Professional Documents
Culture Documents
56 Kurulus 700 Osmanli Devleti
56 Kurulus 700 Osmanli Devleti
I
İÇİNDEKİLER
KCIRdLCIŞClNCIN
7 0 0 . YILINPfi
OSMANLI DEVLETİ
SUNUŞ
OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA
ARŞİV FAALİYETLERİ......................................... 1
OSMANLI DEVLETİ’NDE
MADALYA VE NİŞANLARIN TARİHÇESİ......................... 11
OSMANLI DEVLETİ
İÇİN SÖYLENENLER............................................................................15
OSMANLI ORDUSUNDA
RÜTBELER.............................. 23
OSMANLI ORDUSUNDA
KULLANILAN ATEŞLİ SİLÂHLAR.................................................... 32
PADİŞAH VE PADİŞAHLIK
KAVRAMI.................:.............................................................................40
OSMANLI DEVLETİ’NDE
KARA KUVVETLERİ........ ............................... .....54
A
SUNUŞ
Türklerin çok eski bir tarihi olduğu herkesçe malûm. Millî kültürümüzün en önemli zenginlik kay
naklarından birini de bu tarihimiz oluşturuyor. Tarihî birikimimiz günümüze ait maddî ve manevî birçok
konuda karşımıza çıkıyor ve bizi diğerlerinden farklı kılan özelliklerin yaşatılmasına ve geliştirilmesine
katkı sağlıyor. Bu çok eski ve çok zengin tarihî kültürün dünyada çok az millette var olduğunu da bil
meliyiz.
OsmanlI İmparatorluğu Türk milletinin kurduğu en büyük devletlerden biridir. Devlet, 1299 tarihin
de Marmara kıyılarını içine alacak şekilde kurulmuş, Selçuklu ve Bizans İmparatorluklarının zayıflama
sından faydalanarak XIV. yüzyılda sür’atle gelişmiştir. OsmanlI İmparatorluğu XV. ve XVI. yüzyıllarda
en görkemli devrini yaşamış, üç kıt’a üzerine yayılarak muazzam bir imparatorluk hâline gelmiştir. Bu
görkemli tarih çok iyi araştırılmalı ve çok iyi inceienmelidir. Çünkü bugün sahip olduğumuz çoğu değer
lerin başlangıcı oradadır. Çünkü Cumhuriyet’imizin kökleri oradadır. Çünkü Cumhuriyet’imizi kuranlar
oradadır...
Bu büyük imparatorluğun 700. kuruluş yıl dönümünde ATAŞE Başkanlığı olarak bir özel yayın çı
karmak istedik. Bu yayında da daha çok kendi alanımıza giren konulara yer verdik. Kütüphanemizde
bulunan XIX. yüzyıla ait bir fotoğraf albümünden yararlandık. Hakan, padişah, sultan.gibi kavramların
bir irdelemesini yaparak, OsmanlI Devleti’ndeki arşiv faaliyetlerinden, ateşli silâhlardan, rütbelerden,
mehteran bölüğünden bahsettik. OsmanlI kara ordusu hakkında genel bir bilgi vererek, orduda kullanı
lan nişan ve madalyalardan örnekler verdik. Hepsinde de görsel unsuru ihmal etmemeye özen göster
dik.
Başkanlığımız Yayım Şubesi uzmanlarından Meliha YÜCEL, Meltem TAŞKIN, Hayriye YALÇIN,
Seval BİLGEN, Kerime ŞAHİNER, Yasemin TAŞÇI ve Halime TAŞÇI tarafından hazırlanan bu yayının
ilgililerce beğenileceğini umuyorum.
Aydın OKAN
Hv. Korgeneral
ATAŞE Başkanı
r
“® Î 5 E E L y j L K l M E P K » l I Î İ M W E f : i
kında bir fikir oluşturmaktadır. tahribi muhtemeldir. İstanbul’un Sonra At Meydanı’na nakledildi,
İstanbul’un fethine kadar, fethinden sonra, OsmanlI arşiv- Topkapı Sarayı’nın inşasından
Bursa ve Edirne’de arşivler te terinde gelişme ve zenginleşme sonra, arşivler Divan-ı Hümâ-
şekkül etmiştir. Timur’un istilâsı meydana gelmiştir. Fetihten yûn’un yanında yer aldı. Bugün
esnasında Bursa’daki arşivin sonra ilk arşiv Yedikule’de idi. arşivlerimizde, İstanbul’un fet-
© â s ıa a s ı ı ^ ! 6 » j ( s W O T ^ f a t ® g ı ^ a S â l î M s i a i
Arşiv Sistemi
Divân-ı Hümâyûn (Bâb-ı
Âlî) daki vesikalar kâğıt veya
defter şeklinde tanzim edilirdi.
Defterler ciltlenir, yıllara göre
tasnif edilir, hususi odalarda
saklanırdı. Bu odalara "mahzen-
i evrak" denilirdi. Yaprak halin
deki vesikalarsa keselere konur
du. Mühim vesikalar atlas kese
lere ve muhâfazalara yerleştiri
lirdi.
Her dairede bir günün evra
kı bir tomar, her ayınki bir torba,
her yılınki bir sandık teşkil eder
di. Sandıkların üzerine, muhtevi
yatını gösteren etiketler yapıştı
rırd ı.
Bir sarayda, bir de paşa ka
pısında yani Bâb-ı Âli’de iki bü
yük arşiv vardı. Bütün kanun, ni
zam, ferman ve emirler defterle
re tasdikli şekilde geçirilip sakla
nırdı. Sandıklar doldukça, Top-
kapı Sarayı’na Divânhâne ya
nındaki arşiv dairesine gönderi
lirdi. Bâb-ı Âli’de nispeten yeni
olanlar saklanırdı. Eski defterle
re bakmak icap ettikçe, bunları
Saray’dan hemen getirtecek bir
teşkilât vardı. Her gün lâzım
olan evrak ve defterler Bâb-ı
."'^K'-^aSÂ vk'-
Âli’deki arşiv dairesinden getiri •<' A%
n£-
e.
lir, gece kalemlerde bırakılmaz,
akşam mutlaka arşive iade edi
U*
lirdi. İşi bitmeyenler sabah yeni Ayasofya Vakfı ile ilgili bir ferman
den getirilirdi. Bazen bu hususa
uyulmamış ve bazı yangınlarda hürle mühürlenirdi. Bu derecede Arşivdeki Defterlerin
kalemlerde gece bırakılan evrak ehemmiyet verilmesinin sebebi Önemi
yanmıştır. şudur: Milletin bütün hukuku, bu
Defter-hâne-i hûmâyûn’daki
Önce "defter-hâne", sonra kayıtlara bağlıydı. Bilhassa im
paratorluğu şevket devrinde en mühim defterler, "mufassal”
"hazine-i evrak" denilen impara
ayakta tutan dirlik (tımar) siste tâbir edilenleridir. Bunlar, toprak
torluk arşivi, padişahın vezir-i
minin, dolayısıyle ordunun, ver sayımına, arazi tahririne ait bir
âzamdaki mührüyle mühürlenen
üç hâzineden biriydi. Hükümetin ginin, sanayi, ticaret ve tarımın çeşit ana tapu defterleridir. Dev
her toplantısından sonra bu mü esasları, arşivdeki defterlerdi. letin işlenebilir topraklarının na-
OSMANLI İMPARATO
sonra rehavet, umursamaz Maliye Nazırı Safveti Paşanın ları diyebileceğimiz bu çalışma
lık ve çöküşün getirdiği bazı ih Topkapı Sarayı’nda Enderun-u lar Mehmed Emin Rauf Paşanın
mal ve tahriplere maruz kaldı. hümâyûn’da bulunan bir kısım sadareti döneminde vuku bul
Bakımsızlık, yangınlar, su bas tarihi belge ve defterleri düzen muştur. Bu çalışmanın 1,5 yıl
kınları, depoların yetersizliği, ta leme, ayırma, belgeleri kalemle kadar sonra Mustafa Reşid Pa
şımalar, kötü şartlar bunların rine ğöre tanzim edip anbarlara şanın birinci sadareti zamanın
başlıca nedenleri öldü. Savaşlar yerleştirme, depoları yenileme, da modern anlamda devlet arşi
sırasında da bir kısım malzeme işe yaramaz addedilen bir kısmı vinin reorganizasyonu faaliyeti
ler tahribe veya kayba uğradı. nın ayrılması faaliyetlerini gör nin ilk müjdecisi olduğu ve bir te
Özellikle yenilgi ile sona eren mekteyiz. Devletin merkez teşki mel teşkil etmesi kuvvetle muh
savaşlarda, bir kısım askerlik ve lâtı içinde ilk ciddi arşiv çalışma temeldir.
maliye ile ilgili malzemeler sa-
.vaş meydanında kalabiliyordu.
Bu duruma rağmen zaman M
zaman devlet evrakının ve kayıt tümlü
larının iyi korunması, depoların
tanzimi hakkında ilgililere ve taş
ra yöneticilerine emirler verildiği,
teşvik edici faaliyetlerin bulun
duğu tahmin edilebilir. Nitekim
1785 tarihinde, I. Abdülhamid
devrinde, Reisül-küttâba hita
ben çıkarılan bir emir bu hususu
kanıtlayan bir belgedir. Bunda,
devlet kayıtlarının ve defterlerin
devamlı saklanmalarının önemi
vurgulanarak, b a z ı, önlemler
alınması, düzenli depolarda ko
runması istenmekteydi. Devlet
belgelerinin korunmasında padi
£ jiit £ı
şahlar bile usul ve kaideye uy^ M.
maktaydılar.
Modern Arşivciliğe Atılan
İlk Adımlar
Osmanlı Devleti bünyesin
de, modern arşivcilikte gelişme
ler ve alınan bazı tedbirler Tan
zimat döneminde olmuştur. II.
Mahmut devrinden itibaren, dev
let teşkilâtında ve kurumlarda
yapılan değişiklikler, reformlar
ve yeni teşekküller, okullar, ne
zaretler arşiv malzemelerini tan
zim ve koruma hususunda yeni
bir atılımın başlangıcı içinde ol r Jr
muşlardır. Kayıt ve kuyud işle M -
rinde yeni müesseseler yenilik
lerde getirmiştir. 1845 tarihinde Budin Eyaleti Kanunnâmesi
Hazine-i Evrakın Kurulu di. Arşiv hizmeti devletin mutena bağlanmıştır. Tasnif, konu ve
şu işlerinden sayıldığından, bazı İdarî teşkilât esasına göre yapı
konuların Meclis-i Ahkâm-ı Adli- lacaktı. Binanın inşası bittiğinde,
Avrupa’ya resmî görevle
ye’de görüşülmesi zarurî bulun 1850 tarihli bir nizamnâme-i
birkaç kez gidip, orada kültür ve
duğundan bu müzakerelere mahsus ile kesin olarak Hazine-
tarih kaynaklarını muhafaza
Muhsin Efendi’nin de katılması i Evrak'ın işleyişi, muhafaza
eden bir kuruluş olarak arşivlere
gözönüne alınarak Hazine-i edeceği malzemelerin cins ve
ne derecede önem verildiğini
Evrak Nazırı ve Meclis-i Vâlâ mahiyeti takarrür ettiğinden, bu
müşahede eden ve son yüzyılda
üyesi seçildi. Şüphesiz Hazine- tarihten itibaren arşiv normal
Osmanlı Devleti bünyesindeki
i Evrak Nazırı, o zamanki fonksiyonlarını ifa etti.
ihmalleri ve bürokratik bazı ihti
Bakanlar kuruluna dahil bir nazır
yaçları da yakinen gören ve his XIX. yüzyılın ortasında, Os
değildi. Fakat herhangi bir
seden Mustafa Reşid Paşa 28 manlI Devlet Arşivi kurulurken
müdürden daha yüksek bir
Eylül 1846 gününden başlayan oldukça çağdaş bir zihniyetle
görevliydi. Muhsin Efendi’nin
ilk sadaretinin ilk aylarında, Bâb- hareket edildiği, bina, personel
emrine bazı görevliler verildi.
ı Âliye bağlı, Osmanlı Devlet ar ve mevzuat konularının birlikte
Hazine-i Evrak’a konacak mal
şivi hüviyetinde ve Bâb-ı Âli bah düşünüldüğü ve sonuçlandırdı
zemelerin tanzimi için bir
çesi içinde "Hazine-i Evrak" ğı görülmüştür. "Nezaret" adı,
talimatname hazırlandı. Sultan
adıyla anılan'bir müessese ku bir süre sonra tekrar "müdürlük"
Ahmet meydanındaki
rulmasına ve bu amaçla yeni bir olarak değiştirilmiş daima Sada
Defterhâne’de, Bâb-ı Ali
bina inşasına karar verdi. Bu hu rete bağlı kalmıştır.
civarındaki mahzenlerde ve
susta padişah buyruğu olan ira-
diğer depolarda bulunan tarihi Muhtelif Avrupa ülkelerinde
de-i seniyye 8 Kasım 1846 tari
arşiv malzemelerini arama ve devlet veya millî arşiv kurma ça
hinde yayınlandı. Kuruluş ama
tarama yapıldı. Hazine-i Evrak’a baları genellikle aynı yüzyılda
cı, "Mesâlih-i mühimmeye müte-.
konacak malzemeler için ana olmuştur. Örneğin Ingiliz Devlet
allik ve senedât-ı devletten
prensipler, Bâb-i Âli kalemleri Arşivi (Public Record Office)
ma’dûd evrak-ı resmiyenin ma-
ile münasebetlerde izlenecek 1838’de reorganize edilmiştir.
hall-i vahidde cem ve hıfzı" idi.
yollar gibi hususların sağlam Bazı ülkelerde bu daha sonra
Bina inşası için Bâb-ı Âli bahçe
esaslara bağlanması için Bâb-i dır. Demek ki, Osmanlı Devle-
si içinde uygun bir yer seçildi. Bi
Âli kalem müdürlerinden oluşan ti’nde de, modern arşiv çalışma
na inşasını, daha önce Dârûl-fü-
bir Meclis-i Muvakkat kuruldu. ları diğerleri ile az çok aynı za
nûn binalarını yapmış olan, İtal
Beş maddelik güzel bir nizâm mana rastlamaktadır. Hazine-i
yan mimar Fossati ve kardeşi
nâme hazırlandı. 12 Nisan 1849 Evrak’ta bir ihtisas kitaplığının
gerçekleştirdi.
tarihli bu belge, millî arşivcilik ta kurulmasıda ihmal edilmemiştir.
Bina inşa olunurken, perso rihimiz için çok önemlidir. Bu Nezaret ve Şurâ-yı Devlet
nel ve mevzuat konularına el belgede arşive konacak belge Arşivlerinin Teşekkülü
atıldı. Arşivcilik prensiplerinin cinsleri, tasnif esası ve diğer ko
tesbiti hazırlıkları yapıldı. Sada nular belirlenmiştir. Personel - XIX. yüzyılda Osmanlı ne
ret Mektupçusu Esseyyid Haşan olarak lâlettayin ve güvenilme zaretlerinin ve bazı önemli kuru
Muhsin Efendi Hazine-i Evrak’m yecek kişilere emânet edilme luşların arşivleride teşekkül et
başına tayin edildi. Kuruluşta mesi gereği önemle ve hassasi miştir. Bunlar, Hazine-i Evrak
"müdürlük" olan dairenin adı yetle vurgulanmıştır. Hazine-i örneğinden yararlandılar. Harici
Muhsin Efendi’nin daha önceki Evrak’ı iç düzeni, ara depolar, ye, Dahiliye, Maliye, Evkaf ne
görevine göre daha aşağı bir un lüzumsuz addedilen evrakın atıl zaretleri, 1868’de kurulan Şurâ-
van olduğunda ‘nezaret’e çevril madan saklanması vb. sağlama yı Devlet Hazine-i Evrakları gibi.
® ö x £ K lîı U mit S l â fiı r$ T L^ İ® fl f\ İ K / lM . ® jOjM
Sadaretin kendi bünyesinde de reti sonlarında, Mehterhâne ya sine taşındı. Evrak 518 araba
bir arşiv müdürlüğü kuruldu. Ba kınındaki mahzende Bâb-ı Âli’ye yükü idi. Bunun tanzim ve tasni
zı nezaretler kendi ihtiyaçlarına ait bazı evrak Hazine-i Evrak’a fi için muhtelif tasnif heyetleri ku
göre, arşiv binaları ve mahzen taşındı. Bu malzeme I. Mah- ruldu. Bu malzeme üzerinde Ab
ler yaptılar.
mud’dan II. Mahmud devri sonu durrahman Şeref Bey, Hazine-i
Vilâyet ve Taşra Teşkilâtı na kadar olan döneme aitti. Bun Evrak müdürü Refik Bey, Arif
Arşivleri lar tasnif edildi. Hazine-i Ey- Bey, Mehmet Kadri Bey vs. ça
Eyalet teşkilâtından vilâyet rak’taki Divan-ı Hümâyûn defter lıştılar. Üçüncü defa Ali Emirî
sistemine 1864’ten itibaren lerinin bir envanteri hazırlandı. Efendi başkanlığındaki bir heyet
geçilince, vilâyet arşivleri oluştu. ile bir kısım malzeme tasnif edil
Ahmed Cevat Paşanın sa
Tuna Valisi Midhat Paşa Rus di ve kataloğa bağlandı. Ibnül-
daretinde 1892 yılından itibaren,
çuk’ta 1868’de Tuna vilâyeti ar emin Mahmut Kemal Bey de bir
devlet teşkilâtı ve nezaretler göz
şivini kurdurdu. Bu diğer vilâyet grup evrakı tasnif etti ve katalog
önüne alınarak, yeni bir sisteme
lere de yayıldı. Arşivler genellik ladı.
göre arşiv malzemelerinin kayıt
le vali konağı yanında veya civa ve saklanmaları usulü getirildi. Bu dönemde arşivleri dü
rında idi. Rumeli’de bazı vilâyet zenleme, muhtelif yerlerde ve
II. Abdülhamit devrinde,
arşivleri savaşlarda zarar gördü. mahzenlerde unutulmuş, bırakıl
B âb-ı. Âli arşivlerinden başka,
Bosna-Hersek vilâyeti arşivi Sa- mış malzemeleri toplama çalış
Yıldız Sarayı’nda muntazam iş
ray-Bosna’da kaldı. Bugün bir malarına paralel olarak, arşivle
leyen düzenli bir arşiv kuruldu.
kısmı Saray-Bosna Şarkiyat rin tarih ve sosyal bilimler için İl
Maliye Nezareti Hazine-i Evrakı
Enstitüsü’nün elindedir. Tulça mî amaçlarla kullanılmasına
ve Meşihat’e bağlı şer’iyye sicil
vilâyeti arşivi .1877-78 Osmanlı- başlandı. Artık arşivlere sadece
leri arşiv binaları inşa edildi.
Rus Savaşı esnasında Vali Said İdarî ve bürokratik bir hizmet
Paşa tarafından İstanbul’a nak İkinci Meşrutiyet Döne ünitesi olarak değil, araştırmalar
ledilirken Bulgaristan’da alıko- minde Arşivler için bir kaynak olarak bakılıyor
nuldu. Bu fon "Türk arşivi" adı du. Bu görüş ile Türk ve yaban
1908-1922 arasında İkinci
ile, Bulgar Millî Arşivi’nin cı araştırmacılar ilk defa Os
Meşrutiyet döneminde Osmanlı
1879’da kurulan ilk nüvesini teş manlI arşivlerinde çalıştılar ve
arşivleri bakımından bazı yeni
kil etti. belgeleri yayınlamaya başladı
likler ve canlılıklar meydana gel
Abdülaziz ve II. Abdülha- miştir. Abdurrahman Şeref Be lar. Macar Imre Karaçon ve Bul
mid Devirlerinde Arşivler yin vak’anüvisliğe tayini, Tarih-i gar Vladimir Todorov Hindalov
Osmanî Encümeni’nin kurulma ilk yabancılardı. Tarih-i Osmanî
Abdülaziz ve II. Abdülhamit
sı, Tarih-i Osmanî Mecmu- Encümeni’nde yayınlanan ilk
devirlerinde arşiv işlerine önem
ası’nın yayına başlaması arşiv makale, Abdurrahman Şeref Be
veren bazı sadrazam ve devlet
lere verilen önemi arttırdı. Fatih yin “Evrak-ı atîka ve vesâik-i ta-
adamlarının himmetiyle Hazine-i
zamanından itibaren Topkapı rihiyemiz" başlığı ile, arşiv ve ar
Evrak’ta nezaret arşivlerinde ve
Sarayı’nın muhtelif mahzenlerin şivlerimizin önemi, durumu hak
diğer arşivlerde bazı gelişmeler
de yüzyıllar boyunca birikmiş kındaydı.
olmuştur.
olan bazı tarihi malzemeler Bâb- İkinci Meşrutiyet’in getirdiği
1870’de Âli Paşanın sada ı Âli’de Cevat Paşa kütüphane siyasî partiler dolayısıyla, parti
OsmanlI belgelerinin bir kısminin muhafaza edildiği Genelkurmay ATAŞE Arşivinden görüntüler.
programlarında bazı görüşlere şivlerin önemi açıklandı. "Evra zareti içinde bir Harb Hazine-i
rastlanabiliyordu. İttihat ve Te kını muhafaza etmeyi bilmeyen Evrak’ı 1916 yılında kuruldu.
rakki Partisinin bazı görüşleri bir devlet, o hükümet mefâhir-i Sadaret, Dahiliye, Hariciye ve
Tanin’de yayınlandı. İkdam maziyesini kendi eliyle imha et Şurâ-yı Devlet arşivlerini bir ge
nel müdürlük altında birleştir
gazetesinin 24 Mart 1914 tarihli miş olur" deniyordu.
mek projesi ve girişimi, savaş
nüshasında ‘Devairde hıfz-ı ev Birinci Dünya Savaşı içinde, sebebiyle, başarıya ulaşamadı.
rak’ başlıklı önemli bir yazıda ar ordu, ihtiyaçları için Harbiye Ne Hariciye Nezareti Arşivi yeniden
OsmanlI belgelerinin bir kısmının muhafaza edildiği Genelkurmay ATAŞE Arşivinden görüntüler.
düzenlendi. Arşiv hakkında il 1911-1918 arasında cere Osmanlı Devleti’nin 1922’
ginç bir diğer olay, güvenlik için yan eden üç büyük savaş esna de ilgasından sonra, Türkiye Bü
bazı arşiv malzemelerinin yük Millet Meclisi Hükümeti, Os
sında Balkanlar’da, Anadolu’da manlI arşivlerinin bütünüyle ko
1915’te Konya’ya gönderilmesi ve Araplarla meskûn vilâyetler runması için gerekli tedbirleri al
ve sonra geri getirilmesidir. O sı mıştır.
de bazı arşivler tahribe uğramış
rada kullanımı gittikçe yaygınla
tır. Vilâyet ve kadılık arşivleri en Sonuç olarak, Osmanlı ar
şan boyalı mürekkeplere ve bel şivciliği, kendi sosyal ve İdarî
gelerin bozulmasına karşı bazı fazla zarar görenlerdir. Savaş
formları içinde gelişmiş, ihtiyaç
teknik ve İdarî önlemler alınmış lar, İdarî eksiklikler, nakil vasıta ları karşılayacak düzeye gelmiş
tır. Çırağan ve Bâb-ı Âli yangın larının yetersizliği, ihmal bunda ve günümüze zengin bir arşiv
larının zararı büyüktür. etkili olmuştur. mirası bırakmıştır.
OSMANLI DEVLETI'NDE MADALYA VE
NİŞANLARIN TARİHÇESİ
En basit anlamda bir başa
rının ya da bir gayeye ulaşmak
amacıyla yapılan bir yardımın
bir göstergesi ve bir ayrıcalığın
ifadesi olan madalya ve nişan
lar; Türklerde ve batı ülkelerinde
farklı bir yol izleyerek gelişmiş,
XVI. yüzyılda OsmanlI impara
torluğu ile Avrupa devletleri ara
sındaki siyasal ilişkilerin geliş
mesine paralel olarak bu farklı
lıklar zamanla azalmış ve ben
zer şekilde madalya ve nişanlar
verilmeye başlanmıştır.
Günümüzde kullanılan ma
dalya sözcüğü İtalyanca "me-
daglia"dan; nişan sözcüğü ise
Farsça "nişaneden" (belirti, ala
met, iz anlamındadır) gelmekte
dir. Bir fedakârlık, muvaffakiyet
veya yararlılık karşılığında ge
nellikle altın, gümüş, bakır vb.
değerli madenlerden özel olarak
bastırılmış mükâfat ve şeref ala
meti olarak kullanılan madalya
ların OsmanlI İmparatorluğu dö
nemindeki ilk örneği 1730 da I.
Mahmut zamanında bastırılan
"Ferahi Madalyasıdır. Bununla
beraber İslâm tarihinde Abbasî
halifeleri ve Anadolu Selçuklula
Hilal-i Ahmer Cemiyeti Madalyası, OsmanlI, 1911
rı bir anlamda madalyalara ben
zer "atiyye dinarları" bastırmış ceye kadar rütbeleri vardır. Buna tiği mücevherli çelenk, 1801 yı
karşılık madalyalar bir olay, bir lında İskenderiye Savaşlarında
lardır. Nişanlar ise madalyalar
savaş için verildiği gibi görevdeki üstün başarı gösteren Ahmet
dan sonra kullanılmaya başlan
başarının karşılığı olarak da ve Kaptan’a tevcih ettiği üzeri el
mış olup yine devlete karşı ya
rilmişlerdir, rütbeleri yoktur. maslı ortası ay şeklindeki nakışlı
pılmış hizmetlerin karşılığı ola avize ve buna paralel olarak çı
rak verilmiş, ancak madalyalar Genellikle nişanlar ve ma kardığı ilk Hilal Nişanı OsmanlI
dan daha gösterişli ve genellikle dalyalar bir yönetmeliğe göre ve İmparatorluğu döneminde veri
değerli taşlarla süslü olarak ya rilirdi. III. Selim’in, 1798 yılında len nişanların başlangıcı olmuş
pılmıştır. Nişanların 1 ilâ 5 dere Ingiliz Amirali Nelson’a tevcih et tur. Nişanlarla ilgili önemli bir
özellik de yalnız "tâife-i nisâ"ya görevleri Hristiyanlık inançları muhafaza edilmiştir. (Bu teşki
(kadınlara) mahsus olan üç rüt için mücadele eden ve hacılar lâtların birkaçı günümüzde ha
beli “Nişân-i Şefkafdır. ile hastaların bakımını sağlayan len varlığını korumaktadır.)
OsmanlI teşkilât lisanında teşkilâtlar için kullanılmaya baş
Bu teşkilâtların simgesi ola
padişahın emirlerine de "nişân-ı lanmıştır. Bunların başlıcaları
rak kullanılan nişanlar zaman
şerif-i sultâni", "nişân-ı hümâ- The Order of the Knights Temp-
içerisinde toplum yapısında
yûn”ya da kısaca "nişan" denir lars (XII. yüzyılda Kudüs’te otu
meydana gelen değişm elerle
di. Yeniçeri bölük ve ortalarının ran Şövalye-
Ie r değişikliğe uğramıştır. Fransız
da "nişan" denilen sembolleri
vardır. Bu nişanları dövme ihtilali’nde verilen "Com mune
olarak göğüslerine Nişanı", ilk zamanlarda bağım
veya baldırlarına > sızlık savaşı hizmetlerine
mezar taşlarına iş karşılık bir ödül olarak
letmişlerdir. askerî bir değerlendir
me çerçevesinde su
Avrupa ül
kelerinde ise nulmakta iken daha
madalya ve sonra bu nişan ye
n iş a n la r ı n ni toplumun kurul
kökeni Haçlı masında göster
S e fe rle rin e dikleri yarar ne-,
kadar uzan deniyle, sivil bir
makta olup değerlendirm e
Katolik kilise çerçevesinde su
sinin Orta nulmaya başlan
Çağ’daki dü
mıştır.
z e n le m e le rin e
dayanm aktadır. Böylece nişanlar
Bu kapsamda din önceleri sadece din ve
sel Şeref rütbeleri (or- ya krala sadakatle müca
der)’nin manastıra ait dele etmek üzere kurulmuş
topluluklara verildiği görül teşkilât üyelerine ayrıcalık ola
mektedir. rak verilmekte iken hizmete yö
Tanzimat-ı Hayriye Madalyası
Nişan kelimesinin karşılığı nelik olarak verilmeye başlan
olarak kullanılan "Order" kelime Birliği), The Order of Malta (Mal mıştır. (Bunlardan Fransız Şeref
si Lâtince bir sözcük olan "ordo" ta Teşkilâtı) ve The Teutonic Or Nişanı "Legion d’honneur" 1802
kelimesinden gelmektedir. Orta der (Germen kabilelerine ait teş yılında çıkarılm asına rağmen
çağda bu sözcük ile belirli so kilât) sayılabilir. 1805’te 5 ayrı tipte verilmeye
rumluluklara sahip ve belirli ku başlandı.) Böylelikle Orta Çağ’a
İdarî yapıda kilise gücün
rallara bağlı yaşayan sınırlı sayı kadar uzanan nişan teşkilâtı, bu
den sonra, Kraliyet gücü (XIV.
daki bir grup insan kastedilmiş alt yapı ile demokratik teşkilâtın
yüzyılda) hakim olmaya başla
tir. Haçlı Savaşları sırasında da modelini oluşturmuştur.
yınca kralların prestij ve gücünü
manastır düzeninde kullanılan
artırmak amacıyla Dünyevî Şö
Şeref Rütbeleri (order) olgusu
valye Teşkilâtı (Temporal Or-
şövalyeliğe geçmiştir. Böylelikle
ders of Chivalary) kurulmaya
Şeref Rütbeleri (order); başlıca
başlamış ancak teşkilât yapıları
OsmanlI İmparatorlu
ğu Dönemine Ait Madalya ve
Nişanlar
OsmanlI İmparatorluğu dö
neminde büyük hizmetler yap
mış ve liyakat göstermiş olanla
rın üstün bir şeref payesine
ulaştırılmaları için çeşitli mükâ
fat yolları aranmış ve bu amaçla
önceleri hil’at (çok ağır değerde
kaftan), kürk, mücevherli kılıç,
sorguç, çelenk, tuğ, avize,
nev’inden birçok mükâfat çeşit
leri kullanılmıştır. Ancak bunlar
zamanla terk edilmiş, yabancı ül
kelerin kullandıkları madalya ve
nişanlardan esinlenerek zaman Nişan-ı Osmanîler
içerisinde gelişen madalya ve ni Osmanlı Imparatorluğu’nun mişlerdir. Ancak bu usulde za
şanlar kullanılmaya başlanmıştır. son dönemlerinde nişan verme man içerisinde değişikliğe uğra
Madalya ve nişanların kulla geleneği padişahlar arasında ol mıştır. Abdüimecid döneminde
nılmaya başlandığı tarihlerden dukça yaygınlaşmıştır. Bu Portekiz kralından gelen nişan
sonra her padişah döneminde amaçla hâzineden büyük har geri çevrilirken, Fransa’nın sun
farklı uygulamalar görülmüştür. camalar yapılmıştır. (Abdülme- duğu "Legion d’honneur" nişanı
Bazı padişahlar kendinden önce cid’in sadrazamlarından Hüsrev bu ülkeyle olan ilişkiler gözönü-
ihdas edilen madalyaları kullan Paşa için yaptırdığı Sadrazamlık ne alınarak kabul edilmiştir. Aynı
mışlar, bazıları ise yeni madalya Nişanı 710 liraya mal olmuştur. şekilde Ingiltere kraliçesinin
ve nişan ihdas etmişlerdir. Bu miktar devrin rayicine göre iki 1856 yılında sunduğu "Dizbağı
köşk parasıydı.) Zaman içerisin Nişanı" kabul edilmiştir. 1868 yı
Ancak zaman içinde madal
de nişan verme uygulaması kö lında Londra’da bulunan Abdü-
ya ve nişan sistemi kurumsallaş
tüye kullanılmaya başlanmış, laziz ise bizzat Kraliçe Victorya
mış ve nizamnameler oluşturul
(bazı padişahların horoz dövü tarafından sunulan Dizbağı Ni-
muş, veriliş nedenini belirleyen
beratlar da kullanılmaya başlan şünde galip gelen horozu nişan şanı’nı kabul etmiştir.
mıştır. Bu beratlarda padişahın ile onurlandırdığı söylenmekte Nişanların çeşitli zamanlar
tuğrası, kime ve ne maksatlı ve dir) bunun üzerine 1848 yılında da değişik padişahlar tarafından
rildiği açıklanmıştır. rastgele nişan verilmemesi ka çıkarılması birbiri arasında de
rarlaştırılmıştır. Para darlığı yü ğer farklılıkları yaratılmasına ne
Osmanlı nişanlarında ge
nellikle ay-yıldız, kılıç, çapa ve zünden 1850 yılında o zamana den olmuştur. V. Mehmet Reşat
"şemse" denilen güneş ışıkları kadar verilen tüm madalya ve ni tarafından çıkarılan Meziyet.Ni-
tasvirleri şekil olarak kullanılmış şanların toplatılıp darphaneye şanı; Mecidi ve Osmani Nişanla
tır. teslim edilmesi günümüze bir rından üstün tutulmuştur. Ya
çok eski madalya ve nişanın in bancıların kullandıkları tarzda
Madalya ve nişanlar özel ki
tikalini engellemiştir. nişanlara rütbe verilmesi (Sani
şilere verilebildiği gibi belli bir
rütbeye ulaşan kişilere ya da tü Osmanlı padişahları yaban ye, Salise, Rabıta vb.) uygula
men, alay, gemi gibi tüzel kişilik cılara nişan tevcih etmişler an ması Osmanlı nişanlarında da
lere de verilmiştir. cak onlardan nişan kabul etme görülmektedir. Osmanlı Impara-
torluğu döneminde madalyalar
genellikle savaşta başarı göste
renlere verilmek ya da özel bir
günün hatırası nedeniyle bastı
rılmıştır. Harp madalyaları için
genellikle detaylı nizamnameler
oluşturulmuştur. (Örneğin Birinci
Dünya Harbi nedeniyle 1 Mart
1915’te çıkarılan madalya tunç
tan yapılmış olup rütbe ve me
muriyet aranmaksızın gerek
Türk ve gerekse müttefik devlet
ler mensuplarına, hasta bakıcı
lara ve herhangi bir hizmet için
silâhlı kuvvetlerde görevli bulu
nanlara verilmiş, Harp madalya
sından sonra cesaret ve feda Mecidi Nişanı Şemsesi, OsmanlI, 1851
ıp
hammed’e tahsis etmek de, onlara nasip oldu..." “Bütün tarihte bütün Yakın (Orta) Doğu’yu hâki
miyetinde birleştiren tek devlet Osmanlı imparatorlu-
Osmanlı Devleti’nin kudretinin kabul edilerek,
ğu’dur. Buna ne Pers, ne Roma, ne Arap (hilâfet/is-
Avrupa devletlerinin, Türk devleti örnek alınarak
lâm) imparatorlukları muvaffak olmuşlardır... Os
ıslah edilmesi fikri ve denemeleri yaygındır. Pon-
manlIların -Yakın Doğu’da yerlerine geçen AvrupalI
cet’nin, IX. Charlas’a, Fransa krallığını ıslah için
veya yerli hiçbir devlet, bu bölgeyi OsmanlIlar kadar
sunduğu teklifler buna örnektir. Buna göre; padi
iyi idare .edememişlerdir... Osmanlı Devleti’nin son
şahın halife de olduğu gibi, Fransa kralı da dinî
devri -ki bu imparatorluğun en kötü devresidir- için
yetkileri papaya bırakmamalı, eline almalıdır. İç is
deki Türk idaresi bile, o ülkelerde yaşayan milletler
yanlar, Türkiye’deki halk hayat şartlarını sağlaya
için, OsmanlIların yerlerine geçen devletlerin idarele
rak önlenmelidir. Türkiye’de nasıl hükümdara baş rinden çok iyi idi. Osmanlı İmparatorluğu, kelimenin
kaldıracak asilzadeler yoksa, Fransa’da da hü tam manasıyla Roma Imparatorluğu’nun halefi idi ve
kümdara karşı baş kaldıracak asilzadelerin yetki Roma ile Osmanlı idaresi derecesinde eski ve çağ
leri devlet lehine geniş ölçüde kısıtlanmalıdır. daş hiçbir devletin idaresi, Yakın Doğu ve Güneydo
Avrupa’da modern devletler hukukunun kuru ğu Avrupa milletleri ve ülkeleri için hayırlı olamamış
cusu sayılan maliyeci Jean Bodin de, aynı yıllar tır."
da, Poncet’ninkine paralel tekliflerde bulunmuştur. Ingiliz tarihçilerinden Bemard Lewis, Osmanlı
Fransa ile Türk müesseselerini kıyaslayan yazar, padişahlarının dehâ ve tutumlarına ağırlık vermiştir:
Türk devlet yönetiminin idealliğini savunmaktadır. “...Türk Müslümanlığı, yüksek ciddiyet taşımıştır.
Protestan fikir adamlarından Fransız Rene OsmanlIlarda, Arapların halifelik çağı da dâhil, Islâm
Herpin de, Katolikler gibi düşünür. Ona göre XVII. tarihinde eşsiz olan bir hizmet ve vazifeye bağlılık
asır başlarında OsmanlIlar; gücü, zenginliği, do duygusu vardır. Abbasî halifelerinden hangisi, ilk
Osmanlı sultanlarını harekete geçiren manevî ve
nanmasının hâkimiyeti, ordu ve silâhlarının çoklu
dinî ideal keskinliğiyle hareket edebilmiştir?..." der ve
ğu yönlerinden dünyanın bütün devletlerine üstün
Kanunî ile buna örnek gösterir: “ihtiyar ve ölümün
dür.
Yine bir Protestan
VIII. Henry, Ingiliz ada
let sistemini Türk ada
let sistemine göre ıslah
etmek üzere, Kanu-
nî’nin kanunlarının Tür
kiye’de nasıl tatbik edil
diğini öğrenmeye bir
tetkik heyeti gönder
miştir. Heyet, VIII.
Henry’ye "Türk impara-
torluğu’nda Siyaset"
adlı raporu vermiştir.
döşeğindeki Kanunî Sultan Süleyman’ı yeni bir kie çıkmış olanlar, çok kere çobanlıktan yetişmiş
Macaristan seferinin zahmetlerini kabule zorla lerdir. Bunlar, böyle küçük mevkiden doğmuş ol
yan, onu taht şehrinin konforundan ordugâhının maktan utanmak şöyle dursun, bilâkis bunu bir if
sıkıntılarına ve sonunda muhakkak bir ölüme gö tihar vesilesi telâkki ederler. Atalarına ne kadar az
türen hangi duygudur? Amansız bir göreve bağlı borçlu bulunurlarsa, kendilerini iftihar etmekte o
lık duygusudur." kadar haklı görürler, Türkler, insanlarda meziyetin
irs yoluyla geçtiğine, bir miras gibi elde edildiğine
Belçikalı büyük tarihçi Henri Pirenne devlet
inanmazlar. Bunu kısmen Allah’ın bir ihsanı, kıs
teşkilâtı ve askerî teknik bakımlardan Avrupa’ya
men de çalışmanın, zahmetin ve gayretin mükâfa
üstünlüğün, Türk adalet düzenindeki üstünlük ve
tı diye telâkki ederler.” diyen klâsik kültürle yetiş
insanîlik ile birleşerek OsmanlI şevketinin sebebi
miş bilgin büyük elçi, Hristiyan toplumundaki zaaf
ni oluşturduğunu belirtir.
ları belirtip, asalete dayanan düzeni tenkit eder.
Prof. Mustafa Akdağ, devletin- milliyetler top
Binbir Gece’yi bir Avrupa diline ilk çeviren ol
lumu olduğu hâlde Türklerce yönetilmiş olmasını,
makla ölümsüzleşmiş, IV. Mehmet’in padişah ol
başlıca üstünlük sebebi olarak görmekte ve eksik
duğu Köprülüler devrinin zirvesinde Fransız Bü
tasvirleriyle, bunu, mübalâğalı hâle getirmektedir.
yük Elçiliğinde görevli Fransız bilgin Antonie Gal-
Merhum Prof. Mükrimin Halil Yınanç’ın ağırlık land, Türk şevketini tasvir ederken şunları söylü
verdiği konu ise, OsmanlIların Anadolu Türk birli yor:
ğini gerçekleştirmeleridir:
”... Zat-i şahanenin.bugün sefere gitmek üze
"... Anadolu birliğini yeniden kuran ve ‘tevâif re Edirne’den dışarı çıkışındaki ihtişamın ve hay
mülûk = beylikler zamanı’ denilen iki asırlık fetret ret verici debdebenin güzelliğine yaklaşacak hiçbir
devrine nihayet veren ve Anadolu Selçukluları şey görmemiştim... Dünyanın hiçbir yerinde bun
Devleti’ni daha esaslı ve daha büyük ve geniş bir dan güzel bir merasim yapılamazdı... Bunları, in
ölçüde tesis eden ve hatta bazı sahalarda o devir san zekâsına kavratabilecek yeterlikte ve kuvvet
te bir talâkat, sözlerden vücut bulacak bir kudret,
deki medeniyetten daha üstün bir medeniyet vü
yoktur..."
cuda getiren ve bilhassa Türk dil ve edebiyatını
canlandırmak hususunda pek büyük rol oynaya Oğuz Han’da, Mete’de, Alp Er Tunga’da ifa
rak Türk dilini, yalnız şiir ve devlet lisanı değil, ilim delerini bulmuş Türk cihan devleti mefkuresi, Os
lisanı bile yapmaya çalışan OsmanlIlar, Moğol is manlIlarda da nizâm-ı âlem = cihan düzeni olarak
tilâsından beri ortadan kalkmış olan İçtimaî nizamı mevcuttur.
(sosyal düzeni) Anadolu’da yeniden tesis etmiş Prof. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti
lerdir." Mefkûresi Tarihi’nde şöyle diyor:
Kanunî zamanında Almanya büyük elçisi ola "Türk cihan hâkimiyeti adalete, insanlık duy
rak Türkiye’ye gelen Busbecq, Türk başarısını, gularına ve milletlerin arzularına dayanmasa idi,
toplumda şahsî liyakat ve meziyete öncelik veril Türk kudretinin tarih boyunca yaşaması da müm
mesine bağlar: kün olamazdı... Osmanlı İmparatorluğu, siyasî is
tikrarı, İçtimaî adaleti ve. bünyesinin sağlamlığı,
”... Padişahın maiyetini teşkil eden bu koca
kavimler ve dinler arasında kurduğu ahengi, ‘ni-
mecliste hiçbir adam yoktur ki, haiz olduğu mevkii
zâm-ı âlem’ şuur ve iradesiyle, çok yüksek ve in
ve rütbeyi, kendi şahsî liyakat ve cesaretine borç
ce idare makinesi, kudretli ordusu, yüksek askerî
lu bulunmasın... Herkesin, ifa edeceği vazifeye
tekniği, geniş hukukî faaliyetleri ile ve nihayet ede
göre tayin edilmiş bir mevkii vardır.
biyat, sanat ve mimarîde vücuda getirdiği ihtişam
Türkiye’de herkes kendi mevki ve ikbalinin lı eserleri ile de,, tarihte m üstesna m evkiini
banisidir. Sultanın hükmü altında en yüksek mev almıştır."
' (sScnşEnofl G S a g rg R ı ğ jg jiir G r a ^ lğ " ! 19
Fransız elçilerinden, Orta Asya tarih ve coğ “Müslümanların yüce reisi olarak padişah,
rafyası müstehassısı Fernard Grenard’ın OsmanlI Kur’an’a riayete mecburdur... Cinsiyetinin erkek
Devleti ve Türk dünyası için yaptığı kuvvetli tahlil olması, hür olması, akıl ve şuur sahibi olması
ler, OsmanlI toplumunun itaat ve yükümlülüklere şarttır. Peygamberin meşru halefi sıfatıyla,
dayalı yapısını yansıtmaktadır: "OsmanlI toplu- ‘velâyet-i âmme’ye sahiptir... Devlet memuriyeti
munda itaat etmek bir şeref, amirin emri altında tevcih hakkı yalnız ona aittir... imparatorluğu
can vermek münakaşa götürmez bir vazife idi. Si yönetme hakkı onundur... şahsı kutsaldır, ve
vil olsun, asker olsun, her memur, mesuliyetini herşeyden masundur. Bütün İçtimaî sınıflar
müdrikti ve bu mesuliyet, bir. şeref teşkil ediyor üzerindeki İdarî ve kazaî yetkisi sonsuzdur...
du... Devletten ayrı hiçbir otorite mevcut değildi. Sünnî Müslüman olması ve salahiyetlerini
Hiçbir kişi yoktu ki, sahip olduğu otoriteyi, resmî kullanabilmesi için bulûğ yaşına (15) erişmesi
mevkiinin dışında bir sebepten edinmiş olsun. Şa şarttır... Adalet tevzii ve ordularına kumanda
hısların kıymeti, ancak mevkilerinde idi." etmek, en mühim görevleridir". d’Ohsson’un bu
söyledikleri doğru olmakla beraber hem nazarîdir,
d’Ohsson, XVIII. asır sonlarında, nizam-ı âle
hem de halife sıfatının âdeta hakan sıfatını
min sembolü padişah hakkındaki Türk telâkkisi
gölgelediği bir modeli çizmiştir. Türk hükümdar-
için şöyle der:
devlet ilişkisini tam olarak yansıtmamaktadır. Ay- bulmaktadır. Bu dönemdeki karışıklıkların impara
rica, padişah, nizâm-ı âlemi temsil etmekle, bay torluğu sarssa da, onun yine toparlandığını belir
rağın devleti ve millî birliği temsil etmekle kazan tir. Ona göre; "Türkler, Balkan yarımadası ve Kü
dığı kutsallık gibi bir kutsallığa sahiptir. Padişaha çük Asya halklarına istikrarlı bir toplanma ve birlik
itaatsizlik, nizâm-ı âlemi ve millî birliği bozacağın prensibi verdilerse de, bunu, ecdattan gelen otori
dan bir suçtur. Baron de Tott, bu konuda, "... pa te ve disiplin ananesine, Osmanlı hanedanının is
dişahın bizzat kaleminden çıkan iradedir ki, en tisnaî derecede uzun süren devamlılığına borçlu
yüksek derecede devlet emri sayılır ve medlûlü, durlar. Sivil ve askerî ruh arasında muhalefet
kanun kuvvetindedir." demektedir. Türklerde "dev manzarası yoktur... Sivil olsun asker olsun bütün
let" mefhumu bu sayede yara almaz. devlet memurları, kendisine asalet veren mesuli
yetini müdriktir.
Türk ekonomisinin üstün olduğu yönündeki
tahliller, Türklerin nasıl cihan devleti kurduğu ko Devlet idaresi sadece sert bir mertebelen-
nusunda fikir verebilmektedir. XVIII. asır başların meyle sağlam olarak biribirine bağlanmış bir bün
da yaşayan, Türklere karşı döğüşen, onları çok iyi ye değildir. Aynı zamanda bütün iktidarı nefsinde
tanıyan, Almanya hizmetindeki Italyan asıllı bilgin toplamaktadır. Devletten müstakil hiçbir otorite
bir general Kont Marsigli bu konuyla ilgili şunları yoktur. Hiçbir kimse resmî vazifesinin getirdiğin
söylemiştir: den başka bir şekilde otoriteye sahip olamaz. Kıy
“Türkiye’de malî işlerin idaresi için tatbik edi met yalnız hizmet mevkiindedir. Mülkiyet bir iktidar
len usul, gerek kayıtlar, gerekse muameleler hak kaynağı değildir...
kında olsun, o kadar güzel, o kadar muntazam bir İşsiz, faydasız, yalnız nüfuslarıyla yer işgal
surette kurulmuştur ki, herhangi bir Hristiyan dev eden büyük beyler sınıfı bilinmemektedir.
leti, kendi hükümeti içinde göze çarpması muhte
mel olmayan birçok suiistimallerin men’ini temin Bir devlet büyüğünün oğlu yahut yeğeni hi
edebilecek faydalı malûmatı, bu muntazam usulü maye edilebilir fakat hiçbir surette hak sahibi ola
incelemek suretiyle elde edebilir... Türkiye kadar maz. Yüksek memuriyetlerden çoğu menşeleriyle
iftihar eden çoban yahut köylü çocukları tarafın
her hususta muntazam ve doğru kayıtları bulu
dan işgal edilmektedir." der ve İmparator Ferdi-
nan, diğer hükümetlerle akdedilen ıtıuahade ve
nand ve İmparator Maximilien’in büyük elçisi Ghis-
protokole göre tertip edilen emirname ve talimat
namelerin ve imtiyazları bile ihtimamla vesikalan- lain de Busbec’in yazdıklarına işaret eder: Türkler,
dıran ve hizmetlere tayin edilen memurların vazi "En iyi vasıfların tevarüsle alâkası olmadığına, Al
lah vergisi olduğuna, iyi bir tahsil, çalışma ve gay
felerini tespit eden bir devlet yoktur. Hâsılı Türk
ret mahsulü olduğuna inanıyorlar." Grenard’ın,
devleti, iktisadından idaresine kadar her şey düşü
Osmanlı iktidarının temel sebeplerinden biri hak-
nülerek icra edilen bir kuruluştur. Böyle başka bir
kındaki mütalâası şöyledir: "Memurlar, kaydı ha
devletin dünyada mevcut olmadığını, kema'l-i ce
yat şartına bağlı bir nevi asalet sınıfı meydana ge
saretle söyleyebilirim. Türk devlet idaresini yakın
tiriyorlardı. Bu sınıfın şeref unvanı hizmet etmekti.
dan tanımayanların Avrupa’da yazıp söyledikleri
fikirler; yalan ve esassızdır." Bu devamlı kontrol, bu tecrit ve imtiyazlardan, Os
manlI iktidarının temel sebeplerinden birini mey
Fernard Grenard, OsmanlI üstünlüğünü ve ci
dana getiren şayan-ı hayret bir fikir birliği doğdu..."
han devletini, diğer çağdaşı Türk imparatorlukları
ile beraber anlamakta tarihi coğrafya ile bağdaştı Ordu hakkında ise; "Devlet hizmeti hakkında
rarak yaptığı tahliller arasında şunlara değiniyor: bütün söylenenler, onun esas parçası olan ordu
Süleyman’ın idaresi altındaki Osmanlı impa- için de varittir. Bütün muasırların ifadesine göre,
ratorluğu’nun ihtişamından bahseden Grenard, i n - , ordu zamanında dünyada birinciydi....” demekte
dir.
hitatın Süleyman’ın ölümüyle başlatılmasını yanlış
SÖYLE i ü G m ® T ~ 2 Î
Osmanlı Donanması
Fransız Akademisinden müteveffa Asya tarihi Modern, bugünkü Asya milletlerinin hepsine,
ve güzel sanatları mütehassısı Fransız tarihçisi millet ve devlet olmayı Türkler öğretmişler, onları
Rene Grousset, Türklerde devlet karakteri Türkler teşkilâtlandırmışlardır... Hepsinde Türk
hakkındaki fikirlerini, La Face de l’Asie (Asya’nın düzeni’ni buluruz. Zaten devlet ve hükümetin
Çehresi) adlı kitabında, şu sözlerle bildirmektedir: manası, Türklere göre, sadece ‘düzen’dir.
‘Türk milletinin sürekliliği, vaktiyle kurulmuş OsmanlIlar... o derecede ehemmiyet
ahenginden gelir. İnsan ve toprak arasında dokuz kesbetmişlerdir ki, Türk ırkını yalnız OsmanlIların
asır süren bu metin uyuşma, bu ahengin delilidir. temsil ettiği sanılmıştır. Debdebeleri, tarihin en
Anadolu toprağı ile Türk milletinin dehası büyük destanlarından biridir...
kaynaşmıştır.
Bir tarihçi için, Bursa ve İstanbul’un hayran
Türk ırkının iki karakteri barizdir: Bir taraftan bırakan camilerini, Türk şiirinin ince ve İnsanî
fizik sağlamlığı ve dayanıklılığı, ırkan yok güzelliğini ihmal etmek, imkânsızdir. Bunlar, bizim
edilemez vasıfta olması, diğer taraftan çeşitli müşterek batı medeniyetimizin mahsulleri
manevî iklimlere kendini uydurabilme kabiliyeti... arasında mütalâa edilmek icap eder..."
Türk ırkı, eski dünyanın demir ırklarından Ve bir kıyaslama ile, şu önemli noktaya dikkat
biridir... Bu ırkın ikinci çarpıcı karakteri, yönetim çeker:
ve kumanda etmeye olan kabiliyetidir. Bilhassa
“Ispanyol Imparatorluğu’nun tasfiyesi 1598’de
karmakarışık olan halkları derleyip toparlamak
II. Felipe’nin ölümüyle başlar ve 1713’te Utrecht
hususundaki teşkilât kabiliyeti, tarihte yalnız
Muahedesi ile bir asır içinde sona erer. Osmanlı
Romalılarla mukayese edilebilir...
Imparatorluğu’nun tasfiyesi ise, 1699’da Karlofça
22 1 ® ğ iit f lh i} D t£ @ 5 m ö O ıtf t a a S s n a a Ğ i ı û ^
Muahedesi ile başlar, fakat 220 yılda, 1920’lerde Balkanlar’da buldukları feodal düzeni yeniden
tamamlanabilir..." şekillendirirler. Tımar sisteminde tımar sahibi,
kanunun verdiği haklar dışında köylüden hiçbir
Beşeriyetin yetiştirdiği en büyük tarihçilerden
keyfî vergi ve resim alamıyor, hiçbir imtiyaz
Leopold von Ranke, Kanunî hakkında şöyle diyor:
kullanamıyordu ve tım ar sahibi bu hususta
“Süleyman, milletlerin talihini, uzun bir devre devletin kontrolü altında idi. Hâlbuki Balkan
sürdürecek kadar büyük bir zafer kazandı. Başında köylüleri, OsmanlI gelmeden önce, feodal
bulunduğu cihanşümul devlet, Islâm prensiplerini efendilerinin durmadan değişen kaprislerine tâbi
Asya’da nasıl yerleştirmiş ve dünyanın öteki ve onların insaflarına terk edilmişlerdi. Müslüman
kıt'alarına nasıl taşımışsa, şimdi de, bu prensipleri Türk idaresinin getirdiği şartlar çok daha iyi idi...
bütün ağırlığıyla Avrupa’nın doğusunda OsmanlIların küçük bir beylikten büyük bir
yükseltmişti. Artık bu zaferi onun elinden kim imparatorluğa ve sonunda bir cihan devletine
alabilirdi?...” dönüşmesindeki ve bilhassa bu dönüşümün
Lord Kinross, bir makalesinde, tarihteki rolü hızındaki başlıca sebepler ise şunlardır: Askerî
vasıfların üstünlüğü, muharip bir ruha sahip
cihanşümul olan OsmanlI Devleti’nin
prensiplerinden ve onu başarıya ulaştıran olmaları, disiplinli ve müessir bir toplum olmaları,
meslekî kabiliyetleri, zaman ilerledikçe o zamanın
özelliklerinden şöyle bahseder:
daima en ileri silâhlarına sahip olabilmekteki
“... B alkanlardaki Hristiyan halka karşı dikkatleri, daimî ve meslekten yetişme bir ordu
OsmanlIların tutumunun temel prensipleri kurarak Avrupa’da ilk devamlı ordu sahibi devlet
şunlardır: Adaletin tatbiki, kanun maddelerine bulunmaları ve askerî düzenleri karşısında Hristi-
tamamen uyulması, Allah’ın Müslim devletin yan şövalyeliğinin düzensiz bir yığın olduğunun
bütün tab’asının her türlü yolsuzluğa ve her türlü ortaya çıkması."
istismara karşı himayesini padişaha tevdi ettiği
inancı. Bu prensiplere göre OsmanlIlar,
ChX-î Mjfi-15i-\■ İ i M i \ î yi =Gi =3^ 23
c
Ferik
Korgenerale eşit rütbedir.
1530’da II. Mahmut tarafından
ihdas edilmiştir. 1904’ten önce
ferik rütbesinin zaman zaman
orgenerale karşılık geldiği, fakat
protokolde korgeneral olduğu bi
linmektedir.
Mirliva
Bugünkü tümgenerale, o
zaman tuğgenerallik olmadığı
için aynı zamanda tuğgenerale
karşılık geliyordu. Klâsik devrin
sancak beyi payesi bu devirde
mîr-i liva rütbesiyle karşılanmış
tır. Liva kelimesi Arapçada "san
cak", "mir"de Farsçada "bey” ol
duğundan kelimenin tam karşılı
..... Süvari Yüzbaşısı, Topçu Mirlivası Süvari Feriki Piyade Feriki
ğı "sancak beyi”dir. Yalnız klâsik
TANZİMAT’TAN SONRA Birinci Ferik devirde sancak beyleri "bey” un
RÜTBELER Bugünkü orgenerale eşit vanı taşıdıkları hâlde mirlivalar
askerî rütbedir. Bu rütbe 1934’e daima "paşa" unvanı taşımışlar
Tanzimat döneminden son
kadar bugünkü orgeneral karşı dır. Meşrutiyet devrinde askerî
ra bütün ordu düzeninde geniş
lığı olarak Cumhuriyet devrinde
ölçüde değişiklikler yapılmış, rüt rütbeler çok kısıldığından, mirli
de kullanılmıştır. Bu rütbe ancak
beler yeniden sıraya konulmuş 1904 Martında kullanılmaya valara ordu kumandanlığı veril
tur. Bu yeni düzene göre askerî başlanmıştır. Bu tarihe kadar or diği de görülmüştür.
rütbeler yukarıdan aşağıya doğ generallik yok görünmektedir.
ru şu şekilde sıralanmıştır: Korgenerallikten sonra mareşal Miralay
lik gelmektedir. Bu devirde mü Bugünkü albaya eşit bir rüt
Müşir şirlere olduğu gibi birinci ferikle bedir. Klâsik devirde alay beyi
re de "paşa" denilmiştir.
Ordunun en büyük rütbesi olup 1830’da miralay olmuştur.
müşir (mareşal) idi. Tanzimat’tan OsmanlI Devleti’nde belli
önce 25 Haziran 1832’de müşir, aşamalardan geçerek alınan Kaymakam
rütbesi kurulmuş, o tarihe kadar rütbeler dışında bir de padişah
Bugünkü yarbaya eşit bir
mareşal rütbesinin karşılığı "ve tarafından doğrudan doğruya
rütbedir. Klâsik devirde yoktur.
zir" iken bu tarihten sonra "mü verilen "paşa" rütbesi vardı.
Kıt’adan yetişmiş kaymakamlara
şir" olmuş ve bu rütbe sadece T.C.’nin kuruluşuna kadar de
vam eden bu rütbe sarayca uy "ağa", Harbiye mezunlarına
askerlere verilmiştir. Avrupa’da
gun görülen, beğenilen mülkî "bey" denilmiştir. 1880’lerden
"mareşal, feldmareşal, feldmare
yöneticilere de verilirdi. Cumhu sonra kıt'adan yetişme binbaşı,
şal general” şeklinde çeşitli dev
riyetin ilânından sonra sivil pa kaymakam ve miralaylar çok
letlerin kullandıkları en yüksek
askerî rütbe bu idi. şalık kaldırılmıştır. azalmıştır.
Miralay Mustafa Kemal Arıbumu’nda
28 '<s§r®Bı ı t M K iF f î î f f l®
siliğidir. Askerî kalyonların ikinci olup kaptanına da "şalopa kap Tersane Reisi: Tersane
kaptanı olan patrona, tersane tanı" denilmiştir. defterhanesinin müdürüydü.
nin asayiş işlerinden sorumluy Reis Tersane Defter Emini: Ya
du. 1855’ten sonra patronalara pılan tayin ve kayıt düzeltmeleri
Osmanlı donanmasında ge
"ferik paşa" denilmiştir. ni yapmak ve bunları üst ma
mi kaptanına verilen isimdir.
Riyale kamlara bildirmekle görevliydi.
XVII. yüzyıla kadar Osmanlı de
Bugünkü tümamiral rütbesi niz ümerası bu isimle anılmıştır. Tersane Defter Kethüda
karşılığıdır. 1682’den Tanzi XVIII. yüzyıl başlarından itibaren sı: Tersaneye ait zeametlerle il
mat’a kadar kullanılmıştır. Mirî reis yerine kaptan denilmeye gili işleri yürütürdü.
kalyonların üçüncü kaptanı olan başlanmıştır. Reis rütbesini taşı
Tersane Rûznamecisi:
riyalelere 1855 yılından sonra yanlar da kendi aralarında birin
Tersanenin günlük gelir ve gi
"liva paşa” denilmiştir. ci reis, ikinci reis, üçüncü reis,
derlerini işlemekle görevliydi.
dördüncü reis unvanlarını almış
Bahriye teşkilâtında diğer lardır. İcare Kâtibi: Ücretli tersa
rütbeler ise şu şekilde sıralanı ne müstahdemleriyle işçilerin
yordu: Osmanlı Devleti zamanında
ücretlerini tahakkuk ettirir ve ilgi
kaptan paşadan başka tersane
Kalyon Kaptanı li defterleri tutardı.
de bulunan yüksek rütbeli kişiler
Güverte albayı rütbesinin ise şunlardı: Mahzen-i Çup ve Mahzen-i
OsmanlI donanmasındaki karşı Sürb Emin ve Kâtipleri: Mah
Tersane Emini: Tersaney
lığıdır. OsmanlIlarda kalyonların zen-i çup (kereste mahzeni) ve
le ilgili bütün gelir, giderlerle ve
iki çeşidi vardı: Üç ambarlı ve mahzen-i sürb (kurşun mahzeni)
bunların harcanmasıyla ilgilen
kapak kalyon. Bunların kaptan de bulunan donanmaya ait eş
miştir.
larına da üç ambarlı kalyon kap yayı kayıt ve muhafaza ederlerdi.
tanı ve kapak kalyon kaptanı de Tersane Kethüdası: Kal
Kalyon Kâtibi: Kalyonların
nilmiştir. yon tipi gemilerin yaygın bir hâle
bütün levazım ve ihtiyaç defter
gelmesi devrine kadar tersane
Firkateyn Kaptanı lerini tutardı.
de tümamiral görev ve rütbesin
Kara kuvvetlerindeki yarbay de olup öncelikle tersanede inzi RÜTBE IŞARETLERİ
karşılığıdır. Türk Deniz Kuvvet bat ve düzenin korunmasından Osmanlı Devleti saray teş
lerinde eski rütbe ve unvanları sorumlu olmuştur. kilâtında çalışanların ve ordu
kaldıran 2590 sayılı kanun Tersane Ağası: Kaptan pa mensupları, ilmiye (din bilginleri)
1934’te yürürlüğe girene kadar şanın tersane vekilidir. ve kemaliye (mülkiye) adı ile üç
yarbaya "firkateyn kaptanı” de sınıf memurların rütbeleri giydik
nilmiştir. Liman Reisi: “Liman kapta
leri elbiseler, kavuklar ve hatta
nı” adı da verilen liman reisi ter
Korvet Kaptanı ayakkabılarla belli olmuştur.
sanede kıçtan karaya yatan
Kara kuvvetlerindeki binba gemilerin muhafızı olan ve Mansure askerinin teşkilin
"mandacı" denilen muhafızların de kıyafetler, rütbelere göre de
şı karşılığıdır. 1934’e kadar bin
başıydı, aynı zamanda gemile ğişiklik göstermiştir. Rütbeler,
başıya "korvet kaptanı” denil
rin demirbaş defterlerini tutmak subayların başlarına giydikleri
miştir.
çeşitli başlık, üzerine sardıkları
la da görevliydi.
Şalopa Kaptanı sarık ve giydikleri elbiselerin şe
Tersane Kâtibi: Gelir ve gi kil ve renkleri ile belli edilmiştir.
Şalopa, küçük boyda, am- derlerin kaydedilmesiyle görev Kısa bir süre sonra kıyafetler de
barsız on iki topu olan, yelkenle ğiştirilince askerî rütbeleri belli
liydi.
hareket eden bir savaş gemisi etmek için çeşitli şekillerde ni-
.30 ®0 K U M SI fiil# «
Kol İşaretleri
Soldan sağa: Mülâzım-ı sani, mülâzım-ı evvel, yüzbaşı, kolağası, binbaşı, kaymakam, miralay, mirliva.
şan ve apoletler kullanılmaya tem iki yıl kullanıldıktan sonra vardı. Küçük zabitanın (astsu
başlanmıştır. Başlangıçta rütbe bırakılarak, rütbeler eskiden ol bay) rütbe işaretleri ise sınıfları
işareti olarak kabul edilen bu ni duğu gibi kol kapaklarına konan na göre kırmızı, yeşil, mavi idi.
şanlar masraflı olduğu için şeritlerle gösterilmiş, yalnız bu Bu şeritler başçavuşlarda dört,
1827’de kısmen değiştirilmiştir. defa şeritlerin daha ince olması çavuşlarda üç, bölük eminlerin
kabul edilmiştir. Paşaların ceket de iki, onbaşılarda bir adetti.
II. Mahmut devrinde kullanı
kollarında rütbe işareti olan bu
lan, boyna takılan rütbe işaretle Yağmurluk (kaput) giyildiği
sırma şeritler üst kısımda gül
ri Abdülmecit zamanında Kırım zaman, rütbe işaretleri omuzlara
teşkil ederek kıvrık bir şekildey
Muharebesi’ne kadar aynen kal konulan apoletlerde gösterilmiş
di. Bu şeritler müşirlerde dört,
mıştır. Bundan sonra değiştiri tir. Paşaların omuz apoletlerinin
feriklerde üç, mirlivalarda iki
len rütbeler, setrelerin (ceket) kenarlarında ince iki adet sırma
adetti. Üstsubay ve subayların
kol kapağı etrafına dikilen sırma şerit olup müşirlerin apoletlerin
kollarındaki sırmalar dört sarı,
şeritlerle belli edilmiştir. Rütbe de üç, feriklerin iki ve mirlivaların,
kaymakamda ikisi beyaz ve ikisi
lere göre bu şeritlerin renk, sayı bir sarı yıldız bulunmaktadır.
sarı dört sırma şerit, binbaşıda
ve şekilleri değişiklik göstermiş Üstsubaylarda ise, alay eminle
üç, .kolağasında iki sarı sırma
tir. rine kadar olan subayların apo
şeklindeydi. Yüzbaşıda biri sarı
letlerinin kenarında bir tek sarı
Abdülaziz zamanında da ve biri beyaz olmak üzere iki,
ince sırmadan şerit olup, mira
aynı olan rütbe işaretleri, Abdül- mülâzım-ı evvelde bir sıra ve
layda üç, kaymakamda iki ve
hamit devri başlarında, 1879’da mülâzım-ı sanide bir beyaz şerit
binbaşıda bir sarı yıldız bulun
çıkarılan bir kararname ile de bulunurdu. Alay eminlerinin or
maktadır. Kurmay kolağaları ile
ğiştirilmiş ve rütbe işaretleri ya tadaki beyaz olmak üzere üç sır
alay eminlerinin apoletlerinde
kalara konulan sarı ve beyaz yıl ma, alay kâtibinin üç beyaz ve
ise yıldız olmayıp sadece apolet
dızlarla belli edilmiştir. Bu sis tabur kâtibinin iki beyaz şeridi
kenarında sırma şerit bulunmak-
Ceket, Setre ve Yağmurluk Apoletleri
Soldan sağa: Tabur kâtibi, alay kâtibi, alay emini, mülâzım-ı sani, mülâzım-ı evvel, yüzbaşı, kolağası, binbaşı, kaymakam,
miralay, mirliva, ferik.
tadır. Diğer subayların apoletle siyah ipekli, mirlivalarda bir sarı açılış tarihine (23 Nisan. 1920)
rinin kenarında siyah ince şerit sırma, iki siyah ipekli, kadar gerek subay ve gerek
ile kolağasında üç, yüzbaşıda miralaylarda üç kırmızı ipekli, askerî memurların taşıdıkları
iki, mülâzım-ı evvelde bir beyaz kaymakamlarda iki kırmızı ve rütbe işaretlerinde büyük bir
yıldız vardır. siyah ipekli, binbaşılarda bir değişiklik olmamıştır.
Yine bir çeşit kaput olan kırmızı, iki siyah ipekli,
"şinel" de rütbe işaretleri göğse kolağalarında üç, yüzbaşılarda
konulan düğmelerin renk ve iki ve mülâzımlarda bir siyah
sayısı ile belli olmuştur. ipekli düğme bulunmaktadır.
Müşirlerde üç sarı sırma, Meşrutiyetin ilânından
feriklerde iki sarı sırma ve bir Türkiye Büyük Millet Meclisinin
OSMANLI ORDUSUNDA KULLANILAN ATEŞLİ SİLAHLAR
ile topçu subay ve teknisyenler bakıra ihtiyaç duyulması nede XIX. yüzyılın ikinci yarısın
yetiştirilmeye başlanmıştır. niyle kullanımdan kaldırılmıştır. dan itibaren imparatorlukta çö
Kuyruktan dolma yiv-setli Ejderdehan: Ejder ağızlı küşe doğru hızlı bir gidiş başla
topların OsmanlIlarda kabulüne top anlamına gelen bu toplar mıştır. Çok kısa aralıklarla birbi
kadar Osmanlı ordusunda XVII. yüzyılda kullanılmıştır. rini takip eden savaşlar, bir yan
kullanılan toplar kullanılış da ülke ekonomisini batağa sü
Şahî Top: Belirli bir top
yerlerine, ağırlık ve tesirlerine, rüklerken diğer yanda elde mev
şekli veya formu değildir.
kullanma amacına göre değişik cut harp malzeme ve stoklarının
Padişahın özellikle döktürdüğü
adlar almışlardır. tükenmesine sebep olmuş, ayrı
çok büyük ve uzun menzilli
ca harp sanayii gelişemediği gi
Saklos Topu: Kaz toplar bu adla anılıyor ve her
bi XIX. yüzyılda Avrupa’da silâh
yumurtası iriliğinde gülle atan 30 cins topun şahîsi olabiliyordu.
teknolojisinde meydana gelen
okka ağırlığında bir tür toptur.
Zenbûrek: Bunlar deve yeniliklerin izlenme ve uygulan
Bunlara çakaloz da denilmiştir.
sırtında nakledilen, hatta deve masına da imkân bırakmamıştır.
Darbzen Topu: Uzunluğu üzerinde iken ateşlenebilen
yedi karış, her biri 56.5 kg Avrupa’da 1850’clen itiba
küçük toplardır.
ağırlığında, ikisi bir ata ren toplarda uygulanmaya baş
yüklenebilir.toptur. Bu toplar, OsmanlIlarda topların dö lanılan yiv-set ve kuyruktan dol
şahî darbzen, miyâne darbzen küldüğü yerlere "tophane" adı durma sistemi OsmanlIlara an
ve darbzen olmak üzere üçe verilmiştir. Toplar genellikle top cak 1889’larda gelebilmiştir. Av
ayrılmıştır. hanelerde dökülmekle birlikte,
rupa’dan getirilen uzmanlar ve
savaş alanlarına yakın yerlerde
Şayka Topu: Şayka, Ka kurulan yeni tezgâhlarla topha
de dökülüyordu. Yavuz ve Ka
zaklar tarafından kullanılan düz nede bu tür topların yapılmasına
nuni devirlerinde çok genişleyen
ve elli kadar savaşçı taşıyan ge başlanmıştır. Fakat malzeme,
sınırların ötesine açılacak sefer
milerdir: Tuna nehrinde de işleti lere tonlarca ağırlıktaki topların kaynak ve personel yetersizliği
len bu gemilere konulan toplara götürülmesinde büyük zorluklar bütün ordunun yerli yapım top
bu isim verilmiştir. Bunlar da bü doğuruyordu. Bu sebepten top larla donatılm asına engel ol
yük, küçük ve orta boy olarak üç ları götürmek yerine gerekli mal muştur.
kısma ayrılmıştır. zemeleri taşımak daha kolay
Bu sebepledir ki Osmanlı
Pırangi Topu: Saklostan oluyor ve toplar cepheye yakın
İmparatorluğu XIX. yüzyılın ikin
büyük, Becoluşka’dan küçük bir bir menzilde dökülüyordu.
ci yarısında Avrupa devletlerin
toptur.
OsmanlIlarda ilk dönemler den silâh almak zorunda kalmış
Kolomborna Topu: Kara de kütle ağırlığı fazla, ağır taş tır.
da ve denizde kullanılan üç, gülleler atan toplar yapılmıştır.
beş, yedi okka ağırlığında gülle 1890’da Osmanlı impara-
Bunlar genelde hareket kabiliye
ler atan 7-7.5 m uzunluğunda bir torluğu’nda kullanılan toplar kul
ti olmayan, hedef tayini çok güç
top çeşididir. lanılış amaçlarına göre sahra to
olan sabir, kale ve hisar beden pu, dağ topu, muhasara topu,
Becoluşka Topu: XVI. yüz leri gibi büyük hedeflere etkili kale topu ve sahil topu olmak
yılda kale bedenlerini dövmeye olan toplardı. Zamanla sahra üzere beş grupta toplanıyordu.
yarayan büyük toplardır. toplarının önemi anlaşıldığından M uhasaralarda sahra topları,
Balyemez Topu: Büyük daha küçük, taşınabilir, hedef tunç toplar, çelik toplar ve kaval
fırınlarda dökülen bu toplar, ayarı yapılabilir topların yapımı havan topları kullanılmıştır. Kale
döküm zorluğu ve fazla miktarda na başlandı. müdafaalarında ise muhasara-
^ (Slîü/ı Iriv - j :« f., ■ı. 11f;: r ^ ■.jı ^Vıi ütı r-" 35
da kullanılan toplarla birlikte tüfekçi tümeni bulunduğu, kale lIlar ordularında Türk asıllı tüfek
ağızdan dolar şeşhaneli topların savunmalarında ve muharebe çi birlikleri kurmuşlardır.
çeşitli çapta olanları kullanılmış meydanlarında tüfek kullanıldığı
Tüfeğin orduda tamamen
tır. bilinmektedir.
yerleşmesinden sonra yeniçeri
XX. yüzyılın başlarında Tüfek Osmanlı ordusunda cemaat ortalarından birisi
ağızdan dolar toplar tamamen ilk önce yaya birliklerinde, son tüfekçi ortası olmuş ve bu
kaldırılmıştır. Bunların yerine de radan da atlı birlikler arasında ortanın komutanına da "ser
1896 Alman modelleri esas alı yayılmıştır. Fatih döneminde ye tüfekçi" veya "ser tüfenkgiran"
narak yapılan 1904 modeli Os.- niçeriler arasında tam olarak adı verilmiştir. Ser tüfekçi veya
manlı sahra topu, Osmanlı hafif yerleşmiş, XVI. yüzyılın ikinci tüfekçi başı zamanla sarayın
sahra obüsü, ağır sahra obüsü, yarısından itibaren atlı birlikler itibarlı kişileri arasında yer
beş namlulu revolverli top ile kısa namlulu Karabinaları kul almış, Tanzimat’tan sonra saray
makineli toplar kullanılmıştır. lanmaya başlamışlardır. Yeniçe silâhşörlerinin başı olarak
riler ise daha uzun namlulu Ka görülen bu makam 1908
OSMANLILARDA rabinaları kullanmaya başlamış Meşrutiyet’in ilânından sonra
KULLANILAN TÜFEKLER lardır. Yeniçerilerin tüfek kullan kaldırılmıştır.
makta zamanla gelişen ustaları
Tüfeğin OsmanlIlarda kula- Tüfeğin kullanımı ve yay
İslâm ülkelerinde yayılmış, İran
nılmaya başladığı tarihe ait eli gınlaşması ile birlikte yapımına
mizde kesin bir belge bulunma
maktadır. Elimizde mevcut olan
en eski tüfekler, oldukça ağır ve
birkaç kişi tarafından taşınır,
metrislerde, ya da kale mazgal
larına dayandırılarak kullanılır,
uzaktan bir fitil aracılığı ile ateş
lenir, ağızdan doldurulur, taş
gülle atar, adeta küçük çaplı bir
top gibidir. Bu da bize tüfeklerin
ilk ortaya çıktığından bugünkü
biçiminde olmadıklarını yani pi
yade veya süvarinin taşıyabile
ceği cinsten olmadığını göster
mektedir.
Hakanlıktan sonra ve sultanlıktan önce gelen Hristiyan tebaası yoktur. Ancak XVII. asırdan
en büyük unvan olan "halife" unvanı sonra durum değişir. Ama XX. asra kadar padi
OsmanlIlarda 1516’da başlar. Yavuz’dan önceki şah, gene de en büyük Hristiyan hükümdarları
padişahlar halife değildir. kadar bol Hristiyan tebaaya sahiptir.
Hakan, halife, sultan... Bundan sonra
"padişah" denen hükümdar Roma imparatorudur.
Dördüncü büyük unvan budur. 1396’da Yıldırım
Bayezid, Bizans imparatorunun metbûu sıfatıyla
bu unvanı takınmış, 1453’te Fatih fiilen bu
unvana sahip olmuştur. Bu unvan çok iddialı bir
unvandır. Şöyle ki: "Roma imparatoru" demek,
OsmanlIlarla çağdaş Avrupa hukukunda "en
büyük Hristiyan hükümdarı" demektir. Yani
Türklerde "hakan" ne ise, Hristiyan dünyasında
da "imparator" odur. Peki, padişah bu unvana
hak kazanmış mıdır ve gerçekten de en büyük
Hristiyan hükümdarı mıydı kısaca bu konudan
bahsedelim.
1453’te padişah, Hristiyanlığın bölündüğü iki
mezhepten birinin, O rtodoksluğun hamisidir.
Bütün Ortodoksların başı olan ve kendine "cihan
patriği" diyen İstanbul patriki, padişahın AvrupalIlar padişaha, XIX. asrın başlarına
himayesindedir ve varlığını Fatih’in toleransına kadar "Büyük Türk” ve "Büyük Hükümdar"
borçludur. Zira Roma imparatorunun patriğin demişlerdir. Bilhassa XVI-XVII. asırlarda,
hamisi olması şarttır. Demek ki, patriğin 1922’ye padişahın cihanın en büyük hükümdarı olduğu,
kadar hamisi sıfatıyla padişahların Doğu Roma yeryüzünde dost ve düşman arasında münakaşa
imparatoru sıfatları sağlamdır. Başka hukukî mevzuu bile değildi. 9 Şubat 1587 tarihli
deliller de vardır. Bu unvanı Fatih, XI. mektubunda İstanbul’daki Ingiliz Maslahatgüzarı
Konstantinos’tan kılıç hakkı olarak almıştır. (büyük elçi) Bartan, Türk padişahının
Roma İmparatorluğunun taht şehri, daha "yeryüzündeki hükümdarların en büyüğü"
imparatorluk ikiye ayrılmadan önce Büyük olduğunu Kraliçe I. Elizabeth’e açıkça
Konstantinos devrinden beri Roma değil yazmaktadır. Padişah, yalnız Müslüman değil,
İstanbul’dur. O da artık Türklerin elindedir. Zaten Hristiyan ve Musevî tebaasının da padişahı idi.
Bizans imparatorları, bu sıfatı, 1204’ten beri artık
Sonuç olarak padişah, dünyanın en büyük
en büyük Hristiyan hükümdarı sıfatıyla değil,
hükümdarı olduğunu, şu unvanlarıyla belli ederdi:
ancak imparatorların meşru halefi ve İstanbul’un
Sultanu’s-selâtıyn (sultanlar sultanı, en büyük
sahibi sıfatlarıyla taşıyorlardı. Bu sıfatlar,
Islâm imparatoru), hâkaanu’l-havâkıyn (hakanlar
Osmanoğulları için de muhkemdir.
hakanı, en büyük Türk imparatoru), Halife-i Rûy-i
Zemin (dünyadaki bütün Müslümanların halifesi)
Padişah fiilî olarak da XVII. asrın sonlarına
ve bu sıfatla Zıll’Ullaahi fi’l-Ard (arz üzerinde
kadar en büyük Hristiyan hükümdarıdır. Çünkü
Allah’ın gölgesi), kesin şekilde de Padişah-ı cihan
en büyük Hristiyan nüfus, OsmanlI İmparatorlu
(bazen bu Farsça terkibin Türkçe terkip şekli:
ğu nda yaşamaktadır ve padişahın tebaasıdır.
Cihan pâdişâhı), Pâdşâh-ı A’lem-penâh.
Hiçbir Hristiyan hükümdarının, padişah kadar çok
44 'ââüianîiPBı?6Fflgnîitfıi<ısspıaa'üfl
J.MURAD I.BAYEZİD
(1360-1389) (1389-1402)
46
I.MEHMED II.MURAD
(1413 -1421 ) (1421 - 1444 ve 1446 - 1451)
;• - S â
. ; 'fsi-r. •* .i
sraflaKsSKKeB»
-î .“ ' - .*U:-S£. J
ı O " ...■•:>v^*vTfjj
»1' !»;»•
I.SÜLEYMAN
(1520 -1566)
II.SELİM
(1566-1574)
I.AHMED
(1603-1617)
f.MUSTAFA
(1617-1618 ve 1622-1623)
İBRAHİM
(1623 - 1640) (1640-1648)
III.AHMED I.MAHMUD
(1703-1730) (1730 -1754)
flâaiaâSi wte^ sk im ssasgsD 51
i:‘-'1
i
/j
1
'vv,;^X".v^
X
1''
MBWBHHHMİr .:-
V»~
ı - -fer
i'î& Z k '
.1 .e
■
.- -='^3İ i- , _ *<.- ~ ■Ş1
*?|§g£, ■'.*■-/-^g§f
Hİ«laar iMl~J.. ; !Jİr| P B t a X S 3 y ^ 9 B B g /:
?- -L/ ‘Â 3 . i • •vy t
i P p 1^ :m m m m ^
m . ^ J lm 1k ^ m M
llİl§ISI3Sfe$ı-- -: •..-^•“■
■
'’-T-n-
S
■ Ş § !% ^ 0 ? * ■r.
ğgj
İII.MUSTAFA
(1754-1757) (1757-1774)
- - - - - c - --V______#s&3F'r-ı .1 .. * .. £» *• ■ : ______ • ■
V.MURAD ll.ABDÜLHAMİD
(1876) (1876-1909)
- L - t . İN____________________ * îf s a S r .fl I- «•
V.MEHMED VI.MEHMED
(1909-1918) (1918-1922)
OSMfiNU DEVLETİ NDE KfiRfi KUVVETLERİ
Türkler tarih boyunca dünyanın muhtelif böl rak aynı zamanda ordunun, T ü rk topluluklarında
gelerinde, özellikle Asya’nın çeşitli yörelerinde de aile ocağından sonra ikinci ocak olduğunu da gös
ğişik isimlerle birçok devlet kurmuş ve dünyanın terir.
en güçlü ordularını meydana getirmişlerdir. Türk
Silâhlı Kuvvetlerinin temelini teşkil eden Türk kara Türkler Islâm dinini seçm elerini müteakip,
kuvvetleri ilk defa teşkilâtlı bir şekilde, Asya Hun kendilerinden önceki Türk devletlerinin askerî teş
Imparatorluğu’rida, İmparator Mete tarafından kilâtı olan onlu sistemi devam ettirm ekle beraber,
(M.Ö. 209) kurulmuş olup, bu tarih Türk kara kuv yeni girdikleri Islâm toplum unun askerî değerlerin
vetlerince de kuruluş tarihi olarak kabul edilmekte den de etkilenm işlerdir. Karahanlıların, başlangıç
dir. ta Anadolu Selçuklularının ve Türkm en beylikleri
nin orduları Türklerden kuruluydu. Nüfus yoğunlu
Hunlarda ve diğer Orta Asya Türk devletleri
ğunun fazla olduğu bölgelerde hüküm süren Gaz-
nin hemen hepsinde her Türk savaşçı durumunda
neli ordularında ise yerli unsurlar çoğunluktaydı.
bulunduğundan ve askerliğe özel bir meslek gö
Gazneliler Islâm ülkelerine adam lar göndererek
züyle bakılmadığından devamlı ve askerlerden
asker toplatıyor ve seferlere kendiliklerinden katı-
kurulu ordular bulunuyordu. İlk defa Mete devrin
lanlara m u tavvia (g ö nü llü ) d en iliyordu . Ayrıca
de, Türk tesirinde kalan yabancı ordularda da gö
Gaznelilerin uyguladığı ve S elçuklulara da örnek
rülen onlu teşkilât tespit edilerek İmparatorluk 24
olan hassa ordusu m uhtelif teknik unsurlardan
komutanlık bölgesine ayrılmış ve her bölgede
devşirilip özel eğitim ve öğretim le yetiştirilirdi. Sel
12.000 atlıdan oluşan bir ordu oluşturulmuştu. Sa
çuklular bu askerî teşkilâtı kendi bünyelerine
vaş zamanında 10.000 atlı istenilen yere gönderi
adapte ederek geliştirm işlerdir. 1040 yılında Dan-
lir, geri kalan 2000 atlı bölgenin güvenliği için ka
danakan M eydan M u h a re b e si’nde Gaznelileri
lırdı.
yenerek istiklâline kavuşan, 26 Ağustos 1071 Ma
Ordunun bu onlu sistem içerisinde, onbaşılar lazgirt Meydan M uharebesi’nde BizanslIları yene
da tümen başlarına doğru emir-komuta zinciri içe rek Anadoluyu yeni bir T ü rk yurdu yapan Selçuklu
risinde birbirine bağlanması, siyasî kuruluşları ordusu M elikşah devrinde (1072-1092) dünyanın
sosyal bakımdan kabile kalıbından kurtarıp devlet en m untazam ve güçlü bir ordusu haline gelmiştir.
bütünü hâline getirerek devletin bütün gücünü ba Kısa bir süre içinde im paratorluk seviyesine ula
rışta ve savaşta ortak gaye etrafında birleştiriyor şan B üyük S elçuklu Devleti federe devlet bünye
du. Onlu sistem yalnız askerî değil sosyal gaye sine uygun düşecek tarzda çeşitli karakter ve
için de fevkalâde mühim iki fonksiyonu yerine ge fonksiyonları olan b ir ordu teşkil etmişlerdir.
tirmekteydi. Bu fonksiyonların ilki, devlet güçleri
Selçuklu ordusu, G ulam an-ı Saray, Hassa
nin kabile soy vb. göz önüne alınmaksızın onlu
Ordusu, hanedan m ensupları ile devlet ricalinin ve
sisteme göre teşkilâtlandırılarak, merkezden ata
diğer dirlik sahiplerinin kuvvetleri ve Türkmen bey
nan komutanlar kanalıyla en üstte bulunan başko
leri ve bağlı devletlerinin kuvvetlerinden meydana
mutana bağlanması sonucu herkesin birbirine yar
geliyordu ve genel m evcut 700.000 civarında idi.
dımcı olduğu millet birliğinin meydana getirilmesi,
Miktarı 5 0.000 kadar olan ilk ordu örgütü ise barış
diğeri ise bütün İdarî görev sahipleri aynı zaman
ta kışlalarında ikam et eden ve eğitimle meşgul
da asker olduklarından, askerliğin ciddiyetinin sivil
olan sın ıfla r olduklarından kısm en muvazzaf ordu
ünitelere de yansıması ve devlet sisteminin disip
niteliğini taşım aktaydı. S elçuklu ordusu 1071 Ma
lin içerisinde çalışmasının sağlanmasıydı. Bu du lazgirt M eydan M uharebesi ile A nadolu’nun kapı
rum, Türk devletlerinin askerî karakterini belirttiği larını T ü rkle re açan ordudur. Bu muharebe kendi
gibi Türklere "ordu millet" denilmesini de açıklaya
sinden so n ra m eydana gelen zincirlem e olaylara
birlikte mütalaa edilirse anlamı kutsallaşır. Büyük sında işleyen ve süvarileri hayvanlarıyla birlikte
Selçuklulardan sonra Anadolu Selçukluları ve Mı nakle yarayan at gemilerinde günde birer akçeyle
sır Türk Memlukları da mükemmel ordular meyda çalıştırılmaları ve 5-10 yıl sonra da yeniçeri olma
na getirmişlerdir. ları kararlaştırıldı. Bahriye hizmetinde kullanılacak
1299 yılında kurulan Osmanlı Imparatorlu- bu esirlerden başka, diğer esirlerinde Anadolu’da
ğu’nun ilk yıllarındaki teşkilâtında Selçukluların, İl Türk çiftçilerinin yanına verilerek Türk âdet ve ge
hanlIların ve Memlukların tesirleri görülür. Ancak leneklerini aldıktan sonra yeniçeri yapılmaları dü
teşkilât zamanla ihtiyaç ve şartlara göre Osmanlı şünüldü ve ilk esirler bu Gelibolu Acemi Ocağına
bünyesine uygun bir hale getirilmiştir. alınmaya başlandı.
İlk Osmanlı hükümdarı I. Osman devrinde or Acemi Ocağına nefer temini iki yolla olurdu:
du, sırf atlı akıncılardan ibaretti. Bunlar savaşla Biri savaş esirlerinin beşte biri; diğeri ise Osmanlı
beraber davet olunur, savaştan sonra dağılırlardı. hududları içerisindeki Hıristiyan çocuklardan bazı
Ancak sonraları gerek Bizans’a ve gerekse Ana larının devşirilmesi ile.
dolu’daki komşu Türk beyliklerine karşı devletin
emniyetini sağlayabilmek için daha esaslı bir si
lâhlı kuvvete ihtiyaç duyulması üzerine I. Orhan
devrinde "yaya-müsellem" teşkilâtı meydana geti
rildi. Böylece orduda piyade sınıfı da yer almış
oluyordu. Bir süre sonra girişilen fetihler, orduya
her an savaşa hazır bir düzen vermek lüzumunu
gösterdi. I. Murat devrinde alınan esirler ve devşir
melerden bir kısmı küçük yaştan yetiştirilerek ba
rış ve savaş zamanı daima harbe hazır, sürekli
eğitim gören disiplinli bir ordununun kurulmasına
başlandı. Kapıkulu Ocakları adıyla kurulmuş olan
bu ordu bir savaş hâlinde takviye etmek maksadı
ile ayrıca bir de ihtiyat ordusu meydana getirilmiş
ti. Eyalet Askeri diye de adlandırılan bu teşkilât,
zamanla genişletilerek ordunun en büyük kısmını
teşkil etmişti.
!■Kapıkulu Ocakları
a. Acemi Ocağı
Merkezî Osmanlı kuvvetlerinin en seçkini
olan yeniçerilere geçmeden bu ocağa asker temin
eden Acemi Ocağından bahsetmek gerekmekte
dir. Osman ve Orhan Gazi zamanlarının atlı aşiret
kuvvetleri ile yaya ve müsellemlerin, gittikçe ge
nişlemekte olan Osmanlı Devleti’nin ihtiyacını kar
şılayamadığı I. Murad zamanında daha açık bir
Şekilde ortaya çıkmıştı. Bu ihtiyacı karşılamak için
Çandarlı Kara Halil ve Molla Rüstem’in gayretle-
nyle ilk Acemi Ocağı Gelibolu’da kuruldu.
I- Murad zamanında harp esirlerinin elverişli
° an arı önceleri Lapseki, Çardak ve Gelibolu ara Acemi Oğlanı
b. Yeniçeri Ocağı kethüda yeri, muhzırbaşı, başçavuş, kul kethüda
sı.
Edirne’nin zaptı ve devlet merkezinin burada
tesisi ile beraber Yeniçeri Ocağı 1362’de Edir Yeniçeri Ocağının büyük zabitlerinin genel sı
ne’de kurulmaya başlandı. İlk zamanlarda bu oca ralaması yukarıdan aşağıya doğru şu şekilde idi:
ğa; pençik usulü ile alınan ve Türk çiftçisi yanında Yeniçeri ağası, sekbanbaşı, kul kethüdası, zağar-
kısa bir müddet terbiye edilen acemi oğlanları ve cıbaşı, saksoncubaşı, turnacıbaşı, hasekiler, baş
rilirdi. Gelibolu Acemi Ocağı kurulduktan sonra çavuş, başdeveci, deveciler, başyayabaşı, muhzır
acemi oğlanları burada da terbiye edilmiş ve daha ağa, kethüda yeri, başbölükbaşı.
iyi yetişmiş bir halde Yeniçeri Ocağına gelirlerdi.
Bu silsilenin sırası zaman zaman değişmiş,
Ocağın ilk teşkilinde 1000 yeniçeri ile 10 orta meselâ turnacıbaşından sonra muhzır ağa, kethü
teşkil edilmiştir. O zaman her orta 100 erden iba da yeri, bölükbaşı gelmiştir. Kul kethüdası bazan
retti. Fakat gün geçtikçe ihtiyaç artmış teşkilât ted doğrudan doğruya yeniçeri ağası da olmuştur.
ricen genişlemeye ve yeniçeri miktarı da çoğalma Kethüda yeri ile kul kethüdası arasındaki kuman
ya devam etmiştir. danlara katarağaları denilirdi.
Yeniçeri Ocağı yayabaşı (cemaat) ortaları, III. Murad’a kadar yeniçerilerin topluca sava
sekban ve, ağa bölükleri diye üç kısımdan oluş şa katılmaları padişahın bizzat sefere çıkmasına
maktaydı. bağlıydı. Fakat Kanuni’den sonra OsmanlI padi
şahları savaşlara katılmadığından yeniçeriler bir
Yayabaşı ve cemaaat ortaları, bunlar ocağın
süre adeta işsiz kalmışlardır. Vezîriazam Koca Si
ilk ortalarıdır. Kuruluşunda 10 orta olan yaya bö
nan Paşanın sadaretinden itibaren bu merkezî
lükleri ocağın adedi arttıkça orantılı olarak çoğal
kuvvetler sedar-ı ekremin idaresinde sefere çık
mış ve 101'e kadar çıkmıştır.
maya başlamışlardır.
Sekban (Seymen) ocağı, bu ocak I. Murad
Yeniçeri sefer sırasında padişahın önünden
zamanından beri mevcuttu. İlk defa olarak Birinci
Kosova (1389) Meydan Muharebesi’ne iştirak et hareket ederlerdi. Bir yerde konaklandığı zaman
miştir. Çoğu yaya ve pek azı atlı olarak birkaç yüz çadırlarını otağ-ı hümayunun etrafında kurarlardı.
kişiden ibaret olan sekbanlar, tedricen teşkilât ve Savaş sırasında ise padişahın muhafazası solak
miktar itibarıyla artırılmış, 1451 tarihine kadar Ye lara ve kapıkulu süvarilerine aitti. Çünkü yeniçeri
niçeri Ocağından ayrı müstakil bir ocak hâlinde lerin hemen tamamı siperde bulunurdu. Kapıkulu
kalmıştı. Ocakları neferleri mutlaka Alay Köşkü’nün önün
den törenle sefere çıkardı.
Ağa bölükleri, II. Bayezid’ın tahta geçişinden
sonra sekbanlarında itaasizliklere önayak olduğu Yeniçeri Ocağının İlgasını Gerektiren
görüldü ve yalnız devşirmelerden meydana gel
Sebebler
mek üzere ağa bölükleri kurularak ocağa katıldı.
Bunlar 61 bölükten oluşmaktaydı ve doğruca yeni Kuruluşundan itibaren gittikçe mükemmelle
çeri ağasına bağlıydılar. şen ve XVI. yüzyıl ortalarında en olgun noktaya
ulaşan Yeniçeri Ocağı nizamının bozulması, yine
Yeniçeri Ocağının Zabitleri
bu asrın sonlarında başlamıştır. Bunda birinci et
Ocağın en eski bölükleri olan cemaat ortaları ken, ocağa kanun dışı kimselerin alınmasıydı.
nın büyük zabitleri aşağıdan yukarıya şöyleydi: ikinci etken ise Kanuni’den sonraki padişahların,
Yayabaşı, deveciler, başdeveci, hasekiler, başha- orduların başında seferlere çıkmamaları ve buna
seki, turnacı, saksoncu, zuğarcı, sekbanbaşı. bağlı olarak ocak üzerindeki kontrollerini kaybet
meleriydi. Yeniçeri Ocağının bozulmasının İli. Mu
Ağa bölüklerinin büyük zabitleri ise yine rütbe
rad zamanında başlamış olduğunda bütün tarihçi
sırasıyla aşağıdan yukarıya şöyleydi: Büyükbaşı,
ler hemfikirdir. Zira bu devirde yeniçeriler artık
kışlalarında değil, evlerinde kalıyorlar ve başka
işlerle meşgul oluyorlardı. III. Murad zamanında
asker arasına kul kardeşi adıyla yabancılar girmiş;
devşirmeler de usulüne uygun toplanmaz olmuş,
sistem bozulmuştu. Zaman zaman Yeniçeri Ocağı
ıslah edilmeye çalışılmış fakat başarılı
olunamamıştı. III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III.
Selim'in gayretleri ve bunların sonuçları
malumdur. Yeniçerileri 15 Haziran 1826'da
çıkardıkları son isyandan sonra II. Mahmut ocağı
kapatmıştır.
c. Cebeci Ocağı
XV. yüzyılın ortalarından evvel tesis
edilmiştir. Cebeci Ocağı neferleri sefer sırasında
yeniçerilere ok, yay, vb. taarruz ve müdafaa
silâhlarını sağlar, bunları cepheye götürürler,
barış zamanında ise bakımını yaparlar ve
cebehaneden alırlar ve buraya teslim ederlerdi.
Topçubaşı
Sipahi Bölüğü
Fatih Sultan Mehmet zamanında kuruldu. Ta
şıdığı bayrağın renginden dolayı bölüğe, "Kırmızı
Bayrak" da denirdi. Bu bölük mensupları barış za
manı cizye, koyun vergisi, mukataa vb. vergileri
toplardı. Savaşta başlıca görevleri padişahın çadı
rını korumak, ordunun geçeceği yollarda sancak
tepesi denilen tepeler yaparak yol göstermek, si
perler hazırlamaktı. Sipahiler 20’şer, 30’ar kişilik
300 bölüğe ayrılmıştı.
Silâhdar Bölüğü
Humbaracılar
Taşıdığı bayraktan dolayı "Sarı Bayrak" da
zat OsmanlI kaynaklarında Humbaracıbaşı Ahmet denilen bu bölük süvari ocaklarının en eskisidir. İlk
Paşa olarak anılır. efradını harem-i hümayundan çıkan iç oğlanları
f. Lağımcı Ocağı oluşturmuştu. Savaşa giderken ordunun geçeceği
yolları silâhdarlar açar, köprüleri onlar tamir ettirir
Lağımcılar, ulufeli ve dirlikli olmak üzere iki sı
lerdi. Bu işler için yöre halkı istihdam edilirdi. Si
nıflı yaya Kapıkulu Ocağı idiler. Maaşlı lağımcılar
lâhdar 250 bölüğe ayrılmıştır.
cebecibaşının kumandasında bulunurlardı. XVII.
yüzyıl sonlarında on yedi cemaat halindeydiler. Sağ ve Sol Ulufeciler
Lağımcıların vazifesi, kuşatılan kaleleri yer altın
Orta bölüklerde denilen bu iki bölükden ulûfe-
dan açtıkları lağımlara yerleştirdikleri patlayıcı
ciyân-ı yemîn yani sağ ulufeciler, taşıdığı bayrağa
maddelerle yıkmaktı. İstanbul’un fethi sırasında
izafeten Yeşil Bayrak adıylada anılırlardı. Bu bö
Bizans surlarının altına doğru çok sayıda lağımlar
lük 120 sol ulufeciler ise 100 küçük bölüğe ayrıl
kazıldığı bilinmektedir. XVIII. yüzyılda mevcudu
mıştı. Ulûfeciyan-ı Yesâr’ın bayrağı sarılı beyaz-
200’e düşen ocak, III. Selim zamanında modern
lıydı. Savaşta hâzineyi ve padişah sancağını bek
leştirilmeye çalışılmıştır. Ocak, lağım bağlamak
lerlerdi.
ve köprü, kale vb. yıkmak gibi işleri yapan iki ana
sınıfı ayrılmıştır. Sağ ve Sol Garipler
g. Kapıkulu Süvarileri Aşağı bölükler denilen bu grubun neferleri de
Kapıkulu Süvari Ocağının temeli I. Murad za saray efradından temin edilirdi. Sefer sırasında
manında sipahi ve silâhtar bölüklerinin kurulma otağ-ı hümayunu onlar korurlardı. Fakat asıl gö
sıyla atıldı. Sonra sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ revleri Sancak-ı Şerîf’in ve öteki sancakların mu-
60 * ■ ' : ıM s 3
hafazasıydı. Her iki grubun bölüğü 100’er kişilik askerlerinin zararı merkezde, tımarlı sip a h ile rin k i
200 küçük bölüğe ayrılmıştı. ise taşrada olmuştur. Kara kuvvetlerinin ç o ğ u n lu
ğunu teşkil eden tımarlı sipahilerin bozulm ası, y e
II. Eyalet Askerleri
nilgilerin başlıca sebebini teşkil etmiştir.
OsmanlI ordusunun büyük çoğunluğunu Eya
Osmanlı ordusunda tımarlı sipahilerden b a ş
let Askerleri oluştururdu. Bunların da en önemli
ka yine eyalet askeri statüsünde öncü, seri h iz m e t
kısmı tımarlı sipahi veya topraklı süvari denilen
ve kale kuvveti gibi çeşitli birlikler de b ulunurdu.
askerlerdi. Öteki taşra kuvvetlerinden öncü ve ge
ri hizmetlerde kullanılan akıncı, azab, gönüllü, de Askerî Teşkilâtın Bozulması ve Islah
li, yaya ve müsellem gibi yardımcı birlikler de eya Çalışmaları
let askeri statüsündeydi.
Osmanlı merkez askerî teşkilâtı XVI. yü z y ılın
Tımarlı Sipahiler, Osmanlı kara kuvvetlerinin ikinci yarısında bozulmaya başladı. Bunun b a ş lıc a
en büyük kısmını bu topraklı süvariler teşkil eder sebebi devşirme kanununa uyulm ayarak g e liş ig ü
di. Daha önceki Islâm ve Türk-lslâm devletlerinde zel kişilerin Kapıkulu Ocaklarına alınm asıdır. M e r
"ikta" şeklinde görülen tımar sisteminin en çok ge kezdeki, bozulmaya paralel olarak taşradaki E ya le t
liştiren OsmanlIlar olmuştu. Bir yerin dirlik olarak Askerlerininde bozulması yine XVI. yüzyılın s o n la
bir kimseye verilmesi karşılığında ondan hizmet rına doğru başlamıştır. Tımarlı sihapilerin b a şlıca
beklenirdi. Dirlikler özellikle savaşlarda başarılı bozulma nedeni de yürürlükte olan kanunlara
hizmetlerde bulunmuş olanlara verilirdi. Dirlik de uyulmayarak aralarına yabancı karışm asıdır.
recelerine göre, has, zeamet, tımar olarak adlan
Merkez ve Eyalet Askerlerinin ıslahı için XVIİI.
dırılmıştı.
yüzyıl ortalarına kadar ciddî tedbirler alınm am ıştır.
Her 1000 sipahi bir alay beyi komutasında ve XVIII. yüzyılda Avrupa devletlerinin askerî ü stü n
3-4 subay idaresinde bir birlik teşkil ederdi. Hükü lükleri kabul edilmiş ve ıslahat girişim leri için ciddî
met sefere çıkmadan önce merkezden beylerbeyi adımlar atılmıştır. I. Mahmut zam anında (1730-
ve sancak beylerine seferin nereye olduğu ordu 1754) Fransız asıllı Comte de Bonneval O sm anlı
nun nerede toplanacağını bildirirdi. Onlar da emir hizmetine girmiş ve Humbaracı O cağının ıslahı ile
lerindeki tımarlı sipahileri durumdan haberdar görevlendirilmişti. III. Mustafa (1757-1774) zam a
ederlerdi. Böylece her eyaletin kuvveti beylerbeyi nında Fransa’dan getirilen Baron de T o tt Topçu
nin kumandası altında toplanırdı. Tımarlı sipahiler Ocağını ıslah etmekle görevlendirilm işti. 1773 yı
emirlerindeki cebelülerin onda birini tımar mahal lında Mühendishâne-i Bahri-i Hüm âyûn a dıyla de
linde bırakırlar, böylece ziraî işlerin aksamaması niz subayları yetiştiren bir okul açılm asını sağladı.
sağlanırdı.
Sefer zamanlarında bile maaş ve tayinat ve Nizam-ı Cedid
rilmeyen sipahilerin ihtiyaçları, kendilerine ait olan Babası III. Mustafa gibi ıslahatçı b ir padişah
tımar gelirlerinden karşılanırdı. olan III. Selim’in Osmanlı tarihinde ciddî ıslahat te
şebbüsünde bulunan ilk hüküm dar olduğu söyle
Suç işleyen tımarlı sipahilerin cezalan suçun
nebilir. Daha şehzadeliği sırasında A vrupa devlet
büyüklüğüne göre değişirdi. Bir sipahiye verilebi
lerinin teşkilâtıyla ilgilenen İli. Selim Rusya ile Yaş
lecek en büyük ceza tasarruf ettiği tımarın elinden Antlaşması’nın im zalanm asından sonra, önce
alınmasıydı. Sebepsiz yere sefere katılmayan si devlet adamlarından yapılm ası gereken ıslahat
pahilere bu ceza verilirdi. hakkında lâyihalar istedi. Sunulan raporların çoğu,
Sipahilikte başta Kapıkulu Ocakları olmak ıslahatın askerî alanda o lm a sın d a birleşiyordu.
üzere diğer müesseseler gibi XVI. yüzyıl sonların Bu lâyihaların ışığında h areke te geçen III. Selim
önce yeni bir ordu kurdu. N e fe rle rin i bostancı
dan itibaren bozulmaya başlanmıştır. Kapıkulu
ocağından alınan yeni askerî teşkilâtın adı Nizam-ı linmeyen, işsiz kimselerin de bu camiaya sokul
Cedid ordusuydu. Modern anlayışa uygun olarak maması uygun görüldü. Prensip olarak Asâkir-i
alay, tabur ve bölüklere ayrılan yeni ordu için yeni Mansûre’ye 15 ilâ 30 yaş arası bulunan kimselerin
kışlalar yapıldı ve'Nizam-ı Cedid neferlerine Avru alınmasına karar verildi.
pai eğitim sistemi uygulandı. Giderler için de irâd-ı
Yeni ordunun seraskerlikten sonra gelen en
Cedid adıyla yeni bir hazine teşkil edildi. Kısa za
yetkili makamı Asâkir-i Mansûre Nezâreti idi. Ne
manda mevcudu-12.000 kişiye ulaşan Nizam-ı
zaret teşkilâtın maaş vb. teknik işlerinden sorum
Cedid ordusunun taşrada da kurulmasına başlan
luydu. Ayrıca Mansûre askerlerini eğitmek için dı
dı. III. Selim zamanında Topçu Ocağının da ısla
şarıdan uzmanlar getirtildi. Terfilerin kıdeme değil
hına çalışıldı. Fransa’dan top uzmanları getirildi.
çalışkanlığa ve başarıya göre olması esasa bağ
Öteki Kapıkulu Ocaklarının yanında tımar sistemi
landı. Maaşlar aydan aya ödenecekti. Yeni ordu
yeniden ele alınarak topraklı süvarilerin de ıslahı
nun masrafları için Mansûre Hâzinesi adıyla eni
na gayret sarfedildi. Mühendishane-i Berrî-i Hü
bir müessese kuruldu. Yeni gelir kaynakları bulun
mâyûn adıyla bir kara, mühendishanesi açıldı. An
du. Böylece devlet hâzinesine yük olmaktan kaçı
cak bütün bu faaliyetler iç ve dış tahrikler sonucu
nıldı. Yeni orduya yeni üniforma giydirildi. Zaman
1808’de Kabakçı Mustafa önderliğinde çıkan
la yapılan değişikliklerle Asâkir-i Mansûre gitikçe
ayaklanma ile sona erdi. Nizam-ı Cedid ordusu
modernleştirildi. 1828-1829 Osmanlı-Rus sava
kaldırıldı. Bir süre sonra da III. Selim isyancılar ta
şından sonra sayıları attırıldı. Üç taburdan bir
rafından öldürüldü.
alay; iki alaydan da bir liva teşkil edildi. 1831 'de İs
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye tanbul’un Avrupa yakasındakilere hassa, Üskü-
dar’dakilere mansûre denildi. Zorunlu hizmet 12
Osmanlı Türklerinin tarihinde 500 yıla yakın
yılla sınırlandırıldı. Emekli olanlara maaş bağlan
bir süre önemli bir mevkiye sahip olmuş olan Ye
dı. Ertesi yıl müşirlik rütbesi ihdas edildi ve askeri
niçeri Ocağını kaldırmak için II. Mahmut uzunca
silsile yukarıdan aşağıya şu şekilde oldu; müşir,
bir süre bekledi. Ancak bu bekleyiş sırasında bir
ferik, mirliva, miralay, kaymakam, binbaşı, sağ ko
yandan ocağı içeriden ele geçirmek için önemli
lağası, sol kolağası, yüzbaşı, mülâzım, başçavuş,
mevkilere hep kendi fikrindeki adamları getirdi. Ni
çavuş, bölük emini, onbaşı, nefer.
hayet 1826 yılında Yeniçeri Ocağını lağvetti; Asâ
kir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla yeni bir or Ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere
du kurdu. Bu ordunun en büyük zabiti seraskerdi. 1834 yılında Harbiye mektebi kuruldu, ayrıca Av-
Teşkilâtın komutanlığına Ağa Hüseyin Paşa geti rupaya öğrenci gönderildi. Aynı yıl içinde redif adı
rildi. Ağa kapısının adı Seraskerlik Dairesi oldu. altında yedek birlikler kuruldu. Yeni ordunun adı
Bugünki İstanbul Üniversitesinin olduğu yere Sul Asâkir-i Nizamiyye’ye çevrildi. Tanzimat Fer-
tan Abdülaziz zamanında Bâb-ı Seraskeri inşa et manı’nın ilânından sonra seraskerlik makamının
tirildi. önemi daha çok arttı. Sadrazamlıktan sonra ikinci
sıraya aldı. Hatta Sultan Abdülaziz zamanında
Yeni ordunun ilk mevcudu 12.000 kişiydi. Her
bazan sadaretle birleşti. 1843’te muvazzaflık
biri 1500’er kişilik 8 birliğe ayrıldı. Her birliğe "ter
süresi 5, rediflik yani ihtiyattık süresi de 7 yıla in
tip" adı verildi. Tertiplerden her biri bir binbaşı ko
dirildi. Aynı yıl içinde Osmanlı Ordusu Hassa, Der
mutasına verildi. Ayrıca tertiplerde kolağaları, ara-
saadet (İstanbul), Rumeli, Anadolu ve Arabistan
bacıbaşı, topçubaşı, cephanebaşı, mehterbaşı,
adları altında 5’e ayrıldı. 1847’de askere almada
tabip, cerrah, imamlar vs. bulunuyordu. Böylece
kura usulu benimsendi. 1879’da seraskerliğin
bir tertipin mevcudu 530 kişiye yaklaşıyordu.
yerine Harbiye Nezareti kurulduysa da 1884’te
Asâkir-i Mansûre’nin Yeniçeri Ocağına naza seraskerlik yeniden teşkil edildi. 1908’de ise
ran önemli bir farkı vardı. Gayrimüslim iken Müs seraskerliğin yerini kesin olarak Harbiye Nezareti
lüman olmuş kimselerin bu teşkilâta sokulmaması aldı. Bu arada Kapıkulu süvarileri lağvedilerek
acarlaştırıldı. Yani eski devşirme usulu tamamen çıkartılan kararnameye göre İstanbul’da ve
kaldırıldı. Bundan başka belirsiz, kim oldukları bi taşrada yeni süvari alayları kuruldu.
62 OSMfîNLIDfî MEHTER
OSMfîNLIDfi MEHTER
Tarihte birçok kavim, askerî hareketlerin des Türkmen hakanının nöbet vuruluşlarından bahse
teklenmesinde müzikten yararlanmıştır. Ordu mil derek, gerek sancak gerek çalgı takımlarına tuğ
let, ordu devlet anlayışında köklü bir millet olan denildiğini belirtmiş, çalgı adlarını ayrı ayrı mad
Türkler ise, diğer dünya milletlerininkinden anlam, delerde açıklamıştır.
önem, müzik ve icra yönlerinden ayrılan bir musi Belgelere göre Türklerin Orta Asya’daki tuğ
ki geleneği kurmuş ve geliştirerek yaşatmışlardır. takımında yer alan çalgılar şunlardır: Yurağ (cura,
Eski Türklerde "tuğ" adıyla anılan devlet mehteri zurna), sıbızgı (sipsili nefir, boru), Hun borusu
nin bayrak ve davul birliği; davulun başlangıçtan (şahnay), burguy (boru), küvrüğ (kös), tümrük (da
beri Türk toplumunu bir araya getiren bir ses ve vul) çeng (zil).
işaret, bayrak ve davulun da bağımsızlık ve yetki
belgesi oluşu, bu geleneğin özgünlüğünü gösterir. Kaşgarlı Mahmut tuğ nöbetlerinden söz eder
ken Türkmen kağanlarının tuğ takımlarının doku
Eski Türklerde savaştan ve büyük törenler zar çalgıdan oluştuğunu şöyle belirtir: "Her ne ka
den önce, ilk olarak hanlık otağı kurulur sonra tuğ
dar vilâyeti çok, payesi yüksek olursa olsun tuğ
lar dikilir ve davullar vurulmaya başlanırdı. "Tuğ
dokuzdan artık olamaz. Çünkü dokuzla uğurlanır
vuruldu" deyimi hanlık davullarının vurulduğu an
lamına geliyordu. Tuğ geleneği, yetki alâmeti ola lar.” Orta Asya’nın dokuz tuğlu bu musiki gelene
rak devlet, teşkilâtında orduda görev ve makam ği Karahanlılar, Büyük Selçuklular, Anadolu Sel
sahiplerine de uygulanıyordu. çukluları, İlhanlIlar ve Memlûklerde slTreğelmişT
OsmanlI Mehterhanesinde de yaşatılmış; Osman
Eldeki-belgelere göre Türklerde mehterin tari
lI tabılhaneleri de kuruluşlarının yönetim genişliği
hi, M.Ö. IV. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bu tarih
bakımından Avrupa’yı etkilemiştir.
ten önceki belgeler, dolaylı yollardan gelmektedir.
M.Ö. II. yüzyılda Kuça, Balasagun gibi Türk yerle Türk hükümdarlarının saltanat alâmeti olarak
şim merkezlerine gönderilen bir Çin generalinin davul ve sancak kullanmaları geleneği İslâm âle
yurduna dönüşünde bir tuğ takımını da getirdiği ve mine de yayılmış, tercümecilik faaliyetleri içerisin
bu çalgılarla Çin sarayında bir müzik takımı kurdu de Türkçe çalgı adları Arapça ve Farsça sözcük
rup Türk havaları çaldırdığı, bu takımdaki çalgıla lerle değişmiş, tuğ adı tabılhane ve nevbete çev
rın Hou (Hun)lara ait olduğu Çin kronikçileri tara rilmiş ancak temel gelenek değişmemiştir: Hü
fından günlük saray kayıtlarına geçirilmiştir. Gö kümdar bir kişiye beylik vereceği zaman öteki sal
türdüğü sazlardan birinin "Hou kya" adlı, ileriden tanat alâmetleriyle birlikte davul ve sancak verirdi.
boynu dönük, perde delikleri ve sesiyle ünlü, fer- Beylik geri alınırken de bunlar geri alınırdı. Çünkü
henklerde “nây-ı Türkî" diye adlandırılan saz oldu bunlar devlet malıydı ve hükümdar tarafından ve
ğu yine aynı kayıtlardan anlaşılmaktadır. rilmedikçe kullanılamazdı. Mehterhane istiklâl ve
hâkimiyet, şeref ve rütbe alâmeti olduğu gibi top
VIII. yüzyılda yazılan Orhon Yazıtları’nda
lum üzerinde manevî ve dinî etkisi olan devlet oto
(730-735) ve Şine-Usu Yazıtı’nda köbürge ve tuğ
ritesini ve sesini halka duyuran bir teşkilâttı.
çalgılarının adı geçer. Orhon Yazıtları’nda Türk
hakanının kazandığı zaferleri "köbürge" adlı davul Askerî musikinin Selçuklularda teşkilâtlandığı
ile kutladığı belirtilmektedir. Yine Orhon Yazıtları ve geliştiği görülür. Bu teşkilât ve gelenek Osman
ve Farabî, Harezmî gibi Türkistanlı bilginlerin ya lIlarda daha da gelişmiştir. OsmanlI Mehterhanesi
zıları, Farsça ferhenkler ile Çin kroniklerine göre şu bakımlardan önemlidir:
tabılhane ve sancağın en eski adı tuğdur. Kaşgar-
a Kuruluşu eski tabılhanelere oranla gelişmiş,
lı Mahmut da Divan-ü Lügat-it-Türk’te Balasagun
ssaataa
OSMANLIDA MEHTER 63
icra kabiliyeti incelmiş ve artmıştır. diğinde bu mehter o kişiyi kutlamak, haber vermek
• Askerî disiplin altında binlerce müzisyen ye için evine gider, üç nevbet fasıl ederdi. Kanunu
tiştirmiş, meslektaşlık ve el birliği ruhu doğmasını Osmanî ile korunmuşlardır.
sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmet devrinde mehtere veri
o Devlet kapısına bağlı tek yaygın musiki oca len önem, ondan sonraki padişahlar tarafından da
ğı olmuştur. devam ettirilmiştir. İmparatorluğun genişlemesiyle
o Avrupa müzikalarına uzun süre örnek ol ülkenin çeşitli yerlerinde mehterhaneler kurulmuş,
muştur. geliştirilmiştir. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in ka
nun ve nizamlarının dışına da pek çıkılmamıştır.
Selçuklu sultanının 1300’ün ilk günlerinde
Osman Beye bağımsızlık fermanıyla birlikte tuğ, Yavuz Sultan Selim’den sonra Tabl-u Alem
davul, nakkare, berat, bayrak, zil, boru gönderme Mehteranı diye adlandırılan mehterhane, Kanunî
si, OsmanlIda mehterhanenin kuruluşuna başlan Sultan Süleyman devrinde Alem Mehterleri ya da
gıç olduğu gibi bu tarih istiklâl tarihi sayılmış ve Cemaat-ı Mehteran-ı Alem diye adlandırılmış, ku
saltanatın düşüşüne kadar kutlanmıştır. Osman ruluş ve kanunlarında yenilikler yapılmış ve sayı
Bey kendisine gönderilenleri törenle karşılamış, ları çoğaltılmıştır.
nevbeti ayakta dinlemiştir. II. Mehmet devrine ka
Mehter havalarına da en eski olarak XVI. yüz
dar da mehterhane çalarken ayağa kalkılarak din
yılda rastlanmaktadır. Bu yüzyılda Nefirî Behram
lenmesi geleneği devam etmiştir. Ağa ile Emirî Hac mehter havaları bestelemişler
Mehterhane konusunda Fatih Sultan Mehmet dir. Mehter musikisi için XVII. yüzyıl, diğer musiki
çağına kadar aydınlatıcı bilgi yoktur. Yalnız yapı türleriyle birlikte önemli ve güzel gelişmelerin ya-
lan savaşlar nedeniyle mehterden söz edilmekte şandığı bir devir olmuş, Zurnazenbaşı İbrahim
dir. Fatih Sultan Mehmet’le gelişmeye başlayan Ağa, Zurnazen Dağî Edirneli Ahmet Çelebi, Edir
imparatorluğun, her kurumu gibi mehter teşkilâtın neli Mehter Ahmet gibi mehter havaları bestele
da da gelişmeler olmuştur. II. Murat çağında de yen mehterler yetişmiştir. XVIII. yüzyılda ise, bes
vam eden musiki çalışmalarına paralel olarak ün tekâr mehter olarak Mehterbaşı adlı bir kişi görül
lü musiki bilgini Meragalı Abdülkadir’in oğlu Abdü- mektedir.
laziz’i İstanbul’a davet ederek, orada kalmasını XVII. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’da meh-
sağlayan Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayı ile terbaşıya bağlı birçok ocak vardı. Yedi Kule’de
etrafındaki suru yaptırdığı zaman Demirkapı’da bir kırk kişilik bir mehterhane bulunuyordu. Ayrıca
de nevbethane (Nevbethaneler mehterleri barın Eyüp,. Kasımpaşa, Galata, Tophane, Rumelihisa
dıran ve nevbet kuleleriyle nevbet çalınan özel bö rı, Beykoz, Beşiktaş, Üsküdar, Rumelikavağı,
lümleri barındıran kuruluşlardır.) yaptırmıştır. III. Anadolukavağı, Yeniköy ve Kız Kulesi’nde de
Selim devrine kadar devamlı kullanılan bu nevbet- mehterler bulunuyordu. Bu ocaklar Fatih kanunu
hanede ve şehrin diğer yerlerindeki nevbet yerle ile kurulmuşlardır.
rinde yatsı ve seher vakitlerinde nevbet vurulması XVIII. yüzyılda mehter takımı Mehteran-ı
Fatih kanunudur. Tabl-ı Alemi Hassa adını taşımaktadır. Mehter bu
Evliya Çelebi’ye göre buradaki takımın adı yüzyılda sanat anlayışlarının kaynaştığı, üslûpla
rın inceldiği ve icranın olgunlaştığı bir musiki kuru
Çalıcı Mehterleri, sayıları üç yüzdür. Bunlar her
mu hâline gelmiştir.
yatsı vaktinde üç fasıl "cenk-i harbî" çalıp, padişa
ha dua ederler, seher vakitlerinde de divan erkâ Kendisi de bestekâr olan İH. Selim de mehter
nını ve civar halkını namaza kaldırmak için yine üç haneyle yakından ilgilenmiş, İstanbul’daki Galata
kere “fasl-ı lâ tif geçerlerdi. Divan erkânından ya ve öteki nevbethanelere kösü ilk defa o
da devlet büyüklerinden birine bir memuriyet veril koydurmuştur. Nizam-ı Cediti kurarken yedi kişilik
yeni bir mehter takımı da eklemiştir.
li. Mahmut 1826’da Yeniçeri Ocağıyla birlikte riyle sürdürülmüş 1952’de tamamlanarak tarihî bir
mehter teşkilâtını da kaldırmış yerine batılı mana sembol olarak Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde
da askerî mızıkayı (Mızıkayı Hümayun) kurmuş yerini almıştır.
tur. Mehterhanenin tekrar kurulması için teknik ça
1952’de 3 katlı olarak kurulan bu takım, daha
lışmalar 1911’de Celal Esat Arseven ile Ahmet
sonra 6 katlı, 1968 yılında da 9 katlı mehter takı
Muhtar Paşa tarafından başlatılmış ve yapılmış,
mı hâline getirilmiştir.
1914’te Mehterhane-i Hakanî adı ile bu kuruluş ta
mamlanmıştır. Mehterhane 1917’de Başkuman OsmanlI Devleti’nin daimî ordusu Yeniçeri
dan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşanın emriy Ocağının bir parçası dolayısıyla sanatçıları da as
le orduya tamim edilmiştir. Ancak OsmanlI Devle- ker olan mehter teşkilâtının yeniçeri teşkilâtından
ti’nde mehterhaneyi yeniden diriltme çabaları, Bi ayrı olarak diğer ordu kuruluşlarında da belirli kad
rinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkılmasıyla rolara göre yer aldıkları bilinmektedir.
sonuçsuz kalmıştır.
Padişaha özel olanına Mehterhane-i Hüma
Mehterhane konusu bundan sonra İstiklâl Sa yun ya da Mehterhane-i Hakanî, devletin resmî
vaşı yıllarında bazı yerel girişimlerle ele alınmış, mehter takımına Âl-i Osman Mehterhanesi, Tabl-ı
1940’lı yılllarda Haşan Tahsin Parsadan’ın gayret Osmanî, Tabl-ı Âl-i Osmanî adları verilmiştir.
leriyle çalışmalar yeniden canlandırmıştır. 1949 Padişah otağını (otağ-ı hümayun) ve çadırla
yılında çalışmalar iyice hızlanmış, mehterin kuru rını kuranlarla koruyanlara Mehterhane-i Hayme
luş hazırlıkları Genelkurmay Başkanlığının emirle adı verilir, bunlar ağa odası, kethüda odası, bölük
Mehter takımı
OSMfiNLIDfî MEHTER
başı odası ve çadır mehterleri odası- adıyla dört sahip olma hakkı kanunnamelerle tespit edilmiştir.
bölük hâlinde örgütlenirlerdi. Bu kişiler kendi kuruluşları içinde rütbelerine göre
Bir de İstanbul’da devletin resmî mehterhane katları olan, name ve emirnamelerle sınırlı meh
lerinin dışında düğünlerde, derneklerde, şenlikler terhaneler kurmuşlar ve hükümdar adına nevbet
de mehter sazları çalarak musiki fasılları icra vurdurmuşlardır.
eden, halkı eğlendiren musiki esnafı vardı. Bunla
Mehterhane belirli zamanlarla, (sabah, ikindi,
ra mehter esnafı denirdi. Ücret ya da bahşiş kar
şılığında gösteri yapan mehter esnafı, mehterba- akşam) belirli yerlerde (saraylar, kaleler, meydan
şıya dolayısıyla da Tabl-ı Alem Mehterleri teşkilâ lar) nevbet vururdu. Mehterhane-i Hümayunda
tına bağlıydı. Bunlar da diğer mehter takımları gi 200 kaçlar asker vardı. İkindi vakti saray-ı hüma
bi Fatih kanununa bağlı olarak yatsıdan sonra ve yun (padişah hangi sarayda ise) sefer-i hümayun
sabah namazından önce üçer defa fasıl geçerler sırasında otağ-ı hümayun önünde çalardı.
di ve savaşa katılırlardı. Böylece savaş zamanın
Mehter, ordu seferdeyken duraklarda ikindile
da çalıcı mehterlerin sayısı çoğalırdı. Bunlara pa
ri otağın önünde ve saltanat sancaklarının altında
dişah tarafından ulûfe verilmezdi.
ikindi divanı toplanıp, ikindi ezanı okunduktan
Mehterhaneler askerî ve İdarî mekanizmayı sonra nevbet vurur ve askerin yorgunluğunu
yürüten kişilere de tahsis olunmuş, mehterhaneye giderirdi. Nevbet çalınırken çavuşlar bir tarafta ka-
Mehterin nevbet vurma usulü ve düzeni şöy- ası) iki türlüdür. Normal günlerde okunanı "ey-
ledir: Devre adı da verilen nevbet duruşu için nak- yam-ı âdiye gülbank"ı, ordunun sefere çıkışların
karezen başının meydana gelip sofyan usulünde da ve seferde savaş hâlinde olduğu günlerde oku
üç defa nakkareye vurması ile mehter takımı top nanı "cenk gülbank"ıdır.
lanır ve yarım ay şeklinde sıralanır. Sağ başta çor
bacı başı, onun yanında zırhlı muhafız ve kırmızı
sancak, tuğların bir kısmı ve sırası ile okuyucular,
zurnazenler, boruzenler, nakkarezenler, zilzenler
ve davul çalanlar bulunur. Tuğların geri kalanı ve
yeşil sancak sol uçta, kös ile ak sancak da takımın
ortasında yerlerini alırlar. Nakkarezenler oturmak
ta, diğerleri ayakta durmaktadır.
sancaklarını taşırlardı. Çeşitli askerî sınıf ve birlik Mehter takımının büyüklüğü ve haşmeti onun
lerin kendi bayrak, sancak ve generallerinin tuğla çok katlı olmasına bağlıdır. Takımda bir alet
rını taşıyan bayraktar, sancaktar ve tuğcuları ayrı çalanlardan kaç tane bulunuyorsa, takım o sayı
dır. Bunlar o sınıfların kadrosunda bulunurlardı. katında olur. Örneğin 9 katlı mehterde zil,
nakkare, boru ve davul çalanlar dokuzar kişidir.
Mehter takımlarının bölüklerini çalınan sazla
rın çeşitleri, alemdarlar ve mehterhaneye yeni gi IV. Murat devrinde mehterler genellikle 8-12
ren öğrenciler oluşturuyordu. OsmanlI Mehterha katlıyken imparatorluğun son yıllarında 9 katlı
nesinde şu bölüklerin bulunduğu görülür: olmuşlardır.
1. Nakkarezenan bölüğü (Nakkare çalanlar Mehterlerde tarih boyunca çalınan sazlar üç
bölüğü) bölümde toplanabilir:
2. Surnezenan bölüğü (Zurnacılar bölüğü) 1. Vurmalı sazlar
3. Tabbâlîn bölüğü (Davulcular bölüğü) Kös, (hükümdar takımlarında) davul, nakka
4. Aledârân bölüğü (Alemdarlar bölüğü) re, tabılbaz, def.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
- ATALAY, Besim; Divanü Lûgat-it Türk - Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi; c. I, Islâm
Tercümesi, TDK Yayınları, Ankara, 1985. Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, İstanbul,
1998.
- ÇORUHLU, Tülin; OsmanlI Tüfek, Tabanca ve
Teçhizatları (Askerî Müzeden Örneklerle), Ankara, - ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihine Giriş, c.
Genelkurmay Basım Evi, 1993. VIII, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, Başbakanlık
Basım Evi, 1991.
- EM İRO Ğ LU, Burhan - ÇÜRÜK, Cenap -
ÇİÇEKÇİLER, Ersin - ERALP, Nejat; Askerî Müze, Ak - ÖZTUNA, Yılmaz; Başlangıcından Günümüze
Yayınları Sanat Kitapları Serisi: 6, İstanbul, Hilal Kadar Büyük Türkiye Tarihi, c. 8-9, İstanbul, Ötüken
Matbaası, 1983. Yayın Evi, 1978.
- ERALP, T. Nejat; Tarih Boyunca Türk - TEZBAŞAR, Ahmet; Mehter Tarihi, Teşkilâtı ve
Toplumunda Silâh Kavramı ve Osmanlı Marşları, İstanbul, 1975.
İmparatorluğunda Kullanılan Silâhlar, Atatürk Kültür, Dil
- TUĞLACI, Pars; Mehterhaneden Bandoya,
ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi
İstanbul, Cem Yayın Evi, 1986.
Yayını, Sayı 6 8,'Ankara Türk Tarih Kurumu Basım Evi,
1993. - Türk Ansiklopedisi; "sultan" maddesi, c. 29.
- ERENDİL, Muzaffer; Dünden Bugüne Mehter, - Türk Kara Kuvvetleri Tarihi; Ankara, K.K.K.
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1992. Basım Evi, 1996.
- ERENDİL; Türk Tarihinde Askerî Müzik ve Şanlı -T ü rk Kültürü; Deniz Kuvvetleri Özel Sayısı, Sayı
Mehter, Askerî Tarih Bülteni Eki, Ağustos 1981, Sayı 117, Yıl 10, Temmuz 1972.
12, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1981. - Türk Kültürü; Kara Kuvvetleri Özel Sayısı,
- KOÇU, Reşad Ekrem; Yeniçeriler, İstanbul, Ankara, 1973.
Nurgök Matbaası, 1964. - Türk Silâhlı Kuvvetleri Madalya ve Nişanlar
- Mahmud Şevket Paşa; Osmanlı Askerî Teşkilâtı Yardımcı Yayını MYY-53-1, Ankara, Genelkurmay
ve Kıyafeti, Ankara, K.K.K. Basım Evi, 1983. Basım Evi, 1998.
- Meydan Larousse; "padişah" maddesi, c. 9. - Yüzyıllar Boyunca Mehterhane ve Türk Müzik
- Meydan Larousse; "rütbe" maddesi, c. 10. Kalkınışı, Personel Başkanlığı Moral Şubesi Yayınları,
No: 10, İstanbul, Maarif Basım Evi, 1957.
- Muharebe Konulu Resim Sergisi; 6 Ocak - 29
Ocak 1995 (Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Opera
Meydanı - Ankara), Askerî Müze ve Kültür Sitesi
Komutanlığı, İstanbul, 1995.