You are on page 1of 46

DR. ÖĞR.

ÜYESİ GÖKÇE TANER


BİYOMÜHENDİSLİK BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ

BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ


SU VE CANLILAR
SU VE ÇEVRENİN CANLILAR İÇİN UYGUNLUĞU
• Yeryüzündeki yaşam su içinde ortaya çıkmış ve canlıların karalar üzerine yayılışından
önceki 3 milyar yıl boyunca su içinde evrimleşmiştir.
• Karasal hayat formları da dahil bütün modern canlılar suya muhtaçtır.
• Birçok hücrenin etrafı su ile çevrili olup, hücrelerin yaklaşık %70-95'i sudan ibarettir.
• Dünya yüzeyinin dörtte üçü su içine gömülü haldedir. Bu suyun büyük kısmı sıvı, geri kalan
kısmı ise buz ve buhar halindedir.
• Doğal çevrede maddenin üç halinde de -katı, sıvı, gaz- bulunabilen tek yaygın bileşik sudur.
• Dünya'nın canlıların yaşamına uygun olmasının temel nedeni bol miktarda su içermesidir.
SUYUN POLARİTESİNİN ETKİLERİ

• Su molekülünün polar olması hidrojen bağlarına neden olur.


• Sudaki iki hidrojen atomu oksijene tekli kovalent bağlarla bağlıdır.
• Oksijenin hidrojenden daha elektronegatif olmasından ötürü,
polar bağlardaki elektronlar çoğunlukla oksijen atomunun
yakınında bulunurlar. Diğer bir deyişle, su molekülündeki atomları
bir arada tutan bağlar polar kovalent bağlar olup, molekülde
oksijenin bulunduğu bölge kısmi eksi, hidrojenler ise kısmi artı
yük taşırlar.
• Şekil olarak V harfine benzeyen su molekülü polar bir moleküldür.
Bunun anlamı, molekülün zıt uçlarında zıt yükler bulunmasıdır.
• Suyun olağandışı özellikleri bu polar moleküller arasındaki
çekim güçlerinden ileri gelir. Bu elektriksel çekim gücü bir
moleküldeki artı yüklü hidrojen ile komşu moleküldeki eksi
yüklü oksijen arasında ortaya çıkar.
• Dolayısıyla bu iki molekül hidrojen bağı ile bir arada tutulur.
Her su molekülü en fazla dört su molekülü ile hidrojen bağı
kurabilir. Sıvı haldeki suda herhangi bir anda birçok su
molekülü bu şekilde birbiriyle bağlıdır.
• Suyun dört özelliği, yeryüzünü canlıların yaşaması için uygun
bir ortam haline getirir. Bu özellikler
 kohesiv davranış
 sıcaklığı kararlı tutabilme yeteneği
 donduğu zaman genleşmesi ve
 iyi bir çözücü olmasıdır.
• Organizmalar Su Molekülleri Arasındaki Kohezyondan Yararlanırlar…
• Hidrojen bağlarının sonucu olarak su molekülleri birbirlerine tutunurlar.
• Sıvı haldeki suda hidrojen bağları çok kırılgan olup, bu bağların gücü kovalent bağların
yirmide biri kadardır. Her hidrojen bağının ömrü saniyenin trilyonda biri kadar olmakla
birlikte, komşu su molekülleri arasında sürekli olarak yeni bağlar kurulur.
• Dolayısıyla herhangi bir anda su moleküllerinin çok büyük bir kısmı komşularıyla bağ
yapmış halde bulunur. Hidrojen bağlarının tümü bu bileşiği bir arada tutar.
• Bu olgu KOHEZYON olarak adlandırılır.
• Hidrojen bağlarının sonucu olan kohezyon, bitkilerde suyun yerçekimine zıt yönde
taşınmasını mümkün kılar.
• Su, köklerden yapraklara uzanan mikroskobik kanallar içinde taşınır. Yapraktan buharlaşan
suyun yerine yaprak damarları içindeki kanallardan yenisi eklenir.
• Damarı terk etmekte olan su molekülleri hidrojen bağları aracılığı ile kanal içindeki su
moleküllerine tutunurlar. Böylece su moleküllerinin yukarıya doğru çekilmesi kanal boyunca
bitkinin köklerine iletilir.
• Bu olayda ADHEZYON da rol oynar. ADHEZYON iki bileşiğin birbirine tutunmasıdır. Suyun
kanal duvarlarına tutunması yerçekimine galip gelir.
• Kohezyona bağlı bir olay olan yüzey gerilimi, bir sıvının yüzeyini esnetmenin ya da
kırmanın ne ölçüde zor olduğunu belirtir.
• Suyun yüzey gerilimi diğer birçok sıvının yüzey geriliminden daha
büyüktür.

• Su ile havanın ara yüzeyindeki su molekülleri birbirleriyle ve alttaki


su ile hidrojen bağları yapmış olduklarından düzenli bir
organizasyon içindedirler. Bu durum suyun yüzeyinde görünmez bir
film varmış gibi davranmasına neden olur.

• Bir bardağı su ile ağzını biraz aşacak şekilde doldurduğumuzda


suyun taşmadan durduğunu görürüz. Bunun nedeni suyun yüzey
gerilimidir.

• Suyun yüzey gerilimi göl üzerinde taş kaydırmamıza izin verir.


• Bazı hayvanların su yüzeyinde durabilmesi, yürüyebilmesi ve hatta
koşabilmesi suyun yüksek gerilimine ilişkin biyolojik örneklerdir.
• Su, Dünya Üzerindeki Sıcaklıkları Belirli Sınırlar İçinde Tutar…
• Su sıcak havadaki ısıyı soğurur ve kendi içinde depolanmış ısıyı daha soğuk olan havaya
verir. Bu özelliği sayesinde su, hava sıcaklıklarını kararlı hale getirir.
• Büyük miktarlarda ısıyı soğurabilmesi ya da serbest bırakabilmesi nedeniyle su çok etkin
bir ısı bankası gibi davranır. Ancak bu davranış sırasında kendi sıcaklığı çok az miktarda
değişir.
• Isı ve Sıcaklık
• Hareket eden her şey KİNETİK ENERJİ taşır.
• Daima hareket halinde oldukları için, atomlar ve moleküller de kinetik enerjiye sahiptirler.
• Molekül ne kadar hızlı hareket ediyorsa, kinetik enerjisi o kadar büyüktür.
• ISI belirli bir maddenin moleküllerinin hareketinden kaynaklanan kinetik enerjinin toplam
miktarıdır.
• SICAKLIK ise moleküllerin ortalama kinetik enerjine bağlı ısının yoğunluğunu ölçer.
• Moleküllerin ortalama hızı artarsa termometre bunu sıcaklık artışı olarak kaydeder.
• Isı ve sıcaklık birbirleriyle ilişkili olmakla birlikte, aynı şey değildirler.
• İngiliz Kanalı’nı yüzerek geçen bir yüzücünün sıcaklığı sudan fazladır. Ancak
okyanusun hacmi çok daha büyük olduğu için, içerdiği ısı da çok daha fazladır.
• Sıcaklıkları farklı olan iki obje bir araya geldiğinde ısı sıcak olan objeden soğuk olan
objeye geçer. Bu geçiş her iki objenin sıcaklığı aynı olana kadar sürer. Soğuk objenin
molekülleri, sıcak objenin içerdiği fazla kinetik enerjiden ötürü hızlanır.
• Bir buz parçası bir içeceği soğuturken ona soğukluk eklemez. İçeceğin soğumasının
nedeni, eriyen buzun çevresinden ısı soğurmasıdır.
• Deniz seviyesinde su 0 °C’de donar. 100 °C’de kaynar.
• İnsan vücudunun ortalama sıcaklığı 37°C, normal oda sıcaklığı 20-25 °C’dir.
• Bir kalori, 1 g suyun sıcaklığını 1°C artırmak için gereken ısı enerjisi miktarıdır.
• Bir kalori aynı zamanda 1 g suyun sıcaklığını 1°C düşürmek için kaybedilmesi gereken
ısı enerjisi miktarıdır.
• Bir kilokalori (kcal) 1.000 kaloridir. Bir kilogram suyun sıcaklığını 1°C artırmak için
gereken ısı enerjisi miktarı bir kilokaloridir.
• Bir jul (J) 0,239 kaloriye, 1 kalori ise 4,184 jul’e eşittir.
• Suyun Özgül Isısı Yüksektir…
• Suyun, sıcaklığı kararlı tutma yeteneği, onun özgül ısısının yüksek olmasının sonucudur.
• Bir bileşiğin ÖZGÜL ISISI o bileşiğin 1 g’nın sıcaklığını 1°C değiştirmek için
kaybedilmesi ya da soğurulması gereken ısı miktarı olarak tanımlanır.
• Suyun özgül ısısını öğrendik ve bir kaloriyi 1 g suyun sıcaklığını 1°C değiştirmek için
gereken ısı miktarı olarak tanımladık.
• Dolayısıyla suyun özgül ısısı her Celcius derecesi için 1 g su başına kalori, yani 1
cal/g/°C ‘dir. Diğer bileşiklere göre suyun özgül ısısı oldukça yüksektir.
• Örneğin, alkollü içkilerde bulunan etil alkolün özgül ısısı 0,6 cal/g/°C’dir.
• Diğer maddelere oranla daha yüksek özgül ısıya sahip olması nedeniyle su belirli
miktarda ısıyı soğurduğu ya da kaybettiği zaman, sıcaklığındaki değişiklik diğerlerine
göre daha az olur.
• Soba üzerindeki bir çaydanlığın metal sapına dokunduğunda, çaydanlık içindeki su ılık
olduğu halde, metal sap elini yakar. Bunun nedeni, suyun özgül ısısının demirin özgül
ısısından on kat fazla olmasıdır. Diğer bir deyişle, 1 g demirin sıcaklığını 1°C artırmak
için gereken ısı miktarı sadece 0.1cal’dir.
• ÖZGÜL ISI, bir bileşiğin ısı soğurduğu ya da kaybettiği zaman, sıcaklıktaki değişikliğe
direnmesinin ölçüsü olarak da düşünülebilir. Su, sıcaklıktaki değişikliğe direnç gösterir.
Yani artan ya da azalan her sıcaklık derecesi için oldukça fazla miktarda ısı soğurur ya
da kaybeder.
• Suyun diğer birçok özelliği gibi yüksek özgül ısıya sahip olması da, hidrojen bağlarından
kaynaklanır. Hidrojen bağlarının kırılması için, ısının soğurulması gerekir.
• Bunun tersine, hidrojen bağları kurulurken, ısı açığa çıkar.
• Bir kalorilik ısı suyun sıcaklığında oldukça az değişikliğe yol açar. Bunun nedeni, ısı
enerjisinin büyük bir kısmının su moleküllerinin hareket etmeye başlamalarından önce
kırılması gereken hidrojen bağları için kullanılmasıdır.
• Buna karşılık, suyun sıcaklığı bir miktar düştüğünde, önemli miktarda enerji ısı şeklinde
kaybedilir ve çok sayıda ek hidrojen bağı kurulur.
• Suyun yüksek özgül ısısının dünya üzerindeki canlılıkla nasıl bir ilişkisi olabilir?
• Büyük su kütleleri yaz mevsimi sırasında ve gün içinde güneşten büyük miktarda ısı
soğurarak, depolar; ancak suyun sıcaklığı sadece birkaç derece artar.
• Gece olunca ve kış mevsiminde ise, suyun yavaş yavaş soğuması, havayı ısıtır.
• Kıyıdaki bölgelerin, karasal bölgelere oranla daha ılıman olmalarının nedeni budur.
• Suyun yüksek özgül ısısı, okyanus sıcaklıklarını da kararlı kılma eğilimindedir. Bunun
sonucunda okyanuslar deniz canlıları için yaşanabilir ortamlar haline gelir.
• Dolayısıyla, Dünya’nın büyük bir kısmını kaplayan su, sahip olduğu yüksek özgül ısı
nedeniyle, karalar ve sulardaki sıcaklık dalgalanmalarını canlıların yaşamasına izin
verecek sınırlar içinde tutar. Organizmaların kendisi de temel olarak sudan yapılmış
olduklarından, kendi sıcaklıklarındaki değişikliklere daha fazla direnç gösterebilirler.
• Buharlaşmaya Bağlı Soğuma
• Herhangi bir sıvının molekülleri, aralarındaki çekim güçleri nedeniyle bir arada dururlar.
• Bu çekim güçlerini yenecek kadar hızlı hareket eden moleküller sıvıyı terk ederek, gaz
halinde havaya karışırlar. Sıvı halden gaz haline geçiş olayı buharlaşma olarak
adlandırılır. Moleküllerin hareket hızının değiştiğini ve sıcaklığın moleküllerin ortalama
kinetik enerjisi olduğunu hatırlayınız.
• Düşük sıcaklıklarda bile, en yüksek hıza sahip moleküller havaya karışabilirler. Her
sıcaklıkta belirli oranda buharlaşma gerçekleşir. Örneğin bir bardak su oda sıcaklığında
beklediğinde buharlaşır. Bir sıvı ısıtıldığında, moleküllerin ortalama kinetik enerjisi artar
ve bu sıvı daha çabuk buharlaşır.
• BUHARLAŞMA ISISI 1 g sıvının sıvı fazdan gaz fazına geçmesi için, soğurması
gereken ısı miktarıdır. Suyun buharlaşma ısısı diğer birçok sıvının buharlaşma ısısından
yüksektir. Bir gram suyu 25°C’de buharlaştırmak için yaklaşık 580 cal gerekir. Bu miktar
1 g alkol ya da amonyağı buharlaştırmak için gereken ısının iki katı kadardır.
• Suyun buharlaşma ısısının yüksek oluşu, hidrojen bağlarının neden olduğu bir başka
özelliktir. Moleküllerin sıvıyı terk edip, buharlaşması için, hidrojen bağlarının kırılması
gerekir.
• Suyun yüksek buharlaşma ısısı, Dünya’daki iklimin ılımlı hale gelmesine yardım eder.
Tropikal denizler tarafından soğurulan büyük miktardaki güneş ısısı, yüzey sularının
buharlaşması sırasında kullanılır. Tropiklerden kalkan bu nemli hava daha sonra
kutuplara doğru hareket eder ve yağmur oluşturmak üzere yoğunlaştığında ısıyı serbest
bırakır.
• Sıvı buharlaştığında, geride kalan sıvının yüzeyi soğur. Buharlaşmaya bağlı soğumanın
gerçekleşme nedeni, en fazla kinetik enerjiye “en sıcak” moleküllerin gaz haline geçmeye en
yatkın moleküller olmalarıdır.

• Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir okuldaki en hızlı koşan 100 koşucu başka bir
okula geçerlerse, geriye kalan öğrencilerin ortalama hızı azalır.
• Buharlaşmaya bağlı olarak suyun soğuması göl ve havuzların sıcaklığını kararlı tutmada rol
oynamasının yanı sıra, karasal organizmaların aşırı ısınmasını önleyen bir mekanizma
olarak iş görür. Örneğin, bitki yapraklarındaki suyun buharlaşması, yaprak dokularının gün
ışığında aşırı ölçüde ısınmasını önler. İnsan derisinde terin buharlaşması, vücut sıcaklığını
düşürür ve sıcak bir günde ya da egzersiz sonucu oluşan fazla ısının aşırı ısınmaya neden
olmasını önler. Sıcak bir günde nemin yüksek olması rahatsız edicidir; çünkü havadaki
yüksek miktardaki su buharı su buharı terin vücuttan buharlaşmasına engel olur.
• Okyanuslar ve Göller Tamamen Donmaz; Çünkü Buz Suyun Üzerinde Yüzer…
• Katı haldeyken sıvı haline oranla daha az yoğun olan az sayıdaki bileşikten biri sudur.
• Diğer bir deyişle buz suyun üzerinde yüzer.
• Diğer maddeler katı hale geçtiklerinde hacimleri küçüldüğü halde, su buz haline geldiğinde genleşir.
• Bu ilginç davranışın nedeni de hidrojen bağlarıdır. 4 °C'nin üzerindeki sıcaklıklarda su da diğer sıvılar
gibi davranır yani ısındığında genleşir, soğuduğunda büzülür.
• Su molekülleri hidrojen bağlarını kırabilecek kadar hızlı hareket etmedikleri zaman, su donmaya başlar.
• Sıcaklık 0°C'ye düştüğünde, su kristal örgü halinde hareketsizleşir. Bu kristal örgü içindeki her su
molekülü en fazla dört adet su molekülü ile bağlı durumdadır. Hidrojen bağları bu molekülleri birbirinden
uzakta tuttuğu için buzun yoğunluğu 4 °C'deki suyun yoğunluğundan %10 daha azdır.
• Buz 0 °C'deki sıcaklığın üzerine çıkacak kadar ısı soğurduğunda, moleküller arasındaki hidrojen bağları
kırılır. Kristal örgü çözüldüğü için buz erir ve moleküller birbirlerine daha fazla yaklaşabilmek için
serbest kalırlar. Su en yüksek yoğunluğa 4 °C'de ulaşır ve moleküller daha hızla hareket etmeye
başladığı için, genleşmeye başlar.
• sıvı su içinde bile moleküllerin birçoğu, sürekli kırılıp yeniden kurulan geçici hidrojen bağlarıyla bir arada
tutulurlar.
• Katı hale geçen suyun genleşmesi nedeniyle buzun su üzerinde yüzme yeteneği,
çevrenin canlılar için uygunluğunda önemli bir etmendir.
• Eğer buz suyun dibini çökseydi, bütün havuzlar, göller ve hatta okyanuslar donarak buz
hale gelir ve dünya üzerinde canlıların yaşaması olanaksız olurdu.
• Yaz mevsiminde okyanus yüzeyindeki sadece birkaç santimetrelik buz eriyebilirdi. Oysa
derindeki su kütlesi soğuduğunda yüzeyde yüzen buz alttaki sıvı suyu yalıtarak onun
donmasını önler. Böylece donan su yüzeyinin altında canlıların yaşaması mümkün olur.
• Su canlılardaki Çözücüdür...
• Bir bardak suya atılan şeker parçası erir. Bu durumda bardakta su ve şekerden oluşan
düzenli bir karışım vardır. Eriyen şekerin derişimi, karışımın her yerinde aynıdır.
• İki ya da daha çok sayıda bileşiğin homojen karışımı halindeki bir sıvı çözelti olarak
adlandırılır. Çözeltide çözücü ve çözünen olmak üzere iki bileşen vardır. Yukarıdaki
örnekte su çözücü, şeker ise çözünendir. Suyun çözücü olduğu çözeltilere sulu çözelti
denir.
• Su evrensel bir çözücü değildir. Eğer öyle olsaydı, hücreler de dahil herhangi bir kap
içinde durması mümkün olmazdı. Su çeşitli maddeleri çözebilen bir çözücüdür.
• Bu nitelik su moleküllerinin polaritesinin bir sonucudur.
• İyonik bir bileşik olan sodyum klorür kristalini su içine attığımızı düşünelim.
• Kristalin yüzeyindeki sodyum ve klor iyonları su ile karşı karşıya geldiğinde, iyonlarla su
molekülleri arasında elektriksel çekim güçleri ortaya çıkar.
• Su moleküllerindeki oksijen eksi yüklü olduğu için, sodyum katyonlarına bağlanır. Su
moleküllerindeki hidrojenler ise artı yüklüdür ve klor anyonları tarafından çekilirler. Sonuçta
her sodyum ve klor iyonu su molekülleri ile çevrelenmiş hale gelir. Su moleküllerinden
oluşan bu kalkan aracılığı ile sodyum ve klor iyonları birbirlerinden ayrılır.
• Çözünmüş haldeki her iyonun çevresindeki su moleküllerinden oluşan bu küreye
HİDRASYON KABUĞU denir. Tuz kristalinin yüzeyinden iç kısımlara doğru ilerleyerek
bütün tuz iyonları su tarafından çözülür. Sonuçta ortaya çıkan çözelti iki çözünen (sodyum
ve klor) ile suyun homojen bir karışımı halindedir.
• Örneğin deniz suyu ya da hücreler çözünmüş halde çok çeşitli iyonları içerirler.
• Bir bileşiğin suda çözünmesi için iyonik olması
şart değildir; polar moleküllerden yapılmış,
örneğin şekerler gibi bileşiklerde suda
çözünürler.
• Proteinler gibi çok büyük moleküller bile eğer
dış yüzeylerinde iyonik ve polar moleküller
taşıyorlarsa suda çözünebilirler.
• Çok farklı çeşitteki polar bileşikler (ve iyonlar)
kan, bitki özsuyu ve hücre içi sıvısı gibi
biyolojik sıvılardaki su içinde çözünürler. Su
canlılardaki çözücüdür.
• Hidrofilik ve Hidrofobik Bileşikler...
• İster iyonik, isterse polar olsun suya karşı çekim gösteren herhangi bir bileşik hidrofiliktir.
• Bitkisel bir ürün olan pamuk hidrofilik bileşiklere bir örnektir. Pamuk suda çözünmez,
suyu emer. Çok büyük selülöz moleküllerinden yapılmış olan pamuk, polar bağlarla bir
araya gelmiş kısmi eksi ve artı yüklü bölgeler içerir. Su, bu selülöz liflerine tutunur.
Dolayısıyla pamuktan yapılmış bir havlu vücudun kurulanmasında çok işe yaradığı
halde, çamaşır makinesinde erimez.
• Selülöz, bitkilerdeki su iletim kanallarının duvarlarında da bulunur.
• Hiç kuşkusuz suya ilgi duymayan bileşikler de vardır.
• İyonik olmayan ve polar olmayan bileşikler sudan kaçarlar.
• Bu gibi bileşikler hidrofobik terimi ile adlandırılırlar.
• Örneğin mutfakta kullandığımız bitkisel yağ, sirke gibi sulu bileşiklerle kalıcı bir karışım
oluşturmaz. Yağ moleküllerinin hidrofobik davranışı, bol miktarda polar olmayan bağ
içermelerinden kaynaklanır.
• Bu örnekteki polar olmayan bağlar, elektronları hemen hemen eşit olarak paylaşmış olan
karbon ile hidrojen arasındadır. Yağlara benzeyen hidrofobik moleküller, hücre zarlarının
temel bileşenleridir.
Su Moleküllerinin Disosiyasyonu (Ayrılması)
• İki su molekülü tarafından bir hidrojen bağında paylaşılan hidrojen atomu sık sık bir
molekülden diğerine geçebilir. Bu durumda hidrojen atomu sık sık bir molekülden
diğerine geçebilir. Bu durumda hidrojen atomu elektronunu geride bırakarak hidrojen
iyonu halinde aktarılır. Hidrojen iyonu +1 yük taşıyan bir tane protondan ibarettir. Proton
kaybeden su molekülü -1 yük taşıyan hidroksil (OH)- iyonu haline gelir. Diğer su
molekülüne bağlanan proton ise onu hidronyum iyonu (H3O)+ haline dönüştürür.
• Organizmalar pH Değişikliklerine Karşı Duyarlıdırlar...Asit Ve Bazlar...
• Asit adı verilen bileşikler suda çözündüğünde çözeltiye fazladan H+ verirler.
• Bir çözeltinin hidrojen iyonu derişimini artıran bileşikler asit olarak adlandırılır. Örneğin
suya hidroklorik asit eklenirse, hidrojen iyonları klor iyonlarından ayrılır. Bu ek proton
kaynağı çözeltideki H+ ların OH- den fazla olmasına neden olur. Böyle bir çözeltiye
asdik çözelti adı verilir.
• Bir çözeltinin hidrojen iyonu derişimini azaltan bileşiklere baz adı verilir.
• Bazı bazlar hidrojen iyonlarını kazanarak H+ derişimini doğrudan doğruya azaltır.
Örneğin amonyak (NH3) azotunun valans kabuğundaki eşleşmemiş elektron çifti
çözeltideki hidrojen iyonlarını çektiği için, bu bileşik bir gaz gibi davranır. Sonuçta ortaya
çıkan ürün amonyum (NH4) iyonudur.
• Diğer bazlar ise hidroksil iyonu verecek şekilde disosiye olarak H+ derişimini dolaylı
olarak azaltırlar. Bu hidroksil iyonları çözeltideki hiddojen iyonları ile birleşerek, su
oluştururlar. Bu şekilde davranan bazlara örnek olarak sodyum hidroksiti (NaOH)
verebiliriz.
• Her iki durumda da baz H+ derişimini azaltır. OH- derişimi H+ derişiminden fazla olan
çözeltilere bazik çözeltiler denir. H+ ve OH- derişimleri eşit olan çözeltiler nötraldir.
• Hidrojen iyonlarını tersinir olarak kaybeden ve tekrar kazanan zayıf asitler de vardır.
Örneğin karbonik asit.
• HCl ve NaOH su ile karıştıkları zaman tümüyle disosiye olurlar. Hidroklorik asit kuvvetli
asit, sodyum hidroksit ise kuvvetli baz olarak adlandırılır çünkü bunlar tamamıyle
disosiye olurlar. Bunu karşılık amonyak, oldukça zayıf bir bazdır.
• pH Ölçeği

• Herhangi bir sulu çözeltide H+ ve OH- ürünlerinin derişimleri sabit olup 10-14 e eşittir.

• Bir asit sadece çözeltiye hidrojen iyonu eklemez ayni zamanda H+ lerin ve OH- lerle
birleşerek su oluşturma eğiliminden ötürü hidroksil iyonlarını da uzaklaştırır. Bir baz ise OH-
derişimini artırır, ama aynı zamanda su oluşturarak H+ derişimini azaltır. Bir çözeltideki H+
veya OH- derişimlerinden herhangi birisini bilyorsak, diğer iyonun derişimini hesaplayabiliriz.

• pH ölçeği 0 ile 14 arasındaki değerleri içerir. Bu ölçek H+ ve OH- derişimlerini logaritmik


olarak ifade eder. Bir çözeltinin pH sı hidrojen iyone derişiminin eksi logaritması olarak
tanımlanır.

• Nötral çözeltiler için H+ nin değeri 10-7 M' dır.


• H+ derişimi arttıkça pH azalır. pH ölçeği H+ derişimini temel almakla birlikte aynı
zamanda OH- derişimini de ifade eder. pH' sı 10 olan bir çözeltinin hidrojen iyonu
derişimi 10-10 M, hidroksil iyonu derişimi ise 10-4 M'dır.
• Nötral çözeltinin pH'sı 7'dir. pH'sı 7'den az olan çözeltiler asidiktir. Bu değer azaldıkça
çözelti daha asidik hale gelir. Bazik çözeltilerin pH'sı ise 7'den büyüktür. Birçok biyolojik
sıvının pH'ları 6 ile 8 arasındadır. İnsanların mide sıvısı çok asdik olup pH'sı 2
civarındadır.
• Her pH biriminin H+ ve OH- derişimlerinde on misli farkı temsil ediyor olmasıdır. pH'sı 3
olan bir çözelti, pH'sı 6 olan çözeltiden iki misli değil, bin misli daha asidiktir.
• Tamponlar

• Canlı hücrelerin çoğunun hücre içi pH'sı 7'ye yakındır. pH'daki küçük bir değişiklik hücre için
zararlı olabilir;çünkü hücredeki kimyasal süreçler hidrojen ve hidroksil iyonlarının derişimine
çok duyarlıdırlar.

• Tamponların varlığı, biyolojik sıvıların pH'larında ortaya çıkabilecek değişiklikleri önler.


Tamponlar çözeltilerin H+ ve OH- derişimlerindeki değişikliği en aza indirecek bileşiklerdir.
Tamponlar örneğin insan kan pH'sının 7.4 civarında tutulmasını sağlarlar. Kan pH'sı 7'ye
düşen ya da 7.8'e yükselen bir insan birkaç dakikadan fazla hayatta kalamaz. Normal
koşullar altında kanın tamponlanma kapasitesi pH'deki bu dalgalanmaları önler. İnsan kanı
ve başka biyolojik çözeltilerin pH'sını kararlı tutan tamponlardan birisi karbonik asittir.
• Asit Yağmurları Çevrenin Canlılar İçin Uygunluğunu Tehdit Etmektedir…
• Canlıların suya muhtaç oldukları düşünüldüğünde, akarsuların, göllerin ve denizlerin
kirlenmesinin çok korkunç bir sorun olduğu görülür. Su kalitesi üzerindeki en ciddi
tehditlerden birisi asit yağmurlarıdır.
• Kirlilik içermeyen yağmurun pH’sı5.6 civarındadır. Bu hafif asiditenin nedeni
karbondioksit ve suyun oluşturduğu karbonik asittir. Asit yağmuru pH’sı5.6’dan daha
asidik olan yağmur, kar ya da sis için kullanılan bir terimdir. Asit yağmurlarına neden olan
şey nedir ve bunun çevrenin canlılar için uygunluğu üzerine etkileri nelerdir?
• Asit yağmurlarının temel nedeni, atmosferde bulunan kükürt oksit ve azot oksitlerdir.
• Gaz yapısındaki bu bileşikler su ile etkileşerek kuvvetli asitler oluştururlar ve bu asitler yağmur ya da kar
halinde yeryüzüne inerler.
• Bu oksitlerin asıl kaynağı fabrikalarda ve motorlu taşıtlarda yakılan fosil yakıtlar yani kömür, petrol ve
doğal gazdır.
• Kömür kullanan elektrik santralleri bu kirleticileri diğer bütün kaynaklardan daha fazla üretir.
• Asıl ilginç olan nokta, yerel kirlenmeyi azaltmak için inşa edilen yüksek fabrika bacalarının, bu
kirleticilerin atmosfere yayılmasına neden olmasıdır. Rüzgarlarla taşınan bu kirleticiler, endüstri
merkezlerinden binlerce kilometre uzaktaki bölgelere asit yağmurları halinde düşebilmektedir.
• New York eyaletindeki Adirondack Dağları’na yağan yağmurun ortalama pH’sı4.2 olup bu değer, normal
yağmurdan 25 misli daha asidiktir. Asit yağmurları Kuzeybatı Pasifik’teki Cascade Dağları, Avrupa ve
Asya’nın belirli bölgeleri de dahil birçok yeri etkilemektedir.
• Batı Virginia’daki bir fırtınada yağan yağmurun pH’sı1.5 olmuştur. Bu pH mide sıvısı kadar asidiktir.
• Asitlerin göller ve akarsular üzerindeki etkileri, bahar mevsiminde karlar erimeye
başladığında, çok daha ağır olmaktadır. İlk önce yüzeydeki kar erir, aşağıya doğru
süzülür ve kış boyunca birikmiş olan asidin büyük kısmı bir anda akarsu ve göllere
karışır. İlk eriyen kar suyunun pHsı 3 olabilmekte ve bu asit dalgası, asidik koşullara
karşı en duyarlı olan balık ve diğer su canlılarının yumurtalarını ve yavrularını
vurmaktadır. Kuvvetli asidite biyolojik moleküllerin yapılarını değiştirerek, onların
canlılardaki kimyasal süreçleri sürdürmelerini engeller.
• Asit yağmurları akarsu ve göllerdeki canlılara zarar vermekle birlikte, bu yağmurların
ormanlar ve diğer karasal canlılar üzerindeki doğrudan etkileri konusunda çelişkiler vardır.
Son araştırmalar, asidik yağmur ve karın, topraktaki minerallerin çözünürlüklerini etkileyerek,
toprakta önemli değişiklikler ortaya çıkardıklarını göstermiştir.
• Karaya düşen asit yağmurları kalsiyum ve magnezyum gibi bazı mineral iyonları yıkayarak,
uzaklaştırır. Bu mineraller, toprak suyunun tamponlanmasına yardımcı olurlar ve bitki
büyümesi için zorunlu besinlerdir.
• Toprakta mevcut alüminyum gibi diğer mineraller ise, asitleşme nedeniyle çözünürlüklerinin
artması sonucunda, toksik miktarlara ulaşırlar.
• Asit yağmurlarının toprak kimyası üzerindeki etkileri, Avrupa’daki ormanların azalmasına,
Kuzey Amerika’daki bazı ormanlar için de tehlike çanlarının çalmaya başlamasına neden
olmaktadır. Bununla birlikte araştırmalar, Kuzey Amerika’daki birçok ormanın asit
yağmurlarından henüz büyük çapta etkilenmediğini göstermektedir.
• Su kaynaklarının gelecekteki kalitesi hakkında iyimser olmak için bir neden varsa, o da
belirli kirlilik tiplerinin azaltılmasında sağlanan ilerlemedir. Örneğin, ABD, Kanada ve
Avrupa’da kükürt oksitlerin emisyonu son birkaç on yılda önemli ölçüde azalmış olup, bu
durum asit yağmurlarında da azalmaya yol açmıştır. Bu yöndeki ilerlemenin sürmesi,
çevre kalitesi konusunda duyarlı olan insanların etkinlikleriyle mümkün olacaktır. Bu
kişilerin eğitimlerinin çok önemli bir kısmı, Dünya üzerindeki canlılığın devamı için
çevrenin uygun olması konusunda suyun ne kadar hayati bir rolü olduğunu
öğrenmeleridir.

You might also like