You are on page 1of 25

SİGORTA

İLE
İLGİLİ FETVALAR

Neova Sigorta
Ahmet ŞAHİN
Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN
Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN
Halil GÜNENÇ
Mehmet TALU
M. Fethullah GÜLEN
Muhammed b. Emin İBN ABİDİN
Muhammed Bahîtü’l-Mûtî
Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi
Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi
Ârif el-Cuveycâtî
Muhammed Ebu Zehra
Diyanet İşleri Başkanlığı (Kurumsal Görüş)
Mecme’u’l Buhûsi’l İslâmi (Kurumsal Görüş)
İslâm Fıkıh Akademisi Meclisi (Kurumsal Görüş)
Uluslararası İslâm Ticâret Sempozyumu (Kurumsal Görüş)
İslam Fıkıh Akademisi (Kurumsal Görüş)
Prof. Dr. Abdülaziz Beki

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Ahmet ŞAHİN

Özet
“…Müslümanlar birleşerek bir fon meydana getirmeli, bu fonda, meydana gelecek para yardım niyetiyle
ödenmeli, ziyan zuhur etmediği takdirde de hâsıl olan kârı para verenler taksim etmeli, böylece
sigortaya para yatıranların evhamlarının tahrikiyle meydana gelen büyük sermayeyi şirket sahibi
durumunda olan birkaç kişi kendilerine tahsis ederek büyük kitleyi fakirleştirip küçük bir azınlığı
zengin etme neticesine gitmiş olmamalıdır. Sonuçta İslâmî ölçülere uygun bir sigorta nizamı kurmak
mümkündür. Bu hususta çalışma yapılmalı, dindarlar bir araya gelerek fon meydana getirmelidir.
Cevabın sonunda bahsedilen durum şu anda ülkemizde de uygulanmaktadır. Bize verilen bilgiler, bazı
sigorta şirketlerinin yardımlaşma amacına yönelik kurulduğudur. Hangi sisteme göre çalıştıklarını
sormak lazım. Bu durumda böyle bir sigorta acenteliği açmak ve işletmek veya sigortalı olmak caizdir
ve helaldir.”
Kaynak
Ahmet Şahin, Kişisel web sayfası,
(çevrimiçi) http://www.ahmetsahin.org/makaledetay.asp?id=163

Tam Metin
Soru: Sigorta yaptırmak caiz midir?
Cevap: Değerli kardeşimiz;
Herhangi bir malı sigorta ettirip bir kazaya uğraması hâlinde sigortaya ödettirme işi son iki asırdır İslâm âlemine
de girmiş bulunmaktadır. Buna göre dükkânını, yahut arabasını, ya da bir başka kıymetini sigorta ettiren kimse,
her sene belli miktar para ödüyor, sene içinde bir kaza, bir imha vaki olmazsa ödediği paralar gidiyor, kaza olursa
şirket ziyanı ödüyor.
İslâm âlimleri bu şekildeki sigorta anlaşmasını incelerken bâzı hususları dikkate veriyorlar. Nazara verdikleri
hususlardan birkaçı şöyledir:
1 — Sigorta anlaşması ticarî anlaşma şartına uymamaktadır.
Şartına uysa, para yatıran, sigortanın kârına da, ziyanına da ortak olacaktır. Bu olmamaktadır.
2 — Para yatıran kimsenin malı kazaya uğrarsa ziyan ödenmekte, uğramazsa ödenmemektedir.
Demek ki bu işte bir bakıma rastgelelik vardır. Kumarda da şans yaver giderse kazanır, gitmezse kazanılmaz.
3 — Sigorta bir ziyanın ödemesini yaparken kendi parasından ödeme yapmamakta, diğer ortaklardan alarak
biriktirdiği paradan ödeme yapmaktadır.
Hâlbuki diğer ortaklar kendi paralarından falan kimsenin ziyanı ödensin diye para yatırmamaktadır.
4 — Sigorta şirketleri faizli işlerle iştigal etmekte, sigortalılardan aldıkları sigorta paralarıyla faizli servetler
toplamaktalar. Demek ki sigorta şirketi bir yardım şirketi değil, bir kazanç şirketidir. Evhamı tahrik edilen nice
kimselerden alınan paraları toplayıp büyük yekûn teşkil eden sermayeyi kendilerinde toplamaktalar.
Sigortayı arz ettiğimiz cihetleriyle inceleyen İslâm âlimleri, zikredilen şartlarından dolayı meşrû bir kuruluş
olarak görmemekteler. Nitekim Dünya İslâm Birliği’nin ittifaka yakın şekilde aldığı kararda da bu mevzuda kısaca
şu görüşlere yer verilmektedir:
1 — Sigorta şirketine ödeme yapılması hâlinde fâhiş aldanma vardır. Çünkü bir kazaya uğramazsa ödenen paralar
gider. Piyangoda olduğu gibi. Piyangoda da çıkmazsa ödenen para gider, hak istenemez.
2 — Sigortada faiz mes’elesi de vardır. Ödenen para sonra aynen geri verilse zaman içinde kullanma fâizi vardır.
Fazla verilse fazlası fâizdir.
3 — Meşrû sebep olmaksızın birbirinizin malını almayınız, meâlindeki âyete de zıddır. Kazaya uğrama ihtimali bir
meşrû sebep olmaz. Vehimle bir kişi bir başkasının parasını alma hakkına sahip olamaz.
Sigorta nasıl olsa İslâmî ölçülere aykırı düşmez?
1 — Sigortaya para yatıran kimse, sigortanın kârına, zararına ortak olmalıdır.
2 — Kazaya uğrayanların ziyanını ödemeye ortaklar kendi rızalarıyla karar vermelidir.
3 — Sigorta fâiz işleriyle iştigal etmemelidir.
Demek, yangın, kazaya uğrama, sel basma.. gibi ziyan meydana getiren felâketlere karşı Müslümanlar birleşerek bir fon
meydana getirmeli, bu fonda, meydana gelecek para yardım niyetiyle ödenmeli, ziyan zuhur etmediği takdirde de hâsıl
olan kârı para verenler taksim etmeli, böylece sigortaya para yatıranların evhamlarının tahrikiyle meydana gelen büyük
sermayeyi şirket sahibi durumunda olan birkaç kişi kendilerine tahsis ederek büyük kitleyi fakirleştirip küçük bir
azınlığı zengin etme neticesine gitmiş olmamalıdır. Çıkarabileceğimiz neticeyi şöyle ifade edebiliriz: İslâmî ölçülere
uygun bir sigorta nizamı kurmak mümkündür. Bu hususta çalışma yapılmalı, dindarlar bir araya gelerek fon meydana
getirmelidir.
Cevabın sonunda bahsedilen durum şu anda ülkemizde de uygulanmaktadır. Bize verilen bilgiler, bazı sigorta

Neova Sigorta
şirketlerinin yardımlaşma amacına yönelik kurulduğudur. Hangi sisteme göre çalıştıklarını sormak lazım. Bu durumda
böyle bir sigorta acenteliği açmak ve işletmek veya sigortalı olmak caizdir ve helaldir.

Görüş Sahibi
Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN

Özet
…Ancak bu şekilde yardımlaşma sigortaları gerçekleşinceye veya Devletin organizesi ile ticaret amacı
dışında genel bir sigorta sistemi oluşuncaya kadar, zaruret olan durumlarda sigorta mübah hale gelir.
Bu takdirde de kendi iç bünyesinde anaparasını işletmede İslâmî usullere uyan sigorta tercih
edilmelidir.

Kaynak
Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, Erkam Yayınları
Ayrıca Bkz. http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/3874/sigorta-yaptirmak-caiz-midir.html

Tam Metin
SİGORTA
Herhangi bir şeyde olabilecek bir zararın parayla karşılanacağının önceden garanti edilmesi. Sigorta genel olarak
ikiye ayrılır: Yardımlaşma sigortası ve ticari amaçlı sigorta.
1. Yardımlaşma sigortası:
Birden çok kişinin belli bir para ödeyerek, bunların bir fonda biriktirilip ticaret işinde ve verimli yatırımlarda
nemalandırılması amacıyla oluşturdukları sosyal sigortalar bu gruba girer. Böyle bir sigortanın bütün primleri ve
gelirleri, ortakları arasında sigorta sözleşmesine uygun olarak dağıtılır. Hastalandıklarında tedavi masrafları,
emekliliklerinde emekli maaşı, ölümlerinde dul kalan eş ve küçük çocuklara maaş bağlanması bu yardımlaşmanın
kapsamına girer. Her sigorta üyesi bir çeşit inan şirketi ortağı gibidir. Sigortadan kendi ödediği primlerden ve
bunların gelirlerinden fazlasını aldığı takdirde diğer ortaklar bu fazlalığı ona teberru etmiş, kendisinin, eş ve
çocuklarının maaşının sona ermesiyle, sigortadan payını alamaması halinde ise, bu fazlalığı diğer ortaklara
bırakmış sayılır. Günümüzde Emekli Sandığı, Sosyal sigortalar Kurumu veya Bağkur gibi kuruluşlar işleyiş
biçimleri ıslah edilerek bu grup içinde yer alabilirler.
Diğer yandan belirli kişi, kuruluş veya meslek sahiplerinin kendi aralarında benzer yardımlaşma sandıkları
kurmaları da mümkün ve caizdir.
Kur'an ve sünnette bu çeşit sosyal yardımlaşmaya teşvik eden nass'lar vardır.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Yusuf dedi ki: Siz yedi yıl, önceki gibi ekin ekin; yedikleriniz dışında kalanı başağında
bırakın " (Yusuf, 12/47);
"İyilikte ve Allah'tan sakınmada birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın " (el-Mâide, 5/2).
2. Yangın, sel, kaza ve benzeri risklere karşı kurulan ticaret sigortaları:
Çağımız İslâm bilginlerinden Mustafa ez-Zerkâ, Muhammed Abduh, Şeltut ve Muhammed el-Behiyy, sigorta
şirketinin bir yardımlaşma şirketi olduğunu ve bu yüzden de sigortanın İslâm'a göre meşrû olması gerektiğini
söylemişlerdir. Bunlardan Muhammed el-Behiyy şöyle demiştir: "Sigorta akdi bir satış akdi değil, mağdur olan
kimselerin musibetlerini hafifletip onlara yardım elini uzatmak için yapılan bir yardımlaşma ve dayanışma
akdidir. İster mal, ister hayat sigortası olsun, dayanışma ve yardımlaşmadan başka bir şey değildir. Meselâ, köylü
davarlarını; tüccar, ticaret malını; ev sahibi, evini, araba sahibi, arabasını sigorta ettiriyor. Çünkü zarara girmenin
zor olduğunu, tek başına zarar yükünü kaldıramayacağını, ancak başkasının yardımıyla bu yükün hafifleyeceğini
biliyor. Hayat sigortası yaptıran kimse de hayatını korumak için sigortaya başvuruyor. Ecelin Allah'ın elinde
olduğunu, zamanı gelince onu kimsenin geri bırakamayacağını biliyor. Sigortaya başvurmaktaki amacı, erken
öldüğü takdirde aile fertlerine bir yardım kaynağı sağlamaktır" (el-Behiyy, el-Fıkhul-İslâmî ve Tetavvuruhü, s.
462).
Muhammed Hamidullah ve bazı İslâm bilginleri de devletin organize edeceği sosyal yardımlaşma nitelikli sigorta
anlayışını benimser ve bunun Hz. Peygamber ile Hz. Ömer devrinde uygulama izlerinden söz ederler. Bu görüşe
göre sosyal yardımlaşma yalnız ağır risklerde söz konusu olur. İslâm'ın doğuşu sırasında hastalıkların tedavisi
önemli bir masraf gerektirmediği gibi; evi aile reisi kendi eliyle inşa eder, hatta malzemenin önemli bir bölümüne
para da vermezdi. Böyle bir toplumda hastalığa ve yangına karşı bir sigortaya ihtiyaç duyulmaması tabiidir. Buna
karşılık esirlik ve insan öldürmeye karşı sosyal yardım gerçek bir ihtiyaçtı. Bu yüzden Hicretin birinci yılında
Medine site Devleti anayasasında bu sosyal dayanışma fonuna "maâkıl" denildi. Âkile veya maâkıl sistemi

Neova Sigorta
Medine'deki Arap kabilelerinin Hz. Peygamber tarafından yeniden teşkilatlandırılması ile birlikte düzenli bir şekil
almıştır. Çünkü bir kimse savaşta esir düşse, onun kurtarılması için fidye (bk. Fidye” mad.), öldürme ve
yaralamalarda ise diyet (bk. Diyet” mad.) ödenmesi gerekiyordu. Bunların miktarları çoğu zaman esir ve
suçluların ödeme gücünü aşıyordu. Hz. Peygamber bu durumu çözüme kavuşturmak için karşılıklı yardımlaşma
esasına dayanan âkile veya maâkıl sistemini kurdu. Buna göre, bir kabilenin mensupları kabile bütçesi için para
yardımı yapacak; buna karşılık, ödeme gücünü aşan bir tazminatla karşılaşırsa bu bütçeden yardım bekleyecekti.
Hatta kabile bütçesi de yeterli olmazsa diğer akraba ve komşu kabîleler onların yardımına gelecekti. Daha sonra
âkile sistemi Hz. Ömer tarafından geliştirilmiş; insanların sahip olduğu meslekler askerî, mülkî, idari niteliklerine
veya çeşitli bölgelere göre bir düzenleme yapılmıştır. Hür, âkil ve ergin erkeklerden oluşan âkile listesi deftere
yazılınca, bunlara "Dîvân" adı verildi. Bazı müellifler dîvan uygulamasının Hz. Peygamber'in Müstalik oğulları
gazâsından sonra, ganîmetlerdeki devlet hissesi olan humus'u (beşte bir) idare etmek üzere Mahmiye bin Cez'i
tayin etmesiyle başladığını söylerler. Hanefîlere göre, diyet yükümlüsü, suçlu dîvan ehlinden ise, dîvandır. Bu
durumda, diyet taksidi dîvan üyelerinin atâ veya rızıklarından (maaş) kesilir. Hz. Ömer'in uygulaması bu şekilde
olmuştur. Eğer suçlu dîvan üyesi değilse bunun âkilesi, kabilesi, hısımları ve ödeme gücünü aşan tazminatlarda
yardımlaşacağı diğer kimselerdir. Kendi kabilesi diyeti ödemeye yeterli olmazsa asabe sırasına göre en yakın
nesep hısımları buna ilave edilir. Ancak buluntu çocuk, harbi ve zimmî gibi âkilesi olmayanın âkilesi beytül-
mâl'dir. Suçu işleyen de âkileye dahildir. Ancak suçlunun eşi, babaları ve oğulları âkileye girmez. Kadınlar, küçük
çocuklar ve akıl hastaları, âkile kapsamı dışındadır. Çünkü âkilenin diyeti yüklenmesi teberrü niteliğindedir. Bu
sonuncular ise teberru ehlinden değildir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut 1394/1974, VII, 255 vd.;
el-Meydânî, el-Lübâb, tıpkı basım, İstanbul t.y., III, 178 vd.; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye li Ehâdisil-Hidâye, I. baskı, y.y.,
1393/1973, IV, 398; Muhammed Hamidullah, İslâm'a Giriş, Ankara 1961, . 200 vd.; "Âkile" maddesi).

Muhammed Hamidullahın sigortaya yaklaşımı şöyledir: Sigorta prensip olarak her bir kişinin yükünü azaltmak
amacıyla mümkün olduğu kadar çok kimse üzerine bir tek kişinin yükünün dağıtılması demektir. İslâm,
sermayeye dayanan sigorta şirketleri yerine, mütekabiliyet ve işbirliği ile zirvesinde merkezi hükümetin
bulunduğu birimlerin oluşturacağı bir sigorta modelini öngörmüştür. Böyle bir yardımlaşma kurumu, oluşacak
sermaye birikimini ticaret işinde kullanabilir. Sağlanan gelirler artınca, artık sigorta mensupları prim ödemekten
muaf tutulabileceği gibi, kendilerine dönem sonlarında kâr dağıtılması bile söz konusu olabilir. İşte böyle bir
yardımlaşma kurumuna prim ödeyerek üye olan kimse, karşılaşacağı yangın, sel felâketi, trafik kazası gibi her
çeşit rizikolara karşı sigortalı sayılır.

Ancak sigorta edilenlerin ödediği prim oranına göre kârdan pay almadıkları sermaye sigortaları bir çeşit şans
oyunu özelliği taşıdıkları için, İslâm'da hoş görülmezler" (Muhammed Hamidullah, a.g.e., s. 201, 202).

Sigorta Akdinin İslâm Dünyasına Girmesi ve Bu Konuda Yapılan İlk Araştırma:


Günümüz İslâm hukukçularından önceki nesil içinde, sigorta konusunu ve bunun İslâmî hükmünü ilk araştıran
hukukçu İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) olmuştur. Çünkü sigorta yöntemi hicrî onüçüncü yüz yıla kadar doğu
ülkelerinde bilinmiyordu. Bu yüz yılda Avrupa sanayi kalkınmasına paralel olarak doğu ile batı arasındaki ticaret
bağı güçlendi. Bu arada ithalatla ilgili sözleşmeleri yapmak üzere İslâm ülkesinde bulunan yabancı ticaret
temsilcileri (müste'men-pasaportlu yabancı gayri müslim) aracılığı ile Avrupa'dan ithal edilen malların sigorta
edilmesi yoluyla bu müessese İslâm dünyasına girmiş oldu. Bu temsilciler ithal edilecek mallar üzerine yapılan
deniz sigortasından başlayarak sigortayı İslâm ülkelerine getirmiş oldular. İbn Âbidin sigorta akdini "Kitabül-
Cihâd" bölümünde ve "Müste'men (pasaportlu yabancı gayri müslim)" konusu içinde incelemiştir. Çünkü bu akdi
yapan yabancı gayri müslim tüccarlara bu ad verilir.

İbn Âbidîn'e göre deniz araçları ile nakil sırasında helâk olan eşyanın tazmini için yapılan deniz sigortası caiz
olmayıp, aşağıdaki üç sebepten ötürü, helâk olan sigortalı malın bedelini almak caiz değildir.
1. Sigorta akdi şer'an gerekli olmayan bir şeyi borçlanmaktır. İslâm'da bir şeyi tazminle yükümlü tutulabilmek
için, dört tazmin sebebinden birisinin bulunması gerekir.
a. Zararın haksız bir fiille olması. Öldürme, yıkma ve yakma.
b. Malın telefine sebebiyet vermek. Umuma ait bir yola izinsiz olarak çukur açmak ve buraya düşen bir insan veya
hayvanın telefine sebep olmak gibi.
c. Emanet sayılmayan şeye el koymak. Gasp, hırsızlık, satılan malın satıcının elinde iken telef olması gibi.
d. Kefâlet sözleşmesi yapmak. Sigorta şirketi, meydana gelen zararı ne haksız bir fiil ile meydana getirmiş; ne
malın telefine kendisi sebep olmuş; ne zarara uğrayan mala emin sıfatıyla el koymuş ve ne de bu zarara kefil
olmuştur.
2. Sigorta akdi, ücret karşılığı emânetçilik yapanın, emânet bırakılan mal helâk olunca, bu malı tazmin etmesi
niteliğinde de değildir. Çünkü mal sigorta şirketine teslim edilmemiş olup, belki gemi sahibinin elindedir. Ancak
gemi sahibi aynı zamanda sigorta eden durumunda ise, bu takdirde emanetçi değil ortak işçi (müşterek ecir) olur.

Neova Sigorta
Emânetçi veya ortak işçi ise kaçınılması mümkün olmayan zararı tazminle yükümlü tutulmazlar. Ölüm, yangın ve
batma gibi.
3. Sigorta, zarara maruz bırakmanın tazmini kabilinden değildir. Çünkü aldatanın zarar riskini bilmesi; aldatılanın
ise bunu önceden bilmemesi gerekir. Sigorta şirketi tüccarı aldatmayı kasdetmez; meselâ, bir geminin denizde
batıp batmayacağını önceden bilemez. Ancak, sigorta şirketi ve sigorta yaptıran tüccar hırsızlık, yol kesme gibi yol
riskini önceden biliyorsa, sigortanın zararı tazmini caiz olur. Fakat sigorta akdi buna tam olarak uymaz. Meselâ,
bir kimse diğerine "Şu yoldan git. Eğer malın gasp edilirse ben tazmin edeceğim" dese; zarar meydana gelirse,
tazmin etmesi gerekir. Çünkü bu durumda, mal sahibi ile kefâlet sözleşmesi yapmış olur (İbn Âbidîn, Reddül-
Muhtâr, Mısır, t.y., III, 273 vd. İstanbul 1985, IV, 170 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk
1405/1985, IV, 443 vd.).
İbn Âbidîn'in sigortacıdan tazminat almanın caiz olmadığı görüşünü dayandırdığı esas, bundan ibarettir.
Özetlersek, sigortacı bu akit ile, borçlu olmadığı bir şeye borçlanmaktadır. Temelde o, kendisine bir şey emânet
(vedia); âriyet veya kira akdi ile bırakılan kimse gibidir. Bunların ise kastı, kusur veya ihmali olmaksızın meydana
gelecek zararı tazmin sorumluluğu yoktur. Burada tazmin sorumluluğu akde konsa bile, bu şart geçerli olmaz.
Diğer yandan müslümanın yabancı ülkedeki bir sigorta şirketi ile akit yapması İbn Âbidin tarafından caiz
görülmüştür. Buna göre, müslüman bir tüccar, dârul-harpteki bir sigorta şirketi ile sözleşme yapsa, telef olan
malının sigorta bedelini, dârul-İslâm'da sigortacının vekilinden alsa bu mümkün ve caiz olur. Çünkü dârul-harpte
harbi ile yapılan böyle bir akit, sonuç doğurmaz; sigorta bedelini onun rızası ile almış sayılır. Bir müslüman dârul-
harpteki bir gayri müslimle ortaklık tesis etse, sigorta işlemlerini bu gayri müslim yapsa, zarar halinde, İslâm
ülkesine gönderilen sigorta bedelini müslüman ortağın alması caiz olur. Çünkü sigorta akdi darul-harpte ve iki
harbi arasında yapılmış sayılır. Onların malı kendi istekleri ile müslümana gönderilmiş olur (İbn Âbidîn, a.g.e., IV,
170).

Sigorta ile İlgili Yeni Bir Fetvâ


Mekke şehrinde 4.4.1397/1977 tarihinde, Abdullah b. Humeyd'in başkanlığında Muhammed Ali el-Harekân,
Abdülaziz b. Baz, Muhammed b. Abdillah es-Sabil, Sâlih b. Asimeyh, Muhammed Reşid Kabanî, Mustafa ez-Zerkâ,
Muhammed Reşidî, Abdülkuddüs el-Hâşimî en-Nedvî ve Ebû Bekir Gümî'den oluşan fıkıh heyeti, sigorta konusunu
incelemiş ve heyet Mustafa ez-Zerkâ hariç, sigortanın bütün çeşitlerinin caiz olmadığına karar vermiştir.

Bu kararın özeti şöyledir:


1. Sigorta akdi gararı (riskli aldanma) kapsar. Çünkü sigortalı çoğu kere ne kadar prim vereceğini ve ne kadar
sigorta bedeli alacağını bilmiyor. Belki bir iki taksit prim ödedikten sonra, zarar meydana gelir ve sigortalı malın
tüm bedelini alır. Belki de bütün taksitleri ödediği halde, malı helâk olmadığı için hiç bir şey alamaz.
2. Sigorta, kumarın bir çeşididir. Çünkü sigorta şirketinin, meydana gelen zararda hiçbir rolü yoktur. Buna
rağmen mal helâk olursa sigorta bedelini vermektedir. Veya hiç zarar meydana gelmeyince, bedelsiz olarak
taksitleri almış olmaktadır.
3. Sigorta fazlalık ve nesie ribasını kapsamına alır. Çünkü sigorta, sigortalıya ödediği primlerden fazlasını verirse
fazlalık ribası ve para mübadelesinin vadeli olması yüzünden de nesie ribası söz konusu olur.
4. Sigorta akdinde bedelsiz olarak başkasının malının alınması söz konusudur. Bu da; "Ey iman edenler,
mallarınızı aranızda haksız yere yemeyiniz" (en-Nisâ, 4/29) âyetinin yasak kapsamına girer.

Sonuç olarak sigortanın hükmü üzerinde şunlar söylenebilir:


İslâm hukukunda sözleşme tipleri sınırlayıcı bir şekilde vahiy ve Sünnetle belirlenmemiştir. Nass'larda belirlenen
akit tipleri yanında "akit serbestliği" prensibi geçerlidir. Ancak yapılan akit ve sözleşmenin kapsamı, İslâm’la
çelişmemelidir. Bu konuda şu hadisler genel düzenlemeyi yapar: "Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri
şartlara uyarlar. Ancak helali haram, haramı helal yapan şart müstesnadır" (Buhârî, İcâre,14; Ebû Dâvud, İcâre,
12; Tirmizi, Ahkâm, 17); Allah'ın kitabında olmayan her şart batıldır" (Nesaî, Talâk, 31; Büyü', 85).

Bu duruma göre, ticari amaç dışında üyelerinin karşılaşacağı, tek başına üstesinden gelemeyecekleri sıkıntı ve
felâketlerin yükünü paylaşmak veya mensuplarına tedavi, mesken, emekli maaşı gibi imkânlar sağlayan
yardımlaşma kurumlarının meşrû olduğunda şüphe yoktur. Ancak bu gibi yardımlaşma kurumlarının kendi iç
bünyesindeki işleyişinin de İslâmî ölçülere göre düzenlenmesi gerekir. Böyle bir sandık veya kurumun üye prim
ve aidatlarından oluşan ana parasının işletilmesi, ticaret ve sanayi yatırımlarında nemalandırılması mümkün ve
caizdir. Böylece, üyelerine daha iyi imkânlar sağlaması gerçekleşir. Ancak anaparayı işletmeye gerek olmaksızın,
mevcut mal varlığından üyelerin yararlandırılması da mümkündür. Üyelerin yararlanma miktar ve süreleri
önceden bilinmediği veya belirlenmediği ya da aileden aileye farklılık gösterdiği için, böyle bir sigorta akdinin
"fasit inan şirketi" niteliğinde olması gerekir. Burada her üye gerçekte kuruma ödediği toplam prim kadar
ortaklık hissesine sahip olur, kâr ve zarara da bu oranda katlanır. Ancak sigortadan kendi toplam hissesinden
daha fazla pay alması halinde diğer pay sahipleri bu fazlalığı ona teberru etmiş sayılırlar, böylece karşılıklı

Neova Sigorta
yardımlaşma ve teberrulaşma yoluyla sigorta şirketi varlığını sürdürmüş olur. İştirakçiler böyle bir sisteme
girmekle bu muhtemel sonuçları da önceden kabul etmiş olurlar. Bazen da toplum fertleri kendiliğinden, devletin
düzenlediği böyle bir teşkilat kapsamına girmiş olurlar. Sigorta sisteminin kendi iç işleyişinde İslâm'la çelişen
muameleler bulunmadığı sürece, katılım paylarının farklı oluşu veya farklı tazminat alımlarının gerçekleşmesi
sonucu değiştirmez. Bunun delili muvâlât akdi ile âkile sisteminin İslâm'da meşrû sayılmasıdır.

l. Muvâlât akdi: Bu akit, ailesi bilinmeyen, buluntu bir çocuğun, başka birisi veya kendisini bakıp yetiştiren kimse
ile şu şekilde anlaşmasıdır: Karşı taraf çocuğun akitle velisi olacak; çocuk tazminat gerektiren bir suç işlerse bu
tazminatı, himaye eden ödeyecek. Buna karşılık da çocuk ileri ki hayatında mirasçı bırakmadan ölürse ona
mirasçı olacaktır. Hz. Ömer, Ali ve Abdullah b. Mes'ud'un benimsediği bu görüş Hanefilerce benimsenmiştir (ez-
Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VIII, 283, 284). Burada, buluntu çocuk ömür boyu
tazminatı gerektiren bir suç işlememesi halinde, himaye eden onun mirasını bedelsiz olarak alacak, diyet ödemek
zorunda kalır ve buluntu çocuğun mirasçısı da olursa, ödediği diyet karşılıksız kalacaktır.

2. Âkile sistemi: Diyet tazminatı ile yükümlü olabilen belirli hısımlar veya bir divana üye olan kimseler de kendi
paylarına düşen tazminatı bir bedel karşılığında ödemezler. Daha sonra bu tazminat paylarını suçu işleyene rücû
etmek suretiyle alma imkânı da bulunmaz. Divan üyelerinin aylık veya yıllık olarak önceden bir katılım payı
ödemeleri halinde, günümüzdeki yardımlaşma sigortalarının benzeri gerçekleşmiş olur. Hz. Ömer döneminde
böyle bir uygulamanın başlatıldığını yukarıda belirtmiştik.

Ancak bir kişi veya şirketin kâr amacıyla kurduğu yangın, sel, kaza vb. sigortalar gerek anaparanın
işletilmesinden doğan gelirin katılımcılara yansıtılmaması ve gerekse kaza olmaması halinde ödenen primlerin
karşılıksız kalması yüzünden yardımlaşma sigortalarından farklı yapıya sahiptir. Çünkü burada sigortalı her yıl,
sigorta şirketine belli bir meblağ öder. Malı, bir âfet sonucunda telef olursa bedelini şirketten alır. Böylece kumar
oynayan kimse gibi kazanmış olur. Aksi takdirde ise şirkete ödediği taksitler boşa gitmiş olur. Başka bir açıdan
riba işlemi gerçekleşir. Çünkü verdiğinden daha fazlasını alma amacıyla sigorta şirketine para yatırılır.

Diğer yandan böyle bir sigorta şirketi bütün katılımcıların ortaklığı ile kurulduğu takdirde "yardımlaşma
sigortası" halini alabilir. Bu takdirde elde edilecek gelir bütün ortaklara ait olacağı için bu, mümkün ve caiz olur.

Nitekim Sudan'da kaza sigortası zorunlu hale getirilince Hartumlu şoförler kendi aralarında bir yardımlaşma
sigortası kurmuşlar, hem sigortalı ve hem de sigortacı olmuşlardır (bk. ez-Zerka-en-Neccâr, İslâm'a Göre Faizsiz
Banka, Kalkınma ve sigorta, Terc. Hayreddin Karaman, İstanbul 1976, s. 216). Ancak bu şekilde yardımlaşma
sigortaları gerçekleşinceye veya Devletin organizesi ile ticaret amacı dışında genel bir sigorta sistemi oluşuncaya
kadar, zaruret olan durumlarda sigorta mübah hale gelir. Bu takdirde de kendi iç bünyesinde anaparasını
işletmede İslâmî usullere uyan sigorta tercih edilmelidir.

Bununla birlikte, küfür diyarında kurulmuş bir sigorta şirketinden tazminat alınabileceği gibi; Ebû Yusuf ve İmam
Muhammed'e göre, İslâm hükümleri uygulanmayan bir ülkede gayri müslimlerin veya irtidat ehlinin kurduğu bir
şirketten sigorta tazminatının alınmasında da bir sakınca yoktur.

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN

Özet
…İslam'a uygun olan sigorta kurumu bulunmadığı için ve müslümanların da araba, ev, dükkan, mal,
sağlık gibi değerlerini hasar ve zarara karşı yardımlaşarak korumaya (zarar gördüğünde yerine
koymaya, yaptırmaya, tedavi, ettirmeye...) ihtiyaçlar olduğu için, mevcut sigorta şirketlerine bunları
sigorta ettirmeleri -fıkıhta zaruret sayılan bu ihtiyaç sebebiyle- caizdir.

Kaynak
Hayrettin KARAMAN, kişisel web sayfası,
(çevrimiçi) http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00139.htm

Tam Metin
Soru:
Sigortaya nasıl bakıyorsunuz? Acaba kaskolar da caiz olan sigortaya girer mi, hayat sigortasına uygun
değil diyorlar ne buyurulur?

Cevap:
İslam'a uygun olan bir sigorta kurumu oluşturmak mümkündür. Malezya'da böyle bir kurum vardır ve
başarı ile işletilmektedir. Bu sigortanın esası şudur: Malını sigorta ettirmek isteyenler sigorta kurumuna
gelip "üye" olurlar ve belli bir -yıllık, aylık- bedel öderler, bu para onların namına kaydedilir, toplanan
paraların belli bir miktar hasarları ödemek için ayrılır, geri kalan ile yatırım ve ticaret yapılır, buna da
bütün üyeler ortaktır, bu ticaretin geliri bazen o kadar olur ki, hem bütün üyelerin "bu şekilde sigortalı"
hasarları ödenir, hem de üstüne para kazanırlar. Gelir fazla olmazsa hasarlar fondan (toplanan paradan)
ödenir. Kurumun giderleri de yine fondan ve ticari, gelirden karşılanır.

Türkiye'de böyle bir sigorta kurumuna izin verilmedi. Bu sebeple -yani İslam'a uygun olan sigorta
kurumu bulunmadığı için- ve müslümanların da araba, ev, dükkan, mal, sağlık gibi değerlerini hasar ve
zarara karşı yardımlaşarak korumaya (zarar gördüğünde yerine koymaya, yaptırmaya, tedavi,
ettirmeye...) ihtiyaçlar olduğu için, mevcut sigorta şirketlerine bunları sigorta ettirmeleri -fıkıhta
zaruret sayılan bu ihtiyaç sebebiyle- caizdir. Kasko da böyledir. Hayat sigortasının hasar, zarar ve
ortaklaşa telafi ile bir ilgisi yoktur; hayat sigortası para verip karşılığında para alma esasına göre işler;
bu sebeple faizciliğe girer ve caiz değildir.

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Mehmet TALU

Özet
Sonuç olarak içeriğinde aldatma, cehalet ve belirsizlik gibi İslami hükümlere ters düşen unsurlar ihtiva
etmesi nedeniyle ticari sigortalar caiz görülmemiştir. Bireysel emeklilik, hayat sigortası ve kasko
buna örnek verilebilir.

Kaynak
Mehmet Talu, kişisel web sayfası,
(çevrimiçi) http://www.dinimeseleler.com/soru-a-cevap.html?id=312&lang=tr&task=q

Tam Metin
Soru: Arabaya kasko yaptırmak caiz midir?
Cevap:
Bismillahirrahmanirrahim
Kasko, isteğe bağlı araba sigortasının genel adıdır.
Sigorta; sigortacının, bir prim karşılığında diğer bir kimsenin para ile ölçülebilir bir menfaatini halele uğratan bir
tehlikenin (rizikonun) meydana gelmesi halinde tazminat vermeyi yahut bir veya birkaç kimsenin hayat
müddetleri sebebiyle veya hayatlarında meydana gelen belli bir takım hadiseler dolayısıyla bir para ödemeyi veya
sair edalarda bulunmayı üstlendiği bir akittir.

Sigorta, belli bir teknik ve sistem içerisinde kaza ve kayıpların zararını telâfi etmeyi amaçlayan ve karşılıklı ödeme
esasına dayanan akdî bir sistemdir. Bunun uygulanmasına temel teşkil eden ve sigorta eden ile sigorta edilen
arasında belli haklar ve yükümlülükler doğuran akde de \"sigorta sözleşmesi\" denir. Daha açık bir ifadeyle sigorta
sözleşmesi ile sigortalı belli bir prim ödemeyi, mal vermeyi, sigortacı da buna karşılık olarak sözleşmede belirtilen
bir kaza ve zararın meydana gelmesi halinde bunu telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi taahhüt etmektedir.

Dinimize göre bir aktin, sözleşmenin geçerli olabilmesi için: Akdin adalet üzere kurulmuş olması ve bâtıl yolla mal
yeme şekli olmaması için akitte; ğarar, cehalet, faiz, kumar, hata, hile, zorlama ve fasit şartların bulunmamış olması
gerekmektedir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, sigorta sisteminde, kaza ve zararın meydana gelmediği durumlarda ödenen
primlerin karşılıksız kalması, kaza ve zarar meydana geldiğinde ise primler tutarını çok aşan bir meblağın
ödenecek olması, klasik akit yapılarına ve ölçülerine göre bir belirsizlik ve dengesizlik taşıdığından, sigortanın şer'î
hükmü konusunda ciddi tereddütler ve itirazlar olmuştur.

Kasko, ticari sigorta türünün bir ürünüdür. Bu sigorta sisteminde, yardımlaşmadan çok ticaret/kâr gayesi
bulunmaktadır. Sigortacı kaza, yangın, ölüm gibi durumlarda zararı telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi
üstlenmekte, bunlar meydana gelmezse hiçbir ödeme yapmamakta, sigortalı taraf da periyodik olarak belli bir
ödeme yapmayı (prim) üstlenmektedir.

Ticarî sigortada bazı belirsizlikler, bilinmeyen unsurlar bulunmakta, bu işlem kumar veya müşterek bahse
benzemekte, faiz içermekte, en azından sigorta şirketleri faizle iç içedir. Ayrıca sigorta haksız tazmindir. Sigorta
akdi, güvence gibi objektif olmayan bir şeyin satışıdır. Sigorta ve özellikle hayat sigortasında İslâm\'ın tevekkül
anlayışına aykırılık ve takdir-i ilâhîye meydan okuma vardır. Ticarî sigorta sistemi, İslâmî anlayış ve ahlâka da
aykırıdır. İslâm\'ın yasakladığı bu unsurları taşıyan sigortanın da haram olması gerekir.

İslam alimleri sigortanın caiz olmadığını belirtirken şu gerekçeleri ileri sürmektedirler:

1- Garar ve Cehalet: Akdin haksız kazanca yol açacak ölçüde kapalılık taşıması demektir. Garar sözlükte; olmayanı
var göstermek, rizikoya düşürmek, aldatmak anlamlarına gelmekte, dinde ise; akdin kesin olmayan, şüpheli veya
muhtemel bir unsura veya hususa dayanması ve bağlı bulunmasıdır.

Cehalet ise; varlığı gerçekleşeceği bilinen mevzunun önemli vasıflarındaki bilinmezliktir. Örneğin, paket içindeki
bir nesneyi satmak gibi. Burada bir nesnenin varlığı bellidir, ancak ne kadar ve nasıl olduğu belli değildir. Çoğu
zaman ğarar ve cehalet aynı anlamda kullanılmıştır. Çünkü garar kavramında daima cehalet vardır.

Neova Sigorta
Sigortada “Garar ve Cehalet” bulunmaktadır. Zira, beşeri hukukçuların da kabul ettiği gibi sigorta; unsurları ve
işleyişi itibariyle garar içermekledir. Sigortacılığın amacı, muhtemel zararı çok küçük parçalara bölerek
parçalamak, kişi veya kurum üzerinden etkisini, yükünü hafifletmektir. Yoksa hiçbir şekilde gararın yok edildiği
savunulamaz.

Sigortacı için, belli sayıda sigortalılara ulaşıldığında zarar ihtimalinin kalktığı doğrudur. Ancak sigortalılar için bu
söz konusu değildir. Zaten mevcut sigortacılığın hedefi de, sigortalıların korkularını sömüren sigortacılık
şirketlerinin zarar ihtimalini sıfırlamaktır. Kapitalizmin gereği bu yola başvurulmakta, bu sayede sermayenin belli
kişiler elinde toplanması sağlanmaktadır. Sigorta akdine yalnız akdin bir tarafı olan sigortacı açısından bakılarak,
gararın tamamen yok olduğu iddiası gerçeği görmemek demektir.

2- Gabn: Bu tip sigorta \"gabn \" dediğimiz aldanmayı ihtiva eder, zira akit mahalli açık değildir. Halbuki Dinen,
akdin sıhhatinin şartlarından biride akit mahallinin malum olmasıdır.

3- Sigorta sözleşmesinde, sigortalının ödemiş olduğu prime karşılık, güven verme gibi mücerret/sübjektif bir şey
satılmaktadır. Güven vermek bir hayır işi olduğundan bunun karşılığında para alınamaz.

4- Kumar: Zira bu tip akitte sigortalı olan kimse, büyük meblağlar beklentisi içinde pirim adı altında az bir meblağ
veriyor. Bu da kumardır. Bu tip sigortanın piyangodan farklı yoktur. Sigorta kumarın bir çeşididir. Çünkü
sigortanın konusu olan riskin olup olmayacağı belirsiz olduğundan kumar anlamı taşır. Akitte garar, ihtimal,
karşılıklar arasında dengesizlik unsurlarını ihtiva eden şey, gerek oyun olsun, gerekse alışveriş nev\'i olsun kumar
kabul edilmiştir.

5- Bu tip sigorta faizin her iki nevisi olan (ribe\'l-fadl ve ribe\'l-nesîe) içerir. Zira pirimi veren sigortalı verdiğinden
fazla ve ya eksik alırsa ribe\'l-fadl, verdiği miktarca alırsa hemen almadığından ribe\'n-nesîe olur. Yani sigortada
üstlenilen risk meydana geldiğinde ödenen tazminatın fazla olması durumunda alınan ile ödenen arasında fark
bulunduğundan; denk olması halinde de vadeli olarak nakdin satılması nedeniyle faiz gerçekleşmektedir. Ayrıca
sigorta şirketleri primleri faize yatırarak değerlendirmektedirler.

6- Sigorta, bedelsiz olarak bir başkasının malını alma demektir. Sigortada üstlenilen riskin meydana gelmemesi
veya tazminatın az olması durumunda ise, sigortacı karşılığı olmayan, haksız bir kazanç elde etmektedir. Bu ise
ayette yasaklanmıştır (en-Nisâ 4/29). Ayrıca sigortada haksız tazmin bulunmaktadır. Sigortacı bu akitle,
sigortalının zararını ödemeyi üstlenmekte, böylece yükümlü olmadığı bir borcu yüklenmektedir. Meselâ, emanet
akdinde, emanet alanın, kusuru olmaksızın emanet olarak bırakılan malın helak olması halinde, akitte şart
koşulmuş olsa bile, tazmin edilmesi gerekmez.

7- Sigorta akdinde, özellikle hayat sigortasında ALLAH\'ın kudretine meydan okuma manası da mevcuttur. Nasıl
olsa sigortam var denilerek dikkatli davranılmamaktadır.

Sonuç olarak içeriğinde aldatma, cehalet ve belirsizlik gibi İslami hükümlere ters düşen unsurlar ihtiva etmesi
nedeniyle ticari sigortalar caiz görülmemiştir. Bireysel emeklilik, hayat sigortası ve kasko buna örnek verilebilir.

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
M. Fethullah GÜLEN

Özet
…Fakat, sermaye sahibi kişi veya kuruluşların hayat, yangın, kazâ, hırsızlık vb. sigortası adıyla, aylık veya
yıllık primler alarak yaptıkları, sigorta şartları tahakkuk etmediği takdirde yatırılan primlerin sahiplerine
iade edilmediği ücretli sigorta çeşidine günümüzde bazı fukahâ câizdir dese de; Kumar olması, meçhul
unsurlar ihtivâ etmesi, bir yönüyle sarf muâmelesi olması; ve Müslümanların teslim ve tevekkül
konusundaki inançlarını zedeleyici hususlarla ma'lûl bulunmasından dolayı diğer bazılarına göre câiz
görülmemiştir.

Kaynak
Fasıldan Fasıla – 2, Nil Yayınları, İstanbul

Tam Metin
Vatandaşların kazâ, felâket, âfet ve yoksulluk zamanlarında devlete müracaat edip, yardım talebinde
bulunması manâsında devlet sigortası ile, çeşitli iş kollarına mensup işçi ve memurlardan birinin uğradığı
felâkete karşı maddî yardımda bulunma, bu olmadığı zaman, yatırdıkları aidatı geri alma şeklinde
uygulanan üyelik sigortası, ittifakla caizdir. Fakat, sermaye sahibi kişi veya kuruluşların hayat, yangın,
kazâ, hırsızlık vb. sigortası adıyla, aylık veya yıllık primler alarak yaptıkları, sigorta şartları tahakkuk
etmediği takdirde yatırılan primlerin sahiplerine iade edilmediği ücretli sigorta çeşidine günümüzde bazı
fukahâ câizdir dese de; Kumar olması, meçhul unsurlar ihtivâ etmesi, bir yönüyle sarf muâmelesi olması;
ve Müslümanların teslim ve tevekkül konusundaki inançlarını zedeleyici hususlarla ma'lûl
bulunmasından dolayı diğer bazılarına göre câiz görülmemiştir.

Asr-ı Saadet'te bu uygulamayı devlet, tebasından tek kuruş prim almadan yapıyordu. Bugün böyle bir
uygulamanın olmaması, temelde İslâmî değer ve kaidelerle çatışan ücretli sigorta türüne cevaz vermeyi
gerektirmez. Bununla birlikte, İslâmî değer ve kaideler çerçevesinde yapılacak bir sigorta işlemine de
kimse bir şey diyemez. Değişen içtimâî ve iktisâdî yapılanmalar karşısında İslâmî esaslara uygun
müesseselerin boy atıp gelişme imkânı bulabileceği günümüzde inşâallah dinine bağlı sermâyedarlar
çıkar ve her yanı ile İslâm'a uygun bir sigorta şirketi kurarak, Müslümanların bu ihtiyaçlarını da
karşılarlar.

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Diyanet İşleri Başkanlığı

Özet
Sakıncalardan arındırılmış sigorta sistemi oluşturuluncaya kadar müslümanların, mevcut ücretli sigorta
şirketlerine, risk taşıyan değerlerini sigorta ettirmeleri, yani sigortacı değil, sigortalı olmaları, sigortacının
câiz olmayan tasarruflarına katılmayı içermediği ve zaruret de bulunduğu için câiz olmalıdır.

Kaynak
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sigorta ile ilgili, 07.04.2005 tarihli 64 nolu kararı
http://sorusor.diyanet.gov.tr/fmi/xsl/fetva/y_dokumcevap.xsl?-db=FetvaVT&-lay=wfkweb&-recid=1036&-find=

Tam Metin
Kelime olarak da “güven, emniyet ve garanti” anlamı taşıyan sigorta kavramı, riskin çoğalıp yaygınlaşması karşısında
insanın kendini biraz daha güvende hissetmesi arayışının ürünüdür. Batı toplumlarında beş altı asırlık köklü bir
geçmişi ve yaygın bir uygulaması olan sigorta, İslâm dünyasına çok daha geç intikal etmiş ve özellikle son yüzyılda
dinen câiz olup olmadığı yoğun bir şekilde tartışılmaya ve değerlendirilmeye başlanmıştır.

Sigorta, belli bir teknik ve sistem içerisinde kaza ve kayıpların zararını telâfi etmeyi amaçlayan ve karşılıklı ödeme
esasına dayanan akdî bir sistemdir. Bunun uygulanmasına temel teşkil eden ve sigorta eden ile sigorta edilen
arasında belli haklar ve yükümlülükler doğuran akde de “sigorta sözleşmesi” denir. Daha açık bir ifadeyle sigorta
sözleşmesi ile, sigortalı belli bir prim ödemeyi, mal vermeyi, sigortacı da buna karşılık olarak sözleşmede belirtilen
bir kaza ve zararın meydana gelmesi halinde bunu telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi taahhüt etmektedir.

Sigorta yeni bir sözleşme türü olduğundan, İslâm hukukunun klasik kaynaklarında buna dair bir görüş bulunmaması
tabiidir. Ancak bu durum konunun, İslâm hukukunun genel ilkeleri ve amaçları çerçevesinde dinî bir
değerlendirmeye tâbi tutulamayacağı anlamına gelmez. Aksine İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu, meselenin sırf
bu yüzden şer‘î değerlendirme dışında bırakılamayacağı noktasında fikir birliği etmiş ve İslâm hukukuyla ilgili
eserlerindeki çözümlerin çok önemli bir bölümü bu yaklaşıma göre belirlenmiştir. Buna göre, sigortanın dinî
hükmünü İslâm hukukunun genel prensip ve amaçları çerçevesinde araştırırken, şüphesiz İslâm hukukçularının
benzeri meseleler karşısında ortaya koydukları görüş ve tavırlardan da, konuyu değerlendirmeye yardımcı hareket
noktaları ve ipuçları olarak yararlanılması gerekir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, sigorta sisteminde, kaza ve zararın meydana gelmediği durumlarda ödenen primlerin
karşılıksız kalması, kaza ve zarar meydana geldiğinde ise primler tutarını çok aşan bir meblağın ödenecek olması,
klasik akid yapılarına ve ölçülerine göre bir belirsizlik ve dengesizlik taşıdığından, sigortanın şer‘î hükmü konusunda
ciddi tereddütler ve itirazlar olmuştur.

Sigortanın şer‘î hükmü konusundaki tartışma ve görüş beyanları, son yüzyılda giderek daha da yoğunlaşmıştır. Ancak
tartışmalar ve İslâm’a aykırılık iddiaları daha çok “ücretli sigorta” sistemi ile ilgilidir. Devletin tesis ettiği sosyal
sigorta veya “karşılıklı üyelik sigortası” genelde câiz görülmektedir. Böyle olunca konuyu üç sigorta türüne göre ayrı
ayrı ele almak gerekir.

1. Sosyal Sigorta. Devletin bütün vatandaşlarını kapsayacak şekilde yangın, kaza, hastalık, işsizlik, kimsesizlik gibi
durumlarla karşı karşıya kalanları himaye edici sosyal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayıcı geniş bir sigorta sistemi
kurması ve vatandaşlarına da bu konuda âdil, dengeli birtakım ödev ve yükümlülükler yüklemesi, İslâm’ın da
kurulmasını devamlı teşvik ettiği bir sistemdir, İslâm’ın amacına ve ruhuna da uygun düşmektedir.

2. Karşılıklı Üyelik Sigortası. Bir iş koluna mensup işçilerin, üyelerin ortak katılımıyla gerçekleşen ve içlerinden birisi
bir felâketle karşı karşıya kaldığında onun zararını telâfi etmeyi amaçlayan bir sigorta sistemi de, sosyal sigortanın
daha dar alandaki bir uygulaması mahiyetinde olup elbette teşvike değer, makbul bir sigorta çeşididir. İslâm
hukukunda öteden beri mevcut olan “âkıle” sistemi, hatta “kasâme” usulü ve sistemi, toplu ödemeleri ve yükleri belli
bir kesime yayma, sorumlulukları paylaşma amacını taşır. Maktulün diyetini ödemeyi sadece suçlu üzerinde
bırakmayıp onun yakın akrabalarına da ödeme sorumluluğu getiren “âkıle” sistemi Hulefâyi Râşidîn’den itibaren
daha da geliştirilmiş ve giderek belli iş kolu ve meslek grupları üyeleri arasında ortak bir dayanışma ve
yardımlaşmaya dönüşmüştür. “Kasâme” de, fâili meçhul bir cinayete kurban giden kimsenin kan bedelinin (diyet)

Neova Sigorta
belirli bir usul çerçevesinde belirli bir bölge halkına paylaştırılarak ödetilmesi sistemidir. İslâm öncesi dönemde de
cârî olan bu sistemi İslâm, belli bir sosyal dayanışmayı hedeflediğinden devam ettirmiştir.

3. ÜcretliFerdî Sigorta. Sigortanın üçüncü çeşidi ise toplumumuzda çok daha yaygın olan “ücretli sigorta” sistemidir.
Bunda ise, sigortacı kaza, yangın, ölüm gibi durumlarda zararı telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi
üstlenmekte, bunlar meydana gelmezse hiçbir ödeme yapmamakta, sigortalı taraf da periyodik olarak belli bir ödeme
yapmayı (prim) üstlenmektedir. Bu nevi sigortada, İslâm hukukunun sözleşmeleri olabildiğince arındırmayı
hedeflediği belirsizlik, aldanma, şansın belirleyici rol üstlenmesi, aşırı aldanma gibi olumsuz öncelikler belli ölçüde de
olsa mevcut olduğundan, son devir İslâm bilginlerinin önemli bir kısmı bu tür sigortayı İslâm hukukunun ilke ve
amaçları ile bağdaşır bulmamaktadır. Bir grup İslâm bilgini ise aksi görüşte olup bu nevi sigortayı da câiz
görmektedir.

Ücretli sigortayı câiz görmeyen müslüman âlimler ve bunların ileri sürdükleri gerekçeler şu şekilde özetlenebilir:
Osmanlı şeyhülislâmlarından Mustafa Sabri Efendi, ücretli sigortayı kumar ve faizle ilişkisi sebebiyle câiz görmemiş,
karşılıklı sigorta ile ticarî şirketin birleşmesinden ibaret yeni bir sigorta sistemi önermiştir. Mısırlı bilginlerden
Muhibbüddin Hatîb, ücretli sigortayı kumara benzeterek reddetmekte, karşılıklı sigortayı ise İslâm’ın ruhuna uygun
bir yardımlaşma olarak görüp bunu tasvip ve teşvik etmektedir. Muhammed Buhayt el-Mutîî ise sigortayı bütün
nevileriyle reddedip haram görmektedir. Yûsuf Kardâvî, ücretli sigortanın karşılıklı yardımlaşma sayılamayacağını,
şirket akdi de olmadığını, faizle yakın bağının bulunduğunu belirterek câiz görmemekte, sosyal ve genel sigortayı
tavsiye etmektedir.

Mısırlı müslüman âlimlerden Muhammed Ebû Zehre, sosyal ve karşılıklı yardımlaşmaya dayanan sigorta
sözleşmelerini mubah saymakta, ücretli-primli sigortayı ise, kumar veya kumar şüphesi bulunduğu, bilinmezlik ihtiva
ettiği, faizle yakın alâkası olduğu için mekruh görmekte; ayrıca, ücretli sigortayı gerektiren iktisadî bir zaruretin
bulunmadığını da ifade etmektedir. Muhammed Ebû Zehre diğer birçok İslâm âlimi gibi sigortayı tamamen
reddetmeyip, belli nevi ve kısımlara ayırmakta, bir kısmını câiz görürken diğer bir kısmını da mekruh yani sakıncalı
görmektedir. Ezher Üniversitesi öğretim üyelerinden Muhammed el-Medenî de bu konuda “haramdır, helâldir” gibi
genellemeler yapılmasını doğru bulmayıp, konunun uzmanlarca incelenip kısım ve nevilere göre ayrı ayrı
değerlendirilme yapılmasını önermektedir. Çağdaş âlimlerden Ahmed Tâhâ es-Senûsî de, sigorta akdini bir yönüyle
İslâm hukukundaki “muvâlât akdi”ne benzetmekte ve mesuliyet sigortasına ılımlı bakmaktadır.

Muhammed Hamîdullah, sosyal dayanışmayı ve sorumluluğu olabildiğince geniş bir kesime yayıp karşılıklı
yardımlaşmayı sağlayacak ve devlet eliyle kurulacak bir sosyal sigortayı, ticarî şirket hüviyetindeki karşılıklı sigortayı
câiz görüp teşvik ederken, ücretli sigorta sisteminin İslâm’da hoş görülmediğini, bir bakıma şans oyununa
benzediğini ifade eder.

Dünya İslâm Birliği’ne bağlı Fıkıh Akademisi’nin 1977 yılında Mekke’de yaptığı toplantıda üyelerin büyük kısmı ise,
sigortanın bütün nevileriyle haram olduğunu belirterek şu gerekçeleri ileri sürmüşlerdir: 1. Sigorta akdi garar
(belirsizlik) içermektedir. Çünkü iki taraf da ne verip ne alacağını tam bilmemektedir. 2. Sigorta kumarın bir
çeşididir. 3. Sigorta her iki neviyle de faizi (ribe’lfadl ve ribeni’nnesîe) içerir. 4. Sigorta, bedelsiz olarak bir başkasının
malını alma demektir. Bu ise âyette yasaklanmıştır (enNisâ 4/29).

Son devir İslâm bilginlerinden Mısırlı M. Reşîd Rızâ, Muhammed Abduh, M. Yûsuf Mûsâ, Muhammed elBehî, M. A.
Mennân ve Mustafa Ahmed ezZerka gibi âlimler ise, bazı kayıt ve şartlar ileri sürmekle birlikte kural olarak sigorta
akdini câiz görmektedirler. Gerekçe olarak da sigortanın, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma, sermaye-emek
ortaklığı, vekâlet ve temsil akdi çerçevesinde kaldığını, İslâm’ın da ferdin malı ve geleceği açısından güvencede
olmasını, fertler arasında dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik ettiğini, insanların âni felâket ve zararlara karşı
korunmasının ve yükün geniş kitlelerce paylaşılmasının mubah ve gerekli olduğunu ve İslâm kaynaklarında da bunu
destekleyen akid ve uygulama örnekleri bulunduğunu ileri sürerler.

Konuyla ilgili derinlemesine bir araştırma yapan Mustafa ezZerka, sigortayı kural olarak olumlu bulurken İslâm’ın
genel maksatlarından, İslâm borçlar ve akidler hukukunun ilkelerinden hareket etmekte, bey‘ bi’l-vefâ akdiyle
kıyaslama yapmakta, sigortanın gerçekte bir şans oyunu olmayıp karşılıklı yardımlaşmaya dayanan ve kâr gayesi de
güden bir iktisadî müessese olduğunu ileri sürmektedir. Sigortayı bir nevi kumar, müşterek bahis ve şans oyunu
sayan, tevekküle aykırı bulan, bilinmezlik ve belirsizlik (garar) unsurları içerdiğini ileri süren görüşleri ayrı ayrı
cevaplandırarak reddetmekte, sigorta şirketinin faizle iştigal etmesini câiz görmemekle birlikte bunu sigortanın câiz
olup olmamasından ayrı mütalaa etmektedir. Sonuç olarak da, karşılıklı yardımlaşmaya dayanan üyelik sigortasını
İslâm’ın ruhuna uygun bir sistem olarak görüp tecviz ve teşvik etmekte, ücretliprimli sigortayı da İslâm hukukunda
benzeri akid ve uygulamaların bulunduğu, İslâm’ın genel amaç ve ilkelerine uygun olduğu, haram olduğuna dair bir

Neova Sigorta
delilin de bulunmadığı gerekçeleriyle câiz görmektedir.

İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin 22-28 Aralık 1985 tarihleri arasında gerçekleştirilen II.
Dönem Toplantısı’nda, sigorta ve reasürans konusunda sunulan araştırmalar, daha önce diğer fıkıh akademileri ve
ilmî kurulların ortaya koyduğu görüşler derinlemesine incelenip tartışıldıktan sonra, 9 nolu karar ile şu sonuçlara
ulaşılmıştır:

1. Ticarî sigorta şirketlerinin uygulamakta olduğu sabit prim esasına dayalı ticarî sigorta sözleşmesi, akdi geçersiz
kılacak ölçüde büyük garar (belirsizlik) içermekte olup, dinen haramdır.
2. İslâmî muâmelât ölçülerine uygun olan alternatif sözleşme, teberru ve yardımlaşma esasına dayalı sigorta
sözleşmesi ve yine aynı esasa dayalı reasürans sözleşmesidir.
3. Müslüman toplumların ekonomilerinin sömürü düzenlerinden kurtulabilmesi için, İslâm ülkelerini yardımlaşma
esasına dayalı sigorta ve reasürans kurumları tesis etmeye çağırmak gerekir.

Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sigorta ile ilgili, 07.04.2005 tarihli 64 nolu kararı da şu şekildedir:

Sigorta; sigortacının, bir prim karşılığında diğer bir kimsenin para ile ölçülebilir bir menfaatini halele uğratan bir
tehlikenin (rizikonun) meydana gelmesi halinde tazminat vermeyi yahut bir veya birkaç kimsenin hayat müddetleri
sebebiyle veya hayatlarında meydana gelen belli bir takım hadiseler dolayısıyla bir para ödemeyi veya sair edalarda
bulunmayı üstlendiği bir akittir (Türk Ticaret Kanunu Madde 1263).

Sigorta, İslâm'ın ilk dönemlerinde bilinmeyen, yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir akittir. Bu nedenle sigorta
konusunda fıkıh kaynaklarımızda bir açıklama bulunmamaktadır. Bu konuda ilk defa görüş beyan eden, İbn
Âbidîn'dir. Adı geçen müellif sigorta konusunu, Raddü'lMuhtâr adlı haşiyesinin Kitabu'lCihâd bölümünün Müste'men
alt başlığı altında ele almıştır.

Çağdaş araştırmacılar sigorta konusunu incelemiş ve dinî hükmünü açıklamaya çalışmışlardır. Sosyal sigortalar ve
karşılıklı sigortanın caiz olduğu konusunda bu bilginler ittifak etmekle birlikte, ticarî sigortanın hükmü konusunda
görüş ayrılığı içerisindedirler. Ticarî sigortanın hükmü konusunda üç ayrı görüş bulunmaktadır:

1. Birinci görüşe göre, ticarî sigortaların hiçbir çeşidi caiz değildir. Zîra ticarî sigortada bilinmeyen unsurlar
bulunmakta, bu işlem kumar veya müşterek bahse benzemekte, faiz içermektedir. Ayrıca sigorta haksız tazmindir.
Sigorta akdi, güvence gibi objektif olmayan bir şeyin satışıdır. Sigorta ve özellikle hayat sigortasında takdiri ilâhîye
meydan okuma vardır. İslâm'ın yasakladığı bu unsurları taşıyan sigortanın da haram olması gerekir. Buna göre,
sigortacının prim, sigortalının da tazminat alması caiz değildir.

2. İkinci görüşe göre, hayat sigortası caiz değildir; mal ve eşya sigortası ise esas itibariyle caiz olmakla birlikte, dinen
hoş değildir. Ayrıca faiz esasına dayanan sigortalar caiz değildir.

3. Üçüncü görüşe göre, sigortayı yasaklayan kesin bir nass bulunmadığından, faiz karışmaması ve genel ahlâka aykırı
olmaması şartıyla sigortanın bütün çeşitleri caizdir. Zira akitlerde asıl olan, yasaklayıcı bir nass bulunmadığında helal
olmasıdır.

İslâm dini, yeni gelişmeler karşısında ortaya çıkan durum ve şartlara cevap verebilecek özelliğe sahiptir. Hz.
Peygamber döneminde bulunmayıp daha sonra ortaya çıkan akitler için de durum böyledir. Bu akitler, İslâm
hukukunun esaslarına muhalif bir unsur ihtiva etmiyor; akdin mevzuu, irade beyanı, karşılıklı rıza gibi dinen aranan
bütün unsur ve şartları taşıyorsa sahihtir.

Sigorta da, Hz. Peygamber döneminde olmayan ve klasik fıkıh kaynaklarında yer almayan, yeniçağda ortaya çıkmış
bir akittir. Bu itibarla sigorta, dinin maksatları doğrultusunda ve nassların genel ilkeleri ışığında değerlendirilerek
hükmü ortaya konabilir. Bu amaçla öncelikle sigorta konusunda yapılan tenkitler ele alınacak, daha sonra da genel bir
değerlendirme yapılacaktır.

a) Sigorta ve Garar/Cehalet İlişkisi


Bazı bilginler, sigorta akdi yapılırken, rizikonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, gerçekleşmesi halinde ne kadar
tazminat ödeneceği bilinmediği için garar unsuru taşıması sebebiyle caiz olmadığını söylemişlerdir.

Garar, akdin haksız kazanca yol açacak ölçüde kapalılık taşıması demektir. Hukukî işlemlerde ve özellikle de iki tarafa
borç yükleyen sözleşmelerde, akdin konusunun bilinir ve belirli olması gerekir. Kur'ân ve sünnette, sözleşmelerde

Neova Sigorta
açıklık, dürüstlük ve güven ilkeleri üzerinde ısrarla durulmuştur (bk. Bakara 2/188; Nisâ 4/29).

Alışverişlerde gararı yasaklayan hadislerden (Buhârî, Buyû', 75; Müslim, Buyû', 4) hareketle İslâm hukukçuları,
akitlerde önemli ölçüde kapalılık ve risk içeren, taraflar arasında anlaşmazlığa yol açan gararın yasak olduğu
konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak hangi derecedeki gararın, hangi tür akitlerde etkili olacağı konusunda ihtilaf
etmişlerdir. Genel olarak garar, önem ve derecelerine göre; akdi iptal edici, akdi ifsat edici ve kaçınılması mümkün
olmayan garar şeklinde üçe ayrılabilir. Kaçınılması mümkün olmayan gararın akde herhangi bir tesiri yoktur. Buna
karşılık, önemli ölçüde kapalılık ve risk içeren, ana karnındaki yavru, kaçmış hayvanın satımı gibi akitler batıldır.
Kapalılık ve risk, eğer akdin konusunun vasfı, miktarı ve vade gibi hususlarda olup, daha sonra giderilebilir ölçüde
ise, bu tür garar, akdi ifsat eder. Bu belirsizlikler ortadan kalktığında, sahih bir akde dönüşür.

Cehaletle ilgili olarak; taraflar arasında çekişmeye yol açması kuvvetle muhtemel olan akdin konusundaki cehaletin,
akdin sıhhatine engel olduğu; çekişmeye yol açmayacağı kuvvetle muhtemel olan durumlarda ise, akdin sıhhatine
engel teşkil etmeyeceği konusunda alimler ittifak etmişlerdir.

Buna karşılık çekişmeye neden olması muhtemel durumlarda, akdin sıhhatine mani teşkil edip etmeyeceği
hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Garar ve cehaletle ilgili düzenlemelerin amacı, hukukî işlemlerde karşılıklı rızayı, açıklık ve dürüstlüğü sağlamak,
tarafların beklenmedik bir zarar ve risk altına girmesine, aldatılmasına engel olmaktır. Hz. Peygamber'in yasakladığı
tasarruflara bakıldığında, yasak olan gararın, karşılıksız olarak bir tarafın kazancını diğer tarafın da zararını şansa
bağlaması bakımından, akdi kumar haline getirecek derecede aşırı belirsizlikler olduğu görülür. Buna göre akdi
bozacak gararın derecesi, günün şartlarına göre belirlenebilir; ortaya çıkan yeni hukuki işlemler de bu doğrultuda
hükme bağlanabilir.

Diğer taraftan garar, bizzat kendisi haram olduğu için değil, tartışmaya ve insanların birbirlerini aldatıp haksız
kazanç sağlamalarına yol açtığı için haram kılınmıştır. Bu bağlamda sigorta değerlendirildiğinde sigortada,
tartışmaya yol açacak belirsizlik ve bilinmezliğin bulunmadığı görülür. Çünkü sigorta, detaylı bir şekilde hukukta
düzenlenmiş olup, kendine mahsus çok ince hesaplarla işlemektedir.

Sigortada ihtimal unsuru yalnızca sigortacı için bahis mevzuudur; sigorta edilen, kaza meydana gelirse sigortalıya
tazminatı öder, gelmezse hiçbir şey ödemez. Bunun yanında mezkur ihtimal ancak teker teker sigortaya bağlı akitler
ele alındığı zaman vardır, sigortacının yürüttüğü akitlerin hepsi göz önünde bulundurulduğunda, sigorta sistemi için
akde mani bir belirsizlik yoktur. Çünkü sistem, sigortacı için dahi ihtimal unsurunu kaldıran istatistik bir esas içinde
bulunmaktadır.

Hz. Ömer, İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, İbn Ömer gibi büyük sahabe fakihlerinin ve Hanefîlerin kabul etmiş oldukları
muvâlât akdi, sigortada bulunan belirsizliğin akdin sıhhatine mani olmadığını göstermektedir.

Bir çeşit yardımlaşma sözleşmesi olan muvâlât akdi, miras bırakacak hiçbir akrabası ve yakını bulunmayan bir
kişinin, diğer bir şahısla, ihtiyaç olursa kendinin diyet borcunu ödemesi, buna karşılık kendisine mirasçı olması
üzerine yaptığı bir anlaşmadır. Bu akitle akraba çevresi bulunmayan bir kimse, Müslüman toplumda kendine
yardımcı ve çevre edinmiş olur. Diğer tarafın akdi kabul etmesi üzerine, muvalât akdi yapan kişinin diyet ödemesi
gerektiğinde, anlaşma yaptığı mevlâsı diyetini öder; öldüğünde de geride mirasçısı bulunmaz ise mirası himayeyi
kabul eden kişi alır (bk. Mebsût, VIII/91 vd.).
Kaldı ki sigortadaki bilinmezlik tek taraflı iken, muvâlât akdinde iki yönlü bilinmezlik mevcuttur. Şöyle ki, akdin
kurulması esnasında, kimsesiz olan kişinin kaza ile ölüme sebebiyet verip vermeyeceği bilinmediği gibi, ne kadar
miras bırakacağı ve mirasçı bırakıp bırakmayacağı da bilinmemektedir.

Diğer taraftan sigorta sistemi, bütün dünyada umumi iktisadi hayata bağlı diğer sistemlere nispetle en büyük ve
sağlam bir teâmül ve tedbir haline gelerek, hukuken düzenlenmiştir. Bundan sonra, tartışmaya yol açacak belirsizlik
olduğu söylenemez.

b) Sigorta Kumar İlişkisi


Sigortayı değerlendiren günümüz bilginlerinden bazıları, sigortanın konusu olan riskin olup olmayacağı belirsiz
olduğundan kumar anlamı taşıdığını ileri sürerek sigortanın caiz olmadığını söylemişlerdir.

Kumar, ortaya para koyarak oynanan talih oyunudur. Sigortanın kumara benzetilmesi doğru değildir. Zira sigorta
sözleşmeleri kumar ve bahis gibi şansa bağlı sözleşmelerden değildir. Kumar ve bahiste taraflar, kararlaştırmış

Neova Sigorta
oldukları parayı kaybetmeyi başta göze alıp, bir ihtiyacı karşılamayı değil, oyun aracılığı ile emeksiz bir
zenginleşmeyi amaçlamaktadırlar. Sigorta sözleşmesinde ise sigortalının tesadüfe bağlı bir olaydan zenginleşmesi söz
konusu değildir. Çünkü sigortacı, risk gerçekleşince, üzerine aldığı riskin meydana getirdiği zararı, sigorta
sözleşmesine dayalı olarak öder. Sigorta sözleşmesinde öngörülen riskin gerçekleşmesi halinde sigortalının uğradığı
zarar giderilmekte olup sigortalıya bir zenginleşme sağlamamaktadır.

Kumarda hiçbir surette dayanışma ve yardımlaşma özelliği ve niyeti yoktur. Aksine, karşı tarafı mağlup etme ve
malını alma niyeti vardır. Bu da dayanışmayı değil, kin ve nefreti doğurur. Sigorta sözleşmelerinde ise, riskin
gerçekleşmesi, kumar ve bahiste olduğu gibi taraflarca istenilen bir durum değildir. Ayrıca kumar ve bahiste
tehlikenin (kaybetmenin) önlenebilme ihtimali bulunmakla birlikte, sigorta sözleşmelerinde rizikonun önlenebilmesi
söz konusu değildir.

Kumarda alınan meblağın hiçbir sınırı yoktur. Kumarda insan bütün maddi ve ahlâkî değerlerini yok edebilir.
Sigortada ise belli bir kayıp (risk) karşılığında, onun kadar alma söz konusudur.

Öncelikle kumarın haram olmasının birinci amili, daha önce de belirtildiği gibi, ahlâkî ve içtimâîdir. Bu itibarla en
büyük içtimâî ve ahlâkî dertlerden biri olan kumar ile, faaliyet sahasında insanın malına ve canına dokunan
kazaların-felaketlerin zararını ve acısını azaltmak için bir tür yardımlaşma olan sigorta sisteminin birbirine
kıyaslanması uygun olmaz.

c) Sigortanın Konusu
Sigorta sözleşmesinde, sigortalının ödemiş olduğu prime karşılık, güven verme gibi mücerret/sübjektif bir şey
satıldığı ifade edilerek sigortanın caiz olmadığı ileri sürülmektedir. Ayrıca güven vermek bir hayır işi olduğundan
bunun karşılığında para alınamayacağı iddia edilmektedir.

Sigortada gerçek karşılık, sigortalının ödediği primle elde ettiği teminattır. Bu teminat ve taahhüt ise, risk meydana
gelmeden, akdin yapılmasıyla hasıl olmaktadır. Zira sigortalıya güvenlik veren bu taahhüt ve teminat sayesinde,
riskin meydana gelmesi ile gelmemesi, sigortalı açısından farksız hale gelmektedir. Şöyle ki, risk meydana gelmezse
mallarının, haklarının ve menfaatlerinin zarar görmesi söz konusu değildir; risk meydana gelirse alacağı tazminat
sayesinde kaybı telâfi edilebilir.

Güvenin bir hayır işi olduğunu söyleyerek satışının caiz olmadığını söylemenin de hiçbir delili yoktur. Kaldı ki
bilginler, Kur'an öğretimi, imamlık, müezzinlik gibi sırf ibadet ve hayır işinde dahi ücret alınmasının caiz olduğunu
söylemişlerdir.

d) Sigorta ve Haksız Tazmin İlişkisi


Sigorta konusunu araştıran bazı bilginler, sigortada haksız tazmin bulunduğunu söylemektedirler. Onlara göre,
sigortacı bu akitle, sigortalının zararını ödemeyi üstlenmekte, böylece yükümlü olmadığı bir borcu yüklenmektedir.
Meselâ, emanet akdinde, emanet alanın, kusuru olmaksızın emanet olarak bırakılan malın helak olması halinde, akitte
şart koşulmuş olsa bile, tazmin edilmesi gerekmez.

Sigortada haksız tazmin söz konusu değildir. Zira sigortacı ödemeleri bilerek, hesaplayarak ve isteyerek yapmaktadır.
Kaldı ki bunun benzeri, kefalet, muvalât gibi meşru akitlerde de bulunmaktadır. Hanefî, Malikî ve Hanbelîlere göre
meçhul bir borca kefil olmak sahihtir ve gerektiğinde kefilin bu borcu ödemesi gerekir. Mesela bir kişi, diğerine "şu
yolu tutup git; çünkü emin bir yoldur, eğer başına bir şey gelirse ben ödeyeceğim" dese, o da söz konusu yoldan
giderken soyulsa, teminat veren zararı öder (bk. İbn Âbidîn, Raddu'lMuhtâr, V/332).

İslâm dininde benimsenen âkile sistemi de, sigortanın haksız tazminat olduğu gerekçesiyle reddedilmesinin uygun
olmadığını göstermektedir. Kaza ile bir insanın ölümüne sebep olan kişinin ödemesi gereken tazminat, âkilesine, yani
erkek tarafından akrabalarına veya divan, meslek ve benzeri mensubu bulunduğu gruba taksim edilir. Âkile
sisteminin meşru olduğu konusunda sahih hadisler bulunmaktadır (bk. Buhârî, Diyât, 24; Müslim, Kasâme, 11;
Tirmizî, Diyât, 18).

Âkile sisteminde, tazmînatın taksim edilmesi iki hikmete yöneliktir: a) hata ile diyeti gerektiren bir eylemi işleyen
kimsenin ağır malî yükünü hafifletmek, b) kazâya uğrayanların heder olmasını önlemek. İbn Âbidîn, Reddu'lMuhtâr
adlı eserinde, "… İslâm'dan önce iyilik olsun diye ve asalet icabı tazminatı yükleniyorlardı; İslâm da bunu kabul etti;
yani gerekli ve mecbur kıldı. Bu adete insanlar arasında rastlanır; hırsızlık, yangın gibi bir zarara maruz kalan kimse
için aynı sebeple yardım toplarlar." demektedir (bk. İbn Âbidîn, Raddu'lMuhtâr, VI/640 vd.).
Malikîlerin kabul ettiği borçlu kılan vaat de, sigortacının riski üstlenmesinin aykırı olmadığını göstermektedir: Bir

Neova Sigorta
şahıs diğerine aslında mecbur olmadığı halde ödünç veya iğreti vereceğini yahut da bir zararı karşılayacağını vaat
etse bu vaat ile borçlu hale gelir. Söz verilen şahıs zikredilen sebebi yapmaya teşebbüs etmedikçe söz veren cayabilir,
teşebbüsten sonra ise cayamaz. Meselâ bir şeyi satın almak isteyen kimseye almak istediği şeyin bedelini vaat etmesi,
onun da satın alması; evlenmede mehir meblağını ödünç vereceğini söyleyip berikinin buna güvenerek evlenmesi
gibi durumlarda söz borçlu kılar. İbn Rüşd bunu "çünkü bu, satışa bağlanmış bir vaattir; vaat bir sebebe bağlandığı
zaman, sebep gerçekleşince yerine getirilmesi gerekir. Görüşler içinde en yaygın olanı budur" şeklinde izah
etmektedir (Uleyş, Fethu'lAliyyi'lMalik fi'lFetâ Alâ Mezhebi'lİmâmi'lMâlik, I/241 vd.). Buna göre, "sigorta akdi,
sigortacının, borçlandıran vaat yoluyla, meydana gelmesi muhtemel bir olayın zararını, vaat edilen şahıs adına
yüklenmesinden ibarettir" denilebilir.

e) Sigorta ve Faiz Haksız Kazanç İlişkisi


Sigortanın caiz olmadığını ileri süren bilginler, sigortada üstlenilen risk meydana geldiğinde ödenen tazminatın fazla
olması durumunda alınan ile ödenen arasında fark bulunduğundan faiz olduğunu, denk olması halinde de vadeli
olarak nakdin satılması nedeniyle faiz gerçekleştiğini söylemektedirler. Ayrıca sigorta şirketlerinin primleri faize
yatırarak değerlendirdikleri de öne sürülmektedir. Sigortada üstlenilen riskin meydana gelmemesi veya tazminatın
az olması durumunda ise, sigortacının karşılığı olmayan, haksız bir kazanç elde ettiği ifade edilmektedir.

Faiz, akitte şart koşulmuş bulunan karşılıksız fazlalık veya ribevî mallardan aynı sınıfa dahil olanların birbirleriyle
veresiye olarak satılması anlamına gelmektedir (Mebsût, XII/109; Muğnî, IV/3). Faizi diğer muamelelerden ayıran en
önemli özellik, fazlalığın lafzen veya hükmen akitte şart koşulmuş olmasıdır. Meselâ borcun iadesinde, bir hediye
verilmesi halinde, bu fazlalık şart koşulmadığı için faiz değildir.

Genel olarak sigortada, mutlak anlamda faizin tanımında yer alan "şart koşulmuş karşılıksız fazlalık"
bulunmamaktadır. Sigorta, prim karşılığında tazminatın satışı olmayıp, güven ve teminat verme karşılığında prim
almaktır.

Sigortacının prim almasına rağmen kaza meydana gelmediği takdirde bu primin karşılıksız olduğu söylenemez; zira
sigortacının sigorta sözleşmesinden doğan borcu sadece riziko gerçekleşince sigorta tazminatını ödemek değil bunun
yanında sigorta süresi içinde muhtemel rizikoyu da üzerinde taşımaktır. Bu çerçevede sigortacının rizikoyu üzerinde
taşıma borcunun karşılığını, sigortalının prim borcu oluşturmaktadır.

Diğer taraftan sigorta sistemi, sigortalının, faizde olduğu gibi daha çok kazanması amacına yönelik olmayıp, kaybının
telafisi esası üzerine çalışır. Kaza sigortalarında sigortacı, sigortalının gerçekten uğradığı zararı, tehlikenin oluşması
ile sigorta ettirdiği malda meydana gelen azalmayı telafi etmektedir. Bu sebeple sigortacının vereceği tazminat
miktarı, sigortalının maruz kaldığı zararı ve sigorta sözleşmesinde belirlenen sigorta bedelini hiçbir şekilde
aşmamaktadır. Bu suretle, sigortalının sebepsiz yere mal kazanmış olmasına imkan verilmemektedir.

Sigortacının, birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi primleri dışındaki paraları
hangi alanda değerlendirdiği, sigortacı ile sigortalı arasındaki ilişkide ve sigortanın hükmü üzerinde etkili değildir. Bu
konuda sorumluluk sigortacıya aittir.

Ancak ticarî sigorta çeşitlerinden birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sisteminde, genel
olarak primler şirketler tarafından nemalandırılarak iştirakçilere kâr payı dağıtılmaktadır. Bu da bir nevi ortaklık
olduğundan, yatırılan primlerin değerlendirilme alanları dînî hüküm bakımından önem kazanmaktadır. Buna göre
yatırılan primlerin, dinen helâl olan alanlarda değerlendirilmesi durumunda, bu tür birikimli hayat sigortası
yaptırmak ve bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemine dahil olmak ve bunların verdiği kar paylarını almak
caiz; helâl olmayan alanlarda nemalandırılması halinde ise caiz değildir. Diğer taraftan, belli bir süre prim ödendikten
sonra, sigorta şirketinin maktu bir meblağ ödemesi veya aylık bağlaması şeklinde yapılacak hayat sigortası; paranın
vadeli olarak satışı olacağından faiz kapsamında değerlendirilir.

f) Sigorta ve Kader İlişkisi


Sigorta akdinde, özellikle hayat sigortasında Allah'ın kudretine meydan okuma manasının mevcut olduğu ileri
sürülmektedir. Halbuki sigorta, sigortalanan riskin vuku bulmayacağının değil, vuku bulduğu takdirde riskin
meydana getireceği zararları tazmin edilmesi veya hafifletilmesinin taahhüdüdür. Sigorta, kişinin yalnız başına
taşıyamayacağı bir zararı, diğer sigortalıların katkılarıyla sigortacının üstlenmesidir.

Özet olarak;
Akitlerde asıl olan caiz olmaktır; İslâm'ın öngördüğü temel prensiplere aykırı bir husus içermeyen ve akdin dinen
aranan bütün unsur ve şartlarını taşıyan her akit sahihtir. Bu itibarla, Asrı saadette ve müçtehit imamlar döneminde

Neova Sigorta
bilinmeyen ve yakın zamanda ortaya çıkan sigorta da, söz konusu unsur ve şartları taşıması halinde caizdir.

Bu bağlamda sigortanın caiz olmadığını ileri süren bilginlerin gerekçeleri değerlendirilmiş ve bu gerekçeler
sigortanın caiz olmadığını ortaya koyacak nitelikte görülmemiştir.

Diğer taraftan ticarî sigortaların, sadece hedefinin kazanç olduğu gerekçesiyle reddedilmesi de doğru değildir. Bu
gerekçeyle caiz olmadığını söyleyen fıkıhçıların hemen tamamı, sosyal sigortaları ve karşılıklı sigortaları, hedefi
yardımlaşmadır diye caiz görmektedirler. Oysa öz itibariyle sosyal sigorta kurumları ile özel sigortalar arasında,
hüküm değişikliğine götürecek temel bir fark yoktur. Sosyal sigortalarla özel sigortalar arasındaki farklar; sosyal
sigortaların kanunla kurulmuş kurumlar tarafından yapılıyor olması, zorunlu olması, sigortalı olabilmek için kişilerin
belli bir statüde olmaları, ödenecek prim ve bu sigorta ile sağlanacak menfaatlerin her sigortalının özel durumuna
göre düzenleniyor ve sosyal sigortaların öngördüğü risklerin daha ziyade sosyal sınıfları tehdit ediyor olmasıdır.

Sigorta, meydana gelen zararın yalnızca riske maruz kalanın üzerinde kalması yerine, sigortalıların ödedikleri
primlerden ödenen tazminat yoluyla bütün sigortalılara dağıtılmasını ve böylece felaket ve kazaların zararının
hafifletilmesini gaye edinmiş karşılıklı taahhüt ve yardımlaşmaya dayanan bir sistemdir. İslâm'ın, sosyal ve iktisadî
hayata dair bütün düzenlemelerinin hedefi, hak ve görevlerde, mutlak manada karşılıklı yardımlaşma ve kefâlet
esasına dayanan bir toplum meydana getirmektir. Buna göre sigorta İslâm dinindeki bu yüce hedefe aykırı değildir.

Başta ticaret olmak üzere pek çok ilişkinin globalleştiği günümüz dünyasında ticarî sigortanın bulunmaması başlı
başına bir risk teşkil eder ve Müslümanların ekonomik açıdan mağlubiyetini sonuç verir.

Yukarıda zikredilen açıklamalar ışığında;


a) Genel olarak, sosyal sigortalar, karşılıklı sigortalar ve ticarî sigortaların caiz olduğuna,
b) Kâr payı esasına dayalı çalışan birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sisteminin ise,
yatırılan primlerin, dinen helâl olan alanlarda değerlendirilmesi durumunda caiz olduğuna,
c) Konusu din tarafından yasaklanmış olan sigortanın caiz olmadığına,
Karar verildi.

Öyle anlaşılıyor ki, çağımız İslâm âlimlerinin neredeyse tamamı, devlet eliyle gerçekleştirilecek genel sosyal sigortayı
İslâm’ın tecviz ve teşvik ettiği, meslekî kuruluşlar ve üyeler arası karşılıklı sigorta sisteminin kurulmasının hem
İslâmî geleneğe hem de günümüzün şart ve ihtiyaçlarına uygun olduğu görüşüne sahip olup prensip olarak sigorta
sisteminin câiz ve gerekli olduğunu ifade etmektedirler. Tereddütler ve farklı görüşler ticarî sigorta, bunun içinde de
hayat sigortası üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu arada ticarî sigorta sisteminin bazı belirsizlikler ve kumar içerdiği,
sigorta şirketlerinin faizle iç içe olduğu, hayat sigortasının İslâm’ın tevekkül anlayışına aykırı olduğu, hatta ticarî
sigorta sisteminin İslâmî anlayış ve ahlâka aykırı olduğu ve ancak belli ihtiyaç ve zaruret halinde başvurulabilecek
istisnaî bir çözüm olduğu şeklinde farklı yaklaşım ve gerekçeler ileri sürülmektedir.

Ancak müslüman toplumların sigorta konusuyla ilgili olarak son yüzyıldaki teori ve pratiği dikkatle izlendiğinde
Batı’dan alınan bu sisteme karşı önceleri çok daha güçlü bir direncin oluştuğu, iktisadî şartların ve ticarî ihtiyaçların
gelişimine paralel olarak bu konudaki tereddütlerin giderek azaldığı ve bazı teknik ayrıntılara ve dar bir alana
münhasır kaldığı görülür. Diğer bir ifadeyle, sigorta konusundaki çekimser veya muhalif tavır, ileri sürülen dinî
gerekçelerden ziyade müslüman toplumların reaksiyoner yapısıyla, toplumsal bünyenin dış etki ve kurumlara karşı
son derece duyarlı ve ihtiyatlı olup ancak belli bir test aşamasından sonra onları bünyesine alabilmesiyle daha
yakından ilgilidir. Bunun için de, günümüz İslâm toplumlarında sigorta sisteminin kabul görmeye başlamasını
müslümanların dinî hassasiyetlerini giderek yitirmesine, alternatif bir sistem üretemediği için mevcut durumu
kabullenme zorunda kalmasına bağlamak yeterli ve tatminkâr bir açıklama değildir. Bu konuda daha gerçekçi bir
açıklama olarak şu denebilir: Sistemin işleyişini yakından izleyenler sigortada kumar ve belirsizliğin değil riski
müştereken üstlenme fikrinin ağır bastığını, faizin aslî unsur değil biriken sermayeyi çoğaltma aracı olduğunu, diğer
birçok sakıncanın da sigorta sisteminden değil şirketin yönetim biçiminden kaynaklandığını farketmiş ve bunun için
de toplum sakıncalı gördüğü hususlardan âzami ölçüde kaçınarak ve âdeta ıslah ederek sistemi bünyesine almaya
çalışmıştır. Önce sosyal sigortanın, işsizlik ve sağlık sigortasının, karşılıklı üyelik sigortasının, sonraları iş yeri, iş
makineleri ve kaza sigortalarının câiz görülmeye başlanması ve uygulamaya girmesi, hayat sigortasının da gelişim
çizgisi hakkında önemli bir ipucu sayılabilir. Yoğun bir risk ortamında yaşayan günümüz insanına bir nebze olsun
güven ve destek veren bu tür gelişmelere güvenlik, sağlık, çalışma hayatı gibi temel prolemlerinde gerekli mesafeleri
alamamış, sosyal devlet ve hukuk devleti anlayışı yeterince özümsenmemiş toplumlarda daha çok ihtiyaç vardır.
Sigorta konusundaki tekelleşmenin kırılıp daha farklı işletme, katılım ve paylaşım usullerine imkân verilmesi, haliyle
bu konuda önemli bir adım olacaktır.

Neova Sigorta
Sakıncalardan arındırılmış sigorta sistemi oluşturuluncaya kadar müslümanların, mevcut ücretli sigorta şirketlerine,
risk taşıyan değerlerini sigorta ettirmeleri, yani sigortacı değil, sigortalı olmaları, sigortacının câiz olmayan
tasarruflarına katılmayı içermediği ve zaruret de bulunduğu için câiz olmalıdır.

Görüş Sahibi
Muhammed b. Emin İBN ABİDİN (1252/1836)

Kaynak
Reddü-l Muhtâr, Mecmuatür Resâil
 Doç. Dr. Hadi Sağlam
 Hayrettin Karaman, İbn-i Abidin ile ilgili çalışmalarından alınıtı.

Tam Metin
İbn Abidin, sigortanın ne “kefalete ne de emanet akdinde emanetçinin ücret almasına” benzemediğini ispatlamaya
çalışmıştır. İbn Âbidin, sigorta sahibi dediği sigortacı ile yapılan sigorta sözleşmesinin, İslâm ülkesinde yapılması ile
yabancı ülkede yapılması durumlarını (belki de sosyal siyaset gereği) birbirinden ayırıyor. İbn Âbidin’e göre, İslâmî
hükümlerin tatbik edildiği İslâm ülkesinde yapılan sigorta sözleşmesinin, sigorta bedelini almak câiz değildir. Eğer
sigorta sözleşmesi yabancı ülkede yapılmış olur da sigorta sahibi, İslâm ülkesinde oturan tâcire, zâyi olan malının
bedelini gönderirse bu takdirde onu almak câiz olur. Çünkü bu, aldatma ve hıyanet bulunmaksızın harbinin malını,
rızasıyla almaktan ibarettir. İslâm ülkesinde yapılmış fâsit bir sözleşme değildir ki, bizim hükümlerimize tâbi olsun
demektedir. Buna göre yabancı memlekette bulunan sigortacıyla, bir Müslüman’ın orada sözleşme yapması, riziko
gerçekleşince İslâm ülkesindeki sigortacının vekilinden sigorta bedelini alması câiz görülmüştür. Bu husus da, İmam-ı
Azam ve İmamı Muhammed’e göre, gayri müslimle yabancı ülkede fâsid sözleşmeler yapılması câiz görülen ictihadî
temele dayandırılmıştır.

Diğer üç mezhep âlimleri Şâfî, Mâlikî, Hanbelî ve Hanefi mezhebinden Ebu Yusuf’a göre ise, bahsi geçen bütün
muameleler İslâm ülkesinde olduğu gibi yabancı ülkede de câiz değildir. Bu görüşü savunanlar, fâiz yasağı ile ilgili
ayet ve hadislerin mutlak ifadelerini esas almakta, ülke ayrılığının bu konuda bir tesirinin bulunmadığını ileri
sürmektedirler.
***
II. Sigorta akdinin İslâm dünyasına girmesi ve İbn Âbidîn'in bu mevzûda yaptığı ilk tetkik:
Muâsır İslâm hukukçularından önceki nesil içinde, Hanefî mezhebinde, Tenvîru'l-ebsâr şerhi ed-Dürru'l muhtâr
üzerine Raddu'l-muhtâr isimli hâşiyeyi yazan, allâme Muhammed b. Âbidîn'den başka herhangi bir mezhep fâkihinin,
sigorta akdinin İslâmî hükmünü tesbit için araştırma yaptığını bilmiyoruz. Çünkü sigorta usûlü hicrî on üçüncü asra
kadar şark memleketlerinde bilinmiyordu. Bu asırda, Avrupa sınâî kalkınmasına paralel olarak, Doğu ile Batı
arasındaki ticârî bağ kuvvetlendi. Bu arada, ithalât akitlerini yapmak üzere; memleketimizde oturan yabancı ticaret
temsilcileri vâsıtasiyle Avrupa'dan ithal edilen malların sigorta edilmesi yoluyla, bu müessese İslâm dünyasına girmiş
oldu. Bu temsilciler, ithal edilecek mallar üzerine yapılan deniz sigortasından başlayarak, sigorta akdini bize getirmiş
oldular.
Allâme İbn Âbidîn, bugün de halk arasında yaygın olan sigorta ismini verdiği bu akit üzerine inceleme parantezini,
oldukça uzak bir münasebet içinde açmış ve bunu Kitâbu'l-cihâd'ın "müşte'men" bâbında zikretmiştir. Burada
zikretmesinin sebebi, yabancı ticaret mümessillerinin müste'men olarak İslâm ülkesine girmeleri ve ticârî
bağlantılarını sigortalı olarak yapmalarıdır. İbn Âbidîn'in, Raddü'l- muhtâr'ın (el- Emîriyye, 1. B., c. III, s. 249)
müste'men bâbının ikinci faslında, İman Muhammed'in Siyer'inin şerhinden, müste'menler (arada anlaşma
bulunmayan yabancı ülkelerden İslâm ülkesine, devletin izni ile ve geçici olarak giren yabancılar) 2 hakkında olmak
üzere naklettiği ifadenin özeti şudur: "İslâm ülkesinde bulundukları müddetçe müste'menlere yardımcı olmak
devletin vazifesidir. İslâm yurdunda Müslümanlar, müste'menler ile, ancak diğer Müslümanlarla aralarında
yapmaları câiz olan akitleri yapabilirler. Beyt-i Makdis'i ziyâret edenlerden alınması mu'tâd olan meblâğ kabilinden
dahi olsa- hukuken borçlu olmadığı- bir şeyi müste'menden almak da câiz değildir."
Bundan sonra şöyle diyor: " Anlattığımız husûslar, zamanımızda sık sık sorulan bir meseleye de açık cevap getirmiş
oluyor. Mesele şudur: Âdete göre tâcirler düşman yurdunun vatandaşından (harbîden) bir nakil vâsıtası kiraladıkları
zaman, hem kira bedelini veriyorlar, hem de kendi memleketlerinde oturan bir harbî adama muayyen bir meblâğ
ödüyorlar ki buna "sigorta" deniyor. Bunun üzerine vâsıtaya yüklenen mal yangın, batma, yağma ve benzeri bir
sebeple zarara uğrarsa, o adam, aldığı mal (prim) karşılığında zararı tazmin ediyor. O adamın, İslâm ülkesinin sahil

Neova Sigorta
şehirlerinde, devletin izniyle müste'men olarak oturan ve tâcirlerden sigorta primini alan bir temsilcisi bulunuyor.
Denizde tâcirlerin malı helâk olursa; mezkûr mümessil bedelinin tamamını sahiplerine ödüyor. Kanâatime göre
tâcirin, kaybolan malının bedelini alması helâl olmaz; çünkü bu, borçlu olmadığı bir şeyi borçlanmak kabilindendir..."
İbn Âbidîn meseleyi incelerken "çünkü bu borcu olmayan şeyi borçlanmak kabilindendir" diyor; bundan maksadı
şudur: Sigorta sahibi diye isimlendirdiği sigortacı bu akdi yapmakla, malı helâk olduğu takdirde tâcire bedelini
ödemeyi borçlanmış oluyor; halbuki İslâm hukuku ona bu bedeli ödemeyi borç kılmamıştır; şu halde onu alması câiz
değildir; çünkü daha önce de açıklandığı üzere, Beyt-i Makdis'i ziyaret edenlerden alındığı gibi, âdet haline gelmiş
olsa dahi, hukuken borçlu olmadığı bir şeyi İslâm ülkesinde müste'menden almak câiz değildir.
İbn Âbidîn'in, sigortacıdan, tazmînât almanın câiz olmadığı görüşünü dayandırdığı esas bundan ibarettir. Bunun da
mesnedi şudur: Sigortacı bu akit ile borçlu olmadığı bir şeyi borçlanmaktadır. Aslında o kendisine bir şey emânet
bırakılan (vedî), bir şeyi iğreti (âriyet) olarak olan (müsteîr) ve bir şeyi kiralayan (müste'cir) gibidir. Bunların
korumada kusuru veya zarara bilerek sebep olmaları gibi bir durum bulunmadığı halde, bırakılan, iğreti veya
kiralanmış mal kazâ- kader icabı helâk olduğu takdirde ödemeleri şartı akde konsa- Hanefî mezhebi esaslarına göre-
bu şart borçlu kılmaz ve onlardan bu tazmînâtı almak câiz olmaz.

Sonra İbn Âbidîn, câiz olmadığı şeklinde açıkladığı görüşü üzerine, Hanefî mezhebinde açıkça yer almış, iki mesele
ileri sürüyor ki, her ikisine de kıyasla sigorta tazmînâtının câiz olması gerekiyor. Bunlar:
1. Ücretle emânetçilik eden kimse, (vedi') helâk olduğu takdirde emâneti (vedîayı) öder.
2. Hanefî fahîhlerin, kafâlet kitâbında hasseten zikrettikleri yol tehlikesine bağlı tazmînât meselesi ki, buna göre bir
kimse diğerine: "Bu yoldan git; çünkü emindir, tehlike yoktur, eğer malın elinden alınırsa ben öderim" dese, bu
yoldan giden muhâtabının zâyî olan malını öder. Hanefî fukahası bu hükme dayanak olarak şöyle diyorlar: Bu söz,
ödeme taahhüdü ile beraber yanıltarak tehlikeye marûz bırakma mahiyetindedir; bundan dolayı da yanıltanın, zarara
uğrayana ödeme yapması gerekir.

İbn Âbidin bu iki meseleden ikincisine "bununla sigorta arasında, birbirine kıyas edilmelerine mânî fark vardır"
cevabını veriyor ve uzun uzadıya iknâ etmeyen şeyler söylüyor.

İbn Âbidin, sigorta sahibi dediği sigortacı ile yapılan sigorta akdinin, İslâm ülkesinde yapılması ile düşman ülkesinde
yapılması durumlarını birbirinden ayırıyor. İbn Âbidin'e göre tazmînât almanın câiz olmaması; ancak sigorta akdinin,
İslâmî hükümlerin tatbik edildiği İslâm ülkesinde yapılmış olmasına bağlıdır. Eğer sigorta akdi düşman ülkesinde
(dâru'l-harbde) yapılmış olur da sigorta sahibi, İslâm ülkesinde oturan tâcire, zâyî olan malının bedelini gönderirse,
bu takdirde onu almak helâldir. Çünkü bu, aldatma ve hıyânet bulunmaksızın harbînin malını, rızâsı ile almaktan
ibârettir. İslâm ülkesinde yapılmış fâsit bir akit değildir ki, bizim hükümlerimize tâbi olsun.

Görüş Sahibi
Halil GÜNENÇ

Özet
Sigortanın bütün çeşitleri haramdır.

Kaynak
Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, c: I, s.148

Tam Metin
"Sigortanın bütün çeşitleri haramdır. Aynen piyangodan bir nevidir. Çünkü sigorta şirketi,
evini sigorta etmek isteyen kimseye, "Her yıl bana şu kadar prim ödeyeceksin. Eğer evin yanarsa ben değerini
ödeyeceğim, yanmazsa da sen taksitini ödemeye devam edeceksin" demektedir. Demek ki ev yanarsa sigorta değerini
ödeyecek, yanmazsa ödenen taksitler beyhude gitmiş olacaktır. Bu aynen piyangoya benziyor. Çünkü bir çok kimse
her yıl bir veya bir kaç defa piyango bileti alır ama bir defa olsun kendisine bir şey çıkmaz. Bazıları da vardır
ki, yalnız bir defa bilet alır ve kendisine para çıkar."

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Muhammed Bahîtü’l-Mûtî (1932/1351)

Özet
Sigorta akdi fasit bir akittir.

Kaynak
Bahîtü’l-Mûtî, Muhammet, Ahkâmü’s-Sigorta, Nil Matbaası, 3. Baskı Mısır 1932

Tam Metin

Mısır Müftüsü Hanefi, Şeyh Muhammed Bahîtü’l-Mûtî, Osmanlılar zamanında Anadolu’dan kendisine bu mevzuda bir
fetva sorulmuş o da buna bir “Risâle” ile cevap vermiştir. Bu risale " Ahkâmü's- Sigorta" başlığı adı altında olup yedi
sayfadan ibarettir. Sigorta akdinin, fasit bir akid olduğunu, İslâmî hükümlerin tatbik edildiği İslâm ülkesinde yapılan
sigorta sözleşmesinin, sigorta bedelini almak câiz olmadığını, eğer sigorta sözleşmesi yabancı ülkede yapılmış olur da
sigorta sahibi, İslâm ülkesinde oturan tâcire, zâyi olan malının bedelini gönderirse bu takdirde onu almanın câiz
olduğunu, Allâme Muhammed Bahîtü’l-Mûtî ifade etmektedir.

Görüş Sahibi
Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi (1858/1918)

Kaynak
Prof. Dr. E. Hırş, Ticaret Hukuku Dersleri, İstanbul, 1946, S. 831; Prof. Dr. B. Nuri Esen , Sigorta Bilgisi, Ankara, 1945 , s.
11; A. Emrullah Gün, Sigorta Hukuku; Ankara, 1947, s. 12; Sigorta Rehberi, İstanbul 1942, s. IV; Prof. Bülent Davran,
Mukâyeseli Medenî Hukuk Dersleri, İstanbul 1956, s. 33-34

Tam Metin
Şeyhülislâm fetvâ makamının, Hasan Rıfat adındaki zatın sigortanın câiz olup olmadığı hakkındaki dilekçesine verdiği
cevâbi yazı şöyledir: "Bu husus hakkında mukaddema Mahmut Celaleddin mührünü hâvi 22 Teşrini evvel 1327 (Rumi)
tarihli istidaya 22 Zilkade 1329 tarihinde havale buyurulan işbu arzuhal mütalaa olundu. "Derunu arzuhalde muharrer
akdi mezkûr dârı İslâm’da olmayıp da berveçhi meşruh, memâliki ecnebiyede kâin bir sigorta şirketi ile icra edildiği
takdirde, şirketi mezkure rızasıyla vereceği ziyadeyi yani maksudun aleyh sigorta bedeli ne miktar meblağ ise o
meblağın gerek akidi mezbur ve gerek veresesi tarafından ahzı helal olur deyu tahrir kılınmıştır ol bab da emr-ü
ferman Hazreti menlehülemrindir. Takdim ve İtası: 2 Zilhicce 1331.

Fetvâ makamının da İslâm ülkesinde sigortaya cevaz vermemekte ancak yabancı ülkede ve yabancı sigortacı ile yapılan
sigorta sözleşmesini ve bundan doğacak tazminatın alınmasını câiz görmektedir.

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (1866/1954)

Kaynak
Mustafa Sabri, Şeyhülislâm, Beyânü’l-Hak Mecmuası, sa. 4, IV, s. 1858–1861; aynı müellifin Beyânü’l-Hak
Mecmualarında sa. 102, IV. s. 1890-1894;

Tam Metin
Şeyhülislâm makamına Osmanlı şeyhülislâmı Musa Kazım Efendiden sekiz sene sonra gelen Mustafa Sabri Efendi,
"ücretli sigortayı" garar ve fâizle ilgisi sebebiyle câiz görmemiş, karşılıklı sigorta ile ticârî sigortanın birleşmesinden
ibaret yeni bir sigorta sistemi önermiştir. Mustafa Sabri Efendi, sigorta hakkındaki fikirlerini 1911 yılında, "Cemiyet-i
İlmiyye" tarafından çıkartılan "Beyânü’l Hak" isimli mecmuasında "Din-i İslâm’da Hedef-i Münâkaşa Olan Mesâilden"
adlı makalesini neşretmiştir. Bu makalede Mustafa Sabri ilke olarak sigortaya karşı olmayıp ancak, İslâm toplumunun
kültürüne uygun olmadığı ve sigortada (garar, kumar, riba gibi) haksız kazanç ve sû-i istimâle yer verilebileceğinden
hareketle her ne kadar sigortanın müteselsilen yardımlaşma kalibına sokulmaya çalışılsa da, sigortanın bir
yardımlaşma olmadığını belirterek, makalesini sigortayla ilgili kendi önerisini sunarak bitirmiştir.

Görüş Sahibi
Ârif el- Cuveycâtî (1878/1965)

Kaynak
Cuveycâtî, Ârif, "Kelimetü Hakkın Havle Ukudi't-Te'min ve'r-Ribâ fi'l-İslâm" Zilkâde1321/ Nisan 1962;

Tam Metin
Konumuz olan sigorta da böyle ğarar ihtiva eden bir akittir. Buna ilâveten sigorta akdinde bir akdin fesâdına
sebep olacak pekçok müfsitler, yani bozucu unsurlar vardır. Meselâ, şer'î bir ivaz, yani karşılık
bulunmamaktadır. Neye kefil olunduğu belli değildir.

Görüş Sahibi
Muhammed Ebu Zehra (1898/1974)

Özet
Muhammed Ebu Zehra’ya göre, özel sigorta bir nevi kumar ve sarf muâmelesidir

Kaynak
1962 yılında Mısır’da yayınlanan “el-Hadarâtü’l İslâmiyye” dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır. Nakille,
Karaman, BS, s. 220; Faysal Mevlevi, 143–155

Tam Metin
Muhammed Ebu Zehra, sigorta sözleşmesinde İslâm’ın yasakladığı garar bulunduğu, akdinin konusunun bilinmediği ve
ihtimâle dayandığı görüşündedir. Sigorta sözleşmesinde sigortalı ve sigortacının edimleri belli değildir. Diğer bir ifade ile
Ebu Zehra, sigortayı, riziko gerçekleştiği takdirde sigorta ettiren sigorta bedelini alacağından kazançlı çıkacağı,
sigortacının ise zarar edeceği, riziko gerçekleşmediği halde ise, primler sigortacının elinde kaldığından kârlı çıkacağı,
sigorta ettirenin ise zarara uğrayacağı bir sözleşme olarak görür. Muhammed Ebu Zehra’ya göre, özel sigorta bir nevi
kumar ve sarf muâmelesidir. Sigorta işletmesinin kazancı, fâizden uzak olamaz, sigortada fâiz vasfının ayrılmaz bir unsur
olduğu görüşündedir. Ebu Zehra, sigorta hakkında Cuveycâtî ile aynı görüşte olup sigorta sözleşmesine itirazları uslub
farkıyla da olsa genel de garar ve riba nedeniyledir.

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Mecme’u’l-Buhûsi’l-İslâmi (Kurumsal Görüş)

Özet
Ticârî sigortaların ribâ içerdiği gerekçesiyle haramlığına hükmolunmuştur.

Kaynak
1962 yılında Mısır’da yayınlanan “el-Hadarâtü’l İslâmiyye” dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır. Nakille,
Karaman, BS, s. 220; Faysal Mevlevi, 143–155

Tam Metin
Mısır’da oluşturulan Mecme’u’l-Buhûsi’l-İslâmiyye (İslâmi Araştırmalar Meclisi) tarafından sigorta konusu hakkında
sempozyumlar düzenlemiştir. Bu toplantılardaki sunulan tebliğler ve tavsiye karar metinleri İFA mecmualarında
mevcuttur. Özetle;
1.Yardımlaşma cemiyetlerinin yaptığı ve bütün sigortalıların muhtaç oldukları yardım ve hizmetleri karşılamak için
katıldıkları sigorta, meşrudur ve ayette belirtilen iyilikte yardımlaşma olarak görülmüştür.
2. Devletin maaş sistemi ve bazı devletlerde tatbik edilen sosyal yardımlaşma ve dayanışma teknikleri ile diğer bazı
devletlerdeki sosyal sigorta kurumları, câiz olan muameleler kabul edilmiştir.
3. Ticârî sigortaların ribâ içerdiği gerekçesiyle haramlığına, yardımlaşma ve sosyal sigortalarla, ihtiyaçtan dolayı bazı
zarar sigortalarına cevaz verilmiştir.

Görüş Sahibi
İslâm Fıkıh Akademisi Meclisi (Kurumsal Görüş)

Özet
Ticârî sigorta şirketleriyle yapılan sabit primli ticârî sigorta sözleşmesi, bu sözleşmeyi geçersiz (fâsid)
kılacak oranda büyük bir garar ve ribâ unsuru içerdiğinden dinen haram bir işlemdir.

Kaynak
1962 yılında Mısır’da yayınlanan “el-Hadarâtü’l İslâmiyye” dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır. Nakille,
Karaman, BS, s. 220; Faysal Mevlevi, 143–155

Tam Metin
1977 tarihinde Mekke’de sigorta konusu hakkında İslâm Konferansı Teşkilatına bağlı (İslâm Fıkıh
Akademisi Meclisinde) bir sempozyum düzenlenmiştir. On kişilik fıkıh heyeti Abdullah b. Humeyd’ın
başkanlığında toplanmıştır. Bu toplantıya katılanlar, Mustafa ez-Zerka dışında sigortanın câiz olmadığı
kanaatine varmışlardır. Bu komisyonun karar özeti şöyledir:
1. Sigorta sözleşmesi aldanmayı (gararı) kapsar. Çünkü sigortalı ne kadar verip ne kadar alacağını bilemez.
Belki, bir iki taksit prim yatırdıktan sonra malı helak olur ve sigortalı malın bütün bedelini alır. Belki de
bütün taksitleri yatırdığı halde malı zarar görmediği için sigorta şirketinden bir şey alamaz.
2. Sigorta bir kumar çeşididir. Çünkü zararda sigorta şirketinin bir etkisi olmadığı halde, malı tazmin
etmeği üstlenmektedir. Yahut sigortalanan mal zarar görmediği halde, sigorta bütün taksitleri karşılıksız
olarak almaya devam etmektedir.
3. Sigorta fazlalık ve nesie ribâsını kapsamına alır. Çünkü sigorta, sigortalıya, ödediği taksitlerden fazlasını
verirse fazlalık ribâsı ve araya süre girdiği için de nesie ribâsı söz konusu olmaktadır. 4. Sigorta işleminde,
başkasının malını bedelsiz olarak alma söz konusudur. Bu ise şu ayetteki yasak kapsamına girer. "Ey iman
edenler! Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin"

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Uluslararası İslâm Ticâret Sempozyumu (Kurumsal Görüş)

Özet
Sigorta branşlarında da düzeltilmesi gereken bazı yasak unsurlar bulunduğunu kabul etmiştir. Mevcut
haliyle sigorta uygulamasının garar ve fâiz gibi sözleşmeyi batıl kılan unsurlar taşıdığını ve bu sebeple câiz
görülemeyeceğini, ancak bu batıl unsurların giderilmesi durumunda câiz hale gelebileceği görüşü
benimsenmiştir.

Kaynak
Beşer, "İslâm Şeriatı Açısından Sigorta", Adlı Tebliği, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki
Meseleleri Kongresi, Şirket ve Yönetimi Finans ve Borsa, Zekat, Fâiz Sigorta, Tebliğler, Müzakereler, Sonuç
Bildirileri, Kombad Yayınları, Konya 1997, s. 844–874

Tam Metin
1. Uluslararası İslâm ticâret hukukunun günümüzdeki meseleleri kongresi 29 Eylül 1996 tarihi’nde
Konya’da gerçekleştirmiş olduğu toplantısında hayat sigortası ağırlıklı tebliğler ve müzakereler yapılmış bir
takım sorulara cevap aranmıştır. Bu müzakereler neticesi olarak bir sonuç bildirisi yayınlanmıştır.
1. Heyet, prensip olarak sigorta sisteminin gerekli ve câiz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Bununla birlikte özellikle ticâri hayat sigortası olmak üzere günümüzde cari olan diğer sigorta branşlarında
da düzeltilmesi gereken bazı yasak unsurlar bulunduğunu kabul etmiştir.
2. “Heyetin günümüz Türkiye’sinde uygulanmakta olan sigortaya bakışları farklıdır. Çoğunluk, mevcut
haliyle sigorta uygulamasının garar ve fâiz gibi sözleşmeyi batıl kılan unsurlar taşıdığını ve bu sebeple câiz
görülemeyeceğini, ancak bu batıl unsurların giderilmesi durumunda câiz hale gelebileceği görüşü
benimsenmiştir.”

Görüş Sahibi
İslam Fıkıh Akademisi (Kurumsal Görüş)

Özet
Ticari sigorta sözleşmesi akdi geçersiz kılacak ölçüde büyük garar içerdiğinden dolayı dinen haramdır.

Kaynak
İlmihal, TDV, c.2, s.455

Tam Metin
İslam Konferansı Teşkilatına bağlı İslam Fıkıh Akademisinin yapmış olduğu araştırmalar neticesinde şu
sonuçlara ulaşılmıştır:

1- Ticari sigorta sözleşmesi akdi geçersiz kılacak ölçüde büyük garar içerdiğinden dolayı dinen haramdır.
2- İslam'ın muamelat ölçülerine uygun yardımlaşma esasına dayalı sigorta sözleşmeleri dinen caizdir.
3- Müslüman toplumların ekonomilerinin sömürüden kurtulabilmesi için, İslam ülkelerinin yardımlaşma
esasına dayalı sigorta kurumları tesis edilmelidir

Neova Sigorta
Görüş Sahibi
Prof. Dr. Abdülaziz Beki

Kaynak
http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=2549&ctgr_id=71

Tam Metin
S-Kaskonun İslam’daki hükmü nedir?

C-Batı kökenli bugünkü sigorta sistemi, batı tezgâhında onun inanç, felsefe ve dünya görüşü ışığında
dokunarak üretildiği ve hiçbir süzgeçten geçirilmeden olduğu gibi ithal edildiği için derin tartışmalara
yol açmıştır. İlk olarak 1850’lerde Avrupa dan deniz yoluyla getirilen ticaret eşyasına karşı, Avrupalı
satıcı tarafından güvence olarak deniz sigortası yapılmıştır. Osmanlı’nın son müdekkik âlimlerinden İbn
Abidin’in bunu incelediğini ve bu nitelikteki sigortanın caiz olmadığını ifade ettiğini görmekteyiz.
Daha sonra 1910’larda Mısır ulemasının da aynı fetvayı verdiklerini müşahede etmekteyiz.

Çünkü sigorta şirketi bir ticaret şirketidir. Sigorta işlemine konu olan varsayımlı kaza, meçhul, kazanın
doğurabileceği zarar miktarı da meçhuldür. Bu kadar cehaleti taşıyan bir akit İslam Hukukuna göre
batıldır. Biri mutlaka aldatılmaktadır. Zira bazen sigortalı, yıllarca prim yatırdığı halde hiç kaza da
yapmaz, yatırdığı paraların tümü karşılıksız olarak sigortacı şirkete kalır veya sigortalı 500 YTL kadar
prim yatırdığı halde 10 bin liralık kaza yapar.

Ayrıca, kaza yapan kişi, oto sahibi olduğu ve haksız olduğu halde kazanın bedelini, masum görünen ve
yaptığı anlaşmadan başka bir suçu bulunmayan sigorta şirketinden tahsil etmektedir. 500 YTL pirim
yatıran bir kaskolu araba sahibi, kendi hatasıyla kendi arabasına verdiği 10000 YTL’ilik zararın 9500
YTL sini fazladan almaktadır. Acaba bu fazlalığı neyin karşılığında alır? Bu batıl yolla elde edilen
kirli bir kazanç olduğunu düşünüyorum. Bu durumda da şirket aldatılmış olur. İslam buna karşı
“Teavuni Sigorta Sistemi”ni önermektedir.

Mamafih, Prof. Dr. Mustafa Zerka gibi bazı âlimler de cevaz vermektedirler.Bu konuda “ İslam’da
Güncel Ticari Meseleler” 2006 İst. 2.baskı, adlı eserimize müracaat edilebilir.

Neova Sigorta

You might also like