You are on page 1of 79

:j

I
İÇİNDEKİLER
KCIRdLCIŞClNCIN
7 0 0 . YILINPfi
OSMANLI DEVLETİ

SUNUŞ

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA
ARŞİV FAALİYETLERİ......................................... 1

OSMANLI DEVLETİ’NDE
MADALYA VE NİŞANLARIN TARİHÇESİ......................... 11

OSMANLI DEVLETİ
İÇİN SÖYLENENLER............................................................................15

OSMANLI ORDUSUNDA
RÜTBELER.............................. 23

OSMANLI ORDUSUNDA
KULLANILAN ATEŞLİ SİLÂHLAR.................................................... 32

PADİŞAH VE PADİŞAHLIK
KAVRAMI.................:.............................................................................40

OSMANLI DEVLETİ’NDE
KARA KUVVETLERİ........ ............................... .....54

Yavına Hazırlayanlar OSMANLIDA MEHTER........ ............................................. 62


Doç.Öğ.Kd.Alb. Cemalettin TAŞKIRAN
Öğ.Kd.Bnb. Nasır YÜCEER
YARARLANILAN KAYNAKLAR.............................................. 72
Baskı: Türk Tarih Kurumu Basımevi
D e m irb a ş .:^ { 5 8

A
SUNUŞ

Türklerin çok eski bir tarihi olduğu herkesçe malûm. Millî kültürümüzün en önemli zenginlik kay­
naklarından birini de bu tarihimiz oluşturuyor. Tarihî birikimimiz günümüze ait maddî ve manevî birçok
konuda karşımıza çıkıyor ve bizi diğerlerinden farklı kılan özelliklerin yaşatılmasına ve geliştirilmesine
katkı sağlıyor. Bu çok eski ve çok zengin tarihî kültürün dünyada çok az millette var olduğunu da bil­
meliyiz.
OsmanlI İmparatorluğu Türk milletinin kurduğu en büyük devletlerden biridir. Devlet, 1299 tarihin­
de Marmara kıyılarını içine alacak şekilde kurulmuş, Selçuklu ve Bizans İmparatorluklarının zayıflama­
sından faydalanarak XIV. yüzyılda sür’atle gelişmiştir. OsmanlI İmparatorluğu XV. ve XVI. yüzyıllarda
en görkemli devrini yaşamış, üç kıt’a üzerine yayılarak muazzam bir imparatorluk hâline gelmiştir. Bu
görkemli tarih çok iyi araştırılmalı ve çok iyi inceienmelidir. Çünkü bugün sahip olduğumuz çoğu değer­
lerin başlangıcı oradadır. Çünkü Cumhuriyet’imizin kökleri oradadır. Çünkü Cumhuriyet’imizi kuranlar
oradadır...
Bu büyük imparatorluğun 700. kuruluş yıl dönümünde ATAŞE Başkanlığı olarak bir özel yayın çı­
karmak istedik. Bu yayında da daha çok kendi alanımıza giren konulara yer verdik. Kütüphanemizde
bulunan XIX. yüzyıla ait bir fotoğraf albümünden yararlandık. Hakan, padişah, sultan.gibi kavramların
bir irdelemesini yaparak, OsmanlI Devleti’ndeki arşiv faaliyetlerinden, ateşli silâhlardan, rütbelerden,
mehteran bölüğünden bahsettik. OsmanlI kara ordusu hakkında genel bir bilgi vererek, orduda kullanı­
lan nişan ve madalyalardan örnekler verdik. Hepsinde de görsel unsuru ihmal etmemeye özen göster­
dik.
Başkanlığımız Yayım Şubesi uzmanlarından Meliha YÜCEL, Meltem TAŞKIN, Hayriye YALÇIN,
Seval BİLGEN, Kerime ŞAHİNER, Yasemin TAŞÇI ve Halime TAŞÇI tarafından hazırlanan bu yayının
ilgililerce beğenileceğini umuyorum.

Aydın OKAN
Hv. Korgeneral
ATAŞE Başkanı
r
“® Î 5 E E L y j L K l M E P K » l I Î İ M W E f : i

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA ARŞİV


FAALİYETLERİ
OsmanlIda İlk Arşivler
OsmanlI Devleti’nde, Sel­
çuklular ve diğer Müslüman-
Türk devletlerinden gelen eski
bir devlet ve bürokrasi geleneği
olarak daha ilk devirlerden itiba­
ren arşiv fikrinin yazışmaları ve
önemli kayıtları koruma duygu­
sunun mevcut olduğu anlaşıl­
maktadır. Selçuklularda ve son­
ra Anadolu Beyliklerinde olduğu
gibi hükümdarın "Divan" teşkilâ­
tında, her türlü yazışmaları yürü­
ten bürokratik ekibin yanında,
kayıtları, belgeleri ve defterleri
saklayan bazı görevliler ve bun­
ların korunduğu yerler Olmalıdır.
Bu durum arşivin nüvesini teşkil
etmiştir. Diğer beyliklerde oldu­
ğu gibi, OsmanlI Beyliği’nde Di­
vanda tutulan kayıtlar ve defter­
lerin mevcudiyeti, belgeler ve ar­
şivin varlığı hakkında bazı veri­
ler, sonradan OsmanlI tapu-tah-
rir defterlerine, tevcihlere, vakıf­
lara vb. ait belgelerin tamamı
önem derecesine bakılmaksı­
zın, pek kıymetli olmayan müs­
veddelerde dahil olmak üzere,
titizlikle saklanmış ve korunmuş­
tur. Günümüze ulaşan belgele­
rin tanzim tarzı, muamelâtta
geçmiş işlemlere yapılan atıflar,
konunun evveliyatına ait derke­
narlar arşivlere ve kayıtların
saklanmasına verilen önem hak­ Muhtelif kalemlerde muamele görmüş bir berat

kında bir fikir oluşturmaktadır. tahribi muhtemeldir. İstanbul’un Sonra At Meydanı’na nakledildi,
İstanbul’un fethine kadar, fethinden sonra, OsmanlI arşiv- Topkapı Sarayı’nın inşasından
Bursa ve Edirne’de arşivler te­ terinde gelişme ve zenginleşme sonra, arşivler Divan-ı Hümâ-
şekkül etmiştir. Timur’un istilâsı meydana gelmiştir. Fetihten yûn’un yanında yer aldı. Bugün
esnasında Bursa’daki arşivin sonra ilk arşiv Yedikule’de idi. arşivlerimizde, İstanbul’un fet-
© â s ıa a s ı ı ^ ! 6 » j ( s W O T ^ f a t ® g ı ^ a S â l î M s i a i

kuruluşlarının arşiv malzemeleri,


Topkapı Sarayı ve At Meyda­
nımdaki bazı mahzenlerde sak­
lanmıştır. "Defterhâne hâzinesi",
"Bâb-ı Hümâyûn’un üst kat oda­
ları", "Tomruk dairesi", "Çadır
mehterleri kışlası" gibi yerler ar­
şiv deposu olarak kullanılmıştır.
XVIII. yüzyıl ortalarından itiba­
ren Bâb-ı âsafi ve daha sonra
Bâb-ı Âli önem kazanmaya baş­
layınca arşivlerde buraya taşın­
mıştır. Bunlardan XIX. yüzyılın
meşhur arşivleri, meydana gel­
miştir. Defterhâne malzemeleri
© yerinde kalmıştır. Sarayda da
$ sultanın ve ailesinin özel arşivi
. ©. , « J p İ Br 9 teşekkülüne devam etmiştir.
Taşra teşkilâtında, İstan­
W * r - / î ^ 7 S ‘ ' '
bul’daki rhodşle uygun, daha kü­
^ G ' A iJ İ çük çapta arşivler oluşmuştur.
« . s Eyalet ve sancaklarda “Paşa di­
vanında" yapılan yazışmalar,
© ,. * -W
resmî muamele ve tevcihlerle il­
Ş>.y " *i ’'^,'‘i -rf«v6M,Soij ,
gili malzemeler, taşra idaresi
« - ® "
* O için önemli idi. Vilâyet ve kaza­
larda kadıların kazai ve İdarî iş­
t s « L _ _ ; r lerle ilgili hükümleri kaydettikleri
şe rl mahkeme sicilleri, bölgesel
arşivlerin özünü teşkil ettiler.
* ’^ j.__ S ^ Osmanlı merkez elçiliklerin­
< L r © ' ✓ -* de arşiv malzemelerinin korun­
: .- -^ * A _________________ — ması, devlet sırlarının saklan­
I. Selim’in, Fransız elçisi tercümanının cizye, rüsum ve vergiler için ı
edilmemesine dair bir fermanı ması, çatınmaması, kayıtların
hinden önceki ilk devirlere ait Arşivlerin İhtişamı tahrip edilmemesi, bürokratik te­
malzemeler çok azdır. Yapılan amüllerin ciddiyetle takibi gibi
Osmanlı Devleti’nde arşiv­
fetihler sonucu, çok genişleyen hususlarda ciddî önlemler bu­
Osmanlı coğrafyası ile arşivler ler, XVI. yüzyılda yüksek bir se­
lunmaktaydı. Nitekim 1590 yılın­
de önem kazandı. İmparatorluk viyeye ulaştı. Osmanlı zihniye­
da bazı belgelerin çalınma ve
başkentinde, kuvvetli ve sür’atli tinde kâğıt, saygı gösterilen bir
tahrifinde suçu görülen bazı Di-
işleyen bir bürokrasi sistemi meta olduğundan, belgeler da­
van-ı Hümâyûn kâtipleri idam
mevcuttu. Bunun gerisindeki ima saklanmıştır. Mekân bakı­
edilmiş ve bazıları elleri kesile­
güçlü bir arşivin varlığı ve sağ­ mından Osmanlı Devleti’nin Di-
rek hizmetten uzaklaştırılmıştı. .
lam işleyişi kendisini hissettiri­ van-ı Hümâyûn, Defterhane,
yordu. Bâb-ı Defteri gibi merkezî devlet
r ®0'5EK110 RŞİV FAALİYETLERİ

Arşiv Sistemi
Divân-ı Hümâyûn (Bâb-ı
Âlî) daki vesikalar kâğıt veya
defter şeklinde tanzim edilirdi.
Defterler ciltlenir, yıllara göre
tasnif edilir, hususi odalarda
saklanırdı. Bu odalara "mahzen-
i evrak" denilirdi. Yaprak halin­
deki vesikalarsa keselere konur­
du. Mühim vesikalar atlas kese­
lere ve muhâfazalara yerleştiri­
lirdi.
Her dairede bir günün evra­
kı bir tomar, her ayınki bir torba,
her yılınki bir sandık teşkil eder­
di. Sandıkların üzerine, muhtevi­
yatını gösteren etiketler yapıştı­
rırd ı.
Bir sarayda, bir de paşa ka­
pısında yani Bâb-ı Âli’de iki bü­
yük arşiv vardı. Bütün kanun, ni­
zam, ferman ve emirler defterle­
re tasdikli şekilde geçirilip sakla­
nırdı. Sandıklar doldukça, Top-
kapı Sarayı’na Divânhâne ya­
nındaki arşiv dairesine gönderi­
lirdi. Bâb-ı Âli’de nispeten yeni
olanlar saklanırdı. Eski defterle­
re bakmak icap ettikçe, bunları
Saray’dan hemen getirtecek bir
teşkilât vardı. Her gün lâzım
olan evrak ve defterler Bâb-ı
."'^K'-^aSÂ vk'-
Âli’deki arşiv dairesinden getiri­ •<' A%
n£-
e.
lir, gece kalemlerde bırakılmaz,
akşam mutlaka arşive iade edi­
U*
lirdi. İşi bitmeyenler sabah yeni­ Ayasofya Vakfı ile ilgili bir ferman
den getirilirdi. Bazen bu hususa
uyulmamış ve bazı yangınlarda hürle mühürlenirdi. Bu derecede Arşivdeki Defterlerin
kalemlerde gece bırakılan evrak ehemmiyet verilmesinin sebebi Önemi
yanmıştır. şudur: Milletin bütün hukuku, bu
Defter-hâne-i hûmâyûn’daki
Önce "defter-hâne", sonra kayıtlara bağlıydı. Bilhassa im­
paratorluğu şevket devrinde en mühim defterler, "mufassal”
"hazine-i evrak" denilen impara­
ayakta tutan dirlik (tımar) siste­ tâbir edilenleridir. Bunlar, toprak
torluk arşivi, padişahın vezir-i
minin, dolayısıyle ordunun, ver­ sayımına, arazi tahririne ait bir
âzamdaki mührüyle mühürlenen
üç hâzineden biriydi. Hükümetin ginin, sanayi, ticaret ve tarımın çeşit ana tapu defterleridir. Dev­
her toplantısından sonra bu mü­ esasları, arşivdeki defterlerdi. letin işlenebilir topraklarının na-
OSMANLI İMPARATO

sil ne şekilde tevzî edildiğini ve rin verdikleri verginin ye­


zaman içindeki değişiklikleri kûnları, kimlere hangi ara­
gösterir. Böyle defterler her böl­ zilerin verildiği işaret edilir­
genin tahrir memurları tarafın­ di. Mufassal daha çok ma­
liyeciler için, mücmeller ise
dan düzenlenirdi. Her yeni sa­
devlet adamları için tertib
yımda, daha önceki sayımda
edilmiştir. Bir defter çeşidi-
"hâriç ezdefter" yâni kayıttan dü­
de Rûz Namçe idi ve adın­
şülenler de ilave edilerek, defter dan anlaşılacağı gibi gün­
tamamlanırdı. lüktü, tevcih edilen has,
Mufassal tahrir defterleri, zeamet ve tımarlara ait be­
rât kayıtları günü gününe
her sancak ve kazadaki mahalle
işlenirdi.
mahalle, köy köy vergileri tespit
ederdi. Hermahaldeki vergi mü­ Bu üç esas defterden
kellefleri, vergiden muâf olanla­ başka eyalet ve sancakla­
rın adları, arazinin kimin dirliği ra ait ayrı ayrı tutulan has,
zeamet, tımar, yaya,, mü­
(ıktaı, yâni tımar, zeâmet veya
sellem, yürük, akıncı, ev-
hassı yahut başmaklığı) veya
lâd-ı fâtihân, zeametli mü­
mülkü yâhut vakfı veya mukaa- teferrika ve çavuş yahut
taa’sı olduğu yazılırdı. Yılda ne Dîvân kâtibi defterleri, tı­
mikdar hangi mahsulü verdiği, mar yoklama defterleri,
bu mahsulden ne kadar vergi voynuk, taycı, cebeli gibi
alındığı, kasaba ve şehirlerdeki ayrı teşkilâta ait defterler
ihtisâb gümrük, bac, transit ver­ tutulurdu.
gileri kısacası hiçbir-şey unutul- Bu defterler bugün ta­
mayarak, devletin ve vatandaşın pu defterleri olarak Başba­
bütün gelirleri kaydedilirdi. Bu kanlık Arşivi ile Ankara’da­
arazi veya şahıs, mülk veya ge­ ki Tapu ve Kadastro genel
lir, vergiden muâf olduğu, bırhu- Müdürlüğünde bulunmak­
sustaki fermanın kaydı düşüle­ tadır.
rek işlenirdi. Her tahrir defterinin Bu defterler, iki nüsha
başına ait bulunduğu sancak ve­ olarak yazılır, bir nüshası
ya eyalete ait husûsî bir kanun­ İstanbul’daki defter-hâne-i
nâme varsa, o kanunun metni hûmayûnda, bir nüshası-
Bergama nahiyesinde Mehmed Nailî oğlu
yazılırdı. Zira bir çok işlemler bu da ait olduğu beylerbeyilik
İbrahim’e verilen zeâm et beratı
kanuna göre yapılırdı (impara­ veya sancakta bulunduru­
Mufassal denilen bu defter­ lurdu. Herhangi bir anlaşmazlık
torluk devrinde bir çok eyalete
lerin bir de kısaltılmış, özetlen­ olduğunda esas nüsha olarak
mahsus ayrı kanunlar vardı). miş şekilleri tertib edilir, bunlara İstanbul’daki kabul edilirdi.
Tahrir defterlerinin başına padi­ Defter-i mücmel veya Defter-i ic-
şah tuğrası çekilerek bu deftere Çöküş, İhmal ve Tahripler
mâl denilirdi. Böyle defterlerde
göre her türlü işlemin yapılması­ mükellefler, isimleriyle teker te­ XVIII. yüzyıl ortalarına ka­
nın kanunî olduğu belirtilirdi. ker gösterilmez kısaca her eya-* dar iyi bir şekilde korunan ve
let ve sancaktaki köy ve şehirle­ saklanan arşiv malzemeleri,
'd ® K 0 M l I J T O M P Î S ^ M îT î © (5 ÎSJB 7 R 3 Ü ! İ 0 5 S W

sonra rehavet, umursamaz­ Maliye Nazırı Safveti Paşanın ları diyebileceğimiz bu çalışma­
lık ve çöküşün getirdiği bazı ih­ Topkapı Sarayı’nda Enderun-u lar Mehmed Emin Rauf Paşanın
mal ve tahriplere maruz kaldı. hümâyûn’da bulunan bir kısım sadareti döneminde vuku bul­
Bakımsızlık, yangınlar, su bas­ tarihi belge ve defterleri düzen­ muştur. Bu çalışmanın 1,5 yıl
kınları, depoların yetersizliği, ta­ leme, ayırma, belgeleri kalemle­ kadar sonra Mustafa Reşid Pa­
şımalar, kötü şartlar bunların rine ğöre tanzim edip anbarlara şanın birinci sadareti zamanın­
başlıca nedenleri öldü. Savaşlar yerleştirme, depoları yenileme, da modern anlamda devlet arşi­
sırasında da bir kısım malzeme­ işe yaramaz addedilen bir kısmı­ vinin reorganizasyonu faaliyeti­
ler tahribe veya kayba uğradı. nın ayrılması faaliyetlerini gör­ nin ilk müjdecisi olduğu ve bir te­
Özellikle yenilgi ile sona eren mekteyiz. Devletin merkez teşki­ mel teşkil etmesi kuvvetle muh­
savaşlarda, bir kısım askerlik ve lâtı içinde ilk ciddi arşiv çalışma­ temeldir.
maliye ile ilgili malzemeler sa-
.vaş meydanında kalabiliyordu.
Bu duruma rağmen zaman M
zaman devlet evrakının ve kayıt­ tümlü
larının iyi korunması, depoların
tanzimi hakkında ilgililere ve taş­
ra yöneticilerine emirler verildiği,
teşvik edici faaliyetlerin bulun­
duğu tahmin edilebilir. Nitekim
1785 tarihinde, I. Abdülhamid
devrinde, Reisül-küttâba hita­
ben çıkarılan bir emir bu hususu
kanıtlayan bir belgedir. Bunda,
devlet kayıtlarının ve defterlerin
devamlı saklanmalarının önemi
vurgulanarak, b a z ı, önlemler
alınması, düzenli depolarda ko­
runması istenmekteydi. Devlet
belgelerinin korunmasında padi­
£ jiit £ı
şahlar bile usul ve kaideye uy^ M.
maktaydılar.
Modern Arşivciliğe Atılan
İlk Adımlar
Osmanlı Devleti bünyesin­
de, modern arşivcilikte gelişme­
ler ve alınan bazı tedbirler Tan­
zimat döneminde olmuştur. II.
Mahmut devrinden itibaren, dev­
let teşkilâtında ve kurumlarda
yapılan değişiklikler, reformlar
ve yeni teşekküller, okullar, ne­
zaretler arşiv malzemelerini tan­
zim ve koruma hususunda yeni
bir atılımın başlangıcı içinde ol­ r Jr
muşlardır. Kayıt ve kuyud işle­ M -
rinde yeni müesseseler yenilik­
lerde getirmiştir. 1845 tarihinde Budin Eyaleti Kanunnâmesi
Hazine-i Evrakın Kurulu­ di. Arşiv hizmeti devletin mutena bağlanmıştır. Tasnif, konu ve
şu işlerinden sayıldığından, bazı İdarî teşkilât esasına göre yapı­
konuların Meclis-i Ahkâm-ı Adli- lacaktı. Binanın inşası bittiğinde,
Avrupa’ya resmî görevle
ye’de görüşülmesi zarurî bulun­ 1850 tarihli bir nizamnâme-i
birkaç kez gidip, orada kültür ve
duğundan bu müzakerelere mahsus ile kesin olarak Hazine-
tarih kaynaklarını muhafaza
Muhsin Efendi’nin de katılması i Evrak'ın işleyişi, muhafaza
eden bir kuruluş olarak arşivlere
gözönüne alınarak Hazine-i edeceği malzemelerin cins ve
ne derecede önem verildiğini
Evrak Nazırı ve Meclis-i Vâlâ mahiyeti takarrür ettiğinden, bu
müşahede eden ve son yüzyılda
üyesi seçildi. Şüphesiz Hazine- tarihten itibaren arşiv normal
Osmanlı Devleti bünyesindeki
i Evrak Nazırı, o zamanki fonksiyonlarını ifa etti.
ihmalleri ve bürokratik bazı ihti­
Bakanlar kuruluna dahil bir nazır
yaçları da yakinen gören ve his­ XIX. yüzyılın ortasında, Os­
değildi. Fakat herhangi bir
seden Mustafa Reşid Paşa 28 manlI Devlet Arşivi kurulurken
müdürden daha yüksek bir
Eylül 1846 gününden başlayan oldukça çağdaş bir zihniyetle
görevliydi. Muhsin Efendi’nin
ilk sadaretinin ilk aylarında, Bâb- hareket edildiği, bina, personel
emrine bazı görevliler verildi.
ı Âliye bağlı, Osmanlı Devlet ar­ ve mevzuat konularının birlikte
Hazine-i Evrak’a konacak mal­
şivi hüviyetinde ve Bâb-ı Âli bah­ düşünüldüğü ve sonuçlandırdı­
zemelerin tanzimi için bir
çesi içinde "Hazine-i Evrak" ğı görülmüştür. "Nezaret" adı,
talimatname hazırlandı. Sultan
adıyla anılan'bir müessese ku­ bir süre sonra tekrar "müdürlük"
Ahmet meydanındaki
rulmasına ve bu amaçla yeni bir olarak değiştirilmiş daima Sada­
Defterhâne’de, Bâb-ı Ali
bina inşasına karar verdi. Bu hu­ rete bağlı kalmıştır.
civarındaki mahzenlerde ve
susta padişah buyruğu olan ira-
diğer depolarda bulunan tarihi Muhtelif Avrupa ülkelerinde
de-i seniyye 8 Kasım 1846 tari­
arşiv malzemelerini arama ve devlet veya millî arşiv kurma ça­
hinde yayınlandı. Kuruluş ama­
tarama yapıldı. Hazine-i Evrak’a baları genellikle aynı yüzyılda
cı, "Mesâlih-i mühimmeye müte-.
konacak malzemeler için ana olmuştur. Örneğin Ingiliz Devlet
allik ve senedât-ı devletten
prensipler, Bâb-i Âli kalemleri Arşivi (Public Record Office)
ma’dûd evrak-ı resmiyenin ma-
ile münasebetlerde izlenecek 1838’de reorganize edilmiştir.
hall-i vahidde cem ve hıfzı" idi.
yollar gibi hususların sağlam Bazı ülkelerde bu daha sonra­
Bina inşası için Bâb-ı Âli bahçe­
esaslara bağlanması için Bâb-i dır. Demek ki, Osmanlı Devle-
si içinde uygun bir yer seçildi. Bi­
Âli kalem müdürlerinden oluşan ti’nde de, modern arşiv çalışma­
na inşasını, daha önce Dârûl-fü-
bir Meclis-i Muvakkat kuruldu. ları diğerleri ile az çok aynı za­
nûn binalarını yapmış olan, İtal­
Beş maddelik güzel bir nizâm­ mana rastlamaktadır. Hazine-i
yan mimar Fossati ve kardeşi
nâme hazırlandı. 12 Nisan 1849 Evrak’ta bir ihtisas kitaplığının
gerçekleştirdi.
tarihli bu belge, millî arşivcilik ta­ kurulmasıda ihmal edilmemiştir.
Bina inşa olunurken, perso­ rihimiz için çok önemlidir. Bu Nezaret ve Şurâ-yı Devlet
nel ve mevzuat konularına el belgede arşive konacak belge Arşivlerinin Teşekkülü
atıldı. Arşivcilik prensiplerinin cinsleri, tasnif esası ve diğer ko­
tesbiti hazırlıkları yapıldı. Sada­ nular belirlenmiştir. Personel - XIX. yüzyılda Osmanlı ne­
ret Mektupçusu Esseyyid Haşan olarak lâlettayin ve güvenilme­ zaretlerinin ve bazı önemli kuru­
Muhsin Efendi Hazine-i Evrak’m yecek kişilere emânet edilme­ luşların arşivleride teşekkül et­
başına tayin edildi. Kuruluşta mesi gereği önemle ve hassasi­ miştir. Bunlar, Hazine-i Evrak
"müdürlük" olan dairenin adı yetle vurgulanmıştır. Hazine-i örneğinden yararlandılar. Harici­
Muhsin Efendi’nin daha önceki Evrak’ı iç düzeni, ara depolar, ye, Dahiliye, Maliye, Evkaf ne­
görevine göre daha aşağı bir un­ lüzumsuz addedilen evrakın atıl­ zaretleri, 1868’de kurulan Şurâ-
van olduğunda ‘nezaret’e çevril­ madan saklanması vb. sağlama yı Devlet Hazine-i Evrakları gibi.
® ö x £ K lîı U mit S l â fiı r$ T L^ İ® fl f\ İ K / lM . ® jOjM

Sadaretin kendi bünyesinde de reti sonlarında, Mehterhâne ya­ sine taşındı. Evrak 518 araba
bir arşiv müdürlüğü kuruldu. Ba­ kınındaki mahzende Bâb-ı Âli’ye yükü idi. Bunun tanzim ve tasni­
zı nezaretler kendi ihtiyaçlarına ait bazı evrak Hazine-i Evrak’a fi için muhtelif tasnif heyetleri ku­
göre, arşiv binaları ve mahzen­ taşındı. Bu malzeme I. Mah- ruldu. Bu malzeme üzerinde Ab­
ler yaptılar.
mud’dan II. Mahmud devri sonu­ durrahman Şeref Bey, Hazine-i
Vilâyet ve Taşra Teşkilâtı na kadar olan döneme aitti. Bun­ Evrak müdürü Refik Bey, Arif
Arşivleri lar tasnif edildi. Hazine-i Ey- Bey, Mehmet Kadri Bey vs. ça­
Eyalet teşkilâtından vilâyet rak’taki Divan-ı Hümâyûn defter­ lıştılar. Üçüncü defa Ali Emirî
sistemine 1864’ten itibaren lerinin bir envanteri hazırlandı. Efendi başkanlığındaki bir heyet
geçilince, vilâyet arşivleri oluştu. ile bir kısım malzeme tasnif edil­
Ahmed Cevat Paşanın sa­
Tuna Valisi Midhat Paşa Rus­ di ve kataloğa bağlandı. Ibnül-
daretinde 1892 yılından itibaren,
çuk’ta 1868’de Tuna vilâyeti ar­ emin Mahmut Kemal Bey de bir
devlet teşkilâtı ve nezaretler göz
şivini kurdurdu. Bu diğer vilâyet­ grup evrakı tasnif etti ve katalog­
önüne alınarak, yeni bir sisteme
lere de yayıldı. Arşivler genellik­ ladı.
göre arşiv malzemelerinin kayıt
le vali konağı yanında veya civa­ ve saklanmaları usulü getirildi. Bu dönemde arşivleri dü­
rında idi. Rumeli’de bazı vilâyet zenleme, muhtelif yerlerde ve
II. Abdülhamit devrinde,
arşivleri savaşlarda zarar gördü. mahzenlerde unutulmuş, bırakıl­
B âb-ı. Âli arşivlerinden başka,
Bosna-Hersek vilâyeti arşivi Sa- mış malzemeleri toplama çalış­
Yıldız Sarayı’nda muntazam iş­
ray-Bosna’da kaldı. Bugün bir malarına paralel olarak, arşivle­
leyen düzenli bir arşiv kuruldu.
kısmı Saray-Bosna Şarkiyat rin tarih ve sosyal bilimler için İl­
Maliye Nezareti Hazine-i Evrakı
Enstitüsü’nün elindedir. Tulça mî amaçlarla kullanılmasına
ve Meşihat’e bağlı şer’iyye sicil­
vilâyeti arşivi .1877-78 Osmanlı- başlandı. Artık arşivlere sadece
leri arşiv binaları inşa edildi.
Rus Savaşı esnasında Vali Said İdarî ve bürokratik bir hizmet
Paşa tarafından İstanbul’a nak­ İkinci Meşrutiyet Döne­ ünitesi olarak değil, araştırmalar
ledilirken Bulgaristan’da alıko- minde Arşivler için bir kaynak olarak bakılıyor­
nuldu. Bu fon "Türk arşivi" adı du. Bu görüş ile Türk ve yaban­
1908-1922 arasında İkinci
ile, Bulgar Millî Arşivi’nin cı araştırmacılar ilk defa Os­
Meşrutiyet döneminde Osmanlı
1879’da kurulan ilk nüvesini teş­ manlI arşivlerinde çalıştılar ve
arşivleri bakımından bazı yeni­
kil etti. belgeleri yayınlamaya başladı­
likler ve canlılıklar meydana gel­
Abdülaziz ve II. Abdülha- miştir. Abdurrahman Şeref Be­ lar. Macar Imre Karaçon ve Bul­
mid Devirlerinde Arşivler yin vak’anüvisliğe tayini, Tarih-i gar Vladimir Todorov Hindalov
Osmanî Encümeni’nin kurulma­ ilk yabancılardı. Tarih-i Osmanî
Abdülaziz ve II. Abdülhamit
sı, Tarih-i Osmanî Mecmu- Encümeni’nde yayınlanan ilk
devirlerinde arşiv işlerine önem
ası’nın yayına başlaması arşiv­ makale, Abdurrahman Şeref Be­
veren bazı sadrazam ve devlet
lere verilen önemi arttırdı. Fatih yin “Evrak-ı atîka ve vesâik-i ta-
adamlarının himmetiyle Hazine-i
zamanından itibaren Topkapı rihiyemiz" başlığı ile, arşiv ve ar­
Evrak’ta nezaret arşivlerinde ve
Sarayı’nın muhtelif mahzenlerin­ şivlerimizin önemi, durumu hak­
diğer arşivlerde bazı gelişmeler
de yüzyıllar boyunca birikmiş kındaydı.
olmuştur.
olan bazı tarihi malzemeler Bâb- İkinci Meşrutiyet’in getirdiği
1870’de Âli Paşanın sada­ ı Âli’de Cevat Paşa kütüphane­ siyasî partiler dolayısıyla, parti
OsmanlI belgelerinin bir kısminin muhafaza edildiği Genelkurmay ATAŞE Arşivinden görüntüler.
programlarında bazı görüşlere şivlerin önemi açıklandı. "Evra­ zareti içinde bir Harb Hazine-i
rastlanabiliyordu. İttihat ve Te­ kını muhafaza etmeyi bilmeyen Evrak’ı 1916 yılında kuruldu.
rakki Partisinin bazı görüşleri bir devlet, o hükümet mefâhir-i Sadaret, Dahiliye, Hariciye ve
Tanin’de yayınlandı. İkdam maziyesini kendi eliyle imha et­ Şurâ-yı Devlet arşivlerini bir ge­
nel müdürlük altında birleştir­
gazetesinin 24 Mart 1914 tarihli miş olur" deniyordu.
mek projesi ve girişimi, savaş
nüshasında ‘Devairde hıfz-ı ev­ Birinci Dünya Savaşı içinde, sebebiyle, başarıya ulaşamadı.
rak’ başlıklı önemli bir yazıda ar­ ordu, ihtiyaçları için Harbiye Ne­ Hariciye Nezareti Arşivi yeniden

OsmanlI belgelerinin bir kısmının muhafaza edildiği Genelkurmay ATAŞE Arşivinden görüntüler.
düzenlendi. Arşiv hakkında il­ 1911-1918 arasında cere­ Osmanlı Devleti’nin 1922’
ginç bir diğer olay, güvenlik için yan eden üç büyük savaş esna­ de ilgasından sonra, Türkiye Bü­
bazı arşiv malzemelerinin yük Millet Meclisi Hükümeti, Os­
sında Balkanlar’da, Anadolu’da manlI arşivlerinin bütünüyle ko­
1915’te Konya’ya gönderilmesi ve Araplarla meskûn vilâyetler­ runması için gerekli tedbirleri al­
ve sonra geri getirilmesidir. O sı­ mıştır.
de bazı arşivler tahribe uğramış­
rada kullanımı gittikçe yaygınla­
tır. Vilâyet ve kadılık arşivleri en Sonuç olarak, Osmanlı ar­
şan boyalı mürekkeplere ve bel­ şivciliği, kendi sosyal ve İdarî
gelerin bozulmasına karşı bazı fazla zarar görenlerdir. Savaş­
formları içinde gelişmiş, ihtiyaç­
teknik ve İdarî önlemler alınmış­ lar, İdarî eksiklikler, nakil vasıta­ ları karşılayacak düzeye gelmiş
tır. Çırağan ve Bâb-ı Âli yangın­ larının yetersizliği, ihmal bunda ve günümüze zengin bir arşiv
larının zararı büyüktür. etkili olmuştur. mirası bırakmıştır.
OSMANLI DEVLETI'NDE MADALYA VE
NİŞANLARIN TARİHÇESİ
En basit anlamda bir başa­
rının ya da bir gayeye ulaşmak
amacıyla yapılan bir yardımın
bir göstergesi ve bir ayrıcalığın
ifadesi olan madalya ve nişan­
lar; Türklerde ve batı ülkelerinde
farklı bir yol izleyerek gelişmiş,
XVI. yüzyılda OsmanlI impara­
torluğu ile Avrupa devletleri ara­
sındaki siyasal ilişkilerin geliş­
mesine paralel olarak bu farklı­
lıklar zamanla azalmış ve ben­
zer şekilde madalya ve nişanlar
verilmeye başlanmıştır.
Günümüzde kullanılan ma­
dalya sözcüğü İtalyanca "me-
daglia"dan; nişan sözcüğü ise
Farsça "nişaneden" (belirti, ala­
met, iz anlamındadır) gelmekte­
dir. Bir fedakârlık, muvaffakiyet
veya yararlılık karşılığında ge­
nellikle altın, gümüş, bakır vb.
değerli madenlerden özel olarak
bastırılmış mükâfat ve şeref ala­
meti olarak kullanılan madalya­
ların OsmanlI İmparatorluğu dö­
nemindeki ilk örneği 1730 da I.
Mahmut zamanında bastırılan
"Ferahi Madalyasıdır. Bununla
beraber İslâm tarihinde Abbasî
halifeleri ve Anadolu Selçuklula­
Hilal-i Ahmer Cemiyeti Madalyası, OsmanlI, 1911
rı bir anlamda madalyalara ben­
zer "atiyye dinarları" bastırmış­ ceye kadar rütbeleri vardır. Buna tiği mücevherli çelenk, 1801 yı­
karşılık madalyalar bir olay, bir lında İskenderiye Savaşlarında
lardır. Nişanlar ise madalyalar­
savaş için verildiği gibi görevdeki üstün başarı gösteren Ahmet
dan sonra kullanılmaya başlan­
başarının karşılığı olarak da ve­ Kaptan’a tevcih ettiği üzeri el­
mış olup yine devlete karşı ya­
rilmişlerdir, rütbeleri yoktur. maslı ortası ay şeklindeki nakışlı
pılmış hizmetlerin karşılığı ola­ avize ve buna paralel olarak çı­
rak verilmiş, ancak madalyalar­ Genellikle nişanlar ve ma­ kardığı ilk Hilal Nişanı OsmanlI
dan daha gösterişli ve genellikle dalyalar bir yönetmeliğe göre ve­ İmparatorluğu döneminde veri­
değerli taşlarla süslü olarak ya­ rilirdi. III. Selim’in, 1798 yılında len nişanların başlangıcı olmuş­
pılmıştır. Nişanların 1 ilâ 5 dere­ Ingiliz Amirali Nelson’a tevcih et­ tur. Nişanlarla ilgili önemli bir
özellik de yalnız "tâife-i nisâ"ya görevleri Hristiyanlık inançları muhafaza edilmiştir. (Bu teşki­
(kadınlara) mahsus olan üç rüt­ için mücadele eden ve hacılar lâtların birkaçı günümüzde ha­
beli “Nişân-i Şefkafdır. ile hastaların bakımını sağlayan len varlığını korumaktadır.)
OsmanlI teşkilât lisanında teşkilâtlar için kullanılmaya baş­
Bu teşkilâtların simgesi ola­
padişahın emirlerine de "nişân-ı lanmıştır. Bunların başlıcaları
rak kullanılan nişanlar zaman
şerif-i sultâni", "nişân-ı hümâ- The Order of the Knights Temp-
içerisinde toplum yapısında
yûn”ya da kısaca "nişan" denir­ lars (XII. yüzyılda Kudüs’te otu­
meydana gelen değişm elerle
di. Yeniçeri bölük ve ortalarının ran Şövalye-
Ie r değişikliğe uğramıştır. Fransız
da "nişan" denilen sembolleri
vardır. Bu nişanları dövme ihtilali’nde verilen "Com mune
olarak göğüslerine Nişanı", ilk zamanlarda bağım­
veya baldırlarına > sızlık savaşı hizmetlerine
mezar taşlarına iş­ karşılık bir ödül olarak
letmişlerdir. askerî bir değerlendir­
me çerçevesinde su­
Avrupa ül
kelerinde ise nulmakta iken daha
madalya ve sonra bu nişan ye­
n iş a n la r ı n ni toplumun kurul­
kökeni Haçlı masında göster­
S e fe rle rin e dikleri yarar ne-,
kadar uzan­ deniyle, sivil bir
makta olup değerlendirm e
Katolik kilise­ çerçevesinde su­
sinin Orta nulmaya başlan­
Çağ’daki dü
mıştır.
z e n le m e le rin e
dayanm aktadır. Böylece nişanlar
Bu kapsamda din­ önceleri sadece din ve­
sel Şeref rütbeleri (or- ya krala sadakatle müca­
der)’nin manastıra ait dele etmek üzere kurulmuş
topluluklara verildiği görül teşkilât üyelerine ayrıcalık ola­
mektedir. rak verilmekte iken hizmete yö­
Tanzimat-ı Hayriye Madalyası
Nişan kelimesinin karşılığı nelik olarak verilmeye başlan­
olarak kullanılan "Order" kelime­ Birliği), The Order of Malta (Mal­ mıştır. (Bunlardan Fransız Şeref
si Lâtince bir sözcük olan "ordo" ta Teşkilâtı) ve The Teutonic Or­ Nişanı "Legion d’honneur" 1802
kelimesinden gelmektedir. Orta der (Germen kabilelerine ait teş­ yılında çıkarılm asına rağmen
çağda bu sözcük ile belirli so­ kilât) sayılabilir. 1805’te 5 ayrı tipte verilmeye
rumluluklara sahip ve belirli ku­ başlandı.) Böylelikle Orta Çağ’a
İdarî yapıda kilise gücün­
rallara bağlı yaşayan sınırlı sayı­ kadar uzanan nişan teşkilâtı, bu
den sonra, Kraliyet gücü (XIV.
daki bir grup insan kastedilmiş­ alt yapı ile demokratik teşkilâtın­
yüzyılda) hakim olmaya başla­
tir. Haçlı Savaşları sırasında da modelini oluşturmuştur.
yınca kralların prestij ve gücünü
manastır düzeninde kullanılan
artırmak amacıyla Dünyevî Şö­
Şeref Rütbeleri (order) olgusu
valye Teşkilâtı (Temporal Or-
şövalyeliğe geçmiştir. Böylelikle
ders of Chivalary) kurulmaya
Şeref Rütbeleri (order); başlıca
başlamış ancak teşkilât yapıları
OsmanlI İmparatorlu­
ğu Dönemine Ait Madalya ve
Nişanlar
OsmanlI İmparatorluğu dö­
neminde büyük hizmetler yap­
mış ve liyakat göstermiş olanla­
rın üstün bir şeref payesine
ulaştırılmaları için çeşitli mükâ­
fat yolları aranmış ve bu amaçla
önceleri hil’at (çok ağır değerde
kaftan), kürk, mücevherli kılıç,
sorguç, çelenk, tuğ, avize,
nev’inden birçok mükâfat çeşit­
leri kullanılmıştır. Ancak bunlar
zamanla terk edilmiş, yabancı ül­
kelerin kullandıkları madalya ve
nişanlardan esinlenerek zaman Nişan-ı Osmanîler

içerisinde gelişen madalya ve ni­ Osmanlı Imparatorluğu’nun mişlerdir. Ancak bu usulde za­
şanlar kullanılmaya başlanmıştır. son dönemlerinde nişan verme man içerisinde değişikliğe uğra­
Madalya ve nişanların kulla­ geleneği padişahlar arasında ol­ mıştır. Abdüimecid döneminde
nılmaya başlandığı tarihlerden dukça yaygınlaşmıştır. Bu Portekiz kralından gelen nişan
sonra her padişah döneminde amaçla hâzineden büyük har­ geri çevrilirken, Fransa’nın sun­
farklı uygulamalar görülmüştür. camalar yapılmıştır. (Abdülme- duğu "Legion d’honneur" nişanı
Bazı padişahlar kendinden önce cid’in sadrazamlarından Hüsrev bu ülkeyle olan ilişkiler gözönü-
ihdas edilen madalyaları kullan­ Paşa için yaptırdığı Sadrazamlık ne alınarak kabul edilmiştir. Aynı
mışlar, bazıları ise yeni madalya Nişanı 710 liraya mal olmuştur. şekilde Ingiltere kraliçesinin
ve nişan ihdas etmişlerdir. Bu miktar devrin rayicine göre iki 1856 yılında sunduğu "Dizbağı
köşk parasıydı.) Zaman içerisin­ Nişanı" kabul edilmiştir. 1868 yı­
Ancak zaman içinde madal­
de nişan verme uygulaması kö­ lında Londra’da bulunan Abdü-
ya ve nişan sistemi kurumsallaş­
tüye kullanılmaya başlanmış, laziz ise bizzat Kraliçe Victorya
mış ve nizamnameler oluşturul­
(bazı padişahların horoz dövü­ tarafından sunulan Dizbağı Ni-
muş, veriliş nedenini belirleyen
beratlar da kullanılmaya başlan­ şünde galip gelen horozu nişan şanı’nı kabul etmiştir.
mıştır. Bu beratlarda padişahın ile onurlandırdığı söylenmekte­ Nişanların çeşitli zamanlar­
tuğrası, kime ve ne maksatlı ve­ dir) bunun üzerine 1848 yılında da değişik padişahlar tarafından
rildiği açıklanmıştır. rastgele nişan verilmemesi ka­ çıkarılması birbiri arasında de­
rarlaştırılmıştır. Para darlığı yü­ ğer farklılıkları yaratılmasına ne­
Osmanlı nişanlarında ge­
nellikle ay-yıldız, kılıç, çapa ve zünden 1850 yılında o zamana den olmuştur. V. Mehmet Reşat
"şemse" denilen güneş ışıkları kadar verilen tüm madalya ve ni­ tarafından çıkarılan Meziyet.Ni-
tasvirleri şekil olarak kullanılmış­ şanların toplatılıp darphaneye şanı; Mecidi ve Osmani Nişanla­
tır. teslim edilmesi günümüze bir rından üstün tutulmuştur. Ya­
çok eski madalya ve nişanın in­ bancıların kullandıkları tarzda
Madalya ve nişanlar özel ki­
tikalini engellemiştir. nişanlara rütbe verilmesi (Sani­
şilere verilebildiği gibi belli bir
rütbeye ulaşan kişilere ya da tü­ Osmanlı padişahları yaban­ ye, Salise, Rabıta vb.) uygula­
men, alay, gemi gibi tüzel kişilik­ cılara nişan tevcih etmişler an­ ması Osmanlı nişanlarında da
lere de verilmiştir. cak onlardan nişan kabul etme­ görülmektedir. Osmanlı Impara-
torluğu döneminde madalyalar
genellikle savaşta başarı göste­
renlere verilmek ya da özel bir
günün hatırası nedeniyle bastı­
rılmıştır. Harp madalyaları için
genellikle detaylı nizamnameler
oluşturulmuştur. (Örneğin Birinci
Dünya Harbi nedeniyle 1 Mart
1915’te çıkarılan madalya tunç­
tan yapılmış olup rütbe ve me­
muriyet aranmaksızın gerek
Türk ve gerekse müttefik devlet­
ler mensuplarına, hasta bakıcı­
lara ve herhangi bir hizmet için
silâhlı kuvvetlerde görevli bulu­
nanlara verilmiş, Harp madalya­
sından sonra cesaret ve feda­ Mecidi Nişanı Şemsesi, OsmanlI, 1851

kârlıkla dövüşen kahramanlara;


nişanlarının üçünü rütbelerine ait Liyakat, Altın İftihar, Altın Sanayi
sırasıyla' Gümüş Muharebe madalyaları için 50 kuruş, bunların
beratların harcı 50 kuruş, ikinci
Liyakat ve İmtiyaz Madalyaları, rütbesi için 100 kuruş, birinci gümüşleri için 10 kuruş, Tahlisiye
Altın Muharebe Liyakat ve İm­ rütbesi için 50 kuruş alınmış, diğer Madalyası ve diğer gümüş
tiyaz Madalyaları verilmiştir. nişanlar için 100 kuruş harç madalyalar için 5 kuruş alınmıştır.
belirlenmiştir. Harp madalyaları ise harca tâbi
Özel kişilere verilen bütün
tutulmamışlardır. Yabancılara
nişan ve madalyaların beratları Madalyalar için ödenecek verilen her türlü nişan ve madalya
bir harca (masrafa) tâbi harç miktarı oldukça düşük için harç alınmamıştır.
tutulmuştur. Mecidi ve Osmani tutulmuştur. Altın imtiyaz, Altın
GHîEKnî] EsaMTiDS'agraıaım ® " 15

OSMfîNU PIWLİTİ (İÇİM S&VIININILIR


Türklerin Türkistan’dan, yeni coğrafyaları “...Islâm tarihi, OsmanlIlar derecesinde güçlü
Anadolu’ya taşıdıkları devlet telâkkileri ve gele­ ve istikrarlı bir siyasî yapıya şahit olmamıştır...
nekleriyle oluşturdukları Osmanlı Devleti’nin bün­ Osmanlı İmparatorluğu, XVI. ve XVII. asırlar bo­
yesi, bazı yetkin AvrupalI bilginlerce nasıl anlaşıl­ yunca, batı dünyasının en büyük devletlerinden
mıştır? Onlara hangi unsurlar önemli gelmiş, han­ biri, hatta bütün devletlerin en büyüğü olarak kal­
gi mefhumlara ağırlık vermişlerdir? Osmanlı Dev­ dı. Defalarca milyon kilometre kare üzerinde hü­
leti hakkında bu yolla varılan hükümler, Türk dev­ kümran, -altın madenleriyle Ispanya dâhil- her­
let karakterini belirtmekte birer vasıtadırlar. hangi bir Avrupa devletinden daha geniş ve daha
istikrarlı malî kaynaklara sahip, halkın menfaatine
İlk olarak Osmanlı Devleti’nin klâsik tarihçisi
yarar şekilde gayet muntazam bir şekilde teşkilât­
Hammer’in Osmanlı Devleti hakkındaki hükmünü
landırılmış bir idare cihazına malik, ananevî fazi­
belirtmek doğru olacaktır:
letleri arasında birinci derecede bir meziyet sayı­
"Osmanlı İmparatorluğu, geniş bir imparator­ lan disiplinin hâkim olduğu bir milletin, Türklerin,
luktur. Ve tarihî noktainazardan sonsuz ehemmi­ sadakatinden emin, bütün Akdeniz’e hükmeden
yet arz eder. Her zaman için kaderi, komşu Asya bir donanmayı elinde tutan padişahlar, bütün Av­
ve Avrupa imparatorlukları ile sıkı şekilde bağlı ol­ rupa’yı, kendilerini saymaya mecbur etmişlerdir."
muştur... bütün Avrupa ve Afrika devletleri üzerin­ Osmanlı tarihi üzerine önemli çalışmalar
de küçümsenmeyecek tesirleri vardır. Bir devdir yapan Alman tarihçi Babinger, Kanunî devrindeki
ki, güçlü kolları hem Asya’yı, hem Avrupa’yı kav­ Türkiye’ye "cihan imparatorluğu" demektedir.
rar. Bütün imparatorluklar gibi bir gün düşerse, Bir Türk düşmanı olan, Birleşik Amerika’nın
Asya, Afrika ve Avrupa’da bırakacağı enkaz, bu İstanbul Büyük Elçisi Morgenthau bile; “Osmanlı
üç kıt’ayı kaplayacaktır..." Türkleri, Asya, Afrika ve Avrupa’da, kâinatın
tanıdığı en geniş imparatorluklardan birini
Islâm tarihi mütehassısı Sauvaget’nin fikirleri
kurdular." der.
şöyledir:

ıp

OsmanlIların Rumeli’ye geçişi (1353)


Belçikalı çağdaş, tarihçilerden Pirenne, İstanbul’dan savrulan kudret tezahürlerini
OsmanlIlar hakkında şöyle der: geçememiştir." şeklindedir.
"Bütün Osmanlı Impâratorluğu’nda, devletinki Osmanlı tarihi mütehassısı Robert Mantran,
haricinde hiçbir otorite mevcut değildi. Avrupa’da, Türklerin kendi kendine yeterli bir devlet kurduğu­
ilk defa olarak, askerî ve devletçilik prensibi nu, Karadeniz’i bir iç göl hâlinde tuttuğunu ifade
üzerine kurulu bir imparatorluk görülüyordu. Ne ederek, Osmanlı Devleti’ni "Türk dünyası", XVI.
doğuş, ne mülkiyet, iktidar kaynağı sayılmıyordu.
asrı da “Süleyman asrı" şeklinde vasıflandırır.
İktidar, padişah tarafından, -ulema istisna edilirse-
tamamen devletin askerî görevlilerine tahsis Hammer’in Fransızca mütercimi Hellert, tarih­
edilirdi... İmparatorlukta derebeylik şeklinde olsun, te Osmanlı İmparatorluğu ile sadece Roma impa-
görev veraseti şeklinde olsun, irsî haklar mevcut ratorluğu’nun karşılaştırılabileceğini belirterek, "İs­
değildi." tanbul ve Divan-ı Hümâyûn, vaktiyle cihanın en
Ingiliz tarihçisi Dovvney’in fikirleri; “Osmanlı mükemmel siyasî mektebi idi." der.
Türklerinin bu kadar küçük bir başlangıçtan, o
1670’lerde, İstanbul’da Ingiliz diplom atı
kadar elverişsiz şartlar altında, bu derece sürekli
olarak uzun yıllar bulunan Ricaut, Türklerin, icra
bir devlet kudretine erişmesi, cihan tarihinin en
ve merkeziyetçilikteki, AvrupalIlara hayret verici
fevkalâde tezahürlerinden biridir. İstiklâllerini
kazandıkları andan itibaren, iki asırdan biraz fazla sür’atlerini anlatır. Birçok modern tarihçinin söyle­
bir zaman içinde, bütün Akdeniz medeniyetini bir diği Osmanlı Devleti’nin ancak Roma İmparatorlu­
imparatorlukta birleştirmeye teşebbüs edecek ğu ile kıyaslanabileceği, Ricaut tarafından, daha
kudret ve kabiliyette idiler... O harikulâde XVI. XVII. asrın üçüncü çeyreğinde söylenmiştir. Riea-
asrın büyük enerji ve faaliyetleri, muhteşem ut, “Fakat, iki imparatorluk kıyas edildiği takdirde,
teşebbüs ve muvaffakiyetleri arasında hiçbir şey, başlangıçlarında, terakkilerinde ve sistemlerinde
büyük fark olduğu orta­
ya çıkar." diye de, var­
dığı sonucu ifade eder.
Alman asker Ma­
reşal Von Moltke, Os­
manlI . im paratorlu­
ğunun m uzafferane
ilerleyişinden, engin sı­
nırlarından bahsettiği
satırları arasında, batı­
yı bir devir m eşgul
eden; batıya İslâm’ ın
hâkim olacağı endişe­
sinin sonucuna işaret
eder: ”... Roma impa-
ratorluğu’nun uzun öm ­
rüne son vermek ve bin
yıldan fazla bir zam an­
dan beri İsa ve azizle­
rin tebcil edildiği Aya-
sofya K ilisesi’ni, A l­
lah’a ve Hazret-i Mu-
Istindin Deniz Zaferi
®a©®n ESSM ninı s^ocrasoss 17

hammed’e tahsis etmek de, onlara nasip oldu..." “Bütün tarihte bütün Yakın (Orta) Doğu’yu hâki­
miyetinde birleştiren tek devlet Osmanlı imparatorlu-
Osmanlı Devleti’nin kudretinin kabul edilerek,
ğu’dur. Buna ne Pers, ne Roma, ne Arap (hilâfet/is-
Avrupa devletlerinin, Türk devleti örnek alınarak
lâm) imparatorlukları muvaffak olmuşlardır... Os­
ıslah edilmesi fikri ve denemeleri yaygındır. Pon-
manlIların -Yakın Doğu’da yerlerine geçen AvrupalI
cet’nin, IX. Charlas’a, Fransa krallığını ıslah için
veya yerli hiçbir devlet, bu bölgeyi OsmanlIlar kadar
sunduğu teklifler buna örnektir. Buna göre; padi­
iyi idare .edememişlerdir... Osmanlı Devleti’nin son
şahın halife de olduğu gibi, Fransa kralı da dinî
devri -ki bu imparatorluğun en kötü devresidir- için­
yetkileri papaya bırakmamalı, eline almalıdır. İç is­
deki Türk idaresi bile, o ülkelerde yaşayan milletler
yanlar, Türkiye’deki halk hayat şartlarını sağlaya­
için, OsmanlIların yerlerine geçen devletlerin idarele­
rak önlenmelidir. Türkiye’de nasıl hükümdara baş rinden çok iyi idi. Osmanlı İmparatorluğu, kelimenin
kaldıracak asilzadeler yoksa, Fransa’da da hü­ tam manasıyla Roma Imparatorluğu’nun halefi idi ve
kümdara karşı baş kaldıracak asilzadelerin yetki­ Roma ile Osmanlı idaresi derecesinde eski ve çağ­
leri devlet lehine geniş ölçüde kısıtlanmalıdır. daş hiçbir devletin idaresi, Yakın Doğu ve Güneydo­
Avrupa’da modern devletler hukukunun kuru­ ğu Avrupa milletleri ve ülkeleri için hayırlı olamamış­
cusu sayılan maliyeci Jean Bodin de, aynı yıllar­ tır."
da, Poncet’ninkine paralel tekliflerde bulunmuştur. Ingiliz tarihçilerinden Bemard Lewis, Osmanlı
Fransa ile Türk müesseselerini kıyaslayan yazar, padişahlarının dehâ ve tutumlarına ağırlık vermiştir:
Türk devlet yönetiminin idealliğini savunmaktadır. “...Türk Müslümanlığı, yüksek ciddiyet taşımıştır.
Protestan fikir adamlarından Fransız Rene OsmanlIlarda, Arapların halifelik çağı da dâhil, Islâm
Herpin de, Katolikler gibi düşünür. Ona göre XVII. tarihinde eşsiz olan bir hizmet ve vazifeye bağlılık
asır başlarında OsmanlIlar; gücü, zenginliği, do­ duygusu vardır. Abbasî halifelerinden hangisi, ilk
Osmanlı sultanlarını harekete geçiren manevî ve
nanmasının hâkimiyeti, ordu ve silâhlarının çoklu­
dinî ideal keskinliğiyle hareket edebilmiştir?..." der ve
ğu yönlerinden dünyanın bütün devletlerine üstün­
Kanunî ile buna örnek gösterir: “ihtiyar ve ölümün
dür.
Yine bir Protestan
VIII. Henry, Ingiliz ada­
let sistemini Türk ada­
let sistemine göre ıslah
etmek üzere, Kanu-
nî’nin kanunlarının Tür­
kiye’de nasıl tatbik edil­
diğini öğrenmeye bir
tetkik heyeti gönder­
miştir. Heyet, VIII.
Henry’ye "Türk impara-
torluğu’nda Siyaset"
adlı raporu vermiştir.

Ünlü tarih felsefe­


cisi A.J. Toynbee’ye ait
şu mütalâalar dikkate
değerdir:
Birinci Viyana Kuşatması (1529)
18 '(sSH SK BO S M â l i 01W ® l M î l â Û I S '

döşeğindeki Kanunî Sultan Süleyman’ı yeni bir kie çıkmış olanlar, çok kere çobanlıktan yetişmiş­
Macaristan seferinin zahmetlerini kabule zorla­ lerdir. Bunlar, böyle küçük mevkiden doğmuş ol­
yan, onu taht şehrinin konforundan ordugâhının maktan utanmak şöyle dursun, bilâkis bunu bir if­
sıkıntılarına ve sonunda muhakkak bir ölüme gö­ tihar vesilesi telâkki ederler. Atalarına ne kadar az
türen hangi duygudur? Amansız bir göreve bağlı­ borçlu bulunurlarsa, kendilerini iftihar etmekte o
lık duygusudur." kadar haklı görürler, Türkler, insanlarda meziyetin
irs yoluyla geçtiğine, bir miras gibi elde edildiğine
Belçikalı büyük tarihçi Henri Pirenne devlet
inanmazlar. Bunu kısmen Allah’ın bir ihsanı, kıs­
teşkilâtı ve askerî teknik bakımlardan Avrupa’ya
men de çalışmanın, zahmetin ve gayretin mükâfa­
üstünlüğün, Türk adalet düzenindeki üstünlük ve
tı diye telâkki ederler.” diyen klâsik kültürle yetiş­
insanîlik ile birleşerek OsmanlI şevketinin sebebi­
miş bilgin büyük elçi, Hristiyan toplumundaki zaaf­
ni oluşturduğunu belirtir.
ları belirtip, asalete dayanan düzeni tenkit eder.
Prof. Mustafa Akdağ, devletin- milliyetler top­
Binbir Gece’yi bir Avrupa diline ilk çeviren ol­
lumu olduğu hâlde Türklerce yönetilmiş olmasını,
makla ölümsüzleşmiş, IV. Mehmet’in padişah ol­
başlıca üstünlük sebebi olarak görmekte ve eksik
duğu Köprülüler devrinin zirvesinde Fransız Bü­
tasvirleriyle, bunu, mübalâğalı hâle getirmektedir.
yük Elçiliğinde görevli Fransız bilgin Antonie Gal-
Merhum Prof. Mükrimin Halil Yınanç’ın ağırlık land, Türk şevketini tasvir ederken şunları söylü­
verdiği konu ise, OsmanlIların Anadolu Türk birli­ yor:
ğini gerçekleştirmeleridir:
”... Zat-i şahanenin.bugün sefere gitmek üze­
"... Anadolu birliğini yeniden kuran ve ‘tevâif re Edirne’den dışarı çıkışındaki ihtişamın ve hay­
mülûk = beylikler zamanı’ denilen iki asırlık fetret ret verici debdebenin güzelliğine yaklaşacak hiçbir
devrine nihayet veren ve Anadolu Selçukluları şey görmemiştim... Dünyanın hiçbir yerinde bun­
Devleti’ni daha esaslı ve daha büyük ve geniş bir dan güzel bir merasim yapılamazdı... Bunları, in­
ölçüde tesis eden ve hatta bazı sahalarda o devir­ san zekâsına kavratabilecek yeterlikte ve kuvvet­
te bir talâkat, sözlerden vücut bulacak bir kudret,
deki medeniyetten daha üstün bir medeniyet vü­
yoktur..."
cuda getiren ve bilhassa Türk dil ve edebiyatını
canlandırmak hususunda pek büyük rol oynaya­ Oğuz Han’da, Mete’de, Alp Er Tunga’da ifa­
rak Türk dilini, yalnız şiir ve devlet lisanı değil, ilim delerini bulmuş Türk cihan devleti mefkuresi, Os­
lisanı bile yapmaya çalışan OsmanlIlar, Moğol is­ manlIlarda da nizâm-ı âlem = cihan düzeni olarak
tilâsından beri ortadan kalkmış olan İçtimaî nizamı mevcuttur.
(sosyal düzeni) Anadolu’da yeniden tesis etmiş­ Prof. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti
lerdir." Mefkûresi Tarihi’nde şöyle diyor:

Kanunî zamanında Almanya büyük elçisi ola­ "Türk cihan hâkimiyeti adalete, insanlık duy­
rak Türkiye’ye gelen Busbecq, Türk başarısını, gularına ve milletlerin arzularına dayanmasa idi,
toplumda şahsî liyakat ve meziyete öncelik veril­ Türk kudretinin tarih boyunca yaşaması da müm­
mesine bağlar: kün olamazdı... Osmanlı İmparatorluğu, siyasî is­
tikrarı, İçtimaî adaleti ve. bünyesinin sağlamlığı,
”... Padişahın maiyetini teşkil eden bu koca
kavimler ve dinler arasında kurduğu ahengi, ‘ni-
mecliste hiçbir adam yoktur ki, haiz olduğu mevkii
zâm-ı âlem’ şuur ve iradesiyle, çok yüksek ve in­
ve rütbeyi, kendi şahsî liyakat ve cesaretine borç­
ce idare makinesi, kudretli ordusu, yüksek askerî
lu bulunmasın... Herkesin, ifa edeceği vazifeye
tekniği, geniş hukukî faaliyetleri ile ve nihayet ede­
göre tayin edilmiş bir mevkii vardır.
biyat, sanat ve mimarîde vücuda getirdiği ihtişam­
Türkiye’de herkes kendi mevki ve ikbalinin lı eserleri ile de,, tarihte m üstesna m evkiini
banisidir. Sultanın hükmü altında en yüksek mev­ almıştır."
' (sScnşEnofl G S a g rg R ı ğ jg jiir G r a ^ lğ " ! 19

Fransız elçilerinden, Orta Asya tarih ve coğ­ “Müslümanların yüce reisi olarak padişah,
rafyası müstehassısı Fernard Grenard’ın OsmanlI Kur’an’a riayete mecburdur... Cinsiyetinin erkek
Devleti ve Türk dünyası için yaptığı kuvvetli tahlil­ olması, hür olması, akıl ve şuur sahibi olması
ler, OsmanlI toplumunun itaat ve yükümlülüklere şarttır. Peygamberin meşru halefi sıfatıyla,
dayalı yapısını yansıtmaktadır: "OsmanlI toplu- ‘velâyet-i âmme’ye sahiptir... Devlet memuriyeti
munda itaat etmek bir şeref, amirin emri altında tevcih hakkı yalnız ona aittir... imparatorluğu
can vermek münakaşa götürmez bir vazife idi. Si­ yönetme hakkı onundur... şahsı kutsaldır, ve
vil olsun, asker olsun, her memur, mesuliyetini herşeyden masundur. Bütün İçtimaî sınıflar
müdrikti ve bu mesuliyet, bir. şeref teşkil ediyor­ üzerindeki İdarî ve kazaî yetkisi sonsuzdur...
du... Devletten ayrı hiçbir otorite mevcut değildi. Sünnî Müslüman olması ve salahiyetlerini
Hiçbir kişi yoktu ki, sahip olduğu otoriteyi, resmî kullanabilmesi için bulûğ yaşına (15) erişmesi
mevkiinin dışında bir sebepten edinmiş olsun. Şa­ şarttır... Adalet tevzii ve ordularına kumanda
hısların kıymeti, ancak mevkilerinde idi." etmek, en mühim görevleridir". d’Ohsson’un bu
söyledikleri doğru olmakla beraber hem nazarîdir,
d’Ohsson, XVIII. asır sonlarında, nizam-ı âle­
hem de halife sıfatının âdeta hakan sıfatını
min sembolü padişah hakkındaki Türk telâkkisi
gölgelediği bir modeli çizmiştir. Türk hükümdar-
için şöyle der:

Proveze Deniz Savaşı, (1538)


20 6BBBED (3M S İ IW l W SÛ3iaS3

devlet ilişkisini tam olarak yansıtmamaktadır. Ay- bulmaktadır. Bu dönemdeki karışıklıkların impara­
rica, padişah, nizâm-ı âlemi temsil etmekle, bay­ torluğu sarssa da, onun yine toparlandığını belir­
rağın devleti ve millî birliği temsil etmekle kazan­ tir. Ona göre; "Türkler, Balkan yarımadası ve Kü­
dığı kutsallık gibi bir kutsallığa sahiptir. Padişaha çük Asya halklarına istikrarlı bir toplanma ve birlik
itaatsizlik, nizâm-ı âlemi ve millî birliği bozacağın­ prensibi verdilerse de, bunu, ecdattan gelen otori­
dan bir suçtur. Baron de Tott, bu konuda, "... pa­ te ve disiplin ananesine, Osmanlı hanedanının is­
dişahın bizzat kaleminden çıkan iradedir ki, en tisnaî derecede uzun süren devamlılığına borçlu­
yüksek derecede devlet emri sayılır ve medlûlü, durlar. Sivil ve askerî ruh arasında muhalefet
kanun kuvvetindedir." demektedir. Türklerde "dev­ manzarası yoktur... Sivil olsun asker olsun bütün
let" mefhumu bu sayede yara almaz. devlet memurları, kendisine asalet veren mesuli­
yetini müdriktir.
Türk ekonomisinin üstün olduğu yönündeki
tahliller, Türklerin nasıl cihan devleti kurduğu ko­ Devlet idaresi sadece sert bir mertebelen-
nusunda fikir verebilmektedir. XVIII. asır başların­ meyle sağlam olarak biribirine bağlanmış bir bün­
da yaşayan, Türklere karşı döğüşen, onları çok iyi ye değildir. Aynı zamanda bütün iktidarı nefsinde
tanıyan, Almanya hizmetindeki Italyan asıllı bilgin toplamaktadır. Devletten müstakil hiçbir otorite
bir general Kont Marsigli bu konuyla ilgili şunları yoktur. Hiçbir kimse resmî vazifesinin getirdiğin­
söylemiştir: den başka bir şekilde otoriteye sahip olamaz. Kıy­
“Türkiye’de malî işlerin idaresi için tatbik edi­ met yalnız hizmet mevkiindedir. Mülkiyet bir iktidar
len usul, gerek kayıtlar, gerekse muameleler hak­ kaynağı değildir...
kında olsun, o kadar güzel, o kadar muntazam bir İşsiz, faydasız, yalnız nüfuslarıyla yer işgal
surette kurulmuştur ki, herhangi bir Hristiyan dev­ eden büyük beyler sınıfı bilinmemektedir.
leti, kendi hükümeti içinde göze çarpması muhte­
mel olmayan birçok suiistimallerin men’ini temin Bir devlet büyüğünün oğlu yahut yeğeni hi­
edebilecek faydalı malûmatı, bu muntazam usulü maye edilebilir fakat hiçbir surette hak sahibi ola­
incelemek suretiyle elde edebilir... Türkiye kadar maz. Yüksek memuriyetlerden çoğu menşeleriyle
iftihar eden çoban yahut köylü çocukları tarafın­
her hususta muntazam ve doğru kayıtları bulu­
dan işgal edilmektedir." der ve İmparator Ferdi-
nan, diğer hükümetlerle akdedilen ıtıuahade ve
nand ve İmparator Maximilien’in büyük elçisi Ghis-
protokole göre tertip edilen emirname ve talimat­
namelerin ve imtiyazları bile ihtimamla vesikalan- lain de Busbec’in yazdıklarına işaret eder: Türkler,
dıran ve hizmetlere tayin edilen memurların vazi­ "En iyi vasıfların tevarüsle alâkası olmadığına, Al­
lah vergisi olduğuna, iyi bir tahsil, çalışma ve gay­
felerini tespit eden bir devlet yoktur. Hâsılı Türk
ret mahsulü olduğuna inanıyorlar." Grenard’ın,
devleti, iktisadından idaresine kadar her şey düşü­
Osmanlı iktidarının temel sebeplerinden biri hak-
nülerek icra edilen bir kuruluştur. Böyle başka bir
kındaki mütalâası şöyledir: "Memurlar, kaydı ha­
devletin dünyada mevcut olmadığını, kema'l-i ce­
yat şartına bağlı bir nevi asalet sınıfı meydana ge­
saretle söyleyebilirim. Türk devlet idaresini yakın­
tiriyorlardı. Bu sınıfın şeref unvanı hizmet etmekti.
dan tanımayanların Avrupa’da yazıp söyledikleri
fikirler; yalan ve esassızdır." Bu devamlı kontrol, bu tecrit ve imtiyazlardan, Os­
manlI iktidarının temel sebeplerinden birini mey­
Fernard Grenard, OsmanlI üstünlüğünü ve ci­
dana getiren şayan-ı hayret bir fikir birliği doğdu..."
han devletini, diğer çağdaşı Türk imparatorlukları
ile beraber anlamakta tarihi coğrafya ile bağdaştı­ Ordu hakkında ise; "Devlet hizmeti hakkında
rarak yaptığı tahliller arasında şunlara değiniyor: bütün söylenenler, onun esas parçası olan ordu
Süleyman’ın idaresi altındaki Osmanlı impa- için de varittir. Bütün muasırların ifadesine göre,
ratorluğu’nun ihtişamından bahseden Grenard, i n - , ordu zamanında dünyada birinciydi....” demekte­
dir.
hitatın Süleyman’ın ölümüyle başlatılmasını yanlış
SÖYLE i ü G m ® T ~ 2 Î

Osmanlı Donanması

Fransız Akademisinden müteveffa Asya tarihi Modern, bugünkü Asya milletlerinin hepsine,
ve güzel sanatları mütehassısı Fransız tarihçisi millet ve devlet olmayı Türkler öğretmişler, onları
Rene Grousset, Türklerde devlet karakteri Türkler teşkilâtlandırmışlardır... Hepsinde Türk
hakkındaki fikirlerini, La Face de l’Asie (Asya’nın düzeni’ni buluruz. Zaten devlet ve hükümetin
Çehresi) adlı kitabında, şu sözlerle bildirmektedir: manası, Türklere göre, sadece ‘düzen’dir.
‘Türk milletinin sürekliliği, vaktiyle kurulmuş OsmanlIlar... o derecede ehemmiyet
ahenginden gelir. İnsan ve toprak arasında dokuz kesbetmişlerdir ki, Türk ırkını yalnız OsmanlIların
asır süren bu metin uyuşma, bu ahengin delilidir. temsil ettiği sanılmıştır. Debdebeleri, tarihin en
Anadolu toprağı ile Türk milletinin dehası büyük destanlarından biridir...
kaynaşmıştır.
Bir tarihçi için, Bursa ve İstanbul’un hayran
Türk ırkının iki karakteri barizdir: Bir taraftan bırakan camilerini, Türk şiirinin ince ve İnsanî
fizik sağlamlığı ve dayanıklılığı, ırkan yok güzelliğini ihmal etmek, imkânsızdir. Bunlar, bizim
edilemez vasıfta olması, diğer taraftan çeşitli müşterek batı medeniyetimizin mahsulleri
manevî iklimlere kendini uydurabilme kabiliyeti... arasında mütalâa edilmek icap eder..."
Türk ırkı, eski dünyanın demir ırklarından Ve bir kıyaslama ile, şu önemli noktaya dikkat
biridir... Bu ırkın ikinci çarpıcı karakteri, yönetim çeker:
ve kumanda etmeye olan kabiliyetidir. Bilhassa
“Ispanyol Imparatorluğu’nun tasfiyesi 1598’de
karmakarışık olan halkları derleyip toparlamak
II. Felipe’nin ölümüyle başlar ve 1713’te Utrecht
hususundaki teşkilât kabiliyeti, tarihte yalnız
Muahedesi ile bir asır içinde sona erer. Osmanlı
Romalılarla mukayese edilebilir...
Imparatorluğu’nun tasfiyesi ise, 1699’da Karlofça
22 1 ® ğ iit f lh i} D t£ @ 5 m ö O ıtf t a a S s n a a Ğ i ı û ^

Muahedesi ile başlar, fakat 220 yılda, 1920’lerde Balkanlar’da buldukları feodal düzeni yeniden
tamamlanabilir..." şekillendirirler. Tımar sisteminde tımar sahibi,
kanunun verdiği haklar dışında köylüden hiçbir
Beşeriyetin yetiştirdiği en büyük tarihçilerden
keyfî vergi ve resim alamıyor, hiçbir imtiyaz
Leopold von Ranke, Kanunî hakkında şöyle diyor:
kullanamıyordu ve tım ar sahibi bu hususta
“Süleyman, milletlerin talihini, uzun bir devre devletin kontrolü altında idi. Hâlbuki Balkan
sürdürecek kadar büyük bir zafer kazandı. Başında köylüleri, OsmanlI gelmeden önce, feodal
bulunduğu cihanşümul devlet, Islâm prensiplerini efendilerinin durmadan değişen kaprislerine tâbi
Asya’da nasıl yerleştirmiş ve dünyanın öteki ve onların insaflarına terk edilmişlerdi. Müslüman
kıt'alarına nasıl taşımışsa, şimdi de, bu prensipleri Türk idaresinin getirdiği şartlar çok daha iyi idi...
bütün ağırlığıyla Avrupa’nın doğusunda OsmanlIların küçük bir beylikten büyük bir
yükseltmişti. Artık bu zaferi onun elinden kim imparatorluğa ve sonunda bir cihan devletine
alabilirdi?...” dönüşmesindeki ve bilhassa bu dönüşümün
Lord Kinross, bir makalesinde, tarihteki rolü hızındaki başlıca sebepler ise şunlardır: Askerî
vasıfların üstünlüğü, muharip bir ruha sahip
cihanşümul olan OsmanlI Devleti’nin
prensiplerinden ve onu başarıya ulaştıran olmaları, disiplinli ve müessir bir toplum olmaları,
meslekî kabiliyetleri, zaman ilerledikçe o zamanın
özelliklerinden şöyle bahseder:
daima en ileri silâhlarına sahip olabilmekteki
“... B alkanlardaki Hristiyan halka karşı dikkatleri, daimî ve meslekten yetişme bir ordu
OsmanlIların tutumunun temel prensipleri kurarak Avrupa’da ilk devamlı ordu sahibi devlet
şunlardır: Adaletin tatbiki, kanun maddelerine bulunmaları ve askerî düzenleri karşısında Hristi-
tamamen uyulması, Allah’ın Müslim devletin yan şövalyeliğinin düzensiz bir yığın olduğunun
bütün tab’asının her türlü yolsuzluğa ve her türlü ortaya çıkması."
istismara karşı himayesini padişaha tevdi ettiği
inancı. Bu prensiplere göre OsmanlIlar,
ChX-î Mjfi-15i-\■ İ i M i \ î yi =Gi =3^ 23
c

OSMfiNU ORDUSUNDfi RÜTBELER

Ordu hizmetlerinin yürütül­ sonlarına kadar süregelmiştir.


mesi ve özellikle muharebenin Yeniçeri ağalığı, prensip olarak
başarılması için her derece ve sancak beyliğine eşit bir ma­
nitelikteki askerî personele, ye­ kamdır.
teneklerine göre çeşitli görevler
verilir. Bu görevlileri tanımak ve
birbirleriyle olan ilişkilerini dü­ Sekbanbaşı
zenleyebilmek için her birine çe­ Yeniçeri Ocağının kulkethü-
şitli rütbeler verilmiştir. dası ile aynı seviyede ikinci bü­
Hangi rütbe sahibine hangi yük zabiti, bütün sekban ortala­
birlik veya askerî kurumda ne gi­ rının kumandanı idi. Yeniçeri
bi görevler verileceği silâhlı kuv­ ağası ordu ile sefere gittiğinde
vetlerin kadrolarında tespit olu­ yerine sekbanbaşı vekâlet eder­
nur. di. Sekbanbaşı terfi ettiği zaman
kulkethüdası gibi ya yeniçeri
Islâm ülkelerinde, rütbe ye­
ağası ya da paşalık rütbesi ile
rine devlet teşkilâtında alınan
sancak beyi veya vali olurdu.
görev sırasına göre birtakım pa­
yeler verilmiştir. Zamanla bu pa­
yeler yerleşerek birer rütbe nite­
liği kazanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde rütbe,
Yeniçeri Ocağının kuruluşuyla Yeniçeri Ağası

başlamış, sonradan mülkî yöne­ görevinden ancak padişah tara­


tim alanına geçmiştir. Kanuni fından çıkarılırdı. Yeniçeri ağa­
Sultan Süleyman zamanında il­ larının siyasî, askerî ve İdarî üç
miye sınıfına, ulemaya değişik görevi vardı: Siyasî görevi, yeni­
derecelerde rütbe verilmiş, son­ çerilerin disiplinini, padişaha
raki yüzyıllarda bu sınıflama de­ mutlak itaat ve sadakatini gözet­
ğişmez bir düzen durumuna gel­ mek ve sağlamaktı. Askerî göre­
miştir. vi, yeniçerilerin başkumandanı
YENİÇERİLERDE RÜTBE olarak sefere gitmekti. İdarî gö­
revi ise İstanbul’un inzibat ve
Yeniçeri kuruluşunda rütbe­ asayişini sağlamakla görevli ye­
ler büyükten küçüğe şu şekilde niçerilerin en büyük amiri olmak
sıralanmıştır:
sıfatıyla İstanbul emniyet mü­
Yeniçeri Ağası dürlüğü idi. Yeniçeri ağası terfi
ettiği zaman mirîmiran (paşalık)
Yeniçeri ağası, Yeniçeri
rütbesi ile çoğunlukla ya beyler­
Ocağının en büyük komutanıy­
beyi ya da kaptan-ı derya tayin
dı. Padişah tarafından atanır ve
edilirdi. Bu durum XVI. yüzyılın
Sekbanbaşı
Kulkethüdası (Kethüda veya samson seferde ordugâh fermanlarını, değerli hediyelerini
Bey) muhafazasında kullanılan iri bu haseki ağalarından biri
köpeklerin adıdır. Bu ortanın götürürdü.
Yeniçeri ağasının yardımcı­
efradı tarafından beslenir,
sı, Yeniçeri Ocağının her işin­ Başçavuş
terbiye edilirdi.
den ağaya karşı mesul amirdi.
Ocağın ve ağa kapısının
Terfi edince aynen sekbanbaşı Turnacıbaşı
merasim, teşrifat amiri idi.
gibi ya yeniçeri ağası ya da pa­
Padişahın av maiyetinden Gerektiği yer ve zamanda, klişe
şalık rütbesi ile sancak beyi ve­
68’inci cemaat ortasının hâlindeki duaları ve yeniçeri
ya vali olurdu.
çorbacısının unvanıdır. gülbangini bu kişi okurdu.
Devşirme kanunu kaldırılıncaya Yeniçeri ağasının emirleri
kadar acemi oğlanı devşirmeye ocaklıya, askere onun
bu turnacıbaşı memur edilirdi. aracılığıyla tebliğ edilirdi.
Maiyetinde 130 küçük emir
Hasekiler
zabiti vardı. Bunlara da "kul
Bunlar dört kişi olup 14, 49, çavuşları" denilirdi.
66, 67’nci cemaat ortalarının
Muhzır Ağa
çorbacılarıydı ve en kıdemlisi
başhaseki ağa unvanını taşırdı. Ağa bölüklerinden odası
Padişahın sadrazama, vezirlere, belirli olmayan bölük
ordu serdarlarına, kale komutanına verilen addır.
muhafızlarına, yeniçeri ağasına Divan-ı hümayunda ve vez|r
divanında Yeniçeri Ocağının
işlerini takip ederdi. Yeniçeri
ağasına, herhangi bir iş için
padişahın fermanlarını veya
sadrazamın emir tezkerelerini ö
götürürdü. Sadrazam
İstanbul’da kola çıkarak esnafı
denetlediği zaman maiyetinde
bulunur, hilekâr esnafı
sadrazamın emriyle o tevkif
ederdi.
Kulkethüdası
Kethüda Yeri
Zağarcıbaşı
Bu rütbe, kulkethüdası ağa
Padişahın av maiyetinden tarafından seçilen herhangi bir
64’üncü cemaat ortasının çorba­ ortanın çorbacısına verilirdi.
cısının unvanıdır. Padişah ava Yeniçeri Ocağına bağlı ne kadar
çıktığında program zağarcıbaşı askerî imalâthane ve sanatkâr
tarafından hazırlanırdı. varsa bu ağanın emrinde idi.
Seksoncubaşı Başdeveci ve Deveciler
Padişahın av maiyetinden Bir zam anlar Yeniçeri
71’inci cemaat ortasının Ocağında mevkii olan ve
çorbacısının unvanıdır. Sekson cemaat ortalarından bir deveci
25

ortasının kumandanı bulunan Bayraktar


başdeveci ağa diğer deveci or­
Ortanın yarı yarıya sarı kır­
talarının en kıdemlisi idi. Deveci
mızı renkli olan ve üzerinde zül-
ortalarının muharebelerde siper
fikâr resmi bulunan bayrağı ta­
hizmetindeki görevlerinden baş­
şıyan subaydır, ortanın en eski­
ka, sefere giderken ve seferden
lerindendir.
dönüşte yeniçeri ağasının deve­
lerini yükleyip ağırlıklarını nak­ Başeski
letmek gibi hizmetleri vardı. Orta eratının en eskisidir,
Başyayabaşı bayraktardan bir derecede daha
101 adet cemaat ortasının az kıdemlidir.
çorbacılarının hepsi yayabaşı Usta (Aşçıbaşı)
unvanını taşırdı. İçlerinden en
Her ortanın yemeğini pişir­
kıdemlisine “başyayabaşı" deni­
mek için orta kazanı, aşçısıyla
lirdi. Görevleri, ölen yeniçerilerin
yamakları ve civelekleri vardı.
para ve eşyalarını muhafaza et­
Aşçıların en yükseği 32’nci orta­
mek, varisleri yoksa ocak hâzi­
nesine kaydetmekti. Seferlerde nın aşçısıydı.
ordu hâzinesinin bekçiliği, zahi­ OsmanlI Devleti’nde Yeni­
re tedariki, kadılara ve sancak çeri Ocağı yanında bir de Sipahi
beylerine sefer emirlerini götür­ Ocağı vardı. Bölüklere ayrılan
me, yaralı nakletme, kale muha­ bu kuruluşta, her birliğin başın­
fızlığı yapmak da bunların göre­ Çorbacı da bulunan, ayrı bir rütbe veya
vi idi. Aynı zamanda da İstanbul Başodabaşı unvanla anılırdı. Bunlara da
sübaşısı unvanı ile şehrin en bü­ başkâhya, kâhya yeri, başça­
yük zabıta amirlerinden biriydi. Ağa bölüklerinin odabaşıla-
vuş, bölükbaşı denilirdi. Bunla­
rının en kıdemlisidir.
Başbölükbaşı rın başında bulunan en yüksek
Oda Kethüdası rütbeli, sipahi ağası adını alırdı.
Bölüklü ortalar çorbacıları­
nın en kıdemlisinin unvanı idi. Cemaat ortalarında yaya- Yeniçeriliğin kaldırılması ile
Ocak eli ile yapılacak bazı işler­ başından sonra gelen en büyük 1826 yılında kurulan Mansure
de kullanılırdı. Örneğin eşkıya subaydır. askerî teşkilâtında başlangıçta
takibine memur edilirdi. rütbeler şöyleydi: Başbinbaşı,
Odabaşı binbaşı, sağ kol ağası, sol kol
Bunlardan başka yeniçeri
Yayabaşı ve bölükbaşından ağası, yüzbaşı, onbaşı ve her
kuruluşunda "orta" denilen birlik­
sonra gelen ve bölük erlerinin di­ tertipte (taburda) topçubaşı ara­
lerin de kendi içlerinde bir rütbe
sipliniyle en çok ilgilenen subay bacı, cephanecibaşı ve bunların
sıralaması vardı. "Zabitan" deni­
olup, rütbesi bugünkü üsteğme­ mülâzımları, erbaş olarak da ça­
len bu görevlilerin rütbeleri şöy-
nin karşılığıdır. vuş, sancaktar, onbaşı bulun­
leydi:
Vekilharç maktaydı. 1828’de başbinbaşılık
Çorbacı kaldırılmış, alay komutanı olan
Odabaşından bir derece miralaylık ve yine bu tarihte bö­
Bugünkü yüzbaşı rütbesini
daha aşağı olan rütbedir. Hafta­
taşıyan çorbacılar, bölük (orta) lüklerde vazife görmek üzere
da bir kere bölükten toplanan
komutanıydı. Emrindeki ortanın serçavuşluk (başçavuşluk) bir
"kumpanya parası" adlı parayla
bütün işleri ve disiplininden on­ de çavuşla onbaşı arasında bö­
iaşe tedariki yapmakla görevliy­
lar sorumluydular. di. lük eminliği kurulmuştur.
26 SVİÂU ) i iVı niâJt; ■-Ttfnii.Ti=!nil;<

Ferik
Korgenerale eşit rütbedir.
1530’da II. Mahmut tarafından
ihdas edilmiştir. 1904’ten önce
ferik rütbesinin zaman zaman
orgenerale karşılık geldiği, fakat
protokolde korgeneral olduğu bi­
linmektedir.
Mirliva
Bugünkü tümgenerale, o
zaman tuğgenerallik olmadığı
için aynı zamanda tuğgenerale
karşılık geliyordu. Klâsik devrin
sancak beyi payesi bu devirde
mîr-i liva rütbesiyle karşılanmış­
tır. Liva kelimesi Arapçada "san­
cak", "mir"de Farsçada "bey” ol­
duğundan kelimenin tam karşılı­
..... Süvari Yüzbaşısı, Topçu Mirlivası Süvari Feriki Piyade Feriki
ğı "sancak beyi”dir. Yalnız klâsik
TANZİMAT’TAN SONRA Birinci Ferik devirde sancak beyleri "bey” un­
RÜTBELER Bugünkü orgenerale eşit vanı taşıdıkları hâlde mirlivalar
askerî rütbedir. Bu rütbe 1934’e daima "paşa" unvanı taşımışlar­
Tanzimat döneminden son­
kadar bugünkü orgeneral karşı­ dır. Meşrutiyet devrinde askerî
ra bütün ordu düzeninde geniş
lığı olarak Cumhuriyet devrinde
ölçüde değişiklikler yapılmış, rüt­ rütbeler çok kısıldığından, mirli­
de kullanılmıştır. Bu rütbe ancak
beler yeniden sıraya konulmuş­ 1904 Martında kullanılmaya valara ordu kumandanlığı veril­
tur. Bu yeni düzene göre askerî başlanmıştır. Bu tarihe kadar or­ diği de görülmüştür.
rütbeler yukarıdan aşağıya doğ­ generallik yok görünmektedir.
ru şu şekilde sıralanmıştır: Korgenerallikten sonra mareşal­ Miralay
lik gelmektedir. Bu devirde mü­ Bugünkü albaya eşit bir rüt­
Müşir şirlere olduğu gibi birinci ferikle­ bedir. Klâsik devirde alay beyi
re de "paşa" denilmiştir.
Ordunun en büyük rütbesi olup 1830’da miralay olmuştur.
müşir (mareşal) idi. Tanzimat’tan OsmanlI Devleti’nde belli
önce 25 Haziran 1832’de müşir, aşamalardan geçerek alınan Kaymakam
rütbesi kurulmuş, o tarihe kadar rütbeler dışında bir de padişah
Bugünkü yarbaya eşit bir
mareşal rütbesinin karşılığı "ve­ tarafından doğrudan doğruya
rütbedir. Klâsik devirde yoktur.
zir" iken bu tarihten sonra "mü­ verilen "paşa" rütbesi vardı.
Kıt’adan yetişmiş kaymakamlara
şir" olmuş ve bu rütbe sadece T.C.’nin kuruluşuna kadar de­
vam eden bu rütbe sarayca uy­ "ağa", Harbiye mezunlarına
askerlere verilmiştir. Avrupa’da
gun görülen, beğenilen mülkî "bey" denilmiştir. 1880’lerden
"mareşal, feldmareşal, feldmare­
yöneticilere de verilirdi. Cumhu­ sonra kıt'adan yetişme binbaşı,
şal general” şeklinde çeşitli dev­
riyetin ilânından sonra sivil pa­ kaymakam ve miralaylar çok
letlerin kullandıkları en yüksek
askerî rütbe bu idi. şalık kaldırılmıştır. azalmıştır.
Miralay Mustafa Kemal Arıbumu’nda
28 '<s§r®Bı ı t M K iF f î î f f l®

Binbaşı DENİZ KUVVETLERİNDE Kapudane


RÜTBELER
Bugünkü anlamında kulla­ O ram iral karşılığı olup
nılmıştır. Klâsik devirde binbaşı­ OsmanlI ordu teşkilâtı ku­ 1682’den T anzim at’a kadar
ya "başbölükbaşı" bazen "binba­ rulduğunda deniz kuvvetleri, ter­ ku llanılm ıştır.1855’e kadar
şı" ve bazen de diğer unvanlar sane ocakları denilen birkaç OsmanlI donanm asında bu
(yeniçerilerde çorbacı) verilmiş­ ocaktan meydana gelmekteydi. rütbe, kaptan paşadan sonra
tir. Tersane ocakları, tersane halkı gelmiştir. Bu tarihten sonra ka-
ile harp sınıfı olmak üzere iki bö­ pudane-i hümayun rütbesine
Alay Emini-Sağ Kolağası reis paşa unvanı verilm iştir.
lümden teşkil edilmekteydi. Ter­
Sağ kolağası iyice kıdem sanede çalışan tersane halkı Bindiği gemiye de kapudane-i
almış yüzbaşıdır. Alay emini de hümayun denilmiştir.
azablardan oluşmakla birlikte,
bu rütbededir fakat muharip sı­ harp sınıfını levendler, tımar ve Patrona
nıftan olmayıp, alayın hesap ve zeamet sahipleri ile tayfalar teş­
Bugünkü koramiralin kar-
levazım işleriyle uğraşmıştır. kil etmekteydi. XVII. yüzyıl so­
Kolağası (Sol Kolağası) nunda bunlara kalyoncu adıyla
bir sınıf daha eklenmiştir. Her iki
Kolağası veya sol kolağası bölümün komutanı kaptan paşa
kıdemli yüzbaşıdır. Alaydan ye­ idi.
tişmişse "ağa" paşazade ise
"bey" denilmiştir. Kaptan Paşa (Kaptan-ı
Derya)
Yüzbaşı
OsmanlI bahriyesinde en
Bugünkü anlamında kulla­ büyük amir ve donanma başko­
nılmıştır. mutanına verilen addır. Kaptan­
Mülâzım lık eskiden Gelibolu sancak beyi
olana verilen bir rütbe idi. Fakat
Teğmenin karşılığıdır. Son­ Barbaros Hayrettin Paşadan
radan ikiye ayrılmıştır. Mülâzım- sonra kaptan paşalık beylerbeyi
ı evvel (üsteğmen) ve mülâzım-ı rütbesindeki şahıslara verilmiş­
sani veya sadece mülâzım (teğ­ tir. XVI. yüzyılın son yarısıyla
men). XVII. yüzyıldan sonra vezirlere
Sonradan zabit vekili rütbe­ de verilmeye başlanmış ve bu
si oluşmuştur ki bugünkü asteğ­ şekilde devam etmiştir. Kaptan
mendir. Askerlikte bunlardan paşalık denizcilerin alabileceği
başka başçavuş, çavuş, onbaşı, en büyük rütbe idi. Tayini özel
nefer vardı. Bunlardan bazıları­ bir törenle yapılan kaptan paşa
nın zaman zaman dereceleri ol­ tersanede ikamet ederdi. Kap­
muştur. Kıdemli başçavuş, kı­ tan paşa deniz kuvvetlerinin İda­
demli çavuş, usta nefer, acemi rî ve askerî bütün işlerinden
nefer gibi. Başçavuş bugünkü sadrazama karşı sorumluydu.
astsubaydır. 1682 yılından sonra donan­
19 ve 21 Mayıs 1910’da manın kaptan paşadan sonra
Mebusan Meclisi ile Ayan Mecli­ gelen büyük amirlerine, sırayla,
sinde kabul edilen bir kanun ile kapudane, patrona ve riyale ad­
kolağası ve süvarideki yüzbaşı ları verilmiştir.
vekilliği rütbeleri kaldırılmıştır. Kaptan Paşa
DüSÜNDff RUTBELE 29

siliğidir. Askerî kalyonların ikinci olup kaptanına da "şalopa kap­ Tersane Reisi: Tersane
kaptanı olan patrona, tersane­ tanı" denilmiştir. defterhanesinin müdürüydü.
nin asayiş işlerinden sorumluy­ Reis Tersane Defter Emini: Ya­
du. 1855’ten sonra patronalara pılan tayin ve kayıt düzeltmeleri­
Osmanlı donanmasında ge­
"ferik paşa" denilmiştir. ni yapmak ve bunları üst ma­
mi kaptanına verilen isimdir.
Riyale kamlara bildirmekle görevliydi.
XVII. yüzyıla kadar Osmanlı de­
Bugünkü tümamiral rütbesi niz ümerası bu isimle anılmıştır. Tersane Defter Kethüda­
karşılığıdır. 1682’den Tanzi­ XVIII. yüzyıl başlarından itibaren sı: Tersaneye ait zeametlerle il­
mat’a kadar kullanılmıştır. Mirî reis yerine kaptan denilmeye gili işleri yürütürdü.
kalyonların üçüncü kaptanı olan başlanmıştır. Reis rütbesini taşı­
Tersane Rûznamecisi:
riyalelere 1855 yılından sonra yanlar da kendi aralarında birin­
Tersanenin günlük gelir ve gi­
"liva paşa” denilmiştir. ci reis, ikinci reis, üçüncü reis,
derlerini işlemekle görevliydi.
dördüncü reis unvanlarını almış­
Bahriye teşkilâtında diğer lardır. İcare Kâtibi: Ücretli tersa­
rütbeler ise şu şekilde sıralanı­ ne müstahdemleriyle işçilerin
yordu: Osmanlı Devleti zamanında
ücretlerini tahakkuk ettirir ve ilgi­
kaptan paşadan başka tersane­
Kalyon Kaptanı li defterleri tutardı.
de bulunan yüksek rütbeli kişiler
Güverte albayı rütbesinin ise şunlardı: Mahzen-i Çup ve Mahzen-i
OsmanlI donanmasındaki karşı­ Sürb Emin ve Kâtipleri: Mah­
Tersane Emini: Tersaney­
lığıdır. OsmanlIlarda kalyonların zen-i çup (kereste mahzeni) ve
le ilgili bütün gelir, giderlerle ve
iki çeşidi vardı: Üç ambarlı ve mahzen-i sürb (kurşun mahzeni)
bunların harcanmasıyla ilgilen­
kapak kalyon. Bunların kaptan­ de bulunan donanmaya ait eş­
miştir.
larına da üç ambarlı kalyon kap­ yayı kayıt ve muhafaza ederlerdi.
tanı ve kapak kalyon kaptanı de­ Tersane Kethüdası: Kal­
Kalyon Kâtibi: Kalyonların
nilmiştir. yon tipi gemilerin yaygın bir hâle
bütün levazım ve ihtiyaç defter­
gelmesi devrine kadar tersane­
Firkateyn Kaptanı lerini tutardı.
de tümamiral görev ve rütbesin­
Kara kuvvetlerindeki yarbay de olup öncelikle tersanede inzi­ RÜTBE IŞARETLERİ
karşılığıdır. Türk Deniz Kuvvet­ bat ve düzenin korunmasından Osmanlı Devleti saray teş­
lerinde eski rütbe ve unvanları sorumlu olmuştur. kilâtında çalışanların ve ordu
kaldıran 2590 sayılı kanun Tersane Ağası: Kaptan pa­ mensupları, ilmiye (din bilginleri)
1934’te yürürlüğe girene kadar şanın tersane vekilidir. ve kemaliye (mülkiye) adı ile üç
yarbaya "firkateyn kaptanı” de­ sınıf memurların rütbeleri giydik­
nilmiştir. Liman Reisi: “Liman kapta­
leri elbiseler, kavuklar ve hatta
nı” adı da verilen liman reisi ter­
Korvet Kaptanı ayakkabılarla belli olmuştur.
sanede kıçtan karaya yatan
Kara kuvvetlerindeki binba­ gemilerin muhafızı olan ve Mansure askerinin teşkilin­
"mandacı" denilen muhafızların de kıyafetler, rütbelere göre de­
şı karşılığıdır. 1934’e kadar bin­
başıydı, aynı zamanda gemile­ ğişiklik göstermiştir. Rütbeler,
başıya "korvet kaptanı” denil­
rin demirbaş defterlerini tutmak­ subayların başlarına giydikleri
miştir.
çeşitli başlık, üzerine sardıkları
la da görevliydi.
Şalopa Kaptanı sarık ve giydikleri elbiselerin şe­
Tersane Kâtibi: Gelir ve gi­ kil ve renkleri ile belli edilmiştir.
Şalopa, küçük boyda, am- derlerin kaydedilmesiyle görev­ Kısa bir süre sonra kıyafetler de­
barsız on iki topu olan, yelkenle ğiştirilince askerî rütbeleri belli
liydi.
hareket eden bir savaş gemisi etmek için çeşitli şekillerde ni-
.30 ®0 K U M SI fiil# «

Kol İşaretleri

Soldan sağa: Mülâzım-ı sani, mülâzım-ı evvel, yüzbaşı, kolağası, binbaşı, kaymakam, miralay, mirliva.

şan ve apoletler kullanılmaya tem iki yıl kullanıldıktan sonra vardı. Küçük zabitanın (astsu­
başlanmıştır. Başlangıçta rütbe bırakılarak, rütbeler eskiden ol­ bay) rütbe işaretleri ise sınıfları­
işareti olarak kabul edilen bu ni­ duğu gibi kol kapaklarına konan na göre kırmızı, yeşil, mavi idi.
şanlar masraflı olduğu için şeritlerle gösterilmiş, yalnız bu Bu şeritler başçavuşlarda dört,
1827’de kısmen değiştirilmiştir. defa şeritlerin daha ince olması çavuşlarda üç, bölük eminlerin­
kabul edilmiştir. Paşaların ceket de iki, onbaşılarda bir adetti.
II. Mahmut devrinde kullanı­
kollarında rütbe işareti olan bu
lan, boyna takılan rütbe işaretle­ Yağmurluk (kaput) giyildiği
sırma şeritler üst kısımda gül
ri Abdülmecit zamanında Kırım zaman, rütbe işaretleri omuzlara
teşkil ederek kıvrık bir şekildey­
Muharebesi’ne kadar aynen kal­ konulan apoletlerde gösterilmiş­
di. Bu şeritler müşirlerde dört,
mıştır. Bundan sonra değiştiri­ tir. Paşaların omuz apoletlerinin
feriklerde üç, mirlivalarda iki
len rütbeler, setrelerin (ceket) kenarlarında ince iki adet sırma
adetti. Üstsubay ve subayların
kol kapağı etrafına dikilen sırma şerit olup müşirlerin apoletlerin­
kollarındaki sırmalar dört sarı,
şeritlerle belli edilmiştir. Rütbe­ de üç, feriklerin iki ve mirlivaların,
kaymakamda ikisi beyaz ve ikisi
lere göre bu şeritlerin renk, sayı bir sarı yıldız bulunmaktadır.
sarı dört sırma şerit, binbaşıda
ve şekilleri değişiklik göstermiş­ Üstsubaylarda ise, alay eminle­
üç, .kolağasında iki sarı sırma
tir. rine kadar olan subayların apo­
şeklindeydi. Yüzbaşıda biri sarı
letlerinin kenarında bir tek sarı
Abdülaziz zamanında da ve biri beyaz olmak üzere iki,
ince sırmadan şerit olup, mira­
aynı olan rütbe işaretleri, Abdül- mülâzım-ı evvelde bir sıra ve
layda üç, kaymakamda iki ve
hamit devri başlarında, 1879’da mülâzım-ı sanide bir beyaz şerit
binbaşıda bir sarı yıldız bulun­
çıkarılan bir kararname ile de­ bulunurdu. Alay eminlerinin or­
maktadır. Kurmay kolağaları ile
ğiştirilmiş ve rütbe işaretleri ya­ tadaki beyaz olmak üzere üç sır­
alay eminlerinin apoletlerinde
kalara konulan sarı ve beyaz yıl­ ma, alay kâtibinin üç beyaz ve
ise yıldız olmayıp sadece apolet
dızlarla belli edilmiştir. Bu sis­ tabur kâtibinin iki beyaz şeridi
kenarında sırma şerit bulunmak-
Ceket, Setre ve Yağmurluk Apoletleri

Soldan sağa: Tabur kâtibi, alay kâtibi, alay emini, mülâzım-ı sani, mülâzım-ı evvel, yüzbaşı, kolağası, binbaşı, kaymakam,
miralay, mirliva, ferik.

Soldan sağa: Binbaşı, kaymakam, miralay, mirliva, ferik, müşir.


® 1 m# I hf'K İi 31

tadır. Diğer subayların apoletle­ siyah ipekli, mirlivalarda bir sarı açılış tarihine (23 Nisan. 1920)
rinin kenarında siyah ince şerit sırma, iki siyah ipekli, kadar gerek subay ve gerek
ile kolağasında üç, yüzbaşıda miralaylarda üç kırmızı ipekli, askerî memurların taşıdıkları
iki, mülâzım-ı evvelde bir beyaz kaymakamlarda iki kırmızı ve rütbe işaretlerinde büyük bir
yıldız vardır. siyah ipekli, binbaşılarda bir değişiklik olmamıştır.
Yine bir çeşit kaput olan kırmızı, iki siyah ipekli,
"şinel" de rütbe işaretleri göğse kolağalarında üç, yüzbaşılarda
konulan düğmelerin renk ve iki ve mülâzımlarda bir siyah
sayısı ile belli olmuştur. ipekli düğme bulunmaktadır.
Müşirlerde üç sarı sırma, Meşrutiyetin ilânından
feriklerde iki sarı sırma ve bir Türkiye Büyük Millet Meclisinin
OSMANLI ORDUSUNDA KULLANILAN ATEŞLİ SİLAHLAR

OSMANLI ORDUSUNDA KULLANILAN ATEŞLİ


SİLÂHLAR
Ateşli silâh tarihi, Orta Çağ Bu gecikmede en büyük mekle beraber ateşli silâhların
sonlarında barutun bulunuşun­ faktör şüphesiz devletin kuruluş OsmanlIlara Balkanlar yolu ile
dan hemen sonra başlatılır. Bu yıllarının asrın başına rastlama­ ve Rumeli fütühatı politikası so­
konuda doğulu ve batılı bazı sıdır. Beylikten devlete geçiş dö­ nucu gelmiş olması ihtimali ağır­
araştırmacıların çeşitli inceleme­ nemi, bu dönemde yaşanan as­ lık kazanmaktadır.
kerî, siyasî ve toplumsal olaylar,
leri vardır. Ancak ilk ateşli silâ­ OSMANLILARDA
batıdaki gelişmelere kapalı ka­
hın ilk kez nerede ve kimler tara­ KULLANILAN TOPLAR
lınmasına sebep olmuştur. Bun­
fından kullanıldığı belli olmadığı OsmanlIlar bir araştırmaya
dan dolayıdır ki ateşli silâhlar
gibi, o dönemden günümüze göre ilk kez Birinci İstanbul Mu­
OsmanlIlarda devletin kesin bo­
gelmiş örnek de yoktur. yutları ile kurulduğu, iç ve dış hasarası (1369) sırasında top
XIV. politikasının ana hatları ile çizil­
yüzyıldan önce ateşli kullanmışlardır. XIV. yüzyıl ikinci
yarısında Tim ur’un ordusunda
silâha benzer bazı silâhların do­ diği ve özellikle batı ile başlatı­
lan siyasî, askerî ilişkiler sonucu ve Kazan bölgesinde ateşli silâh
ğuda kullanıldığı çeşitli kaynak­
kullanılmaya başlanmıştır. kullanıldığı rivayet edilmektedir.
larda belirtilmektedir. Örneğin
Fakat şurası m uhakkak-ki II.
XIII. yüzyılda Eyyubilerin silâhla­ Ateşli silâhların OsmanlIlar
Murat (1421- 145 1) devrinden
rı anlatılırken ateş okları, mancı­ tarafından ilk defa hangi tarihte itibaren top kullanılmaya baş­
nıkla atılan naftlar, namlu gibi kullanıldığına dair kesin bir kayıt lanmıştır. OsmanlIların topu ilk
küçük borularla atılan küçük gül­ bulunmamaktadır. Konu ile ilgili kullanmaları ile birlikte çok mü­
olarak Osmanlı kaynaklarında
leler kullanan silâhlar ve ateş kemmel toplar dökmüş oldukları
kesin bir bilgi ve tarih verilme­
gemilerinden söz edilmektedir.
Batıda yapılan bir başka araştır­
mada ise ateşli silâhın ilk kez
Avrupa’da bulunduğu, 1300 yı­
lında İtalyanların top kullandığı
ve 1325’te Almanların bir fitil
aracılığı ile uzaktan kumanda
edilen küçük bir top imal ettiği
bildirilmektedir. Buradan da an­
laşılacağı üzere günümüzde de
önemini hâlâ devam ettiren
ateşli silâhların ilki top olmuştur.

Avrupa’da XIV. yüzyıldan


itibaren kullanılmaya başlanan
ateşli silâhlar Osmanlı
imparatoriuğu’na yaklaşık yarım
yüzyıla yakın bir gecikme ile
gelmiştir. İstanbul’un fethinde kullanılan toplardan birisi (Dolm abahçe Sarayı önünde)
OSMfîNLI ORDUSCINDfi KÜLLfîNİLffN fîTEŞLI SILfiHLfîR 33

söylenemez. XV. yüzyılın ilk ya­ XV. yüzyılın ikinci yarısın­


rine paralel olarak birçok girişim­
rısı hemen hemen topçuluk ala­ dan XVI. yüzyıl sonuna kadar lerde bulunulmuştur. 1729’da
nında bir tecrübe dönemi olmuş olan dönem ateşli silâhların ve Türkiye’ye sığınarak Ahmet Pa­
ve girilen her savaşta kullanılan bilhassa topun OsmanlIlarda en şa adını alan Comte de Bonne-
her top bir sonraki savaş için da­ etkili ve teknolojik açıdan en ve­ val’in humbaracı sınıfını ıslah
ha mükemmelinin yapılmasına rimli bir şekilde kullanıldığı za­ çalışmaları, 1769’da Osmanlı
zemin hazırlamıştır. man dilimi olmuştur. XVI. yüzyıl­ hizmetine giren Baron de
dan itibaren savaş ilişkileri yo­ Tohth’un topçuluğu kalkındırma
Ateşli silâhların tanınması
luyla Avrupa’ya yayılmaya baş­ çabaları, 1782’de Halil Hamit
ile birlikte ülkede baruthaneler,
layan askerî teknoloji gelişmele­ Paşanın "sür’at topçuları" adı al­
tophaneler ve tüfekhaneler ku­
rine karşı gösterilen kayıtsızlık, tında yeni bir topçu sınıfı kurma­
rularak bu yeni silâh teknolojisi
Osmanlı topçuluğunu XVII. yüz­ sı, Deniz ve Kara Mühendis ha­
geliştirilmeye çalışılmış, ülkede­
yılda duraklama dönemi içerisi­ nelerinin kurulması ve Nizam-ı
ki bakır, kükürt, kalay, demir gü-
ne sokmuş, takip eden yüzyıllar­ Cedit ıslahatları bu girişimlerin
herçile madenleri işletilmeye
da ise tamamen gerileterek im­ temellerini teşkil etmiştir. Yine
başlanmıştır.
paratorluğu askerî teknoloji yö­ aynı dönemde topçuluğu can­
II. Murat zamanında başla­
nünden Avrupa'nın gelişmiş ül­ landırmada ıslahatçı bir padişah
yan Osmanlı topçuluğu, Fatih kelerine bağımlı hâle getirmiştir. olan III. Selim’in etkisi büyük ol­
Sultan Mehmet zamanında muştur. III. Selim’in 1794’te aç­
XVIII. yüzyıldan itibaren
ağızdan dolma toplar döneminin mış olduğu Mühendis-hâne-i
topçuluğu kalkındırmak için im­
en yüksek noktasına ulaşmıştır. Berri-i Hümayun’da çağın gerek­
paratorluktaki ıslahat hareketle­
Dünya tarihinde yeni bir çağın lerine uygun bir eğitim sistemi
açılışını müjdeleyen İstanbul’un
fethi aynı zamanda dünya top­
çuluk tarihine de unutulmayacak
sayfalar hazırlamıştır.
Topçuluk II. Bayezid devrin­
de de önemini korumuş ve hatta
Fatih devrindeki gelişimini de­
vam ettirmiştir. Fransa Kralı VII.
Şarl’ın İtalya’dan çekilişi esna­
sında ordusunda bulunan birçok
topçu ustası bu dönemde Os­
manlI sultanının emrine girmiş­
tir.

II. Bayezid’i takiben hüküm


süren Yavuz Sultan Selim ve
Kanuni Sultan Süleyman devir­
lerinde mükemmel toplar dökül­
müş ve bütün seferlerde top gü­
cünden yararlanılmıştır. Aynı
dönemlerde çeşitli ülkelere top
ve teknik eleman yardımı yapıl­
mıştır.
Darbzen (vurucu) tunç top. (1708/1120 hicrî tarihinde ili. Sultan Ahmet adına
İbrahim usta tarafından dökülmüştür.)
OSMffNLI ORDUSUNDA KULLANILAN ATEŞLİ SİLÂHLAR

ile topçu subay ve teknisyenler bakıra ihtiyaç duyulması nede­ XIX. yüzyılın ikinci yarısın­
yetiştirilmeye başlanmıştır. niyle kullanımdan kaldırılmıştır. dan itibaren imparatorlukta çö­
Kuyruktan dolma yiv-setli Ejderdehan: Ejder ağızlı küşe doğru hızlı bir gidiş başla­
topların OsmanlIlarda kabulüne top anlamına gelen bu toplar mıştır. Çok kısa aralıklarla birbi­
kadar Osmanlı ordusunda XVII. yüzyılda kullanılmıştır. rini takip eden savaşlar, bir yan­
kullanılan toplar kullanılış da ülke ekonomisini batağa sü­
Şahî Top: Belirli bir top
yerlerine, ağırlık ve tesirlerine, rüklerken diğer yanda elde mev­
şekli veya formu değildir.
kullanma amacına göre değişik cut harp malzeme ve stoklarının
Padişahın özellikle döktürdüğü
adlar almışlardır. tükenmesine sebep olmuş, ayrı­
çok büyük ve uzun menzilli
ca harp sanayii gelişemediği gi­
Saklos Topu: Kaz toplar bu adla anılıyor ve her
bi XIX. yüzyılda Avrupa’da silâh
yumurtası iriliğinde gülle atan 30 cins topun şahîsi olabiliyordu.
teknolojisinde meydana gelen
okka ağırlığında bir tür toptur.
Zenbûrek: Bunlar deve yeniliklerin izlenme ve uygulan­
Bunlara çakaloz da denilmiştir.
sırtında nakledilen, hatta deve masına da imkân bırakmamıştır.
Darbzen Topu: Uzunluğu üzerinde iken ateşlenebilen
yedi karış, her biri 56.5 kg Avrupa’da 1850’clen itiba­
küçük toplardır.
ağırlığında, ikisi bir ata ren toplarda uygulanmaya baş­
yüklenebilir.toptur. Bu toplar, OsmanlIlarda topların dö­ lanılan yiv-set ve kuyruktan dol­
şahî darbzen, miyâne darbzen küldüğü yerlere "tophane" adı durma sistemi OsmanlIlara an­
ve darbzen olmak üzere üçe verilmiştir. Toplar genellikle top­ cak 1889’larda gelebilmiştir. Av­
ayrılmıştır. hanelerde dökülmekle birlikte,
rupa’dan getirilen uzmanlar ve
savaş alanlarına yakın yerlerde
Şayka Topu: Şayka, Ka­ kurulan yeni tezgâhlarla topha­
de dökülüyordu. Yavuz ve Ka­
zaklar tarafından kullanılan düz nede bu tür topların yapılmasına
nuni devirlerinde çok genişleyen
ve elli kadar savaşçı taşıyan ge­ başlanmıştır. Fakat malzeme,
sınırların ötesine açılacak sefer­
milerdir: Tuna nehrinde de işleti­ lere tonlarca ağırlıktaki topların kaynak ve personel yetersizliği
len bu gemilere konulan toplara götürülmesinde büyük zorluklar bütün ordunun yerli yapım top­
bu isim verilmiştir. Bunlar da bü­ doğuruyordu. Bu sebepten top­ larla donatılm asına engel ol­
yük, küçük ve orta boy olarak üç ları götürmek yerine gerekli mal­ muştur.
kısma ayrılmıştır. zemeleri taşımak daha kolay
Bu sebepledir ki Osmanlı
Pırangi Topu: Saklostan oluyor ve toplar cepheye yakın
İmparatorluğu XIX. yüzyılın ikin­
büyük, Becoluşka’dan küçük bir bir menzilde dökülüyordu.
ci yarısında Avrupa devletlerin­
toptur.
OsmanlIlarda ilk dönemler­ den silâh almak zorunda kalmış­
Kolomborna Topu: Kara­ de kütle ağırlığı fazla, ağır taş tır.
da ve denizde kullanılan üç, gülleler atan toplar yapılmıştır.
beş, yedi okka ağırlığında gülle­ 1890’da Osmanlı impara-
Bunlar genelde hareket kabiliye­
ler atan 7-7.5 m uzunluğunda bir torluğu’nda kullanılan toplar kul­
ti olmayan, hedef tayini çok güç
top çeşididir. lanılış amaçlarına göre sahra to­
olan sabir, kale ve hisar beden­ pu, dağ topu, muhasara topu,
Becoluşka Topu: XVI. yüz­ leri gibi büyük hedeflere etkili kale topu ve sahil topu olmak
yılda kale bedenlerini dövmeye olan toplardı. Zamanla sahra üzere beş grupta toplanıyordu.
yarayan büyük toplardır. toplarının önemi anlaşıldığından M uhasaralarda sahra topları,
Balyemez Topu: Büyük daha küçük, taşınabilir, hedef tunç toplar, çelik toplar ve kaval
fırınlarda dökülen bu toplar, ayarı yapılabilir topların yapımı­ havan topları kullanılmıştır. Kale
döküm zorluğu ve fazla miktarda na başlandı. müdafaalarında ise muhasara-
^ (Slîü/ı Iriv - j :« f., ■ı. 11f;: r ^ ■.jı ^Vıi ütı r-" 35

da kullanılan toplarla birlikte tüfekçi tümeni bulunduğu, kale lIlar ordularında Türk asıllı tüfek­
ağızdan dolar şeşhaneli topların savunmalarında ve muharebe çi birlikleri kurmuşlardır.
çeşitli çapta olanları kullanılmış­ meydanlarında tüfek kullanıldığı
Tüfeğin orduda tamamen
tır. bilinmektedir.
yerleşmesinden sonra yeniçeri
XX. yüzyılın başlarında Tüfek Osmanlı ordusunda cemaat ortalarından birisi
ağızdan dolar toplar tamamen ilk önce yaya birliklerinde, son­ tüfekçi ortası olmuş ve bu
kaldırılmıştır. Bunların yerine de radan da atlı birlikler arasında ortanın komutanına da "ser
1896 Alman modelleri esas alı­ yayılmıştır. Fatih döneminde ye­ tüfekçi" veya "ser tüfenkgiran"
narak yapılan 1904 modeli Os.- niçeriler arasında tam olarak adı verilmiştir. Ser tüfekçi veya
manlı sahra topu, Osmanlı hafif yerleşmiş, XVI. yüzyılın ikinci tüfekçi başı zamanla sarayın
sahra obüsü, ağır sahra obüsü, yarısından itibaren atlı birlikler itibarlı kişileri arasında yer
beş namlulu revolverli top ile kısa namlulu Karabinaları kul­ almış, Tanzimat’tan sonra saray
makineli toplar kullanılmıştır. lanmaya başlamışlardır. Yeniçe­ silâhşörlerinin başı olarak
riler ise daha uzun namlulu Ka­ görülen bu makam 1908
OSMANLILARDA rabinaları kullanmaya başlamış­ Meşrutiyet’in ilânından sonra
KULLANILAN TÜFEKLER lardır. Yeniçerilerin tüfek kullan­ kaldırılmıştır.
makta zamanla gelişen ustaları
Tüfeğin OsmanlIlarda kula- Tüfeğin kullanımı ve yay­
İslâm ülkelerinde yayılmış, İran­
nılmaya başladığı tarihe ait eli­ gınlaşması ile birlikte yapımına
mizde kesin bir belge bulunma­
maktadır. Elimizde mevcut olan
en eski tüfekler, oldukça ağır ve
birkaç kişi tarafından taşınır,
metrislerde, ya da kale mazgal­
larına dayandırılarak kullanılır,
uzaktan bir fitil aracılığı ile ateş­
lenir, ağızdan doldurulur, taş
gülle atar, adeta küçük çaplı bir
top gibidir. Bu da bize tüfeklerin
ilk ortaya çıktığından bugünkü
biçiminde olmadıklarını yani pi­
yade veya süvarinin taşıyabile­
ceği cinsten olmadığını göster­
mektedir.

OsmanlInın tüfeği ilk kez ne


zaman kullandığı kesin bilinme­
mekle birlikte, 1421 Düzmece
Mustafa Hadisesi’nde, 1430 Se-
lânik’in fethinde, 1442 Sivrihisar
Kuşatması’nda tüfek kullanıldığı
bilinmektedir. 1444 Varna Ku-
şatması’nda top ve tüfek kulla­
nılmıştır. Fatih devrinde de bir
Çakmaklı tüfekler (XVI. yüzyıl)
36 OSMfiNLI ORDUSU NDfi KULLfîNİLfîN fîTEŞLİ SİLfHILfîi

da geçilmiştir. Tüfeklerin yapımı itibaren kullanılmaya başlanan yapıldıkları yerlere, yapılış


XVI. yüzyılda devlet eliyle Cebe­ fitilli tüfeklere göre boy ve ağırlık tarzına ve özelliğine göre de
ci atölyelerinde gerçekleştiril­ yönünden daha kullanışlı olan çeşitli isimlerle anılıyordu. Bu
m ece beraber, 1524 tarihli Mısır musketlerin hem fitilli hem de isimler aynı zamanda tüfeğin bir
Kanunnamesinden anlaşıldığı­ zemberekli (çarklı-çakmaktaşıı) nevi markası yerine geçiyordu.
na göre bu atölyeler dışında tü­ türleri kullanılmıştır.
Tarihin başlangıcından iti­
fek yapan ustalar vardır ve ka­
Çakmaklı Tüfekler: Genel­ baren Türk toplumunda silâha
nunname hükümleri bu tür ima­
likle piyade askeri tarafından kul­ verilen önem ve kutsallık düşün­
lâtı yasaklamakta, yapanı ve
lanılmıştır. Çok ağırları, boyları cesi ilk dönemlerdeki silâhlarda
yaptıranı cezalandırmaktadır.
iki metreye yakın ve hatta daha olduğu gibi ateşli silâhlarda da
OsmanlIlarda iğneli tüfeğin uzun olanları ile normal bir tüfek kendini göstermiştir. Özellikle
icadına kadar olan dönem niteliğinde olanları vardır. XVII. yüzyılın sonları ile XVIII.
içerisinde kullanılan tüfekler şu yüzyıl ve XIX. yüzyıl başı Os­
Çakmaklı El Havanları:
şekilde sıralanabilir: manlI tüfek ve tabancaları ara­
Küçük boyda üzerindeki sabit
sında bir silâhtan çok bir sanat
Metris (Toprak Siper) Tü­ halka vasıtası ile elde taşınabilir
şaheseri niteliği taşıyanlar ço­
fekleri: Çakmaklıları da bulunan ve istenilen yere götürülebilir
ğunluktadır.
bu tüfekler çok ağır oldukları için silâhlardır. Bunlar bir demir
metris adı verilen toprak siperler­ çubukla yere çakılabilir ve yine O S M A N L I L A R D A
de kullanılmıştır. Bu tüfeklerde bu çubuk yardımı ile namlu KULLANILAN TABANCALAR
namlu ile dipçik arasında bulu­ aşağı = yukarı hareket
OsmanlIlarda tabancanın
nan muylular tüfeğin dikey bir ettirilebilirdi.
kullanılış tarihi de belli
ayak yardımıyla yerden destekli Çakmaklı Karabina: Os­ olmamakla beraber aşağı yukarı
olarak ateşlenmesini sağlar. manlI ordusunda genellikle sü­ Avrupa’da kullanılm aya
Boyları 120 ile 160 cm arasında vari sınıfının kullandığı bir silâh­ başlanmasından hemen sonra
değişmektedir. tır. Normal bir çakmaklı tüfekten XVI. yüzyıl sonlarından itibaren
daha kısa boyludur. Namlu ağzı kullanılmıştır denilebilir.
Fitilli Tüfekler: Bu tüfekfer
konik bir görünümle açılan, çap­
ve metris tüfeklerinin daha hafif Tabancalar ilk önceleri daha
ları değişik silâhlardır.
ve elde taşınabilir nitelikte ateşli silâhları tam olarak
olanlarıdır. İlk zamanlarda bu Kapsüllü Tüfekler: XIX, benimseyememiş olan
tüfekler de bir çatal ayak yüzyılın başında OsmanlIlarda sanki bir süs veya
üzerinde ateşlenmişlerdir. icat edilen bu tü­
fekler, yüzyılın or­
Çok Namlulu (Organön)
talarına doğru
Silâhlar: Bu silâhlar da Avru­
OsmanlIlarda kul­
pa’da olduğu gibi birden fazla tü­
lanılmaya başlan­
fek namlusunun bir araya getiril­
mıştır.
mesi ve bütün namluların bir
ateşleme noktasına bağlanmala­ Ateşleme
rı ile meydana getirilmiştir. Bun­ tertibatlarına göre
lar dört tekerlekli kızakvari bir sıralanan bu
kundak üzerinde taşınmışlardır. türlerin dışında
Musketler: XVI. yüzyıldan tüfekler ayrıca
OSMANLI ORDUSUNDA KULLANILAN ATEŞLİ SİLÂHLAR 37

XX. yüzyılın kerî Müzede bu tür tabancaları


b a ş l a r ı n a çok çeşitli olarak görmek müm­
gelindiğinde kündür. Revolverlerin ilk türleri
tüfeklerde olduğu olan dört, beş, altı namlulu ta­
gibi tabancalarda bancalar, avuç içerisine sığabi­
da Alman silâh
lecek küçüklükte madalyon for­
teknolojisi ağır
munda tek atışlı tabancalar, kri-
b a s m ı ş t ı r . Ma-
minolojik yapıda muştalı ya da
user, Bergman,
muştalı-bıçaklı tabancalar, ba­
Borchardt-Luger,
Mannlicher ta­ yanlar için gizli tetik tertibatlı ta­
bancaları Os­ bancalar, kılıç veya bastona
. Kapsüllü tabancalar
manlI ordusunda monte edilmiş tabancalar, zarif
ziynet eşyası gibi görülmüş, kullanılan tabancalar arasında düello tabancaları ile belirli kişi­
yeniçeriler ve süvariler çifte yer almışlardır. lere armağan olarak verilen özel
tabanca ile gezip görünmeyi yapım tabancalar bunlar arasın­
Tabanca, OsmanlI toplu-
zevk edinmişlerdir. da sayılabilir.
munda da ordu dışında bir ko­
OsmanlI tabancalarında runma veya saldırı silâhı olarak
Avrupa tabancalarında görülen kullanılmıştır. Günümüzde As­
çakmaklı, kapsüllü ve iğneli
sistemlerin hepsi uygulanmıştır.
Ancak gerek form ve gerekse
biçim yönünden Avrupa
tabancalarına göre farklılıklar
göstermişlerdir.
OsmanlIlarda ağızdan dol­
durulan çakmaklı ve kapsüllü ta­
bancalara "piştov" adı verilmiş­
tir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar
kullanılan piştovlar bu yüzyılın
başında ordu kadrosundan çıka­
rılmıştır. Toplu tabancaların or­
taya çıkışı ve yaygınlaşması so­
nucu OsmanlI ordusunda bu de­
fa 8, 7.65, 9.65, 11.18, 8.13 mm
çapında toplu tabancalar ile Ka­
radağ (Montenegro) adı verilen
toplu tabancalar kullanılmaya
başlanmıştır.1840’ta OsmanlI
ordusunda kullanılan Smith
Wesson tipi kırmalı toplu taban­
calar bütün subaylar ile mızraklı
süvari ve diğer süvari çavuşları Muftelif cins tabanca örnekleri
tarafından kullanılmıştır.
38 OSMANLI ORDUSUNDA KULL m m ss G iiBpiEKG iag j

MAKİNELİ TÜFEKLER - kürelerin içleri barut ve saçmaya tarif ettiğini, yapılan bu


MİTRALYÖZLER benzer kurşun ve demir makinenin ateş ve ölçme ayarı
parçaları doldurup ağız kısmına sonrasında mermiyi çok
Avrupa’da XIX. yüzyılın
bir ateşleme fitili konulmak yükseğe çıkararak geminin
ikinci yarısında geliştirilen maki­
suretiyle yapılır. Bu tür humba- üzerine düşürüp batırdığını
neli tüfekler, yüzyılın son çeyre­
ralara el humbarası adı verilir. yazar. Bazı kaynakların
ğinden itibaren OsmanlI ordu­
Humbaraların bir de havanlarda verdikleri bilgilere göre Fatih’in
sunda kullanılmaya başlanmış­
kullanılan türleri vardır ki yapılmasını tarif ettiği yeni
tır. İlk defa büyük bir ihtimalle
bunlara da havan humbarası adı makine (top), havan topunun
1877-1878 Osmanlı-Rus Sava-
verilir. Humbaralar parça tesirli OsmanlIlardaki ilk şeklidir.
şı’nda kullanılmış olan makineli
oldukları için genellikle sur ve Havan mermileri ilk önceleri
tüfeklerin kullanımı bu tarihten
. metrisler arkasında görünmeyen taştan sonraları humbara mer­
sonraki 1897 Türk-Yunan Har-
toplu ve canlı hedefler için mileri şeklinde demirden olmak
bi’nde, 1912 Balkan ve 1914 Bi­
kullanılmıştır. üzere Humbarahanede yapıl­
rinci Dünya Savaşı’nda da de­
vam etmiştir. Havanlar: Havan topları mıştır ki bunlara havan humba-
muhakkak ki topun OsmanlI rası (humbara-i kebîr) adı veril­
1890’larda OsmanlI ordu­ miştir.
ordusuna girişi ile birlikte
sunda kullanılan makineli tüfek­
. kullanılmaya başlanmıştır. Bazı Havanlar toplara nazaran
ler Gatling, Nordenfelt, Hotckiss
kaynaklarda İstanbul’un fethi daha kısa namlulu ve muyluları
ve Revolver topu ve Lovvell ma­
anlatılırken Fatih’in yeni bir top namlu ağzına istenilen yükseklik
kineli tüfeğidir.
makinesi yapılmasını teklif ve açısını verebilmek için ^ku yru k
Tam otomatik makineli tüfe­
ğin ortaya çıkışı ile birlikte Os­
manlI ordusunda çok kullanılan
1893 modeli su soğutmalı Ma-
xim, 1895 modeli Maxim Nor­
denfelt, 1908 modeli Alman Ma-
xim, Brovvning, 1897 ve 1903
modeli Hotchkiss gibi makineli
tüfekler kullanılmıştır.
DİĞER ATEŞLİ SİLÂHLAR
OsmanlIlarda bu ateşli si­
lâhların dışında humbaralar, ha­
vanlar ve çakmaklı el havanları
ile el bombaları da kullanılmıştır.
Bunlar savaşlarda temel silâhlar
olan top ve tüfek ile gerek bunla­
rın ateşlerini ve gerekse bu si­
lâhları kullanan topçu ve piyade­
yi destekleyici nitelikte silâhlar­
dır.
Humbaralar: Demirden içi
boş bir küredir. İrili ufaklı
kullanım şekline göre yapılan bu Tunç havan, Avusturya 1575
kısmına yakın, ahşap bir kundak balarıdır. Yeni el bombalarının Her gelişme hareketinde ol­
üstüne yerleştirilmiş silâhlardır. tarihi OsmanlI ordusunda hum- duğu gibi silâhın gelişmesinde
Küçükleri, ağırlık olarak da hafif baraların kullanılması ile başlar de bir önceki yapı ve şeklin ele
oldukları için her yere kolaylıkla denilebilir. alındığı muhakkaktır. Çünkü ba­
taşınabilir niteliktedir. Bir kundak şından itibaren sürekli gelişen
Osmaniı ordusunda birçok
vasıtası ile yerden ateşlenen ha­ insanın zekâsı ve zihin faaliyet­
muharebede kullanılan humba­
vanların dışında el havanları da leri yaşamın her safhasında da­
ralar cephe muharebelerinin
yapılmıştır. Çakmaklı silâhlar ima daha iyiye, daha ideale ve
önemini yitimesinden sonra kul­
döneminde yapılan bu havanlar daha etkin olma prensibi içinde
lanılmaz olmuş ve XIX. yüzyılın
30-40 cm uzunluğunda ve tunç­ kusurları gidermeyi amaçlamış­
ikinci yarısından itibaren yerini
tan yapılmışlardır. Metris tüfeği tır. Bu amaç doğrultusunda gü­
el bombalarına bırakmıştır.
kundağına benzer bir kundak nümüze göre zirvede bulunan
üzerine bağlanmış bir durumda Piyadenin yakın muharebe genel medeniyet teknolojisi
çakmak- vasıtasıyla elde ateş­ vasıtası olan el bombaları 1904- içerisinde silâh teknolojisi de
lendiği gibi kundağa bağlı bir de­ 1905 Rus-Japon Harbi’nden payını almakta gecikmemiştir.
mir çubuk vasıtasıyla toprağa sonra büyük önem kazanmış ve
çakılarak da kullanılmışlardır. bu dönemin ahşap bir sap üzeri­
Bugünün bombaatar silâhları ile ne yerleştirilmiş içi yakıcı ve ya­
karşılaştırıldığında el havanları­ nıcı madde dolu silindirik formlu
nın ve el toplarının dönemlerin- fitilli el bombaları kullanılmıştır.
de aynı görevi yaptıkları ve hat­ OsmanlI ordusunda da kullanı­
ta bombaatar silâhların ataları lan bu bombaların yerini Birinci
olduğu gözden kaçmayacaktır. Dünya Harbi’ne doğru bir ateşle­
me pimi vasıtasıyla fitilli ateşle­
EL BOMBALARI
nen küre şeklinde yanar tapalı
El bombalarının OsmanlI­ tüfekçiyef bombaları almıştır. Bi­
larda kullanılışı çok eski tarihle­ rinci Dünya Savaşı ve onu izle­
re kadar gitmektedir. İçleri yanı­ yen yıllarda da Almanya tarafın­
cı, yakıcı ecza ile doldurulmuş el dan geliştirilen saplı fünyeli el
bombaları, kullanılan ilk el bom­ bombaları kullanılmıştır.
PfİDİŞfiH VE PflDİŞfiHUK KfiVRfİMI
Osmanoğulları’ndan gelen hükümdarların K o n y a ’ ya
sıfatları, sayfalar tutar. Ertuğrul Gazi (1231-1281) ^ bağlanırlar.
ile oğlu I. Osman (1281-1324) birer "bey"dir. i. 1308’de son
Osman’ın oğlu Orhan Gazi’de 1326’da Bursa’nın Selçuklu
fethine kadar bir beydir. Bu tarihte Söğüt’ten padişahı
taşınan beylik Bursa’da krallık tacı olur. Orhan ı tarih sah-
Gazi ilk defa -imparator- demek olan "sultan" | nesinden
unvanını takınır. Oğlu I. Murad (1362-1389), j çe ki li nc e
1363’te Edirne’yi fethedince artık gerçekten de, doğru­
"sultan" olur. Bu tarihte devlet, imparatorluk dan doğru­
derecesine yükselmiştir. Ama "bey" unvanı, bir ya Teb­
hatıra olarak, Fatih’e kadar devam eder. riz’deki Ilhanlı
Devleti’ne tâbi
Orhan Gazi (1281-1360)
olurlar. Bu tâbiiyet,
1335’e Orhan Gazi’nin on birinci saltanat yılına
kadar devam eder. 1335’te artık Sultan Orhan, ta­
mamen müstakil ve Türkiye’nin en güçlü hüküm­
darıdır.
1402’de Osmanoğulları bu defa
Timuroğulları’na tâbi olurlar. Bu tâbiiyet lâfta
kalmakla beraber, 1447’de Sultan Şahruh’un
ölümüne kadar devam eder. Bu tarihte II. Murad,
cihanın en güçlü ve birinci hükümdarı olur.
Padişahın adının başına daima "sultan" ve sonu­
na daima "han" kelimesi gelir. Birincisi Arapçada,
İkincisi Türkçede "imparator" demektir: Sultan
Mehmet Han... Batı dillerinde mutlak manada
"sultan" kelimesi, yalnız İstanbul’da oturan Türki­
ye padişahı manasına gelir. Türkler ise, kendi hü­
Osman Gazi (1258-1326) kümdarlarına yalnız kullanarak, "sultan" değil,
"padişah" derlerdi. "Sultan", ancak isimle beraber
Başlangıçtan önce Çobanoğulları’na, sonra
“Sultan Osman, Sultan Abdülaziz" şeklinde kulla­
Germiyanoğulları’na tâbi küçük üç beyi olan
nılır veya "Murad Han, Abdülmecid Han" derlerdi.
Osmanoğulları, büyük uç beyi olan
Yalın kelime olarak "padişah"ı, kullanırlardı. Aslı
Çobanoğulları’nın ve Germiyanoğulları’nın tâbi
"pâdşâh" olan bu kelime, Farsçada "büyük şah,
olduğu Anadolu Selçuklularının yani Türkiye
büyük imparator" demektir. Arapça "sultan"ın
imparatorlarının tâbilerinin tâbileridirler. .
Farsça karşılığı, olan "şah"(imparator), OsmanlI
Konya’daki Selçuklu padişahı da, Tebriz’deki
hükümdarı için nadir kullanılırdı: Selim Şah... Bu
İlhanlI Devleti’ne o da Pekin’deki Büyük Kağan’a,
kelime, Iran imparatorunu gösterir. OsmanlI hü­
Cengiz’in torunu Kubilay’a tâbidir. 1300 yılı
kümdarının pek çok unvanı içinde yalnız OsmanlI
başlarında Osmanoğulları, büyük uç beyleri
hükümdarına mahsus tek unvan "hünkâr"dır. “Hü-
derecesine yükselir ve doğrudan doğruya
dâvendigâr”ın kısaltılmışıdır ve Farsçadır. I. Mu-
\V i r n M 7A IffîTÖMjTİ iKT^JgtjTİ 41
42 " 'râjıa^JGâ ^'î^s î^& n â s fiîîJiSiâsEli'

rad’dan beri OsmanlI hükümdarına bu unvanlar Roma imparatoru unvanı, padişahın en


da verilmiş, "hünkâr" kelimesi saltanatın sonuna mühim unvanlarından biridir. Hakan ve sultan
. kadar çok kullanılmıştır. Halkın "padişah", dediği unvanlarından hemen sonra gelen, büyük
zatın sarayda daha çok "hünkâr" diye anıldığı ma­ savaşlarla elde edilen bir unvandır. Padişah önce
lûmdur. hakandır. Yani Türklerin imparatoru, büyük Türk
Padişahın unvanlarından biri de "hakan"dır. hakanı ve Türkiye imparatoru.
Türkçe bir kelimedir ve "Türk İmparatoru" Halkın "padişah" dediği hükümdar, öncelikle
demektir. Arapçada çoğulu "havâkıyn"dır. büyük Türk hakanıdır. Sonra sultandır. "Türkiye
Padişah, "hâkaanu’l-havâkıyn" ve "sultanu's- imparatoru" unvanı, aynı zamanda "hakan"
seiâtıyn"dır; her iki Arapça tabir de "imparatorluk unvanında mündemiçtir. Çünkü hakan en büyük
imparatoru" demektir. Padişah, Türk imparatoru Türk imparatorudur. Türk birliğini temsil eder,
sıfatıyla hakan, Islâm imparatoru sıfatıyla teoride bütün Türklerin hükümdarıdır ve diğer
sultandır. "Han" kelimesi, "hakaan"ın küçüğüdür. Türk hükümdarlarının metbû-ı mufahhamıdır. En
"Hakan", "hanlar hanı, büyük imparator" demektir. büyük Türk hükümdarı da Türkiye hükümdarıdır.
Aslı "han" olan kelime OsmanlIlarda "hân" Böylesine tarihî gelenekleri olan çok büyük ve
şeklinde uzatılarak söylenir. "Hakaan" unvanı mühim bir unvandır.
İttihat ve Terakkiden sonra mütarekede, İstanbul
"Sultan" en büyük Islâm hükümdarına verilen
ve Ankara • hükümetlerince de ehemmiyetle
unvandır. İlk defa XI. asrın ilk yıllarında Gazneli
kullanılmıştır.
Mahmud tarafından kullanılmış, ondan önce hiçbir
OsmanlI hükümdarının Yıldırım Bayezid’den, Islâm hükümdarı tarafından, ”halife"ye saygısızlık
1396’dan beri resmen taşıdığı bir unvan da korkusundan kullanılamamıştır. Sultanlık,
"Pâdşâh-ı Iklîm-i Rûm" veya kısaca ‘‘Pâdşâh-ı Gaznelilerden Selçuklulara ve onlardan
Rûm"dur ki, Roma imparatorudur. 1453 yılında OsmanlIlara geçer. Yani halkın "padişah" dediği
İstanbul’un fethi ile bu unvan, kesin şekilde adam, önce hakan, en büyük Türk imparatoru,
padişahın unvanları arasına girer. 1453’ten beri sonra sultan, en büyük Islâm imparatorudur.
padişahın Doğu Roma (Bizans) İmparatoru
olduğu Avrupa’da da münakaşa edilmemektedir
ve bu sıfat, 1922’ye kadar devam etmiştir.
Avrupa’ya göre Batı Roma imparatoru Viyana’da
oturan Almanya imparatorudur. Esasen Almanya
imparatoru olarak anılan Habsburglar’ın resmî
unvanları Batı Roma imparatorudur. I. Ahmed’e,
Zitvatoruk Antlaşması’na kadar Türkiye, Almanya
hükümdarının "imparator" unvanını tanımaz, onu
sadece "kral" sayar. Kendisinin "imparator"
olduğunu reddedip sadece "kral" olduğunu kabul
eden resmî vesikalara, meşhur Charles-Ouint,
Kanunî devrinde imza koymuştur. Demek ki
1453’ten 1606’ya kadar padişah AvrupalIlara göre
sadece "Doğu Roma" fakat Divân-ı Hümayun’a
göre "Tek Roma" imparatorudur. 1606’dan
' 1922’ye kadar ise padişah, sadece “Doğu Roma"
imparatoru olduğunu kendisi de kabul eder.
'i W jgra©kme ragiEsca) 43

Hakanlıktan sonra ve sultanlıktan önce gelen Hristiyan tebaası yoktur. Ancak XVII. asırdan
en büyük unvan olan "halife" unvanı sonra durum değişir. Ama XX. asra kadar padi­
OsmanlIlarda 1516’da başlar. Yavuz’dan önceki şah, gene de en büyük Hristiyan hükümdarları
padişahlar halife değildir. kadar bol Hristiyan tebaaya sahiptir.
Hakan, halife, sultan... Bundan sonra
"padişah" denen hükümdar Roma imparatorudur.
Dördüncü büyük unvan budur. 1396’da Yıldırım
Bayezid, Bizans imparatorunun metbûu sıfatıyla
bu unvanı takınmış, 1453’te Fatih fiilen bu
unvana sahip olmuştur. Bu unvan çok iddialı bir
unvandır. Şöyle ki: "Roma imparatoru" demek,
OsmanlIlarla çağdaş Avrupa hukukunda "en
büyük Hristiyan hükümdarı" demektir. Yani
Türklerde "hakan" ne ise, Hristiyan dünyasında
da "imparator" odur. Peki, padişah bu unvana
hak kazanmış mıdır ve gerçekten de en büyük
Hristiyan hükümdarı mıydı kısaca bu konudan
bahsedelim.
1453’te padişah, Hristiyanlığın bölündüğü iki
mezhepten birinin, O rtodoksluğun hamisidir.
Bütün Ortodoksların başı olan ve kendine "cihan
patriği" diyen İstanbul patriki, padişahın AvrupalIlar padişaha, XIX. asrın başlarına
himayesindedir ve varlığını Fatih’in toleransına kadar "Büyük Türk” ve "Büyük Hükümdar"
borçludur. Zira Roma imparatorunun patriğin demişlerdir. Bilhassa XVI-XVII. asırlarda,
hamisi olması şarttır. Demek ki, patriğin 1922’ye padişahın cihanın en büyük hükümdarı olduğu,
kadar hamisi sıfatıyla padişahların Doğu Roma yeryüzünde dost ve düşman arasında münakaşa
imparatoru sıfatları sağlamdır. Başka hukukî mevzuu bile değildi. 9 Şubat 1587 tarihli
deliller de vardır. Bu unvanı Fatih, XI. mektubunda İstanbul’daki Ingiliz Maslahatgüzarı
Konstantinos’tan kılıç hakkı olarak almıştır. (büyük elçi) Bartan, Türk padişahının
Roma İmparatorluğunun taht şehri, daha "yeryüzündeki hükümdarların en büyüğü"
imparatorluk ikiye ayrılmadan önce Büyük olduğunu Kraliçe I. Elizabeth’e açıkça
Konstantinos devrinden beri Roma değil yazmaktadır. Padişah, yalnız Müslüman değil,
İstanbul’dur. O da artık Türklerin elindedir. Zaten Hristiyan ve Musevî tebaasının da padişahı idi.
Bizans imparatorları, bu sıfatı, 1204’ten beri artık
Sonuç olarak padişah, dünyanın en büyük
en büyük Hristiyan hükümdarı sıfatıyla değil,
hükümdarı olduğunu, şu unvanlarıyla belli ederdi:
ancak imparatorların meşru halefi ve İstanbul’un
Sultanu’s-selâtıyn (sultanlar sultanı, en büyük
sahibi sıfatlarıyla taşıyorlardı. Bu sıfatlar,
Islâm imparatoru), hâkaanu’l-havâkıyn (hakanlar
Osmanoğulları için de muhkemdir.
hakanı, en büyük Türk imparatoru), Halife-i Rûy-i
Zemin (dünyadaki bütün Müslümanların halifesi)
Padişah fiilî olarak da XVII. asrın sonlarına
ve bu sıfatla Zıll’Ullaahi fi’l-Ard (arz üzerinde
kadar en büyük Hristiyan hükümdarıdır. Çünkü
Allah’ın gölgesi), kesin şekilde de Padişah-ı cihan
en büyük Hristiyan nüfus, OsmanlI İmparatorlu­
(bazen bu Farsça terkibin Türkçe terkip şekli:
ğu nda yaşamaktadır ve padişahın tebaasıdır.
Cihan pâdişâhı), Pâdşâh-ı A’lem-penâh.
Hiçbir Hristiyan hükümdarının, padişah kadar çok
44 'ââüianîiPBı?6Fflgnîitfıi<ısspıaa'üfl

işte padişah denen hükümdar, böyle bir


şevketli idi. "Şevketlü" lâkabı yalnız padişaha
mahsustu. "Zat-ı şahane" de öyle. Padişaha
"şevket-meâb, şevket-meâb efendimiz, şevketlü
efendimiz, şevket penâh hazretleri, zat-ı
şahaneleri, velinimet-i bî-minnetimiz efendimiz
hazretleri, pâdşâhım, hünkârım, hüdâvendigâr
hazretleri" diye hitap edilir veya öyle anılırdı.
Kısaca "efendimiz" denilirdi. Yalnız annesi
kendisine "arslamm" diye hitap eder, o bile adını
telaffuz edemezdi, ikiden fazla lâkap, ancak
padişaha mahsustu: Devletlü kudretlü azametlü ...
gibi. Şehzadeler ve sadrazamlar en çok iki lâkapla
anılabilirlerdi: Devletlü mecâbetlü, devletlü
fehametlü... gibi.
45

1860’lı yıllarda Osmanlı Sarayının fotoğrafçısı olan Abdullah Biraderler’in hazırladığı bu


albümün aslı Genelkurmay ATAŞE Başkanlığı kütüphanesinde bulunmaktadır. Sultan Abdülaziz’in
portresinden sonrakiler tarafımızdan ilâve edilmiştir.

J.MURAD I.BAYEZİD
(1360-1389) (1389-1402)
46

I.MEHMED II.MURAD
(1413 -1421 ) (1421 - 1444 ve 1446 - 1451)

(1444 - 1446 ve 1451 - 1481) (1481 - 1512)


f^ıgpTTm ı^saîiüiB ıw «£eii 47

;• - S â
. ; 'fsi-r. •* .i
sraflaKsSKKeB»
-î .“ ' - .*U:-S£. J
ı O " ...■•:>v^*vTfjj

»1' !»;»•

I.SÜLEYMAN
(1520 -1566)

II.SELİM
(1566-1574)
I.AHMED
(1603-1617)

f.MUSTAFA
(1617-1618 ve 1622-1623)
İBRAHİM
(1623 - 1640) (1640-1648)

(1648 -1687) (1687 -1691)


50 PffDISfiH VE PfîDIŞfîHLI M ® » !

III.AHMED I.MAHMUD
(1703-1730) (1730 -1754)
flâaiaâSi wte^ sk im ssasgsD 51

i:‘-'1
i
/j

1
'vv,;^X".v^

X
1''
MBWBHHHMİr .:-
V»~
ı - -fer
i'î& Z k '

.1 .e


.- -='^3İ i- , _ *<.- ~ ■Ş1
*?|§g£, ■'.*■-/-^g§f
Hİ«laar iMl~J.. ; !Jİr| P B t a X S 3 y ^ 9 B B g /:
?- -L/ ‘Â 3 . i • •vy t
i P p 1^ :m m m m ^
m . ^ J lm 1k ^ m M

llİl§ISI3Sfe$ı-- -: •..-^•“■

'’-T-n-
S
■ Ş § !% ^ 0 ? * ■r.
ğgj
İII.MUSTAFA
(1754-1757) (1757-1774)

I.ABDÜLHAMİD III. SELİM


(1774-1789) (1789 -1807)
52
caasâna) 53

- - - - - c - --V______#s&3F'r-ı .1 .. * .. £» *• ■ : ______ • ■
V.MURAD ll.ABDÜLHAMİD
(1876) (1876-1909)

- L - t . İN____________________ * îf s a S r .fl I- «•
V.MEHMED VI.MEHMED
(1909-1918) (1918-1922)
OSMfiNU DEVLETİ NDE KfiRfi KUVVETLERİ

Türkler tarih boyunca dünyanın muhtelif böl­ rak aynı zamanda ordunun, T ü rk topluluklarında
gelerinde, özellikle Asya’nın çeşitli yörelerinde de­ aile ocağından sonra ikinci ocak olduğunu da gös­
ğişik isimlerle birçok devlet kurmuş ve dünyanın terir.
en güçlü ordularını meydana getirmişlerdir. Türk
Silâhlı Kuvvetlerinin temelini teşkil eden Türk kara Türkler Islâm dinini seçm elerini müteakip,
kuvvetleri ilk defa teşkilâtlı bir şekilde, Asya Hun kendilerinden önceki Türk devletlerinin askerî teş­
Imparatorluğu’rida, İmparator Mete tarafından kilâtı olan onlu sistemi devam ettirm ekle beraber,
(M.Ö. 209) kurulmuş olup, bu tarih Türk kara kuv­ yeni girdikleri Islâm toplum unun askerî değerlerin­
vetlerince de kuruluş tarihi olarak kabul edilmekte­ den de etkilenm işlerdir. Karahanlıların, başlangıç­
dir. ta Anadolu Selçuklularının ve Türkm en beylikleri­
nin orduları Türklerden kuruluydu. Nüfus yoğunlu­
Hunlarda ve diğer Orta Asya Türk devletleri­
ğunun fazla olduğu bölgelerde hüküm süren Gaz-
nin hemen hepsinde her Türk savaşçı durumunda
neli ordularında ise yerli unsurlar çoğunluktaydı.
bulunduğundan ve askerliğe özel bir meslek gö­
Gazneliler Islâm ülkelerine adam lar göndererek
züyle bakılmadığından devamlı ve askerlerden
asker toplatıyor ve seferlere kendiliklerinden katı-
kurulu ordular bulunuyordu. İlk defa Mete devrin­
lanlara m u tavvia (g ö nü llü ) d en iliyordu . Ayrıca
de, Türk tesirinde kalan yabancı ordularda da gö­
Gaznelilerin uyguladığı ve S elçuklulara da örnek
rülen onlu teşkilât tespit edilerek İmparatorluk 24
olan hassa ordusu m uhtelif teknik unsurlardan
komutanlık bölgesine ayrılmış ve her bölgede
devşirilip özel eğitim ve öğretim le yetiştirilirdi. Sel­
12.000 atlıdan oluşan bir ordu oluşturulmuştu. Sa­
çuklular bu askerî teşkilâtı kendi bünyelerine
vaş zamanında 10.000 atlı istenilen yere gönderi­
adapte ederek geliştirm işlerdir. 1040 yılında Dan-
lir, geri kalan 2000 atlı bölgenin güvenliği için ka­
danakan M eydan M u h a re b e si’nde Gaznelileri
lırdı.
yenerek istiklâline kavuşan, 26 Ağustos 1071 Ma­
Ordunun bu onlu sistem içerisinde, onbaşılar­ lazgirt Meydan M uharebesi’nde BizanslIları yene­
da tümen başlarına doğru emir-komuta zinciri içe­ rek Anadoluyu yeni bir T ü rk yurdu yapan Selçuklu
risinde birbirine bağlanması, siyasî kuruluşları ordusu M elikşah devrinde (1072-1092) dünyanın
sosyal bakımdan kabile kalıbından kurtarıp devlet en m untazam ve güçlü bir ordusu haline gelmiştir.
bütünü hâline getirerek devletin bütün gücünü ba­ Kısa bir süre içinde im paratorluk seviyesine ula­
rışta ve savaşta ortak gaye etrafında birleştiriyor­ şan B üyük S elçuklu Devleti federe devlet bünye­
du. Onlu sistem yalnız askerî değil sosyal gaye sine uygun düşecek tarzda çeşitli karakter ve
için de fevkalâde mühim iki fonksiyonu yerine ge­ fonksiyonları olan b ir ordu teşkil etmişlerdir.
tirmekteydi. Bu fonksiyonların ilki, devlet güçleri­
Selçuklu ordusu, G ulam an-ı Saray, Hassa
nin kabile soy vb. göz önüne alınmaksızın onlu
Ordusu, hanedan m ensupları ile devlet ricalinin ve
sisteme göre teşkilâtlandırılarak, merkezden ata­
diğer dirlik sahiplerinin kuvvetleri ve Türkmen bey­
nan komutanlar kanalıyla en üstte bulunan başko­
leri ve bağlı devletlerinin kuvvetlerinden meydana
mutana bağlanması sonucu herkesin birbirine yar­
geliyordu ve genel m evcut 700.000 civarında idi.
dımcı olduğu millet birliğinin meydana getirilmesi,
Miktarı 5 0.000 kadar olan ilk ordu örgütü ise barış­
diğeri ise bütün İdarî görev sahipleri aynı zaman­
ta kışlalarında ikam et eden ve eğitimle meşgul
da asker olduklarından, askerliğin ciddiyetinin sivil
olan sın ıfla r olduklarından kısm en muvazzaf ordu
ünitelere de yansıması ve devlet sisteminin disip­
niteliğini taşım aktaydı. S elçuklu ordusu 1071 Ma­
lin içerisinde çalışmasının sağlanmasıydı. Bu du­ lazgirt M eydan M uharebesi ile A nadolu’nun kapı­
rum, Türk devletlerinin askerî karakterini belirttiği larını T ü rkle re açan ordudur. Bu muharebe kendi­
gibi Türklere "ordu millet" denilmesini de açıklaya­
sinden so n ra m eydana gelen zincirlem e olaylara
birlikte mütalaa edilirse anlamı kutsallaşır. Büyük sında işleyen ve süvarileri hayvanlarıyla birlikte
Selçuklulardan sonra Anadolu Selçukluları ve Mı­ nakle yarayan at gemilerinde günde birer akçeyle
sır Türk Memlukları da mükemmel ordular meyda­ çalıştırılmaları ve 5-10 yıl sonra da yeniçeri olma­
na getirmişlerdir. ları kararlaştırıldı. Bahriye hizmetinde kullanılacak
1299 yılında kurulan Osmanlı Imparatorlu- bu esirlerden başka, diğer esirlerinde Anadolu’da
ğu’nun ilk yıllarındaki teşkilâtında Selçukluların, İl­ Türk çiftçilerinin yanına verilerek Türk âdet ve ge­
hanlIların ve Memlukların tesirleri görülür. Ancak leneklerini aldıktan sonra yeniçeri yapılmaları dü­
teşkilât zamanla ihtiyaç ve şartlara göre Osmanlı şünüldü ve ilk esirler bu Gelibolu Acemi Ocağına
bünyesine uygun bir hale getirilmiştir. alınmaya başlandı.
İlk Osmanlı hükümdarı I. Osman devrinde or­ Acemi Ocağına nefer temini iki yolla olurdu:
du, sırf atlı akıncılardan ibaretti. Bunlar savaşla Biri savaş esirlerinin beşte biri; diğeri ise Osmanlı
beraber davet olunur, savaştan sonra dağılırlardı. hududları içerisindeki Hıristiyan çocuklardan bazı­
Ancak sonraları gerek Bizans’a ve gerekse Ana­ larının devşirilmesi ile.
dolu’daki komşu Türk beyliklerine karşı devletin
emniyetini sağlayabilmek için daha esaslı bir si­
lâhlı kuvvete ihtiyaç duyulması üzerine I. Orhan
devrinde "yaya-müsellem" teşkilâtı meydana geti­
rildi. Böylece orduda piyade sınıfı da yer almış
oluyordu. Bir süre sonra girişilen fetihler, orduya
her an savaşa hazır bir düzen vermek lüzumunu
gösterdi. I. Murat devrinde alınan esirler ve devşir­
melerden bir kısmı küçük yaştan yetiştirilerek ba­
rış ve savaş zamanı daima harbe hazır, sürekli
eğitim gören disiplinli bir ordununun kurulmasına
başlandı. Kapıkulu Ocakları adıyla kurulmuş olan
bu ordu bir savaş hâlinde takviye etmek maksadı
ile ayrıca bir de ihtiyat ordusu meydana getirilmiş­
ti. Eyalet Askeri diye de adlandırılan bu teşkilât,
zamanla genişletilerek ordunun en büyük kısmını
teşkil etmişti.

!■Kapıkulu Ocakları
a. Acemi Ocağı
Merkezî Osmanlı kuvvetlerinin en seçkini
olan yeniçerilere geçmeden bu ocağa asker temin
eden Acemi Ocağından bahsetmek gerekmekte­
dir. Osman ve Orhan Gazi zamanlarının atlı aşiret
kuvvetleri ile yaya ve müsellemlerin, gittikçe ge­
nişlemekte olan Osmanlı Devleti’nin ihtiyacını kar­
şılayamadığı I. Murad zamanında daha açık bir
Şekilde ortaya çıkmıştı. Bu ihtiyacı karşılamak için
Çandarlı Kara Halil ve Molla Rüstem’in gayretle-
nyle ilk Acemi Ocağı Gelibolu’da kuruldu.
I- Murad zamanında harp esirlerinin elverişli
° an arı önceleri Lapseki, Çardak ve Gelibolu ara­ Acemi Oğlanı
b. Yeniçeri Ocağı kethüda yeri, muhzırbaşı, başçavuş, kul kethüda­
sı.
Edirne’nin zaptı ve devlet merkezinin burada
tesisi ile beraber Yeniçeri Ocağı 1362’de Edir­ Yeniçeri Ocağının büyük zabitlerinin genel sı­
ne’de kurulmaya başlandı. İlk zamanlarda bu oca­ ralaması yukarıdan aşağıya doğru şu şekilde idi:
ğa; pençik usulü ile alınan ve Türk çiftçisi yanında Yeniçeri ağası, sekbanbaşı, kul kethüdası, zağar-
kısa bir müddet terbiye edilen acemi oğlanları ve­ cıbaşı, saksoncubaşı, turnacıbaşı, hasekiler, baş­
rilirdi. Gelibolu Acemi Ocağı kurulduktan sonra çavuş, başdeveci, deveciler, başyayabaşı, muhzır
acemi oğlanları burada da terbiye edilmiş ve daha ağa, kethüda yeri, başbölükbaşı.
iyi yetişmiş bir halde Yeniçeri Ocağına gelirlerdi.
Bu silsilenin sırası zaman zaman değişmiş,
Ocağın ilk teşkilinde 1000 yeniçeri ile 10 orta meselâ turnacıbaşından sonra muhzır ağa, kethü­
teşkil edilmiştir. O zaman her orta 100 erden iba­ da yeri, bölükbaşı gelmiştir. Kul kethüdası bazan
retti. Fakat gün geçtikçe ihtiyaç artmış teşkilât ted­ doğrudan doğruya yeniçeri ağası da olmuştur.
ricen genişlemeye ve yeniçeri miktarı da çoğalma­ Kethüda yeri ile kul kethüdası arasındaki kuman­
ya devam etmiştir. danlara katarağaları denilirdi.
Yeniçeri Ocağı yayabaşı (cemaat) ortaları, III. Murad’a kadar yeniçerilerin topluca sava­
sekban ve, ağa bölükleri diye üç kısımdan oluş­ şa katılmaları padişahın bizzat sefere çıkmasına
maktaydı. bağlıydı. Fakat Kanuni’den sonra OsmanlI padi­
şahları savaşlara katılmadığından yeniçeriler bir
Yayabaşı ve cemaaat ortaları, bunlar ocağın
süre adeta işsiz kalmışlardır. Vezîriazam Koca Si­
ilk ortalarıdır. Kuruluşunda 10 orta olan yaya bö­
nan Paşanın sadaretinden itibaren bu merkezî
lükleri ocağın adedi arttıkça orantılı olarak çoğal­
kuvvetler sedar-ı ekremin idaresinde sefere çık­
mış ve 101'e kadar çıkmıştır.
maya başlamışlardır.
Sekban (Seymen) ocağı, bu ocak I. Murad
Yeniçeri sefer sırasında padişahın önünden
zamanından beri mevcuttu. İlk defa olarak Birinci
Kosova (1389) Meydan Muharebesi’ne iştirak et­ hareket ederlerdi. Bir yerde konaklandığı zaman
miştir. Çoğu yaya ve pek azı atlı olarak birkaç yüz çadırlarını otağ-ı hümayunun etrafında kurarlardı.
kişiden ibaret olan sekbanlar, tedricen teşkilât ve Savaş sırasında ise padişahın muhafazası solak­
miktar itibarıyla artırılmış, 1451 tarihine kadar Ye­ lara ve kapıkulu süvarilerine aitti. Çünkü yeniçeri­
niçeri Ocağından ayrı müstakil bir ocak hâlinde lerin hemen tamamı siperde bulunurdu. Kapıkulu
kalmıştı. Ocakları neferleri mutlaka Alay Köşkü’nün önün­
den törenle sefere çıkardı.
Ağa bölükleri, II. Bayezid’ın tahta geçişinden
sonra sekbanlarında itaasizliklere önayak olduğu Yeniçeri Ocağının İlgasını Gerektiren
görüldü ve yalnız devşirmelerden meydana gel­
Sebebler
mek üzere ağa bölükleri kurularak ocağa katıldı.
Bunlar 61 bölükten oluşmaktaydı ve doğruca yeni­ Kuruluşundan itibaren gittikçe mükemmelle­
çeri ağasına bağlıydılar. şen ve XVI. yüzyıl ortalarında en olgun noktaya
ulaşan Yeniçeri Ocağı nizamının bozulması, yine
Yeniçeri Ocağının Zabitleri
bu asrın sonlarında başlamıştır. Bunda birinci et­
Ocağın en eski bölükleri olan cemaat ortaları­ ken, ocağa kanun dışı kimselerin alınmasıydı.
nın büyük zabitleri aşağıdan yukarıya şöyleydi: ikinci etken ise Kanuni’den sonraki padişahların,
Yayabaşı, deveciler, başdeveci, hasekiler, başha- orduların başında seferlere çıkmamaları ve buna
seki, turnacı, saksoncu, zuğarcı, sekbanbaşı. bağlı olarak ocak üzerindeki kontrollerini kaybet­
meleriydi. Yeniçeri Ocağının bozulmasının İli. Mu­
Ağa bölüklerinin büyük zabitleri ise yine rütbe
rad zamanında başlamış olduğunda bütün tarihçi­
sırasıyla aşağıdan yukarıya şöyleydi: Büyükbaşı,
ler hemfikirdir. Zira bu devirde yeniçeriler artık
kışlalarında değil, evlerinde kalıyorlar ve başka
işlerle meşgul oluyorlardı. III. Murad zamanında
asker arasına kul kardeşi adıyla yabancılar girmiş;
devşirmeler de usulüne uygun toplanmaz olmuş,
sistem bozulmuştu. Zaman zaman Yeniçeri Ocağı
ıslah edilmeye çalışılmış fakat başarılı
olunamamıştı. III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III.
Selim'in gayretleri ve bunların sonuçları
malumdur. Yeniçerileri 15 Haziran 1826'da
çıkardıkları son isyandan sonra II. Mahmut ocağı
kapatmıştır.
c. Cebeci Ocağı
XV. yüzyılın ortalarından evvel tesis
edilmiştir. Cebeci Ocağı neferleri sefer sırasında
yeniçerilere ok, yay, vb. taarruz ve müdafaa
silâhlarını sağlar, bunları cepheye götürürler,
barış zamanında ise bakımını yaparlar ve
cebehaneden alırlar ve buraya teslim ederlerdi.

Bugünkü ordularda (ordu donatım=ordanat)


sınıfı ne işi görüyorsa, o zamanki Osmanlı
ordusunun cebecileri de aynı işi görüyorlardı.

Cebeciler, muharebede siperlerdeki yeniçeri­


lere, kalelere silâh ve cephane ulaştırmaya
mecbur idiler. Hükümet merkezindeki “cebehane”
denilen silâh deposundan başka hudutlarda ve
kalelerde de ayrıca silâh depoları ve oralarda da
muhafız cebecileri var idi. Muharebede,
buralardaki silâh ve malzeme de orduya celp ve
askere tevzî olunurdu ocağın neferleri de Cebeci Ocağı da lağvedilmiştir.
yeniçeriler gibi acemilerden temin edilirdi.
d. Topçu Ocağı
Bunların da aralarına sonradan kuioğulları
karışmış, nizamlarının bozulmasından sonra Kapıkulu Ocaklarının müstakil bir yaya
hariçten adam alınmıştır. sınıfıdır. Vazifesi top dökmek ve savaşlarda top
kullanmaktır. Topun OsmanlI Türklerinin tarihinde
Cebeciler de yeniçeriler gibi orta ve bölüklere büyük önemi vardır. İlk top I. Murad zamanında
ayrılmışlardır. 37 cemaat ortası ve 59 bölükten 1389 yılındaki Kosova Savaşı’nda kullanılmıştır.
oluşmaktaydılar. Fazla kalabalık olmamakla Ancak daha önceki düzenlerdeki top gibi
birlikte, 1000-3000 arasında değişen sayıları yeni­ mancınıkta kullanıldığı bilinmektedir. Bu durumda
çerilerle orantılı olarak azalıp çoğalmıştır. Padişah Topçu Ocağına da acemilerden nefer alındığına
veya vezîriazam sefere giderse, bunların tamamı göre bu sınıfın Yeniçeri Ocağından az sonra teşkil
gider; serasker sıfatıyla başka bir vezir ordunun edildiği anlaşılmaktadır. OsmanlIlarda topçuluk
başına geçerse sadece yeteri kadar cebeci özellikle Fatih Sultan Mehmet zamanında gelişmiş
gönderilirdi. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı ile birlikte
ve bu dönemde ilk defa havan topları cıları Ocağının kuruluş tarihi belli değildir. Ancak
kullanılmıştır. vazifesi, Topçu Ocağına mahsus büyük topların
naklini sağlamak olduğuna göre XV. yüzyılın ikinci
Topçu Ocağına nefer alımı, topçubaşının Di-
yarısında kurulmuş olması gerekmektedir. Zira
van-ı Hümayuna arzı üzerine yapılırdı. XVI. yüz­
Fatih büyük toplarını Edirne’den İstanbul’a araba­
yılda topçuların da evlenmelerine izin verilince
larla taşımıştır. Ancak teşkilâtlı bir arabacılar oca­
topçu oğullarınında babalarının yerine kaydedil­
ğının varlığı kesin değildir. Eğer olsa idi, Fatih’in
meleri usul hâline geldi. Hizmeti beğenilen topçu­
teşkilât kanunnamesinde topçubaşı, cebecibaşı
lar ya ocak içinde terfi ederler veya tımara çıkar-
gibi arabacıbaşından da bahsedilirdi.
Top Arabacıları Ocağına da Acemi O cağın­
dan nefer alınırdı. Arabacılar topçularla birlikte se­
fere giderler ve sahra toplarını nakleden araba ve
bunları çeken hayvanlara nezaret ederlerdi.
e. Humbaracı Ocağı
Humbaracılar, savaş sırasında humbara denilen
demirden veya tunçtan dökülmüş içi patlayıcı madde
ile dolu toplarla veya elle atılan bir silâhı kullanmakla
görevliydiler. Cebeci ve Topçu Ocağına bağlı olmak­
la birlikte kale muhafazasında görevli tımarlı humba-
racılarda vardı. Ocak, Fransız asıllı olup, ihtida ettik­
ten sonra Ahmed adını alan Comte de Bonneval ta­
rafından I. Mahmud zamanında ıslah edilmiştir. Bu

Topçubaşı

lardı. Topçular, dökümcü ve kullananlar olarak iki


kısma ayrılmışlardı.
Top Arabacıları Ocağı
Yaya Kapıkülu Ocaklarından olan Top Araba­
Humbaracı O cağına m ensup bir a sker
garipler ve sol garipler bölükleriyle kuruluş ta­
mamlandı. Kapıkulu Süvarileride yeniçeriler gibi
padişahın atlı askerleriydi. Derece bakımndan ye­
niçerilerden üstün olmakla beraber, devlet üstün­
deki nüfuzları ve savaşlardaki rolleri bakımından
yeniçeriler onlardan üstün durumdaydılar. Yeniçe­
riler Acemi Ocağından gelirdi, süvariler ise yeni­
çeriler, topçular, cebeciler ve saraylarda hizmet
görenlerin başarı gösterenleri ve terfiye hak kaza­
nanların arasından seçilirdi.

Sipahi Bölüğü
Fatih Sultan Mehmet zamanında kuruldu. Ta­
şıdığı bayrağın renginden dolayı bölüğe, "Kırmızı
Bayrak" da denirdi. Bu bölük mensupları barış za­
manı cizye, koyun vergisi, mukataa vb. vergileri
toplardı. Savaşta başlıca görevleri padişahın çadı­
rını korumak, ordunun geçeceği yollarda sancak
tepesi denilen tepeler yaparak yol göstermek, si­
perler hazırlamaktı. Sipahiler 20’şer, 30’ar kişilik
300 bölüğe ayrılmıştı.
Silâhdar Bölüğü
Humbaracılar
Taşıdığı bayraktan dolayı "Sarı Bayrak" da
zat OsmanlI kaynaklarında Humbaracıbaşı Ahmet denilen bu bölük süvari ocaklarının en eskisidir. İlk
Paşa olarak anılır. efradını harem-i hümayundan çıkan iç oğlanları
f. Lağımcı Ocağı oluşturmuştu. Savaşa giderken ordunun geçeceği
yolları silâhdarlar açar, köprüleri onlar tamir ettirir­
Lağımcılar, ulufeli ve dirlikli olmak üzere iki sı­
lerdi. Bu işler için yöre halkı istihdam edilirdi. Si­
nıflı yaya Kapıkulu Ocağı idiler. Maaşlı lağımcılar
lâhdar 250 bölüğe ayrılmıştır.
cebecibaşının kumandasında bulunurlardı. XVII.
yüzyıl sonlarında on yedi cemaat halindeydiler. Sağ ve Sol Ulufeciler
Lağımcıların vazifesi, kuşatılan kaleleri yer altın­
Orta bölüklerde denilen bu iki bölükden ulûfe-
dan açtıkları lağımlara yerleştirdikleri patlayıcı
ciyân-ı yemîn yani sağ ulufeciler, taşıdığı bayrağa
maddelerle yıkmaktı. İstanbul’un fethi sırasında
izafeten Yeşil Bayrak adıylada anılırlardı. Bu bö­
Bizans surlarının altına doğru çok sayıda lağımlar
lük 120 sol ulufeciler ise 100 küçük bölüğe ayrıl­
kazıldığı bilinmektedir. XVIII. yüzyılda mevcudu
mıştı. Ulûfeciyan-ı Yesâr’ın bayrağı sarılı beyaz-
200’e düşen ocak, III. Selim zamanında modern­
lıydı. Savaşta hâzineyi ve padişah sancağını bek­
leştirilmeye çalışılmıştır. Ocak, lağım bağlamak
lerlerdi.
ve köprü, kale vb. yıkmak gibi işleri yapan iki ana
sınıfı ayrılmıştır. Sağ ve Sol Garipler
g. Kapıkulu Süvarileri Aşağı bölükler denilen bu grubun neferleri de
Kapıkulu Süvari Ocağının temeli I. Murad za­ saray efradından temin edilirdi. Sefer sırasında
manında sipahi ve silâhtar bölüklerinin kurulma­ otağ-ı hümayunu onlar korurlardı. Fakat asıl gö­
sıyla atıldı. Sonra sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ revleri Sancak-ı Şerîf’in ve öteki sancakların mu-
60 * ■ ' : ıM s 3

hafazasıydı. Her iki grubun bölüğü 100’er kişilik askerlerinin zararı merkezde, tımarlı sip a h ile rin k i
200 küçük bölüğe ayrılmıştı. ise taşrada olmuştur. Kara kuvvetlerinin ç o ğ u n lu ­
ğunu teşkil eden tımarlı sipahilerin bozulm ası, y e ­
II. Eyalet Askerleri
nilgilerin başlıca sebebini teşkil etmiştir.
OsmanlI ordusunun büyük çoğunluğunu Eya­
Osmanlı ordusunda tımarlı sipahilerden b a ş ­
let Askerleri oluştururdu. Bunların da en önemli
ka yine eyalet askeri statüsünde öncü, seri h iz m e t
kısmı tımarlı sipahi veya topraklı süvari denilen
ve kale kuvveti gibi çeşitli birlikler de b ulunurdu.
askerlerdi. Öteki taşra kuvvetlerinden öncü ve ge­
ri hizmetlerde kullanılan akıncı, azab, gönüllü, de­ Askerî Teşkilâtın Bozulması ve Islah
li, yaya ve müsellem gibi yardımcı birlikler de eya­ Çalışmaları
let askeri statüsündeydi.
Osmanlı merkez askerî teşkilâtı XVI. yü z y ılın
Tımarlı Sipahiler, Osmanlı kara kuvvetlerinin ikinci yarısında bozulmaya başladı. Bunun b a ş lıc a
en büyük kısmını bu topraklı süvariler teşkil eder­ sebebi devşirme kanununa uyulm ayarak g e liş ig ü ­
di. Daha önceki Islâm ve Türk-lslâm devletlerinde zel kişilerin Kapıkulu Ocaklarına alınm asıdır. M e r­
"ikta" şeklinde görülen tımar sisteminin en çok ge­ kezdeki, bozulmaya paralel olarak taşradaki E ya le t
liştiren OsmanlIlar olmuştu. Bir yerin dirlik olarak Askerlerininde bozulması yine XVI. yüzyılın s o n la ­
bir kimseye verilmesi karşılığında ondan hizmet rına doğru başlamıştır. Tımarlı sihapilerin b a şlıca
beklenirdi. Dirlikler özellikle savaşlarda başarılı bozulma nedeni de yürürlükte olan kanunlara
hizmetlerde bulunmuş olanlara verilirdi. Dirlik de­ uyulmayarak aralarına yabancı karışm asıdır.
recelerine göre, has, zeamet, tımar olarak adlan­
Merkez ve Eyalet Askerlerinin ıslahı için XVIİI.
dırılmıştı.
yüzyıl ortalarına kadar ciddî tedbirler alınm am ıştır.
Her 1000 sipahi bir alay beyi komutasında ve XVIII. yüzyılda Avrupa devletlerinin askerî ü stü n ­
3-4 subay idaresinde bir birlik teşkil ederdi. Hükü­ lükleri kabul edilmiş ve ıslahat girişim leri için ciddî
met sefere çıkmadan önce merkezden beylerbeyi adımlar atılmıştır. I. Mahmut zam anında (1730-
ve sancak beylerine seferin nereye olduğu ordu­ 1754) Fransız asıllı Comte de Bonneval O sm anlı
nun nerede toplanacağını bildirirdi. Onlar da emir­ hizmetine girmiş ve Humbaracı O cağının ıslahı ile
lerindeki tımarlı sipahileri durumdan haberdar görevlendirilmişti. III. Mustafa (1757-1774) zam a­
ederlerdi. Böylece her eyaletin kuvveti beylerbeyi­ nında Fransa’dan getirilen Baron de T o tt Topçu
nin kumandası altında toplanırdı. Tımarlı sipahiler Ocağını ıslah etmekle görevlendirilm işti. 1773 yı­
emirlerindeki cebelülerin onda birini tımar mahal­ lında Mühendishâne-i Bahri-i Hüm âyûn a dıyla de­
linde bırakırlar, böylece ziraî işlerin aksamaması niz subayları yetiştiren bir okul açılm asını sağladı.
sağlanırdı.
Sefer zamanlarında bile maaş ve tayinat ve­ Nizam-ı Cedid
rilmeyen sipahilerin ihtiyaçları, kendilerine ait olan Babası III. Mustafa gibi ıslahatçı b ir padişah
tımar gelirlerinden karşılanırdı. olan III. Selim’in Osmanlı tarihinde ciddî ıslahat te­
şebbüsünde bulunan ilk hüküm dar olduğu söyle­
Suç işleyen tımarlı sipahilerin cezalan suçun
nebilir. Daha şehzadeliği sırasında A vrupa devlet­
büyüklüğüne göre değişirdi. Bir sipahiye verilebi­
lerinin teşkilâtıyla ilgilenen İli. Selim Rusya ile Yaş
lecek en büyük ceza tasarruf ettiği tımarın elinden Antlaşması’nın im zalanm asından sonra, önce
alınmasıydı. Sebepsiz yere sefere katılmayan si­ devlet adamlarından yapılm ası gereken ıslahat
pahilere bu ceza verilirdi. hakkında lâyihalar istedi. Sunulan raporların çoğu,
Sipahilikte başta Kapıkulu Ocakları olmak ıslahatın askerî alanda o lm a sın d a birleşiyordu.
üzere diğer müesseseler gibi XVI. yüzyıl sonların­ Bu lâyihaların ışığında h areke te geçen III. Selim
önce yeni bir ordu kurdu. N e fe rle rin i bostancı
dan itibaren bozulmaya başlanmıştır. Kapıkulu
ocağından alınan yeni askerî teşkilâtın adı Nizam-ı linmeyen, işsiz kimselerin de bu camiaya sokul­
Cedid ordusuydu. Modern anlayışa uygun olarak maması uygun görüldü. Prensip olarak Asâkir-i
alay, tabur ve bölüklere ayrılan yeni ordu için yeni Mansûre’ye 15 ilâ 30 yaş arası bulunan kimselerin
kışlalar yapıldı ve'Nizam-ı Cedid neferlerine Avru­ alınmasına karar verildi.
pai eğitim sistemi uygulandı. Giderler için de irâd-ı
Yeni ordunun seraskerlikten sonra gelen en
Cedid adıyla yeni bir hazine teşkil edildi. Kısa za­
yetkili makamı Asâkir-i Mansûre Nezâreti idi. Ne­
manda mevcudu-12.000 kişiye ulaşan Nizam-ı
zaret teşkilâtın maaş vb. teknik işlerinden sorum­
Cedid ordusunun taşrada da kurulmasına başlan­
luydu. Ayrıca Mansûre askerlerini eğitmek için dı­
dı. III. Selim zamanında Topçu Ocağının da ısla­
şarıdan uzmanlar getirtildi. Terfilerin kıdeme değil
hına çalışıldı. Fransa’dan top uzmanları getirildi.
çalışkanlığa ve başarıya göre olması esasa bağ­
Öteki Kapıkulu Ocaklarının yanında tımar sistemi
landı. Maaşlar aydan aya ödenecekti. Yeni ordu­
yeniden ele alınarak topraklı süvarilerin de ıslahı­
nun masrafları için Mansûre Hâzinesi adıyla eni
na gayret sarfedildi. Mühendishane-i Berrî-i Hü­
bir müessese kuruldu. Yeni gelir kaynakları bulun­
mâyûn adıyla bir kara, mühendishanesi açıldı. An­
du. Böylece devlet hâzinesine yük olmaktan kaçı­
cak bütün bu faaliyetler iç ve dış tahrikler sonucu
nıldı. Yeni orduya yeni üniforma giydirildi. Zaman­
1808’de Kabakçı Mustafa önderliğinde çıkan
la yapılan değişikliklerle Asâkir-i Mansûre gitikçe
ayaklanma ile sona erdi. Nizam-ı Cedid ordusu
modernleştirildi. 1828-1829 Osmanlı-Rus sava­
kaldırıldı. Bir süre sonra da III. Selim isyancılar ta­
şından sonra sayıları attırıldı. Üç taburdan bir
rafından öldürüldü.
alay; iki alaydan da bir liva teşkil edildi. 1831 'de İs­
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye tanbul’un Avrupa yakasındakilere hassa, Üskü-
dar’dakilere mansûre denildi. Zorunlu hizmet 12
Osmanlı Türklerinin tarihinde 500 yıla yakın
yılla sınırlandırıldı. Emekli olanlara maaş bağlan­
bir süre önemli bir mevkiye sahip olmuş olan Ye­
dı. Ertesi yıl müşirlik rütbesi ihdas edildi ve askeri
niçeri Ocağını kaldırmak için II. Mahmut uzunca
silsile yukarıdan aşağıya şu şekilde oldu; müşir,
bir süre bekledi. Ancak bu bekleyiş sırasında bir
ferik, mirliva, miralay, kaymakam, binbaşı, sağ ko­
yandan ocağı içeriden ele geçirmek için önemli
lağası, sol kolağası, yüzbaşı, mülâzım, başçavuş,
mevkilere hep kendi fikrindeki adamları getirdi. Ni­
çavuş, bölük emini, onbaşı, nefer.
hayet 1826 yılında Yeniçeri Ocağını lağvetti; Asâ­
kir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla yeni bir or­ Ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere
du kurdu. Bu ordunun en büyük zabiti seraskerdi. 1834 yılında Harbiye mektebi kuruldu, ayrıca Av-
Teşkilâtın komutanlığına Ağa Hüseyin Paşa geti­ rupaya öğrenci gönderildi. Aynı yıl içinde redif adı
rildi. Ağa kapısının adı Seraskerlik Dairesi oldu. altında yedek birlikler kuruldu. Yeni ordunun adı
Bugünki İstanbul Üniversitesinin olduğu yere Sul­ Asâkir-i Nizamiyye’ye çevrildi. Tanzimat Fer-
tan Abdülaziz zamanında Bâb-ı Seraskeri inşa et­ manı’nın ilânından sonra seraskerlik makamının
tirildi. önemi daha çok arttı. Sadrazamlıktan sonra ikinci
sıraya aldı. Hatta Sultan Abdülaziz zamanında
Yeni ordunun ilk mevcudu 12.000 kişiydi. Her
bazan sadaretle birleşti. 1843’te muvazzaflık
biri 1500’er kişilik 8 birliğe ayrıldı. Her birliğe "ter­
süresi 5, rediflik yani ihtiyattık süresi de 7 yıla in­
tip" adı verildi. Tertiplerden her biri bir binbaşı ko­
dirildi. Aynı yıl içinde Osmanlı Ordusu Hassa, Der
mutasına verildi. Ayrıca tertiplerde kolağaları, ara-
saadet (İstanbul), Rumeli, Anadolu ve Arabistan
bacıbaşı, topçubaşı, cephanebaşı, mehterbaşı,
adları altında 5’e ayrıldı. 1847’de askere almada
tabip, cerrah, imamlar vs. bulunuyordu. Böylece
kura usulu benimsendi. 1879’da seraskerliğin
bir tertipin mevcudu 530 kişiye yaklaşıyordu.
yerine Harbiye Nezareti kurulduysa da 1884’te
Asâkir-i Mansûre’nin Yeniçeri Ocağına naza­ seraskerlik yeniden teşkil edildi. 1908’de ise
ran önemli bir farkı vardı. Gayrimüslim iken Müs­ seraskerliğin yerini kesin olarak Harbiye Nezareti
lüman olmuş kimselerin bu teşkilâta sokulmaması aldı. Bu arada Kapıkulu süvarileri lağvedilerek
acarlaştırıldı. Yani eski devşirme usulu tamamen çıkartılan kararnameye göre İstanbul’da ve
kaldırıldı. Bundan başka belirsiz, kim oldukları bi­ taşrada yeni süvari alayları kuruldu.
62 OSMfîNLIDfî MEHTER

OSMfîNLIDfi MEHTER

Tarihte birçok kavim, askerî hareketlerin des­ Türkmen hakanının nöbet vuruluşlarından bahse­
teklenmesinde müzikten yararlanmıştır. Ordu mil­ derek, gerek sancak gerek çalgı takımlarına tuğ
let, ordu devlet anlayışında köklü bir millet olan denildiğini belirtmiş, çalgı adlarını ayrı ayrı mad­
Türkler ise, diğer dünya milletlerininkinden anlam, delerde açıklamıştır.
önem, müzik ve icra yönlerinden ayrılan bir musi­ Belgelere göre Türklerin Orta Asya’daki tuğ
ki geleneği kurmuş ve geliştirerek yaşatmışlardır. takımında yer alan çalgılar şunlardır: Yurağ (cura,
Eski Türklerde "tuğ" adıyla anılan devlet mehteri­ zurna), sıbızgı (sipsili nefir, boru), Hun borusu
nin bayrak ve davul birliği; davulun başlangıçtan (şahnay), burguy (boru), küvrüğ (kös), tümrük (da­
beri Türk toplumunu bir araya getiren bir ses ve vul) çeng (zil).
işaret, bayrak ve davulun da bağımsızlık ve yetki
belgesi oluşu, bu geleneğin özgünlüğünü gösterir. Kaşgarlı Mahmut tuğ nöbetlerinden söz eder­
ken Türkmen kağanlarının tuğ takımlarının doku­
Eski Türklerde savaştan ve büyük törenler­ zar çalgıdan oluştuğunu şöyle belirtir: "Her ne ka­
den önce, ilk olarak hanlık otağı kurulur sonra tuğ­
dar vilâyeti çok, payesi yüksek olursa olsun tuğ
lar dikilir ve davullar vurulmaya başlanırdı. "Tuğ
dokuzdan artık olamaz. Çünkü dokuzla uğurlanır­
vuruldu" deyimi hanlık davullarının vurulduğu an­
lamına geliyordu. Tuğ geleneği, yetki alâmeti ola­ lar.” Orta Asya’nın dokuz tuğlu bu musiki gelene­
rak devlet, teşkilâtında orduda görev ve makam ği Karahanlılar, Büyük Selçuklular, Anadolu Sel­
sahiplerine de uygulanıyordu. çukluları, İlhanlIlar ve Memlûklerde slTreğelmişT
OsmanlI Mehterhanesinde de yaşatılmış; Osman­
Eldeki-belgelere göre Türklerde mehterin tari­
lI tabılhaneleri de kuruluşlarının yönetim genişliği
hi, M.Ö. IV. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bu tarih­
bakımından Avrupa’yı etkilemiştir.
ten önceki belgeler, dolaylı yollardan gelmektedir.
M.Ö. II. yüzyılda Kuça, Balasagun gibi Türk yerle­ Türk hükümdarlarının saltanat alâmeti olarak
şim merkezlerine gönderilen bir Çin generalinin davul ve sancak kullanmaları geleneği İslâm âle­
yurduna dönüşünde bir tuğ takımını da getirdiği ve mine de yayılmış, tercümecilik faaliyetleri içerisin­
bu çalgılarla Çin sarayında bir müzik takımı kurdu­ de Türkçe çalgı adları Arapça ve Farsça sözcük­
rup Türk havaları çaldırdığı, bu takımdaki çalgıla­ lerle değişmiş, tuğ adı tabılhane ve nevbete çev­
rın Hou (Hun)lara ait olduğu Çin kronikçileri tara­ rilmiş ancak temel gelenek değişmemiştir: Hü­
fından günlük saray kayıtlarına geçirilmiştir. Gö­ kümdar bir kişiye beylik vereceği zaman öteki sal­
türdüğü sazlardan birinin "Hou kya" adlı, ileriden tanat alâmetleriyle birlikte davul ve sancak verirdi.
boynu dönük, perde delikleri ve sesiyle ünlü, fer- Beylik geri alınırken de bunlar geri alınırdı. Çünkü
henklerde “nây-ı Türkî" diye adlandırılan saz oldu­ bunlar devlet malıydı ve hükümdar tarafından ve­
ğu yine aynı kayıtlardan anlaşılmaktadır. rilmedikçe kullanılamazdı. Mehterhane istiklâl ve
hâkimiyet, şeref ve rütbe alâmeti olduğu gibi top­
VIII. yüzyılda yazılan Orhon Yazıtları’nda
lum üzerinde manevî ve dinî etkisi olan devlet oto­
(730-735) ve Şine-Usu Yazıtı’nda köbürge ve tuğ
ritesini ve sesini halka duyuran bir teşkilâttı.
çalgılarının adı geçer. Orhon Yazıtları’nda Türk
hakanının kazandığı zaferleri "köbürge" adlı davul Askerî musikinin Selçuklularda teşkilâtlandığı
ile kutladığı belirtilmektedir. Yine Orhon Yazıtları ve geliştiği görülür. Bu teşkilât ve gelenek Osman­
ve Farabî, Harezmî gibi Türkistanlı bilginlerin ya­ lIlarda daha da gelişmiştir. OsmanlI Mehterhanesi
zıları, Farsça ferhenkler ile Çin kroniklerine göre şu bakımlardan önemlidir:
tabılhane ve sancağın en eski adı tuğdur. Kaşgar-
a Kuruluşu eski tabılhanelere oranla gelişmiş,
lı Mahmut da Divan-ü Lügat-it-Türk’te Balasagun
ssaataa
OSMANLIDA MEHTER 63

Sultan III. Ahmet zamanının mehter takımını gösteren minyatür


64 OSMfiNLIDfi MEHTER

icra kabiliyeti incelmiş ve artmıştır. diğinde bu mehter o kişiyi kutlamak, haber vermek
• Askerî disiplin altında binlerce müzisyen ye­ için evine gider, üç nevbet fasıl ederdi. Kanunu
tiştirmiş, meslektaşlık ve el birliği ruhu doğmasını Osmanî ile korunmuşlardır.
sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmet devrinde mehtere veri­
o Devlet kapısına bağlı tek yaygın musiki oca­ len önem, ondan sonraki padişahlar tarafından da
ğı olmuştur. devam ettirilmiştir. İmparatorluğun genişlemesiyle
o Avrupa müzikalarına uzun süre örnek ol­ ülkenin çeşitli yerlerinde mehterhaneler kurulmuş,
muştur. geliştirilmiştir. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in ka­
nun ve nizamlarının dışına da pek çıkılmamıştır.
Selçuklu sultanının 1300’ün ilk günlerinde
Osman Beye bağımsızlık fermanıyla birlikte tuğ, Yavuz Sultan Selim’den sonra Tabl-u Alem
davul, nakkare, berat, bayrak, zil, boru gönderme­ Mehteranı diye adlandırılan mehterhane, Kanunî
si, OsmanlIda mehterhanenin kuruluşuna başlan­ Sultan Süleyman devrinde Alem Mehterleri ya da
gıç olduğu gibi bu tarih istiklâl tarihi sayılmış ve Cemaat-ı Mehteran-ı Alem diye adlandırılmış, ku­
saltanatın düşüşüne kadar kutlanmıştır. Osman ruluş ve kanunlarında yenilikler yapılmış ve sayı­
Bey kendisine gönderilenleri törenle karşılamış, ları çoğaltılmıştır.
nevbeti ayakta dinlemiştir. II. Mehmet devrine ka­
Mehter havalarına da en eski olarak XVI. yüz­
dar da mehterhane çalarken ayağa kalkılarak din­
yılda rastlanmaktadır. Bu yüzyılda Nefirî Behram
lenmesi geleneği devam etmiştir. Ağa ile Emirî Hac mehter havaları bestelemişler­
Mehterhane konusunda Fatih Sultan Mehmet dir. Mehter musikisi için XVII. yüzyıl, diğer musiki
çağına kadar aydınlatıcı bilgi yoktur. Yalnız yapı­ türleriyle birlikte önemli ve güzel gelişmelerin ya-
lan savaşlar nedeniyle mehterden söz edilmekte­ şandığı bir devir olmuş, Zurnazenbaşı İbrahim
dir. Fatih Sultan Mehmet’le gelişmeye başlayan Ağa, Zurnazen Dağî Edirneli Ahmet Çelebi, Edir­
imparatorluğun, her kurumu gibi mehter teşkilâtın­ neli Mehter Ahmet gibi mehter havaları bestele­
da da gelişmeler olmuştur. II. Murat çağında de­ yen mehterler yetişmiştir. XVIII. yüzyılda ise, bes­
vam eden musiki çalışmalarına paralel olarak ün­ tekâr mehter olarak Mehterbaşı adlı bir kişi görül­
lü musiki bilgini Meragalı Abdülkadir’in oğlu Abdü- mektedir.
laziz’i İstanbul’a davet ederek, orada kalmasını XVII. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’da meh-
sağlayan Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayı ile terbaşıya bağlı birçok ocak vardı. Yedi Kule’de
etrafındaki suru yaptırdığı zaman Demirkapı’da bir kırk kişilik bir mehterhane bulunuyordu. Ayrıca
de nevbethane (Nevbethaneler mehterleri barın­ Eyüp,. Kasımpaşa, Galata, Tophane, Rumelihisa­
dıran ve nevbet kuleleriyle nevbet çalınan özel bö­ rı, Beykoz, Beşiktaş, Üsküdar, Rumelikavağı,
lümleri barındıran kuruluşlardır.) yaptırmıştır. III. Anadolukavağı, Yeniköy ve Kız Kulesi’nde de
Selim devrine kadar devamlı kullanılan bu nevbet- mehterler bulunuyordu. Bu ocaklar Fatih kanunu
hanede ve şehrin diğer yerlerindeki nevbet yerle­ ile kurulmuşlardır.
rinde yatsı ve seher vakitlerinde nevbet vurulması XVIII. yüzyılda mehter takımı Mehteran-ı
Fatih kanunudur. Tabl-ı Alemi Hassa adını taşımaktadır. Mehter bu
Evliya Çelebi’ye göre buradaki takımın adı yüzyılda sanat anlayışlarının kaynaştığı, üslûpla­
rın inceldiği ve icranın olgunlaştığı bir musiki kuru­
Çalıcı Mehterleri, sayıları üç yüzdür. Bunlar her
mu hâline gelmiştir.
yatsı vaktinde üç fasıl "cenk-i harbî" çalıp, padişa­
ha dua ederler, seher vakitlerinde de divan erkâ­ Kendisi de bestekâr olan İH. Selim de mehter­
nını ve civar halkını namaza kaldırmak için yine üç haneyle yakından ilgilenmiş, İstanbul’daki Galata
kere “fasl-ı lâ tif geçerlerdi. Divan erkânından ya ve öteki nevbethanelere kösü ilk defa o
da devlet büyüklerinden birine bir memuriyet veril­ koydurmuştur. Nizam-ı Cediti kurarken yedi kişilik
yeni bir mehter takımı da eklemiştir.
li. Mahmut 1826’da Yeniçeri Ocağıyla birlikte riyle sürdürülmüş 1952’de tamamlanarak tarihî bir
mehter teşkilâtını da kaldırmış yerine batılı mana­ sembol olarak Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde
da askerî mızıkayı (Mızıkayı Hümayun) kurmuş­ yerini almıştır.
tur. Mehterhanenin tekrar kurulması için teknik ça­
1952’de 3 katlı olarak kurulan bu takım, daha
lışmalar 1911’de Celal Esat Arseven ile Ahmet
sonra 6 katlı, 1968 yılında da 9 katlı mehter takı­
Muhtar Paşa tarafından başlatılmış ve yapılmış,
mı hâline getirilmiştir.
1914’te Mehterhane-i Hakanî adı ile bu kuruluş ta­
mamlanmıştır. Mehterhane 1917’de Başkuman­ OsmanlI Devleti’nin daimî ordusu Yeniçeri
dan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşanın emriy­ Ocağının bir parçası dolayısıyla sanatçıları da as­
le orduya tamim edilmiştir. Ancak OsmanlI Devle- ker olan mehter teşkilâtının yeniçeri teşkilâtından
ti’nde mehterhaneyi yeniden diriltme çabaları, Bi­ ayrı olarak diğer ordu kuruluşlarında da belirli kad­
rinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkılmasıyla rolara göre yer aldıkları bilinmektedir.
sonuçsuz kalmıştır.
Padişaha özel olanına Mehterhane-i Hüma­
Mehterhane konusu bundan sonra İstiklâl Sa­ yun ya da Mehterhane-i Hakanî, devletin resmî
vaşı yıllarında bazı yerel girişimlerle ele alınmış, mehter takımına Âl-i Osman Mehterhanesi, Tabl-ı
1940’lı yılllarda Haşan Tahsin Parsadan’ın gayret­ Osmanî, Tabl-ı Âl-i Osmanî adları verilmiştir.
leriyle çalışmalar yeniden canlandırmıştır. 1949 Padişah otağını (otağ-ı hümayun) ve çadırla­
yılında çalışmalar iyice hızlanmış, mehterin kuru­ rını kuranlarla koruyanlara Mehterhane-i Hayme
luş hazırlıkları Genelkurmay Başkanlığının emirle­ adı verilir, bunlar ağa odası, kethüda odası, bölük

Mehter takımı
OSMfiNLIDfî MEHTER

başı odası ve çadır mehterleri odası- adıyla dört sahip olma hakkı kanunnamelerle tespit edilmiştir.
bölük hâlinde örgütlenirlerdi. Bu kişiler kendi kuruluşları içinde rütbelerine göre
Bir de İstanbul’da devletin resmî mehterhane­ katları olan, name ve emirnamelerle sınırlı meh­
lerinin dışında düğünlerde, derneklerde, şenlikler­ terhaneler kurmuşlar ve hükümdar adına nevbet
de mehter sazları çalarak musiki fasılları icra vurdurmuşlardır.
eden, halkı eğlendiren musiki esnafı vardı. Bunla­
Mehterhane belirli zamanlarla, (sabah, ikindi,
ra mehter esnafı denirdi. Ücret ya da bahşiş kar­
şılığında gösteri yapan mehter esnafı, mehterba- akşam) belirli yerlerde (saraylar, kaleler, meydan­
şıya dolayısıyla da Tabl-ı Alem Mehterleri teşkilâ­ lar) nevbet vururdu. Mehterhane-i Hümayunda
tına bağlıydı. Bunlar da diğer mehter takımları gi­ 200 kaçlar asker vardı. İkindi vakti saray-ı hüma­
bi Fatih kanununa bağlı olarak yatsıdan sonra ve yun (padişah hangi sarayda ise) sefer-i hümayun
sabah namazından önce üçer defa fasıl geçerler­ sırasında otağ-ı hümayun önünde çalardı.
di ve savaşa katılırlardı. Böylece savaş zamanın­
Mehter, ordu seferdeyken duraklarda ikindile­
da çalıcı mehterlerin sayısı çoğalırdı. Bunlara pa­
ri otağın önünde ve saltanat sancaklarının altında
dişah tarafından ulûfe verilmezdi.
ikindi divanı toplanıp, ikindi ezanı okunduktan
Mehterhaneler askerî ve İdarî mekanizmayı sonra nevbet vurur ve askerin yorgunluğunu
yürüten kişilere de tahsis olunmuş, mehterhaneye giderirdi. Nevbet çalınırken çavuşlar bir tarafta ka-

Nevbetten önce mehter takmıı


Davullar nevbette
pıcılar bir tarafta saf tutar ve nevbet sona erince divanlarında ve elçi kabullerinde mehter çalınırdı.
dua edilir, takım efradı sağı ve solu selâmlayarak Sarayda arife günlerinde alay meydanında divan­
çekilirdi. Savaşta ise mehterhanenin top, tüfek, kı­ hane üzerindeki Adi Köşkü karşısında ikindi eza­
lıç kadar etkili olduğu görülmektedir. Savaş başlar nından sonra nevbet vurulurdu. Nevbet sona erdi­
başlamaz, özellikle hassa ordunun düşmana yak­ ğinde Divan-ı Hümayun çavuşlarından birisi dua
laşması ile savaş havaları çalınır, askerler cesa- eder ve törene son verilirdi.
retlendirilirlerdi. Savaş alanında gece karanlığın­
IV. Murat’ın son yıllarında saltanat mehterha­
da bile ordugâhı muhafaza eden erlerin uyuma­
ması için devamlı çalan mehterhane ordunun git­ nesinin mevcudu 300 sazendeye çıkmıştır. Çeşitli
tiği her yere de gitmiştir. askerî birliklerde, imparatorluk kalelerinde, ocak­
larda (askerî sınıfların merkezlerinde), padişahı
Ayrıca törenlerde, sefer yürüyüşlerinde, sa­
eyaletlerde temsil eden beylerbeyi saraylarında,
vaş sırasında savaş alanında padişaha yakın bir
vilâyetlerde sancak beyi konaklarında da mehter
yerde mehter çalınması da kanundu. Bundan baş­
takımları bulunurdu. Bu mehterhaneler de baş­
ka bayram günleri ve gecelerinde, padişah cülus­
larında,kılıç alaylarında, düğünlerde, doğumlarda, kentte olduğu gibi belirli zamanlarda nevbet vurur­
beşik alaylarında, zafer haberleri geldiğinde, arife lardı.
68 O SM fîN UPfi MEHTER W m m S B S m B m & m ttU S ......

Mehterin nevbet vurma usulü ve düzeni şöy- ası) iki türlüdür. Normal günlerde okunanı "ey-
ledir: Devre adı da verilen nevbet duruşu için nak- yam-ı âdiye gülbank"ı, ordunun sefere çıkışların­
karezen başının meydana gelip sofyan usulünde da ve seferde savaş hâlinde olduğu günlerde oku­
üç defa nakkareye vurması ile mehter takımı top­ nanı "cenk gülbank"ıdır.
lanır ve yarım ay şeklinde sıralanır. Sağ başta çor­
bacı başı, onun yanında zırhlı muhafız ve kırmızı
sancak, tuğların bir kısmı ve sırası ile okuyucular,
zurnazenler, boruzenler, nakkarezenler, zilzenler
ve davul çalanlar bulunur. Tuğların geri kalanı ve
yeşil sancak sol uçta, kös ile ak sancak da takımın
ortasında yerlerini alırlar. Nakkarezenler oturmak­
ta, diğerleri ayakta durmaktadır.

Mehter gülbank çekerken

Mehter takımlarının yürüyüşü-debugünkün-


den tamamen farklıdır. Temposu 1, 2, 3, 4 şeklin­
dedir. Yürüyüşe sağ ayakla başlanır. Üç adımda
bir durulur ve hafif yarım sağa ya da sola dönülüp
selâm verilerek davulların kumandasında ilerlenir.
Önde yüzbaşı rütbesindeki çorbacı başı, ar­
kasında tuğ takımı, zırhlı muhafızlar (erler, ve
sancaktarlar-aiem darlar (çavuşlar) bunlardan
sonra tuğlar yer alırdı. Tuğlardan sonra önde
mehterbaşı, arkasında sırayla çevgenler, zurna­
zenler, borucular, nakkareciler, davulcular en ar­
kada at üzerine bindirilmiş kösçü ve yedekçiler yer
Bölükler yerlerini aldıktan sonra mehterbaşı-
alırlardı. Çalgı gruplarının sıralarının sağ başların­
nın muavini olan davulcu başı ağa davuluna vura­ da grup başları bulunur ve bunlar da sırayla cev-
rak gülbankçıya işaret eder. Genellikle okuyucu­ ganî, zurnazen, boruzen, nakkarezen, zilzen, da-
lardan (çevgenler) seçilen gülbankçı ortaya çıka­ vulzen ve köszen ağalar adıyla anılırlardı.
rak; "Vakt-i sürür u sefa. Mehterbaşı hey hey" di­
Mehter takımları yani Tabl-ı Alem Mehterleri,
ye seslenir. Gülbankçı yerine geçtikten sonra
mehterbaşı adı verilen sancak beyi derecesinde
mehterbaşı takımın ortasına gelir. "Merhaba ey
(tümgeneral) bir müzisyen generalin idaresi altın­
mehteran" diyerek mehteri selâmlar. Takım da
daydı. Mehterbaşı da beylerbeyi (orgeneral) rüt­
"Merhaba ey mehterbaşı" diye cevap verir. Sonra besindeki emir-i aleme bağlıydı. Emir-i alem, hem
mehterbaşı “Has dur ve nöbete selâm" komutu ile Mehterhanenin hem de mehter denilen padişahın
takımı hazır ola geçirir. Sonra da çalınacak eserin sancak, bayrak ve tuğlarını taşıyan teşkilâtın en
adını söyler ve nevbet başlar. Marşların okunma­ büyük amiridir. XVI. yüzyılın sonlarında sancak ve
sından sonra gülbank çekilir. Gülbank (mehter du­ bayrak taşıyan 228 mehter vardır. Bunlar saltanat
r OSMfîNLIDfî MEHTER 69

sancaklarını taşırlardı. Çeşitli askerî sınıf ve birlik­ Mehter takımının büyüklüğü ve haşmeti onun
lerin kendi bayrak, sancak ve generallerinin tuğla­ çok katlı olmasına bağlıdır. Takımda bir alet
rını taşıyan bayraktar, sancaktar ve tuğcuları ayrı­ çalanlardan kaç tane bulunuyorsa, takım o sayı
dır. Bunlar o sınıfların kadrosunda bulunurlardı. katında olur. Örneğin 9 katlı mehterde zil,
nakkare, boru ve davul çalanlar dokuzar kişidir.
Mehter takımlarının bölüklerini çalınan sazla­
rın çeşitleri, alemdarlar ve mehterhaneye yeni gi­ IV. Murat devrinde mehterler genellikle 8-12
ren öğrenciler oluşturuyordu. OsmanlI Mehterha­ katlıyken imparatorluğun son yıllarında 9 katlı
nesinde şu bölüklerin bulunduğu görülür: olmuşlardır.
1. Nakkarezenan bölüğü (Nakkare çalanlar Mehterlerde tarih boyunca çalınan sazlar üç
bölüğü) bölümde toplanabilir:
2. Surnezenan bölüğü (Zurnacılar bölüğü) 1. Vurmalı sazlar
3. Tabbâlîn bölüğü (Davulcular bölüğü) Kös, (hükümdar takımlarında) davul, nakka­
4. Aledârân bölüğü (Alemdarlar bölüğü) re, tabılbaz, def.

5. Zenççiyan bölüğü (Zil çalanlar bölüğü) 2. Nefesli sazlar

6. Nefiriyan bölüğü (Boru çalanlar bölüğü) Zurna (kaba-zurna, cura-zurna), boru,


kurrenay, mehter düdüğü, klârnet.
7. Şakirdan bölüğü (Mehter öğrencileri
bölüğü) 3. Ziller çıngıraklar

II. Mahmut zamanında bunlara kös bölüğü de Zil, çevgan


katılmıştır.
Kös çalan mehter eri
Mehter takımlarını oluşturan müzik aletlerini mehter ağa, tüm mehterin başına da mehterbaşı
çalanlar şu adlarla anılırlardı: Zurnazen (zurna ağa denilirdi.
çalan), tabılzen (davul çalan), nakkarezen-nakkar
Tarihi boyunca değişiklik göstermiş olması
(nakkare çalan), zilzen (zil çalan), boruzen (boru
muhtemel olan mehterin giyinişi şöyledir: Saz
çalan). Bu sazların gruplarının başındakiler ağa
başları kırmızı cübbe, kırmızı kavuk, kırmızı
unvanıyla anılır; bunlardan davulcu Jbaşına baş
şalvar,sarı üç etekle sarı yemeni.giyerlerdi. Subay
rütbesine eşitlerdi. Diğerleri yeşil cübbe, yeşil
kavuk, kırmızı şalvar, sarı ya da renkli üç etekle
kırmızı yemeni giyerlerdi ve er rütbesine eşitlerdi.
Bunların dışında çevgen denilen okuyucular vardı.
Bunlar da ellerinde taşıdıkları çıngıraklı çevgenleri
aşağı yukarı sallayıp saza süs katarlar, kırmızı
cübbe, kavuk ve şalvarla sarı üç etek ve yemeni
giyerlerdi. Subay rütbesine eşitlerdi.
Yüzyıllar boyunca askerî harekâtların
destekleyicisi, kıt’alara yayılan egem enlik
anlayışının sembolü ve coşturucusu, muzaffer bir
Nevbette kullanılan enstrümanlardan bazısı
Başmehter Zilzen Boruzen Mehterbaşı Oğlanbaşçavuşu

milletin müzik gereksinimlerinin karşılayıcısı olan


Mehterhane, bu tarihî özellikleriyle bir sembol ola­
rak günümüzde de Genelkurmay Askerî Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı bünyesinde yer alan As­
kerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığında çalış­
malarını sürdürmektedir.
72 KfiYNfîKLfîî?

YARARLANILAN KAYNAKLAR

- ATALAY, Besim; Divanü Lûgat-it Türk - Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi; c. I, Islâm
Tercümesi, TDK Yayınları, Ankara, 1985. Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, İstanbul,
1998.
- ÇORUHLU, Tülin; OsmanlI Tüfek, Tabanca ve
Teçhizatları (Askerî Müzeden Örneklerle), Ankara, - ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihine Giriş, c.
Genelkurmay Basım Evi, 1993. VIII, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, Başbakanlık
Basım Evi, 1991.
- EM İRO Ğ LU, Burhan - ÇÜRÜK, Cenap -
ÇİÇEKÇİLER, Ersin - ERALP, Nejat; Askerî Müze, Ak - ÖZTUNA, Yılmaz; Başlangıcından Günümüze
Yayınları Sanat Kitapları Serisi: 6, İstanbul, Hilal Kadar Büyük Türkiye Tarihi, c. 8-9, İstanbul, Ötüken
Matbaası, 1983. Yayın Evi, 1978.

- ERALP, T. Nejat; Tarih Boyunca Türk - TEZBAŞAR, Ahmet; Mehter Tarihi, Teşkilâtı ve
Toplumunda Silâh Kavramı ve Osmanlı Marşları, İstanbul, 1975.
İmparatorluğunda Kullanılan Silâhlar, Atatürk Kültür, Dil
- TUĞLACI, Pars; Mehterhaneden Bandoya,
ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi
İstanbul, Cem Yayın Evi, 1986.
Yayını, Sayı 6 8,'Ankara Türk Tarih Kurumu Basım Evi,
1993. - Türk Ansiklopedisi; "sultan" maddesi, c. 29.

- ERENDİL, Muzaffer; Dünden Bugüne Mehter, - Türk Kara Kuvvetleri Tarihi; Ankara, K.K.K.
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1992. Basım Evi, 1996.

- ERENDİL; Türk Tarihinde Askerî Müzik ve Şanlı -T ü rk Kültürü; Deniz Kuvvetleri Özel Sayısı, Sayı
Mehter, Askerî Tarih Bülteni Eki, Ağustos 1981, Sayı 117, Yıl 10, Temmuz 1972.
12, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1981. - Türk Kültürü; Kara Kuvvetleri Özel Sayısı,
- KOÇU, Reşad Ekrem; Yeniçeriler, İstanbul, Ankara, 1973.
Nurgök Matbaası, 1964. - Türk Silâhlı Kuvvetleri Madalya ve Nişanlar
- Mahmud Şevket Paşa; Osmanlı Askerî Teşkilâtı Yardımcı Yayını MYY-53-1, Ankara, Genelkurmay
ve Kıyafeti, Ankara, K.K.K. Basım Evi, 1983. Basım Evi, 1998.
- Meydan Larousse; "padişah" maddesi, c. 9. - Yüzyıllar Boyunca Mehterhane ve Türk Müzik
- Meydan Larousse; "rütbe" maddesi, c. 10. Kalkınışı, Personel Başkanlığı Moral Şubesi Yayınları,
No: 10, İstanbul, Maarif Basım Evi, 1957.
- Muharebe Konulu Resim Sergisi; 6 Ocak - 29
Ocak 1995 (Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Opera
Meydanı - Ankara), Askerî Müze ve Kültür Sitesi
Komutanlığı, İstanbul, 1995.

- Osmanlı Ansiklopedisi; c. 4, 6, İz Yayıncılık,


İstanbul, 1996.

- Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları


Sempozyumu; Atilla Çetin, "Osmanlı Arşivlerinin
Tarihçesi", Mayıs 1985.

- Osmanlı Askerî Teşkilât ve Kıyafetleri 1876-


1908; Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı
Yayınları, 1986.
5

You might also like