You are on page 1of 458

JOSEPH CAMPBELL

KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

KABALCI YAYINEVİ: 162


ANTROPOLOJİ/ARKEOLOJİ/MİTOLOJİ DİZİSİ: 9

Campbell, Joseph (1904-1987). Asıl olarak mitler üzerine devrim nite­


liğindeki çalışmalarıyla tanınan Amerikalı yazar, editör ve öğretmen.
New York City’de doğmuştur.
Pablo Picasso ve Henri Matisse’in sanatının, Sigmund Freud ve
Cari Jung’un psikoloji çalışmalarının ve James Joyce ve Thomas
Mann’m yapıtlarının etkisiyle, Campbell bütün mit ve destanların,
toplumsal, kozmolojik ve ruhsal dünyayı açıklamaya yönelik evrensel
insan çabasının kültürel dışavurumları olarak birbirine bağlandığını
ortaya koyan bir kuram geliştirdi. Campbell’ın ilk özgün çalışması
olan Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (1949), daha sonra sıkça başvurulan
bir klasik oldu; ilk olarak burada, bütün kültürlerin kahraman mitle­
rinde ortak tek bir kalıp bulunduğunu ortaya koymuştur. Daha sonra­
ki, dört ciltlik Tanrının Maskeleri (1959-1967) [İmge Yayınevi, 1992] ve
Mitsel İmge [yayın programımızdadır] adlı yapıdan, bu kuramın daha
ayrıntılı bir serimini sunmaktadır.
Joseph Campbell
The Hero With A Thousand Faces
© Bollingen Foundation Inc., New York, N. Y. (1949)
Akçalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
© Kabalcı Yayınevi (1999)

Çeviri 1968 yılı baskısından yapılmıştır. Bu basımda, Freud ve Jung’un eserle­


rinden yapılan alıntılar, C. G. Jung’un ve Sigmund Freud’un Bütün Eserleri­
nin standart İngilizce çevirilerine göre değiştirilmiştir.

Birinci Basım: Eylül 2000


İkinci Basım: Mayıs 2010

Kapak Düzeni: Gökçen Yanlı


Teknik Hazırlık: Zeliha Güler
Yayıma Hazırlayan: Mustafa Küpüşoğlu

KABALCI YAYINEVİ
Ankara Cad. No: 47 Cağaloğlu 34112 İSTANBUL
Tel: (0212) 526 85 86 Faks: (0212) 513 63 05
yayinevi@kabalci.com.tr www.kabalciyayinevi.com
internetten satış: www.kabalci.com.tr

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI


Cataloging-in-Publication Data (CİP)
Campbell, Joseph
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
1. Mitoloji 2. Felsefe 3. Yöntem

ISBN 975-8240-04-8
Baskı: Yaylacık Matbaacılık San. Tie. Ltd. $t.i. (0212 567-8003)
Litros Yolu Fatih San. Sitesi No: 12/197-203 Topkapı-IST.
JOSEPH CAMPBELL

KAHRAMANIN
SONSUZ
YOLCULUĞU
Çeviren:
Sabri Gürses
Anne ve Babama
lÇlNDEKlLER

ÖNSÖZ . . . . . ..................... ................................ ................................... 9

PROLOG: MONOMlT ................. ............................................ ........ 11


1. Mit ve Düş .. ... ...... . ................... ... ................ ............... ........ . ... 13
. . .. .. . . . . . .

2. Tragedya ve Komedya...... ... ... .. ..... . . ........ .... ......... ................. 36


... . . . . . . . . ..

3. Kahraman ve Tanrı . . ... ........ .. . . .. . . . ... ......... . ............ ... ... . . 42


. .. .. . . .. . . . .. .. . .. . .

4. Dünyanın Göbek Deliği ... .... . ........... .. ... ... .................... .......... .. 52
.. . . . . . . . .

KISIM I: KAHRAMANIN MACERASI, 61

BÖLÜM I: YOLA ÇIKIŞ . . . . ................... ..... .............. . . . . . . . . . . . . . . ........... 63


1. Maceraya Çağrı ............... ... .. .. .... . . . .. . .... ....... ..... ... . .. .... . 63
. .. .. . . . . . .. .. . . . . ... . .

2. Çağrının Reddedilişi .... ........ ..... ...... ..... ... ................ ........ ...... . .. 73
. . . . . . . .. .

3. Doğaüstü Yardım ...... ...... . . . ...... . .... .. ... . ........... .......... . .. .


.. ... ....... . .. .... 83
.. .

4. tık Eşiğin Aşılması .. . .... ......... . ... .... . .. ... .... .. . ...... . . .. .... ... 94
.. . . . . . . . . . . . . . . . .. .. ..

5. Balinanın Kamı. . ..... . ..... .. ..... ...


. .. .. . . . .... . . .. .. ... ..
. . . .. . ... ....... .. .. ... ... . 107
. . . . .. .

BÖLÜM II: ERGiNLENME . . . . . . ....................................... ............... 113


1. Sınavlar Yolu ..... . .... ...... . . ... ......... .... ..... . . ... . . ........ ............ ........ . 113
... . . . . .

2. Tanrıçayla Karşılaşma ... ....... . ...... . ... . . . . .. ... . .......... . ... .. ....... ...... .. 125
. . . . . . ..

3. Baştan Çıkarıcı Olarak Kadın... . . . .. . . ... . . . .. ... .... .... ... . .. ..... ......
. .. . . . . .. .... 138

4. Babanın Gönlünü Alma ...... . . ... . . ....... ........... .. .......... ... . . . .... 144
. . ... . . . .. . . . .

5. Tanrılaştırma ..... ............ . . .. ............ .. .. ..... . ..... .. . ...


. . . . .. .. . . . . . . .. .... . . .... 170
.. .

6. Nihai Ödül . ... ... .... ........ .......... ....... .... .... . ..........
. . . .. . . .. . .. . .... ............ . 198 .

BÖLÜM III: DÖNÜŞ ................ . . . . . . ................. . . . . . ................ . . . . . . . . . . 222


1. Dönüşün Reddedilişi .............................. :........................................ 222

2. Büyülü Kaçış ........... ... ........,............................................................. 225

3. Dışarıdan Gelen Kurtuluş ... .. . ..... ..... ........ ......... ............ ........ . 235
. . . . . . . . ..

4. Dönüş Eşiğinin Aşılması . .. ....... .......... ... . . . . ... ...... ... . . . . . . . .. ... .. .. ....... 245
.. ..
5. lki Dünyanın Ustası ............................... . . . ........................... . .
.. ........ 258

6. Yaşama Ozgürlüğü ........... . . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . . . . ............... ............ 267

BÖLÜM iV: ANAHTARLAR . . ............................. . ...... .. ........... . .. 273


... ..

KISIM II: KOZMOGONİK ÇEVRİM, 281

BÖLÜM 1: YAYILIŞLAR ... . ................ .. ........ .. .


. ............ .. ........ . ........ 283
1. Psikolojiden Metafiziğe .................................................................... 283

2. Evrensel Çevrim . . .......... . . .................... . . . . . . . . . . . . . ...... ............. ............ 290

3. Hiçlikten Dışarı - Uzay . . . . . . . . . ........ ............ ..... . . .. . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . 298

4. Uzay içinde - Yaşam ....... ..... . . ............................... ... ......... . . . . . . . . . . . . . . . 304

5. Birin Birçoğa Bölünmesi . . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . . ........ ................ . . ....... . . . . . 3 12

6. Yaratılışa Dair Halk Hikayeleri.. . . . . . ........... . . . . . . . . ............. . . . . . . . ........... 320

BÖLÜM il: BAKlRE'DEN DOGUM ........ . . . . ....... . .. . .


.. . ... ........... .. ..... 327
1. Evren Ana . . ....... . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .... . . .. . . ........ . ............................... . . . . . . . 327

2. Kader Ağı . . . . . ....... . . . . . . .. . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... . . .... . .................. 333

3. Kurtarılma Rahmi . .. . . . . . . . ..... ........... . . . . . . . . . . ......... . ............... ...... . ........ 338

4. Bakire Anneliğe Dair Halk Hikayeleri ........ ............. . ............... ......... 34 1

BÖLÜM III: KAHRAMANIN DÖNÜŞÜMLERl... . . ....... . . ..... . .. .. 345


. . . .. . .

1. llksel Kahraman ve insan .................... . . . . ....................... .. ... . . ........... 345

2. lnsan Kahramanın Çocukluğu .......................... . . . . ...... . . . ...... ............ 348

3. Savaşç"ı Olarak Kahraman . . . . . . . . . . . . . ......... . ..... . . .. . ....... ........................ 366

4. Aşık Olarak Kahraman ............. . . . .. . . . . . . . . . ......... . . . . . .......... .. . . . ............ 373

5. imparator ve Tiran Olarak Kahraman . . . .. . . ....................... ,............... 376

6. Dünya Kurtarıcı Olarak Kahraman . . . . . . . . . . . .......... .......... . ..... . ........... . 381

7. Aziz Olarak Kahraman ............ . . ........................................ . .............. 386

8. Kahramanın Ayrılışı ...... . . . . . . . . ....... . . .... . . . . ......... . . . . ........... . . . . . . . . .......... 388

BÖLÜM iV: ÇÖZÜLÜŞLER ........................ .. .... .... . .


.. ...... .. .... .. ... . ... 399
1. Mikrokozmosun Sonu ...... . . . . . .. . . . . ... . . ....... ................ . ....................... 399
2. Makrokozmosun Sonu..................................................................... 407

EPİLOG: MİT VE TOPLUM, 413

1. Şekil Değiştiren .... ... . .. ............. . ...... .......... ........ ................... . 415
. . . .. . . . . . . .

2. Mitin, Tapımın ve Meditasyonun lşlevi . ............. .............. .. ..... 416


.. . .. . ...

3. Bugünün Kahramanı............. ... . .......... ...... ............... ..... .. ..... ... 420
. . . . . . . . .

METlNDE YER ALAN ÇlZlMLER . . . . . . . . ............. . .... . . . . ............ . . . . . . . . 427

METlNDE YER ALAN LEVHALAR ......................... . . . . . . . . . ........ . ..... 4 31

DlZlN .............. .................... ............................... .............. ............. 435


ÖNSÖZ

“Dinsel öğretilerin içerdiği gerçekler öylesine bozulmuş ve sistematik


olarak tanınmaz hale getirilmiştir ki," diye yazar Sigmund Freud, “insanlık
onları gerçek olarak kabul edem ez. Bir çocuğa yeni doğan bebeklerin leylek
tarafından getirildiğini söylememizle aynı şeydir bu. Burada da, bu büyük
kuşun neyi belirttiğini bildiğimizden, gerçeği simgesel bir görünümle anlatı­
rız. Fakat çocuk bunu bilmez; o ancak çarpıtmayı duyar ve kandırıldığını
hisseder; ve bizler asiliğinin ve yetişkinlere olan güvensizliğinin bu izlenime
sıkı sıkıya bağlı olduğunu biliriz. Biz, gerçeğin bu tür çarpıtmalarından
kaçınmanın ve çocuğa olan bitenin gerçek halinin bilgisini, onun entelektüel
gelişim aşamasına uygun biçimde sunmanın daha doğru olduğu sonucuna
vardık."1
Elinizdeki kitabın amacı, pek de karm aşık olmayan bir örnekler yığınını
bir araya getirip kadim anlamın kendi kendini ortaya çıkarmasını sağlaya­
rak dinsel ve mitolojik figürler altında çarpıtılmış bazı gerçekleri aydınlat­
maktır. Eski öğretmenler ne dediklerini bilirlerdi. Hele onların simgesel di­
lini okumasını bir öğrendik mi, öğretilerinin anlaşılması için bir derlemeci-
nin yeteneğinden fazlasına ihtiyacımız yoktur. Fakat ilk önce simgelerin dil­
bilgisini öğrenmeliyiz ve ben, bu esrara bir anahtar olarak psikanalizden
daha iyi bir araç bilmiyorum. Psikanalizi konuya dair son söz olarak kabul
etmesek bile, onun bir yaklaşım olarak iş görmesine izin verebiliriz.
Buradan hareketle atılacak ikinci adım, dünyanın dört bir yanından bir di­
zi mitle halk hikâyesini bir araya getirmek ve simgelerin kendi adına ko-

1 Sigmund Freud, The Future of an Illusion, çev. James Strachey vd, Standard
Edition, XXI; Londra: The Hogarth Press, 1961 (ash 1927), s. 44-45.

9
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

nuşmalarına izin vermek olacaktır. Benzerlikler hemen günyüzüne çıka­


caktır; üstelik bunlar insanın gezegendeki binlerce yıllık ikameti boyunca
yaşayageldiği temel gerçeklerin geniş ve şaşırtıcı biçimde değişmeyen bir
ifadesini ortaya çıkaracaktır.
Belki de çakışmaları öne çıkararak çeşitli Doğulu ve Batılı, çağdaş, an­
tik ve ilkel gelenekler arasındaki çeşitli farklılıkları gözden kaçırdığım söy­
lenecektir. Ne var ki, aynı itiraz, ırksal fizyolojik değişkenliklerin, insan f i ­
ziğinin temel anlamda kavranışı amacıyla görmezden gelindiği herhangi bir
ders kitabı y a da anatomi çizelgesi için de getirilebilir. Elbette insanlığın
sayısız mitoloji ve dini arasında farklılıklar vardır, fa ka t bu kitap benzer­
likler üzerine bir kitap; ve bu benzerlikler bir kez anlaşıldığında fa rklı­
lıkların, yaygın (ve politik) olarak sanıldığından çok daha az olduğu görüle­
cektir. Umudum, bu şekildeki karşılaştırmalı bir izahatin, günümüz
dünyasında birtakım dinsel ya da politik bir imparatorluk yaratm ak adına
değil karşılıklı bir insani anlayış doğrultusunda çalışan güçlerin, belki de
çok zavallıca sayılamayacak “birleşme" am açlarına katkıda bulunabi­
lmesidir. Veda’larda bize söylendiği gibi: “Gerçek birdir, fa ka t bilgeler ona
birçok isim takmışlardır."
önerileriyle bana çalışmanın ilk ve son aşam alarında büyük ölçüde
yardımcı olan Bay Henry Morton Robinson’a, malzemelerimi okunabilir
bir biçime sokmanın uzun uğraşına yardımları için, Bn. Peter Geiger, Bn.
Margaret Wing’e; elyazmaları üzerinden birçok kez geçen ve paha biçilmez
önerilerde bulunan Bn. Helen McMaster’a ve başından sonuna dek dinleye­
rek, okuyarak ve gözden geçirerek benimle birlikte çalışan eşime teşekkür
etmek isterim.
J . C.
New York City
10 Temmuz 1948

10
PROLOG

MONOMİT
1. Mit ve Düş

İster Kongo’nun gözleri kan çanağına dönmüş bir büyücü-heki-


minin düşe benzer zırvalamalarını mesafeli bir keyifle dinleyelim, ister
mistik Lao-Tse’nin sonelerinin düz çevirilerini hararetli bir coşkuyla
okuyalım; ister Aquinas’ın argümanlarından birinin sert kabuğunu
birdenbire kıralım, ister garip bir Eskimo masalının görkemli anlamı­
nı birdenbire yakalayalım: bulduğumuz şey hep şekil değiştiren fakat
buna rağmen olağanüstü biçimde aynı kalan o hikâye ve daima bili­
nen ya da anlatılandan daha fazlasının olduğuna dair kışkırtıcı
derecede ısrarlı bir histir.
Yeryüzünde ikamet edilmiş her yerde, bütün çağlarda ve her ko­
şulda, insana ait mitler türemiştir ve bu mitler insanın vücudunun ve
aklının eylemleriyle ortaya çıkan ne varsa hepsinin esin kaynağıdır.
Mitin, kozmosun sonu gelmez enerjilerini insanın kültürel yaratımına
akıtan gizli bir yarık olduğunu söylemek çok ileri gitmek olmaya­
caktır. Dinler, felsefeler, sanatlar, ilkel ve tarihsel insanın sosyal bi­
çimleri, bilim ve teknolojideki büyük buluşlar, uyku kaçıran düşler
hep mitin o temel, büyülü yüzüğünden fışkırır.
Küçücük bir peri masalında dahi bulunan o derin yaratıcı merkez­
lere dokunma ve uyandırma gücü özelliği, tıpkı okyanusun sırrının
bir damla suda ya da yaşamın bütün gizeminin bir pire yumurtasında
saklı olması gibi bir mucizedir. Çünkü mitolojinin simgeleri üretil­
mez; talep edilemez, uydurulamaz ya da kalıcı bir şekilde bastırıla­
mazlar. Onlar ruhun kendiliğinden oluşan ürünleridir ve her biri kay­
nağının tohumunu gücünü bozulmamış olarak içinde barındırır.

13
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Zamandışı rüyetin1 sırrı nedir? Aklın hangi derinliğinden kaynak­


lanır? Mitoloji neden her yerde, çeşit çeşit kılığın altında aynıdır? Ve
ne öğretir?
Bugün birçok bilim bu bilmecenin çözümlenmesine katkıda bulu­
nuyor. Arkeologlar Irak, Honan, Girit ve Yukatan kalıntılarını santim
santim inceliyor. Etnologlar Ob nehri Ostiyaklarını, Fernando Po’nun
Boobilerini sorguluyor. Bir şarkiyatçılar kuşağı yakın zamanda bize,
kendi Kutsal Kitabımızın Yahudilik öncesi kaynaklarıyla birlikte, Do­
ğunun kutsal yazılarını da anlaşılır kıldı. Ve bu arada, geçen yüzyılda
halk psikolojisi alanında araştırmalar yayımlamaya başlamış bir başka
uzman topluluğu dilin, mitin, dinin, sanatın gelişiminin ve ahlak ku­
rallarının psikolojik temellerini ortaya çıkarmaya çabalıyor.
Yine de bunların hepsinin en kayda değer olanı, akıl hastanesin­
den çıkmış olanıdır. Psikanalistlerin cesur ve gerçekten çığır açıcı
yazıları mitoloji öğrencileri için vazgeçilmezdir; çünkü ayrıntılı ve öz­
gül durum ve sorunların kimi çelişen yorumları hakkında ne düşünü­
lürse düşünülsün, Freud, Jung ve ardılları mitin mantığının, kahra­
manlarının ve yararlarının modem zamanlara dek canlı kaldığını çü­
rütülmez biçimde gösterdiler. Etkili bir genel mitolojinin yokluğunda,
her birimizin kendi özel, tanınmayan, gelişmemiş, ama gizlice etkili
olan düşsel panteonlarımız var. Oidipous’un cisimleştigi en son hâl,
yani Güzel ve Çirkin‘in süregiden masalı bu öğleden sonra birkaç so­
kak ötede, Kırkikinci Cadde ile Beşinci Bulvar’ın köşesinde durmuş
trafik ışığının değişmesini bekliyordu: “Düşümde,” diye yazıyordu
Amerikalı bir genç bir gazetenin ekine, “çatımızı aktardığımı gördüm.
Birdenbire aşağıdan babamın beni çağıran sesini duydum. Onu daha

1 Rüyet: Dilimizde “düş” veya “görü” gibi kelimelerle karşılanan İngilizce


“vision" kelimesini bu şekilde vermeyi uygun gördük -yn.

14
MONOMİT

iyi duyabilmek için hızla döndüm ve dönerken, çekiç elimden düşüp


çatının eğiminden kaydı, gözden kayboldu. Sanki yere biri düşüyor­
muş gibi tok bir gürültü duydum.
“Korkuyla merdivenden aşağıya indim. Babam orada yerde, başı
kanlar içinde, ölmüş yatıyordu. Çökmüştüm, hıçkırıklar içinde anne­
me seslendim. Evden çıktı ve bana sarıldı. ‘Boşver oğlum, bu bir ka­
zaydı,’ dedi. ‘O gitse bile, senin bana bakacağını biliyorum.’ O beni
öperken, uyandım.
“Ailenin en büyük çocuğuyum ve yirmi üç yaşındayım. Bir yıldır
karımdan ayrıyım; nedense yürütemedik. Ebeveynlerimi derinden se­
viyorum ve babamla, geri dönüp karımla yaşamam konusunda ısrar
etmesi dışında bir sorunum olmadı, sonuçta karımla mutlu olamıyor-
dum ve bundan sonra da asla olamam.”2
Buradaki başarısız koca gerçekten de fevkalade bir masumiyetle,
ruhsal enerjisini aşka ve evliliğinin sorunlarına doğru yöneltmek yeri­
ne, hayal gücünün gizli yerlerinde istirahat halinde olduğunu ve şu
anda gülünç bir şekilde anakronistik bir dramaya dönüşen ilk ve tek
duygusal bağlılığıyla, yani bebeklik döneminin o trajikomik
üçgeninde annenin sevgisi için babaya karşı duran oğul durumuyla
meşgul olduğunu açığa vurmaktadır. Belli ki insan ruhunun en kalıcı
doğal eğilimleri, bütün canlılar arasında ana memesinde en uzun ka-

2 Clement Wood, Dreams: Their Meaning and Practical Application (New


York: Greenberg: Publisher, 1931), s. 124. “Bu kitaptaki düş malzemesi,”
diye belirtiyor yazar (s. viii); “ülkenin gazetelerinde yayınlanan günlük kö­
şem nedeniyle bana her hafta analiz için gönderilen binlerce düş arasından
seçilmiştir. Bu, özel çalışmamda benim tarafımdan analiz edilen düşler de -
buna eklenmiştir." Konu üzerine standart çalışmalarda sunulan çoğu dü­
şün tersine, bu popüler Freud’a giriş kitabındaki düşler analize girmemiş
olan insanlardan geliyor. Belirgin biçimde usta işi düşlerdir bunlar.

15
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lanının bizler olması gerçeğinden kaynaklananlardır, insanlar çok er­


ken doğar; tamamlanmamışlardır, dünyayla karşılaşmaya henüz hazır
değillerdir. Genellikle tehlikelerle dolu bir evrene karşı onları savuna­
cak tek şey, koruması altında rahim döneminin geçirildiği annedir.3
Bu yüzden, bakıma muhtaç çocukla annesi doğum katastrofundan
sonra, yalnız fiziksel olarak değil psikolojik olarak da aylarca ikili bir
birim oluşturur.4 Ebeveynin uzun süre yok olması çocukta gerginliğe
ve buna bağlı saldırganlık eğilimlerine yol açar; ayrıca anne, çocuğun
serbest hareketini engellemeye yöneldiğinde de saldırgan tepkiler be­
lirir. Yani, çocuğun düşmanlığının ilk nesnesi ilk sevgi nesnesiyle
aynıdır ve (daha sonra bütün mutluluk, doğruluk, güzellik ve m ü­
kemmellik imgelerinin bilinçsiz temeli olarak saklanan) ilk ideali Mer­
yem Ana’yla bebeği İsa’nın ikili birliğidir.5
Talihsiz baba, rahim içindeki mükemmel durumun bu dünyevi
yeniden ifadesinin güzelliğine, bir başka gerçeklik düzeninin yaptığı
radikal ilk müdahaledir; bu yüzden, baba öncelikle bir düşman olarak
tanınır. Başlangıçta “kötüye” ya da mevcut olmayan anneye bağlı olan
saldırganlık yükü ona aktarılır, buna karşın “iyiye” ya da mevcut, bes­
leyen ve koruyan anneye bağlı olan arzuyu, (normalde) anne sahiple­
nir. Ölüm (than atos: destrudo) ve sevgi (eros : libido) dürtülerinin bu
sadık çocuksu dağılımı, Sigmund Freud’un elli yıl kadar önce akılcı
varlıklar gibi davranmak konusundaki yetişkinlik başarısızlığımızın

3 Geza Röheim, The Origin and Function of Culture (Nervous and Mental Di­
sease Monographs, No. 69, New York, 1943), s. 17-25.
4 D. T. Burlingham, “Die Einfühlung des Kleinkindes in die Mutter," Imago,
XXI, s. 429; alıntılayan Geza Röheim, War, Crime and the Covenant (Journal
of Clinical Psychopathology, Monograph Series, No. 1, Monticello, N. Y.,
1945), s. 1.
5 Röheim, War, Crime and the Covenant, s. 3.

16
MONOMİT

en büyük nedeni olarak belirttiği ve artık oldukça iyi bilinen Oidipus


kompleksinin temelini oluşturur. Dr. Freud’un dediği gibi: “Babası
Laios’u katleden ve annesi İokaste'yle evlenen Kral Oidipous, çocuk­
luk arzumuzun tatmininden başka bir şey değildir. Fakat biz, ondan
daha şanslı olup artık psikonevrotik olmadığımız için, geçen zaman
içinde, çocukluğumuzdaki cinsel eğilimlerimizi annelerimizden uzak
tutmayı ve babalarımıza yönelik kıskançlığımızı unutmayı başardık.”6
Ya da, başka bir yerde yazdığı gibi: “Cinsel yaşamın bütün patolojik
rahatsızlıkları haklı olarak gelişmenin engelleri olarak yorumlanabi­
lir.”7

Çoğu kez insan düşlerinde kendini


Annesinin eşi olarak görür, fa k a t böyle şeylere
Aldırmazsa rahat eder.8

6 Sigmund Freud, “The Interpretation of Dreams” (çev. A. A. Brill) The Basic


Writings of Sigmund Freud (The Modern Library: Random House, Inc.), s.
308.
7 “Three Contributions to the Theory of Sex, Contribution 111: The Transfor­
mation of Puberty,” The Basic Writings of Sigmund Freud, s. 604.
8 Sophocles, Oedipus Tyrannus, 981-983.
Ayrıca babanın koruyucu, annenin ise baştan çıkarıcı olarak deneyimlene-
bileceği de belirtilmiştir. Bu Oidipus’tan Hamlet’e giden yoldur. “Ey
Tanrım, bir fındık kabuğuna kapanabilirdim ve kendimi sonsuz uzayın
kralı sayardım, eğer kötü düşlerim olmasaydı” (Hamlet II. ii). “Bütün nev-
rotikler,” diye yazar Dr. Freud, “ya Oidipus ya da Hamlet’tir.”
Ve bir kız çocuğunun durumunda (bu bir derece daha karmaşıktır), şim­
dilik şu kısa açıklama yeterli olacaktır. “Dün gece babamın annemi kalbin­
den bıçakladığım gördüm. Öldü. Üzüntüyle ağlasam da, kimsenin bu
yaptığı için onu suçlamadığını biliyordum. Düş değişir gibi oldu ve onunla
ben bir yolculuğa çıkıyor gibiydik ve ben çok mutluydum.” Bu evlenme­
miş, yirmidört yaşında bir kadının düşüdür (Wood, a.g.e., s. 130).

17
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Hisleri olgunlaşmak yerine bebekliğin cazibesi içinde kilitli kalmış


aşığın karısının acınası evliliği, saçmalığı aşikar olan başka bir çağdaş
düşe bakarak da anlaşılabilir: ve burada artık gerçekten de tuhaf bir
dönüşle antik mitin alanına girdiğimizi hissetmeye başlamaktayız.
“Büyük beyaz bir atın,” diye yazıyordu dertli bir kadın, “nereye
gidersem gideyim beni takip ettiğini fark ettim. Ondan korkuyordum
ve uzaklaştırdım yanımdan. Hâlâ takip ediyor mu diye geri dönüp
baktım ve bir erkeğe benzemeye başladı. Bir berbere gidip yelesini
traş ettirmesini söyledim, o da yaptı. Dışarı çıktığında tam bir erkek
gibiydi, yalnız at toynaklarına ve yüzüne sahipti ve beni gittiğim her
yere takip etti. Bana yaklaştı ve uyandım.
“Otuzbeş yaşında iki çocuklu, evli bir kadınım. Ondört yıllık evli­
yim ve kocamın bana sadık olduğundan şüphem yok.”9
Bilinçdışı -b ir düş sırasında, güpegündüz ya da delilik esnasınd a -
akla her türlü sisi, acayip yaratığı, korkuyu ve ürkütücü imgeyi gön­
derir; çünkü insan krallığı, bilinç dediğimiz şu görece düzenli küçük
barınağın zemini altında, akla hayale gelmeyen Alaaddin mağaralarına
iner. Orada yalnız mücevherler değil, tehlikeli cinler; yaşamlarımıza
katmayı düşünmediğimiz ya da buna cesaret etmediğimiz uygunsuz
ya da karşı koyulan psikolojik güçler de vardır. Ve bunlar orada akla
hayale hiç gelmeden de kalabilir, fakat öte yandan, rasgele bir sözcük,
bir manzaranın kokusu, bir bardak çayın tadı ya da bir bakış sihirli
bir kaynağa dokunuverir ve beyinde birdenbire tehlikeli haberciler
belirir. Bunlar tehlikelidir, çünkü kendimizin ve ailemizin çevresine
ördüğümüz güvenlik ağını tehdit ederler. Fakat bir yandan da şeytani
derecede büyüleyicidirler, çünkü hem arzulanan hem de korkulan ben-

9 Wood, a.g.e., s. 92-93.

18
MONOMİT

Çizim 1. Silenos ve Mainaslar.

liğin keşfi macerasının tüm dünyasını göz önüne serecek anahtarlar


taşırlar. Kurduğumuz ve içinde yaşadığımız dünyanın ve içindeki biz­
lerin yıkımı; fakat sonrasında daha cesur, dürüst, geniş ve daha eksik­
siz bir insan yaşamının fevkalade bir yeniden inşasıdır bu -yani içi­
mizde taşıdığımız mitolojik dünyadan gelen huzursuz edici gece ziya­
retçilerinin cazibesi, vaadi ve dehşetidir söz konusu olan.
Çağdaş düş okuma bilimi olan psikanaliz, bize bu kırılgan imgeler­
den yararlanmayı öğretmiştir. Ayrıca onların işe yaramasını sağlamak

19
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

için de bir yol bulmuştur. Düşlerin bilimi ve diliyle ilgili deneyim


sahibi erginlenmiş birinin gözetiminde benlik gelişiminin tehlikeli
krizlerinin vuku bulmasına izin verilir, sonra bu deneyim sahibi kişi
kadim mystagogos4 ya da ruh rehberinin, yani sınavın ve erginleme­
nin gerçekleştirildiği ilkel orman tapınaklarındaki büyücü-hekimin
kişiliğini ve rolünü üstlenir. Doktor, mitolojik alemin çağdaş ustası
olarak bütün gizli yolları ve doğru sözleri bilen kişidir. Büründüğü rol
tamamen, mitlerdeki, söyledikleri tuhaf maceranın sınav ve dehşetle­
rinde kahramana yardımcı olan Yaşlı Bilge Adamın rolüdür. Birdenbi­
re ortaya çıkıp korkunç canavarı öldürecek olan büyülü parlak kılıcı
gösteren, bizi bekleyen kısmeti ve hâzinelerle dolu kaleyi haber veren,
en öldürücü yaralara iyileştirici merhemini süren ve sonunda büyülü
geceye uzanan büyük maceranın ardından muzaffer kişiyi normal ya­
şama döndüren de yine odur.
Aklımızda bu imgeyle ilkel kabilelerden ve geçmişin büyük uy­
garlıklarından bildirilen sayısız garip ayini değerlendirmeye dönersek,
bunların amacının ve gerçek etkisinin, insanları, yalnız bilinçli değil,
bilinçsiz yaşamın da düzeninde bir değişim talep eden dönüşümün
zor aşamalarında yönlendirmek olduğu açıklık kazanır, ilkel bir top­
lumun yaşamında oldukça önemli bir yer kaplayan o geçiş ayinleri de­
nen şeyler (doğum, adlandırma, ergenlik, evlilik, ölüm, vb. ayinleri),
zihnin geride bırakılan aşamanın alışkanlıklarından, bağlarından ve
yaşam düzenlerinden kesin biçimde koparıldığı, biçimsel ve genellikle
oldukça şiddetli kesip biçme alıştırmalarıyla öne çıkar.10 Daha sonra

4 Yunanca ve Latincesiyle mystagogus, mysteria kültlerinde müridi erginleşti­


ren kişi -yn.
10 Doğum ve ölümünki gibi törenlerde, elbette önemli etkiler ebeveynler ve
akrabalar tarafından yaşananlardır. Geçiş ayinlerinin hepsi sınanan kişiyi

20
MONOMİT

yaşam maceracısını yeni durumunun biçimlerine ve uygun hislerine


katmak üzere tasarlanmış ayinlerin uygulandığı kısa ya da uzun bir
kapanma dönemi gelir; böylece sonunda normal dünyaya dönme za­
manı geldiğinde, erginlenen, yeniden doğmuş gibi olacaktır.11
En çarpıcı nokta, ayinsel sınama ve imgelerin çoğunun, psikanaliz­
deki hastanın çocukluk saplantılarını terk ettiği ve geleceğe ilerlemeye
başladığı anda düşte otomatik olarak belirmeye başlayan imgelerle ör-
tüşmesidir. Sözgelimi Avustralya yerlileri arasında (ergen çocuğun
anasından koparılıp erkeklerin toplumuna ve gizli bilimine ortak ol­
masını sağlayan) erginleme sınamasının başlıca özelliklerinden biri
sünnet ayinidir. “Murngin kabilesinden küçük bir çocuk sünnet ola­
cağı zaman, babası ve yaşlılar ona, ‘Büyük Yılan Baba çükünü koklu­
yor; onu istiyor,’ der. Çocuklar buna kelimesi kelimesine inanır ve
çok korkarlar. Genellikle annelerine, anneannelerine ya da sevdikleri
bir kadın akrabaya sığınırlar, çünkü erkeklerin, onları büyük yılanın
ürkütücü sesler çıkararak dolandığı erkek meydanına götürmek üzere
toplandığını bilirler. Kadınlar törensel bir biçimde çocukları kucaklar;
bu büyük yılanın onları yutmasını engellemek içindir.”12 - Şimdi de
bunun bilinçdışındaki eşdeğerini görelim. “Bir düş sırasında,” diye
yazıyor Dr. C. G. Jung, “hasta şöyle bir imge kurdu: ‘Nemli bir mağa­
radan bir yılan fırladı ve düş göreni cinsel bölgesinden ısırdı.’ Bu düş,
hasta analizin gerçekliğine ikna olduğu ve kendisini anne kompleksi­
nin zincirinden kurtarmaya başladığı zaman görülmüştü.”13

değil, çevresindeki herkesi etkilemeye yöneliktir.


11 A. van Gennep, Les rites de passage (Paris, 1909).
12 Geza Röheim, The Eternal Ones o f the Dream (New York: International Uni­
versities Press, 1945), s. 178.
13 C. G. Jung, Wandlungen und Symbole der Libido (zweite Auflage, Leipzig-

21
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

insan ruhuna, onu geri çekmeye çabalayan belirli insani fantezile­


rin tersine, onu ileri götüren simgeleri temin etmek, mitoloji ve ayinin
hep başlıca işlevi olmuştur. Doğrusu, aramızdaki oldukça yüksek nev-
rotiklik oranı, böylesine etkili bir ruhsal yardımcının çöküşünden
kaynaklanıyor olabilir. Çocukluğumuzun arındırılmamış imgelerine
takıntılıyız ve bu yüzden de yetişkinliğimizin zorunlu geçişlerine karşı
ilgisiz kalıyoruz. Birleşik Devletler’de üstelik bir de ters yüz edilmiş
vurgu pathosu vardır: amaç yaşlanmak değil, genç kalmaktır; An-
ne’den uzaklaşıp büyümek değil, ona yapışmaktır. Ve böylece, kocalar
avukat, tüccar ya da ailerinin istediği işin ustası olup kendi çocukluk
tapınaklarında tapınıyorlar, karılarıysa ondört yıllık evlilik ve doğuru-
lup büyütülmüş iki çocuktan sonra bile, ya yukarıda alıntılanan düş­
lerdeki gibi ya da ekrandaki en son kahramanların makyajını yapıp
vanilyaya bulanmış şehvet tanrıçası tapınaklarında olduğu gibi onlara
sadece tekboynuzlardan, sirenlerden, satirlerden ve Pan benzeri, uyu­
yan kadınlarla sevişen kösnül demonlardan gelebilecek olan bir aşk
beklentisi içinde. Sonunda, yaşlının tecrübeli bilgeliğini, dans, eden
masklı büyücü-hekimlerin ve sünnetçi hekimlerin uzgörülü öğretileri­
ni yeniden öne sürmek için psikanalist çıkıp geldi; bundan sonra bili­
yoruz ki, yılan ısırığı düşünde olduğu gibi, çağlar süren erginlenme
simgeciliği çözülme anında hastanın kendisi tarafından kendiliğinden
üretilir. Açıkça, bu erginlenme imgelerinde ruha öylesine gerekli bir
şey vardır ki, düş yoluyla, içeriden yeniden ortaya çıkacaklardır -
enerjilerimiz yavan, modası geçmiş bir oyuncak odasında, denizin di­
binde kilitli kalsın diye.

Wien, 1925), s. 355: Ing. çev. Beatrice M. Hinkle, Psychology of the Unconsci­
ous, A Study of the Transformations and Symbolism of the Libido (New York:
Dodd, Mead and Company, 1937), s. 413.

22
MONOMİT

Sigmund Freud yazılarında, insanın yaşam çevriminin ilk yarı­


sında, çocukluk ve yetişkinlikte, güneşimiz tepeye ilerlerken yaşadığı­
mız geçişler ve zorluklar üzerinde durur. Öte yandan C. G. Jung,
ikinci yarının, ilerlemek için parlak kürenin alçalıp sonunda mezarın
gece rahmi içinde kaybolması gerektiği zamanın krizlerini öne çı­
karmıştır. insan yaşamının bu öğleden sonrasında arzu ve korkuları­
mızın normal simgeleri karşıtlarına dönüşür; çünkü artık sözkonusu
olan yaşam değil ölümdür. Öyleyse terkedilmesi güç olan rahim değil
fallustur - en azından yaşam yorgunluğu kalbi sarmadıkça, daha önce
aşkın cazibesi olan mutluluk vaadini veren ölüm olmadıkça. Rahmin
mezarından mezarın rahmine tam bir daire çizeriz: yakında bir düş
nesnesi gibi bizden kayıp gidecek olan katı bir madde dünyasına akıl
karıştırıcı, bilmecemsi bir saldırı. Ve bizim biricik, öngörülmez ve
tehlikeli maceramız olacağını söylemiş olan şeye dönüp baktığımızda,
sonunda bulabildiğimiz tek şey, dünyanın her yerinde, bilinen her
çağda ve sıradışı her uygarlık belirtisi içinde kadın ve erkeklerin ge­
çirdiği bir dizi dönüşüm olur.
Sözgelimi, ticari üstünlüğü döneminde Girit ada imparatorluğu­
nun kralı büyük Minos’un öyküsü anlatılır: Ünlü sanatçı-bilimadamı
Daidalos, saray tarafından, utanç ve korku yaratan bir şeyi içinde sak­
lamak üzere bir labirent tasarlayıp inşa etmesi için tutulur. Labirentte
kraliçe Pasiphae’den doğan bir canavar vardır. Söylentiye göre kral
Minos ticari yolları korumak üzere önemli savaşlarla meşgulmüş ve
bu arada Pasiphae denizden çıkan muhteşem, kar beyazı bir boğa ta­
rafından iğfal edilmiş. Bu Minos’un kendi annesinin başına gelenden
daha da kötü değildi: Minos’un annesi Europa’ydı ve Girit’e bir boğa
tarafından kaçırıldığı iyi bilinmektedir. Boğa, tanrı Zeus’tu ve bu kut­
sal birleşmenin saygıdeğer oğlu, şimdi herkesin saygı gösterip hizmet

23
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ettiği Minos’un kendisiydi. Öyleyse Pasiphae kendi hatasının meyvesi­


nin bir canavar, insan gövdeli fakat boğa başı ve kuyruğu taşıyan kü­
çük bir çocuk olacağını nasıl bilebilirdi?
Halk büyük ölçüde kraliçeyi suçladı, fakat kral kendi suçunu da
görmezden gelemezdi. Bahsi geçen boğa, tanrı Poseidon tarafından,
Minos çok daha önce taht için kardeşleriyle çekişirken gönderilmişti.
Minos tahtın ilahi hakla kendisinin olduğunu öne sürmüş ve tanrıya
bir işaret olarak denizden bir boğa çıkartması için dua etmişti; ve du­
asını, gönderilecek hayvanı bir adak ve ayin simgesi olarak hemen
kurban edeceği sözüyle mühürlemişti. Boğa görünmüş ve Minos tahtı
almıştı; fakat gönderilen canavarın görkemini görüp böyle türünün
tek örneği olan bir yaratığı elde tutmanın nasıl bir kazanım olacağını
düşündüğünde, tanrının pek farkına varmayacağını düşündüğü bir
tüccar hilesine başvurmaya karar verdi. Poseidon’un sunağında elin­
deki en iyi beyaz boğayı kurban etti ve denizden çıkanı sürüsüne kat­
tı.
Girit imparatorluğu bu ünlü kanun yapıcının ve kamu ahlakı mo­
delinin hassas adalet dağıtımı altında büyük ölçüde zenginleşmişti.
Başkent Knossos uygar dünyanın önde gelen ticari gücünün lüks, gör­
kemli bir merkezi oldu. Girit filoları Akdeniz’in bütün ada ve liman­
larına uğruyordu; Girit eşyaları Babil ve Mısır’da değerliydi. Kaba saba
küçük gemiler Herakles Geçiti’nden açık denize, oradan İrlanda’nın
altını ve Cornwall’ın bakırı için kuzeye,14 Senegal çıkıntısının çevresi­
ni dolaşarak uzaktaki Yorubaland’a ve uzak fildişi, altın ve köle pazar­
ları için de güneye yöneldiler.15

14 Harold Peake ve Herbert John Fleure, The Way of the Sea ve Merchant Ven­
tures in Bronze (Yale University Press, 1929 ve 1931).
15 Leo Frobenius, Das unbekannte Afrika (Münih: Oskar Beck, 1923), s. 10-13.

24
MONOMİT

Fakat ülkede kraliçe, Poseidon tarafından boğa için karşı konul­


maz bir tutkuya kapılmıştı. Ve kocasının ustası, rakipsiz Daidalos’tan
kendisi için, içine saklanabileceği, boğayı görünümüyle aldatacak tah­
ta bir inek yapmasını istedi; ve boğa aldandı. Kraliçe, kısa zamanda
bir tehlike haline gelen canavarı büyüttü. Bu yüzden Daidalos yeni­
den, bu sefer kral tarafından, yaratığın içine kapatılacağı, kör geçitler­
le dolu büyük labirentli bir yapı inşa etmek üzere çağrıldı. Çok usta­
lıklı bir labirent oldu, Daidalos’un kendisi bile bitirdiği zaman girişe
giden yolu güçlükle buldu. Minotauros buraya yerleştirildi ve bundan
sonra Girit egemenliği altındaki ülkelerden vergi olarak getirilen canlı
genç erkek ve kızlarla beslendi.16
Yani antik efsaneye göre asıl hata kraliçenin değil kralındı ve o da
kraliçeyi suçlayamazdı, çünkü suçunu biliyordu. Bir kamu olayını ki­
şisel kazanıma çevirmişti. Oysa kral olarak tayin edilmesinin bütün
anlamı artık herhangi bir şahıs gibi hareket edemeyecek olmasıydı.
Boğanın geri dönüşü, rolünün işlevlerine mutlak olarak benliksiz katı­
lımını simgeleyecekti. Öte yandan, boğayı alıkoyması, benmerkezci
bir benlik abartmasına yönelimini gösteriyordu. Böylece kral “Tanrı­
nın inayetiyle” kendisini tüketene dek o tehlikeli “kök salan tiran”
haline dönüştü. Geleneksel geçiş ayinlerinin bireye geçmişte ölmeyi ve
gelecekte yeniden doğmayı öğretmesi gibi, büyük tayin törenleri onu
şahsi kişiliğinden yoksun bıraktı ve mesleğinin peleriniyle sardı, ideal
olan, kişi bir zanaatkar ya da kral olsun, buydu. Yine de, ayinin red­
dedilmesinin hürmetsizliğiyle birey, kendisini bütün topluluğun bü­
yük biriminden bir birim olarak ayırıyordu: ve böylece Bir, birçoğa
dağılıyor ve bunlar birbiriyle -h er biri kendi için - çatışıyordu ve an­
cak güçle yönetilebilirlerdi.

16 Ovidius, Metamorphoses, VIII, 132 vd.; IX, 36 vd.

25
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Tiran-canavar figürü dünya mitolojileri, halk gelenekleri, efsanele­


ri ve hatta kabuslarında tanıdık bir olgudur; ve özellikleri temelde her
yerde aynıdır. Genel çıkarın toplayıcısıdır o. “Benim ve benimki”nin
hırslı haklarına hevesli olan canavardır. Egemenlik alanı dahilinde Yol
açtığı yıkım, evrensel olarak mitoloji ve peri masallarında anlatılmak­
tadır. Bu alan evinden, işkence çeken ruhundan ya da arkadaşlığı ve
desteğinin dokunuşuyla etkilediği yaşamlardan biri olabilir; ya da uy­
garlığının sınırlarına dek uzanabilir. Tiranın şişirilmiş egosu, işleri ne
kadar başarılı giderse gitsin kendisine ve dünyasına bir lanettir. İyice
yılmış, korkuya kapılmış, her an çevresinin, öncelikle kendi içindeki
ele geçirmeye karşı denetimsiz tepkilerinin yansımaları olan öngörül­
müş saldırılarını karşılamak ve onlarla çatışmak üzere uyanık olan bu
kendi kendine kazanılmış bağımsızlığın devi, dünyanın felaket haber­
cisidir, zihninde kendini insani eğilimlerle oyalayabilse bile. Elini koy­
duğu yerden bir çığlık yükselir (evlerin damından değilse, -daha da
kötüsü- her kalpten): kurtarıcı kahraman için, vuruşu, dokunuşu,
varlığı ülkeyi kurtaracak olan ışıltılı kılıcın sahibi olan o kişi için atıl­
mış bir çığlık.

Kişi burada dikilemez, oturamaz, yatam az


Üstelik sessizlik de yok bu dağlarda
Ama kuru kısır gök gürlemesi var, yağmursuz,
Üstelik çile yerleri de yok bu dağlarda
Ama asık mor suratlar sırıtır ve hırlar
Çatlak duvarlı evlerin kapılarından17

17 T. S. Eliot, The Waste Land (New York: Harcourt, Brace and Company,
London: Faber and Faber, 1922), 340-345. [Çorak Ülke, çev. Suphi Ayti-
mur, Adam Yayınları, 1990, s. 55, d. 340-345.]

26
MONOMİT

Kahraman kendi kendine kazanılmış teslimiyetin sahibidir. Fakat


neye teslimiyet? Bugün, kendimize sormamız gereken ve her yerde
kahramanın başlıca erdeminin ve tarihsel görevinin çözeceği bilmece
budur. Profesör Arnold J. Toynbee’nin uygarlıkların yükseliş ve çöküş
yasaları üzerine altı ciltlik yapıtında belirttiği gibi,18 ruhtaki hizipçilik,
sosyal gövdedeki hizipçilik herhangi bir eski iyi günlere dönüş şe­
masıyla (arkaizm) ya da tasarlanmış ideal bir geleceği sağlamayı gü­
venceye alan programlarla da (fütürizm), hatta çözülen öğeleri yeni­
den bir araya getirmek için en gerçekçi, katı çabayla bile çözüme ka­
vuşmayacaktır. Yalnızca doğum -yeniden eski şeyin değil, yeni bir
şeylerin doğuşu- ölümü yenebilir. Ruh içinde, sosyal gövde içinde -
eğer yaşamda uzun süreli kalacaksak- ölümün uzaklaşmayan yinele­
nişlerini geçersiz kılacak kesintisiz bir “ruh göçü” (palingenesia) ol­
malıdır. Çünkü eğer yeniden yaratılmıyorsak, Nemesis’in işlerini bo­
zan ancak bizim kendi zaferlerimizdir: bütün erdemlerimizin içinden
yıkım çıkar. Barış bir tuzaktır öyleyse; savaş bir tuzaktır; değişim tu­
zaktır; kalıcılık tuzaktır. Ölümün zaferi için günümüz geldiğinde,
ölüm yaklaşır; çarmıha gerilmekten ve dirilmekten başka yapabilece­
ğimiz bir şey yoktur; tamamen parçalanış, sonra yeniden doğuş.
Minotauros’un kahraman-katili Theseus Girit’e dışarıdan, eski Yu­
nanların yükselen uygarlığının bir simgesi ve silahı olarak girdi. O,
yeni ve yaşayan şeydi. Fakat tiranın imparatorluğunun içinde de dö­
nüşüm ilkesinin aranıp bulunması olasıdır. Profesör Toynbee, yarat­
ma çalışmasının yeniden başlamasını olası kılan, daha yüksek ruhsal
boyuta ulaşmayı başaran krizi “kopma” ve “başkalaşım” terimleriyle
karşılıyor. İlk adım, kopma ya da çekilme, vurgunun dış dünyadan iç

18 Arnold J. Toynbee, A Study of History (Oxford University Press, 1934), Cilt


VI, s. 169-175 [Tarih Bilinci, çev. Murat Belge, 1974; 1978].

27
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

dünyaya, makrodan mikrokozmosa doğru kökten bir yer değişimini,


çorak ülkenin umutsuzluklarından içerideki ebedi krallığın barışına
doğru bir geri çekilişi içeriyor. Fakat psikanalizden de bildiğimiz gibi
bu krallık, kesin olarak çocuksu bilinçdışıdır. Uykuda gittiğimiz kral­
lıktır. Onu sonsuza dek içimizde taşırız. Bebekliğimizin bütün devleri
ve gizli yardımcıları, çocukluğun bütün büyüsü oradadır. Ve daha da
önemlisi, hiçbir zaman yetişkin gerçeklikler haline getiremediğimiz
yaşam gizilleri, benliklerimizin şu diğer kısımları hep oradadır; çünkü
bu türden altın tohumlar kaybolmaz. Eğer bu kayıp bütünlüğün yal­
nız bir kısmı olsun gün ışığına çıkarılabilseydi, güçlerimizde muhte­
şem bir artış, yaşamda kuvvetli bir canlanma yaşayacaktık. Başımız
göğe erecekti. Dahası, eğer yalnızca bizler tarafından değil, bütün ku­
şağımız ya da bütün uygarlık tarafından unutulmuş bir şeyleri çıkara­
bilseydik, gerçekten de kut-getiren, günün kültür kahramanı, yalnız
yerelin değil dünyanın tarihsel bir anının kişisi olacaktık. Tek keli­
meyle: Kahramanın ilk işi ikincil etkilere ait dünya sahnesinden ru­
hun, güçlüklerin gerçekten yerleşmiş olduğu şu nedensel bölgelerine
geri çekilmek ve orada güçlükleri halletmek, kendi başına onların kö­
künü kazımak (yani, kendi yerel kültürünün yardımcı demonlarıyla
çatışmak) ve bozulmamış, dolaysız deneyimi ve C. G. Jung'un “arke-
tipsel imgeler” dediği şeyin asimilasyonunu aşmaktır.19 Bu Hindu ve

19 “Kolektif bir doğanın, dünyanın her yerinde mitlerin parçalan ve aynı za­
manda bilinçdışı kökenin yerel ve tikel ürünleri olarak beliren biçim ya da
imgeleri” (C. G. Jung, Psychology and Religion, [Collected Works, Cilt 11;
New York ve Londra, 1958], par. 88. Aslı 1937’de İngilizce yazılmıştır. Ay­
rıca bkz. aynı yazar, Psychological Types, dizin ).
Dr. Jung’un belirttiği gibi (Psychology and Religion, par. 89), arketipler ku­
ramı kesinlikle onun yaratımı değildir. Nietzsche ile karşılaştırın:
“Uykumuzda ve düşlerimizde insanlığın bütün düşüncelerinden geçeriz.

28
MONOMİT

Yani, insan düşlerinde akıl yürüttüğü gibi akıl yürüttü uyanık olduğu bin­
lerce yıl boyunca. ... Düş bizi insan kültürünün erken devrelerine geri gö­
türür ve onu daha iyi anlamamıza yardımcı olur” (Friedrich Nietzsche, Hu­
man all too Human, Cilt I, 13; alıntılayan Jung, Psychology and Religion, par.
89, n. 17).
Adolf Bastian'ın, ilkel ruhsal karakterinde (Stoik Logoi spermatikoi ile bağ­
lantılı olarak), “bütün sosyal yapının içinden organik biçimde geliştiği ma­
nevi (ya da ruhsal) başlangıç eğilimleri” olarak görülmesi gereken ve bu şe­
kilde tümevarımsal araştırmanın temelleri olacak olan etnik “Temel Fikir­
ler” kuramı ile karşılaştırın (Etnische Elementargedanken in der Lehre vom
Menchen, Berlin, 1895, Cilt I, s. ix).
Franz Boas ile karşılaştırın: “Waitz’in insan türlerinin birliği sorununu
ayrıntılı tartışmasından bu yana, insanın zihinsel özelliklerinin dünya üze­
rinde temelde hep aynı olduğuna dair hiçbir şüphe olamaz” (The Mind of
Primitive Man, s. 104. Yayım hakkı, 1911, The Macmillan Company, izin
alınarak kullanılmıştır). “Bastian kürenin her yerinde insanlığın temel fi­
kirlerinin ürkütücü monotonluğundan bahsediyordu” (a.g.e., s. 155). “Bir­
birine bağlı fikirlerin belirli düzenleri bütün kültür tiplerinde tanınabilir"
(a.g.e., s. 228).
Sir James G. Frazer’la karşılaştırın: “Eski ve modern zamanlardaki bazı
araştırmacılara uyarak, Batılı halkların, Doğunun daha eski uygarlığından
Ölen ve Yeniden Doğan Tanrı inancını, bu inancın tapınanların gözleri
önünde gerçekleştiği kutsal törenle birlikte ödünç aldığını varsaymamız
gerekmez. Doğunun ve Batının dinleri arasında bu yönden izlenebilecek
benzerlikler büyük bir olasılıkla, çoğuna göre, yanlış biçimde de olsa,
farklı ülkelerde ve farklı gökler altında insan aklının benzer yapıları üze­
rinde işleyen benzer nedenlerin etkisi olan, kaza eseri olan rastlantılar de­
diğimiz şeylerdir” (Altın Dal, tek ciltlik basım, s. 386. Yayım hakkı, 1892,
The Macmillan Company’ye aittir ve izin alınarak kullanılmıştır).
Sigmund Freud ile karşılaştırın: “Daha en başından düşlerdeki simgeciliği
farketmiştim. Fakat ancak adım adım artan deneyimin sonucu olarak ve
Wilhelm Stekel’in çalışmalarının etkisi altında, sınırlarının ve öneminin
tam bir değerlendirmesini yapabildim. ... Stekel kendi simgeler yorumunu
sezgi yoluyla, simgeleri hemen anlamadaki kişisel becerisinin yardımıyla

29
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Budist felsefesinde viveka, “ayırt etme" olarak bilinen süreçtir.


Keşfedilecek ve kaynaştırılacak arketipler tam da, insan kültürü­
nün tarihsel kayıtları boyunca ayinin, mitoloji ve rüyetin temel imge­
lerini esinlendirmiş olanlardır. “Düşün Ebedi Kişileri,”20 acı çeken bi­
reye kabus ve delilikte görünen kişisel olarak değiştirilmiş simgesel fi­
gürlerle karıştırılmamalıdır. Düş kişiselleştirilmiş mittir, mit kişisellik­
ten çıkarılmış düştür; hem düş hem de mit ruhun dinamiğinin genel
işleyişi içinde simgeseldir. Fakat düşte biçimler düş görenin kendine
özgü sorunlarıyla tuhaflaşmıştır, mitte ise belirtilen sorunlar ve çö­
zümler bütün insanlık için dolaysızca geçerlidir.
Öyleyse kahraman, yerel ve kişisel tarihsel sınırlamalarla çatışarak
onları aşmış ve genel geçerliği olan, olağan insani biçimlere ulaşmış

buldu. ...Psikanalizin ilerleyen deneyimi, şaşırtıcı bir ölçüde düş simgecili­


ğinin bu dolayımsız kavrayışını gösteren hastaları keşfetmemizi sağladı. ...
Simgecilik özellikle düşlere değil, daha çok bilinçdışı düşgücüne ve
kısmen de halkın düşgücüne bağlıdır ve düşlerden çok folklorda, mitlerde,
efsanelerde, dilbilimsel deyimlerde ve bir halkın bilgeliğinde daha gelişmiş
bir durumda bulunmaktadır” (The Interpretation of Dreams, çev. James St-
rachey, standart baskı, V, s. 350-351).
Dr. Jung arketip terimini klasik kaynaklardan ödünç aldığını belirtir: Cice-
ro, Plinius, Corpus Hermeticum, Augustinus, vd. (Psychology and Religion,
par. 89). Bastian kendi “Temel Fikirler" kuramının Stoik Logoi spermatikoi
kavramıyla karşılıklılığını kaydeder. “Öznel olarak bilenen biçimler” gele­
neği (Sanskritçe: antarjneyarupa), gerçekte, mit geleneğiyle birlikte yaygın­
dır ve mitolojik imgelerin -ilerideki bölümlerde daha zengin biçimde gö­
rüneceği gibi- anlaşılmasında ve kullanımında anahtardır.
20 Bu Geza Röheim’ın altjiranga nakala, “ata vardı” denen bir zamanda dünya
üzerinde gezinen mitsel ataları belirten bir Avustralya Aranda teriminin,
altjiranga mitjina’nın çevirisidir. Altjira sözcüğü a) bir düş, b) düşte beliren
varlık, ata, c) bir öykü anlamına gelir (Röheim, The Eternal Ones of the Dre-
am, s. 210-211).

30
MONOMİT

olan kadın ya da erkektir. Böyle birinin tasavvurları, fikirleri ve esinle­


ri insan yaşamı ve düşüncesinin temel pınarlarından taptaze çıkar. Bu
yüzden onlar yeteneklidir, mevcut, çözülen toplumdan ve ruhtan de­
ğil, toplumun yeniden doğduğu tükenmez kaynaktandırlar. Kahra­
man modem bir insan olarak ölmüştür; fakat ebedi insan -m ükem ­
melleşmiş, belirsiz, evrensel insan- olarak yeniden doğmuştur. Öyley­
se, onun ikinci önemli görevi ve amacı (Toynbee’nin açıkladığı ve in­
sanlığın bütün mitolojilerinin belirttiği gibi) bizlere, dönüşmüş olarak
geri dönmek ve yenilenmiş yaşamdan aldığı dersi öğretmektir.21
“Büyük bir şehrin yukarı kısımlarında, kaba küçük evlerin sıralan­
dığı sağlıksız, çamurlu sokaklarda tek başıma yürüyordum,” diye ya­
zıyor gördüğü bir düşü anlatırken çağımızın bir kadını. “Nerede oldu­
ğumu bilmiyordum, fakat araştırmaktan hoşlanıyordum. Korkunç de­
recede çamurlu bir sokağı seçtim ve açık bir lağım ağzı gibi bir şeyin
içine daldım. Sıra sıra barakalar arasından ilerledim ve benimle asfalt
kaplı bir sokağın olduğu yüksek, sağlam bir zeminin arasından akan
küçük bir nehir keşfettim. Çimenin üzerinden akan, hoş, tertemiz bir
nehirdi bu. Suyun altında çimenin dalgalandığını görebiliyordum. Ge­
çecek bir yer yoktu, küçük bir eve gidip bir kayık istedim. Oradaki

21 Bununla birlikte Profesör Toynbee’nin Hıristiyanlığı, bu ikinci görevi öğre­


ten tek din diye öne çıkararak mitolojik sahneyi ciddi biçimde yanlış sun­
duğu da kaydedilmelidir. Bütün dinler onu öğretir, dört bir yandaki bütün
mitoloji ve halk gelenekleri gibi. Profesör Toynbee yanılgısına Nirvana,
Buddha ve Bodhisattva’nın Doğulu fikirlerinin yıpranmış ve yanlış bir yo­
rumunu yaparak; sonra da yanlış yorumladığı bu idealleri Tanrı Devleti’ne
ilişkin Hıristiyan fikrinin derinlikli bir yeniden okumasıyla karşı karşıya
getirerek ulaşıyor. Onu, dünyanın mevcut durumundan kurtuluşunun Ro­
ma Katolik Kilisesi saflarına dönmekte yatabileceğini varsayma hatasına yö­
nelten işte budur.

31
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

adam bana karşıya geçmem için gayet tabii yardım edeğini söyledi.
Küçük tahta bir kutu çıkarıp nehrin kıyısına yerleştirdi, hemen bu
kutuya basıp kolayca karşıya atlayabileceğimi gördüm. Tehlikenin
geçtiğini biliyordum ve adamı ödüllendirmek istedim.
Bu düşü düşünürken gittiğim yere gitmem gerekmediği, asfalt
kaplı sokaklar boyunca daha rahat bir yürüyüşü seçebileceğime dair
bir hisse kapılıyorum. Kirli ve çamurlu bölgeye gitmiştim, çünkü ma­
cerayı yeğliyordum ve başlamışken devam etmeliydim. ...Düşte nasıl
ısrarla dosdoğru gittiğimi düşündüğüm zaman, ileride şu sevimli, çi­
menli nehir ve ötedeki güvenli, yüksek, taş döşeli yol gibi iyi bir şey­
ler olduğunu biliyor olmalıymışım gibi görünüyor. Böyle düşündü­
ğümde, ruhsal anlamda doğmak -ya da daha doğrusu yeniden doğ­
m ak - kaçınılmaz bir şeymiş gibi geliyor. Belki de bazımız barış nehri­
ni ve ruhun hedefine giden yolu bulmadan önce karanlık ve dolam­
baçlı yollardan gitmek zorundadır.”22
Düş gören kişi önemli bir opera sanatçısıdır ve gündüzün güvenle
işaretlenmiş sıradan yollarını değil de, kulakları dışa olduğu kadar içe
de açık olanlara gelen o özel, zar zor duyulur çağrının macerasını izle­
meyi seçen herkes gibi onun da, genelde karşılaşılmayan güçlüklerin
arasında, “sağlıksız, çamurlu sokaklar arasında” yolunu tek başına
bulmalıdır; ruhun karanlık gecesini, Dante’nin “yaşam yolculuğumu­
zun orta yeri, karanlık ormanı“ dediği yeri ve cehennem çukurlarının
acılarını tanımıştır:

Acı dolu şehre giden yol benden geçer,


Ebedi acıya giden yol benden geçer,

22 Frederick Pierce, Dreams and Persoııality (Yayım hakkı, 1931, D. Appleton


and Co., yayımcılar), s. 108-109.

32
MONOMİT

Kayıp İnsanlar arasındaki yol benden geçer.23

Bu düşte, kahramanın macerasının evrensel mitolojik formülünün


ayrıntılı biçimde kopyalanmış olması dikkat çekicidir. Yolun tehlike­
lerinin, engellerinin ve fırsatlarının bu çok önemli motiflerini bundan
sonraki sayfalarda yüzlerce biçimde bulacağız. Açık lağımın ilk beliri-
şi,24 daha sonra çimenin üzerinden akan tümüyle temiz nehrin beliri-
şi,25 gönüllü yardımcının kritik anda ortaya çıkışı,26 ve son ırmağın
ötesindeki yüksek, sağlam toprak (Dünya Cenneti, Ürdün’ün Topra­
ğı);27 bunlar ruhun yüce macerasının muhteşem şarkısının sonsuza
dek yinelenen temalarıdır. Ve gizli çağrıyı dinlemeye ve izlemeye cesa­
ret edenlerin her biri o tehlikeli, bir başına ilerlemenin sıkıntılarını

23 Cehennemin Kapısı üzerine yazılmış olan sözler:

Per me si va nella atta dolente,


Per me si va neIV eterno dolore,
Per me si va tra la Perdua Gente.
-Dante, “Inferno [Cehennem]”, III, 1-3.
İngilizce çeviri Charles Eliot Norton’undur. The Divine Comedy of Dante
Alighieri (Boston ve New York: Houghton Mifflin Company, 1902); bu ve
izleyen alıntılar yayımcılann izniyle yapılmıştır.
24 Krş. Dante, “Cehennem,” XIV, 76-84, (a.g.e., Cilt I, s. 89): “Kızıllığı beni hâ­
lâ titreten küçük bir nehir ... günahkar kadınlann aralannda paylaştığı.”
25 Krş. Dante, “Purgatorio [Araf],’ XXVIII, 22-30 (a.g.e., Cilt II, s. 214): “Bir
ırmak ... küçük dalgalanyla kıyısında çıkmış çimene doğru sola bükülü­
yordu. Burada dünyanın en saf sulan, hiçbir şeyi gizlemeyene kıyasla, için­
de birtakım karışımlar varmış gibi görünürdü.”
26 Dante’nin Vergilius’u.
27 “Eski zamanlarda Altın Çağ’m ve onun mutlu halinin şarkısını söyleyenler,
şans eseri Pamassos’ta bu yeri düşledi: masum insanlığın kökü buradaydı;
burada hep bahardır ve onlann her birinin bahsettiği nektar buradaki
meyvelerdir” (“Araf,” XXVIII, 139-144; a.g.e.. Cilt II, s. 219).

33
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

öğrenmiştir:

Bilenmiş bıçak ağzı, aşması zor,


Zor bir yoldur bu der şairler!28

Düş gören, suyu bu düşte daha bildik olan kayık ya da köprünün


yerini alan küçük bir tahta kutu sayesinde aşmaktadır. Kutu, onu
dünya suları üzerinde taşıyan kendi özel yetenek ve erdeminin simge­
sidir. Düş gören bize ilgileri konusunda bir bilgi sunmamış, dolayı­
sıyla kutunun özel içeriğinin neler olduğunu bilemiyoruz; fakat bu
kesinlikle bir tür Pandora’nın kutusu, tanrıların güzel kadına verdik­
leri, hem bütün bela tohumları ve varoluşun güzellikleriyle dolu olan,
hem de ona destek olan erdemle, umutla dolu tanrısal bir hediyedir
bu. Düş gören bununla karşı kıyıya geçer. Ve kendi kendini keşfet­
mek ve geliştirmek gibi güç, tehlikeli bir çabaya giren herkes yaşam
okyanusunun öte yanma, buna benzer bir mucizeyle geçirilecektir.
Erkek ve kadınların çoğu göreceli olarak bilinçdışı denebilecek
medeni ve kabilesel alışkanlıklardan daha macerasız olan yolu yeğler.
Fakat bu arayıcılar da, toplumun kabul ettiği, insanlığa çok önceleri
kurtarıcılar tarafından verilmiş ve binlerce yıl ötesinden kuşaktan ku­
şağa geçerek günümüze dek gelmiş olan simgesel yardımlarla, geçiş
ayinleriyle, kötülüklerdem arındıran vaftiz törenleriyle kurtarılır. An­
cak ne bir içsel çağrıyı ne de bir dışsal öğretiyi kabul etmeyenlerin du­
rumu umutsuzdur; yani, bugün kalbin içindeki ve dışındaki bu labi-

28 Katha Upahishad, 3-14. (Tersi belirtilmedikçe, Upanişadlardan alıntılanın


Robert Ernest Hume, The Thirteen Principal Upanishads, translated from the
Sanskrit’ten olacaktır, Oxford University Press, 1931.)
Upanişadlar Hindu öğretisinde insanın doğası ve evren üzerine, ortodoks
bir kurgulama geleneğinin geç dönemini oluşturur. En eskisi yaklaşık MÖ
sekizinci yüzyıla tarihlenir.

34
MONOMİT

Çizim 2. Minotauromakhia.

rentte olan çoğu kişinin durumu. Heyhat, bize Minotauros’la karşılaş­


ma cesaretini verecek basit ipucunu ve canavarla karşılaşıp onu öldür­
dükten sonra özgürlüğe giden yolu bulmamız için gereken araçları ve­
recek olan rehber, şu hoş bakire, Ariadne nerede acaba?
Kral Minos’un kızı Ariadne yakışıklı Theseus’a, onu Minotauros
için getirilmiş olan o zavallı Atinalı genç erkek ve kızlar topluluğuyla
birlikte gemiden inerken görür görmez aşık olmuştu. Onunla konuş­
manın bir yolunu buldu ve eğer onunla Girit’ten ayrılmaya ve onu
karısı yapmaya söz verirse labirentten çıkmasına yardım edeceğini
söyledi. Söz verildi. Ardından Ariadne ustalığı sayesinde labirenti inşa
eden ve Ariadne’nin annesinin içindeki yaratığı dünyaya getirmesini
mümkün kılan Daidalos’tan yardım istedi. Daidalos ona, içeri giren

35
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

kahramanın girişe bağlayabileceği ve labirentte onu çöze çöze ilerle­


dikçe açabileceği basit bir iplik yumağı verdi. Gerçekten de ihtiyacı­
mız olan şey çok küçük bir şeydir! Ama o olmazsa, labirentin içindeki
macera umutsuzdur.
Küçük şey yakındadır. En tuhafı da, o korkunç labirenti yaratan
bilimadamının tam da günahkâr kralın hizmetindeyken, özgürlüğe
yönelik girişimlere yardımcı olmasıdır. Fakat kahraman-yürek el al­
tında olmalıdır. Daidalos yüzyıllarca, sanatçı-bilim adamı tipini temsil
etti: şaşırtıcı biçimde kaygısız, sosyal yargının olağan sınırlarının öte­
sinde duran, çağının değil sanatının ahlakına bağlı olan, neredeyse
şeytani bir insan tipini. İnanmış, cesur ve doğruyu bulmasıyla bizi öz­
gür kılacak kahramandır o.
Ve biz de şimdi, Ariadne gibi ona yönelebiliriz, ipliğinin yününü
insan imgeleminin tarlalarından derlemiştir. Yüzyıllarca çiftçilik, on­
larca yıllık ağır hasat, sayısız yürek ve elin çabası bu sıkıca sarılmış ip­
lik düzleşmesine, ayrılmasına ve sarılmasına gitmiştir. Dahası, macera­
yı tek başına göze almamız dahi gerekmez; çünkü her çağdan kahra­
manlar bizden önce gitmiştir; labirent iyice bilinmektedir; bize kalan
yalnızca kahraman yolunun ipliğini izlemektir. Ve nerede bir nefret
bulacağımızı düşünürsek orada bir tanrı bulacağız; nerede bir baş­
kasını öldürmeyi düşünsek orada kendimizi öldüreceğiz; nerede dışa
doğru yol almayı umsak orada kendi varlığımızın merkezine gelece­
ğiz; nerede yalnız olduğumuzu sansak orada bütün dünyayla birlikte
olacağız.

2 . Tragedya ve Komedya

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; mutsuz her ailenin mutsuz­


luğuysa kendine hastır." Kont Lev Tolstoy, modem kahramanı Anna

36
MONOMİT

Karenina’mn ruhsal parçalanmasını anlattığı romanı bu can alıcı söz­


cüklerle açmıştı. Bu aklı karışık eş, anne ve körce bir tutkuya kapılmış
metresin kendini trenin altına atmasından -böylece daha önce ruhu­
nun başına gelen şeyin simgesi olan bir tavırla yolunu kaybetmişlik
trajedisini sona erdirmesinden- bu yana geçen zaman boyunca, kar­
makarışık ve kesintisiz bir romanslar, günlük haberler ve kayda geç­
memiş acı çığlıkları korosu labirentin şeytan-boğasmm huzuruna çık­
maktadır: iyi huylu olduğu zaman dünyanın yaşam veren ilkesi olan
tanrının öfkeli, yıkıcı, delirtici yönü olan boğanın huzuruna. Modem
romans, tıpkı eski Yunan tragedyası gibi, günü yaşamak demek olan
parçalanmanın sırrını öne çıkarır. Mutlu son, haklı olarak yanlış bir
sunum diye aşağılanmaktadır; çünkü dünya, bildiğimiz kadarıyla,
gördüğümüz kadarıyla, bir tek son sunar: ölüm, çözülme, parçalanma
ve sevdiğimiz biçimlerin kayboluşuyla kalbimizin çarmıha gerilmesi.
“Acıma, insanın sıkıntılarında yer tutan ve sabit olan şeyin varlı­
ğında akla egemen olan ve onu acı çeken insanla kaynaştıran histir.
Dehşet, insan sıkıntılarında yer tutan ve sabit olan herhangi bir şeyin
varlığında akla egemen olan ve onu gizli bir nedenle kaynaştıran his­
tir.”29 Gilbert Murray’nin, Aristoteles’in Poetika'smm30 Ingram Bywa-
ter’a ait çevirisinin önsözünde belirttiği gibi, trajik katharsis (yani, tra­
gedya izleyicisinin duygularının acıma ve korku deneyimi yoluyla
“arınma" ya da “temizlenme”si), hadım boğa tanrı Dionysos’un festival
ve dinsel oyununun işlevi olan eski bir törensel katharsis’c (“toplulu­

29 James Joyce, A Portrait of the Artist as a Young Man (The Modem Library:
Random House, Inc.), s. 239. [Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi,
çev. Murat Belge]
30 Aristoteles, On the Art of Poetry (çev. Ingram Bywater, Gilbert Murray’in
önsözüyle, Oxford University Press, 1920), s. 14-16. [Poietika, çev. Nazile
Kalaycı]

37
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ğun geçmiş yılın, o yaşlı günah ve ölümhamalınm pisliğinden ve zeh­


rinden arınmasına”) karşılık gelmektedir. Meditasyon yapan zihin,
dinsel oyunda ölümü sergilenen vücutla değil, onun içinde bir süre
yaşamış olan ve bu süre içinde yanılsamayı giyinmiş gerçeklik olan
(aynı anda hem acı çeken hem gizli neden olan), benliklerimizin “in­
sanın yüzünü karman çorman eden tragedya”31 ölümlü çerçevemizi
bölüp sarsarak dağıttığında benliklerimizin içine çöktüğü alt katman
olan o kesintisiz yaşam ilkesiyle birleşmektedir.

Görün, görün, istediğin şekil ya da isimle,


Ey Dağ Boğası, Yüz Başlı Yılan,
Yanan Alev Aslanı!
Ey Tanrı, Canavar, Gizem, gel!32

Trajik sanat deneyimini mantığın, uzay ve zaman dünyasındaki


şans anımızın duygusal bağlarının ölümü, tam da kendi yok oluşumu­
zun öpüşünde zaferini kutlayan ve sarsılan evrensel yaşamı tanıyışı­
mız ve ilgimizin ona kayışı, bu am or fati, “kader sevgisi,” kaçınılmaz
ölüm olan kadere duyulan aşk oluşturur: onun neşesi, kurtarıcı coş­
kusu oradadır:

Sonum geldi, İdalı Jüpiter’in uşağı olan,


ergin olan benim;
Geceyarısı Zagreus’un gittiği yere ben de giderim;
Onun gökgürültüsü çığlığına dayandım;
Kızıl, kanlı şölenlerinde bulundum;
Yüce Ana’nın dağ ateşini tuttum ellerimde;

31 Robinson Jeffers, Roaıı Stallion (New York: Horace Liveright, 1925), s. 20.
32 Euripides, Bacchae, 1017 (çev. Gilbert Murray).

38
MONOMİT

özgür Bırakılmışım ve Zırhlı Rahiplerden


Bir Bakkhos demişler bana 33

Modern edebiyat büyük ölçüde önümüzde, çevremizde ve içimiz­


de gezinen hastalıklı umutsuz durumların cesur ve tam bilgili bir göz­
lemine adanmıştır. Holokosttan yakınmaya yönelik doğal dürtünün -
suçlamak için ya da hoşnutsuzluk belirtmek için - bastırıldığı yerde,
(bizim için) eski Yunanlarmkinden daha etkili bir tragedya sanatı tüm
haşmetiyle ortaya çıkar: tanrının yalnız zengin evlerinin değil sıradan
evlerin felaketlerine de, kamçılanmış ve acı dolu her bir yüzün fela­
ketlerine de ortak sayıldığı demokrasinin gerçekçi, içten ve değişik öl­
çülerde ilginç olan bir trajedi. Ve tatsız ihtişamı hoş gösterecek bir
cennet, gelecekteki huzur ve kefaret yoktur, yalnızca koyu karanlık,
doyumsuzluğun boşluğu, rahimden dışarı sırf başarısızlığa uğrasın di­
ye fırlatılmış yaşamları tutup tutup yemek vardır.
Bütün bunlara kıyasla bizim küçük başarı öykülerimiz acınası şey­
lerdir. Başarısızlığın, kaybın, hayal kırıklığının ve ironik tatminsizliğin
nasıl bir acıyla, dünyanın en kıskanılacak kişilerinin bile kanını emdi­
ğini çok iyi biliriz! Bu yüzden de komedyaya tragedyanın yüksek dü­
zeyini vermeyi arzulamayız. Komedya satir olarak kabul edilebilir bir
şeydir, eğlence olarak hoş bir kaçış ortamıdır, fakat sonsuza dek süren
mutluluk masalı ciddiye alınamaz; çocukluğun, yakında korkunç bi­
çimde öğrenilecek olan gerçekliklerden korunmuş o masal ülkesine
aittir; bu masal tıpkı cennet mitinin, yaşamı geride bırakmış ve kalple­
ri geceye açılan son kapı için hazırlanması gereken yaşlılara göre ol­

33
Euripides, The Cretans, frg. 475, akt. Porphyrius, De abstiııentia, IV, 19, çev.
Gilbert Murray. Bu şiirin tartışması için bkz. Jane Harrison, Prolegomeııa to
a Study of Greek Religion (3. baskı, Cambridge University Press, 1922), s.
478-500.

39
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ması gibi - ağırbaşlı, modern Batı sağduyusunun, peri masalı, mit ve


ilahi kurtuluş komedyalarında sunulan gerçekliklerin tam bir yanlış
anlaşılması üzerine kurulmuş olması gibi. Bunlar, antik dünyada
tragedyadan daha yüksek düzeyde, daha derin bir doğruya, daha güç
bir kavrayışa, daha sağlam bir yapıya ve daha bütünlüklü bir vahye ait
sayılırlardı.
Peri masalının, mitin ve ruhun ilahi komedyasının mutlu sonu, bir
çelişki olarak değil, insanın evrensel trajedisinin aşılması olarak okun­
malıdır. Nesnel dünya olduğu gibi kalır, fakat özne içindeki bir vurgu
kayması yüzünden dönüşmüş gibi görünür. Daha önce yaşamın ve
ölümün olduğu yerde, artık sabreden varlık görünür - bir kâsenin
içinde kaynayan su nasıl bir kabarcığın kaderine ya da kozmos nasıl
yıldız galaksilerinin belirip kaybolmalarına kayıtsızsa, o da zamanın
iniş çıkışlarına kayıtsızdır. Tragedya biçimlerin sarsılması ve bizim bi­
çimlere bağlılığımızdır; komedyaysa yenilmez yaşamın vahşi ve aldı­
rışsız, tükenmez neşesidir. Bu yüzden ikisi, her ikisini de kapsayan ve
her ikisinin de bağlı olduğu tek bir mitolojik tema ve deneyimin iki
terimidir: birlikte, yaşam denen vahyin bütünlüğünü oluşturan ve bi­
reyin, eğer günah (tanrısal iradeye itaatsizlik) ve ölümün (ölümlü bi­
çimle özdeşleşme) yayılımından arınacaksa (katharsis = purgatorio) bil­
mek ve sevmek zorunda olduğu, iniş ile çıkış (kathodos ve anodos)
olan iki terim.
“Her şey değişir; hiçbir şey ölmez. Ruh gezinir, şimdi buradadır,
sonra orada ve istediği şekle girer. ... Bu yüzden bir zamanlar olmuş
olan artık yoktur ve olmamış olan vardır; ve böylece bütün hareket
çevriminden yeniden geçilir.”34 “Yalnızca bu ebedi, yokolmaz, an­

34 Ovidius, Metamorphoses, XV, 165-167; 184-185 (çev. Frank Justus Miller,


the Loeb Classical Library).

40
MONOMİT

laşılmaz Benliğin barındığı vücutlar bir sona sahiptir.”35


Tragedyadan komedyaya uzanan karanlık iç yolun kendine has
tehlike ve tekniklerini ortaya çıkarmak tam olarak mitolojinin ve peri
masalının görevidir. Bu yüzden olaylar fantastik ve “gerçekdışı”dır: fi­
ziksel değil psikolojik zaferleri temsil ederler. Efsane gerçek bir tarih­
sel kişi üzerine olsa bile, zafer dolu eylemler yaşam benzeri değil, düş
benzeri tasvirlerle aktarılır; çünkü konu dünyada şöyle ve şöyle yapıl­
ması değildir; konu, dünyada şunun bunun yapılmasından önce, he­
pimizin bildiği ve düşlerinde ziyaret ettiği labirentin içinde bu başka,
daha önemli, temel şeyin gerçekleşmesi gerektiğidir. Mitolojik kahra­
manın geçişi şans eseri yer üstünde olabilir; aslında içe doğrudur, be­
lirsiz engellerin aşıldığı ve çoktandır unutulmuş, kayıp güçlerin dün­
yanın şekil değişimi için hazır kılındığı, canlandırıldığı derinliklere
doğrudur. Bu görev başarıldıktan sonra, yaşamın, zaman içinde iyice
parçalara ayrılan, boşluğa yayılmış, o sıkça görülen iğrenç felaketin
korkunç yıkımları altında umutsuzca acı çekmesi son bulur; fakat
korkusu hâlâ gözle görünür, acı çığlıkları şiddetlidir, her şeyi kapla­
yan, her şeyi destekleyen bir aşkla ve kendi fethedilmemiş gücünün
bilgisiyle anlaşılır olur. Normalde ışık geçirmez olan maddesinin uçu­
rumlarında görünmez biçimde parıldayan ışıktan bir şeyler, artan bir
kükremeyle öne atılır. O zaman korkunç sakatlanmalar yalnızca içkin,
yokolmaz bir sonsuzluğun gölgeleri olarak görünür; ve dünya, alem­
lerin yeni, muazzam, meleksi, ama belki de sonuçta tekdüze olan o si­
ren müziğiyle çınlar. Mutlu aileler gibi, mitler ve kurtarılmış dünyalar
da hep birbirine benzer.

35 Bhagavad Gita, 2:18 (çev. Swami Nikhilananda, New York, 1944).

41
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

3 . Kahram an ve Tanrı

Kahramanın mitolojik macerasının standart yolu geçiş ayinlerinde


sunulan formülün büyütülmüş halidir: aynlm a-erğinlenm e-dönüş: bu­
na monomitin çekirdek birimi denebilir.36
Bir kahram an olağan dünyadan çıkıp
doğaüstü tuhaflıklar bölgesine doğru iler­
ler: burada masalsı güçlerle karşılaşılır ve
x J? kesin bir zafer kazanılır: kahraman bu
gizemli m aceradan benzerleri üzerinde
üstünlük sağlayan bir güçle geri döner.
Prometheus göklere çıktı, tanrılar­
dan ateşi çaldı ve aşağı indi. Iason, gemisiyle Çarpışan Kayalar’ın
arasından bir mucizeler denizine yelken açtı, Altın Postu koruyan ca­
navarı yendi ve hakkı olan tacı bir gaspçıdan geri almak için gereken
güç ve postla geri döndü. Aineias yeraltına indi, ürkünç ölüler nehrini
geçti, üç başlı bekçi köpeği Kerberos’a et verdi ve sonunda ölü babası­
nın hayaletiyle konuştu. Her şey onun için anlaşılır oldu: ruhların ka­
deri, kurmak üzere olduğu Roma’mn kaderi, “ve bilgelikle nasıl her
beladan kaçınabileceği ya da ona katlanabileceği.”37 Fildişi kapıdan
geçerek dünyadaki işine geri döndü.
Kahramanın görevinin güçlüklerinin ve engin bir şekilde düşünü­
lüp ciddiyetle yerine getirildiği zamanki yüce belirtisinin harika bir
örneği, Buddha’nm geleneksel Büyük Mücadele efsanesinde bulun­
maktadır. Genç prens Gautama Sakyamuni atı Kanthaka’ya binerek

36 Monomit sözcüğü James Joyce'dandır, Finnegans Wake (New York: Viking


Press, Inc., 1939), s. 581.
37 Vergilius, Aeneid, VI, 892.

42
MONOMİT

babasının sarayından gizlice ayrılır, muhafızlı kapıdan mucizevi bi­


çimde geçer, gecenin içinde dört çarpı altmış bin ilahın meşalesi eşli­
ğinde ilerler, bin yüz yirmi sekiz arşmlık görkemli bir nehirde hafifçe
duraksar ve sonra tek bir kılıç darbesiyle kendi soylu buklelerini ko­
parır, kalan iki parmak genişliğindeki saç sağa kıvrılır ve başında
dümdüz durur. Bir rahibin kılığına girerek dünyada bir dilenci gibi
gezinir ve bu amaçsızca dolanma yılları sırasında meditasyonun sekiz
aşamasına ulaşarak onları aşar. Bir çilehaneye çekilir, gücünü altı yıl
daha büyük mücadeleye harcar, sadeliği en yüksek derecesine götürür
ve neredeyse ölür gibi olur, ama iyileşir. Daha sonra çileci gezginliğin
çok katı olmayan yaşamına döner.
Bir gün dünyanın doğu kısmını kaplayan bir ağacın altına oturur
ve ağaç onun varlığıyla aydınlanır. Sujata adlı bir genç kız gelip ona
altın bir kaptan pirinç sütü sunar ve o boş kabı bir nehre attığı zaman
kap suyun tersine gider. Bu zafer anının geldiğinin işaretidir. Ayağa
kalkar ve tanrıların bezediği ve bin yüz yirmi sekiz arşın genişliğinde
olan bir yolda ilerler. Yılanlar ve kuşlar ve ormanların ve tarlaların
ilahları ona çiçekler ve göksel kokularla eşlik eder, tanrısal korolar
şarkı söyler, on bin dünya kokular, çiçekler, sesler ve selamlama bağı­
rışlarıyla kaplanır; çünkü o büyük Aydınlanma Ağacı’na, altında evre­
ni kurtaracağı Bo Ağacı’na giden yoldadır. Kesin bir kararlılıkla Bo
Ağacı’nın dibine, Kıpırtısız Nokta’ya yerleşir ve yanma hemen Kama-
Mara, aşk ve ölüm tanrısı yanaşır.
Korkunç tanrı bir filin üstünde ve bin elinde silahlar taşıyarak ge­
lir. Önünde altmış fersah, sağında altmış fersah, solunda altmış fersah
ve ardında dünyanın ucuna dek uzanan askerle çevrilidir. Evrenin ko­
ruyucu tanrıları kaçışır, fakat Geleceğin Buddhası ağacın altında kı­
pırdamadan durur. O zaman tanrı, ona saldırıp onun yoğunlaşmasını

43
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

kırmaya çalışır.
Düşman hortumlar, kayalar, şimşek ve alev, keskin köşeli duman
silahları, yanan kömürler, sıcak küller, kaynar çamurlar, fokurdayan
kumlar ve dört kat karanlıkla, Kurtarıcı’ya saldırdı, fakat bütün silah­
lar, Gautama’nın on kusursuzluğunun gücüyle göksel çiçeklere ve
merhemlere dönüştü. O zaman Mara çekici hizmetçilerle birlikte kız­
ları Arzu, Özlem ve Şehvet’i çağırdı, fakat Yüce Varlık’ın zihni bulan­
madı. Tanrı, sonunda Kıpırtısız Noktada kendisinin oturması gerekti­
ğini söyledi, ustura kadar keskin diskini öfkeyle fırlattı ve ordusuna
dağların sarp kayalarıyla saldırmalarını emretti. Fakat Geleceğin
Buddhası yalnızca elini parmak uçlarıyla yere dokunmak için kı­
pırdattı ve böylece Toprak tanrıçasından orada oturmanın onun hakki
olduğuna tanıklık etmesini diledi. Tanrıça yüz, bin, yüz bin kükreyiş­
le tanıklık etti, böylece Düşman’m fili Geleceğin Buddhası’na boyun
eğerek yere çöktü. Ordu bir anda dağıldı ve bütün dünyaların tanrı­
ları çiçek taçları dağıttı.
Gün batmadan ilk zaferini kazanmış olan fatih, gecenin ilk nöbe­
tinde daha önceki varoluşlarının bilgisini edindi, ikinci nöbetinde her
şeyi bilen tasavvurun tanrısal gözünü ve son nöbetinde nedenler zin­
cirinin kavrayışını. Gün ağarırken mükemmel aydınlanmayı yaşamış-

38 Bu Doğu mitolojisindeki en önemli an, Batı’daki Çarmıha Gerilme’nin bir


karşılığıdır. Aydınlanma Ağacı (Bo Ağacı) altındaki Buddha ve Kutsal Haç
(Kefaret Ağacı) üzerindeki İsa, çok eskilere uzanan, arketip bir Dünya Kur-
tancısı, Dünya Ağacı motifi çevresindeki benzer figürlerdir. Temanın bir­
çok başka versiyonu ileride yer alacak. Kıpırtısız Nokta ve Zeytin Dağı,
Dünya Göbeği ya da Dünya Ekseni imgeleridir (bkz. ileride, s. 51.)
Toprak’m tanıklığa çağırılması, geleneksel Budist sanatında, klasik Buddha
duruşunda oturan Buddha’nm sağ elinin sağ dizine dayanması ve parmak­

44
MONOMİT

Daha sonra yedi gün boyunca, -artık Buddha, Aydınlanmış olan-


Gautama saadet içinde hareketsiz oturdu; yedi gün boyunca aydınlan­
maya ulaştığı noktadan uzak durdu ve onu seyretti; yedi gün boyunca
oturduğu yer ile durduğu yer arasında gidip geldi; yedi gün boyunca
tanrıların döşediği bir yerde barındı ve bütün neden ve sonuçlar öğre­
tisini inceledi; yedi gün boyunca Sujata adlı kızın ona altın bir kapta
pirinç sütü getirdiği yerdeki ağacın altında oturdu ve orada, Nirva-
na’nın hoşluğu öğretisi üzerine meditasyon yaptı; başka bir ağaca geçti
ve yedi gün süren büyük bir fırtına koptu, fakat Yılanların Kralı kök­
lerin arasından çıktı ve boynunu uzatarak Buddha’yı korudu; sonun­
da, Buddha dördüncü bir ağacın altında hâlâ özgür kalmanın tatlılı­
ğıyla eğlenerek oturdu. Sonra düşüncesinin aktarılıp aktaram aya­
cağından şüphelendi ve bilgeliği kendisine saklamayı düşündü; fakat
tanrı Brahma yücelerden, onun tanrıların ve insanların öğretmeni ol­
masını dilemek için indi. Buddha böylece yolu göstermeye ikna edil­
mişti.39 Ve o insanlar arasında, paha biçilmez hediyesini, yani Yol’un

larının yere hafifçe dokunmasıyla temsil edilmektedir.


39 Burada, Buddhalık’ın, Aydınlanma’mn aktanlamadığını, fakat Aydınlan-
ma’ya giden tek yol olduğunu görürüz. Adlar ve biçimlerin ötesindeki ger­
çeğin bu aktanlamazlığı öğretisi, Platoncu olduğu kadar Doğulu büyük ge­
leneklerin de temelindedir. Bilimin doğrulan, gözlenebilir olgulara daya­
nan ispatlanabilir hipotezler oldukları için aktanlabilirken, ritüel, mitoloji
ve metafizik ancak aşkın bir açıklamanın kıyısına götüren rehberlerdir, her
birine giden son adım herkesin kendi sessiz deneyimiyle atılmalıdır. Bu
yüzden bilge için Sanskritçe sözcüklerden biri ıııuni, “sessiz kişi”dir. Sakya-
ıııuni (Gautama Buddha’nın adlanndan biri), “Sakya klanının sessiz kişisi
ya da bilgesi (mutıi)” anlamına gelir. Yaygın biçimde öğretilen bir dünya di­
ninin kurucusu olmasına rağmen, öğretisinin temel çekirdeği, zorunlu ola­
rak, sessizlikle kaplıdır.

45
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

bilgisini sunarak gezmek üzere şehirlere gitti.40


Eski Ahit, İsrail’in Mısır toprağından ayrılışının üçüncü ayında
halkıyla birlikte Sina çölüne gelen Musa efsanesinde de benzer bir ola­
yı anmaktadır: İsrail orada çadırlarını dağa karşı kurar. Ve Musa Tan­
n ’nın yanına çıktı, ve Rab ona dağdan seslendi. Rab ona Emirler’i ver­
di ve Musa’ya bunlarla birlikte, Rab’bin halkına, İsrail’e dönmesini
emretti.41
Yahudi halk efsanesi vahiy günü boyunca Sina Dağı’ndan değişik
gürültülerin geldiğini söyler. “Durmaksızın çalan boruların eşlik ettiği
şimşekler halkı aşırı korkuya ve titremeye şevketti. Tanrı gökleri bük­
tü, yeri oynattı ve dünyanın sınırlarını sarstı ki, derinler titredi ve
gökler korkuya kapıldı. Onun görkemi ateşin, depremin, fırtına ve
dolunun dört eşiğinden geçti. Dünya kralları saraylarında titredi. Ye­
rin kendisi ölülerin dirilme vaktinin geldiğini ve yuttuğu kurbanların
kanını ve üzerlerini örttüğü katledilmişlerin bedenlerini ödemesi ge­
rekeceğini düşündü. Yer, On Emir’in ilk kelimelerini duyuncaya dek
sakinleşmedi.
“Gökler yarıldı ve Sina Dağı yerden kopup yükseldi, öyle ki çevre­
sini kaim bir bulut kaplarken başı gökleri deldi ve İlahi Taht’m ayak­
larına dokundu. Levililer için, geri kalanlar Altın Buzağı’ya taparken
Tanrı’ya sadık kalmış olan bu tek kabile için taçlarla birlikte yirmi iki
bin melek belirdi Tanrı’nın bir yanında. Öte yanında her biri Israillile-

40 Büyük ölçüde Jataka, Giriş, I, 58-75 (çev. Henry Clarke Warren, Buddhism
in Translations (Harvard Oriental Series, 3) Cambridge, Mass.: Harvard
University Press, 1896, s. 56-87) ve Ananda K. Coomaraswamy tarafından
Buddha and the Gospel of Buddhism (New York: G. P. Putnam’s Sons, 1916, s.
24-38) olarak derlenen Lalitavistara'dm kısaltılmıştır.
41 Çıkış, 19:3-5.

46
MONOMİT

rin her biri için ateşten birer taç taşıyan altı yüz bin, üç bin beş yüz ve
elli melek vardı. Üçüncü yanda bu meleklerin iki katı vardı; dördüncü
yanda ise sayılamayacak kadar çoktular. Çünkü Tanrı tek bir yönden
değil, her yönden aynı anda belirdi, ama bu Onun görkeminin dün­
yayı olduğu kadar gökleri de doldurmasını engellemedi. Sayılamaya­
cak kadar çok olmalarına rağmen Sina Dağı’nda bir kalabalık yoktu,
kargaşa yoktu, herkese yer vardı.”42
Yakında göreceğimiz gibi, ister Doğu’nun engin, neredeyse okya­
nus büyüklüğündeki imgelerinde, ister eski Yunanların güçlü anlatı­
larında ya da ister Incil’in muhteşem efsanelerinde olsun, kahramanın
macerası normal olarak yukarıda anlatılan çekirdek birimin kalıbını
izlemektedir: dünyadan ayrılma, birtakım güç kaynaklarına dalma ve
yaşam yenileyen bir dönüş. Batı’nın Musa’nın On Emir’iyle kutsanma­
sı gibi, Bütün Doğu da Gautama Buddha’mn getirdiği lütufla -onun o
enfes iyi Yasa öğretisiyle- kutsanmıştır. Eski Yunanlar ateşi, bütün in­
san kültürünün ilk desteğini, Prometheus’larmın dünyayı aşan kahra­
manlığına ve Romalılarda, dünyalarını destekleyen şehirlerinin kuru­
luşunu, fethedilen Troia’dan ayrılıp ölülerin o tekinsiz yeraltı dünyası­
nı ziyaretinin ardından Aineias’a bağladılar. Her yerde, hangi alanda
olursa olsun (dinsel, politik ya da kişisel), gerçekten yaratıcı olan ey­
lemler dünyadaki bir ölümün sonucu olarak sunulmuştur; ve kahra­
manın var olmadığı, yeniden doğmuş, yüceltilmiş ve yaratıcı güçle do­
natılmış biri olarak geri gelmesini sağlayan dönem konusunda da in­
sanlık hemfikirdir. Bu yüzden, hep sergilenmiş olanı yeniden görmek
için, bir dizi kahraman figürünü evrensel maceranın klasik aşamala­
rından geçerken izlemek yeterli olur. Bu yalnızca bizim bu imgelerin

42 Louis Ginzberg, The Legend of the Jews (Philadelphia: The Jewish Publicati­
on Society of America, 1911), Cilt III, s. 90-94.

47
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

çağdaş yaşam için taşıdığı anlamı değil, insan ruhunun, yetenekleri,


güçleri, değişimleri ve bilgeliği açısından birliğini anlamamızı sağlaya­
caktır.
izleyen sayfalar bir bütün macera şeklinde, Sıradan Adamın kade­
rinin dünyadaki simgesel taşıyıcılarından bazılarının öyküsünü suna­
caktır. lik büyük aşama, yani ayrılma ya da yola çıkma, Kısım I, Bölüm
I’de beş başlıkla gösterilecektir: ( l) “Maceraya Çağrı," ya da kahrama­
nın seçilmesinin işaretleri; (2) “Çağrının Reddedilişi,” ya da tanrıdan
kaçma budalalığı, (3) “Doğaüstü Yardım,” kendisi için uygun mace­
rasını üstlenmiş olana gelen beklenmedik yardım; (4) “lik Eşiğin Aşıl­
ması” ve (5) “Balinanın Karnı,” ya da gecenin diyarına geçiş. Erginlen­
menin sınavları ve zaferleri aşaması Bölüm Il’de altı başlıkla belirecek­
tir: (1) “Sınavlar Yolu,” ya da tanrıların tehlikeli yönü; (2) “Tanrıçayla
Karşılaşma” (Magna Mater), ya da çocukluk mutluluğunun yeniden el­
de edilmesi; (3) “Baştan Çıkarıcı olarak Kadın,” Oidipous’un anlaması
ve acısı; (4) “Babanın Gönlünü Alma”; (5) “Tanrılaştırma”; ve (6)
“Nihai Ödül.”
Ruhsal enerjinin dünyada sürekli çevrimi için kaçınılmaz olan ve
uzun inzivanın topluluk açısından aklanması olan dönüş ve toplumla
yeniden kaynaşmayı kahramanın kendisi hepsinden de güç bir zorun­
luluk olarak görebilir. Çünkü eğer başardıysa, Buddha gibi tam bir
aydınlanmanın derin huzuruna ulaştıysa, bu deneyimin mutluluğu­
nun dünyanın acıları karşısında umuda ya da ilgi kaybına yol açma
tehlikesi vardır; ya da ekonomik sorunlara gömülmüş insanlara ay­
dınlanma yolunu bildirmek çözümsüz bir sorun gibi görünebilir. Ve
diğer yandan, eğer kahraman bütün başlangıç sınavlarına girmeden,
Prometheus gibi hedefine (şiddet, el çabukluğu ya da şans yoluyla)
kolayca ulaşıp dünya için istediği lütfü elde ettiyse, o zaman dengesini

48
MONOMİT

bozduğu güçler onu içten ve dıştan parçalayacak kadar sertçe geri te­
pebilir - Prometheus gibi kendi zarar görmüş bilinçdışmın kayasına
zincirlenebilir. Ya da, üçüncü bir biçimde, eğer kahraman güvenli ve
istekli dönüşünü yaparsa, yardıma geldikleri tarafından öylesine boş
bir yanlış anlaşılmayla ve ilgisizlikle karşılanabilir ki, yaptıkları hiçbir
anlam taşımayabilir. İlerideki bölümlerin üçüncüsü bu olasılıkların
tartışmasını altı altbaşlık altında sonuçlandıracaktır: (1) “Dönüşün
Reddedilişi,” ya da inkar edilen dünya; (2) “Büyülü Kaçış,” ya da Pro-
metheus’un kaçışı; (3) “Dışarıdan Gelen Kurtuluş”; (4) “Dönüş Eşiği­
nin Aşılması,” ya da sıradan dünyaya dönüş; (5) “İki Dünyanın Us­
tası”; (6) “Yaşama Özgürlüğü,” nihai ödülün doğası ve işlevi.43
Monomitin karmaşık kahramanı sıradışı yetenekleri olan bir kişi­
dir. Sıkça toplumu tarafından ödüllendirilir, sık sık tanınmaz ya da
reddedilir. O ve/veya kendini içinde bulduğu dünya simgesel bir ek­
siklik duymaktadır. Peri masallarında bu belli bir altın yüzüğün yok­
luğu kadar hafif olabilirken, kıyamet tasavvurunda bütün dünya fizik­
sel ve ruhsal yaşamı yıkıma uğramış ya da uğrama noktasına gelmiş
olarak gösterilebilir.
Tipik olarak peri masalının kahram anı kendi bölgesine ait, m ikro-
kozm ik, m itin kahram anı ise dünya tarihine ait, m akrokozm ik bir za­
fer elde eder, ilki -sırad ışı güçlerin ustası haline gelen en genç ya da
küçüm senm iş ç o c u k - kişisel zorbalarına karşı üstünlük elde ederken,

43 Kahramanın bu döngüsel macerası, kahramana, güce yönelmediği, gücün


kahramanın karşısına çıkıp sonra yine ortadan kaybolduğu tufan tipi öy­
külerde olumsuz bir biçimde belirir. Tufan öyküleri dünyanın her yerinde
görülür. Dünya tarihinin arketipsel mitinin gerekli bir kısmını oluştururlar
ve tamamen şu anki tartışmanın İkinci Kısmı’na aittirler: “Kozmogonik
Çevrim.” Tufan kahramanı, en kötü felaket ve günah dalgalarını bile alt e-
debilen insanın oluşum halindeki canlılığının bir simgesidir.
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

İkincisi macerasından geriye bir bütün olarak toplumunun yenilenme


araçlarını getirir. İmparator Huang Ti, Musa ya da Aztekli Tezkatlipo-
ka gibi kabilesel ya da yerel kahramanlar tek bir halka lütuflarım su­
narlar; evrensel kahramanlar -Muhammed, İsa, Gautama Buddha-
bütün dünya için bir mesaj getirir.
Kahraman gülünç ya da budala, eski Yunan ya da barbar, kibar ya
da Yahudi olsun, yolculuğu temelde çok az değişir. Halk masalları
kahramanca eylemi fiziksel olarak gösterir, yüksek dinler yapılan işi
ahlaksal olarak sunar; yine de, maceranın morfolojisinde, katılan ka­
rakterlerde, elde edilen zaferlerde şaşırtıcı ölçüde az çeşitlilik buluna­
caktır. Eğer arketipsel kalıbın şu ya da bu temel öğesi belli bir peri
masalı, efsane, ayin ya da mitten çıkarılmışsa bu bir şekilde sezdiril-
melidir - ve çıkarma işlemi, hemen şimdi göreceğimiz gibi, örneğin
tarihi ve patolojisi konusunda ciltler dolusu konuşabilir.
Kısım II, “Kozmogonik Çevrim,” başarılı kahramana vahiy olarak
lütfedilmiş dünyanın yaratılışı ve yok edilişine dair büyük rüyeti ele
alıyor. Bölüm I, Yayılışlar, evren biçimlerinin hiçlikten çıkışı üzerinde
duruyor. Bölüm II, Bakireden Doğum, dişi gücün, önce Evrenin Annesi
olarak kozmik bir ölçekteki, sonra Kahramanın Annesi olarak yine in­
san düzlemindeki yaratıcı ve kurtarıcı rollerinin gözden geçirilişidir.
Bölüm III, Kahramanın Dönüşümleri, tipik aşamaları boyunca, insan
ırkının efsanevi tarihinin, ırkın değişen gereksinimlerine göre sahnede
değişik biçimlerde görünen kahramanın izini sürmektedir. Ve Bölüm
IV, Çözülüşler, önce kahramanın, sonra da ortaya çıkan dünyanın ön­
görülmüş sonunu anlatıyor.
Kozmogonik çevrim bütün kıtaların kutsal yazılarında şaşırtıcı bir
tutarlılıkla sunulmuştur,44 ve kahramanın macerasına yeni ve ilginç

44 Elinizdeki kitap bu durumun tarihsel bir tartışmasıyla ilgilenmemektedir.

50
MONOMİT

bir yön vermektedir; çünkü böylece tehlikeli yolculuğun bir bağlanma


değil yeniden bağlanma, keşif değil yeniden keşif çabası olduğu anla­
şılmaktadır. Aranan ve tehlikeli biçimde elde edilen tanrısal güçlerin
daha en başından beri kahramanın kalbinde olduğu ortaya çıkar. O,
kim olduğunu öğrenen ve böylece olması gereken gücünün uygula­
masına geçen “kralın oğlu”dur - bu unvanın tam olarak ne demek ol­
duğunu öğrenen “Tanrı’nın oğlu”dur. Bu bakış açısıyla kahraman, he­
pimizin içinde saklı duran, yalnızca bilinmeyi ve yaşama katılmayı
bekleyen tanrısal yaratıcı ve kurtarıcı imgenin simgesidir.
“Bir, birçok olan Bir için bölünmemiş kalır, fakat her parçası
Isa’dır,” diye okuruz genç Aziz Simeon’un (MS 949-1022) yazılarında.
“Onu evimde gördüm,” diye sürdürür aziz. “Şu günlük şeyler arasın­
da O beklenmedik biçimde belirdi ve benimle söze dökülemez biçim­
de birleşmiş ve kaynaşmış oldu, ve ateşin demirin, ışığın camın üze­
rinden geçmesi gibi arada bir şey olmaksızın üzerimden geçti. Ve O
beni ateş gibi ve ışık gibi yaptı. Ve ben daha önce gördüğüm ve uza­
ğında durduğum şey oldum. Bu mucizeyi size nasıl aktaracağımı bile­
miyorum. ... Doğal olarak bir insanım ve Tanrı’nın kucaklamasıyla
Tanrıyım .”45
Benzer bir rüyet apokrifal Havva Incil’i içinde anlatılmaktadır.
“Yüce bir dağın üstünde durdum ve devasa bir adam ve bir de cüce
gördüm; ve bir gökgürültüsü sesi duyar gibi oldum ve duymak için

Bu iş hazırlanmakta olan bir çalışmaya ayrılmıştır. Elinizdeki kitap köken


araştırması değil, karşılaştırmalı bir çalışmadır. Amacı mitlerin kendileri
arasında olduğu kadar, bilgelerin onlar üzerine yaptığı yorumlar ve uygu­
lamalar arasında da özsel paralellikleri olduğunu göstermektir.
45
Çeviren Dom Ansgar Nelson, O.S.B., The Soul Afire içinde (New York: Pan­
theon Books, 1944), s. 303.

51
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yaklaştım; ve bana konuştu ve dedi ki: ben şenim ve sen bensin, ve


nerede olursan ol oradayım. Her şeyde varım, ve ne zaman istersen,
sen toplarsın Beni; ve Beni toplayarak Kendini toplarsın."46
ikisi -kahram an ve yüce tanrı, arayan ve bulduğu-, kendini yansı­
tan, dıştaki dünyanın gizeminin tıpkısı olan tek bir gizemin içi ve dışı
olarak anlaşılır. Yüksek kahramanın büyük görevi, çokluktaki bu bir­
liğin bilgisine ulaşmak ve onu bilinir kılmaktır.

4 . Dünyanın Göbek Deliği

Kahramanın başarılı macerasının sonucu, yaşamın dünyanın göv­


desine akışının kilidini açmak ve onu serbest bırakmaktır. Bu akış
mucizesi fiziksel terimlerle bir yiyecek maddesinin çevrimi gibi, dina­
mik biçimde bir enerji akışı gibi, ya da ruhsal biçimde bir iyiliğin dı­
şavurumu gibi ifade edilebilir. Bu tür değişik imgeler kolayca yer de­
ğiştirir, tek bir yaşam gücünün yoğunlaşmasının üç derecesini temsil
ederler. Bereketli bir hasat Tanrı’nın inayetinin işaretidir; Tanrı’nın
inayeti ruhun besinidir; şimşek verimi arttıran yağmurun habercisidir
ve aynı zamanda Tanrı’nın serbest kalmış enerjisinin dışavurumudur.
İnayet, besin, enerji: bunlar yaşayan dünyaya dökülür ve düştükleri
yerde yaşam ölüme ayrışır.
Sel, giriş noktası evrenin simgesel çemberinin merkezi olan görün­
mez bir kaynaktan, Buddha efsanesi de çevresinde dünyanın döndüğü
söylenen Kıpırtısız Nokta’dan47 çıkar. Bu noktanın altında, dünyanın
yaratıcısının tanrısal yaşam veren enerjisi ve tözü, ölümsüz varlığın
dünyalar yaratan yanı olan, uçurumun sularını simgeleyen ejderha-

46 Alıntılayan Epiphanius, Adversus haereses, xxvi, 3.


47 Geride, s. 42.

52
MONOMfr

nın, kozmik yılanın dünyaya destek olan başı vardır.48 Yaşam ağacı,
yani evrenin kendisi bu noktadan büyür. Kökleri ağırlığını taşıyan ka­
ranlıktadır; zirvesinde altın güneş kuşu tünemiştir; dibinde bir pınar,
bitmez tükenmez bir kuyu fışkırır. Ya da figür, tepesinde bir ışık lotu­
su gibi bir tanrılar şehri ve içinde değerli taşlarla aydınlanan demonlar
şehri olan kozmik bir dağ olabilir. Yine, figür, bu noktada oturmuş ya
da durmakta olan (söz gelimi Buddha’mn kendisi ya da dans eden
Hindu tanrıçası Kali) ya da ağaca bağlanmış (Attis, Isa, Wotan) koz­
mik bir kadın ya da erkek olabilir; çünkü Tannnın yeniden doğumu
olarak kahramanın kendisi, dünyanın göbeği, sonsuzluğun enerjileri­
nin zamana karıştığı doğum noktasıdır. Bu yüzden Dünya Göbeği sü­
rekli yaratımın bir simgesidir: bütün her şeyin içinde barınan şu sü­
rekli canlanma mucizesi sayesinde dünyanın süregitmesinin dayanık­
lılığının sırrı.
Kuzey Kansas ve güney Nebraska Pawneeleri arasında, Hako ayini
sırasında şaman ayağıyla bir daire çizer. “Daire bir yuvayı temsil eder,”
dediği söylenir şamanın, “ve ayakla çizilir, çünkü şahin yuvasını pen­
çeleriyle yapar. Yuvasını yapan kuşu taklit ediyorsak da, eylemin bir
başka anlamı daha vardır; insanlar içinde yaşasın diye dünyayı yapan
Tirawa’yi düşünüyoruz. Eğer yüksek bir tepeye çıkar ve çevreye bakı­
nırsanız, göğün her yönden yere değdiğini göreceksiniz ve bu dairesel
alanda insanlar yaşar. Bu yüzden yaptığımız daireler yalnızca yuvalar
değildir, ayrıca Tirawa-atius’un bütün insanların yaşama yeri için
yaptığı daireyi de temsil eder. Daireler akraba grupları, klan ve kabile­
yi de karşılar.”49

48
Bu, aydmlanışımn beşinci haftasında Buddha’yı koruyan yılandır. Bkz. ge­
ride, s. 44.
Alice C. Fletcher, The Hako: A Pawnee Ceremony (Yirmiikinci Yıllık Rapor,

53
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Levha I. Canavar Terbiyecisi (Sümer).

Cennetin kubbesi dünyanın köşelerine yaslanır, bazen dört kral,


dev, fil ya da kaplumbağa karyatitiyle desteklenir. Dairenin kareleşti­
rilmesine dair matematik sorusunun geleneksel önemi buradan gelir:
göksel olanın dünyevi biçimlere dönüşümünün sırrım saklamaktadır.

Amerikan Etnoloji Bürosu, 2. Kısım; Washington, 1904), s. 243-244.


“Dünyanın yaratımında,” diyordu başşaman Bn. Fletcher’a, törende onur­
landırılan tannları açıklarken, “daha düşük güçlerin olması ayarlandı.
Tirawa-atius, yüce güç, insanın yanma gelemezdi, onun tarafından görülüp
hissedilemezdi, bu yüzden daha düşük güçler sağlandı. Onlar insanla Tira-
wa arasında aracılık yapacaklardı.” (a.g.e., s. 27).

54
MONOMİT

Levha II. Tutsak Tekboynuz (Fransa).

Evdeki ocak, tapmaktaki sunak, dünyanın tekerleğinin göbeği, ateşi


yaşamın ateşi olan Evrensel Anne’nin rahmidir. Ve barınağın -y a da
tacm, kulenin, fener ya da kubbenin- tepesindeki açıklık göğün göbe­

55
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ği ya da orta yeridir: ruhların, yaşamın ateşinde yanmış ve dünya te­


kerleğinin göbeğinden, göksel tekerleğin göbeğinden yükselen duma­
nın ekseni üzerinde dağılmış sunularm kokusu gibi zamandan son­
suzluğa geri geçeceği güneş kapısı.50
Böyle bakıldığında güneş Tanrı’nın yeme kabı, eti gerçekten et ve
kanı gerçekten de içki olan kurbanın özüyle dolu bitmez tükenmez
bir kutsal kâsedir.51 Aynı zamanda insanlığın besleyenidir. Ocağı ya­
kan güneş ışığı tanrısal enerjinin dünyanın rahmiyle iletişimini simge­
ler - ayrıca iki tekerleği birleştiren ve döndüren eksendir. Güneş ka­
pısı boyunca enerji çevrimi süreklidir. Tanrı alçalır ve buna karşılık
insan yükselir. “Ben kapıyım: benimle her kim girerse, o kurtulacak
ve içe ve dışa geçecek, ve bir çayır bulacak.”52 “Benim etimi yemiş, ka­
nımı içmiş olan bana yerleşmiştir, ve ben de ona.”53
Hâlâ mitoloji alamndan beslenen bir kültür, insan varlığının her
aşaması gibi doğal ortam da simgesel telkinlerle yaşatılır. Tepeler ve
ağaçlıkların kendi doğaüstü korucuyuları vardır ve dünyanın yaratılı­
şına dair yerel tarihin herkesçe bilinen hikâyeleriyle bağlantılıdırlar.
Dahası, orada burada özel türbeler vardır. Nerede bir kahraman doğ­
muş, bir iş yapmış ya da hiçliğe geçmişse, o yer belirlenir ve kutsanır.
Orada mükemmel merkezilik mucizesini belirtmek ve yaymak için bir
tapmak dikilir; çünkü burası bolluğa geçişin mekânıdır. Bu noktada
biri sonsuzluğu keşfetmiştir. Bu saha, bu yüzden, verimli bir meditas­
yona yardımcı olabilir. Bu tür tapınaklar, kural olarak türbe ya da su­

50 Bkz. Ananda K. Coomaraswamy, “Symbolism of the Dome,” The Indian


Historical Quarterly, Cilt XIV, No 1 (Mart 1938).
51 Yuhanna, 6:55.
52 A.g.e., 10:9.
53 A.g.e., 6:56.

56
MONOMİT

nak Bitmez Tükenmez Nokta’nın simgesi olarak merkezde olmak üze­


re, dünya ufkunun dört yönünü yansıtacak şekilde tasarlanır. Tapınak
binasına giren ve mihraba doğru ilerleyen kişi gerçek kahramanın ey­
lemini taklit etmektedir. Amacı, kendi içinde yaşamı dengeleyen, ya­
şamı yenileyen biçimin anısını uyandırmanın bir yolu olarak evrensel
kalıbı tekrarlamaktır.
Eski şehirler, orta yerde tanrısal şehir kurucusunun görkemli tür­
besiyle, dört yöne açık kapılarla birer tapmak gibi inşa edilmişlerdir.
Yurttaşlar bu simgenin sınırları içinde yaşayıp çalışır. Ve aynı anlayış­
la, ulusal ve dünyevi dinlerin egemenlik alanları birtakım ana şehirleri
merkez alarak gelişir: Batı Hıristiyanlığı Roma, İslam Mekke çevresin­
de. Dünyanın her yerindeki, hepsi de merkezinde Kâbe olan dünya -
ölçeğinde bir tekerleğin çubukları gibi duran Muhammedi topluluğun
günde beş kere ahenkle yere eğilmesi, her birinin ve hepsinin Allah’ın
iradesine “boyun eğişinin” (İslam) büyük, canlı bir simgesini oluştu­
rur. “Çünkü O’dur,” diye okuruz Kur’an'da, “yaptığınız her şeyin doğ­
rusunu gösterecek olan.”54 Ya da yine: büyük bir tapmak herhangi bir
yerde kurulabilir. Çünkü, sonuçta, Her Şey her yerdedir ve herhangi
bir yeT gücün yatağı olabilir. Herhangi bir çimen tanesi, mitte, kurta­
rıcı figürü yerine geçebilir ve arayan gezgini kendi kalbinin sanctum
sanctorum’una55 yöneltebilir.
Öyleyse, Dünya Göbeği her yerde hazır ve nazırdır. Ve varolan her
şeyin kaynağı olduğundan, dünyanın hem iyi hem de kötü bolluğunu
ortaya çıkarır. Çirkinlik ve güzellik, günah ve erdem, haz ve acı eşit
ölçüde onun ürünüdür. “Tanrı için her şey adil ve iyi ve doğrudur,”
der Herakleitos; “fakat insanlar bazı şeyleri yanlış, bazı şeyleri doğru

54 Kuran, 5:108.
55 Lat. En mukaddes yer -yn.

57
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

sayar.”56 Yani dünyanın tapmaklarında tapınılan figürler hiç de hep


güzel, hep iyi kalpli, hatta ille de erdemli değildir. Eyüb’ün Kitabı’nın
tanrısı gibi, insani değer ölçülerini fazlasıyla aşarlar. Ve aynı şekilde,
mitoloji aşırı erdemli insanı en büyük kahraman saymaz. Erdem, bü­
tün karşıtlık çiftlerinin ötesine geçen artan kavrayışa pedagojik giriş­
tir. Erdem, ben-merkezli egoyu bastırır ve kişiüstü merkezliliği olası
kılar; fakat bu başarıldığında, bizim egomuzun ya da başkasının ego­
sunun acısı ya da hazzı, kötü huyu ya da erdemi ne olacaktır? Hepsin­
den öte, öyleyse aşkın güç her şeyde, harika ve değerli olan her şeyde,
derin hürmetimiz olan her şeyde yaşar.
Çünkü Herakleitos’un belirttiği gibi: “Benzemeyenler bir araya ge­
lir ve farklardan en güzel uyum doğar ve her şey çatışmayla ortaya çı­
kar.”57 Ya da yine, şair Blake’ten alırsak: “Aslanların kükremesi, kurt­
ların uluması, fırtınalı denizin uğultusu ve yok edici kılıç, insan gözü­
nün alamayacağı kadar çok büyük olan sonsuzluğun parçalarıdır.”58
Yorubaland’dan (Batı Afrika), düzenbaz tanrı Edşu’yla ilgili bir hi­
kâye bu güç durumu canlı bir biçimde aktarır. Bir gün, bu tuhaf tanrı
iki tarla arasındaki bir yolda yürüyordu, “iki tarlada iki çiftçinin çalış­
tığını gördü ve onlara bir oyun oynamaya karar verdi. Bir yanı kırmı­
zı, diğer yanı beyaz, önü yeşil ve arkası siyah olan bir şapka giydi ba­
şına [bunlar dört Dünya Yönü’nün renkleriydi: yani Edşu, Merkez’in,
axis mundi’nin ya da Dünya Göbeği’nin bir kişileşmesiydi]; böylece iki
dost çiftçi köye, eve gittiğinde, biri ötekine, ‘Bugün geçen beyaz şap­
kalı ihtiyarı gördün mü?’ deyince öteki, ‘Yo, şapka kırmızıydı,” deyi­
verdi. İlki itiraz etti, ‘Hayır; beyazdı.’ ‘Ama kırmızıydı,’ diye ısrar etti

56 Herakleitos, fr. 102.


57 Herakleitos, fr. 46.
58 William Blake, The Marriage of Heaven and Hell, “Proverbs of Hell.”

58
MONOMİT

diğeri, ‘gözlerimle gördüm.’ ‘Eh, kör olmalısın,’ dedi ilki. ‘Sarhoşsun


sen,’ dedi diğeri. Sonra tartışma gelişti ve dövüşmeye başladılar. Bir­
birlerini bıçaklamaya kalkışınca, komşuları onları tutup yargı için ka­
bile şefine götürüldü. Edşu da mahkeme sırasında kalabalık içindeydi
ve şef doğru olanın ne olduğuna karar veremeyince, ihtiyar düzenbaz
ortaya çıktı, yaptığı kaba şakayı açıkladı ve şapkayı gösterdi. ‘İkisinin
tartışması kaçınılmazdı,’ dedi. ‘Canım öyle istedi. Kargaşa yaratmak en
büyük eğlencemdir.’ ”59
Ahlakçının hiddetle, trajik şairinse acıma ve yılgıyla dolacağı nok­
tada, mitoloji, yaşamın bütününü devasa, dehşet verici bir İlahi Ko-
medya’ya çeviriyor. Onun Olimposçu gülüşü hiç de hayalci olmayıp
yaşamın, Tanrı’nın, Yaratıcı’nm sertliği olarak kabul edebileceğimiz
sertliğiyle serttir. Bu açıdan, mitoloji trajik yaklaşımı bir bakıma histe­
rik ve tek başına ahlaki yargıyı da dar görüşlü gösteriyor. Yine de katı­
lık, gördüğümüz her şeyin, acıdan etkilenmeden süregiden bir gücün
refleksi olduğunun güvencesiyle dengeleniyor. Bu yüzden, zaman
içinde doğup ölen bütün ben-merkezli, çatışan egoların hepsinde ken­
dini bulan aşkın bir anonimliğin neşesine bulanmış öyküler, hem acı­
masız hem de korkusuzdur.

59 Leo Frobenius, Uııd Afrika sprach.... (Berlin: Vita, Deutsches Verglagshaus,


1912), s. 243-245. Prose Edda, “Skaldskaparmal” I’de (“Scandinavian Clas­
sics”, Cilt V, New York, 1929, s. 96) Odin’e (Wothan) ilişkin anlatılan
çarpıcı biçimde benzer bölümle karşılaştınnız. Aynca Çıkış, 32:27’deki Ye-
hova’nm emriyle karşılaştınnız: “Herkes kılıcını kuşansın, ve kamp boyun­
ca kapıdan kapıya geçsin, ve herkes kardeşini, herkes yoldaşını, herkes
komşusunu katletsin.”

59
KISIM 1

KAHRAMANIN
MACERASI


BÖLÜM 1

YOLA ÇIKIŞ

1. M aceraya Çağrı

“Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
insanların ah şöyle olsa, ah böyle olsa diye bir dilek dileyip de dilekle­
rinin hemen yerine geldiği eski zamanların birinde bir kral yaşarmış.
Kaç kızı varsa, hepsi de pek güzelmiş bu kralın. Ama ille de en küçük­
leri yok mu, bir güzel, bir güzelmiş ki, güneşe sen doğma ben do­
ğayım diyormuş. Kralın sarayının bitişiğinde kocaman ve karanlık bir
orman, bu ormandaki yaşlı bir ıhlamur ağacının altında da bir kuyu
bulunuyormuş. Havalar çok sıcak olduğunda, küçük prenses saray­
dan çıkıp ormana gider, serin kuyunun başında oturup dinlenirmiş.
Altın bir topu varmış, canı sıkıldıkça havaya atıp atıp tutarmış; en çok
sevdiği oyunmuş bu.
“Bir defasında, aksilik bu ya, küçük prensesin havaya attığı top ge­
ri dönüp elceğizine gelmemiş de yere düşmüş, kuyuya doğru yuvar­
lanmaya başlamış. Prenses gözleriyle topu izlemiş; top da gide gide
cump diye kuyuya düşmesin mi! Bir anda kuyunun sularına gömülüp
kaybolmuş. Bunun üzerine prenses ağlamaya başlamış; ağladıkça ağ­
lamış, ağladıkça ağlamış, bir türlü yaş dinmemiş gözünde. O böyle acı
acı sızlanıp dururken, ansızın bir ses gelmiş kulağına. ‘Derdin ne gü­
zel prensesim?’ demiş ses. ‘Öyle acı acı feryat ediyorsun ki, taş olsa da­
yanmaz, erir yüreği insanın.’ Prenses, bu ses nereden geldi deyip bir
sağına bakmış, bir soluna bakmış, ne görse beğenirsiniz? Kocaman ka­
fasını sudan çıkarmış suratsız bir kurbağa. ‘Demek konuşan şendin?’

63
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

demiş prenses. ‘Ah, Ah! Ben ağlamayayım da kimler ağlasın! Bir altın
topum vardı, kuyuya düşüp kayboldu.’ Kurbağa: ‘Sen ağlama, prense­
sim! Ben bir çaresine bakarım,’ diye cevap vermiş. ‘Altın topunu ku­
yudan çıkarırsam, bana ne verirsin peki?’ diye sormuş ardından.
Prenses de: ‘Sen ne isterse, canım kurbağacığım,’ demiş. ‘Giysilerimi
mi istersin, incilerimi mi, mücevherlerimi mi, yoksa başımdaki şu al­
tın tacı mı? Hepsi sana feda olsun!’ Ama kurbağa şöyle karşılık vermiş:
‘Giysilerin de senin olsun, inci ve mücevherlerin de, altın tacın da!
Sen yeter ki beni sev, beni arkadaş edin kendine, yanından ayırma!
Yemek yiyeceğin zaman beni kaldır, yanına oturt, senin altın tabağın­
dan yemek yememe, senin bardağından su içmeme, senin yatağında
uyumama izin ver, başka şey istemem. Bunları yapacağını söyle, ben
de kuyuya dalayım, altın topunu çıkarıp getireyim sana.’ Bu sözleri
işiten prenses: ‘Peki, istediklerinin hepsini yapacağım, yeter ki sen al­
tın topumu bul getir bana!’ demiş. O böyle demiş ama, içinden de
şöyle geçirmiş: ‘Şu sersem kurbağanın söylediklerine de bak! Kendi
gibi kurbağaların yanında suyun içinde yaşar o, hiç insanla arkadaşlık
edebilir mi?’
“Prenses böyle düşünedursun, kurbağa ondan söz aldı ya, kafasını
suya daldırdığı gibi kuyunun dibine yollanmış, çok geçmeden kolları­
nı ve bacaklarını kürek gibi kullanarak yine çıkıp gelmiş suyun yüzü­
ne, ağzında tuttuğu altın topu fırlatıp çimenlerin üzerine atmış. O gü­
zelim oyuncağını görünce sevincinden deliye dönmüş prenses, eğilip
altm topu yerden almış. Artık durur mu! Elinde topla hoplaya zıplaya
uzaklaşmış oradan. Kurbağa arkasından seslenmiş: ‘Beni bırakıp nere­
ye gidiyorsun? Beni bırakıp nereye gidiyorsun? Ben senin gibi hızlı
koşamam!’ Ama ne çare! Avazı çıktığı kadar vıraklaması bir işe yara­
mamış. Hiç oralı olmamış prenses, koşup doğru saraya gelmiş, zavallı

64
KAHRAMANIN MACERASI

kurbağayı unutmuş hemen. Kurbağa da ne yapsın, tekrar kuyunun


sularına dalmış.”1
Bu, maceranın başlayabileceği yollardan biridir. Bir hata -görü ­
nüşte yalnızca şan s- beklenmedik bir dünyayı ortaya çıkarır ve birey
pek iyi anlaşılamayan güçlerle bir ilişkiye sürüklenir. Freud’un göster­
diği gibi,2 kazalar yalnızca şans değildir. Bastırılmış arzuların ve çatış­
kıların sonucudurlar. Yaşamın yüzeyinde, beklenmedik su kaynakları­
nın yarattığı dalgalanmalardır onlar. Ve bunlar oldukça derin, ruhun
kendisi kadar derin olabilirler. Kaza bir kaderin boy vermesini sağla­
yabilir. Yani, bu peri masalında topun kayboluşu prenses için gelen
bir şeyin ilk işaretidir, kurbağa İkincisidir ve tutulmayan söz üçüncü­
sü.
Harekete geçen güçlerin bir ilk dışavurumu olarak, sanki bir mu­
cizeymiş gibi beliren kurbağaya “haberci” denebilir; ortaya çıkışının
krizi “maceraya çağrı”dır. Habercinin haberleri, bu örnekte olduğu gi­
bi, yaşamak, ya da yaşamın daha ileri bir anında, ölmek olabilir.
Önemli tarihsel bir olaya çağrı gibi görünebilir. Ya da dinsel bir ay­
dınlanmanın şafağını belirtebilir. Mistik tarafından yorumlandığı şek­
liyle de, “benliğin uyanması” denilen şeyi belirtir.3 Peri masalının
prensesinin durumunda, ergenliğin gelişinden başka bir şeyi belirtmi­
yordu. Fakat ister büyük ister küçük ve hangi yaşam sahnesinde ya da
aşamasında olursa olsun, çağrı, her zaman bir dönüşümün -tam am-

1 Grimm’s Fairy Tales, No. 1, “The Frog King.” [Türkçesi: Griırtm Masalları, 2
cilt, çev. Kamuran Şipal, Istanbul: Afa Yayınlan, 1989, Cilt I, s. 7-8.]
2 The Psychopatology of Everyday Life (Standart Baskı, VI; orjinali 1901.)
3 Evelyn Underhill, Mysticism, A Study o f the Nature and Development of Man’s
Spiritual Consciousness (New York: E. P. Dutton and Co., 1911), Kısım 11,
“The Mystic Way,” Bölüm II, “The Awakening of the Self.”

65
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

landığmda bir ölüme ve bir doğuma eşitlenen bir ruhsal geçiş anı ya
da ayininin- gizemiyle perdeyi kaldırır. Alışılmış yaşam ufku genişle­
miştir; eski kavramlar, idealler ve duygusal kalıplar artık yetmez; bir
eşiği aşma zamanı gelmiştir.
Çağrının tipik ortamı karanlık orman, büyük ağaç, çağıldayan
kaynak ve kaderin gücünün taşıyıcısının beklenmedik, tasarlanmamış
ortaya çıkışıdır. Sahnede Dünya Göbeği’nin simgelerini görürüz. Kur­
bağa, küçük ejder, başı dünyayı destekleyen ve hiçliğin yarı tanrısal,
yaşam sağlayan güçlerini temsil eden yeraltı dünyası yılanının daha
gelişmiş eşdeğerleridir. Derin karanlık suların az önce dibe çekmiş ol­
duğu altın güneş topla birlikte yukarı çıkar: O anda, pençelerinde do­
ğan güneşi taşıyan Doğu’nun büyük Çin Ejderhası’na ya da bir sepet
içinde ölümsüzlük meyvelerini taşıyan yakışıklı genç ölümsüz Han
Hsiang’ı başının üstünde taşıyan kurbağaya benzemektedir. Freud bü­
tün kaygı anlarının, anneden ilk ayrılış anının -doğum anında solu­
ğun sıkışması, kanın hücum etmesi, v b .- acı dolu hislerini yeniden
ürettiğini öne sürmüştür.4 Buna karşılık, bütün ayrılık ve yeni doğum
anları da kaygı üretir, ister Kral Babasıyla kurulmuş olan ikili birlikle­
rinden ayrılmak üzere olan kral çocuğu olsun, ister şimdi Bahçe’nin
idilinden ayrılmaya hazır olan Tann’nın kızı Havva, ister yaratılmış
dünyanın son ufuklarının ötesine geçen aşın yoğunlaşmış Geleceğin
Buddhası olsun, hep aynı tehlikeyi, güven kazanmanı, sınamayı, geçi­
şi ve doğumun gizemlerinin tuhaf kutsallığını simgeleyen arketipsel
imgeler harekete geçer.

4 Sigmund Freud, Introductory Lectures on Psycho-Analysis (Ing. çev. James


Strachey, Standart Baskı, XVI; Londra: The Hogarth Press, 1963), s. 396-97.
(Ash, 1916-17.)

66
KAHRAMANIN MACERASI

Çizim 3. Boğa Biçimindeki Osiris, Kendisine Tapmanı Yeraltına Taşıyor.

Peri masalının tiksindirici ve reddedilmiş kurbağa ya da ejderi ağ­


zında güneş topunu çıkarır; çünkü kurbağa, yılan, reddedilen şey,
içinde kabul edilmeyen, bilinmeyen ya da gelişmemiş etken, yasa ve
varoluş öğelerinin biriktiği şu derin (“öyle derin ki dibi görünmez”)
bilinçdışının temsilcisidir. Bunlar su perileri niksi’lere, denizadamları
triton’lara ve su muhafızlarına ait masalsı denizaltı saraylarının incile­
ri; yeraltınm demon şehirlerini aydınlatan mücevherler; dünyayı des­
tekleyen ve onu bir yılan gibi çevreleyen ölümsüzlük okyanusu için­
deki ateş tohumları; ölümsüz gecenin koynundaki yıldızlardır. Bunlar

67
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ejderhanın hâzinesindeki altın külçeler; Hesperides’in koruduğu el­


malar; Altın Post’un tüyleridir. Maceranın müjdecisi ya da habercisi,
öyleyse, genelde karanlık, tiksindirici ya da korkunç, dünyanın kötü
saydığı biridir; yine de onu izlemek, gündüzün duvarları arasından
içinde mücevherlerin ışıldadığı karanlığa giden yolu açabilir. Ya da
haberci, (peri masalındaki gibi) içimizdeki bastırılmış içgüdüsel do­
ğurganlığı ya da örtülü esrarlı bir figürü, bilinmeyeni temsil eden bir
canavardır.
Sözgelimi, Kral Arthur'un bir sürü şövalyeyle birlikte avlanmaya
nasıl çıktığının öyküsü anlatılır. “Ormana girer girmez, Kral hemen
önünde büyük bir erkek karaca gördü. Bunu izleyeceğim, dedi Kral
Arthur ve atı çevirip uzun süre izledi, aşırı çaba harcayıp neredeyse
yakalayacak kadar yaklaştı karacaya; ama Kral karacayı uzun süre izle­
diğinden, atı soluksuz kalıp ölüverdi; köylünün biri Krala başka bir at
verdi. Sonra karacanın kaçıp gittiğini, atının da öldüğünü gören Kral
bir kaynağın başına indi ve orada derin düşüncelere' daldı. Ve öylece
otururken, otuz kadar tazmin sesini duyar gibi oldu. Ardından Kral
görüp duyduğu en tuhaf canavarın ona doğru geldiğini gördü; cana­
var suya yanaşıp içti, ve canavarın kamından sanki iz peşindeki otuz
tazıdan çıkar gibi bir ses geliyordu; ama canavar su içerken kamından
hiç ses gelmedi: sonra canavar büyük bir gürültüyle oradan uzaklaştı
ve Kral hayretler içinde kaldı.”5
Ya da, dünyanın oldukça farklı bir bölgesinden bir hikâye, Kuzey
Amerika ovalarındaki bir Arapaho kızının başına gelenler var. Kız bir
pamuk ağacının yakınındaki bir kirpiyi gözlüyordu. Hayvana vurma­

5 Malory, Le Morte d’Arthur, 1, xix. Bu karaca kovalaması ve “izlenen cana­


varın görülmesi Kutsal Kase Arayışı ile bağlantılı sırlann başlangıcını be­
lirtir.

68
KAHRAMANIN MACERASI

ya çalıştı, fakat o ağacın ardına saklanıp ağaca tırmandı. Kız onu yaka­
lamak için atıldı, fakat kirpi ulaşılamayacak bir yere doğru ilerledi,
“iyi,” dedi kız, “kirpiyi yakalamak için tırmanacağım, çünkü o diken­
leri istiyorum ve gerekirse tepeye dek tırmanırım.” Kirpi ağacın tepe­
sine ulaştı, ama kız yaklaşıp da onu tutmak üzereyken, pamuk ağacı
birdenbire uzadı ve kirpi tırmanmayı sürdürdü. Kız aşağı bakınca ar­
kadaşlarının ona el ettiğini ve aşağı inmesi için yalvardıklarını duydu;
fakat kirpinin büyüsüne kapıldığından ve yerle arasındaki büyük me­
safeden korktuğundan ağaca tırmanmayı sürdürdü, aşağıdan bakanlar
için ufacık bir nokta olup da en sonunda kirpiyle göğe varıncaya dek
tırmandı.6
İki düş, haberci figürünün, dönüşüm için hazır olan ruhta kendili­
ğinden belirdiğini göstermeye yeterli olacaktır, ilki yeni bir dünya gö­
rüşü arayan genç bir adamın düşüdür:
“Bir sürü koyunun otlandığı yeşil bir otlaktayım. ‘Koyunlarm Ot­
lağı.’ Koyunların otlağında tanımadığım bir kadın duruyor ve yolu
gösteriyor.”7
İkincisi, kız arkadaşı yakın zamanda veremden ölmüş olan genç
bir kızın düşüdür; hastalığın ona da bulaşmış olmasından korkmak­
tadır.
“Çiçekli bir bahçedeydim; güneş kan rengi bir ışıkla batmak üze­
reydi. Sonra önümde, benimle oldukça ciddi, derin ve korkutucu bir

6 George A. Dorsey ve Alfred L. Kroeber, Traditions o f the Arapaho (Field Co­


lumbia Museum, Yayın Sıra No: 81, Antropoloji Dizisi, Cilt V; Chicago,
1903), s. 300. Yeniden basımı, Stith Thompson, Tales o f the North American
Indians içinde (Cambridge, Mass., 1929), s. 128.
C. G. Jung, Psychology and Alchemy (Toplu Eserler, cilt 12; New York ve
Londra, 1953), 71, 73 (Aslı 1935).

69
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

sesle konuşan kara, soylu bir şövalye belirdi: ‘Benimle gelecek misin?’
Yanıtımı beklemeden, elimden yakaladı ve beni sürükledi.”8
İster düş ister mit olsun, bu maceralarda, yaşamda yeni bir döne­
mi, aşamayı belirterek birdenbire rehber olmak üzere ortaya çıkan fi­
gürün karşı koyulmaz ölçüde büyüleyici bir havası olduğu görülür.
Karşılaşılması gereken, ve -bilinm ez ve şaşırtıcı olsa, hatta bilinçli ki­
şiliğe korkutucu gelse b ile- her nasılsa bilinçdışına tanıdık gelen şey
kendini bildirir; ve daha önce anlam dolu olan şey, tuhaf biçimde de­
ğer kaybına uğrayabilir: altın topun ansızın kuyuya düşmesinin ardın­
dan kralın çocuğunun dünyasında olduğu gibi. Dahası, kahraman bir
süre bildik uğraşlarına dönse bile, bu uğraşıları bir sonuç vermeyebi­
lir. O zaman, gücün bir dizi işareti, -aşağıda yer alan ve dünya edebi­
yatındaki en tanınmış maceraya çağrı örneği olan, aşağıdaki “Dört işa­
ret” efsanesinde olduğu gibi gibi- çağrılar artık reddedilemez hale ge­
linceye dek peşpeşe görünecektir.
Genç prens Gautama Sakyamuni, Geleceğin Buddhası yaşamı terk
etme düşüncesine kapılmasın diye babası tarafından yaşlanma, has­
talık, ölüm ya da rahipliğe ilişkin bütün bilgilerden korunmuştu; çün­
kü doğumunda ya bir dünya imparatoru ya da bir Buddha olacağı ke­
haneti yapılmıştı. Seçimini kral olması yönünde yapan kral, oğluna,
aklı dünyaya bağlansın diye üç saray ve kırk bin dansçı kız sundu. Fa­
kat bunun tek sonucu kaçınılmaz olan şeyi hızlandırmak oldu; çünkü
daha çok gençken, delikanlı tensel eğlenceler dünyasından bıktı ve
öteki deneyim için hazır hale geldi. Hazır olduğu an, uygun haberciler
hemen belirdi.

8 Wilhelm Stekel, Die Sprache des Traumes (Wiesbaden: Verlag von J. F.


Bergmann, 1911), s. 352. Dr. Stekel kan rengi parıltının verem sırasında
kan tükûrûlmesiyle ilişkisine dikkat çekiyor.

70
KAHRAMANIN MACERASI

“Bir gün Geleceğin Buddhası parka gitmek istedi ve arabacısına


arabayı hazırlamasını söyledi. Adam hemen tantanalı ve görkemli bir
araba getirdi ve onu zengin biçimde süsleyerek, Sindhava soyundan,
beyaz lotusun taç yaprakları kadar beyaz dört atı koştu ve Geleceğin
Buddhası’na her şeyin hazır olduğunu bildirdi. Ve Geleceğin Buddhası
tanrıların sarayına benzeyen bu arabaya binip parka doğru ilerledi.
“ ‘Prens Siddhartha’mn aydınlanmasının vakti yaklaştı,’ diye dü­
şündü tanrılar, ‘ona bir işaret vermeliyiz’: ve aralarından birini dişleri
dökülmüş, saçları ağarmış, beli bükük ve çarpık, titreyerek bir değne­
ğe yaslanan, dermansız bir ihtiyara döndürdüler ve onu Geleceğin
Buddhası'na gösterdiler, ama onu sadece o ve arabacı görebildi.
“Geleceğin Buddhası arabacıya sordu, ‘Dostum, söylesene kimdir
bu adam? Saçları bile digerlerininki gibi değil.’ Ve yanıtı duyunca,
şöyle dedi, ‘Lanet olsun doğuma, eğer doğan herkesin yaşlanması ge­
rekiyorsa.’ Ve kalbini öfke kapladı, hemen geri dönüp saraya kapandı.
‘Oğlum neden böyle çabuk geri döndü?’ diye sordu kral.
‘Efendim, ihtiyar birini görmüş,’ dediler; ‘ve yaşlı birini gördüğü
için, dünyadan çekilmeye hazırlanıyor.’
‘Beni böyle şeyler söyleyip öldürmek niyetinde misiniz? Çabuk
onun için eğlenceler hazırlayın. Onu haz almaya çekebilirsek, dünya­
dan çekilmekten vazgeçecektir.’ Sonra kral her yöndeki muhafızları
birer tabur daha arttırdı.
Yine belli bir gün. Geleceğin Buddhası parka giderken, tanrıların
gönderdiği hastalıklı bir adam gördü; ve soruşturduktan sonra, kal­
binde öfkeyle döndü, sarayına kapandı.
Ve kral yine sordu ve aynı emirleri verdi yeniden; ve yine mu­
hafızları artırdı, onları bir ordunun üçte birine çıkardı.
Ve yine belli bir günde, Geleceğin Buddhası parka giderken, tanrı­

71
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ların gönderdiği ölü bir adam gördü: ve yine soruşturduktan sonra,


kalbinde öfkeyle dönüp sarayına kapandı.
Ve kral yine sordu ve aynı emirleri verdi yeniden; ve yine mu­
hafızları arttırarak, onları bir ordu kadar çok kıldı.
Ve yine belli bir gün, Geleceğin Buddhası parka giderken, tanrıla­
rın gönderdiği özenle ve kibarca giyinmiş bir rahip gördü; ve yine
sordu arabacısına, ‘Söyle, kimdir bu adam?’ ‘Efendim, bu dünyadan
çekilmiş kimsedir’; ve arabacı dünyadan çekilme dualarını seslendire­
rek devam etti. Dünyadan çekilme düşüncesi Geleceğin Buddhası’nı
hoşnut etmişti.”9
Mitolojik yolculuğun - “maceraya çağrı” olarak belirlediğimiz- bu
ilk aşaması kahramanı çağıran ve onun ruhsal ağırlık merkezini toplu­
munun sınırlarından bilinmeyen bir bölgeye çekmiş olan kaderi belir­
tir. Bu önemli hazine ve tehlike bölgesi çeşitli biçimlerde sunulabilir:
uzak bir ülke, bir orman, yeraltında, dalgaların altında ya da göğün
üstünde bir krallık, gizli bir ada, sisli dağ tepesi ya da derin bir düş
hali; fakat hep tuhaf biçimde akışkan ve çok biçimli varlıkların, hayal
edilemez eziyetlerin, insanüstü görevlerin ve olanaksız zevklerin yeri­
dir. Kahraman, Theseus’un babasının Atina’ya varıp da Minotauros’un
korkunç hikâyesini duyduğu zaman yaptığı gibi, macerayı başarmak
için iradesinin de ötesine geçebilir; ya da Akdeniz’de kızgın tanrı
Poseidon’un rüzgârlarıyla sürüklenen Odysseus gibi, birtakım iyi ya
da kötü yürekli aracılar yüzünden uzaklara taşınabilir ya da gönderi­
lebilir. Macera, şu peri masalının prensesine olduğu gibi, yalnızca bir
kaza olarak başlayabilir; ya da yine insan rasgele dolanırken, çevreye

9 Henry Clarke Warren, Buddhism in Translation (Harvard Oriental Series, 3)


Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1896, s. 56-57’den yayımcı-
lann izniyle alınmıştır.

72
KAHRAMANIN MACERASI

bakınırken bir olayla karşılaşır ve bu da onu alışılmış insani yollardan


uzaklaştırır. Örnekler, dünyanın her köşesinden ad infinitum, sonsuza
kadar çoğaltılabilir.10

2 . Çağrının Reddedilişi

Gerçek yaşamda sık sık, mitlerde ve halk masallarındaysa bol bol,


yanıt verilmeyen çağrı gibi garip bir durumla karşılaşırız; çünkü baş­
ka ilgilere yönelmek her zaman olasıdır. Çağrıların reddi macerayı
olumsuza çevirir. Sıkıntıyla, ağır çalışmayla ya da “kültür” ile kapla­
nan özne, belirgin olumlu eylem gücünü kaybeder ve kurtarılacak bir
kurban olur. Çiçeklenen dünyası kuru taşlar çölü olur ve yaşamı an­
lamsız gelir - Kral Minos gibi, şöhretli bir imparatorluk kurabilse bile.
Hangi evi inşa ederse etsin, o bir ölüm evi olacaktır: içinde kendi
Minotauros’unu barındıran devasa bir labirent. Bütün yapabileceği
kendi için yeni sorunlar yaratmak ve adım adım parçalanıp bu sorun­
ların altında ezilmeyi beklemek olacaktır.
“Çünkü ben çağırdım, ve sen reddettin ... ben de felaketine güle­
ceğim; korkun geldiğinde alay edeceğim; korkun perişanlık olarak

10 Bu bölümde, ve bunu izleyen sayfalar boyunca kanıtlan üstüste yığmaya


çalışmadım. Böyle yapmak (sözgelimi, Frazer’in Altın Dal’ındaki gibi), mo-
nomitin ana hattını daha açık kıİmayıp her bölümü gereksizce uzatacaktı.
Bunun yerine, her bölümde büyük ölçüde dağınık, temsil edici bir çok ge­
lenekten birkaç çarpıcı örnek veriyorum. Çalışma boyunca kaynaklanmı,
okurun değişik üsluplann kendine özgü niteliklerini ayırt edebileceği şe­
kilde değiştiriyorum. Son sayfaya geldiğinde, çok sayıda mitolojiyi gözden
geçirilmiş olacaktır. Okur monomitin her bölümü için hepsinin alıntılanıp
ahntılanamayacağını kendisine kanıtlamak isterse, dipnotlarda verilen kay­
nak kitapların bazısına başvurmalı ve öyküler çokluğunun bir kısmını ta­
ramalıdır.

73
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

geldiğinde ve yıkımın kasırga olarak geldiğinde; rahatsızlık ve bunaltı


üzerine geldiğinde." “Bön insanların geri çevirmeleri kendilerini katle­
decek, ve budalaların gönenci kendilerini yok edecek.”11
Time Jesum transeurıtem et nem revertentem: “İsa'nın geçişinden kor­
kun, çünkü o dönmeyecek.”12
Bütün dünyanın mitleri ve halk masalları, bu reddin özde, kişinin
kendi çıkarı saydığı şeyden vazgeçmeyi reddetmesi demek olduğunu
gösterir. Gelecek, aralıksız ölüm ve doğum dizileri şeklinde değil, ki­
şinin mevcut idealleri, yararlan, hedeflerinin ve üstünlüklerinin sabit-
lenip güvenceye alınması şeklinde ele almır. Kurban, toplumunun
tanrının iradesine boyun eğişini gösterecekti, fakat Kral Minos tanrısal
boğayı sakladı; çünkü ekonomik üstünlük saydığı şeyi yeğliyordu. Ya­
ni öngördüğü yaşam rolüne geçmede başarısız oldu ve bunun nasıl
belalı bir sonuç yarattığım gördük. Tanrısallığın kendisi onun korku­
su oldu; çünkü, eğer kişi kendinin tanrısıysa, Tanrı’nın kendisi, Tanrı
iradesi, kişinin benmerkezci sistemini yıkacak olan o güç, bir canavar
haline gelir.

Onu kovaladım, günler geceler boyunca;


Peşpeşe yıllar boyunca, Onu kovaladım;
Onu kovaladım, labirentli yollar boyunca
Kendi aklımın; ve ortasında gözyaşlarımın
Saklandım Ondan, ve durmayan kahkahalarla.13

11 Süleyman’ın Meselleri, 1:24:27, 32.


12 “Tinsel kitaplar, birden fazla ruhu ürkütmüş olan [bul Latince deyişi sıkça
alıntılarlar” (Ernest Dimnet, The Art of Thinking, New York: Simon and Sc­
huster, Inc., 1929, s. 203-204).
13 Francis Thompson, The Hound of Heaven, açılış dizeleri.

74
KAHRAMANIN MACERASI

İnsan, gece gündüz, durmaksızın kendi yolunu kaybetmiş ruhu­


nun kilitli labirenti içinde yaşayan o benlik imgesi tarafından, yani
tanrısal varlık tarafından kovalanmaktadır. Kapılara giden yollar gö­
rünmez olmuştur: çıkış yoktur, insan, İblis gibi, öfkeye kapılarak ken­
di kendine sıkıca bağlanır ve cehenneme girebilir; ya da kaçar, ve so­
nunda Tanrı’da tümüyle yok olur.

“Ah, en şefkatle sevenim, körüm, güçsüzüm,


Benim Senin Aradığın!
Sen aşk çıkarırsın, Beni çıkaran Senden.”14

Aynı üzücü, gizemli ses, eski Yunan tanrısı Apollon’un, çalılıklar


arasında kovaladığı bakire Daphne’ye, Peneus nehrinin kızma sesleni­
şinde de duyuluyordu. ‘Ey peri, Ey Peneus’un kızı, dur!” diye bağırdı
tanrı ona, peri masalında kurbağanın prensese bağırdığı gibi; “Seni
kovalayan ben düşman değilim. Sen kimden kaçtığını bilmiyorsun ve
bu yüzden kaçıyorsun. Yalvarırım daha yavaş koş, uçma ne olur. Ben
de yavaş yavaş geleyim peşinden. Hadi, dur ve sevdalının kim olduğu­
nu sor.”
“Daha da söyleyecekti,” diye sürüyor öykü, “fakat bakire korkuyla
yoluna devam etti ve terkedişinde bile adil görünerek, onu yarım kal­
mış sözleriyle yalnız bıraktı. Rüzgârlar uzuvlarını yaladı, çarpan esin­
tiler üzerindekileri soydu ve hafif bir meltem saçlarını ardında dalga­
landırdı. Güzelliği kaçarken daha da artmıştı. Fakat kovalamaca bir
sona yaklaştı, çünkü genç tanrı artık laf yetiştirmekle vakit harcamı­
yor ve aşkın hevesiyle, dört nala yaklaşıyordu. Bir Galya tazısı nasıl
ovada bir tavşan görür ve o avının, tavşansa kurtuluşunun peşinde
uçar adımlarla koşarsa; o da, onu neredeyse tutacak kadar yakm, şim­

14
A.g.e., sonuç.

75
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

di, evet şimdi bile ona sahip olduğunu düşünüyor ve parmaklarının


ucuyla omuzlarına değiyor; fakat kız daha yakalanıp yakalanmadığı­
nın farkında değil ve son anda bu keskin pençelerden kurtuluyor ve
hemen ardındaki kapanan dişlerden uzaklaşıyor: böylece tanrı umutla
ve kız korkuyla hızlanarak koştular. Fakat tanrı, aşkın kanatları üs­
tünde daha uçarcasına koşuyordu, kıza dinlenmesi için zaman bırak­
madı, çırpınan omuzlarına uzandı ve soluğunu boynunda gezinen
dalgalı saçlar üzerinde gezdirdi. Artık kızın tüm gücü gitmişti ve kor­
kudan bembeyaz ve telaşlı kaçış çabasından bitkin bir halde, babası­
nın az ötedeki nehir sularını görerek bağırdı: ‘Yardım et baba! Eğer
sularında bir parça tanrısallık varsa, yeterince tattığım bu güzelliği de­
ğiştir, yok et artık.’ Onu aşağıya çeken bir hissizleşme bileklerini ya­
kaladığında daha yeni konuşmuştu ve yumuşak kalçaları hemen kaim
ağaç kabuğuyla kaplanıverdi. Saçları yapraklara dönüştü, kolları dal­
lara. Ayakları, ama artık hızla, kıvrımlı köklere dönüştü ve başı şimdi
bir ağaç tepesiydi. Göz kamaştıran güzelliği kaldı bir tek.”15
Bu gerçekten de sevimsiz ve keyifsiz bir son. Apollon, güneş, za­
manın ve ölümlülüğün tanrısı artık yakışıksız davranışını bırakıyor ve
bunun yerine, defneyi sevdiği ağaç sayıyor ve ironik bir biçimde yap­
raklarını zafer tacı taşıyanlara öneriyor. Kız anne baba imgesine geri
dönmüştü ve orada, anneye olan aşk hayalinin bir eşe bağlanma halin­
den uzak tuttuğu o başarısız koca gibi bir koruma bulmuştu.16
Psikanaliz yazını bu türden umutsuz saplantı örnekleriyle dolu­
dur. Temsil ettikleri şey, çocukluk egosunun, duygusal ilişkiler ve
idealler alanıyla birlikte bir kenara kaldırılmasında yaşanan bir yeter­

15 Ovidius, Metamorphoses, I, 504-553 (çev. Frank Justus Miller, the Loeb


Classical Library).
16 Geride, s. 15.

76
KAHRAMANIN MACERASI

sizliktir. Kişi çocukluğun duvarları içinde hapis kalmıştır: baba ve an­


ne eşik muhafızları olarak durur ve birtakım cezalardan17 korkan çe­
kingen ruh, kapıdan geçmeyi ve dışarıdaki dünyaya doğmayı başara­
maz.
Dr. Ju ng, Daphne m itinin imgesine çok yakından benzeyen bir
düş kaydetmiştir. Düşü gören kendisini koyun otlağında -y a n i bağım ­
lılık o tlağ ı- bulan o genç adamdır yine (geride , s. 69). içindeki bir ses
şöyle der, “Ben önce babadan uzaklaşmalıyım”; birkaç gece sonra: “bir
yılan düş görenin çevresinde bir kez dolanır ve topraktan dim dik
yükselen bir ağaç gibi d u ru r."18 Bu, saplantıyı yaratan anne babanın
özgürlüğü tamamen kısıtlayan gücü ve kişilik çevresini belirten sihirli
bir güç im gesidir.19 Brynhild'in bakireliği de, aynı şekilde, var olan
her şeyin babası olan W otan’ın ateşten çem beriyle, kızlıktan çıkm ası­
nın engellenm esi yoluyla korunm uştu. Siegfried gelinceye dek zama­
nın dışında uyudu.

Küçük Çalıgülü (Uyuyan Güzel), kıskanç bir cadı (bilinçdışı bir


kötü anne imgesi) tarafından uyutulmuştu. Ve yalnız çocuk değil, bü­
tün dünyası uykuya daldı; fakat sonunda, “uzun, uzun yıllar sonra,”
bir prens onu uyandırmaya geldi. “Az önce gittikleri yerden dönüp de
salondan içeri adım atan kralla kraliçe (bilinçli iyi ebeveyn imgeleri)
hemen uyumaya başlamışlar. Sarayda kim varsa uyumuş. Ahırdaki at­
lar, avludaki köpekler, çatıdaki güvercinler, duvardaki sinekler uyu­
muşlar. Hatta şöminede çıtır çıtır yanan ateş bile sesini kesip uyumaya
başlamış. Tavadaki kızaran et cızırdamayı bırakıp uykuya dalmış. Tam

17 Freud: hadım edilme kompleksi.


18 Jung, The Integration of Personality, s. 104, 106.
Yılan (mitolojide dünyevi sulann bir simgesidir) tam olarak Daphne’nin
babası, Peneus nehrine karşılık gelir.

77
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

o sırada mutfakta yamaklık eden oğlan kabahat işlemiş de aşçıbaşı


saçlarından tutup çekiyormuş, o da oğlanı bırakıp uyumaya koyul­
muş. Dışarıda esen rüzgâr dinmiş, sarayın önündeki ağaçlarda tek bir
yaprak bile kıpırdamaz olmuş. Beri yandan sarayın dört bir yanını di­
kenli bir çit sarmış; çit yıldan yıla büyüyüp boy atmış, sonunda sarayı
baştan başa kuşatıp örtmüş üzerini, görünürde saray falan kalmamış,
çatıdaki rüzgârgülü bile seçilmez olmuş.”20
Bir Iran şehri vaktiyle “taşa çevrilmişti” -şah ve eşi, askerler, sakin­
ler, herkes-, çünkü halk Allah’ın çağrısını reddetmişti.21 Lut’un karısı,
Yehova tarafından şehrinden dışarı çağrıldığı zaman, dönüp baktığı
için bir tuz sütunu oluverdi.22 Ve İsa yanından çarmıhını taşıyarak ge­
çerken yol kenarında bulunanlar arasından “Daha hızlı! Biraz daha
hızlı!” diye bağırdığı için, Yargı Günü’ne dek dünyada kalmaya lanet­
lenmiş bir Gezgin Yahudi vardır. Tanınmayan, hakarete uğrayan Kur­
tarıcı ona dönüp “Ben gidiyorum, fakat sen beni dönünceye dek bura­
da bekleyeceksin,” demişti.23
Bazı kurbanlar sonsuza dek büyülenmiş kalır (en azından bize
böyle söylenir), fakat başkaları kurtulmaya yazgılıdır. Brynhild doğru
kahramanı için kendini koruyordu ve küçük Çalıgülü bir prens ta­
rafından kurtarıldı. Ayrıca, bir ağaca dönüşen genç adam, bilinmeyen
yolların gizemli bir rehberiymişçesine yolu gösteren bilinmeyen bir
kadını düşlüyordu.24 Duraksayanların hepsi kaybolmaz. Ruhun sak­

20 Grimm, No 50. [Türkçesi, GM, Cilt II, s. 283-284.]


21 The Thousand Nights and One Night, Richard F. Burton çevirisi (Bombay,
1885), Cilt I, S. 164-167.
22 Tekvin, 19:26.
23 Werner Zirus, Ahasverus, der Ewige Jude (Stoff und Motivgeschichte der
Deutschen Literatur 6, Berlin ve Leipzig, 1930), s. 1.
24 Geride, s. 69.

78
KAHRAMANIN MACERASI

ladığı birçok giz vardır. Ve bunlar gerekmedikçe açılmaz. Bu yüzden,


çağrının kararlı bir şekilde reddinin ardından gelen çöküş, hiç akla
gelmeyen bir serbest bırakma ilkesinin aniden beliren vahyine zemin
hazırlar.
Arzulanan içe kapanma, gerçekte, yaratıcı dehanın klasik belirtile­
rinden biridir ve önceden belirlenmiş bir araç olarak kullanılabilir.
Ruhsal enerjileri derinlere yöneltir ve bilinçdışı çocuksuluğun ve ar-
ketipsel imgelerin kayıp kıtasını ortaya çıkarır. Sonuç, elbette, bilincin
hemen hemen tam bir ayrışması olabilir (nevroz, psikoz: büyülenmiş
Daphne'nin durumu); fakat diğer yandan, eğer kişilik yeni güçler edi­
nip bütünleşmeye yetenekliyse, neredeyse insanüstü ölçüde bir öz-bi-
linçlilik ve ustalıklı denetim yaşanacaktır. Hintli Yoga disiplinlerinin
temel ilkelerinden biridir bu. Ayrıca Batı’daki yaratıcı ruhların birço­
ğunun da yolu olmuştur.25 Yine de bu belirli bir çağrıya bir yanıt ola­
rak tarif edilemez. Tersine, içeride bekleyen bir boşluğun henüz bilin­

25 Bkz. Otto Rank, Art and Artist, çev. Charles Francis Atkinson (New York:
Alfred A. Knopf, Inc., 1943), s. 40-41: “Eğer nevrotigi üretken tiple kıyas­
larsak, ilkinin itkiler yaşamı üzerinde abartılı bir denetimden acı çektiği
bellidir. ... ikisi de temelde kendini olduğu gibi kabul eden ortalama tip­
ten, iradelerini kendilerini yeniden biçimlendirmede deneme eğilimleriyle
ayrılırlar. Fakat şu farklılık vardır: nevrotik, egosunun bu iradi yeniden
yapımında, yıkıcı başlangıç çabasından öteye gitmez ve bu yüzden kendi­
sinden bütün yaratıcı oluşumu çıkarıp onu ideolojik bir soyutlamaya ak­
tarmayı başaramaz. Üretken sanatçı da ... ideolojik olarak biçimlenmiş bir
egoyla sonuçlanan bir kendinin yeniden yaratımıyla başlar; [fakat onun
durumunda] bu ego, o sırada, yaratıcı istem gücünü kendi kendisinden o
kişinin ideolojik temsillerine kaydırabilecek ve böylece onu nesnel olarak
kavrayabilecek bir konumdadır. Bu sürecin bireyin kendi içinde ve yalnız
yapıcı değil, yıkıcı yönleriyle de belli bir ölçüde sınırlanmış olduğu belirtil­
melidir. Bu da herhangi bir zorlu üretici çalışmanın ‘nevrotik’ bir doğanın
hastalıklı krizleri olmaksızın çıkmadığını açıklamaktadır.”

79
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

meyen bir talebinin en derin, en yüksek, en zengin yanıtı dışında her­


hangi bir şeye yanıt vermeyi kasıtlı, korkunç biçimde reddetmek anla­
mını taşır: bir tür tam kapanma ya da yaşamın sunduğu şeylerin red­
dedilmesi, sonuçta birtakım dönüşüm güçleri sorununu birdenbire ve
kesin olarak çözüleceği yeni bir düzleme taşıyacaktır.
Prens Kamerüzzaman ile Prenses Budur’un, Binbir Gece’deki o ha­
rika macerasında betimlenen kahraman sorunu görünümü de bu
şekildedir. İran Şahı Şehriyar’m tek oğlu olan genç ve yakışıklı prens,
babasının normal olanı yapıp kendine bir eş alması yönündeki sürekli
önerilerini, ricalarını, isteklerini ve sonunda zorlamalarını ısrarla red­
detti. Konu kendisine ilk kez açıldığında, delikanlı şöyle yanıt verdi:
“Ah baba, bil ki evlenmek ya da ruhumu kadınlara kaptırmak için -
hiçbir arzum yok; çünkü onların hileleri ve sadakatsizlikleri hakkında
birçok kitap okudum ve birçok şey duydum, şairin dediği gibi:

Şimdi, kadınlan sorarsan, derim ki:


Onlar söz konusu olunca nadir bir hekim kadar bilgeyim!
Erkeğin başı dertteyken ve parası bitmişken,
Onların sevecenliklerinde pay aramasın.

Ve bir başkası şöyle demiş:

Kadınlardan yüz çevir, böylece Allah’a daha çok hizmet


edersin;
Dizgini kadınlara bırakan genç bütün umutlannı bir kenara
bıraksın.
Onlar ona engel olur o tuhaf aletini kurcalayıp, Efendim,
Bilim ve bilgelik uğrunda binlerce yıl çalışmış olsa bile."

Ve şiirleri okuduktan sonra şöyle dedi, “Ah baba, evlilik halkası

80
KAHRAMANIN MACERASI

benim hiç sığmayacağım bir yer; hayır, ölüm şarabmı içsem bile.”
Şah Şehriyar oğlundan bu sözleri dinledi ve onun için ışık karanlı­
ğa dönüştü, içi acıyla doldu; yine de oğlunu çok sevdiğinden, istekle­
rini yinelemedi, öfkelenmedi, ona her tür yakınlığı gösterdi.
Bir yıl sonra, baba tekrar sordu, ama genç, başka şairlerden dizeler
aktararak öneriyi yine reddetti. Şah vezirine danıştı ve vezir şu öğüdü
verdi: “Ey Şah, bir yıl daha bekle ve onunla evlilik konusunu yeniden
konuş, ama tek başına değil, ona bütün emir ve vezirlerin hazır oldu­
ğu ve ordunun senin önünde beklediği bir gün konuş onunla. Ve
hepsi toplandığında oğlunu, Kamerüzzaman’ı çağır; ve geldiği zaman
evlilik konusunu vezirlerin, ekabirin ve devlet memurlarının ve su­
bayların önünde aç; çünkü onların varlıklarından kesinlikle sıkılıp
utanacaktır ve arzuna karşı gelmeye cesaret edemeyecektir.”
Beklenen an gelip de Şah Şehriyar devletin önünde emir verdiğin­
de, prens bir an başını eğdi, sonra babasına dönüp gençliğin toyluğu
ve budalalığıyla yanıt verdi: “Kendi adıma hiçbir zaman evlenmeyece­
ğim; hayır, ölüm şarabını içmeyeceğim! Sana gelince, sen yaşlandın ve
bilgeliğin azaldı: daha önce iki kez bana bu evlilik konusunu sorma­
dın mı, ben de yanıtımı vermedim mi? Sen gerçekten de bunamışsın
ve bir koyun sürüsünü bile yönetemezsin!” Kamerüzzaman böyle de­
yip ardında kavuşturduğu ellerini çözdü ve babasının önünde öfkeyle
kollannı sıvadı; sonra, ne dediğini bilmeden, aklı başından gitmiş bir
halde bir yığın şey söyledi efendisine.
Şah şaşırmış ve utanmıştı, çünkü bütün bunlar önemli bir gün için
toplanmış devlet adamlarının ve askerlerin önünde oluyordu; ama
makamının büyüklüğü hemen sarıverdi onu ve oğluna bağırıp onu
titretti. Sonra muhafızları çağırıp “Yakalayın onu!” diye emir verdi.
Onlar da öne atılıp yakaladılar ve ellerini arkasında bağlayıp efendisi­

81

İ
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

nin önüne getirdiler. Prens korku ve kaygı içinde başını eğdi ve bütün
yüzü ter içinde kaldı; ve utanç ve şaşkınlık her yerini kapladı. O za­
man babası ona acımasızca bağırıp çağırdı: “Sen kime bağırıyorsun,
zina veledi ve rezil süt çocuğu! Bana subaylarımın ve askerlerimin
önünde nasıl bu şekilde yanıt verirsin? Ama ne yazık ki hiç kimse
dövmemişti seni. Bu yaptığın şeyi kullarımdan biri yapmış olsaydı ba­
şına neler gelirdi biliyor musun?" Ve kral memlüklerine onun iplerini
çözmelerini ve sarayın kulelerinden birine hapsetmelerini söyledi.
Böylece prensi alıp içinde harap olmuş bir salonla, ortasında yıkık
bir kuyu olan eski bir kuleye, içeriyi süpürüp üzerine bir yastıkla bir
iki çul attıkları bir sedir yerleştirdikten sonra kapattılar. Sonra büyük
bir lamba ve bir mum getirdiler, çünkü içerisi gündüz bile çok ka­
ranlıktı. Sonra memlükler Kamerüzzaman’ı oraya bırakıp kapıya bir
hadım yerleştirdiler. Bütün bunların ardından, prens suçluluk hisse­
derek ve babasına kırıcı bir şekilde saldırmış olmasından pişmanlık
duyarak, üzgün bir halde, kalbinde bir ağırlıkla kendisini sedire attı.
Bu arada uzak Çin imparatorluğunda, Şah Gayyur’un, Adalar ve
Denizler ve Yedi Saray’ın efendisinin kızı da aynı haldeydi. Güzelliği
öğrenildikçe ve adıyla ünü komşu ülkelere taşındıkça, bütün krallar
onunla evlenmek için babasına haber göndermişlerdi ve kral da kızma
konuyu danışmıştı, ama kız evlilik sözünden hoşlanmıyordu. “Ah ba­
ba,” demişti, “evlenmeyi düşünmüyorum; hayır, hiç düşünmüyorum;
çünkü erkekleri yöneten bağımsız bir kız ve kraliçeyim ben ve bir er­
keğin beni yönetmesini hiç arzulamıyorum.” Ve o talipleri reddettik­
çe, taliplerin hevesi arttı ve Çin Adalan’nın bütün krallıkları babasına
kızla evlenmek isteyen mektuplarla birlikte hediyeler, görülmemiş
şeyler gönderdi. Kral nişan konusunda yeni öneriler sunarak onu tek­
rar tekrar sıkıştırdı, ta ki kız sonunda ona kızgınlıkla dönüp şöyle

82
KAHRAMANIN MACERASI

bağırdı: “Ah baba, eğer evlenme konusunu bir daha açarsan, odama
gidip bir kılıç alacağım ve sapını yere ucunu göğsüme dayayıp o ar­
kamdan çıkana dek üzerine dayanacağım, böyle öldüreceğim kendi­
mi.”
Kral bu sözleri duyar duymaz ışık karanlık oldu gözlerinde ve kal­
bi birden alev alıverdi, çünkü kızının kendini öldüreceğinden korktu;
ve kızının söyledikleri ve talibi olan krallar yüzünden kafası karıştı.
Kıza şöyle dedi: “Eğer ille de evlenmeyeceğim diyorsan, faydası yok:
odanda oturursun.” Sonra onu bir eve yerleştirip bir odaya kapattı,
onu gözleyecek dadılar olarak on yaşlı kadın buldu ve Yedi Saray’a
yaklaşmasını yasakladı, Dahası, ona darılmış gibi yaptı ve krallara bir
Cinin kızını delirttiğini söyleyen mektuplar gönderdi.26
Dişi ve erkek kahramanların her ikisi de ters yolu izlemişken ve
aralarında koca bir Asya kıtası varken, yazgıları ebedi olarak birleşmiş
bu çiftin birleşmesini sağlamak için bir mucize gerekecektir. Yaşamı
olumsuzlayan büyüyü kırabilecek ve iki çocuksu babanın öfkesini
dağıtabilecek bir büyü nereden gelebilir?
Bu sorunun yanıtı dünyanın bütün mitolojilerinde aym. kalacaktır.
Çünkü, Kur’an’m kutsal sayfalarında sıkça yazdığı gibi: “Allah kurtar­
maya da kadirdir." Tek sorun mucizenin mekanizmasının ne olacağı­
dır. Ve bu da, ancak bu Binbir Gece eğlencesinin ilerleyen aşamaların­
da belli olacaktır.

3. Doğaüstü Yardım

Çağrıyı reddetmemiş olanlar için, kahramanın yolculuğunun ilk


karşılaşması, maceracıya aşacağı ejder güçlere karşı tılsımlar sağlayan,

26 Burton’dan kısaltıldı, a.g.e., Cilt III, s. 213-228.

83
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

koruyucu bir figürle (genellikle ufak tefek yaşlı bir kadın ya da erkek)
olandır.
Örneğin bir Doğu Afrika kabilesi, Tanganyikalı Wachagalar,
umutsuzluk içinde güneşin doğduğu ülkeye doğru yola çıkan, Kya-
zimba adlı çok yoksul bir adamdan söz eder. Uzun zaman yol almış
ve yorulmuştu; öylesine durmuş, gittiği yöne doğru umutsuzca bakı­
yordu, birden peşinden birinin geldiğini duydu. Döndü ve eli ayağı
tutmaz, ufak tefek bir kadın gördü. Kadın yanma yaklaşıp orada ne
aradığını sordu. Ne aradığını söylediği zaman, elbisesini onun etrafına
doladı ve topraktan havalanarak onu güneşin günün ortasında durak­
sadığı o zirveye götürdü. Sonra büyük bir gürültü patırtıyla oraya do­
ğudan bir takım adamlar geldi ve aralarında, gelir gelmez bir inek
parçalayıp yardımcılarıyla birlikte yemeğe oturan parlak bir şef vardı.
Yaşlı kadın ondan Kyazimba için yardım istedi. Şef adamı kutsadı ve
eve gönderdi. Ve dediklerine göre ondan sonra adam zenginlik içinde
yaşamış.27
Güneybatıdaki Amerikan Kızılderilileri arasında bu müşfik roldeki
sevilen kişilik, yeraltmda yaşayan büyükanne benzeri ufak tefek bir
kadın olan Örümcek Kadın’dır. Navaho’ların ikiz Savaş Tanrısı baba­
ları olan Güneş’in evine doğru kutsal bir yolu izleyerek giderken, bu
ufak tefek harika insana rastladılar: “Oğlanlar kutsal yolda hızla gidi­
yordu ve gündoğumundan hemen sonra, Dsilnaotil yakınlarında, yer­
den duman çıktığını gördüler. Dumanın çıktığı yere gittiler ve ye-
raltındaki bir evin bacasından çıktığını gördüler. Dumandan kapkara
olmuş bir merdiven delikten aşağı uzanıyordu. Evin içine doğru bak­
tıkları zaman içerideki yaşlı kadın. Örümcek Kadın şöyle dedi: ‘Hoş-
geldiniz çocuklar. Girin. Kimsiniz, böyle yürüyerek nerelerden geli­

27 Bruno Gutmann, Volksbuch der Wadschagga (Leipzig, 1914), s. 144.

84
KAHRAMANIN MACERASI

yorsunuz?’ Yanıtlamadılar, ama delikten aşağı indiler. Zemine vardık­


larında onlara yine sordu: ikin iz birlikte nereye yürüyorsunuz?’ ‘Belli
bir yere değil,’ dediler; ‘buraya geldik, çünkü gidecek başka yerimiz
yoktu.’ Bu soruyu dört kez sordu ve her seferinde benzer bir yanıt
aldı. O zaman şöyle dedi: ‘Belki de babanızı arıyordunuz?’ ‘Evet,’ dedi­
ler, ‘keşke bir de yaşadığı yeri bilseydik.’ ‘Ah!’ dedi kadın, ‘babanızın,
Güneş’in evine giden yol uzun ve tehlikelidir. Burasıyla orası arasında
yaşayan bir sürü canavar vardır hem belki, oraya vardığınızda, baba­
nız sizi gördüğüne memnun olmayıp sizi cezalandırabilir. Dört tehli­
keli yerden geçmelisiniz - yolcuyu ezen kayalar, parça parça kesen ça­
lılar, paramparça eden kaktüsler ve yutan kaynar kumlar. Ama ben si­
ze düşmanlarınızı atlatıp yaşamda kalmanızı sağlayacak bir şey verece­
ğim.’ Onlara, yaşamlarını korumaları için, üzerine iki yaşam tüyü
(tüyler canlı bir kartaldan kopartılmıştı) takılmış bir çember ve bir de
başka yaşam tüyünden oluşan ‘yabancı tanrıların tüyü’ denen bir bü­
yü verdi. Ayrıca eğer düşmanlarına doğru tekrarlanırsa onların kız­
gınlıklarım bastıracak şu büyülü formülü verdi: ‘Ayaklarını polene
bas. Ellerini polene bas. Başını polene bas. O zaman ayakların polenli;
ellerin polenli; vücudun polenli; zihnin polenli; sesin polenli olur. Sı­
nav güzel. Öyle dur.’ ”28

28 Washington Matthews, Navaho Legends (Memoirs of the American Folklore


Society, Cilt V, New York, 1897), s. 109.
Polen, Güneybatı Amerikan Kızılderilileri arasında bir ruhsal enerji simge­
sidir. Bütün törenlerde, hem şeytanı uzaklaştırmak hem de yaşamın simge­
sel yolunu çizmek üzere cömertçe kullanılmaktadır. (Kahramanın macera­
sında Navaho simgeciliği üzerine bir tartışma için bkz. Jeff King, Maud Oa­
kes ve Joseph Campbell, Where the Two Came to Their Father, A Navaho
War Ceremonial, The Bollingen Series I, 2. baskı, Princeton University
Press, 1969, s. 33-49.)

85
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Yardımsever kocakarı ve iyi tanrıça rolü Avrupa peribiliminin de


tanıdığı bir özelliktir; Hıristiyan aziz efsanelerinde bu rol genellikle
Bakire tarafından üstlenilir. Bakire aracılık yaparak Baba’nın merha­
metini kazanabilir. Örümcek Kadın ağıyla Güneş’in hareketlerini de­
netleyebilir. Kozmik Anne’nin korumasına giren kahramana bir zarar
verilemez. Ariadne’nin ipliği Theseus’u labirent macerasından koru­
naklı biçimde çıkardı. Bu, Dante’nin yapıtında Beatrice ve Bakire dişi
figürlerinde ve Goethe’nin Faust’unda başarılı biçimde Gretchen,
Troialı Helen ve Bakire olarak beliren rehber güçtür. “Sen canlı bir
umut kaynağısın,” diye dua eder Dante, Üç Dünya’nm belalarından
korunaklı geçişinin sonunda; “Hanım, sen öyle büyük ve öyle yararlı­
sın ki, onur sahibi olan ve senden yardım dilememiş olanların arzusu
kanatsız uçacaktır. Senin iyi kalpliliğin sırf sorana değil, bazen sorula­
na da yardım eder. Sende merhamet, acıma, ululuk, bütün yaratıklar­
da ne kadar iyilik varsa bir araya gelmiştir.”29
Böyle bir figürün temsil ettiği şey kaderin iyi kalpli, koruyucu gü­
cüdür. Fantezi bir güvencedir - ilk kez anne karnmda tanınan Cen­
n etin huzurunun kaybolmayacağına; şimdiyi desteklediğine ve geç­
mişte olduğu gibi gelecekte de durduğuna (alfa olduğu kadar omega
olduğuna); eşik geçişleri ve yaşam uyanışlarıyla tehlikeye düşer gibi
olsa bile, koruyucu gücün kalbin tapmağında ve dünyanın tuhaf özel­
liklerinin içinde ya da hemen ardında daima hazır olduğuna dair bir
güvencedir. Kişinin bilip güven duyması yeter, yaşı bilinmeyen mu­
hafızlar belirecektir. Kendisine yapılan çağrıya yanıt verdikten sonra
ve olaylar ortaya çıktıkça cesaretle ilerlemeyi sürdüren kahraman bi-

29 Dante, “Paradiso [Cennet],” XXX11I, 12-21 (çev. Charles Eüot Norton,


a.g.e., Cilt 111, s. 252; yayımcısı Houghton Mifflin Company’nin izniyle
alıntılanmışur).

86
Levha 111. Tanrıların Anası (Nijerya).
IV. Tanrı Savaş Giysileriyle (Bali).
Levha iV. (Bali).
KAHRAMANIN MACERASI

linçdışmm bütün güçlerini yanında bulur. Doğa Ana'nın kendisi zor


görevi destekler. Ve kahramanın eylemi, toplumunun hazır olduğu
şeyle uyum gösterdiği sürece, tarihsel sürecin büyük ritmi üzerinde
ilerliyor gibidir. “Kendimi,” demişti Napolyon Rus harekatının başla­
rında, “bilmediğim bir sona çekilir gibi hissediyorum. Ona ulaşır ulaş­
maz, ben gereksiz hale gelir gelmez, bir atom bile beni dağıtmaya ye­
tecek. O zamana dek, insanlığın bütün güçleri bana karşı hiçbir şey
yapamaz.”30
Doğaüstü yardımcının biçim olarak erkek olması seyrek görülmez.
Peri kültüründe o ormandaki küçük bir adam, kahramanın ihtiyaç
duyacağı tılsımları ve öğütleri sağlayacak bir büyücü, keşiş, çoban, ya
da demirci olabilir. Daha yüksek mitolojiler, bu rolü rehber, öğret­
men, kayıkçı, ruhları öte dünyaya aktaran kişi figüründe geliştirir.
Klasik [eski Yunan] mitlerinde bu Hermes-Merkür’dür; Mısır’da ge­
nellikle Thoth’tur (ibis tanrı, maymun tanrı); Hıristiyanlıkta Kutsal
Ruh’tur.31 Goethe Fausi’ta erkek rehberini Mefistoteles olarak sunar -

30 Bkz. Oswald Spengler, The Decline of the West, çev. Charles Francis Atkin­
son (New York: Alfred A. Knopf, Inc., 1926-28), Cilt 1, s. 144. “Napol­
yon’un kendisinin,” diye ekliyor Spengler, “ ‘somut bir insan’ olarak Ma-
rengo’da düştüğünü varsayarsak, o zaman belirttiği şey aslında bir başka bi­
çimde gerçekleşmiş olacaktı.” Bu anlamda ve bu ölçüde kişisellikten çıkmış
olan kahraman, çağ açıcı eyleminin dönemi sırasında kültür sürecinin di­
namizmini canlandırır; “bir olgu olarak kendisi ve diğer olgular arasında
metafizik ritmin bir uyumu vardır” (a.g.e., s. 142). Bu Thomas Carlyle’ın
"Her Şeye Kadir” olan Kahraman Kral fikrine karşılık gelir (On Heroes, He­
ro-Worship and the Heroic in History, VI. Konuşma).
Helenistik dönemde Hermes ve Thoth’un bir karışımı, bütün sanatlann ve
özellikle de simyanın efendisi ve öğretmeni sayılan Hermes Trismegistus,
“Üç Kere En Büyük Olan Hermes” figüründe etkili olmuştu. Mistik metal­
lerin yerleştirildiği “hermetik” olarak sıkıca kapatılmış imbik, ayrı bir dün­

89
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ve “merküre ait” figürün tehlikeli yönü sıklıkla öne çıkarılır; çünkü


masum ruhu sınav alanına sürükleyen odur. Dante’nin hayalinde bu
kısım Cennet’in eşiğinde Beatrice’i ortaya çıkaran Vergilius tarafından
oynanır. Koruyucu ve tehlikeli, aynı anda hem anne hem de baba olan
bu doğaüstü muhafızlık ve yön ilkesi kendinde bilinçdışmın bütün
belirsizliklerini birleştirir - böylece bilinçli kişiliğimizin bu diğer, da­
ha geniş sistemden aldığı desteği, fakat aynı zamanda bütün akılcı
amaçlarımızın tehlikesine doğru izlediğimiz rehberin sırlarla dolu olu­
şunu da belirterek.32
Böyle bir yardımcının göründüğü kahraman belli ki çağrıya yanıt
vermiş biridir. Çağrı, gerçekte bu erginleyen rahibin yaklaştığının ilk
belirtisiydi. Fakat kalplerini katılaştırmış olanlara bile doğaüstü mu­
hafız görünebilir; çünkü gördüğümüz gibi: “Allah kurtarmaya da ka­
dirdir.”

ya - mitolojik alanla karşılaştırılabilen yüksek güçlerin özel bölgesi sayılı­


yordu; ve orada metaller, ruhun, doğaüstünün rehberliği altında geçirdiği
dönüşümlerin simgesi olan tuhaf başkalaşımlardan ve aktarımlardan geçi­
yordu. Hermes antik erginlenme mysteria’sınm ustasıydı ve ayrıca tanrısal
kurtarıcıların cisimleşmelerinde de temsil edilen, tanrısal bilgeliğin yeryü­
züne inişini temsil ediyordu (bkz. ileride, s. 390-394). (Bkz. C. G. Jung,
Psychologie und Alchemie, Zürih: Rascher Verlag, 1944; ayrıca, Jung, The In­
tegration of Personality, V. Bölüm, “Simyada Kurtarılma Fikri.”)
32 Aşağıdaki düş bilinçdışı içinde karşıtların kaynaşmasının canlı bir örneğini
sunmaktadır: “Genelevlerin sokağına girdiğimi ve kızlardan birine yaklaştı­
ğımı düşledim. İçeri girdiğimde, yan giyimli olarak bir divan üstünde ya­
tan bir erkeğe dönüştü. Şöyle dedi: ‘Seni rahatsız etmiyor mu (şimdi bir er­
kek olmam)?’ Adam yaşlıça görünüyordu ve beyaz favorileri vardı. Ba­
bamın iyi bir arkadaşı olan tanıdık bir şef ormancıyı anımsatıyordu bana."
(Wilhelm Stekel, Die Sprache des Traumes, s. 70-71.) “Bütün düşler,” diye
gözlemliyor Dr. Stekel, “biseksüel eğilime sahiptir. Biseksüellik, algılana-
madığı yerde, gelişmemiş düş içeriği olarak saklıdır." (a.g.e., s. 71).

90
KAHRAMANIN MACERASI

Böyle de oldu, sanki şansmış gibi, Iranlı prens Kamerûzzaman’ın


uyuduğu eski ve terkedilmiş kulede eski bir Roma kuyusu vardı33 ve
burada Maymunah adında, Cinlerin ünlü bir kralı olan El-Dimiryat’m
kızı, Lanetlenmiş İblis soyundan bir Cin yaşıyordu.34 Ve Kamerüzza-
man gecenin ilk üçte birinde uyumayı sürdürürken, Maymunah Roma
kuyusundan çıktı ve gizlice meleklerin konuşmasını dinlemek için se­
maya yöneldi; fakat kuyunun ağzına varıp da kulenin odasında alışık
olduğunun aksine, bir ışık görünce, meraklandı, yaklaşıp odaya girdi
ve baş ucunda bir mum, ayak ucunda bir lamba yanan bir insanın
yattığı yatağa yanaştı. Kanatlarını kapadı ve yatağın ucunda durdu ve
örtüyü çekince Kamerüzzaman’m yüzünü gördü. Ve bir saat hayranlık
ve şaşkınlıkla öylece hareketsiz durdu. “Maşallah,” dedi kendine gel­
diğinde, “Yüce Rabbim!”, çünkü o inançlı bir Cindi.
Sonra Kaınerüzzaman’a zarar vermeyeceğine söz verdi kendi ken­
dine ve onun eğer bu ıssız yerde kalırsa, akrabaları olan Maridler ta­

33 Kuyu bilindışımn simgesidir. Bunu Kurbağa Kral’ın peri masalıyla karşı­


laştırın, geride, s. 63-64.
34 Peri masalının kurbağasıyla karşılaştırın. Muhammed öncesi Arabistan’da
Cinler ıssızların ve çöllerin avcı şeytanlanydı. Tüylü ve biçimsiz, ya da
hayvanlara, devekuşu ya da yılanlara benzeyen bu yaratıklar korumasız in­
sanlar için çok tehlikeliydi. Muhammed peygamber bu kafir ruhların varlı­
ğım kabul etti (Kur’an, 37:158) ve onlan, Allah’ın alımda yaratılmış üç akıl
-ışıktan oluşan Melekler, ateş alevinden Cinler ve dünyanın tozundan olan
İnsan- olarak tanıyan Muhammedi sisteme dahil etti. Muhammedi Cin, is­
tediği herhangi şekle girebilir, fakat ateşin ve dumanın özünden daha ağır
olamaz ve kendilerini ölümlere görünür de kılabilirler. Cinlerin üç sınıfı
vardır: uçanlar, yürüyenler ve yüzenler. Birçoğunun Doğru İnancı seçtikle­
ri kabul edilir ve bunlar iyi sayılırlar; diğerleri kötüdür. Kötüler, başlan
İblis (“Umutsuzluğa Düşüren") olan Düşmüş Meleklerle yakın işbirliğinde
yaşar ve çalışırlar.

91
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

rafından katledileceğini düşündü.35 Eğilip gözlerinin arasından öptü


ve örtüyü yüzüne geri örttü; ve bir süre sonra kanatlarını açıp göğe
yükselerek cennetlerin en alçağına varıncaya dek yukarı uçtu.
Sonra şans ya" da kader gibi, yükselen ifrit Maymunah, ansızın ya­
kınlarında bir kanat sesi duydu. Sese doğru yönelince Dahnaş adlı bir
İfritten geldiğini anladı. Bir şahin gibi saldırdı ve o da bunu farkedip
de gelenin Cinler kralının kızı Maymunah olduğunu anlayınca korku­
ya kapıldı ve kasları yumuşayıverdi, bıraktı kız saldırsın. Fakat kız
onun gecenin bu vaktinde nereden geldiğini söylemesini istedi. O da,
Çin'deki Adalar ve Denizler ve Yedi Saray’ın Efendisi Şah Ghayur’un
toprağından, İçdeniz Adalan’ndan döndüğünü söyledi.
“Orada,” dedi, “Allah’ın daha güzelini yaratmadığı kızını gördüm
onun." Ve hemen Prenses Budur’u övmeye koyuldu. “Bir burnu
vardı,” dedi, “bilenmiş bıçak sırtı gibi ve yanakları pembe şarap ya da
kan kırmızı Manisa laleleri gibi: dudakları mercan ve akik taşı par­
laklığında ve ağzının suyu yıllanmış şaraptan daha tatlı; onu tatmak
cehennemin en şiddetli acısını dindirir. Dili kıvrak zekayla kıpırdıyor
ve hazırcevap: göğsü onu gören herkesi baştan çıkarıyor (onu işleyen
ve tamamlayan Ona şükürler olsun!); ve oradan pürüzsüz ve yuvarlak
iki kol uzanıyor; şair el-Valahan’ın onun için dediği gibi:

Öyle bilekleri var ki, bilezikleri tutmasa,


Yenlerinden gümüş yağmur gibi dökülecek."

Güzelliğinin kutsaması sürdü ve Maymunah bunu dinlerken hay­


ranlıktan sessiz kaldı. Dahnaş babası olan güçlü kralı, hâzinelerini,
Yedi Saray’ı ve kızın evlenmeyi reddedişini anlattı, sözlerini bitirdi.

35 İfrit güçlü bir Cindir. Maridler, Cinlerin daha da güçlü ve tehlikeli bir sını­
fıdır.

92
KAHRAMANIN MACERASI

“Ve efendim,” dedi, “ben her gece ona gidip yüzünde gözlerimi do­
yurma payımı alıyorum ve gözlerinin arasından öpüyorum; yine de,
aşkım yüzünden onu incitmiyorum.” Maymunah’m onunla Çin'e
uçup prensesin güzelliğine, sevimliliğine, görkemine ve ölçülerinin
mükemmelliğine bakmasını istedi. “Ve sonra, eğer istersen,” dedi,
“ödüllendir ya da cezalandır beni; çünkü sensin emreden ve yasakla­
yan.”
Maymunah, az önce Kamerüzzaman’ı görmüşken, yeryüzündeki
başka bir yaratığın kutsanmayı hak edeceğine inanmıyordu. “Pöh!
Pöh!” diye bağırdı. Dahnaş’a güldü ve öfkeyle yüzüne bağırdı. “Doğru­
su, bu akşam bir genç adam gördüm,” dedi, “öyle ki, eğer bir düşte
görseydin hayranlıktan dona kalırdın ve açık ağzından salyalar akar­
dı.” Ve o da gördüğünü anlattı. Dahnaş kimsenin Prenses Budur’dan
güzel olacağma inanmadığını söyledi ve Maymunah ona onunla aşağı
gelip bakmasını emretti.
“Duydum ve emre uyuyorum,” dedi Dahnaş.
Böylece alçaldılar ve salona girdiler. Maymunah Dahnaş’ı yatağın
yanma getirdi ve elini uzatıp Kamerüzzaman’ın parıldayan, ışıldayan
ve doğan güneş gibi yanan yüzündeki ipek örtüyü kaldırdı. Bir an ona
bakakaldı ve sonra Dahnaş’a sertçe dönüp şöyle dedi; “Bak, ey lanet­
lenmiş ve sakın delirme; kız oğlan kızım ben, ama kalbimi çalıverdi
bu.”
“Allah’a şükredin, Efendim, O affeder sizi,” dedi Dahnaş; “fakat bir
şey daha var, o da şu, kadının hali erkeğinkinden başkadır. Allah’ın
gücüyle, sevdiğiniz, güzellikte ve sevimlilikte ve görkem ve mükem­
mellikte benim prensesime yaratıkların içinde en çok benzeyen şey; ve
sanki bir elmanın iki yarısı gibiler.”
Bunları duyduğu zaman ışık karanlık oldu Maymunah’m gözünde

93
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ve kanadıyla Dahnaş’ın başına öyle güçlü bir darbe indirdi ki az kalsın


sonu olacaktı bu darbe onun. “Diyorum ki,” diye emretti, “aşkımın
ışığının şerefli izniyle hemen git, lanetlenmiş şey ve böyle sadık ve bu­
dalaca sevdiğin prensesini getir buraya ve çabuk gel ki ikisini yan ya­
na yatırıp uyurlarken bakabilelim; böylece anlarız hangisi daha iyi ve
daha güzel.”
Ve böylece,_tamamen bilinçdışında olup biten bir şeyler sayesinde,
yaşamdan vazgeçmiş olan Kamerüzzaman'ın kaderi, bilinçli iradesinin
yardımı olmadan gerçek olmaya başladı.36

4 . lik Eşiğin Aşılması

Kahraman, kaderinin ona rehber ve yardımcı olan kişileştirmele­


riyle birlikte macerasında, aşırı güç bölgesinin girişindeki “eşik mu-
hafızı”na gelinceye dek ilerler. Bu tür muhafızlar, kahramanın şu anki
alanı ya da yaşam ufkunun sınırlarını belirterek dünyayı dört yönde -
ayrıca aşağıda ve yukarıda- sınırlar. Onların ardında karanlık, bilin­
meyen tehlike vardır; tıpkı aile gözetiminin dışında kalan çocuğu teh­
likelerin beklemesi ve toplumunun koruması olmadan kabile üyesinin
tehlikeye düşmesi gibi. Sıradan insan belirli sınırlar içinde kalarak tat­
min olmakla yetinmeyip bundan gurur da duyar ve yaygın inançlar,
keşfedilmemiş olana atılan ilk adımdan ürkmesi için ona her türlü ne­
deni verir. Bu yüzden Kolomb’un denizcilerinin, gözüpek gemileriyle
-kozmosu kendi kuyruğunu ısıran sonsuz bir mitolojik yılan gibi çev­
releyen37 ölümsüz varlığın sınırsız okyanusunda yol alarak- ortaçağ
zihninin ufkunu aşan o denizcilerin çocuklar gibi kandırılıp kışkırtıl­

36 Burton’dan uyarlandı, a.g.e.. Cilt 111, s. 223-230.


37 Düşteki yılanla karşılaştırın, geride, s. 77.

94
KAHRAMANIN MACERASI

ması gerekiyordu, çünkü öykülere geçen leviathan’lardan, deniz kızla­


rından, ejderha krallardan ve derinliklerin diğer canavarlarından kor­
kuyorlardı.
Halk mitolojileri, köyün normal akışının dışındaki ıssız her yere
ait aldatıcı ve tehlikeli varlıklarla kaynar. Sözgelimi, Hotantolar çalı­
lıklar ve kumullar arasında rastlanan bir devden bahseder. Gözleri
ayaklarının üstündedir, bu yüzden ne olup bittiğini anlamak için elle­
rinin ve dizlerinin üzerine çöküp bir ayağını kaldırması gerekir. O za­
man göz geriye bakar; yoksa sürekli göğe bakar durumdadır. Bu cana­
var, parmaklar kadar uzun dişleriyle parçalara ayırdığı insanları avlar.
Yaratığın sürülerle avlandığı söylenir.38 Bir başka Hotanto yaratığı
olan Hai-uri, çalılıkların çevresinden dolanmak yerine üzerlerinden
sıçrayarak ilerler.39 Tehlikeli bir tek ayaklı, tek kollu, tek yanlı bir fi­
gür olan ve eğer ters yönden bakılırsa görünmeyen yarım adamla
dünyanın birçok yerinde karşılaşılır. Orta Afrika’da böyle bir yarım
adamın karşılaştığı kişiye şöyle dediği söylenir: “Benimle karşılaştığına
göre, dövüşmemiz lazım.” Yenilirse yalvaracaktır: “Beni öldürme. Sana
bir sürü ilaç göstereceğim;" sonra şanslı kişi usta bir doktor olur. Fa­
kat eğer yarım adam (Chirum , “gizemli bir şey") kazanırsa kurban
ölür.40

'Î O .
38 Leonhard S. Schultze, Aus Natnaland und Kalahari (Jena, 1907), s. 392.
A.g.e., s. 404, 448.
40 David Clement Scott, A Cyclopaedic Dictiomry of the Mang’anja Language
Spoken in British Central Africa (Edinburgh, 1892), s. 97.
Bunu on iki yaşındaki bir çocuğun şu düşüyle karşılaştırın: “Bir gece ayak­
larımdan birini kaybettiğimi düşledim. Onun yerde yattığını düşündüm ve
böyle bir şeyi beklemediğimden üzerine düştüm. Aynı ayağım gibiydi.
Ayak birdenbire sıçradı ve ardımdan koşmaya başladı; sanınm camdan dı-
şan fırlayıverdim, bahçeden koşarak geçip caddeye çıktım, vargücümle ko-

95
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Bilinmeyenin alanları (çöl, cangıl, derin deniz, bilinmedik diyarlar,


vb.) bilinçdışı içeriğin yansıtılması için serbest alanlardır. Bu yüzden
ensestçi libido ve baba katili destrudo bireye ve toplumuna, şiddetli
tehditler ve hayali tehlikeli keyifler öneren biçimlerle ve yalnızca dev­
ler olarak değil, gizemli biçimde çekici, nostaljik güzelliğin sirenleri
olarak geri yansımaktadır. Örneğin Rus köylüleri, dağdaki mağaralar­
da kurdukları evlerde insanlar gibi yaşayan, ormanların “Vahşi Kadın-
la rfn ı bilirler. Bunlar, alımlı başları küt, uzun gür saçlı ve gövdeleri
tüylü güzel dişilerdir. Koşarken ve çocuklarına bakarken memelerini
omuzlarına atarlar. Toplu halde gezerler. Ağaç köklerinden yaptıkları
merhemlerle yağlanıp kendilerini görünmez kılabilirler. Dans etmeyi
ya da ormanda birbaşma gezinenleri ölünceye dek gıdıklamayı sever­
ler ve kazara onların görünmez dans eğlencelerine rastgelen kişi ölür.
Diğer yandan, onlara yiyecek sunan kişiler için, hasadı biçer, dikiş di­
ker, çocuklara bakar ve evi toplarlar; ve eğer bir kız eğirmeleri için
kenevir ayıklarsa, ona altına dönüşen yapraklar verirler, insan aşıklar­
dan hoşlanırlar, sıkça köylü gençlerle evlenirler ve harika eşler olduk­
ları söylenir. Fakat bütün doğaüstü gelinler gibi, koca, evliliğin tuhaf
kurallarını çiğneyecek olursa, iz bırakmaksızın kaybolurlar.41

şuyordum. Woolwich’e dek koştuğumu samyorum ve birdenbire beni ya­


kalayıp sarstı, o zaman uyandım. Bu ayak üzerine birkaç düş daha gör­
düm.”
Oğlan, denizci olan babasının denizde ayak bileğini kırdığını haber almıştı
(C. W. Kimmins, Children’s Dreams, An Unexplored Land-, Londra: George
Allen and Unwin, Ltd., 1937, s. 107).
“Ayak,” diye yazıyor Dr. Freud, “mitlerde de bulunan oldukça ilkel bir cin­
sel simgedir” (“Three Essays on the Theory of Sexuality," s. 155). Oidipous
adının, “şişen ayak” anlamına geldiğine dikkat edilmeli.
41 V. J. Mansikka’nın Hastings’in Encyclopedia of Religion and Ethics, Cilt IV, s.

96
KAHRAMANIN MACERASI

Ayartma ilkesi ile tehlikeli yaramaz bir devin libidinal işbirliğini


gösteren bir başka örnek Rus “Su Dedesi,” Deduşka Vodyanoy’dur.
Usta bir şekildeğiştirendir ve geceyarısı ya da öğle vakti yüzen kişileri
öldürdüğü söylenir. Boğulan ya da reddedilen kızla evlenir. Mutsuz
kadınları ağma düşürmekte özel bir yeteneği vardır. Ayışıklı gecelerde
dans etmeyi sever. Eşlerinden biri bebek sahibi olacağı zaman, köylere
bir ebe bulmaya iner. Fakat elbiselerinin kıyısından sızan suyla tanı­
nabilir. Kel, fıçı karınlı, tombul yanaklıdır, yeşil bir elbise ve kamıştan
uzun bir şapka giyer; fakat aynı zamanda çekici genç bir adam ya da
toplulukta tanınan bir kişi olarak görünebilir. Karada güçlü değildir,
fakat kendi yerinde yenilmezdir. Nehirlerin, ırmakların ve göllerin
derinlerinde yaşar, daha çok değirmene yakın yerleri yeğler. Gün bo­
yunca yaşlı bir alabalık ya da somon balığı gibi gizlenir, geceyse sualtı
ineklerini, koyunlarmı ve atlarını otlatmak ya da değirmen taşının
üzerine yerleşip sessizce uzun yeşil saçını sakalını taramak üzere bir
balık gibi şıpırdayıp çırpınarak yüzeye çıkar. Baharda, uzun kış uyku­
sundan uyandığında büyük yığınlar yaparak nehirlerdeki buzlan par­
çalar. Değirmen taşlarını parçalamaya bayılır. Fakat hoş bir tavırla,
balık sürülerini balıkçıların ağlarına sürer ya da yaklaşan selleri haber
verir. Ona eşlik eden ebeye bol bol gümüş ve altın verir. Uzun, solgun
ve bir parça üzgün havalı olan ve saydam yeşil elbiseler giyen güzel
kızlara, boğulanlara işkence ve eziyet eder. Güzel şarkılar söyleyerek

628’deki makalesiyle karşılaştım; “Demons and Spirits (Slavic).” Bu ciltte


“Demons and Spirits” başlığı altında toplanan (Afrika, Okyanus, Asur-Ba-
bil, Budist, Keltik, Çin, Hıristiyan, Kıpti, Mısırlı, Yunan, İbrani, Kızılderili,
Jain, Japon, Yahudi, Müslüman, Fars, Romalı, Slav, Tötonik ve Tibet çeşit­
lemelerine değinen) bir dizi otoritenin makaleler dağı konu için mükem­
mel bir giriş oluşturuyor.

97
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ağaçlara tünemeyi severler.42


Arkadiah tanrı Pan, köy sınırlarının hemen ötesinde yaşayan bu
tehlikeli varlığın en iyi bilinen klasik örneğidir. Sylvanus ve Faunus
onun Latin karşılıklarıydı.43 Nymphaların dans etmeleri için çaldığı
çoban kavalını icat eden oydu ve satirler onun erkek arkadaşlarıydı.44
Yanlışlıkla bölgesine giren insanlarda uyandırdığı his “panik” korku,
ani, yersiz bir ürkmeydi. O zaman herhangi saçma bir neden -b ir da­
im kırılması, yaprağın oynaması- zihni hayali bir tehlikeye boğardı ve
kurban kendi ayaklanmış bilinçdışından çılgınca kaçma çabasıyla bir
dehşet seline kapılırdı. Yine de Pan, doğanın tanrısal temizliğinin
ödüllerini sunarak ona bağlananlara karşı eli açıktı: ilk meyvelerini
ona sunan çiftçilere, çobanlara ve balıkçılara cömertlik ve sağaltma
türbelerine gelen herkese sağlık sunardı. Ayrıca bilgelik, Omphalos’un
bilgeliği, Dünyanın Göbeği onun vereceği hediyeydi; çünkü eşiğin
aşılması evrensel kaynağın kutsal alanına atılan ilk adımdır. Lyka-
ion’da Pan’m Delphoi’deki Apollon kadın kâhini olarak esinlendirdiği
nympha Erato’nun yönettiği bir kutsal yer vardı. Ve Plutarkhos, Kybe-
le’nin esrimelerinin, Dionysos’un Bakkhos çılgınlığının, Mousaların
esinlediği şiirsel çılgınlığın, tanrı Ares'in (=Mars) savaşçı çılgınlığının
ve hepsinin en şiddetlisi olan aşk çılgınlığının yanısıra Pan’m orji
ayinlerinin esrimelerim de, aklı tersyüz edip yıkıcı-yaratıcı karanlığın

42 A.g.e., s. 629. Lorelei ile karşılaştınn. Mansikka’mn Slav orman-, ova- ve


su-ruhlan tartışması Hanus Mâchal’ın kapsamlı Nakres slovanskeho bajeslo-
vi’sine (Prag, 1891) dayanmaktadır, bunun kısaltılmış İngilizce baskısı
Mâchal’ın Slavic Mytlıology’sinde bulunabilir (“The Mythology of Ali Races,”
Cilt 111; Boston, 1918).
43 İskender zamanında Pan, fallusla bağlantılı Mısır yücelerinden olan ve baş­
ka şeylerin yamsıra ıssız yolların muhafızı da olan Min ile özdeşleştirilirdi.
44 Dionysos’la, Pan’m Trakyalı karşılığıyla karşılaştınn.

98
KAHRAMANIN MACERASI

güçlerini serbest bırakan tanrısal “coşkular” arasında sayar.


“Harika bir bahçeye girmek istediğimi düşledim,” diye belirtiyor
orta yaşlı, evli bir beyefendi. “Fakat önünde girmeme izin vermeyen
bir bekçi vardı. Arkadaşım Bayan Elsa’mn orada olduğunu gördüm;
bana kapının üzerinden elini uzatmak istedi. Fakat bekçi bunu engel­
ledi, kolumdan tutup beni eve yöneltti. ‘Kendine gel!’ dedi. ‘Bunu yap­
maman gerek, biliyorsun.’ ”45
Bu, eşik muhafızının ilk ya da koruyucu yönünü ortaya çıkartan
bir düştür. Kişi en iyisi belirtilen sınırların bekçisiyle karşılaşmamalı-
dır. Ve yine de birey, ancak bu sınırların ötesine geçerek, aynı gücün
yıkıcı diğer yönünü kışkırtarak, canlı ya da ölü olarak, deneyimin ye­
ni bir alanına geçer. Andaman Adaları pigmelerinin dilinde, oko-jumu
(“düşçü,” “düşlerden konuşan kişi”), başkalarından ancak, ruhlarla -
sıradışı bir düş aracılığıyla doğrudan cangılda ya da ölüp de geri dön­
m eyle- karşılaşarak elde edilebilecek doğaüstü yeteneklere sahip ol­
malarıyla ayrılan, büyük saygı ve korku duyulan kişileri belirtir.46 Ma­
cera her zaman ve her yerde bilinenin örtüsünün ötesinde bilinmeye­
ne bir geçittir; sınırda bekleyen güçler tehlikelidir; onlarla iş yapmak
risklidir; yine de ustalıklı ve cesaretli biri karşısında tehlike silinir.

45 Wilhelm Stekel, Fortschritte und Technik der Traumdeutung (Viyana-Leipzig-


Bem: Verlag für Medizin, Weidmann und Cie., 1935), s. 37.
Bekçi, Dr. Stekel’e göre, “bilinci ya da bir bakıma, ahlakın bütününü ve bi­
linçte varolan kısıtlamalan," simgelemektedir. “Freud,” diye sürdürüyor
Dr. Stekel, “bekçiyi ‘süperego’ olarak belirtirdi. Fakat o gerçekte ancak bir
‘interego’dur. Bilinç, tehlikeli arzulann ve ahlaksız eylemlerin sızmasını
engeller. Düşlerdeki bekçiler, polisler ve memurlar genellikle bu anlamda
yorumlanır” (a.g.e., s. 37-38).
46
A. R. Radcliffe-Brown, The Andaman [danders (2. basım, Cambridge Uni­
versity Press, 1933), s. 175-177.

99
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 4. Odysseus ve Sirenler.

Yeni Hebridlerin Bank Adaları’nda, bir kaya üzerindeki balık avın­


dan gün batımına doğru dönen genç bir adam, eğer “gittiği yolun onu
sürüklediği yamaçtan aşağı doğru inerken başı çiçeklerle süslü bir kı­
zın ona doğru geldiğim görür; gelenin kendi köyünden ya da komşu
köyden birine benzediğini düşünürse; durur, soluklanır ve bir m ae47
olması gerektiğini düşünür; daha yakından bakar ve dirseklerinin ve
dizlerinin ters yöne dönük olduğunu fark eder; bu da, kızın gerçek
karakterini ortaya çıkarır ve oğlan kaçar. Oğlan tanrıçaya bir defne -
yaprağıyla vurabilirse, o kendi şekline döner ve bir yılan olarak kayıp
gider.” Fakat bu çok korkulan yılanların, mae'nın, onlarla ilişkiye gi­
ren herkese benzediğine inanılır.48 Geleneğin duvarlarının bir milim

47 Görüldüğünde her zaman oldukça korkutan, siyah ve beyaz şeritlerle kaplı


bir deniz yılanı.
48 R. H. Codrington, The Melanesians.Their Anthropology and Folklore (Oxford
University Press, 1891), s. 189.

100
KAHRAMANIN MACERASI

bile dışına çıkan her kahraman -hem en büyülü güçle saldıran- böyle
demonlarla karşılaşmalıdır.
ilgi çekici iki Doğulu öykü, bu akıl bulandırıcı geçişin tuhaflıkları­
nı aydınlatmaya ve ondan yoksun olan bir maceracının mahvolacağı
türden zeki bir ruhsal hazırlıklılığm önünde korkuların nasıl kaybola­
cağını göstermeye yarayacak.
ilki, beşyüz arabalık zengin yükler taşıyan kervanını düşüncesizce,
susuz bir şeytan çölüne sokan Benaresli bir kervanbaşınm öyküsü.
Tehlikeler için uyarılmış olduğundan, arabalara suyla dolu büyük tor­
balar yerleştirme önlemini almıştı, yani akılcı düşünüldüğünde üç yüz
kilometrelik çölü geçirtne niyeti oldukça iyiydi. Fakat geçişin yarısına
vardığı sıralarda, çölde yaşayan dev şöyle düşündü, “Ben bunların
yanlarındaki suyu atmalarını sağlayacağım.” Böylece, saf beyaz öküzle­
rin çektiği, tekerleri çamurla sıvanmış ve tam tersi yönden gelen, kalbi
heyecanlandıracak bir araba yarattı. Önünde ve arkasında başları
ıslak, elbiseleri ıslak, beyaz ve mavi su zambakları yüklenmiş, ellerin­
de kırmızı ve beyaz lotus çiçeği demetleri taşıyan, su zambaklarının
lifli saplarını çiğneyen, çamura bulanmış, üzerlerinden su, ve çamur
damlayan şeytanlar yürüyordu. Ve kervan ile şeytan topluluğu birbir­
lerinin geçmesi için kenara çekilirken, dev, kervanbaşım dostça se­
lamladı. “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu kibarca. Kervanbaşı yanıt
verdi: “Bayım, biz Benares’ten geliyoruz. Fakat siz beyaz ve mavi su
zambakları yüklenmiş, ellerinizde kırmızı ve beyaz lotus çiçeği demet­
leri taşıyarak, su zambaklarının lifli saplarını çiğneyerek, çamura bu­
lanmış. üzerinizden su ve çamur damlatarak yaklaşıyorsunuz. Geldiği­
niz yolda yağmur mu yağıyor? Göller tamamen mavi ve beyaz su zam­
bakları, kırmızı ve ak lotus çiçekleriyle mi kaplanmış?"
Dev: “Şu koyu yeşil ağaç hattını görüyor musun? Oranın ötesi bü­

101
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

tün orman devasa bir su kütlesi; sürekli yağmur yağıyor; çukurlar


suyla dolu; göllerin her yeri kırmızı ve ak lotus çiçekleriyle kaplı.”
Sonra, arabalar birbirini geçerken sordu: “Bu arabada, ya şunda ne
taşıyorsunuz? Sonuncusu çok ağır gidiyor, ne taşıyorsunuz içinde?”
“Su var içinde,” dedi kervanbaşı. “Akıllıca davranmışsın elbette, bura­
ya dek su getirmekle; ama buradan sonra kendini yormanın bir an­
lamı yok. Parçala torbaları, suyu boşalt, rahatça yol al." Dev yola de­
vam etti ve gözden kaybolunca, kendi devler şehrine döndü.
O zaman bu aptal kervanbaşı, budalalığı yüzünden devin önerisi­
ne uydu, torbaları parçaladı ve arabaları ileri sürdü. İleride en ufak su
izi yoktu, insanlar susuzluktan zayıf düştü. Gün batımına dek yol
aldılar, sonra arabaları çözüp onları daire halinde topladılar ve öküz­
leri tekerlere bağladılar. Ne öküzler için su, ne de insanlar için yulaf
ezmesi ve haşlanmış pirinç vardı. Güçten düşen insanlar oraya buraya
uzanıp uykuya daldı. Geceyarısı devler şehirlerinden geldi ve öküzleri
ve insanları, hepsini katledip etlerini sıyırdılar, sırf kemiklerini bırak­
tılar ve sonra gittiler. El kemiklerini ve diğer kemikleri dört yöne ve
dört ara yöne dağılmış kaldı; beş yüz araba sonsuza dek dolu kaldı.49
ikinci öykü biraz daha farklı. Dünyaca tanınmış bir öğretmenin
denetimi altında askeri eğitimini daha yeni tamamlamış olan genç bir
prensi anlatır. Başarısının bir simgesi olarak Beş Silahlı Prens adım al­
dıktan sonra, öğretmeninin verdiği beş silahı aldı, selam verdi ve yeni
silahlar kuşanmış olarak kralın, babasının şehrine giden yola koyuldu.
Yolda bir ormana rastgeldi. Ormanın girişindeki insanlar onu uyardı­
lar. “Saygıdeğer prens, bu ormana girmeyin,” dediler; “Yapışkan Tüy

49 Jataka, 1:1. Eugene Watson Burlingame’in çevirisinden kısaltılmıştır, Budd­


hist Parables (Yale University Press, 1922), s. 33-34. Yayımcıların izniyle ye­
niden basılmıştır.

102
KAHRAMANIN MACERASI

adlı bir dev yaşar burada, gördüğü herkesi öldürür.”


Fakat prens bir aslan kadar kendinden emin ve korkusuzdu. Al­
dırmadan ormana daldı. Ortalarına ulaştığında, dev kendini gösterdi.
Dev bir palmiye ağacı boyuna erişmişti; kendisi için çan şeklinde ku­
leleriyle bir yaz evi kadar büyük bir baş, dilenci kâseleri kadar büyük
gözler, dev soğan ya da tomurcuklar kadar büyük iki azıdişi yaratmış­
tı; bir şahinin gagasına sahipti; karnı lekelerle kaplıydı; elleri ve ayak­
ları koyu yeşildi. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Dur! Benim esi-
rimsin!”
Beş Silahlı Prens korkusuzca, öğrendiği becerilere büyük bir gü­
ven içinde yanıt verdi.. “Dev,” dedi, “ormana girdiğimde başıma neler
geleceğini biliyordum. Bana saldırmadan önce bir düşünmelisin ben­
ce; çünkü zehire batırılmış bir okla etini deler ve seni gebertirim!”
D eri böyle tehdit ettikten sonra, genç prens yayma zehirli bir ok
yerleştirdi ve oku attı. Ok devin tüylerine takıldı. O zaman birbiri ar­
dına elli ok attı. Hepsi de derin tüylerine takıldı. Dev bütün oklardan
silkinerek hepsini ayakları dibine döküverdi ve genç prense yaklaştı.
Beş Silahlı Prens deri bir kez daha tehdit etti ve kılıcını çekip usta
bir vuruş yaptı. Otuzüç arşmlık kılıç, derin tüylerine takıldı. O zaman
prens ona bir mızrakla saldırdı. O da tüylere takıldı. Mızrağın takıldı­
ğını görünce, bir sopa darbesi indirdi. Bu da tüylere takıldı.
Sopanın da takıldığını görünce, şöyle dedi: “Dev usta, beni daha
önce duymamıştın. Ben Beş Silahlı Prens’im. Bu ormana seni merak
edip girdiğimde, yaylar ya da bunun gibi silahları hesaba katmadım;
ormana girdiğimde, yalnız kendimi hesaba kattım. Şimdi seni dövece­
ğim ve seni toza toprağa bulayacağım!” Böyle dedikten sonra, bağıra­
rak deve sağ eliyle vurdu. Eli devin tüyüne takıldı. Sol eliyle vurdu. O
da takıldı. Sağ ayağıyla vurdu. O da takıldı. Sol ayağıyla vurdu. O da
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

takıldı. Şöyle düşündü: “Seni kafamla döveceğim ve toza toprağa bula­


yacağım!” Kafasıyla vurdu. O da devin tüylerine takıldı.50
Beş kere dolanmış, beş yerinden sıkıca yapışmış Beş Silahlı Prens
devin gövdesinden sarkıyordu. Ama yine de korkusuzdu, kaygısızdı.
Dev ise düşünüyordu: “Bu aslan gibi bir adam, soylu bir doğumun
adamı - adam değil yalnızca! Benim gibi bir dev tarafından yakalandı­
ğı halde, ne titriyor ne sarsılıyor! Bu yolda durdum duralı onun bir
eşini görmedim! Tuhaf, niye korkmuyor?” Onu yemeye cesaret ede­
meden sordu: “Delikanlı, neden korkmuyorsun? Neden ölüm korku­
suyla korkmuyorsun?”
“Neden korkacakmışım ey dev? Yaşamda ölüm mutlak bir şeydir.
Dahası, karnımda silah olarak bir şimşek var. Beni yesen bile, o silahı
hazmedemezsin. İçini dilimlere, parçalara ayıracak ve öldürecek seni.
O zaman ikimiz de yok olacağız. Bu yüzden korkmuyorum!”
Beş Silahlı Prens, okurların da bildiği gibi, içindeki Bilgi Silahı‘nı
kastediyordu. Gerçekten de, bu genç kahraman, daha önceki bir be-
denlenmesini yaşayan Geleceğin Buddhası’ndan başkası değildi.51

50 Beş Silahlı Prens’in bu macerasının popüler folklorun tanınmış ve iyi bili­


nen evrensel katran-çocuk öyküsünün bilinen ilk örneği olduğu belirtil­
miştir. (Bakanız Aurelio M. Espinosa: “Notes on the Origin and History of
the Tar-Baby Story,” Journal of American Folklore, 43, 1930, s. 129-209: “A
new Classification of the Fundemental Elements of the Tar-Baby Story on
the Basis of Two Hundred and Sixty-Seven Versions,” a.g.e., 56,1943, s. 31-
37; ve Ananda K. Coomaraswamy, “A Note on the Stickfast Motif,” a.g.e.,
57, 1944, s. 128-131.)
51 Şimşek (vajra) Budist mitolojinin, Buddhalığın (yok edilemez aydınlanma­
nın) dünyanın yanıltıcı gerçekliklerini sarsan ruhsal gücünü belirten başlı­
ca simgelerinden biridir. Mutlak, ya da Adi Buda [Evren ruhu] Tibet imge­
lerinde Vajra-Dhara (Tibetçe: Dorje-Chanğ) “Elmas Kadar Sert Şimşeğin Sa­
hibi” olarak temsil edilir.

104
KAHRAMANIN MACERASI

“Delikanlının söylediği doğru,” diye düşündü dev, ölüm korku­


suyla ürpererek. “Bu aslan adamın gövdesinden, bir fasulye tanesi ka­
dar et parçasını bile hazmedemez benim midem. Bırakacağım onu!”
ve Beş Silahlı Prenş’i serbest bıraktı. Geleceğin Buddhası ona Öğreti’yi
sundu, onu hükmü altına aldı, benliğinden vazgeçirdi ve ormanda ba­
ğışları kabul eden bir ruha dönüştürdü onu. Devin şefkatli olmasını
sağlayan delikanlı ormandan ayrıldı ve ormanın ağzında karşılaştığı
insanlara bu öyküyü anlattı; sonra yoluna gitti.52

Beş duyunun bizi sabitlediği ve fiziksel organların eylemleriyle bir


kenara itemediğimiz dünyanın bir simgesi olan Yapışkan Tüy, ancak
Geleceğin Buddhası, şanlı adı ve fiziksel karakterinin beş silahıyla ko-

Eski Mezopotamya’dan (Sümer ve Akad, Babil ve Asur) gelen tanrı resimle­


rinde, vajra ile aynı biçimde olan şimşek dikkati çeken bir öğedir (bkz.
Levha XXI); Zeus bunlardan kaynaklanmıştır.
Ayrıca ilkel halklar arasında savaşçılann silahlarından şimşekler olarak söz
edebildiğini biliyoruz. Sicut in caelo et in terra: aydınlanmış savaşçı tanrısal
iradenin bir aracıdır; eğitimi yalnız bedensel değil, aynı zamanda ruhsal
becerileri de içerir. Büyü (şimşeğin doğaüstü gücü), savaşçının darbeleri­
ne, fiziksel güç ve kimyasal zehir kadar ölümcül enerji verir. Mükemmel
bir usta hiçbir fiziksel silaha gerek duymayacaktır; büyülü sözünün gücü
yetecektir.
Beş Silahlı Prens meseli bu temaya bir örnektir. Fakat ayrıca, sadece de­
neysel, bedensel karakterine güvenen ya da bundan gururlanan kişinin her
zaman hazırlıksız olduğunu öğretmektedir. “Burada estetik deneyimin
[“beş nokta’’ beş duyuya karşılık gelir] kıvrımlarına karışabilen, fakat ken­
dine has ahlaki bir üstünlükle kendini kurtarmayı, hatta başkalarım ser­
best bırakmayı başarabilen bir kahramanla karşı karşıyayız,” diye yazıyor
Dr. Coomaraswamy (Journal of American Folklore, 57, 1944, s. 129).
52 Jataka, 55:1, 272-275. Hafif bir değişiklikle Eugene Watson Burlingame’in
çevirisinden uyarlandı, a.g.e., s. 41-44. Yayımcıları, Yale University Press’in
izniyle basılmıştır.

105
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

runmayıp, adsız ve görünmez olan altıncı silaha, adların ve suretlerin


görüngüsel alanının ötesindeki silaha, aşkın ilkenin bilgisinin tanrısal
şimşeğine başvurduğu zaman yenildi. Böylece durum değişti. Artık
yakalanmış değil, serbest bırakılmıştı; çünkü şimdi her zaman özgür
olduğunu hatırlamıştı. Görüngüsellik canavarının gücü dağıtılıp yok
edildi ve o da kendinden vazgeçmeye yöneldi. Kendinden vazgeçerek
tanrısal oldu - bağışları almakla görevli bir ruh; dünyanın, bir son
olarak değil, bütün isimleri ve suretleri içkin olarak aşan, basit bir ad
ve suret olarak kabul edildiği zamanki gibi.
Tanrı’yı insan görüşünden uzak tutan “Cennet Duvarı”, Cusalı
Nicholas’m anlatığına göre “karşıtların uyuşmasından oluşmaktadır
ve kapısı, “yenilinceye dek yolu engelleyen akim en yüksek ruhu” ta­
rafından korunmaktadır.53 Karşıtlık çiftleri (olmak ve olmamak, ya­
şam ile ölüm, güzellik ile çirkinlik, iyi ile kötü, ve ummak ile kork­
mak yeteneklerini etkileyen ve savunma ile kazanma amaçları için ey­
lem organlarını birbirine bağlayan tüm diğer ikilikler) yolcuyu ezen,
fakat aralarından kahramanların her zaman geçtiği çarpışan kayalardır
(Symplegades). Bu bütün dünyada bilinen bir motiftir. Eski Yunanlar
bunu Karadeniz’in rüzgârların sürüklemesiyle birbirine çarpan iki ka­
yalık adası için söyler; fakat Iason, Argo gemisiyle aralarından geçmiş­
tir ve o zamandan beri ayrı durmaktadırlar.’ 4 Navaho söylencesinin
İkiz Kahramanlarını da Örümcek Kadın aynı engel için uyarmıştı; ama
yolun polen simgesi ve canlı bir güneş kuşundan koparılmış kartal
tüyleriyle korunarak aralarından geçtiler.55

53 Cusalı Nicholas, De visione Dei, 9:11; alıntılayan Ananda K. Coomara-


swamy, “On the One and Only Transmigrant" (Supplemeııt to the Journal of
the American Oriental Society, Nisan-Haziran 1944), s. 25.
54 Ovidius, Metamorphoses, VII, 62; XV, 338.
55 Geride, s. 85.

106
KAHRAMANIN MACERASI

Bir adağın güneş kapısının arasından yükselen dumanı gibi, kahra­


man da dünyanın duvarlarının arasında, egosundan sıyrılıp egosunu
Yapışkan Tüy’e takılı bırakarak çıkar.

5. Balinanın Kamı

Büyülü eşikten geçişin bir yeniden doğum alanına geçme olduğu


fikri, dünyanın her yerinde rahim imgesi olan balina karnıyla simge-
lenmiştir. Kahraman, eşiğin gücünü ele geçirmek ya da onunla uzlaş­
mak yerine bilinmeyenin içinde kaybolur ve ölmüş gibi görünür.

Mişe-Nahma, Balıklar Kralı,


Öfkeyle yukarı fırladı,
Parıltılarla gün ışığına sıçradı,
Büyük çenesini açtı ve yutuverdi
Kanoyu ve Hiavvatha’y ı.56

Bering Boğazı Eskimoları hilebaz kahraman Kuzgun’un bir gün sa­


hilde elbiselerini kuruturken kıyıya yaklaşan bir balina gördüğünü
anlatır. Ona seslenmiş: “Bir daha hava için yukarı geldiğinde,' dostum,
ağzım aç ve gözlerini kapa.” Sonra hızla kuzgun kılığına bürünmüş,
kuzgun maskesini takmış, ateş çubuklarını kolunun altına sıkıştırmış
ve suyun üzerinde dolanmaya başlamış. Balina yukarı çıkıp söyleneni
yapmış. Kuzgun da onun açık ağzından içeri ve dosdoğru midesine
doğru dalmış. Şaşıran dişi balina ağzını kapatıp bağırırken Kuzgun

56 Longfellow, The Song of Hiawatha, VIII. Longfellow’un Iroquoilerin şefi Hi-


awatha’ya yüklediği maceralar, tamamen Algonquin kültürünün kahra­
manı Manabozho’ya aittir. Hiawatha onaltıncı yüzyılın gerçek bir tarihsel
kişiliğiydi, ileride, s. 335, dipnota bakınız.

107
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

içeride durmuş çevresine bakımyormuş.57 Zuluların bir filin yuttuğu


iki çocukla anneleri üzerine bir öyküsü vardır. Kadm hayvanın karnı­
na ulaşınca, “büyük ormanlar ve nehirler ve birçok yüksek ovalar gör­
müş; bir yanda bir yığın kaya varmış; ve köylerini oraya kurmuş bir
sürü insan varmış; ve bir sürü köpek ve inek; hepsi filin içindey­
miş.”58
Irlandalı kahraman Finn MacCool’u, Kelt dünyasında peist olarak
bilinen türden şekilsiz bir canavar yutmuştu. O küçük Almanı, Kırmı­
zı Başlıklı Kız’ı bir kurt yutmuştu. Polinezyalı Maui’yi büyük büyü­
kannesi Hine-nui-te-po yutmuştu. Ve Zeus dışında bütün eski Yunan
panteonu baba Kronos tarafından yutulmuştu.
Eski Yunan kahramanı Herakles, Amazonların kraliçesinin keme­
riyle eve dönerken Troia’da konaklayınca, deniz tanrısı Poseidon’un
gönderdiği bir canavarın şehre saldırdığım gördü. Yaratık kıyıya çık­
mış çevredeki insanları avlıyordu. Kralın kızı olan güzel Hesione, ba­
bası tarafından kayalara kurban olarak bağlanmıştı ve büyük kahra­
man onu bir bedel karşılığında kurtarmayı kabul etti. Bu arada cana­
var sudan çıktı ve her şeyi yutan devasa ağzını açtı. Herakles boğazına
daldı, karnım keserek dışarı çıktı ve canavarı öldürüp orada bıraktı.
Bu yaygın motif, eşikten geçişin bir kendini yok etme biçimi oldu­
ğunu vurguluyor. Symplegades’in macerasına benzerliği çok açık. Fa­
kat burada, dışa, görünür dünyanın sınırları dışına geçiş yerine, kah­
raman yeniden doğmak üzere içe doğru gidiyor. Kaybolma, inananın,
kim ve ne olduğunu, yani ölümsüz olmadıkça kül ve toz olduğunu
anımsamasının kolaylaşacağı yer olan tapmağa girmesine karşılık gel­

57 Leo Frobenius, Das Zeitalter des Sonnengottes (Berlin, 1904), s. 85.


58 Henry Callaway, Nursery Tales and Traditions of the Zulus (Londra, 1868), s.
331.

108
KAHRAMANIN MACERASI

mektedir. içerideki tapmak, balinanın karnı ve ötedeki, yukarıdaki ve


aşağıdaki cennet toprağı, hepsi aynı şeydir. Tapmaklara giden yolların
ve girişlerinin heybetli heykellerle kuşatılmış olması ve korunması bu
yüzdendir: ejderhalar, aslanlar, kılıçlarını çekmiş şeytan avcıları, dar­
gın cüceler ve kanatlı boğalar. Bunlar içerideki daha da yüksek sessiz­
likleri göğüsleyemeyecek olanları uzakta tutacak olan eşik muhafızla­
rıdır. Varoluşun tehlikeli yönünün, olağan dünyayı çevreleyen mitolo­
jik devlere ya da balinanın iki sıra dişlerine denk düşen başlangıç be­
lirtileridirler onlar. Kendini adamış kişinin bir tapınağa giriş anında
bir dönüşümden geçeceği gerçeğini sergilerler. Dünyevi karakteri dı­
şarıda kalır; onu yılanın derisini attığı gibi atar. İçeri girdikten sonra
zamanda ölmüş olduğu ve Dünya Rahmine, Dünya Göbeğine, Yeryü­
zündeki Cennete döndüğü söylenebilir. Herhangi birinin tapmak mu­
hafızlarının yanından yürüyüp geçebileceği gerçeği onların önemini
azaltmaz, çünkü davetsiz misafir mabeti geçme yeteneğinden yoksun­
sa, zaten dışarıda kalmıştır. Bir tanrıyı anlamaktan aciz kişi onu şeytan
olarak görür ve böylece ona yaklaşmaktan sakınır. Öyleyse, alegorik
olarak bir tapmağa giriş ve balinanın dişleri arasından kahramanın
dalışı, her ikisi de resim dilinde yaşamı merkeze alma, yaşamı yenile­
me eylemini belirten aynı maceralardır.
“Hiçbir yaratık,” diye yazar Ananda Coomaraswamy, “varolmayı
bırakmadan daha yüksek bir doğa elde edemez.”59 Gerçekten de, kah­
ramanın fiziksel vücudu yaralanmış, parçalanmış ve Mısır miti kur­
tarıcı Osiris’te olduğu gibi denize ya da toprağa saçılmış olabilir: bir
sandukaya kapatılmış ve kardeşi Set tarafından Nil‘e atılmıştı60 ve

59 Ananda K. Coomaraswamy, “Akimcanna: Self-Naughting” (New Indian An­


tiquary, Cilt III, Bombay, 1940), s. 6, not 14, Aquinah Thomas, Sunum The-
ologica, I, 63, 3’ü alıntılıyor ve tartışıyor.
60 Sanduka ya da sepet, balina kamına bir seçenektir. Sazlann arasındaki

109
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ölümden döndüğünde kardeşi onu yeniden katletti, vücudunu ondört


parçaya ayırdı ve ülkenin dört bir yanma dağıttı. Navaholu İkiz Kah­
ramanlar yalnız çarpışan kayalardan değil, yolcuyu paramparça eden
kamışların, parçalara ayıran kaktüslerin arasından ve yolcunun üzeri­
ni örten kaynayan kumlardan geçmek zorundaydı. Egoya bağlılığı
çoktan yokolmuş olan kahraman, bir odasından diğerine rahatça ge­
çen bir kral gibi rahat bir şekilde dünyanın ufukları arasında ileri geri
geçer, ejderhanın içine girer çıkar. Ve işte burada onun kurtarma gü­
cü yatar; çünkü geçişi ve dönüşü, görüngüselliğin bütün çelişkileri
boyunca Yaratılmamış-Yokedilemez olan kalır ve korkacak bir şey
yoktur.
Yani işlevleri, dünyanın her yerinde ejderhayı yenmenin yaşamı
besleyen o gizemini görünür kılmak olan insanlar, kendi vücutlarında
dünyanın yenilenmesi için, Osiris’in vücudu gibi etlerini dağıtarak bü­
yük simgesel eylemi gerçekleştirmişlerdir. Sözgelimi Frigya’da, çarmı­
ha gerilen ve dirilen kurtarıcı Attis’in onuruna Mart’ın yirmi ikisinde
bir çam ağacı kesilir ve ana tanrıça Kybele’nin tapınağına getirilirdi.
Orada ağaç, yün şeritlerle bir ceset gibi sarılır ve menekşe demetleriy­
le süslenirdi. Gövdenin tam ortasına bir gencin resmi asılırdı. Ertesi
gün trompetlerle bir geçit töreni yapılırdı. Yirmi dört Mart Kan Günü
olarak bilinirdi: yüce rahip kollarından adak olarak sunduğu kanı akı­
tırdı; altındaki rahipler bir derviş dansıyla, davullar, borular, flütler ve
ziller eşliğinde, kendilerinden geçmiş bir halde sunağı ve ağacı kan­
larıyla ıslatmak üzere vücutlarını bıçaklarla keserek dönerdi; ve çö­
mezler, kutladıkları tanrının ölümünü ve dirilişini taklit ederek ken­
dilerini iğdiş eder ve bayılırlardı.61

Musa’yla karşılaştırın.
61 Sir James Frazer, Altın Dal (tek ciltlik baskı), s. 347-349. Yayım hakkı, The

110
KAHRAMANIN MACERASI

Aynı ruh haliyle, güney Hindistan’ın Quilacare bölgesinin kralı,


hükümdarlığının on ikinci yılının sonunda, görkemli bir festival gü­
nünde tahta bir idam sephası kurdurdu ve ipek bezlerle süsletti. Bü­
yük ayinler ve müzik sesleri eşliğinde törensel bir biçimde yıkandık­
tan sonra, tanrıya duasını ettiği tapınağa geldi. Daha sonra, sephaya
çıktı ve halkın önünde çok keskin birkaç bıçak aldı ve kendi burnu­
nu, kulaklarını, dudağını ve diğer organlarını, kesebildiği kadar çok
etini kesti. Bıçağı fırlatıp attı ve başı kaybettiği kandan dönüp yere dü­
şene dek döndü, sonunda da kendi boğazını kesti.62

Macmillan Company, 1922; izin alınarak kullanılmıştır.


62 Duarte Barbosa, A Description of the Coasts of East Africa and Malabar in the
Beginning of the Sixteenth Century (Hakluyt Society, Londra, 1866), s. 172;
aktaran Frazer, a.g.e., s. 274-275. Macmillan Company yayimcilanmn iz­
niyle basılmıştır.
Bu Kral Minos’un boğayı Poseidon’dan sakladığında yapmayı reddettiği öz­
veridir. Frazer’ın gösterdiği gibi, hükümdar katli ayini eski dünyada bili­
nen bir gelenekti. “Doğu Hindistan’da,” diye yazıyor, “kralın hükümdarlığı
ve yaşamı Jüpiter’in güneşin çevresinde dönüşüyle sona ererdi. Diğer yan­
dan Eski Yunanda, kralın kaderi her sekiz yılın ardından belirsizleşmeye
başlar gibi görünüyor. ... Fazlasıyla aceleci olmaksızın, Atmalıların Minos’a
her yıl yedi delikanlıyla yedi bakire gönderme alışkanlıklarının, kralın gü­
cünün bir başka sekiz yıllık çevrimle yenilenmesiyle ilişkili olduğunu dü­
şünebiliriz” (a.g.e., s. 280). Kral Minos’tan beklenen boğa kurbanı, gelene­
ğin kalıbına göre sekiz yıllık döneminin sonunda kendini kurban etmesini
gerektiriyordu. Fakat o, bunun yerine Atinalı delikanlıları ve bakireleri
önermiş gibi görünüyor. Tanrısal Minos, canavar Minotauros’a; kendini
yok eden Kral, tiran Yerinde Duran’a ve herkesin kendi rolünü sergilediği
hiyerarşik devlet herkesin kendisi için yaşadığı tüccar imparatorluğuna
belki de böyle dönüştü. Bu tür bir şeyin yerine eşdeğerini koyma eylemleri
erken hiyerarşik devletlerin büyük dönemlerinin sonuna doğru, 1Û üçün­
cü ve ikinci bin yılların antik dünyasında alışılmış bir şeydi artık.

111
Çizim 5. Gece-Deniz Yolculuğu: -Yusuf Kuyuda:
İsa'nın Defiıedilnıesi: Yunus ve Balina.
BÖLÜM II

ERGİNLENME

1. Sınavlar Yolu

Eşiği aştıktan sonra, kahraman bir dizi sınavdan geçmek üzere tu­
haf biçimde akışkan, belirsiz biçimlerin düş dünyasında ilerler. Bu,
mit-maceranın sevilen bir aşamasıdır; mucizevi sınavlar ve işkenceler­
le dolu bir dünya (edebiyatı yaratmıştır. Kahraman bu bölgeye girme­
den önce karşılaştığı doğaüstü yardımcının önerileri, tılsımları ve gizli
araçlarından yardım almaktadır. Ya da insanüstü yolculuğu sırasında
kendisini her yerde destekleyen iyi kalpli bir güç olduğunu ilk kez
burada da farkedebilir.
“Zor görevler” motifinin en bilinen ve en büyüleyici örneklerinden
biri, Psykhe'nin kayıp aşığı Eros’u aramasıdır.1 Burada bütün başlıca
roller tersine dönmüştür: aşığın gelini elde etmeye çabalaması yerine,
gelin aşığını elde etmeye çabalar; ve kızını aşığından uzak tutrüaya ça­
balayan acımasız bir baba yerine, oğlu Eros’u gelininden saklayan
kıskanç anne Venüs vardır. Psykhe Venüs’e yalvardığı zaman, tanrıça
onu sertçe saçlarından kavrar ve başını yere çalar, sonra bir yığın buğ­
day, arpa, darı, haşhaş tohumu, fasulye, mercimek alıp birbirine ka­
rıştırır ve kıza gece olmadan bunları ayırmasını emreder. Psykhe’ye
bir kannca ordusu yardım eder. Sonra Venüs, ona tehlikeli bir orma­
nın içindeki ulaşılmaz bir ovada yaşayan keskin boynuzlu ve ısırığı öl­
dürücü olan, tehlikeli bir vahşi koyunun altın yününden getirmesini

Apuleius, The Golden Ass (Modern Library baskısı), s. 131-141.

113
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

söyler. Fakat yeşil bir kamış, koyunun oradan geçmesi sırasında çev­
redeki kamışlara takılan altın bukleleri nasıl toplayacağını anlatır ona.
Tanrıçanın bu sefer de, hiç uyumayan ejderhaların yaşadığı yüksek
bir kayanın üzerindeki dondurucu bir pınardan bir şişe suya ihtiyacı
vardır. Bir kartal gelip mucizevi işi başarır. Psykhe'ye, son olarak ye­
raltı çukurundan doğaüstü güzelliklerle dolu bir kutu getirmesi emre­
dilir. Ama yüksek bir kule ona aşağıdaki dünyaya nasıl ineceğini söy­
ler, Kharon için para ve Kerberos için rüşvet verir ve yolunu kolay­
laştırır.
Psykhe'nin yeraltına yolculuğu, peri masallarının ve mitlerin kah­
ramanlarının üstlendiği bu türden sayısız maceradan ancak biridir. En
tehlikelileri arasında uzak kuzey halklarının (Laponlar, Sibiryalılar,
Eskimolar ve bazı Amerikan Kızılderili kabileleri), hastaların kayıp ya
da yolunu şaşırmış ruhlarını arayıp geri getirmeye çabalayan şaman-
larmkiler vardır. SibiryalIların şamanı, macera için bir kuşu ya da ren
geyiğini, şamanın kendisinin gölge ilkesini, ruhunun şeklini temsil
eden büyülü bir giysiye bürünmüştür. Davulu binek hayvanıdır - kar­
tal, ren geyiği ya da at; onun üstünde uçtuğu ya da gezdiği söylenir.
Taşıdığı sopa yardımcı araçlarından biridir. Ve bir dizi görünmez
yakın arkadaş eşlik eder ona.
Laponlar arasındaki ilk gezginlerden biri, ölüler krallığına olan tu­
haf yolculuklarından birinin ürkütücü aşamalarının canlı bir tasvirini
bırakmıştır.2 Öte dünya bitimsiz gecenin mekânı olduğundan, şa­
manın ayini karanlıktan sonra gerçekleşmelidir. Dostlar ve komşular

2 Knud Leem, Beskrivelse over Finmarkens tapper (Kopenhag, 1767), s. 475-


478. İngilizce çevirisi John Pinkerton, A General Collection of the Best and
Most Interesting Voyages and Travels in All Parts of the World (Londra, 1808),
Cilt I, s. 477-478 içinde bulunabilir.

114
KAHRAMANIN MACERASI

hastanın titreşen, bir ışıkla aydınlatılmış loş kulübesinde toplamr ve


dikkatle büyücü-hekimin hareketlerini izler. O önce yardımcı ruhları
çağırır; ruhlar onun dışında kimseye görünmeden gelir. Ayin giyimle­
ri içinde, ama kuşak takmamış ve keten kukuletalar giyen iki kadın,
kukuleta ya da kuşağı olmayan bir adam, yetişkinliğe varmamış bir
kız hazırdır. Şaman başmdakini çıkarır, kuşağını ve ayak bağlarını çö-
zer, yüzünü elleriyle kapar ve çeşitli çaplarda daireler çizerek dönme­
ye başlar. Aniden vahşi tavırlar eşliğinde bağırır: “Geyiği tutun! Git­
meye hazır!” Bir balta kapıp kendi dizlerine vurmaya başlar ve sonra
baltayı üç kadına doğru sallar. Ateşin içinden çıplak elleriyle yanan
közler çıkarır. Her kadının çevresinde üç kez döner ve sonunda, “ölü
bir adam” gibi yere çöker. Bütün bu süre boyunca ona kimse dokuna­
maz. Şimdi trans halinde dinlenirken üzerine bir sineğin bile konma­
masına dikkat edilmelidir. Ruhu ayrılmıştır ve üzerlerinde yaşayan
tanrılarıyla birlikte kutsal dağlan görüyordur artık. Bekleyen kadınlar
birbirlerine dünyanın kimbilir neresinde olduğunu sorarak fısıldaşır.3
Eğer doğru dağı anarlarsa, şaman bir el ya da ayağını titretir. Uzun bir
süre sonra dönmeye başlar. Alçak, zayıf bir sesle aşağı dünyada duy­
duğu sözleri mırıldanır. O zaman kadınlar şarkıya başlar. Şaman hem
hastalığın nedenini hem de yapılacak kurbanın nasıl olacağını belirte­
rek uyanır. Sonra hastanın iyileşmesinin ne kadar süreceğini bildirir.
“Yorucu yolculuğunda,” diye bildiriyor bir başka gözlemci, “şa­
man, her zaman kolayca alt edilemeyen bir dizi değişik engelle (pu-

3 Kadınlar öte dünyadaki şamanın konumunu belirleyemeyebilir, bu du­


rumda ruhu vücuduna geri dönemez. Ya da rastgeldigi düşman bir şa­
manın ruhu onu dövüşe çağırabilir, yolunu saptırabilir. Dönmeyi başara­
mayan birçok şaman olduğu söylenmektedir. (E. J. Jessen, Ajhandling om de
Norske Finııers og Lappers Hedeııske Religion, s. 31. Bu çalışma Leem’in
a.g.e.’inde ayrı bir ek olarak yer almaktadır.)

115
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

dak) karşılaşmak ve onları aşmak zorundadır. Sık sık yolda ölmüş


olan diğer şamanlann ve bineklerinin kemikleriyle karşılaştığı karan­
lık ormanlardan ve devasa sıradağlardan geçtikten sonra yerdeki bir
açıklığa ulaşır. Maceranın en zor aşamaları şimdi, belirgin işaretleriyle
yeraltınm derinlikleri önünde uzandığı zaman başlamaktadır. ... Ölü­
ler krallığının bekçilerini yatıştırdıktan ve sayısız engeli geçtikten son­
ra, sonunda Yeraltının Efendisi’ne, Erlik’in kendisine ulaşır. Ve Erlik
korkunç biçimde böğürerek üzerine saldırır; fakat eğer şaman yete­
rince becerikliyse canavarı değerli hediyeler söz vererek sakinleştire­
bilir. Erlik’le bu konuşma anı ayinin doruk noktasıdır. Şaman kendin­
den geçer.”4
“Bütün ilkel kabilelerde,” diye yazıyor Dr. Geza Röheim, “büyücü-
hekim toplumun merkezindedir ve onun ya bir nevrotik ya bir psiko-
tik olduğunu göstermek ya da en azından sanatının nevroz ya da psi­
kozla aynı mekanizmalar üzerinde temellendiğini göstermek kolaydır,
insan grupları grup idealleriyle gerçekleşir ve bunlar her zaman ço­
cukluk hali üzerinde temellenmiştir."5 “Çocukluk hali yetişkinlik sü­
reciyle değiştirilir ya da tersine çevrilir, yine gerçekliğe zorunlu
uyumla değiştirilir, yine de oradadır ve insan topluluklarının onlarsız
varolamayacağı görünmez libidinal bağları sağlar.”6 Öyleyse, büyücü-
hekimler, toplumlannm bütün yetişkin üyelerinin ruhlarında varolan
simgesel fantezi sistemlerini görünür ve kamusal kılmaktadır. “Onlar

4 Uno Harva, Die religiösen Vorstellungen der Altaischen Völker (“Folklore Fel­
lows Communications,” No 125, Helsinki, 1938), s. 558-559; G. N. Potanin,
Oçerki severo-zapadnoy Mongolii (St. Petersburg, 1881), Cilt IV, s. 64-65’ı iz­
leyerek.
5 Göza Röheim, The Origin and Function of Culture (Nervous and Mental Di­
sease Monographs, No 69), s. 38-39.
6 A.g.e., s. 38.

116
KAHRAMANIN MACERASI

bu çocuksu oyunda önder ve ortak kaygının şimşeksavarlandır. De-


monlarla dövüşürler, böylece diğerleri de avlanabilir ve gerçek şeyler­
le savaşabilir.”7
Yani herhangi biri -herhangi bir toplumda- kendisi için, istemli
ya da istemsiz olarak kendi ruhsal labirentinin eğri büğrü geçitlerine
inerek karanlığa olan yolculuğa girişirse, çok geçmeden kendini, pu-
dak'm ve kutsal dağların yabanıl Sibirya dünyasından daha az harika
olmayan bir simgesel figürler (içlerinden biri onu her an yutabilir)
manzarasının içinde bulur. Mistiklerin sözlüğünde, bu Yolun ikinci
aşaması, duyular “arındırılıp önemsizleştirilirken” ve enerji ve ilgiler
“aşkın şeylere yoğunlaştırılırken,” “benliğin arınması”dır;8 ya da daha
çağdaş bir sözlükte: bu kişisel geçmişimizin çocukluk imgelerinin da­
ğılması, aşılması ve dönüşmesidir. Düşlerimizde her gece hâlâ yaşı be­
lirsiz engeller, heykeller, sınavlar, gizli yardımcılar ve açıklayıcı figür­
lerle karşılaşıyoruz; ve onların görünüşlerinde yalnız şu anki halimi­
zin tüm resmini değil, kurtulmak için ne yapmamıza dair bir ipucu­
nun yansıdığını da görebiliriz.
“Karanlık bir m ağaranın önünde, içeri girm ek isteyerek duruyor­
dum ,” şeklindeydi bir hastanın analiz başlangıcındaki bir düşü; “ve
geri dönerken yolum u bulamayacağım düşüncesi içimi ürpertiyor­
d u.”9 “Birbiri ardına canavarlar gördüm ,” diye kaydetmişti Emanuel
Swedenborg düş kitabına, 19-20 Ekim 1744 gecesi için, “ve kanatlarını
açtılar ve ejderhaydılar. Üzerlerinde uçuyordum , fakat içlerinden biri
destekliyordu beni.”10 O yun yazarı Friedrich Hebbel ise, bir asır son­

7 A.g.e., s. 51.
8 Underhill, a.g.e., Kısım 11, Bölüm 111. Karşılaştınn, geride, s. 65, dipnot 3.
9
Wilhelm Stekel, Fortschritte und Technik der Traumdeutung, s. 124.
10 Swedenborgs Drömmar, 1744, “Jemte andra hans anteckningar efter origi-

117
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ra (31 Nisan 1844) şunlan kaydetmişti: “Düşümde büyük bir kuvvetle


denizde sürükleniyordum; korkunç girdaplar, orada burada tutunabi­
leceğim kayalar vardı."11 Themistokles, bir yılanın vücuduna sarılıp
boynuna süründüğünü ve yüzüne dokunur dokunmaz onu pençele­
riyle kavrayan bir kartala dönüşerek uzun bir süre taşıdığını ve bir­
denbire kaybolan bir müjdecinin asasına öylesine itinayla bıraktığını,
ve büyük kaygı ve korkularından o anda kurtuluverdiğini düşlemiş-
ti.12
Düş görenin kendine özgü ruhsal sorunları dokunaklı bir basitlik
ve kuvvetle ortaya çıkmaktadır:
“Bir dağa tırmanmalıydım. Yolda her çeşit engel vardı. Bir çuku­
run üzerinden sıçramak, bir çiti aşmalı ve sonunda soluksuz kaldı­
ğımdan hiç kıpırdamadan durmalıydım.” Bu bir kekemenin düşüy­
dü.13
“Hiç kıpırdamayan bir gölün kıyısında durdum. Ansızın bir fırtına
patladı ve yüzümü sırılsıklam bırakan yüksek dalgalar çıktı;” kızar­
maktan korkan (ereuthophobia), kızardığı zaman yüzü ter içinde kalan
bir kızın düşü.14
“Önümde yürüyen bir kızı karanlık bir sokakta izliyordum. Onu

nal-handskrifter meddelade af G. E. Klemming” (Sttockholm 1859), alıntı­


layan Ignaz Jezower, Das Buch der Traume (Berlin: Ernst Rowohlt, Verlag,
1928), s. 97.
Swedenborg’un bu düş üzerine kendi yorumu şöyleydi: “Kişinin kanatları­
nı görünceye dek ejderha olduğunu anlamadığı bu ejderhalar, yanlış aşkı
temsil eder. Tam da bu konu üzerine yazıyordum” (J e z o w e r , s . 4 9 0 ) .
11 Jezower, a.g.e., s. 166.
12 Plutarkhos, Themistokles, 26; Jezower, a.g.e., s. 18.
13 Stekel, Fortschritte und Technik der Traumdeutung, s. 150.
14 A.g.e„ s. 153.

118
KAHRAMANIN MACERASI

sadece arkadan görebiliyordum ve güzel görünümünden hoşlanmış-


tım. Güçlü bir arzu kapladı beni ve peşinden koşmaya başladım. Bir­
den bir kaynaktan çıkar gibi bir ışık demeti geldi sokağın öte yanın­
dan ve yolu tıkadı. Kalbim deli gibi çarparak uyandım." Hasta eşcin­
seldi; enlemesine ışık, fallik bir simge.15
“Bir arabaya binmiştim, ama sürmeyi bilmiyordum. Arkamda otu­
ran bir adam bana yardımcı oldu. Sonunda, işler yoluna girdi ve bir
sürü kadının durduğu bir meydana geldik. Nişanlımın annesi beni
neşeyle karşıladı.” Adam iktidarsızdı, ama psikanalisti bir eğitmen ola­
rak kabul etmişti.16
“Arabanın ön camı taşla kırılmıştı. Artık fırtına ve yağmurda koru-
naksızdım. Ağlamaya başladım. Bu arabayla hedefime erişebilecek
miydim?” Düş gören, bekaretini kaybetmiş ve bunu kabullenemeyen
bir genç kızdı.17
“Bir atın yarısının yerde yattığını gördüm. Tek bir kanadı vardı ve
kalkmaya çalışıyordu, fakat yapamıyordu." Hasta günlük ekmeğini bir
gazeteci olarak kazanmak zorunda kalan bir^airdi.18
“Bir çocuk ısırdı beni.” Düş gören psikoseksüel gelişmemişlikten
hastaydı.19

“Kardeşimle karanlık bir odaya kapatılmışım. Elinde büyük bir bı­


çak var. Ondan korkuyorum. ‘Beni delirtip ve tımarhaneye kapattıra­
caksın,’ diyorum ona. Delice bir neşeyle gülüp yanıt veriyor: ‘Hep be­
nimle olacaksın, ikimizi saran bir zincir var.’ Ayaklanma baktım ve ilk

15 Ag.e., s. 45.
16 Ag.e., s. 208.
17 Ag.e., s. 216.
18 Ag.e., s. 224.
19 Ag.e., s. 159.

119
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

kez kardeşimle beni saran kalın demir zinciri farkettim.” Kardeş, diye
belirtiyor Dr. Stekel, hastanın hastalığıydı.20
“Dar bir köprüden geçiyorum,” diye düş görüyor onaltı yaşında
bir kız. “Birdenbire köprü parçalanıyor ve suya düşüyorum. Ardım­
dan bir polis suya atlıyor ve güçlü kollarıyla beni kıyıya getiriyor. Bir­
denbire bana ölü bir bedenmişim gibi geliyor. Polis de çok solgun gö­
rünüyor, bir ceset gibi.”21
“Düş gören tamamen terkedilmiş ve derin bir mahzende yalnızdır.
Odasının duvarları giderek daralır ve daralır, bu yüzden kıpırdaya­
maz.” Bu hayalde anne rahmi, kapatılma, hücre ve mezar fikirleri bir­
leşmiştir.22
“Sonu gelmez koridorlardan geçmek zorunda olduğumu düşlüyo­
rum. Sonra uzun süre hamamlardaki havuzlara benzeyen küçük bir
odada kalıyorum. Beni havuzu terk etmeye zorluyorlar ve nemli, kay­
gan bir geçitten geçip küçük bir kapıdan çıkıyorum. Yeniden doğmuş
gibi hissediyorum kendimi ve şöyle düşünüyorum: ‘Bu benim analizi­
me göre ruhsal bir yeniden doğuş demektir.’ ”23

20 Ag.e., s. 21 .
21 Stekel, Die Sprache des Traumes, s. 200. “Doğal olarak,” diye yazıyor Dr.
Stekel, “‘burada ‘ölü olmak,’ ‘canlı olmak’ demektir. Yaşamaya başlıyor ve
memur da onunla Yaşıyor.’ Birlikte ölüyorlar. Bu çok sevilen ikili intihar
fantezisine ışık tutuyor.”
Ayrıca bu düşün, Lancelot’un Kraliçe Guinevere’yi Kral Ûlüm’ün kalesin­
den kurtarma romansında görülen ünlü evrensel mitolojik kılıçtan köprü
(bıçak ağzı, geride, s. 33) imgesini de içerdiğine dikkat edilmelidir (bkz.
Heinrich Zimmer, The King and the Corpse, ed. J. Campbell (New York:
Bollingen Series, 1948), s. 171-172; ayrıca D. L. Coomaraswamy, “The Peri­
lous Bridge of Welfare,” Harvard Journal of Asiatic Studies, 8).
22 Stekel, Die Sprache des Traumes, s. 287.
23 A.g.e., s. 286.

120
KAHRAMANIN MACERASI

Hiçbir tereddüt olamaz: Daha önceki kuşakların da mitolojik ve


dinsel miraslarının simge ve ruhsal alıştırmalarından rehberlik aldığı
ruhsal tehlikeler, bizim (inançsız olduğumuzdan, ya da inançlıysak
eğer, bize kalan inançlar çağdaş yaşamın gerçek sorunlarını karşıla­
makta yetersiz kaldığından) yalnız başımıza ya da en iyisi deneye de­
neye, hazırlıksız ve genellikle iyi bir rehberlik bulamadan aşmamız
gerekiyor. Bu bizim gibi, bütün tanrı ve şeytanların akılcılaştırılarak
yok edildiği modern, “aydınlanmış” bireylerin sorunudur.24 Yine de,
bize kalabilmiş ya da dünyanın dört bir bucağından toplanmış bu mit
ve efsaneler bolluğunda bizim hâlâ insan olan yönümüzden bir şeyler
bulabiliriz. Buna rağmen, duymak ve anlamak için bir şekilde arınma­
ya ve vazgeçmeye başvurmak zorunda kalabiliriz. Sorunumuzun bir
parçası da bu: bunu nasıl yapacağız. “Yoksa Saadet Bahçesi’ne sizden
önce geçenlerin geçtiği sınavlardan geçmeden mi gireceğinizi sanıyor­
sunuz?"25
Başkalaşım kapılarından geçişin en eski kaydı tanrıça İnanna’nın
aşağı dünyaya inişine dair Sümer mitidir.
*
t
“En yukarı"dan aklını “en aşağı "ya yöneltti,
Tanrıça, “en yukarıdan" aklını “en aşağıya" yöneltti,
İnanna, “en yukarıdan" aklını “en aşağıya" yöneltti.

24 “Soru yeni değildir,” diye yazıyor Dr. C. G. Jung, “çünkü eski çağlarda ö ya
da bu biçimde tanrılara inanılmıştı. Sadece simgecilikteki benzersiz bir
yoksullaşma bizim yeniden tannları ruhsal etkenler, yani bilinçdışının ar-
ketipleri olarak keşfetmemizi sağlayabilir. ... Cennet bizim için boş bir yer,
bir zamanlar varolan şeylerin hoş bir anısı haline geldi. Fakat kalbimiz pa-
nl panl ve sırlar varlığımızın köklerinde huzursuzca kıpırdanıyor” (“Arc­
hétypes of the Collective Unconscious," par. 50).
25 Kur’an, 2:214.

121
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Hanımım cenneti terk etti, dünyayı terk etti,


Aşağı dünyaya indi,
înanna cenneti terk etti, dünyayı terk etti,
Aşağı dünyaya indi,
Efendiliği terk etti, hanımlığı terk etti.
Aşağı dünyaya indi.

Kendini kraliçe giysileri ve mücevherleriyle süslemişti. Beline yedi


tanrısal emri takmıştı. “Dönüşü olmayan ülkeye,” düşmanı ve kız kar­
deşi olan tanrıça Ereskigal’in yönettiği ölüler diyarına girmeye hazırdı.
Kız kardeşinin onu öldüreceğinden korkan Înanna, habercisi Ninşu-
bur’a, eğer üç gün içinde dönmezse cennete gidip tanrıların toplantı
salonunda onun için yanıp yakılmasını söyledi.
înanna aşağı indi. Lapis lazuliden yapılmış saraya vardı ve kapıda,
onun kim olup nereden nereye gittiğini öğrenmek isteyen başkapı-
cıyla karşılaştı. “Ben cennetin, güneşin doğduğu yerin kraliçesiyim,”
dedi. “Eğer cennetin, güneşin doğduğu yerin kraliçesiysen,” dedi ka­
pıcı, “söyle niye geldin dönüşü olmayan ülkeye? Yolcusu dönmeyen
yola kalbin neden sürükledi seni?” înanna, kız kardeşinin kocası efen­
di Gugalanna’nm cenaze törenlerine katılmaya geldiğini söyledi; Kapı­
cı Neti’yse Ereskigal’a haber verinceye dek olduğu yerde kalmasını
söyledi. Neti’ye, cennetin kraliçesine yedi kapısını açması, ama gelene­
ğe uyarak her kapıda giysisinden bir parçasını da çıkarması emredildi.

S af înanna’y a dedi ki:


“Gel Înanna, gir içeri."

lik kapıyı geçerken,


Başının “sadelik tacı," shurugga alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"

122
KAHRAMANIN MACERASI

“Aşağı dünyanın yasaları, ey înanna fevkalade kusursuzdur,


Ey înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini.’’

İkinci kapıyı geçerken,


Lapis lazuli asası alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"
“Aşağı dünyanın yasaları ey Înanna, fevkalade kusursuzdur,
Ey înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini."

Üçüncü kapıyı geçerken,


Boynundaki küçük lapis lazuli taşlar alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"
“Aşağı dünyanın yasaları ey Înanna, fevkalade kusursuzdur,
Ey Înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini."

Dördüncü kapıyı geçerken.


Göğsünde parıldayan taşlar alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"

“Aşağı dünyanın yasaları ey înanna, fevkalade kusursuzdur,
Ey Înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini."

Beşinci kapıyı geçerken,


Elindeki altın yüzük alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"
“Aşağı dünyanın yasaları ey înanna, fevkalade kusursuzdur.
Ey Înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini."

Altıncı kapıyı geçerken,


Göğsündeki göğüslük alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"

123
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“Aşağı dünyanın yasaları ey Înanna, fevkalade kusursuzdur,


Ey Înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini."

Yedinci kapıyı geçerken,


Üstündeki tüm hanımlık elbisesi alındı.
“Ne oluyor, söyleyin?"
“Aşağı dünyanın yasaları, ey İn am a fevkalade kusursuzdur,
Ey Înanna, sorgulama aşağı dünyanın törenlerini."

Çıplak olarak tahtın önüne getirilmişti. Eğildi. Aşağı dünyanın ye­


di yargıcı olan Anunnakiler Ereskigal’m tahtı önünde oturuyordu ve
gözlerini, ölümün gözlerini Inanna’ya dikmişlerdi.

Bir sözleriyle, ruha işkence eden tek sözleriyle,


Hasta kadın cesete dönerdi,
Ceset bir çengele asılırdı.26

înanna ve Ereşkigal, iki kız kardeş, ışık ve karanlık, eski simgele­


me alışkanlığına göre tek bir tanrıçayı iki yönden temsil eder; ve
karşıtlıkları sınavların güç yolunun tüm anlamını özetler. Tanrı ya da
tanrıça, kadın ya da erkek, bir mitteki bir kişi ya da düşü gören biri,
olan kahraman, karşıtını (kendi beklenmedik benliğini) keşfeder ve
onu yutarak ya da yutularak ele geçirir. Direnişler bir bir kırılır. Gu­
rurunu, erdemini, güzelliğini ve yaşamını bir kenara bırakıp kesinlik-

26 S. N. Kramer, Sumerian Mythology (American Philosophical Society Memo­


irs, Cilt. XXI; Philadelphia, 1944), s. 86-93. [Türkçesi: Sümer Mitolojisi, çev.
Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, 1999.] Batıdaki bizler için Sümer mi­
tolojisinin özel bir önemi vardır; çünkü pagan Keklerin, eski Yunanların,
Romalılann, Slav ve Almanlann dinlerine önemli bir etki olduğu gibi, Ba-
bil, Asur, Fenike ve Kutsal Kitap geleneklerinin de (sonuncusu Muhamme-
dilige ve İseviliğe yol açmıştır) kaynağıydı.

124
KAHRAMANIN MACERASI

le katlanılmaz olana boyun eğmeli ya da itaat etmelidir. O zaman ken­


dinin ve karşıtının ayrı türden olmadığım, aynı etten olduğunu farke­
der.27
Sıkıntı ilk eşik sorununun derinleşmesidir ve soru hâlâ önümüz­
dedir: Ego kendini öldürebilir mi? Çünkü bu etrafı sarılmış Hydra’nm
bir sürü başı vardır; bir başını kesince iki tane daha belirir - kesilen
organa doğru merhem uygulanıncaya dek. Sınavlar beldesine ilk yola
çıkma, üyeliğe kabul zaferlerinin ve aydınlanma anlarının uzun ve
gerçekten güç yolunun ancak başlangıcını belirtiyordu. Şimdi ejder­
halar öldürülmeli ve şaşırtıcı engeller aşılmalı - yeniden, yeniden ve
yeniden. Bu arada bir sürü hazırlık zaferleri, karşı koyulmaz heyecan­
lar ve olağanüstü beldeye anlık bakışlar olacaktır.

2. Tanrıçayla Karşılaşma

Genellikle bütün engeller ve devler aşıldığında gelen en son mace­


ra, başarılı kahraman ruhun Dünyanın Kraliçe Tanrıçasıyla mistik ev­
liliği (i£QoÇ yapoC [hieros gamos]) olarak suAulmuştur. Bu en alt nok­
tadaki, zirvedeki ya da dünyanın en ucundaki, kozmosun orta nok­
tasındaki, tapmağın sunak yerindeki ya da kalbin en derin noktasının
karanlığındaki krizdir.
İrlanda’nın batısında hâlâ Issız Adanın Prensi ile Tubber Tintye
Hammı’nın öyküsünü anlatırlar. Erin Kraliçesi’ni iyileştirmeyi uman
kahraman genç, alevli peri kuyusu Tubber Tintye’nin suyundan üç şi­

27 Ya da, James Joyce’un ifade ettiği gibi: “Karşıt eşitler, doğanın ya da ruhun
tek bir gücünden, onun dışavurumu yoluyla ve tek hali olarak türemiş ve
uyumsuzluklanmn kaynaşmasıyla yeniden birleşmek için kutuplaşmış
karşıt eşitler” (Finnegans Wake, s. 92).

125
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

şe almaya gönüllü olmuştu. Yolda karşılaştığı doğaüstü bir teyzenin


önerisini dinleyerek ve onun verdiği harika, bir parça kirli, zayıf, tüy­
leri salkım saçak bir ata binerek ateşten bir nehri geçti ve zehirli ağaç­
lar korusunun dokunuşundan kurtuldu. Rüzgâr hızındaki at Tubber
Tintye kalesinin dibinde durdu ve prens onun üzerinden açık bir
pencereye sıçrayarak kazasız belasız içeriye girdi.
“İçerisi olağanüstü büyüktü ve uyuyan devlerle ve deniz ve yerin
binbir canavarıyla, büyük balinalar, uzun kaygan yılanbalıkları, ayılar
ve her tür ve biçimden yaratıklarla doluydu. Prens aralarından geçip
büyük bir merdivene vardı. Merdivenin sonunda, içinde bir yatağa
uzanmış, o güne dek gördüğü en güzel kadının uyuduğu bir odaya
ulaştı. ‘Sana söyleyeceğim bir şey yok,’ diye düşündü ve bir sonraki
odaya geçti; böylece on iki odaya da baktı. Her birinde bir öncekin­
den daha da güzel bir kadın yatıyordu. Fakat on üçüncü odaya varıp
kapıyı açtığında, altın parıltısı gözlerini kamaştırdı. Gözü alışıncaya
dek durdu, sonra içeri girdi. Büyük ışıltılı odada altından tekerlekler
üzerinde duran altın bir yatak vardı. Tekerlekler durmaksızın dönü­
yor, yatak gece gündüz ara vermeksizin daireler çiziyordu. Yatakta
Tubber Tintye Kraliçesi yatıyordu ve on iki hizmetçisi güzeldiyse bile,
onun yanında güzelliklerinin esamesi dahi okunmazdı. Yatağın ucun­
da Tubber Tintye’nin, ateş kuyusunun kendisi vardı. Kuyunun üze­
rinde altın bir kapak vardı ve Kraliçenin yatağıyla birlikte o da dönü­
yordu.
“ ‘Diyorum ki,’ dedi prens, ‘burada biraz dinleneceğim.’ Sonra ya­
tağa girdi ve altı gece ve gündüz yataktan çıkmadı.”28
Uyku Evinin Hanımı, peri masalı ve mitte tanıdık bir figürdür.

28 Jeremiah Curtin, Myths and Folk-Lore of Ireland (Boston: Little, Brown and
Company, 1890), s. 101-106.

126
KAHRAMANIN MACERASI

Ondan daha önce, Brynhild ve küçük Çalıgülü biçimleri altında bah­


settik.29 O en mükemmel güzelliklerin en mükemmelidir, bütün arzu­
lara yanıttır, bütün kahramanların dünyevi ve dünyadışı maceraları­
nın göz alıcı hedefidir. Anne, kız kardeş, sevgili, gelindir. Dünyada
büyüleyici ne varsa, sevinç vermeyi vaat eden ne varsa, dünyanın şe­
hirlerinde, ormanlarında değilse uykunun derinliklerinde onun varlı­
ğının habercisi olmuştur. Çünkü o, kusursuzluk vaadinin bedenlen­
miş halidir; ruhun, kurulu yetersizlikler dünyasındaki sürgününün
sonunda, bir zamanlar tattığı saadeti yeniden tadacağının güvencesi­
dir: çok uzak bir geçmişte tanıdığımız, hatta sevdiğimiz rahatlatıcı,
besleyici, -genç ve güzel- “iyi” anne. Zaman onu uzağa götürmüştü,
fakat o hâlâ zamandışı denizin dibinde zamandışılıkta uyuyan biri gibi
yaşıyor.
Ne var ki, hatırlanan imge yalnızca iyi kalpli değildir; çünkü “kö­
tü” anne de - ( l ) saldırgan fantezilerin yöneltildiği ve karşı saldırı­
sından ürkülen, burada olmayan, ulaşılamaz anne; (2) engelleyici, ya­
saklayıcı, cezalandıran anne; (3) uzaklaşmaya çalışan büyüyen çocuğu
kendinde tutan anne; ve son olarak (4) virlığı tehlikeli arzu için bir
tuzak olan (kastrasyon kompleksi), arzulanan fakat yasak olan anne
(Oidipus kompleksi)- yetişkinin çocukluk anılarının gizli toprağında
varlığını sürdürür ve bazen daha güçlü olandır. Genç sporcu Akta-
ion’u tamamen yıkarak, aklın ve bedenin engellenmiş arzusunun bu
türden simgelerinde nasıl bir korku patlaması içerildiğini gösteren, if­
fetli ve korkunç Diana30 gibi ulaşılmaz büyük tanrıça figürlerinin kö­
keninde o vardır.
Aktaion tehlikeli tanrıçaya öğle vakti rastlamıştı; güneşin genç,

29
Geride, s. 62-63.
10 Eski Yunan panteonundaki adıyla, Artemis -yn.

127
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

güçlü çıkışını kesip dengeye ulaştığı ve ölüme doğru görkemli inişine


başladığı o kader dolu an. Arkadaşlarını, bir koşu oyununun ardın­
dan, kanlı köpekleriyle dinlenir halde bırakmış ve alışılmış avlanması­
nın yerine, amaçsızca komşu ağaçlıkları araştırmaya girişmişti. Servi­
ler ve çamlarla kaplı bir vadiye geldi. Merakla ilerledi, içi tatlı, şırıltıh
bir kaynak ve çimenli bir havuza ulaşan bir nehirle ıslanan bir mağara
vardı. Bu gölgeli köşe Diana’nm yeriydi ve o sırada o nypmhalarıyla
birlikte tamamen çıplak bir halde yıkanıyordu. Mızrağını, kalkanını,
yayını, terlikleri ve elbisesiyle birlikte bir kenara koymuştu. Ve çıplak
nymphalardan biri uzun saçlarını örmüştü; diğerleri büyük testiler­
den su döküyordu.
Genç, avare delikanlı bu hoş yere dalınca, bir dizi korku çığlığı
yükseldi ve bütün bedenler hanımlarını dünyevi gözlerden korumaya
çalışarak sarmaladılar. Fakat başı ve omuzları ortadaydı. Genç gör­
müştü, hâlâ da görüyordu. Diana yayı için bakındı, ama uzaktaydı, o
yüzden eline gelen ilk şeyi, yani suyu aldı ve onu Aktaion’un yüzüne
fırlattı. “Şimdi tanrıçayı çıplak gördüğünü,” diye bağırdı öfkeyle, “an­
lat bakalım, anlatabilirsen.”
Başında çatal çatal boynuzlar yükseldi. Boynu kalınlaştı ve uzadı,
kulakları sivrildi. Kolları bacaklara ve elleriyle ayakları toynaklara dö­
nüştü. Korkuya kapılarak koştu, böylesine hızla hareket edebildiğine
şaşarak. Fakat soluklanmak ve bir şey içmek için durup da kendini
suyun yüzünde görünce korkuyla geri çekildi.
Aktaion’un başına o zaman korkunç şeyler geldi. Kendi tazıları bü­
yük bir geyiğin kokusunu alarak ağaçlığa daldı. Onları duyunca bir an
neşeyle duraksadı, ama sonra içgüdüsel korkuya kapıldı ve kaçtı. Ta­
zılar arayı kapatarak izledi. Yanına geldiklerinde, ilki göğsüne atlarken
adlarını bağırmayı denedi, fakat boğazındaki ses insan sesi değildi. Onu

128
Levha V. Tanrıça Sekhmet (Mısır).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Levha VI. Medusa (Antik Roma).

pençeleriyle paraladılar. Devrildi ve kendi av arkadaşları köpekleri


kışkırtarak, coup de grace [öldürücü darbe, çn.] için geldiler. Kaçıştan
ve ölümden haberi olan Diana, artık sakinleşmiş olarak dinlenebilir­
di.31
Mitolojik Evrensel Anne figürü, kozmosa, besleyen ve koruyan ilk
varlığın dişil yanlarını yüklemektedir. Fantezi öncelikle kendiliğin­
dendir; çünkü küçük bir çocuğun annesine yaklaşımıyla yetişkinin
çevresindeki nesnel dünyaya yaklaşımı arasında yakın ve açık bir

31 Ovidius, Metamorphoses, III, 138-252.

130
KAHRAMANIN MACERASI

karşılıklılık bulunmaktadır.32 Ama ayrıca birçok dinsel gelenekte, bu


arketipsel imgenin, zihnin arınması, dengelenmesi ve görünür dün­
yanın doğasına katılımı için bilinçli biçimde denetlenen eğitsel bir
kullanımı bulunmaktadır.
Ortaçağ ve çağdaş Hindistan’daki Tantra kitaplarında tanrıçanın
meskenine Mani-dvipa, “Mücevherler Adası” denmektedir.33 Tanrı­

32 Krş. J. C. Flügel, The Psycho-Analytic Study of the Family (“The International


Psycho-Analytical Library,” No 3, 4. basım; Londra: The Hogarth Press,
1931), Bölüm XII ve XIII.
“Bir yanda zihin, ruh ya da duyarlılık kavramıyla baba ya da erillik kav­
ramı arasında; diğer yandan vücut ya da madde (matteria-anneye ait olan)
ve anne ya da dişil ilke fikri arasında oldukça genel bir denklik vardır,” di­
ye gözlüyor Professor Glügel. “[Bizim Yahudi-Hıristiyan tektanrıcılığımız-
da] anneye ilişkin duygu ve coşkulann bastırılması, bu denkliğin yaranna
olarak insanda ya da şeylerin genel düzeninde, ruhsal öğeleri abartmak ve
yüceltmek eğilimiyle birlikte insan bedenine, Dünyaya ve bütün maddesel
Evrene karşı, güvensizlik, rahatsızlık, tiksinme ya da düşmanlık eğilimi do­
ğurmuştur. Felsefede görülen idealist eğilimlerin birçoğunun çekiciliğini,
birçok zihinde anneye karşı bu eylemin bastırılmasına borçlu olduğu ve
daha dogmatik ve dar maddecilik biçimlerinin'belki de kökende anneyle
bağlantılı olan bastırılmış duygulara dönüşü temsil ettiği söylenebilir.”
(a.g.e., s. 145, not 2).
33
Hinduizmin kutsal yazıları (Şaştralar) dört sınıfa ayrılmıştır: (1) Dolaysız
tanrısal bildiriler sayılan Şruti; bunlar dört Veda’yı (eski ilahi kitapları) ve
Upanişadlar’ın (eski felsefe kitapları) bir kısmını kapsar; (2) ortodoks bil­
gelerin geleneksel öğretilerini, yerel törenler için kuralları ve birtakım laik
ve dinsel hukuk çalışmalarım içeren Smriti; (3) en güzel Hindu mitolojileri
ve destanları olan Purana; bunlar kozmogonik, teolojik, astronomik ve fi­
ziksel bilgi taşır; ve (4) Taıuralar, tanrılara tapınma ile normalötesi güç el­
de edilmesi için kullanılan teknikleri ve törenleri anlatan metinler. Tantra-
lar arasında, dolaysızca Evrensel Tann Şiva ve Tanrıça Parvati’nin bildirdi­
ği sanılan önemli bir grup metin vardır. (Bu nedenle, “Beşinci Veda” diye
anılırlar.) Bunlar Hindu ve Budist ikonografisinin ileri biçimleri üzerinde

131
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

çanın yatak-tahtı, dilekleri gerçekleştiren ağaçlar komşundadır. Ada­


nın sahili altın kumdandır. Ölümsüzlük nektarını taşıyan okyanusun
kıpırtısız sularıyla ıslanır. Tanrıça yaşam ateşiyle kıpkırmızıdır; dün­
ya, güneş sistemi, sonu gelmez uzayın galaksileri, hepsi rahminde ba­
rınır. Çünkü o dünya yaratıcısı, ölümsüz anne, ölümsüz bakiredir.
Aşılmazı aşar, beslenmezi besler ve yaşayan her şeyin yaşamıdır.
O ayrıca ölen her şeyin ölümüdür. Varoluşun tam bir çevrimi, do­
ğumdan ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık ve mezara dek onun hükmünde­
dir. Rahim ve mezardır: doğurduğu yavrularını yiyen dişi domuzdur.
Bu yüzden, hatırlanan annenin yalnız kişisel değil, evrensel iki halini
sergileyerek “iyi”yi ve “kötü”yü birleştirir. Sofunun, ikisini de eşit so­
ğukkanlılıkla birleştirmesi beklenir. Bu alıştırmayla ruhu çocukluğa
has, uygunsuz duyarlık ve takıntılarından arınır; zihni öncelikle, mut­
luluğu ve mutsuzluğu olan çocuksu insan rahatlığına göre “iyi” ve
“kötü” olarak değil, varlığın dogasınm yasa ve imgesi olarak varolan
esrarlı varlığa açılır.
Geçen yüzyılın büyük Hindu mistiği Ramakrişna (1836-1886), Kal-
küta’nın bir banliyösü olan Dakşinevar’da Kozmik Anne için yeni inşa
edilen bir tapınağın rahibiydi. Tapınak heykeli, tanrısallığı aynı anda
korkunç ve müşfik iki yönüyle sergiliyordu. Dört kolu evrensel gücü­
nün simgelerini sunuyordu: sol üst eli kanlı bir hançer tutuyor, alttaki

kalıcı bir etkileri olan ve “Tantra" adıyla bilinen bir mistik geleneği destek­
ler. Tantra simgeciliği ortaçağ Budizmiyle Hindistan’dan Tibet’e, Çin’e ve
Japonya’ya taşınmıştır.
Mücevherler Adası’nın aşağıdaki tasviri Sir John Woodroffe’un, Shakti and
Shakta (Londra ve Madras, 1929), s. 39 ve Heinrich Zimmer’in, Myths and
Symbols in Indian Art and Civilization, ed. J. Campbell (The Bollingen Series,
1946), s. 197-211 adlı kitaplanna dayanmaktadır. Mistik adamn bir tasviri
için, bkz. Zimmer, Resim 66.

132
KAHRAMANIN MACERASI

koparılmış bir insan kafasını saçlarından tutuyordu; sağ üst eli “kork­
ma” ifadesiyle kaldırılmıştı, alttaki ihsanlar sunuyordu. Kolye olarak
insan kafalarından yapılmış bir çelenk taşıyordu; etekliği insan kollan
yığınıydı; uzun dili kan emmek için uzanmıştı. O, Kozmik Güç, evre­
nin bütünlüğü, bütün karşıtlık çiftlerinin, mutlak yıkımın dehşetini
kişiliksiz, ama anneye özgü bir güvenle, harika biçimde birleştiren
uyumuydu. Tanrıça bunun tersine olarak zaman nehrini, yaşamın akı­
şını, bir anda yaratır, korur ve yok eder. Adı Kali, Kara Olan’dır; sanı,
Varoluş Okyanusu’nun ötesindeki Gemi.34
Ramakrişna sessiz bir öğleden sonra Ganj'dan güzel bir kadının çı­
kıp onun meditasyon yaptığı kuytuya geldiğini gördü. Bir çocuk do­
ğurmak üzere olduğunu anladı. Bir anda bebek doğdu ve kadın onu
nazikçe emzirdi. Birden, her nasılsa korkunç bir görünüme büründü,
çocuğu şimdi çirkin olan ağzına aldı, parçaladı, çiğnedi. Yuttuktan
sonra Ganj'a geri döndü ve ortadan kayboldu.35
Ancak en yüksek düzeyde ayırt etmeye yetenekli dehalar bu tanrı­
çanın yüceliğinin tam bir açıklamasını sağlayabilir. Düşük insanlar
için o görkemini azaltır ve onların gelişmemiş güçlerine uygun biçim­
lerde görünmeyi kabul eder. Onu tamamen kavramak ruhsal olarak
hazırlanmamış herhangi biri için korkunç bir kaza olacaktır: arzulu
genç Aktaion’un talihsiz olayının da gösterdiği gibi. Bir aziz değildi,
fakat normal insani (yani, çocuksu) aşırı ve hafif arzu, şaşkınlık ve
korku ölçüleriyle yaklaşılmaması gereken bir biçimle karşılaşmak için
hazırlıksız bir sporcuydu.
Mitolojinin resim dilinde, kadın bilinebilenin bütününü temsil

34 The Gospel of Sri Ramakrishna, İngilizceye Swami Nikhilananda’mn bir ön­


sözüyle çevrilmiştir (New York, 1942), s. 9.
35 „
A.g.e., s. 21-22.

133
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

eder. Kahraman bilmeye gelen kişidir. Yaşam denen yavaş erginlen­


mede ilerledikçe, tanrıçanın biçimi onun için bir dizi değişimden ge­
çer: hiçbir zaman kahramanın kendisinden büyük olamaz, ama onun
kavrayabileceğinden daha çoğunu vaat edebilir. Cezbeder, rehberlik
eder, zincirlerini kırmasını sağlar. Ve eğer kahraman onun arzusuna
uyabilirse, ikisi, bilen ve bilinen, her türlü sınırlamadan kopacaktır.
Kadın duyusal maceranın yüce zirvesine götüren rehberdir. Beceriksiz
gözler tarafından aşağı konumlara düşürülür; aldırışsızlığm kötü göz­
leriyle sıradanlık ve çirkinliğe gömülür. Fakat anlayışın gözleriyle kur­
tarılmaktadır. Onu olduğu gibi, gereksiz velveleyle değil de gereksin­
diği kibarlık ve kendine güvenle görebilen kahraman, gizil olarak
kral, onun yarattığı dünyanın ölümsüz tanrısıdır.
Örneğin bir öykü, Irlandalı kral Eochaid’in beş oğlunun ava çık­
tıkları bir gün nasıl kaybolduklarını anlatmaktadır. Susayınca, bir bir
su aramaya çıkmışlar, ilki Fergus’muş: “Ve üzerinde yaşlı bir kadının
beklediği bir kuyuya varır. Kocakarı şöyle görünmektedir: baştan aya­
ğa her yeri kömürden de karaydı; kafasının üstündeki gri kıvırcık saç
yığını ancak vahşi bir atm kuyruğuyla kıyaslanırdı; kulağına erişene
dek kıvrılan yeşil görünümlü azıdişiyle bir meşenin taze bir dalını
tümden kavrayabilirdi; kararmış ve dumanlı gözleri vardı; geniş delik­
leri olan çarpık bir burnu; şişkin ve lekeli bir kamı; iri bilekler ve bir
çift garip ayakla süslenen çarpık zayıf bacağı; zayıf dizleri ve uzun tır­
nakları vardı. Kadının bütün görünüşü iğrençti. ‘Burası değil mi?’ dedi
genç ve ‘Tam burası,’ diye yanıt verdi kocakarı. ‘Kuyuyu mu koruyor­
sun sen?’ dedi genç, o da ‘Öyle,’ dedi. ‘Biraz su almama izin verecek
misin?’ ‘Veririm, ama yanağıma bir öpücük kondurursan.’ ‘Olmaz,’
dedi genç. ‘Su alamazsın o zaman.’ ‘Yemin ederim,’ dedi genç, ‘seni
öpmektense susuzluktan ölmeyi yeğlerim!’ Sonra genç adam kardeşle­
rinin olduğu yere döndü ve onlara su alamadığını söyledi.”

134
KAHRAMANIN MACERASI

Olioll, Brian ve Fiachra ayıu şekilde yola çıkıp aynı kuyuya vardı­
lar. Her biri su için yaşlı kadınla karşılaştı, ama öpmeyi reddetti.
Sonunda Niall gidip kuyuya vardı. “ ‘Kadın, bırak su alayım!’ diye ba­
ğırdı. ‘Veririm,’ dedi kadın, ‘beni bir öp sen.’ Oğlan dedi ki: ‘Seni yal­
nız öpmeyip bir de kucaklayayım!’ Sonra onu kucaklayıp öptü. Bu­
nun ardından ona yeniden baktığında bütün dünyada ondan daha gö-
zalıcı, bütün evrende ona benzer bir kız yoktu: sanki her yerinde,
başından ayağına dallardaki son kar duruyordu; dolgun ve kraliçeye
yarışır kolları, uzun ve bakımlı parmakları, dümdüz bacakları vardı;
pürüzsüz, yumuşak ve beyaz ayakları iki bronz sandaletle basıyordu;
üzerinde en seçme bezlerden koyu kırmızı bir harmani ve takı olarak
da ak gümüşten bir broş vardı; inciden parlak dişleri, büyük şahane
gözleri, vişne kadar kırmızı bir ağzı vardı. ‘îşte, kadın, bir cazibeler
bütünü,’ dedi genç adam. ‘Bu doğru gerçekten.’ ‘Peki sen kimsin?’ di­
ye sordu genç. ‘ “Hükümranlığım” ben,’ dedi kadın ve şöyle söyledi:
“ ‘Ey Tara Kralı! Ben Hükümranlığım. . . .
“ ‘Şimdi suyunu al,’ dedi, ‘ve kardeşlerine git; dahası, senin ve ço­
cuklarının olacak sonsuza dek krallık ve yüce güç. ... Ve başta beni
çirkin, kaba, tiksinç, sonunda da güzel görmüştün, işte bu bile hü­
kümranlık demek: çünkü savaş olmadan, şiddetli çatışma olmadan za­
fer gelmez; ama sonuçta, kral olan şimdi görünene değil gelecekte ola­
cağa bakar.’”36

36
Standish H. O’Grady, Silva Gadelica (Londra: Williams and Norgate, 1892),
Cilt II, s. 370-372. Değişik çeşitlemeleri Chaucer’m Carıterbury Tales, “The
Tale of the Wyf of Bathe”de; Govver’ın Tak of Florent’inde; onbeşinci yüzyıl
ortası şiiri The Weddynge of Sir Gaweıı and Dame Raguell’de ve onyedinci
yüzyıl baladı The Marriage of Sir Gawaine’de bulunabilir. Bkz. W. F. Bryan
ve Germaine Dempster, Sources and Analogous of Chaucer’s Canterbury Tales
(Chicago, 1941).

135
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Hükümranlık böyle mi? Yaşamın kendisi böyle. Tükenmez kuyu­


nun tanrıça muhafızı -o n u ister Fergus, ister Aktaion, ister Issız
Ada’nın Prensi olarak keşfetmiş olsun- kahramandan, trubadorların
ve şarkıcıların “soylu kalp” dedikleri şeyi taşıyor olmasını bekler. Bir
Aktaion’un hayvansı arzusuyla, Fergus’un ani geri çekilmeleriyle de­
ğil, ancak soylulukla anlaşılıp doğru biçimde yaklaşılabilir: on-on i-
kinci yüzyıl Japonya’sının romantik saray şiirinde aware (“soylu ilgi”)
deniyordu buna.

Soylu kalpte Aşk barınır,


Korunun yeşil gölgesindeki kuşlar gibi.
Soylu kalpten önce, doğanın düzeninde
Aşk yoktu, y a da soylu kalp aşktan önce yoktu.
Çünkü güneşle birlikte,
Işık da fışkırıverdi ansızın; doğumu da
Güneşten önce değildi.
Ve Aşk kişinin kendisinin kibarlığını
Etkiliyordu; tıpkı
Ateşin en sıcak yerinin ortası olması gibi.37

Tanrıçayla (her kadında yeniden bedenlenir) karşılaşma, kahra­


manın, sonsuzluğun örtüsü olarak kutlanan yaşamın kendisi olan aşk
ödülünü (cömertlik: am orfati) kazanmak için vereceği son sınavdır.
Ve maceracı, bu bağlamda, bir delikanlı değil de bir genç kız oldu­
ğunda, nitelikleri, güzelliği ya da özlemleriyle bir ölümsüzün eşi ol­
maya uygun biridir. O zaman göksel koca ona iner ve istese de iste­

37 Guido Guinicelli di Magnano (1230-75?), Of the Gentle Hearth, çev. Dante


Gabriel Rossetti, Dante and his Circle (1874 basımı; Londra: Ellis and Whi­
te), s. 291.

136
KAHRAMANIN MACERASI

mese de onu yatağına götürür. Eğer ondan uzak durmuşsa, birden


gerçeği görür; eğer onu istemişse, arzusu yerine gelir.
Kirpiyi uzayan ağaçta izleyen Arapaholu kız gökyüzü halkının
kamp yaşamının çekiciliğine kapılmıştı. Orada göksel bir gencin eşi
oldu. Onu akıl çelen bir kirpi şeklinde doğaüstü evine sürükleyen oy­
du.
Çocuk masalındaki kralın kızı, kuyudaki macerayı izleyen gün ka­
le kapısında bir gümbürtü duydu: Kurbağa sözünü yerine getirmesini
istemeye gelmişti. Ve kızın tiksinmesine rağmen, onu yemek masasın­
daki sandalyesine dek izledi, altın tabağıyla bardağından yemek yedi,
hatta ipek yatağında onunla uyumak istedi. Kız bir öfke nöbetinde onu

Çizim 6. İsis bir Şahin Biçiminde Yeraltındaki Osiris'e Katılıyor.

137
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yerden alıp duvara çarptı. Düştüğü zaman o bir kurbağa değil, yumu­
şak ve güzel gözleriyle bir kral oğluydu. Sonra evlendiklerini ve ikisi­
nin kralla kraliçe olduğu genç adamın krallığına güzel bir arabayla git­
tiklerini öğreniriz.
Ya da bir daha; Psykhe bütün güç görevleri tamamladığında, Jüpi­
ter ona bir parça ölümsüzlük iksiri verdi; böylece şimdi mükemmel
hale gelmiş cennette, sevdiği Eros’la sonsuza dek bir olabilirdi.
Yunan Ortodoks ve Roma Katolik kiliseleri, Meryem Yortusu’nda
aynı mysteria’yı kutlar; “Bakire Meryem cennette, Krallar Kralının
yıldızlı tahtında oturduğu gelin odasına alınır.”
“Ey sabah kadar parlak en saf Bakire, nereye gidiyorsun? Ne güzel
ve tatlısın sen, Ey Sion’un ay kadar hoş, güneş kadar benzersiz kızı.”38

3. Baştan Çıkancı Olarak Kadın

Dünyanın kraliçe tanrıçasıyla mistik evlilik kahramanın tam bir


yaşam ustalığını temsil eder; çünkü kadın yaşamdır, kahraman onun
bileni ve efendisidir. Kahramanın sonul deneyimini ve edimini öncele -
yen sınamalar, bilincini geliştiren ve kaçınılmaz gelininin, yani anne-
yokedenin sahiplenişine katlanabilecek hale getiren araçların gerçeğe
dönüşme krizlerinin simgesiydi. Böylece kendisinin ve babasının bir
olduğunu bilir: babasının yerine geçmiştir.
Böyle en uç terimlerle söylendiğinde, sorun, olağan insani yaratık­
ların işlerinden uzak görünebilir. Yine de, bir yaşam durumuyla başa
çıkmaktaki her başarısızlık sonuçta bilincin bir kısıtlamasına bağlan­
malıdır. Savaşlar ve öfke nöbetleri geçici aldırışsızlık çözümleridir;

38 Vespers’de Kutsal Bakire Meryem Yortusu Şöleni için karşılıklı okunan ila­
hiler (15 Ağustos): Aşai Rabbani kitabından

138
KAHRAMANIN MACERASI

pişmanlıklar geç kalan hayallerdir. Kahramanın geçişine dair yaygın


mitin bütün anlamı, onun ölçeğin neresinde dururlarsa dursunlar ka­
dınlar ve erkekler için genel bir düzen görevi göreceğidir. Bu yüzden
en genel şekilde formüle edilmiştir. Birey yalnızca bu genel insan for­
mülüne dayanarak konumunu belirlemeli ve sonra kendisini sınırla­
yan duvarlardan geçerken onun rehberliğine bırakmalıdır kendini.
Kimdir ve nerededir devleri? Bunlar, kendi insanlığının çözülmemiş
gizemlerinin yansımalarıdır. İdealleri nelerdir? Bunlar, yaşamı kav­
rayışının belirtileridir.
Çağdaş psikanalistin odasında, hastanın düşlerinde ve sanrılarında
kavramanın macerasının aşamaları yeniden günışığma çıkar. Analistin
erginleme rahibi, yardımcı rolünü üstlenmesiyle derinlerde bir yerde
kendini önemsememeye ulaşır. Ve her zaman, aşağı inmenin ilk kor­
kularının ardından macera, karanlığın, korkunun, tiksinti ve düşsel
korkuların yolculuğuna dönüşür.
Tuhaf güçlüğün püf noktası, yaşamın ne olması gerektiğine ilişkin
görüşlerimizin yaşamın gerçekten ne olduğuyla çok seyrek örtüşmesi-
dir. Genellikle kendi içimizde ya da arkadaşlar arasında, canlı hücre­
nin doğası olan bu ısrarcı, kendini koruyucu, kötü kokulu, et yiyici,
şehvet düşkünü hararetin yaygınlığını söylemekten kaçınırız. Bunu
yerine, iyi kokuya, temizliğe yönelir, yeniden yorumlanz; bu arada
merhemdeki sineklerin, çorbadaki saçın başka sevimsiz binlerinin ha­
tası olduğunu düşünürüz.
Ama düşündüğümüz ya da yaptığımız her şeyin ille de etin koku­
suyla bağlantılı olmadığını birdenbire farkedersek ya da farketmek zo­
runda kalırsak, o zaman genellikle bir sarsılma anı yaşanır: yaşam, ya­
şamın eylemleri, yaşamın organları, özellikle yaşamın büyük simgesi
olarak kadın saf, saf, saf ruha katlanılmaz gelir.

139
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Ah, bu kaskatı et de eriyecek,


Gevşeyecek ve kendini çiğe karıştıracak!
Ya da Sonsuz Olan yasasım
Oz katliam a karşı yazmamış! Ah tanrım! Tanrım!

Bu anın büyük konuşmacısı Hamlet işte böyle demektedir:

Nasıl güçsüz, tatsız, sıkıcı ve boşuna


Görünüyor bana dünyanın bütün işleri!
Yuf olsun! Ah y u f olsun! Ayıklanmamış bir bahçe bu,
Tohum veren; aşağı ve iri yapılı şeyler
Kaplıyor onu. Demek böyle olacak!39

Oidipous’un kraliçeye ilk sahip oluşundaki masum coşkusu, kadı­


nın kim olduğunu öğrenince bir ruh yangınına dönüşüyor. Hamlet gi­
bi o da babanın ahlaksal imgesiyle sarılmıştır. Hamlet gibi o da, ensest
ve zinaya bulaşmış, keyifbaz ve düzelmesi olanaksız anneninkinden
daha yüksek bir krallık için karanlığı araştırmak üzere dünyanın çeki­
ci yanlarından uzaklaşıyor. Yaşamın ötesindeki yaşamı arayan kişi
kadının ötesine geçmeli, çağrılarının çekiciliğine aldırmamak ve öte­
deki kusursuz etere yükselmelidir.

Çünkü bir Tanrı çağırmıştı onu - birçok kez çağırmıştı,


Birçok yönden hem de: “Hey, Oidipous,
Sen Oidipous, neden oyalanıyoruz?
Çok zamandır geciktin; gel artık!"90

Bu Oidipous-Hamlet sarsıntısının ruhu kapladığı yerde, dünya.

39 Hamlet, I, ii, 129-137.


40 Oedipus Coloneus, 1615-17.

140
KAHRAMANIN MACERASI

vücut ve her şeyden öte kadın, artık zafer değil yenilgi simgeleri olur.
Püriten tektanrıcı, dünyayı reddeden bir etik sistemi o zaman mitin
tüm imgelerini kesin bir biçimde ve hemen dönüştürür. Kahraman
etin tanrıçasıyla masum kalamaz artık; çünkü o günah kraliçesi ol­
muştur.
“Bu ceset benzeri vücut için ilgi duyduğu sürece bir insan,” diye
yazıyor Hindu keşiş Şankaraçarya, “kirlidir ve doğumdan, hastalıktan
ve ölümden acı çektiği gibi düşmanlanndan da acı çeker; fakat kendi­
ni saf, İyinin ve Kıpırdatılamazın özü saydığı zaman, özgürleşir. ... Atıl
ve müstehcen bir doğası olan vücudun bu sınırlamasını fırlatıp atın.
Onu düşünmeyin artık. Çünkü kusulan bir şey (çünkü vücudunuzu
kusmaksınız) hatırlandığı zaman ancak tiksinti uyandırabilir.”41
Bu Batı’daki azizlerin yaşamlarında ve yazılarında görülene benzer
bir bakış açısıdır.
“Aziz Peter kızı Petronilla’mn çok güzel olduğunu farkedince,
Tanrı’nın ona ateşli bir hastalık verme lütfunu göstermesini sağladı.
Bir gün müritleri yanındayken Titus ona şöyle dedi: ‘Bütün has­
talıkları sağaltıyorsun, neden Petronilla’yı iyileştirip yataktan kalk­
masını sağlamıyorsun?’ Peter ona şöyle yanıt verdi: ‘Çünkü şu anki
halinden hoşnutum.’ Bu onu iyileştirecek gücü yok demek değildi;
çünkü, hemen kıza şöyle dedi: ‘Kalk Petronilla, bize bir şeyler hazırla.’
Genç kız iyileşerek kalktı ve onlara hizmet etti. Ama bitirdiğinde, ba­
bası şöyle dedi: ‘Petronilla, yatağına dön!’ Kız döndü ve hemen yine
ateşlere yakaladı. Daha sonra Tanrı sevgisi mükemmelleşince babası
ona tam sağlığını geri verdi.
“Bu sırada, güzelliğiyle çarpılmışa dönen Flaccus adlı bir soylu,

41 Shankaracharya, Vivekachudamani, 396 ve 414, çev. Swami Madhavananda


(Mayavati, 1932).

141
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

onunla evlenmek istedi. Kız şöyle dedi: ‘Eğer benimle evlenmek ister­
sen, beni evine götürecek bir genç kız topluluğu gönder!’ Ama kızlar
gelince, Petronilla hemen kendini oruç ve dua etmeye verdi. Aşai Rab­
bani ayinine katılarak yatağına uzandı ve üç gün sonra ruhunu
Tanrı’ya teslim etti.”42
“Çocukken Clairvauxlu Aziz Bernard başağrılarına tutulmuştu. Bir
gün, acılarını şarkılarıyla dindirmek üzere genç bir kadın ziyaretine
geldi. Fakat sinirli oğlan onu odadan kovdu. Ve Tanrı onu bu davra­
nışı için ödüllendirdi; çünkü hemen yatağından kalkıverdi, iyileşmişti.
“Küçük Bernard’ın böyle bir eğilimi olduğunu farkeden insanın en
eski düşmanı, kendini onun bekareti için tuzaklar kurmaya adadı.
Çocuk, şeytanın heveslendirmesiyle bir gün bir bayana bir süre baka-
kalmıştı ve kendinden utandı, yakınlardaki bir gölün buzlu suyuna gi­
rip orada kemikleri donuncaya kadar kaldı. Başka bir sefer, uyurken
genç bir kız yatağına çıplak halde geldi. Onu farkeden Bernard, ses et­
meden yatağın yattığı kısmından uzaklaştı ve diğer yana dönerek uyu­
maya devam etti. Onu bir süre çekiştirip iteleyen zavallı yaratığın ar-
lanmazlığınm yerini öyle bir utanç kapladı ki, sonunda kalkıp kendi­
ne karşı korku ve genç adama karşı hayranlıkla dolu olarak oradan
kaçtı.
“Yine, bir keresinde Bernard arkadaşlarıyla tanınmış zengin bir
kadının davetiyle evine gittiğinde, kadın delikanlının güzelliğini farke­
derek onunla yatma arzusuna kapıldı. O gece yatağından kalkıp ko­
nuğunun yanma yattı. Fakat delikanlı, yakınında birini duyar duymaz

42 Jacobus de Vorágine, The Golden Legend, LXXV1, “Saint Petronilla, Virgin.”


(Daphne öyküsüyle karşılaştırın, geride, s. 75.) Daha sonra Kilise, Aziz Pe-
ter’in çocuk sahibi olduğunu düşünmeyi pek istemediğinden, Petronil-
la'dan onun vesayeti altındaki biri olarak bahseder.

142
KAHRAMANIN MACERASI

bağırmaya başladı: ‘Hırsız! Hırsız!’ Kadm hemen telaş içinde kaçtı, bü­
tün ev ayağa kalktı, fenerler yakıldı ve herkes hırsızı aramaya koyul­
du. Kimse bulunamayınca, gözlerini kapayamayıp kalkarak yine ko­
nuğunun yatağına yönelen bu kadının dışında herkes yatağına, uyku­
suna döndü. Bernard yine bağırdı: ‘Hırsız!’ Ve yine telaşlar ve arama­
lar! Bunun ardından, kadm kendini bir. üçüncü kez daha aynı hale
düşürdü; bu yüzden sonunda kötü niyetinden, korku ya da cesaret­
sizlikle vazgeçti. Ertesi gün yolda giderken arkadaşları Bernard’a niye
o kadar çok hırsız düşü gördüğünü sordu. Onlara şöyle dedi: ‘Ger­
çekten de bir hırsızın saldırılarını püskürtmeliydim, çünkü ev sahi­
bem, kaybetseydim bir daha hiç bulamayacağım bir hâzinemi çalmaya
çalıştı.’
“Bütün bunlar Bemard’ı yılanla birlikte yaşamanın çok tehlikeli bir
şey olduğuna iknâ etti. Bu yüzden dünyayı terk etmeye ve Sistersiyen
manastırına girmeye karar verdi.”43
Buna rağmen, ne manastır duvarları, ne de çölün ıssızlığı dişi var­
lıklardan koruyabilir; çünkü münzevinin eti kemiklerine yapışık kal­
dığı ve sıcaklık verdiği sürece, yaşamıp imgeleri aklını karıştırmaya
hazırdır. Mısır’da, Teb’de çileye çekilen Aziz Anthonius’u çekici yal­
nızlığına çullanan dişi demonların alevlendirdiği arzulu sanrılar ra­
hatsız ediyordu. Dayanılmaz çekicilikteki kalçaları ve dokunulmak
için çıldıran göğüsleriyle bu tür hayaletler, tarihin bütün münzevi
barınaklarında görülmüştür. “Ah! Bel ermite! Bel erm ite!. . . Si tu posais
ton doigt sur mon épaule, ce serait comme une traînée de feu dans tes ve­
ines. La possession de la moindre place de mon corps t’emplira d ’une joie
plus vehemente que la conquête d ’un empire. Avance tes lèvres. ...”44

43 A.g.e., CXVII.
44
Gustave Flaubert, La tentation de Saint Antoine (La reine de Saba).

143
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

New Englandlı Cotton Mather şöyle yazıyor: “Vaat edilen toprağa


giderken geçtiğimiz Çöl, Öfkeli uçan yılanlarla doluydu. Fakat, Tanrı­
ya şükür, hiçbiri bizi tamamen baştan çıkaracak kadar çullanmadı
üzerimize! Cennete giden yolumuzda Aslan İnleri ve Leopar Yığınları
uzanır; inanılmaz Şeytan Sürüleri var yolumuzda. ... Bizler aynı za­
manda Şeytan’ın Tarlası, Şeytan’m Gaol’u da olan bir dünyadaki za­
vallı gezginleriz; her köşe bucağında Şeytan’m, Soyguncu Çeteleriyle,
yüzleri Sion yönüne dönük herkesin başını ağrıtmak için mekan tut­
tuğu bir dünya.”45

4. Babanın Gönlünü Alma

“Tanrı’nın Gazabının Yayı büküldü ve Ok yaya takıldı; ve Adalet,


Oku senin Kalbine yöneltiyor ve Yayı geriyor; ve hiçbir Vaat ve Yü­
kümlülük olmaksızın Oku Kanınla ıslanmaktan bir An ötede tutan
yalnızca Tanrı’nın, kızgın bir Tanrı’nın M erham eti...”
Jonathan Edwards, New England cemaatinin kalbine, onlara ba­
balığın bağışlanamaz biçimde çirkin yönünü anlatarak işte böyle kor­
ku saçıyordu. Onları mitsel azapların imgeleriyle kilise sıralarına çivi­
ledi; çünkü Püritenler için resmedilmiş imgeler yasak olsa da dilsel
imgeler serbestti. “Gazap," diye gürledi Jonathan Edwards, “ ‘Tanrının
Gazabı’ şu an dizginlenmiş yüce sular gibidir; arttıkça artarlar ve bir
çıkış buluncaya dek kabardıkça kabarırlar; ve Nehir ne kadar duru­
lursa, bırakıldığı anda Akışı öyle hızlı ve öyle güçlü olur. Doğru, Fena
İşlerinizin Yargılanışı daha olmadı; Tanrı’nın Öcünün Tufanları dur­
duruldu; ama her geçen an Suçunuz gitgide artıyor ve her gün biraz
daha Gazabı üzerinize çekiyorsunuz; Sular durmaksızın yükseliyor ve

45 Cotton Mather, Wonders of the Invisible World (Boston, 1693), s. 63.

144
KAHRAMANIN MACERASI

daha da güçleniyor; ve Tanrının Merhametinden başka bir şey yok


durdurulmak istemeyen ve taşmak için deliren suları tutan; eğer Tanrı
Tufan Kapısından Elini çekseydi, hemen açılacak ve Tanrının Gazabı­
nın Acımasızlığının alev misali Tufanları benzersiz bir öfkeyle öne atı­
lacak ve karşı konulmaz bir güçle üstünüze gelecekti; ve eğer Gücü­
nüz onunkinden Onbin kez fazla bile olsa, cehennemdeki en sağlam,
en dayanıklı Şeytandan Onbin Kez büyük bile olsanız, ona karşı dura­
maz, dayanamazdınız.”
Su öğesiyle tehdit ettikten sonra, Papaz Jonathan ateş imgesine dö­
ner. “Sizi Cehennemin Çukurunun üstünde bir Örümcek ya da Ateş
üstündeki iğrenç bir Böcek gibi tutan Tanrı sizden nefret eder ve ala­
bildiğine kışkırtılmıştır; size olan Gazabı Ateş gibi yanıyor; size sırf
Ateşe atılacak Değersiz bir şey gibi bakıyor; sizi Gözünün önünde gör­
meye katlanamayacak kadar saf Gözlere sahiptir o; bizim gözümüzde
en tiksindirici, zehir saçan Yılanın olduğundan On bin Kez daha iğ­
rençsiniz Onun gözünde, inatçı bir Asinin Prensine karşı işlediğinden
çok daha fazla suç işlediniz ona karşı; ve yine de sizi her An Ateşe
düşmekten koruyan bir tek onun E li....
“Ey Günahkar! ... Çevresinde Tanrısal Gazabın Alevlerinin yalım-
landığı incecik bir ipliğe asılısın ve alevler onu her yandan yakıp kül
etmeye hazır; ve sana Yardım edecek hiçbir Aracı yok, tutunacak bir
şeyin yok, Gazap Alevlerini uzak tutacak, senin olan bir şey yok, yap­
tığın bir şey yok, yapabileceğin bir şey yok Tanrının sana bir An ayır­
masını sağlayacak....”
Ama şimdi, sonunda, her nasılsa ikinci doğumun rahatlatıcı imge­
si:

“Böylesiniz işte hepiniz, ruhlarında TANRI’nın Ruhunun yüce Gü­


cüyle, büyük bir Kalp Değişiminden geçmemiş, hiç yeniden dog-

145
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

mamış, yeni Yaratıklar olmamış ve Günah içinde boğulmaktan kurtu­


lamamış, yani daha önce kimsenin denemediği Işık ve Hayat Duru­
muna geçmemiş olanlar (Yaşamınızı birçok Şeyde yenilemiş, dinsel
merhamete kapılmış ve Evlerinize ve Odalarınıza ve Tanrınm Evine
bir Dini Tasvir koymuş ve bu konuda çok katı olsanız bile), kızgın bir
Tanrının Ellerindesiniz; sizi bitimsiz Yokoluş tarafından Hemen Şu An
yutulmaktan kurtaran onun saf Merhametidir.”46
Günahkarı oktan, selden, alevlerden koruyan “Tanrının saf merha­
meti”, geleneksel Hıristiyan sözlüğünde Tann’nın “inayet”i olarak ad­
landırılmıştır; ve kalbi değiştiren “Tanrı’nın ruhunun her şeye kadir
gücü,” Tanrı’nın “bağışlayıcılığı”dır. Çoğu mitolojide, inayet ve bağış­
layıcılık imgeleri adalet ve gazabınkiler kadar canlı belirtilerek bir
dengeye ulaşılmış, kalbin kendi yolunda sürüklenmektense yükseltil­
mesi sağlanmıştır. “Korkma!” der tanrı Şiva’nın ona tapmanlar önünde
evrensel yıkım dansını yaparken yaptığı el hareketi.47 “Korkma, çün-

46 Jonathan Edwards, Sinners in the Hands of an Angry God (Boston, 1742).


47 Levha IX. Bu etkili imgenin simgeciliği Ananda K. Coomaraswamy, The
Dance of Shiva (New York, 1917), s. 56-66 ve Heinrich Zimmer, Myths and
Symbols in Indian Art and Civilization, s. 151-175 tarafından oldukça iyi bi­
çimde açıklanmıştır. Özetle: uzatılmış sağ el, her vuruşu zamanın, yaratılı­
şın ilk ilkesi olan zamanın vuruşu olan davulu tutar; uzatılmış sol el meşa­
leyi, yaratılmış dünyanın yıkımının meşalesini tutar; ikinci sağ el “korkma”
hareketi yaparken, kaldırılmış sol ayağı gösteren ikinci sol el “fil"i simgele­
yen bir konumda tutulur (fil “dünya cangıh içinde yol açıcı,” yani tanrısal
rehberdir); sağ ayak bir cücenin, ruhların Tanrıdan maddeye geçmesini
belirten “Bilmeme” demonunun sırtına konmuş, fakat sol ayak ruhun ser­
best bırakılışım gösterir biçimde kaldırılmıştır: sol, “fil eli’ nin işaret ettiği
ayaktır ve “Korkmama” güvencesine neden olur. Tann’nın başı, savrulan
kollar ve yavaşça yere basan sağ topuğun ritmiyle simgelenen yaratılış ve
yıkım dinamizminin ortasında dengelenmiş, sakin ve kıpırtısızdır. Bu mer­
kezde her şey kıpırtısız demektir. Şiva’nın sağ kulak deliği bir erkeginki,

146
KAHRAMANIN MACERASI

solu bir kadınınkidir; çünkü Tann karşıt çiftleri içerir ve onların ötesinde­
dir. Şiva’nın yüz ifadesi ne acılı ne de neşelidir, fakat dünyanın saadet ve
acısının ötesinde, ama yine de içinde olan Duygusuz Zerafet’in çehresidir.
Coşkuyla dökülen lüleler, artık yaşam dansıyla uçan Hintli Yoga’nm uzun
taranmamış saçlarını temsil eder; çünkü yaşamın neşe ve hüzünlerinde
tanınan ve içe çekilme meditasyonuyla bulunan varlık, aynı, evrensel, ikili
olmayan, Varlık-Bilinç-Saadet’in iki yönüdür. Şiva’nın bilezikleri, kolluk­
ları, halhalları ve brahman ipi4 canlı yılanlardır. Bu, onun, bütün canlı­
larıyla birlikte evrenin içinde ve evrenin kendisi olarak tezahürünün mad­
desel ve biçimsel nedeni olan Tanrı’nın gizemli Yaratıcı Enerjisiyle, Yılan
Gücüyle güzelleştirilmesi demektir. Şiva’nın saçlannda, ölümün simgesi,
Yıkımın Efendisinin alın takısı olan bir kafatasıyla birlikte onun dünyaya
diğer ihsanlan olan doğumun ve çoğalmanın simgesi olan bir hilal de gö­
rülür. Ayrıca saçlannda, sarhoş edici bir madde hazırlanan datura bitkisi­
nin çiçeği vardır (Dionysos ve Ayin şarabıyla karşılaştınn). Lülelerinde
tanrıça Ganj’ın küçük bir tasviri bulunur; çünkü tanrısal Ganj’ın yaşam ve
kurtuluş sunan sularını, daha sonra insanlığın ruhsal ve fiziksel yenilenme­
si için hafifçe dünyaya akıtmadan önce kendi başında karşılayan odur.
Tanrı’nın dans duruşu, dört bilinçlilik halinin ve bunların deneyim alan­
larının sözel eşdeğeri olan simgesel AUM ya da & hecesi olarak gör­
selleştirilir. (A: uyanan bilinç; U: düş bilinci; M: düşsüz uyku; kutsal hece­
nin çevresindeki sessizlik Tezahür Etmemiş Aşkınlık’tır. Bu hecenin bir
tartışması için, bkz. ileride, s. 301-302, ve s. 302, dipnot 16.) Tann böylece
tapmanın içinde olduğu gibi dışındadır da.
Böyle bir figür, oyulmuş imgenin işley ve değerini sergiler ve putlara ta-
pmanlar arasında uzun vaazlann neden gereksiz olduğunu gösterir. Din­
dar kişinin, tanrısal simgenin anlamıyla, derin sessizlik ve kendine uygun
bir zaman içinde karşılaşmasına fırsat tanınır; ve bunların söyledikleri tan­
rıların söyledikleridir. Yılanlar yerine altından yapılırlar ve altın (aşınma­
yan metal) ölümsüzlüğü simgeler; yani ölümsüzlük, güzelliğin gövdesi
olan Tanrı’nın gizemli yaratıcı enerjisidir.
Yaşamın ve yerel geleneklerin birçok başka ayrıntısı, insanbiçimci putların
ayrıntıları içinde kopyalanır, yorumlanır ve böylece geçerli kılınır. Bu şe­
kilde, yaşamın bütünü meditasyon için bir desteğe dönüştürülür. Kişi her

147
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

kü her şey Tanrı’nın bilgisi dahilindedir. Gelip geçici biçimler -senin


de vücudun- dans eden kollarımın ve bacaklarımın ışıltılarıdır. Her
şeyde Beni Tanı ve neden korkacaksın ki?” Vaftiz törenlerinin (İsa
Peygamberin çilesiyle ya da Buddha’nın meditasyonlarıyla etkili kılı­
nan) büyüsü, ilkel muska ve nazarlıkların koruyucu gücü ve mitlerle
peri masallarının doğaüstü yardımcılarının hepsi, insanlığın ok, alev­
ler ve tufanın göründüğü kadar zalim olmadığına dair güvencesidir.
Çünkü babanın çirkin yanı, kurbanın geride kalmış, ama öncesini
yansıtan duygusal bebeklik sahnesinden türetilen kendi egosunun bir
refleksidir; ve pedagojik açıdan “olmayan şeyin” takıntılı putperestliği,
kişiyi gizil olarak yetişkin olan ruhu babaya, dolayısıyla dünyaya iliş­
kin daha gerçekçi, daha dengeli bir görüşten uzak tutarak bir tür gü­
nah duygusuna batmış bir halde tutan bir yanlışlıktır. Kefaret (at-one-
ment)” kendini yaratan ikili canavarın -T an rı sanılan ejder (süpere -
go)48 ve Günah sanılan ejder (bastırılmış id )- terk edilmesinden başka
bir şey değildir. Fakat bu da egonun kendisine olan bağlılığın terk
edilmesini gerektirir ve güç olan da budur. Kişi babanın merhametli
olduğuna ve o merhamete olan güvene dair bir inanç duymalıdır.
Böylece, inancın merkezi, Tanrı’nın sorun çıkarmaya başlayan ve ka­

zaman için sessiz bir vaazın ortasında yaşar.


4 Brahman ipi Hindistan’ın üç üst kastının (iki kez doğanlar denen) üyeleri­
nin giydiği pamuk bir iptir. Baştan ve sağ koldan geçirilir, sol omuzda du­
rur ve gövdeyi (göğüs ve sırttan) çaprazlamasına geçerek sağ kalçaya uza­
nır. Bu iki kez doğanın ikinci doğumunu simgeler; ipin kendisi eşiği ya da
güneş kapısını temsil etmektedir, böylece iki kez doğan aynı anda hem za­
man hem de ebediyet içinde yaşamaktadır.
" Yazar, atonement: kefaret, gönül alma sözcüğüyle oynuyor; hecelerinden
“bir anda/bir olmak" anlamı çıkarıyor -çn.
48 Ya da “interego" (bkz geride, s. 99, dipnot 45).

148
KAHRAMANIN MACERASI

buk kabuk soyulan sıkı halkasından dışarı aktarılır ve can sıkıcı dev­
ler yok olur.
Kahraman, babanın ego-yıkıcı erginleyişinin ürkütücü deneyimle­
rinin hepsinden büyüleriyle (polen nazarlıkları ve şefaat gücü) korun­
masını sağlayan yardımcı dişi figüründen umut ve güvence elde ede­
bilir. Çünkü eğer korkutucu baba-yüzüne güvenmek olanaksızsa eğer,
kişinin inancı başka bir yere (Örümcek Kadm, Kutsanmış Anne) bağ­
lanır ve bu desteğe olan güvenle kişi krizi atlatır - ancak sonunda, an­
ne ile babanın birbirini yansıttığını ve özde aynı olduklarını fark ede­
cektir.
Navaholu İkiz Savaşçılar, öğüdünü ve koruyucu büyülerini alarak
Örümcek Kadm’dan ayrıldıktan sonra; ezen kayalar, parçalayan saz­
lıklar ve delik deşik eden kaktüsler ve kaynayan kumlar arasından
zorlu yollannı aştılar ve en sonunda babalarının, Güneş’in evine geldi­
ler. Kapıyı iki ayı koruyordu. Ayılar doğrulup gürlediler; fakat Örüm­
cek Kadının öğrettiği sözler hayvanların geri çekilmesini sağladı. Ayı­
lardan sonra onları bir çift yılan, sonra rüzgâr, sonra şimşekler karşı­
ladı: en son eşiğin muhafızları.49 Hepsi de kalıplaşmış sözlerle bir şe­
kilde hemert engellendi.
Güneşin turkuvaz evi büyüktü ve kare biçimliydi, engin bir suyun
kıyısındaydı. Oğlanlar içeri girince batıda oturan bir kadınla, güneyde
iki yakışıklı gençle ve kuzeyde de iki güzel kızla karşılaştılar. Kızlar
tek kelime etmeksizin doğrularak, gelenleri dört gök-örtüsüyle sarıp
bir rafa yerleştirdi. Oğlanlar orada sessizce yattı. O sırada kapınm üs­
tündeki bir çıngırak dört kez çaldı ve kızlardan biri, “Babamız geli­
yor,” dedi.

49 lnanna'nın geçtiği sayısız eşikle kıyaslayın, geride, s. 124-127.

149
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Güneş taşıyıcımız eve girdi, güneşi sırtından indirdi ve onu odamn


batı duvarındaki bir çengele astı; güneş orada bir süre “tla, tla, tla,
tla,” diyerek sallanıp durdu. Taşıyıcı yaşlı kadına döndü ve kızgınlıkla
sordu: “Kimdi bugün buraya giren iki kişi?” Kadın söylemedi. Gençler
birbirlerine baktılar. Güneş taşıyıcı, kadın kızgınlıkla şunları söyleyin-
ceye dek dört kez sordu: “Çok konuşmasan senin için daha iyi olur.
Babalarını arayan iki genç geldi buraya. Dışarıdayken kimseyi görme­
diğini söylemiştin, benden başka kadının yoktu hani. Öyleyse kimin
oğulları bunlar?" Rafı gösterdi ve çocuklar aralarında anlamlı anlamlı
gülüştüler.
Güneş taşıyıcı raftan bohçayı aldı, dört örtüyü açtı (şafağın, mavi
göğün, sarı akşam ışığının ve karanlığın örtüleri) ve oğlanlar yere düş­
tü. Onları hemen yakaladı. Öfkeyle, doğudaki duvarda duran beyaz
deniz kabuğunun büyük ve keskin oklarına fırlattı onları. Oğlanlar
yaşam tüylerini sıkıca kavrayıp geri sıçradılar. Adam onları güneydeki
turkuvaz, batıdaki çöl kumu rengi ve kuzeydeki kara kaya oklara da
fırlattı.50 Oğlanlar her seferinde yaşam tüylerini sıkıca kavrayıp geri
sıçradılar. “Keşke gerçekten,” dedi Güneş, “benim oğullarım olsaydı­
lar.”
Korkunç baba bu sefer oğlanları aşırı ısıtılmış bir buhar odasında
pişirmeye karar verdi. Onlara, odanın içinde bir yerlere saklanıp ko­

50 Pusulanın dört yönünü temsil eden dört simgesel renk, Navaho ikonogra­
fisinde ve tapımmda etkin bir rol oynar. Bunlar sırasıyla, doğu, güney, batı
ve kuzeyi belirtecek şekilde beyaz, mavi, san ve siyahtır. Afrikalı oyunbaz
tann Edşu’nun şapkasındaki kırmızı, beyaz, yeşil ve siyaha karşılık gelirler
(bkz. geride, s. 58): çünkü Babanın Evi, Babanın kendisi gibi, Merkezi sim­
gelemektedir.
İkiz Kahramanlar, bu yönlerden herhangi birinin hata ve sınırlamalanndan
pay alıp almadıklarının anlaşılması için dört yönün simgeleriyle sınanırlar.

150
KAHRAMANIN MACERASI

runmalarım sağlayan rüzgârlar yardım etti. “Evet, bunlar benim ço­


cuklarım,” dedi Güneş çıktıkları zaman - ama bu bir hileydi yalnızca;
çünkü yine onları kandırmayı tasarlıyordu. Son sınav zehirle dolu bir
tütün çubuğuydu. Dikenli bir tırtıl oğlanları uyarıp ağızlarına koyma­
ları için bir şeyler verdi. Çubuğu bitirinceye dek birbirlerine geçirerek
etkilenmeden içtiler. Hatta tatlı geldiğini bile söylediler. Güneş gurur
içindeydi. Tatmin olmuştu. “Şimdi, çocuklarım,” dedi, “benden ne is­
tiyorsunuz? Aradığınız ne?" ikiz kahramanlar babalarının, Güneş’in
tam güvenini kazanmışlardı.51
Evine ancak bütünüyle sınanmış kişileri kabul eden babanın aşırı
dikkatli olma zorunluluğu, eski Yunanların ünlü bir öyküsünde, genç
Phaethon’un mutsuz macerasında anlatılmıştır. Etiyopya’da bir baki­
reden doğan ve arkadaşları tarafından babasını araştırmaya yöneltilen
Phaethon, Güneş’in sarayını bulmak için İran’a ve Hindistan’a gitti -
çünkü annesi ona babasının güneş arabasını süren tanrı Phoibos oldu­
ğunu söylemişti.
“Güneşin sarayı altın ve ateş gibi yanan bronzdan yüce sütunlar
üzerinde ışıldayarak yükseliyordu. Yukarıdaki alınlıkları panltılı mer­
mer süslüyor; kapılar cilalı gümüşle yanıyordu. Ve işçiliği malzeme­
sinden çok daha güzeldi.”
Dik yolu tırmanan Phaethon girişe geldi. Ve Phoibos’u, çevresinde
Saatler ve Mevsimler, Gün, Ay, Yıl ve Yüz yılla sarılmış olarak bir taht­
ta otururken buldu. Tecrübesiz gencin ölümlü gözleri ışığa dayana-
madığmdan eşikte duraksadı; fakat baba salonun öte yanından kibar­
ca konuştu onunla.
“Niye geldin?” diye sordu baba. “Ne arıyorsun ey Phaethon, hiçbir

51 Matthews, a.g.e., s. 110-113.

151
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

babanın reddetmeyeceği oğul?”


Delikanlı saygıyla yanıtladı: “Ey babam (eğer bana bu ismi kullan­
ma hakkını verirseniz)! Phoibos! Bütün dünyanın ışığı! Bana bir kanıt
sun, baba, herkesin benim senin oğlun olduğumu bilmesini sağlaya­
cak bir kanıt.”
Yüce tanrı parıldayan tacını bir kenara koydu ve oğlana yaklaşma­
sını söyledi. Onu kucakladı. Sonra delikanlının istediği herhangi bir
kanıtın sunulacağına dair yemin ederek söz verdi.
Phaethon babasının, arabasını ve kanatlı atları bir günlüğüne sür­
me izni vermesini istedi.
“Böyle bir istek,” dedi baba, “sözümü aceleyle verdiğimi gösteri­
yor.” Oğlanı kendisinden az uzaklaştırdı ve arzusundan vazgeçirmeye
çalıştı. “Budalalık ederek,” dedi, “tanrılara bile verilmeyecek bir şeyi
istiyorsun. Her tanrı ne dilerse yapabilir, ama benim dışımda hiçbiri
ateş arabasında benim yerimi alamaz; yo, Zeus bile alamaz.”
Phoibos haklıydı. Phaethon isteğinde diretti. Yeminini geri çeke­
meyen baba, oğlunu oyalayabildiğince oyaladı, fakat sonunda inatçı
oğlanı görkemli arabaya götürmek zorunda kaldı: dingiliyle direği
altından, tekerlekleri altından, teker çemberiyse gümüştendi arabanın.
Boyunduruğu krizalitler ve mücevherlerle süslenmişti. Saatler, ateş
soluyan ve tanrısal yiyecekle doygun olan atların yularını çoktan ele
almıştı. Üzerlerine çınlayan dizginler taktılar, iri hayvanlar demirleri
tekmeledi. Phoibos, Phaethon’un yüzünü onu alevlere karşı koruya­
cak bir yağla sıvazladı ve başına tacını yerleştirdi.
“En azından babanın sözünü dinle,” diye uyardı tanrı, “kamçıları
az kullan ve dizginlere sıkıca sarıl. Atlar kendi başlarına yeterince hızlı
giderler. Göğün beş katını aşan yolu dosdoğru geçme, yol ağzında so­
la dön - tekerlek izlerini kolayca görürsün. Ayrıca, ne çok yükseğe ne

152
KAHRAMANIN MACERASI

de çok alçağa inmemeye dikkat et, çünkü eğer çok yükselirsen gökleri
yakarsın ve çok alçalırsan yeri mahvedersin. Orta yol en güvenlisidir.
“Ama acele et! Ben konuşurken, ıslak Gece batı kıyısındaki yerine
vardı bile. Bizi çağırıyorlar. Haydi, şafak söküyor. Oğlum, Talih yar­
dımcın olsun ve seni kendini götüreceğinden iyi bir yere götürsün.
Îşte, tut dizginleri.”
Deniz tanrıçası, Tethys engelleri kaldırdı ve atlar kişneyerek öne
atıldılar; ayakları bulutları ikiye yardı, kanatları havayı dövdü, aynı
yerden yola çıkan rüzgârları geride bıraktılar. Birdenbire araba -a lı­
şılmış ağırlığından çok daha hafifti bu kez-, dalgalar üstünde sağa sola
devrilen bir gemi gibi sarsılmaya başladı. Paniğe kapılan sürücü diz­
ginleri elden bıraktı ve yolu unutuverdi. Sarsılan araba göğün yücele­
rine çıktı ve en uzak yerlere ulaştı. Küçük ve Büyük Ayı kavruluverdi.
Kutupsal yıldızlar altında kıvrılmış yatan Yılan ısındı ve ısındıkça aşırı
vahşileşti. Sabanını yüklenen Bootes uçuverdi. Akrep kuyruğunu sa­
vurdu.
Bir süre göğün bilinmeyen bölgelerinde gezinip yıldızlara çarpan
araba, yerin hemen üstündeki bulutlara doğru atıldı: ve Ay, kardeşi­
nin atlarının onun hemen altından koşuyor olması karşısında şaşkınlı­
ğa kapıldı. Bulutlar buharlaştı. Dünya alevlere boğuldu. Dağlar alev
aldı, şehirler kaleleriyle yok oldu; uluslar küle dönüştü. EtiyopyalIlar
işte bu sırada karardı; çünkü ısı yüzünden vücutlarındaki kan yüzeye
çekildi. Libya çöle döndü. Nil, korkuyla toprağın derinlerine kaçtı ve
başını sakladı, hâlâ da saklanmaktadır.
Toprak Ana, kavrulmuş alnını eliyle kapatıp sıcak dumanlar saça­
rak yüce sesini yükseltti ve dünyasını kurtarması için her şeyin ba­
basını, Zeus’u çağırdı. “Çevrene bak!" diye bağırdı ona. “Gökler uçtan
uca dumana boğuldu. Yüce Zeus, eğer deniz kaybolursa, ve toprak ve

153
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

göğün katlan kaybolursa, biz yine başlangıcın kaosuna döneriz! Bir


düşün! Evrenimizin güvenliğini düşün! Ne kaldıysa onları kurtar alev­
lerden!”
Her Şeye Kadir Baba Zeus telaşla, bir şeyler yapılmazsa her şeyin
yok olacağını görmeleri için tanrıları çağırdı. Sonra en tepeye çıktı,
sağ eline bir şimşek aldı ve kulağının yanından fırlatıverdi. Araba
sarsıldı, atlar korkuya kapılıp dizginden çıktı; saçları tutuşan Phaet­
hon bir yıldız gibi kaydı. Ve yanan gövdesini Po nehri içine aldı.
Bölgenin Naiasları, cesedini üzerinde şunlar yazan bir mezara koy­
dular:

Burada Phaethon yatıyor; Phoibos’un arabasına göz dikmişti,


Ve başaram adıysa da, cesaret doluydu.52

Bu hoşgörülü ebeveyn öyküsü, yaşam rolleri, yeterince erginlen­


memişler tarafından üstlenildiği zaman kaosun ortaya çıktığını söyle­
yen kadim fikri sergiliyor. Çocuk anne göğsünün yaygın idilinden çı­
kıp da özelleşmiş yetişkin eylemlerinin dünyasıyla yüzleştiğinde, ruh­
sal olarak babanın alanına geçer - baba, oğlu için gelecekteki görevin
işareti ve kızı için de gelecekteki eşi olmuştur. Bilsin ya da bilmesin ve
toplumdaki konumu ne olursa olsun, baba genç varlığın büyük dün­
yaya geçmesini sağlayan erginleştirici rahiptir. Ve daha önce “iyi” ve
“kötü”yü anne temsil ederken, bunu artık o yapar - ama tek farkla,
sahnede yeni bir mücadele öğesi vardır; oğul evrenin egemenliği için
babasına karşı ve kız ise egemen olunan dünya olmak için annesine
karşı mücadele eder.
Geleneksel erginlenme fikri, adayın tekniklere, görevlere ve seçi­
minin getirdiği ayrıcalıklara katılımıyla, ebeveyn imgeleriyle olan duy-

52 Ovidius, a.g.e., II (Miller’den uyarlanmıştır; Loeb Library).

154
KAHRAMANIN MACERASI

gusal ilişkisinin radikal bir yeniden düzenlenişini bir araya getirir.


Mystagogos (baba ya da baba yerine geçen kişi), yükümlülük simgele­
rini ancak uygunsuz çocuksu kateksislerden tamamen sıyrılmış bir
oğula verecektir - kesin, kişisel olmayan güç deneyiminin bilinçdışı
(ya da belki bilinçli ve akılcılaştırılmış) kendini abartma, kişisel tercih
ya da dargınlık güdüleriyle olanaksız kılmayacağı birine. İdeal olarak,
öngörülen kişi salt insanlığından sıyrılmış ve kişiliksiz bir kozmik gü­
cün temsilcisi olmuştur. İki kere doğmuştur: kendi babası olmuştur.
Ve bu yüzden, artık kendisi, kişiyi çocuksu “iyi” ve “kötü” yanılsama­
larından, umut ve korkudan arındıracak ve varlığın açılımının an­
laşılmasıyla huzur içinde kozmik yasanın görkemliliği deneyimine ge­
çirecek olan erginleştirmeci, rehber, güneş kapısı rolünü üstlenebilir.
“Bir keresinde,” diye açıkladı küçük bir çocuk, “top güllelerinin
[sic] beni esir aldığını düşledim. Zıplayıp bağırıyordu hepsi. Kendimi
kendi salonumuzda görünce şaşırdım. Bir ateş vardı ve üzerinde de
kaynar su dolu bir kazan. Beni içine attılar ve bir ahçı arada bir gelip
pişmiş miyim diye yokladı. Sonra dışarı çıkardı ve şefe verdi, tam şef
beni ısıracakken uyandım.”53
“Masada karımla oturduğumuzu düşledim,” diye ifade ediyor ki­
bar bir beyefendi. “Yemek sırasında uzanıp henüz bebek olan ikinci
çocuğumuzu aldım ve süregiden işlemler gereği, kaynar su ya da bir
tür sıvı dolu yeşil bir çorba kâsesine koydum; çıktığında tavuk yahnisi
gibi iyice pişmişti.”
“Bu nadir yemeği ekmek tahtasına uzattım ve bıçağımla kestim. Bir
tavuk kursağına benzeyen küçük bir parça dışında hepsini yemişken,
kaygıyla karıma baktım ve sordum, ‘Bunu yapmamı istediğine emin

53 Kimmins, a.g.e., s. 22.

155
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

misin? Onu akşam yemeğimiz mi yaptın?’


“Evcil bir tavırla yanıtladı, ‘Öyle iyi pişti ki, yapacak bir şey yoktu.’
Tam son parçayı da yiyordum ki uyandım.”54
Bu dev babanın arketipsel kabusu, ilkel erginlenme ayinlerinde
gerçekleştirilir. Gördüğümüz gibi AvustralyalI Murngin kabilesinin
çocukları önce korkutulup annelerine sığınmaları sağlanır. Büyük Yı­
lan Baba onların sünnet derilerini istiyordur.55 Bu kadınları koruyucu
konumuna sokar. Deliğinden çıkmış Büyük Yılan Baba’nın çağrısı sa­
yılan, Yurlunggur adlı muazzam boru üflenir. Erkekler çocuklar için
gelince, kadınlar mızraklarını kapıp sadece dövüşür gibi değil, bağırıp
ağlar gibi de yaparlar, çünkü çocuklar götürülüp “yeneceklerdir.” Er­
keklerin üçgen dans alanı Büyük Yılan Baba’nın gövdesidir. Birçok ge­
ce boyunca çocuklara burada çeşitli totem ataların simgesi olan sayısız
dans gösterilir ve varolan dünyanın düzenini anlatan mitler öğretilir.
Ayrıca, fallik atalarının mitolojik gezilerinin taklidi olarak komşu ve
uzak klanlara doğru uzun bir yolculuğa gönderilirler.56 Bu şekilde,
sanki Büyük Yılan Baba’nın “içindeymiş” gibi, onların anne kaybının
yerini dolduran ilginç bir yeni nesne dünyaya katılırlar; ve erkek fal-
lus, dişi göğüsün yerine, imgelemin orta noktası (axis mundi) yapıl­
mıştır.
Uzun ayin dizilerinin en uç noktası çocuğun kendi kahraman-pe-
nisinin, sünnetçinin ürkütücü ve acı veren saldırısı sayesinde sünnet
derisinin korumasından ayrılmasıdır.57 Sözgelimi Aruntalar arasında,

54 Wood, a.g.e., s. 218-219.


55 Geride, s. 21.
56 W. Lloyd Warner, A Black Civilization (New York ve Londra: Harper and
Brothers, 1937), s. 260-285.
57 “Baba [yani, sünnetçi] çocuğu annesinden ayıran kişidir,” diye yazar Dr.

156
KAHRAMANIN MACERASI

boğa kışkırtıcının sesi, geçmişten bu kesin kopuş anı geldiğinde her


yerden duyulmaktadır. Gecedir ve ateşin esrarlı ışığı altında ansızın
sünnetçi ve yardımcısı belirir. Boğa kışkırtıcılarının gürültüsü törenin
büyük şeytanının sesidir ve ameliyatı yapacak ikili onun suretidir. Sa­
kalları öfkeyi simgeleyecek şekilde ağızlarında, ayakları iyice açılmış
ve kolları öne uzanmış bir halde iki adam tamamen kıpırtısız durur;
asıl ameliyatçı önde, sağ elinde ameliyatı yapacağı küçük keskin bıçağı
tutuyor ve yardımcısı hemen ardında, böylece iki vücut birbirine de­
ğiyor. Sonra alevlerin ışığıyla kaplanmış bir adam, başında bir kalkan,
ellerinin baş ve işaret parmaklarını birbirine vurarak belirir. Boğa
kışkırtıcılar uzak kamptaki kadın ve çocukların duyabileceği korkunç
bir yaygara çıkartmaktadır. Kalkanlı adam ameliyatçmın hemen önün­
de diz çöker ve hemen çocuklardan biri amcalarından birkaçı tarafın­
dan ayakları önde olmak üzere ve bütün adamlar bir şarkıyı pes, yük­
sek perdeden söylerken kalkanın üzerine yerleştirilir. Ameliyat kolay­
ca yapılır, ürkünç figürler hemen aydınlık bölgeden çekilir ve az çok
şaşkın bir haldeki çocuk, topraklarına vardığı erkekler tarafından kar­
şılanıp kutlanır. “Başardın,” derler, “ağlamadın.”58
Avustralya yerli mitolojileri, ilk erginlenme ayinlerinin bütün genç
erkeklerin öldürüleceği şekilde geçtiğini söyler.59 Ayinin, başka şeyle­
rin yanı sıra, yaşlı kuşağın Ûdipal saldırganlığı da olduğu anlaşılır; ve
sünnet, hafifletilmiş bir kastrasyondur.60 Fakat ayinler ayrıca genç, ye­

Röheim. “Çocuktan kesilen aslında annedir. ... Sünnet derisinin başı anne­
nin içindeki çocuktur" (Geza Röheim, The Eternal Ones of the Dream, s. 72-
73).
58
Sir Baldwin Spencer ve F. J. Gillen, The Arunta (Londra: Macmillan and
Co., 1927), Cilt 1, S. 201-203.
59
Röheim, The Eternal Ones of the Dream, s. 49 vd.
60 A.g.y., s. 75.

157
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ni kuşaktan erkek grubunun yamyam, ataerkil eğilimi için de düzen­


lemeler yapar ve aynı zamanda arketipsel babanın merhametli, özveri­
li yanını gösterir; çünkü uzun simgesel eğitim dönemi sırasında, er-
ginlenenlerin, yalnızca yaşlı erkeklerden taze alınmış kanla yaşamaya
zorlandıkları bir süre vardır. “Yerliler,” denir, “özellikle Hıristiyan ko-
münyon ayinine ilgi duyar ve onu misyonerlerden duyduklar zaman
kendi kan içme ayinleriyle karşılaştırırlar.”61
“Akşamleyin erkekler gelir ve kabile düzenine göre yerlerini alır­
lar, çocuk başı babasının dizlerinde yatmaktadır. Kıpırdamamalıdır,
yoksa ölecektir. Baba elleriyle gözlerini kapatır, çünkü eğer oğlan şim­
di olacaklara tanık olursa, baba ve annenin ikisinin de öleceğine inanılır.
Tahta ya da ağaç kabuğundan bir kova, kolunu hafifçe bağlayarak üst
kısmı bir burun kemiğiyle kesen ve kolu belirli bir ölçüde kan alı­
nıncaya dek kovanın üstünde tutan çocuğun dayılarından birinin
yanma konur. Sonra yanındaki adam kolunu keser ve kova dolana
dek bu böyle sürer. Dört buçuk beş litre arası. Oğlan kandan büyük
bir yudum alır. Midesi almasa da, babası kanı tükürmesini engellemek
için boğazını tutar, çünkü bu olursa babası, annesi, kız ve erkek kardeş­
lerinin hepsi ölecektir. Kanın geri kalanı üzerine boca edilir.
“Bundan sonra, bazen bir dolunay boyunca, oğlana kandan başka
bir yiyecek verilmez, mitik ata Yamminga bu yasayı koymuştur. ... Ba­
zen kan kovada kurutulur ve muhafız burunkemiğiyle onu dilimler ve
bunları, uçlardaki iki dilim önce olmak üzere oğlan yer. Dilimler eşit
ölçüde dilimlenmelidir, yoksa çocuk ölür.”62

61 A.g.y., s. 227, R. ve C. Bemdt, “A Preliminary Report of Field Work in the


Ooldea Region, Western South Australia,” Oceania, XII (1942), s. 323’den
aktararak.
62 Röheim, The Eternal Ones of the Dream, s. 227-228, akt. D. Bates, The Pas-

158
KAHRAMANIN MACERASI

Kanlarım veren erkekler sık sık bayılır ve bitkinlikten bir saat ya


da daha uzun bir süre koma halinde kalırlar.63 “Daha önceleri,” diye
yazıyor bir gözlemci, “(katılanlarca törensel olarak, içilen) bu kan bu
amaçla öldürülen bir adamdan sağlanırdı ve vücudu parçalanıp yenir­
di."64 “Burada," diye yorumluyor Dr. Röheim, “ilksel babanın öldürü­
lüp yenmesinin ayinsel temsiline olabildiğince yaklaşıyoruz.”65
AvustralyalI çıplak yabanıllar bize ne kadar aydınlanmamış görü­
nürse görünsün, simgesel ayinlerinin, yaygın kanıtları yalnız Hint Ok-
yanusu’nu çevreleyen ada ve topraklarda değil, kendi uygarlığımızın
çok özel bir alanı saydığımız arkaik merkezlerin kalıntıları arasında da
bulunan o ruhsal bilgilenmenin inanılmaz ölçüde eski dizgesinin çağ­
daş zamanlarda da varlığını sürdürmesini temsil ettiğinden şüphe edi­
lemez.66 Yaşlıların ne kadar çok şey bildiğini bizim Batılı gözlemcileri­

siııg of the Aborigines (1939), s. 41-43.


63 Röheim, The Eternal Ones of the Dream, s. 231.
R. H. Mathews, “The Wallonggura Ceremony,” Queensland Geography Jour-
nal, N. S., XV (1899-1900), s. 70; akt. Röheim, The Eternal Ones of the Dre­
am , s. 232.
65 Kayda geçirilmiş bir olayda, çocuklardan ikisi bakmamaları gereken za­
manda yukarı baktılar. “O zaman yaşlı erkekler birer ellerinde taş bıçakla
ilerledi. Çocuklann her ikisinin de damarlarını yardılar. Kan fışkırdı ve di­
ğer erkekler bir ölüm çığlığı attı. Çocuklar ölmüştü. Yaşlı wirreenun’lar
(hekimler), taş bıçaklannı kana bulayarak, onları oradaki herkesin dudağı­
na değdirdiler. ... Boorah kurbanlannın vücutları pişirildi. Her beş Bo-
orah’tan biri bu etten bir parça yedi; başkalannın bunlan seyretmesine izin
verilmedi" (K. Lanloh Parker, The Euahlayi Tribe, 1905, s. 72-73; akt. Röhe­
im, The Eternal Ones of the Dream, s. 232).
Çağdaş Malinezya’daki ilgi çekici bir simgesel dizge bulgusu, İÛ ikinci bin
yılın Mısır-Babil, Truva-Girit “labirent kompleksfyle özde aynıdır, krş.
John Layard, Stone Men of Malekula (Londra: Chatto and Windus, 1942).
W. F. J. Knight, Cumaean Gates (Oxford, 1936) içinde Malekulalı “ruhun

159
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

mi?in yayımlanmış eserlerinden öğrenmek güçtür. Fakat Avustralya


ritüel figürlerinin bize daha yüksek kültürlerden tanıdık olanlarla kar­
şılaştırılmasıyla, büyük temaların, hiç değişmeyen arketiplerin ve ruha
etkilerinin aynı kaldığı görülebilir.

Gel, ey Dithyrambos,
Gir bu erkek rahmine.67

Zeus’un, Şimşek Fırlatan’m, çocuğa, oğlu Dionysos’a bu çağrısı, er-


ginleyici ikinci doğuşa ilişkin eski Yunan mysteria’larmın ana temasını
yankılıyor. “Ve boğa sesleri ruhlar dünyasına ait korkunç görünümlü
bir yerlerden uğuldar ve bir davuldan bir imge sanki yeraltının gök-
gürültüsü gibi havayı ürpertiyle ağırlaştırır.”68 Eski Yunanlar, ölen ve

yeraltına yolculuğu”nun Aineias’ın klasik inişi ve Babil’de Gılgamış’ın ini­


şiyle olan apaçık ilişkisini tartışmıştır. W. J. Perry, The Children of the Sun
(New York: E. P. Dutton and Co., 1923), Mısır ve Sümer’den Okyanus ala­
nı boyunca Kuzey Amerika’ya dek uzanan bu kültür-sürekliliginin kanıtla­
rını bulduğunu düşünmüştü. Birçok uzman eski Yunan ve ilkel Avustralya
erginlenme törenlerinin ayrıntıları arasındaki yakın eşdeşliklere dikkat
çekmiştir; özellikle Jane Harrison, Themis, A Study of the Social Origin of
Greek Religion (göz. geç. 2. Basım; Cambridge University Press, 1927).
Değişik arkaik uygarhklann mitolojik ve kültürel düzenlerinin yeryüzü­
nün en uzak köşelerine hangi yollarla ve hangi çağlarda dağılmış olduğu
hâlâ belirsizdir; yine de kategorik olarak antropologlanmız tarafından in­
celenmiş “ilkel kültür” denen şeylerden çok azmin (belki hiçbirinin) o yer­
lere özgü olduğu söylenebilir. Bunlar daha çok, değişik topraklarda, genel­
likle çok daha basit koşullar altında ve başka ırklar tarafından geliştirilen
adetlerin yerel uyarlamalan, bölgesel bozunumları ve çok çok eski sabit-
lenmeleridirler.
67 Euripides, The Bacchae, 526 vd.
68 Aeschylus, Frg. 57 (Nauck); akt. Jane Harrison (Themis, s. 61), eski Yunan
ve Avustralya erginlenme ayinlerinde boğa kışkırtıcısının rolünü tartışması
sırasında. Boğa kışkırtıcısı konusuna bir giriş için, bkz. Andrew Lang, Cus-

160
KAHRAMANIN MACERASI

dirilen Dionysos’un takma adı olan “Dithyrambos” sözcüğünün kendi­


sinin, “çift kapının adamını,” ikinci doğuşun mucizesinde sağ kalan
adamı belirttiğini düşünüyordu. Ayrıca koro şarkılarının (dithyram-
boslar) ve tanrının kutlanmasındaki karanlık, kan tüten ayinlerin -
bitkilerin yenilenmesiyle, ayın yenilenmesiyle, güneşin yenilenmesiy­
le, ruhun yenilenmesiyle ilgili olan ve yıl tanrısınıfı dirilme mevsimin­
de görülen- kutlanan Attika tragedyasının ayinsel başlangıcını temsil
ettiğini de biliyoruz. Antik dünyada bu türden mit ve ayinler sınırlıy­
dı: Temmuz, Adonis, Mitra, Virbius, Attis ve Osiris’in ve onların çeşit­
li hayvan temsillerinin (keçiler ve koyunlar, boğalar, domuzlar, atlar,
balık ve kuşlar) ölüm ve dirilişleri her karşılaştırmalı din öğrencisi
için açıktır; Whitsuntide Lout, Green George, John Barleycorn ve
Kostrubanko, Kışı Kovalama, Yazı Getirme ve Yılbaşı Çalıkuşunun Öl­
dürülmesi gibi sevilen karnaval oyunları geleneği, çağdaş takvimimize
taşınmıştır;69 ve Hıristiyan kilisesi aracılığıyla (Düşüş ve Kurtuluş,
Çarmıha Gerilme ve Diriliş, baptizmin “ikinci doğuşu,” kiliseye kabul
ayininde yanağa atılan erginleyici tokat, simgesel Etin yenişi ve Kanın
içilmesi mitolojisinde) açıkça ve bazen de etkili biçimde insanın yer­
yüzündeki ilk gününden itibaren görüngüselliğin dehşetlerini bir ke­
nara bırakmasını ve ölümsüz varlığın her şeyi dönüştüren tasavvuru­
nu kazanmasını sağlayan fedakârlık eylemi sayesinde erginleyici gü­
cün bu ölümsüz imgelerine bağlanmaktayız. “Çünkü tenin arındırıl­
ması için murdarlara serpilen keçi ve boğaların kanı ve düve külü on­
ları kutsuyorsa, ezeli Ruh aracılığıyla kendisini lekesiz olarak Tanrı’ya

tom and Myth (göz. geç. 2. Basım; Londra: Longmans, Green, and Co.,
1885), s. 29-44.
Bunların hepsi de Sir James G. Frazer tarafından Altın Dal’da anlatılmış ve
uzun uzun tartışılmıştır.

161
Levha VII. Büyücü (Paleolitik Mağara Resmi, Fransa Pireneleri).
Levha VIII. Evrensel Ata Viracocha Ağlıyor (Arjantin).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

sunmuş olan Mesih’in kam ölümsüz Tanrı’ya ibadet etmek üzere vic­
daninizi ölü işlerden ne kadar arındıracaktır?”70
Doğu Afrikalı Basumbvva’nm anlattığı bir halk hikâyesi vardır; bir
adam Ölümün öküzünü güden ölmüş babasıyla karşılaşır ve onu ge­
niş bir çalılığa girer gibi yere giren bir yola sokar. Birtakım insanlarla
dolu uçsuz bucaksız bir alana varırlar. Baba oğulu saklar ve uyumaya
gider. Büyük Şef olan Ölüm ertesi sabah görünür. Bir yanı güzeldir;
ama diğer yanı çürümüştür, kurtçuklar düşmektedir yere. Yardımcı­
ları kurtçukları toplamaktadır. Yaraları yıkarlar ve onlar işlerini biti­
rince, Ölüm konuşur: “Bugün doğan: alışverişe giderse soyulacak. Bu­
gün doğuran kadın: doğurduğuyla ölecek. Bugün tarlada çalışan
adam: mısırları çürüyecek. Cangıla giden kişiyi aslan yiyecek.”
Ölüm böylece evrensel laneti söyledi ve dinlenmeye gitti. Ama er­
tesi sabah ortaya çıkınca, yardımcıları onun güzel yanını yıkayıp ko-
kuladılar, yağla ovaladılar. Bitirdikleri zaman Ölüm kutsamayı söyle­
di: “Bugün doğan: zengin olsun. Bugün doğuran yaşlanacak bir çocuk
doğursun. Bugün doğan: pazara gitsin; iyi mallar bulsun: hileyi boz­
sun; filler bile bulsun. Çünkü bugün takdis ediyorum.”
O zaman baba oğluna şöyle der: “Eğer bugün gelseydin, neler elde
edecektin. Ama şimdi belli ki sana yoksulluk yazılmış. Yann buradan
gitsen iyi olur.”
“Oğul evine döner.”71
Yeraltmdaki Güneş olan Ölüler Lordu, günü yöneten ve belirleyen
aynı şaşalı kralın diğer yanıdır; çünkü “Seni gökten ve yerden alan

70 lbraniler, 9:13-14.
71 Le P. A. Capus des Pères-Blancs, “Contes, Chants et Proverbes des Ba-
sumbwa dans l’Afrique Orientale,” Zeitschrift für Afrikanische und Oceanisc-
he Sprachen, Cilt III (Berlin, 1897), s. 363-364.

164
KAHRAMANIN MACERASI

kimdir? Ve kimdir ölüden yaşayanı ve yaşayandan ölüyü çıkartan? Ve


kimdir her şeyi yöneten ve düzenleyen?”72 Çok yoksul bir adam olan
Kyazimba’ya dair Wachaga hikâyesini hatırlayalım; bir kocakan onu
Güneşin öğle vakti dinlendiği doruğa göndermişti;73 orada Büyük Şef
ona zenginlik bahşetti. Ve Afrika’nın diğer kıyısından bir hikâyede an­
latılan düzenbaz tanrı Edşu’yu anımsıyoruz:74 anlaşmazlık yaymak en
büyük eğlencesiydi. Aynı dehşetli Tanrı’nın farklı görünümleridir
bunlar. Zıtlıklar, iyi ve kötü, ölüm ve yaşam, acı ve haz, nimet ve yok­
sunluklar onda bulunur, ondan kaynaklanır. Güneş kapısının kişisi
olarak, bütün karşıt çiftlerin kaynağıdır. “Görünmeyenin anahtarları
Ondadır. ... Sonunda, Ona döneceksin; o zaman O gösterecek sana
yaptıklarının aslım."75
Açıkça kendisiyle çelişen babanın gizemi, tarih öncesi Peru’nun,
Viracocha adlı büyük bir tanrısal figüründe anlamlı bir biçimde su­
nulmuştur. Tacı güneştir; her iki elinde bir şimşek tutar: ve gözlerin­
den gözyaşları biçiminde dünyanın vadilerinin yaşamını yenileyen
yağmurlar iner. Viracocha Evrensel Tann’dır, her şeyin yaratıcısıdır;
ve yine de dünyadaki görünüşlerine dair efsanelerde, paçavralar için­
de dolanan bir dilenci olarak gösterilir, insan, Beytelhem’in han kapı­
larındaki Meryem ve Yusuf Ilahisi’ni,76 ve Jüpiter ve Merkür’ün Baukis
ve Philemon’un evinde dilenmesini anlatan klasik hikâyeyi77 anımsı­

72 Kur’an, 10:31.
73 Geride, s. 84.
74 Geride, s. 58. Basumbwa (Büyük Şef Ûlüm öyküsü) ve Wachaga (Kyazimba
öyküsü) Doğu Afrikalı halklardır; Yoruba (Edşu öyküsü) Nijerya’nın Doğu
Kıyısı kolonisinde yaşar.
75 Kur’an, 6:59, 60. '
76 Luka, 2:7.
77
Ovidius, Metamorphoses, VIII, 618-724.

165
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yor. Ayrıca kim olduğu anlaşılmayan Edşu’yu anımsıyoruz. Bu mitolo­


jide sıkça karşılaşılan bir temadır; anlamı Kur’an‘m sözlerinde saklı­
dır: “Nereye dönersen dön, Allah’ın Varlığı oradadır.”78 “Her şeyde
saklı olsa da O,” der Hindular, “Ruh ışılıldamaz; yine de O üstün, ma­
hir akıllı, mahir kâhinler tarafından görülür.”79 “Sopayı kır,” der
Gnostik bir aforizma, “ve işte Isa.”
Böylece Viracocha, her yerde hazır ve nazır oluşunu bu yolla belli
“ederek evrensel tanrıların en yücesinin karakterine katılır. Dahası gü-
neş-tanrı ve fırtma-tanrı bireşimi tanıdıktır. Onu iki tanrının özellikle­
rinin birleştiği (Yehova, bir fırtma-tanrı ve El, bir güneş-tanrı) Musevi
Yehova mitolojisinden biliyoruz; o ikiz Savaşçıların babasının Navaho
kişileştirilmesinde belirgindir; Buddha imgesinin belirli biçimlerinin
halesinde ve şimşeğinde olduğu gibi Zeus karakterinde de apaçıktır.
Bunun anlamı güneş kapısından evrene dökülen inayetin, yıkan ve
yok edilmez olan şimşeğin enerjisiyle aynı olduğudur: Yok edilemeye­
nin sanrılar saçan ışığı, yaratıcı ışıkla aynıdır. Ya da, yine doğanın
ikinci bir karşıtlığının diliyle: güneşte yalımlanan ateş, dölleyen fırtı­
nada da parıldar; temel karşıtlık çiftinin, ateş ve suyun ardındaki
enerji bir ve aynıdır.
Fakat Viracocha’nın, Peru’nun bu soylu evrensel tanrı tasarımının
en sıradışı ve etkileyici olan yanı tamamen ona özgü olan bir şey, yani
gözyaşlarıdır. Dünyadaki sular Tanrının gözyaşlarıdır. Burada, keşişin
dünyayı dışlayan inanışı, “Tüm yaşam acı doludur,” babanın dünyayı
saran onayıyla, “Yaşam olmalı!” ile birleşir. Eliyle yarattıklarının ya­
şam ızdırabının tümüyle farkındadır, acıların kükreyen vahşetinin, ya­
rattığı çarpık, öz yıkıcı, şehvetli, kızgın evrenin beyni yaran ateşlerinin

78 Kur’an, 2:115.
79 Katha Upaııishad, 3:12.

166
KAHRAMANIN MACERASI

tam bilincindedir ve, bu tanrısal yaşama yaşam götürme görevini is­


teksizce üstlenir. Doğurgan suları durdurmak yıkım olacaktır; ama
onları salmak da bu bildiğimiz dünyayı yaratmaktır. Çünkü zamanın
özü akıştır, anlık varoluşun dağılışıdır; ve yaşamın özü zamandır.
Merhametli, zamanın biçimlerine aşık olan bu yapıcı tanrısal insan ke­
der denizine süreklilik verir; ama ne yaptığının, verdiği doğurgan ya­
şam sularının kendi gözyaşları olduğunu tamamen bilerek.
Yaratılış paradoksu, sonsuzluktan zamanın biçimlerinin belirişi,
babanın filizlenen gizidir. Hiçbir zaman tam olarak açıklanamaz. Bu
yüzden, her teolojik sistemde, yaşam ananın parmağının dokunduğu
ve kusursuz bilgi olasılığını zayıflatan bir göbek bağı noktası, bir Aşil
topuğu vardır. Kahramanın sorunu, kendini (ve böylece dünyasını) o
noktadan tamamen geçirmek; sınırlı varoluşunun temel düğümünü
gevşetip paramparça edip yok etmektir.
Babayla karşılaşacak olan kahramanın sorunu, ruhunu, bu devasa
ve acımasız kozmosun bunaltıcı ve akıldışı tragedyalarının Varlığın
görkeme tamamen egemen olabileceğini anlayacak kadar korkusuz
kılmaktır. Kahraman yaşamı kendisine özgü kör noktasından aşar ve
bir an için kaynağı görür. Babanın yüzünü görür ve anlar - ikisi bir
araya gelmiştir.
Incil’deki Eyüb hikâyesinde, Tanrı, “basit ve sıradan biri olan,
Tanrı'dan korkan ve kötülükten kaçman” ahlaklı kuluna düşen kötü
kaderi, insani ya da başka ölçülerde haklı çıkarmak için bir şey yap­
maz. Eyüb'ün hizmetkârlarının Kildani askerlerce katledilmesi de, ço­
cuklarının çöken bir çatının altında kalması da kendi günahlarından
değildir. Arkadaşları geçmiş olsuna geldiklerinde, Tanrı’nın adaletine
olan derin bir inançla, Eyüb'ün başına böylesine korkunç şeylerin gel­
mesi için kötü bir şeyler yapmış olması gerektiğini söylerler. Fakat

167
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

dürüst, cesur, ufku açık çilekeş yapıp ettiğinin iyi olduğunda ısrar
eder; fakat gelenlerden Elihu, kendini Tanrı’dan daha adil saydığı için
onu günahkârlıkla suçlar.
Bu kargaşa içinde Tanrı’nın kendisi Eyüb’e yanıt verirken, yaptığı­
nı etik terimlerle haklı çıkarmak için çaba harcamaz, ona cennet yolu­
na öykünürken dünyadaki gibi davranmasını buyurarak Varlığını yü­
celtmekle yetinir: “Şimdi kuşağını eline vur erkek gibi; sana sorayım
da, bana anlat. Hükmümü boşa mı çıkaracaksın? Haklı çıkarılasın di­
ye beni mi suçluyorsun? Tanrı kadar güçlü müsün sen? Ve onun gibi
bir sesle gürleyebilir misin? Şimdi görkemle ve güzellikle süslen; ve
izzet ve haşmetini giy. Öfkenin taşkınlıklarını boşalt; ve her kibirliye
bakıp onu alçalt. Her kibirliye bakıp onu çökert ve oldukları yerde
kötüleri ayak altında çiğne. Bir arada onları toprağa gizle, gizli yerde
yüzlerine sargı sar. O zaman ben de seni överim, sağ elin seni kurtara­
bilir diye.”80
Eyüb Kitabı’nm birinci babında anlatılan, Şeytanla girdiği o şüp­
heli bahise dair açıklama yoktur; sadece gerçeklerin gerçeğinin, yani
insanın, Tanrı’nın insan kategorilerinin ötesindeki bir merkezden tü­
reyen arzusunu kavramasını engelleyen gökgürültülü ve şimşekli bir
gösterimi vardır. Kategoriler gerçekten de Eyüb kitabında Her Şeye
Kadir tarafından parçalanmıştır ve sonuna dek de parçalanmış kalır.
Yine de vahiy, Eyüb’ün kendisini ruhen tatmin etmiş gibidir. O, alev
alev yanan fırının içindeki cesareti, En Yüce’nin karakterinin yaygın
kavranışı karşısında vazgeçip boyun eğmeye olan isteksizliği onun ar­
kadaşlarını tatmin edenden daha büyük bir vahiyle yüzleşmeye lâyık
olduğunu kanıtlamıştı. Son bölümdeki sözlerini sadece korkuya
kapılmış birinin sözleri olarak yorumlayamayız. Onlar haklı çıkarma

80 Eyüb, 40: 7-14.

168
KAHRAMANIN MACERASI

yoluyla söylenen her şeyin ötesinde bir şeyler görmüş olan birinin söz­
leridir. “Seni kulaklarım işitmişti, şimdiyse seni gözümle gördüm. Bu
yüzden kendimi hor görmekteyim, ve tozda ve külde tövbe etmekte­
yim.”81 Kendilerini eş koşanlar hor görülür; Eyüb yeni bir ev, yeni
hizmetkarlar ve yeni evlatlarla ödüllendirilir. “Ve bundan sonra Eyüb
yüz kırk yıl yaşadı, ve dört göbekten oğul ve torunlarını gördü. Ve
Eyüb kocamış ve günlere doymuş olarak öldü.”82
Babayı gerçekten tanıyacak kadar büyüyen oğul için yargılamanın
acısı ortadadır; dünya artık bir gözyaşı deresi değil, Varlığın mutluluk
veren, kesintisiz dışavurumudur. Jonathan Edwards ile sürüsüne gö­
rünen kızgın Tanrı’nın gazabıyla, aynı yüzyılın yoksul Doğu Avrupa
gettolarına ait şu yumuşak liriği karşılaştırın:

Ey, Evrenin Efendisi


Sana bir şarkı söyleyeceğim.
Nerede bulunursun Sen,
Ve nerede bulunmazsın Sen?

Nereden geçsem - Sen varsın,


Nerede dursam - Orada da Sen varsın.
Sen, Sen, yalnız Sen.

iyi kıl her şeyi - Sana şükürler olsun.


Kötü kıl - ah, yine şükürler olsun Sana.

Sen varsın, Sen vardın, Sen var olacaksın.


Sen hükmettin, Sen hükümdarsın, Sen hükmedeceksin.

Cennet Senin, Yeryüzü Senin.

81 A.g.y., 42: 5-6.


82
A.g.y., 42: 16-17.

169
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Yükseklerde Sen varsın,


Ve Sen varsın alçaklarda.
Nereye dönsem, Sen, ah Sen oradasın.83

5 . Tanrılaştırma

Tibet, Çin ve Japonya’nın en güçlü ve sevilen Bodhisatvalanndan


biri olan Lotus Taşıyan, Avalokiteşvara, “Acımayla Aşağı Bakan Efen-
di”dir; böyle çağırılmaktadır, çünkü varoluşun kötülüklerinden acı
çeken bütün duygulu yaratıklara yakınlık duyar.84 Tibet’in milyonlar­
ca kez yinelenen tapmak gongları ve dua tekerleklerinin duaları ona
gider: Om mani padm e hum, “Mücevher lotustadır.” Onun dakika başı­
na aldığı dua insanoğlunun tanıdığı bütün tanrılardan çok daha fazla-

83 Leon Stein, “Hassidic Music,” The Chicago Jewish Forum, Cilt 11, No. 1 (Son­
bahar, 1943), s. 16.
84 Hinayana Budizmi (Saylon, Burma ve Siyam’da varolan Budizm) Buddha’yı
bir insan kahraman, yüce bir ermiş ve bilge olarak kabul eder. Öte yan­
dan, Mahayana Budizmi ise (kuzeyin Budizmi), Aydınlanmış Olanı, evren­
sel aydınlanma ilkesinin bir bedenlenmesi, bir dünya kurtarıcısı olarak gö­
rür.
Bodhisatva Buddhalık aşamasındaki bir kişidir: Himayana görüşüne göre,
bir sonraki reenkarnasyonunda bir Buddha olacak olan usta; Mahayana
görüşüne göreyse (izleyen paragrafların göstereceği gibi) özellikle evrensel
merhamet ilkesini temsil eden bir tür dünya kurtarıcısı. Bodhisattva (Sans­
kritçe) sözcüğünün anlamı şudur: “varlığı ya da özü aydınlanma olan.”
Mahayana Budizmi bir çok Bodhisatva ve birçok da geçmiş ve gelecek
Buddhalar panteonu geliştirmiştir. Bunların hepsi, varolmama boşluğunda
muhteşem bir baloncuk gibi duran, tüm varoluşun en yüce kavranabilir
kaynağı ve en son sınırı olan aşkın olanın, bir ve tek Adi-Buda’nm (“İlksel
Buddha”) (geride, s. 105, dipnot 5 l’le krş.) tezahür eden güçlerini yansıtır.

170
KAHRAMANIN MACERASI

dir; çünkü, insan olarak dünyadaki son yaşamı sırasında son eşiğin sı­
nırlarını kendisi için zorladığında (adlanmış ve sınırlanmış kozmosun
hayal kırıklığı yaratan yanıltıcı muammalarının ötesindeki hiçliğin za-
mandışılığının ona açıldığı an) duraksadı: hiçliğe girmeden önce ay­
rımsız tüm yaratıkları aydınlanmaya ulaştıracağına yemin etti, ve o za­
mandan beri varoluşun tüm örüntüsünü yardımcı varlığının tanrısal
görkemiyle doldurdu ve bu yüzden Buddha’nm geniş ruhsal impara­
torluğunda ona yöneltilen en küçük dua bile kulağa hoş gelmektedir.
Farklı biçimlerde on bin dünyayı gezer ve ihtiyaç ve dua anında beli­
rir. Kendini insan biçiminde iki kolla, süperinsan biçiminde dört, altı,
oniki ya da bin kolla sergiler ve sol ellerinden birinde dünya lotusunu
tutar.
Buddha’mn kendisi gibi, bu tanrı benzeri varlık da insan kahra­
manın aldırışsızlığm son korkularının ötesine geçerek ulaşacağı tanrı­
sal halin bir modelidir. “Bilinç zarfı yok olduğunda, o, değişimden
uzaklaşır, bütün korkulardan kurtulmuş olur.”85 Bu, hepimizin için­
deki kahramanlık yoluyla serbest kalacak ve herkesin ulaşabileceği gi­
zildir; çünkü, şöyle yazılmıştır: “Her şey Buddha-şeydir,”86 ya da yine
(ve bu aynı şeyi söylemenin bir başka yoludur): “Tüm varlıklar ben-
liksizdir.”
Dünya, Bodhisatva (“varlığı aydınlanma olan”) ile dolmuş ve ışıl­
damaktadır, fakat onu kapsamaz; bunun yerine, dünyayı, lotusu kap­
sayan odur. Acı ve haz onu yönlendirmez, o yönlendirir onlan - ve
derin bir huzurla. Ve o hepimizin olabileceği şey olduğunda, varlığı,
imgesi, sırf anılması bile yardım eder. “Kusursuz bir güzellik halini

85 Prajm-Paramita-Hridaya Sutra; “Sacred Books of the East,” Cilt XL1X, Kı­


sım 11, s. 148; aynca, s. 154.
86 Vajracchedika (“Elmas Kesici”), 17; a.g.y., s. 134.

171
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yansıtan sekiz bin ışınlık bir çelenk takar. Vücudunun rengi altın mo­
rudur. Avuçları beş yüz lotusun karışık rengine sahiptir ve her par­
mağında seksen dört bin mühür bulunur ve her bir mühür seksen
dört bin renktir; her rengin hafif ve zarif olan ve varolan her şeyin üs­
tünde parlayan seksen dört bin ışını vardır. Bu mücevherli ellerle tüm
varlıkları çeker ve kucaklar. Başını çevreleyen hale her birine sayısız
tanrının hizmet ettiği beş yüz Buddha’yla süslenmiştir. Ve ayağını yere
bastığında dağılan elmas ve mücevher çiçekler her yöndeki her şeyi
kaplar. Yüzü altın rengindedir, inciden tacında, ikiyüz elli mil yük­
sekliğinde bir Buddha oturur.87
Bu yüce nazik Bodhisatva Çin ve Japonya’da yalnız erkek değil, di­
şi biçiminde de sunulur. Çin’in Kıvan Yin’i, Japonya’nın Kıvannon’u -
Uzakdoğu Meryem’i - tam olarak bu hayırsever dünya gözcüsüdür.
Doğunun en ücra Budist tapınaklarında bulunabilir. Sıradanlar ve bil­
geler için aynı ölçüde kutsaldır; çünkü kendini adayışımn ardında de­
rin bir sezgi, dünyevi kefaret, dünyevi tahammül yatar. Nirvana’nın
eşiğinde duraksama, sonsuzluğun dertsiz havuzunda vaftiz edilip (hiç
sonu gelmeyen) zamanın sonuna dek vazgeçme kararı, sonsuzluk ve
zaman arasındaki ayrımın ancak, zorunlu olarak akılcı zihin tarafın­
dan açık kılındığının, fakat karşıtlık çiftlerini aşmış olan aklın kusur­
suz bilgisi içinde çözündüğünün fark edilmesini temsil eder. Anlaşılan
şey, zaman ve sonsuzluğun aynı deneyim bütününün iki yönü, aynı
ikili olmayan ağza alınamazın iki düzlemi olduğudur; yani, sonsuzluk
mücevheri doğum ve ölüm lotusundadır; om mani padm e hum.
Burada kaydedilecek ilk tuhaflık Bodhissatva’nın androjen karak­
teridir: eril Avalokiteşvara, dişil Kwan Yin. Er-dişi tanrılar mit dün­
yasında seyrek değildir. Her zaman belli bir sırla ortaya çıkarlar; çün­

87 Amitayur-Dhyana Sutra, 19; a.g.y., s. 182-183.

172
KAHRAMANIN MACERASI

kü zihni nesnel deneyimin ötesine, ikiliğin terk edildiği simgesel bir


alana taşırlar. Kızılderili köyü Zuni’nin baştanrısı, her şeyin yaratıcısı
ve kapsayıcısı Avvonavvilona bazen erkek olarak çağrılmaktadır, fakat
aslında er-dişidir. Çin kroniklerinin Büyük Asıl’ı kutsal kadm T a i Yu­
an, kişiliğinde, eril Yang ve dişil Yin’i birleştirirdi.88 Ortaçağ Yahudile­
rinin kabalacı öğretileri, ikinci yüzyıldan Gnostik Hıristiyan yazıları
gibi, Ete Bürünen Sözü androjen sayarlar - dişil yönü olan Havva baş­
ka bir biçime geçirilmeden önce Adem'in yaratıldığı hâl gerçekten de
buydu. Eski Yunanlar arasında yalnız Hermaphrodites (Hermes ve
Aphrodite’nin çocuğu) değil,89 aşk tanrısı Eros da (Platon’a göre tanrı­
ların ilki)90 hem. d işisem erkekti.
“Ve Tanrı insanı kendi suretinde, Tanrı suretinde yarattı; erkek ve

88 Yang, aydınlık, etkin, eril ilke ve Yin, karanlık, edilgen ve dişil ilke; bütün
biçimler dünyası (“on bin şey”) bunların etkileşimleriyle olur ve oluşur.
Tao'dan çıkar ve birlikte onu görünür kılarlar: varlığın kaynak ve yasasını.
Tao “yol” demektir. Tao doğanın, kaderin, kozmik düzenin yolu ya da gidi­
şatıdır; görünür olan Mutlak. Tao bu yüzden “gerçek,” “doğru yönelim” de
demektir. Yang ve Yin birlikte Tao ofarak şöyle gösterilir: © . Tao kozmo­
sun temelidir. Tao yaratılmış her şeyin içinde vardır.
89 “Erkeklere Hermes’im; kadınlara Aphrodite olarak görünürüm: ebeveynle­
rimin ikisinin de işaretini taşımaktayım” (Aııthologia Graeca ad Fidem Codi­
ces, Cilt II).
“Onun bir yanı babasından, diğer her şeyi anasmdandır” (Martialis, Epig-
ramnıata, 4, 174; Loeb Library, Cilt 11, s. 501).
Ovidiusün Hermaphroditos anlatımı Metamorphoses, IV, 288 vd.’da görü­
lür.
Hermaphrodites’in birçok klasik imgesi bize ulaşmıştır. Bkz. Hugh Hamp­
ton Young, Genital Abnormalities, Hermaphroditism, and Related Adrenal Di­
seases (Baltimore: William and Wilkins, 1937), Bölüm I, “Hermaphroditism
in Literature and Art.”
90 Symposion.

173
Levha IX. Kozmik Dans Tanrısı Şiva (Güney Hindistan).
Levha X. Androjen Ata (Sudan).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

dişi yarattı onları.”91 İnsanın aklında Tanrı’nın suretinin doğasına iliş­


kin sorular uyanıyor, fakat yanıt metinde veriliyor ve oldukça açık.
“Kutsal Olan, Şükürler olsun Ona, ilk insanı yarattığında, onu andro­
jen yarattı.”92 Dişinin başka bir biçime geçmesi kusursuzluktan ikiliğe
düşüşün başlangıcını simgelemiş ve doğal olarak bunu iyilik ve kötü­
lük ikiliğinin keşfi, Tanrı’nın toprağında yürüdüğü bahçeden sürgün
ve sonra insanın (artık erkek ve kadın) Tanrı’yı yalnız görmesini de­
ğil, hatırlamasını bile engelleyen, “karşıtların uyuşması”ndan93 oluş­
muş Cennet duvarının inşası gelir.
Bu birçok ülkede bilinen mitin İncil versiyonudur. Yaratılış esrarı­
nı simgelemenin temel yollarından birini gösterir; sonsuzluğun zama­
na geçmesi, birin ikiye ve birçoğa ayrılmasının yanı sıra ikinin bileşi­
minde yeni yaşamın doğuşu. Bu imge, kozmogonik çevrimin başlangı­
cında durur94 cennet duvarının dağıldığı, tanrısal formun bulunup
hatırlandığı ve bilgeliğin geri kazanıldığı andaki kahramanın görevi­
nin sonuna uygundur.95
Kör kâhin Teiresias, hem erkek hem dişiydi: karşıt çiftlerin ışık-
dünyasmm bozuk biçimlerine kapalıydı, ama kendi iç karanlığında
Oidipous’un kaderini gördü.96 Şiva, vaktiyle eşi Şakti’yle - o sağ, ken­

91 Tekvin, 1:27.
92 Midrash. Tekvin yorumu, Rabbah 8:1.
93 Geride, s. 106.
94 İleride, s. 318-320.
95 Krş. James Joyce; “Göğün ekonomisinde ... artık evlilik yoktur, yücelen er­
kek, androjen bir melek, kendinin kansı olur” (UIysses, Modern Library
baskısı, s. 210).
96 Sophokles, Oedipous Tyraııms. Ayrıca bkz. Ovidius, Metamorphoses, 111, 324
vd., 511 ve 516. Hermaphrodites’in rahip, tanrı ya da kâhin olduğu başka
örnekler için bkz. Herodotos, 4, 67 (Rawlinson baskısı. Cilt 111, s. 46-47);

176
KAHRAMANIN MACERASI

disi sol yan olmak üzere- tek bir vücutta, Ardhanarişa, “Yarı Kadm
Tann” olarak birleşmiş görünüyor.97 Bazı Afrika ve Malinezya kabile­
lerinin atalara ait imgeleri, birinin üstünde annenin göğüslerini ve ba­
banın sakal ve penisini gösteriyor.98 Ve Avustralya’da, sünnet işlemini
izleyen bir yıl içinde, tam erkeklik adayı ikinci bir törensel ameliyata
girer -altyarık ameliyatı (penisin alt kısmında, siyeke açılan kalıcı bir
yarık sağlamak için ufak bir kesik açılması). Kesiğe “penis rahmi” de­
nir. Simgesel bir erkek vajinasıdır. Kahraman, tören sayesinde erkek­
ten öte bir şey olur.99
Ayin boyası ve beyaz kuşun gerisini vücuda yapıştırmak için gere­
ken kan, AvustralyalI babalar tarafından kendi altyarık deliklerinden
alınır. Eski yaraları açıp akıtırlar.100 Hem vajinanın aybaşı kanını ve
erkeğin menisini, hem de sidik, su ve erkek sütünü simgeler. Akıntı,
yaşlıların yaşam ve tazelenme kaynağına sahip olduklarını gösterir;101
yani, onlarla tükenmez dünya çeşmesinin aynı olduğunu.102

Theoprastos, Kharakteres, 16.10-11; v e j. Pinkerton, Voyage and Travels, bö­


lüm 8, s. 427; “A New Account of the East Indies,” Alexander Hamilton.
Bunlar Young tarafından aktanlmıştır, a.g.e., s. 2 ve 9.
97 Bkz. Zimmer, Myths and Symbols in Indian Art and Civilization, Resim 70.
98 Bkz. Levha X.
99 Bkz. B. Spencer ve F. J. Gillen, Native Tribes of Central Australia (Londra,
1899), s. 263; Röheim, The Eternal Ones of the Dream, sb. 164-165. Altyarık
yapay olarak belli bir sınıf hermaphroditeleri andıran bir hypospadias ya­
ratır. (Bkz. hermaphrodite Marie Ange portresi, Young, a.g.e., s. 20.)
100 Röheim, The Eterimi Ones of the Dreanı, s. 94.
101 A.g.y., s. 218-219.
102 Bodhisatva Darmakara’nın şu görünümüyle karşılaştırın: “Ağzından san­
dal ağacının tatlı ve göksel kokusu geliyordu. Saçının her gözeneğinden
lotus kokusu yükseliyordu ve herkese hoş görünüyordu, cana yakın ve
güzeldi; en hoş parlak rengin tamlığıyla süslenmişti. Vücudu bütün iyi

177
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Büyük Yılan Baba’nm çağrısı çocuğu kuşkulandırmıştı; anne ko­


runmaydı. Fakat baba geldi. O bilinmeyenin gizleri için rehber ve er-
ginleyendi. Baba, annesiyle yaşadığı cennete dışarıdan giren ilk kişi
olarak çocuğun arketipsel düşmanıdır; bu yüzden, yaşam boyunca
tüm düşmanlar (bilinçdışmda) babanın simgesidir. “Öldürülen şey
baba olur.”103 îşte, (sözgelimi Yeni Gine’de) kafa avcısı toplulukların,
kan davası baskınlarından eve getirdikleri başlara gösterdikleri say­
gı.104 Îşte, savaş yapmak için karşı konulmaz heves: babayı yok etme
itkisi durmaksızın kendini kamusal vahşete dönüştürmektedir. Toplu­
luğun ya da ırkın yaşlı erkekleri, kendilerini yetişen oğullarından to­
tem ayinlerinin ruhsal büyüsüyle korurlar. Dev babayı canlandırırlar
ve sonra kendilerini besleyen anne olarak da gösterirler. Yeni ve daha
geniş bir cennet kurulur böylece. Ama bu cennet, kendilerine olan
saldırganlığın hâlâ düzenli olarak yansıtıldığı geleneksel düşman kabi­
leleri ya da ırkları içermez. “Kötü” dışa atılır ve püskürtülürken, “iyi”
baba-anne mutluluğunun tamamı eve saklanır: “Kimdir bu sünnetsiz
Filistinli, yaşayan Tanrı’nın ordularını küçümsüyor?”105 “O düşmanı
takip etmekte gevşeklik göstermeyin: eğer siz acı çekiyorsanız, onlar
da sizin acı çektiğiniz gibi acı çekmektedirler; üstelik siz Allah’tan, on-

işaret ve izlerle kaplandığından, saçının gözeneklerinden ve avuçlanndan


her türden çiçekler, tütsüler, kokular, kolyeler, yağlar, şemsiyeler, bay­
raklar ve sancaklar ve her türden müzik aleti şeklinde değerli ziynetler
çıkıyordu. Ve yine, avuçlanndan her türden yiyecek ve içecekler, sert ve
yumuşak yiyecekler, ve şekerler ve her türden eğlenceler ve hazlar çıkı­
yordu” ( The Larger Sukhavati-Vyuha, 10; “Sacred Books of the East,” Cilt
XLIX, Kısım II, s. 26-27).
103 Röheim, War, Crime and the Covenant, s. 57.
104 Ag.y., s. 48-68.
105 I Samuel, 17:26.

178
KAHRAMANIN MACERASI

lann ummadıkları şeyleri ummaktasınız.”' 06


Totemler, kabilesel, ırksal ve saldırganca misyoner tapımlar, nefre­
tin aşkla yer değiştirmesi biçimindeki psikolojik soruna ancak kısmi
çözümler sunar; ancak kısmen erginleştirirler. Ego onlarda sönmez,
tersine, büyür; sırf kendini düşünmek yerine, birey kendi toplumunun
tümüne adanır. Bu arada dünyanın geri kalanı (yani, insanlığın olabil­
diğince büyük kısmı) yakınlık ve korumasının dışında kalır, çünkü
tanrısının koruması dışında kalır. Ve o zaman tarih sayfalarının gör­
kemle anlattığı aşk ve nefret ilkelerinin şu dramatik kopuşu gerçekle­
şir. Fanatik, kendi kalbini temizlemek yerine dünyayı temizlemeye
çalışır. Tanrı Devletinin yasaları ancak topluluğundakilere (kabile, ki­
lise, ulus, sınıf ya da her neyse) uygulanırken, gelişmemiş, barbar,
dinsiz, “yerli” ya da yabancı sayılıp komşu konumunda olanlara (açık
bir bilinçle ve gerçekten de dindarca bir hizmet duygusuyla) daimi bir
kutsal savaş açılır.107
Dünya birbirlerine destek olan topluluklarla doludur: toteme, bay­
rağa ve partiye tapanlar. Hıristiyan olduğu söylenen uluslar bile -b ir
“Dünya” kurtarıcısını izledikleri varsayılır-, açıkça kabul ektikleri Yü­
ce Efendileri tarafından öğretilen egonun, egonun dünyasının, egonun
kabile tanrısının tümüyle fethi demek olan herhangi bir sevgi gösteri­
sinden çok sömürgeci barbarlıkları ve öldürücü çekişmeleriyle geç­
mişlerdir tarihe: “Size söylüyorum: Düşmanlarınızı sevin, sizden nef­
ret edenlere iyilik edin, size lanet edenleri kutsayın .ve size hakaret
edenler için dua edin. Bir yanağına vurana öbürünü de uzat ve senin

106 Kur’an 4:104


107 “Çünkü kin hiçbir zaman kinle sönmez: kin aşkla söner, bu eski bir ku­
raldır” (Budist Dhammapada, l:5 ’den; “Sacred Books of the East,” Cilt X,
Kısım 1, s. 5; çev. Max Müller).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

abam alandan gömleğini esirgeme. Senden her isteyene ver ve senin


eşyanı alandan geri isteme, insanların size ne yapmalarını istiyorsanız,
siz de onlara öyle yapm. Eğer sizi sevenleri severseniz, ödülünüz ne
olur? Çünkü günahkârlar da kendilerini sevenleri sever. Eğer size iyi­
lik edenlere iyilik ederseniz, ödülünüz ne olur? Çünkü günahkârlar
da öyle yapar. Eğer kendilerinden almayı umduğunuz kimselere
ödünç verirseniz, ödülünüz ne olur? Günahkârlar bile günahkarlara
karşılığını almak üzere ödünç verir. Fakat düşmanlarınızı sevin, onla­
ra iyilik edin ve hiç ümitsiz olmayarak ödünç verin; karşılığınız büyük
olacaktır; ve siz Yüce Olanm çocukları olacaksınız; çünkü o, nankör­
lere ve kötülere karşı nimet vericidir. Babanız nasıl merhametliyse, siz
de öyle merhametli olun.”108

108 Luka, 6:27-36.


Şu Hıristiyan mektubuyla karşılaştınn:
Tanrımızın Yılı 1682
Yaşlı ve sevgili, B. John Higginson’a:
Su anda denizde, kendilerine Kuveykırlar diyen ve başsahtekarlan W.
Penn’in önderlik ettiği 100 ya da daha çok sapkını ve habisi taşıyan Wel­
come adlı bir gemi var. Büyük Mahkeme, Porpoise adlı brikin kaptanı Ma-
lachi Huscott’a Welcome'i, Cape of Cod’un olabildiğince yakınına sürükle­
mesi ve bahsi geçen Penn ile imansız takımını esir etmesine dair kutsal
emir verdi, böylece Tann hoşnut kalacak ve bu yeni ülkenin toprağı bu
insanlann çirkef tapınçlanyla kirlenmeyecektir. Hepsi kölelerin rom ve
şekerle doğru dürüst değiş tokuş edilebildiği Barbados'ta satılarak iyi kâr
edilebilir ve lanetlileri cezalandırarak yalnız Tanrı’ya büyük iyilik etmiş
olmakla kalmayacak, Vekili ve halkı için de büyük iyilik yapmış olacağız.
İsa’nın izinde sizinle,
COTTON MATHER
(Profesör Robert Phillips, American Goverment and Its Problems, Hough­
ton Mifflin Company, 1941 ve Dr. Karl Menninger, Love Against Hate,
Harcourt, Brace and Company, 1942, s. 211’de yeniden basılmıştır.)

180
KAHRAMANIN MACERASI

Dünya arketiplerindeki dinsel, kabilesel ya da ulusal olarak dar


kafalılığımızla sınırlanmış önyargılardan kurtulduğumuz zaman, en
yüce erginlenmenin, sadece, saldırganlığı daha sonra kendilerini sa­
vunmak için komşularına yansıtan yerel anne babalarımızınki olmadı­
ğını anlamak olası olur. Dünya Kurtancısı’nın getirdiği ve çoğu kimse­
nin duymaya istekli, yaymaya gönüllü, ama açıkça göstermeye isteksiz
olduğu müjdeler, Tanrı’nın sevgi olduğu, sevilen olduğu ve olması ge­
rektiği ve eksiksiz herkesin onun çocukları olduğudur.109 Aşai Rabba­
ni ayininin ayrıntıları, tapınma teknikleri ve piskoposlara has örgüt­
lenme yolları gibi (Batılı teologlara göre günümüzün başlıca din so­
runları olan)110 görece önemsiz konular, temel öğretiye yardımcı sa­
yılmadıkça bilgiççe tuzaklardır. Gerçekten de, öyle sayılmadıkları yer­

109 Matta, 22: 37-40; Markos, 12:28-34; Luka, 10: 25-37. İsa’nın aynca mürit­
lerini “bütün uluslara öğretmekle” görevlendirdiği (Matta, 28:19), ama
işitmeyenlerin zulüm görmesini ve yağmalanmasını, “seküler orduya” bı­
rakılmasını söylemediği bildirilir. “Îşte, sizleri kurtlar arasına koyunlar
gibi gönderiyorum: o yüzden yılanlar kadar akıllı ve güvercinler kadar
zararsız olun” (a.g.y., 10:16).
Dr. Kari Menninger (a.g.e., s. 195-196), Yahudi rabbilerinin, Protestan ve
Katolik rahiplerinin bazen, kuramsal farklıhklannı geniş ölçüde uzlaştıra-
bilseler de, ebedi yaşamı getirecek olan kural ve düzenlemeleri anlatmaya
başladıklarında umutsuzca birbirlerinden uzaklaştıklarını belirtmektedir.
“Bu aşamaya dek izlence kusursuzdur," diye yazıyor Dr Menninger. “Fa­
kat eğer kimse kural ve düzenlemelerin ne olduğunu bilmiyorsa, her şey
saçmalığa dönüşür.” Buna yanıt, elbette Ramakrişna tarafından verilmek­
tedir: “Tann değişik istekler, zamanlar ve ülkeler için değişik dinler
yapmıştır. Tüm öğretiler birçok yol demektir; fakat bir yol hiç de Tann-
mn Kendisi değildir. Gerçekten de, kişi Tann’ya, kendini tüm kalbiyle
adayarak yollardan herhangi birini izlerse ulaşabilir. ... Kişi pastayı enle­
mesine de boylamasına da kremalayabilir. Her iki şekilde de tatlı ola­
caktır" (The Gospel of Sri Ramakrishna, New York, 1941, s. 559).

181
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lerde geriletici bir etkileri vardır: baba imgesini yeniden totem ölçüle­
rine indirgerler. Ve bu, tam da Hıristiyan dünyanın her yerinde olan
şeydir, insan, Babanın aramızdan en çok hangimizi yeğlediğini bilmek
ya da buna karar vermek için çağrıldığımızı sanabilir. Fakat, öğreti
çok daha yalındır: “Yargılama ki yargılanmayasın.”111 Dünya Kurtarı-
cısı’mn haçı, yetkili rahiplerinin davranışlarına rağmen, yerel bayrak­
tan çok daha demokratik bir simgedir.112
Hıristiyanlık geleneğinin dünya kurtarıcı simge ve sözcüklerinin
sonul -v e eleştirel- etkilerinin kavranışı, Az. Augustinus’un Civitas Di-
aboli'ye [Şeytanın Yasası] karşı Civitias Defnin [Tanrının Yasası] kutsal
savaşım ilan etmesinden bu yana geçen kargaşalı yüzyıllar boyunca
öylesine çarpıtılmıştır ki, bir dünya dininin (yani, evrensel bir sevgi
öğretisinin) anlamını öğrenmek isteyen çağdaş düşünür, zihnim diğer
büyük (ve çok daha eski) evrensel dindaşlığa yöneltmelidir: yani, ilk
sözün hâlâ barış, tüm canlılar için barış olduğu Buddha’nmkine.113
Sözgelimi şair-aziz Milarepa’mn iki ilahisinden alman şu Tibet di­
zeleri, Papa II. Urbanus ilk haçlı seferim vazettiği sırada yazılmıştı:

Altı Dünya Yüzünün Hayaller Şehrinin Ortasına

111 Matta, 7:1.


112 “Ve çapulcular takımının birinin yolunu beklemesi gibi, rahipler takımı
da ikrar yolunda kıyım yapar. ... Kralı kötülükleriyle ve prensleri yalan-
lanyla mutlu ederler” (Hoşea, 6:9; 7:3).
113 İslam’ı anmıyorum, çünkü orada da öğreti kutsal savaş terimleriyle ak­
tarılır ve böylece bulanıklaştırılır. Burada olduğu gibi orada da, gerçek
savaş alanının coğrafi değil ruhsal olduğunu anlamıştır birçok kimse (krş.
Rûmi, Mesnevi, 2. 2525: “Neymiş ‘boyun vurmak? Dünyevi ruhu kutsal
savaşta katletmek.”); yine de, Muhammedi ve İsevi öğretilerin yaygın ve
ortodoks ifadeleri o kadar acımasızlaşmıştır ki, her iki misyonda da aşk
eylemini ayırt edebilmek için derinlemesine bir okuma gerekir.

182
KAHRAMANIN MACERASI

Ası! neden kötü işlerden gelen günah ve karanlık;


Orada varlık hoşlandığı ve hoşlanmadıklarının emirlerini izledi,
Ve Eşitliği tanıyacak zamanı hiç olmadı:
Uzak dur, Ey Oğlum, hoşlandığa ve hoşlanmadıklarından,m

Eğer Her Şeyin Boşluğunu fa r k edersen, kalplerinize Acıma dola­


cak;
Kendinizle başkaları arasındaki ayrımları kaybederseniz, başka­
larına hizmete layık olacaksınız;
Ve başkalarına hizmet ederken zafere ulaşacaksınız, o zaman be­
nimle karşılaşacaksınız;
Ve beni bularak, Buddhalık elde edeceksiniz.115

Barış her şeyin kalbidir, çünkü Avalokiteşvara-Kwannon, yüce


Bodhisatva, Sınırsız Sevgi (ayrım gözetmeden) her duyarlı varlığı kap­
sar, gözetir ve içinde yaşar. Bir böceğin nazik kanatlarının mükem­

114 “The Hymn of the Final Precepts of the Great Saint and Bodhisattva Mila­
repa” (ca, MS 1051-1135), Jetsün-Kahbum, ya da Lama Kazi Dawa-Sam-
dup’un İngilizce anlatımına göre, Jetsün-Milarepa’mn Biyografik Tarihi’n-
den, yayıma hazırlayan W. Y. Evans-Wentz, Tibet's Great Yogi Milarepa
(Oxford University Press, 1928), s. 285.
115 “The Hymn of the Yogic Precepts of Milarepa," a.g.e., s. 273.
“Her Şeyin Boşluğu” (Sanskritçe: sunyata, “hiçlik") bir yandan, görüngü-
sel dünyanın yanıltıcı doğasına ve diğer yandan, Tükenmez Olana görün-
güsel dünyadan kendi bildiğimiz türden nitelikler atfetmenin uygunsuz­
luğuna göndermede bulunur.
Hiçliğin Göksel Işımasında,
Orada ne şeyin gölgesi ne de kavram bulunur,
Yine de tüm bilgi nesnelerini kaplamaktadır O;
Değişmez Hiçliğe Hürmetler Olsun.
(“Hymn of Milarepa in praise of his teacher,” a.g.e., s. 137.)

183
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

melliğinin zamanla bozulmasını gözetir - onların hem mükemmelliği


hem de bozulması odur. Kendine işkence eden, yanlış yola yönelmiş,
kendi hafif deliliğinin ağına dolaşmış, hayal kırıklığına uğramış, ama
içinde keşfedilmemiş, tamamen yararlanılmamış kurtuluş gizine sahip
olan insanın sürekli acı çekmesi: bunu da gözetir ve bu odur, insanın
tepesinde melekler; aşağısında demonlar ve mutsuz ölüler: bunların
hepsi mücevher ellerinin ışınlarıyla Bodhissatva’ya çekilir ve onlar o, o
da onlardır. Sınırlı, engellenmiş bilinç merkezleri katman katman va­
roluşun her düzleminde (yalnız Samanyolu’yla sınırlı mevcut evrende
değil, ama ötede, uzayın sınırlarına doğru), galaksiler ötesindeki ga­
laksiyi, dünyalar ötesindeki dünyayı, hiçliğin zamandışı havuzundan
oluşan, yaşama çıkan ve bir baloncuk gibi orada kaybolan; yeniden,
yeniden; sayısız yaşam: hepsi acı çeken: her biri kendi gergin, sıkı hal­
kasıyla bağlanmış, öldürme ve nefret etme ve zaferin ötesindeki barışı
arzulama: bütün bunlar, özü Boşluğun özü olan Her Şeyi Gözeten’in
geçici, fakat tükenmez uzun dünya düşünün çocukları, deli figürleri­
dir: “Acımayla Aşağı Bakan Tanrı.”
Fakat ismin şu anlamı da vardır: “içte Görünen Tanrı.”116 Hepimiz
Bodhisatva imgesinin yansımalarıyız. Acımızda acı çeken bu tanrısal
varlıktır. Biz ve o koruyucu baba biriz. Bu arındırıcı kavrayıştır. Koru­
yucu baba karşılaştığımız sıradan adamdır. Ve bu yüzden bu aldı­
rışsız, sınırlı, kendini savunan, acı çeken vücut kendini bir başkası -
düşm an- tarafından tehdit ediliyor gibi hissetse de, o da Tanrı’dır.

116 Avalokita (Sanskritçe) = “aşağı bakma,” ama ayrıca, “görünen”; tsvara =


“Tann”; böylece, hem “[Acımayla] Aşağı Bakan Tann," hem de “[İçte] Gö­
rünen Tann” (a ve i, Sanskritçe’de e’ye kaynaşır; bu yüzden Avalokitesva-
ra). Bkz. W. Y. Evans-Wentz, Tibetan Yoga and Secret Doctrine (Oxford
University Press, 1935), s. 233, not 2.

184
KAHRAMANIN MACERASI

Dev bizi incitir, fakat kahraman, uygun “aday,” erginlenmeye “bir er­
kek gibi” girer: ve işte, bu babaydı: biz Onun içindeyiz ve O bizim içi­
mizde.117 Vücudumuzun sevgili, koruyan annesi bizi Büyük Yılan Ba­
ha’ya karşı savunamazdı; bize verdiği ölümlü, kırılgan vücut onun
korkunç gücüne dönüştü. Fakat ölüm son değildir. Yeni yaşam, yeni
doğum, yeni varoluş bilgisi (böylece yalnız bu bedende değil, tüm vü­
cutlarda, Bodhisatva gibi dünyanın tüm bedenlerinde yaşarız) veril­
miştir bize. O babanın kendisi bir ikinci doğuşun rahmi, annesiydi.118
Biseksüel tanrı imgesinin anlamı budur: erginlenme temasının gi­
zemi odur. Anneden alınıp parça parça çiğnenir ve bütün değerli bi­
çim ve varlıkları ancak bir şölenin parçaları sayan bir devin dünyaları
yok eden vücudunda kayboluruz; ama sonra, mucizevi biçimde yeni­
den doğarak olduğumuzdan daha çok bir şey oluruz. Eğer Tanrı kabi­
lesek ırksal, ulusal ya da hizipçi bir arketipse, bizler onun davasının
savaşçılarıyız; fakat eğer o evrenin kendisinin efendisiyse, bizler tüm
insanların kim için kardeş olduğunu bilenler olarak ilerleriz. Ve her
iki halde de, çocukluğun ebeveyn imgeleri ve “iyi" ve “kötü” fikirleri

117 Aynı fikir Upanişadlarda da sıkça belirtilmektedir; yani, “Bu benlik ken­
dini şu benliğe verir, o benlik kendini bu benliğe verir. Böylece birbirle­
rini elde ederler. Bu biçimde öte dünyayı kazanır, o biçimde bu dünyayı
deneyimler" (Aitareya Aranyaka, 2. 3. 7.). Bu İslam mistiklerince de bilin­
mektedir: “Otuz yıl boyunca yüce Tanrı benim aynamdı, şimdi ben ken­
dimin aynasıyım; yani, ben olan değilim ben artık, aşkın Tanrı kendisinin
aynasıdır. Kendi aynamın kendim olduğunu söylüyorum; çünkü benim
dilimden konuşan Tanndır ve ben kayboldum” (Bayezid, akı. The Legacy
of İslam, T. W. Amold ve A. Guillaume, editörler, Oxford Press, 1931, s.
216).
118 “Beyazıt olmaktan derisinden sıyrılan yılan gibi çıktım. Sonra baktım. Se­
venin, sevilenin ve sevginin bir olduğunu, birliğin dünyasında her şeyin
bir olabildiğini gördüm" (Bayezid, a.g.e. akt.)

185
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

aşılmıştır. Artık arzu ve korku duymayız; korkulmuş ve arzulanmış


olanızdır. Tüm tanrılar, Bodhisatvalar ve Buddhalar dünya lotusunun
yüce sahibinin halesindeki gibi içimizde bulunmaktadır.
“Gel,” öyleyse, “ve Efendi’ye dönelim: o yaraladığından, o sağalta­
cak bizi; o vuracak ve yaramızı o saracak. İki gün sonra o canlandıra­
cak bizi: üçüncü gün bizi yetiştirecek ve onun gözü önünde yaşaya­
cağız. Sonra bilirsek, bu ancak Efendi’yi bilmemizin sonucu olacaktır:
ileri gidişi sabah gibi hazırdır; ve o bize yağmur gibi, dünyaya düşen
ilk ve son yağmur gibi düşecek.”119
Bodhisatva’nın ilk olağandışılığınm anlamı budur: varlığın andro-
jen karakteri. Burada görünüşte birbirine karşıt iki mitolojik macera
bir araya gelir: Tanrıçayla Karşılaşma ve Babanın Gönlünü Alma.
Çünkü ilkinde erginlenen, er ile dişinin (Brihadarankaya Uparıişad'da
ifade edildiği gibi) “bir bezelyenin iki yarısı” olduğunu öğrenir;120
İkincisinde ise Baba’nın, cinsiyet ayrılığının öncesinde kaldığı görülür:
[Eril] “O” zamiri bir konuşma tarzı, Oğulluk miti silinmiş olana bir
yol rehberiydi. Ve her iki durumda da bulmaya geldiği şeyin kahra­
manın kendisi olduğu anlaşılır (ya da anımsanır).
Bodhisatva mitindeki kayda değer ikinci olağandışılık yaşam ile -
(gördüğümüz gibi) Bodhisatva’mn Nirvana’ya ulaşmasında simgele­
n en - yaşamdan kopma arasındaki ayrımın ortadan kalkmasıdır. Ka­
baca Nirvana, “Arzu, Düşmanlık ve Kuruntunun Üçkatlı Ateşinin Sön­
mesi” demektir.121 Okur hatırlayacaktır: Bo Ağacı altındaki Yoldan Çı­

119 Hoşea, 6:1-3.


120 Brihadaranyaka Upaııishad, 1. 4. 3. Krş. ileride, s. 316.
121 "Nirva (Sanskritçe) fiili, kelime anlamıyla, ‘üfleyip söndürmek’tir, geçici
olarak değil, ama bir ateşin sönmesi gibi. ... Yakıtı tükenen yaşam ateşi
zihin engellendiğinde ‘etkisizleşir,’ yani söner, kişi, ‘Nirvana huzuruna,’

186
KAHRAMANIN MACERASI

karma efsanesinde (geride, s. 42-45) Geleceğin Buddhası’nm karşıtı


Kama-Mara, yani “Arzu-Düşmanlık”, ya da “Aşk ve Ölüm”, kuruntu
büyücüsüydü. Üçkatlı ateşin ve son sınavın, Nirvana’ya doğru en üst
macerasında evrensel kahraman tarafından geçilecek en son eşik mu­
hafızının güçlüklerinin bir kişileşmesiydi. Evreni harekete geçiren güç
olan Üçkatlı Ateşin o son közünün kritik noktasına kendi içinde eri­
şen Kurtarıcı, diğer insanlar gibi yaşamaya yönelik ilkel arzusunun -
normal arzu ve düşmanlık güdülerine göre, görüngüsel hedef, sonuç
ve araçların yanıltıcı buharında yaşama arzusunun- onu çevreleyen
bir aynada yansır gibi olan son fantezilerini de geride bıraktı, ihmal
edilen etin son öfkesi ona saldırdı. Ve bu her şeyin kaderini belirleyen
andı; çünkü bir kor parçasından yeniden büyük bir yangın çıkabilirdi.
Bu oldukça sevilen efsane Doğu’da mit, psikoloji ve metafizik ara­
sında sağlanan yakın ilişkiye harika bir örnek oluşturmaktadır. Canlı
kişileştirmeler, aklı, iç ve dış dünyaların birbirine bağlılığı öğretisine
hazırlar. Şüphesiz okur, ruhun dinamiklerine ait bu kadim mitolojik
öğretiyle çağdaş Freudyen okulun öğretileri arasındaki açık benzerlik­
ten etkilenmiştir. Freud’a göre, yaşam isteği (eros ya da libido, Budist
Kama, “arzu”ya karşılık) ve ölüm isteği (thanatos ya da desttudo, Budist
Mara, “düşmanlık ya da ölü m le eşdeğer), bireyi yalnız içten harekete
geçirmekle kalmayan, onun için çevresindeki dünyayı da canlandıran

‘Tann’da ruhsuzlaşmaya’ ulaşır. ... Ateşlerimizi beslemekten vazgeçersek


huzura ulaşırız, başka bir gelenekte bunun ‘kavrayışı aştığı’ söylenir”
(Ananda K. Coomaraswamy, Hinduism and Buddhism; New York: The Phi­
losophical Library, tarihsiz, s. 63). “Ruh-suzlaşma” sözcüğü Sanskritçe
“rarvana"nm birebir olarak Latinleştirilmesiyie elde edilir; nir = “dışa, ile­
ri, dışa doğru, dışına, dışından, uzağa, -dan uzağa”; vana = “üflenmiş”;
nirvana = “üflenip söndürülmüş, kaybolmuş, tükenmiş.”

187
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

iki dürtüdür.122 Dahası, arzu ve düşmanlıkların kaynağı olan bilinçdı-


şında temellenmiş kuruntular, her iki dizgede de psikanalizle (Sans­
kritçe: viveka) ve aydınlanmayla (Sanskritçe: vidya) aracılığıyla dağıtı­
lır. Yine de iki -geleneksel ve m odern- öğretinin hedefleri tam olarak
aynı değildir.
Psikanaliz, çevrelerine kendi gerçekdışı korkularının ve kararsız
çekiciliklerin kişisel ağlarını ören, bilinçdışınca yanlış yönlendirilmiş
arzu ve düşmanlıklara sahip aşırı acı çeken bireyleri iyileştirmeye yö­
nelik bir tekniktir; bunlardan kurtulan hasta görece bir tatminle, ona
kendi kültürünün sunduğu daha gerçekçi korkular, düşmanlıklar,
erotik ve dinsel uygulamalar, iş girişimleri, savaşlar, oyalanmalar ve ev
işlerine katılabilir. Fakat köy arazisinin ötesine yapılan zor ve tehlikeli
yolculuğa bilerek çıkmış kişi için, bu meraklar da, hata üzerine temel­
lenmiş görünür. Bu yüzden dinsel öğretinin hedefi bireyi yeniden
yaygın yanılsamaya doğru sağaltmak değil, onu yanılsamadan tama­
men koparmaktır; ve bu yalnızca arzu (eros) ve düşmanlığı (thanatos)
yeniden düzenlemekle olmaz -çünkü bu ancak yeni bir yanılsama
bağlamı yaratır-, ünlü Budist Sekizkatlı Yol yöntemine göre itkileri ta
kökenine dek yok etmek de gerekir.

Doğru inanç, Doğru Yönelimler,


Doğru Konuşma, Doğru Eylem,
Doğru Canlılık, Doğru Çaba,
Doğru Düşüncelilik, Doğru Yoğunlaşma.

En son “kuruntu, arzu ve düşmanlığın da yok edilmesiyle” (Nirva­


na) birlikte, zihin, düşündüğü şey olmadığını bilir: düşünce gider. Zi­

122 Sigmund Freud, Beyond the Pleasure Principle (çev. James Strachey; Stan­
dart basım, XVIII, Londra; The Hogarth Press, 1955). Ayrıca bkz. Kari
Menninger, Love Agaııist Hate, s. 262.

188
KAHRAMANIN MACERASI

hin gerçek halinde kalır. Ve burada vücut kayboluncaya dek barınabilir.

Yıldızlar, karanlık, bir lamba, bir hayalet, çiğ, bir köpük,


Bir düş, bir şimşek çakması ve bir bulut:
Yaratılan her şeye böyle bakmalıyız■123

Yine de Bodhisattva yaşamı terk etmez. Dikkatini (dilin ötesinde


kaldığından, ancak “boşluk” denebilecek) düşünceyi aşan gerçeğin iç
alanından, yine dışa, görüngüsel dünyaya çevirerek içinde bulduğu
aynı varlık okyanusu olmadan algılar. “Biçim boşluktur, boşluk ger­
çekten de biçimdir. Boşluk biçimden farklı değildir, biçim de boşluk­
tan farklı değildir. Biçim olan boşluktur; boşluk olan biçimdir. Aynı
şey algı, ad, kavrayış ve bilgi için de geçerlidir.”124 Kendini dayatan,
kendini savunan, kendiyle ilgilenen eski egosunun yanılsamalarını
terk ederek, aynı dinginliği içinde ve dışında duymaktadır. Dışarda
tuttuğu şey, kendi ego, biçim, algılar, konuşma, kavrayışlar ve bilgi
yolculuğunun dayandığı görkemli, düşünceyi aşan boşluğun görsel
yanıdır. Ve kendi kabuslarının korkusuyla yaşayan kendinden korkan
canlılar için merhametle doludur. Kalkar, onlara döner ve sayelerinde
boşluk ilkesinin kendi basitliği içinde dışavurulmasım sağlayan ego­
suz bir merkez olarak onlarla birlikte yaşar. Ve bu, onun büyük “tut­
kulu eylemi”dir; çünkü bu eylemle, içindeki Üçkatlı Arzu, Düşmanlık
ve Kuruntu Ateşi ölen kişinin kavrayışında gerçek, bu dünyanın Nir­
vana olduğu gerçeği ortaya çıkar. “Hüner dalgaları” böyle birinden he­
pimizin kurtuluşu için çıkar. “Bizim dünyadaki yaşamımız Nirva-
na’nın kendisinin bir eylemidir, aralarında en küçük bir ayrım yok-

123 Vajracchedika, 32; “Sacred Books of the East," a.g.e., s. 144.


124 Daha küçük Prajna-Paramita-Hridaya Sutra; a.g.y., s. 153.
125 Nagarjuna, Madhyanıika Shastra.

189
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Bu yü zd en yaşam a geri d ö n d ü rm ey i hed efley en çağdaş sağaltm a

çab asın ın , son u çta kad im d in sel d isip lin d en beslen d iğ i söy len eb ilir;
an cak B odhisatva’n ın ü zerin d e dolaştığı d aire gen iştir; ve d ünyadan

ayrılm a, b ir hata olarak değil, e n uzak d ö n em ecin d e ev ren sel çev rim in
d erin boşlu ğu n a ilişkin ay d ın lan m an ın kazan ılacağı o soylu yola atılan
ilk ad ım o larak görü lü r. Bu tü rd e n bir ideal H indu izm d e de kabu l e d il­

m iştir: yaşam da ö zgü rleşen kişi (jivan m u k ta), arzu su z, m erh am etli ve
bilge, “kalbi yogayla yoğ u nlaşm ış, h er şeyi eşit bakışla izleyen kişi,

içind e tüm can lıları b u lu r ve tü m canlılard a da k en d in i bu lu r. Y aşam ı­


nı nasıl y ö n len d irirse y ö n le n d irsin , o kişi T a n rı’da y aşar.”126

Y irm i sek izin ci B ud ist ata B o d h id h arm a’ya “ru h u n u d in g in leştir­


m esi” için başvu ran K o n fü çy ü sçü b ir alim in hikây esi anlatılır. B od hid -
h arm a sertçe yan ıt verdi: “O n u yarat ve b e n d in g in leştirey im .” K o n ­

füçyü sçü yanıtlad ı, “S o ru n da b u , o n u b u la m ıy o ru m .” B o d hid harm a

“Ölümsüz olanla ölümlü olan uyumlu biçimde karışmıştır, çünkü ne bir


ne de ayrıdırlar” (Aşvaghoşa).
“Bu görüş,” diye yazıyor Dr. Coomarasvvamy, bu metinleri aktararak,
“Yas klesas so bodhi, yas sam saras tat nirvanam, ‘Günah olan ayrıca Bilge­
liktir, Varolmanın alanı ayrıca Nirvanadır’ aforizmasmda dramatik bir
güçle ifade edilmiştir” (Ananda K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel
o f Buddhism; New York: G. P. Putnam’s Sons, 1916, s. 245).
126 Bhagavad Gita, 6:29, 31.
Bu, Bn. Evelyn Underhill’in "Mistik Yolun hedefi: Gerçek Birleştirici Ya­
şam: Tanrısal Doğurganlık hali: Tanrılaşma” olarak (a.g.e., çeşidi yerlerde)
ifade ettiği şeyin kusursuz gerçekleşmesini temsil eder. Bn. Underhill, yi­
ne de, Prof. Toynbee gibi (geride, s. 31, dipnot), bu idealin Hıristiyanlığa
has olduğunu sanmak gibi yaygın bir hata yapmaktadır. “Batılı akim bu­
güne dek,” diye yazar Profesör Salmony, “kendini öne çıkarma ihtiyacıyla
yanılmış olduğu söylenebilir rahatlıkla” (Alfred Salmony, “Die Rassenfra-
ge in der İndienforschung,” Sozialistische Monatshefte, 8, Berlin, 1926, s.
534).

190
KAHRAMANIN MACERASI

Levha XI. Bodhisatva (Çin).

şöyle dedi, “D ileğin yerine g etirilm iş." K on fü çy ü sçü anlad ı ve hu zur

içind e a y rıld ı.127

S on u g elm eyen ’in içlerin d e yaşam akla kalm ayıp, o n la rın ve b ü tü n

h er şeyin aslın d a S o n u g elm eyen o ld u ğu n u b ilen ler, d ilek ağacı k o ­


ru lu kların d a yaşar, ö lü m sü zlü k içk isin d e n içer ve h e r yerde eb ed i uyu-

127 Coomaraswamy, Hinduism and Buddhisnı, s. 74.

191
Levha XII. Bodhisatva (Tibet).
KAHRAMANIN MACERASI

m u n işitilm ez m ü ziğini d in lerler. B u n lar ölü m sü zlerd ir. Ç in ve Ja p o n ­

ya’n ın T a o cu m an zara resim leri b u dünyevi h alin gö k selliğ in i ü stü n ­

lükle sergiler. D ört yard ım sev er hayvan, anka, tek b o y n u z, k ap lu m b a­


ğa ve e jd e r sazlık ların , b a m b u la rın ve e rik le rin arasınd a yaşar ve k u t­

sanm ış felek lere y ak ın olan ku tsal d ağların p u slarını yeğlerler. V ü cu t­

ları bu ru şm u ş, fakat ru h ları eb ed i gençliliğe u laşm ış b ilg eler, b u zirv e­


lerde m ed itasyo n yapar ya da ölü m sü z gelgitler arasınd a garip sim g e­

sel hayvanlara b in e r, ya da Lan T s ’a i-h o ’n u n flütü eşliğind e çay içerek


coşk u lu so h b etlere dalarlar.

Ç in li ö lü m sü zlerin dünyevi cen n e tin in h an ım ı p eri tan rıça H si

W an g M u, “K ap lu m b a ğ a n ın A ltın A n n esi”dir. H oş k o k u lu çiçek ler,


m ü cev h er b u rç d uvarları ve altınd an b ir bah çe duvarıyla çev rili b ir sa ­

rayda K ’u n -L u n D a ğ ın d a y a şa r.128 Batı havasının saf özüyle b içim le n ­


m iştir. M evsim lik (h er altıb in yılda b ir, şeftaliler olgu n laşın ca k u tla ­

nan ) “Şeftali Ş ö le n i’rid e k i k o n u k ların a, C ev h erler G ö lü kıy ısınd aki


k ö şk ler ve çad ırlar için d e A ltın A n n e n in g ö rk em li k ız la n hizm et eder.

Sular orad a b en zeri g ö rü lm em iş b ir çeşm ed en akar. A nka iliği, ejd er


ciğeri ve diğer etler tad ılır: şeftaliler ve şarap ö lü m sü zlü k su n ar. G ö ­

rü n m ez çalg ılard an m ü zik, ö lü m lü olm ayan d u d aklard an şarkılar d u ­

yu lur; ve g ö rü n ü r, soylu gen ç kızların d an sları son su zlu ğ u n n efesin in


zam anda d ışav u ru m u d u r.129

Ja p o n çay tö re n le ri T ao cu dünyevi cen n e t ru h u için d e kabu l edilir.


“Hayal evi” d en en çay od ası şiirsel b ir sezgi an ın ı yak alam ak için inşa

128
Bu Cennetin duvarıdır, bkz. geride, s. 106 ve 179. Artık içerideyiz. Hsi
Wang Mu, cennette gezinen, insanı kendi imgesinde erkek ve dişi yara­
tan Tannnın dişi yönüdür (Tekvin, 1: 27).
129
Krş. E. T. C. W erner, A Dictionary o f Chinese Mythology (Şangay, 1932), s.
163.

193
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ed ilm iş kısa ö m ü rlü b ir yap ıd ır. “B o şlu k evi” diye de çağrılır, sü sle r­

d en arın m ıştır. B azen tek b ir resim ya da ç iç e k d ü zenlem esi içerir.


Ç ay evi “sim etrik o lm aym m ev i” diye çağrılır: sim etrik olm ayan da h a ­

re k eti çağ rıştırır; b ile re k b itirilm em iş, e v sah ib in in im gelem in in d o ld u ­

rab ileceğ i b ir b o şlu k b ırak ır.

K o n u k bah çe y o lu n d an girip alçak g irişten geçm elid ir. R esm e ya

da ç iç e k d ü zen lem esin e, foku rd ayan çayd anlığa saygı gösterir ve yere
o tu ru r. Çay ev in in d en etim li basitliğiyle çerçev elen en en b asit nesne

gizem li b ir güzellikle d u ru r, sessizliği g eçici v arolu şu n gizini saklar.

H er k o n u ğ u n d en eyim i ken d in e göre tam am lam asın a izin v erilir.

T o p lu lu k üyeleri b ö y lece m in y atü r o larak ev ren i sey red er y e ö lü m ­

sü zlerle gizli d o stlu k ların ın farkına varırlar.

B ü y ü k çay ustaları tan rısal m u cizeyi d en ey im len en b ir ana d ö n ü ş­

tü rm ek le ilg ilenird i; son ra b u çay ev in d en eve taşın ır; ve evden ulusa


y a y ılırd ı.130 U zun ve b arış dolu T oku gav a d ö n em i (1 6 0 3 -1 8 6 8 ) s ı­

rasın d a A m iral P erry ’n in 1 8 5 4 ’te g elişin d en ö n ce , Ja p o n yaşam ın ın


ö rü n tü sü b elirg in b içim selleştirm ey le öylesine d o lm u ştu k i, varoluş,

en k ü çü k ayrıntısına d ek son su zlu ğu n b ilin çli ifadesiydi, m an zaran ın


k en d isi b ir kaynaktı. A ynı şek ild e D oğu’n u n h e r yerind e, b ü tü n k a ­

d im d ünyada ve K o lo m b ön cesi A m erika’da, to p lu m ve doğa zihin

iç in ifade edilem ezd i. “B itk iler, kayalar, ateş, su , h e r şey can lıd ır. Bizi
gö zler ve ihtiyaçlarım ızı g ö rü rler. Bizi k o ru y acak b ir şeyim iz y o k k e n

b izi g ö rü rle r,” d iyord u yaşlı b ir A paçi öyk ü an latıcısı, “ve o zam an o r ­
taya çık a r, bizim le k o n u şu rla r.”131 B u d istlerin “can sızın vaazı” d ed ik ­

130 Bkz. Okakura Kakuzo, The Book o f Tea (New York, 1906). Ayrıca bkz. Da-
isetz Teitaro Sukuzi, Essays in Zen Buddhism (Londra, 1927) ve Lafcadio
Hearn, Jap an (New York, 1904).
131 Morris Edward Opler, Myths and Tales o f the Jicarilla Apache Indians (Me-

194
KAHRAMANIN MACERASI

leri bud u r.

K utsal G a n j‘m yan ınd a d in le n m e k isteyen H indu çile cilerd e n b iri

uzanıp ayak larım b ir Ş iv a-sim gesin e (T a n rı’n ın E şiyle birleşm esin i


sim geleyen b ir “lin gam ”, içiçe geçm iş fallus ve vulga) uzattı. O rad an

g eçen b ir rah ip ad am ın b u d u ru şu n u gördü ve azarladı. “Bu T an rı

sim gesini, ü zerin e ayaklarını k o y arak kirletm eye nasıl cesaret ed e b ili­
y o rsu n ?” diye sord u . Ç ileci yan ıt verd i, “Ü zgü nü m efend im , fakat n a ­

zikçe ayaklarım ı k ald ırıp böyle ku tsal b ir lin g am ’m olm ad ığı b ir yere

koyar m ısın ız?” R ahip ç ile cin in ayaklarını tutu p sağa d o ğru çek ti, am a
o n ları yere ko y ar koy m az y erd en b ir fallus fırladı ve ayaklar yine e sk i­

si gibi oldu. R ahip yine yer d eğiştird i; o n ları b ir b aşk a fallus karşıladı.

“A h, a n lıy o ru m !” d edi rah ip h o m u rd an arak ve uzan m ış d in len en azize


b o y u n eğ erek yoluna devam etti.

B odhisatva m itin in ü çü n cü o lağand ışılığı, ilk olağand ışılığm (yani,

b isek sü el b içim in ) İk in cin in (ebed iyet ve zam an ın ayn ılığı) sim gesi o l­
m asıd ır. Ç ü n k ü tanrısal resim lerin d ilind e, zam an ın d ünyası, b ü y ü ­

kan ne rah m id ir. O rad ak i, b ab a tarafın d an v erilen yaşam an n en in k a ­


ran lığı ve b ab an ın ışığın d an o lu ş u r.132 A n n en in için d eyizd ir ve b a b a ­

dan k o p arılm ış yaşarız, fakat ö lü m (ebed iyete d oğu şu m u z) sırasınd a


zam an ın rah m in d en çıktığım ızd a b ab an ın ellerin e düşeriz. Bilgeler,

b u rah im d e b ile, b ab ad an gelip on a d ö n d ü k lerin i an lar, ç o k d aha b il­


geler ise ik isin in aynı öz old u ğu n u bilir.

B irço k H ıristiyan eleştirm en e o ld u k ça yakışıksız g ö rü n e n , T ib etli

B ud d h alarm ve B o d h isatv alan n k en d i dişil yanlarıyla birleşm e im gele­


m in in anlam ı b u d u r. Bu m ed itasyo n araçların a b a k m a n ın geleneksel

y o lların d an b irin e g ö re, dişi b içim i (T ib etçe : y u m ) zam an, e rk e k b içim

moirs of the American Folklore Society, Cilt XXXI, 1938), s. 110.


132
Krş. geride, s. 176, dipnot 87.

195
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

(y u b ) ebed iyet olarak g ö rü lü r, ik isin in b irleşim i, için d e h e r şey in aynı


anda g eçici ve eb ed i oldu ğu, k en d in i b ile n b u er-d işi T a n rın ın su re tin ­

de yaratılm ış o lan d ü n y an ın ü reticisid ir. E rg in , m ed itasyo n yoluyla,


k e n d i için d ek i bu b içim le rin B içim in i (y a b -y u m ) anım sam aya yön elir.

Ya da d iğer yan dan , e rk e k figür erg in leştiren ilk e n in , y ö n tem in sim g e­


si o larak g ö rü lü r; b u d u ru m d a dişi erg in le şm e n in götü rd ü ğü h e d e f

olu r. Fak at b u h ed ef N irvan a’d ir (eb ed iy et). D em ek h e m e rk e k h em

d işi, sırasıyla zam an ve ebed iyet o larak tasarlan ır. Yani, ik isi ayn ıdır,
h e r b iri ikisid ir ve ik ili b içim (y a b -y u m ), ken d isi de ayd ınlanm ad an

fark lı olm ayan yan ılsam an ın so n u cu n d an b aşka b ir şey d eğ ild ir.133

B u, k arşıtlık ç iftle rin in duvarını y ık an ve insanı e rk e k ve dişi o la­


ra k k en d i su retin d e yaratan T a n rı’n ın hayaline adayı bağlayan b ü y ü k

p arad o k su n yü ce b ir ifadesid ir. E rk eğ in sağ elin d e k en d isin in karşılığı

o lan b ir şim şek v ark en , sol elin d e tan rıçay ı sim geleyen b ir çan vard ır.

133 Benzer biçimde, Hindu tanrıça Kali (geride, s. 135), eşi olan tanrı Şiva’nın
yüzükoyun yere kapanmış biçiminin üzerinde dururken gösterilmekte­
dir. Şiva ölüm kılıcını, yani ruhsal itaati savurmaktadır. Kan damlayan
insan kafası, mürite, bulacağı şey için yaşamım kaybettiğini anlatır.
“Korkmama” ve “ödüller verme” jestleri, Şiva’nın çocuklarını koruduğu­
nu, evrensel acının karşıtlık çiftlerinin göründükleri şeyler olmadıklarını
ve ebediyette odaklanan biri için geçici “iyiler” ve “kötüler” hayalinin
aklın yansımasından başka bir şey olmadığını öğretir - tanrıçanın kendi­
siyse, tanrıyı ayakları altında çigniyormuş gibiyse de, aslında tanrının
mutluluk dolu düşüdür.
Mücevherler Adası tanrıçasının altında (bkz. geride, s. 134-135) tanrının
iki yönü sergilenmiştir: onunla birleşmiş, yüzü yukarı dönük olan yaratı­
cı, dünyanın tadını çıkaran yönüdür; fakat dönük duran öteki, deus abs-
conditus, içteki ve kendi başına olan, olayın ve değişimin ötesinde, eylem­
siz, hareketsiz, hiçlik, hermafrodik gizem mucizesinin bile ötesinde olan
tanrısal özdür. (Bkz. Zimmer, Myths aııd Synıbois in hıdian Art and Civili-
Zation, s. 210-214.)

196
KAHRAMANIN MACERASI

Ş im şek h e m y ö n tem h e m e b ed iy ettir, çan ise “ayd ınlanm ış zih in ”; sesi


saf zih n in yaratılış b o y u n ca, yani k en d i içind e duyduğu güzel eb ediyet
s e s id ir.134

H ıristiyan A yininde T an rı, takd is sö zle rin in gü cü yle e k m e k ve şa­


rab a indiği sırad a tam am en aynı çan çalın m ak tad ır; Et V erbu m c a r o
fa c tu m e si,135 yani “M ü cevh er L o tu stad ır”: Om m an i p a d m e h u m .136

134 Hindu Dans Eden Şiva’nın elindeki yaratılış davuluyla karşılaştırın, geri­
de, s. 149, dipnot 46.
135 “Ve Söz ete büründü”; İsa’nın Meryem’in rahmine düşmesini kutlayan
Angelus’un dizesi.
136 Bu bölümde şunlar eşleştirildi:
Hiçlik Dünya
Ebediyet Zaman
Nirvana Samsara
Gerçek Yanılsama
Aydınlanma Merhamet
Tanrı Tanrıça
Düşman Dost
Ölüm Doğum
Şimşek Çan
Mücevher Lotus
Özne Nesne
Yab Yum
T a n g ............ Yin
Tao
Yüce Buddha
Bodhisatva
Jivan Mukta
Ete Bürünen Söz
Brahma-dünyaya erişen kahramanı anlatan Kaushitaki Upatıishad, 1:4 ile
karşılaştırın: “Araba süren birinin iki araba tekerine bakması gibi, o da

197
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

6. Nihai Ödül
Y aln ızlık A dası’n ın P ren si uyuyan T u b b e r T in ty e K raliçesi’yle altın

y atakta altı gece altı gü n d u rm u ştu , yatak altın tek erlek ler ü zerin d eyd i
ve te k e rle k le r d u rm aksızın d ö n e rk e n -y a ta k d ö n ü y o r da d ö n ü y o rd u ,

gece gü nd üz d u rm u y o rd u - y ed in ci sab ah şöyle d ed i, “ ‘B u rad an

ayrılm a v akti geld i.’ B öylece in d i ve yan an ku yu d an ü ç şişe su d o ld u r­


du. A ltın odada altın b ir m asa vard ı ve m asad a b ir so m u n ek m ek le b ir

ko y u n b u d u vardı: ve b ü tü n E rin h alk ı m asad an o n ik i ay b o y u n ca y e ­

se, k o y u n b u d u ve e k m e k h iç yen m em iş gibi olurd u.

“P rens o tu rd u , yiyebild iğin ce ek m e k ve k o y u n bu d u yedi ve o n ları


b u ld u ğ u gibi b ırak tı. S o n ra k alk tı, üç şişesin i aldı, hey besine koyd u ve

tam od ayı te rk e d erk en m ırıld an d ı: ‘K raliçe’n in o u y u rk en bu rad a k i­


m in b u lu n d u ğ u n u b ile b ile ce ğ i b ir şeyler b ırak m ad an gitm ek ayıp o la­

c a k .’ B u yü zd en, E rin K ralın ın oğlu n u n Y aln ızlık A dası’n m K raliçesi’y ­


le T u b b e r T in ty e ’n in altın od asınd a altı g ü n altı gece geçird iğini, ya­

n a n ku yu d an ü ç şişe su ald ığ ını ve altın m asad a yem ek yediğini an la­


tan b ir m ek tu p yazdı. M ek tu b u n u k ra liçen in yastığın ın altına koyup
d ışarı çık tı, zayıf, tüyleri salk ım saçak k ü çü k atın ın sırtın a sıçrad ı ve

yaralan m aksızm ağ açlan ve n e h ri g e çti.”137

B urad a m ace ran ın b aşarılm asın d aki k o lay lık k ah ram an ın ü stü n b i­
ri, d oğu ştan kral o ld u ğu n u b elirtir. B irço k p eri m asalı ve yen id en v ü ­

cud a b ü rü n e n tan rıların görev lerine ilişkin tü m efsan eler böylesi b ir


k o lay lık sergiler. S ırad an k ah ram an b ir sınav d an g eçer, am a seçilm iş

olan b ir engelle karşılaşm az ve hata yapm az. K uyu D ünya G ö beğ id ir,

güne ve geceye bakar, iyi işlere ve kötü işlere bakar ve bütün k arşıtlık
çiftlerine bakar. İyi işlerden arınmış, kötü işlerden arınmış, Tanrıyı bilen
bu kişi, tanrıya doğru gider.”
137 Curtin, a.g.e., s. 106-107.

198
KAHRAMANIN MACERASI

yan an kuyu v aro lu şu n y o k ed ilem ez ö zü , d ön ü p d u ran yatak D ünya

E ksen id ir. U yku kalesi, alçalan b ilin cin , bireysel y aşam ın farksızlaşan
en erjiy e çözü n d ü ğ ü yer olan düş için d e battığı dipsiz u çu ru m d u r: ve

çözü lm ek ölü m d em ek tir; ö lü m de ateş bulam am aktır. T ü k en m ey en

y em ek m o tifi (b ir ço c u k lu k fantezisind en tü retilm iştir), ev ren sel kay­


n ağ ın sü rek li yaşam v eren, b içim ler k u ran gü çlerin i sim geleyen, ta n rı­

ların co rn u co p ia [b o llu k boynuzu] şö le n in in m itsel im gesinin b ü tü n le ­

yicisi olan p eri m asalıdır. Bu arada tanrıçayla b u lu şm a ve ateş h ırsızlı­


ğı gibi iki b ü y ü k sim gen in b ir araya getirilm esi, basit ve açık biçim d e

in san b içim ci gü çlerin m it alanınd aki y erin i gösterir. K endi başlarına


anlam ları yo k tu r, am a lik ö r, süt, y iy ecek, ateş, g u ru r ve y o k edilm ez

yaşam ın m u hafızları, v ü cu t bu lm u ş h alleri ya da ihsan ed icilerid irler.

Bu tü rd en b en ze tm e le r, b elk i so n aşam ada olm asa da, h e m en b a ş­

langıç aşam asınd a da p sik o lo jik o larak y o ru m lan ab ilir, çü n k ü ç o c u ­


ğu n g elişim in in ilk d ö n em lerin d e, zam an ın d eğ işikliklerin in ö tesin d e­

ki b ir halin yen i doğan “m ito lo jisin in ” b elirtilerin i gözlem ek olasıd ır.


B unlar, anne m em e sin d e n kop arıld ığ ı zam an çocu ğ u saran v ü cu t-y ık ı-

m ı fantezilerine karşı, ken d iliğ in d en savu nm alar ve tep k iler olarak b e ­


lir ir .138 “Ç o cu k hid d etle tep ki v erir ve hid detle gelen fantezi an n en in

v ü cu d u n d an h e r şeyi sö k ü p atm ak tır. ... O zam an ç o c u k , b u itk ilerin

m isillem esin d en , yani ken d i için d ek i h e r şeyin oyu lacağın d an k o r­


k a r.”139 V ü cu d u n u n bü tü n lü ğ ü için kaygılanır, içtek i ve d ıştaki “k ö tü ”

gü çlere k arşı k o ru n m a ve y o k e d ilem ezlik için sessiz, d erin b ir ihtiyaç

olu ştu ran tazm in fantezileri ru h u y ö n etm eye başlar: ve b u n lar y etişk i­
n in daha so n rak i n ev ro tik , hatta n o rm al yaşam sal e tk in lik leri, ru hsal

138
Bkz. Melaine Klein, The Psychoanalysis o f Children, The International Psyc-
ho-Analytical Library, No. 27 (1937).
139
Röheim, W ar, Crime and the Covenant, s. 137-138.

199
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

6. Nihai Ödül

Y aln ızlık A dası’n ın P ren si uyuyan T u b b e r T in ty e K raliçesi’yle altın


yatakta altı gece altı gün d u rm u ştu , yatak altın te k e rle k le r ü zerin deyd i

ve te k e rle k le r d u rm aksızın d ö n e rk e n -y a ta k d ö n ü y o r da d önü y ord u ,

gece gü nd üz d u rm u y o rd u - yed in ci sab ah şöyle d ed i, “ ‘B urad an


ayrılm a v akti g eld i.’ B öylece in d i ve yan an ku yu d an ü ç şişe su d o ld u r­

du. A ltın odada altın b ir m asa vard ı ve m asada b ir so m u n ek m ek le b ir


k o y u n b u d u vardı: ve b ü tü n E rin h alk ı m asad an o n ik i ay b o y u n ca ye­

se, k o y u n b u d u ve ek m ek h iç yen m em iş gibi olu rd u .

“P rens o tu rd u , yiyebild iğin ce e k m e k ve k o y u n b u d u yedi ve on ları


buld u ğ u gibi b ırak tı. S o n ra k alk tı, ü ç şişesini aldı, h ey besin e koydu ve
tam odayı te rk e d erk en m ırıld an d ı: ‘K raliçe’n in o u y u rk en bu rad a k i­

m in b u lu n d u ğ u n u b ileb ileceğ i b ir şeyler b ırak m ad an gitm ek ayıp o la­


ca k .’ Bu yü zd en , E rin K ralın ın oğlu n u n Y aln ızlık A dası’n m K raliçesi’y ­

le T u b b e r T in ty e ’n in altın od asınd a altı gü n altı gece geçird iğini, ya­


n an ku yu d an ü ç şişe su ald ığ ını ve altın m asada y e m e k yed iğini an la­
tan b ir m e k tu p yazdı. M ek tu b u n u k raliçen in yastığın ın altına koyup

d ışarı çık tı, zayıf, tüyleri salk ım saçak k ü çü k atın ın sırtına sıçrad ı ve
yaralan m aksızm ağaçları ve n e h ri g e çti.”137

Burad a m a ce ra n ın b aşarılm asın d aki ko laylık k ah ram an ın ü stü n b i­

ri, d oğuştan k ral old u ğu n u b elirtir. B irço k p eri m asalı ve yen id en v ü ­


cuda b ü rü n e n tan rıların gö rev lerin e ilişkin tü m efsan eler bö ylesi b ir

k o lay lık sergiler. S ırad an k ah ram an b ir sınavdan g eçer, am a seçilm iş


olan b ir engelle karşılaşm az ve hata yapm az. K uyu D ünya G öbeğ id ir,

güne ve geceye bakar, iyi işlere ve kötü işlere bakar ve bütün k arşıtlık
çiftlerine bakar. İyi işlerden arınmış, kötü işlerden arınmış, Tanrıyı bilen
bu kişi, tanrıya doğru gider.”
137 Curtin, a.g.e., s. 106-107.

198
KAHRAMANIN MACERASI

y an an ku yu v arolu şu n y o k ed ilem ez özü , d önü p d u ran yatak D ünya

E ksen id ir. U yku kalesi, alçalan b ilin cin , birey sel yaşam ın farksızlaşan
en erjiy e çözü n d ü ğ ü y er olan düş içind e battığı dipsiz u çu ru m d u r: ve

çö zü lm ek ö lü m d em ek tir; ö lü m de ateş bulam am aktır. T ü k en m ey en

yem ek m o tifi (b ir ç o c u k lu k fantezisind en tü retilm iştir), evrensel kay­


n ağ ın sü rek li yaşam v eren , b içim le r k u ra n g ü çlerin i sim geleyen, ta n rı­

ların co rn u co p ia [b o llu k boyn uzu ] şö le n in in m itsel im gesin in b ü tü n le ­


yicisi o lan p eri m asalıd ır. Bu arada tanrıçay la b u lu şm a ve ateş h ırsızlı­

ğı gibi iki b ü y ü k sim gen in b ir araya getirilm esi, basit ve a ç ık biçim d e


in san b içim ci gü çlerin m it alanınd aki y erin i gösterir. K end i başlarına

anlam ları y o k tu r, am a lik ö r, sü t, yiyecek, ateş, g u ru r ve y o k edilm ez


yaşam ın m u h afızları, v ü cu t b u lm u ş halleri ya da ihsan ed icilerid irler.

Bu tü rd en b en zetm eler, b elk i so n aşam ada olm asa da, h e m en b a ş­


langıç aşam asında da p sik o lo jik olarak y o ru m lan ab ilir, çü n k ü ç o c u ­

ğun gelişim in in ilk d ö n em lerin d e, zam an ın d eğ işik lik lerin in ö tesin d e­


ki b ir h alin yenİ d oğan “m ito lo jisin in ” b elirtilerin i g ö zlem ek olasıdır.

B unlar, anne m em e sin d e n kop arıld ığ ı zam an çocu ğ u saran v ü cu t-y ık ı-


m ı fantezilerine k arşı, k en d iliğ in d en savu nm alar ve tep k iler o larak b e ­
lir ir.138 “Ç o cu k hid d etle tep ki v erir ve h id detle gelen fantezi an n en in

v ü cu d u n d an h e r şeyi sö k ü p atm ak tır. ... O zam an ç o c u k , b u itk ilerin


m isillem esin d en , yani k en d i için d ek i h e r şeyin oyu lacağın d an k o r­
k a r.”139 V ü cu d u n u n b ü tü n lü ğ ü için kaygılanır, içtek i ve d ıştak i “k ö tü ”

g ü çlere karşı k o ru n m a ve y o k ed ilem ezlik için sessiz, d erin b ir ihtiyaç

olu ştu ran tazm in fantezileri ru h u yön etm eye başlar: ve b u n lar y etişk i­
n in d aha so n rak i n ev ro tik , h atta n o rm al yaşam sal e tk in lik leri, ru h sal

138
Bkz. Melaine Klein, The Psychoanalysis o f Children, The International Psyc-
ho-Analytical Library, No. 27 (1937).
139 Röheim, W ar, Crime and the Covenant, s. 137-138,

199
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

çabaları, d in sel in an çları ve ayin uygulam aları için belirley ici etk en ler
olarak kalır.

Sözgelim i b ü y ü cû -h ek im , tü m ilk el to p lu m ların çek ird eğ i, “ç o c u k ­

su v ü cu t y ık ım ı fantezileri tem elin d e b ir dizi savu nm a m ek anizm ası


aracılığıyla ... ortaya ç ık a r.”140 A vustralya’da tem el b ir in an ç, ru h ların

b ü y ü cü -h ek im in b ağ ırsak ların ı çıkard ığı ve b u n la rın yerine çak ıl taş­


ları, ku vars k ristalleri, b ir m ik ta r ip ve hatta b azen gü çle d onanm ış
k ü çü k b ir yılan gibi b ir şey koydu ğu y o lu n d a d ır.141 “lik form ü l fan te­

zide b o şaltım d ır (içim ço k ta n y o k ed ild i), b u n u tep k i olu ştu rm a izler

(içim , bo zu lab ilir ve p osalarla dolu b ir şey değil, tersin e b ozulam az,
kuvars kristalleriyle dolu b ir şey d ir). İk in cisi yan sıtm ad ır: ‘V ü cu d u n

içine girm eye çalışan b e n değil, insanlara h astalık m ad d eleri atan ya­

b an cı b ü y ü cü le r.’ Ü çü n cü fo rm ü l tazm ind ir: ‘B en in san ların içlerin i


y o k etm eye çalışm ıy oru m , b e n iyileştiriy o ru m o n la rı.’ B u n u n la b irlik ­

te, aynı zam anda, an n ed en k o p arılan d eğerli v ü cu t m ad d elerine iliş­


k in ilk fantezi öğesi, iyileştirm e tekn iğin d e geri d ö n er: em m ek , çe k iş­
tirm ek , h astad an b ir şey ç ık a rm a k .”142

B ir başka y o k ed ilem ezlik im gesi, h alk ın ru h sal “ik iz ,” m ev cu t b ed en e


v erilen zararlard an etk ilen m ey ip b ir başka yerde em n iyetle d u ran

dışsal b ir ru h fik rid ir.143 “Ö lü m ü m ,” diyordu d ev lerd en b irisi, “b u ra ­

dan ç o k uzaktaki bu lm ası ç o k gü ç, en g in oky anu sta. O d enizd e b ir


ada v ar, ve adada yeşil b ir m eşe bü yüyor, m e şe n in altında d em ir b ir

140 Röheim, The Origiıı and Fuııction o f Culture, s. 50.


141 A.g.y., s. 48-50.
142 A.g.y., s. 50. Ateşten çıplak elleriyle korları çıkaran ve ayaklarına baltayla
vuran SibiryalI şamanın zarar görmeyişiyle karşılaştırın (geride, s. 116-
118).
143 Frazer’ın dışsal ruh tartışmasına bkz. a.g.e., s. 667-691.

200
KAHRAMANIN MACERASI

san d ık var ve san d ıkta k ü çü k b ir sep et ve sep etin için d e b ir tavşan,


tavşanın için d e b ir ö rd e k , örd eğin için d e b ir yu m u rta var: k im y u ­
m u rtayı b u lu p kırarsa, b en i de ö ld ü rm ü ş o lu r.”144 B u n u başarılı bir

çağdaş işk ad ın ın ın d üşüyle karşılaştırın : “Issız b ir adaya d üşm ü ştüm .


O rad a b ir de K atolik rah ip vardı, in sa n la rın adadan adaya geçebilm esi

için tahtalar u zatm ak gibi b ir şey yap ıyord u . B aşka b ir adaya g eçtik ve
orad a b ir kad ına n erey e gittiğim i sord u m . B irtak ım d algıçlarla d ald ığı­

m ı söyledi. S o n ra ad anın içlerin e gittim , m ü cev h erler d olu güzel b ir


su vardı ve ‘b e n ’ orad a d u ru p ken d im i sey re ttim .”145 B ir tek G üneş

L o tu su ’n u n Ü lk esi’n d e, d en izin d ib in d ek i ikizin i b u lu p uy and ıracak

o lan adam la e v len ecek olan b ir k ral k ızın d an b ah sed en b ü y ü leyici b ir


H in d u m asalı v a rd ır.146 E rg in len en A vustralyalI ev len d ik ten son ra,

bü y ü k b abası tarafın d an ku tsal b ir m ağaraya götü rü lü r ve on a orada


alegorik şek iller işlen m iş k ü çü k b ir tahta p arçası gösterilir: “B u ,” d en ir

o na, “sen in v ü cu d u n ; b u ve sen aynı şeysiniz. O n u b aşka yere g ö tü r­


m e, yoksa acı ç e k e rs in .”147 M Ö ilk yü zyılların M an ih eistleri ve G n o stik

144 A.g.y., s. 671.


140 Pierce, D reams and Personality (D. Appleton and Co.), s. 298.
146 “The Descent of the Sun,” F. W. Bain, A Digit o f the Moon (New york: G.
P. Putnam’s Sons, 1910), s. 213-325.
147 Röheim, The Eternal Ones o f the Dream, s. 237. Bu tılsım delikanlının to­
tem atasının tjurunga’sı (ya da churinga) denen şeydir. Delikanlı sünneti
sırasında, anne tarafından totem atasını temsil eden bir başka tjurunga da
almıştı. Daha da öncesinden, doğumu sırasında, beşiğine koruyucu bir
tjurunga yerleştirilmişti. Boğa kışkırtıcı bir başka tür tjurungadır. “T ju­
runga,” diye yazar Dr. Röheim, “maddi bir ikizdir ve Orta Avustralya
inancındaki tjurungayla çok yakından bağlantılı bazı doğaüstü varlıklar
yerlilerin görünmez ikizleridir. ... Tjurunga gibi, bu doğaüstüler de koru­
dukları gerçek insani varlıkların arputıa nıborka’sı (öteki vücut) olarak
çağrılır” (a.g.y., s. 98).

201
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

H ır is tiy a n ın , ku tsan m ış o lan ın ru h u n u n cen n ete vard ığınd a, o n u n


için saklanm ış olan “ışık giysisi”ni taşıyan aziz ve m elek lerce k arşıla­
nacağım söylerlerd i.

Y o k ed ilem ez B ed en için arzu lan an e n yü ce lü tu f H iç B itm ey en Süt


C en n etin e kesin tisiz y e rleşim d ir: “K u d ü s’le b irlik te sev in in ve o n u s e ­

v enler h ep in iz on a k oşu n : o n u n iç in yas tutan lar, h e p in iz m u tlu lu k için

ona k oşu n : k i o n u n tesellilerin in m em esin d en em ip doyasınız; ki


em esin iz ve o n u n izzeti b o llu ğ u n d an zevk alasınız. Ç ü n k ü T an rı şöyle

dedi: B akın , on a b arışı ırm a k gibi salacağım ... o zam an o n d an e m e ­


cek , ku cağ ın d a taşın acak ve d izlerind e o k şan acak sın ız.”148 R u h ve b e ­

d en besin i, k alb in rah atlığı, tü k en m ez em zik, “T am iy ileşm e” h ed iy e­


sidir. O lim p o s Dağı g ö k lere y ü k selir; orad aki tan rılar ve k ah ram an lar
| :
am b ro sia’yla ( a : değil; 3 ç o t o c t ö lü m lü ) b eslen ir. W o ta n ’m dağ salo ­

148 lşaya, 66:10-12.

202
KAHRAMANIN MACERASI

n u n d a d örtyü z o tu z iki b in k ah ram an , dişi k e çi H eid ru n ’u n m em ele­


rin d en akan sütle ıslatarak K ozm ik Y aban D om u zu S a ch rim in ir’in

azalm ayan etin i yer: k eçi, D ünya A ğacı, Yggdrasil’in yap raklarıyla b e s­
lenir. E rin ’in p erili dağlarında, ölü m sü z T u ath a De D anaan, d u r­

m ak sızın G u ib n e ’n in birasın ı içe re k k en d i k en d ilerin i hayata d ö n d ü ­

re n M anann an d o m u zların ı yer. İra n 'ın H ara B erezaiti D ağı’n d aki b a h ­


çed eki tan rılar, yaşam ağacı olan G ao k eren a A ğacı’n d an çek ilen,

ö lü m sü z h a o m a ’yı içe rle r. Ja p o n tan rıları s a k e içer, P olinezyalılar a v e,


A ztek tan rıları e rk e k ve b ak ire kan ı. V e Y ehov a'in k u rtarılm ışları

çatıd aki b ah çe le rin d e , c en n e tin d ö rt tatlı n e h rin in lik ö rlerin i içerk en ,


B eh em oth , L eviathan ve Ziz adlı can av arların lezzetli, tü k en m ez etin i

tad arlar.149

H ep im izin b ilin çd ışm d a hâlâ b arın d ırd ığ ı ço c u k lu k fantezilerinin,

m itte, peri m asalınd a ve kilise öğretilerin d e y o k ed ilem ez v arlıkların


sim geleri o larak h ep yer ettiği açıktır. Bu işe yarar, çü n k ü zih in im ge­
lerle k en d in i evinde gibi h issed er ve zaten b ilin e n b ir şeyi h atırlar gi­

bid ir. Fak at d u ru m fazlasıyla en g elleyicid ir, çü n k ü h isler sim gelerde

saklanır ve öteye geçm eye ilişk in h e r çabaya k arşı koyar. D ünyayı a c ı­


m ayla d o ld u ran şu ç o cu k su neşe d olu kalab alıklarla g erçek ten özgür

o lanlar arasınd aki devasa engel, sim g elerin y o l v erip aşıldığı yerde y ı­
k ılır. “Ey sen ,” diye yazar D ünyevi C e n n e t’te n ayrılırken D ante, “ey

sen k ü çü k b ir barak ad a yaşayan, d in lenm eye arzulu olan, şark ıların

sü rü kled iği yazd ık larım ı izleyen , k en d i yenİ kıy ıların ı g ö rm ek için


d ön; d erin lere açılm a fazla, çü n k ü m u h te m e le n b en i k ay bed in ce m a h ­
v olacaksın. A ştığım su h iç geçilm em işti. M inerva solu yo r ve A pollon

149 Ginzberg, a.g.e.. Cilt I, s. 20, 26-30. Ginzberg’deki Mesih’in ziyafeti üzeri­
ne geniş notlar için bkz. Cilt V, s. 43-46.

203
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

re h b e rlik ed iy or ve M usalar’m d o k u zu b e n i A yılara g ö tü rü y o r.”150 îşte

d ü şü n ce n in ötesine geçem ed iğ i, b ü tü n h islerin g e rçe k te n öldüğü sın ır


bu rad ad ır: dağdaki b ir d em ir y o lu n u n d ağcıların yola çık m ad an önce

kald ığı ve dağ havasını sev en, am a öteye geçm eye cesareti o lm ayan lar­
la so h b et etm ek için sık sık g eld ik leri so n d urağı gibi, im g elem in ö te ­

sin d ek i gü zelliğin dile gelm ez ö ğretisi, bize üstü kap alı olarak, ö zellik ­
le de ço cu k lu ğ u n d ü şlen en gü zelliğini anım satan figürlerle gelir; m a ­

salların y an ıltıcı ço cu k su lu ğ u b u yü zd en dir. S ırf p sik o lo jik oku m alar


yap m an ın yetersizliği de b u y ü z d en d ir.151

M etafizik ö ğretin in başarılı m ito lo jik b ir y o ru m u n a uygu lan dı­

ğında ço c u k lu k im gelerin in alaycılığ ının inceliği, D oğulu d ü ny anın


ç o k iyi b ilin e n b ü y ü k m itle rin d e n b irin d e h arik a b içim d e gö rü lü r.

Ö lü m sü zlü k suyu için d evlerle tan rılar arasınd a g eçen başlan gıçtaki

savaşın H in d u öyküsü. K ad im b ir yaratık olan K aşyapa, “K aplum bağa


A d am ,” d aha da eski yarı tan rısal b ir rah ip o lan “A hlak T a n rısı” D ak-
şa’n ın o n ü ç kızıyla ev lenm işti. Bu kızlard an D iti ve A diti adlı ikisi

sırasıyla titanlar ve tan rılar d oğu rm u ştu . S o n u gelm ez b ir dizi aile


çatışm asıyla h e r nasılsa K aşyapa’m n b u oğu lların d an çoğ u esir düştü.

Fak at titan ların yüce rah ib i, b ü y ü k perh izler ve m ed itasyo n larla Ş i-

130 Dante, “Cennet,” II, 1-9. Çeviren Norton, a.g.e., Cilt III, s. 10; Houghton
Mifflin Company yayımcılarının izniyle.
151 Yayımlanmış psikanalitik külliyatta, bilinçdışı için örtük anlamları ve iş­
leyişlerinin ruh üzerindeki etkileri kadar, simgelerin düş kaynakları da
analiz edilmektedir; fakat büyük öğretmenlerin onları bilerek metaforlar
olarak kullanmış oldukları gerçeği pek dikkat çekmemiştir: dile getiril­
meyen varsayım, geçmişin büyük öğretmenlerinin (elbette bazı eski Yu­
nan ve Romalılar dışında) değerlendirilmemiş fantezilerini vahiyle
karıştıran nevrotikler olduğudur. Aynı şekilde, psikanalizin vahiyleri sı­
radan birçok kimse tarafından Dr. Freud’un “müstehcen zihninin” ürün­
leri sayılmaktadır.

204
KAHRAMANIN MACERASI

va’n ın , E v ren in E fen d isi’n in tak d irin i kazan dı. Şiva o n u ö lü leri d irilten

b ir büyüyle ö d ü llen d ird i. Bu da, titanlara, tan rıların so n rak i çatışm a­

da h e m en fark ettiği b ir ü stü n lü k verd i. T an rılar, kargaşa için d e çek il­


d iler ve b irb irle rin e d anışarak yü ce tan rılar B rahm a ile V işn u ’ya ses­
le n d ile r.152 O n lara, k ard eş-d ü şm an lan y la, ölü m sü z yaşam v eren Süt

O k y an u su ’n u n yağı A m rita ( a : değil; ppera: ölü m lü ), “ölü m sü zlü k

n e k ta rı”n ı karıştırm aya y ard ım cı o lm aları için titan ları kan d ırm ak

ü zere g eçici ateşkes- ilan e tm eleri söy len d i. K end i ü stü n lü k le rin in b ir
kabu lü sayd ıkları b u d avetten etk ilen e n titanlar yard ım d an o n u r d uy­

dular; b ö ylece dünya çev rim in in d ö rt çağ ın ın b aşlan gıcın d aki destansı
işbirliği m a c e ra sı.b a şla d ı. M and ara Dağı yay ık sop ası o larak seçild i.
Yılanlar Kralı V u su ki o n u d ö n d ü re cek yay ık ipi olm ayı kabu l etti. V iş-

n u ’n u n ken d isi d ağın zem in in i sırtıyla d estek lem ek üzere b ir k ap lu m ­

bağa b içim in d e S ü t O k y a n u su n a daldı. Dağa sarıld ık tan so n ra yılan ın

b ir y an ın ı tan rılar, diğer yan ını d evler tuttu . Ve h ep b e ra b e r b in yıl


b o y u n ca karıştırd ılar.

D en izin yü zeyin d en y ü k selen ilk şey k ara, zeh irli, K alakutta, “Kara
Zirve” d en e n b ir d u m an , yani ö lü m g ü cü n ü n e n y ü k sek yoğ u nlaş-

m asıydı. “Iç b e n i,” d edi K alakutta; ve çalışm a on u içe b ile c e k b irin i b u -

152 Brahma, Vişnu ve Şiva, sırasıyla Yaratıcı, Koruyucu ve Yokedici, tek bir
yaratıcı özün eylemlerinin üç yönü olarak Hinduizmde bir teslis oluştu­
rurlar. MÖ yedinci yüzyıldan sonra, Brahma önemini kaybederek, sadece
Vişnu’nun yaratıcı yardımcısı oldu. Bu yüzden bugün Hinduizm, biri asıl
olarak yaratıcı-koruyucu Vişnu’ya adanmış, diğeri ruhu ebediyetle birleş­
tiren dünya-yok edicisi Şiva’ya adanmış iki safa ayrılmıştır. Fakat bun­
ların ikisi sonuçta birdir. Buradaki mitte, yaşam iksiri onların birlikte ça­
lışmasıyla elde edilmektedir.

205
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 8. Canavarın Yenilmesi: - Davud ve Calût:


Cehennem Azabı: Samsan ve Aslan.

luncaya kad ar d urdu. B ir b aşın a, uzakta o tu ran Şiva’ya gidildi. D erin


içe kap anm ış m ed itasyo n h a lin d en m u h teşem b ir b içim d e ç ık tı ve S ü t
O k y an u su ’n u n karıştırıld ığı yere d oğru ilerled i. Ö lü m k arışım ın ı b ir

206
KAHRAMANIN MACERASI

kad eh e koy u p b ir yu d um d a yu ttu ve yoga gücüyle b oğazın d a tuttu


onu . Boğazı m avileşti. Bu yü zd en Şiva’ya “M avi B o y u n ,” N ilakantha

denir.

K arıştırm a yen id en başlad ığında, son su z d erin lik le rd e n y o ğ u n ­


laşm ış gü cü n d eğerli b içim le ri çıkm ay a başlad ı. A psaraslar (nym ph a-

lar) b elird i, talih tan rıçası Lakşm i, “G ü rü ltü ye K işney en” U ççaih şravas

adlı sü t beyazı at, in ciler in cisi K austubha ve o n ü ç adet b aşk a eşya. E n


son b eliren elind e ayı, yaşam n ek tarı k ad eh in i tutan, tan rıların y ete­

n ek li h ek im i D han van tari’ydi.

Şim d i paha b içilm ez içk iy e sahip o lm ak için b ü y ü k b ir savaş b a ş­

lam ıştı. T itan lard an b iri olan Rahu bir yu d u m alm ayı b e ce rd i, fakat iç ­
ki boğazın d an geçm ed en kafası k o p arıld ı; gövdesi çü rü d ü , am a kafası
ölüm süz kaldı. Ve b u kafa şim di gök te, yen id en yakalam ak üzere ayın

p eşin d en d olanıp d u rm aktad ır. E riştiğind e, kad eh ağzın dan ve son ra


b oğazın d an kolayca geçip gider: ay tu tu lm aları bu n d an d ır.

Fak at, tan rıların üstün lü ğü k ay betm esin i istem ey en V işnu k en d in i


güzel b ir d ansöze d ön ü ştü rd ü . Ve şehvetli k işiler olan d evler kızın ç e ­

kiciliğiyle bü y ü len m iş d u ru rk en , kız, A m ritra, ay-k ad eh in i aldı, o n la r­


la b ir süre eğlend i ve k ad eh i b ird en tan rılara uzattı. V işnu yine h em en

gü çlü bir k ah ram an a d ön ü ştü , tan rıların arasına katıld ı ve o n ların ,


d üşm anı aşağıdaki d ü n y an ın u çu ru m ların a ve karan lık kan yo n ların a

p ü sk ü rtm esin e y ard ım etti. Şim di tan rılar, d ü ny anın o rta dağı olan

Su m eru D ağı'm n ü stü n d ek i güzel sarayların d a son su za d ek A m rita’yla


b e sle n ir.153

D aha ed ebi ve duygusal dinsel h ald en ayrı olarak, g erçek m ito lo jik

153
Ramayana, I, 45, M ahabharata, I, 18, Matsya Purana, 249-251 ve birçok
başka metin. Bkz. Zimmer, Myths and Symbols in Indian Art and Civilizati­
on, s. 105 vd.

207
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

h alin m ih e n k taşı alaycılık tır. İk o n la r o larak tan rılar k en d i başların a

anlam sızd ır. O n ların eğ len d irici m itleri, zih n i ve ru h u , o n lara doğru

değil, o n la rın ö tesin e, öte b o şlu ğ a ulaştırır; b o şlu ğ u n p esp ek tifin d en


ağır ü rk ü tü cü d in sel d og m aların sadece p ed ag o jik tuzaklar olduğu

anlaşılır: işlevleri, bozu lm am ış aklı, som u t olay ve olgu d ağın ık lığın ­

dan, so n b ir n im et o larak tü m v aro lu şu n - is te r cen n etsel, dünyevi ya


da c e h e n n e m s e l- son u n d a hafifçe geçip giden, y in e le n e n , basit b ir sa­
adet ve k o rk u d olu ç o c u k lu k d ü şü n ü n su retin e d ön ü ştü ğ ü gö rece te r­

tem iz b ir bölgeye taşım aktır. “B ir bakış açısın d an tü m b u tan rılar

v a rd ır,” diye yan ıt v erd i anlayışlı b ir B atılı k o n u ğ u n soru su n a T ib etli


b ir lam a, “başka b ir açıd an sa g e rçe k d eğ iller.”154 K ad im T an tralarm

o rto d o k s ö ğretisi bu d u r: “H ayal edilm iş tü m b u tan rılar Y ol’da b eliren


çeşitli şeyleri tem sil ed en sim g elerd en bâşk a b ir şey d eğ ild ir;”155 çağ ­
daş p sik an alitik o k u lların b ir ö ğ retisi de b u d u r.156 Ve aynı m e ta -d in -

bilim sel kavrayış, D an te’n in , ayd ınlanan gezg in in son u n d a cesaretli

154 Marco Pallis, Peaks and Lanıas (4. Basım; Londra: Cassell and Co., 1946),
s. 234.
155 Shri-Chakra-Sam bhara Tantra, Tibetçeden çev. Lama Kazi Dawa-Samdup,
yay. haz. Sir John Woodrofle (Arthur Avalon takma adıyla), “Tantric
Texts”in VII. Cildi (Londra, 1919), s. 41. “Bu hayalde canlanan tanrıların
tanrısallığına ilişkin kuşku uyanırsa,” diye metin devam eder, “kişi, ‘Bu
Tanrıça yalnızca vücudun anımsanmasıdır,’ demeli ve Yolu Tanrıların
oluşturduğunu unutmamalıdır” (a.g.y.). Tantra için, krş. geride, s. 113,
dipnot 32 ve s. 199-200 (Tantrik Budizm).
156 Krş. sözgelimi C. G. Jung, “Archetypes of Collective Unconcious” (orjina-
li 1934: Bütün Eserleri, Cilt 9, Kısım i ; New York ve Londra, 1959.)
“Belki de birçok kimse,” diye yazıyor Dr J. C. Flügel, “Neredeyse insanbi­
çimci Baba-Tanrı kavramını, bu türden bir Tanrının saf zihinsel kökeni
kesinleşmiş olsa bile, zihindışı bir gerçeklik olarak saymaktadır hâlâ”
( The Psychoanalytic Study o f the Family, s. 236).

208
KAHRAMANIN MACERASI

gözlerin i B aba, O ğu l ve K utsal R u h’u n takd is ed ici g ö rü n tü sü n ü n ö te ­


sin e, E b ed i Işığa çev irebild iğ i so n d izelerin d e de ö n e rilir g ib id ir.157

Ö yleyse tan rı ve tan rıçalar, k en d ileri başlan gıç halin d e o lan E n Y ü ­

ce o larak değil, T ü k e n m e z V arlığ ın ö zü n ü n v ü cu t b u lm u ş h alleri ve


k o ru y u cu ları o larak alınm alı. O n larla ilişkisi aracılığıyla k ah ram an ın

aradığı, d em ek so n u çta o n ların k en d ileri değil, e rd em leri, yan i tö zleri­

ni sü rd ü rm e g ü çlerid ir. B u m u cizev i e n e rji-tö z ve yalnız b u T ü k e n ­


m ezd ir; ona vü cu t v eren , yayan ve tem sil ed en tan rıların ad ve b iç im ­

leri gelip g eçicid ir. Zeus, Yehova ve Y ü ce B u d d h a’n m şim şek lerin in
m u cizev i e n e rjisi, V ira co ch a ’n m yağ m u ru n u n b e re k e ti, ku tsam a za­

m an ı Aşai R abb ani ayinind e çalm an ç a n ın bild ird iğ i e rd e m 138 ve aziz

ile b ilg en in en yü k sek ayd ın lan m asın ın ışığı b u d u r. K o ru yu cu ları onu


an cak gü çlü kle elde ed en lere sunar.

A m a tan rılar aşırı sert, aşırı d ik katli olabilir; o zam an k ah ram an

o n ların h âzin elerin i çalm alıd ır. P ro m e th e u s’u n so ru n u buydu . Bu d u ­

ru m d ayk en e n y ü ce tan rılar b ile acım asız, can alıcı d evler o larak g ö ­
rü n ü r ve o n ları aldatıp k atled en ya da y atıştıran k ah ram an lar ise d ü n ­

ya k u rtarıcısı o larak o n u rlan d ırılır.

P olinezyalı M aui, ateş m u hafızı M ah u -ik a’ya, on d an h âzin esin i al­

m ak ve insanlığa geri g etirm ek ü zere yolland ı. M aui d o ğru d an dev


M ah u -ik a’ya gitti ve on a şöyle dedi: “B u to p rak tan çalıları tem izle ki

d ostça b ir çek işm e yap alım .” B ilin m eli ki M aui b ü y ü k b ir k ah ram an


ve hilebazd ı.

“M ahu -ik a sord u , ‘N e tü r yiğitlik ve rek ab et yarışm ası o la ca k b u ? ’

“ ‘A tm a tu tm a y arışm ası,” dedi M aui.

1S 7
“Paradiso,” XXXIII, 82 vd.
158 Bkz. geride, s. 200.

209
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“M ah u -ik a kabu l etti ve M aui sord u , ‘K im b aşlay acak ?’

“M ah u -ik a, ‘B e n ,’ dedi.

“M aui k ab u l etti, b ö ylece M ah u -ik a, M aui’yi tuttu ve havaya attı;

ç o k yü kseld i ve tam M ah u -ik a’n m ellerin e geri d üştü, M ah u -ik a M a­

u i’yi yen id en yu karı attı, şöyle şa rk ı söyleyerek: ‘At tut, at tut - işte gi­

d iy o rsu n !’

“Y ü kseld i M aui ve M ah u -ik a şu büyüyü söyledi:

‘Bir kat yükseliyorsun,


‘İki kat yükseliyorsun,

‘Üç kat yükseliyorsun,

‘D ört kat yükseliyorsun,

‘Beş kat yükseliyorsun,


‘Altı kat yükseliyorsun,

‘Yedi kat yükseliyorsun,

‘Sekiz kat yükseliyorsun,

‘D okuz kat yükseliyorsun,


‘Oıı kat yükseliyorsun.’

“M aui havada d ön d ü de d ö n d ü ve d üşm eye başlad ı yine ve M ahu -

ik a ’m n h e m en yanm a d üşüp şöyle dedi, ‘H ep sen e ğ len iy o rsu n !’

“ ‘G e rçe k te n d e!’ dedi M ahu -ik a. ‘Bir balin ayı h op latabileceğ in e

in an ıy o r m u su n ?’

“ ‘D en erim !’ d ed i M aui.

“B öylece M aui tuttu M ah u -ik a’yı ve şarkı söy ley erek attı: ‘At tut, at

tut - işte gid iy o rsu n !’

“Y ü kseld i M ah u -ik a ve M aui şu büyüyü söyledi:

‘Bir kat yükseliyorsun,

‘İki kat yükseliyorsun,

210
KAHRAMANIN MACERASI

‘Üç kat yükseliyorsun,


'Dört kat yükseliyorsun,

‘Beş kat yükseliyorsun,

‘Altı kat yükseliyorsun,

‘Yedi kat yükseliyorsun,

‘Sekiz kat yükseliyorsun,

‘D okuz kat yükseliyorsun,

‘G ökte yükseliyorsun!’

“M ah u -ik a havada d ö n d ü de d ö n d ü ve d üşm eye başlad ı ve tam y e ­

re çarp acak k en M aui şu b ü y ü lü sözleri söyled i: ‘O rad ak i ad am - tam


kafaüstü d ü şsü n !’

“M ah u -ik a d üştü, b o y n u ak o rd iy on gibi o lm u ştu , b ö y lece M ahu -

ika ö ld ü .” M aui h e m en M ah u -ik a’n m b aşın ı tutu p kesti, son ra d ü ny a­


ya ind ird iği ateş hâzin esin i ele g e ç ird i.159

M ezop otam ya’da, In cil ö n cesi iksir arayışı m aceraların ın e n b ü y ü ­


ğü, “H iç Y aşlanm a” b itk isin i, ö lü m sü zlü k v e re n su teresin i elde etm ek

üzere yola çık an E re k li efsanevi S ü m er kralı G ılgam ış’m k id ir. T ep eleri


ko ru yan aslanları ve göğü taşıyan d ağları b ek ley en ak rep ad am ları

sağsalim g eçtik ten son ra, d ağların ard ınd a çiç e k le r, m eyveler ve d e­
ğerli taşlarla d olu cen n e t gibi b ir b ah çeye ulaştı. D aha da ilerleyin ce,

dünyayı çev releyen denize vardı. S u y u n kıy ısınd aki b ir m ağarada


tanrıça Iştar’m tezah ü rlerin d en b iri olan S id u i-S ab itu yaşardı ve sıkıca

ö rtü n m ü ş o lan b u k ad ın o n u n la h iç kon u şm ad ı. A m a ö yk ü sü n ü a n ­

latınca on u k ab u l etti ve arayışına devam e tm em esin i, yaşam ın ölüm lü


eğlenceleriyle y e tin m esin i, b u n u ö ğ ren m esin i öğütledi:

J. F. Stimson, The Legeııds o f Maui and Tahaki (Bernice P. Bishop Museum


Bulletin, No 127; Honolulu, 1934), s. 19-21.

211
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

G ılgam ış, n iye bu y o la geliyorsun ?

A radığ ın y a şa m ı hiç b u lam ay a ca ksın .

T a n rıla r insanı y a ra tın c a ,

in sa n a ölü m verd iler,

v e y a ş a m ı k en d ilerin e sa k la d ıla r.

M ideni d oldu r, G ılgam ış;

g ec e gün düz eğlen;

h e r gün neşeli b ir şey e h a zırlan .

G ece gü n dü z y a ş a m dolu ve k ey ifli ol;

en g ü zel giysilerini giy,

başın ı y ık a , vücudunu y ık a .

Elini tutan u fa klığ a ö zen göster.

K arın ın dölü n den m utlu olm asın ı s a ğ la .160

F ak at G ılgam ış ısrar ed in ce S id ri-S ab id u g eçm esin e izin v erd i ve

y o lu n te h lik e le rin d e n h ab erd ar e tti onu .

K ad ın, ona o rm an d a b ir g ru p ad am la b irlik te o d u n k esen ve b ir -

gru p y ard ım cın ın koru d u ğ u k ay ık çı U rsan ap i’yi b u lm asın ı söylem işti.


G ılgam ış ( “yaşam ayı y eğ ley en ler”, “taştan olan lar” ad ın d aki) b u y a r­

160 Efsanenin standart Asur basımında olmayan bu pasaj, çok daha önceki
parçalanmış bir Babil metninde görülür (bkz. Bruno Meissner, “Ein alt­
babylonisches Fragment des Gilgamosepos,” Mitteilungen der Vorderasi­
atischen Geselschaft, VII, I; Berlin, 1902, s. 9). Sık sık kahinin önerisinin
hedonistik olduğu belirtilmiştir, fakat pasajın kadim Babillilerin ahlak
felsefesine ilişkin olmadığı, bir erginleme testi olduğuna dikkat edilmeli­
dir. Yüzyıllar sonra Hindistan’da olduğu gibi; öğrenci öğretmene ölüm­
süz yaşamın sırrım sorduğunda, önce ölümlü olanın hazları anlatılır ona
(szg. Katha Upanishad, 1:21, 23-25). Ancak ısrar ederse sonraki erginleme­
ye alınır.

212
KAHRAMANIN MACERASI

d ım cıları d ağıttı ve k ay ık çı o n u ö lü m su ların d an g eçirm eyi k a b u lle n ­

di. Y o lcu lu k iki b u ç u k ay sü rd ü . Y olcu ya sulara d o k u n m am ası sö y len ­


m işti.

Y aklaştıkları u zak ü lk e, başlan gıçsal tu fan ın k ah ram an ı o la n ,161

bu rad a karısıyla ö lü m sü z b arış için d e yaşayan U tn ap iştim ’in m e ­

kân ıyd ı. U tn ap iştim son su z sular ü zerin d e tek başına y ak laşan k ü çü k

kayığı gö rd ü ve ç o k m eraklan d ı.

Neden kayığın “taştan olan ları” dağılmış,

Ve benim hizm etim de olm ayan biri var kayıkta?

Gelen: bir erk ek değil mi?

K araya ç ık a n G ılgam ış, rah ib in u zu n tu fan ların öy k ü sü n ü an lat­


m asın ı d in lem ek zo ru n d a kaldı. S o n ra U tn ap iştim kon u ğu n a uyku

v erd i ve o altı gü n uyud u. U tnap iştim k arısın a yed i so m u n p işirtti ve


o n ları kayığın yan ınd a uyuyan G ılgam ış’m b aşın ın u cu n a koydu . Ve

U tnap iştim G ılgam ış’a d o k u n d u ve o uyandı ve ev sahibi k ay ık çı U rsa-


n ap i’ye k o n u ğ u b elli b ir havuzda yık am asın ı ve tem iz giysiler v erm esi­

ni em retti. A rd ınd an U tn ap iştim G ılgam ış’a b itk in in s ırrın ı verdi.

Gılgamış, sana bir sır vereceğim,

ve sana bilgi vereceğim :


Bu bitki tarlad a bir y ab an i çalı gibidir;

güle ben zer dikeni elini p arçalar.

A m a o bitkiye el değdirirsen,

vatanına döneceksin.

B itk i k o z m ik d en izin d ib in d e yetişiyordu .

U rsan ap i k ah ram an ı yine sulara götü rd ü . G ılgam ış ayaklarına taş

161 Incil’deki Nuh’un Babil prototipi.

213
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

bağlayıp d a ld ı.162 R ahatça d ibe in d i, kayıkçıysa kayıkta kald ı. Ve d al­

gıç d ipsiz d en izin d ibine e rişin ce , ellerin i parçalasa da b itk iy i sök tü ,


taşları k o p ard ı ve yüzeye geri çık tı. Yüzeye v arıp da k ay ıkçı on u kay ı­

ğa çek in ce , zaferle bağırdı:

U rsanapi, bu bitki o ...


İnsana tam dinçlik sağlayabilir.

Onu E r ek'e koyun ağılına g ötü receğ im ....


Adı: “K ocam ış insan yine gençleşir.”

Yiyeceğim ondan ve gençliğime döneceğim.

D enizi aştılar. K araya ç ık ın c a G ılgam ış b ir so ğ u k su birik in tisin d e

yık and ı ve uykuya daldı. A m a o u y u rken , b ir yılan b itk in in m u h teşem


k o k u su n u aldı, yaklaşıp k açırd ı onu . O n u y iyerek , y ılan h e m en d eri­
sin i d eğiştirm e gü cü kazan dı, b ö y lece gen çliğ in i yen iled i. A m a G ılga-

m ış uyand ığın da o tu ru p ağladı, “ve gözyaşları b u rn u n d a n aşağı sü zü l­

d ü .”163

F izik sel ölü m sü zlü k olasılığı hâlâ in san ın k alb in i cezb etm ek ted ir.

162 Kahramana daha önce dışarıdaki yolculuğunda bu suya dokunmaması


söylenmiştir, ama artık cezalandırılacağından korkmadan girebilir. Bu
Ebedi Adanın yaşlı Efendi ve Hanımım ziyareti sırasında elde ettiği gücün
bir kısmıdır. Sel kahramanı Utnapiştim-Nuh, arketip bir baba figürüdür;
adası olan Dünya Göbeği daha sonraki Roma-Yunan “Kutsanmış A dabı­
nın bir ön figürüdür.
163 Yukarıdaki anlatım P. Jensen, Assyrisch-babylonische Mythen und Epen (Ke-
ilinschriftliche Bibliotek, VI, 1; Berlin, 1900), s. 116-273’dendir. Alıntıla­
nan dizeler s. 223, 251, 251-253’dedir. Jensen’in versiyonu, günümüze ka­
lan asıl metnin, Kral Aşurbanipal’in kütüphanesinden (MÖ 668-626) bir
Asur versiyonunun satırı satırına çevirisidir. Çok daha eski olan Babil
versiyonunun fragmanları (bkz. geride, s. 214) ve daha da eski Sümer aslı
da (MÛ üçüncü binyıl) bulunmuş ve çözülmüştür.

214
KAHRAMANIN MACERASI

1921’de oyn an an B ern ard Shavv’ın ütop y acı oyu nu B ack to M ethu selah

tem ayı çağdaş b ir sosy o b iy o lo jik m esele çevird i. D ö rt yüzyıl ö n ce , h a ­


yal gü cü d aha k ıt o lan Ju a n P on ce de L eon, g e n çlik çeşm esin i bu lm ayı

um duğu “B im in i” ü lk esin i arark en Flo rid a yı keşfetm işti. Y üzyıllar ö n ­

ce Ç in filozofu Ko H u n g da u zu n yaşam ın ın so n y ılların ı ö lü m sü zlü k


h ap ları hazırlayarak geçirm işti. “Ü ç kilo h a k ik i z e n cifre,” diye yazm ıştı

Ko H ung, “ve b ir kilo beyaz b al al. K arıştır. K arışım ı gü neşte ku ru t.

So n ra p arçalanıp h ap y ap ılır hale gelinceye d ek ateşte kızart. H er sa ­

bah b ir k en ev ir to h u m u bü y ü k lü ğü nd e o n hap al. B ir yıl için d e, ak


saç karaya d ö n ü şü r, çü rü y en diş geri çık ar, v ücut yine sık ı ve sağlam

olur. E ğer yaşlı b iri b u h ap tan u zu n süre alırsa gen çleşir. O n u sü rek li
alanlar eb ed i yaşam ı tad acak, ö lm e y e ce k tir.”164 B u yalnız, d en ey ci filo ­

zofa b ir gü n b ir d ostu ziyarete gitm eye kalkıştı. A m a tü m bu ld u ğ u Ko


H un g‘u n b o ş giysileriydi. Yaşlı adam gitm işti; ölü m sü zler arasına k a ­
rışm ıştı.165

B eden sel ö lü m sü zlü k arayışı geleneksel ö ğretin in yanlış anlaşılm a­


sınd an kay nak lan ır. O ysa tersin e, tem el soru n , göz b eb eğ in i, m isafir

kişiliğiyle bed en in görü şü bu land ırm ayacağı nok taya d ek g en işletm ek ­


tir. Ö lü m sü zlü k o zam an şu ank i b ir g e rçe k o larak yaşanır: “Burada!

164
Ko Hung (Pao Pu Tzu olarak da bilinir), Nei P’ieıı, Bölüm VII (çeviri
Obed Simon Johnson, A Study o f Chinese Alchemy, Şangay, 1928, s. 63’den
alınmıştır).
Ko Hung, bir vücudu “neşeli ve rahat” kılma, bir başkası su üzerinde yü­
rüme gibi birkaç çok ilginç yetenek geliştirmişti. Çin felsefesinde Ko
Hung’un yeriyle ilgili bir tartışma için, bkz. Alfred Forke, “Ko Hung, der
Philosoph und Alchimist," Archiv fü r Geschichte der Philosophie, XLI, 1-2
(Berlin, 1932), s. 115-126.
Herbert A. Giles, A Chinese Biographical Dictionary (Londra ve Şangay,
1898), s. 372.

215
Levha XIII. Ölümsüz Yaşam Dalı (Asur).
Levha XIV. Bodhisatva (Kamboçya).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

O , b u rad a!”166

“H er şey h arek et halind e, y ü kseliyor ve geri d ö n ü y o r. B itk iler ç i­


çek len ir, am a sırf k ö k lere d ö n m ek için. K öklere d ö n m ek , d in ginlik
aram ak gib id ir. D inginlik aram ak kad ere d oğru yol alm ak gibid ir. K a­
dere ilerlem ek ebed iyet gibidir. E bed iyeti b ilm e k ayd ınlanm ad ır ve
ebed iyeti tan ım am ak kargaşa ve k ö tü lü k getirir.

“E bed iyeti b ilm e k kişiyi anlayışlı kılar; anlayış kişiyi gen iş bakışlı
kılar; tasavvur genişliği soy lu lu k getirir; soy lu lu k cen n e t gibidir.

“G ök sel olan T ao gibidir. T ao E bed id ir. B ed en in çü rü m esin d en


k o rk m a m a lı.”167

Ja p o n la rın b ir atasözü vard ır: “T an rılar an cak in san lar sağlık için
dua ettiği zam an g ü ler.” T ap m an a ih san ed ilen n im et h ep k o n u m u n a

ve b ask ın arzu su na, duasına göre ö lçü len d irilir: n im et basitçe, b elirli
özgül b ir d u ru m u n gerek tird ik lerin e d ayanan yaşam e n e rjisin in b ir

sim gesid ir. İro n i elbette, ta n rın ın h o şg ö rü sü n ü k azan m ış k ah ram an ın


tam b ir ayd ınlanm a d iley eb ilecek k en , gen ellik le d aha ç o k yaşam ,

k o m şu su n u k atled ecek silah, çocu ğ u n a sağlık d ilem esin d e yatar.

E sk i Y u n an lar, B ak k h o s’tan ne isterse d ileyebilm e şan sın ı elde


ed en k ral M idas’tan bahsed er. D o ku nd u ğ u h e r şeyin altına d ön m esin i

diledi. S o n ra d en em ek için b ir m e şe n in gövdesine d o k u n d u ve ağaç


h e m en altına d ö n d ü ; b ir taş aldı, o da altına d öndü ; elm a b ir altın k ü l­

çesine d önd ü elind e. C oşk u lan arak , m u cizeyi ku tlam ak için b ü y ü k b ir

şölen hazırlan m asın ı istedi. A m a o tu ru p da elini ete d eğ d irin ce, et d ö ­


nü şü v erd i; şarap d ud aklarınd a sıvı altına d önüştü. Ve yeryü zü nd eki
h er şeyden ç o k sevdiği k ü çü k kızı, ü zü n tü sü n ü h afifletm eye geld iğ in­

166 Tantrik bir aforizma.


167 Lao-tse, Tao Teh King, 16 (çev. Dwight Goddard, Laotzu’s Tao and Wu
Wei, New York, 1919, s. 18). Krş. geride , s. 176, dipnot 87.

218
KAHRAMANIN MACERASI

de, o n u ku cak lad ığ ı an h o ş, altın b ir h eykel oluverdi.

K işisel sın ırları aşm an ın acısı, ru h sal bü y ü m e acısıd ır. Sanat, e d e ­

biyat, m it ve tapım , felsefe ve ç ile ci d isip lin lerin hepsi, bireye u fu k ları­
n ın ö tesin e, d u rm ak sızın gen işleyen gerçek leşm e alanına geçm esin de

yard ım cı olur. E şik leri e jd e r üstü n e e jd e r ö ld ü re re k g eçerk en , en y ü k ­


sek arzu su na çağırd ığı tan rısallık , k o zm o su d o ld u ru n caya d ek büyür.

So n u n d a zih in , ko zm o su n sın ır çep erin i, tü m b içim d en eyim lerin i -

tüm sim geleştirm eleri, tü m tan rısallık ları aşan b ir g erçekleşm e için

aşar. K açınılm az h içliğ in g erçek leşm esi için.

O yü zd en D ante, ru hsal m acerasın d a so n ad ım ı atıp sim gesel G ö k ­

sel G ül için d ek i ü çlü tan rı tasavvuruyla karşılaştığınd a, B aba, O ğul ve


Kutsal R u h b içim le rin in b ile ö tesin d e yaşayacak b ir ayd ınlanm ası da­
ha vardb “B ern ard ,” diye yazar, “b en i yu karı b ak m am ı söy ley erek ç a ­

ğırdı ve gü lüm sedi; fakat b e n zaten isted iği gibiyd im ; çü n k ü saflaşan


b ak ışım K end in de d oğru o lan A zam etli Işığın p arıltısına iyice giriy o r­

du. A rtık bak ışım , böyle b ir m an zaraya açılan k o n u şm am ızd an ve


böyle ifrata ulaşan b e lle k te n d aha b ü y ü k tü .”168

“O rad a ne göz, ne dil, ne zihin: O n u bilm eyiz, b irin e O n u nasıl

anlatacağım ızı da bilem eyiz. O b ilin en h e r şeyden fark lıd ır ve b ilin m e ­


y en in de ötesin d ed ir O .”169

Bu e n y ü k sek ve e n so n çarm ıh a gerilm ed ir; yalnız k ah ram an ın


değil, tan rısın ın da. B urad a k işilik ad lan d ırılm am ışı m ask e le rk e n h em

O ğul h e m de Baba y o k o lu r.. Ç ü n k ü b ir d ü şü n hayali yan ları düş gö­


re n in yaşam e n erjisin d en , g ö rü n ü rd e yaln ız sıvı d ağılım ları ve o tek

168 “Cennet,” XXX111, 49-57 (çev. Norton, a.g.e., Cilt 111, s. 253-254, Hough-
ton Mifflin Company, yayımcıların izniyle).
169
Kena Upaııishad, 1:3 (çev. Swami Sharvananda; Sri Ramakrishna Math;
Mylapore, Madras, 1932).

219
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

gü cü n işlem lerin d en k ay n ak lan ırk en , ister dünyevi ister tanrısal, d ü n ­


y an ın tü m b içim le ri tek b ir anlaşılm az gizem in ev ren sel g ü cü n ü yan sı­

tır: atom u o lu ştu ran ve yıldız y ö rü n g elerin i d en etleyen gücü.

B u yaşam çeşm esi b irey in çek ird eğ id ir ve eğer ö rtü le rin d e n sıy rıla­
b ilirse içind e k en d in i b u lacak tır. Pagan C e rm e n tan rısı O d in (W o tan ),

b u son su z k aran lığ ın bilgisine ışığın ö rtü sü n ü aralam ak için b ir göz


verdi ve son ra çarm ıh a gerilm en in acılarına m aru z kaldı:

Rüzgârlı ağaçta asılı kaldım,

O rada tam dokuz gece asıldım;

M ızrakla yaralan dım ve Odin'e


Sunuldum, kendi kendime,

Altında nasıl bir kök olduğunu

Kimsenin bilem eyeceği bir ağ açta.170

Bu d d h a’m n Bo A ğacı altın d aki zaferi b u çab an ın k lasik D oğu lu ö r­

neğid ir. Z ih n in in kılıcıyla ev ren in kö p ü ğü n ü yardı ve k ö p ü k hiçliğe


dağıldı. G elen eksel d in lerin k ıtaları, cen n etleri ve ceh en n em leri gibi

doğal d en eyim in tü m dünyası, tan rılar ve şeytanlarıyla b irlik te patladı.


Fak at m u ciz e lerin m u cizesi, h ep sin in p arçalanm asına rağ m en, yine de

h ep sin in yen ilen m iş, yen id en can lan m ış ve g e rçe k V arlığın akışıyla

g ö rkem li k ılın m ış olm asıyd ı. G e rçe k te n de, d irilen c e n n e tle rin ta n rı­
ları, o n lard an öteye, yaşam ları ve özleri o lan boşlu ğa n ü fu z ed en insan

kah ram an ı ö v m ek üzere u y u m için d e seslen d iler: “D ü n yan ın doğu


sın ırın d a, flam aların ın d ü ny anın b atı sın ırın d a d algalanm ası için b ay ­

rak lar ve san cak lar d ikild i; batıya d ik ilen ler doğuya da, kuzeye d ik i­
len ler gü neye de d ikild i; y er d üzeyine d ik ilen bayraklar B rah m a d ü n -

170 Poetic Edda, “Hovamol,” 139 (çev. Henry Adams Bellows; The American-
Scandinavian Foundation; New York, 1923).

220
KAHRAMANIN MACERASI

yasm a kad ar d algalandı; ve B rah m a-d ü n y asm m k iler yere d ek salındı.

O n b in d ü ny anın h ep sin d e ç iç e k v eren ağaçlar ç iç e k açtı; m eyve ağaç­


ları m ey velerin ağırlığıyla çö k ü y o rd u ; ağaçların gövd elerind e lotu slar

belird i; ağaçların d alların d a lo tu slar b elird i; sarm aşıklard a lotu slar b e ­

lirdi; gö k te lotu slar b elird i; kayalardan yed işer yed işer lotu slar çıktı.
O n b in dünya sistem i havaya atılm ış b ir b u k e t ç iç e k gibiydi, ya da

kaim , çiç e k te n b ir halı; sek izb in fersah u zu nlu ğ u n d a, d aha ö n ce yedi


gü neşin b ile ayd ınlatam ad ığı ceh e n n e m le r şim d i ışıkla yık anıy o rd u ;

sek sen d ö rt b in fersah d erin lik tek i okyanus tatlandı; n e h irle r tersin e

aktı; d oğu ştan k ö rle r görm eye başlad ı; sağırlar duydu; sakatlar o rg an ­

larını ku llanm aya başlad ı ve tu tsak ların zin cirleri, halkaları k ırılıp y e r­

lere d ü ştü .”171

171 Jataka, Giriş, i, 75 (yayımcıların izniyle basılmıştır, Henry Clarke Warren,


Buddhism in Translations (Harvard Oriental Series, 3) Cambridge, Mass.:
Harvard University Press, 1896, s. 82-83).

221
BÖLÜM III
DÖNÜŞ

1. D önüşün Reddedilişi

K ah ram an ın m acerası, ya kaynağa nü fuz etm e ya da b irtak ım e r ­

k e k ya da kad ın , in san ya da hayvan k işileşm elerin yardım ıyla son a

erd iğ in d e, m a ce ra cın ın yaşam d eğ iştiren gezisin d en d ö n m esi gerek ir.


M o n om itin ö lçü tü olan tam çev rim , k ah ram an ın , ö d ü lü n , top luluğun,

ulu su n, gezeg en in ya da o n b in d ü ny anın yen ilenm esiyle son lan d ıra-


bileceği b ilg elik tılsım larını, A ltın P ost’u ya da uyuyan p ren sesin i in ­
sanlar d ünyasına geri getirm esi g erek m ek ted ir.

Fak at so ru m lu lu k sık sık g eri çev rilm iştir. B u d d h a b ile, zaferin in


ard ınd an, gerçek leşm e iletisin in iletileb ilir olu p olm ad ığınd an şüphe

etm işti ve gö k sel esrim e için d ey k en ö len azizler de v ard ır. H iç yaşlan­
m ayan Ö lü m sü z V arlık T a n rıç a s ın ın ku tsan m ış adasına son su za dek

y erleşen ü n lü kah ram an lar g e rçe k te n de sayısızdır.

M u çu k u n d a adlı kad im b ir H in d u savaşçı k ralın ın hey ecan lı b ir


ö yküsü v ard ır. Y anlışlıkla, B rah m an larm karısı için h azırlad ığı b ir d o ­

ğ u rganlık ik sirin i içe n b ab asın ın so l yan ınd an d o ğ m u ştu ;1 ve b u m u ­


cizen in vaat d olu sim geciliğine u ygu n o larak , ann esizliğin harik ası, e r ­

k ek rah m in in dölü, tanrılar d em o n larla o lan k esin tisiz savaşlarında

yenilgiye uğrad ıkları b ir anda o n u yardım a çağ ırd ık ları zam an k ral­
ların kralı oldu. T an rıların y ü ce b ir zafer kazan m asını sağladı ve o nlar

da tanrısal b ir m u tlu lu k için d e e n b ü y ü k arzu su n u gerçekleşm esiyle

1 Bu ayrıntı, hermaphrodite, erginleyici babadan yeniden doğuşun akılcı-


laştırmasıdır.

222
KAHRAMANIN MACERASI

öd ü llen d ird iler onu . Fak at ken d isi h e r şeye kad ir olan b ir kalp n e ar-

zulayabilirdi ki? İn san lar arasınd aki böyle b ir efend iyi nasıl b ir ö d ü lle­

rin öd ülü cezb ed ebilird i? K ral M u çu k u n d a, diye devam ed iy or öykü ,


savaştan son ra ç o k yorgu n d u : tü m istediği son u gelm ez b ir uy ku ve

onu k ald ırm ak isteyen h erh an gi b irin in tek bakışıy la kü l olm asıydı.

A rzusu yerine geldi. Bir dağ oyuğunda, b ir d ağın rah m in in d erin ­

lerinde uykuya çek ild i ve orad a, ç o k u zu n b ir sü re uyudu, insan lar,

halklar, uygarlıklar, dünya çağları h içlik te n ç ık tı ve yine ona geri d ö n ­


dü: b u arada yaşlı kral b ilin çd ışı m u tlu lu k halind e yaşadı. B izim iki uç
arasında gid ip gelen eg o -d en eyim im izin d ram atik zam an d ünyası

altınd aki F reu d cu bilin çd ışı gibi Zam andışı olarak yaşlı dağ ad am ı, d e­

rin uyku d ü şü n ü yaşadı da yaşadı.

U yanm a anı geldi - am a k ah ram an -d ev resin in so ru n u n tam am ım

olduğu kad ar, gü çlü b ir k ralın en yüce öd ül o larak uyku yu d ilem esi­
n in gizem ini de yen i b ir persp ektife sü rü k ley en şaşırtıcı b ir d önüşle.

D ünya E fen d isi V işn u , H int ü lk esin i d ev d em o n lar ırk ın d an k u rta ­


ran K rişna adlı güzel bir g en cin kişiliğind e yen id en doğar ve tahta ge­

çer. Ve ku zeybatıd an b ir b arb ar yığını an sızın istila ettiğin de ülkeyi

tam b ir ütopya barışıyla yö n etiyord u . K ral K rişn a on lara k arşı d u rd u ,


fakat tanrısal doğasına uygun o larak basit b ir h ile yap ıp zaferi o y u n ­

baz b ir b içim d e kazan dı. Silahsız ve lotu slarla sü slen m iş o larak safla­

rın d an ayrıld ı ve d ü şm an k ralın o n u izleyip yak alam asın ı sağladı, s o n ­


ra b ir m ağaraya d ald ı, b arb ar peşi sıra gird iğind e odada uyuyan birin i
gördü.

“A h !” diye d ü şü n d ü , “b en i buraya çe k ti ve şim di de zararsız b ir

uyku cu gibi d avran ıyo r.”

Ö n ü n d e u zan an gövdeyi tekm eled i ve gövde silkin d i. Bu K ral M u-


çu k u n d a’ydı. G övde d o ğru ld u ve sayısız yaratılış d öngü sü , dünya ta ri­

223
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

hi, çözü lm eler b o y u n ca kap alı kalan gö zleri yavaşça ışığa açıld ı, lik
bakışı, h e m en alev alıp anın d a d u m an lı b ir kü l yığ ının a d ö n ü şen d ü ş­

m a n k ralın için d e n geçti. M u çu k u n d a d ön d ü ve ik in ci b ak ışı sü slen ­


m iş güzel gen ce değdi. E sk i k ralın ışıltısın d an o n u n b ir T a n rı b ed en -

len m esi old u ğu n u h e m en anladı. M u çu k u n d a, K u rtarıcısın ın önü nd e

şu duayla eğildi:

“Y ü ce T an rım ! İn san o larak yaşayıp çab alark en dalalete d üşm ü ş

b ir halde d in len m ek sizin yaşayıp çabalad ım ; yaşam lar, d oğu m lar b o ­


yu n ca arad ım ve acı çek tim ; d u ru p d in le n e ce k b ir yer bu lam ad ım . S ı­

kın tıyı k ey if o larak görd ü m , çö ld e k i serap ları tazelik v eren sular o la­

ra k gördü m . H azlara tu tu n d u m ve elim e g eçen acı oldu . K ralca güç ve

dünyevi m ü lk , zeng in lik ve k u d ret, arkad aşlar ve oğu llar, eşler ve y o l­


daşlar, d u y u ları cezb ed en h e r şey: h ep sin i isted im , çü n k ü b u n ların

bana gü zellik getireceğ in i sand ım , fakat h e r şey b e n im olduğu anda

doğasım d eğiştird i ve yanan ateş oluverdi.

“S o n ra tan rıların arasına k arıştım , b en i d o stça karşılad ılar. Ama


n ered e b ir solu klanm a? N ered e b ir d in lenm e? B u d ü n y an ın tan rılar

da d ahil tü m yaratıkları, Y ü ce E fen d i’m , h ep si sen in o yu n baz h ilele­


rinle yan ılıyor; b u yü zd en b eyh u d e d o ğu m çev rim lerin i, yaşam acısı­

n ı, yaşlılık ve ö lü m ü sü rd ü rü y o rlar. Y aşarken ö lü m tan rısın ı h o şn u t


ed iy orlar ve h e r d ereced e m e rh am etsiz acı ceh e n n e m le rin e k atlan m a­

ya zorlanıy orlar. H epsi de sen in yü zün den!

“Yüce T a n rım , b e n de oyu n b az h ilelerin le yan ılm ış, hatalar la b i­

rentind e gezin en b e n c illik ağm a yakalan m ış b ir yeryüzü avıydım .

Şim di, b u yü zd en , sın ırsız, tapılası H u zu ru n d a sadece h e r şey d en ö z ­


gür olm ayı istem e cesaretin i g ö ste riy o ru m .”

M u çu k u n d a m ağarad an ç ık ın c a , in san ların o n u n yok lu ğu nd a y o z­


laşm ış o ld u k ların ı gördü . B u yü zd en yine o n lard an ayrıldı, yü ksek

224
KAHRAMANIN MACERASI

dağlara çek ild i ve orad a k e n d in i, onu son u n d a v arlık b içim le rin e olan

s o n bağların d an k u rtaracak olan çile ci uygulam alara ad ad ı.2

B aşka deyişle, M u çu k u n d a, d ö n m ek y erin e d ünyad an b ir d erece

d aha geri çek ilm ey e k arar verd i. Ve k im k a ra rın ın tam am en akılsızca

o ld u ğu n u söyleyebilir?

2. Büyülü Kaçış

Zafere ulaşan k ah ram an eğer tan rı ya da ta n rıça n ın k u tsam asın ı e l­


de ed erse ve to p lu m u n yen id en yap ılan m ası için b ir iksirle b irlik te

dünyaya d ö n m ek le g ö rev len d irilirse, m ace rasın ın so n aşam asınd a d o ­

ğaü stü efen d isin in tü m gü çleriyle d estek len ir. D iğer yan dan , eğer ga­
n im eti m u h afızın ın karşı çık ışm a rağ m en elde ettiyse ya da k a h ra ­

m a n ın dünyaya d ön m e arzu su tanrılar ve şey tanlarca uygu nsuz b u ­


lu nd uysa, o zam an m ito lo jik çev rim in son aşam ası h arek etli, g e n ellik ­
le gü lü n ç b ir takip olur. B u kaçış büyülü eng ellem e ve k u rtu lm a m u ­

cizeleriy le karm aşıklaşabilir.

Sö zgelim i G alliler, k en d in i D algaların A ltın daki Ü lk e’de b u lan b ir

k ah ram an d an , G w ion B ach ’tan b ah sed erler. T a m o larak G allerin k u ­


zeyind e, M erio n eth sire’da Bala G ö lü ’n ü n d ibind eyd i. V e orad a gölün

d ibind e kad im b ir dev o lan Kel Tegid , k arısı C arid w en ’le b irlik te ya­

şardı. K arısı b ir yandan buğday ve b erek etli hasat efend isi, diğer y a n ­
d an şiir ve edebiyat tanrıçasıyd ı. Devasa b ir kazana sahipti ve içind e

2 Vishnu Puraııa, 23; Bhagavata Purana, 10:51; Harivaıısha, 114. Heinrich


Zimmer, Maya, Der iııdische Mythos (Stutgart ve Berlin, 1936), s. 89-99 çevi­
risine dayanmaktadır.
Dünya Büyücüsü olarak Krişna ile Afrikalı Edşu’yu karşılaştırın (geride, s.
58-59). Ayrıca Polinezyalı hilebaz Maui’yle de karşılaştırın.

225
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

b ir b ilim ve esin karışım ı hazırlam ayı istiyord u. K arabü yü k itap ları sa­
yesinde b ir yıl kaynasın diye ateşin ü zerin e koydu ğu kara b ir bu lam aç

h azırlad ı; b u sü re son u n d a e sin in cazib esin d en ü ç ku tsal d am la elde

ed ilecekti.

Ve k ah ram an ım ız Gvvion B a ch ’ı kazanı karıştırm aya ve M ord a adlı

k ö r b ir ad am ı da altınd aki ateşi k ö rü klem ey e b ıra k tı, “ve on lara b ir yıl


b ir gün b o y u n ca kayn atm aların ı söyled i. K end isi d e, astro n o m ların

k itap ların a ve gezegen saatlerine uygun o larak h e r g ü n bü y ü taşıyan


b ü tü n b itk ile ri topladı. B ir gü n, y ılın son u n a d oğru , C arid w en b itk ile ­

ri toplayıp h azırlark en , k azan d an ü ç dam la bü y ü lü sıvı sıçray arak

G w ion B a ch ’m parm ağın a değdi. Yandığı için p arm ak ların ı ağzına


so k tu o da ve b u m u cizev i d am laları ağzına alır alm az o lacak h e r şeyi

ö n ce d e n görd ü ve asıl g ö rev in in Caridvven’in h ilelerin e karşı koy m ak


old u ğu n u anlad ı, çü n k ü b e ce rile ri ç o k fazlaydı. Ve b ü y ü k b ir k o rk u y ­

la ülk esine k açtı. Kazan ikiye ayrıld ı, çü n k ü ü ç bü y ü lü dam la d ışında

h ep si zehirliy d i ve b u yü zd en k azan ın düştüğü n e h rin su yu nd an içen


Gvvyydno G aran h ir’in atları zeh irlen d i ve o zam an d an b u yana bu

n e h rin k esişim yeri, G w yd dno‘n u n A tlarının Z ehiri o larak çağırıldı.

“Bu arada C arid w en geldi ve tü m yılın em eğ in in yitip gittiğini g ö r­

dü. O zam an b ir tahta p arçası aldı ve k ö r M ord a n ın kafasına, gözle­


rin d en b iri yanağına d ü şünceye d ek vurdu. M ord a, ‘B en i y o k yere

d övd ün, m asu m u m ben . Z ararı b e n v erm ed im ,’ dedi. ‘D oğru söyle­

d in ,’ dedi C arid w en, ‘B en i soy an Gvvion B a ch .’

“V e ard ın d an koşm aya ko yuldu . Gvvion o n u g ö rd ü ve tavşana d ö ­

nü şü p k açtı. Caridvven de b ir tazıya d önüşüp kovaladı. Gvvion n eh re


k o şu p b alık oldu. Caridvven su sam u ru olu p kovaladı o n u suyu n

altınd a, ta k i o k en d in i ku şa d ö n d ü rü n cey e dek. Caridvven de şahin


o lu p peşine d üştü. Ve tam üstü n e çu llan acak k en , Givvon ö lü m k o r k u ­

226
KAHRAMANIN MACERASI

suyla b ir am b ard ak i bu ğ d ay ların arasına d alıp tan elerd en b irin e d ö ­

n ü ştü . O zam an C arid w en k o cam an ib ik li k ara b ir h o ro za d ö n ü ştü ve


buğd ayların arasınd a o n u b u lu p yu tuverd i. V e, öyküye gö re, o n u d o ­

kuz ay taşıdı ve o n d an ku rtu ld u ğ u n d a, için d e n ö ld ü rm ek gelm ed i,

çü n k ü o ç o k güzeldi. O yü zd en , o n u b ir d eri çantaya ko y u p T a n rın ın


m erh am etiyle, N isanın y irm i d oku zu nd a d enize a ttı .”3

K açış, can lı b içim d e işlend iği b irç o k h a lk h ik ây esin in sev ilen b ir


bö lü m ü d ü r.

Irk u tsk lu (S ibiry a) B uryatlar, sözg elim i, ilk şam an ları M o rg o n -K a-

3 “Taliesin,” çev. Lady Charlotte Guest, The Mabinogion (Everyman’s Library,


No 97, S. 263-264).
Taliesin, “Batının Ozanlarının Başı,” MS altıncı yüzyılın gerçek bir tarihsel
kişisi, daha sonra romansın “Kral Arthur”u olan kabile reisinin çağdaşı ola­
bilir. Ozanın efsanesi ve şiirleri, “Gallerin Dört Kadim K itabı’ndan biri
olan “Taliesin’in Kitabı" adlı bir onüçüncü yüzyıl elyazmasmda bulunmak­
tadır. Bir mabiııog (Galli) bir ozanın çırağıdır. Mabiııogi, “gençlik bilgisi” te­
rimi bir mabinog’a öğretilen ve onun da yüreğine katması gereken gele­
neksel malzeme (mitler, efsaneler, şiirler, vb.) demektir. Mabinogi’nin ço­
ğulu olan mabinogion, Lady Charlotte Guest’in “Kadim Kitaplar”dan yaptı­
ğı onbir romans çevirisine (1838-49) verdiği addır.
Gallerin ozanlık bilgisi, Iskoçya ve Irlanda’mnki gibi çok eski ve bereketli
pagan-Kelt mit birikiminden kaynaklanır. Bu, eski öyküleri kayda geçiren
ve onları Incil’le uyumlu kılabilmek için çok çile çeken Hıristiyan misyo­
nerler ve vakanüvisler tarafından (beşinci yüzyıl ve sonrası) dönüştürül­
müş ve canlandırılmıştı. Onuncu yüzyıl sırasında, romans üretiminin ön­
celikle İrlanda’da merkezlenen parlak dönemi, mirası önemli çağdaş bir
güce dönüştürdü. Kelt ozanlar Hıristiyan Avrupa’nın saraylarına yayıldı;
Kelt temaları pagan İskandinav skaldları [İskandinav ozanı] tarafından ak­
tarıldı. Bizin Avrupa peri bilgimizin büyük bir kısmı, Arthur geleneğinin
temeli gibi, Batılı romansın bu ilk büyük yaratıcı dönemine uzanır. (Bkz.
Gertrude Schoepperle, Tristaıı and Isolt, A Study o f the Sources o f the Ronıan-
ce, Londra ve Frankfurt, 1913.)

22 7
KAHRAMANIN SO N SU Z YOLCULUĞU

ra ’nırı ru h ları ölüm d en geri g e tir e b ile c e k kad ar y eten ek li oldu ğun u

söyler. Bu yüzden Ö lü ler E fen d isi, C e n n e tin Yüce T an rısı'n a yakınd ı


ve T an rı şam anı b ir sınavdan g e ç irm e y e k arar verdi. B ir ad am ın ru h u ­

n u ele g eçirip bir şişeye kap adı v e ş iş e y i başparm ağıyla tıkad ı. A dam

hastalan ınca akrabaları M o rg o n -K a ra ’y ı çağ ırd ı. Ş am an kayıp ru h için

her yere baktı. O rm an ı, ırm a k la rı, d a ğ zirv elerin i, ö lü ler ü lk esin i


arad ı ve sonunda, “davuluna o t u r a r a k ,” y in e u zu n sü reler araştırd ığı

yu karı dünyaya çık tı. B ird en C e n n e tin y ü ce T a n rısın ın başparm ağıyla


tıkadığı b ir şişe sakladığını fark e tti v e b ira z d ü şü n ü n ce, şişed ek i ru ­

h u n aradığı ruh old u ğu n u anlad ı. H ile b a z şam an b ir yaban arısm a d ö ­

n ü ştü rd ü kendini. T anrıya d oğru u ç t u ve o n u n aln ın ı öyle b ir sok tu

k i T an rı başparm ağını d elik ten ç e k t i ve tu tsak k açtı. S o n ra T an rı,


M orgon -K ara adlı b u şam an ın y in e d a v u lu n a o tu rm u ş, k u rtu la n ru hla
b irlik te dünyaya ind iğin i öğren d i. B u se fe r kaçış pek başarılı değildi.

T a n rı aşırı kızıp şam an ın d av u lu n u ik iy e ayırıp g ü cü n ü son su za d ek

aldı. Başlangıçta iki parça d eriy le y a p ıla n şam an d avu lları o gü nd en


bu yana (B u ry atlan n b u ö yk ü sü n e g ö r e ) te k parçayla y ap ılm ak tad ır .4

B üyülü kaçışın n e sn e lerin k a ç a k a d ın a k o n u ştu k ları ve b ö y lece ta­

k ib i geciktird ikleri yaygın b ir v e rs iy o n u vard ır. Y eni Zelanda M aorile-

ri, b ir gü n eve gelince k arısın ın ik i o ğ lu n u da yu ttuğunu ö ğ ren e n b ir


ad am ın öyküsünü anlatır. K ad ın y e r d e in ley erek yatıyord u. A dam

d erd in in ne olduğunu sord u ve k a d ın h asta old u ğu n u söyled i. A dam

ç o c u k la rın nerede o ld u ğu n u ö ğ r e n m e k isted i ve k ad ın gittik lerin i söy­


ledi. A m a adam yalan söy led iğini b iliy o r d u . Büyüsüyle o n ları ç ık a r­

m asın ı sağladı: canlı ve tek parça o la r a k çık tıla r. O zam an adam k arı­

4 Harva, a.g.e., s. 543-544; “Pervi’ buryatski şaman Morgon-Kara," lzyestiya


Vastoçrıa-Siberskavo Otdela Ruskava G eografiçeskaya Obşestva, XI, 1-2
(lrkutsk, 1880), s. 87 vd.’dan aktararak.

228
KAHRAMANIN MACERASI

sın d an k o rk tu ve ç o cu k la rla b irlik te o n d an o lab ild iğ in ce ç a b u k k a ç ­


m aya k arar verdi.

C anavar kad ın su getirm eye gittiğind e, ad am bü y ü yap arak suyu n


ç ek ilm esin i, b ö ylece k ad ın ın o ld u k ça uzağa gitm esini sağladı. So n ra

k u lü b e le re, köy ü n yak ın ın d ak i ağaçlara, bataklığa ve tep ed ek i tap ın a­

ğa k arısı g e lirk e n on a h a b e r v erm elerin i söyled i. Ç o cu k ları kan o su n a


g ö tü rd ü ve suya açıld ılar. K ad ın geri d ö n ü p de kim seyi bu lam ayın ca

bağırm aya başlad ı. Ö n ce h e n d e k seslendi. K ad ın o yö n e ko şu p yine


bağırd ı. E vler seslend i; son ra da ağaçlar. B irb iri ard ın a yak ın lard aki

çeşitli n e sn e ler seslen d i on a ve kad ın tam am en çıld ırm ış halde d ört


b ir yana ko ştu . S o n u n d a g ü çten d üştü ve ç ö k ü p ağlam aya başlad ı, ve

b ird en başın a n e le r geldiğini anladı. T ep ed ek i tapm ağa koştu ve k a n o ­


n u n u fk u n d a k ü çü k b ir n o k ta o larak gö rü nd ü ğ ü d enize b a k tı .5

Büyülü k açışın b ir başka tan ın m ış v ersiyo n u , çılg ın ca k açan k ah ra­


m an ın ard ın d an b ir yığın g e cik tirici eng elin atılm asıdır. “K ü çü k b ir a-

biyle k ız kard eşi kaynağın yan ınd a o y n ark en b ird en için e d ü şü v erd i­
ler. A şağıda b ir sucad ısı vard ı ve şöyle d ed i, ‘E lim e g eçtin iz işte! A rtık

bana çalışacak sın ız!’ ve o n ları alıp götü rd ü. K ü çü k kıza tem izlem esi
için k irli b ir k e te n p arçası v erd i ve d ipsiz b ir fıçıd an su alm asını iste ­
di; oğlanın sa k ö r b ir baltayla ağaç kesm esi g erek iy o rd u : ve yiy ecek leri

tek şey taş kad ar sert h am u r topaklarıyd ı. S o n u n d a ç o cu k la r d ayana­


m ad ılar, cad ın ın kiliseye gittiği b ir pazar g ü n ü n ü b ek ley ip kaçtılar.

K ilised en ç ık ın c a cadı tu tsak ların ın u çtu ğ u n u fark etti ve gü çlü


sıçray ışlarla p eşlerin d en seğirtti.

“A m a ço cu k la r cad ın ın geldiğini daha u zaktan g ö rm ü şler; kız tu ­


tup b ir fırça atm ış ark asın a, fırça b ü y ü m ü ş, bü y ü m ü ş, d ik en gibi b in ­

5 John White, The Ancient History o f the Maori, His Mythology and Traditions
(Wellington, 1886-89), Cilt 11, s. 167-171.

229
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lerce k ıld an k o sk o ca b ir dağ o lm u ş, cad ı da an cak b in b ir gü çlü kle

tırm an m ış dağı, am a yine de aşıp geçm iş. B u n u g ö ren oğlan b ir tarak


atm ış ark asın a, tarak bü y ü m ü ş, bü y ü m ü ş, b in lerce d işli k o cam an b ir
tepe olm u ş, am a k o cak arı b u tepeyi de tırm an ıp aşm ayı başarm ış.

D erk en kız b ir ayna atm ış ark asın a, ayna yü kselip b ir dağ olm u ş; dağ
öyle kaygan, öyle kayganm ış ki, cad ı b ir tü rlü aşıp geçem em iş. Eve gi­

dip de b altam ı alıp geleyim , şu dağı k ırıp d ökeyim , diye geçirm iş için ­
den. A m a o baltayı alıp gelene ve dağı k ırıp d ö k en e kad ar çocu k lar

ço k ta n k açıp can ların ı k u rtarm ışlar. Su cad ısı da kös k ö s yine ku yu su ­

n a y o llan m ış .”6

U çu ru m u n gü çleriyle ko layca başa çıkılam az. D o ğ u ’da yetersiz

d eh b erlik le ru h sal olarak rah atsız e d ici yoga alıştırm aları y ap m anın

teh lik esi v u rgulanır. A dayın m ed itasyon ları g elişim in e ayak u y d u r­


m alıd ır, öyle ki im gelem , h azırlan an ru h u n ötelere yalnız başın a adım

atm a anı gelinceye d ek h e r ad ım d a devatalar (gerek li n itelik lere sahip


düşsel tan rılar) tarafın dan k o ru n ab ilsin . Dr. Ju n g ’u n zekice gözlediği

gibi: “D o gm atik sim g en in o ld u k ça yararlı işlevi, k en d in i zarar v erici


biçim d e ortaya k o y m ad ık ça kişiyi dolaysız b ir T a n rı d en eyim i yaşa­
m ak tan k o ru m asıd ır. A m a eğer ... ev in i ve ailesin i te rk ed er, u zu n sü ­

re yalnız yaşar ve k aran lık aynaya u zu n süre b ak arsa, k ö tü karşılaşm a

o n u gü çten d ü şü reb ilir. Ama o zam an b ile yüzyıllar b o y u n ca ç iç e k le ­


n e n g elen eksel sim ge, sağaltıcı b ir sıvı gibi işe yarayab ilir ve yaşayan

ilah ın k ilisen in ku tsan m ış y erlerin e d oğru ö ld ü rü cü ilerlem esin i d u r­


d u ra b ilir .”7 K orku yla k açan k ah ram an ın ark asın a d oğru fırlattığı b ü ­

yülü n esn e ler -k o r u y u c u m u sk alar, ilk eler, sim geler, akılcılaştırm alar,
h e r ş e y -k o v a la y a n C en n et T azısı’n ın g ü cü n ü azaltıp em e b ilir, m acera-

6 Grimm, No 79. [Türkçesi: GM, Cilt 11, s. 435.1


7 C. G. Jung, The Integration o f Personality (New York, 1939), s.59.

230
Çizim9A. Bir Gorgo Medusa'nın Başıyla Kaçan Perseus'u İzliyor.

em in k en d i köşesine sağlam olarak ve b elk i de bir öd ülle b irlik te geri

d ön m esin i sağlar. Fak at ö d en e n bed el h e r zam an k ü çü k değildir.

En etkiley ici engel k açışların d an b iri esk i Y u nan kah ram an ı

Iaso n ’un kid ir. A ltın P ostu ele geçirm eye çık m ıştı. G ö rk em li A rgo’yu
b ü y ü k b ir savaşçı topluluğuyla d enize in d ird ik ten son ra, K arad eniz’e

d oğru açılm ıştı ve b ir sü rü inanılm az teh lik e atlattık tan son ra, so n u n ­
da k ra l A ietes’in B oğaziçi’n d e n k ilo m e tre lerce ö ted ek i şeh ir ve sarayı­
na u laştı. Sarayın ard ınd a e jd e rin koru d u ğ u ağaç ve k o ru lu k vardı.

K ralın kızı M edeia y ab an cı kon uğa karşı aşırı b ir tutkuya kap ıld ı

ve b ab ası A ltın P ost karşılığınd a o lanaksız b ir şey isteyince, Ia so n ’un


başarılı olm asın ı sağlayan bü y ü ler verdi ona. G örev , so lu k ları alevli ve

231
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 9B. Perseus Heybesinde Medusa'nm Başıyla Kaçıyor.

ayakları p irin çten boğalarla b ir tarlayı sü rm ek , son ra tarlayı e jd er d iş­


leriyle to h u m lam ak ve h em en b o yv eren silahlı ad am ları katletm ekti.

Fak at M edeia’n m büyüsüyle g ü çlen en v ü cu d u ve zırh ıyla Iason , b o ğ a­


lara h a k im o ld u ; ve e jd er to h u m u n d an b ir o rd u fışkırd ığı zam an, ara­
larına h ep sin in b irb irin i k atletm esin i sağlayan b ir taş attı.

Sevdaya d ü şen gen ç k ad ın Iaso n ’u , P ost’u n asılı d u rd u ğ u m eşeye


götü rd ü. M uhafız e jd e rin b ir tacı, ü ç çatallı dili ve sevim siz kıv rık

p en çeleri vard ı; fakat çift, özel b ir b itk in in özsuyuyla h ey b etli canavarı

uyuttu. A rd ınd an Iaso n öd ülü ald ı, M edeia o n u n la k a çtı ve A rgo d en i­


ze ind irild i. Fak at k ral h e m en p eşlerin e d üştü. Ve M edeia yelk en lileri­
n in ö n lerin i kestiğini fark ed in ce, Iaso n ’u, yan larınd a g etird ik leri genç

kardeşi A psyrtos’u öld ü rm ey e ve parçalan an v ü cu d u n u d en ize atm aya

232
KAHRAMANIN MACERASI

iknâ etti. B u da babası kral A ietes’in p arçaları toplayıp gö m m ek üzere

karaya d ö n m esin i sağladı. Bu arada A rgo rü zgârla uzaklaşıp gözden

k a y b o ld u .8

Ja p o n “K ad im O layların K ayıtları”nda ç o k farklı tü rd en , b ir başka

üzü cü öyk ü v ard ır: H er şey in ilksel atası İzanagi’n in , Sarı Irm ak ü lk e ­

sin d en k açırılan kız k ard eşi-k arısı Izanam i’yi k u rtarm ak için yeraltına
in işin in öyküsü. Kız o n u kap ıda karşılad ı ve Iznagi şöyle dedi: “Y ü ce­
lerin yü cesi, sevim li gen ç kız kard eşim ! S en in ve b e n im yarattığım ız

karalar bitm ed i daha: geri gel o y ü zd en !” Kız yanıtlad ı: “D aha önce


g elm em en ked erli b ir şey g erçek ten ! Sarı Irm ak ü lk esin in yem eğini

yedim . Yine de, Y ü celer Y ü cesi sen in buraya g irişin in gu ruruyla e tk i­

len d im , d ö n m ek isterim . D ahası, kon u yu özellikle Sarı Irm ak ta n rı­

larıyla tartışacağım . D ikk at et, bana b a k m a !”

Saraya çek ild i; fakat orad a ç o k oyaland ığın dan , Izanagi sab re d e ­

m ed i. S açın ın yü ce sol örg ü sü ne saplan m ış tarağın d işlerin d en birin i

k ırd ı ve o n u m eşale gibi y ak arak içeri girip çevreye bakın d ı. O rad a

k u rtçu k la r, b ö ce k yığ ınları ve Izanam i’yi çü rü rk e n gördü.

M anzarad an d eh şete kap ılarak geri k açtı Izanagi. İzanam i, “Beni

u tan d ırd ın ,” dedi.

izan am i, aşağı d ü n y an ın Ç irk in D işis in i takibe yolladı. Izanagi


h ızla k açark en , b aşın d an siyah başlığı ç ık a rd ı ve yere serd i. B aşlık

anın da ü zü m salk ım ların a d ö n ü ştü ve takip çisi on ları yem ek üzere


d u rak sark en Izanagi yolu n a d evam etti. A m a D işi tak ib i sü rd ü rd ü ve

on a yetişti. Izanagi saçın ın sağ ö rg ü sü n d eki ç o k p arçalı ve sıkı dişli ta­


rağı çık a rıp yere bırak tı. O da anın d a b am b u filizlerine d ön ü ştü ve pe­

şin d ek i o n ları toplayıp y erk en Izanagi kaçtı.

8 Bkz. Rodoslu Apollonios, Argonautika: kaçış IV. kitapta yeniden anlatıl­


maktadır.

233
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

O zam an k ız k ard eşi, ard ın d an Sarı Irm ak ’m b in b e ş yüz savaşçı­

sıyla b irlik te sek iz şim şek tan rısın ı gön derd i. Y ü ce b ir b içim d e k u ­
şanm ış oldu ğu o n k işin in an cak kavrayabileceği k ılıc ı çek ip savu rarak

kaçtı İzanagi. A m a savaşçılar yine takip etti. Y aşayanların dünyasıyla


S arı Irm ak ü lk esi arasınd aki sın ıra erişin ce, orad a yetişen ü ç şeftaliyi

k op ard ı, b ek led i ve o rd u on a y etişin ce üzerlerine attı. Yaşayanların


D ü nyasının şeftalileri, Sarı Irm ak ü lk esin in savaşçılarını ü rk ü ttü ve

d ö n ü p geri kaçtılar.

H ep sin in ard ın d an y ü celer yü cesi Izanam i’n in ken d isi geldi. İzana­
gi b in k işin in kald ıracağı b ir kayayı kald ırıp , geçid i o n u n la tıkad ı ve

araların da kaya v arken , b irb irle rin in k arşısınd a d u ru p ayrılık h ed iy e­

lerin i verd iler. İzanam i şöyle dedi: “Sevgili bü y ü k k ard eşim , Y ü celer
Yücesi! E ğer böyle davranırsan, h e r gü n sen in d ü n y an d an b in kişin in

ö lm esin i sağlayacağım .” İzagani yan ıtlad ı: “Sevgili kız k ard eşim , Y ü ce­
ler Yücesi! E ğer öyle yap arsan , h e r gün b in beş yüz k ad ın ın b o ğ u l­
m asını sağlayacağım .”9

izan am i, h e r şeyin atası lzan agi’n in yaratıcı alanınd an b ir adım

öteye, çözü lm e alanına çek ile re k , ağabey -ko casın ı k o ru m ay ı u m m u ş­


tu. İzanagi k atlan ab ileceğ in d en fazlasını g ö rü n ce , ö lü m m asu m iyetin i

kay betti, fakat yaşam ak için yü ce arzusuyla, h ep im izin en başınd an


b eri gözlerim izle m ezar arasınd a tuttu ğu k o ru y u cu örtü yü ağır b ir k a ­
ya şeklind e koydu.

E ski Y u nan O rp h eu s ve E u ry d ike m iti ve yeryü zü n d eki yü zlerce


b en zer öykü, U zakd oğu’n u n b u kad im efsan esi gibi, kayded ilen b a ­

şarısızlığa rağ m en, sevenin, k o rk u n ç eşiğ in ö tesin d en kayıp sevgilisiy-

9 Ko-ji-ki, “Records of Ancient Matters” (MS 712), C. H. Chamberlain, Tran­


sactions o f the Asiatic Society o f Japan , Cilt X, Ek (Yokohama, 1882), s. 24-
28’deki çevirisinden uyarlanmıştır.

234
KAHRAMANIN MACERASI

le b irlik te geri d önm e olasılığın ın old u ğun u öne sü rer. D ü nyalar ara­
sın d ak i k arşılık lı açık ilişkiyi o lanaksız kılan , h er zam an için in san za­

yıflığının k ü çü k b ir hatası, hafif, fakat k ritik b ir b e lirtisid ir; b u yü zd en


insan n ered eyse eğer k ü çü k , şaşırtıcı kazad an kaçm abilse h er şeyin iyi

olab ileceğ in e inanır. B una rağ m en, ro m an sın Polinezya v ersiyon u nd a


k açan çift gen ellikle k u rtu lu r ve eski Y u nan satiri Alkeltis’te, yine m u t­

lu son v ard ır, am a etki ikna e d ici değil, insanü stü d ü r. B aşarısızlık m it­
leri bizi y aşam ın tragedyasıyla etk iler, fakat b aşarı m itleri sadece kendi
inanılm azlıklarıyla. Ve yine, eğer m o n o m it vaat ettiğ in i yerine g e tirir­

se, bize g ö ste rile cek o lan insani başarısızlık ya da insanü stü başarı d e­

ğil, insani b aşarı o lacak tır. D önü ş eşiği k riz in in so ru n u bu d u r. O nu


ö n ce insanü stü sim gelerle d eğ erlen d irecek ve son ra tarihsel in san ın

p ratik öğretisin i arayacağız.

3. Dışarıdan Gelen Kurtuluş

K ah ram an ın d oğaüstü m acerasın d an d ışarıd an yardım la geri geti­

rilm esi g erek ebilir. Yani, d ü ny anın gelip on u alm ası g erek eb ilir. Ç ü n ­
kü b ir yerde o lm an ın d erin saadeti, uy anık halin b e n lik p arçalanm ası

yararın a kolayca b ırak ılam az. “K im d ünyad an atıld ık tan s o n ra ,” diye

oku yo ru z, “geri d önm ey i arzu lar? O yaln ızca o ra d a o la ca k tır .”10 Ve yi­
n e, kişi yaşad ıkça yaşam çağıracaktır. T o p lu m o n d an u zak d urana

karşı k ısk a n çtır ve gelip kapıyı çalar. E ğer kah ram an -M u ç u k u n d a gi­
b i - isteksizse, rah atsız e d e n kişi tatsız b ir şo k yaşar; am a diğer y an ­
dan, çağrılan lar yaln ızca g ecik tiriliy o rsa -(ö lü m ü çağ rıştıran ) k u su r­

suz v arlık h alin in gü zelliğine h a p s e d ilm işs e - b elirg in b ir ku rtarm a

g erçek leşir ve m ace racı geri d öner.

10 Jaimuniya Upanishad Brahvıana, 3. 28. 5.

235
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

E sk im o ö y k ü sü n ü n K u z g u n u ateş ç u b u k la rın ı b alin an ın karnına


sapladığında, k e n d in i, uzak u cu n d a b ir lam ba yanan güzel b ir o d anın
girişin de bu ld u . O rad a güzel b ir k ızın o tu rd u ğu n u g ö rere k şaşırdı.
B alinan ın o m u rg asın ın tavan ve k ab u rg aların ın d uvarlar y erin e geçtiği
oda k u ru ve tem izdi. B elk em iğ in d en u zan an b ir tü p ten lam baya ya­
vaşça yağ d am lıyord u.

K uzgun odaya girince kad ın on a b ak ıp bağırdı: “N asıl geld in b u ra­


ya? Buraya g iren ilk e rk ek sin s e n .” K uzgun y ap tık ların ı an lattı ve
kad ın, ona, o d an ın diğer yan ın d aki koltu ğ a o tu rm asın ı söyledi. Bu
kad ın b alin an ın ru hu y d u Çinua). K onuğa sofra k u rd u , m eyveler ve yağ
su n d u , ve b u sırad a on a b ir ö n ce k i yıl m eyveleri nasıl top lad ığ ını an ­
lattı. K uzgun, b alin an ın k arn ın d a d ö rt g ü n inua’m n ko n u ğ u old u ve
tü m bu zam an b o y u n ca tavandan sark an tü b ü n nasıl b ir şey oldu ğun u
anlam aya çalıştı. K ad ın od adan h e r çıktığın d a on a d o k u n m asın ı ya­
saklıyord u . A m a b u sefer, k ad ın d ışarı çıktığın d a, K uzgun lam baya
yü rü d ü , p en çesin i uzattı ve diliyle b ü y ü k b ir dam la tattı. Sıvı öyle tatlı
geld i k i, akan h e r dam layı yu tm ayı sü rd ü rd ü . D ahası b u da yetm ed i
ve uzan ıp tüp ü k ıra ra k yedi. B u nu yap ar yapm az da od ayı b ir yağ seli
aldı, lam ba sö n d ü ve oda ileri geri sallanm aya başladı. Bu sallantı d ört
gü n sürd ü. K uzgun açlık tan ve d in m eyen g ü rü ltü d en ö lm e k üzereydi.
A m a son ra h e r şey sessizleşti ve oda sak in leşti; çü n k ü K uzgun kalp
k ap ak çık ların d an b irin i kırm ış ve b alin a ölm ü ştü . Irıua h iç geri d ö n ­
m ed i. B alin an ın gövd esi kıyıya vurd u .

Fak at a rtık K uzgun hapisti. N e yap acağını d ü şü n ü rk en , hayvanın


sırtın d a iki ad am ın k o n u ştu ğ u n u duydu, köyd eki h erk esi balin ayı
parçalam aya çağ ırm ak tan bah sed iyo rlard ı. Ç o k geçm ed en b ü y ü k göv­
d en in üst kısm ın d a b ir d elik a ç tıla r .11 Y eterin ce gen işled iğind e ve h e r-

11 Balinanın karnındaki kahraman mitlerinin çoğunda, kahraman, hapisha­


nesinin bir yanını delen kuşlar tarafından kurtarılmaktadır.

236
KAHRAMANIN MACERASI

kes kıyıya çık arm ak için et parçalarıyla uzaklaşınca Kuzgun fark e d il­
m ed en d ışarı çık tı. Fakat d aha yere v arm ad an, ateş çu b u k ların ı içerd e
b ırak tığ ın ı hatırlad ı. G iysisini ve m askesin i çık ard ı ve insanlar ç o k
g eçm ed en tu h af b ir hayvan d erisine sarın m ış k ü çü k , kara b ir ad am la'
karşılaştılar. M erakla b ak tılar ona. A dam yard ım etm eyi ö n erd i ve
ko llarım sıvayıp çalışm aya koyuldu .

Ç o k g eçm ed en , b alin an ın içind e çalışanlard an b iri bağırdı: “B akın


ne b u ld u m ! B alin an ın k arn ın d a ateş ç u b u k la rı!” K uzgun d edi k i, “Vay,
am a b u kötü ! K ızım ban a b ir keresin d e in san ların p arçaladığı b ir b a li­
n an ın için d e ateş çu b u k la rı b u lu n u rsa, o in san ların çoğ u ö lü r d em işti.
K açıyoru m b e n !” G iy silerine sarın d ı ve uzaklaştı. İn san lar da ard ın ­
dan. S o n ra K uzgun, geri d ö n ü p b ir başın a ken d in e ziyafet ç e k ti . 12

Ja p o n y a ’n ın Şin to geleneğinin - M Ö sek izin ci yüzyılda “K ad im

12 Frobenius, Das Zeitalter des Sonnengottes, s. 85-87.

237
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

O laylar K a y ıtla rın a kaydedildiği sırad a bile ç o k ta n esk i o l a n - önem li


ve h ey ecan v erici m itle rin d e n b iri, d ü n y an ın ilk k ritik d ön em i s ı­

rasınd a güzel gü neş tan rıçası A m aterasu’n u n gö k sel b ir kayalıktan


çıkm asıd ır. B u k u rtu lan k işin in b ir parça isteksiz o ldu ğu b ir ö rn ek tir.

A m aterasu’n u n ağabeyi fırtın a tan rısı Susanovvo affedilm ez biçim d e

yanlış d avranm ak tad ır. Ve A m aterasu o n u sak in leştirm ek için h e r y o ­


lu d enediyse ve alabild iğine bağışlayıcılık gösterd iyse de, Susanovvo

o n u n p irinç tarlaların ı bozm ayı ve k u ra m la rın a karşı saygısızca dav­


ranm ayı sü rd ü rd ü . E n son sald ırısın d a, d ik iş o d asın ın üstü n d e b ir d e­

lik açtı ve “d erisin i yüzdüğü alacalı b ir at” fırlattı içe ri ve tan rıların yü­

ce giysilerini d ik m ek le m eşgu l olan tan rıça h izm etçilerin hepsi bunu

gö rü n ce öyle ü rk tü le r ki h ep si öldü .

M anzarad an k ork u y a k ap ılan A m aterasu, gök sel b ir m ağaraya k a ­

pand ı, girişi de ard ın d an sık ıca kap adı. B u nu yap m ak o n u n için k o r ­


k u n ç b ir şeydi; çü n k ü gü neşin g eçici kay b olu şu ev ren in son u gibi bir

şey d em ekti - daha tam o larak başlam am ışken k i son . O n u n y o k lu ­


ğuyla yüce c en n e tin tüm ovası ve sazlık ların tüm orta ülk esi karanlığa

göm üldü . K ö tü ru h lar dünyayı kap lad ı; ve sayısız tan rın ın sesi aym

b e şin ci g ö rü n ü şü n d e kaynaşan sin ek le r gibiydi.

Bu yü zd en sek iz m ily o n tan rı cen n e tin sakin n e h ir yatağında ta n rı­

sal b ir to p lan tı d ü zenled i ve araların d an b irin i, D ü şü n ce S a h ib in i b ir

plan pazırlam ak üzere seçtiler. T artışm aların ın son u n d a, aralarında

b ir ayna, b ir k ılıç ve giysi hed iy eleri o lm ak üzere b irç o k tanrısal etkisi


olan şey ortaya çık tı. B üyük b ir ağaç d ikild i ve m ü cev h erlerle sü slen ­
di; g eçici olarak ö tm eleri için h o ro zlar getirild i; şen lik ateşi yakıldı;

yü ce ilah iler o ku n d u . S ek sen ayak uzu nlu ğ u n d ak i ayna ağacın orta


d allarına b ağlanm ıştı. Ve neşeli, gü rü ltü lü b ir d ans yap tı U zum e adlı
gen ç b ir tanrıça. S ek sen m ilyo n ta n rı o kad ar eğlend i k i, kah kahaları

238
KAHRAMANIN MACERASI

göğü kap lad ı ve yüce c e n n e t ovası sarsıldı.

M ağaradaki gü neş tan rıçası can lı k ü k rem eleri d uyunca şaşırdı. Ne

o lup b ittiğ in i öğ ren m ek istedi. G öksel kayalığın girişin i azıcık aralaya­

rak içe rid en şöyle seslendi: “B en çek ilin ce cen n e t vadisin in , sazlıkların

o rta ü lk esin in karanlığa g ö m ü leceğ in i san ıyo rd u m : o zam an U zum e


nasıl neşe saçıy o r ve sek iz m ily o n tan rın ın h ep si de nasıl g ü lebiliy o r?”

O zam an U zum e şöyle dedi: “T o p lan d ık ve m u tlu yu z, çü n k ü yüceliği


seni aşan b ir tanrı var b u ra d a .” O böyle d erk e n , tan rılard an ikisi ay­

nayı itere k o n u saygıyla gü neş tan rıçası A m aterasu’ya g ö sterd iler; o


da, g ittik çe m e rak lan arak , girişe d oğru geldi ve on a b ak tı. G ü çlü b ir

tanrı A m aterasu ’n u n yü ce elin i tutu p d ışarı ç ek ti; b ir başkası da a r­


kasınd an, girişe bir h asır ip ( shim enaw a ) gerdi ve şöyle d iyerek: “B u ra­

dan d aha geriye çek ilm em e lisin !” B öylece h e m yü ce cen n et vadisi hem
de sazlık vad ilerin in o rta yeri yen id en ay d ın lan d ı . 13 Şim di gü neş, her
gece b ir sü re çek ile b ilir - yaşam ın tazeleyici uyku su na çek ilm esi gibi;

fakat yü ce shim enaw a ile tam am en kaybolm ası eng elleniyor.

G ü n eşin tan rı yerine tan rıça o lm ası m o tifi, ark aik , belli ki b ir za­

m an lar o ld u k ça bu lan ık laşm ış m ito lo jik b ir bağlam ın nad ir ve değerli

b ir kalın tısıd ır. G ü ney A rabistan'ın b ü y ü k an aerk il tanrısı dişi gü neş


Ilat'tır. A lm ancada gü neş sözcü ğ ü (die Sonne ) d işild ir. Kuzey A m eri­

ka’da oldu ğu gibi, S ib iry a’n ın h e r yerin d e dişi b ir güneş üzerine d ağı­
n ık ö y k ü ler bu lu n ab ilir. Ve ku rd u n yediği, am a b ir av cın ın ku rd u n

k arn ın d an çıkard ığı K ırm ızı B aşlıklı Kız p eri m asalınd a, A m atera­
su ’n u n m acerasın ın u zak b ir y an k ısın ı bu lu ru z. B irço k ülkede izler

bu lu n u r; fakat yalnız Ja p o n y a ’da uygarlığı hâlâ etk iley en esk i bü y ü k


m ito lo jiy i b u lu ru z; ç ü n k ü M ikad o, A m aterasu’n u n to ru n u n u to ru n u ­
d ur ve K raliyet sarayın ın b ir atası sıfatıyla, Şin to ulusal geleneğinin

13
Ko-ji-ki, Chamberlain’den, a.g.e., s. 52-59.

239
K A H RA M A N IN S O N SU Z YO LCU LUĞU

yüce tan rıların d an b iri olarak o n u rla n d ırılır . 14 M aceraların d a güneş

14 Dışarıdan gelen Butsudo ya da “Buddha’nın Yolu’ ndan ayrı olarak Japon­


ların yerli geleneği Şinto, “Tanrıların Yolu,” çevrimden kopmayı sağlayan
güçlerden (Bodhisatvalar ve Buddhalar) farklı olan yaşam ve gelenek mu­
hafızlarına (yerel ruhlar, atasal güçler, kahramanlar, tanrısal kral, kişinin
yaşayan ebeveynleri ve çocukları) bağlanmanın bir yoludur. Tapınma şekli
öncelikle kalbin saflığının sağlanması ve geliştirilmesidir: “Nedir aptes? Sa­
dece vücudu kutsal suyla yıkamak değil, Doğru ve Ahlaklı Yolu izlemektir”
(Tomobe-no-Yasutaka, Shinto-Shoden-Kuju). “Tanrıyı hoşnut kılan erdem
ve saygıdır, yığınla maddi sungular değil” (Shitıto-Gobusho).
Kraliyet Evi’nin atası Amaterasu, sayısız halk panteonunun baştanrısıdır,
fakat aslında görünmeyen, aşkın, ama her yerde varolan Evrensel Tanrı’nın
en yüksek dışavurumudur. “Tanrıların Sekiz yüz on bini tek bir Tanrının,
Kunitokotaçi-no-Kami, Yeryüzünün Ebediyen Varolan Tanrısal Yaratığı,
Evrendeki Her Şeyin Büyük Birliği, Göğün ve Yerin lik Canlısının, dün­
yanın başlangıcından sonuna dek ebediyen varolan şeyin farklı dışavurum­
larıdır” (Izawa-Nagahide, Shinto-Anıeno-Nuboko-no-Ki). “Yüce Cennet Vadi-
si'ndeki perhizinde Amaterasu hangi tanrıya tapar? İç saflık sayesinde ken­
di kişiliğinde tanrısal erdemi yetiştirerek ve böylece Tanrıyla bir olarak,
kendi içindeki Benliğe bir tanrı gibi tapar" (lehijo-Kaneyoshi, Nifıonslıoki-
Sanso).
Tanrısallık her şeyin içinde varolduğundan, mutfak kap kacaklarından Mi-
kado’ya dek her şey tanrısal sayılır: bu, Şinto, “Tanrıların Yolu"dur. En
yüksek konumda olan Mikado en büyük hürmeti alır, fakat her şeye göste­
rilen hürmetten farklı bir hürmet değil. “Huşu uyandıran Tanrı, Kendini,
bir ağacın tek bir yaprağında, bir çimende bile dışavurur” (Urabe-no-Ka-
nekuni). Şinto’da hürmetin işlevi her şeyde varolan Tanrısallığı onurlan­
dırmaktır; saflığın işlevi Onun dışavurumunu -tanrıça Amaterasu’nun
tanrısal öz-tapınmasmın soylu örneğini izleyerek- kişinin içinde sağla­
maktır. “Sessizlikte tüm gizli şeyleri gören görünmez Tanrı ile hürmetkar
insanın kalbi aşağıdaki yerden konuşurlar” (İmparator Meiji’nin bir şiirin­
den). -Yukarıdaki alıntıların tümü, Genchi Kato, What is ShiııtoT’da bulu­
nabilir (Tokyo: Maruzen Company Ltd., 1935); ayrıca bkz. Lafcadio Hearn,
Japan , An Interpretation (New York: Grosset and Dunlap, 1904).

240
KAHRAMANIN MACERASI

tan rısın ın a rtık daha iyi b ilin e n m ito lo jile rin in k in d e n d aha farklı b ir
dünya duyum u h issed ileb ilir; ışığın tatlı h ed iy esine y ö n elik b elli bir

d o k u n ak lılık , g ö rü n ü r k ılın m ış şey ler için n azik b ir takd ir - b ir za­


m anlar b irço k in san ın d in sel tav rını b elirlem iş olan tü rd en şeyler.

Ayna, k ılıç , ağaç tan ıd ık tır. T an rıçay ı yan sıtan ve o n u , tan rısal d i-

şavu rum su zluğu nu n yü ce istirah atın d an çek ip alan ayna, yansıyan im ­


genin alan ın ın , d ü ny anın sim gesid ir. O rad a tan rısallık k en d i g ö rk e m i­

ni g ö rm ek ten h o şn u ttu r ve b u h o şn u tlu ğ u n ken d isi d ışavurum ya da

“yaratım ” eylem ine b ir v esiled ir. K ılıç, şim şeğe k a rşılık gelir. A ğaç, a r­
zuları g erçe k le ştire n b e re k e tli yanıyla D ünya E k sen i’d ir - H ıristiyan ­

ların, gü n eşin geri d ö n m e ya da yen id en doğm a anı olan kış gü n d ö n ü -


m ünde ku tlad ık ları, çağdaş A lm an d iline dişil Sonne’sin i veren C e r­

m en pag anizm ind en devşirilm iş neşeli gelenekte olduğu gibi. Ü zü ­


m e n in dansı ve tan rıların gü rü ltü sü karnavala aittir: yü ce ta n rın ın ç e ­

kilişiyle tersin e d ö n en , fakat gelen can lan m a için n eşeli olan dünya.
Ve shim enaw a, gö rü nd ü ğ ü zam an ta n rıça n ın ard ın a g erilen yü ce hasır

ip, ışığın d ön ü ş m u cizesin in bağışlayıcılığm ı sim geler. B u shimerıawa,


Ja p o n h alk d in in in g elen eksel sim geleri arasınd a e n göze çarp an ,
önem li ve sözsüz b e lirtilerin d e n b irid ir. T ap m ak g irişlerin d en b irin e

asılarak, Y eni Yıl şenliğind e cadd e ve sokaklard a d o laştırılarak d ü n ­

yanın d ö n ü ş eşiğind e tazelen m esin i b elirtir. E ğer H ıristiyan h açı ö lü m

çu ku ru n a m ito lo jik g eçişin e n anlam lı sim esiyle, shim enaw a d irilişin


en basit işaretid ir, ik isi dünyalar arasınd aki sın ırın gizem ini tem sil
eder - var olan var olm ayan çizgisi.

A m aterasu, b ü y ü k İn an n a’n m , aşağı dünyaya inişini daha önce


gördüğüm üz, kad im S ü m er tap m ak ların ın k il tabletlerin d ek i yüce

tan rıçan ın b ir D oğulu k ız kard eşid ir. Inan n a, Iştar, A starte,


A phrod ite, V enüs: bu n lar B atılı gelişim in daha so n rak i k ü ltü r d ö n e m ­

241
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lerin d e aldığı isim lerd i - gü neşle değil, ad ını taşıyan gezegen le, yine

ayla, g ök lerle ve b e re k e tli to p rak la bağlı olarak. M ısır’da, gökteki

y ıllık b elirişi N il n e h rin in top rağ ı d ö lleyen sel m ev sim in in h ab ercisi

o lan B ü y ü k k ö p ek , S iriu s'u n tan rıçası oldu.

H atırlan acaktır ki Inan n a, cen n e tte n , ab lası-k arşıtı, ö lü m kraliçesi

E reşk ig al’in c eh e n n e m b ölgesin e in m işti. V e h a b e rcisi N in şu b u r’a,

d ön m ey ecek olu rsa o n u k u rtarm aya gelm esin i söylem işti. Yedi yargı­

cın ön ü n e çıp la k geld i; gö zlerin i on a d ik tiler, b ir cesete d ö n d ü ve c e ­


set -g ö rd ü ğ ü m ü z g ib i- b ir kazığa asıldı.

Üç gün geçtikten son ra, 15

İnanna’nın habercisi Ninşubur,


Saygıdeğer sözlerinin habercisi,

Yardım eden sözlerinin taşıyıcısı,

Cenneti onun için y akın m alarla doldurdu,

Toplantı sunağında ağladı onun için,

Tanrıların evinde koşu ştu rd u .. . .

Onun için tek elbisesi olan bir fa k ir gibi giyindi,

Bir başına, E ku r’a, Enlil’in evine yöneltti adım larını.

T a n rıça n ın k u rtu lu şu n u n b aşlan gıcı b u d u r ve için e girdiği güç

bö lg esin i, g irm ed en ö n c e k en d in i k o ru y acak ö n le m i alacak kadar

tan ıy an b irin in d u ru m u n u sergiler. N in şu bu r ö n ce tan rı E n lil’e gitti;


fakat tan rı, In an n a ç o k y u karıd an ç o k aşağıya gittiğind en , aşağı d ü n ­

yada aşağı d ü n y an ın yasalarının geçeceğ in i söyled i. S o n ra N in şu bu r

tan rı N anna’ya gitti; fakat tan rı N anna, Inanna ç o k y u karıd an ç o k

Hıristiyan Amentüsüyle karşılaştırın: “Cehenneme indi, üçüncü gün ölüler


arasından kalktı yine. ..."

242
KAHRAMANIN MACERASI

aşağıya gittiğind en , aşağı d ünyada aşağı d ü n y an ın yasalarının g e ç e ce ­

ğini söyled i. N in şu bu r tan rı E n k i’ye gitti ve tan rı E n k i b ir tasarı


y ap tı.16 ik i cin siyetsiz yaratığı süsled i ve on lara, aşağı dünyaya In an -

na’n m asılı cesed in e altm ış kez serp m eleri için “yaşam yiyeceği” ve
“yaşam su yu ” verdi.

K azıktan sarkan cesede ateş ışıklarının korkusunu yönelttiler,

Altmış kez y aşam suyu, altmış kez y a şa m yiyeceği serptiler üzerine,


İnanna kalktı.

in a m a aşağı dünyadan çıktı,


Anunnak i kaçtı,

Ve sakince aşağı dünyaya inebilecek tüm aşağı dünyalılar;

İnanna aşağı dünyadan çıkınca,


Ölü önünden kaçışır.

inanna aşağı dünyadan çıkar,

Küçük dem onlar sazlar gibi,

Büyük dem onlar tablet yazıcıları gibi,


Yanında yürüdü.

Önünde yürüyen, elinde bir asa taşıdı,

Yanında yürüyen, belinde silah taşıdı,

16 Enlil Sümer hava-tannsı, Nanna ay-tanrısı, Enki su-tanrısı ve bilgelik tanrı-


sıydı. Belgemizin hazırlandığı zamanda (1Û üçüncü binyıl), Enlil Sümer
panteonunun baştanrısıydı. Çabuk kızardı. Tufan gönderen oydu. Nanna
oğullanndaiıdı. Mitlerde kudretli tanrı Enki genellikle yardımcı rolünde
görülür. Gılgamış’ın ve tufan kahramanı Atarhasis-Utnapiştim-Nuh’un
hem efendisi hem yönlendiricisiydi. Enki Enlil’e Karşı motifi klasik mitolo­
jide, Poseidon Zeus’a Karşı (Neptün Jüpiter’e Karşı) oyunuyla sürdürül­
müştür.

243
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Onu geçenler,
Inanna'yı geçenler,

Yiyeceği suyu bilm eyen y aratıklard ı,

Serpilm iş un yem eyenler,

Dökülmüş şara p içm eyenler,

Erkeğinin kollarından karısını alan lar,

Em ziren anneden çocuğunu alanlardı.

Inan n a, S ü m er ü lk esin d e, şeh ird e n şeh ire b u h ay aletsi, iğ ren ç k a ­

labalıkla çev rili o larak y ü rü d ü .17

T am am en ayrı k ü ltü r alan ların d an alın an b u ü ç ö rn e k -K u z g u n ,

A m aterasu ve In a n n a - d ışarıd an g elen k u rtu lu şu y eterin ce sergiliyor.

M aceran ın so n aşam alarınd a, seçilen e tü m sınavı b o y u n ca d estek olan


doğaüstü y ard ım cı g ü cü n sü rek li ey lem in i gösteriyorlar. B ilin ci y en ik

düşse de b ilin çd ışı yine k en d i d en gesin i sağlıyor ve geldiği dünyaya


geri doğuyor. E gosu na tu tu n u p o n u k u rtarm ak y erin e, bü y ü lü kaçış

ö rü n tü sü n d e o ldu ğu g ibi, o n u k ay b ed iy o r, fakat inayet yoluyla geri

dönü y or.

Bu da bizi, tü m m u cizevi g ezin tin in an cak b ir girişi oldu ğu çev ri­

m in so n d ö n ü m n o k tasın a getirm ek ted ir - yani, k ah ram an ın m istik


aland an gü n lü k d ü n y an ın alanına d ö n m e k ü zere parad o ksal, aşırı zor

e şik g eçişin in so n d ö n ü m n o k tasın a. İster d ışarıd an k u rta rılsın , ister

içe rid en sü rü k le n sin ya da ödülüyle b irlik te re h b e r tan rılarca zarif b ir

biçim d e taşın sın ; parçalara ayrılm ış in san ların için d e k e n d ilerin i tüm
saydığı ço k tan d ır u n u tu lm u ş o rtam a k en d isin e b ah şed ilen lütufla ye­

n id en girm esi g erek m ek ted ir. E go-d ağıtan, yaşam -v eren iksiriyle to p ­

17 Kramer, a.g.e., s. 87, 95. Şiirin sonu, uygarlığımızın mit ve simgelerinin


kaynaklarına dair bu değerli belge sonsuza dek kaybolmuştur.

244
KAHRAMANIN MACERASI

lum la yü zleşm eli ve m ak u l sorgu lam alarla, aşırı g ü cen m iş ya da an la­


m akta zo rlan an iyi in san ların d ö n ü ş d arb elerin i üstlen m elid ir.

4. Dönüş Eşiğinin Aşılması

T an rısal ve insani, iki dünya an cak b irb irin d e n farklı o larak res-
m ed ileb ilir - yaşam ve ö lü m , gece ve günd üz gibi ayrı. K ahram an b il­
diğim iz ü lk ed en karanlığa d oğru yola çık a r; o rad a m acerasın ı tam am ­
lar ya da yine basitçe bize o lan bağların ı kay b ed er, hap sed ilir ya da
tehlikeye d üşer; ve d ö n ü şü o öte b ölg ed en b ir d ö n ü ş o larak anlatılır.
Yine de - v e işte m it ve sim geyi anlam ak için tem el b ir a n a h ta r- iki
k rallık aslında b ird ir. T a n rıla rın alanı b ild iğim iz d ü n y an ın u n u tu lm u ş
bir b o yu tu d u r. Ve isteyerek ya da istem ey erek o b o y u tu n araştı­
rılm ası, k ah ram an ın y ap tık ların ın tam anlam ıd ır. O lağan yaşam da
ö n em li g ö rü n en değerler ve ayrım lar, b en liğ in daha ö n ce sadece ö te-
kilik olan şeyi ü rk ü tü cü b içim d e özüm lem esiyle kay bo lu r. Yam yam
d evlerin öyk ü lerin d e oldu ğu g ib i, n iteliksiz ru h lar için aşkın d en eyi­
m in b ü tü n yü kü , b u kişisel bireyselleşm e kay b ın ın ü rk ü tü cü lü ğ ü o la ­
bilir. Fak at k ah ram an -ru h cesu rca içeri g irer ve cad ıların tan rıçalara
ve e jd e rle rin tan rıların b e k ç i k ö p ek lerin e d ö n ü ştü ğ ü n ü keşfeder.

B u n u n la b irlik te olağan u y an ık b ilin ç açısın d an , d erin d en ç ık a rı­


lan b ilg elik ile gen ellik le ayd ın lık dünyada e tk in o ldu ğu anlaşılan
saflık arasınd a b elli b ir ald atıcı tu tarsızlık h er zam an kalm alıd ır. F ır ­
satçılığın e rd em d en k o p u şu ve so n u çta insan v arlığ ın ın bo zu lm ası b u
yü zd en dir. Ş e h itlik azizlere g ö red ir, fakat sırad an in san ların ken di k u ­
ru m la n v ard ır ve b u n lar, tarlada papatyalar g ib i büy ü m eye b ıra k ıl­
m az; P etro s, dünyayı yaratan ı ve sü rd ü ren i savu n m ak için , k ılıcın ı,

245
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 11. Kahramanın Geri Gelişi: Tapm ak K aplarıyla Samson:


İsa Dirilmiş: Yunus.
KAHRAMANIN MACERASI

bahçed e yaptığı gibi çek m ey i sü rd ü rü r . 18 A şkın d erin lerd en getirilen


ö d ül h e m en d eğersiz şey o larak akılcılaştırılır ve sözü y en ilem ek üzere
b aşk a b ir kah ram an a gerek sin im artar.

Yine d e, insanlığın sağduyulu d elilik bin yılları b o y u n ca b in lerce ve


b in lerce k ez d oğru su yla yanlışıyla öğretilm iş ve ö ğ ren ilm iş o lan b ir ş e ­

yi n asıl yen id en öğretm eli? Bu, k ah ram an ın en so n zo r gö revidir. K a­

ran lığ ın insanı dilsiz b ırak an ifad elerin i ayd ınlık d ü n y an ın diline nasıl

geri taşım alı? İki b oyu tlu b ir yüzeyde üç bo yu tlu b ir b içim i ya da üç


boyu tlu b ir im gede ç o k b o y u tlu b ir anlam ı nasıl ifade etm eli? K arşıtlık

çiftlerin i tanım lam a girişim in i anlam sız kılan h e r vahyi “ev et” ve “h a ­
y ır” terim lerin e nasıl çev irm eli? H er şeyi yaratan h içliğ in iletisini, k e n ­

di d u y u ların ın açık k an ıtın d a ısrar ed en insan lara nasıl iletm eli?

Bu yaşam -on aylam a eşiğ in in gü çlü k lerin i b irço k b aşarısızlık k a n ıt­


lam aktad ır. G eri d ö n en k ah ram an ın ilk so ru n u , b ir görevi başarıyla

gerçe k le ştirm e n in ru h u tatm in ed en tasavvuruna ait b ir d en eyim in a r­


d ınd an, yaşam ın sü reg id en neşe ve acıların ı, basm akalıp yan ların ı ve

gü rü ltü lü m ü ste h ce n lik lerin i g erçek olarak kabu l etm ek tir. Böyle b ir

dünyaya n e d e n geri gelm eli? T u tk u y a bo ğu lm u ş e rk e k ve kad ınlara,


aşkın saadet d en eyim ini kabu l e d ilir, h atta ilgin ç kılm ayı n ed en d en e ­

m eli? G eceley in bü y ü lü g ö rü n e n d ü şlerin g ü n ü n ışığında bu d alaca g ö ­

rü n m esi gibi, şair ve p eygam ber, ö lçü lü gözlerle b ak an b ir k u ru lu n


•önü nd e bud alayı oyn ar halde b u lab ilirler k en d ilerin i. K olay olan tüm

top lu lu ğ u şeytana havale etm ek ve göksel m ağaraya geri çek ilm ek , g i­


rişi sık ıca kap atm aktır. Fakat eğer bu arada b ir ru h sal d oğum uzm anı

girişe shimenavva’yı germ işse, zam anda ebed iyeti ifade etm ek ve za­

m an da ebed iyeti kav ram ak işin d en k açın m ak m ü m k ü n olm az

Rip v an W in k le ’ın öyküsü d ön en k ah ram an d u ru m u n a h oş b ir ö r-

18 Matta, 26:51; Markos, 14:47; Yuhanna, 18:10.

247
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

n ek tir. Rip m acera ü lk esin e, her gece uykuya g id erk en yap tığım ız gibi
b ilin çsizce gitti. D erin uykuda, d er H in d u lar, b e n lik b irleşir ve saadet

d o lu d u r; b u yü zd en d erin uykuya b ilişsel h al d e n ir .19 A m a karanlığın

kaynağına yap ılan b u gece ziyaretleriyle tazelen ip g ü çlen sek d e, ya­


şam larım ız b u n larla d eğişm ez; Rip gibi, elim izd e yaşad ıklarım ızı gös­

te re ce k sakallarım ızd an b aşka b ir şey o lm ak sızın d öneriz.

“Silahın a el attı, fakat tem iz, yağlanm ış av tüfeği y erin e, nam lu su


pasla kap lan m ış, çakm ağ ı parçalan m ış, ku n d ağın ı k u rtlar yem iş b ir

esk i çifte bu ld u yanında. ... Y ü rü m ek için kalktığınd a, k en d in i e k le m ­


leri uyuşm uş ve o tu rm ak ister halde bu ld u . ... Köye yaklaştığında, h iç ­

b irin i tanım adığı b irtak ım insanlarla karşılaştı; b u da şaşırttı onu ,

çü n k ü çev red eki h e rk e si tanıd ığın ı d ü şü nü rd ü . G iy im leri de alıştığ ın­


d an farklıydı. H epsi de şaşk ın ca b akıy o rd u on a ve g ö zlerin i ona h er

d ik tik lerin d e, d eğişm ez b içim d e ç en e le rin i elliyorlard ı. B u h arek etin


yinelenişi, R ip’i istem sizce ayn ısın ı yapm aya sü rü kled i ve yaptığında,

sak alın ın y erleri sü p ü rd ü ğü n ü fark etti. K end isin in ve çev resin d eki
d ü ny anın lan etlen m iş olup olm ad ığın ı m e rak etti.

“R ip’in uzu n, kırlaşm ış sakalı, paslı av tüfeği, kaba elbisesi ve çev ­

resin e top lan an k ad ın ve ç o c u k kalab alığı ç o k geçm ed en tellal p o liti­


k acıların d ik k atin i çek ti. O n u b aştan aşağı sü zerek çev resin d e to p lan ­
d ılar. H atip on a yaklaştı ve on u b ir k en ara ç ek e re k , k im e oy verdiğini

sord u . Rip bu d alaca bakak ald ı. K ısa, am a işgüzar başka b iri kolun dan
çek iştird i ve ayak u cu n d a y ü kselerek , F ed eral m i D em o k rat m ı o ld u ­
ğ u nu sord u . S iv ri ü ç k ö şeli şapkasıyla, anlayışlı, ö n em li g ö rü n en yaşlı

b ir beyefend i kalabalığı yararak ö n ü n e d ik ilip - b i r eli b ö ğ rü n d e, diğe­


ri b asto n u n u n ü zerin deyd i; k e sk in gözleri ve sivri şap kası san ki tam
da ru h u n a işliy o rd u - o n u n om zu n d a b ir tü fek ve çev resin d e b ir kala­

19 Mandukya Upanishad, 5.

248
KAHRAMANIN MACERASI

balıkla seçim lere niye geld iğin i, köyde isyan m ı çıkarm aya çalıştığın ı

sordu ğu zam an Rip yine h iç b ir şey anlam adı. ‘Lütfen! B aylar,’ diye

bağırdı Rip, ü rk m ü ş b ir hald e, ‘b e n zavallı, sessiz b ir ad am ım , b u ra ­


nın y erlisiyim ve K ralın sad ık k u llarm d an ım , T a n rı o n u k o ru su n !’

“O an kalab alıktan bağırtılar yükseldi. ‘B ir T o ri bu , b ir T o ri! C a ­

sus! M ülteci! T u tu n onu ! G ö tü rü n o n u !’ N üfuz sahibi g örü n ü m lü üç


köşeli şap kalı adam old u k ça gü çlü kle yatıştırd ı k alabalığı .”20

Rip’in yazgısından d aha da u m ut k ırıcı o lan b ir şey, Irlandalı k a h ­

ram an O isin ’in G e n çlik Ü lk esi K ra lın ın kızıyla uzu n berab erliğ in d en
d ö n d ü k ten son ra, başına g elen lerd ir. O isin zavallı R ip’ten daha b aşarı­

lıydı; m aceralar d iyarınd a g ö zlerin i açık tu tm uştu. B ilerek (u y anık ) bi-


lin çd ışım n krallığına (d erin uyku ) in m işti ve uyanan kişiliğine b i­

linçd ışı d en eyim in d eğ erlerin i taşım ıştı. B ir d eğişim sağlam ıştı. Ama
tam da bu o ld u k ça arzu lan ır d u ru m yü zün den, d ö n ü şü n ü n teh lik eleri

artm ıştı. T ü m kişiliği zam an d ışm m güç ve biçim leriyle uyum içine
gird iğind en, o n u n h er şeyi zam an ın b içim ve gü çleriyle yalanlanm ış,

yıkılm ış oldu.

F in n M acC o o l’un oğlu O isin , b ir gün adam larıyla b irlik te E rin ’in
orm an ın d a av lan ırken , G e n çlik Ü lk esi K ra lın ın kızıyla karşılaştı. O i­

sin ’in ad am ları, efen d ilerin i üç k ö p ek le b ıra k a ra k ilerilere gitm işti. Ve


o n u n k arşısın a da güzel b ir k ad ın gövdesi, am a b ir d om uz kafası taşı­

yan gizem li b ir yaratık çık tı. Kız d om uz k afasının b ir K elt rah ib in in


büyüsü yü zü n d en old u ğu n u ve onu nla ev lenir ev lenm ez kay bo lacağı­
n ı söyledi. “E h, başına gelen b u y sa,” dedi O isin , “ve ben im le ev lenm ek
sen i k u rtaracak sa, d om uz kafası üzerin d e ç o k d u rm ay acak .”

D om u z kafası gecik m ed en halled ild i ve b e ra b e r T ir na n -O g ‘a,

20 Washington Irving, The Sketch Book, “Rip van W inkle.”

249
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

G e n çlik Ü lk e sin e yola çık tılar. O isin o rad a b irço k m u tlu yıllar b o y u n ­
ca k rallık yaptı. Fak at b ir gün d oğaüstü gelinine d ön ü p şöyle dedi:
“B ugün b abam ı ve ad am larını g ö rm ek için E rin ’de o lm ak istiy o ru m .”

“ ‘G id e rse n ,” dedi eşi, ‘ve E rin to p rağ ına ayak basarsan , geri gele­
m ezsin ve yaşlı k ö r b ir adam o lu rsu n . Buraya geleli ne kad ar old u sa­
n ıy o rsu n ?’

“ ‘H erhalde üç y ıl,’ dedi O isin.

“ ‘Ü ç yüzyıl old u benim le bu krallığa geld iğin den bu yana. Eğer


E rin ’e gitm en g erek iy o rsa, yanm a b u kü heylanı v ereceğ im ; am a bu
kü heyland an in ersen ya da ayağın E rin toprağına d eğerse, kü h eylan o
an geri gelecek ve bırak tığı yerde, y o k su l yaşlı b ir adam o larak kala­
c a k s ın .’

“ ‘K orkm a, geri d ö n eceğ im ,’ dedi O isin . ‘D ö n m ek için n ed en lerim


y o k m u? A m a gid ip de b ir kez d aha E rin ’deki b ab am ı, o ğlum u ve
d o stlarım ı g örm eliy im ; u zaktan da o lsa görm eliyim .

“Kız, O isin için kü h eylan ı h azırlad ı ve ‘Bu kü heylan sen i n erey e is­
tersen g ö tü re ce k ,’ dedi.

“O isin , kü h ey lan E rin to p rağ ın a ulaşıncaya d ek d u rm ad ı; ve


M ü n ster’d eki K n o ck P a trick ’e d ek gitti, in ek gü d en b ir ad am gördü.
İn e k le rin o tlad ığı yerde geniş, d üz b ir taş vardı.

“ ‘Buraya g e lip ,’ d edi O isin çob an a, ‘bu taşı ters çev irir m isin ?’

‘D oğrusu, h a y ır,’ dedi ço b a n , ‘ç ü n k ü ne b e n ne de b e n im gibi


yirm isi kald ıram az o n u .’

“O isin taşa yaklaştı, o n u attan in m ed en tutu p çev iriverdi. Taşın


altınd a bir deniz kabu ğu gibi sarm allan an b ir Fen ian b o yn u zu ([bora-
bu) vardı ve E rin li F en ian lard an b iri b o ra b u ’yu üfled iğin de, d iğ erleri­
n in ü lk en in n eresin d e olu rsa o lsu n h e m en to p lan m aları a d etti .21

21 Hepsi de dev olan Fenianiar, Finn MacCool’un adamlarıydı. Fin MacCo-

250
KAHRAMANIN MACERASI

“ ‘B ana şu bo yn u zu getirir m isin ?’ d edi O isin çob an a.

“ ‘G e tire m e m ,’ d edi ço b a n , ‘çü n k ü ne b e n ne de b e n im gibiler onu

yerd en k ald ıram az.’

“O zam an O isin b oyn u za yaklaştı ve eğilip eline aldı; fakat ü flem e­

de o k ad ar acele ed iy ord u k i hey ecan lan d ı, aklı b aşın d an gitti ve eği­


lirken kay ınca b ir ayağı toprağa değdi. O anda kü h eylan kaybolu verdi

ve O isin toprağa k ö r b ir adam olarak d ü ştü .”22

C e n n e ttek i tek bir yılın d ü n y an ın yüz yılm a b ed el olm ası m itlerde

b ilin en b ir m otiftir. T am b ir yü z y ıllık çev rim b ü tü n lü ğ ü b e lirtir. B en ­


zer b içim d e , d airen in ü ç yüz altm ış d erecesi de b ü tü n lü ğ ü b e lirtir;

buna u ygu n o n la ra k H indu P uran aları tan rıların b ir y ılın ı insanların


üç yüz altm ış yılına b ed el olarak gösterir. O lim p o slu lar açısın d an , tam
bir çev rim in ah en k li b içim in i d u rm ak sızın sergiley erek dünya tarihi

ç ok u zu n sü reler sü reg id er, b ö ylece in san ların yalnızca d eğişim i ve


ö lüm ü görd ü ğü yerd e, k u tsan m ışlar d eğişm ez b içim i, son u olm ayan

dünyayı g ö rü rler. Fakat şim di so ru n an lık b ir dünyevi acı ya da neşe


k arşısınd a b u k o zm ik b akış a çısın ı sağlayabilm ektir. G eçici bilg in in

m ey velerinin tadı ru h u n yoğunlaşm asını ç o k u zu n sü re n in m e rk e z in ­


den tek b ir anm çev resel d ö n ü m n o k taların a sü rü k ler. M ü k em m ellik

d engesi k ay b o lu r, ru h b o calar ve k ah ram an d üşer.

K ahram anı yerle b ire b ir tem astan uzak tu tm ak , am a yine de dünya

in san ları arasınd a gezinm esini sağlam ak üzere, te crit e d ici at fikri, d o ­

ol’un oğlu olan Oisin onlardan biriydi. Fakat günleri çoktan geçmişti ve ül-
kedekiler eskinin büyükleri değildi artık. Bu türden arkaik dev efsaneleri
her yerdeki halk geleneklerinde bulunur; bkz. sözgelimi, daha önce an­
latılmış olan Kral Muçukunda miti (s. 227-230). Musevi ataların uzun ya­
şamları da benzerdir: Adem dokuzyüz otuz yıl yaşadı, Seth dokuzyüz oni­
ki, Enos dokuz yüz beş, vb, vb. (Tekvin, 5).
22
Curtin, a.g.e., s. 332-333.

251
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ğaü stü güç taşıyanların sık ça ald ık ları tem el ö n lem in can lı b ir ö rn eğ i­

dir. M eksika im p arato ru M ontezum a ayağını yere h iç d eğ d irm ed i; her


zam an soy lu ların om u zların d a taşın ırd ı ve yere in m ek isterse y ü rü m e­

si için gösterişli b ir halı serilird i. Iran şahı sarayı içind e b aşk asın ın d o ­

ku nam adığı halılar ü zerin de gezinird i; o n u n dışında h iç y ü rü rk e n g ö ­


rü lm em işti, h ep ya b ir arabadaydı ya da at sırtınd ayd ı. D aha esk ilerd e,

ne U ganda kralları, ne ann eleri, ne de k raliçele ri yaşad ıkları gen iş y e r­

lerin d ışında yere basark en g örü leb ilird i. G ittik leri h e r yere Bufalo k a ­
b ile sin in , bazısı b u yü k sek şahsiyetlere y o lcu lu k ta da e şlik ed en ve y ü ­

kü sırasıyla d evralan e rk ek le rin in o m u zların d a taşınırlard ı. K ral, taşı­

y ıcısın ın iki bacağı iki o m zu n u n ü stü n d e ve ayakları taşıyanın k o ltu k


altına sıkışm ış şek ild e o tu ru rd u . Bu saray h am alları y oru ld u k ları za­

m a n kralı, o n u n yüce ayaklarını yere d eğ d irm eksizin b ir b aşka ad a­


m ın o m u zlarına g e ç irird i .23

S ir Ja m e s G eorge Frazer, d ü ny anın h e r yerind e gö rü len tanrısal k i­

şiliğin yere ayak basam am ası olgu su n u şu şekild e açık lar: “Belli ki,

k u tsal ya da tabu kişilerd e bu lu n m ası g erek en ku tsallık, bü y ü sel m e ­


ziyet, tabu ya da gizem li n itelik d iyeb ileceğ im iz o şey, ilkel filozof ta­

rafın d an , ku tsal k işin in bir L eyd en k av anozu nu n e lek trik yü klen m esi
gibi yü klend iği b ir fiziksel b ir öz ya da sıvı o larak kab u l ed ilir; ve k a ­
v anozd aki elek triğ in iyi b ir iletk en e sü rtü le re k akıtılm ası gibi, kişid eki

k u tsallık ya da bü y ü sel m eziyet d e, b u ku ram a göre bü y ü sel sıvı için


m ü k em m el bir iletk en hizm eti gö ren toprağa sü rtü nm ey le akıtılab ilir.

Bu yü zd en y ü k ü n b oşa gitm esini en g ellem ek için , kutsal ya da tabulu


k işin in yere d eğm esi en g ellen m elid ir; elek trik sel dille, eğer u fak b ir şi­
şe g ib i ağzına d ek d olu olduğu değerli ö z ya da sıvısı bo şaltılm ay acak -

23 Sir James G. Frazer, Altın Dal, tek ciltlik basım, s. 593-594. Yayım hakkı,
- 1922, The Macmillan Company’nindir ve izin alınarak kullanılmıştır.

252
KAHRAMANIN MACERASI

sa, yalıtılm alıd ır. Ve b irç o k d u ru m d a tabulu k işin in yalıtım ı yalnız

ken d i y a ra n iç in değil, d iğ erlerin in yararı için de b ir ö n le m sayılır;

çü n k ü ku tsallığın m eziyeti b ir b ak ım a en k ü çü k b ir d o k u n u şu n bile


harekete geçireb ileceğ i gü çlü b ir patlayıcı old u ğu n d an , yaygın k o ru n ­

m a için , değdiği h er şeyi yak ıp kav u rm asın ve y o k etm esin diye onu
dar sın ırlar için d e tu tm ak g e re k ir .”24

Ö n le m için şüphesiz p sik o lo jik b ir d oğru lam a vard ır. N ijerya


cangıllarınd a akşam yem eği için giyinen Ingiliz, yaptığınd a b ir anlam

oldu ğun u d ü şü n ü r. R itz’in lo bisin e sakallı o larak g ire n g en ç sanatçı,

tuhaflığını açık lam ak tan k ey if alacaktır. D in ad am ını yakalığı ayrı k ı­


lar. Y irm in ci yüzyıldaki b ir rah ib e O rtaçağ giysileriyle d olaşır. Evli
kadın yü züğüyle, az ya da ço k , yalıtılm ış olur.

W . S o m erset M augham ’m ö yk ü leri, beyaz ad am ın sm o k in tab u su ­


na ald ırm ayan u şak ların ın başına gelen d ö n ü şü m leri anlatır. B irço k

h alk şarkısı atılm ış yü züğün teh lik elerin e tan ık lık eder. Ve m itler - ö r ­
neğin, b ü y ü k yap ıtı B aşkalaşım lar'da O vid ius tarafın d an top lanm ış

olan m itle r - aşırı yoğunlaşm ış b ir gü ç m erk ezi ile b u n u ku şatan d ü n ­

yanın daha d ü şü k güç alanı arasınd aki yalıtım ı, g erek li ö n lem ler alın ­
m ad an b ird en b ire kald ırıld ığ ınd a g erçek leşen sarsıcı d ön ü şü m leri

tekrar te k ra r anlatır. K e k le rin ve C e rm e n le rin p eri bilg isine gö re, gü n-

d oğum un d a d ışarıda olan b ir gn om e ya da e lf o anda b ir sopa ya da


taşa d ö nü şü r.

G eri d ö n en k ah ram an , m acerasın ı tam am lam ak üzere d ünyanın


etkisini atlatabilm elid ir. Rip van W in k le ne yaşad ığını h iç bilm ed i; d ö ­

nü şü b ir şakaydı. O isin b iliyord u , fakat ona ilgisini kaybetti ve y en il­

di. K am erü zzam an h ep sin d en şanslıydı. D erin u y k u n u n hazzın ı uya­

24
A.g.y., 594-595. Yayımcıları olan, The Macmillan Company’nin izniyle.

253
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

n ık karşılad ı ve in a n ılm a z m acerasın d an g ü n ü n ışığına öyle ikna edici


b ir tılsım la d ö n d ü ki, h e r tü rlü ü zü cü hayal k ırıklığın a karşı özgü ve­

n in i k o ru m a y ı b a şa rd ı.

O k u lesin d e u y u rk e n , D ahnaş ve M aym unah adlı iki cin , uzak

Ç in 'd en Y ed i S a ra y ve A dalar ve D en izler E fen d isi’n in k ızın ı getird iler.

Adı P ren ses B u d u r ’du. B u genç kızı Iran lı p ren sin yatağına, uy u r h al­
de b ıra k tıla r. C in ik isin in de yü zün ü açtı ve ikiz gibi d u rd u k ların ı

gördü . “M a şa lla h ," dedi D ahnaş, “ey sultan ım , b e n im sevd iğim daha

gü zel.” F ak at K a m e rü z z a m a n ’ı seven dişi ru h karşı çık tı: “H iç de değil,


güzel o lan b e n im k i.” D ahnaş son u n d a tarafsız b ir h ak em getirm elerin i

ö n erin cey e d e k ç e k iş ip tartıştılar.

M aym u n ah y e r i top u k lad ı ve y erd en te k gözü k ö r, k am b u r, çı-

b an lı, göz ç u k u r la r ı ayrık b ir ifrit ç ık tı; ve başınd a yedi bo yn u z vardı;


o m u zların a d ö rt s a lk ım saç d ü şü y ord u ; e lleri tarak ve b acak ları fıçı gi­

biyd i; ve a sla n p e n ç e le ri gibi tırn ak ları, yaban eşek le rin in toyn akları

gibi ayakları v a rd ı. C anavar, M aym u n ah ’ın önü nd e saygıyla yeri öptü


ve ne isted iğ in i s o rd u . Yatakta, b irb irin in b oyn u n a d olan m ış b ir halde

yatan iki kişi a ra sın d a seçim yap acağım ö ğ ren in ce , gü zelliklerine hay­

ran o larak u z u n u z u n b ak tı on lara, son ra M aym unah ile D ah n aş’a d ö ­

n ü p yarg ısın ı b ild ird i.

“M aşallah, d o ğ ru su n u istersen iz,” dedi, “ikisi de eş gü zellikte. E r­

k e k m i k a d ın m ı o ld u k ların ı b ile ayırt edem iy o ru m . A m a b e n d erim


ki, o n ları sıra y la u y and ıralım ve d aha ç a rp ıcı olan ın han gisi olduğu

u y an ık k en b e lli o ls u n .”

K abul e ttile r. D ahn aş b ir pireye d ön ü ştü ve K am erü zzam an 'ı b o y ­

nu n d an ısırd ı. D e lik a n lı u yku dan uyanıp ısırığı ovaladı, iyice kaşıd ı ve


b u arad a az b ir şey yana d öndü . Y am başm d a nefesi a m b erd en tatlı ve

ten i k a y m a k ta n y u m u şak b ir şeyin yattığını anladı. Şaşırd ı. D oğruldu .

254
KAHRAMANIN MACERASI

Levha XV. Dönüş (Antik Roma).

Y an ın d ak in e daha y ak ın d an b a k tı ve o n u n in c i ya da parıld ayan g ü n e­

şe ben zey en , in san ın sağlam b ir d u v arın üzerin e çık ıp ç o k uzak tan

gördü ğü k u b b e y e b en zeyen b ir gen ç k ad ın o ld u ğu n u gördü.

K am erü zzam an onu uyand ırm aya çalıştı, fakat D ahn aş uy ku su nu

ağırlaştırm ıştı. D elik anlı sarstı onu . “Ey sevd iğim , uyan ve ban a b a k ,”

dedi. A m a o kım ıld am ad ı. K am erü zam an , B u d u r’u n b ab asın ın ev len ­

m esin i isted iği k ız old u ğu n u d ü şü n d ü ve k ü çü k p arm ağın d an m ü h ü r

yü züğünü ç ık a rtıp k en d in in k iy le d eğ iştirm ek le yetind i. S o n ra ifritler


o nu uyku ya d ön d ü rd ü ler.

B u d u r’u n başın a g elen ler K am erü zzam an ’ın tersiydi. K im sen in

seyrettiğini d ü şü n m ü y o r, b u n d an k o rk m u y o rd u . D ahası, on u u y an d ı­

ran M aym unah , dişi m uzipliğiyle bacağın d a ilerlem iş ve ateşli b ir y e r­


d en ısırm ıştı. G ü zel, soylu, g ö rk em li B u d u r, yan ınd a e rk ek h ışm ın ı

255
Levha XVI. Kozmik Aslan Tanrıça Güneşi Tutuyor (Kuzey Hindistan).
KAHRAMANIN MACERASI

bu lu n ca ve yü züğün ü çok tan aldığını fark ed in ce , o n u uyand ırm adan

ve ken d in e ne yaptığım hayal bile ed em ed en ve aşk tan çılgına d önm ü ş


olarak, açık ten in e tu tu ld u, k en d in d en geçti ve d u rd u ru lm az b ir tu t­

k u n u n p en çesin e d üştü. “Şehvete b u lan m ıştı, çü n k ü k ad ın ın arzusu

erk eğ in arzu su nd an şid detlidir ve k en d i utan m azlığın d an utanm ıştı.


So n ra o n u n p arm ağın d an yü züğünü çıkard ı ve o n u n aldığı yü zük y e ­

rine b u n u tak tı ve d u d akların ı ve e lle rin i öp tü , ö p ü lm ed ik y erin i b ı­

rakm ad ı; so n ra o n u göğsüne sard ı ve ku cak lad ı ve bo y n u n a b ir elini


ve k o ltu k altına d iğerin i sararak ona sok u ld u ve yam başın d a uyuya

kald ı."

B öylece D ahn aş tartışm ayı kaybetti. B ud ur Ç in ‘e gö tü rüld ü. E rtesi

sabah, iki g en ç uyandığında araların d a koca b ir Asya kıtası vard ı, sağa

sola d ö n d ü ler, am a kim seyi b u lam ad ılar yanlarınd a. U şak larına b ağ ır­
d ılar, çevreyi arattılar ve çılg ına d ö n d ü ler. K am erü zzam an eriyip tü ­

ken di; k ral babası, ağlayıp k e d e rle n e re k başu cu n d a otu rd u , o n u gece


gündüz yalnız bırak m ad ı. Fak at p ren ses B u d u r’u n d izgin lenm esi ge­

rek ti; b o y n u n a d olan an b ir d em ir b ir zin cir saray p en ce re lerin d e n b i­

rine b ağ lan d ı .25

B uluşm a ve ayrılık, tü m vahşiliğiyle, aşk acıların d a olağandır.

Ç ü nkü b ir kalp sırad an akıl çelm elere d iren erek kad erin d e ısrar e d e r­

se acı b ü y ü k tü r; teh lik e de öyle. B u n u n la b irlik te, g ü çler d uyuların ta­


nıyabileceğ in d en daha ç o k h arek ete g eçirilm iş o lacak tır. D ü nyan ın
d ört b ir yan ın d an olay d izileri b irb irin e yak laşacak ve rastlan tı m u ci­

zeleri k açın ılm azın gerçek leşm esin e n ed en o lacak tır. R u hun diğer
yarısıyla bu lu şm asın d an gelen tılsım lı yü zük, an ım san m ış o lm ak y e ri­

ne, Rip v an W in k le ’m kaçırd ığı şeyin farkınd a o lan k alb in , o rad a o l­


duğunu b e lli ed er; uyanan zih n in , d erin liğ in g erçek liğ in in sırad an gü­

25 Burton, a.g.e., III, s. 231-256’dan uyarlanmıştır.

25 7
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

n ü n gerçekliğiyle yalanlanm ad ığına o lan in an cın ı da b e lli eder. Bu,

k ah ram an ın a rtık iki d ünyayı b irb irin e bağlam a g erek sin im in in işare­
tidir.

K am erü zzam an’ın u zu n ö y k ü sü n ü n gerisi yaşanan b ir k ad erin

ağır, fakat h arik a işleyişin in tarih id ir. H erk esin b ir k ad eri yo k tu r: sa­

d ece ona d o k u n m ak için ortaya ç ık m ış ve yü zükle geri gelm iş olan


k ah ram an ın k ad eri vardır.

5. iki D ünyanın Ustası

İki dünya ayrım ı arasınd a, zam an ın g ö rü n ü m lerin in b ak ış açı­

sın d an n ed ensel d erin liğ in k in e - b ir in in ilk elerin i d iğ erin in kilerle ka­


rıştırm ad an , ak im b irin in erd em iyle d iğ erin i tan ım asın ı sa ğ la y a ra k -

ileri geri gid ip g elm ek özgü rlüğü ustan ın b ecerisid ir. K o zm ik D ansçı,
d er N ietzsch e, ağırlığını tek b ir nok taya koym az, fakat n eşeyle, hafifçe
d ö n e r ve b ir k o n u m d an diğerine sıçrar. B ir anda a n cak b ir n o k tad an

k o n u şm ak o lasıd ır, am a bu d iğ erlerin in kavrayışların ı g eçersiz kılm az.

M itler ani g eçişin gizem ini tek b ir im gede sık ça sergilem ez. Y ap tık ­

ları zam an d a, an, ak tarılacak , d eğ erlen d irilecek ve d ü şü n ü lecek d e­


ğerli b ir sim ged ir. Isa'n ın Y ü celişi böyle b ir andı.

“İsa, altı gü n son ra, Petrus, Y aku b ve kard eşi Y u h an n a’yı yanına

aldı ve o n ları ayrıca y ü k sek b ir dağa çık ard ı. V e o n ların ö n ü n d e su reti


değişti; yüzü gü neş gibi parladı ve esvabı ışık gibi ak o ld u . V e işte, o n ­

lara M usa ile Ilyas g ö rü n d ü ; Isa ile k o n u şu y orlard ı. Ve P etru s Isa’ya


cevap v erip dedi: Ya Rab, b izim için bu rad a b u lu n m ak iyidir. E ğer is­

tersen , bu rad a b iri sana, b iri M usa’ya ve b iri Ilyas’a ü ç çard ak k u ­

ray ım .26 O h en ü z k o n u şu rk e n , n u rlu b ir bu lu t o n ları gölgeled i, ve iş-

26 “Çünkü ne cevap vereceğini bilmiyordu; çünkü çok korkmuşlardı’’ (Mar-

258
KAHRAMANIN MACERASI

te, b u lu ttan b ir ses: Sevgili O ğ lu m b u d u r, o n d an razıyım ; o n u d in le ­

yin, dedi. M ü ritler b u n u işitin ce yüz üstü d ü ştü ler ve pek ç o k k o rk tu ­

lar. İsa gelip on lara d o ku n arak: kalk ın , k o rk m ay ın , dedi. O n lar da


gözlerini k ald ırarak yalnız İsa’d an başka kim seyi g ö rm ed iler. Dağdan

in erlerk en Isa onlara: in san oğlu ö lü m d en son ra yen id en ayağa k a lk ın ­

caya d ek g ö rd ü ğü n ü zü kim seye söy lem eyin, diye e m re tti .”27

Îşte tek b ir an içind e tam b ir m it: re h b e r, yol, rü y et ve d ö n ü ş y o l­


daşı İsa. M ü ritleri, ken d ileri gizem in ustası olm ayan , b irlik içind eki

iki dünya p arad o ksu n u n tam deneyim iyle tanışm ış e rg in lerd ir. Petrus
öyle k o rk m u ştu ki b ağ ırd ı .28 Et, Sözü ortaya çık arm ak için gö zlerinin

önü nd e çü rü m ü ştü . Y ere k ap an d ılar ve d o ğru ld u k ların d a kap ı y e n i­

d en kap anm ıştı.

Bu ed eb i an ın K am erü zzam an’ın b ireysel kad erin i ro m an tik b ir b i­

çim de gerçek leştirm esin d en öteye uzandığı fark ed ilecek tir. Burada
sadece dünya eşiğ ind en ileri geri ustaca b ir geçişle değil, d erin liklere

nüfuz e tm e n in b ir alim iyle, h e m de ç o k iyi b ir alim iyle karşılaşıyoru z.


Bu rü yetin tem a ve m otifi bireysel kad er d eğild ir; çü n k ü vahye bir d e­
ğil üç kişi ta n ık oldu: basitçe ru hsal terim lerle y eterin ce açıklanam az

bu. E lb ette, gö rm ezd en gelineb ilir. Böyle b ir sah n e n in g erçe k le ştiğ in ­

den de şüphe ed eb iliriz. Fakat b u n u n b ir yararı olam az; çü n k ü şu a n ­

da, tarih sellik d eğil, sim g ecilik soru n larıy la ilgileniyoru z. Rip van

kos, 9:6).
27 Malta, 17: 1-9.
28
Petrus’un hemen o anda, (daha rüyet gözlerinin önündeyken söylenmiş)
ağza alınmaz olanı taş bir yazıta dönüştürme tasarısında belli bir gülünç
rahatlama öğesi bulunabilir. Daha altı gün önce İsa ona şöyle demişti: “Sen
Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım," ve hemen son­
ra: “sen Tanrı şeylerini değil, ancak insan şeylerini düşünüyorsun.” (Matta,
16:18,23).

259
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

W in k le ’ın, K am erü zzam an’ın ya da Isa'n ın yaşayıp yaşam ad ığına ald ır­
m ıyoru z. Bizi ilg ilen d iren o n ların öykü leridir: ve b u öyk ü ler -d e ğ işik

ü lk elerd ek i d eğişik k ah ram an lara bağlı o la r a k - dünya üzerin d e öyle

d ağılm ıştır ki, ev ren sel tem an ın o ya da b u yerel taşıyıcısın ın tarihsel,

yaşayan insan olu p olm ad ığı an cak ik in cil b ir şeydir. Bu tarih sel öğede
ısrar etm ek karışık lığa yol açacak tır; açık iletin in an laşılm asın ı g ü çleş­
tire ce k tir o kadar.

Y ü celiş im gesin in m eali n ed ir öyleyse? So rm am ız g e rek e n bu d u r.


Fak at tu tu cu d eğil d e, evrensel b ir zem ind e ele alınm ası için , e n iyisi

ark etip sel olayın aynı ö lçü d e y etk in b ir örneğ in i d aha gö zd en g eçire­
lim .

A şağıdaki p arça, H in d u “E fen d in in Ş a rk ısı,” Bhagavad G ita’dan


a lın m ıştır .29 E fen d i, güzel genç K rişn a, E vren sel T a n rı V işn u ’n u n b ir

b ed en len m esid ir; P ren s A rju n a o n u n m ü rid i ve d ostud u r.

A rjun a şöyle d er: “Ey E fendi, eğer g ö reb ileceğ im i d ü şü n ü yo rsan ,


ey yogilerin efen d isi, bana D eğişm ez B en liğini g ö ster.” E fen d i şöyle

der: “B en im yü zlerce ve yü zlerce b içim im i, ço k k atlı ve tan rısal, çeşitli

şek illerd ek i ve devasa b içim im i gör. B ü tü n tan rıları ve m e le k le ri gör;

hiç k im sen in d aha ö n ce görm ed iği tu h aflık ları gör. Şu an tü m ev reni,


kıp ırd ayan ve kıp ırd am ayan , ve neyi g ö rm ek istersen , v ü cu d u m d a y o­
ğu nlaşm ış h er şeyi gör. - A m a b u gözlerinle gö rem ezsin b en i. Sana

tanrısal b ir göz v ereceğ im , şim d i b e n im ü stü n yoga g ü cü m ü k av ra.”

Böyle d iy erek b ü y ü k Yoga E fen d isi A rju n a’ya, E v ren in E fen d isi
V işnu o larak yü ce b içim in i gösterd i: b ir sü rü tu h a f m an zara su n an b ir

sü rü yü z ve göz, gö k sel takılarla sü slen m iş, b ir sürü tan rısal silahla s i­


lahlanm ış; tanrısal k o k u la rla b ezen m iş gö k sel giysiler ve ö rtü le r, hepsi

29 Çağdaş Hindu ibadetinin temel metni: livada'nın Hint karşılığı olan Ma-
habharata’nın VI. Kitabında yer alan onsekiz bölümlük bir etik diyalog.

260
KAHRAMANIN MACERASI

h arik a, p arlak, sın ırsız ve h er yan ınd a yüzler olan. E ğer b in gü neşin

aydınlığı gökte b ir anda patlasaydı. Y ü ce O lan ’ın n u ru n a ben zerd i bu.


O rad a, T a n rıla r T a n rıs ın ın k en d isin d e, A rju n a h ep si b irlik olu p iç içe

geçm iş b ölü m leriy le tü m evreni kavrad ı. S o n ra, hay retten baygın, saç­
ları d ik en d ik en A rju n a E fe n d in in ö n ü n d e eğildi, av uçlarını b irleştire ­

re k selam lad ı ve O n a seslendi:

“S e n in v ü cu d u n d a, Ey E fen d i, b ü tü n tan rıları ve h er tü rd en c a n lı­

yı; lo tu su n üzerin d e otu ran E fen d i B rah m a’yı, tüm ataları ve göksel
yılanları b u lu y o ru m . Seni k o llar ve g ö b ek ler, yü zler ve gö zler k arm a­
şasıyla g ö rü y o ru m : S en i h er yö n d en son su z b içim d e g ö rü y o ru m , fakat

S en in son u n u , S e n in b aşın ı, S e n in o rtan ı g ö rem iy o ru m , Ey E vren in


E fen disi, Ey E v ren sel Biçim ! H er yan ın d an b ir ışıltı kü tlesi fışk ırır h a l­

de, sen in tacın , asa ve d isk in h e r yeri yanan ateş gibi tu tu ştu ru rk en ,
b ü tü n ö lçü le rd e n öte ve kavram ası gü çk en k av rıy oru m Seni. Sen E v­

ren in Y ü ce D esteğisin; Sen E b ed i Yaşam ın Ö lm ez M uhafızısın; Sen,

bana g ö re, lik V arlık sın .”

Bu rü yet A rju n a’ya savaş alanınd a, çarpışm aya çağıran ilk b o ra z a ­

nın çalm ışın d an az önce gelm işti. T an rı arabasını sü re rk e n , bü yük

prens savaşa h azır iki h alk ın arasınd aki alana çık m ıştı. K end i ord u ları
hain b ir ku zene karşı ayak lan m ıştı, fakat şim di d ü şm an saflarında

tanıyıp sevdiği b ir sü rü kişi vardı. C esaretin i kaybetti. “H eyh at,” dedi

tanrısal arabacıya, “b ir k rallığ ın keyfi için g u ru ru m u zu tatm in etm ek


üzere k en d i k an d aşlarım ızı k atled erek , b ü y ü k b ir gü n ah işlem ek ü ze­
reyiz! E llerind e silah olan D h ritaraştra’n ın o ğ u lların ın silahsız, karşı

koym ayan b en i savaşta k atletm eleri yeğdir. D öv ü şm eyeceğim .” Fakat

böylece o rad ak i tan rı on u cesu r olm aya çağırm ış, ona E fen d in in bilg e­
liğinden su n m u ştu ve son u n d a b u rü yeti gösterm işti. P rens hay retler

için d e, yaln ızca d o stu n u n E v ren in D esteğ in in can lı kişileşm esin e d ö ­

261
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

n ü şü n ü değil, iki o rd u n u n kah ram an ların ın tanrısallığ ın sayısız, k o r­


k u n ç ağızlarına rü zgârla sü rü klen d iğ in i kavrar. K orku yla b ağırır:

“S en in g ö k lere e rişe n ve b irç o k ren k le parlayan ışıltılı b içim in e


b a k ın ca , ağzını alabild iğine açılm ış ve g özlerin i k o r halind e yan ar g ö ­

rü n ce Sen in , b e n im tü m ru h u m k o rk u y la titriy or ve cesarete de h u zu ­


ra da kavu şam ıyoru m , E y V işnu! D işleriyle Z âm an’ın h e r şeyi tü k eten

ateşi gibi k o rk u saçan sen in ağızlarını g ö rd ü k çe, aklım b u lan ıy o r, h u ­


zu ru m kaçıyor. M erham et et Ey T a n rıla rın E fen disi, E y E v ren in M es­

ken i! D h ritaraştra’n ın , h ü k ü m d ar d ostları ve B hişm a, D ran a ve K arna


ile b irlik te oğu lları, ve b iz im yan ım ızd a o lan savaşçı ö n d e rleri d e, sivri

ve k o rk u n ç, görm esi ü rk ü tü cü ağızlarına giriyor. Bazısı d işlerin e takı-

liy o r, kafaları toz oluyor. O ky anu sa k o şan seller gibi, ö lü m lü dünya


kah ram an ları da S e n in ü rk ü n ç alevli ağızlarına sü rü k len iy o r. Işıltılı

ateşe içind e y o k o lm ak üzere k o şan perv aneler gibi, b u yaratıklar da

yo k o lu şlarm a, S en in ağızlarına ko şu y o r. S en ıslatıy orsu n D u d ak larını,


d ö rt b ir yan daki d ünyaları alevli ağızlarınla yakıp yık arak . Y akıcı
ışın ların tü m ev ren i sıcak lık larıyla d o ld u ru y o r ve on u kav u ru y o r; Ey

V işnu! K im o ld u ğu n u söyle bana, b u k o rk u n ç b içim in ard ın d aki. Say­


gılar Sana, Ey Yüce T an rı! M erham et et. Seni b ilm ek istiy o ru m , k im ­
d ir lik O lan: çü n k ü sen in niyetini an lam ıy o ru m .”

E fen di şöyle dedi: “B en yü ce, d ü n y a-yık an Z am an’ım , şim d i de bu

ad am ları katletm ekle m eşgu lu m . S en o lm asan b ile, rak ip ord u lara d i­


zilm iş bu ad am lar yaşam ayacak. O yü zd en kalk ve zafer kazan; d üş­
m an ların ı yen ve zen g in b ir krallığın olsu n . Ben ya da b ir başkası, ne

fark ed er ki, h ep si k atled ilecekti zaten; araç ol, Ey A rjuna. D ro n a’yı ve

B h işm a’yı ve Ja y a d ra th a ’yı ve K arna’yı ö ld ü r ve B en im daha ö n ce ö l­


d ü rd ü ğ ü m d iğer savaşçıları da. K o rk u d an çek in m e. D övüş, d ü şm an la­
rın ı y en ecek sin savaşta.”

262
KAHRAMANIN MACERASI

K rişn a’n ın bu sözlerin i d u y u n ca A rju n a titred i, hay ran lıkla bü k tü

e llerin i ve eğildi. K orku ya b u lan m ış o larak K rişn a’yı selam lad ı ve tit­

re k b ir sesle y e n id en seslend i O na:

S e n tan rıların ilk isin , kad im Ruh; S en ev ren in yü ce D inlenm e


y erisin ; S en B ilen sin ve b ilin e c e k olan Şey ve S o n H edefsin. D ünya S e ­

ninle k ap lan m ış, ey Sen, son su z b içim . Sen Rüzgâr ve Ö lü m ve Ateş

ve Ay ve S u y u n E fen d isi’sin. S en lik in san ve B üyük G ö rk em sin . Say­


gılar, saygılar Sana! ... D aha ö n ce h iç g örm ed iğ im b ir şeyi gördü ğü m e

sev in iyoru m ; am a aklım k o rk u y a kap ıld ı. B ana S e n in o diğer b içim in i

g öster. M erh am etli o l, Ey T a n rıla rın E fen d isi, Ey E v ren in M eskeni. S e ­


n i ö n ce k i gibi, T a cın ve Asan ve D isk in elind e göreyim . Y ine d ö rt k o l­

lu şek lin e b ü rü n , ey b in k o llu ve son su z şek illi S e n .”

E fen di şöyle dedi: “M erh am etim le, ken di yoga g ü cü m le, Ey A rju ­

na, bu y ü ce, p arlak, ev rensel, son su z ve ilk sel, sen d en b aşk a k im sen in
görm ediği b içim i gösterd im . K o rkm a, kaygılanm a b e n im b u k o rk u n ç

biçim im e bakarak. K orku d an arın ve kalbin d e m u tlu lu k la, yine B en im

diğer b içim im e u laş.”

K rişna, A rju n a’ya böyle seslen d ik ten son ra yine g ö rk em li b ir b iç i­

m e b ü rü n d ü ve ü rk m ü ş olan Pandava’yı rah atlattı .30

M ü rit, olağan insan kad erin in sın ırların ı aşan ve ko zm o su n özsel


doğasına b ir b akışa b ed el olan b ir rüyetle ö d ü llen d irilm işti. O n a k e n ­

di kişisel k ad eri değil, insanlığın, b ü tü n olarak yaşam ın , atom ve tü m


yıldız sistem lerin in kad eri a çılm ıştı; ve bu da o n u n insan kavrayışına

uygun terim lerle, in san b içim ci b ir tasavvurun terim leriyle olm u ştu :
K ozm ik A dam ın terim leriyle. B en zer b ir erg inlem e ayn ı ölçü d e g eçerli

K ozm ik At, K o zm ik Kartal, K ozm ik Ağaç ya da K ozm ik P ey gam b erd e­

30 Bhagavad Çita, 11; 1:45-46; 2:9. Swami Nikhilananda’nın çevirisinden (New


York, 1944).

263
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

vesi im geleri aracılığıyla da g e rçe k le şe b ilird i .31 D ahası, “E fen d in in

Ş a rk ısı’ nda kay d ed ilen vahiy, A rju n a’n ın kast ve ırk ın a yarar sağlaya­
c a k şek ild e o lm u ştu : karşılaştığı K o zm ik A dam ken d isi gibi b ir a ris­

to k ra t ve H induyd u. Aynı şek ild e, F ilistin ’de K ozm ik A dam Yahu di,
esk i A lm anya’da C erm en ; B asu tolar arasınd a b ir zen ci, Ja p o n y a ’da J a ­

p o n ’du. H er yerde h azır ve n azır ve aşk ın E vren seli sim geley en figü­
rü n ırk ı ve k o n u m u anlam sal değil, tarihsel ana aittir; cin siyeti de:

31 “Om. Kurban atının başı şafaktır, gözü güneş, yaşam gücü hava, açık ağzı
Vaişvanara denen ateş ve gövdesi yıldır. Sırtı cennet, karnı gök, toynağı
toprak, yanları dört yön, kaburgaları ara yönler, organları mevsimler, ek­
lemleri aylar ve onbeşer günler, ayakları gece ve gündüzler, kemikleri
yıldızlar ve eti bulutlardır. Yarı sindirilmiş yiyeceği kumlar, kan damarları
nehirler, ciğeri ve dalağı dağlar, tüyleri otlar ve ağaçlar. Ön kısmı yükselen
güneş, art kısmı alçalan güneş, esnemesi şimşek, vücudunu sarsması gök-
gürültüsü, işemesi yağmur ve kişnemesi sestir.’’ (Brihadaraııyaka Upanis-
had, 1. 1. 1; çev. Swami Madhavananda, Mayavati, 1934.)
...........................................................arketip
vücudu yaşamın gagalı etçil bir arzusunun
fırtın a kadar geniş kanatlarla yükselen: am a gözler
kan musluklarıydı; gözler dışarıfirlanııştı; k ara kan
fışkırdı parçalanmış göz çukurlarından gaganın çengeline
ve boş göğün engin uzamına yağdı.
Yine de sürdü yüce Yaşam; yine de yüce Yaşam
güzeldi, ve yenilgisini tattı, ve
yiyeceğe olan açlığını giderdi.
(Robinson Jeffers, Cawdor, s. 116. Yayım hakkı, 1928, Robinson Jeffers.
Random House, Inc. izniyle basılmıştır.).
Kozmik ağaç tanınmış bir mitolojik figürdür (örn. Eddalardaki Dünya
Ağacı, Yggdrasil). Güney Afrikalı Buşmenlerin mitolojisinde Mantiler başat
bir rol oynar. (Ayrıca bkz. Levha XVI.)

264
KAHRAMANIN MACERASI

C aynalarm ik o n o g rafisin d e 32 b e lire n K o zm ik K ad ın, K o zm ik A dam

kadar yaygın b ir sim ged ir.

S im geler yalnızca iletişim a ra çla rıd ır: g ö n d erg elerin in son te rim iy ­

le, genel anlam ıyla karıştırılm am alıd ırlar. Ne kad ar ç e k ici ve etkiley ici
g ö rü n ü rlerse g ö rü n sü n ler kavrayışa yö n elik uygun araçlar olarak

kalırlar. Bu yü zd en T a n rı’n ın kişiliği ya da k işilik lerin i - is t e r üççü ,


ikici ya da te k çi te rim lerle, ç o k ta n rılı, tektan rılı ya da pagan tanrılarını
da kabu l ed en tek tan rılı terim lerle ifade e d ils in - kim se son şey olarak
oku yu p yoru m lam aya girişm em elid ir. T eo lo g u n so ru n u , sim gesini,
geçirm esi g erek en ışığı eng ellem em esi için saydam tu tm aktır. “Ç ü nkü

an cak o zam an tanrıyı g e rçe k te n tan ırız,” diye yazar Aziz T h om as


A quinas, “O n u n , in san ın T a n rın ın olacağm a inand ığı kad ar yü ksekte

oldu ğuna inan d ığım ız z am an .”33 Ve K ena U p anişad ’da, aynı y ak ­


laşım la: “B ilm e k b ilm em ek tir; b ilm e m e k b ilm e k tir .”34 B ir aracı genel

anlam ıyla k a rıştırm a k yalnız değersiz m ü re k k e b in değil, değerli kanın


da d ö k ü lm esin e yol açabilir.

D ikk at e d ile ce k diğer şey, Isa'n ın yü celişin e, kişisel arzu larını bir

yana b ırak m ış, uzu n zam an d ır k en d ilerin i E fen d i’ye bü tü nü yle b ıra ­
k arak “yaşam ı,” “kişisel k a d e ri,” “yazgıyı” te rk etm iş olan inan an ların

tanık lık etm iş olm asıd ır. “N e V ed alarla, ne kefaretlerle, ne sadaka v e­


rerek , ne de k u rb an lar v ererek B en i şim di görd ü ğü n b içim d e g ö rü le ­
b ilirim ,” d edi K rişna alışılm ış şek lin i ald ık tan son ra; “an cak Bana b ağ ­

lanırsan b u b içim d e tan ın ır, tam am en g erçek leşir ve için e g irilir o lu ­


rum . B en im işim i yap an ve B en i Y ü ce H ed ef sayan, ban a bağlanan ve

32
Caynacılık, ikonografisinde bir ölçüde sıradışı biçimde arkaik izler göste­
ren, heterodoks bir Hindu dinidir. (Bkz. ileride, s. 267 vd.)
33
Summa coııtra Gentiles, 1, 5, par. 3.
34 Kena Upanishad, 2:3.

265
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

h iç b ir yaratığa kini olm ayan - o Beni b u lu r.”3'"’ İsa’n ın b en zer b ir ifa­

desi kon u yu daha özlü b ir b içim d e açık lar: “Ve kim b e n im uğru m a

y aşam ım kay bed erse, o n u b u lu r .”36

A nlam ç o k a çık ; b ü tü n d in sel ey lem lerin anlam ı b u d u r. Birey,

u zu n ruhsal d isip lin ler yoluyla, kişisel sın ırlam aların a, çek işm elerin e,
u m u t ve k o rk u ların a olan bağlılığını te rk ed er, d o ğ ru n u n g e rçe k le ş­

m esin d e yen id en doğuş için gerek li o lan ö z-kıy ım ın a karşı d iren m ez


ve böylece en son u n d a, bü y ü k an için n itelik leri tam o larak gelişm iş

olu r. Kişisel tu tk u ları tam am en çö zü lm ü ş o larak, artık yaşam aya


çalışm az da, istekle içind e o lu p b itec e k o lana b ırak ır k e n d in i; yani b ir

isim siz o lu r. Yasa, içte n kabulüyle için d e yaşar.

Bu isim siz v aro lu şu n so n aşam asını gösteren figürler, özellikle de

D oğu ’n u n sosyal ve m ito lo jik bağlam ları içind e o ld u k ça fazladır. D o ­


ğu’n u n yaşam ve efsan elerin d e kayda d eğer b ir rol oynayan m ü nzevi

k o ru ların ın bilg eleri ve gezgin d ilen ciler; m it için d eki G ezg in Yahudi
(ko v u lm u ş, tanın m ayan , yine de ceb in d e b ü y ü k pahada b in inci taşı­

y an ) gibi figürler; k ö p e k le rin kovaladığı p ejm ü rd e d ilen ci; m üziği kal­


bi d on d u ran m u cizev i d ilen ci ozan; ya da m askeli tan rı W o ta n , V ira­

co ch a , Edşu: b u n lar ö rn ek lerd ir. “B azen b ir b u d ala, b azen b ilg e, b a ­


zen krallara layık o lacak kad ar m u h teşem şeylere sahip, bazen gezgin,
bazen b ir p iton kad ar harek etsiz, b azen m erh am etli b ir ifade taşıyan;

bazen ö d ü llen d irilen , b azen sald ırılan , b azen b ilin m ey en - g e rçe k le ş­

m e in san ı, yüce h az ile h er d aim m u tlu yaşar. B ir a k tö rü n , ro lü n ü n


k o stü m ü n ü giysin ya da giym esin h ep b ir in san olm ası g ib i, Y o k e d il­
m e z in ku su rsuz b ilen i de Y o k e d ilm ezd ir, başka b ir şey d eğ ild ir .37

35 Bhagavad Gita, 11:53-55.


36 Matta, 16:25.
37 Shankaracharya, Vivekachudaınani, 542 ve 555.

266
KAHRAMANIN MACERASI

6. Yaşama Özgürlüğü

M ucizevi g eçişin ve geri d ö n ü şü n so n u cu ned ir?

Savaş alanı, h e r yaratığın b ir b aşk asın ın ölüm üyle yaşadığı yaşam

alan ın ın sim gesid ir. K açınılm az yaşam su çu n u işlem ek, H am let ya da


A rjun a gibi k alb i öyle hasta ed eb ilir ki, yaşam ı sü rd ü rm eyi red d ed eb i­

lir insan. D iğer yandan, ço ğ u m u zu n yaptığı gibi, insan ken disi için,
d iğerleri kad ar su çlu olm ad ığı, am a iyiyi tem sil ettiği için kaçınılm az
günah işleyişten dolayı akland ığı, yeryü zü nd eki sırad ışı b ir görüngü

olduğu şek lin d e yanlış, so n u çta hak sız b ir im ge o lu ştu rab ilir. Bu tü r­

d en b e n lik d ü şkü nlü ğü , yalnız in san ın k en d isin in değil, insanlığın ve

kozm o su n d oğasın ın da yanlış b ir kav ran ışın a sü rü k ler. M itin am acı,


bireysel b ilin çliliğ in evrensel iradeyle u y u şm asını sağlayarak b u tü r­

d en yaşam ald ırışsızlığına o lan gerek sin im i yok etm ek tir. Ve bu da,
zam an ın g eçici görü ng ü leriyle h e r şeyde yaşayıp ö len tü k en m ez ya­
şam arasınd a g e rçe k b ir ilişki ku ru lm asıy la sağlanır.

“N asıl b iri yıp ranm ış giysileri çık arıp yen i o lan ları giyerse, gövde-

len en B en lik de yıp ran an b ed en leri ç ık a rır ve y en ilerin i giyer. Silahlar


kesm ez O n u ; ateş O n u yakm az; su ıslatm az O n u ; rü zgâr O n u ü şü t­
m ez. Bu B en lik kesilem ez, yakılam az, ıslatılam az ya da üşütülem ez.

E bed i, h e r şeyi kapsayan, d eğ işm ey en, kıp ırd am az B en lik sonsu za d ek


ay n ıd ır .”38

Eylem d ünyasın daki insan, ebed iyet ilk esin i k ay bed er, çü n k ü ya­
pıp e ttik le rin in so n u cu için kay gılıd ır, fakat o n ları ve m eyvelerini Ya­

şayan T a n rı'n ın d izlerine b ırak arak , san ki k u rb an v ererek , ö lü m d en i­


zinin b ağ ların d an ku rtu lu r gibi k u rtu lu r on lard an . “Y apm anız g e re ­

ken işe bağlanm ayın . ... H er tü rlü eylem i Bana b ırak arak , Benliği ak ıl­


Bhagavad Gita, 2:22:24.

2 67
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

d an çık arm ad an k en d in izi bağlılık ve b e n cillik te n ku rtararak , acıya al­

d ırm ad an d ö v ü şü n .”39

Bu yaklaşım la g ü çlen en , eylem d e d in gin ve serb est, e lin d en V ira-

c o c h a ’n ın rah m e tin in fışkıracağın a in an m ış olan k ah ram an , işi ister


kasap lık, süvarilik ya da k ra llık o lsu n k o rk u n ç, h arik a Yasa’m n b ilin ç ­

li aracıd ır.

E sin in zeh ir k azan ın d an ü ç dam la tad an Gvvion B ach , cad ı C arid -

w en tarafın d an y en ilm iş, b ir ç o c u k olarak d oğm u ş ve d enize b ıra k ıl­


m ış, ertesi sabah d ev rilen kazan ın z e h rin in yarattığı selde atları ölen ,
zen g in to p rak sah ibi G w yd dno‘n u n oğlu olan, m u tsu z ve hayal k ırık lı­
ğı için d ek i E lp h in ad lı g en cin b a lık tuzağına takılm ıştı. A dam lar tu ­

z ak tan d eri çantayı çık a rıp açtık tan so n ra beb eğ in aln ın ı g ö rü n ce , E lp-
h in ’e, “Îşte ışıltılı b ir çeh re ( taliesin ) !” d ed iler. “A dı T aliesin o lsu n ,” d e­

di E lp h in . Ve oğlu n u k o lların a aldı ve bahtsızlığına ağlayarak, ü zü n ­


tüyle o n u ark asın a yerleştird i. V e d aha ö n ce tırıs gid en atın ı e şk in yü­

rü ttü , oğlanı san k i d ünyadaki en rah at sand alyed e o tu ru y o rm u şçasın a


yu m u şak ça taşıdı. O sırad a oğlan y ü k se k sesle E lp h in ’i öv en ve teselli

ed en b ir şiir o k u d u ve geleceğ in d eki o n u r ve zaferlerd en bah setti.

Adil Elphin, m atem i bırak!

Bırak herkes kendininkiyle yetinsin.

Umutsuzluk y a r a r sağlam az.

Kim se kendine y ard ım edeni görm ez. ...

Z ayıf ve küçük olsam da,

Okyanusun köpüklü kıyısında,

Zor gününde sana

39 A.g.y., 3:19 ve 3:30.

268
KAHRAMANIN MACERASI

Üçyüz som on balığından d ah a çok yardım ım o la c a k ....

E lp h in b a b a sın ın kalesine d ö n ü n ce , G ıvyddno o n a ağa iyi b ir b alık

takılıp takılm ad ığ ım sord u ve E lp h in de on a b alık tan d aha iyi b ir şey ­

ler bu ld u ğ u n u söyledi. “N eym iş o ? ” d edi G w yddno. “B ir o zan ,” diye


yanıtladı E lp h in . O zam an G w yd dn o, “E ee, sana ne yararı o lacak ?” d e­

di. Ç o c u k ken d isi yanıt v erd i b u sefer, “Sana ağdan daha ç o k yarar

sağlayacak.” G w yddno sord u , “K o n u şabiliyor m u su n , b u kad ar k ü çü k


oldu ğun h ald e?” Ç o cu k şöyle dedi, “S en in b en i sorgu lad ığın d an daha

iyi k o n u şu y o ru m .” “D uyalım b ak alım ne d iy o rsu n ,” d edi G w yddno. O


zam an T aliesin felsefi b ir şarkı söyledi.

K ralın m eclisin i topladığı b ir gü n, T ailesin b ir köşeye saklandı.

“S o n ra o zan lar ve elçiler k ralın k u d retin i ve g ü cü n ü dile getirm eye ve


cö m ertlik dilem eye geld ik lerin d e, o n u n sakland ığı y erd en g e çe rler­

ken, T aliesin ark aların d an d ud ak b ü k tü ve eliyle d u d akların d an ‘Blu-

uğ, b lu u ğ ’ diye ses çıkard ı. G e çe rk e n h içb iri onu fark etm ed i, fakat
kralın ön ü n e g elin ce, eğilip b ağ lılık ların ı g ö ste re ce k k e n , o n u n yaptığı

gibi d ud ak b ü k ü p elleriyle d u d ak ların d an ‘Bluuğ, b lu u ğ ’ diye sesler


çıkard ılar. Bu m an zara kralın m erak lan ıp herh ald e içk i içtiler diye d ü ­

şü nm esine y o l açtı. M eclisteki lo rd larm d an birin e yaklaşarak h u z u ru ­


na çık an lara ak ılların ı başların a top layıp nered e o ld u k ların ı ve ne yap ­
m aları g erek tiğ im hatırlatm asın ı e m retti. L ord em ri m em n u n iy etle ye­

rine getird i. F ak at o nlar b u d alalık ların ı daha da abarttılar. K ral lordu

ikin ci kez yollayıp e m rin i y in eled i ve ü çü n cü sü n d e salon d an çık m a ­


larını em retti. S o n u n d a k ral, H ein in W a rd adlı b aşk an ların a v u rm ası­
nı e m retti lo rd u n a ve lo rd b ir sü p ü rge kap ıp başın a v u rd u , b aşk an da

koltuğun a d evrildi. Son ra k alk ıp d izleri üstün e ç ö k tü ve k ab alık ları­


nın b ile re k olm ad ığını, salond aki b ir ru h u n etkisiyle o ld u ğ u n u söy le­
di. B u nd an so n ra, b u H ein in bilg ece k o n u ştu . ‘A h saygıdeğer k ral, b i­

269
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lin iz ki içk in in g ü cü n d en , aşırı lik ö rd e n değil sarh o şlar gibi k o n u şa­

m az halde bud ala o lu şu m u z, k ö şelerd e b ir yerde b ir ç o c u k g ö rü n ü ­

m ü n d e o tu ran b ir ru h u n e tk isin d e n .’ K ral h e m en lord a o n u y ak ala­


m asın ı söyled i, o da T a lie sin ’in oturdu ğu kuytuya gitti ve ne old u ğu n u

n e re d e n çık tığ ın ı so ran k ralın ön ü n e getird i onu . T aliesin krala şiirle

yanıt verdi:

“Ben Elphin’in başozam yım .

Ve öz vatanım y a z yıldızlarının bölgesi;

Idno ve Heinin ban a M erddin derdi,


Ama sonunda h er kral ban a Taliesin diyecek.

“En yü ksek fe lek te Efendi’mleydim,


Lucifer'in cehennem çukuruna düşüşünde.

İsken der’in önünde bir sancak taşıdım,


Kuzeyden güneye yıldızların adını bilirim;

Dağıtıcı’nın tahtındaki toplantıda bulundum,


A bsalom esir edildiğinde K en an ’daydım ,

Tanrısal Ruh’u H ebron vadisine d ek izledim;

Gwdion’un doğumundan önce D on’un sarayındaydım .

Eli ve Enoc’a danışm an oldum;


G örkem li piskopos asasının m arifetiyle kanatlandım ;

Konuşm ayla ödüllendirilm eden önce bile gevezeydim ;

Tanrının m erham etli Oğlunun çarm ıh a gerildiği yerdeydim :

Üç kere düştüm A rianrod hapishanesine;

Nem rud kulesinin yapılışında başyönetm en oldum;

Kökeni bilinm eyen bir mucizeyim.


G em ideki Nuh'la birlikte A sya’daydım ,

270
KAHRAMANIN MACERASI

Sodom ve G o m orra’nırı yıkım ını gördüm ;

R om a kurulurken Hindistan’daydım ,

Şimdi buraya Truva K alıntısı’na geldim.


Eşeğin ahırında Efendi’mleydim,

K ızddeniz suyunda M usa’y a güç verdim:


M aria M agdelena ile sem adaydım ;

C aridw en’in kazanından esini aldım ;


Lochlinli Lleon’a a rp ozanı oldum,

B eyaz T epe’de, Cynvelyn’ın sarayın da bulundum,


Bir yıl bir gün zincir ve pran galarla,

Bakirenin Oğlu için açlık çektim,


Tanrıların ülkesinde gezindim ,
Tüm akılların hocası oldum,

Tüm evreni bilgilendirebilirim .

K ıyam et gününe dek yeryüzünde olacağım ;


Ve vücudum et mi set mi bilinmiyor.

“Sonra dokuz ay
Cadı C a r id m n ’in rahm indeydim ;

Başlangıçta küçük G w ion’dum

Bunca zam an son ra Taliesin’im.

“Ve kral ile soylular şarkıyı d uyunca, b ir ben zerin i o n u n kadar


genç b ir ç o cu k ta n h iç d u y m ad ıkları için o ld u k ça m e rak lan d ılar.”40

O zan ın şa rk ısın ın bü y ü k b ir k ısm ı, içind e yaşayan T ü k e n m e z e


ad anm ıştır; kişisel biyografisiyle kıyasland ığınd a k ısacık b ir kıta. D in ­

leyenlerin k en d ileri de T ü k e n m e z ’e yön elm iş ve kazara b ir parça b il­

40 “Taliesin,” a.g.e., s. 264-274.

271
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

geliğe kavu şm uşlardır. K o rk u n ç cadıd an korktu y sa da, y u tu lu p y e n i­

d en d oğm uştu. Kişisel egosu nd a ö lerek , B en lik te d irilm işti.

K ahram an o lacak şey lerin değil, olan şey lerin yan daşıd ır, çü n k ü o

vardır. “BEN, İb rah im o lm ad an ö n ce d e, VARIM.” Z am an daki d eğiş­


m ezliği V arlığın kalıcılığıyla karıştırm az, b ir so n rak i an d an (ya da
“ö te k i şey d en”) k alıcı o lan ı değişim iyle b o zacak diye de korkm az.

“H içb ir şey k en d i b içim in i koru m az; am a D oğa, b ü y ü k yen ileyici,


d u rm ak sızın b içim ard ına b içim yaratır. T ü m evrend e kay bo lan bir

şey olm ad ığınd an em in o lu n ; çeşitlen ir ve b içim in i y e n ile r.”41 B u yü z­


d en son raki anm g eçm esin e izin verilir. - E bed iyet P ren si D ünya

P re n s e s in i ö p ü n ce, kızın d iren ci kay b old u , gözlerini açtı. “Ö p ü cü ğü

hissed er hissetm ez uyanıp gözlerini açan p ren ses, tatlı tatlı g ü lü m se­
y erek p ren sin yü züne bakm ış. D erk en p ren sle p ren ses el ele tutu şu p
ku led en aşağı inm işler. Bu arada k ral, k raliçe ve sarayd aki ö b ü r kişiler

de u y anm ış, şaşk ın şaşk ın b irb irle rin in yü züne bakm ışlar. A vludaki
atlar, ayaklarının ü zerin de d ik ilip şöyle b ir silkin m iş; av k ö p ek leri

yattık ları y erlerd en fırlayıp ayağa kalk arak k u yru kların ı sallam aya k o ­
yu lm uş; çatıdaki g ü v ercin ler, b aşcağ ızlan n ı k an atların ın altın d an ç ık a ­

rıp b ir sağlarına, bir solların a göz gezd irm iş, ard ın d an k ırlara b ay ırla­
ra d oğru u çu p gitm işler. D uvardaki sin ek ler yine u yanıp esk isi gibi

ö ted e beride gezinm eye d evam etm iş. M u tfak taki ateş b aşın ı d o ğ ru l­
tup çıtır çıtır yanm aya ve yem eği pişirm eye başlam ış. Tav ad ak i et es­

kisi gibi cızırd am ış. A şçıb aşı havada uzan m ış d u ran eliyle yam ağa b ir
to k at p atlatm ış, yam ak da ağlam aya koyulm u ş. H izm etçi k ız ö n ce k i

gibi elind eki tavuğu tem izlem eye devam e tm iş.”42

41 Ovidius, Metamorphoses, XV, 252-255.


42 Grimm, No: 50, sonuç [Türkçesi: GM, Cilt 11, s. 285-286İ.

272
BÖLÜM IV
ANAHTARLAR

M acera aşağıdaki şek ille ö zetlen ebilir:

Eşiğin aşılm ası


K ardeş-savaşı
Ejder-savaşı
Parçalanm a Dönüş
Çarmıha gerilm e Diriliş
Kaçırılma Kurtuluş
G ece-deniz yolculuğu Eşik çatışm ası
M ucize yolculuğu
Balina'nın karnı

1. KUTSAL EVLİLİK
2 . BABANIN GÖNLÜNÜ ALMA
3. TANRILAŞMA
4 . İKSİR HIRSIZLIĞI

Günlük kulübe y a d a kalesinden y o la çıkan mitolojik kah ram an , m ace­


ra eşiğine cezbedilir, sürüklenir y a da kendi isteyerek ilerler. O rada, geçidi
koruyan bir gölge varlıkla karşılaşır. K ah ram an bu gizi alt edebilir y a da
onunla anlaşıp karanlığın krallığına canlı o la ra k gidebilir (kardeş savaşı,
ejder savaşı; ad ak, tılsım), y a da rakibi tarafından katledilir ve ölüm e sü­
rüklenir (parçalanm a, çarm ıh a gerilm e). Öyleyse eşiğin ötesinde, k a h ra ­
man, bazısı onu şiddetlice tehdit eden (sınavlar), bazısı büyüsel y ard ım ve­
ren (yardım cılar), alışılm adık, fa k a t tu h af biçim de çekici güçler dünyasında
yolculuk eder. M itolojik çevrim in en alt noktasına gelince büyük bir sıkıntı
atlatır ve ödülünü alır. Z afer, kahram an ın dünyanın anne-tanrıçasıyla cin­
sel birleşim i (kutsal evlilik), y aratıcı b a b a tarafından tanınm asıyla (ba­

273
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

banın gönlünü alm a), kendisinin tanrısallaşm ası (tanrılaştırm a), y a d a yine
- e g e r güçler ona dostça davran m adaysa- alm ay a geldiği ödülü çalm ası (ge­
lin kaçırm a, ateş çalm a) olarak gösterilir; aslında bü bilincin ve böylece
varlığın genişlem esidir (aydınlanm a, yücelm e, özgürlük). Son ça b a dönüş
çabasıdır. Eğer güçler kahram an ı kutsam ışsa, artık onların korum ası
altında ilerler (özel elçi); kutsam am ışlarsa, k a ç a r ve takip edilir (dönüşüm
kaçışı, engel kaçışı). Dönüş eşiğinde aşkın güçler g eride bırakılm alıdır; k a h ­
ram an korku krallığında yeniden ortay a çıka r (dönüş, diriliş). Getirdiği
ödül dünyayı yen iler (iksir).
M o n o m itin basit ölçeğind e g erçe k le şe n d eğişim ler b e tim lem en in

ö tesin d ed ir. B irço k öykü , tam çev rim in b ilin e n ö ğ elerin in b ir ya da

ik isin i d iğ erlerin d en ayırır ya da o n ları hayli bü y ü tü r (sınav m o tifi,


kaçış m otifi, g elin in k açırılm ası); d iğ erleri b irç o k bağım sız çev rim i tek

b ir diziye sıralar (O d y sseia'd a olduğu gibi). F ark lı k arak ter ya da b ö ­

lü m ler kay naşabilir, ya da tek b ir öğe k e n d in i çoğ altab ilir ve b irço k

d eğişim le yen id en g örü leb ilir.

M it ve ö y k ü lerin anah atları zarar g ö reb ilir ve b u lan ab ilir. A rkaik

izler gen ellikle y o k ed ilir ya da arkaplan a atılır. D evşirilen m alzem eler

yerel o rtam a, g elen ek ya da inanca u y m ak üzere y en ilen ir ve b u sü ­


re çte hep zarar g ö rü r. D ahası, g elen eksel b ir ö y k ü n ü n sayısız yen id en

anlatım ın d a, kazara ya da istem siz yer d eğ iştirm eler k açın ılm azd ır. O

ya da b u ned enle anlam sızlaşan öğeleri açık lam ak için g en ellik le kay­

da d eğer b ir b eceriy le ik in cil y o ru m lar u y d u ru lu r.1

B alin an ın k arn ın d ak i K uzgun’a d air E sk im o ö yk ü sü n d e, ateş ç u ­

b u k ları m o tifi b u y er d eğ iştirm ed en ve b u n u n gerek tird iği ak ılcılaştır-


m ad an geçm iştir. B alin an ın k arn ın d ak i kah ram an ark etip i yaygın ola-

1 Bu konu üzerine bir tartışma için bkz. benim Grimm’s Fairy Tales’in Pant­
heon Books basımı için yazdığım Yorum, (New York, 1944), s. 846-856.

274
KAHRAMANIN MACERASI

Çizim 1 2 . 1ason'un Dönüşü2

rak b ilin ir. M aceracın ın başlıca görev i, canav arın k arn ın d a çu b u k ya­

karak b a lin an ın ölü m ü n ü ve ken d i k u rtu lu şu n u sağlam aktır. B u yolla

ateş yak m ak , sek s ey lem in in sim gesid ir, ik i çu b u k -o y u k ve d in g il-

sırasıyla, dişi ve e rk e k olarak b ilin ir; ateş yen i yaratılan yaşam d ır. B ali­
n an ın için d e ateş yak an k ah ram an ku tsal evliliğin b ir versiyo n u d u r.

2 lason’un Dönüşü’nün yukarıdaki resmi (Vatikan Etrüsk Koleksiyonu’ndaki


bir vazodan), efsanenin herhangi bir yazılı belgede bulunmayan bir oku­
masını sunuyor. Çizimler listesindeki yoruma bkz. ileride, s. 438.

275
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

F ak at b izim E sk im o öyk ü sü n d e, b u ateş yak m a im gesi b ir d eğ işik ­

liğe uğradı. Dişi ilk e, K u z g u n u n hayvanın için d eki b ü y ü k odada

karşılaştığı güzel kızla can lan d ırıld ı; b u arada dişi ve erk eğ in b irle şi­
m i, y an an lam baya b o ru d a n yağ akm asıyla sim gelen m işti. K uzgun’un

b u yağı tatm ası eylem e katılım ıyd ı. O rtay a ç ık a n felaket e n u m utsuz

an ın b ild ik k rizin i, e sk i çağın b ırak ılıp y en isin in e rg in leşm esin i tem sil
ed iyord u . B u yü zd en , özgün ateş çu b u k ları gerek siz o ld u ğ u n d an , o n ­

lara k o n u için d e b ir işlev v erm ek ü zere zekice ve eğ len d irici b ir so n

u y d u ru lm u ş. Ateş ç u b u k ların ı b alin an ın k arn ın d a b ıra k tık ta n son ra

K uzgun, o n ların y en id en keşfed ilm esini b ir k ö tü şans belirtisi olarak


yorum layıp in san ları k o rk u ta ra k kaçırab iliy o r ve şöle n in key fin i b ir

b aşın a çık arıy o r. Bu son , ik in cil sü slem en in m ü k em m el b ir örn eğ id ir.

K ah ram an ın h ileci karak terin e y ü k len ir, fakat tem el ö y k ü n ü n b ir ö ğ e­

si değildir.

B irço k m ito lo jin in d aha son raki aşam alarınd a, anah tar im geler,

ik in cil an ek tod ve akılcılaştırm a yığ ınların d a iğneler gibi saklan ır;


ç ü n k ü b ir uygarlık, m ito lo jid e n çık ıp sek ü ler b ir b ak ış açısın a g e çti­

ğinde esk i im geler a rtık ya hissed ilm ez ya da b ir ölçü d e onay lan ır.

H ellen istik Y u nan coğ rafyasınd a ve im p a ra to rlu k R o m a’sm d a, an tik


tan rılar, b asit şeh ir ko ru y u cu ları, ev hayvan ları ve ed ebi k alıp lar k o ­

n u m u n a ind irg enm işti. K avranılm ad an d evralm an, M in o tau ro s’u n ki


gibi -c is im le n e n güneş tan rısı ve tan rısal k ralın esk i b ir M ısır-G irit

tem silin in k aran lık ve k o rk u n ç gece y ö n ü - tem alar çağdaş am açlara

u y d u ru lm ak ü zere ak ılcılaştırılm ış ve y en id en y o ru m lan m ıştı. O lim ­

p os Dağı basm akalıp skand al ve olayların R iviera’sm a ve ann e ta n rıça ­


lar h iste rik n y m p h a’lara d önü ştü . M itler in san ü stü ro m an slar o larak

o k u n u y o rd u . B en zer b içim d e , K on fü çy ü sçü lü ğü n in san cıl, ah lak çı gü­


cü n ü n esk i m it b içim le rin i başlan gıçtaki g ö rk em lerin d en ep eyce b o ­

276
KAHRAMANIN MACERASI

şalttığı Ç in ’d e, b u g ü n k ü resm i m ito lo ji, to p lu lu k ların a şu ya da b u şe­

kilde hizm et ettik leri için yerel tan rılar katm a yü kseltilm iş o lan v alile­

rin oğul ya da kızların a ilişk in an ek tod lar kalabalığı halin d ed ir. Ve

çağdaş ilerici H ıristiyan lık ta Isa -L o g o s ’un B ed en len m esi ve D ü nyan ın


K u r ta rıc ıs ı- ö n ce lik le tarihsel b ir k işilik , yarı-d oğ u lu b ir geçm iş sahibi

zararsız b ir kö y bilgesi, “sana d avranılm asım isted iğin gibi d avran” ö ğ ­

retisin i yayan, fakat su çlu gibi ö ld ü rü len b iri sayılıyor; ö lü m ü d ü rü st­


lü k ve d ayanıklılığa d air m u h te şem b ir d ers olarak o ku n u yo r.

Biyografi, tarih ya da bilim o larak yoru m land ığ ı yerde m itin şiiri

k atled ilm ekted ir. C an lı im geler u zak b ir zam an ın ya da göğ ü n uzak

olguları haline gelir. D ahası, tarih ve b ilim olarak m ito lo jin in saçm a
old u ğu n u g ö ste rm e k h iç de zo r d eğild ir. B ir uygarlık m ito lo jisin i bu

şekilde yen id en yorum lam aya başlad ığı zam an can lılığ ı k ay b o lu r, tap ı­
nak lar m ü zelere d ö n er ve iki p e rsp e k tif arasınd aki b ağ k o p ar. B u tü r­

d en b ir k aran lık , İn cil ve H ıristiyan tap ım ın m b ü y ü k b ir k ısm ı ü zeri­


ne çök m ü ştü r.

im g eleri yaşam a g eçirm ek için , çağdaş olayların ilgin ç uygulam a­


ları değil, e sin le n ile n g eçm işten ayd ın latıcı ip u çları aran m alıd ır. B u n ­

lar bu lu n d u ğu n d a, yarı ölü ik o n o g rafin in geniş alanları k alıcı insan


anlam ların ı yen id en açarlar.

Sözgelim i, K ato lik K ilisesi’n in K utsal C u m artesi g ü nü nd e yen i ate­


şin ku tsan m asın d an ,3 paskalya m u m u n u n k u tsan m asın d an ve k e h a ­

n etlerin o k u n m asın d an son ra, rah ip m o r b ir cü b b e giym ekte ve tö ren


h açı, şam d an ve yan an ku tsan m ış m u m la b irlik te, d iğer rah ip ler, şu

ilahiyi söy ley erek o n u izlerk en vaftiz ku rn asın a d o ğru ilerlem ek ted ir:

Kutsal Cumartesi, Cehennemin karnındaki İsa’nın Ölümü ve Dirilişi


arasındaki gün. Çağların yenileniş anı. Daha önce tartışılmış olan ateş çu­
bukları motifiyle karşılaştırın.

2 77
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“Geyikler nasıl su kaynaklarını izlerse, ru h u m da seni arıyor, ey T an ­


rım ! Ve ne zam an gelip de Tanrı'nın h u zu ru n a çıkacağım ? G özyaşla­

rını gece gündüz ekm eğim oldu, h er gün diyorlar bana: N erede senin

tan rın ?” (M ezm ur xli, 2 -4 ; Dovay).

K u rn an ın eşiğine v arın ca rahip dua e tm e k için d u rak sar, son ra işe

k o y u lu r ve “gü n ah tan arın m ayla gelen gök sel b ir d öl, tan rısal k u r­

n an ın , yen id en doğan yen i yaratıkların tertem iz rah m in d en çık ab ilsin


diye; ve ister v ü cu tların d ak i cin siy etleri, ister yaşlarıyla ayırt ed ilen le­

rin h ep si inayet sayesind e, ru hsal ann eleriyle aynı çocu k lu ğ a getirile­

b ilsin diye” suyu ku tsar. Suya eliyle d o k u n u r ve İb lis’in kötü lü ğü n d en


arın m ası için dua ed er; suyu n ü zerin e h aç işareti yapar: so n ra Paskal­

ya m u m u n u suya d ald ırır ve seslenir: “K utsal R u h ’un erd em i bu k u r­


n a n ın tüm suyuna sin sin .” Ve m u m u su d an çık a rır, b ir k ez d aha, bu

sefer daha d erin e d ald ırır ve daha y ü k sek sesle yineler: “K utsal
R u h ’u n erd em i bu k u rn a n ın tüm suyu na sin sin .” S o n ra m u m u sudan

ç ık a rtır ve ü çü n cü kez, b u sefer d ibe d eğ ecek şekild e suya d ald ırır ve


y ü k se k sesle yineler: “K utsal R u h’un erd e m i bu k u rn an ın tü m suyuna

s in sin .” S o n ra su yu n ü zerin e ü ç kez ü fley erek sü rd ü rü r: “V e b u suyu n


tü m özü n ü y en ilen m e için b e re k e tli k ıl.” S o n ra m u m u su d an çık arır

ve b irk a ç so n u ç d u asın d an so n ra, y ard ım cı rah ip ler insan lara b u kut-<

san m ış sud an se rp e rle r.4

Kutsal R u h’u n e rk e k ateşiyle d ö llen en d işi su, tü m m ito lo jik im ge­


lem dizgelerind e b ilin e n d ön ü şü m su y u n u n eşd eşid ir. Bu ayin, d ü n ­

yayı ve insanı y e n id en ve yen id en yaratan kay n ak -am n , H in d u linga-


m ın m sim geled iği gizem in, ku tsal evliliğin b ir v ersiyon u d u r. Bu k u r­

4 Bkz. Katolik Günlük Dua Kitabı, “Kutsal Cumartesi.” Yukarıdaki bölüm,


Dom Gaspar Lefevbre, O .S.B.’nin, bu ülkede E. M. Lohmann Co., Saint Pa­
ul, Minnesota’da yayımlanan İngilizce çevirisinden kısaltılmıştır.

278
KAHRAMANIN MACERASI

naya g irm e k m ito lo jik alana d alm ak tır; yüzeyi k ırm a k gece-d en ize

d oğru eşiği aşm aktır. Sim gesel o larak ç o cu k , su başın a d ök ü lü n ce bu

yolcu lu ğ u yap ar; re h b e r ve y ard ım cıları rah ip ve vaftiz ebeveynlerid ir.


H edefi E b ed i B en liğ in in eb ev ey n leri o lan T a n rı’n ın R u h u ve M erham et
R ah m i’ni ziyaret e tm e k tir.5 S o n ra fiziksel g ö v d en in ebevey nlerin e

d önd ü rü lü r.
Kiliseye erg in len m em iz o lan vaftiz ayinine d air ç o k azım ızın b ir
fikri v ard ır. Y ine de İsa'n ın sö zle ri ap açık tır: “D oğru su ve d oğru su sa­
na d erim : b ir kim se yen id en d oğm ad ıkça, T a n rı’n ın krallığın ı g ö re­
m e z .” N ik od im os on a dedi: “B ir ad am ih tiy ark en , n asıl doğabilir?
A nasının rah m in e ik in ci kez girip d oğabilir m i?” Isa yan ıtlad ı: “D o ğ ru ­
su ve d oğru su sana d erim : B ir k im se sud an ve ru h ta n d oğm ad ıkça
T a n rı’n ın krallığın a g irem ez.”6

Vaftizin yaygın yoru m u , yen id en d oğu m fik rin d en ç o k te m izlen ­


m eye o lan v urgusuyla, “ilk gü nahı yıkayıp tem izled iği” şek lin d ed ir. Bu

ik in cil b ir yo ru m d u r. Ya da eğer g elen eksel d oğu m im gesi h a tırla n ır­


sa, kim se daha ö n ce k i b ir ev lilik ten b ah setm em ek ted ir. B u na rağm en,

m ito lo jik sim geler, sayesinde ru h u n b in lerce y ıllık m ace rasın ın b e n ­


zetm e yoluyla tem sil edildiği tü m b ir k arşılık lılık lar d izgesini açığa ç ı­

karm ad an ö n ce b ü tü n olası so n u çla rı açısın d an izlen m elid irler.

5 Hindistan'da bir tanrının gücü (şahti) dişi biçiminde kişileşir ve onun eşi
olarak sunulur; buradaki törende, merhamet de aynı biçimde simgelen-
miştir.
6 Yuhanna, 3:3-5.

279
KISIM II

KOZMOGONİK ÇEVRİM
BÖLÜM I
YAYILIŞLAR

1. Psikolojiden Metafiziğe

Ç ağdaş en telek tü el için m ito lo jin in sim geciliğ in in p sik o lo jik b ir


önem e sahip old u ğu n u d ü şü n m ek gü ç değildir. Ö zellikle p sik an alist­

lerin çab asın d an son ra m itle rin d ü şü n d oğası o ld u ğu n d an ya da d ü ş­


lerin ru h u n d in am iğin in belirtileri old u ğu n d an şüphe edilem ez. Sig­

m u n d F reu d , C arl G. Ju n g , W ilh e lm S tek el, O tto R an k, Karl A b ra­

ham , G eza R ö h eim ve b irço k başkası geçtiğim iz yıllarda çağdaş düş ve


m it y o ru m u bilg isin i b ü y ü k ölçü d e belgeled iler; ve d o k to rlar ara­

larınd a çelişse d e, kayda d eğer b ir o rta k ilk eler girdisiyle b ü y ü k çağ­

daş h a rek e tle rd e n b irin d e b irleşirler. P eri m asalı ile m itin m an tık ve
d ü zen lerin in , ark aik in san ın ço k ta n b e ri gü ven ilm eyen d ü şlerine, k a ­
b u slarına k arşılık geldiği keşfi çağdaş b ilin cin ön ü n e h ey ecan v erici

bir biçim d e geri döndü.

Bu görüşe g ö re, -e fsa n e v i k ah ram an ların yaşam ların ı, doğa ta n rı­

ların ın g ü çlerin i, ölü lerin ru h ların ı ve top lu lu ğ u n to tem atalarını a n ­


latır g ö r ü n e n - m u cize öyk ü leri aracılığıyla insan d avranışlarının bi-

.linçli d ü zen lerin in altında yatan bilin çd ışı arzu , k o rk u ve gerilim lere
sim gesel b ir anlatım verilm iştir. B aşka deyişle, m ito lo ji yanlış biçim d e
biyografi, ta rih ve k o z m o lo ji olarak o k u n an p sik o lo jid ir. Çağdaş psi­

kolog o n u u ygu n y o ru m ların a çev ireb ilir ve b ö ylece çağdaş dünya için
insan k arak te rin in en gizli d erin lik lerin d ek i zengin ve saygın bir b e l­

geyi k u rtarab ilir. Burad a, san ki b ir ç iç e k d ü rb ü n ü için d eym iş gibi, -


Batılı ve D oğu lu, ilk el ve uygar, çağd aş ve a r k a ik - H om o Sapiens m u -

283
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

arom asın ın gizli süreçleri ayd ınlanm ış o larak durur. T ü m sey irlik

önü m ü zd en geçerken on u oku m am ız, örü ntülerini in celem em iz, d e­


ğ işk en lerin i analiz etm em iz yeter ve b u yolla insanın kad erin i şek ille n ­

d iren ve herhalde hem özel h e m de kam usal yaşam ım ızı b elirlem ey i


sü rd ü ren derin güçlerin b ir kavrayışına ulaşırız.

Fakat eğer m alzem elerin tam değerini verm ek g erek irse, m itle rin
d ü şlerle tam olarak karşılaştırılabilir olm ad ığını kaydetm eliyiz. F ig ü r­

leri aynı kaynaktan -fa n te z in in b iliçd ışı k u y u ların d an - k ay n ak lan ır ve


gram erleri aynıdır, fakat u y ku n u n ken d iliğ in d en ü rünleri d eğ ild irler.

T e rsin e, düzenleri bilinçli olarak d en etlen ir. Ve bilinen, işlevleri gele­


n ek sel bilgeliğin iletişim i için gü çlü b ir resim dili olarak k u llan ılm ak ­

tır. Bu ilkel denen halkların m ito lo jile ri için de geçerlidir. T ra n sa ge­


ç e b ile n şam an ve erginleşm iş an tilo p -rah ip , dünya b ilg eliğ in d en h a ­

b e rsiz ya da benzetim yoluyla iletişim ilk elerin d e b ecerik siz d eğ iller- ,]

dir. Yaşamalarını sağlayan ve ü zerin de çalıştıkları m etaforlar, üzerin d e


d u ru lm u ş, araştırılmış ve yüzyıllar, h atta binyıllarca tartışılm ış şey ler- i

d ir; b ü tü n toplumlara, h e m de d ü şü nce ve yaşamın ana d irek le ri ola-

ra k hizm et etmişlerdir. K ü ltü r ö rü n tü leri onlara göre şek illen m iştir.


O n larm etkili erginleştirici b içim le rin in çalışılm ası, d en eyim len m esi
ve kavranm ası aracılığıyla g en çler eğitilm iş ve yaşlılar bilge sayılm ıştır.

Ç ü n k ü insan ruhunun b ü tü n yaşam sal en erjilerin e ö zellikle d o k u n u r

ve o n ları canlandırırlar. B ilin çd ışm ı, n ev ro tik bir yan sıtm a tarzın da


akıld ışı olarak değil, katı b ir d en etim o larak çocuksu arzu ve k o rk u

alan ın a yansıtmak için, olgu lar d ü n y asın ın yetişkin ve ağırbaşlı b ir uy- ,1


gularnalı kavranışına yol açacak şekild e uygulam alı eylem alan ların a

açarlar- Eğer bu görece basit h alk m ito lo jile ri (ilkel avcı ve b a lık ç ı k a- j
h ilele rin kendilerini d esteklem esin i sağlayan m it ve ayin d izg eleri) için
d oğru ysa, yüce H om eros d estanların d a, D ante’n in İlahi K om edya 'şınd a

284
Levha XVII. Yaşam Çesmesi (Flanders).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Levha XVIII. Ay Kral ve Halkı (Güney Rodezya)

T e k v in K itabı’nda ve D o ğ u ’n u n zam an ın ö te sin d e k i tap ın ak ların d a g ö­

rü le n m u h teşem k o zm ik m e tafo rlar için ne söyleyeceğiz? B u n lar y ak ın

zam an lara d ek tüm in san yaşam ın ın d esteğiyd i, felsefe, şiir ve sanat­


la rın esiniyd i. D ev ralm an sim g elerin - e n y ü ce ahlaki ve m etafizik b il-

28 6
KOZMOGONİK ÇEVRİM

g ilen d irm en in b ir aracı o larak ru h u n m ü k em m el b ir ustası tarafın d an

g ö re v le n d irile n - b ir L ao -T se, B ud dh a, Z erd ü şt, İsa ya da M uh am m ed

tarafın d an işlend iğ i yerde, açık tır ki devasa bilin çliliğ in yoklu ğu nd a

değil varlığm dayız.

Ve öyleyse, bize u la şa n ,m ito lo jik figü rlerin tam d eğerini kavram ak


için (in san ın b ü tü n d ü şü n ce ve eylem lerin d e olduğu g ibi) sadece b i-

lin çd ışm m b e lirtileri o lm ad ık ların ı, ayrıca in san tarih i b o y u n ca insan

fiziğinin b içim i ve sin irsel yapısı gibi, belli ru hsal ilk e le rin değişm ez
kalan d en etim li ve istem li ifadeleri de o ld u k ların ı anlam alıyız. Daha

açık söy len irse, ev ren sel öğreti, d ü n y an ın tü m g ö rü n ü r yap ılarının -


tüm şey lerin ve v arlık larm -d ışav u ru m ları sü recin d e o n ları d estek le­

yen ve içle rin i d o ld u ran , için d en çık tık la rı ve so n u çta yine için e geri

d ö n m eleri g erek en b iricik b ir gü cü n eseri oldu ğun u söyler. Bu, b ilim ­


de en e rji, M alinezyalılarca m an a, Siu K ızıld erililerince wakon da, H in-

d ularca şakti ve H ıristiyan larca T a n rı’n ın gü cü olarak b ilin e n gü çtü r.

Psikan alistlerce ru h tak i d ışav u ru m u libido o larak a d la n d ırılm ıştır.1 Ve


ko zm o stak i d ışavurum u ev ren in k e n d isin in yapısı ve akışıd ır.

Bu fark lılaşm am ış, fakat h e r yere dağılm ış v arlık tem elin in k a y ­

nağının anlaşılm ası, anlam ayı sağlayacak o rg an ların ken d isi tarafından
zorlaştırılm aktad ır. K end ileri de b u gü cü n d ışav urum ları o lan 2 d u ­

yarlılık b içim leri ve insan d ü şü n cesin in k ateg o rileri,3 zihni öylesine

karıştırır ki, n o rm ald e ren k li, a k ıcı, son su zca d eğişik ve h ayret v erici

görü ng ü sel sey irliğin ötesini sadece g ö rm ek değil, ayırt e tm e k b ile ola­
naksızd ır. Ayin ve m itin işlevi, a k tarıcı b en zetim i olası k ılm ak , son ra

1 Krş. C. G. Jung, "On Psychic Energy” (aslı 1928; Toplu Eserler, cilt 8), en
eski elyazmasında “The Theory of the Libido” adını taşımaktadır.
2 Sanskritçe: ınaya-sakti.
Bkz. Kant, Critique o f Pure Reason.

287
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

da öne sü rm ektir. Z ih n in ve d u y u ların ın kavrayabileceği b içim ve

kav ram lar, b ir g erçek liğ i ya da ö ted ek i açıklığı b e lirte ce k şek ild e d ü ­

z en len m iştir. Ve so n ra m ed itasyon k o şu lları sağland ığınd a, b irey b ir


başm ad ır. M it son u n b aşlan g ıcıd ır; son , z ih n in için e b ir başın a girip

çö zü n eceğ i açık lık - k ateg o rilerin ötesin d ek i h iç lik ya da v a rlık tır.4 Bu

yü zd en T an rı ve tan rılar an cak g eçici araçlard ır - so n aşam ada ağza

alınm ay anın sözsüz b e lirtisi ve n ed en i olsalar da, adlar ve b içim le r

d ü n y asın ın d oğasm d adırlar. Z ihni h arek ete g eçirip u y an d ıracak ve


ken d ilerin i geçm eye çağıracak sim g elerd ir o n lar sad e ce.5

C en n et, ceh e n n e m , m ito lo jik çağ, O lim p o s ve tü m diğer tan rı y e r­

leşim leri p sikanaliz tarafın d an b ilin çd ışın m sim geleri o larak y o ru m ­


lanm ak tad ır. Bu yü zd en çağdaş p s ik o lo jin in y o ru m d izg elerin in an ah ­

tarı şu d u r: m etafizik alan = b ilin çd ışı. B en zer b içim d e , kap ıyı öte y an ­
d an açm an ın anah tarı da aynı eşitliğin tersid ir: bilin çd ışı = m etafizik

alan. “Ç ü n k ü ,” Isa'n ın dediği gibi, “T a n rı’n ın krallığı için iz d e d ir.”6

G e rçe k te n de, sü p erb ilin çliliğ in b ilin çd ışı h alin e geçişi, tam da D ü ­

4 Kategorilerin ötesinde ve bu yüzden “hiçlik” ve “varlık” denen karşıtlık çif­


tinin hiçbiriyle tanımlanmamış. Bu türden terimler ancak aşkmlığa dair
ipuçlarıdır.
5 Tapınılan tanrının kişiliğinin ikincil doğasının bu tanınışı, dünya gelenek­
lerinin çoğu için karakteristiktir (bkz. sözgelimi, geride, s. 211, not 154).
Yine de İsevilikte, Muhammedilikte ve Musevilikte tanrısalın kişiliğinin
tam olduğu öğretilir - bu da bu cemaatlerin üyeleri için kişinin, kendi in­
sanbiçimci tanrısallığının sınırlarının ötesine nasıl geçebileceğini anlamayı
zor kılar. Sonuç bir yandan, simgelerin genel bir karışıklığı ve diğer yan­
dan, din tarihinin başka bir yerinde benzeri görülmemiş tanrı kaynaklı bir
bağnazlık olmuştur. Bu sapkınlığın olası kökeni üzerine bir tartışma için,
bkz. Sigmund Freud, Moses and Monotheism (çev. James Strachey; Standart
Ed., XXIII, 1964. Aslı, 1939.)
6 Luka, 17:21.

288
KOZMOGONİK ÇEVRİM

şüş’e dair İn cil im gesin in anlam ıd ır. E vren sel gü cü n kaynağını değil
de, yalnızca o g ü çten yansıyan görü ng ü sel b içim le ri gö rm em izi sağla­

yan b ilin c in sıkışm ası, dünyayı yaratm asıyla aynı anda ve aynı b iç im ­
de sü p erb ilin çliliğ i b ilin çd ışm a çev irir. K urtuluş, sü p erb ilin ce d önüşte

ve d ünyanın d ağılm asm d adır. K o zm o g on ik çev rim in , d ü n y an ın ortaya

çık ışın ın ve h e m en ortaya çık m am ış hale d ö n ü şü n ü n b ü y ü k tem a ve


form ülü b u d u r. A ynı şek ild e, b irey in d oğum u, yaşam ı ve ö lü m ü de

bilin çd ışm a düşüş ve geri d ö n ü ş o larak g ö rü leb ilir. K ahram an, yaşam ­
dayken, yaratılışı h e m en h em en b ilin çsiz kılan sü p erb ilin çlilig in talep ­

lerin i b ilen ve tem sil ed en kişid ir. K ah ram an ın m acerası yaşam ında
aydınlanm ayı elde ettiği anı tem sil ed er - yaşayan ö lü m ü m ü zü n k a ­
ran lık d u v arların ın ö tesin d eki ışığa u zan an yolu daha y aşark en b u ld u ­

ğu o çe k ird e k anı.

Ö yleyse, k o z m ik sim geler akıl k a rıştırıcı hay ret e d ici b ir parad oks
ruhuyla su n u lm ak tad ır. T a n rı’n ın k rallığı içte o ldu ğu gib i, dıştadır

aynı zam anda; T a n rı yine de, uyuyan p ren sesi, ru h u uy an d ırm ak için

uygun b ir araçtır. Yaşam o n u n uyku su , ö lü m u yanışıd ır. K endi ru h u ­


n u n u y and ıranı o lan k ah ram an ın ken d isi, k en d i çö zü lü şü n ü n uygun

aracıd ır. T a n rı, ru h u y and ıran, o n u n ken d i dolaysız ö lü m ü n d e b u lu ­

nur.

Bu gizem in h erh ald e e n etkili sim gesi olan çarm ıh a g erilen tanrı,

“ken d i k e n d in e ” su n u lan ta n rıd ır.7 D üz oku n d u ğ u n d a b u , görüngüsel

k ah ram an ın sü p erb ilin çliliğe geçişi anlam ın a gelir: v ü cu t beş d u y u ­


suyla - B e ş Silah lı P re n sin Y ap ışkan Tüy'e yap ışm ası g ib i- yaşam ve

ö lü m bilg isi h açın a b e ş yerin d en (ik i el, iki ayak ve d ik en lerle ta ç ­


lanm ış baş) çiv ilen m iş olarak a sılm ıştır.8 Fak at ayrıca, T a n rı isteyerek

7 Geride, s. 223.
8 Geride, s. 104-105.

289
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

in m iş ve b u görü ng ü sel acıyı ken d isi ü stlen m iştir. T an rı tn san ’ın yaşa­
m ın ı üstlen ir ve insan, b iri d iğerin in yiyeceği o lan ikisin d en T a n rı’n ın

in ip in san ın yü kseld iği aynı güneş k a p ısın ın , aynı “k arşıtların u yuş­


m a sın ın ”9 çapraz k o lla rın ın o rta n o k tasın d a için d ek i T an rıy ı serbest
b ır a k ır .10

Ç ağdaş araştırm acı, b u sim geleri elbette istediği gibi, ister başk a­
ların ın ald ın şsızlığ m ın b elirtisi ya da ken d i bilg isizliğin in b ir işareti,

ister m etafiziğin p sik o lo jiy e b ir in d irg en işi ya da tam tersi olarak ö ğ re­
n eb ilir. G eleneksel yol, sim geler ü zerin de iki anlam d a da d erin d erin

d ü şü n m ekti. N e olu rsa olsu n , b u n lar in san ın k ad erin in , in san ın u m u ­

d u n u n , in san ın in a n cın ın ve in san ın k aran lık gizem inin anlam lı m e ta ­


for larıd ır lar.

2. Evrensel Çevrim

B irey in b ilin ci uy ku için d e indiği ve için d e gizem li b ir b içim d e


uyandığı b ir gece d en izin d e d in len irk en , m itin im gelem ind e ev re n y i­

ne için d e yok olup gittiği b ir zam an d ışılıktan çık ar ve sü k u n bu lu r.


Ve b irey in akıl ve b ed en sağlığı yaşam sal g ü çle rin b ilin çsiz k aran lık tan

uyanm a gününe d oğru d üzenli b ir akışına bağlı old u ğu n d an , yine m it

için d e , k o zm ik d ü zen in sü rek liliğ i an cak gü cü n kay n ak tan d en etim li


b ir akışıyla k esin leştirilir. T an rılar b u akışı y ö n eten yasaların sim gesel

k işileştirm elerid ir. T a n rıla r yeryüzü şafağında ortaya çık ar ve alacak a­


ran lık ta kaybolu rlar. G ece n in ebedi olm ası gibi ebed i d eğillerd ir. K oz­

m o g o n ik b ir çağın çev rim i an cak in san v aro lu şu n u n kısa sü resi a çı­


sın d an kalıcı görü nü r.

9 Geride, s. 106.
10 Geride, s. 56-57.

290
KOZMOGONİK ÇEVRİM

K ozm og on ik çev rim genelde k en d in i yineler şek ild e b elirtilir; so ­

n u olm ayan dünya. U yku ve uyanm a b ir yaşam b o y u n ca art arda y i­


n e le n irk e n , h e r b ü y ü k çev rim le b irlik te sık sık daha k ü çü k y o k olup

gitm eler söz k o n u su olur. B ir A ztek v ersiyon u na g ö re, d ö rt ö ğen in

h er b iri - s u , to p rak , hava ve a te ş - d ü n y an ın b ir d ö n em in i b e lirtir: S u ­


lar çağı tufanla son lan d ı, to p rak çağı d ep rem le, hava çağı rüzgârla

son lan d ı ve şim d ik i çağ alevle y o k o la c a k .11

S to acı çev rim sel yangın öğretisin e göre, tü m ru h lar d ünya ru hu n a


ya da ilk ateşe k arışır. B u ev ren sel y o k olu p gitm e so n u çla n ın ca , yeni
bir ev ren in olu şu m u başlar (C ic e ro ’n u n renovatio’su ) ve h e r şey, her

tan rısallık , h e r kişi eski ro lü n ü y e n id en oyn ayarak k en d in i yineler.

Sen eca “De C on so lation e ad M arciam ”da b u y ık ım ın betim lem esin i


su n m u ştu ve gö rü n ü şe göre g elecek çev rim d e yen id en yaşam aya o l­

dukça h ev e sliy d i.12

K ozm o g on ik çev rim in m ü k em m el b ir tasavvuru C ay nalarm m ito ­


lo jisin d e b u lu n m ak tad ır. Bu ç o k e sk i H int m e z h eb in in en so n pey­

gam ber ve k u rta rıcısı olan M ahavira, B u d d h a’n m çağd aşıydı (M Ö


altıncı yüzyıl). A ilesi ç o k daha ö n c e k i, o m u zların d an yılanlar sa rk a r­

k e n tasvir ed ilen ve M Ö 8 7 2 -7 7 2 yılların d a yıld ızı parlayan b ir Cayna


k u rtarıcı-p ey g am b eri olan P arşv anatk a’n m m ü ritleriy d i. Parşvanat-

ka’dan yüzyıllar ö n c e , ç o k sevilen H in d u b ed en len m esi K rişn a’m n k u ­


zeni olduğu söy len en C ayna k u rta rıcı N em inatha yaşam ıştı. Ve ond an
da ö n ce , d ü n y an ın ç o k d aha esk i b ir çağınd a, e rk ek le rle k ad ın lar evli

11 Fernando de Alva Ixtlilxochitl, Historia de la Nación Chichimeca (1608), Ca­


pitulo 1 (Lord Kingsborough’un Antiquities o f Mexico’sunda yayımlanmıştır;
Londra, 1830-48, Cilt IX, s. 205; ayrıca Alfredo Chavero, Obras Históricas de
Alva Ixtlilxochitl-, Meksika, 1891-92, Cilt II, s. 21-22).
12 Hastings, Encyclopaedia o f Religion and Ethics, Cilt V, s. 375.

291
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ç iftle r halind e d o ğark en , ik i m il u zu n lu ğ u n d ay ken ve sayısız yıllarca


y aşark en v arolan R işabh an ath a’ya kad ar u zan an tam y irm ib ir başkası

vardı. R işabh anatha, insanlara, yetm işiki b ilim (yazm a, aritm etik , k e ­
h an etle ri o ku m a, v b .), altm ışd ö rt k ad ın b e ce risi (yem ek yap m a, d ikiş

d ik m e v b .) ve yüz b aşk a sanat (ç ö m le k çilik , ö rgü, resim , d em ircilik ,


b e rb e rlik v b .) ö ğ retm işti; ve ayrıca on ları siyasete bu laştırm ış ve b ir
k ra llık ku rm uştu.

O n d an ö n ce b u tü r yen ilik ler gerek sizd i; çü n k ü ö n ce k i d ö n e m in -

d ö rt m il uzu nlu k ta, yüz yirm i sek iz kab u rg alı olan, sayısız y ıllık iki
d ö n em li b ir yaşam sü resin ce y a şa y a n - in san ları, tatlı m eyveler veren,
kap k açak şek lin d e yap rakları, tatlı şark ılar söyleyen yap rakları, gece

ışık v eren , gö rü p k o k lam ası coşk u lan d ıran ç iç e k le r v eren , b ak m ası da


tatm ası da ku su rsu z olan yiyecekler v e re n y ap rakları, m ü ce v h e r ola­

ra k k u llan ılacak yap rakları ve güzel giysiler sağlayan k a b u k la rı olan

o n “d ilek ağacı”yla (kalp a vriksa) karşılard ı h e r ihtiyacını. A ğaçlardan


b iri sayısız od alı b ir saray gibiyd i; d iğeri sayısız k ü çü k lam b ad an gelir

gibi b ir ışıltı saçıy ord u . T o p ra k şek er kad ar tatlı; oky anu s şarap kadar
lezzetliydi. Ve yine, bu m u tlu çağdan ö n ce , e rk e k ve k ad ın ların sekiz

m il u zu nlu k ta oldu ğu, h e r b irin in ik i yüz elli altı k abu rg asın ın oldu ğu

daha da - t a m o larak iki k a t - m u tlu oldu ğu b ir çağ olm u ştu . Bu çok


ü stü n insanlar ö lü n ce, doğal erd em leri g ü zellik leri k ad ar k u su rsu z o l­

d u ğ u nd an d in n ed ir b ilm ek sizin h e m en tan rılar dünyasına geçiyo rd u .

C aynalar zam anı son su z b ir çev rim o larak kab u l eder. Z am an, altı-
şa rlık iki kü m e o larak ayrılan o n ik i p arçalı ya da çağlı b ir te k e rle k ola­

ra k resm ed ilir, lik k ü m e “in e n le rd ir” ( avasarpin i ) ve ç o k ü stü n dev


çiftler çağıyla başlar. C en n etsi d ö n em sayısız y ıllık on m ily o n k e re on
m ily o n , yüz m ily o n kere yüz m ily o n d ö n e m b o y u n ca sü re r ve son ra

ağır ağır an cak yarısı kad ar saadet d olu o lan , in san ların an cak d ört

292
KOZMOGONİK ÇEVRİM

m il u zu n lu k ta oldu ğu d ö n em e geçer. Ü çü n cü , yirm i d ö rt dünya k u r­


tarıcısın ın ilki o lan R işab h anatha’n m d ö n em in d e m u tlu lu k az b ir h ü ­
zünle ve erd em az b ir şey ku su rla k arışır. B u d ö n e m in son u n d a, e r ­

kek ve k ad ın lar a rtık adam ve k arısı olarak b irlik te yaşam ak üzere

çiftler h alin d e b irlik te doğm azlar.

D ö rd ü n cü d ö n em d e, d ü n y an ın ve sak in lerin in aşam alı b ozu n u m u

sü rer, in san ın yaşam sü resi ve d oğal bo yu tları yavaşça b o zu lu r. Yirm i

üç dünya k u rta rıcısı doğar; h er b iri zam an ın ın k o şu lların a uygun te ­


rim lerle eb ed i C ayna Ö ğretisin i yen id en aktarır. S o n k u rta rıcı ve pey­

gam ber o lan M ahavira’n m ö lü m ü n d en ü ç yıl, sekiz b u ç u k ay son ra bu

d ön em son a erer.

inen dizilerin beşincisi olan bizim çağım ız M Ö 5 2 2 ’de başladı ve


yirm ibir bin yıl sürecek . Bu sü reçte h içb ir Cayna kurtarıcısı d oğm aya­

cak ve ebedi C aynalar öğretisi zam anla kaybolacak. Bu zam anla yo ­


ğunlaşan, sözcü ğ ü n tam anlam ıyla bir kötülük d önem idir. E n uzun

insanlar an cak yedi arşındır ve en u zun yaşam süresi yüz yirm i beş yı­

lı aşm az. İnsanların ancak on altı kaburgası vardır. Bencil, adaletsiz,

vahşi, şehvetperest, gu ru rlu ve tam ahkârdırlar.

Fakat in en çağ ların ak ın cısın d a, in san ın ve d ü n y an ın hali d aha da

k o rk u n ç o lacak . E n uzu n yaşam y irm i yıl olacak ; e n b ü y ü k u zu n lu k


b ir arşın o lacak ve sek iz kab u rg a y eterli olacak. G ü n ler sıcak , geceler

soğuk, h astalık yaygınlaşacak ve iffet y o k olacak. Fırtın alar yeryüzünü


kasıp k av u racak ve d ö n em in so n u n a d oğru iyice artacaklar. S onu n d a
tüm yaşam , in san ve hayvanlar ve tüm b itk i to h u m ları G an j'd a, sefil

m ağaralarda ve d enizd e k o ru n a k aram ak zoru nd a kalacak.

in e n çağlar dizisi tü k e n e ce k ve fırtın a ve y ık ım katlan ılm az hale

gelince “y ü k se le n ” d iziler ( utsarpini ) başlayacak. Yedi gü n yağm u r ya­


ğacak ve yedi d eğ işik tü rd en yağ m u r d ü şecek ; to p rak tazelen ecek ve

293
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

to h u m lar y eşerecek . K ıraç, acı d ü ny anın c ü cem si k o rk u n ç yaratıkları


m ağ aralarınd an çık a ca k ; ve zam anla ahlak, sağlık, gü zellik ve b o y ­

ların d a gö rü lü r hafif b ir gelişm e o lacak ; ta k i b u g ü n bild iğim iz gibi bir

dünyada yaşayıncaya d ek. S o n ra, P ad m anatha ad ınd a b ir k u rta rıcı,


eb ed i C ayna d in in i yen id en anlatm ak için d o ğacak; in san lığın hali ye­

n id e n ç o k ü stü n o lacak , in san ın güzelliği gü n eşin gö rk em in i aşacak.

E n son u n d a, to p rak tatlan acak ve sular şaraba d ö n ecek , d ilek ağaçları


ku su rsu zca evlenm iş ik izlerin m u tlu top lu lu ğ u na haz arm ağanların ı
su n acaklar; ve b u to p lu lu ğ u n m u tlu luğu yine ikiye katlan acak ve te­

k e rle k d ö n erek sayısız y ıllık o n m ilyon kere o n m ilyo n , yüz m ilyo n


kere yü z m ily o n d ö n em so n ra, yine eb ed i d in in y o k o lm asın a ve b itip

tü k en m ez cü m b ü ş, savaş ve salgın rü zg ârların ın artan gü rü ltü sü ne yol


a ç a c a k .13

Caynaların bu durm aksızın dönen, on iki parçalı zam an tekerleği

H induların d ö rt çağ çevrim inin benzeridir: ilk çağ u zun ve k usursuz


m utluluk, güzellik ve m ükem m ellik d ön em id ir, 4 8 0 0 tanrısal yıl sü ­
r e r ;14 İkincisi daha az erdem lidir, 3 6 0 0 tanrısal yıl sü rer; eşit ölçüde

karışm ış erd em ve k usur çağı olan ü çü n cü sü 2 4 0 0 tanrısal yıl sürer;


ve son un cu su, bizim ki, artan kötülüğüyle 1200 tanrısal yıl ya da insan

ölçüleriyle 4 3 2 .0 0 0 yıl sürer. Fakat şu anki d ön em in bitim inde, (C ay-


n alarda anlatılan çevrim deki gibi) h em en yeniden düzelm eye başla­
m ak yerine, h er şey ateş ve sel kargaşasında yok olacak ve tam d ört

çağa eşit bir d ön em b oyu n ca öyle kalm ak ü zere ilk hali olan baş­
langıçtaki Zamandışı okyanus haline inecektir. Sonra dünyanın büyük
çağları yenilenerek başlar.

13 Bkz. Bn. Sinclair Stevenson, The Heart o f Jainism (Oxford University Press,
1 9 1 5 ), S. 2 7 2 -2 7 8 .
14 Tanrısal bir yıl 360 insan yılına eşittir. Krş. geride, s. 2 55.

294
KOZMOGONİK ÇEVRİM

D oğulu felsefenin tem el b ir kavram ı b u resim -b içim d e saklı b u ­

lu n m aktad ır. Ya m it b aşlan gıçta felsefi b ir form ülün sergilen işiydi, ya

da form ü l m itte n çık arılm ıştı, b u n u söy lem ek bu g ü n o lanaksız. M it el­

bette ç o k u zak çağlara u zan m ak tad ır, fakat felsefe de öyle. M iti gelişti­

ren ve zen g in leştirerek dışa su n an eski b ilg elerin zihnind e ne d ü şü n ­

celer vardı k im b ilir? İn san , ark aik sim gen in gizlerin in çözü m len işi ve

k avranışı sırasın d a, ç o k sık olarak gen el kab u l görm ü ş o lan felsefe ta­

rih i kav ray ışım ızın tam am en yanlış b ir varsayım a, yani soy u t ve m e ta ­

fizik d ü şü n ce n in gü nü m ü ze d ek ulaşan kayıtlarım ız arasınd a ilk g ö ­

rüldüğü yerde başlad ığı v arsayım ına dayand ığını h issetm ek ted ir.

K o zm o g on ik çev rim in sergiled iği felsefi fo rm ü l, b ilin cin , varlığın

üç d üzlem i b o y u n ca d olaşım ıd ır, lik d üzlem uyanm a d en eyim i d ü zle­

m id ir: dış d ü n y an ın , gün ışığıyla ayd ınlanan ve herk ese o rta k olan

sert, ağır g e rçe k le rin in b ilin cin d e olarak. İk in ci d üzlem düş d eneyim i

d ü zlem idir: k en d in i ayd ınlatan ve düş gören le aynı ö zd en özel b ir iç

dünyanın akışkan , gizli b içim le rin in b ilin cin d e o larak. Ü çü n cü d ü z­

lem d erin uyku d ü zlem id ir: d üşsü z, y o ğ u n d erin likte saadet d olu o la­

rak. İlk in d e yaşam ın öğretici d en eyim leriyle karşılaşılır; İkincisin d e

bu n lar sin d irilir, d üş g ö ren in iç g ü çlerin e k arıştırılır; ü çü n cü sü n d eyse

her şey b ilin çsizce “k alb in için d ek i uzay”da, h er şeyin kaynağı ve h e ­


defi olan, iç d en etley icin in od asınd a y aşanır ve b ilin ir .15

K o zm o g on ik çev rim , evrensel b ilin c in d ışav u ru lm am ış o lan ın d e­

rin uyku alan ın d an , düş aracılığıyla u y anıklığın gü nü ne ve son ra düş

aracılığıyla yine Zam andışı karanlığa geri geçişi o larak anlaşılm alıd ır.

Yaşayan h e r c a n lın ın g erçek d en eyim in d e olduğu gibi, yaşayan k o z­

m o su n devasa figüründe de öyledir: u y ku n u n u çu ru m u n d a en e rjiler

15 Bkz. Mcındukya Upanıshad, 3-6.

295
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

tazelen ir, gü nü n çab asın d a h arcan ırlar; ev ren in yaşam ı tü k en ir ve ye-

n ilen m elid ir.

B ilin m ey en in sessizliğiyle b irlik te, k o zm o g o n ik çev rim dışavur-


m ak la d ışavurm am ak arasınd a gider gelir. H in d u lar b u gizem i AUM
hecesiyle b elirtirler. Burad a A sesi uyanan b ilin c i, U düş b ilin cin i, M

d erin uyku yu b e lirtir. H eceyi saran sessizlik b ilin m eyen d ir: on a sad e­
ce “D ö rd ü n cü ” d e n ir .16 H ecen in ken d isi y a ratıcı-k o ru y u cu -y o k edici

T a n rı’d ır, fakat sessizlik, çev rim in tü m açılıp kap anm aların a k esin lik le
karışm ayan E zeli ve E b ed i T a n rı’dır.

O görünm eyen, ilişkisiz, kavran am az, anlaşılam az,

düşlenem ez, anlatılam azdır.


O tüm bilinçlilik hallerinde ortak olan öz-tanım anın özüdür.

Tüm görüngüler onda y er alır.

O barıştır, o mutluluktur, o ikiliksizliktir.17

M it, gerektiği gibi çev rim in için d e k alır, fakat b u çev rim i sessizlik ­
le sarılıp için e sızılm ış olarak sunar. M it, h e r v arlık a to m u n u n izinde

ve çev resin d e olan b ir sessizlik d o lu lu ğu n u n ayd ınlanm asıd ır. M it, a k ­


im ve k alb in , d erin b içim d e bilgi y ü k len m iş m ecazlar sayesinde tü m

16 Maııdukya Upanishad, 8-12. Sanskritçede a v e u, o’da birleştiğinden, kutsal


hece “om" olarak söylenmekte ve yazılmaktadır. Dualara bkz. geride, s.
173-4 ve 268, dipnot 31.
17 Mandukya Upanishad, 7.

296
KOZMOGONİK ÇEVRİM

varoluşları saran ve d o ld u ran o en so n gizem e y ö n eltilm esid ir. E n g ü ­

lünç ve açık ça saçm a anların da b ile, m ito lo ji, aklı gözü n az ö tesind eki
b ir d ışav u ru lm am ış alana y ö n eltm ek ted ir.

“Y aşlıların Yaşlısı, B ilin m ey en lerin B ilin m ey en in in b ir biçim i v ar­

d ır, fakat yine de b ir b içim i y o k tu r,” diye o k u ru z ortaçağ Y ah u d ileri­


n in kabalacı b ir m etn in d e. “E vren i kap sayan b ir b içim i v ard ır, am a bir
b içim i y o k tu r, çü n k ü kav ran ılam az.”18 Bu Y aşlıların Yaşlısı silüet h a­

18 Ha idra zuta, Zohar, iii, 288a. Karşılaştırın geride, s. 211.


Zohar (zohar, “ışık, nur”), 1305’lerde eğitimli bir İspanyol Yahudisi olan Le-
oneli Musa tarafından gün ışığına çıkarılan bir ezoterik Musevi yazılar der­
lemesidir. Malzemenin, MS ikinci yüzyılda bir Galilee rabbisi olan Simeon
ben Yohai’nin öğretilerine dek uzanan gizli asıllardan alındığı öne sürül­
müştü. Romalılar tarafından ölümle tehdit edilen Simeon oniki yıl bir ma­
ğarada gizlenmişti; on yüzyıl sonra yazılan orada bulundu ve bunlar Zohar
kitaplarının kaynağı oldu.
Simeon’un öğretilerinin hokmah ııistarah’dan ya da Musa’nın gizli bilgeli­
ğinden, yani Musa tarafından ilk olarak Mısır’da, doğduğu toprakta gelişti­
rilen, sonra (bir melekten özel bir eğitim aldığı) çölde geçirdiği kırk yıl bo­
yunca üzerine düşündüğü ve son olarak, Musevi alfabesinin mistik sayı de­
ğerlerinin tam bir kavranışı ve kullanılışıyla çözülmek üzere, Eski Ahit’in
dört kitabında şifreli olarak işlenen bir ezoterik bilgelik külliyatından kay­
naklandığı sanılmaktadır. Bu bilgelik ve onu yeniden keşfetme ve yararlı
kılma teknikleri kabala’yı oluşturur.
Kabala (qabbalah, “edinilen ya da geleneksel bilgelik”) öğretileri, ilk kez
Tanrı tarafından Cennetteki özel bir melek topluluğuna verilmişti. İnsan
Bahçe’den kovulduktan sonra, bu meleklerin bazısı saadete eriştirmeyi
umarak bu bilgileri Adem’e öğretmişti. Öğreti Adem'den Nuh’a ve Nuh’tan
İbrahim’e geçti. İbrahim Mısır’dayken bir kısmını ağzından kaçırdı, bu yü­
ce bilgeliğin artık indirgenmiş bir biçimde Musevi olmayanların mit ve fel­
sefelerinde bulunabilmesinin sebebi budur. Musa onun üzerinde önce Mı­
sırlı rahiplerle çalıştı, fakat meleklerinin özel olarak söyledikleriyle gelenek
onda yenilendi.

29 7
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

linde b ir yüz o larak su n u lu r; hep silüet h alin d e, çü n k ü gizli yanı h iç

b ilin em ez. Buna “B ü y ü k Y ü z,” M ak ro p ro so p o s d en ir; ak sak alın ın tel­

lerin d en tüm dünya çık a r. “O sakal, g e rçe k le rin gerçeği, k u lak ların
o rad a çık ar ve Kutsal O la n ’m ağzından çen esin e in er; ve inip çık a ra k

b e re k e tli k ok u y erleri d en en yan akları kap lar; süs o larak beyazd ır: ve

d en geli g ü çlerin eşitliğiyle iner ve göğüs b oşlu ğu n a d oğru b ir yeri bile


ö rte r. Bu süs sakalıd ır, g e rçe k ve ku su rsu z, o n ü ç çeşm en in için d en en

d eğ erli saltanat sıvısını akıttığ ı o n ü ç b içim d e gö rü lü r. ... Ve b elli m i­


z açlar, b u m u h te re m sakala bağlı olan şu o n ü ç m izaca göre ev rend e

b u lu n u r ve o n ü ç inayet kap ısın a a çılırla r.”19

M ak rop ro so p o s’u n ak sakalı, yü zü n ü n tam am ıyla ve siyah b ir sa­

kalla tem sil ed ilen M ik ıo p ro so p o s’un, “K ü çü k Yüz”ün başına d ö kü lü r.


Ve B üyük Yüz’ün gözü kap aksızken ve h iç kap an m azk en , K ü çü k
Y ü z’ü n gözleri evrensel k ad erin yavaş ritm iyle açılıp kap anır. Bu k o z ­

m o g o n ik çev rim in a çılıp kap anışıd ır. K ü çü k Y üz’ün adı “TANRI,” B ü ­

y ü k Y üz’ü n ki “BEN VARlM”dır.

M ak rop ro so p o s Y aratılm am ış Y aratılm ayış’tır ve M ik ro p ro so p o s

Y aratılm am ış Y aratılış’tır: Sırayla sessizlik ve AUM h ece si, k o zm o g o n ik

çev rim d e içk in olan d ışav u ru lm am ış ve v arlık.

3. Hiçlikten Dışan - Uzay

Aziz T h o m as A qunias bild iriy or: “B ilgelik nam ı an cak, aynı za­

m an d a ev ren in b aşlan gıcı da o lan ev ren in son u üzerine d ü şü nen e

19 Ha idra rabba qadisha, xi, 2 1 2 -1 4 ve 2 3 3 , çev . S. L. MacGregor Mathers, The


Kabbalah Unveiled (Londra: Kegan Paul, Trench, Trübner and Company,
Ltd., 1 8 8 7 ), S. 1 3 4 -1 3 5 ve 137.

298
KOZMOGONİK ÇEVRİM

lay ık tır.”20 B ü tü n m ito lo jin in tem el ilkesi bu son d ak i başlan gıçtır. Ya­

ratılış m itleri, yaratılm ış tü m şek illeri d aha ö n ce için d en çık tık ları tü ­
ken m eyene d u rm ak sızın geri çağıran b ir kıy am et d uygusuyla kaplıdır.

B içim ler gü çlü b içim d e ilerler, fakat k açın ılm az olarak zirv elerine, ara
v erm elerin e ve d ön ü şlerin e varırlar. M ito lo ji, b u anlam d a, tra jik bir

bakışa sahitir. Fak at bizim g erçek varlığım ızı, dağılan b içim lere değil

de, için d en yine h e m en geri fırlayacakları tü k en m ey en e yerleştirm esi


açısın d an , m ito lo ji k esin lik le tra jik d eğ ild ir.21 G e rçe k te n d e, m ito lo jik
havanın belird iği yerde tragedya o lanaksızd ır. D aha ç o k b ir düş n ite li­
ği b elirir. Bu arad a, g e rçe k v arlık, şek illerd e değil, düş gören d ed ir.

D üşteki gibi, im geler yüce o lan d an g ü lü n ç olana d ek değişir. Z ih­


n in olağan d eğerlen d irm eleriyle d in len m esin e izin verilm ez, d u r­
m ak sızın sald ırılır ona ve artık son u n d a anlaşılm ış o lan güven d uygu­

su sarsılır. Z ihin, e n sevdiği ya da g elen eksel im geleriyle, on ları sanki

ilettikleri iletiler o n ların ken d isiy m iş gibi savu narak h u zu rla d in len d i­
ği zam an m ito lo ji yenilgiye uğrar. Bu im gelere artık , gözü n u laşm ad ı­

ğı, d ilin ulaşm ad ığı, zih n in , d in d arlığ ın bile ulaşm ad ığı kavranılm az
o lan ö telerd en gelen gölgelerd en b aşk a b ir şey olarak bakılm az. D ü ­

şü n saçm alık ları gibi, m itin k iler de anlam la dolu du r.

K ozm og on ik çev rim in ilk aşam ası b içim siz o lanın, aşağıdaki Yeni

Zelandalı M ao rilerin yaratılış şark ısın d ak i gibi b içim e geçm esin i an ­


latır:

Te K ore (Hiçlik)

Te K ore-tua-tahi (lik Hiçlik)

Te K ore-tu a-ru a (İkinci Hiçlik)

20 Sunıma contra Geııtiles, 1, i.


21 Bkz. geride, s. 36-41.
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Te Kore-nui (Geniş Hiçlik)

Te K ore-roa (Genişleyen Hiçlik)

Te K ore-p ara (Kör Hiçlik)

Te Kore-w hiw hia (Kuruyup Solmuş Hiçlik)


Te K ore-raw ea (Coşkulu Hiçlik)

Te K ore-te-tam au a (Sıkıca Sınırlanan Hiçlik)

Te Po (Gece)

Te Po-teki (Asılı G ece)

Te P o-terea (Sürüklenen G ece)


Te Po-w haw ha (İnleyen Gece)

H ine-m ake-m oe (Sıkıntılı Uykunun Kızı)

Te Ata (Şafak)

Te A u-tu-roa (Sakin Gün)

Te A o-m aram a (P arlak Gün)


W hai-tua (Uzay)

U zayda şekilsiz iki y aratık evrilm işti:

M aku (N em [Bir e rk e k ])

M ah o ra-n u i-a-ran g i (C e n n e tin Y ü ce G en işliği [Bir d işi])

B unlard an:

R an gi-p o tik i (G ö k [Bir e rk ek ])

Papa (Yer [Bir d işi])

çık tı. P an gi-p otiki ve Papa tan rıların eb ev ey n leriy d i.22

22 Johannes C. Anderson, Maori Life in Ao-tea (Christchurch [Yeni Zelandal


tarihsiz [1907?]), s. 127.

300
Levha XIX. Tanrıların Anası (Meksika).
Levha XX. Tangaora, Tanrıları ve İnsanları Yaratıyor (Rurutu Adası)
KOZMOGONİK ÇEVRİM

H içlik lerin ö tesin d eki h içlik te n b itk i b en zeri, gizem li, dünyayı tu ­
tan şeyler kat kat açıld ı. Y u karıd aki d izilerin on u n cu su geced ir; onse-

kizincisi uzay ya da e ter, g ö rü n ü r d ü n y an ın çerçev esi; o n d o k u zu n cu -

su e rk ek -d işi k arşıtlığı; y irm in cisi görd ü ğü m ü z ev rend ir. Böyle b ir d i­


zi, varlığın g izem in in d erin lik le rin in ö tesin d eki d erin liği d ü şü nd ü rü r.

D üzeyler k ah ram an ın d ü nyayı-kavrayan m acerasın d a dile getirdiği


d erin d ü şü n celere k arşılık gelir; m ed itasyon d a içed ö n en zih n in bildiği

ruhsal katm an ları sıralarlar. R u hun k aran lık g ecesin in dipsizliğini


tem sil e d e rle r.23

M usevi kabalası yaratılış sü re cin i B ü y ü k Yüz’ü n BEN VARIM’ınd an


b ir dizi çık ış olarak sunar. İlk i silü et halind e b aşın k en d isid ir ve b u n ­

dan “d okuz g ö rk em li ışık ” çıkar. Ç ık an lar ayrıca ters d ö n m ü ş, “kav­

ran ılm az b ir y ü k sek liğ e” k ö k salm ış k o zm ik b ir ağacın dalları olarak


da su n u lu r. G ö rd ü ğü m ü z dünya o ağacın ters im gesidir.

M Ö o n sek izin ci yü zyılın H in tli Sam k h ya filozoflarına göre h içlik ,

eter ya da uzay öğesine sıkışır. B u n d an hava ayrışır. H avadan ateş,


ateşten su ve su d an to p rak öğesi gelir. H er öğeyle b irlik te o n u algıla-
yabilm eye yeten ek li b ir duyu işlevi ev rilir: sırasıyla d uym a, d o ku n m a,
görm e, tatm a ve k o k la m a .24

E ğlen d irici b ir Ç in m iti, çık an b u öğeleri, h içliğe savru lm u ş b ir k a ­


os to p u n d an d ışarı çık an beş m u h te re m bilge o larak kişileştirir:

• “G ö k ve yer b irb irin d e n ayrılm ad an ö n ce h e r şey kao s adlı b ü y ü k

23
Mahayana Budizminin kutsal yazılarında, onsekiz “hiçlik” ya da hiçlik de­
recesi sayılır ve anlatılır. Bunlar yogi ve ölüme geçerken ruh tarafından de-
neyimlenmektedir. Bkz. Evans-Wentz, Tibetan Yoga and Secret Doctriııe, s.
206, 239 vd.
24
Bkz. The Vedantasara o f Sadananda, bir Giriş, Sanskritçe Metin ve Yorum­
larda birlikte çev. Swami Nikhilananda (Mayavati, 1931).

303
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

b ir d u m an topuydu . O sırad a beş öğen in ru h u şek illen d i ve b eş ataya

g elişti, ilk in e Sarı Ata d en d i, o top rağ ın efend isiyd i. D örd ü n cü sü n e


A ğaç P rens d en di, o ağacın efendisiydi. B eşin cisin e M etal Ana d en d i, o

m etallerin h an ım ıy d ı.”25

“So n ra b u beş atan ın h e r b iri çık tık ları ilk sel ru h u h arek ete g e çir­

d i, b ö ylece su ve to p rak aşağı battı; g ö k ler y ü celere yü kseld i ve to p rak


d erin lere sık ıca tu tu n d u . A rd ınd an su, n e h ir ve göllere top land ı ve
dağlar ve d ü zlü k ler b elird i. G ö k ler tem izlen d i ve yer ayrıldı; so n ra g ü ­

n eş, ay, b ü tü n yıld ızlar, ku m , bu lu tlar, yağ m u r ve çiğ belird i. Sarı Ata
to p rağ ın e n saf g ü cü n ü can lan d ırd ı ve b u n a su yu n ve ateşin işleri e k ­
lend i. S o n ra orada çim e n le r ve ağaçlar, k u şlar ve hayvanlar ve yılan ve

b ö c e k soyları ve balıklarla kap lu m bağalar varoluverdi. A ğaç P ren s ve


M etal Ana ışığı ve karanlığı b ir araya getird i ve b ö y lece, e rk e k ve
kad ın olarak insan ırk ın ı yarattı. Böylece zam an la dünya belird i. ...” 6

4. Uzay içinde - Yaşam

K ozm og on ik yayılm aların ilk e tk isi d ü n y an ın uzay sah n esin in ç e r ­

çeve len m esid ir; İkincisi çerçev e içind e yaşam ın üretilm esid ir: e rk e k ve

d işi ik ili b içim i altınd a k en d i k en d in i ü retm e için ku tu p laşan yaşam .


B ü tü n sü reci, b ir g e b e lik ve d oğu m olarak c in se l terim lerle b e lirtm e k

olasıd ır. Bu fikir M ao rilerin b ir başka m etafizik soy ağacında harik a


b içim d e v erilm iştir.

Kavramdan artış,

Artıştan düşünce,

25 Çin dizgesine göre beş öğe toprak, ateş, su, ağaç ve altındır.
26 Richard Wilhelm, Chinesische Märchen (Jena: Eugen Diedrichs Verlag,
1921), s. 29-31’den çeviri.

304
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Düşünceden anım sam a,

A nım sam adan bilinç,

Bilinçten arzu.

Dünya bereketlen di;


Z ayıf bir ışıltıyla yaşıyordu,

G eceyi getirdi:

Büyük geceyi, uzun geceyi,

En alçak geceyi, en yü ksek geceyi,

Kalın geceyi, hissedilen,

D okunulan geceyi,

G örünm eyen geceyi,

Ölümle sonlanan geceyi.

Hiçlikten m eydan a gelme,

Hiçlikten artış,

Hiçlikten bolluk,
A rtm a gücü,

Yaşayan soluk.

Boş uzayda y a şad ı ve yarattı

üzerim izdeki atm osferi.

Yerin üstünde yüzen atm osfer,

Ü zerim izdeki büyük örtü,

erken şafakla yaşadı,

Ve ay fırlayıverdi;

Ü zerim izdeki atm osfer,

parlayan gökle yaşadı,


Ve böyle güneş beliriverdi;

305
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Ay ve güneş y u k a n atılmıştı,

göğün baş gözleri gibi:

Sonra G ökler ışık oldu:

taze şafak, taze gün,

Gün ortası: günün gökten alevlenişi.

Y ukarıdaki gök H aw aiki’y ley a şa d ı

ve toprağı y a ra ttı.27

O n d o ku zu n cu yü zyılın o rtalarınd a, P olinezya Anaa ad asın ın y ü k ­

sek şeflerin d en b iri o lan P aiore, yaratılışın b aşlan g ıcın ın b ir resm ini

çizd i. Bu çizim in ilk ayrıntısı iki öğeyi, T e T u m u , “T e m e l” (b ir erk ek )


ve T e Papa, “K atm an K ayası”n ı (b ir d işi) içe re n k ü çü k b ir d airey d i.28

“E v re n ,” d edi P aiore, “T e T u m u ’yu ve T e P apa’yı içe re n b ir y u m u r­


ta gibiydi. So n u n d a yarıld ı ve üst üste, alttaki b ir katm an ın ü sttek i iki

k atm an ı d esteklediği ü ç katm an yarattı. E n alt katm and a insanı, hay­

v an ları ve b itk ileri yaratan T e T u m u ile T e Papa kaldı.

“lik in san kolsu z yaratılan M atata’ydı; d oğd u ktan kısa zam an s o n ­


ra öld ü . İk in ci in san tek k o llu , am a ayaksız d oğan A itu’ydu; ağabeyi

gibi öldü . S o n olarak, ü çü n cü insan H oatea’yd ı (G ök -U zay ) ve k u su r­


su zca b içim len m işti. B u n d an son ra H oatu (T o p rağ ın B erek eti) ad lı bir

k a d ın geldi. H oatea’n m k arısı old u ve o n lard an insan ırk ı türed i.

“Y erin e n alt katm an ı yaratıklarla d o lu n ca, insanlar ü stteki k at­

m a n ın o rtasın ı d eld iler, b ö y lece o n u n da ü zerin e çık ab iliy o rlard ı ve

aşağıd an b itk i ve h ayvan larını alarak oraya da yerleştiler. S o n ra ü çü n -

27 Muhterem Richard Taylor, Te ika a Maui, or New Zealand and its Inhabitants
(Londra, 1855), s. 14-15.
28 Çizim 13’ün ana kısmının altındaki küçük daire. Çin Tao'suyla karşılaştı­
rın; geride, s. 176, dipnot.

306
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Çizim 13. Tuamotuan Yaratılış Çizelgesi: -Aşağıda: Kozmik Yumurta.


Yukarıda: insanlar Beliriyor ve Evreni Şekillendiriyorlar.

cü katm an ı yü k selttiler (böylece İkinciy e b ir tavan olacak tı) ... ve en

son u n d a oraya da y erleştiler, b ö ylece in san ların ü ç m e sk e n i oldu.

“Y erin ü stü n d e yine üst üste gelecek şekild e y erleştirilm iş, aşağı
uzanan ve karşılık lı ufuklarıyla d estek len en , bazısı y erin k ilere bağ­

lanm ış gö k ler vard ı; ve insanlar her şey düzene girinceye d ek , aynı şe­
kilde b ir göğü d iğ erin in üzerine çe k e re k çalışm aya devam e ttile r.”29

P aio re’n in çizim in in ana kısm ı, in san ları gökleri' y ü k seltm ek için

b irb irle rin in om u zu n a çıkm ış d ünyayı g en işletirk en gösteriyo r. Bu

29
Kenneth P. Emory, “The Tuamotuan Creation Charts by Paıore,” Journal o f
the Polyneisaıı Society, Cilt 48, No 1 (Mart, 1939), s. 1-29.

307
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

d ü n y an ın en alt katm an ın d a, iki ilk öğe, T e T u m u ve T e Papa g ö rü n ü ­


y or. S olların d a yarattıkları b itk i ve hayvanlar var. Sağa d oğru , k ö tü b i­
çim le n m iş ilk e rk e k ve ilk başarılı k ad ın ve e rk e k le r gö zü km ek te. Y u ­

k a rı gök te d ü ny anın tarih in d ek i esk i b ir olayı tem sil ed en d ö rt figürle

çev rilm iş b ir ateş g ö rü n ü y o r: “E v ren in yaratılışı, k ö tü lü k yapm aya


b ay ılan T an g u ro a, h e r şeyi y o k e tm ek hevesiyle e n yüce göğü ateşe

v erd iğ in d e nered eyse so n bu lu yo rd u . Fak at neyse ki, d ünyad an h e ­

m e n y ü k se le re k alevleri sö n d ü ren Tam atu a, O fu ve Rvanula ateşin

yayıldığını g ö rm ü ştü .”30

K ozm ik yu m u rta im gesi b irç o k m ito lo jid e b ilin ir; O rfik Y u nan,

M ısır, F in , B ud ist ve Ja p o n m ito lo jile rin d e g örü lü r. “B aşlangıçta b u

d ünya sadece v aro lm ayan d ı,” diye o k u ru z H in d u ların b ir ku tsal k i­

tabın d a; “Varclf, gelişti. Y u m urtaya d önü ştü . B ir yıl bo yu n ca öyle d u r­


du. İkiye ayrıldı. K ab u k lard an b iri gü m ü ş, d iğeri altın oldu. G ü m ü ş

o lan y erd ir. A ltın o lan g ök tü r. D ış zar dağlardır. Iç zar o lan şey b u lu t­

lar ve sistir. D am arlar şim d i n eh irlerd ir. Sıvı o lan oky an u stu r. O n d an
d oğansa görd ü ğü m üz g ü n e ştir.”31 K o zm ik y u m u rtan ın kabu ğu uzayın

d ünya çerçev esid ir, için d e k i b e re k e tli to h u m gücüyse d oğan ın tü k e n ­

m ez yaşam d in am izm ini ö rn ek ler.

“U zay b ü y ü k b ir yayılm ayla değil, y e n id en g irilebilen b ir b içim le

sın ırsızd ır. Olan şey, olm ayanın son su zlu ğu nd a yü zen b ir k a b u k tu r.”

Çağdaş b ir fizik çin in d ünyayı 1928’de n asıl görd ü ğü nü serg iley en bu


k e sin fo rm ü l32 tam olarak m ito lo jik k o z m ik yu m u rta h issin i veriy o r.

D ahası, çağdaş b iy o lo ji bilim im izin anlattığı yaşam ın ev rim i, k o z m o ­

30 A.g.y., s. 12.
31 Chandogya Upaııishad, 3. 19. 1-3.
32 A. S. Eddington, The Nature o f the Physical World, s. 83. Yayım hakkı, 1928
The Macmillan Company, izin alınarak kullanılmıştır.

308
KOZMOGONİK ÇEVRİM

g o n ik çev rim in ilk aşam aların ın tem asıd ır. S o n olarak, fizik çilerin bize
g ü neşim izin tü k en m esi ve tü m k o zm o su n nih ai çök ü şü y le gelm esi ge­

rek tiğ in i söylediği dünya y ık ım ı,33 T an g aro a’n m ateşin in b ırak tığ ı ya­

rada ö n g örü lm ü ş o larak d uru yor: y aratıcı-y o k ed icin in d ünya yık ıcı
etk ileri, k o zm o g o n ik çev rim in ik in ci d ö n ü şü n d e h er şey son u n d a sa­

ad etler d en izine d ö n ü n cey e d ek zam an la artacaktır.

K o zm ik y u m u rtan ın için d en in san b içim in d e k i ü rk ü tü cü b ir kişiyi


p ü sk ü rtm ek üzere patlam ası en d er d eğild ir. Kabalada söylendiği gibi,

K u d retli Y aşayan’ın soy g ü cü n ü n in san b içim ci k işileşm esid ir bu. “La­


n eti ö lü m g etiren K u d retli T a ’aroa, d ü n y an ın yaratıcısı o d u r.” T ah i-

ti’d en , b ir b aşka G ü ney D enizi A dası’nd an böyle d u y u y o ru z.34 “O

yalnızd ı. Babası, hatta ann esi de y o k tu . T a’aroa h içlik te yaşard ı. Yer


de, gö k d e, d en iz de yoktu. Y er b u lam açtı: zem in yoktu. T a ’aroa şöyle
d edi o zam an:

Ey y e r için uzay, Ey gök için uzay

Aşağıdaki işe y a ra m a z dünya bulam aç halinde,

Sürüyor da sürüyor hatırlan m az zam an lard an beri,


Aşağıdaki işe y a ra m a z dünya, yayıl!

T a ’aroa’n ın yüzü g ö rü n d ü dışarıda. T a ’aro a’n m kab u ğu d ü şü p yo k


oldu. T a ’aroa b ak tı: Y er olm u ştu , d en iz o lm u ştu , gö k o lm u ştu . T a ’aroa
tan rı gibi işine d alm ış yaşad ı”35

B ir M ısır m iti yarı tanrıyı dünyayı m astü rbasy on la y aratırk e n s e r­

33
“Entropi her zaman artar.” (Yine b k z . Eddington, s. 6 3 v d .)
34 Ta’aroa (Tahiti lehçesi) Tangaroa’dır. Bkz. Levha XX.
3° Kenneth P. Emory, “The Tahitian Account of Creation by Mare,” Journal o f
the Polyneisan Society, Cilt 47 , No 2 (Temmuz, 1 9 3 8 ), s. 5 3 -5 4 .

309
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

n e lim i doğruysa T a n rı’ya gö re, ru h u n u n d oğm ad an ö n c e k i tam am ­


layıcı dişi parçasıyla b irle ş ir.”40

Bu kabalacı m e tin , T e k v in ’d eki A d em 'in H avva’yı çık arm a sah n esi­

n in yo ru m u d u r. B en zer b ir kavrayış P laton ’u n Şöien’inde de gö rü lü r.

C in sel aşk ın bu m istisizm in e göre, aşk d en ey im in in so n aşam ası ikilik


y an ılsam asının altınd a ayn ılığın yattığ ının anlaşılm asıd ır: “h e r b iri ik i­
sid ir.” Bu fark ed iş, bizi çev releyen ev ren in -in s a n , hayvan, b itk i, h at­

ta m in e r a l- ço k lu b irey sellik lerin in altınd a ayn ılığın b u lu nd u ğu keşfi­


ne y ö n eleb ilir; aşk d en eyim i k o zm ik o lu r ve hayali ayd ınlatan sevgili

yaratılış aynası g ib i b ü y ü r b u arada. B u d en eyim i b ile n e rk e k ya da


k ad ın , S ch o p e n h au er'in “h e r yerd eki gü zelliğin b ilim i” d ed iği şeye sa­
h ip tir. O “isted iğin i y iy erek , arzu lad ığı h e r b içim e g ire re k d ünyalar

arasın d a aşağı yu karı gid ip g elir” ve şöyle başlayan ev ren sel b irlik
şa rk ısın ı söyler d u ru r: “A h, h arik a! Ah, harik a! Ah, h a rik a !”41

5. Birin Birçoğa Bölünmesi

K o zm o g on ik çev rim in ileri d ön ü şü B ir’i çok lu ğa çev irir. B urada


b ü y ü k b ir k riz, b ir yarık, yaratılm ış dünyayı açık ça iki k arşıt v arlık

d ü zlem in e ayırır. P aio re’n in çizim in d e in san lar aşağı k aran lık lard an
ç ık a r ve h em en göğü yü kseltm eye ç a b alarlar.42 Belli b ir bağım sızlık la

40 Zohar , 1, 91 b. Alıntılayan C. G. Ginsburg, The Kabbalah, Its Doctrines, De­


velopment, and Literature (Londra, 1920), s. 116.
41 Taittiriya Upanishad, 3. 10. 5.
42 Güneybatı Amerika mitolojileri de, Cezayirli Kabil Berberleri’nin yaratılış
öyküleri de bu türden bir olayı ayrıntılanyla anlatmaktadır. Bkz. Morris
Edward Opler, Myths and Tales o f the Jicarilla Apache Indians (Memoirs of
the American Folklore Society, No 31, 1938); ve Leo Frobenius ve Douglas
C. Fox, African Genesis (New York, 1927), s. 49-50.

312
KOZMOGONİK ÇEVRİM

hareket e ttik leri söy len ir. M eclisler ku rar, karar v erir, tasarı yaparlar;
dünyayı d üzenlem e işini ü stlen irler. Yine de bu sah n elerin ard ınd a K ı­

pırdam ayan K ıp ır d a n a n ın b ir k u k lacı gibi iş görd ü ğü nü biliriz.

M itolojide K ıpırd am ayan K ıp ırd atıcı’n ın , K ud retli Y aşayan’ın ilgi


odağı olduğu yerde ev ren i şek illen d irm ek h ak k ın d a m u cizev i b ir ken -

d iliğind en lik v ard ır. Ö ğeler ken di başların a ya da Y aratıcı’n m e n hafif


sözüyle to p lan ıp harek ete g eçerler; k en d in i parçalara ayıran k o zm ik

yu m u rtanın p arçaları yerlerine yard ım sız gider. Fakat b ak ış açısı yaşa­


yan canlılara od aklan ırsa, d oğan ın ve uzayın panoram ası içlerin d e ya­

şayacak olan kişiler açısın d an sey red ilirse, k o zm ik sahneyi ani b ir d ö ­


n ü şü m gölgeler. D ü nyan ın biçim leri, yaşayan, bü yüyen, uyum lu b ir

şeyin d üzenind e h arek e t ed er gibi g ö rü n m ez artık , b o y u n eğm ezler ya


da daha d oğru su atalet halind e g ö rü n ü rler. E vrensel sah n e n in d estek ­
leri yer d eğ iştirm eli, h atta şek le sok u lm alıd ır. Y er, d ik en ler, ısırgan o t­

ları çık arır; in san aln ın ın teriyle e k m e k yer.

İki tü r m it ç ık a r karşım ıza. B irin e g ö re, yarı tan rısal gü çler k e n d i­

lerin ce eylem eye d evam ed er; d iğerin e göre, etk in lik te n v azgeçer, h a t­
ta k o zm o go n ik çev rim in d aha fazla ilerlem esin e karşı çık arlar. B u so ­

n u n cu m it b içim in in sund uğu g ü çlü k ler, k o zm ik eb ev ey n lerin b aş­

langıçtaki, yaratıkları ortaya ç ık aran ku cak laşm asın ın u zu n karan lığı­


na d ek uzanır. B ırak alım bu k o rk u n ç tem ayı bize M aoriler tanıtsın:

Rangi (G ö k ), P apa’n ın (T o p ra k A na) k arn ın a öyle sıkı uzandı ki,


ço cu k lar rah im d en ku rtu lam ad ı. “D engesiz b ir d uru m d ayd ılar, k a ­

ranlığın d ünyasında yü rü yorlard ı ve şöyle g ö rü n ü yo rlard ı: bazısı


em ek leyerek ... b azısın ın iki eli h a v a d a y d ı... bazısı yan yatm ış ... b azı­

sı sırtü stü , bazısı k am b u ru n u çık a rm ış, b azısın ın başı eğik, bazısının


dizleri b ü k ü k ... Flepsi Rangi'yle P a p a n ın ku cak laşm asın d ay d ı...

313
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 14. Göğün ve Yerin Ayrılışı.

“So n u n d a G ök ve Y e r in d oğurduğu aralıksız karan lıktan b ık m ış


v arlıklar araların d a k o n u ştu lar, ‘Rangi’yle P ap ay a ne yapacağım ıza k a ­
rar v erelim , on ları ö ld ü rm e k m i iyi, ayırm ak m ı?’ O zam an T u -m ata-
uenga, G ök ile Y er’in ç o c u k la rın ın en ö fkelisi k o n u ştu , ‘İyi, ö ld ü relim
o n la rı.’
“S o n ra T an e-m ah u ta, orm an ların ve içlerin d e yaşayan h e r şeyin ya
da ağaçtan yapılm ış h e r şey in babası k o n u ştu , ‘H ayır, olm az. O n ları
ayırm ak ve göğün üstüm üzd e d u rm asın ı ve Y er’in ayaklarım ızın
altınd a d u rm asın ı sağlam ak e n iyisi. G ö k b ıra k a lım yaban cı o lsu n b i­
ze, am a em ziren ann em iz kad ar yak ın kalsın b iz e .’ ”

“B irk aç kardeş tan rı u m u tsu zca gökle y eri ayırm aya çalıştı. S o n u n ­
da, gö rk em li tasarıyı başaran , o rm an ların ve içind e yaşayan ya da
ağaçtan yap ılm ış h e r şey in atası T an e -m ah u ta’n ın ken d isi oldu . “Başı
sık ıca to p rak anasına yerleşm işti ve ayak larını kald ırıp bab ası gök lere
dayadı ve sırtıyla b acak ların ı b ü y ü k gü çle gerdi. Şim di Ragi ve Papa
ayrılm ıştı ve çığlıklar ve öfke ho m u rtu larıyla bağırd ılar. ‘N asıl katled i­
yo rsu n ebevey nlerin i? Bizi ö ld ü rm ek , b irb irin d e n ayırm ak gibi b ir su ­
çu n e d e n işliyorsunu z?’ A m a T an e-m ah u ta d u rm ad ı, bağırtılarına
çığ lık ların a aldırm ad ı; ç o k , ç o k yu karıya iteled i göğü. ...”43

43 George Grey, Polynesian Mythology and Ancient Traditional History o f the


New Zeland Race, as furnished by their Priests and Chiefs (Londra, 1855), s. 1-
3.

314
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Eski Y u n an ların bild iği kadarıyla, b u öyk ü H esiodos tarafından

U ranos (G ö k B aba) ile G aia’n m (T o p ra k A na) ayrılm ası şek lin d e a n ­


latılır. O n a g ö re, T ita n K ron o s b ab asın ı b ir o rakla had ım etti ve y o ­

lund an itiv erd i.44 M ısır iko no g rafisind e k o zm ik çiftin d u ru m u te rsin e ­

dir: gök an n e, baba d ü ny anın can lılığ ıd ır;45 fakat m itin ö rü n tü sü aynı
kalır; ikisi ç o cu k la rı o lan hava tan rısı Sh u t tarafın dan ayrılır. İm ge b i­

ze yine, ik in ci, ü çü n cü ve d ö rd ü n cü b in y ıl tarihli, S ü m er çivi yazısı


m etin lerd en gelir. Ö n ce ilksel oky anu s vard ı; ilksel o kyanus gökle ye­

rin b irleşm esin d en o lu şan k o zm ik dağı yarattı; An (G ö k B aba) ve Ki

(T o p rak A na) ise, A n’ı K i’d en ayıran ve son ra insanlığı ortaya ç ık a r­


m ak için ken d isi annesiyle b irleşe n E n lil’i (H ava T an rısı) y arattı.46

Ç aresiz ç o c u k la rın b u işleri vahşi gö rü n ü yorsa da, İzlanda Edda-


la r’m da ve Babil Yaratılış T abletleri’n d e karşılaştığım ız ebeveyn g ü cü ­

nü n top tan y o k ed ilişin in yanınd a h iç kalırlar. B urad aki son saldırı,


hiçliğin yarı tanrısal varlığın ın “k ö tü ”, “kara”, “b u la n ık ” o larak kişileş-

tirilm esind e v erilir. A rtık yaratıcı kaynağı, d erin u y ku n u n to h u m h a li­


nin kişileşm esini k ü çü k gö ren p arlak genç savaşçılar, h iç b e k le m e k si­
zin on u parçalar, d id ikler, d ilim ler ve d ü ny anın yapısına h arm an lar­

lar. Bu bizim b ü tü n d aha so n rak i e jd er k atletm elerim izin , k ah ram an ın

u ğ raşlarının asırlar sü re n tarih in in b aşlan g ıcın ın örü n tü sü d ü r.

Edda öyküsün e g ö re, “esn eyen aralık ”47 kuzeyde sisli b ir bu z d ü n ­

44 Theogoııy, 116 vd. Eski Yunan versiyonunda anne gönülsüz değildir; orağı
kendisi bulur.
45
Mahora-nui-a-rangi ile Maki’nin Maori kutupsallıgıyla karşılaştırın, geride,
s. 309.
46
S. N. Kramer, a.g.e., s. 40-41.
47
Ginııuııgagap, çevrimin sonunda her şeyin içine düştüğü (“Tanrıların Alaca­
karanlığı”) ve Zamandışı bir kuluçka döneminin ardından içinden çıkacağı
kaos uçurumu, hiçlik.

315
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yası ve güneyde b ir ateş b ö lg esi y arattık tan son ra ve gü neyd en gelen


ateş ku zeyd en gelen b u z n eh irlerin e işleyince k ö p ü k lü b ir zeh ir sızdı

dışarı. D aha son ra b u n d an , kırağıya d ö n ü şen b ir çiselti yü kseld i. K ı­

rağı eriy ip dağıldı; yaşam Y m ir adlı uyuşuk, devasa, erd işi, u zu n b ir

figür şek lin d ek i d am lalarla hızland ı. Dev uyuyord u ve u y u rk en te rli­


yo rd u ; ayak larınd an b irin in d iğ erin d en oğlu oldu , sol elin in altınd ay­
sa b ir erk ek le karısı to hu m land ı.

K ırağı d u rm aksızın erid i, dam ladı ve o n d an A udum la adlı in e k b e ­


lirdi. G ö ğ sü n d en Y m ir'in d oym azca içtiği d ö rt sü t n e h ri akıyord u. F a ­

kat in e k k en d i yem eği olarak tuzlu bu z k alıp ların ı yaladı. Yaladığı ilk

g ü n ü n akşam ı, kalıp lard an b ir ad am ın saçı b elird i; ik in ci gü n bir


ad am ın başı; ü çü n cü gü n, ad am ın tüm ü orad ayd ı ve adı B u ri’ydi. B u-
r i’n in , Y m ir'd en ç ık a n yaratık ların dev kızların d an biriyle ev lenen

B o rr adlı (an n esi b elirsiz) b ir oğlu oldu. K arısı O d in , V ili ve V e üçlü

b irliğ in i d oğurdu ve son ra b u n lar u y ku cu Y m ir‘i k atlettiler ve gövdeyi


parçalara ayırdılar.

Ymir'in etiyle y e r biçim lendirm e

Ve teriyle deniz;
K em ikleriyle kay alıklar, saçıyla ağaçlar,
Ve kafatasıyla gök.

Sonra kem iklerinden şen tanrılar


İnsanoğulları için M igdard yaptı;

Ve beyninden, huysuz
Bulutların hepsi y a r a t ıld ı48

48 Prose Edda, “Gylfaginning,” 1V-V1II (Arthur Gilchrist Brodeur, The Ameri­


can-Scandinavian Foundation, New York, 1916 çevirisinden; yayımcıların
izniyle). Ayrıca bkz. Poetic Edda, “Voluspa.”

316
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Babil versiyo n u n d a kah ram an M ard uk, gü neş tan rıd ır; k u rb an sa -

d em on s ü rü le rin in k oru d u ğ u k o rk u tu cu , e jd e r b en zeri - T iam at, ilk


h içliğin k en d isin in b ir dişi kişileşm esi: tan rıların anası o lan, fakat a r­

tık dünya için b ir teh lik e o lan kaostur. T a n rı, yay ve ü ç çatallı m ız ra k ­
la, sop a ve ağla ve b ir savaş rü zgârları k afilesin in eşliğind e arabasına

yerleşir. T oyn aklarıyla y eri sarsm aya eğitilm iş d ö rt at k ö p ü k için d ed ir.

... F akat Tiam at başım çevirm edi,

K ıpırdam ayan d u daklarla isyan kâr sözler sö y lem ed i....

O zam an tanrı şimşeği, güçlü silahını kavradı,

Ve öfkelenen Tiamat'a şöyle söyledi:

“Sen büyüdün, sen kendini fa z la methettin,


Ve kalbin bir an evvel savaşa atılm ak is te d i....

Ve atalarım olan tan rılara karşı sen kötü bir tasarı kurdun.

Kuşansın öyleyse yandaşların, silahlarınızı kuşanın!

Poetic Edda [Şiirsel Edda], pagan Cermen tanrı ve kahramanları üzerine


otuzdört Eski İskandinav şiiri içeren bir derlemedir. Şiirler, (biri en
azından Grönland’da olan) Viking dünyasının çeşitli yerlerinde, MS 900-
1050 yılları arasında birtakım şarkıcı ve şairler (skaldlar) tarafından beste-
lenmiştir. Derleme İzlanda’da tamamlanmıştır.
Prose Edda [Düzyazı Edda], İzlanda’da Elıristiyan başşair ve kabile reisi
Snorri Sturluson (1178-1241) tarafından yazılmış genç şairler için bir el ki­
tabıdır. Pagan Cermen mitlerini özetler ve skald söz sanatının kurallarını
sıralar.
Bu metinlerde belgelenen mitoloji, daha eski, köylü bir katmanı (şimşekçi,
Thor'la bağlantılı), daha sonraki bir aristokrat katmanı (W otan-Odin’in) ve
üçüncüsü açıkça fallik bir çok parçalı bir yapıyı (Nyorth, Freya ve Frey)
sergiler. İrlanda ozanlarının etkileri, bu oldukça derin, ama yine de abartılı
biçimde gülünç simgesel biçimler dünyasında Klasik ve Doğulu temalarla
karışır.

317
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Haydi! Sen ve ben, savaşalım!"

Tiam at bu sözleri duyunca,

Kendinden geçti sanki, aklını yitirdi.

Tiam at vahşi, derin çığlıklar attı,

Titredi ve baştan ayağa sarsıldı.


Bir efsun mırıldandı, büyüsünü yaptı.

Ve savaş tanrıları silahlarına atıldılar.

O zam an Tiam at ve tanrıların vekili M arduk ilerledi;

Ç atışm aya geldiler, savaşa yaklaştılar.

Tanrı ağını fırla tıp y akalad ı onu,

Ve ardın daki şeytani rüzgârı yüzüne püskürttü.


Karnını korkunç rü zgârlar doldurdu,

Ve cesareti yitti ondan, ve ağzını alabildiğine açtı.


Tanrı çatal m ızrağı kapıp karnını yardı,

İçini oydu, kalbini söktü.

Ü zerine abanıp canını aldı;

Gövdesini y ere fırla tıp üzerine çıktı.

S o n ra kalan yan d aşlarını da dağıtan Babil tan rısı yeryü zü nü n anasına


d öndü:

Ve tanrı T iam at’ın p arçaları üzerinde durdu,

Ve acım asız sopasıyla beynini parçaladı.


Kan dam arlarını dağıttı,

Ve kuzey rüzgârının onu gizli y er ler e taşımasını s a ğ la d ı....

Sonra ölü gövdesine b a k a ra k dinlendi tanrı,


...v e kurnazca bir tasarı kurdu.

Onu yassı bir balık gibi ikiye ayırdı;

318
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Bir yarısını cennete kapı örtüsü yaptı.


Bir sürgü koydu, bir bekçi dikti,

Ve sularının çıkm asına izin verm em elerini söyledi.

G ökleri aştı, o raları gözledi,

Ve D erinlere karşı N udimm ud’un evini kurdu.


Ve Tanrı D erinlerin yapısını ölçtü. ,..49

M arduk b u k ah ram an ca tavırla, yu karıd ak i suları b ir tavanla ve aşağı­

daki suları b ir tabanla geri itti. S o n ra arad aki d ünyada in san ı yarattı.

M itler, yaratılm ış dünyadaki çelişk in in görüldü ğü gibi o lm ad ığını

sergilem ekten usanm az. K atled ilm iş ve p arçalanm ış olsa da T iam at’m
işi bitm em işti. Savaşa b ir başka açıd an bakıld ığın d a kaos-can avarm m

ken di d ü zenini sarstığı ve p arçaların ın uygun yerlere gittiği g ö rü le ce k ­


tir. M ard uk ve o n u n soyun dan gelen tü m tanrısallar, T iam at’m ö zü n ­

dendi. Bu yaratılm ış b içim ler açısın d an h e r şey sanki teh lik e ve acıya
karşın ku d retli b ir el tarafın dan yap ılm ış gibiydi. Fakat dışa yayılan

varlığın m erk ezin d e, et gön üllü o larak su n u lm u ştu ve o n u parçalayan


el son u çta k u rb a n ın ken d i arzu su n u n b ir aracın d an b aşka b ir şey d e­

ğildi.

Bunda m itin tem el parad oksu yatm aktad ır: ikili od ak paradoksu.

K ozm og on ik çev rim in başlan gıcınd a “T a n rı k arışm ıy o r” ve aynı za-

.manda “T a n rı y a ratıcı-k o ru y u cu -y o k e d icid ir,” d em e k nasıl olası o l­


duysa, şim di B ir’in çoğ a bö lü n d ü ğ ü b u ca n alıcı d ö n em eçte kad er “o l­
m ak ta," am a aynı zam anda “o ld u ru lm ak tad ır.” K aynağın bak ış a ç ı­

sınd an dünya, varlığın için e akan, parçalan an , çözü len devasa b ir b i­

49 “The Epic of Creation," Tablet IV, satır 35-143, L. W. King, Babylonian Reli­
gion and Mythology (Londra ve New York: Kegan Paul, Trench, Trübner
and Co. Ltd., 1899), s. 72-78 çevirisinden uyarlanmıştır.

319
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

çim le r arm o n isid ir. Fak at hızla gelip g eçen y aratık ların yaşadığıysa
k o rk u n ç b ir savaş çığ lık ları ve acı kak afon isid ir. M itler b u acıyı re d ­

d etm ez (çarm ıh a g e rilm e ); o n u n için d e, ard ınd a, çev resin d e asıl h u zu ­


ru serg ilerler (göğe y ü k se lm e ).50

Bakış açısın ın , asıl N e d e n in sak in liğ in d en çev resel e tk e n le rin k a r­

gaşasına kaym ası C en n et B ah çesin d ek i A dem ile Havva’n ın D ü şü -


şü ’nd e gö rü lü r. Yasak m eyveyi yed iler “ve ik isin in de gözleri a ç ıld ı.”51

C en n etin saadeti on lara k ap and ı ve d ö n ü ştü rü cü b ir p eçen in öte

yan ın d an gö rd ü ler yaratılm ış alanı. B u n d an son ra eng ellen em ez olanı

elde ed ilm esi güç o lan o larak yaşayacaklardı.

6. Yaratılışa Dair Halk Hikâyeleri

G elişm em iş h alk m ito lo jile rin in k ö k e n ö y k ü le rin in basitliği, k o z ­


m o g o n ik çev rim in d erin lik li b içim d e yol gö steren m itleriy le k arşıtlık
için d e d u ru r.52 B u nlard a uzayın p eçesin in ard ın d aki gizem leri ay d ın ­
latm ak için u zu n sü reli b ir girişim görülm ez. Z am an ö tesiliğin b o ş d u ­

50 Bkz. Dante, “Cennet,” XXX-XXXII. Bu insanlığa haç aracılığıyla açılan gül­


dür.
51 Tekvin, 3:7.
52 Gerçekten ilkel olan (balıkçı, avcı, kök toplayıcı ve meyve toplayıcı) halk­
ların mitolojileriyle tarım, sütçülük ve çobanlık sanatlarının gelişmesinin
ardından, ca. MÖ 6000 yıllarında ortaya çıkan uygarlıkların mitolojileri
arasında büyük bir ayrım yapılmalıdır. Yine de ilkel diye adlandırdığımızın
çoğu, sömürgeseldir, yani yüksek bir kültür merkezinden alınmış ve daha
basit bir toplumun gereksinimlerine uyarlanmıştır. Yanıltıcı “ilkel” terimin­
den kaçınmak üzere, gelişmemiş ya da yozlaşmış gelenekleri “halk mitolo­
jileri” olarak adlandırıyorum. Terim, kesin bir tarihsel çözümlemeye değil­
se de, evrensel biçimlerin bu giriş niteliğindeki karşılaştırmalı incelenmesi­
nin niyetlerine uygundur.

320
KOZMOGONİK ÇEVRİM

varın ın için d e n b içim le r d ünyasını şek ille n d irm e k üzere gölgem si ya­
ratıcı b ir figür g eçip girer. G ü n ü , kalıcılığınd a, akışkan lığınd a ve çev ­
releyen gü cü nd e düş gibidir. Z em in daha sertleşm em iştir; g elecek tek i
insanlar için o n u y aşan acak h a h getirm ek üzere yap ılacak ç o k şey
vardır.

M ontanalı K araayaklar, Yaşlı A dam geziniyord u , d erler: insanları


yapıyor ve olaylara d üzen veriyord u. “G ü ney d en geld i, ku zeye g id i­
yordu , g e çe rk e n hayvanları ve ku şları yap ıyord u. D ağları, çayırlıkları,
tahtalık ağaçları ve çalılık ları yaptı ön ce. B öylece gitti ku zeye d oğru ;
gid erken b ir şey ler yap tı, oraya bu raya n e h irle r, ü stlerin e şelaleler
koydu, yerin o rasın a b u rasın a k ırm ızı bo yalar b ırak tı - d ünyayı şim ­
diki h alin e getird i. S ü t N eh ri’n i (T e to n ) yap tı ve geçti o n u , so n ra y o ­
ru lu n ca b ir tepeye çık tı, d in lenm eye yattı. Y ere sırtü stü u zan m ış, k o l­
ları açık yatarken k en d in i taşlarla yere ç iz d i- gövd esini, başım , k o l­
larını, e llerin i, h er şey in in şek lin i. B ugün orad aki kayalarda g ö rü l­
m ek ted ir bu. D in len d ik ten so n ra, ku zeye devam etti ve tökezleyip
dizleri üstün e düştü. O zam an dedi k i, ‘S en in ü zerin e d ü şm ek kötü
bir şey’; o yü zd en orad a iki geniş tepe çık ard ı ve on lara D izler d edi ve
biz de öyle deriz. D aha da kuzeye gitti ve taşıdığı kayaların b ir k ısm ıy­
la Tatlı O t T ep e le rin i yap tı...

“B ir gü n Yaşlı A dam b ir kad ınla b ir ç o c u k yapm aya k arar verdi;


ikisini de -k a d ın la ço cu ğ u , o ğ lu n u - k ild en biçim len d ird i. K ili insan
şekline so k tu k tan son ra, kile ‘in san o lm alısın ız’ d edi ve ü zerin i ö rtü p
bırak tı, gitti. E rtesi sabah geri gelip ö rtü yü kald ırd ı ve kil şek illerin b i­
raz değiştiğini görd ü . İk in ci sabah b iraz d aha, ü çü n cü sab ah b iraz d a­
ha d eğişim vardı. D ö rd ü n cü sabah geld i, örtü yü kald ırd ı, im gelere
baktı ve on lara k alk ıp y ü rü m elerin i söyled i; öyle yaptılar. Y apıcılarıyla
birlik te n eh re y ü rü d ü ler ve o, o n lara ad ın ın N a ’pi, Y aşlı A dam o ld u ­
ğunu söyledi.

321
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 15. Khnemu Friavun’un Oğlunu Çömlekçi Çarkında Şekillendiriyor,


Bu A rada Thoth Onun Yaşam Süresini İşaretliyor.

“N ehir ken arın d a d u ru rlark en , k ad ın ona sord u , ‘N asıl olacak?

H ep yaşayacak m ıyız, son u olm ayacak m ı?’ O şöyle dedi: ‘H iç d ü şü n ­

m em iştim . Karar v e rm e k gerek. Bu bu falo p arçasın ı alıp n e h re ata­


cağım . E ğer yü zerse, in san lar ö lü n ce d ö rt gü n için d e yen id en can lan a­

cak lar; yalnız d ört gü n ö lecek ler. A m a eğer batarsa, b ir son ları o lacak.
B ufalo p arçasın ı n e h re attı ve parça yüzdü. K ad ın d ön ü p b ir taş alarak

şöyle dedi: ‘H ayır, b u taşı n eh re atacağım ; yüzerse hep yaşarız, batarsa


in san ların ö lm eleri, b irb irle ri için h ep üzgün olm aları g e re k ir.’ Kadın

taşı suya attı, taş b attı. ‘Îşte ,’ d ed i Yaşlı A dam , ‘sen seçtin. B ir son ları
o la ca k .’ ”53

53 George Bird Grinnell, Blackfoot Lodge Tales (New York: Charles Scribner’s
Sons, 1892, 1916), S. 137-138.

322
KOZMOGONİK ÇEVRİM

D ü nyan ın d ü zenlenişi, in san ın yaratılışı ve ö lü m h ak k ın d ak i karar


ilkel y aratıcı ö y k ü lerin in tip ik tem alarıd ır. Bu ö ykü lere ne d en li ya da

ne anlam d a inanıld ığını b ilm e k gü çtü r. M ito lo jik tarz d olaylı b ir g ö n ­

d erm e kad ar dolaysız olm ayan b ir şeydir: sanki Yaşlı A dam şöyle ve
şöyle yap m ış gibidir. D erlem elerd e k ö k e n öyk ü leri sın ıfın d a yer alan

öyk ü lerin çoğu k esin lik le b ir yaratılış k itab ın d an ço k , sev ilen p eri m a ­
salları olarak görü lü y ord u . Bu tü rd en eğlen celi m ito lo jik le ştirm e y ü k ­

sek ya da alçak tü m uygarlıklarda yaygındır. O rtaya ç ık a n im gelere


h alk ın sırad an ü yeleri gerek siz b ir cid diyetle b ak ab ilir, fakat aslında
bir öğretiyi ya da yerel ‘m iti’ tem sil ettik leri söylenem ez. Sözgelim i

bizlere e n iyi ko zm o g o n ilerd en b azısını su n an M ao rilerin , ilk sel d en i­


ze b ir ku şu n d ü şü rd ü ğ ü yu m u rtayla ilgili b ir öyk ü leri vard ır; yu m u rta

patlam ış ve b ir e rk e k , b ir kad ın, oğlan, kız, d om uz, k ö p e k ve b ir de


kano çıkm ış dışarı. H epsi kan oya b in m iş ve Yenİ Z eland a’ya k ü re k
çek m işle r.54 B u açık ça b ir k o zm ik y u m u rta hicvid ir. D iğer yandan,

K am çatkalılar tam b ir cid diyetle T a n rın ın başlan gıçta cen n ette yaşad ı­

ğını, am a son ra dünyaya ind iğin i söy lerler. K ar ayakkabılarıyla g ezer­


ken, ayak ların ın altınd a ince ve e sn e k b u z gibi b ir yer b elirm iş. T o p ­
rak o zam an dan b e ri p ü rü zlü y m ü ş.55 Ya da yine, O rta Asya K ırgızları-

na göre iri b ir ökü zü gü d en iki ilk insan u zu n süre su su z kalm ış, o n ­

lar su su zlu k tan ö lm ek üzerey ken , hayvan toprağı bo yn u zlarıyla d eşe­


rek on lara su bu lm u ş. K ırg ızların ü lk esin d ek i göller böyle ç ık m ış.56

54 J. S. Polack, Manners and Customs o f the New Zelanders (Londra, 1840),


Cilt 1, s. 17. Bu öyküyü kozmogonik bir mit saymak, Üçleme öğretisini
bir çocuk Ovküsü olan “Marienkind’’den (Grimm, No 3) bir paragrafla
canlandırmak kadar uygunsuz olacaktır.
5a Harva, a.g.e., s. 109, S. Kraşeninnikof, Opisanie Zemli Kamçatski (St. Peter-
burg, 1819), Cilt II, s. 101’den aktararak.
5<3" Harva, a.g.e., s. 109, Potanin, a.g.e., Cilt II, s. 153’den aktararak.

323
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

S ü re k li olarak iyi n iyetli yaratıcıya k arşıt çalışan b ir palyaço figürü,

p e çen in b u yan ınd aki v aro lu şu n zo rlu k ve h astalık ların ın d ök ü m ü


o larak , m itle rd e ve h a lk hikây elerind e o ld u k ça sık gö rü lü r. Y en i B ri­

tanya’n ın M alinezyalıları “orad a ilk o lan ” adlı, yere iki e rk e k şek li ç i­

zen, k e n d i d erisin i yarıp kan ıyla çizim leri ıslatan tu h af b ir yaratıktan

söz ed erler. İk i gen iş y ap rak k o p ard ı ve b ir sü re son ra iki e rk e k olan


şek illeri ö rttü . A dları T o K ab in an a ve T o Karuvv’du.

T o K abinana yalnız başın a gidip açık sarı yem işleri olan b ir h in d is­
tancevizi ağacına tırm an d ı, h am ların d an iki tane ko p ard ı ve o n ları ye­
re attı; k ırılıp iki güzel kad ın oldular. T o K aru w k ad ınlard an hoşlan d ı

ve k ard eşin in on lara nasıl rastlad ığını sord u . “H in d istancev izi ağacına

tırm a n ,” d edi T o K abinana, “iki h am y em iş k o p ar, yere at o n la rı.”


A m a T o Karuvv yem işleri u çları yere d oğru attı ve çık an k ad ın ların

ç irk in d üz b u ru n la rı v a rd ı.57

B ir gü n T o K abinana tahtad an b ir T u m -b a lık oyd u ve son su za dek

yaşayan b ir b alık o lsu n diye okyanusa b ırak tı. Bu T u m -b a lık , M aliva-


ra n -b a lık la rı, T o K abin an a’n m kolayca top lad ığ ı kıyıya kad ar çek ti. To
K aru w T u m -b a lık ’a hay ran kald ı ve b ir tane yap m ak isted i, fakat nasıl

yap acağını ö ğ ren in ce, o n u n yerine b ir k ö p ek b alığ ı oydu. K öpekbalığı

b a lık la rın h ep sin i kıyıya sü rm e k y erin e yedi. T o Karuvv ağlayarak k a r­


d eşine gitti: “K eşke yap m asayd ım o balığı; yiyip d u ru yor ö te k ile ri.”

“Ne tü r b a lık o ?” diye sord u . “B ir k ö p e k balığı y ap tım ” “A cayip b irisin


g e rçe k te n ,” d edi k ard eşi, “öyle b ir şey y ap tın k i, ö lü m lü ço cu k larım ız

sık ın tı çek e ce k . S en in b alığ ın ö tek ileri, h atta in san ları da y iy e ce k .”58

57 P. J. Meier, Mythen und Erzählungen der Küstenbewohner der Gazelle-Hal­


binsel (New-Pommern) (Anthropos Bibliotek, Band I, Heft 1, Münster i.
W ., 1909), s. 15-16.
58 A.g.y., s. 59-61.

324
KOZMOGONİK ÇEVRİM

B u b ud alalığın ard ınd a, d ü ny anın ikili e tk e n le rin in , iyi ve k ö tü n ü n


çerçev esi için d e b ir n e d e n in (ken d in i kesen tu h af yaratık) ortaya ç ık tı­

ğın ı g ö rm ek olasıd ır. Ö y k ü , görü nd ü ğ ü k ad ar n aif d eğ ild ir.59 D ahası,

kö p ek b alıg ın ın p laton ik ark etip in in m etafizik ön -v aro lu şu so n d iy alo ­

gu n garip m an tığın d a b e lirir. Bu h e r m itte içk in o lan b ir kavrayıştır.


M uh alifin, k ö tü lü ğü n te m silcisin in , soytarı ro lü n d e b elirm esi de ev ­

ren seld ir. Şeytanlar -ş e h v e tli k alın kafalılar da, keskin , zeki hilek ârlar
d a - hep soy tarıd ırlar. U zay ve zam an d ünyasın da zafere ulaşsalar bile,

h em o n lar h em de yap tıkları bakış açısı aşkınlığa kaydığında kolayca


kay bo lu r. O n lar gölgeyle m addeyi k arıştıran lard ır: gölge d ü ny asın ın

k açın ılm az ku su rların ı sim g elerler ve b iz b u yön de kald ık ça peçe


kald ırılam az.

Sibiry alı Kara T atarlar yarı tan rı Pagona’n ın ilk insanları b içim le n ­
d irirk e n , on lara yaşam v eren b ir ru h verem ed iğ in i görd ü ğü nü s ö y ler­

ler. B u d u ru m d a cen n ete gid ip ru h ları Yüce T a n rı K udai’d en istem esi


gerek ti; b u arada yap tığı figürleri k o ru m ası için yan larına çıp la k b ir

k ö p e k b ırak m ıştı. O gittiğinde E rlik , şeytan, geldi. E rlik köpeğe dedi


ki: “S e n in tü y ü n yok. Bu ru h su z in san ları ban a v erirsen sana altın tüy­

59 “Evren bütününde sanki etkin bir kişisel gözetim ve denetim altındaymış


gibi davranmaz. Katıldığı bir yığın canavarca olayla bu uçsuz bucaksız,
acımasız kozmosun özenle tasarlanmış ve kişisel olarak yön verilen bir
gezi olduğunu naifçe söyleyen ya da kabul eden birtakım ilahi, dua ve va­
azları duydukça bir Doğu Afrika kabilesinin daha akılcı varsayımını
hatırlıyorum. ‘Onlar,’ diye bildirir bir gözlemci, ‘Tanrı iyi olsa ve herkes
için iyilik istese bile, yaptığı her şeyi bozan yarım akıllı bir kardeşi oldu­
ğunu söylerler.’ Bu en azından olgulara bir parça uyum gösteriyor. Tanrı­
nın yarım akıllı kardeşi, yaşamın tiksinç ve delice trajedilerinin bir kısmı­
nı olsun, her ruha karşı sınırsız iyi niyetle dolu, her şeye kadir bir kişi
fikrinin açıklamadığı kadar açıklıyor.” (Harry Emerson Fosdick, As 1 See
Religion, New York: Harper and Brothers, yayımcı, 1932, s. 53-54.)

325
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ler v e ririm .” V aat k ö p eğ i m u tlu etti ve koru d u ğ u in san ları ayartıcıya


verdi. E rlik on ları salyasıyla k irletti, am a T an rı'n ın onlara yaşam ver­

m e k üzere yaklaştığını gö rü n ce k açtı. T a n rı olu p b iten i g ö rd ü , o yüz­

d en insan v ü cu tların ın için i d ışın a çık ard ı. Bu yü zd en bağırsak ları­


m ızd a pislik ve salya v a r.60

H alk m ito lo jile ri yaratılış öyk ü sü n ü an cak aşk ın d ışavurum ların


uzam sal b içim le re dağıldığı yerde ele alır. Y ine de, in san d u ru m u nu

d eğ erlen d irm elerin in h erh an g i b ir özsel no k tasın d a b ü y ü k m ito lo ji­


lerd en b ir fark lılık gösterm ezler. Sim gesel k işilik leri, ö n em açısından

—b azen kişisel ö zellik ve görev açısın d an d a - y ü k sek ikon o g rafilerd e-


kilere k arşılık gelir ve için d e h arek et e ttik le ri m u cize d ünyası tam da
daha bü y ü k vah iylerin d ünyasıd ır: d erin uykuyla uyanm ış o lan bilinç
arasınd aki dünya ve çağ, B ir’in b irço ğ a dağıldığı ve. b irço ğ u n B ird e

top lan d ığı alan.

60 Harva, a.g.e., s. 114-115, W. Radloff, Proben der Volksliteratur der Türkisc­


hen Stamme Sûd-Sibenens (St. Petersburg, 1866-70), Cilt I, s. 185’den akta­
rarak. Yan tanrısal gücün olumsuz, soytarı-şeytan yanı kozmogonik bağ­
lantılardan kurtularak eğlence için anlatılan öykülerin gözdesi olmuştur.
Tilki Reynard bu figürün Avrupalı bir bedenlenmesidir.

326
BÖLÜM II
BAKİRE’DEN DOĞUM

l . Evren A na

B abanın dünya yaratan tini, d ö n ü ştü rü cü b ir aracı, d ü n y an ın an ­

nesi aracılığıyla dünyevi d en eyim in çok katlılığm a geçer. A nne, T e k ­


v in in ik in ci d izesin de, “T a n rın ın ru h u suların yüzünde k ıp ırd a d ı,” diye

o ku du ğu m u z yerde adı geçen ilksel öğ en in kişileşm esid ir. H in d u m i­


tind e, o, B en liğ in tü m yaratıkları d o ğu rm asın ı sağlayan figürdür. Daha

soyut anlaşılırsa, dünyayı sın ırlayan çerçev ed ir: “uzay, zam an ve n e ­


d en sellik” - k o zm ik y u m u rtan ın kabu ğu . D aha da soyut o larak , K en ­
dini D ü şü nm eye D alan M u tlak’ı yaratış eylem ine sü rü k ley en çek icilik ­

tir.

Y aratılışın babaya özgü yan ın d an ç o k anneye özgü yan ın ı vurgula­

yan m ito lo jile rd e, b u ilk dişi başlan gıçta, başk a yerde erk ek lere ayrıl­

m ış ro lleri oyn ayarak dünya sah n esin i d o ld u ru r. Ve b a k ire d ir, çü n k ü

eşi, G örü n m ey en B ilin m ey en ’dir.

Bu figürün tu h a f b ir su n u m u F in le rin m ito lojisin d e bu lu n m ak ta­


dır. K alevala'm n 1 I. R ü n’ün de, h av anın b ak ire k ızın ın g ö k tek i evin den

1 Kalevala (“Kahramanlar Ülkesi”), şu anki biçimiyle, bir köy doktoru ve Fin


filolojisi öğrencisi olan Elias Lönnrot’un (1802-1884) yapıtıdır. Vâinâmöi-
nen, llmarinen, Lemminkainen ve Kullervo gibi efsanevi kahramanlar çev­
resinde kayda değer bir halk şiiri külliyatı topladıktan sonra, bunları uy­
gun bir sıraya koydu ve tek bir şiir olarak bir araya getirdi (1835, 1849).
Yapıt 23.000 dizeye yaklaşır.
Lönnrot’un Kalevala’sının bir Almanca çevirisi, böylece kendi Hiawatha’nm
Şarkısı için hem tasarı yapan hem ölçü belirleyen Henry Wadsworth Long­
fellow tarafından yapıldı.

327
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 16. Nut (Gök) Güneşi Doğuruyor;


Işınları Ufuktaki Hathor'un Üzerine Düşüyor (Aşk ve Yaşam).

ilk denize nasıl ıııdıgı ve o rad a, sonsu z sulard a yü zyıllarca nasıl yü z­


düğü anlatılır.

.. derken bir yel koptu d a geldi,

y am an bir fırtın a doğudan

deniz köpüğünü örterek


koskoca dalgalar kaldırdı.

İlerideki versiyon W. F. Kirby'nin çevirisindendir (Everyman’s Library,


No. 259-260).

328
KOZMOGONİK ÇEVRİM

S allayarak genç kızı bu yel,


ırgalayarak dalga bakireyi

suların o gögce sırtında,

köpüklü dalgalar üstünde

yel göğsüne b ereket verdi,

dalga gebe kıldı karnını.2

Yedi yüzyıl b oy u n ca, Su A na, rah m in d ek i d oğuram ad ığı çocu k la


yüzdü. E n yüce tan rı U k k o ’ya dua e tti ve o da ona dizind e yu v alan­

m ası için b ir çam u rcu n ku şu gön derd i. Ç am u rcu n u n y u m u rtaları d iz­


den d üşüp k ırıld ı; parçalar yeri, göğü, gü neş, ay ve b u lu tları o lu ştu r­

du. O zam an ‘Su A na’n ın ken d isi, yüzm eyi sü rd ü rerek , D ünyayı Ş ek il-
len d iren ’in işini yapm aya koyuldu.

Dokuzuncu yıla geldi mi,

onuncu b a h a ra basınca3

çıkardı sulardan başını,

kaldırdı alnını denizden,


y aratm ay a verdi kendini

ve dünyayı biçim lem eye


denizlerin p a rla k sırtında,

sonsuz dalgaların göğsünde.

Elini her sürdüğü y erd e

2 1, 127-136. [Türkçesi: Şiir Tapınağı, s. 52-53, çev. Sait Maden, Adam


Yayınları, 1985; İngilizce çevirinin ölçüsü farklıdır ve Türkçe çevirideki ‘er­
den’ sözcüğü metne uygunluk açısından ‘bakire’ olarak değiştirilmiştir -
çn ]
Yani, çamurcunun yumurtalarının kırılmasından sonra onuncu bahar.

329
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

burunlar yaratıverdi o,

ayağının durduğu y erd e

balıklara kovuklar açtı,

gövdesinin h er büküldüğü
y erd e büyük çu ku rlar oydu.

Böğrüyle süründü toprağa

kıyıları biçim leyerek,

ayağıyla vurdu toprağa


batıklara kovuklar açıp,

alnıyla dokundu toprağa


derin koylar y a ra ta ra k yerde.

Uzaklaştı enginden yan a,


açıklara varınca durdu,

biçim lendirdi kıyıları,

koydu su altına kay ala r

batıp gidecek gem ilere,

ölüp gidecek tay fa la ra .4

Fak at b e b e k , duygusal b ir o rta yaşa d oğru bü y ü y erek o n u n vücu


d und a kaldı:

B erk ve koca Vâinâmöinen


anasının karnında kaldı

otuz y a z a yakın bir süre


ve aynı sayıda kış boyu

durgun denizler ortasında

4 1, 263-280. [Türkçesi: ŞT, 56-57.]

330
KOZMOGONİK ÇEVRİM

sis örtülü sulan üstünde.

Uzun uzun düşündü sonra:

“N ice varolm alı bilmem ki

bu kap k a ra tem izlik içre,

dapdaracık barın ak içre,

ay ışıldam ayan y erd e bu,


güneş parıldam ayan y er d eT

Dile gelip konuştu sonra,


söylediği şeyler de şunlar:

“Ay ve Güneş, kurtarın beni,


Büyük Ayı, yol göster ban a

bilinm ez kapılardan öte,


garip duvarlardan dışarı,

bu küçük barın aktan öte,

ilet bu yolcuyu toprağa,

insanoğlu solusun günü

gökyüzünde ay a bakm ay a,

tapınm aya kızgın güneşe,

esenleyip Büyük Ayı’y ı

yıldızları irdelem eye!’

N e ay geldi yardım etmeye,

kurtarm aya ne güneş geldi;


içine bun verdi varolm a,
yaşam aktan sıkıntı duydu;

açtı kapısını zindanın,

vurup on a adsız parm akla,

551
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

oynattı kem ikten sürgüyü

parm ağıyla sol ayağının;

geçip el üstünde eşiği

aştı diz üstünde geçiti,


başaşağı düştü sulara

deniz içre kolları ayrık;


dalgalara bir bağış oldu,

yü ksek dalgalara av oldu.5

D aha d o ğark en k ah ram an o lan V âin âm ö in en ’in, kıyıya v arm ad an


ö n ce anne rah m in in ik in ci b ir d en em esin i, yan i gü çlü k o zm ik o k y a­

n u su aşm ası gerek iy ord u . A rtık k o ru n m asızd ı ve d oğan ın tem eld e k ı­


y ıcı o lan g ü çlerin in erg in lem esin d en geçm eliydi. D aha ö n ce d e n o l­

d u k ça iyi bild iği şeyi, şim d i su ve rü zgâr düzeyind e yaşam ak z o ru n ­


daydı.

O rda kaldı beş yıl boyunca,

çalkalan dı beş yıl, altı yıl,

geçti yedi, geçti sekiz yıl,


sonra yanaştı bir kıyıya,

adsız bir burunun üstüne,

yeşilliksiz toprak üstüne,

ve dizleri ü zre dineldi,

çabaladı iki koluyla,

ay a bakm ak için dineldi,

tapınm aya altın güneşe,


dalm ak için Büyük A y ıy a,

5 1, 287-328. [Türkçesi: ŞT, 57-58.]

332
KOZMOGONİK ÇEVRİM

yıldızları irdelem eye.

Böyle doğdu Vâinâmöinen,

o sonrasız ozan göründü,


oğlu bir tanrısal ananın,

llm atar bakiresinden doğm a.6

2. Kader Ağı

E vren sel tan rıça, erk ek lere b irço k g ö rü n ü şle g ö rü n ü r; çü n k ü ya­

ratılışın etkisi, yaratılan dünya açısın d an yaşand ığında ç o k b içim li,


k arm aşık ve karşılık lı olarak çelişik b ir tü rd en d ir. Yaşam ın anası aynı

zam anda ö lü m ü n de anasıd ır; ç irk in a ç lık ve h astalık d em o n ların m


m askesin i taşır.

S ü m er-B ab il gö k sel m ito lo jisi, k o z m ik d işin in ö ze llik lerin i V enüs


gezegen in in aşam alarıyla tanım lam ıştı. S ab ah yıldızı gibi bakirey d i o,

akşam yıld ızı gibi sü rtü k , gece gö ğ ü n ü n h an ım ı o larak ayın karısı; ve


gü neşin yalım ıyla yo k oldu ğun da c eh e n n e m cadısıydı. M ezopotam ya

e tk isin in arttığı yerd e, tan rıçan ın ö zellik leri b u d eğ işk en yıld ızın ışı­
ğıyla ayd ınlanıyord u.

G ü neyd oğu A frika’d an, G ü ney R od ezyalı W ahu ngw e M akon i k a ­

bilesin d en d erlen en b ir m it, V en ü s-an n en in n itelik lerin i ko zm o g o n ik


çev rim in ilk aşam alarıyla eş d üzend e sergiliyo r. B urad a ilk in san ay­

dır; sabah yıldızı ilk karısı, akşam yıldızı ik in ci. V âin âm ö in en ’in ra ­
h im d en ken d i eylem iyle çık m ası g ibi, bu Ay A dam da h içlik su ların ­

dan çık ar. O ve k arıları d ünyadaki y aratık ların ebevey n lerid ir. Ö ykü
şöyle ulaşm ıştır bize:

6 1, 329-344. [Türkçesi: ŞT, 58-59.)

333
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“M aori (T a n rı) ilk insanı yap tı ve o n u M w uetsi (ay) diye çağırd ı.


O n u b ir D sivoa’m n (gö l) d ib in e koyd u ve on a ng o n a yağıyla dolu b ir
ngona bo yn u zu v e rd i.7 M w uetsi D sivoa’da yaşadı.

“M w uetsi tvlaori'ye dedi ki: ‘B en yeryüzüne g itm ek istiy o ru m .’ M a­

o ri: ‘O n u m ah v ed ersin .’ Mvvuetsi: ‘H iç de değil, yeryüzü ne g itm ek isti­

y o ru m .’ M aori: ‘G it b ak alım y ery ü zü n e.’ Mvvuetsi D viosa’dan yery ü zü ­

ne çıktı.

“Yeryüzü soğ u k ve bo ştu . H iç çim en y o k tu , çalılık , ağaç yoktu.


H ayvanlar yoktu. Mvvuetsi ağladı ve M aori’ye d edi ki: ‘N asıl yaşarım

b u rad a.’ M aori: ‘U yarm ıştım sen i. So n u n d a ö leceğ in b ir yola çıktın .


Yine d e, sana sen in tü rü n d e n b irin i v ereceğ im .’ M aori M w uetsi’ye,

M assassi, sabah yıldızı adlı b ir b ak ire verdi. M aori şöyle dedi: ‘M assas-
si iki yıl k a rın o lacak .’ M ao ri M assassi’ye b ir ateş yap ıcı verdi.

“A kşam leyin Mvvuetsi M assassi’yle b ir m ağaraya girdi. M assassi:


‘Y ard ım et bana. Ateş yapacağız. B en chim andra (çalı çırp ı) top laya­

cağım ve sen de rusika’yı (ateş y ap ıcın ın d ö n en p arçası) d ö n d ü re cek ­


s in .’ M assassi çalı çırp ı topladı. Mvvuetsi rusika'y\ çev ird i. Ateş y ak ıld ı­
ğında Mvvuetsi b ir yan m a o tu rd u , M assassi öte yanm a. A ralarında ateş

yanıyord u.

“Mvvuetsi ken di ken d in e d üşü nd ü , ‘M aori bana b u b akirey i niye

verdi? N e yap acağım b u M assassi d en en bakirey le?’ G ece olu nca


Mvvuetsi ng o n a b o yn u zu n u aldı, işaret parm ağın ı b ir dam la ngona

yağıyla ıslattı. Mvvuetsi şöyle d ed i, ‘N ’dini ch aam bu ka mhiri ne m hirir


(A teşin üzerin d en atlayacağım ).’8 Mvvuetsi ateşin ü zerin d en atladı.

7 Bu boynuz ve yağ Güney Rodezya folklorunda çarpıcı bir rol oynar. Ngona
boynuzu, ateş ve şimşek yaratma, yaşayanları gebe bırakma ve ölüleri di­
riltme gücüyle mucizevi bir alettir.
8 Bu cümle melodramatik, törensel bir tonla birçok kere yinelenir. [Metni

334
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Mvvuetsi b ak ire M assassi’ye yaklaştı. M w uetsi p arm ağın daki yağla


M assassi’n in v ü cu d u n a d o ku n d u . S o n ra M cvuetsi yatağına d önü p

uyudu.

“Mvvuetsi sabah uyandığında M assassi’ye d ö n ü p baktı. Mvvuetsi

M assassi’n in v ü cu d u n u n şiştiğini gördü. G ü n ağarırken M assassi d o ­


ğurm aya başlad ı. M assassi otları d oğurdu . M assassi çalılıkları d o ğ u r­

du. M assassi ağaçları doğurdu. M assassi d oğurm ayı yeryüzü otlar,


çalılıklar ve ağaçlarla kap lam ncaya d ek b ırak m ad ı.

“Ağaçlar b üyüd ü. T ep eleri göğe erişin ceye d ek büyüd üler. A ğaç­

ların tepeleri göğe erişin ce yağm u r başladı.

“Mvvuetsi ve M assassi b o llu k içind e yaşıyordu . M eyveleri ve b u ğ ­

dayları vardı. Mvvuetsi b ir ev inşa etti. Mvvuetsi d em ir b ir k ü re k yaptı.


Mvvuetsi b ir çapa yaptı ve m ısır ekti. M assassi b alık tuzakları ö rd ü ve
balık yakaladı. M assassi o d u n ve su getird i. M assassi pişirdi. Böylece

Mvvuetsi ve M assassi iki yıl yaşadı.

“İki yıl son ra M aori M assassi’ye, 'S ü re d o ld u .’ dedi. M aori M assas-


si’yi yeryüzü nd en alıp on u D sivoa’ya geri koydu. Mvvuetsi feryat etti.

Feryat etti ve ağladı ve M aori’ye dedi ki: ‘M assassi o lm ad an ne yap a­

cağım ? K im o d u n ve su g etirecek bana? K im b e n im için p işirecek ?’ S e ­


kiz gün ağladı Mvvuetsi.

“Sekiz gü n ağladı Mvvuetsi. Son u n d a M aori şöyle dedi: ‘Ö lüm e


doğru gittiğini söy lem iştim . A m a sana b ir kad ın d aha v ereceğim . Sana
akşam yıldızı, M o ro n g o ’yu v ereceğim . M orong o sen in le iki yıl kala­

cak. S o n ra on u geri alacağ ım .’ M aori Mvvuetsi’ye M o ro n g o ’yu verdi.

“M oro n g o k u lü b ed ek i Mvvuetsi’ye geldi. A kşam Mvvuetsi ateşin


yanındaki yerine yatm ak istedi. M oron g o , ‘Yatm a orada. Gel benim le

İngilizceye çeviren Frobenius ve Fokun notu.]

335
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yat.’ dedi. M w uetsi M o ro n g o ’n u n yan m a yattı. M w uetsi ngona b o y n u ­


zu n u ald ı, işaret parm ağın a biraz yağ sü rd ü . Ama M o ron g o d ed i ki:

‘Böyle yapm a. Ben M assassi gibi değilim . Ş im d i ken d i b elin i ngona

yağıyla sıvazla. B en im b elim i de ngona yağıyla sıvazla.’ Mvvuetsi söy le­


nen i yaptı. M orongo, ‘Şim d i b en im le b irle ş ,’ dedi. Mvvuetsi M oro n -

g o ’yla birleşti. Mvvuetsi uyudu.

“Sabah leyin Mvvuetsi uyand ı. M o ron g o’ya b ak ın ca v ü cu d u n u n şiş­


tiğini gördü . G ü n ağ arırk en M oro n g o d oğurm aya başlad ı. lik gün M o­

ron g o tavukları, ko y u n ları, k eçileri d oğurdu.

“ik in c i gece Mvvuetsi yine M o ron g o’yla uyudu. O da ertesi sabah


an tilop ve sığır doğurdu.

“Ü çü n cü gece Mvvuetsi yine M o ro n g o ’yla uyudu. E rtesi sab ah M o­


ron g o ö n ce e rk e k son ra k ız ç o cu k la rı doğurm aya başladı. S ab ah d o ­
ğan e rk e k çocu k lar gece ç ö k e rk e n yetişm işlerdi.

“D ö rd ü n cü gece Mvvuetsi M o ro n g o ’yla u y u m ak istedi yine. Fakat

b ir gö k gü rü ltü sü geldi ve M aori k o n u ştu : ‘T am am d ır. K endi ö lü m ü ­


n ü çağ ırıy o rsu n .’ Mvvuetsi ko rk m u ştu . G ö k gü rü ltü sü geçti. Son ra

M o ro n g o Mvvuetsi’ye şöyle dedi: ‘B ir kapı yapıp k u lü b en in girişine


koy. O zam an M aori ne yap tığım ızı görem ez. O zam an u y u rsu n b e ­

n im le .’ Mvvuetsi b ir kap ı yap tı. O n u n la k u lü b e n in girişin i kapattı.


S o n ra M o ron g o’yla uyudu. Mvvuetsi uyudu.

“Sabaha d oğru Mvvuetsi uyand ı. Mvvuetsi M o ro n g o ’n u n v ü cu d u ­

n u n şiştiğin i gördü . G ü n ağ arırk en M o ro n g o doğurm aya başlad ı. M o­


ron g o aslanları, leop arları, yılan ları ve ak rep leri d oğurd u . M aori bunu

gördü . M aori Mvvuetsi’ye şöyle dedi: ‘S en i u y arm ıştım .’

“B eşin ci gece Mvvuetsi M o ro n g o ’yla u y u m ak isted i. A m a M orong o


şöyle dedi: ‘B ak, k ızların büyüd ü. K ızlarınla b irle ş .’ Mvvuetsi kızlarına

b ak tı. G üzel ve yetişm iş o ld u k ların ı görd ü . O n larla uyudu. Ç ocu k lar

336
KOZMOGONİK ÇEVRİM

doğurdular. Sabah d oğan çocu k lar akşam a büyüm üştü. Ve böylece


Mwuetsi büyük bir halkın M am bo’su (k ral) oldu.

“Fakat M orongo yılanla uyudu. M oron go artık d oğu rm az oldu. Yı­


lanla yaşadı. Bir gün Mvvuetsi M oron go’ya d ön üp onunla uyum ak is­

tedi. M orongo, ‘Bırak b eni,’ dedi. Mvvuetsi, ‘A m a istiyorum ,’ dedi. Mo-


rongo’yla yattı. M oron go’nun yatağının altında yılan yatıyordu. Yılan
Mvvuetsi’yi ısırdı. Mvvuetsi hastalandı.

“Yılan Mvvuetsi’yi ısırdıktan son ra, Mvvuetsi hastalandı. Ertesi gün

yağm ur yağm adı. Bitkiler soldu. N ehirler, göller kurudu. H ayvanlar


öldü. İnsanlar ölm eye başladı. Çok insan öldü. Mvvuetsi’nin çocuk ları

sordu: ‘Ne yapabiliriz?’ Mvvuetsi’nin çocu k ları şöyle dedi: ‘H akata’ya


(kutsal zar) danışacağız.’ Ç ocu k lar hakata’ya danıştılar. H akata şöyle

dedi: ‘M am bo Mvvuetsi hasta ve bitkin. Mvvuetsi’yi Dsivoa’ya geri gö n ­


derin.’

“Böylece Mvvuetsi’nin çocuk ları Mvvuetsi’yi boğup göm düler. M o-

rongo’yu Mvvuetsi’yle birlikte göm düler. Sonra bir başka adam ı M am ­


bo olarak seçtiler. M oron go da, Mvvuetsi’nin Zim babw e’sinde iki yıl
yaşadı.”9

Bu ü ç yaratılış öncesi aşam adan her birinin dünyanın gelişiminde


bir çağı temsil ettiği bellidir. Gelişm enin örü n tü sü ön ceden biliniyor­

du, sanki daha ö n ced en gözlenm iş bir şey gibi; bu Yücelerin Y ü cesi­

nin uyarısıyla vurgulanır. Fakat Ay A dam , Kudretli Yaşayan, k aderi­

9
Leo Frobenius ve Douglas C. Fox, African Genesis (New york, 1937), s. 215-
220. Krş. Levha XV111.
Zimbabwe kabaca “saray” demektir. Fort Victoria yakınlanndaki devasa ta­
rih öncesi kalıntılara “Büyük Zimbabwe” denilmektedir; Güney Rodez­
ya’daki diğer taş kalıntılara “Küçük Zimbabwe” denir. (Frobenius ve
Fox’un notu.]

33 7
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

nin gerçekleşm esinden k açm am az. Gölün dibindeki k onuşm a ebedi­

yet ve zam anın diyaloğu, “Hızlının Söyleşisi”dir: “O lm ak ya da O lm a­


m a k .” Bastırılam az arzu yol yo rd am öğrenir: h arek et başlar.

Ay Adam 'ın karıları ve kızları kaderinin kişileştirm eleri ve to rtu ­

larıdır. Ay A dam ’ın dünya yaratıcı arzu sun un evrim iyle birlikte tan rı­

ça annenin eıd em ve özellikleri d önüşüm den geçti. G üçlü rahim den


doğm alarının ardından, ilk iki eş öninsan, üstinsandı. Fakat k ozm o­

gonik çevrim ilerledikçe ve büyüm e hareketi ilkselden insani ve tarih­

sel biçim lerine geçtik çe, kozm ik doğum ların hanım ları çekildi ve alan
erkeklerin kadınlarına kaldı. Böylece top lu luğun un m erkezinde yer

alan eski yarı tanrısal efendi, metafizik bir an akron izm oldu. Sonunda

sadece insan olandan bıktığında ve bolluğunun eşine özlem d uydu ­


ğu n da, dünya, eylem inin çekim i altında bir an fenalaştı, am a sonra

kendini serbest bırakıp özgü rce aktı: Etkenlik çocuk lar topluluğuna
geçti. Simgesel, düş ağırlıklı ebeveyn figürleri başlangıçtaki hiçliğe gö­

m ü ld ü . D onatılm ış dünyada yalnızca insan kaldı. Ç evrim devam etti.

3. Kurtarılma Rahmi

A rtık soru n insan yaşam ının dünyasıdır. Tanrısal vahyin attığı zara
ilişkin olarak kralların pratik yargılarının ve rahiplerin tavsiyelerinin

reh b erliğin d e,10 bilinç alanı öyle çelişir ki insanlık kom edisinin kalın
çizgileri yanlış anlaşılm alar kargaşasında kaybolur gider. İnsanın bakış
açıları, yalnızca varolu şu n ışığı yansıtan, eğimli yüzeylerini kavrayacak

şekilde düzleşir. Derinliklere dalış son bulur. İnsan acısının asıl biçimi

g ö rü n m ez olur. T op lu m yanılgıya ve felakete düşer. K üçük Ego Benli­

ğin yargıç koltuğunu devralm ıştır.

10 Mvvuetsi’nin çocuklannın “hakata”sı; geride, s. 345.

338
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Bu m itte sürekli yinelenen bir tem a, peygam berlerin seslerindeki


tamdık bir çığlıktır. Ç arpık bir vü cutlar ve ruhlar dünyasındaki insan­

lar, yeniden doğan im genin çizgilerini temsil ed ecek bir p arça kişilik

arar. Bu m iti kendi geleneğim izden bilm ekteyiz. H er yerde, değişik


görünüm lerle belirir. H erod figürü (yanlış davran an , inatçı egonun

aşırı sim gesi) insanlığı ruhsal alçalm a kaynağına getirince, çevrim in


okült güçleri kendiliğinden harekete geçer. Sıradan bir köyde, kendi­

ni kuşağının bilinen hatalarından uzak tu tacak bir genç kız doğar: e r­

kekler kalabalığında rü zgârın gelini olan kozm ik kadının bir m in yatü ­


rü. İlksel hiçlik kadar ekilm em iş d u ran rah m i, hiçliği dölleyen ilk gü ­

cü çağırır kendine heyecanla.

“Şimdi bir gün, M eryem çeşm enin başında testisini dold urm ak

için d ururken , T an rı’nın meleği görü n erek , ‘Şükürler olsun sana M er­

yem, çünkü rahm inde Tanrı için bir yer hazırlam ışsın sen. Bekle, gö ­
ğün ışığı gelecek ve içine yerleşecek, ve senin aracılığınla dünyada

parlayacak,’ d edi.”11

Öykü her yerde anlatılır; ve ana hatların tekdüzeliği öyle çarpıcı

biçimde belirir ki, ilk H ıristiyan m isyonerler ellerini attıkları h er y er­


de şeytanın kendisinin öğretilerini alay konusu yaptığını düşünm eye

başlamışlardı. Fray Pedro Sim ón, Noticias historiales de las conquistes de


Tierra Firm e en las Indias Occidentales (C u en ca, 1627) adlı kitabında,
Güney A m erika, K olom biya’daki Tunja ve Sogam ozzo halkları arasın ­
da çalışm alara başladıktan son ra, “yören in şeytanı aykırı öğretiler ge­

tirmeye başladı. Ve başka şeylerin yanısıra, Bedenlenm e’yle ilgili anlat­


tıklarımı, on u n daha gerçekleşm ediğini; am a şu sıralarda G üneş’in

Guacheta köyündeki bir bakirenin rahm inde, kızın bakire kalıp gü n e­


şin ışınları aracılığıyla onu içine almasını sağlayarak ete b ürüneceğini

The Gospel o f Pseudo-Matthew, Bölüm IX.

339
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

söyleyerek çarp ıtm aya çalışıyor. Bu söylentiler b ütü n bölgeye yayıldı.

Ve öyle oldu ki adı geçen köyün baş adam ının iki bakire kızı vardı, ve

h er biri de m u cizenin on d a gerçekleşm esini istiyordu. Bunlar babala­


rının barınağından h er sabah gündoğum uyla birlikte çıkıyor ve köyün

çevresindeki, gü n doğu m u yönündeki tep elerd en birine giderek gü n e­

şin ilk ışınları üzerlerine gelecek şekilde uzanıyorlardı. Bu böyle gün­


lerce sü rd ü , (yargıları anlaşılm az olan) tanrının izniyle bu şeytanın

varlığını kabul edersek işler o n u n tasarladığı gibi gitti, bu yolla kızlar­


dan biri söylenene göre güneşten gebe kaldı. D okuz ay geçti ve d ün ­

yaya büyük ve değerli bir hacuata, onların dilinde zü m rü t getirdi. Ka­

dın b un u aldı ve beze sararak göğüslerinin arasına yerleştirdi, birkaç


gün orad a tu ttu ve son un d a o şey canlı bir yaratığa dön üştü: hepsi de

şeytanın işiydi. Ç ocu ğa G oran ch ach o adı verildi ve yirm i d ö rt yaşm a

gelinceye dek baş adam ın, büyükbabasının evinde yetiştirildi.” diye


bildiriyor. Oğlan d aha son ra görkem li bir törenle başkente götü rü l­

m üş ve geçtiği bölgelerde “Güneşin O ğlu” olarak on u ru na kutlam alar

yap ılm ış.12

H indu m itolojisi, ço k şiddetli heveslerini denem ek üzere yüksek


tepelere çekilen dağ kralı H im alaya’nın kızı bakire Parvati’den söz

eder. T arak a adlı bir tiran -dev dünyanın efendiliğine heveslenm işti ve

kehanete göre ancak Y ü ce Tanrı Şiva’nın bir oğlu onu devirebilirdi.

Şiva ise yoganın örnek tanrısıydı - soğuk, yalnız, m editasyona çekil­

m iş. Şiva’nın bir ço cu k edinm esi olanaksızdı.

Parvati m editasyondaki Şiva’yla karşılaşarak dünyanın d urum un u

değiştirm eye karar verdi. Mesafeli, yalnız, ru h un a çekilm iş b ir halde

parlayan güneşin altında, d ö rt yönü n h er birine fazladan d ö rt büyük


ateş ekleyerek çırılçıplak d u rd u . Güzel vü cu d u kırılgan bir kem ik yı-

12 Kingsborough, a.g.e., Cilt V lll, s. 263-264.

340
KOZMOGONİK ÇEVRİM

ğınma dön dü , teni keçeleşti ve sertleşti. Saçları karışıp vahşi bir halde

dikeldi. Y um uşak ıslak gözleri yandı.

Bir gün genç bir B rah m an geldi ve bu kadar güzel birinin kendine
neden böyle işkence ettiğini sordu.

“Benim arzu m ,” dedi o, “Şiva’dır, E n Y üce Hedef. Şiva bir yalnızlık

ve sarsılm az yoğunlaşm a tanrısıdır. Bu yüzden ben on u denge d u ru ­


m undan çıkarm ak ve benim le aşka çekm ek için kendim e bu eziyetleri

yapıyorum .”

“Şiva,” dedi gen ç, “bir yıkım tanrısıdır. Şiva Dünya Yok ed en ’dir.

Şiva’nın eğlencesi ceset kokuları arasında m ezarlıklarda m ed itasyon


yapm aktır; orada ölü m ü n çürüm esin i seyred er ve bu yıkıcı kalbine

uygundur. Şiva’nın boynundaki süs canlı yılanlardır. Şiva bir fakirdir


üstelik ve d oğu m u hakkında kimse bir şey b ilm ez.”

Bakire şöyle dedi: “O senin gibi bir aklın ötesindedir. Bir fakirdir,

fakat bolluk çeşm esidir; ü rk ü tü cü d ü r, fakat g ö rk em kaynağıdır; yılan


süsler de, m ü cevh er süsler de takıp çıkarabilir arzusunca. N eden d o ­

ğacaktı ki, yaratılm am ışın yaratıcısıyken! Şiva benim aşk ım d ır.”

O zam an genç kılığından sıyrıldı - Şiva’y d ı.13

4. Bakire Anneliğe Dair H alk Hikâyeleri

. Buddha, annesinin rahm ine gökten süt beyaz bir fil şeklinde indi.

Aztekli Coatlicue, “Yılanlarla Ö rü lm ü ş Etekli K adm ”a bir tüy yum ağı


biçimindeki bir tanrı yaklaşm ıştı. O vidius'un B aşkalaşım lar’m m sayfa­
ları çeşitli kılıklar içindeki tanrıların kandırdığı nym phalarla kaynaşır:

Kalidasa, Kumarasambhavam (“Savaş Tanrısı Kumara’nın Doğumu”). R.


Griffith tarafından yapılan bir İngilizce çevirisi vardır (2. Basım, Londra:
Trübner and Company, 1897).

341
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

bir boğa, bir kuğu, bir altın yağm u ru olan Zeus. Yanlışlıkla yutulan
bir yap rak , bir yem iş, h atta bir nefes bile hazır olan rah m i döllem ek

için yeterli olabilir. Yaratıcı g ü ç h er yerdedir. Ve zam anın kaprisine ya


da yazgısına göre, bir k u rtarıcı k ahram an ya da dünya yokeden de-

m o n olarak ortaya çıkabilir - bunu kimse bilemez.

Bakire d oğu m im geleri m itte olduğu gibi halk hikâyelerinde de


bulu nu r. Tek bir örnek yetecektir: T on ga’da “yakışıklı ad am ,” Sinilau

üzerine anlatılan küçük bir dizi hikâye arasından tuhaf bir halk hikâ­
yesi. Bu hikâye yalnızca aşırı saçm alığından dolayı değil, bilinçdışı

hicviyle kahram anın olağan yaşam ının başlıca m otiflerinin h er birini


açıkça içerm esind en dolayı da özellikle ilginçtir: bakire d oğu m , ba­
bayı arayış, zorlu sınav, babanın gönlünü alm a, bakire annenin iddi­

asının kabul edilm esi ve taç giym e ve son olarak, sahtekârlar yanarken

gerçek oğulların göksel zaferi.

“Bir zam anlar bir adam la karısı vardı ve kadın ham ileydi. Ç o cu ­
ğun zam anı gelince kadın kocasını çağırıp doğurabilm ek için kendisi­
ni kaldırm asını istedi. Fak at bir m idye d oğu rd u ve kocası onu öfkeyle

fırlatıverdi. Kadın yine de m idyeyi alması ve Sinilau’nun yıkanm a ye­


rine bırakm ası için kandırdı onu. Sinilau yıkanm aya geldi ve yıkan­

m ak için kullandığı hindistancevizi kabuğunu bıraktı. Midye yüzüp

kabuğu em di ve hamile kaldı.

“Bir gü n kadın, m idyenin annesi m idyenin ona doğru geldiğini

gö rd ü . Öfkeyle n eden geldiğini sord u , fakat yu m u şakça kızacak za­


m an olm adığını söyledi ve doğurabileceği bir yer ayarlam asını istedi.
Bir perde gerildi ve m idye iri hoş bir oğlan d oğu rd u . Sonra havuzuna

geri yuvarlandı ve kadın, Sandal A ğacının Altına G iren Fatai adını ver­
dikleri çocu ğ a baktı. Z am an geçti ve m idyenin yine çocu ğ u oldu ve
yu varlanarak yine eve geldi d oğu rm ak için. O laylar yinelendi ve m id ­

342
KOZMOGONİK ÇEVRİM

ye yine, Fatai’de Rastgele Sarm alanm ış M rytle adlı sevimli b ir oğlan


doğurdu. O da bakılsın diye kadınla kocasına bırakıldı.

“İki ço cu k büyüyüp erk ek olu n ca kadın Sinilau’nun bir şölen v e­

receğini duydu ve torun ların ın da orada olm ası gerektiğini düşündü.


Gençleri çağırdı, onları hazırladı ve gidecekleri şölenin sahibinin b a­

baları olduğunu söyledi. G ençler şölen yerine gelince insanlar o n lar­

dan gözlerini alam adılar. O nlara bakakalm am ış bir tek kadın yoktu.
Geçerlerken bir kadın topluluğu d ön üp bakm alarını söyledi, fakat iki

genç bunu red d etti ve kava içilen yere gelinceye dek yü rü d üler. O ra ­
da kava verildi onlara.

“Fakat şöleninin bozulm asından hoşlanm ayan Sinilau, iki kâse ge­

tirilmesini söyledi. Sonra adam larına gen çlerd en birini tu tup k esm esi­
ni em retti. Bam bu bıçak genci kesm ek üzere keskinleştirildi, fakat u cu

vücuduna yerleştirilince kayıp geçiverdi ve Çağırdı delikanlı:

Bıçak y erle ştirild i ve k ayıyor,

Sen o tu r da bize bak,

Sana benziyor m uyuz benzem iyor m uyuz.

“O zam an Sinilau gen cin ne dediğini so rd u ve onlar dizeleri ona

yinelediler. Sinilau iki gencin getirilm esini istedi ve babalarının kim


olduğunu sord u . O n un babaları olduğunu söylediler. Sinilau yeni

bulduğu oğullarını öp tü kten son ra onlara gidip annelerini getirm eleri­


ni söyledi. O nlar da havuza gidip midyeyi aldılar ve onu ikiye yarıp,

içinde N ehirde-Evinde-Sayılan-H ina adlı sevimli bir kadını bulan b ü ­


yükannelerine getirdiler.

“Sonra Sinilau’ya dön dü ler. G ençlerin h er biri taufohua denen tü r-

^en , saçaklı bir hasır giyiyordu; fakat annelerinin üzerinde tuoua d e­


nen çok iyi h asırlardan biri vardı, iki oğul ilerledi ve Flina izledi. Sini-

343
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lau’ya ulaştıklarında on u eşleriyle o tu ru r buldular. G ençler Sinila-


u’n un dizlerine otu rd u lar ve H ina yanm a otu rd u . O zam an Sinilau in­
sanlara gidip bir kazan hazırlam alarını, sım sıcak ısıtm alarını söyledi;

eşlerini ve çocuklarını öld ü rü p pişirdiler; fakat Sinilau, N ehirde-Evin-

de-Sayılan-H ina’yla evlendi.”14

14 E. E. V. Collocott, Tales and Poems o f Tonga (Bernice P. Bishop Museum


Bulletin, No 46, Honolulu, 1928), s. 32-33.

344
I

BÖLÜM III

KAHRAMANIN DÖNÜŞÜMLERİ

1. İlksel K ahram an ve İnsan

iki aşam ayı geçtik: ilki, Yaratılm am ış Yaratıcı’nın ani d ışavurum ­

larından m itolojik çağın son halini alm am ış, am a zam anötesi kişileri;

İkincisi, bu Yaratılm ış Yaratıcı O lanlar’dan insanlık tarihinin alanına.


D ışavurum lar yoğunlaştı, bilinç alanı daraldı. Daha önce nedensel

olan gövdeler gö rü n ü rk en , artık yalnızca ikincil etkileri insan gözü ­


nün küçük, kesin kanıtlar bulan gözbebeğinde odaklanıyor. K ozm o­

gonik çevrim artık ilerliyor, am a görü nm ez olan tanrılarca değil, saye­


lerinde dünyanın kaderinin gerçekleştiği, az ya da daha ço k insan ka­

rakterli k ahram anlar tarafından ilerletiliyor. Yaratılış m itlerinin efsa­


nelere açtığı yol b ud u r - Tekvin Kitabı’nda cen n etten kovulm anın

ardından olduğu gibi. Metafizik, ön ce loş ve bulanık olan tarih ön cesi­

ne açılır, fakat zam anla ayrıntıları kesinleşir. K ahram anlar giderek d a­


ha az hayal ü rü n ü olu r, en sonunda da çeşitli yerel geleneklerin son

sahnelerinde efsane kayıtlı zam anının olağan gün ışığına açılır.

Mcvuetsi, Ay A dam , işe yaram az bir çapa gibi atılmıştı; çocuk lar
topluluğu uyanan bilincin günlük dünyasına serbestçe aktı. Fak at ara­

larında, ilk birleşm esinin çocuk ları gibi çocuk luk tan erkekliğe tek bir
günde geçm iş olan, artık denizaltında olan babanın öz oğulları olduğu
söylenir bize. Kozmik gü cü n bu özel taşıyıcıları ruhsal ve sosyal bir

aristokrasi oluşturdular. Yaratıcı enerjinin iki katıyla dolu olarak, k en ­


dileri açığa vu rm a kaynağıydılar. Bu tü r figürler her efsanevi geçm işin

tan vaktinde gö rü n ü r. Bunlar kültür kahram anları, şehir kurucularıdır.

345
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çin kronikleri, top rak katılaşınca ve insanlar nehir kenarlarına


yerleşirken, “Göksel İm p arato r,” Fu Hsi’nin (M Ö 2 9 5 3 -2 8 3 8 ) onları

yönettiğini kaydeder. Kabilelerine ağlarla nasıl balık tutulacağını, av­


lanm ayı ve evcil hayvanları yetiştirm eyi öğretti, insanları boylara ayır­

dı ve anaerkilliği yerleştirdi. M eng nehrinin sularından çıkan at şek­

linde, pullarla kaplı bir canavarın ona verdiği doğaüstü bir tabletten,
bu güne dek geleneksel Çin düşüncesinin tem el sim gesi olarak kalan

Sekiz Şekli çıkardı. M ucizevi bir rahm e düşüşle on iki yıllık bir gebe­
lik dönem inden son ra doğm uştu ; vü cud u , insan kolları ve öküz başı
taşıyan bir yılan v ü cu d u y d u .1

Halefi, “Yersel İm p arato r,” Shen N ung (M Ö 2 8 3 8 -7 2 6 9 8 ) boğa başlı

insan vücuduyla, sekiz k adem yedi pus uzunluğundaydı. M ucizevi bi­


çim de bir ejderin etkisiyle ortaya çıkm ıştı. U tanan annesi bebeği bir

dağ kenarına bırakm ıştı, fakat vahşi hayvanların onu k oru yu p besle­
diklerini öğrenince eve gö türm ü ştü . Shen N ung bir gün yetm iş zehirli

bitki ve panzehirlerini keşfetti: karnına dayadığı bir cam sayesinde her


bir bitkinin sindirilişini izleyebiliyordu. Sonra bugün de kullanılan bir

ilaç kitabı hazırladı. Sabanı ve takas sistemini bulan oydu; Çin köylü­

sü tarafından “tahıllar p ren si” olarak tapınılır. Yüz altmış sekiz


yaşında ölüm süzler arasına karışm ıştır.2

Bu tü rd en yılan krallar ve m in otau roslar, im p arato ru n özel bir


dünya yaratıcı, dünya destekleyici, sıradan insan bedenininkinden

ço k daha büyük bir gü cü n taşıyıcısı olduğu bir geçm işi anım satır. O

zam anlar dev bir iş, bizim insan uygarlığım ızın tem ellerinin m u azzam

1 Giles, a.g.e., s. 233-234; Muhterem J. MacGowan, The Imperial History o f


China (Şangay, 1906), s. 4-5; Friedrich Hirth, The Ancient History o f China
(Columbia University Press, 1908), s. 8-9.
2 Giles, a.g.e., s. 656; MacGowan, a.g.e., s. 5-6; Hirth, a.g.e., s. 10-12.

346
KOZMOGONİK ÇEVRİM

kuruluşu gerçekleştirilm işti. Fakat çevrim in ilerleyişiyle birlikte, yapı­

lacak işin ön - ya da süper-insana ait olm adığı bir zam an geldi; özellik­

le insanın em eği vardı artık - tutkuların denetim i, sanatların araştı­


rılması, devletin ek on om ik ve kültürel k uram ların ın yaratılm ası. A rtık

Ay Boğası’nın bedenlenm esine, Kaderin Sekiz Şeklinin Yılan Bilgeli-


ği’ne değil, kalbin gereksinim ve um utlarına açık kusursuz bir insan

ruhuna gerek vardır. Buna uygun olarak, k ozm ogonik çevrim , kuşak­
lar boyunca kral insanın m odeli olacak olan bir im p arator ortaya ç ı­

karır.

H uang Ti, “Sarı İm p arato r” (M Ö 2 6 9 7 -2 5 9 7 ) Ulu Ü ç’ün ü çü n cü -

süydü. Ç ao-tien eyaleti prensinin bir m etresi olan annesi, Büyük Ayı
takımyıldızı çevresinde gözalıcı altın bir ışığa rastlayınca gebe kalmıştı
ona. Ç ocu k yetm iş günlükken konuşabiliyordu ve on bir yaşında tah ­

ta çıktı. O nun ayırt edici yeteneği düş görm e gücüydü: uykuda en


uzak bölgeleri ziyaret edebilir ve doğaüstü dünyadaki ölüm süzlerle

konuşabilirdi. Tahta çıkışından kısa zam an son ra, H uang Ti tam ü ç ay


süren ve kalbini denetlem e dersini aldığı bir düş gördü. Benzer u zun ­
luktaki ikinci bir düşten son ra, insanlara öğretm e gücüyle döndü.

Onlara doğanın güçlerini kalplerinde denetlem eyi öğretti.

Bu harika adam Çin'i yüz yıl yönetti ve hüküm ranlığı sırasında in­
sanlar gerçekten altın bir çağ yaşadılar. Ç evresine, yardım larıyla bir
takvim hazırladığı, m atem atiksel hesaplam alar yapm ayı başlattığı ve

tahta, çam u r ve m etalden araç gereç yapm ayı, kayık ve araba inşasını,
Para kullanmayı ve bam budan m üzik aletlerinin yapım ını öğrettiği altı

büyük danışm an topladı. K am u yerlerini T an rı’ya tapınm aya ayırdı.


Özel m ülkiyetin sınırlarını ve kanunlarını belirledi. Kraliçesi ipek ö r-

me sanatını keşfetti. Kendisi yüz çeşit hub u bat, sebze ve ağaç dikti;
kuşların, d ö rt ayaklıların, kertenkelelerin ve böceklerin geliştirilmesi­

347
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ni destekledi; su, ateş, od u n ve toprağın yararlarını öğretti; ve dalga­


ların hareketini düzenledi. Yüz on bir yaşındaki ölü m ü n den ö n ce, im ­

p aratorlu k bahçelerinde, hüküm darlığının kusursuzluğunu belirtm ek


ü zere Anka ve Tekboynuz g ö rü n d ü .3

2. İnsan K ahram anın Çocukluğu

En başlardaki yılan vü cutlu ve boğa kafalı kültür kahram anı, için­

de doğal dünyanın kendiliğinden yaratıcı gü cün ü taşıyordu. Biçiminin


anlam ı buydu. Ö te yandan insan k ahram an ise, altinsanla ilişkisini ye­

niden k urm ak için “alçalm alıdır.” K ahram anın m acerasının anlamı,

görd üğü m ü z gibi budur.

Fakat efsane yaratanlar, genellikle dünyanın büyük kahram anları­


nı sadece benzerlerini sınırlayan ufukları aşan ve aynı cesaret ve şans

sahibi herhangi bir insanın bulabileceği kadar ödülle dön m ü ş olan in­
sanlar olarak görm eyi yeğlem em iştir. Tersine, eğilim , genellikle k ahra­

m an a d oğu m , h atta rah m e d üşm e anından başlayarak sıradışı güçler

bağışlam ak yönünde olm uştu r. K ahram anın yaşam ının tam am ı, bü­
yü k asıl m acera d o ru k noktası olm ak üzere bir m u cizeler geçidi ola­
rak gösterilm iştir.

Bu, kahram anlığın basitçe elde edilm ekten çok , ön ceden belirlen­

m iş olduğu görüşüyle u yu m içindedir ve biyografinin kişilikle ilişkisi


soru n u n u öne çıkarır. Sözgelim i, Isa çileler ve m editasyon sayesinde

bilgelik elde etm iş biri gibi görülebilir; ya da diğer yandan, kişi bir

3 Giles, a.g.e., s. 3 3 8 ; MacGowan, a.g.e., s. 6 -8 ; Edouard Chavannes, Les m é­


moires historiques de Se-ma Ts’ien (Paris, 1 8 9 5 -1 9 0 5 ), Cilt I, s. 2 5 -3 6 . A yrıca
bkz. John C. Ferguson, Chinese Mythology (“The Mythology of All Races,”
Cilt VIII, Boston, 1 9 2 8 ), S. 2 7 -2 8 , 2 9 -3 1 .

348
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Levha XXI. Kaos Ana ve Güneş Tanrı (Asur).

tanrının yeryüzüne inip insan kılığına b ü rün d üğün ü düşünebilir, lik


görüş, kişiyi on u n gibi aşkın, k urtarıcı deneyim e ulaşm ak ü zere ustayı

tam anlamıyla taklit etm eye yöneltecektir. Fak at İkincisi kahram anın,

tam anlamıyla izlenm ektense, daha çok hayranlık duyulacak bir simge
olduğunu belirtir. Tanrısal varlık hepim izin içinde yaşayan, h er şeye

kadir Benliğin bir açılım ıdır. Bu yüzden yaşam ın takdir edilm esi kişi­
nin kendi içkin tanrısallığı üzerine m editasyonu olarak kabul edilm e­

lidir, kesin bir taklidin başlam ası olarak değil; ders “Böyle yap ve iyi

°1.” değil, “Bunu bil ve Tanrı ol”d u r.4

Bu formül, elbette tam olarak sıradan Hıristiyan öğretisiyle aynı değildir;


orada İsa’nın “Tanrı’nın krallığı içinizdedir,” dediği bildirilse de, kiliseler,
insan, Tanrı’nın sadece “imgesinde” yaratıldığı için ruh ve yaratıcısı arasın-

349
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU
m
Kısım I, “K ahram anın M acerası”nda, k urtarıcı göreve, psikolojik
denebilecek ilk açıdan baktık. Şimdi on u ikinci açıdan, yeniden keş­
fetm enin ve g ö rü n ü r kılm anın kahram anın görevi olduğu aynı metafi­

zik gizem in bir simgesi olduğu yerden değerlendirm eliyiz. Bu yüzden


bu b ölüm de, ön ce içkin tanrısal ilkenin özel bir dışavurum un un dün­

yaya yeniden geldiğini gösteren m ucizevi çocukluğu ve son ra hem en

ardından, kahram anın yazgısının işlevini canlan dıracak çeşitli yaşam

rollerini ele alacağız. Bunlar zam anın gereksinim lerine göre değişik
büyüklüktedir.

daki ayrımın mutlak olduğunu söylemekte, böylece bilgeliklerinin son du­


rağı olarak insanın “ebedi ruhu” ve tanrısallık arasındaki ikici ayrımdan
vazgeçmemektedirler. Bu karşıtlık çiftinin ötesine geçmek özendirilmez
(gerçekten de, “panteizm” olarak reddedilir ve bazen kazıkla ödüllendiri­
lir); yine de, Hıristiyan mistiklerinin dua ve günlükleri, birleştirici, ruhu
paramparça eden deneyimin esrik anlatımlarıyla doluyken (bkz. geride, s.
51), Dante’nin, ilahi Komedya'nın son kısmındaki hayali (geride, s. 222) ke­
sinlikle ortodoks, ikici, Teslis kişilerinin sonulluğuna ilişkin somut dog­
manın ötesine geçer. Bu dogmanın ötesine geçilmediği durumlarda, Baba­
ya Ulaşma miti kelime anlamıyla, insanın son hedefini anlatır şekilde alı­
nır. (Bkz. geride, s. 294, dipnot 5.)
İsa’yı bir örnek insan olarak taklit etme ya da Onu bir tanrı olarak düşün­
me sorununa gelince, Hıristiyan yaklaşımının tarihi kabaca şöyle özetlene­
bilir: (1) dünyayı onun yaptığı gibi kabul ederek, efendi İsa’yı tam olarak
izleme dönemi (İlkel Hıristiyanlık); (2) Çarmıhtaki İsa’nın kalpteki tanrı­
sallık olarak düşünülmesi, bu arada kişinin dünyadaki yaşamını bu tanrı­
nın hizmetkârı olarak sürdürmesi dönemi (Erken ve Ortaçağ Hıristiyanlı­
ğı); (3) meditasyonu destekleyen araçların çoğunun reddedilmesi, yine de
kişinin dünyadaki yaşamım, hayalinde canlandırmaktan kaçındığı tanrının
hizmetkârı ya da aracı olarak sürdürmesi (Protestan Hıristiyanlığı); (4)
İsa’yı, onun çileci yolunu kabul etmeden, insani varlığın bir örneği olarak
yorumlama girişimi (Liberal Hıristiyanlık). Karşılaştırın geride, s. 173, dip­
not 83.

350
Levha XXII. Genç Mısır Tanrısı (Honduras).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

D aha ö n ce fo rm ü lleştirilm iş terim lerle söylen d iğind e, k ah ram an ın


ilk görev i k o zm o g o n ik çev rim in ö n ce k i aşam alarım b ilin çli o larak d e­
n ey im lem ek tir; d ışavurum çağları bo yu n ca geri sü rü k len m ek . İkincisi

ise, o u çu ru m d an çağdaş yaşam d üzlem ine d ö n m e k , orada yarı ta n rı­


sal g izillerin b ir insan d ön ü ştü rü cü sü o larak h izm et etm ek tir. H uang

T i’n in düş görm e gü cü vard ı: b u on u n alçalm a ve d önm e yoluydu.

V âin âm ö in en ’in ik in ci ya da su d oğum u o n u ilk sel olan ın deneyim ine


fırlattı. M idye eşe d air T ong a ö yk ü sü n d e, geri çek ilm e an n en in d oğu­

m uyla başlad ı: kard eş k ah ram an lar b ir altin san rah m in d en doğdular.

K ah ram an ın , kişisel çev rim in in ik in ci kısm ın d ak i görev leri, ilk in ­

deki alçalm asın ın d erinliğiyle o ran tılı o lacak tır. M idye eşin oğulları
hayvan d ü zeyind en geld iler; fiziksel gü zellikleri en yü k sek düzeyden

oldu. V âin âm ö in en gü çlü su lar ve rü zgârlard an yen id en doğm uştu;

o n u n yeteneği d oğanın ve in san v ü cu d u n u n ö ğ elerin i ozansal şarkıyla


uyan d ırm ak ya da b astırm ak oldu. H uan g T i b ir süreliğine ru hun

krallığın d a kalm ıştı; k alb in uy u m u n u ö ğretti. B u d d h a y aratıcı tanrılar


bölgesini b ile geçti ve h iç lik te n geri geldi; ko zm o g o n ik çev rim d en

ku rtu lu şu bild irdi.

E ğer b ir g erçek tarihsel figü rü n yap tıkları o n u n b ir k ah ram an ol­


d uğuna işaret ed erse, efsan esin i yaratanlar on a uygun d erin m aceralar

uy d u racaktır. B unlar b ü y ü ley ici alanlara yo lcu lu k la r olarak resm ed ile­

cek ve b ir yandan ru h u n gece d en izine in işlerin , diğer yan d an insanın

kad e rin in b irb irin e bağlı yaşam lard a ortaya ç ık a n alanları ya da özel­

lik le rin in sim gesi o larak y o ru m lan acak tır.

A gadeli K ral S arg o n (ca. M Ö 2 5 5 0 ) d ü şü k b ir an n ed en doğm uştu.


Babası b ilin m iy o rd u . F ıra t’ın su ların a b ir sep etle b ıra k ıld ık ta n sonra,
çiftçi A kki tarafın d an b u lu n m u ş ve b ah çıv an o larak h izm et etm ek

üzere yetiştirilm işti. T a n rıça Iştar d elikan lıd an h oşlan d ı. B öylece so ­

352
KOZMOGONİK ÇEVRİM

nunda k ral ve im p arato r old u , yaşayan tan rı o larak tanındı.

H in d u M aurya h an ed an ın ın k u ru cu su C h an d ragu p ta (M Ö d ö r­
düncü yüzyıl) b ir ah ırın eşiğine to p rak b ir kav anoz için d e b ıra k ılm ış­

tı. Ç ocuğu b ir ço b a n b u lu p yetiştird i. Y argıç K oltu ğu nd aki Yüce Kral


oyununu oynadığı b ir g ü n , k ü çü k C h an d ragu p ta su çlu ların e n k ö tü le ­

rinin el ve ayak larının k esilm esin i e m retti; so n ra, o n u n em riy le, k e si­
len org an lar h em en y erin e d öndü . O rad an g eçen b ir pren s b u m u c i­

zevi oyu nu g ö rü n ce, ço cu ğ u b in harşapanaya satın aldı ve evde fizik ­


sel işaretlerd en dolayı o n u n b ir M aurya o ld u ğu n u anladı.

Papa B ü y ü k G rego ri (M S 5 4 0 ? -6 0 4 ), şey tan ın kışkırtm asıyla ensest

ilişkiye giren soylu ik izlerd en d oğm uştu. P işm an o lan ann esi o n u k ü ­
çük b ir sep etle d en ize b ırak tı. B alık çılar tarafın d an b u lu n u p b ak ıld ı ve

altı yaşında rah ip o lm ak üzere b ir m an astıra gö n d erild i. Fak at savaşçı

bir şövalyenin yaşam ın ı istiyord u o. B ir kayığa b in e re k , m u cizev i b i­


çim de e b ev ey n lerin in ü lk esin e çık tı, k ra liç e n in k alb in i kazan d ı - bu

arada o n u n ann esi oldu ğu anlaşıld ı. Bu ik in ci en sest an laşıld ıktan s o n ­


ra, G regori o n yedi y ıl d en izin o rtasın d aki b ir kayaya zin cirli olarak

çile çek ti. Z in cirle rin in an ah tarları sulara atılm ıştı, fakat u zu n d ö n e ­
m in ard ın d an b ir b alığ ın k arn ın d a bu lu n d u lar, b u da T an rıd an b ir

işaret sayıldı: g ü n ah ın ın k efaretin i öd em iş b u kişi, b ir süre so n ra Papa


seçildiği R om a’ya g ö tü rü ld ü .5

• C h arlem agn e (7 4 2 -8 1 4 ) ç o c u k k e n ağabey lerin d en h iç rahat yüzü


görm em işti, o da S arazen İspanyasına kaçtı. O rad a, M ainet adı altında
krala b ü y ü k h izm etleri oldu. K ralın kızını H ıristiyan in an cın a geçirdi

Bu üç efsane, Dr. Otto Rank’in harika psikolojik çalışması The Myth o f the
Birth o f the Hero (Nervous and Mental Disease Monographs; New York,
1910) içinde yer almaktadır. LJçüncünün bir versiyonu Gesta Romanorum,
Masal LXXXI’de bulunur.

353
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ve ikisi gizlice evlendi. B aşka işlerin ard ın d an , gen ç k ral, F ran sa’ya
d ö n d ü , esk i işk e n ce cile rin i devird i ve g ö rkem li b içim d e tacı ele geçir­

di. S o n ra yüz yıl, o n iki em salli b ir zod yakla çev rili olarak h ü k ü m ­
d arlık etti. Sö ylen en lere g ö re, saçı ve sakalı ç o k u zu n ve beyazd ı.6 Bir

gü n yargı ağacın ın altında o tu ru rk en , b ir yılan a ad alet su n d u ve sü­

rü n g en k arşılık o larak o n u ç o k ta n ölü o lan b ir kad ın la aşk ilişkisine


so k an b ir b ü y ü verdi. Bu tılsım A ix’te b ir kuyuya düştü: A ix’in im pa­

ra to ru n e n sevdiği yer o lm ası b u yü zd en dir. Sarazen ler, Saksonlar,

Slavlar ve K uzeylilerle u zu n savaşların ard ın d an yaşlanm ayan im p ara­


tor öld ü ; fakat sad ece, ü lk esi on a g erek sin im duyduğu zam an uyan­
m a k üzere uyuyor. O rtaçağ son ların d a b ir kez b ir h açlı seferine katıl­
m ak ü zere d irilm işti.7

Bu biyografilerin h er b iri d eğ işik şekild e ak ılcılaştırılm ış ço cu k lu k


sü rg ü n ü ve d ö n ü şü tem asın ı sergiliyor. Bu, tü m efsane, h alk hikâyesi

ve m itlere h as sü rek li b ir ö zellik tir. G en ellik le b ir parça fiziksel akla


y a tk ın lık v e rm e k üzere b ir çaba gösterilir. Y ine de, sö z ko n u su kahra­

m a n b ü y ü k b ir egem en , b ü y ü cü -h ek im , p eygam ber ya da b eden lenm e


olduğu zam an, m u cizelerin sın ırsızca gelişm esine izin verilir.

İb ra h im ’in b ab asın ın d o ğu m u n a ilişkin sev ilen M usevi efsanesi,

bü y ü k b ir içten lik le d oğaüstü ç o c u k sü rg ü n ü n ü n b ir ö rn eğ in i sunar.

D oğu m olayı yıld ızlarda N em ru d tarafından o k u n m u ştu , “çü n k ü bu


kafir k ral ku rn az b ir astrolo g d u ve o n u n zam an ınd a doğan b ir adam ın

ona k a rşı ayaklanacağı ve g ö rk em li biçim d e o n u n d in in i yalanlayacağı


bild irilm işti ona. Y ıld ızların anlattığı k ad erin d en k o rk a ra k , p ren slerini

ve devlet ad am larını çağırd ı ve o n lara danıştı. Şöyle ded iler: ‘B izim işe

6 Aslında Büyük Charles sakalsız ve keldi.


7 Charlemagne’m çevrimleri, Joseph Bedier tarafından ayrıntılı biçimde tartı­
şılmıştır; Les legendes epiques (3. Basım; Paris, 1926).

354
KOZMOGONİK ÇEVRİM

yaramaz ö n erim iz, b ü y ü k b ir ev inşa edip girişin e b ir m u hafız k o y ­


manız ve bö lged ek i ham ile tü m k ad ın ların orad a d o ğ u ru rk en onlara

bakacak olan h izm etçileriyle b irlik te buraya to p lan m asın ı e m retm e ­

niz. D o ğu racak k ad ın ın gü nü geldiğinde ve ç o c u k d oğd uğu nd a, eğer


oğlansa o n u ö ld ü rm e k h iz m e tçin in işi o lacak . A m a ç o c u k kızsa, yaşa­

yacak ve anne hed iy eler ve pahalı giysiler kazan acak ve b ir çığ ırtk an

şöyle bağıracak , ‘B ir k ız d o ğu ran kad ın a işte b u lay ık !’

“Kral b u g ö rü şm ed en h o şn u t kaldı ve b ü tü n krallığına b ir d u y u ru ­


da bu lu n d u , b ü tü n m im arları o n u n için altm ış endaze yü ksekliğ ind e
ve seksen endaze gen işliğind e b ü y ü k b ir ev inşa etm eye çağırd ı. Bina

bitince tü m ham ile k ad ın ların to p lan m aları ve doğuruncaya d ek orad a


kalm aları için b ir çağrı daha yaptı. K ad ınları eve y e rle ştire ce k ad am lar

görevlendirildi ve k ad ın ların k açm asın ı en g ellem ek üzere ev in için e ve


çevresine m u hafızlar yerleştirild i. D aha so n ra h izm etçileri eve g ö n d e r­

di ve e rk e k ç o cu k la rı d aha m em ed ey k en k atletm elerin i b u y u rd u . Ama


eğer kad ın b ir k ız d oğu ru rsa, k eten lere, ip eklere ve nak ışlan m ış giysi­

lere sarılacak ve ev d en b ü y ü k övgülerle çık arılacak tı. B öylece yetm iş


bin kadar ç o c u k katled ild i. O zam an m e le k le r T a n rı’ya çık ıp k o n u ştu ­
lar, ‘Y aptıklarını görm ü y o r m u su n , sayısız m asu m b ebeği k atled en g ü ­

nahkâr ve utan m az K en an o ğ u lların d an N em ru d ’u n y ap tık ların ı?’


Tanrı şöyle yanıtlad ı: ‘K utsal m e le k le r, b iliy o r ve g ö rü y o ru m , çü n k ü

ne uyur ne de u y uklarım . B akar ve gizlenen şey leri, ayd ınlanan şeyleri


bilirim ve bu gü nahk âr ve utanm aza ne yap tığım a tan ık olacak sınız,

Çünkü b e n K end i elim i uzatacağım o n u cezalan d ırm ak ü z e re.’

“îşte b u sıralarda T e ra h , İb rah im ’in an n esin i d ölledi ve o gebe


kaldı. ... Z am anı yaklaştığında, şeh ri ko rku y la te rk etti ve çöle ilerled i,

bir m ağaraya ulaşıncaya d ek vadide yü rü dü . Bu sığm ağa gird i ve ertesi


gün haykırışlarla b ir o ğlan doğurdu . B ü tü n m ağara çocu ğ u n gü n eşin

355
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

eşiy m işçesin e saçtığı ışıkla d o ld u ve anne alabild iğin e m u tlu oldu . Do­
ğu rd u ğ u b e b e k atam ız İb ra h im ’di.

“A nne cıvıld adı ve oğluna şöyle dedi: ‘H eyhat, sen i N em ru d ’un


k ral olduğu b ir vakitte d o ğu rd u m . S en in ad ına yetm iş b in e rk e k ço­

cu k katled ild i ve b e n sen in ad ına k o rk u için d ey im , eğer varlığın ı d u­


yarsa sen i de katleder. E n iyisi, gözü m sen i göğsü m d e katled ilm iş gö­

receğ in e, sen bu rad a çü rü g it.’ G iydiği örtü yü çık a rıp bebeğe sardı.

S o n ra o n u m ağarad a te rk e tti, ‘T a n rı sen in le o lsu n , sen i te rk etm esin


O , b ırak m asın sen i.’

“B ö ylece İb rah im m ağarad a b a k ıcısı olm ak sızın te rk ed ilm işti ve

ağlam aya başlad ı. T an rı on a içe c e k süt v erm esi için C e b rail’i gönderdi
ve m e le k , sü tü n b eb eğ in sağ e lin in k ü çü k parm ağın d an ak m asın ı sağ­

ladı ve o n u o n gü n lü k olu n caya d ek em d i b e b e k . S o n ra k alk ıp y ü rü ­

m eye başlad ı ve m ağarayı te rk e d e rek vadi b o y u n ca ilerled i. Güneş


b atıp da yıld ızlar çık ın ca , d ed i k i, ‘B unlar ta n rıla r!’ Fak at şafak söküp
a rtık yıld ızlar gö rü n m ez o lu n ca şöyle dedi, ‘B u n lara tapm ayacağım ,

tan rı d eğil b u n la r.’ D aha so n ra gü neş yü kseld i ve o d ed i k i, ‘Benim

tan rım b u , on a b o y u n eğ eceğ im .’ Fak at gü neş de b attı ve şöyle dedi,


‘T a n rı d eğil b u ,’ ve aya b ak arak o n u n tan rısal b ağlılığın ı göstereceği

tan rı o ld u ğ u n u söyledi. S o n ra ay gö rü n m ez o lu n ca, bağırdı: ‘Bu da


tan rı değil! O n ların h ep sin i h a rek e t ettiren B iri v a r.’ ”8

M o n tan alı K araayaklar, m an evi ailesin in b ir kazanda bu falo kanı


kay n atm ak isterk en bu ld u ğ u , can av ar-k atled en g en ç K u t-o -y is’ten

b ah sed er. “K azand an b ird en b ire b ir ço cu ğ u n ağlam ası gibi, san ki ya­
ralan m ış, yan m ış ya da d erisi yü zülm ü ş g ib i b ir ses geldi. Kazana

b a k tıla r ve içind e k ü çü k b ir ç o c u k g örd ü ler, h e m en çık ard ılar o n u su-

8 Louis Ginzberg, The Legends o f the Jew s (Philadelphia: The Jewish P u b lic a ti­
on Society of America, 1 9 1 1), Cilt III, s. 9 0 -9 4 .

356
KOZMOGONtK ÇEVRİM

dan. Ç o k şaşırm ışlard ı. ... Son u n d a d ö rd ü n cü gü n ç o c u k k o n u ştu , ve

dedi ki, ‘B en i b u k u lü b e n in d irek lerin e ça rp ın , so n u n cu su n a v ard ı­


ğımda yere d ü şeceğim ve y etişk in o lacağ ım .’ Y aşlı kad ın söy len en i
yaptı ve o n u k u lü b en in d ireğin e h er çarp tığın d a büyüd üğü g ö rü le b ili­

yordu, son u n d a o n u so n direğe çarp tık ların d a a rtık b ir ad am d ı.”9

H alk ö y k ü leri gen ellik le b u sü rg ü n tem asın ı d estek ler ya da h o r

görülenle, ö zürlü yle d eğ iştirir: k ö tü d avranılan e n gen ç oğul ya da


kız, öksüz, üvey ç o c u k , ç irk in ö rd e k ya da aşağı d üzeyd en to p rak sa­

hibi.

A nnesin in çö m lek y ap m ak için ayaklarıyla kili k arıştırm asın a


yardım ed en P u eblolu gen ç b ir kad ın, ayağına çarp an çam u ru duydu,

ama aldırm adı. “B irk aç gü n son ra gen ç k ız k arn ın d a b ir şey in k ı­


pırdadığını duydu, am a h iç de ç o c u k sahibi olacağ ın ı d ü şü nm ed i. A n­

nesine de söy lem ed i. Fak at k arn ı bü y ü y or da bü yüyord u. B ir sabah


çok hastaydı. Ö ğlend e b e b e k sah ib i oldu . O zam an an n esi (ilk k ez) k ı­
zının b e b e k sah ib i o lab ileceğ in i anladı. A nne ç o k kızm ıştı; fakat b e b e ­

ğe b ak ın ca, b e b e k gibi olm ad ığı gördü , ü zerin d en iki parça ç ık a n y u ­

varlak b ir şey, b ir ç ö m lek old u ğu n u gördü . ‘N ered en b u ld u n b u n u ?’


dedi. K ız sad ece ağlıyordu . O sırad a b aba içe ri geldi. ‘B o şv erin , bebeği

olm asına m e m n u n o ld u m ,’ dedi. ‘A m a b u b ir b e b e k d eğ il,’ d edi anne.


O zam an b aba gid ip b a k tı ve b eb eğ in b ir su çöm leğ i old u ğu n u gördü .

Ç öm lekten o ld u k ça h o şn u t kald ı. ‘K ıp ırd ıy or,’ dedi. Ç o k geçm ed en


kü çü k ç ö m lek bü y ü m eye başlam ıştı. Y irm i gün so n ra k o cam an o l­

muştu. Ç o cu k larla d olaşıp ko n u şabiliyord u . ‘D ed e, b e n i çık ar da, çev-


reye b ak ın ay ım ,’ d iy ord u . O yü zd en d ed esi h e r sab ah on u d ışarı ç ı­

karıyor ve o da ço cu k lara b ak ıy o rd u ve ço c u k la r on d an h o şn u ttu , b ir

9
George Bird Grinnell, Blackfoot Lodge Tales (New York: Charles Scribner’s
Sons, 1892, 191 6), S. 3 1 -3 2 .

35 7
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

e rk e k old u ğu n u anlad ılar, Ç ö m le k O ğlan. K o n u şm asın d an anlad ı­

la r.”10

S o n u çta: k ad erin çocu ğ u u zu n b ir b e lirsizlik d önem iyle yü zleşm ek


zoru n d ad ır. Bu aşırı teh lik e, en g el ya da o n u rsu zlu k d ön em id ir. İçe,

k en d i d erin lik lerin e ya da dışa, bilin m eyen e fırlatılır; n e olursa olsun,


d o ku n d u ğu keşfed ilm em iş b ir k aran lık tır. Ve b u b ek le n m e d ik , zararlı

o ld u k ları kad ar m erh am etli v arlık ların alanıd ır: b ir m elek belirir,

yard ım sev er b ir hayvan, b ir b a lık çı, b ir avcı, k o ca k a rı ya da köylü.


H ayvanlar arasında y etişm iş, ya da Siegfried gibi aşağıda yaşam ağacı­

n ın kök leriy le beslen en g n o m e ’lar arasında yetişm iş ya da hatta küçük


b ir od ada b ir başına yetişm iş (öykü b in b ir şek ild e an latılm ıştır) olan

gen ç d ün y a-çırağı, ö lçü lm ü ş ve ad lan d ırılm ış o lan alan ın h em en öte­


sin de d u ran to h u m h alin d ek i gü çlerin d ersini öğren ir.

M itler, b u tü rd en b ir d en eyim le yü zleşm ek ve on u aşm ak için sı­

rad ışı b ir yeteneğ in gerek tiğ i k o n u su n d a uzlaşır. E rk e n gelişm iş güç,


zeka ve b ilg e lik an ek d o tların d a b e b e k le r ço k tu r. H erakles, tan rıça He-
ra ’n ın beşiğine gön d erd iği b ir yılanı boğu verm işti. P olinezyalı Maui

tu zak k u ru p gü neşi yavaşlattı - b ö ylece an n esin e y em ek pişirm e za­

m an ı verd i. G ö rd ü ğü m ü z gibi, İb ra h im T e k T a n rı bilgisine ulaştı. Isa


b ilg eleri alt etti. B eb ek B ud dha b ir gü n b ir ağacın gölgesi altında bı­

rak ılm ıştı; d adıları b ir ara tü m ö ğled en son ra gölgen in kıp ırd am am ış
o ld u ğu n u ve ço cu ğ u n v ecd halin d e yoga d u ru şu n d a o tu rd u ğu n u gö r­

düler.

G o k u la ve B rin bad an sığ ırtm açları arasınd aki ço c u k lu k sü rg ü n ü

sırasın d a, sevgili H indu k u rta rıcı K rişn a’m n yap ıp ettik leri, can lı bir
çev rim o lu ştu ru r. P utana adlı b ir goblin, güzel b ir k ad ın g ö rü n ü m ü n ­

10 Elsie Clews Parsons, Tewa Tales (Memoirs of the American Folklore Soci­
ety, XIX, 1926), s. 193.

358
KOZMOGONİK ÇEVRİM

de, am a göğüslerind e zeh ir taşıyarak gelm işti. Ç o cu ğ u n üvey annesi


Yasoda’m n evine gird i ve k en d in i hoş gö sterip çocu ğ u sü t v erm ek

üzere ko lların a aldı. Fak at K rişna öyle sertçe geri çek ild i ki o n u n ya­

şam ını aldı ve P utana, asıl görü n ü m ü n e k av u şarak öldü . K o k an ceset


yakılınca, nasılsa tatlı b ir k o k u verdi; çü n k ü tan rısal ç o c u k dişi d em o-
na sü tün ü içe rk e n ku rtu lu ş sunm uştu.

K rişna oyu nbaz b ir k ü çü k ço cu k tu . S ü t an n eleri u y u rk en e k şim ik

kavanozlarını saklam aktan hoşlan ırd ı. U laşabileceği y erlerd en uzağa,


yüksek raflara y erleştirilm iş şeyleri yiyip d ö k m e k üzere tırm anm aya

bayılırdı. K ızlar ona T erey ağ ı-h ırsızı d erd i ve Y asoda’ya y ak ın ırlard ı;


fakat K rişna h e r seferin d e b ir şeyler uy d u ru rd u . B ir öğled en son ra

m anevi ebevey n lerin e, avluda o y n ark en kil yed iği söylen m işti. Yasoda
elinde b ir sopayla koşu p geld i, fakat K rişna d u d aklarını silip b ir şey

bilm ediğini söyledi. B akm ak için k irli ağzı açtı Y asoda, fakat içeri
bakın ca b ü tü n ev reni, “Ü ç D ü n ya”yı gördü . Şöyle d üşü nd ü : “N e b u ­

dalaca şey, oğlu m u n Ü ç D ü nyan ın E fen d isi old u ğu n u d ü şü n m e k .”


Sonra h e r şey on a k ap and ı ve o anı h em en unu tu verd i. K ü çü k oğlanı
kucaklayıp eve taşıdı.

S ığ ırtm aç h alk ı, Z eus’u n H indu karşılığı olan, göğün k ralı ve yağ­

m u ru n efend isi In d ra’ya tap ım rd ı. B ir gün ad akların ı su n d u k tan s o n ­


ra, genç K rişn a on lara şöyle dedi: “İnd ra gökte k ral olsa b ile, y ü ce b ir
tanrı değil; d ev lerd en k o rk ar o. D ahası, d ua ettiğin iz yağm u r ve b o l­
luk, suları yü kselten ve geri d ü şü ren güneşe bağlıd ır. Ne yap abilir

Irıdra? O lu p b iten h e r şey d oğanın ve ru h u n yasalarıyla b e lirle n ir.”


Sonra o n la rın d ik katin i, saygılarını h av anın u zak efen d isin d en daha

Çok h ak ed en yak ın d aki orm anlığa, n eh irle re , tepelere ve özellikle de


G ovardhan D ağı’na çevird i. Ve b ö ylece o n lar dağa su nd u lar çiçek leri,
m eyveleri ve şek erlem eleri.

359
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

K rişn a’n m ken d isi ik in ci b ir b içim aldı: b ir dağ tanrısı biçim in i


aldı ve b ir yan d an in san ların arasınd a esk i b içim iy le dağ kralın a tap ı­

n ırk e n , d iğer yandan in san ların su n d u k ların ı k abu l etti. T a n rı su n u ­


lanları aldı ve h ep sin i y e d i.11

Ind ra ö fk elen m işti ve in san ların hepsi silin ip sü p ü rü lü n cey e dek

yağm u r yağ d ırm asını e m rettiğ i b u lu tlar k ralın ı çağırd ı. Bölgeye bir

fırtın a b u lu tları top lu lu ğ u yığıldı ve sel gibi b o şan m ay a başladılar;


san k i d ü n y an ın so n u gelm işti. Fak at gen ç K rişn a G ov ard h an Dağı’nı

tü k en m ez e n e rjisin in ısısıyla d o ld u rd u , on u k ü çü k parm ağıyla kald ır­


dı ve insanlara altına sığ ın m aların ı söyledi. Y ağm u r dağa çarp tı, tısladı
ve b u h arlaştı. S el yedi gü n sü rd ü , fakat b ir d am lası bile sığırtm açlar
top lu lu ğ u na değm edi.

O zam an tan rı, rak ib in in ilk se l V arlığın b ir b ed en len m esi olm ası
gerek tiğ in i anladı. K rişna erte si gü n kavalını çalarak in e k le ri otlatm a­
ya g ö tü rd ü ğü n d e, G öğ ü n K ralı beyaz fili A iravata ile aşağı ind i, gü­
lü m seyen g en cin ayaklarına k ap an d ı ve af d ile d i.12

Ç o c u k lu k çev rim in in tam am lan m ası u zu n b ir belirsizlik d ö n em i­


n in ard ın d an g e rçe k kişiliğin in ortaya çıkm asıy la, k ah ram an ın d ö n ­

m esi ya da tanın m asıd ır. B u olay b ü y ü k ö lçe k li b ir k riz yaratabilir;

11 Batılı okura garip gelebilecek olan bu önerinin anlamı, İbadet Yolu’nun


(bhakti marga ) uzak, düşlenemez kavramlarla değil, ibadet eden tarafından
bilinen ve sevilen şeylerle başlaması gerektiğidir. Mabut her şeyde içkin ol­
duğundan, O, Kendini derinlemesine bakılan her şey aracılığıyla bilinir kı­
lacaktır. Dahası, onun için dış dünyadaki Mabut’u keşfetmesini olası kılan
ibadet edenin içindeki Mabut’tur. Bu gizem, Krişna’nın tapınma eylemi sı­
rasındaki ikili varlığıyla sergilenir.
12 Rahibe Nivedita ve Ananda K. Coomaraswamy, Myths o f the Hindus and
Buddhists (New York: Henry Holt and Company, 1914), s. 22 1 - 232 ’den
uyarlanmıştır.

360
KOZMOGONİK ÇEVRİM

çü n k ü in san yaşam ın dan o ana d ek d ışlanan gü çlerin belirm esin i sağ­

lar. Daha ö n ce k i ö rü n tü le r parçalara ayrılır ya da çözü lü r; gözü h as­

talık kap lar. Yine de belli b ir y ık ım an ın d an so n ra, yeni etk e n in ya­

ratıcı gü cü g ö rü n ü r o lu r ve dünya b e k le n m e d ik görkem le yen id en şe­


killen ir. Bu çarm ıh a g erilm e-d irilm e tem ası ya k ah ram an ın ken d isin in

vücudu, ya da o n u n dünyaya e tk ileri ü zerin de g ö sterilebilir. lik seçe ­

neği su çöm leğ in e ilişkin P u eblo öyk ü sü n d e görüyoruz.

“E rk e k le r tavşan avlam aya gid iyord u ve Ç ö m le k O ğlan da g itm ek

istedi. ‘D ed e, beni tep en in d ibine g ö tü reb ilir m isin , tavşan avlam ak is­
tiy o ru m .’ ‘A ptal to ru n u m , sen tavşan avlayam azsm , elin ayağın yok se­
n in ,’ d ed i dede. Fakat Ç ö m le k O ğlan gitm eyi ç o k istiyord u. ‘G ö tü r b e ­

ni. S en yaşlısın, b ir şey y ap am azsın .’ A nnesi ağlıyordu , çü n k ü oğlanın


eli ayağı gözü yoktu. Fak at on u besliyorlard ı, ağzından, çöm leğ in
ağzından. B öylece ertesi gün d ed esi o n u gü neyd eki düzlüğe götürdü.

O rada oğlan yuvarlandı epey ve ç o k g eçm ed en b ir tavşan izi gö rü p ta­


kip etti. Ç o k g eçm ed en tavşan kaçtı ve o da o n u kovaladı. T am düz

araziye varacağı sırad a b ir kaya b elird i, on a çarp ıp k ırıld ı ve b ir ç o c u k

fırladı ayağa. D erisin in k ırılm asın a ve b ir ç o c u k , b ü y ü k b ir ç o c u k o l­


m asına ç o k sevinm işti. B oynu na b ir sürü b o n c u k takm ıştı ve tu rku az

kü peleri vard ı, b ir dans etekliğ i, m ak o sen ler ve gü d eri b ir göm leği


v ard ı.’’ B ir sü rü tavşan yak alad ık tan so n ra, d ö n ü p o n ları, k en d isin i za­

ferle eve g ö tü ren d ed esine v e rd i.13

H ayat d o lu Irlan d alı savaşçı - “K ırm ızı Dal Şövalyeleri D ivanı” d e­


nen, o rtaçağ U lster D iv a n ın ın baş k a h ra m a n ı14- C u ch u la in n ’in içind e

13 Parsons, a.g.e., s. 193.


14 Ortaçağ İrlanda efsane divanları şunları içerir: (1) Tarihöncesi halkların
İrlanda adasına göçlerini, savaşlarını ve özellikle Tuatha De Danaan, “Yüce
Anne, Dana’nın Çocukları” olarak bilinen tanrılar ırkının yapıp etmelerini

361
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yanan k o zm ik e n e rjiler, h e m k en d in i h em de çev resin d ek i h e r şeyi


yakıp y ık arak b ird en b ire d ep rem gibi patlayıverirdi. D ört yaşınday­

ken -d iy e başlar ö y k ü - am cası K ral C o n ch o b a r’ın “ç o c u k tab u rların ı”


k en d i b ecerilerin d e sınam aya k arar verdi. B akır h ö rlisi (ho k ey e b e n ­

zer İrlan d a o yu nu nd ak i ç u b u k ), gü m ü ş top u , m ızrağı ve oyu n cak k al­

kanıyla b irlik te Em ania saray şeh rin e gitti ve te k b ir söz etm ed en doğ­
ru ca ç o c u k la rın arasına daldı - “hepsi elli kad ar kişiydi, çayırd a hörli

oyn u yo rlar ve C o n ch o b a r’m oğlu Fo llam ain ’in önd erliğ in d e savaş
oyu n ları çalışıy o rlard ı.” B ü tü n saha ü zerin e çu llan d ı. Y u m ru k la n , bi­

lek leri, av u çları ve k ü çü k kalkan ıyla d ö rt b ir yan d an gelen h ö rlileri,


to p ları ve m ızrak ları karşılad ı. S o n ra yaşam ında ilk kez savaş çılg ın lı­

ğına tu tu ld u (d aha so n ra o n u n “n ö b eti" ya da “b o zu lm ası” o larak tan ı­


n acak ü rk ü n ç, karak teristik b ir d ö n ü şü m ) ve o lan b iten i kim se anla­

yam ad an ellisin i b ird en d ev irm işti. Ç o cu k lard an b eşi, Soylu F erg u s’la

anlatan Mitolojik Divan; (2) on ikinci yüzyılda II. Henri’nin yönetimindeki


Anglo-Normanların gelişine dek süren Kelt hanedanlarının kurucuları olan
Milesius oğullarının, en son gelen ırkın yarı-tarihsel kronikleri ya da Mile-
sianların Yıllıkları; (3) Öncelikle Cuchulainn’in (kulıulin olarak okunur)
amcası Conchobar’ın (kunuhur okunur) sarayında yapıp ettiklerine dair
olan Kırm ızı Dal Şövalyeleri Ulster Divanı: bu divan Arthur geleneğinin Gal-
ler, Britanya ve İngiltere’de büyük ölçüde gelişimini etkilemiştir - Concho-
bar’ın sarayı Kral Arthur’unki için ve Cuchulainn’in yapıp ettikleri Art-
hur’un yeğeni Sir Gavvain’inkiler için örnek oluşturmuştur (Gawain daha
sonra Lancelot, Perceval ve Galahad’a atfedilen maceraların çoğunun asıl
kahramanıydı); (4) Fianna Divanı: Fianna, Finn MacCool’un liderliğindeki
bir kahraman savaşçılar topluluğuydu (bkz. geride, s. 254, dipnot 21); bu
divanın en büyük öyküsü Finn, yeni evlendiği Grianni ve yeğeni Diarmaid
arasındaki, birçok bölümü bize Tristan ve İseult’un bilinen öyküsüyle
ulaşmış olan aşk üçgenidir; (5) İrlanda Ermişlerinin Efsaneleri.
Hıristiyan İrlanda’nın yaygın peri bilgisinin “küçük insanları” daha önceki
pagan tanrılardan, Tuatha De Danaan’dan türetilmiştir..

362
KOZMOGONİK ÇEVRİM

satranç oynayan k ralın yan m a ko ştu lar. C o n ch o b a r k alk ıp kargaşaya

bir son v erm ek istedi. F ak at C u ch u lain n b ü tü n d elikan lılar o n u n k o ­

rum ası ve d en etim in e v erilm ed en gevşetm edi e lin i.15

C u ch u lain n ’in silah ku şan dığı ilk gü n o n u n k en d in i tam b ir d ışa­

vurum uydu. Bu eylem d e d in gince d en etlen en h iç b ir şey y o k tu , H indu

K rişna’n ın yap tıklarınd a buld u ğ u m u z eğ len celi iro n id en de e se r y o k ­


tu. O n u n yerin e, C u ch u la in n ’in g ü cü n ü n sın ırları herk ese oldu ğu gibi

kendisine de ilk kez b elli olu yo rd u . V arlığ ının d erin lik le rin d e n fırla­
m ıştı ve d ü şü n m eksizin hızla başed ilm esi gerekiyord u.

Bir gü n D ru id C ath b ad , K ral C o n ch o b a r’ın sarayında o gü n silah


ve zırh k u şan an k işin in “ad ın ın İrlan d a’n ın tü m g e n çle rin in k in in ö te ­
sine geçeceği: am a yaşam ın ın alabild iğine kısa olacağ ı” k eh an etin i

yaptığında olaylar p atlak verdi. C u ch u lain n h e m en savaş aletlerin i is­

tedi. O n a gücüyle d arm ad ağın ettiği onyed i tak ım silah verild i, so n u n ­


da C o n ch o b a r ona k en d i tak ım ım verdi. S o n ra C u ch u lain n arabaları
param parça etti. B ir tek k ralm k i o n u n sın am asın d an g eçe ce k kadar

sağlam dı.

C u ch u lain n , C o n ch o b a r’m arab acısın a u zak lard ak i “D ikkat Et

Sığlığı”n m ö tesin e g ö tü rm esin i em retti ve kaleyi savu nanların kafaları­

nı kopardığı uzak b ir kaleye, N ech tan ’ın O ğ u lları'n ın yerine geldiler.

K afaları arab an ın ken arların a dizdi. G eri d ö n e rk e n yere atladı ve “k o r­

ku nç b ir hızla k o şa ra k ” b ü y ü k bo yn u zlu ik i geyik yakaladı. İki taşla

havadan iki d üzine ku ğu d üşürd ü. Ve k ırb a çla r ve ben zer şeylerle

hepsini, hayvanları da ku şları da arabaya bağladı.

15 “Tain bo Cuailgne" (Book o j Leinster içindeki versiyon, 62 a-b): yay. hz.


Wh. Stokes ve E. Windisch, Irische Texte (Extraband zu serie 1 bis IV; Leip­
zig, 1905), s. 106-117; İngilizce çevirisi Eleanor Hull, The Cuchullin Saga in
Irish Literature (Londra, 1898), s. 135-137’de.

363
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

A raba E m ania şeh rin e, kaleye yak laşırk en K ahin K ad ın L evarchan


b u şatafatlı geçişi d eh şetle seyretti. “A raba d ü şm an ların ın kanlı kafa­

larıyla sü sle n m iş,” dedi, “arabad aki güzel ak ku şlar e şlik ediyor ona,

vahşi gey ik leri de bağlam ış arabay a.” “Bu araba d övü şçü sü n ü tan ıy o ­
ru m ,” dedi kral: “o kü çü k oğlan b e n im kız k ard eşim in oğlu, daha b u ­

gü n o rm an a gitm işti. E lbette ellerini kan a bu lam ış o lm alı; eğer öfkesi

tam am en yatışm am ışsa E m an ia’n ın b ü tü n gen çlerin i m ah v ed er.” A te­


şin i sö n d ü rm ek için h em en b ir yol aran dı, bu lu n d u . K aled en yüz elli
kad ın, b aşların d a Scan d lach olm ak üzere, “anad an doğm a hale geld i­

ler ve yan ların d a b ir m u hafız olm ad an o n u karşılam aya ilerle d ile r.”
K ü çü k savaşçı, u tan d ığ ınd an ya da böyle b ir k ad ın lık gö sterisin d en

biraz hey ecanland ığın d an b ak ışların ı başka yana çev ird i ve h e m en o


anda .erkekler o n u yakalayıp soğ u k suya attılar. Su varilin d en b u h a r­

lar, k ö p ü k le r g ö k lere yükseldi, ik in c i b ir varil kaynad ı. Ü çü n cü


yalnızca sıcak lad ı. B öylece C u ch u lain n sakin leştirild i ve şeh ir k u r­
tarılm ış o ld u .16

“G e rçe k te n de güzel b ir çocu k tu : h e r ayağında yedi p arm ak vardı

C u ch u la in n ’in ve h er elind e o kad ar p arm ak; gö zleri yedi ayrı gözbe-


begiyle parıl parıld ı, h er b iri m ü cev h er ben zeri yedi kıv ılcım la sü slen ­

m işti. H er yanağında d ö rd er b e n e k vardı: b iri m avi, b iri koyu kırm ızı,


b iri yeşil, b iri sarı, ik i kulağı arasınd a, arı balını an d ıran sarılıkta ya

da çıp la k gü neş altınd a beyaz altınd an b ir b ro ş g ib i a ç ık sarı elli adet

uzu n p erçem i vardı. Ü zerin de gü m ü ş tokalı yeşil b ir p elerin ve altın


işlem eli b ir gö m lek v ard ı.”17 Fak at n ö bete ve b ozu lm asın a kap ılın ca,

16 Book of Leinster, 64B-67B (Stokes and Windisch, a.g.e., s. 130-169); Hull,


a.g.e., s. 142-154.
17 Eleanor Hull, a.g.e., s. 154’den; Book of Leinster, 68A’dan çevrilmiştir (Sto­
kes and Windisch, a.g.e., s. 168-171).

364
KOZMOGONİK ÇEVRİM

“k o rk u n ç ve ço k b içim li ve acayip ve h iç bilin m ey en b ir v arlık o ld u .”


T ep esin d en yere d ek h e r yerind e eti ve h e r kası, ek lem i, n o k tası ve e l­

leri titriy o rd u . A yakları, to p u k ları, d izleri yer değiştirip ters d ö n d ü ler.

B aşın ın ö n ten d o n ları, b o y n u n u n ard ın a, b ir aylık b ir insano ğlu n u n


b aşın d an daha b ü y ü k g ö rü n d ü k leri yu m ru lara çek ild iler. “T e k gözü
başınd a öyle uzağa çek ild i ki, b ir yaban i b a lık ç ılın on u k afasının arka

k ısm ın ın yan ınd a d urd uğu yerd en , yanağına sü rü k le m e k için çek ip


çek em eyeceği m e rak kon u su y d u ; d iğer gözü tersin e b ird en b ire d ışarı

fırlad ı ve k en d iliğ in d en yanağına yerleşti. Ağzı ku lakların a varıncaya

d ek çarp ıld ı ... için d e n alev yalım ları fışkırd ı, için d e çarp an k alb in
atışları, bağlı o ldu ğu k u lü besin d e k o ştu ran b ir kö p eğ in ya da ayılarla

savaşan bir aslan ın gü rü ltü sü gibiydi. İçin d e k i fo ku r fo ku r k ö p ü ren


ö fk en in olu ştu rd u ğ u belli olan, b a şın ın ü stü n d ek i b u lu tlard an şid detli

sağanak ların ve k ıp k ızıl ateş k ıv ılcım ların ın d ökü ld ü ğ ü gö rülüyordu .

S açları k arm ak arışık o lm u ştu ... b aşın ın üzerin d e salm an b o l m eyveli


b ir elm a ağacı vard ı, am a elm aların h iç b ir zam an yere erişem eyeceği

aşik ard ı, o n u n yerine h ep si tek tek saçların ü zerin d e o n u n öfkesi için


sap lan m ış gibi d u racaktı. O n u n ‘kah ram an n ö b e ti’ k en d in i alnınd a da

gösterd i; b irin ci sın ıf zırh ku şan m ış b ir ad am ın m iğ ferin d en daha


uzun ve kalınd ı. [Ve son olarak:] b aşın ın tam ortasın d aki m erkezi
n o k tad an d ik o larak yü kselip d ö rt tem el noktaya dağılan koyu ren k

k an ın d im d ik fışkırışı b ü y ü k b ir gem i d ireğ in d en daha k alın , uzu n,

sağlam ve u zu n d u ; b ir k ış gü n ü n ü n akşam ı b ir kral ona yaklaştığı za­


m a n krallara layık barın ağı ö rte n d u m an lı b ir tabu t ö rtü sü n ü and ıran

bü y ü lü b ir kasvet d um anı o lu ştu rm u ştu b u ra d a .”18

18 Hull, a.g.e., s. 174-176; Book o f Leinster, 77'den (Stokes and Windisch,


a.g.e., s. 368-377). Krişna’nın dönüşümüyle karşılaştırın, geride, s. 264-268
ve Levha IV; ayrıca bkz. Levha 11 ve XII.

365
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

3. Savaşçı Olarak Kahram an

K ah ram an ın d o ğu m y eri ya da in sanlar arasınd a yetişk in lik işlerini

g erçek leştirm ek üzere geri d ö nd ü ğü uzak sü rg ü n ü lk esi, d ü ny anın o r ­

ta yeri ya da gö b ek d eliğidir. B ir sualtı kay nağ ınd an kab arcık ların


çıkm ası gibi, ev ren in b içim leri b u k ay nak tan h alk a h alk a yayılır.

“G en iş, k ıp ırtısız d erin lik le rin ü stün d e, göğün d o k u z feleği ve yedi


katı altınd a, o rta yerde, D ü n yan ın G ö b e k D eliği, d ü n y an ın e n sakin

yeri, aym solm adığı, gü neşin de batm ad ığı, ebed i yazın h ü k ü m sü rd ü ­


ğü ve ağaçkak an ın d u rm ak sızın cıvıldadığı yerd e, o rad a A k G en ç b i­

lin cin e kav u ştu .” Sibiry alı Y ak u tların b ir k ah ram an m iti böyle b aşla­
m ak tad ır. A k G en ç nered e o ld u ğu n u ve yaşadığı y erin nasıl b ir y er o l­

duğunu öğ ren m ek üzere ilerled i. D oğu su nd a geniş, nad asa b ırak ılm ış
bir tarla u zan ıyord u , ortasın d a b ü y ü k b ir tepe vard ı ve tep en in o r­
tasında da devasa b ir ağaç. A ğacın özü saydam dı ve h o ş k o k u lu y d u ,

kabu ğu h iç ku ru m u y or, çatlam ıy o rd u , özsuyu gü m ü şsü parıld ıyord u,

gür y ap raklar h iç solm u yord u ve ç iç e k salk ım ları ters çev rilm iş b a r­


d akları and ırıy o rd u . A ğacın tepesi yedi kat göğü aşıyo r ve Y ü ce T an rı,

Y ry n -a i-to jo n için b ir d ilek ağacı olarak g ö rü n ü y o rd u ; kö k leriy se,

o ran ın m itik y aratık ların ın b arın ak ların a k iriş o lu ştu rarak y eraltı u ç u ­
ru m ların a iniyord u. Ağaç yap rakları aracılığıyla göğ ü n yaratıklarıyla
soh b ete dalm ıştı.

A k G en ç güneye d önd ü ğü nd e, yeşil o tlu k b ir o v an ın ortasın d a tek

b ir rü zgârın esm ediği sak in S ü t G ö lü n ü gö rd ü ; ve g ö lü n kıyısınd a e k ­

şim ik b ataklıkları vardı. K uzeyinde, gece gü nd üz h ışırd ayan ağaç­


larıyla kasvetli b ir o rm an d u ru yo r ve içind e h e r tü rd en can lı g ezin i­

yord u . A rdında u zu n dağlar yü kseliyo rd u ve beyaz tavşan k ü rk ü n d e n


şapkalar giym iş gibiyd iler; göğe yaslanıyorlar ve b u orta yeri kuzey

rü zgârın d an k o ru yo rlard ı. Batıya d oğru bir çalılık uzan ıyo rd u ve o n u n

366
KOZMOGONİK ÇEVRİM

da ötesin d e u zu n b ir k ö k n ar o rm an ı d u ru y ord u ; o rm an ın ard ınd a b ir

sü rü p ek siv ri u çlu olm ayan zirve görülüyord u .

Yani, A k G e n ç'in gün ışığını gördü ğü gü n d ü ny anın hali buydu.


Y alnızlıktan y o ru lm u ş olarak, devasa yaşam ağacına d oğru ilerledi.

“Kutsal Y üce E fendi, A ğacım ın ve B arınağ ım ın A n n esi,” diye dua etti;

“yaşayan h e r şey çiftler halind e varo lu yor ve ard ılların ı getiriyor, am a


b e n yalnızım . G ezm ek ve ken di tü rü m d en b ir eş aram ak istiyoru m ;

ken d i türüm e karşı g ü cü m ü sın am ak istiyo ru m ; insanlarla karşılaş­


m a k - in san ların h allerin e göre y aşam ak istiyoru m . B en d en bağışını

esirg em e; o lan ca alçak gönü llü lü ğü m le dua ed iyorum . B aşım ı eğiyor

ve diz çö k ü y o ru m .”

O zam an ağacın yap rakları m ırıld anm aya başlad ı ve h oş, süt b e ­
yazı b ir yağm ur d ökü ld ü onlard an A k G e n ç'in ü stü n e. S ıcak b ir rü z­

gâr hissed ild i. A ğaç inlem eye başlad ı ve k ö k le rin d e n , b elin e kadar b ir

k ad ın figürü belird i: orta yaşta, cid d i b ak ışlı, saçları u çu şan ve göğüs­


leri çıp lak b ir kad ın. T an rıça gen ce m u h teşem göğ ü slerind en süt su n ­

d u ve o n u içer içm ez gen ç g ü cü n ü n yüz kat arttığını h issetti. Aynı za­

367
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

m an da tan rıça gence h e r tü r m u tlu lu k d iledi ve o n u ne suyu n, ne de

ateş, d em ir ya da h erh an gi b ir şeyin zarar v erm em esi için k u tsa d ı.19

K ahram an g ö b e k bağı n o k tasın d an kad erini g erçek leştirm ek üzere


ayrılır. Y e tişk in lik işleri dünyaya yaratıcı güç dağıtır.

Ş a rk ı söyledi y a şlı Vâinam öinen;

göller kaynaştı, y e r sarsıldı,

ve b a kır dağlar titredi,

ve güçlü ka ya la r çatladı.

Ve dağlar birbirinden a y rıld ı;

kıyıdaki taşlar p a rça la n d ı.20

O zan -k ah ram an m d izeleri gü cü n sö zlerin in büyüsüyle seslen iy o r;

b en zer b içim d e , sav aşçı-k ah ram an m k ılıcın ın u cu yaratıcı K aynağın


en erjisiy le p arıld ar: ön ü n d e Y ıp ran m ış O lan ın k ab u k ları d ökü lü r.

Ç ü n k ü m ito lo jik k ah ram an o lacak şey lerin değil, olan şey lerin
yandaşıd ır: katledeceği e jd e r tam da status quo canav arıd ır: Y erind e

D u ran, g eçm işin b ek çisi. B elirsizlik ten k ah ram an çık a r, fakat d üşm an
g ü cü n ko ltu ğ u n d a b ü y ü k ve h ileb azd ır; d üşm an d ır, ejd erd ir, tirand ır,

ç ü n k ü k o n u m u n u n yetk isin i k en d i çık arm a çev irir. Geçm işi beklediği


için değil, beklediği için Y erind e D u ran ‘dır.

T ira n g u ru rlu d u r ve için d e ceh e n n e m in i taşır. G u ru rlu d u r, çü n k ü


g ü cü n ü ken d in e ait sayar; b ö y lece soytarı ro lü n d e d ir, gölgeyi m ad ­

deyle k a rıştırır; aldatılm ak kad erid ir. G ü n ü n şek ille rin in kaynağı olan

19 Uno Holmberg (Uno Harva), Der Baum des Lebens (Annales Academiae Sci-
entiarum Fennica, Ser. B, Cilt XV], No 3; Helsinki, 1923), s. 57-59; N. Go-
rochov, “Yryn Uolan” kvestiya Vastoçııo-Siberskavo Otdela I., Ruskavo Ge-
ografiçeskavo Obşestva, XV), s. 43 vd.
20 Kalevala, 111, 295-300.

368
KOZMOGONİK ÇEVRİM

k aran lık tan yen id en b e lire n m ito lo jik k ah ram an , tiran ın ce h e n n e m i­


n in gizine d air b ir bilgi getirir. B ir düğm eye b asm ak kad ar basit b ir

harek etle etkiley ici düzeneği b ozar. K ah ram an ın görevi an ın k ristal­

leşm elerin i sü rek li parçalam aktır. Ç ev rim süregid er: m ito lo ji büyüm e
n o k tasın a od aklan ır. Yaşayan tan rı için d iren gen can sızlık değil, d ö ­

n ü şü m , ak ışk an lık k arak teristik tir. A nın b ü y ü k figürü yalnızca k ı­

rılm ak , d ilim lere ayrılm ak ve çevreye d ağıtılm ak için varolu r. Kısaca:

d ev -tiran m u azzam gerçeğin, kah ram an sa y aratıcı y aşam ın sav u n u cu ­

sud ur.

K ah ram an ın insan b içim in d e k i dünya sü re ci an cak k ö y ler ve ş e h ir­

ler to p rak ü zerin e yayılınca başlar. B aşlang ıçtak i zam an lard an geri k a ­

lan b irço k canavar hâlâ çevre bö lg elerd e d o lan ır ve k ö tü lü k ya da


u m u tsu zlu k yü zü n d en ken d ilerin i in san top lu lu ğ u na k arşı kılarlar.

Y o k ed ilm eleri g erek ir. D ahası, k o m şu la rın ın eşy alarını ken d ilerin e

d ev şiren in san soy u n d an tiran lar ortaya ç ık a r ve yaygın sefaletin seb e ­


b id irler. B astırılm aları gerek ir. K ah ram an ın tem el görev leri alan ın te­

m izlen m esin e ilişk in o lan lard ır.21

K u t-o -y is, ya da “K an P ıhtısı O ğ lan ” k ased en alın ıp da b ir gü n


için d e e rk e k o lu n ca, m anevi ailesin in k atil d am ad ım ö ld ü rd ü , son ra
k ırd a b ek ley en devlere yön eld i. A nne o lm ak üzere olan b ir dişi d ı­

21 Burada eski yarı-hayvan dev-kahraman (şehir kurucu, kültür verici) ile


sonraki tam insan tipi arasındaki ayrımı koruyorum. (Bkz. ger ide, s. 353-
359.) Sonuncusunun yapıp ettikleri arasında ilkinin, geçmişin ödüllendiri­
cileri olan Pitonlar ve Minotauroslar’ın katledilmesi de vardır. (Aşırı büyü­
yen bir tanrı hemen yaşam yok eden demona dönüşür. Biçim kırılmalı ve
enerjiler serbest bırakılmalıdır.) Pek seyrek olmayarak çevrimin ilk aşama­
larına ait olan görevler insan kahramana verilir ya da ilk kahramanlardan
biri insanlaşabilir ve daha ileri bir güne taşınır; ama bu türden lekelenme
ve çeşitlenmeler genel kalıbı değiştirmez.

369
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

şınd a, tü m b ir vahşi ayılar k ab ilesin i y o k etti. “D işi ayı yaşam ı için o


kad ar yalvardı ki, bağışladı o nu . B u nu yapm asaydı, yeryüzü nd e tek

b ir ayı kalm ay acak tı.” S o n ra b ir yılanlar k ab ilesin i kesip b içti, am a yi­


ne “anne o lm ak üzere olan b iri” dışında. S o n ra teh lik eli olduğu söy le­
n e n b ir yold a rah atça yü rü dü . “G id erk en b ü y ü k b ir h o rtu m a yak a­
land ı ve so n u n d a b ü y ü k b ir b alığın ağzına kad ar sü rü k len d i. Bu bir
e m ici b alık tı ve rü zgâr o n u n em işiydi. Balığın k arn ın a girin ce b ir sürü

insanla karşılaştı. Ç oğu ölüyd ü, am a bazısı hâlâ yaşıyordu, insan lara


d edi ki, ‘Ah, b ir yerlerd e b ir kalp olm alı. D ans ed eceğ iz.’ Y ü zünü b e ­

yaza boyad ı, gö zlerin e ve ağzına kara d aireler çizd i ve başına beyaz b ir


kaya b ıçağ ın ı u cu yu karıda o la ca k şekild e bağladı. Z ırıltılar da g e tiril­
di. S o n ra in san lar dans etm eye başladı. B ir sü re K an P ıhtısı elleriyle
kan at h a rek e tle ri yapıp şarkı söy ley erek o turdu . S o n ra d oğru lu p dans
etti, b aşın d ak i b ıç a k kalbe v u ru n caya d ek aşağı yu karı sıçrad ı. Kalbi
sö k ü p çık ard ı. S o n ra balığın k ab u rg aların ın arasını k e sti ve insanların
h ep sin i dışarı çıkard ı.

“K an P ıh tısı yolculuğa devam etm esi gerek tiğ in i söyled i. B aşlam a­


d an ö n ce in san lar o n u , b ir sü re so n ra h e rk e si ken d isiyle gü reşm eye
çağıran b ir kad ınla karşılaşacağ ını, o n u n la k o n u şm am ası gerektiğin i
söy ley erek uyard ılar. S ö y led ik lerin e k u lak asm ad ı ve b ir süre gittikten

son ra, o n u çağıran b ir k ad ın görd ü . ‘H ayır,’ d edi K an Pıhtısı. ‘A celem


v ar.’ Y ine de, k ad ın d ö rd ü n cü kez çağırın ca şöyle d ed i, ‘E vet, am a b ir
sü re b ek lem elisin , çü n k ü yo rgu n u m . D in len in ce gelip sen in le g ü reşe­
ceğ im .’ D in len irk en , yerde sam anlarla gizlenm iş b ir sü rü b ü y ü k b ıçak
oldu ğun u görd ü . O zam an k ad ın ın in san ları g ü re şirk e n oraya d evire­
re k öld ü rd ü ğü n ü anladı. D in len in ce, devam etti. K ad ın o n u n b ıçak ları
gördü ğü yerd e d u rm asın ı isted i; am a o şöyle dedi, ‘Y ok, d aha hazır
değilim . B aşlam ad an ö n ce biraz o yn aşalım .’ K adınla oynaşm aya b a ş­
ladı, am a h e m en onu yakalayıp b ıçak lara attı ve ikiye parçaladı.

370
KOZMOGONİK ÇEVRİM

“K an P ıhtısı yola d evam etti ve b ir süre son ra b ir yaşlı kad ınlar

topluluğuna rastgeldi. Yaşlı kad ın lar on a az g ittik ten son ra salın cak lı

b ir kad ınla karşılaşacağ ını, ne olu rsa o lsu n on u n la sallanm am asını

söyled iler. B ir sü re son ra azgın b ir n e h rin kıyısınd a b ir sa lın ca k g ö r­


dü. Ü zerin d e sallan an b ir k ad ın vardı. O n u b ir sü re sey retti ve k ad ı­

n ın sallayıp suya d ü şü rerek insanları öld ü rd ü ğü n ü gördü . B unu fark

ed in ce kad ına gid ip ‘S en in salın cağın var; sallan da b ir g ö rey im ,’ dedi.

‘H ay ır,’ dedi kad ın , ‘b e n sen i sallan ırk en g ö rm ek istiy o ru m .’ ‘T a m a m ,’

dedi K an pıh tısı, ‘am a ö n ce sen sallan m ak sın .’ ‘T a m a m ,’ d edi kad ın,
‘şim d i b e n sallanacağım . B ak b ana. S o n ra b e n de sen i sey red eceğ im .’

Böylece k ad ın n e h rin ü zerin de salland ı. O b u n u yap arken , P ıh tı olanı


b iten i anladı. O zam an kad ına d edi ki, ‘b e n h azırlan ırk en sen b ir kere

daha sallan’; fakat k ad ın yine sallan ırk en sarm aşığı k esti ve o n u suya
d üşürd ü. B u K esik K ıyı D eresi’nde o ld u .”22

Bu tü rd en işlerle b izim Dev Ö ld ü re n Ja c k m asalın d an ve H erakles

ve T h eseu s gibi b u tü rd e n k ah ram an ların çabaların a d air k lasik öy k ü ­

lerd en tanışığız. A yrıca, Azize M arth a’ya ilişkin aşağıdaki büyüleyici


Fran sız öyk ü sü n d e olduğu gibi, H ıristiyan azizlerinin efsan elerind e

de b u lu n m ak tad ır.

“O zam anlar R h o n e’un kıy ılarınd a, A vignon ve A rles arasınd aki

b ir o rm an d a, yarı hayvan yarı insan, ö k ü zd en bü y ü k , attan uzu n, d iş­


leri bo yn u zlar k ad ar k e sk in ve v ü cu d u n u n iki yan ınd a b ü y ü k kan atlar

taşıyan b ir e jd er vard ı; b u canavar b ü tü n gezginleri katletti ve bü tü n


kay ıkları b atırd ı. G alatya’d an d eniz yoluyla gelm işti. E bev eyn leri, L e­

viathan -d e n iz d e yaşayan b ir yılan b içim in d e b ir c a n a v a r- ve O n ag er’di

22 Clarck Wissler ve D. C. Duvall, Mythology o f the Blackfeet Indians (Anthro­


pological Papers of the American Museum of Natural History, Cilt 11, Kı­
sım 1; New York, 1909), s. 55-57. Alıntılayan Thompson, a.g.e., s. 111-113.

371
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 18. Kral Ten (Mısır, lik Hanedan, ca. MÖ 3200)

- d o ku n d u ğu h e r şeyi ateşle yak an , G alatya’da yetişm iş k o rk u n ç b ir


canavar.

“Îşte Azize M artha, in san ların ısrarıyla ejd ere k arşı gitti. O n u o r­

m an d a b ir ad am ı p arçalark en b u lu n ca, ü zerin e ku tsal su serp ti ve h aç


ç ık ard ı. C anavar o anda k ay b o ld u ve azizenin ku şağ ın ı b oyn u n a g eçi­

rip k o m şu b ir köye götü rd üğü b ir ko y u na d ön ü şü v erd i. O rad a h alk


o n u taş ve sop alarla katletti.

“Ve e jd er in san lar tarafın d an T arasqu e o larak b ilin d iğ in d en , şeh ir

o n u n an ısın a T a ra scó n ad ını aldı. O zam ana d ek n e h rin kıy ısın ı k a p ­

layan k aran lık ■o rm an lar yü zü n d en Kara G öl an lam ın a gelen N erlu c


o larak çağ ırılıy o rd u .”23

A ntik çağın savaşçı-k ralları işlerin i canavar katletm e o larak g ö rü ­

yord u . P arlak k ah ram an ın e jd ere sald ırd ığı b u form ü l, b ü tü n h açlı s e ­


ferleri iç in b ü y ü k b ir k en d in i aklam a aracı olm u ştu r. K end i h alk ın ın

u ygarlık larını devraldığı S ü m erlilerin kad im ş eh irle rin i y o k ed en Aga-

23 Jacobus de Vorágine, a.g.e., CIV, “Saint Martha, Virgin."

372
KOZMOGONİK ÇEVRİM

d eli S arg on ’u n aşağıdaki çivi yazısınd aki gösterişli kayıtsızlıkla sayısız


anıtsal tablet yazılm ıştır.

“A gade’n in kralı, tan rıça Iştar’m v ekili, K iş’in k ralı, tan rı A nu’n u n
paşişu’su ,24 Y erin K ralı, tan rı E n lil’in b ü y ü k işakku'su25 Sargon: U ru k
şeh rin e sald ırd ı ve d uv arını y o k etti. U ru k halkıy la çarp ıştı ve esir
ed ip E nlil kap ısın d an geçirdi. Agade k ralı Sargo n , U rlu larla savaştı ve

yo k e tti o nları; şeh rin i sardı ve d uv arını y o k etti. E -N in m a r’ı sard ı ve

d u v arın ı yo k etti ve tü m bölgesini, Lagaş’tan denize d ek sardı. S ilah ­


ların ı denizde yıkadı. ...”

4. Aşık Olarak Kahram an

D ü şm andan zorla elde ed ilen heg em onya, can av arın kö tü n iyetlili­

ğ in d en kazan ılm ış ö zg ü rlü k , tiran Y erind e D urarTın em ek leriyle o rta ­


ya çık an yaşam e n e rjisi b ir kad ın o larak sim gelen m iştir. O sayısız e j­

d er k atletm elerin b ak iresi, k ısk an ç b ab ad an kaçırılm ış gelin, m elu n


aşık tan k u rtarılan b ak ired ir. O b ak ire k ah ram an ın k e n d isin in “diğer

yarısıd ır” - çü n k ü “h e r b iri ik isid ir”: eğer k ah ram an ın k o n u m u dünya


egem enliğiyse, b ak ire d ünyadır ve eğer k ah ram an savaşçıysa, bakire

de ü n d ü r. B akire, k ah ram an ın çev releyen d u ru m u n h ap ish an esin d en

ku rtaracağı kad erin in im gesidir. Fak at kad erine ald ırm ad ığı ya da
yanlış v arsayım larla aklı karıştığı yerd e, k ah ram an ın h iç b ir çabası işe
y aram ay acak tır.26

24 Kutsal merhemlerin hazırlanma ve uygulanmasıyla ilgilenen rahip sınıfı.


2,1 Tanrı’nın vekili olarak yöneten başrahip.
26 Büyük bir kahramanın acınası başarısızlığının eğlendirici ve öğretici bir ör­
neği Fin Kalevala’smda bulunacaktır; Vâinâmöinen’in önce Aino’ya, sonra
da “Pohjola’nın hizmetçisine” yaptığı kurda başarısızlığa uğradığı Rün IV-
VIII. Öykü şu anki bağlam için fazlasıyla uzundur.

373
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

H arika d elik an lı C u ch u lain n , am cası kral C o n ch o b a r’ın sarayın-


d ayken , e şlerin in sad ak atleri h ak k ın d a b aro n lard a b ir ted irg in lik
uyandırdı. O n a da b ir eş b u lu n m asın ı isted iler. K ralın çığ ırtk an ları İr ­

land a’n ın h er yerine gitti, fakat o n u n beğeneceği kim seyi bulam adılar.
O zam an C u ch u lain n ’in k en d isi, L uglochta Loga’da, “Lugh B ah çele­

r i n d e tanıd ığı b ir kıza gitti. O n u çev resin d e üvey kardeşleriyle b irlik ­


te oyu n alanınd a, on lara d ik iş d ik m eyi ve örgü ö rm ey i ö ğ retirk en b u l­

du. E m er sevim li yü zünü k ald ırıp C u ch u lain n ’i tan ıd ı ve şöyle dedi:


“H er tü r b elad an u zak o la sın !”

K ızın b ab ası Forgall the W ily ’ye çiftin b u lu ştu ğ u söy len in ce, d eli­
k an lın ın geri d ö n em eyeceğin i d ü şü n erek C u ch u la in n ’i A sker D o-

n a ll’d an savaş b e ce rile rin i ö ğ ren m ek ü zere A lba’ya g ö n d erm ek istedi.

Ve D onall da on a başk a b ir gö rev verd i; tan ın m ış b ir savaşçı kad ına,


Sca th a ch ’a d oğru gü ç b ir yolculuğa çık a ca k ve o n d an k en d isin e d oğa­

ü stü k ah ram an lık sanatlarını ö ğ retm esin i isteyecekti. C u ch u lain n ’in


kah ram an yolcu lu ğ u sırad ışı basitliği ve açıklığıyla, o lan aksız görevin

k lasik b ir b içim d e b aşarılm asın ın tü m tem el öğelerin i sergiler.

Yol b ir k ö tü şans d ü zlü ğ ü nd en geçiyord u: ilk yarısın d a in san ların

ayakları yap ışıp kalıy or, diğer yarısın da o tlar yü kselip o n ları d izlerin ­

d en yakalıyord u. Fak at C u ch u la in n ’e b ir te k e rle k ve b ir elm a v eren iyi


b ir gen ç belird i. D ü zlü ğü n ilk yarısın d a tek erlek , İkincisin deyse elm a

d ü m d ü z yu varlanacaktı. C u ch u la in n ’in sadece o n la rın in ce re h b e r ç iz ­


gilerin i, h iç b ir yere sapm ad an izlem esi gerek iy o rd u , böylece öted ek i

dar ve teh lik eli vadiye ulaşacaktı.

S cath ach ’ın evi b ir adadaydı ve adaya an cak b elalı b ir köp rü y le


u laşılıyord u : iki alçak ucu ve y ü k sek b ir orta yeri v ard ı ve birisi b ir

u cu n a ç ık ın ca , d iğer u ç y ü kselip on u geri fırlatıyord u . C u ch u lain n üç


kez geri fırlatıldı. O zam an d ö n ü şü m geçirdi ve k en d in i toplayarak,

374
KOZMOGONİK ÇEVRİM

k ö p rü n ü n başın a sıçrad ı ve k ah ram an ın so m balığı sıçray ışın ı yaptı,


böylece ortasına ulaştı; ve vardığı zam an k ö p rü n ü n d iğer yanı daha

tam o larak yü kselm em işti ve o da k en d in i fırlatıp ad anın toprağına

ulaştı.

Savaşçı k ad ın S ca th a ch ’m -c a n a v a rla rın h ep olduğu g i b i - b ir kızı


v ard ı ve b u genç kız, o yalnızlıkta göğün o rtasın d an a n n esin in kalesi­

ne d ü şen b u genç adam kad ar güzel b ir şey gö rm em işti. D elikanlıd an

n iy etin in ne o ld u ğu n u ö ğ ren d ik ten so n ra, on a d oğaüstü k ah ram an lık


gizlerin i ö ğretm esi iç in an n esin i kan d ırm an ın en iyi y olu n u anlattı.

K ah ram an ın so m balığı sıçrayışıyla, S ca th a ch ’m o ğu lların ı eğittiği b ü ­

yü k p o rsu k ağacına sıçray acak , göğsüne k ılıcın ı d ayayacak ve arzu su ­

nu söyleyecekti.

S ö y len en leri yap an C u ch u lain n savaşçı b ü y ü cü d en y ard ım aldı, k ı­


zıyla çeyiz v erm ed en evlend i, geleceğin i öğren d i ve o n u n ken disiyle

cin sel ilişkiye gird i. B ir yıl orad a kald ı ve b u arada A m azon A ife’ye

karşı yapılan savaşa yard ım etti ve on d an da b ir ço cu ğ u o ldu . S o n o la­


rak , o n u n la b ir u çu ru m u n kıy ısın d aki d ar b ir yold a karşılaşan cadıyı

h allettik ten son ra, evine İrlan d a’ya d öndü .

B ir aşk ve savaş m acerasın d an son ra C u ch u lain n , Fo rgall the

W ily ’yi yine karşısın d a b u lm ak üzere g eri d öndü . B u sefer basitçe k ı­


zın ı k açırd ı ve k ralın sarayında ev lend iler. M acera on a h e r tü rlü engeli

aşm a yeteneği verm işti. T e k sık ın tı kaynağı, am cası olan k ral C o n ch o -

b a r’m , kız resm i o larak dam ata g eçm ed en ö n ce krala ait ilk gece

h a k k ın ı k u llan m ış o lm asıy d ı.27

G elin yatağının ö n koşu lu o larak zo r görev m o tifi tü m zam an ların


ve d ü ny anın tü m k ah ram an görev lerin d e yer alm ıştır. Bu ö rü n tü d ek i

27 The Wooing o f Emer, Kuno Meyer’in E. Hull, a.g.e., s. 57-84’teki çevirisinden


özetlendi.

375
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

öyk ü lerd e ebeveyn Y erind e D u ran rolü n d ed ir; k ah ram an ın so ru n u ­

n u n b e ce rik li b içim d e çözü m ü b ir e jd e rin ö ld ü rü lm esi d em ektir. U y­


gu lanan sınavlar ö lçü lem ez düzeyde zorlu d u r. Sınav lar, ebeveyn dev

açısın d an , yaşam ın yolunda g itm esin in m u tlak b ir red d in i tem sil ed er


g ibid irler; yine de, uygun b ir aday belird iğin d e, d ünyadaki h iç b ir g ö ­

rev o n u n b e ce risin d e n öte değildir. B ek len m ed ik y ard ım cılar, zam an

ve uzay m u cizeleri k ah ram an ın tasarısın ı ilerletir; k ad erin ken disi (b a ­


kire) el u zatır ve ebeveyn sistem in d ek i zayıf b ir n o k tayı aşar. E ngeller,

zin cirler, tılsım lar, h er tü rd en cep h e , k ah ram an ın y etk in v arlığın ın

ö n ü n d e kay bo lu r. T akd ir ed ilen m u zafferin gözü o an k i d u ru m u n her


kalesind eki çatlağı algılar ve d arbesi onu gen işleteb ilir.

C u ch u lain n ’in bu ren k li m acerasın ın ö zellik lerin in en etkiley ici


olan ve d erin lere in en i, kah ram an a tekerleğin ve e lm an ın yu v arlanı­

şıyla açılan b iricik , g ö rü n m ez yo ld u r. B u n u n , kad er m u cizesin in sim ­

gesi ve h ab e rcisi o larak o k u n m ası gerek ir. G ö rd ü ğü şey lerin yü zeyin­


d en y ü kselen hislerle ken d in d en kopm ayan , fakat ken d i d oğasının d i­

n am ik lerin e cesaretle yanıt v eren b ir insan -N ie tz s c h e ’n in dediği gibi,


“ken d i ken d in e yu varlanan b ir te k e rle k ” olan b ir in s a n - karşısınd a

g ü çlü k ler e rir ve ilerled ik çe b e k le n m e d ik b ü y ü k b ir yol açılır.

5. İmparator ve Tiran Olarak K ahram an

E ylem in kah ram an ı, dünyayı ilk kez harek ete g e çire n itkiyi yaşa­
n an and a sü rd ü ren çev rim in eyleyenid ir. G özlerim iz ik ili o d ak para­

d o k su n a kap alı old u ğu n d an , görev i tehlikeye ve b ü y ü k acıya rağm en


k u d retli b ir el tarafın d an başarılm ış sayarız, d iğer açıd an sa, M ar-

d u k ’un T iam at’ı ark etip sel ejd er-k atled işi gibi, görev yalnızca k a ç ı­
n ılm az o lan ın olm asın ın sağlanm asıd ır.

376
KOZMOGONİK ÇEVRİM

Yüce k ah ram an , yine d e, sadece k o zm o g o n ik çev rim in d in am iğini

sü rd ü ren k işi değil, b ü tü n geliş gid iş, dünya p anoram asının zev k ve

ked erleri arasınd a Bir V arlık ’ın yen id en g ö rü n m esi için g özlerim izi ye­
n id en açan kişid ir. Bu d iğ erin d en daha d erin b ir b ilgelik ister v e bir

ey lem in değil ayırt e d ici tem silin ö rü ntü sü y le son u çlan ır. İlk in in s im ­
gesi e rd em li k ılıçtır, İk in cisin in ise eg em en lik asası ya da yasa k ita b ı­

d ır. îlk in in karak teristik m acerası gelinin kazanılm asıdır - gelin, ya­
şam d ır. İk in cisin in m acerası babaya g itm ek tir - baba, g ö rü n m ey en b i­

lin m eyend ir.

ik in ci tip m aceralar d oğru d an d in sel iko n o g rafin in ö rü n tü le rin e

uyar. Basit b ir m asalda b ile, b ak ire n in oğlu b ir gün ann esine şöyle
sord u ğu nd a ansızın b ir d erin lik b e lirir: “B ab am k im b en im ?” S o ru , in ­

san ve gö rü n m ey en soru n u n a d eğinir. K efaretin bild ik m it m o tifleri


k açın ılm az olarak b u n u izler.

P u eblo k ah ram an ı, Ç ö m lek O ğlan, ann esine soruyu sord u . “ ‘B a­


bam kim ?’ dedi. ‘B ilm iy o ru m ,’ dedi kad ın. O ğlan yine sord u , ‘B ab am
k im ?’, am a k ad ın ağlam ayı sü rd ü rd ü ve yanıt verem ed i. ‘Y arın b ab am ı

b u lacağ ım .’ - ‘B abanı b u lam azsın ,’ dedi. ‘K im seyle birlik te d eğ ilim , o


yü zd en b ab an için bakacağın h içb ir yer y o k .’ Ama oğlan şöyle d ed i,

‘B abam var, nered e yaşad ığını da b iliy oru m . O n u gö receğ im .’ A nne


g itm ek istem iy or, o ise gitm ek istiyord u. B öylece ertesi sabah k a d ın

on a azığını h azırlad ı, o da güneydoğuya W aiyu Pow idi kay n ağ ın a, At


m asasına gitti. K aynağa yak laşırk en, k ay nak tan az uzakta birin i gö rd ü .
O n a yaklaştı. B ir adam . O ğlana so rd u , ‘N ereye gid iyorsu n?’ - ‘B ab am ı

g ö rece ğ im ,’ dedi. ‘B aban kim ?’ dedi adam . ‘B abam kaynakta y a şıy o r.’ -
‘B abanı h iç b u lam ay acak sın .’ - ‘E h , kaynağa g irm ek istiyoru m , için d e

yaşıyo r.’ - ‘B ab an kim ?’ d edi adam yine. - ‘E h , babam sen sin s a n ırım ,’
d ed i oğlan. ‘N ered en b iliyo rsu n b ab an oldu ğum u?’ d edi adam . ‘Eh,

377
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

b ab am old u ğun u b iliy o ru m .’ A dam s ırf o n u k o rk u tm ak için baktı

ona. O ğlan ‘S en b ab am sın ,’ dem eyi sü rd ü rd ü . Ç o k geçm ed en adam ,


‘Evet, ben sen in bab an ım . K aynaktan sen i karşılam ak üzere ç ık tım ,’

dedi ve k olu n u o ğlanın om zu na attı. Babası o ğ lu n u n gelm esin d en ço k


h o şn u ttu ve onu kaynağın için e ald ı.”28

K ahram anın çab asın ın hed efi b ilin m ey en b ab an ın keşfedilm esiy-

ken , tem el sim gecilik sınav ların ve ken d in i sergileyen y o lu n k i olarak

kalır. Y u karıd aki ö rn e k te, sınav ısrarlı so ru lara ve k o rk u tu cu b ir b a k ı­


şa ind irg en m iştir. D aha ö n ce k i m idye eş öyk ü sü n d e, oğu llar b am b u

bıçağıyla sınand ılar. K ahram anın m acerasın ı gözd en g eçirirk en , b a ­

b an ın v ahşiliğinin nereye d ek varabileceğini gö rm ü ştü k . Jo n a th a n Ed-


vvards’m cem aati için g e rçe k b ir dev oldu.

Baba tarafın d an ku tsan an kah ram an , in san lar arasınd a babayı te m ­


sil e tm ek üzere d ö n er. Ö ğ retici (M usa) ya da im p arator (H uang T i)

o larak, sözü kan u n d u r. A rtık kaynağa yerleştiğ in d en , m erk ezi yerin

sakinliğ in i ve u yum un u g ö rü n ü r kılar. E ş m erk ezli halkaların -D ü n y a


Dağı, D ünya A ğ a c ı- yayıldığı D ünya E k sen in in b ir yan sım ası, m ak ro -

ko zm osu n ku su rsuz m ik ro k o zm ik bir ayn asıd ır. O n u g ö rm ek v aro lu ­

şu n anlam ın ı algılam aktır. V arlığınd an n im etler fışkırır; sözü yaşam


rü zgârıd ır.

Fakat b ab an ın tem silcisi b ö lü m ü n d e b ir bo zu lm a m eydan a g e le b i­


lir. A ltın Çağ İm p arato ru C em şid ’in, Z erd ü ştçü İran efsan esin d e b u
tü rd en b ir kriz anlatılm aktad ır.

“Alem baştan başa kendisine kul oldu ve o d a taşıdığı büyük­


lükle tahtına oturdu.

“Bir gün, büyüklük tahtına baktı, birden bire kendisine bir

28 Parsons, a.g.e., s. 194.

378
KOZMOGONİK ÇEVRİM

gurur geldi, dünyada kendisinden başka kim seyi g örm e­

di.
“O, T a n rıy a tapan padişah benlik gösterdi, TanrTsından
yüz çevirdi, nankörlükte bulundu.
“Ordusundan ileri gelen ad am ları çağırdı ve ba k onlara
nasıl sözler söyledi.
“Bu yaşlı, büyük a d am lara: ‘Ben, dünyada kendim den başka
kim seyi tanımıyorum.

‘Hüner, sanat benim sayem de m eydana geldi. Saltanat


tahtında benim gibi bir padişahı kim görmüştür?
‘Dünyayı güzellikle süsleyen benim. Dünyayı istediğim hale
getirdim.

'Yemeniz, uyumanız, rahatınız, giyinmeniz, hülasa bütün


em elleriniz benim sayem de vücut buldu.
‘Büyüklük, taç ve padişahlık benimdir. Benden b aşka bir
kimsenin padişah olduğunu kim söyleyebilir?

‘Benim bulduğum dev alarla herkes sağlığa kavuştu. Artık


hastalık, ölüm kim seye z a r a r verm ez oldu.

‘Dünyada benden başka birçok pad işah lar olsa bile, bir
adam ı ölümden ku rtarm ak benden başka kim e nasip ol­
muştur?

‘Siz, vücudumuzdaki z ek a ve canı ban a borçlusunuz! Bana


yaln ız Ehrim en olan tapm az.
‘Eğer siz şimdi bunların hepsini benim yaptığım ı kabul edi­
yorsanız, cihanı benim yarattığım a inanmalısınız!
‘Bütün m übitler benim önüm de baş eğm işlerdir. Kim se bana
bir sorgu sualde bulunam az!’ dedi.
“Bu sözleri söyler söylem ez, T anrı’nın lütuf ve yardım ı da

379
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

ondan kesiliverdi ve h er tarafta dedikodular başladı.

“H erkes onun kapısından yü z çevirdi. Yirmi bir yıl içinde


bütün ordusu darm adağın oldu.

“T an rı’y a karşı benlik davasına kalkışınca, h er şeyi yıkıldı,


h er işi altüst oldu.

“Akıl ve z ek a sahibi bulunan olgun bir kişi diyor ki: 'Padişah


olunca, T an rı’y a iyi bir kul olm aya çalış!’

“T an rı’y a karşı kim nankörlükte bulunursa h er y erd en k a l­


bine korku dolar.

“C em şid’in günü de karard ı. Bir vakitler bütün yeryüzünü


aydınlatan büyüklüğü gittikçe azald ı.”29

29 Firdausi, Shah-Nameh, çev. James Atkinson (Londra ve New York, 1886), s.


7. [Türkçesi: Firdevsi, Şehname, çev. Necati Lugal, 2 Cilt, MEB Yayınları,
1994, Cilt I: S. 88-90.]
İran mitolojisi, Aral-Flazar bozkırlarından Hindistan ve İran’a olduğu gibi,
Avrupa’ya da taşman Hint-Avrupa dizgesine köklenmiştir. kanlıların ilk
kutsal yazılarının {Avesta) başlıca tanrıları en eski Hint metinlerininkilere
çok benzer (Vedalar: bkz. geride, s. 134, dipnot 32). Fakat iki dal yenİ yurt­
larında oldukça farklı etkilere uğradı; Veda geleneği aşama aşama Dradivci
Hint güçlerine, İran geleneği Sümer-Babil güçlerine teslim oldu.
MÛ ilk binyılın başlarında, İran inancı peygamber Zarathustra (Zerdüşt)
tarafından kesin bir iyi ve kötü ilkeler, ışık ve karanlık, melek ve şeytan
ikiciliği içinde yeniden düzenlenmişti. Bu kriz derin bir biçimde yalnız
kanlı değil, Musevi inancına sahip olanları ve daha sonra (yüzyıllar sonra)
Hıristiyanlığı da etkiledi. Bu, iyi ve kötünün, tüm kutupsallığı aşan ve uz­
laştıran tek bir kaynaktan çıkan etkiler olarak yorumlandığı alışılmış mito­
lojik yorumlamadan köktenci bir ayrımı temsil eder.
İran MS 642’de Muhammed yandaşlarınca istila edildi. Din değiştirmeyen­
ler kılıçtan geçirildi. Az sayıda insan, bugüne dek Bombaylı Farsiler
(“tranlılar”) olarak kaldıkları Hindistan’a kaçtı. Yine de, üç yüzyıllık bir
dönemin ardından Muhammed-Fars edebi “Restorasyon”u gerçekleşti. Bü­

380
KOZMOGONİK ÇEVRİM

H ü k ü m d arlığ ın ın n im etlerin i aşk ın kaynağınd an b ilm eyi u n u ttu k ­

ça, im p arato r sağlam ası g erek en iki yö n lü b ak ışı kaybeder. A rtık iki
dünya arasında aracı değildir, in san ın p erspektifi d en k lem in yalnız

in san yö n ü n ü kap say acak şekild e d aralır, göksel güç d en eyim i b ird e n ­

b ire kay bolu r. T o p lu lu ğ u b ir arada tu tan d ü şü nce y o k o lu r. O n u tu ­

tan te k şey g ü çtü r. İm p arato r tiran deve (H e ro d -N e m ru t), d ü ny anın

d efetm esi g erek en zorbaya d önüşür.

6. D ünya Kurtancı Olarak Kahram an

E rg in len m en in iki d erecesi b a b a n ın yaşadığı yerde ayırt ed ileb ilir.

O ğu l ilk in d en tem silci o larak , fakat İk in cisin d en “b e n ve b ab am b iriz ”


bilgisiyle d öner. Bu ik in c i, e n yü k sek ayd ın lan m an ın k ah ram an ları, en

yü k sek anlam ıyla b ed en len m e diye b ilin e n dünya k u rtarıcılarıd ır.

M itleri k o zm ik ö lçü lerd ed ir. S ö yled ikleri, asa ve k itab ın k ah ram an ­


ların ın söylediği h erh an g i b ir şeyin ötesin d e b ir yetki taşır.

“H ep in iz bana b ak ın . Ç evreye b ak m ay ın ,” dedi Jica rilla A p açileri-

n in kah ram an ı D ü şm an Ö ld ü ren ; “D ed iğim i d inleyin. D ü nya ben im

v ü cu d u m kad ar bü y ü k . D ünya sö zü m kad ar geniş. Ve dünya d u ­


alarım kad ar geniş. G ö k an cak sö zlerim ve d u alarım kad ar geniş.

M evsim ler an cak v ü cu d u m , sözlerim , d ualarım kadar geniş. Su lar da

aynı şek ild e; v ü cu d u m , sözlerim , d ualarım su lard an bü y ü k tü r.

“K im ban a in an ırsa, k im dediğim i d in lerse uzu n yaşayacak. Kim

d in lem ez, k im k ö tü d ü şü n ü rse kısa yaşayacak.

yük isimler şunlardır: Firdevsi (940-1020?), Ömer Hayyam (?-l 123?), Niza­
mi (1140-1203), Celaleddin Rûmi (1207-1273), Sâdi (1 184?-I29l), Hafız (?-
1389?) ve Câmi (1414-1492). Firdevsi’nin Şehname’si (“Kralların Destanı")
kadim İran’ın Muhammedi işgaline dek olan öyküsünün basit ve ciddi an-
latısal şiiridir.

381
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“Doğuda, güneyde, batı ya da kuzeyde old u ğu m u d üşünm eyin.


D ünya ben im v ücud um . O rad ayım . H er yerdeyim . Yalnız to p rak a l­

tınd a ya da yu karıda gökte old u ğum u ya da yalnız m evsim lerd e ya da

su ların öte yan ınd a d urd uğum u d üşünm eyin. H epsi v ü cu d u m d u r b e ­

nim . Y eraltm ın , göğün, m ev sim lerin , su ların h ep sin in v ü cu d u m o ld u ­


ğu bir g erçek tir. B en h er yerdeyim .

“Size ço k tan bana su n m an ız g erek en şeyi v erdim . İki tü r piponu z

var ve dağ tü tü nü nü z v ar.”30

B ed en len m en in yaptığı, varlığıyla tiran d evin savların ı yanlışla-

m ak tır. Dev, sın ırlı kişiliğin in gölgesiyle lü tu f kaynağını kap atm ıştır;

bed en len m e, bu tü rd en b ir ego b ilin cin d e n tam am en bağım sız olarak


yasanın dolaysız b ir d ışavurum ud ur. Devasa b ir ö lçek te kah ram an ca

yaşam ı g erçe k le ştirir -k a h ra m a n görev lerini yerine getirir, canavarı

k a tle d e r - fakat hepsi de, b asit b ir d ü şü nceyle de b aşarılab ilecek olanı


s ırf göze açık k ılm ak için yap ılan b ir çab an ın özgü rlüğüyled ir.

K rişna’n ın , b ab asın ın M athu ra şeh rin d ek i tah tın ı gasp ed en a c ı­

m asız am cası K ans, b ir gün on a şöyle diyen b ir ses duydu: “D ü şm anın


doğdu, ö lü m ü n k a çın ılm a z .” K rişn a ve b ü y ü k ağabeyi Balaram a, o n ­

ları N em ru t’u n b u H intli b en ze rin d e n k o ru m ak üzere an n elerin in

rah m in d en sığırtm açlara .kaçırılm ıştı. Ve p eşlerin d en d em o n ları g ö n ­

d erdi -z e h ir sü tü n ü n P utana’sı ilk iy d i- am a hepsi altedildi. B ü tü n h i­


leleri başarısız o lu n ca Kans, d elikan lıları şeh rine çek m ey e k arar verdi.

Sığırtm açları k u rb an ayini ve b ü y ü k b ir yarışm aya çağ ırm ak için b ir


h ab erci gön d erild i. Davet k ab u l edildi. S ığırtm açlar, kard eşlerle b ir ­
likte geldi ve şeh ir su rların ın d ışın d a çad ır ku rd u.

K rişna ve ağabeyi Balaram a, şeh rin eğ len celerin i görm eye gitti.

30 Opler, a.g.e., s. 133-134.

382
KOZMOGONİK ÇEVRİM

içerd e b ü y ü k b a h çe le r, saraylar ve ko ru lar vardı. Bir çam aşırcıyla k a r­

şılaştılar ve o n d an iyi giysiler isted iler; o gülüp red d etti, o n lar da giy­
sileri zorla aldılar ve ç o k şık old u lar. S o n ra kam bu r b ir k ad ın K riş-

n a ’d an ayağını v ü cu d u n a sü rm esi için yalvardı. O ona yaklaştı, ayakla­

rın ı ü zerin e ko y arak, çen esin d en iki parm ağıyla tu tarak on u çek ti ve

sırtın ı düzeltti. Şöyle dedi: “K ans'ı katled in ce geri d ön ü p sen in le ola­

cağ ım .”

K ard eşler b o ş b ir stadyum a geldi. O rad a tan rı Şiva’n ın üç palm iye

kad ar gen iş, bü y ü k ve ağır yayı ku ru lm u ştu . K rişna yaya vardı, onu
çek ti ve b ü y ü k b ir gü rü ltü yle kırdı. K ans sarayında sesi duydu ve ü rk ­

tü.

T ira n şeh ird ek i kard eşleri ö ld ü rm e k üzere tab u rların ı gönderd i.


Fak at d elikan lılar askerleri ö ld ü rerek çad ırların a d ö n d ü ler. S ığ ırtm aç­

lara ilginç b ir gezi yap tıklarını söy led iler, y em ek lerin i yed iler ve yata­

ğa gird iler.

Kans o gece uğursuz d üşler gördü . U yandığında, yarışm a için

stad y u m u n hazırlan m asın ı ve ayin için b o ru la rın çalın m asın ı em retti.


K rişna ve B alaram a, peşlerind e d o stları sığırtm açlarla hokkabazlar

o larak geldiler. K apıdan g ird iklerin d e, o n ları ezm eye hazır, o n b in sı­

rad an fil kad ar gü çlü , öfke d olu b ir fil vardı. S ü rü cü d oğru ca K riş-
n a ’ya ilerledi. Balaram a öyle b ir y u m ru k attı ki, fil d u ru p geri çekild i.

S ü rü cü yen id en sü rd ü , fakat iki kard eş fili yere çarp tı, öld ü rd ü .

G en çler alana gird i. H erkes ken d i d oğasının on a su n d u ğ u n u g ö r­

dü: gü reşçiler K rişna yı gü reşçi, k ad ınlar b ir gü zellik anıtı, tanrılar

ken d i efen d ileri olarak gördü ve K ans o n u n M ara, Ö lü m ü n ken disi


old u ğu n u d üşünd ü. Ü zerin e g ö n d erilen b ü tü n gü reşçileri yen ip en
gü çlü sü n ü de ö ld ü rd ü k te n son ra saray lo casın a sıçrad ı, tiran ı s a çın ­

d an kavradı ve öld ü rd ü . İnsan lar, tan rılar ve azizler co şk u lan d ı, fakat

383
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

k ralın eşleri yas için ön e çık tı. K rişn a, acıların ı g ö rere k on ları ilksel

bilgeliğiyle rah atlattı: “A n n e,” dedi, “acı duym a. K im se yaşayıp da öl-


m em ezlik edem ez. K endini b ir şeye sahip saym ak yan ılm ak d em ektir;

kim se baba, anne ya da oğul değild ir. Y alnızca kesintisiz d oğu m ve


ö lü m çev rim i v ard ır.”31

K u rtarıcı efsan eleri, düşüş sü recin e in san açısın d an ahlaki b ir h a­

tanın (b ah çed e A dem , tahtta C em şid ) yol açtığını söy ler. Y ine de k o z­

m o g o n ik çev rim açısın d an , iyi ve k ö tü n ü n d ü zenli b ir değişim i za­

m an ın akışın ın b ir özelliğidir. E v ren in tarihind e oldu ğu gibi, u lu sların


tarihind e de böyled ir: yayılm a çözü lm eye yol açar, g e n çlik yaşlılığa,

d oğu m ölü m e, yaratıcı can lılık kıp ırtısızlığ m ölü ağırlığına. Yaşam b i­

çim leri ileri fırlatarak dalga dalga ilerler ve son ra ard ın d an fazla y ü k ­
leri atarak çek ilir. A ltın çağ, dünya im p arato ru n u n krallığı, yaşam ın

h er an ın ın atışıyla ç o ra k ü lkeyle, tiran ın krallığıyla yer d eğiştirir. Ya­


ratıcı olan tan rı son u n d a yo k e d ici olur.

Bu b ak ış açısın d an , tiran dev, y erin i aldığı d aha ö n ce k i dünya im ­

p arato ru n d an ya da yerini alacak p arlak k ah ram an d an (oğu l) daha


fazla tem silcisi değild ir bab an ın . K ah ram an ın d eğişenin taşıyıcısı o l­

m ası gibi, o da E n gelley en ’in tem silcisid ir. Ve zam an ın h er an ın ın b ir

ö n ce k i an ın z in cirlerin d en k u rtu lm ası gibi, bu e jd er, Y erind e D u ran


da dünya k u rtarıcısm ın k in i h e m en ön celey en kuşağa aitm iş gibi re s­
m ed ilir.

K esin terim lerle söylen irse: k ah ram an ın işi b ab an ın (e jd er, sın a­

yan, dev k ral) d iren gen yan ın ı katletm ek ve ev ren i b esley ecek o lan ya­
şam sal e n e rjileri en g ellerin d en k u rtarm ak tır. “Bu ister B ab a’m n arzu ­

suyla uyum lu o larak, ister arzu su na karşı o larak yap ılabilir; o [Baba]

31 Nivedita ve Coomaraswamy’den uyarlanmıştır, a.g.e., s. 236-237.

384
KOZMOGONİK ÇEVRİM

‘ç o c u k la rın ın k u rtu lu şu için ölü m ü s e ç e b ilir,’ ya da T an rılar o n u k u r­

ban ları k ılarak on a tu tk u verm iş olabilir. B unlar çelişen ö ğ retiler d e­

ğil, b ir ve aynı öyküyü anlatm an ın d eğişik y o llarıd ır; g erçek te, K atle­

d en ve E jd e r, k u rb an e d e n ve k u rb an , T a n rıla rın ve D ev lerin son u


gelm ez savaşının sergilen d iği sahned e karşıtların ku tu p sallığ m m değil,

ö lü m lü d ü şm an ların yer aldığı gö rü n tü lerin ard ınd a aynı yapıdadır.


N e olu rsa olsu n, E jd e r B aba, a rtık geri aldığıyla artm ak tan ç o k v erd i­

ğiyle eksilm ez, b ir P lerom a olarak kalır. Y aşam ım ızın bağlı olduğu
Ö lü m ’dür o; ve ‘Ö lü m b ir m id ir, ç o k m u d u r?’ soru su n a yanıt, ‘O o ra ­
d ayken b ir, fakat b u rad ak i çocu k ların d ay k e n ç o k tu r,’ o lu r.”32

E ğer kendi kendini h e m en b u g ü n d en çarm ıh a germ ezse, d ü nü n

kah ram an ı y arın ın tiran ı olur.

Ş im d in in bak ış açısın d an geleceğin b u aktarılışm d a ö ylesine b ir


pervasızlık vard ır k i, n ih ilistçe görü n ü r. K rişn a’n m , dünya k u rta rıcısı­
nın , ölü K ans'ın eşlerin e söylediği sö zler k o rk u tu cu b ir hava taşır;

Isa'n ın sözleri de öyle: “Ben selam et değil, k ılıç getirm eye geldim .
Ç ü n k ü b e n adam la b ab asın ın ve kızla an asın ın ve gelinle kay n an asın ın

arasına ayrılık koym aya geld im ; ve ad am ın d üşm an ları k en d i ev h alk ı

olacak tır. B abayı ya da anayı b e n d en ç o k sev en bana layık değildir;


oğlu ya da kızı b e n d e n ç o k seven bana layık d eğ ild ir.”33 M itolo ji,

h azırlık sız olanı k o ru m a k ü zere, b u tü rd en n ih ai vahiyleri, aşam a aşa­

m a eğitici b içim d e ısrar etse de, yarı b u la n ık k ılık lara sok ar. T ira n b a ­
bayı y o k ed en ve so n ra tacı ken d i alan k u rta rıcı figürü (O id ip o u s gibi)

ata’sın m yerine ad ım atm ak tad ır. A cım asız b ab a katlini y u m u şatm ak


ü zere, efsane, bab ayı acım asız b ir am ca ya da zo rb a N em ru d o larak

sunar. Y ine de, yarı gizlen en g e rçe k kalır. B ir k ez gö rü ld ü ğü nd e, tüm

32 Coomaraswamy, Hiııduism and Buddhism, s. 6-7.


33 Matta, 10:34-37.

385
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

g ö rü n tü ler üstüste b in er: oğul babayı katled er, am a oğul ve b aba b ir ­

dir. B ilm ecem si figürler ilksel kaosa yen id en k arışır. B u d ü n y an ın so ­

n u n u n (ve y e n id en b aşlan g ıcın ın ) bilgeliğidir.

7. Aziz Olarak Kahram an

Y aşam ın so n b ö lü m ü n e geçm ed en ö n ce, bir k ah ram an tip in in d a­

ha b e lirtilm esi gerek ir: aziz ya da çile ci, dünyayı te rk e d e n biri.

“S af b ir anlayışla d o n an m ış, b en liğ in i k atı b içim d e g eri çek erek ,

seslerd en ve d iğer n esn elerd en yü zün ü çev irerek ve aşk ve n efreti bir

ken ara b ırak arak ; yalnızlık içind e yaşayarak, az y iyerek , v ü cud un u,


zih n in i, k o n u şm asın ı d en etleyerek , m ed itasyon a ve yoğunlaşm aya

bağlanm ış ve özgü rlükle tutk u y u b irb irin e k arıştırm ayarak; k ib ir ve


gü çten , g u ru r ve şeh vetten, öfke ve arzu lard an arın arak , kendisiyle

b a rışık h u zu rlu ve ego su n d an k u rtu lm u ş o larak - tü k en m ez olanla


b ir olm aya d eğer hale g elir.”34

Ö rü n tü babaya gitm e ö rü n tü sü d ü r, fakat d ışav u ran yön ü nd ense

d ışavurm ayan y ön ü n e g itm en in : B odhisatva’n m bild ird iğ i ad ım ı ata­

rak : d ön ü şü olm ayan adım ı. B urad a ikili p ersp ek tifin p arad oksu d e­
ğil, gö rü n m ey en in son u l savı k asted ilm iştir. Ego kav ru lu r. E sin tid ek i

ö lü b ir yap rak gibi, v ücut dünya ü zerin de gezinm eyi sü rd ü rü r, fakat


ru h ço k tan saadet oky anu su na karışm ıştır.

T h o m as A quinas, N apoli’de ayin sırasınd a yaşadığı m istik b ir d e­


n ey im in so n u cu n d a, k alem in i kağıd ını rafa kald ırd ı ve Summ a Theolo-

gica’sm ın so n b ö lü m le rin i başka b irin in tam am lam ası için yarım b ı­

raktı. “Yazm a g ü n le rim ,” diye açıklad ı, “son a erd i; çü n k ü b an a öyle


şeyler m alu m old u k i, tü m yazd ık larım ve ö ğ rettik lerim d enizd e d am ­

34 Bhagavad Gita, 18:51-53.

386
KOZMOGONİK ÇEVRİM

la gibi gö rü n ü y o r ban a, o yü zd en T a n rı’d an d ileğim ö ğ retim in son u


geldiği gibi, kısa zam anda yaşam ım ın da son u g elsin .” Ç o k g eçm ed en
k ırk d o ku z yaşınd a öldü .

Y aşam ın ötesind e, b u k ah ram an lar m itin de ötesin d ed ir. N e o nlar


m itle ilg ilen ebilir, n e de m it gerektiği gibi ilg ilen eb ilir onlarla. E fsan e­

leri yayılır, fakat d in d ar duygular ve yaşam ö y kü sü n d en çık a rıla n d ers­


ler tam am en yetersizd ir; g ü lü n çlü k ten öteye geçm ez. B içim ler d ü n ­

yasın d an , b e d e n le n m e n in indiği ve B od hisatva’n m için d e kald ığı B ü ­


y ü k Y ü z’ü n dışavurarı silü etin in d ünyasına d oğru uzaklaşm ışlard ır.

Saklı silü et b ir kez keşfed ild i m i, m it so n d an b ir ö n ce k i, sessizlik ise


so n sözd ü r. R uh saklı olana geçtiği an, b ir tek sessizlik kalır.

K ral O id ip o u s evlend iği kad ının an n esi, katlettiği ad am ın babası

o ld u ğu n u öğren d i; g ö zlerin i çıkard ı ve yeryüzü nd e k efaretin i öd eye­


re k dolaştı. F reu d cu lar h e r b irim izin d u rm ak sızın b ab asın ı k atlettiğ i­
n i, annesiyle ev lend iğini söy ler - am a bilin çd ışm d a: bu n u yap m anın

d o lam b açlı sim gesel yo lları ve ard ın d an gelen zo rlayıcı eylem liliğin
ussallaştırm aları birey sel yaşam larım ızı ve o rta k uygarlığım ızı o lu ştu ­

ru r. D uygular d ü n y an ın eylem ve d ü şü n ce le rin in g e rçe k yü kü n ü n


fark ına v aracak olsaydı, kişi O id ip o u s’u n öğren d iğini ö ğ ren ecek ti: et
b ird en b ire b ir öz-tecav ü z oky an u su olarak gö rü n ecek ti. E n sest y o lu y­

la doğan, en sest yaşayan Papa B üyük G rego ry efsan esin in özü bud u r.
K orku ya kap ılarak, d en izd eki b ir kayalığa k açar ve orad a yaşam ı b o ­
y u n ca kefaret öd er.

Ağaç a rtık h aça d ö n ü şm ü ştü r: süt e m en A k G en ç, safra yu tan


Ç arm ıh a G erilen olm u ştu r. D aha ö n ce b ah ar to m u rcu k la rın ın olduğu
yere çü rü m e yü rü r. Y ine de b u h aç eşiğ in in ard ınd a - ç ü n k ü haç b ir

yo ld u r (gü neş y o lu ), b ir so n d e ğ il- T a n rı’d aki gü zellik vard ır.

387
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“M ü h rü n ü b an a v u rd u k i O n d an başka b ir aşkı d ileyem em .

“Kış g eçti; üveyik ö tü y o r; b a h çe le r tom u rcu klan d ı.

“Y üzüğüyle E fen d im İsa ben im le evlend i ve b e n i b ir taçla O n u n

G elini o larak taçland ırd ı.

“E fen d in in b e n i giydirdiği p e le rin altınla d o k u n m u ş b ir n u r p e le ri­

n id ir ve b an a su nd u ğ u gerdanlığa paha b içilm e z .”35

8. K ahram anın Aynlışı

K ah ram an ın biyografisin d ek i so n eylem , ö lü m ya da ayrılık tır. B u ­

rada y aşam ın tü m anlam ı k u su rsu zca ö rn ek len ir. Söylem eye gerek
y o k k i, k ah ram an eğer ö lü m on u k o rk u tm asa k ah ram an o lm azd ı; ilk

k o şu l m ezarla b arıştır.

“M am re ağacın ın altında o tu ru rk en , İb rah im b ir ışık p arıltısı ve


tatlı b ir k o k u fark etti ve geri d ön d ü ğü n d e, on a d oğru b ü tü n gü zellik

ve görkem iyle gelen Ö lü m ’ü görd ü . Ve Ö lü m İb ra h im ’e şöyle dedi:


‘Bu gü zelliğin b an a ait old u ğu n u d ü şü nm e İb rah im , h erk ese g ö rü n d ü ­

ğü m ü de. E ğer kişi sen in gibi h ak sev erse, b ir taç alır on a gelirim , am a

b ir g ü nahk ârsa b ü y ü k b ir ç irk in lik le gelirim , g ü n ah ların d an b ir taç ta­

k arım b aşım a ve o n ları b ü y ü k k o rk u y a b oğarım , b ö y lece um utsuzluğa


k ap ılırlar.’ İb rah im ona dedi ki: ‘Ve sen , g e rçe k te n Ö lü m d en en m i­

sin ?’ Y anıt v erd i o, ‘T atsız b ir ad ım b e n ,’ am a İb ra h im d edi k i, ‘Seninle

gelm ey eceğim .’ Ve İb rah im Ö lü m e, ‘Ç irk in liğ in i g ö ster,’ dedi. Ve


Ö lü m , b iri y ılan ın yü zün ü taşıyan, d iğeri k ılıca b en zey en iki baş g ö s­

te re re k çirk in liğ in i açık etti. İb ra h im ’in tü m h izm etçileri Ö lü m ’ü n ü r-


k ü n ç g ö rü n ü m ü n e b ak arak ö ld ü ler, fakat İb rah im T a n rı’ya d ua etti ve

35 İsa’nın Gelinleri olarak takdisleri sırasında rahibelerin ilahileri; Roman Pon-


tifical’den . The Sou 1 Afire, s. 289-292’de yeniden basılmıştır.

388
KOZMOGONİK ÇEVRİM

o n ları d iriltti. Ö lü m ’ü n gö rü n ü şleri İb ra h im ’in ru h u n u o n d an ala­


m ay ın ca, T a n rı İb ra h im ’in ru h u n u san k i düşte gibi ayırdı on d an ve

m e le k le rin m eleği M ikail on u göğe çık ard ı. İb ra h im ’in ru h u n u getiren


m e le k le rin T a n rı’ya b ü y ü k yak arıları ve ö v gü lerin in ard ın d an , ve İb ra ­

h im ön ü n d e e ğ ild ik ten so n ra, T a n rı’n ın sesi duyuldu: ‘D o stu m İb ra ­

h im ’i C e n n e t’e, B en im hak sev er ku llarım ın çad ırları ve B en im azizle­


rim Ish ak ve can d ostu Y ak u b ’u n ev lerin in olduğu yere, b elan ın , d er­

d in , iç ç ek m e n in olm ad ığı, barışın , n e şe n in ve son su z y aşam ın olduğu

yere a lın .’ ”36

B u nu şu düşle karşılaştırın . “K ör b ir k em an cıyla karşılaştığım b ir

k öp rü d ey d im . H erkes şapkasına para atıyordu . Y aklaştım ve m ü zisy e­

n in k ö r olm ad ığın ı fark ettim . B ir şaşıydı ve bana yandan ça rp ık b ir


b a k ış atıyordu . A nsızın, yol ken arın d a o tu ran ufarak yaşlı b ir kad ın

belird i. K aran lık tı ve k o rk u y o rd u m . ‘Bu y o l nerey e gid iyor?’ diye d ü ­

şü n d ü m . G en ç b ir k ö y lü yold an gelip elim i tu ttu . ‘Eve g elm ek ister


m is in ,’ d ed i, ‘kah ve içm e k ?’ ‘B ırak b en i! Ç o k sık ı tu tu y o rsu n !’ diye
bağ ırd ım ve u y an d ım .’’37

Y aşam ınd a ik ili persp ektifi tem sil ed en k ah ram an , ö lü m ü n d en

so n ra hâlâ k ay n aştırıcı b ir im ged ir: C h arlem agn e gibi, sadece u y u ­

m ak tad ır ve k ad er anın da k a lk a ca k tır ya da başka b ir b içim le aram ız­


d adır.

A ztekler tüylü b ir yıland an, b o llu ğ u n u n altın çağınd aki kad im

T o lla n şeh rin in efen d isi K u etzalko atl’d an bah sed er. San atların ö ğ ret-

36 Ginzberg, a.g.e.. Cilt I, s. 305-306. Jewish Publication Society of Ameri-


ca’nın izniyle.
37 W ilhelm Stekel, Die Sprache des Traumes, düş no 421. Ölüm burada, diye
gözlemliyor Dr. Stekel, dört simgeyle görülür: Yaşlı Kemancı, Şaşı, Yaşlı
Kadm ve Genç köylü (Köylü, Ekici ve Biçicidir).

389
Levha XXIII. Ay Arabası (Kamboçya).
Levha XXIV. Sonbahar (Alaska).
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

m en i, takvim i yap an ve m ısırı b u lan od ur. O ve h alk ı k en d i zam an­


ların ın son u n d a, istilacı b ir ırk ın , A ztek lerin d aha gü çlü büyüsüyle alt

edilm iştiler. D aha gen ç o lan h a lk ın savaşçı k ah ram an ı T ezkatlip ok a,


T o lla n şeh rin i yerle b ir etti; ve tüylü yılan, altın çağın kralı geride

bırak tığ ı ev leri yaktı, h âzin elerin i dağlara göm d ü , kak ao ağaçlarını

m esquite ’ye çev ird i, h izm etçileri o lan ç o k re n k li ku şlara ö n ü n d e u çm a ­


larını em retti ve b ü y ü k b ir acı için d e orayı te rk etti. Ve için d e ço k

u zu n ve gen iş b ir ağacın old u ğu , K uau htitlan adlı b ir şeh re geld i; ağa­

ca yaklaşıp altın a o tu rd u ve on a g etirilen b ir aynaya b ak tı. “Y aşlıy ım ,”


dedi; ve oraya “Y aşlı K u au h titlan ” d en di. Y olda başk a b ir yerd e d in le­
n irk e n ve T o lla n y ö n ü n e d oğru b a k a rk e n , ağladı ve gözyaşları b ir ka­

yan ın için e gird i. O rad a o tu rm a izini ve ayaların ın d am gasını bırak tı.


D aha ilerid e, ken d ilerin e gü m ü şle, tahta ve tü ylerle çalışm an ın ve b o ­

yam a san atın ın bilg isini b ırak m ad an on u salm ayan b ir ö lü falcısı to p ­


luluğuyla karşılaştı. D ağları aşarken , hepsi cü ce ve k a m b u r o lan y ar­

d ım cıları soğ u k tan öldü . B aşka b ir yerd e, onu b ir top oyu nu nd a y e ­

n e n k arşıtı, T ezk atlip ok a ile karşılaştı. Başka b ir seferd e, bü y ü k b ir


pokhotl ağacına o kla n işan aldı; o k da tam b ir pokhotl ağacıydı; b u yüz­
d en o n u ilk attığın da b ir h a ç olu ştu rd u lar. Ve b ö y lece, ard ınd a b ir sü ­

rü işaretler ve y er ad ları b ıra k a ra k , son u n d a denize v ararak b ir yılan


salıyla yola çık ın cay a d ek d evam etti. H edefine, ilk evi T lap allan ’a

nasıl vard ığı b ilin m e m e k te d ir.38

Ya da b ir b aşka geleneğe g ö re, kıyıda k en d in i b ir o d u n yığınında


yaktı ve ço k re n k li tüyleri olan ku şlar yü kseld i k ü llerin d en . R u hu, Sa­

38 Bernardino de Sahagún, Historia General de las Cosas de Nueva España


(Meksika, 1829), Lib. Ill, Cap. XI1-X1V (özetlenmiş). Yapıt Pedro Robredo
tarafından yeniden basılmıştır (Meksika, 1938), Cilt I, s. 278-282.

392
KOZMOGONİK ÇEVRİM

b a h Y ıldızı o ld u .39

Yaşam a bağlı k ah ram an ölüm e d iren eb ilir ya da b elli b ir süre için

kad erin i erteley ebilir. C u ch u lain n ’in uyku su nd a, ‘evin d oğu k an ad ın ­


dan, o n u yatağınd an b ir çuval gibi yere d ü şü recek kad ar k o rk u n ç ve

ü rk ü tü cü ’ b ir çığ lık duyduğu yazılm ıştır. Silahsız o larak, silah ların ı ve

giysilerini taşıyan k arısı E m er peşinde olm ak üzere ko ştu rd u . Ve tek


ayağı o lan, b oyu n d u ru ğu v ü cu d u n d an geçip alnınd an d ışarı çık an d o ­

ru b ir atın çek tiğ i b ir arabayla karşılaştı. İçind e kaşları kızıl ren k te ve

al b ir örtü ye sarın m ış b ir kad ın gördü . Yine al b ir p elerin giyen, fınd ık


ağacınd an çatallı b ir d eğ nek taşıyan ve b ir ineği güden ç o k b ü y ü k b ir

ad am y ü rü yord u yanında.

C u ch u lain n ineğin ken d isin in oldu ğun u öne sü rd ü , kad ın karşı


çık ın ca iri ad am ın yerine n ed en o n u n ko n u ştu ğu nu b ilm ek istedi. Ka­
d ın ad am ın U ar-g aeth -sceo L u ach air-sceo oldu ğun u söyledi. “D o ğru ­

s u ,” dedi C u ch u lain n , “ism in uzunluğu etk iley ici!” “K onu ştu ğun kad ı­

n ın ad ı,” dedi iri adam , “F aebo r b eg -b eo il cu im d iu ir folt sceu b-g airit


sceo u ath .” “B en im le alay e d iy orsu n u z,” dedi C u ch u lain n ve arabaya

sıçrad ı, iki ayağını k ad ın ın iki om zu na ve m ızrağın ı da saçların ın ikiye


ayrıldığı yere yerleştird i. “Ç ek şu k esk in silah ların ı ü zerim d en !” dedi

kad ın. “O zam an ban a asıl ad ını sö y le,” dedi C u ch u lain n . “B en den

uzaklaş öyleyse,” dedi kad ın; “B en alaycı b ir ozanım ve b u ineği bir


şiirin öd ülü olarak g ö tü rü y o ru m .” “Şiirini duyalım öyleyse,” dedi

C u ch u lain n . “Az d aha uzak laş,” dedi kad ın; “kafam ın üzerinde salın ­

m an b e n i etk ilem ez.”

A rabanın iki tek eri arasına d ek geriledi. K adın on a b ir sataşm a ve


hak aret şarkısı söyled i C u ch u lain n . Y en id en sıçram aya h azırlan dı, fa-

39 Thomas A. Joyce, Mexican Archaeology (Londra, 1914), s. 46.

393
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

kat b ir anda at, kad ın , araba, ad am ve in e k ortad an kay bo ld u ve ağa­

c ın dalında kara b ir ku ş belird i.

“Ne de teh lik eli b üyülü k ad ın m ışsın s e n !” d edi C u ch u lain n kara

kuşa, çü n k ü o n u n savaş tan rıçası, B adb ya da M o rrig an old u ğun u a n ­

lam ıştı. “Sen old u ğu n u bilseyd im , böyle ayrılm azd ık.” “Y ap tığ ın ,” diye
yanıtlad ı ku ş, “sana kö tü şans g e tire c e k .” “Bana zarar v ere m e zsin ,” d e­

di C u ch u lain n . “E lbette y ap arım ,” dedi kad ın; “Ben sen in ö lü m yatağı­


n ı b ek liy o ru m ve b u n d an böyle de b ek ley eceğ im .”

O zam an b ü y ü cü kad ın on a ineği perili C ru ach an tep esind en, iri

ad am ın, C u alig n e’n in boğasını d ö llesin diye gö tü rd ü ğü n ü anlattı; ve


buzağı b ir yaşm a gelince C u ch u lain n ö lecek ti. O , C u ch u lain n b ir ır ­
m ak kıyısınd a ken d isi kadar “g ü çlü , zaferli, çev ik, k o rk u n ç, yorulm az,

soylu, cesu r, y ü ce ” b ir adam la çatışırk e n karşısın a çık acak tı, “B ir yı-


lanbalığı o lacağ ım ,” dedi, “ve ırm ak kıy ısınd aki sığlıkta ayağına yosun
atacağım .” C u ch u lain n on u n la atıştı ve kad ın y erin içind e kdyboldu.

A m a ertesi yıl, kıyıd aki ön g ö rü len çatışm ada, C u ch u lain n on a galip


geldi ve b aşka b ir gün ö lm ek üzere yaşam ayı sü rd ü rd ü .40

Tu h af, b elk i de eğ len celi k u rtu lu ş sim geciliğ in in yan k ısı, Ç öm lek

O ğlana d air P u eb lo h alk h ik ây esin in so n k ısm ınd a h afifçe duyulur.


“K aynağın için d e b ir sü rü in san , k ad ın lar ve kızlar yaşıyord u . H epsi

de oğlana ko şu p ellerin i ü zerin de gezd ird iler, çü n k ü ç o c u k la rı ev le ri­


ne geldiği için m u tlu olm uşlard ı. B öylece ç o c u k b ab asın ı da teyzeleri­

ni de b u lm u ş oldu . Îşte, ç o c u k o rad a b ir gece geçird i ve ertesi gün eve


d ön ü p ann esine b ab asın ı bu ld u ğ u n u anlattı. O zam an ann esi h asta­

lanıp öldü. Ç o c u k ken d i k en d in e, ‘B ana bu insanlarla yaşam anın bir

40 “Tain bo Regamma,” yay. hz. Stokes ve Windisch, Irische Texte (Zweite Se­
rie, Heft. 2; Leipzig, 1887), s. 241-254. Yukarıdaki alıntı Hull, a.g.e., s. 103-
107’den kısaltılmıştır.

394
KOZMOGONİK ÇEVRİM

y ararı y o k ,’ dedi. B öylece on ları te rk ed ip kaynağa gitti. A nnesi de


o rad ayd ı. O n u n annesiyle babasın ın yan ınd a yaşam aya gitm esi böyle

o ldu . Babası Avaiyo’ pi’i’yd i (suyılanı k ırm ızısı). O n larla orad a, Sik-

yat’k i’de yaşayam adığını söyledi. Babası, ço cu ğ u n an n esin i o yü zd en


ö lü m cü l h astalan d ırm ıştı ve, ‘bu rad a b en im le yaşam aya g eld i,’ dedi

babası. ‘A rtık bu rad a b e rab e r yaşayacağız,’ dedi Avaiyo’ oğluna. Ç o ­

cu k la an n esin in y aşam ak üzere kaynağa gitm esi böyle o ld u .”41

M idye eşin k i gibi, bu öykü de m itsel anlatıyı kelim esi kelim esine
yineliyor, ik i öykü g ü çlerin in belirg in m asum iyeti açısın d an büyüleyi­
cid ir. D iğer aşırılıkta B u d d h a’n m ö lü m ü n ü n öyk ü sü v ard ır: b ü tü n b ü ­

y ü k m itler gibi neşeli, fakat son derece b ilin çli.

“K utsanm ış O lan , b ü y ü k b ir rah ip ler kalabalığıyla H irannavati


n e h rin in uzak kıyısına, K usinara şeh rin e ve M allaların U pavattana sal

ağacı ko ru lu ğ u n a yaklaştı; ve yak laşırk en m u h terem A nand a’ya ses­

lendi:

“ ‘B ir iyilik yap, A nanda, ikiz sal ağacın ın arasına başı kuzeye d ö ­


n ü k b ir yatak yap b e n im için. Y o rg u n u m , A nanda ve u zan m ak istiyo ­

ru m .’

“ ‘Peki, saygıdeğer E fen d im ,’ d edi saygıdeğer A nanda rıza g ö stere­

re k K utsanm ış O lana, ve yatağı ikiz sal ağacının arasına b aşı kuzeye


d ö n ü k olarak yaptı. O zam an K utsanm ış O lan b ir aslan tavrıyla sağ
yanı ü zerin e, ayağını ayağının ü zerin e k o y arak uzandı, d ü şü n celi ve

uy anık o larak d urdu.

“T am o sırada ikiz sal ağaçları tam am en tom u rcu k lan m ıştı, am a ç i­


çek len m e m evsim i d eğild i; ve to m u rcu k lar T ath ag ata’n m vücud una
boylu b o y u n ca d ö k ü ld ü ve k en d ilerin i T athagata’ya tap ın ır şekild e

41 Parsons, a.g.e., s. 194-195.

395
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

yayıp saçtılar.42 D iğer yandan g ö k ten sandal ağacı tozu d ö kü ld ü ; ve

bu Tathagata’n ın v ü cu d u n a yayıldı ve ken d in i T athag ata’ya tap ın ır şe ­

kilde yayılıp saçıy o rlar. Ve gökte T ath ag ata’ya tap ın ır şek ild e b ir m ü ­
zik yayıldı ve T ath ag ata’ya tap ınan gök sel k o ro ların şark ıları d uyul­
d u .”

O zam an g eçen ko n u şm alar sırasın d a, T athagata yan olarak bir


aslan gibi yatarken , iri b ir rah ip , m u h te re m U pavana ön ü n d e on u y e l­

ledi; bu arada K utsanm ış O lan ın refakatçisi A nanda K utsanm ış O lana

y akınıyord u . “M u h terem E fen d im ,” dedi, “yalv arırım , n ed en i neydi,


K utsanm ış O la n ın m u h te re m U pavana’yı, ‘Ç ek il k en ara, ey rahip:

ö nü m d e d u rm a’ d iy erek azarlam asın ın ?”

K utsanm ış O lan yanıtladı: “A nanda, T ath ag ata’yı g ö rm ek üzere n e ­


redeyse o n d ü n y an ın tüm tanrıları biraraya geldi. A nand a, K usinara

şeh rin in çev resin d ek i o n iki fersah b o y u n ca ve M allaların U pavattana


sal ağacı ko ru lu ğ u n d a, b ir saç teli k ad ar yer bile y o k tu gü çlü ta n rı­

ların işgal etm ed iği. Ve b u tan rılar, A nanda, kızgınlar, şöyle d iyorlar,

‘Ç o k u zaktan T ath ag ata’yı görm eye geld ik, çü n k ü arasıra ve ç o k sey­

re k o larak b ir T athagata, b ir e rm iş ve Y üce B ud dh a yeryüzü ne gelir;


ve şim d i, bu g ece, so n sey ird e, T athagata N irvana’ya varacak; am a bu

gü çlü rah ip K utsanm ış O lan ın ön ü n d e d u ru yo r, o n u kap atıyo r ve so n

anları yaklaşsa da T ath ag ata’yı g ö rem iy o ru z.’ Bu yü zd en A nanda, bu


tan rılar kızg ın .”

“K utsanm ış O lan ın gördü ğü b u tan rılar, M u h terem E fen d im , ne


y ap ıyorlar?”

“T an rıların bazısı, A nanda, zih in leri dünyevi işlerle m eşgu l olarak

havadalar ve saçların ı savu rup y ü k se k sesle bağırıyo rlar, k o lların ı açıp

42 Tathagota: “bu türden bir hal ya da duruma (tatlıcı) varmak ya da içinde ol­
mak (gata)”; yani, Aydınlanmış Olan, bir Buddha.

396
KOZMOGONİK ÇEVRİM

h ay k ırarak ağlıyorlar, b aşların ı yere v uru p sallana sallana ‘Y akında

K utsanm ış O lan N irvana’ya varacak; yak ınd a D ü n yan ın Işığı g ö rü n ­


m ez o la ca k !’ d iyorlar. Bazı tan rılar, A nanda, zih in leri dünyevi işlerle

m eşgu l olarak yerd eler ve saçların ı savu rup yü k sek sesle bağırıyorlar,

k o lların ı açıp h ay kırarak ağlıyorlar, b aşların ı yere v u ru p sallana salla­


na ‘Y akında K utsanm ış O lan N irvana’ya varacak; yakınd a M utlu O lan
N irvana’ya varacak; yakınd a D ü nyan ın Işığı görü nm ez o la ca k !’ d iy o r­

lar. A m a tu tk u d an k u rtu lm u ş tan rılar, d ü şü n celi ve b ilin çli olanlar,

b u n u sabırla k arşılıy o r, ‘H er şey g eçicid ir. D oğm uş, v aro lm u ş ve b ir


araya gelm iş v e . y o k o lab ilir h erh an gi b ir şey in y o k olm am ası nasıl
olur? Böyle şey o lm a z,’ d iy o rla r.”

S o n k on u şm alar b ir süre sü rd ü ve bu sırad a K utsanm ış O lan ra ­

h ip le rin i rahatlattı. S o n ra onlara seslendi:

“V e şim d i, ey rah ip ler, sizd en ayrılıy oru m ; v arlığın tü m parçaları

g eçicid ir; k u rtu lu şu n u z için sebatla çab alay ın .”

Ve b u T ath ag ata’n ın so n sözü d ür.

“B öylece K utsanm ış O lan ilk transa gird i; ve ilk tran stan kalkarak,

ik in ci transa gird i; ve ik in ci tran stan k alk arak , ü çü n cü transa gird i; ve


ü çü n cü tran stan k alk arak , d ö rd ü n cü transa gird i; ve d ö rd ü n cü tran s­

tan k alk arak , uzayın son su zlu ğu alanına gird i; ve uzayın son su zlu ğu

alan ın d an kalk arak b ilin c in son su zlu ğu alanına gird i ve b ilin c in s o n ­


suzluğu alanınd an kalk arak h içlik alanına gird i; ve h iç lik alanınd an
kalk arak ne algılam a ne de algılam am a alanına gird i; ve ne algılam a ne

de algılam am a alanınd an k alkarak, algın ın ve d u y u m u n kesintisine

vardı.

“B u nd an son ra m u h terem A nanda m u h te re m A nurud d h a’yla şöyle

k o n u ştu :

“ ‘Saygıdeğer A nu ru d d h a, K utsanm ış O lan N irvana’ya v ard ı.’

39 7
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

“ ‘H ayır, A nanda kardeş, K utsanm ış O lan d aha N irvana’ya v ar­

m ad ı; o algının ve d uyum u n kesin tisin e u laştı.’

“Bundan so n ra K utsanm ış O lan algın ın ve d u y u m u n kesin tisin d en


kalkarak, ne algılam a ne de algılam am a alanına gird i; ve ne algılam a
ne de algılam am a alanınd an k alk arak , h içlik alanına gird i; ve h içlik

alanınd an k alkarak, b ilin cin son su zlu ğu alanına gird i; ve b ilin cin so n ­
suzluğu alanınd an k alkarak, uzayın son su zlu ğu alanına gird i; ve

uzayın son su zlu ğu alanınd an k alkarak, d ö rd ü n cü transa gird i; ve d ö r­


d ü n cü tran stan kalkarak, ü çü n cü transa g ird i; ve ü çü n cü tran stan k al­

karak, ik in ci transa gird i; ve ik in ci tran stan k alkarak, ilk transa girdi;

ve ilk tran stan k alkarak, ik in ci transa gird i; ve ik in ci tran stan k alk a­


rak , ü çü n cü transa gird i; ve ü çü n cü tran stan k alk arak , d örd ü n cü

transa gird i; ve d ö rd ü n cü tran stan k alkarak, K utsanm ış O lan N irva­


n a’ya v ard ı.”43

4-' Henry Clarke Warren, Buddhism in Translations (Harvard Oriental Series,


3), Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1896, s. 95-110’dan
yayımcıların izniyle alınmıştır.
Kozmik yayılımın aşamalarını karşılaştırın, geride, s. 306.

398
BÖLÜM IV
ÇÖZÜLÜŞLER

1. M ikrokozmosun Sonu

Sırad ışı gü çlere sahip - t e k parm ağıyla G ov ard h an D ağı’n ı kald ıra­

b ile c e k ve ev ren in k o rk u n ç zaferiyle d o ld u rab ile ce k güce s a h ip - g ü ç­

lü k ah ram an h er b irim izd ir: aynada g ö rü n en fiziksel b e n lik değil, iç ­


teki kral. K rişna şöyle d er: “B en tü m y aratık ların kalbin e yerleşm iş

B en lik ’im. Ben başlan gıç, orta ve tü m v arlıkların son u y u m .’’1 Bu tam
o larak , kişisel çözü lm e anın da ölü için ed ilen d u anın anlam ıd ır. Birey,

a rtık yaşam b o y u n ca k alb in in içine aksed en d ünya-yaratıcı tan rısallı­

ğın h iç d eğişm em iş bilgisine d ö n ecek tir.

“G ü çsü zleştiğ i vakit, - is t e r yaşlılık tan ister hastalıktan gü çsü zleş-

s i n - bu kişi k en d in i b u bağlard an b ir m an go, b ir in c ir ya da b ir b ö ­


ğ ü rtlen k en d in i b ağ ların d an nasıl k u rtarıy o rsa öyle ku rtarır; ve girişi­

ne ve k ö k en in e göre yaşam a geri d öner.

Y iyecek , içecek ve arm ağanlarla, b ir k ralın gelişini b ekleyen ve

Î ş t e geliyor! Îşte g eliy o r!’ diye bağıran soy lu lar, p o lisler, arabacılar,

k öy lü ler gibi, h e r şey b u bilgiye sahip olanı b e k le r ve bağırır: Î ş te T ü ­

k en m ez O lan geliyor! Îşte T ü k en m ez O lan g eliy or!’ ”2

Aynı d ü şü nce ölü ad am ın ken d in d en T a n rı’yla b ir olarak söz e tti­

ği, kad im M ısır M ezar M etin lerin d e yan kılan m aktad ır.

Ben Atum’um, y aln ız olan;

1 Blıagavad Gita, 10:20.


2 Brihadaranyaka Upaııishad, 4. 3. 36-37.

399
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

lik gelişim de Ra'yım.


Yüce Tanrı, kendini yaratanım ben,

Adlarını veren, tanrıların efendisi,


T anrılardan hiçbirinin yaklaşm adığı.

Ben dündüm, yarın ı biliyorum.


Ben konuşunca yapıldı tanrıların savaş alanı.

O rada duran Yüce T an rı’nın adını biliyorum.

“R a’nın Övgüsü” onun adı.


H eliopolis’teki yüce A n ka’y ım ben .3

Fak at, B u d d h a’n m ö lü m ü n d e oldu ğu gibi, dışa yayılış çağlarınd an

tam b ir geçiş yap acak gü ç, k işin in yaşark en nasıl b ir k işi olduğuna


bağlıdır. M itler, aşılacak eng ellerle d olu , teh lik eli b ir ru h y o lcu lu ğ u n ­

d an b ahsed er. G rö n lan d ’d aki E sk im o lar b ir kaynar kazan, b ir kalça


kem iği, yanan bü y ü k b ir lam ba, canavar m u h afızlar ve b irb irin e

çarp ıp ayrılan iki kayayı sıralar.4 Bu tü rd en öğeler d ünya fo lk loru ve


kah ram an efsan eleri için alışılm ıştır. O n ları yu karıd a, ‘K ahram anın

M acerası’ bö lü m lerin d e tartışm ıştık. R u h u n so n y o lcu lu ğ u n u n m ito lo ­

jisin d e en ayrıcalıklı ve ö n em li gelişm elerini alm ışlardı.

Ö lü m yatağınd a o k u n an b ir A ztek duası, ö len i, ö lü lerin iskelet


tan rısı T z o n te m o k ’a, “D ü şen S açların A dam ı”na gid en y o ld aki teh lik e ­

lere karşı uyarır. “Sevgili ço cu k ! S e n geçip gittin ve b u yaşam ın çab a­

larını geride b ırak tın . A rtık E fen d im izi m u tlu ediyor geri alıp g ö tü r­

3 James Henry Breasted, Development o f Religion and Thought in Egypt (New


York: Charles Scribner’s Sons, 1912), s. 275. Yayımcıların izniyle alınmıştır.
Taliesin’in şiiriyle karşılaştırın, geride, s. 274-276.
4 Franz Boas, Race, Language and Culture (New York, 1940), s. 514. Bkz. geri­
de, S. 116-118.

400
KOZMOGONİK ÇEVRİM

m ek . Ç ü n k ü bu d ünyada son su za d ek değil, kısa b ir zam an eğleniriz;

yaşam ım ız b irin in gü neşte ısınm ası gib id ir. V e E fen d i b u varoluşta


birb irim izle ko n u şm ayı ve b irb irim izi tanım ayı ih san etti; am a şim di,

Şu anda M iktlan teku tli, ya da A ku ln ah u ak atı, ya da yine T zo n te m o k


ad lı tan rı ve M iktekak ih u atl adlı tan rıça sen i alıp götü rd ü. S en o n u n

tah tın ın ön ü n e getirild in ; hep im iz oraya gideceğiz: o rası h epim izi

b e k liy o r ve öyle gen iş ki.

“S en i artık an ım sam ıyoru z. S en o e n k aran lık yerd e, ne ışığın ne

de p e n ce re n in olm ad ığı yerde yatacaksın. S e n o rad an d ö n m ey ecek ,

ayrılm ayacaksın: ne de d ü şü n ü p taşın acak sın nasıl d ö n eceğ in i. B izler-


d en son su za d ek ayrılm ış olacak sın . Y o ksu l ve kim sesiz b ıra k tın ç o ­

cu k ların ı, to ru n ların ı: o n la rın son u n u da, bu yaşam ın çab aların d an


nasıl g eçe ce k le rin i de bilm iy orsu n . B izlerse, yakınd a sen in yan m a ge­

leceğiz.”

A ztek ataları ve görev lileri ölüyü cen aze için hazırlam ış ve uygun

b içim d e sarm ış, ölen e şöyle d iy erek b iraz suyu başın d an aşağı d ö k ­

m ü şlerd ir: “S e n d ünyada y aşark en h o şla n ırd ın b u n d a n .” Ve k ü çü k b ir


sü rah i d o lu su su alıp o n a su narak: “Al sana y o lcu lu k için b ir şey ler;”
o n u k efen in in k ıv rım ların a y e rleştirirler. S o n ra ö len i battan iyelere

sarıp o n u iyice k o ru rla r ve hazırlan m ış bazı kağıtları ön ü n e tek tek

y erleştirirler: “H ey, b u n u n la çarp ışan dağlar arasınd a g e çe b ile ce k sin .”


“B unu nla yılan ın gözlediği yo ld an g e ç e ce k sin .” “B u , k ü çü k yeşil k e r­

tenk eleyi, X o ch ito n a l’ı rah atlatacak .” “Ve b ak , b u n u n la sekiz d o n d u ­


ru cu soğ u k çö lü n ü aşacak sın .” “îşte sek iz k ü çü k tepeyi aşıracak şey .”

“Îşte k esk in b ıçak lar rü zgârın d a sağ çık acağ ın şey .”

Ö len , parlak k ırm ızı tüylü b ir k ü çü k k ö p e k alacak tır yanına.


B oynu na y u m u şak b ir p am u k ipliği bağlarlar; o n u ö ld ü rü r ve cesetle

b irlik te yakarlard ı. Ö len yeraltı n e h rin i g eçe rk e n bu k ü çü k hayvanın

401
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 19. Osiris, Ölülerin Yargıcı.

ü stü n d e yüzer. Ve d ö rt yıllık geçişten so n ra, kağıtlarını ve h ed iyelerini

sunacağı tan rın ın ö n ü n e v arırd ı. O rad a sad ık yold aşıyla b irlik te “D o ­


k u zu n cu U çu ru m ”a g ö n d e rilird i.5

Ç in liler, Y eşim B akire ve A ltın D elik an lı'n ın reh b erliğ in d e Perili


K ö p rü ’n ü n geçilm esin i anlatır. H in d u lar gök k u b b e le r b içim in d e y ü k ­

5 Sahagun, a.g.e., Lib. 1, Apendice, Cap. I; ed. Robredo, Cilt 1, s. 284-286.


Beyaz ve siyah köpekler nehirde yüzemez, çünkü beyaz, “Yıkandım!" ve si­
yah, “Kirlendim!” diyecektir. Yalnız parlak kırmızı olanlar ölüler kıyısına
ulaşabilir.

402
KOZMOGONİK ÇEVRİM

selen g ö k ler ve ç o k katlı b ir yeraltı d ünyası b içim in d e k i ceh e n n e m le ri


resm ed erler. R u h ö lü m d e n son ra k en d i k ad erin e uygun yere bağlanır,

geçm iş yaşam ın ın tam an lam ın ı sin d irm ek ve d en etim e alm ak için.


D ersin i alınca, k en d in i so n rak i d en eyim seviyesine h azırlam ak üzere

dünyaya d ö n er. B öylece yaşam d eğ erinin tü m d en eyleri b o y u n ca, k o z ­


m ik y u m u rtan ın sın ırların ı aşm caya kad ar yol alır. D an te’n in İlahi K o­

m ed y ası bu tü r aşam aların tu tkulu b ir serim id ir: “C e h e n n e m ,” etin


g u ru r ve eylem lerin e bağlı ru h u n sefaleti; “A ra f’ can lı b içim d e ru hsal
d en eyim e geçm e sü reci; “C e n n e t,” ru hsal g erçekleşm e d ereceleri.

D e rin ve şaşırtıcı b ir y o lcu lu k tasavvuru M ısır’ın Ölüler K itabı’nda


b u lu n u r. Ö len kadm ya da e rk e k O siris’le özd eşleşm iştir ve öyle çağ rı­

lır. M etin Ra'ya ve O siris’e övgü d izeleriyle açılır ve son ra ru h u n sargı­

ların ın açılışın ın gizleriyle sü rer. “O siris A .’ya D il V erm e B ah si”n d e ,6


şu cü m leyi o ku ru z: “S aklı ü lk ed eki yu m u rtad an ç ık ıy o ru m .” B u, ölü m
fik rin in b ir yen id en d oğuş olarak b ild irilm esid ir. S o n ra, “O siris A .’n ın

D ilin i Ç özm e B ah si’ nd e uyanan ru h dua eder: “T an rı Ptah d ilim i ç ö z ­


sü n ve şeh rim in tan rısı ağzım ı saran sargıları çö z sü n .” “O siris A .’yı Y e­

raltınd a b ir B ellek S ah ib i K ılm a B ah si” ve “O siris A .’ya Y eraltınd a Bir


K alp V erm e B ah si” yen id en doğuş sü re cin i iki aşam a ilerletir. Son ra

yalnız yo lcu n u n k o rk u n ç y arg ıcın tahtın a gid en yolda yü zleşm esi ve

ü stesin d en gelm esi g erek en te h lik e le rin b ah isleri başlar.

Ölüler Kitabı m u m yayla birlik te zorlu y o lu n en g ellerin e b ir re h b e r


o larak göm ü lü rd ü ve göm ü sırasında b ah isler o ku n u rd u . M um yanın

h azırlan ışm m b ir aşam asınd a, ölü ad am ın kalbi ç ık a rılır ve yerine d u ­


alar eşliğind e gü neşin sim gesi olan altın b ir m uhafaza içind e bazalt b ir

b o k b ö ce ğ i yerleştirilird i: “K albim , an n em , kalb im , an n em ; d ö n ü şü m ­


ler k a lb im .” Bu “O siris A .’n ın K albin in Y eraltınd a O n d an A lınm asına

6 A.: ölenin adı geçer burada; örn. Osiris Aufankh, Osiris Ani.

403
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 20. Yılan Kheti Yeraltında, Osiris'in bir Düşmanım Ateşle Yok Ediyor.

İzin V erm em ek B ah si”nde geçer. A rd ınd an, “T im sah ı İtelem ek B ah­


sim d e şu nu o k u ru z: “G eri çek il ey batıd a yaşayan tim sah ... G eri çek il

ey güneyde yaşayan tim sah ... G eri çek il, ey kuzeyde yaşayan tim sah...

Y aratılm ış şeyle avucum da ve daha varo lm am ışlar vücu d u m d a. Ey Re,


sen in büyülü sözlerin le giyinip ku şan dım . Ü stü m d eki gök te ve

altım d aki yerde olan s ö z le rin le ...” “Y ılanları P ü skü rtm e B ah si” gelir

son ra, ard ın d an “A pşait’i U zaklaştırm a B ah si.” R u h b u so n d em ona


bağırır: “U zaklaş b en d en . Ey d u d akları k e m iren k işi.” “İki M erti T a n ­

rıçayı U zaklaştırm a B ah si’ nd e, ru h n iyetin i açıklar ve ken d in i, b u n u n


b ab an ın oğlu o lm ak old u ğu n u söy ley erek k o ru r: “...S e k te t kayığında

parlıy oru m , b e n O siris’in oğlu H oru s’u m ve b ab am O siris’i görm eye

g eld im .” “Y eraltınd a H avayla Yaşam a B ahsi” ve “Y eraltınd a Y ılan Re-


re k ’i U zaklaştırm a B ah si” kah ram an ı daha da uzağa g ö tü rü r ve ard ın ­

dan “Y eraltınd a Y apılan K atliam ları U zaklaştırm a B ah si”nd e b ü y ü k

açıklam a gelir: “S a çım N u’n u n saçı. Y ü züm D isk ’in yüzü. G ö zlerim

H ath o r’un gözleri. K u laklarım A puat’m ku lakları. B u rn u m K hesti-

Klas’ın b u rn u . D u d ak larım A rp u ’n u n d u d akları. D işlerim Serget’in


dişleri. B oyn u m gö k sel tan rıça İsis'in bo y n u . E lle rim B a-n ab -T at-
tu ’n u n elleri. K o llarım N eith’in, Sais’in H am m ı’n ın ko lları. S ırt k em i­

ğim S u ti’n in sırt kem iği. Fallu su m O siris’in fallusu. B ald ırlarım K her-
aba lo rd ların ın bald ırları. K aburgam K o rk u lacak K işinin kabu rgası. ...

V ü cu d u m d a b ir T a n rı organı olm ayan b ir o rg an yok. T a n rı T h o th v ü ­

404
KOZMOGONİK ÇEVRİM

c u d u m u b ir araya getird i ve o gü n d en b u yana Ra’y ım ben. Silahlarla


en g ellen em em ve kim se elim i ko lu m u bağ lay am az...”

Ç o k daha son rak i, h e r b iri sayısız tanrıyla çev relen m iş o lan beş
yüz d ö n ü şm ü ş B u d d h a’yla çev relen m iş B odhisattva im gesind e olduğu
gibi bu rad a da ru h , d aha ö n ce ayrı ve d ışın d a o larak d ü şü n ü len ta n rı­
ları içe re c e k g ü cü n ü n ve k o n u m u n u n tam lığm a ulaşır. O n lar ken di
v arlığ ın ın yan sıtm alarıd ır; ve g e rçe k haline d ö n e rk e n hepsi geri ka­
zanılır.

“H avayı T en effü s e tm e k ve Yeraltı Su ların a H akim O lm ak B ah si’n ­


d e, ru h k e n d in in k o z m ik y u m u rtan ın m u h afızı old u ğu n u b ild irir:
“S elam sana ey tan rıça N u t'u n akçaağacı! Ş en d ek i suyu ve havayı su n
bana. H erm o p o lis’teki tahtta o tu ru y o ru m ve B üyük G ıdaklayanm y u ­
m u rtasın ı gizleyip ko ru y o ru m . O bü y ü rse b e n b ü y ü y o r; o yaşarsa ben
yaşıyor; o so lu k alırsa b e n so lu k alıyoru m , b en , zafer d olu O siris A .”

A rd ınd an “B ir in san ın R u h u n u n Y eraltınd a O n d an A lınm asına İzin


V e rm e m e k B ahsi” ve “Y eraltınd a Su İçm ek ve A teşle Y anm am ak B ah si”
gelir ve son ra bü y ü k son a geliriz - ru h u n ve ev ren sel v arlığın b ir o l­
d u ğ u n u n anlaşıld ığı, “Y eraltınd a G ü n ü n G elişi B ah si”: “B en D ü nüm ,
B ugün ve Y arın ım ve ik in ci b ir kez doğm a g ü cü m var; tan rıları yara­
tan ilah i saklı R u h u m b e n ve A m eti’n in Y e raltın m ve G öğün yaşayan­
larına ö lü m yem ekleri v eren b en im . D oğu nu n d ü m en i, ışık ların ın g ö ­
rü ld üğü yerd ek i iki ilahi yü zün sah ib iy im ben . Y etişen in san ların
efend isiy im ; k aran lık tan ç ık a n ve v arlık b içim le ri, içind e ö lü lerin o l­
d uğu ev in b içim leri olan efend iyim . Selam size, eb ed i istirahatgâhları-
na k o n m u ş, o n u n söyled iği şeylere k u lak k esilen , tab u tu n kaid esini
sak lı yere u laştıran, Ra’yı k ılav u zlu k ed en ve on u son su z y ü k sek lerd e­
ki tü rb e n in e n tepesine d ek izleyen iki şah in ! Selam , d ü n y an ın orta
y erin d e d u ran tü rb e n in efend isi. O b en im , b e n oyu m ve P tah o n u n
gö ğ ü n ü kristalle k a p la m ış...”

405
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Çizim 21. Ani ve Karısının Öteki Dünya’daki Eşdeşleri Su İçiyor.

S o n ra ru h , “Yola Ç ık m ak ve D ünyaya İn m ek B ahsi”, “H eliopolis’e

Y olcu lu k ve O rad a T ah ta Ç ık m ak B ahsi” “K endini İstediği H erhangi


B içim e D ö n ü ştü ren A dam ın B ahsi" ve “O siris’in İlahi H üküm ran

P ren slerin in H u zu ru n a K abul E d ilm e B ahsi"nd e gösterildiği gibi ev re­


ni arzu ettiği şek ild e d üzen leyeb ilir. O lu m su z itira f d enen bahisler,

kefaret öd eyen in san ın ahlaksal saflığını bild irir: “H aksızlık yapm adım

... Z o rb alıkla soy m ad ım ... H iç kim seye zo rbalık yapm adım ... H ırsızlık
yap m ad ım ... E rk e k ya da k ad ın kim seyi k atletm ed im ...” Kitap tan rı­

ların övülm esiyle son lan ır ve son ra: “Ra’ya Yaşayan N ıbH ın Bahsi”,
“Bir İnsan ın G eri D ö n ü p Y ery ü zü n d ek i Evini G örm esini Sağlama B ah­

s i,” “R u hu K u su rsu z K ılm a B ah si” ve “Ra’n ın B üyük G üneş Kayığında

Y o lcu lu k E tm e B ah si.”7

7 E. A. W. Budge çevirisine göre: The Book o f the Dead, The Papyrus o f Ani, Sc­
ribe and Treasurer o f the Temples o f Egypt, about B.C. 1450 (New York, 1913).

406
KOZMOGONİK ÇEVRİM

2. Makrokozmosun Sonu

Bireyin yaratılm ış biçim in in çözü lm esi nasıl gerekiyorsa, evren de


öyle çözülm elidir:

“Yüz b in yıllık bir sürenin geçm esinden sonra çevrim in yen ilen e­

ceği anlaşılınca, duyusal baz cen n etin in sakinleri olan Loka byuhalar

denen tanrılar, dünyada saçlarını savurup rüzgârda uçarak, ağlayıp el­


leriyle gözyaşlarını silerek ve kırm ızı elbiseler ve tam bir kargaşa için ­

de dünyada gezinirler. Ve böylece şunu b ild irirler:

“ 'Efendiler, yüzbin yılın geçişinden son ra çevrim yen ilen ecek ; b u

dünya yok olacak; yüce okyanus bile ku ru yacak; ve bu geniş to p rak ,

ve dağların hüküm darı Sum eru yanıp kü l olacak - dünyanın yıkım ı

Brahm a dünyasına dek uzanacak. Bu yüzden efendiler, d ostlu k gelişti­


rin ; bağlılığı, neşeyi ve birliği geliştirin; annelerinizi kollayın; b ab aları­

nızı kollayın; ve akrabalarınız arasında yaşlılarınıza saygı gö sterin .’

“Buna Çevrim sel Kükrem e d enir.”8

Dünyanın sonunun Maya versiyonu D resden Kodeksi’n in so n say­


fasını kaplayan bir çizimle sunulm uştur.9 B u kadim elyazm ası, geze­

genlerin çevrim lerini kaydeder ve b u n lard an m uazzam k o z m ik çev­

rim lerin hesaplarını çıkarır. M etnin sonuna doğru b eliren yılan sayı­
ları (böyle adlandırılırlar, çünkü b ir yılan sim gesi gibi gö rü n ü rler),

otuz dört b in yıllık bir dünya dönem ini tem sil eder - o n iki b u ç u k
m ilyon g ü n - ve bunlar yeniden ve yenid en kaydedilm iştir. “B u n e re ­

deyse hayal bile edilemeyen dönem lerde, b ü tü n daha k ü çü k b irim ler

8 Harvard University Press izniyle Henry Clarke Warren, Buddlıism in Trans­


lations, s. 38-39’dan alınmıştır.
9 Sylvanus G. Morley, An Introduction to the Study of the Maya Hieroğlyphis,
37. Bülten, Bureau of American Ethnology; Washington, 1915), s. 3 2 ’nin
karşısındaki Levha 3).

407
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

son u n d a az ç o k k esin b ir son u ca v arıyo r sayılabilir. Bu sah ici eb e d i­


yette b irk a ç yıl neyi d eğ iştirir ki? E l yazm asın ın so n sayfasında bü y ü k

sayıların ona d oğru sü rü kled iği D ünya Y ık ım ı anlatılır. Burad a göğü

kap lam ış, su ları sel gibi b o ca ed en yağm u r yılanını görü rü z. B ü y ü k su


n e h irle ri fışk ırır gü neş ve aydan. K ap lan p en çeli ve ü rk ü tü cü o lan d i­

şi, sellerin ve b u lu tların k ö tü n iyetli efend isi o lan yaşlı tan rıça göksel
su ların k ab ın ı d ö n d ü rü r. Ö lü m ü n end işe veren sim gesi o lan çapraz

k o n m u ş k e m ik le r sü sler eteğin i ve b aşın ı kıv rılm ış b ir y ılan taçlan d ı­


rır. A şağıda, ev ren sel y ık ım ın sim gesi o lan yere çev rilm iş m ızrağıyla,

ü rk ü tü cü başınd a ö fkelen m ey i sü rd ü ren b ir cü ce baykuşla kara tanrı

d u ru r. B urad a, g e rçe k te n de h e r şeyi yu tuv eren felaket resim sel bir


beceriy le su n u lm u ştu r.”10

E n süslü resim lerd en b iri esk i V ik in g lerin Şiirsel E dda’sm d a g ö rü ­

lür. T an rıların b aşı O d in (W o ta n ), ken d isin in ve d iğer tan rıların c e ­

h e n n em in in nasıl olacağ ın ı b ilm e k istem iştir, ve “Bilge K ad ın ,” yani


D ünya A nası'nm k en d isin in b ir kişileşm esi olan K ad er o n a a n la tır:11

K ardeşler dövüşüp birbirine girecek,


Ve ‘kız k a rd eş’ oğulları akrabalığı lekeleyecek,

Fahişeliklerle dünyada olm ak güçleşecek;


Baltanın, kılıcın, kalkanın zam anı ayırm asıyla

Rüzgârın, kurdun zam anı, önce dünya sarsılacak;


İnsanlar birbirine aldırm ayacak.

10 A.g.y., s. 32.
11 Aşağıdaki anlatı Poetic Edda, “Voluspa," 42 vd. (dizeler Bellows çevirisinden
alınmıştır, a.g.e., s. 19-20, 24) ve Prose Edda, “Gylfaginning,” Ll’e (çev. Bro­
deur, a.g.e., s. 77-81) dayanmaktadır. American-Scandinavian Foundation,
yayımcıların izniyle.

408
KOZMOGONİK ÇEVRİM

D evlerin ülkesi Jo tu n h e im ’da saf, kırm ızı b ir h o ro z ö tecek ; V alhal-

la’da A ltın ib ik h o ro zu ; C eh en n em d e pas kızılı b ir kuş. Ö lü le rin d ü n ­


yasın ın girişin de k ö p e k G erm bü y ü k p en çelerin i uzatarak m ağa­

rasınd a ulu yacak. T o p ra k sallanacak, yalçın kayalıklar ve ağaçlar d ev­

rilece k , d en iz y erleri kap layacak. Başlangıçta zin cirlen m iş o can av ar­


ların zin cirleri ko p acak: K urt F en ris serb est k alacak ve alt çen esi y e r­

de üst çen esi gökte ilerley ecek (“yer olsa daha da açacak tı”); gö zlerin ­
d en ve b u ru n d elik le rin d en ateş fışkıracak. K ozm ik o ky an u su n d ü n ­

yayı saran yılanı b ü y ü k b ir öfkeyle d o ğ ru lacak ve zeh ir p ü sk ü rterek


k u rd u n yanm a, toprağa çık acak , böylece b ü tü n havayı ve suyu d ağıta­

cak. N aglfar (ö lü in san tırn ak ların d an yap ılan g em i) serb est kalacak

ve b u d ev lerin aracı olacak . Başka b ir gem i c eh e n n e m sak in lerin i taşı­

yacak. Ve gü neyd en ateş in san ları gelecek.

T an rıların b ek çisi ü rp e rtici bo yn u zu ü fled iğin de, O d in 'in savaşçı

oğu lları so n savaşa çağrılacak. D ö rt b ir yan d an tan rılar, d evler, c ü c e ­

ler ve elfler gelecek m eydana. D ünya A ğacı Yggdrasil titrey ecek ve o


zam an gökte ve yerde h iç b ir şey k o rk u su z olm ayacak.

O d in ku rd a sald ıracak, T h o r yılana, T y r köpeğe -c a n a v a rla rın en


k ö tü s ü n e - ve F rey r S u rt’a, alev adam a. T h o r yılan ı ö ld ü re ce k , orad an

o n ad ım atam adan p ü sk ü ren zeh ird en dolayı ö lecek . O d in ‘i k u rt yu ta­

ca k ve son ra V id arr, b ir ayağını alt çen eye dayayarak üst çen eyi kav ­
rayıp ku rd u n boğazın ı ikiye ayıracak. L oki H eim d allr’ı katled ecek ve

o n u n tarafın d an k atled ilecek . Su rt b ü tü n yeryüzü ne ateş saçacak ve

b ü tü n dünyayı yakacak.

Güneş kararıy or, y e r denize batıyor,


G ökten sıcak yıldızlar döne döne düşüyor;
B uhar ve yaşam ı besleyen alev şiddetleniyor,

Ateş göğün kendisine varıncaya dek.

409
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Şimdi G arm G nipahellir’in karşısında uluyor,

Zincirler parçalan acak ve kurt serbest kalacak;


D aha da biliyorum ve daha da görüyorum

Tanrıların, dövüşen kudretlilerin kaderini.

“İsa Zeytin dağı ü stü n d e o tu ru rk en , m ü ritleri gelip ona d ed iler: B i­


ze söyle, b u şeyler ne zam an o lacak , ve sen in gelişine ve d ü ny anın so ­

n u n a alam et ne olacak?

“Isa cevap v erip onlara dedi: sak ın kim se sizi sap tırm asın . Ç ü nk ü

b irço k ları, M esih b en im , diye b e n im ism im le gelip b irço ğ u n u zu y o l­

d an çık aracak . Siz savaşlar ve savaş sözleri işitecek sin iz. S ak ın sı­
kılm ayın, çü n k ü b u n la rın olm ası g e rek ir; fakat daha so n gelm em iştir.

Ç ü n k ü m illet m illete, ülke ülkeye karşı k alk acak tır; k ıtlık lar ve zelze­
leler olacak. V e b ü tü n b u şeyler ağrıların başlan gıcıd ır. O zam an sizi

sıkıntıy a koy acak lar, ve ö ld ü re ce k le r; ve ben im ism im d en ö tü rü b ü ­


tü n m illetler sizd en n efret ed ecek. Ve b irç o k yalancı peygam ber

k alk ıp birço ğ u n u yo ld an çık aracak . Ve fesat çoğalacağınd an, b irço ğ u ­


n u n sevgisi soğuyacak. A ncak son a kad ar d ayanan, k u rtu lan od ur. Ve

krallığın b u In cil’i, m ille tle rin h ep sin e tan ık o lm ak ü zere b ü tü n d ü n ­


yada vazed ilecek; ve son o zam an gelecek tir.

D aniel p eyg am berin anlattığı y ık ım saçan şeyin (o k u y an anlasın

d iye) ku tsal yerde d ik ild iğ in i görd ü ğü nü z zam an, Y ahu d iye’de olanlar
o v akit dağlara k açsın ; dam da olan lar ev in d en eşya alm aya in m esin ; ve

tarlada olan da ab asın ı alm ak için geri d önm esin . Fak at o gü nlerd e ge­

b e ve em zikli o lan ların vah haline! D ua ed in ki, k açışın ız kışta veya


S e b t gü nü nd e olm asın. Ç ü n k ü o zam an b ü y ü k sık ın tı o lacak tır ki,

d ü n y an ın b aşlan gıcın d an bugün e d ek böylesi o lm am ıştır, ve h iç de o l­


m ay acak tır. O gü nler kısaltılm am ış olsaydı h iç kim se ku rtu lam azd ı;

fakat seçilm iş o lan lar için o gü nler kısaltılacaktır.

410
KOZMOGONİK ÇEVRİM

“O zam an eğer b iri size, Îşte M esih şurad a ya da bu rad a, derse


inanm ayın. Ç ü n k ü y alan cı M esihler ve yalan cı p eyg am berler kalkıp
bü y ü k alam etler ve m u cizeler yap acak lar, öyle ki seçilm iş o lan ları bile

saptıracaklar. îşte, ö n ce d e n söyled im . E ğer size, îşte çö ld ed ir, d eseler


de, inanm ayın. Ç ü n k ü şim şeğin d oğud an çık ıp b atıd a bile gö rü n m esi

gibi, insanoğlu n u n gelişi de böyle o lacak tır. Leş nered eyse, kartallar

orada toplanacaktır. Fak at o gü n lerin sık ın tısın d an h e m en so n ra, g ü ­


neş kararacak, ay ışık v erm ey ecek, yıld ızlar g ö k ten d ü şecek ve g ö k le­

rin ku d reti sarsılacak; o zam an İn san o ğlu n u n alam eti gökte g ö rü n e ­


cek; o zam an yeryü zü nü n b ü tü n kab ileleri ked ere bo ğu lacak, ve İn sa­

noğlunun göğün b u lu tlari ü zerin de k u d retle ve b ü y ü k izzetle geld iği­


n i görecekler. Ve m elek lerin i b ü y ü k sesli b oru y la g ö n d erecek , ve m e ­

lekler göklerin b ir u cu n d an öteki u cu n a d ek o n u n seçtik le rin i d ört

yelden toplayacak. ... Fak at o gü n ve saat h ak k ın d a ne g ö k le rin m e ­


lekleri, ne de O ğul, yalnız B abam d an başkası b ir şey b ilm e z .”12

12 Matta, 24: 3-36.

411
EPİLOG

MİT VE TOPLUM
v sy e;
1. Şekil Değiştire n

M itlerin y o ru m u için n ih ai b ir sistem y o k t u r ve h iç b ir zam an da

olm ayacaktır. M ito lo ji, “d en izin ih tiyarı, k o n u ş m a s ı hakikat o la n ”


tanrı P roteu s gib id ir. T a n rı “b ir sınam a y a p a c a k ve top rak ta ya da su ­

da ya da yanan ateşte y ü rü y en şey lerin h e r t u r şek lin e g ire ce k .”1

P ro teu s tarafın d an eğ itilm ek isteyen y a ş a m gezgini “o n u sıkıca tu t­

m alı ve daha da sık m a lıd ır,” ve b ir sü re s o n r a o da g e rçe k şeklind e g ö ­


rü n ü r. Fak at b u d ü zenbaz tan rı e n b e c e r i k l i sorgu cu ya bile bilgeliği­

n in tam am ını açm az. A n cak o n a so ru la n s o r u y a yanıt v erecek tir ve so ­


ru lan soru y a göre söyled iği ö n em li ya da s a ç m a o lacak tır. “G üneş g ö ­

ğün o rtasın a erişin ce yalan bilm ez d en iz i h t i y a r ı d en izd en çıkar, Batı


R ü z g â rın ın esin tisi altınd a ve d en izin k a ra , köp ü kleriyle kaplanm ış
olarak gelir. Ç ık ın ca m ağara o y u k ların d a u y k u y a yatar. Tuzlu suyun

güzel k ızın ın fok sü rü sü de, aklı karalı dalga f a r arasınd an çıkarak çev ­
resine u zan ır ve d erin d en izin k ek re k o k u s u n u çevreye yayarlar.”2

H ayvanın inine b u yaşlı d en iz atasın ın y a r d ım s e v e r kızı tarafından g ö ­

tü rü len ve o n d an tan rıd an nasıl yan ıt a la ca -ğ ın ı ö ğren en Eski Yunan


Savaşçı kral M enelaos yalnızca ken d i kişisel s ık ın tıla rın ın gizini ve a r­

kad aşlarının n ered e o ld u ğu n u ö ğ ren m ey i i s t e d i . T an rı da yanıtlam aya


tenezzül etm ed i.

Ç ağdaş akıl, m ito lojiy i, d o ğ an ın d ü n y a s ın ı açıklam ak için ilkel,

1 Odyssey, IV, 401, 417-418, çev. S. H. Butcher ve Andrew Lang (Londra,


1879). [Türkçesi: Odysseia, çev. Ahmet Cevat E mre, Varlık Yayınlan, 1971,
s. 106; bu düzyazı çeviri Ing. çeviriye uyarlanarak alınmıştır -çn ..]
2 A.g.y., IV, 400-406. [Türkçesi: Odysseia, s. 106-1 07 .]

415
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

arayış için d ek i b ir çaba (F razer); so n ra k i çağların yanlış anlad ığı, tarih


ö n ce si zam an lard an gelen şiirsel fantezinin b ir ü rü n ü (M ü ller); bireyi
topluluğuna göre şek illen d irecek b ir alego rik bilgi yığm ağı (D ü rk h e ­

im ); insan ru h u n u n d erin lik lerin d ek i ark etip sel d ü rtü le rin b elirtisi

olan b ir dizi düş (Ju n g ); in san ın e n d erin m etafizik sezg ilerin in gele­
n ek sel aracı (C o om arasw am y); ve T a n rı’n ın Ç o cu k la rın ın G örü n m esi

(K ilise) olarak yoru m lan m ıştır. M ito lo ji b u n ların h ep sid ir. D eğişik
yargılar, yargılayan ların b ak ış açılarıyla belirlen ir. Ç ü n k ü ne olduğuna

değil, nasıl işlev görd ü ğü n e, insanlığa geçm işte nasıl h izm et ettiğine

d ik katle b ak ılırsa, m ito lo ji k en d isin i, b ire y in , ırk ın , çağ ın gerek sin im

ve tu tk u ların a k arşı yaşam ın ken d isi kad ar a ç ık o larak gösterir.

2. Mitin, Tapımın ve M editasyonun İşlevi

Yaşam b içim i için d e b irey , in san ın tam im gesinin an cak b ir k ırın tı­
sı ve çarp ıtılm asıd ır. B ir e rk e k ya da dişi olarak sın ırlan d ırılm ıştır; ya­

şam ın ın herh angi b ir d önem ind e yine ç o c u k , gen ç, y etişk in ya da yaşlı

olarak sın ırlan m ıştır; dahası, yaşam ro lü n d e zanaatkar, tü c c a r, h iz ­


m e tçi, ya da h ırsız, rah ip , lid er, eş, rah ib e ya da o ro sp u olarak yetiş­

m iştir; hepsi b ird en olam az. Bu yü zd en , tam lık -in s a n ın b ü tü n s e llig i-

aynı organda d eğil, b ir b ü tü n o larak to p lu m u n göv d esind ed ir. T o p lu ­


luğundan yaşam te k n ik le rin i, için d e d üşünd üğü dili, bağland ığı fik ir­

leri alm ıştır; o n u n v ü cu d u n u k u ran o g en ler to p lu m u n geçm işi aracı­


lığıyla gelm iştir. K end in i ayırm aya kalkarsa, ister çabası ister d ü şü nce

ya da duygusuyla, yalnızca v arlığın ın kaynaklarıyla o lan bağın ı k o ­

parm ış olur.

K abilesel d oğu m , erg in leşm e, evlilik, göm ü, yerleşm e ve ben zeri

tö re n le ri, bireyin yaşam ındaki d ö n ü m n o k taların ı ve yaşam uğ raşları­


n ı klasik, kişisel olm ayan b içim lere çevirm eye hizm et eder. B u b iç im ­

416
MİT VE TOPLUM

ler b irey i ken di k en d isin e, b u ya da şu k işilik o larak değil, savaşçı, g e ­

lin , d ul, rah ip , b aşk an o larak açarlar; aynı zam anda top lu lu ğ u n geri

kalan ı için ark etip sel aşam aların esk i d ersin i yin elerler. T ö re n e h erk es
rü tb e ve işlevine uygun olarak katılır. T ü m to p lu m ken d i ken d in e tü ­

ken m ez can lı b ir b irim o larak gö rü n ü r. B irey ku şak ları, canlı b ir v ü ­

cu tta k i an o n im h ü crele r gibi geçer; fakat asıl, Zam andışı b içim kalır.
M anzaran ın b u sü p er b ireyi kap sayacak şek ild e gen işletilm esiyle, h e r­

kes ken d isin i gelişm iş, zeng in leşm iş, d estek len m iş ve b ü y ü tü lm ü ş o la ­
rak b u lu r. Rolü, e tk iley ici olm asa da, in san ın güzel şen lik-im g esin d e -
ken d i içind e gizil o lan, am a ö zellikle b astırılm ış im g e d e - içerilm iş o la ­
ra k g ö rü lü r.

Sosyal görevler şen liğin d ersini olağan, gü n lü k varoluşta sü rd ü rü r


ve b irey , varlığını sü rd ü rü r. Buna k arşılık farksızlık, ayaklanm a -y a

da s ü r g ü n - yaşam v erici bağlantıları k o p arır. Sosyal b irim açısın d an ,

k o p arılan birey basitçe h iç b ir şeydir - b oşa gitm iştir. İster rah ip, ister
o ro sp u , k raliçe ya da köle o lsu n , ro lü n ü yaşad ığını d ü rü stçe söy ley e­
b ilen e rk e k ya da k ad ın ise olm ak fiilinin tam anlam ıyla, b ir şeydir.

O halde erg in len m e ve yerleşm e ayinleri b irey in ve topluluğun ö z-


sel birliğ i d ersini ö ğ retm ek ted ir; m evsim şen lik leri geniş b ir ufka a ç ı­
lır. B irey nasıl to p lu m u n b ir organıysa, k abile ya da şeh ir - v e b ü tü n

o larak in s a n lık - k o zm osu n gü çlü o rg an izm aların ın b ir aşam asıdır


yalnızca.

Y erli d en en h alk ların m ev sim şen lik lerin i doğayı d en etlem e çabası

o larak anlatm ak alışk an lık olm u ştu r. Bu y a n ıltıcı b ir açıklam ad ır,


in sa n ın h er eylem ind e ve özellikle de yağm u r b u lu tların ı getird iği,
hastalığı iyileştirdiği ya da seli d u rd u rd u ğu d ü şü n ü len büyü ay in le rin ­

d e, d en etlem e arzu su na y ö n elik ç o k şey vard ır; yine de, b ü tü n g e rçe k ­

ten d in sel (karab ü yü sel olana karşıt olan) tö re n le rin egem en m otifi

417
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

k ad erin kaçın ılm az şeylerin e teslim olm ad ır - ve m ev sim ş en lik le rin ­


de b u güdü açık ça bellid ir.

K ışın gelm esin i engellem eye çalışan b ir kabile ayini h iç kayded il­

m em iştir; tersin e: ayinlerin hepsi de topluluğu, d oğan ın geri kalanıyla

birlik te k o rk u n ç soğ u k m ev sim in e katlanm aya hazırlar. Ve baharda,

ayinler zayıf d üşm ü ş topluluğa m ısır, fasulye ve k ab ak v erm esi için


doğayı zorlam aya çalışm az h em en ; tersin e: ayinler b ü tü n in san ları d o ­

ğan ın m evsim in e uygun çalışm aya sü rü k ler. Z orlu k ları ve neşe d ö ­

nem leriyle b irlik te yılın harik a çev rim i, insan to p lu lu ğ u n u n yaşam


çev rim in d e sü reg id er olarak ku tlan ır, sergilen ir ve su nu lu r.

B u sü rek liliğ in b irç o k başka sim geleştirm esi m ito lo jik olarak b ilg i­
len d irilen top lu lu ğ u n d ünyasını kap lar. Sözgelim i, A m erikalı avcı k a ­

b ileleri k en d ilerin i yarı-hayvan, y arı-in san atalardan tü rem iş sayarlar.

B u atalar yalnız k ab ile n in in san üy elerin e değil, k ab ile n in ad ını aldığı

hayvan tü rlerin e de b ab alık ed erd i; b u yü zd en , k u nd u z k ab ilesin in in ­


san üyeleri hayvan k u n d u zların k an kard eşleri, tü rle rin in k o ru y u cu ­

larıyd ı ve bu n a k arşılık o rm an ahalisinin hayvan bilgeliğiyle k o ru n u r­


lardı. Ya da b ir başk a ö rn ek : N ew M exico ve A rizona N avaholarm m

hogan'i, yani çam u rd an k u lü b eleri N avaholarm k o zm o s im gesinin


p lanınd a k u ru lm u ştu r. G iriş doğuya bakar. Sekiz k en arı d ö rt yö n ü ve
ara n o k taları tem sil eder. H er b ir d irek ve k iriş h e r şeyi ku caklayan

yer ve göğün b ü y ü k h o g an ’m d aki b ir öğeye k arşılık gelir. Ve in san ın

ru h u n u n ken d isi evrenle b içim o larak aynı sayıldığınd an, çam u rd an


ku lü be insanla d ü n y an ın tem el u y u m u n u n b ir tem sili ve k u su rsu zlu ­

ğa gid en gizli yaşam y o lu n u n b ir an ım satıcısıd ır.

Fakat, top lu m sal görev ve yaygın tapım la tam b ir k arşıtlık içind e


b aşka bir yol da v ard ır. G örev in y o lu açısın d an , to p lu lu k tan sü rü lm ü ş
olan kim se h içtir. B una rağm en, diğer bak ış açısın d an sü rg ü n m a ce ­

418
MİT VE TOPLUM

ran ın ilk ad ım ıd ır. H er in san içind e h erk esi taşır; b u yü zd en içerd e

aran ıp b u lu n abilir. C insiyet, yaş ve m eslek ayrım ları kişiliğim izin özü
değil, sadece dünya sah n esin d e b ir süre giydiğim iz k o stü m lerd ir. İçte ­

ki insan im gesi sü slem elerle karıştırılm am alıd ır. K end im izi A m erikalı­
lar, y irm in ci yüzyılın ç o cu k la rı, B atılılar, uygar H ıristiyan lar olarak

d ü şü n ü rü z. E rd em li ya da gü nahkârız. Yine de b u tü rd en ad lan d ırm a­

lar in san o lm an ın ne d em ek oldu ğun u anlatm az, yalnızca coğrafyaya,

d oğum tarih in e ve gelire ilişk in rastlan tıları belirtirler. B izim özüm üz


n ed ir? V arlığ ım ızın tem el k arak teri ned ir?

O rtaçağ azizlerinin ve H int y o g ilerin in çile cilik le ri, H ellenistik

m y steria erg in lem eleri, D oğu ve B atın ın kad im felsefeleri birey sel b i­

lin cin d ik k atin i sü slem elerd en arın d ırm a tek n ik lerid ir. A dayın h azır­
lık m ed itasyon ları z ih n in i ve d uyguların ı yaşam ın rastlan tıların d an

ayırır ve o n u öze d oğru çek e r. “Şu d eğilim , b u d eğ ilim ,” diye m ed itas­

yon a dalar: “an n em ya da yeni ölm ü ş oğlu m d eğilim ; hasta ya da yaş­


lanan v ü cu d u m d eğilim ; ko lu m , gözü m , başım ; b ü tü n b u n la rın to p ­

lam ı değilim . Ben h issettiğ im değilim ; zih n im d eğilim ; sezgi gü cü m


d eğ ilim .” Bu tü rd en m ed itasyo n larla aday ken d i d erin liğ in d en ç ık a r ve

son u n d a hayal ed ilm ez g erçek lere ulaşır. H içb ir in san b u tü rd en


alıştırm alard an d ön ü p de k en d in i A BD ’n in B ilm em H angi K asabasının

Bay B ilm em K im i o larak önem seyem ez. T o p lu m ve görev ler kaybolu r.


Bay B ilm em K im ken d isin in insanla b ü y ü k o ld u ğu n u keşfed ince içe

k ap an ır ve yalnızlaşır.

B u, göle b ak an N arkissos, ağacın altınd a d ü şü n celi d u ran Buddha

aşam asıdır, fakat nih ai h ed ef d eğild ir; g eçici b ir b asam ak tır, so n u n cu


d eğild ir. A m aç görm ek değil, k işin in o öz olduğunu fark e tm esid ir; a r­
d ın d an kişi d ünyada o öz olarak gezinm ekte serb esttir. D ahası: dünya

da o özd en d ir. B en liğ in özü ve d ü ny anın özü: b u n lar b ird ir. Bu yü z­

419
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

d en ayrı d u rm ak, içe k ap an m ak artık gereksizd ir. K ahram an nereye

gid erse gitsin, ne yaparsa yapsın, ken d i ö zü n ü n h u zu ru n d ad ır - ç ü n ­

kü g öreb ilen ku su rsu z göze sah ip tir. A yrılık yo k tu r. B ö ylece, sosyal


katılım ın son u n d a bireyd e H er Şeyin g erçekleşm esin e yol açm ası gibi,

sü rg ü n de kah ram an ı h e r şeydeki Benliğe getirir.

Bu o rta n o k ta m e rk e z alınınca, b e n cillik ve y ard ım laşm acılık s o ru ­

nu o rtad an kay bo lu r. B irey ken d in i yasada kaybetm iş ve ev ren in tüm

anlam ıyla ö zd eşlik içind e yen id en d oğm u ştu r. D ünya, O n u n için,


O n u n tarafın d an yap ılm ıştı. “Ey M u h am m ed ,” d edi T a n rı, “sen o lm a­
saydın, gö k leri yaratır m ıy d ım .”

3. B ugünün K ahramanı

B u n ların h ep si de çağdaş b ak ıştan g erçek ten de u zak tır; çü n k ü


ken d in i belirleyen bireyin d em o k ratik ideali, güçle idare ed ilen m ak i­

n en in icadı ve b ilim sel araştırm a y ö n tem le rin in gelişim i insan yaşam ı­


n ı öyle d eğ iştirm iştir ki, ç o k esk id en gelen, Zam andışı sim geler evreni

çö k m ü ştü r. N ietzsch e’n in Z erd ü şt’ü n ü n tarih sel, çağ açıcı sözleriyle:
“B ü tü n tan rılar ö ld ü .”3 Bu b ilin e n b ir ö yk ü d ü r; b in b ir b içim d e an latıl­

m ıştır. M o d ern çağın kah ram an çev rim i, insanlığın y etişm esin in m u ­
cizevi ö yk ü sü d ü r bu . G eçm işin bü y ü sü , geleneğin b ağları, k esin ve

gü çlü d arbelerle parçalan m ıştır. M itin düş ağı dağıldı; zih in tam uyan­

m ış b ilin ce açıld ı; ve m o d e rn in san , b ir k elebeğin k o zasın d an ya da


gü neşin gece anan ın rah m in d en şafakta çıkm ası gibi kad im ald ırışsız-
lıktan çıktı.

K onu yalnızca tan rıların telesk o p ve m ik ro sk o p ta n k açacak y eri­


n in artık kalm am ış olm ası d eğild ir; tan rıların b ir zam an lar d estek led i­

3 Nietzsche, Îşte Böyle Dedi Zerdüşt, 1. 22. 3.

420
MİT VE TOPLUM

ği tü rd en b ir top lu m da y o k tu r artık. T o p lu m sal b irim d insel içeriğin

taşıyıcısı değil, e k o n o m ik ve p o litik b ir ö rg ü tlen m ed ir. İd ealleri, d ü n ­


yada göğün b içim le rin i g ö rü n ü r kılan h iy erarşik tem silin kiler değil,

m ad d i ü stü n lü k ve kay nak lar için zorlu ve d u rd u ru lm az b ir çaba iç in ­


de olan laik d evletin id eallerid ir. M itolojiyle ayd ınlanan bir ufu ğu n

d üşleriyle ku şatılm ış yalıtılm ış top lu m lar, artık an cak söm ü rü lecek


alanlar olarak vardır. Ve ilerlem eci to p lu m ların ken d i için d e, h e r tü r­
d en kad im insani ayin, ahlak ve sanat m irasın ın b ü tü n son izleri tam a­

m e n y o k olm uştur.

Bu n ed en le, insanlığın bu g ü n kü soru n ları, a rtık yalanlar olarak

g ö rü len o bü y ü k d üzenleyici m ito lo jile rin gö rece kararlı d ö n em lerin in

in san ların ın so ru n la rın ın tam am en tersi so ru n lard ır. O zam an tüm


anlam to p lu lu k ta, b ü y ü k an o n im b içim lerd ey d i, ken d in i ifade eden

b ireyd e değil; bu g ü n top lu lu k ta h iç b ir anlam y o k tu r - dünyada h içb ir


anlam yo k tu r: h er şey bireyd ed ir. Fakat orada da anlam k esin lik le b i-
lin çd ışm d ad ır. Kişi neye d oğru h arek et ettiğin i bilm ez. Kişi ne ta­
rafın d an çek ild iğ ini bilm ez. İn san ru h u n u n b ilin çli ve bilin çd ışı alan ­

ları arasınd aki iletişim k e silm iştir ve b izler ikiye ayrılm ış haldeyiz.

Y erine g etirilecek k ah ram an -g ö rev i b u g ü n G alileo ’n u n çağm d akiy-

le aynı d eğild ir. O rad a o zam an k aran lık olan yerde artık ışık vard ır;
fakat ışığın olduğu yerde de karanlık. Ç ağdaş k ah ram an -görev i, y ö n e ­

lim li ru h u n kayıp A tlantis’in i yen id en gün ışığına çık arm ak olm alıdır.

Belli k i, b u iş, m o d ern d ev rim in yarattığı şeyden geri d ö n e re k ya


da uzak laşarak başarılam az; çü n k ü so ru n çağd aş dünyayı ru h sal o la­

rak ö n em li olan b ir şeyle d o n atm ak değilse anlam sızd ır - ya da (aynı


ilkeyi başka biçim d e ak tarırsak ) e rk e k ve k ad ın ların m o d ern yaşam
koşu lların d a tam insan yetişk inliğ ine u laşm alarını olası k ılm ak d eğil­
se. G e rçe k te n de, b u k o şu lların ken d isi, kad im fo rm ü llerin yararsız,

421
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

y a n ıltıcı ve hatta ç o k zararlı saydığı şeylerd ir. B ugün to p lu lu k geze­


gen d ir, sın ırlan m ış ulu s değil; bu yü zd en daha ö n ce to p lu lu k için i d ü ­

zenlem eye yarayan yan sıtm alı sald ırg anlık ö rü n tü leri, o n u artık ancak
parçalara ayırabilir. Bayrağı totem olarak gö ren ulusal fikir, b u g ü n b e ­

b e k lik egosunu n b ir p o h p oh lay ıcısıd ır, ço c u k lu k d u ru m u n u o rtad an

k ald ıran b ir şey değil. T ö re n g eçişin in p arod i-ayinleri Y erind e D u ­


r a n ın , tiran e jd erin am açlarına hizm et ed er, b en lik ç ık a rla rın ın kay­

bo ld u ğu T a n rı’n ın am açların a değil. Ve bu karşıtapım m sayısız azizi -

yani bayraklara sarılm ış resim leri h e r yerde görü len resm i ik o n lar o la­

rak hizm et ed en y u rts e v e rle r- tam o larak, k ah ram an ın aşm ası gere­
ken ilk soru n olan yerel e şik m u hafızlarıd ır (Y apışkan T ü y ad lı d em o-

nu m u z).

Şu anda anlaşıld ığı kadarıyla, b ü y ü k dünya d in leri de gerek sinim i


k arşılayam am aktad ır. Ç ü n k ü o n lar, propagand a ve k en d in i p o h p o h la­

m a araçları o larak p o litik g ru p ların am açlarıyla kaynaşm ıştır. (B ud izm

bile son zam anda, B atı’n ın d erslerin e tep k i olarak b u alçalm ayı ya­
şam ıştır.) Laik d evletin evrensel zaferi b ü tü n d in sel ö rg ü tleri öyle tam

anlam ıyla ik in cil, hatta etkisiz b ir k o n u m a d ü şü rm ü ştü r ki, d insel


p and om im , h aftanın geri kalanın da iş ahlağı ve yu rtseverliğe yer aça­

rak , Pazar sab ah ların ın gösterişli b ir alıştırm ası k o n u m u n a d ü şm ü ş­

tü r. Bu tü rd en b ir m ay m u n ku tsallığı, işleyen d ü n y an ın gerek sind iği

şey d eğild ir; tersin e, hep im izin içind e v arolan ve etkili olan evrensel
tan rı-in san ın yaşam v e rici im gesini laik yaşam ın h er ayrın tısı ve eyle­

m iyle bilince u laşır k ılacak şekild e tü m sosyal d ü zenin b ir d ön ü şü m ü

gerek m ekted ir.

Ve b u b ilin c in k en d isin in b aşarabileceğ i b ir iş değild ir. B ilinç,

a rtık bu gecen in d ü şü n ü tah m in etm ek ya da d en etlem ek ten d aha e t­


kili bir sim ge icat ed em ez, hatta ön g örem ez bile. H er şey, yalnız m o ­

422
MİT VE TOPLUM

d e m d ünyadaki yaşayan her ru h u n d erin lik lerin d e değil, gezegenin

y ak ın zam an larda d ö n ü ştü ğ ü devasa savaş alanı üzerinde de geçen


u zu n ve ç o k k o rk u tu cu b ir sü re cin bağlı o ldu ğu b aşka b ir düzeyde de

g erçek leşm ek ted ir. B izler, ru h u n h er iki tarafla da özd eşleşm eksizin
aşm ası g erek en Sym plegad es’in k o rk u n ç çarp ışm asın ı sevretm ekteyiz.

Fak at b ilebileceğim iz b ir tek şey vard ır, yan i yen i sim geler g ö rü ­
n ü r o ld u k ça, y e rk ü re n in d eğişik kısım ların d a aynı o lm ayacaklard ır;

yerel yaşam ın, ırk ın ve geleneğin etkileri hep b ird en uygulam ada ge­

çerli olan b içim lerle b ir b ü tü n haline gelm elidir. Bu yü zd en, in san ­

ların aynı k u rtu lu şu n d eğ işik sim gelerle ortaya çıktığın ı anlam aları ve
g ö reb ilm eleri gerek lid ir. “G e rçe k b ird ir,” diye o k u ru z Vedalar’da; “b il­
geler on u b irço k adla ç a ğ ırır.” İnsan k o ro su n u n tü m re n k le n d irm ele ­

riyle tek b ir şarkı sö y len m ek ted ir. Y erel çö zü m le rin b iri ya da b ir b a ş­

kası için yap ılan yaygın propaganda, bu yü zd en geçicid ir - ya da daha


ç o k , b ir teh lik ed ir. İnsan o lm an ın yolu, T a n rı’n ın insan yü zü n ü n h ari­
ka u y u m lan ışlarım n h ep sin d ek i çizg ilerin i tanım ayı ö ğ ren m ek tir.

B öylece m o d ern k ah ram an -gö rev in in ken d in e özgü y ö n elim in in

ne olm ası gerektiğin e d air son ipu cu n a geliyoru z ve bize m iras kalan

d in sel form ü llerin h ep sin in çözü lm esin d ek i asıl n ed en i keşfediyoruz.


G izem ve tehlike alan ın ın ağırlık m erk ezi k esin lik le yer d eğiştirm iştir.

Azıdiş kap lan ı, m am u tu ve hayvanlar k rallığın ın diğer v arlıklarını ya­


b an cı - h e m tehlike h em de beslen m e k a y n a ğ ı- o lan ın asli d ışav u ru m ­

ları sayan şu e n uzak insan bin yılların m ilk el avcı halkları için bü yük
insani soru n , vahşiliği bu v arlıklarla paylaşm a görevine ru hsal olarak
bağlanm aktı. B ilin çd ışı b ir özd eşleşm e gerçek leşti ve bu , en son u n d a,

m ito lo jik totem ataların yarı insan yarı hayvan figürleriyle b ilin ce y e r­
leşti. H ayvanlar insanlığın y e tiştiricileri old u lar. T am anlam ıyla taklit

eylem leri aracılığıyla -b u g ü n an cak ç o cu k la rın oyu n alanlarınd a (ya

423
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

da akıl h astanesind e) görüldü ğü g ib i- in san egosu n u n etkili b ir sö n ü ­


m ü gerçekleştirild i ve top lu m b irleştirici b ir örg ü tlen m eye ulaştı. B en ­

zer şekild e, k en d ilerin i b itk i besiniyle yetiştiren k abileler bitkiye b ağ­


land ılar; ek im ve b içim yaşam ayinleri in san ın rah m e d ü şm esi, d o ğ u ­

m u ve yetişkinliğe ilerleyişiyle özd eşleşti. Yine de, h em b itk i h e m de


hayvan dünyası so n u çta toplum sal d en etim altına alındı. B u nd an so n ­

ra eğitici m u cizen in b ü y ü k alanı - g ö k le r e - kaydı ve in san lık , ku tsal ay

k ralın ın , kutsal gü neş kralın ın , h iy erarşik gezegensel d evletin ve d ü n ­


yayı düzenleyen felek lerin sim gesel şen lik le rin in b ü y ü k p and om im ini
yüceltti.

Bugün tüm bu m y steria’lar gü çlerin i kaybetti; sim geleri a rtık ru ­


h u m u zu ilgilend irm iyor. B ü tü n v aro lu şu n h izm et ettiği ve insanın

ken d isin in ön ü n d e eğilm esi g erek en b ir k o zm ik yasa d ü şü n cesi, çok


uzu n zam an ö n ce esk i astro lo jid e tem sil ed ilen m istik başlan gıç aşa­

m aların d an geçti ve artık basitçe m e k a n ik terim lerle k o n u ediliyor.


B atılı b ilim lerin (o n yed in ci yüzyıl astro n o m isin d en o n d o k u zu n cu

yüzyıl b iy o lo jisin e) gök lerd en yere inişi ve bugün , son u n d a insanın

ken d isine yoğ u nlaşm aları (y irm in ci yüzyıl an tro p o lo ji ve p sik o lo jisi),
in san m erak ın ın o d ak nok tasın a ait şaşılacak b ir d eğişim çizgisini g ö s­

terir. H ayvan d ünyası değil, b itk i d ünyası değil, felek lerin m u cizesi
değil, artık in san ın ken d isi asıl gizem d ir, in san , b en cil g ü çleri ortaya

çık arılm ası gerek en , b ö ylece egoyu çarm ıh a g erecek ve d irilte ce k olan
ve im gesinde to p lu m u n yen ileneceğ i o yaban cı varlıktır. A m a “B en ”
olarak değil, “S e n ” o larak anlaşılan insan: çü n k ü h içb ir kabile, ırk , k ı­

ta, toplum sal s ın ıf ya da yüzyılın id ealleri ve g eçici k u ru m la n , h e p im i­


zin için d eki yaşam olan tü k en m ez ve ç o k çeşitli olağanü stü tanrısal
varlığın ö lçü sü olam az.

M od ern kah ram an , kefaretin i ö d em eyi kad erim iz sayd ığım ız o

424
MİT VE TOPLUM

varlığın evini arayıp bulm aya cesaret ed en m o d ern birey, to p lu lu ğ u ­

n u n g u ru r, k o rk u , ak ılcılaştırılm ış h ırs ve ku tsan m ış yanlış anlam a

batağın ı aşm asını bekley em ez ve b e k lem em elid ir. “Y aşa,” d er N ietzsc-


h e, “san k i gü n bu rad ay m ış g ib i.” Y aratıcı kah ram an a re h b e rlik e d ecek

ve o n u k u rta ra ca k olan to p lu m d eğild ir, k esin lik le tam tersi d o ğ ru ­


d ur. Ve b u yü zd en h e r b irim iz, k ab ilesin in b ü y ü k zafer anların da d e­

ğil, kişisel u m u tsu zlu ğ u n u n sessizliklerin d e yü ce sınavı paylaşm akta,


k u rta rıc ın ın h açın ı taşım aktayız.

425
METİNDE YER ALAN ÇİZİMLER

1. S ile n o s ve M a in a sla r. S ic ily a ’d a, G e la ’daki b ir m ez a rd a b u lu n a n , M Ö ca.

450-500 ta rih li b ir siy a h -d e se n li am forad an. (M o n u m e n ti A n tic h i, p u b b -


lica ti p e r c u ra d ella R eale A cca d em ia dei L in cei, C ilt X V II, M ilan , 1907,

Levh a X X X V II.) [s. 1 9)

2. Minotauromakhia. M Ô 5. y y .’d a n k ırm ız ı d esen li b ir A ttik k a b ın d a n . B u ­


rad a T h e se u s M in o ta u ro s’u kısa b ir kılıçla ö ld ü rü r; v azo s ü s le m e le rin ­

d e k i alışılm ış v e rsiy o n b u d u r. Y azılı anlatılard a k a h ra m a n ç ıp la k elle rin i


k u lla n ır. (Collection des vases grecs de M. le Comte de Lamberg, e x p liq u é e

et p u b lié e p a r A lex a n d re de la B o rd e , Paris, 1813, Levh a X X X .) [s. 3 5 ]

3. Boğa Biçimindeki Osiris, Kendisine Tapmanı Yeraltına Taşıyor. B ritish M u -


s e u m ’d a k i b ir m ısır sa n d u k a sın d a n . (E. A. W a llis B u d g e, O siris and the

Egyptian Resurrection, L o n d ra , P h ilip Lee W a rn e r ; N ew Y o rk , G. P. P u t­


n a m ’s So n s, 1911, C ilt I, s. 13.) [s. 6 7 ]

4. Odysseus ve Sirenler. Şu an d a A tin a Şehir M ü z esi’n d e b u lu n a n , M Ö 5.


yy. ta rih li A ttik ç o k r e n k li d e sen li, beyaz lek h y th o sta n . (E u g é n ie S e lle rs,

“T h r e e A ttic L e k y th o i fro m E r e tr ia ,” Journal o f Hellenic Studies, C ilt X III,


1 8 9 2 , Levha I .) [s. 1 0 0 ]

5. Gece-Deniz Yolculuğu: -Y usuf Kuyuda: Isa’nın Defnedilmesi: Yunus ve Bali­


na. İsa ta rih in in E sk i A h it ö n fig ü rle rin i g ö stere n o n b e şin c i y ü zy ıl Biblia
Pauperum’undnn b ir sayfa, A lm a n ca b asım ı, 1471. Ç izim 8 ve 11’le
k a rşıla ştırın . (W e im a r G e se llsch a ft d e r B ib lio p h ile n b asım ı, 1 9 0 6 .) [s.
112]
6. /sis bir Şahin Biçiminde Yeraltmdaki Osiris'e Katılıyor. B u b a b a sın ın d ir ili­

şin d e b ü y ü k ro l o y n a y a c a k o la n H o ru s ’un o rta y a ç ık ış a n ıd ır. (K rş. Ç i­

z im 1 0 .) D en d era ’d a k i O s iris ta p ın a ğ ın ın , o şe h ird e ta n n o n u ru n a h e r

y ıl d ü z e n le n e n m y ste ria ’la rı g ö s te re n b ir dizi z e m in rö ly e fin d en . (E . A


W a llis B u d g e, O siris and the Egyptian Resurrection, L o n d ra , P h ilip Lee
W a r n e r ; N ew Y o rk , G . P. P u tn a m ’s S o n s, 1911, C ilt II, s. 2 8 .) [s. 137]

427
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

7. tsis Ruha Ekmek ve Su Veriyor. (E . A W a llis B u d g e, Osiris and the Egyptian


Resurrection, L o n d ra , P h ilip L ee W a r n e r ; N ew Y o rk , G. P. P u tn a m ’s
S o n s , 19 1 1 , C ilt 11, s. 1 3 4 .) [s. 2 0 2 ]

8. Canavarın Yenilmesi: -Davud ve Calût: Cehennem Azabı: Samson ve Aslan.


(Ç iz im 5 ’le a y n ı k a y n a k ta n .) [s. 2 0 6 ]

9A . Bir Corgo Medusa’nın Başıyla Kaçan Perseus’u İzliyor. P e rse u s H e rm e s’in


o n a v erd iğ i k ılıc ı k u şa n m ış o la ra k , ü ç G o rg o ’ya o n la r u y u rla rk e n y a k ­

laşıp M ed u sa 'n m b a şın ı k e sti, h ey b e s in e k o y d u ve b ü y ü lü sa n d a le tle ri­

n in k a n a tla rıy la k a çtı. E d eb i v e rsiy o n la rd a k a h ra m a n , b ir g ö rü n m e z lik


b a şlığ ı sa y esin d e fa rk e d ilm e d e n u z a k la şır; b u ra d a y sa sağ k a la n ik i G o r-

g o ’d an b irin i o n u k o v a la rk e n g ö rü rü z . M ü n ih A n tiq u a riu m ’u n u n k o ­

le k s iy o n u n d a k i MÖ 5. yy. ta r ih li b ir k ırm ız ı a m fo ra d a n . (A d o lf

F u rtw ä n g le r, F r ie d r ic h H a u ser ve K a rl R e ic h h o ld , Grieclıische Vasenma-


lerei, M ü n ih , F . B ru c k m a n n , 1 9 0 4 -1 9 3 2 . L ev h a 1 3 4 .) [s. 230]

9B. Perseus Heybesinde Medusa’nm Başıyla Kaçıyor. Bu ve y u k a rıd a k i çiz im


a y n ı a m fo ra n ın k a r şılık lı y ü z ü n d e b u lu n m a k ta d ır. D ü z e n le m e n in e tk isi

eğ le n d irici ve c a n lıd ır . (B k z . F u rtw ä n g le r, H a u ser ve R e ic h h o ld , a.g.e.,


D izi III, M etin , s. 77, R esim 3 9 .) [s. 2 3 2 ]

10. Osiris’in Dirilişi. T a n r ı y u m u rta d a n ç ık a r ; İsis (Ç iz im 6 ’n m Ş a h in i) on u


k a n a tla rıy la k o r u r. H o ru s (Ç iz im 6’n m K u tsal E v liliğ in d e n g e le n oğu l)

A n k h ’ı, y a da y a şa m işa re tin i b a b a sın ın y ü z ü n ü n ö n ü n d e tu tar. P h ila-


e ’d e k i b ir z e m in rö ly e fte n (E . A W a llis B u d g e, O siris and the Egyptian

Resurrection, L o n d ra , P h ilip Lee W a r n e r ; N ew Y o rk , G. P. P u tn a m ’s


S o n s, 1911, C ilt II, s. 5 8 .) [s. 2 3 7 ]

11. Kahramanın Geri Gelişi: Tapmak Kapılarıyla Sanıson: tsa Dirilmiş: Yunus.
(Ç iz im 5 ile ay n ı k a y n a k .) [s. 2 4 6 ]

12. lason’uıı Dönüşü. B u , la s o n ’u n m a c e ra sın ın e d e b i g e le n e k te su n u lm a m ış


o la n b ir g ö rü n ü m ü d ü r. “V azo yu re sm e d e n k işi tu h af, e tk ile y ic i b ir b i­

çim d e e jd e r -k a tle d e n in e jd e r ’in to h u m u n d a n o ld u ğ u n u a n ım sa m ış g ö ­


rü n ü y o r” (Ja n e H a rriso n , Thenıis, A Study of the Social Origins of Greek

Religion, C a m b rid g e U n iv e rsity P ress, ik in c i b a sım , 19 2 7 , s. 4 3 5 ). A ltın

428
METİNDE YER ALAN ÇİZİMLER

P ost ağaca a sılı d u ru y o r. K a h ra m a n la rın e fe n d isi A th en a, b ay k u şu y la

b irlik te o rad a. A eg is’i ü z e rin d e k i G o r g o n e u m ’a d ik k a t ed in (L ev h a X X II


ile k a rşıla ştırın ). (V a tik a n E trü sk K o lle k siy o n u ’n d a k i b ir vazo d an . R o ­

m a , D. A n d erso n T n b ir fo to ğ ra fı a ra c ılığ ıy la .) [s. 2 7 5 1

13. Tuamotuan Yaratılış Çizelgesi: -Aşağıda: Kozmik Yumurta. Yukarıda:


insanlar Beliriyor ve Evreni Şekillendiriyorlar. (K e n n e th P. E m o ry , “T h e
T u a m o tu a n C re a tio n C h a rts b y P a io r e," Journal of the Polynesian Society,
C il. 4 8 , N o. 1, s. 3 .) [s. 3 0 7 ]

14. Göğün ve Yerin Ayrılışı. M ısır ta b u t ve p a p irü sle rin in b ilin e n b ir figü rü .
T a n r ı S h u -H e k a , N u t ve S e b ’i ay ırıy o r. Bu d ü n y a n ın y a ra tılış an ıd ır.

(W . M ax M ü ller, Egyptian Mythology, The Mythology of All Races, C ilt X II,


B o sto n , M arsh all J o n e s C o m p a n y , 1918, s. 4 4 .1 ’[s. 3 1 4 )

15. Khnemu Friavun’un Oğlunu Çömlekçi Çarkında Şekillendiriyor, Bu Arada


Thoth Onun Yaşam Süresini işaretliyor. B a tla m y u s d ö n e m in d e n k alm a b ir
p a p irü ste n . (E . A. W a llis B u d g e, The Gods of the Egyptians, L o n d ra , M e t­

h u e n an d C o ., 1904, C il. 11, s. 5 0 .) [s. 3 2 2 ]

16. Nut (Gök) Güneşi Doğuruyor; Işınlan Ufuktaki Hathor’un Üzerine Düşüyor
(Aşk ve Yaşam). T a n r ıç a n ın a ğ z ın d a k i k ü re , a k şa m ü stü n ü n , y u tu lm a k ve
y e n id e n d o ğ m a k ü z e re o la n g ü n e şin i te m sil ed iy o r. (E . A. W a llis B u d g e,
The Gods of the Egyptians, L o n d ra , M e th u e n a n d C o ., 1904, C il. I, s. 1 0 1 .)
[s. 3 2 8 ]

17. Paleolitik Petroglif (C e z a y ir). T io u t y a k ın la rın d a k i ta rih ö n ce si b ir a la n ­


d an . A v cı ve d e v ek u şu a ra sın d a k i k e d i b e n z e ri h ay v an , b e lk i de b ir tü r

e ğ itilm iş a v cı p a n te rd ir ve a v c ın ın a n n e siy le b irlik te a rk ad a k a la n b o y ­

n u z lu h ayvan o tla k ta k i ev cil b ir h a y v a n d ır. (L e o F r o b e n iu s v e H u go


O b e r m a ie r, Hadschra Maktuba, M ü n ih , K. W o lff, 1925, C ilt II, L ev h a
7 8 .) [s. 3 6 7 ]

18. Kral Ten (M ısır, lik H a n e d a n , ca. M Ö 3 2 0 0 ). Bir Savaş Esirinin Kafasını
Parçalıyor. A b y d o s’ta b u lu n a n fild işi b ir lev h a d an . “E sirin h e m e n
a rd ın d a , ü stü n d e b ir ç a k a l re sm i o la n ve b ir ta n rıy ı, A n u b is y a da A p u -
a t’ı te m s il ed e n b ir sa n c a k v a rd ır; b ö y le c e k u r b a n ı k r a lın b ir ta n rı için

429
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

g e rç e k le ştird iğ i a n la ş ılm a k ta d ır." (E . A. W a llis B u d g e, O siris and the

Egyptian Resurrection, L o n d ra , P h ilip L ee W a r n e r ; N ew Y o rk , G . P. P u n -


ta m ’s S o n s, 19 1 1 , C ilt I, s. 197; tire b a sk ı, s. 2 0 7 .) [s. 372]

19. O siris, Ölülerin Yargıcı. T a n r ın ın a rk a sın d a ta n rıç a Isis ve N e p h th y s d u ­

ru r. O n u n ö n ü n d e H o ru s’u n d ö r t o ğlu o la n to r u n la rın ı d e ste k le y e n b ir

lo tu s ya da ley la k v a rd ır. A ltın d a (y a d a y a n ın d a ), y e ry ü z ü n d e k i N il’in

(a sıl k ay n ağ ı c e n n e tte d ir) ta n rısa l k a y n a ğ ı o la n b ir k u tsa l su g ö lü v ard ır.

T a n r ı so l e lin d e k ır b a ç y a da k a m ç ı ve sağ e lin d e k ü ç ü k b ir asa tu tar.


Y u k a rıd a k i k o r n iş , h e r b iri b ir d isk i d e ste k le y e n y irm i sek iz k u tsa l u ra -

e i’lik b ir sıra y la sü s le n m iştir. H u n e fe r P a p irü sü ’n d en . (E . A. W a llis

B u d g e, O siris and the Egyptian Resurrection, L o n d ra , P h ilip L ee W a rn e r ;


N ew Y o rk , G . P. P u n ta m ’s S o n s, 19 1 1 , C ilt 1, s. 2 0 .) [s. 4 0 2 ]

20. Yılan Kheti Yeraltında, Osiris’iıı bir Düşmanını Ateşle Yok Ediyor. K u rb a n ın
k o lla rı a rd ın d a n b a ğ la n m ıştır. Y ed i ta n rı g ö rü n ü r. B u , g e c e n in se k iz in c i

sa a tin d e G ü n e ş K a y ığ ın ın Y era ltın d a g e çm e k te o ld u ğ u a la n ı g ö stere n


b ir s a h n e n in a y rın tısıd ır. - “A n ıtsa l K a p ıla rın K itab ı" d e n e n k ita p ta n .

(E . A. W a llis B u d g e, The Gods o f the Egyptians, L o n d ra , M e th u e n an d

C o ., 1904, C ilt 1, s. 1 9 3 .) [s. 4 0 4 ]

21. Â n i ve Karısının ö te k i D ünya’daki Eşdeşleri Su İçiyor. A n i Papi-


rü s ’ü n d e n . (E . A. W a llis B u d g e, O siris and the Egyptian Resurrection,

L o n d ra , P h ilip L ee W a rn e r ; N ew Y o rk , G. P. P u n ta m ’s S o n s, 1911, C ilt


II, s. 1 3 0 .) [s. 4 0 6 ]

430
METİNDE YER ALAN LEVHALAR

I. Canavar Terbiyecisi (S ü m e r). U r’d a k i b ir k ra l m e z a rın d a n k a b u k k a k ­


m a sü sle m e (b e lk i de b ir a rp ı sü s lü y o rd u ), ca. M Ö 3 2 0 0 . M e rk ez d ek i
fig ü r o la sılık la G ılg a m ış’tır. (P h ila d e lp h ia , Ü n iv e rsite M ü ze si.) [s. 5 4 ]

II. Tutsak Tekboynuz (F ra n s a ). O la sılık la F ra n sa k ra lı 1. F r a n c is iç in


y a p ılm ış o la n , “T e k b o y n u z u n Y a k a la n m a sı” a d lı b ir d u v ar h a lısın d a n
a y r ın tı, ca . M S 1514. (M e tro p o lita n M u se u m o f A rt, N ew Y o rk C ity .)

[s. 551

II I. Tanrıların Anası (N ije ry a ). K u ca ğ ın d a sav aş ve d e m ir ta n rısı b e b e k


O g u n ’Ia O d u d u a . K ö p e k O g u n ’a k u rb a n e d iliy o r. İn san b iç im li b ir

h iz m e tk â r davul ça lıy o r. T a h ta b o y a m a . L ag o s, N ijery a. E g b a -Y o ru b a

K a b ile si. (H o rn im a n M u se u m , L o n d ra . F o to ğ ra f, M ich ael E. Sa d le r,


A rts of West Africa, In te rn a tio n a l In stitu te o f A frica n L an g u ag es and
C u ltu r e s , O x fo rd P re ss, L o n d ra : H u m p h re y M ilfo rd , 1 9 3 5 .) [s. 8 7 )

IV. Tanrı Savaş Giysileriyle (B a li). T a n r ı K rişn a k o r k u n ç d ışav u ru m u n d a.


(M e tin d e k i Bhagavad Gita a lın tısıy la k a r şıla ştırın .) Ç o k r e n k li tah ta

h e y k e l. (F o to ğ ra f, C . M . P ley te, lııdonesian A rt , T h e H au ge: M a rtin u s

N ijh o ff, 1 9 0 1 .) [s. 8 8 ]

V. Tanrıça Sekhmet (M ısır). D iy o rit h ey k el. İm p a ra to rlu k D ö n e m i. K a r­


n a k . (M e tro p o lita n M u se u m o f A rt, N ew Y o rk C ity .) [s. 1 2 9 ]

VI. Medusa (A n tik R o m a ). M e rm e r, u z u n rö ly e f; R o m a, R o n d a n in i Sa-


r a y ı’n d a n . T a rih i b e lirsiz . (G ly p to th e k K o lle k siy o n u ’n d a n , M ü n ih . F o ­
to ğ ra f, H. B ru n n ve F . B r u n c k m a n n , Denkmäler griechischer und rö­
mischer Sculptur, V erla g sa n sta lt fü r K u n st u n d W isse n sc h a ft, M ü n ih ,
1 8 8 8 -1 9 3 2 ) [s. 1 3 0 ]

VII. Büyücü (P a le o litik M ağara R esm i, F ra n sa P ire n e le ri). B ilin en ilk b ü y ü -


c ü -h e k im re sm i, ca . M Û 1 0 .0 0 0 . Siy ah b o y ay la b o y a n m ış kaya o y m ası,

75 c m . y ü k se k lik te , b irk a ç yü z h ayvan o y m asıy la b irlik te ; “T r o is

431
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

F r è r e s ” o la ra k b ilin e n A u rig n a cia n -M a g d a len ia n m a ğ a ra sın d a , A riège,


F ra n sa . (K a şifi K o n t B é g o u e n ’in b ir fo to ğ ra fı.) [s. 1 6 2 ]

V III. Evrensel Ata Viracocha Ağlıyor (A r ja n tin ). Evrensel Ata Viracocha Ağlıyor
(Arjantin). A rja n tin ’in k u z ey d o ğ u su n d a A n d algalâ, C a ta m a rca 'd a b u lu ­
n a n lev h a , g e çic i o la ra k ln k a -ö n c e s i ta n rı V ira c o c h a o la ra k b e lirle n ­

m iştir. Baş, ışıltılı g ü n e ş d isk iy le ta ç la n m ıştır, e lle r ş im şe k le r i tu ta r ve

g ö z le rin d e n y a şla r b o şa n ır. O m u z la rd a k i y a ra tık la r o la sılık la İm ay m a-

n a ve T a c a p u , V ira c o c h a ’n ın h ay v an b iç im in d e k i ik i o ğlu ve h a b e r c is i­

d ir. (F o to ğ ra f, Proceedings of the International Congress of Americanists,

C ilt X II, P a ris, 1 9 0 2 .) [s. 1 6 3 ]

IX . Kozmik Dans Tanrısı Şi va (G ü n e y H in d ista n ). Bk z. s. 149, d ip n o t 4 6 ’da-


ki ta rtışm a . B ro n z . M S 10 ve 12. yy. (M a d ra s M ü zesi. F o to ğ r a f Auguste
R o d in , A n an d a C o o m a ra sw a m y , E. B. H av ell, V ic to r G o lo u b e u , Sculp­

tures Çivaites de l'itıde, A rs A sia tica III, B rü k s e l ve P aris: G . v a n O e s t et


C ie ., 1 9 2 1 .) [s. 1741

X. Androjen Ata (S u d a n ). B an d ia g a ra , F ra n sız S u d an b ö lg e sin d e n tah ta


o ym a. (L a u ra H a rd en k o le k s iy o n u , N ew Y o rk C ity . F o to ğ r a f W a lk e r

E v an s, M u se u m o f M o d e rn A rt, N ew Y o rk C ity .) [s. 1 7 5 ]

X I. Bodhisatva (Ç in ). K w an Y in. A ğaç b o y a m a . G eç S u n g H an ed an lığ ı (MS


9 6 0 -1 2 7 9 ). (M e tro p o lita n M u se u m o f M o d e rn A rt, N ew Y o r k C ity .) [s.

191]

X II. Bodhisatva (T ib e t). U şn isa sita ta p a tra o la ra k b ilin e n B o d h isa tv a B u d d -


h a la r ve B o d h isa tv a ’larla ç e v r e le n m iştir ve ç eşitli o lu ş fe le k le rin d e k i
e tk is in i sim g e le y e n y ü z o n y ed i b a şı v a rd ır. S o l el D ü n y a Ş e m siy e si’n i

(a xis mundi) v e sa ğ el Y asa T e k e rle ğ i’n i tu ta r. R e sm in a ltın d a k i ü ç “ö f­

k e li” g ü c ü n ayağ ı a ltın d a şeh v e t, h a y a lk ın k lığ ı ve k ırg ın lık la a c ı ç e ­

k e n le r u z a n irk e n , B o d h isa tv a ’n ın say ısız k u tsa n m ış ay ağ ın ın altın d a


A y d ın la n m a iç in d u a e d en d ü n y a h a lk la rı b u lu n u r. Ü st k ö şe le rd e k i

g ü n e ş ve ay, N irv a n a ile d ü n y a n ın , e b e d iy e t ile z a m a n ın ev lilik ya da

e şleşm e m u c iz e sin i sim g e le r (b k z . s. 189 v d ). Y u k a rıd a o rta d a k i la m a ­


lar b u d in se l re sim d e sim g e le n e n ö ğ re tin in T ib e tli o rto d o k s çizg isin i

432
METİNDE YER ALAN LEVHALAR

te m s il e d er. (A m e rica n M u se u m o f N a tu ra l H isto ry , N ew Y o rk C ity .)

[s. 1921

X III. Ölümsüz Yaşam D alı (A su r). K an atlı v a rlık n a rla rla y ü k lü b ir d al s u n u ­


yo r. A su r K ra lı A sh u r-n a sir-a p a l’ın (M Ö 8 8 5 -8 6 0 ) sa ra y ın d a n k a y m a k -
ta şı d u v ar p a n e li, K a lh u (b u g ü n k ü N e m ru t). (M e tro p o lita n M u se u m
o f A rt, N ew Y o rk C ity .) [s. 2 1 6 ]

X IV . Bodhisatva (K a m b o ç y a ). A n g k o r h a ra b e le r in d e n p a rç a , M S 12. yy. B aşı


ta ç la n d ıra n B u d a fig ü rü B o d h isa tv a ’n ın k a r a k te ris tik b ir işa re tid ir

(K rş. L ev h a X I v e X II; so n u n cu su n d a B u d d h a figü rü b ir k afalar


y ığ ın ın ın ü z e rin d e o tu ru r). (M u sée G u im e t, P aris. F o to ğ ra f Ang-
fcor’d a n , éd itio n s “T e l,” P a ris, 1 9 3 5 .) [s. 2 1 7 ]

XV. Dönüş (A n tik R o m a ). D a h a ö n ce V illa L u d o v isi’ye ait b ir z e m in p a r­


ça sın d a b u lu n a n (1 8 8 7 ) m e rm e r rö lyef. O la sılık la e r k e n e sk i Y u n a n iş­

çiliğ i. (M u seo d e lle T e rm e , R o m a. F o to ğ ra f Antifce Denknıaler, h era u s-


g e g e b e n v o m K a ise rlich D e u tsch e n A rc h a e o lo g isc h e n In s titu t, B erlin :
G e o rg R e im e r, C ilt II, 1 9 0 8 .) [s. 2 5 5 ]

X V I. Kozmik Aslan Tanrıça Güneşi Tutuyor (K u z ey H in d ista n ). Kozmik Aslan


Tanrıça Güneşi Tutuyor (Kuzey H indistan). O n y e d i ya da O n sek izin ci
y ü z y ıla ait te k y a p ra k lı b ir ely a z m a sın d a n , D elh i. (P ie rp o n t M o rg an
L ib ra ry , N ew Y o rk C ity .) [s. 2 5 6 ]

X V II. Yaşam Çesmesi (F la n d e rs ). (D o u a i’li) Je a n B e lle g a m b e ’m ü ç k a n a tlı re s ­


m in d e k i o rta p a n el, ca. 1520. Sağ d aki, b a şın d a k ü ç ü k b ir k a ly o n o lan
y a rd ım c ı d işi fig ü r U m u t’tu r; so ld ak i figü r ise A şk ’tır. (P alais d es
B e a u x -A rts, L ille.) [s. 2 8 5 ]

X V I I I . Ay K ral ve Halkı (G ü n e y R od ezy a). G ü n e y R o d ez y a, R u sap i b ö lg esi,

D ia n a V o w F a r m ’d an ta rih ö n c e si kaya re sm i; o la sılık la A y A dam


M w u etsi efsa n e siy le b ağ la n tılıd ır (s. 3 4 4 -3 4 8 ). U z a n m ış b ü y ü k figü rü n

k a lk ık sa ğ eli b ir b o y n u z tu tm aktad ır. K aşifi, L eo F ro b e n iu s ta­

ra fın d a n ca . M Ö 1 5 0 0 ’e tarih len d irilm iştir. (F ro b e n iu s -In s titu t, F ra n k -


fu rt-a m -M a in .) [s. 2 8 6 ]

X IX . Tanrıların Anası (M e k sik a ). Ixciu n a b ir ta n rı d o ğ u ru y o r. Y a rı d eğ erli

433
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

taş h ey k el (D e ğ işik m in e ra lle r, y ü k se k lik 20 c m .). (F o to ğ r a f

H am y’d e n , A m e ric a n M u se u m o f N a tu ra l H isto ry , N ew Y o rk C ity .) [s.

3011

XX. Tangaora, Tanrıları ve İnsanları Yaratıyor (R u ru tu A d ası). G ü n e y P asi­


fik ’te k i T u b u a i (A v u stra ly a ) T a k ım A d a la rı’n d a n P o lin ezy a ağaç oym a.
(B ritish M u se u m .) [s. 3 0 2 ]

X X I. Kaos Ana ve Güneş Tanrı (A su r). A su r K ra lı A sh u r-n a sir-a p a l’ın sa­


ra y ın d a n k a y m a k ta şı d u v ar p a n eli (M Ö 8 8 5 -8 6 0 ), K alh u (b u g ü n k ü

N em ru t). T a n r ı o la sılık la , d a h a ö n c e B a b il’in M a rd u k ’u n u n ve d ah a da


ö n ce S ü m e r fırtın a ta n rısı E n lil’in o y n a d ığ ı ro lü ü s tle n e n u lu sa l tan rı

A su r’d u r (b k z . s. 3 2 6 -3 2 8 ). (F o to ğ r a f A u sten H e n ry L ay ard , Monu­


ments of Nineveh, Second Series’den a lın m a b ir o y m a d a n d ır, L o n d ra : J.
M u rra y , 1853. Şu an d a B ritish M u se u m ’da b u lu n a n asıl m e z a rta şı ö y ­

lesin e z a ra r g ö r m ü ştü r k i, b iç im le r fo to ğ ra fta g ü çlü k le ay ırt e d ilir. Ü s­

lu p Levh a X III ile a y n ıd ır.) [s. 3 4 9 ]

X X II. Genç M ısır Tanrısı (H o n d u ra s). K ire ç ta şın d a n p a rç a , k a d im M aya şeh ri


C o p a n ’d a n . (A m e rica n M u se u m o f N a tu ra l H isto ry , N ew Y o r k C ity .)

[s. 3 5 1 ]

X X I I I . Ay Arabası (K a m b o ç y a ). M S 12. yy ., A n g k o r V a t’tan rö ly ef. (F o to ğ r a f

Aııghor, é d itio n s “T e l,” P aris, 1 9 3 5 .) [s. 3 9 0 ]

X X I V . Sonbahar (A lask a). E s k im o d a n s m a sk ı. Ağaç b o y am a. G ü n e y d o ğ u

A laska’d a k i K u sk o k w im N e h ir b ö lg e sin d e n . (A m e rica n In d ia n H eye

F o u n d a tio n , N ew Y o rk C ity .) [s. 3 9 1 ]

434
DİZİN

A b ra h a m , K arl, 283 2 3 8 , 2 3 9 , 2 4 0 , 2 4 1 , 244

A d em , 173, 2 5 1 , 2 9 7 , 3 1 2 , 3 2 0 , ambrosia, 202


3 84 Amentû, Hıristiyan, 242
Adi-Buda, “Mutlak”, 170 Amerika, 14, 5 4 , 68, 8 4 , 85 , 114,
Adonis, 161 160, 194, 2 3 9 , 3 1 2 , 3 3 9 , 4 1 8 , 419

A frik a , 5 8 , 5 9 , 8 4 , 9 5 , 9 7 , 150, 164, a m o rfa ti , 3 8 , 136


165, 177, 2 2 5 , 2 6 4 , 3 2 5 , 3 3 3 Anaa, Tuamotu Adaları, 3 06
A p h ro d ite , 173, 241 Ananda, Buddha’nm m ü rid i, 46,
A gad e, 3 5 2 , 3 7 3 5 6 , 104, 106, 109, 146, 190, 3 1 1 ,

ağ aç, 4 3 , 5 6 , 6 6 , 76, 7 7 , 78, 98, 3 6 0 , 3 9 5 , 3 9 6 , 3 9 7 , 398

101, 1 2 6 , 128, 132, 137, 158, Andaman A d aları, 99


198, 2 1 8 , 2 2 0 , 2 2 1 , 2 2 9 , 2 3 1 , Anderson, Jo h a n n e s C ., 3 00
238, 241, 264, 294, 304, 314, androjen tanrılar, 172, 173, 176,
316, 334, 335, 347, 366, 392, 186, 311
3 9 5 , 4 0 9 ,4 1 6 AngĞ, Marie (h e r m a fro d it), 177
A ğaç, K o z m ik , 263 Ani, Mısırlı k â tip , 4 0 3 , 4 06
A h a su e ru s, G ez g in Y a h u d i, 78, anne, 15, 16, 17, 2 1 , 23 , 3 5 , 3 7 , 66,
266 76, 77, 8 4 , 8 6 , 90, 108, 113, 119,
A in eia s, 4 2 , 4 7 , 160 120, 127, 130, 131, 132, 133,
A k G e n ç , Y a k u t m iti, 3 6 6 , 3 6 7 , 138, 140, 149, 151, 154, 156,

387 157, 15 8 , 173, 177, 178, 181,

A k ad , 105 185, 19 5 , 19 9, 2 0 0 , 2 0 1 , 2 2 2 ,

Aktaion, Yunan miti, 127, 128, 244, 252, 273, 276, 278, 300,

133, 136 309, 314, 315, 316, 317, 318,

Algonquin Kızılderilileri, 107 323, 327, 330, 332, 333, 338,

341, 342, 343, 346, 347, 352,


Altın Post, miti, 4 2 , 68, 2 2 2 , 231
353, 355, 356, 357, 358, 359,
altın, simgeciliği, 147
3 7 0 , 3 7 5 , 3 7 7 , 3 8 2 , 3 8 4 , 385,
Amaterasu, Japon güneş-tanrıçası,
3 8 7 , 3 9 4 , 3 9 5 , 4 0 3 , 4 0 7 , 41 9

435
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

A n th o n iu s, Az. b a şta n ç ık a rılm a sı, a te ş ç u b u k la rı, E s k im o


143 e fsa n e sin d e, 107, 2 3 6 , 2 3 7 , 274,

a n tro p o lo ji, 4 2 4 276, 277

A n u n n a k i, S ü m e rli y e ra ltı a te ş h ırsız lığ ı, 199, 27 4

y a r g ıç ta n , 124, 2 4 3 a teş k u y u su , İrla n d a T u b b e r

A p o llo n (P h o ib o s ), 75, 76, 9 8 , 203 T in ty e e fsa n e sin d e , 126

A p u at, M ısır ta n rısı, 4 0 4 A tk in so n , C h a rle s F r a n c is (ç e v .),

A p u le iu s, 113 7 9 , 89

A q u in a s, Az T h o m a s, 13, 109, A tk in so n , Ja m e s (ç e v .), 3 8 0

265, 386 A ttis, F rig y a ta n rısı, 5 3 , 110, 161

A ra b ista n , G ü n e y , 2 3 9 A u g u stin u s, A z., 30

A ran d a k a b ilesi, A v u stu raly a, 30 “A U M ” S a n sk r itç e k u tsa l h e c e ,

A rd h a n a rişa , Şiv a’n ın 147, 2 9 6 , 298

d ışa v u ru m u , 177 A v alo k iteşv ara, M ah ayan a

A re s (M a rs), 98 B o d h isa tv a , 170, 172, 183

A ria d n e , 3 5 , 3 6 , 86 Avesta, k u tsa l İran m e tin le ri, 3 80

A risto tele s, 37 A v u stu ra ly a , 21 , 156, 157, 159,

A riz o n a N a v a h o la rı, 418 160, 1 7 7 , 2 0 0 , 201

A rju n a , P re n s, H in d u k a h ra m a n , A w o n a w ilo n a, Z u n i ta n rısı, 173

260, 261, 262, 263, 2 6 4, 267 A y A d am , R od ezy a y a ra tılış

A rn o ld , T . W ., 185 m itin d e , 3 3 3 , 3 3 7 , 3 3 8 , 3 45

A rth u r, K ral, 6 8 , 227 ay tu tu lm a la rı, H in d u m it, 2 07

A ru n ta k a b ile si, A v u stu ra ly a , 156, ay a k , sim g e o la ra k , 95

157 ay a k , y e re d eğm e ta b u su , 2 52

a s tro lo ji, 424 A y d ın la n m a , B u d ist k a v ra m , 43,

a s tro n o m i, 131, 424 44 , 4 5 , 197

A su r, 9 7 , 105, 124, 2 1 2 , 2 1 4 , 2 1 6 , a y n a , Ja p o n m itin d e k i sim g e, 241

349 A z te k le r, 5 0 , 2 0 3 , 2 9 1 , 3 4 1 , 3 8 9 ,

a ş k v e n e fre t, H ıristiy a n , 179 3 9 2 , 4 0 0 , 401

A şv agh o şa, B u d ist şa ir, 190

A t, K o z m ik , 2 6 3 B a b il, 2 4 , 9 7 , 105, 124, 159, 160,

436
DİZİN

212, 213, 214, 315, 317, 318, B e rn d t, R. ve C ., 158

333, 380 B e ş S ila h lı P ren s, B u d a ’n ın

bağırsaklar, Tatar halk inancı, 326 b e d e n le n m e si, 102, 103, 104,

Bahçe, Cennet -si, 320 105, 289

Bain, F. W ., 201 B ey a z ıd , lra n lı şair, 185

bakire, 35, 75, 77, 111, 132, 151, Bhagavad Gita, 41, 190, 260, 263,
203, 327, 333, 334, 335, 339, 266, 267, 386, 399
340, 342, 373, 376, 377 Bilgi S ila h ı, B u d ist Beş Silah lı

B a k ire M ery em , 138, 165, 172, 197 P re n s m itin d e , 104

B a k ire M ery em Y o rtu su , 138 b ilim a d a m ı, ö rn e ğ i o larak

B a k k h o s, 39 D a ed a lu s, 36

b a lin a n ın k a rn ı, 109, 236, 276 b iy o lo ji, 308, 424

B a rb o sa , D u a rte, 111 B la k e, W illia m , 58

B astia n , A d o lf, 29, 30 Bo A ğacı, B u d ist A y d ın lan m a

A ğacı, 43, 44
B asu m b w a k a b ile si, D o ğ u A frik a ,
164, 165 B o a s, F r a n z , 29, 400

B ates, D ., 158 B o d h id h a rm a , B u d ist ata, 190

B au k is ve P h ile m o n , 165 B o d h isa tv a , 31, 170, 171, 172, 177,

183, 184, 185, 186, 189, 190,


b a y ra k , u lu sal, sim g e o la ra k , 182
191, 192, 195, 197, 240, 405
B e d ier, Jo s e p h , 354
b o ğ a k ış k ır tıc ı, 157, 160, 201
B e llo w s, H e n ry A d am s, 220, 408
B o o b ile r , F e rn a n d o P o, 14
b e n Y o h a i, S im e o n , 297
B o o ra h , A v u stu ralya tö re n i, 159
B e n lik , 25, 26, 28, 38, 39, 58, 59,
borabu, F e n ia n la rın b o y n u z u , 250
75, 76, 79, 99, 107, 109, 148,
149, 160, 168, 171, 179, 185, B ra h m a , 45, 148, 197, 205, 220,

189, 201, 223, 235, 244, 248, 221, 261, 407

267, 272, 287, 288, 298, 339, b ra h m a n ip i, 147

353, 379, 380, 382, 386, 387, B rea sted , Ja m e s H en ry , 400

399, 416, 422, 424 B ro d e u r, A rth u r G ilc h ris t (ç e v .),

Berberler, Cezayir, 312 316, 408


Bering Boğazı Eskimoları, 107 B ry a n , W . F ., 135

437
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

B ry n h ild , 77, 78, 127 Callaway, Henry, 108


B u d a, 3 1 , 44, 4 5 , 5 3 , 7 0 , 7 1 , 104, Câmi, lranlı şair, 381
152, 170, 171, 186, 197, 2 4 0 , Campbell, Joseph (yazar), 85
3 9 6 , 419 Capus des Peres-Blancs, Le P. A.,
B u d d h a , 4 2 , 4 3 , 4 4 , 4 5 , 4 8 , 5 2 , 53, 164
66 , 70, 71, 72, 104, 105, 148, Caridwen, Taliesin’in İskoç
166, 171, 172, 18 2 , 183, 187, efsanesindeki büyücü, 2 2 5 , 2 2 6 ,
195, 2 0 9 , 2 2 0 , 2 2 2 , 2 4 4 , 2 8 7 , 2 2 7 , 2 6 8 , 271
2 9 1 , 3 4 1 , 3 5 2 , 3 5 8 , 3 9 5 , 4 0 0 , 405
Cariyle, Thomas, 89
Budge, E. A. Wallis, 3 1 0 , 4 0 6 Caynacılık, 2 6 5
Budizm, 132, 170, 2 0 8 , 3 0 3 , 422 Cehennem Azabı, 2 0 6
Budur, Prenses, Kamerüzzaman Celaleddin Rûmi, lranlı şair, 182,
hikâyesinde, 8 0 , 9 2 , 9 3 , 2 5 4 , 381
255, 257
Cemşid, İran kralı, 3 7 8 , 3 8 0 , 3 84
B u rlin g a m e , E u g en e W a ts o n
Cennet, 106
(ç e v .), 102, 105
Cennet, bugünkü önemi (Jung),
B u rm a , H in ay an a B u d iz m i, 170
121
B u rto n , R ich a rd F . (ç e v .), 7 8 , 8 3 ,
Cennet Tazısı 73 (Thompson’un
94 , 2 5 7
şiiri), 74, 2 3 0
B u şm e n le r, G ü n e y A frik a lı, 264
Cermen öğeleri, 108, 124, 2 2 0 ,
B u tc h e r, S. H. (ç e v .), 4 1 5 239, 241, 253, 264, 327
B u tsu d o , Ja p o n B u d iz m i, 2 4 0 Cezayir, 3 1 2 , 36 7
b ü y ü c ü , 8 9 , 187, 2 0 0 , 2 2 5 , 3 7 5 ,
Chamberlain, C. H. (çev.), 2 3 4 ,
394
239
büyücü-hekim, 13, 2 0 , 2 2 , 115, Chandragupta, Hintli Maurya
116, 2 0 0 , 354
hükümdarı, 3 5 3
Büyük Gregori, Papa, 3 5 3 Charon, 114
Büyük Yılan Baba, Avusturalya Chaucer, 135
töreninde, 2 1 , 156, 178, 185
Chavannes, Edouard, 348
Bywater, Ingram (çev.), 3 7
Chavero, Alfredo, 291
Cicero, 3 0 , 291

438
DİZİN

C o a tlic u e , A z tek ta n rıça sı, 341 çocukluk sürgünü ve kahramanın


C o d rin g to n , R. H., 100 geri dönüşü, 3 5 4 , 35 8

C o llo c o tt, E. E. V ., 344 Çömlek Oğlan, Pueblo miti, 35 7 ,

C o n c h o b a r , C u c h u la in n ’in 358, 3 6 1, 377

İrla n d a efsa n e sin d e k i k r a l, 3 6 2 ,

363, 3 7 4 , 375 Dahnaş, Kamerüzzaman


C o om arasv vam y, A n and a K., 4 6 , hikâyesindeki cin, 9 2 , 93 , 94,
5 6 , 104, 1 0 5 , 106, 109, 120, 146, 254, 255, 257

187, 19 0 , 191, 3 1 1 , 3 6 0 , 3 8 4 , daire, -nin kareleştirilmesi, 54


3 8 5 ,4 1 6 Dante, 3 2 , 3 3 , 8 6 , 90 , 136, 2 0 3 ,
Corpus Hermeticum, 30 204, 208, 219, 284, 320, 350, 403

Cuchulainn, İrlandalI kahraman, Daplıne, miti, 75, 77, 79, 142


361, 362, 363, 364, 374, 375, davul, 110, 146, 160, 197, 228
3 7 6 , 3 9 3 , 394 de Alva lxtlilxochitl, Fernando,
Curtin, Je r e m ia lı, 126, 198, 251 291

C ıısa lı N ic h o la s, 106 de Leoıı, Moses, 297


C y p ria , 3 1 1 de Vorágine, Jacobus, 142, 372
Dedıışka Vodyanoy (R u s “Su
çağdaş edebiyat ve yaşam, 39 Dedesi”, 97
çarmıh, 2 7 , 3 7 , 110, 2 1 9 , 2 2 0 , 2 7 0 , demokratik ideal, 4 20
2 7 3 , 2 8 9 , 3 2 0 , 3 6 1 , 3 8 5 , 424 Dempster, Germaine, 135
Çarpışan Kayalar, bkz. destrudo, 16, 9 6 , 187
S y m p le g a d e s Dev Öldüren Jack, 371
ça y tö r e n le ri, Ja p o n y a , 193 devatalar, 2 3 0
Ç e v rim se l K ü k re m e , B u d ist dev-kahraman, -ın rolü, 3 69
k a v ra m , 4 0 7 Dhammapada, Budist metin, 179
ç ile c ilik , 4 1 9 Diana, Aktaion mitinde, 127, 128,
Ç in , 66 , 8 2 , 9 2 , 9 3 , 9 7 , 132, 170, 130
172, 1 7 3 , 191, 192, 193, 2 1 5 , Dimnet, Ernest, 74
254, 257, 277, 303, 304, 306,
dinler, modern dünyada, 5 7 , 4 22
346, 3 47 , 402
Dionysos (Bakkhos), 3 7 , 9 8 , 147,

439
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

160, 161 Eddington, A. S., 3 0 8 , 3 0 9


Dorsey, George A ., 69 Edşu, Yoruba düzenbaz tanrısı,
dönüşüm, kaçışı, 274 5 8 , 5 9 , 150, 165, 166, 2 2 5 , 2 66

Dört İşaret, Budist kavram, 70 Edwards, Jonathan, 144, 146, 169,


Dresden Kodeksi (Maya 378

hiyerogliflerinin), 4 0 7 ejder, 5 2 , 6 6 , 67 , 68 , 83, 9 5 , 109,


Durkheim, Emile, 416 110, 114, 117, 118, 125, 148,

Duvall, D. C., 371 193, 2 1 9 , 2 3 1 , 2 3 2 , 2 4 5 , 2 7 3 ,

315, 317, 346, 368, 371, 372,


Dünya Ağacı (Yggdrasil,
3 7 3 , 3 7 6 , 3 8 4 , 422
Eddalar’d a ) , 2 0 3 , 2 6 4 , 4 0 9
Dünya Cenneti, 3 3 Eksen, Dünya -i, 44, 199, 2 4 1 , 3 78

Dünya Göbeği, kavram, 4 4 , 5 3 , El, Musevi güneş tanrı, 166

5 7 , 5 8 , 6 6 , 109, 198, 2 1 4 Elphin, Taliesin efsanesinde, 2 6 8 ,


269, 270
düş, 13, 14, 15, 17, 18, 19, 2 1 , 22,
2 3 , 2 8 , 2 9 , 3 0 , 3 1 , 3 3 , 3 4 , 4 1 , 54, Emer, Cuchulainn efsanesinde,

6 3 , 6 9 , 70, 71, 72, 7 7, 7 8 , 8 9 , 90, 3 7 4 , 3 7 5 , 393

93, 95, 9 9 , 111, 113, 115, 117, Emory, Kenneth P ., 3 0 7 , 3 09


118, 120, 124, 126, 131, 139, engel kaçışı, 2 3 1 , 274
143, 147, 155, 160, 184, 189, Enlil, Sümer tanrısı, 2 4 2 , 2 4 3 , 3 1 5 ,
196, 2 0 1 , 2 0 4 , 2 0 8 , 2 1 0 , 2 1 9 , 373
223, 230, 247, 251, 254, 283, ensest, 140, 3 5 3 , 3 8 7
284, 287, 295, 296, 297, 315, Eochaid, İrlanda kralı, 134
321, 338, 343, 347, 350, 352,
Epiphanius, 52
360, 382, 383, 389, 416, 419,
Erato, Lykaion kâhininin
4 2 1 , 422
nymphası, 98
D ü şü n E b e d i K işileri, 3 0
Ereşkigal, Sümer tanrıçası, 124,
d ü z e n b a z ta n rı, 5 8 , 4 1 5
242

ereuthophobia, 118
e b e d iy e t, B u d ist sim g e c iliğ i, 195,
erginlenme, törenleri, 20, 21, 22,
196
3 8 , 4 2 , 9 0 , 134, 154, 155, 156,
Eddalar, 2 6 4 , 3 1 5 157, 158, 160, 161, 178, 179,-

440
DİZİN

181, 184, 18 5 , 186, 196, 2 1 2 , ta n rıç a n ın , 2 0 , 2 2 , 8 0 , 8 1 , 82 ,

222, 259, 263, 276, 279, 284, 9 6 , 138, 176, 2 7 3 , 2 7 9 , 4 16

332, 416, 419 Eyüb, -ün hikâyesi, 167, 168


E rlik , 116, 3 2 5 , 3 2 6

E ro s ve P sy k h e, 113, 138, 173 Farsiler, Hintli topluluk, 3 8 0


E s k im o , 13, 107, 114, 2 3 6 , 27 4 , Faunus, 98
276, 400 Faust (Goethe’nin), 86 , 89
E sk i Y u n a n ö ğ e le ri, 2 7 , 3 7 , 3 9 , 4 7 , Fenianlar (Fianna), İrlanda
5 0 , 75, 8 9 , 9 7 , 106, 108, 124, efsanesinde, 2 5 0
138, 151, 160, 173, 2 0 4 , 2 1 4 , Fenike, 124
218, 231, 235, 276, 308, 315
F e n r is , k u rt, V ik in g ç ö z ü lm e
E sp in o sa , A u relio M ., 104 m itin d e , 4 09
e şik m u h a fız ı, 9 4 , 9 9 , 187 F e rg u so n , J o h n Ç , 34 8
e şik , k a h ra m a n ın m a ce ra sın d a , F e rn a n d o P o, Batı A frik a, 14
2 2 , 4 6 , 6 6 , 7 7 , 8 6 , 9 0 , 9 4 , 9 8 , 99, F in n M a c C o o l, Irlan d alı
107, 108, 109, 125, 149, 151, k a h ra m a n , 108, 2 4 9 , 2 5 0 , 362
171, 172, 187, 2 0 1 , 2 3 4 , 2 3 5 ,
F ird ev si, 3 8 0 , 381
241, 244, 247, 259, 273, 274,
fiz ik , ça ğ d a ş, ve k o z m ik y u m u rta ,
2 7 8 , 2 7 9 , 3 3 2 , 3 5 3 , 3 5 8 , 3 8 7 , 422
308
et, Hıristiyan simgesi olarak, 173
Flaccus, Az. Petronilla
Ete Bürünen Söz, Hıristiyan
efsanesinde, 141
kavramı, 173, 197, 2 5 9
Flaubert, Gustave, 143
Etrüsk sanatı, 2 7 5
Fletcher, Alice C ., 53, 54
Euahlayi kabilesi, Avusturalya,
Florida, -nın keşfi, 215
159
Flûgel, J . C ., 131, 208
E u rip id e s, 3 8 , 160
Forke, Alfred, 215
E u ro p a , K ra l M in o s’u n a n n e si, 23
Fosdick, Harry Emerson, 3 25
E u ry d ik e , 2 3 4
Fox, Douglas C ., 3 1 2 , 3 3 7
E v a n s-W e n tz , W . Y ., 183, 184,
Fransız Pireneleri, mağara resmi,
303
162
ev lilik , m istik ; k a h ra m a n ile
F ra z e r, S ir Ja m e s G ., 2 9 , 73, 110,

441
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

111, 161, 2 0 0 , 2 5 2 , 4 1 6 Ginnuııgagap, 3 15


F r e u d , Sig m u n d , 9 , 14, 16, 17, 2 3 , G in sb u rg , C . G ., 3 12
2 9 , 6 5 , 66, 77, 9 6 , 9 9 , 187, 188, G in z b e rg , L o u is, 47 , 2 0 3 , 3 5 6 , 3 89
204, 223, 283, 288, 387 G irit, 14, 23, 24 , 25, 27 , 3 5 , 159,
F re y a , C e rm e n ta n rıça , 3 1 7 276
F r o b e n iu s , L eo , 5 9 , 108, 2 3 7 , 3 1 2 , G o d d a rd , D w ig h t, 2 18
337 G o e th e , 8 6 , 89
F u Fisi, Ç in k a h ra m a n ı, 3 4 6 G o r o c h o v , N ., 368

G o w er, Jo h n , 135
Gaia, Toprak Ana, 315 g ö b e k , 4 4 , 5 2 , 53 , 57, 58 , 66 , 98,
Galahad, Sir, 362 109, 198, 2 1 4 , 3 66

Ganj G ö k s e l G ü l, 219
nehir, 133, 147, 195, 2 9 3 G r e tc h e n (F a u st), 8 6
tanrıça, 147 G re y , G eo rg e, 314
Gautama, Sakyamuni (ayrıca bkz. G riffith , R. (ç e v .), 341
Buddha), 42, 44, 4 5 47, 5 0 , 70 G r im m ’in p eri ö y k ü le ri, 6 5 , 78,
Gawain, Sir, 135, 3 6 2 2 3 0 , 2 7 2 , 2 7 4 , 3 23
gece-deniz, 279 G r in n e ll, George B ird , 3 2 2 , 3 57

Gece-Deniz Yolculuğu, 112 G r ö n la n d , 3 1 7, 40 0

geçiş, törenleri, 2 0 , 2 2 , 2 3 , 2 5 , 34, G u e st, Lad y C h a rlo tte (çev.), 2 27


41, 4 2 , 48, 5 6 , 6 6 , 74, 8 6 , 101, G u illa u m e , A ., 185
107, 108, 110, 121, 13 9 , 2 4 1 , G u in e v e re , 120
2 4 4 , 2 5 8 , 2 5 9 , 2 6 7 , 2 8 8 , 28 9 ,
Guinicelli di Magnano, Guido,
295, 400, 402, 407
136
G ez g in Y a h u d i, 78, 2 6 6
G u tm a n n , B ru n o , 84
G h a y u r, K ral, K a m a r e l-Z a m a n ’ın
g ü n e ş, sim ge ya da k işileşm e
m itin d e , 92
o la ra k , 2 3 , 5 3 , 5 6 , 6 3 , 66 , 67 , 69,
G ılg a m ış, 160, 2 1 1 , 2 1 2 , 2 1 3 , 21 4 , 76, 8 4 , 9 3 , 106, 111, 122, 127,
2 43 1 3 2 , 136, 138, 148, 150, 151,
G iles, H e rb e rt A ., 2 1 5 , 3 4 6 , 348 1 5 5 , 161, 165, 166, 2 1 5 , 2 2 1 ,
G ille n , F . J . , 157, 177 2 3 8 , 2 3 9 , 2 4 0 , 241, 2 4 2 , 255,

442
DİZİN

258, 261, 264, 276, 290, 294, H ea rn , L a fca d io , 194, 240

304, 305, 306, 308, 309, 317, H e b b e l, F r ie d r ic h , -in d ü şü , 117


329, 331, 332, 333, 339, 340, H era , 57, 358
355, 356, 358, 359, 364, 366, H e ra k le ito s, 58
387, 401, 403, 408, 411, 420, 424 H e ra k le s, 24, 108, 358, 371
G ü zel ve Ç irk in , 14
H e rm a p h ro d ito s , Y u n a n ta n rısı,
Gvvion B a c h , T a lie sin e fsa n e sin in 173
k a h ra m a n ı, 225, 226, 268
H erm es (M e rc u riu s), 89, 90, 173
G w y d d n o , T a lie sin ’in İsk o ç
H ero d fig ü rü , 339
efsa n e sin d e , 226, 268, 269
H e ro d o to s , 176

H esio d o s, 315
H ıristiy a n lık , 31, 57, 89, 182, 190,
H e sio n e, H e ra k le s m itin d e , 108
277, 350, 380
Hiawatha’mn Şarkısı,
h a ç, sim g e o la ra k , 278, 387, 392,
L o n g fello w ’u n , k ö k e n le r, 107,
425
327
H açlı S e fe ri, lik , 182
H iç B itm e y e n S ü t, 202
H afız, lra n lı şa ir, 381
H in ay an a B u d iz m i, 170
h a k a ta , G ü n e y A frik a lı k a b ile n in
H in d ista n , 111, 131, 132, 148, 151,
k u tsa l z a rı, 337, 338
174, 212, 271, 279, 310, 324, 380
H ak o , P aw n ee tö re n i, 53
H in d u iz m , 131, 190, 205
h alk , 320
H in t -A v ru p a m ito lo ji d izg esi, 380
h a lk p s ik o lo jisi, 14
H in t O k y a n u su , -n u çev re le y e n
H a m ilto n , A lex a n d e r, 177 ada ve to p ra k la r, 159
H a m let, 17, 140, 267 H irth , F r ie d r ic h , 346
Han H sia n g , Ç in li ta n rı, 66 H o lm b e rg , U n o , 368
Harivansha, B u d ist m e tin , 225 H o m e r d e sta n la rı, 284
Harrison, Jane, 39, 160 H o n a n , -d a a rk e o lo jik ç a lışm a , 14
Harva, Uno, 116, 228, 323, 326, H o ru s, M ısır ta n rısı, 404
368
H o ta n la r, -ın d e v leri, 95
Hathor, Mısır tanrısı, 328, 404
H si W a n g M u, Ç in li p eri ta n rıça ,
Havva, 51, 66, 173, 312, 320 193

443
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Huang Ti, Çinli “Sarı İmparator”, İn c il, 4 7 , 5 1 , 167, 176, 2 1 1 , 2 1 3 ,

50, 347, 352, 378 227, 277, 289, 410

Hull, Eleanor (çev.), 3 6 3 , 3 6 4 , lb ra n ile r, 164

3 6 5 , 3 7 5 , 394 Ç ık ış, 4 6 , 5 9

H u m e , R o b e rt E rn e st, 34 E s k i A h it, 46

E y ü b , 167, 168, 169

Ich ijo -K a n e y o sh i, 2 4 0 H o şea, 182, 186

Hat, G ü n e y A ra b ista n g ü n e ş 1 S a m u e l, 178

ta n rısı, 239 L u k a , 165, 180, 181, 2 8 8

İra k , 14 M a rk o s, 181, 2 4 7 , 2 5 9
Irk u tsk lu B u ryat k a b ilesi, 22 7 , 228 M atta, 181, 182, 2 4 7 , 2 5 9 , 2 6 6 ,
Irv in g , W a sh in g to n , 2 4 9 3 8 5 ,4 1 1

Iza w a -N a g a h id o , 2 4 0 Sü le y m a n ’ın M eselleri, 74

T ek v in , 78, 176, 193, 2 5 1 , 2 8 6 ,

la so n , 4 2 , 106, 23 1 , 23 2 , 275 3 2 0 , 3 2 7 , 3 45

İb lis , M u h a m m ed ci dü şm ü ş Y u h a n n a , 56 , 247, 2 5 8 , 2 79

m e le k , 91 ln d ra , H in d u tan rı, 359, 3 6 0

İb ra h im , 2 7 2 , 297, 3 5 4 , 35 5 , 356, lo k a ste, 17

3 5 8 , 3 8 8 , 389 lra n lı ö ğ eler, 78, 80, 91 , 151, 2 0 3 ,


içe k a p a n m a , arzu lanan , 79 2 5 2 , 25 4 , 3 7 8 , 3 8 0 , 381

İfrit, K am erü zzam an lrla n d a lı ö ğ eler, 24 , 108, 125, 134,


h ik â y esin d e k i b ir tü r cin , 92, 2 2 7 , 2 4 9 , 3 1 7 , 361, 3 6 2 , 3 6 3 ,
2 5 4 , 255 3 7 4 , 375

ik iz , h a lk ın ru hsal in a n cı, 200, İsa, 44, 5 0 , 51, 53 , 74, 78, 112,


2 0 1 , 2 9 4 , 3 5 3 , 395 148, 166, 180, 181, 2 4 6 , 2 5 8 ,

İk iz K ah ram an lar m iti, N avaho, 2 5 9 , 2 6 0 , 2 65, 277, 279, 2 8 7 ,

106, 110, 150, 151 2 8 8 , 3 4 8 , 349, 350, 3 5 8 , 3 8 5 ,

lly a d a , 2 6 0 3 8 8 ,4 1 0

lnanna, -nın Sümer miti, 121, lsis, 137, 2 0 2 , 404

122, 123, 124, 149, 241, 242, istirid ye eş, T on g a ö yk ü sü , 3 4 2 ,

2 4 3 , 244 352, 395

444
DİZİN

lştar, Sümer tanrıçası, 211, 241, 225, 228, 229, 231, 233, 243,
352, 373 244, 274, 311, 410
lzanagi, Japon tanrısı, 233, 234 kadın, 17, 18, 23, 31, 33, 34, 53,
İzanami, Japon tannsı, 233, 234 69, 78, 80, 83, 84, 85, 93, 97, 98,
İzlanda, Eddik yaratılış miti, 315, 115, 119, 124, 126, 133, 134,
317 135, 136, 138, 139, 140, 141,
142, 143, 147, 149, 150, 156,

Japonya, 132, 136, 170, 172, 193, 157, 164, 173, 176, 201, 211,

237, 239, 264 222, 228, 229, 232, 234, 236,


247, 248, 249, 253, 254, 255,
Jataka, Budist metin, 46, 102, 105,
257, 291, 292, 293, 304, 306,
221
308, 310, 311, 312, 321, 322,
Jeffers, Robinson, 38, 264
323, 324, 335, 338, 339, 342,
Jensen, P., 214
343, 354, 355, 357, 358, 364,
Jessen, E. J., 115
367, 370, 371, 373, 374, 375,
Jezower, Ignaz, 118
377, 383, 387, 389, 393, 394,
Jivan Mukta, 197 403, 406, 417, 421
Johnson, Obed Simon, 215 kafa avı, Yenİ Gine’de, 178
Jotunheim, Eddik devler ülkesi, kahramanın macerası, 33, 47, 50
409
Kakuzo, Okakura, 194
Joyce, James, 37, 42, 125, 176
Kalevala, Fin destanı, 327, 368,
Joyce, Thomas A., 393 ili
Jung, C. G., 14, 21, 23, 28, 29, 30, Kali, Hindu tanrıça, 53, 133, 196
69, 77, 90, 121, 208, 230, 283,
Kalidasa, 341
287, 416
Kama-Mara, Budist-Hindu tanrı,
Jüpiter (lupiter), 38, 111, 138,
43
165, 243
Kamerüzzaman, Binbir Gece
Masallarında, 80, 81, 82, 91,
kabala, Yahudi metinleri, 173, 253, 255, 258, 259, 260
297, 303, 312
Kamboçya, ay arabası, 390
Kabil Berberleri, Cezayir, 312 Kamçatkalılar, 323
kaçış, kahramanın -ı, 43, 49, 76,
kan, 15, 39, 92, 110, 111, 132, 133,

445
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

158, 159, 177, 178, 2 0 3 , 2 6 5 , Iro q u o is, 107

3 2 4 , 3 5 6 , 3 6 4 , 418 N a v a h o , 84, 85 , 106, 110, 149,

K an P ıh tısı O ğ la n , B la ck feet 150, 166, 418

h ik â y esi, 3 6 9 , 3 7 0 , 371 P aw n ee, 53

K an s, K rişn a ’n ın a m ca s ı, 3 8 2 , 38 3 , P u e b lo , 3 5 7 , 3 6 1 , 3 7 7 , 394
38 5 S iu , 2 8 7
K an t, 2 8 7 K y b ele, F rig y a lı ta n rıça , 98 , 110
Kara Tatarlar, Sibirya, 3 2 5 K im m in s, C. W ., 9 6 , 155
Karenina, Anna (Tolstoy’un), 3 7 K in g , Je ff, 85
karnaval oyunları, -nın K in g , L. W. (ç e v .), 3 19
simgeciliği, 161, 241 K in g s b o ro u g h , L o rd , 2 9 1 , 3 40
Kartal, Kozmik, 2 63 K irb y , W. F. (ç e v .), 328
kastrasyon, 127, 157 K le in , M ela in e, 199
Kaşyapa, Hindu tanrı, 2 0 4 K n ig h t, W . F. J „ 159
katharsis, 3 7 , 40 K o H u n g , Ç in li filo zo f, 215
Kato, Genchi, 2 4 0 Ko-ji-ki, Ja p o n m e tn i, 2 3 4 , 2 39
Katran-Çocuk motifi, 104 K o lo m b , 9 4 , 194, 33 9
Kayısı Şöleni, Çinli, 193 K o lo m b iy a , b a k ire d o ğ u m a d air
Kazi Dawa-Samdup, Lama, 183, h a lk h ik a y esi, 3 39
20 8 K o n fü çy ü sç ü lü k , 190, 191, 2 7 6
K elt, 9 7 , 108, 124, 2 2 7 , 2 4 9 , 2 5 3 , K o n g o , b ü y û c ü -h e k im , 13
36 2
k o z m o g o n ik çe v rim , 176, 3 09
Khnemu, Mısır tanrısı, 3 2 2
k ö p e k b a lığ ı, a rk e tip ik , 32 4
kılıçtan köprü, simge olarak, 120
k ö p e k , k ırm ız ı tü y lü , A ztek ö lü m
Kıpırtısız Nokta, 4 3 , 4 4 , 52 tö re n in d e , 401
Kırgızlar, Orta Asya, 3 2 3 k ra l k a tli, tö re n i, Q u ila c a re ’de,
Kızılderililer, 84 , 8 5 , 9 7 , 114, 287 111

Algonquin, 107 K ra m e r, S. N., 124, 2 4 4 , 315


Apaçi, 194, 3 1 2 , 381 K ra şe n in n ik o f, S ., 3 2 3
Arapaho, 68 , 6 9 , 137 K rişn a , 2 2 3 , 2 2 5 , 2 6 0 , 2 6 3 , 265,
Blackfeet, 371 291, 358, 359, 360, 363, 365,

446
DİZİN

382, 383, 384, 385, 399 Lakşmi, Hindu tanrıça, 207


Kroeber, Alfred L., 69 Lalitavistara, Budist metin, 46
Kronos, Eski Yunan tanrısı, 108, Lancelot, Sir, 120, 362
315 Lang, Andrew (çev.), 160, 415
Kumara, Hindu tanrı, 341 Lao-tse, 13, 218
Kur’an, 57, 83, 91, 121, 165, 166, Layard, 159
179 Leem, Knud, 114
Kurbağa, 63, 64, 65, 67, 75, 91, Lefevbre, Dom Gaspar, 278
138
Leviathan, canavar, 203, 371
kurt
libido, 16, 96, 187, 287
(Fenris), 408, 409
lingam, Hindu dışavurum, 195,
(Kırmızı Başlıklı Kız), 239 278
Kurtarıcı, Dünya -sı, 44, 78, 182, Logoi spermantikoi, 29
187, 277, 381, 384
Longfellow, H. W ., 107, 327
Kutsal, 214 Lorelei, 98
Kutsal Cumartesi, Roma Katolik lotus, Budist simge, 53, 71, 101,
töreni, 277; 278 102, 170, 171, 172, 177, 186,
Kutsal Ruh, 89, 209, 219, 278 221, 223, 261
Kuveykırlar, 180 Lönnrot, Elias, 327
Kuzgun, Eskimo kahramanı, Lut'un karısı, 78
öyküsü, 107, 236, 237, 244, 274, Lykaion, -daki kutsal yer, 98
276
küçük, 362
Mabiııogioıı, 227
Kwan Yin, Çin Bodhisatva’sı, 172
MacGowan, Rah. J., 346, 348
Kwannon, Japon Bodhisatva, 172,
MacGregor Mathers, S. L. (çev.),
183
298
Kyazimba, VVachaga miti, 84, 165
Mâchal, Hanus, 98
Madhavananda, Swami (çev.),
labirent, 23, 25, 35, 36, 37, 41, 73, 141, 264, 311
74, 75, 86, 117, 159, 224
Mahabharata, 207, 260
Laios, Oidipous’un babası, 17
Mahavira, Cayna peygamberi,

44 /
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

291, 293 Matthews, Washington, 85, 151


Mahayana Budizmi, 170, 303 Maugham, W. Somerset, 253
Mahu-ika, Polinezya tanrısı, 209, Maui, Polinezya kahramanı, 108,
2 1 0 , 211 209, 210, 211, 225, 306, 358
makinenin modern yaşamdaki Maya Kızılderilileri, 141, 225, 264,
yeri, 420 303, 311, 407
Makroprosopos, kabalistik Maymunah, Kamerüzzaman
yazılarda “Küçük Yüz”, 298 hikâyesindeki cin, 91, 92, 93,
Malekula, Yenİ Hebridler, 159 254, 255

Malinezya, 159, 177, 287, 324 Medeia, 231, 232

Malory, Sir Thomas, 68 meditasyon, yoga sırasında, 340

Manabozho, Algonquin Medusa, 231, 232


kahramanı, 107 Mefistoteles (Faust), 89
Mani-dvipa, Hindu tanrıçanın Meier, P. J., 324
meskeni, 131 Meiji, İmparator, 240
Mansikka, V. J., 96, 98 Meissner, Bruno, 212
Maori, Rodezya tanrısı, 334, 335, Mekke, 57
336 Meksika, 252, 291, 301, 392
Maoriler, Yenİ Zelanda, 228, 299, Menelaos, Eski Yunan kralı, 415
304, 313, 323 Menninger, Karl, 180, 181, 188
Mara, Budist-Hindu tanrı, 44, Merkür, 89, 165
187, 383 Mesih, 410, 411
Marduk, Babil güneş tanrısı, 317,
ziyafeti, 203
318, 319, 376
Meyer, Kuno (çev.), 375
Mars (Ares), 98
Mezar Metinleri, Mısır, 399
Martha, Az., öyküsü, 371
Mezopotamya, 105, 211, 333
Martialis, 173
Mısır, 24, 46, 89, 97, 98, 109, 143,
mastürbasyon, Mısır yaratılış miti, 159, 160, 242, 276, 297, 308,
309 309, 315, 372, 399, 403
Mather, Cotton, 144
Midas, Kral, miti, 218
Mathews, R. H., 159 Midrash, Tekvin yorumu, 176
DİZİN

Mikado, 239, 240 Morley, Sylvanus G., 407


Mikroprosopos, “Küçük Yüz”, 298 Muçukunda, Flindu miti, 223,
Milarepa, Tibetli aziz, 182, 183 224, 225, 235, 251
Miller, Frank Justus (çev.), 40, 76, Muhammed, -i, -ci, 50, 57, 91,
154 124, 182, 287, 288, 380, 381, 420

Min, Mısır tanrısı, 98 Murngin kabilesi, Avusturalya,


Minotauros, canavar-boğa, 111, 21, 156

369 Murray, Gilbert, 37, 38, 39


Minotauros, canavar-boğa, 25, 27, Musa, 46, 47, 50, 110, 258, 271,
35, 72, 73, 276 297, 378

mistisizm, 13, 125, 132, 138, 185, Musalar, Yunan, 98


244, 297, 311, 312, 350, 386, 424 Musevi öğeleri, 166, 251, 288, 297,
mitoloji, 9, 10, 13, 14, 19, 20, 22, 303, 311, 354, 380
26, 30, 31, 33, 40, 41, 42, 44, 45, Mücevherler, 131, 132, 196
56, 58, 59, 73, 77, 83, 89, 90, 94, Müller, Max, 179
95, 104, 109, 120, 121, 124, 131, Müller, W. Max (çev.), 416
146, 156, 157, 160, 161, 166, Mwuetsi, Rodezyalı ay adam, 334,
186, 199, 204, 207, 225, 239, 335, 336, 337, 338, 345
241, 243, 264, 266, 273, 276,
277, 278, 279, 283, 284, 287,
Nagarjuna, Budist bilge, 189
288, 291, 297, 299, 308, 311,
Napolyon, 89
312, 317, 320, 323, 326, 327,
Nelson, Dom Angsar (çev.), 51
333, 340, 345, 368, 369, 380,
Nemesis, 27, 311
385, 400, 415, 416, 418, 421, 423
Neminatha, Cayna kurtarıcı, 291
Mitra, İran tanrısı, 161
Nemrut, İbrahim efsanesinde,
modern insan, 420
381, 382
monomit, 42, 49, 73, 222, 274
Neptün (Poseidon), 243
Montezuma, Meksika imparatoru,
nevrotik, yaratıcı sanatçıyla
252
kıyaslandığında (Rank), 79
Morgon-Kara, Buryat şamam, 227,
New Mexico, 418
228
ngona boynuz ve yağı, Rodezya

449
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

folklorunda, 334, 336 Olimpos, Dağı, 59, 202, 251, 276,


Niall, lrlandalı prens, ve iğrenç 288
kadın, 135 om, Sanskritçe kutsal hece, 296
Nietzsche, Friedrich, 28, 29, 258, Omphalos, Dünya Göbeği, 98
376, 420, 425 Opler, Morris Edward, 194, 312,
Nikhilananda, Swami (çev.), 41, 382
133, 263, 303 Orfik mitoloji, 308
Nil nehri, 109, 153, 242 Orpheus ve Eurydike, 234
Nirvana, 31, 45, 172, 186, 187, Osiris, 67, 109, 110, 137, 161, 237,
188, 189, 190, 196, 197, 396, 402, 403, 404, 405
397, 398 Ostiyaklar, Sibirya, 14
Nivedita, Rahibe, 360, 384 Ouranos, 315
Nizami, Iranlı şair, 381 Ovidius, 40, 76, 106, 130, 154,
Norton, Charles Eliot (çev.), 33, 165, 173, 176, 253, 272, 341
86, 204
Nuh, 213, 214, 243, 270, 297 Ölüler Kitabı, Mısır, 403
Nut, Mısır tanrıçası, 328, 405 ölümsüzlük, 66, 67, 138, 147, 191,
Nyorth, Eddik tanrı, 317 193, 194, 205, 211, 214, 215
Ömer Hayyam, 381
O ’Grady, Standish H., 135 Örümcek Kadın, Navaho İkiz
Oakes, Maud, 85 Kahramanlar mitinde, 84, 86,
Ob nehri, 14 106, 149
Odin, Viking tanrısı, 59, 220, 316,
317, 408, 409 Padmanatha, Cayna kurtarıcı, 294
Odysseia, 274, 415 Paiore, Polinezyalı şef, -nin
Ödysseus, 72 kozmik yumurta çizimi, 306,
Oidipous, mit ve kompleksi, 14, 307, 312
17, 48, 96, 127, 140, 176, 385, paleolitik sanat, 162, 367
387 Pallis, Marco, 208
Oisin, lrlandalı kahraman, 249, Pan, Eski Yunan tanrısı, 22, 98
250, 251, 253 Pandora’nın kutusu, 34

450
DİZİN

Papa, Maori tanrıçası, 300 Pierce, Frederick, 32, 201


Parker, K. Lanloh, 159 pigmeler, Andaman Adaları, 99
Parsons, Elsie Clews, 358, 361, Pinkerton, John, 114, 177
378, 395 Platon, 173, 312, 325
Parşvanatka, Cayna peygamber, Plinius, 30
291 Plutarkhos, 98
Parşvanatka, Jain peygamber, 291 Polack, J. S., 323
Parvati, Hindu tanrıça, 131, 340 polen, Navaho simgesi olarak, 85,
Pasiphae, Kraliçe, Minotauros 106, 149
mitinde, 23, 24 Polinezya, 108, 209, 225, 235, 306,
paskal mumu, Kutsal 358
Cumartesinde, 277 Ponce de Leon, Juan, 215
peist, İrlanda canavarı, 108 Poseidon (Neptün), 24, 25, 72,
Peneus, Daphne’nin Yunan 108, 111, 243
mitinde, 75, 77 Potanin, G. N., 116, 323
Penn, W ., 180 Prometheus, 42, 47, 48, 49, 209
Perceval, Sir, 362 Protestan rahipler, günümüzde,
peri bilgisi, 227, 253, 362 181
Perry, Komodor (Matthew), 194 Proteus, miti, 415
Perry, W. J., 160 psikanaliz, 9, 14, 19, 21, 22, 28,
Perseus, 231, 232 30, 76, 119, 139, 188, 204, 283,

Peru, -nun tarih öncesi tanrısı, 287, 288

165 Psykhe, miti, 113, 114, 138

Peter, Az., 10, 116, 141, 142, 323, P u ra m , Hindu metinler, 131, 207,
326 225, 251, 310

Petronilla, Az., 141, 142 pusula yönleri, Navaho

Peygamberdevesi, Kozmik, simgeciliğinin, 150


Buşmen simgesi olarak, 264 Püriten Hıristiyanlık, New

Phillips, Profesör Robert, 180 England’da, 141, 144

Phoibos, Eski Yunan tanrısı, 151,


152 Radcliffe-Brown, A. R., 99

451
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

Radloff, W „ 326 Romalı öğeler, 31, 47, 57, 91, 97,


rahibeler, Roma Katolik takdisi, 124, 138, 204, 214, 227, 255,
388 271, 276, 297, 353, 388
rahim imgesi, 16, 23, 39, 107, 195, Rossetti, Dante Gabriel, 136
313, 333, 338 Rûmi, Iranlı şair, 182
Ramakrişna, Sri, Hindu aziz, 132, Rus öğeler, 96, 97
133, 181
Ramayana, Hindu metni, 207 Saba melikesi, 143
Rangi(-potiki), Polinezya tanrısı, Sadananda’nm Vedantasara’sı,
300, 313, 314 hindu metin, 303
Rank, Otto, 79, 283, 353 Sâdi, Iranlı şair, 381
Re, Mısır tanrısı, 400, 403 Sahagûn, Bernardio de, 392, 402
rehber, 20, 35, 45, 70, 78, 86, 89, saki, Japon içkisi, 203
90, 94, 121, 134, 139, 146, 155, Sakyamuni, Buda’nın lakabı, 45,
178, 186, 204, 244, 259, 279, 70
338, 374, 402, 403, 425 Sakyamuni, Buddha’nın lakabı, 42
renk simgeciliği Salmony, Alfred, 190
(Afrika miti), 58 Samsara, Nirvana’nın karşıtı, 197
(Navaho mitinin), 150 Samson, 206, 246
Rip van Winkle, 247, 249, 253, sanatçı ve nevrotik, üzerine
257, 260 Rank’ın görüşü, 79
Rişabhanatha, Cayna tanrısı, 292, sanatçı-bilimadamı, Daedalus, 23
293
Sargon, Agade Kralı, 352, 373
Rodezya, Güney, Wahungwe
Saylon, Hinayana Budizmi, 170
Makoni kabilesi, 333, 334, 337
Schoepperle, Gertrude, 227
Rodoslu Apollonios, 233
Schopenhauer, 312
Röheim, Geza, 30, 116, 157, 158,
Schultze, Leonard S., 95
159, 177, 178, 199, 200, 201, 283
Scott, David Clement, 95
Roma Katolik Kilisesi, 31, 277
sel, 242, 294
Roma, Hıristiyanlığın ilgi odağı
sel kahramanı, 214
olarak, 42
Sel, 52, 360

452
DİZİN

Seneca, 291 Stevenson, Bn. Sinclair, 294


Set, Mısır tanrısı, 109 Stimson, J. F., 211
Sharvananda, Swami (çev.), 219 Stoisizm, 29, 30
Shastralar, Hindu kutsal Stokes, Wh., 363, 364, 365, 394
metinleri, 189 Sturluson, Snorri, 317
Shaw, Bernard, 215 Su, 97
Shen Nung, Çinli kahraman, 346 Sujata, Budist efsanedeki kız, 43,
shimenawa, Şintoizm’de, 239, 45
241, 247 Sukhavati-Vyuha, The Larger,
Siam, -da Hinayana Budizmi, 170 Budist metin, 178
Sibirya, 114, 117, 200, 227, 239, Sukuzi, Daisetz Teitaro, 194
325, 366 Sutra, Amitayur-Dhyana, 172
Siegfried, 77, 358 Sutra, Prajna-Paramita-Hridaya,
Simón, Fray Pedro, 339 171, 189
simya, 89, 90 Sümer, 54, 105, 121, 124, 160,
sinema, “ekranın kahramanları”, 211, 214, 241, 243, 244, 315,
22 333, 372, 380

Sinilau, Polinezya kahramanı, sünnet, 21, 22, 156, 157, 177, 178,
342, 343, 344 201

Sirenler, 100 Süt, 202, 205, 206, 321, 359, 366

Sirius, Köpek Yıldızı, 242 Swedenborg, Emanuel, 117, 118

Slav öğeler, 97, 98, 124, 354 Sylvanus, 98

Smriti, Hindu metinleri, 131 Symeon, Az., 51

Sophokles, 176 Symplegades (Çarpışan Kayalar),

soylu, 136 106, 108, 423

soytan-şeytan, 326
Spencer, Sir Baldwin, 157, 177 şakti, Hindu “güc’’ü, 287

Spengler, Oswald, 89 Şakti, Şiva’nın karısı, 279

Stein, Leon, 170 şamanlar, 20, 53, 54, 114, 115,

Stekel, Wilhelm, 29, 70, 90, 99, 116, 143, 200, 227, 228, 284, 394

117, 118, 120, 283, 389 Şankaraçarya, Hindu rahip, 141

453
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

şimşek, simge olarak, 44, 46, 52, Theseus, Miııatoııros mitinin


104, 105, 149, 154, 165, 168, kahramanı, 35
189, 196, 209, 234, 264, 31Z, 334 Thompson, Francis, 74
Şinto, Japon geleneği, 237, 239, Thompson, Stitlı, 69
240 Thor, Cermen tanrı, 317
Şiva, 131, 146, 147, 176, 195, 196, Thoth, Mısır tanrısı, 89, 322, 404
197, 205, 206, 207, 340, 341, 383 Tiamat, Babil ilksel varlığı, 317,
Şruti, Hindu metinleri, 131 318, 319, 376
Tibet, Mahayana Budizmi, 97,
T’ai Yuan, Çinli kutsal kadın, 173 104, 132, 170, 182, 183, 184,
Tahiti, yaratılış miti, 309 195, 208, 303
Taliesin, İskoç efsanesinde, 227, Tilki Reynard, 326
268, 269, 270, 271, 400 Tir ııa n-Og, İrlanda’da Gençlik
Tanganyika, bkz. Wachaga Ülkesi, 249
kabilesi, 84 Tiravva, Pawnee tanrısı, 53, 54
Tantra, Hindu metinleri, 131, 132, Tokugavva dönemi, Japonya’da,
208 194
Tao, -cu, -culuk, 173, 193, 197, Tolstoy, Kont Lev, 36
218, 306 Tomobe-ııo-Yasukata, 240
Tarascon, efsanesi, 372 Tonga, istiridye eş halk hikâyesi,
Tathagata, Buda’nın lakabı, 395, 342, 344, 352
396, 397 Toynbee, Arnold J., 27, 31, 190
Taylor, Rah. Richard, 306 trans, halindeki şaman, 115
Temmuz, Babil tanrısı, 161 Tristan ve lseıılt, 362
Terah, İbrahim’in annesi, 355 Troialı Helen (Faust), 86
Tezkatlipoka, Aztek kahramanı, Tııatlıa De Danaatı, İrlanda
50, 392 tanrıları, 203, 361, 362
Themistokles, 118 Tubber Tintye, Hanımı, İrlanda
Theoprastos, 177 efsanesi, 125, 126, 198
Theseus, Minatour mitinin Tükenmez, -lik, 57, 136, 183, 199,
kahramanı, 27, 72, 86, 371 209, 271, 399

454
DİZİN

tükenmezlik, 31, 40, 53, 56, 177, Uyuyan Güzel (Çalıgülü), masalı,
184, 202, 203, 209, 267, 294, 77, 78, 127
308, 360, 386, 417, 424 uyuyan kahraman, kadın vb., 126,
tüylü yılan, Aztek öncesi 127, 198, 213, 222, 223, 289
kahraman, 392
Tzontemac, Aztek tanrısı, 400 vaftiz simgeciliği, 277
Vahşi Kadınlar, Rus folklorunda,
Uganda, Doğu Afrika, 252 96
ulus, 57, 153, 179, 181, 185, 194, Vâinamöinen, Kalevala’mn
222, 239, 384, 422 kahramanı, 327, 330, 332, 333,
Underhill, Evelyıı, 65, 117, 190 352, 368, 373

Upanişad Vajrcıcchedika, Budist metin, 171,

Brihadaranyaka, 186, 264, 311, 189

399 Vajra-Dhara, Tibet Buda’sı, 104

Çandogya, 308 Valhalla, 409

Jaimuniya ... Brahmana, 235 Vedalcır, Hindu metinler, 10, 265,

Katha, 166, 212 380, 423

Kauşitaki, 197 Venüs (gezegen), Kozmik Kadın’la

Kena, 219, 265 özdeşleştirilen, 333

Mandukya, 248, 295, 296 Venüs (tanrıça), 113, 241

Munkada, 311 Vergilius, 42

Taittiriya, 312 Vergilius (Dante’nin), 33, 90

Upanişadlar Vikingler, 42, 317, 408

(Hindu kanondaki yerleri), 131 Viracocha, lnka öncesi tanrı, 165,


166, 209, 266, 268
açıklama, 34
Virbius, Roma tanrısı, 161
Aitareya Aranyaka, 185
Vişnu, 205, 207, 223, 262
Katha, 34
viveka (“ayırt etme”) Hindu-
Urabe-no-Kanenuki, 240
Budist kavramı, 30, 188
Urban, Papa II., 182
Utnapiştim, Babil tufan
Wachaga kabilesi, Tanganyika,
kahramanı, 213, 214, 243

455
KAHRAMANIN SONSUZ YOLCULUĞU

84, 165 56, 89, 90, 94, 113, 115, 117,


Wahungwe Makoni kabilesi, 119, 139, 148, 149, 153, 157,
Güney Rodezya, 333 164, 171, 181, 205, 219, 243,
Warner, W. Lloyd, 156 244, 273, 278, 279, 376, 392

Warren, Henry Clarke (çev.), 46, Yaşlı Adam, Blackfeet yarı tanrısı,
72, 221, 398, 407 321, 322, 323

Werner, E. T. C., 193 Yaşlıların Yaşlısı, kabalistik tema,

White, John, 229 297

Wilhelm, Richard (çev.), 304 Yehova, 59, 78

Windisch, E., 363, 364, 365, 394 Yehova, Musevilerin tanrısı, 166,
203, 209
Wood, Clement, 17, 18, 156
Woodroffe, Sir John, 132 Yenİ Britanya, yaratılış miti, 324
Yeni Gine, -de kafa avı, 178
Woodrofle, Sir John, 208
Wotan, Tötonik tanrı, 53, 77, 202, Yeni Hebridler, Bank Adaları, 100

220, 266, 317, 408 yenilenme, törenleri, 50, 110, 111,


161, 222, 278, 296

yab-yum , Budist kavram, 196 Yerinde Duran, bir baba-tiran


türü, 25, 111, 368, 373, 376, 384,
Yahudi öğeleri, 14, 46, 50, 97, 131,
422
173, 181, 264, 297, 410
Yılan Gücü, Şiva’nın, 147
Yahudi, Gezgin, 78, 266
yılan, tüylü, Aztek öncesi
Yalnızlık Adası’nın Prensi, Tubber
kahraman, 389
Tintye’nin İrlanda efsanesinde,
198 Ymir, Eddik ilksel varlık, 316

yamyamlık, Avusturalyalı yoga, Hindu disiplini, 190, 207,

kabilelerde, 158 260, 263, 340, 358

Yang ve Yin, Taocu kavram, 173, yok edilemezlik, 166

197 yok edilmezlik, 166, 199

Yapışkan Tüy, Hindu masalı, 102, Yorubaland, Nijerya, 24, 58, 165

105, 289, 422 Young, Hugh Hampton, 173, 177

yarım adam, bir dev türü, 95 Yukatan, 14

yardımcılar, 10, 20, 22, 28, 29, 33, yumurta, kozmik, 308, 313, 323,

456
DİZİN

327, 403, 405 Zen Budizmi, 194


Yunan Ortodoks Kilisesi, 138 Zerdüşt, 287, 380
Yunus ve Balina, 112 Zeus, 23, 105, 108, 152, 160, 166,
yurtseverlik, günümüzde, 422 209, 243, 311, 342, 359

Yusuf Kuyuda, 112 Zimbabwe, Güney Afrika

yutulma, kahramanın -sı, 21, 108, kalıntıları, 337

124, 146, 236, 272 Zimmer, Heinrich, 120, 132, 146,

Yücelişi, İsa’nın, 258 177, 196, 207, 225, 310

“Yüz, Büyük” ve “Küçük Yüz”, Zohar, Musevi kabalistik metni,

298, 303, 387 297, 311, 312


Zulular, Güney Afrika, 108

457

You might also like