Gerçek; nesnelliği ve tazeliğiyle değil, düşünmenin koydu­


ğu kurallara uygun olarak seçmeci bir biçimde görülür.
Duyarlı insan, akılcı insanla karşılaştırıldığında, kabaca basit­
leştirerek söyleyecek olursak, gerçeği son derece duyarlı bir
nesnellik içinde görür, her anı yerinden yakalar ve gerçeklik her
seferinde benzeri olmayan bir tazelikle gösterir ona yüzünü ve o
hiç sıkılmaz. Örnek: Akıl der ki? "Neden ormanda gezinti yapa­
yım ki? Ormanın nasıl göründüğünü biliyorum zaten. Bu yüzden
orman gezintisi sıkar beni." Duyarlı insan da pek çok ormanda
gezintileri yapmıştır ama aklı ona, ormanı nasıl olsa tanıdığını
söylemez. Ve ormanı tanıyor olmaktan, ormanın onu sıkacağı
gibi bir yanlış sonuç çıkarmaz. Tam tersine o, duyarlılığı saye­
sinde her an her şeyi yeniden yaşayacağını öğrenmiştir ve öğren­
meye devam etmektedir. Her bir an, yeni bir tazelikle başlar.
Duyarlı kişi, bahçe çitlerine konmuş bir kara tavuk görür, kırlan­
gıçların uçuşunu seyreder ve uzakta çağrışan kargaların sesini
dinler.Bunları belki eskiden yüz kere görmüş ve dinlemiştir ama
şu anda her şey yine de taze ve yenidir, canlı ve benzersizdir ve
güzeldir. Akılcı insan bunu kavrayamaz. Çünkü bu ona göre
"mantıksız" dır. Halbuki duyarlılıkla kavranan gerçeklik hiç bir
zaman eski ve sıkıcı değildir. Akıl durgunsa ve duyular açıksa,
tüm sıkıcılıklar, tüm eski ve tanıdık şeyler duman olur uçup
gider. Sonra da, varoluşun duyarlı, içebakışçı ve gözlemleyici
durumu kendini gösterir. Bu durumda sevgi uyanır ve canlanır.
Bu anda sevgi yenidir ve sevme yeteneği ortaya çıkar.
Her şeyde aklı öne alan insan, orman gezintisini bilinen bir şey
olarak görür ve sıkıcı bulur. Bununla da yetinmez; tanıdığı insan­
ları, aşk ilişkisi içinde bulunduğu kişiyi ve bu kişiyle yaşadığı
cinsel ilişkiyi de aynı şekilde değerlendirir. Cinsel dürtü gerilimi
gerçi bedensel olarak yeniden ve yeniden üretilir ama kişi psiko­
lojik açıdan gene de sıkılmaktadır ve cinsellik onun için duyularla
ilgisi olmayan bedensel bir işleve dönüşür. Çünkü sevgi sönmüş­
tür. Sevgi ancak duyarlılık varsa, o anda açıklık varsa doğar.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 81

Ancak o zaman tüm canlılığı ve tükenmezliği içinde ortaya çıka­


bilir. Ancak o zaman varoluşu yaşarım. Ancak o zaman sevme
yeteneğini hissederim; sıkılma, körelme ve bezginlik yerine
mutluluk hissederim. Bizi sıkılmış, körelmiş ve bezgin varlıklar
yapan akıldır; toplumsal koşullar ya da kalıtım değil, kendini
yineleyen hayat da değil. Akıl için bir yineleme olan şey duyar­
lılık için taze, yeni ve bitip tükenmeyen gerçekliktir.
·

Sevgiyle birlikte kendini adayışta o anda "tam sevgi durumu"


yaratır. Bu durumu ifade etmek üzere "Liesens" [Sevgi=Liebe ve
duyarlılık=Sensivitat sözcüklerinden yazarın kendisinin oluş­
turduğu yapay bir kavram-ç.n.] sözcüğünü kullanmayı öneri­
yorum. "Liesens", bir insanın yaşayabileceği en üst düzey var oluş
ve yaşayış durumudur.

Güzellik Nedir?
Güzellik, zevke göre değişen yani bireysel bir şey midir yoksa
"güzellik" diye üst bir kavram var mıdır? Bu soruyu yanıtlamak
çok zordur. Her dönemin modasına bağlı olan ve belirli bir
dönem için pek çok insan tarafından benimsenen bazı güzellik
idaelleri olmuştur. Bu dönemlerde güzel kabul edilen ve güzel
olarak duyumsanan bazı şeyler üzerinde söze dökülmemiş bir
görüş birliği oluşur.
Estetikle ilgili değer yargılarımızı o dönemin değer yargı­
larından çıkarırsak, güzellik değerlendirmemiz aklın sansürüne
bağımlı kalır. Ancak güzelliği yalnızca kendimize özgü olarak da
keşfedebiliriz. O zaman duyularımızı duyarlı hale getirmemiz
gerekir. Duyarlı insan, normların ve estetik değer yargılarının
etkisinde ya da kıskacında kalmadan güzelliği kendi başına yaşa­
yabilir. Duyarlı insan kendini içinde bulunduğu zamana açar
tamamen ve o anın, duyuları aracılığıyla içine dolmasını sağlar. O
zaman akıl durur ve değerlendirmeleriyle işe burnunu sokmaz.
Düşünce dinginleşmişse ve duyular uyanıksa ancak bu duyarlılık
AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ /F:6
82 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ve gözlem içinde içebakış gerçekleşebilir. İçebakış sırasında, aklın


huzursuzluğuyla ve duyular üzerindeki köreltici etkisiyle üstü­
nü örtmesi yüzünden göremediğim güzellikleri yaşayabilirim.
Duyarlılıkla g�rçeği alımladığıında, kendim için yeni güzel­
likler keşfederim . Ancak ondan sonra onları yaşamak olanağı
ortaya çıkar. Ancak o zaman bir taş duvarda oluşmuş yosunları
görebilirim; ancak o zaman ışık ve gölge karmaşasındaki renk
oyunlarının zenginliğini görebilirim. Kedinin güneşte oturup,
tüylerini nasıl yaladığını gözlemlerim. Hayvanın yumuşak hare­
ketlerini ve uyumlu ruh halini, o andaki dinginliğini ve mutlu­
luğunu görebilirim. Bu anda, hayvanın güzelliğini tek başına da
olsa yaşarım.
Büyük bir kentin caddelerinden birinde yürüyorum ve gelip­
geçen insanları gözlüyorum. Yüzlerine bakıyorum ve birbirlerine
hiç benzemeyen ruh hallerini görüyorum. Bazıları bezginler,
körelmiş bir etki bırakıyorlar; bazıları · düşüncelere dalıyor, ya
ilgisiz ya da tamamen dikkat kesilmiş bir etki yaratıyorlar; bazı­
ları şamatacı ve neşeliler; gülüyorlar ve grup içinde çocuk gibi
davranıyorlar; yaşlı bir kadın aşırı derece süslenmiş-boyanmış;
genç bir erkek bir köşede gitar çalıyor; bir sokak ressamı renkli
tebeşirlerle caddeye bir İsa resmi çiziyor; insanlar durup resme
bakıyorlar. Bu anlattığımız, herkesin mutlaka yapmış olduğu,
etrafı seyrede seyrede yapılmış bir gezinti. Ne var ki olaya duyar­
lılıkla yaklaşmam, içebakışa eğilimli olmam, büyük bir bece­
riklilikle çabucak amacına ulaşmak istemem, ve örneğin bir
meslektaşımla yaptığım bir konuşma üzerine derin düşüncelere
dalmış olmam durumları arasında farklılıklar vardır. İçebakış ve
duyarlılık anlayışına sahip olanlar her şeyi başka türlü görür;
günlük yaşamdaki güzelliğin, ancak ondan sonra görülebilecek
bir güzelliğin ayrımına varırlar.
Bu güzelliği yaşamak insanda iç huzuru yaratır; gevşeme,
yaşama sevinci ve sevme yeteneği yaratır. Günlük yaşam içinde
güzelliğin ayrın1ına varırsam, günlük yaşamı her gün yinelenen
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 83

ayrıntılarıyla birlikte sevebilirim. Bunu yaşamak insanı mutlu


eder, yaşama duygusunu üst düzeye çıkarır, içinde yaşanan anın,
güzelliğin ve sevginin sonsuz mutluluğunu açar önüme.
Duyarlılıkla ve içebakışçı tutumla, çevremdeki insanlarla açık
ve çok duygulu bir biçimde karşılaşırım. Her gün, yüzlerde yeni
güzellikler keşfetmeyi bilirim. Ve o zaman eskilerden beri süre­
gelen ideal güzellik anlayışı önemini yitirmeye başlar.
Alışılagelmiş güzellik normlarına göre "ortalama" insan tipin­
de görünen birini dikkatle gözlemlediğim ve ona kollarımı açtı­
ğımda onun kendine özgü güzelliği açılır bana. Bir insanı iyice
gözlemlediğim, ona kollarımı açtığım ve onu dinlediğimde,
kendimi senaryonun içine sokmadan, kendimi bir şey olarak
kabul ettirmeye kalkmadan ve ondan korkmadan sessiz ve sakin
kalabildiğimde, işte o zaman onun özgüllüğü içinde, yalnız onda
olan güzelliği görebilirim; elbette çirkinliği de. Normlara vurul­
duğunda "güzel" olan bir insan çok iyi gözlemlendiğinde dar
görüşlülüğünü, kinini, kibirliliğini ve saldırganlığını fark ettiğim
zaman örneğin çirkin görünebilir. Bu durumda güzelliğin ve
çirkinliğin normlarla bağlantılı olmadığı anlaşılacaktır. Güzellik
ve çirkinlik bunlardan bağımsız olarak derin bir gözlem yoluyla
ortaya çıkar.
Çirkinlik ya da güzellik birincil önemlerini yitir�der, önem­
sizleşirler. Çünkü ayrımına varma, duyarak yaşama değer­
lendirerek yaşamadan daha önemlidir. Ötelemeye veya yapı­
lamaya kalkışmadan çirkinliği de kavrayabil�cek durumdayım.
Çirkinlik, bütünsel gerçekliğin bir parçası olarak algılamnaya
başlanır ve yapıştırılmış yaftalar önemsizleşir. Çirkinlik, güzel­
liği de içerir; güzellik içinde çirkinlik de vardır. Her ikisinde de
sevgiye yer olabilir. Çünkü zihnimizde kurguladığımız gerçeği
değil zihnimizden bağımsız olarak var olan gerçeği sevebilmek
estetik değerlendirmeler karşısında önem kazanır. Bu süreci
yaşamadan anlamak son derece güçtür. Duyarlılık durumunda
güzellik ve çirkinlik duy'!rlı biçimde yaşanır gerçi ama her ikisi
84 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

de ayrı bir çekicilik, çirkinliği aşağılamayan bu yenilik kazanırlar.


Çirkinlik de gerçeğin bir parçası olur ve böylelikle çirkinliğe de
bir güzellik gelir. Bir şeyin çirkin olup olmaması hiç önemli değil­
dir. Çünkü, gerçeği, olduğu gibi görebilecek, kabullenebilecek
durumdayım. Çünkü gerçek, benim için yeni türden bir güzellik
içermektedir; çirkinde de varolan bir güzelliği yaşarım. O resmi
estetik değer yargıları zihnimden kaybolup gider ve o sürekli
değişkenliğiyle, o bitip-tükenmezliğiyle yaşamın kendisi kalır
yalnızca.

Düşünceyle Dost Olmak


Duyarlılığın, içebakışın ve sevginin gelişebilmesi için düşün­
cenin sessiz kalması gerektiğine defalarca değindim. Yanlış anla­
şılmamak için bir kere daha bu konuya dönmek istiyorum. Ben
düşüncenin düşmanı değilim ve insan aklını küçük görmü­
yorum. Hatta tam tersine, mantıklı ve akılcı bir düşüncenin sonu­
cu olan edimlere çok değer veriyorum. İnsan entellektüel düşün­
me yeteneği bakımından, örneğin zeka düzeyi (IQ) açısından
hayvanları kat kat geçmektedir. İnsan zekası, canlıların gelişim
sıralamasında hayvanlarınkine oranla inanılmaz birer sıçrama
olan düşünsel edimleri gerçekleştirme olanağı sağlar. Bu başa­
rıların küçümsenmemesi, hele hele şeytan işi, ahlak dışı: yıkıcı vb.
olarak yaftalanmaması gerekir. Çünkü böyle bir şey pek basit bir
genelleme olmaktan öteye geçemez.
Düşünmenin insan için bir araç olarak önemli bir biyolojik
işlevi vardır; doğada (ve uygarlıkta) yokolup gitmemesi için insa­
na yardımcı olur. Nehrin bir yakasından öteki yakasına köprü
kurmak istersem, düşünmeye başlamam gerekir. Köprüyü salt
duyarlılık ve içebakışla kurmaya kalkarsam yanlış olur. Mal
satarken, fiyat hesabı yapmayalım, ticari kurallara uymalıyım. Ve
burada elbette ki zeka gerekir. Bir maymun içinde üç tane sandık
ve tavanında bir muz asılı olan bir sandıkta oturuyorsa, sandık-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 85

ları üstüste koyabilmek, bunlara tırmanarak muza yetişebilmek


için düşünmek zorundadır. Yani düşünmek çok önemlidir ve
anlattığımız örnek olaylar için çok uygundur. Bu düşünceyi
küçümsemek, ahmaklık olur, saflık olur.
Zeka kalıtım yoluyla özel bir biçimde geçer ve beyin geli­
şimiyle bağlantısı vardır. Bu yetenek, insan için, öteki canlı varlık­
lara oranla ayrı bir önem taşımaktadır. Bu yüzden insan, bu yete­
neğine ayrı bir değer verme ve bu değeri abartma eğilimindedir.
Bunda da anlaşılmayacak bir şey yoktur. İnsan, mantığı özellikle
vurgulamaya ve bu yeteneğin gelişmesine büyük önem vermeye
kolayca kapılabilir. Bir tür "zeka kültü"ne eğilim duyar. Özellikle
de, aklın yardımıyla geliştirilen gelişmiş bir sanayi döneminde bu
eğilim mutlaka kendini belli eder. Çocukluktan itibaren, duygu­
lar gibi, algı gibi, sevgi gibi öteki ruhsal güçleri oluşturmadan tek
yanlı olarak eğitilen düşünme gücü, salt maddi sorunların çözü­
mü için bir araç olarak devreye sokulmakla kalmaz aynı zamanda
kişiliğin her boyutuna ve ruhsal sorunlara da etkide bulunur. Bu
anlaşılmayacak bir şey değil. Nasıl oluyor bu somut olarak?
İnsanın ruhsal yanını oluşturan parçalardan biri olan düşün­
me gücü, en üstün güç olarak ruhun öteki parçalarına da karışır
ve bu parçaları etkilemeye, yönlendirmeye ya da baskı altına
almaya çalışır.
Şimdi bir örnek:
Duygu gücümle bir şeyi gözlemlemek ve öğrenmek istiyorum
ama akıl, bu yaşananları kendi düşünceleriyle egemenliği altına
alıyor. Bir gülü duygu gücümle yaşamak istiyorum ancak akıl
bunu sözgelimi "boşa zaman harcama" olarak niteliyor ve bana
diyor ki: "Gülü dermek, kaç yaprağı olduğunu, parçalanmış
bölümlerin nasıl göründüğünü belirlemek, gülün içinin nasıl
göründüğünü incelemek daha mantıklıca bir şey olurdu. " Bilim
adamı, olsaydım belki bir anlam ifade ederdi bu cümleler. Ama
ben bilimadamı değilsem, bu inceleyici tutum doğal bir merakın
86 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

bir sonucu olabilirdi ancak. Bu durumlarda aklın işin içine girme­


si tamamen yerindedir ve bir anlam ifade eder. Ama aklın gücü
yüzünden, gülü, aklı işin içine sokmadan bambaşka, duyarlılıkla,
içebakış yoluyla ve severek yaşayabilecek durumda değilsem
ruhsal bir :yoksullaşma var demektir. Böyle bir şeyin yaşanmasını
ikincil bir şey olarak ya da önemsiz bir şey olarak göstermek
yanlıştır.
Düşünce gücünün, kesinlikle reddetmek ya da elinden almak
istemediğim önemli bir araç işlevi vardır. Ama duygu gücünün
de, düşünme gücüyle hiç ilgisi olmayan bambaşka bir görevi
vardır. Aklı öne çıkaran insan, köprü kuracaksa, çalışması sıra­
sında duyguları bir yana koymak ister. Çünkü duyguların işi
yoktur burada. Ancak düşünme gücü yapacağını yapıp bitir­
dik.ten sonra ne olacak? Ondan sonra bir çiceği seyrederken
düşünmeyi bir yana bırakabilmeliyim. Çünkü bir şeyi yaşarken
zeka ürünü edimlerin üstesinden gelmem gerekmez. Duyarlılık
dünyası, düşünmeye başvurulan dünyadan bambaşka bir
dünyadır. Bütünsel bir kişilik olarak kendimi geliştirebilmem
için, düşüncenin bir şeye karışmadığı bu dünyaya da ihtiyacı
vardır ruhumun. Düşünce duyarlılığa karışırsa karışıklık doğar.
Şimdi düşünce ve duygu uzlaşmaz karşıtlıklarmış gibi görü­
nüyor. Ama hiç de öyle değil. Çünkü duygu ve düşünce karşılıklı
olarak birbirlerini tamamlarlar. Bu ilişkide duygunun düşünce
üzerindeki etkisi düşüncenin duyguya olan etkisinden daha
verimlidir.
Düşünme gücü bilgi biriktirir, mantık çerçevesi içinde hareket,
eder, deneyimle;-i toplar, bilgi ve kural depolama yeridir. Buna
karşılık duygu toplama yapmaz, yaşar ve an be an geliştirir
kendini. Ruhsal esenlik; akıl temelinde değil duygul�ır temelinde
gerçekleşir. Akıl isterse binlerce kere şöyle desin:
"Üzülmek için hiçbir mantıklı neden yok" ya da "Şu anda
üzüntülü değilim artık." Bunların duygu üzerinde hiçbir etkisi
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 87

yoktur. Çünkü duygu, benim ruhsal olarak üstünde durduğum


temeldir, tıpkı bedenin beyin için teılilı; l olduğu gibi. Beden önce­
liklidir. Düşünme gücünün doğru düfüst çalışabilmesi için bede­
nin sağlıklı olması gerekir. İnsanın, tamlığı içinde ruhsal bakım­
dan rahat hissedebilmesi içinde duygunun ruhsal alanda kendini
geliştirebilmesi gerekir. Akıl burada işe karışmamalıdır. Çünkü
akıl, kendi düşünceleriyle yalnızca öteleme, şaşırtma ya da saptır­
ma yapmayı bilir ama özgünlük sorununu çözemez. Ruhsal
sorunlar düşünme yoluyla değil ancak ve yalnızca duyarlılık ve
içebakışla ilgili ruhsal güçlerin devreye girmesiyle çözülebilir.
Akıl hiçbir üzüntünün üstesinden gelemez, bunu yapabilecek
olan ruh gücüdür. Üzüntülüysem; etkin bir isteme veya çabalama
olmadan bu üzüntünün yavaş yavaş dağılması için onu yaşa­
malıyım, dikkatlice gözlemlemeliyim, duygu yoluyla ayrım­
samalı ve kavramalıyım. Duyarlılık hastalık gibi üzüntüye yapı­
şıp kalmaz, duygu gücünün devreye girmesiyle üzüntü izlenerek
üzüntü olmaktan çıkarılır. Eğer akıl duyarlılığı bastırmak ya da
küçümsemek isterse o zaman duyarlılık üzüntüye yapışıp kalır.
Yaşamak ve yaşarken görüp-geçirmek, sürekli bir değişimdir. Ve
eğer ben, aklı işin içine sokmadan tüm yaşamın bu değişimine
kendimi verirsem, tüm korkular yokolur ve o zaman hayata
güven duyarım. Akıl çoğu zaman, güvensizlik doludur ama
duygu gücü ve içebakış, güvensizlik tanımaz.

Zamanla Dost Olmak


Zamanla ilgili olarak düşünceyle ilgili dediklerimiz aynen
geçerlidir. Zamanın planlaması ve kavranmasıyla araç elde etmiş
gibi oluruz. İnsandaki zaman duygusu kesin olmadığı için, takma
organ olarak saat kullanırız. Alış veriş ederken, planlar yaparken,
bir şeyler düzenlerken saati bilmek gerekir. Psikolojik saat ise
kullandığımız bu saatten oldukça farklıdır. Gelecekle ilgili bir
şeyim varsa ve gelecekten bir şey bekliyorsam zaman öyle yavaş
88 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

geçer ki işkence gibi gelir insana ve içinde bulunduğum anla


bağlarım kesilir adeta .
Duyarlılık, düşünmeden bağımsız olarak ve zamanın dışında
gerçekleşir. Yaşadıklarımı duyarak yaşıyorsam ve içinde bulun­
duğum ana tamamen kendimi verebilmişsem zaman duygusu
(zamanın geçip gitmekte olduğunun ayrımına varına) uçup­
gider ve zamansızlık egemen olmaya başlar. Tamamen, içinde
bulunduğum zamanı yaşarsam, şimdi ve burası ile ilgiysem,
zamansızlık durumu ortaya çıkar. Bu durumda geçmiş yoktur,
gelecek yoktur yalnızca yoğun biçimde yaşanmakta olan an
vardır.
Günlük yaşamda saatlerin önemli bir yeri vardır. Sadece
mesleki yaşamda değil özel yaşamda da bu böyleciir. İçinde
bulunduğumuz an yaşanmadan geçip giderken biz daha çok
geçmişle ve gelecekle ilgileniriz. Geçmişe takılıp kalanlar veya
hep geleceğin hayalini kuranlar, içinde yaşanan an'ı kaçırırlar.
Düşünceler zamana bağlı olarak vardırlar, geçmişi yinelerler ya
da geleceği planlarlar ve bu şekilde de anı yaşamamızı engel­
lerler. Düşünce zamana sıkısıkıya yapışır. Buna karşılık duyar­
lılık ve içebakış, düşüncenin zamanla ilgili kurgulamaları sona
erdiğinde, gelişip güçlenmeleri olasıdır. Zaman, düşüncenin
alanı içinde bir kavramdır. Zaman eğer önemini yitirirse, düşün­
ce eğer sesini çıkarmaz ise, ancak o zaman zamansızlığı yaşamak
mümkün olabilir. Pek çok kişi zaman ve düşünceden bağımsız
olarak an'ı yaşamayı yaptığım konuşmalardan anladığıma göre,
çocuksu ve aptalca buluyor. Ama doğru değil bu elbette.
Meyve ağaçlarıyla kaplı bir bahçede bir masada oturuyorum.
Ağaçların arasından bakıldığında tüm kentin çok güzel bir görü­
nümü çarpıyor insanın gözüne. Yazın son günlerinden bizi. Bizi
her yanı aydınlık, günışığı pırıl pırıl. Hava ılık ama sıcak değil,
boğucu değil. Ağaçlara bakıyorum, yaprakların arasından sızan
ışığa bakıyorum. Öteki bahçelerin birinde birileri kağıt ve çöpleri
yaktığı için bir duman bulutu yükseliyor. Hafif bir rüzgar çürü-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 89

müş meyve, kuru ot ve duman kokusunu karıştırıyor. Koku­


lardan kah biri kah diğeri artıyor. Bir elma düşüyor ağaçtan ve
yumuşak bir sesle çimenlere çarpıyor. Kentin gürültüsü hafif
hafif geliyor kulağıma kadar. Bazan yükseliyor bazan alçalıyor
gürültü. Arada bir başka sesler duyuyorum; Çocuğunu çağıran
bir annenin sesi, oyun oynayan çocukların çığlıkları, kahkahaları
ve seslenişleri.
Güneş buluta girince tüm renkler birden kararıyor ve boğucu­
laşıyor. Yeniden çıktığında da kuş sesleri daha yüksek ve daha
neşeli duyulmaya başlıyor. Günışığı yayılıyor damların üzerine,
kentin üzerine ve bazı damlarda bir ışık titreşimi oluşuyor.
Bir kuş konuyor bir dalın çatalına. Heyacanla titriyor kuyruğu
ve uçup gidiyor sonra. Derin derin çekiyorum havayı ciğerlerime
ve o kadar gürültüye rağmen bu bahçede huzur ve düzen
egemen. Rüzgarda yapraklar kımıldıyor, arada sırada sararmış
bir yaprak düşüyor çimenlere.
Hiçbir şey düşünmüyorum, çevremde olup biteni yalnızca
duyularımla algılıyorum. Bu anda geçmiş yok, yaşanan bir şeye
üzülmek yok ve gelecek için planlar yapmak yok. Geçmiş silinip­
gitmiş ortaklıktan, gelecek de (bir saat sonrası ya da ertesi gün)
önemsiz. Bu anda ne geçmiş var ne gelecek. Buna rağmen gene de
tamamen kendimdeyim ve gergin bir heyecanla her şeyi algı­
lıyorum. Düşünce gücü, durmuş ve zamansızlık egemen olmuş.
Tek başımayım gerçi ama yalnızlık yok, soyutlanmışlık yok.
Kendimi içinde yaşadığım anla ve o anda çevremde olup­
bitenlerle bütünleşmiş hissediyorum. Ama bunu düşünmüyo­
rum. Düşünce gücüm soruda sormuyor, yanıtda istemiyor. Şim­
dinin zamandan kopuşu azaltma değildir tam tersine boşlukları
doldurmadır, genişlemedir. Artık bu genişlemenin ayrımına
varılması insanı hiç de şaşırtmaz. Çeşitlilik içindeyken, zengin­
likler içindeyken tekliğin, düzenin ve anlamlılığın duyum­
sanması kendini ortaya koyar. Sanatın yapmacık, yapay güzel-
90 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

liğine karşılık duygu gücü burgulanmamış bir güzellik yaratır.


Beni çepeçevre saran, hayatın kendisidir. Ve hayat duyarlılık
sayesinde içime dolar. Bunu yaşamak insanı mutlu eder, bunu
yaşamak sevgiyi yaratır. Burada kin ve yıkıcılık için yer yoktur
artık.
Düşünce gücü ortaya çıkmaksızın ve zaman herhangi bir rol
oynamaksızın yaşanan bu şeyler, bir anlayış oluştururlar. Ama
bu mantıklı düşüncenin oluşturduğundan tamamen farklı bir
anlayıştır. Bu, yaşayışın en temel biçimidir. Bu yaşamaya söz
bilmez, söze gereksinim de duymaz. Bu, dikatin tamamen uyanık
olduğu durumda yaşanan gerçekliktir. Gerçeği, adını koymadan
kavramaktır. Tüm arzular ve tutkular yokolup gitmiştir. Çünkü
sözleri ve çıkarsamalarıyla birlikte suskunluğa bürünmüştür
düşünce gücü.

Yalnızlık Sanatı
Yukarıda anlatılan ve düşünceden tam dikkat ve uyanıklılık
durumunda kopmuş zaman örneği, duygu gücüyle yaşanmış an'ı
anlatıyordu. Bu yaşayışın yalnızca kendi içinde gerçekleşmesi
mümkündür. Bir başkasına izlenimlerini veya deneyimlerini
sorduğumda bana böyle bir şeyi yaşatamaz.
Çoğu insan yalnızlıktan hastalıktan korkar gibi korkuyor.
Onlar için yalnızlık acı vericidir. Çünkü kendileriyle başbaşa
kalmaktan, kendi yaşadıklarıyla başbaşa kalmaktan korkuyorlar.
Burada sözkonusu olan yoğun bir duyarlılıktan duyulacak korku
değildir tam tersine kendi düşüncelerinden duyulan korkudur.
Hep duyarım: "Yalnız kaldım, düşünceler üşüşüyor kafama,
sonra doluya koyuyorum almıyor boşa koyuyorum dolmuyor,
sevimsiz anılar birer birer su yüzüne çıkmaya başlıyor veya beni
bir gelecek korkusu sarıyor."
Düşünme, geçmişe veya geleceğe yönelik olur. İnsanı şimdi­
den koparır ve bu yüzden duygu gücü'nün öne çıkmasını, duyar-
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 91

!ılığın oluşmasını engeller. Tek başınayken pek çok insan düşün­


mekten kurtulmak için, topluluk içine koşar; konuşmalara, tartış­
malara, eylemlere ve heyecan verici işlere girişir. Onların kaçtığı
onları hayatın kendisini yaşamaktan alıkoyan düşüncelerdir,
hayatı yaşamak değil.
İşte bu yüzden, düşünmeyi devreden çıkarmayı öğrenmek
çok önemlidir. İçinde yaşanan anda yoğun bir yaşama oluşup
gelişebilmesi için düşüncenin anılarıyla, bağlantılarıyla, çıkar­
samalarıyla, geleceğe ilişkin planlarıyla ve sözleriyle birlikte sesi­
ni kesip bir köşeye çekilmesi gerekir. Tek başına olmak ancak o
zaman acı veren bir yalnızlık olmaktan çıkar ve dahası olağa­
nüstü, özgürleştirici bir yaşayışa dönüşür, mutluluk, tazelik ve
sevmeye açıklık getiren yoğun bir yaşam deneyimine dönüşür.
Tek başına olabilmeyi öğrenmemiz gerekir. Çünkü bireysel
hoşnutluğa ve özgürlüğe ulaştıracak baska bir yol yoktur.
Hoşnutluk derken doyum kastedilmiyor. Çiını<u doyum biraz
yüzeysel bir şeydir. Kendimi yalnız ya da kaybolup gi�miş hisset­
meden tek başına olabildiğim zaman gerçekten özgürümdür.
Kendimi düşüncelerimden uzak tutmak için topluluk içine kaçtı­
ğımda ise düşüncelerimin tutsağıyımdır. Her kaçış, özgür olma­
manın bir belirtisidir. Birey olarak kendi varlığıma güve­
nebildiğim zaman kişisel özgürlük mümkün olabilir. Varlığım
içinde tek başıma yani kendim olduğum asıl gerçekliktir. Doğdu­
ğumda tek başımayım, acı duyduğumda acılar benim acıla­
rımdır, seviçler benim seviçlerim, korkular benim korkularım ve
mutluluklar benim mutluluklarımdır. Öldüğümde de yalnı­
zım<lır. Odamda üç, yirmi ya da daha fazla insan clsa da ben
ölürüm.
Tek başınalık, yaşamdan kaçmadan sonuçlandırmak sorunda
olduğum temel bir görevdir. Bizzat kendimle, algılarımla ve
duygularımla yüzyüze gelebilmeliyim.
Yalnızlığın, kendi bireyselliğimin karşısında dik durabilirsem
92 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSi

mutluluk, özgüven, sevgi ve özgürlük doğup gelişmeye başlar.


Yalnızlıkta ve duyarlı yaşayışta ruhsal hoşnutluğun sırrı yatmak­
tadır. Bu yalnızlık keşiş gibi, toplumdan kaçan biri gibi yaşamak
demek değildir. Bu yalnızlık, acı veren bir kimsesizlik ya da
soyutlanmışlık değildir. Aksine, uyanık yalnızlıkta, çok bilinçli
"kendime yoğunlaşma"da soyutlanmışlık aşılır. Çünkü bu
durumda kendimi yoğun ve derin bir biçimde çevreme bağlan­
mış hissederim. Duyarlılık, soyutlanmışlığı ve ayrılığı aşar geçer,
bağlanmışlığa ulaştırır, düşünce gücünden kaynaklanan, sözleri
ve düşünceleriyle yüzeysel bir bağlanmışlığa değil. Düşünme
gücü, soyutlanmışlıktan çekip çıkaramaz insanı. Çünkü idealleri
ve ideolojileriyle birlikte düşünce gücü ayrılığa götürür.
Yalnızlık, toplum içinde de her zaman karşılaşılan bir durum­
dur. Bu durumda kendimi belki daha az soyutlanmış hissederim
ve daha az kimsesizlik çekerim. Ne olursa olsun hep yalnızımdır
ve yalnızlığımdan, kendime güvenimden hareketle, duyularımın
dikkatliliğinden hareketle çevremdeki gerçeği kavrayabilirim.
İnsanların her birini bir bütün olarak görürüm, onların sözle­
rini dinlerim, onları içselleştiririm ve böylelikle de sözcüklerin
ardındaki anlamı öğrenirim. Gerçeklik ve güzellik, sözcüklerin
ve makyajın dış yüzünün arkasında, yoğunlaşmış ben varlık'ta
bulunur. Çevremde olup bitini iyice kavrayabilmek için toplum
içinde de yalnızlık bilincini yitirmemeliyim. Bu yalnızlık, soyut­
lanmışlık değildir. Soyutlanmışlık duygusundan kurtulmak için
insan içine dalıyorsam ortaklaşma doğmaz. Çünkü düşünce, söz
ve olağandışılıklar alanı içinde bulunmaktayımdır. Ortaklaşma;
dostluk değildir. Soyutlanmışlıktan kurtulmak için insan içine
daldığımda olsa olsa yüzeysel bir bağlılık duygusu doğar ama
derinlemesine bir ortaklaşma ortaya çıkmaz.
İki insanın ayrılığı sözlerle ve ortak ideolojilerle yokedilemez.
Kendinden kaçan birisi için ne denli acı verici de olsa ayrılık hiç
bir şeyle tamamen ortadan kaldırılamaz. Ortaklaşma, acı verici
kimsesizlikten değil yalnızlıktan doğabilir. Bunun için sözler,
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 93

düşünceler, ideolojiler, ırk kavramları, inanç özdeşliği gerekli


değildir. Duyarlılıktan, kendi dışındaki birine yönelik sevgi
demek olan gerçek ortaklaşma doğar.
Sevgi ve ortaklaşma, "yalnızlığın aşılması" değildir. Çünkü
yalnızlık, ne denli çok arzu etsem, ne denli çok uğraşsam da, hiç
bir şeyle ortadan kaldırılamaz. Yalnızlıktan kaçmak istemek; hiç
tcrtışmasız çok yaygın bir psikolojik rahatsızlığı gösterir her
zaman. Çok yaygın olmak, bir rahatsızlığın sözkonusu olduğu
gerçeğini değiştiremez.
Kendi saçlarıma tutunarak nasıl bir bataklıktan kurtulmam
olanaksız ise yalnızlıktan kurtulmak da aynı şekilde olanaksızdır.
Yalnızlığa bilinçle karşı çıkmalı ve yalnızlığı "aşma"nın olanaksız
olduğunu ve buna kalkışmaya da değmeyeceğini görmelfyim.
Yalnızlıkla birlikte yaşamaya alışmamam ve yalnızlıktan, özben­
liğimden çıkış yaparak yaşamam gerekir. Ancak o zaman duyarlı
bir biçimde ve içebakış yoluyla kendimi öteki insanlara adaya­
bilecek duruma gelirim. Kendimi adamak daha önce de açık­
landığı gibi, kaçış değildir. Kendini ada.mak, kendi dışındakilere
birer birey olarak saygı göstermektir. Kendini adayış, gerçek­
lerden kaçışın ilacı olarak insan içinde bulunmanın peşinde
koşmak değildir. Kendini adayış eğer duyarlılıkla gerçekleşirse,
ayrılığı ortadan kaldırmaz ama sevgi temelinde bir ortaklaşma
yaratır. Sevgi, korkuyu hafifletmek için yalnızlığı ortadan kaldır­
maz. Sevgi, başkalarından korkunun sözkonusu olmadığı bir
ayrılıktır. İdeolojilerin üstüne çıkabilmiş ve başkalarını değiş­
tirmek isteyen değil, onlara saygı gösteren bir ortaklaşma doğar.
Başkaları kendi ideolojilerini dile getineler ve bizim ideolojimiz
farklı da olsa, hatta biz kendimizi her türlü ideolojinin dışında
tutmuş bile olsak, bu ortaklaşma yine de doğar.
94 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Haz ve Eylem
Buraya kadarki bölümlerde sevgininin, genel bir ilke olduğu;
karşı cinsten bir kişiye yönelik olmadığı ortaya çıktı. İnsan yaşamı
boyunca anne sevgisini, baba sevgisini, bir öğretmene sevgiyi
(tabii bu mutluluk herkese nasib olmuyor) doğa sevgisini, kendi­
ne yönelik sevgiyi, tanrı sevgisini, arkadaş sevgisini, sanat eseri
sevgisini vb. tanır. Sevgi, cinsel birlikteliğimiz olan kişiyle sınırlı
değildir, çevremizdeki her şeye her an yönelebilir. Bunun böyle
olduğunu buraya kadar verdiğim örneklerle ve açıklamalarla
bilince çıkarmaya ve anlaşılır kılmaya çalıştım. Bunu çok önem­
siyorum ve bu yüzden de, sevgi yeteneğini bir olgu olarak tüm
boyutlarıyla ele alabilmek için bir çok sayfayı ayırdım. Ayrıntıya
girmeden söyleyecek olursak, burada yaşamı sevmek sözkonusu
edilmektedir. Herkes doğa sevgisini, ağaç sevgisini, su sevgisini,
taş sevgisini, günışığına yönelik sevgiyi, bulutların oluşumunu
sevmeyi, koku sevgisini, gürültü ve ezgi sevgilerini bilir. Tüm
duyular bu sevgilerin yaşanmasında yeralırlar. Sevgi, duyular
yoluyla gerçekleşir, düşünce yoluyla değil. Ve bu yüzden de
duyuların açık ve uyanık olması gerekir. Bu ise, üzerinde böyle­
sine çok konuşulan duyarlılıktır.
Cinsel birliktelik yaşanan birine olan sevgi de duyarlılık
yoluyla uyanır. Burada genel ilkeye aykırı bir durum yoktur.
Ancak işin içine giren fazladan bir şey vardır: Cinsellik ve cinsel­
lik yoluyla gelen haz. Bu yepyeni şeyi ve daha başka şeyleri de
şimdi ele almak ve birbirleriyle olan bağlantılarını doğru koymak
istiyorum.
Hayatım boyunca beni çevreleyen tüm diğer şeyler gibi cinsel­
lik de duygu gücü aracılığıyla algılanır ve alımlanır. Ancak cinsel­
lik b•mdan farklı olarak bir de cinsel doyum hazzı yaratır. Bu haz,
yalnızca duyu organlarından gelmez, aksine cinsel organlarca
üretilir ve onlara bağlıdır. Bu hazza ulaşma çabası cinsel hormon­
larla ilgilidir; bu olay insana özgü dürtüsel bir olaydır.
Haz duymaya yönelik bu dürtüsel çaba, birlikte yaşanan kişi- ,
ye olan sevgiyi çelişkilerle dolu bir hale getirir ve bir karmaşaya
yol açar. Çünkü sevgi ve cinsel haz çabası birbirine karışabilir.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 95

Sevgi her zaman en öndedir. Cinsel hazzın en güzel şekliyle


oluşması için öncelik, sevginin var olması gerekir. Sevgiyi tanı­
madan yalnızca cinsel haz peşinde koşacak olursam her zaman
hayal kırıklığına uğrarım ve güvendiğim dağlara karlar yağar.
Gerçi bedensel bir doyumla ama ruhsal bir boşlukla sonuçlanır.
Sevgi yoksa ortada hazdan geriye özellikle belirgin biçimde
duyumsanan bir boşluk kalır; bu boşluk ruhsal elem ve ruhsal
acıdır.
Bir yetişkin için haz elbette ki önemsiz değildir ama sevgi
hazdan çok daha önemlidir. Bunu biraz daha açmak istiyorum.
İnsanın gelişiminde özgün cinsel hazlar içeren cinsel işlevler
oldukça geç dönemlerde, on bir on üç yaşları arasında oluşur.
Bunun gerekçeleri vardır elbette.
Önce sevme yete�eği ve duygu gücü ortaya çıkar duyarlılık
cinsellikten bağımsızdır; duygu gücü cinsel hazza gereksinim
duymaz. Sağlıklı büyüyen ve gelişen bir insan, demek oluyor ki,
önce sevmeyi öğrenir; cinsel olgunluğa erişince yalnızca bedeni
cinsel işlevini olgunlaştırmakla kalmamış, ruhu da sevme yete­
neğini ve duygu gücünü geliştirmişse cinsel hazla tanışır.
Ne var ki, sevme yeteneği eğer çocuklukta geliştirilmemiş. ise,
bu insan daha sonraları, cinsel hazzın keşfedilmesinden sonra
yalnızca cinsel haz peşinde koşacak ve ruhsal açıdan hep doyum­
suz hissedecektir kendini. Haz, hiçbir zaman sevginin yerini tuta­
maz.
Ama eğer sevme yeteneği çocuklukta tamamen gelişmişse
yeni bir şey olan cinsel hazzın yaşanması, bir insana yönelik
sevgiyi (ve doğa sevgisini değil bir insana sevgiyi) zenginleştiren
olağanüstü bir d eneyim olur. O zaman işte, haz, kendi başına bir
gereksinim değil, genişleme ve bütünleşme için bir tamamlayıcı
parça durumuna gelir. Duyarlılık, şimdiye değin bilinmeyen bir
, alana, cinsellik alanına doğru da genişler ve burada da yeni bir
duyarlılık kendini gösterir, bedensel doyumla birlikte ruhsal bir
doyum bulur. Yani mutluluk bedensel doyumdan (haz'dan )
değil ruhsal doyumdan kaynaklanır.
96 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Cinsellik konusunun sevilmeye başlanması; sevme yete­


neğinin çocukluk ve gençlik dönemlerinde oluşup gelişmesiyle
ortaya çıkar. Ve o zaman yani cinsellik sevilmeye ve sevgi orta­
mında gerçekleştirilmeye başlandıktan sonra ruhsal bir boşluk
değil keyif ve mutluluk kalır geride.
Haz, tek başına ele alınacak olursa, bir bütünün parçasıdır
ancak, ve ancak sevgiyle birlikte olduğu zaman görkemli bir geli­
şim gösterir. Böylece şu çok sorulan sorunun yanıtı da verilmiş
oluyor: "Birisiyle, sevmesen bile, salt cinsel haz için yatılır mı?"
Bunu yapmakta elbette herkes özgürdür; evlilikten önce, evlilik
içinde veya evlilik dışı olarak. Ama böylesi durumlardan sonra
ortada bir boşluk kalması; doyum, mutluluk ve güzellikten
yoksunluk kaçınılmaz bir biçimde gündeme gelmektedir.

Sevme Yeteneği Nasıl Geliştirilebilir?


Sevme yeteneği ile ilgili olan bu üçüncü ve önemli bölümü bir
özetle bitirmek istiyorum. Toplumsal koşulların aşkı zorlaş­
tırdığından ve haz tutkusunun · bozgunlara neden olduğundan
söz etmiştim. Sevgi ise, kendine güven yaratır. Sevgi ancak ve
yalnızca duyuların açıklığı ve duyarlılıkla olasıdır. Sevgide,
güzellik doğar ve gelişir. Sevgi varken, düşünceler susmak
zorunda kalır, zamansızlık ve yalnızlık sanatı her şeye egemen
olmaya başlar. Sevgi varken, haz asıl amaç olmaktan çıkar.
Sevginin varlığının temel önkoşulları nelerdir?
- Toplumsal koşullar önemsenmemelidir.
- Tutkular ortadan kalkmalıdır.
- Özgüven gelişmeli ve güçlenmelidir.
- Duygular açık olmalıdır.
- Duyarlılık ve içebakış var olmalıdır.
- Güzellik, modadan bağımsız olarak oluşur.
- Düşünce susar.
- Zamansızlık egemen olur.
- Kimsesizlik ve soyutlanmışlık çekmeden yalnızlık mümkün-
dür.
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 97

- Haz, sevgiden ayrı olmamalıdır.


Olgunlaşmış bir sevme yeteneği, cinsel hazzın soyut-


lanmamasının ve haz çabası ve tutkusu olarak bağım­
sızlaşmasının önkoşuludur. Sevmeyi bilmediği halde yalnızca
haz peşinde koşanlar, cinsel dürtülerini doyurabilirler gerçi ama
zaman hazzın yaşanması yalnızca orgazm üzerinde yoğunlaşır
ve bir yandan hazzı arttırırken öte yandan da mutluluk duygusu
ver�n ruhsal doyum eksik kalır. Sadece haz yoluyla mutluluk
doğmaz; mutluluk ancak sevgi ve haz birlikteliğiyle mümkün­
dür. İşte bundan dolayı sevme yeteneği psikolojik açıdan büyük
önem taşımaktadır.
Evlilik, birlikte yaşama ve sevgi üzerine yazılmış pek çok
kitap ağırlıklı olarak hazzın arttırılmasını sağlayacak cinsel
tekniklerle uğraşmaktadır. Halbuki birlikte yaşayanlar açısından
cinsel haz değil sevgidir asıl söz konusu olan. Cinsel tekniklerle
ilgili bir elkitabı gerçi ilginç olabilir ve bu tür kitaplar çok da sah­
lır, ama asıl önemli olan şey yani sevme yeteneği bu yolla arttı­
rılamıyor. Arttırılamadığı gibi oldukça da engelleniyor. Çünkü
sevgi ikinci plana düşerken cinsel hazza takılıp kalma tehlikesi
ortaya çıkıyor. Tek başına cinsel haz hiçbir zaman sevgi üretemez
ve bundan dolayı da doyumun, bir sevgi sağlayıcı haz teknik­
lerinin yollarını bulmaya çalışmak kendini aldatmaktan başka bir
şey değildir.
Önce sevgi yeteneği gelişmiş olmalıdır. Çünkü yalnızca doyu­
munu bir sevgi yoluyla, doyumunu cinselliğe, ruh ve. bedenin
tekleştiği bir mutluluğa ulaşılabilir. Bu kitapta, sevme yete­
neğinin geliştirilmesi konu edilmektedir. İçinde kolay öğütlere,
i.şaretlere ve püf noktalarına yer verilen basit bir elkitabı yaza­
mam. "Sevme yeteneği" başlıklı .bu üçüncü bölümde bazı şeylere·
genel olarak işaret etmekle yetiniyorum. Sevgiyi kendi bütün­
lüğü içinde kavratmak istiyorum. Ne var ki yemek kitaplarında
olduğu gibi sevginin adım adım nasıl gerçekleştirilebileceğini
anlatamam. Eğer okuyucu bunu bekliyorsa, hayal kırıklıtına
uğrar,
AŞK ve AŞKINPSİKQLOJİSİ/F:7
98 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Sevme yeteneğinin yavaş yavaş gelişmesi gerekir.


Sevgi yeteneği, birinin "şunu yap, bunu yapma" demesi, öteki­
nin bunları aynen uygulamasıyla geliştirilemez. Bu gerekçeyle
ben de bu kitabımla, okuyucuya yalnızca yardımcı olmak niye­
tindeyim. Bu da ancak okuyucu, eğer kendini açarsa ve tek tek
sözlere ve cümlelere takılıp kalmazsa mümkün olur. Ben salt bilgi
vermekle yetinmek istemiyorum. Ayrıca "'daha fazla bilince
çıkarma" ve "daha fazla açıklığa kavuşma"da yardımcı olmak isti­
yorum. Sevgi yeteneği, ve sevgi hakkındaki bilimsel ve sıradan
bilgiler insanın sevme yeteneğini arttırmazlar, yalnızca düşünce
gücü yoluyla bellekte depolanmakla kalırlar.
Bellekte depolama olumsuz bir şey değildir ama her şey
bununla da bitmiyor ki. Ben okuyucuya uzak gelecek bilgiler
vermek istemiyorum. Çünkü böyle bilgilerin bir anlamı yoktur.
İnsanın kendisi hakkında düşünmesine daha doğrusu kendisiyle
ilgili şeyleri daha iyi duyumsamasına destek verecek katkılarda
bulunmak istiyorum. Yazılarda, tek tek cümle ve düşünceler
okuyucuda bireysel bir sürecin başlatıcıları olacak biçimde
duygular ve düşünceler uyarılıyor. İşin özü, işte bu bireysel anla­
ma ve kavrama sürecinde yatmaktadır. İnsanın ezberleyebileceği
kesin ve tam bir sistem ortaya koymak değil, her okuyucunun
kişisel bir süreç sonunda onun açısından o anda önemli olan
duyguları, düşünceleri ve çıkarları gerçekleştirmesi için açık­
lamalarda bulunmak istiyorum.
Sevme yeteneğini çeşitli açılardan ele aldım; burada en önemli
şey, uyanık duyarlılıktır. Duyarlılık açık ve seçik bir algılamayı ve
çevremde olan- bitenin tüm duyularımla ayrımına varabilmeyi
sağlayan ·en temel tutumdur. Duyarlılık gözlemciliktir; duyarlılık
içebakışın da gerçekleşmesini sağlar. Ve içebakış oldu mu sevgi
kendiliğinden yetişmeye başlar.
Hiç kimse sevgiye zorlanamaz. Sevgi istemekle olmaz: "Şu
şeyi ya da bu şeyi, şu kişiyi ya da bu kişiyi seveceğim." İstemek,
düşünce kaynaklıdır. Ancak eğer sevginin gelişmesi isteniyorsa
düşünce susmalıdır. Sevgi, düşünceden kaynakl�nan bir istem
DUYGULARIN BAHÇESİNDE 99

değildir. Bunu görmüş olmak çok önemlidir. Eğer bunu iyice


kavramışsam, eğer bunu düşünmekle kalmıyor aynı zamanda
hissediyorsam, işte o zaman sadece beyinle değil tüm psikolojik
varlığımla gerçekten anlamışım demektir. Ancak o zaman anla­
mış olmanın etkisi kendini göstermeye başlar; ancak o zaman,
düşüncenin öğütleri son bulur. Ve ben kendimi tamamen o an
çevremde olana verebilirim ve ben kendimi tamamen o zaman
olanı tanırım olması gerekini değil, aklın umutldrıyla, yanıl­
samalarıyla, düşünceleri ve idaelleriyle düşüne auşüne bulduk­
larını ya da arzu ettiklerini değil. Sevgi yalnızca, olan için ortaya
çıkar; olması gerekeni somut biçimde sevemem ki. Çünkü olması
gereken beni gerçeklikten uzaklaştırır, beni hayaller dünyasına
götürür. Hayalde hayat gerçekleşmez, hayalde aldatıcı görün­
tüler, sanrılar, düşünceler ve idaellerle içiçe olurum.
Bir idael, bir kurgu gerçek sevginin mutluluğunu veremez
bana. Bu yüzden, gerçek yaşamda sevme yeteneğinin doğup geli­
şebilmesinin temel önkoşulu o andaki duyarlılıktır. Öteki şeyle­
rin tümü duyarlıktan çıkar, kendiliğinden hem de. Duyarlılık
mutluluğun kapısının anahtarıdır. ama mutluluğu öncelikle
iradeyle elde etmeye kalkışırsam, duyarlılık parça parça olur ve
bomboş kalakalır ellerim. İşte bundan dolayıdır ki "kesin uygu­
lanabilir öğütler" veremem hiç. Çünkü öğütlere bağlanıp kalmak,
anın kendiliğidenliğini yerle bir eder. Sadece düşünce yoluyla
sevgiyi bulmak olanaksızdır. Sevgi ancak, eğer arama niyetim
olmadan o anda olanla ilgilenirsem kendiliğinden devreye girer.
Bu olguyu kavramak aklın koyduğu kurallara uyularak
mümkün olmaz, tam tersine, düşünme sürecinden daha fazla bir
şey olan ayrımına varma yoluyla mümkün olur. Ayrımına
varmada duyguları ve duyusal deneyimleriyle bütün ruhumuz
işin içine girer. Bir şeyin ayrımına varmayı başardığımızda, akıl
küçük bir araç olarak ikinci planda kalır. Ayrımına varmak,
kapsamlı ve yaratıcıdır.
il

Aşkta Neler Oluyor?

4. Sevgi İlişkisi Aşamalardan Geçer

"Sevgi insanı hem gözüpek yapan ve


aynı zamanda da her zaman belli bir aralı­
ğı koruyan bir şey olmalıdır. Böyle derken
fiziksel bir uzaklığı değil, karşımızdakinin
onurunu zedelemeyecek bir uzaklığı kaste­
diyorum. Sevgiyi ben ancak böylesi kahra­
manca konulabilen bir aralıkla birlikte
düşünebiliyorum. İnsanın karşısındakine
bir tür saygısı ve aynı zamanda katı
davranması demek olan bir aralık . "

PETER HANDKE

Önceki bölümlerde sevgi çeşitli açılardan ele alındı ve sevgiyi


özgürleştiren veya baskılayan koşullar anlatıldı. Sevgi, tam açık­
lık ve hassaslık ortamında var olabilir. Başkasını kendi dünya­
mızın içine alabilecek� onun kendi ruhumuzun içine girmesine
olanak verecek biçimde hazır olmalıyız. Bir ağcrcı ya da bir hayva­
nı sevmek daha kolaydır. Çünkü riski daha azdır. Ağaç veya
hayvan, beni hiçbir zaman bir insan gibi yaralayamaz.
102 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Bir insanı sevmek için, onu tamamen dünyamıza almamız


gerekir, kendi açıklığına karşı nasıl bir tepki göstereceğini bilme­
den ona güvenmemiz gerekir. Bir yandan sevmek isterken yani
bir başkasına tamamen açık olmak isterken öte yandan da inci­
tilmekten korunmuş olmayı istemek mümkün değildir. Ne var ki
pek çok insan her ikisini birden yani hem güvence hem de sevgi
istiyor. Ne var ki her ikisi birden olamaz. Sevmek istiyorsam,
güvence düşüncesini bir yana bırakmaya hazırlıklı olmalıyım.
Sevginin, incitilmeme güvencesinden daha önemli olması gere­
kir. Karşımdakilerden korkmamayı başarmak zorundayım.
Çünkü incinmeye karşı koruma ve güvence yoktur. Karşım­
dakinin bana ne gibi bir kötülük yapacağını, benim açık ruhuma
karşı nasıl bir tepki göstereceğini, bana nasıl davranacağını,
hangi sorunlarının ve sinirlendiği şeylerin hangilerinin acısını
benden çıkartacağını önceden hiçbir zaman bilemem.
Elbette kafamda insanlar, erkekler veya kadınlar hakkında
genel bir yargı oluşturabilirim. "Kadınlar (erkekler) şöyle şöyle­
dir" ve bundan dolayı da "böyle böyle davranmam gerekir" diye
düşünebilirim. Kendimden hiç ödün vermeden, kendimi gerçek­
ten hiç mi hiç açmadan bir başkasını kendine aşık etmek için
teknikler, taktikler geliştiririm. Kafamda oluşturduğum insan
tiplemesi ve teknik beni incinmek tehlikesine karşı koruyacak. Bu
şekilde sevgi doğup gelişebilir mi? Karşımdakinden olmasını
ister ve bu şekilde de kendim kendi duygularımın korunma için­
de kalmasını sağlayabilir miyim? Çoğu insan bunu deniyor,
kendini geri çekerek güvenlikte tutuyor, karşısındakinin sevgi­
sini yaşıyor uzaktan ama kendi sevgisini yaşayamıyor. Karşı­
sındakinin sevgisi ısıtıyor onu dışardan ama kendi sevgisillin
alevlerini yaşayamıyor.
Başkasından duyulan korku en başta, onun tarafından sevil­
memek, özbenliğinin özgüllüğü içinde kabul edilmemek korku­
sudur. Kabul edilmemek büyük bir incinmedir, şiddetli bir yara­
lanmadır. Hele ruhta bu alanda çok sayıda yara izi varsa,
AŞKTA NELER OLUYOR? 103

çocukluktan ve gençlikten kalına çok sayıda yara izi varsa bu


incinme ve yaralanmalar daha da şiddetli olur. Dışı­
ınızdakilerden ve onların bizi reddeceğinden duyulan korku,
yaşanan bu tür şeyler eğer işlenerek dönüştürülmeden ruhta
oldukları gibi kalırlarsa nörotik bir korkuya dönüşürler. Dönüş­
türmede, sonuna kadar duyumsamada, onlar hakkında derin­
liğine düşünmede, üstesinden gelmede, daha güçlü ve sağlıklı
olmada bize hiç kimse yardımcı olmadığı için, çocuklukta yaşa­
nanlar işlenmemiş olarak kalır.
Bu korkuları yenebilir miyiz? Kendini açmak ve incinmeyi,
yaralanmayı göze almak mümkün müdür? Mümkündür, evet.
Sevgi mutluluğunu yaşamanın biricik yolunun bu olduğunu
görmemiz gerekir ve görmemiz yeter. İyice duyarlı hale gelme­
mize deyeceği ve eski duyarlılıkların bununla bir ilgisi olmadığı
bilince çıkarılmalıdır. Her yeni günde kendimizi duyarlılığın
kollarına atmalıyız. Duyarlılıkta hayat vardır, güvenlikte ve
duyarsızlıkta ise ölüm. Öldüğümüz zaman duyarlı değilizdir
artık, kimse incitemez bizi, ve o zaman korku ve duyarlılık da
sona ermiştir. Ölü olmak mı istiyoruz? Güvenlik ve korunma
peşinde koşan ölüme yaklaşır, buna karşılık hayat korunmasız ve
incinebilirdir. İncinmesiz, incinmelere duyarsız bir hayat isti­
yoruz. Olmaz öyle şey; bu, alevlerinin riski olmadan bizi ısıtacak
bir ateş aramaya benziyor.
Sevgi, ruhsal dizimselliğin en üst biçimidir. Seviyorsak eğer,
tüm kişiliğimiz, algı, duygular, duyuların yaşadıkları, daha bir
canlı olur. Ama eğer güvenlik ve korunma arıyorsak, köreliriz,
gerginleşiriz, tutuklaşım . her gün daha da cansızlaşırız. Çünkü
ölüm bize yaklaşmaktadır yavaş yavaş.

BirinciAşama: Fark Ediş/Dikkat


Sevgi, aşamalardan geçmeyen bir olgudur. Ya seviyoruzdur
ya da sevmiyoruz. Arada başka bir seçenek yoktur. Sevgi varsa,
104 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

azı çoğu yoktur artık. Sadece sevdiğimiz insanla ilişkilerimizde


aşamalar vardır. Sevgi, gelişen ilişki sürecinin kendisinden
bağımsızdır. Sevgi doğduktan sonra olanlar ya korkudan ve
sevgi karşısında korunma ihtiyacından ya da sevginin yok olup
gideceğinden duyulan korkudan olmaktadır.
Bir ilişkinin ilk aşaması aşık olmadır. Gerçi kendimizi koru­
maya çalışırız ama ruhsal açıdan zırha bürünmüş bir insanda
bile, bazen az bazen de çok olmak üzere çevresinde meydana
gelen her şeye karşı dikkat hala uyanıktır.
Önce dikkat edilir. Çeşitli nedenlerden dolayı diyelim ki,
benimsediğimiz bir güzellik idealine denk düştüğü, annemize ya
da babamıza benzediği, aramızda bir ara olumlu şeyler geçmiş
bir insana benzediği için hoşumuza giden birini görürüz. Önce
duyulan uyaran bir uyarıcı ile dikkatimiz canlanır. Bu uyarıcı,
optik bir sinyal olabilir, sesli bir uyarıcı, bir koku, bir tadım olabi­
lir. Duyular, dünyanın içimize girdiği kapılardır. Duyular ne
denli açıksa bizler de o denli canlıyızdır.
Duyarlılık, tüm sevgilerin kaynağıdır.
Önce duyularımız aracılığıyla bir başkasına dikkat ederiz.
Ancak bundan sonra bir ilişki kurmak isteriz. Beden dili, bir
başkasının dikkatini uyarıp uyarmadığımızı kuşkuya yer olma-
yacak biçimde gösterir. Bize karşı hiçbir tepki göstermeyen,
ruhunda hiçbir etki yaratamadığımız birine baktığımızda, varlı­
ğımızdan hiç etkilenmeksizin yerinde oturur veya ayakta kalır.
Ne var ki dikkat uyandırmışsak, ayrımında olmadan ama kuşku­
ya yer bırakmayacak açıklıkta bir dikkat belirtisi kendini gösterir:
Karşımızdaki birden kendi kişiliğinin ayrımına varır, örneğin
saçını düzeltir, bedeninde hafif bir sarsılma dolanır, oturuşunu
değiştirir, belki de dik oturur, kasılır ya da güvensizleşir. Bu
dikkat henüz sevgi değildir sevgi biraz daha sonra oluşmaya
başlar. Ama dikkat, sevginin önkoşuludur.
Öncelikle dikkat gerekiyor. Karşımdakini, kendi varlığı içinde
AŞKTA NELER OLUYOR? 105

algılamalıyım. İki kişinin karşılaşması, aşk romanlarında en


heyecanlı ve gerilimli andır. Orada abartılı biçimde şöyle şeyler
görürüz: "Kadını görünce, yıldırımla vurulmuş gibi, kalakaldı
orada." ya da: "Erkeği orada otururken gördüğü anda anladı ki,
tüm yaşamı boyunca aradığı oydu." Veya: "Bu kadını ilk kez
görüyordu. Ama birden çok tanıdık ve çok yakın geldi. Daha
önce hiç görmediği halde arada hiç yabancılık yoktu."
Sevgi hızla oluşur ve gelişir. Ancak ilişki yavaş yavaş doğar.
Sevgi doğmuşsa, o insanla ilişki kurulmak istenir. Bir ağaca karşı
sevgi daha basittir. Sadece ona sevgim vardır ve bu yeter de artar.
Ama insana sevgi daha zordur. Çünkü onun tarafından sevilmek
için, onda dikkat uyandırmak gerekmektedir.
Bir ağacı sevmek için, ağacın kendisinin dikkatlice gözlem­
lenmesi ve duyular aracılığıyla algılanması yetecektir. Ağacın da
bana dikkat edip etmediğini araştırmam, ondan herhangi bir
tepki beklemem. Ondan ya da benden bir şey isteyecek bir ilişkiye
girmem ağaçla. Onu olduğu gibi bırakırım ve onun tarafından da
ben olduğum gibi kabullenilirim. Büyük huzur ve güzellik bura­
da yatmaktadır işte.
İnsana yönelik sevgi ise daha karmaşıktır. Çünkü duyular
aracılığıyla onu algılamaktan öte onunla ilişki ve iletişim kurmak
isterim. Dikkatlice gözlemek ve hiçbir karşı tepki beklemeden, bir
ilişki kurmak istemeden onu, olduğu gibi sevmek neden yeterli
olmuyor? İşin içinde cinsellik olmasaydı, yeterli olurdu.
Cinsellik, her doyumdan sonra yeniden oluşan ve yok saya­
mayaca�;ım bir psikolojik gerçeklik ortaya koyan bir dürtüdür.
Ağaç sözkonusu iken sevgi, cinsellikten bağımsızdır; karşı cins­
ten bir insanda ise sevgi cinsel gereksinimle içiçe girer ve cinsel
arzu doğar. Bu arzu kolayca tutku ve gözü dönmüşlüğe kadar
uzanabilir. O zaman da bir insanla sevgi yüzünden değil de
cinsellik nedeniyle ilişkiye girmem tehlikesi .gündeme gelir. Ve
öyle oldu mu da bocalarım; sevgi mi sadece cinsellik mi yoksa
}06 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

uyum içindeki sevgi ve cinsellik mi tam olarak bilemem.


Daha farkına varma sürecinde bocalayıp kalır pek çok insan.
Bir bütün olarak kişinin algılanması ile cinsel uyarım birbirine
karışıyor ve neyin sevgi alanına, neyin cinsellik alanına girdiğini
ayırdetmek güçleşiyor.
Optik cinsel uyarıcılar tartışmasız önemli bi rol oynarlar.
Çünkü bedenin cinsel olgunluğa erişmesiyle duyuların ışıklı,
sesli ve kokulu cinsellik belirtilerine karşı duyarlılıkları iyice
artar. Fetişleştirmeye yol açacak etkiler yapan bazı bireysel önce­
likler vardır. Bir erkek yüksek ökçeli ayakkabıların kaldırımda
çıkardığı sesi duyunca dikkat ederken, bu ses bir başkasını hiç
etkilemeyebilir. Bir kadın ise boğuk bir erkek sesi duyduğunda
duyuları tamamen açılır, bir başkası ise bedene tam oturan, hafif
parlak koyu mavi giysilere dikkat eder. Bir başka erkek belirli bir
parfümün kokusunu aldığı zaman dikkat kesilir ama bu koku bir
başkasını hiç etkilemez. Bu sefer bu erkek de siyahlar giyinmiş ve
uzun, siyah �açları olan bir kadını gördüğünde dikkati canlanır.
Dikkat önce duyular yoluyla uyanır. Bu herkeste böyledir ama
uyarıcı her insan için kendine özgü deneyimlerine göre değişik
olabilir. Bir kişinin ilgi duyabilmesi için çok özel duyusal uyarı­
cılar gerekiyorsa bir fetişten söz edilir. Çok bilinen erkek fetiş­
lerinden biri yüksek topuklu ayakkabıdır. Kadınlarda ise bu
topuklu çizme, kırmızı spor ayakkabısı, pipo, yüzük vb. şeyler
olabilir. Kural olarak, karşı cinsle bağlantısı olan her çeşit giysi
veya eşya, fetişe dönüşebilir. Burada fetiş oluşumunun hastalık
veya sapıklık yanma daha fazla girmek istemiyorum.
Burada benim için önemli olan dikkat etme ilkesi. İlginin
doğması için, öteki insanın varlığının görülmeye başlaması için
önce dikkatin uyarılması gerekir. Bir fetiş aracılığıyla dikkat
uyarıldığı zaman, belirli sinyallere olan eğilim, takıntıya dönüş­
mediği sürece sorun yoktur. Her takıntı tutsaklıktır ve kişiyi
bütünlüğü içinde algılamamı engeller. Karşı cinse özgü nite-
AŞKTA NELER OLUYOR? 107

liklere takılıp kalmak; arkadaki kişiliğin bütününü tanımanın ve


yaşamanın zorlaşması veya olanaksızlaşması, belirleyici bir
duruma gelirse bu takıntılar engelleyici, sınırlayıcı bir durum
yaratırlar. Karşı cinse özgü niteliklere takılıp kalmak; hangi
uyarımla doğmuş olursa olsun dikkat etme, fark etme aşamasını
hayal kurma aşaması izler.

İkinci Aşama: Hayal Kurma


Birinci aşama olan dikkat etmede, gerçeklikler duyu kapı­
larından bilince girerler. Gerçeklik, özellikle de aşık olma günde­
me gelmişse, hayal gücüne toslar ve onu kımıldatır. Sonra zihin
çalışmaya başlar ve yaşanan gerçekliğin parçalarıyla çalışmayı
sürdürür, parçaları derli-toplu bir resme, yaratıcısının bizzat
kendi olduğu bir resme dönüştürmeye çalışır. İstediğim gibi,
"düşlediğim" gibi bir insan yaratırım hayalimde.
Hayalgücü bir kere harekete geçirildi mi, tutulmuşluk kendi­
ne özgü bir yol izlemeye başlar; düşünce içinde yer alır ve düşün­
ce yoluyla yükselmeye başlar. Böylelikle rastlaşmak ve ilişki
kurmak için engellenemez bir istek doğar.
Farkediş aşamasından sonra hayal kurma aşaması devreye
girince, öteki insan, kafada "hayalet" gibi dolanmaya başlar,
düşüncelerin içine yerleşir. O andaki h.ı.tulmuşluğun haya­
limizdeki bir aşka dönüşmesi için tüm koşullar oluşmuştur.
Pek çok görüşmede edindiğim deneyimlerime göre çoğu
insan; bir olgu olarak kendi sevgilerini tanımaya, hakkında bir
?eyler öğrenmeye az ilgi duymaktadır. Onlar d aha çok, başka­
larını nasıl kendilerine aşık edeceklerini, onların s�vgisini ve özle­
mini nasıl uyandırabileceklerini öğrenmek isterler.
Bu sorunun açıklanması çok kolaydır. Başkasını kendine aşık
etmek isteyen, öncelikle onun dikkatini çekmek zorundadır. Ama
bunu öyle yapmalıdır ki hayalgücünü de uyarsın ve onun düşün­
cesine girip yerleşmeyi başarabilsin. Karşımızdakinin hayalgücü
108 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Don Juan'ın en iyi bağlaşığıdır.


Kendini beğenme gereksinimi, başkasının nasıl aşık edile­
bileceği, onun sevme eğiliminin nasıl kazanılacağı peşindedir.
Başkasının sevgisi neden böyle çok ilgilendirir bizi? Ve biz, kendi
tutulmuşluluğumuzda neden bu denli tutumlu ve, denetimli
olmaya çalışırız? Tırmandırılmış kendini beğenme ihtiyacı ve
kendi sevgisi üzerindeki özdenetim konuları birbirleriyle sıkı bir
bağlantı içindedir.
Aslında bizim gözümüzü başkasının sevgisinden çok kendi
sevgimize çevirmemiz gerekir. Hayalgücünü eleştirel olarak bu
psikolojik yaklaşımla ele almak gerekir. Kendini sevmeyi önemli
bulan, kendini, kendi hayalgücü karşısında korumak zorun­
dadır. Çünkü hayalgücü'onu öyle bir düşünceler dünyasına götü­
rür ki orada sadece olması gerekenlere olabileceklere yer vardır.
Hayal gücü gerçekliklerden kaçar; hangi bireysel nedenlerle olur­
sa olsun dikkatimizi uyaran gerçek insana hiç uymayan bir insan
tipi oluşturur. Sonuç, hayal dünyasında yaratılmış bir sevgidir.
Bu durum karşımızdakini gerçek varlığıyla kavramayı ve onu
gerçekte olduğu gibi sevmeyi zorlaştıran bir şeydir.
Hayalkınklığı, gerçek bir ilişki doğduğu zaman, genellikle
çabucak sona erer. Özlem, gerçi hayalden gerçeğe geçmek için
güdüleyici bir etki yapar ama gerçek benim hayalgücümün iste­
diği gibi davranmaz ki. Ben, ilkesel olarak hayal gücüne karşı
olan biri değilim. Okuyucu eğer beni, hayalgücünü küçümseyen,
"kaçık" katı bir materyalist gibi gördüyse yanlış anlaşılmışım
demektir. Hayalgücü ile iyi geçinmek için ruhsal açıdan iyice,
olgunlaşmış olmak gerekir. Hayalgücünün, kendine özgü bir
varlık, bir düş olduğu ama kesinlikle gerçeklik olmadığı bilince
çıkarılmalıdır. Hayal gücündeki sevgiyi küçümsemiyorum.
Onun da haklı gerekçeleri vardır. Ama gerçeklikteki sevgiyle
hiçbir ilgisi yoktur.
Pek çok insan için hayal dünyası, gerçeklerden kaçıp sığınılan
AŞKTA NELER OLUYOR? 109

bir yerdir ve ben asıl buna üzülüyorum. Çünkü pek çok yanlış
anlama ve hayal kırıklığı bu yolla oluşuyor.
Sevgi, ancak gerçeklik içinde, gerçekten olanın içinde gerçek­
leşebilir. Gerçeklik temeldir, kendini bu temelde gerçekten geliş­
tirebilirim. İşin özü buradadır, işte bundan dolayı, pek çok insan­
da önemli bir rol oynayan hayalgücü aşamasının olabildiğince
kısa bir süre içinde atlahlması gerekir.
Hayalgücü dönemine gereksinim duymayan; gerçeklik topra­
ğında farkedişten tutulmaya yani hayal gücünün devreye girme­
sine gerek olmayan bir sevgiye yürüyen sevgi özellikle mutlu bir
sevgidir.
Tabii böyle olunca, özlemin uyarıcılığı, hayalgücümüzde
"öteki için yanıp-tutuşma"nın uyarıcılığı; aşk romanlarında çok
önemli ve gerilim yaratan bir uyarıcılık, yok olmuş olacak. Bu,
aşk romanlarının, ruh dünyamıza yaptığı zararlı bir etkidir.
Çünkü, hayalgücümüzle oluşturduğumuz sevgi aşamasının
uzamasına, aşırı abartılmasına ve göklere çıkartılmasına neden
olur. Bunun temelinde de heyecan yatmaktadır. Sevginin, hayal­
gücü aşamasında gelişmini sürdüren bir hastalık değil sağlıklı bir
gelişim; gerçeklikte yaşıyor olmanın bir ifadesi, yaşanmış bir
andan bir sonraki anı şimdi ve burada yaşamanın bir ifadesi
olması gerekir.

Üçüncü Aşama:
Kendini Tanıma ya da Kendini Gerçekleştirme
Doğa sevgisinde, kendini tanıma ve kendini gerçekleştirme de
hissedilir. Bir çiçeğe olan sevgimde, kendimi tanırım ve kendimi
gerçekleştiririm. Bir hayvana yönelik sevgideki bu kendini tanı­
ma bir çiçeğe olan sevgiye oranla daha güçlü ve daha belirgin
biçimde ayrımsanır. Bu ayrımsama bir insanla ilişki kurul­
duğunda ise daha da belirginleşir.
Gerçi kendimi yalnızlıkta da tanıyabilirim. Yalnızlık bu konu-
110 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

da önemli ve kullanışlı bir yoldur. Ama ben kendimi karşımdaki


yoluyla da tanımak istiyorum. Karşımdaki, bedeninin çeşitli
dilleriyle; yüz hareketleriyle, el-kol hareketleriyle, cinsellikle ve
elbette sözle beni nasıl bulduğunu, benden ne beklediğini, benim
kendisi için ne ifade ettiğimi bildirir bana. Karşımdakinden bana
yansıyanlar yoluyla kendimi tanımam, çok etkileyici bir olaydır.
Hele bir de beni seviyorsa ... Çünkü o zaman benliğimiz okşanmış
olur.
Her sevecenlik, sevgi belirten her beden hareketi, kabullenme
belirten her söz, kendimizi beğendiğimiz için duyduğumuz
kabullenilme, değer verilme ve anlayış gösterilme ihtiyacımızı
okşar. Eleştiride ve azarda da karşımdaki için ne ifade ettiğimin
farkına varırım. Ama eleştiri, benliğimi okşamaz.
Karşımdakinin sevgisi bana güç verir ve varlığımın bir anlamı
olduğunu onaylar. Ama onun aldırmazlığı ya da küçümsemesi
beni ikircime düşürür, bende hoşnutsuzluk yaratır, bana kimse­
sizlik ve soyutlanmışlık duygusu verir. Sevgide aşılır soyut­
lanmışlık nedeniyle ve bir başka insan tarafından kabul­
lenildiğim için kendimi rahat hissederim.
Anlattığımız bu sevgi veya eleştiri duyularım herkes bilir ve
yine herkes, eleştiri ve küçümseme enerji oluşumunu felce uğra­
tırken sevginin renk gücünü ve yaşama sevincini yükselttiğini
yaşayıp görmüştür. Kendimizi olumlu olarak tanımak, kendi­
mizi geliştirici güçleri desteklediği için, karşımızdakinin bize
yönelik sevgisi ruhsal rahatlık ve esenlik verir.
Karşımdakine verdiğim sevgim, bende yaptığını fark ettigim
etkiyi aynen onda da yapar. Ona güç vermek sevgimle nasıl açılıp
geliştiğini, yaşama sevincinin nasıl çoğaldığını görmek beni
doyurur. Öyle ya olumlu bir kendini tanımayla o da mutlu
olmaktadır.
Ancak şöyle bir soru geliyor gündeme: Sevgiye acıkmışlıkta,
kabullenilme ve olumlu kendini tanıma ihtiyacında bir 'lOrun
AŞKTA NELER OLUYOR? 111

kendini göstermiyor mu? Sevgi ve olumlu kendini tanımadaki


eksiklik çok fazla iken acaba sevgiye susamışlık bir hastalık olabi­
lir mi? Başarıyı ve yarışmacılığı esas alan toplumumuzda, ücret
ve ceza biçimindeki otoriter eğitim sisteminin uygulandığı sanayi
toplumlarıµda bu hastalıklı eksikliğe her zaman dikkat etmek
gerekir.
İnsan, övgü ve "sevgi" ile kolayca başkasının "oyuncağı" olabi­
lir. İnsan, çok seyrek gerçekleşen ve hep gerçekleşmesi beklenen
olumlu kendini tanımanın getirdiği gevşemeye kolayca kapılma
eğilimi içindedir. Bir övgü kazanma uğruna sevmek, olumlu bir
yansıma yakalama uğruna karşımızdakine olumlu yansımalarda
bulunmak eğilimi öyle büyüktür ki, sevginin ne olduğu, kendini
olumlu onaylamaya yönelik hastalıklı istek karşısında duyulan
aşırı minnettarlığın ne olduğu belirsizleşir.
Sevginin, olumlu kendini olumlayıştan bağımsız olması gere­
kir. Peki ama, kendini beğenme ihtiyacı yeterince karşılanmamış
ise nasıl olacak bu dediğimiz? Sevgi ihtiyacı olumlu kendini tanı­
ma açlığı ile örtüşmemeli, basitçe söyleyecek olursak, kendini
geliştirme olmalıdır. Burada sorun övgü ve kabullenilme değil,
yakınlığı ve sevgiyi, karşımdakinin sevgisiyle bağlantılı olarak
kendi sevgimi yaşamaktır.
Bundan dolayı olgun sevgi, olumlu bir "feedback" üzerine
kurmaz her şeyi, bunun yerine öncelikle sevgi vermek ister ve
almak için yanıp tutuşmaz. Vermede, sevginin gelişmesi vardır,
alma ise vermeyi izleyen doğal bir süreçle birlikte gerçek­
leşmelidir.
Kendini olumlu onr:.ylama konusunda bozguna uğratmış
insanlardan oluşan bir t0plumda zorunlu görülen alına konusu
aslında çok da önemli olmamalıdır. Ama bu toplumsal dayatma
nedeniyle, kendini geliştirmenin bir biçimi olarak sevme yeteneği
öyle az rastlanır bir duruma geldi; sevgi ise kendini tanıma arayı­
şı olarak öyle sık rastlanır bir duruma geldi ki üzülmemek elde
değil tabii. Ama herkes toplum içinde bu durumu kabullenerek;
sevme yeteneği olan kişiler sevme yeteneği olan biriyle birlikte
112 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yaşama. şansının çok az olduğunu, kendini tanımak için can atan­


lar da bozgunlarla karşılaşacaklarını kabullenerek yaşamak
zorundadır.

Dördüncü Aşama: İlk ve Tek Bunalım


"İki kişinin birlikteliğinde kendini tanıma"nın beni "yalnız­
lıkta kendini tanıma" noktasına dönmeye zorladığı ortaya çıktı­
ğında bunalım doğar. Övgü ve kabullenilme beklentisiyle birlikte
olmak, yaşamım ve mutluluğum için temel oluşturamaz. Kendi­
nin en üstün olduğl,lnu onaylatma arzusuna dayalı bir ilişki
kurmak mümkün değildir. Sevgiden eğer kişi, böylesi bir ilişki
beklentisi içindeyse hayal kırıklığına uğrar.
Her seferinde, kendime dönmek zorunda kalırım. İki kişilik
kendini aşırı beğenme hastalığından, özdeğer duygusunun incin'­
mesinden kurtuluş yoktur.
Böyle bir kurtuluş beklentisi varsa sevgiye aşırı derecede yük
biner. Ve her gün bu beklentiler tekrar tekrar gündeme gelir.
Çünkü tüm yaşamımız boyunca hiç kimse bize ruhsal varlıkla
ilgili sorunları açıklamamıştır.
İkili birlikteliğin ve yalnızlığın asıl anlamını kavramadığımız
sürece iç huzuru bulamayız ve bir bozgundan ötekine yuvar­
lanırız. Üstesinden gelinememiş bir yalnızlık, ikili birlikteliklerle
tedavi edilemez. Bu beklenti içinde, bu inanç ve bu çaba içinde
olduğumuz sürece de ikili birlikteliklerin doğruracağı buna­
lımları aşmamız kesinlikle olanaksızdır. Bu gerçeği iyice kavra­
yıncaya değin bunalım, yalnızlıkta da ikili birliktelikte de kendini
gösterir.
Tek ve bağımsız varlıklar olarak birbirimizle karşılaşırız.
Sevgi bu sıradan karşılaşmaları özel bir şeye, o anda bizi mutlu
kılan bir şeye dönüştürür. Ama daha fazlasını da bekle­
memeliyiz. Ama zaman durmaz ki. Bu nedenle yeniden eski
yalnızlığımıza döneceğimizi anlamamızla birlikte bunalım baş
AŞKTA NELER OLUYOR? 113

gösterir. Ne kadar istesek de anı durdurqmayız, tutamayız. Her


an, bir taş nasıl mutlaka yere düşerse, aynı kesinlikle geçip gider�
Duygu yoğun yaşadığımız anda sevgi doğar. Sevgi duyular
yoluyla gelir, şimdi ve burada gelir. Duyular kendi bildiklerini
okurlar. Duyularıma, kendi istediklerimi yaptırmaya gücüm
yetmez.
Ya açık, duyarlı ve sevmeye yeten�kli olabilirim veya kapalı
olmaya, sevginin bir insana ve sadece bu insana, hem de tüm
yaşam boyunca, bağlı kalması istendiğinde sevgiye kendimi
kapatmaya çalışabilirim. Açık ve sevmeye yetenekli bir tutumla
böylesi bir yoğunlaşma olanaklı değildir.
Toplumsal bir kural eğer sevginin tek bir kişiyle sınırlı olması
gerektiğini, "gerçek sevgi"nin bir kere yaşanabileceğini, her şeyin
bu "gerçek sevgi" ile belirleneceğini söylüyorsa, tutsaklığa ve
sınırlamalar içine düşerim, bu şekilde anlaşılan sevginin geti­
. receği bunalımı büyük ruhsal sıkıntılar içinde yaşamak zorunda
kalırım.
Sevgiyi, ağa tutulmuş bir serçe gibi yakalamak isteriz. Ama
sevgi kendini yakalatmaz ve sahiplendirmez. Çünkü canlı bir
şeydir, yaşayan bir şeydir sevgi. Canlılığım yitirmedikçe hiçbir
canlı yakalattırmaz kendini. Tüm tutsak olanlar yavaş yavaş ölür,
özgüllüğünü ve tazeliğini yitirir, alnında ölümün işaretini taşır­
aym hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi, aynı cezaevindeki
insanlar gibi. Yalnızlığın özgürlüğüne hafifçe de olsa dokunuldu
mu iki kişilik birlikteliğinde de olsa da alnında, ölümün işareti
görülür, alnında, gözlerinde, beden hareketlerinde.
Her kişi karşısındakinin özgürlüğünü iyice özümsemelidir.
Bunu yapmazsa eğer, bunalım kaçınılmazdır. Sevginin özünü
kavrayabilmek için, bunun iyice bilince çıkarılması zorunludur.
Bunu görebilmenin önünde , eğitimimizdeki çelişkilerin getirdiği
engeller vardır. Bu gerçeği, tüm açıklığıyla ve tüm boyutlarıyla
görmekten korkarız. Karşımızdakini kendi yalnızlığı içinde
AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:8
114 AŞK v e AŞKIN PSiKOLOJİSİ

kabullenmek zorunda olduğumuzu kavramaktan korkarız. Ve


kendi yalnızlığımızla açık seçik yüz yüze gelmekten korkarız.
Ben bu korkuyu hastalarımla yaptığım görüşmelerden bili­
yorum.
Bu korkunun içinden sıyrılıp geçmemiz gerekir.
Ancak o zaman bitmez-tükenmez sevgi alanı açılır önümüz­
de. Olgun sevginin yanında hiçbir şey varlığını kalıcılaştıramaz.
Bu korkudan kurtulduk mu diyecek bir şey kalmaz artık. Tüm
ideolojiler, tüm "bilgi"ler, yok olur ortalıktan, hiçbir şey kalmaz
artık varlığını sürdüren, hiçbir kural, hiçbir sınır... Çünkü sevgi
tıpkı anlar gibidir, sevgi hiçbir zaman bitmez, yokolmaz. Her bir
andan ötekine geçişin tüm duyarlılığımızla yaşanmasında yatar
tüm gizi hayatın, sevginin ve güzelliğin.

Beşinci Aşama: Çözülme ya da Derinleşme


Sevgi, zorla elde edilemez ve bir kafese konulamaz. Sevgi
duygun (ince duygulu) bir ruhsal tepkidir, canlıdır ve tüm canlı­
lar gibi değişim geçirir. Rüzgar, yağmur ve zaman gibi doğa
güçleri ölü maddelere etki yaptığında bunlar bile değişime uğrar­
lar. Ruhsal olaylar, maddeye oranla daha da. belirgin biçimde
değişimlere uğramak zorundadırlar. Çünkü duygularda, değiş­
mezlik yoktur. Ruh sürekli olarak hareket halindedir. Ruh, doğa­
daki en duygun varoluş biçimidir.
Sevgiyi bağlamak olanaksızdır; sevgi gelir ve gider, doğar ve
yokolur, tutuşur ve söner. Sevgi sonsuzca sürmüyor diye yalnız­
ca bir kaç saat, bir kaç gün ya da bir kaç hafta sürüyor diye niye
sızlanırız? Acaba yitirdiğimiz sevgiye değil de belki maddi bir
kazanç, bir ticaret, bir güvence, bir ruhsal rahatlık şansını yitir­
diğimize mi yanarız.
Sevgiyi diğer ruhsal gereksinimlerle bağlantılandırdığıınızda
ondan aşırı, özellikle de yanlış istemlerde bulunuyoruz. Sevgiyi
ancak, bir eksiklik hissettiğimiz zamanlarda derinleştirmek isti-
AŞKTA NELER OLUYOR? 115

yoruz. Ondan sonra da hep bizimle olsun diyoruz. . Öyle ya bize


ruhsal ya da parasal güvenlik sağlayacaktır. Ne var ki, tam da
budur işte sevgi olamayacak olan. Sevgiyi kötü amaçlar için
kullanamayız. Bunu yapmaya kalktık mı, sevgi uçup gider, derin­
leşmek yerine. O zaman en ince ayak oyunları da artık işimize
yaramaz. Sevgiye alenen hükmedilemez. Sevgi, mülkiyetin cinsel
kafesine hapsettirmez kendini. En kalın duvarları delip çıkar,
tüm psikolojik güvenlik mekanizmalarının ayrımına varır, akıl ve
düşünce gücünden, zeka düzeyi ne denli yüksek olursa olsun,
yine de daha zekidir. Sevgi zeka ile derinleşmez.
Sevgi, şansımızdan, aklın en ince yönlendirmeleriyle bile
devre dışı kalmayan kendine özgü psikolojik yasalara uyar. Sevgi
öyle duygundur ki, tam da akıl onu elinde tutmak istediğinde
hızla kayıp gider elleri arasından.
Ne var ki gene de döne-dolaşa sevgiyi derinleştirme derdin­
deyizdir. Çünkü sevginin arttırılabileceğini, gelişebileceğini,
büyüyebileceğini ve derinleşebileceğini biliriz. Halbuki bunlar,
bilinçli istemden bağımsız, zorlamasız gerçekleşirler; halbuki
bunlar her zaman özgürlük içinde olabilir ama zorlama ile asla.
İstem devreye girer-girmez sevgi buhar olup uçma tehlikesinin
en büyüğüyle karşı karşıya demektir.
Bundan dolayı, sevgi ilişkilerinde beşinci aşama en ilginç
aşamadır. Bu aşama, bir ilişkinin kaderinin belli olduğu dönem­
dir. Beşinci aşamaya gelecek kadarlık olgunlaşma pek seyrek
mümkün olur. Çünkü bu aşamada hiç hazırlıksız biçimde, büyük
bir kimsesizliğin pençesine düşeriz. Burada kimse yardım
edemez bize, bir öğüt veremez. Çünkü burada, akılla kavra­
namayan, akılla hükmedilemeyen bir olgu karşısındayızdır
düşüncelerimizle birlikte.Belki de derinleşmeyi arzuluyoruzdur.
Ne var ki bu anda çözülme, geri dönülmezcesine çoktan başla­
mıştır bile. Çözülmeyi içimize sindiremeyiz ve çözülme gerçeğini
görmemek için çeşitli psikolojik savunma mekanizmalarını
devreye sokarız. Tüm yaşam boyunca, ölünceye değin bu psiko-
116 A Ş K v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

lojik savunma mekanizmalarıyla, başlamış olan çözülmeyi gizle­


meye çalışan ya da derinleşme olmadığı halde öyleymiş gibi
gösteren bir sevgi ilişkisi özellikle çok acıklıdır.
Okuyucu, sevgi üzerine bir kitaptan belki de, sevginin derin­
leştirilmesi için nasıl uğraşılacağı ve buna nasıl ulaşılabileceği
konusunda daha fazla aydınlatıcı bilgi vermesini bekler. Bundan
yan çizmek istemiyorum ve bu sorunla ilgili olarak açık seçik bir
düşünce ortaya koymak istiyorum. Sevgi ilişkisinin derin­
leştirilmesine akıl yoluyla varmak olanaksızdır. Derinleşme o an
için kendiliğinden gerçekleşmelidir. Her bir andan bir diğer ana
geçilir, hiçbir anı durduramayız. Zaman durmaz, bir andan öteki­
ne geçer. Her bir anda zamansızlık sözkonusu olabilir ama ana
hükmetmek mümkün değildir anın gerçekleşmesi her şeyden
bağımsızdır. Ona güvenmemiz gerekir. Ona güvenene bir şey
olmaz. Ne var ki sevgide geleceği önceden planlamak ve kesin­
leştirmek isteyen, buna kalkıştığı anda, sevgiyi derinleştirme
şansını baştan kaybetmiş dernektir. Sevginin derinleşmesi; akıl,
arzular ve tutku işe karışmadan kendiliğinden gerçekleşir.
İhtiyaçların özümlenmesi tutkusunun bir sonu olmalıdır.
Derinleşmenin olabilmesi için tam bir psikolojik dengelenmenin
gerçekleşmiş olması gerekir.
Uğraşmadan olmaz sevgide derinleşme. Tüm çabaların,
umutların, arzuların, beklentilerin, özlemlerin bir sonu olması
gerekir. Ancak böylesi bir psikolojik durumda, derinleşme
düşüncenin ve her hangi bir beklentinin etkisi olmaksızın zorla­
masızca gerçekleşebilir.
AŞKTA NELER OLUYOR? 117

5. Aşk Bitince ...

"İnsan kültürü hakkında sevecenliğin


gerçek bir mucize olduğu söylenebilir. "

SUZANNE BRQGGER

Sevgi, bir "an" da gerçekleşme eğilimindedir. Sevgi için "daha


sonra" yoktur. Planlayıcı düşüncesi ile akıl ise "an"ı durdurmak
ister ve gelecekle ilgili planlar yapar. Düşünce gücü, duygular
dünyasına karışır ve duyguları yönetmeye kalkar; anın gelip­
geçici olmamasını bekler. "Zaman gelince dur, öyle güzelsin ki"
[Goethe'nin Faust adlı yapıtında geçen tanınmış cümla-ç.n.] Ona
göre, bir zamanlar içsel doyum hatta hoşnutluk veren an, durdu­
rulabilmeli ve öyle kalmalıdır.
Seven, mutluluk duyar; tüm duyularının işlediğinin ayrımına
varır, tüm korkuları yok olur, bu dünyada bir yeri olduğunu
hisseder. Sevgi, insana, her şeyi elde ettiği duygusu verir, tüm
öteki sorunlar anlamını yitirir. Sevgi varken yeni bir ışık altında,
aydınlık, daha olumlu görürüz dünyayı; daha özgür oldu­
ğumuzu duyumsarız, daha açık olduğumuzu ve böyle bir şeyi
yaşadığımız için minnetle dolup taşar içimiz, kendimizden geçer­
cesine bir duyguyla dolar: "Öyle mutluyum ki, tüm dünyayı
kucaklayabilirim"
Bu sevgi, bu haz, bu mutluluk duygusunun elinden kaçır­
mamak isteğinde anlaşılmayacak ne var ki? Ancak herkes eninde
sonunda görür ki, bu yaşanan şey geçicidir, mutluluk geçip gider,
özellikle de acıkınca veya mutluluktan yorgun düşüp uyuya­
kaldığında. Uyanınca, "kolu kanadı kırık bir halde", yaşanan
mutluluğun uçup gitmiş olduğunu görür.
Bu mutluluk anının yeniden gerçekleşmesi gerekir. Ve mutlu­
luk anının peşine düşülür, mutluluğun yeniden gerçekleşmesi
beklenir. Sonra da akıl girer devreye; sorularıyla, kuşkularıyla,
118 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

istemleriyle ve çabalarıyla. Ancak aklın istemesiyle, o mutluluk


verici sevgi duygusu gelmez. Böyle bir şey, akıl sessiz ve durgun
olduğu, alçakgönüllüce kendini geri plana çektiği ve işe karış­
madığı zaman gerçekleşebilir ancak. Mutluluk yok olup gitti­
ğinde sevgi de bitmiş olmaz. Kendimi anın ve duyarlılığın kolla­
rına ikircimsiz bırakırsam, sevgimi tutuşturan ve birlikte
olduğum kişiye yeniden rastladığımda, duygu ateşinin canlanıp
canlanmayacağı belli olur.
Ama akıl "haklı gerekçeleri ve kanıtları" ile sevgiye ulaşmaya
çalışıp da duygu gücü yoluyla geri getiremeyince, elimiz kolu­
muz bağlı ve ne yapacağımızı bilmez bir halde kalakalırız. Bu
aslında aklın bozgunudur. Çünkü akıl tekrarlara alışkındır ve bu
yüzden de, sevgiyi yeniden ele geçirmek üzere her şeyi güzelce
düşünmüştür. Düşüncede her şey yinelenebilir, düşünce gücü
günlerce, yıllarca aynı ilkeler çevresinde dönenip durur. Bir bir
daha iki eder, her yeni gtinde de iki ediyor. Bu, bugün için doğru,
herhalde on yıl sonra da doğru olacak.
Ne var ki sevgi, matematiksel bir hüner değildir; insanın keyfi
istediği zaman, biçimde yinelenecek bir model oluşturmaya
zorlanamaz. Sevgi özgürdür, kendi yasalarına uyarak oluşur. Bu
yasalar, düşüncenin kuralları ve yasaları değildir.
Sevgi özgürlük içinde oluşur, özgürlüğe dokunulduğu anda,
sevgiye sahip olunabileceğine, sevgi uyandıran ve birlikte olunan
kişinin sürekli bir uyandırıcı olarak hazır bulundurulabileceğine
inanıldığı anda, sevgiye düşüncenin ölçüleri çerçevesinde sahip
olunamayacağını yaşayıp görmek zorunda kalınır. O, özgürdür;
bizim adlandıramayacağımız, kimsenin bize öğretmediği kendi­
ne özgü ilkelere göre gelir ve gider. Düşünce, duygu dünyası
alanında başarılı olamaz. Düşünceyle, bir ırmak üzerine köprü
kurabilirim ama içindeki sevgiyi tutuşturamam.
Sevgi, düşünceyle ve onun isteğiyle "yapılamaz"; benim
bilinçli çabam olmaksızın oluşur; tüm kuşkuları kafamdan atarak
AŞKTA NELER OLUYOR? 119

kendimi anın kollarına attığım anda doğar sevgi. Doğmama olası­


lığı vardır elbette. O zamanda doğmama gerçekleşmiş olur.
Sevginin doğmasını da doğmamasını da yaşayıp görmeliyim.
Sevginin doğmamasını bozguna uğramadan yaşamalıyım. Ama
bunun için çokça ruhsal olgunluk gereklidir.
Pek çok insan, güzel olayı, parayla ya da parasız alınan bir
nesne gibi yinelemek açlığı, tutkusu, çabası ve isteği ile dopdu­
ludur. Kendi kendimin yakınında olmam için, sevginin doğma­
ması olayının da zorlamasızca, bozgun yaşamadan gerçek­
leşebilmesi için tüm tutkuların, tüm çabaların ve tüm istemlerin
durması gerekir. Sevginin doğmaması da, doğması kadar önemli
ve değerlidir. İşte bu gerçeğin görülmesinde çok güzellikler ve
huzur yatmaktadır. Elbette akıl, kendi gerçekleriyle karşı çakmak
ister buna. "Nasıl olur da sevginin doğmaması doğması kadar
önemli olabilir. Burada her şey, bana mutluluk, rahatlık ve haz
veren sevginin dönüp dolaşmasıdır. Sevginin doğmamasında,
değerli bir şey göremiyorum! Tam tersine, bir kayıp vardır bura­
da. Ve her kayıp, yeni bir bozgun üretir!"
Kayıp, eğer ben olanca güvenimle ona vermiyorsam kendimi,
işte ancak o zaman bozgun duygusu yaratır. Kayıp ancak ve
yalnızca düşüncenin stratejisi ile bozguna dönüşebilir. Kayıp
sözcüğün kendisi bile pek çok insan için korku dolu bir kavram­
dır. Halbuki ruhsal yaşamımı hiç kuşku duymadan geçirecek
olursam, kaybetmek de acı içermek zorunda olmayan canlı bir
süreç olur. Sevginin yok olmasını, bir bozgun yaşamış saymamak
gerekir. Sevginin yokolması; özgürlük, kaygısızlık, neşelilik ve
yeni şeylere açıklık içerebelir.
Ne var ki hemen ahlakçılar söktin eder "ebedi aşk", "sadakat"
ve "ateşi hiç sönmeyen aşk" hakkındaki kurallarıyla. Tüm ahlak
yasaları düşünce çıkışlıdır. Sevginin yaşaması sözkonusu oldu­
ğunda düşüncenin susması gerekir. Ahlak hocaları, anın yaşa­
nırlığına hiçbir zaman güvenmedikleri için, sevginin üst�n­
ınediği düşünceleri sevgi ile bağlantılandırdıkları için ahlak dersi
120 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

vermeye kalkarlar. Vaazlarında ne denli ciddiyet, bilimsellik de


olsa, seslerini ne denli çok da yükseltseler, hiçbir şey gerçeği etki­
leyemez. Zihin şaşırabÜir, ruh hastalanabilir, beden ve organlar
işlevlerinde engellerle karşılaşabilirler. Ama gerçek tüm bunlar­
dan bağımsız varlığını sürdürür. Ve sevginin kendini düşünce
tarafından bir kalıba sokturmayacağı gerçeği, kalıcıdır. Sevgi
özgürdür ve yalnızca özgürlük ortamında geri gelir ve sevginin,
geri dönüp dönmeme özgürlüğü vardır.
Sevginin doğmamasında da pek çok güzellik ve anlam
yatmaktadır. İ�tediği kadar düşünceye zor uyarlasın, istediği
kadar düşünceyi tutsak etsin, hiçbir ahlak yapılanması bunu
değiştiremez. Ruh, kendine özgü ilkelere uygun olarak gelişir,
kendine özgü ilkelere uygun olarak olgunlaşır; düşünce eğer her
şeyiyle kendini ruhsal dirimselliğe açarsa, ondan pek çok şey
öğrenebilir. Yaratıcılık, ruhtan doğru gelir. Bu zenginliğe açalım
kendimizi ve ruhun derinliklerindeki "dehşet hücreleri" üstüne
anlatılan tüyler ürpertici hikayeleri unutalım.

Sevgide Zorlama Olmaz


Sevgi yalnızca özgürlük içinde gelişebilir, zorlama altında ise
asla. O, kendi ruhsal yasalarına boyun eğer ve ne türden olurSa.
olsun hiçbir ahlak yaklaşımına aldırmaz. Burada ahlak kural­
larını sayıp dökmek istemiyorum, öğrendiği ahlak kurallarıyla
edindiği deneyimleri kendine özgü yöntemleriyle zihninde yeni­
den canlandırmayı ve bilince <;ıkarmayı okuyucunun kendine
bırakıyorum.
Tek tek her bir ahlak kuralı ötekilerden çok farklıdır, her biri­
nin sınıfsal, dinsel, yaşa bağlı, zamana bağlı, modaya bağlı ve
cinsel özleri vardır. Ama tüı.n ahlak kurallarında ortak bir yan
bulunmaktadır: Düşünce gücü içinde depolanmışlardır ve sevgi
yoıuyla kurallar ve düzenlemelerden oluşan bir üstyapı oluş­
turma ve yerleştirme çabası içindedirler; bu çaba sırasında, sevgi-
AŞKTA NELER OLUYOR? 121

nin bu ahlak kuralları ağı içinde boğulup kalmasına sıkça rast­


lanabilmektedir.
Döne dolaşa diyebileceğim şudur: Sevgi yalnızca özgürlük
ortamında, tam bir zorlamasızlık dllrumunda gelişebilir. Sevgi,
hiç de karmaşık olmayan bir sadelikte oluşur, bir uyanıklık ve
canlılık anında duygu yoğunluğuyla gerçekleşir. Ancak ondan
sonra dayatmacı yaklaşımlarıyla düşünce karışır işe. Düşünce,
sorular yöneltir ve sevgiyi çeşitli testlere sokar. Bu anda sevgi,
tehlikelerin en büyüğüyle karşı karşıyadır. Sevginin gelişmesini
sürdürmesine izin verecek biçimde olumlu yanıtlanmışsa tüm
I
�orular, düşünce çok akıllı olduğu inancıyla sahiplenme istemini
öne çıkarır.
Sevgi tüm test engellerini aşhğında, birlikt� olduğumuz kişiyi
sahiplenmek isteriz. Yani artık o tamame.n bize ait olmalıdır. Yani
"benim aşkım" vardır arhk ortada, "bana ait bir aşk" ve "yaşamımı
paylaşhğım insan" vardır, "bana sadık", "sadece benim için var
olan", "bana ihtiyacı olan" ve "benim ihtiyaç duyduğum" bir
insaı:ı. Bir başkasını sahiplenme çılgınlığı, tamamen olağan bir şey
�ayılıyor. .
.
· · Sevgi, ancak özgürlük ortamında geli�bilir. Onu teste sokar­
sa·m ve sonra da sevgi ortağımı sahiplenmeye kalkarsam, sevgiyi
elimde tutamam. Karşımdakini, kendi özgürlüğü içinde bırak­
mam gerekir, onu olduğu gibi kabullenmem gerekir.
Birinden söz ederken şöyle söylendiğini çokça duyuyorum:
"İşte işe yarar biri, istediğini gibi biçimlendirebileceğim biri."
Özel 1 dostluğum nedeniyle ya da "hastam" olarak içlerini bana
açan bu sözde aklı başında insanlardan böylesine aptalca şeyler
duymak beni rahatsız ve inutsu:t ediyor.
Sevginin yokedilmesi sürecinin hu sahiplenme ve eğitmeye
kalkma ile başlaması nedeniyle; sevginin bu oluşumlarda çok
büyük bir tehlikeye düşeceğini "akıllı kafalara" kavratmak çok
zordur. Sevgi dayatmaya hiç gelemez, eğitilmeye gereksinimi de
122 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yoktur. Çünkü mükemmeldir, daha da mükemmelleştirilmesi


olanaksızdır, eğitilecek bir yanı yoktur, ona sahip olunamaz.
Buna rağmen, birlikte olunan kişi şöyle ya da böyle yönlen­
dirilmeye kalkışılırsa bu sevgi nedeniyle ve sevgi uğruna değil­
dir, başka nedenlerden dolayıdır. Bu yolla sevgiyi geliştirici bir
şey yapılmış olmaz; olsa olsa sevgiyle karşılaştırıldığında ikincil
önemde olan başka gereksinimler sözkonusudur. Ahlak, sınıf
bilinci, yaşla ilgili kaygılar, din konusundaki anlayışlar, ekono­
mik görüşler, davranış normları ve başka anlayış ve kurallar
sevgi ilişkisi üzerinde etkili olmak istedi mi sevgi yok olup gider.
Şükürler olsun ki, sevginin böyle şeylere gereksinimi yok. O,
zorlamasız güzellik, dinginlik ve mutluluk içinde doğar ve
yalnızca bu zorlamasızlık içinde varlığını sürdürür.
Birlikte olduğumuz kişiyi sahiplenme başlar-başlamaz sevgi
uçup gider kuş gibi; kayıplara karışır, kızgın taşa düşen damlalar
gibi buhar olup uçar. Sevgiyi akıl ile "destekleme"ye ne denli
fazlaca çaba harcanırsa sevgi o ölçüde çabuk ve sürekli olarak
buhar olur, uçar. Ne denli çok zorlama olursa, o denli hızla kaybo­
lur sevgi. Hem de sevgi ortağı da, sevgi ilişkisinin birlikte sahip­
lenilmesine "çabalasa" ve razı bile olsa. Sevgiyi yükseltmeye çaba­
ladığımız oranda sevginin yok olması hızlanır . Bizim "kötü niyet
beslemeden" düşG.ndüğümüz şeyin yanlış olduğu çok kısa bir
süre içinde ortaya çıkar. Böyle olunca da bu yetmezmiş gibi, "işin
yolunda gitmemesi"nin suçunu hemen karşımızdakinin üstüne
atmaya da hazırızdır.
SeYgiyi, düşünce kalıplarımızın cenderesine soktuğumuz
sürece, onu geliştirmeyi başarmamız kesinlikle olanaksızdır.
Düşünce sessiz kalmalıdır; en iyisi tüm ahlak anlayışlarından,
tavır alışlardan, kurallardan, ideolojilerden, görüşlerden, dent!­
yiınlerden ve bilgilerden temizlenmelidir. Düşünce ne denli
özgür, ne denli önyargısız ve ne denli açık ise, seYginin canlı bir
biçimde gerçekleşme süreci o denli iyi ve özgürce olur. Her şeye
burnunu sokmayan alçakgönüllü ve sakin bir zihin, sevgiyi en iyi
AŞKTA NELER OLUYOR? 123

biçimde destekleyebilir. Sevgiyi yaşarken, aklı kendine ait olan


yere yollamamız gerekir. Çünkü yaşamımıza tamamen yeni olan
bir şey girmektedir. Yeninin, mantığın değer yargılarına gerek­
sinimi yoktur. Yoksa o da eskinin ölçülerine vurulur ve kısa süre­
de eskir, körelir ve bulanıklaşır. Yeni, tazedir ve bundan dolayı
da, tüm kişiliğin küçük bir parçasını oluşturan düşüncenin değil
önyargısız, açık ruhsal yaşayışın almaya hazır oluşuna gerek­
sinim duyar.

Kıskançlık
Az ya da çok şiddetli olsa da herkes tarafından yaşandığı için
kıskançlık olağan sayılıyor. Kıskançlık, düşüncelerinde sahip­
lenme eğilimi ağır basan, yaşamlarını sahip olma tarzına göre
belirleyen toplumlarda ortaya çıkar.
Kıskançlık, birlikte olunan kişi, "sevgi nesnesi" yalnızca kendi­
ne ait alana eklenmeye kalkışıldığında doğar. Böyle bir istem,
toplumla ilgili değildir ve mülkiyet eğilimli toplumlar kadar
yaygındır. Tüm yaşam mülkiyete, yarışmaya, üstünlük müca­
delesine ve toplumda yer edinme çabasına uygun olarak düzen­
lenirse sevgiyi bunun dışında tutma ayrıcalığı gösterilemez.
Sahip olma çabası, sahiplenmeye dayalı yaşam biçimi sevginin
işine karışacak olursa, kıskançlık zorunlu olarak pusuya yatar,
hayatı ve sevgiyi bize zindan eder.
Bir yandan da mülkiyetçi düşüncemizden kopmak istemeyiz.
Bu ikisinin birbiriyle bağlantılı olduğunu göremediğimiz sürece
aklımız karışır ve her sevgi, mutluluk yarattığı gibi "birlikte oldu­
ğumuz kişiyi, bundan daha fazlasın� verebilecek bir başkasına
kaptırma korkusu" da yaratabilir.
Kıskançlıkta sevginin derecesinin ölçülebileceği yani biri ne
denli kıskançsa o ölçüde çok sevdiği iddia edilir hep. Bu elbette
yanlış bir yargıdır. Bir kimse ne denli kıskanç ise, o denli mülkiyet
düşkünüdür. O ölçüde mülkiyete göre yaşamaktadır, bencil
124 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

tavırlıdır, güçlü bir egoya değil -evet, tam tersine- zayıf bir egoya
sahiptir. Sevgilinin yeni bir aşkta bir başkasına yönelmesi, kişi­
liğini yaralayan bir olay ve ego zayıflığı olarak algılanır.
Sevginin bir kişiyi seçeceğine ve seçimini yaptıktan sonra hep
bu kişide kalması gerektiğine inanırız ("tek, gerçek ve büyük" aşk
mitosu). Buraya değin sevgi olgusunu çeşitli yanlarıyla ele aldım.
Bundan sonra sanırım; tek, gerçek ve büyük aşkın olmayacağı
anlaşılmıştır. İnsanın yaşayan ruhu, tek bir insana yönelik biricik
ve kesin sevgiye takılıp kalmaz. Sevgi, dayatmasız açıklıkta,
duyarlılıkta oluşur, ruhsal canlılığımız temelinde her gün yeni­
den ve yeniden gerçekleşir, ister tanıdık birine isterse de yeni,
şimdiye değin tanımadığımız birine yönelik olarak hem de. Bu,
bir olgudur; bu gerçeği açık-seçik kavramak zorundayız. Ancak o
zaman tüm öteki tanımların gerçekliğe eklemlenen ama yaşayan
gerçekliğin ırzına geçmekten başka bir şey olmayan normları,
ahlak anlayışlarını ve kuralları bize aktaran düşünceden kaynak­
landığını görebiliriz.
Eğer sevgi, birlikte olunan kişiden yüz çevirir ve bir başkasına
dönerse bu bir canlılık sürecidir, ahlaksızlık değildir. Sevgi her
gün yeniden gelişmelidir; sevgi aynen korunabilecek durağan bir
olay değildir. Değişiklik yapmadan koruma, mülkiyetçi düşünce
yapısma denk düşer. Bu ise baskı, takılıp kalma, cansızlık ve sevgi
ilişkisinin ölümü demektir.
Sevgi her gün yeniden ve zorlamasız biçimde doğup geliş­
melidir yoksa kaybederiz onu. Bir ilişki kurabiliriz, bir ekonomi
ortaklığı, "rezil ve çirkin dünya"ya karşı bir koruma ve direniş
kalesi kurabilir ve "birbirimize sonsuza değin bağlı kalma" yemi­
ni edebiliriz. Ama bu, sevgi olgusuna zorlama yoluyla kötülük
edildiği gerçeğini hiç mi hiç değiştirmez. Bu tür ilişki ve bağlılık
eğilimleri öne çıktığı oranda da sevgi, giderek daha çok ortaya
çıkar. Bu gerçeği görmek istemiyoruz nedense; onu yadsıyoruz,
öteliyoruz ve akıl kalıplarına sokuyoruz. Sevgi olgusunu görmez­
den geldikçe, hep kıskançlık acısına düşeceğiz, "sahiplendiğimiz
AŞKTA NELER OLUYOR? 125

şey"i kaybetme korkusundan kurtulamayacağız, özgür olama­


yacağız ve anın canlılığına kapalı kalacağız, sevgiyi arayacağız ve
sürekli olarak ruhsal acılar çekmek zorunda kalacağız. Yıllar
geçtikçe duyarsızlaşma yoluyla mutluluk ve elem giderek azalın­
caya kadar mutluluk ve acı arasında gidip geldiğimiz bir salın­
caktayız. "Her şeye boyun eğmişiz", "ne yapalım ki böyle" evli­
liklere, birlikte yaşamalara ve ilişkilere boyun eğmişiz.
Birlikte olduğumuz kimsenin kıskançlığı ve mülkiyetçi eğili­
mi bize destek olmaktan çok köstek olur; bu şekilde de sevgi değil
nefref doğar.

Sevgi Nefrete Dönüşürse


Gelişimi engellenen sevgi direnir. Ve yavaş yavaş ama aralık­
sız olarak, kendini engelleyen kişiyi yoketmeye başlar. Canlılığa
bir ilke programlanmışhr. Bu canlılık kendini oluşturmak, geliş­
tirmek ve büyümek, kendine en uygun biçime kavuşmak ister,
çünkü gerçekleşmiş ve amacına ulaşmış olarak ölmek, yok olmak
ister. İşte bu oluşum her gün yinelenirse ölüm kolay gelir.
Ölüm her gün gerçekleşen bir olaydır ve bir güzelliği vardır.
Yeninin oluşabilmesi için eskinin tamamen ölmesi gerekir. Canlı­
lık değişimdir, canlılık durağan değildir, canlılık değişim ister.
Canlılığı arıyor ve olumluyorsam eskiye yapışıp kalamam.
Eskinin ölümünde çok güzellikler de vardır. Hayat bir andan bir
diğer ana akar. Yeni bir anın doğup iyice gelişebilmesi için bir
başka anın geçip gitmesi gerekir. Canlılık hiçbir zaman durmak
değildir, canlılık durduralamaz, olduğu gibi alıkonulamaz. Deği­
şimde ve dönüşümde güzellik vardır, mutluluk vardır, yaşamın
anlamı vardır. Tuhaflık şuradadır ki, ahlak havarileri tarafından
sürekli olarak peçelenmek istenmiştir bu gerçek. Bu canlılığı,
ahlakla, disiplinle, kurallarla neden yok etmeye kalkıştılar? Bu
soruyu soruyorum ve cevabını ise vermiyorum. Çünkü sorunun
yanıtını kendinize kendinizin vermesini istiyorum.
126 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Canlılık engellendi mi, ruh ve beden birliği buna direnir.


Sevgi, örnek bir dizimsel süreçtir, mükemmel bir diriınselliktir.
Bu dirimsellik sınırlandırılmaya, disipline sokulmaya veya engel­
lenmeye çalışılırsa ruh ve organizma buna karşı koyarlar. Beden,
organik belirtilerle tepkisini gösterir ruh da nefret biçiminde.
Dirimselliğin kalıplara sokulmasına ya da zorbalığa uğramasına
yol açan kişi veya kurumdan nefret edilir.
Sevgi, ruhsal gelişimdeki olumlu güçtür, nefret ise bağım­
sızlaştırıcı güç. Sevgi ve nefret birbirinin karşıtı değildir. Sevgi,
hayatın en üst ilkesidir, nefret ise, umudunu yitirmiş sevginin bir
yarma harekatıyla çıkıp kurtulmasına yardım etmek isteyen bir
tepkidir. Nefret, sevginin, hizmetindedir. Nefretin bu olumlu
anlamı şimdiye değin görülmedi. Nefret hep kötü, olum­
suzluğun en mükemmeli sayılır. Halbuki nefret iyi ince­
lendiğinde öncelikle biraz olumlu ve iyi bir şeydir.
Dirimselliğin engellenmesi sınırlandırılmasından nefret
edilir. Nefret, bir umutsuzluk tepkisidir; engellerle karşılaşılan
durumdan yakıp-yıkarak ve şiddet kullanarak dirimselliğin
özgürlüğüne çıkmak için başvurulan bilinçsiz bir girişimdir.
Nefret ettiğim için birinin suratına bir tokat attıktan sonra
kendimi, dört bir yandan kuşatmış çemberin tutsaklığından
kurtarmak için uğraşmak ve karşımdakinin zorlamalarının acısı­
nı çekmek durumunda kalırım.
Zorlama, nefret üretir. Sevgiye zor uygulanmaya kalkışıldı
mı, nefret doğar, yaşayan ruh direnç gösterir ve sonunda cana
kıymaya dek uzanan şiddet eylemleri gelir gündeme. Burada,
kıskançlıktan kaynaklanan cana kıyma kastedilmiyor. Kıskançlık
güdüsü sınırlayıcıdır ve nefreti kışkırtır. Burada sözkonusu
edilen şey, özgürlük özleminden, baskılanmadan kaynaklanan,
öldürmedir. Böyle derken, bu öldürmenin haklılığı belirtilmiş
olmuyor elbette. Bir şeyin nedenini anlamak, mutlaka haklılığını
kabul etmek anlamına gelmez. Bir şeyin nedenini anlamak nefre-
AŞKTA NELER OLUYOR? 127

te dayalı eylemleri uygun görmek değildir. Ancak anlamak bize


hiç olmazsa öğrenme olanağı verir. Nefretten kaçınmaya, onu
olanaksız kılmaya çalışmalıyız. Nefreti engellemek için yeni
yollar bulmalıyız.
Sevginin peşinde koşuyoruz ama sonuçta çoğunlukla nefreti
üretiyoruz. Bu konuda kafa yormamız gerekiyor. Olumluyu
arıyoruz ancak olumsuzun doğmasına yol açıyoruz. Neden böyle
oluyor? Çok önemli bir soru.
Önemi de her şeyden önce, soruyu kendi kenimize sorma­
mızdan; sorunun, kendi sorunumuz durumuna gelmesinden
kaynaklanıyor. Sorunun yanıtını bulmayı dinsel kurumlara ya da
politikacılara bırakamayız. Bu, yanıtını kendimizin bizzat bulma­
sı gereken, her kişinin bizzat bulması gereken bir sorudur, bir
başkasının değil.
Daha açık söylemek gerekirse: Nefret, bizim düzenli yaşan­
tımızın dışında "başka insanlarda ortaya çıkan" bir olay değildir.
Tam tersine biz de her gün başkalarından dolayı ve kendi ruhu­
muzda ıo.efretin tehditi altındayız. Beden ve ruh birlikteliğinin
dirimselliğini anlamamız gerekir, hem de yalnızca aklımızla
değil tüm kavrama olanaklarımızla.
Akıl dirimselliğe hiçbir zaman tamamen egemen olamaz. Bu
anlamdaki her girişimin varacağı yer sarsıntıdır, !1efrettir ve
erken ölümdür. Nefret başkalarını mahveder, nefret aynı zaman­
da kendimizi de mahveder.

Nefretle İlgili Diğer Psikolojik Gerçekler


Nefret eden her kişi, bundan acı duyar ve nefretin engel­
lendiğini ve bu şekilde de kendi varlığının anlamının istenildiği
gibi olmaktan çıktığını sezdiği için güvenini yitirir. Öyle ya da
böyle, nefret çok yaygındır, sevgiden daha yaygındır. Sapta­
nabildiğine göre, dirimsel gelişimi sırasında engellendi mi nefret
doğuyor. Sevgi, dirimselliğin en üst ve en doyurucu biçimidir.
128 AŞK ve AŞKIN PS1KOLOJ1S1

Nefret, sadece, sevginin engellendiği durumlarda değil, dirim­


selliğin tüm öteki biçimlerinin frenlendiği veya baskı altına alın­
dığı zamanlarda da doğar.
Aşırı katı bir eğitim, örneğin, eğitimci kişilerin azarla, eleş­
tiriyle, cezayla ve d isiplinle, sevgiden yoksun kalma veaynı şekil­
de ruhsal ve bedensel acı çekme korkusu verilerek çocuğun geli­
şiminin belli kalıplara sokulması gibi eğitim biçimleri nefreti
doğurur. Hareket, oyun ve yaratıcılık gereksinimind_e engellenen
çocuk, bu eğitim normlarını üst benine alır gerçi, uyumlulaşır, söz
dinler içe atım olayına bağlı olarak, istenen normlara uygun
davranmaya başlar. Ne var ki bu arada, ruhunda, baskı altına
alınmış ve baskıya neden olan şeye/kişiye yönelik dışa vurul­
mamış nefret birikir. Dirimselliğinde engellenme oluşur ve
kendisine olsun, eğitim yapan kişiye ve kalıplar içine sokulmuş
çevreye olsun pek az sevgi doğar. Yaşamda zevk alacak bir yaşa­
ma tarzının yerine baskı altına alınmış ya da çok seyrek durum­
larda ise dışa vurulan yıkıcılığa kadar varan kıskançlık ve yıkı­
cılık içeren eğilimler gelişir.
Çevreye önyargısız, açık ve olumlu biçimde yaklaşma yete­
neği zarar görmüştür ve çevreye, çevredeki insanlara ve kurum­
lara karşı güvensizlik gösterilir. Algılama yeteneği zorlama nede­
niyle bozulmuştur, duygu gücü açık bir güven, duyarlılık ve
sınırsız duygululuk içinde gelişemez. Yaşayıp görme yete­
neğinde psikolojik bir rahatsızlık, bir engellenme ortay� çıkar. Bu
psikolo�k engellenme ne yazık ki çok yaygındır ve engellenmiş
bir insan başka engellenmiş insanlarla ne denli sık karşılaşırsa o
denli artar. Her bir eleştiri aşağılama, gülünç duruma düşürme,
büyüklük taslama, sak4rganlık, güç kullanma, baskı altına alma,
zor dayatma, azarlama, cezalandırma yoluyla bir diğerinde
ruhsal bakımdan küçük küçük yaralar açar. Gösterilen olumsuz
tepkiler aşağılamalar içsel doyum yaratırlar; bunlar, işlenip başka
şeylere dönüştürülememiş nefretin küçük küçük öç alma­
larından başka bir şey değildir.
AŞKTA N ELER OLUYOR? 129

Psikolojik açıdan bakıld ığında, ruhsal bakımdan bozguna


uğramış iktidar sahipleri tarafından tüm bir halkın yıkıcı tutum­
lara kışkırtılabilmcsi nasyonal sosyalizm döneminde olduğu gibi
hiç de şaşırtıcı bir şey değildir.
Televizyon dizisi "Holocaust" [Yahudilerin yakılarak katle­
dilmesini anlatan film-ç.n.) tan sonra herkes çaresizlik içinde
şunu sormuştu kendisine: "Nasıl oldu da olabildi böyle bir şey?
İnsanların (sıradan küçük burjuvaların), bir arada yaşa­
yageldikleri savunmasız insanlara toplama kamplarında eziyet
etmeye ve katletmeye hazır oluşları nasıl oldu da mümkün olabil­
di?" Bu soruyu yanıtlamak psikolojik açıdan hiç de zor değildir:
Baskı altına alınmış ve gelişmelerinde psikolojik olarak engel­
lenerek eğitilmiş insanlar var olduğu sürece; bilinçsiz, dışa vuru­
lamamış nefret kendini dışa vurmak ve yaşayıp bitmek için hep
pusuda bekler. Bu durum; bu insanların ruhuna; başkalarını
küçük düşürmeleri, yaşamlarını mahvetmeleri, onlardan nefret
etmeleri ve yasal yollardan erki ele geçirdiklerinde de onları
mahvedebilmeleri için derin, kendilerinin bile açıklayamadığı bir
doyum sağlar. Yıkıcılık, kendini dışa vurmak için ve sevmek yeri­
ne başkalarının yaşamına zarar vermek için sürekli olarak fırsat
kollar.
Günümüz toplumlarında, örneğin Federal Almanya'da v e
öteki Avrupa ülkelerindeki; nefret potansiyeli; elli yıl önceki
Nasyonal-sosvalizm dönemindekine oranla kesinlikle daha az
değildir. Politik koşullar öyle değişti ki, nefretin Nasyonal­
sosyalizm döneminde yaşandığı unutulmaz biçimiyle son otuz­
beş yıl içinde bir daha yaşanması -çok şükür ki- olanaksız hale
geldi.
Ancak kendimizi de kand ırmayalım; nefret, potansiyel olara k
eskiden olduğu gibi şimdi d e vardır. Sadece, za manımızda,
"Üçüncü Reich" döneminde fAlmanya'da Hitler'in egemen oldu­
ğu 1 933-1 945 dömeni-ç.n.) olduğu kadar açık seçik göstermiyor
kendini; artık daha ince biçimlerde ortaya çıkıyor- rekabet savaşı,

AŞK ve AŞKIN PSİKOI DJİSİ/F:9


130 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

çevremizde yaşayan insanlara karşı yetersiz dayanışma, üstün­


lük mücadelesi konusunda yanlış anlaşılmış bir Darwincilik,
azınlıkların aşağılanması, psikolojik rahatsızlık ve hastalıklar,
gittikçe artan intiharlar ve yasalara aykırı davranışlarda nefret
vardır içsel olarak.
Bazen de hiç duyulmamış-görülmemiş durumlarda da karşı­
laşabiliyoruz. Gazetelerin yerel bölümlerinde veya bazı ülke
haberlerinde "akıl almaz" cinayetlerden, "anlaşılmaz" nedenli
hatta nedensiz cinayetlerden söz ediliyor. Genç bir adanı bir taksi
şoförünü vuruyor hem de hiçbir neden yokken. Üç genç adanı bir
aileyi silahla öldürüyor, yine neden yok. Bir kazanç sağlama niye­
ti olmaksızın, özel bir hazırlık yapmaksızın, bir anda, kendi­
liğinden oluşan bir cinayet. Katiller diyor ki : "Birden korktum ve
sonra da ateş ettim." Katiller hiç "pişmanlık göstermiyor", "suçlu­
luk duymuyor", eylemlerini kendileri de "açıklayamıyor".
Psikolojik açıdan bakıldığında bu öldürmeleri açıklamak çok
kolaydır. Burada sözkonusu olan, yaşama karşı, birlikte yaşanan
insanlara karşı birikmiş, baskı altına alınmış bir nefret sözko­
nusudur. Ve uç örneklerde ve durumlarda, bu nefreti dışa
vurmak ve acısını çıkarmak için kendiliğinden ve anlık tepiler
oluşur. Bu katiller, bundan dolayı, nefretlerini dışa vurduktan
sonra "bir biçimde de olsa doyuma ulaşmış ve rahatlamış" hisse­
diyorlar.
Sevilmeyen ve sevemeyenler şiddetli psikolojik acı ve elem
çekerler. Ne var ki bu acılar bilincimizde dokunulmazcasına
durmaktadır. Bunlar üzerinde konuşulmaz, sıradan yurttaş için
bunları söze dökmek olanaksızdır, bunları söze büründürmek
olanaksızdır, bunlar dile getirilemeden öylece dururlar. Söze
dökülemeyen şeyler de yok sayılıyor.
Kalıplar içine hapsedilmiş sevgi gelişiminin psikolojik olarak
böylesine engellenmesi en şiddetli ruhsal strestir, pek çok insanı
körelten \'e söndüren sürekli bir stresd ir. Onlar nefret ederler
AŞKTA NELER OLUYOR? 131

ama aslında sevmek isterler. Sevemedikleri için, nefretlerini dışa


vurmak isterler. Öldürmek, bu nefretin, en yoğun ve görsel
biçimde dışa vurumudur. Günlük yaşamda nefret, için için yanan
bir ateştir. Bu ateş her gün, dumanıyla kendini belli etmektedir.
Sevgi belirtilerinden daha fazla nefret belirtisi ile karşılaşırız.
Nefretin psikolojik olarak engellenmesi, sevginin sağlıklığından
daha da yaygındır.

Aşkın Geçiciliği
Sevgi'nin bir 'değişmez' olduğuna inanıyoruz. Sevgiyi bir kere
"ele geçirmek" onu "elde tutmak" bizim için (hem de sonsuz­
casına) kalıcı sayılıyor. Ana-baba sevgisi, tabii sevmeyi bilen ana­
babalara sahip olma mutluluğuna erişmişsek, on yıllar boyunca
az ya da çok değişmeden kalır. Ya da sevgi olmasa bile ana -baba
sevgisi, sağlıklı ruhsal gelişmemiz açısından yaşamsal bir önem
taşıyordu. Çocuğun, ana-babanın sevgi ve sevecenliğini yitir­
mekten duyduğu korku, Sigmund Freud'a göre, "ayrılık korku­
su", ruhumuzda derin izler bırakır.
Ana-baba sevgisinden yoksunluk sanayi toplumunda çocuk
için bir kuruntu değil gerçekten tehlikelidir. Çünkü çocuk böyle
bir durumda maddi ve ruhsal anlamda rahatını yitiricektir. Ve
çocuklar bunu sezerler.
Ana-baba sevgisinden yoksun kalma korkusu yetişkinlik
döneminde de oluşturulan birlikteliklerde birlikte olunan kişiyi
yitirme korkusuna aktarılır. Kurduğumuz ilişkiye yapışırız sıkı- ,
sıkıya; onda korunma, rahatlık ve güvenlik ararız. Sevgi bir iliş­
kide devreye girer girmez "ayrılma korkuları" da üretmeye
başlar. Bu durum asıl üzülünecek şeydir. Çünkü bu ruhsal olay
çok büyük güvensizliğe, acıya ve eleme yol açar.
Şimdi yetişkinler arasındaki sevgi (ana-baba sevgisini değil)
şöyle olduğu gibi, oldukça yüzeyseldir, geçicidir; bir anda doğan
bir duygudur. Hiç bir an, durdurulamaz. Her bir an, bir sonraki
132 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

anın içinde yokolduğundan, gelip geçmek zorundadır. Ve bir an


gelip-geçicidir. Her bir an, bir sonraki anın içinde yokolur. Ve bu
olay, her şeyin yaşanıp bittiği o korkunç ana, ölüm anına değin
sürüp gider. Bu, kesin bir yasallıktır.
Sevgi, bir kere ele geçirilebilen ve ondan sonra maddi bir
nesneye sahip olur gibi sahip olunabilecek duygu değildir. Yetiş­
kih bir insanı sahiplenmek ne kadar az mümkün ise, sevgiyi
sahiplenmemiz de o kadar az mümkündür.
İçimizdeki ve bir başka insanın içindeki sevgi üzerinde, istem­
lerin hiçbir gücü yoktur. Akıl, "mantıklı düşünce sistemi" içine
planlar yapacak olursa, sevgiyi "geliştirebileceğine" ve "elde tuta­
bileceğine" inanır. Halbuki sevginin ruhsal süreci üzerinde aklın
hiçbir etkisi yoktur. Sevgi, bizim aklımızla kavrayamayacağımız,
kendine özgü yasalara uygun olarak gelir ve gider.
Akıl aracılığıyla duyguları yönlendiremeyiz. Ama bundan
dolayı da, öyle pek çok kişinin aceleyle karar verdiği gibi çözümü
güç bir kaosla karşı-karşıya da değiliz. Bir duygu cangılında
kaybolup gitmekten korkmadan, sonsuz bir güvenle duyguların
kollarına bırakabiliriz kendimizi.
Sevgi duyg"ularına tam bir güven duyarsak, bize hiçbir şey
olmaz. Ama sevgi duygularına güvensizlik ve korkuyla karşı
çıktığımızda ise ruhsal tutukluk ve gerilim ortaya çıkar. Dirim­
selliğimizin özgür akıntısına karşı direnmeye kalkarsak şaşkın­
lığa düşeriz, ruhsal ve bedensel olarak uzun süreli hastalıklara
yakalanırız.
Sevgi doğdu mu mutlu oluruz ve gevşeriz. Ama sevgiyi elde
tutmaya ve duygularımıza istediğimiz gibi yön vermeye kalk­
tığımızda, güvenimizi yitiririz, ayaklarımızın altındaki toprağı
kaybederiz; sevginin uçup gittiğini fark ederiz.
Sevgi bir duygu yoğunluğunda oluşur ve duyguların yoğun­
luğu kaybolur kaybolmaz da yokolur gider. Bir başka insana
yönelik s�vgimiz, elle tutulurcasına sağlamlaşan ve ondan sonra
AŞKTA NELER OLUYOR? 133

kimyasal bir madde gibi her istediğimiz anda başvuracağımız ve


işimiz bitince bırakacağımız birşey değildir.
Sevgi her zaman yeniden doğmalıdır. Gün bitip de başımizı
yastığa koyduğumuzdan sekiz saat sonra uyanırız ve yeni bir
gün başlar. Sevgi de yok olmuştur. Yeni bir uyanıklık süreci
başlar ve bu sürecin başlamasıyla birlikte sevginin de yeniden
oluşması gerekir.
Sevmeye yetenekliysek yani duyarlı bir dikkat yeteneğine
sahipsek, sevgi zorlamasız bir biçimde devreye girer. İçinde yaşa­
dığımız ana çok güvenmeli ve korkusıız;ca, bir şeylere sahip olma
ya da toplum içinde üstün bir yer edinme tutkusu taşımadan,
herhangi bir yönlendirilmeye uğramadan, çaba ve arzu göster­
meden yani bunların tümünden bağımsız olarak bir sonraki ana
doğru yürümeliyiz. Sevgiyi yitirmiş olma ya da yitirebilme sıkın­
tısı duymadan sonuna kadar açmalıyız içimizi. Ancak o zaman
sevgi yeniden gerçekleşebilir ama mutlaka da gerçekleşmek
zorunda değildir. Açıksak eğer, sevgi için açığızdır, yalnızca dün
sevdiğimiz belli bir insan için değil.
Sevgi daha büyük, genel ilkedir, dün sevdiğimiz bir insanla
ilgili olarak sonsuza değin sürüp gidecek bir şey değildir.
İşte, endişemiz olmadığı için, ilişkiyi (bir başka insana olan
sevgiyi) elimizden kaçırmak istemediğimiz için görmek iste­
mediğimiz sorun tam da burada. Anın geçiciliğini kab�llenmek
yerine sahip olmak istiyoruz. Bu sahip olma arzusu duygu­
larımızı şaşırtıyor, kendimizi ve kendi dışımızdakileri özgür­
lükten yoksun duruma getiriyoruz. Sevgi özgürdür. O, her an
ortaya çıkan yeni şeye konan bir kuş gibidir ama oı; ...; ; . ; . i lişkinin
kafesine hapsetmek olanaksızdır. Böyle bir şeye kalkışaGt;,.: oh.ı..:-­
s,\k sevgi sararıp solar . Ruh gücüm, açıklığını, mutluluğum ve
ı I inselliğim de onunla birlikte...

Pek çoğu bu gerçeği görmek istemiyor. Saldırgan bir biçimde


k.ırşı çıkıyor buna ya da bununla ilgili her tartışmayı engelliyor.
134 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Ne var ki tüm direnmelerimiz boş. Çünkü gerçekler hiç etki­


lenmeden olduğu gibi kalıyor. Sevgi olgusunu ne ise o olarak
görmekten kaçınabiliriz. Kimse bunu engelleyemez. Ama sevgi
hiçbir zaman aklımızın tuzaklarına düşmez. Sevgi yine de kendi­
ne özgü yaşamını sürdürür. Onu sararhp soldurmaya, körelt­
meye kalkışan olursa o yine kendi yönteminde kendini sona erdi­
rir. Bunu da hiçbir felsefe, hiçbir ideoloji, hiçbir ahlak ve hiçbir
irade değiştiremez.

Nevroz Nevrozu Bulur


Sevginin kendisi tüm sorunlardan bağımsızdır; mutluluk,
duyumsama, neşe, memnunluk ve doyum onda gerçekleşir.
Ancak kalıcı bir ilişkiye dönüşür dönüşmez, sorunlar başlar.
Düşünce işin içine girdi ve "sevgide kendinden geçmek" sona erdi
mi ilişki başlar.
Sevgi ikircimsiz kabullenmedir; karşımızdakinin birey olarak
Ö7gürlüğü sorgusuz sualsiz kabullenilir: Buna karşılık kalıcı bir
ilişkide kendi bireyselliğimi ve ötekinin bireyselliğini kavrarım.
Bir ilişkide bir ben gücü ile bir başka ben gücü karşı karşıya gelir
ve, birbirlerinden bir şeyler bekleyen, bir şeyler uman ya da bir
şeyler isteyen iki varlık arasında bir mücadele başlar.
Ben gücü ile, ideallerle, umutlarla ve beklentilerle birlikte
orada bir uzaklık oluşur. Kalıcı ilişkinin başlamasıyla birlikte bu
uzaklık yaşanmaya başlanır. Sevgi her uzaklığı aşabilir, sevgi
ırkları, ideolojileri, toplumsal sınıf farklılıklarını, eğitim fark­
lılıklarını bağdaştırır. Mutluluk budur.
Bir ilişki "kurulur kurulmaz", sevginin yeniden ve yeniden
devreye girmesi zorlaştırılmış olur. Çünkü bir ilişki, ne denli
uzun sürerse, uzaklıkları da o denli sağlamlaştırır ve bu uzak­
lıkların sevgi içinde ort.adan kaldırılmasını o ölçüde seyrek-
·

leştirir.
Sevgi kendi kendine oluşur, kendi kendine yeter. Çünkü o
AŞKTA NELER OLUYOR? 135

zaten doğduğu zaman eksiksiz doğmuştur. İlişki başladı mı


düşünce de engellemeleriyle beklemeye başlar: Kıskançlık,
mülkiyetçi anlayış, güç tutkusu, saygınlık tutkusu, çeke­
memezlik, tutukluk, korku, kendine güven konusunda rahat­
sızlıklar vb.
Psikolojik olarak tamamen sağlıklı iki insan, sevgiye zara.
vermeyecek ve zayıflatmayacak, sağlıklı ve dış etkilerden uzak
bir ilişki kurabilir. Ne yazık ki genel kural, karşılaşan iki insanın
psikolojik olarak az ya da çok rahatsız olmaları oluyor. Bunlar
"nörotik" oluyorlar. Kalıcı bir ilişkide bir nörotik insan bir başka
nörotik insana rastladığında, zorunlu bir sonuç olarak sürtüş­
meler ortaya çıkıyor. Tarafların her biri karşı tarafın rahat­
sızlıklarından gıcık kapıyor. Her iki tarafından rahatsızlıkları
aynı bile olsa, örneğin kendilerine güvenleri zayıfsa, karşılıklı
olarak bu özgüven eksikliğini kaşıyarak kavga arıyorlar. Kuşkuy­
la ve kollayarak, özgüvenlerinin günlük ilişkileri, bağlantılar ve
ileşitim içinde geliştiğine veya ortadan kalktığına dikkat ederler.
Bu, bir ilişkinin her gün rastlanan durumudur. Kıskanç olan,
kendi kıskançlığıyla karşısındakini sürekli denetlemek veya
sınırlamak zorunluluğu duyacaktır. Korkan, korkusuyla karşı­
sındakine yük olacaktır. Kendi egosunu güçlendirmek için zor
kullanmak zorunda olan, karşısındakine zor kullanacaktır. Çeke­
memezliği olan, başkalarının başarılarına sevinemeyecektir.
Mülkiyet tutkunu olan, karşısındakinin çevresini bir hapishane
ile kuşatacaktır. Bir ideolojiye kapılmış olan, karşısındakini buna
kazanmaya çalışacaktır. Önyargılı olan, karşısındakini bu önyar­
gısına inandırmaya çalışacaktır.
Nörotik bir insan için ilişkiye girmek her zaman umutlarla,
beklentilerle, planlarla, amaçlarla, kurallarla, idelojilerle ve ego
güçlendirme ya da zayıflamalarıyla içiçedir. Buna karşılık psiko­
lojik açıdan sağlıklı insan, kendi bireyselliğini olumlu ve doku­
nulmaz birşey olarak yaşadığı için karşısındakini de onun özgül­
lüğü içinde kabullenecek ve değiştirmeye kalkışmayacaktır.
136 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Psikolojik olarak sağlıklı insanlarda sevgi, bunlar birbirleriyle


ilişkiye girseler de, kalıcı olur. İlişki anlamını yitirince sevgi
güçlenir. İlişkinin yalnızca tek bir ortak paydası vardır: Sevgi.
Bunun dışındaki her şey ikincil bir rol bile değil hiçbir rol oyna­
maz. Sanırım şimdi, sevginin, kalıcı bir ilişkide neden böylesine
seyrek biçimde varlığını sürdürebildiği daha iyi anlaşılıyordur.
Kalıcı bir ilişkiye girmeden önce kendimizle barışmalıyız,
psikolojik olarak sağlıklı olmalıyız.
Bunu gözden kaçırdık mı ve nörotik olarak kaldık mı, her
sevgi, kendinden sonra gelecek olan ilişki tarafından zorunlu
olarak bozulacaktır. Bunun da genel ruhsal durum için olumsuz
sonuçları vardır. Çünkü başarısızlıkla bitmiş her sevgi acı bir
anıdır. Bu başarısızlığın suçunu kendimize, karşımızdakine ya da
hem kendimize hem de karşımızdakine yükleriz ve ruhsal açıdan
neden daha fazla olgunlaşmadığımıza şaşarız.
Kendimizde değişiklikler yapmak için uğraşmalıyız. Sevginin
sürekli olarak parmaklarımızın arasından su gibi kayıp gitme­
mesi için ruhsal bakımdan özgür, bağımsız, açık ve sağlıklı olmak
zorundayız. Ruhsal bakımdan sağlıklı bir insan nörotik insana
oranla çok değişik bir ilişki içinde yeralır. Onunki bir sevgi iliş­
kisidir, bencillik ilişkisi değildir. Sağlıklı ilişki sevgiyi arttırır ve
kalıplara da sokmaz. Egonun kendi düşünceleriyle artık hiçbir rol
oynamadığı kalıplara hapsolmamış bir sevgi ilişkisi, gerçek
mutluluktur, dinamizmdir ve mükemmel bir duyumsamadır.
Bu, yaşanır ama sözcüklerle tam olarak anlatılamaz. Sözcükler
birer gri gölgedir, parlaklıktan yoksundurlar. Çünkü sözcükler,
düşünce gücü kaynaklıdır, duygu gücü kayıiaklı ve duyarak
yaşamayla ilgili değildir.
AŞKTA NELER OLUYOR? 137

6. Aşkta Beklediğini Bulamamanın Sonuçları

"Aşktan söz etm enin bugün arhk genel


aldatmacaya katkıda bulunmaktan başka
bir şey olmadığını, toplumumuzda sevgi ve
maddi yaşamın bağdaşmasının olanaksız
olduğunu, günümüz dünyasında ancak
1 inançları uğruna ölümü göze almış birinin
ya da bir çılgının sevebileceğini ve bundan
dolayı da sevgi ile ilgili tartışmaların boş
sözlerden öte bir şey olmadığını düşü­
nüyorlar. Bu görüş elbette saygıdeğerdir
ama yine bu görüş çoğunlukla da karşı­
mızdakilerin eksiklikleriyle alay etmekten
ve kendi sevme yeteneksizliğimize akla
yatkın görünen kılıflar uydurmaktan
başka bir şey de değildir. "

ERICH FR.OMM

Sevgi; duygudaş, değerbilir, ince, iyiniyetli bir ruhsal zihinsel


ve bedensel bir kendini-adamadır. Bu kendini adama iki kişi
arasında karşılıklı olarak gerçekleştirilir; bu kendini adama
alınan ve verilen bir enerji olarak nitelendirilebilir. Kendini
adama enerjisini taraflardan yalnızca biri verir ve karşıdan
"bekleneı�"enerjiyi alamazsa, bir enerji açığı oluşmasına yol açıl­
mış olur. Bu açıkta sonuçta sevgi ilişkisinde rahatsızlıklara yol
açar.
Sevgi bir enerji olgusu (elbette ki fiziksel anlamda olmayan bir
enerji olgusu) olarak görülebilir. Enerjiyi hep ben verirsem ve
verirken de hiç almazsam bir süre sonra enerji açığı nedeniyle
138 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

psikolojik açıdan hastalanırım. Arkasından da çeşit çeşit belirtiler


çıkar ortaya: Aşırı duyarlılık, sinirlilik, bozguna uğramışlık
duyguları, dehşete kapılma, nefret ve bunalım.
Buraya kadar asıl olarak sevme yeteneği anlatıldı, kendini
adamaya duygu gücü aracılığıyla kendini sevgiyle birlikte
adamaya, burada ve hemen şimdi açmaya yani kendindeki ener­
jiyi salıvermeye hazır oluşum anlatıldı.
Bundan sonra ise, karşımızdakinin kendini sevgiyle bize
adaması konusundaki önemli yaklaşımları bizim açımızdan ele
almak istiyorum. Duyarlı davrandığımız zaman çok şey duyum­
sarız. Duyularımızın açıklığı, eğer görmeye, duymaya, koku ve
tat almaya hazır isek bize bir sürü duyusal haz ve zevk sağlar.
Doğa sevgisi, bunun için bir örnektir.
Duygu yüklü olarak ve açık duyularla bir ormandan geçer­
ken, doğa duyularla ayrımsanabilen uyarımıyla bana mutluluk
ve enerji verir. Duygu yüklü iken yapılan bir orman gezintisi
büyük bir enerji girişidir. Rüzgar yanaklarımı okşar; ağaçların,
toprağın, çayırların ve çiçeklerin kokusu bana sunulan arma­
ğanlardır, içimi tıka-basa doldurabileceğim bir enerjidir. Ama
eğer tüm bunlara açıksam elbette ...
İnsanlara yönelik sevgi konusunda enerji sorunu biraz karma­
şıktır. İnsanlara karşı da aynen doğaya karşı olduğu gibi duyu­
larım açık olarak davranabilirim. O zaman yalnızca o insanların
varlığı sayesinde adanmışlık ve enerji kazanırım. Ama ben daha
fazlasını isterim. Sevildiğimi görmek isterim. Bunu da kalıcı bir
ilişkide ve cinsel birliktelikte ararım.
Ne var ki bu adanmışlığı beklemeye başladığım andan itiba­
ren de, kendimi rahat, iyi ve mutlu hissedebilmek için bu enerjiye
bağımlı kılmış olurum.
Şimdi soru şu: Bu adanmışlığa gereksinmem var mı, enerji
dengem için bu adanmışlık zorunlu mu? Bu enerjiyi alamazsam
psikolojik olarak hasta mı olurum? Kendimi, kendime özgü, tekil
AŞKTA NELER OLUYOR? 139

bir varlık olarak görürsem, kendimi enerjiyle doldurabilmem için


duyarlılık ve doğaya ve insana olan sevgi yeter. Ama insanlar
tarafından sevilmek istersem, çaresiz bir biçimde, insanların
kendilerini bana adamalarını bekleme ve gereksinme durumuna
düşerim. Bu beklentinin sonunda da istediğim bulamazsam,
enerji açığının sonuçlarına katlanmak zorunda kalırım. Öyleyse,
sevgiyle birlikte olan bir adanmışlık bulabilmek için insanlarla
ilişki gereklidir. Buna karşılık çocuk, psikolojik olarak sağlıklı bir
gelişim gösterebilmek için, psikolojik araştırmaların da göster­
diği gibi, kesinlikle sevecenliğe gereksinim duyar. Sevgi dolu bir
sevecenlikten yaşamının ilk yıllarında yoksun olursa "otizm"e
dek uzanan, çocukların ölümüne bile neden olabilecek ağır bir
psikolojik karamsarlığa psikolojik rahatsızlık karışır.
Beı:ıce, insan içinde yaşayan (yani tek başına yaşamayan)
yetişkin insan, eğer sevecenlik bekliyorsa başkalarının kendine
sevecenlik göstermesine muhtaç olur. Bu sevecenlik yoksa, sonuç
psikolojik bir hastalıktır, bunalımdır. Sevgi bekleyerek kendini
açan ama insanlardan sevgi alamayan bir insan kendini yararsız,
önemsiz ve zayıf hisseder. Beklentilerine göre, insanlar etkin bir
yaşam için gereksindikleri enerjinin pek azını elde edebil­
mektedir. Bu eksiklik nedeniyle itici gücü zayıflar, edilginleşir,
girişimcilikten yoksun kalır, yorgun olur, güvensizleşir. Kendini
çökmüş, cansız, sönük ve mutsuz hisseder. Tüm bunlar bunalım
belirtileridir.
Bu durumlarda, sevecenlik ve sevgiyle ulaşılması, bunalıma
karşı en iyi şeydir; dinamizmi, girişimciliği, yaşama sevincini ve
yaşama neşesini arttırır, geliştirir. Seven ve aynı zama11da sevi­
lenin enerjisi akar; seven ve aynı zamanda sevilen enerji verir ve
enerji alır, kendini sağlıklı, güçlü, cesur, olumlu ve iyimser hisse­
der güzellik, espri ve zeka geliştirir. Beden, ruh ve zihin tazelenir
ve canlanır. Bugünmüş gibi anımsıyorum: Lisedeki Almanca
öğretmenimiz yaşlanmakta olan Goethe'den bir alıntı yapmıştı:
"Kimseye aşık değilim. Kimse de bana aşık değil. İtler bile böyle
140 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yaşamak istemez." Alıntı böyle kalmış aklımda, Goethe'den


kendim okumuş değilim. Cümleler aynen böyle değilse Goet­
he'yi tanıyanlar beni bağışlasınlar.
Ama Geothe'nin anlattığı durum son derece somut: Birini
sevmek zorundayım, ve bunalımdan kaçabilmem için, kendimi
sevimli, cesur ve dinamik hissedeceğim canlı, enerjik bir durum
meydana gelmesi için beni de birinin sevmesi zorunludur. Böyle­
ce bir bağımlılık durumu ortaya çıkar.

Sevgiden Yoksun Kalış En Şiddetli Ruhsal Acıdır


Sevmek insana mutluluk, sağlıklı ve hayatın bir anlamı oldu­
ğu duygusu verir. Nefret etmek ya da yakıp yıkmak için değil
dünyayı, doğayı ve çevremizdeki insanları sevmek için geliyoruz
dünyaya. İnsan yaşamındaki asıl belirleyici, sevgidir. Öyleyken
nasıl oluyor da, bu kadar çok nefret ve yıkıcılık nerden geliyor?
Bu sorunun yanıtı öyle pek de kolay değildir. Nefret ve yıkıcılığın
arkasında yatan nedenleri anlaşılır biçimde açıklayabilmeyi
umarım ki başarırım.
Seven kimse kendini mutlu ve rahat hisseder. Daha önce de
belirttiğimiz gibi hayvanl�rdan ve çiçeklerden bir şey bekle­
mediğimiz ya da istemediğimiz için doğa, hayvan ve çiçek sevgi­
sinde sorun yoktur. Doğayı kendi özgüllüğü içinde kabullenir ve
doğada var olan nesnelere sevgimizi vermekten mutlu oluruz.
Ancak insanlara yönelik sevgiye gelince işin rengi değişir.
İnsanları kendi özgüllükleri içinde kabullenmediğimiz, onların
bizi yeniden ve yeniden sevmelerini beklediğimiz zaman sorun­
lar başlar, bozgun eşikten adımını atar ve tetikte bekler.
Çiçek beni hayal kırıklığına uğratamaz. Çünkü onun varlığı
benim için yeterlidir; çünkü ondan bir karşılık, sevgi beklentim
yoktur.
Ancak ne zaman ki karşımızdakilerden sevgimize karşılık bir
sevgi (hassas bir sevecenlik) beklemeye başlarız, o andan ıtiuarcn
AŞKTA NELER OLUYOR? 14 1

ticaret ilkeleri içinde düşünmeye de başlarız: Ben sana bunu veri­


yorum, buna karşılık sen de bana şunu vereceksin. Ve ancak
ondan sonra alacak verecek kalmayacak. Ya da: Sana bunu veri­
yorum ve özellikle "iyi bir iş" yapmış olabilmem için senden şunu
bekliyorum. Ondan sonra sevgiyle ellerimi oğuşturabilirim,
çünkü verdiğimden daha fazlasını aldım. Yani oldukça kurnazım
egom, "koltuklarının kabardığını" ve güçlendiğini hisseder.
Çocuk olarak bu ticari düşünce ortamında yetişiriz. Ana­
bal:1alar çocuklarının, "sevgiyi kazanma"larını isterler, akıllı uslu
olan çocuklara yakınlık gösterirler ve anlayışlarına uymayan bir
ticaret meydana gelmedi mi de ceza verirler. Başkaları bize bir şey
verdiği zaman bizden bir şey istedikleri için bizim de aynı şekil­
de, verdiğimiz her şey için karşılık olarak bir şey iste­
yebileceğimizi çok erken yaşlarda öğreniyoruz. Öyle olunca
sevginin, edim ve karşı edim biçimindeki ticari ilkeye uymak
zorunda olması kadar doğal bir şey yoktur. İşin kötüsü bu doğal­
lık bizim mutsuzluğumuz olmaktadır. Çünkü doğal olan her
zaman doğru olan olmayabiliyor.
Sevgi verdiğimizde, kendi kişisel sevecenlik söylemimiz bizi
sevindirir. Çünkü olumlu davranıyoruz. Ne var ki karşı sevgiyi
elde etme kaygısıyla hareket etmeye, yakınlık ve sevecenlik
beklemeye başladık mı yanlış bir tavrın tuzağına düşmüsüzdür.
Sevgimize karşılık, olumlu veya olumsuz bir tepki alamazsak ya
da reddedilirsek, korkunç bir bozg rıı.a uğrarız ve· psikolojik acılar
•.

çekeriz. Seven bir insan karşısındaki 1-:işi tarafından hor görü­


lüyorsa, onun çektiği psikolojik acı, yaşanabilecek en şiddetli
psikolojik acıdır. Bizi öylesine şiddetli etkiler ki, buna karşı göste­
rilen tepki nefret, yıkıcılık, bunalım, bir başkasını öldürme veya
kendi canına kıyma olabilir. Hayat, anlamını yitirir, kendimizi
yenilmiş, bir işe yaramaz, değersiz, itilmiş, terkedilmiş, yapa­
yalnız hissederiz. Bu duyguları pek çok insan bir kere de olsa
mutlaka yaşamışhr. Bu duyguları sıkça yaşayan, bir bozgundan
ötekine koşan, kendi sevgisine pek seyrek karşılık alan ya da hiç
alamayan biri, yaşama dost ve yaşamı seven bir insan olmaktan
142 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

çıkıp yaşama düşman ve yaşamdan nefret eden bir insana dönü­


şür. Kendini geri çeker, vermekten kaçınır, vermeden almaya
çalışır ve bunları başaramadığı zaman da, yıkma, zarar verme ve
mahvetme eğilimleri gelişir.
Yıkıcı insanlar, sevgi ihtiyacının karşılanması konusunda
büyük bir bozguna uğramışlardır. Sevgi görmeme acısının vara­
cağı nokta, başkalarına zarar vermekten zevk almadır: Bana sevgi
gösterilmiyorsa, hiç olmazsa başkalarının benden korkması biçi­
minde bir eğilim gösteririm ya da başkaları üzerinde güç elde
ederek bir doyum sağlarım. Yıkıcılık, yıkılan şey üzerinde güç
uygulamaktır. Bir şeyi yıkmışsam, daha güçlüyümdür, daha
"büyük" ve daha "iyiyim"dir. İşte, hiç çıkmaması gereken, yanıl­
tıcı sonuç da bu. Sadist insanlar, sevgi istemlerinde en fazla
bozguna uğramış insanlardır.
Sevgi verildiği ama karşılığında sevgi görülmediği zaman
yıkıcılık ve sadizm yoluna sapmaktan nasıl kaçınılabilir? Sevgi ile
ilgili tutumumuzu köklü bir biçimde değiştirmemiz gerekir.
Sevgi konusunda, o ticari alma ve verme ilkesine göre davra­
namayız. Peki uygulamada nasıl yapacağız bunu? Çevremizdeki
insanları olduğu gibi kabul edeceğiz. Her hangi bir hayvanı, bir
çiçeği, bir kelebeği, gökte uçan bir kartalı nasıl kabullendikse
onları da öyle kabulleneceğiz. Hayvanlar söz konusu olduğunda
sorun yok ama insan, işin içine girdi mi zorluk başlıyor. Kabul­
lenmek iyice zorumuza gidiyor.
Sevgi vermek, doyurucudur ve karşılık olarak sevgi görmesek
de mutluluk duygusu yaratır, yaşamın bir anlamı olduğu duygu­
su yaratır. İşte sevme yeteneğinin en mükemmel biçiminin sırrı
buradadır. Bu bilgiyi kimseler aktarmadı bize, bundan hiç söz
etmiyor ana babalarımız, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız,
hiçbir gazetede okumuyoruz bunları ve hiçbir televizyon prog­
ramında dinleyemiyoruz. Peki, o zaman bunları nereden bile­
bileceğiz? "Bilmek" olanaksız. Çünkü kimse anlatmadı bize
kendimizle ilgili olanı; kendimiz düşünüp bulmak zorundayız.
AŞKTA NELER OLUYOR?

Birinin bize bir şeyler söylemesini bekleyemeyiz; hl'klı•


memeliyiz, kendimiz bulup çıkarmalıyız. Benim görevim, bil�i
leri kendisinin bulup çıkarması için okuyucuyu yüreklendirml'k,
teşvik etmekten ibarettir.

Neden hep karşımızdakinden sevgimize karşılık sevgi bekle­


riz? Bunun ne kadar yanlış olduğunu göremeseniz bile seze­
biliyorsunuzdur. Öyle değil mi?
Karşısındakinden sevgi beklemeyenin, sevgiyi yitirme ve
psikolojik acı diye bir şey yaşaması artık sözkonusu olma­
yacaktır. Elbette taşyürekli olduğu ve duygularını bir zırha
büründürdüğü için değil karşıdakinden sevgi beklemekten
vazgeçtiği için. Tüm beklentiler bittiği zaman sevgi özgürce ve
engellenmeden gürül gürül akmaya başlar.
Sevginin tek istediği kendini ifade etmektir, sevecenlik ve
incelik vermek ister. Mutluluk budur işte. Gerçi insanların pek
çoğu karşı çıkacaktır: Ama hep verecek olursam bir süre sonra
doyum bitmez mi? Neden bitsin ki doyum? Bu yanlış bir düşünce
değil mi ? Sevme yeteneği, karşımızdakinden hiçbir şey bekle­
meden sevgi vermek yeteneğidir. Bana gösterilen sevecenlikte
yaşadığım bir eksiklik, yaşamanın gösterdiği tek bir şey vardır:
Aşırı beklentilerim olduğu. Beklentilerimin yüksekliği oranında.
Yetersiz sevecenlikler karşısında tepkilerim bunalımlı olur.
Bu dünyada, başka varlıkların karşısına kendi beklentilerimi
dikmek için bulunmadığımı görmem; aynı şekilde başkalarının
da benim karşıma kendi beklentilerini dikmek için bulun­
madığını görmeleri gerekir. Doğanın özgür varlıkları olarak ra"�t­
lantı sonucu karşıla.şiyoruz. Birbirimizi uzaktan saygı ve d'.;kkat
göstererek sevn1emiz gerekir, hoşlanmanın verdiği mut\uluktan
doli�.yı mutlu olmamız gerekir. Her birimiz bir başka$:, na ancak ve
ancak var olmanın bir kereye özgü bir şey ve J.ok\mulamaz oldu­
ğunu verebilir. Hiçbir şey beklemeden sevgi '•ermeliyiz. Ancak o
zaman tüm güzellikler için, sınırsız ':nutluluklar için açığız
144 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

demektir; ancak o zaman bazı şeyleri kabullenebiliriz: Sen de


özgür ve bağımsızsın, ben de. Bırak tadına varalım bu özgür­
lüğün, bu bağımsızlığın. Canlıların tüm güzelliği bu özgürlük ve
bağımsızlıkta yatıyor.

Beklentilerine Kavuşamama Ruhsal Rahatsızlıkların


Asıl Nedenidir
Anlattığımız olgun sevme yeteneği anlamında sevebilmek
ruhsal sağlığın işaretidir. Sevme yeteneğine zarar verilmesi
demek zorunlu olarak ruh sağlığına da zarar verilmesi demektir.
Yaşamı sevmek, kendini, başkalarını, doğayı ve evreni sevmek
insanın doğal, sağlıklı ve mutluluk verici varlık biçimidir. Bu
sevme yeteneği, her insanın doğuştan getirdiği bir yetenektir.
Çeşitli insan kültür ve uygarlıklarındaki davranış gözlemleri, bu
yeteneğin gelişimi sırasında engellendiğini ve tam olgunlaşmaya
ulaşamadığını gösteriyor.
Beklediğini bulamamış sevgi; ruhsal elemin, kırgınlıkların,
acıların, katılaşmanın, bunalımların ve her türden ruhsal rahat­
sızlığın asıl nedenidir. Çocuklar olumlu sevecenlik beklentisiyle
"otoriteler"e bağımlıdır. Eğer bu otoriteler sevgisiz ve haksız
tepki gösterir ve davranılırsa çocuğun anneye ve babaya olan
sevgisi bozguna uğrar. Bu bozgun, enerjinin özgürce akışının
engellenmesine kadar uzanır. Ve olağan gelişme olanaksızlaştığı
için çok yüksek beklentilere girilir.
Sevgi ve yakınlık zorlaınasızca ve doğal bir biçimde her gün
kendiliğinden yeniden ve yeniden meydana gelir. Bundan dola­
yı, dışımızdaki insanların sevgi ve yakınlığı, bir beklenti soru­
nuna -d.önüşıneyen bir şey olmalıdır. Sevginin bu karşılıklı değiş­
tokuşu g<.?rçekleşmediği zaman çocuk hem kendi sevgisi ne hem
de dışındakilerin karşı sevgisine dikkat etmeye başlar. Karşıdan
gelecek sevgiye karşı bir beklenti davranışı oluşturur. Bu sevgi
beklentisi, bozgundan ve güvensizlikten ibarettir. Aslında doğal
AŞKTA NELER OLUYOR? 145

olarak olması gerekenin olmayabileceği korkusu gerilimli


beklentilere yol açar.
Karşı sevgi bekleyen kimse, enerjisinin dışa vurmakta kl'ndi­
liğinden gelişimde artık özgür değildir. Beklenti, beklenen şeyin
gerçekleşmeyebileceği korkusunu . üretir. Bu gerçekleşmeme
sonucu doğan hayal kırıklığı (bozgun); çok çeşitli ruhsal geliş­
melere, kaçma tepkilerine ve "Ruhumuzu Kanatlandırır" adlı
kitabımda anlatılan savunma mekanizmalarına kadar varabilir.
Batı uygarlıklarının yetişkini · son derece çc·şitli savunma
mekanizmalarından oluşan bir sistem oluşturımiŞtur; hem de
içinde kendini bile tanıyamaz hale geldiği, ancak psiko-terapik
t�daviler yardımıyla bilince çıkarabildiği son derece karmaşık bir
sistem.
Şimdi yeniden, tüm psikolojik savunma tepkilerinin çıkış
noktasını inceleyelim. Beklenti:
Eğer beklenti kavramına, kendi anlamı dışında bir anlam
yüklemeden bakarsak, gelecekte yardım ve tedavinin, her
durumda bu beklentiyi anlamakla ve neşteri buraya vurmakla
başlayacağını görürüz.
Beklentinin şiddeti farklı düzeylerde olabilir. Bir insana ·rast­
ladığımda, beni sevimli bulmasını ve kişiliğimi kabullenmesini
bekleyebilirim. Bu, herkesin içine sinebilecek ve "olağan" olarak
algılayabileceği en basit bir beklentidir. Ancak, karşımdakinin
bana ayrı bir değer vermesini, beni sevmesini, bana hayran olma­
sını, duygularının aşırı ölçüde etkisinde kalmasını da bekle­
yebilirim. Beklentilerimde daha da ileri gidebilirim: Karşım­
dakinin bana tapmasını, ayaklarıma kapanmasını, değerlendir­
me ve sevecenlikte bana "bağımlı" duruma gelmesini, tam bir
teslimiyet içinde ve hiçbir eleştiri getirmeden beni yüceltmesini,
elimde oyuncak olmasını beklemek gibi. Sevecenlik beklentisinin
bu son uç örneği (enerji) bize biraz kuşkulu ve belki de hastalık
gibi gelebilir.

AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:lO


146 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

Evet gerçekten hastalıktır bu.


Hoşlanılma beklentilerini bu şekilde derecelendirerek,
beklenti tutumunun üzerimizde nasıl bir etki yaptığını göster­
mek istiyorum. Şimdi şuna hazır olacağınızı umuyorum: Karşı­
ımzdakinden hiçbir beklentimiz olmamalıdır. "Küçük" olanları
da içinde, her tür beklenti, bir arada olduğumuz insanlarla olan
ilişkilerimiz, ruhsal durumumuz için zararlıdır.
Çevremizdeki insanların karşısına her hangi bir beklentiyle
çıkmamalıyız. Başkalarının bizden bir şey beklememesi gerekir.
Biz de onlardan hiçbir şey beklememeliyiz. En küçük bir beklenti
bile açıklığa ve duygu alış verişine zarar verir. Başkalarını "olduk­
ları gibi" kabul etmemiz gerekir. Onlardan "olmaları gerektiği
gibi" olmalarını beklememeliyiz. Her hangi birinin bize karşı
nasıl davranması gerektiği beklentisi içine girdik mi hem kendi­
mize hem de gerçekliğe karşı zorbalığa ve dayatmacılığa başvur­
muşuz demektir.
Başkalarının bizden hoşlanmasını beklemez ama kendimiz
başkalarına hoşlandığımızı gösterirsek, ancak böyle yaptı­
ğımızda psikolojik olarak özgürüzdür, tutuk değilizdir ve engel­
lenmesizdir. Ancak o zaman gerçek ve gerçeklik gerçekleşebilir.
"Beklentilerden böyle bağımsız olabilmek zor" denildiğini duyu­
yorum sık sık. Acaba neden? Döne dolaşa beklentilerimize sarıl­
dığımız için, gerçekliği sürekli olarak, olduğu gibi görmediğimiz
için. Başkalarını, oldukları gibi görebilmek için cesaret de gerekir.
Psikolojik olarak özgür olmak için ve sevme yeteneğimizi geliş­
tirmek için yapniamız gereken her şeyi gerçekten yapmış isek bu
cesareti bulabiliriz.
Başkalarından karşı sevgi beklemeyen, sevmekten öte hiçbir
niyeti olmadığı için hiçbir talepte bulunmayan kimse ancak,
gerçekten sevebilir. "Zor şey" diye sözler gelir gibi oluyor yine
kulağıma. Kendine güvenmek bu denli zor mudur gerçekten? İlk
kez kayak üstüne çıktığında, küçücük bir tepeden aşağı kaymak
AŞKTA NELER OLUYOR? 147

zor gelir. Ama yavaş yavaş cesaretle, güven ve öğrenme yoluyla,


yeniden cesaretle, yeniden güven ve öğrenme yoluyla korkuların
üstesinden gelmeyi öğrenmek insana sevinç vermez mi?
20, 30, 50 ya da 60 yaşına geldik diye artık öğrenmek zorun­
luluğumuz kalmadığını düşünürüz psikolojik açıdan.
Ancak beklentilerin bizi engellediğini tıpkı öğrenmeye yeni
başlayanlar gibi öğrenmek zorundayız. Her beklentinin bize
zarar verdiğinin, dirimselliğimizin gelişmesine engel olduğunun
bilincine varmamız gerekir.
En küçük bir beklentimiz olmadan "sevgi" adlı günlük serü­
vene atılmak üzere ilk adımları atmalıyız. Beklenti olmadıkça
güvenle yaşanabileceğini, bize hiçbir şey olmayacağını, karşı­
sevgi olmasa da sevdiğimizde her şeyin bitmeyeceğini göreceğiz.
Özgürlük, gerçeği hiçbir beklentiye düşmeden görmek cesa­
retidir; gerçek neyse onu görmektir, görmek istediğimizi görmek
değildir. Böyle bir şeyi yaşamak büyük bir mutluluk duygusu
yaratır, aldatıcı değil gerçek bir kendine güven yaratır.
Tüm beklentilerden (sadece sevgi ve hoşlanma ile ilgili olan­
lardan değil tümünden) vazgeçmek, kesinlikle teslimiyetçilik
değildir. Bu, tam bir açıklıktır, netliktir, tazeliktir, canlılıktır,
özgürlüktür ve dirimselliktir. Dirimselliğin güçleri, gelişmeye
başlarlar ve zayıflık ve yenilmişlik değil güçlülük, enerji ve sevinç
durumu ortaya çıkar.

Aşkta Beklediğini Bulamamanın Sonu, Ruhsal Donukluktur


Sevgide beklediğini bulamaınışlık, beklentide bozguna uğra­
mışlıktır. Beklenti olmayınca, bozguna uğrama da sözkonusu
olmaz. Yaptığım görüşmelerde sık sık bana şöyle diyorlar:
"Beklentim kalmayınca ben ölmüşüm demektir." Doğru. Tüm
beklentiler, ölümle birlikte sona erer. Ne var ki bundan, beklen­
tileri olmanın en üst dirimsellik olduğu sonucunu çıkarmak
yanlıştır. Bunun tam tersi doğrudur. Beklentiler; ruhsal sefa-
148 AŞK ve AŞKIN PS1KOLOJ1St

letimiz, memnuniyetsizliğimiz, korkumuz, sinirliliğimiz ve


gerçekle ilişki kuramama mızın asıl nedenidir.

Beklenti olmadığı zaman dirimsellik vardır, uyanıklık, açıklık


ve değişim vardır. Kendini beklentilere hazırlayan kişi bu beklen­
tilerine bağımlı hale gelir. Çünkü gerçekliği, hep beklentilerin
gerçekleşip gerçekleşmediğine bakarak ölçer. Beklentileri gerçek­
leşmezse kendini kötü hisseder. Kafasının içi hep beklentilerle
dolu ise gerçekliğe önyargısız bakamaz.

Beklentiler insanı psikolojik bir kalıba bağlar. Beklenti gerçek­


leşti mi mutluyumdur; gerçekleşmedi mi bozguna uğrarım.
Böyle olunca psikolojik dünyamda beklentiye bağımlı duruma
gelmişimdir. Beklenti, bazı şeyleri açık seçik yaşama yete­
neğimizi sınırlar içine hapseder. Bir şeye takılıp kalırım ve psiko­
lojik olarak, beklentilerin gerçekleşip gerçekİeşmeyeceğini ve ne
ölçüde gerçekleştiğini inceleme gibi basit bir tepkide donup kalı­
rım. Çoğu insanın yaşamı beklentilerin peşinde koşmakla geçer;
onlar kendilerine özgü olarak oluşturdukları bir beklenti mode­
linin tutsağıdırlar. Ve bu model pek çok yanıyla toplumsal sınıf­
sal bir beklenti modelidir.

Beklentilerime ne kadar şiddetle sarılırsam, beklenti duyu­


mun dışında olanları algılama yeteneğinde o denli az esnek
olurum. Yeniyi, olağandışı olanı, gündelik olanı önyargısız bir
bakışla görme yet�neğini giderek yitiririm. Beklentilerimin
hapishanesinde donar kalırım, ölüm burada bekler pusuda,
yoksa beklentilerin olmamasında değil.

Beklentileri olmamak aynı zamanda, umut beslememek anla­


mına gelir. Bununla, bunalımlı kötümser tutum anlamında bir
'umutsuzluğu kasdetmiyorum: "Öyle umutsuzum ki, yaşamanın
bile bir anlamı yok benim için. Hayal kırıklığına uğramış durum­
dayım." Umudu ve beklentisi olmam.;run, bunalımla veya
kötümserlikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu, umutlardan bağımsız
olmak demektir.
AŞKTA NELER OLUYOR? 149

Açıksam; duyarlı, canlı ve yaşama karşı tutumunda seven bir


insansam, umutlardan bağımsızımdır. Yaşanan ana kendini
ta �amen vermenin umuda ihtiyacı yoktur. Çünkü gerçekliğe
tam bir güven vardır. Bu güvenin, saf ve körükörüne güvenle
hiçbir ilgisi yokttir.

Umutsuz ve beklentisiz güven, "her şeyin düzeleceği" beklen­


tisine safca inanmak değildir. Umutsuz ve beklentisiz olarak,
içinde yaşanan ana güven duymak, sevgiyi ve yaşamayı olanaklı
kılar. Böyle olmak üst düzeyde bir mutluluk durumu meydana
getirir. Burad� umuda ve beklentiye gereksinim yoktur. Bu iki
düşünce oluşumunun yokluğu, en saf biçimiyle duyarlılığı oluş­
turur. Bu ikisinin yokluğu, duyulan ve yaşamayı özgürleştirir;
içinde yaşanan an, açılıp gelişebilir, hiçbir süzgeç olmadan içime
akar içinde yaşadığım an. Sevgiyi duyumsarım ve beklentilerle
kendimi kontrol etmeden veya engellemeden, sevecenlikle ve
hoşlanmayla sevgimi ifade ederim. Sevginin içinde gerçekleşen
her şey iyidir.

Karşımdakinin, sevgime karşılık sevgisinin olmasını bekle­


miyorsam, ummuyorsam, bu durum beni bozguna uğratamaz.
Ego durmuştur, beni güçlendirmeye yönelik tüm çabaların sonu
gelmiştir. Bu anda, aydınlığa ve özgürlüğe ulaşmışımdır; yaşam
enerjisi nehir gibi akmaya başlar. Üstelik ben bu akıştan kendim
için bir şeyler kazanmaya kalkmam. Bu anda en üst düzeyde haz
ve bilgelik egemen olur.

Bundan daha büyük ölçüde bir ruhsal sağlığa hiç kimse erişe­
mez.
III

Yaşamın Anlamı
Sevme Sanatında Yahyor

7. Psikoloğun Çalışmalarından

İnsanlar arasında mu tlak bir doğru­


culuğun egemen olmasıyla bir anda nasıl
olağanüstü ilerlemeler gerçekleştirilebile­
ceğini her zaman düşünürüm! Dünyamız ne
büyük bir hızla ceıınete dönüşürdü!

AUGUSTE RODIN

Psikologların muayenelerinde, kural olarak şizofreni, epilep­


si, halusinasyonlar ya da paranoyak saplantılar gibi ruh hasta­
lıkları ele alınmaz. Ruh hastalıkları alanı için nörologlar ve psiki­
yatristler yetkilidir. Psikologlara ise kendilerini psikolojik olarak
hasta hissetmeyen ama ruhsal sorunlarıyla baş edemeyeceklerini
sezen "normal" insanlar başvurur. Bunlar, "bir şeylerin yolunda
gitmediğini", mesleki sıkıntıları olduğunu, dengelerinin bozul­
duğunu, birlikte yaşadıkları kişilerle sorunları olduğunu, korku
içinde yaşadıklarını, genellikle bunalımlı bir ruhsal durumda
olduklarını, çok zor konsantre olabildiklerini sezerler; kendilerini
152 M/K \'(' AŞKIN PSİKOLOJİSİ

hasta hissetmezler ama sağlıklı da hissetmezler. Psikoloğa başvu­


rurken, sorunlarının açıklığa kavuşturulacağını umarlar ve
görüşmeden sonra kendileriyle çevrelerindeki insanlarla ve
hayatla daha iyi "baş edebileceklerini"de umarlar.
Psikolojik danışma, yardım isteyen kişilere, kendi durumları
ile ilgili daha fazla açıklama getirmekten ibarettir. En genel ve en
kalın çizgilerle ifade edilecek olursa, burada sözkonusu olan şey,
gerçeği kavramaya hazır olacak duruma gelmeleri için onlara
yardımcı olmaktır. Gerçeği görmeleri; bilinçliliğe, uyanıklığa ve
netliğe ulaşmaların sağlandığında, büyük bir yardım ve rahat­
lama sağlanmış demektir.
Yardim isteyenlerle yaptığım görüşmelerde genel oluşları
nedeniyle önemli bulduğum ve ruhsal sorunların "hayat felse­
fesi" sorunları çevresinde dönendiğini ortaya koyan bazı bölüm­
leri yaywfayacağım. Bir şeyin doğru olarak kavranmasının iyileş­
.
lirici ve özgürleştirici etkisi olurken, yanlış kavrayış ise büyük
ruhsal acılara neden olabilir.
' Flbette ki psikolog;,ın susma görevi vardır ve muayenelerini
yayınlama hakkı yoktur. Bundan dolayı .kişilerle ilgili somut
lıılgiler vermekten kaçııub.raktır. Konuşmalardan alınan bölüm­
ler, genel önemi ola n ve kime ait olduğunu belli etmeyecek ve
g i ? ! i kalması gerekenlerin gizli kaldığı bölümlerle sınırlı tutul­
muştur. Tüm isimler de doğal olarak değiştirilmiştir.

"Kendimi Serbest Hissedebilmem İçin


Alkole Ger �ksinim Duyuyorum"
J öı g ile görüşme, 35 yaşında, boşanmış, işletme sahibi.
] org: "Yıllardır kendimi iyi hissetmiyorum. Kendimle ilgili
ol;oırn k bir şeylerin yolunda gitmediğini seziyorum ama bile­
miyorum, ne ve neden? Gidişatımdan memnun değilim ancak bu
gidişatı nasıl değisti rPN>�imi de bilemiyorum."
YAŞAMIN ANLAMI SEVM E SANATINDA YATIYOR 153

"Bugüne kadarki yaşamında ne zaman gerçekten memnun­


dun?"
Jörg:"Çocukluğumda, mutlu olduğum dönemler vardı. 17 ya
da 18 yaşındayken, arkadaşlarımla kafeteryada otururken ve
sohbet ederken böyle dönemler oldu. O zamanlar gerçekten içten
gülebiliyordum, bunu bugün kırk yılda bir ancak yapabiliyorum.
Bugün her şey daha ciddi ve daha karanlık. Gençliğimde, 35
yaşında olduğum bugüne oranla daha mutlu olduğuma inanı­
yorum;"
"Peki; o zamanlar neden daha mutlu olduğunu bir düşün
bakalım."
Jörg: "Her şeyi daha fazla kendiliğindenliğe bıraktığım için,
her şeye kafa patlatmadığım için, anın içinde daha fazla yaşa­
dığım için daha mutluydum o zamanlar. Bugün her şey kalıp­
laşmış durumda ve denetim altında. Alkol aldığımda o doğal­
lığım ve kolaycılığını geri geliyor. O zaman kendimi daha özgür
ve daha gevşemiş hissediyorum. Ama ondan sonra kör kütük
sarhoş oluncaya değin içiyorum hep. Sarhoş olduğumda da yoru­
luyorum ve ertesi gün bulanık biri olup çıkıyorum. İçmeye başla­
dığımda kolayca aşık olabiliyorum. O zaman içten, o zaman
engin gönüllü oluyorum ve herkese hoş sözler söylüyorum. O
zaman insanları sevebiliyorum. Ayıldığımda ise insanlardan
korkuyorum. O zaman kendimi yabancılaşmış hissediyorum, ve
her şey daha zor gelmeye başlıyor bana. Nedeni ne bunun?".
"Kendini daha özgür hissetmek, kendini bağlarından kopar­
mak için içiyorsun. Özgürlük duygusu olumlu bir duygudur.
Açık olduğun için üzgün ve korkak yapar, çember sıkar seni,
düşüncenin çemberi. Alkol, kimyasal olaylar aracılığıyla psiko­
lojik bir süreç başlatır. Kendine ve gerçeklere daha yakın olursun.
Ayıldığında ise kendinden ve gerçeklerdan daha uzaksındır.
Kendine ve gerçeklere daha yakın olman daha iyi elbette ama
alkolsüz ve ayık durumdayken. Mutluluk ve özgürlük arıyorsun
154 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ama, psikolojik olarak sağlıklı bir insanın alkolsüz olarak kendini


hissettiği gibi hissetmen için kendini kimyasal bir sürece sokma
gereksinimi duyuyorsun. Aslında kimsayasal maddeler olma­
dan da elde edilebilen özgürlüğü hissedebilmek için kimyasal
maddelere gereksinim duyuyorsun. Gereksiz yüklerle dolusun.
Bunlardan kurtulmak istiyorsun. Ve bunun için de kimyasal bir
süreç geçirmen gerekiyor. Alkol olmadan olsaydı çok daha iyi
olurdu. Peki neden olmuyor alkolsüz?".
Jörg: "Yük var üstümde, doğru. Günlük yaşam, görevleri yeri­
ne getirme zorunluluğu, kurallar, şablonculuk yük oluyor bana.
Günlük yaşamın bu hay huyundan kurtulmak istiyorum, bu
mücadelenin dışında kalmak istiyorum . İş yaşamımdaki ben ile
özel yaşamımdaki ben arasında bir çelişki hissediyorum. Başarı
ve saygı peşinde koşuyorum ama bu koşuşturma hasta ediyor
beni. Çabalamayı bıraktığımda kendimi daha rahat hisse­
diyorum."
"Çabalamak hasta ediyor seni. Kendi karşına diktiğin beklen­
tiler var. Bunlardan kendini bağımsızlaştırdığmda, içtiğin
zamanlar daha fazla özgürlük duyumsuyorsun. Sevgi konu­
sunda daha fazla sevgi verebildiğini söylüyordun."
Jörg: "Kendimi özgür hissetiğimde sevmeyi de beceriyorum.
Gündelik yaşam içinde sevgim, küçük ve önemsiz bir şeye dönü­
şüyor. Bundan dolayı mutsuz oluyorum. Kıskanç ve müşkül­
pesent oluyorum; sevilmemekten korkuyorum. Ve birlikte oldu­
ğum kişiyi sahiplenmek istiyorum ama o beni sahiplenmek istedi
mi, kendi özgürlüğümün sınırlanmış olacağını hissetim mi aşırı
tepki gösteriyorum."
"Kıskançlığın, sahiplenme arzusundan geliyor. Özgürlük
psikolojik bakımdan senin için önemli olduğundaı, sen kendin
sahiplenilmek istemiyorsun. Özgür olma duygusu seni mutlu
ediyor, enginlik ve güzellik açıyor. Sahip olma, bir şey üstünde
egemenliğe sahip olmak demektir. Başkaları üzerinde egemenlik
YAŞAM I N ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 155

sahibi olmak istiyorsun ama başkalarının, senin üzerinde ege­


menlik kurmalarını istemiyorsun. Başkaları üzerinde egemenlik
kurmamaya çalış, başkalarının sana yapmalarını istemediğin
hiçbir şeyi sen de başkalarına yapma.
Kişisel özgürlük peşinde koşuyorsun. Öyleyse sende başka­
larını özgür bırak Seni tutsak etmelerini istemiyorsun; öyleyse
sen de başkalarını tutsak etme. Çok kıskanç olduğunu ama
kıskanç kadınlara katlanamadığını anlattın bana. Özgür ve mutlu
olabilmen için hiç kimsenin seni sahiplenmemesi gerektiğini
kavradığın zaman bu sorunun hemen üstesinden gelebilirsin.
Ama karşındakinin de kendini özgür ve mutlu hissedebilmesi
için senin de onu sahiplenmek istemeye hakkın yok.
Sevgi özgürlük içinde, bir başkasından hiçbir beklentisi olma­
dan, kendi sevgisine karşılık bir şeyler yani karşı sevgi beklentisi
de olmadan meydana gelir. Sevgi, yaşama mutluluğunun bir
ifadesidir. Sevmek bir eylemdir. �vmek vermek demektir;
hissetmek, gelişmek, kimyasal bir süreç olmadan, alkol olmadan
kendini yaşanılan anın kollarına bırakabilmek demektir.
Alkolün görevi, korkuyu bastırmaktır. Alkolün yalnızca öz­
.
gürleştirici değil aynı zamanda uyuşturucu bir etkisi vardı. Psiko­
lojik acılardan kaynaklanan korkuyu bastırırsın ama o zaman
daha duyarlı bir duruma gelirsin ve beklentilerinin gerçek­
leşmemiş olmasına daha kolay katlanabilirsin. Beklentilerin�
kaldır, bozgunlara karşı güçlü olmak için, daha duyarsız olmak
için artık alkole ihtiyacın olmayacaktır.
Beklentiler yok oldu mu, bozgunlar da olmaz artık. Beklen­
tilerle dolusun: Meslekte, aşkta, hayatta başarı bekliyorsun. Her
alanda başarılı olmak istiyorsun. Bu senin sırtında kara ve ağır bir
yüktür. Tüm bu beklentilerinden kurtulursan kendini özgür ve
rahat hissedersin.
Jörg: "Bunu düşününce bile kendimi daha bir hafiflemiş hisse­
diyorum. Ama bu düşünceyi koruyup koruyamayacağımı da
bilmiyorum. "
156 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

"Hep bunu düşün. Bunu yeniden ve yeniden gör. Bu düşün­


ceyi korumayı ôğren, bununla uğraş, seni etkilemesine izin ver,
onunla yaşa, gözden de kaybetme. Gündelik yaşam içinde
gerçeklik, çabucak kaybolur, buhar gibi uçar-gider ve yanlış
düşüncenin eski korkunç hayaletleri geri gelir. Seni rahatlatan
düşünceyi kaçırma elinden. Bu düşüncenin yaydığı ışığı karan­
lığa taşı aralıksız."

Sevme Duygusundan Duyulan Korku


Doris ile görüşme, 28 yaşında, bekar, şube müdürü.
Doris: "Sevme yeteneğim olmadığına inanıyorum. Aşık olamı­
yorum; aşk istiyorum ama olamıyorum."
"Olabilirsin. Olmak elinde. Ama aşık olmaktan korkuyorsun.
Derin duygulardan korkuyorsun. Kendi kendinin önüne duvar
çekiyorsun."
Doris: "Kendimi durdurmak istemiyorum. Bu, kendiliğinden
oluyor. Duygusuz biri falan da değilim. Köpeğimi seviyorum.
onunla oynuyorum ve oynarken çok hoşlanıyorum. Ama insan­
larla ilişkilerim kupkuru, hatta kavgacı. Başkalarına karşı kendi­
mi savunuyorum. Çünkü onlara güvenemiyorum. Çok kereler
bozguna uğradım."
"Bozgun da bir duygudur; kızgınlıktır, saldırganlıktır ve
üzüntüdür."
Doris: Çoğu zaman kızgınlık duyuyorum. Hem de saldır­
ganım. Başkalarını yaralamak istiyorum. Bununla birlikte bir
memnunluk duyuyorum ancak, doyurucu bir ilişki doğma­
dığından, bu sefer de bir üzüntü duygusu sarıyor beni."
"Olumlu bir hoşlanma ilişkisi istiyorsun ama kendin özgür ve
açık olmadığın için karşındakilerin tepkilerini gözlüyorsun.
Kendini kuşlar gibi özgür hissedemiyor ve ilerisini düşünmeden
bir "ilişki" serüveninin kollarına atmayı başaramıyorsun. Kendini
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 157

ve karşındakilerin tepkilerini güvensizlik içinde gözlüyorsun.


Her şeyi gözlemlemek ve her şeyi algılamak iyi ama bunun teme­
linde her yana yayılan güvensizliğin bulunması kötü. Tenine
değen gün ışığının keyfini çıkarabiliyor musun?
Doris: "Bazen kendime odun gibi geliyorum, çok hoyratmışım
gibi bir duyguya kapılıyorum. Çok kuruyum ve kendimi pek
seyrek bırakabiliyorum duygularıma- Bu zamanlarda çok mutlu
oluyorum. Ne var ki böyle şeyler pek seyrek gerçekleşiyor."
"Ağırlıklı olarak aklına göre yaşıyorsun; her şey akıl süzge­
cinden geçiyor, her şey onun tarafından denetleniyor ve değer­
lendiriliyor, her şeyin bir anlamı olması gerekiyor. Tenine değen
güneş ışınlarının senin için fazlaca bir önemi yok."
Doris: "Başka şeyler daha önemliyse güneş ışınlarını neden
hissedeyim ki? Ben anlamlı bir yaşam sürdürmek istiyorum."
"Önce güneş ışınlarını duyumsa, duyumlarından mutlu ol;
önce tenine değen rüzgarı duyumsa ve kendini bu duyusal algı­
lamalara bırak. Bu, senin kendini tanıman için ilk önkoşuldur.
Bunun temeli, duyulardır; akıl, tüm varlığıyla yaşamın temeli
değildir. Duyularını aç ve olmakta olana güven duy. Öncelikle
duyarlı olman ve bu denemeyi yaşaman gerekiyor. Açıklığın,
güneş ışınlan ve rüzgar karşısµıda seni sana daha çok yakın­
laşhrdığını en küçük hücrelerine dek duyumsa-hayatın anlamı
budur, başka bir anlamı yoktur. İnsanlara karşı da açık olmalısın.
Bırak onlar da seni etkilesin, onları duyularınla yakala. Ve başka­
ca özel bir şey yapmana gerek kalmadan sevginin doğduğunu
farkedeceksin. Sevginin gelişebilmesi için akıl sussun."
Doris: "Bunlar benim için güzel sözler ama hepsi o kadar.
Gerçek bambaşka. Erkeklere dikkatlice baktığımda tümü de
Naziler gibi görünüyor gözüme.
Erkı>kler açık değiller; sevecen değiller ama gürültücüler,
gösterişçileı , k�ndini hL·�Pnmişler ve şiddet uygulayıcısılar yani
Nazi onlar. Erkekliklerıni cinv çık; - n tavırlardan korkuyorum."
1 58 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSi

"Gerçeğe, seven insanın gözüyle değil aşırı eleştirel gözle bakı­


yorsun. Çünkü algı gücün gereğinden fazla gergin."
Doris: "Hep böyle görüyorum. Gözlemlerim de hep beni
doğruluyor. "
"Doğruluyor olabilirler ama belki de davranışlarını, tepkilerin
buna göre ayarlandığı için böyle olabilir mi? Seven insanın
gözüyle baksan belkide erkekler bunu farkedecek ve önünde
hava atmak için dolaşmayacaklar. Ama onlar senin kuşku­
culuğunu farkediyorlar ve karşında kendilerini kanıtlamak için
erkekliklerini kullanarak etkili olma çabasına düşüyorlar. Sen
onlardan korktuğun için onlar da senden korkuyorlar ve korku­
larını, sana Nazileri hatır latan bir davranışla gizliyorlar."
Doris: "Bunda gerçek payı olabilir. Ama erkekler aynen böyle­
ler; ve nedeni ne olursa olsun, böyle olmaları beni kuşkucu yapı­
yor. Onlara hiç güvenemiyorum."
"Güvensen sana ne yararı olabilir ki? Yabana atma bunu. Sev­
memek için direniyorsun. Neden başkalarının hatalarını yargı­
lıyorsun? Bunlar onların hataları, senin değil ki. Başkalarına
.sevgiyle yaklaşırken hatalarını da kabullenmenin sana ne zararı
olabilir? İçten, kendiliğinden ve açık davranırsan -bununla safça
demek istemiyorum- ne zararı olabilir sana bunun? Açıklığın,
duyarlılığın ve sevgin hiçbir zaman nefret veya yıkıcılık arzusu
üretmez. Güven, güven üretir, güvensizlik de güvensizlik.
"Yaşamın boyunca tek bir şansın var: Hayatı ve insanları
sevmek. Mutluluğa varan bir başka yol yok. Bunu görmemek için
ayak dirersen hayatın mutsuz olur.
"Mutluluğun alternatifi yoktur. Ruhsal sağlık için tek bir yol
vardır tamam, belki kolay bir yol değil ama tüm öteki yollar, seni
daha fazla sıkıntılara götürecek çıkmaz sokaklardır. Sevgi için
yalnızca ve sadece güven ve açıklık yolu vardır. Bu konuda kafa
yor. Bana baŞka bir yolunu gösterebilir misin bunun? Tüm öteki
yollar, çıkmaz sokaktır, Çıkmaz sokak belki daha rahat ve daha
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 159

güvenli görünür başlangıçta. Ama sevgi yoksa rahatlığın ne anla­


mı kalır ki? Hiçbir şey meydana gelmiyorsa güvenin ne anlamı
olur ki? Gereğinden fazla insan kendini sana kapatıyorsa güven­
sizliğin varlığı ya da yokluğu neyi değiştirecek ki? Duygusal
açıdan taşlaşrnışsan kuruluk ve aklın denetimi sana ne ifade
edecek ki? Mantıklı" gibi görünen binlerce itirazda bulunsan da
yalnızca sevgi yolu vardır. Hayat hakkında en ufak bir bilgisi
olmayan, çevresine ördüğü kozanın içine saklanan ve içten içe
çoktan ölmeye başlamış olan bir korkak, seni onaylayacaktır.
Sana hiç hak veremiyorum. Bu konuda kafa yor. Ondan sonra
yeniden konuşalım."

Sevgi Nasıl Oluşur?


Hans'la görüşme, 32 yaşında, boşanmış, serbest meslek sahibi
(ticaret alanında)
Hans: "Birlikte yaşanabilecek düzeyde hoşlanılan birine rlasıl
yaklaşmam gerektiği ve onun da bana aşık olmasını nasıl sağla­
yabileceğim konusunda psikolojik bakımdan işime yarayacak
tavsiye almak istiyorum."
"Psikolojik olarak bir kadını kendime şunları yaparsam aşık
ederim. Benden bu tür işaretler ve tavsiyeler bekliyorsun. Psiko­
loğun hüner sandığından çıkına stratejiler istiyorsun yani?"
Hans: "Aynen öyle. Bunu nasıl yapabileceğim bilmek isterim.
Tabii, elbette yalnız benim işime yarayacak stratejiler istiyorum."
"Sana böyle tavsiyelerde bulunamam. Ancak konuyla ilgili
olarak bazı genel şeyler söylemek isterim. Sevgi konusunda önce­
likle önemli olan, bir başka insana sevgi duyınandır. Sevdiğin
ama gerçekten sevdiğin zaman sorun bambaşka gelir karşına. En
başta, sevdiğin için mutlusundur, sevmek çok iyi geliF sana,
sevmek senin için gevşetici ve mutluluk verici , güzel bir dene­
yimdir.
"Karşı-sevgi konusu daha sonra girer işin içine. Elbette sevme-
160 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

miş olabilirsin ve buna rağmen karşındakini kendine aşık etmeye


kalkışabilirsin. Olabildiğince çok kimse tarafından sevilmek, olsa
olsa. hoş sözler ederek, sevimli davranarak ama sevgi göster­
meden sevgi görmek çok bilinçlice bir strateji olabilir. Ne var ki
böyle bir şeyi istemeyeceğini, senin için en önemli şeyin kendini
gerçekleştirmek değil sevgi olduğunu düşünüyorum.
"Neyse, başa dönelim. Şimdi, bir insana sevgi duyuyorsun ve
onun da seni sevmesini istiyorsun. Bu amacına ulaşmak için çaba­
lıyorsun. Bu çabanın kaynağı akıldır tüm çabalarda olduğu gibi.
Bir şeyi elde etmek için çabalamaya, bir şeyi elde etmeyi bekle­
meye ya da ummaya başladın mı, kendine zarar vermeye de
başlamış olursun."
Hans: "Bunu aklım almıyor. Karşı �evgi beklemeden, karşı
sevgiyi elde edebilmek için uğraşmamdan daha doğal ne olabilir
ki?
"Elde etmek için uğraşmak mı? Bir şey elde etmeye uğraşılan
yerde mücadele vardır. Ve mücadelenin başladığı yerde acılar da
başlar. Onun sevgisini neden elde etmeye çalışıyorsun? Neden
hep bu istemeler, plan yapmalar, çabalamalar ve beklentilere
girmeler, neden?
Canını sıkma ve istemelerden, çabalardan kurtar kendini.
Bırak, her şey olacağına varsın. Arama, bul. İstemek ve aramak
seni sevgiden uzak düşürür; bulmak daha güzeldir. Hiçbir engel
kalmaz önünde.
Seviyorsan, sevdiğini göster, sevgine uygun davran, sevgi
içinde davran, karşı sevgi beklentisi içinde değil. Mükemmel
sevginin gizi buradadır işte. Mutluluk veren sevei, yalnızca
budur işte. Sevgi ancak dayatmacılık yoksa, özgürlük varsa geli­
şebilir. Bir başkasının sevgisini kazanmak istedin mi, istemenin
coşkusu içinde, onun her şeyine karışma, onun üzerinde egemen­
lik kurma, etkili olma yanlışını yaparsın. Böyle oluşmaz karşılıklı
sevgiye dayalı mutluluk; böyle, olsa olsa seni mutlu eden bir ilişki
oluşur."
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 161

Hans: "Her şeyi kendi akışına bırakamam. Bunu aklım almı­


yor. O zaman her şeyi, şöyle ya da böyle, rastlantıya bırakmış
olurum."
"Sevgi, zaten rastlantıdır. Pat diye karşına çıkar bir gün sevgi.
Sevgiyi zorla elde edemezsin. Sevgiyi, alış veriş yapar gibi taktik­
lerle ya da kazanma tutkusuyla elde edemezsin. Sevgide ticari
düşünceye yer olamaz, olmamalıdır. Sevgi, bir rastlantıdır, sevgi
planlanmış bir iş değildir. Düşünceyi işin içine soktun mu sevgi
pencereden uçup gider ve her şey şöyle bir ilişkiyle noktalanır:
Ben sana bunu veriyorum, sen de bana şunu veriyorsun karşılık
olarak.".
Hans: "Ama, sevdiğim insanın sevgisini kazanmaya çalış­
mamda anlaşılmayacak bir şey yok ki."
"Konuya alacak verecek bağlamında yaklaşılırsa, evet. Ne var
ki sevgi bambaşka bir olay. Sevgi özgürdür ve özgür kalmalıdır.
Sevgi, kucağına düşen bir armağandır. Ama bu armağan, birini
sevdiğinde gelir, ama bu armağan, o seni sevdiğinde gelir. Elbette
ki o seni, sen onu sevdiğin için sevmek zorunda değildir. Gerçek
mutluluğu yaşayabilmen için onun seni sevmesi, senin onu sevip
sevmemenden bağımsız olmalıdır. İş dönüp dolaşıp bu "bağımsız
olma" ya dayanır. Bu konuda düşün biraz, derinliğine kafa yor,
şimdi söylediklerimin seni etkilemesine izin ver. Başkasının
sevgisini kazanmaya çalışma, sen kendin sev, gerisi kendi­
liğinden gelir. Kendisine para, espri, hoş sözler, sohbet, tavsiye,
yardım, güç, güvenlik gibi sonuçta hepsi bir ve aynı olan bir şey
sunduğun için sevgini kazanmaya çalışan değil düpedüz seni
seven biri çıkacaktır karşına. Tüm bu maddi ve psikolojik şeyler,
verip de karşılığında bir şey elde ettiğimiz, karşılığında sevgi
almak istediğimiz değerlerdir. Halbuki sevgiyi hiçbir şey karşı­
lığı elde edemezsin; hoşuna gidecek sözler evet, cinsellik evet
ama sevgi, hayır. Sevgi kendiliğinden doğar, duyular yoluyla
doğar. Hiç kimse hiç kimsenin duyarlılığını zorlayamaz, milyon­
lar vereceğine söz bile verse başaramaz bunu. Hatta asıl böyle
AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:l 1
162 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yaptığında başaramaz. Düşünce devreye girdi mi, sevgi en büyük


tehlikeyle yüz yüze demektir. Ve sevgi düz bir ilişkiye dönüşecek
demektir. Sevgi istedin ama ellerin boş, duyuların boş, afallamış
bir halde ilişkinle başbaşa kalmışsın. Sevgi buhar olup uçmuş."
"Sana ters geliyor. Çünkü şimdiye değinki yaşamını belirleyen
şey, sözde bir aktiflik. Senin için öncelikle önemli olan, düşünce
kaynaklı bir aktiflik: Bir şeyi elde etıriek için şunu, şunu ve bunu,
bunu yap. Düşünce kaynaklı stratejilerle sevgide hiçbir şey elde
edemezsin. Bu şekilde ancak, bir insanla iş yapabilirsin."
"Kollarını kavuşturup beklemek, diyorsun. Ne demek kolla­
rını kavuşturup beklemek?
"Bu gerçekten de hiçbir şey yapmamak anlamına mı geliyor?
Kollarını kavuşturup beklemek, almaya hazır olmak ve güven
duymak demektir. Sevgide, hiçbir şey yapmamak, yalnızca
sevmek, en büyük eylemdir. Duyuların açıktır, kendini dinli­
yorsundur, çevrene dikkat ediyorsundur ama düşünce hiçbir
şeye karışmamaktadır.
"Biz hep, düşündüğümüz ve planladığımız zaman, davra­
nışlar yalnızca düşünceye bağlı olarak yapılıyorsa, aktif oldu­
ğumuzu düşünürüz. Ruhsal aktiflik, düşünme aktivitesi bittiği
zaman başlar. Düşünce susarsa ve anın zamansızlığı egemen
olursa gerçekten hissedebilirsin ve kavrayabilirsin.
"Sevgi en içebakıştır ve en üst düzeydeki duyarlılıktır. Sev­
mek, şimdiye değin, ne yazık ki pek seyrek karşılaştığın bir
durum. Bu durumu düşünceyle aracılığıyla yerle bir etmemelisin
tam tersine daha fazla elde etmeye çalışmadan mutlu olmalısın.
Bilgelik budur işte. Başkasının sevgisini kazanmaya uğraş­
mazsan, o sevgi kendiliğinden düşer kucağına.
Bunu algılayabilmen için açık ol. Her iki armağan [sevme ve
sevilme-ç.n.] aynı anda kendiliğinden ortaya çıkarlarsa, hayatın
anlamına ermişsin demektir. Ve gerçekten mutlusundur. O
zaman artık, mutluluğun sadece bir 'başarı'nın 'sevinci' olmaktan
ibaret değildir."
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 163

Sevginin Bir İnsana Yoğunlaşması


Renate ile görüşme, 26 yaşında, kocası ölmüş, ev kadını.
Renate: "Kocamı çok sevdim. Bir araba kazasında öldüğü
zaman henüz iki aylık evliydik. Kaza olalı üç yıl geçti. O zaman­
dan bu yana psikolojik olarak durumum iyi değil. Hiçbir şeye
sevinemiyorum. Çoğu zaman umutsuz oluyorum ve hayat anla­
mını yitiriyor gözümde."
"İnsan, sevdiği eşini kaybedince böyle şiddetli bir ruhsal acı
duyar. Bu üzüntü olağandır, bunun yaşanıp tüketilmesi gerekir.
Sen bana danışmaya önceden gelmedin. Ama bana üzüntünün
şimdi geçmiş olması gerektiğini hissettiğin için geliyorsun. Üzün­
tü başlangıçta senin için doğal bir şeydi ama şimdi sana yük olma­
ya başlıyor."
Renate: "Hayat artık bana zevk vermiyor. Kendimi hep yenil­
miş hissediyorum, artık hiçbir şeye sevinemiyorum. Kendimi
yeni bir şeye veremiyorum, aşık olamıyorum ve hayatımın o en
büyük ve biricik aşkından sonra, yalnız olacağımı düşü­
nüyorum."
"Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki, tek ve son aşk diye bir
şey yoktur. Her sevgi kendi güzelliği içinde tektir, sadece belli bir
insana yönelik sevgi olmaz. Ancak tek bir insanın sevilebileceği
düşüncesi yanlıştır, düşüncenin dayattığı bir hatadır. Ölmüş olan
eşine duyduğun sevgiyi küçültmek niyetinde değilim. Onu çok
sevdiğine inanıyorum. Daha uzunyıllar birlikte, yaşayabilseydin
çok güzel olurdu ama hiçbir şeyi kalıcılaştıramazsın. Kimse
yapamaz zaten bunu. Hepimiz belli bir süre yaşıyoruz; sahip
olduğumuz her şey geçici; biz kendimiz de geçiciyiz. Çocuk
avutuyormuş gibi gelmesin sana. Büyük gerçek ve bilgelik bu
geçiciliğin kavranmasında yatıyor. Ama tabii gerçekten bilincine
varabilirsen. Üstünkörü dinlersen bunun hiçbir etkisi olmaz,
basit bir teselli olmaktan öteye geçmez ve kısa bir süre sonra da
geçer gider. Ama bu kavrayışı tüm kavrama yeteneğinle içine
164 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

alırsan, tüm maddi ve canlı şeylerin geçiciliğinin tamamen bilin­


cine varabilirsen, işte o zaman bambaşka bir insansındır."
Renate: "Ne demek istediğinizi tam anladığımı sanmıyorum."
"Sevgi sahip olduğumuz ne varsa, hepsinin üstündedir. Sevgi
özgürdür, tek bir kişiyle sınırlı değildir. Sevgiyi tek bir kişiyle
sınırlarsan, bu kişiye bağımlı kalırsın. Yani demek istiyorum ki;
sevginin, sevme yeteneğinin özgür olduğunu anlaman gerekir.
Birini sevginle sahiplendin, sevgini ona bağladın. Bu kişi artık
yok, yalnızca anılarında yaşıyor ama sevme yeteneğin hala var,
bir süreliğine bloke olmuş durumda sadece."
Renate: "Kocamı öyle çok sevdim ki, bir başkasını sevecek
olursam kendimi suçlu hissederim. Yapabileceğimi hiç sanmı­
yorum."
"Sevginin ölümden etkilenmeyeceği biçimindeki yanlış inanı­
şa kapılmış olduğun için, şimdi suçluluk duyuyorsun. Çünkü
sevgi ölümle sona erecek olsa, sonsuz olmazdı. Bundan sonra
başka birini sevemeyeceğine inanıyorsun. Bu sana böyle söylen­
diğinden düşüncen de bunu onayladığı için, böyle olduğuna
inanıyorsun. Böyle olması gektiği mantıklı geliyor sana. Ne var
ki, düşünce seni çıkmaz sokağa düşürüyor, bunalıma düşürüyor.
"Ruhun gerçekliği ise bambaşkadır. İnsan, sevme yeteneğini
geliştirmek için gelmiştir bu dünyaya. Birlikte yaşadığın k�şi
öldüğünde, suçluluk duygusu yaşamadan sevme yeteneğini
yeniden geliştirebilirsin.
"Elinde tek olanak var: Sevmek. Çünkü kendini ancak böyle
gerçekleştirebilirsin. Bir başka seçenek yoktur. Buna karşı dire­
nirsen, yaşama karşı direnmiş olursun ve senin dirimselliğin de
bunalımın yaptığı ruhsal rahatsızlıklarla buna karşı mücadele
etmeye çalışır. Geçmişe psikolojik bir yakınlık duyuyorsun. İçin­
de yaşadığın dönemde geçmişten beklediğin bir sevecenlik artık
yok, hiçbir zaman da olmayacaktır. Bu yüzden de bunalımlısın.
Yani yeniden, içinde yaşadığın döneme açılmalısın. Geçmişi
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 165

silkeleyip atman ve her an yeni olan ana kendini vermelisin.


Ancak o zaman tazelik ve başlangıç ve geçmişten yüz çevirmeyi
yeniden yaşayabilirsin O anda bunalım yok olmuştur. Bunu yaşa­
yacaksın."
Renate: "İçinde yaşadığım döneme kendimi veremem. Kendi­
mi duvarların arkasına hapsedilmiş gibi hissediyorum."
"Elbette bu gerçeği henüz kendin yaşayıp görmedin yalnızca
benim sözlerimi duydun. Yağmur tanelerinin su geçirmez
kumaştan bir manto üzerinden kayıp gittiği gibi, bu sözler de
senin bir kulağından girip öbüründen çıkacaktır.
"Onun için gerçeği kendin bulup çıkarmalısın. Diyorum ki
sana: Şimdinin içinde yaşa, sevgin yeniden gelişmeye başla­
yacaktır. En çok severek yaptığın şey nedir?
Renate: "Manzaralardaki uyumu sevdiğim için sulu boya
resimler yapanın, manzara resimleri yaparım. Resim yapmayı
severim."
"Öyleyse daha çok resim yap. Resim yapmak, bir sevgi süre­
cidir. Bu süreç, geçmişte değil şimdide gerçekleşir. Resim yapar­
ken çok dikkatli ve uyanık olmalısın. Bu etkinlik sırasında kendi­
ni ve geçmişini unutursun. Resim yapmak, ne dernek istediğimi
kavramana yardımcı olacaktır. Her şey geçicidir ve değiş­
mektedir. Hiçbir şeyi sahiplenemezsin. Yalnızca içinde yaşadığın
döneme verebilirsin kendini ve mutluluğu duyumsamak için
hep yeniden sevebilirsin.
"Bu gerçeği kavradığın zaman, sevginin, ölmüş, eşinle sınırlı
olmadığını da anlayacaksın. Sevgi özgürdür ve içinde yaşadığın
dönemdeki başka insanlara yönelebilir. Hiç kimseyi sahip­
lenemezsin, hiç kimse de seni sahiplenemez. Yalnızca birbirinize
rastlayabilir ve birbirinizden hoşlanabilirsiniz. Bu da ancak
uygun anda olabilir. Uygun an dışında böyle bir duygu yine de
söz konusu olmaz. Daha sonraki bir anda da aynı duygunun bir
daha gelmesini ne denli uğraşsan da başaramazsın. Gerçi sevgi
166 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

yine senden kaynaklanır ama sevgiye egemen olamazsın, sevgiyi


istediğin gibi yöneteme:z;sin.
"Güzel manzaralı yerlerden geçerken ve resim yaparken
konuştuğumuz bu şeyler üzerinde uzun uzun düşün. Bir kaç
hafta daha resim yaptıktan ve bugün söylenenler düşüncelerinde
yer bulmaya başladıktan sonra yeniden bu konuyu konuşalım.
Bunalımını kaybetmek istiyorsan, bunlardan vaz geçemezsin. Bu
konuda çaba harcamalısın.
"İçebakı.ş yoluyla gerçeği yakalayabilirsin. Gerçeği kavrama
ile sevgi, takıntılarından kurtulur ve sen hiçbir suçluluk duyma­
dan, özgürce yeniden rahat bir soluk alabilirsin. Sevgi gerçek­
leşmeye başladı mı, tüm suçluluk duyguları uçar gider."

"Karımı Sevmiyorum Artık"


Helmut'la görüşme, 38 yaşında, evli, sanayi ürünleri satıcısı.
Helmut: "On beş yıllık evliyim. Karımla sevişerek evlendik.
Çok seyrek kavga etmemize ve karımda hiç hata olmamasına
rağmen artık onu sevmiyorum. Hiç bir gerekçe de bulamıyorum.
Çünkü karım güzel, boyu-posu yerinde. Eskiden cinsel bakım­
dan beni çok etkiliyordu. Bu etki şimdi geçti. İki yıldır hiç birlikte
yatmadık. İktidarsız değilim ama onunla yatmak istemiyor artık
canım. Sahip olma tutkum kalmadı, artık, hiç ilgim kalmadı. Ama
gene de insan olarak seviyorum onu ve ondan ayrılmak iste­
miyorum. Ne var ki böyle de sürüp gidemez. Daha yaşım 38. Ne
yapacağımı bilemiyorum."
"Pek çok karı kocanın yaşadığı bir durumu anlatıyorsun. Evet
çoğu karı kocanın başından geçer bunlar ama elbette bu durum
sorunu sorun olmaktan çıkarmıyor. Benim yaptığım sadece bir
durum saptaması. Neyse şimdi, bunun nereden kaynaklandığını
araştıralım. Bu bir duyarlılık sorunudur. Bunu sana_ açıklamaya
çalışacığım. Karınla tanıştığın zaman duyuların uyanıktı ve
dikkatin açıktı. Eşini tüm duyularınla içine aldın, böyle bir şeyi
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 167

ilk kez yaşıyordun, her şey taptazeydi, her şey mutluluk veri­
ciydi.
"Ancak şimdi duyuların köreldi, hem de yalnızca karına karşı
değil genel olarak köreldi. Bu, biyolojik yaşlanma anlamında bir
yaşlanma süreci değildir. Görme gücü azalmış da olsa, insan
yaşlandıkça duyular yaşlanmaz. Konu yaşlanmakla ilgili değil­
dir. Bu, psikolojik bir sorundur.
"Duyular, düşünceyle körelirler. Karınla bir ilişki kurdunuz,
birlikte bir bütçe yaptınız, çocuklar büyüttünüz, sen bir ev yaptır­
dın, mesleki alanda başarı kazanmak için uğraştın, çok meşgul­
dün, kafan planlarla ve tutkulu hedeflerle doluydu. Ama duyu­
ların gittikçe köreldi. Çünkü duyarlılığı ihmal ettin."
Helmut: "Mesleğimde ilerledim. Çünkü eşime, aileme bir
şeyler verebilmek istiyordum."
"Çalıştın çabaladın. Kafanı işlettin, düşünceye öncelik verdin,
duyarlılığa zamanın yoktu artık. Karın senin için alışılmış bir şey
durumuna gelmişti, ona zaman ayırdığın yoktu doğru-dürüst. O
sıradan, doğal bir olaydı artık. Onu duyularına almaz oldun,
yalnızca düşüncelerinde yer verdin ona. Düşünce egemen duru­
ma geldiğinde ilişki doğar, sevgi kaybolur. Yeniden duyarlılığını
yaşamalısın. Bilinçli olarak bir daha incele karını. Ona bak, onu
duyularınla yakala, duyarlı ol, düşünceyi bitir, içinde yaşadığın
döneme gir. O zaman bir şeyler olduğunu anlayacaksın. Karını
bir kere daha yeni ve taze olarak göreceksin. Onu, düşünce­
gücünde yer aldığı gibi değil olduğu gibi göreceksin, onu o anda,
tüm canlılığıyla göreceksin, o anda sevgi doğup gelişebilir. Böyle
olacak mutlaka demiyorum, olabilir. Sevgiyi yeniden keşfet­
menin biricik yolu da budur. Bunu denemelisin. Çünkü onu
sevmek ve onunla bir ilişkiden öte bir şeyi yaşamak seni çok ilgi­
lendiriyor."
Helmut: "Korkum da burada, tüm dikkatimi vermeme
rağmen onu sevmiyorsam ne yapmam gerekiyor?"
168 AŞK v e AŞKIN PSİKOLOJİSİ

"İlk yapacağın şey, dediğimi bir kez denemek. Ondan sonra


bu sorun üzerinde yeniden konuşalım. Ondan sonra pek çok şey
senin için şimdikinden daha açık olacak. Ne demek istediğimi o
zaman daha iyi anlayacaksın.
"Öncelikle yeniden duyarlı olman gerekiyor. Yani genel
,. olarak duyarlı olman gerekiyor. Dünyayı yeniden taze ve yeni
olarak yaşa. Sabahları kalkınca bilinçli kalk, makine gibi gitme
yüzünü yıkamaya, günlük işlevlerini robot gibi yerine getirme.
Önce pencereden dışarı bak, havayı ciğerlerine çek, hava her gün
değişik kokar. Yeni bir şey yaşamaya hazırlıklı isen bu hava
almaları her seferinde değişik yaşayacaksın. Kuşların şarkı söyler
gibi ötüşünü dinle, iyice dinle, "ha, kuşlar ötüyor" diye düşünme
sadece, saptamakla kalma olanları, gerçekten dinle, bir dakika
değil uzun uzun dinle. Sabahın izlenimlerini tümüyle içine al;
bilinçle, dikkatle, tüm ilginle. Yağmur da yağsa kendini rahat
hissedersin. Sabaha sevgi duyarsın, bir rahatlama hissedersin.
Çünkü bu anda her şeyi bilinçli olarak yaşarsın.
"Sevebilmek için yeniden duyarlı olmalısın. Duyarlılık sevgi
demektir. Yalnızca akılla hareket edersen, işlevlerini yerine geti­
ren, saptamalar yapan ama hissetmeyen bir robota dönersin.
Sevgi, hissetmektir, düşünmek değil. Düşünerek sevemezsin.
Sevgi akıldan doğru gelmez, duyarlılıktan doğru gelir.
"Mutluluk, mesleki başarıdan kaynaklanmaz, mutluluğun
kaynağı sen kendinsin. Sen duyarlılıksın, yalnız sen. Hiç kimse
veremez sana duyarlılığı, hiç kimseden de satın alamazsın onu.
"Hiçbir şeyi dışardan bekleme, her şey şenin içinde. Sevdiğin
için, duyarlılık en büyük mutluluktur. Yaş:ımın bir anlamı oldu­
ğunu daha kesin bir şekilde hissedersin."
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 169

"Kendini Yabancı ve Yalnız Hissediyorum"


Erich'le görüşme, 28 yaşında, üniversite öğrencisi.
Erich: "Bazen şiddetli yabancılık duygularıyla dolu oluyorum.
İnsanlar içinde yabancılık çekiyorum o zaman. İşçiler ve esnaflar
içinde yabancıyım, çocuklar içinde, benden daha yaşlı kuşak için­
de ve karşı cinse karşı yabancıyım."
"Yabancı olmak duygusuyla yaşarsın gerçeği. Sen bir yaban­
cısın. Federal Almanya'da 60 milyon içinde bir kişisin. Sen de
ötekiler gibi bir insansın ama kendi bireyselliğin içinde kendine
özgü öteki insanlar arasında sende kendine özgü bir varlıksın.
Bunu anladıysan işler yolundadır. Bunda seni rahatsız eden ne
var, onu söyle bana."
Erich: "Yabancılık beni rahatsız ediyor. Çünkü içtenlik yok,
içtenlik olmamasına bağlı olarak da rahatlık yok. Kendimi rahat
hissetmiyorum. Bu da bana korku veriyor. Kendimi yalnız hisse­
diyorum. Bir de buna çevre kirlenmesini görmem ve bu konuda
tüm gazetelerdeki köşe yazılarını okumam ekleniyor. Nehirler
kirlenmiş; hava kirlenmiş; yeryüzü zehirleniyor; sebzeler,
meyveler hatta et zehirlenmiş. Köln'de yaşıyorum, çirkin evleri
olmayan bir bölgede yaşamaya özlem duyuyorum; her şeyin
düzen içinde olduğu bir yaşam: Egzoz gazlan, çöpü ve atığı olma­
yan, temiz suyu ve temiz havası olan bir yaşam. Federal Alman­
ya'daki politikaya baktığımda, politikacıların konuşmalarını tele­
vizyonda izlerken kendimi yabancı hissediyorum. Olaylar
arasındaki bağlantıları· anlamıyorum her şey çok tuhaf geliyor
bana. Herkes kendi düşüncesinde diretiyor. Herkes kendi açısın­
dan hi..• klı."
"Herkesin her şey için hazır bir mazereti var. Görünüşte karşı
çıkılacak gibi de değildir bu mazeretler. İşte bu durum beni
yabancılaştırıyor. Her şey iyiye gitmiyor, kötüye gidiyor. Ama
herkes haklı."
170 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

"Ne demek istediğini anlıyorum. Pek çok insana öyle geliyor,


pek çok insan kendini yabancı hissediyor ama onlar çabuk atla­
tıyor bunu, kendilerini başka şeylere veriyorlar, müzik dinli­
yorlar, cinayet filmi seyrediyorlar, futbol maçına gidiyorlar vb.
Sen sorunu geçiştirmek istemiyorsun, böylesi daha iyi. Yaban­
cılık duygularının kökenini bulmak istiyorsun. İyice dalıyorsun
bu yabancılığın içine ve bu duygunun karşısına çıkıyorsun.
"Biraz önce, kendini yalnız hissettiğini söylüyordun. Kendini
yalnız hissetmekte kötü bir yan yok. Çünkü yalnızsın. Yalnız
olmak, normal bir şeydir. Çünkü yalnız olmak gerçekliğin bir
parçasıdır. Yalnızlığı ve yabancılığı bir arada yaşadığın için,
kendini tek başına hissediyorsun."
Erich: "Kendimi kimsesiz, yenik ve güvensiz hissediyorum ve
bu durumu yerinde bulmuyorum. Çünkü bundan acı duyu­
yorum. Bundan dolayı da ne yapabileceğim konusunda bir tavsi­
ye arıyorum. "
"Önce kendi yalnızlığını yoğun biçimde duyumsa. Gerçek
şudur: Yalnızsın ve hep yalnız kalacaksın. Yabancılığı duyumsa.
Çünkü bu dünyada bir yabancısın sen. Bu dünyayı sen yarat­
madın, onu hazır buldun. Bunu kavramış olman, gerçeği görmez­
likten gelmek için kaçış yolları aramaman, yüzeysel heyecanlara
atılmaman iyi. Yalnızlığını ve yabancılığı gözlemle, bu konularda
uzun uzun düşün. Yakınmadan kabullen durumu olduğu gibi.
Gerçeklik bu? Bunu yaparsan, durumu olduğu gibi kabul­
lenebileceğini göreceksin. Ve huzuru bulucaksın. Yalnızlık,
olağanüstü bir şeydir. Çüııkü böylece kendine ulaşırsın. Yalnız­
lık, bu sensin, orada evinde gibisin, yüzeysel bir topluluk içinde
değilsin.
"Sevgi yalnızlıktan doğar. İşte tam da burada asıl soruna
gelmiş durumdayız: Sevmek, saha zor geliyor. Yalnız olduğun
zaman ve çevrendeki her �ey sana yabancı geldiğinde, seni hiç
kimse sevmediği için senin de hiç kimseyi sevemeyeceğine inanı-
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 171

yorsun. Yalnızlık senin için şu demek: Karşı sevgisiz olmak. Her


şeyin sana karşı olduğu, her şeyin sana sevgisiz olduğu gibi bir
kanıya vardın. Sevgiyi başkalarından bekleme, önce sen sev.
Yaşamını geliştirecek başka şansın yok. Bu şansı yakalamazsan
içlenirsin, körelirsin, yapayalnız olursun, ilişki kuramazsın,
korkaklaşırsın ve hasta olursun.
"İçini aç ve çevreni gözlemle. Her şeyi aklına analiz ettir. 'Bu
dünyada yapayalnız ve yabancıyım' derse aklın o zaman kendini
yapayalnız hissedersin ve bundan acı duyarsın? Ama yalnızlığını
ve yabancılığı kabullenecek olursan ve kendini açarsan, dünya
sana gelir ve artık kendini yalnız hissetmezsin ve tüm acıların
sonu gelir.
"Kendini dışa kapatma, geri durma. Yalnızlık, kimsesizlik
değildir, çokluktur. Olanları yaşa. O zaman artık kimsesiz değil­
sindir. Dünya birden yeni bir dünya olur, taptaze olur, elini
uzatınca yakalanacak denli yakın olur senin için. Birden ayrımına
varırsın bunların. Bu durum, büyi.ı.k bir iç rahatlığıdır. Büyük
çabalarla uzun bir yoldan ulaşamazsın buna; bir anda yaka­
layabilirsin. Zorluk, onu elde tutabilmekte yatmaktadır.
"Bunu yaşaman gerekir mutlaka. Yaşadıktan sonra ancak,
benim neden sözettiğimi bilebilirsin. Çokluğu, bolluğu yaşarsın ve
tüm yalnızlıklar yok olur gider. Bu zenginlikte sevgiyi aynmsarsın
ve yabancılık tehditi kaybolur. Sevdin mi esenlik içindesin demek­
tir. Karşındakinden de sevgi beklemene gerek yoktur. En önemli
şey, sevebilecek durumda olmandır. Şimdiye değin kendi kendini
engelledin. Yalnız olman, kendini açman ve sevmen gayet doğal
bir şey. Bu sürecin gerçekleşmesi engellenmiş yalnızca."
Erich: "Kirlenmiş nehirleri ve zehirlenmiş elıiı.aları seve­
miyorum."
"Bu, aklının getirdiği bir gerekçe. Burada özel bir elmanın
zehirlenmesi değildir sözkonusu olan, genel bir şey sözko­
nusudur. Gökte parlayan güneş zehirlenmiş değildir. Rüzgarda
172 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

uçuşan saçlar zehirlenmiş değildir. Bir insanın, bir başka insa­


nınkiyle karşılaşan bakışı, zehirlenmiş midir? Gökten savrula
savrula yağan kar, uzaklarda havlayan köpek, tüm bunlar zehir­
lenmiş midir? Her şey, duyarlı olduğun için tüm bunları sevmene
bağlıdır. Eğer bunları sevemiyorsan, ruhun zehirlenmiş demek­
tir?".

"Sık Sık Kavga Ediyoruz"


Manfred 'le görüşme, 32 yaşında, evli, bankacı.
Manfred: "Beş yıllık evliyim. Evliliğimiz iki yıldır bir bunalım
içinde. Eşim beni eğitmeye kalkıştığı ben de onu değiştirmeye
kalkıştığım için sık sık kavga çıkıyor."
"Bir insan tanındığı ve sevildiğ� zaman, onun olduğu gibi
olmasına seviniliyor. Onu değiştirmek isteyen olmuyor hiç.
Karşısındaki insanın olduğu gibi kabul edilmesi ve kendisinin
karşısındaki tarafından olduğu gibi kabul edilmesi sevgide
mutluluk verici olan taraftır.
"Sevgide mükemmelik vardır. Sevilen şey o anda mükem­
meldir, daha da mükemmelleşmesi olanaksızdır. Aksi takdirde
sevmek de olanaksız olur. Sevginin özü, tam olarak kabul­
lenmedir. Ancak tanışıklık epeyce ilerledikten sonra, düşünce
işin içine burnunu sokarsa, ilişki doğar. İlişkide karşıdakinin elde
tutulması başlar. Karşıdaki, bir mal olarak görülür. Ve bu malı
iyileştirme ya da değiştirme hakkı kendinde görülmeye başlanır.
Bu olay, eğitim adı altında gerçekleşir. Karşısındakinin kendini
geliştirmesine, daha güzel, daha yetişmiş, daha yetenikli vb.
olmasına "yardımcı olmak' istenir. Onun zayıf yanlarını görmesi
ve iyi yanlarını geliştirmesi için ona yardım etmek istenir. Bu çok
olumlu görünüyor."
Manfred: "Bende böyle bakıyorum konuya. Karım için en iyi
şeyleri istiyorum, ama onun da kurtulması gereken bazı zayıf
yanları var."
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 173

"Yani sen karının, senin düşüncelerine uygun olarak değiş­


mesini istiyorsun. Ama senin karının ya da bir başka insanın
bambaşka düşünceleri vardır?".
Manfred: "Ama burada bir başka ilişki değil bizim ilişkimiz
sözkonusu. O benimle birlikte yaşıyor ve kendini bana göre ayar­
laması gerekir.
"İşte ilişkinin de özü bu. Peki ama sevgi nerde kaldı? Sen
birlikte yaşadığın kişiyi çok sevdiğin için eğiteceğine inanı­
yorsun. Acaba bunu, gerçekten sevgi nedeniyle mi yoksa kendi
öznel yararın için mi yapıyorsun? Karın üzerinde etkili olmak
istiyorsun; o da senin üzerinde etkili olmak istiyor.
"Eğitmeye kalkışhğın an zor kullanıyorsun. Herhalde bunun
hiç mi hiç bilincinde değilsin. Eğitim, zor kullanmaktır. Sevgi
olan yerde zor yoktur, zor olan yerde ise sevgi durmaz gider.
"Sevdiğin insanı eğitmemelisin tam tersine onu olduğu gibi,
kendi bireysel özgüllüğü içinde bırakmalısın. Bireysellik kah bir
şey değildir, sürekli olarak esnek bir değişim içindedir. Sevginin
gücüne güven. Sevdiğinde her şey kendiliğinden oluşur. Eğer bir
şeyin gerçekten değiştirilmesi gerekiyorsa, hiçbir dayatma eğitim
ve zorlama olmadan sevginin gücüyle olabilir. Zora başvur­
duğun anda direnç üretirsin.
"Sevdiğin zaman direnç oluşmaz, canlı bir enerji akışı oluşur.
Direnç olmayan yerde davranış daha gevşek ve rahattır. Çünkü
açıklık ve içtenlik egemendir. Ancak açıklık varsa öğrenmek
mümkündür.
"Tüm eğitme ve b::linçli değiştirme çabalarını bırak. Eşini sev,
açık ol ve onu da aç. O zaman her şey kendiliğinden gelir. Deği­
şim gerekmeyebilir ya da zorlamadan ortaya çıkabilir. Zora ve
şiddete inanan bir eğitim sisteminde yetiştiğimiz için bu dedik­
lerimin anlaşılmasının kolay olmayacağını biliyorum. Sevgi ve
açıklık yoluyla öğrenmenin otomatik olarak gerçekleştiği düşün­
cesi bizim alışkın olmadığımız bir düşüncedir. Bunun böyle oldu-
174 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ğuna, ben söylediın diye inanmak zorunda değilsin, kendin dene­


yip görmelisin. Ve hemen bugün başla denemeye."

"Karşı Cinse Duyulan Sevgi Ne Kadar Önemlidir"


Rolf'la görüşme, 37 yaşında, bekar, fotoğrafçı.
Rolf: "37 yaşındayım ve hiç evlenmedim. Ancak şimdi bir
kadınla tanıştım. Onu seviyorum ama gene de onunla evlenmek
istemiyorum. Beni sıkıştırıyor ve evlenmek istemediğime göre
kendisini sevmediğimi iddia ediyor."
"Sevgi, evlilik kurumundan bağımsız bir şeydir. Sevginin evli­
likle bir alış-verişi yoktur. Evlilik yasaları devletler tarafından
oluşturulmuştur. Devletler, sevgiden bir ilişki doğmasını isti­
yorlar. Sosyo politik motiflerden söz etmek istemiyorum. Çünkü
bu anda böyle bir şey konuyu değiştirmek olur.
Sevdiğin kadınla niçin evlenmek istemiyorsun? Gerçi ben
tahmin edebiliyorum ama gene de senden dinlemek istiyorum."
Rolf: "Benim için önemli olan sevmek sevgi geçip gidiyor
çabucak ama evliliğe bir girdin mi çıkamıyorsun kolay kolay.
Beni belki şimdi bencil biri 0larak görüyorsun."
"Hayır, dürüst biri olarak görüyor..ım. Sevgin için hiçbir
güvence veremezsin. Sevgi özgürJur; kendiliğinden doğar ve
yine kendiliğinden kaybolur. Sevgiye hükmedemezsin. Senin
için sevgi, bir insanla kurulmuş sözleşmeli bir ilişkiden daha
önemli. İyi bir şey bu. Buna karşı söylenecek şey yok."
Rolf: "Bir de şunu söyleyeyim ki, bir kadına yönelik sevgi
hayatımda ağırlıklı önemi olan bir konu olmadı. Hayır, homo­
seksüel olduğumdan falan değil gerçi eskiden bir kaç kere homo­
seksüel ilişki geçti başımdan ama bununla konunun ilgisi yok -
hayır, ben şöyle görüyorum: Bir insana yönelik sevgi hayatımda
küçük bir parçadır. Bu parça benim için çok önemli değil. Başka­
ları, sevgiyi çok büyütüyorlar, bir de özellikle cinselliği. Onlar
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 175

sevgi ve cinsellik peşindeler; sevmek ve sevilmek istiyorlar.


"Ve başka bir şey görmüyor gözleri. Bir insana sevgi benim
için fazlaca önemli olmadığından, kız arkadaşım benim ruhsal
bakımdan hasta olduğumu söylüyor, ilişkisiz olduğumu söylü­
yor. Buna ne diyorsun?".
"Sevgi, her şeyi kucaklayan bir olgudur. Sevgi, duyarlılık
temelinde oluşur ve gelişir. Senin çok duyarlı bir insan olduğunu
biliyorum sevmeye yeteneklisin, ve işin püf noktası da burada."
Rolf: "Doğayı ·seviyorum. Günlerce ormanlarda ve çayırlarda
dolaşıyorum ve fotoğraf çekiyorum. Severek yapıyorum bu işi.
Doğada gerçekleşen her şeyi seviyorum. Kuşları seyrediyorum
uçarlarken ve hareketlerini yakalıyorum. Gökyüzüne bakıyorum
ve bulutlarda binlerce resim görüyorum. Havayı ve otları koklu­
yorum. Bazen saatlerce çimlere uzanıyorum ve bitkilerin gövde­
lerindeki çiy tanelerini seyrediyorum, geçen küçük böcekleri
seyrediyorum. Pek az kişinin tanıdığı ve yaşadığı bir dünya. İşte
ben o zainan mutlu oluyorum."
"Mutlu oluyorsan, ruhsal bakımdan sağlıklısın. Bir kadına
dikkatle baktığında neler duyumsuyorsun?".
Rolf: "Duyularımla bir kadını içime alıyorum, ona bakıyorum,
saçına, gözlerine, ağzına, her yanına bakıyorum. Kokusunu içime
çekiyorum ve vücuduna dokunmaktan da hoşlanıyorum. Ama
erkeklere de bakıyorum, duyularımla onları da aynı şekilde algı­
lıyorum. Bundan dolayı bir erkeği de sevebilirim ruhsal bakım­
dan dernek istiyorum. Ancak cinsel bakımdan kadınlardan daha
fazla etkileniyorum."
"Sevme yeteneğinin önü kesilmiş değil ve sevdiğin zaman
mutlusun. Buradan giderek de yaşamanın anlamını öğre­
niyorsun. Buna karşı söylenecek ne olabilir ki? Sevgimizi neden
sınırlayarak karşı cins üzerinde yoğunlaştırmak zorunda olalım
ki? Cinselikte bunu yapabiliriz. Çünkü cinsellik biyolojik anlamı
olan kendine özgü biyolojik bir işlev. Ama ruhsal bir olgu olarak
1 76 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

sevginin sınırı yoktur; sevgi hiçbir çerçeveye sığdırılamaz. Ne


denli daha çok şeyi sevgi dolu bir yakınlıkla içimize alırsak o
denli daha çok mutlu ve özgür oluruz. Mutlu ve sağlıklı bir insan
olmak için konuyu evlilikle noktalamak zorunda değilsin. Hiçbir
kadını sevemediğini söyleyecek olsaydın, durup düşünmek gere­
kirdi. Çünkü o zaman bir şeyi dışlamış olacaktın. Hiçbir şeyin
dışlanmaması gerekir. Sevgi herşeyi kucaklamak ister; sevgi tüm
sınırlan kaldırır ortadan; sevgi özgür ve sınırsızdır. Ne denli daha
fazla şeyi sevmeye yeteneğin varsa, o denli daha dolu ve mutlu­
dur yaşamın. Şair Ingeborg Bachmann;
'Sevmek sevmek, işte bu. Sevmek her şeyin başı ve sonu'
derken bunu demeye getiriyor. Yorumum şu: Bachman, bu gerçe­
ği herkesin görmüş olmasını istiyor. Sevmek, her şeyin başı ve
sonu sevmek hayatın dolu dolu olması. Hayatı sınırlayamazsın,
hayatı daraltamazsın.
Dürüst kal ve insanları sev, doğayı, canlı ve cansız varlıkları
sev. O zaman sana hiçbir şey olmaz. Çünkü doğru yoldasın."

"Sevgi Çok Karmaşık Geliyor Bana"


Anita'yla görüşme, 25 yaşında, evlenmemiş, büro memuru.
Anita: "Sevgi çok karmaşık geliyor bana. Aşık olmak hoşuma
gitmiyor."
"Topluma ve erkeklere güven duymadığını konuşmuştuk.
Sevginin anlamı üzerinde de konuştuk. Beklentilerinin gerçek­
leşmeyebileceğinden korktuğun için sevgiden korkuyorsun."
Anita: "Bozgun yaşamak istemiyorum. Yalnızca platonik iliş­
kilere girerek ama kendime sevme lüksü tanımıyarak bu korku­
dan kendimi koruyorum."
"Sevgiden çok değerli bir şey anlaşılırsa sevgi gerçekten bir
lükstür. Pek çok insan için sevgi kırk yılda bir gelen, mutlu bir
olaydır. Ama sen lüks derken değişik bir şey, biraz ısırıcı bir şey
YAŞAM IN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 177

demek istiyorsun, yeniden sevilmemekten korktuğun için kendi­


ne uygun görmediğin bir şeyi anlıyorsun.
Anita: "Gerçekten duygularımla aşık olduğum zaman erkek­
ler benimle oynadılar ve beni bozguna uğrattılar. Bugün artık
kimseye aşık olmuyorum ve böylece kendimle oyun oynat­
mıyorum artık. Erkekleri kendime aşık ediyorum. Bugün artık
hiç kimse beni bozguna uğratamıyor."
"Bu arayı koruyabildiğin için kendinle gurur duyuyorsun. Bu
şekilde kendini korurken aslında kendine zarar verdiğimin ayrı­
mına varmıyor musun? Onlardan kendini belli bir uzaklıkta tutu­
yorsun ve yoğun duygulara kapılmamak için kendini kandı­
rıyorsun.
"Beklentilerin vardı ama şimdi bunların tam karşısında bir
yere kadar gittin: Artık hiçbir beklentin yok! Gerçi döne dolaşa,
insanın beklentisi olmaması gerektiğini söylüyorum ama bunu
bir karşıt tepki olarak da önermedim.
"Önerim şu: Beklentiler, aynı zamanda bu beklentilerin
gerçekleşmeyebileceği korkusunu da üretirler; o anda olmakta
olan şeyden seni koparırlar. Beklentilerin olmamalı ama aynı
şekilde beklenti olmamasını da beklememelisin. Bunu sana açık­
lamaya çalışıyorum.
"Bir insanı sevdinse, onunla açık ve belirgin bir sevgi içinde
karşılaş, ondan bir karşı-sevgi beklentisi içinde olma. Sende
sevgini bastırıyorsun, sevginden uzak tutuyorsun kendini ve,
açık ve yoğun sevmediğin yalnızca gözlemlediğin için kendini
kurnaz sanıyorsun."
Anita: "Ama sürekli olarak gözlemlemek, olup biteni, kendimi
ve başkalarını gözlemlemek gerektiğini söylüyorsun."
"Doğru. Aynen öyle söylüyorum. Olup biteni, öncelikle de
kendi sevgini, yalnızca başkalarının tepkilerini değil bunları da
gözlemlemelisin. Sen, başkalarının seni sevip-sevmediğine bakı­
yorsun, kendi sevgine dikkat etmiyorsun. Sevginin ayrımına
AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ/F:12
178 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

vardığında bastırıyorsun. Ya da başka bir şey yapıyorsun: Kendi


sevgim gözlemlemiyorsun, hemen başkalarını gözlemeye geçi­
yorsun. Onların sana olan sevgilerini kontrol ediyorsun. O eski
beklenti yine çıkıyor karşımıza: Sevilmek istiyorsun; sevgi
vermeden sevgi almaya bakıyorsun.
"Kendine de dikkat et. Kendinden başla her şeye. Öncelikle
önemli olan, senin sevgin.
"İşin özü burada. Ondan sonra başkalarının sana olan sevgisi
önem kazanır. Tam bu noktada yeni bir düşüncenin devreye
girmesi gerekir. Önce kendini sev ve başkalarının sevgisine karşı­
lık verip vermediğine bakmadan sevgini dışa vur. Olgunluğun
sırrı burada yatıyor. Bunu henüz anlayamadın. Sevecekmişsin
gibi yaparak özgür olacağını, başkalarını faka bastıracağını ve
onlara hükmedeceğini söylüyorsun. Ama yalnızca kendini alda­
tıyorsun. Duygularını bastırıyorsun ve başkalarının duygularını
gözlemliyorsun, onların sevgilerini kışkırtıyorsun ve ondan
sonra da soğuk bir edayla ve gözlemleyerek, onlarınkilerle kışkır­
tılmış sevgilerinin karşısına çıkıyorsun.
"Kışkırtılmış sevgi sana mutluluk değil yalnızca kendi egonu
güçlendirmene yarayacak bir doyum sağlar. Bu bencil egoyu
uzaklaştır kendinden. Doygunluk ve güç elde etmek için uğraşan
bu ego beş para etmez.
"İyice yoğun ve açık biçimde kendi içine dön. Bunu anlamak
zor, biliyorum. Bencil olmadan kendine dön. Tam bir güvenle
kendine yoğunlaş. Bu dünyanın tüm mutluluğu senin içinde,
yalnızca senin içinde. Bunu sana nasıl anlatayım sözlerle?
"Beni dinliyor musun?".
Anita: "Dinliyorum ama bir sürü itirazım var."
"İtirazların akıl kaynaklı. Aklın seni senden ayırıyor. Aklın,
ruhuna baskın çıkıyor. Aklın her şeyi iyi bildiğini öne sürüyor­
seni avucuna almış. Kendi evinin efendisi değilsin yani, ruh
bütünlüğü evinin demek istiyorum. Düşünce gücünü diktatöre
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 179

dönüştürdün.
"Yeniden kendine dön, kendi kişiliğine, kendi duyularına
dön. Duyularından hareketle tepki gösterirsen ve aklını devreden
çıkarırsan kendine daha yakınlaşmışsın demektir. Kendine daha
da yakın olmanı istiyorum, hepsi bu. Kendine ne denli çok yakın­
san, aslına kendi duygularına ne denli çok yakınsan o denli iyi.
"Eskiden, birinin duygularıyla hareket ettiğini söylediğimizde
onun çıldırmış olduğu anlamına gelirdi. Halbuki asıl duygu­
larınla hareket etmediğin zaman çılgınsın. Kendine dön, duygu­
larına dön; kendini sağlıklı hissedeceksin.
"Sevgi ve mutluluğu ancak ve yalnızca duyuların aracılığıyla
yaşayabilirsin. Kendini duyularından uzak tutarsan ve aklını öne
çıkarırsan işte o zaman çıldırırsın. Duyularının kendi dirim­
sellikleri içinde gelişebilmeleri için aklın kolayca çözülür. Ne
demek istediğimi anladın mı?"
Anita: "Biraz seziyorum ama anlayamıyorum. Yani bana göre
senin söylediklerin biraz hekimlik taslamak gibi geliyor. Söyle­
diklerinin doğru olup olmadığını bilemiyorum."
"Bilemeyebilirsin. Doğru olduğuna inanmak zorunda da
değilsin. Tek bir temeli vardır her şeyin, bu da sensin. Bilmi­
yorsan, öğrenmeye çalışmalısın. Bir anda kavranabilir, kelimeler
arasında şaşkına dönersin anlayınca. Kavramak sadece akıldan
.
ve sadece duygulardan kaynaklanmaz. Kavramak senin bütü­
nünle ilgili bir olaydır. Bu olayı yaşamadınsa, biraz bekle. Bu
konuda daha sonra konuşuruz. Sen ve ben, kavramayı iki zorla­
ma ile sağlayamayız. Kavrama birden ortaya çıkar, hiç beklen­
medik bir anda ortaya çıkar.
"Sevgide sorun olmaz. Seversin, bu kadar basit; tam bir güven­
le açarsın kendini, kendini dışa vurursun ve duyularınla zaten
mutluluğu duyumsadığın için sevecenlik ve yakınlık gösterirsin,
hepsi bu. Sevgine karşılık bir şey yapılmasını beklemezsin; duyu­
ların açık olduğu için mutlusundur, kendin de açıksındır ve aşırı
180 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ölçüde duyarlısındır. Her şeyi olduğu gibi kabullenirsin, kendini


dürüstçe dışa vurursun, hepsi bu."

"Birden Aklım Başıma Geldi ve Her Şeyi Anladım,


Her Şey Kolay Gelmeye Başladı"
Hans'ın yaşadıklarının anlatımı, 22 yaşında, evli değil, yüksek
okul öğrencisi.
"Ağustos sonlarında, bir yaz günüydü. Evden çıkınca birden
herşeyi yoğun olarak duyumsadım. Güneş parlıyordu, ışıklar
alışılmadık biçimde aydınlık ve aynı zamanda yumuşak geldi
gözüme. Güneş, ceviz ağacının rüzgarda kımıldayan yaprak­
larının arasından görünüyordu. Gölge ve ışık bir ve aynı şeydi.
Işıkla gölgenin oyununu gördüm evin duvarında ve o anda hiçbir
şey düşünmüyordum; yalnızca, bunu görmüş olduğum için
büyük bir rahatlama duyuyordum.
"Bir sürü kuşun cıvıl cıvıl ötüşünü duydum birden. Belki de
bin kere çıkmıştım böyle bu evden ama hiç böyle kuş sesi duyma­
mıştım bugüne değin. Ev kasabanın kıyısındaydı. Yazları büyük
bahçelerden doğru pek çok kuş sesi duyulabilirdi. Bundan dolayı
da benim için son derece doğaldı kuşların cıvıl cıvıl ötmesi. Her
gün duyuyordum onları ama doğru dürüst kulak verip dinle­
miyordum hiç. Cıvıltılar benim için bir bir efekt gibiydi. Bugün
her bir kuşun cıvıltısını ayırdediyorum, her bir cıvıltının hangi
kuştan geldiğini ayırdedebiliyorum. O anda kendimi mutlu ve
rahat hissettim. Kuş cıvıltılarının dikkatimi çekmiş olması hoşu­
ma gitti.
"Bisikletime bindim ve kente yöneldim. Rüzgar sıcaktı ve
saçlarımı arkaya doğru uçuşturuyordu. Mutluluk duygusu daha
da güçlendi, hiçbir şey düşünmüyordum. Her bir anda olana,
olduğu gibi her şeye tamamen açıktım. Önemli bir şey olduğu da
yoktu aslında ama her şeyi öylesine yoğun biçimde içime doldu­
ruyordum ki tüm duygular açıktı. Tenimde rüzgarı hisse-
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 181

diyordum, günışığı gözlerime vuruyordu, gözlerimi kısarak


bakabiliyordum ama aydınlık hiç rahatsız etmiyordu. Hala kuşla­
rın ötüşünü duyuyordum. Daha net duyabilmek için ağzımı
açtım. Ağzım tükürük doldu. Gergin olduğum zamanlarda
ağzım kurur ama bugün kendimi hiç gergin hissetmedim. Kendi­
mi hep o anın içinde hissetim, havanın tadını duydum ağzımda,
gerçeğe iyice yakındım.
"Bir arkadaşımla saat onbirdeki randevuma gitmek için hiç
istek duymaz oldum. Yalnız kalmak istiyordum, kendimle başba­
şa kalmak istiyordum. Kimseyle konuşma gereksinimi duymu­
yordum. Arkadaşımla, benim kaçırdığım bir dersle ilgili olarak
konuşacaktım. Rene ile konuşmak her zaman ilginç olurdu.
Çünkü o benden daha çok şey biliyordu ve onunla yaptığım her
konuşmadan sonra, yeni bir şey öğrenmiş olurdum ve bunları da
unutmazdım. Her zaman ya doğrudan kendim için ya da eğiti­
mim için önemli şeyler bulunurdu konuşmalarımızda.
"Tarlalar arasındaki bir yan yola saptım, hoplaya zıplaya, güç­
bela ormanın kenarına varıncaya kadar pedal çevirdim. Bisik­
letimi çayıra bıraktım ve kendim de yanına oturdum. Güneş,
olduğu gibi yüzüme geliyordu. Kuşlar cıvıldaşıyordu, arılar
vızıldıyordu, kalın ve beyaz bulut kümeleri gökyüzünde bir
yandan öte yana geçip gidiyordu. Otlar çok güzel kokuyordu. Ne
olmuştu bana böyle? Sanki aşık olmuştum. Çevremde olan biten
her şeye tamamen açıktım. Önemli bir şey olduğu da yoktu aslın­
da ama her şeyi öylesine yoğun biçimde yaşıyordum ki çok deği­
şik bir şeyler oluyormuş gibi bir duygu içindeydim. Büyük bir
konserde gibiydim, tüm duyularım işliyordu. Bu uyanıklığın ve
açıklığın bana sunulmuş bir armağan olduğunu seziyordum.
Burada bunu böylesine yoğun yaşayan tek kişinin ben olduğumu
düşündüm ve tek oluşuma üzüldüğümü hissettim. Benim
duygularımın aynısını yaşayan başka insanların da olması gerek­
tiğini düşündüm. Ama onlar her halde meşguldüler, bürolarda,
dükkanlarda, mağazalarda, seminer salonlarında ve kütüp-
182 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

hanelerdeydiler. Onlar benim gördüğümü göremiyorlardı, bu


mutluluk duygusunu yaşamıyorlardı. Bu düşünceyle birden
üzüldüm. Çünkü bu yaşadıklarım çok önemli bir şey gibi geldi
bana. Bunu hissetmeyenlerin yaşamı es geçtiklerini düşündüm.
Duyumlarımdan, duyularımın aldığı pek çok ayrıntıdan uzun
uzun söz edebilirdim. Olağanüstüydü. O ana değin tanımadığım
bir duygu doldu içime. Bunun etkisiyle bir ölçüde kendimden
geçmiştim, içmeden sarhoş olmuştum, daha güzeldim. Çünkü
tamamen uyanıktım, öyle bira içer-kenki gibi sersem ve mahzun
değil.

"Yaşamımda o günün çok özel bir yeri vardır. Bu aradaki yaşa­


dığım pek çok şeyi atlıyorum ve sana o gün akşama doğru olan­
ları anlatacağım. Daha sonra kente gittim. Hiç acıkmamış ve
hiçbir şey yememiştim.

"Mutlu ve bir şeyler yapma sabırsızlığı içinde üniversitenin


atölyesine döndüm ve bir kaç resim yaptım. Cam çatı altında çok
sıcak vardı. Terledim ama bu terleme çok hoştu, hiç de rahatsız
edici değildi. O öğleden sonrası boyalar içinde kendimden
geçtim. Şimdiye değin çalıştığımdan daha değişik çalıştım. Nasıl
bir kompozisyon oluşturduğumu hiç düşünmedim. O anda
duyularımın verdiği bir sevinçle içimden geldiği gibi yaptım
resimlerimi. Resimler adeta kendiliğinden oluşuyordu. Eskiden
hep hangi boyayla hangi<ni ve nasıl kullanacağımı düşünür
dururdum. Bugün hiç düşünmedim ve değişik denemelere giriş­
tim ve ortaya neler çıktığını gördüm, yaşadım. Resim yapmaya
yeni bir neşe kaynağı keşfettim. Tüm düşünceler ve kuşkular yok
olmuştu. Ben ve kağıt üzerinde olanlar birbirine karıştı ve tekleş­
ti, aynılaştı. Bense çok mutluydum. Her şeyi beğeniyor da değil­
dim ama kendimi serbest bırakabileceğimi; doğrunun ortaya
çıkmakta olduğunu; eleştirinin, kompozisyon öğretisinin, este­
tiğin, formun, sitilin önemsizleştiğini seziyordum. Yaratıcı bir
özgürlüğü duyumsadım. Şimdiye değin görmediğim, bilme­
diğim bir özgürlük içinde geliştirebiliyordum kendimi.
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 183

"Atölyede yalnızdım. Sıcak bir ağustos günüydü. Arka­


daşlarımın çoğu yüzme havuzundaydı ya da bulvar kafelerinde
oturuyorlardı. Yalnız olmaktan, hiç kimsenin hiçbir şey söyle­
memesinden ve hiç kimseyle konuşmak zorunda olmamaktan
dolayı mutluydum. Yalnızlık, hep topluluk içinde olmayı arayan
benim için büyük bir lütufdu. O gün hiç kimsenin atölyeye gelme­
mesini istedim. Boyaların kokusu olağanüstüydü. Bu koku kendi
ter kokunıla karışıyordu. Birden kendi kokumu sevmeye başla­
dım. Bir sigara içtim ve resmi duvara dayadım. Kendimden ve
yaptığını resimden büyük bir mutluluk duydum. Her şeyin
yolunda olduğunu düşünüyordum. Kendimle ilgili her şey
yolundaydı, resmim için söylenecek bir şey yoktu. Kendim için
resim yapmıştım. Bunu bir başkası tekrar yaşa.yanıaz. Ayak sesle­
ri duydum, atölyenin kapısı açıldı. Gelen Evira idi. Daha önce de
dikkatimi çekmişti. Siyah giysiler giyerdi ve içine kapanık bir
izlenim yaratırdı. Sakindi, dengeliydi ve davranışları dostçaydı.
Bir keresinde bir erkek arkadaşla caddede yürürken hafifçe
gülümsemişti bana.

"Ne var ki ilk anda, birinin atölyedeki yalnızlığımı bozması


canımı sıkmıştı. İçeriye girdiğinde kısa bir süreliğine ürkü, telaş
ve korku karışımı bir şeyler duydum. Yalnız olmak istiyordum;
dünyayla, evrenle ve kendimle tamamen bağlaşnııştını ama
şimdi günlük sorunları ve günlük duyarsızlığıyla o tekil varlık bu
mutluluk odama çıkageliyordu. Onu sevimli bulduğum halde o
anda sinirlendim.

"Benimle hiç ilgilenmedi ve resim yapmaya başladı. Bu iyi


oldu. Yeniden kendimde yoğunlaştım ve yeniden resim yapmaya
başladım. Resmin ayrıntılarında kaybettim kendimi. Bunu içine
sindirmesi gereken biri ağır olaya dıştan bakan biriyse her şey
ona çok sıkıcı gelir.

"O gün tamamen uyanıktım, duyularını tamamen açıktı. Bir


saat kadar sonra Elvira'ya gittim ve yaptığı resme baktım. Resmi­
ne ve ona baktım. Resmine mi baktım ona mı baktım ayır-
184 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

dedemiyordum. Söylediğim her şey benimle ilgiliydi, onunla


ilgiliydi ve resimle ilgiliydi. Hepsi bir ve aynı şeydi. Mutluydum.
Yalnızlıktan birliktelik doğmuştu. Beni anlamış olması, aynı şeyi
duyması, benim söylediklerimi anlamış olması, bunların ona
bayağı ve yabancı gelmemiş olması tam tersine doğal bir şeydi.
Tamamen açıktı davranışı. O entellektüel değildi, gergin ya da
eleştirici değildi, tutuk ya da bıkmış değildi, o anı o anda yaşı­
yordu aynı benim gibi.

"Yalnızlığımdan kaynaklı ona karşı birden şiddetli bir ruhsal


bağlılık duydum. Parfümünün kokusunu aldım ve o anda benim
yaşadığım mutluluğun içine Evira da dahil oldu. Ondan hiç
çekinmiyordum, her şey kendiliğinden oldu, hiç zorlamadan o
andan kaynaklandı her şey .. Elimi omuzuna koydum, sonra
resminin önünde diz çöktüm. O bir sigara çıkardı, sigarasını
yaktım, derince sigarasından bir nefes çekti ve ben onu öptüm.
Hiç zorlamasız oldu her şey, son derece doğal oldu, o andan
kaynaklandı hepsi. Üzerinde hiç konuşmadan yapılmış bir anlaş­
ma oluşmuştu aramızda. O andan, duyusal bir yakınlıktan oluş­
muştu her şey, kendiliğinden. Birbirimizi tanımadan karşılıklı
olarak birbirimize yakın hissetik kendimizi.

"Yüzü yakınımdaydı, parfümünün kokusunu duyuyordum,


renkler, sıcak vardı. Terliyordum, terimin kokusunu duydum.
Tüm bu atmosfer çok yoğundu, tek bir düşünce yoktu ortada . Bu
anın kollarına bıraktım kendimi. Onu kucakladım ve ona sevgi
duydum. Yanağımda yanağını hissetim. Şimdiye değin duyma­
dığım bir yumuşaklık ve güzellik vardı. Onu sıkıca vücuduma
bastırdım, o da bana sıkıca yaslandı. Vücudunu hissettim, o da
benim vücudumu hisseti. Beni hissettiğini hissettim. Bana doğru
geldi, bende ona doğru yürüdüm. Şiddetli bir duygu etkileşimi
oluyordu, karşılıklı bir çekim oluşuyordu. Mutlu olduğu izlenimi
veriyordu ve her şeyi, açık duyularıyla yaşıyordu. Ellerimle
kollarına dokundum yukarıdan aşağıya kadar. Şimdiye değin bir
kadının kolunu böylesine yoğun biçimde dokunmamış ve yaşa-
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 185

mamıştım. Ona karşı saygı doluydum. Kollarını sevdim, her şey


sevgiydi, her şey birbirine karıştı; koku, hareketler, sözler, sıcak­
lık, ışık. O anda onu sevdim, tüm duyularım ona açıktı, her şey
tekleşti. Zamanı unuttum, düşünmeyi, kendimi unuttum. Sevgi
oradaydı, ben onu onun beni sevdiği kadar yoğun duygularla
seviyordum o anda. Bu ruhsal bir olaydı. Bedenlerimiz bu ruhsal
olayın temelini oluşturmuştu."
186 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

8. Doygun Aşkın Yollan

"Sevgiyi anlatmaya sözü olanlar


Yaşasın sonsuza kadar.
Sevgiyi bilen insanlar
Doğacaklar yeniden.
Ne denli yüksek olursa olsun
Söndürür nefret
Aşkın ateşini m u tlaka."
EL.5A LASKER-SCHÜLER

Alman şairi Albert Ehrenstein 1950 yılında ölümünden kısa


bir süre önce New York'ta şöyle yazmıştı: "Sevgi, hayatın yoğun­
laşmış halidir." Bir vargı bundan daha özlü biçimde söze dökü­
lemez. Dirimsellik sevgide en üst yoğunlukta oluşur. Sevgi
yoğunlaşmış, bir noktaya toplanmış hayattır. Sevginin hayatımız
açısından bu önemini geçmiş sayfalarda açıklamaya çalıştım.

Sevdiğim zaman hayatım yerine gelir. Mutlu olmak ve yaşa­


mına anlam kazandırmak isteyen hayatı pas geçemez. Sevgi
eksikse tüm çabalar, tüm başarılar, tüm zenginlikler, her iktidar
anlamsızdır ve doyurucu değildir. Sevgi; örneğin son derece
entellektüel başarı ve deha sahibi "yakışıklı" insanların kucağına
düşen bir yaşama değildir. Sevgi her insana açıktır, sevgiyi her
insan yaşayabilir. Güzellik ve zeka, gerekli olan değil dahası, bu
ikincil şeylere gereğinden fazla önem verilecek olursa engelleyici
olabilen niteliklerdir. Sevme yeteneğine önem verilmelidir asıl.
Sevme yetisi'ni (ruhsal önkoşulunu) her insan doğuştan getirir
ama bu yetiyi, yeteneğe dönüştürmesi gerekir.

Bunun pek de sıkça gerçekleşmediğine yeterince işaret ettim.


Sevme yeteneğinin geliştirilmesi örneğin hesap yapma, yazma,
yabancı dil öğrenme yeteneklerinin geliştirilmesi kadar önem­
lidir. Yaşamını sürdürebilmek için, mesleğinde başarılı olmak
gereklidir ama bu, nıhsal olarak sağlıklı ve mutlu olmaya yetmez.
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 187

Ruhsal esenlik, sevme yeteneğinden kaynaklanır. Yani sevgi


duyma ve verme yeteneğinden söz ediyorum, başkalarının sevgi
ve yakınlıkların edilgen biçimde kabul edilmesinden değil. Önce­
likle sevme yeteneğine sahip olmalıyım. Bu gerçeği pek çok insan
kolay kolay göremiyor. Çünkü karşı sevgi beklentilerinde uğra­
dıkları bozgun yüzünden kahlaşmışhr yürekleri.

Sevgi alarak ele geçiremem büyük mutluluğu, tam tersine


sevgiyi duyumsama ve bu sevgiyi dışa vurma yeteneğimle mutlu
olurum. Öncelikle kendini sevmek. İşte yaşamın yoğunlaşhğı yer
burasıdır. Demek ki özel olarak bu yeteneği geliştirmeliyim ve
edilgen bir biçimde karşımdakinden sevgi beklediğim ve sevgiyi
tükettiğim bir duruma düşmemeliyim. Başkalarınca hayran olun­
mak ve sevebilmek için güzelolmaya, başarılı olmaya, mal mülk
edinmeye uğraşmanın ne yararı var ki? Bunlar beni mutlu etmez,
olsa olsa üstün bir ben ve güvenlik duygusu verebilir. Eğer ben
kendimi sevmiyorsam, başkasının sevgisinin bana pek bir yararı
dokunmaz. Çünkü ruhum boş kalır. Ruhum ancak eğer ben
kendimi seviyorsam zengin ve doygun olur.

Sevgi yalnızca karşı C!insle sınırlı değildir. Sevme yeteneği,


duyularımın aktardığı her şeyi severek yaşamak ve içine almak
yeteneğidir. Dala konmuş bir kuşa duyulan sevgi, karşı cinsten
bir insana duyulan sevgi kadar önemlidir. Cinsel organlar yoluy­
la yaşanan cinsellik ise ancak ikincil bir olaydır. Sevgi, cinsellikle
sınırlı değildir, genel bir olaydır. Bu önemli gerçeği aktarabilmiş
olmayı umuyorum.

Sevgi hayatın, dirimselliğin ve mutluluğun yoğunlaşmasıdır.


Cinsel deneyimler ise bu mutluluğun yalnızca bir bölümüdür.
Cinsellik üzerinde yoğunlaşmak; bu, yalnızca küçük bir bölümü
algılamak demek olur; bu, ruhsal yoksullaşma demek olur.
Yalnızca cinselliğe yüklenen, aynı karşı sevgi ve yakınfık görmeyi
bekleyen biri gibi yaşam tarafından bozguna uğratılır.

Ancak kendi sevme yeteneğini, sevgi duyma yeteneğini kendi


188 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

bütünlüğü içinde, duyularla algılanabilen bir şeye dönüştüren


kişi ruhsal olarak kendini mutlu ve sağlıklı hisseder.

Beni doyuran öncelikle kendi sevgimdir. Karşımdakinin


sevgisi derdi, arka sıralara atılmalıdır. Akşamın alacakaranlı­
ğındaki bir ağacın beni sevip-sevmemesi önemsizdir. Ama bir
insan tarafından sevilmek isterim. Çünkü burada sevgi cinsellikle
belirlenmektedir.

Cinsellik bir dürtüdür, gidermek istediğim açıktır. Neden


cinsellik üzerine böyle kafa yoruyoruz?

Gnselliğin Önemi Nedir?


Sevgi ve cinselliği karıştırmamak gerekir. Cinsellik hormon­
larca yönlendirilen bir dürtüdür. Dürtülerin gerçekleştirilmesi
ruhsal bedensel dengemiz için önemlidir. Pek çok insan cinsel
doyum dürtüsünün baskısını sevme dürtüsünün baskısından
daha fazla hissederler. Ne var ki, cinsel dürtünün sevgi olmadan
gerçekleştirilmesi, soyutlanmış bir şehvet algısıdır. Bu, bir
benzetme yapacak olursak, bir insanın kırmızı renge takılıp
kalması, hep bu rengin peşinde koşması, yalnızca bu rekten
hoşlanması gibi bir şeydir. Bu durum, algılamanın sınırlanması
demektir. Renk yelpazesindeki başka renklere önem vermediği
için ona acırız.

Cinsellik de dürtülerle ilgili bir şey olduğundan cinsel uyarı­


ma ve cinsel doyuma takılıp kalmak çok kolaydır, hatta kırmızı
ya da sarı renge takılıp kalmaktan bile kolaydır. Pek çok insanda
sevme yeteneği az gelişmiş olduğundan dolayı cinselliğe sapla­
nıp kalmak oldukça yaygın bir durumdur.

Cinsel olgunluk gündeme gelmeden önce sevme yeteneği


gelişmiş olmalı ve cinsel olgunluktan sonra da kaybolmamalıdır.
Sevme yeteneği doğduktan sonra, cinsellik buna bağlı olarak
güzelliğini ve ruhsal anlamını kazanır. Sevgisiz cinsellik, yalnız­
ca, dürtünün isteminin karşılanmasından başka bir şey değildir
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 189

(dürtülerin gerçekleştirilmesine karşı bir şey söylemiyorum


kesinlikle!). Çünkü cinsellikte sevgi olmadı mı ruhsal mutluluk
eksik kalır. Önce sevgi olmalı ortada, ancak ondan sonra cinsellik
salt dürtünün gerçekleşmesinden öte anlamlı ve ruhsal bakım­
dan doyurucu olur. Önce cinsel tutku ortadaysa ve sevgi eksikse,
yaşantı parıltısız ve neşesizdir, mutsuz ve anlamsızdır. İşte o
zaman yalnızca kırmızı renk görülür tayfın tümü görülemez.

Cinsellik ancak sevgiyle güzelleşir, sevgiyle mutluluk verme­


ye başlar. Bu gerçeği aklımızda tutalım ve hiç kaybetmemeye
bakalım.

Sık sık pek çok insan şöylesine karşı çıkıyor: "İyi de, bu d ürtüy­
le nasıl başa çıkacağım? Onun da yerine getirilmesi gerekiyor.
Hem de aşık almalardan ya da sevmelerden daha sık. .. ". Ben de
şöyle karşılık veriyorum: Daha fazla sevmelisiniz. Sevmek pek
çok insan için çok seyrek gerçekleşen bir olaydır. Bu insanlar
dünyayı gezerler, doğada ve insanlar arasında sevgiden yoksun
dolaşırlar. Sevme yetenekleri körelmiştir. Ama cinsellik gene de
doyumu arar. Bu kadar insanın doyumsuz ve mutsuz olmasında
ne var ki şaşacak?

Sevgi, seyrek bir olay olmamalı. Kendimi açmalıyım ve şimdi­


ye değin bildiğim, düşündüğüm, beklediğim her şeyden kurtul­
malıyım. Her gün yeniden başlamalıyım her şeye. Yaptığım her
şey, söylediğim her şey, duyularımın yakaladığı her şey sevgi
içinde gerçekleşmelidir. Sevdiğim andaki durumum, benim hep
bulunduğum durum olmalıdır. Bu duruma ulaştım mı her şey
sevgi içinde gerçekleşir. Ve kendimi mutlu hissederim. Cinsellik,
sevgiyle anlam kazanır. Sevgisiz cinsellik, konui-maya bile
değmez.

Bu sevme tutumuna nasıl ulaşabilirim? Sevginin kırk yılda bir


olan bir şey değil de her gün yüzyüze geldiğim bir şey olması
nasıl mümkün olacak? Sevginin gelmesini beklememeliyim.
Çünkü sevgi zaten içimdedir, o kendisi gelir bana, açıklığıma ve
190 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

duyarlılığıma gelir. Tamamen açarsam kendimi, tüm duyularımı


açarsam, incinecek kadar duyarlıysak, korkuyu bir yana atarsak,
yeninin, o anda yeni olanın ayrımına varırsam, işte ancak o
zaman severim.

Tamamen açarsam kendimi, direnmeden, mücadele etmeden


açarsam kendimi; hiçbir şey beklemeden, hiçbir umuda kapıl­
madan, hiçbir şeye inanmadan, hiçbir önyargıya düşmeden,
hiçbir şey düşünmeden, o anda olanı gözlemlersem o zaman
sevgi doğar ve gelişir, o zaman birden oradadır sevgi, o zaman
seyrek bir şey değildir sevgi.

Ne kadar açıksam, dar kafalıysam ve bir şeye saplanıp kalmış­


sam o kadar seyrek girer sevgi varlığıma. Ama eğer dikkatliysem .
h�r gün her şeye, çevremdeki her şeye ve elbette çevremdeki tüm
insanlara yönelik sevgiler yaşanır. Koşullara bağlayacak olursam
sevgi doğmaz. Ticaret yapmak istiyorsam koşullar ileri süre­
bilirim. Ama eğer bir insana yönelik sevgi ticaret haline geliyorsa
ben "akıllı" bir aptaldan başka bir şey değilimdir.

Sevgiyi güzellik ya da başka bazı nitelikler olmadan düşü­


nemiyorsam, düşüncem çalışmaya başlamış demektir. Düşünce
inceler, tartar, karşılaştırır ve . . . ve sevgi pencereden uçar gider.

Düşüncenin değer yargılarından soyunmuş olmalıyım, tapta­


ze olmalıyım. Tüm normları ve kurallarıyla düşünce sesını
kesmelidir. Ancak o zaman, gerçekten olmakta olanı yaşa­
yabilirim. Yaşadıklarım ancak o zaman sıkıcı ve donuk değildir
yepyenidir, taptazedir, günceldir ve şaşırtıcıdır. Sevgi her zaman
tazedir, hiçbir zaman eski, hayat değildir. Hiç kimse sevgiyi uzun
süre saklayamaz ve elde tutamaz; sevgi ruhsal tazeliktir, her an
yeniden doğup gelişmek zorundadır. Çoğu insan işte bundan
korkuyor nedense. Sevgi hiçbir zaman eskimez; her zaman taze­
dir, her zaman yenidir. Yalnız ve ancak bu dolaysız oluş saye­
sinde cinsellik, mutluluğunu kazanabilir; yalnız ve ancak bu
dolaysız oluş sayesinde, yaşananlar bir bütünlük oluşturabilirler.
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 191

Mutluluğu arıyorsam iş dönüp dolaşıp bu bütünlüğe ve tazeliğe


dayanıyor. Aksi takdirde eskinin kafesinde oyalanır ve donuk,
yorgun, somurtkan biçimde kendi kısır döngümün içinde dönüp
dururum.

Zeka veAşk
Pek çok kere, Avrupa kültürü ve uygarlığının zekayı fazla
abarttığına işaret ettim. Eğitim, düşüncenin ve zekanın eğitimine
yöneltilmiştir, duygu alanıyla ilgilenmez.

Zekanın eğitilmesinin öncelikli olduğu ve duygu dünyasının


önemsiz olduğu anlayışı egemendir. Burada nasıl anlayacağını,
herkes kendisi bizzat görmelidir. Zeka, yararlıdır, zeka sayesinde
bazı insanlar geçimlerini sağlayabilirler, eğitilmiş zeka sayesinde
iş dünyasına girebilir, topluma yararlı olabilir. Duygu dünyası ise
kendine özgü bir alan olarak kalır.

Zekanın eğitilmesi sayesinde hiç kimse mutlu olmaz. Çünkü


bu iş, bir amaç gibi görülen bir yeteneğin eğitilmesidir. İnsanın
mutluluğu mümkün olan en üst zekada olur diye bir şey yoktur.
İnsan, mutluluğu ruhun öteki bölümüyle, ihmal edilmiş bölü­
müyle, duygular dünyası aracılığıyla yaşar.

Şu önyargı özellikle zararlıdır: Sadece zeka önemlidir, duygu


dünyası insanın· daha aşağı basamaklarında yeralmaktadır.
Zekanın böyle abartılması, pek çok insanın, insanı hayvandan
ayıran en önemli şeyin en başta zeka olduğu ve bundan dolayı da
insanın doğada üst düzeyde bir yaratık olduğuna inanmasından
kaynaklamaktadır. İnsanı insan yapan nitelik salt çok gelişmiş
beyin değil aynı zamanda her bakımdan gelişmiş bir sinir sistemi
ve özellikle duyarlı ruhsal sistemidir. Bu sisteme duyular, duygu­
lar ve geniş ruhsal yaşayış yeteneği dahildir. Karmaşık duygu
dünyasında da tüm öteki canlı varlıkların üstündedir insan.
Duygu dünyasını kabaca "hayvanlara özgü" görüp küçümsemek
tamamen yanlıştır. Bu, insan ruhunun hiç benzeri olmaması
192 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

konusunda pek bir şey bilinmediğini ortaya koyar.

Sevgi, akıl ile kavranamaz. Akıl ile gerçi sevgi üzerinde düşü­
nülebilir, dil açısından analiz edilebilir ama zeka ile sevgiyi yaşa­
mak olanaksızdır. Yaşayışa yer olması için düşüncenin susması
gerekir. İşin özü bir şeyi yaşamakta yatıyor. Yoksa onu analiz
etmekte ya da parçalamakta değil.

Duygu dünyamızı keşfetmek ve düşünce dünyasını çıktığı


kutuya geri sokmak zorundayız. Düşünce, duygunun içine karış­
mamalıdır. Bu yaklaşım pek çok entellektüel için dehşet verici bir
şeydir. Bu entellektüeller zekaya taparlar ve duyular .ve duygular
dünyasını hiç dikkate almadan ya da aşağılayarak geçip giderler.

Zekasını eğiten ve onu doğru anda araç olarak kullanabilen


ama bunlarla hiç bağlantısı olmadan ruhsal yaşamını her yönüyle
yaşayabilen kimse bilge bir kimsedir. Her şeyi yaşayabilmenin
temeli duyulardır. Duyarlılıktan, duygu ve sevgi doğar ve yetişir.

Burada aslolan, duyularla kaydetmek, düşünceyi analiz


etmek değildir. Burada öncelikle önemli olan duyularla yaşamak,
duyularla duyumsamak, düşünceyi devre dışı bırakmak ve
ondan sonra da olup biteni gözlemlemektir. Sevgi gerçekleşir.
Akıl analiz ettiği zamana aslolan duyarlılıktır.

Buradan duygular doğar, bu düzlemde korku, üzüntü, mutlu­


luk ve sevgi ortaya çıkar doğal biçimleriyle. Varoluşumuzun en
temel biçimine ne ölçüde daha fazla yaklaşırsak, o ölçüde daha
fazla mutlu olabiliriz ve o ölçüde daha fazla mutluluk vererek
sevebiliriz "Mantık insanı", böyle bir şeyi yaşamadığı için ve
"yaşamadığım şey yok demektir" gibi bir yanlış sonuca saplanıp
kaldığı için, söylediklerimizi kavrayamaz.

Coşkularımıza geri dönelim. "Geri dönmek" derken şunu


demek istiyoruz: Varlığımızın temelini kavramak. Şunu demek
istemiyoruz: Düşünüyorum, öylese varım.

Demek istediğimiz şudur: Algılıyorum, hissediyorum ve


kendimi yaşıyorum. Düşüncenin edimlerini küçültmek iste-
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANA TINDA YATIYOR 193

miyorum. Her şey zaman.ı.nda. Bir araca başvurmak gerektiğinde


düşünce, mutlu olmak istendiğinde ise duyularla alımlamak.
Kim mutlu olmak istemez ki? Zekanın geliştirilmesi yoluyla
olanaklı değildir mutlu olmak. Bu gerçeği iletmek istiyorum
öncelikle. Bu gerçeği ancak herkes kendisi bizzat öğrenebilir ve
somut olarak yaşayabilir. Yani sorun, yalnızca söylenenleri edil­
gin bir biçimde almak değil onları etkin bir biçimde bizzat kendisi
için görebilmektir.

Bu gerçek görüldi.i.ğü zaman duyulara ve duygulara dalmak


bir "geri adım" değil tam tersine, zenginleşmedir. Tüm ruhsal
yaşantının zenginliği açılır önümüze. Mutluluk yalnızca bura­
dadır, başka hiçbir yerde değil. Tüm aramaların sonu gelmiştir,
hedefe varmışızdır. Sevginin olduğu yerde anlam vardır, mutlu­
luk ve barış vardır. Sevginin olduğu yerde arhk umut ve inanç
gerekli değildir. Sevginin olduğu yerde bilgelik, aydınlanma ve
varoluş vardır.

Her Derdin İlacı Sevgi


Sevginin yaşamsal bir önemi vardır. Sevgi yokluğu insanı
hasta eder ve ölüme götürür. Sevgi içeren pek az yakınlık gören
bir çok "bospitalizm" [hastahanede yaşanan yalnızlığın has.ta
edici etkisi-ç.n.] denen hastalığa yakalanır ve bunun etkisiyle
psikosomatik bakımdan rahatsız olur -çoğu zaman da ölür.
Çocuk, kendinin sevilerek kabullenildiğini duyumsadığı bir
gelişme dönemi geçirmelidir. Aksi taktirde (çaresizliği sonu­
cunda) psikosomatik olarak yaşama yeteneğini yitirir.

Buna karşılık yetişkin kimse eğer çocukluğunda ve bebek­


liğinde sevgi dolu yakınlık görmemesinden dolayı bir zarara
uğramamışsa, bu eksikliğini çevresindekilerden giderebilir.
Yetişkin, yakınlık görme gereksimini özellikle, bağımsız bir insan
olmayı ve bizzat kendisi sevmeyi, bizzat kendisi çevresine sevgi
dolu yakınlık göstermeyi· öğrendiği zaman giderebilir. Kuşku-

AŞK ve AŞKIN PSİKOLÇ>JİSİ /F:13


194 AŞK ve AŞKIN PSiKOLOJiSi

suz, Ön koşulu bunun budur.

Ruhsal bakımdan sağlıklı insan ıçın, karşı-sevgi görmek


ru hsal sağlığı açısından büyük bir rol oynamamaktadır artık.
Onun için, asıl önemli olan kendisinin sevmesidir. Eğer yetişkin
hala bir çocuk gibi karşı-sevgi beklentisine saplanıp kalnuşsa bu
durumu psikolo�k bir rahatsızlık olarak görmek gerekir. Bu
durum, çocukluğunda onun sevgi dolu pek az yakınlık gördü­
ğünün ve yetişkinlikte tamamlanması çok zor olan bu eksikliği
gidermeye çalıştığının bir göstergesidir. Sevgi görmenin, sağlık
üzerinde iyileştirici bir etkisi vardır. Bundan dolayı psiko­
terapide tedavi; terapistin, sevgi aktarabilecek, zihinsel ya da
bedensel incinmelerden kaynaklanan sevgi eksikliğini sonradan
tamamlamaya yardım edebilecek durumda olmasına da bağlıdır.

Ancak yetişkinlerde iyileştirici etkisi bulunan yalnızca sevgi


görmek değildir; asıl etkili olan bizzat kişinin kendini sevme,
severek kendini açma, kendini sevgi dolu bir yakınlığa açma yete­
neğinin geliştirilmesidir. Sevgi vermek, sevgiyle olumlamak,
sevgi içinde yaşamak iyileştirici bir olaydır. Sevmek, sürekli
olarak kendinden bir şeyler vermek, kendini "sömürtmek" değil
öncelikle kendini açmaktır. Sevgiyle kendini açan, istemeden alır.
Eğer kendimi açarsam dünya ve olup-biten her şey duyular
yoluyla içime dolar. Bu içe dolma, sevgimize karşılık dünyanın
gösterdiği sevgidir, beni iyileştiren ve mutlu eden bir arma­
ğandır. İşte bu gerçeğin görülmesinde yatmaktadır büyük bilge­
lik.

Mutluluğa giden yol, mutluluk durumuna giden yol, sevgi


dolu yakınlık yoludur. Mutsuzluk yolu, umutsuzluk ve yıkım
durumuna giden yol aşağılayan, nefret eden yüz çevirme, darlık
ya da saplantı yoludur. Bu kitabın önceki sayfalarında çeşitli
sözler ve değişik örneklerle döne dolaşa bunu anlatmaya çalış­
tım.

Mutlu ve memnun olmamız için hayatta tek şansımız var:


YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 195

Sevmek. Sabahleyin güne başlarken sevgiyle kalkmalıyız ve


akşam sevgiyle yatağa girmeliyiz. Severek kendimizi açmalıyız,
olup biten her şeyi sevgiyle ve dikkatle gözlemlemeliyiz. Dikkat
ve açıklık sevgidir. Dikkat etmemek ve kapalılık, eksik sevginin
bir göstergesidir. Bu bizi bunalıma ve yıkıma götürür. Bu şekilde
önce kendimizi mahvederiz sonra da başkalarını, doğayı, çevre­
mizdeki canlıları ve insanları.

Günlük yaşantımızda ne yazık ki, kapalı olan, sevemeyen ya


d'.1 sevmek istemeyen ve bundan dolayı da yıkıcı etkileri olan pek
çok insan tarafından kuşatılmış durumdayız. Bu insanlar hastalık
yapıcı ve yıkıcı etkilerini, çevrelerindeki her şeye ve elbette bize
de yayıyorlar. Bundan nasıl kaçılabilir ya da buna karşı nasıl daha
iyi çıkılabilir?

Bu durumu olduğu gibi kabullenmekten, dikkatle gözlem­


lemekten başka bir şey kalmıyor bize yapacak. Buna karşı müca­
dele etmenin hiçbir anlamı yoktur. Mücadeleye kalkıştıkca şidde­
te başvururuz. Ve şiddet karşı şiddeti doğurur. Şiddete başvura­
nın sonu şiddet yoluyla olur, er ya da geç. Sevgi olan yerde şiddet
olamaz. Sevgi şiddeti dışarda bırakır. Halbuki şiddet olan yerde,
sevgi yetişebilir. Buna karşılık şiddet hiçbir zaman sevgi ürete­
mez ve sevgiyi uyaramaz.

Sevgi iyileştirir, şiddet hasta eder ve yere serer, hem bizi hem
de başkalarını. Özgürlüğe ve mutluluk ışığına giden tek bir yol
vardır: Bu yolun adı sevgi dolu yakınlık göstermedir. Bu gerçeğin
önemini azaltabilecek hiçbir çürütülemez kanıt ileri süremez akıl.
İnsanlık tarihi, şiddeti destekleyen, sevgiye karşı çıkan kanıtların
da tarihidir. Günlük yaşamımızda da sevgiyi halklı gösteren bir
sürü kanıtla karşılaşırız. Düşünce, şiddetten yanadır; zeka şidde­
tin gücüne inanır. Şiddet olan yerde, sevgi ve mutluluk ölür.

Mutluluk ve memnuniyet, ancak şiddet tamamen sona erdi­


ğinde mümkün olabilir. Karda bata çıka yürüyorsam ve lapa lapa
yağan kar tanelerini seyrediyorsam, nasıl yüzüme konduklarını
196 AŞK ve AŞKIN PSİKOLOJİSİ

ve orada nasıl eridiklerini duyumsuyorsam şiddetin sonu gelmiş­


tir. Kend�mi tamamen o anda olup bitene veriyorsam ve düşünce
susmuşs� eğer, karşı sevgiye gereksinim duymak�ızın sevmeye
başlıyorumdur. O zaman, olanlar bana yeter. Çünkü sevgi,
olmakta olandadır. O zaman bu sevgiyi duyumsayabilirim ve o
zaman bana sevgi kendisi gelir, beni ısıtır ve iyileştirir. Dikkat,
düşünceden daha bilgedir. Dikkat ettiğim zaman, olup-bitene
karşı saygı duyarım. Artık sahip olnıa isteğim kalmaz. Sahip
olmak, düşünce ile şiddet uygulamak demektir. Uyanıklıkta
sevgi gelişebilir. Bu sevgi özgürdür, bu sevgi anlıktır. Ana sahip
olamam. Ana şiddet uygulamayamam, an üzerinde egemenlik
kuramam. An geçicidir. Bir an geçer, yeni bir an gelir. Bu gerçeğin
içinde bilgelik yatar, güzellik ve memnuniyet yatar.. Bunu başka
türlü nasıl açıklayabileceğimi ve anlatabileceğimi bilmiyorum.
Ancak yeniden ve yeniden başka sözlerle ve örneklerle anlama
yeteneğini uyandırmaya çalışabilirim.

!'Yapbğın Her şeyi Sevdiğin İçin Yap"


Bir Dosta Söylenmiş Sözler
Tüm acılarda, tüm korkunçluklarda sevgi yok olmaz; eğer
güzelliğini görebilirsen, hayat bu güzelliğinin içinde sürer gider.
Neler olursa olsun, hayat yaşamaya değer. Sana nefret ve yıkım
getirseler bile, bu yaşama karşı bir kanıt değildir. Nefret ve yıkı­
cılık birer hastalıktır. Hayat bu hastalıklar karşısında her zaman
üstün gelecektir.

En derin yokluklarda, en derin yoksulluklarda güzellik, açık­


lık ve dirimsellik yine de vardır. Nelerin olup bittiği alnımıza

nelerin yazıldığı hiç önemli değildir, güzellik hep vardır. Yalnız­
ca sevgi, her derdin ilacıdır. Doğa sevgidir, hayat sevgidir.

Ölüm de doğanın içindedir. Ölüm sevgidir, ölüm güzelliktir.


Ölüm seni esenliğe çıkarır, ona ihtiyacın olduğu en kritik anda
sana karşı iyilik ve sevgi doludur. Kendini daraltmamalısın,
YAŞAMIN ANLAMI SEVME SANATINDA YATIYOR 197

kendini kapatmamalısın. Yaşam ve sevgi mutluluğu deği­


Şimdedir. Her bir an, yeni bir ana yer açılması için, geçip gitmek
zorundadır. Aynı şekilde sen de, bir başka canlıya yer açmak
üzere geçip gideceksin. Yaşama sahip olamazsın, o sana her an
için verilen armağandır ama senin değildir. Her an ölmek zorun­
dadır; yeni bir ana yer açmak için, yeni yaşam ve yeni sevgi oluşa­
bilmesi için sen de ölmek zorundasın.

Sevgi içinde yaşayan, ölümden korkmaz. Sevgi içinde yaşa­


yan, anı yaşar; dirimsellikle, doğanın ve hayatın koşulları ile
tekleşmiştir. Kendi ölümünü kabullenir. Hastalıklı bir "ölüm
özlemi" olmadan, ölmeye hazırdır. Ölüme hazırlıklılık en büyük
bilgeliktir. Bilge kişi her an ölebilir. Çünkü hiçbir şeye yapışıp
kalmamıştır, çünkü her ana kendini vermektedir, çünkü değişimi
sevmektedir yapışıp kalmayı değil. An'ın değişimini seven, yapı­
şıp kalmayı sevmez. Her şey değişimdir. Elbette ki sevgi de akıp­
gider. Sevgi, yerinde durmaz, durdurulamaz. Her şey oluşur,
geçer, yeniden oluşur ve yeniden geçer, yeni bir şey oluşur, yeni
eskir ve başka bir yeniye yer açmak üzere ölür.

Sevmek, her şeyi nasıl oluyorsa o oluşu içinde o oluşuyla


birlikte sevmek demektir. Bugün ölmüyorsan bugünü de yaşa­
yacağın için sevin. Hiçbir şeyi alıkoymaya kalkışma. Çünkü
alıkoymak, şiddete başvurmak ve ölüme çağrı çıkarmak demek­
tir. Birisi ya da bir şey üzerinde etkili olmak istedin mi ölüm daha
hızlı gelir. Bir insana yönelik sevgiyi kalıcılaştırmak istersen, bu
sevgi, "akıllı" aklının düşündüğünden daha çabu k ölür. Nesneleri
ve insanları özgür bırakmaya ne kadar yetenekliysen, anların
sende kalmaları şansı o kadar fazladır. Eğer nesneler ve insanlar
üzerine şiddet uygularsan bu şiddet sana geri dönecektir. Nesne­
ler, ruhunu mahvedecek ve insanlar da seni öldürmeye çalı­
şacaktır. Her şeyi olduğu gibi bırak, onlara el atma, onları olduk­
ları gibi sev. O zaman en iyisini sen yapmış olursun, hem kendin
için hemde başkaları için. Bu gerçeği görmek kolay değildir. İler-
198 AŞK ve AŞKIN PSlKOLOJlSl

lemeye ve bilime inanan, entellektüel eğilimli, uygar bir insan bu


gerçeğe ulaşamaz. Ona göre bu "konuşmak"tır.

Severek kabullenmek bir yanıyla zordur, mutlu olunca da bir


o kadar kolaydır. Ama severek kabullenmenin seni mutlu ettiğini
öğrenmen gerekiyor öncelikle. Öğrenebilmen için de hiç kork­
madan bırak kendini. Mücadeleyi bırak artık. Şiddete başvur­
mayı bırak. Bırak, olan olsun. Kabullen.

Beceremeyeceğini söylüyorsun. Yazık. Bugün beceremeyebi­


lirsin. Ama hiçbir zaman beceremeyeceğini söyleme. Belki yarın,
olur. Takılıp kalma. Şu anda olana aç kendini. O zaman tüm
korkuların sonu gelir. Korkuyla olan sorunlarının sonu gelir.
Birden kolaylaşır her şey. Bunu yaşamak bir anda olup biter
gerçekten. Gerçeği her yeni anda yeniden görürsün. Gerçek geldi­
ği hızla da gider. Her gün bu gerçeği yakalamaya çalışmalısın.
Huzursuzsun. İstediğin kadar konuşabilir ve düşünebilirsin Bu
gerçeği görmekten kaçamazsın. Gerçeği gördün mü, iyisindir;
huzurlu, rahatsındır sevmeye ve ölmeye hazırsındır. Sevgi için­
de, ölmek kolaydır. Nefret ve mücadele anlayışı içinde, ölüm çok
zor ve acı doludur.

Her gün hazır ol ölmeye. O zaman sevmek kolaylaşacaktır.


Sevdiğine yapışıp kalma . Özgür ol ve sevdiğini özgür bırak. Bu
gerçeği görmek seni mutlu eder. Bu gerçeği bırakma, bu gerçeği
elinden kaçırma.

Sevmek her şeydir, sevmek hayatın sırrıdır. Sev, sevince


mutlu olursun. Sevgi, yaşamının birikimidir, yoğunlaşmasıdır.
Sevgide hayatını kendi hayatını ve başkalarının hayatını tanırsın.
Ne kadar çok seversen o kadar çok yakalarsın anlamı, mutluluğu
ve memnuniyeti. Ne kadar az seversen şiddete ve ölüme o kadar
çok yaklaşırsın. Bunu istemiyorsun. Öyleyse başka seçeneğin
kalmıyor-başka bir şey kalmıyor yapacak... Sevmekten başka ... "

You might also like