You are on page 1of 288

. ���. �Jlc.I . .ı._JA� ı J\l_,ı .:;s-w4� .,_,;_.ı/) A� ı..S):A!..)- .!.

\))��
.

�.)�� _;li�.'� 6_).)J ��_;\


. 1 dls:! •_;.) ..:ı_r-l_,l_A • .>.GJ. �_);l.kL .�)�

.ı)_;��:>t� o..GI),\ ")\.ö:x...._..»)M "ı..S� ı..S§ ")�§ =��\


� �\ifL..�.�_,tM !J�Y. g
oooaooa g .>,..;:..:.,>�· ..;)� .J;:i • ..ı..:;... g aoooooa
'
JL• .A!- ..i--.,... ""'"""' ,..ı,_ı.-ı ,r.Y>İ.)t_'!-'_,.ô!...:ı:._..1'.:J..J�'
•..1:nı .:U• ,..ı...t +;Ş ..,.....:.,,ı,,;;,.ı y-..:;·• ...ı _...:. •t):'u .:.-.�''.ı:·.:
..#'..L),�' ır.ı:t.•J"'1'i,"'"'.J�.İ .J>';..: ı' · .:.':
t.' ....... �· J�' J>J..1.­
, Jh,i- /�'J J.l/.;I ,,,+· ..,;lT PJ '.1 J,-•.· �..;....'. J...�.,.! .J...U
��·ı .;. ..• �-�· .. ,ı.ı.:-.' .,,.� �-u.�
,,<• .cl,ı..;,;,...1..11./".. i .:i/:1
....�W"'l<l:-lf .;·t.d.,,,.,,,..... .ı.l..)�·, • ;�. ,....,,,.. •.,.., )·..ın
·•J" ,ı�;, .:.� .... ,..... �.,c- .;,i; '· .s)...V, :1 ·.>•).ü} ,,J1 J-r- •.u,ı
..r.:.ı.• �'11,.. t>, ._J.... , s:--­ • • •.-ı..�ıJ» ""'·"4'1•.:.-\s­
:t" .r.�1�- . ...,u..w,.)":-•.>J(. ...
.:,,...(..�ı !.l.J.1 4.-:,J ...� .,}••.�,..
�-' ,,,..-'I�,,_,,_ ... ııı::: "' .:,)·! JJ', JJl}..1..;..l...o•<..ı.-l.J�',..!f.L,,f,...
-=ı ... . ı J ..ı...-..; �· 'J•/ ""
Erden Akbulut
1952' de lstanbul' da doğdu. Galatasaray Lisesi ve AÜ SBF mezunu. 1976' dan itibaren değişik

yayınevlerinde çevirmen ve redaktör, süreli yayınlarda yazar ve redaktör olarak çalıştı.

lstanbul TKP davasında 1981-1984 arasında tutuklu olarak yargılandı. 1998' den beri

Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı'nda (TÜSTAV ) yönetici olarak çalışıyor. Yayınlanmış

kitapları: Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet (TÜSTAV Yayınları, 2002), TKP MK Dış

Bürosu 1965 Tartışmaları (TÜSTAV Yayınları, 2004), 1929 TKP Davası (TÜSTAV Yayınları,
2005), Zeki Baştımar (2. Baskı, Sosyal Tarih Yayınları, 2018), Dr. Şefik Hüsnü Deymer

(Sosyal Tarih Yayınları, 2010), Türkiye Halk lştirakiyun Fırkası (1920-1923) (Mete Tunçay

ile, iletişim Yayınları, 2016), Beynelmilel işçiler ittihadı (Mete Tunçay ile, iletişim Yayınları,

2016), Türkiye Komünist Partisi'nin Kuruluşu, 1919-1925 (Mete Tunçay ile, Yordam Kitap,

2020), TKP MK Genel Sekreteri lsmail Bilen Belgelerle Yaşam Öyküsü (Sosyal Tarih Yayınları,

2020).

Yayınlanmış çevirilerinden bazıları: Komünist Enternasyonal (1919-1943) (Yordam Kitap,

2016), Bilinmeyen Devrim (Ayrıntı Yayınları, 2017), Komintern'in Seyyar Militanları (Yordam

Kitap, 2018), ikinci Enternasyonal 1889-1923 (Yordam Kitap, 2020).

Erol Ülker
Işık Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü öğretim üyesi. 1999 yılında lstanbul

Üniversitesi iktisat Fakültesi Uluslararası ilişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 2003 yılında

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümü'nden, 2004 yılında

Merkezi Avrupa Üniversitesi Milliyetçilik Çalışmaları Bölümü 'nden yüksek lisans dereceleri

aldı. 2013 yılında Şikago Üniversitesi Tarih Bölümü'nde doktora eğitimini tamamladı.

2015-2016'da Berlin merkezli Transregionale Studien - Europe in the Middle East - The

Middle East in Europe (EUME) isimli program çerçevesinde bursiyer olarak doktora sonrası

araştırmalarını sürdürdü. Nations and Nationalism, European /ournal of Turkish Studies,

/ournal of Balkan and Near Eastern Studies, Nationalities Papers, Toplumsal Tarih, Kebikeç,
Alternatif Politika gibi dergilerde makaleleri yayınlandı. Yayınlanmış kitapları: Mütareke'nin
ilk Yıllarında lstanbul' da Direniş ve Sol, 1918-1920 (Sosyal Tarih Yayınları, 2020), Türkiye'nin
Yakın Tarihinde Emek, Toplum ve Siyaset: 1980-2002 (Tayfun Mertan ile derleme, Sosyal
Tarih Yayınları, 2021). Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları Vakfı (TÜSTAV) Yönetim Kurulu

üyesi olan Erol Ülker aynı zamanda "1914-1918-online: International Encyclopedia of the

First World· War• isimli çevrimiçi ansiklopediye editör olarak katkıda bulunmaktadır.

Erden Akbulut ile Erol Ülker'in ortak çalışmaları: 100 Yılın Ötesinde Ekim Devrimi ve

Türkiye (Sosyal Tarih Yayınları, 2020), Hafi TKP ve THIF Genel Sekreteri Salih Hacıojlu
Belgelerle Yaşamöyküsü (Sosyal Tarih Yayınları, 2020), Komintern Dönemi TKP Tarihi-2
TKP'nin Bolşevikleşmesi 1925-1928 (Yordam Kitap, 2022)..
i

&ltr i KOMİ � TE �N, TKP


>UT� .
VE KURT ISYANLARI

Erden Akbulut - Erol Ülker


Yordam Kitap: 418 • Komintern, TKP ve Kürt İsyanları• Erden Akbulut - Erol Ülker

ISBN 978-605-172-529-1 • Düzeltme: Didem Gerçek

Kapak ve iç Tasarım: Savaş Çekiç • Birinci Basım: Mart 2022

©Erden Akbulut - Erol Ülker;©Yordam Kitap, 2022

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Şti. (Sertifika No: 44790)

Çatalçeşme Sokağı Gendaş Han No: 19 Kat: 3 34110 Cağaloğlu -İstanbul

Tel: 0212 528 19 10 • W: www.yordamkitap.com • E: info@yordamkitap.com

www.facebook.com/YordamKitap • www.twitter.com/YordamKitap

www.instagram.com/yordamkitap

Baskı: Pasifik Ofset (Sertifika No: 44451)

Cihangir Mah. Güvercin Cad . No: 3/1

Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2

34310 Haramidere /İstanbul


Tel: 0212 412 17 77
KOMİNTERN, TKP
VE KÜRT İSYANLARI
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ 11

ÖN OKUMA PARÇALARI
MENSUBU BuLUNDUGUM MA'MURETü'L-Azlz
ViLAYETi HAKKINDA LAYİHA 21

KoMINTERN'DEN YUNAN HOKÜMETl'NE YAPILAN TEKLiF 27


ANADOLU'DA ULUSAL SORUN 31

KoMINTERN YöNETIMiNIN TüRKİYE'DE ÇALIŞMA TEZLERi 43

MASKELER AŞAGI 51
YUNAN İşçi HAREKETİNİN TARİHİ 55
MAGYAR/MADYAll YOLDAŞIN GİRİŞ KONUŞMASI 57

1. Bölüm
KÜRT İSYANLAR! ÖNCESİNDE PROGRAMLARDA ULUSAL SORUN 81

Türkiye İştirakiyun Teşkilatları Bakü Kongresi (1920) 81


Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası Ankara Kongresi (1922) 87
Komintern 4 . Kongresi (1924) 88
Türkiye Komünist Partisi Akaretler Kongresi (1 925) 97

2. Bölüm
ŞEYH SAİT İSYANI DEGERLENDİRMELERİ 108
İsyana İlişkin İlk Değerlendirmeler 108
Orak-Çekiç Gazetesinde İlk Değerlendirme 110
Komintern'in Kapsamlı İsyan Analizi 111
Pravda' daki İsyan Haberi 1 17
Orak-Çekiç'te İsyan ve Hükümet Değişikliği Değerlendirmeleri 1 19
Pravda'da Hükümet Değişikliği Üzerine 125
"Türkiye' de Karşı-Devrimci İsyan" 1 29
Yoldaş Gazetesinde Köylünün İsyana Bakışı 1 37
Dr. Şefik Hüsnü'nün Raporu 140
TKGB'nin 1925 Yılı Raporunda Kürt İsyanı 143
Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Şeyh Sait İsyanı Değerlendirmesi 144

3. Bölüm
VİYANA KONFERANSI VE YENİ PROGRAMATİK YAKLAŞIM 146

Dr. Şefik Hüsnü'nün


"Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim" Makalesi 147
Komintern 6. Kongresi'ne Hazırlık Tezleri 148
TKP'nin Faaliyet Programı'na Giriş 149
TKP'nin Faaliyet Programı (Taslak) 151
TKP'nin 1930 Faaliyet Programı ve 1934 Değişiklikleri 154
TKGB Faaliyet Programı'nda Ulusal Sorun 157

4. Bölüm
AGRI İSYANI DEGERLENDİRMELERİ 159
TKP MK'nin Raporu 159
KEYK Doğu Sekreterliği: "Türkiye Hakkında Karar" 1 62
MK Sekreteri Hasan Ali'nin Kürdistan Raporu 169
inkılap Yolu Dergisinde Kürt İsyanı 1 76
1 Ağustos Bildirisi ve Kürt İsyanı 191
Komintern'in TKP Üyelerine Mektubu 197
Internationale Presse-Korrespondenz Dergisinde Kürt İsyanı 200
Kızıl ls tanb ul ' da Menemen Hadisesi-Kürt İsyanı Bağı 202
Şarfman'ın Raporunda Ağrı İsyanı 204
Köylü Hareketi ve Kürt İsyanları 207
Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Ağrı İsyanı Değerlendirmesi 207
Mihri Belli'nin TKP ve Kürt İsyanları Değerlendirmesi 209
5. Bölüm
DERSİM OLAYLARI DEGERLENDİRMELERİ 212
Ağrı İsyanı Ardından Kürt Sorununa Yaklaşım 212
TKP M K Genişletilmiş Dış Büro Toplantısı v e Ulusal Sorun 214
Orak-Çekiç Gazetesinde Ulusal Sorun 219
Sıtkı'nın [Reşat Fuat] "Türkiye' de Milli Azınlıklar" Raporu 225
1 Mayıs 1935 Broşüründe Kürt İsyanları 228
TKP'nin 1937 Desantralizasyonu ve Ulusal Azınlıklar 230
Dersim Olayları ve TKP 232

BİR DEGERLENDİRME: KÜÇÜK/TARİHSİZ ULUSLAR SORUNSALI


BAGLAMINDA KoMİNTERN'İN VE T KP'NİN TuTuMu 241

SONU Ç YERİNE 255

EK-1:
TANZİMATIN MİLLI EKALLİYETLER ÜZERİNDE TESİRLERİ 258

EK-2:
KÜRT MAKSUT BİR KIZIL ASKERİN HATIRASI 261

EK-3:
ŞEYH SAİT AYAKLANMASI VE BASTIRILMASI
(13 ŞuBAT-31 MAYIS 1925) 265

EK-4:
TEDKİK SEYAHATİ 270
EK-5:
KEMALİST ZiNDANLARINDAN FİR [BİR] FERYAT
KÜRT DEREBEYLERİ HAPİSTE BİLE AGALIK DAVASINDA 275

EK-6:
İSMET İNÖNü'NüN DERSİM PLANI
VE TENKİL HAREKATINA DAİR BAKANLAR KURULU KARARI 282

EK-7:
TuNCELİ (DERSİM) TEDİP HAREKATI 285
SUNUŞ

Türkiye Komünist Partisi'nin ulusal sorunla, özellikle de


Kürt ulusal hareketleriyle ilgili tutum ve politikası, ülkemiz sos­
yalistleri arasında en çok tartışılan konulardan birini oluşturur;
özellikle Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili olarak Orak-Çekiç dergisinde
yayınlanmış "irticai" değerlendirmesinden hareketle TKP'nin
ulusal sorundaki yaklaşımı "Kemalist rejimi destekleyici" ola­
rak toptancı bir yaklaşımla mahkum edilir. Ne var ki 1919-1943
yılları arasında tarihlenen Komintern'in, onun bir seksiyonu,
yani şubesi olan TKP'nin esas itibarıyla Kürt ulusal hareketle­
riyle ilgili yaklaşımının ve bu süreçte ulusal soruna ilişkin prog­
ramındaki ve politikasındaki olayların akışı içinde ortaya çıkan
değişimin belgelere dayalı olarak ele alındığını söylemek zordur.
Bu konuda belgelere dayalı önemli bir kaynak, elbet­
te Mehmet Perinçek'in hazırlamış olduğu Sovyet Devlet
Kaynaklarında Kürt İsyanları kitabıdır; bizim de yazarının iz­
niyle atıfta bulunacağımız bu çalışma, esas itibarıyla Sovyetler
Birliği dış politikasının temel tespitleri ve doğrultuları çerçe­
vesinde Kürt ulusal hareketine karşı Kemalist rejimin destek­
lendiği görüşünü ileri sürmektedir. M. Perinçek'in kitabın­
da verilen belgelerde, Kürt ulusal hareketlerinin gelişiminde
Kemalist rejime yönelik "Türkleştirme, milli zulüm vb." poli­
tika ve uygulama eleştirileri genel olarak dikkate alınmamıştır.
Bu çalışmamızda Mehmet Perinçek'in özetleyerek aktardığı bir
dizi belgenin tamamına ilk kez yer veriyoruz.1 Ayrıca Mehmet

K itapta yer alan Türkçe tüm belgelerdeki yazım hataları aynen korunmuştur.
12 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

Perinçek'in çalışması, Komintern'in ve TKP'nin ulusal soru­


na ilişkin ilkesel-programatik yaklaşımlarını ve KEYK Doğu
Sekreterliği ile TKP arasındaki ilişkileri ele almıyor. Sovyetler
Birliği'nin Türkiye'ye yönelik politikasıyla ilgili bir diğer önem­
li belgesel kaynak, sınırlı bir tarihsel dönemi ele alan Stefanos
Yerasimos'un Kurtuluş Savaşı'nda Türk-Sovyet İlişkileri 1917-
1923 çalışmasıdır. 2

***

Ç alışmamızın "Ön Okuma Parçaları" bölümündeki belge­


lerden başlayarak da görüleceği gibi, Komintern bakımından
Kürt ulusal hareketleri, Britanya emperyalizminin güdümün­
de "gerici bir ulus"un kalkışmaları olarak değerlendirilmiş ve
Kemalist rejim neredeyse koşulsuz desteklenmişt ir. Komünist
hareketin ulusal sorun söz konusu olduğunda temel siyasal re­
feranslarından biri olan ulusların kendi kaderini tayin hakkı
ilkesinin Komintern' de nasıl ele alındığının ve tarihsiz/küçük
ulusların nasıl değerlendirildiğinin tipik bir örneği "Ön Okuma
Parçaları" arasında yer alan Doğu Sekreterliği'nde Magyar'ın
yaptığı uzun konuşma metninde ana noktaları itibar ıyla yan­
sımaktadır. Bu konuyu "Bir Değerlendirme: Küçük/Tarihsiz
Uluslar Sorunsalı bağlam ında Komintern'in ve TKP'nin
Tutumu" bölümünde ele alıyoruz.

2 Özellikle 3 Haziran 1 920 tarihli RSFSC Dışişleri Halk Komiseri'nin TBMM


Başkanı Mustafa Kemal Paşa'ya Mektubu (l) başlıklı önemli belgede şöyle deni ­
yor: "4) Büyük Millet Meclisi'nce alınan karara göre, Türkiye Ermenistanı'nın,
Kürdistan'ın, Lazistan'ın, Batum bölgesinin, Doğu Trakya'nın ve bütün Türk­
Arap halklarının karma olarak yaşadıkları devlet topraklarına, kendi kaderleri­
ni kendi eliyle tayin etme hakkının tanınması. Sovyet hükümeti olarak, mülte­
cilerin ve istekleri dışındaki sebeplerden dolayı göç etmek zorunda kalan tüm
göçmenlerin de bu bölgelerde serbestçe yapılacak bir referanduma katılabilme­
leri için, bunların yerlerine geri getirilmesini doğal sayıyoruz. 5) Büyük Millet
Meclisi yönetimindeki yeni Türk devletine ait topraklarda yaşamakta olan milli
azınlıklara, Avrupa'nın en serbest hükümetlerinde milli azınlıklara tanınan tüm
hakların tanınması." Stefanos Yerasimos, Kurtuluş Savaşı'nda Türk-Sovyet ilişki­
leri 1 91 7-1923, İstanbul: Boyut Yayın Grubu, 2000, s. 228.
�llflll) l ı3

Komintern'in bir seksiyonu olan ve gerek programı gerekse


politik doğrultusu Komünist Enternasyonal Yürütme Kuru lu
(KEYK) tarafından onaylanan Türkiye Komünist Partisi'nin
Kürt ulusal hareketine ilişkin politik-programatik yaklaşımın­
da ise, Şeyh Sait İsyanı ile onun dolaysız bir devamı olarak ni­
telenebilecek, 1920'li yılların ikinci yarısı boyunca süregiden ve
1930' da tepe noktasına ulaşan Ağrı İsyanı konu larında farklı­
laşma bir dizi belgede kendini göstermektedir.
Bu kitaptaki belgelere dayanan genel bir tespit olarak,
TKP'nin Cumhuriyet'in ilk yıllarında uygulanan Türkleştirme
ve asimilasyon politikalarına karşı oldukça eleştirel bir tutum
takınmış olduğu söylenmelidir. Şeyh Sait İsyanı henüz patlak
ve rdiği sıralarda toplanan ve TKP'nin birleşik bir parti olarak
kuruluş toplantısı niteliğindeki 192 5 Akaretler Kongresi belge­
lerinde, Kemalistler tarafından uygulanan, yalnızca Rumlara
ve Ermenilere değil, kendi dillerine ve geleneklerine sahip
olan Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklar, Kürtler ve Lazlar gibi
Müslüman kesimlere de yönelik Türkleştirme politikaları açık
bir şekilde eleştirilmektedir. Müslüman halklara yönelik mil­
liyetçi ve asimilasyoncu politikalar hakkındaki eleştirel yakla­
şım, aşağıdaki belgelerde de görülebileceği gibi, iki-savaş-arası
dönemin neredeyse bütününde ön plana çıkmaktadır. Bu genel
tespitten önemli bir farklılık, Akaretler Kongresi sonrasın­
da esas olarak Musul sorunu bağlamında İngiliz emperyaliz­
mi tarafından desteklendiği iddia edilen ve Komintern Doğu
Sekreterliği'nin doğrudan mahkum ettiği Şeyh Sait İsyanı ve
bunun "irticai" karakterine karşı, hükümetin isyanı bastırma
girişimlerine verilen açık destektir. Ancak kitapta yer alan bel­
geler bütünü bu tutu mun özel olarak Şeyh Sait İsyanı karşısında
ortaya konulduğunu, TKP'nin genel yönelimleri açısından bir
istisna teşkil ettiğini göstermektedir. Takrir-i Sükun Kanunu
ve bunun getirdiği "beyaz terör" den payını fazlasıyla alan TKP,
partinin 1926 Viyana Konferansı'nda kabul edilen ve 1927 yı-
14 1 Komintern, TKP ve Kürt isyanları

lında yayınlanan "F aaliyet Prog ramı" i le "Mü slü man ek alliyet­
ler içi n ku llanılan Tü rkleş ti rme ş eklindeki tazyik atı şiddetle ve
tamamen red eder". Bu yak laş ım so nraki yıll arda da önemini
artırarak koruyac ak tır.
T KP'ni n hü kü met tarafından uygu lanan mi lliyetçi nüfu s
politi kaları karş ısındaki tutu mu , gü nü müz dü nyasında kabu l
edilen evrensel standartlar çerçevesi nde değerlendi rildiği tak­
dirde yetersiz bulunabi li r. Anc ak TKP'ni n 1920'ler ve 1930'lar
dünyasında faaliyet gösteren, Komintern'i n seksiyonu/şube­
si niteliğinde bir parti olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidi r.
Ulus-devlet kategorisi iki- savaş- arası dönemde, Sovyetler Birliği
dışında temel siyasal örgütlenme modeli olarak kabul görmüş,
Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren Paris Konferansı netice­
sinde imzalanan barış antlaşmaları tüm Avrupa' da milyonlar­
ca insanı azınlık konumuna indirgemek pahasına, bu modeli
uluslararası hukuk tarafından da desteklenen bir norm haline
getirmiştir. Milletler Cemiyeti'nin ulusal ve dini azınlıkları ko­
rumak amacıyla kurumsallaştırmaya çalıştığı uluslararası reji­
min, ulus-inşası süreçlerine paralel olarak gelişen demograf ik
mühendislik ve asimilasyon politikalarını engelleyebilmekten
uzak bir düzenleme olduğu çok geçmeden anlaşılmıştır. Üstelik
Milletler Cemiyeti'nin azınlıkları koruma rejimine Lozan
Antlaşması çerçevesinde dahil olan Türkiye' de, Müslümanlar
etnik, dilsel ve kültürel özelliklerinden bağımsız olarak tama­
mıyla azınlık statüsü dışında bırakılmış, Lozan Konferansı'nda
yalnızca gayrimüslimlerin Milletler Cemiyeti şemsiyesi altında
tanınan azınlık haklarından faydalanabileceği kabul edilmiştir.
TKP'nin, ulus-devletin norm haline geldiği ve nüfusu homo­
jenleştirmeye yönelik politikaların normalleştiği böyle bir si­
yasal konjonktürde Türkleştirme ve asimilasyon politikalarına
karşı yükselttiği itiraz kendi tarihsel bağlamında önemlidir ve
Türkiye' de söz konusu dönemin siyasal tarihi açısından örne­
ği olmayan bir çıkıştır. Bu konuda Yunan Komünist Partisi'nin
'>unu� l ıs

Makedonya sorunuyla ilgili yaşadıklarına ilişkin "Ön Okuma


Parçaları"nda yer alan aylık komünist sendikalist dergi La
Revolution Proletarienne'in 1926 yılındaki 8. sayısından aktar­
dığımız makale de son derece çarpıcıdır.
Ele aldığımız belgelerde Dr. Şefik Hüsnü 'nün 1930' da
Kürdistan'ı Osmanlı İmparatorluğu'nun b ir sömürgesi olarak ni­
teleyerek, Kemalist rejimin aynı sömürgeci anlayışa sahip oldu­
ğunu vurgulaması, " 1 Ağustos Bildirisi"nde "Birleşik-Bağımsız
Kürdistan" sloganının ileri sürüldüğünün altını çizmesi, TKP
İzmir Vilayet Komitesi'ne atfen Sovyetler Birliği'nin Ağrı İsyanı
konusunda Kemalist hükümeti desteklememesi gerektiği tes­
pitinin yapıldığını öne çıkartması, bugüne dek TKP'nin Kürt
ulusal sorunuyla ilgili görüş ve değerlendirmeleri açısından ye­
terince dikkate alınmamış noktalar olarak irdelenmelidir.
Öte yandan TKP'nin değerlendirmelerinde Kürt ulusu için­
de sınıfsal farklılaşmanın, zorla Türkleştirme politikaları ve
ulusal zulüm nedeniyle, Lazlar kadar bile, gerçekleş mediğinin
altının çizildiğini belirtmek yerinde olacaktır. Ayrıca Kürt ulu­
sal hareketinde, Kürt yoksullarının Kürt feodal beylerinin pe­
şine takılmasında, TKP'nin sorumluluğunu belirterek, bunun
bu bölgelerde örg ütl enme eksikliğinden kaynaklandığına vurgu
yapılmakta, TKP'nin görevleri arasında Kürt vilayetlerinde ça­
lışmay a ağırlık verilmesi gereği öne konmaktadır.
N e var ki Ağrı İsyanı'nın ardından Kürt ulusal hareketi gi­
derek TKP'nin gündeminde daha az yer alır hale gelmektedir.
1935'teki Komintern 7. Kongresi'nde kabul edilen "faşizme
karşı birleşik cephe" taktiği bağlamında TKP'nin "Kahrolsun
Kemalist Diktatörlük" anlayışını terk etmesinin ertesinde ulu­
sal azınlıklarla ilg ili Merkez Komitesi Sekreteri Sıtkı'nın [Reşat
Fuat Baraner] raporunda, Kürt isyanlarına işaret edildikten ve
Kürdistan'ın ekonomik geri kalmışlığı vurgulandıktan sonra,
Kemalist rejimin Kürdistan' da kapitalist ilişkileri yerleştirmeye
yönelik politikasına dikkat çekiliyor. Sıtkı'nın raporunda işaret
16 1 Komintern, TKP ve Kürt isyanları

edilen Kemalistlerin Kürt bölgeleriyle Türkiye'nin diğer bölge­


leri arasında ekonomik ilişkileri geliştirmek, böylece Kürdistan
pazarını Türkiye'ye bağlayarak kapitalist gelişme yolu nda iler­
lemek istemeleri görüşü, Komintern' deki TKP Temsilcisi İsmail
Bilen'in Dersim Olayları'yla ilgili raporunda da yer alıyor.
Sovyetler Birliği dış politikasında yaklaşan savaş çerçevesinde
Türkiye'nin tarafsızlaştırılması anlayışı doğrultusunda 1 937' de
TKP'nin desantralizasyonu , yani Komintern'in merkezi yapısı ve
faaliyeti dışına çıkartılmasından sonra Moskova' da tek başına
bu lu nan ve oraya u laşan gazetelerden bilgi edinen İsmail Bilen'in
raporu ise, 1930'lu yıllarda geliştirilmeye çalışılan yaklaşımdan
bu yeni konjonktürde alabildiğine uzaklaşıyor ve redakte edile­
rek Komintern yayın organı Rundschau'nun 29 Temmuz 1 937
tarihli 32. sayısında Rasim Davaz imzasıyla y ayınlanmış yazıya
eklenmiş sonuç bölümünde şu noktaya varıyor:
Dersim'in on binlerce nüfuslu halkıyla ilgilenmek ve bu halka
sistemli bir şekilde yardım etmek gerekir. Bu halkı yerinden oy­
natmak ve ülke içinde dağıtmak yanlış olur. Kuşaklardır insan­
ca yaşamanın ne olduğunu bilmeyen bu talihsiz insanlar, yeterli
toprağa ve onu işlemek için araçlara sahip olmalıdır. Milli göre­
nekleri ve dilleri çerçevesinde uygun bir yaşam kurmaları için
onlara yardımcı olunmalıdır.

Ancak bu şekilde, bu yüz bin insanı, Türkiye'nin milli bağımsız­


lık davasına kazanmak ve ülkenin iktisadi bağımsızlığının inşası
ve sağlamlaştırılması için seferber etmek mümkün olabilir.

Elbette tüm bu söylenenlere bugünden bakıldığında, TKP'nin


Kürt ulusal hareketine ve diğer ulusal azınlıklara yönelik yakla­
şımının tartışmalı-eksik birçok yanı olduğu söylenebilir. Ancak
TKP'nin ulusal meseleye ilişkin bakış açısının süreç içinde farklı
dinamikler nedeniyle önemli değişikliklere tabi olduğu da unu­
tulmamalıdır, ki biz çalışmamızda bu değişimleri belgelerle or­
t aya koymaya gayret ettik. Tü rkiye' de sol hareketlerin geçmişten
Sunu� J 17

bugüne Kürt meselesine bakışı ve Kürt u lu sal hareketiyle iliş­


kileri açısından TKP'nin 1920'li ve 1930'lu yıllarda geliştirdiği
strateji ve politikalar temel birer tarihsel referans noktasıdır hiç
şüphesiz. Tam da bu nedenle konu hakkında eleştirel ve müm­
kün oldu ğu nca objektif bir değerlendirmeye ihtiyaç olduğu ka­
nısındayız. Tek başına bu çalışmanın sınırları dahilinde böyle
bir değerlendirmeyi ortaya koyma iddiasında değiliz elbette.
Yine de Komintern ve TKP'nin Kürt soru nu na yaklaşımını ele
alırken toptancı bir bakış açısından u zak du rmaya ve mümkün
oldu ğu nca meselenin farklı boyutlarına işaret etmeye çalıştık.
Kitabımızın ileride bu konuda ortaya konacak çalışmalar ve tar ­
tışmalar açısından önemli bir kaynak olacağını u muyoru z.

** *

Bu çalışmamızda da RGASPi' deki belgelerin bu lunması çalış­


maları konu su nda Bilal Şen ve Mehmet Toğaçar'a; RGASPi' deki
ve genel olarak Sovyet devlet kaynaklarında tespit ettiği bel­
geleri ku llanmamıza izin veren Mehmet Perinçek'e; Şakir
Şevket'in, transliterasyonu İsmail Hacıfettahoğlu tarafından
yapılıp Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları tarafından Temmu z
2001' de Trabzon Tarihi adıyla yayınlanan kitaba u laşmamızı
sağlayan Veysel U sta'ya; Eski Türkçe belgelerin transliterasyo­
nu konu su nda Yücel Demirel, Banu İşlet, Meral Bayülgen, Emel
Seyhan Atasoy, Cemile Moralıoğlu Kesim, Sinan Dervişoğlu'na;
Ru sça belgelerin çevirisi konu su nda Rüstem Aziz ve Serdar
Arıkan'a; Almanca belgelerin çevirisi konu su nda Rüstem Aziz'e;
tüm metni okuyarak düzeltme ve önerilerde bu lu nan Mu stafa
Yaşacan, Masis Kürkçügil, İsfendiyar Eyyüboğlu ve Mehmet
Başku rt'a teşekkür ediyoru z.

E r d e n A kbu l u t - E r o l Ül k e r
Kasım 2021
ÖN OKUMA PARÇALARI
MENSUBU BULUNDUGUM
MA'MURETü'L-Aziz VİLAYETİ
HAKKINDA LAYİHA1

Bakü'de Tü rkiye iştira kiyun Teşkilatla rı 1. Kong resi sü reg iderken, 1 2


Eylül 1 920 ta rihini taşıyan bu belge RGASPİ [Rusya Devlet Siyasi
Sosyal Tarih Arşivi] kataloğunda "Siyasi ku ryelerin, Türk komü­
nistlerinin, savaş esi rlerinin, siyasi okul öğrencilerinin .ve başkala­
rının; Türkiye Kom ünist Teş kilatı Merkaz B ü ro'ya Türkiye Kom ünist
Teşkilatı seksiyonlarının çalışmala rı, Türk Kızıl O rdusu 'na gönüllü
yazılmala rı, yazılı materyal g önderi mleri, ö rg ü tsel, sosyal yaşam
ve m ali sorunla r vb. üzerine m ektup, yazılı rapor ve açı klamala­
rı" başlığı altında yer alıyor. Büyü k olasılı kla kongreye sunulmak
üzere kaleme alınmış bir genel b ilg i notudu r. Nitekim Malatya,
Mezraa [Ağavat Mezraası, bug ünkü Elazığ] ve Dersim sanca kla­
rından olu şan H a rput-Ma'm u retü 'l-Azlz ha kkında tarih ve nüfus
b ilg ilerinin yanı sıra, i ktisadi ve siyasi duru m uyla ilg ili kısa bir
değerlendirmeye de yer verilm iştir. B u bağla mda belge sonra ki
isyan ha reketlerinin m eydana g eldiği coğrafya hakkında önemli
b ilg iler sunma ktadı r.

M alu mat-ı maru za: Türkiye haritası na bakarsak, Asya-yı


Osmani 'nin ortasında Fırat, Mu rat ve Dicle maileleri arasın­
da Harput nam-ı diğerle M a'muretü'l-Aziz şehrini görürüz.

1 TÜSTAV Kominterrı Arşivi Döküm 1, CD No: 2, Klasör No: 3_36, Belge No: 58-60
[Eski Türkçe] .
22 1 Komintern, TKP ve Kürt isyanları

İsminden de anlaşılacağı veç.hile Su ltan Aziz devrin de imar olu ­


nup ve ehemmiyet-i mevk iiyesine mebni vilayet merkezi ittih az
olun mu ştu r.
H ak ikat sok ak larının intizam-ı ebn iye ve me bani-i miri­
yesinin tertip ve ihtişamı sebebiyle şarki Anadolu vilayetle­
ri içinde oldukça m amu r ve medeni bir memlek et varsa o da
Ma'mu retü'l-Aziz'dir. Bu ndan başka F ırat vadisiyle Erzu ru m
ve Mu rad vadisiyle Mu ş ve Van ve Dic le yatağıyla Diyar bakır
ve Irak mu ntazam şose siyle Sason ve Su riye'ye giden caddelerin
mahall-i telakisinde bu lu nmakla da ehemmiyet-i askeriyesi zi­
yadedir.
Mülkiye- T ak simat-ı mül kiyece Malatya, Mezraa, Dersim
namıyla üç sancağa ve harpten evvelki istatistike nazaran 200
bini T ürk, 120 bini Kürt, 80 b ini de Ermenide n ibaret olmak
üzere tahminen 400.000 nüfu sa maliktir.
Ahval-i mahalliye- Dersim sancağı dağlık ve o rmanlık ve
Mezraa sancağı kısmen dağlık kısmen ovalık ve Malatya ise
bağlık bahçeliktir. Harpu t ovası fevkalade münbit ve mah­
su ldar olup her nevi hububat , pamu k ve saire yetiştiğinden
beyne'l-ahal i "Harput ovası altu n yuvası" sözüyle meşhu r­
du r. Malatya'ya gelince bu memle ket cidden firdevs-i tabiattır.
Toprağı altın saçar, eşcarı gümüş açar. Ab-ı hayratı kesirdir.
Servet-i tabiiyece de bi-nazirdir. T abiatça bu kadar zengin olan
bir vilayette münevver ve iş anlar adamlar mutavattın olsa ve
arazi alat ve edevat-ı cedide-i ziraiye ile hars kılınsa ve limanlar
yerine de bir şebeke-i hadidiye ile merbut bu lu nsa şüphe yok ki
bütün T ürkiye halkını beslemek iktidarını haizdir. Mesela bu­
gün en fakir bir mahal olan Dersim sancağı isminden de anla­
şılacağı veçhile gümü� madeninin menbaıdır. Demir, kömür ve
diğer madenler de mebztl len bu lu nu r. Kömür ile demirin hal-i
hazır medeniyetin sanayiinin esasını teşkil ettiği ve Avrupa
devletlerinin bu iki maddeye ne derece ehemmiyet verdikleri
düşünülürse Dersim'in kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Mens u b u B u l u nd u ğ u m Ma ' m u r e t ü ' l - A z i z V i l a y e t i H a k k ı n d a Layllı� 1 23
Ahval-i iktisadiye- Teessüf olu nu r ki su -i idare, ahalinin ce­
haleti padişah ve hükümetlerin ezici, mahvedici siyaseti ale'l­
hu sus vesait-i nakliyenin mefku diyetinden dolayı bu zengin
vilayet ahalisi bugün gayet fakir ve mübareze-i hay atiye gayr-i
mu ktedir bir hale gelmiş olduğundan Dersim ahalisi icra-yı şe­
kavette ve Harput, Malatya köylüleri ise İstanbu l ve Amerika'ya
hicrette kusur etmiyorlar. 1 326 senesi nüfu s ve redif daireleri­
nin vesaik-i resmiyesine nazaran Harput köylüsünün sülüsanı
Amerika ve diyar-ı ahere hicret etmiş bu lu nuyor. Bu nu n sebebi
şudur. Medeniyetin terakkisi, ihtiyacatın tezayüdünü istilzam
etti. Memlekette fabrika yok ki köylü orada çalışarak ih tiyacatı­
nı temin etsin. Kafi derecede arazisi yok ki hasılatıyla nafakası­
nı temin etsin. Mesela Dersim sancağında bütün arazi beyler ve
mütegallibeye aittir. Bu rada yaşayan insanlar da birer memluk,
birer esirden başka birşey değildir. Yoldaşl arım ben Ç arsancak
kazasının üç dört şahsa ait o ldu ğu nu ve bu beyleri n her birinin
yetmiş, seksen, yüz kadar köye malik oldu klarını iddia edersem
mübalağ a etmemiş olu ru m.
Harput ve Malatya sancakları arazisinin nısfı beylere ve mü­
tegallibeye ait oldu ğu ndan bu rad a yaşayan zavallı mahluk da
birer acizden başka bir şey değildi r. İşte halkı hicran ve felakete
sevk eden hakk-ı mülkiyet ve kanu n-ı veraset nizamnameleri­
nin netice-i fed aları bu nları hissedip de olmamak ve h ala bu
kanu nların lehinde idare-i kelam etmek bilmem ki nasıl caiz
olu r.
Köylünün mu ht aç olduğu para tohu mlu k ve çift alatını
Ziraat bankalarının temin edememesi onları insanlar celladı
mu rabahacılara, faizcilere müracaat etti riyor ve bu nların da
misli misli ve belki daha fazla bir ücretle ikraz ettikleri borç­
lardan köylü ve fu kara halkın zaru ret ve sefaletin esasını teşkil
ediyor. Tekalif içinde en çok mu htac-ı ıslah olan aşar ve ağnam
usulüdür. Zavallı köylüler bütün sene açlık ve sefalet içinde eki­
yorlar biçiyorlar. Mahsu latı h arman haline getirdikleri zaman
24 1 Komintern, TKP ve Kürt isyanları

semere-i sayları mültezimler vasıtasıyla cebren ellerinden alını­


yor. Kurun-ı vustaya mahsus olan bu gibi vahşetlere artık niha­
yet verilmesi taraftarıyım.
Derece-i maarif- 1 329 senesinde vilayet maarif müfettişi Ali
Efendi'nin beyanatına nazaran bu vilayette tahsil-i iptidai yüzde
on beş ve tahsil-i ali ve sani yüzde beş olup ceman yüzde yirmi
veya onda iki olduğunu maatteessüf haber almış idim. Fıtraten
zeki ve müstaid ve maarife fevkalade hahişger olan bu halkın
böyle cehalette bırakılmasının insaniyet ve İslamiyetle ne derece
kabil-i telif olduğunu arz ile iktifa. Lisanın ve hurufatın ve imla­
nın ıslahıyla köylere varıncaya kadar iptidai mektepler tesisi ve
bu husustaki fedakarlıktan hiç bir suretle çekinilmemesi ehass-ı
amalimdir.
Fırkalar- Harpten evvel Müslümanların İttihat ve Terakki,
Hürriyet ve İtilaf ve Ermenilerin ise Hınçak ve Taşnak namıyla
ikişer fırkaları var idi. Halkın terbiye-i siyasiyesinin büyüklü­
ğüne, yü ksekliğine delalet etmez mi ki hükümetin her bir tazyi­
kat ve takibatına rağmen ahali muktedir ve namuskar tanıdıkla­
rı muhalefetten Lütfü Fikri Bey'e reylerini vermişler onu mebus
intihab ettirmişlerdir.
Garp devletlerinin emperyalizmine karşı takip olunacak si­
yaset: Bu hususta takip edilecek usul ve ittihaz olunacak teferru­
at pek çok. Fikrimce Harput, Mezraa, Arapkir ve Malatya' da ku­
maş, ipekli kumaş, alaca Manisa havlu ve saire imalat fabrika ve
tezgahlar vardır. Bunların ihtiyacat-ı hazıraya nazaran tevsii ve
bu vilayette mevadd-ı ibtidaiye maaziyadetin mebzul olduğun­
dan behemahal diğer fabrikaların tesisi icab eder. Bundan başka
sanayi-i dahiliyeye revaç vermek için gümrük himayesi, ecanib
emtiasına boykotaj yapılması, kapitülasyonların lağvı ve bir an
evvel şuralar hükümetinin tesisi ile halkın refahı ve saadetinin
temini icrasını musib gördüğüm tedabir cümlesindendir.
Malumat-ı tarihiye- Harput, Romalılara ve Ceneviz'e kar­
şı kadim Ermenistan hükümetinin müstahkem bir kalesi idi.
Mens u b u B u l u nd u � u m Ma ' m u r e t ü ' l -A z i z V i l a y e t i H a k k ı nd a Lay l h.ı l ıs
Hatta Harput kelimesinin Ermenice Taşkale manasına olan
"karpet"ten muharref olması da maznundur. Araplar buna
"hısn-ı ziyad" derler. Malatya'ya gelince M ilattan 600 sene
mukaddem Yunan hükemasından M ilatos nam hakim tarafın­
dan inşa olunduğundan onun namına nisbetle Malatya adıyla
benam olmuştur. İkinci asr-ı hicrette Abbasilerden Mansur za­
manında Malatya Rumlar ve Harput Ermenilerden mücahidin-i
İslam himmetiyle feth ve teshir olunmuş bir zaman Arapların
bir aralık tavaif-i mühl kun bir müddet de Rum Selçuklarının
idaresinde kalmış ve Yıldırım Bayezid zamanında Timurtaş
Paşa marifetiyle memalik-i Osmaniye'ye ilhak kılınmıştır.

1 2 Eylül 9 2 0
(imza)
KoMiNTERN 'nEN
YUNAN HüKÜMETi 'NE
YAPILAN TEKLİF

Yunan Tarihçi Dimitri Kitsikis Türkçede Yunan Propagandası1


adıyla yayınlanan kitabında, 1 922 yılında Komintern temsilci­
sinin Yunan hükümet çevrelerine yaptığı bir öneriyi aktarıyor.
İçerik itibarıyla hem Mustafa Kemal hareketinin değerlendiril­
mesi, hem de ulusal soruna yaklaşım bakımından son derece
ilginç bu bölümü aktarıyoruz.

Yunan talepleri karşısında Rusya'nın durumu bilinmektedir.


Bolşevik ihtilali yüzünden Barış konferansına katılmamakla be­
raber Rusya, Mustafa Kemal hareketini silah ve para yardımıy­
la destekliyerek, Türkiye meselesinin gelişmesinde önemli rol
oynamıştır. Mustafa Kemal, Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin'e
gönderdiği 29 Kasım 1921 tarihli telgrafta şöyle diyordu: "Sadece
kendi zincirlerini kırmakla kalmıyarak, iki yıldan beri bütün
dünyayı hürriyetine kavuşturmak için örneği görülmemiş bir
mücadeleyi devam ettiren ve dünya üzerindeki zulme ebediyen
son vermek için aklın almıyacağı mahrumiyetlere şerefle katla-

Meydan Neşriyat, İ stanbul. Kitabın çevirmeni ve yayın tarihi belli değildir; s. 67-
70. Kitabın orijinal adı: Propagande et pressions en politique internationale: La
Grece et ses revendications ı:l la Conference de la paix 1919-1920. Burada dile getiri­
len Komintern temsilcisinin teklifi konusunda inceleyebildiğimiz arşiv belgeleri
arasında herhangi bir doğrulayıcı bilgi görmedik.
28 1 Komin tern, TKP ve Kür t isyanları

nan Rus milletine karşı Türk milletinin duyduğu hayranlığı size


bildirmekten büyük zevk duymaktayım.''2
Mustafa Kemal ve Lenin hükumetleri arasında, 16 Mart 1921
günü Moskova' da, bir dostluk ve kardeşlik andlaşması imzalan­
dı. Demek ki Sovyet hükumetinin, Anadolu Rumlarına şu ya da
bu şekilde yardımcı olması beklenemezdi. Böyleydi, ama bu böl­
gedeki Rus Bolşevik politikasının, gizli tutulan, önemli bir yönü
daha vardı.
Bu hususa, 1958' de Atina' da Yunanca olarak yayınladığı,
1900- 1924 yıllarını kapsayan Modern Yunanistan Tarihi adlı ese­
rinde [Fransızca orijinalde 5. cildinde] , komünist Yunan tarih­
çi Yani Kordatos şahitlik etmektedir. Hadise 1922'de, Gunaris
hükumet inin çekilmesinden ve 12 Mayıs 1922'de, yerini Stratos
hükumetine bırakmasından az önce geçmektedir.
O sırada işçi sosyalist (komünist) partisi sekreteri olan Yani
Kordatos'a bir gün bir adam geldi. Sovyet hükumetiyle Üçüncü
Enternasyonal'in temsilcisi olduğunu söyledi. Atina'ya, bir
İsveç pasaportuyla ve gizlice girmişti. Önce Zinovyev, Troçki
ve Çiçerin'in imzalarını taşıyan itimat mektubunu gösterdi. Ve
şunları söyledi: "Sovyet hükumeti Yunanistan'a, Anadolu'nun
işgali konusunda düştüğü çıkmazdan kurtulması için yardıma
hazırdır. Önce Mustafa Kemal'i maddi ve manevi olarak des­
teklemekten vazgeçecek, sonra da pek çok Hıristiyanın yaşadığı
Anadolu'nun sahil kısmında bir bölgenin bağımsız [Fransızca
orijinalinde özerk/otonom] kılınması için bütün nüfuzunu kul­
lanacaktır. Bu bölgenin bağımsızlığını [Fransızca orijinalinde

2 ı920 i le 1 922 arasında Türk-Rus münasebetlerine dair belgeler, İ ngilizce ola­


rak basılan International Affairs isimli Rus dergisinde 1958 Şubat'ında yayın­
lanmıştır. Aynı derginin 1 960 yılına ait 7 numaralı sayısında yayınlanmış olan
Frunze'nin 1 9 2 1 - 1 922 yıllarında Türkiye' deki görevine dair belgeler de ilgi çe­
kicidir. Nihayet bu derginin 1960 yılı 8 ve 1 0 numaralı sayılarında, 1 922 yılında
Ankara' da büyükelçilik etmiş olan Aralov'un hatıraları yayınlanmıştır. Bu kita­
bın Türkçe çevirisi: Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Çev. Hasan Ali Ediz,
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, 2010.
K o m i n t e rn'd en Y u n a n H ü k ü m e t i 'ne Ya p ı l a n T e k l if 129
özerkliğini/otonomisini] sağlamak için oraya, İsviçre, İsveç ve
Norveç askerlerinden kurulu, milletlerarası silahlı bir kuvvet
gönderilecektir. . . Bu desteğe karşılık Sovyet hükumeti, Yunan
hükumetince fiilen de olsa tanınmasını istemektedir."
Yani Kordatos "Bu teklifin beni şaşırttığını itiraf ederim, di­
yor. Bu dönüşün sebeplerini öğrenmek istediğimi söyledim. Ve
şu cevabı aldım: Mustafa Kemal hareketi bir kurtuluş hareketi­
dir ve şu ana kadar elimizden geldiği kadar destekleyişimizin
sebebi de, bu özelliğidir. Ama hareket başarıldıktan ve kesin
neticeye ulaştıktan sonra Türkiye' deki eski gerici kuvvetlerin,
beylerin ve paşaların, iktidarı yeniden ele geçirmiyeceklerine
dair hiçbir garantiye sahip değiliz. 1 908 Jön-Türk ihtilal hare­
keti örneği önümüzde duruyor . . . Şu anda Mustafa Kemal mil­
letinin saygısını ve sevgisini kazanmış durumda; ama, bir kaçı
müstesna, onu destekliyen generaller ve politikacılar gericidir.
Daha şimdiden elimizde, Fransız kapitalistleri ve emperyalist­
leriyle ilişkileri bulunduğuna dair işaretler değil, kesin deliller
var; yarın öbür gün, eğer bunlar harbi kazanır ve Yunanlıları
Anadolu' dan ve Trakya' dan kovarlarsa, başında Mustafa Kemal
bulunsun bulunmasın, Türkiye Batıya yönelecektir. Türkiye' de
burjuva sınıfı, memleketin yeniden kuruluşunu ve kalkınma­
sını tek başına yürütemiyecek kadar zayıftır. Reformlar yapa­
cak, ama bunun için Fransa ile İngiltere' den borç almaktan
ve minnet altına girmekten kurtulamıyacaktır; borcun, alanı
boyunduruk altına soktuğunu siz de bilirsiniz. İşte bu yüzden
biz, boş duygularla değil, fakat gerçekçi bir gelecek anlayışıy­
la Yunanlıların Anadolu' da kalmasını istiyoruz. Türkiye' deki
azınlıklar, bir yandan Balkanlar'ın ve Anadolu'nun bütünüyle
İslamlaştırılmasını engelliyen bir fren vazifesi görürken, bir
yandan da, taa 1770'ten düne kadar Balkan milletlerinin milli
kurtuluş hareketini besliyen bir kaynak olmuşlardır."
Yani Kordatos bu konuyu görüşmek üzere (Gunaris
hükumetinde Dışişleri görevini kabul edecek olan, o zamanki
30 1 Komintern, TKP ve Kürt isyanları

Sosyal İşler Bakanı) Andon Kartalis'e gitti. Konuyu öğrenen


bakan küplere bindi ve Bolşevikler hakkında öfkeyle şöyle hay­
kırdı: "Bu heriflerin kendileri açtır; yiyecek ekmekleri yok ...
Vakitleri geldi, beş altı aya varmaz Rus milleti bunları linç ede­
cektir." Kordatos durumu muhalefet (ama Venizelos aleyhdarı
muhalefet) lideri olan Niko Stratos'a da anlattı. Onun düşün­
cesi de şuydu: "Kabul ediyorum . . . Bugünlerde hükumeti de­
ğiştirmiş olacağız . . . " Ama Gunaris hükumetinin düşüşünden
sonra, [Fransızca orijinalinde Protopapadakis başkanlığında
Stratos-Gunaris koalisyon hükumeti] yeni hükümeti kuran
Stratos, [Fransızca orijinalinde üç gün sonra] Kordatos'u çağırdı
ve Sovyet delegesine gidebileceğini bildirmesini, zira bu aracılık
teklifinin Bakanlar Kurulu'nda fırtınalar kopardığını ve şahsen
de bir şey yapamıyacağını söyledi. Böylece, bu teşebbüs bir so­
nuca bağlanmadan kaldı.
ANADOLU,DA ULUSAL SORUN1

Lenin'e 1 Ocak 1922'de sunulduğu belirtilen Komintern Doğu


Şubesi'nin raporu, "ulusal sorun· konusuna Komintern'in ve
RKP(b)'nin 1920'1erin daha başlarındaki bakışını etraflı bir biçim­
de yansıtıyor. Ermenilere ve Rumlara yönelik değerlendirmelerin
yanı sıra Anadolu'daki Kürt isyanları bağlamında Kürt sorununu
da ele alıyor. TKP belgelerinde ele alınmayan Koçgiri lsyanı'yla il­
gili oldukça ayrıntılı bilgi veriliyor.

Geçenlerde Giresun (Kerasun' da) kentinde yayınlanan ve


"Trabzon ilinin ahalisini Türkler mi Lazlar mı oluşturuyor"
adını taşıyan broşürde yazar Osmanlı İmparatorluğu'nun çökü­
şü ardından gözyaşı döktükten sonra önsözünde şöyle diyor:

Değişik din, dil ve yaşam tarzına mensup halkların birleştirilme­


si yoluyla kurulan devletler er veya geç çökerler, çeşitli parçalara
bölünürler. (Örneğin Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya vb.)
"Bu çöküşü, parçalanmayı önlemek için bunları herhangi bir şe­
kilde aynı renkle boyamak gerekir; öyle yapılmalıdır ki, bunlar
birbirine benzesinler.

Rusya Devlet Siyasi Sosyal Tarih Arşivi'nde fon 5, op. 3 d. 630, sayfa 75-86' da
[Rusça] yer alan bu raporun Kürtlerle ilgili bölümü özetlenerek Mehmet
Perinçek'in Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt isyanları kitabında (s. 49-50) yer
almaktadır; Perinçek kaynak olarak RGASPİ f. 495, op. 1 54, d. 465a, yaprak 77-
80 olarak göstermektedir. Biz, Rüstem Aziz'in çevirisiyle belgenin tamamını
yayınlıyoruz.
32 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya nları

Kitapçığın yazarı etekleri zil çalarak atalarının "Gök


Türkler" ülkesinin gelişmesi için Müslümanlık ile Türklüğü bü­
yük bir maharetle birleştirdiğini hatırlatıyor. Bunun anlamı şu
atasözünde gizlidir: "Türkçe bilmeyen kişi Allah'tan korkmaz!"
Şimdi ise Müslümanlık etkisiz hale geldiğinden, Türkiye'nin ile­
ride daha da bölünmesini önlemek için birleştirici unsur olarak
Türkçülüğü öneriyor.
Geçmişle ilgili anılara ek olarak yazarın üzüntüsünü şu olgu
daha da artırıyor: Günümüzde Selanik bölgesinden İstanbul'a
gelen Türk'e Arnavut; halkının çoğunluğu Türklerden oluşan
Erzurum bölgesinden gelenlere Kürt; çok küçük miktardaki­
leri istisna, ezici çoğunluğu Türklerden oluşan Trabzon bölge­
sinden gelenlere Laz; halkının yarısını Türklerin oluşturduğu
Halep'ten gelenlere Arap diyorlar.
Yazar ne kadar kabul etmek istemese de Türkiye'de
Türklerden başka Kürtlerin ve Arapların, Çerkezlerin, Lazların,
Rumların, katliamdan kurtulan Ermenilerin de yaşadığını ka­
bul etmek zorunda kalıyor.
Ermeni sorunu dünya boyutunda yorumlanmakta ve soru­
nun çözümü Doğu Anadolu illerinin Türkiye' den ayrılması teh­
likesini yaratmaktaydı. Bu illerde yaşayan Ermenilerin sayısı 1
milyonu buluyordu, Türkiye Ermenistanı'nda ise toplam 3 mil­
yon kişi yaşıyordu.
Eğer 1892 yılı verilerine göre Anadolu nüfusunun 7.750.000
kişi olduğu, bunların %24'ünün Hıristiyan olduğu ve bir o
kadar da kendilerini Türk saymayan, kendilerine çeşitli adlar
veren Müslüman halkları olduğu göz önünde bulundurulursa,
Anadolu' da ulusal sorunun ne denli çetrefil olduğu anlaşılır.
Bu sorunu göz önünde bulundurmayı sistemli olarak red­
deden Osmanlı İmparatorluğu bunu ağır ödedi: İskenderun­
Musul hattının güneyindeki Araplar ve diğer halklar birbiri
ardından imparatorluktan ayrıldılar. Bu, iyi bir ders oldu sa­
nıldı, ancak Türkçülük çizgisi devam ettiriliyor. Anadolu halk-
Ana d o l u 'd a U l u ıa l Sorun 1 33
larını büyük devletçi milliyetçi kişiler kendi ellerinde tutmak
için şimdi de şu formülü öneriyorlar: "Türkçe bilmeyen kişi,
Allah'tan korkmaz! "
Anadolu şimdi İskenderun-Musul hattının güneyini yönet­
meyi düşlemiyor, Arabistan'ın ve Mezopotamya'nın bağımsızlı­
ğını tanıyor. Ne ki, ülke içinde ulusal sorunu çözüme kavuştur­
mayı düşünmüyor.
Ermeni sorununu daha fazla gündeme getirmemek gerek.
Böyle olmakla birlikte Milletler Cemiyeti Wilson'un lütufkar
aracılığıyla 6 Doğu ilinin Ermenistan ile birleştirilmesini karar­
laştırmıştır. Bu illerde Ermeni yok denecek kadar az. Birkaç yüz
kişi. Milletler Cemiyeti'nin Ermeni sorunu[nu] çözmesine kadar
kalanlar bu kadar, geri kalanlar ya katledilmişler ya da buradan
kaçmışlar.
Şimdi daha heyecan verici sorun Rumlar sorunudur.
Anadolu Rumları genellikle deniz kıyısı bölgelerde yaşamakta­
dır. Anadolu' da bunların sayısı yaklaşık 600.000 kişidir.
Özellikle ticaret sınıfını oluşturan Rumlar Türklerin ege­
menliğinden kurtulma ve Karadeniz'in Anadolu kıyılarında
bağımsız Rum Cumhuriyeti kurma düşüncesini kalplerinin
derinliklerinde korumuşlardır. Rumların tarihi Karadeniz'le,
"Pontus" adıyla bağlıdır. Bu hareketin yandaşlarına bu neden­
le Pontusçular deniyor. Bu burjuva hareketine karşı uygulanan
baskı, Rum köylülere de yaygınlaştırılmıştır. Bu arada bu baskı­
lar Türk-Yunan cephesindeki duruma ya da herhangi bir Pontus
örgütünün ortaya çıkartılmasına bağlı olarak artıyor veya aza­
lıyor. Örneğin cephede Yunanların başarı göstermeleri sonucu,
Rumlar üzerinde Demokles kılıcı sallanmaya başladı. Samsun
bölgesinde de köyler ateşe verildi, yakılıp kül edildi. 15 ile 55
yaş arasındaki Rumlar yığınlar halinde ülkenin iç bölgelerine
göç ettirildi. Birçokları dağlara, ormanlara kaçtılar, orada çe­
teler oluşturdular, kendilerine karşı askeri güç gönderilmesine
yol açtılar.
34 1 r ım in tern, TKP ve Kü rt isya n/an

Tüm baskılar Rum donanmasından "Kilikiş" [?] ve "Averof"un


Anadolu limanlarına gelmesi ve abluka uygulamasıyla bağlı ola­
rak Karadeniz kıyılarında Rum ayaklanmasının başlamasından
korkulduğu için yapılmıştır.
Ülke içine gönderilen Rumların işçi ve yolcu taburları kura­
cakları sanılmıştır. Askere alınan Rumlara silah verilmemiştir;
bu silahların bunları verenlere karşı kullanılmasından korkul­
muştur.
Rum ahaliye karşı zorbaca davranılarak göç ettirilirken ki­
liselere ve buralardaki din görevlilerine dokunulmamıştır. Bu,
Türklerin başka dinlere karşı hoşgörüsüz davrandıkları yolun­
daki haberleri yalanlamaktadır.
Türk egemen çevreleri Ermeni ve Rum sorunlarını
Türkiye'nin organik iç sorunları saymıyorlar ve bu nedenle bu
sorunlar keyfi olarak çözülüyor, olguların gösterdiği gibi gad­
darca, hınçla çözülüyor.

il

Aynı dine bağlı Türk halklarıyla ilgili ulusal sorunun diğer


yanına gelince, Türkler Türkiye'nin ulusal kurtuluş savaşı ver­
diği bir anda bu sorunun ortaya konmasının mümkün olmadı­
ğını savunuyorlar.
Ne var ki yaşamın kendisi bu sorunları önümüze koyuyor,
Anadolu' daki aralıksız Kürt ayaklanmaları açık olarak buna ta­
nıklık ediyor. Yaşam bu sorunları öylesine sert biçimde ortaya
koyuyor ki, bunları sadece Sultan Hamit ve Mustafa Kemal his­
setmekle kalmamış, ayaklanan Kürtlere karşı savaşta ölen gü­
nahsız askerler de hissetmiştir.
Türk köylüleri sultanın politikasının ve onun taklitçilerinin
kurbanı olmuşlardır. Özerklik sağlamak için ayaklanan Kürtler
şimdilik buna kurşunla karşılık alıyorlar. Ayaklanma Türk ulu­
sal hareketine ihanet olarak kabul ediliyor, çünkü şimdi tüm
Ana d o l u 'd a U l u �d l �oru n 135
Anadolu' daki bilgi şudur: "Türkiye'nin tüm güçleri Yunan
Cephesi'ne! "
Kürt sorununun çok yıllık tarihi vardır. Kürt sorununa
Abdül Hamit tarafından dostça çözüm bulunması yönünde de­
nemeler olmuştur. Kürtlerin ayrılması için çalışmalara katılmak
üzere Kürtler Paris'e, Avrupa'ya delegasyonlar göndermiştir. Ne
ki Kürt sorunu Kürtlerin ve Türk İstanbul Hükümeti'nin kendi­
lerine özgü nedenler yüzünden çözüme kavuşmamıştır. Tüm bu
çalışmalar şu veya bu şekilde politika olarak kalmıştır.
Kürtler bağımsızlık isteklerinde az kültürlü oldukları, po­
litik bilince sahip olmadıkları ve sürekli iç kavgalar nedeniy­
le birlikte hareket edememişlerdir. Kürt aşiretleri (boyları),
inançları ve yaşam tarzları bakımından birbirinden farklıdır­
lar. En uzlaşmaz olanlar Dersim bölgesinde, Mamuret-ül Aziz
(Harput) ilinde yaşayan Kızılbaş Kürtlerdir. Harput ilinde ya­
şayan ve son yıllara kadar Osmanlı hükümetine bağlı oldukla­
rını kabul etmeyen bu grup oldukça büyük. Ancak son zaman­
larda Osmanlı hükümeti Dersim Kızılbaşlarının olağanüstü
durumuna son verme kararı almıştır. D ersim Kızılbaşları
Osmanlı hükümetine karşı hiçbir yükümlülük taşımıyorlar­
mış, vergi ödemiyor, askere gitmiyorlarmış. Osmanlı hüküme­
ti hiçbir sonuç elde edememiştir. Kızılbaşlar bastırılamamıştır,
yıldan yıla yinelenen ayaklanmaları günümüze kadar gelmiştir
ve şimdi Anadolu hükümetinin Antant devletlerine karşı ver­
diği savaş nedeniyle oluşan zor durumda ülke içinde iç cephe
açarak A nkara hükümetine çok büyük zorluklar yaratıyorlar.
Ayaklanma bu yılın (1920) Nisan ayı başlarında başladı.
Başlangıçta büyük başarılar sağlandı. Tüm Mamuret-ül Aziz ili,
Zara kenti, Sivas kenti, Sivas ili ele geçirildi. Doğu Cephesi'nden
iki tümeni çekerek Nurettin Paşa komutasında Kürtlere karşı
cephe açılması Kemal Paşa'nın cephe gerisi için ciddi bir tehlike
oluşturuyordu. Meşhur Osman Ağa'nın çeteleri de bu cepheye
36 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya n ları

gönderilmiştir.2 Kürtler Şebin Karahisar'a yaklaşmışlar, oradan


Osman Ağa'nın çetelerinin bulunduğu liman kentleri Ordu ve
Giresun'a hareket etme kararı almışlar. Doğu Anadolu'yu Batı
Anadolu ile (Erzurum, Sivas, Ankara) bağlayan çok önemli bir
yolu kesmişlerdir.
Ayaklanma Sivas ilinde Nurettin Paşa'nın muvazzaf orduları
tarafından büyük bir sertlikle bastırıldı. Birçok köy yakıldı, yı-

2 Bu konuyla ilgili yayına Veysel Usta ile Mustafa Çulfaz'ın hazırladıkları Osman
Fikret Topallı'nın Müdafaa-i Hukuk ve istiklal Harbi Tarihlerinde Giresun kita­
bında (Trabzon: Serander Yayınevi, 2017) "Kürdistan'a Hareket ve Kürdistan'da"
ve "Kürtlerle Müsademe ve Muharebe" başlıkları altında şu bilgiler yer alıyor:
" [Giresun Gönüllü] Tabur avdeti nde Giresun Alayının 4. milis taburu olmuştu.
Ve Osman Ağa kumandanlığına tayin edilmişt i . [ . . ] Kürdistan'da başlam ış olan
.

isyan hareketleri de bu sı ralarda artmıştı. Gittikçe daha tehlikeli bir şekil alıyor
ve o havaliye civar mahalden sevkiyat başlamış bulunuyordu. Nureddin Paşa
merkez orduları kumandanı olarak bu isyanı tenkile memur idi.
İşte bu günlerde alay kumandanı ailesinin tedavisi için Trabzon'a gitmişti. Alaya
Osman Ağa bakıyordu. Bir gece Müdafaa-i Milliye Vekaleti'nden gayet müstacel
bir şifre geldi. Bunda Gönüllü Taburunun derhal Kürdistan'a hareketi emr olu­
nuyordu. 24 saat içinde ve her tarafta kar, fırtına olmasına rağmen seferberlik
bitti ve 11 Mart 192I'de Osman Ağa 652 mevcutlu taburuyla [ . ] hareket ettiler.
. .

Tabur [ . . . ] Refahiye Kazası'na ulaşmıştır. Tabur orada Erzincan' dan mülazım-ı


evvel Cemil Bey kumandasında ve efradıyla beraber gelmiş iki cebel topunu aldı.
Beraberinde götürdüğü dört tane de mitralyöz vardı.
Tabur Refahiye' de iken Taşdibi'nde süvarileriyle İshak Efendi kumandasında
olan 3. Bölük, Refahiye ve Dersim Kürtlerinden müstakil bir akın müfrezesinin
baskınına uğradı. Böylece başlamış olan müsademe devam ederken bölük bo­
zulmaya başladı. Bu sırada d iğer bölüklerin yetişmesiyle bozulan bölük toplandı
ve muharebenin neticesinde Kürt Mahmut Bey çetesi bozulup firara başladılar.
Tabur takip ederek Çırakgediği'nden Koçgiri Çengelli Dağı, Kızıldağ, Çitova mü­
sademeleriyle Ümraniye'ye vardılar. Bu takipte asilerin Dersim süvarileri Refa­
hiyelileri bırakıp Dersim havalisine doğru savuşup gittiklerinden miktarları az
olan Refahiye asileri ve Ümraniye ve civarından aldıkları yardım kuvvetleriyle
yine muharebeye başladılar. Ümraniye'nin Görünmezkale mevkiinde müsademe
şiddetlendi ise de, asiler binnetice firar ettiler. Takiplerine devam olundu. İsyan
mıntıkasındaki diğer kıtalarımızın da her taraftan yaptıkları tenkil hareketleri
sonunda asiler tamamıyla tenkil edilir ve Nisanın 24. günü Kürdistan harekatı
Ümraniye mıntıkasında bitti. Tabura Suşehri'ne hareket emri verildi ise de, ikinci
bir emirle Kemah'a konuşlandılar. Yaralı ve şehitlerimiz; şehit, bir topçu zabiti ve
topçu çavuşundan başka olarak.
Kürdistan harekatında taburun müteyakkız harekatı neticesi olarak Refahiye,
Ümraniye ve civarlarındaki müsademe ve muharebelerde taburun şehidi 15 ve
yaralısı da hemen o kadardı. Görünmezkale' deki müsademede tabur kumandanı
Osman Ağa'nın -yedekte iken- atı da vurulup ölmüştür." (s. 351-352).
Ana d o l u 'd a U l u s a l S o r u n 1 37
kıldı. Buralarda yaşayanlar katledildi, ancak ayaklanma sona er­
dirilemedi, yalnızca ileri bir tarihe ertelendi, ayaklanmanın mer­
kezi Dersim' de operasyonlar devam etti. Haziran ayında yakla­
şık 30 bin isyancının yer aldığı Kürt cephesinde Türklerin zor
durumda kalması nedeniyle Türk komutanlığı Kürtlere ateşkes
önerdi. Kürtler bunu kabul etmek için şu koşulları ileri sürdüler:
1. Türkler yakıp yıktıkları köylerin yeniden kurulması için
50.000 Lira ödeyecek.
2. Öldürülenlere karşılık olarak çetelerin başı Osman Ağa
kendilerine teslim edilecek.
3. Erzincan' da bulunan Rus mülteci subayları kendilerine
teslim edilecek (Kürtler onlardan uzman olarak yararlanmak
istiyorlardı).
Koşullar kabul edilmedi ve savaş yeni bir hızla yeniden baş­
ladı. Bu durum Kazım Karabekir'in savaşlarda en çok çelikleş­
miş bir tugayının daha bu bölgeye çekilmesine yol açmıştır.
Ayaklanmayı Dersimli Kızılbaşlar başlatmış ve bunlara Batı
Kürdistan' da yaşayan tüm aşiretler (boylar) de katılmıştır. Bitlis
ilindeki Kazı Varta [Muş Varto?] ve Malatya bölgesinde bu köy­
lerin sayısı 1 1 2'yi buluyordu.
Türk topraklarında yaşayan Kürtlerin sayısı 1 . 500.000 kişiyi
bulmaktadır. İllere göre dağılışı şöyledir:
Diyarbakır ili 320.000
Bitlis ili 1 30.000
Van ili 170.000
Musul ili 250.000
Erzurum ili 350.000
Harput ili 1 30.000
Süleymaniye sancağı 1 30.000

Günümüzde Dersim Erzurum ilinden ayrılarak Harput


(Mamuret-ül Aziz) iline katılmıştır.
38 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya nları
Batı Kürdistan' da yaşayan Kızılbaşların sayısı 300 bin kişiyi
bulmaktadır.
7 milyonluk Anadolu halkının 1 . 500.000'ini oluşturan
Kürtler kendi aralarında anlaşmazlıklar olmasa amaçları­
na kolayca ulaşabilirlerdi. Bu anlaşmazlıklar, inançlarındaki
farklılıklardan doğmaktadır. Örneğin Kızılbaş Kürtler, yarı
Hıristiyan yarı Müslüman bir görüşe sahipler. Yezidiler de ta­
mamen kendine özgü bir akım oluşturuyor. İnançlardaki bu
farklılıklar, bunların çeşitliliği hakkında konuşabilmek için he­
nüz yeterince incelenmemiş olan bu inanç farklılıkları Kürtler
arasında uzlaşmaz çelişkiler doğuruyor.
Bütün bunların ötesinde Kürtlerin kendi amaçlarında birlik
ve belirginlik yok. Kemal Paşa yukarıda belirttiğimiz ayaklan­
mayı bastırma yöntemlerinin yanı sıra manevi etki önlemlerine
başvurmak zorunda kalmıştır. Bu amaçla Kürtler arasında meş­
hur olan Dersimli Diyap Ağa'yı, Büyük Millet Meclisi üyesini,
yaz sonunda da meşhur Şeyh Senusi'yi bu bölgeye göndermiş­
tir. Şeyh Senusi'ye verilecek bazı ödünler karşılığında Kürtlerin
ayaklanmaya son verme koşullarının belirlenmesini sağlama
görevi verilmiştir. Bu yarım yamalak önlemlerin bir sonuç verip
vermeyeceğini gelecek gösterecek. Şimdilik Kürtlerin ayaklan­
maları aralıksız olarak devam etmektedir.

111

182 1 yılında (Türk takvim sistemi) derlenen Türkiye istatis­


tiklerinin 202. sayfasında şöyle deniyor:
Lazlar, dilleri, gelenekleri, hakları, yetkileri, tüm yaşam tarzla­
rıyla Türklerden farklıdırlar.
Şakir Şevket Bey Trabzon Tarihi adlı eserinin 104. sayfasında
şöyle diyor:
Kemer na mahallden Çoruh Nehri'ne kadar 'Uzistan' sayılur. 3

3 Transliterasyonu İsmail Hacıfettahoğlu tarafından yapılıp Trabzon Belediyesi Kül­


tür Yayınları tarafından Temmuz 200l'de Trabzon Tarihi adıyla yayınlanan Şakir
A n a d o l u 'd a U l u s a l S o r u n ) 39
Böylece Laz halkı, özgün bir halk, tüm hatlarıyla Türk hal­
kından farklı bir halktır. Böyle olsa da Türkler, savaşkanlı­
ğı, yurtseverliği vb. Türklerden miras edinen aynı Müslüman
Türkler olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Öte yandan Lazlar,
Türklere gizli bir düşmanlık, kin besliyorlar. Lazlar muvazzaf
orduya alınmıyorlar. Laz çeteleri Türk köylerine ve askeri birlik­
lere saldırılar düzenliyorlar.
İnandıkları din dışında Türklerle köklü farklılıklar taşıma­
larına karşın Türkler Lazların özgünlüğünü kabul etmiyorlar.
Bu açıdan şu olgu çok tipiktir: Bu görüş sadece devlet organları
tarafından değil, aynı zamanda Türkçülüğün ideologları tara­
fından Türkofil yapıtlar yazan, Türkiye sınırları içindeki tüm
milletlerin özgünlüklerini düzlemek isteyenler tarafından da
savunuluyor. Trabzon bölgesinde 200 bin Laz yaşamaktadır, ya­
yınlanan kitapçıklarda bu sayı 50 bin olarak gösterilmektedir.

iV

Kafkasyalılar da Türkiye' deki ulusal azınlıklar kapsamı­


na girmektedir. Türk hükümeti bu savaşkan insanları ülkesi­
ne yerleştirerek bir zamanlar Rusya'ya karşı, bezdirici Kürt ve
Araplara karşı, güven duygusu yaratmayan Hıristiyanlara karşı
güçlü bir kale oluşturmayı amaçlayarak bunlara büyük umutlar
bağlamıştır. Kafkasyalılar da doğdukları bölgeleri terk ederek
gerçek İslam ülkesi sandıkları yeni vatana yerleşerek, mümin­
lerin başı Sultandan büyük bir misafirperverlik ve cömertlik
bekleyerek pembe hayaller kurmuşlardır. Bu hayaller boş çık­
mıştır. Türk egemen çevrelerinin yardım etmemeleri, daha ilk
adımda Kafkasyalıları zor durumda bırakmıştır. Rus hükümeti
tarafından yapılan ve Kafkasyalıların Türk-Rus sınırından 400

Şevket'in bu çalışmasında yer alan açıklama şöyle (s. 101): "Zikr olunan 'Kemer'in
önünde delik bir taş bulunub kayıklar bunun içinden mürur u ubılr eylemekde
olduğundan ya'n i taş kemer şeklinde bulunduğundan oraya 'Kemer' ismi verilmiş
ve bu kazanın civarında Eski Trabzon namıyla bir mahall dahi bulunmuşdur."
40 1 Ko min rern, TKP ve Kü r r isya nları

km uzaklığa yerleştirilmeleri önerisi, bunların durumunu daha


da zorlaştırmıştır. Doğdukları ülke sınırlarından çok uzaklara
gönderilen Kafkasyalılar, kendilerini aldatılmış saymışlar ve
ilk zamanlarda itaatsizlik göstermişlerdir. Bu durum yönetici
çevrelerin onlara karşı sert ve enerjik önlemler almasına yol aç­
mıştır. Çeçenler, Lezgiler vb. diğerleri yerleştirildikleri yerlerde,
yerli halkla anlaşamamış, iyi geçinememiş, aralarında çatışma­
lar çıkmış ve bu durum yönetici çevrelerin müdahalesini gerek­
tirmiştir. Özellikle Diyarbakır bölgesinde bunların Araplarla
çatışması bir zamanlar çok sert olmuştur. Böylece yöneticiler bu
yabancılardan sıkıntı çekmişler, gelen bu yabancılar da çok geç­
meden Türklere bağladıkları umutlar suya düştüğü için hayal
kırıklığına uğramışlardır. Bunlardan birçoğu, yaklaşık %40'ı
göç sırasında ve yeni yerlere yerleştirilme sırasında ölmüştür.
Kafkaslara geri dönmeyi denemişler, ancak pek azı bunu başa­
rabilmiştir.
Yılların geçmesiyle bu anlaşmazlıklar yatışmıştır, nitekim
bu gelişmeler Kafkasyalıların durumuna ve Sultan hükümeti­
ne karşı tutumlarına etkide bulunmuştur. 1877- 1878 yılların­
daki savaş kampanyası sırasında Türk hükümeti mükemmel
at kullanan bu süvarilerden yararlanmayı düşünerek yeniden
bunlara umut bağlamıştır. Gerçekten de değişik boylardan
oluşan bir süvari kolordusu kurmayı başarmıştır ve bu süvari
alaylarının hem Avrupa' da hem de Asya' da büyük yararlılıkları
görülmüştür. Ne ki hükümet çok daha büyük beklentiler içinde
olduğu için bu yararlılıkları gereği gibi değerlendirmemiştir.
Hükümet, Kafkasyalı süvarilerin etkinliğinin niteliğinin askeri
operasyonların gidişatına bağlı olduğunu gözden kaçırmıştır.
Genellikle Türkler bu olaya son derece tarafgirlikle yanaşmış­
lardır, kimi özel durumları genelleştirmişlerdir. Musa Paşa'nın
(Kundukhov) Benliahmet yakınlarındaki başarısızlığını ge­
nelleştirmişler ve Türkler Çerkezlere güvenlerini yitirmişler,
bu durumu da onlardan gizlememişlerdir. Tüm bunlar, Türk
Ana d o l u ' d a U l u s a l S o r u n 1 41
ordusunun başarısızlıkları, kampanya sırasında ortaya çıkan
bizzat hükümetin başarısızlıkları, bu hassas ve onurlu tutumu
kesinlikle Türklere karşı çevirmiştir. Sadece Çerkezler istisna,
Kafkasyalıların ezici çoğunluğu şimdi Türklere sempati besle­
miyor. Kültürel gelişmişlik bakımından kendilerini Türklerden
aşağı görmeyen Kafkasyalılar ile Türkler arasındaki geçimsiz­
lik her yerde gözlemleniyor. Değişik milletlerden Kafkasyalılar,
her zaman kendi aralarında belli bir dayanışma gösteriyorlar.
Bu, özellikle çok sayıda kişinin yer aldığı subaylar ve memur­
lar arasında açık olarak görülmektedir. Kafkasyalıların en
yoğun olarak yerleştikleri yerler Sivas ili, Doğu Kürdistan ve
Diyarbakır ilidir.

Türkler ile öteden beri bu topraklarda yaşayan birçok millet:


Rumlar, Ermeniler, Kürtler vb. arasında düşmanlığın temelinde
ne yatıyor?
Bunun birçok nedeni var, ancak belli başlıları şunlar:
1) Batı sermayesinin Türkiye'yi tamamen boyunduruk altına
almak için bu ülkede uyguladığı ayrıcalıklı ekonomi politikası.
2) Türkiye'nin uyguladığı ayır-buyur ilkesine dayalı politik
sistem.
Daha ayrıntılı olarak bu şu anlama gelmektedir:
1. Avrupalı tüccarlar Türkiye' de kapitülasyon haklarına da­
yanarak Türklere kıyasla bir dizi ekonomik ayrıcalığa ve avan­
taja sahiptiler. Bu ayrıcalıklar, bu avantajlar o kadar büyüktü ki,
Türk burjuvazisinin yabancı sermayedarlarla rekabet etmesine
olanak vermiyordu. Bu durum birçok Türk vatandaşını "yabancı
marka" olma ve avantaj elde etmeye itiyordu. Ermeni ve Rumlar
bu bakımdan çok başarılıydılar, bir zaman sonra Anadolu' da
tüm ticaret onların eline geçti. Yerli burjuvazi buna elbette nef­
retle karşılık verdi, bazen saldırıda bulundu.
42 1 Ko mi ntern, TKP ve Kü rt isya nları
Türkiye Büyük Millet Meclisi de Rumların ve Ermenilerin
Meclis'e girmelerine izin vermemiştir, onlara oy kullanma hak­
kı tanımamıştır.
2 . Ayır-buyur politikası yeni değildir, ancak bu politika
Türkiye' de gerçeğin en yeni bulgularıyla birlikte uygulanıyor­
du. Sultan hükümeti, Kürtleri atlı cezalandırma birliklerinde
kullanılacak muazzam bir malzeme olarak görüyordu ve tüm
gücüyle sadece çevrelerindeki diğer milletler ile Kürtler arasın­
da değil, aynı zamanda değişik Kürt aşiretleri arasında da anlaş­
mazlıklar, kavgalar çıkarmak için çalışıyordu. Böylece tümünü
kendi etkisi altında tutuyordu.
Lazlara yönelik olarak da aynı politika uygulanıyordu.
Mustafa Kemal hükümetinin Sultan hükümetinden aldığı
miras işte budur. Mustafa Kemal hükümeti bu kahrolası geçmi­
şe son vermek, bunun izlerini ortadan kaldırmak için ne yap­
mıştır? Hiçbir şey yapmamıştır! Devlet tulumbası, karşılığında
hiçbir şey vermeden her şeyi emiyordu. Eski uzlaşmaz çelişkiler
ve tartışmalar devam ediyordu ve sonuç veriyordu. Kürt ayak­
lanması, Ermeni katliamı, Rumların dövülmesi, Türkiye' de
ulusal sorunun başlıca aşamalarıdır. Büyük Millet Meclisi hü­
kümeti ise, Türkiye' de ulusal sorun diye bir şey olmadığını ileri
sürüyor. Sivas Kongresi'nin şiarı şuydu: Kendi kaderini kendi
belirleme hakkı olmayacak, ancak yerel özerklik olabilir. Öyle
görünüyor ki, bu acıklı gelişmeler daha uzun süre tarih sayfala­
rını süslemeye devam edecek.
KoMİNTERN YÖNETİMİNİN
TÜR KİYE 'DE ÇALIŞMA TEZLERİ1

Bilal Şen'in (27 Kasım 1920-19 Aralık 2017) RGASPİ arşivinde bula­
rak Türkçeye çevirdiği aşağıdaki tezler ve taktik ilkeler, içeriği iti­
barıyla 1 92 2 yılını ele alırken ilk hareket noktasını oluşturmaktadır.
Kü rt isyanı'nın da değerlendirildiği bu tezlerde tarihsel sürecin ve
m evcut koşullardaki güç dengelerinin analizi yapıldıktan sonra şu
sonuca varılıyor: " Komintern, Türkiye'deki itilaf devletl eri karşıtı ve
Sovyet Rusya ile ardıcı! olarak ittifaka yönelen tüm parti ve grup­
ları d estekl e meyi kendi önüne ödev koyar. Bu doğrultuda başa­
rılı çalı şmanın gerekli koşulları; Komintern'in Tü rkiye bölüm ünü,
TKP'yi konsolid e etmek [tahkim etm ek], onun Tü rkiye'nin geniş
eme kçi kitleleriyle bağlarını sağlam laştırmaktır. TKP, ancak bunu
başararak, t ü m devrimci m ü cadelenin yönetimini kendi eline ala­
bilir." Daha sonra başta Ankara hüku m etini desteklemek olmak
üzere bir dizi taktik ilke ve örgütsel görev tespit ediliyor.

Birinci Dünya Savaşı sonucunda Orta Avrupa bloğunun ba­


şarısızlığı, eski Osmanlı İmparatorluğu ülkelerinde devrimci
gelişmeye çok elverişli koşullar yarattı.
"İttihat ve Terakki" Partisi'nin, (yani) Enver Paşa
Türkiyesi'nin yenilgisi ve daha sonra da Sevr barışının sonu­
cu, bağımsız Türkiye'nin aslında ölümü demekti. Gerçekten de

1 RGASPİ, f. 5, op. 3, d. 630, s. 1 1 9 - 1 2 7 [Rusça] . Türkiye' de ilk kez yayınlanmaktadır.


44 1 Ko min cern, TKP ve Kü r r isya n la rı
onun canlı bedeni, galip devletler, İngiltere, Fransa, İtalya ve
onların Balkanlar uydusu Yunanistan arasında bölüşülmüştü.
İstanbul, gerçekte Müttefik orduların esiri ve hayali devle­
tin biçimsel sahibi bulunan Sultanın oturduğu başkentti. Suriye
ve Kilikya Fransız bölgesi; Mezopotamya (Irak) İngiliz sömür­
gesi; İzmir, Yunanistan vilayeti; Adana, İtalya'nın nüfuz alanı
vb., vb. olmuştu. (İşte) Sevr' de, İstanbul'un iktidarsız Ferit Paşa
hükumeti delegelerine dikte edilmiş olan (plana göre) Türkiye
devlet yapısının parçalanmış tam tablosu.
Ne var ki bu hesap, ev sahibi göz önüne alınmadan yapıl­
mıştı. 1 2 yıl sürmüş olan savaş boyunca yoksullaşmış ve yı­
kıma uğramış Türkiye emekçi kitleleri hesaba katılmamıştı.
(Öyle ki) Bu kitlelerin kendilerini savunma mücadelelerinde
gösterdikleri direnç ve güç, "vasiler"ce h iç beklenmemişti. 1 9 1 9
yılı başındaki mütarekeden hemen sonra, Doğu Anadolu' da,
Erzurum' da ve diğer illerde, Müttefik işgalcilere karşı köylü
ayaklanmaları başladı ve bunlar Batı illerine de kolayca ya­
yıldı. Bu direnç, yalnızca, o andaki askeri ve siyasi baskıdan
kaynaklanmıyordu. Köylüler, ayrıca ürünlerini satabilmek
ve hammaddelere kavuşabilmek amacıyla, 5 [4] yıllık Dünya
Savaşı boyunca limanlara konmuş olan ablukanın kaldırılma­
sına gereksinim duyuyorlardı.
Köylü kitlelerinin bu hareketi yerel nitelik taşıyordu. Bu ha­
reketin bağımsız Türkiye'nin doğuşu için, geniş ulusal harekete
dönüşmesi için, ona, savaş yıllarında hızla palazlanan şehir ve
köy Türk burjuva çevresi ile aydınlar ve Mustafa Kemal'in ba­
şında bulunduğu askerler grubu katıldı. 1919 yılı sonlarına doğ­
ru yapılan Erzurum ve Sivas kongrelerini izleyerek hareketin
asgari programı formüle edildi. Bu programın hareket noktası,
Kemal 'e göre, Türkiye devletinin kuruluşu idi. 1920 başlarında
İstanbul' da Meclis-i Mebusan'ın dağıtılması bu kuruluşa yar­
dım etti, Ankara'yı ve Ankara Hükumeti'ni doğal merkezi yaptı.
Bu andan sonra, kendi varlığını korumak için, Türk halkının
K o m i nt e r n Y ö ne t i m i in T ü r k i y e ' d e Ç a l ı } rna ı .. ı ı .. ı ı l 4S
giriştiği devrimci savaşım, eski Türkiye'nin harabeleri içinden
çıkmış olan Ankara devletinin Anadolu' da yürüttüğü savaş ha­
lini aldı.
Kemalistlerin kötü donatılmış ordusunun, Müttefik müf­
rezelerle ve mükemmel teçhizatlı yüz binlik Yunan ordusuyla
savaşlarındaki başarıları, büyük ölçüde, galip Müttefik blo­
ğunda birliğin yokluğundan ve oradaki anlaşmazlıklardan ile­
ri gelmektedir. İtalya oldukça çabuk, İngiltere ve Fransa' dan
uzaklaştı. O, Adana ve diğer yerlerdeki her türlü biçimsel hakla­
rından vazgeçip ekonomik kazanımlar elde etme yolunu izledi.
İngiltere ve Fransa ise, işgal bölgelerinde birbirlerine tuzak kur­
dular. Hem de bu girişim hep İngiltere' de kaldı. Belli başlı siyasi
komploları, Suriye ve Kilikya' da olduğu gibi, ayaklanmaları
ayarlayan hep İngiltere idi. Bu yüzden Fransa yüz milyonlarca
frank, on binlerce asker kaybetti. Bunun sonunda haydutluk­
lar ve İngiliz çömezi "Emir Faysal"ın yardakçılığı büyük ölçü­
de gelişti. Bu türden entrikacılığa, Fransa da başvurdu. Petrol,
Fransa'yı İngiltere' den daha az ilgilendirmiyor.
Fransa, İstanbul' daki durumdan da memnun değil. Fransa,
İstanbul' da İngiltere'nin fiili tam hakimiyetine karşı çıkı­
yor. Genellikle iki büyük İtilaf devleti yarış içinde. Fransa bir
dizi ekonomik avantajından vazgeçmek zorunda; özellikle de
Kilikya'yı tahliye etmek mecburiyetinde. Bu bozgun, Fransa'yı,
Sevr Antlaşması'nı İngiltere'nin aleyhine ve Yunan ordusunun
bitkinliğini artıracak bir biçimde "gözden geçirme" yoluna itti.
Fransız delegasyonunun (Franklin-Buyon) Ankara ile bağıtladı­
ğı son antlaşma, söz konusu politikanın en önemli aşamasıdır.
Aktif İngiliz emperyalizmi, eski Osmanlı İmparatorluğu'nu
zapt etmeyi kendi önüne bir görev olarak koymuş. Ayrıca
İstanbul-Bağdat demiryolunun önemli yerlerini, Cebelitarık­
İstanbul-Süveyş denizyolu limanlarına da sahip olmayı planla­
mış. Bu durumda Akdeniz İngiltere'nin bir gölüne dönüşecek.
(Bu nedenledir ki, İngiltere, Kemalist Türkiye'ye karşı, oldukça
46 1 Komin tern, TKP ve Kü rt lsyo nlorı

uzun bir zaman, düşmanca ve uzlaşmaz bir politika izlemiştir.)


Onun Yunanistan'ı desteklemesi, Kürt ayaklanmasını örgütle­
mesi, aynı zamanda Müslüman dünyasının başına kendi uşağı
Emir Faysal'ı getirmeyi deneyerek, halifeliği kendi himayesinde
diriltmeye çabalaması ortadadır. Bu durum karşısında burjuva
Fransa, kendi emperyalist emellerini daha dar bir alanda ve is­
ter istemez Franklin-Buyon antlaşmasıyla sınırlıyor. Fransa'ya,
bu antlaşmayla, yalnızca Suriye bırakılıyor. Kemalist hükumet,
orada "İslam propagandası yapmaktan vazgeçiyor". Ancak bu
konuda, İngiltere'yle ilgili olarak, onun nüfuz alanı olan Irak'ta,
hareket serbestisini tam olarak koruyor.
Türk ulusal devrimi açısından, Fransa'yla antlaşma, bilinen
koşullar içinde, üstün yabancı güçler karşısında zorunlu geri
çekilme olabilir. Bu da kitlelerin yorgunluğuyla ve bu yüzden
barışçı sloganlar arkasına kolayca katılmalarıyla açıklanabi­
lir. Ama Kemalist hükumetin yaptığı zikzaglarda, onun İtilaf
devletleri önünde artık boyun eğdiğini gösteren belirtiler de
ortadadır. Sovyet Rusya ile müttefiklikten ayrılma ve gelecekte
silahı ona karşı çevirmeye hazırlanma, ulusal devrim hevesleri­
nin hepsini iflasa götüreceği kesindir.
Bu iflası önlemek, ancak yeni Türkiye'nin Sovyet yönelimini
sağlamlaştırmakla olanaklıdır. RSFSC ile Türkiye arasında, 21
yılı Martında bağıtlanan ve daha sonra da Kafkas Sovyet cum­
huriyetleriyle imzalanan sözleşmelerle kurulan ittifakı ileride
daha da pekiştirmekle mümkündür.
Türk halkının ulusal kurtuluş hareketi, emperyalist devletle­
rin (başta İngiltere olmak üzere) isteğine rağmen muzaffer ola­
bilir, ama onlarla uyuşma sonucu değil. Yeni Türkiye'nin biricik
müttefiki, her zaman ve yalnızca büyük Sovyet Federasyonu
olacaktır.
Bu duruma göre (Komintern), Türkiye' deki İtilaf devletleri
karşıtı ve Sovyet Rusya ile ardıcıl olarak ittifaka yönelen tüm
parti ve grupları desteklemeyi kendi önüne ödev koyar. Bu
Ko m i n t e r n Y ö n e t i m i i n T ü r k i y e ' d e Ç a l ı ş m d l e ı l l' ı ı 1 47
doğrultuda başarılı çalışmanın gerekli koşulları; Komintern'in
Türkiye bölümünü, TKP'yi konsolide etmek [tahkim etmek] ,
onun Türkiye'nin geniş emekçi kitleleriyle bağlarını sağlamlaş­
tırmaktır. TKP, ancak bunu başararak, tüm devrimci mücadele­
nin yönetimini kendi eline alabilir.
Ekonomik bakımdan gelişmemiş, 1 2 yıl boyunca savaş için­
de yıkıma uğramış ülkede TKP 'nin çalışma koşulları olağanüs­
tü kötüdür. (İşte bu nedenle) Ülkenin genel özelliklerini belirle­
mek için, onun bütün bölgelerinin içtimai ve iktisadi analizini
inceden inceye yapmak gereklidir. Bu bölgeler birbirlerinden
çok farklıdır. Örneğin, İzmir, Adana ve Doğu Anadolu gibi. Biz
Kürdistan' da ataerkil aşiret ilişkilerine, Lazistan' da feodalizmin
ilk aşamasına özgü ilişkilere rastlıyoruz. Ve nihayet yüksek kül­
türlü kapitalist tarzda toprağın işlendiği bölgeler var: İstanbul,
İzmir, Adana vb. Ama ülke bütünü için genel olan özellik, nüfu­
sun büyük çoğunluğunun köylü (çiftçi) oluşudur. İktisadi geliş­
me düzeyinin düşüklüğü, her yerde, kendine özgü feodalizmin
öğelerini muhafaza ediyor. Köylü, bütçesinin aslan payını, ya­
bancı kapitalistin (tekelci), kendi yerli derebeyinin ve bürokra­
tik-feodal devletin yararına kaybediyor. Köy ağası, büyük ölçü­
de tefeci sermayenin taşıyıcısı rolündedir. Bu tip, toprak üstün­
deki egemenliğini, sık sık idare erkiyle ve bir de büyük toprak
sahibi beyle birlikte sürdürüyor. Yerel zulmün en önemli öğesi
soyguncu, çapulcu memurların seçimidir. Türkiye emekçi köy­
lülüğünün bu tablosunu yabancıların zulmü tamamlar. Böylece,
büyük ölçüde yıkıma uğramış köylülüğün, vergi sistemine, yö­
netim usullerine ilişkin sorunları ve bölgelerde geniş toplumsal
ve siyasal reform sorunları, devrimci hareket için durmadan
toplumsal ve ekonomik koşullar yaratıyor.
İzmir, Adana ve İstanbul gibi kimi bölgelerde önemli sayıda
ırgat eleman kadroların bulunması, ileride Türk köylülüğünün
açıkça sosyal tarım sloganı altında hareketini kaçınılmaz kılı­
yor. Bu genel perspektif giderek güçleniyor.
48 1 Kom in tern, TKP ve Kü rt isyan ları

Ne var ki Türkiye' de sanayi proletaryası ancak rüşeym evre­


sinde bulunuyor. Batı bölgelerinde köylülüğün devrimci savaşı­
nı yönetmek durumunda olması gereken, işte bu rüşeym halin­
deki sınıftır. Emekçi kitlelerin hareketinin yönetiminde millici
aydınların ağır basma zorunluluğu işte bu durumdan doğuyor.
Ülkenin düşük kültür düzeyi, burjuvazinin az gelişmişliği, di­
nin toplum düzeninde yaygın hakimiyeti, Türk aydınlarının
iktisadi durumu bütün bunlar durumu fevkalade kötüleştiriyor.
Bu ortam, Türk aydınları arasında devrimci hevesleri besliyor.
1919 yılında doğan ulusal devrimci hareket, köylülüğün, es­
nafın, şehir ve köy küçük ve orta burjuvazisine varıncaya kadar,
aydınların bütün gayrı memnun katmanlarını kendi saflarında
birleştirdi. Bu hareket, İtilaf devletlerine karşı etkili bir savaşa
girişti. Onun nesnel devrimciliği işte buradan geliyor. Son za­
manlarda yorgunluk, aralıksız savaşların doğurduğu yıkımlar
yüzünden Kemal'in ordusundan kaçma, hareketten bir bölüm
köylünün ayrılma belirtileri gözleniyor. Hareket, toplumsal te­
melini şimdilik daraltıyor. Fransa ve başkalarıyla yapılan görüş­
melerde görüldüğü gibi, üst düzey yöneticilerde gözlenen sallan­
tılar ve zikzaklar, bu durumla ilgilidir.
Türkiye'nin iç politikasındaki durumun bu karmaşıklığı
ve ondan hiç de daha az karışık olmayan uluslararası ilişkiler
(İngiliz-Fransız ittifakında ikircikler ve çatlaklar ortamında)
Komintern, Doğu' da önümüzdeki sosyal devrimi hazırlamak­
tan, tüm proleter ve yarı-proleter unsurları TKP bayrağı altın­
da toplayıp birleştirmekten vazgeçmiyor. Aynı zamanda dünya
devriminin zaferi görüşünü göz önüne alarak, Türkiye' deki
İtilaf devletleri karşıtı ulusal devrimin genişletilip derinleştiril­
mesinin olağanüstü önemi dolayısıyla, TKP'ye aşağıdaki taktik
ilkeler tavsiye ediliyor:
1. Ankara hareketini desteklemek; Suriye, Irak ve başka ül­
kelerdeki devrimci kitleleri çekip harekete katmak; İtilaf devlet­
lerine karşı genel mücadele adına, devrimci kitleleri emperyaliz-
K o m i nt e r n Y ö ne t i m i in T ü r k i y e ' d e Ç a l ı ş m a T e z l e r ı 1 49
me karşı savaşa etkin olarak çekecek ve örgütlemeye gerçekten
elverişli olan her sloganı, halifemizi isteriz sloganını, Ankara'ya
yardım sloganını ve benzerlerini kullanmak;
2. Köylülere, zanaatçı ve esnaflara, aydınlara Türkiye ile
İngiltere'nin çıkarlarının uzlaşmazlığını açıklayıp vurgulamak.
Böylece Kemal hükumetini İtilaf devletleriyle kararlı savaşa et­
kin olarak yöneltmek;
3. Komünist platformda olmayanlar da içinde, ardıcıl olarak
Sovyet yönelimli olan partileri ve siyasal grupları her yoldan
desteklemek;
4. Emekçilere ve yönetici aydınlara Türk hükumetinin ken­
disinden kat be kat güçlü düşman karşısında yalpalamasının,
teslimiyete ve ulusal kurtuluş amacından vazgeçmesine dönüş­
memesi gerektiğini iyice anlatmak; öyle ki, böylesi bir teslimi­
yetin ilk adımı, Türk hükumetini Sovyet Rusya ile ilişkilerini
kesmeye götürecek herhangi bir yükümlülük altına soktuğunu
gösterdiğini olabildiğince açıklamak;
5. Nihayet, Ankara hareketinin kendi kurtuluş amaçlarına
ihaneti halinde, ülkenin Sovyet yönelimli elemanlarını, yeni
hükumetin yönetimi altında birleştirmek için bütün gücünü
kullanarak, Türk halkının Londra ve Paris'ten bağımsızlığını
sonuna dek korumaya yetenekli olduğunu göstermek;
6. Aynı zamanda TKP'yi, önümüzdeki sınıf savaşına hazırla­
mak amacıyla ve ona güçlü bir nüve yaratmak için, geniş prole­
ter kitle arasında, emekçi aydınlar çevresinde sürekli ajitasyon
ve propaganda çalışmaları yürütmek.
Temel proleter örgütlerinin zayıflığı ya da yokluğu göz önün­
de bulundurularak TKP, proletaryanın ekonomik ve mesleki
örgütlerini oluşturmak zorundadır. TKP, ayrıca proletarya ara­
sındaki dini, milli ve ırkçı eğilimlere karşı savaş vermek mecbu­
riyetindedir. Birleşik sendikalar, yardım ve sigorta sandıkları,
köy kulüpleri ve diğer proleter tipten teşkilatlar oluşturmalıdır.
Türkiye proletaryası arasında doğru çalışma, onun çıkarlarını
50 1 Ko m in tern, TKP ve Kü rt isya nları
ve istemlerini iyi öğrenmek, onun iktisadi kazanç umuduyla
yaptığı küçük mücadelelerine, günlük çıkarları için uğraşılarına
etkin olarak katılmaktır.
Aydınlar arasında çalışmaya da geniş bir ajitasyon ve pro­
paganda kampanyasıyla başlamak lazımdır. Örneğin gazete çı­
karmak, edebiyat yayınlamak, kulüpler kurmak, konferanslar
vermek vb. Bu çalışmalarda Rusya ile İtilaf devletlerinin Doğu
politikalarının ana noktaları aydınlatılmalıdır. Türkiye'nin ye­
niden ulusal kuruluşuna ilişkin çıkarları ile İtilaf devletlerinin
emelleri arasındaki bağdaşmaz çelişki açık seçik gösterilmelidir.
İtilaf devletlerinin işgal ettiği vilayetlerin, Türkiye ekonomisin­
deki önemini ayrıntılı bir şekilde açıklayarak, yaratılacak bilinç
perçinlenmeli ve İtilaf devletlerine mi, Sovyet Rusya'ya mı seçi­
mindeki sallantılar olabildiğince azaltılmalıdır.
TKP'yi kurma ve güçlendirme çabalarımızda, kesinlikle ve
açık seçik enternasyonalist bir tutum içinde olmalıyız; ulusal
şovenizmin her türlü belirtisine zamanında tepki göstermeliyiz.
Bu mücadelede, en başta bunun Türkiye' deki (Rum, Ermeni vb.)
gibi, Avrupalı komünist gruplar arasındaki belirtileriyle savaş­
mak zorundayız. Onların tek partide, TKP'de birleştirilmeleri­
ne (zihinlerindeki) ulusal düşmanlık artıkları engel oluştura­
caktır. Bu Avrupalı yoldaşlara, onların, ulusal devrim hareke­
tinin özüne değgin ve Türkiye' de sosyal devrimin perspektifine
ilişkin kendi anlayışları mani oluyor.
Biz ancak proletaryanın ve yarı-proletaryanın en bilinçli un­
surlarını, aydınların en ilerici ve devrimci temsilcileriyle TKP
sıralarında birleştirerek, şehir ve köy emekçilerinin geniş kitle­
lerini arkamıza alabilir, onları çifte ırgatlıktan, yabancı ve yerli
sömürüden kesin olarak kurtarmak için, toplumsal devrimin
zaferi için başarılı mücadeleye götürebiliriz.

O c ak 1 9 2 2
MASKELER AŞAGl1

Kası m 1 922'd e Komintern 4 . Kongresi'yle aynı zamanda topla­


nan Kızıl Sendikalar Enternasyonali (Profintern) 2. Kongresi'ne
istanbul'dan ağırlı klı olarak Rum işçil erin oluşturduğu Beynelmilel
işçiler ittihad ı ad ına Mustafa Kazım [Vanlı, Kip], Roland [Ginzberg]
ve Voleff, Ankara'dan Anadolu Kızıl Sendikaları ad ına Edip, Hilmi ve
Affan [Hikmet] katılm ıştır. Böylece oluşan Türkiye delegasyonu şu
kararı alm ıştır: "Kızıl Sendikalar Enternasyonali 2. Kongresi'nde bu­
lunan Anadolu Kızıl Sendikaları delegeleri ile İstanbul Beynelmilel
İşçiler ittihad ı d e legeleri 1 2 Aralık 1 922'd e bir toplantı yapmış
ve görüşm elerden sonra her iki örgütün organik birliği kararını
alm ışlard ır''.2 Türkçede ilk kez yayınlanan Maskeler Aşağı broşürün­
de istanbul'a yapılan vurgu bu birleşmeden sonra kaleme alınm ış
olduğuna işaret ediyor olabilir. Yunan kom ünistlerinin çalışmalarına
yapılan vurgu, Dr. Şefik Hüsnü'nün 30 Ağustos 1 922'den sonraki de­
ğerlendirmelerinde de aynı biçimde görülür.

(. . . ) İşçi arkadaşlar!
Sermayedarlar sizi esaret ve sefalet içinde bırakmak için en
adi hile ve tuzakları kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bu tu­
zaklardan biri din ve milliyettir. Burjuvalar, bütün memleket-
1922' de, büyük olasılıkla Kızıl Sendikalar Enternasyonali toplantısı vesile­
siyle Simferepol' de (Kırım) yayınlanmış ve Moskova' daki Lenin adına Dev­
let Kütüphanesi'nin Doğu Salonu'nda bulunan bu broşürün bir kopyasını bize
gönderen Mehmet Perinçek'e ve transliterasyonunu yapan Cemile Moralıoğlu
Kesim'e teşekkür ederiz.
2 Erden Akbulut ve Mete Tunçay, Türkiye Halk lştirakiyun Fırkası (1920-1923), Göz­
den Geçirilmiş ve Genişletilmiş Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2016, s. 539.
52 [ Komin tern, TKP ve Kü r t isya nları

lerde, menfaatleri ve gayeleri bir olan amele sınıfını istedikleri


gibi ezebilmek ve soyabilmek için, din ve milliyet silahlarıyla
ayırmaya ve yekdiğerine kırdırmaya muvaffak olmuştur. Ve bu
suretle muhtelif din ve milletlere mensup işçilerin, anlaşarak,
birleşerek, müşterek düşmanları olan sermayedarlara karşı mu­
vaffakiyetle mücadele etmelerine mani olmuşlardır. Fakat arka­
daşlar, Türk burjuvalarının riyakar vatanperverlik ve dindarlık­
larını şundan anladınız ki, Harb-i Umumi içinde bir taraftan
Türk işçi ve çiftçilerini, Türk fakir halkını, din ve milliyet na­
mına kendi sefalet arkadaşları olan Hıristiyan unsurlarına kar­
şı hücum ettirirken, diğer taraftan kendileri el altından Rum,
Ermeni, Yahudi bezirgan ve simsarlarıyla birleşerek zavallı Türk
amele ve çiftçilerinin ve fakir halkın kanını emmekten çekin­
mediler ve hiçbir zaman çekinmeyeceklerdir.
Din ve milliyeti, kendi hasis menfaatleri için bir alet gibi
kullanmaktan çekinmeyen bu dinsiz ve vatansız alçakların tu­
zaklarına karşı bütün Türkiye işçileri, onlar için en kuvvetli ve
korkunç silah olan teşkilat, sınıf mücadelesi ve birlik silahıyla
mukabele etmeye mecburdurlar. Her Türk işçisi iyice anlama­
lıdır ki, bir Türk demircisinin, bir Türk ateşçisinin, bir Türk
rençperinin, bir Türk köylüsünün hakiki düşmanı; bir Rum,
Ermeni, Yahudi demircisi, ateşçisi, rençperi, köylüsü değildir.
Türk işçisinin hakiki düşmanı, hangi din ve milliyetten olursa
olsun, fabrikatörler, patronlar, kumpanyalar, ağalar, paşalar . . .
ve bütün bu hazır yiyici ve kan emici güruhunu müdafaa eden
milliyetçi burjuva hükümetidir.
Türkiye'nin bu muhtelif din ve milliyete mensup işçileri bu­
gün içinde yaşadıkları sefalet ve esaretten kurtulmak isterlerse,
müşterek düşmanları olan bu kara kuvvetlere karşı aynı teşkilat­
lar (kızıl sendikalar ve Komünist Fırkası) içinde toplanarak müş­
terek mücadele etmeleri lazımdır.
Evet biliyoruz, bazı Türk işçi arkadaşlar diyecekler ki: Siz,
bila-tefrik-i cins ve mezhep bütün işçilerin kardeş ve dost ol-
M a s k e l e r A \ d i) ı 1 53
duklarını söylüyorsunuz, fakat birçok Rum işçileri, İstanbul
sokaklarında (Zito Venizelos!) diye bağırdılar, emperyalist
devletlere uşaklık eden Yunan ordusu ve donanması için para
topladılar. Evet, fakat bütün bu vakalar bizim fikrimizin yanlış
olduğunu ispat etmez. Yalnız şunu gösterir ki, Yunan işçileri
de Türk işçileri gibi, kendi burjuvazyalarının din ve milliyet
maskesi altında yaptıkları muzır propagandalardan kurtulmuş
değildirler. Eğer kurtulmuş olsaydılar, hakiki menfaatlerini
anlayacaklar, hakiki dost ve düşmanlarının kim ve nerede ol­
duğunu görecekler ve bütün kuvvetleriyle oraya hücum ede­
ceklerdi! Bunun için, Rum komünistlerinin, sınıf benliğini id­
rak etmiş Rum işçilerinin vazifesi, arkadaşlarını aydınlatmak,
onlara hakiki dost ve düşmanlarını, yegane kurtuluş yolunu
göstermektir. Memnun olmalıyız ki bu arkadaşlarımız, hem
Türkiye' de hem de Yunanistan' da bu vazifelerini muvaffaki­
yetle yapmaktadırlar. Bugün hiç kimsenin inkar edemeyeceği
bir hakikattir ki, Yunan istilacı ordularının bozgunluğunun
hakiki sebeplerinden birisi; Yunan komünist arkadaşlarımızın
Yunan ordusu içinde harp aleyhinde yaptıkları propagandalar­
dır. Propagandanın o kadar büyük tesiri olmuştur ki, bugün
Yunan hükümeti, memleketi yeni bir harbe sürüklemekten ev­
vel, pek çok düşünmek mecburiyetindedir. Çünkü pekala tak­
dir etmektedir ki, yeni bir harp, Yunan burjuvazisi için evvel­
kinden büyük bir hezimetle, ve Yunan köylü, işçilerinin isyan
ve mevki-i iktidara gelmeleriyle neticelenecektir de.
Emin olunuz ki Türk işçi yoldaşlar, Türk ve Müslüman ol­
mayan bu Yunan komünistlerinin Türk işçilerine, fakir halkına,
Harb-i Umumi içinde, zavallı halka ekmek yerine çamur yedi­
rerek karınlarını ve kaslarını şişiren Türk ve Müslüman tüccar
mebuslardan ve bütün harp zenginlerinden ve ordu müteahhit­
lerinden elbet daha çok faydası dokunmuştur.
Türkiye'nin erkek kadın, Müslüman Hıristiyan bütün işçi­
leri! . . Türkiye tarihi ve bütün beşeriyet tarihi, bila-tefrik-i cins
54 1 Komin rern, TKP ve Kü rt lıya n ları

ve mezhep bütün Türkiye işçilerinin zalimlere ve kan emicilere


karşı müşterek kıyamını sabırsızlıkla bekliyor!
İstanbul işçileri! Bütün Türkiye işçi ve çiftçilerine, fakir hal­
kına, bu mukaddes kurtuluş mücadelesinde rehberlik etmek va­
zifesi sizindir.
Çarlar ve burjuvaların zulüm ve istibdadını yıkan ve yerine
işçiler saltanatı kuran Rusya işçi çiftçi ve askerlerinin başında
Kızıl Petrograd proletaryası bulunuyordu. Bütün inkılap hare­
ketini Rusya Komünist-Bolşevik Fırkası idare etti.
Bütün Türkiye işçi, çiftçi ve askerlerinin, beyler, paşalar, ağa­
lar ve ecnebi sermayedarları zulüm ve istibdadından kurtulmak
ve hakiki hürriyet ve adalete kavuşmak için açtığı mukaddes
mücadelede de Kızıl İstanbul proletaryası daima en ön safta bu­
lunacak ve Türkiye Komünist Fırkası bu mazlumlar ordusunun
erkan-ı harpliği vazifesini görecektir.
İstanbul proletaryası bu mukaddes ve tarihi vazifesini yapa­
caktır ve ancak o zamandır ki, Türkiye proletaryası; cihan pro­
letaryası ailesi içinde layık olduğu mevki-i ihtiramı kazanacak,
ve bugün emperyalistlerin boyunduruğu altında inleyen müs­
temleke ve Şark milletleriyle beraber bütün dünyayı esaret ve
sefaletten ebediyen kurtaracak olan cihan inkılabını kolaylaştı­
racak ve yakınlaştıracaktır.
Kahrolsun burjuvalara satılmış, İkinci Enternasyonalci hain
amele rehberleri! ..
Yaşasın Kızıl İstanbul proletaryası! ..
Yaşasın Bütün Türkiye Kızıl Sendikaları Birliği ve Komünist
Fırkası! . .
Yaşasın Türkiye Savetler Cumhuriyeti ve cihan inkılabı! . .
YU N A N İşçi H A R E K E T İ N İ N TA R İ H İ 1

Aylık komünist sendikalist dergi La Revolution Proletarienne, 1 926


yılındaki 8 . sayısında Yunanistan'a ilişkin kapsamlı bir makale ya­
yınlıyor. Bu makalenin "Yunan İşçi Hareketi Tarihi" alt başlıklı bö­
lümünde Yunanistan Komünist Partisi'nin yaşadığı altüst oluşlar
ele alınırken, ulusal sorun ile ilgili Makedonya'ya dönük izlenen
politika, "beceriksiz, çocukça ve antikomünist" olarak niteleniyor;
bu durum Komintern'in ve dolayısıyla seksiyonlarının, bu arada
T KP'nin ulusal sorun ile ilgili izleyen süreçteki tutumları üzerinde
etkili olmuş gibi görünüyor.

( . . . ) Papanastasyu ekstremist fraksiyonunun kalıntıları


hala partide varlığını korumaktadır; bu Puliopulos-Maksimos
grubudur. Bordiga okulunun fanatizmini ve hatalarını taşı­
yan bu grup, Komünist Partisi'nin yönetimini güvence altı­
na almak için, kendisini Balkan Federasyonu'na ve Üçüncü
Enternasyonal'e saf komünistler grubu olarak sunmayı başar­
mıştır. Nitekim Enternasyonal etkisini kullanmış ve Kasım
1924'te yapılan Olağanüstü Parti Genel Kurulu'nda Kordatos
Komitesi'nin yerine Puliopulos Komitesi geçmiştir.
O dönemden itibaren her şey çökmüştür. "Yeni şefler",
"Bolşevikleşme" şekerinden beslenerek çılgın girişimlerde bu­
lunmuşlardır; Partinin işçi sınıfı üzerindeki etkisini adım adım
güçlendirmek yerine, Parti'yi işçi sınıfına a ntipatik hale getir­
mişlerdir. Aşırı sol sloganlarıyla, devlete genel kovuşturmalar

1 gallica.bnf.fr/CODHOS/CEDIAS - Musee social. Türkçede ilk kez yayınlanıyor.


56 [ Komin tern, TKP ve Kür t isyanları

yapma gerekçeleri sunmuşlardır. Zırvalamanın tepe nokta­


sı "Makedonya'ya Özerklik!" sloganı olmuştur. Yunanistan
Makedonyası'nda en küçük bir milliyetçi hareket yoktu; zira
uzun zamandır Yunan burjuvazisi Slav halkları buradan sürmüş
ve Yunanistan Makedonyası'na Yunan muhacirleri yerleştirmiş­
ti. Ama Komünist Partisi böylesi bir sorun yarattı. Bu politika,
Parti'ye öldürücü darbeyi indirdi. Dağıldı. Yalnızca devlet tara­
fından indirilen darbelerle değil, ama aynı zamanda işçiler ta­
rafından da kınandığı için dağıldı; Yunanistan' daki komünizm
Bulgar şovenizminin müttefiki olarak göründü.
Kordatos yoldaş bu slogana karşı çıktı, ancak Balkan
Komünist Federasyonu ve Enternasyonal onu "sosyal-demokrat
Bauer'in tilmizi" olarak nitelediler.
Bütün bunlara rağmen, o zamandan sonra Enternasyonal,
Kordatos'un tezlerini benimsedi ve bugün Yunanistan KP'nin 2
numaralı Bülten'inde şu satırları okuyoruz: "Yunanistan KP'nin
azınlıklarla ilgili politikası hemen hemen maceracıydı." Bülten
bu değerlendirmenin Enternasyonal'inkiyle aynı olduğunu his­
settirmektedir. Maalesef artık çok geç. Parti dağıldı ve Genel
[Emek] Konfederasyonu reformistlerin eline geçti.
(. . .)
Tarafsız bir gözlemci açısından, Komünist Partisi'nin ulusal
sorun ile ilgili politikası beceriksiz, çocukça ve antikomünistti.
MAG YAR/ MAD YAR YOLDAŞIN
GİRİŞ KoNUŞMAs11

Komintern 6 . Kongresi hazırl ı kları çerçevesinde Türk sorununun


ele alınd ığı toplantının aşağıda verd iği m iz giriş konuşması, Doğu
Sekreterliği 'nin Türkiye'yi, ulusal sorunu ve Kürt sorununu nasıl
ele aldığını ortaya koyan bir belgedir. Konuşmayı yapan Madyar
yoldaş ya d a Ludwig Magyar yoldaş, 1 89 1 Macaristan doğumlu
olup, Macarca adı Layos Milgorf'tur. Hukuk öğreni m i görmüş, eş­
zamanlı olara k gazetecili k yapmıştır. Mart- E k i m 1 9 1 8 dönem inde
Viyana'd a bir "burjuva" Macar gazetesi muha biri ola ra k bulunmuş­
tur. Bela Kun rej i m inden önceki Kont Karolyi hü k ümeti sırasında
sol l i beral olara k ba sın bürosunu yönetm iştir. 1 91 9'daki Macaristan
Sovyet Cumhuriyeti boyunca kom ünizm d ava sına katılara k gaze­
tec i l i ğ i s ürd ürm üştür. Macaristan'da Sovyet Cumhuriyeti 'nin yıkıl­
m asının ard ından tutuklanmış ve Oca k 1 920'd e on beş yıl hapse
mahku m edilmiştir. 1 922'de Sovyet Rusya ile Macar hü kümeti ara­
sında ki tutsa k d eğişi m inden yararlanmış ve Sovyet basınında ça­
lışma k üzere Rusya'ya yerleşm iştir. Aynı yıl Rusya Kom ünist Partisi
(Bolşevik) üyesi olmuştur. 1 922-1 926 arasında TASS ajansında çalış­
m ıştır. 1 926'da Dışişleri Ba kanlığı'na g irm iş ve Şanghay'daki Sovyet
Başkonsolosluğu'nda çalışmaya gönderilm iştir. Moskova'ya dön­
d üğünde Çin uzmanı kabul ed ilm iş ve 1 928'd e Kom intern mer­
kez aparatına, Otto Kuusinen'in yardımcısı olara k girm iş ve Uzak
Doğu Sekreterliği başkanlığını yürütm üştür. Kom intern'de çalıştı-

TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD No: 33, Klasör No: 1 _6, Belge No: 659-
682 [Rusça) . Türkçede ilk kez yayınlanmaktadır.
58 1 Komin rern, TKP ve Kü r r isyan ları

ğı süreçte KUTV'de [Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi] ve


Uluslararası Lenin Okulu'nda ders vermiştir. 1 933'te Almanya'ya
KPD MK'ye Kom intern takviyecisi olarak gönderilmiş, ama kısa süre
sonra Paris'e yerleşmi ştir. 1 935'te Moskova'ya çağrılmış ve büyük
yargılamalar sırasında tutuklanmış ve 1 937'de infaz edilmişti r. Dr.
Şefik Hüsnü'nün ve T KP'nin de uzun süre Doğu Sekreterliği 'nde
bağlı olduğu sorumlu olarak Magyar, özellikle 1 930'1arda Türkiye
politikasının belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Yoldaşlar, müsaadenizle, Türkiye'de ulusal sorunu ve devri­


min niteliğini irdelemenin birkaç metodolojik yöntemine çok
kısa bir şekilde işaret edeyim.
Marks'ı, Engels'i ve Birinci Enternasyonal öncesindeki
Komünistler Birliği'ni ele aldığımızda, ulusal sorunun çok
büyük rol oynadığı ve bilimsel komünizmin kurucularını bir
hayli meşgul ettiği görülüyor. Marks'ın 1848 ve daha sonraki
yıllarda, 70'li yıllara kadarki dönemde yazdığı yazı ve mek­
tupları ele alırsak, onun sürekli olarak ulusal sorun üzerinde
durduğunu görürüz. Özellikle 48 ve 49 yıllarında, Avrupa' daki
ulusal kurtuluş savaşları döneminde ve Fransa ile Prusya ara­
sındaki savaş sırasında ulusal sorun çok büyük rol oynamıştır.
Ulusal sorunun çok büyük önem taşıdığını Marks her zaman
vurgulamıştır. Yaptığı değerlendirmelerde Marks, ulusal so­
runu her zaman feodalizme karşı savaş sorunlarıyla bağlantı
içinde ele almaktadır. Polonya' daki Krakov ayaklanması dola­
yısıyla yaptığı o değerli konuşmasında Marks, bu ayaklanmay­
la Polonya devriminin yalnız ulusal özgürlük için değil, aynı
zamanda feodalizme karşı da bir direniş olduğunu, olumlu içe­
riğinin tam da bunda yattığını kaydetmektedir. 48 devrimiyle
ilgili değerlendirmesinde Marks, devrimin ve devrimci silahlı
kuvvetlerin örgütleyicisi olarak Danton ile Karno'yu [Carnot]
şahsında birleştirircesine savaştığı, ulusal özgürlük için sava-
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş Konu ş rn ." ı 1 59
şırken, feodalizmin kaldırılmasından yana çıkma cesaretini
gösterdiği, ulusal bağımsızlık savaşını, feodalizme karşı sa­
vaşla birleştirdiği için Macar Koşut'tan büyük bir heyecanla
bahsetmektedir. Marks'ta bu gibi alıntılar çoktur. İtalya' daki
olaylarla ilgili konuşmasında Marks'ın dediği üzere Piyemonte
kralı Avusturyalılara karşı sefere çıkmıştır ve elbette bu sefer
iyi bir davadır, ama kralın yenilgiye uğraması kaçınılmazdır,
çünkü Radetski'ye karşı savaşı o, devrimci bir savaş olarak,
tüm halkın silahlanarak ayaklanması olarak yürütmemiştir.
Marks'ın yazışma ve yazılarına baktığımızda, onun İtalyan
devrimiyle ilgili tutumunu görürüz. Marks sürekli olarak
Mazzini'yi burj uvaziden 10 milyon Lira borç alarak köylülere
ihanet ettiği, en çok ezilen İtalyan köylülerinin kurtuluşunu
gündeme getirmediği, feodalizme karşı savaşmadığı için suç­
lamaktadır. Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi, Marks'a göre,
feodalizme karşı savaşmadan, ulusal bağımsızlık savaşı düşü­
nülemez. Onun 1848- 1849 yıllarında ulusal sorunla ilgili temel
anlayışı işte budur. Bu anlayışa göre, ulusal sorun, feodalizme
karşı, demokratik devrim uğrundaki genel demokratik hare­
ketin bir parçasıdır. Bununla birlikte, Marks'ın yapıtlarında,
ulusal hareketin gerici bir hareket olabileceği, ulusal hareketin
gerici ülkelerce kullanılabileceği görüşüne rastlamak da müm­
kündür. Soruna böylesi bir yaklaşım, Marks' da olduğu gibi,
daha sonra Lenin' de de görülmektedir. 1 848 yılında Marks,
örneğin, Macaristan ve Avusturya devrimiyle ilgili olarak,
Bakunin'e karşı Slavlar konusundaki yazılarında gerici ulus­
lardan söz etmektedir. Sırpların ve Çeklerin hareketine kar­
şı çıkmaktadır, çünkü bu hareketten Rusya Çarlık rejimi ve
Habsburglar monarşisi yararlanmıştır. Rusya imparatorluğu
o zamanlar demokratik hareket karşısındaki başlıca güç oldu­
ğuna göre, demek ki biz bu imparatorluğa hizmet eden hare­
ketlerin karşısında olacağız. Bu hareketler gerici sınıflar, gerici
60 1 Komin tern, TKP ve Kürt isya n ları
güçler tarafından kullanılıyor. Demek ki Marks'a göre, ulusal
sorun genel olarak demokratik ve özel olarak da proleter ha­
reketin çıkarlarına hizmet etmelidir. Birinci Enternasyonal'in
Kurucu Manifestosu'na baktığımızda, ulusal sorunun burada
en önemli konulardan biri olduğunu görürüz. Polonya ile il­
gili olarak Marks kurucu manifestoda, işçi sınıfının kurtulu­
şunun, işçilerin kendi sorunu olduğunu söylüyor, '60'lı yıllar­
da Polonya' da demokratik devrimci bir hareket, üstelik başta
gelen büyük güce karşı, yani Rusya imparatorluğuna karşı bir
hareket yükseldiği için, Polonya'nın bağımsızlığını, aynı mani­
festoda gündeme getiriyor. 1 . Enternasyonal Genel Konseyi'nde
Marks İrlanda konusunda bir kararın alınmasını sağlıyor. Bu
karar, Bolşeviklerin benimsediği ulusal sorunla ilgili görüşe
örnek oluyor. Marks'ın ve Engels'in ulusal sorunla ilgili görüş­
lerinde, onların genel demokrasi hareketinin ya da proletar­
ya hareketinin bir parçası olarak ulusal soruna verdiği büyük
önem göze çarpmaktadır. Ulusal sorun buna karşı yönlendi­
rildiğinde ve kullanıldığında ise, onlar hemen bu sorunun bir
fetiş olmadığını ve bizim bu soruna proletarya hareketi açısın­
dan, özellikle de genel demokrasi hareketi açısından ele aldığı­
mızı duyurmaktadırlar.
i l . Enternasyonal'de ulusal sorunun, bu arada sömürgecilik
sorununun nasıl yozlaştırıldığı üzerinde ayrıntılı bir şekilde du­
racak değilim. Sermayenin sömürgeleri egemenliği altına almak
zorunda olduğunu, kapitalizmin gelişmesinin ve sömürgecilik
politikasının kaçınılmaz olduğunu ve ekonomik açıdan kaçınıl­
maz ilerici bir olguya karşı çıkıp savaşmanın, sosyalistlerin işi
olmadığını ileri sürerek, Bernştayn'ın [Bernstein] kendi revizyo­
nist programını ilk kez burada açıkladığını hatırlatmam yeterli
olacaktır. Bu anlamda Bernştayn dekolonizasyon teorisinin ba­
bası olmuştur. Alman sosyal demokrasisi içinde Alman emper­
yalizminin Kiautschou'yu [Jiaozhou Körfezi] işgali konusunda
acımasız bir savaş yürütüldüğünü, Kautsky, Mering ve Babel'in
Ma g y a r/ Ma d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o n u ş nı '" ' 161
Bernştayn'ı eleştirdiğini, ama bu eleştirinin hiç tutarlı olmadığı­
nı ve Kautsky'nin Kayser tarafından uygulanan emperyalist po­
litikayı kötü bir emperyalist politika saydığı için Kiautschou'nun
işgaline karşı çıktığını anımsatmak da, bu açıdan yeterli olsa
gerek. İngiliz işçi partisinin gösterdiği sosyal emperyalist geliş­
meden söz etmeye bile değmez. Bizim literatürde üzerinde pek
durulmayan ilginç bir olay var: i l . Enternasyonal'in Amsterdam
Kongresi'nde Hollandalı oportünist van Kol, emperyalizmin
sömürgecilik politikasını "uygarlaştırıcı bir misyon" olarak ta­
nımlayan dekolonizasyoncu kararını neredeyse geçiriyordu. Sırf
RSDİ P heyetinin oyları sayesinde, Kautsky'nin tutarlı olmayan
Marksist kararı kabul edildi. Avusturya Marksizminin işi nasıl
vahşi bir oportünizme kadar götürdüğünü, Stalin yoldaşın ya­
pıtlarından bilmekteyiz. Lüksemburg'un başında bulunduğu sol
grupların, Polonyalı sosyal demokratların, Hollandalı solcuların
ulusal sorunla ilgili büyük hataları, Stalin yoldaşın mektubun­
dan sonra ele alınmaya değmez. Bolşevikler, ulusal sorun ko­
nusundaki sağ ve sol oportünizmi aşmış, Komünistler Birliği,
1 . Enternasyonal, Marks ve Engels'in bu konudaki görüşlerini
geliştirip görülmemiş bir düzeye yükseltmiştir. Ulusal sorunla
ilgili görüş ve çözüm konusunda, kayda değer Leninci bir aşama
söz konusudur.
Bizim partimizin, Bolşevizmin ulusal sorunla ilgili tutumu
nedir? Stalin şöyle der: Partimiz içinde Bolşevizmin ulusal so­
runla ilgili iki görüşü vardı. Bu görüşlerden biri ne zamandı,
diğeri ne zaman? Birincisi, 1905'e kadar ve daha sonrasında, ta
Oktobr'a kadardı ki, ulusal sorun demokratik burjuva devrimi­
nin bir parçası olarak ele alınıyordu. Diğeri ise, nitel bir deği­
şikliğin söz konusu olduğu Oktobr' dan sonraydı ki, Bolşevizm
bu sorunu dünya proletarya devriminin bir parçası olarak gö­
rüyordu ve sorun bu açıdan ve SSCB' deki proletarya devrimi
açısından ele alınıyordu. Bu konudaki iki tutum işte buydu. Biz,
ulusal sorunu değerlendirirken, bu hususu her zaman dikkate
62 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya nları

almak zorundayız. Ama biliyorsunuz ki, neredeyse Bolşevizmin


ortaya çıkışından beri ulusal sorun değişik biçimlerde kendini
gösteriyor ve bu konuda kavga veriliyor. Bolşevizm henüz orta­
ya çıktığı zaman, Bund yüzünden savaş başlıyor. Bund, RSDİP
içinde özerklik istiyor. Lenin buna karşı savaşıyor. Çünkü, pro­
letarya partisinin ulusal gruplar federasyonu olamayacağı görü­
şündeydi. Bund'a karşı savaşı şu açıdan değerlendirmek gerekir
ki, Bolşevikler proletaryanın uluslar federasyonuna yer olmayan
bütünsel, enternasyonalist partisi için savaşmaktadır. Lenin'in
ulusal sorun konusunda Buharin, Roza Lüksemburg, Piyatakov
ve diğerlerine karşı kesin tutumu, Bolşevizmin bu konuda açık
ve önemli bir atılımı oldu. Bu alandaki savaş da iki cephede yü­
rütülüyordu. Lüksemburg ve Radek'in, Hollandalı ve Polonyalı
sosyalistlerin görüşlerini iyi bildiğiniz için, ben bunlar üzerinde
daha fazla durmayacağım. Bu olaydan bir süre önce Stalin yoldaş
ulusal sorunla ilgili bir yapıt vermiş ve Avusturya Marksizminin
ulusal sorunla ilgili çözüm önerilerini ve bunların gerekçeleri­
ni tamamıyla çürütmüştü. Parti programının görüşüldüğü ve
Buharin'in başka gerekçelerle eski görüşünü ileri sürdüğü 8.
Kongre' de, bu konuda büyük mücadele verildi. Lenin' in bu gö­
rüşleri nasıl çürüttüğünü ve partinin nasıl bir tutum aldığını
ve ulusal sorunla ilgili hangi görüşün parti programına alınıp
uygulandığını biliyorsunuz. Genel olarak özetleyecek olursak,
Bolşevizmin temel ilkeleri hangileridir? Emperyalizm dönemi,
emperyalist savaşların, ulusal kurtuluş savaşlarının ve proletar­
ya devrimlerinin dönemidir. Ulusal sorunla ilgili bu dönemdeki
görüşünü Stalin nasıl açıklıyor? O, ulusal sorun artık devletlerin
iç sorunu olmaktan çıkmış, bir dünya sorunu olmuş, dünyayı
kapsamıştır, diyor. Ulusal kurtuluş savaşları emperyalizme kar­
şı yürütüldüğüne göre, komünistler ulusal hareketleri destekle­
mek durumundadır. Lenin'in daha zamanında işaret ettiği üze­
re, ezen ulusların komünist partileriyle ezilen ulusların komü­
nist partilerinin görevleri birbirinden çok farklıdır. Ezilen ulus-
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş Ko n u ş m a � ı 1 63
ların komünist partileri ulusal devrim hareketini desteklemek,
proletaryanın bu hareket içinde egemenliğini sağlamak için
savaşmak, bu hareketi ileriye doğru itmek ve onu dünya dev­
rim sürecinin bir parçası olarak, en devrimci burjuva demokrasi
hareketi durumuna getirmek zorundayken, ezen ulusların ko­
münist partileri de sömürge halklarının savaşını desteklemek,
bu halkların ulusal savaş ve hareketlerine destek olmak duru­
mundadır. Kendi emperyalist burjuvalarına karşı savaşırken bu
partiler, bağımsız devletini kurmak da dahil, kaderini belirle­
me hakkını savunan sloganlar da yükseltmektedir. Son derece
açıktır ki, Bolşevizm ulusal sorunu, müttefikler sorunu olarak
görmektedir. Söz konusu olan, çok büyük insan potansiyeli için
verilen bir savaştır. Örneğin Çin, Hindistan ve Türkiye, insan­
lığın çoğunluğunu oluşturmaktadır. Savaş, insanlığın çoğunlu­
ğu uğrundadır. Proletarya insanlığın çoğunluğunu kendinden
yana kazanmak zorundadır. Sosyal özü bakımından ulusal so­
run, sırf köylü sorunu olmasa da temelde bir köylü sorunudur.
Bunun sebebi, sömürge ülkelerinin sosyal ekonomik yapısıdır.
Şöyle ki, bu ülkelerde feodalizmin kalıntıları çok büyük rol oy­
namakta ve emperyalizme karşı savaş, feodalizmin kalıntı ve
kalıtlarına karşı savaşla iç içedir. Bu durum, pratik ve taktik
açısından son derece önemli bir hususun temelini oluşturmak­
tadır. Bu husus burjuvaziyle, ulusal devrimci burjuvaziyle, bu
arada küçük burjuvaziyle, özellikle de köylülerle geçici anlaşma
ve bloklaşmaların olanaklı olmasıdır. Ancak bu geçici anlaşma­
lara komünistler, belirli koşullar temelinde yanaşmalıdır. Nedir
bu koşullar? Birinci koşul, tam ve mutlak politik örgütsel ba­
ğımsızlıktır. Komünist partisi bu konuda hiçbir ödün veremez
ve vermeyecektir. Biz, komünist ajitasyon ve komünist propa­
ganda alanında tam ve kısıtsız özgürlük ve ayrıca bu ajitasyon
ve propagandayı işçi ve köylüler arasında yayma konusunda
tam özgürlük istiyoruz. Biz, müttefiklerimizin ikircimli, karar­
sız tutumlarını sınırsız eleştirme hakkımızı saklı tutmaktayız.
64 j Kom in tern, TKP ve Kür t isya n ları

Lenin'in ortaya koyduğu ve daha kapsamlı bir şekilde 6. Kongre


tezlerine alınan üç koşul, işte bunlardır.
Marks'ın, Lenin'in ve Stalin'in vurguladığı gibi, bizim için
ulusal sorun bir fetiş değildir. Ulusal sorunu biz, dünya dev­
riminin, proletarya devriminin bir parçası olarak görmekteyiz.
Gerici sınıflar/gerici devlet, bizzat emperyalizm/ulusal sorunu
kullanacağına göre, biz belki gerici nitelikli şu ya da bu ulu­
sal harekete karşı çıkabiliriz. Lenin, Alman genelkurmayının
İngiliz emperyalizmine karşı İngiliz sömürgelerinin kurtuluşu,
Avusturya-Macaristan, Türkiye ve Almanya'daki Alman top­
lumları ve uluslarının özgürlüğü için "savaştığına" işaret et­
mektedir. Avusturya-Macaristan' da da aynı politika. Arapların
ulusal bağımsızlığını ilan eden Lavrens, Britanya emperyaliz­
minin çıkarları uğrunda Arapları Türkiye'ye karşı ayağa kal­
dırdığı çöl savaşı hakkında çok ilginç bir kitap yazmış. Bu gibi
ulusal hareketleri biz destekleyemeyiz. Ulusal sorun, proletarya
devriminin çıkarlarına hizmet etmesi gereken bir sorundur. Biz
işte bu gibi hareketleri destekleyeceğiz.
Şimdi de sorunu teorik açıdan ele alalım. Devletin bağım­
sızlığıyla, üstelik demokratik bir istem olarak devletin bağım­
sızlığıyla ilgili hususları Lenin büyük bir ciddiyetle ele almıştır.
Nitekim, Buharin ve Piyatakov ile tartışmalarında Lenin şöy­
le der: Emperyalizm koşullarında devlet bağımsızlığının son
derece görece bir şey olduğunu Bolşevikler anlamıyor muydu?
Örneğin, Arjantin'i ele alalım. İngiliz sermayesi oradaki tüm
komuta mevzilerini elinde tutuyor ve tepedeki burjuvaları sa­
tın alıyor. Şöyle ki, devlet bağımsızlığının görece bir iş olduğu
açıkça anlaşılıyor. Ama yine de emperyalist savaşlar, proletarya
devrimleri ve ulusal kurtuluş savaşları döneminde bile ulusal
devlet bağımsızlığını kazanmanın olanağı vardır.
Bu genel değerlendirmeden sonra, şimdi de asıl konuya,
Türkiye'yi daha yakından ilgilendiren sorunlara geçmeme izin
veriniz.
Ma g y a r/ Ma d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o n u ) m .ı \ ı 1 65
Burada her şeyden önce Stalin yoldaşın bütünsel bir Doğu
olmadığını belirten sözlerine işaret edeyim. Çok farklı sömür­
ge ülkeler vardır. Değişik sömürge ülkelerin hangi tipten oldu­
ğunu tespit etmek gerekir. Stalin, ulusal devrim açısından aynı
tipten üç ülkeye işaret etmektedir. Bu ülkeler Türkiye, İran ve
Afganistan' dır.
Türkiye, kuşkusuz, emperyalizmin yarı sömürgesiydi. Bu
da tüm komuta merkezlerinin emperyalistlerin elinde olduğu
anlamına gelmektedir. Ama yoldaşlar, Türkiye' de emperyalizm
yalnız ekonominin komuta mevzilerini ele geçirmekle kalma­
mış, politik komuta merkezlerini de büyük ölçüde ele geçirmiş­
tir ki, bu çok önemli bir husustur. Değişik emperyalist devlet­
lerin Türkiye ile imzaladığı anlaşmaları, bunların oluşturduğu
tüm anlaşmalar sistemini şöyle bir gözden geçirirsek, sanırım
şunu açıkça söyleyebiliriz ki yabancı emperyalistler, kocaman
bir eşitsiz anlaşmalar sistemi oluşturmuştur. Bu sistem, Çin'i
bugün de inleten o eşitsiz anlaşmalar sisteminden pek fark­
lı değildir. Emperyalistler Türkiye'nin ekonomisinin komuta
merkezlerini sıkıca elinde tutmakta, yeni yeni politik yönetim
odaklarını ele geçirmekte ve eşitsiz anlaşmalar ağını örme­
ye devam etmekte, böylece de ülkeyi yarı sömürge durumuna
getirmektedir. Savaş öncesi Türkiye'sinin belirleyici özellikle­
rinden biri, kapitalizmin, para-ticaret ilişkilerinin sızmasıyla
giderek erimeye başlayan feodal ilişkilerin, ülke tarımının ya­
pısında egemen durumda olmasıydı. Bu tarımsal yapı, çok ağır
feodal ilişkiler içinde boğulmaktaydı. Savaş öncesinde feoda­
lizm kapitalizmden daha ağır basıyordu. Bu durumu, impara­
torluğun tüm bölümleri için geçerli sayamayız. Kapitalizmin ve
kapitalist ilişkilerin bizzat Türkiye' deki farklı gelişme düzeyi,
yoldaşlar, yalnız Türkiye' de değil, sömürge ülkelerin neredeyse
tümünde çok büyük önem taşımaktadır. En meşhur sömürge
ülkesi olan Çin'e baktığımızda şunu görüyoruz: Kapitalizmin
çok gelişmiş olduğu büyük merkezlerin /Şanghay, HanKou vb./
66 1 /< >mintern, TKP ve Kür t isya nları

tanı sıra, kapitalizmin bunlardakinin yarısı kadar bile gelişe­


mediği birçok eyalet var. Aynı şeyi, yani kapitalist ilişkilerin
ülke çapında inanılmayacak kadar farklı gelişme gösterdiğini,
H indistan ve kimi diğer sömürge ülkelerde de görmek olanak­
lıdır. Türkiye'nin özellikle köy ekonomisinde kapitalist ilişkiler
son derece dengesiz, feodal tarım biçimi egemen durumdaydı.
İlginç olan şu ki, Türkiye, emperyalizmin yarı sömürgesi oldu­
ğu için, Türklerin kendisi ezilen bir ulustur. Ama diğer yan­
dan, Türkiye ezen bir ülkedir. Türkiye'nin Avrupa kesiminde,
örneğin Makedonya' da Makedonlar, Yunanlar, Arnavutlar,
Romenler, Bulgarlar ve Sırplar, Asya kesiminde ise Ermeniler,
Araplar, Kürtler de Türkler tarafından eziliyordu. Burada ulu­
sal iç içelik söz konusudur. Bu halklardan kimilerinin koda­
manları Türk kodamanlarıyla iyi anlaşıyor, emperyalistlerin
etkisinin artmasına hizmet ediyor, dolayısıyla ezilen ulustan
sayılmıyor. Ermeni burjuvazisi, Yunan burjuvazisi ve Yahudi
burjuvazisi, sözün tam anlamıyla komprador burjuvaziydi ve
onların ezildiklerini söylemek, bu bakımdan olanaksızdır. Bu
uluslardan köylülere gelince, burada durum tamamen farklıdır.
Türkiye'deki komprador burj uvazi, bir bakıma yabancı burju­
vaziydi. Benzer bir durumu bugün Endonezya' da, Malezya' da,
Siyam' da vb. görebiliriz.
Bir bütün olarak Türkiye imparatorluğu, devlet yapısı ve
tarihsel doğuşu bakımından, dünya devletler sisteminde feo­
dalizm kalıntılarının bir parçasıydı. Feodalizmin bu kalıntı­
ları sermayenin baskısına dayanamadı ve bu sebepten dolayı
Türkiye imparatorluğunda çürüme süreci başladı ve giderek bir
hayli hızlandı. Daha önce, sanayi sermayesinin geliştiği dönem­
de de, çürüme süreci vardı. Sırplar, Bulgarlar, Romenler ve daha
sonra başka halklar Türk ezgisinden kurtuldu, ama bu süreç ar­
tık değişik emperyalist devletlerin savaşı temeline dayanıyordu.
Bu devletler Türkiye' deki ulusal hareketleri kullanıyordu. İşte
bu nedenle Marks ve Engels bazen Türkiye imparatorluğundaki
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o n u � m d � ı 1 67
kimi ulusal hareketlere ve bağımsızlık savaşlarına karşı çıkıyor­
du. Sultanın Halife olmasının ve dinin önemli rol oynadığını
özellikle belirtmek gerekir. O zamanlar Müslüman Doğu' da
yalnız ticaret burjuvazisi bulunduğu için İslam feodalizmin son
derece güçlü dayanağı durumundaydı.
İmparatorluğun çürüme süreci, özellikle Sırplar ve
Bulgarlarla yürütülen Balkan Savaşları sırasında çok net bir
şekilde ortaya çıktı. Lenin'in bu konuda küçük bir yazısı­
nın okunmasını tavsiye ederim. Lenin bu yazısında, Bauer'in
Balkan Savaşı ile ilgili bir yazısına değiniyor. Ne yani, Türklere
karşı ulusal bir hareket, feodalizme karşı bir savaş, yani iyi bir
şey söz konusu, diyor Bauer yazısında. Oysa Lenin, bu iyidir,
demiyor. Rusya emperyalizmi bu savaştan yararlanabilir ve bu
sebepten dolayı biz sosyalistler bu savaşı işçi ve köylülerin kendi
kurtuluşu için yürütmüş olmalarını tercih ederdik. Feodalizme
karşı savaş anlamında burada belirli bir ilerleme olduğu çok
açık. Ama bu savaş işçi ve köylülerin etkisi altında, proletar­
yanın ve proleter yığınların yönetiminde yürütülmüş olsaydı,
daha iyi olurdu, diyor. Bana göre, yoldaşlar, Lenin'in bu küçü­
cük yazısı, Marks'ın ve Engels'in, Sırp ve Bulgar hareketlerine
kimi kez karşı çıktığı 70'li yıllarda bu konudaki görüşlerini an­
lamamız için bir anahtar durumundadır. Emperyalizmin poli­
tikası ve Türk ulusunun sorunlarının çözümü açısından önem­
li olmakla birlikte, Türkiye'nin dünya savaşında oynadığı rolü,
üçlü ittifaka nasıl girdiğini, savaşa nasıl hazırlandığını ve nasıl
katıldığını, Türkiye imparatorluğunun nasıl çürüdüğünü anla­
tacak değilim. Çin'in gelişme yolları hakkında muhalefetle sa­
vaş dönemindeki tartışmalar dolayısıyla Stalin yoldaş, bu konu­
da Çin Türkiye ile kıyaslanamaz, çünkü: "Şunu dikkate almak
gerekir ki, . . . . . . . . . . . . . . . .. "2 , şeklinde bir değerlendirme ya-
. . . . . . . . .

pıyor. O dönemdeki gelişmeleri iyi anlayabilmemiz için, dünya


2 Orijinal meti nde Stalin alıntıları büyük olası lıkla sonradan eklenmek üzere boş
bırakılmış.
68 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya n ları

savaşı sonucunda Türkiye'nin uluslararası durumunda meydana


gelen bu değişikliği, Türkiye'nin dünya emperyalizmiyle ilgili ro­
lündeki değişikliği dikkate almak zorundayız. Dünya savaşının
sonucu neydi? Türk imparatorluğu paylaşılmış oldu. Başka bir
husus daha var: İmparatorluğun az ya da çok Türk kısmı sayı­
lan bölümü, Sevr antlaşmasının tehdidi altındaydı. Bu tehdit ve
köhnemiş imparatorluğun paylaşılması sonucunda emperyalist
esaret tehlikesi artmıştı. Buna karşı ulusal kurtuluş savaşı baş­
ladı. Bu savaşı Türk köylüsü başlattı. Bu hareketi Türk köylüle­
rinin başlattığını, konuyla çok daha yakından ilgilenen bütün
yoldaşlar da doğrulayacaktır. Türk köylüsü Antant devletleri or­
dularının Anadolu'ya girmesini istemiyordu ve ancak köylülerin
bu savaşı başlatmasından sonradır ki, sosyal yapısının temelin­
de köylülerin bulunduğu bu büyük ulusal hareketin yönetimini
Kemalist burjuvazi ele geçirmişti. Muazzam ulusal devrimci bir
hareket söz konusuydu. Bu hareketin içinde artık başlıca halk
yığınları bulunmaktaydı. Türkiye' de halk devrimi olmaktaydı.
Türkiye'nin bu bölümündeki söz konusu devrimin sosyo-eko­
nomik içeriğini analiz edecek olursak, karşımıza nasıl bir tablo
çıkacaktır?
Devrimin sosyo-ekonomik içeriğini analiz metodolojisi açı­
sından sizlere Lenin' in İsviçre' de, 9 Ocak dolayısıyla yaptığı
konuşmayı anımsatmak isterim. Bana kalırsa, Lenin burada,
Rusya' daki 1905 demokratik burjuva devriminin sosyo-eko­
nomik içeriğinin en kapsamlı analizini yapıyor. Rusya'nın o
dönemdeki sorunlarını sıralıyor. Feodalizmin kalıntıları, bü­
yük ağaların toprak üzerindeki mülkiyet biçimlerini, Çarlık
rej iminin devrilmesini, ulusal sorunun çözümünü, kadınların
hak eşitliği sorununu, Rusya' daki cehaletin tamamen ortadan
kaldırılmasını gibi konuları işliyor. Lenin'in geliştirip kullan­
dığı bu yöntemi Türkiye'ye uygularsak, nasıl bir durum orta­
ya çıkacaktır? Türkiye' deki halk hareketinin sosyo-ekonomik
içeriği neydi? Başta gelen temel amacın emperyalizmi devir-
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o n u ş rn d " 1 69
mek, gerçek ulusal bağımsızlığı kazanmak olduğu iyi biliniyor.
Sevr antlaşmasıyla emperyalistler . . . Türk ulusunu boğmak is­
tiyordu. Halk ise ulusal bağımsızlık istiyor, devletin bağımsız
olmasını istiyordu. Şöyle ki, emperyalizmin zulmünü ortadan
kaldırma görevi başta geliyordu. Tarım alanında durum neydi?
O dönemlerde, bütün bunların olduğu topraklarda feodalizmin
kalıt ve kalıntıları çok ağır basıyordu. Tarım sorununu daha
ayrıntılı ele alacak olursak, yoldaşlar, şunu söylemek gerekir:
Türkiye'nin tarım sorunu o kadar az araştırılmıştır ki, örne­
ğin, Çin köyünü bizler daha iyi bilmekteyiz. Şahsen benim bu
konudaki bilgim pek fazla olmasa da, yaklaşık olarak şöyle bir
tablonun ortaya çıktığını söyleyebilirim: Tarım düzeni bakı­
mından Türkiye'ye baktığımızda, kesin sınırları olmasa da üç
bölgeden söz edebiliriz. Birinci bölge Adana, İzmir ve kısmen
Ankara yörelerini kapsar. Buralarda kapitalist ilişkiler oldukça
gelişmiştir. Denebilir ki, Kemalistlerin zaferinden sonra bura­
larda kapitalizm artık Prusya modeli temelinde hızlı tempolar­
la gelişmektedir. Ama yarı feodal tortular bu bölgede de önemli
ölçüde varlığını sürdürmektedir. İkinci bölge Orta Türkiye'yi
kapsar. Burada feodal kalıntılar daha fazladır. Kapitalist iliş­
kiler yine Prusya modeli temelinde çok daha ağır tempolarla
gelişmektedir. Büyük çiftlik ve toprak sahipleri topraklarını
yarı feodal ilişkiler ve İslam ilişkileri temelinde icar etmekte­
dir. Köylünün mülkiyeti egemenmiş gibi görülse de kuşkusuz,
çiftlik sahiplerinin mülkiyeti de söz konusudur ve vergiler, te­
fecilik, ticari mübadele vb. yoluyla sömürü devam etmektedir.
Üçüncü bölge Doğu Türkiye olmalı. Burada kapitalist ilişkiler,
ağır ağır da olsa gelişmeye başlamakta, feodalizmin temelleri
ise çok güçlüdür.
Türk ulusunun, Kemalistlerin önünde son derece önem­
li başka sorunlar da vardı. Ulusal sorunun çözümü, iç ulusal
sorunun çözümü, ulusal azınlıklar sorununun çözümü gibi.
Türkiye' de ulusal azınlıklar kalmıştır. Değişik yerleşim mer-
70 1 Ko min tern, TKP ve Kü r t isya n ları

kezlerinde Kürtler ve Ermeniler, şehirlerde Rum ve Yahudi bur­


juvalar, ayrıca değişik uluslardan göçebeler ve Lazlar vardır. Bir
de yoldaşlar, dinin devlet işlerinden ayrılması sorunu vardır.
Burjuva devrimi söz konusu olunca, dinin oynadığı özel rolün
önemini belirtmeliyim. Bundan başka, saltanatı devirme soru­
nu ortaya çıkmıştı. Sultan, emperyalist sömürünün vasıtasıy­
dı, Sultan emperyalizmin ajanıydı, feodal ve yarı feodal büyük
toprak ve çiftlik sahipleriyle komprador burjuvazinin iktidarı­
nı temsil ediyor ve uyguluyordu. Kadın haklarının sağlanması,
cahilliğin ortadan kaldırılması gibi sorunlar da tarihin günde­
mindeydi.
Şimdi de Türkiye' de ulusal savaşın hangi uluslararası or­
tamda yürütüldüğüne gelelim. O zamanki uluslararası ortam
hakkında kısaca şunları söyleyebiliriz: Ulusal savaş dünya sa­
vaşının ardından yürütülüyor. Genel uluslararası durum açı­
sından bu husus belirli bir öneme sahiptir. Türkiye' de ulusal
savaş, Oktobr Devrimi'nden sonra başlamış, proletarya dev­
riminin bir parçası olarak yürütülmüştür ve bu anlamda em­
peryalizme karşı yönelik olmuştur. SSCB'nin emperyalizme
karşı nitelik ve ilke bakımından Türk ulusal savaşından farklı
bir savaş yürüttüğünü kabul etmemiz yanlış olur. Bu iki savaş
birbirine paralel olarak sürüyordu. Bizim politikamızdan so­
rumlu olan Lenin' den başkası değildi ve MK'miz bu ulusal sa­
vaşı yalnız çağrılarla değil, çok daha etkin araçlarla da destek­
liyordu. Batı' da, başlıca kapitalist devletlerde çetin sınıf kavgası
verilirken, Türkiye' de ulusal savaş veriliyordu. Emperyalizmin
savaş sonrasındaki 1 . gelişme dönemi yaşanıyor. Bu dönem­
de durum sallantılı ve henüz gerçek bir istikrar yok. Birçok
ülkede, burjuvazi ile proletarya arasında iktidar savaşı vardı.
Emperyalizmin en önemli sömürgelerinde, özellikle Hindistan,
Çin, Mısır, Fas ve hatta Kore ve başka ülkelerde ulusal, devrim­
ci hareketlerde büyük bir yükseliş devam ederken, Türkiye' de
ulusal savaş yürütülüyordu. Uluslararası durum işte böyleydi.
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o n u ş m a s ı J 71
Türkiye' deki ulusal savaş, emperyalizme karşı nesnel b i r dev­
rimdi. Devrimin verdiği sonuçları, onun önünde duran görev­
ler açısından ele alalım. Birincisi, emperyalizmi devirme, onun
esaretinden kurtulma sorunu nasıl çözüldü? Bu sorun şöyle çö­
züldü: Türk ulusu devlet bağımsızlığını kazandı. Bu bir gerçek.
Türk devleti formel bağımsızlığının tüm niteliklerine sahip
oldu. Türkiye bağımsız devlet oldu. Türk devleti bağımsızlığın
bütün alametlerini taşıyor, ama bununla birlikte ulusal devrim,
antiemperyalist savaş yine de tamamlanmış değil. Daha önce
emperyalistlerin elinde bulunan ülkedeki bütün ekonomik
komuta merkezleri, yine onların elinde kaldı. Demiryolları,
maden ocakları, bankalar onların elinde kaldı ve hatta hafif
sanayide, tütün ve tekstilde işler yine onların kontrolündeydi.
İşte yoldaşlar, Kemalistler kendi ulusal sorununu, emperyalizm
sorununu böyle halletti.
Şimdi de savaşın başka bir sonucunu, devrimin sosyo­
ekonomik içeriği açısından ele alalım. Kemalistler tarım so­
rununu nasıl çözdü? Burada, Stalin'in Çin devrimiyle ilgili
konuşmasından, bu konudaki şu değerlendirmeyi aktarmak
yerinde olur: " Kemalist devrim böyle bir ülkede mümkün-
dür . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ." Emperyalizme karşı Kemalist devrimin
sonuçları işte böyle. Daha sonraki gelişmesinde Kemalizm tam
da tarım devrimi olanaklarına karşı, bizzat işçi ve köylüle­
re karşı yöneliyor. Kemalist devrim Çin' de mümkün değildir.
Çünkü bu koşullar orada yoktur. Başka bir bağlamda Stalin bu
konuda şöyle diyor: "Kemalistlerin hükümeti, . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
bir hükümettir." Bir başka konuşmasında da şunları söylüyor:
"İlginç niteliklerinden biri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . " Başka bir
yerde ise şöyle diyor: "Yardımda bulunmakla biz doğru mu ha-
reket etmiştik . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. " Sanırım, bu sözler, emperyalizme
karşı Kemalist devrimi ve ulusal kurtuluş savaşını anlamak için
bir anahtar niteliğindedir. Bu ulusal kurtuluş devrimi daha ilk
adımda durakladı ve bir tarım devrimi düzeyine yükselemedi.
72 1 Kom in tern, TKP ve Kür t isyanları

Tarım devrimi düzeyine yükselmesi için, köylüler açısından


gerekli koşullar var mıydı? Konuyu benden daha iyi bilen yol­
daşlar şöyle diyor: Yalnız koşullar değil, bu yönde denemeler
de vardı. Ama tam burada Kemalistler tarım devrimine kar­
şı tutum aldı ve köylülerin tarım devrimi için bütün girişim
denemelerini bir düşman gibi bastırdı. Sanırım, Stalin bunun
sebeplerini de gösteriyor. Başta gelen sebep, proletaryanın gö­
rece zayıf olması ve örgütlü olmamasıdır. Kaldı ki, ulusal sa­
vaş Anadolu topraklarında olmuştur. Oysa Türk proletaryası,
yabancı işgalinde bulunan İstanbul' da gelişmiş durumdaydı.
İstanbul proletaryasının başta gelen güçleri, işgale karşı savaşı­
yordu. Türkiye proletaryasının ana müfrezeleri fiziksel olarak
ve coğrafya bakımından antiemperyalist ulusal savaşa doğru­
dan katılacak durumda bile değildi. Onlar yalnızca cephe geri­
sinden destek verebiliyordu. Kemalistler bu antiemperyalist ha­
reketi Türk asıllı olmayan ulus gruplarına karşı yönlendirmeyi
başardı. Tarım devriminin gelişmesi bakımından Türk ulus içi
sorun da büyük önem taşıyordu. Sürekli ulus içi savaş, tarım
devriminin gelişmesini frenliyor ve zayıflatıyordu. Yalnız Türk
asıllı olmayan büyük çiftlik sahiplerinin ve köylülerin toprak­
ları müsadere edilmişti.
Bugün Türkiye' de 836 bin köylü işletmesi var. 5 hektara ka­
dar toprağı olan köylülerin elinde toplam 1.700.000 hektar top­
rak bulunurken, yalnız birkaç bin büyük çiftlik sahibinin top­
lam toprağı 8.650.000 hektardır.
Kemalist devrimle ilgili olarak biz, Kemalistlerin Prusya
modeli gelişmeyi hızlandırmak için her yola başvurduğunu,
her önlemi aldığını söylemeliyiz. Ama ülkenin savaş sonrasında
fakir ve zayıf düşmesi, Prusya modeli temelinde bile hızlı ge­
lişmeyi zorlaştırıyordu. Bu modelin uygulayıcıları büyük çift­
lik sahipleriydi, ama bu model tam olarak gerçekleştirilemedi.
Büyük çiftlik sahibi tarım kapitalistine dönüşmeye başladı.
Onlar ülkenin kimi bölgelerinde (Adana, İzmir, Ankara) şu ya
Ma g y a r/ Ma d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş Konu ş rn a \ ı 1 73
da bu ölçüde başarılı oldular. Orta Türkiye' de ise köylü işletme­
leri murabahacılığın, köleliğin, ağaların ve vergilerin ağır baskı­
sı altındaydı. Doğu' daki tarımda feodal ilişkiler egemendi.
Ancak şunu da söylemek gerekir ki, Kemalistler Prusya
gelişme modelini tam uygulama konusunda başarısız oldu.
Türkiye' de gelişme, Prusya' daki boyutlara ulaşamadı, feodaliz­
min ağır kalıntıları olduğu gibi kaldı.
Kemalistler ulusal sorunu çözebildi mi? Hayır. Onlar ancak
kısmen, son derece özgün bir şekilde, Ermeni ve Rumları imha
ediyor ya da ülke dışına atıyordu. Kuşkusuz, biz bu yöntemi
destekleyemeyiz. Kemalistler vahşice davrandı. Bu vahşice gi­
rişimlerine karşın, ulusal savaşta Kemalistleri desteklemek du­
rumundaydık. Çünkü emekçi yığınlar, Rumlar, Ermeniler ken­
di egemen ileri gelenlerinden vazgeçmedi. Oysa tepedeki bu
egemen güçler emperyalizmin ajanlarıydı. Burada, gerici ulus
kim sorusunu sormak, tamamen haklı bir tutum olur. Örneğin
Kürt ulusu, gerici bir ulus olarak kaldı. Kemalistlerin zafe­
ri sonucunda ulusal sorun çözülemeden kaldı. Türkleştirme
denemelerinin hiçbiri sonuç vermedi. Din konusuna gelin­
ce: Bu sorun çözüldü mü? Din devletten ayrıldı. Kemalistler
bir bakıma, bir zamanlar savaşkan nitelikteki klasik burjuva
ruhunda, ama önemli bir şartla hareket ediyordu. Halifeliği
kaldırmışlardı. Reformları uyguluyorlardı. Ama dinin eko­
nomik temeli ve etkisi öylece kalmıştı. Kadınların kölelikten
kurtarılması konusunda kimi adımlar atılıyordu. Başta gelen
altı sorunu sosyo-ekonomik içerik açısından ele alırsak şunu
söyleyebiliriz: Kemalistler emperyalizm sorununu sonuna ka­
dar çözemedi, hakimiyet tepeleri emperyalizmin kontrolünde
kaldı. Tarım sorununu ve ulusal sorunu da çözemediler. Gerçi,
tarım alanında Prusya gelişme modeli Türkiye'nin Batı kesim­
lerinde yine de uygulanmaya başladı ve elbette kimi ilerleme­
ler kaydedildi. Kemalist devrimin sınıfsal özü belli. Devrime
katılan ana yığın köylülerdi. Proletarya fazla gelişmiş değildi.
74 1 Ko m in tern, TKP ve Kü rt isya nları
Proletarya yatakları işgal altındaydı. Devrimin egemen gücü
Kemalist burjuvaziydi. Bunlar savaş sırasında zenginleşen ti­
caret burjuvazisiydi. Bu burj uvazi, sanayi burjuvazisine dönüş­
mek üzereydi. Bu ulusal burj uvazi, ulusal devrimde köylülüğün
hegemonu durumundaydı. Bu, orta burjuvaziydi. En büyük
ticaret burjuvazisi ise, Türk asıllı olmayan komprador burju­
vaziydi ve emperyalizmle bağlıydı. Bu büyük burj uvazi ulusal
devrime katılmıyordu ve Kemalist burjuvaziye karşı çıkıyordu.
Proletarya ise, ekonomik ve politik gelişme düzeyi, örgütlen­
me ve bilinç düzeyi düşük olduğundan, burjuvaziye karşı he­
gemonyasını kurma savaşında değildi. Kimi yiğitçe denemeler
yok değildi, ama bu denemeler başarısız oluyordu. Yukarıda
sözünü ettiğim Stalin'in sözleri, sanırım, Kemalistleri tam da
bu açıdan değerlendiriyor.
Burada ben, bizim literatürdeki yanlış değerlendirmelere
değinecek değilim. Kemalistleri, bütün demokratik burjuva
görevlerini sonuna kadar yerine getirmiş bir burjuva partisiy­
miş gibi gösteren koskoca İranduslar ekolü vardı. Safarov'un,
Kemalistlerin Türkiye'nin ulusal kurtuluşu için savaştıkları
söylenen yapıtında da büyük hatalar var. Araplara zulmetmek­
ten vazgeçmek zorunda kaldılar, ama şunu vurgulamak gerekir
ki, Kürtlere ve Lazlara zulmetmekten vazgeçmediler. Onların
faşistliği yolunda T. Frankel'in ve Kemalistlerin kimi açıklama­
ları vardı.
Orta ticaret burjuvazisi emperyalizme karşı savaşta büyük
başarılar sağladı ve kendi diktatorasını uygulamaya devam edi­
yor. Türkiye öyle bir duruma düştü ki, bir yandan bağımsızlığı
var, ama aynı zamanda politik komuta merkezleri emperya­
lizmin elinde bulunuyor. Kemalist burjuvazi emperyalistlerin
elinden bu merkezlerin bir kısmını ele geçirmek için ekonomik
savaşı yükseltmeye çalışıyordu ve şunu belirtmek gerekir ki, on­
lar bu konuda kimi başarılar sağladı. Ama bunu, köylüler ve işçi
sınıfı üzerinde son derece ağır baskı ve sömürü yoluyla yaptı.
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r ı ) K o ı ı ı ı ; ı ı ı . ı ·. ı l 7 r;
Ulusal bağımsızlığın biraz olsun temelini atabilmek, bankalar
yaratmak, demiryollarını satın almak, kendi ihracat merkezle­
rini kurabilmek için, köylü ve işçileri olabildiğince soyuyordu.
Elbette bu Kemalist burjuvazi arasında bir sanayi burjuvazisi
tabakası oluşuyor. Türk burjuvazisi içinde böyle bir süreç var­
dı. Diğer taraftan, Türkiye komprador burjuvazisi Kemalist
burjuvaziye karşı son derece acımasız bir kavgaya girişmişti.
Kemalistler büyük ölçüde üstün geldi ve şimdi bizzat Kemalist
burjuvazi içinden, yabancı sermayeyle bağlanan bir ticari burju­
va kanadı ayrılıyor ki, yoldaşlar, sanırım Kemalistlerin safların­
da olup bitenler, Fethi Bey'in sözümona "İşçi Köylü Partisi"nin
kurulması ve onun tüzüğü, bunu açıkça gösterdi. Yabancı ser­
mayeyle bağlanan bu burjuvazi, İşçi Köylü Partisi maskesini
takarak hareket etmekten bile çekinmiyor. Fethi Bey'in komp­
rador, liberal partisi, elbette, Fransız ve İngiliz temsilcilerin bil­
gisi dışında kurulmadı. Bundan da öte, ulusal savaş sırasında
Ermeni ve Rumların kırılması ve yurtdışına itilmesi ölçüsünde
Kemalistler, bunların topraklarına el koymaya başladı ve tica­
ret burjuvazisi toprak mülkiyetiyle daha da bağlanmaya ve bu
topraklara yerleşmeye başlıyor. Bu Kemalist burjuvazi köylüler
üzerindeki ticari murabahacılık sömürüye daha büyük ağırlık
vermeye yöneliyor. Kemalist burjuvazinin belirli bir kesimi ya­
bancı sermayeyle ne kadar çok bağlanıyorsa, Kemalist burjuva­
zi emperyalizme karşı savaşma, hatta karşı çıkma yeteneğini o
derecede yitiriyor. Bu burjuvazi toprak mülkiyetiyle, feodal ve
yarı feodal sömürü yöntemleriyle bağlarını ne kadar daha çok
güçlendiriyor, köylerdeki ticari murabahacılığın sömürü yön­
temlerine ne kadar daha sıkı sarılıyor, herhangi bir tarım refor­
mu yapma yeteneğini yitirdiği ölçüde onun zenginliği ve gücü
de o ölçüde köyün feodal ve yarı feodal sömürüsüne dayanıyor.
Kemalistler tarım reformuna yatkın olmamaktan da öte, tarım
reformuna karşı savaşır oluyor, giderek daha gerici duruma ge­
liyor. Kemalist kampta, değişik katmanlar arasında sürekli ve
76 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya n ları

çok çetin bir savaş yürütülüyor. Sanayi burjuvazisi eski mevzi­


lerini elinde tutmak, korumak için çabalıyor. Devlet bağımsız­
lığını kazandıktan sonra Kemalistler emperyalizm karşısında
teslimiyetçilik yoluna giriyor. Bu yolda her adım, son derece
zor atılıyor. Çünkü halk yığınlarının tepkisiyle, işçi ve köylü­
lerin tepkisiyle karşılanıyordu. Ancak artık bu yola girilmişti
ve Kemalistlerin politikası büyük tereddütler içinde de olsa, bu
yoldan ilerliyordu. Fethi Bey'in partisi kurulurken Kemalistler
emperyalistlerle yeni ilkeler temelinde yeni bir anlaşmaya git­
mek için etkin bir denemede bulundu. Kemalistlerin dış politi­
kasını belirleyen şuydu ki, ülke bir yandan iki dünya arasındaki
savaşta son derece özgün bir yer tutuyor, SSCB ile emperyalizm
arasındaki çelişkilerden yararlanıyor, diğer taraftan Kemalist
burjuvazi emperyalist kamptaki her türden çelişkilerin tümün­
den yararlanmaya çalışıyor. İşte, yoldaşlar, onlara söz konusu
yolda bazen frenlere basarak, kimi kez geri adım atarak, işçi ve
köylülerin ve hatta küçük şehir burjuvazisinin tepkisiyle karşı­
laşarak ilerleme imkanı veren de budur.
Şimdi şu soruyu soralım: Türkiye' de demokratik burjuva dev­
rimi sorunu çözülmüş müdür? Tam ve kesin olarak söyleyelim:
Hayır, yoldaşlar. Devrimin demokratik burjuva aşaması sorunu,
emperyalizme karşı savaş sorunu, tarım sorunu vb. çözülmedi.
Bizce, Türkiye devriminde demokratik burjuva aşaması
olacaktır. Sosyo-ekonomik içeriği, çözülmeyen bu sorunların
çözülmesi olacaktır. Emperyalizmin komuta mevzilerini yık­
mak, tarım devrimini tamamlamak, ulusal sorunu çözmek
gerekir. Şunu belirtmeliyim ki, demokratik burjuva devrimi­
nin sosyalist devrime yükselmesi son derece hızlı olacaktır.
Neden mi? Burada coğrafi koşullar ve SSCB'nin komşu olma­
sı rol oynuyor. Devrim içindeki güç dağılımı ve devrimin itici
gücü bile, bu hızlı yükseliş için elverişlidir. Son derece açıktır
ki, büyük çiftlik sahiplerine daha da yakınlaşmasına rağmen
burjuvazi iktidarda bulunuyor. Kendi diktatorasını gerçekleş-
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o n u ş m .ı " 1 77

tüm köylüler değil, çünkü Kemalistler Prusya modeli gelişme


tiriyor. Devrimin itici gücü işçi sınıfı ve köylüler olacak, ama

yolunu seçti. Bu gelişme yolu, o bilinen köy burjuvalarını ayı­


rıyor ve bunların gelişme ve tüm politik ve sosyal davranışla­
rı Kemalistlerin kampında olduğunu, devrimin itici gücünün
işçi sınıfı ile fakir ve orta halli köylüler olacağını gösteriyor.
Demokratik burjuva devrimini sonuna kadar gerçekleştirmek
ve Kemalist burjuvazinin elinden iktidarı almak gerekeceği
açıktır. Köy burjuvalarının Kemalistlerin kampında olması do­
ğal. Söz konusu olan, ülkenin kapitalist ilişkilerin en gelişmiş
olduğu en önemli Türk topraklarıdır. Kemalistlerin köydeki
sosyal dayanağı, giderek tarım kapitalistleri ve köy burjuvaları
durumuna gelmekte olan büyük çiftlik sahipleridir. Devrimin
itici güçleri ve niteliği hakkında Komünist Enternasyonal'in
kararında, Türkiye Komünist Partisi'nin tezlerinde soruna şöy­
le yaklaşılıyor: Demokratik burjuva devriminin hızla sosyalist
devrime yükselmesiyle, bu aşamada iktidarın niteliği işçi sını­
fıyla köylülüğün diktatorası olacak ve bu iktidar proletaryanın
hegemonyası altında işçi sınıfının ve fakir ve orta halli köylüle­
rin iktidarı olacak.
Devrimin niteliği ve itici güçleri hakkında kısaca söyleyecek­
lerim işte bunlar.
Şimdi de parti ile ilgili birkaç sözüm var.
Partimizi nasıl nitelendirmeliyiz? Doğu' daki tüm partileri
ele alacak olursak, elbette, Türk partisinin sosyal yapısı bakı­
mından, işçi partisi olması bakımından, en olumlu nitelikte
olduğunu görürüz. Doğu' da bu büyük bir iştir. Türk partisinin
%10'u aydınlar ve diğerleriyken, işçiler %90' dır. Kemalistlerin
işçi politikasından bahsedecek değilim. Çünkü onların bu poli­
tikasını deşifre etmek için, Stalin'in formülasyonunu ele almak
yeterlidir. Bu politikanın özünde, işçilerin yığınsal sınıf örgüt­
lerine hiçbir şekilde izin verilmemesi yatmaktadır. Kemalist
diktatoranın günümüzdeki amacı, her çeşit yığınsal işçi ve
78 1 Komin tern, TKP ve Kürt İsyan ları

köylü örgütlerini her yol ve yönteme başvurarak dağıtmak, yok


etmektir. Kemalistlerin tüm politikası, proletaryanın örgütlü
ve bağımsız bir sınıfsal güce sahip olmasını engellemekte so­
mutlaşıyor. Onların tüm politikasını böyle deşifre edebiliriz.
İlk aşamada emperyalizme karşı olan Kemalist diktatora, şimdi
işçi sınıfına karşı bir diktatoradır. Nicel bakımdan oldukça za­
yıf bu genç partiye karşı savaş, yalnız tahribat ve imha yoluyla
değil, aynı zamanda provokasyonlar, hem de yalnız polis pro­
vokasyonları değil, politik provokasyonlar yoluyla, yani içerde
muhalefet ve gruplaşmalar yaratma vb. yoluyla da yürütülüyor.
Şimdi de partinin hataları konusuna gelelim: Elinizde bil­
diğiniz belgeler var. Hataların temelinde yatan nedir? Bana
kalırsa, bu konuda şunu söyleyebiliriz: Bizim Türk yoldaşlar,
o kendine has dernekçilik aşamasını gerçek anlamda aşama­
dı. Parti büyük ölçüde sınıfının rahmi dışında yaşıyor. Partide
içe kapanıklık ve grupçuluk gözleniyor. Parti seçkin ve sadık
yoldaşlara sahipti ve işte bunlardan birkaç sadık Marksçı ko­
münist, komünist partisini kurmaya başladı ve işçiler arasında
belirli bir zemin kazandı, ama parti var olan koşullar yüzün­
den proletaryanın yığınsal hareket partisi durumuna geleme­
di. Yığınsal hareketlerin dışında kaldı. Partinin elinde dizgin
yoktur.
Şimdi ise parti yaşamının bugünkü durumuna değineyim.
Bana kalırsa, yoldaşlar, partinin yaşamında belirli bir dönü­
şüm oldu. Bu dönüşüm daha geçen yazın başında kendini gös ­
terdi. Bu anlamda gelişmeler var. İşletmelerde hücreler kurul­
maya başlandı. Bugün durum şöyle ki, anlaşılan, tüm muhalif
grupları yalnız ideolojik ve politik değil, aynı zamanda örgüt­
sel bakımdan da dağıtabileceğiz ve yanıltılan iyi, sadık işçileri
kazanabileceğiz. Bizim Türk partimiz tüm Türkiye komünist
partisi değildi. Parti İstanbul ' da ve İzmir' de faaliyet gösteri­
yordu. Şimdi artık partimizin tüm Türkiye komünist partisi
olmaya başladığını söyleyebiliriz. Şu ya da bu ölçüde proletar-
M a g y a r/ M a d y a r Yo l d a ş ı n G i r i ş K o rı u ı ı ı ı . ı " ı 1 71.J
yanın bulunduğu tüm büyük yerleşim merkezlerinde partimiz,
zayıf, hatta çok zayıf olsa da vardır ve yığınları yönetme araç­
larını, ya da şimdilik "araç parçalarını" yaratmaya başlamıştır.
Partinin tezlerinde, eylem programında ve diğer belgelerin­
de Türkiye Komünist Partisi'nin strateji ve taktiğiyle ilgili yete­
rince ayrıntılı bilgi vardır.
İşçi sınıfını örgütlemek, işçi sınıfının bilincini yükseltmek,
köylülüğü örgütlemeye başlamak, ezilen ulusların temsilcile­
riyle bağlantı kurarak köylülük üzerinde hegemonyayı ele ge­
çirmek, böylece proletarya devrimine yükselecek demokratik
burjuva devriminin zaferi için koşulları hazırlamak, partinin
önüne koyduğu görevlerdir.
1 . Bölüm

KÜRT İSYANLARI ÖNCESİNDE


PRO GRAMLARDA ULUSAL S ORUN

Türkiye İştirakiyun Teşkilatları Bakü Kongresi ( 1 920)


Türkiye İştirakiyun Teşkilatlarının 1 . Kongresi 10-17 Eylül
1920 tarihlerinde Bakü'de toplandı ve TKP'nin ilk program
ve tüzüğünü kabul etti'. Kongrede 12 Eylül günlü 5. Nöbette
"Milliyetler Meselesi" ele alındı; layihayı, Merkez Komitesi üyeli­
ğine seçilen ve Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğer yoldaşlarıyla
birlikte 28-29 Ocak 1921' de Karadeniz' de katledilen eski Elmalı
Kaymakamı Nazmi yoldaş sundu.
Nazmi yoldaş- Yoldaşlar, Türkiye' deki muhtelif milletler mese­
lesi hakkında bir layiha tertibi Merkezi Heyet tarafından bana
havale edilmiş idi. Ben bunu mümkün olduğu kadar tertip ettim.
Yalnız yazdığım bir şekl-i şifahi olarak söyleyemeyeceğimden
[bunu şifahen beyana kuvve-i nutkiyem m üsait olmadığından]
bunu tahriri olarak okuyacağım ve okuyorum .. [(Layihayı okur.)]
.

Nazmi yoldaşın yazılı olarak sunduğu layiha ve bu konuda


Kongre'nin aldığı karar, daha sonra redakte edilerek yayınlanan
TKP Kongre kitapçığında şöyle yer alıyor:

Bu kongrenin oturumları ve tutanakları için bkz. Emel Seyhan Atasoy ve Me­


ral Bayülgen, Türkiye lştirakiyun Teşkilatlarının Birinci Kongresi (TKP Kuruluş
Kongresi), İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2008. Prof. Dr. Yavuz Aslan bu kitaba
Önsöz dışında çok kapsamlı 30 sayfalık Giriş yazmıştır.
82 1 Ko m in tern, TKP ve Kü rt İsya n/afi

U.yihacı Nazmi Yoldaş, okuduğu layihada atideki tezleri müda­


faa ediyordu:
Şarkta uzun bir zamandan beri fukara halkın kanını akıtmağa
sebep olan milliyet meseleleri hep cihangir ve kapitalist devlet­
lerin müstemlekat politikasına raptedilmek iktiza eder. Erme­
ni Meselesi birinci defa olarak Bedin Muahedesine konan bir
madde ile meydana çıkmıştır. İngiltere, Rusya Çarizmine karşı
Hindistan yolu üzerinde kuvvetli bir Ermenistan teşekkülünü
istiyor. Taşnak Fırkası Londra' da kuruluyor.
Çar hükumeti ise, bütün kuvvetiyle Ermenistan hükumetinin
teşekkülüne mani oluyordu. Ermeni Patrikhanesi bir ihtilal oca­
ğı halini almıştı. Dökülen kanlara, İngiltere sermayedarlarının
istifadesini teminden başka maksat gözetmeyen İngiliz siyaseti
sebeptir. Türklere gelince: Türk hükumetini idare eden ekabir ve
mütegallibe ile Türk fakir ve rençber halkını birbirine karıştır­
mamalıdır. Ekabir şüphesiz, İslamiyet ve milliyet perdesi altında
menafi-i şahsiyelerini müdafaa için meş'um roller oynadılar. Türk
ve Ermeni halk arasına husumet sokmaktan ihtiraz etmediler.
Cereyan-ı tarihinin beraber yaşattığı bu iki milleti birbirine düş­
man ettiler. Her yerde ve her zaman ölen, ezilen, hak-ı hayattan
mahrum, biçare, fakir halktı! Avrupa emperyalizminin bir neti­
cesi olan Harb-i Umumi esnasında zavallı fakir Ermeni köylüsü
yine İngiliz tesvilatına, Taşnakların, papazların teşvikatına alet
oldu. Van ve Bitlis taraflarında Müslüman fakir halkı kesmeye,
evlerini yakmaya, mallarını yağmaya başladı. .. Buna karşı İttihat
ve Terakki hükumeti biaman davrandı, Ermeniler tehcir edildi­
ler; malları alındı ve gizli emirlerle büyük bir kısmı öldürüldü.
Taşnaklar ve Ermeni papazları milliyet ve mezhep davasıyla İn­
giliz siyasetine, İttihat ve Terakki ile Türk devletçileri de yine
milliyet ve mezhep bayrağı altında Alman siyasetine hizmet et­
mişlerdir. Neticede milyonlarla Türk ve Ermeni fukarası imha
edildi. Nazmi Yoldaş, Rusya Çarlığının tahrikatiyle Rum papaz­
larının ve şovenistlerin tesis ettiği Etniki Eterya'nın harekat-ı
inkılabiyesini tasvir etti. Kiliselerde nesayih-i diniye yerine milli,
dini düşmanlıkları telkin ediyor, asırlardan beri kardeş gibi ya­
şayan Türk ve Rum fakir halkı birbirlerine düşman ediliyorlardı.
K ü r t i s y a n l a r ı önc e s i nd e P r o g r a m l a r d a U l u s a l � 0 1 1 1 1 1 1 H3
Yunanistan'ın teşekkülü yalnız Rusya'nın değil, İngiliz ve Fran­
sız cihangirliklerinin de amaline muvafıktı. Rumluk esasen Os­
manlı devleti içinde pek kuvvetli bir unsur olduğu ve müteazzi
bir millet hayatı yaşadığı cihetle amal-i m illiyesi pek vasi idi.
Gördüğü teşvikattan cesaret alarak her tarafta imha siyasetini
takip etti. Buna karşı Türkiye devletçileri de arasıra Rum halkını
tazipten ve tahripten hali kalmadı. Görülüyor ki, Rumluk mese­
lesinde de büyük haydutların cihangirliği ve şovenistlerin amali
ve devletçilerin menafii yüzünden milyonlarla fakir halk kırıldı.
Hala kırılmakta devam ediyor.
Nazmi Yoldaş, Kürt, Arap ve sair anasırın emperyalizm siyasetine
kurban olduğunu ve yerli mütegallip şıhlar ve reisler elinde maz­
lum ve mağdur yaşadığını tasvir ettikten sonra, diyor ki: "işte arka­
daşlar, alem-i siyasette meşhur Şark Meselesi budur. Yoksa emper­
yalistlerin parasiyle çıkan kitaplarda denildiği gibi, sırf muhtelif
din ve milliyet mensupları arasındaki münaferetten mütevellit bir
mesele değildir. Bu münafereti icat ve terviç eden kendileridir. Bu
münaferet zavallı fakir halkı istism�r için kurulmuş bir tuzaktır."
Bundan sonra Türk fakir halkına nakl-i kelam eden Nazmi Yol­
daş, "izahattan anlaşıldı ki bütün muhtelif milletlerle çarpıştırı­
lan bu halk ... en ziyade zulüm gören bu halk ... istismar ve daha
doğru imha politikasına en ziyade hedef edilen bu halktır... Bütün
siklet-i dava Türk halkı üzerindedir. Türkiye fakir halkı, Avrupa
burjuvazisinin elinde esir olduğu gibi, kendi zenginlerinin ve dev­
letçilerinin elinde de esirdir. Artık Şark Meselesi denilen bu feci
temaşayı sahne-i siyasetten ilelebet izale etmek lazımdır." demiş­
tir. Nazmi Yoldaş Şark Meselesini burjuvazinin halledemeyece­
ğini, ve halletmek istemediğini ve ancak Şarkı parçalayarak fakir
halkı kendisine esir etmekten başka bir maksat takip etmediğini
beyan ettikten sonra şu sözler ile nutkuna nihayet vermiştir:
"Bunun ancak bir suret-i halli vardır. Bu meseleyi meydana çıka­
ran burjuvazinin yıkılması, sınıfi ve siyasi tahakkümün mahvı
ve Türkiye' de içtimai inkılabın inkişafı ve şura hükumetinin ku­
rulması! Yaşasın müstakil Türkiye Sosyalist Şuralar Hükumeti!"
(Alkışlar.)
84 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

Bunu müteakiben Kırım ülke komitesi azası Kiremitçi, Erzurum


delegesi Cevat2, İsmail Hakkı ve Selim Mithat yoldaşlar söz ala­
rak milliyetçilerin, şovenistlerin, kapitalistlerin, cihangirlerin,
devletçilerin şarkta muhtelif milletler arasında vücuda getirdik­
leri husumeti bir kat daha izah ettiler.
Badehu Mustafa Suphi Yoldaş[ın] Müstemlekcit ve Milliyetler
Meselesi hakkındaki mütalaaları tevhiden vaki olan beyanatı al­
kışlarla karşılanmış ve bu beyanatın karar halinde program ko­
misyonuna arzı kararlaştırılmıştır. Müstemlekat ve Milliyetler
meselesi hakkında Mustafa Suphi Yoldaş tarafından komisyona
verilip kabul edilen kararlar:
1. Müstemleke bugünkü haliyle istilacılık devrini geçiren sınai,
mali ve ticari inhisarcılığın zaruri bir mahsulü olduğu gibi, milli
niza ve kıtaller de halihazır şerait-i iktisadiye ve siyasiyesinden
çıkan birer hailedir. Hey'et-i içtimaiyyenin mukadderatı zen­
ginliğe istinat eden sermayedarlardan, fütühatçılık ve yağma­
gerlikle ihraz-ı şöhret ve hükumet eden emaret ve hükumetlerle
bunlara satılmış bir avuç sanadid ve memurinden ibaret bir
sınıf-ı ekalliyet elinde kaldıkça bu felaketlere nihayet vermek
imkanı yoktur.
2 . Burjuvazi esasında kurulan hükumetler fert ve milletlere ait
müsavat ve adalete dair birçok bahislerde bulundukları halde,
tarihin bize arz ettiği feci hadiseler, hele son Avrupa harbinden

2 Konumuzla daha fazla ilgili olduğu için Cevat'ın [Dursunoğlu] konuşmasını


tutanaktan aktarıyoruz: "Cevat yoldaş sözüne devamla- Şark'ta Ermeni
meselesinin sebebi Daşnaklar ve patriklerdir. İki milletin mahvına sebep
olmuşlardır. Şark meselesi de, Yekaterina'nın siyasetidir. Şark'ta Rusya Çarı'na
mukabil kuvvetin olmaması için Türkiye'nin parçalanması isteniliyordu.
Müttefikler de Ermenilerin çöreğini Rusya'nın yemesini istemiyorlardı.
Onun için de Ermenileri Rusya Çarlığına ve Türkiye'ye karşı çarpıştırdılar.
Üçüncü mesele Kürtlerdir. Şarki Anadolu' da üçüncü bir millet Türkler de
vardır. Türkler Kürtlerle birbirine karışmışlar, karabet ve sıhriyyet dolayısıyla
münasebatta bulunmuşlardır. Kürtler de din ve ağalarının teşvikiyle Ermenilerle
çarpışmışlardır. Ermenilerin sebeb-i felaketi Daşnaklar ve patrikler olduğu gibi
Türklerin de devletlileridir. Ben Ermeni tehcirini gözümle gördüm ve bulundum.
Ahali komşu Ermenileri şehirden teşyi ederken Müslümanlardan hatta ağlayanlar
da vardı. Demek ki burada fukaranın kabahati yoktur. Sırf hayal peşinde koşan
ağaların ve Ermeni Daşnaklarının kabahatidir."
K ü r t i s ya n l a r ı Ö n c e s i n d e P r o g r a m l a rd a U l u s a l S o r u n 1 85
sonra kararlaşan Versay muahedesinin mağlup ve zayıf millet ve
memleketleri kısım kısım esir ve müstemleke haline getirmeye
teşebbüs yolunda meydana çıkan neticeleri pekala gösteriyor ki
adalet ve müsavata ait bu şiarlar yalancı bir nümayiş olmaktan
başka bir mahiyet kazanamamışlardır.
3. Demek olu[yo] r ki, sermayedarlar, hükümdar ve sultanlardan
mürekkep hiç hükmündeki bir ekalliyetin beşerin ekseriyet-i
azimesini teşkil eden zayıf ve fakir işçi sınıflara zulm ve tegallübü
suretinde mütecelli bu cihanşümul beliyenin izalesi ancak sınıf
farkını ortadan kaldırarak, yeryüzünde hakim ve mahkum, zalim
ve mazlum fertler, millet ve devletlerin hükmünü bırakmayacak
bir inkılab-ı azimin vuku-u tahakkuku ile hasıl olabilecektir.
4 . Bütün dünya amele ve rençberleri arasında hadis olan bu ma­
hiyetteki içtimai inkılapta, şimdiye kadar başka devlet ve mil­
letler hükmü altında veya müstemleke halinde yaşayan millet
ve memleketler amele rençber sınıfının milli ve medeni meta­
libine karşı hakim vaziyetteki millet proletaryası tarafından
fedakarlıkta bulunularak mazlum milletler arasında tenevvür ve
temeddünün inkişafına hadim olacak medeniyetkar milli mü­
essesata kuvvet vermeli ve bu suretle onların da samimi olarak
inkılaba müzaheretleri esasları hazırlanmalıdır.
5. Komünist Fırkası inkılap hareketinin yeni girdiği gayr-i
müterakki memleketlerde emperyalizme karşı mevcudiyetini
müdafaa eden milli kuvvetlere müzaheretle, bu arada umumi­
yetle sermayedarlar idaresine karşı sınıfi mübareze hissinin işçi
halk içinde derinleşmesine ait mesaide bulunmalı ve herhalde
teşkilatın istiklalini muhafaza etmelidir.

Bu Kongre' de kabul edilen Program maddesinin başlığı "Din


ve Milliyet"tir:
4 - Sırf dini mahiyetteki terbiye, tedris ve ibadet meselelerini her
milletin ihtiyarına tabi bir cemaat işi olarak telakki ve böylece
" hürriyet-i vicdan"ın mutlak surette temini ve hiç kimsenin iti­
kadından dolayı muaheze edilmemesini üss-ü hareket ad eder.
86 1 Ko min tern, TKP ve Kür t isya n ları

5- TKF sermayedarlığın üzerindeki zulüm ve tahakkümü yıka­


rak sermayedarlık münasebetinden doğan her türlü harp ve kıta­
le nihayet vermek ve bu suretle insanlık alemini sulh ve selamete
erdirmek maksadını takip ettiğinden, dinlerin ve milliyetlerin
insanlar arasında münaferet ve düşmanlık doğuran hurafelerine
karşı mübarezeyi bir vazife bilir.
6- TKF sermayedarlara ve bilumum mütehakkim sınıflara nüfuz
ve kuvvet veren ve muhtelif milletleri temsil davasında bulunan
ruhani müesseselerin hükumetten ayrılarak cemaat teşkilat ha­
linde bırakılmasını iltizam eder.
7- TKF muhtelif milletlere mensup inkılapçı amele ve rençber
sınıfları arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için en kat'i
çarelere girişir:
(elif) Dil ve hars nokta-i nazarından her milletin tam hürriyetini
temin ve bu itibarla bir veya diğer millete mahsus olan her türlü
imtiyazları ilga eder.
(be) TKF hükümet teşkilatında muhtelif milletlere mensup ame­
le, rençber şuralar cumhuriyeti teşkilini kabul ve " hür milletle­
rin hür ittihadı" esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih
eder.
(pe) Fırka a mele ve rençber sınıfları da tamamen ayrı ve müs­
takil yaşamak ceryanlarına kapılmış olan m illetlerin arasında
kanlı nizalar çıkmasına yer vermemek için bu gibi m eselele­
rin "plebisit" usulüyle: Umumi reye müracaatla halline delalet
eder.

Program' da yer alan federasyon konusundaki görüşme şöy­


ledir:
Edilen itirazlar üzerine Suphi Yoldaş izahat vererek " federasyon"
kelimesinden ne kıstedildiğini anlattı. Büyük bir federasyon için­
deki küçük cuml.uriyetlerin devletten ayrılmadıklarını, bahusus
sosyalist esasta kurulmuş hükumetlerde bunların idare işlerinde
her vakit siyaset-i iktisadiye cihetinden müttehit bir şekil teşkil
ettiklerini, bundan asla korkmamak lazım geldiğini söyledi. İti-
K ü r t isya n l a r ı ö n c es i n d e Prog ra m l a rd a U l u s � I ) o r u n 1 87
razların temadisi üzerine; Ethem Nejat Yoldaş: Şark Kongresi'ne
iştirak eden yoldaşlardan bir Bulgar, bizden şöyle sordu: "Bulgar­
lar Türkiye ile federasyon yapmak istiyorlar. Türkler buna razı
olurlar mı?" Görülüyor ki, yalnız federasyon bugünkü devletin
havzası dahilindeki memleketlere münhasır değildir. Sosyalistler
bütün millet ve memleketlere şamil bir manadadır.
Ahmet Cevat Yoldaş- Bugünkü münakaşalardan anlıyorum ki
eski zihniyetlerimizi terk edemiyoruz. Biz eski kafamızdan ay­
rılmayacak olursak, bizim kanunlarımız burjuvazi hükumetinin
kanunlarından farksız olur. Yoldaşlar, hudut, bayrak, padişah,
bunlar beşerin zararını doğuran batıl şeylerdir. Umum beşeriyeti
iktisadi bir idare altında birleştirecek geniş sistemler, geniş pren­
sipler lazımdır. Görüyorum ki, Antanta'nın bugünkü muvakkat
muvaffakiyetleri ve galibiyetleri karşısında bir takım vahimelere
düşülüyor. Fakat Yoldaşlar, o haydut devletlerin tegallübü çok
sürmeyecektir, onlar pek yakında elleri arasında tuttukları bü­
tün müstemlekeleri kaçıracaklardır. Her millet gibi Araplar,
Kürtler, Bulgarlar da ne surette yaşayacaklarını kendileri takdir
ve tayin edeceklerdir. Federasyonu Rusya kabul ettiği gibi biz de
kabul etmeliyiz. Bu prensibi yalnız biz değil, bütün milletler ka­
bul etmelidir. Ancak bu prensip sayesindedi r ki beşeriyet vasi bir
aile halini alabilecektir.
(Madde aynen kabul edilmiştir.)

Türkiye Halk İşti rakiyun Fırkası A nkara Kongresi


( 1 922)

Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası Kongresi Ankara' da bi­


rincisi 16/17, ikincisi 25/26 Ağustos 1922 geceleri toplanan iki
oturumda yapıldı. 3 Kongre'ye sunulan Program tasarısının "İç
Politikada" alt başlıklı bölümünde "Din ve Milliyet" konusu
arka arkaya iki madde halinde düzenleniyor:

3 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Erden Akbulut ve Mete Tunçay, Türkiye Halk
lştirakiyun Fırkası, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Baskı, İstanbul: İletişim
Yayınları, 2016.
88 1 Ko min tern, TKP ve Kür t isyanları

10. Din her vatandaşın özel işidir ve parti, din özgürlüklerinin


kimin tarafından olursa olsun kısılmasına karşı savaşacaktır.
1 1 . Parti ulusal azınlıkların siyasal haklarından ve özerk yöne­
timler örgütlemelerinden yanadır.

Komintern 4 . Kongresi ( 1 924)


Komintern 4. Kongresi'nde Manuilski Komünist Enternas­
yonal Yürütme Kurulu (KEYK) adına TKP'ye yönelik bir dizi
eleştiri yaptı.4 Bu eleştirilere TKP adına Kongre'de Faruk Asri
adını kullanan Vanlı Kazım cevap verdi. Vanlı Kazım, ulusal
sorunla ilgili olarak şunları söylüyor:
Milli mesele Türkiye' de dört biçimde kendini gösteriyor: 1 /
Olumlu ve yapıcı, yani siyasi ve iktisadi alanda proletarya ile
devrimci milliyetçilik arasındaki ilişkiler; 2/ Olumsuz ve yıkıcı
alanda, yani gerek milli kurtuluş için emperyalizme karşı müca­
delede, gerekse Ortaçağ müesseselerine karşı mücadelede prole­
tarya ile devrimci milliyetçilik arasındaki ilişkiler; 3/ Proletarya
ile azınlıklar arasındaki ilişkiler; 4/ Proletarya ile emperyalist
milliyetçilik arasındaki ilişkiler. ( . . . )

Bu konuda üçüncü olarak proletarya ile ulusal azınlıklar ara­


sındaki ilişkileri de şöyle açıklıyor:
(. . . ) Şimdi de azınlıklar meselesine geçelim. Türkiye nüfusuna
ait en yeni rakamlar şöyle:

Türkler 10.000.000 %80


Kürt, Çerkez ve Lazlar 1 .800.000 %14,4
Rumlar 250.000 %2
Ermeniler 350.000 %2,8
Yahudiler ve diğer 100.000 %0,8
12.500.000 %100

4 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Erden Akbulut ve Mete Tunçay, Türkiye Komü­
n ist Partisi'nin Kuruluşu (191 9-1 925), İstanbul: Yordam Kitap, 2020.
K ü r t i s ya n l a r ı Ö n c e s i n d e P r o g r a m l a rd a U l u s a l S o r u n 1 89
En büyük azınlık Kürtlerdir; Kürt meselesi, geçtiğimiz elli yıl­
da üç veya dört kez feodal ve kısmi biçimlerde kendini gösterdi.
Hiçbir zaman bir Kürt milli meselesi ne ortaya çıktı, ne de gelişti.
Mevcut kanunlar Müslüman halka aynı anayasal hakları veriyor.
Kürt aydınları ve burjuva unsurları, milliyetçi ve ayrılıkçı hiç­
bir talep ortaya koymuyorlar. Türk burjuvazisi, ayrılıkçılıkları
nedeniyle uzlaşılamaz rakip ve düşman gördükleri Rumlara ve
Ermenilere tamamen farklı davranıyor. Milliyetçiler Hıristiyan
azınlıklar için ikamet bölgeleri tespit etmeyi ve İstanbul dışında
kentlerdeki oranlarını %10 ile sınırlandırmayı düşünüyor. Türk
Komünist Partisi, H ıristiyan ve Türk-olmayan azınlıklara karşı
her türlü milli baskıya karşı mücadele ediyor ve edecektir, ancak
Şeyhülislamlık gibi [Patrikhane gibi] ataerkil kurumların tasfi­
yesi proleter bir görevdir.
(. . . )
Yaşasın Komünist Enternasyonal!
Yaşasın Dünya Devrimi!
Faruk [Vanlı Kazım]5

Vanlı Kazım'ın redakte edilmiş ve yayınlanmış raporunda


ise bu bölüm şu şekildedir:
Şimdi azınlıklar sorununa geçelim.
En önemli milli azınlığı Kürtler meydana getiriyor. Kürt soru­
nu, son 50 yılda üç ya da dört kere feodal düzenle ilgili ve yan
bir sorun olarak ortaya çıktı. Kürtlerin �illi sorunu şimdiye dek
tam kapsamıyla hiç ortaya konmamıştır. Yürürlükteki yasalar,
bütün Müslüman nüfusa aynı anayasal hakları tanıyorlar. Bu
yüzden aydın Kürtlerle şehirli Kürtlerin hiçbir milli ve ayrılmacı
iddiası yoktur. Türk burjuvazisi, ayrılmacılıkları sonucu rakip
ve barışılmaz düşmanlar olarak gördüğü Yunanlılara ve Erme-

5 Redakte edilmemiş metin: TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm l, CD No: 26, Kla­
sör No: 33_36, Belge No: 7 1 -78 ve 79-87 ve 94 olmak üzere 2 nüsha, biri Farouk
[Vanlı Kazım) imzalı. [Fransızca] . Bu metnin redakte edilmiş hali Protokoll-Fünf­
ter Kongress der Kommunistischen lnternationale, cilt I I . s. 708 - 1 2'de yayınlandı;
çevirisi için bkz. A kbulut ve Tunçay, age.
90 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

nilere karşı tamamen farklı davranıyor. Milliyetçiler, Hıristiyan


azınlık için yerleşme bölgeleri saptamak ve İstanbul dışındaki
şehirlerde sayılarını yüzde IO'la sınırlandırmak niyetindedirler.
TKF, milliyetçilerin Hıristiyan ve Türk olmayan azınlıkları ez­
mesine karşı savaş açmıştır ve bu savaşa devam edecektir. Fakat
Şeyhülislamlığın olduğu gibi, Patrikliğin de kaldırılması, prole­
taryanın bir görevidir.

Komintern V. Dünya Kongresi'nin 3 Temmuz 1 924 günü top­


lanan 25. Oturumu Tarım Sorunu'nu ele alıyor. Kolarov'un ra­
por sunduğu bu oturum çerçevesinde yürütülen komisyon top­
lantılarından Türkiye ile ilgili görüşmede raportörlüğü Ahmet
Cevat Emre yapıyor. Bu toplantıyla ilgili tutanakta Ahmet Cevat
Kürdistan'ı Türkiye'nin bir sömürgesi olarak değerlendiriyor;
tutanağın ilgili bölümünü aktarıyoruz.

TÜRKİYE RAPORTÖR: CEVAT


Parti bugün tarım sorununu henüz araştırıp irdeledi ve şimdi
tarım programını hazırlıyor (Türkiye Komünist Partisi çok genç
ve daha şimdiden 4 kez darbe aldı). Değişik bölgelerde köylülerin
durumu farklı. Kürdistan' da hala toprak köleliğine rastlanıyor.
Orası Türkiye'nin eski sömürgesi, ama orada da epeyce Türk
var. Toprak sorunu çok karmaşık, çünkü toprak köleleri var.
Türkiye' de toprak köleliği kanunu olmamış, toprak her zaman
yönetime ait olmuş, veraset sistemi çok az gelişmişti.
Anadolu' da en yaygın sömürü usulü yarıcılıktır. Hasattan ilk
önce aşar alınıyor, sonra (tohumluk) tahıl alınıyor ve geri kalanı
ikiye paylaşılıyor. Hemen hemen feodal sistem. Bu sistem veraset
hakkının genişletilmesinden ve toprak mülkiyetinin artırılma­
sından sonra XIX.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren yayılmaya
başlıyor.
(. . .)
Bütün verimli topraklar zenginlerin elinde. Yoksul köylü­
ler topraksızlık çekiyor. Toprak çok ama kötü ve envanter
yok. Anadolu' da 900 bin, Trakya' da 100 bin, Kürdistan ve
K ü r t i s ya n l a r ı ö n c e s i n d e P r o g ra m l a rd a U l u s a l � o r u n 1 91
Mezopotamya' d a 2 0 bin köylünün %40'ının elindeki toprak an­
cak bir avuç kadar. Batı Anadolu' da nüfusun %65'inin bir avuç
toprağı var. Vakıf toprakları çok yaygın. Bu toprakları icarcı
ve çiftçi köylüler işliyor. Köylüler devlete ve vakıflara çok vergi
ödüyor.
Yoksul köylülerin teşkilatı yok. Zenginler için dünya savaşının
başından itibaren büyük sendikalar kurulmuş. Köylünün duru­
mu çekilmez olunca eşkıya oluyor. Bu 500 yıldır böyle. Yunan
ordusu bozguna uğratıldığında Türkiye dağlarında 30 bin eşkıya
yaşıyordu. Köylünün başına kim geçerse geçsin, köylü onu izliyor.
(. . . )
Türk köylüsünü her zaman eşkıyalığa itebilirsin. O her zaman is­
yancı ruhtad ır, ancak şimdiye kadar kimse onu teşkilatlandırmayı
denememiş. Şimdi iktidarda orta burjuvazi var. Onun köylülere
hitap eden şiarı: "Köylü memleketin efendisidir"; ama şu ana ka­
dar köylü bu hükumetten hiçbir şey elde edemedi. ( . . . )
Hükumet feodal toprak ağalarına karşı faaliyette, topraklarına el
koyuyor, ama başka alanlarda bir şey yapmıyor.
(. . .)
Cehalet büyük. Köylerde okuma-yazma bilenlerin oranı %1 ka­
dar. Hocanın bile Kuran' dan başka bir şey okuyamadığı köyler
var. Okur-yazar oranının %3-4 olduğu daha ileri köyler de var.
Şehirlerde ilkokulu, orta öğrenimi bitirmiş işçiler var. Köylüler
arasında politik etki kazanmak, onların tepkilerini desteklemek
gerek. Kürdistan için burjuvazinin şiarı geçerli. Anadolu için
şiar, icar sisteminin kaldırılması, toprağın ve envanterin köylü­
ye bedava devredilmesi. Bu şiarlar yükseltildi, ama burjuvazinin
umurunda değil.
Bazı yerlerde basın toprak ağalarının elinde. Oralarda yoksullar
için gazete çıkarmak, toprak ağalarına karşı savaşmak gerek. O
zaman kitle partisi teşkilatlanabilir. ( . . . )6

6 TÜSTAV Komintern A rşivi Döküm I, CD No: 34, Klasör No: 4_6, Belge No: 272-
274 [Rusça] .
92 1 Ko min tern, TKP ve Kür t isyan ları

Bu kongrede kabul edilen ve 1927'nin ikinci yarısına ka­


dar Doğu Sekreterliği'nin temel yaklaşımını belirleyen "Doğu
Sorunu Hakkında Genel Tezler" de önce Doğu' daki devrimci
harekette yükseliş ele alınıyor:
Komünist Enternasyonal' in İkinci Kongresi, Doğu' daki Sovyet
kuruculuğu örneği ile sömürgelerdeki milli devrimci hareketin
yükselişinden hareketle, emperyalizm ile proletarya diktatorası
arasındaki sürekli mücadele devrinde, milli mesele ve sömürge­
cilik meselesinin genel ilkesel değerlendirmesini yaptı.
Sömürge ve yarı- sömürge ülkelerde emperyalist zulme karşı
mücadele, o zamandan bu yana, emperyalizmin savaş sonrası
siyasi ve iktisadi bunalımının derinleşmesiyle, önemli ölçüde
güçlendi.
Bunun kanıtları şunlardır: 1) Türkiye'nin paylaşımına ilişkin
Sevr Antlaşması'nın başarısızlığı ve ülkenin milli ve siyasi ba­
ğımsızlığının tamamıyla kazanılması; 2) Hindistan, Mezopo­
tamya, Mısır, Fas, Çin ve Kore' de milli devrimci hareketin hızla
büyümesi; 3) Japon emperyalizminin çıkmazlara yol açan iç bu­
nalımı, bunun sonucunda ülkedeki burjuva demokratik devrim
yanlısı unsurların hızla artması ve bugün Japon proletaryasının
bağımsız sınıf savaşına geçmesi; 4) Bütün Doğu ülkelerinde işçi
hareketinin canlanması ve bu ülkelerin neredeyse tamamında
komünist partilerinin kurulması.
Sıralanan bu olgular sömürgelerdeki devrim hareketinin içtimai
zemininin değiştiğini gösteriyor; sömürgelerdeki devrim ha­
reketinin içtimai zeminindeki bu değişiklik anti-emperyalist
mücadelenin güçlenmesini getiriyor ve böylece bu mücadelenin
yönetimi artık yalnız emperyalizmle uzlaşmaya hazır feodal un­
surların ve milli burjuvazinin elinde kalmıyor.
(. . . )
Emperyalizmin sömürgeler üzerindeki etkisinin zayıflaması ve
buna paralel olarak değişik emperyalist gruplar arasında reka­
betin gitgide artması, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki yerli
kapitalizmin gelişmesini kolaylaştırdı. ( . . . ) Sömürgelerde milli-
K ü r t i s ya n l a r ı Ö n c e s i n d e P r o g r a m l a rd a U l u s a l S o r u n 1 93
yetçi hareketin yükselttiği milli ve iktisadi bağımsızlık talebi,
bu ülkelerde burjuvazinin gelişme ihtiyacını dile getiriyor. Şöyle
ki, sömürgelerde üretici güçlerin gelişmesi, dünya emperyaliz­
minin çıkarlarıyla uzlaşmaz bir çelişkiye giriyor. Çünkü emper­
yalizmin özü, dünya ekonomisinin değişik bölgelerinde üretici
güçlerin gelişme düzeyindeki farklarını tekelci aşırı kar sağla­
mak için kullanmaktır.

Tezler' de daha sonra Doğu ülkelerindeki mücadele koşulları


analiz ediliyor:
Sömürgelerin geri kalmışlığı, emperyalizme karşı milliyetçi
devrimci ha reketlerin çok renkli olmasında önemli rol oynu­
yor; bu ise feodal ve ataerkil ilişkilerden kapitalizme geçişin
değişik aşamalarını yansıtıyor. Bu çok renklilik, söz konusu
hareketlerin ideolojilerine belirli ölçüde damgasını vuruyor.
Sömürge ülkelerde kapitalizm, feodal zemin üzerinde ortaya
çıkıp, her şeyden önce ticari sermayeye öncelik veren, ne kadar
çarpık, tamamlanmamış, ara biçimlerde gelişiyorsa, burjuva
demokrasisinin feodal-bürokratik ve feodal-çiftçi unsurlardan
ayrışması da, çoğu zaman o kadar karmaşık ve uzun yollardan
geçerek gerçekleşiyor. Bu husus, emperyalist ezgiye karşı ba­
şarılı yığınsal mücadele yürütebilmenin önünde başlıca engeli
oluşturuyor. ( . . )
.

Bu yüzden sömürge ve yarı-sömürge halkların egemen sınıfları,


giderek yığınların devrimci hareketine dönüşen emperyalizme
karşı mücadeleyi yönetmek istemiyor, yönetemiyor. ( . . ) .

Bütün milli devrimci hareketlerin ortak ana görevi, milli birli­


ği sağlamak ve devletin bağımsızlığını kazanmaktır. Bu görevin
fiilen ve ardıcı! bir şekilde yerine getirilmesi, şu ya da bu milli
hareketin gerici feodal unsurlardan koparak ve geniş emekçi yı­
ğınların taleplerini kendi içtimai programında birleştirerek, bu
yığınları ne derecede kazabileceğine bağlıdır.
Değişik tarihi koşullarda, çok farklı temsilcilerin ulusun ba­
ğımsız devlet iradesinin taşıyıcısı olabileceğini dikkate alan
94 1 Kom in tern, TKP ve Kü r t isya nları

Komünist Enternasyonal, emperyalizme karşı her milli dev­


rimci hareketi destekliyor. Ama aynı zamanda, ezilen yığınları
zafere götürmenin ancak en geniş yığınları aktif mücadelenin
içine çekmeye yönelik ardıcı! devrimci bir çizgiyle ve kendi sı­
nıfsal çıkarları doğrultusunda emperyalizmle uzlaşma yanlıla­
rıyla bütün bağları kopararak mümkün olduğunu da hiç unut­
muyor. Yerli burjuvazinin gerici feodal unsurlarla bağlantıları
emperyalizme feodal anarşiyi, değişik kabile ve şeyhler arasın­
daki rekabeti, köy ile şehir arasındaki çelişkileri, dini grup ve
tarikatlar arasındaki mücadeleyi halk hareketlerini yanıltmak
için kullanma fırsatı veriyor (Çin, İran, Kürdistan, Mezopo­
tamya).

Tezler, "Tarım Sorunu"nu ve "işçi Hareketi"ni değerlendir­


menin ardından Doğu' daki komünist partilerinin ortak görev­
lerini şöyle tanımlıyor: "Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki
komünist ve işçi partilerinin önünde ikili bir görev duruyor: Bir
yandan, devlet olarak ve siyasi bakımdan bağımsızlığı kazan­
maya yönelik burjuva demokratik devrim görevlerinin en köklü
şekilde yerine getirilmesi için savaşıyor, öte yandan, milliyetçi
demokratik burjuva cephesindeki çelişkilerden yararlanarak,
işçi ve köylü yığınlarını öz sınıf çıkarları uğrunda mücadele için
teşkilatlıyor." Tezler şöyle devam ediyor:
( . . . ) İçtimai taleplerini yükseltmekle komünist partileri, liberal
burjuva taleplerinde kendini gösteremeyen devrimci enerjiyi teş­
vik ediyor, ortaya çıkmasını sağlıyor. Sömürge ve yarı-sömürge­
lerin işçi sınıfı, kendisini devrimci önder düzeyine yükseltecek
tek yolun büyük devlet emperyalizminin zulmüne karşı savaşı
genişletip derinleştirmek olduğunu çok iyi bilmelidir. Ve tersine,
emperyalizme karşı savaşın devrimci yükselişini ise, ancak işçi
sınıfının ve yarı-proleter tabakaların iktisadi ve siyasi teşkilatıyla
siyasi eğitimi olduğunu da unutmamalıdır.
Doğu'nun sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinde az ya da çok ge­
lişmesinin ilk basamağında bulunan komünist partileri, kendi-
K ü r t i s y a n l a r ı Ö n c e s i n d e P r o g r a m l a r d a U l u s a l '> o r u ı ı 1 95
lerine yığınlara ulaşma yolu sağlayan her harekete katılmalıdır.
Ama aynı zamanda, ilk gelişme çağındaki işçi birliklerini refor­
mist eğilimlerden korumak ve birer yığınsal savaşkan organa
dönüştürmek için, bu mesleki birliklerdeki ataerkil önyargılara
ve burjuvazinin etkilerine karşı etkin mücadele yürütmek zo­
rundadır. Tarımda çalışan kadın ve erkek bütün ırgatları, zana­
atçı kalfa ve çırakları, onların günlük hayati çıkarları temelinde
teşkilatlamak için yoğun çaba harcamak durumundadır.

Tezler, "Pasifik Okyanusu Ülkeleri Proletaryasının


Görevleri"ni ve "Metropol Ülke Partilerinin Sömürgelerdeki
Görevleri"ni sıralayarak sona ermeden önce antiemperyalist
tek cephe konusunu işliyor:
Batı' da geçiş dönemi şartlarında teşkilatlı güç birikimiyle il­
gili olarak işçi tek cephesi sloganı yükseltilmişken, sömürge
Doğu'da bugün anti-emperyalist tek cephe sloganını yükselt­
mek gerekir. Bunun gerekçesi ise, dünya emperyalizmiyle uzun
ve ağır mücadele perspektifinin, bütün devrimci unsurları se­
ferber etmeyi gerektiriyor olmasıdır. Yerli egemen sınıfların ya­
bancı sermayeyle halk yığınlarının temel çıkarlarına ters düşen
uzlaşmalara yatkın olduğunu da dikkate alırsak, söz konusu se­
ferberliğin gerçekten zorunlu olduğu çok daha kolay anlaşılır.
İşçi tek cephesi sloganı Batı' da sosyal demokratların proletarya­
nın çıkarlarına ihanetini açığa çıkarmakta ne kadar etkin oldu
ve oluyorsa, anti- emperyalist tek cephe slogan ı da, şu ya da bu
burjuva milliyetçi grubun ikircimli ve sallantılı tutumunu açı­
ğa vurmakta o kadar etkin olacaktır. Bu slogan aynı zamanda,
emekçi yığınları yalnız emperyalizme karşı değil, her çeşit feo­
dal önyargılara karşı da mücadelenin ön saflarına getiren dev­
rimci iradelerinin gelişmesine ve sınıf bilinçlerinin bilenmesine
yardımcı olacaktır.
Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde işçi hareketi her şeyden önce
ortak anti- emperyalist cephe içinde bağımsız bir devrimci etmen
durumuna gelmek zorundadır. Bu bağımsız öneminin kabul
edilmesi ve tam bağımsız konumunu koruması durumundadır
96 1 Komin tern. TKP ve Kürt isyanları

ki, burjuva demokrasisiyle geçici uzlaşmalar makul ve gerekli


olabilir. Proletarya aynı zamanda bağımsız demokratik cum­
huriyet, bütün feodal hak ve imtiyazların kaldırılması, kadınlar
üzerindeki eşitsizliğe son verilmesi gibi kısmi talepleri de des­
tekliyor ve yükseltiyor. Bugünkü güçler dengesi proletaryanın
kendi Sovyet programını gerçekleştirmeyi günün görevi haline
getirmesine elvermiyor. Proletarya ayrıca köylü ve yarı-köylü yı­
ğınların işçi hareketiyle siyasi açıdan kaynaşmasına yardım eden
sloganlar da yükseltiyor. Uluslararası proletarya ve Sovyet cum­
huriyetleriyle birliğin gerekliliğini geniş emekçi yığınlara anlat­
mak, anti-emperyalist tek cephenin en önemli taktik görevlerin­
den biridir. Sömürgelerde devrim, ancak önde gelen ülkelerdeki
proletarya devrim iyle birlikte başarılı olabilir ve kazanımlarını
savunabilir.
( . . . ) Emperyalizme karşı devrimci kurtuluş savaşına bir nefes
alma olanağı sağlamak amacıyla kısmi ve geçici uzlaşmanın
makul ve zorunlu olduğunu kabul ederek işçi sınıfı, yerli ege­
men güçlerin sınıfsal ayrıcalıklarını korumak için iktidarı açık­
ça ya da üstü örtülü bir şekilde emperyalizmle paylaşma dene­
melerine karşı kararlılıkla kesin tavır almalıdır. Proleter Sovyet
cumhuriyetiyle sıkı birlik talebi, anti-emperyalist tek cephenin
bayrağıdır. Bu talebi yükseltmekten başka, ülkedeki en devrim­
ci siyasi ve içtimai unsurlar arasında tartışmaları azaltmak için
siyasi rejimin azami ölçüde demokratikleşmesi uğrunda çok
aktif mücadele yürütmek ve emekçilerin sınıfsal çıkarları (de­
mokratik cumhuriyet talebi, tarım reformu, vergi reformu, idari
aygıtın geniş özyönetim esasında düzenlenmesi, iş kanununun
çıkartılması, çocuk emeğinin, anneliğin, çocukların korunması
vb.) uğrunda savaşabilmesi için emekçi teşkilatının özgürlüğünü
sağlamak gerekir. Bağımsız Türkiye topraklarında bile işçi sınıfı
teşkilatlanma özgürlüğünden yararlanamıyor ki, bu durum bur­
juva milliyetçilerin proletaryaya karşı tutumunu gösteren tipik
bir örnektir.'

7 RGASPİ, f. 492, op. l , d.220, Belge No: 77-93 [Rusça] . Metnin bütünü için bkz.
Akbulut ve Tunçay, Türkiye Kom ü n ist Partisi'nin Kuruluşu, 665 vd.
K ü r t i s y a n l a r ı ö n c e s i n d e P r o g r a m l a rd a U l u s a l '.> o r l ı ıı 1 97
Türkiye Komünist Partisi Akaretler Kongresi
( 1 9 25)
Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) kuruluş süreci Birinci
Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle başlar ve 1 925 yılının Şubat
ayında Akaretler' de toplanan kongrede tamamlanır. İstanbul
Komünist Grubu/Aydınlık çevresinin yanı sıra yukarıda
andığımız Bakü merkezli olarak faaliyet gösteren Türkiye
Komünist Fırkası, onun Milli Mücadele döneminde İstanbul
ve Anadolu' da faaliyet gösteren üyeleri TKP'nin kuruluş süre­
cinde yer alan önemli unsurlardır. 1925 Akaretler toplantısına
katılanlar arasında, İstanbul merkezli ve Rum ağırlıklı bir ör­
gütlenme olan Beynelmilel İşçiler İttihadı'nın (Bİİ) yanı sıra
yine Milli Mücadele sırasında özellikle Ankara-Eskişehir hat­
tında etkili olan ve Mustafa Suphi'nin partisiyle de bağlantılı
olan yukarıda andığımız Hafi. Komünist Fırka/Türkiye Halk
İştirakiyun Fırkası (THİF) çevresinden de unsurlar yer almış­
tır. 1 922 sonlarında Komintern 4. Kongresi kararına uygun
olarak kurulan Teşkilat Bürosu'nun görevi, tüm bu unsurları
TKP olarak isimlendirilecek birleşik bir komünist parti çatısı
altında bir araya getirmektir ki, Akaretler toplantısı bunun so­
nucudur. İşte bu toplantıya sunulan program taslağında Kürt
İsyanı değerlendirmesi ve "milli ekalliyetler" konusu şöyle ele
alınıyor.8
Hazırlamayı öne koyduğumuz program, Türkiye'nin içtimai ya­
pısını ve burada karşı karşıya bulunan güçleri ortaya koymalıdır.
Bu ön çalışma olmaksızın, Türk işçilerinin ve köylülerinin tarihi
rolünü ve devrimci mücadelelerinin perspektiflerini nesnel ola­
rak tasvir etmenin yolu yoktur. Dolayısıyla her şeyden önce ülke­
nin içtimai kompozisyonu meselesini aydınlığa kavuşturmamız
gerekiyor. Devrimci hareketlerin Marksist bir tahlili bu görevi­
mizi kolaylaştıracaktır.

8 Age, 568 vd.


98 1 /< ımin tern, TKP ve Kü rt isyan ları

Program taslağında "Meşrutiyet Devrimi", "Burjuva


Devrimi", "Jön Türk Hareketi" bölümlerinden sonra " 1 908
Devrimi" ele alınıyor:
Burjuvazinin iktidarı alması
1 908 Devrimi

( . . . ) Başarısızlığa uğrayan birçok komplodan sonra, askerlerin


de katılımıyla Selanik başkaldırısı başarıyla sonuçlandı: 1 3 Tem­
muz 1908. Başkaldırıyı ezmek üzere gönderdiği birliklerin de Jön
Türklerin tarafına geçmesinden umutsuzluğa kapılan Hamit,
1876 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu yeniden uygulamaya koyma­
ya muvafakat etti. Tanık olduğumuz, bol miktarda aydının da
içinde bulunduğu orta burjuvazinin iktidarı alışıdır. Ülkede bir
sevinç patlaması, genel bir kardeşlik oluştu. Zenginler ve yok­
sullar, işçiler, köylüler ve her inançtan din adamları bu duygusal
gösterilerde yer alıyordu. Ölçüsüz bir ham hülya, muhayyileleri
ateşliyordu. Zavallılar, artık hiçbir içtimai ayrım olmayacağına,
herkesin özgür ve kanun karşısında eşit olacağına samimi olarak
inanıyorlardı. Küçük burjuva göz boyamacılığı bütün içtimai ta­
bakaları içine alıyordu.
Seçimler yapılınca, İttihat ve Terakki Partisi iktidarını fiilen uy­
gulamak durumuna geldiğinde zor bir durumla karşılaştı. ( . . . )
Yeni yöneticiler küçük köylülerin, zanaatçıların ve tüccarların
özlemlerini çabucak unuttu ve kozmopolit büyük finans serma­
yesiyle esastan uzlaştılar. Bu siyasetin sonucu olarak, İttihatçılar,
iktidarı ellerinde tuttukları on yıl boyunca, 1908 - 1 9 1 8 arasında,
grev hakkına karşı, sendikalara karşı, vb. kanunlar aracılığıyla,
işçi sınıfının teşkilatlanma ve kapitalist sömürüye karşı kendini
savunma çabalarına karşı kararlı bir direniş gösterdi. Büyük top ­
rak sahiplerinin acımasızca sömürüsüne tabi yoksul köylülerin
şikayetlerini de duymazdan geldi .
Bu siyaset, İttihat Terakki Partisi'nin içinde bile, küçük burjuva­
zinin memnuniyetsizliğini yansıtan güçlü bir muhalefet yarattı.
Hürriyet ve İtilaf Partisi olarak ayrı bir parti hali nde bir araya
gelen dinci ve monarşist muhalefetten söz etmiyoruz. Hükumet
K ü r t i s y a n l a r ı Ö n c e s i n d e P ro g r a m l a r d a U l u s a l � u r u n 1 99
partisinin en sadık ve en samimi üyelerinin büyük bölümü, yöne­
ticilerin siyasetine karşı ç ı kıyordu. Ezilen sınıflar için daha fazla
demokrasi ve daha fazla özen isteniyordu. Ancak imparatorluğu
tehdit eden parçalanma tehlikesi karşısında, iki fraksiyon açıkça
birbirlerine saldırmaktan geri duruyorlardı. Ortak düşmanların
varlığında, hayranlık uyandırıcı bir dayanışma anlayışı gösteri­
yorlardı. İktidarı ellerinde tuttukları on yıl boyunca ve özellikle
savaş sırasında, İttihatçılar iktisadi siyasetleri aracılığıyla Türk
büyük burjuvazisine büyük bir güç kazandırmayı başardılar. He­
men hemen münhasıran Rum, Ermeni ve Yahudi kapitalistlerin
elinde bulunan büyük işler, kısmen Enver ve Talat'ın dostlarının
eline veya kontrolüne geçti.

Program taslağında 1. Dünya Savaşı ertesi "Milliyetçi


Devrim" başlığı altında işleniyor:
Milliyetçi Devrim

Orta burjuvazi ve orta köylülük, dünya savaşı boyunca, o za­


manın özel koşullarından yararlanarak kendi imkanlarıyla
bir nebze kalkındılar. ( . . . ) ülke askeri olarak işgal edilmiş­
ti. İngiltere tarafından desteklenen ve Hürriyet ve İtilaf
Partisi'nin yardımıyla monarşi, saygınlığını yeniden kazan­
mak için son bir çaba harcıyordu. Orta sınıfların ülkeye kendi
siyasetlerini kabul ettirme zayıf iradesi gün yüzü görmeden
sönmek durumunda kalmışa benziyordu. Kemal, Refet, Rauf
gibi bu siyasetin temsilcileri kararsız kaldılar. En iyimserlere
kadar herkes sonsuz bir umutsuzluk içine düşmüştü.
İşte bu uğrakta halk kitleleri, emperyalizmin emrettiği Yunan
işgaline karşı koymak üzere kendiliğinden bir biçimde ayak­
landı. Kemal ve çevresi hareketin yönetimini almaya çağrıldı.
Sonlarına doğru bir iç savaşa dönüşen bağımsızlık mücadelesi
boyunca, genç Anadolu burjuvazisi adanmışlığının ve yönet­
me yeteneğinin ölçüsünü gösterdi. Gücünün bilinci, Kemalist
önderlerin de etkisiyle, hain Sultan'ın çevresinde kümelenmiş
asalak sınıfların vesayetinden tamamıyla kurtulmasını be­
lirledi . Böylece milliyetçi burjuvazi, tüm iktidarı kendisinin
1 00 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya n ları

parlak biçimde temsil edildiği ve çoğunluğa sahip olduğu Bü­


yük Millet Meclisi'nin hukuki şahsında merkezileştirmekle
yetinmedi. Emperyalizme karşı zaferin verdiği cesaretle, sal­
tanatın yıkıldığını ilan etti ve daha sonra halifeliği ortadan
kaldırmaya kadar işi vardırdı. Hanedan ailesi ülkeden sürül­
dü, cumhuriyet biçimi kabul edildi ve hocalar devlet kurum­
larından uzaklaştırıldı.

Kemalistler ve hasım la rı

Önemi kimsenin gözünden kaçmayan bu büyük siyasi dev­


rim, sanıldığının tersine, nispeten az dirençle karşılaştı.
Bunu getiren akıntı öylesine karşı konulmaz, bunun sorum­
luluğunu üstlenenlerin saygınlığı öylesine büyüktü ki, hiç
kimse bu dönüşümün esasına karşı herhangi bir itiraz ortaya
koyma cesareti bulamadı. ( . . . ) Tehlikeyi olağanüstü derece­
de artıran, düşmanın Kemal'in bizatihi teşkilatında bulun­
ması ve daha inanılmaz olan, yönetici rolde bulunmasıydı.
Zira milliyetçi teşkilat, Halk Fırkası, rasyonel bir sınıf partisi
yapısına sahip olmaktan uzaktı. Yükselen burjuvazinin her
siyasi teşkilatı gibi, İttihatçıların teşkilatı gibi, her türlü çıka­
rın buluşma yeriydi.

Şiar sınıfların işbirliği, demokratik tedbirlerle çeşitli içtimai


tabakaları ayıran engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Feodal­
lerden yoksul köylülere kadar, hocalardan uluslararası finan­
sın müttefiklerine kadar toplumdaki en uzlaşmaz çelişkili
unsurlar, Kemal'in işbirlikçileri arasında yer alıyordu. ( . . . )
Türkiye'nin halihazırdaki durumunu net görebilmek için,
toplumun değişik sınıflarına göre Kemalistlerin konumunu
incelemek uygun olacaktır. İşçilere, köylülere ve aydın gençli­
ğe başlı başına bölümler ayıracağımız için, burada bir yanda
yöneticilerimiz ile diğer yanda büyük finans burjuvazisi, hoca
takımı, feodal mülk sahipleri, ordunun eski kadroları ve milli
ekalliyetler arasında cereyan eden mücadeleleri sergilemekle
yetineceğiz.
Kürt isya n l a r ı ö n c e s i n d e Progra m l a rd a U l u sa l � o r u n 1 101

İşte program taslağının b u özel bölümünde ulusal azınlıklar


konusu şöyle değerlendiriliyor:

LJ
Milli ekalliyetler. Milliyetçi zaferden beri milli ekalliyetler mese­
lesi harpten öncekinden ve harp sırasındakinden tamamen farklı
bir görünüm arz ediyor. O zamanlar söz konusu olan özellikle
Müslümanlar ile Gayrı-Müslimler arasındaki antagonizmaydı.
İzlenen amaç, Rum-Ermeni unsurların iktisadi bakımdan imti­
yazlı konumlarına son vermek ve onların yerine Türkleri geçir­
mekti. Bu ekalliyetlere yönelik mücadele, yabancı sermayeye kar­
şı mücadelenin bir biçimiydi ve dolaylı olarak ona yöneliyordu.
Rumların zorunlu mübadelesi ve muazzam sayıda Ermeni'nin
kaçışı, bu meseleyi milliyetçileri tatmin edecek şekilde radikal
olarak çözüme kavuşturdu. Bugün hala İstanbul Rumlarına kar­
şı zaman zaman düşmanlık tezahürlerine tanık olunuyorsa da,
burada sadece, iktisadi temelini yitirmiş olduğundan aslında
hiçbir varlık nedeni kalmamış bir zihniyetin kalıntılarından öte
bir şey görülmemelidir.
Bugün tamamıyla farklı türden ve alabildiğine ilginç bir müca­
deleyle yüz yüze bulunmaktayız. Türk toplumuna daha fazla tür­
deşlik ve bütünsellik kazandırmak isteyen Kemalistler, farklı bir
kökenden gelen ve kendilerine has geleneklere sahip olan bütün
unsurları Türkleştirmeyi kafalarına koydular. Bu son derece zor
ve karmaşık bir ödevdi. Diğer bölgelerde Müslüman cemaatin
bölünmez bir bütün olduğuna inanılıyormuş gibi yapılıyordu.
Nitekim bu durum Arnavutların ve Arapların imparatorluktan
kopmak için ona ihanet etmelerine engel olmuyordu. Geçmişten
ders çıkartan Kemalistler, durumu nesnel olarak incelemek ve
özel tedbirlerle onu iyileştirmek istiyorlar. Ancak Türkleştirme
ilacı bize pek de doğru bir seçim gibi görünmüyor. Daha şim­
diden ilgili çevrelerde büyük bir heyecan ve canlı bir memnu­
niyetsizlik var. Bunlar çok kalabalık ve buradan ciddi tehlikeler
doğabilir. Hemen hemen her yerde küçük küçük ekalliyet unsur­
larından oluşmuş topluluklar var: Rusya ve Romanya Tatarları,
1 02 1 Ko m in rern, TKP ve Kürt isya nları

Kafkaslardan Çerkezler, A rnavutlar, Boşnaklar, Giritliler, Kürt­


ler, Lazlar, vb . . , Bütün bu milliyetler, bir dile ve kendilerine
has geleneklere sahip. Ve aralarında güçlü dayanışma bağları
mevcut. Asimilasyon politikasıyla onlarda Türklere karşı düş­
manlık duyguları uyandırılıyor. Onların arasında Kemalizm
popülerlikten uzak. Eski İttihatçılar, Müslüman milli ekalliyet­
lerin bu psikolojik durumlarından kendi lehlerine yararlanma­
ya çalışıyorlar.
Yahudi meselesi de her gün artan bir ehemmiyet kazanıyor. Tec­
rübesizlikleri nedeniyle Türkler, Rumların gidişinin önlerinde
açtığı iktisadi imkanların hepsinden yararlanmayı bilemediler.
Yahudiler bu vesileyle topluca teşkilatlandılar ve nispeten kısa
sürede özellikle İzmir'de ve Bursa'da çok parlak bir durum ya­
ratmayı başardılar. Bu da onlara karşı kimi milliyetçi unsurların
düşmanlığını doğurdu. A ntisemitizm hızlı biçimde gelişebilir
görünüyor.
Oldukça güçlü bir kültür teşkilatı -Türk Ocakları- aktif bir bi­
çimde Türkleştirme kampanyaları yürütüyor. Hükumet ener­
jik bir biçimde bunu destekliyor. Son olarak Türkiye'nin bütün
vilayetlerinde Rumların ve Ermenilerin terk etm iş olduğu büyük
binaların mülkiyeti Türk Ocakları'nın yerel şubelerine tahsis
edildi.

Kemalizmin halihazırdaki yönelimi ve gelecekteki devrimci


imkanlar

( . . . ) Yükselmekte olan her sınıfın başına geldiği gibi, Anadolu


burjuvazisinin en güçlü, en müteşebbis ve en teşkilatçı unsur­
ları, kendi sınıflarının üst kesimine çıkmışlardı. Büyük çoğun­
luk olduğu yerde sayarken, belli bir bölüm birtakım imrenilecek
konumlar elde etmeyi başarmıştı. Milliyetçi önderlere en fazla
umudu işte bu bölüm bağlıyordu. Ve kapitalist burjuvazinin iş­
tahı fazlasıyla kabarmış bu yeni tabakası, büyük çaplı teşebbüs­
lere atılmak için yabancı sermayenin yardımına ihtiyaç duyu­
yordu. Ayrıca bu meselenin elverişli bir çözümünü sabırsızlıkla
talep ediyordu.
K ü r t i s ya n l a rı öncesi n d e Prog r a m l a rd a U l u s a l S o r u n 1 103

Bu çözüm, seçkinleri tatmin ederken, kitlelerin memnuniyetsiz­


liğini de önlemeliydi. Fethi hükumeti, ikili görevin sadece bir
yanını gözeten kötü bir geçici çareydi. Kemal, kimilerinin dik­
katini bir siyasi manevrayla yakalamaya çalışırken -bağımsızlık
ile ülkenin iktisadi gelişmesini bağdaştıran- rasyonel bir iktisadi
planla, diğerlerinin etki alanını genişletmeyi öne koyuyordu.
Kürtlerin isyanı, bu projenin gerçekleşmesine imkan vermek üze­
re tam da bu noktada patlak verdi. İsmet'in iktidara dönüşü, tek
başına, bir ölçüde endişeleri dağıtabilecek özellikteydi. Gösterişli
bir biçimde atılan feodalizm karşıtı şiarlar, etkiyi artırıyordu. Ka­
muoyuna feodalizmi süpürecek radikal reformların özel teşebbü­
se büyük perspektifler açtığı umudu verilmeye çalışılıyordu. Bü­
tün bunlar basit insanları aldatmaya dönük demagojiden ibaretti.
Gerçekte ne yapılmakta olduğuna bakalım. Artık büyük tekel­
lerden ve devletçilikten söz edilmez olduğunu gözlemliyoruz.
İsyanın sorumlularının bastırılması çalışmasına paralel olarak
iktisadi alanda sistematik bir faaliyet dikkat çekiyor. Ateşli bir
aceleyle birtakım bankalar, birtakım sanayi şirketleri kurulu­
yordu; mevcut fabrikalar ihya edilip yenileniyordu. Tüm bun­
lar karma şirketler biçiminde, devletin ve yabancı sermayenin
katılımıyla oluyordu. Bu yabancı sermayeyle uzlaşma yönünde
önemli bir adımdı. ( . . . )
Böylece Kemalizm, evriminin yeni bir safhasına giriyor. Yıkıcı
devrimler döneminden iktisadi yapma [kuruculuk] dönem ine
geçiyor. Ancak bu geçiş, beraberinde içtimai tabanının aşikar bir
kaymasını getiriyor. Çok büyük ihtimalle bu taktik, ondan bek­
lenen sonuçların en azından bir kısmını sağlayacaktır. Böylece
ülkede belli bir sermaye birikimi oluşacaktır. Anadolu burjuva­
zisinin bir tabakası güçlenip zenginleşecek. Ancak bütün bunları
emekçi kitlelerin ve orta sınıfların büyük kesiminin pasif hanesi­
ne yazmak gerekecektir. ( . . . )
Özetle, Kemalizmin yen i evrede yabancı sermayeyle bir yarı­
uzlaşma yapmış olduğunu düşünüyoruz. Kemalizm, daha özel
olarak zenginleşmiş burj uvazinin çıkarlarını temsil etmek
üzere Küçük Asya'n ın orta sınıflarından uzaklaşıyor. Bu, onu
104 1 Komin tern, TKP ve Kür t isya nları

daha geniş bir uzlaşmaya götürebilir. Birtakı m reformlarla


köylü kitlelerinin sempatisini kazanarak tabanını genişletme­
ye çalışmak isteyecektir. Bunda başarılı olma ihtimali yoktur,
zira özel mülkiyete dokunmak istememektedir. Bununla bir­
likte milliyetçi parti burj uva partilerinin en ilerisidir ve bir
milli sermayenin oluşumuna yardımcı olarak ilerleme yönün­
de bir rol oynuyor.
(. . .)
Köylülüğün durumu ve rolü

(. . . )
İktisadi yapı bakımından Türkiye, deyim yerindeyse şema­
tik bir şekilde tarımsal üretimin tarihi evriminin üç aşaması­
nı temsil eden 3 farklı bölgeye ayrılabilir. Anadolu'nun doğu
vilayetlerinde, toprak onu işleyen ve üzerinde yaşayan köylüler
tarafından henüz mülk edinilmemiştir. Hiçbir farklılaşma süreci
yoktur. Küçük mülkiyet yoktur. Mülkiyet ilkel, feodal biçimini
korumaktadır ve sınırsız toprak parçalarını kapsar. 2 milyondan
fazla insan üzerinden, sadece birkaç bin gasıp ve eşkıya tapulara
ve her şey üzerinde, topraklar, hayvanlar, insanlar üzerinde ka­
rar verme hakkına sahip. Bu mutlak iktidarların çoğu hoca veya
şeyh sıfatlarıyla ve sözde Allah'ın temsilcileri olarak süsleniyor,
böylece maddi ve manevi olarak terörize edilmiş serflerini daha
da kolay bir biçimde sömürüp sağıyorlar. Türkiye'nin bu bölgele­
ri ülkenin diğer bölümünden tamamıyla tecrit edilmiş bir halde.
Ne yol, ne de demiryolu var. Ulaşım sadece deve sırtında yapılı­
yor. Tahıl üretimi fazlası ihraç edilemediğinden veya çevre bölge­
lere bile sürülemediğinden, tam olarak yerel ihtiyaçlar ölçüsünde
tarım yapmakla yetiniliyor. İçtimai rejimin geriliği her şeyden
önce bu şartlardan kaynaklanmaktadır. Kemalizm, halihazırda,
yarım tedbirlerle bu feodal sömürüye bir son vermeye çalışıyor.
Ancak bu çaba daha başlangıçta başarısızlığa mahkum; zira bu
bölgelerin büyük merkezlerle demiryolu bağlarının kurulmasını
hızla sağlamadıkça ve toprak paylaşılmadıkça, aynı nedenler ka­
çınılmaz olarak aynı sonuçları doğuracaktır.
K ü r t i s y a n l a r ı ö n c e s i n d e P r o g r a m l a rd a U l u s a l S o r u n 1 ı os

( )
. . .

TKP'nin taktiği

TKP, Türkiye' de mevcut bütün içtimai güçlere ilişkin tavrını tes­


pit etmelidir.
1) ( . . . ) Bununla birlikte gerici entrikalar milliyetçi hükumetin
varlığını ciddi bir tehlikeye maruz bıraktığı takdirde, sadece kri­
tik anlarda ona yardımcı olmak TKP'nin ödevi olacaktır.
Öte yandan feodaliteye karşı mücadelesinde Kemalizm, ona ra­
dikal bir tasfiyeyle son vermeye hazır olmadığından, TKP an­
ti-feodal teşebbüslerinin hepsinde onları teşvik etmekle birlik­
te, kararsız tutumlarını canlı bir biçimde eleştirmeli ve feodal
beylerin mal varlıklarına ivedi olarak el konup yoksul köylülere
dağıtılmasını talep etmelidir.
( ... )
3) Köylülüğe gelince, TKP'nin siyaseti, köylü kategorilerine göre
farklılık gösterecektir. TKP şunları talep etmektedir: a) Etkileri
altında tuttukları mahallerden uzaklaştırılacak olan büyük top ­
rak sahiplerinin topraklarına ve sürülerine el konması; ( . . . ) e)
Parti, feodal beylerin ve dini vakıfların el konmuş arazilerinin
yoksul köylülere ve kimi tarım gündelikçisi kategorilerine dağı­
tılması için mücadele edecektir;

(. . .)

6) TKP, hükumetin küçük milliyetleri Türkleştirme siyasetine


karşı mücadele edecek ve bunları sadece TKP'nin zaferinin onla­
ra kendi örf ve adetleri içerisinde gelişme özgürlüğünü sağlayabi­
leceğine ikna etmeye çalışacaktır. Onlara Türkiye' den ayrılmak
istemenin çılgınlık olacağını gösterecektir; zira bunun hemen
arkasından emperyalist bir gücün pençelerine düşeceklerdir. ( . ) . .

B. [Ferdi-yırtık]9

9 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm I, CD No: 2 1 , Klasör no: 27_36, Belge no: 259-
297 [Fransızca].
1 06 1 Ko m in rern, TKP ve Kü rt lsya nlar1
Görüldüğü gibi Türkiye komünist hareketinin kuruluş dö­
neminde, yani 1920- 1925 sürecinde Komintern'in yönlendirme­
si ve denetimi altında hazırlanmış programlarının hiçbirinde
"ayrılma-ayrı devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere ulus­
ların kendi kaderlerini kendilerinin özgürce belirlemesi hakkı"
açık ve net bir biçimde dile getirilmemiştir.
1 920'de Bakü Kongresi'nde kabul edilen programda "TKF
hükümet teşkilatında muhtelif milletlere mensup amele, renç­
ber şuralar cumhuriyeti teşkilini kabul ve 'hür milletlerin hür
ittihadı' esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih eder."
dendikten sonra "Fırka amele ve rençber sınıfları da tamamen
ayrı ve müstakil yaşamak ceryanlarına kapılmış olan millet­
lerin arasında kanlı nizalar çıkmasına yer vermemek için bu
gibi meselelerin 'plebisit' usulüyle: Umumi reye müracaatla
halline delalet eder." ifadesiyle "ayrı ve bağımsız yaşamayı" bir
"cereyana kapılma" olarak nitelemektedir.
1 922'de Komintern delegasyonunun da katıldığı ve
Komintern destekçisi olarak M K üyeliğini de yürüten Golman'ın
teşkilat faaliyetleri raporunu sunduğu Türkiye Halk İştirakiyun
Kongresi'nde kabul edilen programda, "Parti ulusal azınlıkla­
rın siyasal haklarından ve özerk yönetimler örgütlemelerinden
yanadır" denmek suretiyle, "ulusal azınlıklar"ın kendi ulusal
birliğini sağlayarak ayrı ve bağımsız bir devlet kurmalarını tü­
müyle gündemi dışına taşımaktadır.
Nihayet 1 925'te birleşik olarak Türkiye Komünist Partisi'nin
kuruluş kongresi olarak adlandırabileceğimiz Akaretler
Kongresi'nde ele alınan program taslağı çerçevesinde TKP'nin
taktiği irdelenirken "TKP, hükumetin küçük milliyetleri
Türkleştirme siyasetine karşı mücadele edecek ve bunları sa­
dece TKP'nin zaferinin onlara kendi örf ve adetleri içerisinde
gelişme özgürlüğünü sağlayabileceğine ikna etmeye çalışacak­
tır. Onlara Türkiye'den ayrılmak istemenin çılgınlık olaca-
K ü r t i s y a n l a r ı Ö n c e s i n d e P r o g r a m l a r d a U l u s a l S o r ırn 1 1 07

ğını gösterecektir; zira bunun hemen arkasından emperyalist


bir gücün pençelerine düşeceklerdir" denmektedir; daha açık
bir deyişle, " küçük milliyetler" olarak değerlendirilen ulusla­
rın Türkiye' den ayrılmak istemesinin "çılgınlık" olacağı tespiti
yapılmaktadır.
2 . Bölüm

ŞEYH SAİT İSYANI


DEGERLENDİRMELERİ 1

İ syana İ l işkin İlk Değerlendirmeler


Komünist Enternasyonal'in 13 Şubat 1925'te başlayan Şeyh
Sait İsyanı ile ilgili ilk değerlendirmesi, İngilizce yayınlanan
International Press- Correspondence dergisinin 5 Mart 1 925
günlü nüshasında, Moskova' dan 26 Şubat 1925 tarihinde gönde­
rilmiş bir haber biçimindedir. İsyan, "Türk gericiliğinin İngiliz
emperyalizmiyle ittifak halinde bir restorasyon/geçmiş rejimi

Şeyh Sait İ syanı i le ilgili Mete Tunçay'ın Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti


Yönetimi'nin Kurulması (1923- 1 931) ( İstanbul: Yurt Yayınları, 1981) çalışmasın­
daki öncü değerlendirmeye de işaret etmek yerinde olur: "( . . . ) Şeyh Sait Ayaklan­
masının niteliği hakkında ağırlık kazanan resmi görüş, 'irtica' ve 'karşı-devrim'
kuramlarına yakın olmuş ve sonradan bu konuda yapılan belli başlı incelemelere
de yansımıştır. Bense, sözkonusu ayaklanmanın, daha çok, dinsel bir giysi altında
ulusal bir başkaldırı olduğu kanısındayım." (s. 1 29) " İ ngiliz Dışişleri Bakanlığı
Arşiv belgelerini incelemiş olan Ömer Kürkçüoğlu, Türk-lngiliz ilişkileri (1 91 9-
1 926) adlı yapıtında, 'Kürt ayaklanmasının Musul bunalımı sırasında patlak ver­
mesi, İngiltere yönünden yalnızca bir rastlantı mıdır? Yani İngiltere'nin bu olayda
doğrudan doğruya bir rolü de yok mudur?' sorusunu yanıtlamaya çalışmakta ve
'Bu konuda İ ngiltere'nin kesin rolünü ortaya koyacak bir belgeye rastlayama­
dık' dedikten sonra, 'kime yaradı?' akıl yürütmesine başvurmaktadır: 'Sonucu
Türkiye'nin Musul' daki iddiasın ı zayıflatacak bir ayaklanmayı desteklemesi için,
İngiltere'nin yeterli nedeni var demektir"' "Maamafih, Kürkçüoğlu'nun bu konu·
daki sonu! yargısı bana da doğru görünüyor: ' İ ngiltere'nin Kürt sorununa karşı
genel i lgisi gereği, ayaklanmayı yakından izlediği, fakat destekleyici bir tutum­
dan da kaçınmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Yani Türkiye'ye karşı tutumunun
değişmekte olduğu bir sırada, İngiltere'nin Türkiye'yi parçalayarak onu muhte­
melen yeniden Sovyetler Birliği'ne itmek istemeyeceği düşünülebilir."' (s. 1 3 1).
Şeyh Sait isya n ı De�erlendirmelerı l to9

yeniden kurma çabası" olarak görülüyor. Şeyh Sait İsyanı ile


Musul sorunu arasında ilişki kurulması bu ilk haberden itiba­
ren Komintern değerlendirmelerinin tümünde değişmeyen bir
motif olarak yer alacaktır.
Kürdistan' da isyanın Anlamı2
Moskova 26 Şubat 1925
Kürdistan' da Mustafa Kemal ve Ankara hükümetine karşı Şeyh
Sait İsyanı, Moskova'ya Türk gericiliğinin İngiliz emperyaliz­
m iyle ittifak halinde bir restorasyon çabası olarak görülüyor.
Genel olarak söylenecek olursa, Kemal ulusal kurtuluş hareketini
temsil ediyor ve demokrasiye doğru ve Türkiye'yi gerek feodalizm
kalıntılarından, gerekse Müslüman din adamlarının etkisinden
kurtarmaya gayret ediyor. Kemal birinci olarak emperyalizme,
ikinci olarak feodal büyük toprak sahiplerine, üçüncü olarak din
adamlarına ve dördüncü olarak yabancı sermayeyle ittifak halin­
deki liman kentlerinin ticaret burjuvazisine karşı koyuyor.
Yakın geçmişte tüm gerici güçler, Kemal'e karşı bir taarruza
geçen, sözümona "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nı oluş­
turmak üzere bir araya geldiler. İsyancılar, din adamlarınca
kışkırtılan göçebe aşiretlerini seferber ettiler ve dini sloganlar
kullandılar.
İsyan, büyük toprak sahiplerinin ağır bastığı Doğu vilayetlerin­
de patlak verdi. isyancıların arkasında Musul sorunuyla, yani
petrol sorunuyla ilgili İngiltere duruyor.

Öte yandan İ ngiltere'nin Irak Kürtleri'ne yönelik "Sözde Tanıma-Fiili Egemenlik


politikasının pratikte askeri çözümü amaçladığı ve Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin
(RAF) bu görevde Kürt köylerini gündelik olarak bombaladığı konusunda Kha­
led Salih'in 'Bir Azınlığı Şeytanlaştırma: I rak Kürtleri Örneği' makalesi oldukça
ufuk açıcı bilgiler sunmaktadır: ( . . . ) 1 920'ler ve 1 930'lardaki bütün Kürt başkal­
dırılarının bastırılmasında RAF'tan yararlanıldı, hava gücünün geliştirilmiş ka­
pasitesi ilk olarak Kürt bölgelerini Irak egemenl iği altına sokmak için kullanıldı.
( . . . )" E . Schulze, M. Stokes, C. Campbell (der.). Ortadoğu'da Milliyetçilik, Azınlık­
lar ve Diasporalar, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1 999, 1 1 7 vd.
2 Inprecor, 5.3. 1925 [ İ ngilizce] .
1 10 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isyanları

İsyanın patlak vermesi, bir Milletler Cemiyeti komisyonunun


Musul sorunu araştırmasıyla eşzamanlıdır ve nedeni, hasa­
dın sık sık %80'ine ulaşan, kilisenin saldığı vergilerin (Aşar)
hükümet tarafından kaldırılma niyetidir. İsyanın bastırılma­
sını, ülkenin erişilemez doğası, hava koşulları ve sınıf müca­
delesi zorlaştırmaktadır. Kemal hükümetinin büyük toprak
sahiplerine, din adamlarına ve İngiliz emperyalizmine karşı
kent küçük ve orta burjuvazisi ve köylülüğün bir bölümü ta­
rafından desteklenen sınıf mücadelesi, sonucu belirleyici bir
aşamaya girmiştir.

Orak- Çekiç Gazetesinde İlk Değerlendirme


26 Şubat 1925 tarihinde yayınlanmış Orak-Çekiç gazetesinin
6. sayısının manşeti "irticaın başında Şeyh Sait değil, derebeylik
duruyor; irticaa karşı mücadelesinde Halk Hükümetledir" biçi­
mindedir. Yine 1. sayfada yayınlanan ve Kerim Sadi'nin kendi­
sinin yazdığını belirttiği3 "Kahrolsun İrtica" başlıklı yazı doğru­
dan doğruya bu konuya ilişkindir.
Kahrolsun İrtica

Ankara Büyük Millet Meclisi'nde, müfrit sol burjuvazinin tır­


nakları, kafasına kurun-ı vustayı dolamış yobazların gırtlağına
yapıştı: Erzurum mebusu Ziya Hoca'nın beyanatına her yerde
emekçi gençliğin verdiği cevap, memleketin her tarafında, köşe
başlarına çivileniyor.

-Kahrolsun İrtica! . .
Uzun bacalı fabrikalarda, derin maden ocaklarında, elektrik
merkezleriyle vapurlar ve şimendüferlerde işleyen ameleler ba­
ğırdı:

3 Mete Tunçay, Türkiye' de Sol Akımlar başlıklı çalışmasında bu konuda şu dipnot


bilgisini veriyor: "Merhum Kerim Sadi, bize yolladığı 16 Ağustos 1 966 tarihli
mektupta, imzasız çıkmış bu yazının (ve 'Gazi' başlıklı bir başka yazının) kendisi
tarafından yazıldığını açıklam ıştı." Mete Tunçay Türkiye'de Sol Akımlar 1 908-
1 925, İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 772, dn. 56.
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e ğ e r l e n d ı r rn P l ı• r ı J ı ı ı

-Kahrolsun ! . .
Çiftliklerde, tarlalarda çalışan rençberler, ırgatlar, yanaşmalar,
fakir köylüler bütün yoksul işçi kadınlar tekrarladı:
-Kahrolsun! ..
Gelin, ben size, Ziya Hoca'nın kafasını, bir aynanın içi gibi ay­
dınlatayım: Orada, kapkara halifenin, istihsal edici kitlelerin da­
marlarını somuran, tufeyli sarayını, müstemlekelerin kurumuş
etlerini, tatlı bir yemek yerine iştiha ile çiğneyen garp bandıralı
bankalarla kucak kucağa bulacaksınız! Halbuki, daha dün emek­
çi Türkiye boğazını sıkan bu iki katil kanlı zinciri, koparmış­
tı: Sırtındaki İngiliz sermayesiyle, denize beraber yuvarladılar;
halifeyi, maiyetinin önünde, bir köpek gibi tekmeyle, beraber
kovdular.
Şimdi yine düşman pusudan başını kaldırıyor. Öyle ise, gelin,
toplanın: Yağlı, paslı çelik yumruğumuzu, bir daha, kurun-ı
vustadan miras kalan sarıklı sarıksız bütün bütün mürteci' kafa­
lara indirelim; ve bir tek ağızdan, göğsümüzün bütün kuvvetini
boşaltarak, bağıralım:
-Kahrolsun İrtica! ..
Efendi! Biz içimizde eli nasırlı, kalbi temiz arkadaşlara yer vere­
biliriz dediğimiz zaman niçin pür-hiddet bu zümreden ayrıldık
ve bugün nasıl açık bir tahrifle hem kendini hem de hitap ettiğin
efkarı teşvişe uğraşıyorsun emelin ameleni n sırtına basarak yük­
selmek ise bile şuna emin ol ki mevhum bir amele varlığını öne
sürerek yükselemezsin.
Belki de yükselen amele, kendisini yükseltmek için çalışanları
takdis ve ancak onları aralarında tutar yoksa . . .

Komintern'i n Kapsamlı İ syan Analizi


Komünist Enternasyonal'in ilk kapsamlı değerlendirmesini
3 Mart 1925 tarihli ve "Kürdistan'da Ayaklanma-Doğu Raporu"4

4 RGASPİ fon: 544, op. 3, dosya: 1 29, Belge 1 2 - 1 7 [Almanca] . Aktaran Mehmet
Perinçek, Türk-Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar, İstanbul: Kaynak Yayınları,
2016.
1 1 2 1 Komin tern, TKP ve Kür t isyanları

başlıklı analiz oluşturuyor. İsyanın genel anlamı ele alınırken


Koçgiri İsyanı da içinde olmak üzere önceki Kürt isyanlarına
gönderme yapılırken, bunların Ankara hükümeti bakımından
ciddi bir tehdit oluşturmadığı, Musul sorununa etkisi bakı­
mından önem verilmesi gerektiği saptamasında bulunuluyor.
Ardından isyanın gelişimi ortaya konuyor.
1. Genel Anlamı
Kürt ayaklanmaları, Yunanların Osmanlı topraklarını işgal et­
tiği dönemde de tekrar tekrar cereyan etmiş, fakat buna rağmen
Ankara hükümeti için bir tehlike oluşturmamıştı. Patrikhane
sor.ununun yol açtığı şimdiki Türk-Yunan gerginliği de askeri
açıdan yine ciddiye alınacak bir tehlike oluşturmuyor. Her an
bir harekat yapabilecek gücü olan Türk ordusunun Doğu' da
önü açık görünüyor. Kürt ayaklanmasının, Ankara hükümetini
askeri anlamda sarsması gibi bir durum söz konusu değil. Ayak­
lanmaya asıl ve en başta, yakında çözülmesi beklenen Musul so­
rununa etkisi açısından bir anlam ve önem verilmeli.

2. Ayaklanmanın Merkezi, Yayılması ve Askeri Durum


Bingöl'ün Genç ilçesinde başlayan ayaklanmayı " basit bir çete
savaşı" olarak küçümseyen Fethi Bey hükümeti, isyancıların,
müdahale için gönderilen küçük bir jandarma birliğini yerli ba­
sından gelen haberlere göre sürpriz bir şekilde geri püskürtme­
leri üzerine görevi bıraktı ve İsmet Paşa, rahatsızlığı daha tam
iyileşmeden yeni hükümetin başına geçti. Hükümet, Kürt baş­
kaldırısının Ergani, Diyarbakır ve Harput'a da yayılması üzerine
on iki Doğu ilinde savaş hali ilan etti.5 Bir ara Diyarbakır, Ma-

5 "Biraz sonra Diyarbakır, Bitlis ve Muş vilayetlerini de şümul-i dairesine alan bu


hadise bütün üryanlığıyle mahiyetini gösterdi ve hariçten idare edilen bir hareket
olduğunu meydana koydu. Bu iş İ ran' dan, Irak 'tan ve Suriye' den idare edilmekte
idi. Belki Şeyh Sait'in ve avenesinin işin iç yüzünden haberi yoktu; lakin asılan
Doktor Fuat'ın ve yine asılan sabık Bitlis Mebusu Yusuf Ziya'nın, birisi asılan
öbürü İ ran'a kaçan Ciranlı, Hasnanlı iki Halidin ve daha bunların arkadaşı olan
Kürtçülerin maksadları bir Kürt istiklalinden başka bir şey değildi." Tuğba Yıldı­
rım (der.), Kürt Sorun u ve Devlet Tedip ve Tenkil Politikaları (1925-1 947). İstanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 201 1 , s. 40.
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e <;ı e r l e rı d l r m ,. l ı · ı ı l ı u

latya ve Ergani'nin Kürtlerin eline geçtiğini duyurdu, ancak daha


sonra bunu yalanladı. Bu arada Elazığ ve Harput'tan yerel halkın
geri püskürttüğü isyancıların, stratejik önemi olan Dersim'i ele
geçirdikleri söyleniyor. Hareketin Urfa'ya kadar yayılması (ki bu­
güne kadar yalanlanmış değil) ise çok önemli, çünkü isyancılar
böylelikle Musul sınırının büyük bir bölümünü kontrol altında
tutabilecek ve buradaki Kürtlerle doğrudan ilişki kurabilecekler.
Ayaklanmanın başlamasından bu yana geçen iki hafta sonun­
da durum, Türk hükümeti açısından biraz düzelmiş görünüyor.
Ayaklanma yazın olsaydı, Türk ordusu tarafından birkaç hafta
içinde bastırılması işten bile olmazdı, ancak şu sıralar bölge karla
kaplı olduğundan harekat birkaç ay sürecek gibi görünüyor.

Daha sonra isyanın görünen nedenleri irdelenirken Şeyh


Sait'in manifestosundan hareket ediliyor. Din etkeni, hane­
dan etkeni, sosyo-ekonomik ve ulusal etken�er tek tek gözden
geçiriliyor. Bununla ilgili İngiliz gazetelerine bolca gönderme
yapılıyor.
3. Görünen Nedenler; Hareketin Doğuşu ve Hedefi Hakkında
Türk ve İngiliz Görüşleri
Hareketin önderi Şeyh Sait'in manifestosunun gösterdiği he­
defler:
- Türkiye' den bağımsız bir Kürt devleti kurulması
- Başına bir padişahın atanması
- Halifeliğin ve şeriatın geri getirilmesi.
a. Din etkeni: Şeyh Sait'in kendisi, İran'ın Hiva ve Buhara kentleri­
ne kadar yayılmış bulunan Nakşibendi tarikatının başıdır6• Ayak­
lanmanın itici gücü, İslam cephesindekiler için dayanılmaz olan
ve "Müslümanlıkla hiçbir şekilde bağdaşmayan" Ankara hüküme­
tinin "laikleşme politikası" oldu. Özellikle hayal gücünün geniş-

6 Hadisede ilk defa kıyam edenler Zazalardır. Bunlar Şafii mezhebinden, Nakşi ta­
rikından ve Halidi kolundandır. Hemen hepsi de şeriat istiyoruz diyerek medre­
selerin tekrar açılmasını, padişahın ve halifenin iadesini, mekteplerde Kur'an ve
din dersleri okutulmasını pek musırrane talep ediyorlardı. Tuğba Yıldırım, age.
1 14 1 Komin tern, TKP ve Kü r t isyanları

liğiyle tanınan ve güvenilebilirliği az olan Chicago Tribune muha­


biri "isyancıların süngüsünün Kur'anı Kerim" olduğunu belirtiyor
ve Daily Telegraph'ın "Din Savaşı" şeklinde manşet atmasına sebep
oluyor. Ayrıca Bursa, Trabzon ve Erzurum gibi "dini merkezlerin"
hükümete karşı büyük öfke içinde olduğunu bildiriyor. Türk bası­
nı ise, ayaklanmanın tam da Ziyaeddin Hoca'nın Meclis'te laikliği
şiddetle eleştirdiği konuşmasının hemen ertesinde başlamasının
bir "işaret" olduğu konusunda görüş birliği içinde. Ankara' daki
tedirgin çevrelerin "halifeliği ve şeriatı geri getirmeyi amaçlayan
hareket ülkenin tümünü kapsayabilir" korkusuyla İstanbul ve
Trabzon' da sıkıyönetim uygulanması yolundaki isteklerini hükü­
met geri çevirdi. Öte yandan Manchester Guardian ise, Kürtlerin
Müslümanlıkla ilişkilerinin gevşek ve bağnazlıktan uzak olması
nedeniyle halifelik konusunun, her ne kadar manifestoda özel ola­
rak vurgulansa da, ayaklanmanın asıl amacına erişmede olsa olsa
körükleyici bir rol oynadığını ileri sürüyor.
b. Hanedan etkeni: Sultan Abdülhamit'in, Paris'te sürgün haya­
tı yaşayan ve isyancılar arasında olduğu iddia edilen oğlu Selim
Efendi'nin, isyancılar tarafından tahta çıkarılmak istendiği ileri
sürülüyor. Ankara ise, iki yıl önce sürgüne gönderilen Abdülha­
mit dönemi hanedan mensuplarından çoğunun vaktiyle Musul,
İran ve Suriye'ye gittiğini ve şimdiyse Türkiye sınırları içindeki
Kürt bölgelerine geçtiğini belirtiyor ve ayaklanmanın yönetimi­
ni üstlendiklerinin altını çiziyor. Osmanlı sarayının ileri gelen­
lerinden oluşan yaklaşık 1 50 kişilik bir komitenin, ayaklanmayı
İsviçre'den ve Suriye'den yönettiği söyleniyor. Ayaklanmanın,
Şeyh Sait'in iki oğlunun, bilgi toplamak için gittikleri İstanbul
ve Halep'ten geri dönmelerinin hemen ardından patlak verdiği
yolunda Fethi Bey'in dikkati çekilmişti. Ankara basını, ayak­
lanmayı, Cumhuriyet yönetiminin, Doğu illeriyle ilgili hemen
hiçbir soruna el atmadığı yolunda algılandığının bir göstergesi
olarak tanımlıyor ve bunun ciddi bir uyarı olduğunu belirtiyor.
c. Sosyo-Ekonomik ve ulusal etkenler: Din faktörünü reddeden
ve Musul sorununun çözümü için (bkz. madde 4) Türkiye'nin
baskısı olduğuna inanmayan Manchester Guardian gazetesine
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e !'J e r l e n d i r m r l r r ı 1 1 15

göre hareket, Kürtlerin bağımsızlıklarına kavuşma süreçlerinin


yeni bir aşamasından başka bir şey değil ve gerçek nedeni "ulu­
sal kimlik (ırk) ve belki de ekonomik". Oysa Morning Post, Şeyh
Sait Ayaklanmasının gerekçesi olarak feodal Kürt aşiretlerinin,
Cumhuriyet rejiminin kendi güç ve otoritelerine son vermesin­
den korkmalarını gösteriyor. L'Information ise (28 Şubat tarihli
"Kürt Baskını" adlı başyazı) " laik Cumhuriyete karşı dini bir
hareket olmaktan uzak" olarak nitelediği başkaldırının gerekçe­
sinin " dağlarda yaşayan köylülerin, Lozan Antlaşması'nda öngö­
rülen 'mübadele' işlemi gereği yurtdışından getirilen Türklerin
verimli yaylalara yerleştirilmesine itirazı" olduğunu savunuyor.

Mustafa Kemal yönetiminin isyana ilişkin görüşü dile ge­


tirildikten sonra yukarıda da işaret ettiğimiz isyan ile İngiliz
kışkırtması ve Musul sorunu bağı işleniyor.
4. Ankara Hükümeti'nin Görüşü

Başbakan Fethi Bey, Büyük Millet Meclisi'nde Kürt ayaklanma­


sının, tam da önemli uluslararası konuların (Musul olsa gerek)
çözüm aşamasına geldiği bir sırada baş gösterdiğine üstü kapalı
olarak değinmişti. Muhalefetten Kazım Karabekir de başbaka­
nın açıklamalarını, "Fethi Bey ayaklanmanın arkasında her­
halde dış kaynaklı entrikaları görüyor" biçiminde yorumlamış
ve kendisi de İngiliz oyunlarının rolüne inandığını söylemişti.
İngiliz basını ise Ankara' daki resmi çevrelerin bu "yabancı par­
mak" faktörünü yalnızca hareketin ilk günlerinde ön plana çı­
kardığını, sonraki günlerde ise daha çok din ve hanedan kaynak­
lı faktörleri vurguladığını kanıtlayabilmek istiyor. Bu arada yeni
hükümet, dinin kamuoyunu etkilemek amacıyla politik amaçlı
kullanılmasının "vatana ihanet" olarak algılanacağı yeni bir ya­
sayı uygulamaya koydu. Böylece ayaklanmayı, uygulayacağı iç
politika için bir malzeme olarak kullanacağı açıkça belli oluyor.

5. İngiliz Kışkırtması ve Musul Sorunuyla Bağlantı


a. Geçtiğimiz sonbahar aylarında Türk kuvvetlerinin
Hakkari' deki Nesturilere karşı düzenlediği operasyon sırasın-
1 16 1 Kom in tern, TKP ve Kü rt isyanları

da ayaklanmanın başı Şeyh Sait, Türk hükümetine karşı safta


yer almıştı. 17 Ekim 1 924 tarihli "Musul" raporunda, önceki yıl
İstanbul' da toplanan Musul Konferansı'nın başarısızlıkla sonuç­
lanmasına neden olan Hakkari sorunu ile İngilizlerin Musul po­
litikası arasında ilişkiye değinmiştir.
b. Yine geçen Ocak ayında Nesturi ve Keldani Metropolitinin,
bir süre İngiltere'de Canterbury Başpiskoposu'nun konuğu ol­
duğunun altını çizmekte yarar var. Bu bağlamda Manchester
Guardian da, Musul sorununa çözüm arayışı içinde olunduğu
şu sıralarda, ya Yakındoğu' daki İngiliz yönetimi altında bulu­
nan Nesturilere Irak hükümetinin dolaylı denetimi altında hiç
olmazsa kısmi bir özerklik verilmesi ya da anayurtlarına kavuş­
malarının sağlanması gibi konuların gitgide artan bur önem ka­
zanmakta olduğunun altını çiziyor.
c. İngilizlerin, Kürt ayaklanmasını desteklediklerinin somut bir
kanıtı yok. Ancak aylar boyunca yapılan planlı hazırlıklar, isyan­
cıların, makineli tüfeklerin de desteğiyle çok iyi donatılmış ol­
dukları ve hele ayaklanmanın zamanlamasının yarattığı kuşku­
lar, Türk basını tarafından haklı olarak dile getiriliyor. Ne var ki
İngiltere için ayaklanmanın başarılı olup olmaması hiç de önem­
li değil. Önemli olan Türkiye sınırları içinde Türk karşıtı ayrılık­
çı bir silahlı hareketin varlığı. Musul sorununun, Kürt Nesturi­
Keldani odaklı çözülmesi gerektiğini savunan İngiltere'nin eline
böylelikle kararlılığını güçlendirici sağlam bir kanıt geçiyor ve
bunu da önümüzdeki yazın başında Musul sorununun görüşüle­
ceği Cenevre Konferansı'nda kullanacak.
d. Bu arada rakibin silahıyla saldırıya geçen İngiliz basını Tür­
kiye aleyhine "Hırsızı yakalayın!" çığlıkları atıyor. Bunu en çok
Daily Telegraph yapıyor. Nitekim 22 Şubat tarihli gazetede, "Türk
zihniyetini en iyi bilen İngiliz askeri ve diplomatik çevreleri
Ankara'nın isyancı Kürtlere karşı aldığı askeri önlemlere büyük
kuşku ve güvensizlikle bakıyorlar. Yapılan hazırlıklar, Osmanlı
ordusunun, Irak'ın Musul yöresindeki Revandiz köyüne 1923'te
düzenlediği baskın öncesini hatırlatıyor" deniyor. Daha sonra­
ki 28 Şubat tarihli başyazı da bu görüşü sahipleniyor. Türklerin
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e \) e r l e n d i r m e l e r ı l ı ı7

Milletler Cemiyeti'ne ve bütün üye devletlere, Türk askerinin ne­


ler yapabileceği ve belki de Irak'ı ele geçirmeye yönelik gerçek­
ten askeri harekata girişebileceği konusunda bilinçli bir gözdağı
vermeyi amaçladığı söyleniyor. İngiltere belki şu anda Musul'da
bulunan karma komisyonu, Mart ayında yayımlayacağı raporun
sonucu konusunda etkilemek istemektedir.
Kürt ayaklanması ister başarıya ulaşsın isterse son derece karar­
lı ve gözü kara görünen Türk hükümeti tarafından bastırılsın,
Kürdistan'da şu anda olup bitenlerden hareketle Türk-İngiliz
gerginliğinin önümüzdeki aylarda artarak süreceğine kesin gö­
züyle bakılabilir.

Pravda'daki İ syan Haberi


Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) siyasi yayın organı
Pravda, 4 Mart 1925 günlü nüshasında Ankara kaynaklı 2 Mart
tarihli bir habere yer veriyor. Türkiye gazetelerinden derlenen
haberlerde isyanın gerici karakteri ve dışarıdan destekli olduğu
vurgusu belirgin biçimde öne çıkıyor.
Türkiye' de Gericiler İçyüzünü Gösterdi.
Halifeliğin Yeniden Kurulması Çağrısında Bulunuyorlar.

İSYANCILARA KİM YARDIM EDİYOR?


İSYANCILARIN KONUMU.
ANKARA, 2 Mart.
Hükümet çevrelerinde, isyanın kapsadığı bölgenin genişliğini
ve bu bölgenin dağlık niteliğini dikkate almak gerektiği belirti­
liyor. İsyancıların ana güçlerinin odaklandığı yönler şunlardır:
Palu' dan Diyarbekir'in kuzeyine doğru, sonra Harput vilayetinin
tamamını ve madenleri kapsayan yöreden güneye doğru.
Hükümetin hazırladığı plana göre, ordunun yerleşmesi çok za­
man alacak. Şimdilik yalnız uçaklar harekete geçirilmiş.
Alınan haberlere göre, Şeyh Said'in kışkırtmalarına Kürt aşi­
retlerinin hepsi boyun eğmiş değildir. Ankara hükümeti artık
1 18 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isyanları

kimi Kürt aşiret başlarından sadakat bildirimleri almış bulu­


nuyor ve bu bildirimlerde Şeyh Said İngilizlerin taraftarı olarak
niteleniyor.
Güney Kürdistan Ankara hükümetine sadık kaldı. Hareketin
ana merkezi Bitlis. İsyancıların sayısı yaklaşık 7.000 olarak tah­
min ediliyor.
İstanbul ve Adana' daki değişik teşkilatların heyetleri hükümete
telgraf çekerek, hükümetin daha ilk çağrısı üzerine Cumhuriyeti
savunmaya hazır olduklarını bildirmiş bulunuyor.
Yarı resmi Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, Diyarbekir,
Malatya ve Ergani isyancıların elinde bulunuyor. İsyancılar
Dersim'i de ele geçirmiş. Tanin gazetesi, bu son veriyi son dere­
ce önemli buluyor, çünkü bu bölgeye ulaşmanın olağanüstü zor
olduğunu ve hükümet silahlı kuvvetlerinin isyancılara karşı ba­
şarısının neredeyse imkansız olduğunu belirtiyor.
İsyancıların Diyarbekir' deki durumuna gelince, resmi çevreler
henüz pek doğru haber alamıyor.

GERİCİLERİN ARKASINDA KİMLER GİZLİ

İsyanın yayıldığı bölgelerde isyancıların dağıttığı bildirilerde


şunlar da belirtiliyor: "Halife sizleri bekliyor. Halifesiz İslam
yoktur. Şimdiye kadar hiçbir zaman hiçbir halife ülkeden kovul­
mamıştır. Şimdiki hükümet bütün gücüyle halkın dini mukad­
desatını yok etmek için çalışıyor. Kadınlar en uygunsuz biçimde
giyiniyor. Okullarda ateizm okutuluyor."
Bu bildiriler, Şeyh Said'in elinde bulunması mümkün olmayan
teknik yöntemlerle dağıtılıyor. Esir alınan isyancılar yabancı
menşeli üniformalar içinde. Bu iki olgu dışarıdan destek geldiği
gerçeğini ortaya koyuyor. Bundan başka, esir isyancıların cep­
lerinde yabancı raralar bulundu. Kimi esirlerde yabancı model
silahlar vardı.
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e ğ e r l e n d i r m e ı ,, r ı 1 1 19

O rak- Çekiç'te İ syan ve Hükümet Değişikliği


Değerlend irmeleri
TKP'nin yayın organı Orak- Çekiç gazetesinin 5 Mart 1925
tarihinde yayınlanan 7. ve son sayısında, Şeyh Sait İsyanı'na kar­
şı çok sert eleştiri ve suçlamalar yapılır. Gazetenin manşeti şöy­
le: "Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Beyaz Kefen Olmalı !
Yobazlarıyla, Ağalarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla
Birlikte Kahrolsun Derebeylik! İrtica ve Derebeyliğe Karşı
Mücadele İçin: Köylüler 'Köy Meclisleri', Ameleler 'Sendikalar'
Etrafında Teşkilatlanmalıdırlar! "
Gazetenin başyazısı "İngilizlerin Oynattığı İrtica
Kuklası"nda şöyle deniyor:
Emperyalist devletlerin, Şarktaki müstakil devletleri inhilal et­
tirmek için, öteden beri tatbik ettikleri gayet basit bir usul var­
dır; bilhassa Osmanlı İmparatorluğu'na karşı İngilizler ve Ruslar
bundan, müteaddid defalar, ümitlerinin fevkinde neticeler elde
etmişlerdir. Bu tılsımları, siyaset; ekalliyette kalan milliyetle­
rin mütenetfizanını, sergerdelerini para kuvvetiyle ıtma [ta­
mah etmek/heveslendirmek] ettikten sonra, icab eden esliha,
mühimmat ve levazımı ellerine vererek, kendilerini isyana sevk
etmekten ibarettir. Bu musanna yangınları söndürmek gailesiy­
le hükümeti n en ziyade meşgul olduğu ve endişeler içinde kıv­
randığı bir sırada onları bizzat ika' etmiş olan istilacı devletlerin
diplomatları gelirler. Sahte bir dost tavrı takınarak, halisane(!)
müdahalelerde bulunurlar. En haysiyet kırıcı, istiklali zedeleyici
tekliflerini kabul ettirirler, türlü türlü imtiyazları kopartırlardı.
Uzun mücadeleler ve fedakarlıklar pahasına elde ettiğimiz siyasi
istiklal sayesinde, mazinin esaslı bir tasfiyeye tabi tutulması
memleketimizde yeni bir devre küşad etti. Artık sakim ananeler
ve itiyatlarla kendimizi mukayyed addetmiyorduk. İktisadi ve
içtimai inkişafım ızı güçleştiren ananeleri -hatta menşeleri din
olsa bile- yıkmak zaruretini bütün inkılab mücahidleri hisset­
mişti. İki seneden beri bu istikamette büyük adımlarla ilerle-
1 20 1 Kom in tern, TKP ve Kürt lsyo nlorı

mekteyiz. Ve bu nev'i icraatta iktidar makamı, geniş halk kitlele­


rinden kuvvet almaktadır.
Bu vaziyet karşısında Anadolu'ya müteallik hedeflerine erişme­
ye muvaffak olamayan emperyalistler, düşünceye dalmışlardı.
Halktaki uyanıklık, milliyet rekabetlerinden istifadeye imkan
bırakmıyordu. Yalnız Türkiye' de değil, Şarktaki tekmil geri mil­
letler, en evvel hakkından gelmek icab eden en mühlik düşman­
ları istilacı sermayedar devletler olduğunu artık anlamıştırlar.
Onlardaki milliyetçilik hissi birbirlerine karşı değil, emperya­
listlere karşı keskinleşmiştir.
Şark hududumuzdaki zengin petrol havzasını büsbütün benim­
semek isteyen İngilizlere, komşu ve kardeş milletleri birbirine
saldır[t] mak imkanından mahrum kalınca, Türkiye'yi gaileye
sokmak için, bir tek silah kalıyordu, o da cumhuriyet hüküme­
tinin, dini devlet işlerine müdahaleden men etmiş olmasını ileri
sürerek İslam ahalinin taassubunu tahrik etmek idi.
Genç hadisesinde, bu silah ile mücehhez olan şeyhlerin, ipleri İn­
giliz zabitleri tarafından çekilen kuklalar gibi hareket ettiklerine
şahit olmaktayız. Bu şeyhler, İngilizlerin, İslamiyeti, Şark millet­
lerini cehalet ve uyuşukluk içinde tutmak için bir alet tarzında
kullandığını fark etmeyecek kadar kör değilseler, en deni ve iğ­
renç menfaatperestler ve hainlerdir. Her iki ihtimalde de bu nevi
mahlukları imha etmek gerektir. Evvelce aynı denaeti padişahlar
ve halifeler irtikab etmişti. Şeyhlerin ve derebeylerin foyalarının
meydana çıkmasından biz seviniyoruz. Çünkü bu vaka derebey­
liğin tamamıyla ortadan kaldırılması hususunda mütereddid
davranan zimamdarlarımızın gözlerini açacak; hilafet ve halife
hanedanı hakkında tatbik edilen muameleyi Şark vilayetlerimizi
haraca kesen mütegallibeye de, daha büyük bir şiddetle tatbik et­
meye hükümeti mecbur edecektir.
Bizzat ahalinin isyanı bastırmak hususunda gösterdiği tehalük,
çalışan halk kitlelerinin, derebeylik usullerinin ilgasıyla ne ka­
dar yakından alakadar olduklarını göstermektedir. Amele ve
köylü sınıfı, bu tufeyliler güruhunun mazarrat ika etmelerine
medar olacak her türlü vesaitten mahrum edilmelerini, bütün
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e Ç) e r l e n d i r m e l t' ı l J 121

azmiyle talep etmektedir. Bu vesaitin en mühimi şeyhlerin ve


beylerin malik oldukları nahiye veya kaza hududlarıyla ölçülen
vasi arazidir. Şurişten mesul olanlar tecziye edilir edilmez, bu
malikaneler derhal istimlak edilmeli ve yoksul köylü ve çoban­
lara tevzi edilmelidir. Arazi ve meralar parçalanmadıkça Şark
vilayetlerimizde intizamın iadesine imkan yoktur.

Orak Çekiç

TKP'nin yayın organı Orak- Çekiç gazetesinin aynı nüsha­


sında, Fethi Bey hükümetinin devrim ve ilerlemeyi duraklattığı
için düşmesi memnuniyetle karşılanıyor; yeni hükümetin "dere­
beylik ve irtica yılanını yok etmek" eğilimi övgüyle bekleniyor.
Kabine düştü
Biz bu sukutu memnuniyetle karşılıyoruz. Fethi Bey kabinesi
memleketteki inkılab ve teceddüd hareketinin tevakkufunu ifa­
de ediyordu. Halbuki başlanmış bir işin yarım kalmasına sebep
olmaktan daha muzır bir teşebbüs tasavvur edilemez. Hele bu
iş bugün bizde olduğu gibi, bütün bir milletin mukadderatına,
kurtuluşuna taalluk ederse, bu mefkureye yaklaştırıcı hamlelere
hail olanlar tavsifi müşkül bir cinayet irtikab etmiş olurlar. Bu
itibarla Fethi Bey'in iktidar makamını işgal etmesi, geniş halk
kitleleri için büyük bir felaket teşkil ediyordu.
Aldığımız na-tamam ve mütenakıs haberlerden anladığım ıza
göre, Halk Fırkası ekseriyeti -Orak Çekiç'in temenni ettiği gibi­
Genç isyanı vesilesiyle, Şark vilayetlerimizde derebeylik ve irti­
ca yılanını yalnız boğmak değil, yok etmek temayülündedir. Bu
azimkarlığı candan alkışlarız. Fethi Bey'in istediği tarzda adi bir
şekavet vakasını tenkil hususunda tatbiki mutad tedbirlerle ik­
tifa etmek; mikroplu bir yarayı tefessühe terk etmek demektir.
Yeni kabinenin derebeylik meselesini cezri bir tarzda halletme­
sini bekliyoruz.

TKP'nin yayın organı Orak- Çekiç gazetesinin aynı nüshasın­


da Şeyh Sait İsyanı'yla bağlı olarak yapılan en önemli ekonomik
düzenleme olan aşar vergisinin kaldırılması konusu, Diyarbakır
1 22 1 Ko min tern, TKP ve Kü r t isya nları

muhabiri olduğu belirtilen İlhami imzalı bir yazıyla ele alınıyor.


"Aşarın Lağvı - Mütegallibe ve Köylü Ne Düşünüyor?" başlıklı
yazıda, Kürdistan kırsal kesimindeki iki temel sınıf bakımından
aşar vergisinin kaldırılması işleniyor.
Aşarın lağvı bura kodamanlarını büyük bir harekete getirdi.
Hepsi diken üstünde oturuyor. Aşar lağv olunduğu takdirde
hepsinin, bütün mütegallibenin, derebeylerin, murabahacıların
menfaatleri dehşetli surette haleldar oluyor. Bir kere en büyük
zararı artırılan arazi vergisinde hissediyor. Çünkü burada bin­
lerle hatta on binlerle dönüm arazi sahibi insanlar var; bunlar­
dan ciddi surette arazi vergisi istenecek olursa çoğu o ekilmeyen
vasi arazi üzerinden mütegallip ellerini çekmeye mecbur olacak­
lardır. İleride demiryolları imal olundukça bu topraklarda hü­
kümet nüfuzu çoğalacak; köylülere tevzi edilebilecektir. İkinci
darbeyi bu haram yiyici güruh, aşar ile beraber mültezimliğin
de kalkmasından yiyor. Aşardan hükümetten ziyade mültezim­
ler istifade ediyordu; bunu bilmeyen kalmamıştır, zannederim.
Sonra murabahacıların, selemcilerin göreceği ziyan, pek büyük­
tür. Çünkü aşar ve mültezimlik yüzünden köylünün elinden çı­
kan servet bu seneden itibaren tohumluk, yemeklik olarak elinde
kalacak ve borçlanmaya olan ihtiyaç azalacak.
Tabii selemci, faizci bundan memnun değil. Onlar memnun de­
ğil ama, köylü memnun. Köylülerin en fa kiri, en gerisi bile bunu
anlıyor. Her kimle konuştumsa, hepsinin yüreği aşar üzerinde
titriyor: "Efendi, söyle, diyorlar; hükümet cayıyor mu? Aşar kal­
kacak değil mi?"
Siz aşarın nasıl bir bela olduğunu bilmezsiniz. Yüzde on iki bu­
çuktan yüzde otuza kadar çıkıyor. Ambara taşımak angaryası
da caba. Bu yüzden köylünün istifadesi en aşağı yüzde yirmidir.
Birçok da zahmet tasarruf edebilecek, gittikçe selemciye, mura­
bahacıya ihtiyaç azalacak.
Köylünün büyük bir derdi bununla hallolunuyor. Fakat köylü­
nün derdi bir değil ki. O biçarenin bin bir derdi var. Hükümetten
beklediği en müstacel işlerden biri de Ziraat Bankası'nın sırf kü-
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e ı'.;ı e r l e n d i r m P l <' r ı 1 1 2 .'

çük köylüye para ikraz etmesidir. Bunun için (10) dönümden az


ekin eken köylülerin kefaletiyle ve bunların teşkil edeceği "komi­
teler" vasıtasıyla ikrazat yapılmalıdır. "Orak Çekiç" bu hususta
neşriyata başlasa köylüyü kendisiyle beraber bulacaktır.
llhami

TKP'nin yayın organı Orak- Çekiç gazetesinin aynı nüshasın­


da "Şeyh Said Ne Biçim Eşkıyadır" başlıklı yazı ise, geniş ke­
simlere yönelik soru-cevap biçiminde bir ajitasyon-propaganda
malzemesi olarak kaleme alınıyor. Bu yazıda, isyanın Kürdistan
derebeyleri tarafından kendilerinin tasfiyesini önlemek için
cumhuriyeti yıkmak üzere çıkartıldığı ilk fikir olarak dile ge­
tiriliyor. Müşterek düşmana, yani derebeylik ve irticaya karşı
mücadelede burjuvaziyle işbirliği yapma gereği açık bir biçimde
dile getiriliyor.
-Arkadaş, son günlerde gazetelerde okuyoruz: (Genç}de, Hınıslı
Şeyh Said ve 2 .000 kadar avenesi kıyam etmiş; hükümet onları
tepelemek için tedbirler alıyormuş, üstlerine jandarma kuvvetle­
ri gönderiyormuş, bunlar ne biçim eşkıyadır? Ne istiyorlar?
-Bunlar Kürdistan'ın derebeylerindendir. Cumhuriyet hüküme­
tinin derebeyliği kaldıracağını biliyorlar. Hükümeti zayıf zan­
nediyorlar, talihlerini tecrübeye kalkışıyorlar. Kendilerince "Şu
cumhuriyeti şimdi yıkmazsak bir daha yıkamayacağız, fırsat bu
fırsattır" diyorlar.
-Peki ama, cumhuriyet hükümetinin zayıf olduğunu nasıl anlı­
yorlar?
-Halkın memnuniyetsizliğinden, halk eskisi gibi fakir, sefil, aç.
Her şey pahalı. Ekmek her yerde kıt. Mürteciler bundan istifade
ediyor; gazeteleri halkın gözünden hükümeti düşürmeye çalışı­
yor: "Cumhuriyet Hükümeti hani sizi müreffeh edecekti?" diyor­
lar: "Onun düşündüğü yalnız vergi toplamak, varidatını çoğalt­
mak, sizi aç bırakıp kendi adamlarını, memurlarını doyurmaktır.
Bu Cumhuriyet Hükümeti ahlak, namus nedir, onu da bilmiyor,
tanımıyor. Para toplamak için kerhaneleri, meyhaneleri, kumar-
124 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

haneleri, rezalethaneleri serbest bırakıyor. Müslüman kızlarının


bu rezalethanelerde erkeklerle beraber hora tepmelerine, her hal­
tı yemelerine bir şey demiyor... " İşte kara kuvvet, hocalar mem­
leketin her tarafında aylardan beri bu propagandayı yapıyorlar.
Gazeteleri ne yazıyorsa onlar da camilerde, tekkelerde, kahveha­
nelerde, evlerde, tarlalarda halka onu söylüyorlar. Halkın, cahil
ve aç bırakılmış köylünün, hiddetini tahrik ediyorlar. Şimdi o
kadar cesaret alıyorlar ki bir Hoca Efendi Meclisin içinde kalkıp
bu müfsitliği tekrarlamaya bile cüret ediyor.7
-Cesaret buluyor ama, ağzının payını da alıyor. Bir mebusun beş
sütunluk nutku[nu] gazetelerde okudun ya?
-Bu nutku köylülerin arasına kim yayacak? Propagandasını kim
yapacak? Biz "Orak Çekiç'te" böyle hakikati ameleye anlatabi­
liyoruz, fakat beş altı milyon köylü doğruyu nasıl duyup anla­
yacak? Jandarma mı yoksa tahsildar mı gazeteleri alıp köy köy
dolaşacak, köylüye vaaz verecek? Çünkü köylünün gördüğü jan­
darma ile tahsildardır.
-İyi ama, hocadan, molladan da köylünün bir fayda gördüğü var
mı?
-Hoca da molla da köylüyü soyar, fakat köylüye çektiği fakirlik­
ten, zahmetten bahsediyor, köylü de her türlü insan gibi onları
dinliyor. Sonra fukaranın son tesellisi din ile namustur, onları da
hocalar tehlikede göstererek halkı adam akıllı korkutuyor, kendi
taraflarına çekiyor.
-Peki ama, eskiden de fenalıklar vardı, hem de besbeterdi, o za­
man hocalar ne diyorlardı?
-O zaman da kara kaplı kitabın başka bir sahifesini okuyorlardı:
"Allah " diyorlardı "bu fani dünyada Müslüman kullarını imtiha­
na çekiyor; onlara musibet, bela veriyor; ama ahirette cenneti ih­
san edecek. Fani dünyanın bir mihnetine sabır ile şükreden ahi­
rette bin nimete nail olacak." Yahut kara kaplının daha başka bir
sahifesini açıp okurlardı: "Müslümanlar namaz kılmıyor, sadaka

7 Yukarıda verdiğimiz Orak- Çekiç'in 6. sayısında yer alan "Kahrolsun İ rtica" baş­
lıklı yazıda geçen Erzurum Mebusu Ziya Hoca kastediliyor.
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e <::J e r l ı> n d i r rıı P l ı• ı ı 1 1 25

zekat vermiyor, besmelesiz karılarla cima ediyor, bütün çocuklar


besmelesiz doğuyor, onun için dünya bozuluyor" derlerdi, bütün
fenalıkları yine halka yükletirlerdi.
-E, sen ne dersin? Bunun sonu ne olacak?
-Amele hakikati anlıyor. Bu kara kuvveti susturmak, Şeyh Said-
leri tepelemek için kanını dökmekten bile çekinmez.
- Çok doğru, yalnız yazık ki hükümet amelenin en büyük, en ha­
kiki inkılabçı kuvvet olduğunu anlamıyor, ameleyi çorbacılara,
çelebilere, patronlara esir edecek kanunlar hazırlıyor.
-Arkadaş, kara kuvvet bizim de burjuvazinin de düşmanıdır, biz
her şeyden evvel bu müşterek düşmanı yenmeliyiz; burjuvazi ile
de ayrıca kozumuzu paylaşırız.

Pravda'da Hükümet Değişikliği Üzerine


Pravda gazetesinin 6 Mart 1925 Cuma günkü nüshasında,
Doğu Sekreterliği yöneticilerinden S. Brike'nin "Türkiye' de
İsyan ve Hükümet Krizi" başlıklı uzun bir değerlendirmesi 1 .
sayfadan yayınlanıyor. Aynı yazı Komintern'in yayın organı
Internationale Presse-Korrespondenz dergisinin 13 Mart 1925
[Almanca] ve lnternational Press Correspondence dergisinin
19 Mart 1925 [İngilizce] günlü nüshalarında da genişletilerek
iktibas ediliyor8. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Doğulu
ağaların ve İstanbullu mali ve ticari burjuvaların temsilcilerinden
oluştuğu ve karşıdevrimcilerin toplandığı bir odak olarak kurul­
duğu belirtildikten sonra, Fethi Bey'in Halk Partisi içindeki en
ılımlı kesimin temsilcisi olarak bunlarla uzlaşmak üzere işbaşına
getirildiği analizi yapılıyor. Şeyh Sait İsyanı'nın Fethi Bey'in bu
liberal politikaları çerçevesinde patlak verdiğini ve bunun üste­
sinden gelebilecek hükümetin yeni kurulan İsmet Paşa hükümeti
olabileceğinin altını çizmekle yetinmiyor ve "Türkiye'nin ekono-

8 Doğu Perinçek, age, s. 3 1 9 -322.


126 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

mik ve siyasal bağımsızlığını canla başla ve kararlılıkla savunan


kimselerden oluşmaktadır" değerlendirmesini de getiriyor.
Fethi Bey kabinesi, Halk Partisi'nin iç siyaset konusunda al­
mış olduğu bir karar sonucunda çekilmiştir. Yeni kabineyi
kurma görevi İsmet Paşa'ya verilmiştir.
Her ne kadar Fethi Bey [Okyar] ve İsmet Paşa aynı hükümet par­
tisinin üyesi iseler de, başbakanın değiştirilmesi sadece falanca
kişinin yerine öbürünü getirmekten ibaret olmayıp, aynı zaman­
da siyasette de bir değişiklik anlamına gelmektedir.
Bu hükümet bunalımının ne anlama geldiğine ışık tutabilmek
için Fethi Bey'in iktidara geldiği şartları kısaca hatırlatmakta
yarar var.
Halk Partisi'nin (Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğindeki parti)
yöneticileri 1924 yılı sonlarında, karşıdevrimci güçlerin açık se­
ferberliği ile karşı karşıya geldiler. Halk Partisi'nin kendi içinde
bile, bölünme için bahane arayan, bütünleşmiş bir sağ kanat or­
taya çıktı.
3 [8 olmalı] Kasım 1 924'te belirleyici bir an geldi. Yunanistan' dan
gelecek Türk göçmenler [mübadiller] sorunu görüşülürken, tar­
tışmalar öylesine şiddetlendi ki, o sırada iktidarda olan İsmet
Paşa hükümeti güvenoyu isteme zorunluluğunu duydu. Bu arada
Türk parlamentosundaki (Meclis) bütün milletvekillerinin Halk
Partisi üyesi olduğunu belirtmek yerinde olur. Güvenoyu oyla­
masında İsmet hükümeti, ezici bir çoğunluk elde etti: 147 millet­
vekili hükümet lehinde, yalnızca 19'u ise aleyhinde oy kullandı.
Bu cesaret kırıcı sonuca rağmen, 19 kişilik grubun hepsi Halk
Partisi'nden ayrıldı ve "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nın
kuruluşunu ilan etti.
Bu Partiyi tanıtmak için, Terakkiperver Cumhuriyetçilerin çe­
kirdeğini oluşturan 1 9 milletvekilinin toplumsal durumlarına
dikkat çekmekle yetineceğiz: Bunlardan 1 l'i Doğu vilayetlerinin
feodal ağalarını, 8'i ise İstanbul'un mali ve ticari burjuvazisini
temsil etmektedir.
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e <'.j e r l e n d ı r rı ı < ' l < ' ı ı 1 1 27

Yani yeni parti, Türkiye'deki bütün karşıdevrimci unsurların


çevresinde toplandığı açık bir örgütsel ve siyasal merkez olarak
ortaya çıkmaktaydı.
Mustafa Kemal ve Halk Partisi'nin yönetici grubu, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası'yla uzlaşma imkanlarını araştırmaya karar
verdi. İsmet Paşa kesin güvenoyu almış olmasına rağmen, 19 Ka­
sım 1 924'te başbakanlıktan çekildi. Onun yerine, kendisinden
"Terakkiperverler" ile bir yakınlaşmada köprü görevi beklenen
Fethi Bey kabinesi iktidara geldi.
Fethi Bey grubu, Halk Partisi içindeki en ılımlı kanadı oluştur­
maktaydı. Fethi Bey köylü toprak reformlarına karşıydı. Batı
Avrupa kapitalistlerine daha yumuşak başlı bir tavır alınmasını
gerekli görüyordu ve Terakkiperver Cumhuriyetçiler ile uzlaş­
mayı ve anlaşmayı doğru bulmaktaydı. İşte bütün bu program
Fethi Bey'i ülkenin muhalif zümreleri açısından son derece el­
verişli kılıyordu. Bu yüzden başbakanlığa getirilmesi, sadece
İstanbul'un gerici basını tarafından değil, aynı zamanda Fransa
ve İngiltere'nin en büyük burjuva yayın organları tarafından bü­
yük hoşnutlukla karşılandı.
Fethi Bey'in programı fazlasıyla ılımlı bir nitelik taşımakla
birlikte, kurduğu kabineye Halk Partisi'nin sol radikal kanadı­
nı temsil edenlerden birkaç kişi de bir çeşit kefil ve denetleyici
olarak girdiler. Böylece Fethi Bey hükümeti içinde, toprak ağa­
larının temsilcisi olan Fethi Bey'in yanı sıra, köklü bir toprak
reformunun ateşli taraftarlarından Mahmut Esat [Bozkurt] ve
diğerleri de yer aldılar.

ğını ve çaresizliğini daha ba Ş ından ortaya koymaktaydı.


Kabinenin sırf bu bileşimi bile, onun siyasi ömrünün kısa olaca­

Fethi Bey hükümetinin ılımlı niteliği, ülkedeki siyasal bu­


nalımı gideremedi, tam tersine onu daha d a derinleştirdi ve
patlamaya doğru gidişi hızlandırdı. Feth i B ey'i kendine uza­
tılan küçük parmak olarak gören gerici muhalefet, bütün eli
kapmaya çalıştı. İstanbul basını, Fethi'n i n hükümete gelişinin
"ölçülülüğün ve yasallığın" bir zaferi olduğunu yazıyor ve
128 1 Komin tern, TKP ve Kü r t isya nları

" devrimin tamamlanmasını ve dirayetli bir u zlaşma siyaseti­


ne geçiş"i selamlıyordu.
Fethi Bey bu umutları boşa çıkarmamak için elinden geleni yap­
tı. Doğu Anadolu' da feodal ağaların silahlı bir ayaklanma hazır­
lığı içinde oldukları konusunda sayısız haber gelmesine rağmen
ve artık dayanamayacakları kadar fazla yük altında kalmış olan
köylülerin hoşnutsuzluğunun artmasına rağmen, Fethi Bey, en
ağır vergi olan aşarın kesin olarak kaldırılmasına yanaşmadı.
Ancak Mustafa Kemal tarafından da desteklenen kabine içinde­
ki sol kanadın açık baskısı altında Fethi Bey, bu adımı atmaya
razı oldu.
Eski başbakanın bu kararsızlığı ve feodal toprak ağalarının ge­
riciliğine köylülerin sopasıyla vurmaya korkması, ayaklanmanın
bugünkü boyutlarda ortaya çıkmasına nesnel olarak katkıda bu­
lundu. Nitekim Halk Partisi'nin radikal kanadının yayın organı
olan Cumhuriyet gazetesi de Fethi Bey'in başbakanlıktan çekil­
mesini, esas olarak, onun "ayaklanma hazırlıklarının" serbestçe
yürütülmesine izin vermesine bağlamaktadır.
Bu görevi ancak sağlam ve kararlı bir hükümet yerine getirebi­
lir. İsmet Paşa hükümeti, kesinlikle böyle bir hükümet gibi gö­
rünüyor. Yeni kurduğu hükümetin bu bileşimi, Halk Partisi'nin
izlediği uzlaşma ve yalpalama siyasetine son vermeye kararlı
olduğunu gösteriyor. Yeni hükümette, örneğin Adalet Bakanı
Mahmut Esat gibi, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü [Aras] , Milli
Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi [Tanrıöver] ve diğerleri gibi,
cesur ve geniş çaplı iç reformlardan yana olan birçok radikal ve
solcu politikacının yer aldığını görüyoruz. Bütünüyle kabine,
Türkiye'nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığını canla başla ve
kararlılıkla savunan kimselerden oluşmaktadır.
Muhalefet basınında görülen ezik hava, İsmet Paşa hükümeti­
nin işbaşına gelmesinin taşıdığı ciddi siyasal anlamın, gericilik
tarafından çok iyi kavranmış olduğunu açıkça göstermektedir.
Nitekim gericiliğin en usta yayın organı olan Tanin gazetesi,
Fethi Bey'in çekileceği söylentileri üzerine hırçın bir tepki gös-
Şeyh Sa it isya n ı De�erlendlrmelı r l 1 1 29

terdi. Bu söylentiler doğrulanarak, İsmet paşa hükümetin ba­


şına geçtiğinde ise, Tanin gazetesi doğrudan doğruya tehdide
başvurdu ve " kabine" değişikliğinin huzursuzluk yarattığını ve
milli birliği tehlikeye düşürdüğünü yazdı. Bu sözlerin arkasında
yatan anlam, Türkiye' de iç savaşın şiddetlenmesinin kaçınılmaz
olduğudur.
Tüm gericiliğin ortak çıkarlarını yansıtan gerici basın, Şeyh Sait
Ayaklanması konusunda ikiyüzlü ve samimiyetsiz açıklamalar
yapmakla birlikte, aslında, feodallerle mücadeleyi zorlaştırmaya
çalışmakta, yani feodalleri desteklemektedir.
Doğaldır ki, İsmet Paşa hükümetinin kararlılığı ve sağlamlığı,
her şeyden önce onun siyasal çizgisinde kendini gösterecektir.
Türkiye'nin büyük toprak sahipleri ve feodal ağaları, ancak peş­
lerinden bilinçsiz ve aç köylü kitlelerini sürükleyebildikleri ölçü­
de tehlikelidirler. Bu kitleleri onların etkisinden kurtarmak ve
milli hükümetin etrafında toparlamak ise, ancak cesur ve hızlı
bir "toprak reformu" siyaseti ile mümkündür.
Öte yandan İstanbul, sadece gerici burjuvazinin başkenti değil,
aynı zamanda Türkiye'nin büyük bir proleter merkezidir. İsmet
Paşa hükümetinin temel işçi yasalarını bir an önce çıkartması ve
Türk proletaryasının temel taleplerini karşılaması, güçlerini bir­
leştirmiş olan gericiliğe karşı verdiği tehlikeli mücadelede onun
İstanbul, Zonguldak, İzmir ve Ergani'nin işçi kitleleriyle ittifak
yapmasını sağlayacaktır.
Son olarak denilebilir ki, İsmet Paşa hükümetinin iktidara gel­
mesi, sadece ülke içindeki karşıdevrime yönelen, kararlı bir mü­
cadele anlamı taşımakla kalmamakta, aynı zamanda Türkiye
Cumhuriyeti'ni köleleştirmek için ısrarla çaba gösteren dış güç­
lere karşı da sağlam ve kararlı bir çizgiyi ifade etmektedir.

"Türkiye'de Karşı-Devrimci İ syan"


Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili en kapsamlı analizlerden biri,
Doğu Sekreterliği yöneticisi olarak Petrov adını kullanan F.A.
1 30 1 /< ı m i n tern, TKP ve Kü r t isyan ları

�askolnikov9 tarafından kaleme alınan ve isyanı karşıdevrim­


ci bir hareket olarak değerlendiren yazıdır. Analizinin hemen
başlangıcında Raskolnikov, Şeyh Sait İsyanı'nın Afganistan' da
Emanullah Han'a karşı İngilizlerin kışkırttığı isyanın başarısız­
lığı üzerine patlak verdiğini belirterek, isyanın hedefinin Mustafa
Kemal'in ülkeyi demokratlaştırmaya, derebeylik kalıntılarından
temizlemeye ve Müslüman din adamlarının gerici ideolojisinin
hakimiyetine son vermeye yönelik ilerici siyasetine karşı olduğu­
nu vurguluyor. Ardından Halk Partisi içindeki ayrışma ele alı­
narak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası oluşumu değerlendirili­
yor. İsyanın ekonomik nedeninin aşar vergisinin kaldırılmasının
Kürt derebeylerine verdiği zarar olduğu, bu vergi hakkında veri­
len ayrıntılı bilginin ardından açıklanıyor.
Türkiye' deki Aks İnkılabçı

[Karşı Devrimci] İsyan10

Emir Amanullah Han'ın ıslahat siyaseti aleyhine Afganistan' da


İngilizler tarafından kaldırılan son isyan hareketleri yenice kur­
tarmıştı [bitmişti] ki, 1925'inci yılın Fevral [Şubat] ayının ortala­
rında Türkiye' de İnkılaba karşı isyan patladı. Bu isyan doğrudan
doğruya eskiye kayıtmayı [geri dönmeyi] taleb ediyor ve Mustafa
Kemal Paşa'nın umumen Türkiye'yi demokratlaştırmak, mem-

9 Fedor Fedoroviç İlin Raskolnikov, Petrov adıyla bilinir ( 1892 - 1 939), Petersburg
Teknik Üniversitesi'nde okudu; 1 9 1 0'da Parti'ye girdi. Gazeteci, bahriye as­
kerliğine seferber edildi, subay olarak Kronştad parti komitesi sekreteri oldu.
1 9 1 7'de donanma genel komiserliğini üstlendi, Hazar Denizi Seferi'n i yönetti
ve İran'da Enzeli çıkartmasını gerçekleştirdi. Kısa bir dönem Muhalefet içi nde
yer aldıktan sonra Doğu Seksiyonu'nun başında, özellikle Çin' den sorumlu gö­
rev yaptı. Komintern 5. Kongresi'nde KEYK yedek üyesi seçildi, 1 926'da Komin­
tern'deki görevlerinden alındı, 1 930'dan diplomatlık yaptı, Estonya, Danimarka,
Bulgaristan' da büyükelçilik yaptı. 1 938'de Stalin'in ülkeye geri dönme çağrısına
uymayarak Fransa'ya sığındı ve Nice'te öldü.
10 F.A. Raskolnikov, Türkiye: istiklal Mübarezesi Uğrunda ( İstanbul: Sosyal Ta­
rih Yayınları, 202 1 ) içinde yer alan bu makalenin Rusçasının RGASPI fon 495,
op. 1 54, dosya 775, sayfa no: 1 9-26 olduğu Mehmet Perinçek tarafı ndan Türk­
Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar isimli çalışmada belirtilmekte, ayrıca Doğu
Perinçek 'in Komintern Belgelerinde Türkiye kitabında çevirisi aktarılmaktadı r.
Şeyh Sait isyanı Değerlendi rmeleri 1 131

leketi derebeylik kalıntılarının zulmünden azad etmek ve müs­


lüman mescidinin irticai hegemonya ideolojisinden azad etme­
ye doğru çevrilen [yöneltilen] terakkiperver [ilerici] siyasetinin
bilavasıta aleyhine çıkışta bulundu.
Halk Fırkası'nın rehberliği altında olan Türkiye' deki milli
inkilapçı hareket beynelhalk emperyalizm esaretinden memle­
keti kurtarmaya muvaffak olmuştur. Lakin bir az evvel Halk Fır­
kası içerisinde tefrika [ayrılık] meydana çıkmıştır. Çoktan beri
muayyen bir şekil almış olan sağ cenah ondan ayrıldı. Bu cenah
eskiden ikinci numaralı grubu teşkil ederdi. Şimdi ise müstakil
Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırkası'nı meydana getirmiştir.
Bu ayrılığın tarihi mecburiyeti açık görünürdü. İş oradadır ki,
Mustafa Kemalciler öz Halk Fırkası sıralarına içtimai cihetten
oldukça cür becür [çeşitli] unsurları geçirmişlerdi. Türkiye' deki
milli kurtuluş hareketine rehberlik eden bu fırkanın esas kad­
rosunu emperyalizm aleyhine mübareze zamanında Mustafa
Kemal hükumetine yardım gösteren, kısmen Anadolu kentlileri
[köylüleri] , ziyalılar [aydınlar] ve şehir hırda ve orta bab [küçük
ve orta] burjuvazyası teşkil ediyordu. Anadolu kentli kitlesinin
yardımı ve taraftarlığı olmadan Mustafa Kemal hükumeti uzun
zaman yaşayamazdı ve hakikat halde Cihan emperyalizminin
satılmış aletinden başka bir şey olmayan muntazam Yunan ordu­
larına galip gelemezdi. Halk Fırkası ve Mustafa Kemal hükumeti
bilavasıta harbi tehlike şartları içerisinde emperyalist ordularıyla
harbi harekat zamanında, Sevr sulhnamesinin demek olur ki he­
man [söz konusu] ikinci günü Türkiye topraklarını işgal ettiler.
Türk milliyetçilerini öz etrafında toplamış olan esas şiarlar,
emperyalistlerin müsellah kuldur [yağmacı] destelerini Türki­
ye topraklarından kovmak, halis Türk kanına malik olan halk­
la meskun eyaletleri birleştirmek ve nihayet, Türkiye'nin tam
istiklalini temin etmekten ibaret idi.
Lakin mübareze gidişinde malum oldu ki yalnız harici siya­
set meselelerini ihata eden platform ile kifayetlenmek kat'iyen
mümkün değildir. Halife ve Sultan etrafinda gruplaşan ruhani
ve mülki aristokrasinin İstanbul' da aks inkılab için bir ocak ve
1 32 1 Komintern, TKP ve Kür t isyanları

yığıntı teşkil etmesine karşı, Ankara hükumeti ihtiyatla, lakin


kat'i ve dönmeksizin bir tedricle bu aks inkılab yuvasını dağıt­
mak tedbirleri görmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu irtica' ocağı
emperyalizme mahsus entrikaların istinad noktası olmuş ve git­
tikçe milli hareketin karşısına ma 'niler türetmiştir.
Evvelce Sultanlık lağvedilmişti ve geçmiş hakim ve zalim-i mut­
lak Roma Papa'sının vaziyetine konulmuş ve umum Müslüman
dünyasının yalnız Halife, yalnız ruhani reisi olarak bırakılmış­
tır. Lakin Yıldız sarayının şevketmaab sakini elinden dünyevi kı­
lıç alındığından çok az sonra o özünün ruhani kılıcından mah­
rum edilmiştir. Sultanlıktan sonra Halifelik te lüzumsuz hesab
edilmiş, onun büyük pahaya malolan bir tantana olduğu nazara
[dikkate] alınarak Büyük Millet Meclisi tarafından tantanalı bir
surette bastırılmıştır.
Mutlakiyetçi ve dini irtica' ile yapılan bu mübareze, bütün bu
ıslahatı hayata geçiren Türk heyet-i içtimaiyesinin ileri gelmiş
sınıfının düşmanlarının sayısını ehemmiyetli derecede çoğalt­
mıştır.
Böylelikle, Milli Kurtuluş hareketi proğramını özünün dahili ve
harici siyasetinde hayata geçirmekte olan Ankara hükumetinin
düşmanları tarafında, tarihçe laebed olarak: 1- beynelhalk em­
peryalizminin birleşmiş sıraları, 2- geçmiş saraylıların, ali [yük­
sek] memurların ve zabitlerin monarşist daireleri, 3 - irticacı
müslüman ruhanileri, 4- derebeyler, mülkedarlar sınıfı, 5- em­
peryalist kapitalinin hesabsız menfaat bağlarıyla bağlanmış, ek­
seriya sahil merkezlerinde olan büyük ticaret burjuvazyasının
bulunduğu anlaşılmıştır.
Dahili ve harici irtica' ile apardığı mübarezede [yaptığı
mücadelede] Halk Fırkası'nın kabul ettiği şiddetli kurs [rota]
aşikardır ki fırkanın özü için iz bırakmadan geçmemiştir: Onun
karşısında harici düşmanı yıkmak vazifesi durduğu müddetçe o
bir cinsten yoğurulmuş [iç içe geçmiş] gibi idi. Lakin Yunan or­
duları denize atılır atılmaz kat'i siyaseti ve iktisadi ıslahat mese­
lesi gündelik növbeye konulmuş (gündeme getirilmiş] oldu. Halk
Fırkası'nın sağ cenahı gittikçe daha artık [fazla] muhalifçilik
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e <:ı e r l e n d i r rn r l P r l 1 1 33
göstermeye başlayarak, "oldukça" keskin kursun [rotanın] sürat­
le hayata geçirilmesine karşı öz narazılığını [ hoşnutsuzluğunu]
açıkça bildirmiştir.
Demokratik ıslahat siyasetinden ayrılmış bu unsurların arasında
eski Sultanlığa mahsus memurlar az rol oynamamıştır.
Bunların tesadüfi olarak Anadolu' da inkılabla yakalanmış, lakın
mahiyetçe dini mülki hakimiyetin yegane ali sahibi olan Sultan
ve Halife'nin mutaassıb taraftarı ve muhkem monarşist olup kal­
dılar.
Fırkadan ayrılmış bu tabaka Terakkiperver CumhUriyetçi
Fırka'nın esas kadrosunu teşkil etmiştir. Özünün geniş vaad­
ler veren adına bakmayarak [rağmen] , bu yeni fırkaya haki­
katte ne kadar "terakkiperver" adı verilmek caizse, o kadar da
cumhuriyetçidir.
Eğer o terakkiperverliğe malik bulunursa, o da ifliç [felç]
"terakkiperverliği" dir.
Muhalifçilerin faaliyeti isyanla sıkı rabıtalı olduğu için Halk
Fırkası'nın üzerinde o kadar çok dayandık [durduk] .
Bu isyanın ipi bir taraftan Britanya emperyalizmine ikinci ta­
raftan ise İstanbul' daki derebeylik ve dini aristokratlara kadar
uzanır. Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka objektif bir surette bu
irtica'cı kuvvetlere nökercilik [uşaklık] rolünü oynamıştır.
Kürdistan' da isyan patladığı gibi Fethi Paşa istifa etmeye mecbur
olarak hükumetin başına tekrar İsmet Paşa kabinesinin geçmesi
boşu boşuna değildi.
Bu iki baş nazırlar arasındaki fark şundan ibarettir: Fethi Paşa
muhaliflere karşı yumuşak ve " liberal" bir siyaseti kabul etti­
ği halde, İsmet Paşa sağ gruplar ile o cümleden Terakkiperver
Cumhuriyetçi Fırka ile daha ziyade kat'i mübareze tedbirleri
görmek taraftarıdır. İsyanın Türkiye şark vilayetlerinde patla­
ması da tesadüfi değildir. Bir az evvel "a'şar" vergisinin lağvıy­
la menafiine büyük bir darbe vurulmuş olan derebeyi toprak
sahihlerinin en büyük emlaki hemen bu vilayetlerde vakidir.
1 34 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

"A'şar" ve yahut "öşr" toprağı işlemek yoluyla elde edilen bütün


mahsullere şamil bir nevi toprak vergisinden ibarettir.
Şeriata göre toprak mahsülünün on paydan bir payı [onda biri)
dini cemiyetler nef'ine [faydasına] verilmelidir. Muhammed'in
devrinde burası bir nevi dini vazife idi. Zaman geçtikçe a'şar
devlet vergilerinin en ağır şekline girmiştir.
19'uncu asrın ikinci yarısında a'şar mahsülün onda bir payından
sekizde bir payı şekline çevrilmiştir [dönüştürülmüştür) .
Yoldaş G. İstahof, a'şarı tetkik etmekle meşgul olurken "Novıy
Vostok" (Yeni Şark) mecmuasının 5'inci numarasında [sayısın­
da] onun terakkisi tarihini aşağıdaki surette tasvir eder:
" 1880'inci yılda a'şar üzerine bir faiz [%1) ihtiyat kasası men­
faatine olarak arttırılmış. Bu kasa 1 880'inci yılda Abdülhamid
hükumeti tarafından 'Ziraat Bank[as] ı'na çevrilmiştir [dönüştü­
rülmüştür) . Bundan başka Y:z faiz [%0,5) de yeni açılan mektep­
ler menfaatine arttırılmıştır. Böylelikle a'şarın umumi m iktarı
10 faizden 1 1 , 5 faize [%1 0' dan % 1 1 , 5'e] yükselmiştir. Sonunki
yarım faiz [%0,5] 'yardım h issesi [kısmı] ' diye adlandırılmıştır.
1897'nci 'Ordu Techizat Komisyonu' ordunun ihtiyacı için şim­
diye kadar toplanan a'şar üzerine bir daha onda bir pay, yani
mahsülün 1,15 faizi [%1 , 1 5'i] kadar arttırmak hakkını almış­
tır. Böylelikle verginin umumi miktarı mahsülün 1 2 ,65 faizine
[% 1 2,65'ine] müsavi olmuştur. Bu rakam elverişli olmadığı için
12,5 faiz [% 1 2 , 5] , yani umum mahsülün sekizde bir payı şekli­
ne girmiştir. Bu güne kadar da bu şeklini muhafaza etmiştir."
A'şarın toplanması başlıca vasıtacılık aparatı [mekanizması]
halinde olan mültezimler vasıtasıyla yapılır. Mültezim, toprak
vergisini hükumetten satın alır ve kentlilerden vergiyi toplarken
istediği gibi ezer ve zülm eder.
Bu zulüm, Türkiye Kürdistan'ı gibi merkezden uzak eyaletlerde
hususen çok büyük olur. Kentlilerden [Köylülerden] dayanak
noktası bulmayı arzu ederek, Büyük Millet Meclisi'nin tam yar­
dımıyla Ankara hükumeti orta asra mahsus bu vergiyi lağvet­
miştir. Bu vergi, onun ağırlığı altında mahvolan Türk kendile-
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e <"j e r l e n d i r rıH• l ı • r ı 1 US

rinin üzerinde büyük bir ağırlık teşkil ediyordu. Hele [henüz]


1922'nci yılın 1 Mart'ında Mustafa Kemal Paşa " kentli [köylü)
bizim memleketin sahibidir" demişti. Bu şiar a'şar vergisiyle
uyuşacak değildi.
Tabiidir ki, a'şarı lağvetmekten ibaret olan en büyük vergi
ıslahatı, derebeyi mülkedarların [toprak ağalarının] ve a'şar top­
lamakla beslenen mültezimlerin keskin narazlıkları [itirazları]
ile karşılanmıştır. Burası hususen şarki Türkiye' deki tufeyli top­
rak sahihlerinin menfaatine daha kuvvetli dokunmuştur. Anka­
ra hükumetinin toprak münasebetlerine karışması herkesten çok
Türkiye Kürdistan'ındaki derebeylerin yukarı tabakalarına ciddi
bir surette tesir etmiş ve onları müsellah çıkışta bulunmaya tah­
rik etmiştir.
Bu gergi n muhitten İngiltere hükumetinin acentaları istifadeye
çalışmışlardır. İngiltere emperyalizmi, genç ve azad Türkiye'nin
en barışmaz bir düşmanıdır. O Mustafa Kemal hükumetine
karşı çoktan beri diş biliyor. Ona göre [bu yüzden] de o, öz düş­
manı olan emperyalizme karşı çıkan hüku meti devirmek ve
yahut hiç olmazsa ondan Kürdistan'ı koparmak teşebbüsünde
bulunabilirdi.
Dikkat olunacak orasıdır ki, Afganistan' daki isyan gibi Türki­
ye' deki aks İnkılabçı [karşı devrimci] hareketi de İngiliz nufı'.ız
mıntıkası ile hemhudud olan topraklarda başlamıştır. İsyanın
vakti de habile [aynı şekilde] şayan-ı dikkattir. Yeni hududu
tayin etmek için gönderilen Cemiyet-i Akvam komitesinin Mu­
sul dairesine gelmesi ile aynı zamana isabet etmiştir.
Böylelikle derebeyi mülkedarların, müslüman mollalarının da­
lında [arkasında] , bütün bu hareketleri teşkil eden, bunlara reh­
berlik eden ve onları öz pulu [parası) ile kuvvetlendiren İngiliz
emperyalizmi durmuştur.
Cahil ve göçeri [göçebe] Kürtler arasında öz nufı'.ızundan istifade
ederek, derebeyler irticacı mollaların yardımı ile 10.000'e yakın
mübarezecileri isyana celbetmiştir. Her bir Kürt, uşaklığından
[çocukluğundan] başlayarak silah işletmeyi [kullanmayı) becerir
136 1 Komin tern, TKP ve KıJr t isyanları

ve gece gündüz öz tüfeğinden ayrılmaz, onun için de Türk Bas­


maçılığının hazır ihtiyat kuvvetleri vardır.
Türk aks İnkılab rehberleri, Kürt kitlesini Ankara hükumeti
aleyhine ne gibi şiarlar kaldırmaya muvaffak olmuşlardır.
Aşikar meseledir ki, a'şarı saklamak [muhafaza etmek] şiarı,
vergi toplayanlardan en çok eziyet gören Kürtler'i isyana cel­
bedemezdi. Her bir Kürt için "İngiliz" kelimesinden daha çok
nefrete sebep olacak bir kelime mümkün olmadığından İngiliz
yardımını vaadetmekle onları mübarezeye gayretlendirmek te
mümkün değil idi. Mutlakiyet hükumetini yeniden meydana
getirmek şiarı da habile [yine] Kürdistan ahalisinin müsellah
hareketine sebep olamazdı. İsyan rehberleri başta Şeyh Sait
olmak üzere evvela halifeliği tekrar iade etmek zemininde
Kürtler'in dini taassubunu alevlendirmek yoluyla, ikincisi kit­
le arasında şöhret yapmış Kürdistan istiklali şiarıyla Kürtleri
silahlandırmışlardır.
Cihan harbi zamanında ve Cihan harbi kurtardıktan [sonlan­
dıktan] sonra birinci yıllarda bu şiardan meşhur avanturist Sim­
ko muvaffakiyetle istifade etmiştir. Simko evvela Rus Çarlığı'nın
satılmış acentası olup, sonra özünü İngilizler'e satmış ve İran
topraklarına kuldurluk [soygunculuk] hücumları icra etmiş bir
adamdır.
Aşikardır ki, Kürdistan istiklali kitleyi celbetmek için yalnız bir
vasıta ve tele [tuzak] olarak ileri sürülmüştü. Hakikatte ise İngi­
liz emperyalizmi Musul neftini [petrolünü] daha muhkem sakla­
mak [elinde tutmak] ve Türkiye Kürdistanı'nda öz hegemonyası­
nı berkitmek [pekiştirmek] ister. Türk gazetelerinin haberlerine
göre 10.000 isyancıya karşı 40.000'lik bir ordu cem' edilmiştir.
İsyan Diyarbekir darisinden büyüyerek şimali Kürdistan'a
sirayet etmiştir.
İsyanın ciddiyetini azaltmak olmaz: İsyan aylarca genç
Türkiye'nin ve habile [yine] genç Türkiye'nin hudud haricindeki
dostlarının nazarını [dikkatini] özüne celbedecektir. Dağlık
memleket şartları, çete muharebesi (partizan muharebesi) yap-
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e � e r l e n rl l r rı ı ı • l ı• ı ı 1 U7

mak için isyancılara kolaylık ve ordu hareketine ise müşküli\t


[zorluk] türetir. Bununla bile çarpışmanın neticesi aydındır.
Türkiye aks inkılabçıları da mutlaka Buhara Basmaçıları taliine
uğrayacaktır.11
Büyük müşkülata bakmayarak yakın bir zamanda o bertaraf edi­
lecektir. Yalnız her tarafa dağılmış hırda [ küçük] çete desteleri
dağlarda gizlenerek [saklanarak] , hele bir müddet sulh ve sükun
içinde yaşayan ahali ve hırda askeri kıt'aları narahat [rahatsız]
edecektir. Lakin künc [köşe] bucaktan olan bu hücumlar Kürdis­
tan isyanının malik olduğu siyasi mana ve ehemmiyeti taşımaya­
caktır. Her nice olursa olsun Milli Kurtuluş hareketi dalgasından
meydana gelen Türkiye hükumeti, objektif bir surette inkılabçı
rolü oynuyor, İngiliz emperyalizmi ise kaldırılan [yükselen] is­
yan ile bu hareketi boğmaya çalışıyor.
Onu göre de bütün ülkelerin işçi sınıfının muhabbet ve tevec­
cühünü bu mübarezede öz silahını Cihan emperyalizminin zul­
müne karşı çevirmiş ve milli inkılaba bir daha ateş ve kılıçla yol
açmaya mecbur olan Ankara tarafındadır.

Yoldaş Gazetesinde Köylünün İ syana Bakışı


5 Mart 1 925'te Aydınlık ve Orak- Çekiç gibi komünist yayın
organlarının kapatılmasından bir ay kadar sonra, Bursa' da
Yoldaş12 adıyla tamamen aynı eğilimleri yansıtan bir gazete, işçi­
lere komünistlerin sözünü taşımaya başladı. Yoldaş'ın ancak bir
sayı yayınlanabilen 23 Nisan 1925 günlü nüshasının 1. sayfasın­
da, "İsyan Hakkında Köylü Nasıl Düşünüyor" başlıklı bir yazı yer
alıyor. İsyanın ulusal karakteri ve istemleriyle ilgili herhangi bir
tespit 1925 Nisan sonlarında da TKP'nin gündemine girmiyor.
Dert dinlemek için bir köy kahvesine gitmiştim. İçeri girdiğim
zaman kahvede şiddetli bir münakaşa vardı. Dikkat ettim, bu

11 Kitap çap olduğu [yayınlandığı] zaman isyan artık bastırılmıştı (idare).


12 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD No: 2 1 , Klasör No: 27_36, Belge No: 606-
609 [Eski Türkçe] .
138 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyanları

münakaşa siyasi idi. Merhaba dedikten sonra, içlerinden biri


dedi ki: İşte bu efendiye de soralım. Bakalım o ne der?
- Ne var hayır ola, dedim.
- Kürdistan'daki isyanı konuşuyorduk . . . dedi. İyi ki sen de gel-
din . . .
Henüz 35 yaşlarında olan bu köylü biraz okumak bilir, fakat çok
zeki bir adam idi. Askerlikte çok yer görmüş ve gözü açılmıştı.
Köye gittiğim zamanlar kendisile konuşmasını çok severdim.
- Anlat bakalım, Hüseyin Çavuş, ne olmuş. Yine tatlı tarafından
açmışsın dedim.
- Hayır bu sefer o kadar tatlı değil, Kürt isyanından bahsediyor­
duk. Çabakçur'u çok iyi tanırım. Velhasıl gazetelerde ismi geçen
birçok yerleri hep bu ayaklarımla gezdim. O dağlarda bugün ara­
ba ile gidilebilecek yolları hep biz yaptık. Geçenlerde oralarda
cumhuriyete karşı isyan çıkaran şeyhlerin, derebeylerin, çok şü­
kür inkılapçı hükümet kafalarını kopardı . . .
- Evet telgraflardan öyle anlaşılıyor dedim.
- Ah, dedi, cumhuriyet onların hiç işine gelmez. Siz bilseniz ora-
lardaki şeyhler ve beyleri? Her biri kral gibi yaşar. Bütün köylerin
arazisi kendi malları, köy halkı da esir kullarıdır.
- Bizim aramızdaki münakaşa hükümet bu isyanı tamamile bas­
tırdıktan sonra ne yapacak, mes'elesidir. Sen ne dersin?
- Şüphesiz, dedim, bir daha şeyhlerin başkaldırmalarına imkan
bırakmayacak bir tarzda bastıracak.
Hüseyin Çavuş sözümü kesti: - Hepsi doğru, ben ilave edeyim;
İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Asiler bir taraftan asılmağa baş­
landı. Fakat . . .
- Ey fakat?..
- Köşede oturan yaşlıca biri atıldı: - Hüseyin Çavuş, dedi, nafi-
le çene yorma, senin dediğin olmaz . . . Hüseyin Çavuş gözlerini
açarak bağırdı: E olmazsa, Mehmet Ağa, bu isyanın da sonu
gelmez . . .
- Ne, sen ne diyorsun? bakalım, dedim.
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e <'.J e r l e n d i r rn r l P r l 1 1 39

- Ne diyeceğim, dedi. Evet, doğru. Hükümet vakıa asker gönder­


di. Bu asileri, şeyhleri, beyleri tutacak, kimisini asacak, kimisini
kesecek: İşte bu kadar. İsyanın, isyan sebeblerinin asıl kökleri
kalacak. Bu yaz değilse, gelecek kış yahut öbür bahara bir isyan
daha çıkacak.
Zaten Görmüyor musunuz? Birtakım şeyhler, derebeyler bu isya­
na girmemişler. Bilakis asilere silah çekiyorlar. Hükümetle güya
birlik oluyorlar. Bunlar bu sayede hem hükümetin gözüne gire­
rek onun yapması elzem ıslahatı yaptıramayacaklar, hem de cahil
halkı kendilerine daha iyi bend edecekler.
- Ama sen ne yapılmasını istiyorsun, dedim.
Ben mi, dedi, ben işi kökünden keser atardım. Hem işi kökün­
den kesip atmak için bundan daha büyük fırsat olmaz.
Hüseyin Çavuş sandalyesinde şöyle bir doğruldu, ciddi tavır aldı,
dedi ki:
- Ben diyorum ki, Kürdistan' da baştanbaşa ıslahat lazım: Evvela,
derebeylerin, şeyhlerin elinde ne kadar mal mülk varsa hepsini
almalı; fakir köylüye taksim etmeli . . . Sonra, en ufak beylerine
varıncaya kadar hepsini Kürdistan' dan sürmeli, başka taraflara
dağıtmalı . . . Bu esaslı iki şeyi yaptıktan sonra oranın her bucağı­
na mektep sokmalı . . . İstanbul' da mekteplerin sıcak salonlarında
toplanıp irticaı protesto eden kadın erkek o mekteplileri, burala­
ra muallim göndermeli, vesselam . . .
Bu sözlere hak vermemek mümkün mü? O anda: Hüseyin Çavuş
ben de sizlerle beraberim, dedi.
Suphi

Yoldaş'ın 23 Nisan 1925 günlü nüshasının 4. sayfasında


"Önümüzdeki 1 Mayıs" başlıklı yazıda, "en ziyade itimat ve
hüner kazanmış amele rehberlerinden birinin" ağzından, için­
de Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili olanlar da dahil 1 Mayıs sloganları
şöyle özetleniyor:
1 - Teşkilat, matbuat, grev hakkı, Türkiye işçisi sendikalar ka­
nunu bekliyor. İşçi matbuatının serbestisin i istiyor ve menfaati
1 40 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

icab ettiği zaman grev yapmakda serbest bırakılmasını taleb


ediyor.
2- Amelenin müstakil ve inkılabçı bir amele fırkası teşkil etmek
hakkıdır.
3- Köylü ektiği toprağa sahib olmalıdır. Beylerin, şeyhlerin, müte­
gallibenin imha edilmesi, Türk köylüsünü kurtarmak için yegane
çaredir.
4 - Türkiye halkı irticaa ve m ürteci şeriatçılara karşı amansız bir
mücadele açmalıdır.
5 - Kürdistan isyanı lngiliz emperyalizminin dalaveresidir.
Şarkın kurtuluşu emperyalizmin ölümüyle kabildir.

Dr. Şefik Hüsnü'nün Raporu


Görüldüğü gibi Komintern Yürütme Kumlu'nun ve Doğu
Sekreterliği'nin Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili temel değerlendirmele­
ri 1925 yılı boyunca hep bu isyanın karşıdevrimci, gerici karak­
teri vurgusuyla İngiliz emperyalizminin Musul petrol bölgesini
elinde tutmak üzere giriştiği bir fesat hareketi biçimindedir. Bu
çerçevede Mustafa Kemal rejimi destekleniyor ve isyanın bas­
tırılması bekleniyor. 1925 yılı sonlarında, KEYK Genişletilmiş
Plenumu arifesinde Doğu Seksiyonu, Dr. Şefik Hüsnü'nün de
katılımıyla TKP sorununu ele alıp bir karar oluşturuyor. Bu ka­
rara zemin oluşturmak üzere Dr. Şefik Hüsnü, 1925 başlarından
itibaren partinin ve ülkenin yaşadıklarını ortaya koyan bir ra­
por hazırlıyor; bu raporda Şeyh Sait İsyanı'na ve bunun ülke­
de yol açtığı değişikliklere de değiniyor. "TKP'nin Faaliyeti ve
Perspektifleri Hakkında Rapor"13 başlıklı bu çalışmadan geniş
bir bölümü aktarıyoruz:
Kuruluşundan itibaren ve sürekli bir biçimde faaliyetini geniş­
letmiş ve organik bileşimini yetkinleştirmiş olan TKP, Ocak

13 Raporun tamamı için bkz. Erden Akbulut ve Erol Ülker, Türkiye Komünist
Partisi'nin Bolşevik/eşmesi 1925-1928, İstanbul: Yordam Kitap, 202 1 .
Ş e y h Sa i t i s y a n ı D e ğ e r l e n d l r ııı <' l t' ı ı 1 141

1925'te, üye sayısı, eylemi ve etki gücü itibarıyla en iyi durum­


larından birindeydi. [ . . ] Sendikalardaki komünist fraksiyonla­
.

rımız sayesinde, Parti emekçi kitleler arasında büyük bir etkiye


sahipti. Partinin dergisi, o zamana kadar 1 .000 tirajlı Aydınlık,
baskı sayısını ikiye katlamaya mecbur olmuştu. Ayrıca Partinin
etkisi altındaki kitlelerin talepleri üzerine, Aydınlık işçi nüsha­
larının yerini "Orak- Çekiç" adlı bir haftalık gazete aldı. İlk sayı­
larından itibaren bu gazete işçiler tarafından sıcak bir biçimde
karşılandı. 3.000-4.000 kişilik, tümüyle işçilerden oluşan okur
kitlesi, partinin ideolojisini ve şiarlarını yayan bu yayının çev­
resinde toplandı. Komünist gazetelerin okurlarındaki bu hızlı
artışa paralel olarak, partinin teşkilatlanma faaliyeti de büyük
bir atılım yaptı. Aynı koşullarda parti taşrada her gün yeni yeni
alanlara ulaşıyordu. İzmir, Ankara, Eskişehir, Balya, Edirne,
vb . . . komünist propagandanın en aktif merkezleri haline geldi.
Parti yayınlarının yarıdan çoğu bu taşra merkezleri tarafından
emiliyordu. TKP bu gidişatı Mart 1925'e kadar sürdürdü. Son
derece verimli ve dolayısıyla güçlendirici bu çalışmanın en iyi
noktasında, 5 Mart 1925'te Türk burjuvazisi partiye korkunç bir
darbe indirdi. [ . . ] o tarihte böylesine baskıcı bir önlemi gerekti­
.

recek hiçbir şey olmamıştı. Hükümet, tüm anayasal güvenceleri


ortadan kaldıran ve münhasıran gerici mayalanmalara kökten
son vermeye yönelik yeni Takrir-i Sükun Kanunu'ndan, en azın­
dan rahatsız edici bir hasma darbe vurup ondan kurtulmak için
yararlanıyordu. Aynı kararnamede, dinci ve gerici gazetelerin
yanında, komünist yayınların adlarını görmek bir felaketti. Da­
hası komünist yayınlar Kürt ayaklanmasının acımasızca bastırıl­
masını va'zediyor ve hükümete komünistlerin feodaliteyi tasfiye
yönündeki tüm çabalarında destek olma vaadinde bulunuyordu.
Partinin hattı, tamamıyla doğruydu. [ . . . ]
Bir yandan parti (basınla ve sendikalarda süregiden eylemle)
geniş kitlelerle bağlarını kopartmamak için çabalarını artırır­
ken, diğer yandan MK, Kemalist diktatörlüğün daha güçlü bir
saldırısını öngörerek gerekli tedbirleri alıyordu. En göz önünde
bulunan militanlar, gizlenecek yer tedarik etme talimatını aldı;
1 42 J Komin tern, TKP ve Kürt isya nları

partinin dosyaları ve literatürü güvenli yerlere kaldırıldı, taşra


şubeleri bağlantı kopmasına karşı parti politikasını tam olarak
bilen yoldaşlar gönderilerek güçlendirildi, vb . . .
1 Mayıs yaklaşırken, Kemalist terör tam gaz giderken, burjuva­
ziye emekçilerin mücadele iradesini ve onları harekete geçiren
sınıf bilincinin keskinliğini göstermek için, MK partinin sen­
dikalardaki fraksiyonlarıyla işbirliği içinde çarpıcı gösterileri
başlatmak üzere tüm imkanlarını seferber ediyor ve 1 Mayıs
arifesinde binlerce örneği dağıtılan küçük bir ajitasyon broşürü
çıkarıyordu. Gösteriler partinin planına uygun olarak gerçekleş­
tirildi. İstanbul'daki sendika merkezinde yaklaşık 2 .000 işçi bir
araya geldi. [ . ]. .

7 Mayıs'ta hükümet yeni Takrir-i Sükun Kanunu'na dayanarak 1


Mayıs broşürünün yazarlarına karşı kovuşturma emri verdi. 7 ile
10 Mayıs arasında bu işle ilgili bir dizi yoldaş tevkif edildi ve An­
kara İstiklal Mahkemesi'ne gönderildi. Bir ay sonra İstiklal Mah­
kemesi belli başlı komünist önderler ve "Orak- Çekiç" ve "Yoldaş"
gazetesi yazarları için tevkif müzekkeresi çıkardı. Böylece dava
komünizme karşı topyekun bir taarruz halini aldı. Tevkif edi­
lenler arasında 3 MK üyesi ve yirmiye yakın gençlik ve sendika
militanı vardı. [ . . . ]
1 8 Ağustos 1925'te, partinin en yetkinlerinden 1 8 yoldaş toplam
yüz altmış yıl kürek cezasına çarptırılırken 10 genç komünist
serbest kaldı. Yine de TKP her zamankinden daha güçlü bir hal­
deydi. Burjuvazinin bu meydan okuyuşu komünistler üzerinde
Kemalistlerin beklediğinin tam tersi bir etki yarattı: Dostlarımız
saflarını sıklaştırdılar ve yoldaşlarının zorunlu yokluğunu his­
settirmemek için çabalarını dört katına çıkardılar. [ . ]
. .

Türkiye' de bugün ülke tarihinde benzeri görülmedik bir terör


hüküm sürüyor. Bu terörü nitelemek çok zor. Zira özü itibariy­
le zora ve diktatörlüğe dayalı bu rejim, kapitalist bir ekonomi
yaratmakta zorlanan ileri burjuvazinin çıkarları çerçevesinde
devrimci amaçlar hedefliyor. Kemalistler sahip oldukları sınır­
sız güçlerden feodalitenin son kalıntılarını yok etmek, iktisadi
Ş e y h S a i t i s y a n ı D e ğ e r l e n d i r rıı P I P ı ı 1 1 43
faaliyetlerine köstek olan gelenek ve göreneklerin engelinden
kurtulmak, tek sözle ülkeyi modernleştirmek için yararlanı­
yorlar. Bu yöndeki tüm çabalarında, hiçbir zaman formel birta­
kım reformların sınırlarını aşmadıkları da bir gerçektir. Ancak
ne olursa olsun, toplumun iktisadi temelinin dokunulmadan
kaldığını tespit etmekle birlikte, gericileri ve ruhanileri gözden
düşürüp zayıflatan bu diktatörlük önlemlerinin büyük bir dev­
rimci önem taşıdığı ve bu halleriyle desteklenmeyi hak ettiği de
inkar götürmez. Ancak Kemalist burj uvazinin bu diktatörlüğü,
aynı şiddetle terörünü işçi sınıfına ve onun komünist öncüsüne
de yöneltiyor. Bu açıdan bakıldığında, sözcüğün tam anlamıyla
bir beyaz terörden söz edilebilir. Karşımızda kendisini çevrele­
yen zorlukların ve tehlikelerin bilincinde ve sınıf mücadeleleri
boyunca gerek doğuşunda, gerekse çöküşünde zaman zaman
Avrupa'nın kapitalist burjuvazisine hizmet etmiş silahları sıra­
sıyla kullanma zekasını gösteren bir burj uvazi var. [ . . ] 14 .

TKG B 'n i n 1 9 2 5 Yılı Raporunda Kürt İ syan ı


1 925 yılı ile ilgili Türkiye Komünist Gençler Birliği'nin
(TKGB) hazırladığı rapor, ülkedeki genel siyasi gelişmeleri, ge­
riciliğe karşı ilerici reformların başarısı olarak değerlendirir­
ken Şeyh Sait İsyanı'nın bu süreçteki yerine ve rolüne de şöyle
değiniyor.
Raporun kapsadığı dönem içinde Türkiye'nin iç durumu hayli
istikrara kavuştu. Kemalistlerin devrimle işbaşına gelen iktidar­
daki cumhuriyetçi burjuva partisi Doğu' da başında Şeyh Sait'in
bulunduğu isyanın üstesinden geldi. Kürt isyanını bastırmak
Türk hükümetinin içerde olduğu gibi, dışarıda da saygınlığını
artırdı. İngiliz emperyalizminin yeni Türkiye'nin milli iktidarı­
nı sarsma planları suya düştü. Milli Türkiye karşı devrimci ayak­
lanmayı alt etmeyi başardı.

14 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm l , CD 26, Klasör: 33_36, Belge no: 14 1 - 1 50


[Fransızca] .
1 44 1 Komin tern, TKP ve Kürt isya nları

Liman burjuvazisi ile feodal toprak sahiplerinin çıkarlarını tem­


sil eden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na karşı kampanya
açıldı. Bu parti şimdi sahneden tamamen silinmiş durumda.
Kemalistler, gerici sınıfların ve dinci yobaz çevrelerin zayıflatıl­
masına yönelik birçok reformu başlattı. Örneğin, bütün Doğu
vilayetlerinde tekke ve zaviyeler kapatıldı, din adamları devlete
bağımlı kılındı. Reformcu uygulamalar kıyafetleri bile kapsadı:
Sarık ve fes, şapka ile değiştirilmeye başladı. Ortaçağ Türkiye'si­
nin modernleşmesi tam hız ilerliyor.
Bütün bunların yanı sıra, Musul'u Türkiye'nin elinden almak
için tüm gücünü, bu arada Milletler Cemiyeti'ni seferber eden
İngiliz emperyalizminin çılgınca baskısın � da işaret etmek ge­
rekir. Şöyle ki, Türkiye'nin bağımsızlık savaşı hiç de bitmiş değil
ve nesnel olarak onu dünya emperyalizmine karşı savaşan tüm
güçlerle işbirliğine doğru itiyor.
İktidar partisinin feodal irticaya karşı savaşmakla birlikte emek­
çi yığınlarının bağımsız politik güç olarak sahneye çıkmasını
ta baştan engellemek için, emekçi yığınlara karşı da atağa geç­
mesi, Kemalist rejimin burj uva niteliğini açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye Komünist Partisi'ne ve onun etkisinde bulunan bütün
teşkilatlara karşı kovuşturmalar, Kemalistlerin sendika ve işçi
hareketlerine karşı sindirme politikası, Kemalistlerin politika­
sının özgün niteliğidir ki, bu politikanın milli kurtuluş hare­
ketinin dayandığı tabanı daraltma tehlikesi yarattığını burada
belirtmek gerekir.15

D r. H ikmet K ıvılcımlı,n ı n
Şeyh Sait İ syan ı Değerlendirmesi
Bu konuda bir dönem TKP Merkez Komitesi üyeliği de
yapmış Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın 1 930'lu yıllarda kaleme al­
dığı "Yol" dizisinde İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) [Yedek Güç:

15 TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm 1 , CD No: 36, Klasör No: 2_2, Belge No: 323-
328 [Rusça] .
Şeyh Sait isya n ı De�erlendirmelerı l t 45

Milliyet (Doğu)] 16 kitabının "Usul ve Plan" bölümünde, "Şurası


muhakkak ki milliyet meselesi, Komintern'in olduğundan çok,
partimizin en zayıf cephesidir" (s. 23) tespitini yaptıktan sonra
Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili şu değerlendirme yer alıyor:
1- Şeyh Sait İsyanı: a) Memleket içinde, ağalığın kapitalizme ta­
arruzu olduğu için gerici idi. b) Dünya içinde, emperyalizmden
medet umduğu için yine gerici idi. Şu halde, Şeyh Sait İsyanı ge­
rek milli, gerek milletlerarası ölçekte gerici idi. (s. 203)

16 Hikmet Kıvılcımlı, ihtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), İstanbul: Sosyal İnsan Ya­
yınları, 2009. Bu kitap hakkında ayrıntılı bir makale için bkz. Metin Kayaoğ­
lu, Kıvılcımlı: Teorik-Politik Bir Marksizm için, Teori ve Politika dergisi, https://
www.teorivepol itika.net/i ndex.php/arsiv/item/68 -kivilci mli-teorik-politik-bir­
marksizm-icin.
3. Bölüm

V İ YA NA KO N F E R A N S I V E
YE N İ P RO G R A M AT İ K YA K L A Ş I M

TKP'nin 1 925 yılında aldığı ağır darbeden sonra partiyi to­


parlamak üzere örgütlenen Viyana Konferansı'nda, Şeyh Sait
İsyanı ve Kürt meselesi tartışma konusu edilmiyor. Yalnızca
"Vilayet Raporları" ele alınırken daha çok işçi hareketi ve par­
ti açısından bu isyana gönderme yapılıyor. Şöyle ki, Hamdi
Şamilof'un Adana ile ilgili verdiği raporda Adana' daki işçi ör­
gütlenmesi değerlendirilirken, "Kürt isyanı dolayısıyla yapılan
seferberlik neticesinde amele dağıtıldı. Takrir-i Sükun Kanunu
ve komünistlerin tevkifinden sonra Halk Fırkası cemiyete karşı
siyasetini tebdil etti. Halihazırda cemiyetin aza mikdarı belli
değildir. Son zamanlarda aidatını verenler 25-30 kişi kadardır."
dendikten sonra, TKP faaliyeti ve örgütüyle ilgili de şu bilgi ek­
leniyor: "Şeyh Sait isyanında iki komünist arkadaşımız öldü."
Bununla birlikte Viyana Konferansı'nda kabul edilen ve daha
sonra KEYK tarafından onaylanarak 1 927 yılında yayınlanan
"Faaliyet Programı"nda, ilk kez TKP'nin ulusal azınlıkların
kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını tanıdığı hükmü yer
alıyor.
8- T.K.P. milli ekalliyetlere karşı kullanılan zulüm siyasetini ve
bugünkü şerait içinde Müslüman ekalliyetler için kullanılan
Türkleştirme şeklindeki tazyikatı şiddetle ve tamamen red eder.
V i y a n a K o n fe r a n s ı ve Ye n i P r o g r a m a t i k Y .ı k l .ı ) ı ı ı ı 1 1 47
T.K.P. bu ekalliyetlerin kendi mukadderatlarını serbestçe tayin
etmek hususundaki sarih haklarını tanır.
Bu duçar-ı gadr olmuş milletlerin boyunlarına geçirilen boyun­
duruklara karşı tam bir mücadelelerini temin için onları Türk
amele ve köylüleriyle kardeşçe bir ittihada davet eder.
Kürt, Çerkes vesaire şeyh ve beylerinin topraklarının müsadere­
siyle bunların fakir halk arasında tevzii; bu ekalliyetlerin inkılap
lehine kazanılmaları için yegane yoldur. 1

D r. Ş efik Hüsnü'nün
" T ü rkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim" Makalesi
Dr. Şefik Hüsnü, Internationale Press-Korrespondenz dergi­
sinin 26 Nisan 1 927 tarihli 17. sayısında yer alan, "Der türkische
Bauer und die kemalistische Revolution" [Türkiye Köylüsü ve
Kemalist Devrim] başlıklı uzun makalesinde2 yine "dinci, geri­
ci" olarak nitelenen Şeyh Sait İsyanı çerçevesinde Türkiye' de feo­
dal kalıntıların tasfiyesini ele alıyor.
(. . .)
Feodal Kalıntıların Tasfiyesi
1 925 yılı başında Kürtlerin büyük dinci, gerici ayaklanması, mil­
liyetçi burj uvaziye Anadolu'nun Doğu illerindeki feodal düzenin
kalıntılarını tasfiye etmek için iyi bir fırsat oldu. Hükümet, kök­
lü tedbirler alacağına söz verdi. Ama ayaklanmayı kanla boğduk­
tan sonra, soruna yalnızca siyasi ve idari bir çözüm getirmekle
yetindi. 1926 sonunda Millet Meclisi'nin çıkardığı bir yasayla
hükümete, silahlı ayaklanmaya karışmış bölgelerden 1 . 500 aileyi
Batıya sürmesi konusunda tam yetki verildi. Bu aileler zorla yer­
leştirildikleri bölgelerde, terk ettikleri toprağa eş değerde toprak
ve ayrıca hazine arazileri nden uygun bir tazmi nat alacaklardı.

TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm l , CD No: 22, Klasör No: 28 _ 36, Belge No: 1 35-
136 [Eski Türkçe].
2 Doğu Perinçek, age, s. 454- 497.
1 48 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya nları

Buna karşılık Doğu illerindeki mülkleri devlete geçecekti. Devlet


buralara Türk aileleri yerleştirmeyi hedef alıyordu.
Ancak bu yarım önlemlerle eğer feodalizmin gelenek ve ay­
rıcalıklarının kanunsuz bir şekilde sürdüğü bu bölgelerden,
halkı esir durumunda tutan ayrıcalıklı toprak beyleri uzak­
laştırılabilseydi, tedbirler ancak o zaman devrimci bir anlam
taşıyabilirdi. Ama bu yasa gerçekte böyle bir amaçtan çok
uzaktır. Bugün göçe zorlanan ailelerin büyük çoğunluğu ol­
dukça mütevazı şartlarda yaşayan ailelerdir. Bu vatandaşlar,
yalnızca bilgisizlikleri ya da bağnazlıkları yüzünden, Kema­
list rejime karşı ayaklanan feodal önderlerin ardına takılma
aptallığında bulunmuşlardı. Şimdi bunları feodal önderler­
den tecrit etmekle yetinmek yerine, hepsi birlikte bir başka
bölgeye gönderiliyor. Öte yandan Kemalistlere bağlı ve Cum­
huriyet hükümetine sadık kalan en büyük beyler, en zengin
ve en güçlüleri, mülklerinin başında kalma ve bunları hiçbir
sınırlama olmadan işletmeye devam etme hakkını korudular.
Böylece Doğu illerindeki reform feodalizme değil, yalnızca
Kemal hükümetine düşmanca tavır alan bazı feodallere indi­
rilen bir darbedir.

Komintern 6. Kongresi'ne Hazırlık Tezleri


Komintern 6. Kongresi'nde TKP adına sunulacak tezler­
le ilgili hazırlıklar sürecinde Alimof'un ön çalışmalarında,
Kemalistlerin ulusal sorunla ilgili siyaseti şovenist olarak değer­
lendirilip eleştirilirken, bu siyasetin Magyar'ın ön okuma parça­
sı olarak verdiğimiz konuşmasındaki gibi, "Laz ve Kürt gibi geri
milletler"in İngiliz emperyalizmi tarafından kullanılmalarına
olanak verdiği saptaması dile getiriliyor. Alimof, tezlerinin ilk
taslağında kaleme aldığı, "Bunların [Laz ve Kürtlerin] halet-i
ruhiyesi İngilizler tarafından istismar edilmekte ve bunların
arasında Türklük aleyhtarı cereyanlar uyandırılmaktadır" ifa­
desini ise redaksiyonda kaldırıyor.
V i y a n a K o n fe r a n s ı ve Ye n i P r o g r a m a t i k Y ,ı k l .ı ) ı ı ı ı 1 1 49
Kemalist burjuvazinin milli siyaseti, bugünkü T ürkiye ' de
sakin olan milli ekalliyetlerin Türkleştirilmesini istihdaf ede­
cek şekilde şovenist bir siyasettir. Bu keyfiyet yeni Türkiye'ye
karşı, değil yalnız Ermeni, Rum ve Yahudiler arasında, fakat
Laz ve Kürt gibi geri milletler arasında da şiddetli bir nefret
uyandırmaktadır. Bu iki milletin bu halet-i ruhiyesinden İn­
giliz emperyalizmi azami miktarda istifade etmektedir. 3

T K P 'nin Faaliyet Program ı'na Giriş


TKP'nin 1930'daki Faaliyet Programı'na da zemin oluştu­
racak çalışmalar 1929 yılı sonlarında başlıyor. Esas olarak Dr.
Şefik Hüsnü tarafından yapılan bu çalışmalarda ulusal sorun­
la ilgili bölümleri aktaracağız. 13 Kasım 1929 tarihli "TKP'nin
Faaliyet Programı'na Giriş"4 başlıklı yazı, önce Türkiye'nin
sosyal ve ekonomik koşullarını ve Türk proletaryasının rolünü,
ardından köylülüğü ve emekçi gençliği ele aldıktan sonra burju­
vazinin kampındaki siyasi mücadelelerin perspektiflerini irdeli­
yor; işte bu bölümde ulusal azınlıklar [milli ekalliyetler] konusu
ayrıntılı bir analize tabi tutuluyor. Tüm analiz tamamlandıktan
sonra TKP'nin görevi belirlenirken bir kez daha ulusal azınlıklara
gönderme yapılıyor.
İkinci kara nokta: Halk Partisi'nin kışkırtıcı tutumu, ulusal
azınlıklar arasında rejime karşı harekete geçen bir düşmanlık
halini alabilecek belli belirsiz bir tedirginliği besliyor. Açıktır
ki, Anadolu Rumları ile Makedonya Türklerinin mübadelesinin
ardından ve yardımcısı oldukları emperyalist işgal ordularının
çekilmesi uğrağında Ermenilerin büyük çoğunluğunun kaç­
masından sonra, Türkiye' deki ulusal azınlıkların sayısal önemi
büyük ölçüde azaldı. Buna karşılık, bugün siyasi önemleri, bü-

3 Tezleri n bütünü için bkz. Akbulut ve Ülker, age. TÜSTAV Komintern Arşivi Dö­
küm 1, CD No: 31 Klasör No: 1_6, Belge No: 575 -581 [Eski Türkçe] .
4 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD No: 3 1 , Klasör No: 6_8 , Belge No: 9 1 - 108
[Fransızca] .
1 50 1 Komin tern. TKP ve Kürt isyanları

yük devletlerin dayatmasıyla onlara her türlü ayrıcalığı tanımak


zorunda kalmış eski rejimdekinden çok daha büyük. Bu açıdan
bakıldığında onlara karşı Halk Partisi'nin tutumu eskiye oranla
çok daha baskıcı ve gericidir.
Laik cumhuriyet anayasasının ırk ve din farkı gözetmeksizin
tüm halka en geniş özgürlükten ve tam eşitlikten(!) yararlanma
hakkı tanıdığı ve yeni Medeni Kanun hükümleri uyarınca han­
gi milliyetten olursa olsun tüm Türk tebaasının en demokratik
ülkeler yurttaşlarıyla aynı haklara sahip oldukları sözde gerek­
çesiyle Kemalistler azınlıkların cemaatler halinde örgütlenmele­
rinin tamamen gereksiz olacağını ileri sürüyorlar. Daha da ileri
gidiyorlar: Ana dillerini öğrenme ve kullanma konusunda onlara
bir takım kısıtlamalar dayatmaya çalışıyorlar; kimilerini şurada
veya burada ikamete mecbur ediyor, böylece özgürce yer değiş­
tirme haklarını ortadan kaldırıyorlar; gelişkin milli kültüre sa­
hip olmayan azınlıkları (Kürtleri, Lazları, vb . . . ) asimile etmeye
çabalıyorlar; tek sözle, bölgesel özelliklerini koruma arzularını
ve milli karakterlerini ortadan kaldırarak bağımsızlık yönünde­
ki her türlü özlemlerini daha nüve halindeyken boğma hedefini
güdüyorlar.
Emperyalizmin ve gericiliğin ajitatörleri Kemalizme karşı pro­
pagandalarında bu çevrelerde hüküm süren derin hoşnutsuzluğu
azami ölçülerde istismar ediyorlar. Kürt aşiret reisleri ve şeyh­
leri, İngiliz emperyalizminin ve adi ruhban gericiliğinin aşağı­
lık paralı askerleridir. Rum, Ermeni ve Yahudi burjuvazilerine
gelince, kimi unsurlar, sınıf olarak Kemalistlerin teveccühünü
kazanmaya çalışsalar da, bunlar emperyalist sermayenin gedikli
ajanları ve Türk burjuvazisinin sağ kanadının müttefikleridir.
Bu ulusal azınlıkların emekçi sınıfları genel olarak kendi bur­
juvazilerinin peşinden gidiyorlar, Kemalistleri bunları ayırmak
için hiçbir girişimde bulunmadı.
(. . .)
Ana görevlerinin yanı sıra, savaşkan güçlerini hem emperyaliz­
me, hem de Kemalizm'e karşı yöneltmek üzere deklase katman­
ları ve ulusal azınlıkların ezilen kitlelerini devrimci sloganlar et-
V i y a n a Ko n fe r a n s ı ve Ye n i P r o g r a m a t i k Ya k l a ş ı m l ısı
rafında toplamak görevi de TKP'ye düşüyor. Yılmazlığını hiçbir
şiddet önleminin yenemeyeceği komünist partisinin yönetimi
altında, bu hareket iktidarın işçiler ve köylüler tarafından alın­
masına kadar genişleyip gelişecektir. ( . . . )

T K P 'n i n Faaliyet P rogramı ( Taslak)


"TKP'nin Faaliyet Programı (taslak)" başlıklı çalışmanın el
yazılı hali5 ile kısmen el yazılı metin de içeren daktilo edilmiş
hali6 arasında özellikle ulusal azınlıklar [milli ekalliyetler] ko­
nusunda önemli bir farklılık var: El yazılı belgede yer alan milli
ekalliyetler ile ilgili bölüm daktilo edilmiş metinde yer almıyor.
Şimdi bu taslakta konumuzu ilgilendiren maddeleri ele alalım:
9- T.K.P., Doğu vilayetlerindeki yoksul halk üzerinde ağır bir
biçimde hüküm sürmeye devam eden feodal kökenli her türlü
suiistimallerin ortadan kaldırılmasını gerekli görür. Bu amaçla
aşiret reislerinin ve yarı-feodal büyük toprak ağalarının ve köy­
lerde onların sözcülerinin tüm mallarına (topraklarına, evlerine,
hayvanlarına ve alet-edevatlarına vb.) el konmasını talep eder.
Cahil ve derin bir yoksulluk içinde yaşayan halk üzerinde kor­
kunç bir tiranlık uygulayan bu unsurlar, nüfuz bölgelerinden
uzak vilayetlere tehcir edilmelidir.
(. . . )
1 2 - T.K.P. ulusal azınlıkları, hiçbir ihtirazı kayıt olmaksızın, ay­
rılma hakkı da dahil olmak üzere kendi kaderlerini özgürce ta­
yin hakkını tanır. Halk Partisi'nin Müslüman azınlıklara yönelik
asimilasyon ve Hıristiyan ve Musevi azınlıklara yönelik hoyrat­
lık politikasına her yolla karşı koyar. Bu azınlıkların emekçi kit-

5 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD No: 3 1 , Klasör No: 6 _ 8, Belge No: 1 28-
144 [Fransızca] .
6 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm l, CD No: 3 1 , Klasör No: 6�8, Belge No: 145 - 1 58
[Fransızca] . Aynı klasörde 1 94 numaralı belgeye kadar Fransızca taslağın değişik
düzeltmeler içeren örnekleri yer alıyor. "İşçi Köylü Hükümeti'nin Görevleri"
bölümü yalnızca Belge l 9 l - l 94'te bulunuyor.
152 1 Komin rern, TKP ve Kür t isyan ları

lelerine, emperyalistlere satılmış ve onları Türk egemenliğinden


kurtarmak bahanesiyle emperyalistlerin boyunduruğu altına
iten önderlerinin ve burjuvazilerinin ihanetlerini açıklamaya ve
onlara, bu kaderden kurtulmak için, kendileri gibi sömürülen ve
ezilen Türk halkıyla kardeşçe bir ittifak yapmanın gerekliliğini
göstermeye çaba harcar.
1 F- TKP, ulusal azınlıkların kısmi taleplerinin (kendi dillerini
kullanma ve geliştirme tam özgürlüğü, ulusal topluluklar ha­
linde örgütlenme hakkı, yarı-feodal senyörlerine karşı göçebe
köylülerin ve çobanların kölelikten kurtarılması, yarı/feodal
senyörlerin topraklarının bu emekçi kitlelere parasız olarak da­
ğıtılması, vb . . . ) tümünü destekler ve bu azınlıkların, ayrıcalıklı
sınıflarına ve kapitalist zalim devlete karşı proleter hareketleri­
nin tümünü yönetir.

Faaliyet Programı taslağının 1930 yılında yayınlanan ileride


ele alacağımız Faaliyet Programı'nda ciddi bir redaksiyondan
geçirilmiş olan "İşçi ve Köylü Hükümetinin Görevleri" bölü­
münde Kürtlerle ilgili olarak şöyle deniyor:
58- Kürtler beylerinin ve şeyhlerinin zulmünden kurtarılacaktır
ve ikamet ettikleri Anadolu'nun Doğu vilayetlerinde, Türkiye'nin
işçi ve köylü hükümetine müttefik bir özerk ulusal cumhuriyet
halinde örgütleneceklerdir. Bu hükümet kardeş halkın iktisadi,
siyasi ve kültürel gelişmesi için her türlü yardımı yapacaktır.
59- Rum, Ermeni, Yahudi, Laz, Boşnak vb. milliyetine mensup
emekçi kitleler, Türklerle eşitlik temelinde devlet ve yerel Sovyet­
lerin idaresine katılacaklardır. T.K.P. bir halkın veya milliyetin
haklarının kısıtlanması veya sınırlanması yönündeki her türlü
eğilimle mücadele edecektir.
60. T.K.P. fanatizmin ve milliyetçi nefretin tüm kalıntılarına
karşı ve emekçi halklar arasında iyi ilişkileri engelleyen tüm ön­
yargılara karşı mücadele eder.

7 Daktilo metne numara değişiklikleri dikkate alınarak el yazısıyla eklenmiştir,


aynı CD ve Klasör Belge No: 1 6 1 [Fransızca] .
V i y a n a K o n fe r a n s ı ve Ye n i P r o g r a m a t i k Ya k l a ş ı m j 1 53

Bu taslak doğrultusunda hazırlandığı anlaşılan Faaliyet


Programı'nda8 "Genel Siyaset" başlıklı giriş bölümünde ulusal
azınlıklar ile ilgili şu düzenleme yer alıyor:
8- T.K.P. ulusal azınlıklara yönelik zulüm siyasetini, mevcut re­
jimde Müslüman azınlıkların Türkleştirilmesi biçimini alan bu
siyaseti var gücüyle reddeder. Onların kendi kaderlerini özgürce
belirleme hakkını tanır; bununla birlikte küçük halklar bakı­
mından vurgun ve talan güçlerinin açgözlülüğünün oluşturduğu
ağır tehlikeye de işaret eder. Bu ortak tehlikeyle daha etkili bir
biçimde birleşik güçleriyle mücadele etmek için onlara Türk hal­
kıyla kardeşçe bir birlik kurmayı önerir. Kürt, Çerkes vb. şeyh­
lerin ve beylerin topraklarına el konup dağıtılmasıyladır ki bu
halklar devrime kazanılabilir.

Bu taslakla ilgili olarak büyük olasılıkla KEYK Doğu


Sekreterliği'nden gönderilen "TKP Faaliyet Programı Taslağında
Yapılan Değişiklikler"9 başlıklı yazıda, ulusal sorunla ilgili
önemli müdahaleler göze çarpıyor.
8. maddede "tanır:" sözcüğünden sonra cümlenin sonuna kadar
silinecek. İkinci cümlede "Bu ortak tehlikeyle" silinerek yerine
"kendi boyunduruğunu dayatmak üzere bu halkların mazlumlu­
ğu spekülasyonunu yürüten emperyalist güçlerin entrikalarıyla"
konacak.

Bu değişikliklerden sonra 8. madde şu hale geliyor:


8- T.K.P. ulusal azınlıklara yönelik zulüm siyasetini, mevcut re­
jimde Müslüman azınlıkların Türkleştirilmesi biçimini alan bu
siyaseti var gücüyle lanetler. Onların kendi kaderlerini özgürce
belirleme hakkını tanır; btıntuıla bitlikte küçük halklar bakı­
ınından • tırgtın '\'e talan gi:içleıinin açgözlülüğünün oltışttııdtığtı
ağıı tehlikeye de işaret eder. Btı ortak tehlikeyle Kendi boyun-

8 TÜSTAV Komintern A rşivi Döküm 1, CD No: 3 1 , Klasör No: 6_8, Belge No: 263-
269 [Fransızca] .
9 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD No: 3 1 , Klasör No: 6_8, Belge No: 270-
272 [Fransızca] .
1 54 1 Kom in tern, TKP ve Kü rt isya nları

duruğunu dayatmak üzere bu halkların mazlumluğu spekülas­


yonunu yürüten emperyalist güçlerin entrikalarıyla daha etkili
bir biçimde birleşik güçleriyle mücadele etmek için onlara Türk
halkıyla kardeşçe bir birlik kurmayı önerir. Kürt, Çerkes vb.
şeyhlerin ve beylerin topraklarına el konup dağıtılmasıyladır ki
bu halklar devrime kazanılabilir.

T K P 'nin 1 930 Faaliyet Program ı ve


1 934 Değişiklikleri
Bütün bu çalışmalardan sonra KEYK tarafından 1930' da onay­
lanarak Ocak 193l'de kaleme alınmış bir önsözle İnkılap Yolu
Yayınları'ndan bir kitap olarak basılan Faaliyet Programı'nda10
ulusal sorunla ilgili maddelerin nihai hali şöyledir:
1 1 - T.K.P. milli ekalliyetlerin, Türkiye'den ayrılmak hakkı da
dahil olmak üzere, mukadderatlerini bizzat tayin etmek hakla­
rını bila kaydü şart tanır. Halk fırkasının müslüman ekalliyet­
leri zorla türkleştirmek ve hırıstiyan ve musevi ekalliyetleri de
ezmek siyasetine her vasıta ile muhalefet eder. Bundan mada bu
ekalliyetlerin emekçi kütlelerine, bey ve ağalarının ve burjuvazi­
lerinin kısmen halk fırkasına yaklaşmak ve kısmen de imperya­
lisme satılmak şekillerini alan hiyanetlerini izah ile onları türk
emekçilerle birlikte, istismarcı sınıflara ve imperyalisme karşı
mücadeleye sevkeder. T.K.P. onlar için hukukta tam bir müsavat,
lisanlarını kullanmak ve tedvin ve tedris etmek hususunda tam
bir serbesti, köylülerin ve küçük aşiret efradının yarı-derebeyi
efendilerine ve reislerine esir olmaktan kurtarılmalarını, bu bey
ve ağalara ait erazinin ve hayvanatin köylülere ve aşiret efradına
parasız dağıtılmasını talep eder.

Aynı programın "Amele ve Köylü Hükümetinin Vazifeleri"


başlıklı bölümünde ise, daha önceki taslaktan oldukça farklı bir
madde yer alıyor:
10 TÜSTAV Kom in tem Arşivi Döküm I , CD No: 23, Klasör No: 29_36, Belge No: 358-
410 (Türkçe] .
V i y a n a Ko n fe r a n s ı ve Ye n i P r o g r a m a t i k Ya k l d \ ı ın l t 55

55 - A.K.H. kesif halk kütleleri halinde yaşayan milli ekal­


liyetlere ( kürtler, lazlar) mukadderatlerini serbestçe tayin
etmek ve arzu ederlerse Devletten ayrılmak hakkını bahşe­
der. Milli ekalliyetlere mensup kommunistler, milletdaşları
arasında işçilerin beynelmilel tesanüdü lehinde propaganda
yapmak, kendilerini maddi ve hususi menfaatlar mukabilin­
de kısmen halk fırkasına, kısmen imperyalistlere sat a n var­
lıklı hakim sınıflarının nasıl emekçi kütlelerine imperyalism
boyunduruğunu geçirmeğe uğraştıklarını anlatmak suretile,
milli ekalliyetlere mensup işçiler ve köylülerle türk işçi ve
köylülerinin kardaşçe ittihadı lehinde mücadelede bulunmak
mecburiyetindedirler. Ayni zamanda, bir sovyet cümhuriye­
ti ·şeklinde teşekkül eden Türkiye amele ve köylü hükumeti,
imperyalisme ve derebeylerine ka rş i elbirliğile mücadele için,
mazlum milli ekalliyetlerin emekçi kütleleri ile sovyet cüm­
huriyetleri federasyonu şeklinde bir ittifak akdina matuf bir
siyaset takip eder.

1930' da yayınlanmış Faaliyet Programı'nın maddeleri­


nin Türkçesi üzerinde kimi değişiklikler 1934'te yapılan TKP
Genişletilmiş Harid Büro Toplantısı'nda kabul edilmiş ve 1936
yılında Faaliyet Raporu'nda yer almıştır. 1 1
1 1- T. K.P. milli azlıkların, Türkiyeden ayrılmak hakkı d a dahil
olmak üzere, mukadderatlerini bizzat tayin etmek haklarını ka­
yıtsız ve şartsız tanır. Halk fırkasının müslüman azlıkları zorla
Türkleştirmek ve hrıstiyan ve musevi azlıkları da ezmek siyaseti­
ne her vasıta ile karşı koyar. Bundan maada bu azlıkların emekçi
kitlelerine, bey ve ağalarının ve burjuvazilerinin kısmen Halk
fırkasına yaklaşmak ve kısmen de emperyalizme satılmak şekil­
lerini alan h ıyan et le r ini izahla onları Türk emekçilerle birlikte,
istismarcı sınıflara ve emperyalizme karşı mücadeleye sevk eder.
T.K.P. onlar için hukukta tam bir müsavat, lisanlarını kullanmak
ve tedvin ve tedris etmek hususunda tam bir serbesti, köylülerin

11 TKP MK Dış Bürosu 1 962 Konferansı, İstanbul: TÜSTAV Yayınları, 2002, s . 168-
184.
156 1 Ko min tern, TKP ve Kü r t isyan ları

ve küçük aşiret efradının yarı-derebeyi efendilerine ve reislerine


esir olmaktan kurtarılmalarını, bu bey ve ağalara ait arazinin ve
hayvanların köylülere ve aşiret efradına parasız dağıtılmasını ta­
lep eder.

(. . )
,

55- A.K.H. kesif halk kütleleri halinde yaşayan milli azlıklara


(Kürtler, Lazlar) mukadderatlarını serbestçe tayin etmek ve arzu
ederlerse devletten ayrılmak hakkını bahşeder. Milli azlıklara
mensup komünistler milletdaşları arasında işçilerin beynelmi­
lel tesanüdü lehinde propaganda yapmak, kendilerini maddi ve
hususi menfaatlar mukabilinde [kısmen Halk fırkasına,] kısmen
emperyalistlere satan varlıklı hakim sınıfının nasıl emekçi kit­
lelerine emperyalizm boyunduruğunu geçirmeğe uğraştıklarını
anlatmak suretiyle, milli azlıklara mensup işçiler ve köylülerle
Türk işçi ve köylülerinin kardeşçe ittihadı lehinde mücadele­
de bulunmak mecburiyetindedirler; ayni zamanda, bir Sovyet
Cumhuriyeti şeklinde teşekkül eden Türkiye Amele ve Köylü
Hükumeti, emperyalizme ve derebeylerine karşı elbirliği ile mü­
cadele için, mazlum milli azlıkların emekçi kitleleriyle Sovyet
Cumhuriyetleri Federasyonu şeklinde bir ittifak aktine matuf
bir siyaset takip eder.

Görüldüğü gibi Mayıs 1 926'da toplanan Viyana Konferansı


ertesinde hazırlanan Faaliyet Programı'nda ilk kez ulusların
kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkı bir program mad­
desi olarak yer alıyor. Komintern 6. Kongresi'nde kabul edilen
yeni Komintern Programı çerçevesinde TKP'nin yeni Faaliyet
Programı hazırlıkları, Dr. Şefik Hüsnü'nün Nisan 1 929'da hapis
cezasını tamamlamasının ardından Haziran-Temmuz gibi yurt­
dışına çıkmasıyla başlıyor. 1 929 sonlarında Dr. Şefik Hüsnü'nün
Faaliyet Programı'yla ilgili dört çalışmasından konumuzla ilgili
bölümleri yukarıda ele aldık. Kuşkusuz bu ön çalışmalarda en
dikkat çeken nokta, Dr. Şefik Hüsnü'nün Kürtleri, Rum, Ermeni,
Yahudi, Laz, Boşnak gibi diğer ulusal azınlıklardan ayırarak,
V i y a n a K o n fe r a n s ı ve Ye n i P r o g r a m a t i k Ya k l a ş ı m 1 1 57

Kürtler "ikamet ettikleri Anadolu'nun Doğu vilayetlerinde,


Türkiye'nin işçi ve köylü hükümetine müttefik bir özerk ulu­
sal cumhuriyet halinde örgütleneceklerdir. Bu hükümet kardeş
halkın iktisadi, siyasi ve kültürel gelişmesi için her türlü yardı­
mı yapacaktır," programatik önerisini getirmesidir. Diğer ulusal
azınlıklara "mensup emekçi kitleler, Türklerle eşitlik temelin­
de devlet ve yerel Sovyetlerin idaresine katılacaklardır". Ancak
Dr. Şefik Hüsnü'nün bu formülasyonu, büyük olasılıkla KEYK
Doğu Sekreterliği tarafından uygun bulunmuyor ve ulusal
azınlıklara (Kürtler, Lazlar) "mukadderatlarını serbestçe tayin
etmek ve arzu ederlerse devletten ayrılmak hakkı" tanınsa da
ulusal azınlık komünistlerine, ulusal azınlıklara "mensup işçiler
ve köylülerle Türk işçi ve köylülerinin kardeşçe ittihadı lehinde
mücadelede bulunmak mecburiyetindedirler" deniyor. Aynı an­
layışla "bir Sovyet Cumhuriyeti şeklinde teşekkül eden Türkiye
Amele ve Köylü Hükumeti, emperyalizme ve derebeylerine karşı
elbirliği ile mücadele için, mazlum milli azlıkların emekçi kit­
leleriyle Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonu şeklinde bir ittifak
aktine matuf bir siyaset takip eder" maddesi 1 930'dan itibaren
Faaliyet Programı'nın ana yaklaşımı oluyor.

T KG B Faaliyet Pro g ram ı'nda Ulusal Sorun

Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) de TKP' deki prog­


ram değişikliğine paralel olarak l 930'ların ilk yarısında yeni bir
faaliyet programı kabul etmiştir. Bu programda ulusal sorun ile
ilgili yer alan bölümleri aşağıda veriyoruz:
( . . . ) Milli azlıkların (Kürtlerin, Lazların, ve s . . . ) emekçi gençliği
ana dilinden, mektepden, her türlü haklardan mahrumdur. O,
zorla türkleştiriliyor ve Kemalist rejimi onu iki katlı eziyor. ( . . . )
1 2 - Kürt, Laz, Çerkes ve sair milli ekalliyetlerin emekçi genç­
liğine her yerde ve her hususta türkiya em ekçi gençliği ile mü­
savi haklar isteriz. Bütün istediklerim i z kardeşlerimiz olan
ı ss I Komin tern, TKP ve Kü r t isyan ları

milli azlıkların emekçi gençlerine de aittir. Biz Kemalist bur­


juazının milli azlıkları zorla türkleş-tirmesinin aleyhinde­
yiz. Milli ekalliyetlere her milletin ana lisanlarında yazdırıp
okuttur[mak] üzre milli mektepler açtırılmasını isteriz. Ekal­
liyetlere milli askeri birlikler ve teşkilatlar isteriz. 1 2

12 RGASP İ , f. 495, op. 1 1 , d. 373, yaprak32-40 [Türkçe] . Faaliyet Programı'nın tama­


m ı için bkz. Banu İşlet ve Cemile Moralıoğlu Kesim, Türkiye Komünist Gençler
Birliği 1 920-1 935, İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2014, 223 vd.
4 . Bölüm

AG R I İ S YA N I
DEGERLENDİRMELERİ

1926'da başlayıp ancak Eylül 1930'da son verilebilen Ağrı


İsyanı değişik aşamalardan geçmiştir. Komintern ve TKP de bu
sorunu ağırlıklı olarak 1 930 yılında ele almıştır. İsyanın 1 929
ekonomik bunalımıyla dolaysız bağına hem Komintern Doğu
Sekreterliği, hem de TKP MK işaret ediyor.

T K P M K'n in Raporu
1930 yılı başlarında TKP Merkez Komitesi'nde Rapor başlığı
Rusça olarak elle eklenmiş bir belgede, ekonomik buhran ile ül­
kedeki gelişmeler değerlendiriliyor ve bu arada Kürt sorunu ve
isyanı da nedenleriyle irdeleniyor.
Sermayedarlık nizamında buhranlar gittikçe şiddetlenmektedir.
Buhrandan müteessir olmayan hiçbir sermayedar memleketi,
hiçbir sanayi şubesi yoktur. Bu buhran bütün bütün siyasi sis­
temleri sarsmıştır. Karşı karşıya duran iki sistem: Çürüyen, can
çekişen sermayedarlık ile mütemadiyen ilerleyen ve yükselen
sosyalizm, bize bu iki sistem arasındaki farkı açıkça gösteriyor.
Kapitalist memleketlerde çalışan kitleler arasında açlık ve sefalet,
buhranın bütün ağır yükü, tazyik, polisin dehşetli tedhişi, bur­
juvazinin dağlar gibi tepesine kadar dolu depoları yanında mil­
yonlarca aç işsizler ordusu. Diğer taraftan Sovyetler Birliği'nde
1 60 1 Ko min tern, TKP ve Kü r t isya nları

amele sınıfının hakimiyeti altında mütemadi bir inkişaf halinde


bulunan sanayi ve ziraat, herkese bol bol iş, yedi saatlik iş günü,
beş günlük hafta, ücretlerde mütemadiyen artış, sermayedarlık
sistemine has anarşinin (intizamsızlık) olmayışı, bilakis planlı
bir Sosyalist iktisadiyatı kuruluşu, Sosyalist kuruluşunun beş se­
nelik planının dört senede itmam edilmesi.
( . . . ) Sermayedarlık buhranın bütün yükünü çalışan kitlelerin
üzerine yükletmek, Sovyet Rusya ile inkılapçı Çin'e karşı olduğu
kadar Çin haricinde kendi inkılapçı amele sınıflarına karşı da
kullanılmak üzere mütemadiyen silahlanma gibi burjuvazinin
aldığı tedbirlere mukabil, taarruzunu şiddetlendirmektedir.
( . . . ) Bütün memleketlerin emekçileri sermayedarlığın sukutu ve
sosyalizmin muzafferiyeti için, Komünist Fırkalarının idaresi al­
tında mücadelelere girişmektedirler.
Türkiye' de vaziyet ne merkezde?
Kemalistlerin son almak mecburiyetinde kaldıkları tedabir, buh­
ranın Türkiye' de ne kadar vahim bir şekil aldığını ispat etmek­
tedir. Yerli eşyanın pahalılaşmasını intaç edecek olan gümrük
tahdidatı, buhran vergisinin tatbiki ile açığının kapatılması ümit
edilen bir bütçe, ziraatta ve bilhassa tütün müstahsilleri arasın­
da müthiş buhran, şehir ameleleri arasında gittikçe ziyadeleşen
işsizliğin, aç kalan köylülerin şehirlere gelmesi ile bir kat daha
artması, milli ekalliyetlere karşı şiddetli tazyik siyaseti, emek­
çi kitlelerin herhangi bir muhalefet veya inkılapçı temayülüne
mani olmak ellerini, ayaklarını bağlamak için müthiş zulüm ve
tedhiş, işte bütün bunlar çalışan kitleler arasında Kemalistlerin
inkılapçılığı hakkında kalan son vehim ve hayalleri de bertaraf
ettiriyorlar. Kemalistler bugün siyasi ve iktisadi hakiki bir iflas
karşısında bulunuyorlar. Kemalistler kapitalist siyaset iktisadi­
yatını takip ettikleri için buhranın önüne geçmeye muktedir de­
ğillerdir ve olamayacaklardır. ( . . . ) Kemalistlerin zirai meseleyi
halledip toprakları köylülere tevzi etmesi, milli meseleyi halle­
dip ekalliyetlere kendi mukadderatlarını tayin hakkını vermesi,
amelelere ücret, ekmek ve serbesti temin etmesi imkansızdır. Bü­
tün bunlar ancak proletaryanın idaresi altında burjuva-demok-
Ağrı i s ya n ı Değerle n d i r m e l e ri 1 161
ratik (halkçı) inkılabı sayesinde ve Türk burjuvazisi ile büyük
emlak sahiplerini silip süpürmek suretiyle kabil olacaktır.
Kemalist rejimine karşı mevcut geniş muhalefet cereyanlarının
önüne geçmek ümidiyle Mustafa Kemal, Fethi Bey vasıtasıyla,
Serbest Fırka'nın tesisine lüzum görmüştü. Fakat bugün Ke­
malistler hoşnutsuzluğun çalışan kitleler arasında çok kuvvetli
olduğunu ve böyle bir manevranın tehlikeli olduğunu bildikleri
için bu tarzda ikinci bir teşebbüse girmekten tabiatıyla korkarlar.
( . .)
.

Kemalist rejiminin icraatına karşı memnuniyetsizlik alaimi zi­


yadeleşmektedir. Ameleler bazen insiyaki bir tarzda, bazen fır­
kamızın rehberliği altında, gündelik istekleri için mücadeleye
girişmektedirler. Teşkilatlı, kitlevi, inkılapçı hareketler karşı­
sında bulunduğumuzu zannetmeyelim. Bilakis Kürt isyanları,
milli ekalliyetlerin, milli istiklal mücadeleleri için umulma­
dık inkılapçı kuvvetler canlandırdıklarını, fakat Komünist
Fırkası'nın bugüne kadar onların arasına girmediği için bu kuv­
vetler emperyalistlerin ve Türk mürtecilerinin işine yaramış ol­
duğunu ve elan da onlara yaradığını ispat ediyor.
Fırka'nın Vaziyeti ve Üzerine Terettüp Eden Vazifeler:
Fırkanın önünde, büyük bir vazife, amele, fakir köylü, milli ekal­
liyetler kitlelerini ve alelumum bütün emekçi tabakaları (Kema­
list hükümeti) aleyhine mücadeleye sevk etmek ve bu mücadeleyi
idare etmek vazifesi durmaktadır. ( . . . ) Sosyalizm için, kapitaliz­
mi devirmek için yapılacak mücadele, günün ekmeği için müca­
deleden tutunuz da siyasi, kitlevi mücadelelere varıncaya kadar
bir sıra mücadelelerden müteşekkildir. Bu mücadeleleri teşkilat­
landırmak ve yükseltmek, büyük emekçi kitleleri celp edip hede­
fe doğru yürütmek, işte fırkamızın önünde duran büyük vazife.
Doğru bir siyaset ve mesai takip ettiğimiz takdirde, Mustafa Ke­
mal ve İsmet'in tedhiş siyasetine ve bütün Kemalist burjuvaziye
rağmen, kitle arasında fırkamızın nüfuzu artacak, içinde en iyi
ameleleri [toplayan] bir Bolşevik kitle fırkası olmaya muvaffak
olacağız.
162 1 /< ımin rern, TKP ve Kü rt isya n ları

( . . . ) Komünist Fırkası'nın müdahale etmediği hiçbir hareket,


hiçbir mücadele temayülü kalmamalı; herhangi bir yerde bir ha­
reket belirdiğini işitir işitmez derhal orası ile irtibata geçmeli ve
inkılapçı şiarlar atılmalı, rehberliği inkılapçı unsurlar, K.F. tara­
fından yapılmalıdır. 1

KEYK Doğu Sekreterliği:


" Türkiye Hakkında Karar"
KEYK Doğu Sekreterliği'nin 5 Ocak 1930 günlü " Türkiye
Hakkında Karar" başlıklı metninde yapılan tespitler, aşağıda
"Komintern'in TKP Üyelerine Mektubu" bölümünde Fransızca
aslından aktaracağımız metinde büyük ölçüde yineleniyor.
Karar, 1 929 yılı sonunda TKP'nin yeni Faaliyet Programı'nı ve
buna bağlı hazırlanan Tezler' in yanı sıra Türkiye' deki gelişme­
leri değerlendirmek üzere kaleme alınmış. TKP Programı ve

TOSTAV Komintern A rşivi Döküm 1, CD No: 27, Klasör No: 35_36, Belge No: 443-
445 [Eski Türkçe] . Bu değerlendirmeler Merkez Komitesi imzalı l Mayıs 1 930
bildirisine neredeyse ayn ı kelimelerle geçirilmiştir: "( ) 3- Türkiyede vaziyet:
. . .

Kemalistlerin son almak mecburiyetinde kaldıkları tedbirler buhranın Türkiy'e­


de de ne kadar korkunç bir şekil aldığını gösterir. Harici ticaretin iflasına mani
olmak için gümrük tahdidatı, devlet budcesinin açığını kapatmak için buhran
vergisi gibi yeni yeni vergi lerin irası, ziraatde ve bilhassa tütün müstahsillerinin
arasındaki müthiş buhran, şehir ameleleri arasında gittikçe artan işsizliğin aç
kalan köylülerin şehirlere inmesile bir kat daha art ıyor, milli ekalliyetlere karşı
şiddetli tazik siyaseti, milli ekalliyetlere aid işçilerin harice atılması, kitlelerin
herhangi bir inkilab veya muhalifet hareketine karşı kemalistlerin heman zulm ve
tedhişe kalkmaları emekci kitleler üzerinde kemalistlerin inkılabcılığı hakkında
kalan son hayalleri de bertaraf etmekdedir. Kemalistler bu gün siyasi veya iktisadi
hakiki bir iflas karşısında bulunuyorlar. Kemalistler de buhranın önüne geçmeğe
muktedir değillerdir ve olamıyacaklardır. Emperyalist bankerlerin himayesini
talep gibi bütün teşebbüsleri de buna mani olamayacaktır.
Kemalistlerin ziraat meselesini hal edip toprakları bedava fakir köylüye vermele­
ri, milli meseleyi hal edip milli ekalliyetlere tam istiklal hakkı vermeleri, ameleye
ekmek ve hürriyet temin edilmesi, ecnebi sermayesini müsadere etmesi, ecnebi
imtiyazları lav etmesi katiyen imkansızdır. Bütün bunları ancak proletaryanın
rehberliği altında geniş emekçi kitlelerin, fakir ve orta halli köylülerin yapacağı
burjuva demokratik (halkçı) inkılabı sayesinde türk burjuvazisi ve büyük emlak
sahiplerini silip süpürmek suretile kabildir.( . . )" (TÜSTAV Komintern Arşivi Dö­
.

küm 1 , CD No: 23, Klasör No: 29_36, Belge No: 423-425 (Türkçe) ).
Ağ r ı i s y a n ı D e ğ e rl e n d i r m e l e r i 1 1 63

Tezler'indeki tespitleri gelişmelerin doğruladığı belirtildikten


sonra ülkedeki ekonomik krizin ortaya çıkardığı olgular ele
alındıktan sonra şöyle devam ediyor:
3- Türkiye' deki ekonomik kriz, artık siyasi bir krize yükselmiş­
tir. Ekonomik krizin siyasi krize yükselmesi, emperyalizmin sal­
dırılarını arttırması şeklinde bir dış görünüme bürünmektedir.
Bu durum bir taraftan Kürt isyanında, Fethi Bey'in başkanlığın­
da Serbest Cumhuriyet Fırkası adı altında yeni bir Kemalist parti
oluşumunda, diğer taraftan da yığın savaşlarını yükselmesinde
kendini göstermektedir.
Tüm bu olaylar yakın ilişki ve karşılıklı etkileşim içinde meyda­
na gelmekte ve hepsi birden Türkiye' de sınıf savaşımının yeni bir
aşamasını belirlemektedir.
4- Emperyalizm özellikle de İngiliz ve Fransız emperyalizmi
dünya ekonomik krizinin baskısı altında Türkiye'ye saldırısını
arttırmaktadır. Uzman Rist'in raporu, Düyunu Umumiye'nin
ültimatomu andıran talepleri, Fransız-Belçika sermayesinin
demiryollarının Almanya hisselerinin Türkler tarafından satın
alınmasını protesto etmesi, "istikrara" kavuşturulmuş lira üze­
rinde her an yaşanması olası değer kaybı tehdidinin sürekli ola­
rak sallanması. .. işte tüm bunlar, İngiliz ve Fransız bankalarının
Türkiye' deki tüm finansal politikalarını Kemalist burjuvazinin
emperyalizm önünde kapitülasyon (teslimiyet) sürecini hızlan­
dırma amacına yönelik olduğunu göstermektedir.
İşte Kürt isyanının ana fikri de buradadır. Kürtlerin isyanı, ye­
nilmiş Türk monarşistlerinin hizmetlerinden yararlanmakta
olan İngiliz emperyalizmi tarafından hazırlanıp organize edil­
miştir. Intelligence Service ajanları Türk monarşistlerinin yar­
dımıyla neredeyse tüm temel Kürt bölgelerini kapsayan isyanı
yönetmişlerdir. Kürtler arasında ise isyanın başını büyük ve en
büyük Kürt feodalleri çekmiştir. İsyanın önemi ve hacmi Kürt
hareketinin ulusal harekete dönüşmesiyle iyice artmış ve güçlen­
miştir, zira bu harekete sadece Türkiye topraklarında yaşayan 2
milyon Kürt katılmakla kalmamış ayrıca İran' da yaşayan Kürt-
1 64 1 Ko min tern, TKP ve Kürt /5yanlan

lerin de önemli bir bölümü katılmıştır. Türkiye' deki isyan Irak


ve Suriye' deki Kürtler arasında da bir hareketlenme yaratmıştır.
Kürt sorunu bu isyanla milli bir sorun olarak tekrar tüm boyut­
ları ve keskinliğiyle gündeme gelmiştir.
5- İsyan İngiliz emperyalizmi tarafından hazırlanmış, örgüt­
lenmiş ve kullanılmıştır. Türk monarşistleri ise yalnızca İngiliz
ajanlarının yardımcısı rolünü oynamışlardır. Hareket Britanya
emperyalizminin ajanlığını yapan en büyük ve en gerici feodal­
ler tarafından yönetilmiştir. Bu isyan Türk halkının bağımsızlı­
ğına, cumhuriyete, devletin dini kurumlardan ayrılmasına karşı
yöneltilm iştir. Bu isyan SSCB'ye de karşıdır zira İngiliz emper­
yalizmi SSCB sınırı yakınlarında karşı-devrimci bir platform
oluşturma gayreti içindedir. Bu nedenle Kürt isyanı siyasi amaç­
ları ve yönetici güçleri açısından bakıldığında gerici, karşı-dev­
rimci bir hareket olarak değerlendirilmelidir.
Ancak Britanya emperyalizmi Kürt milletinin bağımsızlık ça­
balarını, sırf Kürtlerin Kemalist Türkiye tarafından gaddarca
baskı ve zulüm görmelerini karşı-devrimci entrikalar yürütmek
için uygun bir ortam yaratması nedeniyle kulla nabilir. Britanya
emperyalizmi Kürdistan'ın bağımsızlığı şiarıyla ortaya çıkabilir
zira Kemalizm pratikte vahşi bir baskı ve yok etme siyaseti uy­
gulamıştır. Eski Adalet Bakanı Mahmut [Mahmut Esat Bozkurt]
Kemalizm'in milli politikasının "gizli siyasetini" ağzından ka­
çırarak Türkiye' de milli azınlıklıkların ancak köle ve hizmetçi
olabileceklerini bildirmiştir. Kemalizm Kürt bölgelerinde feodal
ilişkileri, Kürt köylülerinin, göçerlerinin ve hayvancılıkla uğ­
raşanlarının gaddarca sömürülmesini tamamıyla ve bütünüyle
muhafaza etmiş ve hatta Kürt feodallerinin sürgün edildiği yer­
lerde Kürt feodallerinin yerine Türk devleti en tepedeki zengin
köylü ve sömürücü olarak geçmiştir. Kürtlerin Türkleştirilmesi
girişimleri vahşi yöntemlerle sürdürülmektedir bu nedenle de
başarı umudu yoktur ve başarısızlığa mahkumdur. Ancak özel­
likle egemen ve baskıcı Türk milleti tarafından vahşi bir şekilde
milli baskı ve sömürüye tabi tutulmaları Kürtler arasında sınıfsal
ayrışmayı, bir yanda feodaller ve tepedeki din adamları ile diğer
A ğ r ı i s ya n ı Değerle n d i rmeleri 1 165
yanda Kürt köylüleri arasındaki sınıf mücadelesinin gelişimini
engellemektedir. İngiliz emperyalizmi ancak bu temelde kendi
karşı-devrimci amaçları için Kürt milli meselesini kullanabilir.
6. Ekonomik kriz, emperyalizmin baskısının artması, Kürt is­
yanı, işçi sınıfının, köylülüğün ana kitlesinin ve şehir küçük
burjuvazisinin önemli kesimlerinin durumunun keskin şekilde
kötüleşmesi yığınsal hareketliliğin yükselmesini getirmiştir.
İzmir' de ve bir sıra başka şehirde meydana gelen büyük protes­
to gösterileri, İzmir' deki grevler, demiryolcuların hareketleri,
işçi yığınları içinde ve yine bazı köylerde vuku bulan hareket­
lenmeler büyük sınıf çatışmalarının yakınlaştığının işaretlerini
vermektedir. TKP'nin faaliyetlerinin canlanması kitlesel hare­
ketlerin ve özellikle işçi hareketlerinin yükselmesinde olumlu
rol oynamaktadır. TKP'ye yeni güçlerin akması Kemalizm'in
gaddarca takibatına uğrayan partinin defalarca gerçekleşen sal­
dırılara rağmen direnişinin yükselmesi, yığınsal tutuklamalara
rağmen proletaryanın kendi sınıf partisinin etrafında toplanma­
ya başladığını göstermektedir.

Kararda daha sonra krizin Kemalizm içinde yol açtığı sorun­


lar ele alınarak, Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruluşu değerlen­
dirilerek, bunun basit bir manevra olarak görülmemesi gerekti­
ğinin altı çizilerek: "Ancak bu partinin kuruluşunu halkı aldat­
maya yarayacak basit bir manevra olarak değerlendirmek büyük
bir hata olur. Bizzat Kemal tarafından düşünülen ve onaylanan
bu resmi muhalefetin kuruluşunu emperyalizmin merhameti­
ni sağlamaya yarayacak bir manevra olarak algılamak da doğru
olmaz. Bu partinin kuruluşu Kemalist burjuvazi kampının için­
de oluşmuş ve oluşmakta olan ve oluşacak olan derin ayrışma
süreçlerini açığa vurmaktadır" deniyor. TKP'nin yeni program
ve tezlerinde yapılan Kemalizm analizi bağlamında, "Kemalizm
emperyalizm önünde teslimiyet yoluna girmiştir" tespitinin
ardından ayrıntılı olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası ve kitle­
lerde birikmiş hoşnutsuzluk irdeleniyor ve TKP'nin yeni çalış-
1 66 1 Komin tern, TKP ve Kür t isya n ları

malarında elde edilen başarılara işaret ediliyor. Bu çerçevede


TKP'nin Kürt isyanı, Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Kemalizmle
ilgili tutumu konusunda şöyle deniyor:
1 2 . TKP ve onun yönetimi genel olarak ve tümüyle tezler ve
faaliyet programının ruhuna uygun faaliyet göstermiş, bu bel­
gelerde belirtilen siyasi çizgiyi doğru bir şekilde yürütmüştür.
TKP genel olarak ve tümüyle Kürt isyanı konusunda onun karşı
devrimci özünü açığa vurarak ana ateşi emperyalizmin aj anı fe­
odallere karşı yönelterek doğru bir tutum almıştır ama aynı za­
manda Kemalist milli politikanın gerçek içeriğini teşhir etmiş ve
Kürt köylü yığınlarının anti-feodal savaşına olan desteğini dile
getirmiştir. TKP bu partinin büyük burjuva karakterini yeteri
kadar vurgulayamasa da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın niteli­
ğini doğru değerlendirmiştir. Kemalizm'e karşı savaşında TKP
sağlam ve katı bir tutum almıştır.

Daha sonra TKP'nin başarılarının yanı sıra genel olarak par­


tinin ve özel olarak da parti yönetiminin yetersizliklerine ve ha­
talarına işaret ediliyor:
1 3 . Bu başarıları belirtirken aynı zamanda genel olarak partinin
ve özel olarak da parti yönetiminin faaliyetindeki önemli yeter­
sizlikleri ve hataları da belirtmek gerekir. TKP bu dönemde içine
kapalı, derneksi bir yapıdan çıkıp kitleler arasında ajitasyon-pro­
paganda faaliyetlerini genişletmeyi başarmıştır. Ama kitlelerin
teşkilatçısı, kitlesel savaşımın yöneticisi olmayı başaramamış;
işçi kitlelerinin ekonomik savaşımını teşkilatlandıramamış, bu
savaşımı tümden Kemalist rejime karşı yönelterek devrimcileşti­
rememiştir. Kitlelere, kitle örgütlerine, öncelikle de sendikalara
erişimi sağlayacak iletişim kanallarını kuramamıştır. Bu açıdan
bakıldığında bu çalışma zorlukla ve yeni yeni gerçekleştirilmek­
tedir. Ancak aynı zamanda İzmir'deki grevler ve demiryolcula­
rın hareketleri gösteriyor ki, bu çalışmayı yürütmek için gereken
nesnel koşullar gayet uygundur. Parti teşkilatlarını güçlendir­
meyle aynı zamanda ve bunun yanı sıra sendikal çalışmaları
kendisinin ana görevi olarak görmeye devam etmektedir. Zaten
Ağ r ı i sya n ı D e ğ e r l e n d i r m e l e r i 1 1 67

ancak bu çalışma sayesinde parti görece tecrit olmuşluk duru­


mundan kurtulabilir. Tütüncüler, tekstilciler, demiryolcular,
bayındırlık işçileri, madenciler, denizciler ve Ankara' daki metal
işçileri arasında faaliyet her ne pahasına olursa olsun geliştiril­
melidir.
Tezlerde ve parti programında belirtilen köylüler arasındaki ça­
lışma konusundaki talimatların tamamıyla geçerli olduğunu be­
lirtmekle birlikte şunu da söylemek gerekir ki, genel olarak milli
azınlıklar ve özellikle de Kürtler arasındaki çalışmaya ayrıca
önem verilmesi gerekmektedir. Kürtlerin karşı-devrimci yönlen­
dirme altındaki isyanı TKP için özellikle dikkat edilmesi gereken
bir olgudur, zira boyunduruk altındaki milli azınlıkların hareket­
leri eğer proletaryanın devrimci partisi ezilen halkların savaşımı­
nı yönetemezse, eğer ezen milletin proletaryası ezilen halkların
kurtuluşu için ve her türden milli boyunduruğa karşı en güvenilir
savaşçı olarak kendini gösteremezse emperyalizm tarafından ve
feodal monarşist karşı-devrimci amaçlar için kullanabilir.

Nihayet Karar'ın 1 5 . ve son bölümünde madde madde parti


yönetiminin ve üyelerinin önünde duran görevler sıralanmakta­
dır. Bu görevler arasında ulusal azınlıklarla ilgili olarak da TKP
Üyelerine Mektup'ta da yer alacak şu görevler sıralanıyor:
(. . .)
j) TKP milli azınlıklar, özellikle de Kürtler ve Lazlar arasında
çalışmaya özel bir önem vermek zorundadır. Bu açıdan TKP'nin
ana görevi şunlardır:
a) Milli azınlıkların menfaat ve haklarını savunmak, onların
kendi kaderlerini tayin hakkı için mücadele etmek, milli azın­
lıkların Kemalizm tarafından vahşice sömürülüp boyunduruk
altında tutulduklarını açığa vurmak, kendi dillerini konuşma ve
kültürlerini koruma, demokratik olarak kendi kaderlerini belir­
leme hakkını savunmak;
b) Kürt köylüleriyle bağlantı kurarak, Kürt köylülerini kendi sı­
nıfsal çıkarlarını savunmak, feodallere karşı, büyük toprak sa-
168 1 Komin rern, TKP ve Kür t isyan ları

hiplerine karşı mücadele için örgütlemek, bir araya getirmek ve


bu hareket sürecinde tepedeki din adamlarının sömürgen özünü
teşhir ederek tepedeki din adamlarına karşı da mücadeleye yön­
lendirmek, Kürt milleti içinde sınıf savaşını geliştirmek;
c) Feodalleri ve tepedeki din adamlarını Britanya emperyalizmi­
nin ajanları olarak teşhir etmek;
d) Kitlelere ancak kendi feodal toprak ağalarına ve ancak İngiliz
emperyalizmine karşı Türk, İranlı ve Arap emekçileriyle birlikte
savaşım ve sadece SSCB ile ittifakın milli kurtuluşu ve Kürt mil­
letinin milli birliğini sağlayabileceğini açıklamak;
e) Kürtlerin milli-devrimci ögelerini tek bir örgüt çatısı altında
birleştirmeye çalışmak ...
TKP aynı zamanda Lazlar arasında çalışmaya özel bir önem
vermelidir. Lazistan' da denizciler, balıkçılar ve köylüler de çif­
te boyunduruk altında sömürülmektedirler. Lazlar arasında
TKP'nin Bolşevik milli politikası Kürtlere göre çok daha uygun
bir temel bulmaktadır zira: 1) Lazlar arasında sınıfsal ayrışım
Kürtlere göre daha ileri gitmiştir; 2) Lazlar arasında devrimci
hareket daha büyük bir geleneğe sahiptir; 3) SSCB ile doğrudan
komşuluk ve SSCB ile yakın ilişkiler Lazlara Sovyet sisteminin ve
Sovyet iktidarının milli politikasının üstünlüğünü görsel olarak
göstermiştir. ( . . )
.

TKP'nin ana görevlerinden birisi emekçilerin bilincine SSCB'ye


yönelik saldırının Türkiye'ye saldırı anlamına geleceğini sok­
maktır, SSCB'nin varlığını sürdürüp güçlenmesi Türkiye'nin
bağımsızlığının en önemli teminatlarından birisidir. SSCB'ye
karşı savaş Türkiye'ye karşı savaş demektir, emperyalist filoların
Boğazlardan geçmesi SSCB için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır
ama Türkiye için de bu durum emekçilerin büyük fedakarlıkları
ile elde edilen bağımsızlığının sonu demek anlamına gelir. TKP,
kitlelere Türk egemen sınıflarının SSCB ile " dostluğunun" gö­
reli ve kırılgan olduğunu, Kemalizm'in emperyalizm önünde
teslimiyete yöneldiğini açıklamalı ve sadece kitlelerin bağımsız
mücadelesinin Türkiye'nin istiklalini korumasının biricik temi-
Ağrı isya n ı Değe r l e n d i rm e l e r i 1 1 69

natı olduğunu anlatmalıdır. Türkiye'nin bağımsızlık mücadele­


si eğer SSCB'yi koruma mücadelesiyle birleşmiyorsa yenilgiye
mahkum olacaktır. Partinin köylüler ve milli azınlıklar özel­
likle de Kürtler ve Lazlar arasındaki çalışmasına da bu açıdan
yaklaşmak gerekir. 2

M K Sekreteri Hasan Ali'n in Kürdistan Raporu


1929 yılı ikinci yarısından itibaren bir yandan TKP'nin
MMK'sinin uğradığı büyük tevkifat ve TKP 1929 Davası'nın
ağır hapis cezalarıyla tamamlanması, öte yandan da başı Nazım
Hikmet, Hamdi Şamilof, Tufan vb. bir grubun çektiği muhalefet
hareketinin giderek güçlenmesi, Türkiye' de TKP adına çalış­
maları MK Sekreteri olarak yürüten Hasan Ali'nin durumunu
oldukça zora sokmuştur.3 Görüldüğü kadarıyla 1930 yılı başla­
rında kabul edilen yeni Faaliyet Programı, Tezler ve Komintern'in
muhalefete karşı yayınladığı Açık Mektup, Mayıs 1930 başlarında
İstanbul'a ulaşmıştır. 22 Mayıs 1930 tarihli "TKP Sekreterinden
Ferdi Yoldaşa Mektup" başlıklı ve Jan Orlean [Hasan Ali] imzalı
mektup, bu belgelerin ulaşmasından duyulan memnuniyeti dile
getirdiği gibi, ülkede yükselen Kürt İsyanı'yla ilgili de değerlen­
dirmeler içermektedir. Şöyle ki:
( . . . ) 14- Çok yakında size memleketin iktisadi, siyasi, içtimai
vaziyeti hakkında raporlar takdim edeceğiz. Mamafih şimdiden
hülasa olarak söyleyebiliriz ki, irtica her zamandan fazla faaldir.
Ortalıkta açıktan açığa Kazım Karabekir'in illegal fırkasından,
halife ile olan muhaberelerden bahsedilmektedir. Diğer taraftan
bu hareketi son zamanlarda tekrar canlanan Kürt harekatıyla
bağlamak lazımdır. Her taraftan, açıktan açığa İngiliz himaye­
si altında bir Kürt istiklalinden bahsedilmektedir. Hatta Ararat
dağlarında Ömer Faruk'un idaresinde koskocaman bir erkan-ı

2 RGASPİ f. 495, op. 1 54, d. 4 1 7, Belge 9-20.


3 Bu konuda ayrıntılı bilgiler Erden Akbulut ve Erol Ülker, Türkiye Komünist
Partisi'nin Bölünmesi (1 928-1935) adlı çalışmada yer almaktadır.
1 70 1 Komin tern, TKP ve Kürt is yon/arı
harbiyenin çalıştığı da katiyetle şayiadır. Birçok Kürt zabitler,
erkan-ı harpler Kürdistan'a kaçmakta ve harekata iştirak etmek­
tedirler.. ( . . . )
16- Kürt köylülüğünü elde ederek derebeyliğe karşı bir kontr
puan yapmak ve bu mesele ile ciddi surette alakadar olmak za­
manı gelmiştir. Bu hususta sizi yakında mufassal olarak tenvir
edeceğiz . . 4

Nitekim sizi yakında ayrıntılı olarak aydınlatacağız denen


bu mektuptan sonra 25 Mayıs 1 930 tarihinde kapsamlı bir ra­
por yine Hasan Ali tarafından gönderilmiştir5. Ne yazık ki rapor
4 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm l, CD No: 27, Klasör No: 35_36, Belge No: 423
[Eski Türkçe]. Bu belgenin arşivde bulunan Fransızca çevirisinde şöyle deniyor:
"Bir süredir İ ngiliz protektorası altında bir 'Kürt bağımsızlığı'ndan söz edildiği
sıkça duyuluyor. Hatta 'Ararat' [Ağrı) dağında Prens Ömer Faruk'un yönetimin­
de faaliyet gösteren bir genel kurmayın bile olması söz konusu. Alaylı ve kurmay
çok sayıda Kürt subay, bu harekete katılmak üzere Türk ordusundan kaçıyor. Feo­
dal beylerinden koparıp onlara karşı örgütlü bir güç olarak muhalefet etmek üze­
re Kürt köylülüğü ile ilgilenmemiz bakımından önemli günlerden geçiyoruz. Bu
noktada size yakında ayrıntılı belgeler yollayacağız." TÜSTAV Komintern Arşivi
Döküm 1, CD No: 31, Klasör No: 6_8, Belge No: 564-574 ve 575-585 [Fransızca] .
5 Bu raporun Doğu Sekreterliği'ne ulaştığına ilişkin bilgi, Dr. Şefik Hüsnü 'ye
Magyar tarafından gönderilen 8 Ağustos 1 930 tarihli mektupta şöyle ifade edi­
liyor: "Ayaklanmaya doğru ve zamanında işaret eden Kürdistan Raporu hariç,
Türkiye'den rapor gelmedi." Aynı mektupta ayrıca şu bilgiler de aktarılıyor:
"Alekseyev yoldaş buraya Kürdistan' daki isyan hakkında materyaller bıraktı ve
biz burada bu konuyu görüşüp tartışmak istiyoruz. Karar stenogramını size ile­
tiriz. Sorun son derece doğru. Partimizin tutumu ne? Derginiz nasıl bir konum
aldı? Burada karşımızda, geniş köylü yığınlarının devrimci memnuniyetsizliğini
emperyalizmin, feodallerin desteğiyle, nasıl kullandığının klasik örneği ni görü­
yoruz. Feodal ve ulusal zulüm altındaki bu geniş köylü yığınlarını bizlerin örgüt­
lemediğini, yönetmed iğimizi görüyoruz." TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm 1 ,
CD N o : 3 4 , Klasör N o : 4_6, Belge N o : 576 [Almanca]. Dr. Şefik Hüsnü Magyar'a
verdiği 28 Ağustos 1 930 tarihli cevapta şöyle yazıyor: "Kürt isyanını sekreterliği­
m izde derinlemesine inceleme kararı almanızı öğrenmekten çok memnun oldum.
Bu konuda size birkaç düşüncemi daha önce yazmıştım. Bu konuda dergimizde
yer alan uzun makalenin çevirisini göndermeyi önüme koydum. Emperyalizmin
ajanları, emperyalist politikalarına hizmet etmeye ayak direyen doğu devletle­
rine karşı ulusal azınlıkların bağımsızlık eğilimlerini sömürme alanında uzun
bir pratiğe sahiptirler. Osmanlı İ mparatorluğu döneminde Balkan ve Arabistan
halklarının tarihinin tümü bu türden manevralarla örülüdür. Her defasında uy­
gulamaya konan aynı ajitasyon yöntemleridir. Ve bu, partilerimiz onların entri­
kalarına ve aldatıcı demagojilerine serbest alan bırakmayacak kadar güçleninceye
Ağ r ı i s y a n ı D eğ e r l e n d i r m e l e r i 1 171

içeriğinde belirtilen "Komünistler ve Rusya'nın Vaziyeti" başlıklı


bölüm eksiktir.
2 5 -V- 1930

Rapor6
1. Hükumetçe Şark addedilen mıntıkalar
2. Şarkta iktisadi, içtimai ve siyasi vaziyet
3. Şarkın monarşistlerle, Suriye, Irak ve Ararat "Ağrı" dağı ile
olan münasebatı7
4. Şarkta ordu ve idarenin vaziyeti ve vazulceyşi
5. Komünistler ve Rusya'nın vaziyeti.

1.
Şark addedilen mıntıkalar Garpten itibaren Urfa, Maraş, Elbis­
tan, Sivastan başlar ve Erzurum, Kars, Van, Nusaybinde biter. En
mühim ve merkezi kısmı Diyarı Bekir, Elaziz, Muş, Dersim, Van,
Erzurum, Hakkari ve havalisidir, bir kelime ile Kürtlerin en kesif
olarak bulunduğu yerlere Türkçede Şark ismi verilmiştir.

2.
Şarkta daha ziyade derebeylik usulü caridir. Halkın içinde daha
göçebe halinde olanlar bulunduğu gibi, yalnız bir bey (Bek) veya
ağaya tabi geniş köyler ve sayısız insanlar da vardır.
[el yazısı değişiyor] (Yani öyle beyler vardır ki bugün bile ken­
disinin birkaç köy üzerinde eski adetler neticesi tanınan bir bü­
yüklük hakkı bir nüfuzu vardır ve her emrini kendine tabi köy ve
kabilelere dinletebilir.)

kadar devam edecektir. Şunu not etmek gerekir ki bu defa İngiliz emperyalizmi,
Kürt ve Ermeni ırklarının kardeşliği efsanesini işleyen Ermeni burjuvazisinin aji­
tatörlerinin deneyiminden ve yerel koşullarla ilgili bilgilerinden yararlandılar."
TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm l, CD No: 34, Klasör No: 4_6, Belge No: 582
[Fransızca] .
6 CD No: 27, Klasör No: 35_36, Belge No: 473-480 [Türkçe ve Eski Türkçe] ; belge­
nin Eski Türkçe bölümü italik harflerle belirtilmiştir.
7 Monarşistlerin arkasında İngilizler bulunduğu ve Şarkta İngilizlerin hemen her
hususta hakim bir nüfuza malik oldukları görülür.
172 1 Komin tern, TKP ve Kür t isya nları

Kemalizm Şarka aldığı bütün tedbirlere rağmen tamamen değil,


kısmen bile girememiştir. Orada, hala iptidai mübadele usulü ol­
duğu gibi, Cumhuriyet paraları yerine Padişahlık devirlerine ait
gümüş paralar tedavül etmektedir. Gümüş para tedavülü Fevzi
Paşa ve Maraştan başlar Vana kadar devam eder, bilhassa D. Be­
kir ve Elaziz vilayetleri dahilinde Cumhuriyet paralarını posta
idareleri ve hükumet müessisatı bile (memurların şahsi ukalalık­
ları yüzünden) arada sırada kabul etmemektedir.
Kürtler kendi aralarında yekdiğerlerine en geniş şekilde yardım
ve saklama gibi her kolaylığı gösterdikleri halde Kürt olmıyan­
lara, bilhassa jandarmalara, hükumet memurlarına karşı derin
bir nefret beslerler. Kendi dillerini konuşan bir kimse her suretle
(en büyük düşmanları dahi olsa) aralarında hüsnü kabul görür.
Türklere ve Türklerin öz malı saydıkları için hükumete karşı
(hatta onun hizmetinde bulunan Kürt memur v.s.) hemen her
Kürt derin bir kin ve nefret beslemektedir. Çok iptidai insanlar
oldukları için ilk fırsatta orada (Şarkta) bulunan memur, jandar­
ma v.s. gibi yerli olmıyan hükumet adamlarını kesmek suretiyle
itlaf etmektedirler. Netekim son zamanlarda birkaç nahiye mü­
dürünü kesmişlerdir.
Kürtlerin kendi dilleri kendi harsleri ile ve tatbik edilen tazyik
usulü ile hiçbir zaman Türkleşemiyeceklerini her kes tahmin et­
mektedir. Hükumet her ne kadar orada ilk mektepler açıyorsa
da bunlardan sırf kendi lehine propaganda yapılması faydasını
bekliyor ve Kürt ırkına mensup olanları yüksek mekteplerle zabit
mekteplerine almıyor. (Şimdiye kadar girmiş olanlar müstesna,
hatta imkan buldukça ordudaki Kürt ırkına mensup zabitanı da
birer bahane ile ordudan ayırmaktadırlar.)
Bilhassa Kürdistana doğru yapılan demir yolunun onların
iktisadi vaziyetlerini ihlal edeceğini ve ne suretle olursa olsun
Türk nüfuzunu takviye edeceğini düşünmeleri de bu nefretin ço­
ğalmasına sebep olmaktadır.
Şimdilik daha ziyade ihraç ettikleri hayvan sürüleri, yün ve deri
gibi mahsullerini Suriyeye ve bilhassa Halebe götürmektedirler.
Ağ r ı i s y a n ı D e ğ e r l e n d i r m e l e r i 1 173
Suriyede çok ucuz olan Fransız emtiası üzerine en geniş manası
ile büyük mikyasta kaçakçılık yapılmaktadır. Hatta dene bilirki
hududa yakın olanların % 8 0'i pasaportsuz olarak Suriyeye gidip
gelmektedirler.
3.
Şarkta hakim olan siyasi kuvetler
Şarkta elan hüküm süren iptidai mübadele şekilleri, derebeylik
rejiminin, Türklerin kuvetle Kürdistana hululleri takdirinde ta­
rumar olacağı ve bu yüzden zaten topraksız olmaları dolayısı ile,
hiç olmazsa beyleri tarafından kendilerine gösterilen bir hayvan
itinasının bile Türklerce gösterilmiyeceğini tahmin eden Kürt­
ler, Türklerin her ne suretle olursa olsun Kürdistana hulullerini
hiç te hoş görmemektedirler.
Bununla beraber Türk inkılabından, Kürt isyanının tenkilin­
den sonra Türklerce Kürdistanda tatbik edilen şiddetli tedbirler
Kürtlerin ebediyen (şimdilik) Türklere derin bir nefret besle­
mesini mucip olmuş ve bu yüzden de harici teşvikatı müsait bir
zemin bulabilmiştir, her şeyden evel Şark Türkiyeden ayrı bir
yaşayışa sahiptir.
Bu yüzden orada her şeyden evel İngiltere monarşistlerin ar­
kasına gizlenerek çok geniş bir şekilde tahrikat ve propaganda
yaptırmaktadır. Bilhassa Kürt isyanından sonra İran, Irak ve
Suriyeye iltica eden bazı mühim Kürt beyleriyle, ordudan kaça­
rak Ararat (Ağrı) dağına sığınan Türk ordusunun Erkanı Harp
zabitlerinden bazıları (mesela E.H. yüzbaşısı İhsan) hemen her
zaman Kürdistan istiklali lehinde çok geniş mikyasta propagan­
da yapmakta ve yaptırmaktadırlar.
Mesela: Yüzbaşı İhsan ordudaki bilumum Kürt zabitlere Kürt
istiklali lehinde çalışmaları hakkında matbu birer mektup gön­
dermiştir ki, bu hususta müteyakkız bulunulması için Büyük
Erkanı Harbiye Reisliği 9 30 Nisanında çok mahrem bir tamim
neşretmiştir.
Bundan mada, Türk zulmünden ve Kürt istiklalinden bahis kır­
mızı kağıtlara basılmış (Araratta) binlerce beyannameler, bütün
174 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyan ları

Kürdistanda sık sık derviş kıyafetinde gezen insanlar tarafından,


köylere kadar dağıtılmaktadır. Yine Suriyede basılmış ve üzerin­
de (Halifeye yardım) ibaresi bulunan 20 kuruşluk gümüş meci­
diyeler halk arasında gizlice tedavül etmektedir. Bu hususta halk,
İngiliz ve Fransızların halifeye olan borçlarını verirken paraların
üzerine bu ibareyi yazdıklarını söylemektedirler.
Denebilir ki mürteciler (İngiltere) Şarkta bu gün her zamankin­
den fazla faaldirler ve kazanacaklarını kaviyen ümit etmektedir­
ler. İngilizlerin büyük bir gayretle Kürtleri bir istiklal mücadele­
sine sevk etmek suretiyle kendi kucaklarına düşürmeğe ve hulul
etmeye çalıştıkları açıkça görülmektedir.
Orada her zamankinden çok kuvetli olan "halifecilik" ve "Kürt
istiklali" propagandalarının yer bulması demek, İngilterenin çok
kuvvetle Şarka nüfuz ve hulul etmesi demektir ki, bunu Türki­
yede çalışan Fırkamız cihan inkılabına yapacağı zararı nazarı
itibara alarak gözden kaçırmamalı ve mukabil tedbir almalıdır.
Monarşistlerin en mühim merkezleri Ararat, Irak ve Suriyedir.
Hemen bu üç yerde de her şeyden evel İngilizler bila vasıta mües­
sirdirler. Hatta Irakta "İttihadı İslam" adında Kürt gençleri için
son zamanlarda bir mektep açıldığı da rivayet edilmektedir.
Ararat dağında her gün muntazam kıtaların her nevi modern
harp vasıtaları ile İngiliz ve firari Türk zabitlerinin kumandası
altında talim edilmekte olduğunu Ararata gidip gelenler söyle­
mektedir.
Hükümet her şeyden evvel Şarkta İngiliz nüfuzunun ilerle­
mesinden korkmakta ve hemen her zaman bu nüfuzun hilafet
namı altında idari bir değişikliği hazırlamakta olduğunu iyice
tahmin etmektedir. Fakat bunun önüne geçmek için evvela ora­
daki iktisadi ve askeri vaziyetini tahkim etmek gayesiyle yaptı­
ğı demiryollarını, bilahare Kürtlere yarar korkusuyla şimdilik
Diyarbekir' den ileri geçirm iyor ve orada kendi nüfuzunu kuv­
vetleştiriyor. Mesela, para bahsinde olduğu gibi, ki cumhuriyet
paralarını şehirlerde bulunan hiçbir dükkancı bile almamakta­
dır. Bundan maada birçok memurlar, canlarını tehlikeye soka-
Ağrı isya n ı Değerle n d i r meleri 1 l 75

caklarını tahmin ettikleri için Şarka gitmekten çekiniyorlar. Bu


yüzden orduda bulunan her zabitin her üç senede bir defa Şarka
gönderilmesi esas ittihaz edilmiş ve bu sicillerine bile kaydedil­
miştir. Bütün bu tedbirlere rağmen Şarka, yine çok az Garplı
memur ve zabit gitmekte, bu da bi'n-netice idarenin mümkün
mertebe bilfiil Kürt veya Kürtleşmiş memurlar elinde kalmasını
ve halkın da bu suretle hükümeti hiçe saymasını mucip olmak­
tadır. Oradaki memurlar, daha ziyade halkı soymayı gaye edin­
mişlerdir. Hemen Şarkta bulunan her yabancı ve yerli (memur,
asker, jandarma) az zamanda büyük bir servet biriktirmektedir.
Orada ağaların nüfuzu elan çok kuvvetlidir. Alelade bir aşiret
reisi, en mühim hükümet memurunu, kendisinin uşağı addet­
mekte ve bilfiil, memurlardan da bu muameleyi görmektedir.
Hükümet bunun için Şarkta, hemen Garpla hiç münasebeti ol­
mayan bazı kanunlar ve idare şekilleri kabul etmiştir. Mesela
müfettiş-i umumilik, doğrudan doğruya başvekalete muhabere
eden geniş salahiyetli bir nevi Kürt reisliğidir. (Antrparantez
şunu da ilave edelim ki, İbrahim Tali Bey'e "Kürdistan kralı" da
denilmektedir.) Bundan maada, Şark için, çok keskin mevaddı
i htiva eden bir kanun da kabul edilmek üzeredir ki buna naza­
ran oradaki siyasi cürümlerden mahkum edilen bir kimsenin
temyizsiz hükmü icra edilecektir. (Bu henüz proje halinde ol­
makla beraber Şarkta dedikodusu halk arasında kuvvetle devam
etmektedir.)
Hükümet, Şarkta bilhassa Kürdistan' da komünist teşkilatının
bulunmadığına kanidir. Fakat Rusya' dan çok, hem de pek çok
korkmaktadır. Hemen her zaman Ruslar tarafından müsellah bir
baskını hesap ettiğinden Şark cephesinde bulunan kıtaatı her za­
man bir Rus taarruzuna karşı hazırlamaya uğraşmakta ve bütün
ordunun, bu takdirde, tecemmu noktasını Muş Ovası ve Tokat
civarı olarak kabul etmektedir.
176 1 Komin tern, TKP ve Kür t isyanları

4
Ordunun Vaziyeti
Şarkta ordu oldukça kesif bir vaziyette bulunmaktadır. Mesela
Diyarbekir 7. kolordunun merkezidir. Elaziz'de iki piyade ( 1 2 ve
20) alayı ile bir jandarma ve bir topçu alayı, ki ceman dört alay
vardır. Bundan maada diğer Şark şehirlerinde mesela Van' da
iki ester süvar jandarma alayı ve diğer piyade alayları vardır.
Diyarbekir'de aynı zamanda tayyare kıtaatı da vardır ki bun­
lar hemen her sene Nisanda seferberlik yaparak Teşrinisaniye
kadar muntazaman Ararat Dağı'na hücum ederler. Bu hücuma
Eskişehir' de bulunan diğer tayyare kıtaatı da iştirak ettirilmek­
tedir.
Kolordunun efradı kamilen Garp vilayetlerinden getirilmekte­
dir. Her şeyden evvel İstanbul ve civarına ait ve Üçüncü Kolordu
tarafından silah altına alınan efradın hemen hepsi kamilen Şar­
ka gönderilmektedir ve Şarkta hiçbir nefer, hatta zabit ve memur
oğlu dahi olsa, istihdam edilmemektedir. Bu da gösteriyor ki,
Türkler de mütekabilen Kürtlere güvenmediklerini bilfiil göster­
mekle onların kendi haklarındaki itimatsızlıklarını artırmala­
rına hizmet etmektedirler. Ordunun Şarkta bulunan kıtalarının
ekserisi seyyar ve hemen her zaman seferber gibi. [rapor burada
kesiliyor]

].{an] Or.[lean] [Hasan Ali]

İnkı lap Yolu Dergisinde Kürt İ syanı


Temmuz-Ağustos 1 930 tarihli inkılap Yolu dergisinin ilk çift
sayısı, Aydınlık'tan sonra TKP'nin çıkardığı ilk teorik yayın or­
ganıdır. Derginin Giriş yazısından sonra en kapsamlı makalesi
F. [Ferdi -Dr. Şefik Hüsnü] imzalı "ikinci Kürt İsyanı" başlıklı
yazısıdır8. Bu oldukça uzun yazıyı aktarıyoruz. Yazının girişinde
aslında Kürt İsyanı'nın 6 aydır sürdüğüne, ancak son iki buçuk-
8 Dr. Şefik Hüsnü, Kürt isyanlarına ve ulusal soruna ilişkin bu önemli makalesinde,
büyük olasılıkla Cumhuriyet dönemi öncesine ait olduğu için Koçgiri İsyanı'nı
ele almıyor.
Ağrı isya n ı Değerlendirmeleri 1 1 77
üç aydır alevlendiğine işaret ederek konunun yukarıda belgele­
rini verdiğimiz üzere TKP MK tarafından ele alınarak KEYK'e
yapılan değerlendirmenin iletildiği belirtiliyor. Basının uzun süre
isyanı görmezden geldiği ifade edildikten sonra, isyan konusuna
geçiliyor.
ikinci kürt isyanı

Bütün vahamet köylülüğün iştirakinde


Ankara milli ekalliyet ve iktisat siyasetlerile ektiğini devşiriyoz
isyan memlekette fevkalade bir ictimai gerginligin ve sefaletin
mahsulü
Alti aydanberidir, şark vilayetlerinde bir kazan kaynadığına,
mühim bir şeyler -umumi bir ihtilal haraketi kabilinden bir şey­
ler- hazırlandıgına dair rivayetler, şayiala kulaktan kulağa dola­
şıyordu. Hatta bir ara bundan iki büçük üc ay evvel dedikodunun
ortalığa saçtığı heyecan bunu günün en mühim mes'elesi haline
getirmişti. O zaman fırkamızın merkez komitası da, ictimaların­
dan birinde, her ihtemale karşı vaz'iyeti tetkike ve talakki tarzını
tesbite lüzum görmüş, kommunist Beynelmileli icra komitasının
nazarı dikkatını da celbetmişti.
Efkarı umumiyeni n bu derecede heyecanla takip ettiği ve siya­
siyatla ülfeti olmıyanlari bile alakadar etmeğe balıyan bu bahsa
dair, isyan -öyle kolaylıkla önüne geçilemiyecek- bir emri vaki
olana kadar, pek acınacak betbaht birer uşak menzelesine indi­
rilmiş olan gazetalarda, tek bir kelime bile yazılmamıştır. Tür­
kiye haricinda yaşayanları, türk matbuatının, haykıran vakayi
önünde bile, bir kapu kulu meskenetile, bukadar uzun müddet
sükut edebilmiş olmalarına inandırmak çok güçtür. Ancak aske­
ri harekat ve sair tedbirler netice vermeğe başladıktan sonra, ga­
zetalar, hükumetin tebliglerini neşir ve onları muayyen talimat
dairesinde tefsir etmek suretile, halka isyan tafsilatını vermeğe
başlamışlardır. Öyle ki efkarı umumiye buna karşı vaz'iyet al­
mak için zerre kadar hazırlanmamış, lakayt bir seyirci mevkiin­
de bırakılmıştır. Türkiyede matbuatın ağzı boğucu bir tıkaç ile
178 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya n la rı

kapatılmış olduğunu göstermek için bundan iyi bir misal bulu­


namaz. Bundan dolayi memlektin inkilabi menfaatleri pek bü­
yük zararlara maruz kaldığı, bütün millet efradının artık iyice
anlamış olduğu izahtan müstagni bir hakikattır.
Asıl isyan mes'elesine gelince, halk fırkası hükumeti ikinci defa
olarak bu vahim gaile ile karşılaşıyor; ve bu karşılaşma hiç şü­
pesiz sonuncusu olmiyacaktır. Ayni sebepler daima ayni neti­
celeri doğurduguna göre, bu defa da munhasiren mütefevvik
kuvvetler tahşidi sayesinde bastırılacak olan bu kalkmışlar, her
yeni fırsat zuhurunda tekrar tekrar nüksedecektir. Çünkü halk
fırkası diktatorluğu -tıpkı hükümdarlığa müstenit istibdat ida­
releri altında yapıldığı gibi- daima bu nevi isyan haraketlerini
sadece ham kuvvet istimalile kana buğmayı mes'eleyi kökünden
kazımağa muadil sayıyor. Bu neticeyi, elde ettimi, bütün işi bit­
ti sanıyor. Onların ictimai avamilini tetkik, dogmalarını mucip
espabı izaleye teşebbüs gibi siyasi fealliyetlere yanaşm ıyor bile ...
O buna akıl erdiremiyor denilemez. Önümüzde duran fırka bur­
juvazinin sınıf şuuruna ermiş bir siyasi teşkilatıdır. Evropanın,
yakından takip ettiği, ictimaı tecrübelerine istinaden, o pekala,
bu kütleleri harakete getiren saiklerin hangileri oldugunu takdir
edecek vaz'iyettedir. işte asıl burada onun sermayedarlaşmakta
bir burjuvazinin hükumeti vasfı bütün icraatina hakim olmak­
tadır. İstismar cıların mümessili sıfatıla o ebediyen bocalamıya
mahkumdur; kıyamların ictimai ve iktisadi esbap ve avamilini
ortadan kaldırmıya hatta teşebbüs etmek bile onun için imkan
haricindedir. Onun yapacağı ila nihaye elebaşıların bir kısmı ile
gizli anlaşmalar ve uzlaşmalar akdetmege, ve, kör bir cebrü şid­
detle kütleleri ezmege inhisar edecektir. Bu tali ve sathi tedbirler­
le ancak göze batan tezahurat boğulabilir. Bu, ameliyata muhtaç
bir yaraya merhem sürmek ve sapa saglam uzviyetleri kesüp at­
mak tarzında bir tedavidır.

Dr. Şefik Hüsnü Kürt İsyanı'nın iki cephesini, bu isyana he­


yecanla katılan köylülük ve yoksul halk ile isyanı örgütleyen ta­
baka ve dış güçler olarak ayırıyor. Şeyh Sait İsyanı'nda olduğu
Ağ r ı i s y a n ı D e ğ e r l e n d i r m e l e r i 1 179
gibi Ağrı İsyanı'nda da köylülüğün ve yoksul halkın isyana kit­
lesel olarak katıldığı gerçeğinin altını çiziyor; bunun hoşnutsuz
halkın hükümet siyasetine karşı kitlesel bir ayaklanması oldu­
ğunu belirtiyor.
Filhakika kürt isyanının tetkike muhtaç iki cephesi vardır: 1 .
heyecanla ona iştirak ve uğrunda canını feda eden köylülük ve
yoksul halk; 2 . harekatı teşkilatlandıran tabaka ve haricten kö­
rükleyenler. Gerek geçen def'a gerel bu def'a isyana köylülüğün
ve halkin kütle halinde iştirakleri kimsenin inkar edemiyeceği
bir hakikattır. Ve esasen böyle olmasa o ne hükumet kuvvetlerini
aylarca işkal edebilecek cesametler alir, ne de haddı zatında mü­
him bir tehlike teşkil ederdi. Burjuva gazetalarının eşkiyadan,
çabuku cetelerinin tenkilinden bol bol bahsetmelerine ragmen,
tam manası ihe hoşnutsuz bir halkin hükumet siyasetine karşı
kütlevi bir kıyamı karşısında bulunuyoruz. Mesela Zeylan hadi­
sesinde hariçten gelen azami 1 50 atlıya mükabil, muharebe mey­
danında takriben 3000 maktul sayılmiş, ve birçok müsellah asi
kuvvetlerin oteye beriye kaçtiklarının tespit edilmiş olmasi bunu
açıkça gösterir. Ayaklanan halk arasına -her ictimai harakette
olduğu gibi- halısı edilen eşkiyadan ve çabulculardan mürekkep
bir takım süpheli unsurların karışması onun siyasi mahiyettini
ihlal edemez.

Dr. Şefik Hüsnü Kürt İsyanı'nın siyasal niteliğini ele alırken,


isyanı yönetenlerin sınıfsal kökenleri, yükselttikleri sloganlar
ve taşıdıkları niyetler itibarıyla bunu emperyalizme alet olmuş,
halkın ve devrimin çıkarlarına aykırı, koyu gerici bir hareket
olarak niteliyor. Ancak isyanın sosyal nedenlerine ve harekete
geçirici güçlerine bakıldığında ise, bambaşka bir durumla karşı
karşıya gelindiğini vurguluyor. Dr. Şefik Hüsnü'nün bu yakla­
şımı Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili olarak TKP'nin 1925'te aldığı tu­
tumdan kökten büyük bir farklılık taşıyor. Dr. Şefik Hüsnü, bu
çerçevede Kürt İsyanı'nın "mazlum köylülüğün kurtuluş müca­
deles i" olduğu tespitini yapıyor; bu mücadelede köylülüğün geri-
1 80 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya nları

cilerin peşine takılmakla büyük bir hata yaptığını dile getiriyor;


ancak burada kusurun köylülükte değil, ona önderlik edecek
devrimci partide ve bu arada bu görevi henüz yerine getirme­
miş olan komünist partisinde olduğunu ifade ediyor. Buradan
hareketle Dr. Şefik Hüsnü alabildiğine iyimser bir öngörüde bu­
luyor: Saf devrimci amaçlarımızla biz kendimizi onlara tanıttı­
ğımız gün, onlar komünist teşkilatların etrafında toplanacak ve
ülke çapında işçi-köylü hareketlerine katılarak hem kendi yerel
çıkarlarına, hem de işçi-köylü devriminin yüksek çıkarlarına
alabildiğine etkili hizmetlerde bulunacaklardır.
Siyasi mahiyyetine gelinçe, kürt isyanı, başına geçup ona istika­
met verenlerin şiarları, niyetleri ve intisapları itibarıla, imperi­
yalisme alet olan, halkın ve inkılabın menafiine mugayir, koyu
mürteci geri bir harakettir, Fakat ictimai sebepleri, muharrik
kuvvetleri göz onöne getirildiği takdirde o büsbütün başka bir
mana ifade eder, Halkın niçin ayaklandığını araştırmak bu mana
da kendiligindenmeydana cıkar. Onun dertleri ve duyguları ma­
lum. O neticesi milli ekalliyetleri diledikleri gibi yaşamak hakla­
rından mahrum etmek, iktisadi ve mali tedbirlerile yoksul küt­
leleri mahvü perişan etmek olan, ancak zenginleşen tabakaların
menafiine uygun, " halk aleytarı" müstebit bir siyaset sistemine
nihayet vermekten gayri sefalet ve iztiraptan yakayı sıyırmanın
çaresini göremiyor. Bu bakıma göre isyan mazlum köylülügün
bir kurtuluş mücadelesidir. Bu mücadelede mürtecilerin peşin­
den gitmekle köylülük feci bir surette yanılıyor, bizzat kendi
maksatlarına karşı haraket etmiş oluyur, Fakat onu mazur gor­
mek lazımdir. Bu güne kadar hangi samimi inkılapçı fırka cıktı,
ona hakikati anlattı da o dinlemedi? Bu sahada Türkiye kommu­
nist fırkası da vazifesini yapmak firsatını henüz elegeçi rmiş de­
gildir. Biz eminiz ki yoksul köylülük, önünde başka bir kurtarıcı
teşkilat gormediği icin, derebeylerinin ve serseri cete reislerinin
rehberligini kabul ediyor. Saf inkılap gayelerimizle biz kendimizi
onlara tanıttıgımız gün derhal kommunist teşkilatları etrafında
toplanacakları; ve memleket mikyasındaki büyük amele ve köylü
Ağ r ı i s ya n ı Değe r l e n d i r m e l e r i ! ısı
haraketlerine iştirak suretile hem kendi mahalli menfaatlerine
hem de amele ve köylü inkılabının umumi ve yüksek menfaat­
lerine çok müessir hizmetler ifa edecekleri muhakkaktır. Bütün
bu mülahazat diger mintakalardaki türk köylüleri için de varit­
tir. Onlar da bugün tamamile aynı vaz'iyettedirler, ayni dertler
icinde çirpinıyorler. Eger kürtler gibi silaha sarilmıyorlarsa, ve
herhangi bir harelete girişmiyorlarsa bu onların deha az sıkın­
tida olduklarını; Ankara diktatorluğuna karşı deha az diş bile­
diklerini, veyahut daha kanaatkar ve daha uslu olduklarını gos­
termez; bunun sebebini münhasiren kendilerine yol gösterecek
her hangi bir teşkilatın bulunmamasında aramak icap eder. Bu
gibi insiyaki kaynaşmalar, en sonunda muhtaç oldukları teşki­
latı -anarşıkşekillerde- bizzat kendileri de yaratabilirler. Kom­
munism mücahitleri, köylülük arasında, şehir işçileri arasında
olduğu kadar velut geniş bir mücadele sahası, propaganda ve teş­
kilat fealiyetlerine açık bulunduğunu ve oraya yetişmekte acele
etmeğe mecbur olduklarını unutmamalıdırlar.

Dr. Şefik Hüsnü bu sınıfsal-sosyal analizinden hareketle


Kürt İsyanı'nın önemini özce şöyle dile getiriyor: Gericiliğin
rolü ne denli büyük olursa olsun, bu isyan bütün bir ülke halkı­
nın egemen sınıf hükümetine karşı silahlı hücum ve savunma
durumuna geçmiş olmasıdır. Bu çapta sosyal hareketlerin, bir
rolü olmakla birlikte yapay tahriklerle, boş vaatlerle ve paray­
la adam kandırmakla olamayacağını vurguluyor. Yoksul Kürt
kitlelerinin nasıl olup da sömürücü tabakaların gerici slogan­
ları peşinden sürüklendiğini, bu çelişkinin çözümünün Kürt
sorununun ana düğümü olduğunu ortaya koyuyor ve bunun
Kürtlerde henüz sınıf bilincinin var olmaması, ancak ulusal
bilincin 19. yüzyıldan itibaren uyanıp gelişmiş olmasıyla açık­
lıyor. Ulusal bilincin gelişmesinde, Kürt ulusunun geçmişten
bu yana yabancı egemen ulusların tahakkümü altında olması­
nın, geri sosyal ilişkiler içinde ulusal azınlık halinde yaşama­
sının, ulusal özelliklerini kaybetmeden homojen ve toplu halde
182 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyanları

kalmasının, emperyalist devletler tarafından merkezi devlete


bağlanma yönündeki baskılara karşı koyarak bağımsızlık mü­
cadelesine giriştiklerinde yardım almasının belli başlı etkenler
olduğunu ifade ediyor.
Hulasa irticaın rolu nekadar büyük olursa olsun, kürt isyanının
asıl ehemmiyeti bütün bir ülke ehalisinin hakim sınıf hüküme­
tine karşı elbirligile müsellah hücum veya müdafaa vaz'iyetine
gecmiş olmasındadır. Sadece sun'i tahrıkatla, vadü veitle, ve para
ile adam kandırmak suretile bu cesamette ve bu ehemmiyette ic­
timai galeyanlar uyandırmanın imkan ve ihtimalı yoktur. Bur­
juva gazetalarınrn yaptıgı gibi bunun aksini iddia etmek için kısa
gorüşlu bir bürokrat zihniyetile malul olmak icap eder. En sakin
ve asude yaşamağa alışmış insanlar bile, ictimai bir hastalığın te­
siri altında, herşeyi göze alarak gündelik hayatlarının mutat çer­
çivesinden çıktıkları ve meçhulata dogru atıldıkları meydanda­
dır. Bu hastalik bura ehalisinde takat ve tahammül birakmıyan
iki taraflı baskı, ikikat soygundur: bir tarafta derebeylerin keş­
külü ve asası; diger tarafta millici devletin hortumu ve süngüsü ...
isyanda tahrikatin oynadiği rol de şuphesiz büyüktür. Mevcuta­
yaklanma temayülünü, isyan haleti ruhiyyesini bir mecraya sok­
mak, anu bazı istekler -şiarlar- etrafında toplama ve teşkilatlan­
dırmak ta lazimdi; ve bunu yapacak ve bilfiil yapan bir zümre de
vardı. Biz haraketin merkezi sıkleti kütlelerin iştirakinda olduğu
tezini müdafaa etmekle onu çerçiveliyen varlıklı hakim tabakaya
mensup unsurların meş'um tesirini inkar etmiş olmıyoruz. Di­
geri gibi bu da aşikar bir vakıadır. Bütün mes'ele bu istismarcı
anasırın başlarına bela oldukları ve her gün bin bir şekilde kan­
larını emdikleri zavallı halkı masıl olup ta kolayca aldata bildik­
lerini ve kendi hasis menfaatlerine ve karanlik siyasi gayelerine
alet edebildikleriııi izah etmektedir. Bu tenakuzu aydınlatmak
kürt mes'elesinin asıl düğüm noktasını meydana cıkaracaktır.
Biz onun en mühim sebebini emekcı kürtlerde, el'an bugün sı­
nıf şuuru namına hiçbir tezahür göze çarpmadıgı halde, on do ­
kuzuncu asrın başlangıcındanberi bir milli şuurun uyanmış ve
Ağrı isyanı Değerlendirmeleri 1 1 83

sur'atle inkisaf etmekte bulunmuş, olmasında görüyoruz. Kürt


milletinin, öteden beri yabancı hakim milletlerin çizmesi altında
mahkum ve makhur, geri bir ictimai seviyede milli ekalliyetler
vaz'iyetinde bulunması; yanaşılması güç, nakil vasıtalarından
mahrum, hudut boylarında arızalı topraklarda yaşaması; bu
vaz'iyetin, milli bir harstan mahrumiyetine ragmen, milli husu­
siyetlerini kaybetmeden mütecanis ve toplu bir halde kalması­
na çok müsait bulunması; hakimiyetine tabi oldukları Devletin
her türlü islahat teşebbuslerini takim etmek kendi imperyalist
gayeleri iktizası olan bazı büyük Devletlerden, merkezle irti­
batlarını kuvvetlendirecek tekmil yeniliklere karşı mukavemet
etmek ve istiklal mücadelelerine girişmek hususlarında müte­
madiyen teşvik ve yardım görmesi bütün bu amiller bu milli
şuuru sur'atle inkisaf ettirmektedir. Imperyalismin, para ile sa­
tın alınmiş adi bendeleri olan derebeylerinin ve şeyhlerin bütün
mehareti, -çoğu kendi yüzlerinden olan- tekmil fenalıklardan,
halkın umumi sefalet ve iztirabından yegane mesul: mahkum bir
millete mensup olmaları dolayısıla, kendilerini insafsizça soyan
ve ezen merkezi kükumet olduguna millet efradını inandırabil­
melerinde dir. Bu suretle kin ve adavetlerini bir sistem dahilinde
Devlet idaresi üzerine tevcih ederek, bütün cinayet ve habasetle­
rini kolayca onlara hazmettirmeğe muraffak olmaktadırlar.

Dr. Şefik Hüsnü bu değerlendirmelerinden sonra Kemalist


hükümetin Doğu vilayetlerine yönelik siyasetini ele alıyor:
Varlıklı sınıfların karşılıklı ilişkilerinin sınıf mantığı ve ortak
ekonomik çıkarlar temelinde açıklanabileceğini dile getiriyor.
Kemalist hükümetin, isyanın bastırılması sürecinde Kürt yok­
sullarına zulmederken, Kürt derebeyi ve ağalarıyla yeni işbirlik­
leri kuracağının altını çiziyor. Burjuva basınının Kürt sorununa
yukarıdan beri ortaya konan açıdan herhangi bir biçimde yak­
laşmadığını vurguluyor. Kürt İsyanı'nın yalnızca dış kışkırtma­
ların eseri olduğu yolundaki açıklamaların sorunun özünü göz­
lerden kaçırdığını özellikle belirtiyor. Elbette Kürt İsyanı'nda
dış tahrikin olduğunu ve bunun esas nedeninin ise, İngiltere'nin
184 1 Kom in tern, TKP ve Kü rr isya nları

Sovyetler Birliği'ne karşı savaş hazırlıkları olduğunu öne çıkar­


tıyor. Bu bağlamda İran' da Rıza Pehlevi'nin izlediği siyaseti ve
Kemalist hükümetin İran'la olan ilişkilerini ele alıyor.
Kemalist burjuvazi şark vilayetleri mütegallibesi ile olan müna­
sebatında takip ettiği mütereddit, korkak ve uzlaşıcı siyasetle,
halk nazarında bu maceraperest zorbaların payesini artirmak­
ta, kütleleri kendişinden büsbütün uzaklaştırmakta ve aleyhine
işleyen bu igfal değirmenine bizzat su akıtmaktadır. Şimdiye
kadar zarardan başka bir netice vermemiş olan bu hat üzerinde
yürümekden bugüne kadar Ankara hükumeti henüz fariğ olma­
mıştır. Filhakika resmi tebliglerden ögrendiğimize göre Zeylan
h idsesini müteakip, asilere yardım ettikleri bahanesile esgari 200
köyün ehalisi tamamile imha edilirken, kör Huseyin oğulları
gibi bir çok şuurlu mürteciler ve derebeyi vaz'iyetinde elebaşılar
firar yolunu tutarak canlarını kurtarıyorlar; bir taraftan da en
koyu mürtecilerden nasılsa isyana karışmamış bir takım ağalar
ve beyler, her ihtimale karşı mevkilerini emniyet altına almak
için, kemalist kuvvetlere yardımcılık ve hafiyyelik ediyorlar, ve
resmi makamlar nezdinde hüsnü kabul görüyorlar. Varlıklı sı­
nıfların mütekabil münasebetleri -muhasame halinde bile- işte
boyle olur. Sınıf mantıkı, ve iktisadi menafi istiraki bunu ister.
Hiç şüphesir imha edilen köyler hakkında verilen erkanı hakika­
tin çok dunudadir. Tenkil haraketi inkişaf ettikçe bu beylerinin
ve ağalarinin ihtiraslarına kurban giden yoksul köylülerin adedi
gittikce kabaracak: halbu ki imtiyazlı sınıf mensuplarindan en
büyük kısmı, dünkü hasımlarila karlı uzlaşmalar akdetmekte
gecikmeyecek, ve yer yüzünde sefaletten başka nasibi olmiyan
yarı aç ve çıplak mazlum halkı soymakta, burjuva hükumetinin
zımni tasvibile devam edecektir.
Türk matbuatı isyan vesilesi ile son haftalar zarfında pek çok ka­
ğıt karaladı. Fakat mes'eleye bu zaviye altından bakmak kimsenin
aklına gelmiyor. Hükumetin milli ekalliyetler siyaseti ne mevzuu
bahis ediliyor ne de bu siyasete başka bir istikamet vermek lu­
zumuna dair bir telkinde bulunmağa cesaret ediliyor. Sütunlar
Ağ r ı i s y a n ı D e ğ e r l e n d i rm e l e r i 1 1 85

dolduran yazılarında gazetacıların en ziyade israr ettikleri nokta


ecnebi tahrikat ve tertibatı ve bilhassa Iranin oynadığı roldur.
Bütün isyan haraketi bu harici müdehalelerden ibaret imiş gibi
bir lisan kullanılmaktadır. Yalınız turk gazetalarınin verdikle­
ri haberler ve tefsirlerle iktifa edenlerin kürt isyanının hakiki
mohiyyeti ve muharrik kuvvetleri hakkında şe'niyete uygun bir
fıkir edinmeleri imkansızdir. Ingilterenin parmağına, Iranın
mes'uliyetine, ve yuz elliliklerin fealiyetlerine dair verdikleri
bitmez tükenmez tafsilatın yegane gayesi okuyucuların kafala­
rını şişırerek, mes'ele durup dururken sun'i olarak harici tesir­
lerle ihdas edilmiş ve onun hudusunda halk fırkası hükumetinin
hiç bir mes'uliyeti yokmuş zehabını uyandırmaktır. Bu gayretler
beyhudedir; çünkü mugalata ile efkarı umumiyyeyi aldatmak
muhaldir.
Mamafi her türlü iltibasın önüne geçmek için şurayı kaydet­
meliyiz ki halısı geçen intrikalar ve harici müdahaleler göz ka­
maştıracak derecede aşikar vakalardır. Bu hususta ancak im­
peryalism yardakçıları şüphe uyandırmağa teşebbüs edelibırler
- Imperyalist sermayeye elebaşılik eden Ingilteranin gizli eller
vasıtası ile -daha şumullü bir takım gayelere mukaddime olmak
üzere- isyanı sevku idare ettiği gün gibi aşkardır. Meşkuk ema­
relere, faraziyyelere müstenit istihracat ile bu bedaheti ispata ça­
lışmak onu zaiflatmaktan başka bir şeye yaramaz. Göğsümüzü
gere gere iddia ve her an tekrar etmeliyiz ki Kürt isyanı, Ingiltera
tarafından büyük bir sebat ile ve usul dairesinde idare olunan
Soviyetler ittihadı aleyhinde harp tahrikatının ve hazırlıklarının
bir menkabesinden başka bir şey degildir. Onun siyasi ve maddi
imkanlarını muayyen bir pilan dahilinde bu imperyalismin
ajanları temin ve tertip etmiştir. Zamanımızın iktisadi ve siyasi
tekmil hadisatı -hatta elimizde mahalli münasebetlerden alın­
ma maddi deliller olmasa bile- bu hükmü yürütmek salahiyye­
tini bize vermektedir.
Bu cepheden bakıldıgına göre, mes'elenin hakikatı şüdür: iyi bir
teşkilatçı olan Riza Pehlevi, büyük soviyet ihtilalini muteakıp,
geniş halk kütlelerinin hoşnutsuzluk haraketlerini etrafında top-
186 J Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

lamağa muvaffak olduktan sonra, onlarin imperyalism aleyhtarı


mili gayelerine hiyanet etmiş; ve Ingilteranin müzaheretile şahlık
tacını giymişti. O zamandanberi munhasiren büyük mülktarları
ve büyük sermayeli ticaret burjuvazisini temsil ettiginden, harici
siyasetinin dümenini tedricen -bu sınıfların sıkı bir tarzda baglı
bulundukları- Ingiliz imperiyalismine dogru cevirmiş, ve son üç
sene zarfında büsbütün Büyük Britanyanın mu ti bir aleti men­
zelesine sukut etmiştir. Bu imperiyalismin talimatı altında hara­
ket eden Irana, Soviyet aleyhtarı harp planlarında, Soviyetlerin
şark hudutlarında verilmiş olan vazife, garpta Lehistanin üzeri­
ne almiş olduğu vazife kadar mühimdir. Gazinin, Irana gönder­
diği yeni sefire öğütler verirken, namuskarane bir millici siya­
sete, büyük bir Devlete satılmayı ve maceralar peşinde koşmağı
tercih etmiş olan bu adam hakkında soylediği sozler, yaşayan
hakikata zerre kadar tevafuk etmezler. Rizada bir mefkureden
mülhem bir siyaset takip edecek göz yoktur. O Ingiltera imper­
yalismi huzurunda her zilletekatlanan ve aldığı emirleri icraja
ugraşan taçlı bir uşaktır. Şah ilan edilmesine takaddüm eden
devrede, kendisinin de aslen türk olduğunu hatırlıyarak, iranda
bir türk milliciliği siyasetı takip etmeği ve Turkiye millicilerile
teşriki mesai etmeği bir an için düsünmüs olması musteb 'at de­
gildir. Ve Iranda Türkiyeye ve onun inkilap haraketlerine karşı
alaka ve muhabbet besileyen kesif bir azüri türk kütlesi bulun­
duğu da herkesin bildiği bir hakikattır. Fakat bugünkü resmi
Iran için, Riza şahın Iranı için, Gazinin sofrasındaki misafirlere
söyledigi ve Vakit gazetası muharrizinin bir dalkavuk lisanıy­
le kaydettiği sözler, ancak şeniyete uymıgan bazı şahsi emelle­
rin ifadesi olarak kabul olunmak lazimdir. Hakikatta bugünkü
Iran Ingilteranin her emrini ifaya hazır bir yari-mustemlike
vaz'iyetindedir. Ona "City" imperyalistlerinin vermiş olduğu va­
zife her vesile ile Sovyetler ittehadının menfaatlerini ihlal etmek
ve proletarya Devletinin dostu Türkiyeyi iz'ac ve tehdit etmek
suretile harici siyasetini tebdile mecbur etmeğe ugraşmaktır. Bu
yarı müstemlike Develeti, memleketin selametim, halkın derin
sülh ve sükun ihtiyacını düsünmeden, Ingilteranin menafii icap
Ağ r ı i s ya n ı D e ğ e r l e n d i r m e l e r i 1 187
ederse, şimdiki el altından fesat karıştirmağa münhasir iki yüz­
lü siyasetinden daha cur'etkar kanlı teşebbuslere de girişmek
istidadındadır. Iranı Türkiyeye musallat etmek suretile Ankara
hükumetini Soviyetlerin feal bir dostu sıfatıla haraket etmekten
meu'etmek: işte Ingiliz imperiyalisminin Şark tahrikatçıları ta­
rafından tatbik edilen tabya! Siyasi ihtilatlardan ictinap için, bu
sahada vaz'iyet lehlerine inkişaf ettiği takdirde saldirilmak üze­
re, Irak ve şimali Sürye kabilelerinin bu pilanda, sonraya saklan­
ması, son derecede ihtiyatla haraket edildiğini gosteri. Netekim
Agrı dagında vaz'yet çetin müzmin bir şekle girdikten sonradır
ki, türkiyeyi içinden çikılmaz bir hale getirmek ümidile Hakari
ve Urfa tecavuzleri yapılmıştır. Bu şerait altında, "isyanın tenkili
gün mes'elesi" nakaratini tekrar edüp duranları vakayiin seyri
tekzip etmektedir.

Dr. Şefik Hüsnü dış kışkırtıcı etkenlere ilişkin analizinden


sonra yine de bunların "nesnel iç koşulları" gölgede bırakma­
ması gerektiğini vurguluyor. Ağrı İsyanı'nın son Kürt İsyanı
olmayacağını bir kez daha belirttikten sonra, Türkiye'nin dış
siyasetinde izlemesi gereken emperyalizme karşı Sovyetler
Birliği'yle dostluğa dayalı çizgiye işaret ederek, başta Kürt so­
runu olmak üzere ulusal sorunun çözümü konusunda TKP'nin
yeni programına özellikle gönderme yapıyor: TKP ulusal azın­
lıkların, Türkiye' den ayrılma hakkı da dahil olmak üzere kendi
kaderlerini kendilerinin tayin hakkını kayıtsız-koşulsuz kabul
eder; bu azınlıkların emekçi kitlelerine, bey ve ağalarının ve
bujuvazilerinin ihanetlerini açıklayarak, onları Türk emekçi­
leriyle birlikte sömürücü sınıflara ve emperyalizme karşı mü­
cadeleye yöneltir.
Bu harici müdahaleleri ve intrikaları elbette görmek ve teşhir
etmek lazımdir. Fakat bunlar, kendilerini muessir kılan ve asıl
mes'eleyi teşkil eden dahili objektif şeraıti gölgede birakma­
malıdır. Bunlar üzerinde esaslı bir tarzda işlenmedikçe hiçbir
neticeye varılamıyacagını anlamak icap eder. isyan haraketle-
ı ss I Komin rern, TKP ve Kü r t /5yan ları

rini doğuran bu afaki şartlar; mevcut burjuva diktatorluğunun


ehaliyi sefalete, aclığa, inhilale sürüklemesi; bundan dolayi ge­
niş kütlelerin derin bir hoşnutsuzluk icinde çalkalanması; gün
günden daha bedter bir muzayaka icinde yaşayan emekçi halkın
bu kabus hayatından kurtulmanin yegane çaresini bir siyasi de­
ğişiklikte görmeşi, nev'inden şiddetli bir ictimai gerginlik anası­
rından terekküp ederler.
Memleketin mukadderatı üzerinde amil olmaktan men'edilmiş
siyasi teşekküllerin ve fertlerin harakete gecmeleri için bundan
daha kuvvetli bir münebbih tasavvur olanamaz. Nebati bir ha­
yat geçirmeğe mahkum bu gibi muh itlerde, atalette kalmış ka­
biliyetleri çok cazip bir fealiyete davet eden bu şeraitin, seri bir
canlan maya bais olmasında saşılacak hiçbir şey yoktur. Bu neka­
dar tabii ise, ayni memleketin zafa duşmesini cana minnet bilen,
topraklarında gözü olan veya onu kendi emellerine alet etmek
isteyen imperyalist Devetlerin ve tevabiinin bu gibi şuriş ana­
sırına her türlü yardımda bulunmaları ve hatta icabında onları
bizzat kişkırtmaları okadar tabiidir. Bu tarzda perde arkasından
fesat karıştırmalar, beynelmilel sermayedarlık münasebetlerinin
adeta zarusi bir icabı hükmündedir.
Bu def'aki kürt isyanı sonuncusu olmıyacaktir demiştik. Kema­
listler halk aleyhtarı diktatorluklarıla isyan haleti suhiyyesini,
isyanın ictimai ve iktisadi şartlerini yaratmakta devam ettikleri
müddetce, ingilizlerin ve I ngiltera ve Fransaden kuvvet alan 1 50
liklerin müdahaleleri ve igfal fealiyetleri de sonuncusu olmı­
yacaktir. Ne inglizlerin ne de türk mürtecilerinin hakikı mak­
satleri "müstakil bir kürdistan" vücude getirmek degildir. Asıl
gaye birinciler için, Türkiyenin de iştirakile Soviyetler Rusyasını
imperyalisme muti duşman Devletlerden mürekkep bir çenber
içine almak; ikinciler icin ise, Turkiyenin mukadderatını ele ge­
cirerek, imperyalist efendilerinin siyasetini takip suretile, milleti
serbestce ve doyasıya haraca kesmektir.
Soviyetler aleyhine muharebe hazırlıkları, son aylar zarfında
olduğu kadar hararetle ve sistemli bir tarzda, hiçbir zaman ya­
pılmamıstı. Dört bir tarafta bu mecradaki faaliyetlerin ileriledi-
Ağrı isyanı Değerlendirmeleri 1 189
ği göze carpıyor: Romanya kıralı Karolun tekrar tahta binmesi;
Balkanlarda ve Tuna memleketlerinde hükümdarcılık ve ittifak
tahrikatının siddetlenmesi; Finlandiyada faşist taşkınlıkları­
nı müteakip mep'usan meclisinin dağıtılması ve kommunistler
üzerine kudurmus köpepler gibi saldirilmasi; Lehistanın gittik­
çe daha humalı bir tarzda silahlanması; Alamanyada teşkilatı
esasiye aleyhine haraketler ve burjuva fırkalarında dagılma ve
yeniden toplamna tezahürleri, ce ilah ... hep bu tecavuz hazırlığı
ile alakadar hadiselerdir. Kürt isyanı da bu harpcuyane hadisat
zincirinin bir halkasını teskil eder. Bu suretle, Büyük-Britanya
imperyalismi, bir oyuncağı mesabinde olan Iranın mes'uliyeti al­
tında, Türkiye üzerinde, onu da bu harekete sürüklemeğe mataf
siddetli bir taz'yik icra etmiş oluyor.
Bu taz'yiki yapmak için seçilen zaman en muvafık olanıdır. Esa­
sen gecen ikinci-teşrindenberi iktisadi ve mali sahalarda küküm
süren derin buhran dolayısıla Kemalist Türkiyenin imperyalist
Devletlerle münasebatı hat ve kat'i safhaya girmiş bulunuyordu.
Ankara diktatorları bir milli istiklal zevahiri muhafaza etmek
suretile, bu badireyi atlatmak için her çareye baş vuruyorlar;
imperyalist alacaklılar ise biçağı onların boğazlarına dayamış
tam bir teslimiyet istiyorlardı. Bu bogazlaşma ile karışik pazarlık
cereyan ettiği sırada, umumiyetle köylülük ve şehirlerin yoksul
halkı, buhran neticesi fevkal 'ade [l sözcük okunamıyor] olan bir
galeyan içinde calkalanıyordu. isyana takaddum eden, haftalar
zarfında vaz'iyetin gerginliği son haddına gelmisti. Son kozu oy­
namak için bundan müsait bir an bulunamazdı.
işte imperyalist sermaye tahrikatçıları, münasip bir fırsata in­
tizaren el altinda bulundurdukları müsellah sürüleri Türkiyeye
saldirmak icin bu anı seçtiler; ve halk fırkası hükumetinin iki
ayağını his pabuça koymiya muvaffak oldular.
Bu gaile Devlet hazinesine milyonlara mal olacak. Bir çok müs­
tahsıl işler geriye kalacak. Tedip ve imha seferberligi, daha bir
çok asi kürt köylüsüne ve asker türk köylüsüne, temiz ve kıymet­
li, kanlarını döktürecek, ocaklar söndürtecek. Neticede artik or­
talıkta meş'ele kalmaması umidi olsa, haydi bu agır fedakarlikla-
1 90 1 Komin tern, TKP ve Kü r t lsyon ları

ra razi olalım. Fakat ne gezer! ... Eski tas eski hamam! Yine beyler
ve ağalar hakim. Yine emekçi halk ve bendegan sürüleri zebun!
Yine bütün merhametler ve nimetler zalimlere, bütün siddetler
ve külfetler çaresizlere ve kimsesizlere ! . .. Böyle bir tesviyeye Tür­
kiye amele çınıfı ve onun inkilapçı siyasi teşkilatı olan kommu­
nist hırkası tabiatıla razi olamaz.
Turkiye kommunist fırkasının bu mes'elenin halli hakkında­
ki gorüşleri nedir? TKP daha ilk tesekkül anlarındanberi milli
ekalliyetler mes'elesini ve bunun üzerine eşılanmış olan irtica
mes'elesini iltibassız bir tarzda vaz'etmişti. Muhtelif makalelerde
ve tezlerde türk kommunistlerin etrafıyla izah etmiş olduklari
bu noktai nazar, fırka programının 1 1 inci maddesinde atideki
cumlelerle hulasa edilmiştir:

"T.K.P. milli ekalliyetlerin, Türkıyeden ayrılmak hakkı da dahil


olmak üzere, mukadderatlerini bizzat tayın etmek haklarını bila­
kaydü sart tanır ...... bu ekalliyetlerin emekçi kütlelerine, bey ve
agalarının ve burjuvazilerinin -kısmen halk fırkasına yanaşmak
ve hısmen de imperyalisme satilmak şekillerini alan- hiyanetle­
rini izah ile, onları türk emekçilerile birlikte, istismarcı sınıflara
ve imperyalisme karşı mücadeleye sevkeder.
T.K.P. köylülerin ve köçebe aşiret efradının yarı-derebeyı
efendilerine ve reislerine esir olmaktan kurtulmaları için, bu bey
ve ağalara ait erazi emlak ve hayvanatın köylülere ve aşiret efra­
dına parasız dagıtılmasını talep eder."

Görüldüğü üzere, program mukadderatını bizzat tayin prinsipi­


ni mücerret bir tarzda kaydetmekle kalmıyor, kürtler ve Lazlar
gibi en tabii ve iptidai haklarını istimal iradesinden mahrum
yaşayan köylülere ve aşiret efradına reylerini serbestce ızhar et­
melerini mümkün kılacak iktisadi şerait de te'min etmek istiyor.
Bu zavallı cahil halkı herşeyden evvel mütegallibeye esir olmak­
tan kurtarmalıdır. Bu da tekmil varlıkların mulkiyeti kendisine
meccanen devrolunmakla ancak takakkuk ettirilebilir. Böyle­
ce bilfiil iradesine sahip kılındığı gün, hiç şüphesiz bu masum
halkın imperyalisme ve mürteci siyaset fesatçılarına alet olmesı
Ağrı isya n ı Değerlendi rmeleri 1 1 91

tehlikesi de temelli orladan kalkacaktır. Ozaman Kürt paryaları


Türk emekçilerile el ele, omuz omuza, inkilabi haraketlere atıla­
caklar; ve gün günden imperyalist sermaye ile uzlaşan kemalist
türk buryuvazisin hakimiyetini devirmek ve onun yerine amele
ve köylünün inkilapçı diktatorluğunu ikame etmek ugrunda çar­
pışacaklardır. Ancak bu gayeye irişildiği gün Türkiyenin siyasi
ve iktisadi istiklali ve kardeş milletlerin kurtuluşu fili ve kat'i bir
tarzda tahakkuk etmiş olacaktır.
Isyanın bu sırada infilak etmesinin karici amillerinden olan
Sovıyet aleyhinde harp tertıbatına gelince, Turkiyenin musta­
kil kalabilmesinin, milli mevcudiyetini muhafaza etmesinin, ve
mustakbel inkişafının ilk ve son şartı: beynelmilet proletarya­
nın ve mahkum milletlerin muhkem kal 'ası, sosyalism kuruluşu
memleketi ile, gayet sıkı, aradan su sısmaz samimi bir dostluk
ve ittifak halinde yaşamak ve daima imperyalisme karşı cihan
proletaryası cephesinde çarpışmaktır. Bu zaruret aynen şu cümle
ile programımızda kaydedilmiştir:
"T.K.P. imperyalist Devletlere yakınlaşmağa matuf her türlü
harici siyasete amansız bir tarzda karşı koyar, ve sosyalist so­
vieyt cumhuriyetleri ittihadı ile sıkı bir siyaci ve iktisadi ittifak
idamesi lehinde mücadele eder. Zira yalnız Soviyetler ıttihadı ile
Türkiye işçileri arasında en samimi bir teşriki mesai, türkiyenin
istiklalini ve iktisaden serbestçe inkişaf etmesini temin edebilır."
Türkiye amele sınıfı ve kommunist fırkası, kürt emekçıleri ve
köylüler ve sair milli ekalliyetlerin ezilen kütleleri ile birlıkte bu
siyasi hat haricine cıkılmasına bütün kuvvetlerile mani olacak­
lardır.
31 Temmuz 1930. F. [erdi]

1 Ağustos Bildirisi ve Kürt İsya n ı


Dr. Şefik Hüsnü 1 Ağustos 1 9 3 0 tarihinde Doğu
Sekreterliği'ne esas itibarıyla TKP Muvakkat Merkez
Komitesi'nin iki sorumlu üyesi arasında doğmuş olan sorunla­
ra ilişkin raporunda, "Kürdistan' daki iki yerde bağlantı nokta-
192 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isyan/an

lan kuruldu, kısa süre sonra bunlar Antep vilayet komitesine


bağlanacak" bilgisini verdikten sonra, Kürt İsyan'na da bir pa­
ragrafla değiniyor ve aşağıda geniş olarak aktaracağımız rapo­
ru göndereceğini belirtiyor.
[ . . . ] Yakında Kürt ayaklanmasıyla ilgili olarak size ayrıntılı bir
rapor göndereceğim. Herşeyin (Kürt değil) Türk monarşist göç­
menleri tarafından Büyük Britanya'nın teşviki ve etkili maddi
yardımıyla hazırlanıp organize edilmiş olduğu ortaya çıkıyor.
Kürtler, İngilizlerin Türkiye'yi Sovyetler Birliği'nden kopartmak
veya bu siyasetin başarısızlığa uğraması durumunda Türkiye'yi
bu isyanla ve özellikle Türkiye ile İran arasında silahlı bir ça­
tışmayla felce uğratmak üzere yıldırma siyasetinin h izmetinde
olan kör unsurlardan ibaret. Rıza han İngiliz emperyalizminin
oyununa gitgide daha uygun davranıyor. [ . . . ]9

Dr. Şefik Hüsnü'nün 1 Ağustos tarihli mektubunda sözünü


ettiği ve 7 Ağustos'ta KEYK Doğu Sekreterliği'ne gönderdiği ra­
por mektupta, ülkede 1 Ağustos Uluslararası Savaşa Karşı Gün
vesilesiyle TKP'nin yürüttüğü faaliyetleri aktarıyor. TKP'nin
1 Ağustos bildirilerinin Kürt İsyanı'na karşı büyük bir askeri
harekatın yürütüldüğü koşullarda gerçekleştirilmesi, aşağıda
TKP MK Sekreteri Hasan Ali'nin mektubunda göreceğimiz gibi,
TKP'ye dönük isyan kışkırtıcılığı soruşturması yürütülmesini
de beraberinde getiriyor. Dr. Şefik Hüsnü, İstanbul ' da tütün iş­
çilerinin Kürt İsyanı'na dönük baskıları protesto etmek üzere
bir gösteri yaptıkları bilgisini de aktarıyor. Bu bildiride yer ala­
cağı belirtilen sloganlar TKP'nin Kürt İsyanı'nı ve ulusal soru­
nu ele alışında kökten değişiklikler yaşandığını gösteriyor. Öte
yandan Kürt İsyanı'nın TKP içinde, Dr. Şefik Hüsnü'ye göre, go­
şist eğilimlere de yol açtığını vurgulayarak, İzmir vilayet komi­
tesi üyesi bir yoldaşın mektubundan örnek veriyor; bu mektupta

9 TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm 1, CD No: 27, Klasör No: 35 _ 36, Belge No:
630-631 [Fransızca] .
Ağrı isya n ı Değerlendi rmeleri j 1 93

ilginç noktalardan biri de Sovyetler Birliği'nin ve Komintern'in


Kürt İsyanı dolayısıyla Kemalist hükümete verdiği desteğe eleş­
tirel bir yaklaşım gösterilmesidir.
KEYK Doğu Sekreterliği'ne

Değerli Yoldaşlar,

Uluslararası Savaşa Karşı Gün'de ( 1 Ağustos) Türkiye partimi­


zin çok sayıda bildiri dağıtmayı başardığın ı büyük bir memnu­
niyetle öğrendim. Bu bildiriler büyük bir ilgi uyandırdı, zira
Kemalist Türkiye halen isyan etmiş Kürtlere karşı büyük bir
askeri sefer yapıyor ve köylüleri kitlesel olarak kıyıma uğratıyor.
Memleketin belli başlı işçi merkezlerinde TKP'nin çağrısı çok
olumlu karşılandı. Ayrıca İstanbul'da Devlet Tütün İnhisarla­
rı sigara fabrikasındaki komünist hücre, ayn ı gün hükümetin
Kürtlere yönelik acımasızlığına karşı bir gösteri yapmaya çalıştı.
Bu gösteri dağıtıldı. On dolayında işçi tutuklandı. Aralarından
beşi, Kürtlere sempatileri ve anti-militarist eylemleri nedeniyle
vatana ihanetle suçlanıyorlar. Bu bilgileri telgrafla gönderdikleri
bir açıklamadan aldık. Bu çarpıcı olaylar hakkında henüz yeter­
li bilgiden yoksunuz. Bildirilerden bir örnek de henüz elimize
geçmedi. Benim ile memleketteki yoldaşların mutabık kaldığı
üzere, belli başlı sloganlarımız şunlardı: Kahrolsun Britanya
emperyalizmine satılmış feodal gericilik! Kahrolsun Kürt hal­
kının Kemalist cellatları! Kürt toprak ağalarının ve şeyhlerinin
toprakları ve sürüleri Kürt köylülerine ve çobanlarına verilsin!
Kürt halkına tam bağımsızlık! Britanya emperyalizmine karşı
Ö*fÜr ve birleşik Kürdistan la sıcak işbirliği! Kahrolsun eli kula­
'

ğındaki anti-Sovyetik savaş tehlikesi! Emperyalizmin saldırısına


karşı SSCB 'yi savunalım! Proletarya diktatörlüğü ülkesiyle yakın
ittifak ve işbirliği!
Şuna da işaret etmek gerekir ki memlekette çalışan yoldaşları­
mız Kürt isyanının gelişimi karşısında biraz ateşleniyor ve goşist
abartmaların izini taşıyan birtakım değerlendirmelere varıyor­
lar. Örneğin İzmir vilayet komitesinden bir yoldaş bize şunları
yazıyor:
1 94 1 /< ı m i n tern, TKP ve Kü rt isya n ları

"Nedendir bilmiyoruz, son günlerdeki Kemalist gazeteler, Sovyet


hükümeti tarafından Kürt isyanına karşı yapılmış kimi girişim­
leri özel olarak vurguluyorlar. Bunu, şehirlerdeki proletaryayı et­
kilemeye yönelik bir ajitasyon olarak görüyorum, Her halükarda
açıktır ki bu isyanda Komintern Mustafa Kemal'in yanında yer
alıyor, Doğu' dan gelen haberler bizde bu duyguyu uyandırıyor.
Eğer böyleyse, işçileri ve köylüleri egemen burjuvaziye karşı
sürüklememiz olanaksızdır. İnanıyoruz ki böylesi bir siyaset
büyük bir hayal kırıklığına varmaya mahkumdur, Zira bugün
başında kararlı adamlar olan Türkiye kendisini anti-Sovyetik
bloğa götüren yolda şaşmaz bir biçi mde yürüyor. İtalya'yla ve
Yunanistan'la yapılan antlaşmalar, General Gouraud'nun İstan­
bul ziyareti, vb . . . bunun belirtileri. Kamu borçları konusunda
emperyalist sermaye Kemalistler üzerinde bir yandan büyük bir
baskı yaparken, diğer yandan gözlerinin önüne avantajlı büyük
borç olanaklarının parıltılarını saçması, emperyalistlerin açık
bir biçimde Ankara'ya SSCB'yle dostluk ilişkilerini kesin olarak
kopartmak için gerekli zamanı verme arzusunu gösteriyor. Batı
Avrupa'nın anti-Sovyetik entrikalarında saygın bir yer işgal et­
mek, bize göre Kemalistlerin gizli özlemlerini oluşturuyor. Kürt
isyanı, ilkel ve feodal niteliğine rağmen, inanıyoruz ki, Hindis­
tan'daki ve Çinhindi'ndeki isyanlardan hiçbir fark taşımıyor.
Elbette Türkiye'nin, Fransa veya İngiltere kadar büyük bir em­
peryalizmi temsil etmediği açıktır. Şurası da açıktır ki bugünkü
siyasetini sürdürdüğü takdirde emperyalistler onu parçalaya­
caktır. Bununla birlikte, Türkiye, bugün değilse de dün büyük
emperyalizmlerle aynı düzeyde bir emperyalist güçtü; Kürdistan
da Kemalistler için bu emperyalist Türkiye'nin bir mirasıdır.
Ankara hükümeti, tüm güçsüzlüğüne rağmen, üzerinde hiçbir
hakkı olmayan toprakları büyük bir kıskançlıkla muhafaza et­
meye çaba harcamasıyla, eski rejimle aynı emperyalist eğilimleri
beslediğini gösteriyor."
Bu rada, gördüğünüz gibi, tehlikeli bir eğilim kendini göste­
riyor; bu eğilim, Türk komünistlerini istemeden İngiltere'nin
oyununa düşürebilir. Bu yoldaşlar, Kemalist burjuvazi nin (tıpkı
A ğ r ı i s ya n ı Değe r l e n d i r m e l e r i 1 195

Anadolu'nun yoksul köylülüğünün bütünü gibi) silahla boyun


eğdirip ezdiği doğu vilayetlerinin köylü kitlelerinin sağlıklı
özlemleri ile kesinlikle Kürt halkının özgürlüğünü elde etmek
üzere değil de Türkiye'yi açıkça Batı'ya yönelmek zorunda bıra­
kamasa da felce uğratarak SSCB'nin emperyalistlerce kuşatılma­
sına katkıda bulunmak üzere İngiltere'ye satılmış ve onun silah­
larıyla ve parasıyla hareket eden feodal şeflerin ve siyasetçilerin
gerici ve karşı-devrimci amaçları arasındaki derin uçurumu gör­
müyorlar. Dergimizdeki [İnkılap Yolu dergisini kastediyor] uzun
bir makalede bu sorunu etraflı bir biçimde analiz ettik ve siyasi
hattımızı açıkladık. Bu makaleyi tercüme ettirmek iyi olur. Dik­
kat çekici nokta, bu hatalı tutumu alan bu yoldaşların MK'nin
talimatlarını harfiyen uygulayan yoldaşlar olmalarıdır. Bu da
partinin merkez organını yayınlamanın nasıl ivedi bir görev ol­
duğunu kanıtlıyor. ( . . . ) 1 0

Hasan Ali, Ağustos 1 930' da yakalandıktan sonra gönder­


diği ilk kapsamlı rapor mektubunda genel bilgiler verdikten
sonra Kürt İsyanı konusuna da yukarıda işaret ettiğimiz gibi
değiniyor.
( . . . ) Böylece el konan önemli belgeler şunlardır: 1 ) Partinin fa­
aliyet programı; 2) Türkiye ve parti üzerine tezler; 3) KEYK'nin
ve MK'nin parti üyelerine açık mektubu; 4) Örgütlenme talimat­
ları, bölge komitelerinin en yakın ödevlerine ilişkin; 5) "Kızıl
broşürler"imizden ikisi ve el yazmaları; 6) Çok sayıda çeviri; 7)
bir polis fotoğrafı; 7) hepsinden kötüsü de Nihal'in bana gönder­
diği ve son baskıların eleştirisini yaptığı mektup. Bu kağıtları,
döşemeyi kısmen sökerek keşfettiler. Arama son derece titiz ya­
pıldı. Aramayı özel olarak görevlendirilmiş bir "istihbarat suba­
yı" yönetti.
Tüm bu koşullarda benim durumumum ne kadar korkunç oldu­
ğunu tahmin edebilir misiniz. 1 Mayıs ve 1 Ağustos bildirileri­
nin, broşürün ve diğer belgelerin yazarı olduğumu kabul etmek

10 TOSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD No: 27, Klasör No: 35_36, Belge No: 639 -
642 [Fransızca] .
196 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isyanları

zorunda kaldım. Tüm bu edebiyatı tek başıma bastığımı, Mah­


mut adlı bir baytardan bana teksir makinesini ve polis fotoğrafı­
nı sağladığını ve tüm yayınları şahsen dağıttığımı ileri sürdüm.
Yedikule, Beşiktaş ve Üsküdar gibi birbirine alabildiğine uzak
mahallelerde aynı anda bildiri dağıtmanın olanaksız olduğunu
söyleyerek baskı yaptılar. Tüm Türkiye' deki örgütlerin bütünü
hakkında bilgi vermem için ısrar ettiler. Hayal bile edilemeyecek
işkencelere tabi tutuldum. Bir defasında kısa aralıklarla şiddetli
biçimde döverek beni 74 saat uykusuz bıraktılar. Geceleyin beni
askeri yetkililerin önüne taşıdılar. Beni tüfeklerle dövdüler. Acı­
nın etkisiyle birçok kez bayıldım. Ama sonuna kadar sessizliğimi
korumayı başardım. Tek çıkış yolu, var olmayan bir kişi yarat­
maktı. Önceleri cellatlarım buna inandılar. Ama siyasi şube şefi
Ziya Bey kurnazlığımdan şüphelendi ve tüm işkenceler yeniden
başladı. Örgütsel sorunlarla ilgilenmediğimi ve teknik işlerde
Baytar Mahmut adlı birinden ve (tüm tutukluların hakkında
alabildiğine yanlış bilgiler verdiği ve böylece polisin araştırma­
larının yönünü karıştırdığı) Salih adlı bir başkasından yararlan­
dığımı söyledim. ( . . . ) Tüm yoldaşların askerlere dönük bildiriyi
Salih'in yazdığı yönündeki beyanlarına rağmen, polise göre bu
da benim eserimdi.
Salih'i ateşli biçimde aradılar. Polis'in onun hakkında ancak bel­
li belirsiz kimi bilgileri var. Bu koşullarda onu yakalamaları da
göz ardı edilmemeli. Herhangi bir biçimde tutuklanırsa, asker­
lere yönelik bildirilerin kışlalarda nasıl dağıtıldığını ve İstanbul
örgütünün bileşimini öğrenmek için akıl almaz işkencelere uğ­
ratılacaktır. Bu nedenle kesinlikle yakalanmaması gerekir.
(. . .)

Benim ve kısmen de Emin' i n [Tornacı Emin Sekun] durumu ol­


dukça ağır. Sahte belge üretmekle, bir hükumet darbesi yapmak
ve Anayasa'yı ilga etmek üzere komplo hazırlamakla, orduda
bozgunculuk yaratma girişiminde bulunmakla, Kürdistan 'ın
bağımsızlığı için Kürtleri isyana teşvik etmekle suçlanıyorum.
Bütün bunlar bizim eylem programımızdan kaynaklan ıyor.
Sorgu yargıcı, bu suçların teşebbüs halinde bile olsa ciddi ce-
Ağ r ı i s ya n ı D e ğ e r l e n d i r m e l e r i l ı 97
zalar gerektirdiğini söyledi. ( . . . ) İstanbul valisi benim sorguma
katıldı.11

Komintern'in TKP Üyelerine Mektubu


Mehmet Perinçek atıfta bulunduğumuz çalışmasında,
Komintern'in "Türkiye Hakkındaki Karar" dan yola çıkarak
TKP üyelerine "gizli" kaydıyla bir mektup gönderdiğini belirti­
yor. RGASPİ' de fon 495, op. 20, Dosya 549' da Rusça, Fransızca,
Almanca ve İngilizce olarak yer alan bu belgenin 27 Nisan 1931
tarihli ve "Türk KP Elemanlarına Mektup" başlıklı ve Rusça çe­
viriye de esas olan Fransızca nüshasının giriş bölümünde, em­
peryalizm ile SSCB arasındaki mücadelede Türkiye'nin özel bir
yer tuttuğu belirtilerek bunun ulusal bağımsızlık savaşı döne­
mindeki ortak mücadeleye dayandığı belirtiliyor. TKP'nin öde­
vi mücadeleye hazırlanmak, kitleleri emperyalizmle dövüşmeye,
Türkiye'nin bağımsızlığı ve SSCB'nin korunması için mücadele
etmeye hazırlayıp örgütlemek olarak belirleniyor ve "Partinin
tüm çalışması, müdahale ve savaş durumunda işçilerin ve köylü­
lerin aktif direnişini hazırlamaktan ibarettir" deniyor. Belgenin,
gerçekten de kimi yeni vurgular taşımakla birlikte büyük ölçüde
yukarıda metnini verdiğimiz Karar' dan alıntılanan Kürtlerle il­
gili bölümünde ise şu tespitler yer alıyor: 12
Kürt isyanının esas amacı, Türkiye'yi Sovyet karşıtı bloğa katıl­
maya sürüklemektir. Kürtlerin isyanı, İngiliz ve Fransız emper­
yalistleri tarafından hazırlanmış ve örgütlenmiştir. İngiliz ve
Fransız emperyalistleri bu amaç için Türk monarşistlerinin ve Er­
meni Beyaz Ordularının (Taşnaklar) hizmetinden yararlanmıştır.
Bu isyan, hemen hemen bütün önemli Kürt bölgelerine yayılmış­
tır. İsyancıların silah donatımı konusunda Fransız emperyalistle­
ri İngiliz emperyalizminden daha büyük rol oynamıştır.

11 TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm I , C D No: 3 1 , Klasör No: 6_8, Belge No: 626 -
630 [Fran sızca - 1 . Sayfası yok-]
1 2 Yaprak no: 120 ve devamı [Fransızca] .
198 1 Kom in rern, TKP ve Kü rt isya nları

İsyanın liderleri arasında büyük Kürt feodalleri yer almaktadır.


İsyanın anlamı ve boyutları öyle büyümüştür ki, Kürtlerin ha­
reketi hemen hemen milli bir hareket haline gelmiştir. Nitekim
bu isyana sadece Türkiye'nin doğu vilayetlerinde oturan Kürtler
değil, ayrıca İran topraklarında oturan Kürtlerin büyük kısmıyla
Suriye ve Irak Kürtleri de katılm ıştır. Emperyalizmin ajanı Kürt
feodaller, varlıklarını ve Kürt halk kitleleri üzerindeki iktidarla­
rını kaybetmemek için zafer kazanan Türk güçlerine ilk teslim
olanlardır. Bu hareket Türkiye'nin bağımsızlığına, cumhuriyete
ve din ile devletin ayrılmasına karşı yönelmiştir. Bu hareket aynı
zamanda SSCB'ye karşı da yönelmiştir, zira İngiliz emperyaliz­
mi, bu isyan yardımıyla, SSCB sınırları yakınlarında karşı-dev­
rimci bir çarpışma alanı yaratmaya çalışmıştır.
Britanya emperyalizminin karşı-devrimci entrikalarına elverişli
zemini Kemalist Türkiye'nin Kürtlere yönelik vahşi zulmü ya­
ratmıştır. İ ngiliz emperyalizmi Bağımsız Kürdistan sloganını
Kemalizmin vahşi rejimi sayesinde ileri sürebilmiştir.
Kürt bölgelerinde, Kemalizm feodal ilişkileri, Kürt köylülerinin,
göçerlerinin ve çobanlarının korkunç sömürüsünü tamamiyle
muhafaza etmiştir. Kürt feodalleri sürgün ettiği yerlerde bile,
toprak sahibi ve üstün sömürücü olarak yerlerini Türk devle­
ti almıştır. Öte yandan Kürtler arasında sınıfsal farklılaşmayı,
bir yanda feodal beyler ve şeyhler ile diğer yanda Kürt köylüleri
arasında sınıf mücadelesinin gelişmesini, egemen ve baskıcı ulus
olarak Türk ulusunun Kürtlere yönelik vahşi ulusal baskısı ve
sömürüsü engellemiştir. İşte bu zemin üzerinde İ ngiliz emper­
yalizmi kendi karşı-devrimci amaçları çerçevesinde Kürt soru­
nundan yararlanabilmiştir.
Belgede daha sonra Menemen olayları da ele alınıyor ve bu­
nun da "gerici ve karşıdevrimci" bir nitelik taşıdığı tespiti ya­
pılarak, Kemalist iktisadi politikanın etkisiyle yıkıma uğrayan
kent ve kır küçük burjuvazisindeki hoşnutsuzluğun kabarışının
bir göstergesi olduğu belirtiliyor. Serbest Fırka'nın uzun bir bi­
çimde analiz edildiği mektupta daha sonra TKP'nin yeni tezler
Ağ r ı i s y a n ı Değ e r l e n d i r m e l e r i 1 199
ve faaliyet programı çerçevesinde başarı ve başarısızlıkları de­
ğerlendiriliyor ve önde duran görevler sıralanırken, Karar' da j)
maddesi olarak yer alan Kürt sorunuyla ilgili olarak da şu nok­
taların altı çiziliyor:
(. . .)
k) TKP ulusal azınlıklar, özellikle Kürtler ve Lazlar arasında ça­
lışmaya özel bir dikkat vermelidir.
Bu alanda TKP'nin ana görevi şudur:
a) Ulusal azınlıkların haklarının ve çıkarlarının savunulmasını
üstlenmek, ana dillerini konuşma hakkını, demokratik özerklik
haklarını savunmak, kendi kaderlerini kendilerinin belirleme
hakkı için Kürtlerin tam eşitliği için mücadele yürütmek.
b) Kürt köylüleriyle bağlanmak, onları örgütlemek, sınıfsal çı­
karlarını savunmaları için feodallere, toprak ağalarına ve ayrıca
hareket boyunca sömürücü karakterini açığa çıkartarak üst dü­
zey ruhban tabakasına karşı mücadelede onları biraraya getir­
mek, Kürt ulusu içinde sınıf mücadelesini geliştirmek.
c) Feodallerin ve üst düzey ruhbanların Fransız ve İngiliz emper­
yalizminin ajanları olduğunu açığa çıkartmak.
d) Kitlelere yalnızca kendi feodal toprak ağalarına, yalnızca İn­
giliz emperyalizmine karşı mücadelenin, yalnızca Türk, İran ve
Irak emekçileriyle sıkı ittifakın ve yalnızca SSCB'yle ittifakın
Kürt ulusunun ulusal kurtuluşunu ve ulusal birliğini sağlayabi­
leceğini açıklamak.

Belge Lazlar ile ilgili olarak da devam ederken, Lazlar ile


Kürtler arasında ilginç karşılaştırmalar yapıyor:
Aynı zamanda TKP Lazlar arasındaki çalışmaya da özel bir dik­
kat ayırmalıdır. Lazistan denizcileri, balıkçıları ve köylüleri de
çifte boyunduruk ve çifte sömürü altındadır. TKP'nin Lazlar
arasındaki Bolşevik ulusal siyaseti Kürtler arasındakinden daha
elverişli bir zemine sahiptir, zira 1) Lazlar arasındaki sınıfsal
farklılaşma Kürtler arasında olandan daha ilerid ir; 2) Lazlar
200 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isyanları

arasındaki devrimci mücadele büyük geleneklere sahiptir ve 3)


SSCB'yle komşuluk ve SSCB'yle sıkı ilişkiler Lazlara Sovyet re­
jiminin üstünlüğünü ve Sovyet iktidarının ulusal siyasetini tüm
çıplaklığıyla gösteriyor.

In ternationale Presse-Korrespondenz Dergisinde


Kürt İ syanı
Komintern'in uluslararası yayın dergisinin Almanca bas­
kısında İngiliz emperyalizmi ve Kürt sorunu ilişkisi üzerine
1930 yılında bir dizi makale yayınlanmıştır. Temmuz 1930'da P.
Chattopadhyaya imzalı "Sovyetler Birliği'ne Karşı İngiliz Savaş
Üssü Olarak Irak" başlıklı makalede13 bu konuda şöyle deniyor:
"Bu arada, İngiliz hükümetinin Kürtler arasında yürüttüğü ent­
rikaları da çok büyük bir uyanıklıkla izlemek gerekiyor. Kürtler,
Türklere, İranlılara ve Irak'a karşı ayaklanmaları için İngilizler
tarafından silahlandırılmakta ve parasal yardım görmektedirler.
Bununla amaçlanan, bu ülkelerin arasında, tamamen İngiliz etki­
si altında ve İngiliz emperyalizminin savaşları için yeni bir askeri
üs görevini yerine getirecek bir tampon devlet oluşturmaktır."
Ağustos 1930' da M.L. imzalı "Kürdistan' daki Olaylar Üzerine"14
ve "İngiliz Emperyalistlerinin Kürt Sorununa Müdahalesi"15 baş­
lıklı makalelerin ilkinde şöyle deniyor: "İngiltere ile Irak arasında
yeni imzalanan ve İngiliz emperyalizminin Sovyetler Birliği'ne
karşı aracından başka bir şey olmayan antlaşmayla, İngiltere'nin
Önasya' daki savaş hazırlıkları hiçbir şekilde son bulmuş değil­
dir. Aslında dikkati, Kürtlerin yaşadığı ve basının, haklarında
isyan ve ayaklanma haberleri verdiği bölgelere yöneltmek gereki­
yor. Türkiye' de ve İran' da patlak veren ve Kuzey Irak'ta Musul
bölgesinde bile 'Kürdistan'a Özgürlük' sloganı altında çıkma

13 Makalenin bütünü için bkz. Doğu Perinçek, age, s . 550-553.


14 Age, s . 554-556.
1 5 Age, s . 557-558.
Ağrı isya n ı Değerlendirmeleri 1 201
eğilimi gösteren b u ayaklanmalar, İngiltere tarafından kışkır­
tılmış, silahlandırılmış ve finanse edilmiştir. Amaç, Türkiye,
İran, Irak ve Sovyetler Birliği arasında bütünüyle İngiliz nüfuzu
altında bulunan ve Sovyetler Birliği'ne karşı askeri bir üs görevi­
ni yerine getiren tampon bir devlet kurulmasıdır." İngiliz casusu
Albay Lawrence hakkında bir dizi ayrıntıya yer verilen makale­
de Cihan Harbi'nde Araplar için İngilizlerin oynadığı oyunun
şimdi Kürtler için tezgahlanmaya çalışıldığı belirtilerek amaç
"İngilizlerin Önasya' da Sovyetler Birliği'ne karşı bir savaş üssü
kurmak" biçiminde tanımlanıyor.
Ağustos 1930' da S. Gastow imzasıyla yayınlanan "Türkiye' de
Siyasi Durum Üzerine Kemalizmin İkiye Bölünmesi"16 başlıklı
makale, Serbest Fırka olayını ele almakla birlikte, Kürt İsyanı
karşısında Kemalizmin yaşadığı tereddüdü irdeleyerek Ağrı
İsyanı ile Şeyh Sait İsyanı olaylarına karşı tutumun Kemalizm
içinde yarattığı değişime ilginç bir yorum getiriyor:
( . . . ) Bu ülkeyi yen iden yarısömürge yapmaya çalışan emperya­
list heveslere karşı nasıl bir tavır alınması gerektiği konusunda
Halk Partisi önderliği içinde kararsızlık belirdi. Kürt isyanı,
uzlaşma yanlısı unsurların konumunu güçlendiren bir etkendi.
Sosyal durum, yaşam koşulları ve Türkiye ile İ ran arasındaki
bölgenin durumundan kaynaklanan ve emperyalizm tarafın­
dan kurnazca kullanılan Kürt isyanı, salt Türkiye'nin mali ve
iç politik durumunu ağırlaştırmakla kalmadı, aynı zamanda
dış politika durumunu da karmaşıklaştırdı. İsyancıların ana
karargahlarının İ ran topraklarında olması, İran ile Türkiye'nin
ilişkilerinde gerginliğe yol açtı. İran'ın, Türkiye'nin üye olma­
dığı Milletler Cemiyeti'ne başvurabileceği bir durum doğdu.
Kürtlerin Milletler Cemiyeti'ne başvurması da olasılık dışı de­
ğildir. Ayrıca, isyandan bir restorasyon için yararlanmak üzere
güçlerini birleştiren Suriye' deki gerici Türk göçmenler de hare­
kete geçtiler. Bu olayların tümü, Kemalistlerin ikircikli kesimi-

16 Age, s. 559-563.
202 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya nları

ni kaçınılmaz olarak etkileyecek ve açık gericiliğin konumunu


güçlendi recekti. Bugüne değin dışa karşı birlik halinde gözüken
Kemalist cephenin ikiye bölünmesiyle sonuçlanan bir panik ha­
vası doğdu.
Burada anlamlı bir farklılık görüyoruz: Kürt isyanı 1925 yılında
köktenci unsurların güçlenmesine yol açtı ve yalpalayan kesim­
lerin iktidardan uzaklaştırılması sonucunu getirdi. Kemalistler
daha da sıkı kenetlendiler. Bugün ise tam tersi bir etki görüyo­
ruz: Kemalist saflar bölünüyor ve Batı ile uzlaşma yanlıları daha
güçlü bir çaba içindeler.( . . . )

Kızıl İs ta n b u l'da
M e n e m e n H a d i s e s i - Kü r t İ s y a n ı B a ğ ı

T K P İstanbul Vilayet Komitesi'nin yayın organı Kızıl


İstanbul gazetesinin 8 Ocak 1931 günlü 1 2 . sayısında "Menemen
Hadisesi" başlıklı ilk yazı, bu olay ile Kürt İsyanı arasındaki
bağı "irtica" üzerinden ele alıyor. Emperyalizm tarafından kış­
kırtılan burjuvazinin, derebeylerinin, ağaların ve şeyhlerin hoş­
nutsuz kitleleri sosyal taban olarak harekete kattığı belirtilerek,
bu kitleleri devrim mücadelesine kazanmanın TKP'nin görevi
olduğu vurgulanıyor.
Şarktaki irtica hareketinin henüz dumanları üzerindeyken,
garbi Anadoluda da bir tanesile karşılaştık. Türkiyede memle­
ket dahilinde veya haricinde, h ilafetin, saltanatın ilgası yüzün­
den mutazarrır olan menfaatlarına halel gelen birçok zümreler
vardır. Bu meyanda cihan emperyalizmi, onların memleket
dahilindeki ajanları/vekilleri/, eski büyük ticaret ashabı, salta­
nat devrinin tufeylileri şeyhler ve yobazlar sayılabilir. Şimdiye
kadar mevcut irticai harekatın başında bu zümreler bulunmuş,
bunların aksi inkılapçı hareketleri de emperyalizm tarafından
ehemmiyetle muzaheret [destek] görmüştür. Emperyalistlerin
bu muzaheretlerile takip ettikleri maksatları:
Ağ r ı i sya n ı De ğ e r l e n d i r m e l e r i [ 203
Yarı müstemleke olmaktan kurtulamamış Türkiyede kendilerine
çok daha büyük menafi temin etmek;
İktisadi hakimiyeti tam manası ile siyasi hakimiyete, efendiliğe
kalbetmek;
Bu mevki ve nüfuzdan istifade ederek, sovyetler ittihadına karşı
hazırladıkları harpte cephelerini takviye etmek diye hulasa edi­
lebilir. ( . . . )
Bütün bunlar tabiidir ki tek başlarına herhangi bir irtica kıyamı
ve isyanı yapamazlar: istinat edecekleri içtimai bir kütleye ih­
tiyaçları var. İşte bu kütleyi bir defa şarkta, burjuvazinin /zen­
ginler/ iktisadi soygununa, milli ekalliyetlere karşı takip ettiği
aksi inkılapçı siyasetinin tazikine ve derebeylerinin, ağalarının,
şeyhlerinin insafsız istismarına tabi ve bu müthiş yükün altın­
da ezilen şark kütlelerinde buluyor, bir diğer defa da hükümetin
takip ettiği vergi siyasetinin ve ağır buhran şeraitinin açlık ve
sefalete attığı türk köylü ve kasaba küçük burjuvazisi arasından
çıkarıyor. Hiç şüphesiz bu kütle kendi menfaatları aleyhinde
olan bu harekete iştirak ediyor.
Haklı olarak tedip edilen bu irticai hareketin neticesinden de çok
büyük müddi zararlar görüyor.
İşte geniş köylü kütlelerin, kasaba esnaf ve halkının gayrı mem­
nun oluşlarının bizzat kendi aleyhlerine olan aksi inkılapçı cere­
yan alınmasına mani olmak, onlara öz menfaatlarını bahşedecek
olan hakiki inkılap yolunu göstermek ve onları kendi kurtuluş­
larını vadeden amele ve köylü inkılabı için kazanmak Türkiye
Komünist Fırkasının vazifesidir. ( . . . )17

Hemen bu yazının ardından gelen "Menemen hadisesinin


neticeleri" başlıklı yazıda da Şeyh Sait İsyanı ve onun ardından
çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu'na gönderme yapılıyor:
( . . . ) Bu hareket vesilesile memleketin her tarafında mevcut irti­
ca anasırına karşı şiddetle mücadele her komünistin istediği bir

17 Aktaran Mete Tunçay, age, s . 394-395.


204 1 Kom in tern, TKP ve Kü rt isya nları

şeydir. Hatta biz bu mücadelenin yarım kalacağını ve suya sabu­


na dokunmayacak bir yol takip edeceğini biliyoruz.
1925 kürt isyanını müteakip çıkarılan takriri sükun kanunu ile
irticain yegane hakiki düşmanı komünistler hapsedilmiş, komü­
nist [gazete] ve mecmuaları kapatılmıştı, aksi inkılap için ya­
pılan kanun inkılap aleyhine de kullanılmıştı. Birçok inkılapçı
ameleler zindanlara atılmıştı. Bu sefer de netice ayni olacaktır;
aksi inkılabın tedibi namına inkılaba ve inkılapçılara hücum
edilecek, terör/tazyik/teşdit edilecektir.18

TKP İstanbul Vilayet Komitesi'nin yayın organı Kızıl


İstanbul gazetesinin 20 Nisan 1931 günlü nüshasında "intihabat
ve Emekçiler", "Harp Tahlikesi ve Türkiye", "Kemalizm ve
Gençlik" yazılarından sonra yer alan "Türkiye Komünist Fırkası
Nedir?" başlıklı yazıda, ulusal azınlıklarla ilgili programatik
noktalara işaret ediliyor.
( . . . ) TKF'nın muvakkat siyasi metalibi: ( . . . )
Milli ekalliyetlerin -devletten ayrılmak hakkı da dahil olmak
üzre- serbestçe mukadderatlarını tayin edebilmeleri; ( . . . )
Amele-Köylü hükümeti: ( . . . )
Milli ekalliyetlere -toplu yaşıyan- serbestçe tayini mukadderat
hakkı verilir. ( . . . )19

Şarfman'ın Raporunda Ağrı İsya n ı


1929 T K P Davası hükümlülerinden Şarfman'ın 1933 Ağustos
başında Rusça kaleme aldığı dava ile ilgili raporunda, Ağrı
İsyanı dönemine ilişkin tanıklığı da son derece ilginç.20
( . . . ) "Liderlerden" ayrıldıktan sonra biz başka bir uygulamaya
geçtik. Koğuşumuza kapanmak yerine, ziyarete gelenlere kapıla-

18 Age.
19 Aktaran Mete Tunçay, age, s. 402-403.
20 Erden Akbulut, 1929 TKP Davası, İstanbul: TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 203-227.
Ağ r ı i s y a n ı Değ e r l e n d i r m e l e r i l ıos
rı açıp gelenlere yardımcı olmaya, en başta bitmek bilmeyen ar­
zuhal ve dilekçelerini yazmaya, bunu her zaman bedava yapmaya
ve hatta bazen kağıt ve pul parasını bile ödemeye başladık. Bu
" liderlerin", bize, filantrop diyerek hakaret etmeleri için yeterliy­
di. Bu bizi yanıltamazdı ve biz tam tersine, haklarını savunmala­
rı için tutuklulara elimizdeki bütün imkanlarla yardımcı olmayı
borç biliyor, yapılan şu ya da bu haksızlığın düzeltilmesi için, her
ne pahasına olursa olsun, sesini duyurmayı öğretiyorduk. Bu da
onların kendilerine olan güvenini artırıyordu. Bu defa liderleri­
miz bizim faaliyetimizi sabote etmek için kolları yeniden sıvadı.
Bize karşı sempatinin artması, onların saygınlığı için tehlikeliy­
di. Şimdi de, bizim sözde Kürt milliyetçiliği konumlarına geç­
tiğimiz söylentisini, çeşitli kurnazlıklara başvurarak, yaymaya
başladılar. O günkü ortamda bunun kellelerimizin uçurulması­
na bile yol açabilecek, son derece ağır bir suçlama olduğunu anla­
mak hiç de zor değil. Çünkü, tam da o sıralarda Ağrı isyanı alev­
lenmiş durumdaydı. Onlar durumu şöyle gösteriyordu. Örneğin,
Kürtler bana gelmiş ve şöyle demişler: "Sen hükümete karşısın,
demek ki bizimlesin. Eğer biz şimdi galip gelirsek, bizimle kal
ve bize çalış." Özellikle benim için bu çok tehlikeliydi. Çünkü,
gayrı Müslim olduğum için iktidar bana zaten şüpheli gözüyle
bakıyordu ve ben bu provokatif suçlamaya kurban gidebilirdim.
Ama ben bu tuzağa da düşmeyip Kürtlere, düşmanlarının Türk
halkı değil, satılmış ve haydut bürokratlar, koca göbekli subay ve
jandarmalar olduğunu, onların ise sömürücüler sınıfının elinde
bir araç ve maşa olduklarını söylemeye devam ettim. Ben Kürtle­
re ayrıca, fakir köylü çocukları olan genç jandarma ve askerlerin
başlarındaki subaylar tarafından Kürt köylülerini ezmeye zor­
landıklarının kanıtlarını veriyordum. Onların kendi tecrübele­
rinden, yaşam biçimi ve düşünce tarzlarından örnekler vererek
onlara, Kürtler için, İngiliz emperyalizminin ülkeye yerleşmesi­
ne yardımcı olmak yerine, kendi ağa ve beylerinin zulmü altında
bulunan Kürtlerin her iki halkın kurtuluşu uğrunda savaş için,
sömürülen topraksız Türk köylüleriyle bağlantı kurmasının daha
yararlı olacağını anlatıyordum. İngilizlerin altın liraları, Kürtle-
206 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isyan ları

rin kara gözleri için vermediğini, lngiltere'nin yabancı, topraksız


köylülere, işçi ve köylülerin ülkesine karşı savaşta kanlarını dök­
meleri için ihtiyacı olduğunu açıklıyordum. Elbette köylülerin
dostu olmayan Kürt ağa ve beylerini, İngiltere'nin bunun için
desteklediğini söylüyordum. Onlar benim bu açıklamalarımı
oldukça iyi anlıyor ve biraz düşündükten sonra İngiltere'nin hi­
mayesinde ağa ve beylerin kuracağı bağımsız bir Kürt devletinin
bugünkü ortamda gerçekten büyük bir kötülük olacağını kabul
ediyorlardı. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğum apaçık
ortadayken, tutuklularla ilişkilerimi kesmediğimi gören bizim
"şefler", hayatımı elden geldiğince daha da karartmak için her
yola başvuruyordu. Hakkımdaki söylentiler ve çeşitli iftiralar
çoğalıyordu. Günün birinde ise duydum ki baş müfettiş benim
Kürtçe sözlük hazırladığıma dair malumat almış. Bu suçlama­
nın anlamını tam olarak kavrayabilmek için şunu dikkate almak
gerekir ki, Kürt dili resmen yasaktı, Kürt şarkılarını söylemek
yasaktı, bütün Kürtçe kitap ve plaklar yasaktı ve bu konularda
ağır cezalar öngörülüyordu. İstanbul'a vardıktan sonra bile ben
"liderlerin" bu propagandasının etkisini hala üzerimde hissedi­
yordum: Emniyet Müdürlüğünün 3. şubeye bağlı 1. kısmından
(komünizm şubesi) yüksek rütbeli bir memur beni çağırdı ve ba­
ğımsız bir Kürt devleti kurulmasını Komintern'in onayladığını
kendisinin çok iyi bildiğini söyledi ve Kürdistan'da bulunmamı­
zı bu yönde propaganda için kullanıp kullanmadığımızı sordu.
Bütün gün bu gibi imalarla üzerime geldiler, çünkü benden Kürt
isyanının hazırlıkları ve Kürtlerin bağımsızlık çabalarıyla ilgili
ifade kopartmayı umuyorlardı.
Şöyle ki, şahsi ( . . . ) ve şahsi çıkarlarına göre hareket eden İsma­
il/Hüsamettin ve takımı komünistleri, (gerçi iktidarın gözünde
komünist olsak bile, liderler bizim komünist olmadığımızı iddia
ediyorlardı) Kürtlerin ayrılıkçı (separatist) çabalarının destek­
çisi yapmayı, böylece TKP'yi bütün olarak Kürt milliyetçiliği­
ne ortak etmeyi hedeflediği ortadaydı. Kürt sorununun bugün
TKP'nin dikkatle üzerinde durmadan edemeyeceği bir sorun ha­
line geldiği ve bizim başta gelen görevimizin İngiltere'n in Doğu
Ağrı isyanı Değerlendirmeleri 1 207
Türkiye' de yürüttüğü propagandaya karşı çıkmak olduğu, her
halde onları hiç ilgilendirmiyor.

Köylü H a reketi ve Kürt İ syanları

TKP İstanbul Vilayet Komitesi yayın organı Kızıl İstanbul


gazetesinin Nisan 1 934 tarihli nüshasında, "Köylü Hareketi"
başlıklı yazıda Kürt isyanlarına da gönderme yapılarak, bunla­
rın köylü isyanları olduğu değerlendirmesi getiriliyor.
1 9 25 şe [y] h Sait isyanında yoksul köylüleri irtica arkasından sü­
rükleyerek aylarca türk burj uvazisine gaile çıkardı. Yine 930 da
Ağrı dağı isyanı çıkarak irtica fakir köylüleri arkasından sürük­
ledi. Bunlar geniş mahiyeti taşıyan köylü isyanları idi .21

D r. H ikmet K ıvılcımlı'n ın Ağrı İ syan ı


Değerlend irmesi
Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın 1930'lu yıllarda kaleme aldı­
ğı "Yol " dizisinde, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) [Yedek Güç:
Milliyet (Doğu)] 22 kitabında yer alan Şeyh Sait İsyanı'yla ilgili
değerlendirmesini yukarıda vermiştik. Şimdi de aynı kitapta yer
alan Ağrı İsyanı konusundaki görüşlerini aktarıyoruz:
( . . . ) Ağrı Dağı isyanının önemi, nicelik, müddet ve devam yö­
nünde değil, daha çok nitelik yönündedir. Nitelik farkı, gerek
kullanılan isyan vasıtaları ve gerekse isyan hedefi itibarıyla daha
başka idi. (s. 104)

( .)
. .

21 Aktaran Mete Tunçay, age, s. 489.


22 H ikmet Kıvılcımlı, ihtiyat Kuvvet, Bu kitap hakkında ayrıntılı bir makale için
bkz. Metin Kayaoğlu, "Kıvılcımlı: Teorik-Politik Bir Marksizm İçin", Teori
ve Politika dergisi, https://www.teorivepolitika.net/i ndex.php/arsiv/item/68-
kivilcimli-teorik-politik-bir-marksizm-icin.
208 1 Komin tern. TKP ve Kü r t lıyo nları

2 - Ağrı Dağı İsyanı: a) Bir memleket içinde, bir millet olarak ezi­

len Kürtlüğün ezen Türk burjuvazisine karşı isyanı olmak iste­


di. Bu kapitalist zulmüne karşı çıkan milli kurtuluş haraketi, bu
harakette çalışkan aşağı sınıfların da kurtuluşu temsil edildiği
oranda, bir memleket içinde olsun ileri ve devrimci bir hareket
sayılabilir. b) Dünya içinde Ağrı isyancıları Lawrens'li emperya­
lizme dayandı. Emperyalizm demek, dünya gericiliği demektir.
Şu halde Ağrı isyanı, dünyaya oranla gerici bir harekettir. Fakat
bugün gerek gericilik, gerekse devrim cepheleri birer dünya ça­
pında sistemdirler ve sistem olarak karşılaşırlar. Şu halde Dünya
içinde bir haraketin karşıdevrim cephesinden mi, devrim cephe­
sinden mi bulunduğu, dahil olduğu sisteme göre belirir [Dört
kelime okunamadı] Herhangi sosyal bir hareket, Dünya içindeki
iki hareket sisteminden birinin parçası olmaya mecburdur. O
zaman ise, parçası olarak içine girdiği sisteme göre gerici veya
devrimci olur.
İki doğu isyanı arasındaki fark, dünya içindeki mevkilerinden
çok, bir memleket içindeki özellikleri bakımındandır. Şeyh Sait
isyanı, din kisveli ağalığın açıkça geçmişe doğru kıyametli bir
koşusu idi. Ağrı dağı isyanı, daha çok Kürdistan' daki Kemalizm­
le uzlaşamayan (burjuva + ağa) unsurlarının, fakat daha modern
olan burjuva sloganlarını yani milliyetçilik prensiplerini ideoloji
edinerek harekete geçmesi ve halkın hoşnutsuzluğundan istifa­
deye girişmesi idi. (s. 105)
( . )
. .

1 - Ağrı isyanında Kürdistan halkı isyanı manen ve maddeten


tuttu. [Hatta İzmir' de bile, "Kürt ordusu geliyor, bu hafta İzmir'e
girecek" gibi herzeler savurmuş Kürt Ahmetler bulunmuş ve
Adliye'ye verilmiş idi. (Cumhuriyet, 9.8. 1930)] 2 - İsyancılar halkı
tutmadı veya tutmayı bilemedi. Çünkü bir halkı isyanda tutmak
demek: a) O halka isyanın ne vereceğini bir amaç olarak göster­
mek; b) O amaç uğruna halk kitlelerini hazırlandırarak örgütle­
mek lazımdır.
Ağrı Dağı İsyanını görenler, halka ve özellikle fakir kürdistan
köylülüğüne elle tutulur hemen hiçbir maddi hedef göstermeme-
Ağrı isya n ı Değerlend i rmeleri 1 209
lerine rağmen, bu halkın sempatisini kazanmışlardı. Fakat halk
içinde değil, hala aşiret ağaları ve yanar döner Kürt zenginleri
arasında neticesiz ve kısır örgüt girişimlerinden ileri geçemedik­
leri için, hem isyanı kaybettiler, hem de eğer ebediyyen değilse,
epey uzunca bir süre için halkın güvenini de kaybettiler.
Acaba Kürt milliyetçileri sosyal ve siyasi davalarda kuru Ba­
kuninizmin söylediğini hiçbir zaman anlayamayacaklar mı?
(s. 107)

Mihri B elli'nin TKP ve Kürt İsyanları


Değerlend irmesi
Mihri Belli ile "İnsanlar Tanıdım" Üzerine adıyla kitaplaştırı­
lan TÜSTAV'ın Şubat 2000' de yapılan sohbetinde, gelen bir soru
üzerine Mihri Belli Kürt sorunu ve Kürt isyanlarıyla ilgili ola­
rak, anlaşıldığı kadarıyla Komintern'in bu konudaki talimat ve
değerlendirmelerinden habersiz olarak, şöyle diyor:
( . . . ) Özellikle Kürt sorununda olsun, Kemalist rejim konusunda
olsun Türk komünistlerinin tutumu Komintern'inkiyle çelişi­
yordu; SSCB'nin devlet olarak çıkarlarını esas hedef sayan yak­
laşımı savunan doğrudan doğruya Komintern' de etkin kişilerdi.
Öteki iddia, yani Komintern'in Türk komünistleri tarafından
yanlış bilgilendirildiği, Kemalistler konusunda daha ılımlı tu­
tum takındığı şeklindeki görüş, senaryodur, aslı yoktur, durum
tam tersidir.
Biz hep Kürtlerle bağlantı aradık. 1946 Ekimine kadar hapistey­
dim. Gelince, bizimle yatan Zara'lı bir aşiret reisinin oğlu vardı,
isyanlara karışmış biri (Cemal). O sırada Mehabad Cumhuriye­
ti kurulmuştu (46 senesi). Mehabat Cumhuriyeti kurulunca ta­
bii bir heyecanlandı Kürt arkadaşlar. Biz de ilgiliydik konuyla.
Mehabat'taki aşiretler bunlara kardeş aşiretmiş. Ve karar ver­
dik, ben, Samsunlu Tahsin [Berkem] , Cemal, üçümüz Zara'dan
kalkıp atlı olarak Mehabat'a gidecektik. Bütün ayrıntılarıyla
bir programı yaptık. Çıktığımızda Cemal randevuya gelmedi,
2 10 1 Ko m in tern, TKP ve Kü r t isya nları

aradım kendisini. Hakikaten aşiret reisinin oğluymuş. Konuyu


Şefik Hüsnü'ye açtım. O da yeni legal partiyi kurmuş o sıralar,
sevindi. Dedi ki, "-Mehabad'a gitmek demek dünyaya açılmak
demektir." Orada çeşitli eğilimler var. Fakat SSCB'nin kontrolü
altındaki arazide kuruldu, o topraklarda oluyor bu iş. "-Şimdiye
kadar bu fırsat geçmedi elimize, direkt bağ kurmamızda yarar
var ve birinci sınıf bir adamımızı oraya göndermemiz çok doğru
bir davranış." Sevinç içindeydi. Sonunda Cemal bizi düş kırıklı­
ğına uğrattı.
Kürt İsyanları konusuna gelince. Şefik Hüsnü birinci isyanı ir­
tica hareketi olarak nitelendirmiştir 1925'te. Kürt İsyanı konu­
sunda TKP hareketin ulusal yanını göremedi denebilir. 1 930' da
çıkan "İnkıla Yolu" gazetesinde hata düzeltilmiştir. Bu parti
organında şudur. Özetliyorum. Deniyor ki "Niçin feodalleri ve
yahut ta dini liderleri izliyorsunuz diye asi'leri eleştiremezsiniz.
Sen ona devrimci parti olarak gittin de ona doğruyu söyledin
de, ön safta savaşan o yoksul köylü seni ret mi etti? Onun için
eleştiriyi evvela kendimize yöneltelim." Yazının özü budur. Ağrı
İsyanı da 1 930'da, bir önceki, 1925'teki Şeyh Sait İsyanı da "Bir
halk savaşıdır" deniyor. Aynen " halk savaşı" diye yazıyor. "Halk
savaşıdır çünkü savaşan yoksul köylüdür." "Önderlik ne olursa
olsun zulme karşı yoksul köylünün bütün çoluğunu çocuğunu
bırakarak silaha sarılması için derin sebepler lazımdır. O derin
sebepler de sömürüdür, horlanmadır, ulus olarak varlığının in­
kar edilmesidir."
Komünist Partisi'nin resmi organındaki tutum budur. Bilir­
siniz Şeyh Sait İsyanı Arapça fetvayla başlar, din elden gidi­
yor diye, şapka reformuna karşı çıkılır23• Öcalan 222 Nolu son
" Serwebun" da çıkan yazısında diyor ki, "Kürt isyanlarının her
birinde bir işbirlikçi yan vardır." Daha önce de söylemişti bunu.
Her sefer vurgulayarak söylüyor. Ve diyor ki: "Mustafa Kemal'in
kalkıp ta 1 924'e kadar Kürt sorununda Federasyona kadar varan
olumlu beyanlarının birden bire durmasının arkasında kendisi-

23 Bilindiği gibi Şeyh Sait İsyanı 16 Şubat 1 925'te başlar, Şapka Kanunu ise 25 Kasım
l 925'te çıkartılm ıştır.
Ağrı i sya n ı Değerlendi rmeleri i 21 1
nin aşırı istiklalciliği yatar." Şimdi bu son derece önemli bir tes­
pit.( . . . )
Mustafa Kemal'in Amasya' dan ilk telgrafı Kürtleredir. "Doğuda
Büyük Ermenistan kurulacak. (Sevr' de Büyük Ermenistan sınır­
ları Adana'ya kadar uzanıyor. Buradaki ahalinin büyük çoğun­
luğu Müslüman' dır.) Buradaki Müslüman ahaliyi mahvedecek­
ler. Gelin Ya İstiklal Ya Ölüm! Savaşalım! " diyor. Aşiret reisleri
"-Varız" diyorlar. Şimdi efendim "Bir Osmanlı Paşasıyla feodal
aşiret reisleri ittifak kurmuş, bunun anlamı neymiş" falan gibi
bazı böyle sözüm ona keskin laf söyleyen Kürt arkadaşlar var.
Orada, o tarihsel dönemde Mustafa Kemal Türk ulusunu temsil
ediyordu. Mustafa Suphiler, Şefik Hüsnüler, hepsi dahil arka­
sındaydı. Yani Türk ulusunun gerçek temsilcisi o aşamada o idi.
Kürdistan' da sosyal gelişme o dönemde öyleydi ki, aşiret reisle­
ri fiilen liderleriydi Kürtlerin. Eğer bugün Maraş "Kahraman"
ise, Antep "Gazi" ise, Urfa "Şanlı" ise orada Türk kanı ile birlikte
Kürt kanı da aktı da onun için öyledir. Şimdi bizim geçmişimiz­
de bu var ve biz Türkiye komünistleri olarak bu mirasın temsilci­
leriyiz ve bu mirası başka kimseye bırakmayız. Bunu çok iyi an­
lamak lazım. Marksist-Leninist ve enternasyonalist tavır budur.
5. Bölüm

D E R S İ M O L AY L A R I
DEGERLEN D İ RMELERİ

Ağrı İ syan ı Ardından Kürt Sorununa Yaklaşım


Arşivde 16 Mart 1931 giriş tarihi mührü taşıyan ve im­
zası karalanmış "Balkanlarda Emperyalist Düzenlemeler ve
Kemalist Türkiye" başlıklı kapsamlı bir raporda, Türkiye'nin
jeopolitik konumu ve bununla bağlı Balkan-Tuna Avrupası
içinde ele alınması gerektiği analizinden sonra, Kürt sorunu­
nun Türkiye'nin güneydoğu sınırlarının güvenliğiyle bağlı bir
sorun olduğu ifade ediliyor. Devamında Türkiye'nin İtalya ve
Yunanistan ile geliştirdiği ilişkilerin ayrıntılı olarak değerlen­
dirildiği bu raporun konumuzu ilgilendiren giriş bölümünü
aktarıyoruz:

Türkiye coğrafi konumu, Balkan ekonomisiyle yakın bağla­


rı, iktisadi gelişiminin özellikleri ve derecesi, vb. . . nedeniyle
Avrupa'nın Balkan-Tuna ülkeleri bölümünde değerlendirilmeli­
dir. Bu nedenledir ki Türkiye, dün olduğu gibi bugün de Doğu
Akdeniz havzasında ve Balkanlarda siyasi denge bakımından
oldukça önemli bir rol oynamak durumundadır. Bu, kaçınılmaz
bir tarihi zorunluluktur.
Halihazırda onun etkisi bölgede barış lehinedir. Zira henüz
Türkiye'de yeterince sağlam bir zemine oturmamış olan cum-
Dersim Olayları Değerlendi rmeleri 1 213
huriyet rejimi üzerinde egemenliklerini pekiştirmek için ellerin­
den geleni yapan Kemalistler, bu girişimlerinin başarısının uzun
bir harici sükunet dönemine sahip olmadıkları takdirde peşinen
olanaklı olmadığının gayet iyi farkındadırlar.
Bu nedenledir ki, Ankaralı siyaset adamlarının barışçıl söylem­
lerine inanmakta pek bir risk yoktur. Şu da kabul edilebilir ki,
Balkanlarda emperyalist grupların biriyle yakınlaşma tehlikeli
yoluna giren Kemalistlerin şu anda izledikleri amaç, yalnızca iç
siyasetteki alabildiğine karmaşık sorunların çözümüne, harici
endişeler duymaksızın yoğunlaşabilmek için ülkenin sınıf gü­
venliğini sağlamaktır. Tutumunun kökeninde aşağıda göstere­
ceğimiz üzere tamamen farklı n itelikle bir takım etkenler olsa
da, açıktır ki, bugünkü aşamada, kararlarının belirlenmesinde
bu etkenlerin rolü n ispeten önemsizdir.
Kemalist hükümeti en tedirgin eden ve onu sürekli teyakkuz­
da tutan sınırlar, kesinlikle Batıdaki değil, Güneydoğudaki sı­
n ı rlardır. Burada Türk burjuvazisinin "iyi n iyetleri"ne hiçbir
za m a n inanmak istemediği ve onun varlığına tek başlarına
sürekli bir tehdit oluşturan iki korkunç emperyalizm (Fransa
ve İ ngiltere) bulunuyor. Bütün bunların ötesinde bu sınırlarda
çoğunluk itibariyle, Türk egemenliğine düşman kuşkulu bir
halk (Kürtler) yaşıyor; bu da (Kemalist) Halk Partisi'nin eli­
ni kolunu bağlıyor. Halk Partisi bu düşman ortamda kendini
hiçbir zaman güvende görmedi ve bu durum , ta başından iti­
baren Fransa'nı n veya İngiltere'nin Türk devletinin egemen­
liğine yönelik bir davranışa bulunması durumunda kendisini
fiilen destekleme bile en azından hayırhah bir tarafsızlıkla ya­
nında bulunacak bir takım dostlar veya bir takım müttefikler
bulma ihtiyacını hissettirdi. ( . . . ) 1

TÜSTAV Komintern A rşivi, Döküm l, CD No: 28, Klasör No: 36_36, Belge No: 37
vd. [Fransızca] .
214 1 Ko min rern, TKP ve Kürr isyan ları

TKP MK Genişletilmiş D ı ş Büro Toplantısı


ve Ulusal Sorun
Bilindiği gibi 1932'de toplanan TKP Aktifi'nin 2.
Konferansı'nın ardından gerçekleşen tutuklamalar ile TKP'nin
ülkedeki yönetici organındakiler de içinde olmak üzere çok
sayıda üyesi faaliyetin dışına düştü. Bunun üzerine KEYK'e
başvuran Dr. Şefik Hüsnü, TKP faaliyetinin desantralize edil­
mesini, böylece İstanbul' da ve taşrada vilayet komiteleriyle doğ­
rudan Dış Büro'nun bağlantı kurmasını, yalnızca İstanbul' da
merkezi düzeyde Eczacı Vasıfın yer almasını önerdi. Bu öneri
doğrultusunda TKP ilk desantralizasyonunu 1932- 1934 arasın­
da yaşadı. 1 933 sonlarında, TKP 1929 Davası'ndan 4 yıl hüküm
giymiş merkez yöneticilerinin tahliye olmaları üzerine, Dr.
Şefik Hüsnü'nün KEYK'e yeniden müracaatıyla TKP bir dizi
Genişletilmiş Dış Büro Toplantısı'nın ardından yeniden ola­
ğan çalışmasına başladı. 8-10 Ağustos 1934 tarihli toplantıda
kabul edilen "T.K.P.'nin Faaliyet ve Teşkilat Vaziyeti Hakkında
Merkez Komitesi Murahhası Anastas [Hüsamettin Ôzdoğu]
Yoldaşın Raporuna Dair Karar"ın 5. maddesi ulusal azınlık­
ların, Kürtlerin, Çerkezlerin yaşadığı bölgelerdeki faaliyeti de
kapsıyor; kararın ilgili bölümü şöyle:
5 - Fırkanın dahili teşkilat ı nda elan bir çok noksanlar ve sa­
katlıklar mevcut bulunduğu murahhas yoldaşın raporundan
anlaşılmaktadır. Harici Bro ictimai bu meseleye dair ayrıca
bir vesıka kabul edeceğindan, bu kararnamede yalnız hücre ­
lerin siyasileştirilmesi, mahalli teşkilatların fırka program ve
talimatları dahilinde müstakillenkararlar alma !üzümünün
ve onları hayata t,eçirmelerinin ve neşriyatta bulunmalarının
ve amele kalkın; nalarına ön ayak olmalarının temini, hücre­
lerden merkez komitesine kadar her teşekküle dahil azalar
arasında işe elverişli ve konspirasyona uygun bir vazife bölü­
mü yapılması, alt ve üst teşkilatlar arasındaki gayet dikkatlı
Ders i m Olayları Değerlendi rmeleri i 215
ve ele düşmelerde, hıyanetlerde zararı asgarı haddına indi­
recek tazda kurulması, diger merkezlerin zararına bir mer­
kezde en ziyade güvenilen kuvetli mücahitlerin toplanması
itiyadına süratle nahayet verilmesi ve bu gibi yetişken mesul
yoldaşlarınsiylasi rehper ve-ya enstürüktör olarak muhtelif
amele merkezi vilayetlere gönderilmesi, mahtut birkaç sana­
yi şubesinin (tütün, otomobil nakliyatı) teşkilatı olmaktan
fırkanın kurtarıması ve bilhassa toplu amele işleten harp
imalatı, mensücat, kereste v e nıöbilyc gibi sanayıa ve mem­
leketin muhtelif merkezlerini birbirine bağlıyan kitlevi nakıl
vasıtalarına (şimendüferler, vaporlar) bir an evel hulül etme­
ğe ve kök salmağa gayret olunması amele kitleleri arasındaki
faaliyetlerle mütevaziyen köylerde de köy fırka hücreleri ve
köylü komiteleri yaratmağa ve emekçi köylülüyi fırka şiarları
etrafında harekete getirmeğe uğraşılması, bugüne kadar fırka
faaliyetleri haricinde kalmış bulunan kesif milli akalliyetler
mıntıkalarında ( Kürtler, Çerkesler .. ) vakıt geçirmreden bir
hareket uyandırmak için her çareye baş vurulması lüzumla­
rını burada da ehemmiyetle işaret etmeği Harici bro içtimai
faydalı bulur.2

10 Ağustos 1 934'te yapılan toplantıda, "Teşkilat Meseleleri


Etrafında Sıtkı Yoldaşın Raporu"nun sunulmasının ardından
sorulan sorularda Doğu vilayetleri ve ulusal sorun gündeme
geliyor. Toplantı tutanağından soruları ve ilgili açıklamayı ak­
tarıyoruz:
( . . . ) Ferdi: Köylüye hulul etmek için ne gibi tedbirler düşünü­
lüyor?
Miller: - Şark vilayetleri için neler düşünülüyor?
Fahri: - Milli ek a l liye tle r hakkında ( . . . )
Ben burada umumiyetle köylüye nasıl gitmek lazım geldiğini iza­
ha lüzum görmüyorum. Birkaç köylü talebesinin buraya gönde­
rilmesini lüzumlu görüyorum.

2 RGASPİ, f. 495, op. 1 l , d. 373, yaprak 27-30 [Türkçe].


216 1 Komin tern, TKP ve Kür t isyanları

Kürdistan'a ne suretle girmek lazım geldiği şüphesizdir. Burada


Leningrad ' daki arkadaşlardan bu hususta çok istifade edeceğiz.
Fakat bununla kanaat etmeyerek cenup vilayetlerini bu hususta
tavzif etmek ve diğer şehirlerdeki Kürtler arasında çalışmak.
Milli meseleye gelince: Gerçi Lazistan' da teşkilatımız vardır, fa­
kat onlar faaliyetlerini milli mesele ile bağlayarak yap[ma] mak­
tadırlar. Bunu milli mesele ile bağlamak lazımdır.3

Yine bu toplantılarda kabul edilen "Fırka Teşkilat Platformu


Teşkilat Münasebet ve Faaliyetleri" raporunda çalışma tarzı tes­
pit edilirken ulusal azınlıklar da dikkate alınıyor:
Kolektif çalışma her işe her yoldaşın el sürmesi demek değil,
bilakis teşkilat, neşriyat, irtibat ve saire teknik işler, amele ce­
miyetlerinde, köylülük arasında ve köylü teşekküllerinde, asker
arasında, milli ekalliyetler arasında ve ilh. faaliyet gibi mütenev­
vi fırka faaliyeti sahalarında işleri idare mesuliyetini ayrı ayrı
merkez veya vilayet komiteleri ve ilh. azalarının üzerlerine al­
ması demektir.4

Yukarıda sözünü ettiğimiz toplantılarda köylüler arasında


çalışma yapılması, bunun için de bir toprak/tarım programı ha­
zırlanması da kararlaştırıldı. 1935'te taslağı hazırlanan bu prog­
ramda Kürt isyanlarıyla ve Kürt köylüleriyle ilgili önemli bö­
lümler de yer alıyor. Maddeler halinde düzenlenmiş programın
ilk maddesi şöyle başlıyor:
1 . Milliyetçi burjuvazi, Türkiye'nin kaderine tek başına egemen
olduğu 10 yıl boyunca, Küçük Asya'nın sosyal-ekonomik iliş­
kilerinde hemen hemen hiçbir değişiklik yapmadı. Milliyetçi
burjuvazinin bizatihi bileşimi, onun bu ilişkilerde önemli bir
değişiklik yapmasını ve şu veya bu ölçüde tutarlı bir toprak/ta­
rım reformu gerçekleştirmesini engelliyordu. Nitekim bu bur-

3 TOSTAV Komintern Arşivi, Döküm 1, CD No: 28, Klasör No: 36_36, Belge No:
434-455 [Eski Türkçe] .
4 TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm I, CD No: 28, Klasör No: 36 _ 36, Belge No:
436-446 [Türkçe].
Ders i m Olayları Değerlendirmeleri 1 217
juvazinin dikkate değer bir tabakası, ulusal kurtuluş savaşının
zafere ulaşmasının ertesinde, çiftlikçi ve tefeci olarak köylülüğü
doğrudan doğruya bizzat sömüren büyük toprak sahipleri ha­
linde gelişti. Öte yandan, milliyetçi burjuvazi, bir sınıf olarak,
kapitalist dönüşüm yoluna girmiş veya bunu yapmaya hazır
eski yan-feodal büyük toprak sahipleriyle bir siyasi ittifak kur­
muştu. Nitekim onların desteğiyledir ki Halk Partisi hükümeti,
Anadolu'nun feodalizm kalıntılarının ağır bastığı Doğu bölge­
lerinde onları tasfiye etmeye yönelik yasaların uygulanmasına
karşı ardı ardına patlak veren değişik isyanları kanla bastırmayı
başarabilmişti. ( . . . )

Toprak/Tarım Programı'nın 5. maddesinde toprak ve kredi


sorunları ele alınırken Kürt isyanlarına da değiniliyor:
5. Geniş topraksız veya az topraklı köylü kitlelerinin en yakıcı
yaşamsal sorununu oluşturan toprak ve kredi konusuna gelince,
bu konuda milliyetçi burjuvazi hemen hemen hiçbir şey yapma­
dı. Binlerce köylünün emrine ödeme karşılığı verilmiş birkaç on
bin hektar (devlet topraklarının 73.000 hektarı, yıllık ödemeler­
le 20 yılda ödeme taahhüdünde bulunmuş 22.233 köylü ailesine
satıldı. Ayrıca tazminat ödenerek kamulaştırılan sınırlı sayıda
feodal çiftlik onu işleyen köylülere satıldı.) denizde bir damla su­
dan ibaretti ve bundan da çoğu durumda az-çok zengin köylüler
yararlandı. Oysa köylülüğün toprağa duyduğu açlığı gidermek
için milyonlarca hektar toprak dağıtmak gerekiyordu . Kemalist
hükümetin bu ürkek ve demagojik adımı atmasına zorlayan da
mayalanmakta olan kitlelerin baskısı ve tehditkar isyanların
önlenme arzusuydu. Bu arada, Kürt isyanlarını ertesinde İz­
mir ve Trakya bölgelerine tehcir etmek zorunda kaldığı Doğu
vilayetlerindeki az sayıdaki yarı-feodal ağanın topraklarını ve
diğer mallarını büyük ölçüde tazmin etmekte gecikmiyordu. (. . . )

Cihan Harbi öncesi tarım ekonomisinin koşullarının ve dü­


zeyinin Tüfkiye'nin Batı, Orta ve Güneydoğu bölgelerinde bü­
yük değişiklikler gösterdiğinin ele alındığı 7. maddede Doğu
Anadolu' daki durum şöyle dile getiriliyor:
218 1 Ko min tern, TKP ve Kü rr isyanları

7. ( . . . ) Doğu Anadolu'ya, özellikle Kürt halkının yaşadığı


vilayetlere gelince, dikkati çeken devasa büyüklükteki (tek kişiye
ait 50-60-100 ve daha çok köy) feodal mülkiyettir. Köylülük, bir
bütün olarak, mülkiyet hakkından ve genel olarak her türlü hak­
tan yoksundur. Çoğu zaman bir saban ve bir katırı bile yoktur.
Toprak, beyler ve şeyhler adına, son derece ilkel usullerle işlenir
ve çiftçi, ücret olarak emeğinin çok küçük bir bölümünü alır. Her
köyde büyük toprak sahipleri, silahlandırdıkları ve diğerlerinin
gözünü korkutmak ve soymak için yararlandıkları birkaç köy­
lünün desteğini ve fedakarl ığını sağlar. Kapitalist dönüşüm ve
her şeyden önce köylülerin toprağa sahip olması şimdiye kadar
büyük bir yavaşlıkla ilerliyor.( . . . )

Doğu Anadolu' daki toprak rejimini böylece belirledikten


sonra, program "Köylüler Arasında Yürütülecek Çalışmada
Yerine Getirilecek Görevler" ve "TKP'nin Köylülerle İlgili
Siyasi Sloganları ve Kısmi Talepleri"ni ele alıyor; bu son bö­
lümde "Küçük Asya'nın Doğu Vilayetlerinde" şunlar öne çı­
kartılıyor:
a) Ayni rant ve angarya şeklindeki ilkel sömürü yöntemleriyle
köylü kitlelerinin serf durumuna düşürüldüğü onlarca ve yüzler­
ce köy üzerinde yarı-feodal büyük toprak sahiplerinin mülkiyet
haklarının ilgası. Toprakların, kuşaklar boyu babadan oğula on­
ları işleyenler tarafından sahiplen ilmesi;
b) Mülksüzleştirilen büyük toprak beylerinin ve kırlarda onlara
baskı aracı olarak hizmet eden paralı ordularının Türkiye'nin
Batı bölgelerine tehciri;
c) Köylülerin, büyük toprak sahiplerinin korkunç tefecilik ko­
şullarıyla onlara sağladığı tohumluk veya beslenme tahıllarının,
çekim ve ulaşım hayvanlarının tutarından kaynaklanan bitmek
bilmez borçlarının ilgası;
d) Dağlardan öteye malların taşınması gibi ağır bir meslekle uğ­
raşan katırcıların ve devecilerin, ezici koşullarla kendilerinden
borç aldıkları katırlarına ve develerine el konarak tefeciler ve
Dersim Olayları Değerlendirmeleri \ 219
spekülatörler (büyük toprak sahipleri ve tüccarlar) tarafından
köleleştirilmesinden kurtarılması;
e) Göçebe aşiret şeflerine ait binek ve iş hayvanlarının ve koyun
ve keçi sürülerinin tazminatsız kamulaştırılması ve bunların bu
aşiretlerin yoksul ve köleleştirilmiş üyelerine dağıtılması;
f) Göçebe aşiretlerin, tarım yapmak üzere toprağa yerleşme ar­
zularını dile getiren sömürülen ve köleleştirilmiş üyelerine işle­
nebilir toprakların dağıtılması;
g) Hangi biçimde olursa olsun ayni ödemelerin ve angaryaların
yasaklanması; mülk sahipleri tarafından sağlanan bir avantajı
ücretsiz çalışmayla ödemenin yasaklanması. Kim için olursa ol­
sun yapılan her türlü işin parasal olarak karşılığının ödenmesi. 5

Orak- Çekiç Gazetesinde Ulusal Sorun


TKP Genişletilmiş Dış Büro Toplantıları'nın bitmesinden
sonra, Türkiye'ye MK Sekreteri olarak dönen Marat [Laz İsmail]
yönetiminde, 1 935 sonlarından itibaren TKP Merkez Komitesi
organı olarak Orak- Çekiç gazetesi yeniden yayın -hayatına baş­
lıyor.6 20 Aralık 935 tarihli 1(9) numaralı sayısının girişinde, ga­
zetenin 1925'ten itibaren yayın hayatı, Yazı Komitesi imzalı bir
yazıyla aktarılıyor. Bu yazıda Şeyh Sait İsyanı ve izleyen süreç ay­
rıntılı olarak ele alınıyor.

5 RGASPİ, fon: 495, op. 1 1 , d. 373, yaprak 4 1 - 49 [Fransızca].


6 Bu yayınları Marat'ın yönettiğini Ali Haydar Kutlu'yla ilgili verdiği ve onun
RGASPİ f. 495, op. 266, d. 2 1 6'da kayıtlı şahsi dosyasında 15 Mayıs 1 940 tarihli
Marat imzalı 3 sayfalık bir rapor da gösteriyor. Bu kapsamlı raporda Marat şu bil­
gileri veriyor: "Ali Haydar Kutlu (Erol) 935'te Partiye girmiştir. Partinin merkezi
organının matbaasında çalışmıştır. Çalıştığı bu gizli matbaada tam bir yıl gün ve
güneş yüzü görmeden ve konspirasyonu bir defa bile ihlal etmeden çalışmıştır.
Merkez Komitesi kendisinin gösterdiği cesaret ve disiplinlilik numunesini takdir
etmiştir. ( . . . ) Benim şahsi kanaatım, Erol'un bir yanlışlığa kurban gittiği merke­
zindedir. Bundan ötürü, Erol hakkında verilen kararın yeniden tekrar bakılması
hususunda icap eden yerlere lazım gelen malumatın verilmesi hususunda yardım
gösterilmesini dilerim."
2 2 0 1 Ko min tern, TKP ve Kür t isya n ları

( . . . ) Ayni zamanda Kemalizme karşı hem iktisadi hem politik


tazyık tedbirlerine başvuruyordu. İşte 1925 yılındaki Kürdüs­
tanda patlayan irtica kalkınması Türkiye içinde bu gibi reaksi­
yoner ayaklanmaların en önemlilerindendir.
Kemalist burjuvazi haklı olarak bu irtica hareketine karşı koydu
ve onu ezdi. Reaksiyonun ezilmesile inkılab namına iyi bir iş de
görülmüş oluyordu. Fakat, kemalist burjuvazi reaksiyonu kökten
ve inkılabın istediği yolla ezmedi. Sınıfı namına o, bu fırsattan
faydalanmasını bildi. Sağdan gelen irticaa karşı tedbirleri alırken
soldan gelecek inkilapçı bir mukavemete de duvar çekmek istedi.
Kemalist burjuvazi kendisine lazım olan sermayeyi biriktirmek
için geniş emekçi kitlelerine karşı amansız bir soygun siyasası
güdüyordu. Bu insafsız soygundan en fazla ezilen Türkiye işçi ve
emekçi köylülüğünü bu soyguna boyun eğer bir duruma sokmak
gerekti. Bunun için o, emekçi kitleleri en ana demokratik hak­
lardan, siyasi serbestliklerden büsbütün mahrum etti. Kemalist
hükümeti, bu uğurda, 1925 kaytak şeyh Sait kalkınmasını fır­
sat buldu. "Takriri sükun" kanunile kaytak teşkilatlar ve gaze­
teler yanında, irticaa karşı koymak için en büyük kuvvet olan
inkılapçi teşekkülleri de dağıttı. Komünistlerin çıkardığı gaze­
te ve mecmuaları kapattı, oralarda çalışan komünistleri inkılap
namına!? İstiklal mahkemelerinde mahkum etti, işçilerin sınıf
menfaatlarını korumak için kurduğu teşkilatları dağıttı, idareci­
lerini hapisanelere attı. İşte o zaman, İstanbulda komünistlerin
çıkardığı ORAK ÇEKİÇ 7'nci sayısında zorla kapatıldı. ( . . . )7

Orak- Çekiç gazetesinin 1 Şubat 1 936 tarihli 3(12) numaralı


sayısında, Kürdistan ile ilgili "Varan Gelen 4! Dördüncü Umum
Müfettişlik"8 başlıklı H. Boşa imzalı kapsamlı bir yazı yayınla­
nıyor. Yazıda genel müfettişliklerin Doğu vilayetlerinde kurulma
nedeni ele alınırken Dersim özellikle anılıyor.

7 Aktaran Mete Tunçay, age, s. 5 1 6 - 5 1 7.


8 TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm 1 , CD No: 24, Klasör No: 30_36, Belge No: 744
[ Türkçe].
Dersim Olayları Değerlendirmeleri 1 221
Kemalist burjuvasi, hükümetin idare sisteminde tazyık vidala­
rını habre sıkıştırıyor. Halk partisi hükümeti, Türkiyenin mu­
ayyen semtlerinde yeni yeni enspektörluk teşkilatları kuruyor.
Bunlardan en zorbalısı 4'üncüsü oluyor. Astığı astık kestiği kes­
tik fermanile kurulan bu teşkilatın neler yapacağını eyice anla­
yabilmek için, !'incinin neler yaptığına kısaca göz atalım.
Şimdiye kadar kurulan 4 genel enspektörluktan 3'ü doğu vila­
yetlerinde ve bunlardan 2'si bilhassa kürdüstanın göbeğindedir.
Neden? Kamutayda iç işleri bakanının verdiği izahata göre: Der­
sim, yeni adıla Tunceli ve çevresinde halk hala daha beylerin,
şeyhlerin, aşiret reislerinin nüfuzları altında bulunuyormu; ver­
gi vermiyormuş, soygunculuk yapıyormuş . . . da onun için böyle
dehşet salan bir aparat kurulmuş. Birinci Genel enspektörluk
kurulurken de ayni şeyler söylendiydi. 7- 8 yıldır doğu vilayet­
lerinde saltanat süren ve adına kürdüstanda, "bayraksız daire"
denil� n bu teşkilat; emekçi halk yığınların[ı] beylerin, şeyhlerin,
aşiret reislerinin zulmünden kurtardı mı? Bunu yapmadı amma,
emekçi halk kitlelerinin ensesinde eyi boza pişirdi.

Yazının devamında öncelikle Kemalist hükümetin Doğu


vilayetlerinde izlediği siyaset analiz ediliyor.
Kemalistlerin gevezeliklerine bakarsanız onlar, doğu vilayetle­
rinde koyu irticala, emperyalizmin ajanlarıla, sultanlığın desteği
olan unsurlarla sapına kadar savaşıyorlar. Hakikat böyle mi? Halk
partisi hükümeti, doğu ellerinde, hele Kürdüstanda kaytak dere­
beylik artıklarına İngiliz ve Fransız emperyalizminin ajanlarına,
kodaman ağ[a]lara ve beylere karşı kökten bir inkılapçı savaş yü­
rütmüyor. Kemalist burjuvazi, derebeylere, büyük toprak sahip­
lerine, aşiret reislerine, koyu mürteci unsurlara karşı evvela bir
çıkıştı: onların siyasal alandaki nüfuzlarını baltaladı, hükümet
aparatındaki mevkilerini silkeledi. Fakat, onların topraklarına
dokunmadı, hükümet aparatındaki bağlarını söküp atmadı, on­
ların köylerine ilişmedi, köylüyü ve köylü[lüğü] onların istismar
ve nüfuzlarından kurtarmadı. O bu sayılanları yapmaz. Çünkü o,
büyük toprak mülkiyetile sıkı sıkıya bağlıdır. Büyük toprak sa-
222 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

hiplerile sarmaş dolaş olmuştur. Köylü inkılabına karşı durmuş­


tur. O, eski derebeylik artığı istismar ve istihsal usullarını yok
etmedi. Köylüyü ve köylülüğü insafsızca ezen; emekçi köylüleri
toprak beylerine karşı kul köle bırakan yarıcılık, ortakçılık, ke­
simcilik usullarına dokunmadı. Tam tersine, bu katmerli, yoğun­
laşmış derebeylik artığı istismar ve istihsal usullarını kapitalist
istismar ve istihsal usullarıla öriyor, onlari içiçe sokuyor. Doğu
illerinde toprak münasebetlerinin ne yamanları vardır. Mesela
bir beyin, kodaman bir ağanın onlarla köyleri var. Çoluk çocuğu
ile beyin malı olan köyler var. Bu köylülerin beyle olan münase­
betleri toprak-bentlik münasebetinin iri iri artıklarıdır.
Kemalistler Kürdüstanda büyük toprak sahiplerine, tefecilere,
kodaman ağalara, Kemalist burjuvazile bağ tutan tüccarlara yas­
landılar. Birinci genel enspektörluk kurulduktan sonra bu anlaş­
ma daha sıkı fıkı oldu.

Daha sonra Şeyh Sait İsyanı ve bunun sonuçları irdeleniyor;


Hazro ve Silvan beyleri üzerinden beylerin ve ağaların eski ko ­
numlarına kavuştukları, köylüleri sömürmeye bu kez de jan­
darmanın devam ettiği örnekleniyor. Şeyh Sait'in kardeşlerinin
affedilmesi ve onlara uygulanan işlemler eleştiriliyor.
1925 koyu kaytak şeyh Sait isyanile, doğu vilayetlerinden beyler,
ağalar batı kentlerine sürüldü idi. Emekçi köylülerin kan ve ter­
lerinden çıkma altınları heybelerine doldu ran bu beyler ve ağalar
İzmir ve İstanbul gibi yerlerde eyi bir gezi yaptılar. Derken, arka­
dan bir af çıkarıldı. Kodaman ağalar ve beyler tekrar yerlerine,
konaklarına döndüler. Halk partisi hükümeti bu sürmek işile ve
irticai isyan hareketlerini ezmekle inkılap adına eyi bir hareket
yapmış oluyordu. Fakat onu sonuna kadar götüremedi. Zaten yarı
yolda kalıcılık kemalismin bir hususiyetidir ya. Geriye dönen
beyler ve ağalar, eskisi gibi köylüyü soymağa başladılar. Kema­
listler bu soyguna ortak oldular. Hazro beyleri sürüldüydü. Geri
dönen Ahmet ve Hatip beylerin nesi eksildi? İki büyük konakta
eksilen şey, eskiden mevcut olan 100 - 1 50 silahlıdır. Artık Hatip
beyleri ve onların menfaatlarını muntazam jandarma beklediği
Dersim Olayları Değerlendirmeleri i 223
için, Hazro beyleri bu eksilişe pek o kadar içerlemediler. Onların
63 köyüne hiç dokunulmadığı için Hatip bey kendisini daha ga­
rantide hissetti. Öyleki, sürgün zamanında köylüden alamadığı
tahılı ve saireyi faizile ve jandarma marifetile topladı. 63 köy yine
Hatip beylere çalışıyor. Hazro beyleri yine kırbaçlarını köylünün
sırtında şaklatıyor. Silvan beyleri şimdi daha şımarık oldular,
köylüye kan kusturuyorlar. Hükümet aparatı yine onların vası­
tasıle onların istediğini köylerde yapıyor. Daha neler var: Cemil
paşalar, her türlü irticai hareketlere ön ayak olan bu aksi inkılapçı
adamların mallarına hiç dokunulmadı. Bundan daha fecii var:
Şeyh Saidin kardaşları, İsyana bilfiil iştirak eden bu adamlar af­
fedildi. Suriyeye kapağı atan bu halk düşmanları geri getirildi .
Hatta bir aralık bunlara köy verildi, maaş bile bağlandı. Haniya
beylerin, şeyhlerin, aşiret reislerinin nüfuzlarından köylü ve halk
kurtulacaktı? Köylünün kurtarıldığını değil amma, köyleri hara­
ca kesen yeni yen i beylerin türetildiğini gördük. Birinci genel ens­
pektörlük Hozat Beylerini yok etmek şöyle dursun Hanide Hamdi
beyi yarattı. İsyan zamanında kırılan köylülerin topraklarını ona
verdi. Birinci genel enspektörlük, köylülerin bdemliklerini zor­
la fakır köylülerin ellerinden çekip alan Piran Sait ağaya yardım
etdi. Hangisini sayalım. Ölünceye kadar mebus kalan ve Bucak
nahiyesinin 34 köyünü tapusu altında tutan Odabaşı Mahmudu
mu, yoksa Diyarbekin kodamanlarından Pirinçileri mi.

Yazı sınıf mücadelesine vurgu yaparak, ulusal azınlıklar


sorunu ve Kürdistan' da komünistlerin izlediği siyaseti orta­
ya koyuyor. Hükümetin izlediği Türkleştirme siyasetinin halk
kitlelerini irticaın kucağına ittiği tespitinden sonra çözümün,
"Beylere, ağalara, aşiret reislerine ait toprakların bedava fa­
kir köylülere dağıtılması"yla olacağını, Kürt köylü kitlelerinin
TKP'nin öncülüğünde mücadele etmesinin gereğine işaret edi­
yor. Bu yazıda TKP belgeleri içinde "Zazalar"a ve "Zazaca"ya ilk
kez atıfta bulunuluyor.
Halk partisi hükümeti doğu illerinde, hele Kürdüstanda güttü­
yü sınıfi siyasasile, beylere ağalara, aşiret reislerine karşı emek-
224 1 Komin tern, TKP ve Kür t isya nları

çi halk kitlelerinin yürütecekleri sınıf savaşını körletiyor. Hele


yürüttüğü türkleştirme siyasasile halk kütlelerini irticaın kuca­
ğına itiyor. Milli azlıkların emekçi kitlelerine karşı parya mu­
amelesi yapıyor. Emekçi köylü Zazalara, Kürtlerin fakır köylü­
lerine en bayağı hakaretler yapılıyor. . . "Horca . . . Horca . . . " diye
onlara küfrediliyor. Birinci enspektörluğun fakir köylülere karşı
gösterdiği en nazik muamele dayakla başlar. Kürtçe ve Zazaca
konuşmak yasak edildi. Birinci genel enspektörluğun hudutları
bir aralık. [orijinal metinde böyle] Halkevleri vastasile bu iş yine
yapılıyor.
Birinci genel enspektörluk böyle iş gördü ve göriyor. Dördüncü
ki bu daha yaman bir selahiyetle işe girişiyor, köylüyü ve emekçi
halkı ezmekten başka hiçbir şey yapmayacak. O, Dersimin Ho­
zat beylerini; Hozat bölgesinin kodamanı Ahmet beyi yok edip
mallarını Dersimin topraksız köylülerine vermeyecek. O da,
Birincinin yaptığını yapacak. Köylüyü ağaların, beylerin aşiret
reslerinin nüfuzlarından Kemalistlerin tuttuğu yol ve onlara
karşı güttüğü ezgi siyasası kurtarmaz. Nitekim kurtarmadığını
da gördüler. [l sözcük okunamadı] ve çevresinde ve bütün Kür­
düstanda köylünün, emekçi halk kitlelerinin kurtulması ancak:
BEYLERE AGALARA, AŞİRET REİSLERİNE AİT TOPRAKLA­
RIN BADAVA KÖYLÜLERE DAGITILMASİLE OLUR. Kürdüs­
tanda köylü, Kemalistlerin şöveuist ve ezgi siyasasini istemiyor.
Kürdüstanda emekçi kitleleri artık Hoybonculara, kaytak ve em­
peryalizmin ajanları unsurlara yar olmayacak. Bu savaşçı halk
kitleleri: beylerile çarpışacak, onu emperyalizmin elinde oyun­
cağa çevirmek isteyenlerle döğüşecek. Fakat o, Kemalistlerin
ezgi siyasasına da boyun eğmeyecek. Kürdüstanın emekçi halk
kitleleri Türkiye amelesile, Türkiye köylülüğünün ana kitleleri­
le elele verecek. O, Türkiye komünist partisini kendisine önder
tanıyacak. Çünkü Türkiyenin amele sınfı ve Komunist partisi:
milli azlıklara milli sosyal, kültürel inkişaflarının temin edilme­
sini ve siyasal istiklal de dahil olduğu halde kendi mukadderat­
larının kendileri tarafından tayın hakkının tanınmasını istiyor.
D e r s i m O l a y l a r ı Değ e r l e n d i rm e l eri [ 225
Sıtkı'n ı n [Reşat Fuat]
"Türkiye'de M illi Azınlıklar" Raporu
Öte yandan 9 Eylül 1936 tarihinde TKP MK Sekreteri Sıtkı
(Reşat Fuat) tarafından büyük olasılıkla desantralizasyona
ilişkin toplantılar sürecinde Komintern'e, " Türkiye' de Milli
Azınlıklar" başlığıyla Almanca bir rapor sunuluyor. Ağırlıklı
olarak Kürdistan'ın, Kürtlerin ve geçerken Zazaların ele alın­
dığı, Lazlara kısaca değinilen bu raporda Rum, Ermeni, Yahudi
vb. diğer ulusal azınlıklardan söz edilmiyor. Sıtkı'nın bu rapo­
runu aşağıda veriyoruz:
TÜRKİYE'DE Mİ LLİ AZINLIKLAR.

Türkiye' de birçok milli azınlık var. Birliktelikleri ve çok olmala­


rı bakımından Kürtler ve Lazlar en önemlileridir.
Kürtler Türkiye'nin doğu ve güney bölgelerinde yaşıyor. Kürt
nüfusun sayısı belirlenemiyor, çünkü resmi istatistikler Kürtleri
Türk olarak da gösteriyor, ama onların yaklaşık 2 milyon olduk­
ları tahmin edilebilir.
Kürdistan dağlık bir memleket ve Türkiye'nin diğer bölgeleriyle
demiryolu ve iyi karayollarıyla iletişimi yok. Bu yüzden Kürdis­
tan ülkenin diğer bölgelerinden yalıtlanmış durumda. Bu yalı­
tılma Kürdistan'ın ekonomisini de diğerlerinden farklı kılıyor.
Bu durum Kürt ekonomisinin ülkenin diğer kısımlarına kıyasla
çok geri kalmasına sebep oluyor. Ve bu geri kalmışlık onun eko­
nomik durumunu diğerlerinden farklı kılıyor. Kürt ekonomisi­
nin Türk piyasasıyla bağlantısı çok zayıf. Bu ilişki daha çok canlı
hayvan (koyun vb.) ihracatından ibaret.
Osmanlı hükümetlerinin ve özellikle Kemalistlerin Kürtleri
Türkleştirme yönündeki bütün çabaları sonuç vermedi ve Türk­
leştirme politikası söz konusu yalıtılmış durumları, kendi milli
kültürleri, kendi dilleri ve dinlerinin olması sebebiyle olumlu so­
nuç vermedi. (Onlar da Müslüman, ama kendi tarikatları var.)
Hükümetin zaman zaman gönderdiği göçmenler bile Kürt hal-
226 1 r J m ı n tern, TKP ve Kür t isya n ları

kının etkisi altında kaldılar, Kürtleştiler, kendi dillerinden vaz­


geçtiler ve Kürtçe konuşur oldular.
Kemalistlerin, Türkiye'nin m illi birlik içinde olduğu iddiasının,
yukarıda bahis konusu edilen yalıtlanma sebebiyle, doğru olma­
dığı anlaşıldı. Çünkü Halk Partisi'nin milli politikası, milli çeliş­
kilere son vermek yerine, daha da sertleştirdi.
Kürt ekonomisi çok geri kalmış bir ekonomi. Oralarda hala ağır
feodalizm, göçebe hayatı ve ataerkil ekonomik ilişkiler hakim
durumda. Kürtlerin göçebe kesimleri hayvancılık yapıyor. Ata­
erkil ilişkiler Kürtlerin feodaller tarafından sömürülmesinin
üzerine bir dış örtü rolü oynamakla kalmıyor, baskıları ağırlaş­
tırıyor.
Kürdistan' da en başta feodalizm hakim. Orada onlarca ve onlar­
ca köyün sahibi beyler var. Bu köylerde yaşayan köylüler, yalnız
beyleri için çalışıyor ve yaşıyor. Onların hiç kendi mülkleri yok.
Buna rağmen, Kürt beyleri çoğu kez şeyhlerle ve din adamlarıy­
la birlikte yerli nüfusu ağır baskı altına alıp sömürüyor. Kürtler
onların etkisi altında bulunuyor. Bu bey ve şeyhler köylü kitle­
lerinin hoşnutsuzluğundan yararlanmayı çok iyi biliyor. Onlar
milliyet konusunu kullanıyor, Kürtlerin Türklere karşı nefretini
gitgide artırmaya ve bunu kullanmaya çalışıyorlar. Böylece bey­
ler sömürü ve baskının boyutlarını geri kalmış köylülerin gözün­
den gizlemeyi başarıyor.
Kürt beyleri aynı zamanda emperyalizmin, eski sultanatın ve
halifelerin açık gizli ajanlarıyla iki büyük isyan örgütlemeyi
başardı (1925 ve 1930). Bu isyanlar tamamıyla gerici niteliktey­
di, doğrudan İ ngiliz emperyalizmi tarafından desteklendi, kıs­
men Doğuda yürütülen antisovyet kampanyayla bağlantılıydı,
SSCB'nin dostu Türkiye'yi ondan ayırmak için Kemalistler üze­
rinde politik ve ekonomik baskı uygulama aracıydı.
Her iki isyana da halk aktif bir şekilde katıldı. İsyanlar haylı
uzun süren askeri operasyonlarla bastırıldı. İsyancı Kürtlerin
birçoğu idam edildi ve beyleri n birçoğu Türkiye'ni n diğer böl­
gelerine sürüldü . Daha sonra bu beyler çıkarılan bir afla geri
Dersim Olayları Değerlendirmeleri 1 227
döndü. Onların mülklerine el konulmamıştı ve onlar tekrar
feodal varlıklarına kavuştu. Hükümete karşı aktif duruma
geçtiklerinde Kemalistler Kürt beyleriyle savaştı. Ama onların
politik ve ekonomik etkilerine son vermek için, baskı ve sömü­
rülerini ortadan kaldırmak için Kemalistler önemli ve etkili
adımlar atmadı.
Bu feodallerden hala mecliste milletvekilleri var. Yerel boyutlar­
da Halk Partisi, yeniden hükümete karşı çıkmamaları için feo­
dalleri destekliyor bile. Türk burjuvazisinin ekonomik çıkarları­
nı teminat altına almak için uyguladığı milli baskı politikasının
yolunu açık tutmak için birçoklarıyla anlaştı.
Son zamanlarda hükümet yeniden Doğu bölgeleriyle, yani Kür­
distan ile çok ilgileniyor. İlk umumi müfettişliğe (7 yıl önce
kuruldu) iki tane daha eklendi. Özellikle dördüncü umumi mü­
fettişlik bölgelerinde (Munzur-Dersim) açık askeri diktatörlük
var. Müfettiş aynı zamanda bölgenin valisi ve askeri komutanı.
Orada kuşatma durumu söz konusu. Bütün ceza hükümleri bu
general tarafından onaylanmak durumunda. İdam cezaları bir
üst mahkemede veya Meclis'te onaylanmak zorunda değil. Böy­
lece Kürt halkının üzerindeki baskı orada daha sert.
Kürtlerin ve Zazaların kendi dilleri, okulları, gazeteleri vb. olma
hakkı yok. Onlar üniversitelere çok ender alınıyor. Subay okulla­
rı [girmeleri] zaten söz konusu bile edilemez.
Kemalistler Kürdistan'ın zenginliklerini doğrudan ve daha kolay
sömürmek için şimdi Kürdistan'ın Türkiye'nin diğer bölgeleriyle
ekonomik ilişkilerini genişletmeye çalışıyor. Beş yıllık bir planın
gerçekleştirilmesi, birkaç fabrikanın kurulması öngörülüyor.
Demiryolları ağı Kürdistan'ın içlerine doğru biraz daha geniş­
letildi. Bütün bunlar Kürdistan' da kapitalist gelişmeyi mümkün
kılacak.
Lazlar çoğunlukla Sovyet sınır bölgelerinde ve Karadeniz kıyı­
larında yerleşik. Sayıları birkaç yüz bin civarında. Lazlar Kürt­
ler kadar geri kalmış değil. Onlar çok yoksul ve başka şehirlere
çalışmaya gidiyorlar. Genel olarak Sovyetlerden etkileniyorlar.
22 8 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyanları

Lazlar arasında feodal kalıntılar da var. Kemalist hükümetin


baskı politikası yüzünden Lazlar arasında hoşnutsuzluk oldukça
güçlü.

9.9. 36. Sıtkı

Sıtkı'nın raporunda işaret edilen Kemalistlerin Kürt bölge­


leriyle Türkiye'nin diğer bölgeleri arasında ekonomik ilişkileri
geliştirmek, böylece Kürdistan pazarını Türkiye'ye bağlayarak
kapitalist gelişme yolunda ilerlemek istemeleri görüşü, aşağı­
da vereceğimiz Komintern' deki TKP Temsilcisi İsmail Bilen'in
Dersim Olayları'yla ilgili raporunda da vurgulanacaktır.

1 May ıs 1 9 3 5 Bro ş ü r ü n de Kürt İ s y a n l a r ı

Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar 1 925-1 936 kitabında


(s. 505-506) Moskova' daki Lenin adına Devlet Kütüphanesi'nin
Doğu (Dilleri) Salonu'nda ZB/ 1 5 - 10/ 146 numarada kayıtlı olan 1
Mayıs 1935 tarihli bu broşürün içindekileri veriyor9• KUTV öğ­
rencileri tarafından hazırlandığı anlaşılan10 ve bu konuda ayrıntı­
lı bilgiler verilen bu derginin 10-27. sayfalarında yer alan Mimar
imzalı, "Daima Komintern Bayrağı Altında Savaş" yazısında,
Kürt isyanlarına da Türkiye' deki siyasi gelişmeler bağlamında yer
veriliyor. Yazının amacı en başında şöyle ifade ediliyor:
Hatırladığımız akşamdan sonra on sene geçti, maziye dogrubir
göz gezdirmek ve Stalin yoldaşın talimatını nasıl tahakkuk et­
tirdiğimizi tetkik etmek isterdim. Bu 10 senelik mücadele yolu

9 Mete Tunçay, bu broşürün alt başlığı olan Türk Mecmuası ifadesini derginin baş­
lığı olarak değerlendirmiş ve Türkiye' de Sol Akımlar - 11 (1925-1936) başlıklı ça­
l ışmada böyle yer almıştır (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 505). Bu broşürün
kopyasını Lenin adına Devlet Kütüphanesi'nden alarak bize ulaştıran Mehmet
Perinçek'e teşekkür ediyoruz.
10 O dönemde KUTV öğrencileri arasında bulunan Mustafa Özçelik'in anıları için
bkz. 1930-1950 Arasında Tütüncülerin Tarihi, İstanbul: TÜSTAV Yayınları, 2003
ve Zehra Kosova'nın anıları için bkz. Ben işçiyim, İstanbul: TÜSTAV Sarı Defter,
201 1 .
Dersi m Olayları Değerlendi rmeleri 1 229
nekadar büyüktür, ve biz nasıl yetiştik! Biz türk komünistleri,
Stalin şoldaşın talimatını, müşkül şartlar dahilinde ifa etmeğe
mecbur olduk. Fakat biz vazifelerimizi yapa bildik.(. . . )

Mimar, bu amaçtan sonra Stalin'in komünist hareketteki


mevcut durum hakkındaki tespitini aktararak 1925 yılına dö­
nüyor ve Kürt isyanlarını ve Menemen olayını emperyalizmin
SSCB'ye karşı mücadelesinin ve Türkiye'nin teslim alınması­
nın kaldıraçları "irticacı hareketler" olarak değerlendirerek,
TKP'nin tutum ve görevini ifade ediyor:
Hakikat haldede 1925 senesinin bu ayları, emperyalistler tarafın­
dan ilham alan kürt ve türk mürtecilerin başında bulundukları
kürt isyanının bayrağı altında geçti. Bu yalınız Türkiye cümhu­
riyeti aleyhine değil belki ilk önce Sovyetler İttihadı aleyhine
tevcih edilmiş bir isyandı. Bu isyandan maksat Sovyetler hudut­
larına yakın aksi inkılapçı bir meydan vücude getirmekti. Stalin
yoldaşın söylediği gibi, Türkiye emekçileride hepsinden evvelde
Sovyetler İttihadı üzerinde emperyalism ezgisinin şiddetlendiği­
ni bilhassa burada görmeleri mümkündü.
İngliz "Entelijans servisi" ve Fransız "uniyonu", -kendilerinin
Hoybun (1925 isyanından sonra bir şekli mahsus alan kürt
teşkilatı) ve Taşnak (ermeni beyaz muhafızlarının teşkilatı)
teşkilatları vasıtasile, kürt ve türk kütlelerinin hoşnutsuzlukla­
rından kendi aksi inkılapçı menfaatları hesabına istifadeye mu­
vaffakiyetleri, yalınız bir defa vukubulmuş bir iş değildir. Em­
peryalistlerin, kürt emekçilerinin hoşnutsuzluğundan istifade
teşebbüsleri, 1 930 senesinde de ecnebi memleketlerden (Süriye ve
İrak) idare edilen ve son sistem ingliz silahlarile mücehhez bulu­
nan külliyetli miktarda kürt kıt'alarının Türkiye ordularına kar­
şı ayaklandırılmasıla tekerrür etmiştir. Kemalist hükumetinin
kürtler üzerinde icra ettiği şiddetli zulıim, emperyalistlerin Kür­
distandeki aksi inkılapçı entrikaları için müsait bir zemin yarat­
tı. Türkiye Komünist Fırkası, - emperyalistlerin ve mürtecilerin
fırıldaklarını meydana koyarak bu isyanların aleyhinde ve hem­
de emperyalistlere ve irticacılara karşı mücadelede devamsızlık
230 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

ve kat'iyetsizliklerini açığa çıkarmak suretile Kemalistler aley­


hinde şiddetle hareket etti. ( . . . )
Türkiye komünist fırkası, Stalin yoldaşın 18 m ayıs talima­
tını11 göz önünde bulundurdu; kütleleri hem emperyalizm
aleyhinde, hem irticacı unsurlar aleyhinde, hemde Kemalist
hükumeti aleyhinde mücadele için teşkil ederek emperyalist­
lerin ve irticacı unsurların bu fırıldaklarını meydana çıkardı.
Komünist fırkası, - Fransız ve ingliz emperyalizminin, yalınız
iktisadi tazyik yolu ile değil, kürt isyani ilede, Türkiyeyi tama­
mile teslim ve antisovyet blokuna dahil olmaya mecbur etmeğe
çalıştıklarını kütlelere gösterdi. Onlar Türkiye eyaletlerindeki
şehir küçük burjuvazisinin ve köylülerinin hoşnutsuzlukların­
dan istifade etmeğe ve oralarda dahi isyan çakırmağa teşebbüs
ettiler. Menemen isyanı bu maksadı takıp ediyordu. Komünist
fırkası, bu isyanın dahi irticacı ve aksi inkılapçı bir hareket oldu­
ğunu kütlelere gösterdi. ( . . . )
Milli burjuvazi emperyalizm ve irticacılar aleyhine sonuna ka­
dar Kat'iyetle mücadele kabiliyetini göstermediği için, Türkiyede
irticaı isyan tehlikesi daima mevcuttur. Emperyalistlerin ne yap­
mak istediklerini kürt isyanı ve Menemen hareketi misalların­
dan bilen komünist fırkası daima uyanık bulundu ve bulunuyor.
Sosyalizm memleti olan S.S.C.İ._nı ve Türkiye halkını istiklalını
müdafaa etmek, Türkiye Komünist Fırkasının ve amele sınıfının
en birinci vazifesi oldu ve böylede kalıyor.

T K P 'nin 1 937 Desantral izasyonu ve


Ulusal Azınlıklar
Arşive KEYK kararıyla Türkiye Komünist Partisi'nin Ocak
1 937'den sonra desantralizasyonu/merkezi yapısının dağıtıl­
ması ile ilgili hazırlanan, "Türkiye Komünist Fırkası Merkez
Komitesi'nin Beyannamesi (Kanunusani 1937'de tasdik

11 Yazar burada Stalin'in KUTV'de, Şark Emekçileri Üniversitesi talebelerinin 18


Mayıs 1925 toplantısında yaptığı konuşmaya atıfta bulunuyor. Bu konuşma aynı
derginin 28 -50. sayfalarında yer alıyor.
Ders i m Olayları Değerlendirmeleri 1 231
edilmiştir)", 1 2 Dersim Olayları arifesindeki son belge olarak görü­
lebilir. Şimdi önce bu belgenin ilk taslağı olan "Türkiye Komünist
Partisi'nin Yeni Taktikasına Dair Merkez Komitasının Beyanatı"
başlıklı TÜSTAV Komintern Arşivi'nde Türkçe olarak "3 Nüsha"
notu ve 20.8.936 tarihiyle yer alan belgeden "ulusal azınlıklar"la
ilgili bölümü veriyoruz:
( . . . ) Memleketimizin milli azlıklarla meskun topraklarından
küçük bir parçasının bile, manda şeklinde imperyalizm esa­
retinde bulunan, komşu memleketlere ilhak edilmesine par­
timiz hiçbir zaman riza gösteremez. Halihazırda ancak haklı
metalipleri yerine getirilmek, ve en başta kökten bir toprak
islahatı yapmak suretile, kürd halk kütlelerinin, -kendi imti­
yazlı sınıfları tarafından kandırılarak- türkiyeden ayrılmayı
faydalı sanmak hatasına düşmelerinin önüne geçilebilece­
ği kanaatindeyiz. Biz her fırsatta tekmil azlık milletler için,
türklerle tam bir hukuk müsavatı, milli kulturlerine ve dil­
lerine, seyahat ve ikamet serbesliklerine ve ilah .. müteallik
bütün taleplerinin tatmin edilmesini isteyeceğiz. Cumuriyet
kanunlarına uygun bu türlü tedbirlerin tahakkuk ettirilme­
si için uğraşmakla, milli temamiyet ve istiklal menfaatlerine
hizmet etmiş olacağımızdan eminiz. (. . . )13

Bu taslağın TKP MK tarafından nihai hale getirilmiş olan


"Beyanname" de yer alan ilgili bölümünü, 25 Şubat 1 937 ' de
KEYK tarafından kabul edilmiş Rusçasını da dikkate alarak ak­
tarıyoruz:
( . . . ) Milli azlıkların (Kürtlerin, Lazların ve ilh . . . ) hususi ihtiyaç­
larını da geniş bir ölçüde hesaba katmayı Türk milletinin hayati
menfaatleri zaruri kılmaktadır. Emperyalizm ajanları, bu Türk
olmayan ahalinin hoşnutsuzluklarını parmaklarına dolayarak

12 TOSTAV Komintern Arşivi, Döküm l, CD No: 24, Klasör No: 34_36, Belge No:
434-455 [Eski Türkçe].
13 TÜSTAV Komintern A rşivi, Döküm l , CD No: 24, Klasör No: 34_36, Belge No: 708
vd. [Türkçe] .
232 1 Komin tern, TKP ve Kür r isyan ları

onların hakim sınıflarıyla birlikte, Türkiye'den ayrılmaları le­


hinde tahrikatta bulunmakta ve hatta imkan bulunca karışıklık­
lar, isyanlar çıkartmaktadırlar. Türk Cumhuriyetini zayıflatmak
ve parçalamak gayesini güden bu tezviratı cesurane bir toprak
ıslahatı kökten silip süpürecektir. Milli azlıklara toprak, anadil­
lerini serbestçe kullanmak ve kültürlerini inkişaf ettirmek hak­
ları ve istedikleri yere gitmek ve yerleşmek serbestisi verilirse, bu
azlıklara mensup efrat cumhuriyetin sadık vatandaşları haline
getirilmiş olacaktır. ( . . . )14

( . . . ) Türkiye halkının en önemli yaşamsal çıkarları, ulusal azınlık­


ların, bu arada Kürt ve Lazların özel istek ve ihtiyaçlarının büyük
ölçüde dikkate alınmasını gerektiriyor. Ayrıcalıklı Kürt sınıflarıy­
la birlikte emperyalizmin ajanları Kürtleri Türkiye' den ayırmaya
yönelik faaliyetlerde bulunmak ve Türkiye karşıtı ayaklanmalar
düzenlemek için bu halk gruplarının memnuniyetsizliğini kulla­
nıyor. Türkiye Cumhuriyeti'ni zayıflatma ve bölme planlarına en
etkin darbeyi, cesurca yapılacak tarım reformu indirecektir. Eğer
azınlıklara anadillerini kullanma, kültürel geleneklerini sürdür­
me ve serbest dolaşım hakkı sağlanırsa, onlar cumhuriyetin sadık
vatandaşları olacaktır.15

Dersim Olayları ve T K P
Marat [Laz İsmail] , Moskova'ya gelişinin hemen ertesinde
Türkiye' deki Dersim Olayları'yla ilgili bir rapor kaleme aldı.
Dr. Mehmet Perinçek'in Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt
İsyanları kitabında, raporun Rusça ve Almanca metinleri karşı­
laştırılarak yapılmış çevirisi yer alıyor. 8 Temmuz 1937 tarihin­
de imzasız olarak hazırlanmış olan bu rapor, kısaltılarak ve be­
lirgin bir redaksiyondan geçirilerek Komintern'in yayın organı
Rundschau'nun 32 . sayısında 29 Temmuz 1937'de Rasim Davaz

14 TÜSTAV Komintern Arşivi, Döküm 1, CD No: 24, Klasör No: 34 _ 36, Belge No:
889-897 [Eski Türkçe] .
15 RGASPİ, f. 495, op. 18, d. 1 178, yaprak: 5 - 6 [Rusça] .
Dersim Olayları Değerlendi rmeleri 1 233
imzasıyla yayınlanmıştır. Raporun girişinde isyan hakkında
genel bir giriş yapıldıktan sonra Dersim bölgesi ve Kürdistan
hakkında genel bilgiler aktarılıyor.
Dersim' de yeni bir irtica hareketi oldu, yeni bir Kürt isyanı kop­
tu. Gerek gazetelerin ve gerekse Büyük Millet Meclisi'nde Başba­
kan İsmet İnönü'nün izahatlarından anlaşılıyor ki, irticai isyan
hareketi 1937 yılının Nisan ayı içinde parlamıştır. İsyan hare­
ketine 25 -30 bin kişi katılmıştır. İsyan hareketine katılanların
birçoğu hükümet kuvvetlerine teslim olmuşlarsa da, hala daha
Dersim'in yüksek dağlarında, yalçın yamaçlarında ve derelerin­
de çarpışan asi kuvvetler mevcuttur.
Dersim mıntıkası Anadolu'nun doğu tarafına düşer. Bu mıntıka­
nın doğusunda Muş-Bingöl, batısında Malatya, şimalinde Erzin­
can, cenubunda Elaziz vilayetleri vardır.
Mesaha-i sathiyesi 6300 kilometre murabbadır. Nüfusu 75.000
deniliyorsa da, 100.000'i bulur. Dilleri Kürtçedir. Halkın çoğu
Zaza'dır.
Dersim dağlık bir arazidedir. Dağların yüksekliği 4.000-5.000
metreyi bulur. Sarp vadilerden, derin yamaçlardan müteşekkil
bir topografisi vardır. Orman ve dereleri bolcadır. Bu arazinin
7'de 5'i dağlık, kayalıktır. Arazinin 7'de l 'i ekilmeye yarar. Zi­
raat mahsullerinden arpa, darı yetişir. İptidai şekillerde arıcılık
yapılır. Pek cüzi miktarda tütün yetiştirilir. Asıl başlıca ekonomi
çobanlıktır. Keçi, davar, koyun yetiştirilir.
Dersim' de muntazam yollar yoktur. Bütün yollar patikalardan
ibarettir. Pazar münasebetleri - mübadele münasebetleri pek az
inkişaf etmiştir. Dersim' de geçer akça eski gümüş paralardır.
Kağıt para ancak kaza merkezlerinde tedavül eder ve vergi ver­
mek için halkın elinde bulunur.
Dersim' de yetişen mahsuller: keçi kılı, deri, ceviz, yağ vs. Ela­
ziz veya civar pazarlara pek cüzi miktarda indirilir. Bu ticaret de
daha ziyade yerli ağaların alışverişle uğraşan tefecilerinin elin­
dedir. Taşralı tüccar veya celep oraya mal gönderemez yahut ora­
dan mahsul ve davar toplayamaz. Çünkü, daima soyulur. Yaban-
234 1 Kom in rern, TKP ve Kü rr isya nları
cı tüccar, soyulmadan burada alışveriş edebilmesi için, muayyen
mıntıkalara hakim aşiret reislerine, beylere adeta bir "yer bastı"
parası vermesi gerek.
Dersim halkı, pek çok küçük küçük aşiretlere ayrılmıştır. Me­
sela: "Koçuşağı, Resikuşağı, Haydaranlar, Arıllılar, Demnanlar,
Bahtiyarlar ve ilh. gibi." Bu aşiretlerin başlarında ya bir mürteci
şeyh, ya bir ağa, ya bir bey vardır. Bütün aşiretler silahlıdır. Si­
lahlı kuvvetler, aşiret reisinin emri altındadır.
Dersim' de devlet otoritesi ve hükümet cihazları görünüşte mev­
cuttur. "Derebeyliğin en iptidai şekilleri burada devlet nüfuzu­
nun ve idare aparatlarının kurulmasına engel olmuştur."
"Dersim kendi içinde feodalite sistemi ile yaşayan derebeyi kı­
lıklı ağalara bağlı bir yerdir . . . Bu mıntıkada bütün topraklar ve
mahsuller ağaların, şeyhlerin elindedir. Emek sahiplerinin elin­
de ancak ölmeyecek kadar bir mahsul kalır . . . Geriye kalanı, ars­
lan payını şeyh ve ağa alır . . . Dersimlinin tarlası, hayvanı, malı,
mülkü, karısı, çocuğu ağanın tasarrufuna bağlı metalardır . . .
Çiftçilik ile uğraşan halk (müstakbel köylüler) her an soyulmak
tehlikesinde oldukları için bunlara (ağalara, şeyhlere, beylere)
vergi verirler." (Bu satırlar gazetelerden alınmıştır.)
Hükümetle halk arasındaki münasebetlerde bağ vazifesini dai­
ma ağa görür. Bu suretle halk, hükümet cihazlarıyla doğrudan
doğruya değil, dolayısıyle münasebette bulunur. O, bu sahada da
daima ağaya bağlıdır.
Dersim' de, talan ve plaçka pek taammum etmiştir. Plaçkacılık
yapanlar muayyen bir bey veya ağanın namına iş görürler. Soy­
gunculuk aşiretler arasında olduğu gibi Dersim'e civar kazala­
ra da baskınlar yapılır. Mesela: 1 932 Dersim eşkıyalarının civar
kazalarda yaptıkları soygunların tutarı resmi bir istatistiğe göre
160.000 lirayı bulur.
Aşiretler, kendi aralarında şiddetli kan davaları güderler. Bir­
birlerini talan etme yüzünden pek çok çarpışırlar. Fakat, bütün
bunlara rağmen harice karşı, hükümet kuvvetlerine karşı aşiret
reisleri daima birleşirler.
D e r s i m O l a y l a r ı Değ e r l e n d i r meleri 1 235
Dersim, şimdiye kadar hiçbir zaman doğru dürüst hükümete
ne asker ve ne de vergi vermiştir. Vergi ve asker, daima ağalar,
şeyhler vasıtasıyla ve muayyen pazarlıkla kesim şeklinde alın­
mıştır. Vergiyi "kesim" şeklinde vermek, asker vermemek, silah
vermemek, eşkıyayı himaye etmek ağanın menfaatine göre ol­
muştur. Ağa, bey köylüden, halktan istediği gibi, istediği kadar
vergi topluyor. Bunun ancak küçük bir kısmını hükümete ve­
riyor. Asker veriyor. O, asker kaçağını kendisine silah kuvveti
yapıyor. Eşkıyayı tutuyor. Çünkü, bu kuvvet onun için bir gelir
menbaıdır.
Halk ağaların, beylerin, şeyhlerin, seyitlerin tahakkümü altında­
dır. Halk kapkara cahildir. Seyitler binbir türlü hurafelerle, kör
inançlarla, batıl itikatlarla cahil halkın kafalarını doldurmuşlar­
dır. İptidai bir aşiret hayatı süren, derebeylik münasebetlerine
bağlı bulunan cahil ve geri halkın taassup ve kör inançlarını bu
seyitler, beylerin lehine ve kendi çıkarlarına pek kolayca kulla­
nıyorlar.
Dersim' de pek çok isyanlar olmuştur. Sultanlık zamanında, İtti­
hatçılar devrinde, şimdiki Cumhuriyet kuruluşunda bu isyanla­
rın ardı arası kesilmemiştir. Dersim beyleri -hele Hozat, Pertek,
Ovacık beyleri- daima sultanlık idaresiyle, İttihatçılar hüküme­
tiyle uzlaşmışlardır. İttihatçılar, Dersim eşkıyasını Ermenilerin
katliamında bir alet olarak kullanmışlardır. Cumhuriyetin ilk
zamanlarında Dersim beylerinden Diyap Ağa'yı Büyük Millet
Meclisi'nde mebus görürüz.
Raporda daha sonra Kürt isyanları ile Dersim ilişkisine işa­
ret edilerek, Dersim halkının ayaklanma nedenleri ele alınıp
Kürt isyanlarına karşı Kemalist hükümetin tutumu açıklanıyor.
Dersim, ne 1925'teki mürteci Şeyh Sait isyanına, ne de 1930'daki
irticai Ağrı hareketine iştirak etmemişti.
Dersim' de patlak veren isyanların pek çoğu: ya bir vergi tahsil­
darını vurmak, ya asker kaçağı toplamak isteyen jandarmaya ateş
etmek, yahut soygunculuk yapan eşkıyayı tedip etmek için gön­
derilen hükümet kuvvetleriyle çarpışmak yüzünden çıkmıştır.
236 1 Komin tern. TKP ve Kür e isyan ları

Bu hallerin hepsinde ağa ile halk, beyle köylü daima bir olabili­
yor; aşiretler hükümete karşı tek cephe kesilebiliyor.
Fakat, her seferde bu biçim birleşmeler fakir ve ezilen halkın kö­
tülüğüne olmuştur.
Şimdiye kadar bu gibi isyanlara karşı ne yapılırdı?
Bir "sel seferi" açılırdı. Yani, Dersim'in kaza ve nahiye merkez­
lerine kadar girebilen tedip kuvvetleri gönderilirdi. Tenkil kuv­
vetleri girebildikleri yerlerde köyleri yakar, biraz silah toplar, ele
geçen halktan kimseleri asar ve "asayiş berkemaldir" raporuyla
kumandan geriye döner. Fakat, böyle tenkil seferlerine çıkan
kumandanlar, daima işin sonunu Dersim beyi ile tatlıya bağ­
lar: Hükümet beyle, aşiret ağası hükümetle anlaşır! Bunlardan
gayri "hükümetin sel seferi"ne karşı sarp dağlara çekilen isyan
kuvvetleri daima sapasağlam kalırdı. Bütün kopan isyanlarda
hükümet beylere, aşiret reislerine karşı cezri bir harekette bu­
lunmamıştır.

Cumhuriyet devrinde kopan bu nevi isyanlara karşı (1926, 27,


28, 29, 30, 33 isyanlarına karşı) tedip ve askeri harekat da hep bu
şekilde olmuştur. Ve daima beylerle uzlaşma şeklinde bitmiştir.

Dördüncü Genel Müfettişliğin kuruluşu ve bunun ardından


Meclis'te Dersim'le ilgili olarak yapılan düzenlemeler ifade edi­
liyor. Bu yeni yasal düzenlemeler üzerine Dersim beyleri ve aşi­
ret reislerinin ayaklandığı ileri sürülüyor.
İsmet İnönü hükümeti 1935'te Dersim meselesini biraz daha
cezri bir tarzda temizlemeye koyuldu. Bu maksatla: "Dördüncü
Umum Müfettişlik" idaresi kuruldu16• Bu müfettişliğin idari ve
mülki hudutlarına Tunceli dendi. Burası için bir ıslahat ve idari
program çizildi. Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla, fevkalade
salahiyetli askeri bir general "Umum Müfettiş" tayin edildi. Hu­
susi, adli tedbirler alındı. Tasdik edilmesi Millet Meclisi'ne ve
Cumhurreisi'ne ait olan idam cezalarının tasdiki bu mıntıkada
Umum Müfettişe verildi. Derpiş edilen idari tedbirlerle:

16 Bu konuyla ilgili Orak- Çekiç gazetesinde yayınlanan makaleyi yukarıda verdik.


Dersim Olayları Değerlendirmeleri 1 237
Dersim' de mektep, yol, köprü, kışla ve sık sık karakollar kurul­
maya, askerlik ve vergi işleri sıkı tutulmaya başlandı. Dersim
şeyhlerini, beylerini, aşiret reislerini batı vilayetlerine (bilhassa
Trakya'ya) yerleştirmek işine girişildi. Hatta bunların bir liste­
si hazırlandı. Bunlardan başka, Hükümet Meclis'ten şu kararı
çıkarttı:
1. "Devlet, aşireti hükmi şahıs olarak tanımıyor. Bu hususta her­
hangi bir hüküm, vesika ve ilam da bulunsa-tanımıyor."
2. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı, şeyhliği kaldırılıyor.
3. "Herhangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve adetle aşiretle­
rin şahıslarına veya onlara izafetle reis, bey, ağa ve şeyhlerine ait
olarak tanınmış kayıtlı ve kayıtsız bütün gayri menkuller devlete
geçiyor."
Bu suretle Dersim aşiret ağalarının elinde bulunan halkın malı
tapu idareleri tarafından tespite başlanıyor.
Tam ve cezri olmamakla beraber, alınan bu son tedbirler Der­
sim beylerini ve reislerini ayaklandırdı. Böylece bu ayaklanış
Dersim' de şimdiye kadar vukua gelmiş olan isyan hareketlerinden
bambaşka bir mahiyet aldı.

Daha sonra Dersim Olayları'nın gelişimi aktarılıyor:


Daha üç ay evvel isyan emareleri baş vermiş bulunuyordu. Beyler
ve aşiret reisleri halk arasında tahrikata giriştiler. Dördüncü Mü­
fettişliğin icraatına karşı halk içinde şu şiarları yaydılar:
"Ey Dersimliler! Nasıl oluyor da sizler üç yüz seneden beri kim­
seye teslim olmadığınız halde askersiz, leşkersiz gelen Hüseyin
Abdullah Paşa'ya teslim oluyorsunuz . . . Hükümetin elinde asker
yoktur . . . Hem Hükümet buraya asker sevk etmeye kalkışırsa İn­
giliz ve Fransızlar derhal ilan-ı harp edecekler ve bizi kurtara­
caklar. Araplar da bizimle beraberdir."
Bu arada Cenuptan dört komiteci (herhalde Hoybuncu? ola­
caklar) Dersim'e geliyor, Pertek kazasında 7 kadar mühür kaz­
dırıyorlar. Yan i yedi kadar aşiret namına propaganda kağıtları
238 1 Komin tern, TKP ve Kür t isyanları

basıyorlar demek. Bununla görünüyor ki Türkiye'nin cenup hu­


dutlarının öte tarafına geçmiş olan mürteci beyler, ağalar, Der­
sim beylerinin memnuniyetsizliklerinden istifadeye kalkıyor­
lar. Dersim'i irticanın bir iç kalesi halinde kullanmak istiyorlar.
İş bu kadar azınca Dersim beyleri Tunceli valiliğine şu teklifleri
yaptılar:
1. Dersim' de karakollar, kışlalar, köprüler, mektepler kurmaya­
caksınız. Yollar yapmayacaksınız.
2 . Yeniden nahiye ve kaza merkezleri vücuda getirmeyeceksiniz.
3. Silahlarımıza dokunmayacaksınız.
4. Biz, her zamanki gibi kesimle, pazarlıkla vergi vereceğiz.
Halkı arkalarından sürüklemek maksadıyla, beyler bu teklifleri­
ne reislik ve saire unvanlarının likide edildiğini, aşiret namına
üzerine oturdukları gayri menkullerin devlete mal edilmekte ol­
duğunu, başka vilayetlere nakledileceklerini koymuyorlar.
İlk kıvılcım Nisanda çıktı. Şeyh Hasan kolunun başı ve
Koçuşağı'nın reisi Seyit Rıza'nın adamları "İn" karakolunu ba­
sıyorlar ve bir askeri öldürüyorlar. ( . . . .. )'de bir köprüyü de yıkı­
yorlar.
Vaziyet bu şekli alınca, hükümet Dersim' de tam bir operas­
yon hareketi yapmaya karar verdi. Elaziz garnizonu bütün
cüz-i tanılarıyla Dersim üzerine sevk edildi. İki askeri kol; biri
Nazımiye' den, diğeri de Mazgirt üzeri nden toplu bir hareket
yaptılar. Bütün stratejik noktaları tuttular. 700 kilometrelik bir
çember vücuda getirildi. Harekata tayyare filoları iştirak etti.
Harekat-operasyon pek güç yürüyor. Dersim'in topografisi asi­
lere yardım ediyor. Hükümet kuvvetleriyle asiler arasında yine
harpler oluyor. İsyancıların son çıktıkları yerler:
1 . Kutu Deresi
2. Sultanbaba Dağı
3. Kızıldağ' dır.
Ders i m Olayları Değerle n d i rmeleri 1 239
Buralar yüksek, sarp, yalçın ve geçilmesi zor yerlerdir. Haziranın
25'ine kadar bu yerlerde çarpışan asilerin yekunu 10.000'i bulu­
yordu.
Çıktıkları yerler yüksek, sarp, yalçın, geçilmesi zor yerlerdir. Ha­
ziranın 25'ine kadar bu yerlere çekilip çarpışan asilerin yekunu
10.000'i buluyordu.
Zayiat ve telefat hakkında kati bir şey verilmiyor. Yalnız, İsmet
İnönü'nün Meclis'te verdiği izahata göre, şimdiye kadar hükü­
met kuvvetlerinin verdiği zayiat 13 ölü ve 1 8 yaralıdır. Bu rakam­
lar hiç de doğru değildir. Harekatın genişliğine ve çarpışmalara
göre gösterilen rakamlar hiç derecededir.
İngiliz istihbaratı asilerin şimdiye kadar 5.000 telefat verdiğini
yazıyor. Bunun da sıhhati malum değildir. Yalnız çıkan neticeler
şudur ki, her iki taraftan da zayiat vardır.
Yani, mürteci Dersim beylerinin kaldırdıkları irtica isyanında
Kürt köylüsünün, Dersimli fakir ve emekçi halkının, asker Türk
köylüsünün ve halkının kanları akmıştır.
Dersim Olayları'yla ilgili Kemalist hükümetin aldığı tedbir­
lerle rapor noktalanıyor.
Türkiye halkının, Dersimli Kürt köylüsünün canlarına, malları­
na mal olan bu irtica isyanının sonunu hükümet nereye bağlıyor;
ne gibi tedbirler alıyor:
1. Dersim' de yol, köprü, mektep, kışla, karakollar yapılacak.
2. Askerlik ve vergi işleri düzene konacak.
3. Ağalık, beylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak.
4. Bütün zorbaların malları devlete geçecek.
5. Dersim tamamıyla boşaltılacak (memnu mıntıka haline kona­
cak) Bakanlar Heyetinin kararı olmadan orada kimse oturama­
yacak. Dersim'i eşkıyalık yatağı haline getirenler Garp vilayetle­
rine sürülecek.
6. Memleketin diğer yerlerine sürülecek olanlar ev ev, ayrı ayrı
yerlere ayrı ayrı yerleştirilecektir.
240 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyan ları

Görülüyor ki, bu kadar can ve mal pahasına Türk halka ve Kürt


köylüsüne oturan bu külfetlerden sonra bile Hükümet: irtica is­
yanını kaldıran ele başı beylerin, şeyhlerin mallarının fakir hal­
ka verilmesini mevzubahis etmiyor.
Marat17

29 Temmuz 1 937'de Rasim Davaz imzasıyla Rundschau'nun


32. sayısında yayınlanmış yazıya eklenmiş sonuç bölümü şu
vurguları getiriyor:
( . . . ) Son isyan tamamen farklı bir karakter taşıyor. Bugün, Ke­
malist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarla­
rını tehdit altında hisseden feodal unsurların umutsuz bir dire­
nişine tanıklık ediyoruz.( . . . )
Ezelden beri ülkenin bu köşesinin çektiği kötülük, uğursuz feo­
dal rejimden ve sadece bu rejimin kalıntılarından kaynaklanıyor.
Suçu nüfusun Kürtlerden oluştuğu olgusuna dayandırmak bü­
yük bir insafsızlık olacaktır. Bu olguyu kanıtlamak için önyargılı
iddialar aramak, sadece amaca ulaşmak için sorunun daha etkin
ve amaca uygun şekilde çözülmesine yönelik çabaları zayıflatma­
ya hizmet eder. Bu amaç, siyasal inançlarından bağımsız olarak
bütün Türkler için birdir: Bağımsızlığı ve milli birliği sağlam­
laştırmak ve ülkenin bütün nüfusunun refahını sağlamak. ( . . . )
Dersim'in on binlerce nüfuslu halkıyla ilgilenmek ve bu halka
sistemli bir şekilde yardım etmek gerekir. Bu halkı yerinden oy­
natmak ve ülke içinde dağıtmak yanlış olur. Kuşaklardır insan­
ca yaşamanın ne olduğunu bilmeyen bu talihsiz insanlar, yeterli
toprağa ve onu işlemek için araçlara sahip olmalıdır. Milli göre­
nekleri ve dilleri çerçevesinde uygun bir yaşam kurmaları için
onlara yardımcı olunmalıdır.
Ancak bu şekilde, bu yüz bin insanı, Türkiye'nin milli bağım ­
sızlık davasına kazanmak v e ülkenin iktisadi bağımsızlığının
inşası ve sağlamlaştırılması için seferber etmek mümkün ola­
bilir.

17 RGASPİ, fon 495, op.299, d. 57, yaprak 34-40 [Eski Türkçe] .


BİR DEGERLENDİ RME:
KÜÇ Ü K / TA R İ H S İ Z ULU S L A R S O RU N S A L I
BAG L A M I N DA KoM İ N T E R N , İ N
V E T K P 'N İ N TU T U M U

Bu çalışmada ele alınan belgelerde, bizim açımızdan öne


çıkan en çarpıcı meselelerden biri, Komintern ve TKP'nin
Türkiye' de ulusal soruna bakışında küçük uluslar (ya da milli­
yetler) kategorisinin halen dikkate değer bir role sahip olması­
dır. Öyle ki ele alınan belgeler dikkatle incelendiğinde, komü­
nist hareketin ulusal mesele söz konusu olduğunda temel siyasal
referanslarından biri olan, ulusların kendi kaderini tayin hakkı
ilkesinin zaman zaman küçük milliyetler kategorisinin gölge­
sinde kaldığı görülmektedir. Dolayısıyla bu konunun biraz daha
ayrıntılı şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.
Bilindiği gibi küçük ya da tarihsiz uluslar/milliyetler kav­
ramsallaştırmasının kökenleri 19. yüzyılın başlarına kadar geri­
ye götürülebilir. Ünlü tarihçi Eric J. Hobsbawm'a göre millet (ya
da ulus), milliyetçiliğin liberal evresinde (1830-1880) ağırlıklı
olarak Fransız ve Amerikan devrimlerinde olduğu gibi devlet
ile özdeşleştirilen siyasal bir kategori olarak, halk ya da ege­
men halk anlamında kullanılmıştır. 1 Ancak millet=devlet=halk
denklemi yalnızca belirli bir büyüklüğe sahip milletlere uygu-

E.J. Hobsbawm, 1 780'den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik. "Program, Mit,


Gerçeklik ", İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1 993, s. 29-63.
242 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya n ları
tanıyordu; yani devlet kurabilme kapasitesi ancak belirli bir
büyüklüğe sahip milletlere atfediliyordu. Bu anlamda belirli
bir eşiği geçmiş olan halklar (eşik ilkesi), mevcut ya da tarih­
sel bir devletle bağları olduğu takdirde, yazılı bir edebi ve idari
dil geliştirebildikleri ölçüde ve kanıtlanmış bir fetih yeteneği­
ne sahip oldukları durumda millet olarak sınıflandırılabiliyor­
du (milliyet ilkesi). Bu bakış açısı Marksizmin kaynaklarına
tamamen yabancı değildi. Engels, Hegel'in tarihsel ve tarihsiz
milletler sınıflandırmasına dayanarak, 1848 -49 ayaklanmala­
rında devrimci saflarda yer alarak Habsburg despotizmine kar­
şı koyan Almanları, Macarları ve Polonyalıları tarihsel uluslar
olarak, düzenin ve karşı-devrimin saflarında kalan Slavları ise
tarihsiz, küçük ya da karşı-devrimci milletler olarak sınıflan­
dırmaktaydı.2 1867 Uzlaşması ile Avusturya ve Macaristan'ın
oluşturduğu bir ikili-monarşiye dönüşen Avusturya (Habsburg)
İmparatorluğu, yani Avusturya-Macaristan, tarihsiz ya da kü­
çük uluslar meselesinin sosyalist çevreleri en çok meşgul ettiği
coğrafyalardan biriydi. Avusturya Sosyal Demokrat Partisi, bir
yandan Alman ve başta Çekler olmak üzere, Slav işçileri aynı
parti çatısı altında toparlayabilmenin, diğer yandan imparator­
luğu farklı ulusların tahakküm ilişkileri olmaksızın bir arada
varlığını sürdürebildiği bir siyasal mekanizmaya dönüştürebil­
menin arayışı içindeydi. Karl Renner'in yanı sıra bu minvalde­
ki tartışmalara bireysellik ilkesi çerçevesinde orijinal bir katkı
sunan Otto Bauer, Milliyetler Sorunu ve Sosyal Demokrasi isimli
çalışmasında özellikle Çeklerin uluslaşma sürecine atıfta bu-
2 Marx ve Engels'in 1848- 1849 devrimleri sürecinde kaleme aldıkları makalelerin
bir derlemesi için bkz. Bernard Isaacs (der.), Marx and Engels. Articles from the
NEUE RHEINISCHE ZEITUNG 1848-1849, Moskova: Progress Publishers, 1977.
Bu yazıların daha özel olarak Engels'in tarihsiz uluslar hakkındaki görüşlerinin
etkili bir değerlendirmesi ve eleştirisi için bkz. Roman Rosdolsky, Engels and the
"Nonhistoric" Peoples: 1he National Question in the Revolution of 1848, Glasgow:
Critique Books, 1 987. Bu konuda ve daha genel olarak Marksizm ve milliyetçilik
ilişkisi hakkında kapsamlı bir çalışma için ayrıca bkz. Yener Orkunoğlu, Ma rk­
sizm, Milliyetçilik ve Demokratik Ulus, İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.
K ü ç ü k / Ta r i h s i z U l u s l a r S o r u n s a l ı B a ğ l a m ı n d a K o m i n t e r n ' i n ve T K P ' n i n Tu t u m u 1 243
lunarak kapitalizmin ve modern devletin gelişiminin tarihsiz
ulusların uyanışına yol açtığını vurgular. 3
Küçük milliyetler teriminin Komintern/TKP belgelerinde
yer alması, komünist hareketin ulusal soruna yaklaşımına iliş­
kin olarak dikkat çekici bir husustur hiç kuşkusuz. Yukarıda
incelenen belgelerde, bu konuya ilişkin belki de en çarpıcı ifa­
delere, TKP'nin 1925 Akaretler Kongresi'nde ele alınan prog­
ram taslağında rastlanmaktadır. Bu taslakta "Milli Ekalliyetler"
alt başlığı altında, Kemalistlerin Türkleştirme politikalarıyla
yüzleşen "küçük ekalliyet unsurlarından oluşmuş topluluklar"
olarak "Rusya ve Romanya Tatarları, Kafkaslardan Çerkezler,
Arnavutlar, Boşnaklar, Giritliler, Kürtler, Lazlar, vb . . . " sayıl­
makta, "bütün bu milliyetler, bir dile ve kendilerine has gele­
neklere sahip" vurgusu yapılmaktadır. Küçük milliyetler ifade­
sinin tesadüfi bir seçim olmadığı, "TKP'nin Taktiği" altbaşlığı
altında yer alan altıncı maddede belirgin hale gelmektedir:
6) TKP, hükumetin küçük milliyetleri Türkleştirme siyasetine
karşı mücadele edecek ve bunları sadece TKP'nin zaferinin onla­
ra kendi örf ve adetleri içerisinde gelişme özgürlüğünü sağlayabi­
leceğine ikna etmeye çalışacaktır. Onlara Türkiye' den ayrılmak
istemenin çılgınlık olacağını gösterecektir; zira bunun hemen
arkasından emperyalist bir gücün pençelerine düşeceklerdir.( . . . )

Görüldüğü gibi hükumetin Türkleştirme ve asimilasyon


politikaları eleştirilmekle birlikte, küçük milliyetlerin kendi
devletlerini kurma yeteneğinden yoksun olduğu ima edilmekte,
böyle bir girişimin yalnızca emperyalist bir gücün tahakkümü
altına girmekle sonuçlanacağı belirtilmektedir. Bu yaklaşım 19.
yüzyılda hakim olan ve tarihsiz ya da karşıdevrimci gibi nite­
lendirmelerle Marksizmde de yer bulan küçük milletler sınıflan­
dırmasıyla birebir örtüşmektedir.

3 Otto Bauer, 1he Question of Na tionalities and Social Democracy, M inneapolis:


University of Minnesota Press, 2000, s. 1 57-258.
244 1 Komin tern, TKP ve Kürt isya n ları

Yukarıda belirtildiği gibi Şeyh Sait İsyanı'nın patlak ver­


diği bir konjonktürde toplanan Akaretler Kongresi, TKP'nin
bu Kürt isyanı karşısında alacağı olumsuz tutum hakkında
önemli ipuçları vermektedir. Akaretler Kongresi'nde ele alınan
program taslağı, "Türk işçi ve köylülerinin tarihi rolünü ve
devrimci mücadelelerinin perspektiflerini" Türkiye'nin sosyal
yapısını değerlendirmek suretiyle ele alma iddiasındadır. Bu
tahlilde orta burjuvazinin 1 908 Devrimi neticesinde iktidarı
almasından, Birinci Dünya Savaşı döneminin özel koşulların­
dan faydalanarak gelişen orta burjuvazi ve orta köylülükten,
bağımsızlık mücadelesini kararlılıkla yürüterek yönetme yete­
neğinin ölçüsünü gösteren genç Anadolu burjuvazisinden bah­
sedilmektedir. Dolayısıyla "milliyetçi burjuvazi", "milliyetçi
devrim" ile iktidarı kendi elinde merkezileştirerek emperyaliz­
me karşı zafer kazanmış ve cumhuriyet biçiminin yürürlükte
olduğu bir devlet mekanizması oluşturabilmiştir. Böyle bir ola­
sılık Şeyh Sait İsyanı sırasında i rticai unsurların, ağaların ve
şeyhlerin liderlik ettiği bir küçük millet olarak Kürtler açısın­
dan söz konusu değildir. Bu isyan hareketi emperyalizme mey­
dan okumak bir yana, İngiliz emperyalizmiyle bağlantı içinde
gelişmiştir. Türk unsurun milliyetçi devrimi ile Kürt unsurun
gerici isyanı arasında çizilen karşıtlık, tarihsel (ya da devrimci)
milletler ve tarihsiz (ya da karşı-devrimci) milletler karşıtlı­
ğıyla örtüşmektedir. Kürtlerin karşı-devrimci ayaklanmasının
hedefinde milliyetçi bir devrime önderlik eden Kemalistlerle
onları destekleyen Anadolu burj uvazisi ve halk kitleleri yer al­
maktadır.
TKP'nin 1926 Viyana Konferansı'nda kabul edilen ve
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi (KEYK) tarafından
onaylandıktan sonra 1927 yılında yayınlanan Faaliyet Programı,
"ekalliyetlerin kendi mukadderatlarını serbestçe tayin etmek
hususundaki sarih haklarını tanır." Ancak bu ibareye yer veri­
len 8. maddenin dahi küçük milletler sınıflandırmasından ta-
K ü ç ü k / Ta r i h s i z U l u s l a r S o r u n s a l ı B a ğ l a m ı n d a Ko m i n t e r n ' i n ve T K P ' n i n Tu t u m u 1 245
mamen bağımsız bir biçimde formüle edildiği söylenemez. Aynı
maddede "Kürt, Çerkez vesaire" halen inkılap saflarına kaza­
nılması gereken ekalliyetler olarak görülmektedir ve bunun tek
yolunun "şeyh ve beylerin topraklarının müsaderesiyle bunların
fakir halk arasında tevzii" olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim
aşağıda ayrıntılı bir şekilde tartışılacağı gibi bu bakış açısı 1926
Konferansı'ndan sonra da varlığını sürdürmüştür. Örneğin Abid
Alimof, Komintern'in 6. Kongresi'nde TKP adına sunulacak tez­
lere ait ön çalışmada Lazları ve Kürtleri "geri milletler" olarak
nitelendirir. TKP'nin 1930' daki Faaliyet Programı'na ilişkin tas­
lağın "Genel Siyaset" başlıklı giriş bölümünde " küçük halklar"
terimi yer almaktadır:
8 - T.K.P. ulusal azınlıklara yönelik zulüm siyasetini, mevcut re­
jimde Müslüman azınlıkların Türkleştirilmesi biçimini alan bu
siyaseti var gücüyle reddeder. Onların kendi kaderlerini özgürce
belirleme hakkını tanır; bununla birlikte küçük halklar bakı­
mından vurgun ve talan güçlerinin açgözlülüğünün oluşturduğu
ağır tehlikeye de işaret eder. Bu ortak tehlikeyle daha etkili bir
biçimde birleşik güçleriyle mücadele etmek için onlara Türk hal­
kıyla kardeşçe bir birlik kurmayı önerir. Kürt, Çerkez vb. şeyh­
lerin ve beylerin topraklarına el konup dağıtılmasıyladır ki bu
halklar devrime kazanılabilir.

Her ne kadar "küçük halklar" ifadesi büyük olasılıkla


KEYK'in veya Doğu Sekreterliği'nin müdahalesiyle program
taslağından çıkarılmış olsa da bunun, kendi kaderini belirleme
hakkı ifadesi ile aynı cümle içinde kullanılmış olması oldukça
dikkat çekici. Bu örtüşme, ulusların kendi kaderini tayin hak­
kının TKP açısından ne derece bağlayıcı bir ilke olduğunu sor­
gulanır hale getirmektedir. Yukarıda işaret edildiği gibi küçük
ya da tarihsiz milletlerin kendi bağımsız devletlerini kurma ve
sürdürme kapasiteleri şüpheyle karşılanmaktayken, bunların
kendi kaderlerini belirleme hakkını tanımanın nasıl bir anlam
ifade ettiği oldukça tartışmalıdır. Kaldı ki, Ludwig Magyar'ın
246 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

ön-okuma parçaları arasında yer verdiğimiz, Komintern 6.


Kongresi hazırlıkları çerçevesinde Türkiye'nin ele alındığı top­
lantıdaki giriş konuşması, ulusların kendi kaderini tayin hak­
kının o dönem kesin ve evrensel bir prensip olarak kabul edi­
lip edilmediğine ilişkin önemli bir eğilime işaret etmektedir.
Magyar bu konuşmada şu ifadelere başvurur:
Marks'ın, Lenin'in ve Stalin'in vurguladığı gibi, bizim için ulu­
sal sorun bir fetiş değildir. Ulusal sorunu biz, dünya devriminin,
proletarya devriminin bir parçası olarak görmekteyiz. Gerici
sınıflar/gerici devlet, bizzat emperyalizm/ulusal sorunu kulla­
nacağına göre, biz belki gerici nitelikli şu ya da bu ulusal ha­
rekete karşı çıkabiliriz. Lenin, Alman genelkurmayının İngiliz
emperyalizmine karşı İngiliz sömürgelerinin kurtuluşu, Avus­
turya-Macaristan, Türkiye ve Almanya'daki Alman toplumları
ve uluslarının özgürlüğü için "savaştığına" işaret etmektedir.
Avusturya-Macaristan'da da aynı politika. Arapların ulusal ba­
ğımsızlığını ilan eden Lavrens, Britanya emperyalizminin çıkar­
ları uğrunda Arapları Türkiye'ye karşı ayağa kaldırdığı çöl savaşı
hakkında çok ilginç bir kitap yazmış. Bu gibi ulusal hareketleri
biz destekleyemeyiz. Ulusal sorun, proletarya devriminin çıkar­
larına hizmet etmesi gereken bir sorundur. Biz işte bu gibi hare­
ketleri destekleyeceğiz.

Magyar'ın konuşması aslen Türklere ve Türkiye' de gerçek­


leşerek bağımsız bir devlet kurulmasıyla neticelenen ancak he­
nüz tamamlanmamış olan ulusal devrime odaklanmaktadır.
Kürtler ve Kürt meselesi, konuşmanın nispeten geri planında
kalsa da Magyar'ın bu konudaki tutumu açıktır: Türklerin
tamamlanmamış dahi olsa ulusal bir devrimi gerçekleştirdi­
ğini vurgulayarak tar ihsel bir millet olduğunu ima ederken,
Kürtleri "gerici bir ut.ıs olarak" tarif ederek tarihsiz, karşı-dev­
rimci halklar statüsünde gördüğünü açık bir şekilde ifade et­
mektedir. Magyar konuşmanın başlarında uzun uzadıya Marx
ve Engels'in ulusal mesele konusundaki tutumlarını, özellikle
K ü ç ü k / Ta r i h s i z U l u s l a r S o r u n s a l ı B a ğ l a m ı n d a K o m i n t e r n ' i n ve T K P ' n i n T u t u m u 1 247
onların Slavlar hakkında Bakunin'e karşı öne sürdükleri "gerici
uluslar" meselesini tartışarak bu bakış açısını tarihsel ve teorik
olarak çerçevelendirir.
Yukarıda 1 926 Viyana Kongresi'nden başlayarak ulusların
kendi kaderlerini tayin hakkının TKP program ve belgelerinde
giderek daha açık ve doğrudan bir şekilde vurgulandığını gör­
dük. Bu açıdan 1 930'da onaylanarak 193l'de yayınlanan Faaliyet
Programı'nın ilgili maddeleri önemli birer referans noktasıdır ki
bunlar çok küçük değişikliklerle 1 934'de onaylanarak 1936'da
yayınlanan Faaliyet Programı'na da aktarılmıştır. Ancak kendi
kaderini tayin hakkı ilkesine yapılan bu vurgunun pratik sonuç­
ları tartışmalıdır.
TKP'nin 1925 Şeyh Sait İsyanı ve 1930 Ağrı İsyanı değer­
lendirmeleri arasında önemli bir farklılık olduğu, partinin
1925'te Kürt isyancılara karşı hükümeti destekler bir pozisyon
almışken Ağrı İsyanı'nda "Kürt meselesine dair geçmişe oran­
la kısmen daha 'nitelikli' ve daha kompleks bir yorum geliştir­
meye başlamış olduğu" daha önce de vurgulanmıştır. 4 Mesut
Yeğen, İnkılap Yolu'nda Ağrı İsyanı hakkında Temmuz-Ağustos
1930'da yayınlanan ve bizim de yukarıda değindiğimiz Şefik
Hüsnü'ye ait değerlendirmeye dayanarak şunları söyler: "Bu
metne göre, 1930 Kürt İsyanı siyasi olarak halen emperyalizme
alet olan, halkın ve inkılabın çıkarlarına aykırı, koyu mürteci
ve geri bir hareket olmakla birlikte, içtimai olarak mazlum köy­
lülüğün bir kurtuluş mücadelesi olarak değerlendirilmektedir."
Gerçekten Şefik Hüsnü'nün 1 930 İsyanı hakkındaki görüşleri­
ni Şeyh Sait İsyanı'na ilişkin değerlendirmelerden ayıran temel
farklılık ayaklanmanın sosyal ve sınıfsal yönüne, yoksul halk
kesimlerinin ve köylülüğün katılımına yaptığı vurgudur. Yoksa
Ağrı İsyanı'nın liderliği Şeyh Sait İsyanı'nda olduğu gibi gerici

4 Mesut Yeğen, "Türkiye Solu ve Kürt Sorunu," Tanı! Bora ve Murat Gültekingil
(der.) Modern Türkiye 'de Siyasi Düşünce: Sol, Cilt 8 içinde, İstanbul: İletişim
Yayınları, 2007, s. 1 2 1 2 .
248 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları

ve feodal unsurlardan oluşmaktadır. Yine de bu isyan hareketi


ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı desteklenmeli midir?
Yukarıda işaret edildiği gibi Şefik Hüsnü'ye göre Ağrı İsyanı
"mazlum köylülüğün bir kurtuluş mücadelesidir", ancak bu
mücadelenin liderliği gerici unsurların, " derebeylerinin ve ser­
seri çete reislerinin" elindedir, dolayısıyla mazlum Kürt köylü­
ler kendi çıkarlarıyla çelişen bir liderliği takip etmektedir. Bu
durum karşısında Şefik Hüsnü, feodal unsurların liderlik ettiği
hareketin bağımsızlık hakkını ilkesel bir tutumla savunmak­
tan ziyade, Kürt köylülerinin kendilerini sömüren ancak aynı
zamanda hareketin siyasal liderliğini elinde tutan kesimler
karşısında sınıf bilinci kazanmasının koşullarını aramakta­
dır. Bunun için Şefik Hüsnü'nün iki önerisi olduğu anlaşılıyor.
Birincisi TKP'nin vazifesini yaparak yoksul Kürtleri kendi et­
rafında toplamasıdır. İkinci olarak "en tabii ve iptidai haklarını
istimal iradesinden mahrum yaşayan köylülere ve aşiret efradı­
na reylerini serbestce ızhar etmelerini mümkün kılacak iktisadi
şerait de te'min etmek" gerekmektedir ki,
bu da tekmil varlıkların mulkiyeti kendisine meccanen devro ­
lunmakla ancak takakkuk ettirilebilir. Böylece bilfiil iradesine
sahip kılındığı gün, hiç şüphesiz bu masum halkın imperyalisme
ve mürteci siyaset fesatçılarına alet olmesı tehlikesi de temelli or­
ladan kalkacaktır. Ozaman Kürt paryaları Türk emekçilerile el
ele, omuz omuza, inkilabi haraketlere atılacaklar; ve gün günden
imperyalist sermaye ile uzlaşan kemalist türk buryuvazisin ha­
kimiyetini devirmek ve onun yerine amele ve köylünün inkilapçı
diktatorluğunu ikame etmek ugrunda çarpışacaklardır. Ancak
bu gayeye irişildiği gün Türkiyenin siyasi ve iktisadi istiklali ve
kardeş milletlerin kurtuluşu fili ve kat'i bir tarzda tahakkuk et­
miş olacaktır.

Şefik Hüsnü burada TKP programının 1 1 . maddesiyle uyum­


lu olarak feodal ve gerici kesimleri geriletecek köktenci bir sos­
yal reform önermektedir. Bu maddeye göre "T.K.P. köylülerin
K ü ç ü k / Ta r i h s i z U l u s l a r S o r u n s a l ı B a ğ l a m ı n d a Ko m i n t e r n ' i n ve T K P ' n i n Tu t u m u 1 249
ve köçebe aşiret efradının yarı-derebeyı efendilerine ve reisleri­
ne esir olmaktan kurtulmaları için, bu bey ve ağalara ait erazi
emlak ve hayvanatın köylülere ve aşiret efradına parasız dagı­
tılmasını talep eder." Her ne kadar bu bağlantı açık bir şekilde
ifade edilmemişse de TKP'nin Kürt yoksulları arasında çalışma
yapmasının ve etkisini artırmasının bu tür bir sosyal reformla
mümkün olabileceği ima edilmektedir; çünkü ancak böyle bir
dönüşüm yoksul Kürtler arasında sınıf bilincinin gelişmesini
mümkün kılan iktisadi şartları hazırlayacaktır.
Dolayısıyla Mesut Yeğen, TKP'nin 1930'da Kürt meselesinin
sosyal boyutlarını da vurgulayan daha nitelikli bir bakış açısı
geliştirdiğini öne sürmekte haklıdır. Ancak Yeğen'in yine Şefik
Hüsnü'nün İkinci Kü rt İsyanı makalesinden yola çıkarak orta­
ya koyduğu şu tespitin kısmen doğru olduğunu düşünüyoruz:
"Görünen o ki, 1930'lara doğru TKP, Kürt meselesini halen esas
olarak Cumhuriyet rejimi gibi irticayla, feodalizmle, ecnebi kış­
kırtmasıyla alakalı bir durum olarak kodlamakla birlikte, bun­
lara sarmalanmış bir milli mesele olarak da görmeye koyulmuş­
tur." Şefik Hüsnü "emekçi kürtlerde, el 'an bugün sınıf şuuru na­
mına hiçbir tezahür göze çarpmadığı halde, on dokuzuncu asrın
başlangıcından beri bir milli şuurun uyanmış ve sur'atle inkişaf
etmekte bulunmuş" olduğunu ifade eder. Ancak Kürt meselesi
Şefik Hüsnü (ve TKP) için yalnızca bir milli mesele değil aynı
zamanda geri bir millet meselesidir. Sözlerine şöyle devam eder
Şefik Hüsnü:
Kürt milletinin, öteden beri yabancı hakim milletlerin çizmesi
altında mahkum ve makhur, geri bir ictimai seviyede milli ekal­
liyetler vaz'iyetinde bulunması; yanaşılması güç, nakil vasıtala­
rından mahrum, hudut boylarında arızalı topraklarda yaşaması;
bu vaz'iyetin, milli bir harstan mahrumiyetine ragmen, milli hu­
susiyetlerini kaybetmeden mütecanis ve toplu bir halde kalması­
na çok müsait bulunması; hakimiyetine tabi oldukları Devletin
her türlü islahat teşebbuslerini takim etmek kendi imperyalist
250 1 Ko min tern, TKP ve Kürt isyanları

gayeleri iktizası olan bazı büyük Devletlerden, merkezle irti­


batlarını kuvvetlendirecek tekmil yeniliklere karşı mukavemet
etmek ve istiklal mücadelelerine girişmek hususlarında müte­
madiyen teşvik ve yardım görmesi ... bütün bu amiller bu milli
şuuru sur'atle inkisaf ettirmektedir. I mperyalismin, para ile sa­
tın alınmiş adi bendeleri olan derebeylerinin ve şeyhlerin bütün
mehareti, -çoğu kendi yüzlerinden olan- tekmil fenalıklardan,
halkın umumi sefalet ve iztirabından yegane mesul: mahkum bir
millete mensup olmaları dolayısıla, kendilerini insafsizça soyan
ve ezen merkezi kükumet olduguna millet efradını inandırabil­
melerinde dir. Bu suretle kin ve adavetlerini bir sistem dahilinde
Devlet idaresi üzerine tevcih ederek, bütün cinayet ve habasetle­
rini kolayca onlara hazmettirmeğe muraffak olmaktadırlar.

Burada Kürtler, milli kültürden yoksun, geri bir sosyal sevi­


yede ve emperyalist devletler tarafından desteklenen bir milli
azınlık olarak, özetle geri, küçük ya da tarihsiz bir millet ola­
rak betimlenmektedir. Bu anlamda TKP'nin kuruluş sürecinde
ve Şeyh Sait İsyanı sırasında genel olarak Türkiye' de ulusal so­
run, özel olarak Kürt sorunu hakkında ortaya konan görüşler­
le, Ağrı İsyanı sürerken Şefik Hüsnü 'nün ifade ettiği görüşler
arasında büyük bir niteliksel farklılık olmadığının, geri/küçük/
tarihsiz uluslar sınıflandırmasının tüm bu dönüm noktalarında
belirgin bir ağırlığa sahip olduğunun altı çizilmelidir. Üstelik
Şefik Hüsnü, Kürtlerin, Otto Bauer'in tarihsiz bir millet olarak
Çeklere atfettiği türden bir uyanışa yöneldiğini ima etmemekte­
dir. Yukarıda bahsedildiği gibi Bauer, Çeklerin milli uyanışının
başlıca sebebi olarak kapitalizmin ve modern devlet mekaniz­
masının gelişimine işaret etmekteydi. Şefik Hüsnü ise, Kürtleri
emperyalizmin ve feodal güçlerin aleti olan geri bir millet ol­
maktan kurtaracak olanın, radikal bir sosyal reform süreci,
bunun ertesinde Kürt yoksulları arasında gelişecek bir sınıf
bilinci ve komünistlerin bunlar üzerinde artan etkisi olacağı­
nı öngörüyordu. Dolayısıyla Kürt sorununun sosyal ve sınıfsal
K ü ç ü k / Ta r i h s i z U l u s l a r S o r u n s a l ı B a ğ l a m ı n d a K o m i n t e r n ' i n ve T K P ' n i n Tu t u m u J 25 1
boyutlarına yapılan vurgunun gerisindeki esas motivasyom � n
feodal unsurlarca liderlik edilen Kürtlerin kendi kaderini tayin
hakkını ilkesel ve tartışmasız bir şekilde kabul etmek değil, on­
ların geri bir millet olma halinden kurtuluşunu mümkün hale
getirmektir.
KEYK Doğu Sekreterliği'nin Türkiye hakkında aldığı 5
Ocak 1930 tarihli kararlar, Şefik Hüsnü'nün burada şahsi gö­
rüşleri kadar Komintern'in genel yönelimini de ortaya koydu­
ğuna işaret ediyor. Söz konusu kararların 1 5 . maddesine göre
TKP'nin ana görevleri arasında "Milli azınlıkların menfaat
ve haklarını savunmak, onların kendi kaderlerini tayin hakkı
için mücadele etmek, milli azınlıkların Kemalizm tarafından
vahşice sömürülüp boyunduruk altında tutulduklarını açığa
vurmak, kendi dillerini konuşma ve kültürlerini koruma, de­
mokratik olarak kendi kaderlerini belirleme hakkını savun­
mak" bulunmaktadır. Fakat bu maddenin hemen arkasından
TKP'nin, Britanya emperyalizmine hizmet eden feodallere kar­
şı Kürt köylüleri örgütleme görevi vurgulanmaktadır. Bunun
amacı, "Kürt milleti içinde sınıf savaşını geliştirmek" olarak
ifade edilmekte, böylece Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı
geri planda bırakılmaktadır. Açıktır ki bu hak gerek Şeyh Sait,
gerek Ağrı İsyanı'nda Kürt yoksullara liderlik eden feodallere,
büyük toprak sahiplerine ve tepedeki din adamlarına tanınmış
bir hak olarak görülmez. TKP'nin öncelikli görevinin, geri­
ci unsurların liderliğindeki bir ayrılıkçı hareketi desteklemek
değil, bu unsurlara karşı bir mücadeleyi örgütlemek olarak gö­
rüldüğü anlaşılmaktadır ki bunun için TKP, " Kürtlerin milli­
devrimci ögelerini tek bir örgüt çatısı altında birleştirmeye ça­
lışmak" yükümlülüğüyle karşı karşıyadır.
Komintern ve TKP tarafından Kürtlerin sosyal ve siyasal
şartları hakkında yapılan tespitlerin doğruluğu ya da yanlışlığı
bu çalışmanın ele alabileceği bir tartışma değil elbette. Bizim
vurgulamak istediğimiz esas mesele, mevcut koşullar altında
252 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isyan ları

Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını desteklemekle, aynı ko­


şullar altında Kürt milleti içinde sınıf mücadelesini körükleme­
nin oldukça çelişkili siyasal stratejiler olduğuna işaret etmek­
tir. Bu çelişkinin görünür hale geldiği önemli bir belge, Şefik
Hüsnü'nün KEYK Doğu Sekreterliği'ne gönderdiği 7 Ağustos
1 930 tarihli mektuptur. Şefik Hüsnü, burada Komintern'in ve
Sovyet hükümetinin Ağrı İsyanı karşısında Kemalist hükümeti
destekleme eğilimi gösterdiğini belirterek bu tutumu eleştir­
mektedir. Türkiye'nin geçmişte " büyük emperyalizmlerle aynı
düzeyde bir emperyalist güç" olduğunu belirtir. "Kürdistan
da Kemalistler için bu emperyalist Türkiye'nin bir mirasıdır.
Ankara hükümeti, tüm güçsüzlüğüne rağmen, üzerinde hiçbir
hakkı olmayan toprakları büyük bir kıskançlıkla muhafaza et­
meye çaba harcamasıyla, eski rejimle aynı emperyalist eğilim­
leri beslediğini gösteriyor." Şefik Hüsnü'ye göre Kemalist hü­
kümet Kürt isyancılara karşı desteklenmemelidir. Fakat "köylü
kitlelerin sağlıklı özlemleri ile SSCB'nin emperyalistlerce
kuşatılmasına katkıda bulunmak üzere İngiltere'ye satılmış
feodal şeflerin ve siyasetçilerin gerici ve karşı-devrimci amaçla­
rı arasındaki derin [uçurum]" nedeniyle isyanın desteklenmesi
çağrısı da yapamamaktadır Şefik Hüsnü. Bu konuda alınmasını
tavsiye ettiği siyasi tutum için İnkılap Yolu dergisindeki makale­
sine atıf yapar. Yukarıda tartışıldığı gibi İkinci Kürt İsyanı isim­
li bu kapsamlı yazıda, toprağın ve mülkün yeniden dağılımını
içeren bir sosyal reform sürecinin önemi ve TKP'nin Kürtler
üzerindeki etkisini artırma gereği vurgulanmaktadır. Kürtlerin
kendi kaderini tayin hakkı bu çerçevede en öncelikli mesele gibi
görünmüyor.
Nitekim aşağıda, 5. Bölüm' de yayınladığımız belgeler, ulus­
ların kendi kaderini tayin hakkı konusunun Ağrı İsyanı'ndan
sonra parti programında yer alsa da Kürtlere ilişkin olarak
TKP'nin gündeminden giderek düştüğünü gösteriyor. Örneğin;
16 Mart 1931 tarihli, "Balkanlarda Emperyalist Düzenlemeler ve
K ü ç ü k / Ta r i h s i z U l u s l a r S o r u n s a l ı B a ğ l a m ı n d a Ko m i n t e r n ' i n ve T K P ' n i n Tu t u m u 1 253
Kemalist Türkiye" başlıklı raporda, ülkenin güneydoğu sınırla­
rında yaşayan ve "Türk egemenliğine düşman kuşkulu bir halk"
olarak Kürtlerin varlığının, İngiltere ve Fransa gibi iki emper­
yalist gücün bölgede Türkiye'yi tehdit ettiği bir ortamda, Halk
Partisi'nin elini kolunu bağladığı ifade edilmektedir.
Reşat Fuat'ın (Baraner) Eylül 1936' da Komintern'e sundu­
ğu "Türkiye' de Milli Azınlıklar" başlıklı raporda, kapitalizmin
Kürdistan'da sömürgeci bir yoldan gelişmekte olduğu vurgu­
lanmaktadır:
Kemalistler Kürdistan'ın zenginliklerini doğrudan ve daha kolay
sömürmek için şimdi Kürdistan'ın Türkiye'nin diğer bölgeleriyle
ekonomik ilişkilerini genişletmeye çalışıyor. Beş yıllık bir planın
gerçekleştirilmesi, birkaç fabrikanın kurulması öngörülüyor.
Demiryolları ağı Kürdistan'ın içlerine doğru biraz daha geniş­
letildi. Bütün bunlar Kürdistan' da kapitalist gelişmeyi mümkün
kılacak.

Yine de 1 937 yılı başlarında KEYK tarafından kabul edilen


Türkiye Komünist Fırkası Merkez Komitesi Beyannamesi'nin
ilgili bölümünde kendi kaderini tayin hakkına en ufak bir gön­
dermeye rastlamıyoruz:
( . . . ) Milli azlıkların (Kürtlerin, Lazların ve ilh . . . ) hususi ihtiyaç­
larını da geniş bir ölçüde hesaba katmayı Türk milletinin hayati
menfaatleri zaruri kılmaktadır. Emperyalizm ajanları, bu Türk
olmayan ahalinin hoşnutsuzluklarını parmaklarına dolayarak
onların hakim sınıflarıyla birlikte, Türkiye' den ayrılmaları le­
hinde tahrikatta bulunmakta ve hatta imkan bulunca karışıklık­
lar, isyanlar çıkartmaktadırlar. Türk Cumhuriyetini zayıflatmak
ve parçalamak gayesini güden bu tezviratı cesurane bir toprak
ıslahatı kökten silip süpürecektir. Milli azlıklara toprak, anadil­
lerini serbestçe kullanmak ve kültürlerini inkişaf ettirmek hak­
ları ve istedikleri yere gitmek ve yerleşmek serbestisi verilirse, bu
azlıklara mensup efrat cumhuriyetin sadık vatandaşları haline
getirilmiş olacaktır. ( . ) . .
254 1 Komin tern, TKP ve Kür t isyan ları

TKP'nin desantralizasyonu sürecinde ortaya çıkan bu me­


tin, partinin kısa bir süre sonra, Mart 1937'de patlak verecek
Dersim İsyanı karşısındaki yönelimi hakkında önemli ipuçları
vermektedir. Hükümet tarafından "Dersim, yeni adıyla Tunceli
ve çevresinde" kurulan Dördüncü Umumi Müfettişlik ve bunun
muhtemel faaliyetleri, Orak- Çekiç gazetesinin Şubat 1936 tarihli
sayısında eleştirilmekteyken, Moskova'ya giden İsmail Bilen'in
(Marat) kaleme aldığı, daha sonra Komintern yayın organı
Rundschau'da yayınlanacak olan Temmuz 1937 tarihli raporda
oldukça farklı bir görüş ileri sürülmektedir. Bilen "Dersim beyle­
rini ve reislerini" ayaklandıran esas sebebin, Umumi Müfettişlik
tarafından uygulanan ıslahat ve idari programa yönelik tepki
olduğunu ileri sürer. Ayaklanma, aşiretlerin hükümetçe tanın­
maması, bunların reis, ağa, bey, şeyh gibi liderliklerinin kaldı­
rılması ve onlara ait gayrimenkullerin devlete geçmesi gibi ted­
birler karşısında başlamıştır. Rasim Davaz ismiyle yayınlanan
yazının sonuç bölümünde Dersim İsyanı hakkında, "Kemalist
hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını teh­
dit altında hisseden feodal unsurların umutsuz bir direnişine
tanıklık ediyoruz" ifadesine rastlıyoruz ki bunun ulusların ken­
di kaderini tayin hakkıyla bir alakası olmadığı ortadadır. Söz
konusu olan "bağımsızlığı ve milli birliği sağlamlaştırmak ve
ülkenin bütün nüfusunun refahını sağlamak"tır.
S O N UÇ YE R İ N E

1925'teki Şeyh Sait İsyanı'ndan 1938'deki Dersim Olayları'na


kadar geçen süreçte, TKP'nin Kürt isyanlarına ve genel olarak
başta Kürtler olmak üzere ulusal azınlıklara yönelik siyasetin­
de ve programatik yaklaşımında önemli değişiklikler oluyor.
Özetleyecek olursak:
1. Komintern belgelerinde yer almakla ve değerlendirilmekle
birlikte, Kurtuluş Savaşı sırasında patlak veren Koçgiri İsyanı,
henüz kurulmamış olan TKP belgelerinde ele alınmıyor.
2. Komintern belgelerinde yer alan değerlendirmelerde
"Kürt ulusu gerici bir ulustur" ve "Kürt isyanları gericidir ve
İngiliz emperyalizminin tezgahladığı ayaklanmalardır" temel
tespitleri yer alıyor: Kürt ağalarının, şeyhlerinin, aşiret bey­
lerinin, Kemalist rejime karşı hilafetin geri getirilmesi istemi
çerçevesinde hem dini, bağımsız Kürdistan'ın kurulması ta­
lebiyle hem de milli unsurları kullanarak ayaklanmalarının
arkasında yer alan İngiliz ve Fransız emperyalizmlerinin bir
amacı Kemalist rejim üzerindeki baskılarını artırmak ise, bir
diğer değişmez amacı da Sovyetler Birliği'ne karşı savaş hazır­
lıklarını yürütmektir. Nitekim Komintern'in değerlendirmele­
rinde Şeyh Sait İsyanı doğrudan Musul sorunuyla bağlanırken,
Ağrı İsyanı da emperyalizmin Kemalist burj uvaziyi kendisiyle
işbirliğine zorlamak amacı çerçevesinde görülüyor. Her iki is­
yanda da İngiliz emperyalizminin temel harekete geçiricisinin
Sovyetler Birliği'ne karşı bir üs, platform kurma saiki olduğu­
nun altı çiziliyor.
256 1 Komin rern, TKP ve Kü r e isyanları

3. TKP 1926'da toplanan Viyana Konferansı ertesinde ha­


zırlanan ve 1927'de kabul edilen Faaliyet Programı'yla birlik­
te ulusal azınlıkların, dolayısıyla Kürtlerin ayrılarak bağımsız
bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere kendi kaderlerini
kendilerinin özgürce belirlemesi ilkesini kabul etmiş ve bunu
1937 Desantralizasyonu çerçevesinde yayınlanan yeni siyasi
doğrultusunda da teyit etmiştir. Ancak ulusların kendi kaderi­
ni tayin ilkesine yapılan bu stratejik vurgu ile Kürtlerin feodal
unsurlarca liderlik edilen geri bir millet olduğu ön-kabulünün
yarattığı gerilim TKP metinlerinde bu dönem boyunca varlığı­
nı sürdürmüştür.
4. TKP Şeyh Sait İsyanı'nın olduğu 1 925 yılındaki ilk değer­
lendirmelerinde, bu isyanı İngilizlerin güdümünde gerici bir
hareket olarak mahkum etmiş ve Kemalizmin bu isyanı bas­
tırmak için yürüttüğü "tedip harekatı"nı desteklemiştir. Ancak
Ağrı İsyanı ertesinde Kürt isyanlarının değerlendirilmesinde
ayrımlı bir yaklaşım benimsenir olmuştur. Bir yandan bu is­
yanların başını çeken güçler ve "hilafet" talepleri dolayısıyla
hareket gerici olarak nitelenmeye devam edilirken, öte yandan
bu isyana katılan Kürt topraksız ve az topraklı köylülerinin,
emekçi köylülerinin hoşnutsuzluğu ve talepleri haklı buluna­
rak, hareketin sosyal tabanına dikkat çekilmiştir. Kemalist
burjuvazinin isyan eden Kürt ağa ve beyleriyle ittifaka girmek­
ten geri durmadığını ve bu feodal beyleri tasfiyeye gitmediğini
ağır biçimde eleştiren TKP, isyan eden köylülerin maruz kaldı­
ğı baskı ve zulme/ezgiye karşı çıkmıştır. Sorunun çözümünün
Kürt feodal büyük toprak ağalarının ve beylerinin toprakları­
nın kamulaştırılarak topraksız ve az topraklı köylülere dağıtıl­
masından geçtiğini, Kemalist rejimin Türkleştirme politika­
sına karşı öfke duyan Kürt emekçi köylülüğünün Türkiye'nin
emekçi köylülüğüyle birleşerek, amele-köylü iktidarının kurul­
ması uğrunda TKP'nin önder rolünü kabul etmesi gerektiğinin
altı çizilmiştir.
S o n u ç Ye r i n e 1 257
5. TKP'nin desantralizasyon/merkezden ayırma kararının
ardından Komintern' de TKP Temsilciliği'ne getirilen İsmail
Bilen [Marat] Dersim Olayları'yla ilgili bir rapor hazırladıktan
sonra Rasim Davaz imzasıyla Komintern organında yayınlanan
yazısının sonuç bölümünde bu olaylarla ilgili özetle şu değerlen­
dirmeyi ve çözüm için aşağıdaki öneriyi yapıyor:
"Son isyan tamamen farklı bir karakter taşıyor. Bugün,
Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi ikti­
darlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların umutsuz bir
direnişine tanıklık ediyoruz. Ezelden beri ülkenin bu köşesinin
çektiği kötülük, uğursuz feodal rejimden ve sadece bu rejimin
kalıntılarından kaynaklanıyor. Suçu nüfusun Kürtlerden oluş­
tuğu olgusuna dayandırmak büyük bir insafsızlık olacaktır.
Dersim'in on binlerce nüfuslu halkıyla ilgilenmek ve bu halka
sistemli bir şekilde yardım etmek gerekir. Bu halkı yerinden
oynatmak ve ülke içinde dağıtmak yanhş olur. Kuşaklardır in­
sanca yaşamanın ne olduğunu bilmeyen bu talihsiz insanlar, ye­
terli toprağa ve onu işlemek için araçlara sahip olmalıdır. Milli
görenekleri ve dilleri çerçevesinde uygun bir yaşam kurmaları
için onlara yardımcı olunmalıdır. Ancak bu şekilde, bu yüz bin
insanı, Türkiye'nin milli bağımsızlık davasına kazanmak ve ül­
kenin iktisadi bağımsızlığının inşası ve sağlamlaştırılması için
seferber etmek mümkün olabilir."
E K- 1 :
TA N Z İ M A T I N M İ L L I E K A L L İ Y E T L E R
ÜZ E R İ N D E TE S İ R L E R İ 1

Türk olmıyan mahküm akvamda Tanzimatın husule ge­


tirdiği aksül'amel beklenen şekli almadı. Kendilerine müsavat
ve asayiş te'minatı vermeğe çalışıldıkça, onlar husumetlerini
bil'akis gittikçe daha şiddetlendırıyorlardı.
Bu mahküm milletleri ve milli ekalliyetlerin varlıklı, müm­
taz sınıfları, yapılan islahatta kendi imt[i]yazlarını tehlikeye
düşüren, bir tehdit şemmesi buluyorlardı. Kanun huzurunda
müsavat ve derebeylik hukukunun ilgası bil'hassa onları kuşku­
landırıyordu. İstila devirlerinde, sultanlar tarafından bahşedil­
miş, eski fermanların kendilerine temin, ve asırlarca tadbikatın
teyit ettiği, haklardan bil'istifade, onlar kendi cemaatlerinin
emekçi kütlelerini -kiliseler nezdindeki cismani hey'etlere isti­
nat ederek- ifrat derecede soyuyorlardı. Gayri-türklerin, rühban
güruhu ile el ele, kazanç peşinde koşan, bu zengin tabakalarının
vaz'iyeti türk derebeylerinin vaz'iyetinden pek te farklı değildi.
Her kilise etrafında büyük servetlere sahip, hakiki birer zade­
ğan sınıfı vücut bulmuştu. Bunlar, mütenevvi siyasi ve iktisadi
teşkilatlarıyla, hükümet içinde hükümetler mahiyetinde idiler.
Rayaların bütün müşkülleri ve ihtilafları bu cemaat teşekkülleri
marifetiile hallolunurdu.

lnkılılp Yolu, çift sayı 7-8, Şubat 1932, s. 49-50. Derginin 1 -2-3-4 ve 5 numaralı
sayılarında yayınlanmış "Türkiye inkılap hareketlerinde sınıfların çarpışmaları
(Marxist Tahlil)" tefrikasının Mabat bölümünde yer alıyor. TOSTAV Kom in tern
A rşivi Döküm J 'den aktaran Mete Tunçay, Türkiye' de Sol Akımlar ll, s. 325-326.
TÜSTAV Kom intern Arşivi'nde bulunan matbu meti ndeki yazım esas alınmıştır.
E k - 1 : Ta n z i m a t ı n M i l l i E k a l l i y e t l e r ü z e r i n d e T e s i r l e r i 1 259
Her türlü sui-istimale müsait, bu müstesna şartlerden men­
faat çekenlerin, Devlet siyasetinin aldığı yeni istikametten endi­
şeye düşmelerinde, ve islahatın tahakkukuna mani olmak için,
ellerinde olan herir şeyi yapmağa savaşmalarında şaşılacak bir
cihet yokdur. Ekalliyet milletleri arasında nasıl iktisaden kud­
retli bir büyük burjuvazi husul bulduğu diğer bir bahiste izah
edilmişti. Bu sınıfın bil'hassa mali işlerde meleke peyda etmiş
kısımları, harikul'ade kazançlar temin ediyor; ve büyük ser­
mayeler biriktirebiliyordu. Devlet maliyesinin tarife sığmaz
intizamsızlığı, bunlar için, tükenmez bir ihtikar ve murabaha
mevzuu olmuştu. Hükümetin hazinesine kendi hususi kasası
nazarıla bakan, padişah ailesinin israfları ve yüksek memurla­
rın ihtilasları neticesi, maliye idaresi sık sık -hatta en mübren
ve müstacel ihtiyaçları tatmin edemiyecek derecede- parasız
kalıyordu. Bu tarzda sıkışınca, mes'ul makamlar, Galata saraf­
larının (bugünkü bankerlerin) muavenetine müracaat etmeyi
adet edinmişlerdi. Bunlar maal'memnuniye kısa vadeli avanslar
verirler; ve tabiatile buna karşılık murabaha şeraiti kabul etti­
rirlerdi. Devlet daimi surette, mühim mikdarlara baliğ olan, bu
dalgalı borçların taksitle hem resül'malini, hem de fahiş faizle­
rini ödemek mükellefiyeti altında bulunurdu.
Bu muamelelerden istifade edenler, münhasiren gayri-türk
ekalliyetlerin büyük burjuvaları idi. O tarihlerde henüz ecnebi
memleketlerden istikrazlar akdetmek adeti yerleşmemişti. ilk
defa 1854 senesinde, kırım muharebesi esnasında Türkiye ecne­
bi sermayesinin kredisine baş vurmuştu.
Maliyenin karma karışık vaz'iyeti, ekalliyetlerin zenginleş­
miş hakim sınıflarına, bir diğer muhassenat da arzediyordu.
Bil'vasıta bu vaz'iyet, büyük küçük birçok memurları onların
nufusu altına atıyordu. Maaşların büyük teahhurlerle ödenme­
si, memurların büyük bir kısmını, bu borç para dağıtan serma­
yedarlara avuç açmağa, ve aylık senetlerini onlara kırdırmağa
mecbur ediyordu. Saraflar için bu, hem büyük ve kolay bir ka-
260 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyan ları

zanç membaı, hem de hükumet müstahdimini üzerinde nufuz


icra etmeğe müsait bir fırsat idi.
Bütün bu müşahedelerden sonra, tıpkı imtiyazlı türk
içtimai sınıfları gibi, milli ekalliyetlerin hakim sınıflarının da
islahatçıların eserinden memnun olmaları ve ona müzaheret
etmeleri için, ortada sebep mevcut olmadığını anlamakta hiç­
bir zorluk kalmıyor. Bu anasır, mürtecilerin tanzimatın tatbiki­
ni güçleştirme teşebbüslerine yardımla iktifa etmemişler; halk
kütleleri nazarında büyük bir rakbeti haiz bulunan, milli kurtu­
luş şiarını ileri sürerek, milletdaşlarını ve dindaşlarını karışık­
lıklar çıkarmağa kışkırtmaktan bir an hali kalmamışlardı. Bu
tarzda hareket etmekle onlar aynı zamanda imperyalistlerin, ve
ön safta Rusyanın, ajanları olmak sıfatı ile, üzerlerine teret tüp
eden, tahrikat vazifesini de görmüş oluyorlardı. Onların şahsi
menfaat hislerile ve imperyalistlere hizmet maksadıla yaptıkları,
bu fealliyetler şe'ni olarak, zulum ve istibdada müstenit, geri ve
iptidai Osmanlı imperatorluğu hakimiyetinin yıkılmasına yar­
dım ettikleri için, mütarakki bir rol oynamişlardır.
Tanzimat islahatı esnasında, milli ekaliyetlerin türk irti­
ca hareketile el ele çalışmış olmaları, meşrutiyet inkılabından
sonra, İttihat ve Terakki fırkasının hakimiyeti sıralarında, türk
meb'usan meclisindeki rum, ermeni, arap ve ilah . . . meb'usların
mürteci ve dinci "Hurriyet ve İytilaf" fırkası ile olan, sıkı teşriki
mesaisine çok benzer. Bu mukayeseyi tamik etmek inkılap tari­
hi noktai nazarından çok istifadeli olabilir.
E K- 2 :
KÜ RT M A K S U T 1
B İ R K I Z I L A S K E R İ N H AT I R A S I

Türkiye burjuvazisi ve onun uşakları tarafından 28


kanunusani 1921 senesinde Kara Denizde süngülenen 15 türk
komünistin 1 5 inci yıl dönümü vesilesile hatıralarımı yazmamı
isteyen mektubunuzu aldım. Türkiye amele sınıfının ve onun
pişdar müfrezesi olan Türkiye komünistlerinin içtimai inkilap
ve Türkiye sovyetleri uğrunda canlarını vermiş bu ilk onbeş
kurbanı içinde Sovyetler İttihadında vatandaş harbinin muh­
telif cephelerindeki mücadelelerde müşterek sınıf düşmanına
karşı omuz omuza çarpıştığımız yoldaşlar var. Onların sönmez
hatıralarını canlandırmayı ve onların başladıkları işi bitirmek
tarii vazifesini yüklenmiş olan Türkiye amele sınıfına onları ta­
nıtmayı kendim için bir borç sayiyorum.

(. . .)
KAHRAMAN MAKSUT YOLDAŞ
Aslen Muş taraflarından harbi umumi zamanlarında jandar­
ma karakol kumandanlığında bulunmuş ve bilahere esir düş­
müştür. Maksut yoldaş esaret zamanında Subhi ile beraber ça­
lışmış Parti tarafından kızıl alaya teşkilatçı olarak gönderilmiş
ve orada parti teşkilatının başında çalışmış bir arkadaştır.
Parti Maksut yoldaşın yetişkenliğini, faallik ve kaabiliyetini,
inkilaba ve partiye tam merbutiyetini göz önüne alarak teşkilat
yapmak üzere kendisini şark vilayetlerine gönderdi. Bekir çavuş

Kürt Maksut'a ilişkin bu belge ve ayrıntı için bkz. Mete Tunçay, IS'ler Hatırası,
İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2020. Ayrıca Emel Seyhan Atasoy ve Meral Bayül­
gen, Türkiye lştirakiyun Teşkilatlarının Birinci Kongresi (TKP Kuruluş Kongresi),
İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2008, "16 Eylül 1 920 - Hafi içtima" başlıklı bölüm.
262 1 Ko min tern, TKP ve Kü rt isya n ları

isminde bir yoldaşta onunla birlikte ve ona yardımcı olarak gön­


derilmiş idi. Fakat daha faaliyet yapmak imkanını bulamadan,
her ikiside, Karstan türk burjuvazisinin kanlı pençesine düştü­
ler. Türkiye amele sınıfının ve emekçi kütlelerinin kurtuluşu
uğrunda seve seve canlarını veren ölümü hakıki bir inkilapçiye
yakışır bir tarzda karşılayan kahramanlarımızdan birini
Maksut yoldaşın büyük şahsiyetinde görüyoruz. O, kendisini
ve arkadaşlarını bekleyen akibeti evvelceden sezmiş gibi pen­
çesinden kurtulamayacakları, ölümden hiç değilse kendi kavga
ve mefküre yoldaşını kurtarma, amele sınıfının kavga saflarında
hiç değilse arkadaşımı yer almasını temin etmek için kendisini
feda eden bir kahramandır.
Daha yolda iken Üzerlerinde yakalandığı takdirde onların
idam sephasına sürükleye bilecek tekmil vesikaları kendisi alı­
yor; yoldaş Bekire yakalandıkları takdirde kendisini evvelce
tanımadığını, ancak yolda rastladığını söylemesine tenbih edi­
yor. Yakalanınca da tahammül edilemez iske[n] celere rağmen
arkadaşını ele vermiyor sabunlu ipe seve seve boynunu vermek
suretile arkadaşını kurtarıyor. Burjuvazi cellatları karşısında,
idam meydanına götürülürken ve sabunlu ip boynuna geçirilir­
ken Maksut yoldaş gösterdiği ces�ret, mefküreye ve partiye tam
bağlılık onu bu sıralarda görmüş ve buna şahit olmuş binlerce
emekçi kalbini teshir etmiş ve onlara sınıfımızın kahramanla­
rını tanıtmıştır.
Onbeş kahraman ve Maksut ayni partinin, ayni sınıfın evlatları
olarak ayni sınıf ve ayni mefküre için, ayni kahramanlıkla can ver­
diler.
Kara Denizin kara sularına gömülü onbeş kurbanın ve
Karsın bir çukuruna atılmış Maksudun mezarı bizim sınıfımı­
zın ve memleketimizin yoksulluk içinde azap çeken emekçilerin
kalplerindedir.
Bu inkılap kahramanlarının ölümü şüphesiz sınıfımızın
acıklı bir ziyaıdır. Fakat onlar geride kalan türk komünistlerine
Ek-2: Kürt Ma ksut Bir Kızıl Askerin Hatırası 1 263
inkilaba giden yolu sarsılmaz bir tarzda göstermiş bulunuyor­
lar. Biz bu yolda onların yollarından ve onlar gibi yüzbinlerce
can vermiş olanların yolundan cesaret ve imanla yürüyoruz ve
yürüyecegiz.
S. Yılmaz Bakü 16/12/1935

* * *

SUBHİNİN DEGERLİ ARKADAŞLARINDAN


BAZILARINA DAİR DE BİRKAÇ SÖZ
Subhi yoldaşı yad ederken Etem Nejadı hatırlamamak hak­
sızlık olur. Filhakika onun Subhi harekatındaki iştiraki altı ay­
dan ibaret, fakat Türkiye amele hareketlerinde çok devamlı, hiz­
meti de çok büyüktür. Ben kendisiyle şahsan 1920 Ağustosunda
Trabzonda tanış oldum: cenub bürosunun davetine icabet için
Odesaya gitmek isteyen bu çok samimi ve emekdar proletar­
ya hadimini ve yoldaşı ateşli yazıcı ve Marksist Hilmi oğlu
Hakkıyı (Kafkasyada Arab Hakkı adıyle maruftur), bu kıymetli
inkılapçıları daha evvel, Subhinin yanına göndermek istedim,
delalet ettim ve gittiler. Nejad her inkılapçı gibi bende de çok
tatlı ve derin intibalar bırakmıştı.
Nejad yoldaş kuvvetli bir hatib değil, fakat kıymetli ve aji­
tatör, çok kabiliyetli ve aktif bir teşkilatçı, alçak gönüllü, elin­
den iş gelir bir inkılabcı, Hilmi oğlu Hakkı ateşli yazıcı, iyi bir
Marksist ve inkılabcı idi.
Birkaç söz de Topçu Hakkı için:
Komünist, Subhi ile şahsan da çok yakındı. Kızıl türk ala­
yının Gürosta ve Yağcıda Taşnaklarla harb ettiği vakıt birinci
taburun kumandanı idi. Hakikaten kahraman bir yoldaştı. O
vakıt alayın kumandanı olduğu halde, Yağcıda hezimet tehlikesi
baş gösterince alayını bırakıp geri kaçan provokatör Mehmed
Eminin bu yüzden can düşmanı idi. Her vakıt Mehmed Emin
için "bu pezevenk bizi de satar" diye Subhiye şikayet ederdi.
264 1 Ko min rern, TKP ve Kü rt isya n ları

Subhi ile birlikte Türkiyeye gitti. Erzurumla Trabzon ara­


sındaki yolda maruf provokatörler Mehmet Emin ve Süleyman
Sami maskelerini atarak ulu ölüler kafilesinden ayrıldıkları sı­
ralarda, orada bulunan bazı eski tanıdık ve dostları Hakkıyı da
kafileden ayırmak ve bu suretle " kurtarmak" isteyorlar.
"Arkadaşlarım ölürlerse ben de öleceğim" demiş ayrılmamış.
Hakikaten de yoldaşlarıyle beraber öldü.

***

Subhi yoldaş kendisi Türkiyeye gitmezden evvel şark vila­


yetlerine de Kürt Maksut isminde bir ajitatör göndermişti. Onu
dahi Subhi hadisesinden sonra idam etmişler (iyi hatırlamı­
yorum galiba Erzurumda). Bu yoldaş öldürülürken: "toprağa
dökülecek kanlarından kızıl inkılap çiçekleri açacağını" söyle­
mişti . . . Aradan tam on beş sene geçti. Ulu ölülerimizin yalnız
"toprağa dökülen kanlarından değil", fakat Kara denizin kara
dalgalarına karışan kanlarından kızıl çiçekler yetiştiğini mem­
nuniyetle görüyoruz.
Yoldaşlarımızın öldürülmeleri hadisesi, o vakit dahi bizi
ağlatamamış, ancak gayiz ve intikam duygularımızı şiddetlen­
dirmişti. Şimdi de bu satırları şikayet için yazmıyoruz, yalnız
onların kıymettar hatıralarını takdis bahanesi ile nefret ve
lanetimizi katillerin ve cihan burjuvazisinin yüzüne bir defa
daha tükürmek için yazıyoruz. Bunlar bizim için çok büyük ziya
olmakla beraber yeni nesil bundan ürkmemeli, belki ders almalı
ve zamanı gelince de düşmanlarla o kadar katiyet ve azimle he­
saplaşmalıdır.
20/1/1936 S.Z.[Salih Zeki]
E K- 3 :
ŞEY H SA İ T AYA K L A N M A S I V E BA S T I R I L M A S I
( 1 3 Ş U B AT - 3 1 M AY I S 1 9 2 5 ) 1

Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından yayınlanan Türkiye


Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924-1938) isimli kitapta Şeyh Sait
İ sya n ı 70 sayfayı aşkın bir biçimde ele alınm a ktad ır. Biz bu kap­
sa mlı kitapta yayınla nan belgelerd en özet alıntılar aktarıyoruz:

A. AYA K L A N M A N I N SEBEPLERİ

1. Dış Sebepler:
Lozan Barış Antlaşması, Türkiye'nin dış politikasında sade­
ce denge sağlamış ve bir temel olabilmişti. Antlaşmanın çözüm­
lemeyip sonraya bıraktığı Musul, mübadele ve Osmanlı borç­
larının taksimi gibi siyasi ve iktisadi çok önemli meselelerin
müzakere yoluy ile hallinde Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti,
özellikle Misak-ı Milli hükümlerini gerçekleştirmek bakımın­
dan Musul'un Türkiye'ye iadesi konusunda kararlı; İngiltere ise,
böyle bir çözüm yoluna fırsat ve olanak vermemek çabası için­
deydi. ( . . . )
Türkiye, Musul halkının Kürt olması ve Kürt çoğunluğunun
da Türk idaresinde bulunması sebebiyle, keza, ırk, din ve milli­
yet bakımlarından Musul'un mülhakatı ile birlikte Türkiye'ye
verilmesi ve bu görüşün gerekirse bir soruşturma komisyonu­
nun yerinde yapacağı kontrol suretiyle ispatlanabileceği tezini
savunuyordu. Çeşitli fikirlerin karşılaşması sonunda, Milletler

Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924-1 938), Genelkurmay Harp Tarihi


Başkanlığı Resmi Yayınları, Seri No: 8 Ankara: Genel Kurmay Harp Tarihi
Başkanlığı, 1972, 77 vd.
266 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isya nları
Cemiyeti meselenin milletlerarası bir komisyonun gözetiminde
yapılacak plebisite göre halline karar verdi.( . . . )
İngiltere, bir yandan Musul halkının Türkiye ile birleşmek
istemediğini ispata uğraşırken bir yandan da Türkiye dahilin­
deki memnun olmayan halk zümrelerini kışkırtıp dünya kamu­
oyunu, Türkiye'yi kendi iç bünyesinde istikrarını bulamamış
bir memleket halinde göstermek istiyordu. İngilizlere göre milli
hudutları içinde Türkten başka sayılmak istenen Kürt kitlesinin
bağımsızlık peşinde koştuğu bir sırada, Musul Kürtlerini de bu
memleketin idaresi altına koymak, Milletler Cemiyetince elbet­
te doğru görülmeyecekti.( . . . )

2. İç Sebepler:
Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılmasından hemen
bir yıl sonra başlayan ve akisleri 6 -7 ay kadar süren Şeyh Sait
ayaklanması genişçe bir irtica hareketi niteliğinde gösterilmek
istenmişse de, gerçekte bu ayaklanmanın sebepleri, hazırlanma­
sı ve patlak verdiği devir ve ortam itibarıyla tamamen bir karşı
ihtilaldi. ( . . . )
a) Kürt Bağımsızlık Propagandası:
Tanzimat-ı Hayriyenin ilanı ile beraber bir Kürtlük propa­
gandası başlamış, fakat bu propaganda hiçbir zaman halk arası­
na girememişti. ( . . . )
İhtilal ve isyan çıkarmak isteyenler ( . . . ) Şeyh Sait gibi nüfuz­
lu zannettikleri şeyhleri ve asileri de örgütleri arasına sokmaya
mecbur olmuşlardı.( . . . )
b) Kürt Bağımsızlık Hareketi:
Osmanlı İmparatorluğunun yönetimi altında bulunan
Kürtler, özellikle 1 9uncu yüzyılda İmparatorluğun karşılaştığı
her müşkül dönemde kendilerini devletin kontrolundan kurtar­
maya yeltenmişlerdir. Sırasıyle 1828- 1829 Türk-Rus Harbinden
sonra, 1834'te Bulgar Bağımsızlık Harbi sonunda, 1880' de ve
E k - 3 : Ş e y h S a i t A y a k l a n m a s ı ve B a s t ı r ı l m a s ı 1 267
daha sonraları bağımsızlık maksadıyle ayaklandılar. Kürt ba­
ğımsızlık hareketi özellikle Birinci Dünya Harbinden sonra
Osmanlı İmparatorluğunun dağılması üzerine daha ciddi ken­
dini göstermeye başladı. ( . . . )
Denebilir ki, Abdülhamid devri ve bu padişahın (ayır ve
hükmet) siyaseti kürt bağımsızlık hareketinin başlangıcını teş­
kil eder.( . . . )
Birinci Dünya Harbi, Osmanlı İmparatorluğunun dağılması
ile sonuçlanıp Anadolu' da geniş bir Ermeni devleti kurulması
ihtimali ortaya çıktığı zaman, Kürt aydınları fiilen bağımsızlık
peşine düştüler ve bu gayelerinin gerçekleştirilmesi için vaktiyle
kurulmuş Kürt Teali Cemiyeti adındaki siyasi birliğe dört elle
sarıldılar. ( . . . ) Cemiyetin gayesi, İngiliz mandası altında bağım­
sız bir Kürt devleti kurmaktı. ( . . . )
c) Kürt Bağımsızlık Komitesi:
( . . . ) Kürt Teali Cemiyeti, Damat Ferit Kabinesinin "Büyük
Ermenistan" projesine şiddetle muhalefet ederken İtilaf ve
Hürriyet Partisiyle özerk bir Kürdistan kurulması konusunda
sözleşme yapmaktan geri durmuyordu. Bu cemiyet cumhuriye­
tin ilanından az önce kapatılmıştı. Fakat buna karşılık 1923'te
(cumhuriyetin ilanı senesinde) Seyit Abdülkadir, Hesnanlı
Halit, Hacı Musa, eski milletvekillerinden Yusuf Ziya ve ailele­
rinden müteşekkil olmak üzere gizli bir komite teşkil edildi. Bu
komitenin de gayesi, Kürdistan'ın bağımsızlığını sağlamak idi.
Komiteye Yusuf Ziya'nın aracılığı ile Hınıs'ta oturan Şeyh Sait
ve ailesi de alınmıştı. ( . . . )
d. Kürt-İngiliz Görüşmeleri:
Cemiyetin en faal üyelerinden "Kör " adıyla tanınan Palu'lu
Sadi, İstanbul' da 1924 sonlarında ve 1925 martında, yani, ayak­
lanmadan önce ve başladıktan hemen sonra Büyük Britanya
Dışişleri Bakanlığı Şark Şubesi memurlarından Mr. Templeto
diye Türk gizli polisinden Nizamettin Beyle temas ederek Kürt
268 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyanları

Bağımsızlık Komitesi Başkanı Seyit Abdülkadir adına şu öneri


ve isteklerde bulunmuştu:
İngiltere, Kürt Emirliğinin kurulmasını destekleyecek ve
Emirliği, civar hükümetlerin hücumundan koruyacak;
1926 ilkbaharında başlayacak olan ayaklanmanın ilk hedefi
Diyarbakır'ı ele geçirmek ve Musul hududunda İngilizlerle te­
mas sağlamak olacak;
Teşkil olunacak Kürt emaretine Akdeniz'de bir çıkak veri­
lecek;
Emaretin başına herhalde Seyit Abdülkadir getirilecek ve ka­
binesinin teşkili konusunda kendisine karışılmayacak;
İngiltere emaretin kurulmasına kadar Kürtlere gerekli silah,
cephane ve parayı verecek; fakat bundan Diyarbakır düştükten
ve Musul hududunda temas sağlandıktan sonra verilmeye baş­
lanacak, ilk taksit 250 000 altın olacaktı. ( . . . )
Ayaklanmanın gelişmesini İstanbul'dan takip edecek Seyit
Abdülkadir'in emri ile buradaki kürtler hep birden silahlı bir
irtica hareketine girişeceklerdi. Hareket dini olduğu için ayak­
lanmaya İstanbul halkının da büyük kısımları ile katılacağı mu­
hakkaktı. ( . . . )
İstanbul bu suretle asilerin eline geçince, ayaklanma hemen
Bursa, Konya ve İzmir'e yayılacak ve Ankara, Şeyh Sait ile meş­
gul iken iki ateş arasında kalacaktı.
Cumhuriyet Hükümeti bu suretle ortadan kaldırılırken
İngilizler, derhal Vahdettin'i İstanbul'a getireceklerdi.
Kürtler için bağımsızlık gayesiyle girişilen bu harekete
Vahdettin'in tekrar tahta oturtulması niyetinin karıştırılması,
ayaklanmaya tam anlamı ile bir karşı ihtilal niteliği vermiş olu­
yordu. ( . . . )

f Şeyh Sait:
e. Osmanlılığın ihyası Çabası: ( . . . )

(. . )
.
E k - 3 : Ş e y h S a i t Ay a k l a n m a s ı ve B a s t ı r ı l m a s ı j 269
B . AYA K L A N M A V E T E N K İ L H A R E K AT I :

10. Hükümet Değişikliği:


Ankara' da, bir yandan karar altına alınan askeri tedbirler uy­
gulanırken [sıkıyönetim ilanı ve tenkil planı] öte yandan karşı
ihtilalin kapsamı ve tamamen bastırılması için lüzumlu idari ve
siyasi tedbirler üzerinde tartışmalar devam ediyordu.
Başbakan Fethi Okyar, karşı ihtilali, irticai bir ayaklanma
hareketi niteliğinde görüyor ve bunun doğu illerine inhisar et­
tiğini kabul ederek, sıkıyönetim tedbirlerinin yeter geleceğini
ileri sürüyordu. İnönü'nün temsil ettiği grup ise; doğu ayaklan­
masını geniş bir karşı ihtilal teşebbüsünün ancak bir safhası ola­
rak anlıyor, rejimi devirmeye yöneltilmiş memleket çapında bir
kargaşalık hareketinin yok edilmesi ve ihtilali tamamlayacak
olan devrim hamlelerinin yapılması için lüzumlu koşulları ya­
ratacak en sert tedbirlere hemen baş vurulmasını istiyordu. Bu
tedbirlerin başında İstiklal Mahkemelerinin kurulması, ihtilal
ve devrim ilkelerine aykırı yayın yapan gazete ve dergilerin ka­
patılarak sahip ve yazarlarının cezalandırılması geliyordu.
(. . .)

1 7. Atatürk'ün Millete Teşekkürü:


13 şubat 1 925'ten 1 5 nisan 1925 tarihine kadar 62 gün de­
vam eden karşı ihtilalin askeri safhası başından sonuna kadar
Atatürk'ün yüksek idaresi altında cereyan etmişti. ( . . . )
Şeyh Sait ve kurmayının ele geçmesinden sonra, askeri temizlik
hareketleri daha bir ay kadar sürmüş ve nihayet 31 mayıs 1925'te se­
ferberlik kaldırıl [mıştır] . ( . . . ) Bu suretle karşı ihtilal iki ayda bastırıl­
mış ve son söz adalete bırakılmıştı. ( . . . )
E K- 4 :
TE D K İ K S E YA H AT İ 1

1 4 Eylül 1 341 (1 925)


Mustafa Abdülhalik [Renda]
Transliterasyon: Ziver Öktem
Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Vekaleti Kalem-i Mahsus
Müdüriyeti
Mahremdir
Türkiye Cumhuriyeti Başvekil-i Muhteremi İsmet Paşa
Hazretlerine:
Emr ve temsib-i samileri veçhile isyan sahası ile o sahaya
civar olan vilayetlerde bir tedkik seyahati yaptım. ( . . . )
Fırat'ın şarkında ve Bingöl dağlarının cenubunda bulunan
Urfa, Mardin, Siverek, Diyarbakır, Ergani, Elaziz, Dersim,
Genç, Muş, Bayezid, Van, Hakkari, Bitlis, Siird vilayetleriyle
Erzurum vilayetinin Hınıs ve Kiğı ve Erzincan'ın Pülümür ka­
zalarının kayıtlarına göre nüfus bir milyon üç yüz altmış bir
bindir ( 1 . 361 .000).
Tedkikat ve tetebbuatıma nazaran bu mıntıkadaki ahali­
nin kısm-ı azamını, yani dokuz yüz doksan üç binini (993.000)
Kürtler teşkil eder. Bu nüfusun içindeki Türklerin mikdarı an­
cak iki yüz elli bir bindir (251 .000) ve Arapça konuşanların mik­
darı da yüz on yedi binden ( 1 1 7.000) ibarettir.
Türk erkeklerin yüzde sekseni Kürtçe de konuşmaktadır.
Bu miktarlara yazılmamış mektum nüfus dahil değildir. Onlar
da idhal olunduğu takdirde bu erkanı kasabalıların aleyhine ve
Kürtlerin lehine çok tezayüd eder.
1 Tuğba Yıldırım, age, s. 1 vd .
E k- 4 : Ted k i k Seya h a t i J 27 1
(. . .)
İsyan, din ve irtica perdesi altında milli bir harekettir. 1 330
[1914] senesine kadar vuku bulan münferid ve şahsi isyanlar,
-Bedirhanilerin isyanları- muayyen bir noktaya inhisar etmiş,
milli bir fikre istinad etmediği için bütün Kürdistan'a şamil ola­
mamıştır. 1 330 Bitlis İsyanı din perdesi altında milli bir isyan
olduğu gibi bu seferki isyan da yine din ve irtica perdesi altında
tamamen milli bir isyandır.
Son isyana, 1 33 0 isyanına iştirak edenlerden fazla mevaki
iştirak etmiş ve kıtaatımızın harekat-ı te' dibiyesiyle isyan hi­
tam bulmuş ise de Kürtlerde fikr-i millinin günden güne te­
zayüdüne mani olmamıştır. Esasen milliyetlerinde pek muta­
assıp olan Kürtler bu isyandan sonra taassuplarını teşdid ey­
lemişlerdir.
1 330 senesine nazaran milli fikir ve hareketlerinin silah
mevcudunun çok çoğaldığı ufak bir tedkik ile pek bariz bir su­
rette anlaşılmaktadır. İsyana iştirak eden mıntıkalardaki ahali
neticeden tamamen emin olamadıkları için isyan etmemişler
ve isyan sahası içinde etrafları isyan ettiği halde isyan etmemiş
olan birtakım köyler de isyan etmediklerine adeta nadim ol­
muşlardır. Bunların itikadınca onlar da isyan etseler imiş neti­
cenin başka türlü çıkması ihtimali var imiş. ( . . . )
İsyan mıntıkasındaki köylerin ekserisi isyandan hiçbir za­
rar görmemiş bilakis malını pahalı satmak suretiyle müstefid
olmuştur.
Tedibat, kanaat-ı acizanemce, ati için ibret-i müessire teş­
kil edecek bir surette yapılmamış ve asi köylülerin kendilerine,
hayvanatına ve zahiresine bir zarar gelmemiştir. ( . . . )
Bütün o vilayetlerde, memleket haricindeki Kürt cemiyet­
lerinin alttan alta propagandaları devam etmekte ve Seyyit
Abdullah'ın Şemdinan'dan, Abdülhamid'in oğlu ile Şeyh
Mahmud'un Cizre'den Türkleri mağlup ederek Kürdistan'a gi­
receklerini, son isyanda ölenlerin intikamını almak lazım geldi­
ğini, bunun için bütün Kürtlerin birleşmesi ve aşiretler arasın­
daki nifakın izalesi elzem olduğunu neşretmektedir.
272 1 Komin tern, TKP ve Kür t isya nları

Bey ve ağaların, aşiret reislerinin nüfuzu devam ediyor. ( . . . )


Aşarın ilgası yalnız Allah Köyü dedikleri müstakil köylerde
hüsn-i te'sirini göstermiş ise de ağa ve bey köyleriyle çiftlik­
lerinde vergi mukabili olarak eski öşür mikdarında ve ondan
aşağı bir nisbette köylülerden öşür veya vergi alınmaktadı r.( . . . )
Dersim'in diğer mahallerden farkı, hükumet makinasının
diğer yerlerden daha zayıf bulunması, aralarındaki ihtilafatın
kendi silahlarıyla helledilmesi, reislerine dahi merbut ve
münkad olması, Dersimlilerin elhaletü hazihi Kürtçe konuş­
malarına ve Alevilikten dolayı Kürtlük iddiasında bulun­
malarına rağmen ekserisinin Türkçe konuşabilmesidir. ( . . . )
Bilhassa şimdiye kadar Dersim' de kat'i bir te' dib yapılmamış
olması, 1 334 [1918] hareketinin cezasız kalması bunlara daima
kuvvet vermektedir.
İsyan mürettib ve müşevviklerinin bir kısmı hala derdest
olunamamıştır. Yol kesmek, karvan soymak eksik değildir.
Dahil-i esnan birçok genç meydanda göründüğü halde kimse
askere gitmiyor.
Hükumet binaları harab ve berbad haldedir. Karakol binala­
rı, nahiye konakları adi kulübe ve ahırlardan ibarettir. Binaların
bu vaziyeti, haysiyet-i hükumete pek ziyade halel veriyor. ( . . . )
Hulaseten arz ettiğim bu mevaddın içinde en ziyade şayan-ı
ehemmiyet gördüğüm: Kürtlerde fikr-i millinin günden güne
çoğalması ve atide tamamen milli bir isyan zuhur etmesi mese­
lesidir. İtiraf etmek lazımdır ki, Fırat'ın şarkındaki bütün menzil
hatlarımız bugünkü günde Kürt köyleriyle doludur. ( . . . ) Tedabir-i
lazime ittihaz edilmezse pek az zaman sonra Fırat'ın şarkındaki
vilayetlerimizden sarf-ı nazar etmek mecburiyetinde kalabiliriz.
Kürtler, Ankara'ya kadar yayıldıkları cihetle iş Fırat'ın yalnız
şarkını -ki pek ziyade mühim bir keyfiyettir- kaybetmek ile kal­
mayacak, Fırat'ın garbında da Malatya vilayeti gibi birçok yerler
de tehlikeye girecektir. Elimizde kalan Türkiye arazisinde iki
milletin aynı kudret ve selahiyetle hakim bulunması imkanını
katiyen görmüyorum. Binaenaleyh bütün memlekette Türk nü­
fuz ve nüfusunu hakim kılmayı farz ve zaruri görüyorum. ( . . . )
E k- 4 : Te d k i k S e y � h a t i 1 273
Arz ettiğim tedabiri her vech-i ati hulasa ediyorum:
1) En mühim menzil hatları üzerindeki köylere Türk yerleş­
tirmek ve yeniden Türk köyleri tesis etmek.
2) Türk olup Kürtlüğe mağlub olmaya başlayan vilayet ve
kaza merkezlerinde maarife ehemmiyet vererek vesait-i adide ile
Türklere Türklüklerini iyi tanıtmak, Türkçeyi hakim kılmak.
3) Kürt mıntıkası içinde Arapça konuşan ve erkekleri Kürtçe
bilen Siird, Mardin, Midyat, Savur gibi mahallerde mekteple­
re ve hassaten kız mekteplerine ehemmiyet vermek ve kızların
mektebe rağbet etmesini suver-i adide ile temin eylemek.
4) İki kazası, merkez vilayeti ve Ovacık kazasının merkezi
ile civarı Türk olan ve taşıdıkları aşiret isimlerinden de neslen
ahalisi Türk olduğu anlaşılan Dersim vilayetinde leyli iptidaile­
re ehemmiyet vermek, Türkçeyi süratle tamim eylemek.
5) Fırat'ın garbındaki vilayetlerin bir kısmında dağınık su­
rette yerleşmiş olan Kürtleri Türk yapmak.
6) Şark şimendiferlerimizin Erzincan'a ve Elaziz tarikiyle
Muş'a ve Van Gölü sahiline ve Diyarbakır'a mümkün olduğu
kadar az zamanda varmasını temine çalışmak.
7) On sene müddetle oralarda idare-i örfiyeyi idame, umur-ı
cezaiyeyi Divan-ı Harb-i Örfilere tevdi ve mehakim-i adliyeyi
umur-ı hukukiyeye hasr eylemek.
8) Tagallüb, teferrüd daiyesinde bulunanları, isyanı teşvik ve
idare etmiş olanlarla bunların akraba ve taallukatını idare-i ör­
fiye mıntıkası haricine nakletmek.
9) Aşiret hayatını kaldırmak için evvel-i emirde hükumeti kavi
yapmak.
10) Hükumet binalarıyla jandarma karakollarını iane ile bir an
evvel inşa etmek.
1 1) Araziyi tahrir etmek.
274 1 Kom in tern, TKP ve Kürt isya nları

1 2) Nüfıis tahrir etmek.


1 3) Masarif-i isyaniyeyi isyane iştirak edenlere tahmil etmek.
14) Silahlar derç edilmekle beraber silah taşınmasıda men' edil­
mek ve ancak vesika ile silah taşınmasına müsaade eylemek.
1 5) Oraları için bütün memurlara şamil olmak üzere hidmet-i
mecbureyi te'sis etmek, gidecek memurlara biraz mükafat ve tazminit
vermek.
16) Jandarmayı keyfiyeten ıslah etmek behemehal meslek haline
koymak.
17) Küçülmüş olan vilayetleri büyültmek ve bütün mıntıka­
nın amir-i mülkisi aynı zamanda idare-i örfiye reisi ve amiri olan
ordu müfettişi olmak ve ordu müfettişi nezdinde idari, adli ve mali
müşavir vermek.
18) Haklarında celb ve ihzar sadır olan adamlardan isyana iştirak
etmeyenler için af veya tecil.
E K- 5 :
K E M A L İ S T Z i N DA N L A R I N DA N
F İ R [B İ R] F E RYAT1
KÜ RT D E R E B E Y L E R İ
H A P İ S T E B İ L E AGA L I K DAVA S I N DA 2

D r. H i kmet Kıvı l c ı m l ı tarafı n d a n gönderi l m i ş ve inkılôp Yolu derg i s i n i n

i l k çift sayıs ı n d a yayı n l a n m ı ş bu mekt u p l a i l g i l i Kom i ntern a rşivi nde


Hasan A l i 'n i n 15 Nisan 1 930 tari h l i b i r mekt u b u va rd ı r. Önce bu mektu­
bu, a rd ı n d a n d e rg i d eki yazıyı s u n uyoruz. G ö r ü l eceğ i gibi Dr. H i kmet'in

Ağ rı isya n ı'n ı n e n y ü kse l d i ğ i sıralarda yaşad ı kl a r ı n d a n ha reketle ka leme


a l d ı ğ ı b u m e kt u b u ndaki değerlend i rmeleri, Doğu Ü n iversitesi olarak
n iteled i ğ i Elazığ hapisha nesi nde daha s o n ra yazacağ ı İhtiyat Kuvvet:
Milliyet (Şark) kita b ı n d a ki yakla ş ı m ı ndan o ld u kça uzakt ı r.

Şimdi de, kısaca çok mühim bir meseleden bahsetmek istiyo­


rum; buna çok ehemmiyet vermenizi hassaten rica ederim:
Elaziz' deki arkadaşımızın, iyi bir vaziyette bulunmadıklarını,
İnprekor' daki yazılardan anlaşıldığına nazaran, bittabi siz de bili­
yorsunuz! . Fakat mesele o kadarla kalmadı .. Hikmet'ten kaçamak
olarak gelen bir feryatname, vaziyetin çok vahim olduğunu, ikin-

Birçok kommunist mücahitlerini, Ankara diktatörlerinin, şar vilayetleri zın­


denlarında işkenceler kinde çürüttükleri okuyucularımızın [MALUMUDUR] .
Bu yoldaşlarımızden aldığımız çok dikkata şayan bir mektubu sütunlarımıza
dercediyoruz. Bu mektupta verilen malumatın kıymeti bugünlerde bir kat daha
ziyadeleşmiştir. Zira o bize bir taraftan o havalideki burjuva zındenlarının acıklı
bir tasvirini verirken, diger taraftan son isyan vesilesi ile nazarlar kendilerine
çevrilmiş olan kürt derebeylerinin [GÜ NDELİK] hayattan alınma bazı hususi­
yetlerini bize gostermektedir.
2 İnkılap Yolu, çift sayı 1 -2, Temmuz-Ağustos 1 930, s. 52-55. TÜS TAV Komintern
A rşivi Döküm 1, CD No: 23, Klasör No: 29_36, Belge No: 531 -534. TÜSTAV Ko­
mi ntern Arşivi'nde bulunan matbu metindeki yazım esas alınmıştır.
276 1 Ko min tern, TKP ve Kü r t isyanları

ci bir Karadeniz faciası karşısında bulunduğumuzu gösteriyor.


Meseleyi Hikmet'in mektubuna atfen naklediyorum:
Tecrit edilmiş olmaları ve hava almaya bile çıkarılmadıkları
hakkındaki şikayetlerine cevaben, arkadaşlarımız 280 tane azılı
Dersim Kürdünün bulunduğu umumi koğuşa nakledilmişler..
Ve daha ilk gününden itibaren Kürt ağalarının teşvikine kapılan
tabi Kürtlerin muhtelif şekillerdeki tecavüzlerine maruz kalmaya
başlamışlar. Nihayet bir gün, bu tecavüz umumi bir şekil almış ..
280 kişi, bizim zavallı ve müdafaasız sekiz arkadaşın üzerine
canavarlar gibi saldırtılmışlar.. Hariçten herhangi bir müdaha­
le (!) olmaksızın, mücadele bir çeyrek sürmüş .. Arkadaşlardan
bir tanesinin gözü çıkmış, birinin bacağı, birinin kolu kırılmış ..
Nihayet mücadele kendi kendine mayna olmuş .. Mektubun ifa­
desine nazaran " üç gün, üç gece kalın sesli jandarmanın sesine
bile hasret" kalmışlar .. Üç gün sonra, arkadaşlarımızı kabahatli
çıkarmak için idare işe müdahale etmiş .. Ve nihayet doktor gel­
miş .. Mektup, son söz olarak "hayatımız tehlikededir" diyor.
Bilmem, bu satırlara mütalaa ilave etmeye lüzum var mı? Kana­
atimizce protestoları, İnprekor'un dar çerçevesinden çıkaran,
Komintern'in resmi bir protestosu şeklinde Pravda, Humanite,
Rotte Fahne sütunlarına intikal ettirmek lazımdır. Yugoslavya,
İtalya, Bulgaristan Fırkaları için yapılan bu protesto şekli, bizim
için niye yapılmasın?. Göz göre göre arkadaşlarımızın ölümüne
rıza gösteremeyiz! . İkinci bir Karadeniz faciası vuku bulmadan
önünü alalım .. İş işten geçtikten sonra yapacağımız kuru gürül­
tüler beş para etmez ! . Türkiye' deki siyasi mevkufların vaziyetini
ıslaha doğru ciddi adımlar atmak lazımdır.
Malum bürokrasi metotlarını, hiç olmazsa buna tatbik etmeye­
rek acilen harekete gelmenizi şiddetle rica ederiz ..

J. Or [Jan Orlean - Hasan Ali]3

***

3 TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm l, CD No: 27, Klasör No: 35_36, Belge No: 466
[Eski Türkçe] .
E k - 5 : K e m a l i s t Z ı n d a n l a r ı n d a n F i r [ B i r] F e r y a t 1 277
Aziz yoldaşlar.
Zından idaresinin bizi canımızdan bezdiren, keyfi ve bar­
barca muameleleri yetmiyormuş gibi, [geçen gün] de kemalist
burjuvazının mümessillerile el ele hareket eden kürt ağalarının
vahşiyane bir tecavuzlerine maruz kaldık. Hiç yoktan bir vesile
ıcat ederek iradeden mahrum bendelerini üzerimize saldırdılar.
Çocuk denecek arkadaşlarımızdan herbirinin üzerine 7-8 kişi
birden atılıyordu. Neticede birimizin kolu, birimizin bacagı kı­
rıldi; bir yoldaşımızın da gözü patladı. Bu alçakça tecavuz resmi
memurların gozlerı önünde cereyan etti. Bizi maddeten imha
için aralarında anlaşmış oldukları belliydi.
Esasen burada gardiyanlar yalınız hapishaneye esrar, is­
kambil [kağıdı] ve kacak cıgara kağıdı sokmak vazifesile ile
mükelleftirler. Iceriye müdür giremez. A ncak agalarla her
hususta mutabık olan bir sergardiyan girebilir. Gardiyanlar
idareden ziyade agalerın emrinde çalışırlar. H atta -belki hay­
ret edersiniz- kürt paryasına bir köpeğe bakar gibi bakmağa
alıstırrılmış olan j andarma neferleri bile, başta bankada parası
bulunduğu söylenen ve buralarını yirmi senedir soyup suğana
çevirdiği hikaye edilen başcavuşlari olmak üzere, zabitlerin­
den zıyade, iktisadi tabiiyetlerinde bulundukları ağalara mu­
tidirler. Bir misal:
Iki gün evvel bir "tahariyat" yapıldı; zira yakında müfettiş
gelecekmiş. Bütün odalar ve ustlerbaşlar arandı. Sözüm yabana
doğru ve vazifeşinas görünmek istiyen cavuşun sesini ışitiyoruz:
Tuh Allah belanızı versin! Gördün mü müdür bey?
Pencereden iceriye biçağı attığını görüyor da, şu gardiyan olacak
herif görmemezlikten geliyor...
Nihayet bizim odamıza da geldiler. Kitaptan başka birşey
bulamıyacaklarını bildiklerinden bir iki köşeyi karıştırdılar ve
defolup gittiler. Şayanı dikkat nokta: bütün odalar alt üst edil­
diği halde, karşidaki ağaların odasının eşiginden iceriye bile
girilemedi. Halbu ki oradan, aransa, kasatura bile çıkarılabilir.
278 1 Komin tern, TKP ve Kü rt isyan ları

Fakat orası Yıldız kumarhanesi gibi, asillerin devam ettiği mah­


rem ve dokunulmaz bir köşedir.
Mamafi bir hiçbir memlekette olmadığından daha müte­
reddi gözüken "aga" güruhunun bütün kahramanlikları pala­
bıyıklarından öteye geçmez. Dişarıda oldugu gibi içeridede bu
heybetli heriflerin bütün marifetleri (yol kestirmeleri, köyyak­
tırmaları, bir orospu için bir muallimi kırk parça ettirmeleri ve
ılah ... ) -o romanlarda gördüğümüz şövalyeler biçiminde- ken­
di kılıçlarına, kendi pazılarına güvenir şekilde degil. Bunlarda
mahut "asilzadelik" namusunun zerresini göremezsiniz. Burada
ağalık, igrenç manasıla "kancıklıktir" Bütün vahşetlerini za­
vallı kürt paryasına dikte ederek yaptırırlar. Sonra parya hapis­
hanede açlıktan kıvranırken, o dışarıda kozmetikli bıyıklarını
kıvırır ... Kelli felli babacanların, başta kemaliye kalpak, ayakta
şıpıtık terlik, arkada ibrigini bir parya, havlusunu bir parya, ka­
potını bir parya taşırken onun -aganın- bayram sokağında em­
sali kalmamış olan nazeninlerin edasıla, entarisini kaldırarak
ve beyaz iç donunu göstererek, ördek gibi kırita kırıta bir helaya
gidişleri var... Originalmı? Original ... biz bu komedyayı burada
her gün bol bol seyretmekteyiz.
işte diyalektik hayatın zaruri tecellileri, bu muthikelerin
facialara donmek istidadında görünüyor. Burası gayya kuyusu­
nun alası Kör bir tuzak: Vak'anın zabıt varakaları gideli on
gün oldu el 'an cevap yok. Şimdiye kadar bir tek istidanın nume­
rasını -yani hakıkatan merciine gönderildigini- öğrenemedik.
Bu şerait dahilinde -bizzat bazı illegal tertibat almazsak- ölü­
numuzden bile kimsenin haberi olmıyacak.
Resmi, gayri-resmi muhitin karaktersizliği, anarşisi ve mü­
railiği, burada olduğu kadar, hiçbir yerde aşikar değildir. idare
yüzümüze karşı işi mahkemeye vereceğini, kendisinin şahit
idügini atup tutarken, arkamızdan sergardiyanı kovuş kovuş
gezdiriyor: bizim dinsiz vatansız, muzir ve ilah olduğunuzu,
ağaların adamlarile birlikte propaganda yapiyor. Şapkayi basına
E k - 5 : K e m a l i s t Z ı n d a n l a r ı n d a n F i r [ B i r] F e r y a t j 279
geçirmeği keller - Ergani demir yolu inşasının durması üzerine,
hükumetin Kürdistanı Ingilize sattıgını herkese işaa eden; ne
yeni ne eski türkçeyi kekelemesini bilmediği halde, ingilizceyi
öğrenmek isteyen kürdistan derebeylerile Cümhuriyet idaresi
el ele kommunistleri kötülemekteler... Bu bir az tuhaf olmakla
beraber çok tabiidir: onlar arasındaki fark, onlarla bızim ara­
mızdaki fark yanında hiç kalır ... Daha tuhafı bizi burada yoksul
köylu önünde başka türlü " fena" gösteremiyeceklerini anliyan­
lar, merkezi hükumet adamları olduğumuz hakkinda imalara
kadar kalkıştılar.
Hulasa her sopayı o yediği halde hiçbırşey elde edemiyen kürt
paryası, ağalığı kaldırmaktan acız olan merkezi hükumetin bol
bol düşmanıdır. Onun ayni zamanda, şeriatı getirecek olan, in­
gilterenin bol bol dostu aşıkı olarak yetistirilmesi de bu dere­
beylik - burjuva piçliği muhitinde bir emri vakidir. Ve ileri bir
unsur oldugumuzdan dolayı aleyhimizde hazırlanan suikastlar
bunun küçük olduğu kadar manidar delillerinden biridir.
Burjuvazinin bizi buralara "sürmesi" bir taraftan da umit
edilmiyecek kadar faydalı oldu. Bu "gayya kuyusu" hakkında
zan edildığinden pek fazla cahilmişiz. Evet binnazariye tahmin
ettigimizin belki aynine yakın bir vaz'iyet ... Fakat buradaki ic­
timai münasebetler, burjuva rejiminin de aşılanması ile, öyle
melez bir ucube halindedir ki gayritabiiliği tabiiliğinden daha
büyük. Kropotkinin "cinayet darülfünunu" dediği hapishane­
ler, bir taraftan da ictimai yıkılişların arap saçı bir laboratoi­
rıdır... Burjuva idaresinde sınıf mücadelesinin aldığı nezaket
yüzünden, Istanbul hapishanesi daha zıyade serseri-proletar­
yanın karanlık bir dehlizi halindedir. Fakat derebeyliğin hatta
aşiret ve köcebeliğin henüz dip diri olduğu bu yerlerde, burju­
va kanunlarının tasfiye etmek istedıği, ictimai munasabetler,
kürt paryasının en hayati zaruretlerinin tezahürleri gibi alina
bilir. Buna mebni buranın hapishanesi serseri paryadan ziyade
asıl paryanın ictimai munasebetlerinin kısa ve acı tecrübelerle
2 80 1 Komin tern, TKP ve Kü rr isyanları

dolu bir laboratuvarı dır. Burada tezatlar oradakinden daha çok


basit, açık ve elle tutulur halde ve daima yeknasak hatta ayni.
Burada bir kürek toprak icin bir insan kirk yerinden bicaklanır
ve iki insan onbeş seneye mahkum olur. Burada falanın davarı
tarlaya girdi diye falan düğüle düğüle öldürtülür ve öldürtenin
itibarı semalara kadar yükselirken öldürenin günahını adaletin
(!) pençesinde, yerin altı temizler.
Buranın üç milyona yakin nufusunun iki buçuk milyonu
"topralbent" (mirovay) lerden ibarettir. Orada banknot geçer,
burada Abdül-Mecidin gümüş parası, aramızda okadar fark
var. Orada italyan dokuması ile alaman makinası satılır, burada
halep sabunu ile Şam kumaşı geçer. Dikkat ettim: orada ingiliz
lirası yükseldikçe, burada kağıt turk lirası 28 gümüş kuruştan
30, 32, 35 gümüş guruşa çıkar. Sebebi: oradaki ithalat, ihracat
mevsimlerine mukabil, burada "vergi" mevsimleri var. Orada
"kümes hayvanatı himaye cem'iyetleri" yumurta ihracatını tez­
yit gayretleri alevlenirken, burada sayım vergisinden kurtulmak
için bütün tavuklar "katliam" edilir. Siz reji cıgarasından baş­
kasını icemezsiniz; burada destesi kırk paraya "el kahira" çıgara
kağıdı ve kaçak tütün esastır. inhisar tuzu mu? biz halis yerli
mahsulu kaya tuzunu kullanıyoruz, ve ilah, ve ilah ... iki keli­
mecik daha: siz orada istediginiz eseri cedit kağıdına istidanızı
yazabilirsiniz; biz burada teyyare cem'iyetinin tanesini "yüz­
paraya" sattığı istida kagıtları olmadıkça istidamızı ne kimseye
verebiliriz ne de okutabiliriz ...
Bu muhitte, tamam kırk para için - ne fazla ne eksik bir di­
lim peynir icin, bir kürek toprak için adam öldürülür. Bizim bir
gruşumuz ve bir dilim peynirimiz bulanabiliyor yani tehlike­
deyiz. Dişarıda "nezarethane" denilen kısında dört beş oda var.
Fakat onlar -her hapishanedekinin aksine- siyası mahkumlara
degil, agalara, buranın siyasi manyalarına, iktisadi baykuşlarına
ait. Netekim bir tanesi orada oturuyor. Oraya geçmemize guya
E k - 5 : K e m a l i s t Z ı n d a n l a r ı n d a n F i r [ B i r] F e r y a t 1 281
jandarma manioluyormuş. Okadar iki yüzlü bir muhitteyiz ki
tutulacak tarafıyok.
Şimdilik bunlar malumunuz olmak üzere sözü kesiyoruz.
Selam, kızıl kardeş selamları.4

4 Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın 1 933'te tamamlandığı kabul edilen Yol çalışması


içindeki lhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) kitabı sağlığında yayınlanmamış, ilk kez
1 978 yılında basılmıştır. Dr. Hikmet ' Kıvılcımlı'nın kurduğu Vatan Partisi'nin
program ve tüzüğünde bu kitaptaki görüşlerine yer verilmem iştir. Dr. Hikmet
Kıvılcımlı'nın 6 Mart 1 9 7 1 tarihinde, Ankara Hukuk Fakültesi'nde verdiği "DU­
RUM YARGILAMASI" başlıklı konferansta kendisine yöneltilen soru üzerine bu
konudaki açıklaması şöyledir:
"Gene, ikinci soru: Kürt Sorunu karşısındaki tavır ne olmalıdır? Halk savaşı ve
sınıf savaşı nedir? Ayn ı şeyler midir? Türkiye' deki hakim üretim biçimi ve ikti­
darın siyasi niteliği nedir?
Şimdi, kardeşlerim. Türkiye'nin bir Doğu Trajedisi var. Ve bunu ben, daha açıl­
madan önce, 'Doğu Üniversite'sinde dört buçuk sene geceli gündüzlü etüt etmiş
bir arkadaşınızım. O trajediyi. O trajedi ölçüsünde bana açılacak suallerin hepsi­
ni çok küçük görüyorum. Yani bu sorular, o trajedinin soruları değil, evvela.
Ondan sonra, o konuda, her defa karşılaşıyoruz. Yerden göğe kadar hak veriyo­
rum soran arkadaşlarıma. İçlerindeki acıyı çok iyi biliyorum. Ben de, aynen o
acıları dört buçuk sene yaşamış bir arkadaşınızım. Ancak, demin o silahlı sa­
vaş, falan filan meselelerinde olduğu gibi, bu konunun da böyle geniş salonlarda,
tamamen demokratik bir hava içinde tartışılıp, konuşulup, çözüme bağlanacak
konulardan olmadığına kaniim.
Bana, başka bir arkadaş, İstanbul'da bir seminer sırasında, kalktı: Lenin'den
milliyet davası hakkında şöyle beş on tane pasaj okudu. Bunlar doğru mu, dedi.
Tamam, doğru dedim. E, ne susuyorsunuz, dedi. Affedersiniz: 'Sıkmıyor, ondan',
dedim. Yani, kaba bir söz ama ...
Şimdi, yani, bu konuda konuşmak, kuru kabadayılık biçimiyle olmaz, arkadaşlar.
Zaten bu konuda konuşulacak tek söz de yersiz, boşa söz olur. Bu, ancak eylem­
lerin konuştuğu bir alandır. Ben bu kadar söylüyorum. Bu konudaki derdimi, ar­
kadaşların açtırmamalarını özür dileyerek rica ediyorum." İstanbul: Sosyal İnsan
Yayınları, 2008, s. 66-67
E K- 6 :
İ S M E T İ NÖ N Ü 'N ü N D E R S İ M P L A N I 1
V E TENKİL HAREKATINA DAİR BAKANLAR
KURULU KARARl2

ismet İnönü'nün 1 935 yılında hazırladığı "Kürt Raporu", Saygı


Öztürk tarafından ara başlıklar konarak kitaplaştırıldı. Bu kitabın,
"İnönü'nün Dersim Planı'nın bazı bölümlerini birkaç kişi bilecekti"
başlıklı bölümünden Rapor'a ait kısımları aktarıyoruz.

( . . . ) Dersim ıslahına bir program halinde tevessül edece­


ğiz (gireceğiz). Program, hazırlık, silahtan tecrit ve icap ederse
iskan safhalarını ihtiva edecektir.
- Hazırlık ve silahsızlama üç senede olacaktır.
- Dersim vilayetini yeni usulde teşkil edeceğiz. Muvazzaf bir
Kolordu Kumandanı, vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza
kaymakamları olacaktır. Kaza memurlarından hiçbiri yerli ol­
mayacaktır. Ve bulundukça, emekli zabitler memuriyetlere ta­
yin olunacaktır.
İlbaylık (Valilik) dairesi bir kolordu karargahı gibi, fakat
maksada elverişli olarak teşkil olunacaktır. Asayiş, yol, maliye,
ekonomi, adliye, kültür, sağlık şubeleri olacaktır. İdama kadar
infaz ilbaylıkta bitecektir. Adliye usulü basit, hususi ve kesin
olacaktır.
İlbaylığın, muhakeme etmek üzere Dersim haricinden is­
tediği yerli alakalılar veya yatakları ilbaylığa göndermeye devlet
teşkilatı mecburdur. Kazaların teşkilatı bu esasa göre yapılacaktır.

Saygı Ôztürk, lsmet Paşa 'n ı n Kü rt Raporu, İstanbul: Doğan Kitap, 2007, s. 57.
2 Türkiye Cu m h u riyeti'nde Ayakla n m a la r (1 924-1 938), s. 491 .
Ek-6: ismet lnönü'nün Dersim Planı 1 283
İlbaylığın emrinde asgari yedi seyyar jandarma taburu
bulunacaktır. Sabit jandarması ayrıdır. İlbaylığa yardım etmek
Genel Enspektörlerin [müfettişlerin] vazifesidir. İlbaylık bu teş­
kilat ile idareyi alacaktır.
- 1 935 ve 1936'da yolları, karakolları yapılacaktır. 1937 ilkba­
harına kadar hazır olursa mürettep ve seferber 2. Fırka kuvvet
ilbaylığın emrine 1937 ilkbaharında verilecektir. Süratle bütün
Dersim silahtan tecrit olunacak. İlbaylığın o zamana kadar tet­
kiki neticesinde kuvvetle yapılmasını tasavvur ettiği, hükümete
bildirdiği icraat da yapılacaktır.
- Bundan sonra Dersim'e verilecek şeklin safhası başlayacak­
tır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.
İlbaylık, yol, orman işletme, çabuk ve kesin adalet gibi bir
idare ile işe başlayacaktır.
- İlbaylığın lüzum göstereceği diğer ihtiyaçları temin etmek
ve eğer Dersimliler bizim düşündüğümüz zamandan evvel hare­
kete kalkarlarsa programı hemen tatbik etmek zaruridir.
Bu tasavvurları İcra vekilleri ve Genelkurmay başkanı ile
Kamutay başkanından başka yalnız ilbay ve iki Genel Enspektör
ve üç ordu müfettişi şahsen bileceklerdir. Maiyet memurları bil­
meyeceklerdir.

Türkiye Cumh uriyeti'nde Ayaklanmalar kitabının ekleri arasında,


" 1 937 yılında yapılan Tunceli tenkil harekatına dair kararı - Gayet
Gizlid ir" başlıklı 4 Mayıs 1 937 tarihli Karar şöyled ir:

Son günlerde Tunceli' de vukua gelen hadiselere dair raporlar


4.5.1937 tarihinde Atatürk'ün ve Mareşal'ın huzurları ile tetkik
ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır:
1. Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçizeken (Aşağı Bor),
Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit ve müessir bir taarruz hare­
keti ile varılacaktır.
284 1 Komin tern, TKP ve Kürt isyanları

2. Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka


yere nakil olunacaktır. Ve bu toplanma ameliyesi de köylere bas­
kın edilerek hem silah toplanacak, hem bu suretle elde edilenler
nakledilecektir. Şimdilik (2000) kişinin nakli tertibatı hükü­
metçe ele alınmıştır.
Mülahaza:
Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan
ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir
ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna
kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip
etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.
Not: Malatya'dan ve Ankara'dan gönderilen kuvvetlerin
cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek ta­
limleri ve istirahatları ve bundan başka Diyarbakır' dan gelecek
taburun tavzifi, bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra yani
1 2 mayısta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.
Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kul­
lanmaya çalışmak lazımdır.
Aslı gibidir
İmza
E K-7 :
TU N C E L İ ( D E R S İ M)
TE D İ P H A R E K AT l 1

Yukarıda Şeyh Sait isyanı'yla ilgili değ erlendirmelerini özetle ak­


tardığımız Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından yayınla­
nan Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924- 1938) adlı kitapta
Dersim Olayları'yla ilgili olarak sonuç şöyle ifade ediliyor.

Tunceli' de ayaklanma tertipçisi olan reis, kolbaşı, şerir ve


seyitler ele geçirilmiş ve bölgeden çıkarılmıştır. Bundan sonra
Tunceli' de genel bir ayaklanma tertip edecek, halkı teşvik ve
tehdit ederek bunu gerçekleştirecek cüret ve böyle bir teşvik ve
tehdide uyacak cesaret kalmamıştı.
Yasak bölgelerin idamesi için ayrılan ve Tunceli içinde bıra­
kılan ordu ve jandarma kuvvetleri, bir taraftan faal ve devamlı
baskınlarla, hükümet ve halk teşkilleri de diğer taraftan devamlı
ve etkili propaganda ve idare ile duruma etkili ve hakim olduk­
ları takdirde tarama hareketlerinde ele geçirilemeyenler de de­
haletten başka çare bulamayacaklar ve böylece hükümet nüfuz
ve hakimiyeti Tunceli' de kurulmuş olacaktı.
Buna boyun eğmek istemeyen birkaç şerir olabilir. Bu gibi­
ler birkaç avene ve yakınları halinde çete halinde daha bir süre
Tunceli dağlarında saklanmaya ve yaşayabilmek için sarkıntılık
yapmaya devam edebilirler. Bu gibiler nihayet kış gelinceye ka­
dar dayanabilirler. İyi haber alma ve kışın dahi devam edecek
baskınlarla bu mahdut çeteler dahi kolay ve çabuk elde edilir.
1 Age, s. 479-480.
286 1 Ko min tern, TKP ve Kü r t isya n ları

Bu suretle Tunceli, nihayet iki sene içinde tamamen temiz­


lenmiş, emniyet ve asayişi tamamen istikrarlı bir bölge haline
getirilmiş olur.
Tunceli halkının bir kısmı çok ilkel ve fakirdir. Dağların ara­
larında yaşamaktan doğan zihniyet, hükümet kuvvet, kudret ve
kültürünün bunlara devamlı surette ulaşamamış ve işleyeme­
miş olması, bu halk arasında aşiret ruhunu ve hayatını devam
ettirmiş, seyitlerin telkinleri, şerirlerin tehditleri bu halkı ilkel­
liği ve fakirliği içinde bırakmış ve ağaya, reise ister istemez uy­
maya mecbur etmiştir.
Ağa ve reislerin bir kısmı kalkmıştır. Fakat seyitlerin çoğu
kalmıştır. Gerek uysal olduklarından dolayı dokunulmayan
ağa ve şerirler gerekse seyitler meydanı boş bulurlarsa halkı
aynı halde tutmaya devam ederler. Seyitler ağaların telkin va­
sıtalığını yaparlar. Halkta icra kuvvetini teşkil eder. Bu ihtimali
kökünden yok etmek için esaslı tedbir; içerde kalmış olan seyit
ve ağaların hepsini Tunceli dışına çıkarmak ve bu güne kadar
hükümet ve halk arasında her hayırlı teşebbüsü akim bırakan
bu kitleyi ortadan kaldırmaktır. Ancak bundan sonra halk hü­
kümüti baş tanır, her icraatını kabul ve tatbik ve onu ilkellikten
kurtarmak isteyen Cumhuriyetin kültüründen ve nimetinden
istifade eder.
Bu gerçekleşinceye kadar Tunceli' de kuvvet, basiret ve de­
vamlı baskı ile mevcut ağa ve seyitlerin nüfuz ve etkileri ile ara­
lıksız mücadele ederek çalışmak gerekir.
Tunceli' de yapılan manevra hareketleri sırasında ilçelerdeki
idari ve adli makamların hareketten önce bu mücadelede tama­
men başarılı olmadıkları görüldü.
1938 başından beri devam eden şiddetli tarama hareketlerini
müteakip asıl kışkırtıcı olanların çoğu ortadan kaldırıldığına
ve kalanları da korkutulduğuna göre, mücadelenin daha kolay
yürütüleceği tahmin edilir.
E k - 7 · Tu n c e l i ( D e r s i m ) Te d i p H a r e k a t ı [ 287
İlçelerin memur kadroları münhal bırakılmamak ve görev
sahipleri de Tunceli halkından olmamak şartı ile seçkin, mukte­
dir olmak ve Tunceli halkını devamlı ve etkili temas ve faaliyetle
Cumhuriyete ısındırmak ve alıştırmak da başarı için şarttır.
Ordu Müfettişinin de manevra sonu Tunceli hakkındaki bu
mütalaasında belirttiği gibi, orduca yapılan tenkil harekatı sona
ermiş olmakla beraber daha önce hükümetçe kararlaştırılmış
olduğu üzere 4üncü Genel Müfettişlikçe ve yeni bir plan dahi­
linde takip ve ele geçirilen eşkıya ve zararlı kişilerin tenkiline
devam edildi.

You might also like