You are on page 1of 258

Richard Sennett - Jonathan Cobb

Sınıfın Gizli Yaraları

Türkçe Söyleyen
Mustafa Kemal Coşkun

HERETİK
Copyright © 1 9 7 2 The Hidden Injuries o f Class by Richard Sen-
nett and Jo n a th a n C ob b

This translation published by arrangement with Alfred A. Knopf,


an im print o f T h e K n o p f Doubleday Group, a division o fP eng u -
in R andom H ouse, L L C

H eretik Yayınları: 6 2 —Sosyoloji: 23


IS B N : 9 7 8 -6 0 5 - 9 4 3 6 -3 0 -4
© 2 0 1 6 H eretik Basın Yayın

Tüm hakları saklıdır. Yayıncı izni olmadan kısmen de olsa foto­


kopi, film vb. elektronik ve mekanik yöntemlerle çoğaltılamaz.

1. Baskı: Ekim 2 0 1 7 , Ankara


2. Baskı: Elcim 2 0 1 8 , Ankara

Editör: M ustafa Kemal Coşkun


Türkçe Söyleyen: Mustafa Kemal Coşkun
Redaksiyon: Mustafa Kemal Coşkun
Dizgi: İsm et Erdoğan
Kapak: Ali im ren

H e re tik B a sın Yay&nt Sanayi ve T ica ret Lim ited Şirketi


Kültür M ahallesi, Yüksel Caddesi, 41/2, Kızılay, Çankaya,
Ankara
Tel: + 90 (312) 4 1 8 52 00 • Faks: +90 (312) 418 50 00
İnternet Sitesi: www.heretik.com.tr
E-m ail: info@heretik.com .tr
Twitter: twitter.com/heretikyayin
Facebook: facebook.com/heretikyayin

Tarcan M atbaacılık Yayın San.


Yahyalar Mahallesi îvedik Caddesi No: 4 1 7 Yenimahalle-Ankara
Tel: 0 3 1 2 3 84 34 35
R ich ard Sennett, Jo n ath an C ob b

Sınıfın Gizli Yaraları

The H id d en In ju ries o f Class

T ü rkçe Söyleyen

M ustafa K em al C o şk u n

H ER EÏ I k
Eçinndejklİejr

K işisel T e şe k k ü r..................................................................................................7

Ö n s ö z ......................................................................................................................9

Su n u ş (A n th o n y G id d e n s ).........................................................................13

G iriş: G iz li Y aralar....................................................................................... 19

B irim ci K asım ; Yaramam K a y m a k la rı


I. Y eten ek R o z e tle ri...................................................................................... 6 5

II. F ed akârlık ve İh an et.............................................................................125

I I I . Yaralı H aysiyetin K u lla n ım la rı.................................................... 155

İk in d i K ıs ım : ¡R üyalar ve Savurasın! a la r
IV. B ö lü n m ü ş B e n lik ................................................................................ 191

V. Ö z g ü rlü k ...................................................................................................2 1 7

S o n u ç: K u su rlu b ir H ü m a n iz m .......................................................... 241


Son söz (Jo n a th a n C o b b ).........................................................................2 5 7

İlgili Y a z ıla r...................................................................................................2 6 5


Kişisel Teşekkür

A şağıda ismi anılanlar bu çalışm ada g örü şm eci olarak çalıştılar:


C la ire Siegelbaum , Petra Szonyi, N an cy Lyons, Q u ak er C ase,
Sand ra W arren, G u illem ette A lperovitz, R o b e rt M anz, D en n is
B row n , Stephen G oldin ve Jo h n M c D e rm o tt. H içb iri de gö­
rüşm eleri sadece bir iş olarak görm edi, g örü ştükleri insanları da
sadece birer denek olarak görm ediler. A yrıca zor ve sıkın tılı bir
iş olan görüşm elerin çözü m lem esin i yapanlara da teşekkürleri­
mizi iletiriz: Patricia Lark, Patti S h o ck ro , B etsey C o b b ve C arol
Sen n ett.

B u kitabın ilk versiyonunu B etsey C o b b , Susanna C o b b , Jo n


Livingston, Thom as Engelhardt, N an cy Lyons, Jo h n C ase, E lli­
o tt Sclar, Claire Siegelbaum , R ichard L o ck e, S. M . M iller, Step­
han T h ernstrom , Patricia ve Bren dan S exto n ve H erb ert G ans
okudu.

1 9 6 8 ’de, bu çalışm ayı tasarladığım ızda görüştüğüm üz va­


kıfların çoğu, işçileri, elbette on lar üzerine h iç düşündülerse,
bir “problem ” olarak görüyordu, yani W allace' h areketinde so-
1 Türkçe Söyleyen Notu [T.S.N.]: Dört dönem Alabama Eyaletinin valiliğini
yapmış, bir kez Bağımsız Parti’den, iki kez Demokrat Parti’den başkan adayı
olmuş, 1968 yılında Alabama Eyaleti valisi seçilirken özellikle Güneyli be-
3 KİŞİSF.I. T E Ş E K K Ü R

m utlaştığı anlam d a b ir problem . Biz Ford V akfından Th om as


T o o n ey ’e bü yü k ilgisi için teşekkür ediyoruz; vakıftan Shirley
Teper, Basil W h itin g ve M itch ell S v irid o ff ile ilişkilerim izde, b ir
zakıftan b ek len en leri tam olarak aldığım ızı belirtm eliyiz: para,
:eşvik ve kendi yolum uzda gitm e özgürlüğü.

Elinizdeki m etin , Alfred A. K n o p f yayın evindeki üç edi-


örün yazım ıyla oldukça güçlendi: M elvin R o sen th al, D an iel
D krent ve A ngus C am ero n . Ö zellikle A ngus C am ero n k itabın
akın tıların ı her zam an dile getirdi, an cak en o b je k tif eleştirileri
> yaptı.

yaz mavi yakalı işçilerden büyük destek almış, siyah Sivil Haklar Hareketine
karşı mücadele etmiş ve “bugün, yarın ve sonsuza dek ayrımcılık” sözüyle
tanınan ırkçı politikacı.
Önsöz

B u kitap son d ö rt yılda R ich ard S e n n e tt ve jo n a th o n C o b b ’un


o rta k çalışm asınd an elde edilen son u çlard an yola çıkarak S e n ­
n e tt tarafın d an yazılm ıştır. K itap tak i d ü şü n celer bu işbirliğinden
kayn ak lanm ak tad ır, dolayısıyla S e n n e tt elin izd eki m etn in yaza­
rıd ır a n ca k tek yazar değildir. E lb ette ki k ağıt üzerine yazılanlar,
iki in san ın da paylaştığı düşünceleri aynı b iç im d e ifade e tm e­
yeceği için , fazlasıyla kişisel; kitaptaki vurgular ve duygusal ton
S e n n e tt’e ittir. Bu n edenle “biz” k elim esin i ed itöryel aniam da
k u lland ık . Jo n a th a n C o b b , aynı araştırm a verilerin i kullanarak
başka b ir vurgu ve tonda bir Son söz yazdı.

E lin izd eki kitap, S en n ert’in h em en ilk aşam ada, C o b b ’un


son aşam ada ilişkilendiği Ford Vakfı tarafınd an m addi olarak
d esteklenen b ir projeden ortaya çık m ıştır.
A ngus C am erona
Sunuş

A n th o n y G iddens

Sınıfın G izli Yaraları k ita b ın ın İn giltere basım ı için b ir sunuş


yazm am ın istenm esi ben im için zevktir. K itap , h alih azırd a B ir­
leşik D evletlerde ço k iyi b ilin en ve oldu kça cesur o rijin a l bir ça­
lışm adır. B ir anlam da S e n n e tt ve C o b b , geleneksel b ir sorunla
ilgilenm ekted ir: A m erikan işçileri arasındaki s ın ıf b ilin ci (ya da
eksikliği var g örü nen bir b ilin ç). A n cak bu so ru n a geleneksel b i­
çim d e yaklaşm ıyorlar; daha ço k gündelik yaşam da ifade edildiği
biçim iy le s ın ıf ilişkilerine ilişkin deneyim i d erin lem esin e tasvir
etm ekle ilgililer. Bu yüzden geleneksel b ir a n k et ya da ö rneklem e
yaklaşım ı kullanm ayıp, b u n u n yerine işçilerin kendileri h ak k ın ­
da konuşm alarına izin veren sınırlı sayıda g en işletilm iş görüş­
m elere dayanıyorlar. Bu, onları bu türden tek n ikleri vazgeçilm ez
gören araştırm acılar için cazip kılm ayabilir, fakat yazarların O r ­
todoks yöntem leri kullanarak başarılm ası olanaksız olan bu m e­
selenin in ce taraflarını kavram alarına izin verir. S e n n e tt ve C o b b
görüşm e yön tem in e, tam da olm ası gerektiği g ibi, g örü şm ecin in
kendisinin gizli kalam ayacağı, özünde bir top lu m sal etkileşim
biçim i olarak bakm aktadır.
14 SUN U Ş

Sınıfın G izli Yaralan wın ele aldığı konular, S e n n e tt’in diğer


çalışm aların d a ilgilendiği konuları devam ettiriyor. O çalışm a­
larda d aha ço k son 1 5 0 yılda sanayileşm enin etkisi altınd a k e n t­
sel yaşam ın dönü şü m üyle ilg ilen m işti. Bazı açılardan, özellikle
“kam usal k ü ltü r”ün çözülm esi açısın d an benzer eğ ilim ler b ir bü ­
tü n olarak B atı toplu m ların d a da izlenebilir. Başka biçim lerd e,
etn ik yerleşim bölgeleri için d e parçalanm ış b ir işçi sın ıfı ve libe­
ral b irey cilik id eo lo jisin in yaygınlığı ile bağlantılı olarak Birleşik
D ev letlerd ek i değişim süreci o ld u k ça farklı özellikler gösterm iş­
tir. A vrupa işçi sın ıfı, tek bir k ü ltü rü n sınırları içerisinde tarım ­
dan sanayi em eğin e doğru hareketlenen em ekçilerden olu şm u ş­
tu . B u , kitlesel olarak parçalayıcı b ir d en eyim d i. Fakat A tlan tik
ö tesin e g öç ed enler sadece kırsal em ek ve yaşam koşullarından
k en tsel olan a g eçm em iş, aynı zam and a farklı kü ltü rler arasında
h arek et etm işlerd i. S e n n ett ve C o b b ’un işaret ettiği gibi, y ab an ­
cı A m erik an k en tlerin d e oluşan e tn ik to p lu lu kların , g ö çm en le­
rin geld ikleri ülkede iyi bildikleri yaşam b içim in i k oru m alarına
h izm et ettiğ i sıklıkla söylenir. Fakat bu yaşam b içim lerin in altı
bü yü k orand a oyulm uştu ve g ö çm en lerin geldikleri toplum larda
zaten çözü lm ü ş olan ortak yaşam b içim lerin i yerleştikleri yeni
çev relerin d e yenid en kurduklarım söylem ek daha doğru olurdu.
“A m erik a n çö lü n d e eski alışkanlıklarla Rus kalm ak, U rallardaki
d em ir atölyeleri arasındakinden daha kolay”.

B u çalışm ad a görüşülen in san ların çoğun lu ğu B o sto n ’daki


kapalı k entsel e tn ik bölgelerde d o ğ m u ştu . B u top lu lu klar için ­
de sok ak h ayatın a odaklanan bir kam u sal kü ltü r k u llanılır: yerel
p azarın ve kafelerin canlı toplum sal ilişkisi. K atılım cılar, G a n s’ın
terim iy le , “k entsel köyliiler”di. K en tsel “d önü şü m ” ve k en tin
m erkezi bölgelerin d e yükselen kira ve fiyatlar, kentsel köyü par­
çalam a d a etk ili oldular. Beyaz işçi sın ıfın ın etn ik yapısının y ık ıl­
m ası, ü yelerini kitle top lu m u n a girm eye zorlar: çoğu Avrupa ül­
k esin d e var olan b içim iy le ayırıcı b ir “işçi sınıfı kü ltü rü ” yoktur.
B u k ü ltü r zayıflam ış bile olsa, B irleşik D evletlerd e olm ayan bir
e m ek dayanışm ası ve haysiyetine ilişkin geleneği bü yü tm üştü.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 15

Sınıfın G izli Yaralan , daha geniş b ir to p lu m a entegre olan in san ­


ların kişisel farkındalık düzeyine dayanarak bu farklılığın k im i
son uçlarını belirlem eye çalışıyor.

S e n n e tt ve C o b b ’un k itab ın ı bu alandaki diğer çalışm alardan


ayıran özelliklerinden biri, işçilerin s ın ıf b ilin cin in , bü tü n b ir
s ın ıf ilişkileri sistem ini yansıtan b ir şey olarak yeterin ce kavrana-
m ayacağı üzerine vurgularıdır. S ın ıf b ilin ci, özgürlük ve haysiyet
duygusunu, bu nların yutu lm akla teh d it edildiği bağlam larda,
onları korum aya ve bu yutulm ayı engellem eye y ön elik m ücad e­
leler çerçevesinde anlaşılabilir tam olarak.
G iz li Y a r a la r
Giriş

B ü yü k D epresyon d en eyim ind e olgunlaşm ış, b ir zam anlar ko­


m ü n ist şim di ise partisiz sosyalist iki em ek örgü tçü sü , b ir oda­
da oturm u ş neyin yanlış g ittiğ in i tartışıyor. İkisi de R ichard
S e n n e tt’in arkadaşları ve o nd an 3 0 yaş büyükler. S e n n e tt’in olan
b iten i bilm ediği bir d ö n em in hırsıyla —zira yıl 1961 olm u ştu -
tartışıyorlar. N eden A m erika’da işçilerin devrim ci b ir güç olam a­
dığını konuşuyorlar.

“ 1 9 3 7 - 3 8 ’i ço k iyi h atırlıy oru m ” diyor A rn o ld , “N asıl u m u t­


lu olduğum u h atırlıyoru m . S ın ıf m ücadelesi diye b ir gerçeğin ol­
duğunu anlatm ak zorunda kalm adığım bir toplu lu ğa girdiğim ­
de, o tom o b il grevi insanların ışığı görm esini sağlayacak gibiydi.
B ir doktrin yoktu. M ü cad ele insanlardaydı. Yani, bilirsin , böyle
zam anlarda kend ini s ın ıf m ücadelesine adam ak doğal görünür,
zira bir 1 0 -1 5 yıl Rusya’daki gibi burada da bir ayaklanm a ola­
cağını düşünürsün.”

“Fakat Rusya’daki yargılam alar yüzünden partiden ayrıldın


değil m i?” diye soruyor Sidney. “işçiler yüzüstü b ırakm ad ı, Parti
bıraktı am a, değil m i?”

A rnold, “Sid n cy ’le ilgili bir şey anlatayım ” diyor S e n n e tt’e


20 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

dönerek. “İşçi, Sid n ey ’e göre, bir bakire gibid ir. İşçiye ters bir
yaklaşım da b u lu n , ırzına geç, tıpkı P arti’n in yap tığ ı g ib i, deliye
döner; doğru yaklaş, ki o bu nu ister, d aim a m u tlu b içim d e yaşar­
sın ... B ak Sidney, şunu kabul etm elisin . S e n in sen d ik an ın çoğu
sendikaya göre fazlasıyla parası var, yan gelirler filan , am a bu n la­
rın hepsi saçm alık. S en s ın ıf m ücadelesini a n la tm a k için yeni bir
yol bulacaksın ki o n lar da sana oy verecekler, çü n k ü kaybedecek
olanlar on lar olacak .”

Ş im d i yıl 1 9 7 1 . H em A rnold hem S id n ey sen d ikaların d an


ayrıldılar. İşe b akın ki işçiler, onlardan neyi ne k ad ar b ek ley ebi­
leceğiniz kon u su nd a “g erçek çi” olan A rn o ld ’un karşı cep hesine
verdiler oylarını. İdealist Sidney ticarete a tılm a k iç in istifa etti.
H er ikisi de, radikal bir neslin üyeleri olarak b irer k u rban d ır, b ir
yazarın dediği g ib i, başarısız bir tanrıya feda ed ilm iş k u rban lar —
Sid n ey devrim ci k om ü n izm tarafından ih an ete uğram ış h issedi­
yor, A rnold ise işçiler tarafından. Y ıl 1 9 7 1 . B irleşik D ev letler’de
hem genç işçiler arasında örgütlü sendika o to ritesi en sert b iç im ­
de reddedildi h em de beyaz tepki (w hite b ack lash )2 ortaya çık tı;
işçilerin , 1 9 6 8 ’de genç öğrencilerin birlikte devrim y ap m a ö n eri­
lerine asla tam olarak y an ıt verm eyen Fransa’da d en etim siz grev­
ler (w ildcat strikes)3 ve fabrika ayaklanm aları Paris’in çevresin­
deki endüstriyel banliyölerin şim di her yerinde; İtalya, liderleri
dindar olan k om ü n ist bir h ü küm eti d em o kratik yollarla seçm e
arifesinde. R adikal entelektü eller A rnold ve Sid n ey ’in yaşam ını
alt üst eden konu lard a hâlâ kavga veriyorlar.

C ondem ned to Freedom (Ö zgürlüğe M a h k u m ) kitabın d a


W illia m Pfaff, A rn o ld ’un devrim ciler olarak işçilere olan hayal
k ırıklığını hatırlatır. “İşçi, bir kez tem el ek o n o m ik güvencesini
kazandığında ve m akul beklentilere sahip olduğund a” diye ya­
zar, “toplum sal soru nlar k onu su nda orta s ın ıf y ö n eticiler ya da
2 T.S.N.: ABD de 1964 yılında çıkarılan Sivil Haklar Yasası’na karşı özellikle
Güneyli beyazlar tarafından geliştirilen ırkçı tepki.
3 T.S.N.: Bir sendikanın desteği olmadan, sendika disiplini ve otoritesine
uyulmadan yapılan grev.
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 21

profesyonellerden daha m uhafazakar olm ası için bir hayli n ed en i


vardır... böyle bir işçi için , her şey, radikal b ir değişim le teh likeye
atılm ış olabilir.” Buradaki iddia daha d olam baçsız ve d ah a acı­
m asızdır: insanoğlu, insani kaygılarından dolayı satın alın ab ilir;
şim d iki refah sistem i işçiyi satın alm ıştır.

İşçi sınıfı m ücadelesine ilişkin Sid n ey ’in in an cın a sahip o la n ­


ların görüşleri ise daha karm aşıktır. G eçen lerd e Jo h n G erassi,
Fransız filo z o f Jean Paul Sartre’la yaptığı b ir görüşm eyi y ayın la­
m ıştı. 1 9 6 8 olaylarının ardından Sartre, kend isin e intellectuel de
ga uche (solun en telektü eli) pozisyonundan intellectuel gauchiste
(solcu entelektüel) pozisyonuna geçm iş biri gözüyle bak ıy or;
var olan ve çoğu n lu kla vakur Fransız K o m ü n ist P artisi’n in sol
anlayışına karşılık b ü tü n M ao ist fraksiyonları ve diğer devrim ci
hareketleri destekliyor. Sartre, P arti’nin işçilerin d en eyim leriy ­
le alakasız bir en telektüel dille konuşarak onlara ih anet ettiğ in e
inanıyor. Rouge (Kızıl) g ibi k om ü n ist gazeteler; d iyalektik ilkeler
ve Aziz M arx’a göre İn cil h akkın d a tartışm alar yürütüyor. N ed en
işçilerin bu türden şeyleri um ursam ası gerekir ki?

B u durum da solcu entelektüelin rolü nedir? diye soru yor G e ­


rassi ve filo z o f alışılm am ış bir yan ıt veriyor. A rtık yazm ayı d e­
ğerli yapan p o litik alandır diyor Sartre, çü n k ü en telek tü elin p o ­
zisyonu değişm iştir: “Ş im d i artık k itleler ile ve o n lar aracılığıyla
yazm alı, böylece tek nik bilgisini o nların em rin e sokm alı. D iğ er
b ir deyişie, en telektüelin im tiyazlı statüsü bitm iştir. B u g ü n bu
statü, kendi p roblem leri üzerine kafa patlatacak en telek tü el için
düpedüz k ötü niyettir, b u yüzden karşı devrim ciliktir.” Sartre
artık entelektüelin işçiler için kendisini kurban etm esi gerektiği­
ne inanıyor. “E n telek tü el, k en d in in değil, o n ların soru nları için
kend isini çalışm aya ad am alı.”

N ih ayet G erassi, Sartre’ın ro m an cı F lau bert üzerine h en ü z


bitird iği iki b in sayfalık k itab ın a işaret ediyor. N eden? Sartre
yanıtınd a kendisini suçluyor: “F lau bert üzerine k itab ım , aslın ­
da, k ü çü k burjuva tipi gerçeklerden kaçışın bir b içim i olabilir.”
22 G İRİŞ: GİZLİ YARALAR

Y in e , K ü b a’daki C astro re jim in i, karşı devrim ci olm akla ith am


ed ile re k hapse atılan şair H e b e rto Padilla’ya yaptığı m uam ele n e­
d en iy le eleştiriyor. Sartre, g erçek ten d evrim ci h ü k ü m etlerin h ep ­
si d e y a ratıcı özgürlüğü o n u rlan d ırm alıd ır diyor. B u n u n üzerine
G e ra ssi, bu tam da en telek tü eli özel b ir k on u m a yerleştirm ek
d eğ il m id ir diye soruyor.

H is se ttiğ i suçluluk duygusunun yarattığı kafa karışıldığıyla


S a rtre , işçiler halikındaki iki varsayım ı W illia m P fa ff ve eski sen ­
d ik a cı A rn o ld ile paylaşıyor gözüküyor, en azından zım ni olarak.
B ir in c i varsayım , k ü ltü r in san ın ın —şair, filozof, sosyal vizyoner-
işçi s ın ıfı yaşam ının gerçeklikleriyle benzeşm eyen bir dünyada
y aşad ığıd ır. Sartre, aklını F la u b ert’e tak tığ ı için özür diliyor. İşçi­
lerin y a p tığ ı işe saygı duyuyor, g erçek te o n u idolleştiriyor; ken di
ça lışm a sıy la onları y ab an cılaştıracağ ın d an korkuyor. A ncak aynı
z a m a n d a hem çalışm asının doğu ştan ayrıcalıklı olm asından hem
de P a d illa gibi kültür in san ların ın d evrim e karşı belli bazı h ak ­
lara sa h ip o labilm esin d en korkuyor. P fa ff ve A rnold ise işçilerin
asla b ir d evrim yapm ayacağına, çü n k ü top lu m d aki k o n u m ları­
n ın o n la r ı k ü ltü r in san ın ın kavrayabildiğine benzer bir H ak ve
A d a le t vizyonuna ulaşm aktan en gelled iğ in e inanıyordu. H er iki
d u ru m d a da, kültür ve kitleler, ille de dü şm an değillerse, taş ç a t­
lasa b ir k a ç o rtak çıkara sahiptir.

İk in c is i, A rnold ve P fa ff işçilerin m uhafazakarlığını m an tık lı


b u lu rla r. H e r ikisi de işçilerin so n y irm i ya da otu z yılda y eterin ­
ce g e lir elde ettiğ in i, yeterince m ü lk ed in d iğ in i, Büyük D ep res­
y on y ılla rın ın m addi çöküşü ile kıyaslandığında oldukça başarılı
o ld u k la r ın ı, bu nedenle işçilerin sahip o ld u kların ı ve bu başarıla­
rı o la sı k ıla n sistem i k oru m ak isted ik lerin i varsayıyor.

S id n e y ve Sartre da bu çık a rım ın m an tığ ın ı kabul ediyor,


fak at ç ık a r ım ın son ucun u değil, işçiler, g erçekte toplu m da adil
b ir p a y la şım d a n yararlanam ıyor d iy or h er ikisi de; sadece nasıl
k u lla n ıld ık la rın ı görebilirlerse ayağa k alk acak ve isyan edecekler.
R efa h işçile ri m itin e karşı p o lem ik lerd e çoğu toplum sal eleştiri
SINIFIN G lZLl YARALARI 23

aynı yerde durur: bir işçi sınıfı p olitikası şim di olanaklıdır, zira
sosyal sistem de aslında işçilerin eşitliği yadsınm aktadır. İsyanın
tem eli, ne var ki, hâlâ m addi çık ar hesaplarına dayanm aktadır.
H er iki tarafa göre sistem in neden olduğu m addi zorluklar in ­
sanları isyankar, maddi ödüller ise sistem in savunucusu yapa­
caktır. D e m e k ki bu tartışm anın h er iki tarafı da, h ayatm sadece
ekmekle yaşanm adığı özdeyişinin işçiler için de geçerli olduğuna
in anm am aktadır.

İnsanlar epey bir zam andan beri sanatçıların, yazarların ve


yüksek kültürden olanların ek m ek ten d aha fazlasına ihtiyaç
duyduğunu düşünm üşlerdi elb ette; erken 19. yy.’ın R o m a n tik
hareketi, sanatçı ve yazar im gesini, yaşam ını rahatça sürdürm ek
arzusundan daha büyük başka şeylerle güdülenen kişiler olarak
ortaya koym uştu, tabi sadece sanatçı veya yazarları, insanların
çoğun lu ğu n u değil. Yukarıdaki tartışm an ın her iki tarafının da
onayladığı m addi refah düşüncesi, k ü ltü r dünyası ile k itleler açı­
sından yaşam ın gerçeklikleri arasında birb irin e bağlanam az bir
boşlu k old u ğu na ilişkin tarihsel varsayım a dayanır.

Sartre ya da Sidney gibi in san lar işçi sın ıfın ın isyan p olitikası­
nı ilke olarak maddi yoksunluğa dayalı olarak açıklarken, iyi n i­
yetlerine rağm en, Tocqueville, N ietzsch e ve O rteg a y G asset gibi
düşünürlerin egemen olduğu m uhafazakar düşm an topraklarına
giriyorlar. B u adam ların hepsi, k itlen in çıkarlarına dayandırılan
k itle p olitikaları ilan edip arkasından k itleleri bu na m ahkum
ettiler. B u m uhafazakarların “in san lığı”, o n ların ve kitlelerden
yabancılaşm ış bir m iktar k ü ltü r in san ın ın , yaşam larını bir ideal
yolund a özveride bulunm aya, güvenlik kaygısının inkarına, kar­
d eşlik talebi ile aynı olm ayan bir uygarlık talebin e ilişkin m addi
olm ayan ilkeler üzerinde yükseltm eleri beyanın a dayanm ıştır.
H ad i gerçekçi olalım , onlar, tıpkı A rnold ve P fa ff g ibi, böylesi
taah hü tlerin birçok insandan ço k fazlasını talep ettik lerin i söy­
lediler. K ü ltü re sahip o lm ak için b ir elite sahip olm an gerekir.

B u giriş yorum larım ızın sert to n u n d an dolayı kusurum uza


24 G lRÎŞ: GİZLİ YARALAR

bakm ayın. Je a n Paul Sartre ya da Sid n ey g ibi işçi destekçilerinin


sahici bağ lılığ ın ı, A rnold ve W illia m P fafF ın hayal kırıklığına
uğram ış sam im iyetine yaptığım ızdan daha fazla sorgulam ıyoruz.
Fakat uzun süredir devam eden k ü ltü rü top lu m d an ayırm a ge­
len eğ in in beslediği bu görünüşte karşıt olanlar arasındaki gizli,
k ü çüm seyici oydaşm ayı g örm en iz için bu gereklidir, elbette ki
eğer yazarların bu kitabı yazm aya girişm esine neden olan d e­
n eyim i an lam ak istiyorsanız. Başladığım ız zam an h er ikim iz de
farkınd a o lm ad an bu varsayım ları paylaştık, ö n celik le A rnold ve
Sid n ey ile tipikleştirilm iş iki çatışan tarafla m eşgul olduğum uzu
düşünerek.

R ich ard S e n n e tt, ö n ce askeri sonra bir kam u o k u lu n a devam


ettiğ i O rta B a tı’da büyüdü. B ild iğ i yetişkin dünyası, bazılarının
ezildiği, bazılarının yaralar aldığı 1 9 3 0 ’ların fırtın alı politik o r­
tam ı eşliğinde geçti. B ir devrim in gerekli oldu ğu na, fakat A m e­
rikan işçilerin in devrim i y ap m ak için ü lk en in zenginliklerine
adam akıllı entegre olduğuna inanm aya başladı.

Jo n a th a n C o b b varlıklı b ir N ew E n glan d ailesinde yetişti.


O n u n p o litik fikirleri b ir m iras değil, doğrudan kendi ü retim i­
dir. C o b b , kend i im tiyazlı y alıtılm ışlığ ım n b ilin cin d e ve Sartre’ın
da ortaya koyduğu g ibi, beden işçileri arasındaki “korku nç, g ö ­
rülem eyen in kar” ve asla tan ım ad ığı insanların yaşam larındaki
eşitsizlik inancıyla yetişkinliğe ad ım attı. İçin e doğduğu kaym ak
tabaka çevresinden uzaklaşm a duygusuyla b ir işçi sın ıfı politika­
sına inanm aya başladı.

B iz ikim iz, A rnold ve Sid n ey ’in kopyaları değiliz, zira bir k aç


yıl ön cesin e kadar bizim bakış açım ız, kişisel olarak işçilerin ya­
şam larına k atılım ım ızd an kaynaklanm ış değildi. Birb irim izle n e
kadar ç o k konuştuysak farklılıklarım ız o kadar ço k dışa vurdu,
m ü p h em İik ler keşfedildi ve bu k a n lım ı yaratm ak gerektiği faz­
lasıyla k end ini dayattı. İkim iz de pratik işlerde becerildi o lm a­
dığım ızdan ve bu küstah bir başlangıç olacağ ınd an , A rnold ve
Sid n ey ’in işin yabancısı olan işçileri “ö rg ü tlem e” d eneyim lerini
SINIFIN GİZLİ YARALARI 25

tekrarlayam adık. Yapabildiğim iz şey k on u şm aktır. H er ikim izin


kişisel heyecanı ve içim izden b irin in alm ış olduğu m esleki eği­
tim i dolayısıyla, bahsettiğim iz m esafenin b ü tü n ü h akkında bir
kavrayışa sahip olm anın en iyi yolu olarak yoğun ve derinlem e­
sine konuşm alara m eylettik. K ü ltü r ve k itleler arasındaki klasik
ayrım la ilin tili olan bir grup A m erik alı beden işçisinin ve onla­
rın ailelerin in şim dilerde hangi soru nlarla uğraştığını öğrenm eyi
u m u t ettik .

Ç alışm am ızın başında belirsiz o lan am açlarım ızı belki de çok


açık b ir b içim d e tanım layarak, neden bu k itab ın bir dizi görüş­
m e raporu nd an daha fazla bir şey old u ğu n u açık lam am ız gere­
kiyor. Bu görüşm elerin son u cu n d a, işçiler, isyan ve kültür mese­
leleri üzerine yukarıdaki tartışm an ın h er iki tarafın ın da işçilerin
kendileri hakkında düşü ndü klerinden ço k daha basit biçim de
düşünd üklerini gördük. İşçi sın ıfı b ilin c in in karm aşıklığı, işçiyi
dinleyen k işiden, onlardan ne duyduğunu açıklayacak yeni bir
teori gerektirir, ki o teori, bu kitap ta, g örü şm elerin k end ilerin in
sın ırların ın ço k ötesinde bir g en elleştirm e ve y oru m içerm ek te­
dir.

E n baştan başlarsak, y alıtılm ış b ir işçi sın ıf; fikrin in A m eri­


ka’daki özgül anlam larını g örm ek gerekir. P fa ff ve Sartre, daha
ö n ce de söylediğim iz gibi, çalışan ların y alıtılm ışlığ ın ı yüksek
kü ltü r in san larının yaşam larına h âkim olan sorunlardan kaynak­
lı varsayar; oysa Birleşik D evletlerde beyaz k entli işçi sınıfının
çoğunlu ğu , aslında birbiriyle ilin tili o lm asın a rağm en görünüşte
birb irin d en farklı nedenlerde kökleşm iş tarihsel bir y alıtıim ışlık-
la karşı karşıyadır.

19. yy.’da B atı Avrupa’nın m an ü fak tü r tip i üretim yapılan


k en tlerin in kırsal kesim lerinden gelen ço cu k lar p roleter oldular.
K e n t yollarında ve kentin kalabalıkları için d e büyüyen işçi, as­
lında fabrikalarda oiuştu, fakat fabrikalara h âkim değildi. K en t­
sel m erkezlerin nesiller boyunca yeni endüstriyel düzene yurt o l­
duğu İn giltere’de bile M an ch ester ya da B irm in g h am işçi sınıfı,
26 GÎRİŞ: G İZLİ YA RAIMAR

en ç o k da başka b ir yaşam b içim in i hâlâ hatırlayan insanlar tara­


fın d an her on yılda büyüdü. S ain t S im ó n ya da M arx “endüstri
çağ ınd an ” kanıksan m ış bir olgu olarak b ah setm esin e rağm en,
bir yüz yıl ö n cesin d en daha az b ir zam an için d e çoğu insan, bir
k öy ü n sınırlarıyla ö lçü len insan ilişkilerindeki çeşitlilik le birlik te
m evsim lerin d eğ işim ine bağlı düzenli em ek akışları d eneyim ine
sahip olm u ştu .

K ırlard an k entlere akış, d ö rt ya da beş nesil ö n ce öyle basit


b ir iş değildi. İnsanların hareket b içim leri k arm aşıktı; k ü çü k b ir
çiftlik te n k ü çü k kasabaya, sonra kasabadan k en tlere ve giderek
d ah a bü yü k kentlere doğru b ir zin cir için d e g öç ettiler. Avrupa’da
kırsal kriz, 1 9. yy.’ın son on yıllarında geniş n üfu s h areketlerini
h ızlan d ırd ı. B ü yü k to p rak sahipleri artık köylüleri to p rak ların ­
da tu tm a y ı kârlı bu lm uyor; k ü çü k çiftçiler uluslararası ticaretle
sarsılan tarım piyasalarında hayatta kalam ıyor; yerel zanaatçılar
d a h a ucuz olan fabrika ü retim i m etalarla rekabet edem iyordu.
K ırsal yaşam ın ritm i, k en tin y ö n eticilerin in k ırd aki gençlerin
h o şn u tsu zlu ğ u n u em ek arzı h alin e g etirm ek için serm ayeleştir-
diği k e n tle rin çek iciliği ile bozulm u ştu. D ah a bariz çalkantılar,
Litv any a’daki Y ahud iler gibi kırsal alanlardaki azınlıklara zu lm e­
d ilm esiy le m eydana geldi.

D o ğ u Yakası ve O rta B atı k en tlerin d e benzer b ir geçm işe sa­


h ip A m erik a n işçileri ezici çoğ u n lu kla erkekti. B u kentlerd eki 3 5
m ily o n beyaz beden işçisin in çoğun lu ğu son d ö rt nesil boyun ca
İrla n d a ’dan ve Avrupa’n ın D o ğu ve G ü n ey bö lg elerin d en gelm iş­
ti ve geldikleri ana vatan larının keşm ekeşi, hâlâ “e tn ik ” denen
b u A m e rik a lı nesiller üzerine gölge düşürüyordu. E ski dilin k o ­
n u şu ld u ğ u ve eski geleneklerin k oru n d u ğ u m ahallelerde, A m e­
rik an k en tlerin d ek i k ü çü k kapalı bölgelerde Y u n an, Polonyalı
ve İtaly an yerleşim lerin in , g öçm en lerin kendi an ayu rtlarında
ö ğ re n d ik le rin i k o ru m a yönü nde şekillendiği yaygın d ü şü ncey­
di. D a h a d oğrusun u söylem ek gerekirse, Avrupa’daki hengam eyi
te c r ü b e etm iş olan bu insanlar, A m erika’nın tu h a f ve yabancı
k e n tle rin d e ana vatanda çözü lm ekte olan bir o rta k gelenek ve
SINIFIN GİZLİ YARAIARI 27

kü ltü r duygusunu yeniden can lan d ırm an ın yolunu bulm uşlardı.


“A m erikan çölünde” diye yazacaktı b ir Rus Y ahudi’si 1 9 2 0 ’ler-
de, “eski alışkanlıklarla Rus k alm ak, U rallardaki d em ir atölyeleri
arasındakinden daha kolay.”

E lb ette ana vatandaki bu ulusal kriz, bu türden etn ik grupla­


rın tarihsel yalıtılm ışlığına ilişkin yeterli b ir açıklam a değil. Bu
y alıtılm ışlık aynı zam anda bu g ö çm en lerin büyüyen A m erikan
k en tlerin in ek on om ik yaşam ında sahip oldukları etkid en kay­
naklanır.

B ü yü k sayıda göçm enin g elm esind en ö n ce sanayi üretim i


için gerekli em ek k ıttı ve m akin eler yeter m iktarda kentli işçin in
yokluğunu giderm ek için özel b ir b içim d e, yani h er nerede ola­
naklıysa, vasıfsız em eğin yerini d o ld u rm ak am acıyla kullanıldı,
böylece k ıt olan insan gücünü daha fazla beceri, m uh akem e ve
zorluk gerektiren işler için serbest bırakıyordu . M ak in eler insan
em eğinin yerini aldığında, tıp kı Low ell ya da W alth am ’in fabrika
kızlarında4 olduğu gibi, fabrikalar işçilerin vasıfsız işleri yaptığı
yerler oldu. Vasıfsız insan em eğin in m aliyeti, çalışan m akin en in
m aliyetind en daha bü yü ktü.5

Yüzyılın sonunda çok sayıda yoksul A vrupalının göçü bu


ek o n o m ik ilişkiyi değiştirdi. Ö rn eğ in ü creti ne olursa olsun
um utsuzca herhangi bir iş arayan P olonyah g öçm en ler, batı
Pennsylvania’nın çelik endüstrisine sahip kasabalarına ulaşarak,
bölg en in sanayicileri için o zam an var olan m akinelerden ço k
daha düşük bir m aliyeti olacak azım sanm ayacak b ir ucuz em ek
havuzu oluşturdular. Vasıfsız, örgütsüz em eğin bu kadar bol bu ­
4 T.S.N.: Waltham-Lowell sistemi, 19. yy.’ın başlarında Amerika’da, özellikle
Massachusetts eyaletinin Lowell ve Waltham kentlerinde tekstil endüstri­
sinde uygulanan emek ve üretim modelidir. Fabrika kızları (mill girls), bu
sistem altında çalışan, kırsal çiftliklerden para kazanmak için kente gelmiş,
uzun çalışma saatleri ve düşük ücretlere maruz bırakılarak yoğun bir sömü­
rüye tabi tutulmuş kadın işçilere o zaman verilen isimdir.
5 Şurada ilginç bir tartışma yapılıyor: H. J. Habakkuk, American dr British
Technology in the 19th Century (Cambridge Un. Press; n.d.).
28 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

lunduğu böylesi bir durum da sanayiciler, derh al vasıflı em eğin


yerini alacak m akineleri kullanm aya başladılar.6 Yani bu göçm en
akışı, dolaylı da olsa, yerleşik vasıflı işçiler için cid d i bir tehdit
oluşturdu, ü stelik sadece çelikte değil, vagon yapım ınd a, m at­
baacılıkta, tekstild e. B u n d an sonra eski A m erik alılar arasında
yeni gelenlere karşı derin bir düşm anlığın yükselm esi şaşırtıcı
olm ayacaktır.

Yeni göçm en lerin “toplum sal b ilin ci”, m em leketlerin d e ar­


kalarında b ıraktıkları sorunlara sabitlen m işti. Ü cretli çalışm a
deneyim ine girm e sürecinde onların asıl ilgisi, hayatını devam
ettirm en in ötesind e, Avrupa’daki kırsal e k o n o m ik felaket ile başa
çıkabilsinler ya da Yeni D ünya’da kendilerine katılab ilsin ler diye
ana yurttaki akrabalarına para g ön d erm ek ti.7 E m eğ in ö rgü tlen ­
m esi düşüncesi göçm en lerin çoğuna yabancıydı. B u düşünce b i­
raz geliştiği zam an bile sürekli büyüyen vasıfsız em ek arzı, sektör
sendikalarını örgü tlem eyi neredeyse olanaksızlaştırıyordu, kaldı
ki vasıflı işçiler, vasıfsız yabancılarla birleşm e m eselesiyle ilgilen­
m iyorlardı bile. D oğru su işverenler, vasıflı em eğin galeyanını
terbiye etm ek için onları g öçm en lerin düzeyine in d irm e teh di­
d ini kullanıyordu. Flğer vasıflı işçiler uysalsa ve örgü tlen m ediler-
se, m akineler onları eski işlerinden uzaklaştırırken işverenler de
onlara en azından yarı vasıflı bir iş um udu sağlıyordu.

2 0 . yy.’da vasıflı em ek ağırlığını koyduysa da, yüzyılın son u n ­


da daha yüksek tek n o lo jiye doğru sarsıcı geçiş dört nesil önceki
kentsel göçm en lerin y ahtılm ışlığın ın doğal kaynağı olm uştu:
G ö çm en ler A m erik an fabrikalarına, kendi varlıkları yerleşik iş­
çiler üzerinde yıkıcı etkilere sahip yeni te k n o lo jin in gelişm esine
olanak sağladığı bir zam anda gelm işlerdi. B u koşullar altında
tetiklen en düşm anlıklar, bu işçileri sadece h em şerilerinin deste­
ğine m ecb u r bıraktı.
6 David Brody, Steelworkers in America: The Nonunion Era (Russell; 1969).
7 Oscar Handlin, The Uprooted (Grosser & Dunlap; 1957); The Americans:
A New History of the People of the United States (.Atlantic Monthly Press;
1963).
______________________ SINIFIN GİZLİ YARALARI_____________ _____________2 9

A ynı zam anda göçm en leri y alıtıcı ik in ci b ir g ü cü n etk ili ol­


ması belk i de tesadüf değildi. Yüzyılın d ö n ü m ü y le yabancılara
yönelik tu tu m lar daha bir belirginleşm işti ki, b u n a en yakın kar­
şılık, bugün ırkçılık dediğim iz şeydir. Bu tü rden tu tu m lar ahlaki
bir ulusal ve kültürel hiyerarşi türü üretti: m a n d a lıla r h ariç Batı
A vrupalılar ham arat, ço k çalışkan , ekseriyetle vasıflı işçiler olarak
en üstteyken, Slavlar, B ohem yalılar, Y ahudiler ve D o ğ u Avrupa-
lılar pasaklılık, tem bellik ya da gizem lilikle su çlan arak en alta
yerleştirilm işlerdi. A m erikan h alk söylencesinde potansiyel bir
suçlu olarak C erm en ya da İn giliz olm ayan g ö çm en lere yön e­
lik im genin, en k ötü d u rum da bom balam a ve anarşizm e, fakat
her durum da hayvani ve k aba olana doğru m eyletm esi tam da
bu zam andadır. G ö çm en lerin kendi g eçm işlerin d en getirdikleri
parçalanm alar ve fabrikada yerleşik işçilerden kayn aklı ek o n o ­
m ik düşm anlıkla birlikte m illiy etçi kalıp yargılar, rah atlık ve sa­
m im iy et arayışındaki g öçm en işçiyi kendisi g ibi olan insanlara
dönm eye zorladı, yabancılara düşm an k ü çü k k aly alar ve küçük
Polonyalar gibi “kentsel köyler”de 19. yy.’ın son un d an 2 0 . yy.’m
ortalarına kadar gerilim i artırd ı.8

B o sto n ’da görüşm e yaptığım ız insanların ço ğ u n lu ğ u bu içe


dönm ü ş kentsel dünyada d oğm u ştu . Bu kentsel d ü n y an ın sın ır­
ları içerisinde insanlar, dışarıda ço k az b ilin en b ir toplu m sallığı
m uhafaza ediyordu. B u toplu m sallığın odağı sok ak tı. K o n u ştu ­
ğum uz orta yaşlı yetişk in lerin hem en hepsi ço cu k lu k ların ı so­
kak m anzaraları olarak h atırlıyord u ve alışveriş yap an, kom şu ­
larla m u h ab b et eden, akşam yem eğinden son ra sundurm alarda
oturan aileleri de oradaydı. 1 9 3 0 ’lar ve 4 0 ’larda yetişen B o sto n
çocu klarına ayakta kalm ış o lm a n ın güçlü izleri özellikle bu canlı
etn ik yaşam ın ortasında ekildi. C u m a ve C u m artesi g ün leri bile
hâlâ b ir a ç ık hava pazarı, yaşlı adam ların sıkı pazarlığa tu tuştuğu
ve çok nadiren İngilizce k on u ştu ğu k en tin İtalyan m ahallesini
kuşatır; G ü ney B o sto n ’da insanlar, İrlanda ulusal tatillerin i hâlâ
8 “Kentsel köyler” olarak etnik mahallelere ilişkin bir tartışma için, bkz. Her-
bert Gans, Ihe Urban Villagers (Free Press; 1962).
30 GİRİŞ: GİZLİ YARA1.AR

co şku n lu k la k u tlar ve İrlanda’ya asla g itm em iş yaşlı adam lar İr­


lan d a aksanıyla konuşurlar.

T arih çiler ve to p lu m bilim ciler k en d ilerin e sürekli olarak n e­


den kentsel köylerin uzun süre varlığını koru d u ğu n u sordular.
Y ılla r ö n ce N ath an G lazer ve D an iel P. M o y n ih a n , g ö çm en le­
rin ana yurtların d aki ek o n o m ik gerilim ve çalk an tılar b ir tarafa
b ırakılırsa, bu etn ik y alıtılm ışlıkta cisim leşm iş b ir grup irade­
si ve tercihi old u ğu n u ileri sürdüler.9 O n la ra göre etn isite, b ir
k işin in “o rtalam a” A m erikalı için e “karışm ak” fırsatın a sahip
o lm asın d an sonra b ile b ir A m erikan k itlesin in o rta yerinde k im ­
lik lerin i k o ru m a n ın , ayırt edici gelenekleri ve ritü elleri devam
e ttirm e n in b ir yoludur. Ç o ğ u gözlem ci y alıtılm ışlığ ın g öçm en
g ru p ların ı k o n tro l etm ekten aslında daha ö te b ir şey oldu ğu nu
ileri sürerek b u teze karşı çıkar. Bu gözlem ciler, A m erik an to p -
lu m u n d a k i b ü tü n kentsel etn ik grupların tarih in in eski ve yeni
vatan d a e k o n o m ik olarak reddedilm işliğin beslediği bir y alıtıl-
m ışlığ a işaret etm esin e rağm en, G lazer ve M o y n ih a n ’ın neden
b ir te rcih te n b ah settiğ in i sorgulam ışlardı. N ite k im b ir baba olan
A n d rew Greeley, e tn ik bir geçm işe sahip b irço k in san ın yaşam la­
rın d a d ram atik e k o n o m ik d önü şü m ler g erçekleştirm iş o lm asına
ra ğ m en , ço k güçlü b içim d e kalan etn ik m irasın aslında düşm an
b ir yerli A m erik an kültürüyle karşı karşıya, sefalet için d e dene-
y im le n m iş grup g eleneklerine ilişkin b ir hafıza old u ğu n a işaret
etm ek ted ir.

B u tartışm a başka tartışm alara yol açtı. Yerli önyargılara, va­


sıflı yerli işçilerin d ü şm anlığına ve B ü yü k D ep resy on ’un e k o n o ­
m ik şok ların a d iren en kentsel köyler, son yıllarda insanları eski
tarih sel k u ru m la rın gücünün ço k ö tesin d e p ro blem lerle karşı
k arşıy a b ırak acak yeni zorlam alara tabi tutuldular.

M erk ezi şehirlerin kentsel “d ö n ü şü m ü ”, e tn ik k ök en li k en t­


li A m e rik a lıla rın y alıtılm ışlığı üzerine cn çarp ıcı m üdahale o l­
m u ş tu . K en tsel köyler, kon u tların eski, yıp ran m ış ve m erkezi iş
9 Beyond the Melting Pot (M IT Press; 1958).
SINIFIN GİZLİ YARAIARI 31

bölgelerine yakın olduğu alanlara kuru lm uştu ve m etrop olitan


e k o n o m ik düzenin yeniden doğuşunun sem bo lleri olarak cam ­
dan kulelerin ya da yatak odaları ile ofisi b irb irin e bağlayan be­
ton nehirlerin in rüyasını gören planlayıcılar için b irin cil h e d e f
olm uştu.

B u etn ik topluluklar, aynı zam anda göz ardı edilem eyecek


kadar güçlü ulusal soru nlar aracılığıyla zorla to p lu m a entegre
edildiler. “Evet, bana İtalyan-A m erikalı diyebilirsiniz” diyordu
bizim le konuşan bir kadın , “fakat bu, uyuşturucu kullanan ç o ­
cu klarım ı gördüğüm de beni ç o k daha iyi yapm ıyor” diye devam
ediyordu. K ira ve fiyatlardaki enflasyon, tıpkı su ç k ork u su nu n
yaptığı gibi, insanları sık sık eski m ahallelerinden taşınm aya zor­
luyordu.

K entsel dönüşüm ün neden olduğu yerinden çık arm a, y erin ­


den edilm iş kişiyi bir aile üyesi öldüğünde h issettik lerin e b e n ­
zer bir “m atem ” duygusuyla baş başa bırakır ki bu m atem e, bu
“ilerlem e”yi durdurm a m ücadelelerinde ya kişisel olarak k en d i­
lerinin ya da siyasal tem silcilerin in büyük ölçü d e y enildikleri o l­
gusu eşlik eder.10 Buna benzer olarak suç ve u yuşturucu korkusu
da ne bireyin kendisinin ne de aile, kilise, yerel p o litik acılar gibi
etn ik kültürün geleneksel ku ru m larının bu teh d itlere diren ecek
güce sahip olm adığı duygusuna eklenir.

Bu zorla entegrasyonu y oru m lam anın b ir yolu, bu nu n


A m erika’nın beyaz em ekçi k itlesin in terim in klasik an lam ıyla
“işçi” olm asına yol açm asıdır. E tn ik toplu lu ğu n kültürel sığın a­
ğının parçalanm asıyla etn ik k ök en li işçiler, şim dilerde A m erikan
kapitalizm indeki gerçek k on u m larıyla kapışm aya başlıyorlar:
kentleri k on trol eden e k o n o m ik ve p o litik g ü çlerin ellerinde
fazlasıyla çaresizler. S o n yıllardaki işçi sınıfı protestoları dalgası,
daha sonra el yordam ıyla bir p o litik ses arayışı gibi gözü k ecek ti,
10 Marc Fried, “Grieving for a Lost Home,” in Leonard J. Duhl, ed., 7Z?<?
Urban Condition (New York: Basic Books; 1963). Gordon Fellman, ma­
nuscript on high-way protest, (yayına hazırlanıyor)
32 G İRİŞ: GlZI-t YARALAR

İrlandalı ya da Polonyalı olarak değil, Siyahlar ya da radikal öğ­


ren ciler g ib i, öfkesi için ö n celik le h e d e f seçm ede hatalar yapan
arayış için d e işçiler olarak.

K entli etn ik kökenli işçilerin d en eyim lerin d eki tarihsel geçiş­


lere ilişkin bu yorum , yin e b ir m addi refah d ü şü ncesin e dayanır:
e tn ik köyün ötesinde, sadece işçi gibi yaşam anın neden olduğu
yoksunluklara zorlandıklarında olduğu gibi, A m erik alı beyaz iş­
çilerin başına gelen şoktan doğan yeni, isyancı b ir s ın ıf b ilin ci
kehan etin d e bulunur.

D iğ er taraftan A rnold ve PfafPm m an tığ ın ı izleyen eleştiriler,


e tn ik köyün parçalanm asında kendi k ötü m serlikleri için destek
bulabilirler. N itek im H e rb e rt G an s, etn ik yerleşim bölgelerinin,
en azından kısm en, bizzat o ran ın yerleşim cilerinin gönüllü arzu­
suyla parçaland ığını ileri sürer: aileler, ek o n o m ik ve m esleki ka­
zançlar elde ettiklerinde o rta s ın ıf sıralarına k atılm ak için b an li­
yölerden taşınm aktadır. Beyaz işçilerce son birkaç yılda çıkarılan
hoşnutsuz seslerin çoğu, bu görüşe göre, sistem e m eydan o k u ­
yanlara karşıdır tam olarak. A m erikan mavi yakalı etn ik grupla­
rın yaşam ındaki tarihsel değişim ler, bu yaklaşım da da, m addi cz
çık ar düşüncesine yaslanm aktadır.

B iz kendi çalışm am ızda yaptığım ız ilk görü şm ed en itibaren


bu kentli em ekçilerin k en d ilerin in eski k om şu lu klarının b itm e ­
sinden kaynaklanan yaşam larındaki ciddi değişim lerin farkında
old u kların ı gördük; B o sto n ’un bu em ekçi insanları, bir b ü tü n
olarak A m erikad a işgal ettik leri kon u m u anlam aya çalışıyor. Fa­
kat kendi k on u m ların a ilişkin yarattıkları im gelerde, bu in san ­
lara ilişkin yorum larda bu lu n an ların kullandıkları m addi refah
tan ım lam alarınd an ço k daha karm aşık, çok daha şaşırtıcı b ir dil
kullanıyorlar. G örü ştü ğ ü m ü z kişilere göre A m erik an yaşam ına
entegrasyon, insana saygı duym aya ve nezakete ilişkin farklı
sem bollere sahip b ir dünyaya, yani insanın y eteneklerinin kendi
ço cu k lu k ların ın geçtiği e tn ik yerleşim lerde y ü rü rlü kte elana son
derece yabancı koşullarla ölçüldüğü bir dünyaya uyum sağlam a
SINIFIN GİZLİ YARALARI 33

an lam ın a geliyor. O n la r için yaşam larındaki değişim ler, b ir şans


ya da başarısızlıktan, orta s ın ıf / eyleri başarm aktan daha öte b ir
anlam taşıyor. Tarih, onlara göre, hem kendilerini hem de ç o ­
cu k ların ı, kelim en in en telektüel an lam ıyla “kültürlü” olm aları
için dürtüyor, tabi eğer A m erika’n ın bu yeni koşullarında saygı
g ö rm ek istiyorlarsa; ve onlar, bu dü rtm eye karşı, son derece ik ir­
cik li hissediyorlar. Belki bu ikircik liğ i g österm enin en iyi yolu,
ilk görüşm em izde neler olduğunu resm etm ektir.

Frank R issarro " üçüncü nesil bir İtalyan-A m erikalı ve biz


o n u n la görüştüğüm üzde 4 4 yaşındaydı. D o k u z yaşında ayak­
kabı boyacılığı yapm aktan b ir ban kad a kredi başvuruları tasnif-
çiliğ in e kadar yükselerek çalıştı. Y ılda 1 0 .0 0 0 dolar kazanıyor,
ban liyöd e kendine ait bir evi var ve her ağustosta bir sayfiye evi
kiralıyor. İlk bakışta m utlu görü n en b ir adam Rissarro: “Yaşa­
m ım d a iyi b ir iş yaptığım ı b iliy oru m ” diyor, fakat insanların giz­
lid en gizliye on a pek saygı d u ym adığınd an korkarak saygınlığına
ilişkin savunm acı hisseden bir adam aynı zam anda; “o lm aların ı
isted iğin in tam tersi yolda” olan ço cu k ların d an endişe ediyor ve
bu n ed enle evinde sert ve am iran e b ir tarzda davranıyor.

R issarro yaşam ının çoğun u B o sto n ’un İtalyan m ahallesinde


geçirm iş an n e babasının ikin ci çocu ğu ve tek oğulları olarak
1 9 2 5 ’de doğdu. Eğitim siz b ir yevm iyeci işçi olan babası harıl
harıl çalıştı, çok ça kafayı çek ti ve sık sık karısını ve ço cu k ların ı
dövdü. G e n ç bir ço cu k olarak Rissarro oku la pek m eraldi d eğ il­
di, b abasın ın şiddetinden dolayı yaşam ı sürekli bir korku için d e
geçti. Ailesi on u beyinsiz ve aklı fikri olm ayan şım arık b ir ço cu k
olarak görüyordu. Kız kardeşleri ve kuzenleri eğitim k o n u su n ­
da o nd an ço k daha iyilerdi, hepsi liseyi tam am ladı. D a h a b ir
ço cu k k e n bile akşam ları ve h afta sonları ailesine destek o lm a k
için çalıştı. İş yapam adığı ve o ku la ait olm adığı hissiyle 1 6 ’sm da
o k u lu b ırak tı. O rduda geçirdiği iki yıldan sonra yaklaşık 2 0 yıl
kasap olarak çalıştı.
I 1 Bıı onun gerçek ismi değildir, işi, yaşı ve geliri hakkındaki detaylar da tam
olarak doğru verilmemiştir. Anonimliği korumaya yönelik kimlikleri gizle­
me yöntemimizi bu bölümün sonunda açıklıyoruz.
34 GİRİŞ: G tZI.İ YARALAR

Rissarro ihtiraslı bir adam dı, hâlâ öyle. İk in ci D ü n y a Savaşı­


nı izleyen on yıllarda A m erika b o y u n ca yayılan refah o n u daha
b ir k ıp ır kıpır yapm ıştı; ya kendi kasap d ü kk an ın ı açm ak ya da
başka b ir iş yap m ak istiyordu. K ü çü k b ir iş yeri için gereken
serm aye onu n ulaşabileceğinin ço k ö tesind e o lu nca, b ir arkadaşı
m ahallelerind e yeni bir ofis açan b ir b an kan ın şube m üdürüyle
o n u tanıştırdı. B ö ylece sokaktan gelip bankadan içeri giren in ­
san lar için kredi başvurularını tasniflediği b ir iş elde etti; kredi­
leri onaylam ak ya da onay lam am ak k on u su nd a ço k alt seviyede
b ir yetkiye sahip olm asın a rağm en, insanların form ları d old u r­
m asın a yardım ediyor.

B ir başarı hikâyesi bu : B ü yü k D epresyon d ö n em in d ek i ka­


o sta n , 2 0 yıl boyu n ca sığır eti d oğram aktan gelip şim di artık işe
ta k ım elbiseyle gidiyor ve saygın b ir m u h itte bir evi var. Evet, bu
b ir başarı hikâyesidir, tabi onun b u n u böyle oku m am ası h ariç.

R issarro’yla b irlik te bu türden iyi şeylerin neden o n u n başına


g e ld iğ in i konu ştu ğu m uzda, neredeyse an ın d a, k end isin i k en ­
d i yaşam ında edilgen bir ajan , olayların n edeninden ço k o n u n
so n u çla rın a m aruz kalan b ir insan olarak görm esin e izin veren
ö z -ta tm in ifadeleriyle karşılaştık: “B e n sadece doğru zam anda
d o ğ ru yerdeydim ”, diyordu tekrar tekrar. “Şanslıydım ” diyordu,
b a b a sın ın evindeki dehşete duygusal olarak nasıl dayandığını an ­
la tırk e n .

B u b ir alçakgönü llü lü k mü? R issarro için değil. B aşarıların ın


o rta sın d a kend isin i edilgen görüyor, zira o rta s ın ıf tü rü m u tlu
ark ad aşlık ların , huzurlu ailelerin , düzgün çim lerin dünyasına
g irişin d e kendisini gayrim eşru, p işk in bir davetsiz m isafir gibi
h issed iy or. B u girişi kendisi kazanm ış olm asına rağm en saygı
d u y u lm a y ı hak ettiğ in e in anm ıyor. N itek im evliliği h a k k ın ­
d a k on u şu rken (ken disinden daha eğ itim li ve “dantel perdeli
İr la n d a lı”12 terim in e eşdeğer b ir İtalyan geçm işi olan b ir kadın
12 T.S.N .: “Dantel Perdeli İrlandalı” (lacc curtain Irish), 1890’larda, yoksullu­
ğu devam etmekle birlikte refah düzeyini diğer mandalılara (Shanry Irish;
SINIFIN GİZLİ YARALARI 35

ile evli) Rissarro, dilbilgisine aykırı k on u şm ası, çocu klu ğu nd an


getirdiği endişeleri, kişisel tarzı ve jestleri göz ön ü n e alın d ığ ın ­
da, in an ılm ası olanaksız bir şey söylüyor: “K arım , üzerinde k o ­
nuşulm aya değecek bir geçm işim o lm ad ığ ın ı bilm iyordu, yoksa
b en im le asla evlenm ezdi.” K arısın ın o n u s ır f kendisi olduğu için
kabul ettiği ve onun nereden geldiğini asla soru n etm eyeceği o la­
sılığını kabul etm iyordu Rissarro.

T o p lu m bilim cilerin yukarıya doğru hareketliliğin yarat­


tığı hoşnutsuzluğu açıklayacak bir fo rm ü lü her zam an vardır;
R issarro’nun hoşnutsuzluğuna “statü uyuşm azlığı” diyecekler­
dir: Ç ü n k ü Rissarro yeni k o n u m u n u n kurallarını b ilm em ek te­
dir, çü n k ü iki dünya arasında kalm ıştır, çü n k ü bir şeylerin yanlış
g ittiğ in i hissetm ektedir falan filan . Bu açık lam a, işçi sınıfı m ü ­
cadelesi ve eğitim li, “daha yüksek” kültürlü s ın ıf arasındaki kar­
şıtlık düşüncesine sırtını dayar.

S o ru n şu ki Rissarro, iki dünya arasında kalm ış hissetmiyor.


O rta s ın ıf yaşam ının kurallarının ne old u ğu nu biliyor, son bir­
k aç yıld ır o nların kurallarıyla oynuyor; kaldı ki her hangi bir
b içim d e işçi sınıfı geçm işind en u tan ıyo r da değil. A slında, bu ­
nunla gurur duyuyor, bu nu n on u işyerinde daha haysiyetli bir
kişi yaptığını düşünüyor.

“D ed iğ im gibi, bu ofiste, üniversite eğ itim li insanlarla çalışı­


yoru m . H erh angi bir sıkıntıda eğ itim li old u ğu nu söyleyecek en
sürekli içki içen, bağıran, çağıran, hovarda, yoksul Irlandaiı) nazaran bir
miktar artırmayı başarmış, düzenli bir işi olanlar için kullanılan ve genellik­
le pejoratif ya da alaycı bir anlamı olan terim. Burada önemli olan nokta,
bu terimin bir miktar zenginlik ya da refaha ulaşmış olmayı ifade etmekten
çok, bu insanların orta sınıf beyaz Protestan Amerikan toplumuna kabul
edilme arzusunu ya da bu sınıf gibi giyinen, konuşan ve bu sınıf gibi saygı
görmek isteyen İrlanda kökenliler için kullanılıyor olmasıdır. Bir sembol
olarak pencerelerine dantel perde asmaları ya da çocuklarına piyano dersi
verdirmeleri bu orta sınıf özentisini simgeler. Shannon’a göre bu orta sınıf
İrlandalIlar böyle davranarak hem kendilerini “shanty Irish” İrlandalIlardan
ayırırlar hem de onların içkici, kavgacı, hovarda tavırlarından kaynaklanan
utancı unutturmaya çalışırlar. Bkz. William V. Shannon. (1966). American
Irish, New York: Macmillan, s. 142.
36 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

son kişiyim . B u işi seviyorum , önem li kim selerle çalışıyorum .


D oku zd a gidip beşte çıkıyoru m . D iğer arkadaşlar, eğitim li olduk­
ları için, işe dah a geç gelip daha erken kaçarlar. P atron, güvenilir
bir çalışanı o lan ben im orada olduğum u bilir. Fabrika yaşam ını
tan ıd ığım d an b u nu n ne olduğunu bilirim . Yani p atron , en azın ­
dan zam an ın ı harca ve işini yap ister. B en iyi bir işçiyim . Ö y le
old u ğu m u b iliy o ru m , zira eğitim li olanları da görüyorum .”

A slınd a beyaz yakalı o lm an ın başarıya ilişkin b ü tü n yan an ­


lam ların ın ötesind e, eğitim li beyaz yakalı işlerin bizzat kendisine
karşı içk in b ir saygısızlık barınd ırıyor F ran k R issarro: “Bu işler
bir iş becerd iğ in gerçek işler değil, bu sadece kağıtlarla oyn a­
m ak.”

O zam an neden yukarıya doğru tırm an m ayı başarabilm ek


için çab alam ıştı Rissarro? B u n a verilecek yanıtlardan biri, ev,
daire, kırda b ir sayfiye evi istem esidir belki ve Rissarro’nun k e n ­
disi de başta b u yönde b ir yanıt verm işti. N e var ki konuşm anın
ilerleyen saatlerinde bu m eseleye ilişkin daha karm aşık ve derin
duygular aktarıyor.

R issarro, çocu kluğu ndaki yoksulluk h akk ın d a sanki u tan ç


verici b ir şeym iş gibi konuşuyor, h içb ir şeye sahip olm am aktan
dolayı değil, h içb ir şeye sahip olm ayan insanların hayvanlar gibi
davranm asından dolayı. B u nu özellikle babası üzerinden h a tır­
lıyor; b ab asın ın yoksulluğu ile onu n kendisi ve annesine karşı
gaddarlığı R issarro’nun hafızasında iç içe geçm iş durum da. Y ok­
sulluğa ilişk in hafızasındaki olu m lu ve olu m suz diğer görü n tü ­
ler, m addi yoksunluk ile düzensiz, keyfi ve öngörülem ez davra­
nışı b irleştiriy or; yani yoksulluğu, o to k o n tro lü gerçekleştirm ek
am acıyla rasyonel olarak davranm a kapasitesinden m ahrum o l­
m ak olarak anlıyor. Bu yüzden yoksul b ir adam , kendi hayatında
haysiyetli biri olm ak için yukarıya doğru hareketliliği istem ek
zorunda-, burada haysiyet, dünyayla biraz k o n tro llü ve duygusal
olarak ö lçü lü biçim d e başa çıkabild iği b ir k o n u m a doğru ilerle­
m e an lam ın a geliyor özellikle. D iğ er taraftan eğ itim li insanların
SİNIFIN GİZLİ YARALARI 37

hali hazırda bu kapasiteye sahip olduğu varsayılıyor. O n ların


herhangi b ir güç ya da tu tku olm adan dünyaya uyum sağlama
becerilerin in gelişm iş olduğu düşünülüyor.

Frank, yaşam ında istediği değişiklikler için bu tü rden in san ­


ları m odel alm ası gerektiğini düşünüyor. N e var ki bu dü şü nce­
siyle çelişkili b ir b içim d e onların g ü çlerin in içeriğ in e saygı duy­
m uyor: tıpkı aklın bir insana dünyada saygı kazandırm ası, ama
eğitilm iş o la n ın saygıya değer bir şey yapm am ası gibi; onların
statüsü aldatabilecekleri anlam ına gelir. D a h a sonraki sözlerinde
Rissarro, bu çelişkiyi kendisine karşı feci b ir suçlam aya d ö n ü ştü ­
rüyor: “B ana gelin ce, ben yaşam ım boy u n ca işim i yapm ak için
diğer heriflere daim a bağlı olm aya çalışarak iki yakam ı b ir araya
getirdim . Fakat o n ların yaptığı iş b en im ö n ü m e geldiğinde bü ­
rün işi k en d im in de yapabileceğini an lıy o rd u m .”

Bu durum da A m erika’da saygın biri o lm ak , F ran k için , eği­


tim le elde ed ilm iş bir kon u m u kazanm ış o lm ak d em ek; fakat
bu saygınlığı elde etm iş olm ak, artık k en d isin e saygı duym am ak
anlam ına geliyor. Bu çelişki, in san ların ya kendi yaşam larında
yapm aya m ecb u r bırakılm ış hissettikleri ya da k end i çocu kları
için istedikleri şeyin bir görü n üm ü olarak yap tığ ım ız her tartış­
ma içinde b ir b içim d e geçiyordu. Ç o c u k la r eğ itim alm ışlarsa,
A m erika’da kim olsa onlara saygı d u yacaktı; ve ileride görece­
ğim iz gibi, babalar, eğ itim in gençleri lcendilerininki kadar “ger­
çek ” olm ayan b ir işe sürüklediğine inanm aktaydılar.

B ir işçi, yüksek kültürün bahşettiği ayrıcalıklara tıp k ı O rta ­


ğa y G asset ya da W illiam PfafFla aynı bakış açısın d an bakar,
yani, yüksek k ü ltü rü n , m addi ih tiyaçların ileri b ir öz-d en etim
b içim iyle aşılabildiği bir hayata izin verdiği an lam ın d a; ne var
ki işçi, en telek tü el ayrıcalık taleplerine de Sartre’ın yaptığı gibi
aynı dü şm anca gözlerle bakar. Bu zem in d e, işçin in izole edil­
m iş, yoksul e tn ik toplu lu ktan ayrılışı, radikal en telek tü elin işçiye
göre kendi yerini tan ım lam a arayışında den eyim led ik leriy le aynı
ikircikliğe sahiptir.
38 GİRİŞ: GtZLİ YARALAR

O zam an neden Frank R isarro m eşruiyeti kon u su nd a endişe­


lenm ektedir? Ve neden küçüm sediği b ir iş faaliyetini “saygınlık
m o d eli” olarak seçm iştir?

Bu paradoks, elb ette F ran k R issarro g ibi insanların bireysel


k işiliklerind e b ir çatışm a olarak da o k u n a b ilir basitçe. N e var ki
daha doğru o lan , bu nu , kentsel köylerin dışındaki A m erika’nın
bu insanların k en d i yaşam larına getirdiği b ir sorun olarak g ör­
m ektir. Bu işçilerin an latm ak zorunda oldu ğu hikaye, s ır f k en d i­
lerinin ne old u kları değil, fakat o n ların k u şağın ın A m erika’sında
çelişkili saygı k od ların ın ne olduğudur.

F ran k R issarro’n un görüşm ecisiyle nasıl k on u ştu ğu bu ba­


k ım d an bazı ipu çları sağlam aktadır.

F ran k R issarro her şeyi itira f eder b içim d e bir görüşm e yap­
m adı. G ö rü şm eci R issarro’ya B o sto n ’da büyüdüğü d ö nem d en
neler h atırlad ığı tü ründen n ö tr soru lar sorarak başladı. R issar­
ro, daha ö n ce h iç karşılaşm adığı bu y aban cıy a d en eyim lerin i ve
sam im i duygularını ço k k ü çü k b ir ara d ışın d a üç saatten daha
uzun b ir süre kon u şarak anlattı. Rissarro g örü şm eciyle alışılm a­
m ış b ir b içim d e konu şu yordu : B ü tü n y aşam ın ın m an tığ ın ı o rta ­
ya d ö km ed en ö n ce, görüşm eciye, farklı b ir yaşam b içim in e sahip
b ir özel görevli, daha yüksek, daha eğ itim li b ir sın ıfın tem sil­
cisiym iş gibi d avranm ıştı. K en d isini güçsüz h issettiği du rum lar
h akkın d a k on u ştu ğu ve görü şm ecin in de y ak ın lık gösterdiği an­
larda R issarro, görüşm eciyi m ahk em e kararıyla g önderilm iş bir
özel görevli olarak değil fakat sadece basit b ir insan olarak görüp
y an ıtlay acak tı; an cak daha sonra, h er an lattığ ın d a yeniden yaşı­
y or gibi görü n d üğü hayat hikâyesine tekrar d ö nd ü ğ ü n d e, görüş­
m eci o n u n gözü nde yine kendisini yetersiz h issettiren ve istediği
h er şeyi yapabilen b ir sın ıfın tem silcisi olu yordu . R issarro’nun
baştan sona asıl ilgisi, neden olayların o n u n kendi yaşam ına
h ü k m etm esin e izin verm ediğini g ö sterm ek ti.

R issarro daha b ir ço cu k k en B ü yü k D ep resy on d a yaşadığı çal­


k a n tı ve yoksul h ay atın ın aksine, istikrarlı b ir aile ve b ir güvenlik
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 39

alanı oluşturm ada iyi iş çıkardığını hisseden b ir insan. Peki ne­


den o zam an hâlâ savunm aya geçiyor?

Rissarro’ııun ya da görüştüğüm üz d iğer kad ın ların ve er­


keklerin kullandığı “e ğ itim li” kelim esi, p sik olog ların “kapsayı­
cı terim ” dediği şeye d en k düşer; yani bu terim , aslında form el
eğitim le ço k az ilgisi o lan b ü tü n bir d en eyim ler ve duygular
silsilesini simgeler. E ğ itim , en soyut düzeyde, in san ın içindeki
kapasitelerin gelişim ini kapsar. En som u t düzeyde ise, görü ştü ­
ğüm üz kişiler açısından, iş seçim i ve toplum sal h areketlilik için
verilen diplom alar an lam ın a geliyordu ve bu in san lar A m erikan
top lu m u n u n bu diplom aları oldukça eşitsiz ve adaletsiz b iç im ­
de dağıttığını düşünüyorlardı, elbette ki o rta sın ıftan insanlar
kendilerinden daha eğ itim li o lm ak için daha fazla fırsata sahip
olsunlar diye. Fakat soyut ile som u t b irb irin e bağlanırsa, bu, orta
sınıftan insanların işçilere nazaran koşulların yarattığı varlıklar
o lm aktan kurtulm ak, “eğ itim in ” kazandırdığı rasyonel k o n tro ­
lü, kişisel araçları ve koru m ayı elde etm ek için zaten daha fazla
fırsata sahip oldukları an lam ın a gelir. N eden b ir sın ıfın kendi
silahlarını geliştirm ede d iğerlerinden daha fazla fırsata sahip o l­
ması gerekir? Eğer bu s ın ıf farklılığı bir oldu b itti (fait accom p li)
ise, eğitim siz b ir insanın bu üstün güce karşı kend isin i savunm ak
için elind e neleri vardır?

Rissarro daha üst sın ıftan insanların k en d isin e h ü k m ed ecek


bir güce sahip olduğunu düşünüyor, zira onlar içsel olarak daha
gelişm iş insanlar gibi g örü n ü yor; ve korkuyor, çü n k ü o n lar daha
d onan ım lı olduklarından kend isin e saygı duym ayacaklar. Kendi
k on u m u n u savunmaya m ecbu rm u ş hissediyor, kaldı ki yaşam ı
boyunca da saygı gören biri o lm ak için k en d isin i o nların dü­
zeyine çıkarm aya zorunluym uş hissetm işti zaten. B ü tü n bunlar,
sadece kendisi hakkında düşündüğü ve üst sın ıftan insanlara iliş­
kin kafasındaki im ajı kendisiyle karşılaştırm adığı zam an, ban ka­
da eğitim li birinin yaptığı işe karşı duyduğu tik sin tiy i ve beden
em ekçisinin daha haysiyetli oldu ğu duygusunu en gellem ek için.
40 G İRİŞ: GİZI.l YARALAR

Rissarro yaşam ındaki bu çelişkiye ne aniam verm ektedir?


B ir düzenbaz olduğu, dahası, bu konuyu dert ed in m esinin bile
gerçekten de yetersiz oldu ğu na kanıt olarak g örü lm esi gerektiği
b içim in d e. H ep sin in ö tesind e Rissarro kurallara göre oynam ış,
m addi saygınlığın g örü n en işaretlerini elde etm işti; o zam an,
hâlâ savunm asız hissediyorsa, onun b ir şeyle soru n u vardı: M u t­
suzluğu, o n a, diğer insanların saygı duyabildiği b ir kişi o lm ad ı­
ğın ın işareti gibi görünüyordu.

B u karışık duygular hayata yoksul, etn ik açıd an yalıtılm ış


em ekçi aileleri olarak başlayan ve onları A m erik an orta sınıfı
için e “karıştıracağı” farz edilen m addi kazançları elde edebilm iş
insanlarla k on u ştu ğu m uzda tekrar tekrar karşım ıza çıktı.

Form el eğ itim alan çocuklar, Rissarro gibi an n e babalara na­


zaran başarının tam da o rta yerinde yetersiz b ir k o ru n m a duygu­
sundan artık m uaftır. U lusal düzeyde, beyaz, m avi yakalı aileler­
den gelen ço cu k ların aşağı yukarı yarısı an ne b ab aların ın istediği
okul tü rüne gitm eye başladı ve bu, lise eğ itim in in de ö tesin e
geçtiler dem ektir. B u n ok tad a kız ve erkekler arasında büyük bir
fark old u ğu nu b elirtm ek gerek. K im in verilerini ku llan d ığ ın ı­
za bağlı olarak değişm ekle birlik te mavi yakalı ailelerden gelen
erkek çocu kların % ! 0 ve % 2 5 arası lisenin ilerisine geçm işken,
b u oran kızlarda % 4 0 ve % 5 0 arasındadır. E rk ek çocu kların ço k
daha azı 4 y ıllık üniversiteye giderken (% 3 ve % 5 arası), bu d u ­
rum daki kızların oram da az olm akla birlik te erkeklere göre daha
yüksektir.

O fislerd e çalışm aya başlayan mavi yakalı işçilerde olduğu


gibi eğ itim e ço k fazla u m u t bağlayan bir azınlıkla ilgileniyoruz.
Jo h n M c D e rm o tt gibi üniversite araştırm acıları, bunun varoş­
lardan gelen zaten hoşnu tsu z gençlerden son derece m utsuz bir
öğrenci g ru bu ortaya çıkarabileceğini ileri sü rer.13 M c D e rm o tt
ve başka b ir bağlam da D avid R iesm an , işçi sın ıfı ailelerinden
13 Bkz. John McDermott, “The Laying On of Culture.” The Nation, voi. 208,
no. 1 0 ( 1 0 Mart, 1969).
SINIFIN GİZLİ YARALARI 41

gelen kız ve erkek çocu kların gerek öğretm en ler gerekse daha
ayrıcalıklı öğrenciler tarafından üniversitede uygulanan “kültür
yüklem esi” nedeniyle yetersiz hissettiklerine inanm aktadır. Bu,
insanları saygının ödül olduğu b ir oyundaki iyi b ilin m ey en ku­
rallara m aruz bırakarak “statü u y u şm a z lığ ın ın yaptığı türden
yetersiz hissetm elerine neden olan bir süreçtir.

Jam es, mavi yakalı işçi ailelerin d en gelen kız ve erkeklerin


girebildiği yerel bir üniversitede 3- sınıftadır. Babası gündüzleri
m em u r olarak çalışıyor, geceleri ve h afta sonları ise k ilim tam ir­
ciliği yapıyor. Jam es üniversitede kalm anın kurallarını biliyor ve
ilk yılında iyi notlarla atılm aktan kurtuldu. Fakat Jam es, tıpkı
Frank’ın bankada kağıtlarla oynam aya saygı duym am ası gibi
oku la saygı duym uyor; “eğ itim li in sa n ’ın statüsü zanaatkardan
daha yüksek, fakat duygusal y ön d en doyum u daha az g örü nüyor
ona. N e var ki Jam es, her şey bir yana, s ır f babasın ın h atırına
okulda kalm ası gerektiğini düşünüyor;

“B abam için A m erikan R üyası, ço cu k ların ın üniversite eğiti­


m i aldığını görm ektir, kend isin in asla sahip olam adığı b ir şey bu.
B u yolda öleceklerini bilselerdi bu eğitim i yine alırlardı, bu de­
rece. Bizi asla zorlam adı b abam , fakat biz bu nu n onu gerçekten
m utlu edeceğini bilirdik, bir üniversite diplom ası alab ilird ik .”

Jam es aynı zam anda oku ld an ayrılm anın da m addi olarak


ne anlam a geldiğini bilm ek ted ir: güvence kaybı, statü ve para.
O k u la devam edecek, zira bu m addi etm enler k en d isin i zorlu­
yor, o n ların kendisine tek tek saygı duym asa bile.

Ja m es, okuldaki başarının yaşam ında oluşturduğu çelişkiyle


nasıl başa çıkm aktadır? T ıp k ı F ran k Rissarro gibi fazla ikircikli
hissettiği için aslında kend isin i suçluyor. B ir taraftan “hâlâ dü n ­
yaya paldır küldür dalacak cesaretim yok” diyor, ö rn eğ in okulu
bırakm ak gibi; diğer taraftan “eğer gerçekten gerekenlere sahip
olsaydım , bu okulu zah m ete değer b ir şey y apabilirdim ” diye dü­
şünüyor. Toplum sal kon u m u y la ilgili kişisel soru m lu lu ğ u üze­
rin e alıyor ve bu nu n son u cu olarak başarıya ulaşm a çabasında
girdiği yola rağmen k en d isin in yetersiz olduğunu hissediyor.
42 G İR İŞ: GİZ.I.1 YARAI.AR

Ja m es yaşam ında derin alt üst oluşlar geçirm iş ve huzursuz­


luğu old u kça belirgin. N e var ki o n u n bu soru nu , daha sessiz
b içim lerd e de olsa daha m ütevazı kazançlar elde edenler tarafın ­
dan da paylaşılm aktadır. Bu nlar, lisenin ötesine g eçm e şansını
biraz yakalam ış ve satış elem an ı ya da y ön etici çıraklığı gibi işlere
gid en çocuklardır. A m elelik yapan an ne babalarına göre daha
fazla fırsata sahip old u klarım düşünüyorlar. A m a aynı zam anda
a n n e b abaların ın işini daha ilg in ç ve yararlı görü yorlar ve tan ı da
b u yüzden o nların fırsatları değerlendirm eye sahip olm am aları
d ü şü ncesin d en dolayı üzgünler. O k u ld a son u n a kadar g itm ek
için b u n ca sıkı çalışm a ç o k ilgili olm adıkları m esleklerle so n u ç­
lan d ığ ın d a kendilerini suçluyorlar, özgüven h issetm edikleri için
d eğil, kend ilerin i g eliştirem ed iklerind en dolayı. “E ğ er sadece ge­
rekenlere sahip olsaydım ’’ diyor fabrika işçisinin oğlu olan ayak­
kabı m ağazasında satış elem an ı b ir genç, “h er şey farklı o la ca k tı.”

K en d in e verilen değere ilişkin bu kafa karıştırıcı m etaforları


an lam la n d ırm a n ın bir yolu, bu nları özgürlük ve haysiyet m esele­
leri olarak yeniden d ü şü nm ektir. S ın ıf, özgürlüğü sın ırlan d ırıcı
b ir sistem d ir: diğer insanlarla başa çıkm ad a gü çlü n ü n özgü rlü ­
ğ ü n ü sınırlar, çü nkü güç, o n ların iktid arını sürdüren b ir eylem
dairesi için e sık ıştırılm ıştır; am a sın ıf, em irlere uym ası an la m ın ­
da z a y ıf olanı çok daha açık b içim d e kısıtlar. Bu du rum da, ö z­
g ü rlü k leri s ın ıf sistem iyle d en etlen d iğ in d e insanların k en d ilerin ­
d e ve b irb irlerin d e gördükleri haysiyete ne olacaktır?

B u gü n İngiltere ve Fransa’da insanlar bu soruya B irleşik D ev -


letlerd ekilere göre farklı b ir y an ıt vereceklerdir. H âlâ güçlü işçi
sın ıfı g elen eklerine ya da b ir işçi sınıfı dayanışm ası anlayışına
sah ip k ültürlerd e em ekçiler, eşitler olarak saygıyı k en d ilerin e
e m ir verenlerden alm az, am a b irb irlerin d en alabilirler. R ichard
H o g g a rt’ın Ihe Uses o f Literacy (O ku ryazarlığın K u llan ım ları)
çalışm a sı, özgür olm adığım ız, lâkin bu baskı altında haysiyetli
o ld u ğ u m u z çü n k ü b irb irim ize sahip oldu ğu m uz duygusunun
güzel b ir çağrışım ın ı yapar. Paris çevresindeki k ız ıl v a ro şla rız
(fau b o u rg s rouges) işçiler, k end i sınıfsal k on u m ların d a gerçek
o n u ru zaten alıyorlar.
SINIFIN GtZLİ YARALARI 43

O zam an bu olanaklıysa, yani başkalarına göre daha az eğitim


şansına, daha az iş seçeneklerine, daha az m addi özgürlüğe sahip
old u ğu nu n farkındayken bile haysiyete sahip olduğunu hisset­
m ek m ü m kü n se, neden A m erika’da F ran k Rissarro gibi insanlar
haysiyetinin tehlikede olduğunu d ü şü nm ekted ir? N eden sınıfsal
k o n u m ların ı fazlasıyla kişisel ele alıyorlar? K en d in i geliştirm e
ile yakınd an ilgili olan Jam es gibi birisi, Rissarro’nun kendisini
yoksun hissettiği eğitim li o lm a k on u su nd a neden benzer bir k ı­
rılganlık hissine sahip?

B u n lar bu kitapta y anıtlan m aya çalışılan sorulardır. A m eri­


ka’daki kentsel işçilerin d u rum u hali hazırda bazı kısm i yanıtlarla
kabataslak çizilm iştir: etn ik sığınak, k en ttek i etn ik m ahalle y ık ıl­
dığı zam an parçalanıyor; bu adam ların her ikisi de, B ritanya’nın
tersine, toplum sal sınıfların geçişkenliği m itin i öven bir to p lu m ­
da bulund ukları sınıfı değiştirdiler ve bu toplum sal h areketlilik
statü endişesi yaratıyor. N e var ki bu türden dolaylı yanıtlar çok
basittir. M ad d i güçte ve seçm e özgürlüğünde bir artışa özsaygı
k rizinin eşlik edeceği meselesi daha fazla k an ıt ortaya koyan ça ­
lışm alar gerektirir.

Tam da bu noktada B . F. S k in n e r’in Beyond Freedom a n d


D ig n ity (Ö zgü rlü k ve O n u ru n Ö tesin d e) çalışm asında geliştir­
m iş olduğu konum un kütlüğün e d ik k at çek m ek yerinde olur.
Bu kütlük, özellikle davranışsal p sik o lo jiy e ilişkin kendi klişele­
rini gerçek insan yaşam ına uyguladığında ortaya çıkar. Skinner,
özerk bir insan olarak bireyin özgürlüğü ve haysiyetinin b ilim d ı-
şı m itler olduğunu ileri sürer; işte R issarro ve Jam es gibi iki in ­
san, bireysel seçm e özgürlüklerine sert sın ırlam aların dayatıldığı,
kend ilerin in tanım lam akta bile zorlandığı haysiyeti elde etm ek
için daha fazla özgürlük o lu ştu rm ak için m ücadele verdikleri,
görü n üşte başarılı olan bu m ücad elen in k en d ilerin e olan güveni
aşındırdığı b ir toplum sal sın ıfta yetiştiler. O n la rın özgürlük ve
haysiyet aram a eylem lerine bir m it diyerek ne tü r b ir kavrayış
elde ediyoruz ve böylece kültür h akkın d a ne öğreniyoruz? N e ka­
dar ço k verirse o kadar ço k onları savunm asız hissettirir anlayışı
44 GİRİŞ: G İZ L İY A R A JA R

ned en böylesine yapılaşm ıştır? T o p lu m bu insanların özgürlük


ve haysiyeti şim diye kadar ço k az tecrü b e ettikleri biçim de dü ­
zenlenm işse bireysel yaşam larda özgürlük ve haysiyet düşüncesi­
ni “aşm a” üzerine neden konuşuyoruz? B u k itap taki tartışm alar,
S k in n e r’in yaptığı gibi, bireyciliğe saldırm aya odaklanacak, fakat
toplu m sal b ir kötülüğü, insanın hayal g ü cü n ü y ön etm e yetisini
b ir tarafa bırakarak tek başına “yetersiz b ilg i” ya da “bilim öncesi
in a n ç” m eselesi olarak an lam ak h ak ikaten olanaksızdır.

A slında özgürlük ve haysiyet m ü cad elesinin A m erika’da na­


sıl yıkıcı old uğunu anlam ak için şim diye kadar ortaya çıkan
en ö n em li olgu, Frank Rissarro ve Jam es gibi insanların bilgiye
verdikleri değerdir. Form el eğ itim aracılığıyla elde edilm iş b ilg i­
yi, b ir insanın olayları k o n tro l etm esin e olan ak sağlam ası, onu
hayatta daha büyük rollere girişm esi için donatm ası sayesinde
özgürlüğü kazanm ak için araçlar elde etm ek olarak görürler. As­
lınd a görü n en o ki D ip lo m alı B ilg i, bu insanların h içbiri için
haysiyet an lam ın a gelm ez; tam da b u n u n tersidir, bu bir yalan­
dır. A nlaşılm ası gereken şey, A m erika’daki s ın ıf yapısının özgiir-
lüğün araçlarını haysiyetsizliğin kaynakları haline getirm ek için
nasıl örgütlendiğidir.

Ş im d iy e kadar sunulan yaşam öyküleri toplum sal hareketli­


lik soru n u n a değindiğine göre, bu k on u d a bir düstur, insanların
k end ilerin i zorlam azlarsa daha m u tlu oldukları düşüncesi o lab i­
lir. B elk i A m erika’da sınıfsal değişim ler, p sik o lo jik olarak nasıl
işlerse işlesin öylesine acım asız yık ıcı b ir sü reçtir ki, orta sınıfa
“kaynam a”, parçalanan kentsel köylerden gelen insanların hayat­
larınd a ne yapm aları gerektiği ile ilgili değildir. Bu düşüncedeki
tem el soru n, haysiyet ve özsaygı m eselelerin in beden işçisi olarak
kalan insanların yaşam larında ortaya çıkardığı sorun ile aynıdır.
B u m eseleler, başarının istisnai dağılım ı kadar işçi sın ıfın ın ayak­
ta kalm aya y ön elik gündelik d en eyim leri ile ilgilidir.

G örü şm elerim izd e gerek E . W ig h t B ak k e’nin akadem ik ça ­


lışm alarınd a gerekse Studs T erk el’in H a rd Times (Z o r Z am anlar)
SINIFIN GİZLİ YARALARI 45

kitab ın d a yazdıklarında da rastladığım ız B ü y ü k D epresyona iliş­


kin anılarla karşılaştık. Şu anda işlerinde güvencede olan işçiler
için B ü yü k D epresyon, hayatları alt üst eden, oldukça sarsıntılı,
bireyin k on tro lü n ü n tam am en dışında b ir toplu m sal felaket ola­
rak hatırlanm aktaydı ve b ir in san ın yapabildiği tek şey, olabildiği
kadar ayakta kalm a m ücadelesi verm ek ti. İn san iflas etm işse ya
da en azından geliri azalm ışsa kabahati nasıl k end ind e bulabilir?

S o n yıllarda daha az sarsıntılı olan e k o n o m ik sıkıntılarda iş­


çiler, e k o n o m ik sorunlar h akkın d a yapılan soh betlerd e du ydu k­
larınd an kaynaklı olarak diğer in san ların bu sorunlar nedeniyle
kend ilerin i suçlayabileceği korkusu yaşıyor, b ir tü r savunm a ge­
liştiriyor. A raba alım ı konu su nda b ir karı k oca arasında aşağıda
yapılan tartışm a buna bir örnektir.

E r k e k ; İşte görüyorsun, yap ab i Ieceğ i m iz h içb ir şey yok, ha­


yatın b ir gerçeği bu.

K ad ım : D o ğ ru , zorunlu h arcam alar d ışın d a ayda bir 1 0 -1 5


dolar kenara koyabildik; banka jo e ’nun işten çıkarılm ası dö­
n em in d e ödem eleri yapam ayacağız diye bize suçluym uşuz gibi
davrandı, bize böyle davranm aya hakları yok değil mi?

E r k e k ; B en i üzen de bu tavır, yani ne b iley im , işe arabasız da


g id eb ilirim , fakat A m erika’da kim se bu tavrı h ak etm iyor.

H aysiyetin incitildiği duygusu bu ö rn ek te, Büyük D ep res­


yonda evlerini bir bankaya kaptıran b irin in söylediklerinden o l­
du kça farklıdır; “T an rım , biz h em en ban kad an dışarı çık tık ve
sokakta, ‘bu sadece bize o lm u y o r’ diye d ü şü nerek yürüdük”; ya
da T erk el’in bahsettiği aşağıdaki gibi b ir örn ek :
Resmi tatil ilan edilmişti, battığımız duygusunu hatırlıyorum.
Gazete almak için köşeye kadar yürüdüm, adama 50 kuruş ver­
dim. Adam parayla yazı tura attı ve “bu durum iyi değil” dedi,
sonra parayı caddenin ortasına fırlattı (Gülüyor). Bazıları bu
tatili büyük bir şaka olarak düşünüyordu. Gazeteci çocuk gi­
bilerinin ise sinirleri oldukça bozuktu: H iç para yok, hiç bir
46 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

şey yok diye bağırıyordu. Çoğu insan sakindi, zira daha kötüsü
olamazdı...14

G ö rü ştü ğ ü m ü z hem en her o rta yaşlı kişi an n e babasından


daha iyi d u ru m d a olduğunu düşünüyor, üstelik sadece D epres­
yon sırasında değil, ondan hem öncesin d e h em de sonrasında:
“ B abam h aftad a altı gün köle gibi çalışırdı; biz ço cu k ları için
k ıçın ı y ırttı ve tanrıya şükür ki ben ve Ju lie artık böyle yaşam ak
zorund a değiliz.” Ya da “işçi için ‘eski güzel g ü n ler’ pek acısız
değildi. O günleri tekrar görm ek zorunda o lm ad ığ ım ız için çok
şanslıyız.” B u işçiler daha sonra da şöyle şeyler söylüyor: “S an ı­
rım işler şim d i de iyi değil, sadece vergileri k astetm iy o ru m , an­
lıyorsun işte, fakat sıradan insanlar pek fazla fırsata sahip değil,”
ya da “A rtık ca n ım a tak etti, buram a geldi, y apabileceğin sadece
b ir yere k ad ar ve ben yaptığım ı d ü şü nü yoru m , yin e de işler hâlâ
»)
zor.

Bu tü rd en şikayetler daha derin bir korku yu da kapsar.

“B ak, üç ço cu ğ u m var, tam am m ı, o n ların o ku lu için bir ke­


n ara para k oy m am gerek, yani onlara hayal kırıklığı yaşatm ak
istem iy oru m , çalışm azsam , bilirsin , son u m iyi o lm ayacak.”

“O n la rın üniversiteye gidebilm esi için biraz para b iriktirm ez-


sem ço cu k la rım b e n im h akkım d a ne düşü nü r?”

Bu in san ların işlerini kaybetm em e gücü kendi ellerin d e de­


ğild ir, tıp kı D ep resy on sırasında babaların ın da bu k on tro le sa­
h ip olm am ası g ib i; beden em eğine dayalı işlerin süresi, 1 9 3 0 ’lar-
dak i gibi şim d i de genel olarak ek o n o m ik dalgalanm alara duyarlı
o lm u ştu r. F akat 1 9 7 0 ’lerde anılarda kalan şudur: D ep resy on dö­
n em in d e h iç kim se işini kaybettiği için bir babayı suçlayam az,
n e var ki b u insanlarla ne kadar konuşursanız her b irin d e o kadar
ç o k k ork u yu hissedersiniz, zira şim dilerde işlerini kaybederlerse
başarısız o lm u ş sayılacaklar, suçlanacaklar, in san lar tarafından
y arg ılan acak lar.15
14 Studs Terkel, Hard Times (Pantheon; 1970), s. 423.
15 Bakke’nin işaret ettiği gibi, Depresyon döneminde mavi yakalı babalar, ta­
lihsizlikleri nedeniyle benzer bir kişisel sorumluluk hissetmekteydi. Bu, ço-
SIN IF IN G İZ L İ Y A RA IA RI 47

Yargılam anın gizli sopasının huzuruna çağ rılm a ve yetersiz


bu lu nm a korkusu, günden güne sorunlarıyla gayet iyi başa çıkan
insanların hayatlarına bulaşıyor; bu, d en eyim in niteliğinde gizli
b ir yük, gizli bir endişe, k on tro lü elinde bu lu nd u rm ad a yarım
yam alak hissetm e m eselesidir, ne var ki, her şeyi m addi çıkara
bağlayan b ir gözlem ci, em ek çin in yeterli k o n tro le sahip olduğu
son u cu n a varacaktır.

C arl D o rian genç b ir elek trik çi çırağıdır. Yeni evlenm iş, ses­
siz, sakin biri. Yaşam ının pek bü yü k dram lar geçirm ediğin i dü­
şünüyor: M eslek lisesinde zan aatın ı y eterin ce iyi öğren d i, fakat
ço k parlak b ir öğrenci de değildi; oku l dışında h âlâ birbirleriy-
le görüştükleri arkadaşlar edindi ve hâlâ hepsi de büyüdükleri
B o sto n ’un C harlestow n bölgesinde yaşıyor.

“H içb ir sorunum yok, an lıyor m usun, fakat gerçekten çok


m utluyum da diyem em , işyerinde de pek sorun y o k , zira patron
ne derse y a p ıy o ru m ... D esp o t b ir adam değil, ya da bu na benzer
b ir şey; sadece işimi iyi y apm am ı istiyor, her şey yolunda, hır
gür y o k ... G erçi bir hayli sabırsız hissediyorum ve bu nu ger­
çek ten a n la y am ıy o ru m ... H ay ır hayır, bu elek trik işini yapm ayı
seviyorum , dışarıda dolaşıyorsun, farklı binalar, işle ilgili değişik
soru nlar görüyorsun, hayatını kazanm ak için iyi b ir y o l .. . ”

“S an ırım , acaba diyorum , birisi için çalışıyor o lm am m ı so­


run? B e n ... ben hiçbir sorun olm adığı zam an bile, aslında, o
zam an bile boka batm ışım gibi h iss e d iy o ru m ...”

Bu noktada görüşm eci C a rl’a bu duygularının nasıl ortaya


çık tığ ın ı soruyor.

“Yani, para konusunda patron la ta rtışıy o ru m ... Şim d i bir


derneğin binasında çalışıyorum , fakat k ü çü k bir işyeri b u ra sı...
H ay ır yani anlam ıyorum , aynı işi büyük işyerlerinde yapan ar­
kadaşlar var, b iliy o ru m ... Bak, sanki uzaklaştırılıyorm uşum gibi
ğunluğun ekonomik güvencesinin olduğu bir dönemde insanların geçmişi
nasıl hatırladığına ilişkin bir meseledir (E. Wight Bakke, The Unemployed
Worker [New Haven: Yale Univ. Press; 1940]).
48 GİRİŞ: GİZLİ YARAI.AR

hissediyorum , işlerin tepesinde değilm işim gibi bir h is ... B u nu


nasıl adlandırabilirim bilem iyoru m , belki bir tü r güçsüzlük, fa­
kat yanlış giden b ir şeyle ilgili bir duygu değil bu .”

Fransa ve İtalya’da yapılanlara benzer olarak B irleşik D ev let­


lerdeki çalışm alar, b ir dereceye kadar güvence ve refah içerisinde
olan em ekçi ailelerinden gelen çocu kların isyan etm esi hakkında
şunları yazm aktadır: işyerlerindeki ve sendikalardaki büyükle­
rinin isteklerinin tersine denetim siz grevlere gitm ed e isteklilik,
ücretlerin ve tatil sürelerinin artışında ısrar ve h astalık yardım ı,
sendikal p o litik çalışm a ve yeni üretim organizasyonu gibi gele­
neksel sorunlara ön em verm em ek. Bu in san ların duyguları öf­
keye indirgenem ez; o n lar “olayların tepesinde o lm ak ,” k on trole
sahip olm ak istem ekte ve yine de “yanlış giden bir şey” tespit
edem em ektedir.

Ö fk e üzerine b ir tartışm ada C a rl’a soru nlu görünen b ir şey


vardı. “Yani, belki daha önce söylediğim şeyleri pek o kadar anla­
ta m a d ım ... B en işi bırakm ayacağım , hayat idare eder, ta m a m ...
B u , olayların k o n tro lü n ü n elim de olm am ası d u y g u su ... Bu beni
gerçekten anlayışsız ve gergin yapıyor.” E k o n o m ik baskıya ilişkin
bild ik kelim elerden h içb iri onun den eyim lerin i tan ım lam am ak-
tadır: İşini sevm ekte, bu işi iyi yapm akta, p atro n u n u n adil oldu­
ğunu düşünm ektedir.

C ari kişisel k on trol arayışm dadır, çü n k ü bu ottun olaylarla


başa çıkabild iğini hissetm esinin bir y oludu r; bu m ücadelede si­
lah olarak p atro n u n d an aldığı ücret artışlarını kullanm aktadır.
Fakat sendikalı bir işçi için silah iki uçludur. O rta yaşlı bir öğ­
retm enin kapı kom şusu olan B o sto n lu b ir tesisatçı, kom şusunun
m aaşını ikiye katlam aktad ır; fakat birbirieriyle karşılaştıklarında
tesisatçı, ö n ce “bay” diye hitap ederek sonra ö ğretm en in adını
söylem ektedir, ö ğretm en ise onu sadece ilk adıyla çağırm aktadır.
Ö ğ retm en , kend i kişisel m esleki gelişim in e bağlı olarak işyerin­
den ücret artışı beklentisindedir. İleride tesisatçın ın da alabileceği
bu artışlar, tesisatçı açısından bireysel değil k o lek tife İm an artışlar
olacaktır, yani o n u n m esleğini yapan herkesin alabileceği artış­
SINIFIN GİZLİ YARAIARI 49

lardır bunlar, örneğin “bay’’ diye bitap ettiği öğretmenin bekle­


diğinden daha fazla para elde edeceği türden artışlar. “Kahretsin
ki yapabildiğim her şeye iş yerindeki teresleri de katacağım, fakat
Bay Arnold için aynı şey geçerli değil, anlıyor musun?”

Çoğu beden işçisi için paranın kudretinin temel niteliği,


bireysel değil fakat sendikal faaliyet aracılığıyla kolektif olarak
ediniliyor olmasıdır. Bir işçi temsilcisi yeni bir sözleşme hazırla­
maya oturduğunda yönetime Jones ya da Smith bu yıl çok iyi iş
çıkardılar, bir ücret artışını hak ediyorlar demez, X emek kate­
gorisi bu yıl çok daha verimliydi ya da X sayıda hizmet yılı olan
işçiler daha fazla hizmet zammı hak ettiler, olmadı X işçi grubu
enflasyon artışına göre daha fazla hayat pahalılığı zammına ih­
tiyaç duymaktadır diyecektir. İşçi temsilcisi zam alacak olan iş
kategorileri için uğraş verir, yoksa onların aralarından seçtiği tek
tek bireyler için değil.

A n c a k b ü tü n b u in sa n la rın h a y a tla rın ın iç e risin d e y er alan


saygı d ü stu ru , b ir in sa n ın “b ir şeyi k e n d isin in y a p tığ ın ı”, m ad d i
k a z a n c ın ı kişisel b ir çab ay la g erçe k le ştird iğ in i g ö s te rm e sin i ge­
re k tirir. T o p lu p azarlık ta b ir k a teg o riy e dahil o ld u k la rı iç in zam
alırlar. C a r l'm ve tesisa tçıla rın ü cretleri son beş y ıld a g id e re k a rt­
tı, yan h a k la rı da d ah il; ne ki h er ikisi d e h a y a tla rın ı k o n tro l e t­
m e k te n m a h ru m o ld u k ların ı d ü şü n ü y or. Ve tam da bu n ed en le
te sisa tçı, kend isi ve B ay A rn o ld arasın d a b ir ay rım y a p m a k ta d ır:
tesisatçı d aha fazla para k azan abiiir, fakat B ay A r n o ld ’u n sın ıfsal
k o n u m u , b ir in san ın k end i içerisin d ek i g ü ce d ah a fazla bağ lıy ­
m ış g ib i görünür.

B u in san ların tarihsel y alıtılm ışlık ların d an o rtay a çık arak y o ­


ru m lad ık ları b içim iy le A m erik a’da saygı g ö rm en in tem el k u ralı,
"bir in san ın kendi toplumsad k o n u m u n u n so ru m lu lu ğ u n u d ü ­
şü n m esi gerektiğidir; sın ıflı b ir to p lu m d a genel olarak in san ların
k end i yaşam larını k on rrol etm e özgü rlü ğünden y ok su n o ld u ğ u ­
na in ansalar bile.

B u k itap ta görüşülen in san ların hepsi de ait old u kları sınıfın


50 GİRİŞ: G İZLİ YARALAR

farkındadır. Beyaz yakalı b ir işe girerek ya da yüksek eğ itim ala­


rak s ın ıf değiştirenler, başarıları k onu su nda son derece ikircikli
h issetm ekted ir ve b u ikircikliği k endilerin deki zafiyetin b ir işare­
ti olarak görürler. B ed en sel em eğ in i kullanarak çalışm ayı sürdü­
ren mavi yakalı işçiler olarak aileleri ve kendileri için m aku l bir
yaşam kurabilen ler de k en d ilerin e yapışık bir güçsüzlük duygu­
sunun etkisi altındadır. B u duygu gündelik yaşam larının n iteli­
ğind e kend isini gösterir; bu insanlar kaygının ned eni olarak k en ­
dilerini sorum lu tu tm ak tad ır. İn san lar —to p lu m u n bu kelim eyi
tanım lad ığı b içim iy le- “özgü rlü k leri”n in sın ırlan m asın a ya da
genişlem esine ilişkin soru m luluğu üzerlerine alm aya çalıştık la­
rınd a k en d ilerin in haysiyetlerine ilişkin kanaatlerini kaybetsinler
diye top lu m u m u zd a gizli ve zıt şeyler işbaşındadır.

S o ru n u n bu tü rden tan ım lan m asın a söylen ecek b ir itiraz


o lab ilir: g örü şm eciler olarak bu duyguları ortaya çık aran bizler
değil m iydik? işçilerle g örü şm e yapan ü st-orta sın ıftan insanla­
rız, doğal olarak bizim le görü şürken gergin olacaklardı. B ü tü n
iyi niyetlerim ize rağm en o n ların yetersiz h issetm elerin e neden
o lm ad ık m ı?

B u K itap tak i G örüşm eler Nasıl Gerçekleşti?

G ö rü şm elere başladığım ızda bu m eseleler iç karartıcı b içim d e


m an tık lı görünüyordu. Fakat görüşm elerde ilerled ik çe işçilerle
aram ızdaki s ın ıf fark lılıkların ın ilk başta dü şü ndü ğüm ü z an lam ­
da kişisel b ir m esele o lm ad ığ ın ı gördük. G ö rü şm eler sırasında
başlan gıçta işçiler bize karşı ih tiy atlıyd ı, fakat bizim ilgim izi sa­
h ici bu ld u kların d a kişisel olarak old u kça sıcaktılar. G ö rü şm eler­
d en sonra arkadaşları olarak zam an zam an bizi evlerin e davet
ettik leri noktad a aram ızda b ir güven kuruldu. N e var ki elde
e ttiğ im iz güvenin en büyük işareti, “bizim gibi in san lar” h ak k ın ­
da epeydir akılların da olan b ir soru n u bizim le tartışırken rahat
h issettik leri zam andı. B izim ve k en d ilerin in sın ıfın d an insanlar
arasında var old u ğu nu d ü şü nd ü kleri bariyerler k on u su n d a ö f­
k elerin i bize rah atça ifade ettik lerin d e nihayet aram ızda b ir gü­
SINII-'IN GİZLİ YARALARI 51

ven oluşm uştu. “Yani ahbap diyorsun k i” dedi b ir su tesisatçısı


S e n n e tt’e, “sadece boş boş otu ru p düşünerek iyi bir hayat k u ru ­
yorsun ha? N e hakla? Kişisel olarak algılam a am a, yani em in im
sen ve hepiniz zeki adam larsınız, am a yani gerçekten hayat se­
n in k i, başkaları için k ıçın ı y ırtm ak zorunda k alm ıy orsu n.”

işçilerin eğitim li insanların yaşam ına dair öfkesin i ifade etm e


olanağı sağlayan güven gelişm eden ö n ce aslında onları huzursuz
eden b ir sınıfın üyeleri gibi davranıyorlardı. R issarro’n un ilk sa­
vunusu, bu huzursuzluğun, işçiler kendileri h akkın d a k on u şm a­
ya başladığında onlara ne yaptığının sadece bir örneğidir.

H erh angi bir otobiyografik hikâyede kend ini haldi çık arm a
çabaları ortaya çıkar; bu durum yetişkinler kadar 12 yaşındaki
ço cu k la konuşurken de görülebilir. Fakat bizim görü şm eleri­
m izde kend ini haklı çıkarm a m eselesi özel b ir b içim aldı: in ­
sanlar, eğitim li, üst-orta sın ıftan b irin in k end ilerin i yargılayıcı
bir pozisyonda olduğunu düşü ndü ler ve vardıkları yargı, işçi
sın ıfın d an insanlara eşitler olarak saygı gösterilm eyebileceği ola­
ca k tı. B u korkuya işçiler iki b içim d e tepki verdi. Ya toplu m daki
k o n u m ların ın kişisel olarak kendi hataları olm ad ığ ını ya da in­
sanları toplum sal konu m larına göre yargılam anın yanlış old u ­
ğunu gösterm eye çalışıyorlardı. O halde, zam anım ızın en s ın ıf
b ilin çli politikacısından birkaç k elim e ö d ü n ç alarak söylenirse,
bu ö rn ek te s ın ıf farklılıklarının duygusal etkisi, “haysiyetsiz
züppelik”, 16 m ahcup olm a, k ü çü m sen m e m eselesidir. N e var ki
işçiler tarafından algılandığı biçim iy le bu m esele daha karm aşık­
tır: eğitim li insanlar kendi gözlerinde başkalarının h âkim iym iş
gibi davranm a hakkına sahiptir, zira top lu m onları içlerin d ek i-
ni geliştirebilecekleri bir k o n u m a yerleştirm iştir; diğer taraftan
to p lu m u n bunu yapması ço k çirk in ce bir şeydir, çü n k ü in san ­
lar b irb irlerin e eşitler olarak m uam ele etm elidir. G ö rü şm eleri­
16 T.S.N.: 1969 yılında Nixoıı’ın başkan yardımcılığını yapmış olan Spiro
Agııevv’in, Wietnam savaşı karşıtı protestocuları ve gazetecileri hedef alarak
söylediği “kendilerini aydın diye niteleyen haysiyetsiz züppeler” sözleri kas­
tediliyor.
52 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

m izde eğitim li sınıftan bireyler olarak bizim davranışlarım ız bu


tu tu m u n ilk parçasını yansıtıyordu ve kişisel güven bağlarının
gelişm esi İkinciyi ortaya çıkardı. B ö y lece, işçilerde s ın ıf b ilin ci
arıyorken, süreç içerisinde kendi varlığım ızı a k tif bir unsur o la­
rak k eşfetm ek zorunda kalacağım ızı öğrendik.

B izim ve görüştüğüm üz in san ların yaşadığı B o sto n k en ti de


benzer türden bir ilişki içerisindedir. D a h a önced en belirttiğ im iz
gibi geleneksel olarak güçlü b ir e tn ik kentsel köy unsurunu ba­
rındırıyor. N e var ki geçen son on yılda bu köyler ciddi b içim d e
parçaland ı. Top lu m b ilim ci H erb ert G an s’ın üzerinde çalıştığı
İtalyan topluluğu gibi bazı y erleşim ler kentsel dönüşüm nede­
niyle tam am en yıkıldı. B o sto n ’da nisp eten az sayıda siyah vardır
(% 1 3 ) ve işçi sınıfını çevreleyen beyaz dünyaya P atricia ve B re n ­
dan S e x to n ’u n 17 “Yeni S ın ıf ” dediği (örn eğin işçilerle görüşm e
yapan bizim gibiler) insanlar h âkim oldu. C am b rid g e, B o sto n
ve W alth am ’daki üniversitelerden yüksek eğitim li profesyoneller
fışkırdı. B o sto n bölgesindeki eski tekstil ve ayakkabı en d ü stri­
leri giderek gerilediğinde bu Yeni S ın ıftan in san ların tek n o lo jik
uzm anlığı ile yaratılan yeni endüstriler, özellikle elek tro n ik ve
bilgisayar endüstrisi, yeni bedensel em ek b içim leri üretti. Yeni
S ın ıfta n insanlarda görülen kişisel güç ek o n o m ik bir olguyla b ir­
leşti; bu gücün tek n o lo jik alanda harcanm ası bölgedeki fabrika
işi için yeni b ir can suyu sağlam ıştı.

B o sto n ’a geçici ziyaret yapanlar diğer A m erikan k entlerine


kıyasla o n u n g eçm işind en, yavaş tem p osu nd an ve eski y olların ­
dan, b ir D o ğu Sahili k enti için alışılm ad ık ırk dengesinden çok
etkilenirler. K en ti kuşatan 1 2 8 . yol b o y u n ca k en t m erkezinin
dışına doğru gittiklerind e ideal b ir sanayi olarak çoğu k en tin
rüyası olan b ir tü r te k n o lo jik endüstriyel alan göreceklerdir. Sa­
hiden de P atricia ve Bren dan Sexto n Yeni S ın ıfın ülkenin ek o ­
n o m ik bü yü m esinin tem el kaynağı olm aya başladığı d ü şü ncele­
rinde haklılarsa (bu görüş D an iel B ell ve A lain T o u rain e’in post-
17 Patricia and Brendan Sexton, Blue Collars and Hard Hats (New York: Ran­
dom House; 1971).
______________________ SIN IFIN GİZLİ YARALARI______ ________ 53

endüstriyel toplum teorilerinde ay rın tılan d ırılm ıştır), o zaman


beden işçileri ile Yeni S ın ıf arasındaki ilişki gelecek için oldukça
ö n em li olacak dem ektir. B o sto n bölgesinin özgün özelliği kadar
görüşm elerim izde varlığım ızın neden old u ğu “önyargı”, aynı
anda h em bir kısıtlam a hem de b ir y ö n len d irm e açısıydı.

B u kitap özellikle iki kaynaktan beslendi. İlki, S en n ett’in


okullarda, yerel kulüp ve barlarda, to p lu lu k lar ve gruplarda ka­
tılım cı gözlem ci olarak bulunduğu “kentsel a n tro p o lo jik ” çalış­
m alar, diğeri ise küçük bir çalışm a ekibiyle 1 9 6 9 H aziran ınd an
1 9 7 0 H aziranı arasında iki yazar tarafınd an gerçekleştirilen 1 5 0
derinlem esine görüşm eydi. E rk ek işçiler, kadınlar, o n ların ço ­
cukları ile gerek özel gerekse grup görü şm eleri yaparak toplam
4 0 0 saatlik bir kayıt yaptık. G ö rü ştü ğ ü m ü z in san ların ü çte ikisi
3 0 ’lu yaşlarının sonu ve 4 0 ’lı yaşlarının başındaydı ve 6 0 ’larında
olup bü yü kanne ya da büyükbaba olan ların sayısı çok azdı. G eri
kalanı ise 2 0 ’lerinin başında olan gençlerd i. O rta yaşlı olanlar
A m erika’da yaşayan üçüncü nesildi, daha gen çler ise d örd ü n cü .
O rta ve daha yaşlı olanların hepsi de yaşam larının ço ğ u n u be­
den işçisi olarak geçirm işlerdi, fakat g örü şm e yaptığım ız sırada
bu n ların bir kısm ı düşük statülü beyaz yakalı işlere geçm işlerdi.

insanlarla evlerinden çok bizim kendi ofisim izde görüşm eye


çalıştık , zira uzun süre görüşm eler için d ikkati dağıtan ço k az
şey vardı ve üstelik, anladığım ız kadarıyla, insanlar k on u şm ak
için n ö tr ortam ları daha ço k tercih ediyordu. G eliştird iğim iz
y ö n tem , ö n ce o rtak bir görüşm e için b ir grup insanı bir araya
g etirm ek, sonra da bunu bireysel g örü şm elerle takip etm ek ti. İş­
çiler hakkın d a b ir kitap hazırladığım ızı söyledik ve bize yardım
edip edem eyeceklerini sorduk. H erh an g i b ir para filan k esinlikle
te k lif etm ed ik. Ö zellikle ilk 10 dakika insanları bir m ik tar ger­
ginleştiren bir kayıt cihazı k ulland ık, fakat 1 0 dakika sonra o n u n
orada old u ğu nu unuttular. Bazen b ir grup görü şm esinden sonra
insanlar kaydı dinleyip sonra biraz daha konuştular.

G örü şm elerd e kullandığım ız sabit bir soru kağıdı yoktu ,


54 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

b u n u n yerine anlam ak istediğim iz m eselelere ilişkin b ir liste


k u llan d ık ve asıl sorular daha ço k her g örü şm en in aldığı özgül
b içim e göre b elirlen d i. Tek tek bireylerle yaptığım ız oturu m lara
yaşam larını an ne babaların ın k in e göre nasıl farklı gördüklerini
sorarak başlad ık genellikle. O n la r da ço ğ u n lu kla yaşam larındaki
d en eyim lerin i ya da ön em li olayları tarihsel bir sıra içerisinde
an latarak başladılar. İlgili kon u ların çoğu n lu ğu güçsüzlük ve ye­
terlilik ile ilgili oldu ğu nd an, görüşm elerde bizim tem el p ro ble­
m im iz b ir bağlam bu lm a m eselesi d eğ ild i, fakat daha ço k neden
bu kon u ların sürekli tekrarlandığını an lam aktı.

B u p ro je n in çalışm a ek ibin d ek iler bizim le benzer bir geçm işe


sahip kişilerden o lu ştu . B aşlangıçta birk açın a görü şm eci olarak
çalışm ak isteyip istem ed iklerin i sorduk, fakat ço ğ u bu n u n onları
rahatsız ed eceğin i, zira sanki yargılıyorm uş gibi hissedeceklerini
söylediler. Bu d u ru m d a bizim de m i yargılıyor olduğum uzu dü ­
şü n d ü k lerin i sord u k ve böylece karakteristik kırılm a m eydana
g eld i, b u n u kişisel olarak algılam am am ızı söylediler. Bizi sevm iş­
lerdi.

E rk ek ler kadar kadınlarla da görü şm em ize rağm en bu çalış­


m a ö n celik le erkeklerin den eyim lerin i yansıtm aktadır. H er iki
cin siy etin d en eyim in d e ortak olan bir şeyden bah settik lerind e,
aile yaşam ı h a k k ın d a bir şey gösterd iklerind e ya da görüştüğü­
m ü z erkekler h ak k ın d a farklı bir p ersp ek tif sunduklarınd a ka­
d ınlarla görü şm elerden elde ettik lerim izi aktardık. B u biçim d e
çalışm am ızın iki ned eni vardı: ö n celik le bu çalışm a, erkeklerin
geleneksel işi h akk ın d a yapılan k ü ltü rel değerlendirm elerden
d olayı onları kadınlardan daha farklı b ir biçim d e etkileyen bir
to p lu m sal düzeni inceliyor. İk in cisi, bizim le çalışan b ir kadın
o la n C laire S ieg elb au m ’un işçi sın ıfı k ad ın ların ın ilk elden de­
n ey im lerin i o rtaya koyan bir görü şm eler setini yayına hazırlam ış
o lm asıyd ı.

in san ların aslın d a bize ne an lattığ ın a, b u n a k arşılık bası­


lı m e tin d e ortaya çık an ın ne old u ğu n a ve üzerinde ne türden
SINIFIN Gİ7.I.1 YARALARI 55

değişiklikler yaptığım ızla ilgili olarak da birk aç şey söylem em iz


gerek. K ullandığım ız isim lerin h içbiri gerçek isim ler değil. A ynı
zam anda kişilerin tam m esleği ya da evlilik ayrıntıları gibi açık
kişisel bilgiler de değiştirildi. A n o n im liğ i k o ru m an ın ötesinde
belli bazı özgürlükleri de kullandık: değişik örneklerd e insanla­
rın yaptığı yorum lara yoğunlaştık; bir k on u h akkın d a iki insa­
nın yoru m un un çok benzer olduğu d u ru m lard a bunları tek bir
kişinin yorum ları olarak tasvir ettik . Bazı d u rum larda uğruna
m ücadele ettikleri fakat h atırlayam adıklarını düşündüğüm üz
kelim eleri onlara biz h atırlattık . İki kez birkaç yaşam öyküsün­
den öğeleri birleştirdik. G ö rü ştü ğ ü m ü z in san ların hayatlarının
su n u m u n u kurgunun sınırlarına ço k yaklaştırdığım ız için bizi
affedeceklerini um uyoruz. B u yaptığım ız n etlik ve y aratıcılık
içindir, an cak m ahrem iyeti daha ço k k oru m asın ı bekliyoruz.

B u n oktad a sizler, yani oku yucular açısından bir soru ortaya


çıkar: okuduklarınıza nasıl inanacaksınız? Y aratıcılık, olguların
nakledilm esi ve yorum undan farklı bir gerçek yaratır. Bu ned en ­
le sîzlere neden sanatsal bir özgürlük ö lçü tü n ü n bizim için ge­
rekli old u ğu nu gösterm em iz gerek, diğer bir deyişle, insanların
s ın ıf ve insan haysiyetine ilişkin duyguları üzerine neden katı bir
bilim sel çalışm a yapılam ayacağını an latm ak gerek.

B ilim sel kesinlik iddialarıyla yapılan h erhan gi b ir kam uoyu


yoklam ası ya da tutum an keti, alana çık m ad an ö n c e dört tem el
koşulu yerine getirm ek zorundadır. Ö n ce lik le araştırm acı, g örü ­
şeceği kişileri başkalarının duygularının “tem silcisi” olarak de­
ğerlendirebileceği bazı kriterleri tan ım lam ak zorundadır. D ah a
sonra araştırm acı, daha geniş b ir gru bu n tem silcisi olan bir k işi­
ye ne tü rd en sorulan sorm an ın an lam lı o labileceğ in e karar ver­
m ek zorundadır. Ü çüncüsü, farklı gruplar arasında karşılaştırm a
yapabilm ek için aldığı yanıtların özüne u laşm an ın bir yolunu
bulm alıdır. Son olarak ise tesadüfi ö rn ek lem le ya da başka y o l­
larla, aslında verili bir grubun tem silcisi olan bireylere ulaşm ak
için b ir araç geliştirm elidir.
56 G İRİŞ: GİZLİ YARALAR

Bu n ed enle bir alan araştırm ası, birisiyle konu şm adan önce


an kctörü n ne yapıyor ve ne istiyor oldu ğu nu geniş ölçüde b il­
m esini gerektirir. B u n u n büyük ö n em i, koşulların bilindiği bir
yerdeki k on u y u alarak ve bu nu kim e uygulayacağını bilerek bu
şekilde k an ıtların ı yaratabilm esinde yatar. B ö y lece anketör, bir
grup beyaz işçiye “Başkan’ın V ietn am Savaşını ele alm a biçim in e
katılıyor m usunuz katılm ıyor m usunuz?” diye sorduğunda so­
m ut yanıtlar alabilecektir. A m a a lte rn a tif seçenekler verm eden
“B aşk a n ın V ie tn a m Savaşı hakkında yapm ası gerekenler k on u ­
sunda ne d üşünüyorsunuz?” diye sorarsa, bu du ru m d a risk alı-
yordur ve kişisel duyguların karm aşıklığı k on u su n d a daha fazla
bilgi ed in ecek dem ektir, lâkin yanıtlar, üç ya da d ö rt karakteris­
tik yanıta indirgeyip özetleyem eyeceği derecede çeşitli olabilir.
Y ine de “B aşkan savaşta ne tür bir rol oyn am alı?” gibi hâlâ çok
genel soru lar sorarsa, yan ıt olarak büyük bir duygu zenginliği
ile karşılaşabilir, fakat h er insanla ne kadar ço k irtibat kurarsa,
karm aşık duyguları açık kanıt olarak kod lam ak bir o kadar zor
olacaktır.

Bu, an k etö rlerin derin sorular soram ayacağı anlam ına gelm ez
elbette, fakat aynı ruh içinde verilen yanıtlardaki belirsizlikler,
incelikler ve çelişkilerle başa çıkm ada zor soru nlarla karşılaşacağı
anlam ına gelir. B u na karşılık bizim araştırm am ızda peşinde o l­
duğum uz b u in celik ti sadece.

A yrıca deneyim leri hakkında insanlarla kon u şm ak, in san ­


ların isim lerin i telefon rehberinden bulup sonra da onları ara­
m akla elde ed ilem eyecek bir kişiden kişiye güveni de içerir. M a ­
hallede tesadüfen bir kapıyı çalm ak ve insanlara üç saat oturup
kendi hayat hikâyelerini anlatm ayı isteyip istem ediklerini sor­
m ak zordur. B u yüzden görüşm elerim izde B o sto n ’daki işçi sın ıfı
toplu lu kları içerisinde geliştirdiğim iz bağ lan tılar aracılığıyla bir
kişiden d iğerin e ulaştık. Başlangıçta ziyaret ettiğ im iz an aoku l­
ları, ebeveyn grupları ya da rahipler aracılığıyla bazı insanlarla
tan ıştık. D a h a sonra görüştüğüm üz bu in san lar ilgili olabilecek­
lerini düşü nd ü kleri diğer insanları bu lm am ıza yardım etti.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 57
Böyle bir yaklaşım amaçsızca dolaşma riskini de beraberin­
de getirir elbette. Bu riskten, görüştüğümüz kişilerin Boston
bölgesindeki beyaz beden emekçisi nüfusun mesleki ve etnik
geçmişlerini kaba bir oranla yansıtması için görüşmelerin nihai
şeklini modelleyerek kaçınmaya çalıştık. Bunu, özgürlük ve hay­
siyet meselelerinin Frank Rissarro’nun yaşamında olduğu tür­
den çeşitli insanlar arasında yeniden ortaya çıkıp çıkmadığını
belirlemek için yaptık ve gerçekten de ortaya çıktığını gördük.
Ancak bu kitapta, bir ankeröriin, Irlandalı işçilerin İtalyanlara
göre daha endişeli olduğunu, hizmet işçilerinin fabrika işçilerine
göre daha adaletsiz sözleşmeler yaptığını iddia etmeyi amaçladığı
türden şeyler yapmıyoruz.

Y a p a b ild iğ im iz kad arıyla g ö rü ştü ğ ü m ü z işçile rin g ö zü y le g ö ­


re b ilm e y e ça lıştık . F akat bazı d u ru m lard a sah ip o ld u k la rı, a n cak
tam o larak a n lay am ad ık ların ı d ü şü n d ü ğ ü m ü z d e n e y im le rin i de
a çık la m a y a ça lıştık ; bazı d u ru m lard a da k o n u ştu ğ u m u z k işile­
rin h aksız ya da d ü rü st o lm ay an b iç im d e d av ran ıp d a v ra n m a ­
d ık la rın a karar verdik, bazen de y ap tık ları şeyleri a n la m a k için
g ö rü şm elerd e h iç sözü ed ilm ey en m eseleler ü zerin e aram ızd a
k o n u ştu k .

B iz im bu k a çın ılm az m ü d ah alem iz, genel an lam d a işçilerin


“te m s ilc is f’nin (b ir a n k e tö rü n k u llan acağ ı d em o g ra fik te rim le r­
le te m silci) ne o ld u ğu n u söylem eyi zorlaştırıyor. (G e rç e k te n de
1 5 0 k işilik b ir g ru b u n 3 5 - 4 0 m ily o n arası in san ı “tem sil e d e b il­
m e si” h aklı olarak şüph eli o lu rd u ). B u n u g e n e lle ştire b ilm cn in
tek y o lu , konu yu çevrelem ek ve g ö rü ştü ğ ü m ü z in san lar ü zerin e
etk isi çerçevesind e A m erik an to p lu m u n u n tem silcisin in ya da
k arak teristik özelliğinin ne o ld u ğu n u sorm ak tır. Tem sil e d ilm e ­
yen işçilerin ço k olm ası, o n ların h ay atların ın n o rm ald en d aha
fazla b ir ta n ık lık içerdiği an lam ın a gelm ez, fakat to p lu m sal d ü ­
zend e inşa edilm iş hayal lurıkhği ve inkâr g ib i daha g enel bir
soru n h akk ın d a bir şeyier öğreteb ilen insan d en ey im in in o d ak
n o k taları olduğu an lam ın a gelir.
58 G İRİŞ: GİZI..1 YARALAR

K itap taki n o tlar ve referanslar hakkın da da b irk aç k elim e e t­


m em iz gerek. U zm anlard an ço k genel okuyucuya h itap ettiğim iz
için , o ku y u cu n u n başka şeyler de okuyarak kendi başın a devam
etm e k isteyebileceği yerleri m etin d e belirttik . K ita b ın son un d a
“ilg ili Yazılar” başlığında daha uzun b ir liste bu lu nu yor.

Genel Bir Bakış


A m erikalı bir e m ek çin in karşılaştığı insani p ro b lem lerle ilgili
genel bir fikir ed in m ek için R icca K artid es’i b ir kılavuz olarak
alm aktan daha iyisini yapam ayız. R icca sıra dışı b ir adam : he­
nüz kendisini k oru yacak bir Yunan yerleşim alan ın ın olm adığı
B o sto n ’a Y u n anistan ’dan g öç eden ilk kuşak g öçm en lerd en . Fa­
kat bundan daha ö n em lisi, R icca, A m erika’ya geld ik lerind e b e­
densel işlere sıkışıp kalan o rta sın ıftan gelen eğ itim li b ir adam .
B izim için iyi b ir rehber, zira A m erik an işçisi o lm a n ın ne anlam a
geldiğini an lam aya çalışan, hassas biri ve bizim ait oldu ğu m uz
sın ıftan b iri. Ü zerin d e sıklıkla düşündüğüm üz tep k ileri, biz b ir­
d en b ire em ek çilere dönüşseydik kendim ize o la b ilecek olan her
ne varsa onları yansıtıyor.

R icca K artid es herkesin birb irin i tanıdığı k ü çü k bir Yunan


kasabasından 12 yıl ö n ce g öç etti. G eld iği yerdeki in san ların
biraz o to riter tavırlı olm asına rağm en dostça d avran d ıkların ı,
hayatın yavaş ve geleneksel b ir tem pod a sürdüğünü hatırlıyor.
K asaba h a lk ın ın çoğ u n d an daha eğitim li ve varlıklı o lan K artides
b ir ö ğ retm en lik d ip lom asın a da sahip ti. N e var ki üvey babası ve
yüksek m aaşlı işlerde çalışan akrabalarından bazı ö n e m li isim ler
R icca ’dan pek h oşlan m ıy ord u . K en d isini karısına b ak m an ın ge­
tird iği yükle b irlik te ö ğ retm en lik görevini de k ay b etm e korku su
için d e b u lu n ca, 2 4 yaşında gitm esi g erektiğine karar verdi. T ıp k ı
ken d isin d en ö n ce k i birço k g öçm en gibi Yeni D ü n y a’daki k o şu l­
lar h akk ın d a ç o k az şey biliyordu : m em lek etin d e katlan ılm az
d u ru m a gelm iş işleri bırakıp buraya gelm ek pek tercih ed ilecek
b ir şey değildi.

K artid es ce b in d e 12 D o larla A m erik a’ya g eld i, İngilizceyi


SINIFIN GİZLİ YARALARI 59

anlam ıyordu vc bilin en b ir vasfı yoktu. B ir taraftan İngilizce ö ğ ­


renirken geçici olacağını düşündüğü bir işe, bir fabrikaya girdi.
N e var ki kendisini vasıfsız em eğe takılıp kalm ış olarak buldu;
ailesinin geçim ini sağlam ak için uzun saatler çalışm ak zorunda
kalıyordu, ne zam anı, ne parası, ne de A m erika’daki beyaz yakalı
işlere girm esini sağlayacak referanslar elde etm ek için okula geri
dönm eye enerjisi vardı.

“E ğer vasıfsız bir adam sam , tem izlikçi o lm ak dışında başka


ne yapabilirim ki? T em izlik çilik için diplom aya ih tiyaç duym az­
sın .” N orm ald e sosyal bir adam olan K artides, gerilem esinin n e­
d en in i kendisinin eşiti olan insanların o n a karşı davranışlarının
soğukluğu yüzünden ilk başta anlam aya başlam ıştı. M em lek e-
tin d ek in in aksine K artides, A m erikalıların k ü ltü rü n ü n sınıfsal
sınırlar karşısında karşılıklı saygı duygusuna izin verm ediğini
düşünüyor; “Bak, Y unanistan’da geceleyin b in an ın kapıcısıyla
karşılaşsam , dururum ve biraz o n u n la so h b et ederim ; burada bir
kiracı bile bana nazik davranarak iyilik yaptığını düşünüyor.” Bu
nedenle K artides, insanların sınıfsal sınırları aşabileceği rim elle­
rin A m erika’da olm adığını düşünüyor.

R icca kendi d urum unu, b ir sürü tanıdığı olan am a h iç ya­


kın arkadaşı olm ayan biri olarak tanım lıyor. A rkadaşının o lm a­
m asını, “h iç te canım ı sıkm ıyor, zira ben im gerçekten en yakın
arkadaşlarım ailem . İsten m ed iğ im i hissediyorsam h iç u m u ru na
takm ayan bir insanım . Bazı insanlar... devam ederler ve denerler.
B en im açım d an, kendi yaşam ı, kendi problem leri olan b iriy im ...
yani şim d i neden başka birisi u m u ru m d a olsun k i?” diye açık ­
lıyor.

K artides ilk başta kapıcı olarak çalışm aya başladığında bin a­


n ın arka kapısını kullanm aları k onu su nda sıkı talim atlar aldığı
ve ço cu k ların ın binayı çevreleyen çim alanda oyn am asına asla
izin verilm ediği b ir apartm anda yaşıyordu. Şahsi b ir şey olm ayan
bu durum a karşı tepkisini, k en d in e ait b ir ev sahibi o labilm ek
için zam an, iş ve kişisel özveri konu su nda üstün gayretle gös­
60 GİRİŞ: GİZLİ YARALAR

terdi. U m u d u , diğer insanların b u rn u n u sokm asınd an kendini


özgürleştirerek kend isini daha güvenli hissed ebilm ekti. B u , bir
şeye sahip o lm a k ya da ek o n o m ik kazanç için değildi; ailesi ile
b irlik te yaşarken en k üçük konularda yüzüne vurulan toplum sal
k on u m u n u u m ursam adığı bir sığınak, bir yaşam alanı kazan­
m aktı. B u ned enle ev, onun için özgürlüğün m erkeziydi, “yani
özgürlükle k astettiğim şey, ço cu k larım ın hiç kim sen in onlara ne
yapacaklarını söylem eden oynayabilm esidir” diyordu.

Böylesi b ir sığınm a arayışı K artides’i zor b ir k o n u m a soktu.


Ö zg ür o lm ak için B o sto n ’un kenar m ahallelerine yakın bir yer­
den b ir ev satın aldı, bu nedenle “özgürlüğünün” karşılığını öde­
y eb ilm ek için , evinin tad ını çıkarm aya daha az zam an ayırarak
bir günde İlci işte toplam 14 saat çalışm ası gerekiyor. Evi kendisi
ve ailesi için bağım sız bir yaşam alanı yaratm ak için alm ıştı, fa­
kat süreç içerisind e bu ayrıcalığın karşılığını öd eyeb ilm ek için
kendisini sosyal yaşam ından fedakârlık ederken bu ld u . Evinde
tam iratlar yapıyor, gösterişsiz am a biraz daha adam gibi olsun
diye. Ç o ğ u A m erikan kentlerind eki bölgeler gibi o n u n evine
de toplu taşım araçları gitm ed iğin d en b ir araba alm ası gerek,
yani para kazanm ası. E lb ette ki daha fazla para kazanm ak, evleri
tem izleyen, boyayan ya da ayakkabı satan bir insan için evden
uzakta kalm ak ve iş yerinde daha fazla zam an g eçirm ek an lam ın a
gelir.

R icca yakalandığı tuzağın farkında. Y ap tık ların ın fazladan


öd üller g etirm ed iğin i biliyor; ne var ki h içb ir şey yapm am ak,
arka kapıyı kullanan ve ap artm an ın çim lerin e ayaklarını bastık­
larında ço cu k ların a bağırdan bir “kapıcı R icca” olarak kalm ak,
k atlan ılır bir şey değil. “B ü tü n bu nlar çok fazla para kazanm ak
isted iğim d en değildi; sevdiğim şeyleri alabilm ek, adam gibi ya­
şam ak iste d iğ im d e n d i...”

“ B an a öyle geliyor k i” diyor görü şm eci, “sen Y u n an istan ’ı terk


ettiğ in e p işm a n sın ... bir şey sorm am a izin ver. G eri d ö n m ek için
zengin biri o lm an gerektiğini gerçekten düşünüyor m usun? O ra ­
da başka bir şehre gidem ez m isin?”
SINIFIN GİZLİ YARALARI 61

“Yani, gördüğün g ib i... N eysem oyum şim di, aile babası,


k o ca , ve... onlara karşı bir görevim in oldu ğu nu d ü şü n ü y oru m ...
burada, çocu klarım ın doğduğu yer olan A m erika’da başarılı o l­
m a k ... bana saygı duyabilm eleri için, an lıyor m u su n ?... bir te­
m izlikçiyim son u çta... bu sorun değil, b en im ta lih im ... yapm am
gereken şey bunda başarılı o lm ak.”

B u n a rağm en insan R icca ’nın kendisinden vazgeçtiğini h is­


sediyor. H ay atın ın daha güzel olacağını düşünüyor (şu anda 3 6
yaşında); işgal ettiği k o n u m u n h ayatının geri kalan ın d a da de­
ğişm eyeceğine inanıyor. Ö y le bile olsa h iç bıkk ın değil, u m utlu
o lm a k için bir yol var görünüyor: çocu k ları. E ğ er bir üst sınıfa
geçerek özgürlüklerini genişletirlerse, işte b ir in san ın gözünde
haysiyet kazananlar o n lar olacak.

K artides onu rlu , am a biraz savunm acı; ço cu k ların ı eski m od a


yetiştiriyor, gelenekleri, an ne babaya saygıyı, başkalarına karşı
nazik olm ayı öğretiyor. D isip lin kon u su nd a an n e b abasın ın o n a
yaptığınd an daha gevşek olduğunu söylese de ço cu k ların ı “aşırı
serbest bırakan” b ir aile olm adıkları için gurur duyuyor. “B ü ­
tü n ço cu k lar babayla ilgilenir, zira eve ekm ek getiren b en im . B u
yüzden onlar bana saygı duym ak zorunda. B en im ço cu k larım
oldukları için ben de onlara saygı duyarım , fakat o nların b a b a ­
sıyım , onlar bana saygı duym ak zorundalar... evde oluşturduğum
kurallara uym ak zorundalar. Ve evde kend im e ve karım a saygı­
lıysam çocu klarım da iyi örnekler göreceklerdir. Benim d avran­
d ığım biçim d e nasıl davranılacağını öğrenecekler.”

Ç o cu k ların ı k üçük görm esi o n u n k atılığ ın ın b ir parçası, am a


aynı zam anda sınıflar arasındaki u çu ru m a y ön elik şiddetli b ir
tepki. Ç ocu k ları tü m insanlara saygıyla davranacak: “Eğer d ü n ­
ya hayat m ücadelesinin olduğu b ir yerse, varsın olsun. Fakat en
azından benim ço cu k larım , ben o n ların nasıl olm asını istiyorsam
öyle olacaklar.” Peki hayat m ücadelesine katılm ayı reddedenler
kaybetm ezler m i? D ah a saldırgan olanlar tarafınd an yere seril­
m ezler mi? R icca’da bu düşünceler de ortaya çık ıy or ve ço cu k la-
62 GİRİŞ: G İZLİ YARALAR

n n ı insancıl yetiştirirken onları kend i k on u m u n a m ah k u m ed i­


y or olabileceğine y ön elik b ir k ork u geliştiriyor.

H ayatınd a m addi refah için k im i ö lçü tleri yerine g etirm iş


olsa da parasal kazançların duygusal bağım sızlığa ve bu m addi
gelişm elerin kend ine güvene d ö n ü ştü ğ ü n ü h issetm ek R icca K ar-
tides için zor. K endisini to p lu m d a on u n üzerinde olan in san lar
tarafınd an k üçüm sen en biri olarak görü yor: B ir işi var, “k ap ıcı
R icca ”, çarkın b ir parçası, yılda a n cak 10 b in dolar kazansa da
b ir evi, b ir arabası var ve ço cu k la rın ın eğitim i için b an k ad a b ir
m ik tar parası. Savunm asız ve d o n a n ım açısından yetersiz hisse­
diyor, o zam an neyi yanlış yapm ıştı?

Bunlar, A m erika’daki işçi sın ıfı y aşam ın ın y abancı b ir in san ­


da uyandırdığı duygular.
B irim ci Kuşum
Birimci B ölü m

l&temek R o zetleri

İn san lar yetersizlik ya da başarısızlık duygusundan b ah settik le­


rinde genellikle tüm d ikkatlerini k en d ilerin e verm iş b ir halleri
vardır, in san lar eğer başka insanların y anınd a yaşam adıysa diye
yazar R önesans filozofu P ico della M irán d o la, kesinlikle böyle
şüpheler duym ayacaklardır. A n O ration on the D ign ity o f M a n
(İnsan H aysiyeti Ü zerine Söylev) k itab ın d a P ico , bugün kişise!
m eşruiyet ya da yeterlilik dediğim iz şeyin, to p lu m u n b ü tü n in ­
sanlarda insan haysiyetine ilişkin b ir im ge arayışını başlatm asın ­
dan kaynaklandığıyla ilgili bir tartışm a yürütür. H ayvanlar pek
doğal olarak neden yaşam ak zorunda oldu kları k on u su nu sorun
etm eksizin yarını düşünm eden yaşarlar; lâkin insan bu nu sorun
eder, çü n k ü birbirlerine karşı sevgilerini ve zalim lik lerin i, sadece
hayatta kalm ayı istem ekten ço k daha karm aşık biçim lerd e yaşa­
m aktan k e y if aldıkları eylem lerini b irlik te yaparlar.

P ico ’n u n yazdıkları görüştüğüm üz insanlara da rah atlıkla uy­


gulanabilir. M isal Frank Rissarro, ayakta kalm ayı başaran, hatta
m addi sık ın tıların ı aşm ış biri, am a yeterli olduğu k on u su n d a e n ­
dişeli, çü n k ü sevm ek ve sevilm ek istiyor, çü n k ü ço k fazla zulüm
gördü, çü n k ü kendisine saygılı davranılsın istiyor ve b ü tü n b u n ­
lar yüklü b ir ücret alm akla aynı şey değil.
66 YARANIN KAYNARI.ARI

İnsanın haysiyet arayışı o n u n giriştiği o lu m lu b ir eylem gibi


görü n ür; ne var ki tarih, toplu m d a insan haysiyetine ilişkin sim ­
gelerin m uazzam derecede yıkıcı olabild iğ in i gösterm iştir.

A ntro p o lo g lar kim i kabilelerin adet edindiği “sahte-


tü rleşm e”d e n 18 bahseder. K ab ilen in iç dayanışm ası ve uyumu
öyle güçlü o lm u ştu r ki, kabile üyeleri k en d ilerin e özgü gelenek
ve göreneklerin bü tü n insanların yaşam ası gereken standardı
olu ştu rd uğu na inanır. K abile, farklı gelenek ve göreneklere sahip
başka bir grupla karşı karşıya geldiğinde, bu yabancılara kendi
üyelerinin b irb irlerin e uygulam ayı asla düşünm eyeceği bir vah­
şilik le d avrandıklarında neden bu nu um ursasınlar, neden onlara
hoşgörüyle d avransınlar ki? İnsan belirli b ir to p lu m a ait o ld u k ­
tan sonra kend i haysiyet tan ım ın ı tü m insanlığa ait bir haysiyet
ta n ım ı olarak su n m a n oktasın a gelin d iğin d e, farklı olana yön elik
d ü şm anlık ve h o r görü , kendi insan haysiyeti tan ım ın ı göklere
çıkarır.

K ast to p lu m lar! da insan haysiyetine ilişkin baskıcı sim ge­


ler yaratabilir. B rah m an , dük, halife, 1 6 l 5 ’de m o n arşisi Th om as
Y ou ııg ’ın kullandığı anlam da bir “değer” taşır. İn san lığın değeri
ise sadece en yüksek kasttaki m ü k em m ellik n ok tasın d a g örü n ü r
o lu r ve böylece aşağıda olanları zorlam ak haklılaştırılır, zira dük
ya da halife güçlü olduğu kadar ahlaki olarak da onlardan üs­
tündür.

Şu anki d u ru m u m u z n edir peki? G ü n ü m ü zd e uluslar bazen


k en d in i beğenm iş kabileler gibi davranıyor, elb ette soykırım
uygulayarak. G ü çlü , hâlâ zay ıf üzerine baskı uyguluyor, sadece
yapm a g ü cü n e sahip oldu klarından değil, bu nu yapm aya hakları
varm ış gibi d ü şü nd ü klerin d en . B u n ların karşısına son iki yüz­
18 T.S.N .: Sahre-türleşme, başka herhangi bir tür düşman olarak sınıflandı­
ğında, o düşmana kendi topluluğumuz içinde asla yapmayacağımız şeyleri
yapabildiğimiz anlamına gelmektedir. Örneğin şempanzeler diğer şempan­
ze gruplarının üyelerine saldırdığında başka iri yırtıcılara saldırırken yaptık­
ları davranışın aynısını sergilemekte, ama kendi grup üyeleriyle kavgalarda
bu türden bir şiddet sergilememektedir.
SINIFIN GİZI.l YARALARI 67

yılda insan haysiyetine ilişkin insanın bu türden davranışlarının


yanlış old u ğu nu düşünm esini en azından vaat eden bir dizi fikir
ortaya çıktı.

18. yy. hüm anistleri, gücün e ve top lu m d aki k on u m u n a ba­


kılm aksızın bütün insanlarda doğal bir haysiyet, b ir değerlilik
olduğu düşüncesini öğütlüyordu. Evrensel insan haysiyetine iliş­
kin bu A yd ınlanm a d ö n em in e ait düşünceler, ne kadar radikal
olduğu unutulm uş birer klişe oldu şim dilerde. O n la r P ico ’nun
vecizesini bir tarafa bırakm ış görünüyorlar; ya sevgi dolusun
ya soğuk, ya m eraklı ya sessiz sakin, fark etm ez, toplum sal bir
hayvan o lm a n ın öncesinde başkasından nezaket ve iyi m uam ele
görm e h akk ın a sahipsindir. İnsanlığın yaralı im g esind en , türleş-
m cd en kurtuluş A yd ınlanm anın söz verdiği şeydi ve bu , som u t
olarak devletin kötücül gücünü uygulam asından k u rtu lm ak an ­
lam ına geliyordu.

A m erika’da insanlığa ilişkin bu A yd ınlanm a d ü şü ncesin e özel


bir b içim verilm işti. Bizim ideallerim iz sadece devletin bek len ti­
lerinden değil, aynı zam anda toplum sal bağın k en d isin in talep­
lerinden de kaçışı içeriyordu. Bizim tarihim izde, yalnız yaşayan,
kendine güvenen, toplum dan ayrı, başkalarıyla çatışm a içinde
olan birey, kendisine saygı duyan ve saygı d u yu labilen birisi
olarak görülür. N itekim R icca K artides’in “A m erik anlaşm ası”,
b irb irin e k enetlenm iş bir topluluğun üyesi olarak saygı görm e
arayışında olan b ir insanın, kendine bakabilen, ken d in e yetebi­
len, başka b ir deyişle, başkaları olm adan da yapabilen biri olarak
saygı görm e arayışında olan bir insana dönü şü m üdü r. Lisede
kend ini kaybolm uş hisseden belediye m em u ru n u n oğlu Jam es,
okulu b ırakm an ın , kafasını to p lam an ın , “zam an g eçirm ek için
iyi bir y ol” bu lm an ın ve sonra belki okula geri d ö n m en in rüya­
sını görm ektedir.

Eğer bir to p lu m a ait değilsen, toplum senin can ın ı yakam az.


Phil S later buna “yalnızlığın peşinde” d em ekted ir ve m odern
A m erika’da var olm ası gereken bir m u am m ad ır bu . Yalnızlığın
68 YARANIN KAYNAKI-ARI

peşinde o lm a n ın en büyük kutsanışı, bu gü n h iç kim senin kend i­


sinin olarak tan ım ad ığı b ir toplu m d a ortaya çık tı; aşkıncılık gibi
hareketlerin yalnız insanın haysiyetini yü celtm esi, işini iyi yapan
kasabın, k a p ıcın ın , belediye m em u ru n u n kayıp çocu ğun un pay­
laşm adığı b ir tak ım varsayım lara dayanıyordu.

A dam S m ith gibi bireyciliğin A vrupalı kutsayıcıları h er in­


sanın top lu m d a istediğini yapm akta özgür oldu ğu nu ileri sürer­
ken, E m erso n , başkalarının yardım ından ve h atta arkadaşlığın­
dan ö n ce, bireyin to p lu m u n yerini alm ası g erektiğini, böylece
kend ine y eteb ilm ek için dünyayı kafasına göre yaşayabileceğini
vaaz ediyordu. Yalnızlığa ilişkin bu zafer çığ lık ları, toplu m un
bu na izin vereceğini varsayıyordu. E m erso n , T horeatı ve W h it­
m an k en d in e yeterli bireyin aşkınlığından bahsediyordu, zira
to p lu m u n k en d isin in zay ıf olduğuna inanıyorlardı. O n lara göre
toplum sal bağ, insan ru hu na d erinlikli b ir çağrı yapm am aktadır.
G erçek te, insandaki k ötü lü k, b irb irin e bağlı olarak birlik te ya­
şam a, uzlaşm a ile alakalı zayıflıktan izlenebilirdi. A şkıncı görüş
P ico ’nun d ü şü ncelerin i bü tünüyle yadsır. O te yandan K artides,
Rissarro ya da Ja m cs’in düşüncelerini de yansıtm az: Bu adam lar
başkalarıyla b irlik te bir top lu m ister, lâkin k end ilerin e tam ola­
rak bak abild ik lerin i o başkalarına göstererek toplu lu ğu n saygısı­
nı kazanm ak zorunda oldu kların ı düşünürler.

A şk ın cılığ ın çiçeklen d iği top lu m , kendi fikirlerin i oldu kça


akla yatkın hale getirdi. A m erika’da T o cq u ev ille’in araştırm ası­
na göre, için e doğduğu top lu lu ktan h oşn u t olm ayan insanlar
kend iliklerind en ayrılıp yeni bir toplu lu ğa k atılabilm ekteydi.
İç savaşın arifesinde çoğu A m erikalı halen bağım sız çiftçi ya da
küçük işletm eciydi, için d e bulu ndu ğu to p lu lu k ta ya da onu n
dışında, karışık toplum sal birlikler olu ştu rm ayı reddetm ek, g ü n ­
delik hayatın gerçeklerinden fazladan b ir erdem çıkarm aktı.

K urum sallaşm ış, m etrop olitan laşm ış, te k n o lo jik A m erika


karşıt b ir toplu m u yansıtm aktadır. K ü çü k çiftçi ve küçük işlet­
m eler büyük örgü tlen m eler karşısında çürür. 1 8 7 1 ’de aşağı yu-
S IN IF IN G İZ L İ YARA1 A R I 69

karı nüfusun % 7 0 ’i kendi işinde çalışanlardan olu şu rken , bu ­


gün bu oran sadece % 5 ’d ir.19 F iziken hareketli b ir to p lu m d u r
bu hâlâ, fakat toplum sal m anzara, h areketliliğin a rtık geride iz
bırakm am ak anlam ına geldiği b ir tekdüzelik kazanıyor. O halde
bugün ülkede ken d in e güvenen b ir yalnız insan o lm ak nasıl bir
şeydir?

Koşullar, yirm i yıl ö n ce ö tek in e karşı duyarlılığın yerini yal­


nızlığa ve “içten y ön len d irm e”ye bıraktığı yeni b ir ahlaki dü­
zen m üjdeleyen D avid R iesm an ’a g örü nenden şu an ço k farklı:
m o n taj hattın d a s ır f kendi heveslerinin peşinde o lan b ir insan
ö tek in i tehlikeye atar ve işini aksatır; her şeyi kendisi için ya­
pan araştırm acı ço k az şey yapar. Son yıllarda A m erik an top -
lu m un d aki düzensizlikler, E m erso n ve W h itm a n ’in ço k değer
verdiği fikirlerden olan ahlaki m akullüğün son izini silecek gibi
görünüyor. A şkıncılar toplum sal insanın ıvır zıvır işleri h akkın d a
konuşabilir, ancak kim geçm iş b irk aç yılın ırksal, kentsel ve ku ­
şaklar çatışm asının toplum daki bireyler üzerinde ad am akıllı bir
etk i yapam adığını söylerdi ki? B u çatışm aları bir in san ın b ilin ­
cind en çekip alm ak ya da bunlara kapam ak, uyanış erd em in e bir
girizgah yapm ak değil fakat in san ın adaletsizliğinin ve nedensiz
ıstırabın p asif bir k abulü olarak görü necektir.

B u verili gerçekliklere rağm en bağım sızlık neden F ran k R is-


sarro gibi insanlar için o kadar önem lidir? R issarro beyaz ya­
kalıların dünyasına girişi üzerine dü şü nü rken, kendisi açısın dan
b aşarın ın “ödülü”, daha bağım sız b içim d e h areket ed ebilm esi,
k o n tro lü n kendi elinde olabilm esidir. Ben zer b içim d e K artides,
bedensel em eğin sınırları için d eki haysiyetin, için d e yalnız o l­
duğu b ir toplum sal alanın olu ştu ru cu su oldu ğu nu düşünüyor.
K urum sallaşm ış, k arşılıklı bağım lı b ir to p lu m d a yaşayan b u in ­
sanlar için özgür o lm ak kendi başına o lm ak tır: n için bu türden
b ir özgürlük onlara haysiyet versin ki? B ö yle bir to p lu m d a birey-
19 T. B. Bottcmore, Classes in Modern Society (New York: Random House;
“966); Victoria Bcnncli and Michael Reich, Workers and the American
Economy (Boston: New England Free Press; 1969).
70 YARANIN KAYNAKLARI

ciliğ in gizli boyutları üzerine bu türden soru lan y anıtlayabilirsek


bu toplu m d aki sın ıfın tü m yükünü ortaya çıkarabiliriz: bu y ü k ­
ler, b ir insanın çabalarına rağm en h içb ir yere ulaşam adığı, üst
toplu m sal katm anlara zıt b içim d e k oru n m asız olduğu, k en d isin i
ço k kızdıran ö rtülü yetersizlik duygularıdır.

Bireyin Rozeti Olarak Yetenek


S o n bölü m d e A m erika’da özgürlük ve haysiyet arasındaki çelişk i­
ler, akıl ve rasyonel k on tro l vasıtasıyla k end ini geliştirm e d ü şü n ­
cesiyle kabataslak bir b içim d e bağ lan tılı görünüyordu. A yrıca
R issarro, Jam es ve K artides, daha yüksek b ir toplum sal k o n u m a
sahip insanların bu içsel güçleri g eliştirm ede daha fazla fırsata
sahip olduğuna inanıyordu. K en d in i g eliştirm en in ve toplu m sal
sın ıfın bu p sik olojik sürece dayanm asın ın ne anlam a geldiğini
kavram ak için , p sik olojid e yetenek üzerine bazı yaklaşım ların
k en dilik kavram ını nasıl birey kavram ına d önü ştü rd ü ğü n ü açık ­
lam ak istiyoruz; yani, tam olarak çabalad ığım ız şey, m od ern ye­
ten ek anlayışının, şim dilerde A m erikan to p lu m u n u n yüzleştiği
özgü rlü k ve haysiyet ik ilem in e nasıl bu laştırıld ığını açıklığa ka­
vu ştu rm aktır. Birey o lm an ın , in san ların kafasında şu anda hangi
in san ın özgür olduğu k on u su n d a bir rüya olm aya devam ettiği
b ir ikilem d ir bu; yoksa kuru m sallaşm ış to p lu m u n bireyi m odası
geçm iş hale getirm esi gerekirdi.

Ö n c ü psikologlardan E . L. T h o rn d ik e, A n im a l Intelligence
( 1 9 1 1 ) (H ayvan Z ekası) g ibi kitapların da, yeteneğin n icelik ve
sayıyla ifade edilip edilem eyeceğini m erak etm işti. İnsanların ze­
k aların ı som u t eylem lerde ve kararlarda uyguladıklarını, akıllı ya
da akıllı olm ayan olarak tan ım lad ıkları nesneleri k u lland ıklarını
görd ü. H akikaten de eğer zekanın fiziki etkileri g özlem len ebilir­
se, bu olgunun kend isin in de fiziki b ir ö lçü m ü yapılabilirdi. Bu
d u ru m d a b ir insan, verili b ir som u t d u ru m u n kotarılm asın d a
“ne kadar” zekaya ihtiyaç old u ğu nu ya da insanın “ne kadar”
zekaya sahip olduğunu bilebilird i.

B iııe t ve S im o n gibi araştırm acılar bu fikirden yola çıkarak


___ _______________ SINIFIN GİZI.1 YARALARI 71

S ta n fo rd -B in e t gibi zeka testleriyle to p lu m a ilişkin ö n em li g ö ­


rü nen bir sonuca ulaştı. Testlere katılan ların aldıkları puanlarla
b ir çan eğrisi oluşturuldu, çoğu insan aşağı yukarı orta düzey­
de puan alırken, I Q testinin en yüksek ve en düşük n ok taların a
doğru ilerledikçe insan sayısı azalıyordu. B u çan eğrisinden ilk
çık an son uçlar şimdi geriye baktığım ızda olağandışı görünüyor:
T esti uygulayanlar, yeteneğin karm aşık, “doğal” tahsisi gibi bir
d u ru m old uğunu ileri sürdüler; birey olarak ö n e çık an insanlar
“doğal olarak” ortadaki k itleden farklıydı, çü nkü ya ço k aptal
ya da ço k zekiydiler. Bu yoru m epeyce bir toplu m sal tartışm a
yarattı.

Z eka toplu m da bu biçim de dağıtılıyorsa, bu d u ru m d a “B ü ­


tün insanlar eşit yaratılm ıştır” cü m lesin in ne an lam ı vardı ki?
E lb ette ki eşit olm ayan genetik bağışın yarattıklarına eşit saygı
gösterm ek zor. B ir bütün olarak bazı etn ik ve ırksal gruplar, bu
testleri beyaz çoğunluk gibi yapm adıkları için burada sorular
daha netam eli hale gelir; puanlardaki fark, ö rn eğ in , birk aç o n yıl
O rd u zeka testlerinde de devam etti.

E ski deneysel okul geleneğinden gelen araştırm acılar bu test­


lerin, diyelim siyah ve beyazlar arasındaki gerçek g en etik farklı­
lıkları gösterdiğini ileri sürdüler. Farklı sosy o -ek o n o m ik özellik­
lere sahip aileler tarafından evlat ed in ilen ikizler üzerine çalış­
m alar yapan A rth u r Jen sen , test so n u çların ın açık ça gösterdiği
şeyin beslenm e ya da kültürel önyargıdan ziyade doğa oldu ğu nu
gösterdiğini ileri sürer. İngiltere’de H an s Eysenck farklı deneyler­
le benzer son u ca ulaştığını iddia eder.

B u çalışm alar, kim i sorunları göz ardı etm e eğ ilim in i eleşti­


ren bilim sel tem eller karşısında fazla çü rü ktü r: Z eka bir n icelik
m idir, insanlara verilm iş belirli bir m eta ya da? T estler beyaz,
o rta s ın ıf stand artlarının leh in e önyargılı hazırlanm ış olsa bile
kalıtım sal doğa bir biçim de ö lçü leb ilir b ir şey m idir? Bireylerin
pu anlarının testten teste oldukça geniş bir sapm a gösterebildiği
ve bu testlerde “hak ettiğini alam ad ığ ın ı” düşünen b ü tü n gru p ­
72 VARANIN KAYNAKLAR!

lardan insanların tesr koşulları değiştirildiğinde puanlarını artır­


dığı bilin m ekted ir. Z ek a elle tu tu lu r som u t bir m eta gibi b ir şey
olarak ifade edilebilirse açıkçası para ya da hisse senetleri gibi bir
şeydir: b ir biçim d e artırılab ilir ya da azaltılabilir, kazanılabilir ya
da çarçur edilebilir.

Z ekan ın m eta olarak g örü lm esine en ö n em li m eydan o k u m a,


C enevre’de, Jean Piaget ve Bärbel In h eld er tarafından gerçekleş­
tirild i. O n la rın deyişine göre zeka, daha ço k zam anla değişen b ir
süreçtir ve insanın kendi bü yü m e evrelerini anlam ası için gerek
duyduğu sem boller dağarcığı sağlayacak bir alandır. Bu yaklaşım
bu ülkede büyük bir direnişle karşılaştı, zira psikologları ayrıca­
lıklı b ir tü r kesinlikten yoksun bırakacaktı: bir kişinin zekasını
hesap edebilirlerse o kişi h akkında değişm ez, tem el bir şeyi b ile­
bilirlerd i; yani, bir testle ö lçü leb ilir olan kişi aynı zam anda sın ıf­
landırılabilirdir. S ın ıflan d ırm a sistem i son u cu , büyük ço ğ u n lu k
göreli olarak b irb irin d en ayrılam az biçim d e ortada top lan ırken ,
sadece birkaç kişinin yüksek ya da düşük sınıflara ait olarak ay­
rıştığı ortaya çıkar.

N eden psikologlar bu türden bir bilgiye sahip o lm ak isterler


ki? Soruyu genişletebiliriz, çü n k ü yeteneğin ölçülm esi ve karşı­
laştırm a okuldan ofise ve fabrikaya uzanır: neden toplum kar­
şılaştırm alı ve geniş ö lçek te in san ların hangi yeteneklere sahip
olduğunu b ilm ek konu su nda o kadar m eraklıdır ki? H ep sin in
ötesind e, bu son uçlar insanlar arasında sadece birkaç yüzyıldır
var olan ve zaten kırılgan olan eşitlik düşünü ortadan kaldıra­
bilir.

İşin garip yanı, bir kişinin y eteneğin i belirlem e dürtüsü de


A yd ın lan m an ın çocuğudur. 18. yüzyılda Fransa ve İngiltere’de
orta bu rju va ailelerinin parlak ço cu k ları, aileden gelen nüfuz
ya da kalıtım sal haklardan daha çok profesyonel m esleki pozis­
yonların insanlara doğal y etenek çerçevesinde açılm asını talep
etm işlerdi. 1 7 8 0 ’lerde Paris’in k ü çü k avukatları çoğunlu kla ye­
teneğe açık kariyer haykırışlarıyla b ilin ird i; h atta bu, V oltaire’in
SINIFIN GİZLİ YARALARI 73

bir d en em esin d e aldın ortak arm ağanı dediği gibi tüm insanlık
arasında yaygınlaşm ış görünüyor. A vukatlar ve felsefeciler için
bu haykırışın arkasında bir özgürlük arzusu; insanları geçm işten
ve k ü ltü rel bağlardan ayırm a arzusu vardı. D oğal yeteneğin bu
türden b ir kutsanm ası m antıksal olarak bireycilikle son uçlan ır:
doğal yetenek, bireyin kü ltü rü n esiri değil, efendisi olm ası ge­
rektiği an lam ın a gelir.

Z eka testini ilk uygulayan kişilerden Alfred B in et, bir ke­


resinde zeka ölçü m lerinin to p lu m a, bireye her şeyle tek başına
baş etm e yolun u vermesi gerektiğine işaret etm işti. Irkların kalı­
tım sal eşitsizliğine inanan H ans Eysenck bile yeteneğin, grubun
kapsam ınd an çıkm a ve kendi başına davranm a becerisine sahip
olan h erhan gi bir ırk ya da grup tan bireylere o lan ak sağlayan bir
g irişk en lik olarak belirlenm esini savunur. Y eteneğin test edilm e­
si, için e doğduğu toplum sal koşullardan başka, bireyin yüccl-
tilm esin in sürm esi anlam ında testi uygulayanın gözünde m eşru
olm asını gerektirir.

Y eteneğin bireyse! değerin b ir göstergesi olduğu, yetenek he­


saplam alarının sürüden ayrı duran üç beş kişiye ilişkin bir im aj
olu ştu rd uğu , yeteneğin erdem ine sahip bir birey o lm ak için insa­
nın top lu m sal kökenlerini aşm a h ak k ın a sahip o lm ak gerektiği,
b ü tü n b u n lar Rissarro, Kartides ve Jam es gibi in san ların yaşam ­
larında güçsüzlük ve yetersizlik duyguları yaratan b ir top lu m u n
en tem el varsayım larıdır. İnsanları ve id eolojiyi b irb irin e bağla­
m ak için , yeteneğin rozetini tak tık ların d a insanlara ne oldu ğu nu
an lam am ız gerek. A ile içi geçim sizliğe ilişkin son çalışm alarda
ortaya çık an iki mesele bu değerlerin kişisel etkileri konu su nda
ipuçları veriyor.

K im in le evlenm eîiyim ? A çıkçası bu soru benim seçim im m iş,


h ayatım ın üzerine kuracağım en ö n em li h âk im iy et ajan ların ­
dan b iriy m iş gibi görünüyor. N e var ki araştırm acılar bu seçim i
d erin lem esin e inceledikçe, aslında daha ö n ce soru lan ın için d e
gizli, daha yıkıcı, daha dayatm acı b ir soru oldu ğu nu görürler:
74 YARANIN KAYNAKLARI

ben sevilm eye layık olan biri m iyim ? Bu gizli soru başkalarının
gözünde b ir k işin in haysiyeti h akkın d ad ır gerçekten de; fakat bir
tü r k en d in d en şüphe etm eyi de içerir.

“N o rm a l” evlilikler üzerine bir çalışm adan:

G Ö R Ü Ş M E C İ : E m ile, M a ry (ileride karısı olacak) ile ilk


çıkm aya başladığında büyük bir kaygıyla dolduğunu m u söylü­
yorsun? . . .

E M İ L E : B e n im hakkım da ne hissettiğin i nasıl bilebilird im ?


. . . Y ani, b ir çeşit, onu n beni sevm esi için o n a ken d im i ispat­
lam ak zorund aym ışım gibi b ir his, bild iğin iz erkek egosu işte,
sanırım bir şekilde bir etki yaratm aya çalışıyorken beni etk ilem e­
sinden daha fazla etkilen dim .

W illia m G o o d c ’un W orld Revolution a n d Fam ily Patterns


(D ü n y a D ev rim i ve Aile M o d elleri) çalışm asında işaret ettiği
gibi, evliliklerin düzenlenm iş olduğu toplu m larda b u n u n gibi
soru nlar nadiren ortaya çıkar; evlilik için seçilm iş o lm a zaten
bireyin h âk im iy etin in dışındadır. N e var ki y ü k , kadına ve erk e­
ğe düştü ğü nd e, m esele bireysel tercih m eselesi olduğund a, birey
berbat b ir soru n la karşılaşır: eğer biri tarafından tercih ed ilm e­
m işse, bu d u rum da seçilm eye değer olm ayabilir. Bireysel seçm e
özgürlüğü ne kadar artarsa, bireyin liyakat şartlarında da artış
evlilikte b ir sorun h alin e gelir.

E m ile “k en d in i ispatlam ak” üzerine kon u şu rken , k en d ilik


değerine y ön elik bu tehditle başa çık m ay a çalışıyor; E m ile ’in
k en d in i ispatlam ak için yaptığı şey kü ltü rü m ü zd e tip ik olarak
yaygın ve etkileyici bir olgudur. E m ile, bir sürü kalabalık arasın­
dan, tenis oyn am a becerisi, m ü zik beğenisi, p o litik a h akkın d aki
fikirleri gibi bir birey olarak o n u ayıran yeteneklere ve n itelik lere
sahip old u ğu nu göstererek M a ry ’ye kendisini onaylatm aya ça lı­
şıyordu. “K en d in i kanıtlam aya çalışırken nasıl iyi biri old u ğu nu
gösterm eyle öyle bir ilgiliydi k i, g erçekten beni bile fark e tm e­
d iğin i h issed iyord um ” diyordu M ary. B u n ed enle daha flörtü n
SINIFIN GİZLİ YARALARI 75

ilk başlarında E m ile neredeyse ilişkiyi bozuyordu. M ary, onun


bir alanda iyi ya da k ötü olup olm am asın a bakm aksızın onu nla
yakından ilgilenerek zor b ir d ö n em i a tlattık tan sonra ilişkileri
derinleşm eye başladı ve E m ile ’in k en d in i onaylatm aya ilişkin
değişik tavırları b ir bir ortadan kalktı.

B u durum da yeteneğin rozetini ta k ın m a n ın , ilk aşam alarında


sevgiyi yıkıcı olduğu ortaya çıkar, belki sevgi kazanılam az ya da
hak edilem ez de ondan: onaylanm ış b en lik insandan ço k nesne­
dir. A ncak bir yetenek rozeti tak ın m an ın , en azından ilk bakışta
daha m antık lı olduğu başka türden ailevi d u rum lar da söz k o ­
nusudur.

B ireyler zevk, in anç ya da ilgileri çerçevesinde birbirlerinden


apayrı b içim d e büyüdükçe aileler içerisindeki g erilim ler ortaya
çıktığı zam an, savaşan bireyler arasında bu nlardan her b irin in
farklılıkları ifade etm ede yeterince “m eşru” olu p olm adığı k o n u ­
sunda sıklıkla bir iç çatışm a gözlem lenir. H atta m eşru lu k arayışı
kuşaklar arası çatışm ada daha belirgindir: gençler, ya uyuşturucu
kullanarak, ya farklı bir politikayı savunarak ya da gitar çalm a
gibi b ir beceri geliştirerek an ne babaların ın yapm adıkları bir şeyi
yapabild ikleri zam an ayrılm aya hakları old u ğu nu düşünürler.
Y etenek burada bir testi geçm ekten daha ö n em li hale gelir. Ç o ­
cu k lar şüphesiz ki bu türden aktivitelerle ilgilidirler, fakat çoğu
ailede süregelen kuşak çatışm aları, lE o m a s C o ttlc ’ın işaret ettiği
g ib i, an n e babanın yerine getirem ediği faaliyetler, haklara sahip
birisi olarak çocuğu m eşrulaştırm aya h izm et eder aynı zam anda.
Yani, yetenek rozeti, bir birey olarak sürüden ayrılm a hakkını
verir.

B u n u n tersi durum larda ciddi soru nlar ortaya çıkar: özgür


o lm ak için farklı olduğunu gösterm en gerekiyorsa, an ne babaya
karşı koym ak için h içbir şeyi olm ayan bir çocu ğ a ne olacaktır?
Ö zg ü r o lm a arzusunu nasıl m eşrulaştırır? B u ikilem d en biri, ger­
çek b ir bağlılık, gerçek bir zevk hissetm edikleri fakat kend ilerin i
diğerlerind en ayıran insanlar olarak tan ım lay abilecek lerin i san­
7 6 ________________________YARANIN KAYNAKI A R I __________________

dıkları davranış biçim leri arayışında olan ço k fazla genç insanda


görülen kaygıdır. G en çlerin b irb irlerin e yaptıkları “k üçüm sem e­
ler” de benzer bir m otivasyona sahiptir: bir ço cu k başka birisini
beceriksiz ya da ah m ak yerine koyan bir espri yapabilirse dikkat
çeker, diğerini alt eden kişidir o.

D ah a iyi şeylere sahip olm a konusunda rekabetten daha ra­


dikal o lm a konusunda rekabete kadar çoğu du ru m d a yetişkinler
de aynı oyunu oynar. Birey olarak ayakta kalm ayı u m u t ederek
insanlar, genellikle bu türden saldırgan eşitsizlik oyunlarına da­
hil edilirler. Başkasına zarar verm e zevkinden değil fakat k endile­
rini saygı duyulabilir yeteneklere sahip, k en d in e özgü biri olarak
m eşru laştırm ak için.

Ü niversite öğrencileri arasında kariyer seçim i üzerine yapılan


çalışm alar hayatta yapm ak istediğim şey hakkın daki kararların
neyi iyi yaptığım çerçevesinde dolanıp du rduğu nu g österm ek­
tedir. B u türden bir yorum bir çalışm ada şöyle dile getirilm iştir:
“ Fizik o k u m ak istiyorum , fakat iş uygulam aları dersindeki n o t­
larım daha iyiydi, tam b ir sürüklenm eydi bu , fakat buna y o ­
ğ u n la ştım ...” E lb ette birinin yapm aktan hoşlandığı şeyi yapm ası
bir zevktir; fakat insanlar eğleneceklerini d ü şü ndü kleri şeyi yap­
m aktan korkarlar, zira beceriksiz olacak larını ya da iyi yapam a­
yacaklarını düşünürler, iyi yapam am ak d em ek , özel h içbir şey,
başkalarından gerçekten daha iyi bir şey yapam am ak dem ektir.
Bu top lu m d a bir eşitsizlik ölçeği, b irin in arzu ettiğ in e karar ver­
m esini ihlal edebilir, zira insanın değerine ilişkin b ilin ç, hem en
h em en b irb irin in benzeri görünen bir k itled en ayrılarak birey
olarak ben bilincidir.

B u d u rum u n bizim zam anım ıza özgü olduğu söylenebilir.


P ico’nun yazdığı dönem lerde İtalyan k en tlerin d eki sanatçı ve
zanaatçılar, m obilyalar, pelerinler ya da resim ler yapm a y ete­
neklerind en ö tü rü kişisel o nu r yarışm alarında kıyasıya rekabete
girişirlerdi. G erçi bir fark var. “Boya vuruşlarında yaşıyorum ”
dem işti b ir keresinde R aphael; am aç m ü k em m el şeyler yaratm ak
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 77

ya da iyi perform ans gösterm ekti. M o d ern y eten ek kavrayışı iyi


gitar çalm ayı ya da resim yapm ayı bir araca d önü ştü rd ü . E m ile
m esela, bir şey yapm ada iyi olm ayı s ır f o şeyi yapm ada iyi olm ak
için istem edi; hünerini M ary ’nin aşkım k azanm an ın aracı olarak
kullanm ak istedi. A ncak b ir şey yapm ada o ld u k ça iyi olduğu için
sevilm ek istediği b ile doğru değildi, aslında ilişkileri, yeteneği
için değil bizzat kendisi için sevildiği zam an derin leşti. Y etenek
rozeti sadece diğerlerini çek ecek b ir m ık n atıs olarak yararlıdır.

Şu sıralar yeteneğiyle tan ım lan an b ir birey h akkın d a k on u ş­


m ak yapıcı ve yıkıcı bir güç hakkında k on u şm ak dem ektir. Yapı­
cı güç, bu rozetlerin m iras ya da aile bağlarıyla elde edilm iş to p ­
lumsal k on u m u n çözünm esi talebini yerine g etireceğin e ilişkin
düştür. K en d ine zarar veren yıkıcı güç ise, bu yetenek rozetleri­
nin saygıyı elde etm en in araçları olarak kendi kend ini engelleyici
etkisidir. A ile içinde bunlar, bir taraftan ilişkide yabancılaşm a,
düşm anlık, diğer taraftan kuşak çatışm ası d ö n em lerin d e am açsız
b ir benlik şişinm esi ortaya çıkarır. Yetenek rozetleri, arkadaşlıkta,
saldırgan karşılaştırm alar ve k ü çü m sem eler halin i alır. S o n ola­
rak bu rozetler, başka insanlardan kazanacağı saygıya zıt olarak,
bireyin yapm ak istediği şey her neyse o k o n u d ak i duygularını
aşındırır. B ü tü n bu nlar belki bir gerçeğin tezahürüdür: gerçekte
aşk, asla kazanılam az ya da hale edilem ez.

Fakat ailedeki gerilim ler ik in ci tü r bir y ık ıcılığ ı da örnekler.


A şık olan insan, isyan eden ço cu k , ne kadar iyi p erform an s gös­
terebilecekleri k on u su na m uazzam bir ö n em verirler; eğer bu
perform ans saygı elde etm eyi sağlamazsa, bu durum da hatalı
olan kim dir? Birey olm ak; tarihsel olarak güven, özgüven, öz-
olu m lam a gibi yan anlam lara sahiptir. S o n u n d a m utlaka başarı­
sız olan bu ailelerde ortaya çıkan bireycilik tip i, kişiyi yetersizlik
ve sevilm ediği duygusuyla teh d it eder, zira kend isin in y eterin ­
ce iyi olduğunu kanıtlam am ıştır, bu yüzden daha fazla çabalar.
E m ile ve M ary şanslıydı, M ary hem k end isin i heır. de E m ile ’i
bu bağdan kurtaracak kadar güçlüydü. N e var ki bizim k ü ltü rü ­
m üzdeki çoğu yalnızlık, insanların sevilm ek için y eterin ce uygun
78 YARANIN KAYNAKLARI

old u kların ı kanıtladıkları zam an yakalandıkları kısır döngüden


kaynaklanır.

S o n olarak bu aile o rtam ları, değerli b ir b en liğ in rozeti olarak


y eteneğin nasıl eşit olm ayan sınıfsal ak törler yarattığın ı gösterir.
İlk I .Q . testini uygulayanlar giderek ço k az sayıda in san ın çok
daha fazla yeteneğe sahip olduğu bir çan eğrisine inanıyord u.
H ad i bu d ü şü ncenin bilim sel sarsaldığına takm ayalım . İm aj
ö nem lid ir, çü nkü en kişisel düzeyde insanlara rozeti k im in ta­
kacağına karar v erm en in b ir yolu olarak görünür. B u değer m ü ­
cadelesinde iki s ın ıf vardır, b irço k ve b ir kaç. B ir ço ğ u n benliği
araftadır, başaran bir kaçın benliği ise saygıyı kazanır. F akat bir
kaç, b ir çoğa ih tiyaç duyar: bireyler, fazlasıyla şirin görü n en ö te­
kilerden oluşan b ir referans noktası olarak b ir k itle var old u kça
var olurlar.

B urad a bir kişiyi bir kaç sın ıfın a koym a arayışında olan b en ­
lik ifadelerine yoğu nlaşm ıştık. Peki b ir ço k ’un ki nedir? E . L.
T h o rn d ik e ’in bir keresinde dediği g ibi, ortalam a o lm ak ta y an ­
lış b ir şey yoktur. B u yoru m öğreticidir. T estlerle m eşgul olanlar
k itle h akkınd a ap tal, yeteneksiz ya da boş gibi kavram larla k o ­
nuşm azlar, ne de b ir personel am iri m ü k em m el dereced e yetkin
fakat pek öne çık m am ış çalışanlar h ak k ın d a böyle sert terim lerle
konuşur. O rtalam a, yeterli, sıradan: bu , b ir k açın kişisel ta n ı­
m ın ın b ir çoğun kişisel olm ayan toleransıyla dengelendiği bir
d ild ir; n ö tr karşısında iyi o lan d ır söz konusu olan. A slında daha
sert terim ler kullam lsaydı, o rtalam a o lm an ın insanlar için kusur
o ld u ğu n a ilişkin güçlü bir duygu olsaydı, bu du ru m d a bu terim ­
lerin k end isine uygulandığı in san lar sadece bu n ed en le d ikkat
çek ici olurdu. Y etenek rozetlerinin yaratılm ası k itlen in g ö rü n ­
m ez insanlar o lm asın ı gerektirir.

K itle ve k itleler -bu rada sın ıfın gizli b o y u tların ın bireysel


y eten ek rozetlerinin tem elini olu ştu rd u ğu nu an lam ak için b ir
ad ım daha atıyoruz. Sıkı fıkı bir aile ya da arkadaş düzeyinde
haysiyet arayışı b ir toplum sal eşitsizlik im gesini gerektirir; to p -
SINIFIN GİZLİ YARAI.ARI 79

lum um uzd aki eşitsizlik, kendi elleriyle çalışan bir insan kitlesin i
tem el alır. G örü şm e yaptığım ız em ekçiler arasındaki güçsüzlük
duygusu, eşit olm ayan y etenek işaretleri üzerinden bu saygı ara­
yışıyla m ı ilgilidir? H ayatla m addi olarak başa çık m a n ın tam da
orta yerind e işçinin yetersizlik duygusu bu değerler şem asının
yarattığı yetersizlikle m i ilgilidir?

B ir başka adım daha atm ak için başlangıçta çizdiğim iz birey­


cilik şem asındaki bir ço k ile işçi, proleter, em ekçiyle olan tarihsel
bağlantısıyla “kitleler” arasındaki ilişkiyi açm am ız gerekir.

A m erikan kam uoyunun yakın tarih teki en belirgin d ö n em ­


lerinden biri, sadece kendi soru nların a daha fazla d ikkat çek il­
m esini isteyen, herhangi bir toplum sal değişm eye m uh alif, ırkçı,
m illiyetçi bir ruhu, “geri kafalılığı” yaratm asıdır. B u basm akalıp
d ü şü ncenin içeriği, bu im ge ortaya çıkar çıkm az gerçekleştirilen
detaylı bir araştırm ayla gözden düştü; beden em ekçileri savaşa
katılm a konusunda ulusun geri kalanından daha istekli değildi,
gerçekten de bu araştırm a gösterdi ki, grup olarak işçiler yöre-
kentlerd e yaşayan iş adam larına göre A m erika’nın şu an ki sa­
vaşına (V ietn a m Savaşı, t.s.n .) olan in ançlarını ç o k daha hızlı
biçim d e yitirm işlerdi.20

Ş im d i, neden bu tü r bir im g en in , m uhafazakarlar ya da sağ


liberaller, hatta bir süre için de olm aları beklen en şeyin bir resmi
olarak işçilerin kendileri arasında ço k kolayca tu tu n m ası gerekir­
di? B u im ge, toplum sal fikirleri alır ve onları gizli b ir ajandaya
tabi kılar: “doğru şeylerin” bir kaç kişi, ses çıkaran b ir azınlık ta­
rafından düşünüleceğine in an ılır ve bu insanlar top lu m sal olarak
sessiz çoğun lu ktan daha yukarılarda durur. K en d ilerin in “daha
iyi” olduğunu düşünürler, zira barış, kardeşlik, özgü rlü k gibi ev­
20 Beyaz işçilerin ırkçı tutumları, zengin profesyonelleri ve iş adamlarını ha­
rekete geçiren aynı karmaşık baskılara tabidir: “hoşgörülü” davranış oluş­
turmada mesleki konumlardan hatta belli koşullarda eğitimden bile daha
önemli olan siyah yerleşimlere uzaklık, işyerinde siyahlarla bir arada çalışma
ve bunun gibi etkenler. Bu konuda en iyi çalışmalardan biri, Upjohn Ensti­
tüsünde Hal Sheppcrd tarafından gerçekleştirilmiştir.
80 YARAN 1N KAYNAK LA RJ

rensel değerleri hesaba kattık ların a inanırlar. Bu gizli gündem de


“doğru” değerleri savunan eğitim li ü st-orta sın ıftan insanlar, an ­
layış ve hassasiyetleri kend ilerin d en daha aşağı olduğuna in an ­
dıkları bir kitleden sıyrılıp ö n e çıkar; geri kafalıların ya da Z
film ind eki işçilerin, iktidardaki bu güçler tarafından y ön len d i­
rildiklerini anlayacak beyinleri yoktur.

Burada k itlen in , geri kafalının kendisinin tepkisi nedir? Bu


im ge, geri k afalının o n u bu şekilde u tanç duym aya iten insanları
ifşa etm esi için zem in oluşturur, yani k end ilerin i ondan daha iyi
hale getirdikleri için onları ifşa etm e an lam ın d a. A slında on lar
çok insancıl olsalardı, ettik leri in an ç y em in in in onu yetersiz ya
da utanm ış h issettirm em esi gerekirdi. Bu durum da bu basm aka­
lıp d ü şü ncenin arkasında yatan asıl gündem , bir “k ü çü m sem e”
soru nu n un ortaya çık tığ ı andaki gerçek hissi içerm ektedir. D o ğ ­
rusu bu gerçek his m eselesi her iki tarafı da ilgilendirir, zira savaş
ve ırk hakkm daki çalışm alar doğruysa, işçiler ve profesyoneller
belirli görüşlerinde her zam an old u kça yakın o lm u ştu r.21

Bu türden gizli gün d em ler işçi sınıfı kitlelerin i, bireysel, ayırt


edici y etenek şeması için d e “k itle”ye bağlar. B ir standarda göre
yaşam a becerisinin yoklu ğu, şu durum da b ir toplum sal adalet
standardını anlam ada başarısızlık, kitlesel bir olgu olarak g örü ­
nür, ki bu standart elit b ir azınlığın davranışıyla belirlen en ve
gösterilen b ir standarttır. M illiy etçilik ve :rk çı!ık beden işçileri
arasında bilin m ez değildir; fakat bu türden şeyler hakkında diğer
A m erikalıların tersine anların bir problem i olarak, onların ka­
rakteristik tu tum ları olarak konuşulduğunda eğitim li b ir k aç’ın
ö n plana çıkacağı bir çeşit ahlaki bireycilik olu ştu rm aya davet
güçlü bir hale gelir. T am da bu n oktad a haysiyet ve gerçek his
m eseleleri üzerine ilan ed ilm em iş b ir savaş patlak verecektir.

“îşçi sın ıfı o to ritarizm i” üzerine teorisind e S. M . U p set gibi


21 Andrew Greeley’in gözlemlediği gibi. toplumsal değişime ilişkin oiumlu
inançlar işçiler ve profesyoneller tarafından tamamen farklı saiklerie benim­
senir; neden böyle olabildiğini, sınıfın gizli boyutları çerçevesinde gelecek
bölümde ele alacağız.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 81

top lu m b ilim ciler, beden işçilerini yeteneksizliğin belirsizliğine


g ötü ren açık bir gönderm e yapar. L ip set’e göre sınırlı deneyim ,
dar gündelik işler ve işçi sın ıfın ın elindeki önem siz kültürel
kaynaklar, onun “rasyonel” siyasal h ak ve d em okratik davranış
sistem in i anlam a yeteneğini sın ırlan d ırıcı etkiye sahiptir. T artış­
m an ın özü, işçi sınıfı d en eyim inin d arlığının işçiyi d em okratik
ah lak ya da çoğulcu politikaların karm aşıklıklarıyla uğraşısında
ço k kısır görüşlü yaptığıdır.

Bu tartışm ada, şüphesiz, g örü n üşte b ir in san ilik var gibidir:


L ip set işçilerin doğuştan aptal oldu ğu nu söylem em ekte, daha
ço k sosyal durum larının o n ların akılların ı uyuşturduğunu ifade
etm ekted ir; çoğul m ücadele ya da yarışan id eolojilerle karşılaş­
tıklarınd a hukuku ve düzeni yeniden kuracak o to riter b ir lider
arayışına girm ektedirler.

Sanki Lipset’iıı kendisi bu karm aşıklıkla uyuşturulm uş g ibi­


dir. Z ira bu düşünceler P olitical M a n (Siyasal insan) kitabın d a,
işçilerin k om ü nizm e yatkınlığ ım açıklam aya çalıştığı bir b ö lü m ­
de ileri sürülür, sonraki bölü m d e ise neden faşizm in b ir orta sı­
n ıf olgusu olduğu açıklanır. Faşizm bu yüzden o toriteryan değil
m idir, ya da her sınır, tıpkı T o lsto y ’un m utsuz ailelerindeki gibi,
kend i çapında otoriteryan değil m idir, ya da ...? B u d ü şü n cen in
arkasındaki varsayım lar onun zayıflığından ço k daha önem lidir.
B u rad a eski b ir sosyalist, insanın koşulların yarattığı b ir varlık­
tan başka bir şey olm adığını söylüyor, ve işçi sın ıfın ın yaşam ına
ilişkin koşulların d em okratik m ücadeleyle uğraşm ak için gerekli
sosyal zekanın gelişm esini en gellediğin i ileri sürüyor.

G e ri kafalı ya da işçi sınıfı o to ritery an izm i im gesi gerçek ten


de yeni bir şey değildir. A m erika’da, İç Savaşı takip eden yıllarda
ilk büyük endüstriyel genişlem eye kadar uzanan toplum sal sın ı­
fın ahlakiliğine ilişkin yeni bir oku m adır.

H o ratio A lg er’- hikayeleri yoksulluğu n d eh şetin d en o rta sın ı- 2


22 T.S.N.: Horario Algcr (1832-1899), yoksul ve genç çocukların cesaret ve
dürüstlükle nasıl orta sınıflara yükseldiğini anlatan romanlar yazan Ameri­
82 YARANIN KAYNAKI.ARI

fa atlayan g en ç ço cu k lar üzerinedir, çü n k ü ço cu k kişisel zekaya,


haysiyet ve dürüstlüğe sahiptir, ve tesadüfen, şans da adil dağıl­
m ıştır. Toplum sal k on u m d aki bir düşüş, d önem in kim i Avrupa
rom anların d a, örneğin Vanity F air (G u ru r D ünyası) ro m a n ın d a ­
ki g ib i, k ötü şans olarak g örü lü r; ne var ki elinizdeki k ita b ın ya­
zarlarından b irin in daha ö n ce Fam ilies A gainst C ity (K en te Karşı
A ileler) k itab ın d a işaret ettiği g ibi, Birleşik D ev letler’de aşağıya
doğru bir düşüş, aşırı biçim d e ahlaki tonlara sahiptir: b ir fabrika
işçisi olan m uh asebeci ya da bü ro sekreteri başarısızdır, çü n k ü
ayakta kalacak yeteneğe sahip değildir, düşük toplu m sal k o n u ­
m u yeteneklerinin zayıflığının b ir yansım asıdır.

B irleşik D ev letler ve İn g iltere’deki sosyalist eleştiriler yeni


k apitalist düzene baskıcı olduğu için saldırdığında, dü zenin
savunucuları aksini ispat etm eye koyuldular. D arw in ci evrim
teo risin in yozlaşm ış b ir y o ru m u n u kullandılar, yoksulluğu n
g eçm ek te olan b ir olgu oldu ğu nu iddia etm ediler elb ette, daha
ço k en gi'ıçlünün daha üst bir sın ıfa zıplayarak hayatta kalacağını
söylediler. Sanayi toplu m u zorlu klara sahiptir, bu zorlu k d oğa­
daki hayvanlar g ibi hayatta kalm ak için m ücadeleyi gerektirir,
b ir yaşam ve ö lü m savaşı. A m erik a’da sanayi k ap italizm in in ada­
leti, der A ndrew C arnegie, burada to p lu m , yetenekli b ir insanı
ö d ü llen d irm ek te başarısız olm ayacaktır. B ir insan yoksulluğun
d ehşetind en ku rtu lm aya layıksa, o zam an bu nu yapabilir.

A m a “b u nu yapacak” yeteneğe sahip değilse, hangi hakla şi­


kayet ed ebilir ki?

B ireyciliğin bu yaftası, E m erso n ve T h o reau ’n u n ö ğ ü tled i­


ği d o ktrin d en kesinlikle farklıdır. O n la r bir sınıftan diğerin e
g eçm ek ten ço k toplum sal bağın kend isin d en kurtu lm ayı a çık ­
lam aya çalışıyorlardı. Bu yeni d o k trin i, savaş p ro testo cu ların ın
dillend ird iği geri kafalılara y ö n elik tik sin ti ya da işçi sın ıfı o to -
riteryanizm i an alistlerin in seslendirdiği ku ru ntu lar n edeniyle
kalı yazar. Romanlarının çoğu klasik Amerikan zenginleşme ve başarı hika­
yelerini içerir.
SINIFIN G lZLl YARALARI 83

E m erson ve Thoreau ile aynı sınıfa dahil etm ek görünüşte fazla­


sıyla acım asız görünüyor. Bu İkincisi, her şeyden ön ce, A ndrew
C arn eg ie’in savunduğu dünyaya ilişkin eleştirilerdir. Fakat g eç­
m iş, özünde şim diyi içerir; bir kez daha, b ir kaç kişi öne çıkar,
kitlelerin yozlaşm asından kaçar, saygı d u yu labilecek bireyler o la­
rak onlarda daha fazlası vardır.

W illia m P fa ff ve Jean Paul Sartre’ın işçilere ilişkin tu tu m ­


larını etkileyen şey bireyin böyle kavranm asıdır. P fa ff ve çoğu
üst s ın ıf radikal için yeteneğe ve oldu kça kişisel özelliklere göre
birey ve kitle arasındaki b ö lü n m e, A m erika’da sadece elitlerin
devrim ci b ir güç olabileceğini in an d ırıcı kılar. Sartre için ise F la­
ubert üzerine iki bin sayfa yazm a kapasitesi kon u su nd a duyduğu
kaygı, b ir korkudan kaynaklanır, (K en d isin d en kaynaklanan bir
korku m u? Başkalarının ne düşüneceği korkusu m u?), bu tü r­
den çalışm alar m eşrulaştırılır, zira propaganda alanı kitlelerin
ihtiyaçlarına hizm et ederken, yazar ya da k ü ltü r insanı binlerce
sayfalık b ir analizi hak edecek kadar fazlasıyla d erin d ir ve bireysel
olarak gelişm iştir.

E lek trik çi C arl D orian , üniversite öğrencisi Jam es, banka


m em u rlu ğun a geçen kasap F ran k R issarro, hepsiyle de bu b i­
rey anlayışıyla tem as edilir. B u lu nd u kları k o n u m d an toplum sal
hiyerarşinin m erdivenlerini çık ark en , başka insanların değer
vereceği kişisel kaynaklan geliştirm e özgürlüğüne izin verilen
insanların oldukça az olduğunu düşünürler. B u im ge k on u su n ­
da, tıp k ı Sartre gibi ama o n d an farklı bir biçim d e, ik ircik lid ir­
ler. T o p lu m u n sıradan işçiler ile profesyoneller ve ü st-sın ıf üyesi
olan sın ırlı sayıda insan arasında b ir yarık oluşturduğu gerçeğine
içerleyecekler; ve bu içerlem eye rağm en, bir sürü insan arasında
kaybolm uşlar olarak kendileri h akkın d a düşü ndü klerinde, bu
im ajın doğru olabileceğinden de aynı zam anda korkacaklardır.

T arihçiler, bundan beş nesil ö n ce b içim len en s ın ıf id eo lo ji­


lerine kentlerd eki yoksul insanların nasıl tepki verdiği hakkında
ço k az şey bilm ektedir. B ir m etal ya da kon feksiyon işçisi için
84 YARANIN KAYNAK! .ARI

yeten ek lerin in onu toplu m d a belli bir k o n u m a nasıl yerleştir­


d iğin e ya da yerleştirip yerleştirm ediğine duygusal olarak dahil
olm ası saçm a olurdu bir bakım a. B u n u n y anınd a işçi olm anın
daha kork u n ç m addi cerem eleri de vardı: çocu kları da dahil aç
kalm ak; hastalık ya da başka bir ailevi kriz olduğund a çalışam a­
m ak, kaderine m ahkum olm ak.

Ç o ğ u A m erikalı beyaz beden işçisi bugün güvencesiz çalışır­


ken , atölyelerin ya da fabrikaların fiziki ayrışm asının da yerinde
yeller esm ektedir. G erçek ten de yaşam b iç im i, fiziki çalışm ayı
vergilend irm e m iktarı ve gelire göre düşünüldüğünde, çoğu
m avi yakalı işçi ile en alt düzeydeki bü ro çalışanı arasındaki
çizgiler şim di pek öyle keskin değildir. N e var ki sonuçta s ın ıf
fark lılıkların ın kaybolduğunu söylem ek yanlış olur. G eri kafalı­
lar tartışm asının ve otoriteryan izm üzerine yazıların önerdiği şey,
s ın ıf farklılıklarına ilişkin hatların yeniden çizildiğidir.

Ö zg ü rlü k artık basitçe sadece karnını doyurm a özgürlüğü


değildir. Şim d i kıtlık sonrası b ir to p lu m d a insani kaynakların
gelişim i ve b ir kim senin ne kadar seçim h ak k ın ın olduğu daha
önem lid ir. Sınıflar, hâlâ insanların üretici işlevi ile tan ım lan abi­
lir, fakat birazdan ortaya çıkacağı g ibi, hem üretici işlevi hem de
duygusal terim lerle s ın ıf ayrım ları, eski k ıtlık koşulları altında
oland an daha keskin biçim d e büyüm ektedir. R issarıo ya da K ar-
tides gibi insanları içerdiği an lam ıyla “k itle”, insanların bireyler
olarak başkalarının saygısını kazanm ak için kendi başlarına b i­
ricik olduklarını yeterin ce ifade ettik lerin i düşünm edikleri bir
çalışm a b içim in e atıfta bu lu nu r; P fa ff ya da Sartre’ın kullandığı
anlam da “e lit”, özel ö rn ek ler olarak m u am ele edilm esi gereken
ço k karm aşık yapıya sahip insanlara işaret eder. Bu ayrım ların
üzerini ö rtm e, utanm a ve kendinden şüpheye ilişkin bir tö rel­
liktir.

B urad a söz konusu olan lanetli b ir özgürlüktür. Bireysel öz­


gürlüğün koşulları öyle bir tan ım lan m ıştır ki, insanlar liyakatini
ortaya koyarken benliğin haysiyetini m eşrulaştıram azlar. A ncak
bu konuya toplum sal sınıfı soktuğu m u zda, bu şem adaki k itle­
SINIFIN GİZLİ YARALARI 85

ye odakladığım ızda, sorunun a p rio ri b ir y abancılaşm a, işçilerin


seçm e ve kend ini geliştirm e özgürlüğünde b ir daralm a olduğu
ortaya çıkar.

M anc’ın iktisadı üzerine eleştirel çalışm asında Louis A lt­


husser, sınıfa sosyal-psikolojik b ir yaklaşım yön eltm eye yardım
edebilecek kim i yorum lar geliştirir.23 A lthusser, farklı sın ıftan in ­
sanları farklı dünyalarda yaşıyor olarak görm eye yön elik b ir eği­
lim in varlığından bahseder. D iyelim em eğin yabancılaşm ası söz
konusuysa, işçilerin m akinenin bezd iriciliğ in d en bunaldığı d ü ­
şünülür, fakat bir y ön eticin in kağıtlarla oyn am aktan sık ıld ığ ın ­
dan nadiren bahsedilir. Bu deneyim ler elb ette onu deneyim leyen
kişilerce farklı hissedilir, lâkin b u n lar tem el olarak aynı köklere
sahiptir. S ın ıf farklılıklarının varlığı için insanları bölen o rtak bir
yapı ya da güce, bir “üretece” sahip o lm an ız gerekir.

Bu kitapta bizim aldığım ız pozisyon, bu toplu m d a zengin ya


da fakir, su tesisatçısı ya da profesör, h erkesin , k end isin in ve baş­
kalarının saygısını kazanm ak için ona k en tlisin i m eşrulaştırm ası
gerektiğini söyleyen değerler şem asına k on u olduğudur. N e var
ki bir su tesisatçısının bu saygıyı kazanm aya çalışırken h issetti­
ği şeyler, b u nu b ir profesör yaptığında hissettiği şeylerden epey
farklıdır. A ilelerdeki bireysel y etenek iddialarına ilişkin buraya
kadar verdiğim iz örnekler bu iddianın üç genel son u cu n a işaret
etm ekted ir: Saygınlık arayışına ket v u ru lm u ştu r; bireyler başarı­
sızlıktan bireysel olarak kendilerini soru m lu tutar; bu arayışa iliş­
kin bü tü n çabalar, bireyi, bireysel saygının kazam iabilm esi için
toplum sal b ir eşitsizliğin olm ası gerektiği düşü ncesine alıştırır.
Su tesisatçısı bu konu da profesörden k ök ten farklı b ir d en eyim e
sahiptir, to p lu m d a durduğu yer ve yaptığı şeyden dolayı. K itle ­
n in k itlelerle ilişkisi, bireyin kendisini gösterm ede zor zam anlar
yaşayacağını gösterir, zira diğer insanlar, yani daha ü sttek i, ve
h atta bazen kendisi gibi olanlar, her şeyden önce bir profesörün
sahip olduğu kadar bir yeteneğe sahip o lm ad ığ ın ı d ü şü n ecekier-
23 Louis Althusser et. al., Reading Capital (I.ondon: New Left Books; 1970).
86 YARANIN KAYNAKLARI

dir. N c ki m esele bu kadar basitse, bu du rum da bu na dahil olan


her şey bir sınıfsal önyargı m eselesi olu r: insanların zih in lerin i,
herkesin ba zı özel yetenekleri oldu ğu na ve herkesin aynı şekilde
acı çek ebileceğ in e in anacak biçim d e d eğiştirm ek gerekir.

M esele bu kadar basit değildir. “Ö n y a rg ılı” im ajın ın varlığı­


n ın nedeni, b ir am aca h izm et etm esidir, yeteneğin erdem i saye­
sind e tan ın an ve saygı duyulan bü tü n bireyler şem asının yaptığı
g ibi. Bu am aç, 19. yy. sanayi kapitalizm i dü nyasının gereklerine
b u sefer yeni b ir arazide devam etm ekted ir. Ve tıpkı eski kapi­
talizm in m addi zoru n lu lu kların ın işçilerin üzerinde olm ası g ibi,
hem zengin h em de yoksullar işten y abancılaşm asına rağm en,
şim di de sın ıfın m anevi yükleri ve duygusal sık ın tıları beden iş­
çileri arasında en yoğun ve belalı olanlardır. Bu n edenle yapm ayı
u m u t ettiğ im iz şey, insanları farklı sınıflara ayıran gizli değerler
sistem ini ortaya çık arm ak tır; fakat aynı zam anda sın ıfın bu yü­
k ü n ü , sın ıflan d ırılm ış olm akla zaten en fazla kaybeden insanlar
üzerine etkisini araştırarak gösterm eyi um uyoruz.

Ö zgürlük ve H aysiyete H ükm eden B ir O torite

19. yy. ela terim i kullanan M arx, S a in t-S im o n ve P roudhon nez-


d in d e sınıf, b ir iktidar m eselesiydi. T o p lu m d a farklı sınıflardan
insanlar vardı, ve bunlardan bazıları diğer insanların em eğini
k on trol ed iyordu, ve bu em ekçilerin çoğu n lu ğu yaptıkları işlerin
uzm anı değildi. Sociological Tradition (S o sy o lo jik G elen ek ) k ita­
b ın d a R o b e rt N isb e t, 19. yy.’ın son u n d a s ın ıf ve iktidar arasın­
daki ilişki anlayışında bir değişim m eydana geldiğini gözlem ler:
M a x W eb er gibi yazarlar s ın ıf kavram ına “o to rite ” kavram ında
som utlaşm ış yeni b ir boyut ekledi. B ir işçi u stabaşının k en d i­
si üzerinde güce sahip olduğunu b ileb ilir ve an cak bu nu n için e
kaba baskı da dahilse, ustabaşı işçi üzerinden haksız kazanç elde
ettiğ in d e işçiler neden ona karşı ayaklanm az? N eden baskı altı­
na alınm ış biri için adaletsizliğe karşı isyan etm ek ço k zordur?
Bu türden soru lan y anıtlam ak için W eb er ve G ram sci ik tid a­
rın m eşru b ir y ö n etim e dönü şm esin i tan ım lam aya çalıştı. İşçiyi,
SINIFIN CAZl.t YARALARI 87

em eğini başkalarının iradesine sunm ası gerektiğine ikna ederek,


bazılarının çoğu insanın yaşam ını k on trol etm e h ak k ın ı m eşru­
laştırm ak için toplum un ne türden değerler ü rettiğ in i araştırm a­
ya giriştiler.

Bu m eşruiyet düşüncesi günüm üzde ilk ortaya çık tığ ı zam a­


na göre ço k daha karm aşıktır. Eğer bir insan, itaat etm ek zo ru n ­
da olduğu birisine itaat ettiğ in i düşünüyorsa, o zam an kendi öz
saygısına ne olur? Ustabaşı işçiye ek o n o m ik bu nalım zam anında
işini kaybetm ek istem iyorsa uzun saatler çalışm ak zorunda o ld u ­
ğunu söylerse, işçinin özgürlüğü k ısıtlan m ıştır elb ette, fakat işçi,
u stabaşının kendi özgürlüğünü elinden alm a h ak k ın ın oldu ğu ­
nu düşünüyorsa, insan nasıl kend isin in bazı hakları olduğunu
d üşünebilir, kendisine nasıl saygı duyabilir? G eçici kural şudur:
iktidar m eşru nitelik kazandığında, bir insanın y ön eticisin e tes­
lim ettiği haysiyet ne olursa olsun, o insan m ecbu ren kendini
inkar etm ek zorundadır.

Tam da bu noktada bir y eten ek rozeti, gücü m eşrulaştırm ak


için m ü k em m el bir araç olarak görünür. İnsan p otansiyeline
ilişkin bu kavram , çok az in san ın ço ğ u n lu ktan ço k daha fazla
yetenekle d onatıldığın ı bize an latır ve bunlardan sadece bir kaçı
k end ilerin i tanır, yani kendilerini özgün bireyler olarak tanım lar.
D ah a fazla kişisel güç sayesinde “daha fazla” haysiyet kazanm ış
o lm ak, bu nların çoğunluğu yön etm esi gerektiğinin k an ıtı olur.
M eşru laştırılm ış iktidar hakkın d a yukarıda b ah settiğ im iz geçici
kuralı bu basit m eritokratik önerm eye uygularsak: Ç o ğ u n lu k ,
yani kitleler, haysiyetin bu koşullarda var oldu ğu na inanm aya
daha fazla m eyilli oldukça, kendi özgürlüklerini azınlığa daha
fazla teslim ederler, eşit haklara sahip insanlar olarak kend ilerin e
saygı duym a şansları o kadar azalır.

N e var ki bu kitabi yazma sürecind e yüz yüze geldiğim iz in ­


sanlar bize b ir şey öğrettiyse, o da, bu kavram lar setin in tü m den
yanlış olduğudur, zira özgürlükleri kısıtlanan bu insanlar, haysi­
yet sanki b ir m etaym ış gibi, o n u üst sınıflara uyum sağladıkları
88 _ ________________ YARANIN KAYNAKLARI ____ ________ _________

için kend ilerin d en çıkarıp atm azlar. İktid ara daha karm aşık b i­
çim lerde tepki gösterirler: N itek im Frank Rissarro’nun “eğ itim ­
li” işine yön elik tavrına bakalım . E ğ itim li insanlar kendilerini
kontrol ed ebilirler ve tu tku larla yön etilen to p lu m u n en altındaki
insan k itlesind en ayrılırlar; böylecc R issarro’nun gözünde yete­
nek rozeti eğitim li o lm an ın haysiyetini kazanır. Y in e de onların
güçlerinin içeriği, yetenekleri on u n kişisel geçm işi ve anılarıyla
ilişkisinden ço k b ir öz n itelik olarak düşünüldüğü için , Rissarro
bunu sahtekarlık ve çirkin bulm aktadır. E ğ itim li olanın o n u yar­
gılam a ve daha genel olarak y ön etm e g ü cü n ü hâlâ tartışm am ak­
tadır. K en d i içinde haysiyetsiz b ir şey oldu ğu na inandığı şeyleri
m eşru g örü r ve eğitim li insanların g ücün ü kabul ederken k en d i­
sini daha savunm asız, daha yetersiz ve daha haysiyetsiz hisseder.

R issarro’nun ve görüştüğüm üz diğer insanların kendi öz­


gürlük ve haysiyetleri ile ilişkisiyle ilgili olarak güç hakkında sa­
hip oldukları bu dü şü nceler yeni b ir açıklam ayı gerekli kılıyor.
B ü tün bu insanlar to p lu m u n kendi özgü rlü klerini orta sın ıftan
insanlara göre ço k daha fazla sınırladığını dü şü nm ektedir ki,
bu nu n an lam ı, kendi içlerindeki gücü geliştirm e özgürlüğünü
kısıtlam asıd ır ve sadece ne kadar para kazanabildikleriyle sınırlı
değildir bu. Fakat k elim en in sıradan an lam ıyla isyankar da de­
ğillerdir; ö fk elen m e hakları kon u su nd a hem kızgın hem de k a­
rarsızlar.

B izim açım ızdan bu karm aşıklığı an lam an ın başlangıcı,


S e n n ctt’in daha ö n ce B o sto n bölgesi dışındaki bir okulda ö ğ ret­
m en ve öğren cilerin yetenek rozetleriyle nasıl ilişki kurduğu üze­
rine bazı gözlem leri h akkında dü şü nm em izle başladı. G eçm işe
baktığınd a, o ço cu k lu k o rtam ın d a, b ir taraftan güç ve o to rite ,
diğer taraftan bu çalışm ada karşılaştığım ız y etişkinlerin d eneyi­
m iyle paralellik gösteren özgürlük ve haysiyet arasında kesişim -
ler m eydana geldiğini fark etm işti.

Jo siah W atson D i! O k u lu 2'* basit am a b ak ım lı b ir oyun alan ı­


na sahip kırm ızı tuğladan yapılm ış b ir binadır. Bu büyük oku l, 24
24 Tıpkı isimler gibi okul ismi de değiştirilmiştir.
SINIFIN GÎZI.İ YARALARI 89

çoğunlukla üç katlı evlerin bu lu ndu ğu bir kentsel m ahallenin


tam ortasındadır. O k u lu çevreleyen m ahallelerde h em en hepsi
beden işçisi olan İrlandah, İtalyan ve eskiden gelip o tu rm u ş N ew
E n gland ’d an2'’ yerleşim ciler yaşam aktadır. M ah alled e ortalam a
aile geliri aşağı yukarı 8 .0 0 0 dolardır, ne yoksul ne de varlıklı
sayılırlar.

O k u lu n odaları çocu kların evlerinin iç m ekan ın ı an ım satır:


Eski, yıkık d ökük, am a tem iz ve sade. H er sın ıfın tek dekoras­
yonu, bir A m erikan bayrağı, b ir kaç harita ve B ağ lılık Yem ini
yazılı bir plaketten oluşur. Sınıflarda tahta kutulara tu ttu ru lm u ş
boru b içim in d e çelik ayakları olan yeni sıralar vardır. Sıralarda
en küçük ço cu klarınki dahil, kulland ıkları m alzem eler düzgün
b içim d e sıralanm ıştır. Tabi oku ldaki öğretm en ler b u nu nla gurur
duyar, ne var ki ço cu kların bu m alzem eleri k ötü kullan d ık ları­
nı gösteren üzerlerine kazınm ış m ü stehcen çizim ler ve kelim eler
için m üfettişlerden özür dilem ek zorunda kalırlar.

O k u ld ak i derslikler, ikin ci s ın ıf bile olsa, ço cu k ların oku ld a­


ki yaşantısını bilm eyen yabancıları şaşırtır. O k u m a yapm adan
oyuncaklarla oynam aya kadar bu ikin ci s ın ıf dersliklerde yapılan
her şey ö ğretm en in yön etim in d ed ir, ö ğ re tm e n le r, ço cu k ların
“iyi ve uygun” olduğunu g örm ek için büyük zah m etlere katlanır.
B ir m ü fettiş, sınıfta kendi varlığının farkında olan ö ğretm en in
bu disiplin gösterisini, bu sürekli h ü k m etm esin i ve gözetlem e­
sini başlangıçta on u n oradaki varlığına verdiği b ir yan ıt old u ­
ğunu düşünecektir. N e var ki ö ğretm en rahatlayıp o n u n varlı­
ğını u n u ttu k tan sonra bile bu disiplin devam eder. B u disiplin
anlayışı sert davranm aktan sevgi gösterm eye kadar ö ğ retm en ler
arasında farklılık gösterir; yine de okulda, sınıflardan soru m lu
olan herkes, idaresi zor bir m üzisyen g ü ru hu n u y ön etim i altın a
alm aya çalışan bir orkestra şefi gibi davranır. Tem el ilkede d en d i­
ği gibi: “B u okulun işlemesi o toriteyi kurm akla olur.”25
25 T.S.N.: New England A BD ’nin kuzey doğu bölgesine verilen isimdir vc
Maine, New Hampshire, Vermont, Massachusetts, Connecticut ve Rhode
Island olmak üzere beş eyaleti kapsar.
90 YARANIN KAYNAKLARI

W atson D il O k u lu n d a öğ retm en ler çocu k ların özgürlüğünü


k ısıtlam ıştır, zira bu o to rite figürleri çocu k lara ilişkin tu h a f bir
korkuya sahiptir. O n lar, asi ya da yaram az davranışlarıyla s ın ıf
dü zenini teh d it eden b ir k itle olarak g örü n ü r ö ğ retm en lere ve
sadece b ir kaçı “iyi alışkanlıklara” ya da doğru davranışa sahip­
tir. B ir ö ğretm en in dediği g ibi, “Bu çocuklar, an n e-b ab aların ın
eğ itim in değerini bilm ed iği basit em ekçi evlerinden geliyorlar.”
B u rad a rahatsız ed ici birk aç ö rn ek ten bahsedebiliriz. B u göz­
lem leri yapan S en n ett, altı-yed i yaşları arasında m utlu olm ak,
ö ğ retm en in k o n tro lü n ü kabul etm ek ve on u n tarafınd an kabul
ed ilm ek için gerçek b ir istek duym uştu. Fakat u ç b ir ö rn ek ol­
m asına rağm en acıklı b ir olay gerçekleşm işti. O k u m a dersin in
tam ortasın d a, derste dalıp gittiği için b ir ço cu k altın ı ıslatm ıştı.
Ö ğ re tm e n “B öyle çocu k ları ne yapabilirsin?” dedi tik sin ti duy­
m uş b ir to n la çocu ğu işaret ederken.

Bu olanlar, ö ğretm en lerin , çocu k lara ilişkin bek len tilerin i,


o n ları gerçek kılacak b içim d e hareket ettikleri an lam ın a gelir.
W atson D il O k u lu n d a alışılm adık b ir b içim d e g en ç bir öğret­
m en in h ocalığ ını yaptığı ikin ci sın ıfta bu sürecin nasıl işlediğine
ilişk in b ir ö rn ek an latalım . B u sınıfta Fred ve V in c e n t adında,
görü n ü şleri diğerlerinden biraz farklı olan iki ço cu k vardı: E l­
b iseleri diğer ço cu k ların k in d en daha süslü değildi, am a daim a
ütülü yd ü ve eskim em işlerdi; çoğu esm er tenli İtalyan ço cu k ların
old u ğu b ir sın ıfta bu nlar açık ten li çocu klard ı. Ö ğ re tm e n , kendi
s ın ıf p erform an s stand artların a en yakın old u kların ı im a ederek
başın d an beri bu iki çocu ğ u diğerlerinden ayrı tu ttu . O n la rla
sesin d e özel b ir sıcak lık ile kon u şu yordu . O n la rı diğer çocu klarla
kıyaslayarak açık açık ö d üllen d irm ese de, daim a o n ların farklı ve
d ah a iyi old u kların a ilişkin b ir m esaj k en d iliğ in d en iletiliyordu.
S e n n e tt, eğ itim yılı boyun ca ço cu k ların oyu n ların ı ve çalışm ala­
rın ı izlediğind e, b u iki çocu ğ u n aylar g eçtik çe daha cid d i, daha
ağ ır başlı olm aya başladıklarım fark etti. Y ılın başında itaatk ar
o la n ve asla asi olm ayan bu çocuklar, y ılın son u n a doğru diğer
ço cu k la r tarafınd an yalnız bırakılm ışlardı.
________________________ S IN IF IN G İ Z Lİ YARA1-ARI________ 91

O zam ana kadar sınıftaki en iyi çalışm aları bu ikisi yapıyordu.


D iğ e r çocu klar öğretm enin verdiği gizli ipu çların ı yakalam ışlar­
dı, zira kendi perform ansları bu iki k ü çü k çocu ğun çalışm aları­
na gösterilen ilgiyle karşılanm ayacaktı. “D iğ er ço cu k ların daha
az potansiyele sahip oldukları doğru d eğil” diyordu öğretm en .
“A m a soru n, Fred ve V in ce n t kadar yeteneklerini geliştirem e-
m eleri m eselesi. H aklı olduğunuzu biliy oru m , k en d im e rağm en
onları daha fazla cesaretlendirm e eğilim ind eyim , fakat b en ... bu
iki k üçük çocuğun başarılı olacakları ço k açık .”

W atson D il O ku lunda ço cu k lar 10 ya da 11 yaşına gelene


kadar “başarılı olm ası” bek len en bir kaç ile b ir ço k arasındaki
ayrım çok açıktır; ikinci sın ıfta ortaya çıkan m esafe koym a, al­
tın cı sın ıfta açık düşm anlık h alin e gelir. Ç o cu k la r arasındaki bu
d ü şm anlık, cinsiyet ve statüyü bir arada kaynaştıran im gelerle
ifade edilir. Fred ve V in c e n t gibileri “sıradan” ö ğren ciler tara­
fınd an kadınsı, zayıf, “yalaka” olarak tanım lanır. Ç o cu k la r b u ­
n un la, hem Fred ve V in c e n t gibilerin ço k uysal oldu kları için
oku ld a bir yerlere geldiklerini h em de sadece bir eşcinselin zay ıf
o labileceğin i anlatm aya çalışır; “yalaka” im gesi, k u ru m u n saygı
duyduğu bir öğrenciyi lekeleyen bu kendini aşağılayıcı, kadınsı
davranışı belirginleştirir.

B u durum da çocuklar, kızg ın lık ların ı onları tan ım ayan k u ­


rum a değil de bireysel olarak öd ü llen d irilen okul arkadaşlarına
yönelttiler. A slında beşinci ve a ltın cı sınıflardaki erkek ço cu k la ­
rın çoğunlu ğu bilinçli bir b içim d e oku lla çatışm az zaten. Bu rad a
daha karm aşık şeyler oluyor bu çocu klara.

B u “sıradan” çocuklar, sanki kodese tıkılm ışlar g ibi, oku ld a


yaptıkları çalışm alar ve sınıflar, h ayatlarında bir m üddet için d e
kalm ayı ve sonra hem en ayrılm ayı u m u t ettikleri boş b ir alan ­
m ış, b itm esin i bekledikleri bir şeym iş gibi davranıyorlar. G ö rü ­
nüşe bakılırsa bu çocukların duyguları, bu okuldan çık ıp dışarda
bir iş bu lu r ve para kazanırlarsa, işte an cak o zatn an hayata baş­
layabilecekleri çerçevesinde şekillenir. B u n u n nedeni oku ld a faz-
92 YARANIN KAYNAKLARI

lasıyla sıkılm aları değildir, okuldaki çoğu ço cu k sınıflarını sever.


A sıl neden okulun o n lara yardım edeceğine, yani bu deneyim in
onları değiştireceğine ya da birer insan olarak y etişm elerine yar­
dım edeceğine ilişkin b ek len tilerin i kaybetm eleridir.

B u okulda “sıradan” öğrencilerle çalışm ayı seven heyecanlı


b ir genç kadın ö ğretm en , en büyük soru nu n un öğrencileri ken ­
d isin e güvenebilecekleri konusunda ikna etm ek olduğunu söy­
lüyordu. D iğ er öğretm en ler ve okul m üd ü rü , sınıfında norm al
m üfrad atı uygulam adığı için o n u onaylam ıyor. Ö ğ ren cilerin
“y ap tıkların ın yanlarına kâr kalm asına” izin verdiğini, bu ne­
d enle de “disiplini sağlayam ayacağını” düşünüyorlar. O n la rın
kafasında serbestlik b ir hata, düzen ise gereklilik. O n lara göre
bu çocuklar, ailelerin in sınıfsal arka planı ve geçm iş okul d en e­
yim lerin d en dolayı, yapacakları işlerin çoğun d a eğitim li bir ye­
tişkine ço k m antık lı ve yararlı görü n ecek olan kurallara uym aya
direnecek. B u ö ğretm en ler bilerek böyle davranm ıyorlar elbette,
fakat s ın ıf içerisinde bekledikleri türden davranışı üreten bir k ı­
sır döngüye ön ayak oluyorlar.

H aysiyet kon u su nd a bu sıradan işçi sınıfı çocukları arasında


yaygınlaşan, okulda s ın ıf içi d en eyim lerin de bom boş geçirilen
zam anda bu lu nm ayan şeyi erkek dayanışm asında arayan bir
karşı k ü ltü r var. D ay an ışm a aynı zam anda onları “yalakalardan”
ayırır. B erab er takılarak bu çocuklar, gerçek ya da hayali, he­
nüz yeni başlam ış cinsel atılım ların ı birbirleriyle paylaşırlar; seks
grup için d e rekabetin b ir yolu olur. N e var ki aslında grup olarak
onları b ir arada tu tan şey, sigara ve içki içm ek , birlikte o t çek ­
m ek, okuldan kaçm ak, yani kurallara uym am aktır. Kuralları çiğ­
n em ek “h iç kim sen in ” birbiriyle paylaşam ayacağı bir davranıştır.
Bu karşı kültür, ö ğretm en lerin onlara dayattığı yaftalarla alakalı
değildir; daha ç e k o to rite sahiplerinin yıkam ayacağı türden hay­
siyet rozetlerini kendi aralarında yaratm a çabasıdır.

B öylece daire tam am lan ır: Bu karşı k ü ltü rü n sadece dışsal


g örü n ü m lerin i gören an n e babalar, ö ğretm en ler ve diğerleri, bu
SINIFIN GİZLİ YARALARI 93

“b irlik te takılm aların” bir çocu ğun gelişim i için yıkıcı b ir etkiye
sahip olduğuna ilişkin düşüncelerini d oğrulam a im kanı bulur.
Bu koşullarda haysiyet, dış d ü nyanın stand artların a göre bir be­
del öder.

W atson gibi okullarda ço cu k ları o rtak bir sadakat duygusu


ve yalnız bireyler olarak gruplara ayırm ak, am a “aşam a kaydet­
m ek”, oku lu n düzeyine işaret eder. B u elbette m eslek o k u lların ın
tersine üniversiteye hazırlanan lise g en çlerin e özgü bir şey d e­
ğildir. M eslek okulları üzerine yapılan çalışm alar aynı olg u n u n
orada da m eydana geldiğini gösterir: o to m o b il tam irciliğ in d e iyi
olan ço cu k lar diğerlerinden kop m aya başladığını hisseder, bu
becerilere sahip olm aları okul dışındaki daha az yetenekli ak ran ­
ları tarafından takdir edilse bile bu böyledir. İktidarda olan ların
o nayına karşın salt bir hoşgörü so ru n u arasındaki bu farkı ortaya
çıkaran kurum sal süreçtir.

W atson O k u lu n d a oynanan bu tiyatroda yetişkin lerin tak ­


tığı türden y etenek rozetlerini dağıtm aya ve alm aya ilişkin b ir
senaryo vardır. Ö ğretm enler, Fred ve V in c e n t gibilerini A ndrew
C arn eg ie’nin erdem li insan rolü ne layık görür. Y etenek bu ç o ­
cukları bireylere dönüştürecek ve birer birey olarak toplum sal
s ın ıf içerisinde yükseleceklerdir. K itleler ise kendilerini L ip set’in
y etişkin işçilere verdiğine benzer b ir rolde bulurlar: o n ların sı­
nıfsal arka planları öz-gelişim lerini sınırlandırır, bir kısır döngü
içerisind e yarattıkları haysiyeti dengeleyici karşı kültür, öğret­
m enlerin kend ilerine ilişkin yargılarını güçlendirir.

B u tiyatro aracılığıyla öğretm en ler, öğren cilerin in gelişim öz­


gürlüğünü sınırlandırm a gücüne sahip olur. Fakat neden bask ı­
cı b içim d e davranm aya y elten m ekted irler? B u soru gerçekte iki
m eseleyi içerir: birincisi, elinde tu ttu ğ u gücü kendi kafasında
m eşrulaştıran b ir öğretm en m eselesi, ve İkincisi, bu gücü m eşru
kabul eden öğren ci meselesi.

Ö ğ retm en ler korku nç bir varoluşsal ik ilem içindedir. Ö ğ ­


ren cilerin in çoğu n a karşı “ö n y arg ılı” oldukları doğrudur; aynı
94 YARANIN KAYNAKLARI

zam anda çalışm ak zorunda oldukları koşullar onlara ne kadar


zor görünürse g örü n sü n , b ü tü n insanlar g ibi, yaptıkları işin hay­
siyetine in an m ak istedikleri de doğrudur. E ğ er b ir öğretm en her
b ir ö ğren cin in k end isin e sürekli olarak d iren eceğ in e inanıyorsa,
öğretm eye devam etm en in h içb ir n ed en i kalm azdı, yani on u n
sın ıftak i iktid arı b o m b oş olurdu. B ir ö ğ retm en in gücü elinde
b u lu n d u rm ak için b ir nedene sahip old u ğu nu hissetm esi için en
azından duyarlı b ir kaç kişiye ihtiyacı vardır. B u bir kaç kişi,
o n u n diğer insanları etk ilem e gü cü n ü n gerçek old u ğu nu , tam a­
m en yararlı o labild iğin i onaylayacaktır. B u du ru m d a “alt” sın ıf­
tan öğrencilerd en korkup yeteneğe ilişkin ikili b ir sın ıfland ırm a
yapm ak, basit b ir p atrondan ço k b ir o to rite olarak kendisine
ilişkin anlam lı b ir im aj yaratm aktır.

Ö ğ retm en lerin ya da işçi sın ıfın d an insanlarla ilişkili olan


d iğer ik tid ar figü rlerinin bu düzeyde b ir an alizin in tek başına
yetersiz olacağı doğrudur. B ir öğretm en varoluşsal b ir kriz ya­
şıyor olabilir, fakat bu , kafasında toplu m sal sınıflara ve yetenek
sın ıfların a ilişkin im ajları neden birleştird iğin i açıklam az, ne de
bu kend ini m eşrulaştırm a krizinin m evcu t s ın ıf yapısını sür­
d ü rm ed e ne kadar yararlı, ne kadar kullanışlı oldu ğu nu açıklar.
B aşka insanlar üzerinde iktidara sahip b irin in karşılaştığı dene-
yim sel gerçekliği göz ö n ü n d e tu tm ak ö nem lid ir. W atson ’daki
ö ğ retm en ler k en d ilerin in kapitalizm in araçları old u kların ı, h atta
b askıcı o ld u kların ı h iç düşünm ediler. İşçi sın ıfın d an gelen öğ­
ren ciler karşısında kendi yaptıkları işin haysiyetini m eşru laştır­
m ak zorunda oldu kların ı düşündüler; haksız ve yapay b içim d e
o lm akla b irlik te y eten ek tem elin d e ah laki bir hiyerarşi o lu ştu r­
m ak, kulland ıkları doğal araçlardı.

Ç o cu k la rın ö ğretm en ler h akk ın d a sahip old u kları algılar, o n ­


ların gücüyle değil fakat m eşruluğuyla ilgilidir.

B u olayları gözlem leyen S e n n ctt, ö ğ retm en in in “oku la ta­


h a m m ü l eden ortalam a, sıradan bir ö ğ re n ci” olarak tan ım la­
dığı ü çü n cü s ın ıf öğrencisi V in n y ile bilye o yn u yor ve V in n y
SINIFIN GİZI.1 YARALARI 95

dalgın b içim d e bilyeleri renklerine göre dizm eye başlıyor. Sen -


n ett, ö ğretm en in aritm etik dersinde o nd an yapm asını istediği
ancak o zam an yapm adığı şeyi şim di yaptığını söyleyince V inny,
“öğretm en e sorun yaratm ak istem ed im ” diye y an ıt veriyor. B u ,
S e n n e tt’in o anda V in n y ’n in ne d em ek istediğini anlam adığı
bir yanıt. D il bilgisi dersinde Step h an ie geçm iş zam an o rtacın a
yanlış b ir ö rn ek veriyor; bu nu n üzerine öğretm en S tep h an ie’den
tekrar b ir ö rn ek verm esini istiyor, o bir ö rn ek d ü şü nü rken sınıfın
parlak öğrencilerinden biri doğru b ir yan ıt vererek S tep h an ie’nin
sözünü kesiyor. Ö ğretm en (daha ö n ce bah settiğ im iz her şeye
“izin veren” ve deneysel işler yapan kadın öğretm en bu) parlak
çocu ğa çen esini kapatm asını söylüyor ve S tep h an ie’ye çözm esi
için başka b ir ö rnek veriyor. S tep h an ie ö ğretm en e şaşkınlıkla
bakıyor, zira hali hazırda doğru bir y an ıt verildiğine göre öğret­
m en in neden kendisinin öğrenip öğren m ed iğin i bu kadar u m u r­
sam asını m erak ediyor. M ax, 5. S ın ıfın çekilm ez kabadayısı, b ir
b içim d e edebi değeri olm ayan tekerlem eler yazm aya ilgi duy­
m uştu. K om pozisyon dersinde bunlardan birini o ku y or ve tam
bitird iği zam an, öğretm en h içb ir şey dem eden sadece gülüm sü ­
yor ve başka b ir öğrenciye d önerek o n u n la konuşm aya başlıyor.
N e hissettiği sorulduğunda M ax biraz kırgın g örü n ü y o r ve ka­
rakteristik b ir incelikle “şuna bak, kalın kafalı, ben im le geçirecek
boş zam anı y ok ” diye yanıt veriyor.

Ç o c u k sadece öğretm enin d u ygu larını, yeteneği ö lçü t olarak


kullanıp ço ğ u n lu k ile azınlık arasında ahlaki b ir ayrım yapm a
davranışını okuyabilir, am a ö ğ retm en in aklını okuyam az. Yetiş­
kin b ir insan W atson okulunda ik in ci sınıflara giren b ir öğret­
m enle, sın ıfta öğretm enin kend isin in ne yapıyor oldu ğu nu an la­
m asını sağlam ak için saatlerce vakit g eçirm ek zoruna kalacaktır.
B ü tü n çocuklar, ahlaki yargıların o n u n b ir şeyi yapm a yeteneği
h akk ın d a yapıld ığını, yeteneğini ö ğretm en in saygısını kazanacak
b içim d e kullanm ası gerektiğini bilebilir.

Ö ğ re tm e n için otorite, sadece güce sahip olm asına karşılık


bir şeyleri iyi yapm a gücüne ilişkin kişisel b ir ifade m eselesidir.
96 YARANIN KAYNAK!JKRI

N e var ki bu o torite çocu ğa, pasif, ö n ce kend isin i on a ispatlam a­


sı gereken b ir izleyici gibi görünür. Ö ğ retm en in hoşgörüsü, iyi
olanın n ö tr olanla yan yana kon m ası bu na neden olur. Ç o c u k
yargılanıyorm uş gibi hisseder, zira V in n y ve M ax g ibi, yeteneğini
kullanm a konusunda soru m lud ur; öğretm en ona göre b ir savcı
değil, y argıçtır artık. Ö ğ retm en d en ço k fazla baskı hissettikleri
an azar işitm iş oldukları zam an değildir aslında, böyle anlarda
onlara gerçekten ilgi gösterir öğretm en . Ö ğ retm en in gücünü
en ço k hissettikleri zam an iyi olm aya çalıştıkları zam andır. Bu
anda aldıkları m esaj, m esafesini sözle ifade etm eyen , edem eyen
bu sessiz yargıcın gözlerinde kend ilerin d e b ir soru n olduğunu
görm eleridir. K endilerini birey olarak ortaya koym ak onlara kal­
m ıştır. Fakat böyle davranm ak acılı bir ikilem e sıkışıp kalm ak
dem ektir.

Ç o cu k , akranlarından yabancılaşarak, fakat diyelim to p lu m ­


sal olarak yükselerek yaşam ında başarılı o labilecek bir birey o l­
duğunu yargıca kanıtlayarak güç sahibi figürün saygısını kazan­
m aya çalışabilir. N e ki ço cu k , ak ran ların ın saygısını kazanm aya
da çalışabilir, fakat bu durum da daha üst sın ıftak i güçlü birinin
saygısını ona kazandıracak kendi için d eki yetenekleri geliştirm e­
diğini düşünecektir.

D u ru m çok açık b içim d e k en d in i engellem e gibi görünür.


Fakat bu durum da neden bu na bu laşm ış birisi isyan etm ez?
Ö ğ retm en lerin aile dışında çocu ğ a yeni d eneyim ler kazandıra­
cak genellikle ilk kişi oluğu doğrudur. G erçek ten de, W atson
O k u lu n d ak i öğretm eler çocu kların hayatındaki en önem li figür­
ler olarak ebeveynlerin takdirlerini kazanm ıştır. A n n e-b ab an ın
eğ itim in in düşük düzeyde olduğu evlerde ö ğretm en lerin rolü ne
ilişkin vurgu oldukça güçlüdür: o n lar an n e-b ab an ın asla sahip
olm adığı fırsatlara kapı açabilirler.

N e var ki çocu kların okuldaki kendi deneyim leri ço k daha


önem lidir. Ç ocu k lar ö ğretm en i p a sif gördüklerine göre, öğret­
m enin dikkatini çek em em ektek i başarısızlık o nların kendi h ata­
________ ______________ SINIFIN GİZLİ YARALARI 97

ları değil m idir? Sistem işlem elidir, birkaç kişinin seçilm iş old u ­
ğunu görebilir, fakat o seçilenlerden değildir. D ah a fazla dikkat
gösterip daha sıkı çalışabilir m iydi? Ç o c u k arkadaş ister, arka­
daşa ihtiyacı vardır; öğretm en in ak lın ı oku y am ad ığ ın d an, “b ir­
likte takılarak”, küçük bazı kurallara uym ayarak ve birb irlerin i
savunarak arkadaşlık k u rm an ın , ö ğretm en in kendisi hakkın d a
en telek tü el b ir yeteneğe sahip o lm ad ığ ın a ilişkin in an cım pekiş­
tird iğini nasıl bilebilir ki? Bazıları p asif yargıcın ö n ü n d e bu nu
yapar, öğretm en de ona kişisel olarak tolerans gösterir —ço cu ğ u n
bild iği şey budur. D u ru m u n b ü tü n yükü çocu ğ u n üzerindedir;
g erçekten de, öğretm en tolerans gösterdiği için , bu pasif, yar­
gılayıcı otorited e savaşabileceğini düşündüğü h içb ir şey yoktur.

O k u ld a k i durum u genel terim lerle ifade edersek, diyebiliriz


ki bu , b ir üstün, özgürlüğün sın ırland ırılm ası so ru n u n u astın
kendi haysiyetini savunm ası soru nu yla yer değiştirerek, soru m ­
luluğund aki birinin özgürlüğünü k ısıtlam asın ın “y anına kâr
kalm ası” örneğidir; üst kon trol etm eyecek, duygusuz b içim d e
yargılayacaktır. Bu, gizli ik tid ar oyunudur, fakat güçlü olan ın
soru m luluğu nd aki insanları açm aza getirm esin in ya da onları al­
d atm asın ın “yanm a kâr kalm ası” için bilin çli olarak uğraştığı bir
oyun değildir. O y u n işler, çü n k ü böyle b ir oku ld a bütün aktörler ;
giicit aşan ahlaki olarak anlam lı kişisel eylemlerle ve benlik sorunla­
rıyla uğraştıklarına gerçekten inanırlar, bu yaş ve s ın ıf o yu n u n d a,
iktidar, güçlü olanın alt s ın ıf insanlarla karşılaştığında onları en
azından bazı iyi şeyler yapabileceklerin e ikna etm eye uğraşm ası
aracılığıyla yaralam ış olduğu insanlara m eşru gelecektir.

W eber, çok özel durum lar h ariç, insanların sınıflı b ir to p ­


lu m d a m eşrulaşm ış iktidarın sın ırların ı giderek zorlam asınd an
u m u d u nu kesm işti. W atson’daki du rum iktid arın nasıl k o ru n ­
d u ğu nu n ve m eşru laştırıldığinın b ir örneğidir, sert zalim ane ted ­
birlerle değil, kurnaz ve hassas b ir dengeyle elbette. Ç o c u k la r
k en d i haysiyetleri üzerinde ö ğ retm en in ik tid arın ın n ed en o ld u ­
ğu karalam alara karşı büyük b ir kızg ın lık duyuyorlar; fakat bu
öfkeyle ne yapacaklarını bilm iyorlar, ya da şöyle, ö ğ retm en lerin i
98 YARANIN KAYNAKLARI

p a sif görd üklerinden dolayı kim i suçlayacaklarını bilm iyorlar.


B u yüzden öğretm enleri tarafından onaylanan az sayıda kişiye
d ü şm an oluyorlar, o to rite figü rlerinin zım n i olarak kendilerine
y ön elttiği saygınlığı y ön etm ed eki yeteneksizlik ve zayıflığa iliş­
k in b ü tü n suçlam aları Fred ve V in c e n t g ibilerin e yöneltiyorlar;
M a x ve V in n y s ın ıf için d eki kendi kon u m ları için bu “yalaka­
la rı” suçlam asa da. İk tid arın m eşrulaşm ası, k işin in kaygılarının
k ök en leri üzerinde b ir gizlilik pelerini gibidir. K en d ilerin in ya­
ratm ad ığı bu du rum için bu ço cu k ların k en d ilerin i soru m lu his­
setm elerin e neden olan şey bu gizlilik pelerinidir.

Ç o cu k la rın y etişk in lerin sahip olduğu gelişm iş bir farkında-


lığa sahip olm adıkları elb ette doğrudur, lâkin W atson O k u lu n d a
karşılaştığım ız du rum ço cu k lara yayılan bir y etişkin sorunudur.
Şim d i bu bah settiğ im iz d u ru m u n m eşru iktid ar tarafından yara­
tılan haysiyet ve özgürlük soru n ların ın b ir n u m u n esi old u ğu nu ,
nasıl bu p ro b lem in yetişkin lere yayıldığını g österm ek istiyoruz.
A ynı zam anda işçi sın ıfın ın öz fark ın d alığ ın ın haysiyetin k ö k en ­
leri üzerindeki bu gizlilik p elerin in i k ald ırm ad ığ ın ı, fakat sorunu
daha da yoğunlaştırdığını gösterm eyi um uyoruz.

“O m u zu m d a bir çip ya da başka b ir şey var izlen im im i yara­


tıyo ru m b ilm iyo ru m ” diyor G eo rg e C o ro n a , “fakat b e n ... yani
y aptıkları işte herhangi b ir yeterliliğe sahip olm ad ık ları hissine
k ap ıld ığım bir sürü insan var, am a bir işleri var... ordalar, k en d i­
lerin e elek trik çi deyip sıradan işler yapıyorlar, oku l sıralarındaki
ço cu k la rın yapabileceğini d ü şü ndü ğüm b ir sürü şey işte, fakat
k en d ilerin e elek trik çi deyip ço k iyi ü cret alıyorlar.” G eo rg e C o ­
ro n a b ir füze projesi için parça ü reten b ir havacılık firm asında
k ıd em li b ir ustabaşı. K en d isini “asalak tip lerin ” biraz üzerinde ve
b ilim in san ın epey altında biri olarak tanım lıyor.

G e o rg e C o ro n a kendisini gerçek b ir yeteneğe sahip olm ayan


b ir kitleyle karşı karşıya gelm iş hissediyor ve bu n oktad a W a t­
son O k u lu n d ak i öğretm en lere benziyor. N e var ki öğretm en ler
ö ğ ren ci kitlesi için e gizlenm iş gerçek b ir y eteneğe sahip b ir kaç
SIN IFIN GİZLİ YARAI.ARI 99

birey bularak kendi iktidarlarını m cşru laştırabilirken , C o ro n a,


bunun aksine, herkesin ü rettiğini g örm ek istiyor. O n u n gözün­
de sadece b ir kaç kişi bir yeteneğe sahipse, bu , b ir usta başı o la­
rak onu n için daha k ötü soru nlar ortaya çıkarıyor. D iğ er işçiler
standart bir üretim i gerçekleştirm ek için nasıl işe yarar hale ge­
tirilebilir?

G üçsüz o lm a korkusu, üstlerine göre kendi k o n u m u n a iliş­


kin değerlendirm eleriyle daha da pekişiyor, “in san lara karşı so ­
rum lu olduğum u anlıyorum , tam am da, nasıl diyeyim , kuralları
ben yapm ıyorum , öyleyse y an i... ben nasıl soru m lu o labilirim
ki?” C oro n a’nın göz önü nd e tu tm ad ığı şey, o n u n altınd a çalı­
şanların da o n a karşı aynı duyguları taşıyabileceğiydi; böyle bir
durum da onları affetm ezdi.

G eorge C oro n a yalnızken huysuz ya da ters b ir adam değil.


O n u n la konuşurken g örü şm ecim iz, o n u n “aşağıya doğru sü­
rü klenm ekten ”, “h içliğe dü şm ekten ” kork tu ğu n u düşünm eye
başlam ıştı. B u m etaforlar o n u n arkadaşlarının ço ğ u n u n aile h a­
yatını tanım lam ıyordu sadece, aynı zam anda ü lk en in to p lu m ­
sal dokusunda genel olarak n e olduğuna ilişkin y oru m u n u da
gösteriyordu. G eorge’un kendi yaşam ının gerçekleri de çelişen
m etaforlar içerir: A nn e ve babası birer em ekçiyd i, b irk aç yıl süre­
since aşçı olarak çalıştı, geceleri de m akine ressam lığı oku du ; o l­
dukça d ram atik bir yükseliş gerçekleştirdi. K en d isind en aşağıda
olan insanları kendi geçm işinin b ir görü ntüsü olarak düşünüyor
olm ası ve onları hor görürken kendi k o n u m u n u n güvenliği ve
yükselişi konusunda kaygılar yaşıyor olm ası m u h tem eld ir. Belki
bu doğrudur (bu “asalak tipler” kendi an n e b abasın ın o ld u ğu n ­
dan çok daha iyi olm alarına rağ m en ), fakat işyerindeki d urum u
bir an onun sert ve yetersiz hissetm esine neden oluyor. K endi
altındaki insanlarda gördüğü tem el özellik, o nların h o m o je n bir
kitle oluşturm ası ve bu n u , herhangi birin i diğerinden ayıracak
b ir yeteneğe sahip olm am alarıyla açıklıyor. Bu tü r d ü şü n celer bu
aralar bilin d ik şeyler, fakat kendisine karşı duyguları k on u su nd a
ne diyebiliriz? Büyük b ir şirkette bu insanlara göre ö n e çıkıyor,
100 YARANIN KAYNAKLARI

lâkin kend isinin de dediği gibi, o n u n bu üst k on u m u , yaptığı


işin kendi üstlerine karşı soru m lu lu k alm aktan ib aret olduğu
an lam ın a geliyor. Yani, diğerleri s ır f birer asalaksa, G eo rg e’un
şirketteki yeri kork u n ç b ir ironiyle son u çlan ıy or d em ektir, zira
teo rik olarak yükselen kendisi, k itlen in tutsağıdır, o n ların y ö ­
neticisi değil; ve “gerçek bir bağım sızlığı olm ayan b iri gibiyim ”
dem ektedir. Kuralları kendisi k oym ak isterdi; bu o n a gerçek b ir
güç verirdi, ancak d en etim ve gözetim güç değildir çü n k ü zaten
saygı duym adığı bu insanlara bağım lı hissedecektir. N ih ay etin d e
onlara saygı duym am ası, kendi işine karşı da güçlü b ir saygısızlık
duygusu uyandırm ıştır.
Ç o cu ğ u n ve ö ğretm en in dünyasında h âkim figür, kendi k o ­
n u m u n u m eşrulaştırabilir; iki erkeğin dünyasında ise bu usta
başı bunu yapam az. G eo rg e, s ın ıf ve yeteneğin b irlik teliğ in in
yarattığı yetersizlik gird abını hissediyor ve bu na ç o k daha faz­
la inanıyor. G erçek ten b ir yeteneğe ve beceriye sahip olsaydı ne
asalak tiplerden ne de am irlerind en soru m lu olm ayan b ir bilim
adam ı olurdu: “G erçek ten becerim i geliştirseydim , her şeyden
ö n ce böyle bir d u ru m la karşılaşm azdım ”. D em ek ki aktörler,
diyelim birb irlerine kur yaparken, bir aile kavgasında, b ir okul
için d e takılan yetenek rozetlerinde sahip oldukları y etenek e ti­
ketlerind en kişisel olarak soru m lu hissediyorlar. Fakat kendi
k on tro lü n ü n ötesinde şirketin kendisi için b içtiğ i rolü n farkında
olan G eorge, hâlâ aynı kişisel soru m lu lu k duygusunu hissediyor.
Ş irk ette ö n e çıkm ış biri olsa bile kendi başına bir birey o lm ad ı­
ğını düşünüyor. Lord A cto n ’ın b ir zam anlar yazdığı gibi, iktidar
yozlaştırırsa, bu du rum da kitle için ortak soru m lu lu k birliğin
kendisi tarafından lekelenir.

Louis A lthusser’in sınıfsal farklılıkların “sın ıfı” yaratan o r­


tak bir gizli kök-yapıdan geldiğine ilişkin gözlem i, G eorge
C o r o n a n ın işyerinde karşılaştığı gerilim leri anlam ada old u kça
önem lidir. O , ilk elde k on trol altınd a ve güçsüzdür, işinde ba­
şarılı, biçim sel sınıfsal sınırları kaplayan bireysellik, yetenek ve
değere ilişkin gizli boyutlardan dolayı şirketten soğuyan biri.
C o ro n a’nın altındaki işçilerin, durdukları yer yüzünden, k end i-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 101

led h akkınd a aynı gizli köklerden kaynaklanan am a bir b içim d e


farklı duygulara sahip oldu kları da doğrudur.

Farklılıkları görm ek için k o n u m ların ı d ikkate alm aksızın bü­


tü n aktörlerce paylaşılan bir o rtak zem ini ö n celik le anlam am ız
gerekiyor: ortak b ir zam an b ilin ci.

W atson O ku lun d aki ço cu k lar için yapm ak zorunda oldukları


yüküm lülükleriyle okuldaki ders günleri yaşam larındaki “gerçek
b ir zam an” değildi. N e zam an oku ld an ayrılır, kendi başlarına
dışarı çıkar, çalışırlarsa o zam an yaşayacaklarını düşünüyorlardı.
N e var ki işe giren yetişkinler de o ku lu n çocu klardan bekled i­
ği şeylere karşı yaptıklarına benzer b içim d e işyerinin taleplerine
tepki verm ektedir: yaşam larındaki anlam lı zam anın işyeri dı­
şında harcadıkları zam an oldu ğu nu düşünürler. Ö rn eğ in C o ro ­
na, “iş sadece yaşam ak için para d em ektir; b en im için her gün
ö n em li olan şeyler evim de... yani aile, m ahalledeki kom şular fi­
lan” dem ektedir. Ö fkeli genç elek trik çi C arl D o rian , işyerinde
yokm uş gibi hissetm ektedir. D ed iğ in e göre okuldayken işi her
zam an “hayal kurm ayı b ırakabileceğ i” b ir faaliyet olarak düşün­
m üştü; şim di ise işyerinde hayal kuruyor, fakat bir sonraki ger­
çek zam an ne ise, hayal etm ekte zorlanıyor.

C o ro n a da işyerinde “yokm uş” gibi hissediyor, çü n k ü riske


atılm ış olduğunu düşünüyor. B ir u stabaşın ın sem bo lik bağım sız­
lığına bile sahip olam ayan C ari ve diğer işçiler farklı nedenlerle
b ir nebze böyle hissediyor. Sad ece em irler alıyorsan, yaşam ıyor­
sun, şu anda var olm aktan vaz geçiyorsu n, hayatı m ahvediyor­
sun dem ektir. “İşyerinde ne m i dü şü nü yoru m ?” diye soruyor bir
kadın fabrika işçisi, “ne d ü şü nebilirim ki?... yani, ben im için ço k
zor... nasıl diyeyim , şey, yani orada h içb ir şeyim b e n ... kafam da
başka yerlerde dolaşıyorum , ne bileyim , oğium u düşünüyorum
ya da m em leketim d e olduğu g ib i... sadece işyerinde o lm ak, ço k
zor b en im iç in .”

H avacılık firm asında çalışan b ir işçi işyerinde kafasında k u r­


guladığı hayalleri vurgulayarak yukarıdaki d u rum u ço k iyi ö r­
102 YARANIN KAYNAKLARI

nekliyor. B ir kişi n e kadar ço k em re m aruz kalıyorsa diyor bu


işçi, öz saygısını devam ettireb ilm ek için gerçek ten de işyerin­
de değil de başka b ir yerde oldu ğu nu daha ço k düşünür. A ncak
işyerinde “başarılı o lm an ız” beklen diğin e göre ve gerçek ten de
aslında orada değilseniz, nasıl başarılı olabilirsiniz ki?

Bu biraz ıvır zıvır bir m esele gibi görü n ebilir, fakat em irlere
m aruz kalan biri için ço k önem lid ir. Ç o cu k la r ik tid ar figürünü
p a sif bir izleyici, b ir h âk im , k end ilerin i ise icracı olarak g örü r­
ken, C o ro n a’nın işçileri arasında çok daha karm aşık bir iktidar
b ilin ci b u lu nm aktadır. Ü st düzey y ön eticiler insanlara baskı
yapar, G eo rge C o ro n a ise savcıdır, işçiler, C o ro n a ’n ın y ön etim i
altınd a harcadıkları zam anın an lam ı hakkın da d ü şü nd ü klerin d e,
işyerinde yokm uş gibi h issetm elerin in soru m lu lu ğu nu b ü tü n ü y ­
le k end ilerin d e bulurlar. E ğ er daha fazla beceriye ve bağlılığa sa­
h ip olsalardı böyle hissetm eyeceklerdi ve başarılı olabilecek lerd i,
şim di ise onlara ne y ap acaklarını söyleyen kişi C o ro n a ’dır.

Bu koşullar altınd a, bir k işin in o kadar ço k e m ir alm ak zo­


runda kalm ası, işinde ne kadar ço k yeteneğe sahip olduğu, d o ­
layısıyla da daha fazla özgürlüğe, daha fazla bağım sızlığa sahip
olm asıyla ters orantılıd ır. B u biraz soyut g örü n ebilir, zira hayal
kurm a kon u su nd a in san ların kaygılı oldu kların ı g örd üğüm ü z­
de bu d urum bize ve görü şm e yapan arkadaşlarım ıza gerçekten
soyut görü n m ü ştü , dışarıdan insanlar olarak biz, o n ların bu
duygularını ya basitleştirm e ya da koşullar olarak algılam a eği-
lim ind eyd ik. E ğ er birisi bir p atro n u n ya da üst am irin kendi
üzerinde k on tro lü olduğunu biliyorsa, nasıl o lu r da işinde özenli
d avranm anın (işi iyi yapm ak an lam ın d a ki, bu da öz saygının
kaynağını olu ştu rur) k en d isin in kişisel yüküm lülü ğü oldu ğu nu
düşünebilir? B u rad aki duyguların karm aşıklığı, size neyi nasıl
yapacağınızı söyleyerek işi sizin için sıkıcı yapan birilerin i tan ı-
m anızdandır, zira çalışan sîzsiniz, sekiz ya da on saat yaşayan sîz­
siniz, duygularınız sizin için b ir sorun olu ştu ruyor; başa çık a m ı­
yorsunuz. B ir yetişkin için özgürlüğün k ısıtlan m asın ın sıkılm a
ya da yoklu k hissiyle son u çlan arak haysiyeti de sın ırlan d ırm ası
SINIFIN GİZI.t YARALARI 103

bundandır, işçiler doğrudan doğruya baskı altında oldu klarını


h issettiklerinden değil, fakat sın ırlı özgürlüğün yarattığı duygu­
lardan varoluşsal olarak k endilerin i soru m lu tu ttu k ları için .

B u n u daha genel terim lerle söylersek, kişi, kendi y ab an cı­


laşm asının sorum luluğunu alm aktadır. A lm ak zorundadır, zira
kişi, davranışlarla oynanan bir satran ç oyu nunda s ır f bir işlev
değil, sürekli olarak bu yabancılaşm ayı deneyim leyen bir varlık­
tır. İn san ın kendi yabancılaşm a duygusunun on u n özgürlüğü
üzerindeki dışsal sınırlam alardan kaynakland ığını “anlayacağı­
n ı” teslim eden çok az felsefeci vardır. Sartre, insanın to p lu m ­
sal hayatın anlam ını engin d en eyim lerin e göre kavram a ihtiyacı
üzerine güzel şeyler yazm ıştı ve bu em ekçilerin dediği şey de,
yaşam larındaki özgürlüğe ilişkin k ısıtlam aların , an cak işlerinde
y eteneklerinin yetersiz olm ası, y eterin ce başa çık am am a gibi ö l­
çü tler belirleyerek anlaşılır olabileceğidir.

B u varoluşsal yara, insanların kendi toplum sal k on u m ların ı


diğerlerininkiyle karşılaştırm asının b ir yolu olur. Ş eh ir m erke­
zindeki b ir ofisin kapıcısı kend ini aşağılayıcı bir b içim d e “tem iz­
lik yapm ak için herhangi bir d ip lom aya ihtiyacın olm az” derken,
“işi iyi yaptığım ı biliyorum , yani, b ir elektrikçi olm ak utanılacak
bir şey değild ir” diyen usta b ir elek trik çid en farklı b ir pozisyo­
na koym aktadır kendisini. Bu ikisin i ayıran şey şudur: K apıcı
tem izlik yapm aktan m em nu n değildir, an cak bu işi yapm aktan
utanm az; u tanç başka bir yerde yatm aktadır. O , “eğer daha iyi
biri olsaydım , başarılı olsaydım m esela, o zam an insanlar beni
itip k akam azd ı...” diye düşünür. B u , o ku r yazar olm ayan bir
çö p çü n ü n söylediklerine ço k benzer b içim d e b ir tü r kendini
suçlam ad ır: “B ak, bulunduğum yere saplanıp kalm ak kim sen in
suçu değil, b en im suçum , bu nu b iliy o ru m ... diyorum k i... böyle
aptal b ir bok olm asaydım ... o da değil d e... kend im i adayıp sıkı
çalışsaydım , b u n u n beni farklı yapacağını biliy oru m , bu nu bana
birisinin yaptığını söyleyem em .”

Bu duygular, bir toplum da “a ltta k i” insanın kendisini d i­


104 YARANIN KAYNAKLARI

ğer insanlara göre tanım ladığı an lam ın a gelir, dahası bu durum


kend isin in hatası gibi görünür. B u kend ini suçlam a örneğini
okulda, b ir ço cu k öğretm en i kendisine yeteri kadar yeteneği o l­
m adığı için b ir birey olarak davranm adığını hissettiği anda da
g örm ü ştü k. Yetişkin dünyasında ise bu kendini suçlam a, işçin in
kendi toplum sal sın ıfın ı tan ım lam asın ın bir yoludur; em irleri ne
kadar ço k uygulam ası gerekiyorsa, besbelli ki alt sın ıfta olduğu
için , bağım sızlığını sağlayacak iç kaynaklardan o kadar y ok su n ­
sun dem ektir. Ç o c u k m eşru olarak deneyim lediği u tancı k ab u l­
lenir ve kızgınlığını bu utancı yaşam ayanlara saldırarak gösterir.
B u durum la kafa kafaya yüzleşen yetişkin, top lu m u n kend isin i
“h iç kim se” olarak g örm esin in doğru olm adığında ısrarcıdır, zira
asla başka bir şey o lm a şansına sahip olm am ıştır. N e var ki yetiş­
kin birisind e bilin çli in an ç ile içsel kanaat arasında b ir yarılm a
vardır ve bu, kim oldu ğu na ilişkin u tanç duygusunda gizlidir.
S ın ıf o n u n kişisel sorum luluğudur, asla bir fırsata sahip o lm a­
dığı gerçeğine rağm en. B ir görüşm ede kapıcı artık patlayarak,
“yani şöyle, insanlar b en im kim olduğum u nasıl b ileb ilirler kir
... ben im üniversiteli ço cu k lar gibi bir şey başarm a şansım h iç
olm adı k i...” diyordu. G ö rü ştü ğ ü m ü z çöp çü , “asla okum ayı tam
ö ğren em ed im ... elim d e değildi ... yani istedim tabi de, şanssız­
lık işte” derken, b ir fabrika işçisi “hayatta bir insanın yapm ak
zorunda olduğu ço k şey var, o n ların asla yapm adığı. N eden? Sa­
nırım bu adil değil, ben Saugus’daki (alt-orta s ın ıf insanların ya­
şadığı B o sto n ’un kenar m ahallesi) kadınlar kadar iyi oldu ğu m u
d üşünüyorum ” diyordu.

“B ak , ben k ü çü k ken ” dem işti bir adam , “h içb ir farkı b il­


m iyord um , yani kim old u ğu m a ilişkin , son u çta b ir ço cu k tu m ,
fakat ne zam an m akine atölyesinde çalışm aya başladım , işte o
zam an çarpıld ım . H ay at... insanlar sana em irler yağdırâbilir, ve
sen de yapm ak zorundasın, çü n k ü işe ihtiyacın var. Fakat da­
hası, sana ne yapacağım söylem e h akk ın a sahipler, an latabild im
mi? B u insanı yaralıyor, am a neyi şikayet edeceksin ki?” Sana
“em irler yağdıran” insanlara duyulan öfkeyle birlikte bu in san ­
SINIFIN GİZLİ YARALARI 105

ların aynı zam anda sana ne yapacağım söylem e h akk ın a sahip


old u klarını da düşünüyorsan kafan karışacaktır.

Ö ğ ren ci ve öğretm en, işçi ve ustabaşı: S ın ıfın ço cu k lu k d ü n ­


yasından yetişkinlik dünyasına geçişi, y etenek rozetleri m esele­
sini ço k daha karm aşık bir hale getirir, zira yetişk in ler k endile­
rini tanım lam aya ihtiyaç duyar. N e ki bu rolleri tek tek kişiler
açısın d an düşünürsek yetişkin yaşam ındaki bu gizli boyu tu n
an lam ın ı çarp ıtm ış oluruz. S ın ıfın gerçek etk isi, bir insanın ya­
şam ınd a iktidar k on u m u nu n her ik i tarafım da oynayabilm esi,
d önü şü m lü olarak yargılayan ve yargılanan, sırayla b ir birey ya
da b ir k itlenin sıradan üyesi olabilm esidir. B u , s ın ıf çatışm asın ın
“içsclleştirilm esi”ni tem sil eder, yani insanlar arasındaki m ü ca­
d elen in her b ir insan içinde m ücadeleyle son u çlan m ası sürecini.

işyerinde Kardeşlik ve Bireysellik


W illia m O ’M alley’in çalıştığı tesis, penceresiz, tem iz ve b ak ım ­
lı çim lerle çevrili, m od ern, sürekli büyüyen tek katlı b ir bina.
O ’M allev m o n taj h attın d a çalışıyor, ancak h at ço k sessiz ve üre­
tim in büyük bir kısm ı çelik kafesler için e gizlenm iş o to m a tik
m akin eler tarafından gerçekleştiriliyor; bu da, dışarıdan bakan
b irin in , çalışanların iş elbiselerinin, ellerin in, aslında düzgün b i­
çim d e paketlenm iş kutulardan çıkan tran sistcrleri yaparken k ul­
lan ılan gres yağına bulanm ış o lm asın ı anlam asını zorlaştırıyor.

W illia m O ’M alley anne ve babasın ın vasıfsız birer g ü n d elikçi


işçi olduğu ve babasının haftada b ir ya da iki gün gece de çalış­
tığı bir evde büyüdü. “O k u ld an b o m b oş b ir eve gelirdik, cirit
atard ık evin içind e. K endi ailem e b u n u n olm asını istem iy oru m ”.
O ’M alley işyerinde acil bir ih tiyaç olm adığı m ü d d etçe fazla m e­
sai yapm ıyor, karısının çalışm asına da izin verm iyor. A slında
karısı çalışm ak istiyor, am a oğulları Jam es okuldan eve gelene
kadar her gün heyecandan “duvarlara tırm an ıy o rm u ş g ib i” his­
sediyor, bu yüzden çalışm ıyor.26
26 O ’Malley ailesi bu bakımdan bizim görüştüğümüz işçiler ve genel olarak
tüm beden işçileri arasında sıra dışı bir özeliik sergilemektedir. Normalde
106 YARANIN KAYNAKLARI

O ’M alley ’in işi hakkın da konu şm aya başladığım ızda başlan ­


g ıçta ço k güçlü ve kend ind en em in görü nüyordu: “Z o r bir işim
var. D eğ işken hızlı bir hat üzerindeki ço k sayıda karm aşık m a k i­
n en in k o n tro lü n ü yapm am gerekiyor. B u , m akinelerin parçaları
farklı hızlarda geçirebileceği an lam ın a gelir. H a ttın en hızlı o ld u ­
ğu zam an bile k on trol yapabilm eyi öğrendim . S o n birkaç yılda
to p la m hat hızını geniş ölçü de ayarlam ayı öğrendim ve işyerinde
en tep e noktaya ulaştım .”

İşind e iyi olduğunu biliyor, işverenlerinin yaptığı işi b eğ en ­


d iğ in in de farkında. O ’M alley ço k çalışm an ın erdem lerine in a ­
nıyor, doğası gereği tatm in ed ici oldu ğu nd an değil, bu erdem in
evini idam e ettirm esin i sağladığı için : zarar edilen yıllarda bile
işind e kalm ayı becerdi, gelirinin yükseleceğini um uyor, böylece
aile b ü tçesin i planlayabilir.

“B ay O ’M alley, ço k çalışm an ın insanın öz saygısı için gerçek­


ten ö n em li olduğunu düşündüğünüzü söylediniz. Ç alıştığ ın ız
yerde b u n u yapabiliyorsunuz görünüyor, yani m on taj h a tu n d a ­
ki işinizi d iy o ru m ... B u n u n diğer insanlar üzerinde ne gibi b ir
etkisi var, yani bu nu yapabildiğiniz g erçeğ in in ?”

“B a k , h akk ım d a yanlış b ir izlenim e sahip olabilirsin diye d i­


y o ru m , ben köle gibi çalıştıran b ir am ir d eğilim , sadece bu işi
yap abild iğim i biliy oru m . Yapılan iş ustabaşına yolunda g ö rü ­
nüyorsa tam am d ır. Ö zellikle h ü k ü m etle yapılan anlaşm a gereği,
işyerine b ir kaç siyah adam geldi, yeni insanlar, ve h enüz m ak i­
neleri bilm iyorlar. O n la r daha iyi hissetm ed ikçe hattı daha hızlı
h arek et ettirm ey eceğ im . A dam akşam dan kalm a ya da b u n u n
bir işçi ailesinde baba, yapabileceği her durumda fazla mesaiye kalır ya da
hatta ikinci bir işte çalışır. Yine de O ’Malley, karısına çalışmayı yasaklama
konusunda pek sıra dışı birisi sayılmaz. “Bir çocuk eve geldiğinde annesi­
nin evde olmaması iyi değil” demişti bir başka işçi. Çalışan başka bir ka­
dın, bize, “en büyük korkum işimde ne kadar iyi olduğum değil, basit bir
dikiş işte, her neyse bunu pek umursamıyorum, sırf para kazanmak için.
Asıl korkum ben uzaktayken Teddy’ye (oğlu) ne olduğu. Joe (kocası) işinde
daha iyi konuma gelince haftada üç gün makarna bile yesek çalışmayaca­
ğım” diyordu.
SINIFIN GİZI.I YARALARI 107

gibi bir şeyse, aklım daki baskı yapm ak değil, bu transistörleri


im al etm ektir.”

“Peki ço k çalışm aktan ne anlıyorsu nuz?”

“K en d ini işe vermeyi, yapabildiğinin en iyisini yapm ayı.


Yani, başka insanlarla çalışıyorsun; arkadaşlarını aldatm ak iste­
m ezsin.”

O ’M alley ile konuştukça “ço k çalışm a” ile aslında ne an lat­


m ak istediğini daha fazla düşünm eye başladı. Ç o k çalışm anın
uzun saatler çalışm aktan ya da fiziken yorgun d ü şm ekten daha
fazla b ir şey olduğuna karar verdi; ço k çalışm a bir taah h ü t içe­
riyordu. Neye? İşi iyi yapm aya. B u ne anlam a gelir? Son u n d a
asıl ö n em lisin in işi iyi yapm ak oldu ğu na karar verdi, zira diğer
insanlar bu nedenle sana saygı duyardı; ço k çalışm adaki erdem ,
bir bakım a işin kendisine dışsaldır. Peki k im d ir o, sana saygı du ­
yacak olan?

U stabaşı burada sorm adan konu şm aya başlıyor. K endisi tek ­


n o lo jik bir sanayi alanında vasıflı b ir işçi, ustabaşından önem li
derecede bağım sızlığa sahip oldu ğu nu düşünüyor. “Bay .............
(ustabaşı), o bir sem boldür, bilirsin , bostan korku lu ğu sem bo ­
lü.” K en d isinin işyerinde tem el işlevi ö ğretm en in oku ld aki işlevi
gibid ir: yapm aktan çok yapılanı yargılam ak; o n u n gücü insanla­
ra n e yapacağını söylem ekten değil, kim in artış hak ed ecek kadar
y eterince çalıştığına, personelin nereye yerleştirilm esi gerektiği­
ne, k im in terfi alm ası, k im in işten atılm ası gerektiğine ilişkin
tavsiyede bu lu nm ak ya da bu na karar verm ekten gelir.

O ’M alley kendisince de ö n em sen m ek için ço k çalışıyor.


A ncak o da etrafındaki diğer işçileri önem sediği ve onlara karşı
hassas olduğu için, çelişkili bir zanaatçı ahlakına yakalanır. B ir
taraftan işinde elinden gelenin en iyisini yapm ası beklen en b ir
adam dır, böylece üstlerinden ö d ü ller alır. Bu yeteneğe sahip tir
ve bu nu n da farkındadır. Fakat W atson O k u lu n d ak i ço cu k lar
g ibi, yeteneğini bu şekilde kısıtlam aksızın kullanırsa ö d em ek
108 YARANIN KAYNAKLARI

zorunda olduğu bir bedel oldu ğu nu anlam aktadır. B u n u n gibi


bü yü k b ir işyerinde herkes verilen gcirevlcrin eşit biçim d e üste­
sinden gelem ez ve buradaki eşitsizlik W illia m O ’M alley gibi bir
adam ın daha vasıflı ya da azim li olm ası m eselesi değildir. G ü n ­
d elik yaşam da m eydana gelen türlü soru nlar ve karm aşalar bir
aile kavgasından sonraki depresyon hissine, m ahm u rlu ğa neden
olabilir. O ’M alley gibi bir adam için en üst düzey hızla çalışm ak
ve bü tü n bunları göz ardı etm ek kendi in san lığ ın ın inkarı ola­
caktır; o to riten in d ikte ettik lerin e yanıt verm ek, m ü m k ü n old u ­
ğu kadar çalışm ak, onu n kardeşlik duygusunu bozar.

O ’M alley için son uç şudur: “Ç o k ö n e çıkm ad an , özel biri


gibi olm ad an yapabildiğim kadar ço k çalışıy o ru m ; olay bu, aynı
zam anda diğer işçileri karşım a alm ak istem iy oru m .” Ailevi de­
ğ erlerin in işteki başarısının üzerine yüklediği b ü tü n baskıya rağ­
m en O ’M alley, işyerinde bize kendisini ilk başta gösterdiği gibi
davranm az. İş bir araç değildir, O ’M alley sergilem esi gerektiğini
düşündüğü b ireycilikten geri durur. Y apabileceğinin en iyisini
yapm a arzusu, ne ki diğerlerinin sizi k ö tü insan k on u m u n a yer­
leştirm em esi ve size kızm am ası için ço k fazla ö n e çık m am ak ,
okuldaki o to rited e üretilen başarı ve kardeşlik arasındaki b ö lü n ­
m eye benzer. N e var ki buradaki yarılm a ço k daha geniş b o y u t­
lardadır. A rtık bu adam s ırf kendisi için çalışm am akta, başkaları
için , karısı evinde kalabilsin, oğlu daha zengin bir hayat sürdüre­
b ilm ek için kendisini geliştirebilsin diye çalışm aktadır. B u , eğer
b ir alanda tam olarak ek o n o m ik b ir birey gibi davranırsa başka
alanlarda toplum sal bağlarını g ü çlen d irebilir dem ektir. A ncak
bu denge artık işlem eyecektir: işyerinde basit, ben cil b ir ek o n o ­
m ik bireye d önü şm em iştir, zira insani d u yarlılık b ir insanın evde
bırakabild iği bir şey değildir.

G en el anlam da söylersek, O ’M alley biçim sel bir özgürlüğe,


yapabildiği kadar kendisi için özgürlüğü elde etm e olasılığına,
diğer insanlarla ilgili olarak kendi haysiyetine sahip o lm ak is­
ted iğind e kullanam ayacağı bir özgürlüğe sahiptir. K elim en in
klasik e k o n o m ik anlam ıyla “özgür” o lm ak , kın anacak bir şey­
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 109

dir. O ’M alley in duygularında yüzleştiği çelişki budur. Bu çelişki


kendi içind e b ir m ücadele, kim oldu ğu na ve ne istediğine ilişkin
zih nind e kafa karıştırıcı düşünceler ortaya çıkarır.
O ’M alley’in ço k çalışm a ve kardeşlik arasında karşı karşıya
kaldığı bu içsel çatışm a, fabrikasındaki ik tid arın , okuldaki du ru ­
m un tersine, som u t b ir kişi olarak ortaya çık m am ası olgusuyla
daha bir karm aşık hal alır.

N e ustabaşı O ’M alley ne de fabrikadaki diğer işçiler bir fa­


nusta iş görür. B ir fabrika, belli bir m ik tar m al üretildiği zam an
layıkıyla işliyor dem ektir, mal m iktarı ise ustabaşından daha
yüksekte o lan o toriteler tarafından belirlenir. O ’M alley’in işi,
m akinelerin ustabaşının taleplerini tatm in edecek m iktarda
üretip ü retm ediğinden em in o lm a k tır ve ustabaşı da kendisine
yukarıdan verilen direktifleri tatm in etm elidir. B u durum da ik ti­
darın kişidışılığı, O ’M alley’in diğer işçilere kardeşlik duygusunu
gösterm e yeteneğine m üdahale ederek etkilem ektedir.

O ’M alley evde yaşamış o labilecek leri bireysel sorunlardan


dolayı işçilerin yavaş çalışm alarına izin verebilir. A ncak bu nu ,
üretm esi gereken kotayı nihai olarak sağladıktan sonra m akul
b içim d e yapabilir. İş arkadaşlarına y ö n elik insani duygulara sa­
hip olm asıyla onlara sonuca g ötü recek b ir araç gibi davranm a
gerekliliği b ir birine dayanır. O son u ç, elb ette, m akinelerin i
kendi işini kaybetm e riskine m eydan verm eyecek b içim d e hızlı
çalıştırm aktır. O ’M alley’in üzerindeki ustabaşı da benzer bir k o ­
n um a sahiptir. U stabaşı ve O ’M alley ’in soru m lu olduğu üretim
oranı ne kadar ço k olursa, her ikisi de insani farklılıklara, kişisel
özelliklere, beceri düzeylerine ve işçilerin iş ile ilgili başka türden
soru nlarına o kadar az tolerans gösterirler.

O ’M alley insanlardan uzak dursaydı ve sadece kuralları uy-


gulasaydı, b u düşünceler o n u n üzerinde b ir gerginlik o lu ştu rm a­
yacak ve an lattığı kadar “güçlü” o lacak tı. Fakat O ’M alley bir m a­
kine değildir, kendi iç p ro blem lerin in başladığı yer de burasıdır.
O ’M alley ile yeterince uzun k on u şan biri, ondaki çaresizlik duy­
gusuyla karşılaşır: “Soru m lu lu klarım ı yerine getirirken ... bu nu
110 YARANIN KAYNAKLARI

yap abilirim , evet y apabilirim , yani burada işten çıkarılm alarda


bile ben işim de k ald ım , fakat hâlâ rahat h issetm iy oru m , b ilm em
an latab iliy or m u yu m ?”

“Sorun ne? B u n u b ir ortaya koy ö n ce .”

“Peki, içim d e b ir şeylerin k ötü g itm esin d en korku yoru m


g ib i...”

“N e d em ek istiyorsu n?”

“B u n u nasıl açık lay ayım ... sadece ben d en bek len en i yapıyo­
ru m ve hâlâ y eterin ce iyi yapıyorm uşum gibi h issetm iy oru m .”

B u adam ın hissettiği yetersizlik, oku lda “pek b ir özelliği o l­


m ayan ” olarak etik etlen m iş ço cu ğ u n d urum uyla aynı noktaya
ulaşır: Asla yapm adığı b ir d u rum dan kend isin i soru m lu hisset­
m ekted ir. Fakat O ’M a lley d e bu n oktaya giden yol ço cu k tan
o ld u k ça farklıdır. O ’M alley yeteneğe sahip old u ğu nu n fark ın ­
dadır, fakat yeteneğini kullanabildiği d u ru m lar tartışm alıdır. Ye­
ten eğin i tam olarak ortaya koyacak olsa, sadece arkadaşlarının
alakasını kaybederek değil fakat ço k çalışan sıra dışı b ir kim se
olarak, onları gölgede bırakarak b ir birey olarak ö n e çıkacaktır.
D iğ e r işçileri suçlam a olasılığına karşı duyarlı olm ası kendini
tu tm asın a ned en oluyor. Fakat k end ini tu tm ası, bu sefer de zay ıf
h issetm esiyle sonuçlanıyor. D iğ erlerin i su çlam am ak için kendini
tu tarak yanlış b ir şey yapıyor oldu ğu nu düşünm eye başlıyor. N e
kardeşçe ve n e de bireyci davranm aktadır; her ikisi olm aya çalışır
ve daha y etkin biri olsaydı bu ikilem i çözebileceğ in i d ü şü n m ek ­
tedir.

B u çatışm an ın sın ırların ı tan ım lam ak ö nem lid ir. Yanlış b ir


şey yapıyor old u ğu na dair içsel su çlanm a, O ’M alley ’i aşırı m u t­
suz yapm az; istendiği gibi işini yap m aktad ır ve bu , ayakta kalıp
kalm ayacağın a ilişkin değil, ayakta kalm a d en ey im in in n iteliğ i­
ne ilişkin b ir sorundur. B u n itelik ise işyerinde arkadaşlarının
k im ler old u ğu gibi sorularla açıklığa kavuşur: “A slın d a burada
ço k fazla arkadaşım yok. Yani çoğuyla aram iyidir g erçi, fakat
SINIFIN GİZLİ YARALARI 111

sosyalleşm eye izin verilm ez, iştesin son uçta. A slında orada bir
şeye bulaşm ak istem iyoru m ... arkadaş o lm an beklen en tiplerle
arkadaş o lm ak m antıksız o lu rd u ... tersini yapm an bek len ir.”

Bu yüzden, b ir kişinin hem b ir birey olarak hem de diğer


insanlar arasında bir insan olarak k end i için d e yaşadığı bu dram ,
bireysel yetenek iddiasını sın ırlandırdığı gibi, aynı zam anda kar­
deşliği de tehlikeye atar. W atson O k u lu n d an m ezun b iri o k u l­
dayken genç b ir yetişkin olarak m ak in e ressam lığı ile ilgilenm eye
başladığında başına ne geldiğini şöyle anlatıyor:

“T ab i, çocu klarla takılabilir ve iyi vakit geçirebilirsin , yani


işte akşam dan b ir kadını beceren b u n u n hakkın da k on u şu r du­
rur, gerçi m ala vurmayı herkes yapabiliyordu zaten. Fakat ben
ineklem eye başlayınca bir biçim d e benden rahatsız oldular...
yani aslında aynı kişiydim , hâlâ m ala vurm ayı seviyordum onlar
gibi, fakat kam yon ya da başka bir şey sürerek bu d an d ik yerde
kalm ayı istem iyordum sadece... yani işte b ilm iyo ru m , b u n a çok
sinirlend iler çü n k ü çocukların çoğu orada kalm ak zorundaydı...
yani... onlar b en i terk ettiler san ırım , belki de bunu b en im yap­
tığım ı düşünüyorlar... yani onları terk ettiğ im i.”

B ir çok toplulukta yardım sever faaliyetlere katılan, am a sen ­


dikal faaliyete, projelere çok az dahil olan başka b ir işçi, bu nu n
nedeni sorulduğunda, iş yerinde beraber çalıştığı insanlar ile bir
işe kalkışm ayı “doğru” bu lm ad ığını düşündüğünü söylem işti.
N eden? “Ç ü n k ü arkadaş ed in m ek için orada değilsin ki, kendin
için yapabildiğin şeyi elde etm ek için oradasın.”

İş yeri sınıfsal koşulların içselleştirilm esinin gerçekleştiği


tek alan değildir. G erçekten de bu olguyu tek başına geleneksel
olarak eril b ir dünya olan iş dünyasında arayan biri o n u n tam
kapsam ını yakalayam az. Bireysellik ve kardeşlik arasındaki ça­
tışm anın içselleştirilm esi, görü ştüğüm ü z erkek ve kadın işçilerin
yetişkin aile yaşantılarına işaret etm ek ted ir; aslında bu içsel s ın ıf
savaşı, bu beyaz etn ik aileler A m erikan k ü ltü rü n e entegrasyonun
an lam ın ı ölçüp biçtiklerin de, karşılaştıkları bir başka ikilem i
açıklam aya da yardım eder.
112 YARANIN KAYNAKLARI

Ailede K ardeşlik ve Bireysellik


Kentsel köyler geleneksel geniş aile biçim iy le d ikkat çekiyordu.
En basit yapısıyla bu aile biçim i anne, baba ve çocu kların ya­
nında bir kaç akrabayı da içinde b arın d ırır; kentlerdeki k on u t
biçim leri de bu ailenin olası her çeşid ini m ü m k ü n kılm aktadır.
B o sto n ’da ya iki ya da üç ayrı dairesi olan üç katlı evler yaygın­
dır. Evin sahibi yaşlı biriyse, genellikle d iğer dairelerde on u n ço ­
cukları, hatta torunları kiracı olarak oturu r. E tn ik m ahallelerin
m üstakil evlerin yoğu n olduğu yerlerinde ise akrabalar aynı evde
yaşamaz fakat ço k yakındadırlar. B ü tü n bu türden aile yapıları
genellikle geniş aile olarak sınıflanır, zira ço cu k lar ile anne baba­
lar arasındaki gündelik yoğun bağları o lan aklı kılar.27

G en iş aile ile ilgili en önem li n ok ta, aile üyelerinin b irb irin e


bağım lılıklarını b ir ahlak kuralı haline getirm esidir. Bu kurallar
genellikle yaş ile bağlantılıdır, daha yaşlı olan daha genç olan için
belirli stand artlar olu ştu rm a hakkına sah ip tir; fakat birb irin e
bağım lılık ilişkileri de farklı biçim lerd e ortaya çıkar. A krabalar
maii ya da ailevi sorunlarında birb irlerin i çek in m ed en arayabilir;
çocu kların yetiştirilm esi ortaklaşa y apılabilir; ev satın alm a gibi
kişisel e k o n o m ik kararlar bireyin k on tro lü dışında ailenin türlü
görüşlerine açık olabilir. Bu aile ağı içerisind eki birisi bağım lı
gibi görü nebilir, z a y ıf olduğu ya da k en d in i k anıtlam ak zorunda
olduğu için değil, s ır f bir aile üyesi olduğu için.

Tarihsel olarak sanayi kentlerind e geniş ailen in sağladığı ko­


runak yoksul insanlar için özel bir değere sahip olm uştur. B ir
kere kıt kaynakların azami kullan ım ın a izin verm iştir ve yarattığı
ağ, bireyler kişisel felaketlere ya da zor zam anlara m aruz kaldı­
ğında onları korum aya yardım eder. E lb e tte ki geniş aile g öçm en
ailelerine özgü değildir; kentlerdeki h em beyaz hem de siyah
yoksullar için de k oru m a sağlayan b ir barınaktır. D iğ er taraf­
tan bu aile b içim in in , geç 19. yy.’da, A m erik a’ya ulaşm alarından
27 Daha teknik bir tartışma için, bkz. Ricbani Sen net t. Familie<Agetinst the
City (Harvard Univ. Press; 1970), Bölüm 4.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 113

sonraki o n vıilık bir süre için d e asıl olarak g öçm en lerin ih tiy aç­
larına tam tam ın a uyduğu doğrudur. B ir insanın h âkim ulusal
kültürden büyük ölçü de ayrık olduğu bir du ru m d a geniş aile,
insanın kendisi gibi insanlarla hızlı ve yaşam sal bağlar k u rabil­
m esinin b ir aracıdır.

G en iş aileler tarih in farklı d ö n em lerin d e değişik anlam lara


gelebilir. B u aile b içim i çekirdek ailede ço ğ u n lu kla bilin m eyen
bir k oru n m a türüne, karşılıklılığa ve paylaşım a o lan ak verirken,
başkalarının insanın kişisel işlerine sürekli dahil edildiği duy­
gusuna, b ir tü r kısıtlayıcılığa yol açm ası da olasıdır. B ir zam an
yaşam sal bağlar olarak görülen şeyler, b ir zam an sonra baskıcı
olarak görülebilir.

K ültürel değişim in belki de en hassas göstergesi, görü ştüğü ­


m üz yetişkinlerin yaşam larında geniş ailelerdeki karşılıklı b ağ ım ­
lılık ilişkilerinin şim dilerde k o le k tif bir güçten ço k kişisel olarak
aşağılanm ış olm aya kaynaklık eden bir duygunun o rtaya çık m a ­
sıdır. Yeni nesilden karşılaştığım ız insanlar, geniş ailen in baskıcı
b ir k u ru m olduğunu düşünüyordu. A ile, o eski b a ğ ım lılık kural­
larına uym aları aracılığıyla hareket etm e ö zgü rlü klerin i haysiyet­
lerini kaybetm elerine neden o lacak biçim d e kısıtlam aktadır. Bu
d u rum şu öfkeli yakınm a b içim in d e som u tlaşır: “ B abam geliyor
ve bana çocu k ların artık yeterin ce saygı gösterm ed iğ in i anlatıp
duruyor... çocu kların eğitim i için ne yapm am g erektiğin i söy­
lüyor... her şeye bu rnu nu sokuyor ve kendi ayaklarım üzerinde
du ram am ak, üstelik de ço cu k ların ön ü n d e b u n ların söylenm esi,
beni kötü hissettiriyor, an latabiliyor m uyum ?”

Kuşaklararası çatışm a m eselesi, zenginleşm iş b ir g en cin an n e


b abasın ın hayatından h oşn u t olm am asını akla g etirir b ir anda.
B ü tü n toplum sal tarihe bazı bakım lardan bu tü r çatışm aların
dam ga vurduğunu, kuşaklar arası uzaklığın sadece erg en lik te
değil aynı zam anda yetişkin yaşam ında da ortaya çık tığ ın ı h atır­
lam ak gerek. Bizim B o sto n ’da görü ştüğüm ü z in san lar arasındaki
kuşak çatışm aları, ik in ci nesil b ab a ve oğul arasında değil fakat
babalar ve b irin ci nesil bü yü kbabalar arasında daha kesitindi.
114 YARANIN KAYNAKIARI

A n n e b aban ın ve akrabaların otoritesin d en k u rtu lm ak zoru n ­


da o lm a duygusu özellikle akrabalarıyla aynı bin ad a yaşayan orta
yaşının başındaki in san lar üzerinde baskı kurm aktadır. B ir kadın
ço cu k bakım ı k on u su n d ak i tartışm ayı keserek şunları söylem işti:
“ B a k ın , benim için ço cu k b ak ım ın a ilişkin şu k on u şm alar k o ­
n u n u n tam am en dışında. İşler, biz bu benim akraba m illetin d en
k u rtu lan a kadar ‘ço cu k larım ın b a k ım ı’ k onu su nda k on u şab ile­
ceğ im bir yere g elm eyecek —k ö tü insanlar o ld u kların d an değil,
b u n u söylem iyorum , am a sadece eski y ön tem leri biliyor, onu
d ik te etm ek istiyorlar, onlara uygun görü n en bu çü n k ü .”

“O ğ lu m bana nasıl saygı du yabilir ki, b en im dedesine boyun


eğd iğim i görüyorsa?” B u n u diyen genç babaya, kendi babasın ın
b ü yü k ann esine bu türden bir boyun eğişine h iç şahit olu p o lm a­
dığı sorulduğunda şunları diyordu: “Şim d i bu farklı, çü n k ü ben
in san ların bu ndan farklı d avran abileceklerin i b ilm iy o rd u m ...
fakat şim diki bu çocuklar, ya T V ’de görüyorlar ya da ö ğ retm en ­
lerin d en öğreniyorlar, ikisi aynı şey değil, ço cu k lar b u n u n far­
kın d alar.”

B u rad aki “ik isi”, yani bu ad am ın lafın ı ettiği tarihsel deği­


şim , ebeveynlik h akk ın d a bü yü k kü ltü rü n varsayım ları ile ilgili­
dir: ebeveyn olarak h ü rm et sergilerseniz karizm ayı çizdirirsiniz,
ço cu k ların ızla ilişkilerinizde yardım a gerek duym adan, k en d in e
yeterli derecede güç gösterirseniz saygıyı elde edersiniz. G en iş
a ilen in tam da tem elin d e yer alan bağ ım lılık A m erikan koşu lla­
rına göre belki de zayıflık g ibi görünür. Bağ ım lı o lm ak , k o n tro le
sahip değilsiniz, eylem lerin iz k en d i seçim in iz değil dem ektir. E t­
n ik işçilerin k ü ltürleşim i, ço k uzun zam and ır (sadece A m erikan
g ö çm e n yerleşim lerinde değil kırsal alan ın çoğun d a) insanlara
övgü kazandıran ritü clleri zayıflık olarak g örm eleriyle oluşuyor.
B u n u n aksine zengin y öreken tlerd eki çekird ek aile, bağım sızlığa
izin verdiği için gü çlü lü k işareti gibi görünür.

A m erika bu insanları tu tm ayı nasıl başardı? B ü yü k to p lu m


o lan “A m erika”, o rta yaşlarının başındaki ebeveynlerin yeni olan
SINIFIN GİZLİ YARAI.ARI 115

için eskiyi terk etm ekten zevk aldıkları s ır f çek ici ve sıcak bir yer
olduğu için m i? Yoksa eski yerleşim lerin in dışındaki kültüre y ö ­
nelik gerçek b ir arzu duym aksızın, onlara değişim zorunluluğu
aşılayan bu e tn ik kim liğe sın ıfın zorla girm esine ve kend ilerin in
kim old uğuna dair başka bir şey m i var burada?

İnsanlarla konuşm alarım ızda bu tü rden bazı zorlam alar tek ­


rar tekrar karşım ıza çıktı. Eski m ah allelerin i terk edenlerin duy­
gularını yansıtan genç bir kadın, ban liy ö d e kend isin e ait m üte-
vazi bir eve taşınırken geniş ailesinden kop uşun u şöyle tan ım la­
m ıştı: “N o rth E n d ’den ayrılm ak zorunda oldu ğu m u hissettim .
Böyle hissettim çünkü kalm am ben im için , ço cu k larım için kötü
o la ca k tı... sanırım bu banliyöde daha iyi bir aile hayatım var,
am a dışarıda yalnızım .” Yeni k om şu ların la arkadaşlıklar k u rabil­
din m i diye sorduğum uzda, gerçekten h iç d en em ed iğini, hafta
sonları eski m ahallesine gittiğin i söyledi. B an liyöd e yaşamayı
seviyor muydu? Bu soruya yan ıtı, aslında sevm ediği, şehrin can ­
lılığını tercih ettiği biçim in d e oldu.

B u konudaki konuşm alarda k aybetm e duygusu ço k hâkim d i,


zira b u n u n , insanların yeni çevrelerine uyum sağladıklarında ra­
hatlayacakları geçici bir alt üst o lm a duygusunun çok ötesinde
b ir şey olduğu açıkça görülüyordu. N eye uyum sağlayacaklardı
ki? “İşte şöyle. B oston ’da kapınızın ö n ü n e otursam z 1 0 -1 5 daki­
ka için d e 1 0 -1 5 kişi görürsünüz, neler oldu ğu nu öğren irsin iz...
W atertow n ’da (Bosron’da bir banliyö) k ap ın ızın ö n ü n e o tu ru n ,
kom şu n u z eğlenceli biri olduğunuzu dü şü nü r ya da bir içki için
sizi evine davet eder... Başka bir şey daha diyeyim . B o sto n ’da bir
ço cu k görürsen, kim in çocu ğu old u ğu nu um ursam azsın. K ötü
davranışlarda bulunursa ona bu nu yapm am asını söylerim , yap­
m aya devam ederse şaplağı g eçiririm ... W aterto w n ’da ise kendi
çocu ğunuzla ilgilenirsiniz, başkalarının ço cu k ların ı rahat bıra­
kırsanız iyi edersiniz, insanlar m üdahale istem iyor.”

B u adam W atertow n’a taşın m asın ın n ed enini “kend im ve ç o ­


cu klarım için biraz nefes alm ak isted im , an n em ve b abam biraz
fazla olm aya başlıyordu” cü m leleriyle açıklıyordu.
116 YARANIN KAYNAKLARI

“E tn ik işçi” top lu lu kların a ilişkin çalışm aların önem li b ir kıs­


m ı yukarıda tanım lananlara benzer duygulan ortaya çık arm ıştı.
O eski yakınlık biçim leri baskıcı görü lm ek te ve insanlar özgür
olm aları gerektiğini düşünm ektedir. A ncak b ir kopuş yaşadı­
ğınız zam an bile toplum sal bağlar ve bağlılıklar genellikle yine
aynı insanlarla olm aktadır. K en d i yaşam ınızı daha fazla k o n tro l
ediyor görü n üyorken , değer verdiğiniz insanlarla kardeşlik duy­
gunuzun kaybolm ası nedeniyle korkm uş hissedersiniz. Yani öz­
gürlüğe, b ir başınalığa ilişkin A m erik an rüyası, b ir zam anlar izo­
le ed ilm iş bu insanların tu tu n m a n oktalarını ele geçirm iş, onları
m utsuz yapm ıştır. Fakat özgürlük arzusu zengin yörekentlerde
yaşam a ile sim gelenen dünyevi bir statü hevesine de in d irg en e­
m ez; daha çok yetenekle kazanılan bağım sızlık anlayışına y ön e­
lik b ir inançla büyür.

B ağlantıyı soyut b içim d e ortaya koym ak anlam ayı zorlaştı­


rır. Şim d i çok farklı bir yetişkin hayatı geçiren iki kız arkadaşın
aileleri hakkındaki dü şü ncelerin d en bu an lattıklarım ıza ilişkin
d ram atik b ir ö rnek verelim .

A n n a Baron ve R ita C etru ila aynı m ahallede büyüdüler. H er


ikisin in babası da yıllarca tasa rru f yaparak ev alabilm eyi beceren
iki g öçm en fabrika işçisiydi. B aron ve C etru ila yerel b ir kilise
ok u lu n a gittiler fakat üniversiteye devam etm ediler.

A nna Baron İtalyan top lu lu ğu nu n dışından ve K a to lik o l­


m ayan biriyle evlendi. “O zam anlarda ailem den büyük bir ko­
puştu bu , çünkü ben im gibi kızların kendi ‘tü rü ’ ile evlenm eleri
bek len ird i. Fakat Sam ve ben evlenm ek istedik ve anne ve baba­
m ın b en i durdurm asına izin verem ezdim .” Sam Baron o n b irin ci
sın ıftay k en çalışm ak için o k u lu bırakan N ew E ııg lan d ’ın kırsal
bölgesind en gelm iş birisi. B ü tü n hayatı boyun ca lim an işçisiydi,
ö n ce yük arabası kullanıyordu , şim di uzm an navlun den etim cisi.

Sam ve A nna B aro n evliliklerinin A nna’n ın ailesinde açtığı


gediği yıllar g eçtikçe onard ı. A n n a’n ın ailesine yakın yaşıyorlar
ve sık sık görüşüyorlar. Fakat bu yakın ilişkiyi baskıcı buluyorlar
____________ SIN IFIN GİZLİ YARALARI 117

ve b ir gün taşınm ayı um u t ediyorlar, en azından k en tin başka


b ir bölgesine; içinde bulundukları top lu lu kla yakın toplum sal
bağları var ve çeşitli yerel örgütlerde a k tif çalışıyorlar.

R ita C etru lla’nın evliliği daha az bir çalkan tıya neden o lm u ş­


tu. A ynı m ahalleden b ir İtalyan’la evlendi, an ne babasına göre iyi
b ir seçim d i, zira kocası yüksek okulda old u kça başarılıydı. G in o
C etru lla çocu klarla çalışm a kon u su n a h er zam an ilgiliydi ve yük­
sek okulda çocu klarla çalışan b ir polis m em u ru olarak kariyerine
devam etm esini sağlayacak dersler alm ıştı. “B en im için polislik,
ben büyüyorken yaşadığım koşullarla ilgili b ir şey yapm anın
yolu. Kişisel olarak tatm in ed ici... Ü niversite yolunda ilerleyen
ve sonra ortadan kaybolan parlak İtalyan ço cu k ların d an biri ol­
m ak istem ed im .” N e var ki G in o ve R ita , kendilerini ailelerin­
den uzaklaştırdılar. Evlendikten yaklaşık üç yıl sonra G in o ’nun
ailesin in evinden kentin başka bir bölgesine taşındılar. H âlâ ço ­
ğunlu kla İtalyanlarla ilişkisi olsa da bu insanlar G in o ’nun b irlik ­
te büyüdüğü kişiler değil, onları h ü zü n len d iren bir şey bu, am a
hem G in o hem de R ita uzaklaşm ış o lm an ın k end i çocukları için
iyi old u ğu nu düşünüyor.

B u iki kıdem li arkadaş arasındaki farklılıklar ne an lam a ge­


liyor? B aron ailesi, k endilerin in kabul etm ek te zorlandıkları
politikalar konusunda Rita’n ın , liberal, iyi eğitim li kocasının
vesayeti altınd a bir takım fikirler geliştirdiğin i düşünm ektedir.
Fakat ço k daha önem lisi, R iıa , k en d ilerin i yetersiz h issetm eleri­
ne neden olacak bir gücü elde etm eyi başarm ıştır. N itek im bu iki
kadın ırk üzerine konuşm aya başladığında R ita , A nna’n ın siyah­
lardan k orkm asın ın ilke! ve k aba saba old u ğu nu düşünm esine
neden o labiliyor; bir şehir g eliştirm e d ern eğin d e bir arada çalı­
şırlarken R ita, grubun ne yapm ası g erektiğini ve A nna’nın rolü ­
nün ne olacağını belirlem ede ö n d erlik edebiliyor. R ita ve G in o
onları ziyaret ettiğin d e, A nna ve S am , o n ların sıkılacaklarından,
olm ad ı kend ilerin in yanlış bir şey yapacağından endişe ediyor.

A n n a ve Sam için toplum sal olarak belirlenm iş b ir durum


118 YARANIN KAYNAKI.ARI

bu . R ita ve G in o aracılığıyla bilm ed ikleri b ir dünyaya, saygın bir


o rta s ın ıf dünyasına dokunuyorlar. İnsanların aynı etn ik geçm işe
sahip oldukları zam an bile, eğer o rta sın ıfa aitseler farklı davran­
d ıkların ı görüyorlar. Bu değişim i C etru lla ailesinin tuhaflaşm ası
m eselesi olarak değil, fakat bir zam anlar toplu m sal olarak eşit o l­
dukları insanlarla m uh atap olu rken kendi yaşam larında yetersiz
kalm aları olarak yorum luyorlar.

A n n a bu gerilim i kendi aile yaşam ı açısın dan nasıl idare ed i­


yor? D ah a genel olarak şu soru soru labilir: “Saygın” insanlarla
ilişkilerde savunm asız hissederseniz k end inizi nasıl koru rsu ­
nuz?” B u n u yap m anın eski bir yolu vardır, o da, kendinizi kapalı
b ir bölgeye geri g ötü rm ektir. L âkin eğer için d e bu lu ndu ğu nuz
to p lu lu k üyelerinin iş, eğitim ve toplum sal hareketliliği ve yine
toplu lu ğu n k en t tarafından istilası nedeniyle artık kendinizi ba­
balarınızın yaptığı gibi yahtam ıyorsanız, bu du rum da kendinizi
A m erik a’da saygı gören bir insan olarak kabul ettirerek, yani öz­
gür, “k end inizin efen d isi” olarak, to p lu m u n kendi koşullarına
göre m ücadele etm eyi deneyebilirsiniz. D ah a üst sınıflardan in ­
sanlarla yüz yüze gelm ek suistim ale, m ahcup olm aya açık hisset­
m enize neden olursa, bu du ru m d a yaşam ınızda yapm ak isteye­
ceğ in iz değişiklikler, geniş aile gibi hali hazırda başkalarının ira­
d esine tabi olduğunuz, şu anda bağım lı biçim d e davrandığınız
m eseleler üzerine odaklanacaktır. B u nedenle A n n a kendi başına
yola çık m ak istem ektedir.

Fakat arzu, A n n a ve Sam için doğrudan doğruya eylem e se­


b eb iyet verm ez. K opup uzaklaşm a, yapılacak b ir şey olarak kalır.
B u çek in cen in ned eni nedir?

Sam B aro n ’a “Bu durum m o ralin i bozuyorsa neden taşın m ı­


yorsu n?” diye sorduk.

“İyi de, m illete biraz üzüntüye neden olacak .”

“Fakat şim di de sana üzüntü veriyor.”

“T am am da, G in o ’yu düşün, adam her şeyiyle ileri, o n u n için


SINIFIN Gİ7.I.Î YARALARI 1 19

b u nu y ap m ak doğal bir şey... şim d i bana neden taşındığım ızı


sorarlardı, k arım ın akrabaları, ne d iyebilirdim ? Yani, hangi hakla
taşınd ığım ıza ilişkin? A nlatabiliyor m u yu m ?”

İnsan o lm an ın bir işareti, in san ların yalnızca ellerinde tu t­


tukları güç için değil, fakat bü tün arzuları için b ir m eşruiyet his­
setm e ihtiyacıdır. Rasyonel hesaba ya da basit hırsa dayalı eylem ­
ler p sik oloji deneyleri içindir; yaşam b içim lerin i alt üst ederken,
insanlar, neden oldukları zah m ete değer old u kların ı hissetm e
ihtiyacındadır.

B aron ailesini kaygılandıran bu can sıkıcı çelişki, G in o


C en tru lla ’nm tersine, s ın ıf b ilin ci geniş aileden kopuşları m eş­
ru görü len insanlar kadar “y eterin ce değerli” olm ad ık ların ı his­
setm elerine neden olurken, aynı zam anda daha bü yü k kültürle
olan tem asın geleneksel aile bağlarından kop arak kendilerini öz­
gür bırakm a arzusunu doğurm asıdır.

Ö zgü rlü ğe doğru bir kopuş gerçekleşse bile, eğer b irin in


içinde bu lu nd u ğu sın ıf aynı kalıyorsa savunm asız olm a duygu­
su da aynı kalacaktır, için d e bu lu ndu ğu geniş aileden kopm uş,
şu anda 2 8 yaşında olan b ir m akin iste bak alım . 17 sinde iyi bir
ço cu k olarak liseden m ezun oldu. A n n e babasıyla ilişkileri ar­
kadaşça ve yakınd ı. Güvenli ve karışık bir etn ik kim liğe sahip
olan büyüdüğü m ahallesini severdi. S o n ra d ö rt yıllığına D en iz
K uvvetlerine katıldı. “V ietn am 'd an ö n ce, hayatım da geçirdiğim
iyi zam anlard ı.” Askeri yaşam ın b ir gereği olarak D en iz Kuv­
vetlerinde disiplinle karşılaştı. A skerden son ra, 21 yaşında, eski
m ahallesine ve anne babasının evine geri d ö n d ü . İki yıl boyu n ­
ca “her şey iyiydi, yaşlı babam ve an n em ile iyi geçiniyordum .
Bana tavsiyelerde bulunuyorlardı, evlat, evlenm en gerek, şu bu.
O n la rın y ön tem i buydu.” Son ra evlendi, ben zin istasyonundaki
işinden ayakkabı satıcılığına geçti. Ş im d ilerd e daha zor zam anlar
geçiriyor; “B ü tü n gün ‘evet bayım ’, ‘evet bayan’, ço k k ötü olm ası
u m u ru m d a değil, fakat eve geldiğim de daha fazlasını istem iyo­
rum. B ak , bizim akrabalara yakın o tu ru y ord u k , bir zam an sonra
120 __________ YARANIN KAYNAKLA R I ________________________

uyuz olm aya başladım . Yani sanırım y aptığım iş bu küçük in san ­


ların nasıl b u n a katlanm aları gerektiğini ö ğ retti, anladın m ı?...”

G Ö R Ü Ş M E C İ : D en iz Piyadelerinden daha fazlası?

“Yok ca n ım , aynı şey değil. Sanki şim d i bir ailem var g ibi,
yani, b e n ... ben başım ı dik tu tm ak isted im , kendi hükm üm üm
geçtiğini d üşünd üğüm bir yere g itm ek ... işte her neyse, so n u n ­
da M a u rcen ve ben m ahalleden taşındık ve sanırım bu daha iyi
o ld u ...”

İşyerinde “Evet bayım , evet bayan” d em ek zorunda kalm ak,


onu an ne babasına gösterm ek zorunda olduğu hürm ete çok
daha duyarlı hale getirir. Şim dilerd e geniş aileyi sürekli bir sı­
ğınak o lm ak tan ço k işyerinde d en eyim led ik lerin in bir kopyası
olarak yorum luyor. Bu yüzden de aile çevresinden uzaklaşmayı
h ayatının en azından bir parçasını “ele g eçirm ek ”, bir bakım a
“başına b u yru k o lm ak” için b ir fırsat olarak görüyor.

Ve yine de, “A ilem de büyük bir değişim gerçekleştirdim , fa­


kat gerçek ten de evin ben im kendi kalem old u ğu nu da söyleye­
m em ... saklanm a gibi bir şey...” diyebiliyor. B u n u n anlam ı n e­
dir? B an liy ö d e yaşayanlar m eşru hissetm ek açısından kendilerini
geliştiren insanlar olarak görülür ve bu yüzden yeni gelen biri
kend isini daha önem siz hisseder.

“H ım m , şim di sana görüşm enin başında neden gergin o ld u ­


ğum u açıklam aya çalışayım ” dem işti b ir boyacı. “Seninle ilg i­
li değil, fakat şey... ne zam an eğitim li biriyle b irlik te olsam , ya
da ne b ileyim , benden olm ayan in san larla... doğal davransam
kend im i aptal d u rum u na düşürüyorm uşum gibi geliyor, anlıyor
m usun? B a k , insanların sana nasıl davrandığı ile ilgili değil bu
tam olarak, ne yapacağını bilm em ek gibi bir duygu işte. T ıp k ı,
bak, ö rn eğ in , C olu m bu s Şövalyeleri d ern eğine gittiğim i h atırlı­
yoru m , ta k ım elbiseli insanlar vardı ve b en im d e üzerim de sadece
b ir cek et, yağm urluk yani ve insanlar b irb irlerin e kendilerini ta­
n ıtıyord u , fakat kim se kendisini bana tan ıtm ıy o rd u . İşte böyle.”
SINIFIN GİZLİ YARALARI 121

K en tteki e tn ik yerleşim den ayrılan insanlar pek de onu terk


etm iy or aslında; çoğunluğu tüm yeni sakin lerin in kendileri gibi
olduğu banliyö toplu lu klarında onu yeniden yaratır. B izim seç­
tiğim iz örnekler, bir insanın ya da ailenin bağım sız hissetm ek,
“A m erika’da diğer herkesin saygı du yabileceği” birisi gibi hisset­
m ek için , geçm işinin sınıfsal ve etn ik sın ırların ın dışına çıkm aya
çalıştığı durum lardır. Bu m esele daha üstte o lan , ya var olan orta
sın ıftan insanlar ya da kendi k on u m u n d an daha yukarıya yük­
selenlerle ilgilidir.

E tn ik kökenli işçilerin koşullarında geniş ailen in reddedilm e­


si m eselesini kon u şm ak zorundaydık, zira görü ştü ğü m ü z erkek
ve kadınların geçm işi buydu. Eloward E lin so n ’ın Los A ngeles’ta
görüştüğü kırsal alanda doğm uş ve gelenekçi b ir grup işçin in aile
öykülerinde de benzer n oktalar tespit edilebilir. Bu işçilerin bir
k ısm ı, aileleri D u st B o w l’8 bölgesinden çık m ak zorunda kaldığı
için zorun lu lu ktan , diğer bir kısm ı ise kendi istekleriyle çalışm ak
için be k ente gelm iştir. K entsel m erkezlere doğru gerçekleşen bu
kırsal göç, A m erika’da İç Savaştan bu yana devam etm iştir, fakat
özellikle de kırdan göçen gençler arasında b u n u n neden gerçek­
leştiği konu su nda h içbir şey bilin m iyor. E lin so n ’un görüştüğü
insanların kendileri h akkında söyledikleri şeyler, en azından say­
gı konu su nd a B o sto n işçilerinin öykülerini an d ırıyor: çiftçiyken
kend ilerin e ait bireyler olm adıklarını d ü şü nü yorlardı, an n e ba­
baların ın evlerinde kalacaklarsa yaşam larını ço k daha az k on tro l
edebileceklerdi. Ç iftlik lerin gelirleri her geçen yıl azalıyordu,
fakat bu adam ların hesap ettikleri şey bu değildi.

Ö zgü r o lab ilm ek , kendi başlarına kalm ak için Los A ngeies’a


çalışm aya geldiler; ve yalnız hissediyorlar. K e n tin onlara h em
m esleki hem de m addi anlam d a.av antajlar verdiğini düşünseler
bile, eski kırsal değerler hâlâ toplum sal yaşam da haysiyete iliş­
kin d ü şü ncelerin in tem elini oluşturuyor. “K en d in e bak ab ilen ”28
28 T.S.N.: 1930’iu yılların başından 1940’a kadar şiddetli toz fırtınalarının ve
kuraklığın yaşandığı, birçok insanın göç etmek zorunda kaidığı ve Oklaho­
ma, Kansas vcTeksas’m kuzey bölgesini kapsayan bölge.
122 YARANIN KAYNAKLARI

bir birey o lm a k için bir şey yaptığınızda, in an d ığ ın ız topluluğu


aşın d ırm a soru n u burada da tekrar ortaya çıkıyor. B o sto n ’un ke­
n ar m ahallelerinde yaşayan e tn ik k ök en li em ek çiler g ib i, b u , eski
değerlere in an m a fakat özgürlük arayışında onları geride bırak ­
m ış o lm a m eselesidir.

B u koşullar altınd a ailenin bağım sız o lm asına y ö n elik gi­


rişim , W illia m O ’M alley ’in iş yerinde hissettiği tü rd en bir iç
çelişki b içim in d e sona erer. H em bağım sızlık sağlayan h em de
kardeşlik bağında som u tlaşan saygıyı istersiniz; bu ikisi arasın­
daki çelişkiler, sırtınızdaki yük, yani kendinizi “A m erik a’da diğer
herkesin saygı d u yabileceği” b ir kişiye d ö nü ştü rm ed ek i yetersiz­
liğiniz gereği ısrarla zihninizde kırılm aya neden olur.

işyerinde ya da evde hissedilen güçsüzlük duygusu, b ir I.Q .


testind e alm an düşük puanların neden olduğu duyguya benzer
m i? Ö y le old u ğu na inanıyoruz; toplum sal eşitsizliğe dayalı bir
dünyada b e n lik algısının b ir gereği olarak yeteneğin b ir kişiye
ifade ettiği şey h akkında bir sü reklilik söz konusudur.

G e rçek ten de sıkça söylendiği g ib i, kafa em eği m o d ern şir­


k etlerin tem eli o lm uştur; zih in , ü retecek yeni şeyler, tü ketecek
yeni yollar bulur. B u kitap ta “sanayi sonrası to p lu m ” m eselesini
d ah a sonra ayrın tılı inceleyeceğiz. Bu rad a zih n in ü retici im a jın ın
başka bir yol açtığ ın a d ikkati çek m ek istiyoruz. B o sto n em ek çi­
le rin in , daha üst sın ıftan insanlar karşısında old u kça savunm asız
h issetm elerin e neden olan kişisel olarak yoksun old u kları şeyi
saptam aya çalıştıkları ço k çeşitli bağlam larda başvurdukları akıl
ve zih in n osyonları her zam an vardı: “Sad ece y eterin ce zeki o l­
saydım ”, “ D ed iğ im i anlıyorsan, ta tm in edici b ir iş yapacak kadar
yukarılarda b u lu n m ad ım ” ya da “Ç ö p b o şaltm ak tan k u rtu lm ak
için y eterin ce akıllı değild im .”

K en d ilerin e ilişkin bu b etim lem eler doğru m udur? İleride iyi


b ir iş ve form el eğ itim e dair tan ık lıkları d eğerlendirecek vaktim iz
o lacak . Fakat b u türden şeyleri söyleyen insanlar, b ü tü n bu ka­
ralam aların k end ileri hakkındaki tü m hikaye oldu ğu na g eçekten
SINIFIN GİZLİ YARAIARI 123

de inanm azlar. Z ih in , insanların toplum sal düzende daha yük­


sek b ir yer ele geçirm e ihtiyacını hissettikleri ark etip ik “m eta”
haline gelm iştir. A ncak yukarıdaki sözleri söyleyen insanlar, k en ­
dilerini gerçekten geliştirecek özgürlüğün h içb ir zam an keyfine
varam adıklarını düşünm ektedirler, zira d ü şü ndü kleri özgürlüğe
sahip olanlar o rta sınıftan insanlardır.

Sözün kısası, insanların takın m ış olduğu y etenek rozetleri­


n in haksız bir biçim de dağıtıldığı görü lm ektedir, lâkin bunu
inkâr etm ek zordur. K arşılaştığım ız insanların yüz yüze geldiği,
günd elik hayatta varlık bu lan sın ıfın yarasıdır bu ; en gellenen öz­
gürlük ve haysiyet ilişkisi, “diğer insanların bana yaptıkları şeye”
içerlem ekten ço k daha karm aşıktır. Varoluşsal soru n , b ir insanı
kendi değerine ilişkin bireysel beyanı ile kardeşlik talepleri çeliş­
kisinin çapraz ateşine m aruz bırakır. İnsan bu çatışan duyguları
pratikte nasıl çözebilir? B u çelişki karşısında nasıl özgürlük ve
haysiyet oluşturm ak için çabalayabilir?
İk in ci B ölü m

Fedakârlık, ve İhanet

1 9 5 0 ’li yılların sonlarında Yale Ü niversitesi siyaset b ilim cilerin ­


den R o b ert L ane, N ew H aven’da 15 erkekle görüşerek “A m eri­
kalı sıradan insanın yaptığı şeye neden in an d ığ ın ı” öğrenm eye
k oyu lm uştu. Bu görüşm elerden çık an P olitical Ideology (Siyasal
ideoloji) başlıklı ilk kitabı d o ku n aklı b ir m etindir. K itap, bizim
bu çalışm am ızda şim diye kadar ortaya koyduğum uz çatışm aya
kısm en işaret etm ektedir. “G ö rü ştü k lerim in çoğu ” diye yazar
L an e, “A m erika’nın bütün insanlara eşit oranlarda olm asa bile
b ir kişinin kendi statüsü için so ru m lu lu k alsın diye en azından
y eterin ce fırsat sunduğu fikrin i kabul ediyorlardı.” B u n u n la
b irlik te toplum sal konu m da m ad u n iy et, üzerinde h erhangi bir
k o n tro le sahip olm adıklarını d ü şü ndü kleri doğum ve s ın ıf k o ­
şulların ın b ir sonucu olarak g örü n ü y ord u onlara,.

B u bö lü m d e son on yılda A m erika’n ın toplum sal yapısında


ne türden değişiklikler gerçekleştiğini analiz etm ek istiyoruz, n i­
tek im bahsettiğim iz çatışm a em ek çilerin yaşam ında şim dilerde
daha bü yü k oranlarda ortaya çık m ak tad ır. N e var ki Lan e, göz
126 YARANIN KAYNAKI.ARI

ö n ü n d e tu tm a m ız gereken daha acil bir soru ortaya atm aktadır.


S o ru , bu çatışm aya kapılan insanların ne türden b ir çö zü m geliş­
tirm eye çalıştıkları üzerinedir:
B ir şeyi denem ek zahmetli olduğunda, insanlar yüzünü öbür
tarafa çevirir, olmadı ona bakarlar, sadece görm ek istedikleri­
ni görürler. Bunun önem li bir şey olduğunu inkar ederler. Bu,
referansları yukarısı olduğunda, kendi konum larının gücünü
değil fakat zayıflığını hesaba katm aları gerektiğinde, genellikle
kişinin sınıfsal statüsü ile ilgilidir.

Lane bu duyguyla başa çık m a n ın üç b içim i old u ğu nu an la­


tır. G ö rü ştü ğ ü birisi, “üst sın ıfta b in le rin in oldu ğu nu ve ben im
üst sın ıfta o lm ad ığ ım ı d ü şü n m ek b en im için bayağı zahm etli bir
şey” ifadeleriyle kendisini yalıtarak çözüyordu m eseleyi: “B en im
bakacak k ü çü k bir ailem var.” O n yıl kadar ö n ce k en tli bir işçi
için bu d u ru m kültürel olarak m ü m k ü n d ü , zira kendisini y alıt­
m a arzusunu güçlend irecek güçlü e tn ik yerleşim ler söz k o n u ­
suydu.

İk in cisi, L a n e ’nin konu ştu ğu işçiler, başka zam anlarda sın ıfın
nasıl onları k o n tro llerin in ötesind e o lan koşullara yerleştirdiğin­
den bahsetseler bile, toplu m sal sın ıfın yaşam larındaki gücün ü
değişik n oktalard a yadsıyarak çatışm an ın k en d isin in ö n em in i
in k ar ediyordu. Bizim görü ştüğüm ü z B o sto n işçilerin in tanıdığı
A m erika’da san k i bir şey değişm işti, bu yüzden biz toplu m sal
sın ıfın katıksız gü cü n ü n yadsındığını onlardan duym adık.

S o n olarak Lane, bu çatışm aya b ir yan ıt olarak teslim iyete,


“b irin in k ad erin e ilişkin gönülsüz k ab u l’ e işaret eder. Bazı d u ­
rum larda bu teslim iyet duruşunun sahici old u ğu na in an m ad ı­
ğın ı fark e tm işti: teslim iyetin altınd a huzursuz bir d ürtüyü hâlâ
h issed ebiliy ord u ; fakat başka bazı durum larda ise, insanlar yapa­
b ilecekleri h iç b ir şeyin olm ad ığ ın a karar vererek bu çatışm ayla
baş ediyor görü n üyorlardı.

B o sto n ’un em ekçileri sın ıfın yaraları karşısında asla teslim i­


y e tte n bah setm ed i. K arşılaştığım ız insanlar karm aşık olm asına
SINIFIN GİZLİ YARAI.ARI 127

rağm en güçlü b ir m isyon duygusuna sahipti yaşam larında: sı­


n ıf koşulları eğitim li insanlara kıyasla o n ların özgürlüğünü k ı-
sıtladıysa, onlar da kendileri için özgürlük yaratm ayı akıllarına
koym uşlardı. B u dem ek olu yor ki kend ilerin e açık olan faaliyet­
lere m üdahale etm eye kesin kararlıydılar, böylece zih in lerin d e
zoru n lu lu ktan ço k kendi tercih leriy le hareket etm iş gibi hissedi­
yorlardı. N asıl özgür olduğunuz k on u su nd a yalan uydurm a m e­
selesi değild ir bu, varoluşçu filozoflar genel olarak böyle çö zü m ­
ler ö n erm işti, asıl mesele k oşullarınızı seçtiğiniz, istediğiniz bir
son u ç açısınd an düşünm e m eselesidir. D ü n y an ın sizi ne kadar
köleleştirdiği değil önem li o lan , bu şekilde b ir insan olarak hay­
siyetini ayakta tutarsın. N e var ki B o sto n ’daki insanların kendi
koşullarınd an çekip alm ayı u m u t ettik leri haysiyet, kişisel feda­
karlığa ilişkin çelişkili bir törellikle ifade ediliyordu.

' G ö çm e n b ir terzinin to ru n u Jo h n B ertin haftada altı gün ve


iki gece çalışıyor. Yıllık 12 bin d olar kazanıyor ki bu , anne bab a­
sın ın geliriyle karşılaştırınca o ld u kça yüksek, ne ki k arısının ve
beş ço cu ğ u n u n gündelik ih tiyaçları, enflasyon, vergiler filan göz
ön ü n d e tutulduğunda oldukça yetersiz görü n ü yor ona. Jo h n ve
karısı tam am en beyaz olan bir işçi sın ıfı m ahallesinde büyüdüler.
Jo h n B ertin okulda zar zor d oku zu ncu sınıfa kadar gelebildi. “S ı­
radan biriyd im ” diyor, “k im sen in u m ursam adığı ço cu k . O k u l­
dan h iç hoşlanm adım , tıkılıp kalm aktan n efret ederim , dışarıda
o lm am gerek ben im .”

B c rtin ’in yaşam ının tem el çizgileri, daha geniş anlam da izi­
ni sürdüğüm üz b ir gelişm enin k ü çü k bir ö rn eğ in i oluşturuyor.
O k u ld a “ap tal” gibi hissediyordu, öyle ki anlam a g ü cü n ü n ,
kendisinde karakter bozuklu klarının, sebat eksikliğinin olm ası,
iyi p erform an s gösterm e iradesinin olm am ası nedeniyle altın ın
oyulduğunu düşünm eye başladı. B u yüzden okulun ilk y ılla­
rında, o toriteye uym am ası ile kend isin d eki anlayış ve karakter
kaynaklarını geliştirm ede başarısız olm ası arasında kesin bir bağ­
lantı kuru lm uştu . Yetişkinliğe g eçtiğ in d e, yeterli olm akta başa­
rısız old u ğu na ilişkin kurulan bu bağ lan tı, kişisel değer kaybıyla
128 YARANIN KAYNAKLARI

b irlik te daha da güçlendi. B ir fabrikada sevk ekipm anlarım b o ­


ylıyor ve insanlar ona bir hiçm iş gibi davranıyor. B ertin , dene­
y im lerin in , u m u tların ın , başarısızlıklarının ve h atta şim diki m ü­
cad elesinin bile çocu k larının saygısını kazanm a yetkisine sahip
o lm ad ığ ın ı düşünüyor.

Y in e de çocu klarına dair bir iddiası var: k endisini, zam anını,


em eğini o n lar için feda ediyor olm ası. Yani başkaları için b ir ara­
cı olarak davranm a, karısına ve ço cu k ların a kendisinden uzak­
laşm aları için m addi kazanç verm e gücü var. G erçek ten k on trol
edebildiği bir y ön etm e gücü bu. K en d isini feda etm eyi seçtiğini
d ü şündüğünde özgür bir insan olarak davranıyor. Kendi dışın­
daki toplum sal düzen tarafından defalarca reddedilm işken, şim ­
di in isiyatifi eline geçirecek, inkar ed ecek, kendisini feda etm e­
si gön ü llü bir eylem olacaktır. R ica K artid es’n in kelim eleriyle,
“B en o n la rın b abasıyım ... bana saygı g ö sterm ek zorundalar, yani
bu yüzden, ve... çü nkü onlar için bir şeyler yap m ak istiyorum .”
Bu sürecin dış yüzü baba tarafından bü yü k b ir acım asızlık; iç
yüzü ço cu k ların kendisi gibi o lm am asın ı savunm a, bir kendini
aşağılam adır.

G ö rü şm e sırasında B ertin ’in oğlu o k u ld an geldi.

“N e yaptın bugün okulda oğlum ” diye sordu Bertin.

“B i şey y ap m ad ım .”

“Fakat altı saattir ordasın, b ir şey ö ğ ren m iş olm an gerek.”

“Evet evet, biraz integral h esabı, biraz da kim ya lab da fo to ­


sentez üzerine çalıştık, yani işte.”

“Peki, bu ço k iyi.”

O ğ lu od ad an çık tık tan son ra B e rtin görüşm eciye dönerek


o n u r d u ym u ş b ir biçim d e şunları sö y lem işti: “şim d i, bir şey an­
ladın m ı sen? Sanırım anladın, am a b en an lam ad ım , (kafasına
vurarak) b en im kafam alm adı b u n ları, fak at çocu klarım zeki,
onları bıı biçim yetiştiriyo ru m .”
SINIFIN Gİ7.I.Î YARALARI 129

Bu türden babalar ço cu k ların ın kend ilerin d en ço k farklı ola­


cağını kafasına koym uştur; o nların oku la karşı kayıtsız kalm ası­
na izin verm ez, çünkü onları “sıradan” yapan okulda k endilerin i
gcliştircm em eleri yine k endilerin in başarısızlığıydı.

B o sto n ’da b ir kaç kez görü ştüğüm ü z babalar, çocu k lara nasıl
davranacaklarını anlatm ak için bir feragat id eo lo jisin i k end i hak
iddialarıyla birleştirm işlerdi; an cak bu nların o to rite r ebeveynler
olm ad ıkları ço k açıktı. “B akın ” diyordu b ir işçi, “altı gün iş çok,
değil mi? Ş im d i birileri bundan zevk alm alı, birileri de bu ndan
b ir şey elde etm eli, değil m i?” Kğer sürekli çalışıyorsa, çocu kları
da o n u n k o n tro lü n d en ku rtu lm ak için “tem b ellik e tm e” özgür­
lü ğünü hak eder. Kendi çocu k ları, “B ü yü k B u n alım d ö n em in d e
bir ço cu k olarak bildiği zor dünyadan ço cu k ların ın istediklerini
yapabildikleri adam gibi bir dünyaya” g ötü recek bir yolu takip
ettikleri m ü d d etçe onlara karşı “m üsam ahakar”dır. B ir d em iry o ­
lu işçisi, bize, “bu nu bazen d ü şü nü yoru m , özellikle M a in e Eya­
letin e nakliyeye gittiğim uzun y olcu lu klard a... bu nu n ne anlam a
geldiğini d ü şü nü yoru m , neden b ü tü n vak tim i onlardan uzakta
h arcıyoru m , çü n k ü an cak bu yolla iyi bir evde yaşayabilirler.”

Burada k ork u n ç b ir paradoks ortaya çıkar. “İyi bir ev” uzun


saatler em ek harcayarak gerçekleşebilir, baban ın evde o lm a m a ­
sıyla. Fakat B ü yü k D epresyon un ço cu k ların ın “berbat evleri”
de garip b ir b içim d e aynıydı aslında: “B ak, babam asla b en im le
oyun o yn am ad ı” diyordu bir başka adam . “D a im a dışardaydı,
şehrin dışında yani, bir seferde üç, d ö rt, beş hafta. Bu yüzden an­
nem yetiştirdi beni ve sadece an n em in d isiplin i geçerliydi; tıpkı
diğer anneler g ibi, elinin tersiyle vu rm aktan , y u m ru klam ak tan
ya da her neyse işte, h iç çek in m ed i. Fakat hesapta sanırım kendi
hayatım d a bizim babalıktan farklı o lm ak istiy ord u m .”

K en d in i ve hayatım çocu klara adam ak sınıfsal sın ırların bariz


bir göstergesidir: onlara verecek b ir şeyiniz olm alıdır, işe m u h ­
taç, sürekli işsiz biri fedakarlıklarının ailesi için b ir anlam ifade
e ttiğ in i hissedem ez. Çaresizce ço cu k ların ın k en d isin in k in d en
130 YARANIN KAYNAKLARI

farklı yaşam lara y ön elm esini isteyebileceğinden, sadece karınla­


rını d oyurm ak için m ücadele etm ek zorundadır; yaptığı her şey
ayakta kalm ayı sağlayacaktır.

N e var ki bu çizginin çek ilm esi, bizi benzer b ir p ro b lem e geri


g ötü rü r: y etişkinlerin m ü cad elelerin in karşılığını ço cu k lar için
yaptıkları fedakarlıkta b u ld u ğu nu görm ek, sadece beden işçile­
rin in değil fakat çoğu A m erikan ailesinin özelliği değil m idir?
Z en g in bir Yahudi toplu lu ğu üzerine yapılm ış C hildren o f the
G ild ed G betto (Yaldızlı G e tto n u n Ç o cu k ları) başlıklı çalışm a,
işinde başarı kazanan, Jo h n B e rlin ’in karşılaştığı tü rden dünyevi
zorluklardan zarar görm em iş in san ların, işleriyle ilgili g erilim le-
ri, işin ço cu k ları için yarattığı im tiyazlarla m eşru laştırd ık ların ı
gösterm ektedir. G erçek ten de, aynı kitap ta saygı ve p erform an s
üzerine sergilenen b ü tü n bir fikirler dizisi, m an tık sal olarak hep
aynı sınıfsızlık düşüncesiyle so n u çlan ır: eğer k en d in izi yetersiz
ve değerinizi gösterm eyi becerem em iş hissediyorsanız, başkaları
için iyi bir şey yapıyor olduğunuzu d ü şü nm en iz yap tık ların ızı
m eşru laştıracaktır. Eğer b ir y eten ek rozeti tak m ak y ab an cılaştı-
rıyorsa, bu rozeti, aldığınız öd üller sevdiğiniz b irin e d aha iyi bir
yaşam vereceği için tak ın ın .

B u n u n la b irlik te sın ıf, iki yolla fedakarlığa sıkışıp kalır. B irin ­


cisi ek o n o m i m eselesidir. B ir ü cretli işçi iki şey arasın d a zor bir
d en g e kurm aya çalışır: b ir taraftan karısı ve ço cu k larıy la b irlik te
o lm a k , onlara ilgisini g österm ek ve onlarla o yn am ak isterken,
diğer taraftan yaşam ına anlam vereb ilm esin in , karısı ve ç o c u k ­
ları için doğru dürüst bir hayat sağlayabilm esin in tek y o lu n u n
uzun saatler çalışm ak olduğunu b ilir ve bu yüzden de z a m an ın ın
ço ğ u n u ailesin d en uzakta geçirir.

Fakat m eseleyi sadece fiziki olarak ele alm ak y eterli değildir.


İn sa n ın hayatınd ak i travm alardan k u rtu lm a çabası o larak fed a­
k a rlık , eşitsiz deneyim lere b ö lü n m ü ş olur. B u n u n la a n la tm a k is­
ted iğ im iz şey, işçi sın ıfın d an b irin in o rta sın ıftan b irin e göre fe­
d ak arlıkta daha az şansa sahip old u ğu d u r; s ın ıf ta n ım la rı, işçiyi,
k en d i m ü cad elelerini bir başkasına arm ağan ettiğ i d u yg u su n d an
SINIFIN GtZLl YARALARI 131

uzaklaşm asına m ecbur bırakır. îşçi sın ıfın d an b irin in “başarılı


b içim d e” fedakarlık yapam adığını an lam ak için fedakarlığın ta­
lep ettiği gizli toplum sal sözleşm eye b ak m am ız gerekir.

Bir Toplumsal Sözleşme Olarak Fedakârlık


“V ahşi” kavim lcrdeki kurban törenleri zam anı beceriyle kullanır.
K ab ilen in geçm iş kabahatleri için bir insan ya da hayvan tanrıla­
ra kurban edilir; gelecekte iyi b ir şans getirm esi için b ir kurban
verilir ve k u rban , kabiledeki bireyler için ço cu k lu k d önem in d en
yetişkinliğe kadar onları rahatlatan bir ergenliğe geçiş töreni ola­
rak işlev görür.

M od ern aile de fedakarlıkta zam anı beceriyle kullanır. Ç o ­


cuklar için fedakarlıkta bu lu nm ak, tatm in i erteleyerek kendini
geleceğe y ön len d irm ek dem ektir. İnsanlar birer yetişkin olarak
kend ilerin e saygı duyulan bir k o n u m a g eçtik lerin d e zaten ta t­
m in peşinden gelecektir. G elecektek i k o n u m la rı, ebeveynin şu
anki tatm in k ar olm ayan uğraşılarını am o rti edecektir. A ncak
Jo h n B ertin ya da W illiam O ’M alley ’in ki gibi bir ailede fedakar­
lık, bunu yapanın şu anda m ücadele ettiği kişilerden de talepte
bulunm ası anlam ına gelir.

D ah a ö n ce gördüğüm üz gibi W illia m O ’M alley B ü yü k B u ­


nalım d ö n em in d e yetişm işti, ailesi çok fakirdi, hem annesi hem
de babası ço cu k ların ı yalnız bırakarak bü tü n g ü n lerin i çalışarak
geçiriyordu. O ’M alley için çalışm a o n u n tek başına yapacağı bir
şey, s ır f an nesin in yaptığından farklı olarak karısı zam anını evde
geçirsin diye. N e var ki karısı da evdeki h ayatınd a özgür hisset­
m iyor k end isin i. Evde sıkılıyor ve koca o to ritesin in dayatması
gibi görüyor bu nu . O ’M alley’in işyerinde gösterdiği başarı ço ­
cu klu ğu nu n tarihsel koşullarına verdiği b ir y an ıttır; bugün karı­
sın ın geçm işte açılm ış bir yaranın tam irin e ih tiyacı y ok tu r ve bu,
onu n görm ed iği, belki de görem ediği b ir şeydir. Z ira tek başına
çalışarak karısı için fedakarlık yapıyorm uş gibi düşündüğünde,
aslında karısının özgürlüğünü kendi g eçm işin in yarası için feda
etm ektedir.
132 YARANIN KAYNAKLARI

İnsanlar statüleri gasp yoluyla elde ederler dem işti M ax W e­


ber. W illia m O ’M alley de ev dışındaki “gerçek” dünyada ailesi
için aracı ve sağlayıcı rollerini gasp etm iştir. Fakat onu n gibi bir
adam için b u gasp, bek len tiler olm adan yapılam az. Ailesi için
yaptığı fedakarlığın, ailesinden kendi istekleri doğrultusunda
davranm alarını beldem e h akk ın ı verdiğine inanır. D iğ er bir de­
yişle, o n ların özgürlüklerini ortadan kald ırm ak m eşrudur, zira
o n lar için kend isini sevgiden m ahru m bırakm ıştır.

K ocaya ve babaya fedakarlık, bu nedenle, O ’M alley’in ailesi


ile yaptığı b ir tür karşılıklı “sözleşm e” gibi görünür. Fakat aslında
sadece görünüşte karşılıklı bir ilişkidir: Fedakarlık yapan kişi, ai­
lesine fedakarlık yapm asını isteyip istem ed iğini sorm az; bu “tek
taraflı” sözleşm enin gücü, bir k işin in verm e eylem in i tam am en
gasp etm esind en , böylece de d iğerlerinin kişisel haklarını savun­
m asını engellem esinden gelir. G asp çın ın özveride bulunduğu
olgusu, ona karşı yapılacak bir su çlam an ın a p r io r i olarak altını
oyar.

U tancı “görm ezden gelm ek”, suçtan ço k daha zordur diye


yazar H elen Lynd O n Sham e a n d the Search f o r Identity (U tan ç
ve K im lik Arayışı Ü zerine) kitabın d a. B ir yasayı çiğnediğim izde
ve bu yüzden de suçlu hissediyorsak, başkalarınca cezalandırıl­
m ış olm ak, işlediğim iz suçu sim gesel olarak kapam am ıza yardım
eder: Sürgit suçlu olam ayız son u çta. B u n a k arşılık yetersizlikle,
su ç işlem ekten çok başarısızlıkla ilgili olan u tan çtan k u rtu lm a­
n ın çok daha zor oldu ğu nu ileri sürer Lynd.

Bireyin sınanm asının hayatın belirli alan larına rastlayan test­


lerle (örn eğin çocu k lu k tan ergenliğe geçen b ir in san a uygulanan
testler gibi) yapıldığı bazı kültürlerd e bu törensel sınam aları
geçm edeki başarısızlık, birey biraz daha bü yüdüğünde kapatı­
labilir. Fedakarlık ise, h içb ir biçim d e bu tü r tö ren lerin ointadığı
kültürlerd e u tanç ile başa çık m a çabasıdır, fakat özveriye ilişkin
h aklar sözleşm esi geçerliliğin i yitirm ez. Lynd’in terim leriyle söy­
lersek, bireyin u tan çtan k u rtu ld u ğu n u h issettiği yere ulaşması
SINIFIN GİZI.Î YARALARI 133

için ritüelieştirilm iş bir an yoktu r ve bu yüzden özverinin ahlaki


gerekliliği sona erer.

O r ta s ın ıf ile işçi sınıfı aileleri arasındaki farklılıklara y oğ u n ­


laşan önem li sayıda çalışm a, işçi sınıfı ailelerinde bab an ın o to ­
ritesin e ve disipline ço k daha büyük bir ö n em atfed ild iğin e işa­
ret etm ekted ir.29 A yrıca, bu “o to riter” ebeveyn tu tum ları ailede
b irlik te geçirilen zam anı uzatır, böylece b ir ço cu ğ u n b eb ek liğ in ­
de olduğu kadar yetişkinliğinde de belirgin olur. Ç ık a n son u ç,
genellikle ebeveynin dış dünyada statü den yoksun k alm asını ev
için d e o toriterliğ in i sürekli kılm asıyla telafi etm eye çalışm asıdır.

B u son uç b ir bakım a doğrudur, lâkin b ir anlam da da y an ıl­


tıcıd ır. O rta sınıftan bir baba, işindeki g erilim leri bu nu ç o c u k ­
ları için yaptığını düşünerek görm ezlikten gelebilir, lâkin süreç
içerisind e daha üst bir sınıfa, diyelim kendisi gibi olm ayan ların
sın ıfın a yükselm e arzusu duym az. O ’M alley ve B ertin g ibi işçi
sın ıfın d an babalar ise çocu kları için fedakarlık yapm adaki am acı
o n ların kendileri gibi olm ayacağında görürler; eğ itim le ve doğru
arkadaşlar edinerek çocuklar, rasyonel k on tro lü öğren ecek, ken­
d ilerin in daha d o n an ım lı olm alarını sağlayacak seçim leri yapm a
g ü cü n ü elde edecek ve babaların d an farklı olarak dünyayla başa
çık m ad a daha güçlü olacaklardır. Ç o c u k daha d o n an ım lı o lm a­
da başarılı olursa, bab a bu nu sadece vekaleten yapar: fedakarlığı,
u tan ç hissetm esine, yetersizlik duygusuna yenilm esine neden
olan toplum sa! koşulları yaşam ında sona erdirm ez. İşçi ailelerin ­
de babaların çocu klarına “o to riter” tavırlar gösterm esine baskı
d em ek yanıltıcıdır, zira baba, ço cu ğ u n u n an n e b ab an ın h ayatını
b ir m od el olarak değil fakat bir uyarı olarak ö rn ek alm asın ı is­
tem ekted ir.

O zam an işçi sın ıfın ın fedakarlığı b ir ritüel değildir. U ta n c ı


son a erdirm ez, çü nkü gerçekten de top lu m sal g üçlerin in san la­
29 Bu çalışmalar arasında en iyilerinden biri şudur: Melvin L. Kohn. See his
Class and ConForm ity: A Srudy in Values (Hom cvvood, İU .: D crsey Press:
196g).
134________________________ YARANIN KAYNAK1ARI____________________________

ra b ir zayıflık yüklem esinin zam an içerisind e bir sınırı yoktu r;


zayıflık, in san ların kim old u kların a göre inşa edilir. Fedakarlık
sözleşm esi, tam da bu n ed enle, ‘sana kend im i adayacağım , sen
de ben n e istiyorsam onu yapacaksın, bu beni daha iyi yapacak,
senin dışında başka bir hayatım olm adığı duygusunu böylece
en gelleyebilirim ’ sözlerinde ifadesini bu lan basit bir alışveriş de­
ğildir.

Fedakarlık b ir ritüel değilse, en azından b ir alışkanlıktır. K o ­


nuştuğum uz kadınlar k ocalarınd an fedakarlık yapm alarını ve
geçim lerini sağlam alarını beklem ekted ir, ve bu beklen tiyi aynı
zam anda kad ın lar olarak, eşler olarak, an neler olarak k end i fe­
d akarlıklarıyla gerekçelendirirler. B u tü rden bir alışveriş ilişkisi,
üzerinde k on u şu lm am ış, herkesin b irb irin in fedakarlıklarına da­
yandırdığı bireysel yüküm lülüğe ilişkin b ek len tiler çoğu ailede
ortaya çıkar.

K ocaların eşlerinden b ek len tileri, k ad ın ların tam am en çeliş­


k ili hissetm esin e yol açıyordu. Evde ço cu k b ak ım ın ı, ev işlerini,
alışverişi, fatu raların öd enm esin i ve b u n a benzer işleri ü stlen m ek
zorundaydılar. B ir kad ın , “Bu işlerin h ep sini y apabilirim , so n u ç­
ta b ir erkeğin iyi bir eşten beklediği budur. Sıkışıp kaldığım ı h is­
sediyorum bu evde, bir de E d d ie alım lı b ir kız olm am ı istiyor”
d em işti. “Ev işleri için b ir günde 1 2 -1 4 saat zam an h arcıyoru m ,
son ra da b en d en yatakta seksi o lm am ı istiyor. ‘B ü tü n gün çok
çalışıyorsam geceleri de tam bir k o ca olu yorsam sen niye b ir ka­
d ın o lm u y o rsu n ?’ diyor bana. H ep si de nasıl davranm am ı iste­
diğiyle ilgili. Y ani, h em ken d im e çeki düzen verm em i ve çekici
o lm a m ı, h em de aynı zam anda, eğer iyi b ir eşsem , sabahtan ak­
şam a an n e-b a b a o lm am ı ve işleri y ap m am ı, yani hayatla başa
çık m a m ı istiyor.”

B u b ö lü n m e, g en ç erkekleri ve erk ek ço cu k ların ı etkileyen


toplu m sal y eterlilik ve sevgi k od ların ın çelişm esin in b ir aynası­
dır. B ir taraftan seksüel “kadın” o lm a, d iğer taraftan bir evi ve
aileyi idare ederken çıkan soru nlar üzerinde k on tro lü sağlam a,
SINIFIN GİZI.I YARA!.ARI 135

evi yeterli biçim de y ön etm e aynı anda bulunur. B ir kadın, ç o ­


cu k ların ı yetiştirirken ya da kom şularla m eşgul olu rken k ocan ın
ve kendisinin gözünde daha çek ici, daha duygusal, daha hoş g ö ­
rünm ez. H ayatla başa çık m a yeteneği cinsellikle çelişir ve ondan
ayrılır.

K ad ınlar kocalarından talep ettikleri şeyleri o n ların y eterin ­


ce tatm in etm esinin olanaksız oldu ğu nu düşünse bile, genellikle
k ocalarının sırtındaki yüke derin b ir duygudaşlık gösterirler. B u ,
erkekleri korum ak isteği olarak ifade edilir, zira kocaları eve ye­
terin ce gelir getirebilm ek için ço k çalışm akta old u ğu nd an çoğu
kadın gü n d elik ev işleri ile k en d isin in uğraşm ası g erektiğini d ü ­
şünür. B u onları m utsuz etse b ile, tıpkı bayan O ’M alley g ibi,
k ocalarına borçlu hissettikleri fed akarlıktır bu.

Ö zetle fedakarlık sözleşm esi, şu türden ana çizgilere sahip­


tir: fedakarlık yapan kişi kendi yaptıklarına d iğ erin in refahına
hizm et ediyor diye bakar tem el olarak. Ç o cu k la r söz kon u su ise,
bu h izm et gelecek içindir; ço cu k ya da eşi içeriyorsa, şu anda
gösterilen özveri, diğerinin şu andaki özgürlüğünün sın ırlan d ı­
rılm asını m eşrulaştırır. Evdeki fedakarlık, fabrika ya da oku ldaki
m eşru ik tid ar gibi, özgürlük ve öz saygı arasında b ir çatışm a o r­
taya çıkarır.

O r ta sınıftan gelenlerin tersine bizim görü ştüğüm ü z erkek­


ler sadece boş zam anlarını feda edebilirler. Fedakarlığın bedeli,
O ’M alley ve B ertin gibi babaların evde bir istikrar ağı yaratm ak
değil, fakat kendilerinden ço k daha yüksek b ir toplu m sal hayata
k atılacakları için ço cu klarının k endilerin i geliştirm esini teşvik
etm eye çalışıyor olm aları b ak ım ın d an olağanüstüdür.

K uşaklar boyunca gerçekleşen bu dönü şü m , yani para ve za­


m an karşılığının ötesinde, evin dışına yayılm ış bir adaletsizlik
im gesi, b u kişisel kararlılığın için d e örtülü gizli b ir sınıfsal ö fk e­
ye ipu cu oluşturur. Bu d ö n ü şü m ü n çocuğu yapm ası için davet
ettiği şey, geçm işini terk etm esi, on u n için kendisini feda eden
anne b abasın ı tam am en arkada bırakm asıdır. B u n u yaparsa, in ­
136 YARANIN KAYNAKLARI_______________ ________

sanların saygısına h ü km ed ebild iği bir rü tbeye sahip b ir adam


olursa, onların üzerinde yükselerek onlara ih an et ediyor olm az
mı? H ay atın ızı, kendi yaşam ınızı sürdü rm ekten daha yüksek bir
ahlaki am aca bahşettiğinizde k açınılm az so n u ç ihanet değil m i­
dir?
Ihajneîm G örünüm leri ve Fedakârlık
K u rtuluş, görünüşte T o m D eW o lfe ve karısına olduğu g ibi, ço k
az sayıda kişinin başına gelm iştir. D e W o lfe ve karısının k en d i­
lerine saygı duyan, sporda başarılı ve oku lda sevilen birer lider
olan d ö rt oğulları var. H epsi de ya üniversite m ezunu ya da ü n i­
versiteye girm ek üzere. D eW o lfe ailesi ço cu k ların ın y eten ek le­
rini de göz önü nd e tu tarak onlar için hem ev içinde bir takım
im k anlar yaratm ak hem de eğitim alm aların ı sağlam ak için çok
m ücadele eden, düşük bir eğitim düzeyine sahip iki em ekçidir.
“B en im bütün hayatım bu olm uştu ” diyor D eW o lfe, “ço cu k la­
rım b e n im sahip olm adığım şeylere sahip olsu n dive para ka­
zanm aya çalışm ak... Ş im d ik i hedefim 6 2 yaşında em ekli olm ak,
böyiece b ir kaç yılın tadını çık arab ilirim .” D eW o Ife’lar kuralcı
b ir ebeveyndi, ço cu k ların ın k endilerin i ders çalışm aya verm esi­
ni istiyorlar, onları sokağın etkisind en olabildiği kadar k oru m ak
için katı kurallar koyuyorlardı.

Ç o cu k la rın ın y ap tıkların d an gurur duyuyorlar ve onlardan


yansıyan gururu hissediyorlar. Aynı zam anda ço cu k ların ın b a­
şarısının, kend ilerini birer birey, yani dışarıdaki ailelerden üstün
olm aları an lam ın d a onları kom şularından b ir göm lek üstün k ıl­
dığını düşünüyorlar. “Şim d i b ir sürü insanın çocu k ların ı, g eçtim
büyük b ir üniversiteye, herhangi b irin e bile gönderem ediğini
d ü şü nü nce, bu harika bir şey. Yani b u n d an kurtulm uş olm ak,
m u tlu lu k budur.”

N e var ki b ir insanın ço cu k ların ca sağlanm ış böyle b ir vekale­


ten h ayat, büyük tehlikeleri de içinde taşır. Z ira çocuklar, b ir in ­
sanın sadece uzantıları değil, hayallerinin cisim leşm esidir, fakat
bağım sız varlıklardır. D eW o ife ailesinde olan şey de, bu bağım sız
varlıkların gerçekleştirdiği en doğrudan ih an et biçim i olm uştur.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 137

D cW o ife ’ların çocukları g ençler arasındaki değer değişim leri


içerisinde büyüdüler, ebeveynleri tarafınd an ve onların d ö n e­
m in d e el üstünde tutulan m eşru laştırm a ve cezalandırm a k u ru n ­
tularını hayata geçirm ede giderek daha fazla isteksiz oluyorlar.
N ed en ço k çalışm aları gerektiğini, neden “an ne ve babaların ın
k ü çü k m ücevherleri” olm aları gerektiğini sorguluyorlar, içlerin ­
den birinin dediği gibi: “Babam a bak ıy oru m ve ağlam ak istiyo­
ru m ... am a neredeyse benden nefret ediyor, b ir doktor, avukat ya
da saygın biri o lm ak istem iyorum diye.”

Ç o cu k la r okuldan ayrılmayı ya da bir sanat erbabı olm ayı


d ü şü nü rken, aileleri buna üzülüyor, zira bu durum da ço cu k la ­
rını tam am en um dukları b içim d e ku rtaram am ış olm aları onları
kişisel olarak tatm in etm iyor. Fakat an n e babasını hayal k ırıklığ ı­
na uğratm ayan bir genç de aslında onlara ih anet eder.

“B en d en korkm alarına h iç ses çık arm ıy oru m ” diyordu R is-


sarro üniversitedeki çocukları h ak k ın d a konu şu rken. “Ç ü n k ü
‘sizin ardınızda bir eğitim iniz var, b en i itip kakacaksınız’ diyo­
rum , ‘atarım sizi evden dışarı, size ih tiy acım yok’ d iy o ru m . P at­
ro n u n u n kim olduğunu anlam alarını sağlıyorum ve ban a saygı
duyuyorlar. Zira, yaptıklarının yanların a kalm asına izin verirsem ,
b ilirsin , hem en beni ikna etm eye çalışırlar.”

Sıra dışı bir durum dur bu, ö n celik le dürüst bir ifade olarak,
am a daha ço k ifade ettiği korku nedeniyle. D eW o lfe’dan fark­
lı olarak R issarro, çocu kların oku la devam ederek onlara kabul
ettird iği sözleşm enin kendilerine düşen k ısm ın ı yerine g etird ik ­
lerin i görüyor. Fakat bu, şim di kend isi üzerinde b ir güce sahip
olacakları, “rü tbe üstünlüğünü” k u llanabilecekleri, “eğer yanla­
rına kâr kalm asına izin verirse” o n u “itip kakacakları” an lam ın a
geliyor ve bu nd an korkuyor.

G erçek ten de, baban ın fedakarlığı ço cu kların h ayatım d ö ­


nüştürm eyi başardığında o zam an kendisi o n lar için b ir yük,
b ir u tan ç olur. G örüşm elerim izde b ir işçi, “h ayatının bü yü k
o la y ia rf’ndan b irin i anlatırken fevkalade d oku n aklı b ir an ya­
138 YARANIN KAYNAKLARI

şanm ıştı. Ç ocu ğ u n u n devam ettiği ü niversitenin kardeşlik der­


neğindeki ebeveynler gününde o ğlu n u ziyarete gittiği zam andı.
K arısı b ir ja m b o n pişirm işti, “yani biz torpilliydik”, ön kapıya
doğru yürürlerken onu n tepkisi şuydu:

“Ç o cu k la rım ı bir üniversitenin kardeşlik evinde göreceğim i


h iç d ü şü n m em iştim . H ep tan ışm ak isteyeceğiniz ço k hoş in ­
sanlarla karşılaştık. Bizden farklı sınıflardan insanlar işte, bakın
şöyle izah edeyim . Bu insanlar nereden geldiğim i bilseydiler,
B o sto n ’un doğusundaki bir kenar m ahalleden geldiğim i yani,
onu çevrem ize sokm am ız im kansız derlerdi. Y ani, kabul edelim
ki yüzleşm em iz gerek, geldiğim iz yere biraz saygım ız olm ası ge­
rek. B izim o ğlan ın şu anda bu lu ndu ğu kategori oradakiler. Ş im ­
di eğitim li bir grup arkadaşıyla beraber. G eld iği yerin yakının a
b ir gitse, b ir sürü serseri, kabadayı, n o k ta .”

D iğ er taraftan , fedakarlığın ev için d e ço k güçlü b içim d e ya­


rattığı saygının tahrip edilm esi, g ençlerin başarı ya da başarısız­
lığını etk ilem ez; daha doğrudan olan şey, sevginin bu sözleşm e
altın d a h ayatta kalıp kalam adığıdır.

Sevginin fedakarlık olarak ortaya çık m asın d ak i trajedi, m in ­


n etta r h issetm ek zorunda bırakılan ların b u n u yapam am asıdır.
Ç o cu k la r için fedakarlık, an ne b ab aların ın gerçekten onları sev­
d ik lerin in göstergesi olm aktan ço k k en d ilerin i k ullanm asının
b ir yolu o larak görünür. Ç o k çalışan b ir işçin in en büyük oğlu
m esela, b ab asın a içerlem ekte ve b ab asın ın o n u n için “bir şey ya­
p ıyor” o ld u ğu n u hissettiğinde kızm aktadır. O n a göre fedakarlık,
istediği bir şeyden dolayı varlık bu lan b ir şey değildir, bu yüzden
de fedakarlığı kendisini savunam ayacak o lan babasının oynadığı
gizli ve daha ço k korkakça bir güç oyunu olarak görm ektedir.

B u n ed enle ço cu k , ihanete uğram ış old u ğu n u d ü şü nm ek te­


dir, zira b abası o n u “suçluluk p sik o lo jisin e” sokm aktadır. Buna
karşılık baba da ihanete uğram ış hisseder, çü n k ü oğlu babasının
y a p tık ların d an dolayı m üteşekkir old u ğu n u gösterm eyi ya da
söylem eyi reddetm ektedir.
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 139

B u nu n nedeni, babanın çocu klarına y ö n elik davranışlarında


baskıcı b ir toplu m un değerlerini “içselleştirm iş” olm ası değildir
aslında, daha ço k belli bir anlam da to p lu m u n y erin e geçm eye
çalıştığındandır, zira p asif ya da m adun ro lü n e yaslanm aya karar
veren birid ir o. Bu fedakarlığı daha fazla sevim siz h issetm ek için
yapm az. H aysiyet ihtiyacı, bir kişiyi için e doğduğu dünyaya bir
şey kattığ ı, bu dünyada bir anlam inşa ettiğ i duygusunu gün be
gün elde etm eye iten b ir özlem dir. A n n e ve b a b a n ın bu feda­
karlığının oğulları için sinsi bir kullanm a, k ö r b ir sevgi talebiyle
ilgili b ir dayatm a olarak görü lm esi, ne b ab an ın ne de oğulun
ö n ü n e geçem eyeceği zorunlu bir sonuçtur.

K en d in i adam a ve karşılığında n an k ö rlü k g örm e m eselesi,


evin de ötesind e, em ekçilerin A m erika’da sahip old u kları s ın ıf
kon u m ların d an daha genel bir farkındalığa uzanm aktadır. Y ük­
lendikleri kaygıların, k atlan m ak zorunda old u kları gerilim lerin ,
to p lu m u n karşılık olarak bir şey verm esi için onlara kend ilerin ­
den b ir şey talep etm e hakkı verm esi gerektiği, devletin ve diğer
kurum ların s ın ıf gerilim lerini daha da k ötü leştirm em esi gerek­
tiği duygusu h âkim dir burada. Fakat n an k ö rlü k , toplu m dan
hissettikleri karşılıktır, aynı zam anda fed akarlıkların ın nihayet
başkalarının saygısını istem e konu su nda b ir talep olu ştu rduğu ­
nu kabul etm eyi reddediştir.

T o p lu m u n çalışm ayanlara refah yardım ı sağlam ası, fedakar­


lık sözleşm esinin ihlalinin gerçekleştiği en belirgin alandır.

Ailenin Ötesinde Fedakârlığa İhanet


“Yoksullara y ard ım !” diye h om u rd anıyor b ir duvar ustası. “Ç o ­
cukları olan tem b el sürtükler sanki bir fabrika g ibiy d i., çalışm az­
san yaşam azsın, doğru m u?” D ah a sonra en büyük oğlu h ak k ın ­
da şunları söylem işti: “N eden işe g itm ek için k ıçın ı y ırtsın ki, bir
zam an ağırdan alm asına izin verdim . K en d im de biraz serserilik
y a p m ıştım ...”

B u rad a görü n en çelişki fedakarlık id eo lo jisin d en kaynakla­


nır.
140 YARANIN KAYNAKLARI

D u var ustası, devletten yardım alanların toplum sal düzende


saygı elde etm eye çalışm aktan vaz geçtiğini ve bu nu n “yanlarına
kâr kald ığını” düşünüyor. “Para için çalışıy oru m ” diyor. “İşim,
ailem için çalışm aktır.” Buradaki duygular b ilin d ik ; fakat arka­
sında saklı olan şey, yardım alan insanlara ilişkin düşünceleriyle
harekete geçirilm iş olm asıdır: “B u nlar çalışm ak istem ezler, ne
bileyim eğlence olsun diye, alem yapm ak ve seks için yaşarlar.”
Yardım alan “ü çk ağıtçı” im ajı o n u n için ad eta b ir m ıknatıs gibi;
onu n yaptığı fedakarlıkları yapm ayı red d etm elerine ağzı açık
kalm ış b içim d e tekrar tekrar bu konuya d önü yor. “B en i öldüren
şey yardım a m u h taç olan şu insanlar ya da b u n u n gibi şeyler, şu
sürekli viyaklayan siyahlar. H iç çalışm ak istem ezler. B en art arda
bazen dokuz, on gün çalışıyorum . B en i öfk elen d iren şey, mesela
başka birileri, bak yardım alan şu sokaktaki kadın var ya, sahte­
karın teki, fakat hâlâ yardım alabiliyor. O alışverişe giderken ve
gelirken taksiye biner, parasını da biz öderiz.”

Yardım a m u h taç o lm ak ne gibi bir şey o lab ilir diye doğru­


dan sorduğum uzda, old u kça farklı b içim d e yanıt veriyor. Ç o k
iyi biliyor ki bu insanların büyük ço ğ u n lu ğu çalışam ıyor, olası
“ü ç k a ğ ıtç ıla rın sayısı da aslında old u kça k ü çü k . Başka bir işçi­
nin karısı, kocasının nasıl yılda dört ya da beş kez sarhoş geldiği­
ni an latırk en , “K onuşm aya değm ez. Ş im d i d u rup dururken nen­
den çıktı bu? H adi şu yardım alanlarla ilgili k on u şalım ” diyordu.
H ırslı anlarında duvarcı ustası, yardım alan insanlara m addi k o ­
laylıklar getirdiğine öfkelen d iğind e, böyle b ir kam usal yardım ın
kendisine getireceği aşağılanm a duygusunun, bu insanlara aslın­
da nasıl davranıldığının farkına vararak biraz duraksıyor.

B u “ü çk ağ ıtçı” im ajı insanları neden böy le h eyecanlan dırı­


yor? N ed en bu öfke “üçkağıtçıların ” sayısına göre orantısızdır?
B u nu n n ed en i, yardım alan üçkağıtçılara duyarlı olan insanların,
bu yardım ı alanlarla siyahlan basitçe eşitlem e eğ ilim ind e olm ala­
rı değildir. G ö rü şm elerim izin h içb irin d e insanların siyahlardan
k alıtım aracılığıyla lan etlen m iş bir grup olarak bah settiklerine
rastlam adık, işçilerin “ iyi” ve “k ö tü ” siyahlar arasında yaptık-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 141

lan ayrım , “iyi” siyahlan kendileri gibi düşünen ve yaşayan in­


sanlar olarak, bunun tersine “k ö tü ” siyah lan ise tem bel, cinsel
olarak doyum suz, işçiyi küçüm seyen b ir çevreden m edet um an
toplu m d an kopm uş kişiler olarak g örm esin d e yatar. B ü tü n bu
yardım alan ü çkağıtçıların siyah olduğu farz edilirken, b ü tü n si­
yahların bu türden insanlar old u kların ı düşünm ezler.

Burada b ir parantez açalım : A m erika ve İn giltere’de beyaz


işçiler arasındaki hoşnutsuzluk üzerine son zam anlarda yapı­
lan araştırm aların çoğunluğu, Siyahların m eydan oku m alarının
doğrudan doğruya mavi yakalı işçileri baskıladığı gerekçesine
dayanarak, bu işçileri ırkçılık ya da ırk düşm anlığı duyguları­
na eğilim li olarak değerlendiriyordu. D ah a özenli araştırm alar
bu düşünceyi desteklem em ektedir. Irk çalışm aları bugüne kadar
karm aşık toplum sal belirleyicilere dayanarak şekillendi. B ir S i­
yah m ahallesinden ya da toplu lu ğu nd an uzak yerde o lm ak ö r­
n eğin, çok daha iyi bir göstergedir: Siyahlardan uzakta yaşayan­
lar onlardan daha fazla korkm a eğilim indedir, çü n k ü Siyahlara
ilişkin betim lem eleri gündelik ilişkilerden değil fakat toplu m sal
izolasyonla üretilen fantezilerden kaynaklanır. Siyahların yeni
yeni yerleşm eye başladığı bölgelerde yaşayan em ekçiler, h alih a­
zırda zaten siyah ve beyazların b irlik te oturduğu karışık m ah alle­
lerde yaşayan em ekçilere göre daha önyargılıdır. B ir araştırm ada
yardım alan “üçkağıtçılara” karşı en önyargılı olan g ru bu n , Siyah
varoşlarında yaşayan Siyah orta s ın ıf kadınlar olduğu ortaya çık ­
m ıştır.

Bu d urum da bizim görü ştüğüm ü z işçileri rahatsız eden şey


Siyahlar değil, fakat insanların “b en im yanım a kâr kalm ayan ın
o n ların yanına kâr kalm ası” düşüncesidir. Fedakarlık yapm ayı
reddeden insanlar varsa, an cak devlet tarafından yardım alıy or­
larsa, bu tü r insanların varlığı özveri göstergesi davranışların
an la m ın ın sorgulanm asına neden olur. Fedakarlık gön ü llü b ir
erd em , fedakarlık yapanın kendi yaşam ının m addi k o şu lların ­
dan yaratılan bir anlam o ld u ğu nd an, özveri gösterm eksizin o t o ­
ritelerd en yardım ve şefkat gören sadece tek b ir “yardım alan
142 YARANIN KAYNAKIARI

ü çk ağıtçının ” olm ası bu iradeyi, yaratılan bu an lam ı savunm asız


kılacaktır. “Ü çk ağıtçıların ” duvarcı ustasının bilm ed iği b ir gizleri
var m ı? H ayır, o zam an bu onda h içb ir şey bırakm ay acak , k en ­
d ini feda etm ek bile o n a g ü ç verm eyecek. Yardım alan kad ın lar
özgürse, kend ilerin i ve h er zam an var olan am a asla g örü n m ey en
k ocalarını destekleyecek parayı devletten alabiliyorlarsa, bu du ­
rum da ailesini geçindiren olarak lüzum suz biri oldu , fed ak arlık ­
larının çocu kları ve karısı için artık bir anlam ı kalm adı dem ektir.
Y in e de, görd ük ki sadece fedakarlığın bir kişiyi sevdiği insanlar
için “değerli” yaptığı var sayılm aktadır.

Fedakarlık yapm ayı reddedenler, bu nedenle, k ötü lü ğ ü n c i­


sim leşm esi, iyi b ir insanın yaptığı her şeyin in k arı, sadece k en d i­
lerine k ötü olm a değil, aynı zam anda in an m ak ve u m u t etm ek
için gerekli olan kendi g ü çlerin in de yıkıcısı olsa gerek. A n cak
onlar, iyi seks ve alem yapm a faaliyetlerinde, işçiler çalışm ayı
bıraktığın d a ne tü rden bir özgürlüğe kavuşacaklarını da onlara
gösterirler. Tam da bu n ed enle ço k çalışan babalar, “yardım alan
ü çk ağ ıtçı” figüründen hem ürker h em de büyülenir.

Bu tutum lardan çıkan dolaysız b ir son u ç, kam u yardım ı alan


Siyahların in tik am arzusu ve öfke duvarıyla karşılaşm asıdır, bir
ç o k çalışm a Siyahların bir yaşam b içim i olarak yardım alm ak tan
işçilerin kin e eşit bir hid d etle n efret ettiğ in i g österm esin e rağ­
m en . N e var ki aynı öfke, fedakarlık sözleşm esine karşı ih a n et­
lerde de yeniden ortaya çıkar, fakat başka bir bağlam da, teh d it
aşağıdan değil de yukarıdan geldiğinde.

Televizyon tam ircisi Fred G o rm a n , yardım alan “te m b e l”


insanlara karşı hoşnu tsu zlu ğun d an h iç kim seye ödün verm iyor.
I.akin öfkesi, üniversite m ezunu iki m üh end is olan fakat altm ışlı
y ılların sonunda havacılık en d ü strisind eki b u n alım d an k u rtu la­
m ayan iki m eslektaşı için eşit derecede büyüktür. (B u tü rden
h ızlı düşüşler, değişik hesaplam alara göre profesyonel çalışan la­
rın yaklaşık % 1 3 ’ünde g erçekleşm iştir). N ed en nadiren de olsa
b irin in saygınlığın azalm ası G o rm a n ’ın k ü çü m sem esin e neden
oluyor?
SINIFIN GİZLİ YARALARI 143

“A ram ızda onlar gibi insanlar olm asınd an h oşlan m ıy oru m ”


diyor. “Yani eğitim li adam lar onlar.” Sahip olduğu kişisel ba­
ğım sızlık ideallerine göre eğ itim li insanlar T V tü p lerin i değiş-
tirm em eli. K endisince kendi k on u m u y la barışık, “sadece tem bel
tem b el oturu yoru m ” diyor, fakat toplu m sal düzenin bu gibi in­
sanları feda edebileceği d ü şü ncesini kabul etm esi zor. E ğ itim li
insanların, her şeyden ön ce, ayrıcalıklı, vazgeçilm ez b ir özgürlü­
ğe sahip olm aları, hiç kim sen in ellerinden alam ayacağı b ir gücü
kendi içlerinde geliştirm eleri beklenir. Z a y ıf oldukları ispatlanır­
sa, bu, güvenlik, özgürlük, kendisi ya da çocu kları için kaçış yolu
yok d em ektir; aynı zam anda fedakarlıkları an lam dan yoksun de­
m ektir. B u yüzden, k on tro lü n kendi ellerinde o lm ad ığ ın ı im a
eden bu insanların kaderine ilişkin herhan gi b ir yoru m a itiraz
ediyor ve kendisi gibi insanları rahatsız ederek, onları korku tarak
bu insanların “tem bel tem bel otu rm aya” karar verm iş olm ala­
rı gerektiğinde ısrar ediyor. D olayısıyla iş arkadaşları olarak bu
tü r adam ların varlığı, G o rm an için , sadece toplum sal düzenin
gülünçlüğü değil, aynı zam anda kişisel bir aşağılam a an lam ın a
gelir. O n u n la eşit bir k on u m a düşm eleri bir tür ih anettir.

Ç o ğ u işçinin öğrencilere duyduğu öfke de kısm en aynı te­


m elden kaynaklanır. Yeteneğin ve ayrıcalığın tah tın a oturm ayı
reddetm ek, bu koltuklardan engellenenlere kişisel bir aşağılam a
olarak görünür. A yrıcalıklı olan bir ço cu k saygıdeğer k alm ak is­
tem iyorsa, kendi m ahru m iyetlerim d en kurtuluşun m ü m k ü n o l­
duğuna nasıl inanabilirim ? O n la r geleceği şekillendirir, gelecekse
bana ihanet ediyor.

G örüşm elerim izde insanlar “b ir h içm işsin gibi m u am e­


le g örm e”, “pislikm işsin g ib i”, “b ir odun parçasıym ışsın gibi
g örü lm e”ye karşı büyük bir k ızgın lık gösterm işlerdi. B ir insan
nasıl kendisini görünür kılabilir?

“İşte hem en sokağın aşağısında, kendilerine öz saygıları


yokm uş gibi davranan insanlar var... Yani çocu kları y ırtık pır­
tık elbiseler içinde ve günlerini gün ediyorlar... partiler, şu b u ...
144 YARANIN KAYNAKLARI

evleri hep dağınıktır, h içb ir çaba gösterm ezler... evet, bu beni


deli ediyor, çünkü biz adım larım ıza d ikkat ediyoruz, düzgün bir
ev kurm aya çalışıyoruz ve bu nu n gibi insanlarla karşılaşıyorsun,
m ahalledeki her şeyi m ahvediyorlar.”

B u öfke, aslında her iki ailenin de eşit k o n u m d a olduğu bu


dünyada, beyaz bir kasap tarafından yine beyaz b ir itfaiyeciye
y ön elik olarak söylenm işti. K en d i öz d isip lin in i b ir ö lçü t olarak
kullanıp, bu nu söyleyen kişi bu kızgınlıkta k endisini, kendine
saygısı olm ayan aşağı sokaktaki “ç ö p k e n ayrı olarak olu ştu ra­
bilm ekted ir. Fedakarlık bireyciliğin son kaynağı, yeterliliğin son
göstergesidir. Sizin için daim a elverişlidir, çü n k ü arzularınız her
zam an sizin parçanızdır. K on trol etm e yeteneğinizi kanıtlayan
yapabileceğiniz en tem el eylem dir; başka herkes başarısız oldu­
ğunda erdem li olm anın son göstergesidir.

Fedakarlık, öyleyse, b ir kişinin kend ine özgü, odaldanm ış bir


öfke hissetm e hakkıyla b irlik te kendisini bir birey olarak g örm e­
sini m eşrulaştırır: daha az gi'ıç sahibi olan larla karşılaştırınca sizi
b ir birey, erdem li bir kişi olarak kurarken , özveri, sevginin çar­
p ıtılm asın ı olanaklı kılar; sizi savunm asız bırakan soyut, g örü n ­
m ez, kişisel olm ayan güçlerden ziyade üzerinde baskı kurulm uş
olanlara, m azlum lara öfkeyle saldırdığınız en sinsi ve yıkıcı bir
ben b ilirim ciiik b içim in i uygulam anıza izin verir.

Şim d iye kadar yaptığım ız fedakarlık ve ih an et analizleri bir


b akım a old u kça yanıltıcıdır. Fedakarlık, b ir toplum sal sözleş­
m en in ihanete uğrayabileceği varsayım ını harekete geçirirse, bu
d urum d a sorun, insanların b ilin cin i nasıl örgü tled iğind e görü ­
nebilir. Kişisel terapi gerekli g örü n ecek , böy lece em ekçiler k en ­
d ilerini geri plana çekerek kişisel hak, kişisel değer duygusu elde
etm eye çalışm aktan vaz geçeçeklerdir.

N e var ki soru n, b irin in toplum sal k o n u m u n a fedakarlık ara­


cılığıyla ahlaki anlam verm en in , İçişinin k o n tro lü n ü n ötesindeki
güçler tarafından beslenen b ir arzu elm asıdır. Bu “soru nu n ” kay­
nağı toplum dur, top lu m insanları toplu m sal k on u m u n u kişisel
SINIFIN GİZLİ YARALARI 145

değer açısından tercü m e etm eye zorlar; bu n ed enle insanları b ir­


birlerine düşm an eden bu ih anet korku su nu ö n lem ek için top lu ­
m un kendisinde sınıflandırm a sürecini ö n lem ek gerekir. İhanet
duygularının bu toplum sal o lu şu m u n u , b ü tü n görüşm elerim iz
arasındaki en dram atik tartışm ayı tam olarak alın tılar ve yoru m ­
larsak belki daha açık hale getirebiliriz.

B u görüşm e, bir öğleden sonra ço ğ u n lu kla mavi yakalı beyaz


işçilerin oturduğu m ahallede ço cu k ları aynı ana o k u lu n a giden
altı kadın arasında gerçekleşm işti. T a rtışm an ın en hararetli ye­
rinde D o lly Sereno ve M yra G o u ld arasında ırk m eselelerinde
en eski klişelerden biri olan siyahlar ve beyazlar arasındaki evlilik
üzerine b ir tartışm a çıktı.

D o lly Seren o, “M yra, senin A lice evlenm ek için eve birini


getirse ne yapardın? Ü stelik de siyah bir adam ı getirseydi?” diye
sordu. M yra “B u n u biliyorsun” diye y anıtladı gülm esini keserek,
“her yobaz bu soruyu sorar.”

D olly, “ İyi tam am , sadece soru yoru m . B elk i de bir yobazım ”


dedi.

B ir sessizlikten sonra, M yra uzun b ir k o n u şm a yapacakm ış


gibi bir giriş yaptı. “Yani, çü nkü onlardan h oşlan m ad ığım ızı dü ­
şünüyorlar...” dedikten sonra D o lly sözünü kesti ve daha sert
biçim d e tekrar sordu, “Fakat sen k en d in n e yapardın M yra?”
D iğ er kad ın lar gülüm sem eye başladılar ve D o liy ’n in k ışk ırtm a­
larını onaylar b içim d e başlarını salladılar.

M yra, “N e m i yapardım? Ö n ce lik le , şey, bunu kurcalam ak


istiyorsan m u tlulu kla an latırım . Ö n c e lik le , b en im ço cu k larım
birçok siyahla arkadaş zaten, yani işte R o xb u ry ’de (B o sto n ’da si­
yahların oturd uğu bir kenar m ah alle), tam am , peki, k ızım ı çık ­
m aya zorlam azd ım ... çocu klarım bizim bu k on u d a ne düşündü­
ğüm üzü tam olarak bilir. K ızım ın b ir Z en ciy le evlenm esi ya da
çıkm ası h oşu m a gitm ezdi.” dedi.

D o lly “N ed en ?” diye sordu.


146 YARANIN KAYNAKI A RI

“O n la r siyah olduğundan değil. T o p lu m yüzünden. Yobazlar


tarafınd an in cin m esin i istem em . Fakat şunu dem em lazım : eğer
o , bu nu nasıl diyeceğim em in d eğilim am a, ‘güzel’ birin e ben ze­
yen bir siyahla tanışırsa, yani işte. Ve o n u eve getirirse, san ırım ,
y an i um arım cesaretim olurdu. O lu rd u m dem iyorum , çü n k ü b ir
kişiye böyle b ir şey soram azsın, fakat bu kişiyi b ir insan g ibi g ö ­
reb ilm e cesaretim olurdu. T an rın ın y arattığı biri. Ve b ilem ed im ,
y an i bak, yıllar ö n ce D olly, ben eve b ir IrLandalı getirseydim ,
a n n em beni pencereden dışarı atard ı.”

A nn e ve babası Italyan olan D o lly , “B iliy oru m , biliy oru m .


E v et, am a daha ö n ce kızının to p lu m yüzü nden evlenm eyeceğini
u m d u ğunu söylem iştin” dedi.

M yra, “T o p lu m cah ild ir tam am m ı?” diye yanıtladı. “Y ıllar


ö n c e , bir siyah ve bir beyazı B o sto n ’da yürü rken görseydin, on lar
uzaklaşana kadar gözlerini dikip bakard ın . Bu gü nkü m eselem iz,
ha tam am , peki. Bugün bu n u n h ak k ın d a ço k fazla dü şü nm ez­
sin , seni can evinden vurm az artık bu m esele. Siyahların yaşadı­
ğı yerde yaşam ıyorum , ço cu k larım ın siyahlarla tanışm a şansı da
işte an cak bu düzeyde...”

O zam ana kadar tartışm ayı izleyen Kathy, “T am am da,


az ö n ce ço cu k ların ın onlarla yaşadığını söylem iştin” diyerek
M y ra’ya tepki gösterdi.

M yra, “H a evet, bir sürü siyah ço cu ğ u tanıyorlar, fakat o n ­


larla yaşam ıyorlar, anladın m ı? B an a şöyle b ir soru sorsana, yani,
siyah b irin e b itişik evi kiraya verm eyi ya da onlarla kapı k o m şu ­
su olarak yaşam ayı um ursar m ıy ım ?” diye yanıtladı.

G ö rü şm e ci: “U m ursar m iydin ?”

M yra: “E lb e tte ki um ursam azdım , beş dakikada kiraya da ve­


rird im . E n azından bu beni rahatsız etm ezd i. O n larla kapı k o m ­
şusu olarak yaşardım , y akınlık gösterird im onlara, yani, onlarda
h erh a n g i b ir fark g örm ü yoru m .”

D o lly Sereno tereddütlü b içim d e “B e n , ben bu nların h iç b i­


SINIFIN GİZLİ YARALARI 147

rini istem ezd im ... doğrusunu söylem ek gerekirse” dem eye yel­
tendi.

B u sefer de M yra soru sorm aya başladı: “N eden? H adi söyle


n ed enini.”

Ç ekingen b ir biçim de, D olly, “Ç ü n k ü istem em . B e n ...” dedi,


M yra hoşnu t b ir tonda onun sözü nü kesti: “O n la rın yeterince
iyi olduğunu düşünm üyorsun.”

D olly, “Y eterince iyi değiller m i dedim şim di ben? B ir çok


siyah tan ıyorum , tanıdığım bazı beyazlardan ço k daha iyi bir çok
siyah.” diye yan ıt verdi.

M yra: “Peki. Tam am . K ızın b irin i eve g etirseyd i...”

D olly : “Ö lü rd ü m !”

M yra: “N iyeym iş?”

D olly: “S an a doğruyu söy leyeceğim ...”

M yra: “T a m a m , neden?”

D o lly : “Ö lü rd ü m !”

M yra: “A nlad ım da, sadece ölü rdüm dem en yetm ez. N eden
öleceğine ilişkin b ir gerekçen olm ası lazım .”

D olly : “K ızım ın siyah birisiyle evlenm esini istem ezdim . B irin ­


cisi, bu şeyden torunlara sahip o lm ak istem ezdim .”

M yra: “Şey ne?”

D olly : “B u evlilikten. N asıl diyeceğim bilm iy o ru m . Böyle to­


runlar istem ezdim çü nk ü ...”

M yra: “D erileri siyah olacak to ru n lar...”

D olly : “Tam öyle değil. Yarısı siyah yarısı beyaz olacak. Fa­
k at... to ru n larım ın yetişm esini g ö rm ek isterd im .”

M yra: “S en in kızın esm er bir İtalyan’la evlenebilirdi ve siyah­


ların bazısından daha koyu ço cu k ların olu rdu.”
148 YAKANIN KAYNAKLARI

D o lly : “Tam am peki, sadece diyorum k i... yin e de hâlâ siyah


biri o lm azd ı.”

M yra: “ Beyaz olu rd u.”

D o lîy: “ D o ğ ru .”

M yra: “Ç izdiğin çizgi hu yani.”

D o lly : “E m in o lab ilirsin .”

M yra: “ İyi, o zam an sen bir yobazsın.”

D o lly : “ Evet, belki de bir yobazım .”

M yra sakinleşti ve kendisine yanıt verir gibi “İyi, dem en ge­


reken ilk şey de bu zaten” dedi. D o lly üzüntüyle baktı: “Yani,
ne söylediğini biliy oru m , fakat sen k en d in , yani olm ayacağını
söylem e... A lice getirse ölm eyeceğini.”

Burada M yra biraz soğuk biçim d e davranarak, “H ayır, ö l­


m ezdim ” dedi. D o lly aniden ayağa kalktı ve bir aşağılam ayla
“A m an M yra, dem e bu nu ” diye bağırdı.

D a h a sonraki özel b ir sohbette D o lly S eren o onu ço k kızdı­


ran şeyin M yra’nın duygularının aslında D o lly ’n inkine benzer
old u ğu nu b ir tü rlü kabul etm em esi old u ğu n u anlattı, M yra “n u ­
m ara yapıyor”du. D iğ er kadınlarla da yalnız başına k on u ştu ğu ­
m uzda o n lar da benzer tepki verdiler. D o lly ’nin taranırdaydılar,
çünkü M yra’n ın “poz takındığım ” , k en d ilerin i daha “aşağıya
koyduğunu” düşünüyorlardı. M yra’ nm bu tartışm aya ilişkin dü ­
şünceleri ise karşıt durum a uyuyordu. O n a göre sevdiği ve saygı
duyduğu D olly, aptalca, “eğitim i olm ayan b ir düşüncesiz” gibi
davranıyordu.

B u görüşm ede, gizli, sessiz bir o to rite olan görüşm eci, M yra’yı
bir tür m ık n a tıs gibi çekm işti: M yra, g örü n ü şte D olly ile k o n u ­
şurken ayd ınlanm ış düşü ncelerinin onaylan m asını bekler gibi
sıklıkla g örü şm eciye bakıyrordu. D ah a sonra diğer kadınlardan
biri, M yra’nın bu tü rden kon u şm alarına asla tan ık olm adıklarını
SINIFIN GİZLİ YARALARI 149

söylem işti. K a th y ’nin dediğine göre M yra’n ın inandığı şeylerde


pek bir değişim yoktu, kon u şm a b içim in d e D o lly ’nin kendisi­
ni b ir yobaz olarak ilan etm eye zorlayan bir istek vardı. D iğer
kadınlar, kend isin i diğerlerinden ayırm a çabası için d e “num ara
y aptığını” düşündüklerinden M yra tarafınd an ihanete uğramış
hissediyorlardı.

M yra, y ab an cı birine kendisinin de eğ itim li ve “aydın” oldu­


ğunu g österm ek için görü şm ecinin oradaki varlığına kilitlenerek
bu tartışm aya ö m ü r boyu süren b ü tü n bir d en ey im in ağırlığını
koym uş, bu da on u n “ü stü nd eki” insanlara k en d isin in “b ir şeye
değer” old u ğu nu kanıtlam ak zorunda h issettirm işti.

B u türden bü tün bir d en eyim in onaylanm ası davranışı, bu


kitapta şim diye kadar incelediğim iz kitled en k end ini ayırm a ih­
tiyacı, p o litik m eselelere kendine has b ir d oku ve b iç im verir.

M yra’nın çevresindeki insanlar, o n u n her zam an “doğru” ola­


nı, açık fikirli ve aydın bir fikri savunuyor old u ğu na in an m ış­
tı, tıpkı M yra V ietn am Savaşını, A m erik a’daki açlığı ve bu nu n
gibi şeyleri kınadığı zam an ahlaki olarak doğru ve açık fikirli
olanı söylediğine inandıkları gibi. Fakat şim di buradaki tartış­
m ada M yra, çevresindeki insanlar açısın dan b ir soru n yaratıyor.
Ç ü n k ü söylediği şeyler insan sevgisinin işaretiyken, çevresinde­
kiler için u tan m a ve reddedilm e an lam ın a g elm ekted ir. Bu dü­
şünceleri üst sın ıftan ve eğitim li olarak gördüğü b ir y aban cın ın
onayım alm ak ve böyle yaparak diğerlerinden k en d in i ayırm ak
için ileri sürdüğünden, diğer kad ın lar ona bu konu da yardım cı
o lm am ak ta, h atta duygularının sam im iy etin i sorgulam aktadır,
zira M yra onlara karşı anlayışlı değildir. M yra g erçekten de çok
hoş görülüyse, neden bu hoşgörüsünü diğerlerine ih an et etm ek
için kullanm aktadır?

M yra ve D o liy arasındaki tartışm ad a "başka b ir b o y u t işin


için e girer. M yra, D olly’nin “ap talca... cah ilan e” davrandığını
söylediğinde onu geniş bir k itle için e yerleştirm eye çalışarak
D o liy ’nin utanm asına neden oluyor, böylece burada ve şim di
150 YARANIN KAYNAKLARI

o n a n la konuşurken, k en d isin in karşısındaki biri olarak D o lly


o rtad an kayboluyor. A şırı m illiy etçi, ırkçı an lam ın d a “geri kafa­
lı” lafı da aynı am aca h izm et eder: bir geri k afalı, altınd a gizlen­
m iş boş bir kafa o lan , “eğ itim li” ve “aydın” insanların üzerinde
yükseldiği bir k itlen in parçası olan b ir şeydir. A yd ın lan m a ve
nezaket tavırları, sın ıfın sihirli aynasında, b irey in kalabalıktan
ayrılm asının araçları olur, tıp kı W atson O k u lu n d ak i ö ğ retm en ­
lerin s ın ıf içindeki öğren cilerd en bir kitle olu ştu rm ası g ibi. S ın ıf,
bu tabloda bir kardeş k atli ortaya çıkarır; M yra’da kişisel ta n ın ­
m a arzusunu, D o lly ’de ih an et duygusunu kışkırtır.

K işisel fedakarlık bu tü rd en b ir yıkıcı güç yaratm az, am a ara­


cılık eder. Ö rn eğ in V ie tn a m ’dan henüz d ö n m ü ş g en ç bir adam
olan M ich ael Bow ers’i ele alalım . O rad ayken için d e olduğu sa­
vaştan tiksinm eye başlam ıştı, fakat ne kadar savaştan n efret e t­
tiyse m em leketin d ek i savaş karşıtı p rotestocu lard an da o kadar
n efret etm eye başladığını söylüyordu: “B u n la r im tiyazlı yöre-
k en tlerin liberalleri, bu insanlar. D iğ er in san ların ne yaptıkları
kon u su nd a h ü k ü m verebileceklerini sanıyorlar. O rad a savaşm ak
zo ru n d ay d ım ... yani ben vatanseverlik, V F W 30 saçm alığı ile bü ­
yüd ü m ve işte, d eğişm ek acı verir, ceh en n em i yaşadım b e n ...”
Savaş karşıtları şım arıktır, zira ceh en n em i yaşam adan başkaları
h ak k ın d a ahlaki yargılar verm ektedirler. “O n la rın avantajları,
yani zenginlik, eğ itim , yörekentler, onları d aha ahlaklı o lab ilir­
lerm iş g ib i düşündürtüyor. B ü tü n o süslü k elim eleriyle seni an la­
yabilirler, fakat sen onları anlayam azsın, zira sadece dekoru n bir
parçasısın. Yani, aslında kim se onları anlayam az, öyle sanıyorlar
yani, her b irin in kendi bireysel m eseleleri, çek in celeri var, daim a
özel in san lar olm uşlardır.” H iç kim se s ır f arkasına yaslanıp analiz
yaparak savaşın an lam ın ı Bow ers’in anlam aya başladığı b iç im ­
de gerçek ten de “anlayam az.” A n cak kendi zih in lerin i geliştiren
elitler, uzm anlıklarıyla, b ir şeyi anlam ak için o n u n için e dahil
o lm a k gerekm ed iğini düşünür.
30 T.S.N .: V FW (Veterans of Foreign Wars), özellikle ülke dışında savaşlara
katılmış ve 1899’da kurulmuş gaziler derneği.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 151

M yra ve D o lly arasındaki tartışm ada ve M ich ael Bow ers’ın


ifade ettiği duygularda açıkça ortaya çıkan m esele, s ın ıf antago-
nizm asının üzerinin örtü lm esin d en başka b ir şey değildir. Savaş
karşıtları Bow ers’ı öfk elen d irm ek için yola çık m am ıştı, tam da
tersine. N e de M yra G o u ld , D o lly Sereno’yu kızdırm aya kalk­
m ıştı; sadece dışarıdan gelen yabancı bir o to rite n in , g örü şm eci­
nin onayını alm ak istem işti ve süreç içerisinde D o lly ’nin duygu­
larını görm em eye başladı.

Toplum um uzda sınıfla ilgili en dehşet verici şey, haysiyet için


m ücadele tuzağı kurm asıdır. Eğer işçi sınıfındansan biriyseniz,
üst sınıftakilerin dikkatini çek m ek kon u su nd a yıllar yılı alışılm a­
mış ya da özel ço k az şey varm ış gibi davranm alarına k atlan m ak
zorunda kaldıysanız, bu m uam eleye üzülüyorsanız, an cak yine
de kendi gelişim iz hakkında doğru bir şeyi de y an sıttığın ı d ü ­
şünüyorsanız, bu durum da üst sın ıftak i insanların haysiyetine
dil uzatm ak, saygıya ilişkin kendi iddialarınızın gerçek b ir teyidi
olur. Bu kitaba göre, bir soyutlam ad an çok gün lü k hayatta so­
m u t varlığından kaynaklanan b ir soru n olarak sın ıf, çeşitli to p ­
lum sal sorunlarda gizli bir içerik oluşturur, zira M yra ve D o lly
gibi insanlar genel ilkeler kon u su nd a tartışıyor görü n seler de,
aslında birbirlerinden kendi değerlerinin tan ın m asını istedikleri
için m ücadele ediyorlar.

S ın ıf politikaları her iki tarafa da soru m lu lu k yüklem esi açı­


sından çok karm aşıktır. Savaş karşıtları ve o rta s ın ıf radikaller
gerçekten iyi niyetlidir, M yra’da öyle. M ü cad elesind e, M yra,
arkadaşlarının onu kendi düzeylerine doğru “aşağıya çekm eye”
çalışıyor olm alarından gerçekten de k ork m u ştu ; ırkçılığ ın yan ­
lış olduğunu bilm ektedir, D o lly ’nin eşit oldukları iddiaları gö­
rü şm ecinin ön ü n d e on u u tan d ırm ıştı. Ö y le bile olsa M yra’nın
D o lly gibi akranlara ihtiyacı var, kendisini onlardan ayırabilm ek
için onlara ihtiyacı var.

A ydınlanm a filozofları bizlere insan haysiyetinin b ü tü n in­


sanların sahipliğinde olduğunu söylem işlerdi. “O rta k insanlık”
152 YARANIN KAYNAKLARI

dedikleri şey orada var olur. Bu ideale in an cın ı açıklayan, ancak


hiyerarşik sınıfların da düzenlenm iş olduğu bir toplum da, bü ­
tün diğer insanlarla o rtak olarak paylaştığın insanlığı savunm ak,
sizi iki y ön e götürebilir, ilkin d e ken d in izi, sizin üzerinizde ol­
duğuna in and ığın ız insanlarla eşit düzeye koym aya çabalarsınız;
İkin cisin d e sizin üzerinizde algıladığınız insanlar ve k end iniz
arasındaki eşitsizliği o nların bü tü n lü ğü n e saldırarak y ıkm ak için
çabalarsınız.

Bu genel düşünceyi ulusal kültürü m ü zdeki bireycilik m iti ile


b ağ lan tılan d ıralım . U zun bir süredir bireyi bir kahram an gibi
göklere çık arm ıştık , zira edebiyatım ızda ve d aha yakın zam an ­
larda film lerim izde ve televizyonda resm edildiği biçim iy le birey,
özellikle dürüst, cesur ya da gerçek o lm a kon u su nd a kendisiyle
tek başına kalm ıştı. Fakat sınıflı bir top lu m d a bireyciliği göklere
çıkarm ak, kasıtsız ise ters bir etkiye sahiptir. Böylesi bir to p lu m ­
da bireyler övüldüğü an, u tanm a ve ih anete ilişk in gizli korkular
harekete geçer. M yra ve D olly arasındaki kavga, Bow ers’m savaş
karşıtlığında aklen o n u n la birleşm iş insanlara beslediği kızgın­
lık, bü tün bu nlar W atson O k u lu n d a başarı ve kardeşlik arasın­
daki çatışm ad an, y etişkin örneklerind e C arî D o ria n ve W illiam
O ’M alley ’in yüz yüze kaldığı durum lardan kaynaklanan m an ­
tıksal so n u çla n , kaçışın zorunlu görü nüm leridir. O to rite n in gö­
zünde b ir kişinin bireyse! başarısı olan şey, diğerlerinin gözünde
ih an et olur.

ih an ete uğram ışlar için bireyciliğe a lte rn a tif nedir? Evrensel


b ir insanlığı, eşitliği savunursunuz, üst toplu m sal sınıfta o lan lar­
la ortak olarak paylaştığınız liyakati kabul etm elerin i arzu edersi­
niz, size b ir nesne gibi davranm aktan vaz g eçm elerin i istersiniz.
Peki ya toplum sal k on u m u n u zu n kendi yükünüz olduğunu,
sizin kendi karakterinizle ilgili bir m esele oldu ğu nu düşünüyor­
sanız? 3 u d urum da böyle bir eşitlik iddiasını nasıl m eşru laştırır­
sınız?

M ich ael Bow ers zengin m u h itlerin in iiberallerine ö fk esin in


SINIFIN d İZLİ YARALARI 153

m eşru oiduğunu düşünüyor, çünkü kendisini b ir savaşta feda


etm iştir. T ıp k ı Jo h n B ertin g ibi, kendisini yaptığı fedakarlıklarla
m eşrulaştırıyor. Bowers örneğiyle birlikte bu k end ini m eşrulaş­
tırm a işlem i ailenin de ö tesin e geçer, fakat aynı h attan ilerler:
çü n k ü Bow ers, ülkesi için k end isin i inkar etm işti, şim di ülkesin­
deki bireyleri suçlam aya h akkı olduğunu düşünüyor.

Ç alışm a ve savaş hali in san ları aynı sona taşır: insanlara ne


kadar çok başkaları uğruna k endilerin i inkar ettik lerin i hisset­
tirirse, başka birisinin ahlaki hâkim iyetine b o y u n eğm em eye o
kadar çok hakkı olduğunu d ü şü nm esine neden olur. N e var ki
eşit haysiyet hakkını başarm ış olm a duygusu daha karm aşıktır.
N e B ertin , ne Bowers, ne de M yra s ın ıf yapısını ortadan kal­
dırm ayı düşünüyordu. A yrıca u tanm a ve haysiyetsizlikten kişisel
olarak m u a f tu tulm a haklarıyla ilgilenen birer bireyciydiler. S ın ıf
otoritesi ve yargı sistem i, insanları b irb irin e düşm an yaparken
kendisini gizler; sistem in g ü cü n ü n esrarıyla bü yü len m iş insan­
lar saygı için birbiHeriyle savaşırken, sistem in kend isin e m eydan
okunm az.
Üçüncü B ölü m

Yaralı Haysiyettin Kullanımları

B u k itab ın nasıl başladığını hatırlayan b ir oku yucu, şu an işçi­


leri küçüm seyen bir resm in çizildiği gerekçesiyle bizi eleştirebi­
lir. B aşlangıçta yazarlar olarak “sistem ” tarafından ald atılm ış ya
da alt edilm iş oldukları için işçileri ciddiye alm ayan, işçilerdeki
“yanlış b ilin ç”ten dolayı onlardan u m u d u nu kesen radikaller
için ağır bir dil kullanm ıştık. Y in e de fedakarlık ve ih an et, b en li­
ğin onaylanm ası yoluyla haysiyet arayışı, özgürlüğün y eten ek le­
rin eşitsizliği açısından y oru m lan m ası, tü m bu p sik o lo jik tem a­
lar yanlış b ilin ç meselesi değil m idir? Bu p sik olojik g örü n ü m ler
hem özgürlük hem de kişisel haysiyet için y ık ıcı bile olsa, İn ­
sanlar bu düşüncelere inanır, g ü n d elik yaşam ında onlara göre
davranır ya da tepki verir. İn san lar “d oğru ” b ilin ce sahip olsay­
dı, haysiyetlerini fedakarlık aracılığıyla m eşru laştırabildiklerine
in anm ayı bırakm azlar m ıydı, ö rn eğ in , nasıl y ön len d irild ik lerin i
anlam azlar m ıy

B aşlad ığım ız noktayla karşılaştırınca b u n u n geldiğim iz yere


ciddi b ir itiraz olduğunu düşünüyoruz. Ö n ce lik le ilk bakışta bu
156 YARANIN KAYNAKLARI

m eselenin yanındaym ış gibi g örü n ebilen b ir olguya dikkat çek e­


rek bu itirazı karşılam ak istiyoruz. S ın ıfın yaralarına ilişkin şim ­
diye kadar anlattıklarım ızda özgürlük ve haysiyete ilişkin varo-
luşsal b ir soru nu , bir deneyim i aktardık; fakat toplu m un neden
bu sorunu yarattığını henüz açıklam adık.

S ın ıfta , fabrikada, işbaşındaki görevliler, sorum luluklarıyla


birebir baş etm e çabasında s ın ıf ve y etenek üzerine bir takım
varsayım lar üretirler. Bu varsayım lar nereden gelir? Ç ok çalışan
vasıflı b ir işçinin ya da geniş aileden kop m aya çalışan birisinin
iç çatışm alarını tan ım larken, insanların y eteneklerini gösterm e
ih tiyacının g ücün ün onların yaşam larında nasıl “kurulduğunu”,
böylece a, b ya da c gibi h issettiklerini gösterdik. Bu kurulum u
kim ya da ne yapm aktadır? A yırt ed ici kişisel liyakat aracılığıy­
la b en liğin onaylanm ası k endiliğin den oluşan bir arzu meselesi
değildir; O ’M alley, Rissarro, K artidcs ve Baron ailesi gerçekten
kendi seçim lerin i yapsaydı, s ırf bu nd an tam bir k eyif alm ak için
kend ilerini ispatlam aya çalışm ak istem ezlerdi.

D en eyim e ilişkin bu sorular, in san ların gündelik yaşam larına


giren ve ona b içim veren daha geniş to p lu m d an bir zorlam a,
bir çek im olm ası gerektiğini g österm eye yetcrlidir. Bu kitapta
gördüğünüz insanlar, eğer bu zo rlam an ın , bu çekim in doğası­
nı yanlış yorum ladılarsa k end ilerin e ilişkin b ir “yanlış b ilin ce”
sahip olm uş olurlardı. T o p lu m u n “aslında” ne yapıyor old u ğu ­
na ilişkin “gerçeklik” hakkında yalnızca insanların deneyim ini
dinleyerek hüküm verm ek elbette olanaksızdır ve bu, elinizdeki
kitabın k ısıtlılıklarından biridir. L âkin bu kadınlar ve erkeklerle
kon u şu rken , dillerinde m antık dışı b ir şey, algılarında kop uklu k
görm ed ik; gerçekte, kendi hayatlarına to p lu m d an girdiğini dü ­
şündükleri ikilem lerle yüzleşirken o ld u kça rasyonel davranıyor
gibiler.

A ncak insanların sahip oldu kları d en eyim i şekillendiren, fa­


kat b ilin cin d e olm adıkları toplu m sal gü ç türleri hakkındaki m e­
rakınızı giderem eyiz. ö z e llik le zalim in faydacılığı bizi bu duygu­
ların kaynağı h akkında tah m in lerd e bu lu n m ay a zorlam aktaydı:
SINIFIN GÎZI.İ YARALARI 157

K işinin yeteneğini gösterm esi hangi am aca h izm et eder? T o p lu m


bunu nasıl kullanır? Bu sorular, A m erikan to p lu m u n u n , s ırf baş­
kalarının saygısına hâkim olm ad a kusurlu b ir yeteneği olduğu
için in san ların huzursuz, yenilm iş ve kend ini suçlayan biri ola­
rak hissetm esine neden olduğunda bu n d an “yarar sağladığını”
varsayar. D oğru dan doğruya görü şm elerden yola çıkarak kanıt-
layam am alda birlikte ileıiki sayfalarda gösterm eye çalışacağım ız
gibi, genel olarak gördüğüm üz ku llan ım , to p lu m u n , insanların
s ın ıf sistem in in kendi özgürlüklerine koyduğu sınırlam alara kar­
şı m ücad ele etm e yeteneğini zayıflatm ak için insan haysiyetini
yaraladığıdır. Bu nu nla görüştüğüm üz in san ların özgürlüklerini
sınırland ıran sınıfsal koşullar k on u su nd a cahil oldu klarını söy­
lem iyoruz. B u n u bildikleri görüşm elerden o rtaya çıkm aktadır.
D ah a ço k , yetenek rozetleri ya da fedakarlıkların k ullanım ı,
insanları, koşullara meydan oku m a h ak k ın ı elde edebilm eleri
için, öncelikle sınıflı bir toplu m da saygıyı elde etm eleri, m eşru
olm aları konu su nda ikna ederek, onları özgürlükleri üzerindeki
sınırlam alara karşı çıkm aktan başka yöne çevirir.

Ödül Kıtlığı
W est C o a s t’daki oto işçileri üzerine çalışm asında B e n n e tt Berger,
ustabaşıların işçilere oranının bire b irk aç yüz olduğu tipik bir
fabrikada altı ustabaşı pozisyonunun 3 .0 0 0 işçi için bir kaç yıl
boyunca a çık olduğunu tespit etti. U stabaşı işi ç e k rağbet gördü;
3 .0 0 0 işçin in 1 .5 0 0 ’deıı daha fazlası kendileri için açık altı pozis­
yondan b irin e talip oldular.

Ş irk et, bu 1 .5 0 0 adam ın işinde çalışkan olm ayı sürdürm e­


leri için, en azından 1 .4 9 4 ’ü nü n terfi talebin i m akul bir sürede
reddetm esi gerektiğini dikkate alarak bu öd ülü in an d ırıcı k ılm a­
nın b ir y olu n u bu lm ak zorundadır. Bu pozisyonu isteyenlerden
gerekli şartları sağlayanların o n d a b ir o ld u ğu n u dü şü nelim , bu
d u rum d a bile kabul edilm em iş am a kabul ed ileb ilir şartları ta ­
şıyan hâlâ 1 4 4 kişi olacaktır. Ş irk et bu k oşu llar altında en iyi
ad am larını nasıl m utlu etm eye devem edecektir?
158 YARANIN KAYNAKLARI

B u ik ilem , ödül k ıtlığ ı ve A ndrew C arn eg ie gibi m ülk sa­


h ip lerin ce tan ım lan an yetenekli herhangi b irin e açık kariyer
talepleri arasındaki klasik çelişk in in som utlaşm asıdır. Başka
b içim d e söylersek, A m erik a’nın em ekçilere verdiği söz, Sam uel
G o m p ers’in inandığı g ib i, bir gün artık elleriyle çalışm ak zo­
runda kalm ayacakları; g erçekten çaba gösteren b irin in bir gün
bir beyaz yaka takabileceği ya da k üçük b ir işyerine sahip ola­
bileceğidir. N e var ki bu rüya, ayrın tılı toplu m sal araştırm alar
tarafınd an d esteklenm em ektedir. N itek im D u n c a n ve B lau ’nun
enfes çalışm aları A m erican O ccupational Structure (A m erikan
M esleki Yapısı) k itab ın d a verilen rakam lara g öre, şayet çalıştığı
ilk işin b ir insanın m esleki yapıda nereye ulaşacağı ile b ir ilgisi
olm asayd ı, beden em ekçisi olarak çalışm aya başlayan insanların
% 5 2 sin in en n ih ay etin d e beyaz yakalı işlere girm eleri bek len e­
b ilird i; g erçek te ise b u n u % 3 0 ’u yapar. Benzer olarak bir kişinin
b ab asın ın işi, o kişinin m esleki yapıda ulaşacağı yer üzerinde
etkili değilse, beden işçilerin in ço cu k ların ın beyaz yakalı işlere
g eçm esin d e istatistiksel olasılık % 4 3 ’tür; a n ca k sadece % 3 4 ’ü
b u n u yapabilm ektedir.

B u d u ru m d a, ödül sistem in in inanılırlığı nasıl koru nacaktır?


Y etenek rozetleri, eşitsizliğe dayalı b ir top lu m d a iyi b ir ö lçü m
aracıdır, zira ayırt edici b ir y etenek sadece b ir k aç kişiye ait o la­
caktır. F akat şu bah settiğ im iz ödül kıtlığı d u ru m u n d a yetenek
k riteri b ile aslında ö d ü llen d irilebilcn lcrd en d ah a fazla yetenekli
insan o ld u ğ u n u ortaya çıkarır.

B u n ok tad a yaralı haysiyet, verdiği sözü tu tam ayan bir ödül


sistem in in m eşruluğunu k oru m a am acına h izm et eder. Bu bağ­
lan tıyı açık lam ad an ö n ce, zalim in faydacılığından tek tek zalim
bireyleri an lam ad ığım ızı açık lam ak isteriz, y an i, bir işverenin
üye old u ğu ku lü bü n havuzunun kenarında o tu rarak işçilerin in
yetersiz hissetm elerin i sağlayarak kendisini nasıl koruyacağı üze­
rine kafa p atlattığ ın ı dü şü nm ü yoru z.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 159

Frederick Taylor üzerine çalışm asında Su d h ir K akar,31 m o ­


dern personel y ön eticilerin in , T ay lo r’ın “bilim sel y ö n etim ”in in
yanlışlarından bir işçinin gelecek po tan siy elin in yalnızca onu n
geçm iş perform ansı ile asla yargılanam ayacağım öğren d ikleri­
ni yazar. D ah a üst düzeyde bir iş yapm a potansiyeli, b ir işçinin
daha ö n ce bir görevi nasıl yaptığıyla gösterilm ez; k itab ın ileri
sürdüğü g ibi, işverenin iyi atam alar yapabilm esi için “geçm iş si­
cilin ” ötesine bakm ası, sezgilerini kullanm ası zorunludur.

K işilik ve sezgiye verilen bu değer, k en d in d e in san cıl bir ses


taşır ve işverenin ödüllendirm eyi bek led iğ in d en daha fazla n i­
telikli işçiye sahip olm asından kaynaklanan bu çıkm azdan kur­
tu lm asına yardım cı olur. B öylece işveren, k en d isin in belirleye­
bildiği o b je k tif ya da açıkça tan ım lan abilen standartları aşabilir
ve terfi n iteliklerini bir astın gü cü n ü n ö tesin d e efsanevi bir se­
viyeye tırm andırabilir. İşverenin geçm iş p erform an sları h ak et­
m elerini sağlayan 150 kişiye önerebileceği sadece altı yer varsa,
bu durum da eski m evkilerinde işini iyi yapanların h angilerinin
yeni m evkide başarılı olacak larını “sezer”. Ş irk ettek i iktidar, tıp­
kı W eb er’in ilk Protestanların Tanrısı g ibi, kend iniz hakkın da
bilm ed iğiniz şeyleri bilir. H iyerarşin in ödül sözünü yerine g eti­
rem em esi, k im in ödüllendirilm eye değer olduğu soru nu n u geri
getirir; o to m o b il fabrikasındaki g ücün m eşru iyeti, güçlü fazla­
sıyla kişisel olabildiği zam an hayatta kalır sadece.

Fakat işverenin vaziyeti kurtarm asın ı kabul ed ilebilir kılan


şey nedir? H arvard İşletm e Fakü ltesinden gelen bu insan y ön e­
tim i uzm anları, bütün n itelik li insanların k en d ilerin e inanacağı
konu su nd a nasıl bir um uda sahiptirler?

O to rite sahipleri sam im i olduğu için sürecin in an d ırıcı o la­


bileceği söylenebilirdi. B irileri işverenlerin en trik acı kapitalist
şeytan im ajın ı bir kez ortadan kaldırdığında, işverenlerin şir­
ketin yapısının talep ettiği şeye doğal olarak in and ıkları ileri
31 Bu alandaki iyi bir çalışma: Sudhir Kakar, Frederick Taylor: A Study in
Personality and Innovation (Cambridge, Mass.: M IT Press; 1970).
160 YARANIN KAYNAKLAR! ________

sürü lebilir: İnsancıl o lm ak isterler ve işçiler de aynı koşullarda


karşılık verirler. N ih ayetind e, W atson O k u lu n d ak i öğretm en ­
ler öğren cilerin i in citm ey i u m arak yola çık m a m ıştı, görünüşte
u m u t verm eyen b ir grup çocu kla iyi şeyler y ap m ak istem işlerdi.
Ç o cu k la r ö ğretm en lerin in iyi n iy etin e inanarak ve kendilerini
yetersiz, hissederek yanıt verm işlerdi. Sadece b ir kaç sevilen ço ­
cuğa saldırarak engellenm iş k itlen in b ir şeylerin yanlış olduğuna
ilişkin duygularını açığa çıkardılar.

Fakat şim di ödül verilm esi gerektiği zam an kuralları değiş­


tiren b ir karar verm e süreciyle an id en karşılaşan o n ya da yirm i
y ıllık zorlu çalışm a m eselesinden bahsediyoruz. B u n u n , ayaklan­
m a için b ir reçete olm ası gerekir.

Burada günü kurtaran sezgisel yaklaşım dır: ustabaşı ya da iş­


veren, aslında, sizin içinizde gizem li bir şey old u ğu nu söylüyor;
p erform an sınızın ne kadar yeterli olduğuna k en d in iz karar vere­
m ezsiniz. Başkalarının o nayını alan sizde olan şey nedir? Bunu
bilem ezsiniz, fakat birisi bilebilir. Büyük fabrikalarda çalışan
daha yaşlı işçilerle konu şu rken iyi, sağlam işçilerin terfi ettiril­
m em esin in nasıl adaletsiz olduğuna ilişkin ifadeler işittik; ancak
bu kızgınlık, sıklıkla “iyi bir tak ım nedenleri vardır” ya da “neye
ihtiyacı old u kların ı b ilirler” gibi ü sttekin in davranışını yoru m la­
yan ifadelere dönüşüyordu.

Sevgi ya da arkadaşlık kazanm ak için y etenek rozetleri takın­


m ak nafiledir, zira sevgi kazanılam az. Fabrika dünyasına tercü­
m e edersek: ödül alm ak için yetenek sahibi oldu ğu nu gösterm ek
zorundasınız, fakat ödüller, ne yapabildiğinize ilişkin herhangi
bir değerlendirm eyi aşan gizem li nedenlerle elde edilebilir. R ed­
dedilm iş işçiler ödülü kazanm aya çalışm ak suretiyle soru m luluk
aldıklarını düşündükleri zam an, sezgiyle verilen ödül in an ılır kı-
lınabilir. Yukarıda bah settiğim iz iki işçi kend ilerin i riske attılar,
tıpkı W atson O k u lu n d ak i ço cu k lar gibi, karar veren b ir o to rite­
nin önü nd e perform ans gösterdiklerini düşünüyorlardı. Peki ne­
den onaylanm adılar? P ersp ektiflerini dile getirm eyen okuldaki
____ _____ SINIFIN GİZLİ YARALARI 161

öğretm en ler gibi, işverenler de söz söylem ez, sezgise! davranır:


denediniz ve perform an sınız hakkında h ü k ü m verilm edi; düpe­
düz kendinizi fark ettirm ek te başarısızsınız.

Burada sorun artık terfi gibi m eseleleri aşm ıştır. Sın ıflı b ir
toplu m d a alt sınıflardaki insanların reddedildiği sürüyle hayati
m esele vardır, ödülün gerektirdiği bü tü n kurallara göre oyn a­
dıklarında ya da toplu m daki kon u m ların d an dolayı haksız yere
yük altına sokulduklarında bile. G ö rü şm elerim izd e, kentsel d ö ­
nüşüm , vergilendirm e ve H in d için ’deki savaş, insanlar için bu
türden haksız yükler olarak d ikkat çekiyordu: kentsel dönü şü m ,
kend i evlerini geçindirm ek için bir m ücadeleye girişm em iş olan
Siyahların m ahallelerini yeniden inşa ederken, aynı zam anda
onların m ahallelerini yık m ıştı; kentsel h izm etlerin vergilendiril­
m esi bu hizm etlerden yararlanan im tiyazlı yöreken tlerd e yaşa­
yanlardan çok daha ağır b içim d e işçilerin üzerine düştü; savaş,
varhklıiartn üniversite çağına gelm iş ço cu klarınd an ço k işçi ç o ­
cu klarını aldı. Bu bak ım d an , sınıf, onlara başkalarından daha az
bir özgürlük veriyor g örü nm ektedir.

Y in e de bü tü n bu şikayetlerin altında reddeden o to rite n in


kabulü yatar. Bu kabul, işyeri y ö n etim in i “iyi b ir nedenleri var­
d ır’ b içim in d e değerlendiren işçiler tarafından ifade edilenle
aynı h üküm lere dayanır. B ir keresinde B o sto n ’daki b ir ü niversi­
tenin alanı genişletileceği için yaşadığı cadde yıkılan bir adam la
yaptığım ız görüşm e d ikkatim izi çek m işti. “B iliy o ru m , ü niversi­
ten in aslında bu alana ihtivacı yok ” dem işti. O k u lu n veni b in a -
lar için kullanabildiği tam olarak kaç tane park alanı olduğu ve
insanların evlerinden çık ıp araba ku llanm aların a gerek b ıra k m a ­
yacak y akınlıkta nerede arazi olduğu üzerine ço k iyi çalışm ıştı.
B u n ları açıklarken k on u şm an ın ortasında an id en durdu ve fa b ­
rika işçisiyle neredeyse aynı kelim eleri ku!Sanarak, “peki, o n lar
eğitim li insanlar, ne yapıyor oldu klarını biliy o r olm alılar... belki
bu konuda ben im bilm ed iğim şeyler vardır” dem işti, in sa n la r­
la H in d iç in ’deki savaş h akkın d a k on u şu rken de yanıtlar ben zer
o lm u ştu . W as h i n g t o n’d a k i 1e r bizim bilm ed iğim iz bir şey biliy o r
162 YARANIN KAYNAKLARI

olm alıydı vc b u n ed enle de ne yapıyorlarsa bu nu yapm aya hak­


ları vardı, görd üklerim ize göre an lam sız olsa bile. (M anzarayı
dengelem ek için söyleyelim , vergiler kon u su nd aki en d işeler bu
biçim d e so n lan m am ıştı.)

Ü niversite tarafınd an yerinden edilen adam , savaşa hazırlanan


oğulları için üzülen insanlar, terfileri reddedilen fabrika işçileri,
tü m bu insanlar için iktidardakilerin “yüksek bilgisi”, b ir anda
iktid arın m eşru lu ğu nu ve gizem ini yaratıyor. A kıl ve bilginin
taksim edilm esi, h ü k ü m verenler ve h ü k m ü n so n u çların a m a­
ruz kalanlar arasındaki b ö lü n m ey i tem sil eder; d eııeyim ledikleri
reddedilm e gerçeğini çiğ n em en in , bu , reddedilm iş o lan ların bir
k ısm ın d a, d eııeyim led ikleri reddedilm e g erçekliğin i ihlal etm ek
için yetersizlik duygusuyla son u çlan an gerilim li b ir durum dur.

B u nu n n ed en i, L ip set’in bah settiği işçi “o to rita riz m i”n in b ü ­


tünüyle yanlış o lm asıd ır: H arvard Ü niversitesince yerin den ed i­
len adam ya da oğu lları savaşta ö lm ek te olan insanlar, o to riten in
h er ne yaparsa h aklı olduğuna inanm azlar. D ah a ço k , kend ind en
şü p h e etm e duygusu d iren m e h akkına sahip oldukları k o n u su n ­
da m uğlak o lm aların a neden olur. T ıp k ı oku ld aki çocu k ların
yaptığı gibi, in san ların , haksız ödül alanlara ödül veren in karşı­
sın d a yaptıkları gibi sinik hissederek sert çıkm aları şaşırtıcı mı?

Sın ıflı bir to p lu m , Sartre’ın işaret ettiği g ibi, bazılarının sahip


olduğu ihtiyari g ü çten dolayı kıt kaynakların adaletsizce dağ ıtıl­
dığı bir toplu m dur. Bu to p lu m , sın ıfın p sik o lo jik b o y u tların ın
önem siz ö d ülleri, kaynakların adaletsiz paylaşım ını ve y ok su n lu ­
ğu m eşru laştırm a am acına h izm et eder.

B u k itab ın ö n celik li sorunları k ıtlık m eseleleri değil. Frank


R issarro, Jam es, babaları duvar ustası o lan kıdem siz satış yön e­
ticisi genç insanlar, hepsi de ö n em li m addi öd ü ller alm ışlardı ve
hâlâ kendinden şüphe etm e dili hayatlarında yer bu lm aktadır.
B esbelli ki b o llu k ve m addi varlık sın ıfın gizli yarasını yok et­
m em ekted ir. N ed en bu kadar ısrarcıdır? Bu yaranın zen ginlik
d u ru m u nd a rolü ne olur?
SINIFIN G İZLİ YARALARI 163

Yıkıcı Yer Değiştirme


Yüz b in lerce dolarlık akşam yem eği partilerin in verildiği ve F ran ­
sız şatoların ın blok blok C h ica g o ’ya getirtildiği Yaldızlı Ç a ğ d a ,
T h o rstein V eblen, bu gösterişçi tü k etim in an lam ın ın A m erikan
zenginlerinin para kazanm ada uzm an ve h arcam ada vahşi olu p
olm adığıyla ilgisini merak etm işti. V eblen, L ond ra’da Savoy O te ­
lin in 32 lobisi b ir gece suyla dold u ru lu p davetlilerin V en ed ik ’ten
ithal gondollarda yemek yediğini okuduğunda, bu nu n b ir büro
m em u ru ya da şeker dükkanı sahibi için ne anlam a geldiğini
ö ğren m ek istem işti.

V eblen sonunda, bu aşırılıkların an lam ın ın , aslında böyle


aleni y apılm asının n edeninin, b u n ların varlıklı ve yoksullar için
özgün b ir zenginlik fikri yarattığın a karar verdi. E lb ette şeker
dükkanı sahib i, dükkanını aile içi b ir yaş günü kutlam ası için
suyla dold urm ayacaktı, fakat gü n ü n ü gün etm en in zam an ya da
paranın boşa harcanması m eselesi olduğuna in an acaktı; iyi, ger­
çekten iyi b ir zam an geçirirsin, parayı keyfi bir şey, aşırılık için
kulland ığın zam an.

B u olgud a şeytani bir özellik vardır. B u gösterişçi tü ketim


tem el olarak yık ıcı bir eylem dir: zevk adına, yetenekli bir insa­
nın para kazanırken kullanm ası beklen en ö lçü lü lü k ve kend ini
tu tm a erd em lerini yok eder. B ö y lece üretken düzen tarafından
şeylere atfed ilen değere karşı gizli bir düşm anlığı yansıtır; gece­
leri eli a çık o lm ak , gündüz m esai zam anınd a ağır basan p aran ı­
zın boşa gitm em esi konusundaki endişelere kara çalar. D ahası,
d ü şm anlık, ü retici faaliyetin ne kadar az tatm in k ar oldu ğu nu n
göstergesidir, daha fazla tatm in k ar olsaydı, gösterişçi aşırı tü ke­
tim olm azdı.

G ö sterişçi tü k etim , bir to p lu m d aki bü tü n insanlar için stan ­


dartlar oluşturur, elbette ki zen gin in tarafında. H erkese neyden
32 T.S.N.: Amerikan milyoneri Georgc Kessler, 1905 yılında verdiği “Gondol
Partisi”nde davetlilerini Venedik benzeri gondollarda ağırlamak ister ve bu
amaçla Londra’daki Savoy Otelinin lobisi suyla doldurulur.
164 YARANIN KAYNAKLARI

zevk alacağını değil nasıl zevk alacağını söyler. Z en g in in daha


aptalca, daha m antıksız savurganlıkları, m u h tem elen böylesi is­
rafları asla gerçekleştirem eyen alt sın ıftaki insanlar için b ir yıkım
m etaforu olarak daha cazip olur.

V eblen’in zenginliğin duygusal çarp ık lıkların ı derinden in ­


celem esi, son bir kaç o n yıl için d e daha belirgin bir ek o n o m ik
adaletsizlikle gölgede kalm ıştır artık. E k o n o m i her o n yılda daha
fazla zenginlik üretiyor, doğrudur; her aile için bir araba, her kişi
için b ir televizyon. B o l m iktard a m alın adil b içim d e d ağ ıtılm a­
ması dışında, daha zengin olan oransal olarak daha fazlasını alır,
yoksul daha azını; zen ginlik, h ü k ü m etin dengeyi sağlam ak için
kullanabileceği kam u sektö rü n d en özel sektöre doğru kolayca
akar. Yanlış giden şey nedir? J . K . G a lb raith , She Affluent Society
(R efah T o p lu m u ) k itab ın d a soru nu n tem el olarak dağıtım m e­
selesi old u ğu nu yazar; kam u sektörü zengin ile yoksul arasında­
ki dengeyi sağlam ak için doğrudan d ağ ıtım , m al ve h izm etlerin
çık tıları üzerinde etkili olm alıdır. G a lb raith ’in şem asında, m al­
ların nasıl üretildiği, k im in ne aldığından daha az önem taşır.

M arksist iktisatçılar Paul Baran ve Paul Swcezy, M o?ıopoly


C a p ita l (T ekelci Serm aye) çalışm alarınd a m alların üretim ve da­
ğ ıtım ın ın b irb irin d en ayrılam ayacağını ileri sürer. G erçek ten de
m al ve h izm et bollu ğu n u üreten e k o n o m ik sistem aslında m al ve
h izm etlerin eşit olm ayan b içim d e d ağıtılm asını gerektirir.

B aran ve Sweezy, bollu ğu n k o n fo r stand artların ın o lu ştu ru l­


m ası ve yeniden o lu ştu rulm ası yoluyla sürekli olarak genişleyen
üretim m eselesi olduğunu savlarlar. H erkes ya da en azından
b ü yü k çoğu n lu k y eterin ce yiyeceğe, uyuyacak bir yere, yaşam
için gerekli diğer şeylere sahip oldu ğu nd a, fabrikalar m alları ve
hizm etleri diğer insanlardan daha m üreffeh görünen bir kaç k i­
şiye eşitsiz bir biçim d e dağıtarak bile açık kalabilirler. B u m al ve
h izm etler satın alın ab ilir olduğu için , alttak i insanlar bu k o n fo ­
run tadını çıkarırken eşitsizlik o ran ın ı d araltm a çabasıyla dalla
fazla tü ketm eye çalışır; böylece fabrikalar kitlesel taiep için üre-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 165

tim yapar. N e var ki sonuçta, en ü sttek iler hâlâ daha fazla m al ve


h izm etten ya da en yeni üretilm iş olanlardan yararlanır ve döngü
tekrar başlar. Endüstriyel üretim sistem in in hayatta kalm ası, bu
n ed enle, zengin kaynakların eşitsiz paylaşım ına bağlıdır; bu akışı
yeniden dağıtm ak için kaynağın doğasını değiştirm eniz gereke­
cektir.

B u , G alb raith ’in neden zen ginliğin eşitsizlik b içim lerin i de­
vam ettird iğine ilişkin analizinden daha derli toplu bir açıklam a.
A n ca k insan unsuru eksik, ik in ci bir araba alm ak için b o rca gi­
ren bir insan, kapitalist yön etici sın ıfı iktidarda tu tm an ın kendi
yüküm lülüğü olduğunu düşündüğü için bu nu yapm az. K ısk an ç
biri olduğunu söylem ek neden b u n u yaptığını açıklam az. R ek ­
lam ya da halkla ilişkiler türü p ropagandanın o n u n sürekli daha
fazlasına ihtiyacı olduğunu dü şü nm esini sağlayarak ald attığ ın ı
söylem ek de küçüm seyicidir ve o n u n satın alm a eğ ilim in i hâlâ
hesaba katm am aktadır. (Baran ve Sweezy ek o n o m ik açıklam aya
sadık kalır ve bu m otivasyonu açıklam aya ilişkin y an ıtlan m am ış
b ir soru sorm ayı tercih eder.) Sıradan insanı bu nu yapm aya iten
uyarıcı nedir? Baran ve Sweezy’n in yaklaşım ından çık arılab ilen
so n u ç, yıkıcı yer değiştirm edir: bir insanın şu an tü kettiğ i mal
ve hizm etler, yerlerine daha yüksek b ir tatm in sağlayan m al ve
h izm etlerin gelm esi için ortadan kaldırılır. Burada V eb len ’in
gösterişçi tü ketim d e som u tland ığın ı gördüğü yıkıcılığa benzer
b ir şey b u lu nm ak tad ır; her iki d u ru m d a da tü ketici olarak in ­
san, üretici olarak kazançlarını tersine çevirir. Fakat y ık ıcı yer
d eğiştirm e aynı zam anda ken din i tahriptir. B ir kişinin ulaştığı
m ad d i durum ne olursa olsun, daha üstteki insanların k o n fo ­
ruyla karşılaştırınca yetersiz g örü n ü r; o n lar gibi o lm ak ister ve
b u yüzden hep daha fazla tü ketm eye devam eder. B irin in “hayat
stand ard ınd a” yetersizlik görüsü, tan ım lad ığım ız s ın ıf p sik o lo ­
jisin in belki de burada iş başında oldu ğu nu akla getirm ekted ir.
İzin i sürdüğüm üz kişisel değerin ve sın ıfın inşa süreci, insanları
y ık ıcı yer d eğiştirm e aracılığıyla tü k etim e m otive etm e am acın a
h iz m et ediyor olabilir.
166 YARANIN KAYNAKLARI

H e m tam zam anlı h em de yarı zam anlı b ir işte çalışan fabrika


işçisi D a n B ertelli, yılda yaklaşık 10 bin dolar kazanıyor. K ü çü k
bir ev ve büyük P ontiac sedan b ir arabanın öd em elerin i karşıla­
m ak için çok çalışıyor. K endisi için h iç para h arcam ıyor neredey­
se: “B azen iki biradan daha fazla içsem suçlu hissediyorum . N e­
den devam etm iyoru m ve içm iyoru m biliyoru m tab i.” A slında
daha ç o k karısı için h arcam a yapm ak istiyor, ona güzel elbiseler
alm ak , fakat karısı da direniyor, paranın kendisi için boş yere
harcanm am ası gerektiğini düşünüyor. L âkin ailecek tatiller için
ço k harcam a yapıyorlar ve ço cu k ları için , lastikten şişm e sallar,
yaz m evsim inde hafta sonları C o d yarım adasında k ü çü k b ir ka­
b in için daha fazlasını harcam aya hazırlar. D a n B ertelli, ço cu k lar
şehrin dışına gezm eye gid ebilsinler diye h afta sonları da çalışıyor.
Şu sıralar k üçük bir dıştan m o to rlu b o t alm ayı planlıyor, böyle-
ce k ü çü k oğluyla balık tutm aya gid ebilecek . K endisi için değil;
B e rte lli, göçm en kapıcı R ic ca K artides’in duygularını yansıtıyor:
“B ü tü n bunları kend im için istediğim den değil, ailem in keyfini
çık arm asın ı istiyorum .”

B e rte lli’nin harcam alarının b ir k ısm ı, örn eğ in arabası, m ü l­


k iyetin kişisel güçsüzlük duygusunu telafi etm ek için nasıl boy
gösterd iğin e pek uygun düşer. N eden daha ucuz b ir şey alm adın
soru su n u şöyle yanıtlıyor: “Ç ü n k ü b u n u n için d e g erçekten ha­
reket ed ebilirsin, gücün bo l. S en in k i gibi k ü çü k b ir arabada (gö­
rü şm ecin in Volksw agen steyşın vagon arabası) k on trolü n olm az,
yolda seni sıkıştırıp dururlar.”

N e var ki bu basit m otivasyon açıklam ası, Bertelli gibi bir


adam ı d in lerken , neden tü k etim in on u n için b ir bü tü n olarak
zevk m eselesi o lm ad ığ ın ı, neden “kendisi için para harcarken
su çlu ” h issettiğ in i açıklam az.

S o n bö lü m d e kişisel olarak yetersiz h issetm en in so n u cu n u n ,


daha iyi b ir hayat sürdü rebilsinler diye başkaları için , özellikle
ço cu k la r için fedakarlık yapm a azm i old u ğu nu gösterm eye çalış­
m ıştık . L âkin bu azim , b ir insanı savunm asız bırakır: zira çalışm a
______________________ S INIFIN GİZ1.1 YARALARI 167

fedakarlığı, bundan yararlanan kim seyi, ço k nadiren de yapsalar,


m in n ettarlığ ın ı ifade etm ek zorunda bırakır, bu , o ld u kça aşağıla­
y ıcıd ır ve fedakarlık genç insan için farklı bir hayat sağladığında,
bu sefer de gençler fedakarlık yapanı arkasında bırakır. Fedakar­
lık aynı zam anda B crtelli gibi b ir adam ı y ıkıcı yer değiştirm enin
gücü karşısında savunmasız bırakır.

Fedakarlık bir insanı geleceğe doğru döndürür. G elecekte,


on u n sevdiği insanlar artık kend isin d en farklı o lacak, farklı ih ti­
yaçları ve arzuları olacaktır; diyelim bir ansiklopedi pazarlayıcısı,
o n a, ço cu k ların ın “bir gün” bu nlara ih tiyaç duyacağını söyle­
diğinde bile savunm asız hisseder. D ah ası, ço cu k ları için doğru
olan şey o n u n için de doğru olur. E k o n o m ik genişlem e süreci
boyunca varlıklılar arasında yeni k o n fo r sem bolleri eskinin ye­
rini aldığında -b ir yerine iki araba, sürat teknesi, ço cu k ları için
özel ansiklopedi setleri, vb.-, B e rte lli’n in bu nları satın alması
için yapılan telkinlere direnm esi zordur, zira b ü tü n bu nesneler
“g erçekten ” saygın bir hayat yaşam ak isteyen birisi için gerekli
olabilir, an cak o, henüz bu n oktad a değildir. Bu yenileri satın
alm ası gerektiği B ertelli’ye in an d ırıcı gelir, zira bu yeniler, gele­
cek tek i kend isinin her gün bir barda içki içm ek olarak gördüğü
şim d iki zevklerine para harcam aktan ço k daha fazla hoşlanacağı
şeylerdir. Ç ocu k ların ı nadiren u yanık g örm esin e neden olacak
b içim d e bed elini ödem ek için ço k uzun saatler çalışm ak zoru n ­
da olsa bile, çocu klarının kendi çim alanlarında oynam ası için
kend ine ait b ir ev alması gerektiği B crtelli için akla uygundur.
Bu yüzden, bir insanın kendi hayatında fedakarlık olarak ortaya
çıkan gelecek rüyası, b ir insanın k end isin i her şeyden ö n ce sa­
vunm asız b ir konu m a yerleştiren üretici düzene d iren m esinden
ço k bu düzene uydurur.

S ın ıf, insanların kendilerini seyirci olarak tasavvur etm esine


neden olur, yeni üretilen m etalarla m u tlu olan in san lar olarak
değil. B ertelli, insan gibi yaşam ak için ailesinin neye sahip o lm a­
sı gerektiğini düşündüğünde, o n lar için yaptıklarından dolayı
“A m erika’da herkesten” kazanacağı saygının ötesind eki sihir-
168 YARANIN KAYNAKLARI

li bariyeri ne zam an geçeceğini bilm ey en , sürekli bekleyen bir


adam gibi konuşuyor. G e n ç V ietn am gazisi tak sicilik yaparken,
karısıyla b irlik te bin en bir adam , bir gün o rm an lık alanda kü ­
çük b ir ku lü be satın alabilm ek için ik in ci b ir işte çalışm aktan
bahsediyor, o da fedakarlık yaparak tü ketm eyi düşünüyor; şim ­
di karısıyla geçirdiği zam anı kısıtlayacak, böylece bir gün hep
birlikte “kim sen in onlara ulaşam ayacağı yere” gidebilirler. Sam
ve A tına B aro n , tıpkı R icca Kartides g ibi, bağım sız hissedebile­
cekleri kend ilerin e ait b ir ev hayali kurarken , b ir gün çocu kları
özgürce yetişsin diye şu anki zevklerinden vaz geçiyor ve yaşa­
m aya devam etm ek için tam olarak ihtiyaçları olm ayan şeyleri
satın alıyorlar.

Bu n oktad a, şu an yaşam ak için gerekli ihtiyaçların ö tesin ­


de tü k etm e baskılarına karşı bu savunm asızlığın, bilinm eyen bir
gelecek için fedakarlık yapm a duygusuyla üretildiği söylenebilir.
Zevkin tü k e tim cilik ile aşınm ası, toplu m d aki bü tü n sınıflara ya­
yılm ıştır. B u , genel anlam da doğru o labilir; fakat mavi yakalıla­
rın g elirlerin in artm asına duydukları güvensizlik gibi işçi sın ıfı­
nın tü k etim tarih in d ek i özgün farklılık, işçileri özel bir kon u m a
yerleştirir.

19. yüzyılda M assachusetts, N ew b ııry p o rt’ta beden işçileriyle


yapılan b ir çalışm a, işçilerin kend ilerin e yeni b ir ev alm ak için
ço cu k ların ın beyaz yakalı bir işe sahip o lm a olasılıklarım feda
ed ebileceklerin i g ö sterm işti.” Bu “yatay h araketlilik” uğruna
anne babalar, çocu k lar çalışabilir d u ru m a gelir gelm ez onları
okuldan alacaklardı. T arihçiler arasında geçen yüzyılda ço cu k ­
larının geleceğini nasıl bu şekilde k u rban ettik lerin e y ön elik bir
tartışm a başlam ıştı. K esin olan şu İd, ço cu k ların bu şekilde feda
edilm esi artık yaygın değildir. B ir ço k çalışm a, b ir ev sahibi o l­
m ak zorunlu b ir hayal olarak kalsa bile, bugün işçilerin ker.di
ço cu k ların a eğitim aracılığıyla u m utsuzca b ir m esleki h areketli­
lik kazand ırm ak istediklerini gösterm iştir.
3 3 Sccphan Thernstrom , Povcrty and Prcgress: S o d a ! fvicbiiity in a N ir.eteenth
C entu ry C ity (Harvard Univ. Press; 19 6 4 )
_________________SIN IFIN GİZLİ YARA1.ARI i 69

Bu ikili arzunun m odern zam anlarda işçilerin artan beklen­


tilerini gösterdiği söylenebilir belki; işçin in kazandığı ücretten
zorlukla elde edeceği ve bu yüzden arzuları k on u su nd a parasal
du rum u nu zorlayan ikili bir rüya. Fakat burada geçm işten gelen
bir süreklilik de vardır, hem ev sahipliği hem de çocu kların eğiti­
mi uğruna fedakarlıklar gecikm iş m utlulu kları içerir. Em ekçiler,
bunun her ikisi için de özenle birikim yaparak yıllarca beklem ek
zorundadır. O n -o n b eş-y irm i yıl için bir ayda ne kadar biriktird i­
ğini planlayarak, geçinm ek için gerekli olan ın ö tesind e düzenli
olarak para biriktirebilirse, bir ev ya da ço cu k ların ın üniversite
ücreti için peşinatı olacak, sadece bu durum da rüyaları gerçekle­
şecek.

N e var ki düzenli para birik tirm ek , düzenli maaş alan ofis


çalışanlarına göre gündelik kazananlar için ç o k daha zordur. B i­
zim görüştüğüm üz insanlar saatlik ücrete göre çalıştıkları için
gelirlerinde ço k büyük dalgalanm alar yaşam ışlardı. B ir zanaat­
karın y ıllık kazancı ne kadar çalıştığın a ve aldığı m esaiye bağlı
olarak 11 b in d en , 7 .8 8 0 'e , 9 bin e, ¡4 bin e, 8 b in e kadar değişir.
B ir fabrika em ekçisinin geliri ise 6 b in ve 8 b in dolar arasında
inip çıkar. B u türden değişiklikler, 1 9 6 3 - I S 6 8 yılların d a ülke­
de refahın istikrarlı b içim d e yükseldiği d ö n em d e gerçekleşti.
Sabit y ıllık ücret alan bir kaç işçi bile ev ve üniversite ile ilgili
geciktirdikleri m utlulukları için para birik tirm ed e kısm i zam anlı
işlere güvenm işlerdir. Bu türden işler, S. M . M ille r ve Pam ela
R oby’nin The Future ofIn equ ality (Eşitsizliğin G eleceği) kitapla­
rında işaret ettik leri gibi, ek o n o m ik yaşam da en istikrarsız gelir
getiren işlerdir.

G e lir dalgalanm ası arasındaki bu b ö lü n m e n in son u cu ola­


rak ortaya çıkan nedir ve insanlar parasını nasıl k u llan m ak ister?
G örü ştü ğ ü m ü z insanlar ek o n o m ik d u rgu n luk kendi ücretlerini
vurduğunda şirkete ya da h ü k ü m ete öfkeliydiler. A n cak parala­
rını h arcam a niyetleri, başka zam anlarda da, diyelim aynı şirket
ve h ü k ü m etin var olduğu ya da olm adığı, fak at b ir insanın bir
ev sahibi olduğu ve ço cu k ların ı üniversiteden m ezun ettiği geie-
170 YARANIN KAYNAKIARI

çek te de var olacaktır. H ü k ü m et kendisini m ahvediyor olabilir,


fakat bunu b ilm ek ve şikayetçi olm ak, yaşam asına ve düzenli
para b iriktirm e p lan ın a yardım cı olm ayacaktır. B ir şey yapm ak
zorundadır, am açları bu n u gerektirir. H iç k im se para b irik tirm e­
si için onu disipline etm eyecektir. İyi zam anlarda bile üzerinde
para b iriktirm e baskısı olacak tır; şim di varlığın sın ırın a d oku ­
nan, iyi b ir artı sunan geliri, sürekli bir yük olur.

“Siz üniversiteli ço cu k larla asıl soru n, p aran ın değerini b il­


m em en iz” diyordu bir dizgici. “Para b irik tirm en in nasıl b ir şey
old u ğu nu b ilm iy o rsu n u z...”

“Yani para için fazlasıyla canınız yandı değil m i?”

“T a b i... bak, biraz fazla m esai, bir de ik in ci bir işle 12 bin


d olar kazanıyorum , bu iyi, aslında bir kaç yıl ö n c e aşağı yukarı 7
b in kazanıyordum , fakat giderleri, vergileri idare edem iyordum ,
ço cu k ların ihtiyaçları, bir de okul için bir gün para o lm ak zo­
ru n d a... ne kadar ço k kazanırsam o kadar geride kalacağım gibi
görünüyor, para k o n tro ld en çıkan b ir şey, an lıy or m u su n ?”

“B orçlan acak m ısın ?”

“H ayır, sadece bir kenara biraz k o y am ıy o ru m ... gündelik yi­


yip tü ketiy oru z... ve, para, harcam ak isted iğim bir şey, bek le­
m em gerek, b ilm iy o ru m ...”

T ü k e tim cilik geleceğe yöneliktir, bu yüzden kişinin şu anki


ihtiyaçları k on u su n d ak i belirsizliği artırır. Para kazanm a b ir kişi­
ye an lık b ir m em n u n iy et duygusu verir, am açlan an bu değildir,
o n u n kend i baş etm e gü cü n e olan in an cın a yıldan yıla k üçük bir
takviyedir. Para bir zam an in san ın istediğini başardığı duygusu­
nu verir, fakat bu “bir zam an” onu daha güçlü h issettirm ez.

H e rb e rt M arcu se, O ne D im en sion al M a n (T ek B o y u tlu İn - '


san) k ita b ın d a şunu yazar:
Eğer işçi ve patronu aynı televizyon program ından zevk alıyor
ve aynı dinlence yerlerine gidiyorlarsa, eğer sekreter kendine
işverenin kızıymış gibi çekici bir görüntü verebiliyorsa, eğer
SINIFIN GİZLİ YARALARI 171

Zenci bir Kadillak alabiliyorsa, tüm ü de aynı gazeteyi okuyor­


sa, o zaman bu benzeşme sınıfların yitişini değil, ama K oda­
m anların korunm asına hizmet eden gereksinim ve doyum ların
nüfusu oluşturanlar tarafından ne dereceye kadar paylaşıldığını
gösterir.

B u çözüm Bertelli ve K artides gibi işçilerin d en eyim lerin i


ö n em li b ir açıdan ıskalam aktadır: o n lar bir arzuyu ta tm in için
tüketm ezler, şu anki ihtiyaçlarını tatm in etm e düşüncesiyle de
tüketm ezler. Ç o k daha karm aşık, çözm ek istedikleri d erin bir
kend ind en şüphe etm eyle başlayan bir şey onların h arcam alarını
belirler. B u tü ketim kalıplarının “K od am an ların k oru n m asın a
hizm et ediyor” olduğu M arcuse için barizse, zalim in faydacılığı
buradaysa, B ertelli ve K artides’in, h arcam alarını, b ir gün K od a­
m anlara karşı haysiyetlerini savunm ak için onlara verilen silahlar
olduğunu düşünm eleri daha az doğru değildir.

Y ıkıcı yer değiştirm e, tü ketim sürecinden daha fazla b ir şey­


dir; o aynı zam anda büyük A m erikan rüyasında yukarıya doğru
h areketlilik aracılığıyla haysiyetin aşındırıcı gücüdür.

Sandalye K apm aca

D iy elim W illia m O ’M alley baş ustabaşı olarak atandı. Ö n büro,


m akineleri, o n u n fabrikadaki h erhangi birind en ço k daha iyi
kullanabileceğinin farkında, uzun zam and ır işçi ve ço k çalışan
biri, işindeki ilk gününde O ’M alley, m o n taj h attın d a işçilerden
b irin in tem b ellik etm esi sorunuyla karşı karşıya kaldı. O ’M alley
bu işi nasıl yapacağını biliyor ve hat işçisinin de ne yapacağını
bild iğini biliyor. Fakat on u n eski vasıfları, işyerindeki bu yeni
k on u m u n d a bu işçinin bir sorun oldu ğu nu söylem enin ötesinde
başka h içb ir şey söylem iyor. Ş im d i tatlı sözlerle k and ırm a, teh d it
ve personel y ön etim i gibi ustalıklar gerekiyor, an cak O ’M alley ’in
geçm iş iş deneyim indeki h içb ir şey o n u bu nları uygulam aya ha-
zırlam am ıştı. A rtık iyi yaptığı şeyi yapm ıyor. Bu du ru m d a onun
başarısı, yani terfi etm esi ne anlam a gelm ektedir?

B u sorun iş değişim lerinde sürekli ortaya çıkar; bir terfi, yıl-


172 YARANIN KAYNAKLARI

lar içind e olu ştu rulm u ş vasıfların m evcu t an lam ın ı yok ederek
m eşru olm am a duygularını artırabilir. Yukarı çık m ak ve daha az
güvende hissetm ek: yukarıya h areketlilik zenginliğin bir b iç im i­
dir, hayatta kalm an ın ötesine geçen b ir adım daha, an cak bu,
geleceğe yön elik tü ketim kadar k end ind en feragat etm enin de
göstergesi olabilir.

B u çelişk in in m eydana gelm esinin nedeni O ’M alley için çok


açıktır: b ir v a sıf yerinden edilm iştir. Ç elişki zam anla çö zü leb i­
lir, O ’M alley usulleri öğrendiği zam an. Fakat bu türden usulle­
ri öğrenen ve hâlâ yerinden edilm iş hisseden Frank Rissarro ve
G eorge C o ro n a gibi insanları ne yapacağız? B ir beyaz yakalı işe
sahip o lm ak için y eterince eğitim alan, ancak kendini yeterin ce
başarılı bu lm ayan ve an ne babaların ın vasıflı em eğini neredeyse
özlem le anan fabrika işçilerinin ço cu k ların ı ne yapacağız? B ü tü n
bu insanlar usulleri bilir ve yine de yükselm eye m ecbu r hisse­
derler.

B u paradoks, sın ıfın yaraları h akk ın d a neyi ne kadar b ild iğ i­


m izi değerlendirm ek için iyi bir nokradır. S ın ıflı to p lu m , için ­
deki b ü tü n in san ların, k en d ilerin in ve başkalarının gözünde
garanti altına alınm ış haysiyet duygusuna gölge düşürür. B u nu
iki yolla yapar: birincisi, insanların neden alt ya da üst sınıflarda
olduğunu gösteren im geler aracılığıyla, örneğin sınıf, kişisel ye­
teneğin son u cu olarak sunulur; İkin cisin i şu tan ım la yapar: to p ­
lum , herhangi b ir sın ıftan in san ın haysiyetini m eşru laştırm ak
için gerçekleştirdiği eylem lere anlam verir. K en d in i m eşru laştır­
m a işlem ez ya da işleyem ez ve başlangıçtaki kaygıyı pekiştirir.

B u nu n so n u cu n u n , sınıflı to p lu m d a insanları harekete ge­


çiren , o nların daha fazla para, daha fazla m ü lk, daha yüksek
statülü işler aram asına neden olan faaliyetlerin, m addiyatçı bir
arzudan ya ela duygusal takdirden değil, fakat sınıflı top lu m u n
yaşam larında oluşturduğu p sik o lo jik yoksun lu ğu tam ir etm e
çabası olduğuna inanıyoruz. D iğ e r bir deyişle, sınıflı toplum un
aşıladığı psikolojik m otivasyon , duş dü n yadaki insanlara ve diğer
SINIFIN GtZLİ YARALARI 173

şeylere karşı daha fa zla güç oluşturm aktan ziya d e benlik hakkında-
ki şüpheyi sağaltmaktır.
B u n u n , yani insanların m ü lk ed in m ek ya da h ü k m etm ek ten
ço k kend ilerini iyileştirm ek için faaliyette bu lu ndu ğu düşünce­
sinin insan güdülerine ilişkin aşırı um utlu bir tablo olduğu söy­
lenebilir. Buna, hayatta kişisel haysiyet duygusu olu ştu rm aktan
daha acil bir iş olm adığını söyleyerek yanıt vereceğiz. B irin in
k o n tro lü n ü n dışındaki güçler, o daha okul çağındayken haysi­
yetin d en şüphe duyarsa, o zam an m ülkiyet ve güç, ön celik li bir
sorun olur ve gerçekten de so n u çta m ülkiyetin ve gücün n için
aran d ığın ın b ir nedeni h alin e gelir. H o bbes, insanların hâkim
o lm a arzusunu verili bir şey olarak ele alm ıştı, fakat toplum sal
koşullara hâkim olm aya çalışırken (ki m odern dünyada sadece
başkalarının iktidarından özgürleşm e, kendine yeterli olm a ça ­
baları olur bu nlar), bu çabalar endişe ve tedirginliğe neden oldu­
ğunda, nasıl nihai, doğal b ir arzu olarak ele alınabilir?

L o ck e , toplu m un bir bireyler yığın ı oldu ğu na inanıyord u.


T ek b ir insanın psikolojik yapısını bildiğim izde, bir b ü tü n ola­
rak top lu m d a işleyen güdülevici etkenleri biliriz. N e var ki bu
b ö lü m d e anlatılan yaralı haysiyetin to p lu m tarafından kullanılışı
bu düşünceyle de aykırılık içindedir. G elecek te kendileri ya da
ço cu k ların ın bir bürün h alinde olm ası için tü k etirk en , insanlar
kapitalizm i ayakta tutm aya çalışm ıyor, M arcu se’ün betim led iği
K od am anlarla özdeşleşm iyorlardı. A slında olan şey, birin i diğe­
rin e, aileyi diğer aileye, kenti diğer kente katan tü rlü türlü kişisel
iyileştirm e faaliyetlerinin, yaralı to p lu m u güçlü tu tan b ir kuvve­
te d önü şm ü ş olm asıdır.

Ş im d i bu terim ler çerçevesinde sın ıfın yaralarını M ax


W e b e r’in Protestan çalışm a ahlakı düşüncesiyle karşılaştıralım .
W eb er, Protestanların d eğerin in tan rın ın gözünde belirsiz o ld u ­
ğunu düşünerek, ilk Protestan ların saygıya değer oldukları için
fed akarlık davranışlarıyla b irb irlerin i ikna etm eye çalıştıklarını
söylem işti; W eber, bu zih niyetin ilk k apitalist g irişim ciler tara-
174 YARANIN KAYNAKLARI

fından ben im sen d iğin e in an m ıştı. Ö fkeli bir T an rı, B en ja m in


Franldin’in Philadelphia’da özlü sözlerini yazm asıyla ço k tan o r­
tadan sıvışm ıştı am a, h içb ir şeyi olm adan hayata başlayan gay­
retkeş b ir ço cu k , toplum sal k o n u m u n u bir gün yü k seltm ek için
an lık zevkleri reddederek k en d in i saygıya değer biri yaptığına
hâlâ inanır.

W eber, Protestan ah lak ın ı üç ya da dört yüz yıllık sanayi ka­


pitalizm iyle eşitlem eye kesinlikle n iy etlen m em işti. O n u n niyeti,
tasarruflar ya da diğer geleceğe d ö n ü k faaliyetler yoluyla ilk kez
serm aye biriktirm ey e başlayan in san ların saygınlık “kazanm a”ya
ilişkin özel b ir ahlaktan nasıl ku rtu ld u kların ı g österm ekti. Z ira
bu ahlakın k u llan ım ı, girişim cilerin serm aye ed in irken m eşru
old u kların ı h issetm elerin e olan ak sağlam aktı, bu m eşru laştırm a
onları daha fazla kazanm aya itti.

P rotestan ahlakı, bizim burada tartıştığım ız sın ıf, kişisel ye­


tenek ve saygıya ilişkin gizli boyutlarla belirli b ir ben zerlik taşı­
m asına rağm en iki şekilde fark lılık gösterir: Ö n ce lik le W eber,
elit, m u k ted ir b ir insan g ru bu arasında ek o n o m ik gücün m eşru-
laştırılm asınd an bahsediyordu; İk in cisi, Protestan ahlakı kend ini
onaylam ak d em ekti, günüm ü zde s ın ıf ahlakı ise kend ini en gelle­
m ektir. P rotestan ahlakı, serm aye b irik tirm ek için m addi ta tm i­
ni ertelem ek zorun d a kalan insanlar için m anevi bir öz tatm in
tem eli olu ştu rd u.

B u gü n sın ıfın yükü yeni b ir olgudur: toplum sal eşitsizlik


b ir kaygı ahlakı yaratarak k o ru n u r ve bu hoşnutsuzluğun Sol
tarafınd an örgü tlen m esi zordur, zira hoşnu tsu zlu ğun m antığı
insanları “sisten T d cn ço k b irb irlerin e düşm an olm aya götürür.
B u tartışm ad aki sınırı, bu k itap ta şim diye kadar boy gösteren
sın ıfın , eğ itim li ofis çalışanlarıyla ya da profesyonellerle karşıt­
lık için d e e k o n o m ik açıdan daha eski olan beden işçileri ya da
m avi yakalıların söz konusu edilm esi çizer. M esleki yapı açıkça
bu nd an daha karm aşıktır, gerçek ten de, bu kitapta şim diye k a­
dar savu n u lanların iyi b ir eleştirisi, k itabın top lu m d a çalışm a-
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 175

nın kutuplarını gösterdiği, ancak büyük işçi topluluğu arasında


“s ın ıf”ın duygusal olarak ne anlam a geldiği hakkın da h içb ir şey
gösterm ediği olacaktır. Bu du rum da tekrar b elirtm ek gerekir
k i, sınıfsal sınırlar statik değildir, zira çalışm a biçim leri sürekli
değişm ektedir; teknoloji to p lu m u n d a bedensel çalışm a düşüş
gösteriyorsa, o zaman buradaki s ın ıf analizi aslında gerileyen ve
kaygıyla dolu insanlara yön elik o lm ayab ilir m i? Şim di bu soru ­
larla uğraşm am ız gerek.

1 9 0 0 ’de yapılan nüfus sayım ı, A m erika’da çalışan nüfusun


ü çte b irin in çiftçi, yarısının hem fabrika hem de hizm et çalışanı
olarak k en tli em ekçi, sadece altıda b irin in beyaz yakalı çalışan
old u ğu nu gösterm işti. 1 9 5 0 ’ye kadar tarım işçisi oranı adam a­
kıllı d ü ştü , nüfusun yarısı beden işçisi olarak kaldı, beyaz yakalı
işler ise fazlasıyla arttı. Bu değişim , geleneksel olarak yarım yüz­
yılda daha ilerlem iş olm a, daha fazla zihinsel, kadem eli olarak
azalan daha az fiziksel çalışm a m eselesi olarak o k u n d u .34

Bu büyük değişim , sın ıfın k o n u m u analiz edilirken neden


yeteneğin giderek daha fazla zih in lerd e yer ettiğin i açık lam ak ­
tadır. Beyaz yakalı, saygın, bayağı olm ayan gibi terim ler, C .
W rig h t M ills’in işaret ettiği g ibi, el ile çalışm aya karşıt olarak
daha karm aşık “masa başı” çalışm a anlayışından gelm ektedir.
A ncak burada daha şaşırtıcı bir şey yüzeye çıkar.

G e çe n yarım yüzyılda, nüfus sayım ları beyaz yakalı k o n u ­


m u n d aki en fazla bü yü m enin, dosyalam a, daktilo kullanm a,
belge işlem e gibi sıradan işler arasında olduğunu gösterm iştir.
Bu alt düzey beyaz yakalı işler, şim di en büyük işçi g rubu nu
olu ştu ran kadınlar için “uygun” g örü lü r genellikle. N e var ki
aynı d ö n em d e uzm anlık alanlarında da bü yü m e geçekleşm işti.
Ü retici çalışm ada özel yetenek daha önem li olm aya başlıyorsa,
uzm anlığa dayalı m esleklerin büyüm esi ve çeşitlenm esi bek le­
nir. A n cak nüfus sayımı, büyüyen m esleklerin s ın ıf öğretm enliği
34 Buradaki veriler Birleşik D ev letler T arihi İstatistikleri başlığıyla nüfus sayım ­
larının yayınlandığı çok değerli bir çalışm adan alınm ıştır.
176 YARANIN KAYNAKLAR!___

gibi çoğu n lu kla alt düzey m eslekler old u ğu nu gösterm ektedir.


Bu d eğişim ler profesyonel m esleklerin h angisin d e oransal artış­
lar gerçekleştiğini açıklar ve bu pozisyonlar bü yü k oranda ka­
dınlar tarafınd an doldurulm uştur. T ersin e b ir ö rn ek , bu işgücü
içerisinde d oktorların oranının 1 9 2 0 elen beri h a fif bir düşüş
gösterm esidir.

Ö yleyse, Ivar Berg’in tanım ladığı g ibi “zih in işleri”, işgücü­


nün en fazla büyüyenleri olm adığından bu türden çalışm aya
verilen ö n e m i açıklam ak zorlaşm aktadır. P ro blem hâlâ karm a­
şıktır, çü n k ü beyaz yakalı em ek çoğu n lu kla düşük statülü, sıra­
dan vasıflar gerektiren m esleklerde bü yü rk en, bedensel çalışm a
1. D ü n y a Savaşından bu yana giderek arttı. İşgücü içerisinde
vasıfsız işçilerin oranı istikrarlı biçim d e düşerken, vasıflı beden
işçilerinin sayısı yarı-vasıflı işçilerin sayısından şu anda daha hızlı
yükselm ektedir. A yrıca, günüm üzde çoğu bedensel çalışm a b i­
çim leri daha ayrıntılı iş eğitim lerini içerir. Ç ıra k lık ve kalfalık
süreleri giderek uzamış ve daha fazla talep g örü r olm uştur.

Ç o ğ u ö rn ek te daha az vasıf g erektiren, bağım sızlığa daha az


izin veren ve vasıflı beden işçisine göre daha az ücret ödenen
düşük düzeyli beyaz yakalı işlerdeki artış, fabrikadan ofise “y ü k ­
selm enin ” geleneksel sem bolik an lam ın ı k ısm en yok etm ektedir.
19. yüzyılda ve 2 0 . yüzyılın başlarında m avi ve beyaz yakalı işçi­
ler arasındaki ayrım bugünkünden ç o k daha bü yü k bir anlam a
sahipti. 1 9 1 0 yılında bir ofis çalışanı, vasıfsız bir beden işçisin­
den iki kat daha fazla para kazanırdı ve daha fazla iş güvenliğine
sahipti, em ekçilerin büyük çoğunluğu ile ilişkisinde kendi k o n u ­
m una daha vasıflı ve im tiyazlı görevleri y erin e getirdiği algısıyla
bakabilird i. B u durum artık değişti.

B u n a karşılık beyaz yakalı işler hâlâ bedensel işlerden ö n em li


b ir statü farklılığına sahiptir. D osyalam a, belge işleme vc benzer
b ü rok ratik görevler basittir, sıradandır ve kolaylıkla öğren ilebi­
lir, lâkin bu türden işler için eğitim gereksin im leri giderek daha
ayrıntılı hale gelm iştir. B irleşik D ev letler işgü cü K om isyonu n u n
SINIFIN’ GİZLİ YARALAR] 177

k e lim e le riy le sö y lersek , “m e k tu p y a z m a k iç in işe a lm a n b ir g e n ç


k a d ın ın işe g irm ed en ö n c e ü n iv ersite d e n e y im in i alm ış o lm a sı
g erekiyo r, iyi b ir iş p erfo rm a n sı için g erek li v asıfları ilk y e tiş k in ­
liğ in d e ö ğ re n m iş olsa b ile .” G ö z le m c ile r, b ilg isay ar g ib i “te k n o ­
lo jik ’ en d ü strile rin b ü y ü m esin e ilişk in ay n ı m eseley e işaret e d e r­
ler: te k n o lo jid e ilerle m elerle b era b e r g elen ü re tim d e k i v e rim li­
lik , a lt düzey, sırad an işleri o rta d a n k a ld ırm a z , d ah a ç o k o n la rı
d eğ iştirir, h a tta b ir b ü tü n o la ra k b e lk i d e say ısın ı a rttırır. A n ca k
İşveren lere g ö re b u b a sit işlerde ça lışm a k g id e rek a rta n m ik ta rd a
e ğ itim g erek tirir. Y en i işlerd e z ih n in k u lla n ım ı a z a ld ık ça z ih in
d alıa ö n e m li o lu y o r san k i.

B u p arad o k s sa d ece alt d ü zey b ey az y ak alı işlere d eğil fakat


b ed en sel işlerd e d e görü lü r. B eş se k tö rd e a ğ ırlık lı o la ra k m avi
yakalı işler ü z erin e y ap ılan b ir ça lışm a , 1 9 4 5 ile 1 9 6 0 a rasın d a,
b ir işte y eterli p e rfo rm a n s iç in g erek li o lan b e ce ri g e re k sin im le ­
rin d e ç o k az b ir d eğ işim o ld u ğ u n u o rta y a ç ık a rd ı. B u n a rağ m en
bu işler için işv eren lerin şart k o ştu ğ u y e te rlilik le rd e h a tırı say ılır
d erece d e y ü k seliş v a rd ı.3' (B u tü rd en b ir d u r u m u n , n ü fu s say ı­
m ın d a g ö rü n e n b e d e n işç ile rin in te rfi e tm e s in i n e k ad ar e tk ile ­
d iği m era k e d ile b ilir; fak at b u n u sö y le m e k s o ru n u d a h a g en iş
a n la m d a so rm a k d e m e k tir: n ed en m av i yakalı ve beyaz yak alı
işlerin h er ikisi d e işin özü ile ilgisi o lm a y a n is tih d a m y e te rliliğ i
şa rtla rın d a b ir a rtışa k o n u o lm a k ta d ır?)

M ississip p i’d eki b ir tek stil fa b rik a sın d a m av i yak alı işçile r
a rasın d a y ap ılan b ir ça lışm a , d ah a az e ğ itim li işçile rin d a h a ü re t­
k e n o ld u ğ u n u , d ah a az iş d eğ iştird iğ in i ve d a h a az d ev am sızlık
y a p tığ ın ı g ö ste rm e k te d ir. B aşka b ir a ra ştırın a , e ğ itim d ü zeyi ile iş
p e rfo rm a n sı a ra sın d a k i bu ters ilişk iy i, d ü şü k vasıflı beyaz yakalı
işlerd e ve h a tta id ari p o zisy o n lard a ç a lışa n la r iç in d e d o ğ ru la m ış ­
tır. B u tü rd e n v erileri a n aliz ed en Ivar B e rg , F ra n k R issa rro ’n u n
u laştığ ı so n u c u n a y n ısın a u la şm ıştır: “iyi ’ b ir işçi n ite liğ in e sah ip
o lm a k , b ir k iş in in e ğ itim e h arcad ığ ı y ılla rla ters o ra n tılıd ır.
3 5 Rkz., b'ar B erg 'ir nefis çalışması, Edııcation and jo ’o s: ine G reai Iraiııin g
R obbery (Ne\v York: Praegcr; !9 7 0 ) .
178 YARANIN KAYNAKIARI

Y in e de, ço k çalışm a ve gayretkeşlik erdem leriyle o to m atik


olarak akacağı söylenen terfi ve g elir artışı g ibi ödüller, çoğu b e­
den işçisi için yakında elde edeceği b ir şey değildir, zira işveren­
lerin kabulleri genellikle bu bulgulara aykırıdır. O n la rın kabul
ettikleri şey genel olarak kültü rü m ü zü n de k abu l ettiğ i şeydir: zi­
hin üretkendir. H erb ert G in tis ’in işaret ettiği gibi çoğu çalışm a,
tem el b ilim ler üniversitelerindeki derslerin ya üniversite sonrası
yapılan işin içeriğiyle ya da preform ansla p ek az ilişkili old u ­
ğunu g österm esine rağm en, üniversite derecesi işe uygunluğun
en ö n em li sem bolü olm aya devam etm ekted ir. (B u k o n u sorul­
duğunda çoğu işveren, daha iyi eğ itim görm ü ş kişilerin şirketle
b ü tü n leşm e, şirkete bağlılık ve daha yüksek b ir k en d in e güven
duygusuna sahip olacaklarına in and ık larını belirttiler.)

Ö yleyse, işverenlerin çoğu zam an kendi v erim lilik ölçü tlerini


görm ezden gelm e ve başka işlerden ayrılm ış daha eğ itim li, daha
g enç işçileri çalıştırm a eğ ilim in in nedeni, eğ itim li insanların
üretken g ü cü n ü n daha yüksek olacağına dair güçlü in ançtır. Ü c­
retler söz k on u su olduğunda da, daha iyi eğitim liler, başka yer­
lerdeki geçm iş p erform an sların ın d ikkate alınm am ası ve bunun
yerine d ip lom a tem elin de b ir ü cret oranı belirlen m esi beklentisi
için d e olabilirler.

B ü yü k şirketlerde dışarıdan gelm iş daha eğ itim li insanları


yüksek vasıflı pozisyonlara atam a p ratiği, d aha az eğ itim li iş­
çilerin terfi olasılığına bir üst sın ır koyar. Bu işçilere açık olan
yükselm e ö d ü lü , büyük ölçü d e alt düzey beyaz yakalı pozisyon­
lara atan m a ya da ustabaşı olm ayla sınırlanır. B u yüzden, eğitim
düzeyi düşük insanlar bir işte du rm adan ço k çalışarak, istikrarsız
çalışan am a d ah a eğitim li işçilere açık olan ödüllere daha zor
ulaşırlar, zira o n ların akadem ik bir g eçm işi vardır.

B u g örü n ü şte m antıksız olan değişim ler neden oluyor? Bize


göre ü retk en lik ile d ip lom alı bilgi arasında b ir bo şlu k vardır,
çü n k ü sınıfsal hatlar, belirli sınıfları tan ım layan iş kategorileri­
n in k o ru n m a sın a izin verir. B u n u n la ü retici “altyapı” yeni b ir
SINIFIN GtZI.1 YARALARI 179

b içim e dönüşse bile sınıfsal eşitsizliğin k oru n abileceğin i an lat­


m ak istiyoruz.

B u ikisi arasındaki boşluğun yeni çalışm a b içim lerin in geliş­


m esi açısınd an ne anlam a geldiğini d ü şü n elim : Ö n celik le, ü reti­
ci düzen, sıradan işler yapan yeni bir insan kitlesi yaratm aktadır,
ki bu nların iş konusunda seçim yapm a özgürlüğü tam am en sı­
n ırland ırılm ıştır. İkincisi, bu beyaz yakalı işçi k itlesi, kendisiyle
çelişen statü sem bolleri tuzağına düşürülm üştür. Yaygınlaşan
beyaz yakalı işlere alınanların çoğunluğu, B lau ve D u n can gibi
analistlere göre, anne babaları mavi yakalı işçiler olan genç in ­
sanlardır. 1 9 5 0 ’lerde ve 6 0 ’larda işçi olan bu an n e babalar, k ıtlık
ve sürekli ek on o m ik güvensizlikten bir m ik tar refaha geçecek
olan ilk kuşak beden işçileriydi. Sınıfsal h atların aşılm ası onlar
için bir arm ağandı, gerçekten de bu nu n hayatlarında nitelikli
bir değişim , daha fazla özgürlük, yaşam larını değiştirm e fırsatı
an lam ın a geleceği beklentisindeydiler, böylece etn ik köylerinin
dışarısındaki insanların saygısını elde ed ebileceklerdi. N e var ki
gösterm eye çalıştığım ız gibi bariyerleri aşm ak, aslında vaat edil­
miş duygusal m em n u niyeti ü retm em ektedir. K ız ve erkek ç o ­
cukların beyaz yakalı işler için olu ştu rulm u ş engelleri aşm aları
da aynı duygusal düş k ırıklığına neden o lm uştur.

Beyaz yakalı b ir işe girm ek için okula devam etm ek gerekir.


O k u lu n içsel gücünüzü geliştirm esi, üretken toplum sal düzenle
ilişkinizde sizi daha güçlü biri yapm ası beklenir. Beyaz yakalı b ir
işe g eçm e, b öylcce, daha gelişm iş bir insan o lm an ızın bir sonucu
olur. Y in e de beyaz yakalı işlere geçenlerin çoğu oldukça fark­
lı bir gerçeklikle karşılaşır, zira işin içeriği aslında zihni ço k az
kullanm ayı gerektirir. A yakkabı satarken ya da kağıtlara dam ga
vururken tatm in olm adığını düşünen birisi, bu “ iyi” işini baba­
sının zor fiziksel em eğiyle karşılaştırırken olan şeyi nasıl an lam -
landıracaktır? O k u la devam eden böyle bir g en ç insan için , iyi
bir ço cu k olan D onald W arrcn ’ın söylediği g ib i, sınıfsal hatları
aşarken tekrar aşağıdan başlam ak zorunda kalacağınızı hisset­
m ek ne an lam a gelir?
180 YARANIN KAYNAKLARI

2 . B ö lü m d e gördüğüm üz gibi bu sorular, bu tarihsel ayrı­


m a yakalanm ış insanlar tarafından kendi k işiliklerine ilişkin bir
sorun, b ir şeyin üstesinden gelm ede yeteneksizlik problem i b i­
çim in d e y an ıtlan m ıştı. Şu an bu duygunun faydasını anlayacak
konum dayız: bu alt düzey beyaz yakalı işler için zihne verilen
belgeler, diplom alar, iş perform ansıyla ço k az ilintili olm asına
rağm en, çalışm a k onu su nda belirli ahlaki sem boller yaratm a
am acına h izm et eder. B u sem boller insanları, an ne babaların ın
eski işçi sın ıfı üyeliğinde olduğu gibi m antıksal ve rasyonel te­
m ellerde, yeni bir kitleye ü yeliklerinin daha ço k bir kişisel so­
ru m lu lu k olarak, sorgulanan kişisel yeterlilik im alarıyla süslen­
miş halde h issetm elerin e ik n a edecektir. F orm el eğitim le verilen
diplom alar, bu d u rum da, değişen üretici ilişk iler içinde sınıfsal
eşitsizliği devam ettirm ek için b ir gerekliliktir. D ah a da ö n em li­
si, eğ itim li o lm an ın son u cu olarak nasıl bir kişi olm aları gerek­
tiği ile yeni işlerinde doğrudan doğruya neyi deneyim ledikîeri
arasındaki uyum suzluğu hissetm eleri sağlanarak, bu diplom alar
onları soru m luluğu n k en d ilerin d e olduğuna ikna eder.

D ah a yaşlı beden işçileri kuşağına göre bu sorum luluğun


yüküne k atlan m an ın so n u cu um utsuzluk değil, fakat daha iyi
bir gelecek kurm ak için ken d in e has bir d isiplin i, yani kendini
reda etm e d isiplin ini uygulam a azmidir. B u ailelerden gelen ve
yeni beyaz yakalı işleri doldu ran gençler için de bu kişisel çözüm
benzer b içim d e sürdürülür, insanlarla ilk görü şm em izden sonra
duyduklarım ızla afallam ıştık ; eğer insanlar h ayatın b ir m ücadele
olduğunu düşünüyorsa ve geçim in i sağlayacak şeylere de yete­
rince sahip olm uşsa, neden m ücadeleye devam eder ki? D u y ­
duklarım ızd an öğren d iğ im iz şey, başarısızlığa ilişkin şikayetlerin
ardında yatan b ir varsayım dı: bir insan yarıştırılıyor olsa bile
kendisi yarışıyorm uş gibi düşünürse, ve kazanam azsa, varışı terk
etm ek aşağılayıcı olur. Beyaz yakalı işin içeriği ile statü arasında­
ki çatışm an ın son u cu , G eo rg e C o ro n a gibi insanların ö n cekin e
göre daha fazla g elecek y ön elim li d ü şü nm esid ir: bugüne kadar
toplu m d aki yeni k on u m ların d an istifade edem edikleri ortada-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 181

dır. Böylesi bir durum da yetersizlik, isyan etm ek ten ço k kendini


tu tm a güdüsüne hizm et eder.

B unu daha genel b içim d e ifade edelim : insan haysiyetinden


şüphe duym ak, bir sınıflı to p lu m u n eski sınıflar ortadan kalktı­
ğ ın d a sınırlı bir özgürlüğe sahip yeni sınıflar yaratabilm esin in bir
aracıdır. T oplum d a sınıfsal değişim b ir ilerlem e, başarı, yukarı
doğru hareketlilik olarak resm edilir; vaat edilen ödül ve devam
eden özgürlük kısıtlam aları arasındaki boşlu ğu n işaret ettiğ i ha­
yal kırıklığı ve kızgınlık, b en lik soru nu n a d önü ştü rü lü r, böylece
iki bölü m ö n ce bahsettiğim iz g en ç ayakkabı satıcısı, h ayatına ne
olduğu konusunda kızgınken bile, “sistem ”e olan ö fk esin in altı
oyulur, zira fırsatlardan yararlanam adığı için içten içe kend ini
suçlar. W atson O k u lu n u tartışırken ileri sürdüğüm üz meşrulaş­
tırm a kavram ına geri dönersek, s ın ıf yapısının e k o n o m ik karak­
terinde m eydana gelen değişim g örü n ü m ü altın d a, özgürlüğün
süregiden sınırlandırılm ası m eselesidir tam da şim di söz konusu
olan.

Fakat nasıl ki ço cu k lar okuldaki o to rite n in tam o larak k u k ­


laları olmazlar, yetişkinler de bu düzendeki p a s if k u rb an lar de­
ğildir. B oston ’da görüştüğüm üz insanlar top lu m d a ad aletin ne
old u ğu , daha özel olarak s ın ıf atlam ada fırsat eşitliği açısın d an
ad aletin ne anlam a geldiği kon u su nd a çok açık fikirlere sahip ti.

E tn ik kökenli beyaz işçilerin fırsat eşitliğ in in doğası üzerine


d ile getirdiği düşünceler, başka araştırm acıların sivah işçilerin
tu tu m ları üzerine yazdıklarıyla ilgin ç b ir b içim d e ben zerlik taşı­
yordu. Fırsat eşitliği, bir çıkış çizgisinden başkalarıyla eşit olarak
başlayıp onlarla rekabete girm e fırsatı değildir sadece, aynı za­
m and a kişiliğinizi değiştirm e fırsatıdır.

Siyah bir tam irci, “3 i r insan kafalanm am ışsa, kend isi için
en iyi olanı ö ğren ebilir” diyordu. “Yaşam ına başkalarıyla aynı
yerden başlam a şansı verirseniz b ir insana, ne y apabileceğini,
ne istediğini ö ğren ebilir” dem işti beyaz bir terzi. B u n a benzer
olarak 18. yüzyılın sonlarında “yetenekliye açık kariyerler”, orta
182 YARANIN KAYNAKLARI

bu rju vaziye zen ginleşm ekten daha farklı an lam lar ifade ediyor­
du. E ğ er kariyerler yetenekli olana açıksa, o zam an soyluların
sahip olduğu kültür ve duyguların içsel zenginliğini k end ileri de
yaratabilird i.

F ırsat eşitliği herkesi k en d i toplum sal k o n u m u n u n so ru m lu ­


su yapar. Terzi, ö rn eğ in , d aha sonra “herkese adil bir şans veri­
lirse, o zam an herkes kend i işini bulu r... işler yolunda gitm ezse
a rtık bu onu n soru nu d u r” dem işti. 1 8 7 0 ’lerde A m erika’da g iri­
ş im cilik çağının zirve d ö n em in d e H o ra tio A lger hikayeleri fırsat
eşitliğ i yakarışıydı, fakat bıkm ad an usanm adan söylendiği g ibi,
b ir insan yapm ak istediğini yapabilecek fırsata sahip old u ğu nd a,
ey lem e geçm eye hazırdı, başarısı ya da başarısızlığı tam am en k i­
şisel b ir sorundu. B ö y lece toplu m bir b içim d e sahneden k ay b o l­
m uş ve insanın kaderi kişisel güç ve k arakter m eselesi o lm u ştu .

B o sto n ’da fırsat eşitliği konu su nda ne zam an kon u şm a şan­


sı yakaladıysak iki söylem düzeyi oldu ğu nu gördük. G ö rü n ü ş­
te a çık lan an , bir insan eğer orta sın ıftan insanların yararlandığı
avan tajlara sahip olursa h ayatında istediğini yapabileceğidir. B u ,
eğer şansları olsaydı tıpkı diğerleri kadar güçlü ve özgür o la b ile­
ce k le rin e ilişkin bu in san lar arasında var olan b ir onaylam aydı.
N e var ki bu görünen duygunun altında gizli b ir şey vardır. H er
şeyden ö n ce bu insanlar engellenm iş o lan , içlerin i kem iren bir
g ü çsü zlü k duygusunun sık ın tısın ı çek en , h ayatlarının çoğ u n d a
k e n d ile rin e bir birey o larak davranılm am ış insanlardı. Sın ıfsal
yapı ile alakalı olan bu deneyim ler, kend isin i insanların kendi
k a ra k ter sorunları o larak gösterdi; ve bu yüzden g örü n en in al­
tın d a k end ilerin in dile getirm ediği bir güvensizlik, b ir şüphe
duygusu yatıyor. A ilede b ir kişi bariyerleri aştığında, yani daha
iyi b ir işe girip b ö y lcce başarılı olm a şansını yakaladığında, k ü l­
türel çevre iş yapısının kend isin d eki soru nu pekiştirir: geçm iş,
şim d iy e, kendisini g eliştirm ek için y eterin ce iyi olam ayacağına
d air b ir korku ekler.

Başarısızlık olasılığı A m erik an yaşam ında en rahatsız edici ol-


SINILIN GİZLİ YARALARI 183

gudur. B izim saygı tablom uzda başarısızlığa yer yoktur, başarısız­


lık B ü yü k B u nalım gibi sarsıntılı b ir olaydan kaynaklanm adıkça.
İlerlem eyenlere yönelik bir kayıtsızlık da vardır. Başarısızlar ve
değişm eyen insanlar (Sam m y G lic k ’in 36 ço k korktuğu h iç k im ­
seler) gelişm em iş kişiliklere sah ip m işler gibi görülür; b ir şansa
sahip olup da “başarılı olam ayan” insanlara yönelik rahatsızlık
duygusu, insanlar geniş k itleden k end ilerin i ayırırlarsa, b ir şekil­
de farklı olurlarsa saygın kişiler o lab ilirler varsayım ından gelir.

Fırsat eşitliği, bu nedenle, en gellen m iş, yenilm iş ya da ken ­


dinden em in olm ayan insanları cesaretlen d irm ek için ideal bir
çerçeve olam az. O lsa olsa top lu m adil olsaydı, insanlar “h iç k im ­
se” o lm aktan kurtulm ak için şansa sahip olurlardı m esajın ı verir.

B öylece “fırsat eşitliğ f’nin ad aleti, kişisel değer ik ilem in e geri


götürür. D ah a yüksek eğitim ya da daha iyi bir iş gibi ö n cek i
yetersizlik duygusunu ortadan k ald ıracak bir fırsat sağlandığın­
da, sanki bireyin gücü karşı karşıya kaldığı her şeye yetecekm iş
gibi o n u s ın ıf atlam ayla boğuşm aya bırakarak, top lu m , aniden
kend isini görü n m ez kılm ış gibidir.

Son yıllarda Serge M allet gibi yazarlar farklı yollar izleyerek


“yeni işçi sın ıfın ı” tanım lam aya çalıştı. M allet, A lain T o u rain e’in
post-endüstriyel toplum teorisind eki düşüncesini tem el aldı.
T o u rain e, bildiğim iz biçim iyle sın ıfın ortadan kalkıyor old u ­
ğuna, çü n k ü m akineyi yapacak e n e rjin in , ü retim in kaynağının,
serm ayeden insan zihnine, bankalardan laboratuvar ve okullara
doğru geçtiğin e inanm aktaydı. B elk i de öyledir diye gözlem ler
M allet, fakat laboratuvarda ve oku ld a, bankaların finanse ettiği
fabrikalarda çalışan metal işçileri kadar yoksun bırakılm ış baskı
altınd a yeni b ir işçi sınıfıydı gelişen. M a lle t ve A ndré G o rz, bir
işçi-öğrenci ittifakın ın m üm kün old u ğu nu düşünür, zira eği-
tim -araştırm a kom plekslerindeki ö ğ ren ciler ve teknikerler şim di
3 6 r.S.N .: Budd Schulberg’in 1 9 4 l ’de yayınlanan W hat M akes Sam m y R u n ?
isimli rom anının alt sınıflardan gelip üste doğru tırm anm aya çalışan hırslı,
saldırgan, acım asız, ben merkezci, başarılı olm aya odaklı karakteri.
184 YARANIN KAYNAKLARI

a rtık iş ç ile rin zaten h ep iç in d e o ld u ğ u k o n u m u n ayn ısın ı pay­


laşm a k ta d ır.

B u n la r akla u y g u n d ü şü n celer, fa k a t z ih in y in e ü retim için


k u lla n ılm ış o lu y o r, d ü şü n ce m o d e rn k a p ita list d ev let tarafın d an
y en i te k n ik le r, m a lla r ve h iz m e tle r iç in tah sis ed iliyo r, tıp k ı İ n ­
giliz san ay i p a tro n la rı Savoy’d a y ü zen g o n d o l p artileri v ereb ilsin
d iye b in le r c e k ö m ü r m a d en i işçisin in fiz ik i e m e ğ in in o n lara ta h ­
sis e d ilm iş o lm a sı g ib i san k i.

B u n u n a k sin e, b iz im b e tim le d iğ im iz d u r u m , zih insel ve e n te ­


le k tü el g elişm e k arşısın d a v erilen b e lg e le rin , b ir ayakkabı satıcısı
ya da o fis ça lışa n ı b ir kez işe b a şla d ık ta n s o n ra h iç b ir işe y a ra m a ­
d ığ ın ı g ö s te rm iştir; “tem el b ilim le r ü n iv e rsite le rin d e ” g eçirile n
iki y ıl, b e lk i de g e n ç le ri e m e k p a z a rın d a n u zak tu tm a k d ışın d a ,
ö z ü n d e ü re tic i işlevi o lm a y a n b ir e rg in le n m e tö re n in d e n b aşka
b ir şey d eğ ild ir. B u b ariy erin k u lla n ılm a sı, bayağı fay d acılık ta
g ö rd ü ğ ü m ü z üzere, ay a k k a b ı sa tıcısı y a d a o fis ça lışa n ın ın elin e
g eçen fırsa tla rı k u lla n a m a d ığ ın ı, d e n e m e y e d ev am erm esi g e re k ­
tiğ in i, zira h en ü z h iç b ir yere u la şa m a d ığ ın ı d ü şü n m esin i sağla­
yarak g e rç e k lik ile b e k le n ti a ra sın d a b ir ç a tış m a y aratm ak tır. B u
ça tış m a sö m ü rü iç in d eğil, d isip lin iç in k u lla n ılır.

K ö tü g ü n ler g elm e d e n b ir k a ç y ıl ö n c e , D e m o k r a tik B ir T o p ­


lu m iç in ö ğ r e n c ile r to p lu lu ğ u , a y a k k a b ı sa tıc ıla rı, sek reterler ve
o fis m e m u rla rı g ib i “yeni işçi s ın ıfı” ile ilg ili b ir çalışm a gru bu
o lu ştu rm u ş tu . 1 9 6 4 ’de R ic h a rd S e n n e tt, C h ic a g o ’da y u k arıd ak i
te rim le rle ta n ım la n a n yeni işçi sın ıfı ü z e rin e bazı a ç ık o t u r u m la ­
ra k a tıld ı. O sıralard a m ese len in d ışa rıd a n b irisi olarak k e n d isin e
n asıl g ö rü n d ü ğ ü ile b u ç a lışm a d a m av i y ak alı işlerd en b u y en i sı­
n ıfa g e ç e n le rle u zu n uzun k o n u şu rk e n şu an d a nasıl g ö rü n d ü ğ ü
ara sın d a k i d eğ işim ça rp ıcıd ır.

O sıralard a h er şey fizik i b ask ı g ib i g ö rü n ü y o rd u : se k reterle­


rin , d o sy a m e m u rla rın ın ve d iğ er o fis ç a lışa n la rın ın işi z a h m e t­
liy d i, b ed en sel işler m o n o to n d u , ü c re t k o r k u n ç tu , vb. O fis , se n ­
d ik a la rın b ü e y e rin e g e tire b ile c e ğ i te m e l g ü v e n lik ö n le m le rin in
a lın m a d ığ ı y e n ile n m e m iş b ir fa b rik a d ır.
SINIFIN GİZLİ YARALAR] 185

B u d e ğ e rle n d irm e le r b u g ü n iç in d e d o ğ ru d u r, a n ca k rem el


n o k ta y ı k a çırm a k ta d ır. B ir k işi, e ğ e r y ap tığ ı şey in d eğ erli o ld u ­
ğ u n a in a n ıy o rsa , b ü y ü k b ir b e d en sel y o k su n lu ğ a k atlan ab ilir.
Y a p tığ ım ız b ir görü şm ey e refera n sla sö y lersek , m avi yakalı aile­
lerden g elen bey az yakalı işçile r y a p tık la rı işin d eğ e rli o ld u ğu n a
in a n ıy o rla r; ta k ım elb ise giyip k ra v a t ta k ıy o rlar, şe h ir m erk e z in ­
deki o fise g id iy o rla r; bu tü rd en şey ler a k ra n la r ve a n n e b abalar
arasın d a b e lli b ir p restij sağlar. F a k a t ö z sa y g ın ın s ı n ıf sistem in e
sık ışıp k a ld ığ ı d uygusal düzey b u n d a n ç o k d a h a d erin d ir. B in
b ir tü rlü fırsa tın rü yasını g ö re n 2 1 y a şın d a b ir in e b aşka in san lar
b aşarılı o la c a k b iri olarak b a k ıy o r, o ise b ir m e m u r o la ra k k ağ ıt­
larla o y n a rk e n hayal k ırık lığ ın a u ğ ra m ış ya da ay a k k a b ı satarken
b ık k ın h issed iy o r. Y eni işçi s ın ıfın ın asıl z u lm ü n ü n b aşlad ığ ı yer
tam da b u ra sıd ır, to p lu m d a k i h e r şey b ir ç o c u ğ u n için d e k ile rin i
h isse tm e sin e teşv ik ettiğ i iç in , k a fa sı d a rm a d a ğ ın d ır. B u tem eld e
yaralı h a y siy etin y a ra rın ın b elk i en şey tan i ta ra fı, ço c u ğ u n o fis içi
k alifiy e b ir ele m a n o lm a sın ı sa ğ la m a k iç in ü n iv e rsite d e o lasılık la
b ir ya da iki y ıl g eçirm esiy d i. E ğ e r eğ itim o n u ö zg ü r k ıla ca k bir
araçsa, eğ er o k e n d isin i ‘"g eliştireceğ i” var say ılan b u erg in leşm e
tö re n iy le so n u c a ulaşıyorsa, “s is te r n ’in n e k ad ar ç ü r ü m ü ş o ld u ­
ğ u n u biliyor o lm a sı ö n em siz d ir, k o şu lsu z b ir b iç im d e dün yayla
m ü ca d e le e d e b ilm e si iç in ö n c e k en d isiy le ilg ili b ir şü p h ey e karşı
m ü ca d e le e tm e k zoru n d ad ır.

B u m eseley i ç o k fazla v u rg u lu y o ru z , ç ü n k ü s ın ıfın d ilin d ek i


b u gizli sü re k lilik , sürekli b ü y ü y e ce ğ in e in a n d ığ ım ız k itlesel bir
hayal k ırık lığ ı ve acı d u y g u su n a işaret e tm e k te d ir, iş ç ile rin b ü tü n
vergileri ip ta l ed ilm iş, ırk ç a tışm a la rı b itm iş , savaşlar a r tık işçi ve
y o k su lla rın ç o c u k la rın ı a lm ıy o r o lsa bile.

G ö rü ş tü ğ ü m ü z işçilerin a ile h a y a tla rın d a k i h e r şey, ço cu ğ u


b ir b a riy ere ta şım a y ö n elim lid ir. T i p ik b ir y o ru m şu d u r: “Ç o ­
cu ğ u m e ğ itim li o lm a lı. O n u z o rla m a k is te m iy o ru m a m a iste­
d iğ in i y a p a b ilm e sin in te k y o lu b u .” B ir a ile, e b e v e y n le r in in h er
ik isin in d e d o ğ d u ğ u , a rk a d a şla rın ın ve a ile n in g eri k a la n ın ın
yaşad ığı Ita ly a n g ö ç m e n m a h a lle sin d e n , k im sey i ta n ım a d ık la rı.
186 YARANIN KAYNAKLARI

ço ğ u n lu kla Y ahudi alt-orta s ın ıf in san ların yaşadığı fakat “Y ahu­


di o k u lla rı” ile çok fazla ü nlen en b ir m ahalleye taşın m ıştı. B u ­
n u n la b irlik te çoğu an ne baba, oku la y ön elik doğru tu tum ları
belk i de o k u lu n kendisinden daha ö n em li görm ektedir. “Jam es
ve C a th y ’ye o ku lla ilgili doğru fik irler verin, bu nd an hem en her
yerde en iyi b içim d e faydalanacaklardır” dem işti b ir ebeveyn.
B u rad a o k u lla rın kalitesinin ö n em siz olm ası değildir m esele,
daha ço k ço cu k la rın ın kendine güvenm esi için doğru tu tum ları
ta k ın m a sın ın k endilerin in b irin cil soru m luluğu oldu ğu nu dü ­
şün m elerid ir.

B u so ru m lu lu k özel ve acıklı b ir g örü n ü m e sahip. “İn san la­


ra b ir d ip lo m a gösterem ezsen, sana bir h içm işsin gibi m uam ele
ed eceklerd ir” diyordu b ir çöp toplayıcısı ço cu k ların a. “Sheila’ya
d iyorum k i” diye açıklıyor bir elek trik çi, “ev ödevini yap ya da
b en im d u ru m u m a düşersin... kendi iyiliğin için çalışm an gerek.”

G ö rd ü ğ ü m ü z gibi eğitim , o n ların ço cu k larım farklılaştırm a­


yacak; a n n e b abaların kendi g en çlik lerin d e gördükleri karakter
başarısızlığına karşı bir set olu ştu racaktır. B ir lim an işçisi, “çok
ap tald ım , h iç um ursam adım ” diyordu. “Fakat ço cu k larım farklı
o lacak ”. B ir başkası, “kısa yoldan voliyi vurayım diye oku lu bı-
rakm asaydım b u gü n olduğum yerde o lm azd ım ” dem işti.

B u n u la b irlik te iş yapısındaki değişiklikleri doğru okursak,


bu an n e b ab aların özlem leri ilerleyen yıllarda boşa çıkacaktır.
Ebeveyn fed akarlığının öm rü , sadece an n e babalar için değil,
belki de g en çlerin kendileri için de iyi b ir son u ca ulaşm aya­
cak gibi görü n üyor. Ç ü n k ü , Jo h n G a g n o n ’un dediği g ibi, işçi
sın ıfın d an gelen gençlerin üzerinde m uazzam b ir “u m u t yükü”
var, kendi k on tro llerin in ötesind eki koşullara yenilebilecek bir
u m u t bu . B ir çalışm ada işçi sın ıfı ailelerinde yaşayan gençlerle
yapılan g örü şm eler,37 bu ço cu k lar arasında, 1 9 6 0 ’lı yılların h e­
yecanlı g en çlerin d e var olan h oşnu tsu zlu ktan daha fazla belirsiz-
3 7 C h icag o ’da G ag n o n ve Jo h n S im on’un yaptığı bu çalışm a, belki dc alandaki
en kapsam lı çalışm adır.
SIN IFIN GİZI.l YARALARI 187

lik taşıyan bir kırgınlık olduğu ortaya çık tı. N erede sonlanacak?
Y ık ıcı yer değiştirm e için tasavvur ed ebild iğim iz tek k u llanım ,
“başarılı olm ak için” gelecek odaklı bir karara ilham verm ek, di­
siplinli o lm ak için bir teşvik aracı olm asıdır. Y in e de belki gizli
s ın ıf sistem i bu işlevi gerçekleştirm ek için y eterin ce güçlü değil­
dir. Yaralı haysiyetin yararlılığından bah setm iştik , fakat faydalı
olan ve düzeni koruyan şey m utlaka kalıcı değildir. B u ço cu k lar
“in an çların ı kaybettikçe” yeni bir k itlen in ortaya çıkm ası m addi
olm ayan bir d irençle karşılaşabilir. İn a n ç kaybı her iki yolu da
kesen b ir kavram : Jam es gibi bir ço cu k başarılı o lm ak için fır­
satları yetersiz biçim de kullandığını ve aynı zam anda da bunu
yapabileceğine in anm aktan vaz geçtiğini düşünür.

Levi-Straus’un belirttiği gibi, b ir kabilede b ir tan rın ın m as­


keli g örü ntüleri defalarca değiştirilebilir, an cak insanlar T a n rı­
n ın b ir m askede b etim len ebilir olduğuna in anm aya başlam adan
ö n ce. Belki de aynı biçim de, m ülkiyet, daha iyi bir iş gibi hay­
siyet sem bolleri, böylesi bir sem bo lik alış verişte aktarılabilen
haysiyetin yıkılabilir olduğu düşüncesinden ö n ce b irço k kez
değiştirilebilir. Burada ço cu k lar üzerine ço k fazla “u m u t yükü ”
yüklem iş olabiliriz, fakat A m erikan Rüyasına in an ç o n ların ya­
şam ınd a b itm iştir; ya da büyüdüklerind e işler değişecek m i ve
kendi aileleri için fedakarlık yapm ak zorunda m ı kalacaklar?

A m erikan kapitalizm i kendisi için k ork u n ç bir test hazırla­


m ıştır. İnsanların kendisini geliştirm esi için belirli bir zorlam ayı
dayatm aktadır, ancak ek on o m ik yapı k end isin i k oru m ak için
bu gelişm enin ne olduğuna ilişkin sem bolleri sürekli d eğiştir­
m elidir. Z en g in lik , insanları bilin m ey en b ir geleceğe y ön len d i­
rir, fakat bu gelecek zam an duygusu da old u kça y ık ıcıd ır; farklı
b içim d e büyüyen çocu k an ne babasına on u n la paylaşacakları
o rtak b ir zem in bırakm az. E k o n o m ik nedenlerden dolayı to p lu ­
m un yarattığı kadar yıkm ası da gerekiyorsa, insanlar, k end ilerin i
m eşrulaştırm ak için aralıksız b ir çaba g österm enin er geç saygı­
nın saltanatını getireceğine ne kadar zam an inanacaklar?
İldüici K ısım

R ü y a la r ve Savurnsimalair
D örd ü n cü B ölüm

Bölümmüş Bemlik

Ö zgü rlü ğü n ve haysiyetin buraya kadar d eğin ilm iş olan b ilin ­


m ezlikleri insanları çılgına çevirm eliydi. O ysa h er ne kadar insan
için yem ek ve cinsellik gibi vazgeçilm ez b ir gereksinim de olsa,
haysiyet açlıklarını h içbir zam an tatm in etm ezken , onları b u n ­
dan alenen m ahrum da etm eyerek insanları arafa sürükleyen,
haysiyetli olm ayı anlam sız b ir yük kılan ve tek m an tık lı alter­
natifin başkaldırı olduğu bir to p lu m la karşı karşıyayız. B u n u n ­
la b irlikte, bu kitabın sayfalarındaki insanlar ne sin ir k rizinin
eşiğindeki, ne de bir başkaldırıyı alevlendirebilecek um utsuzluk
n oktasınd aki insanlar. A ksine, sın ıfın ve s ın ıf b ilin cin in soru nla­
rına belli b ir mesafede durarak günden güne b ir denge duygusu­
na yakınsam akta, böylece yuvarlanıp gitm ekteler.

İnsanın kend ini toplum dan korum a ve h ayatını koşulların


yarattığı bir varlık olm anın ö tesin d e sürdürm e yeteneği, insan
ru hu nd a genellikle “doğuştan” olan p sik olojik b ir güç olarak ta­
n ım lan m aktad ır. Sözgelim i, W ilh e lm D ilth e y g ibi yazarlar, in ­
sanların kendileriyle toplum sal sorunları arasına m esafe koyabil-
192 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

m eşini, to p lu m u dışarıda tu tab ilm ek için kendi içlerine k açab il­


m e gücü olarak açıklam aktadır. Bu açıklam a son derece m antık lı
g özü km ekle birlikte, fazla basittir: Eğer to p lu m insanları duygu­
sal olarak ço k derin bir düzlem de yaralam a kuvvetine sahipse —ki
haysiyet yaraları bu düzlem de açılır- to p lu m u dışarıda tu tab ilm e
gü cü n ü n neredeyse m ucizevi, aşkın bir güç olm ası gerekir.

İn san lar daim a to p lu m « « bilin cin d ed ir. İnsan b ilin ci to p lu ­


m un o n a yüklediği bilgileri alıp, bu bilgilerin duygusal etk isi­
ni hafifletecek ya da kend isin d en uzaklaştıracak yeni ö rü n tü ler
oluşturabilir. H asım ya da baskıcı bir toplu m dan gelen bilgiler
bu özel ö rü n tü ler sayesinde ne kadar etkisizleştirilirse, insanlar
da o kadar dengeye ve akıl sağlığına kavuşurlar. B u kitapta insan
b ilin cin d en toplum sal bilgiyi saklayan bir depo ya da kap olarak
b ah setm ed ik h iç; bizce b ilin ç insanın etkin olarak kullandığı bir
güçtür. Şim d i yapm ak istediğim izse, b ilin cin , bilgi to p lu m u n u n
haysiyetin doğasına dair sunduğu bilgileri yeniden düzenleyerek
insanı toplu m dan nasıl k oru d u ğu nu som u t olarak gösterm ektir.
B u k oru n m an ın basitçe k ötü bir toplu m u “dışarıda tu tm ak ”tan
daha karm aşık, kişinin kendi dışında olanları bilerek göz ardı
ettiği b ir kaçıştan daha fazlası olduğunu gösterebilm eyi u m u ­
yoruz. Ö zel b ir tür yabancılaşm ayı ele alarak, bu k oru n m an ın
işleyişini —ve ne denli başarılı old u ğu nu - g österm ek istiyoruz.

N ietzsch e bir zam anlar “güçle sevgiyi birleştirin” diye yaz­


m ıştı, “o zam an h içb ir zam an in citilem ezsiniz.” Bu sıradışı bir
öğretid ir: İnsanın güç sahibi olm adan gerçek sevgiyi b ile m e ­
yeceğini, güç olm aksızın sevginin her zam an ihlale, ih anete ve
h orgörüye açık olacağını söylem ektedir. S a f sevgi diye bir şeyin
o lm ad ığ ın ı yazm ıştır N ietzsch e.

Peki ya güçsüz hissediyorsanız? O zam an sevgiyle gücü nasıl


birleştir<?£z/msiniz?

B u soruların sın ıfın duygusal yaralarına (kardeşlik ile bireyse!


y etenek arasındaki çatışm aya, sevgiden güç elde etm eye y ön elik
fedakarlık girişim lerine) durm aksızın yansıdığı, iki alanı birleş-
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 193

tirm e çabasının güçsüzlük duygusunu daha da arttırm ak tan baş­


ka b ir işe yaram adığı görülm ektedir.

O halde sevgi ile güç ayrı mı tu tulm alıdır?

E ğer sevgi ve güç birb irin d en uzaklaştırılır, insan için d e bu ­


lund uğu koşulları aşabilsin diye sevgi s a f haliyle tutulursa, in ­
sanlar kend ilerine yabancılaşırlar. “Y abancılaşm a” sözcüğünün
L a tin ce k öken lerin d en biri (alienatus, alienare), iki alanı b irb i­
rin d en uzaklaştırm ak, bunları y aban cı k ılm ak dem ektir. Sev­
gi ve gücün aralarını açm ak dem ek, bu iki deneyim b içim in in
dış etkenler tarafından yabancılaştırılm asın d an ziyade, insanın
için d eki iki oluş alanını birbirinden uzaklaştırm ası, kasıtlı olarak
gayrılaşnrm ası dem ektir. Bu d u rum da, acaba yabancılaştırm a
eylem i kend ini k oru m anın bir yolu m udur? B u soruyla asıl sor­
gulanan , uzun zam andır kültürel b ir h astalığın işareti olarak ka­
bu l edilen b ir olgunun aslında sağlıklı b ir ru hu n savunusu olup
olm adığıdır.

Planları hatalı olan b ir inşaat p ro jesin i ustalıkla yeniden tasar­


layıp düzelten g enç bir tesisatçı, “kuzey duvarındaki bozukluk
düzeltild iğind e bana zam yaptılar” diyordu. H er ne kadar y ap tı­
ğı şeyden duyduğu m em n u niyet belli de olsa, anlatırken “kuzey
duvarındaki bozukluğu düzelttiğim de” yerine “d ü zeltild iğind e”
diyebilm iştir. Benzer şekilde, G eo rg e C o r o n a n m denetlediği
ad am sayısı ikiden dokuza “çık artılm ış”, W iilîa m O 'M a lle y ’e
çalıştırm ası için m o n taj h atan d ak i en karm aşık m akine “veril­
m iş”, eğitim siz F ran k Rissarro uzun yıllar bo y u n ca zor b ir beyaz
yakalı işte tu tu n ab ilecek kadar “şanslı” olm uştur. Bu örnek lerin
hepsind e “b e n ’in yerini edilgen yapı alm aktadır, çü n k ü aksi tak­
dird e, ben, işi y ön eten kişi olarak görü lecektir.

B u örneklerde edilgen yapının k u llan ım ı basitçe dış g erçekli­


ği yansıtm aktad ır: H er ne kadar fiilen çalışan işçi de olsa, bunu
b ir başkasının d en etim i altında yapm aktadır. Tesisatçının karşi-
laştığı “bozulduk” b ir başkası tarafınd an d ü zeltilm iştir; diğerle­
rin in aldıkları öd üller onlara işverenleri tarafından verilm iştir.
194 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

Ö te yandan, edilgen y ap ın ın k u llan ım ı sorum luyu ta n ım ­


lam ak tan başka b ir şey daha yapar. Rissarro’n u n başarılarından
bahsederken bu nları hileye başvurarak ya da diğerlerinin o n u n
“g erçek te” kim oldu ğu nu bilm ed iği için ed in ilm iş şeyler olarak
tan ım layışın ı hatırlayın. D ed iğ in e göre, eğer eğitim siz oldu ğu nu
ve “fak ir bir çevre”den geldiğini bilseydi, karısı on u n la evlen-
m ezdi. B iri Rissarro’yu böyle şeyler söylerken duysa, ilk dü şü n ­
cesi o n u n kendisini kandırdığı olurdu: K onu şm ası ve tavırları
a çık ça kenar m ahalleye a itti, nasıl o lu r da b irin i kim olduğuyla
ilgili olarak aptal yerine koyup “k an d ırab ileceğ in i” düşünebilirdi
ki?

B u n u n cevabı şudur: O n la rı aptal yerine koydukça, ken d in i


sahtek ar gibi h issettikçe, saygı kazanm ak u ğru na için d eki gerçek
kişiden ödün verm iş olm az. Elleriyle iş yapm ayı seven adam la,
ço cu k larıyla o lm ak tan zevk alan babayla; ço cu k ların d an itaat
bekleyen aile reisi, yani h ırslı Frank aynı kişi değildir.

R issarro’nun b ilin ci, b ir insanı diğerleri arasında sivrilten,


h em m addi ödülleri hem de saygının m anevi ö d ü lü n ü kazandı­
ran kişisel güç k u llan ım ların ı bir bölm ey e, gerçek b en liğ in i ise
diğer b ir bölm eye koyarak, sosyal dünyayı düzenleyen b ir ak tö r
h alin e gelir. E tk en olan, icra eden, birey olarak diğerlerinden
farklı görülm eyi isteyen ben liğ in i, yalnızca o lm ak isteyen, aile­
sin in ve arkadaşlarının tad ın ı çık arm ak , o n ları sevm ek isteyen
edilgen ben liğ in e yabancılaştırır.

Ö d ü le layık görüldüğü b ir tem izlik p ro jesin i an latan genç


b ir adam şöyle diyordu: “G erçek ten iyi iş çık ard ık . . . O n iki
kişiyd ik ve her b irim iz d ö rt bloğu elden geçirdi, kırık şişeleri,
çö p leri falan top lad ık . . . Ş u yurttaşlık ö d ü lü n ü aldık, h an i var
ya, Kivvanis’ten . . . ” G ö rü şm ey i yapan kişi, g en ç adam ın yaptığı
b u çalışm a için daha sonra aynı gruptan aldığı burs h akk ın d a bir
soru sorar: “Ş e y ... şu bursları verdiler, b irin i bana v e r d ile r ...”

G ö rü şm eyi yapan, tekrar “yaptığınız sosyal çalışm a için m iy ­


d i?” diye sordu. G e n ç ad am , “evet, orada yapılan sosyal çalış-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 195

m a için , herhalde ondan etk ilen d iler” diye cevap verm işti. Y in e
etkend en edilgene geçiş; birey ö n e çık tığ ın d a kişi görü n m ez
olm aktadır. Sanki iki ayrı yaşam aynı anda var olm aktadır. Şu
kad ının m ezuniyetini anım sayışında olduğu gibi:

“K end i lise m ezuniyetim i ç o k net h atırlıyoru m . Beyaz b ir


elbise g iym iştim ve sahnedeki sandalyelere o tu rm u ştu k ... O k u l­
da başarılı olm uş olan öğrencilere öd ü l verecekleri için bizi bu
sandalyelere o tu rtm u şlard ı... Evet, onlara ödül veriyorlardı ve
öğren ciler u tanm ıştı, talim in edersiniz, herkesin ö n ü n d e.”

“Siz de bu öğrencilerden b iri m iyd in iz?”

“E v e t... Seyirciler arasında olan erk ek arkadaşım a b ak tığ ım ı


h atırlıyoru m . Takım elbise giym işti ve ç o k garip görü nüyordu,
sanki b ü tü n dikişleri patlayacak g ib iy d i... Aşağıdan sahnedeki
insanlara bakan seyirciler, ve son ra tö ren , harika bir m üzik, so n ­
ra ö n ce sahned eki insanları kaldırdılar, sonra da s e y ir c ile r ...”

“İlk ö n ce sizi kaldırdıkları için u tan m ış m ıydınız?”

“Yoo, ço k hoş bir olaydı, tak m ad ım .”

Sahn ed e olan M ary, ama orada o lm a n ın gururu, o n u n başına


gelen b ir şey.

“B en ”in yitim i kişiyi iki teh d itten korur, ö n c e lik le , sosyal


tecritten uzak tutar. Eğer “gerçek” b en liğ im , benden m akam ca
üstün olan b ir o torite istediğinde iyi iş çıkaran kişiden ayrıy­
m ış gibi yaparsam ; eğer y etkin liğim i ya da baş etm e g ücüm ü
kend im d en uzakta tutar, sanki bu bir insan olarak bana dışsal
b ir güçm üş gibi yaparsam , o zam an yeni b ir terfi aldığım da ya
da daha üst b ir m akam dan bir öd ü l ald ığım d a, bu nu sanki ben
yapm am ışım gibi geçiştirebilirim .

A rtık onaylan m a, terfi, hatta ben d en ü stte olan b irin in fik­


rim i ya da ö n erim i alması gibi sıradan sinyaller bile, çevrem de
bu lu nu p da b en im geçirm iş oldu ğu m değişim i deneyim lem em iş
olan kişilerle olan kardeşliğim izi bozam az. H e r şeye rağm en, bir
196 RÜYALAR VL SAVUNMALAR

arkadaş olarak, onları yüz üstü bırakm ayan ve aşağılam ayan biri
olarak kabul ed ilebilirim , çü nkü aslında “ben ”, bu değişikliğin
gerçekleşm esine neden olacak h içb ir şey yapm adım . Arkadaş is­
teyen b irin in hayatında edilgenliğin bü yü k b ir yeri vardır, çü n ­
kü insanların günlerini geçirdikleri ku ru m lard ır bü tü n bunlara
neden olan .

B en liğ in kullandığı dil aynı zam anda b ir birey olarak kabul


ed ilm e —özel biri o lm a- tehlikesinin de üstesinden gelir. E d ilgen ­
lik, kişiyi görü nüşte o nu r verici olan d u ru m u n içerdiği yaralan­
m a teh likesind en korur.

G e rçe k kişinin icra eden bireyden k o ru n m a am açlı olarak ya­


b an cılaşm ası, orta yaşlı bir asbest işçisin in hayatında da çarpıcı
b ir şekilde görülm ektedir. İlk eşinin erken ö lü m ü nd en birkaç yıl
sonra, b ir zam anlar fahişelikten h ü k ü m giym iş bir kadınla evlen­
m iştir. A krabaları, “sürtük” tab ir ettik leri bu kadınla evlenerek
kend isin i alçalttığ ın ı düşünm ektedir. Bu konuya feci şekilde ta k ­
m ış dürüm dalar ve o da, kendini o n ların laflarına, gösterdikleri
tik sin m e ve iğrenm e dolu aşırı tep k ilerin e h içb ir zam an karşılık
verm eyerek korum aktadır. B u n u n y erin e, d em ir gibi b ir iradey­
le, k end ini onlara açıklayıp savunurken herhangi b ir duygusunu
belli etm ek ten kaçınan, akılcı b ir tu tu m sergilem ektedir.

Yüzeysel olarak bakıldığında böylesi bir davranış ben liğin


için d eki sevecen kişinin edilgen kaldığı b ir bö lü n m e gibi gele­
bilir. Fakat aslında bu daha farklı tü rd en, savunm a am açlı b ir
olgudur: ad am ın , akrabalarının o n a saygı duym ası gibi bir isteği
yoktur. G ü cü n ü , tüm bu alay etm elere karşı sessizliğini koru ya­
rak gösterd iğini düşünm ektedir. Eşiyle o lan ilişkisini k oru m ak ­
tadır. Sevgi ve güç bu sessizlikte b irleşm iştir — sessizlik edilgen
b ir kop u ld u k hali değildir.

O to r ite için bir şey yapm ası gerekip de övgü aldığı d u ru m ­


larda, yabancılaşm ış b ir ed ilgen lik ortaya çıkar. D ö rt yıl d o n a n ­
m a h izm etin d e ço k iyi bir sicili o lm u ş, birkaç kez terfi alm ış
ve b ir kez de cesaretiyle g em in in ısın m a sistem in in patlam asına
SINIFIN GİZI.İ YARALARI 197

engel olduğu için m adalyaya layık görülm üştür. B u öd üller onu


gururlandırsa da um ursam iyorm uş gibi davranm aktadır. O n u r
payelerine karşı m esafeli davranm ak özellikle ord ud a kardeşlik­
lerin koru n m ası için önem lidir. M orris Jan o w itz’in de belirtm iş
olduğu g ib i, eğer kişi asker sofrasında aldığı terfi ya da ödüllerin
hoşuna g ittiğ in i bir kez açığa vuracak olursa, b u n d an sonra ye­
m eğini yalnız yiyecek olm a olasılığı da ciddi şekilde artacaktır.
Fakat bu nd an başka bir neden d aha vardır: K işi, üst o torited en
gelen ödüllere duygusal olarak k end ini ne kadar kaptırırsa, ken­
disine öz-saygı kazandıran şeyler söz konusu old u ğu nd a, yoldaşı
olm ayan b ir başkasına da o kadar bağım lı hale gelir. “ D o n an m a
hakkın d a ne hissettiğim i sorm uştunuz. T an rım , b ilm iy o ru m . ..
Yani, atlattım sonuçta, değil m i? Beladan uzak d u rd u m , etliye
sütlüye karışm ad ım , başım a b ir şey gelm esine izin v e rm e d im ...
T ıp k ı reklam lardaki gibi, ‘d onan m aya k atıl’ ve son ra da senden
geriye bir b o k kalm asın!”

G erçek kişinin kurum sal bireyden ayrılm ası, “k u ru m ada­


m ı” h alin e gelm eye engel o lm an ın bir yoludur. B lau n er’in A li-
enation a n d Freedom (Y abancılaşm a ve Ö zg ü rlü k) kitabınd ak i
gibi işyerinde gerçekleştirilen görevlere ilişkin çalışm alarda, ya­
ban cılaşm a, b ir görevi yerine getirirken en ufak b ir bireysellik
duygusunun ya da kişisel yaratıcılığın bile kalm am ası olarak gö­
zükm ektedir. B lan u er örnek olarak kişinin k end i h ızın ı kendi
ayarlayabileceği, istediği zam an durup bir kahve içebileceği işler
ile, C hap lin vari, sıkı bir zam an çizelgesine uyu lan, yapılanlara
yabancılaşm ış hissedilen işler arasındaki farldılıklardan bahset­
m ektedir. B u n u n la birlikte, bah settiğim iz asbest işçisin in yaban­
cılaşm ası gibi durum larda, kişi eğer ken d in i yaptığı işe yabancı
kılarsa, b u d u rum da asıl söz kon u su olan c işi y ap m ak tan ziyade
o to rite tarafınd an onaylanm aktır.

S o n bö lü m d e aynı vasıflara sahip pek ç o k çalışanı olan bir


işverenin bu insanları terfi ettireb ilm ek için sezgilerine dayan­
m ak zorunda kaldığını görm ü ştü k. B u işveren, astın h akk ın d a
on u n bilm ed iği bir şeyi biliyorm u ş gibi g örü n erek, işçid e gizem li
198 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

b ir hava yaratm ıştır. Sezgi, saptırılm aya açık hale gelir, böylelikle
işçinin üstünde olan bir kişi ya da şey, o n u n an layabilm e yetisini
old u kça aşan bir şekilde yaşam ını y ö n etm e gücü olur.

Birey bu na karşılık n e yapm alıdır? H issed enin “sen”, ö n em ­


seyenin “sen”, kend ini k on tro l edenin “sen” o lm asın ın anla­
m ını koru y abilm ek için , “sen”, kend isin i hiyerarşiyle herhangi
b ir duygusal özdeşleşm eden uzak tu tm alıdır. İş yaparken “sen”,
benliğin göze batm ayan b ir boyutu o lm ak zorundadır. H iyerar­
şiler arkadaşlık bağlarım teh d it ettiğ in d e, d o n an m ad aki asbest
işçisin in , m ezun olan k a d ın ın , terfi olan tesisatçın ın tepkileri,
insanlığın göstergesi o lan sezgi ve du yu m sayabilm e kabiliyetini
kaybetm e korkusuyla p ekiştirilm iş olur.

B u , insanların yalnızca işe gidip görevlerini yaptığı d u ru m ­


ları fazlaca yoru m lam ak g ibi gözüküyor olabilir. Fakat sevginin
ve ed im in dünyası -b iz im le ilin tili olan p ek ço k d u ru m d a- ne
zam an b irb irin e d oku nsa, b u n u n etk isi, olağan-iş-hayatı kavra­
m ın ın açıklayam ayacağı denli m oral bozucu olm aktadır.

B u n a verilebilecek iyi bir örn ek , işçilerin , k ü çü k çocu k ları


eğ itim d en m ahrum kalm asın diye kand ırılarak pahalı an sik lop e­
d iler satın alm aya yön len d irild ik leri iki olaydır. B u n u n so n u cu n ­
da, yüzlerce dolarlık k itap m asrafını öd eyeb ilm ek için birk aç ay
b o y u n ca fazla mesai y ap m ak zorunda kalm ışlardır.

“B ü y ü tü lecek bir şey y ok tu , insanlar bu nu sürekli yapıyor.


D e m e k istediğim , sakin ce otu ru p d ü şü n ü n ce, ne olacak ki, yal­
nızca üç ay d iyord u m ... am a sürekli b o k gibi hissediyordum ,
h atta o kadar m utsuzdum k i... hani g ü n lü k vardiyam ı yaparken
her şey yolundaydı, am a fazla m esaiye kaldığım anda ço k k ötü
h issed iyord um .”

B u ad am ın bir işçi olarak geçirdiği yirm i yıl, o n u iş y erin i,


k arısın ı ve çocu ğunu seven aile babasına h iç yer olm ayan bir alan
olarak görm eye alıştırm ıştı. İki dünya, b ilin çli olarak, b irb irin ­
den ay rılm ıştı. Ve tam olarak aynı şekilde, işyerinde de, k ireçlen ­
m esi olan bir iş arkadaşı gerisinde kalm asın diye dikkatli davra-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 199

nan adam ile, ustabaşına iyi gözüken işçi b irb irin d en ayrıydı. Fa­
kat artık o ansiklopedilerin parasını öd eyebilm ek için kendisinin
de bilin çli olarak bu sınırları aşması gerekiyordu. Evde çocu ğuna
gösterdiği ilgi, onun işini doğrudan sevm e edim iyle bağlantılı
görm esine neden olm uştu; sevginin dünyası ile y eterliliğin dü n­
yası geçici olarak birbirin in için e geçm işti.

Peki ya sonuç? İşinde yeni bir anlam bu lm ak ya da tatm in


o lm ak değil, b u nalım ve m utsuzluk duygusu. Ç ü n k ü yaşam ında
güç ve sevgi aynı doğrunun farklı n oktalarıym ış gibi davranm ası
gerektiğinde, işinde belli bir m ertebeye k o n m ak için diğerlerine
gösteri yapm ası gerektiğinde, sevginin —adeta b ir bataklığa çek i-
liyorm uş g ib i- ihlal edileceğinden korkm aya başlar. B u n u şöyle
ifade etm ekted ir: “Evet, ço k m utsuz edici. İşin için d en çık am ı­
y oru m ... Yani bu kadar saat bir kitap için mi? . . . basit . . . am a
sonra, ne yalan söyleyeyim , beni buna m ecbur eden çocuğuma
kızm aya başladım g ib i... dam olarak an latam ıyoru m am a sanki
birbirin e değmemesi gereken şeyler birbirin e değiyordu... ve biliyo­
rum bu sadece ben im başım a gelm iyor, çoğu kişi zam an zam an
fazladan m esaiye katlanam ıyor.”

Başka b ir adam , “ne dem ek istediğim i an latab iliy or m uyu m ,


ailen için para getiren kişi olm am an gerek g ibi, yani, sadece bu
o lm am ak ... daha fazlası olm an lazım , d em ek isted iğim , ben kim
olduğum u biliyorum — sadece b ir banka hesabı d eğ ilim , değil
m i yani?”

Bu adam ların asıl derdi fedakarlık yapıyor o lm akla ilgili de­


ğil: Fedakarlık, kişi bir denge kurduğunda, beraberind e var olan
k oru n aklı bir içsel ben duygusu olduğunda işler; ve bu kişi, sevgi
ed im leri aynı zam anda güç edim leri olan bir fedakardan daha
a çık b ir şekilde sever. A ileleri için fedakarlık yap tığını düşünen
kişilerin hepsi, ailelerine karşı y akın lık ların ı gösteren ed im ler ile
yakınlığın kendisini ifade eden edim ler arasına özel bir çizgi çe­
ker. Yukarıda alıntılan m ış elan iki adam için fazla m esai yaparak
evden uzak kalm ak bu sınırı ihlal ederken, B ertin için bu böy-
200 RÜYALAR VE SAVUNMALAR __________________

Ic değildir. Sok ak süpüren biriyle evli olan bir kadın için , her
ne kadar kızı işe gidebilsin diye k ü çü k to ru n u n a b ak m ak kendi
zam anınd an fedakarlık etm esi dem ek olsa da, bir sevgi göster­
gesidir. O ysa bakım evine kabul edilm eyecek kadar yoksul olan
kendi an nesine bakm ak “hayatını işgal eden” sinir bozu cu bir
şeydir. Başka bir şekilde ifade etm ek gerekirse, insanların m addi
özgürlükleri ya da kurum sal b ir ortam d a hareket etm e özgürlük­
leri teh d itkar bir şekilde kısıtlandığında, diğerlerinin taleplerine
karşılık olarak rol yaparak kend ilerin e öyle bir gerçeklik kurarlar
ki, b öylece b en lik lerin in gerçek olan tarafı özgür hissedebilsin.
D ış dünyaya edilgenm iş gibi görü n en bu gerçek b en lik ile, ken-
d iliğind enlik fikrin i, bu anlam da birbirleriyle ilişkilendiriyoruz.

G erçek benliğin kurum sal dünyaya gösterdiği yüzü, edilgen


sesi ve tonu , hasım y oru m cu lar tarafından işçilerin “layık old u k­
larını b u ld u k la r ın ın b ir kanıtı olarak algılanm ıştır. Suçlam ada,
işçilerin gündelik hayatın ani olaylarına karşı sözde sap lan tısın ­
dan, ru tinlerin kölesi old u kların d an ve her ne kadar bu nları ya­
parak “b ir yere varabilecek” olsalar da, yeni iş veya görevlerin
getireceği değişim lerden korktu kların d an bahsedilir. M uhafaza­
kar çalışm alar, bü yü k şirketlerde k açırılan türlü çeşit fırsattan,
değişim şansından ya da işçilerin b ir türlü becerem ed ikleri iler­
lem elerden ö rn ek ler verilir.

D a h a önce de görd üğüm üz üzere, fedakarlık insanı gelecek


odaklı kılar. Fedakar kişiler şim dide “takılıp kalm azlar”. H atta
konu ştu ğu m uz aileler ne kadar fakirse, kendileri için iyi b ir ha­
yatı tan ım lark en, bu nu bir o kadar ço k , henüz yaşam am ış ol­
dukları b ir hayat üzerinden yapm ışlardır. Bu radaki esas m esele,
daha iyi bir geleceğe geçiş yapm anın bilinm ezliğidir. İnsanlar
ç e k çalışm aları gerektiğinin farkındadır ve ellerin d en gelenin
en iyisini yapm aktadırlar. Ç o k az sayıda kişinin “başarıya ulaştı­
ğ ın ı”, am a b u nu n onlardaki b ir farklılıktan kaynaklanm adığım
m ü m k ü n m ertebe görm ektedirler. Bu m u am m aya karşın devam
ed eb ilm ek için , dışarıdan bakanlara kadercilik gibi gelebilecek
olan b ir satanım a gereklidir.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 201

R . D . Laing, insanlar dünyada neyle karşılaşırlarsa karşılaş­


sınlar, ben liklerinin ayakta kalabilm esi için elde etm eleri gereken
b ir “varoluşsal güvenlik” duygusundan söz etm işti. “Var oluşsal
olarak güvende” olan insan, yeni, y ık ıcı ve h atta acılı deneyim ­
lere bile açık tır; hassas olabilm e g ücün ü ed in m iştir. Belki sosyo­
loglar olarak insanlara içeriden değil de dışarıdan bak tığ ım ız için
bu düşünce bize bir şeyleri kaçırıyor oldu ğu m uz hissini verebilir,
an cak toplu m savunm acı olm a gerekliğini dayatm aktadır: H iye­
rarşik b ir kuru m d a kendini b u ran ın sunduğu yeni deneyim lere
açık tu tm ak, başarısız olm ayı ya da kaybolm ayı göze alm ak de­
m ektir. Yalnızca kör olan ya da aslında kuru m karşısındaki gücü
hakkınd a “bilin çsiz” olan biri bu riski alacaktır. O ysa yalnızca
günü geçirm ek, en azından k işin in güvenebileceği bir şeydir.
C ari D o ria n ’ınki gibi, girişim den yoksun bir hayat gibi görünen
de, işte bu kendini korum aya y ön elik dü şünce biçim idir.

Peki ya kuru m kartlarını başka şekilde oynadığında, açık bir


hata söz konu su olup bireyi dışladığında ne olur? Eğer bir işçi
başarılı olduğu halde işinden k op u k hissediyorsa, elbette ki geçi­
ci olarak işten çıkarıld ığında ya da kovulduğunda bu kopulduk
daha da fazla hissedilecektir. Acı çek m em ek iç in , insanın gerçek
kişi ile birey arasına daha da fazla m esafe koym aya çalışm ası ge­
rekir.

A sbest işçisi biz onu nla kon u şm ad an iki ay ö n ce geçici olarak


işten çık arılm ıştı. Binansa! açıdan zor olsa da, neyse ki bankada
uzun süre ken d in e ve ailesine bakacak kadar parası vardı. A kra­
baları o n u fena halde k ışkırtırken bile son derece m etan etli oldu­
ğu için, yeni atlatm ış olduğu bu m ali krize de aynı şekilde tepki
verm esi beklen ird i. A ncak görü şm e sırasında anlaşıldığına göre,
k on tro lü d ışındaki ek on o m ik güçler yüzünden işini kaybetm iş
olm ası o n u çok üzmüş ve sin irlen d irm işti, işten çıkarıldığı za­
m an sanki o nd an “geriye h içb ir şey kalm am ış” gibi hissettiğini
söyledi. D ah ası, sıradan bir m ü teah h it olan işvereni tarafından
ih anete uğram ış gibi hissetse de, yine de bu adam ın yaptığı işi
b ir kez olsun gerçekten takdir edip etm em iş oldu ğu nu da ö n em ­
siyordu.
202 RÜYALAR VE SAVUNMAIA.R

B urad a esas ö n em li o lan da, p atro n u n u n on u n h akkın d a ger­


çek te ne düşündüğüne ilişkin kaygısıdır. “P atronu nu z yaptığınız
işten m em n u n m u ?” diye sorulduğunda, “evet, ço k m em n u n ,
am a işim i kaybettiğim d e biraz m esafeli davrandı —ki tabii bu na
m ecb u rd u . K aba değildi yani, Pınansal açıdan zarar gördüğünü
de biliy oru m , am a sanki bu k o n u h akkın d a kon u şm am a izin
verm eyecek g ib iy d i... evet, ço k m esafeliydi, sanki beni görm ez­
den geliyordu d iy eb iliriz...” dem işti.

İlk yapılan I .Q . testlerindeki y etenek anlayışlarına b ak tığ ı­


m ızda, genel kitleye göre daha k ötü son u çlar alm ış kişilerin çan
eğrisind e özel bireyler olarak sivrildiğini gördük. B u bu lgun un
bilim sel açıdan şüpheli oluşu bir yana, bu m etafora başka bir
y ön d en bakm am ıza izin verin: E k o n o m ik olarak to p lu m tara­
fın d an alenen reddedilm iş ya da cezalandırılm ış olan kişiler de,
birey olarak sivrilm ektedir.

A sbest işçisi son iki ayda son derece yalnız hissettiğini söyle­
d iğin d e; Frank R issaro soru nlu ço cu k larla aynı sınıfa konulduğu
zam an kim sen in o n u ö n em sem ed iğini düşündüğünü b elirttiğ in ­
de; oku l öğretm eni Bay A rn old ’un yan kom şusu olan tesisatçı
işten çık arıld ıktan sonra “in san ların onu görm ezden geldiği gibi
d elice b ir di'ışünce”ye kapıldığında, aslında hepsinin söylediği,
b irin in kardeşlere özgü, şefkatli ben liği ile yeterliliğinin b irb irin ­
den ayrılm asın ın, başarısızlığa karşı b ir savunm a olarak iş g ör­
m ediğidir. B u , onaylanm aya karşı b ir savunm adır ki, kim sen in
böylesi b ir savunm a yapm am ası gerekir. A n cak başarısız o lu n ­
d u ğu nd a, bir kişi bütün varlığıyla b u n u yapm akta ve bu da onu
yalnız hissettirm ektedir.

A n ca k biri öze! b ir reddetm e ile bireyselleştiğinde, bu kişi de


o n u yargılayan güçle ilgili bir şaşkınlığa düşer. N e asbest işçisi
p atro n u n u n o n u n h akkın d aki dü şü ncelerin i idrak ed ebilm ekte,
ne de Rissarro neden özel bir sınıfa yerleştirild iğini anlayabil­
m ektedir. A slında, pek ço k ret m etaforu n d a bu iş-benzeri n itelik
vardır: M elan ie K lein ’ın anlattığı k ü çü k çocu k lard ak i cezalandı-
SINIFIN GİZLİ YARA1ARI 203

rılm a im geleri ile işten atılm ış işçilerinkilerde, o to rite n in neden


b u şekilde davrandığına ilişkin aynı şaşkınlık unsuru b u lu n m ak ­
tadır.

B u kitapta güçten çoğu n lu kla onu n son u cu n a m aruz kalan


tarafa ilişkin bir insani deneyim olarak söz ettik. Fakat W atson
O k u lu ’ndaki öğretm enlerle G eo rg e C o ro n a’nın da, ellerinde
tu ttu kları güçle ilgili olarak benzer bir çelişki ve k en d in d en şüp­
he etm e sorunu bulunm aktadır. B irin i kın am a am açlı olarak dış­
larken, güç figürlerinin de ken d ilerin i savunm ası gerekir; bu du­
rum da onların da astlarının onaylandıkları zam an ih tiy aç duy­
duklarıyla benzer türden savunm alara gereksinim leri olur. İşte
b ir zam anlar arkadaşça bir ilişki için d e olduğu çalışanlarından
b irin in rü tbesinin düşürülm esi üzerine b ir m ağaza y ö n eticisin in
düşündükleri şunlardır: “T an rım , bu du rum bana b o k gibi his­
settird i... sonra B ert ile aram ızda biraz gerginlik oldu diyebiliriz,
yani bu aslında benim kararım değildi ve o da bu nu biliy ord u ...
am a birkaç ay sonra şu oldu, şey, arkadaş olm am ak b ir şekilde
daha kolay hale geldi... sanki o n u n bu n u n benim su çu m o lm a­
d ığına in anm asın ın tek yolu bizim yalnızca, şey, yalnızca b ir nevi
iş arkadaşı olm am ızdı. O zam an ortada b ir arkadaşlık o lm ad ı­
ğın d an, aram ızda kişisel bir şey de k alm ad ı... sanırım ben im için
de durum aynıydı, aramızda kişisel b ir şey kalm ayınca, ben de
o n u n talihsizliği için o kadar da k ö tü hissetm em eye başlad ım .”

Ü stteki için bu tam am en n orm al b ir tepkidir. E ğ er daha


üst rütbede olan ben, ben im astım olanlarla kişisel ve duygusal
ilişkiler kurm ayı bırakırsam , daha üstte o lm an ın getirdiği su ç­
lu lu k ve rahatsızlık, birine acı çek tiriy o r olm a duygusu da son
bulur. B ru n o B cttclh eim ’ın “hayatta k alm anın suçluluğu ” diye
adlandırdığı şey burada başka b ir şekilde devreye girm ektedir.
Ç alışan ın a k ötü haberi veren m ağaza yön eticisi g ibi, üstte olan
kişi için , insani benliği, yani gerçek kişiliği iş yerinde değilm iş
gibi davranm ak; kişisel olarak kapana kısıldığı ya da gücüyle bi-
rilerine acı verdiği bu du rum u n için d e değilm iş gibi yapm ak,
sorum luluğuyla ilgili olarak tedirgin ed ici ve çözüm süz bir dizi
204 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

çatışm adan kaçınabilm esin i sağlar. M ağaza yöneticisi ya da m ü­


teah h it ek on o m iyi k on trol edem eyeceği için, insanlıklarının bu
işin içine dahil olm asın a izin verm em eleri gerekm esi de tam a­
m en rasyoneldir; diğerleri acı çekerken o, kendisinin ayakta kal­
m asına ilişkin bu lm acayı çözem ez ki.

B ir okul m üdür yardım cısı, “hayatım daki iyi şeyler için deli
gibi çalışm ış da olsam , sanırım b ir yandan şanslıydım da” de­
m ektedir. “A m a size şunu söyleyebilirim ki, bu okuldaki ço cu k ­
larla başa çık ab ilm ek için geçm işi fazla dü şünm em eniz lazım,
yoksa işim de iyi olam azdım y an i... Size bir şey söyleyeyim , eğer
bir okul m üdürü yum uşarsa hayatı ço k zorlaşır. Bu ranın sıkı bir
okul olduğunu söylüyorlar, ki doğru da; am a nedeni de şu: eğer
bir kere eğilip bü kü lm eye ve hoşgörülü olm aya başlarsanız, kim
olursanız olu n, ben im gibi olsanız da, bu çocuklardan adam ol­
m ayacağını görm ek sizi çok üzer. Ç ü n k ü ben o hayatı biliyo­
ru m ... adil, tarafsız olm anız am a hoşgörüden kaçınarak kendi­
nizi koru m anız şart.”

A nah tar sözcük “h oşgörü lü lü k.” B u bağlam daki an lam ı, m er­


ham etli olarak, başkalarının yaşadığı zorluklardan etkilenerek
o to ritey i k aybetm ek ten kork m ak dem ektir. K aosun ve o torite
k aybın ın yaklaşm ası d em ektir; ço cu k lar başkaldıracak diye de­
ğil, yetişkinler insanlaşacak diye. M ü d ü r yardım cısı işte bu yüz­
den kend ini geride tu tm akta, her şeye karışm am akta, işyerinde
kend ini erkek gibi hissetm ektedir. O to rite altında hayatta kal­
m ak d em ek, işini kaybetm e riskini alm adan bu nu n ötesind e bir
şey y apam am ak d em ektir; haysiyetini koru yabilm ek için , okulda
kend ini soğuk biri haline getirm iş ve kendi kişiliğini yadsım ıştır.

S o n u ç olarak alttaki kişilerin başına b ir talihsizlik geldiğin­


de, yani aslında içlerin in en ço k rahatlatılm ası gerektiği zam an,
ü stlerinin k end i duygularını k o ru m a k için yaptıkları savunm a­
lar, paylaşım a ve insani bir sıcaklığa en az izin veren şeylerdir.
Y ön etici, işten atıldığı zam an B e rt için üzüldüğünü söyleyem ez,
çü n k ü bu onu kendisi hakkın da ço k k ötü h issettirecektir; asbest
SINIFIN GİZLİ YARALARI 205

işçisinin patronu uzak ve uiaşılm az davranm aktadır, çü n k ü aksi


halde bu adam a çektirdiği acı yüzü nden soru m lu hissedecektir ve
sorum lu olam az da, çünkü e k o n o m ik daralm aya kendisi sebep
olm am ıştır. İktidarda olup suçluluk duyan kişinin m erham etiyle
ortaya çık an iro n i, belli bir talihsizlik m eydana geldiğinde, sevgi
ve gücün ayrılığı yüzünden işçin in topyeku n yok edilm esidir.
İşverenin ve işçin in gizli ben lik leri b irb irin e dokunm az.

Bu Savunm a Şizofrenik M idir?


G erçek kişi ile perform ans sergileyen bireyin b ö lü n m esi bize ilk
bakışta psikiyatristlcrin şizofreni tab ir ettikleri bö lü n m ü ş kişiliğe
ço k yakın görünm üştü. Laing’in The Politics o f Experience (D e ­
n eyim in Siyaseti) gibi kitapların ardından, yalnızca “şizofren”
dam gasını yem iş kişilerin ötesind e, to p lu m u n tam am ın d a bu lu ­
nan b ö lü n m ü ş benliklerin soru m lu su olarak şizofrenik to p lu m ­
sal yapılardan bahsetm ek yaygınlaştı. Ö v gü , seçim ve toplum sal
bölü nm eye ilişkin verili s ın ıf d in am ik leri göz ö n ü n d e bu lu nd u ­
rulduğunda, olaya bu açıdan b ak m ak akla y atkınd ır: S eçilm en in
kuralları herkesin “ayrı bir k arakteri” o lm asına izin verm em ekte,
bu adaletsizlikten etkilenen bireylerin tepkisi ise kendi karakter­
lerini b ö lm ek olm aktadır.

N e var ki bu yaklaşım da da soru n lar vardır. Ö n celik le, her


ne kadar olaya yeni bir boyut k atıy o r gibi görü nse de, aslında
ön em li toplum sal farklılıkları silip süpürm ektedir. G elenekse!
anlam d a deli olarak etiketlen m iş b iri, toplum sal düzenin çeliş­
kilerine karşı daha duyarlı o labilir; peki o zam an ortalık ta bir
“ak liselin d ik” halinde gezinen kalabalığı duyarsız k ılan nedir? Bu
k işilerin h epsinin duyarsızlığı aynı m ıdır?

G ü n ü m ü zd e ben lik b ö lü n m elerin e aklıselimdik tan ım ları


üzerinden yaklaşılm aktadır, fakat bu ayrım ların ço k daha zen­
gin tarihsel boyutları vardır. Pek ço k P rotestan m ezhebinde din
d eğiştirm ek bölü nm ü ş bir b en lik d en eyim in in son u cu d u r; gü­
nahkar, b ir anda içinde dünyevi duygularla h iç b ir ilgisi olm ayan
itk iler yeşerm eye başladığım fark ed er ve böyîece iki ayrı referans
206 RÜYAI A R VE SAVUNMALAR

sistem iyle var olm aya başlar. B en liğ in bu şekilde b ö lü n m esi yüz­
yıllar b o y u n ca kişinin hayatında vuku bulan ulvi b ir oluş olarak
kabul ed ilm iştir. A lexander H erzen gibi 19. yüzyıl radikalleri­
nin otob iyografilerin d e, siyasi olarak yön değiştirm ede de aynı
b en lik b ö lü n m esi gerçekleşir: Kişi tiksindiği b ir d ü nyanın işle­
yişine uyum g österm ekte, am a aynı zam anda da için d e henüz
bilm ed iği ve edim lerine yön veren b ir başka dünya görüşünü
taşım aktadır. A slında, bü tü n m anevi hayallerin ak h selim lik ile
delilik arasınd aki sınıra d oku n d u ğu n u söylem ediğim iz sürece,
bu türden b e n lik bölü nm eleri tek başına psikiyatrik bir bağlam ­
da ele alınm am alıdır.

K işin in bireyden ayrılışının gerçekleşm e b içim i ile akıl sağlığı


konusuyla ilişkilenen ben lik için d eki ayrılm alar b irb irlerin d en
farklıdır. L ain g ’in The D iv id e d S e lf a n d Sanity\ M adness a n d the
Fam ily (B ö lü n m ü ş Ben lik ve A kıl Sağlığı, D elilik ve A ile) (A.
E sterson ile eş yazarlı) gibi ilk çalışm aları, parçalara ayrılm ış k i­
şinin içsel duygularını ve dağın ık d ilin i dokunaklı b ir şekilde
anlatm aktad ır. Benliği bö lm e edim i in anılm az b ir acı ve ızdı-
rap yaratır, huzu r veren h içb ir tarafı yoktur. A ksine, işteki du­
ru m u n un ya da üstleri tarafından kabul g örm en in kendi gerçek
benliği ile h içb ir ilgisi yokm uş gibi davranan bed en işçisinin
hayatınd aki içsel bö\ü rım c gerçekten huzur vericidir. B ilin c in , ye­
terliliği “dışarıd a bir yere” k on u m lan d ırm ası, kişiye için d e özgür
hissedebildiği ve toplum sal k o n u m u için soru m lu lu k duym adığı
sınırlar sağlar. B ü tü n ben liğin i kırılgan ve kaygıyla d olu kılan bir
to p lu m a teslim etm ek yerine o n u b ö lm ek , kişiyi aksi takdirde
hissedeceği acıd an korur. Bu açıd an , benliği gerçek b en ve per­
form ans sergileyen ben olarak b ö lm e n in , şizofrenik deneyim in
içerdiği ızdırapla pek bir ilişkisi yoktur.

B urad a b ir de yapısal bir sorun vardır. Şizo fren ik kavram ı­


n ın p o p ü ler k u llan ım ın d a kişi çifte b ir hayat sü rm ek te, Jekyll
ve H yde g ib i, gerçek anlam da iki ben liğ i bu lu nm aktad ır. Bu as­
lında tıb b i açıd an nadir rastlanan b ir olaydır. Ş izo fren in in daha
kesin b ir ta n ım ı, şizofrenlerin nasıl h issettik lerin i tan ım lam ak
SINIFIN GÎZLI YARAIARI 207

için kullandıkları dile ilişkin derin araştırm alar yapm ış olan G re­
gory Bateson ve m eslektaşları tarafından y apılm ıştır. Bateson,
b ir şizofrenin hayatındaki bölü nm ü ş b en lik duygusunun ya da
birbiriyle çelişen benliklerin ortaya çık m asın ın , k end isin in “çifte
açm az” olarak adlandırdığı b ir oluş b içim in e kısılm ış olm asına
bağlı olduğu sonucuna varm ıştır.

Ç ifte açm az, birbiriyle çelişen em irler içeren ve kişinin bu


“sahayı terk edem ediği” zam an bu em irlere itaat etm eye çalıştığı
durum lara işaret eder. Eğer babam ev işlerini y apm am ı söyle­
yip sonra da bunları yaptığım için ödevim i yapm am ış olm am a
kızarsa, b ir çifte açmaza girm iş olurum . E m irle r “sahasını terk
edem em ”, çü nkü babam ın beni sevip sevm em esi soru m lu lu k sa­
hibi b ir ço cu k olup olm am am a bağlıdır ve b en im bu sevgiye ih­
tiyacım vardır. Bu durum da ne yapm alıyım ? B ateso n ’ın düşünsel
çerçevesine göre, aynı anda iki entire de uym aya çalıştığım da,
bir yandan okurken bir yandan bulaşıkları yıkarsam ya da bahçe
araç gereçlerine edebiyat k itabım d aki ünlü şairlerin adlarını ve­
rirsem , bu şizofrenik bir durum a dönüşür. B ateso n şizofreni has­
talarının gündelik hayatındaki bu gibi çelişik ya da bağlantısız
davranışları, sevgiyi elde etm ek için çelişkili em irleri algılam aları
ile açıklam aktadır.

Ç ifte açm az kavramı ilk bakışta burada an latılan , o toritey ­


le kurulan ilişkilere uyuyor gibi görünebilir. İşini iyi yapıp üst­
lerden kabul görm ek, kişinin etrafındaki diğer kişilerden kabul
görm em e riskini alması an lam ın a gelm ektedir. Fakat arada bir
fark vardır. Ç ocu kların W atson O k u lu n d a aldıkları ya da C ari
D o ria n ’ın, W iliam O ’M alley’in ve Frank Rissarro’nun iş yerinde
aldıkları em irler, son derece n ettir: Sana ne diyorsam onu elin ­
den gelen en iyi şekilde yap. Send en istediğim şeyde h içb ir çeli­
şik ta ra f yok, bu sorunu çö zm en i istiyorum ya da bir ra f yapm anı
istiyorum ya da yerleri süpü rm eni istiyorum . Ç elişk iyi ortaya
çıkaran, em irleri alan kişinin kendisidir; bu em ir-ö d ü l ilişkisini
diğerlerine duyduğu arkadaşlık ve hassasiyetle ö lçerek durum u
daha karm aşık bir hale getiren kendisidir.
20 8 RÜYALAR V E SAVUNMA].AR

İn san lar davranışlarla oyn an an bir satranç oyununda kör


gözle hareket eden talihsiz k urbanlar olm ad ıkları için, b ilin ç
toplum sal bilgiyi a k tif bir şekilde düzenleyen b ir süreç olduğu
için , insanlar teh d it edilm iş hissederler. İn san lar kurum sal ta­
leplerin ötesini görürler, k u ru m u n onlara yükledikleri zorun­
lulukların karşısına bir dizi insani değer koyarlar ve o n lar için
sorunu yaratan da işte budur. Ç ifte açm az, insana zıt düşen bir
im kansızlığı ifade ettiği için —çalışm alısın ve çalışm am aksın - yal­
nızca tek ve gerçek em re (Ç alış! K an ıtla k end ini!) karşılık veren
kişi, ‘işi yapacağım am a yaparken ben orada olm ayacağım ’ diye
hisseder ve böylece em irler ile sın ıfın sınırları karşısında kendi
kend ine b ir çelişki yaratm ış olur. D ah a sonra da, bu çelişkinin
neden olabileceği acıyı en gellem ek için kend ini yabancılaştırır.

D iğ er bir deyişle, sın ıf, insanları şizofren olm aya zorlayan bir
sistem değildir. B en lik d ck i bö lü n m eler aslında insanların içinde
yaşadıkları sistem den daha büyük olm aları nedeniyle ortaya çı­
kan bir tepkidir.

Eğer psikiyatrik b ir yaklaşım , insanlar işlerini iyi yaparken


esasen “kend ileri” olan b ir şeyin eksik old u ğu nu düşündükleri
zam an ne olduğunu gözden kaçırıyorsa, burada tam am en “işçi
sın ıfı”na özgü bir şey yok m udur?

Ö z-Savuam anın Türleri


Ç eşitli üniversitelerde, görünürde herhangi b ir psikiyatrik b o ­
zulduğu olm ayan, old u kça istekli “üstün başarılı” öğrencilerle
bazı ilginç görüşm eler y apılm ıştı. M IT , C h icag o Ü niversitesi ve
H arvard’dan olan bu öğrenciler, okuldaki çalışm aları ve h ocala­
rının gözündeki k o n u m ları hakkın da gerçekten “doğal” davran­
dıkları b ir faaliyet alanı olarak değil, k en d ilerin in yalnızca bir
parçası olarak bahsediyorlardı. H arvard’da yapılan görüşm elerin
bazılarında, görüşm eyi yapan araştırm acı öğren cileri biraz zor­
layınca, kend isinin sahte o lm ak ve hakiki o lm ak arasındaki b ö ­
lü nm e diye tabir ettiği tep k iler alm ıştı. Bu gen çler için h akiki ol­
m ak, h içb ir şekilde yargılanam ayacaklarını hissettikleri ve bu na
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 209

göre davrandıkları, dolayısıyla kurum sal çalışm a yapm aya uygun


olm ayan b ir durum dur. Sahte olm ak ise, öğren cilerin duygula­
rını belli etm e riskini göze alam ayacaklarını h issettikleri, basitçe
kendileri olam ayacakları bir durum u ifade etm ektedir. Yani ku­
rumsal çalışm a kendi koşulları dahilinde an lam lı, eğlenceli ve
tatm in edici olabilse de, öğrencilerin için d e belirsiz, kırılgan ve
duyarlı olan ne varsa —bir başka deyişle, o n ları insancıllaştıran
ne varsa- bunları “öldürm üş gibi yapm alarının ” beklendiği ve
onları sadece “inek” ya da başarıya yatkın oyu ncular h alin e ge­
tiren edim lerdir. iM IT öğrencileriyle çalışan B en Snyder’ın b u l­
gularına göre de, bu na benzer bir şekilde, yeni ö ğren cilerin en
büyük sorunu, k u ru m u n onların y etk in lik lerin e ilişkin yargıları­
nı, hayatlarının h içb ir zam an yargılanm am ası gereken alanlarına
aktarm aktan vazgeçm eyi öğrenem em eleridir.

O rta düzey h ü k ü m et y ön eticilerin in başarı ve statüyle ilgili


görüşleri de, b ö lü n m en in sınıfsal boyu tların a başka b ir açıdan
bakm ayı m ü m kü n kılm aktadır. Bu kişilerin pek ço ğ u n u n , reka­
bet ve haşarı isteğinin “zarardan ço k yarar g etird iğin e”, “to p lu m a
faydalı olduğuna” ve en önem lisi, rekabet yeteneği iyi o lan ların
“kişilikleri de iyi” olan kişiler old u ğu na inand ıkları ortaya k o ­
nulm uştur. Şüphesiz, öze! sektörde çalışan orta düzeyli y ö n e ti­
ciler de başka şekilde düşünm eyecektir. B u tu tu m ların ın ilg in ç
olan yanı ise, yüzeyin altında, başarı ve rekabetin birer so n u ç
değil, araç olm asıdır. Bu kişiler, rekabet aracılığıyla, hayatların d a
rekabetten tam am en ayrı olan şeyleri de yapm a g ü cü n e sahip
old u kların ı sanm aktadırlar: A ilelerin in güzel evlerde o tu rm asın ı
sağlam ak; işinde k end ini bir kez k an ıtlad ıktan sonra, kişisel o la­
rak anlam lı am a riskli olan ve daha cince yapm alarına izin veril­
m eyen şeyleri de yapabilecekleri bir k o n u m a gelm ek. F akat eğer
d urum böylevse, bu y ön eticiler söz kon u su araçlar, rek abet ve
güdü hakkında özünde nasıl dü şü nm ektedirler? A nlaşılan o ki,
gayret gösterm eyi ya da rekabeti b ir yaşam b içim i olarak g ö rm e ­
m ekted irler; ço k azı kendi değerlerini gösterm ekten ya da bu nu
yaparak başkalarını gölgede b ırakm ak tan hoş Sanmaktadır. İşteki
210 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

varlığını sürd ü rebilm ek için rekabetçi o lm ak gerekli m idir? Bu


soruya hüküm et görev lilerin in verdiği -ve m u h tem elen özel sek-
tördekilerin verecekleri cevaplardan farklı olacak o lan - yanıtlara
göre, rekabetçilik yaln ızca günü geçirm ek için gerekli değildir;
am acı, sizi g erçekten sizin istediğiniz şeyi y apabilecek noktaya
g etirm ektir ve bu yüzden de iyi b ir şeydir.

O halde, başkaları için iş yaparken için izd ek i adam ın ya


da kadının orada olm am ası yalnızca beden işçilerin e özgü bir
özellik değildir. B elki de bu içsel edilgenlik du ygu su nu n, kişi
n e zam an y eterliliğini b irin e ya da kendi dışındaki bir şeye gös­
term ek d u ru m u nd a olsa ortaya çıkm ası g erekm ek ted ir; belki de
s ın ıf o to ritesin in varlığı, k işin in kendi dışından ya da üstündeki
b ir yerden gelen yargılar, insani faaliyetlerin etrafına, insanların
d aim a ötesini gördüğü b ir daire çizm ektedir. Ö te yandan, in san ­
ların kend ilerini k an ıtlam ak için gerçekleştirdiği belirli işlerin,
b ilin cin in b içim len d ird iğ i savunm a örü n tü leri üzerinde öyle ya
da böyle bir etkisi olm ası gerekm ektedir.

B ir zam anlar d em iry olu döşeyen ve şim di b ir ev tem izlem e


şirketi için yerleri cilalayan G eo rge O ’M ara’yı ele alalım . Bu d e­
ğ işim onun için ço k şey ifade etm ektedir. Ş irk ettek i diğer işçiler
kovulm uş ya da u zaklaştırılm ışken, yerleri cilalam an ın on u n için
iyi b ir iş old uğunu düşünüp tu tun m aya çalışm aktadır, çü n k ü
nihayetind e o h er şeyi düzgün yapm aya çalışan özenli bir işçidir.
A n ca k başka b ir açıdan da, sanki kendi yetkinliği uzakta bir yer­
de duran bir şeym iş g ibi, işindeki başarısını kendi başmcı gelen
b ir şey olarak görm ekted ir. Bu duygunun ona ne faydası vardır?
D iğ erleri için oldu ğu gibi O ’M alley için de, bu du rum iş arka­
daşlarıyla aralarındaki yakınlığı koru m alarına izin verm ektedir,
çü n k ü arkadaşlarını satm am ak o n lar-için ö n em lid ir ve “kim ya
da ne olursa olsu n ” doğru şeyi yapm ak isterler.

Ü niversite ö ğ ren cilerin i ya da h ü k ü m et y ö n eticilerin i zora so­


kan şey bu değildir. O n la ra göre o to rite için iş y ap m an ın insani
duyguları bozm ası, tam am en kişisel bir sorundur. Y etk in lik lerin i
SINIFIN GİZLİ YARALARI 211

gösterm ek on lar için de tıpkı işçiler gibi duygularının tam am ın ı


kucaklayan b ir şey olm asa da, işçilerin yüz yüze kaldığı kardeşle­
rini yüz üstü bırakm a m eselesi kafalarını kurcalar.

Sın ıflı toplum larda işçiler b ir k itle m uam elesi görd ükle­
ri, “herhangi b iri”, “sıradan A m erik alılar” oldukları gerçeğiyle
yüzleşirler. B u ifadeler, bedensel iş yapan kişilerin k end ileri için
sürekli olarak kullandıkları tanım lardır. Eğer “herhangi b iri” o l­
m ak bu toplu m da çok da prestijli bir şey değilse, bu, b ü tü n her­
hangi b irilerin in paylaşmayı ö ğren m iş oldukları bir durum dur.
B u kitleye dahil bir adam ya da k ad ın , insanlığı hem her tarafın ­
da hem de kendi içinde görür. P iram id in üstüne daha yakın olan
birinin d u rum u nu n aksine, tab an ın a yakın biri tepedekilerden
onay aldığında gerçek haysiyetini k aybetm e tehlikesiyle karşı
karşıya kalır. Başarısının onu cezbetm esin e izin verip, o n u n la
aynı düzeyde olup bu kadar sivrilm em iş olan kişiler artık ona
layık değilm iş gibi mi davranacaktır? Yüz üstü bırakm a hakkın da
düşündüğünde, insani bir bağ o n u alıkoym aktadır.

Tocqueville’den O rtega y G asset’e kadar uzanan m uhafaza­


kar düşünce silsilesine göre “k itleler”, u tand ırılm a korkusundan
dolayı çeşitliliğe ve bireysel farklılıklara karşı anlayışsızdır. N e
var ki buradaki sorun, benzerliğe y ö n elik kitlesel p sik o lo jik bas­
kılar değildir. Bu son derece eşitsiz toplu m d a “h iç kim se” o lm ak
b ir dam ga olduğu için, “yalnızca sıradan” olan biri kend ini ayırt
ed ilir kılan bir şey yaptığında, h ayatında incelikli b ir duygusal
düzenlem e yapm ası gerekir. Başarıların ı kend ind en uzakta tu t­
m ak böylesi b ir girişim dir; kişinin bilin cin d ek i toplum sal bilgi­
yi parçalara ayırm ak da, yine b u n u n la yakından ilişkili olan bir
başka savunm adır.

G eorge O ’M o ra, onu tanım ayan b irin in kendi deneyim leri


hakkınd a son derece aşikar görü n en h içb ir bağlantıyı kurm ayan
b ir adam gibi görünür ilk bakışta. B ir noktada çocu klarınd an
bahsetm işti: “B en şunun için u m u tlu yu m : N e o lm ak istiyorlarsa
o n u olabilirler. H iç b ir zam an onlara engel olm ayacağım ı biliyo-
212 RÜYALAR V L SAVUN MA] .AR

ru n ı, h içb ir zam an onları zorlam ayacağım , şey... özgürler...” O n


dakika sonra ise, aileleri ne kadar hoşgörülü olursa olsu n , to p ­
lum sal fırsatlar tü ken m iş olduğu için gençlerin kariyer açısından
istediklerini yapm alarının ço k zor oldu ğu nu düşündüğünü söy­
lem ektedir. T u tu m ların bu şekilde bö lü m lere ayrılm ası, G eo rge
O ’M ora’nın konu şm asınd a tekrar tekrar ortaya çıkar. A slında
b u , şu ya da bu b içim d e bu kitap ta yer alan kişilerin neredeyse
hepsinin ayırt edici özelliğidir.

insanlar, b irin in hayatı bölü n m ü şse, bunu toplum sal düzen­


sizliğin sonucu olarak kişinin de param parça olduğu b ir durum
olarak görm e eğilim indedir. O y sa G eo rg e O ’M ora’yı, W illia m
O ’M alley ’i ya da F ran k Rissarro’yu d in lerk en , insan sağlam du ­
ruşlarını ve dayanıklılıklarını hissetm ektedir. T o p lu m d a isim siz
o lm ak , s ın ıf yüzünden haysiyetin düştüğü tuzaklar ve çelişkiler
göz ön ü n d e bu lu ndu rulduğu nda, aslında insanın edim leri kendi
zih n in d e ne kadar bö lü nü rse, b ir b ü tü n olarak m ahvolm a ih ti­
m ali de o kadar azalır. İşte O ’M o ra gibi biri de, bu çelişkilerle
kuşatılm ış biridir, çü n k ü önün b ü tü n parçalarını güzelce bir ara­
ya getirm ek gibi bir isteği yoktur.

Parçalanm a ve b en lik b ö lü n m eleri, saygının kendiliğinden


gelm ediği bir çevreye tepki olarak b ilin cin yaptığı dü zenlem e­
lerdir.

U ygulanabilir B ir Savunm a Mı?


İnsanların hayatlarında b ir denge k u rabilm ek için yabancılaş­
m ayı ne şekilde k u llan ab ilecek lerin i gösterm eye çalışm ış olsak
da, yine de bu olgu hakkın d a bizi rahatsız eden b ir şeyler var.
G örü şm elerd e, tam olarak anlayam adığım ız için takip edem edi­
ğim iz, am a başka b ir şey h akkın d a ipuçları veren im alı iradeler
duyup duruyorduk, bakım ve sevginin bu dünyada uzun süre saf
kalam ayacağına ilişkin ipuçları.

B u ipuçları, bizi yine N ietzsch e’n in aforizm asınm doğrulu ­


ğuna götürüyor. B ü yü k b ir elek trik santralinin sendika tem silci-
SINIFIN Gİ7.I.1 YARALARI 213

si, “ilginç bir şey var, bir adam a ya da kadına iyi bir iş çıkardığını
söylediğim de ertesi gün büyük ih tim alle işi berbat ediyor” diyor­
du. A caba bu durum , eğer bir kişi m antık lı gerekçelerle gerçek
benliğine bir yabancıym ış gibi davranm aya karar verdiyse, yete­
nekleri için ödüllendirildiğinde bu nu n ona yanlış ya da haksız,
sahip olm am ası gereken b ir şey gibi geldiği an lam ın a m ı gel­
m ektedir? Frank Rissarro b u n u n ço k uç b ir örneğid ir: kendisine,
başkalarına yalan söylediği için başarıya ulaşm ış olduğu yalanını
söylem ektedir; eğer aldığı öd ülleri hak etm iş gibi hissedcm ezse,
başarısı da dürüst yollardan kazanılm ış o lm am alıd ır. F.ğer bir
s ın ıf sistem ind e gerçekleştirilen edim ler kişiliksizleştirilirse, o
zam an bunları gerçekleştiren kişiye sağlanan yararlar ve ödüller
öz-saygının alanına dahil olam az, çü nkü kişi yaptığı şeyin ö n em ­
li sayılm asına izin verm em eye karar verm iştir.

K arşılaştığım ız en üzücü ö rn ek , felsefi b ir akla sahip b ir araba


tam ircisiydi. A rkadaşlarının ifadesiyle, bir tarafı o n u n “d erin ” ol­
duğunu biliyordu; ancak kendisi gerçekten zeki oldu ğu nu kabul
edem iyordu, çü nkü eğer ederse bu onu dışarıdaki to p lu m u n sta­
tü düzenine boyun eğm eye zorlayacaktı. H em m adem zekiydi,
o zaman neden bir “tam irci p arçasf’ydı ki? A m erika’da benzin
istasyonlarında çalışan insanların genel olarak neden felsefe pro­
fesörleri olam adıkları hakkında zekice fikirleri vardı, am a kendi
hakkında konuşm aya gelince duraksıyordu; kendi ak lın a saygı
duym aktansa, “pek bir şey o lm ad ığ ın ı, yalnızca çarkın b ir par­
çası” old u ğu nu düşünm ek daha az acı vericiydi. B u b ö iü n m e
on u n gün ün ü geçirebilm esini sağlıyor, am a bir yandan da onu
m ahku m ediyordu.

D aha tan ıd ık bir yorum da, spor istatistikleri h akkın d a ayaldi


b ir kütü ph ane gibi olan, bahis ortalam aların ı hızla hesaplayabi­
len am a karısı bu yeteneğine d ik k at çek in ce üzülen bir fabrika
işçisinden: “O lay ı bü yü tm em ek lazım , yani ben b ü y ü tm ed im .”
İnsanların “b ir şeyde iyiyim ” diyebilm eleri neden bu kadar zor?
B urada övü lm ekten u tan m ak tan daha başka şeyler söz k on u su ­
dur. “B e n im ” güçlü yön lerim , sosyal olarak kullanışlı oldukları
214 RÜYALAR VH SAVUNMALAR

alanda kabul edilem ezler, çü n k ü eğer b ir kere kabul edilirlerse,


artık “b en ” —yani gerçek b en liğ im - bu nlara sahip olam am .

Sevgiyle güç gösterisi arasında kalınm ası b ir boşanm ayla


son u çlan d ığ ın d a, tek başına sevginin gücü hakkında ne söyle­
nebilir? E lb e tte ki güçlü b ir duygudur, am a gücün deneyim i
şekillend ird iği b ir dünyada, aile sevgisi aynı zam anda başka bir
sürü şeyle ilgili bir m esele h alin e gelir; yalnızca sevgiyle ne ç o ­
cu k lar doyar ne de tatile çık ılab ilecek para gelir. H er ne kadar
“ben” duygusu, yetenekten farklı olarak, insanı b ir kurum da yal­
nızca b ir rolden ibaret o lm a duygusundan uzaklaştırabilse de;
aynı zam and a, sevm e kapasitesinin kişiye dünyayla başa çık ab il­
m e g ü cü n ü h içb ir şekilde verm ediği duygusunu da yaratabilir.
U m u rsayan , duyarlı olan gerçek b en , kırılgan b ir varlık haline
gelir. D u yg u lar benliğin ifade edilm esi gereken değil, korunm ası
gereken b ir alanıdır, bu hassas n ok talar dünyaya m aruz kalm a­
m alıd ır ki yaralanm asın ya da in cinm esinler.

C a ri D o ria n ’ın am cası b u n u bizden ço k daha iyi ifade etm iş­


ti: “H a , evet, gelirim aşağı yukarı her yıl enflasyon ve vergilerden
biraz d aha fazla artıyor, ev daha güvenli oluyor, başka iyi şeyler
de var... am a şöyle bir k ork u m var, nasıl desem , sanki bu iyi
şeylerin h erhangi birin i istersem o zam an hepsi bird en yok ola­
cak m ış g ib i... H a n i eğer b ir şeyi önemsersen canın yan arm ış g ib i...
U m u tlu o lm am aya çalışıyoru m , her şeyin n e kadar iyi gittiğiy­
le, yani işte işin, çocu kların ne du rum da olduklarıyla falan ço k
m eşgul olm am ay a çalışıy o ru m ... B u n d an m em n u n değilim am a
dedim ya işte, eğer ço k um ursarsam korkm aya başlıyoru m , yani
ço k ilgilenip de her şeyin istediğim gibi o lm asına çalışırsam .”

K işin in insanlığını k oru m asın a yardım cı o lm ak için devreye


giren b ir savunm a, biriyle ilgilen m e duygusunu b ir yana bıra­
karak, z a y ıf ve kırılgan, dolayısıyla da ifade edilm em esi gereken
b ir şey h alin e getirerek, burada son lan m aktad ır. Sevgi dolu duy­
guların ifadesi bir tehdit h alin e g elm ekte; k işi, insanın sevgisini
g österm esini zayıflıkla bir g örm eye başlam aktadır.
SINIFIN GİZLİ YARALARI 215

E ğ er N ietzsche haklıysa, yani m od ern dünyada güç ve sevgi


yanlış bir b içim d e birbirlerinden ayırılm ışsa, bu yanlışa neden
olan şey s ın ıf sistem idir. K işin in kurum sal rolü nü n ötesin i g ö r­
m esinin bedeli, sevginin güçten ayrılm asıdır. B u n d an sonra sevgi
bir sır gibi saklanm ası gereken b ir b ilin ç d urum u olarak görü lü r;
ve sır tu tm an ın en iyi yolu da kon u şm am aktır. B ilin cin sın ıfın
toplum sal gerçeklikleri üzerinden oluşturduğu ö rü n tü , sevgiyi
insan için potansiyel b ir deneyim h alin e getirir; kalplerinde var
olm aya devam eden am a kim sen in bilm esi gerekm eyen bir şey.

E m ek çilere ilişkin popüler im gelerden biri, güya istem eden


için e düştükleri, sertliğin vurgulandığı ve “yum u şak” in san lar­
dan nefret edilen “erkeklik k ü ltü ”dür. Bu popüler im g en in D .
H . Law rence tarzında asil bir yabaniliğin yüceltilm esi olduğunu
düşünüyoruz. B oston ’daki em ekçiler N ew York’taki pek ço k rek­
lam cıdan daha fazla sert konuşm az kesinlikle. İm ge küçüm seyici
olm akla beraber, çarpıtılm ış da olsa gerçeğe dair b ir öğe içer­
m ektedir; öyle ki, başkalarının gü cü n e tabi o lan , özgü rlü klerinin
bu şekilde kısıtlanm asıyla haysiyetlerini teh lik e altında hisseden
kişiler, kend ilerin i açık etm ek k on u su nd a büyük b ir korku his­
setm ektedir. D ünya, onlara ne yapm alarını söylem ekten ziyade,
end işelerinin dönüp dolaşıp yine kend ilerin e d ö n m esin e neden
olarak, ço k daha fazla üzerlerine gelebilir — bir önceki b ö lü m d e
ele ald ığım ız terfi sorunu buna bir ö rn ek ti. B ir başka deyişle, sı­
nıf, insanların incinm eyeceklerinden em in o lan a dek “yum uşak”
duygularını kendilerine saklam alarını m an tık lı bir şey haline ge­
tirir. Fakat elb ette uzun vadede sevginin ifadesine dair her tür
fırsat —dışarıdan bakan birine güvenli gözüken fırsatlar- kaybe­
dilm iş olabilir.

B ir sır olarak sevginin, B o sto n ’da tan ıd ığım ız kişiler için d e


orta yaşlılara ait bir olgu olduğunu söylem eliyiz; özellikle de
daha g en ç yaşta olan fabrika işçileri, in cin e b ilir olm aya karşı
daha açık görünm ekteydiler. Yapm ış oldu ğu m uz görü şm en in
niteliği, bu durum u “som u t veri” ile varılm ış bir son u çtan zi­
yade b ir tah m in kılm akta ise de, bu görüşe dayanak oluşturan
216 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

bir ayakkabı fabrikasından edindiğim iz izlenim lerin bazılarına


burada yer verm em ize izin verin.

H er ne kadar orta yaşlı işçilerin çoğu bu fabrikada en az on


yıldır b ir arada çalışıyor olsalar da, ayakkabı fabrikasındaki iş­
çilerin d aha yaşlı olanları birbirleriyle özel duygularını gençlere
göre ço k daha az paylaşıyorlardı. D ah a yaşlı olan bu işçilerin
paylaştıkları yalnızca ufak tefek şeylerdi —paylaşım , sabah kahve
alm ak gibi b ir kibarlık ritüeliydi. K ahve arasında genellikle alış­
verişten, nadiren ise ev, aile veya diğer kişisel zevklerinden bahse­
diyorlardı. H atta bu daha yaşlı olan işçiler, dışarıdaki hayatların­
da da, kardeşlik yerine karşılıklı tecrid e saygı gösteriyordu. “O
iyi bir k om şu , bana bulaşm ıyor” tem ası tekrar tekrar karşım ıza
çıkıyordu.

Bu fabrikada kuşaklar arasındaki kop u k lu k, daha genç olan


kadın ve erkeklerin yaşam larında bu n o k tan ın ötesine geçm ek,
topluluğa d air olu şm akta olan isteklerini gerçekliğe taşım ayı is­
tem elerin d en ileri gelm ektedir. Eğer yılların onları da yıpratıp
yaşlılar gibi kendi köşelerine çek ilm elerin e neden olup o lm a­
yacağı m erak edilecek olursa, aslında daha geniş çaplı bir soru
sorulm ası gerekm ektedir: Kardeşliği bu denli hassas b ir konu
haline getiren top lu m , bir gün, b ir şekilde, değiştirilir ya da yok
edilirse, o zam an yoldaşlık duyguları karşılıklı olarak ifade edi­
lebilir o lu r m u?

B ö lü n m ü ş ben lik, insanların b ilin çli olarak inşa ettikleri di­


ğer savunm a türlerine benzem ektedir; kısa vadede acıyı yatıştırır,
am a daha en başta savunm ayı gerekli kılm ış olan koşulları o rta­
dan kaldırm az. Eğer bu savunm a n ihayetin d e insanları m utlu et­
m ez veya uzlaşm a sağlam akta dahi başarılı olm azsa, o zam an bu
başarısızlık, insanların içinde N ietzsch e’nin tanrıları gibi dünya­
yı aşacak b ir güç olm ad ığının, duygularını yeniden dengelem ek
kon u su nd a m uazzam bir ustalıkları olsa dahi, toplum sal düze­
n in y ık ıcılığ ın ın etkisinden k u rtu lam ayacakların ın bir göstergesi
olacaktır.
BeşİEici B ölü m

G'zsürüS-k
O

B ir s ın ıf toplu m unda özgür o lm ak ne d em ektir? D a h a ö n ce


görd üğüm üz gibi, özgür o lm am an ın iki an lam ı vardır: sınıfsa:
koşullar onları kıstırdığı için insanların istediğini yapam ayacak
o lm aları, bu basit olandır; daha karm aşık olansa, zoru n lu lu k
fikrin i -k u ra m la rın , insanları kişisel yeterliliklerin i göstererek
haysiyetli olduklarını ispat etm ek zorunda h issettirm esin i- içer­
m ektedir. Bu doğrulam a zorunluluğu, bilin ci fedakarlık ve iha­
n et yoluna sevk etm ektedir.

B ir önceki bölü m d e an latılm ış olan savunm alar, b o y u n d u ­


ruklarla b ilin çli olarak m ücadele etm en in yollarıdır. B ir açıd an ,
in san ın sın ıfın yaralarından özgürleşm e çabaları oldu kları söy­
lenebilir. Fakat özgürlük yalnızca bir şey—den özgür o lm ak, b o ­
yund uruğun olm am ası değildir. Ö zgü rlü k aynı zam anda daha
o lu m lu b ir kavram laştırm achr — belli bir şeyi yapm a özgürlüğü
ya da belli bir şekilde yaşam a özgürlüğüdür. Bu b ö lü m d e, s ın ıf ı
to p lu m larm insanlarına sunduğu olu m lu özgü rlü k tü rü n ü gös­
term ek, bir başka deyişle, insanları u m u tsu zlu ktan uzak tu tm ak
için onlara nasıl bir telafi sağlandığını g österm ek istiyoruz.
218 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

B u kon u yu ele alm ak için uzak b ir kayn ak tan , farklı iş kolla­


rının A m erik alılar için g öreceli prestij değerleri üzerine yapılm ış
olan uzun süreli bir araştırm a p rojesinden başlayalım . Ulusal F i­
k ir A raştırm a K u ru m u ’n u n araştırm acıları bu k o n u hakkındaki
ilk an keti 1 9 4 7 ’de uyguladıktan sonra, 1 9 6 3 ’te tu tu m ları yeni­
den in celed i. A yrıca, 1 9 2 5 ’te yapılm ış olan b ir m esleki konu m
çalışm ası ile karşılaştırm a yapm a olanağı da bu ld u . U laştıkları
son u çlar şaşırtıcıydı. Farklı iş kollarının algılanan göreceli pres­
tijlerin d e bü yü k değişim ler görm eyi bek lerk en , iki kuşaklık za­
m an d ilim in d e hem bü yü k b ir kriz hem de m esleki yapıda gözle
görü lü r d eğişim ler yaşanm ış o lm asına rağm en , A m erikalıların
daha p restijli ve daha az p restijli işlerin n eler old u ğu na ilişkin
genel g örü şlerin in görece sabit kaldığını ortaya çıkardılar. Ffatta,
“iyi” ve “k ö tü ” işler h akk ın d ak i fikirlerin neredeyse yarım yüzyıl
boy u n ca aynı şekilde kalm ış olm asının da ö tesin d e, bulguların
esas içeriği daha da ilgin çti. A raştırm a b u lg u ların ın bir özeti aşa­
ğıdadır:

C azip M eslekler N elerdir?


M art 1 9 4 7 H aziran 1 9 6 3
M eslek
D erece* D erece*
A B D Yüksek Adalet Divanı 1 1
Doktor 2.5 2
Nükleer fizikçi 18 3.5
Bilim insanı 8 3.5
Siyaset bilimci 10.5 5.5
Eyalet valisi 2.5 5.5
Federal hükümette kabine üyesi 4.5 8
Üniversite hocası 8 8
A B D kongre temsilcisi 8 8
Kimyager 18 ]1
Avukat 18 11
SINIFIN GtZI.I YARALARI 219

A B D Dışişleri’nde diplomat 4.5 11


Dişçi 18 14
Mimar 18 14
Bölge savcısı 13 14
Psikolog 22 17.5
Bakan 13 17.5
Büyük bir şirketin yönetim kurulu
18 17.5
üyesi
Büyük bir şehrin belediye başkanı 6 17.5
Rahip 18 21.5
Bir eyalet yönetiminde daire başkanı 13 21.5
İnşaat mühendisi 23 21.5
Pilot 24.5 21.5
Bankacı 10.5 24.5
Biyolog 29 24.5
Sosyolog 26.5 26
D ini bir okulda öğretmen 34 27.5
Düzenli orduda yüzbaşı 31.5 27.5
Büyük bir işletmede muhasebeci 29 29.5
Devlet okulu öğretmeni 36 29.5
100 kadar çalışanı olan bir
26.5 31.5
fabrikanın sahibi
Müteahhit 34 31.5
Resimleri galerilerde sergilenen bir
24.5 3 4 .5
sanatçı
Senfoni orkestrasında müzisyen 29 3 4.5
Roman yazarı 31.5 3 4.5
Ekonomist 34 34 .5
Uluslararası işçi sendikasında memur 40.5 37
Demiryolu mühendisi 37.5 39
Elektrikçi 45 39
Bölge tarım memuru 37.5 39
220 RÜYALAR V E SAVUNMALAR

Matbaa sahibi-operatörü 42 .5 4 1.5


Eğitimli makinist 45 4 1.5
Çiftlik sahibi ve işletmecisi 39 44
Cenaze levazımatçısı 47 44
Kent yönetiminde kamu görevlisi 45 44
Gazetede siitun yazarı 4 2.5 46
Polis 55 47
Günlük gazetede muhabir 48 48
Radyo spikeri 40.5 4 9.5
Sayman 51.5 49.5
Kiracı çiftçi-çiftlik hayvanlan ve
51.5 51.5
makineleri olan, çiftliği işleten kişi
Sigorta temsilcisi 51.5 51.5
Marangoz 58 53
Şehirde küçük bir dükkanın
49 54.5
işletmecisi
İşçi sendikasının yerel yetkilisi 62 54.5
Postacı 57 57
Tren kondüktörü 55 57
Toptan satış yapan gezici temsilci 51.5 57
Tesisatçı 59.5 59
Araba tamircisi 59.5 60
Çocuk parkı yöneticisi 55 62.5
Berber 66 62.5
Fabrikada makine operatörü 64.5 62.5
Yemek standı sahibi-işletmecisi 62 62.5
Düzenli orduda onbaşı 64.5 65.5
O tom obil teknisyeni 62 • 65.5
Kanıyor, şoförü 71 67
Kendi teknesi olan balıkçı 68 68
Mağazada tezgahtar 68 70
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 221

Sütçü 71 70
Tramvay sürücüsü 68 70
Oduncu 73 7 2.5
Restoran aşçısı 71 7 2.5
Gece kulübünde şarkıcı 7 4.5 74
Benzin pompacısı 74.5 75
Liman işçisi 81.5 7 7 .5
Demiryolu işçisi 7 9 .5 7 7.5
Gece bekçisi 81.5 7 7 .5
Madenci 7 7.5 77 .5
Garson 7 9.5 80.5
Taksi şoförü 7 7.5 80.5
Rençper 76 83
Apartman görevlisi 85.5 83
Barmen 85.5 83
Çamaşırhanede iitücü 83 85
Büfeci 84 86
O rtak çiftçi —hayvanları veya
ekipmanı olmayan ve çiftliği 87 87
yönetmeyen kişi
Çöpçü 88 88
Temizlik işçisi 89 89
Ayakkabı boyacısı 90 90
* Bu derecelendirmeler şu soruya verilen yanıtları tem el alm aktadır:
“Bahsi geçen her meslek için lütfen bu mesleğin genelgeçer saygın­
lığına ilişkin olarak kendi kişisel fik rin ize en uygun olan ifadeyi seçi­
niz (m ükem m el, iyi, orta, ortalam anın biraz altı, kötü ).” Sayılar, bu
doksan mesleğin her birini değerlendirirken verilen cevabın göreli
büyüklüğüne ilişkin bir fikir vermeyi am açlam aktadır. Bu m esleklerin
göreceli prestiji de, farklı sınıftan insanlar tarafından aynı şekilde de-
recelcndirilm iştir.

B u prestij ölçeği, m esleki starünün doğrudan e k o n o m ik


güçle ya da diğerlerine em ir verm e gücüyle aynı şey olm adığını
222 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

açıkça ortaya koym aktadır. B ü yü k b ir şirketin y ö n etim kurulu


üyesi; bir avukat, dişçi ya da üniversite h ocasına göre sıralam ada
ç o k daha altta yer alsa da, toplu m sal kayn aklan k o n tro l etm ek
açısından daha fazla güç sahibidir. K u rum sal yapıda benzer bir
güce sahip olan b ir ban kacı listen in d aha da aşağılarındayken,
yüz çalışanı olan bir fabrika sah ib i, p restijli işler listesinde ilk üçe
bile girem em ektedir. A ynı şey b ir yere kadar p o litik acılar için de
geçerlidir: B u ö lçek te b ir üniversite hocası b ir şehrin belediye
b aşkan ın d an , b ir bilim insanı ise A B D tem silcisin d en daha pres­
tijlidir. Ş im d i, sın ıfın gizli yaralarının ışığında, bu bu lguların bu
şekilde o lm asın ın neden doğal old u ğu n u açıklam aya çalışalım .

Yorumlamaya Yönelik İşler ve Manevi Doygunluk


B u ölçeğin ü stteki ü çte b irlik k ısm ın a genellikle to p lu m d a çeşit­
li yoru m lam a işlevlerini yerine g etiren kişiler h âkim dir. Bu tür
m eslekleri olan k işilerin , olayların nasıl ve neden old u ğu nu yo­
rum layacak uzm anlığa sahip o lm aları gerekir; bilgileri, kurum sal
m ücad eleler y ü rü tm ek ya da işyeri açısın d an başarılı kam panya­
lar d ü zenlem ek için gereken bilgilerd en farklı türdedir. İn san ­
ların en az saygıyı itaat etm eleri gereken kişilere duyduklarını
gösteren bu statü sıralam ası, kuşkusuz ne son kırk yıla, ne de
endüstriyel kapitalizm çağına hastır; in san lık tarih in in ço k fark­
lı zam anlarında, ço k farklı yerlerde, m anevi doygunluğa güçten
daha ön em verilm iştir.

Ö rn eğ in , İsa’nın d o ğu m u n d an b in yıldan daha ö n cesin in an­


tik H in d istan ’ına ait kast sistem in in kök en lerin i açıklayıp doğ­
ruluğunu gerekçelendi ren bir efsanede, neredeyse aynı değerler
hiyerarşisi görü lm ekted ir. B u efsaneye göre, fedakarlığı sayesinde
evreni başlatan yarı tan rı yarı insan Purusha’n ın vü cu du, hiye­
rarşik olarak d ü zenlenm iş H in t to p lu m u n u n tem el toplum sal
düzeni h alin e gelecek olan parçalara ayrılm ıştır. Purusha’n ın ağzı
rahipler, düşünürler, kanun y apıcılar ve devlet bak an ları; iki kolu
asiller, krallar, vasallar ve savaşçılar; iki uyluğu to p rak sahipleri,
SINIFIN GİZLİ YARALARI 223

tüccarlar ve tefeciler olm uş; iki ayağından ise işçiler, zanaatçılar


ve köleler ortaya çıkm ıştır.

T ıp k ı O rta ça ğ Avrupası’n daki benzerleri g ibi, a n tik H in d is­


tan’daki rahipler de kendi zam anların ın tek oku m uş kim seleriy­
di. D iğ er insanlar için gizemli olan geniş görüşleri ve bilgilerin in
onlara tanrıları yatıştırm a ve doğal güçler üzerinde etkili olm a
kudreti verdiği düşünülürdü. D o layısıyla, tanrılarla insanlar ara­
sında arab u lu cu lu k yapan rah iplerin diğer insanlardan daha üs­
tü n, tanrılara yakın oldukları k abul edilirdi.

R a h ib in günüm üzdeki karşılığı profesyoneldir; V lad im ir


N abokov S ig m u n d Freud’u “V iy an a’n ın cad ı-d o k to ru ” olarak
adlandırdığında, kelim elerini iyi seçm işti. D o k to r sizin için vü­
cudunuzu yorum lar, hayatta k alm ak için ih tiy acın ız o lan , am a
sizin sahip olm adığınız bilgilere sahiptir. B ilim insanları da —
kim yacılar, biyologlar, fizikçiler- benzer şekilde insan to p lu m u -
nun hayatta kalm asında belirleyici olan doğal güçleri yoru m lar­
lar. Psikologlar ve papazlar psişik ve spiritüel g üçleri; kendiniz,
başkaları ve tanrı için kim olduğunuzu yorum larlar. H âkim ler,
avukatlar ve kan u n koyucular, top lu m sal düzenin y oru m cu la­
rı ve kural koyucularıdır. O halde tü m profesyoneller rahiptir:
B u nları anlam ayan kişilerin yaşam ları üzerinde etkili olan gi­
zem leri yorum larlar.

Profesyonellerin gücünün dayanağı bilgiyi sağlam a ya da sak­


lam a y eteneklerinde yattığı için , k o n u m ları başkaları tarafından
sorgulanm az; h em kendileri birer “o to rite ”dir, h em de k en d ile­
rin in “otoritesfi’dirler. İşte bir p rofesyonele ek o n o m ik güce sa­
h ip kişilerden daha yüksek bir statü sağlayan şey, bu içsel, kendi
kend ine yeten güçtür. Ö zerklik, o n ları “p iyasa-geçirm cz” olarak
gösterdiği için , etrafındakilere ne olursa olsun on lar görevlerini
yerine getirm eye devam edebilir.38 Bu besleyici güçleri onların
38 1960-70 yıllarında mühendislik işlerinin yok olmasının, işten çıkarılan
mühendislerde bu denli büyük bir duygusal çözülme yaratmasının neden­
lerinden biri de budur. Kendileri gibi uzmanların bu şekilde endüstriyel iş
piyasasının içine atılacaklarını, yani vasıflarının hiçbir gerekliliği kalmaya­
cağını hiçbir zaman tahmin etmemişlerdir.
224 RÜYA 1A R VE SAVUNMALAR

in san lara ulaştırdıkları b ir yetenek g ibid ir; profesyonellerin in ­


sanlara ihtiyacı olm az, insanların onlara ihtiyacı vardır. B u ba­
k ım d an , sınıf to p lu m u n d a gerçekten bağım sız olan yegane kişi­
lerdir, ih tiyaç duyduklarından ço k daha fazla ihtiyaç duyulurlar.

Y orum layıcı güce verilen değerin örgütsel güce verilenden


daha fazla olm ası, m od ern s ın ıf to p lu m u n u n dışında da geniş
bir alana sahiptir; m anevi doygunluğu sağlayanın, yani profesyo­
nelin esas gücü, A m erika’nın endüstriyel yüzyılı süresince büyük
ön em kazanm ış olan, piyasa d eğişim ind en bağım sız ve özgür
olm a değerleriyle benzeşm ektedir.

A m erikalı bireyciler geleneksel olarak bağım sız birer m al sa­


hibi ya da çiftçiydiler. 19. yüzyılın başlarında A m erika henüz
k ü çü k çiftçilerd en ve esnaftan oluşan b ir ulusken, aslında insan­
ların kendi patronları o lm ak için belli b ir şansları vardı. Fakat bu
hayali gerçekleştirm e olasılığı zam anla kaybolup gitti. Yüzyılın
başınd a bir işi olan beyaz n üfu sun % 8 0 ’i kendi işini yaparken,
bu oran 1 8 7 0 itibariyle % 4 l ’e d ü şm üştü . 1 9 4 0 ’da bu nüfusun
yalnızca % 1 8 ’i kendi işini yapm aktaydı ve 1 9 6 7 itibariy le ise
bu rakam ın da yalnızca yarısı, yani % 9 ’u böyle bir bağım sızlığa
sa h ip ti.3y

B u n u n la birlikte, kendi işini y ap m ak, mavi yakalı işçiler ara­


sında karşı karşıya kaldıkları gerilim leri ortadan k ald ıracak bir
özgürlük imgesi olarak kalm aya devam etti. C h in o y ’un 19 5 0 ’ler-
de b ir orta batı şehrinde o to m o tiv işçileriyle yapm ış oldu ğu çalış­
m alar, bu kişilerin ço ğ u n u n o to m o b il tesisindeki işlerine başlar­
ken bu nu yalnızca geçici olarak, kendi işlerini kurm adan önceki
b ir durak olarak d ü şü ndü klerini gösterm iştir. Bu işçilerin çoğu
y irm ilerin in son un a ya da otu zların ın başına geldüçlerinde artık
işlerini geçici olarak g örm ek ten vazgeçm iş olsalar da, hâlâ ken­
di işlerini kurm a hayalleri sürm ektedir. O rta yaşlı işçilerin bir
ben zin istasyonu, k ü çü k b ir dü kkan ya da çiftlik sahibi o lm a ha-
39 Bottomore, Bonııell ve Reich’tan alınmış olan hu rakamlara daha önce de
atıfta bulunmuştuk.
______________________ SIN IFIN G İZLİ YARALARI 225

yallerinin sürüyor olm ası, kısa b ir süre örgün eğ itim d en geçm iş


o lan bu insanların ancak bu şekilde kendi işlerine sahip o labile­
cek leri gerçeğiyle açıklanabilir. Ö te yandan, görüşm üş old u ğu ­
m uz kişilerde bu eski ideale karşılık yeni bir ideal, ço cu k ların ın
n e olacağı h akkınd a güçlü bir hayal ortaya çık m ış durum dadır.

G ö rü ştü ğ ü m ü z orta yaşlı kişiler, ço cu k ları için iyi bir hayat­


tan söz ederken k üçük işletm eleri kastetm iyordu. O n la ra göre
iyi b ir hayat ancak d oktorlu k, üniversite h ocalığı ya da m im ar­
lık g ibi, ço cu k ların ın entelektüel g ü çlerin i kullanab ileceğ i m es­
leklerle m ü m k ü n olabilirdi. Y ukarıda atıfta b u lu n u lm u ş olan
U lusal F ik ir A raştırm a K u ru n tu n u n çalışm aların da her türden
toplum sal sın ıftan insanla yapılm ış g örü şm eler yer alm aktadır;
görüşm elerim izd e m anevi d oygu nluk veren işlere verilen değer
son derece baskın olduğundan, bu genel eğilim e en az uyan be­
densel güç gerektiren işlerdir. İşçilere bak ıld ığın d a ise, bu arzu­
ların ın gerçekleşm e olasılığı, m ü lk sahibi ya da çiftçi o lm a arzu­
suna sahip o lan ların kin d en bile daha azdır: Bedensel iş yapan
h er bin kişinin çocu k larının an cak % 1 8 kadarı bu m esleklere
girebilm ekted ir.'10 Peki böyle b ir gerçeklik söz kon u su yk en , bu
hayal nasıl olu p da hâlâ varlığını sü rdü rebilm ektedir?

Bu hayalin bu denli kuvvetli o lm asın ın nedeni, vasıfiarım


k ullanab ilen girişim ci kişilerin yalnızca bu tü rd en uzm anlıklarda
gerçek b en likleri ile birleşm iş görünm esidir. N ietzsch e’n in sevgi
ile gücü birleştirm e öğüdüne u yabilm elerin e o lan ak tanıyacak
tü rd en bir güce yalnızca profesyoneller sahiptir. B u na sahip bir
ad am diğerlerini in citm e kaygısı olm ad an ilgisini ifade edebilir,
çü n k ü diğerlerinin ondan beslenm eye ihtiyaçları vardır ve bu
k işin in de sanatını icra etm ek karşılığınd a, isteklerin e uyulm ası
—tedaviye ihtiyacı olan hastanın, cinayet zan lısın ın , bilgi ya da
n o t ihtiyacı olan öğren cininki g ib i, geri çevirm ed en rıza göste-
40 Hatta sondan bir önceki pozisyon olan serbest mesleğe daha bile azı ula­
şabiliyor: Bedensel iş geçmişinden gelen bin erkeğin ortalama sekizi bunu
başarabiliyor. Blau ve Duncan, The Anıericim Occupational Structure (New
York: John Wiley & Sons: 1967) çalışmasından hesaplanmıştır.
226 RÜYALAR VF. SAVUNMALAR

rilm esi- h aricin d e herhangi b ir ürün ya da edim gibi bir ihtiyacı


yoktur. B u tek yönlü yol, özgürlüktür.

K o n tro l duygusunun, bilgisayar satıcılığı “m esleğine” girm e


üzerine kon u şan genç b ir adam a nasıl hissettird iğinin so m u t bir
ö rn eğ in i verm em ize izin verin, bu arada k o n tro le ilişkin fikirleri,
bu işi ned en bir m eslek olarak görd üğünü de açıklam aktadır.

P atrick Flanagan, B o sto n ’daki b ir İrlanda işçi m ahallesin ­


den gelm iş ve üniversite o ku m ak için B a tı’ya gidebilm iş genç
bir adam dır. G em ilerd e yü k lem e m em u ru olan b ir bab an ın oğlu
olarak özellikle de kendisini eski oku lu n d ak i ve m ahallesindeki
diğer ço cu k larla kıyasladığında, şu ana kadarki başarılarıyla gu­
rur duym aktadır. O n u n la yaptığım ız g örü şm en in ilk b ir saati
boy u n ca, bize saatlerce çalışıp sebat göstererek her sınıfı g eçişin ­
de ailesin in dahil olduğu to p lu lu ktan g ittik çe nasıl uzaklaştığını
ayrın tılı b ir b içim d e an latm ıştı. Flan agan başarasım an latırk en ,
kişisel özgürleşm e gibi, yeni zevkler ve içgörü ler kazanm a şansı
g ib i, kend isi kadar yetkin gördüğü kişiler tarafından an laşılabil­
m e şansı g ib i, old u kça kişisel ifadeler k ullanm ıştır. T ü m bu fır­
satlar, üst s ın ıf ailelerden gelen “g erçekten m u k ted ir in san lar” ile
gururla ilişkilendirdiği, özgürlükçü b ir anlayış kazanm asına yol
açm ıştır. V ie tn a m savaşına karşıdır ve öğren ci hareketiyle ilişkili
yeni hayat tarzlarından bah setm ekted ir. G ö rü şm eyi yapan iyi gi­
yim li ve uzun saçlı üniversite öğren cisin e “sizin gibi arkadaşların
hissettiği şeyin aynısı” dem iştir.

“O aptal insanlar”dan paçayı k u rtarm ak için esas ihtiyacı olan


şeyin, b irilerin in ona p atro n lu k yapm am ası ve “sıkıcı duyarsız
tip lerle” uğraşm asına gerek olm am ası old u ğu n u söylem iştir.

F lan agan ço k kuşkucu bir genç adam gibi g örü n m esin e rağ­
m en hayal alem in d en çık ıp gerçeklere d ö n m e m odası o n u tam
olarak ele geçirm em iştir. G elecek tek i planları sorulduğunda,
“bilgisayarlara ço k ilgi d u yu yoru m ; ayrıca ik n a y ön tem leri ve
b u n u n gibi şeyler hakkın d a düşünm eyi seviyorum ” diye y a n ıtlı­
yord u. H ayali, kendi satış tem silciliğ in i k u rm ak tı ve belirgin bir
SINIFIN C lZ I.l YARALARI 227

özelliği olan azm iyle, boş zam anlarında b ir arkadaşıyla dışarıdan


iş yapm ak üzere bir ortaklık k u rm u ştu . U zun b ir süre boyunca
y etkililerin basiretsizliğini eleştirip; o k u lu n , ailesin in ve topye-
kun A m erikan kültürünün o n u nasıl m an ip ü le ettiğ in i fark edip
bu na nasıl direndiğini an lattık tan son ra, h içb ir ahlaki çelişkiye
düşm eksizin ve herhangi bir tu tarsızlık h issetm ed en, m anipülas-
yonu nasıl kendi hayat biçim i h alin e getird iğin d en bahsetm eye
başlam ıştı.

İleri tek n o lo jili ürünler satm an ın nesi size cazip geliyor diye
soru ld u ğu nd a “Agnevv gibi k açıkların ban a ulaşam ayacakları bir
k o n u m a gelm ek istiyorum ” diye yanıtlıyord u . “Ö y le bir u zm an ­
lığa sahip olm ak istiyorum ki, kim se bana ne yapacağım ı söyle-
y em esin .” Flanagan bağım sızlık hayalini an latm ak için “kendi
p atro n u m o lm ak ” gibi ifadeler ile üst o to ritelerin h âk im iy eti a l­
tına g irm em eyi ifade eden m etaforlar kullanıyor. B u b ak ım d an ,
duyguları E ly C h in o y ’un görüştüğü o to m o b il işçilerin in , ö rn e­
ğin kendi benzin istasyonu bayiliğini k u rm ak gibi istekleriyle bir
süreklilik gösteriyor. Flanagan da benzer b ir şekilde günüm üzde
nasıl b ir iş yaparsa em ir alm aktan kurtu labileceği üzerine kafa
yoruyor. B ir zam anlar içinde yaşam ak zorun d a olduğu İrlandalı
işçi sın ıfı topluluğunun “öldü rücü ap talh ğı”na tepkisi, güç d en ­
gesini öyle b ir tersyüz etm ek tir ki, yaptığı işle o diğerlerini m a­
nipü le ed ebilsin; çünkü onun bildiği özel b ir şey var. Bu açıdan,
zeki olm akla konrrol sahibi o lm ak arasında bariz b ir bağ kuru ­
yor: “D iğ e r insanların ne h issettiğini kavram ak ve b u n u şekil­
len d irm ek için akıllı olm ak lazım ; işte bana cazip gelen şey bu .”

Ö te yandan Flanagan’ın geleceğine y ö n elik hayali, bir ka­


çıştan, b ir in tik am arzusundan ibaret değil: “Böyle b ir k o n u m a
ulaşır ulaşm az tam olarak kendim o lab ilirim , gerçekten iyi şeyler
yap abilirim , çü n k ü neyin olması gerektiğini düşünüyor olursam
olayım , en azından bunu m ü m k ü n k ılm ak yalnızca b en im so­
ru m luluğum d a olacak.” Bağım sızlık ve s ın ıf to p lu m u n u n koşul­
larından m u a f olm ak, onun için diğerlerine karşı sevgisini daha
sam im i b ir şekilde ifade edebilm e şansı dem ektir. Yalnızca özel
228 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

yetenek lerini k u llan ab ild iğ i bir k on u m d a olursa, duygularına


göre davranabilecektir.

Patrick Flanagan yaptığı işi bu şekilde idealize ederek, son


bölü m d e an latılm ış o lan gerçek benliğin yalnızca bir sır, bir ni­
yet olarak kaldığında güvende, ifade ed ild iğin d e ise tehlikede ve
kırılgan olm asıyla ilgili sorunlarla başa çıkm aya çalışıyor. H a­
tırlanacak olursa, b ir o k u lu n m üdür yard ım cısı, b ir güç figürü
olarak hassasiyet ve sevecen lik gösterm esi h alinde öğrencilerin
kendisini k u llan ab ileceğ in d en ya da o n u n la dalga geçebilecek­
lerinden k ork tu ğu için onlara sert davranm aktaydı. Eğer A nna
Baron ailesine sevgisini belli ederse, o n lar bu nu kürkçü dü kka­
nına geri d ö n m ey e hazır oldu ğu nu n göstergesi olarak m ı alırdı
acaba? Ve o zam an y in e eski günlerdeki gibi ailesine boyun mu
eğecekti?

İn san lar sosyal etk ileşim halindeyken karşılarında ne görd ük­


lerini b ilirler: Sen b en im için bü tü n b ir insansın ve seni buna
göre y argılıyoru m , gene! olarak benden saklam aya çalıştığın bir
şey üzerinden değil. B u şeyin belli belirsiz farkında o labilirim ,
benim k en d im e yapıyor old u ğu m şeyi senin de kend ine yapıyor
olduğunu h issed ebilirim , am a yine de bu sezgim e göre davranır­
sam , kend im i sana ifşa etm ek gibi bü yü k bir risk alm ış olu rum .
Beraber b ir fabrikada çalışıyor ya da aynı sın ıfta otu ru yor ya da
birlikte b ir d ern ek to p lan tısın d a b u lu n u y o r olabiliriz; arkadaşlık
kurm a am acıyla bir giriş yapıyorsun am a ço k örtük, söylediğin
şey ancak satır aralarından okunuyor, çü n k ü açık beyanlarda bu ­
lunm ak seni fazlasıyla k oru n m asız biralar. Bu durum da, bana
görü n m ez old u ğu nd a bile senin gerçek ru hu nu tah m in etm eye
çalışıp o n a göre m i d avran m alıyım , yoksa bu nları bırakıp işim i­
ze mi bakm alıyız? E lb e tte ki insanlar bazen o adım ı atar, kar­
şısın d akine güvenir ve karşılığınd a da öd üllen d irild iğini görür.
Fakat g ü cü n g erçek liğ in in d en eyim in m ahrem iy etin e nüfuz et­
miş old u ğu k oru n aklı b ir to p lu m d a, kişi duygusal olarak tarafsız
davranm anın daha güvenli old u ğu n u anlayana kadar ço k defa
terslenebilir. E ğ er bu top lu m sa! açıdan d en k olan kişiler için ge-
SINIFIN GİZLİ YARALARI 229

çerliyse, d enk olm ayanlar için , örneğin öğren cileriyle başa çık ­
maya çalışan b ir m üdür ya da ö ğretm en , am iriy le başa çıkm aya
çalışan b ir işçi için çok daha fazla geçerlidir.

B u n u n aksine, profesyonelin h içb ir şeyi saklam asına gerek


yoktur, çü n k ü işi, onu ters tepkiler alm aya dayanıklı kılar. Ö te
yandan bu idealleştirm e yine de g ücün ve ed im in dünyasına sıkı
sıkıya bağlıdır. Patrick Flanagan’ın karm aşık, gizem li m akineler
satıp böylelikle içinde hapsolm uş olduğunu duyum sadığı duyar­
lı, hisseden varlığıyla uyum lu bir yaşam sü rebilm e düşüncesi,
sınıfın davranışlarla duyguları birb irin d en ayırdığı bir dünyada,
b ölü nm em iş b ir benliği m ü m k ü n k ılabilen b ir kurgudur. G e r­
çek benliğin b ir gerçeklik olm asın a olanak tanıyan tek şey, d i­
ğerlerini de m anipüle ederek sizin in and ığın ız şeyin o nların da
iyiliğine old uğuna onları ikna edebilm ektir.

Y aptığım ız görüşm elerde m eslekleri çekici kılan şey ile bu


m esleklerde aslında ne ile uğraşıldığı ayrı şeyler olarak görü l­
m ektedir. Söz konusu m eslekleri bu kadar değerli gösteren şey,
d o kto ru n ya da üniversite h ocasın ın diğer insanlara nazaran b u ­
lund ukları konum dur. M esela üç ço cu k annesi b ir kadına, ailesi
hastane faturaları yüzünden bo rç içinde yüzerken ve kend isin in
de jin ek o lo g la rla olan deneyim leri bitm eyen b ir korku hikayesi
gibiyken, bü yü k oğlunun neden d o k to r o lm asın ı istediğini sor­
duk. “M esele para değil, b ak ın ... böyle bir k o n u m d a olu rsanız
en azından iyilik yapabilm ek için önü nü zde engel olm az, orada
b u lu n m a n ed eniniz bu dur çü n k ü ... eğer iyi biriyseniz o zam an
iyi b ir d o k to r olabilirsiniz ve b en ce böyle b ir insan bu n u n k ıy­
m etin i bilir, sizce de övle değil m i? Yani pek ço k insan böyle
davranam ıyor.” K onu m , b en liğ in bü tü n leşm esin e giden bir yol
gibi g örü n m ek ted ir: “E ğ er iyi biriyseniz o zam an iyi b ir d o k to r
olabilirsiniz.”

Ş im d i kon u şm uş oldu ğu m uz işçilerin bir yanda işverenlere


ve p o litik liderlere, diğer yanda ise hocalar, en telek tü eller ve ö ğ ­
rencilere karşı hissettikleri arasında neden b ir ayrım a g ittik le-
230 RÜYALAR V E SAVUNMALAR __ __________________

rini an lam anın tem elin d e yatan şeyden bah sedelim . B u kişiler
işverenlere ve p o litikacılara karşı, içinde gücün fark ın d alığ ı ile
b ir nebze k ork u n u n b ir arada olduğu, sert ve şüph eci b ir tu tu m
sergilem ektedir. B ir adam “b ir y ö n etici, doğru kişileri tanıyan
b ir üçkağıtçıd an ibarettir” diye b ir yorum da b u lu n m u ş; diğerleri
ise kendi top lu lu kların d an çık ıp p o litik yollarla yü kselm iş bir
kadına karşı duydukları güvensizlikten bahsetm işlerdi. Ö zetle,
insanların genellikle bu türden başarılara karşı belli b ir kabulü
olm akla b irlik te, saygıları yoktur.

D ah a farklı b ir türden olm akla b irlik te en telek tü eller ile öğ­


rencilere y ö n elik yoğun b ir kin beslendiğini de fark ettik . İşçile­
rin öğrencilerde görüp n efret ettikleri şey, kendi ellerin d ek i öz­
gürlüğü u m u rsam ıyorm u ş gibi davranm aları, başkaları o nların
ellerinde tu ttu k ları kendi yaşam ını k on tro l etm e şansını bu ka­
dar um utsuzca isterken, o n ların adeta kendilerini h arcıyor o lm a ­
larıdır. Böylesi b ir k in in var olm ası için , söz konu su k on u m u n
idealize edilm iş olm ası, bu na bağlı olarak da bu k o n u m d a k i in ­
sanın tıpkı görevini kötü ye kullanan b ir rahip gibi alg ılan m ası­
dır. D aha ö n ce kend isin d en alın tı yapm ış oldu ğu m uz televizyon
tam ircisi Fred G o rm a n da benzer şekilde belediyede d ö n en e n t­
rikalara şaşırm am akta, am a iki m üh end isin televizyon tü plerini
değiştirdiğini gördüğünde cid d i biçim d e hakarete uğram ış h is­
setm ekted ir: im ren ilecek bir pozisyonda olm alarına rağm en , bu
krallara yaraşır k o n u m u reddetm ektedirler. Eğer onlar b ile red­
dediyorsa, herhan gi b ir kaçış yolu, G o rm a n ’ın kendi hayatında
açılm ış olan yarığın tedavisi için h iç u m u t var m ıdır?

Bu d u ru m , p rofesyoneller açısın d an m esleklere rom antize


edilm iş b ir şekild e yaklaşm ak gibi g elebilir; am a aslında o n d o ­
kuzuncu yüzyıldan itibaren orta sın ıfın sanatçıyı ve u n v an ın ı ro ­
m antize e tm esin e ço k benzem ektedir. H er iki d u ru m d a da ufak
b ir elit grup d iğerlerine tam anlam ıyla gelişm iş in san lar gibi g ö ­
rü nm ekted ir. S o n yüzyılda san atçı nasıl orta s ın ıf tarafınd an ço k
ö n em li biri olarak göklere çık artılm ışsa, şim di de profesyon eller
başkalarına sevgi ile gücü b irleştireb ilecek yegane k işiler olarak
_______________________SINIFIN G İZ Lİ YARALARI_________________ 2 3 1

görülm ektedir. İdealize edilm iş figürün doğası değişm iş de olsa,


s ın ıf toplu m un d a yalnızca kişisel olarak tam an lam ıyla gelişm iş
görü n en b ir azınlığa yer olm ası, bu nca zam an boy u n ca h iç de­
ğişm eden kalm ıştır.

Bedensel İşlerde Özgürlük


İnsan ların k im in ve neden elit olduğuna ilişkin im gelerinin
dayandığı koşullar ile, işçilerin bedensel işler ile dü şü k statülü
beyaz yakalı işlerin iyisini k ötü sü n d en ayırırken yaptıkları, k en ­
dilerine daha yakın gördükleri türden bir özgürlüğü değerlen­
d irirken dayandıkları koşullarla aynıdır. B ir süreliğine U lusal
F ik ir A raştırm a K urum u’nun ölçeğ in e geri d ö n elim . G ö rü n ü şe
bakılırsa çoğu mavi yakalı işe çeşitli beyaz yakalı işlerden daha
prestijli olarak bakılm aktadır. Şehird eki k ü çü k bir dü kkan sahibi
ile b ir m arangoz hem en h em en aynı k on u m d a g örü lm ek te, am a
bir elektrikçid en daha altta yer alm aktadır. Ö te yandan, b ir m a­
rangoz toplu satış yapmaya çalışan gezici b ir satış görevlisinden
ya da b ir mağaza çalışanından daha prestijlidir.

Bize göre beyaz ve m avi yakalı işlerin bu şekilde birb irin e


karışm ası, insanların sıradan m esleklerin statüsüyle en üstte yer
alan m esleklerin statüsünü aynı şekilde ö lçm esin d en kaynaklan­
m aktadır. Bireylerin bir dereceye kadar özerkliğe sahip oldukları
m eslekler -yani otoriteden b ir ölçü d e m u a f oldukları ve yap tık la­
rı işi başkalarının değişen talep lerin e göre savunm ak du ru m u nd a
olm ad ıkları işler- kişilerin diğer insanlarla uğraşm ak ve onlara
açıklam a yapm ak zorunda old u kları işlere göre daha ço k arzu
edilir. Bu nedenle, bir m arangoz iki parçayı ço k düzgün bir şe­
kilde birleştirdiğinde iyi iş çık ard ığ ın ı düşünebilir, am a bir m a­
ğaza m üd ü rü nü n işini iyi y ap tığ ın ın söylenebilm esi için in san la­
rın ürünleri satın alıyor olm ası gerekir. M üdü r iki kat daha fazla
kazanıyor olabilir, ama yukarıdaki ölçeğin gösterdiği üzere, in ­
sanlar m arangozluğu daha iyi bir iş olarak değerlendirm ekted ir.

B u d ü şü nce biçim i ölçeğin en altında neden fabrika işlerinin


değil de bireyin bir başkası için çalışm ak zorunda olduğu, hiz-
232 RÜYALAR VE SAVUNMALAR _________ __________

m et sektörü nd eki işlerin bu lu nd u ğu n u açıklam aktadır. B ir bar­


m en b ir m ad encid en , b ir taksi şoförü b ir kam yon şoföründen
daha alt sırada yer alm aktad ır; bizce b u n u n nedeni, bu kişilerin
işlerinin daha bağ ım lı, başkalarının in safın a kalm ış olarak algı­
lanm asıdır.

İşlerin göreceli statü sünü belirleyen değerler aynı zam anda


k ad ın ların ve erkeklerin belli bir iş k atego risin d en aldıkları ger­
çek tatm in üzerinde de etk ili olm aktadır. B ir ön ceki bölüm de
B lan u er’in b ir bulgusundan bah setm iştik . B u n a göre, bir işçi
neyi ne zam an yapacağı üzerinde ne kadar söz sahibi ise o kadar
m u tlu d u r ve işini yaparken de daha az yabancılaşm ış hisseder.
Yalnızca iş od aklı, diğer insanlardan soy u tlan m ış işlere kıyasla
başkalarının varlığını içeren işler üzerine yapılan çalışm alar da,
yalnız çalışan kişilerin diğer insanlarla uğraşm ak zorunda o lan ­
lara göre işlerinden daha ço k tatm in o ld u k ların ı gösterm ektedir.
H a tta d aha sonra yapılm ış bir başka çalışm ad a, astlarını y ö n et­
m ek zorund a olan kişilerin işlerinden daha az tatm in oldukları,
yalnız çalışan ve üzerlerinde diğer in san ların yaptıklarının so­
ru m luluğun u taşım ayan m eslektaşlarına göre daha düşük bir
pozisyondaym ış gibi hissettikleri b u lu nm u ştu r.

O halde, listen in daha üst sıralarında b u lu n an lar genel olarak


yalnız çalışabilen ve başkalarına ihtiyacı ya da bağlılığı b u lu n m a­
yan kişilerdir. D olayısıyla, A m erik an en d ü stri sıralam asındaki
itib ar artışı, piyasadaki alış verişin e k o n o m ik koşullarında başka­
larıyla ilişkilenm e ya da sürtüşm eden k a çın a n , bireysel davranış­
taki artış olarak gözükm ektedir. Bu rad aki b ü y ü k paradoks ise,
yardım laşm a g ü cü n ü n etkileşim ve k arşılıklı alış veriş ortam ın da
gelişm esinden ziyade, insanların başkaların a karşı verici o lab il­
m esin in , onlara b ak ım ve yardım sağlayabilm esin in , ancak ve
ancak diğer kişilerden yalıtılm aları, y eten ek ve eğitim sayesinde
y eterlilik lerin in “içselleşm iş” yetenekler h alin e gelm esiyle m ü m ­
kün o lab ileceğ in in düşünülm esidir.

B ü rokrasi ve karşılıklı bağ ım lılık a rttık ça, dev şirketler k ü -


SIN IFIN GİZLİ YARALARI 233

çü k işletm elerin yerini aldıkça, iş b ö lü m ü g ittik çe belirginleş­


tikçe, giderek daha ço k sayıda insanın özerk hissedebileceği iş
koşullarından yoksun kalacağı düşünülebilir. O y sa iş yapısında
yalıtılm ış sayısız m evkinin ortaya çık ab ilm esin e ve böylelikle
insanların k on u m ların ı uzm anlıkları aracılığıyla başkaların ın -
kinden ayrı b ir adaym ışçasına soyu tlayabilm elerini sağlayan
şey, iş b ö lü m ü n ü n ta kendisidir. B u n u n la, özellikle de k u ru m ­
sal bürokrasilerde ve yönetici pozisyonlarında pek ço k m esleğin
“profesyonelleştirilm esi”ne yönelik artan girişim leri k astetm ek ­
teyiz. M elvin K o h n , bu sürecin b ü rok ratik işçilerin daha fazla iş
güvencesi olm ası ve işlerin kend ilerin in de daha karm aşık olm ası
nedeniyle ortaya çık tığ ın ı savunm aktadır. N e var ki bu koşullar,
profesyonelleşm e arzusunun kendisine dair b ir açıklam a g etire­
m em ektedir.

Leonard Sayles, “m üdür, yapının için d e öyle bir k o n u m a


geçm ek ister k i, inisiyatiflerin dengesi o n u n lehine olsun” diye
yazm aktadır, böylelikle kim senin o nd an değil, onun başkaların ­
dan itaat talep edebileceği denli yalıtılm ış olabilir. E ğ er b ir kişi
başkalarını yeteneklerinin eşsiz oldu ğu na, kendisini kararlarının
sorgulanam ayacağı bir uzm an olduğuna in and ırırsa, o zam an
başkalarının buyruklarından bağım sız olabilir.

E lb ette ki profesyonelleştirm e, bü yü k ö lçü d e rastgele o lu ştu ­


rulm uş gizem li b ir hava yaratm aktadır: Sad elik yerine karm aşık
bir dil, doğrudan eylem in de gayet işe yarayacağı hatta d aha iyi
bile olabileceği durum larda bü rokratik ru tin lerin devreye so k u l­
ması vs. Ç ü n k ü eğer bir bürokrat daha ö n ce görm üş oldu ğu m uz,
kendi astlan için aldığı sorum luluk nedeniyle kabul görem em iş
olan d enetçi G eo rg e C oro n a’nın başına gelenlerden k a çın m a k
istiyorsa, böylesi b ir sessiz sinem a o yn atm ak gerekli olm aktad ır.
Şirketlerde ve bürokrasilerde bağım sız iş m ik tarı arttık ça, alt ka­
d em enin yaptığı üretici işler yön etim ve ofis işlerine karışır; daha
ço k sayıda beyaz yakalı işçi de, alt düzeyli görevlilerin ya da fab ­
rika işçilerinin yaptıkların ın soru m luluklarıyla k uşatılm ış olur.
C o ro n a ’nın başına gelen de budur ve bu du rum d an çık m a n ın
234 RÜYALAR VF. SAVUNMALAR

te k yolu P atrick Flanagan’ın yapm ayı istediği şeyi yapm aktır: Ye­
ten ek lerin i profesyonelleştirerek “in isiyatifler dengesi”n in sana
ak m asın ı sağlam ak ve böy lece başkaların ın sana ihtiyaç duym ası,
a m a o n ların senin yaptığın şeyi anlayam ıyor olm ası.

Ö t e yandan, bu n u basitçe şarlatanlık olarak kabul edip ayıp­


lam ak , insanların içinde bu lu nd u kları d u ru m u tam olarak kav­
rayam am ak dem ektir.

“ ...Ş im d i, bir üniversite h ocasın ın cid d en akıllı o lm ası ge­


rekir, yoksa işini yapam az, m esela seni ele alalım , iyi b ir çocu ğ a
b en ziy orsu n, am a iyi ço cu k lar fazla da bir yere varam ıyor, öyle
değil m i?... N e gerekiyorsa yap m alısın, kafanı çalıştırm an lazım ,
an larsın ya, ço k değerliym iş gibi y ap m alısın ...”

“ B ak , aslında ço k basit. Yani ben de erkeğim sen de, değil mi?


K onu şu yoru z, ben senin biran d an içiy oru m ; diyorlar ya, iletişim
k uru yoru z. A m a eğer bu evden çıkarsak, insanlar senin h akkın d a
‘kim seye ihtiyacı olm adan kendi k en d in e yetiyor’ derler; beni
görd ü klerin d e ise, eğer ben i tanıyorlarsa m erhaba der yoksa da
g eçip giderler... T ak tığ ım d an değil, son u çta h epim iz toprağa
gid eceğiz, am a se?2 k en d in için en d işelenm ek zorunda değilsin
çü n k ü doğru şeyi yapabilm ek senin elin d e.”

İşi çö p çü lü k olan bu ad am ın söyledikleri, görüşm eyi yapan


kişid e gördüğü güce tepki verm ek ten ibaret değildir. Z ek a, aynı
zam and a gücün kendisini açık lam a ve bu kavram a ışık tu tm a ka­
pasitesi haline gelm ektedir. S o n b ö lü m d e in celem iş old u ğu m u z
g ib i, h em iyi hem de k ö tü kişisel yargılarda bu lu n u rken esra­
rengizi oyn am ak ku ru m ların belirgin özelliğidir. Fakat kim se b ir
d o k to ru n ya da m im arın işini iyi yapıp yapm adığını “esrarengiz”
hale getirm eyecektir. O n la r iyide de k ötü d e de kendi k en d ileri­
nin yargıcıdırlar, çünkü ne y ap tık ların ı gerçekten bilen b ir tek
onlardır.

İşleri yorum yapm ayı gerektirm eyen kişilerin d o k to rların k o ­


n u m u n a y ön elik bir in an ca sahip olm ası, hem doktorlara, hem
SINIFIN GÎZLİ YARALARI 235

de insanlık için genel olarak ö n em li o lan diğer alanlardakilere -


konu rland ırm a, siyasi haklar, eğitim - y ö n elik m u d ak bağım lılık
duygusunu arttırm ak dem ektir. İşleri sıradan insanı sıradan in ­
sana açıklayarak h er şeyi daha iyi hale g etirm ek olan bu insanlar
karşısında, onlar, yani şu fabrika işçileri, şu h adem eler k im d ir
ki? İşçilerin ihtiyaçlarına dair kişisel algıları nasıl m eşru olabilir
ki? B ir üniversitenin evinden etm iş oldu ğu orta yaşlı elek trik çi­
nin sorunu işte budur. Ö fkesin i nasıl bastırıp üstünü örttü ğ ü n ü
hatırlayın: “Y ani, ilerlem enin ö n ü n d e du ram azsınız ... M u h ­
tem elen uzun vadede bunun gerçekleşiyor olm ası daha iyidir.
D e m e k isted iğim , bu sokağı alm aları gerekm ed iğin i biliyoru m ,
am a herhald e b ir bildikleri vardır.” Profesyoneller evrensel kabul
edilen ve gü n d elik hayatta gerekli olan bilgilere sahip oldukları
için , elek trik çin in kendisinde hissedem ediği bir çeşit m eşruiyet­
leri vardır, çü n k ü elektrikçinin uzm anlığı yalnızca transistorlarla
ilgilidir.

Ö zerk iş hayali, s ın ıf sistem ine karşı bir başkaldırı içerm ez.


B ir y argılanm aktan kaçm a girişim idir, kişinin açık arttırm a­
ya çıkarılıp değer biçildiği piyasanın kaygılarından kaçm aktır.
“Piyasa-geçirm ez” olm ak içinse o kadar iyi, k endinizi o kadar
geliştirm iş o lm an ız gerekir ki, kim se sizi satın alm ayı redde-
d em esin. Ö zerk iş düşüncesinin ardında yatan h ileci tu tu m ,
A nd rew C arn eg ie’nin bir çelik şirketi kurarken ki stratejisiyle
koşuttu r: T em el bir üretici işlev vaadinde bulun ve tercihlerini
kend in yön et. E lb ette, profesyonellik ile idealize edilen bu özerk
iş hayalinde C arn eg ie’nin girişim inde o lm ayan daha iyilikçi bir
son u ç da vardır. Ö y le ki, bir d o k to r o lm ak k ıy m etli kabul ed il­
m ektedir, çü n k ü sonucunda insancıl du yu m ile kişisel güç bir
aradadır. Fakat bu sonuca götüren yollar, bir tü r p sik o lo ji karteli
olup çıkm aktad ır.

N e var ki, to p lu m , işçilerin elit profesyonel m esleklere y ön el­


m esine fazla fırsat tanım az. Ve son olarak, bu engel de bir şekilde
söz konusu özgürlük düşüncesinde içk in olan zam an kavram ıyla
ilintilid ir.
236 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

Yeniden Doğuş Olarak Özgürlük


Eski b ir İn giliz fantastik hikayesinde, b ir deri tabakçısı cen n ette
tah tın d a o tu ran Tanrı ile konu şm aktad ır. T ab akçı C o ck n ey ak-
sanıyla41 k on u şm akta, dilbilgisi hataları ve şakalar yapm akta ve
kend ini günd e on dört saat boya karıştırarak terlediği, aşağıdaki
dünyadaki h alinden başka bir şekilde gösterm ediği halde, T a n ­
rı onu old u ğu haliyle sevm ektedir. Yani bu eski hikayeye göre,
yeniden d oğu m halinde işçi k en d in i h atırlam ak ta, dünyadaki
kişisel özellikleri olduğu gibi kalm aktadır.

O ysa m od ern özerklik hayallerinde insan kendi kendisi için


tan ın m az hale gelir. D o k to rlar tesisatçılardan farklı k onu şu r; b u ­
nun b ir uzanım ı olarak da, tesisatçıların bir gün d o k to r olan ç o ­
cukları da farklı konuşur. Bu hayalde, kişisel edim lerinizi değiş­
tirerek, içsel yeterliliklerinizi geliştirerek, sosyal koşullarınızı da
değiştirm iş olursunuz; fakat bu sefer de özgürlük hayali kurm aya
ihtiyaç duyan o varlıktan apayrı biri haline gelirsiniz.

Y eniden doğuşun son u cu iro n ik tir: Ö zerk lik, kişinin için in


d ışının b ir olduğu bir durum dur, oysa kişinin kendisi yok o l­
m aktadır. K en d in iz o lm ak için özgürleştiğinizde, d en eyim lerin i­
zin ağırlığı ortadan kalkar ve o lm ak istediğiniz kişi ile acı çekm iş
olan sizin aranızda h içb ir süreklilik kalm az.

W illia m Jam es, The Varieties o f Religions Experience (D in sel


D en ey im in Ç eşitli B içim leri) çalışm asında pek ço k din değiştir­
m e vakasında m eydana gelen bir “ik in ci doğu m ”dan bah setm ek ­
tedir. B u , ahlaki duygulara göre davranm aya başlayan yeni bir
b en liğin doğd uğuna ilişkin bir fikir. Yeni ben liğ in doğuşundan
ö n ce, tıpkı Aziz A ugu stin c’in Confessions (İtiraflar) k itabınd a o l­
duğu g ibi, bireyin ço k daha farklı davranm ak istediği travm atik
b ir süreçten ö n ce gelir, am a k o n tro lü dışında olan koşulların
onu durdurduğunu hisseder. Bu d u ru m d a, acaba özerklik hayali
din d eğiştirm eye ne ölçü de benzem ektedir?
41 T.S.N.: Londra’nın doğu bölgesinde çoğunlukla işçilerin kullandıkları ak­
san.
SIN IFIN GİZLİ YARALARI 237

Ö n ce lik le , görüşm elerim izde işçilerin zih n in d e örgütlü bir


d in e pek rastlanam adığım ızı söylem ekle başlayalım . Ve bu m e­
seleyi, işle, kişisel uygunluk duyguları ve benzerleri ile bir araya
getirm eye yön elik tüm çabalarım ız, hep başarısızlıkla son uçlan ­
dı. H em kadınların hem de erkeklerin d ini hayatlarına ilişkin
ayrı b ir alan, sın ıfın dayatm alarından ayrı b ir zoru n lu lu k olarak
görd üklerini söyleyebiliriz.

Z aten s ın ıf duygularını olu ştu ran şey yerleşik kiliselerin dini


değildir. Yalnızca benlikte m eydana gelecek b ü y ü k değişim lerle
çö zü leb ilecek olan gerginlikleri yaratan toplu m sal sistem in ken­
disidir. İşte sın ıfın ağırlığı budtır, daha ö n cek i çağlarda arınm a
ve kurtu lu ş gibi sözcüklerle ifade ed ilen, sadece ben lik te gerçek­
leşecek d önü şü m lerle k ald ırılabilecek olan b ir ağırlık. Bu nu nla
b irlik te, s ın ıf yapısı, A ııgustine’in am açladığı idealden oldukça
farklı b ir öz-d önü şü m ideali yaratm aktadır. O , dünyayı terk et­
m ek, Ja m es’in belirttiği g ibi, “b ir şeyden” k u rtu lm ak gibi değil,
T a n rı’yla birleşm ek için , “bir şeye doğru” bir kurtuluş aram ak­
taydı. O y sa özerk iş insanı sınıfsız b ir to p lu m hayaline, ileriye
doğru b ir kurtuluşa yöneltm ez; “profesyon elleşm e” ile im a edi­
len b en lik değişim ind e kişi yine eski dü nyanın için d e kalm aya
devam eder, yalnızca artık onu n yaralayıcı g ü cü n e m aruz kalm az.

B u m od ern birleşm iş ben lik hayali ile, d in in 19. yüzyılın


son un d a In giltere’nin sanayileşm iş k en tlerin d eki fabrika işçile­
ri için d eki ro lü n ü karşılaştıracak olursak, ilk d u ru m daha geniş
bir anlam kazanm aktadır. E. P. T h o m sp o n ’ın The M a k in g o f the
English W orking-Class (İngiliz İşçi S ın ıfın ın O lu şu m u ) adlı enfes
çalışm asınd a savunduğu gibi, ilk sanayi işçiler, arasında k o le k tif
eylem ile yazgılarını iyileştirm e ü m id i yeşerdikçe, ölü m den son ­
raki bir dünyada kurtuluş old u ğu na ilişkin in an çları azalmaya
başlam ıştır. Ö te k i dünyada kurtu lu ş düşüncesi yerini bu dünya­
da k o le k tif bir kurtuluşa bırakm ıştır. Fakat bu dünyada k o le k tif
eylem yapılabileceğine ilişkin u m u tlar ne zam an sönükleşse, o
zam an bireyler d in e geri d önm ü ş, ö lü m d en son rak i yaşam da,
sadece k en d ilerin e vaat edilm iş bir şeyler old u ğu na in anm ışlar-
238 RÜYALAR VE SAVUNMALAR

dır. B izim zam anım ızda ise tam da bu d u ru m u n aksine, k u rtu ­


luş d ü şü ncesind eki seven ad am , bu dünyaya ait yalnız b ir adam
olarak g ök lere çıkartılm aktad ır. T a n rı’n ın y ard ım ını um an eski­
n in İn giliz işçisin in aksine, şim di k u rtu lm u ş insan kendisiyle bir
o la ca k tır; o n u n için kurtu lu şu n ö lçü tü ise, başkalarına duyduğu
b ağ lılık ih tiy acı ne kadar az olursa, o n lara ö n em verebileceğidir.
Kuasuırlua B ir H lia a a n izm
Somtaç

V enedik, F lo ran sa ve Italyan R ö n esan s'ın ın diğer m erkezlerinin


esn a flo n ca la rın d a işte yeteneğe ilişkin farklı b ir fik ir k ö k salm ış­
tı. 1 4 5 0 ’ye kadar bireysel övgü için rekabet ve işlerin in tan ın ırlı-
ğı, m ahk em e ressam ları ve heykeltraşlar kadar doku m acılar, deri
işçileri ve g üm ü şçü ler arasında da yüksek b ir n oktaya ulaşm ıştı.
N e var ki o zam anlar haysiyetli bir ad am ın y eten eğ in in iyi bir
parça m ücevhere yansıyacağını d ü şü n m ek saçm a görünüyordu.
Z an a a tçın ın işine yaptığı yatırım bu nu n tersiydi: yarattığı şey
onu n şahsiyetind en, m ücevh erin d en ya da g ü m ü şü n d en bağım ­
sız olarak belki de ö lü m ü nd en sonra adını can lı tu tacak olan
şöh retin i o lu ştu racaktı. D o k u m acı ya da güm ü şçü olarak kam u ­
ya açık lam ak istediği onu kavrayan nesne buydu.

B u gü n yetenek bütünüyle farklı bir olgu h alin e geldi. N esne­


deki m ü k em m ellik kişideki m ü k em m elliğ i ö lçm ey e yarayan bir
araçtır sadece. Şim d i artık değerin göstergesi, o n u n som u t işle­
rinden daha b ü y ü k olan içsel k apasitenin, her b irin in uzm anı ol­
duğu fakat h içb iriy le özdeşleşm ediği ve h içb irin e bağlı olm adığı
bir durum dan sonra diğerine geçm esine izin veren b ir erdem in
ispatı h alin e gelm iştir.
242 SON UÇ: KUSURLU BİR HÜMANİZM

Ö zgül b ir liyakat fikri, bedenden ayrılm ış m ü k em m eliy et ile


bağlantılıd ır. Başkalarıyla uyum için d e davranm ak, b ir insanın
onlara y an ıt verm ek zorunda olm ası an lam ın a gelir ve bu ilişki­
ler insanları birb irlerin in tuzağına düşürebilir, öyle ki bir o to rite
k im i ö d üllen d ireceğin i söylem eyebilir, ne de tuzağa düşm üş b i­
rey yalnız başın a yapabildiğini gösterm e şansına sahip olduğunu
d ü şü nebilir. Yetenek, kendinizi bir nesneye y atırm a b içim in d e
karşım ıza çık an R önesans d ö n em in d en farklı olarak sizinle ilgili
b ir ispatsa, b u durum da ne kadar ço k diğer insanlarla birlik te
ed im d e b u lu n m ak zorundaysanız, kitled en ayrı g eliştiğin iz için
ö d ü llen d irilm ek zorunda o lm an ız için o kadar az şansınız olur.
B u , yeteneğin kendisinin toplum sal tan ım ıd ır. E m ek her geçen
gün daha fazla b irb irin e bağım lı bü yü rk en, bağım sız b ir edim de
b u lu n m a hayali güçlü kalm aya devam edecektir, zira bu, sizin,
işleri başarıyla yaptığınızı g österm en in tek yolu olarak görülür.

Buradaki iro n i, yeteneklerini olabild iği kadar yeterli b içim d e


g österm e arayışında olan b ir insanın başkaları tarafından zapt
ed ild iğ in i düşünm esidir, an cak bu , b ü tü n yoğun uğraşıların
y ön len d iği başkaları tarafından saygı duyulacak bir liyakati olu ş­
tu rm ak la gerçekleşir.

Biz b u b içim d e ö rgü tlen m iş b ir yeteneğe karşı çıkıyoruz, y ok ­


sa k en d in d e b ir o to m a tik k ötü lü k m ü ş gibi b ir şeyde iyi olm aya
değil. B u k ita p ta aktarılan b ü tü n yaşam ların için d en g eçtiğin i
d ü şü nd ü ğü m ü z savunm a, eylem lerin doğuştan gelen an lam lılığı
y erin e tu tu n a ca k yer elde etm ek, k en d isin i bu şekilde ispatlam ak
zoru n d a o lm aya ilişkin rahatlam a olacaktır. R ö n esan sın y etenek
d ü şü ncesin i hayata geçiren b ir k en t-d ev letin e d ö n m ek olanaksız
old u ğu n a göre, sın ıfın ağırlığı şim di nasıl kaldırılabilir?

H aysiyetin S ın ıf ve K astla İnkârı


B ir arkadaşına m ektu bu nd a M ad am de Sevigne, bir sabah şahit
old u ğu idam h akkın d a yazar. Yalnızca sıradan bir köylü yken , in ­
faz hazırlıkları sırasında tir tir titreyen b ir adam ı g örm ek çarp ı­
cıy d ı diye n o t eder Sevigne. H ü k ü m lü adam , gösteriyi izlem eye
SINIFIN GİZLİ YARALARI 243

gelen kadınlar ve erkeklerin eğlenm esine neden olacak şekilde


sürekli olarak inliyor ve ağlıyordu; yukarıya çek ild iğ in d e, vü cu ­
du ilm eğin u cu n d a sallanıyor, M ad am e de Sevig n e’nin belirtiğ i-
ne göre, harikulade bir görü n tü sergiliyordu.

G ü n ü m ü zü n m odern okuyucusu bu an latışta b ir vurdum ­


duym azlık hissedebilir. A n cak M ad am e de Sevign e geç 17. yüz­
yıla özgü standartlara saplanıp kalm ış bir kadın değildi. Ç ev ­
resindeki diğer aristokratlar g ibi, idam a kayıtsız b ir m erakla
bakabiliyordu, zira öldürülen kişi, içsel doğası Sevigne ile uzak
yakın b ir ilişkisi olm ayan bir yaratıktı. T ıp k ı iyi H ristiy an lar gibi
soylular da elb ette bütün insanların Tan rı k atın d a eşit old u ğu ­
na in an m ak zorundaydı, lâkin şükür ki T a n rı, insanların kendi
aralarındaki olaylara tam am en aynı b içim d e b ak m aların ı istem e
konusunda aşırıya gitm em işti. “K ast” kelim esi A vrupa’daki eski
rejim e uygulandığında, gelenek ve kalıtım sal h aklara ilişkin en ­
gellerin ötesind e, farklı toplum sal kon u m lard an in san ların farklı
türlere ait old uğuna işaret eder ki, bir düşesin değeri ya da in ­
sanlığının sıradan bir köylünün insanlığı ile ço k az ilişkisi vardır.
M ad am e de Sevigne’nin bir başka m ektu bu nd a açık ça belirtilen
gerekçe, alt sınıfların “aşağılanm asının” top lu m sal dü zenin deva­
mı için gerekli olduğudur.

N e var ki “aşağılam a”, m od ern oluşum lar arasında en rutin


olan şeydir ve belki de bu kitapta gördüğüm üz şeylerin, bir kral
aristokrasisinin ve kalıtım sal hakların o lm ad ığı b ir toplu m da,
insan haysiyetine ilişkin yaralı b ir im g en in varlığı nedeniyle
kast ah lak ın ın devam ettirilm esi olup o lm ad ığı m erak ed ilebi­
lir. A n cak B o sto n ’un em ek çilerin in içinden g eçtiğ i d enem eler
Sevigne’n in zam anında asla b ilin m ey ecek ti, ne de bu em ek çile­
rin iç huzursuzlukları, kendi çevresinde sem p atik ya da duygusal
olan bu kad ının sıradan insanlara gösterdiği vu rdu m du ym azlı­
ğın b ir ü rün ü olacaktı. O n la rın sorunları eşit olm ayan b ir to p ­
lumsal tabakanın var olduğu bir toplu m d an kaynaklanır, fakat
gruplar arasındaki çizgiler, ayırıcı kişisel yeteneğin uygulanm a­
sıyla geçirgen olur.
244 SO N UÇ: KUSURLU BİR HÜMANİZM

B ir köylü n ün , bir eşiti olarak efendisinin saygısına layık old u ­


ğunu ispatlam a olasılığı, Louis Q u ato rze ve M ad am de Sévigné
zam anının Fransa’sında bilin m iyo rd u ; kastlar arası toplum sal
h areketlilik tesadüfen olu rdu, fakat bu, asla birinin haysiyeti
üzerindeki lekenin kaldırılm ası anlam ında m od ern bir bağlam ı
kazanm adı. E litler tarafınd an aşağılanan köylü, çocu kları apart­
m anın çim lerin e basm am ası em redilen kapıcı R icca Kartides ka­
dar acı çekm iş o lm asına rağm en, o nların k urtu lu şu , soylunun ve
serfın T a n rın ın ön ü n d e eşitler olarak duracağı ölü m den sonraki
yaşam da gelecekti.

Şim d i bü tü n bireycilik hayalleri, b ü tü n ö fk e ve b ü tü n suç­


lam alar, ortak bir haysiyet soru nu etrafınd a dönüyor. B o sto n lu
em ekçiler, toplum sal saygı olasılığından ço k , b ir yara alm aksı­
zın başka insanlara açık o lm a, savunm ada ve tetik te olm aksızın
gündelik hayatta b ir b içim d e ilerlem e varsayım ını reddetti. B u ­
günkü aşağılanm a eski rejim d eki kadar baskıcıd ır, fakat başka
türden: daha az acım asız ve daha sinsi.

Belki de bu m odern aşağılam ayı geçm iş örneklerd en ayıran


ince fark, aile sevgisi m eselesinde yatar. B ir dü kü n çiftlik te ça­
lışan b irin e m esafeli olm ası gerekirken, bir köylü nün kendi ko­
n um un d an birisi için kend isin in değersiz b ir arkadaşı oldu ğu nu
düşünebileceği bir zem in neredeyse yoktur. Fakat k on u m ların
geçişken olduğu b ir to p lu m d a, W illiam O ’M allcy ya da R icca
K artides gibi bir baba, dış dünyadan ne kadar onay alabildiğinin
ö n em in in kendisi için ço k fazla olacağını söy lem ek zorundadır.
Bu insanlar eşlerini ve ço cu k ların ı birer insan olarak sever ve sev­
gilerinin sınıfsız b içim d e kend ilerin e geri d ö n m esin i ister. Lâkin
bu dünyada durdukları yere bağlı olarak, sevgi için verm ek zo­
runda oldukları şeylerden korkarlar. B ö y lelik le toplum sal taba­
kanın geçirgenliği, b ir baba ve oğlun un g ü n d elik yaşam ından
uzak soyut bir d u rum olarak hâlâ o n u n yaşam ında var olm aya
devam eder, zira oğluna b ir şey verm ek istediği zam an kendisini
savunm asız hisseder.
_____ ______ __________ SIN IFIN G lZI.l YARALARI 245

S ın ıfa ilişkin adaletsizlikler, genellikle zaten kartların ö n c e ­


den dağıtıldığı, zenginin yoksullara göre d aha fazla ödüllen di-
rildiği, zenginlikten kaynaklanan eşitsizliklerin haksız olduğu
b içim in d e eleştirilir. İlk bakışta bu eleştiri, sınıflı bir toplu m da
bu kitapta sergilenen duyguların ortaya çık acağ ın ı gösterm enin
old u kça iyi b ir yolu olarak görülür. W atson O k u lu n d ak i ö ğret­
m enler, suçlam alarının dirençle karşılaşacağından k o rk tu kla­
rında öğretm en lik lerin in ö d üllen d irilm esi çabası için d e, kendi
im gelerine göre biçim len d irecek leri b ir kaç kişiyi “keyfi olarak”
seçerler. O to m o b il fabrikasın ın, yazı işleri bü rosu nu n, elek tro ­
n ik im alathanesinin y ön eticisi, ö d ü llen d irilecek çok fazla n ite ­
likli elem an olduğunda kim in terfi ettirileceğ in e karar verm eye
çalışırken keyfi b içim d e davranm alıdır. İşçilerin bu davranışları
anlam aya çalışırken kendi k en d ilerin i suçlam aları da tam am en
keyfidir; çocu klar da aptal değildir, k u ru m u n onayladığı b ir kaç
kişiyle kend ilerini karşılaştırm aya zorlan m ad ık ça aptal o ld u k la­
rını da düşünm ezler. B ir üstün ö n ü n d e ken d ilerin i onay latm ak
zorunda kalm adıkça, C arl D o rian işini sever, W illiam O ’M alley
iyi ve çok çalışarak m utlu hisseder.

“K eyfi” kelim esi, ne var ki, h e d e f şaşırtm an ın da h abercisi­


dir. B u kelim e bize, eğer m eseleyi işçi grup terapisi, a lte rn a tif
boş zam an etkin likleri ya da olm adı başka tü rden bir yaklaşım la
halledebilirsek, insanları toplu m d a bu lu nd u kları kon u m u ço k
ciddiye alm am aları noktasına g etirebileceğ im izi anlatır. B ir yö­
n etim d an ışm an ının kelim eleriyle söylersek, “insanlara, başkan
olam ayacaklarsa bile hâlâ iyi zam an geçirebileceklerini hissettir.”

“K ey fi” kelim esi, daha başka b içim lerd e h ed ef şaşırtm aya


devam eder, çü n k ü ödülleri yanlış bireylerin aldığı hissini verir.
S ın ıflı bir toplu m , insanların ü rettikleri şeyin gereği olarak hak
•ettiklerini alam adıkları bir to p lu m d u r; fo rm ü l çok basit g ö rü ­
nür, an cak çarp ıtılabilir, zira “hak etm ek ” ne dem ektir? 1 8 . yy.’m
son un a doğru kariyerler yetenekli insanlara ilk açılm aya başladı­
ğı d o nem d en beri sınıflı top lu m u n adaletsizlik suçlam asına karşı
ço k basit b ir yanıtı vardı. Y eterince liyakate sahipseniz, y eten ek ­
246 SO N U Ç: KUSURLU BİR HÜMANİZM

lerinizin izin verdiği toplu m sal düzeye ulaşana kadar sınıfsal yapı
boy u n ca yükselirsiniz. H o ra tio A lger’in oku yucuları, iyi b ir ya­
şam olarak fabrika m ahalleleriyle birlik te an latılm am ıştı, yoksul­
luğu haklılaştırm a rolü h iç oyn an m am ıştı. B u tür şeylerin kötü
olduğu doğrudur, am a en azından bazı in san ların bu d u rum dan
kurtu ld u ğu n u, zeki old u kları için bu nu yap abild ik lerin i, cesaret
ve çabaya sahip old u kların ı görürsünüz; fakirlerden h o şlan m ı­
yorsan, sen de onlardan ayrılabilirsin , eğer y eterin ce iyiysen.

Em ekçiler, sonsuz b ir y eterlilik fırsatı oldu ğu nu ak len red­


dederler. A ncak sın ıfa ilişk in kuru m lar o n ları şu fikri hayata
geçirm eye zorlar: eğer ben , çarkın bir parçası o lm aktan ku rtu -
lam ıyorsam , gü çlerim i y eterin ce geliştirm ediğim dendir. Böylece
sınıflı bir to p lu m u n ödül sistem in in nasıl keyfi olduğu h akkın d a
kon u şm anız, genel bir an laşm ayla, yani kendi d u ru m u m d a daha
fazla başarılı o lm am gerektiği şartıyla karşılanacaktır.

B u şart bir kere eklendi m iydi, sınıfla ilgili kuru m lara m ey­
dan oku m ak, acı veren b ir so ru n u n yüküyle karşılaşılır: b en kim
olu yoru m da m eydan oku yoru m ?

A m erikan işçilerin in sistem in onları “satın ald ığ ın ı” ya da


o rta sın ıftan y ön eticilere ve profesyonellere benzer o larak aynı
m uhafazakar değerleri b en im sed ik lerin i söylem ek, o n ların ses­
sizliğinin bütün k arm aşıklığ ım gözden k açırm ak ve em ek çiler
o toriteye m eydan o ku d u kların d a kend ilerin d en taşan bastırıl-
m ışh k duygusunun y oğ u n lu ğ u n u an lam am ak dem ektir.

E lb e tte ki A m erika’n ın k en d in e özgü m irasın ın (insanların


o rta k haysiyetine ilişkin to p lu m u n b ir takım in an çları) sınıfla
ilgili b ü tü n adaletsizlik ve yadsım alara sitem etm esi gerekir. E l­
b e tte ki b irb irin e saygı k o n u su n d a bü tü n in san ların eşit haklara
sahip olduğu fikri tem elin d e kuru lan bir ulusun kam usal dünya
g örü şü , insanlar için bir in a n ç kalkanı sağlam alıdır; ve elb ette ki
bu kam usal düşünüşün b ir in san ın haysiyetinin o n u n toplu m sal
k o n u m u n d an çık arılm asın a karşı işlem esi gerekir.
SINIFIN GİZLİ YARAIARI 247

Kusurlu Bir Hümanizm


M ad am de Sevigne’nin kuşağının son larınd a, k ü çü k am a etkili
b ir yazar grubu, kasta ilişkin eski fikirlerin insani son u çlarına
isyan etm işti. B u isyan, to p lu m u n çoğu savunm asız bireylerinin,
okullard aki çocukların ve hapishanelerdeki y etişkinlerin savu­
nusu b içim in i aldı. 1 7 2 0 ’lerde İtalya ve Fransa hapishaneleri
üzerine çalışan Cesare Baccaria, k ü çü k b ir hırsızlığın cezası o la­
rak insanların 2 0 yıl boyunlarından zin cirlend iğini görm ü ştü ;
“bireysel m evkilerinin” ne old u ğu na bakılm aksızın, bu kabul
edilem ez b ir durum dur diye yazar Baccaria. 1 8 . yüzyıl h ü m a­
nistleri uzun b ir süre kam çı d arb elerin in L atin ya da H ristiyan
etiği çalışm alarını neden artırdığını b ir türlü anlayam ayan D id e-
ro t ve rahiplerce yönetilen oku llara saldırıyordu. K ısa b ir zam an
için d e fiziksel zulm ün k ın anm ası, insanları keyfi yasalar ya da
gelenekle savunm asız hale getiren b ü tü n toplum sal d u rum ların
kın an m asın a yerini bıraktı. V oltaire örn eğ in , b ir insanı yaptığı
şeyi tem el alarak değil fakat şeytan olabileceği im aları üzerine
hapishaneye atabilen m ahkem elere saldırm ıştı.

B u insanların öfkesi, o d ö n em lerd e tu h a f bir sapm a olarak


k abu l edildi. E n fazla duyarlılık ve in celiğe sahip bu insanlar, a cı­
m asız doğaları güçlü zincirler gerektirdiği düşünülen en alttaki
kitleye yön eltilen sert tedbirlere alışık tı. A ilem e sevgiyle, h izm et­
çilerim e sertlikle ve y ön eticilerim e sad ık b ir hürm etle davranır­
ken beni acım asızlıkla suçluyorsun ve ben de sana bu nu nla ne
d em ek istediğini soruyorum . B u d u ru m u n karşısında D id ero t
ya da B accaria’nın asıl sorunu, kendi öfkeleri için bir m an tık
olu ştu rm a meselesiydi.

B u reform cu nesil arasında insan haysiyeti ve insanlara şef­


kat gösterm e arasındaki ilişkiye dair n et b ir anlayış ortaya çıktı
ve bu , günüm üzün kamusal fik irlerin e aktarıldı. A ydınlanm a
hü m anistleri, dünyada merhameti?ı talep edildiğine inanm aya
başlam ıştı, görünm eyen bir T a n rın ın em rettikleriyle değil, in ­
sanlar arasındaki ortak dünyevi güçle. İn san ca m uam ele g örm e
248 SON UÇ: KUSURLU BİR HÜMANİZM

h akk ı, insanlığın her aşam asında akılcı d ü şü nm e gücünden ve


aslında insan olm anın ne oldu ğu nu n tan ım lan m asınd an o rta­
ya çık m ıştı. N itek im D id e ro t’n un Encyclopedia (A nsiklopedi)
çalışm asınd aki “San at” başlığı, resim ve heykel konu su ndaki
b ü tü n tartışm aları dışarıda bırakıp beden işçilerinin araçları ve
ü rettikleri üzerine yoğunlaşıyordu, in san lara en yüksek kastta
ahlaki anlam d a daha “soylu” olm aları y erin e D id ero t ve arkadaş­
ları, top lu m d aki bü tü n insanların için d en geçtiği insan erdem i
d oku sunu fark etm işlerdi. R önesans filozofu P ico della M irá n ­
dola, sıra dışı insanların uygarlığın başarılarını gerçekleştirm ek
için yukarıya doğru yükselm e m ücadelesi verdiğine in an ırk en ,
V oltaire gibi A yd ınlanm a d ö n em i yazarları, uygarlaşma başarısı
k apasitesin in , eğer doğanın k end isin e aşıladığı rasyonel güçle­
ri gcliştirebildiyse, insan ırkının h erh an gi b ir üyesinin kavrayış
gücü için d e yattığına inanıyordu.

A yd ın lan m a d önem i h ü m an istlerin in çoğunluğu toplum sal


koşullarda b ir eşitlik d o ktrin i vaaz etm eye asla n iyetlenm edi.
Saygı bağlarının eski kastların ö tesin e geçm esi gerektiğini ileri
sürerek eski rejim in gücüne vurgu yaptılar. G erçek ten de, F ran ­
sız D evrim i sırasında darağacına götü rü lürken Ansiklopedistler-
den b irin i şöyle m ırıldanırken bu lu ruz: “A hlaksız eşitlikçiler,
eşitlik adına akla ihanet ettin iz.”

N e var ki toplum sal eşitliğe ilişkin m od ern inanç, doğrudan


doğruya tüm insanların anlam a ve akıl y ü rü tm e eylem lerini ger­
çek leştirm ek için sahip oldukları potansiyel gücün tanınm ası ile
insan sevgisinin birleşm esinden kaynaklanır. Sıradan b ir in san ­
sam ve ancak içim de lo rd u m u n ki gibi b ir kavrayış gücüne sahip­
sem , aram ızdaki toplum sa! ayrım ı nasıl anlam land ırırım ? içim d e
o rtak b ir haysiyet anlayışının g elişm esine izin verirsem , hu du ­
rum da potansiyelim i g eliştirm ek için ayrıcalığa ilişkin engellerin
kald ırılm asın ı isterim .

A yd ınlanm a h ü m an izm in in am açlam adığı bu son u cu n şu


anki endüstriyel düzende adaletsizliklere karşı duran b ir çık ış o l­
SINIFIN GİZLİ YARALARI 249

ması beklenird i. Bu idealin, güçsüz olanlara ya da k endilerin in


güçsüz olduğunu düşünenlere basit ve etkili b ir silah vermesi
gerekirdi: dünyanın Efendileri karşısında zayıfım , o n lar haya­
tım ı k on trol ediyor, sadece öfkeli değil aynı zam anda utanm ış
h issetm em e neden oluyorlar. F akat bu şeyler onların yapım ıdır,
onların dalavereleridir. İçim de on lar kadar iyi o lm a potansiyeli­
ne sahip olduğum u biliyorum ; başkalarıyla b irlik te isyan etm e­
m i em reden ö fk en in nedeni bu dur... an cak tek başına in an ç, çok
farklı koşullar gibi görü nenlerin altın d a, rah atlık değildir.

K o m ü n izm in ateşli bir savunucusu Rus bir çö p çü , görüşm e­


ciye “b ir Parti üyesi kadar ö n em li o lm ad ığ ın ı” söylüyordu; A l­
m an b ir ofis çalışanı giysilerinden dolayı “aşağılanm ış” h issetti­
ğini b elirtm işti; A m erikalı inşaat işçileri araştırm a ek ibim ize ba­
baları gibi saygı görm ek için oğu llarına araba alm ak zorunda his­
settiklerin i ifade etm işti. M ülkiyeti olm adan, A b b é de Sieycs’nin
1 7 9 0 ’da telkin ettiği gibi, her insan gururla yürür, fakat m odern
d ü nyanın em ekçi kadınları ve erkekleri bu nd an ço k em in değil­
dir. Sad ece ve sadece insan olm ak, onlara savunm asız oldukları
bir d u rum olarak görü nür; “daha güçlü ve nüfuzlu insanlar g ib i”
diyordu Rus işçi, “sanırım saygın biri d eğ ilim .”

Bu işçilerin söylediği şey, insan h aysiyetin in A.bbe de


Sieyes’n in vaaz ettiği kadar inandırıcı olm adığıdır. K en d ilerine
in an m ak isted ikleri, başkalarının saygısını kazandıkları ve diğer
insanlar onlara “çarkın bir parçası” gibi davrandığı zam an tepki
gösterd iklerind e bile bu böyledir. K en d i değerini gösterm eksizin
yalnızca insan olm ak , bu insanlara savunm asız b ir yaratık ol m alt
an lam ın a gelir.

S ın ıfın A bbé de Sieyes’nin d o k trin in i in an ılm az kılm asının


n ed enlerind en biri onu n h ü m an izm id ir ve h em sağdan h em sol­
dan gelen diğer A yd ınlanm a dönem i yazarlarının dü şü ncelerin in
tam da o rta yerinde bir kusura sahip olm alarıdır. H ü m an istler,
d ü nyanın d ört b ir yanındaki m ahkem eleri reddettiler, gücü,
insanların gücün e benzem eyen yüksek o to ritey i defettiler, bü ­
250 SONUÇ: KUSURLU B İR HÜMANİZM

tü n bu eski fikirler köleleştiren boş in an çlar olarak bir kenara


atılm ıştır, insanlar arasındaki saygı ile b ü tü n insanların dünya­
da sahip olduğu potansiyel güç arasında bir bağlantı kurdular.
N ie tz sch e ’nin gördüğü g ibi bu , can alıcı ve riskli bir adım dır,
çü n k ü insanlar kendileri için d eki potansiyeli çıkardıklarında
k arşılıklı saygıya ne olacaktır? Ya o rta k potansiyel birb irin d en ta­
m am en farklı biçim lerd e ifade edildiğinde? E n zeki, en yetenekli
ya d a en becerikli olanlar herkesin için d en akan potansiyeli o rta­
ya koym ad a karakterlerini daha fazla gösterm işlerdi; bu n ed enle
on lar, başkalarının daha fazla saygılı davranm asını, h iç değilse
d ah a fazla güçle d onatılm ayı arzu etm ezler m i? Bu m akul ola­
cak tır, hepsi aynı başladığına göre p ratik te daha iyi oldu kların ı
gösterd iler sonuçta.

“ E fen d im ” diye hitap e ttiğ im , b an a da ilk adım la hitap eden


ad am la eşit güçlere sahip olarak başladığım ıza inanırsak, farklı­
lık larım ız, ona gösterilen fakat b an a gösterilm eyen kibarlık ve
d ik k a t, o n u n anlayış ve “zevk” açısın d an ben d en farklı olduğu
d u ygu su na sahip olm ası, o n u n için d ek i potansiyeli b en im k in ­
den daha fazla geliştirdiğini gösterm ez m i bir biçim de? Eşitsiz­
likleri başka nasıl açıklayabilirim ? K u ru m lar o n u n kazanm ası ve
b e n im kayb etm em üzerine yapılaşm ış o labilir, fakat bu b en im
h a y a tım , b ah settiğim şey 3 0 ya da 4 0 y ıld ır hayatta o lm am , ve
h e m oku ld a h em de işyerinde d en eyim lcd iğ im şeyler, b ü tü n
b u n lar, in san ların, hayatlarında başlarına gelenleri başarılı o l­
d u kları şeye göre anlam aları an lam ın a gelir. Başkalarının daha
iyi davrandığı, ben im bile iyi d avran d ığım , benden daha iyi o l­
m ad ığ ın ı bild iğim bu adam ı g örü y oru m . H er ne kadar b u n u n
d o ğ ru o lm ad ığ ın ı bilsem de, on u n havalara girm esine ve üstüm
g ib i davranm aya çalışm asına isyan etsem de, bizim eşitlik an la­
yışım ıza in an cım d an dolayı bana aşılan m ış gizli bir k en d in i su ç­
lam a soru n u var. Farklı k on u m lard a doğm uş olm am ıza rağm en,
g erçek şud u r ki, bazıları ü stü n lü k elde etm ek , “kendini g erçek ­
leştirm e k ” için kendi için d eki güce b ir b içim d e sahip olm asını
sağlayan daha fazla araca sahiptir.
SIN1PIN GİZLİ YARALARI 251

B öylece eşitsiz s ın ıf sistem i, aslında, g eçm işte vurgulanan


yardım severlik ve eşitlik düşüncesiyle g ü çlen d irilm iş olur. G ü ­
cü n potansiyel olarak eşit olduğu düşüncesi, g ü ç eşitsizliğinin
kural ve zaten beklenen bir şey olduğu rek abetçi bir toplum a
özel olarak tu ttu ru lm u ş bir b içim verm iştir. B ü tü n insanlar eşit
potansiyel y etenek tem elinde hayata başlıyorsa, o zam an hayat­
larında deneyim ledikleri eşitsizlikler rastgele değil, bu güçleri
kullanırken farklı kişisel güdülerin m antıksal son u cu d u r, yani,
toplum sal farklılıklar artık bir karakter, ahlaki kararlılık , irade ve
yeterlilik sorunu gibi görünür.

Bu tarihi kusurdan çıkarılacak ders, saygı bir kez insanların


yeteneği için ödül konusu yapılm ışsa, yeteneğin herkeste po­
tansiyel olarak görülm esinin ö n em in in o lm ad ığ ı, sah n en in bi­
reyciliğin b ü tü n tehlikelerine açık olduğudur: ödül alanlar için
yalnızlık, başarılı olam ayanlar için ise bireysel su çlu lu k duygusu.

Sınıfsız ToplumBar

Leo Tolstoy, son yıllarında evrensel insan haysiyetine inanm aya


başlam ıştı. T op lu m u n bu haysiyeti zedeleyebildiğim de özgül bir
b içim d e kavram ıştı. A nna Karenina&a. yaşam üzerine kendi ge­
rekçelerinden şüphelendiği için acı çeken Levin’in , buğday b iç­
m ek için köylülerle tarlalara g ittiğ in i anlatan b ir olay geçer. İş,
Levin’in kendisini unutm asını sağlar ve bü yü k b ir sakin lik ve iç
kabul kendisini sarar. N e var ki Levin, tam da o anda bir köylü
g ib i hissetm em ektedir; aslında buğday kestiği ve b ü tü n d ikkatin i
verdiği şu anda, köylüler ona daha ö n ce o ld u ğu nd an ço k daha
yabancı görünm ektedir, şu diğer işçilerin k im olduğu hakkın da
h içb ir çıkarsam ada bu lu nam adığını hissetm ektedir.

A yd ınlanm a düşünürlerinin yaratm ada başarısız oldukları


şey, som u t bir kim liği olm ayan insan haysiyeti im gesidir. H ay ­
siyetli bir insan karakteri bir kez b ir b içim d e som u tlaştırılırsa,
her insanın kend i özelliklerini o idealle karşılaştırm a zo ru n lu lu ­
ğu ortaya çıkar. B ir inanç edim i olarak ele alm ak tan sa insanlık
hakkın d a haysiyetli olanın ne olduğunu tan ım lam ak bireycilik
252 SO N U Ç: KUSURI.U BİR HÜMANİZM

düzenini kurar, zira her insan haysiyetli b ir kişi olarak m u am e­


le görerek ve böyle hissederek ö d ü llen d irilm ek için bu rekabet­
çi sürecin için e girer. Tarladaki Levin’den çık an ders, T olstoy ’a
göre, insan haysiyetinin nasıl kim liksiz olacağ ının resm edilm e-
sidir: B u , insanlar b irb irin e karıştığında, “iş aracılığıyla birleşip
te k olduğum uzu” düşündüklerinde değil, daha ço k insanların
yaptıkları işin, üretici faaliyetlerinin, iş üzerinden haklılaşurıl-
m asıııın olm adığı biçim d e yapılaşm ış olm asıyla gerçekleşir. Ç a ­
lışm a, geniş an lam ın ı kaybeder.

B u d urum da haysiyete ilişkin bu y ık ıcı so m u t im geler neden


yık ıcı sınıfların yaşam asına izin veriyor? T o cq u ev ille, insanların
haysiyetli ve saygın olm aya layık, ebediyen sahici hissettikleri bir
yaşam tarzı arayarak ö len e kadar huzursuz oldukları b ir ülkede,
sınıfsız - “koşulların eşit olduğu”- bir A m erik a ih tim alin i o rta­
ya atm ıştı. K oşulların eşitliği diye yazar T o cqueville, birey cili­
ğin kötü lü ğü n ü azaltm az; aksine, A m erika’da eşitliğin bireysel
kaygıyı ve kend ind en şüphe etm eyi artıracağın ı düşünür. G ü n ü ­
m üzden b ir yoru m cu , R o b ert N isbet, burada Tocq u ev ille’in s ın ıf
analizinin sınırları dışındaki statü güvensizliğine ilişkin bir resim
çizdiğini belirtm işti.

N e var ki A m erika, h içbir zam an koşulların eşitliğinin yü­


rü rlü kte olduğu bir top lu m o lm am ıştır ve T o cq u ev ille’in kişi­
sel değer p sikolojisi, eşitsizliği ve e k o n o m ik üretkenliği sınıfsal
çizgiler beraberinde koru m ak için k u llan ılır hale gelm iştir. O
eski m addi teşviklere ek olarak, gelişm iş ve böylece de saygı du ­
yulabilir biri o lm a çabası, insanların ço k çalışan ve tü keten biri
olm ayı sürdürm esini sağlayan b ir teşvik unsurudur. Ç o ğ u birey
için şim d iki am aç, m ü lk edin m ek, sahip o lm ak , tahakküm e t­
m ek değil, m addi şeylerin karm aşık, alacalı, başkalarınca kolayca
idrak edilem eyen b ir içsel ben lik yaratm aya yardım cı olm asıdır.
Ç ü n k ü sadece böylesi bir p sik olojik zırhla bir insan, sınıflı to p ­
lum koşullarında bir özgürlük olu ştu rm ayı u m u t edebilir. B u
sınıflara bağlı, savunucu türdeki birey cilik , T olstoy ’un çıkardığı
dersin tam tersini hedefler.
SINIFIN CİZLI YARALARI 253

Bu kitap boyun ca ileri sürdüğüm üz gibi b u gü n sın ıfın gücü,


bireysel p sik olojin in “sistem e” uygun davranışı yansıtm asında
yatm az. N itek im M arcuse’ün alttaki insanların üsttekilerle ben ­
zer zevklere sahip olduğu ve bu yüzden de K od am an ları ayakta
tuttuğu fikrini reddetm iştik. İnsanların sistem atik olarak, istem ­
siz bir biçim d e toplum sal yapının duygusal p en çesin d en k u rtu l­
maya çalışırken tu ttu kları yol, bir b ü tü n olarak s ın ıf düzenini
sürdürür.

G erçek ten de kim i düşünürler bugünlerde, T o lsto y ’un dün­


yası için um u t beslem enin, kendini geliştirm eye ilişkin sem boller
aracılığıyla toplum sal konu m a son verm e üzerine k on u şm an ın
aptalca olduğuna inanm aktadır, zira m od ern “p o st-end ü striyel”
toplum da en telektüel gelişm e, ek o n o m ik bü yü m en in doğrudan
tem eli olm uştur. A lain T o u rain e ve D an iel B ell gibi analistler,
ek o n o m ik verim liliğin, yüksek statü leri işgal eden uzm an ente­
lektüellerle b irlik te kişisel becerilere dayanan prestij sistem i ara­
cılığıyla genişleyeceğini iddia etm ektedir. T o u rain e, her bireyin,
özelleşm iş bir alanda ideal bir perform ans stand ard ına karşı ay­
rım m ücadelesi sürecinde, m ü k em m ellik stan d ard ın ın kendisi­
nin değişeceğini ileri sürer; rekabet eden bireyler yeteneklerini
sergilem ek için yeni faaliyet b içim leri y aratacak tır ve bu yeni fa­
aliyetler yeni m al ve hizm etlere yol açacaktır. B u rad a T o u rain e’iıı
fikirlerini o ld u kça basitleştiriyoruz, fakat henüz ham bir b iç im ­
deyken bile, bu “p ost-endü striyel” to p lu m ö n g ö rü sü n e b ir dur
d em ek gerekir. D a h a önce gördüğüm üz gibi, ay ırt edici yetenek
için verilen ödül ortam ı öyle çev relen m iştir ki, bir insanın yap­
tığı şey, bir h âkim tarafından övgüye değer olarak tan ım lan ır, işi
yapan, bunun kendisi hakkında bir şey söylediğini düşünm ez;
yeteneği ancak b ir gösteri olarak var olur, yoksa b ir göreve bağ­
lılık olarak değil. Eğer post-endü striyel sistem vü cu t bulm aya
başlıyorsa, eğer entelektüel rekabet e k o n o m ik bü yü m e için bir
zorun lu lu k oluyorsa, bu durum da in san ın ed im lerin e ilişkin an­
lam sızlık duygusu araş gösterecek d em ek tir ki, bu edim ler, “bir
gün” kendi efendileri gibi hissedeceklerse yapm ak zorunda ol-
25 4 SO N U Ç : KUSURLU BİR HÜMANİZM

m aya ikna edildikleri edim lerdir. Bu d em ek tir ki, kişisel haysiyet


ve yetenek arasında kurulan bu bağlantı e k o n o m ik olarak daha
verim li hale geldiği ö lçü d e, anlam lı edim lerd en kaynaklanan ya­
b an cılaşm a, k ü ltü rü n to n u n a ço k daha güçlü b içim d e dam gasını
vu racak dem ektir.

B u ön g ö rü üzerine ne kadar çok düşünürsek, yanıtları bu k i­


ta b ın sın ırların ı aşan daha fazla soru sorm am ız gerekiyor. S ın ıfın
yaralarını son lan d ırm ak istiyorsanız; haysiyet, özgürlük ve y ete­
n ek arasındaki bağlantıyı k ırm ak istiyorsanız, in san ların yap abil­
d ikleri şeyler için başkaları tarafından öd ü llen d irild iğ i koşuları
nasıl ortad an kaldırırsınız? B u , sadece bu , gerçek bir sınıfsızlık
olu rd u; fakat, özellikle yapılm ası gereken şey nedir?

Tarihi kayıtlar pek rah atlatıcı değil. N ite k im Sovyet sistem i,


çö p çü n ü n sözlerind e cisim lcşen gidişata ulaşabilir, çü n k ü hâlâ
yeterlilik için ödül v erilm ekted ir; B irleşik D ev letler gibi ço k açık
b ir sınıflı to p lu m u n aksin e, ödüller, ya bireyden rekabet için d e
olan em ek b irim lerin e ak tarılır ya da to p lu m u n b ü tü n ü n d e özel­
likle üretken ve “övgüye değer” bireylere verilir.

S o n on yıl için d e yeni sosyalist ülkeler arasında kişisel y et­


k in liğ i o rta k haysiyetten ayırm aya y ön elik ço k çab a h arcan d ı.
K o m ü n a l çalışm a ve yaşam düzenlem eleriyle k o le k tif çiftlik ler
çeşitli insan becerileriy le kardeşlik duygusunu b ağ lan tılan d ırm a-
ya çalıştı. Bazı ü lkelerde insanlar, y ön etim sel ve tek n ik işlerde
d ö n ü şü m lü olarak yer değiştirdi; teknisyenler, b ü rok ratlar ve
diğer beyaz yakalı çalışanların her yıl kim i beden işlerinde ça ­
lışm ası gerekiyor ö rn eğ in . E n göze çarpan ülkeler olan K ü ba ve
Ç in , m ü m kü n o ld u ğu n ca ço k insanı k o le k tif ya da bireysel o la ­
rak d o k to rların ya da öğretm en lerin işlevlerini yerine g etirm eye
teşvik etm iştir.

N e var ki her iki ülke de ek o n o m ik k ıtlık la b ask ılan m ıştır


ve tam da bu n ed en le m erkezi y ön etim ve üst o to rite yapıla­
rı k ıt kaynaklarla olabild iğ i kadar verim li b ir şekild e iş yapm ak
zoru n d a kalm ıştır. B u ülkeler, devrim den h em en sonra ü retim i
SINIFIN GİZLİ YARALARI 255

artırm a çabasında maddi teşviklere ve liyakate vurguya yenid en


başvuran Sovyet deneyim inin gizli tuzaklarından koru n m ay a
çalışıyor. A n cak bu ülkelerdeki e k o n o m ik koşullardan dolayı,
m anevi olsa da karşılaştırm aya dayalı teşviklerin k u llan ılm asın ın
cazibesi güçlü kalmaya devam etm ekted ir. Karşılaştırm aya dayalı
m anevi teşvikler, Sovyet d en ey im in in gösterdiği g ibi, özsaygının
altın ın oyulm asına hizm et eder ve aşırı b içim d e baskıcı olabilir.

N e var ki Birleşik D evletler h iç b ir zam an bu k on u m d a o lm a ­


m ıştır; üretici güçler, tam k ap asiten in altınd a çalışan fabrikalar
ve im alathanelerd e bile k ıtlık sın ırın ın ço k ötesinde ü retim ya­
pabild iği noktaya gelm iştir. K ıtlık rejim in i aşan bir ü retici kapa­
siteyi geliştirdiği gibi, kişilere değer b içm e sü recinin kend isin i
y ık m ak için de büyük bir potansiyel ortaya çık tı. B u n u n ned eni,
refah to p lu m u ııu n , verimsiz olacağı için h içb ir Ü çü n cü D ü n y a
u lusu nu n yapam ayacağı şeyi göze alabilm esidir.

B atılı ulusların üretken verim liliği geliştirm ek için yeteneğin


ve kuru m için kişisel değerin olu p olm ad ığ ın a ilişkin değerlen ­
d irm elerin gerekli olduğu sıklıkla savunulur. Böylece eşitsizlik,
olan aklı kıldığı yüksek üretim düzeyi gerekçesiyle haklılaştırılır.
N e var ki refah toplum ları, her zam an geçerli olm uş bu türden
b ir h aklılaştırm an ın artık pek ö n e m li olm adığı bir h atta geçti.
Ş im d i k apitalist refah to p lu m u ııu n yüzleştiği sorun, daha ço k
şeyi nasıl üreteceği değil, fakat sahip olunanlardan nasıl k u rtu ­
lacağıdır. B irleşik D evletlerin ih tiy acın d an ço k daha fazla ü rete­
bildiği b ir d urum a ulaşması, bu ü lk en in hayatı idam e ettirm eyi
te h d it etm eksizin bu ayırıcı değer b iç m e sürecine son verm eyi
göze alabileceği anlam ına gelir. D ö n e m böyle bir d ö n em se, o
zam an şim di biz de bir yetenekler hiyerarşisinden çok b ir çeşitli­
liği tanım ayı göze alabilir, yani u tanm ayı ortadan kaldırabiliriz.
B u d u rum d a ku ru m lann bir kaç kişiyi “en iyi” yapm ası ve geri
kalan ın a belirleyici özellikleri olm ayan b ir kitle gibi davranm ası
artık gerekli değildir.

D ah a ço k ve daha az istenen farklı işlerin varlığından dolayı


256 SO N U Ç: KUSURLU BİR HÜMANİZM

bazen ödül hiyerarşisinin gerekli olduğu ileri sürülür. A ncak in ­


sanlara teh likeli ya da zor işler yapm aları için onlara ödül verm e­
niz gerekiyorsa, insanın böyle bir işi h iç te yapm ası gerekm ediği
ve göklere çıkard ığım ız tek n ik u zm an lığın doğası gereği pis olan
işleri m akinelerin işi haline getirm eye yön len d irm esi gerektiği
söylenm eyecek m idir?

İnsanlardan başarı sem bolleri, hiyerarşik ödüller olm adan ça ­


lışm ası b ek len eb ilir m i? B ir kuru m dan onay alm a gerekliliğiyle
teh d it edildiğinde insanların kendi içlerin d e oluşturdukları ya­
rılm aya bak ın : yaşam larından kaçan şey sevgileriydi, zira sevgi,
insanlar başka b ililerin d en ödül alm ak için çalıştıklarında ihlal
ediliyordu. Ö d ü ller hiyerarşisini ortad an kaldırırken bir to p lu m ,
bu duyguları insan yaşam ının üretken b içim lerin e geri g etirebilir
mi?

A yd ınlanm a düşünürleri m aalesef sın ıfın insaniyetsizliğine


yardım ed ecek araçlarla insancıl bir to p lu m arayışına girişm işti.
Post-endüstriyel to p lu m u n peygam berleri tek n o lo jik gelişm eler
aşkına bu insaniyetsizliklerin artacağım söylüyor. E lb ette h iç
kim se m od ern dünyadan kaçm ayı d ü şü n m ek zorunda değil,
şüphesiz ki benliği onaylam aya, p erform an sa dayalı ödüllere,
haysiyeti özel yetenekle bağlan tılan d ırm aya dayalı bir toplum u
devirm ek, e k o n o m ik ve toplum sal olasılıklar alanı içindedir. İn ­
sanı insana d öndürerek gerçek b ir haysiyet duygusu yaratm ak
için şim d iki haysiyet standartlarını yok etm eye ilişkin T o lsto y ’un
sözleri ü top ik görünm ekredir, an cak bu k itap ta gördüğünüz in ­
sanların itirazı, ü topyanın duygusal olarak gerekli olduğudur,
hem de h em en şim di.
S o îîsö z

Jonathan Cobh

3 u sonsözde, bir kişinin toplum sal k o n u m u gereği üzerine aldığı


kişisel sorum luluğu ve yeterlilik duygusunu yapılandıran insan
h ayatının belli bazı koşullarını araştırm ak istiyorum . B u koşullar
hem insanların ed im lerine ve toplu m sal k on u m ların a verdikleri
ahlaki anlam ı kuşatır hem de bu an lam ların içeriğin in çoğu n u
biçim len d irir.

B u türden ahlaki anlam lar, bam başk a bir boyu tta, bir kişiye
nasıl davranıldığı ya da kişinin k endisine bakıp bakam ayacağı
m eselesine d o ku n an , ancak o n d an farklı başka türden değerler
sistem in d e var olacakm ış gibi görünüyor. Bu boyutlard an biri,
toplum sal ü retim olarak ö rgü tlen m iş k end ini ifade etm eye y ö ­
nelik toplum sal edim lerdir.

in san lar sadece kendi kişisel dünyalarında yaşam azlar. Feda­


kar boyacı Jo h n B ertin , yardım alan insanların k en d isin i te h ­
d it ettiğ in i düşünüyor, çü nkü o n u , eşi ve ço cu k ları için gerekli
bir varlık o lm aktan çıkarm akla teh d it ettiler; evinde lüzum suz
biri, dolayısıyla da ıskarta biri o lm ak tan korkuyor. K ap ıcı Pdcca
K artid es, onlar çık tık tan sonra tem izliğini yaptığı bü ron u n ça lı­
şanlarıyla kendisini karşılaştırınca ö n em li bir şey yapm adığı için
258 SO N SÖ Z

“ h içb ir şey” olduğunu düşünüyor. Bu duygular belirli bir bireyin


y eten ek leri, benlik im gesi ve kim liğ i m eselesi ile ilgili olm asın a
rağ m en , bu karşılaştırm aların nihai kaynağının bu oldu ğu nu
sa n m ıy o ru m . Ç ü n k ü bir kişiye verilen ve kend isin in de zam an
zam an kabul ettiği değer, bü tü n ü y le ben liğe içsel b ir soyutlam a
değildir, ne de farklı kişisel y eten ek lerin tam am en göreli olm ası
m eselesidir, daha ço k o in san ın em eğine biçilen toplu m sal de­
ğerd en kaynaklanır.

N iteliksel olarak ve bazı bağlam larda niceliksel olarak en ve­


rim li olarak addedilen kişi, en değerli olm aya başlayan kişidir;
b u rju v a d cv rim lcrin in , rafine b ir yaşam tarzı geliştiren ve k en ­
d isin i bir sanat nesnesi olarak gören aristokratik kültürlü birey
id ealin in yerine kurduğu top lu m sal standart budur. Fakat h içb ir
devrim eksiksiz değildir; bazen yeni bir şey eklenir, fakat ço ğ u n ­
lu k la eski o lan eritilir ve yeni kalıplarda yeni bir b içim e sokulur.
B ir sanat eseri olarak birey, ed im leriyle kendisini ken d in e yeten
b ir insan yapm ıştır ve son u n d a kendisi ile ilgili “b ir şey yapan”,
d o ğru su , sergileyeceği şeyleri olan insan olarak görünür.

D iğ er b ir deyişle, b ir kişiye verilen değerin derecesi, o n u n


verim liliği ile ilgili bir ö lçü t, zam an ın ı iyi h arcam asının to p lu m ­
sal k u llan ım ların ın kişisel b ir yansım asıdır. Toplum sal anlam da
in san , bu değerlilik duygusunu, kim in sizden daha ço k ya da
az değerli olduğu an lam ın d a göreli olarak deneyim ler. Fakat bu
stand ard ın kaynağı kim lik lerd e bu lu nm az, an lam ın ı kişinin to p ­
lu m sal verim liliğine ilişkin hesaplardan alır, gerçekte de b u n lar
tarafınd an belirlenir. İn san ların birbirleriyle yaptığı değer k ar­
şılaştırm aları da buradan k ayn aklanır; “O n u n kadar iyi m iy im ”
gizli sorusu, “toplum sal olarak o n u n kadar değerli m iy im ?”, “b e ­
n im zam an ım da o n u n k i kadar değerli m id ir?” sorusuna d ö n ü -
şür.

B u n u n kökü nde A m erik an to p lu m u n d aki saygı yatar: baş­


ka b irin in zam anının sizin kin d en daha değerli olduğuna ilişkin
b ir d eğerlen d irm e, o kişiye sizin zam anınızı kendi ih tiyaçların a
SINIFIN GİZLİ YARALARI 259

göre y ön etm e hakkını verecektir. B u n a en iyi örnek büro çalı­


şanlarında ortaya çıkar: üstüne h izm et etm ek sekreterlere doğru
görünür, kend ine yeten biri olduğu için ü stlerine saygı duyduk­
larından ya da onların yeteneklerinden etk ilen d ik leri için değil,
daha ço k üstün işini kendilerinin yazı yazm asından, dolayısıyla
da on u n zam anını kend ilerin in kind en daha değerli gördükleri
için . Bu aynı zam anda daha zeki g örü n en öğrenciye daha fazla
ilgi gösteren b ir öğretm en için de bu davranışını “doğru” yapan
şeydir, zira bu öğrenciler öğretm ene potansiyel olarak ço k daha
değerli ve zam anına değiyor gibi g örü n ü r ve bu , öğrencilerine
aktardığı ahlaki hiyerarşinin kendine özgü anlam ıdır. G ö rü ştü ­
ğüm üz em ekçiler açısından aile ve k om şu lu k için d e saygı, verim ­
lilik hesaplam alarının gölgesinde kalm ıştır.

B u nedenle kişisel yetersizlik duygularına ilişkin bü tü n de­


ğerlendirm elerin ötesinde, A m erikan to p lu m u n d a toplum sal
m eşruiyet hiyerarşisi, bu toplum sal değer hesaplam aları kay­
naklıdır. B ir çocu ğu aile için d e özel haklara sahip bir kişi olarak
m eşrulaştıran şey yetenek değil, fakat çocu ğ u n bu y eteneklerinin
ailenin dışındaki dünyada daha üretken kabul edilm iş o lm ası­
dır. D ünyada m eşru bir ak tör olduğunuzu, yani sosyal haklara
sahip olduğunuzu düşünm ek, başkaların ın kiyle uyum lu ya da
zıt olsun, yaptıklarınızın değerli olduğunu hissetm enizden gelir.
O zam an sosyal haklara sahip biri olarak Jo h n B ertin gibi birini
m eşrulaştıran şey kendi feda eylem i değil, yaptığı işin toplum sal
olarak üretken olm asıdır. N e var ki fedakarlık olarak d ü zenlen ­
m iş çalışm a, bu m eşruluk duygusunun özel bir b en b ilirim ciliğ i
ü stlen m esine neden olur.

B ü tü n fedakarlık anlayışının gösterdiği g ibi, in san ların şeyle­


ri sadece kend ileri için yaptığı bir m ittir. B ertin gibi birisi, em e­
ğin i hangi b ilin ç yönünde örgütlem iş olursa olsun , daha ço k ai­
lesi için çalışır. E lb ette işinin doğası gereği ailesi dışında başkaları
için , işvereni için de çalışır, fakat bu sadece başkaları için yaptığı
değerli h izm etlerin gizlenm esine hizm et eder. İşi hakkın d a yap­
tığı toplu m sal tanım lar, toplum sal olarak faydalı o ld u ğu nu , yani
260 SON SÖ7.

için d e yaşadığı toplum daki bireylere b ir şeyler kattığını hisset­


m e ih tiy acı çevresinde döner. Toplum sal olarak faydalı old u ğu ­
nu h issetm e ihtiy acının kökü de, insanların kişisel, toplum sal
ve e k o n o m ik ihtiyaçlarının karşılanm ası için karşılıklı bağım lı
o lm aları olgusunda yatar.

H em toplum sal olarak (diğer insanların önem li olduğunu


düşündükleri şey anlam ında) hem de kişisel olarak belirlenen
değer an lam ın d a toplum sal fayda, insanların hayatta yaptıklarını
yoru m lam alarının bir diğer bo y u tu n u oluşturur. K en d isinin “sa­
dece fakir bir sersem ” olduğunu söyleyen çö p çü , ilk etapta üst sı­
nıftan insanların sahip olduğu güçleri kendisinin geliştirm ediği­
ni ifade etm ektedir, onlarla karşılaştırınca yetersizlik hissetm ek­
tedir; fakat aynı zam anda toplu m d a “gerçekten” ne olduğuna,
“gerçek” toplum sal katkılarına göre lüzum suz bir adam , sadece
ahlaklı değil aynı zam anda a k tif biri oldu ğu nu hesaba katm adığı
için “h iç b ir şey’ olan bir adam olduğunu anlatm aktadır. B u nu
g ö rm em ek , “kapitalist sın ıfın ” b ir parçası o lm ak isteyenlerden
üst sın ıftan insanların arkasında kalm ış olm aktan korkanlara
kadar kendileriyle konu ştu ğu m uz işçilerin çoğun d a var olan
m arjin allik duygusunu kaçırm ak olur: “Eğer on lar narayla ya da
başka h er şeyle ilerlem e kaydediyorlarsa, b irço k insanı arkala­
rında bırakacaklar dem ektir.” A m erik an toplu m un d a insanların
birb irleri için yaptıkları h em en b ü tü n haksız karşılaştırm alar
üretim aracılığıyla olur. B ir kişinin kendisini bir başkasıyla karşı­
laştırırken “ben senden daha gelişm iş biriyim ” duygusunu akta­
rarak güçlerini o n u kon trol etm ek ya da u tand ırm ak için kullan­
m ası, toplum sal üretim alan ın da hangi gelişm enin göz önü nd e
tu tuld u ğun a ilişkin b ir sonuçtur. B u n a karşılık, görüştüğüm üz
insanlar arasında karşılaştığım ız toplum sal başarısızlık duygusu,
b en im aklım a aynı iki boyu tu g etirm işti: bir taraftan b ir kişinin
yaşam ınd a bir k ap an m an ın , k işilik olarak büyüm ediği duygusu­
nun b ir ifadesiydi; diğer taraftan için d e yaşadığı top lu m a gerçek
b ir değer katm ada başarısız olduğu duygusuydu. B u n ların iki­
si de el ele gider, zira insanlar, bu dünyada yaşayan toplum sal
SINIFIN GfZl.İ YARALARI 261

varlıklardır. H iyerarşide toplum sal bir yer im gesi olarak kim liğe
ilişkin her soru , aynı zam anda toplum sal değere ilişkin bir so­
rudur. O n ları birleştiren araç, o kişi h akkın d a b ir şey anlatan ve
dünyaya bir gösterim olan, kişinin faaliyetidir.

B ir kadın ya da erkeğin yaptıklarından aldığı ve çıkardığı an­


lam lar, değere ilişkin toplum sal üretim m eselesi etrafınd a odak­
lanır. Ö ğ retm en açısından öğretiyor o lm an ın toplum sal olarak
değerli olduğuna (bu, öğretm en açısından işini “iyi yapm a”, to p ­
lu m un bakış açısıyla insanların yetişm esine yardım e tm e an lam ı­
na gelm ez m i?), sanatçı açısından sanatın k en d isin in bir değeri
olduğuna in an m ak k en ; fabrika işçisi, kapıcı ya da bü ro çalışanı
açısından üretici çalışm an ın değerli oldu ğu na in an m ak dem ek­
tir. Yani, em ek çiler açısından, bir kişiye b ir m eşru lu k duygusu
vereceği düşünülen herhangi bir özel beceri yerine genel olarak
iştir bu, oysa üst sınıftan insanlar için özel b ir beceri, m eşru
o lm a olarak görülür. N e var ki h er iki d u ru m d a da kapitalist
toplum d aki toplu m sal m eşruluğun kaynağı, ö n celik le b ir İçişinin
ne ürettiğinden ve buradan da esas olarak kim olduğuna ilişkin
yapılan çıkarım lardan kaynaklanm aktadır.

Toplum sal ü retim in özel kâr açısından hayatı örgü tlem esi,
fabrika, ofis ve okul sistem inin hangi zem in d e örgü tlen eceğin i
de belirler. O k u ld a, kişinin içindeki güçlerin gelişim i, herhangi
b ir içsel iy ilik ten başka, insanları var olan to p lu m u n koşulları
için d e olabild iği kadar üretken kılm aya y ön eliktir. O k u ld a farklı
yetenekler b ir değer hiyerarşisi için d e düzenlenir. Yani fizikte iyi
o lm ak , iyi gitar çalm aktan çok daha iyi b ir şey olarak görülür.
B ü tü n eğ itim in yöneldiği h ed ef toplum sal verim liliktir, fakat
bu , yeteneklerin kişisel gelişim inde ifadesini bulur. Ö ğ retm en
açısından nihai olarak en önem li olan şey, ö ğ ren cilerin d e görd ü ­
ğü soyut b ir potansiyel değil, fakat bu p otansiy elin ne kadarının
gerçek s ın ıf içi perform ansla gösterild iğ in in , aslında ö ğren cinin
onay alm ış g üçlerin d en hangisini sergilediğinin s o m u t o la ra k
gerçekleştirilm iş olm asıdır.
262 SO NSÖ Z

G ü n ü m ü zd e b ir insan, soyut bir özle değil fakat so m u t bir


gösteriyle tan ın ır olm aktadır. E ğ itim derecesi, “y eten eğ i” göste­
rebildiğinizi belgeler. Yani, sıradan olandan daha değerli addedi­
len ve daha fazla beceri gerektirdiği d ü şü nü len belirli görevlere
so m u t olarak kendinizi adayabilirsiniz. Y eteneklerdeki ve farklı
çalışm a tü rlerindeki niteliksel farklılıklar, farklı görevlerin farklı
b eceriler gerektirdiği durum larda giderek artan toplu m sal işbö-
lü m ü n d en dolayı soru n olm uştur. R ek ab ete dayalı b ir top lu m d a
herkes aynı türden işi aşağı yukarı gerçekleştirdiğinde, burada
soru n olan ü retim in n iceliğidir; görevler farklılaştığında n itelik ­
sel üretim ö n em li olm aya başlar. P rofesyonel, y ön etim sel ve tek ­
n ik beceriler bugün artık bedensel em ekten ya da büro em eğ in ­
den top lu m sal olarak ço k daha değerli görü lm eye başlanm ıştır,
ik i an lam d a toplum sal olarak değerli: b irin cisi, fazlasıyla ayırt
ed icid ir ve b ir bü tü n olarak toplu m d a etk ili olan ve fark edilen
bireysel k atkılar olarak ö n e çıkarlar; İk in cisi, beceriye sahip b i­
risinin gelişm esinde, b ir beden işçisine göre ço k daha fazla to p ­
lum sal zam an harcanm ası dolayısıyladır.

A yırt edici yeteneklere ilişkin bu saygı, k o n tro l edilem eye­


cek d u ru m a gelm e eğilim indedir, yani to p lu m sal değer ü retm e
araçları kend i için d e bir am aç sanılır o lm u ştu r. Ve g erçekten de,
değerin sürekli sergilenm esi, yeteneğin k en d in d e bir am aç olarak
ortaya çık m asın a neden o lu r tam olarak. N e var ki yeteneği k en ­
d in d e olarak değil am a toplum sal bir değer olarak görd üğüm üz­
de, m esele y eten ek ten ahlaki ve p o litik o lan a dönü ştü rü lm ü ş
olur. B izim analizlerim izde pek ço k to p lu m sal süreci gizem li
k ılan şey, yetenek soru nların ın değer soru n ların d an yapay ola­
rak ayrılm asıdır. Bu yapay ayrım , gü n d elik tu tu m larım ızd a var
o lm az, zira değerler zım nidir. B ir in san ın , h em yeterliliği hem
de sahip olduğu yüksek değerler ya da b u n lara uygun davranm a
an lam ın d a “daha iy i” olduğu düşünülür: görü şm e yaptığım ız
işçi sın ıfı ço cu k ların ın öğretm en leri, k end i öğren cileri hakkın d a
d iğerlerind en “daha düşük” değerlere ve d aha az yeteneğe sahip
o ld u kların d an bahsetm işlerdi. Y eteneğin, g elişm en in , kültürü n
SINIFIN GİZ1.I YARALARI 263

k ullanım ları, herhangi bir çağda y ön etici sın ıfın stand artla­
rı oluşturm ası anlam ında p o litik sorunlardır. Y ö n eticilerin bu
kon u d aki tekelinden, yani o nların belirli değerlerin in evrensel
görü lm esind en dolayı, farklı kültürlere, farkı değerlere, farklı ge­
lişm elere, farklı yeteneklere sahip olm aktan ço k , bir “k ü ltü r ’e
sahip olup olm am a, bir yeteneğe sahip olup o lm am a ö n em li ol­
m aya başlar. B elirli bir değerler şem asına sıkışıp k alm ak, başkala­
rı tarafından oluşturulm uş koşullar altında yaşam ak, diğerlerine
göre yetersiz hissetm ek dem ektir. Farklı olm aya ilişkin duygu­
ların aksine, yetersizliğe ilişkin duyguları ortaya çık aran zem in
budur.

Fakat bunlar, insanların günden güne nasıl yaşadıklarına ve


kişisel k im liklerini hangi y eten ek ve gelişim e dayandırdıklarına
ilişkin kullanım lardır. G ö rü ştü ğ ü m ü z em ekçiler b irb iriy le ilgi­
len m eyen am a sadece kendi gelişim leriyle ilgilenen insanlara
ilişkin duyguları hakkında ço k b u ru k konuşuyorlardı. W atson
O k u lu n d ak i işçi çocu kları, başkaları onay aldığından dolayı iha­
nete uğram ış hissetm em işlerdi sadece, Fredler ve V in ce n tla rın ,
g ü çlerin i, kendileri gibi işçi ço cu k ların a yardım etm eye y ön elik
olarak değil, kendilerini geliştirm eye ve kendilerini ku rtarm aya
y ön elik olarak kullandıklarını düşü nm ü şlerdi. A yakta kalm a­
nın ve kend ini geliştirm enin tek aracı olarak bireycilik im gesi,
sizinkilere benzer ihtiyaçları olan başkaları tarafından yalnız
b ırak ılm a deneyim lerinden oluşur. B u yolla k im lik , k en d i geli­
şim iniz, üstelik başkalarına karşıt olarak gelişim iniz için bir b i­
rikim olarak algılanm aya başlanır. Tu tu m lar, başkalarını ben cil
ve m addeci olarak eleştirm ek için tem el oluşturan bu k oşullar
altınd a şekillenir, üstelik aynı anda, kendinizi k oru m ak için aynı
b içim d e davranm ak gerektiğini düşünürsünüz. R icca K artides
örn eğ in , niyetlerinden dolayı başkalarının kendisine ilgisiz o l­
duğuna inanıyor, am a aynı zam anda kendisi de zorunlu kaldığı
zam anlar dışında başkalarına ilgi gösterm iyor. B ö ylece herkes
d iğerin in güdülerinden şüphe etm eye itilir, zira herkes d iğerin i
geride bırakarak b ir yere u laşabilir yalnızca.
264 SONSÖZ

Var olan to p lu m u n oluşturduğu koşullarda kendinizi iler­


letm ek, öz güveninizi geliştirm ek, ken d in izi d on atm ak üzerine
k on u şm ak, toplu m d a olası gözüken şeyin ipso facto m eşru gö­
ründüğü üzerine kon u şm ak dem ektir. T o p lu m yapısı kalıcı ya
da insan k on tro lü n ü n dışında g örü nürse, insanların yaratm ış
olduğu şeyler de “doğal” ve değişm ez görüldüğünde, d ö n ü ştü r­
m e de bireyselleşm iş olur. S izin dünyayı nasıl yorum layacağı­
nız b ilin cin iz in ö n ü n e geçer, ihtiyaçlarınıza göre dünyayı nasıl
değiştirebileceğiniz gerçek b ir sorun o lm ak tan çıkar. Kişisel ve
toplum sal b ü tü n sorunların m eşruluğu bu bağlam da gerçekleşir.
A m erikan to p lu m u b ir sistem olarak istikrarla, fakat bireylerin
geçirgen olduğu gerçeğiyle n itelen d irilen bir toplum dur.

N e var ki bu geçirgenliğin kendi içsel sınırları vardır: insan,


kendi hayatını değiştirirken d u ru m u nu k o n tro l edem ez, bu nu
yerine b ir durum dan diğerine geçer. T o p lu m yapısının koşulla­
rı daim kalır ve siz bir du rum d an d iğerin e geçersiniz; son u çta,
koşulları, sınıfları, yapıları olduğu gibi bırakırsınız. B u neden­
le özel olarak yetersiz ya da güvencesiz hissetm eyen Jam es gibi
üniversite öğren cileri, kişisel gelişim duygusuyla ayakta kalm ak
için belli belirsiz b ir yaşam b içim i o lu ştu rm a, okula devam etm e,
bir branştan diğerine geçm e gerçeği ile üniversite yaşam ından
bek len tileri arasındaki çelişkiyle uğraşm aktadır. Ç ünkü Jam es,
toplu m d a kend isin in b ir d u rum dan diğerin e geçebildiğim g ör­
düğü için , için d e bulunduğu to p lu m u değiştirm ektense, bireysel
olarak başka bir durum a g eçm en in peşindedir.
İlg ili Y a z ıla r

Argyris, C h ris. Personality a n d O rganization: The Conflict Be­


tween System a n d the In dividu al. N ew York: H arp er T o rch -
books, H arper & Row, 1 9 7 0 .

B akke, E . W ig h t. The U nem ployed Worker. Yale U niversity Press,


1940.

M anagem ent in the Course o f In du strialization. N ew York: H arp ­


er T o rch b o o k s, H arper & Row, 1 9 6 3 .

Berg, lvar. Education and. Jobs: Ihe G reat Training Robbery. N ew


York: Praeger, 1 9 7 0 .

Berger, B e n n e tt M . Worki ng- Class Suburb: A S tudy o f A u to Work­


ers in Suburbia. Berkeley and Los A ngeles: U niversity o f
C a lifo rn ia Press, 1 9 6 8 .

B lau , Peter M ., and O tis D u d ley D u n ca n . The Américain O c­


cupational Structure. N ew York: Jo h n W iley &£ Son s, 1 9 6 7 .

Blauner, R o b e rt. Alie?iation a n d Freedom: The Factory Worker a n d


H is Industry. C hicago and L o n d o n : P h o en ix Books, U n i­
versity o f C h icag o Press, 1 9 6 7 .

B o n n ell, V icto ria , and M ich ael R eich . Workers in the Atmerican
Economy: D a ta on the L abor Force. B o sto n : N ew E ngland
Free Press, 1 9 6 9 .
266 İL G İLİ Y A Z I L A R ___________________________

B o tto m o re , T. B . Classes in M odern Society. N ew York: V in tag e


B o o k s, R an d om H o u se, 1 9 6 6 .

B o tto m o re , T. B ., ed. K a rl M arx: Early Writings. N ew York: M c ­


G raw -H ill B o o k C om p an y , 1 9 6 4 .

B ro n fen b ren n er, U rie. Two Worlds o f Childhood: U.S. a n d U.


S.S.R. N ew York: Russell Sage F ou n d atio n , 1 9 7 0 .
C aw elti, Jo h n G . Apostles o f the Self-M ade M an : C hanging Con­
cepts o f Success in A m erica. C h icag o and L o n d o n : U niversity
o f C h ica g o Press, 1 9 6 8 .

C en ters, R ich ard . 7 he Psychology o f Social Classes: A S tudy o f Class


Consciousness. N ew York: Russell & Russell, 1 9 6 1 .
C hinoy , Ely. A u tom obile Workers a n d the Am erican D ream . B o s­
ton: B ea co n Press, 1 9 6 8 .

F ried m an n , G eorges. In d u stria l Society: The Emergence o f the


H u m ait Problem s o f A u tom ation . N ew York: Free Press o f
G le n co e , 1 955-

G an s, H e rb e rt J . The U rban Villagers: Group a n d Class in the


Life o f Italian Am ericans. N ew York: Free Press o f G le n co e ,
1962.

G in zb erg , E li, and H ym an B erm an . Ihe Am erican W orker in the


Twentieth Century: A H istory Through Autobiographies. N ew
York: Free Press o f G le n co e , 1 9 6 3 .

G lazer, N a th a n , and D an iel P atrick M o y n ih an . B eyond the M e lt­


ing Pot: 'Ihe Negroes, Puerto Ricans, Jews, Italians, a n d Irish
o f N ew York City. C a m b rid g e, M assachusetts: M .I.T . Press,
1964.

G o ld th o rp e , Jo h n H ., D avid L o ck w o o d , Frank B ech h o fer, and


Je n n ife r Platt. The A ffluent Worker in the Class Structure.
C am b rid g e, E n gland: C a m b rid g e U niversity Press, 1 9 6 9 .

G o rd o n , M ilto n M . A ssim ilation in A m erican Life: Ihe Role o f


SINIFIN GİZLİ YARALARI 267

Race, Religion a n d N a tio n a l Origins. N ew York: O xford


U niversity Press, 1 9 6 4 .

G rier, W illia m H ., and Price M . C o b b s. Black Rage. N ew York:


B an tam B ooks, published by arran gem en t w ith Basic
B oo ks, 1969.

H a m ilto n , R ichard F. Affluence a n d the French Worker in the


Fourth Republic. P rin ceto n : P rin ceto n U niversity Press,
1967.
H a n d lin , O scar. B oston s Im m igran ts, 1 7 9 0 -1 8 8 0 : A Study in
Acculturation. N ew York: A th en eu m , 1 9 6 9 .
H ollingshead , A. B. E lm tow ns Youth: Im pact o f Social Classes on
Adolescents. New York: Jo h n W iley & S o n s, 1 9 6 7 .
Inkeles, Alex, and R aym ond Bauer. The Soviet C itizen: D a ily Life
in a Totalitarian Society. N ew York: A th en eu m , 1 9 6 8 .
Ja co b s, Paul. The State o f the Unions. N ew York: A th en eu m ,
1966.

Je n ck s, C hristopher, and D avid R iesm an . 'Ihe A cadem ic Revo­


lution. G arden C ity, N ew York: D o u b led ay & C om pany,
1969.

K o h n , M elvin L. Class a n d Conform ity: A S tu dy in Values. H o m e-


w ood, Illinois: D orsey Press, 1 9 6 9 .

K om orovsky, M irra. B lue-Collar M arriage. N ew York: V in tag e


B o o k s, R an dom H ouse, 1 9 6 7 .

Lefebvre, H en ri. Everyday Life in the M odern World. N ew York:


H arper T o rchbooks, H arper & Row, 1 9 7 1 .

L eggett, Jo h n C . Class, Race, a n d Labor: W orking Class Conscious­


ness in D etroit. New York: O x fo rd U niversity Press, 1 9 6 8 .
Lynd, H elen M errell. On Sham e a n d the Search f o r Identity. N ew
York: Jo h n W iley & Sons, 1 9 6 7 .

Lynd, R o b e rt S ., and H elen M errell Lynd. M id d leto w n : A Study


268 Il.C ll.t YA/.ILAR

in M odern Am erican Culture. N ew York: H arco u rt, B race &c


W o rld , 1 9 2 9 .
Lynd, R o b e rt S ., and H elen M errell Lynd. M iddletow n in Tran­
sition: A Study in C u ltural Conflicts. N ew York: H arco u rt,
B race &C W orld , 1 9 3 7 .

M ishler, E llio t G ., and N an cy E . W axier. Interaction in Families:


A n E xperim ental Study o f Fam ily Processes a n d Schizophrenia.
N ew York: Jo h n W iley & Son s, 1 9 6 8 .

O ssow ski, Stanislaw. Class Structure in the Social Consciousness.


N ew York: Free Press o f G len co e, 1 9 6 3 .

Sayles, L eonard R. M an agerial Behavior: A dm inistration in C om ­


plex O rganizations. N ew York: M cG raw -H ill B o o k C o m ­
pany, 1 9 6 4 .

S ex to n , Patricia C ayo. The F em in ized M ale: Classrooms , W hite


Collars a n d the D ecline o f M anliness. N ew York: V in tag e
B o o k s, R an dom H ouse, 1 9 7 0 .

T erkel, Studs. H a rd Times: A?t O ral H istory o f the Great Depres­


sion. N ew York: Avon B o o k s, by arran gem en t with P anth e­
on B o o k s, R an d om H o u se, 1 9 7 1 .

T h e rn stro m , Stephan. Poverty a n d Progress: Social M o b ility in a


N ineteenth Century City. N ew York: A th en cu m , 1 9 6 9 .
T h o m p so n , E. P. 7 he M a k in g o f the English W orking Class. N ew
York: V intage B o o k s, R an d o m H ou se, 1 9 6 3 .

W eber, M ax. The Protestant Ethic a n d the S p irit o f C apitalism .


N ew York: C harles S crib n e r’s Son s, 1 9 5 8 .

W eiss, R ichard . The A m erican M yth o f Success: From Hora.tio A l­


ger to N orm an Vincent Peale. N ew York: B asic Books, 1 9 6 9 .
W illm o tt, Peter. Adolescent Boys o f East London. B altim o re,
M aryland : Pelican B o o k s, Penguin B o o k s, 1 9 6 6 .

Young, M ich ael. Ihe Rise o f the Meritocracy'. B altim o re, M ary ­
S IN IFIN C;iZLi YARA1.AR1 269

land: Pelican B oo ks, Penguin B o o k s, 1 9 6 5 -

Z e itlin , M au rice. Revolutionary Politics a n d the Cuban Working


Class. P rin ceto n : P rin ceton U niversity Press, 1 9 6 7 .

Zw eig, Ferdynand. The Worker in an A ffluent Society: F am ily Life


a n d Industry. N ew York: Free Press o f G le n co e , 1 9 6 2 .
Richard Sennett - Jonathan Cobb

Sınıfın Gizli Yaraları


Sadece ekonomik bir sömürüye tabi olduğunu ve düşük bir
ücretle yaşamak zorunda bırakıldığını biliyorsak bir işçi
hakkında çok az şey söylüyoruz demektir. Ama kıyafetinden ve
konuşmasından dolayı küçük görülmekten korktuğunu, nasır­
laşmış ve büyük ellerinden utandığı için başka insanların
yanında ellerini saklamaya çalıştığını, çocuklarının kendisi gibi
işçi olmasını istememesine rağmen işçi olduklarını görüp üzül­
düğünü, iist-orta sınıftan insanların çoğu zaman kendisine
selam vermeden geçip gittiğini, kendisine saygı gösterilmezken
başkalarına sürekli saygılı davranmak zorunda kaldığını, ona
ismiyle hitap edilirken başkalarına “bey” demek zorunda
olduğunu biliyorsak, işçi olmanın kültürel anlamı konusunda
çok daha fazla şey söylüyoruz demektir.

Sennett ve Cobb, Sınıfın Gizli Yaraları başlıklı elinizdeki bu


çalışmada “hayatın sadece ekmekle yaşanmadığına” ilişkin
yığınla örnek sunmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmanın önemi,
sınıf bilincinin tek belirleyeninin işçilerin üretim sürecinde
yaşadıkları deneyimlerden ibaret olmadığını, buna ek olarak
işyeri dışında girilen toplumsal ilişkilerin, gündelik yaşam pra­
tiklerinin, kültürel değerlerin sınıf bilincinin şekillenmesinde
oldukça önemli olduğunu göstermesinde yatmaktadır.

ISBN : T O -U 15W 3b 30> l

B O S
9 V 8 6 0 5 9 436304 /heretikyayiıı

You might also like