You are on page 1of 59

Vatandaş Türkçe I<onuş!

Avram Galanti

Çevrimyazı
Ömer TÜRKOÔLU

Sunuş
Rıfat N. BALİ

kebikeç yayınları
kebTkeç yayınları: 17
tarih kitaplığı: 4

Kapak Tasarımı
Ömer Türkoğlu

Baskı:

ALP (il. :\12)2:\11119 9i

Ankara Haziran 2000

kebikeç yayınları
Karanfil Sokak
Birlik İş Merkezi 5/2
06650 Kızılay - Ankara
Tel&Fax: 3 12. 418 62 03
E-mail: kebikec@ada.net.tr
Çevirenin Notu

Yazar metin içerisinde bazı özel isimleri Latin harfleriyle yazmış ve


kalın puntolarla vurgu yapmıştır. Yine okuyucunun dikkatini
çekmek maksadıyla kimi cümleleri altıçizgili olarak vermiştir.
Yazarın bu uygulamasına müdahale edilmemiş, kalın ve altıçizgili
olan yerler olduğu gibi çeviriye aktarılmıştır.
Gerek metin içerisinde ve gerekse dipnotlarda referans olarak
gösterilen kaynakların isimleri tarafımızdan italik yapılmıştır.
Metin içinde sıkça geçen bel' �) sözcüğü yutma; temsil (�)
sözcüğü asimilasyon; ta'mim (�) sözcüğü ise genelleştirme
anlamlarını taşımaktadır.
Okuyucuya kolaylık olması için orijinal metindeki bir kaç tertip
hatasının doğrusu ile gerekli görülen açıklamalar (*) işaretiyle dipnot
bölümünde verilmiş, esas metinle karışmaması için de sonlarına
(ç.n.), "çevirenin notu" ibaresi düşülmüştür.
Sunuş

"VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ!"


VEYA BİR ULUS-DEVLETİN KURULUŞUNDA
DİL BİRLİGİNİN GERÇEKLEŞMESİ ÇABALARI

Avram Galanti'nin 1928 yılında yayımlamış olduğu, bir döneme


damgasını vurmuş, kamuoyuna ve tarihe malolmuş bir sloganını
başlığında taşıyan bu eserini değerlendirmek için o dönemin
koşullarını kısaca hatırlamakta yarar vardır.
Cumhuriyet rejiminin Osmanlı Devleti'nden devralmış olduğu
miras içinde azınlıklar da yer alıyordu. A zınlıklar Osmanlı
Devleti'nin millet düzeni içinde yarı özerk cemaatler halinde
yaşamlarını sürdürüyor, kendi dillerini konuşuyorlar, kendi milli
dillerinde yayın faaliyetlerinde bulunuyorlardı. Bu tür bir mirası
devralmış olan Cumhuriyet'in temel amacı parçalanmış ve tasfiyeye
uğramış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyelerinden çağdaş
bir ulus-devlet yaratmaktı. Çağdaş bir ulus-devletin olmazsa olmaz
şartlarından bir tanesi de vatandaşlarının ümmet zihniyetine ve millet
düzenine dayanmayan, dil, din ve ırk farkı gözetmeyen bir anayasal
rejim altında eşit yurttaşlar olarak yaşayacakları bir devlet olmaktı.
Bu nedenle Cumhuriyet'in kurucuları, Ziya Gökalp milliyetçiliği
doğrultusunda, "tek dil, tek ülkü, tek hars" ilkelerini uygulamayı
ve topluma yerleştirmeyi hedeflediler. Bu ilkelerin uygulanması
aşamasında rastlanan en büyük güçlük azınlıklar oldu.
Azınlıklar Lozan Antlaşması'nın azınlıkların haklarını korumaya
yönelik 37 ila 43 üncü maddeleri nedeniyle Osmanlı Devleti

v
yıllarında geçerli olan düzenin az bir değişiklikle Cumhuriyet rejimi
altında da devam edebileceğini sanıyorlar, kendi milli dillerinde yayın
ve eğitim yapabileceklerine inanıyorlardı. Ancak L o z an
Antlaşması'nda yer alan ve azınlıklara özel imtiyazlar tanıyan bu
maddeler aslında bir ulus-devletin kuruluş ilkelerine tamamen aykırı
maddelerdi. Bu nedenle de Lozan Antlaşması'nın azınlıklara kendi
dini şeriatlarına göre yargılanma hakkını tanımış olan 42inci
maddeden feragat etmeleri yolunda siyasi iktidarın azınlık cemaat
yönetimlerine yapmış olduğu telkinler amacına ulaştı. Önce Yahudi
daha sonra Ermeni ve en nihayet Rum cemaati 42inci maddeden
feragat ettiklerini ve Medeni Kanunu'nu kabul ettiklerini beyan
ettiler.
Lozan Antlaşması'nın azınlıklara kendi dillerinde eğitim
görmelerine ve yayın yapmalarına izin veren diğer maddeleri ise
hem siyasi iktidar hem de kamuoyu tarafından kerhen kabul
edilmişlerdi. Dönemin basını her vesileyle azınlıkların ve özellikle
Yahudilerin Türkçe konuşmamalarını kimi zaman alaycı, kimi zaman
sivri, kimi zaman ise ağır bir üslupla eleştirmekten geri kalmıyordu.
Basının özellikle Yahudileri Türkçe konuşmama konusunda
eleştirmesi ise Yahudilerin içinde bulundukları özel durumdan
kaynaklanıyordu. Türkiye Yahudilerinin büyük çoğunluğu halen
atalarının 1 492 yılında kovulmuş oldukları İspanya'dan Osmanlı
topraklarına göç ettiklerinde konuştukları İspanyolcayı konuşmaya
devam ediyorlardı. Bunun sebebi de azınlıklara kendi dillerinde
eğitim görme izni vermiş olan Osmanlı Devleti'nin millet düzeniydi.
Osmanlı Yahudileri daha sonra merkezi Paris'de bulunan Allliance
İ s raelite U niverselle (kısaca Alyans) teş kilatının, aralarında
Türkiye'nin de bulunduğu, Yakın Doğu Yahudilerini içinde
bulundukları toplumsal ve kültürel çöküntüden kurtarmak için
kurmuş olduğu ve Fransızca eğitim veren Alyans okullarına gitmiş,
burada da Fransız dil ve kültürünü ve bunun yanı sıra da bir zanaati
öğrenmişlerdi.
Cumhuriyet Osmanlı Devleti'nin böyle bir cemaat yapısını miras
olarak devralmaktaydı, yani Türkçeyi iyi konuşamayan, buna karşılık
İspanyolca ve Fransızcayı konuşan bir Yahudi cemaati.

vi
Basın ve siyasi iktidar Yahudilerin milli dili olarak İspanyolcayı
değil İbraniceyi kabul etmekteydi. Ancak İbranice Yahudiler arasında
hiç yaygın değildi. İspanyolca ve Fransızca konuşmakta ısrarlı olan
Türkiye Yahudilerine yöneltilen belli başlı eleştiri bir "nankörlük"
eleştirisi olup şöyle özetlenebilirdi: "siz Türkiye Yahudileri sizleri
450 yıl önce topraklarından kovmuş olan bir ülkenin dilini
kullanmakta ısrar ediyorsunuz ve atalarınıza kollarını açmış ve
onların hayatlarını kurtarmış olan Türkiye'nin diline tenezzül
etmiyorsunuz. Demek ki sizler nankö r insanlarsınız. Sizler
İspanyolcanın yanı sıra başka bir dil öğrenmeye karar verdiğinizde
Türkçeyi öğreneceğinize Fransızcayı öğrenmeyi tercih ettiniz.
Dolayısıyla iki kere nankörsünüz."
Sadece Yahudilerin değil bütün azınlıkların Türkçeye hakim
olmamaları nedeniyle de dönemin Milliyet, Anadolu, Cumhuriyet,
Akşam gibi önemli gazeteleri Türkçeden ziyade Fransızcaya aşina
olan bu okur kitlesine hitap etmek üzere gazetelerinin Fransızca
versiyonlarını yayımlıyorlardı. Bunun yanı sıra Stambou� Le Journal
D 'Orient gibi yıllardan beri yayın hayatlarını sürdüren ve azınlıklara
hitap eden günlük Fransızca basın da mevcuttu.
Azınlıkların Türkçe konuşmamalarının daha fazla tahammül
edilemez bir durum olduğuna dair bir haleti ruhiyenin kamuoyuna
hakim olduğu bir ortamda Dar-ül-fünun Hukuk Fakültesi Talebe
Cemiyeti'nin 13 Ocak 1928 tarihinde düzenlenen yıllık kongresinde
azınlıkları Türkçe konuşturmaya teşvik etmek için bunun bir
kampanya ile yapılması fikri ortaya atıldı. Bu fikir hazır bulunan
herkes tarafından kabul gördü ve "Vatandaş Türkçe Konuş!" sloganı
ile uygulamaya geçildi.
Uygulamada azınlıkların nüfus açısından yoğun oldukları Edirne,
İstanbul ve İzmir gibi kentlerin umumi yerlerine bez afişler,
pankartlar asıldı, el ilanları dağıtıldı. Ancak bu hareket kısa zamanda
fevri ve kontroldan çıkmış bir hal arz etti. Tramvaylarda, şehir
hatlarında çalışan vapurlarda, sokaklarda, kendi aralarında Türkçe
dışında bir dil konuşan ve dönemin Fransızca gazetelerini okuyan
kişilere sataşmalarda ve tacizlerde bulunuldu. Zorla Türkçe
konuşmaları istendi, gazeteleri ellerinden alıp yırtıldı, kavgalar

Vll
meydana geldi.
''Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyası yaklaşık üç ay sürdü ve
başladığı gibi aniden sonra erdi. Bu kampanya azınlıkları oldukçu
huzursuz ve tedirgin etti. Kampanyanın hedefine ulaştığı kesinlikle
söylenemez zira azınlıkların ve özellikle Yahudilerin Türkçe
konuşmamaları 1945 yılına kadar kamuoyunun ve siyasi iktidarın
azınlıklara yönelttiği belli başlı serzenişlerinin ve eleştirilerinin en
önemlisini teşkil etti.
Avram Galanti'nin bu kampanyanın sloganını başlık olarak
benimsemiş olan bu eseri Yahudilerin 1928 yılı itibariyle halen neden
Türkçe konuşmadıklarını açıklamaya, onları eleştiren basına karşı
savunmaya ve kamuoyunun öfkesinin azaltmaya ve yatıştırmaya
yönelik bir eserdir. Eser Tekin Alp 'ın, Türkiye Yahudilerinin
Türkleşmeleri gerektiğini vaaz eden Türkleştirme başlıklı eseriyle
aynı tarihte, 1928 yılının Mart ayında yayımlandı. 10 Mart 1928
tarihinde de Tekin Alp ve bir grup Yahudi ve Türk aydın ve
gazetecinin önderliğinde Milli Hars Birliği Kuruldu. Milli Hars
Birliği'nin amacı, adından anlaşılacağı üzere, Yahudilerin Türk milli
kültürü içinde erimelerini sağlamaktı.
Sonuç itibariyle Avram Galanti'nin b u eseri kamuoyunun
Yahudilere Türkleşmemiş olmalarından ötürü yöneltmiş olduğu
eleştiri ve baskılara karşı hem Yahudilerin Türkçe konuşmamalarının
tarihsel nedenlerini açıklayan hem de, Tekin Alp gibi, Yahudi
cemaatine bir an önce Türkçe konuşmalarını telkin etme amacını
güden bir çalışma olma özelliğine haizdir.

Rıfat N. Bali

viii
Vatandaş: Türl�çe Konuş!
yahud

Türl�çe'nin Ta'mimi
Meselesi

İstanbul Darülfünunu Müderrislerinden ve Portel<iz

Ukım ve Fünun Al<ademiyası Azasından

Avram Galanti

T ürl< Maarif Tarihine Yardım

İstanbul
Hüsn-i tabiat Matbaası
1928
Vatandaş Türkçe Konuş!

Mukaddime

İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Türkçe'nin ta'mimi


meselesini der-piş ederek, ahaliden Türkçe konuşulmasını talep
etmiş ve talebini de "Vatandaş: Türkçe Konuş!" ifadesiyle tespit
etmiştir. Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti'nin maksadı gayet ulvi,
mukaddes ve ez her cihet teşvike şayandır. Fakat, dünyada nazariyat
ile ameliyat arasında fark olduğu gibi olması arzu olunan şey ile o
şeyin oluşu arasında da fark vardır. Bu fark, işin içine içtimaiyyat,
ruhiyat düsturlan girerse daha büyük olur.
Mevzunun ismiyle tesmiye ettiğimiz bu eserde, gayr-ı Türk
anasırdan bazılarının niçin Türkçe konuşmadıklarının tarihi, içtimai,
siyasi sebeplerini arayıp tedkik edeceğiz ve Türkçe'nin ta'mimi için
ittihaz edilmesi lazım gelen yolları göstereceğiz.
İlmi bir surette yani bütün safahatı tedkik edilmek suretiyle
başlanılan herhangi bir işin muvaffakiyetle neticeleneceği esasına
binaen, "Vatandaş: Türkçe Konuş!" temennisinin yani Türkçe'nin
ta'mimi meselesinin dahi muvaffakiyetle neticeleneceği tabiidir.
Kafidir ki "ilim"e itimad edilsin.

Avram Galanti
Avram Galanti

BİRİNCİ FASIL

Türkiye'de Türkçe'den Başka Konuşulan Lisanlar - Bel' ve


Temsil Prensipleri - Bir Lisanın Ta'mimi Devreleri -
Lisanın Hududu Yoktur - İmparatorluk Hükumetlerinin
İhmalleri

TÜRKİYE'DE TÜRKÇE'DEN BAŞKA


KONUŞULAN LİSANLAR

Türkçe'nin ta'mimi meselesini tedkik etmezden evvel, şimdiki


Türkiye hududu dahilinde Türkçe'den başka konuşulan yerli lisanları
sayalım. Bunlar: Arapça, Acemce, Süryanice, Kürtçe, Arnavutça,
Ç erkesçe, Rumca, Ermenice, Ya h u d i c e- İ s panyolca'dır.
Memleketimizin son nüfus istatistiğine göre, Türkiye hududu
dahilinde Türk unsuruna mensup on iki milyon nüfus Türkçe ve
saydığımız lisanları tekellüm eden yerli ve ecnebi anasır takriben
iki milyon nüfus, az çok Türkçe ile b eraber kendi lisanlarını
konuşurlar.
Türkçe'den başka konuşulan lisan mıntıkalarını tayin edelim:
Arapça: Arap hudutlarımıza yakın bazı yerlerde.
Acemce: İstanbul'da ve Acem hududumuza yakın bazı yerlerde.
Acemlerin İstanbul'da bir mektepleri vardır.
Süryanice: Diyarbakır vilayetinin bazı aksamıyla Turabidin'de
kain Midyat kasabasında ve Çölemerik'de Yakubi Patriği merkezi
olan Mardin şehrinde*, Harb-i umumiden evvel Süryanice ifade ve
yazı ile bir gazete ve Diyarbakır'da Türkçe ifade ve Süryanice yazı
ile diğer bir gazete intişar ederdi. Süryanilerin din kitapları
Süryanice'de yazılıp tedris edilmektedir.
Kürtçe: İstanbul'da ve Diyarbakır ve havalisinde
Arnavutça: Bilhassa İstanbul'da
Çerkesçe: İstanbul'da ve Anadolu'nun bilhassa sırf Çerkesler

* Galanti, Süryani, Nasturi ve Yakubileri karıştırıyor. Bilindiği gibi köken olarak


aynı olan bu gruplar dinsel bakımdan farklı örgütlenmelere ve mekanlara
sahiptir. (ç. n.)

2
Vatandaş Türlzçc Konuşl

ile meskun köylerde


Rumca: İstanbul'da, Girit ve Yanya vilayetlerinden hicret eden
Türkler ile meskun yerlerde
Ermenice: İstanbul'da ve Anadolu'nun bazı yerlerinde
Yahudice-İspanyolca: Türkiye'nin bazı yerlerinde.
Bu muhtelif lisanları konuşan dokuz anasırın ilk altısının kendi
lisanlarına mahsus mektepleri olmadığından, burada onlarla meşgfü
olmayacağız . Müctemi' halinde yaşayan bu mektepsiz anasırın
Türkleşmesi, müctemi' halinde yaşayan mektepli Rum, Ermeni,
Yahudi anasırın Türkleşmesinden daha zor olduğunu bila-tereddüd
söyleyelim. Biz burada mektepli anasırın Türkleşmesinden
bahsedeceğiz.

BEL' ve TEMSİL PRENSİPLERİ

Türk ekseriyet içinde yaşayan ekalliyetlerin Türkleştirilmesi


hususunu araştırmazdan evvel, Türkleşmeye hadım yahud mani
olan avamili tedkik etmek zaruridir. Başlıca avamil şunlardır:
1. Ekseriyetin lisan ve hars mıntıkası içinde yaşayan ekalliyetin
lisanı, ekseriyetin lisan ve harsına mukavemet edecek manevi bir
vasıtaya, yani o lisan faal değilse, ekalliyetin lisanı ekseriyetin lisan
ve harsı tarafından bel' ve temsil olunur. Kayseri ve civarıyla Konya
ve civarında dağınık bir halde yaşamış olan Rum ve Ermeni
ekalliyetleri anlamadıkları eski Yunanca ve Ermenice dualardan
başka, ekseriyetin lisanı olan Türkçe'ye mukavemet edecek manevi
bir kuvvete malik olmadıklarından, i çtimaiyyatın kanunlarına
tevfikan zamanla müteaddid nesillerden sonra tedrici bir surette
Rumca ve Ermenice'yi terk ederek Türkçe'yi benimsemişlerdir.
Perakende bir surette Türklere karışmış olan Çerkesler, Arnavutlar
hakkında da aynı hakikat vardır.
2. Ekseriyetin lisan mıntıkası içinde yaşayan ekalliyetin lisanı
ekseriyetin lisan ve harsına mukavemet edecek manevi bir vasıtaya
yani faal bir lisana malik ise, ekalliyetin lisanı, bel' ve temsil
edilmeyerek yalnız ekseriyetin lisanının pek çok kelime ve tabiratıyla
meşbu' olur. Türkiye'ye gelen İspanyol Musevileri buna misal teşkil

3
Avram Galanti

ederler. Museviler 1492'de Türkiye'ye geldikleri vakit, beraberlerinde


matbaa getirdiklerinden ve ihtiyadt-ı diniyye için Tevrafı ve dine
müteallik sair kitapları İspanyolca'ya bi't-tercüme tab' ettiklerinden
ve Türkçe eser tab' edecek matbaa açılıncaya kadar 233 sene
geçtiğinden, dini olan bu z ar ur etten d olayı İ spanyolca'yı
unutmamışlardır. Bu mukavemete rağmen İspanyolca'ya pek çok
Tür kçe kelime ve tabirat gir miştir. Türkiye'de konuşulan
İ spanyolca'nın kelimelerini toplayan b ir ar kadaşım, Türk
Musevileri'nin isti'mal ettikleri 6000 kelimenin 2500'ü Türkçe olarak
tespit etmiştir.
Yahudilerin İspanyolca'sı, serd ettiğimiz sebepten dolayı, Türk
harsına nasıl mukavemet etmiş ise, Türkiye'de sakin gayet küçük
bir Yahudi cem aatinin lisanı da, İsp anyolca'nın nüfüzuna
mukavemet etmiştir. Bu küçük cemaat Yahudi Karay cemaatidir. 1
Yahudiler İspanya'dan Türkiye'ye geldikleri vakit, İstanbul'da Bizans
zamanından kalma gayet küçük hars sahibi bir Yahudi Karay cemaati
vardı. Karay'ların dini sair Yahudilerin dininden cüz'i farklı ve
ma'bedleri ayrı olduğundan ve bu yüzden izdivac tarikiyle sair
Yahudiler ile Karaylar arasında sıhriyyet tesis edemediğinden dolayı,
okudukları Tevrafın Yunanca tercümesi sebebiyle evlerinde tekellüm
ettikleri Rumca'yı muhafaza etmişlerdir. Bugün bile bu Karaylar,
evlerinde gayet sönük ve bozuk Rumca konuşmaktadırlar.
3. Ekseriyete karıŞmış ekalliyete mensup bir grup siyasi, içtimai
esbabdan dolayı, mensup olduğu ekalliyetten ayrılıp ayrı bir mıntıka
teşkil ederek idame-i mevcudiyet ederse, ekalliyetin aslı lisanını
muhafaza eder. Adana vilayeti bazı kasabalarının ekseriyetine
karışmış Er meniler Ermenice bilmedikleri halde, aynı vilayette
bulunmuş Haçin (şimdiki ismi Saimbeyli) ve Zeytun kasabalarının
Ermenileri Ermenice bilirlerdi.

1 Karay "kelimesi, kıraat kelimesinden müştaktır. İbranice'de Tevrat'a Mukara"


dahi denir. Karaylar yalnız Abd-i attk'in ahkamına riayet ederek mucibince ve
bazen harfıyyen amel ederler. Dünyada Karayların mecmuu yüz bin kişiye
baliğdir. Ekserisi bilhassa Cenubi Rusya'nın muhtelif şehirlerinde bulunur.
İstanbul'da ve Mısır'da birer cemaatleri vardır. Sair Yahudiler ise Ahd-ı atik'in
ahkamıyla beraber, ahkam-ı mezkureyi tefsir eden Talmuda riayet ve mucibince
amel ederler. Bunlar "Rabani" cemaatinin efriidıdır.

4
Vatandaş Türhçc Konuş!

4. Memleket haricinden gelen bir ekalliyet, ekseriyete karışmaya


fırsat bulmazsa lisanını muhafaza eder. Anadolu'da sırf Çerkesler
ile meskun köyler, buna misal teşkil ederler.
Lisan hususunda ekseriyete karışmayan ekalliyetlerin bel' ve
temsil ameliyesini tesri' etmek için yegane çare, kendisinde
ekseriyetin lisanıyla tedrisat yapılan mekteptir. Okumak yazmak
bilmeyen aynı ekalliyete mensup iki köyün birinde mektep açılır ve
diğerinde açılmazsa, kendisinde mektep açılan köy ahalisi, aşağıda
izah edeceğimiz üç devrenin ikmalinden sonra, ekseriyetin lisanını
benimser ve kendisinde mektep açılmayan köy ahalisi, civarında
konuşulan lisanın bazı kelimelerinden müteessir olan kendi lisanını
asırlarca muhafaza eder.
Müctemi' halinde yaşayıp ekseriyete karışmak fırsatını bulmamış
veyahut kendilerine böyle fırsat ihzar edilmemiş bu kabil köylerin
sakinleri değil yalnız lisanlarını, örf ve a'datını bile ananevi bir surette
muhafaza ederler. 1 9 07 s e nesinde Sina şibh-i ceziresi'nin
hidrografisi hakkında tedkikatta bulunmak üzere oraya bir İngiliz
heyeti gitmiştir. H eyet, raporunda muhtelif yerlerde yaşayan
kabilelerin gayet ibtidai bir hayat yaşadıklarını ve şayet Musa
mezarından kalkıp oraya gitmiş olsaydı, bundan otuz beş asır evvel
kendisinin vaz' ettiği kabile ahkamından bazılarının bugün bile orada
mer'i olduğunu göreceğini yazmıştır. Halbuki adem-i ihtilatın
neticesidir ki her yer için birdir.

BİR LİSANIN TA'MİMİ DEVRELERİ

Türkçe konuşulmayan evlere ve dolayısıyla köylere ve kasabalara


Türkçe'yi ne suretle idhal etmeli?
Türkçe konuşulmayan yerlere bu lisanın idhali arzu olunursa,
herhangi bir lisanın ta'mimi için takip edilmesi zaruri olan la­
yetegayyer üç tabii devreyi gözetmek lazımdır. Bunlar da: Devre-i
asliyye, devre-i nakıle, devre-i müstakbele.

a) Devre-i asliyye: Evlere girmesi arzu olunan yeni lisanın, evlere


girmezden evvel bulunduğu devredir. Bu devrede evlerinde yalnız

5
Avram Galanti

keneli lisanlarını konuşanlardan öğrenilmesi arzu olunan yeni lisanda


ifade-i meram etmelerini talep etmek, muhali talep etmek demektir.
Çünkü tabiatta lisanın hududu yoktur. Binaenaleyh yeni lisan için
hazırlanmayan kimseleri "lisani'" bir çerçeve içine sokmak, tabiatın
bahşettiği nutk mevhibesini sun'i vasıtalarla takyid altına almak
demektir.

b) Devre-i nakıle: İntikal vazifesini yapan mekteplerin devresidir.


Ta'mimi arzu olunan lisanı mekteplerde öğrenenlerden beklemek,
Türkleşmek hususunda, tam bir muvaffakiyet addedilemez. Çünkü
bu devrede yaşayan nesil, devre-i asliyye tesmiye ettiğimiz devrede
yaşayan nesil ile temasta bulunacak ve ortadan kalkması arzu olunan
lisanı, ister istemez konuşmaya devam edecektir.

c) Devre-i müstakbele: Ta'mimi arzu olunan lisanı evlere idhfü


edecek devredir. Bu da devre-i nakılede mekteplerde ta'mimi arzu
olunan lisanı öğrenip tabii bir ana lisanı olarak çocuklarına öğretecek
fasıldır.

Bazı Musevi evlerde konuşulan lisanlara dikkat edilecek olursa,


balada saydığımız üç devrenin ameli tatbikatını görürüz. Bugün
hafıdlerini anlayamayan büyük pederler vardır. Çünkü ihtiyar olan
büyük peder yalnız Yahudice-İspanyolca bilir, Fransızca bilmez.
Oğlu hem Yahudice-İspanyolca hem Fransızca bilir. Oğlunun oğlu
yani ihtiyarın hafidi yalnız Fransızca bilir. Büyük peder Yahudice­
İspanyolca gazete okur. Oğlu hem Yahudice-İspanyolca ve hem
Fransızca okur. H afid ise yalnız Fransızca okur, Yahudice­
İspanyolca okumaz, çünkü bilmez. Zira evde Fransızca konuşan
babası ile anası kendisine yalnız Fransızca öğretiyorlar.
Netice: Vaktiyle Yahudice-İspanyolca konuşulan evlere Fransızca
girerek, bu son lisan çocuğun ana lisanı olmuştur. Şayet yarım asır
evvel, Türkiye Maarif Nezareti, Türkiye Musevileri'nin maarifine
hidmeti sebk eden Alliance İsrailiet'in yaptığını yapmış olsaydı,
bugün Türk Musevileri'nin ana lisanları Türkçe olacaktı. Aynı tabii
devreleri geçirdikten sonra; Bulgaristan ve Sırbistan Yahudileri
İspanyolca'yı terk ile Bulgarca ve Sırpça'yı benimsemek üzeredirler.
6
Vatandaş Türl<çc Konuşl

LİSANIN HUDUDU YOKTUR

Lisanın hududunu çizmek gayr-ı mümkündür. Bu hudut o lisanı


konuşanların malumatıyla, hars derecesiyle ölçülür. Yüksek tahsil
görmüş bir kimse ile ihtida! yahud tali tahsil görmüş kimse arasında
düşünüş, anlayış, görüş itibarıyla fark olduğu gibi, lisanı çok inkişaf
etmiş bir milletin efradı arasında da fark vardır. Mesela bir Fransız
ibtidai mektebinden çıkan bir çocuk ile bir Türk ibtidfil mektebinden
çıkan bir çocuk arasında, bu iki çocuğun iktisab ettikleri malumatın
müsavi olmasına rağmen, Fransızca'nın Türkçe'ye nispetle daha
ziyade inkişaf ettiği ve Fransızca'da tevsi' -i malumata hadım kitap,
risale, mecmua ilh ... Türkçe'den daha ziyade bulunduğu için Fransız
ibtidfil mekteplerinden çıkan çocuk, Türk ihtida! mektebinden çıkan
çocuktan düşünüş, anlayış, görüş itibarıyla daha yüksektir. Bu şerait
tahtında büyümüş iki çocuk, mürur-ı zaman ile bu fark Fransız
mektebinden çıkan çocuğun lehine inkişaf eder. Aynı mütalaa bir
Alman dar ü l fünunundan m e z u n bir kimse ile Fr an sız
darülfünunundan mezun diğer bir kimse arasında vardır. Çünkü
Almanca'da yazılmış eserler, Fransızca'da yazılmış eserlere nispeten
daha ziyade olduğundan, Alman darülfünunundan mezun kimse
tevsi' -i malumat için, Fransız darülfünununun mezununa nispeten,
mütenevvi' ve hacimli bir malzeme bulur. Bu basit mütearif malum
olduktan sonra meseleyi Türkçe konuşmayan gayr-ı Türklere ve
Musevilere tatbik edelim.
1 875'de Alliance İsrailiet Cemiyeti İstanbul'da ilk mektebini
açmıştır. O zamandan itibaren 1 92 3 senesine yani Alliance
mekteplerinin Türkleşmeye başladıkları zamana kadar tam kırk sekiz
sene geçmiştir. Bu ilk mektebe giren çocukların yedi yaşında
olduklarını farz etsek, Musevilerin elli beş seneden beri Fransızca
öğrendikleri ve bildikleri hakikati meydana çıkar. Bunlar muhtelif
Fransızca kitap, mecmua, gazete okudukları için, malumatı artar.
Tabir-i diğerle, dünyada olan biten şeyler hakkında az çok malumat
sahibi olurlar. Bu suretle düşünüş, anlayış, görüş daireleri ve bunun
netice[si] olarak kendileri için lisan hududu tevsi' eder. Türkçeleri
zayıf olan yahud Türkçeleri hiç olmayan bu gibi kimselerden Türkçe

7
Avranı Galanti

konuşmaları nasıl talep olunabilir? Lisan bilmek selam vermek ve


almak; kahve, lokanta, dükkan ve mağazalarda basmakalıp cümleler
ve resmi devairde işleri takip edebilecek kadar mahdud tabirat
ezberlemek demek değildir. Bu, olsa olsa, bir ecnebi lisanı üç ayda
öğretmeye kalkışanların lisanı olabilir. Günden güne zorlaşmakta
ve darlaşmakta olan mücadele-i hayatın bin bir telaş içinde Türkçeleri
zayıf olan ya hiç T ürkçeleri olmayan kimseler, dürüst Türkçe
konuşmak için işlerini bırakıp da, Türkçe'nin terkib-i izafi, terkib­
i tavzifi, fail ve mef'ul kaidelerini tedkik etmek için gramer mi ve
bilmedikleri ve anlamadıkları kelimeleri öğrenmek için lügat kitabına
mı bakacaklar? Bundan maada, bu kimseler Türkçe az bildikleri
veya hiç bilmedikleri için kahvelerde olsun, vapurlarda olsun, günün
siyasi, içtimai, bedii mesail hakkında konuşmamaya mahkum mu
olacaklar? İnce mesail hakkında müdavele-i efkar etmek için ince
lisan lazımdır. İnce lisandan mahrum kimseler, bi't-tabii ince
meseleleri ifade etmekten acizdirler. Nutk bir mevhibe-i tabiiyyeclir.
Hiç bir kanun bunu tahdid edemez. Tahdide kalkışmak tabiata karşı
gelmek demektir. Bu da adim-ül-imkandır.
Evet lisanın hududu yoktur ve olamaz. Bilinmeyen bir lisanda
konuşulamaz. Liselerimizde Fransızca okunuyor. Burada haftada
kaç [saat] Fransızca okunuyor ise 1 923 senesine kadar gayr-ı müslim
mekteplerinde o kadar saat Türkçe okunur idi. Bu hesap mucibince,
liselerde ikmal-i tahsil edenlerden Fransızca konuşmalarını talep
etmek lazım gelirdi. Böyle bir talepte bulunmak, muhali istemek
demektir. Fakat denilecek ki "burası Türkiye'dir, herkes Türkçe
bilmeli". Bu doğrudur. Lakin herkese Türkçe öğretmek vazifesi
hükumete aittir.

İMPARATORLUK HÜKUMETLERİNİN İHMALLERİ

İmparatorluk hükumetleri bu hususu ihmal etmişlerdir. Tarih


meydandadır. Bu hükumetler, bu vazifeyi değil gayr-ı müslim anasıra
karşı, müslim anasıra karşı bile affedilemeyecek bir surette ihmal
etmişlerdir. Sultan Murad-ı sani zamanından beri fethedilmiş olan
Yanya'nın İslam ahalisi dahi, Rumi 1 306 (Efrenci 1 890) senesine

8
Vatanda ş Türkçe Komı ş 1

yani 38 sene evveline gelinceye kadar, mahkemeye gittiği vakit,


yalnız Rumca bildiği için, mahkeme reisi ifadelerini ve müdafaalarını
ancak tercüman marifetiyle anlardı. Bu garip hale nihayet veren o
hükumetlerin dur-binlikleri değil, belki patlak vermeye isti'dad
göstermiş siyasi bir hadisedir. Bu hadise olmasaydı, bu hal 1908
meşrutiyetine kadar devam edebilecekti.
Mevzu-i bahs hadise budur: Yunanistan'ın teşviki üzerine, Yan ya
vilayeti Rumları, vilayet ahalisinin Rumca konuştuğunu ve hatta
Türklerin bile mahkemelerde tercüman marifetiyle meramlarını ifade
e ttiklerini ileri s ürerek, Yarıya vilayeti için m uh tariyet talep
etmişlerdir. Bunun üzerine Bab-ı ali telaşa düşerek mahkemelerden
tercümanları kaldırmış ve Türkçe'nin ta'mimi çarelerine tevessül
etmiştir.
Yarıya hadisesini bana nakleden zat, esbak İstanbul Maarif
Müdürü Mustafa Bey'dir. Mustafa Bey kendisinin, Türkçe'yi
Fransızca öğrendiği gibi öğrendiğini yani elifbadan başladığını ve
validesinin kendisine yazdığı mektuplarda Rumca ifade ve munfasıl
harekeli Arapça harfler kullandığını söyledi ve misal olarak atideki
cümleyi yazdı:

Sefılu tamatiyaso

Validesi, "seni gözlerinden öperim" ifade eden bu cümleyi atide


gösterilen harekeli harfler ile yazar:

Se fi lu ta ma ti ya so

İki ay evvel Mustafa Bey'in validesini bi'l-münasebe gördüğüm


vakit mümaileyha bu imla tarzını ve Yanya'da Rumca okunan
Mevlüd ve sair dini kıraatların bu munfasıl harekeli yazı ile yazıldığını
anlattı.

9
Avram Galanti

İKİNCİ FASIL

Rumca ve Türkçe
Sırf Türkçe Konuşulan Mıntıka - Sırf Türkçe
Konuşulmayan Mıntıka - Yunanca'nın Birinci Mıntıkayı
İstilası - Birinci Mıntıka Rumları -Türkçe'yi Niçin Yunan
Harfleriyle Yazmışlardır - İstanbul Rumları

Türkiye'de yaşamış Rumların bir kısmının ana lisanları Türkçe


ve bir kısmınınki de Rumca yani Yunanca'dır. Bunun sebeplerini
aramak için Rumların Türkiye'deki lisan mıntıkalarını tespit etmek
lilzımdır. Bu mıntıkalar başlıca ikidir.

BİRİNCİ YANİ SIRF TÜRKÇE KONUŞULAN MINTIKA

Bu mıntıkanın eski merkezi Kayseri mıntıkası addolunabilir ve


Karaman namıyla ma'rılf Konya, Niğde, İçel havalisine kadar
imtidad ederdi. Miladdan evvel Kayseri mıntıkasında kitle halinde
Yunanlı yaşayıp yaşamadığı ve Yunanca tekellüm edilip edilmediği
malum değildir. Miladın ikinci asrında Yunanca, kilise ve bir müddet
s onra Biza n s devletinin l i sanı olmuş tur.2 Hıristiyanlığın
yayılmasından sonra yani miladın dördüncü asrında, ;;; e ngin
çocukların tahsil maksadıyla Fili stin'in Kayseriyye şehrine yahud
Atina 'ya gittikleri ve mevcut ilim kitapları ndan, Yunan kilise
reislerinin Yunanca'ya vakıf oldukları malumdur. Yunan kilisesinin
şöhret bulmuş erkanından olup Kapadokya3 (Kayseri şehri buna
dahildir) civarında kilin Nazianze'da doğarak İskenderiye'de,
Filistin'in Kayseriyye'sinde ve Atina'da ikmal-i tahsil ettikten sonra
Nazianze ve Sasima'da rahip olmuş olan Gariforius Seologus
.
(b.m 328 389) ile Kayseri rahibi olmuş olan Rahip Vasilius (b. m.
2 (Paparigopulos'un) K. IJa71:aoonyo7roı5),ov roı5 EUmııKoı5i:Bvovç1rnooıa eseri.
Cilt 4, ikinci kısım, sahife 300.
3 Heredot zamanında yaşamış Yunanlılarca, Kapadokyalılar meçhul idi.
KapadokyaWar'ın lisanları hakkında mallımat eksiktir. E. Meyer, Geschich te

des Altertums , birinci cilt, ikinci kısım, sahife 693, üçüncü tab'.
* Metin içerisinde zaman zaman geçen "(b.m.)" rumuzu ba'd-el miliid; milattan

10
Vatandaş Türkçe Konuş!

329-379) ve bu sonuncusunun biraderi ve Nyssen'de rahip olan


Gariforius Nissis Yunanca bilirlerdi. Bu mıntıkada yaşamış ahalinin
dua lisanı İskenderiye lisanı yani Yunanca olduğuna bakılırsa,
bunların lisanlarını kaybedip Türkçe'yi ana lisanı olarak kabul
edinceye kadar belki Yunanca konuştukları kabul olunur. Bizans
İ mparatorluğu Vasati Asya-yı s ugra'nın bir kısım ahallsine
Yunanca'yı kabul ettirmiştir. l'vliladın onuncu asrında Asya-yı sugra
Bizans istinadgahı idi. On ikinci asırda ise bu kıt'a; başlıca istinadgahı
olmaktan kurtularak Bizans, Avrupa ekalliyetlerine istinad edilirdi.4
Bunun sebebi Asya-yı sugra'da siyasi vaziyetin değişmesiydi.
Bizans'ın su-i idaresi neticesi olarak muhtelif anasırdan teşkil etmiş
olan Asya-yı sugra akvamı ve bu meyanda Kapadokyalılar, Frijibler,
(bu sonunculara Konya ahalisi dahil) Galatlar (bunlara Ankara
ahalisi dahil) Bizans'tan soğumuşlar ve Selçuk Türkleri'nin nüfüzu
altına girmeye başlamışlardır. Asya-yı sugra'da Bizans nüfüzunun
henüz kuvvetli olduğu bir sırada Bizanslılar Türk ebeveyninden
doğmuş çocukları alarak onlarla askeri teşkilat yaparlardı. Bu anasır
ile teşkil eden askere Toupı<oır6A.ot yani Türk devşirme askeri
derlerdi. Bu teşkilat bilahare Osmanlı Türkleri tarafından Rum
çocuklarından devşirme suretiyle yapılan yeniçeri teşkilatının bir
nev'iydi. Türklerden teşkil eden bu askerin vazifesi, hafif süvari
alaylarına muavenet etmek olup ayrıca kumandanları vardı. Kudüs'te
bilahare Kıbrıs'ta yerleşmiş olan SaintJean şövalyeleri, turcopliers,
tesmiye ettikleri bu devşirme alayların hidmetinden istifade ederlerdi.
1248'de bu alayları iş başında görüyoruz. 5
1367'de Rodos devşirme alaylarının kumandanı, İslamlar ile
Salibiyyun arasında Trablusşam'da vuku' bulan muharebede vefat
etmiştir.6
Bu devşirme askerinden Hıristiyanlığı kabul eden olduğu gibi,
Selçuk Türkleri'nin satveti ve Bizans devletinin Asya-yı sugra'daki

sonra ve "(k.m.)" rumu;rn da kabl-el-milad; mıl"aftan ötrce anJ.arn!;ınm


taşımaktadır. (ç.n.)
4 Paparigop ıılos, ikinci kısım, sahife 118.
5 J. Delaville Le RouLx'nın Les hospitalie rs en lert-.ıltn;İllfUI pıa;;-Pypre eseri, sahife 413.
6 J Delavi!Je Le Roulx'nın Les hospitaliers a PJJoJes eUr!, salıift i��

11
Avram Galanti

zayıflığı zamanında İ slamiyet'i kabul eden Hıristiyanlar dah i


olmuştur. Fakat, b u sonuncuların adedi daha çoktu. Bizans zulüm
ve istibdadından bıkan ve Bizans'tan himaye görmeyen pek çok
büyük adamlar İslamiyet'i kabul etmişlerdir. Bundan maada
Türkleri[n] zabt eyledikleri yerlerin ahalisine karşı lutf ile muamele
eylemeleri üzerine, İslamiyet'i kabul edenlerin adedini tezyid etmeye
yardım etmiştir. 7
Bizans İmpara torluğu vasati Asya -yı sugra'nın ahalisini
Yunanlaştırma yarak yalnız lisanını kabul ettirmiştir. Burası Bizans'ın
istinad-gahı olmaktan kurtulduktan, Selçuk nüfüzu kesb-i kuvvet
ettikten, vuku' bulan muharebelerin neticesi olarak halk öteye beriye
dağıldıktan sonra, Yunanca mütekellim Bizanslı olmayan muhtelif
anasırın eski harsı yavaş yavaş sönmeye başlayarak, yerine gittikçe
kuvvet bulan Türk harsı ve lisanı kaim olmaya başlamıştır. Zaman,
gerek Hıristiyanlığı kabul eden bu devşirme a skerleri gerek
İslamiyet'i kabul eden Hıristiyanlar, gerek de Türk ekseriyetleri
içinde yaşamış Rum ekalliyetleri vasıtasıyla, bu ameliyenin işini ikmal
etmiştir. Bu muhtelif anasırın dini Hıristiyanlık olduğu için, dualarını
eski lisanlarında okumaya devam etmişlerdir. Bu hal yakın zamana
kadar devam etmiştir. Hatta anlamadan okunan bu dualardan birinde
cru ıxtı:ırnı: (bu kelime "onikiteve" telaffuz olunup mana sı
"kendisinden rica ve niyaz ederlerdi") kelimelerini hatırda tutmak
için "on iki deve" suretinde okuyan da vardı. Vaziyet böyleyken
aynı Türkçe, sırf Rum yahud ekseriyeti Rum olup Bizans
zamanından beri Rumca konuşan bazı köyleri Türkleştirememiştir.
İki sene evvel, Konya vilayeti dahilinde kain Ürgüp kazasına tabi'
ve mübadeleden evvel nüfüsunun kısm-ı a'zamı Rumlardan ibaret
olan bir köyün bir Rum'uyla bu mesele hakkında görüştüm.
Muhatabım yirmi beş sene evvel o köyün Rum mektebinde okurken,
Konya valisi Ferid Paşa'nın (bilahare sadrazam olmuştur) o köyü
ziyaret ettiğini ve Türkçe'den maada Yunanca'dan imtihan ettiğini
söyledikten sonra, büyük pederinin Rumca konuştuğunu ve büyük
küçük köylerde ekseriyeti teşkil eden Rumların Rumca ve büyük
şehir Rumlarının (ekseriyet içinde ekalliyet kalan Rumlar) yalnız
7 Paparigopu!os, ikinci kısım, sahife 119.

12
Vatanda ş Türl<çc Konu ş l

Türkçe konuştuklarını ve bu köylerde konuşulan Yunanca'da en


e ski Yunan klasik muharrirlerinin bazı kelimelerine tesadüf
edildiğini söyledi.
Sırası gelmişken mu'tezire olarak şunu söylemek isterim. İlk
zamanlar[d]a Osmanlı devleti, ecnebi hükumetlerle muhabere etmek
için Yunanca'yı resmi lisan olarak kabul etmiştir.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u zapt etmezden evvel, Galata'da
sakin Cenevizliler'in bi-taraflığını temin etmek için vaktiyle Bizans
İmparatoru tarafından kendilerine verilen imtiyazatı ibka' edeceğine
dair bir berat vermiştir. Bu berat Yunanca yazılmıştır.8
Kezalik 1479-1481 senelerinde, Fatih Sultan Mehmed ile
Venedik hükumeti beyninde teati eden muhabere Yunanca
yazılmıştır. 9
Hicretin 887 senesinde (Efrenci 1482) Bayezıd-ı sani ile Rodos
şövalyelerinin baş üstazı Pierre d'Aubusson arasında teati eden
muhabere Yunanca yazılmıştır.10

İKİNCİ YANİ SIRF TÜRKÇE


KONUŞULMAYAN MINTIKA

Çalışkan, seyahati seven Yunanlılar pek eski zamandan beri Asya­


yı sugra, Suriye, Mısır, Babil, İran'a giderlerdi. Asya-yı sugra İran
İmparatorluğu kadrosuna girdikten sonra asıl Yunanistan, Asya-yı
sugra sevahilinde yaşayan hem-ırklarıyla beraber İran İmparatorluğu
aleyhine entrika çevirmekten kurtulmamıştı. İran hükumdarı Dara
bu sahillerde ve bilhassa Adalar denizi sevahilinde kain ve kendisine
tabi' olan şehirlerde nüfüzunu daha müessir kılmak istediği vakit,
karşısında Yunanistan'ın müdahalesine ma'ruz kalırdı. Miladdan
beş asır evvel, İran-ı kadim ile Yunanlılar arasında vuku' bulan ve
Media (Mediques) mu harebe l e ri n amıyla ma 'rı'.'ıf olan
muharebelerin sebebi, Dara'nın keyfi inadında değil, siyasi bir
8 He rzberg Tarihı'nin ikinci cildinin mukaddimesi. Burada bu beratın Yunanca
metni mevcuttur.
9 Miclositz et Mü/fer, cilt 3, kitap 9, fasıl 6. Bu muhaberenin Yunanca metinleri
mevcuttur.
10 Keza bu muhaberenin Yunanca metni mevcuttur.

13
Avram Galanti

zarurette aramalı. O zamanda Trabzon'dan itibaren Trablusgarp'a


kadar imtidad eden sevahilde Yunan şehirleriyle Yunan cemaatleri
vardı. Yunanlıların bu sevahil boyunda yayılmaları kendilerinin,
buranın sekene-i asliyyesi olduklarını ifade etmez. Büyük muhiceret-i
umumiyye esnasında, Yunanlılar hariçten gelerek, Balkan şibh-i
ceziresinin cenubunda yerleşmişlerdir.11 El-yevm nefs-i Yunanistan
içinde bulunan müteaddid mahal, nehir, dağ isimlerinin Yunanca
olmadığı ilmen sibittir.12
Bu vaziyet yani sevahilinde Yunan cemaatlerinin bulunması,
Türk İ s tiklal Ha rbi' n i n nihayetine yani 1 923 Lo zan
Muahedenamesi'nin akdine kadar devam etmiştir. Bu muahedename
mucibince Türkiye'deki Yunan unsuru, Yunanistan'da bulunan Türk
unsurunun Türkiye'ye gelmesine mukabil, (İstanbul Rumları ve
Garbi Trakya Türkleri müstesna) Yunanistan'a gitmiştir.
Pek eski zamandan beri 1 923 senesine kadar geçen zaman
zarfında Adalar denizinde yaşamış Yunanlılar Yunanca'yı kuvvetli
ve Adalar denizinden uzaklaşan yerlerde ya şamış Yunanlılar
Yunanca 'yı zayı f b ir sure tte muha fa z a etmişle rdir, lakin
unutmamışlardır. İşte bunun içindir ki Fatih Sultan Mchmed
Trabzon Yunan İ mparatorluğu'nu zabt e ttikten sonra, bu
imparatorluğun mıntıkası dahilinde ve Karadeniz'in sevahilinde
yaşamış Yunanlılar, bazı farklar ile lisanlarını muhafaza ederek Vasati
A s ya -yı sugra'nın a halisi gibi T ü rkçe 'yi tama mıyla
benimsememişlerdir. Pontus namıyla ma'ruf olan Karadeniz
sevahilinde konuşulan Yunanca'da, Homeros'un lisanının enkazı
vardır.

1 1 İstiklal Harbi esnasında YunanWar, İ zmir ve Bursa vilayetleri üzerinde iddia­


yı hukuk etmek için, kendilerinin bu iki vilayetin sekcne-i asliyyesi olduklarını
iddia etmişlerdir. O zaman bu iddianın butlanını izah ve ispat etmek için bir
makfile yazıp "Vakit'' gazetesine vermişsem de, sansür tertip edilmiş olan o
yazıyı baştan aşağıya çizmiştir.
1 2 E. Meyer, Gesch ichte des Alte rtums , birinci cilt, ikinci kısım, sahife 702, 766.

14
Vatandaş Türkçe Konuş l

YUNANCA'NIN BİRİNCİ MINTIKAYI İSTİLASI

183 1'de Yunan istiklali tanındıktan sonra, Yunanlılar istiklallerini


hazırlayan İstanbul, Selanik, Sakız yüksek mektepleri ve bilahare
açılan Yunanistan Darülfünunu, Yunan Akademiyası, İstanbul
Yunan Edebi Sillogosu ianesiyle lisan ile beraber Yunanlığı ihya
etmeye başlamışlardır. Yunanistan istiklaline mazhar olduğu
zamanda ahalisi takriben 500.000 kişiden ibaretti. Yunanlıların kısm­
ı a'zamı, Yunanistan hududu haricinde kalıyordu. Perakende bir
halde yaşayan Rumları Yunan mefkılresi altında toplamayı istihdaf
eden Yunanlıların "Megali İdea"sı bunun bir neticesidir. Bu işi ancak
lisan ve matbuat başarabilecekti. Ben vakıf olduğum üç misal ile
bunu te'yid ediyorum.
1. 1902'de Rodos'ta bana Eski Yunanca dersi veren bir Rum
muallimin, o zamandan yetmiş beş sene evvel ilk Rumca muallimi
sıfatıyla Antalya'ya gittiği vakit, oranın Rumlarının Yunanca'dan
harf-i vahid (you) bilmediklerini bana söylediğine göre, bundan elli
altmış sene evvele gelinceye kadar bir deniz limanı olan Antalya'da
Rumların bile Rumca bilmedikleri anlaşılır.
2. 1903'de maarif müfettişi sıfatıyla İstanköy adasına gittiğim
vakit, Rum mekteplerinin ders kitaplarını tedkik ettim. Bir kıraat
kitabında ''Yunanistan hududu haricinde kalan arazi Esir Yunanistan
ve oradaki Yunanlılar (Rumlar) Esir Yunanlılardır" cümlesi vardı.
Bu ciheti raporumda izah ettim.
3. Aynı senede aynı vazife ile Sömbeki adasına gittiğim vakit,
oranın Rum mektebinde Türkçe okunmadığını görerek okunması
lazım geldiğini söyledim. Cevaben, Rum cemaatin Cezayir-i Bahr-i
Sefıd vilayeti maarif müdüriyetine merbut olduğunu ve kendisinin
ancak R o d o s Metropolithanesi'nden t a l i m a t aldığını ve
Metropolithane emrederse Türkçe okutacağını söylediler. Ben de
cevaben Metropolithane'nin m e k t e p i ş l e r i n e müdahale
edemeyeceğini ve bütün cemaat mekteplerinin maarife merbut
olduklarını söyledim ve bu meseleyi raporumda mufassalan tahlil
ettim. Bu cemaatin bu vaziyeti, Türkleşmek aleyhine alınmış
tedbirlerin neticesidir.

15
Avram Galanti

Bu üç misal, ilmi bir sure tte tatbik e d ilmeye başlanılan


"Yunanlaştırmak" programı hakkında bir fikir verir. Program tatbik
e dildiği yerde semeresini vermi ştir. Sırf Türkçe konuşulan
Kayseri'de 1 872'de bir "Klasik İlimler ve Muallimler Mektebi"
açılmıştır. Buradan çıkan muallimler, Vasati Asya-yı sugra'da yaşayan
ve yalnız Türkçe konuşan Rum cemaatleri arasında Yunanca'yı
ta'mim etmekle mükelleftirler. Bu mektepler devre-i nakılenin ancak
bir tarafını ihzar edebilirlerdi . Çünkü, bu mekteplerden çıkanlar
lisan ve mektep ianesiyle büyüdükleri vakit, ancak Türkçe konuşan
kızlar ile evlendiklerinden ve bunların çocukları ancak Türkçe
konuşan vilideler tarafından terbiye edildiklerinden, matlılb olan
Yunanca'nın ta'mimi gayesi layıkı vechile istihsal edilemezdi. Bu
eksikliği ikmal etmek için, yine Kayseri'de 1 9 1 1 'de bir "Sıbyan ve
Muallimler Mektebi" açılmıştır. Bu mektep ile devre-i müstakbelenin
esasları ihzar edilmiş oldu. Bu Sıbyan ve Muallimler Mektcbi'nden
çıkacak olan muallimler, Vasati Asya-yı sugra'nın kızlarının
Yunanlaştırma ameliyesini deruhte edecek ve bu suretle Yunanca
tahsil eden erkek ve kızların izdivaçlarından doğacak çocukların
ana lisanı Yunanca olacaktı. İşte bu çocuklar devre-i müstakbeleyi
te şkil edecekti . Fakat yukarıda zikr olunan Lozan
Muahedenamesi'nin ahkamı mucibince ahili mübadelesi meselesi
olmasaydı, yakın zamana kadar ana lisanları sırf Türkçe olmuş olan
Kayseri ve Karaman mıntıkaları Rumlarının ana lisanı, Yunanca
olacaktı. Tabir-i diğerle Yunanca, Türkçe'yi kovarak yerini alacak
ve Türkçe'yi bir ev içi dili değil, adi bir alış veriş dili haline ifrağ
edecekti.

BİRİNCİ MINTIKA RUMLARI TÜRKÇE'Yİ NİÇİN


YUNAN HARFLERİYLE YAZMIŞLARDIR?

Ermenileri, Ermenice yazıyı kullanmaya sevk eden sebebin aynı,


Rumları Yunanca yazıyı kullanmaya sevk etmiştir. Arabi harfleri
Kur'an'ın yazısı olduğundan, Kur'an'ın gayr-ı müslimlerin ellerinde
bulunmasına cevaz verilmediği gibi mukaddes addolunan bu yazının
dahi gayr-ı müslimler tarafından isti'mal olunmasına cevaz

16
Vatandaş Türkçe Konuş !

verilmezdi. İşte bunun içindir ki, yalnız Türkçe konuşan Rumlar,


aile ve ticaret mektuplarını ve bilahare halk edebiyatını ve gazetelerini
Yunanca yazı ile yazmışlardır.

İSTANBUL RUMLARI

Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul'u fethettikten sonra, İstanbul


Rumlarının bir kısmının hicreti üzerine, Aksaray' dan, Karaman'dan,
Trabzon'dan, Amasra'dan, Belgrad'dan İstanbul'a Rum celbetmiştir.
Rumlar ile meskun Belgrad mahallesi, Belgrad köyü isimleri bu
muhacirlerin menşei-i şehirlerine izafeten verilmiştir. Türkçe
konuşup İstanbul'da mukim Rumlar ile Anadolu'da Türkçe konuşan
Rumlara mahsus olmak üzere 181 O'da Venedik'te "Mezamir',
1822'de İstanbul'da "Mezamir', 1826'da ilk defa olarak İstanbul'da
"Inci!' ve 1839'da kısmen Şira adasında ve kısmen Atina'da bütün
"Kitdb-ı Mukaddes" Türkçe ifade ve Yunanca hurlıf ile basılmıştır.
1860 senesinden sonra, İstanbul'da Türkçe ifade ve Yunanca huruf
ile "Anadolıl' namıyla bir gazete intişar etmiştir. Bu gazetenin sahibi
Evangelinos Misailidis olup, gazetesinden başka aynı suretle din
kitapları, roman ve bu meyanda " Cefakar'* namındaki romanı
neşretmiştir. Bir müddet sonra aynı suretle "A,rya" gazetesi çıkmıştır.
191O'da "AktıS'' ve "Eptalofos" namıyla aynı suretle iki gazete intişar
etmiştir. Harb-i umumi esnasında "Anadohi' gazetesi yevmi olarak
intişar ederdi.

* Evangelinos Mjsailidis'in söz konusu kıtabının tam ismi Tem aşa-i Diinya ııe Cejakciı
ü Cefakeş olup Robert Anhegger ve Vedat Günyol tarafından hazırlanarak 2
defa Türkçe baskısı yapılmıştır. Bkz. Evangelinos Misailidis, Haz: Anhegger
Robert, Günyol Vedat; Seyreyle Dü nyayı (fem aşa-i Dünya ve Cefakôr ti Cefakeı),
Cem yayınları, gözden geçirilmiş 2. baskı, İstanbul, 1988. (ç.n.)

17
Avram Galanti

ÜÇÜNCÜ FASIL

Sırf Türkçe Konuşulan Mıntıka - Hem Türkçe Hem


Ermenice Konuşulan Mıntıka - Ermeniler Türkçe'yi Niçin
Ermeni Harfleriyle Yazmışlardır? - İstanbul Ermenileri

Türkiye'de yaşayan Ermenilerin hemen kaffesi yani Ortodoks


olsun, Katolik olsun, Protestan olsun Türkçe konuşurlar. Bunlardan
bir kısmı Ermenice bilmeyerek yalnız Türkçe, diğer kısmı hem
Ermenice, hem Türkçe konuşur. Bunun sebeplerini aramak için
Ermenilerin Türkiye'deki lisan mıntıkalarını tespit etmek lazımdır.
Bu mıntıkalar başlıca ikidir.

BİRİNCİ YANİ SIRF TüRKÇE


KONUŞULAN MINTIKA

Bir taraftan Haleb'in biraz şimalinden yani Kilis'ten başlayarak


Birecik ve Behisni şehirlerini dahiline alıp Fırat'ın şarkından şimak
doğru giden Malatya hattı dahilindeki mıntıka ile diğer taraftan,
K.ilis'ten başlayarak garba doğru gidip Ankara ve Bursa'yı içine
alan ve cenuba doğru dönerken Afyonkarahisar'ı, Konya'yı, Niğde'yi
kezalik içine alan ve Pozantı üzerinden Silifke'ye inen hat dahilindeki
mıntıkada, az istisnalar ile Türkçe konuşulur. Ayıntab, Maraş, Adana,
Kayseri, Elbistan'da Türkçe konuşulur. Bu mıntıkanın kilise lisanı
Eski Ermenice idi.
Ahalisi sırf Ermeni olduğu için, Kilikya'nın bakiyyesi olan
Zeytun ve Haçin ile sırf Ermeniler ile meskun olan bazı köylerde
Ermenice konuşulur. Bu mıntıkada Ermenilerin sırf Türkçe
konuşmalarının sebeplerini arayalım. Buna başlamazdan evvel
K.ilikya hakkında bazı malumat vermek lazımdır. K.ilikyalılar
ezmine-i kadimede Toros dağlarında yaşamış bir kabile olup mürur­
ı zaman ile yaylalara dahi yayılmışlardır. Bu kelimen.in Asurices.i

Chilaku, Mısırcası Klk'dır. Miladdan yedi asır evvel Kilikya


İmparatorluğu teşkil etmiştir. Bu arazinin Asurlular zamanındaki
ismi Que ve ondan evvel yani Mısır zamanındaki ismi agleb ihtimale

18
Vatandaş Türl<çc Konuş1

göre Qedi idi.13


Mürlır-ı zaman ile bu arazi, Ermeniler tarafından zapt edildiği
vakit, Kilikya tesmiye edildiği gibi Küçük Ermenistan dahi tesmiye
edilmiştir. Ermeniler, bu arazinin sekene-i asliyyesi olmadıkları gibi,
Osmanlı İmparatorluğu zamanında vilayat-ı şarkıyye namıyla ma'rlıf
arazinin de sekene-i asliyyesi değildirler. Tarih müteaddid muhaceret­
i umumiyyeler kaydediyor. Miladdan iki bin sene evvel vuku' bulan
muhaceret-i umumiyyeden sonra, müteaddid tali muhaceret-i
umumiyyeler vuku' bulmuştur. Bu gibi ahvalde yeni muhacirler,
yer sahibi olmuş olan eski muhacirleri yerlerinde tard ederek kendi
isimlerini, işgal ettikleri araziye verirlerdi. Agleb ihtimale göre
miladdan yedi asır evvel, vaktiyle sair akvam gibi, garb tarikiyle
Asya-yı sugra'ya gelmiş olup Friji'de Phrygie tavattun etmiş olan
Ermeniler, diğer bir muhaceret-i umumiyye neticesi olarak Friji'den
çıkarak Yüksek Fırat'ın cibal arazisinden itibaren Van gölünün öte
tarafına kadar imtidad eden arazide yerleşmişler ve bu araziyi
isimlerine izafeten tesmiye etmişlerdir. Ermeni ismi ilk defa olarak
Dara (k.m 485-521 sene) kitabesinde görülmüştür.
Bu malumattan sonra sadedimize gelelim:
Ehl-i salib muharebeleri, Mısır Sultanını, Şam Emirini, Selçuk
Sultanını harekete geçirmiştir. Şarkta Salibiyyun' a en ziyade
muavenette bulunan, ibtidalarda Kudüs'te tesis ederek sonra Kıbrıs'a
daha sonra Rodos'a nakl-i mekan eden Saint Jean Şövalyeleri
Cemiyeti ile Kıbrıs ve Kilikya krallıkları idi. 1148 senesinde Şam
üzerine yürüyen ikinci Ehl-i Salih ordusu mağlup olarak Kudüs'e
ric'at etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu adem-i muvaffakiyet
üzerine Salibiyyun kendilerini Urfa'da Selçuk Sultanı'na karşı
müdafaa etmişlerdir. 14 1293'de Kudüs'ten çıkıp I<ıbrıs'a nakl-i
mekan eden Saint Jean şövalyelerinin büyük üstazı Jean de Villiers
İslamlar tarafından tehdid edilmiş olan Ermeni devletini müdafaa
etmeye şitab etmiştir.151324'de Ermenistan'ın Tatar Hanı Timutaş·,

13 E. Meyer, Geschich te des Alte rtu111s, üçüncü tab'ı, ikinci kısım, sahife 700.
14 J. Delaville Le Roulx, Les Hospita /iers en Te rre Sain t e t d Ch ypre, sahife 51.
15 Keza sahife 244.
* Timurtaş-noyan, 1317-1327'de Moğol (İlhanlı) genel valisidir. (ç. n.)

19
Avram Galanti

Karamanoğulları ve MısırWar tarafından istilaya uğraması ve Ayas


limanının zapt edilmesi, Salibiyyun'u telaşa düşürmüştür.16 1358'de
Kapadokya ve Konya sahibi olan Karaman Beyi İbrahim Bey'in
Adana ve Silifke arazisinden ibaret olan Kilikya'yı zaptetmek
istemesi üzerine, Kıbrıs Kralı Birinci Pierre, Rodos şövalyeleriyle
ittifak ve bir sene sonra vasati Asya'nın bir mahrecini teşkil eden
Kilikya limanlarından birini zaptetmişlerdir.17 1366'da İslamların
hücumlarına ma'ruz kalmış olan Ermenistan ahalisinin bir kısmı
evvela Midilli'ye gitmiş ve sonra İstanköy adasına gitmek için
şövalyelilerden izin istemiştir.18 Bir müddet sonra Timurlcnk'in
Asya-yı sugra'yı alt üst ettiği vakit, Ermeniler toplu bulundukları
yerlerden kaçarak öteye beriye dağılmışlar, bir kısmı Türkler ile
meskun olan araziye iltica ve 30.000 kadar Kıbrıs'a geçtikten sonra
Mısır, İtalya ve Girid'e giderek mürur-ı zamanla bel' ve temsil
edilmişlerdir. Timurlenk'in tecavüzlerine ma'ruz kalmamış olan
yerler ve bilhassa köyler, lisanlarını muhafaza etmişlerdir. Türk
arazisine sığınan Ermeniler ise, ekalliyette kaldıklarından ve
lisanlarını muhafaza edecek manevi harstan mahrum olduklarından
yavaş yavaş, ekseriyeti teşkil eden Türklerin harsının tesiri altında
kalmışlardır. Yalnız kilisede okuyup manalarını anlamadıkları dualar,
Ermeniliğin bir hatırası kalmıştır.
Birinci mıntıkada yaşamış Ermeniler, otuz kırk sene evvele
gelinceye kadar bu halde kalmışlardır. Yani ekalliyeti teşkil ettikleri
yerlerde, mektepsizlik yüzünden, ekseriyeti teşkil eden Türkler
tarafından lisanen bel' ve temsil edilmişlerdir. Nüfüsları kesif olan
köylerde Ermeni lisanı hakimdi. Bundan yirmi beş sene evvel
Ankara'da Ermeni mektebinde Ermenice okuyan bir Ermeni, babası
ile anasının Ermenice bilmediklerini ve ancak aile ve ticaret işleri
için Türkçe'de kullanmak üzere Ermenice elifbayı öğrendiklerini
bana söyledi.
Ermeni fikr-i millisi uyanmaya başladığı vakit, en evvel
Ermenice'nin ihyası düşünülmüştür. Takriben otuz sene evvel teşkil

16 J. Delaville Le Roulx, Les Hospitaliers, sahife 79-84.


17 Keza sahife 140.
1 8 Keza sahife 1 55.

20
Vatandaş Türkçe Konuş!

e tmiş olan "müttehid cemiyetler" Miatzid Ingueroutioun namıyla


ma'rlıf olan cemiye t-i hayriyye, Meşrutiyeti mütea kip, Ermeni
cemaatleri, me kteplerinde Ermenice'nin ta 'mimine ehemmiyetle sarf
ve gayre t etmişle rdir. Geçen sene bi r say fiyede i ken yalnız Tü rkçe
bilen ve Ermenice bilmeyen bir büyük pedere, Türkçe ve Ermenice
bilen bir oğula ve yalnız E rmenice bilen ve Türkçe bilmeyen bir
hafide tesadü f ettim. Bu, içtimaiyyatın gayet doğru ve parlak bi r
levhasıdır. Şayet Harb-i um umi'yi ta kip eden mü ta re ke es nasında
ve o mütare keden sonra Ermeni unsuru hicret e tmemiş olsaydı,
1908 senesinden sonra Ermeni me kteplerine idhal edilen Ermeni
lisanı, yeni nesilleri tamamıyla Erme nileştirecek ve yarım asır içinde
E rmenile r, evle ri n d e es ki si gibi Tü r k çe değil E rm e ni ce
konuşacaklardı. Tabir-i diğerle, Ermenilerin ana lisanı yakın zamana
kada r olduğu gibi Tü rkçe değil E rmenice olaca ktı.
B u satırları tekrar tashih ederken "İkdam" gazetesinin 1 Eylül
1928 ta rihli nüshasında (sahife 3 sütun 6) şu havadisi okudum :
"Mısır'da çıkan E rmeni gazeteleri kendi milletdaşlarına hi taben
neş re ttikle ri bey a n namede , Tü r k çe kon uşmamala rın ı ih ta r
e tme k tedirle r." Türkçe 'de n baş ka hi ç b i r lisan bilmeyen Mısır
Ermenilerinden bunu talep etmek, Türkçe bilmeyen kimselerden
Türkçe konuşmayı ta lep e tme kten farkı yoktur. Bu iki arzunun laf
ile tatmini im kan haricindedi r.
Ermenice ha rfle r ile Türkçe 'de basılmış dini ve bazı edebi eserler
mevcuttur. 1770 senesine doğru Tries te 'de yahud Venedi k'te An­
kara Ermeni Katoliklerine mahsus olmak üzere Türkçe dini kitaplar
basılmıştır. 1 821'de Alexandre Blacque'ın idaresi altında Türkçe
i fade ve Erme nice h urlıf ile "Takvim-i vekayı" gaze tesi intişa r
etmişti r. Bu gaze teden maada "Ceride-i ŞarktY.Je", "Erciyal', (Kayseri
civarında dağın ismidir) "Manz!ime-i Efkar' nam ıyla Tü rkçe ifade
ve E rmenice hurı}f ile gazeteler intişar e tmiştir. İstiklal Ha rbi
esnasında kapatılan Ayıntab Ame rika n Koleji'nin tedrisatı İngilizce
olduğu halde, Ermeni çocuklarının anlayabilmeleri için, derslerin
takriri Türkçe idi.
B ugün b i le Tü rkiye 'de n H aleb ve civ a r ına hi'c re t e tm iş
E rme nile rin kilisele rinde v e r i l e n v a a z l a r Türkç e ' d i r . B u ra

21
Avram Galanti

Ermenilerinin Türkçe ifade ve Ermenice hurlıf ile neşrettikleri "Yeni


Avedaper' Avedaper (Müjdeci) namında bir gazeteleri vardır. Bunun
gibi, Amerika Müttehid Devletleri'nde kain N ew York şehrinde
ikamet eden eski Anadolu Ermenilerinin kilise lisanı Türkçe'dir.
Bunların da "Reh-nüma" namıyla Ermeni hurufatıyla basılmış bir
Türkçe gazeteleri vardır. Kırk elli sene sonra, yeni nesil Ermenice
yahud İngilizce öğrendikten sonra bu kilisenin lisanı ya Ermenice
yahud İngilizce olacak ve "Reh-nüma" yerine Ermenice yahud
İngilizce bir gazete intişar edecektir.

İK.İNCİ YANİ HEM TÜRKÇE HEM ERMENİCE


KONUŞULAN MINTIKA

Bu mıntıkanın başlıca merkezleri Van, Harput, Bitlis, Muş ve


Erzurum'dur. Buralarda yaşayanlar ile sırf Ermeniler ile meskun
olan köyler hem Türkçe hem Ermenice konuşur. Bu mıntıkadaki
Ermenilerin, lisanlarının muhafaza ve idamesine ehemmiyet
vermelerinin en büyük sebebi, siyasi sebeptir. Bu mıntıkada yaşayan
Ermeniler, kilise rahipleri vasıtasıyla, Ermenilerin başlıca h ars
merkezleri olmuş olan Van ve Harput dairelerine doğru tabir-i
diğerle Ermeni yurdu addedilen araziye doğru cezbedilirlerdi.
Zamanın iktizasınca, bu mıntıkada kiliseyi ve binaenaleyh maarifi
ellerinde tutan rahipler, din ile beraber lisanı unutturmamaya yani
ahali nezdinde milli mefkureyi zinde yaşatmaya çalışırlardı. Halbuki
birinci mıntıkada yaşayan Ermeni rahipler, kendilerine esasen
yabancı olan bu arazinin Ermenilerine dil öğretmek hususuna
ehemmiyet vermemişlerdir. Son zamanlarda, Ermenilerde milliyet
fikri uyanmaya başladığı vakit, Bahr-i sefid'de Büyük Ermenistan'ın
mahrec iskelesini ihtiva edecek olan Kilikya'ya (Adana vilayetine)
lisan hususunda ehemmiyet vermeye başlamışlardır. İkinci mıntıka
ahalisinden olup, Hindistan'a giden Ermeni tüccar ve sarrafları
lisanlarını muhafaza etmişlerdir. 1786'da Kalküta'da Ermenice lisan
ve yazı ile bir gazete çıkardı.

22
Vatandaş Türkçe Konuş1

ERMENİLER TÜRKÇE'Yİ NİÇİN ERMENİ


HARFLERİYLE YAZMIŞLARDIR?

Ermeniler hiç olmazsa, iki asırdan beri Türkçe'yi Ermeni


harfleriyle yazmışlar ve el-yevm yazmaya devam ediyorlar. En evvel
Türkçe'de Ermeni yazısını isti'mal edenler, Anadolu'da düğün,
ziyafet, matem gibi ahvalde halk edebiyatı yazan Ermeni
aşıklarıydılar. Türkçe'de Ermeni yazısının kullanılmasındaki sebep,
zamanın zihni yetiydi. Arabi harfleri Kur'an yazısı olduğundan,
Kur'an'ın gayr- ı müslimlerin ell erinde bulunmasına c ev az
verilmediği gibi, mukaddes addolunan bu yazının dahi gayr-ı
müslimler tarafından isti'mal edilmesine cevaz verilmezdi. İşte
bunun içindir ki yalnız Türkçe konuşan Ermeniler, aile ve ticaret
mektuplarını ve bilahare halk edebiyatı, gazetelerini Ermeni yazısıyla
yazmışlardır ve yazıyorlar.
Ermeniler arasında en evvel Arabi harfleri öğrenip isti'm:ll eden
Teremya Çelebi* namıyla ma'ruf matbaacıdır ki, 1700 tarihlerine
doğru ilk Ermeni mektebi açmıştır.

İSTANBUL ERMENİLERİ

Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul'u fethettikten sonra, Cenubi-i


garbi Anadolu'nun bazı yerlerinden İstanbul'a Ermeni celbedildiği
gibi Van, Erzincan, Kırım, Acemistan'dan dahi celbedilmiştir. Bu
sonuncular Ermenice konuşurlardı. San'atkar sınıfını teşkil eden
bunların kısm-ı a'zamı İstanbul'da altı mahalle teşkil etmişlerdir.
Zamanla, İstanbul da yalnız Türkçe konuşan Ermeniler ile hem
Türkçe ve hem Ermenice konuşan Ermenilerin adedi çoğalmıştır.
1811 senesinde Cezayirliyan Mıgırdıc İstanbul'un Samatya semtinde
bir Ermeni mahalle mektebi açmıştır. 1860 senesinden sonra,

* Muhtemelen bir tertip yada telaffuz hatası sonucu "Teremya" olarak yazılan
ismin aslı "Yeremya Çelebi Kömürciyan" (1637-1695) olup bahse konu olan
okul da 1662'de Langa'da Surp Sarkis Kilisesi'nde açılan okuldur. Bkz. Yaşam/an
ve Yapıtlanyla Osmanlılar Ansiklopedisi, ilgili madde, 2. cilt, ss. 35, 36, Yapı Kredi
Yayınları, İ stanbul, 1999. (ç.n.)

23
Avram Galanti

Ermeni mektepleri çoğalmaya başlamıştır. Fakat o zaman da


Ermenilerin anlaşma lisanı Türkçe idi. Kiliselerindeki vaazlar
Türkçe verilirdi. İsa'nın ismi "Hristo Efendi Hazretleri" tabiriyle
ifade olunurdu.

DÖRDÜNCÜ FASIL

Yahudiler ve T ürkçe

İspanya Muhaceretinden İbrahim Müteferrika Zamanına


Kadar - İbrahim Müteferrika'dan Tanzimat'a Kadar -
Tanzimiit'tan Cumhuriyet
Zamanına Kadar - Hal-i hazır

1 . İSPANYA MUHACERETİNDEN
İBRAHİM MÜTEFERRİKA ZAMANINA KADAR

1 492'de İspanya'dan ve bir müddet sonra Portekiz'den çıkan


Yahudilerin bir kısmı İngiltere, Felemenk, Fransa, İ talya ve
Türkiye'de yerleşmişlerdir. İlk dört memlekette yerleşenler, zamanla
İ spanyolca'yı ve Portekizce'yi ve Türkiye'de yerleşenler yalnız
Portekizce'yi terk etmişlerdir.
Niçin?
Bu "Niçin"e c evap vermezden evvel, İ s p an ya'dan ve
Portekiz'den çıkan Museviler, senelerce Endülüs Arapları ile bilahare
İspanyollar ile beraber yaşamış olan ecdadından maddi bir harsa
varis olduktan maada, kendileri ayrıca yüksek manevi bir hars elde
etmişlerdir. Bu şerait tahtında bulundukları halde Museviler, intihab
etmek mecburiyetinde bulundukları yeni vatanlarına banker, tüccar
ve san'atkar olarak iltica ettikleri gibi edib, müverrih, şair, tabib,
riyazi, filozof, matbaacı olarak da iltica etmişlerdir. Zamanla bu
mültecilerin vaziyeti, iltica ettikleri memleketlerin hars ve irfan

24
Vatandaş Türkçe Konuşl

derecelerine göre değiştiği ve bu değişikliğin de, aslen tekellüm


ettikleri lisanların tebdili yahud idamesi üzerine icri-yı tesir ettiği
görülmüştür. Bunu izah etmek için balada sual ettiğimiz "Niçin"e
cevap verelim.

a) İspaırya'dan ve Portekiz'den İngiltereye ve Felemenk 'e Gelen Musevi


Muhacirler:
Bu iki memlekette İngilizce ve Felemenkçe memleketin asli ve
umumi lisanları ve ikisinin de irfan ve maarifin başlıca amili olan
"matbaa" mevcut olduğundan ve bu iki memleketin lisanları,
edebiyatı, ulum ve fonunu matbaa vasıtasıyla terakki ettiğinden,
yeni muhacirler bu iki memlekette konuşulan lisan-ı umuminin
tesi riyle manevi harsın te sirinden h ariç kalm amı şlar ve
beraberlerinde getirdikleri İ spanyolca ve Portekizce'nin içtimai
kanunlara tevfikan, zamanla, tedricen, bu iki Latin lisanı ile asla
münasebettir olmayan İngilizce ve Felemenkçe tarafından bel' ve
temsil edilmesi üzerine, İngilizce ve Felemenkçe'yi hem ana lisanı,
hem de Ahd-i atik ve sair kütüb-i diniyyeyi tercüme ve tefsir vasıtası
olarak intikal suretiyle kabul etmişlerdir. Gariptir ki Eşkenazim
denilen Yahudilerin İbranice telaffuzu ve örf ve a'dat farkı
yüzünden, bu İspanya ve Portekiz muhacirleri, dini musiki olarak
memleketlerinden beraberlerinde getirdikleri Arap musikisini el­
yevm bile muhafaza etmektedirler. Geçen sene Amsterdam Yahudi
Portekiz cemaati, ma'bedinde istihdam etmek için, İstanbul'dan bir
haham istemiştir.

b) İspanya 'dan ve Portekiz'den Fransaya ve İta/yaya Gelen Musevi


Muhacirler:
İspanyolca ve Portekizce, Fransızca ve İtalyanca'nın aynı lisan
zümresine yani Latin gurubuna mensup oldukları için, İspanya ve
Portekiz muhacirleri, İngiltere ve . Felemenk hakkında serd olunan
sebeplerden ve lisan müşabehetinden dolayı, daha çabuk Fransızca
ve İtalyanca'yı kabul etmişlerdir.

25
Avram Galanti

c) İspanya 'dan ve Portekiz 'den Türkiye)e Gelen Musevi Muhacirler:


Türkiye'ye gelen muhacirlerin vaziyeti öbür muhacirlerin
vaziyetinden farklı olmuştur. Türkçe, harsi, dini, içtimai, iktisadi
tesirlerinden dolayı İspanyolca'yı bel' [ve] temsil edememiştir.

Harsi Tesir:
Burada mevzu-i bahs olan harsi tesir, maddi değil manevi tesirdir.
1492'de Türkiye'ye gelen Musevilerin manevi harsları vardı. Bu
manevi harsın idamesine muktezi amile yani matbaaya malik idiler.
Bu muhacir Museviler 1 494'de İstanbul'da, 1510'da Selanik'te,
1554'de Edirne'de, 1605'de Şam'da, 1646'da İzmir'de matbaa
açmışlardır. Bu matbaalarda -memnu' olduğu için Türkçe ve
Arapça'dan gayrı- Yunanca, Latince, İspanyolca, İbranice eserler
basılırdı. 1 9 Türkiye'de İbrahim Müteferrika, Arap harfleriyle işleyen
ilk matbaayı 1727'de açmaya başlamış ve 1729'da ilk Türkçe kitabı
basmıştır. 1494'de açılan matbaa ile 1727'de açılan matbaa arasında
geçen zaman 233 senelik bir zamandır. Bu zaman zarfında
memlekette Türkçe matbu' kitaplar olmadığından, İspanyol
Musevileri okunan ve yazılan Türkçe'den istifade edemeyip,
bildikleri İspanyol muhiti içinde sıkışıp kalmışlardır.

İçtimai Tesir:
İçtimai tesiri anlamak için İspanya Yahudileri'nin Türkiye'de
ikamet ettikleri yerlerin şeraitini tedkik etmek lazımdır.
İ spanya'dan ve bilahare Portekiz'den Türkiye'nin büyük
merkezlerine gelen Museviler, mürur-ı zamanla kendilerine mahsus
mahalleler teşkil ederek, oralarda guruplar halinde yaşamışlar ve
lisanlarıyla örf ve a'datını muhafaza etmişlerdir.
İ spanyol M usevileri e kseriy e t itibarıyla ticaretle iştigal
ettiklerinden, ticaretlerine yeni mahrecler bulmak için, Musevi
kesafetleri çok olan İstanbul, Edirne, Selanik, İzmir, Bursa ve Rodos
gibi yerlerin Musevileri, bu şehirlerin civarlarına gitmişler ve mürlır-ı
zaman ile, küçük küçük yeni cemaatler teşkil etmeye muvafık

1 9 "Türkler ve Yahudi/et'' unvanlı eserime müracaat, sahife 1 09.

26
olmuşlardır. Bu suretle İstanbul'dan Şarki Trakya; Edirne'den Garbi
Trakya; Selanik'ten Makedonya; Bursa'dan Marmara deni:ô sevahili
İzmir'den eski Aydın vilayeti; Rodos'tan kendisine nazır Anadolu
sevahili Musevi cemaatleri meydana gelmiştir.
B öyle teşkil etmiş olan küçük c emaatlerin e fradı, Türk
mahalleleri arasında dağınık bir halde yaşarlardı. Büyük ve küçük
cemaatler teşkil edip, Türkçe'den gayrı bir lisan konuşan bu İspanyol
Musevilerin erkeklerinin vaziyeti, kadınlarınkinden farklıydı.
Erke kler, işleri i tib arıyla çarşılara gi tme k mecburiyetinde
b ulunduklarından, iyi kötü, Türkçe konuşmayı öğrenirl erdi.
Hanelerde imrar-ı hayat eden kadınların hali ise kesafetleri a?, ve
kesafetleri çok olan cemaatlere göre değişir, Türk mahallelerinde
dağınık yahud karışık bir halde yaşayan kadınlar ve çocuklar, içtimai
düstlırlara tevfikan, farkına varmadan, hoş ve zengin tabirler ile
Avam Türkçesi'ni hemen hemen Türk telaffu?,uyla konuşurlar ve
İspanyolcalarını koyu bir Türkçe boya ile boyarlar. Musevi kesafeti
çok olan mahallelerdeki kadınlar ve çocuklar toplu bir halde
yaşadıklarından, içtimai düsturlara tevfikan, daima Yah udice­
İspanyolca ve nadiren Türkçe konuşurlar. Ben bu farkları vaktiyle
eski Aydın vilayetinin muhtelif yerlerinde yerleşmiş olanı küçük
Musevi cemaatler ile Rodos Yahudi mahallesinde sakin Musevilerin
efradı meyanında müşahede ettim.

Dini Tesir:
Bu ciheti tedkik etmezden evvel, Yahudilerde "Din"in, hiç bir
vakit ecnebi lisanların tahsiline mümanaat etmediğini söyleyelim.
Yahudiler, en eski zamandan itibaren, İbranice gibi Samice bir lisan
olmayan Yunanca'yı kabul etmişlerdir. Ahd-i ati'k'in ba?,ı aksamı211
Aramca olduğu gibi, el-yevm bile, dual arın bir iki parçası da
Aramcadır.
Yunanca'ya gelince, bu'dü'n-nefy ve'l-icla, Mısır'a gidip orada
yerleşmiş Museviler, Mısır'ın Batlamyuslarının devri zamanında,
Yunanca konuşurlardı. Filadiflos namıyla ma'rlıf İkinci Batlamyus

20 Daniel ve Ezra kitaplarının bazı aksamı.

27
Avram Galanti

zamanında (k.m 274-285) Tevrat Yunanca'ya tercüme olunmuştur.


Yunanca'nın İbranice üzerinde olan kuvvetli tesirinden tabir-i diğerle
İbranice'nin Yunanca tarafından bel' edilmesinden korkan zamanın
Yahudi uleması, bazı tedabir ittihaz ederek ulumun Yunan lisanında
ne gündüz, ne gece okunmamasını emretmişlerdir.21 Bu emir, dini
bir maksat değil, lisanın yani İbranice'nin Yunanca tarafından bel'
ve temsil edilmemesini istihdaf ederdi.
Dinin, ecnebi lisanların tahsilinde mani' olmadığını izah ettikten
sonra, bahsimizi izah edelim. Yahudiler, asri mektep bulunmayan
cemaatlerde, hal-i hazıra kadar, her Cumartesi gecesi yemekten
sonra, Tevratın bir kısmını tercümesiyle beraber okurlardı ve okurlar.
Tevratın aslı ve tercümesi tab' edilmiş kitaplar ile okunduğundan
ve memlekette 1 727 senesine kadar Türkçe matbaa olmadığından,
ister istemez bu dini amil, İspanyolca'nın idamesine sebep olduğu
gibi halkın okumak mecburiyetinde bulunduğu din tefsirlerinden,
ahlak ve saireden bahis ve İspanyolca basılmış olan kitaplar,
İspanyolca'nın idamesine sebep olmuşlardır.

İktisadi Tesir:
İspanya'dan Türkiye'ye gelen Museviler, memlekette kendi
lisanlarını bilip Türkçe'yi bilmeyen Rumlar ile kezalik Türkçe
bilmeyen Galata'da İngiliz, Fransız, Felemenk, Ceneviz, ilh.
kolonileri bularak, münasebat-ı ticariyyeleri için, konuştukları
Türkçe'den başka, bunların lisanlarını da öğrenmeye mecbur
olmuşlardır. Bu hal, mesela İ stanbul'da tekellüm edilen diğer
lisanlara hükmünü kabul ettirecek bir lisanın tekvinine mani'
olmuştur. Çünkü İstanbul'un fethinden evvel şehrin lisan-ı umumisi
Rumca ve Galata'nın hakim lisanı Cenevizce yani İtalyanca ve
Rumca idi.
Fetihten pek az bir müddet sonra, İspanya'dan gelen Museviler,
İ s tanbul'da konuşulan b ü tü n lis anların muhiti haricinde
kalamazlardı. Bu halin aksini Mısır'da görüyoruz. Mısır'da Arapça
kabul edildiği zamandan itibaren Mısır İ slamları, Kıbdleri

2 1 Talmud, Menahut kitabı, sahife 99.

28
Vatandaş Türkçe Komış l

(Hıristiyanları) , Yahudileri -ki kaffesi yerli idi- aynı lisan ile


mütekellim olmaya başlamışlar ve el-yevm Mısır'da Arapça hakim
bir lisan halini almıştır.

d) İspanyolca 'nın Bel' Ettiği ve Etmediği Lisanlar:

Lisaniyatın garip cilveleri vardır. B u cilveler içtimaıyyat


prensiplerinin neticesinden başka bir şey değildir. Münasebatta
bulunan ve lisanları muhtelif olan iki gurup, derece-i münasebatına
göre; lisanca mütekabilen müteessir olurlar. Şayet bu iki gurup aynı
lisan şubesine mensup iseler, kuvvetli gurup zayıf gurubu bel' ve
temsil eder. Aynı lisan şubesine mensup olmayan iki guruptan biri
harsen diğerine faik ise, bu sonuncu birincinin tesiri altında kalır.
Bu esasları tespit ettikten sonra İ spanyolca'nın Türkiye'de
Türkçe'den gayrı tekellüm edilen lisanlar ile olan inünasebatını
tedkik edelim.

İspanyolca ve Portekizce:
Portekizli Musevilerin, Türkiye'de yerleşmelerinden bir asır
sonra, adetleri bin-nisbe az ve lisanları İspanyolca'ya pek çok
benzediği ve İspanya ve Portekiz Musevileri arasında din ve ırk ve
a'dat farkı mevcut olmadığı için, tesis-i sıhriyyet ve ihtilat suretiyle
İspanyolca Portekizce'yi bel' ve temsll etmiştir. El-yevm Türkiye
Yahudileri'nce konuşulan İspanyolca'da Portekizce'nin bazı enkazı
mevcuttur.

İspanyolca ve Rabanilerin Yunanca'sı:


Fatih, İstanbul'u fethettiği vakit İstanbul'da Rabani, Karay,
Eşkenazi namı altında üç Musevi cemaat vardı. İspanyol ve
Portekizli Yahudiler ile Rabani Yahudiler arasında hiç bir dini fark
olmadığı ve atalarında, izdivac suretiyle tesis-i sıhriyyete ve ihtilata
mani' hiçbir mahzur olmadığı için, zamanla İspanyolca, adetleri az
olan bu Rabani cemaati efradının tekellüm ettikleri Yunanca'yı bel'
ve temsll etmiştir. El-yevm İspanyolca'da Yunanca'nın ehemmiyetsiz
bazı enkazı mevcuttur.

29
Avram Galanti

İspanyolca ve Karayların Yunanca'sı:


İspanyol ve Portekizli Yahudiler ile Karay Yahudiler arasında
dini fark olduğu ve dolayısıyla ma'bedleri ayrı ve bu sebepten
aralarında izdivac suretiyle tesis-i sıhriyyete ve ihtilata mani' mahzur
olduğu için, İspanyolca zaman ile adetleri pek az olan bu Karay
cemaati efradının tekellüm ettikleri Yunanca'yı bel' ve temsil
edememiştir. Karaylar bugün bile ayrı bir Musevi cemaatidir. Evde
konuştuklan lisan sönük Rumca olduğu gibi Tevratın tercümesi
yine Yunancadır.22

İspanyolca ve Yahudice - Almanca:


İspanyol ve Portekizli Yahudiler ile Eşkenazi Yahudiler arasında
dini fark olmamakla beraber, İbranice'nin telaffuzu, dua metinlerine
ilaveten Eşkenazi ma'bedinde okunan bazı h ususi dualar, örf ve
a'datın farkı ve bu sebeplerin intac ettikleri izdivacların ve dolayısıyla
ihtilatın nedreti (son zamanlarda izdivac nedreti zail olmuştur)
yüzünden İspanyolca , Yah u dice-Almanca'yı bel' ve temsil
edememiştir. Bugün bile Eşkenazi cemaati evlerinde Yahudice­
Almanca'yı konuşur, Tevratı da aynı lehçede anlar ve hatta ma'bedde
Şark musikisine benzemeyen kendi musikisini idame ettirirler.

2. İBRAHİM MÜTEFERRİKA'DAN TANZİMAT'A KADAR

1729'da İstanbul'da ilk Türkçe kitap basılmış, yani memleketin


irfan seviyesini arttıracak vasıta meydana getirilmiştir. Yahudiler
bundan istifade etmişler mi? Hayır. Niçin?
İspanya'dan zengin bir malumat hamulesiyle Türkiye'ye hicret
etmiş olan Museviler, bu feci' ve mecburi göçün, tabiatıyla indirdiği
darbelerden dolayı, fena halde müteessir olmuşlar ve zamanla,
rehberleri ve mütefekkirlerinin vefatıyla, eski parlaklık zamanlarını
kaybetmişlerdir. Bu eski parlaklığı bir devr-i inhitat takip etmekte
gecikmemiştir. Milletlerin hayatlarında zuhur eden vakayi', gayr-ı
muntazam bir hadise yahud vakayi' -i mezkurenin inkişafına
sebebiyet veren şahsın kıymeti yüzünden, o milletler saadet yahud
22 Mısır Karay cemaati Arapça ve Kırım Karay cemaati Türkçe konuşur.

30
Vatandaş Türkçe Komışl

felakete doğru sürüklenirler. Esasen inhitata başlamış olan Türkiye


Musevileri, bir şahsın zuhuruyla süratle uçuruma doğru yürümüş
ve koyu bir cehalet ve taassup örtüsüyle bürünmüş kalmıştır. Bu
şahıs kendisinden evvel çıkmış pek çok kimseler gibi "meslh"im
diye ortaya çıkan (Sabetay Sevi) namında bir adamdı. 1629-1676'da
yaşamış olan bu adam, İzmir'de doğmuştur. Sabetay Sevi gayet
yakışıklı, güzel sesli olduğundan esrarengiz etvar ve harekatıyla
pek çok taraftar kazanmış ve zamanında zuhur eden bazı hadisatda
kendisine inananların adetini tezyid etmeye hidmet etmiştir. Gariptir
ki, bu mesihin sia-i faaliyeti cihan Museviliğini kaplamıştır. Mucize
yapabilir iddiasıyla İstanbul'a gelmiş olan bu adam, Yahudilere
hitaben vermiş olduğLı bir vaazda artık mesihin kendisi olduğunu,
Arz-ı Filistin'in günü geldiğini söylemiş ve dünya işleriyle meşgul
olmamalarını tavsiye etmiştir. Zamanın Galata İngiliz tüccarı, Yahudi
tüccarından alacaklarını istedikleri vakit, bu sonuncuların "mes1h"
geldiği için, artık borçlarını vermeyeceklerini söylemeleri üzerine
İngiliz tüccarı, İngiliz sefiri vasıtasıyla hükumete şikayet etmiş ve
mesihi hapsettirmişlerdir. Diğer taraftan Sabetay Sevi'ye taraftar
olmayan Museviler, onu ihtilalci diye göstererek hükumetten
te'dlbini istemişlerdir. Huzur-ı padişahlye çıkan Sabetay Sevi, mucize
yapmaktan izhar-ı acz ettiği için, idama mahkum edilmiş ise de,
İslamiyet'i kabul etmekle başını kurtarmıştır. Dünya Museviliği'ni
alt üst etmiş olan bu adamın bırakmış olduğu izler, kolay kolay zail
olmamış ve Musevilik ha-husus bu vak'anın oynandığı sahneyi bizzat
görmüş olan Türkiye Musevileri, takriben iki asır kadar zalal-ı cehalet
ve taassup altında kalmış gitmiştir.
Gariptir ki İspanya'dan Türkiye'ye gelmiş Yahudiler, iki asır kadar
mekteplerinde İbranice, gramer ve dini tedrisattan maada hesap,
hendese, tarih, coğrafya okudukları halde, Sabetay Sevi'nin mürteci
hareketinin tesiri neticesi olarak, Tanzimat devrinin bidayetinde
mekteplerinde gramersiz İbranice'den m aada hesabın yalnız amal
i erbaasını okurlardı.23 Yunanistan\n meşhur ediplerinden biri olan
Adamandiyos Kuray İzmir'de kendisine Jforanice gramer dersi

23 Bu meseleyi uzun uzadıya Etal i11tellectle/litsJ$J'Pf/jt(!Jtfe(liırquie d travers /es siicles


gayr-ı matbu' eserimde izah ve ispat ettim.

31
Avram Galanti

verebilen bir Musevi hahambaşı aramış ise de bulamamış olduğunu


ve bu dersi kendisine Felemenkli bir rahip gösterdiğini, eserinin
baş tarafında yazıyor.

3. TANZİMAT'TAN CUMHURİYET ZAMANINA KADAR

a) Hükumetin Türkleştirmek Sahasındaki Faaliyeti:


1 83 9 'da Gülhane'de okunan Hatt-ı H ümayun, Türkiye'de
yaşayan gayr-ı müslim cemaatler için yeni bir devir açmıştır. İkinci
Sultan Mahmud'un, memleketi yeniçeri ailesinden kurtarması, Sul­
tan Mecid'in, Hatt-ı H ümayun ile, memleketin ittihad-ı anasır
siyasetini takip etmesi, Türkiye'de intibah devrinin mukaddimesi
addolunabilir. Memleketin bu teali hareketine karşı gösterdigi sa'y
u gayret muvacehesinde, Museviler tamamıyla lakayd kalmışlardır.
Bunların cehaleti ve taassubu o kadar katmerleşti ki "dil"i "din" den
ayıramıyorlardı. İndlerinde, ecnebi bir "dil" öğrenmek demek, ecnebi
bir "din" kabul etmek d em e kti. Türk h ü k u m e ti T ü rki y e
Musevileri'ni terakki yoluna doğru yürümelerine davet etmişse de
bunlar, kara cehalet ve kaba taassup saikasıyla, hükumetin davetine
icabet etmemişlerdir. Atideki dö.rt vesika bunu ispat eder.
1 . Tıp Fakültesi (eski Tıp Mektebi) bundan 99 sene evvel tesis
edilmiştir. Küşadından ancak 34 sene sonra ilk Musevi genç o
mektebe kaydolunmuştur. Fakültenin bir asırlık müessese olmasına
nazaran oradan mezun Musevi tabiplerin adedi yüzü tedvü%
etmiyor. Bu adet pek azdır.
2. 1 842 senesinde küşad edilen ebelik kurslarına Musevi ebelerin
devam eylemeleri için, dnib-i hükumetten Hahamhane'ye 20 Safer
1 25 8 (hicri) tarihli bir davetname gelmişse, bu davetname,
rağbetsizlikten dolayı neticesiz kalmıştır. 24
3. Galatasaray Lisesi 1 868'de açılmıştır. Lise müdürü Mösyö
De Salve'nin bu mektep hakkında malumat verirken, Musevilere
dair ber-vech-i zir idare-i kelam ediyordu:

24 Bu davetnamenin metni "Kürük Türk Tetebbu/at'' (Birinci cilt) unvanlı eserimin


163-165inci sahifelerindedir.

32
Vatandaş Türl<çc Konu ş !

''.Vaktiyle engizisyonun tard etmiş olduğu kısmen İspanya'dan gelmiş


olan Museviler, bir aralık kendilerinin ma'rı'ız kaldıkları dini adem-i
tesamuhu muhafaza ederek, çocuklarını Hıristiyanların idaresine tevdi'
edilmiş olan bir İslam m ektebine göndermeye bir türlü karar
veremiyorlardı. Bunlardan en az mutaassıp olanlar, mezhebdaşları için
İbranilerin dini ve evamirine tevfikan ayrı yemeklerin ihzar edilmesini
talep etmişlerdir ki bu hfil, esas itibarıyla mektebe idhal edilmesi matlılb
olan vahdet-i anasır fikrini işkal ve ihlal edccek:"25

4. Hükumet, tahsil-i ali ve taliye verdiği ehemmiyetten maada


tahsil-i ibtidainin ta'mimi h us usunda tedabir almaktan geri
kalmamıştır.
1 273 sene-i hicriyyesinde (1 857), min-el-kadim makam-ı fetvaya
merbut olan "Maarif ve Ullım Nezareti" bu makamdan fekk ile
müstakil bir Maarif-i Umumiyye Nezareti teşkil edilmiştir.26
1 280 sene-i hicriyyesinde (1 864) Maarif Nezareti'nde, "Feraiz-i
Diniyyeye Mahsus Olan Mekatib-i Müslime-i Sıbyan" İdaresi27 teşkil
ve 1 283 (1 867)de "Rüşdiyyelerde Etfül-i Gayr-ı Müslimenin Dahi
Kabulü"28 uslıl ittihaz edilmiştir. Yahudiler bundan istifade
etmemişlerdir.

b) Yahudilerin Türkleşmek Sahasındaki Faaliyetleri:


Bir memlekette tahsil-i ali nazar-ı itibara alınmakla beraber, tahsil­
i ibtidainin ehemmiyeti nazar-ı itibara alınır. Tanzimat'tan sonra
Yahudilerin seviye-i irfanlarını tedkik edelim.

1 . 1 854'de Piripaşa'da ilk Musevi asri ibtidai mektep açılmıştır.


Bu mektep Viyana Rothschild'in "sadaka memuru" olup, o zaman
İstanbul'dan geçmiş olan Albert Kohn'un irşad ve nasihatleriyle
tesis edilmiş ve 1 862'de meşhur banker Kamanto (sahih telaffuzuyla

25 Paris'te çıkan Revue des deux mondes mecmuasının 1874 senesinin Teşrin-i evvel
nüshasında.
26 Türk Tarih Encümeni Mecmuası (fanzimit'tan Sonra Türkiye'de M aarif Teşkilatı
makalesi). Eylül 1926, adet 17 (94), sahife 303.
27 Keza, sahife 307.
28 Keza, sahife 310.

33
Avram Galanti

Kamondo)nun himayesi altına geçmiştir. Tedr'isat Türkçe, İbranice


ve Fransızca idi. Zamanın hahamları, Fransızca'nın tahsilini günah
addederek aleyhine dehşetl i bir p ropaganda yapmışlar ve
Kamondo'yu aforoz etmişlerdir.

2. 1 868'de ve 1 870'de İstanbul'da aynı program ile kezalik iki


ehemmiyetsiz mektep açılmıştır.

3 . 1 8 7 5 'de Alliance İsraelite İ stanbul 'd a ve daha sonra


Türkiye'nin diğer şehirlerinde mektep açmaya başladığı vakit,
Türkiye Musevi cemaatlerinin şiddetli mukavemetlerine ma'rı'.'ız
kalmıştır. Hele Kudüs hahamları Alliance aleyhine kaleme aldıkları
bir afaroznameye dini bir renk vermişlerdir. Alliance taassup ve
cehalete karşı mücadele açmış, mürtecilere dini batırmayı istihdaf
etmediğini ispat etmek için, açtığı mektepleri aynı zamanda
ibadethane ittihaz etmişti. Bu suretle Alliance mekteplerine devam
eden talebe sabah dersten evvel ve akşam d ersten s o n ra
muallimleriyle beraber ibadet ederlerdi.

4. Hasköy'de " Ş u' l e - i maari f ' (aşağıda bu mektepten


bahsedeceğiz) namında bir Musevi mektebi vardı. 1 895'de ayrıca
haham mesleğine intisab edecek çocuklara mahsus ve hahamların
nezareti altında olmak üzere, bu mektebe iki sınıf ilave edilmiştir.
Hahamlar esasen asr1 mektep aleyhine bulunduklarından, müstakbel
haham namzedlerin mektepte bulunan diğer çocuklardan gayrı bir
vaziyette bulunmalarında ısrar ederek istediklerine nail olmuşlardır.
Numune-i garabet olmak ve taassubun derecesini göstermek için,
başlıca der-miyan ettikleri atideki üç şartı buraya kaydediyoruz:

Evvela, haham sınıflarında Türkçe okunacak, fakat küfre lisanı


olan Fransızca okunmayacaktır.
S aniyen, haham namzetleri asr1 sını f rahlelerinde deği l,
kanepelerde oturacaklardır, çünkü rahle Frenk işidir.
Salisen, sınıf soba ile değil, mangal ile teshin edilecektir. Çünkü
soba Frenk işidir.

34
Vatanda ş Türl<çc Konu ş l

Bu zihniyette olanların ecnebi lisanlara ne kadar hahiş-kar


olduklarını anlamak müşkül değildir!!!

c) Musevilerin Türkpe'yi Ana Lisanı Olarak Benimsemek Hususundaki


Teşebbüs/en·:
1 . İstanbul Hahambaşısı Moşe Fresko 1 840 senesinde Yahudilere
hitaben neşretmiş olduğu bir beyannamede Türkçe öğrenmelerini
tavsiye etmiştir. Moşe Fresko 1 839-1 840 senelerinde cemaatin
başında bulunup, 1 839'da Gülhane'de kıraat olunan Hatt-ı Hümayun
münasebe tiyle yapılan merasimde hazır bulunmu ştur.
Hahambaşı'nın bu beyannamesi, memlekette açılan yeni devirden
Musevileri müstefıd kılmayı istihdaf ediyordu. İstanbul'da ecnebi
bir Yahudi'nin himmetiyle, ilk asri mektebin 1 854 senesinde
açıldığına göre, Hahambaşı'nın beyannamesinin tesiri olmamıştı.
1 860 senesinde Yahudice-İspanyolca olarak İstanbul'da intişar etmiş
''Jurnal Israelit" gazetesi sahibi Hezkıyal Gabay Efendi, (bu zat el­
yevm İstanbul'da intişar eden "El Telegrafo" gazetesi sahibi İsak
Gabay Efendi'nin pederi idi.) Çocukluğunda Türk mektebine devam
ettiği için taşlanmıştır.
Hahambaşı Moşe Fresko'nun beyannamesinin metni ber-vech-i
zirdir:
"Yahudi milletinin hahambaşıları tarafından Der-aliye'de ve
Memfilik-i mahrılse-i mülukane'de müstazLll Yehud taifesine nasihat
yollu Yahudi-ül-ibare neşr eylediği ilaniyyenin suret-i tercümesidir:
Lehu'l hamd ve'l-minhü saye-i adfiletvaye-i hazret-i tac-daride
işbu asr-ı adalet-i hasrda asayiş rahatla müsterih-ül-bal bulunduğumuz
vechile haklarında sünuh ve inayet buyurulmuş olan merhamet ve
şe fkat-i hazret-i şahane geçen sene Gülhane'de kıraat ve tebşir
buyurulmuş olan hatt-ı şerif inayet-i redifin m e fhılm-ı münifi
cümlenize malum olmak için Yahudi-ül-ibare tercüme ederek gerek
sizlere ve gerek Memalik-i mahnlse-i şahane'de bulunan milletimize
cümlesine başka başka tebşir ve ilan eyledim ve bu inayet için vacibe-i
zimmet-i ubudiyetimiz üzerinde ibadethan emizde Tevrat-ı ,rerfj
huzurunda ed'iye-i hayriyye-i mülılkane'de müdavemet ve muvazabet
üzere bulunmak fariza-yı zimmetten bulunduğu der-kar ise de ancak
beyandan maksat şu ki işbu cihanda tahsil-i ulum ve kemfilata sa'y u

35
Avram Galanti

gayret muktezası insaniyet-i beni ademde bulunmuş ve işbu ev:in-ı


mu:idelet-i iktir:inda bulunan esh:ib-ı ulılm ve maarifin s:iye-i tlıyiv:iye-i
hazret-i müluk:ine'de kader ve itibarları mer'i ve muteber bulunduğu
meşhud-ün-ayn olup ve bizim milletimiz tahsil-i ulum ve maarif ve
talim-i lis:in-ı s:iireyi bu ana kadar daha heves ve rağbet etmemiş ise
el-h:iletü h:izihi milletimizin sıby:inı bundan böyle Jis:in-ı Türki'de
okuyup yazmaya sa'y u gayrette bulundukları halde fev:iid-i nafıaya
nail olacaklarından ş ü p h e o l m a y acağı r a ' n a bulunduğundan
binaenaleyh bundan sonra cümleniz evlatlarını lis:in-ı Türki'de ulum-ı
s:iireyi talim etmeye teşebbüs ve heves edin ve ed'iye-i hayriyye-i
müluk:ine'ye gün-be-gün müd:ivemet ve muv:izabet üzere olup hemen
cen:ib-ı azze ve celle hazretleri mübarek ve mes'ud ve cud-ı mer:ihim­
alud-ı ş:ih:ine'yi ekdar-ı gunyeden masun ve salim ve serlr hilafet­
masirlerde bir karar ve d:iim eyleye :imin."
5601 s e n e s i gur r e - i H u şvande Ko s ta n ti n i y y e 'de tenbih
olunmuştur.29

2. 1 854 senesinden itibaren açılan Musevi asri mekteplerin


kiffesinde, 1 908 senesi Meşrutiyetine kadar Türkçe tedris edilmiştir.
3. Atideki Musevi mekteplerde hemen tekmil tedrisfır Türkçe
yapılmıştır.

Tac-ı Mezheb Mektebi: (Mezheb kelimesinin "mim" h arfi fetha


ve "zal" harfi sakin)
1 886-1 892 senelerinde İzmir'de açılan "Keter Tora" yani "Tac-ı
Mezheb" Mektebi'nde: Bu mektep Hahamhane sabık kapı kahyası
Moiz Fresko Efendi tarafından idare olunup, zamanın İzmir valisi
Halil Rifat Paşa'nın teşvikine mazhar olmuştur. Bütün muahhar
te şebbüsata rağmen, fıkdan-ı varidattan d olayı bu mektep
kapanmıştır.

Şu'le-i Maarif Mektebi:


İstanbul'da Hasköy'de "Şu'le-i Maarif" Mektebi'nde: Epeyce
zamandan beri hal-i faaliyette bulunan bu mektep, sabık İzmir "Tac-ı
Mezheb" mektebi müdürü Moiz Fresko Efendi'nin himmetiyle,
29 "Cende-i havadis" gazetesi, hicri sene 1256 (1840), adet 11 . 5601 senesi İbrani
tarihidir.

36
Vatandaş Türl<çc Konu ş l

1 892'de canlanmış ve 1 908 Meşrutiyeti'nin ilarundan sonra, fıkdan-ı


varidattan dolayı kapanmıştır.

Haham Mektebi:
1 897'de açılıp, fıkdan-ı varidattan dolayı Harb-i umumi'nin ilk
senesinde kapanan Kuzguncuk Haham Mektebi'nde Türkçe,
Türkiye Tarihi, Türkiye Coğrafyası'ndan maada Tevrat, Talmud,
Tefsir dersleri tercümeleri Türkçe idi.

4. Bir taraftan mektepler, Yahudi çocukları Türkleştirmeye


çalışırken, diğer taraftan Yahudiler beyninde Türkçe'nin ta'mimine
çalışılıyordu. Hükumet, Yahudilerin teşebbüslerini teşvik etmek
maksadıyla, bazı Musevi mekteplerinin, Türkçe muallimlerinin
maaşlarını verirdi. Bundan başka bir "Ta'mim-i Lisan-ı Osman!"
cemiyetinin teşkilini talep eden bir kaç Musevi'nin teşebbüsleri
teveccüh ile karşılanmıştır. Adliye Nezaret-i Celilesi tarafından
Hahamhane'ye gönderilen Rumi 1 1 Eylül 1 3 1 6 (1 900) tarihli ve
22 numaralı tezkere bunu ispat ediyor.
Tezkerenin metni budur:

"Musevilerce lisan-ı milli olan İspanyolca'nın terki ile lisan-ı


Osmani'nin tedrisi ve efrad-ı cemaat arasında neşr ve ta'mimi zımnında
"Ta'mim-i Lisan-ı Osmani" namıyla ma'lumü'l-esami-i zevattan
mürekkeb bir komisyon teşkil edildiğini ifadesine dair varid olan takrir-i
dostaneleri ba-tezkere-i sena-veri makam-! sami-i sadaret-uzma'ya le­
del-takdim mezkur komisyonun ruhsat-ı resmiyyeye rabtı hususunda
meclis-i mahsus kararıyla bil-istizan irade-i seniyye-i hazret-i hilafet­
penahi şeref-müteallik buyurularak Dahiliye ve Maarif Nezaret-i
Celilelerine tebligat ifa kılındığı ba-tezkere-i samiye izbar buyurulmuş
beyanına ibtidar kılındı."

Bu ruhsattan bil-istifade İstanbul, Selanik, Edirne, İzmir gibi


mühim Musevi merkezlerinde "Ta'mim-i Lisan-ı Osmani"
cemiyetleri teşkil edilmiş ise de, bir müddet sonra "Cemiyet"
kelimesi zamanın kelimat-ı muzırra-ı cedeline dahil olduğu için,
bu cemiyetler ta'til-i faaliyet etmişlerdir.

37
Avram Galanti

4. HAL-İ HAZIR

Cumhuriyet devri demek olan bu devirde, Musevilerin Türkçe


ile olan alakalarını tedkik etmezden evvel, 1 867'den yani ilk defa
olarak rüşdiye mekteplerine etf:ll-i gayr-ı müslimenin kabulü usul
ittihaz edildiğinden (b:llada 33. sahifeye müracaat) tabir-i diğerle,
hükumetin anasır-ı gayr-ı müslimeyi Türkleştirmenin lüzumunu
takdir ettiğinden itibaren Cumhuriyetin ilanının arifesine kadar,
Yahudilerin ibtid:li tahsillerinin derecesini tedkik edelim.
1 854'de Piripaşa'da açılan ilk asri ibtidai Musevi mektebi,
1 862'de meşhur banker Kamondo tarafından tevsi' edilmiştir. 1 867
senesinde rüşdiyelerin kapıları gayr-ı müslimlere açıldığı vakit,
Musevilerin asri mektepleri vardı. Bir sene sonra yani 1 868'de bir
küçük mektep ve bu tarihten iki sene sonra, yani 1 870'de bir küçük
mektep daha ve kez:llik bu tarihten beş sene sonra, yani 1 875'de
Alliance mektebi açılmıştır. Bu muhtelif tarihler tedkik edilecek
olursa, zamanın taassubu, hükumetin layığı vechile maari f-i
umumiyye meselesini ilmi bir surette kavramaması, Yahudilerin
kesif oldukları yerlerde ve mesela nefs-i Balat, Hasköy ve muahharen
Galata'da Türk m ekteplerinin açılmaması, Yahudilerin,
Türkleşmenin lüzumunu takdir edememeleri ve bu Musevi
mektepleriyle bilhassa Alliance mekteplerinden çıkanların, yeni
müktesebatıyla, kolay kolay iş b ulmaları yüzünden Mus evi
mekteplerine devam rağbeti artmıştır. İstanbul'daki "Şu'le-i Maarif"
mektebine (balada 36. sahifeye müracaat) devam edenler, hür
mesleklere intisab etmek isteyenlerdi. Bundan başka, asri Musevi
mektebi bulunmayan yerlerin Musevi çocukları, Türk mekteplerine
devam ederlerdi. Bu sebepten dolayı, bir aralık Rodos idadisine
devam eden talebenin bir-i sülüsü Musevi idi.
1 908'de ilan olunan Meşrutiyeti müteakip, Musevi mekteplerinin
programlarına mevcut Türkçe lisan derslerinden gayrı, Türkçe olarak
Türkiye Tarihi ve Türkiye Coğrafyası dersleri ilave olunmuştur. Bu
hal Cumhuriyetin ilanına kadar devam etmiştir. Maarif-i umumiyye
siyasetini ilmi bir göz ile tedkik eden Türkiye Cumhuriyeti, beş
sene içinde Yahudi mekteplerini Türkleştirmiştir. Geçen sene-i

38
Vatandaş Türhçe Konuşi

tedrisiyyesinin nihayetinde, Musevi mekteplerinin beş sınıfının her


birinde haftada yirmi saat Türkçe, beş saat İbranice, beş saat
Fransızca okunuyordu.

Mektep Haricinde Türkçe 'nin Ta'mimi


a) Türkçe'nin ta'mimi için mekteplerce sarf edilen bu gayretten
başka, şehrimizdeki "Bene Berit" Cemiyeti reisi Hanri Suryano
Efendi ahiren bu meseleye dair irad ettiği nutkunda ber-vech-i zir
idare-i kelam etmiştir:

"Bizim gibi münevver ve zamanın ihtiyacatını müdrik olanlara


tereddüb eden vazife: Geri kalıp rehber bekleyen halka hakiki yolu
göstermek, kendisine vatani vazifesini izah, memlekete karşı olan
merbıltiyetini takviye, vatanı müterakki ve bahtiyar görmekteki
menfaati tefhim etmek, ha!-i hazırda Türkçe öğrenmenin ve onu bütün
muamelatta kullanmanın bir zarılriyet-i mübrime olduğunu halka ve

b un u anlamayanlara anlatmak ve bu husus hakkında


mezhepdaşlarımızı yalnız i k n a etmekle değil, T ü r k v e Musevi
unsurlarının irtibatına hidmet edecek olan bu zarılri aletin istihsal
edilmesine yardım etmeye çalışmaktır.30

Bene Berit cemiyeti kuvveden fiile geçerek, Türkçe'ye mahsus


gece dersleri açmış ve bu derslere üçü erkek ve üçü kadın olmak
üzere altı gurup devam etmekte bulunmuştur.
b) İ s tanbul Eşkenazi Mus evi Cemaati, "Goldschmidt"
mektebinde bir gece Türkçe dersi dahi açmıştır.
c) Türkçe, muamelat-ı maliyye ve ticariyyenin lisanı olduğu
zamandan itibaren, mali ve ticari müesseselerde çalışan Musevilerin
kaffesi gerek gece derslerine devam etmek, gerek suret-i hususiyede
ders almak suretiyle Türkçe'yi öğrenmektedirler.

30 İstanbul'da intişar eden Homenora mecmuasının Teşrin-i sini 1927 tarihli ve 9


numaralı nüshasının 378 inci sahifesinde.

39
Avram Galanti

BEŞİNCİ FASIL

Hükıimetin Türkleştirmek Sahasındaki Siyasi Hatt-ı


hareketi - Yabancı Lisanlardan Müteessir Olan Bazı
Milletler - Lisanlarını Ta'mim Etmek İstemiş Bazı Milletler
- İmparatorluk Hükumetinin Son Faaliyeti - Türkleştirmek
İçin Ne Yapmalı?

Hükumetin Türkleştirmek sahasında olan siyasi hatt-ı hareketini


tedkik etmezden evvel biraz da yabancı lisanlardan müteessir olmuş
olan milletlerin vaziyetleriyle lisanlarını ta'mim etmek istemiş olan
milletlerin vaziyetlerinden bahsedelim. Bunun için tarihi karıştırmak
lazımdır.

a) LİSANLARI YABANCI LİSANLARDAN


MÜTEESSİR OLAN BAZI MİLLETLER:

1.
Eski Mısırlılar:
Mısır'ın on dokuzuncu sülalesinin evasıtına doğru, (k.m takriben
on üç asır evvel) Sezostiris'in (İkinci Ramses) muharebeleri ve
Hititlerin kralıyla akdetmiş olduğu Sıky muahede neticesi olarak,
Mısır'da Suriye lehçeleri taammüm etmeye başlamıştır.31 O zamanın
Mısır uleması ve katipleri milli lisanlarını ecnebi kelime ve tabirlerle
tezyin etmeye koyulmuşlardır. Mesela Mısırca "şehir" demek olan
nouit, "kapı" demek olan ro, "erganun" demek olan bonit, "selam"
demek olan aaou ilh. ilh. yerine Simice mukabilleri olan qarat,
tiraa, kinnor, salam ilh. ilh. kullanılırdı. Mısır'da Simice o kadar
yerleşmiştir ki Samke mukabili bulunmayan Mısırca kelimelerin
sonları tahrif edilerek yerlerine yabancı lahikalar vaz' edilmiştir.
Mesela Mısırca "lamba" demek olan khabsou ve "kapı" demek
olan sonshou yerine khabousa ve saneshaou'nun muharref
şekilleri kullanılmıştır. 32

31 A. Mariette'nin Les papyrus igyptiens du Musfe de Bo11/aq eseri. Cilt 1, üçüncü


numaralı papirüs.
32 G. Maspero'nun Du genre ipistolaire eseri, sahife 9.

40
Vatandaş Türkçe Konuş!

2. İbraniler:
İbraniler eski zamandan beri, İbranice gibi Sami bir lisan olan
Aramca ve gayr-ı Sami bir lisan olan Yunanca'nın taht-ı tesirinde
kalmışlardır. Ahd-ı atfk'in bazı aksamı33 Aramca olduğu gibi, el­
yevm dualarının bir kaç parçası da Aramcadır.
Yunanca'ya gelince, İbraniler memleketlerinden nefy u icla'
edildikten sonra bir kısmı Mısır'a giderek, Batlamyusların devri
zamanında Yunanca konuşurlardı. Filadafos namıyla ma'rılf İkinci
Batlamyus zamanında, (k.m. 274-285) Tevrat Yunanca'ya tercüme
olunmuştur. Mürılr-ı zaman ile, Yunanca'nın nüfüzu Suriye'ye de
yayıldığı vakit, orada bulunan Yah u diler Yu nanca'yı
benimsemişlerdir. Yunanca'nın İbranice üzerine kuvvetli olan
tesirinden tabir-i diğerle İbranice'nin Yunanca tarafından bel'
edilmesinden endişe eden zamanın Yahudi uleması, bazı tedabir
ittihaz ederek "u!Um"un Yunan lisanında ne gündüz ne gece
okunmamasını emretmişlerdir.34 Bu emir dini bir maksat değil,
lisanın yani İbranice'nin Yunanca tarafından bel' ve temsil
edilmesinin men'ini istihdaf ediyordu.

3. Eski Romalılar:
Yunanlılann ve bilhassa İskenderiye Yunan Mektebi'nin harsı,
Cenubi İtalya üzerine icra-yı tesir etmekten hali kalmamıştır. Meşhur
"Katan" zamanında (k.m. 1 42-237) Roma'da Yunanca taammüm
ederek kendisi Yunanca bilir, fakat konuşmazdı. İmparator Augustus
zamanında yaşamış meşhur Horace (k.m. 8-64) Yunanca'nın
tesirinden bahsederek Bilinguis Apulia yani "çifte dilli" Apulia
demiştir. (Apulia'nın şimdiki ismi Pouilles'dir ki Cenubi İtalya'da
kaindir.)

4.Eski Bizanslılar:
Yunanca eski Cenubi İ talya'dan kovulduktan ve Şarki Roma
İmparatorluğu tesis ettikten sonra, Latince taammüm etmiştir.
Bizans İmparatorluğu'nun resmi lisanı Latince idi. Justinianus (m.b.

33 Danyal ve Ezra kitaplarının bazı aksamı.


34 Talmud'un "Menahut" kısmını, sahife 99.

41
Avram Galanti

527-565) Latince'yi memleketten atmak zamanının hulul ettiğini


takdir ederek Novellai (Ncapaı') namıyla ma'ruf olan son
emirnameyi Yunanca yazmış ve Birinci Herakleios zamanında (m.b.
6 1 0-641) Yunanca yayılmıştır.

b) LİSANINI TA'MİM ETMEK İSTEMİŞ


OLAN BAZI MİLLETLER:

1.Eski Roma:
Eski Roma, cesim bir lisan ittihadı husule gelmiştir. Roma henüz
küçük bir devlet iken, İtalya şibh-i ceziresinde muhtelif lisanlar
tekellüm edilirdi. Yavaş yavaş Etrüsk lisanıyla Yunanca, merkezin
İtalyan lehçeleriyle şimalin Seltik lehçeleri, hakim bir vaziyet almış
olan milletin lisanı önünden ric'at ederlerdi. Bu değişikliğin başlıca
iki vasfı vardı: Hüsn-i rıza ve bataet. Roma hükumeti Latince'nin
ta'mimi hususunda acele ve rakib olan lisanların tedrisini men'
etmemiştir. Roma bu sahada kuvve-i tabiiyyeye iş gördürmüş yani
kendisine tabi akvama Latince'nin tahsilinde "menfaat" mevcut
olduğunu bil-fiil göstermiş ve bu vazifeyi yapmak için "zaman"a
terk etmiştir. "Menfaat" ve "zaman"ın tesiriyle Latince, mevcut
eski lisanları ve lehçeleri her-taraf ederek bilahare büyümüş olan
imparatorluğuyla beraber Roma'nın Afrika eyaletlerine İspanya'ya,
Galya'ya (Fransa), Pannonia'ya (eski Avrupa'nın eski bir mıntıkası
olup şimalen Tuna ve c�nuben İlirya ile muhat) ve Balkan şibh-i
ceziresine yayılmıştır. El-yevm kendisinde Latince'nin tekellüm
edilen Avrupa'nın, Roma İmparatorluğu'nun ilk asırlarında
Latince'nin tekellüm edildiği arazinin ancak bir kısmını temsil eder.
Yukarıda söylendiği gibi Latince, muzafferiyetini, hüsn-i rıza ve
bataete medyılndur.

2.
Prusya 'da:
Eski Roma hakkında zikredilen bu lis ani hadis enin bir
numunesini bazı Avrupa devletlerinin yeni tarihlerinde görürüz.
Şimdiki Prusya'nın ve ha-husus şark ve şimal mıntıkalarının, bir
kaç asır evvele gelinceye kadar, I slavlar ile meskun olduğu

42
mallımdur. 1 8 1 5 senesinde in'ikad eden Viyana Konferansı'nda
Prusya, Cermen'den ziyade bir I slav devleti addolunurd u.
Lehistan'ın merkezinden uzak olan Lehli ahalinin bir kısmı, tabii
bel' ve temsil usulü dairesinde Cermanlaşmıştır. Lehistan'ın
merkezine doğru yani Leh unsurun kesif bulunduğu yerlere
yaklaştıkça bel' ve temsil o kadar müessir olamamıştır. Burada Leh
milleti, hüsn-i rıza ile yapılan bati Cermanlaşmaya karşı kuvvetli
bir mukavemet göstermiştir. On dokuzuncu asrın nısf-ı salisinde,
mecburi Cermanlaşmaya tevessül edilmiş ise, intizar edilen neticenin
aksi elde edilmiştir. İdari esaslara istinaden Leh lisanını kökünden
koparmak için Rusya İmparatorluğu tarafından neşrolunan kavanin
ve nizamat, böyle bir siyasetin faidesizliğine şehadet eder.

3. Şimdiki İta/ya:
1 9 1 4-191 8 Harb-i umumisi'nden sonra İtalya hududu dahiline
girmiş olan gayr-ı İ talyan anasırı İtalyanlaştırmak için İtalya
hükumetinin çalışmakta olduğunu gazeteler yazıyor. Mesele henüz
yeni olduğu için, neticesinin ne olduğu malum değildir.

c) İMPARATORLUK HÜKUMETİNİN SON FAALİYETİ:

Yukarıdaki malumatı verdikten sonra, Türkiye'nin Türkleştirmek


sahasındaki son siyasi faaliyetini tedkik edelim.
Tanzimat-ı hayriyye'den sonra yani 1 839'dan itibaren Türkiye'de
yaşayan gayr-ı müslimler, Tanzimat'ın kendilerine bahşetmiş olduğu
nimetlerden i s ti fade e tm e k için Türkçe' nin lüzumunu
hissetmişlerdir.
Ermeniler, esasen Türkçe konuştuklarından, Türkçe'nin tahsili
lüzumunu diğer gayr-ı müslimlerden daha evvel takdir etmişlerdir.
1 832 senesinde, Alexandre Blacgue'in idaresi altında intişar etmeye
başlayan "Takvim-i Vek4Jl' Türkçe ifade ve Ermenice hurCıf ile
çıkmıştır.
1 840 senesinde İstanbul hahambaşısı Moşe Fresko Efendi,
Yahudilere hitaben neşrettiği beyannamede "bundan böyle lisan-ı
Türki'de okuyup yazmaya sa'y u gayrette bulundukları halde

43
Avram Galanti

fev:lid-i nafıaya nail olacaklarında şüphe olmayacağı ra'na


bulunduğundan" cümlesini ilave ederek Türkçe'nin ta'mimini
tavsiye etmiştir. 1 854 senesinde, İstanbul'da Piripaşa'da açılan ilk
Musevi mektebinde Türkçe okunmaya başlanmıştır.
Rumlar, Tanzimat'tan bir kaç sene sonra, Fener Milli Büyük
Rum Mektebi'ne lisan olarak Türkçe'yi idhal etmişlerdir.
Bu üç cemaatin Türkçe öğrenmek hususundaki sa'y u gayretleri
bu merkezdeyken, hükumetin faaliyetini de tedkik etmek faidelidir.
Hükumet takriben bir asır evvel Mekteb-i Tıbbiyye'yi, 1 868'de
Galatasaray Llsesi'ni tesis ettiği vakit, bu iki müessesenin kapılarını
milel-i gayr-ı müslime çocuklarına açık bulundurmuştur. Hükumetin
bu teşebbüsü Türkleştirmek siyasetinden ziyade, tevhid-i anasır
siyasetine ma'tlı.f idi.
1 273 sene-i hicriyyesinde (1 857) min-el-kadim makam-ı fetvaya
merbut olan "Maarif ve Ulum Nezareti" bu makamdan fekk ile
müstakil bir Maarif-i Umumiyye Nezareti haline getirildikten sonra,
Türkleştirmek siyasetine biraz ehemmiyet verilmeye ve bu siyasetin
tatbikine de, hicretin 1 283'ünde (1 867) "Rüşdiyyelerde Etffil-i Gayr-ı
Müslimenin Dahi Kabulü" ile başlanmıştır.35
Bu başlangıç ya ilmi bir surette takdir edilmemiş veyahud takdir
edilmiş de, muhtelif esbabdan dolayı salim bir mecraya isal
edilmemiştir. Hicretin 1 306 senesinde (1 890) Yanya'da vuku' bulan
bir hadise hükumeti ikaz etmiş olsa gerektir. Balada (sahife 1 4) bu
hadiseden bahsolunm u ş tur. B öyle bir vaziy e t e s ki Girid
vilayetimizde de vardı. Girid adası son zamanlarda ayrı kavanin ile
idare edilegeldiğinden ve devair-i resmiyyede ve mahkemelerde
lisan-ı resmi hem Türkçe hem Rumca olduğundan ve bu ise
Yanya'daki hadise gibi bir hadise zuhur etmediğinden, hükumet
burada layıkı vechile Türkçe'nin ta'mimi cihetine gitmemiştir.
Yanya hadisesinden sonra hükumet biraz fazla Türkçe'nin
ta'mimine dikkat etmiştir. Zire dere ettiğimiz iki vesika hükumetin
bu babdaki teşebbüsünü gösterir.

35 Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Eylül 1 926, adet 1 7 (94), sahife 3 1 3.

44
Birinci vesika:
14 Şubat 1 3 1 0 (1 894) tarih ve bila numara Adliye N ezaret-i
Celilesi'nden tezkere suretidir.
"Mekatib-i gayr-ı müslimede lisan-ı Osmani'nin tedrisi hakkında şeref­
sadır olan irade-i seniyye-i hazret-i hilafet-penahi mantuk-i münifi
vechile sebk eden tebligat üzerine kasabalarda vaki' mektepler için
Türkçe muallimi tedarikine teşebbüs olunmuş ise de, kura için muallim
tayinine muktedir olamayacakları bildirildiğine dair Kosova vilayet-i
aliyyesinden vuku' bulan i ş 'ardan b a h s ile Dahiliye N ezaret-i
Celilesi'nden takdim olunan tezkere Meclis-i Mahsus-ı Vüke!a'da le­
del-mütfilaa bu misüllü tedabirin tedricen mevkii-i fi'l-i icraya vaz'ı
İcab edeceğine nazaran şimdilik kasabalarda bulunan mekatib-i gayr-ı
müslimede lisan-ı O sm ani tedri s a tına mantuk-ı emr u ferman
hümaylından mübaderetle kura mekteplerinde lisan-ı Osmani tedrisi
hususunun ileriye tealliki bi't-tensib icrayı icabı Maarif Nezaret-i
Celilesi'ne emr u iş'ar buyurulmuş olmakla muamele ve hareket
olunmak üzere beyan-ı keyfiyete ibtidar kılındı."

İkinci vesika:
18 Ağustos 1 31 0 (1 894) tarih ve 20 numaralı Adliye Nezaret-i
Celilesi'nin tezkeresidir:
"Avrupa devletleri yalnız elkalarında değil muvakkaten işgal
eyledikleri mahallerde dahi kendi lisanlarını mecburi't-tahsil tutmakta
ve Memfilik-i Mahruse-i Şahane'de dahi lisanlarını neşre çalışmakta
oldukları cihetle Memalik-i Devlet-i Aliyye'de bulunan mekatib-i
Hıristiyaniyye'de dahi talebeye Türkçe tedris ettirilmesi hususunun
temini ve bu mekteplerin lisan-ı Türki imtihanlarında taraf-ı nezaretten
mümeyyiz bulundurularak şakirdanın lisan-ı O smanl'deki derece-i
tahsillerinin tahkik ve ber-mucib nizam-ı mekatib-i mezkurenin ayrıca
teftiş ettirilmesi ve bunlardan ş akirdana Türkçe öğretilm eyen
mekteplerin seddi mukteza-yı irade-i seniyye-i şehinşahi'ye tevfikan
cemaatleri mekteplerinde ita-yı muamele olunmak üzere savb-ı
dostanelerine tebligat-ı lazıme icrası Maarif Nezaret-i Celilesi'nden
ba-tezkere iş'ar olunmuş olmakla iktizasının icrasıyla keyfiyetin
ifadesine himmet eylemeleri siyakında tezkere-i muhibbi terkim
kılındı."

1 908 senesinde ilan olunan Meşrutiyeti müteakip mekatib-i gayr-ı

45
Avram Galanti

müslime programlarına, mevcut Türkçe lisan dersinden gayrı,


Türkçe olarak Türkiye Tarihi ve Türkiye Coğrafyası dersleri i lave
olunmuştur. Bu hal cumhuriyetin ilanına kadar devam etmişti r.

d) TÜRKLEŞTİRMEK İÇİN NE YAPMALI?

Hfil-i hazırda, maarif-i umumiyye siyasetini ilmi bir göz ile tedkik
eden Türkiye Cumhuriyeti, ekalliyetleri Türkleştirmeye azmederek
'şimdiye kadar ekalliyet mekteplerinde Türkçe olarak okunan lisan,
tarih ve coğrafyadan maada Malumat-ı Vataniyye, İlm-i Eşya, Tıbiat
Tedkiki gibi derslerin aynı lisanda okunmasını emretmiştir. Bu emir
infaz olunmakla beraber, ekalliyetlerin Türkleşmesini talep etmek
hakkı, hükumetin itiraz kabul etmez bir hakkıdır.
Yukarıda söylendiği gibi, evde Türkçe'den gayrı konuşulan bir
lisanı o evden tard etmek ve yerine Türkçe'yi yerleştirmek için yegane
çare kendisinde b ütün tedrisat Türkçe yapılan m e k t epti r.
Binaenaleyh bu cihete büyük ehemmiyet verilmelidir. Bu sahada
tam bir muvaffakiyet elde etmek için, atideki şartlara riFıyet e tmek
lazımdır.
1 . Hükumet, Türkleştirmek siyasetini tevcihkar bir t c � v l k ile
bizzat eline almalı.
2. Hükumet, Türkleştirmek istediği anasırın Türkleşmesi için
kendilerine azami te shilit gös terilmeli, ekalliye t l c r i ıı kesif
bulundukları yerlerde resmi mektep açmalı, ekalliyet mekteplerine
muktedir muallim göndermeli.
3. Lisan, maişeti temin eden diğer "sanayii" gibi bir ''san'at"
olduğundan Türkleşenlere bu hususta kolaylık gösterilmeli.
Kendi lisanlarını ta'mim etmek istemiş olan ve isteyen ecnebi
memleketler ile ecnebi mektepler aynı şartları takip ederek nafi'
neticeler elde etmişlerdir. Atideki misaller bunu te'yid eder:
1 . Amerika Müttehid Devletleri, oraya gelen yabancı muhacirlere
mahsus meccanen İngilizce gece kursları açıyor ve Amerika'yı
sevdirmek için, ilk derste Amerika bayrağını gösteriyor ve hakkında
muhabbet uyandıracak sözler söylüyor.
2. Pek çok memleketler, lisanlarının ta'mimi maksadına mebni,

46
Vatandaş Türkçe Konuş!

hariçte açtıkları mekteplerin idamesi için ayrıca tahsisat veriyorlar.


3 . Bazı ecnebi mektep idareleri mekteplerine talebe celb etmek
için, talebeye yardım ediyor. Bu mekteplerden bazılarında ikmal-i
tahsil edenler, mekteplerinin tavsiyesi ve yardımı ile iş bularak
maişetlerini temin ederler.
Yukarıda zikrolunan üç devreyi nazar-ı itibara almakla beraber
işbu şartlar dairesinde hareket edildiği yani Türkleşmek ameliyesini
kuvva-yı tabiiyyeye terk edildiği takdirde, yarım asır sonra İstanbul
gibi pek çok lisan konuşulan bir muhitte -ecnebilerin aralarında
konuşacakları lisandan gayrı- hakim olacak umumun ana lisanı
Türkı;;:e olacaktır. Bu İstanbul'a mahsus müstesna bir hadise olmayıp
belki, içtimfüyyatın lisan üzerine olan umumi kanunudur. Aynı kanun
dairesinde hareket etmiş olan memleketler aynı neticelere vasıl
olmuşlardır. Bulgaristan ve Sırbistan Musevileri, Bulgaristan ve
Sırbistan memleketlerinin tevcihkar teşvikleri sayesinde Yahudice­
İspanyolca'ya veda etmek üzeredirler. Yeni nesil Bulgarca ve Sırpça
konuşuyor.
Türkçe bu sahada ilk semeresini iktitaf etmiştir. Bundan elli
altmış sene evvele gelinceye kadar Selanik Dönmeleri namıyla
ma'rı'.'ıf olanlar, hanelerinde Yahudice-İspanyolca konuşurlardı. Fakat
Türk mektepleri çoğalmaya başladığı zamandan itibaren yani
bunların çocukları Türk mekteplerine devam ile orada ikmal-i tahsil
ettikten sonra, Türkçe yavaş yavaş Yahudice-İspanyolca'yı evlerinden
tard ederek yerini kendisi almıştır. Bugün Selanik Dönmeleri, çok
ihtiyar olanlardan maada, Yahudice-İspanyolca bilmezler. Ekalliyet
mekteplerinde esas tedrisat Türkçe'de yapılırsa, ekalliyetlerin
Türkleşmesi gayet tabii bir iş olacak ve o zaman yani yarım asır
sonra ''Vatandaş: Türkçe Konuş!" cümlesi, Türk lisanı tarihinde,
Türkçe'nin hal-i hazırdaki olan vaziyetini açık bir surette ifade etmiş
olacaktır.

SON

47

You might also like