Professional Documents
Culture Documents
AYRl�MA
. ....
.. t'
' .,
.•
ISBN l 978-605-70664-0-4
"Ce livre a ete publie avec l'aide du Ministtre de la Culture-Centre National du Livre."
İNKA KİTAP
Osmanağa Malı. Halil Ethem Sok.
Yeğiner İş Merkezi A Blok No:32/28 Kadıköy/İstanbul
Tel: 0216 337 00 09
Yayıncı Sertifika No: 44966
inkakitap@gmail.com
Ayrışma
6inka
iÇiNDEKiLER
Çevirenin Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7
Okuma Özeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
Ayrışma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . 41
Protagoras Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46
Gorgias Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . .. . . .... . . ..... .. 63
Platon Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72
Gönderge, Ad . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . .. .. . . . . . .. .. . . . . . . . .. . . . . . . . 96
Antisthenes Notu . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 102
Mevcut-Kılan-Sunuş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 147
Kant Notu 1 151
Gertrude Stein Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . ... . . . . . . . 162
Aristoteles Notu . . . .... . . ........ . ..... . . . .. . . . . . ..... . . . ... . ... . . . .. . . . . . . . . . . . . . 172
Netice . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . 200
Hegel Notu . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 210
Yükümlülük . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 240
Levinas Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 245
Kant Notu 2 . . .. . . . . . . . . . . .... . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . ... . . . .... . . . . . . . . .. 263
Cins, Norm . . . . . . . . . . . . .. . ..................... . ..... . ... . .. . . .... . . . . . . . . . . . . 282
Kant Notu 3 . ...... . . . .... . . ........ . .. . . . . . . . ... . . . ........ . . . .. . . . . . . . .. . . . ....... 285
1789 Bildirisi Notu . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 314
Tarih İmi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 325
Cashinahua Notu . . .... . ...... . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .... . . .... . ........... . . 327
Kant Notu 4 ... . .... . . ..... . . ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 343
8
Hakkında dosyası üzerinde çalıştığı ortaya çıkar.3 Dolayı
sıyla Aynşma'nın Lyotard felsefesinin ilk dönemleriyle son
dönemini birbirine bağlamaya izin verdiği düşünülebilir.
Öte yandan bu kitabın ele aldığı meselenin Lyotard felse
fesi için yeni olduğu da söylenebilir. Postmodern Durum'la
birlikte sorunsallaşmaya başlayan söylem cinslerinin ayrı
lığı meselesi, Aynşma ile felsefi bir özellik kazanır. Bu ba
kımdan Aynşma, Jürgen Habermas'ın kritik proj esine bir
cevap niteliğindedir: Lyotard, Habermas'a atfettiği yaşam
ve düşüncenin organik birliği projesine karşı Wittgenste
in' daki dil oyunlarının çoğulluğu fikrini ve Kant'ın kritik
felsefesini kendine özgü bir yorumla birlikte okur. Bu sı
rada Hegelci mirası Adorno'nun politik felsefesine ve Levi
nas etiğine dayanarak sorgular. Postmodern Durum' da işaret
edilen yasallık sorunu böylece deneyimin birliğini sağla
maya çalışarak değil, hakikat ve adalet söylemlerinin he
terojenliğini tespit ederek karşılanır. Böylece Lyotard, mo
dem tarih ve özne felsefelerinin açmazlarından kurtulmaya
çalışır. Modern totalitarizm deneyimleri sonrasında siyaset
pratiklerine karşı oluşan güven sorunu belki de böyle aşı
labilecektir.
Bu tabloda Kant felsefesinden Lyotard'ın çıkardığı ders,
onun bir anlaşma ve iletişim felsefesi değil, bir antinomi fel
sefesi olduğudur. Kant'ın estetik alanında sözünü ettiği ile
tişim ve ortaklık fikri Lyotard'a göre ancak ufukta görülen,
belirip kaybolan, her zaman yapılan, bozulan ve yeniden
yapılması gereken bir müştereğe gönderir. Lyotard bura-
9
da, refleksif yargıyı esas alan bir politika imkanı görür. Ve
bu imkanı düşünmek üzere ayrışmanın, uyumsuz seslerin
biraradalığının en yetkin örneği olacak yüce duyguya yö
nelir. İşte Aynşma'ya paralel bir düzlemde yer alan estetik
ve sanat yazıları bunu irdelemeye izin verir. Lyotard birçok
sanatçıyla, özellikle çağdaş ressamlarla yakın ilişkiler kurar
ve doğrudan ressam atölyelerinde çalışır. Politika sahnesi
ne çıkmak yerine, "düşüncenin onuru" olacak ayrışmayı
ve çoksesliliği koruma işini refleksif yargıya devreder. Lyo
tard'a göre sanat ve özellikle yüce estetiği, refleksif yargıyı
tüm karmaşıklığı içinde yakalamaya izin verecektir.4
Yazıya başlarken belirttiğim gibi, bu türden bir tota
litarizm eleştirisi oluştururken Lyotard'ın kendi felse
fesinin nasıl bir tarza büründüğü tartışılabilir. Buna ek
olarak çeşitli filozofları okurken, özellikle Kant'ı bu şekil
de yorumlarken, onlara ne kadar sadık kaldığı da sorgu
lanabilir. Bu tartışmaların Türkçe felsefe dünyasında bir
yer bulabileceğini düşünerek, çevirimin buna katkı sağ
lamasını umuyorum. Bu yazının devamında ise Lyotard
felsefesinin dönüm noktası olarak değerlendirdiğim Ay
nşma'yı Türkçeye çevirirken karşılaştığım bazı zorluklara
ve yaptığım tercihlere dikkat çekmeye çalışacağım.
En baştan belirtmek gerekiyor ki Aynşma, çevirirken
soru işaretleriyle dolu bir kitap. Cümleler arasındaki ilişki
lere dair belli fikirler öne sürüyor ama çeviri deneyimi bu
10
fikirleri her zaman onaylamıyor. Çeviri pratiği, mümkün
olabilmek için, sabit bir anlamdan vazgeçmeyi, en azından
bu riski almayı gerektiriyor. Anlamın sabitliğini sorgula
mak kanımca Lyotard'a uygun bir tavır. Ama Aynşma'da
Lyotard'ın çeviri fikrini ele alışı bu tavırla uyuşmuyor. Lyo
tard'a göre çeviri sorusu, sadece bir dilden diğerine geçer
ken değil, cümle aileleri ve söylem cinsleri arasında geçiş
yaparken de sorulması gereken bir soru. Ama anlamın sa
bitliğini yitirmesi, çeviriyi imkansız kılıyor gibi görünüyor.
Lyotard, heteroj enlikle nitelediği dil olayları arasındaki ge
çişin tam da çevirisiz bir geçiş olduğunu , bu olaylar arasın
da ayrışmanın kaçınılmaz olduğunu savunuyor. Dolayısıy
la çevirinin kendisini bir iletişim türüne indirgemiş oluyor.
Oysa bir dildeki veya söylemdeki anlamın bir başkasına
geçerken öyle ya da böyle kaybolmasını, değişmesini göze
almak, çevirinin olmazsa olmazı. Benjamin'in çeviri hak
kında dediği gibi, bunu bir kayıp gibi değil de bir çoğalma
ve tamamlanma gibi, çeviride yaşanan bir anlam çoğalma
sı gibi görmek mümkün. O zaman çeviri metin ile özgün
metin arasında, bir mesajın iletilmesine indirgenemeyecek
tamamlayıcı bir ilişki kurulabilir. Çevirmen olarak, Lyo
tard'ın metniyle bu riskli ilişkiyi kurmaya çalıştım.
Zorlandığım, tartışılması gerektiğini düşündüğüm bazı
çeviri tercihlerine burada kısaca değineceğim. Öncelikle
kullandığım dilin genel özelliklerine dair tüm çevirilerde
başvurduğum yöntemi belirtebilirim. Türkçe kökenli söz
cüklerle Arapça ya da Farsça kökenli Türkçe sözcükleri
veya Batı dilleri kökenli Türkçe sözcükleri bağlama uygun
şekilde bir arada kullanıyorum. Aynı şekilde Latince ve
11
Yunanca kökenli felsefe terimlerini mümkünse Türkçe'ye
olduğu gibi aktarıyorum, böylece farklı dilleri kateden
felsefe kavramları, özgün halleriyle Türkçeleşebiliyorlar.
Bu yöntemi tercih ediyorum, çünkü dile dair saflık veya
evrensellik tartışmalarının ötesinde, felsefe kavramlarının
tarih içinde varoluşuna dayalı bir dili Türkçe kurmaya ça
lışıyorum.
Kitabın başlığına dair kısa bir açıklama yapmak yerinde
olur. Differend sözcüğünü, özellikle hukuk dilinde kullanı
lan "ihtilaf' yerine "ayrışma" olarak çevirdim. Bunun bir
kaç nedeni var. ilk ve en basit neden, "ayrışma" sözcüğü
nün "ihtilaf' sözcüğünden daha fazla kullanılıyor olması,
dolayısıyla daha anlaşılır ve erişilebilir olması. Bu özelli
ğiyle "ayrışma" , kitapta konu edilen ana fikri daha iyi ifade
ediyor, çünkü Lyotard aslında son derece gündelik ve sıra
dan bir ayrışma halini tespit etmeye çalışıyor. Buna bağlı
olarak belirtebileceğim ikinci neden, "ihtilaf' teriminde
içerilen birbirini izleme, birbirinin yerine geçme fikrinin
Lyotard'ın meselesiyle örtüşmüyor olması. Her ne kadar
"ihtilaf' , zıtların birbirini izlemesi olarak düşünülebilse ve
bu anlamda Lyotard'ın differend ile kastettiği uyumsuzluk,
heteroj enlik halini dile getiriyor gibi görünse de, bu kav
ramın öne sürdüğü çok önemli bir fikri dile getirmeye izin
vermiyor: Lyotard differend durumunu tüm sıradanlığıy
la tespit ederken, uyumsuzların bir arada nasıl mümkün
olduğunu, birbirlerine haksızlık etmeden nasıl yan yana
durabileceklerini tartışmaya çalışıyor. "Ayrışma" , bu tar
tışmayı ifade etmek için daha uygun görünüyor. Son olarak
etimolojik nedenlerle "ihtilaf' yerine "ayrışma" kullanmak
12
bana daha doğru geldi. Differend sözcüğü, tahmin edilebi
leceği gibi, "farklılık, ayırıcı özellik" anlamındaki difference
sözcüğünden geliyor. Bu kökeni canlı tutmak için de "ay
rışma" başlığını tercih ettim.
Metnin içeriğine dair ilk vurgulamak istediğim konu, dili
düşünmeyi merkezine alan bir kitapta farklı dillerin yapı
sal özelliklerinin çeviride yarattığı zorlukla ilgili. Elbette bu,
aşağı yukarı her çeviri deneyiminde karşılaşılabilecek türden
bir zorluk. Aynşma'nın tek farkı, işlediği konu dolayısıyla bu
zorlukların çevirmenin karşısına fazlaca çıkıyor olması. Ay
nca Lyotard, kitabı Fransızca yazmış olmakla birlikte özel
likle Almanca ve Antik Yunanca kavramlara önemli yer ayı
rıyor. Tüm bunlar çeviriyi zorlaştırdığı gibi, bazı kavramları
tam olarak çevirmek mümkün olmuyor. Antik Yunanca to ti
en einai, Fransızca sözcüklerde yapılan eril ve dişil vurgular
ile genel olarak artikellerin tartışma konusu edildiği yerler
bu türden zorluklara örnek olarak verilebilir. Sözkonusu
terimlere elimden geldiğince karşılık bulmaya çalışarak, ge
nelde terimlerin özgün halini de metinde vererek ve açıkla
yıcı notlar hazırlayarak bu zorlukları aşmaya çalıştım.
Birden fazla dilin devreye girmesinden doğan bir diğer
zorluk, kimi kavramların Fransızca karşılıkları ve Türkçe
karşılıkları arasında uyumsuzluk olması. Buna ek olarak
Lyotard çoğu zaman sözkonusu kavramın kullanılagelen
Fransızca karşılığı yerine başka bir karşılık öneriyor veya
onu kullanıyor ama tartışmaya açıyor. Bu durumların hep
si için bağlama göre bir yöntem benimsedim. Kimi zaman
Fransızca kullanıma sadık kaldım, çünkü aynı sözcük me
tinde başka yerlerde de geçmekteydi. Kimi zaman ise Lyo-
13
tard'ın dile getirdiği düşünceyi ön planda tutarak Fransızca
kullanımdan saptım ve kavramı özgün dilinden çevirmeye
çalıştım. Bu sırada Türkçe felsefe dilinde oturmuş kulla
nımları mümkün olduğunca izlemeye gayret ettim.
Örneğin Lyotard'ın Hegel ve ondan hareketle Adorno
düşünceleri bağlamında başvurduğu Aujhebung kavramı,
metinde hem Almanca haliyle hem de Fransızca releve, rele
ver, enlever, maintenir, supprimer gibi çeşitli terimlerle karşı
lanmış halde geçiyor. Bunların hepsini Türkçe "kaldırmak"
fiiliyle, gerektiğinde de onunla kurulan bileşik fiillerle kar
şıladım. Aujhebung'un çağrıştırdığı farklı anlamlar Fransızca
tek bir fiille karşılanamazken, Türkçe "kaldırmak" fiili buna
izin veriyor: yükseğe kaldırmak, ortadan kaldırmak, sakla
yıp kaldırmak (korumak) gibi. 5
Hegel terminolojisinden bir diğer örnek Resultat kav
ramı. Lyotard bunu olduğu gibi Fransızcaya aktarıp resul
tat şeklinde kullandığı gibi, bağlamını canlı tutmak adına
sık sık Almanca orijinalini de kullanıyor. Çeviride Resultat
karşılığı olarak, Fransızca resultat için genelde kullanılan
"sonuç" yerine "netice" kullandım, çünkü Hegel düşünce
sinde Resultat bir sürecin sonlanmasına değil, ortaya çıkar
dığı ürüne, neticeye işaret ediyor.
Lyotard'ın Almanca kavramlara sık başvurduğu, müm
kün olduğunca Almanca düşünmeye çalıştığı bir alan da
Kant felsefesi. Aynşma boyunca Kant'tan gelen kavram
ların etkisi hissediliyor. Bunlar arasında ilk göze çarpan
faculte ve capacite kavramları. Fransızca Kant terminolo-
14
jisinde oturmuş olmakla birlikte, bu iki sözcük arasındaki
ayrımların net olmadığı söylenebilir. Farklı metinlerde bir
birlerinin yerine geçebilmeleri bunu gösteriyor. Yine de bu
çeviri özelinde belirli bir ayrımı tutmaya çalıştım ve facultt
için Almanca Kraft'a gönderecek şekilde "güç" , capacitt
için ise Vennögen'e gönderecek şekilde "yeti" karşılıklarını
kullandım.
Kant'tan gelen ve Lyotard'ın argümanında geniş yer
tutan bir diğer kavram Teilnehmung. Lyotard bunu , Urteil
(yargı) kavramında da karşımıza çıkan T eil (parça, bölüm)
köküne gönderme yaparak kullanıyor.6 Bu bakımdan Fran
sızca Kant çevirilerinde Teilnehmung karşılığı kullanılan
prise de position (konum alış) yerine Lyotard participati
on (pay alma, paylaşma, katılma) karşılığını tercih ediyor.
Kant, Teilnehmung sözcüğünü Fakültelerin Çat ı şmas ı'nda ,
15
"or-" fiil kökünden geliyor) hem de cümlede konu edilen
"katılma" anlamını canlı tutmak istedim.
Yine Kant'tan gelen ve aynı Almanca kökün dahil oldu
ğu ama başka bir anlamda kullanılan bir deyim daha var
ki, Aynşma'da önemli rol oynuyor: Kant'ın belirli koşullar
altında duyguların herkesçe paylaşılabilir ve iletilebilir ol
masından söz ederken kullandığı allgemeine Mitteilbarkeit
(veya allgemein mitteilbar) ifadesi. Bu ifade Fransızca'ya
genelde communicabilite universelle (evrensel iletilebilirlik)
şeklinde çevriliyor ve Lyotard da Aynşma'da bu kullanıma
sadık kalmış. Ama Türkçe "evrensel iletilebilirlik" sözü
nün Kant'ın dile getirdiği fikri aktarmaya çalışırken kısır
kaldığı fikrindeyim. Mitteilen fiili basitçe "iletmek" olarak
çevrilebilir. Ama Kant'ın bahsettiği "iletilebilirlik" , bir tür
ortaklaşmaya, bir paylaşıma da işaret ediyor. Fransızca'da
communicabilite gibi, aslında çok yaygın olmayan ama söz
cüğün düz anlamını karşılamaya izin veren bir ifadenin
kullanılmasının sebebi, Kant'ın burada yürüttüğü argüma
nın bir sensus communis İdesini kabul ederek sonuçlanması
olabilir. Böylece iki terim arasındaki etimolojik bağ koru
nurken, ortaklık veya müştereklik fikri de ifade edilmiş
oluyor. Aynı fikri Türkçe yakalamak için "iletilebilirlik"
karşılığı yerine mitteilen fiilinin türediği Teil köküne baş
vurdum ve communicabilite ifadesini serbest bir çeviriyle
"paylaşım" olarak karşıladım.
Yeri gelmişken universel karşılığı olarak "evrensel" kul
lanımı ve bunun etrafında dönen tartışmalarla ilgili kısa bir
not düşmek istiyorum. Türkçe'de universel karşılığı olarak
"evrensel" kullanımı son yıllarda çokça eleştiriliyor, "tümel"
16
kullanımının daha doğru olduğu iddia ediliyor. Bu iddiaya
çeşitli sebeplerden katılmıyorum. İlki, "evrensel" sözcüğü
nün reddedilme nedenlerinden biri olan "-sel" ekinin kul
lanımıyla ilgili. Her ne kadar "-sel" , "-sal" ekiyle yapılmış
sözcüklerin sorunlu olabildiğini düşünsem de, ortaya çıkan
sözcüğün anlamlı ve kullanışlı olup olmadığına bakarak ka
rar vermeye çalışıyorum. Dolayısıyla "-sel" ekiyle üretilmiş
olması, bir sözcüğü reddetmek için benim gözümde yeter
sebep değil. Kaldı ki "evrensel" yerine önerilen "tümel" söz
cüğündeki "-el" ekinin durumu da pek farklı değil: aslında
isimden dönüşlü fiil üretmeye yarayan bu ek (kısa: kısal
mak, az: azalmak gibi) , yakın dönemde isimden isim üret
mek için kullanılmaya başlandı ve "-sel" , "-sal" ekiyle ben
zer bir işlev kazandı. "Evrensel" ve "tümel" örneklerinin her
ikisinde de eski Türkçe bir sözcüğün Dil Devrimi dönemin
de elden geçirilip modem Türkçe'ye sokulması sözkonusu.
Dolayısıyla bunlardan birini reddedip diğerini kabul etmek
için bir neden yok. Kişisel olarak yönelimim, sözcük anlam
lı, işlevsel ve kullanımdaysa onu benimsemek yönünde. İti
raz ettiğim ikinci nokta, "evrensel" universel karşılığı olarak
kabul edilebilirken, özellikle Almanca referansla düşünü
len çevirilerde allgemein ve universal arasına fark koymak
amacıyla bunlardan birincinin "genel" veya "tümel" olarak,
ikincinin ise "evrensel" olarak karşılanması gerektiği fikri.
Bu farkı korumak mantık bağlamında veya mantıksal akıl
yürütmenin sözkonusu olduğu durumlarda anlamlı olabilir.
Ama bunun dışında allgemein için Türkçe'de genellik veya
bütünlük fikrine işaret eden çeviriler daha doğru görünü
yor ve yerine göre "evrensel" sözcüğü de uygun olabiliyor.
17
Son ve belki de en önemli itirazım Batı dillerindeki universel
sözcüğünün kendisine dayanıyor. "Evrensel" sözcüğünün
universel karşılığı olarak reddedilmesinin bir sebebi de kö
kenindeki evirmek veya evrilmek fikrine bağlı olarak olanı,
oluşanı, dolayısıyla tekilliği ve olumsallığı çağnştınyor ol
ması. Buna ben de katılıyorum. Ama bunun "evrensel" ve
universel arasında engel teşkil ettiğini düşünmüyorum. Uni
vers sözcüğünün etimolojisine bakıldığında tam da "evren"
sözcüğünde bulabileceğimiz bir anlam taşıdığını görüyoruz:
Latince uni-versus, düz bir çeviriyle "bir arada dönenler,
dönerek bir olanlar, bütün olanlar" gibi düşünülebilir. İki
sözcük arasında sadece yapısal değil, anlam bakımından da
ilişki kurmak mümkün görünüyor. Elbette bu tartışma iler
letilebilir, özellikle mantık dilinde kullanılacak terimlerle
ilgili daha ince ayrımlara gidilebilir. Ama geniş felsefe di
linde "evrensel" sözcüğünü reddetmeye veya "evrensel" ile
"tümel" arasına katı bir aynın koymaya bence gerek yok.
Dolayısıyla bu çeviride de univers karşılığı olarak "evren" ,
universel karşılığı olarak "evrensel" kullandım.
Aynşma'yı çevirirken karşılaştığım bir diğer zorluk da
Kant'ın sensus communis İdesi etrafında şekillenen commu
naute (Gemeinschajt) ve commun kavramlarıyla ilgiliydi.
Saf estetik yargıların evrenselce paylaşılabilir olduğunu ,
insanlar arasındaki ortaklığın dayanağı olduğunu anlatan
Kantçı söylemden Lyotard'ın ödünç aldığı bu kavramlar,
Aynşma'nın ana sorunsalı açısından belirleyici rol oynu
yor. Türkçe'de yerleşmiş çeviri alışkanlıklarına baktığımız
da, ortak kökenleri olan bu iki kavramın farklı sözcükler
le karşılandığını görüyoruz: communaute için "topluluk" ,
18
commun için "ortak" kullanımları aşağı yukarı yerleşmiş
durumda. Fransızca sözcüklerin gündelik kullanımlarıyla
uyumlu olan bu karşılıklar, aralarındaki ilişkiyi Türkçe ya
kalamaya izin vermiyor. Dolayısıyla Aynşma bağlamında
bu iki sözcük için serbest bir çeviri yöntemi benimsedim
ve bu ilişkiyi ifade etmeye çalıştım. Bunun için daha önce
commun terimini çevirirken dayandığım kavramsal çer
çeveyi bir kez daha kullandım. Etimolojik olarak Latince
munus kökünden gelen ve cum- eki ile kurulan bu terim,
antropolojik bir arka plana sahip ve kabaca "karşılıklı alıp
verme" , "ortak yükümlülüklere birlikte katılma" anlamı
taşıyor. 7 Buradan hareketle commun için katılım ve payla
şım fikirlerini vurgulayacak şekilde "müşterek" karşılığını
tercih ediyorum. Kant'ın müşterek kavramının formel bir
evrenselliğe dayanması ve cum-munus kökünün antropo
lojik arka planında vurgulanan birlikte eyleme, eylemde
bulunma fikriyle örtüşmemesi, bu tercihi tartışılır kılıyor.8
Yine de Lyotard'ın Kant'a getirdiği yorumun bu çeviriye
izin verdiğini ve tartışmayı ilginçleştirdiğini düşünüyorum.
Bunu takiben communaute de düz anlamıyla "müştereklik"
olarak karşılanmalıydı ki, mümkün olduğunca böyle yap
maya çalıştım. Cümlenin yapısı gereği bunun mümkün ol
madığı durumlarda ise communaute'yi , "müşterek" sözünü
19
ad olarak kullanarak karşıladım: communaute humaine için
"insanların müştereği" gibi. Bunun da mümkün olmadığı
durumlarda, sorunlu bir yapı olduğunu düşünmekle bir
likte "müşterek topluluk" ifadesini kullandım ve kavramı
işlevsel olarak canlı tutmaya çabaladım. Aynca sens com
mun için, daha önceki Lyotard çevirilerinde kullandığım
"ortak duygu" yerine "müşterek duyu" karşılığını tercih
ettim.
Benzer bir değişiklik presenter fiilinin çevirisinde de
sözkonusu. Daha önce "sunmak" olarak karşıladığım bu
fiili Aynşma'da "mevcut-kılıp-sunmak" şeklinde çevirdim.
Bu serbest çeviri hem sözcüğün ikili anlamını yansıtmaya
hem de Lyotard'ın bu kitapta ısrar ettiği fikri vurgulama
ya daha uygun görünüyor. Presenter, Latince prae-esse ka
lıbından geliyor ve düz bir çeviriyle "önde var etmek" , "öne
koymak" anlamı taşıyor. Almanca karşılığı Dar-stellung,
yine düz bir çeviriyle "oraya koymak" olarak Türkçeleştiri
lebilir. Fransızcaya kimi zaman ex-position diye çevrilen bu
kavram, "dışarı koymak" , "ortaya koymak" , "sergilemek"
anlamlarını çağrıştırıyor. Lyotard presenter fiilini Kant'taki
Darstellung fikrine göndermeyle kullanıyor. Kant termino
loj isinde ise Darstellung yer yer Latince exhibitio ile kar
şılanıyor ki, bu kullanım da "sergileme" anlamıyla uyum
gösteriyor. Aslında Türkçe "sunmak" fiilinde de benzer bir
anlam bulunuyor: Etimolojik olarak "uza(t)mak" anlamın
daki "sunmak" fiili ile "yaymak" , "sermek" fiilleri arasında
anlam bağı var. Dolayısıyla "sunmak" , presenter için uygun
bir karşılık gibi görünüyor. Öte yandan bu fiilin içerdiği
present kökü, şimdi burada olanı, orada duranı, hali hazır-
20
da mevcut olanı kastediyor. Lyotard'ın Aynşma'da kullan
dığı haliyle bu anlam da öne çıkıyor. Presenter, "sunma"yı
ama "mevcut-kılarak-sunma"yı, şimdi buraya koyup var
etmeyi ifade ediyor. Özellikle cümlelerin mevcut kıldığı
merciler meselesinde bu fikir vurgulanıyor. Bu yüzden,
yerleşik olmayan bir kullanım geliştirdim ve dili ağırlaştır
mak pahasına fiilin anlam dünyasını Türkçe çeviriye yan
sıtmaya çalıştım.
Lyotard'ın sık kullandığı bir diğer kavram öbeği de
·'etkilenme, maruz kalma, tutulma" anlamındaki Yunan
ca pathos sözcüğünden ve ondan türemiş Latince pati fi
}linden g_elen sözcüklerde1! oluşuyor: passion_. passibilite,
passivite, pathos, pathetique, pathologique, apathique, vb.
Lyotard, Platon, Kant ve Levinas yorumlarında bu kavram
lara başvuruyor ve bunları felsefedeki genel kullanımlarına
aşağı yukarı sadık kalarak, öznenin maruz kaldığı, tutuldu
ğu izlenimlerle bağlantılı şekilde kullanıyor. Buradan hare
ketle ben de passion için en alışıldık karşılık olan " tutku"
sözcüğünü kullandım. Passibilite için ise, aynı kavramsal
çizgiyi sürdürecek şekilde " tutulabilme" veya " tutulma"
karşılığını önerdim. Buradaki tutulma, etki altında kalma
fikri ile eylem (action) arasında bir zıtlık olduğunu düşü
nebiliriz. Bu anlamda passibilite ve passivite, ilişki içindeki
kavramlar. Yine de passivite sözcüğünün geniş gönderme
alanını korumak adına, "pasiflik" karşılığını tercih ettim.
Aynı şekilde pathos için "pathos'' , pathologique için "pa
tolojik" ve apathique için "apathik" karşılığını kullandım.
Lyotard bu üç sözcüğü tek bir yerde kullanıyor ve coşku
nun etik geçerliliği olmadığını, bir pathos olduğunu söylü-
21
yor. Bu kullanımda Lyotard'ın Antik retoriğin bölümlerine
gönderme yaptığını düşünebiliriz: dinleyicide uyanan ah
laki izlenimleri inceleyen ithos ve dinleyicide heyecan ve
tutku uyandırmaya, onu duygulandırmaya yönelik araçları
inceleyen pathos. Bu çerçeveyi akılda tutarak bu kavramları
özgün halleriyle Türkçe'ye aktarmayı tercih ettim.
Çeviride kullandığım "akrabalık" sözcüğü hakkında
da kısa bir açıklama yapmak yerinde olur. Esas olarak bu
sözcüğü affinite karşılığı kullandım. Lyotard, Kant'taki Af
finitat veya Verwandtschaft fikrine sıkça başvuruyor. Bir
yerde Massigkeit (uygunluk, uyumluluk) karşılığı olarak
da affinite kullanıyor. Bunların hepsini "akrabalık" ile kar
şıladım. Öte ya �dan metinde antropoloji bağlamında pa
rente kavramı da seyrek olarak geçiyor. Türkçe antropoloji
terminolojisini izleyerek bunu da "akrabalık" diye çevir
dim ama köşeli parantez içinde Fransızcasını belirttim.
Affinite ve parente arasındaki ilişkiye dair bir not olarak
parente teriminin kan bağı ile kurulan akrabalığı, affinite
teriminin ise kan bağı olmaksızın, esasen evlilik yoluyla
kurulan akrabalığı belirttiğini söyleyebiliriz. Türkçe'de bu
ayrımı karşılamak üzere parente "akrabalık" olarak, affinite
ise "hısımlık" olarak düşünülebilir. Fakat bu terminolojik
ayrım antropoloji metinlerinin çoğunda gözetilmemekte
dir, çünkü incelenen birçok örnekte akrabalık ilişkileri bu
ayrımı etkisiz kılan yapılar üzerinden kurulmuştur. Lyo
tard'ın konu ettiği Cashinahua toplumu da bu örneklerden
biridir. Dolayısıyla Aynşma'yı çevirirken ben de böyle bir
ayrım gözetmedim, köşeli parantez içinde terimin Fransız
casını vermekle yetindim.
22
Almanca ile karşılaştırmalı çevirmek gereken bu kav
ramlardan sonra Antik Yunanca'dan gelen terimlerin çevi
risiyle ilgili bir kısa açıklama yapmak gerekiyor. Özellikle
Lyotard'ın kullandığı iki kavram var ki bunların çevirisi çok
zor ve bu kitabın kapsamını fazlasıyla aşacak nitelikte: ce
qu'etait qu'etre (to ti en einai) ve entite (to einai) . Bunlardan
ilki için Lyotard, Pierre Aubenque'in Aristoteles'i çevirirken
kullandığı terminolojiyi izliyor. Skolastik felsefenin Aristo
teles ve İbni Sina'ya göndermeyle quidditas (bir şeyin "neli
ği" , ne olduğu) olarak Latinceleştirdiği bu kavramı Lyotard
kendi terimleriyle tartışmaya açıyor. Bu tartışmaya kısaca,
bir dipnotla değinmeye çalıştım. Ce qu'etait qu'etre ifadesi
ni ise Fransızcayı temel alarak "varlığının ne olduğu" şek
linde karşıladım. İkinci kavram entite ise Lyotard özelinde
ilkinden daha farklı bir işleve sahip. Lyotard bu kavramın
tarihini veya kapsamını sorunsallaştırmıyor, etrafındaki tar
tışmalara gönderme yapınıyor. Kanımca kendi dilini Fran
sızca' da yerleşik Heidegger terimlerinden ayırarak etre veya
etant kullanmaktan kaçınmak için entite sözcüğünü tercih
ediyor. Dolayısıyla ben de "varlık" ve "olan, varolan" söz
cükleri dışında bir karşılık bulmaya öncelik verdim ve entite
kavramını Türkçe felsefe metinlerinde benimsendiğini gör
düğüm "özvarlık" ile karşıladım. Bu çevirinin sorunlu oldu
ğunu düşünmekle birlikte, Lyotard'ın yaptığı gibi onu genel
kullanımdaki haliyle metne dahil etmek istedim.
Son olarak Il y a ifadesinin çevirisine değineceğim.
Husserl ve Heidegger felsefelerinde kullanılan Almanca Es
gibt kalıbının karşılığı olan bu ifadenin çevirisi birçok zor
luk barındırıyor. Öncelikle belirtelim ki bunlar, felsefede
23
kavramlaştırılmadan önce günlük dilde çokça başvurulan
Fransızca ve Almanca kalıplar. Doğrudan bir çeviriyle bun
ları Türkçe "var" sözüyle ifade ediyoruz, "bugün yağmur
var" veya "masanın üstünde kitap var" derken olduğu gibi.
Öte yandan her iki sözcüğü de yapısal bakımdan incele
diğimizde, Fransızca Il y a içinde avoir (sahip olmak, elde
tutmak) fiilini, Almanca Es gibt içinde ise geben (vermek)
fiilini buluyoruz. Her iki ifadede de bu fiiller üçüncü te
kil şahısta çekilmiş ve bu kalıplar özelinde bir tür kişisiz
özne olarak düşünebileceğimiz "O" adılına bağlanmış du
rumdalar. Ayrıca Fransızca ifadede, yer bildiren y belirteci
bulunuyor.
Aynşma'da Lyotard, fenomenoloji geleneğine ve Levi
nas'a göndermeyle kullandığı Il y a ve Es gibt ifadelerinde
varlığın kendini vermesi (donation) fikrini vurguluyor. As
lında burada varlık kavramına başvurmak da pek doğru gö
rünmüyor. Her ne kadar, özellikle Heidegger felsefesinde
bu terminoloji baskın olsa da, Lyotard'ın meselesi olmanın
kendisidir, olayın ortaya çıkışıdır. Il y a , kendini sunan ve
ne olduğu belli olan bir nesne veya nesneyi alımlayacak et
kin bir özne fikirlerinin her ikisini de bir kenara bırakmaya
izin verecek şekilde, olmanın başa gelmesini vurgulamaya
izin verir. Lyotard için bunu destekleyen bir referans da
Levinas düşüncesi bağlamında adsız bir varolma olarak il y
a' dan söz edilmesidir.
Aslında Almanca geben ve Fransızca avoir fiillerini bir
arada ifade etmeyi sağlayacak Türkçe fiil "tutmak" olabi
lirdi. Etimolojik olarak geben, "elde tutmak, sahip olmak"
anlamındaki Latince habere fiiline bağlanabiliyor ki, Fran-
24
sızca avoir fiilinin kökeninde de bu fiil var. Bu şekilde dü
şündüğümüzde geben (vermek) ile avoir (sahip olmak)
arasındaki anlam mesafesi azalıyor. "Tutmak" fiilinin kö
kenine baktığımızda ise "durdurmak" anlamının öne çık
tığını, dolayısıyla "durmak" fiiliyle bağlantı kurmanın
mümkün olduğunu görüyoruz. Türkçe "durmak" , olmak,
mevcut olmak anlamı taşıyabiliyor, "kitap masanın üstün
de duruyor" derken olduğu gibi. Bu anlamın en bariz şekil
de ortaya çıktığı yer, ek fiil olarak "-dır" kullanımı, çünkü
etimolojik olarak "-dır" , "durmak" fiilinden geliyor. Birçok
dilde "olmak" fiiliyle ifade edilen yapıların karşılığı olarak
Türkçe "-dır" ek fiilini kullanıyoruz, yine aynı örnekle söy
lersek "kitap masanın üstündedir" diyoruz. Bu kavramsal
arka plandan hareketle Ay n ş ma'da Il y a ifadesini oradadır
şeklinde Türkçeleştirdim. Böylece belirsiz bir yerde, adsız
ve kişisiz başa gelen bir varolmayı ifade etmeye çalıştım.
Elbette bunların tümü , eleştiriye açık tercihler. Bu yazı
da bahsettiğim kavramların dışında, tartışılabilecek birçok
çeviri tercihi de metinde bulunabilir. Bunların tartışılma
sının, Türkçe felsefe dilinin gelişmesine destek olacağını
umuyorum.
Bu çeviriye görüşleriyle katkı sağlayanları burada an
mak isterim. Öncelikle benden desteğini esirgemeyen, sa
bırlı ve dikkatli okumalarıyla çeviride benim kadar emeği
olan editörüm Ahmet Öz'e teşekkür ediyorum. Ayrıca çe
viri önerilerini benimle paylaşan Yusuf Yıldırım'a, Hakan
Yücefer'e, Zeynep Direk'e, Yağmur Ceylan Uslu'ya, Eylem
Hacımuratoğlu'na, Gaye Çankaya Eksen'e, Savaş Kılıç'a ve
Kaan Ökten'e içten teşekkürlerimi sunarım. Son olarak
25
tüm bu çalışmanın mümkün olmasını sağlayan İnka Ki
tap'a teşekkür ederim.
Emine Sarıkartal
Bordeaux, 2021
26
]ean-François Lyotard 1 Ayrışma
aAMma
OKUM A ÖZETİ
Başlık.
Kavganın tersine ayrışma, (en az) iki taraf arasında, her
iki tarafın da argümanlarına uygulanabilecek bir yargıla
ma kuralı bulunmadığından insaflıca karara bağlanamayan
bir çatışma vakası olacaktır. Argümanlardan birinin meşru
olması, diğerinin meşru olmadığı anlamına gelmeyecektir.
Yine de her iki argümana birden, sanki aralarında ayrışma
değil de kavga varmış gibi, aynı yargılama kuralı uygula
nırsa, aralarından birine haksızlık edilmiş olur (en azından
birine; eğer ikisi de bu kuralı kabul etmiyorsa her ikisine
de) . Belli bir söylem cinsinin kurallarının ihlal edilmesi
onu zarara uğratır ve bu zarar, sözkonusu kurallara göre
telafi edilebilir. Haksızlık ise yargılamanın yapıldığı söylem
cinsinin kurallarının, yargı konusu olan söylem cinsinin
(veya cinslerinin) kuralları olmamasından doğar. Bir ede
bi eserin veya sanat eserinin mülkiyeti zarara uğrayabilir
(eser sahibinin manevi haklan hasar görür) ; eseri bir mül
kiyet nesnesi olarak görmek gerektiğini söyleyen ilkenin
31
Ayrışma
Konu.
Tek şüphe götürmez olan, cümle; çünkü cümle derhal
ve aracısız varsayılır (cümle kurulduğundan şüphe etmek
de cümle kurmaktır, susmak cümledir) . Ya da daha iyisi:
cümleler, çünkü tekil çoğulu çağırır (tıpkı çoğulun tekili
çağırması gibi) ve tekil ile çoğul birlikte zaten çoğuldur.
Tez.
Bir cümle, en sıradan cümle, bir grup kurala göre oluş
turulur (bu onun rejimidir) . Birçok cümle rejimi vardır:
akıl yürütmek, bilmek, betimlemek, anlatmak, sorgula
mak, göstermek, emretmek, vs. Heterojen rejimlere ait iki
cümle birbirine tercüme edilemez. Belli bir söylem cinsinin
koyduğu ereğe [Jin] göre birbirleriyle zincirleme bağlantı
kurabilirler. Örneğin diyalog kurmak, bir gösterme cüm
lesini (göstermek) veya bir tanımı (betimlemek) bir sor
gulama cümlesine bağlayabilir, burada mesele [ enjeu] , her
iki tarafın da bir göndergenin [ referent] anlamı konusunda
hemfikir olmasıdır. Bu söylem cinsleri, heterojen cümleler
için zincirleme bağlantı kuralları üretirler ve bu kurallar
belli hedeflere [ but] varmaya yöneliktir: bilmek, öğretmek,
32
Ayrışma
Soru.
Bir cümle "başa gelir" Onunla nasıl zincirleme bağlan
tı kurulabilir? Bir söylem cinsi, kuralı gereği bir mümkün
cümleler kümesi sunar, bunların her biri belli bir cümle reji
mine aittir. Ama başka bir söylem cinsi de başka bir mümkün
cümleler kümesi sunar. Bu kümeler arasında (veya bunları
çağıran cinsler arasında) bir ayrışma vardır, çünkü bunlar
heterojendir. Oysa zincirleme bağlantıyı "şimdi" kurmak ge
rekir, bir başka cümlenin başa gelmemesi mümkün değildir,
zorunluluktur bu, yani zamandır, sessizlik de bir cümledir,
son cümle yoktur. Kesin karar vermek için evrensel yetkiye
sahip bir cümle rejimi veya söylem cinsi bulunmadığından,
zincirleme bağlantı kurmanın, mümkün cümleleri aktüel
leşmeyen rejimlere veya söylemlere haksızlık etmesi zorun
lu değil midir?
Sorun.
1° Çatışmalardan kaçınmak mümkün olmadığına (ka
yıtsız kalmak mümkün olmadığına) ve 2° çatışmaları son
landıracak evrensel bir söylem cinsi bulunmadığına göre,
veya şöyle diyelim, yargıcın taraf tutması zorunlu olduğu
na göre, yargılamayı neyin yasallaştırabileceğini ("doğru"
bağlantıyı) veya en azından düşünmenin onurunun nasıl
kurtarılabileceğini bulunuz.
33
Ayrışma
Mesele.
Okuru (ilk okur, yani Y.3 de dahil olmak üzere) şuna
ikna etmek: bir cümlenin diğer cümleyle arasındaki zincir
leme bağlantıda duruma göre düşünce, bilgi, etik, politika,
tarih veya varlık da meseleye dahildir. "İnsan" vardır, "dil"
vardır, insan kendi erekleri doğrultusunda dilden faydala
nır, eğer insan ereklerine ulaşamıyorsa bunun sebebi "daha
iyi" bir dil "aracılığıyla" dil üzerinde iyi bir kontrol sağ
lanamamış olmasıdır gibi, hümanizm ve "insan bilimleri"
yüzyıllarının okurda yol açtığı önyargıları kırmak. Felsefe
yi, iki rakibiyle arasındaki ayrışmada savunmak ve methet
mek: dışarıdaki rakibi ekonomik söylem cinsi (mübadele ,
sermaye) , kendi içindeki rakibi akademik söylem cinsi
(ustalık) . Bir cümlenin başka bir cümleye bağlanmasının
sorunsal olduğunu ve bu sorunun politika olduğunu göste
rerek, felsefi politikayı "entelektüellerin" ve politikacıların
politikasından uzakta ayağa kaldırmak. Ayrışmaya tanıklık
etmek.
3 (Fr. A.) Yazar, yaratıcı. Lyotard kitap boyunca kendisinden "A. "
olarak bahsediyor. Bununla ilk akla gelen, "eser sahibi" , "yazar"
veya "yaratıcı" anlamındaki "auteur" sözcüğünün kısaltması ola
caktır. Bu kısaltmaya makale veya kitap değerlendirme yazıların
da sıkça başvurulur. Lyotard bunu kullanarak kendi metninde
kendisinden bir başkası gibi söz ediyor. Böylece Aynşma, onu
değerlendirecek bir başkayla karşılaşmadan önce, başka kisve
sine bürünen eser sahibinin kendini dışsallaştırma sahnesine
dönüşüyor. Kitap boyunca Lyotard'ın hayali diyalog partnerleri
üzerinden kendi kendisiyle tartışması, argümanlarına getirilebi
lecek eleştirileri önceden tahmin edip yanıtlamaya çalışması da
bu duyguyu güçlendiriyor. Bu tavrın, Ay n şma'nın bir olay olarak
ortaya çıkışını baskıladığı, bir tür koruma kalkanı görevi gördü
ğü düşünülebilir. -çn
34
Ayrışma
Bağlam.
Batı felsefesindeki "dil dönemeci" (Heidegger'in son eser
leri, Anglo-Amerikan felsefelerinin Avrupa felsefesi içine
dahil oluşu, dil teknolojilerinin gelişimi) ; buna bağlı olarak,
evrenselci söylemlerin çöküşü (modern zamanlann metafizik
öğretileri: ilerleme, sosyalizm, bolluk, bilme anlatılan) . "Te
ori" karşısındaki bıkkınlık ve ona eşlik eden zavallı gevşeme
(yeni şu, yeni bu, post-şu, post-bu, vs.) Felsefe yapma zamanı.
Bahane.
Y.'ye işaret veren iki düşünce: üçüncü Kritik'in ve tarih
sel-politik metinlerin ( "dördüncü Kritik"in) Kant'ı, Felsefi
Soruştunnalar'ın ve ölümünden sonra yayınlanan metin
lerin Wittgenstein'ı. Y.'nin hayal ettiği bağlamda bunlar
modernliğin epilogları ve onurlu bir postmodernliğin pro
loglarıdır. Evrenselci öğretilerin (Leibnizci veya Russellcı
metafizik) çöktüğünü tespit ederler. Bu öğretilerin, ayrış
maları kesin çözüme bağlayabildiğini sandıkları terimleri
sorgularlar (gerçeklik, özne, müştereklik [communaute] ,
ereksellik) . Bunları, Husserlci "sağlam bilimin" yaptığın
dan çok daha sağlam biçimde sorgularlar; Husserlci "sağ
lam bilim" eidetik çeşitleme ve transandantal apaçıklık
yoluyla ilerler ve bunlar Descartesçı modernliğin nihai
kaynaklarıdır. Tersine Kant entelektüel görü olmadığı
nı söyler, Wittgenstein da bir terimin imlemesinin onun
kullanımı [ usage] olduğunu. Cümlelerin özgürce incelen
mesi, cümle rejimleri arasında (kritik) bir ayrıma götürür
(Kant'ta fakültelerin birbirinden ayrılması ve birbiriyle
çatışması; Wittgenstein'da dil oyunlarının ayrıştırılması) .
Saçılma [dispersion] düşüncesini hazırlarlar (diaspora, diye
yazar Kant) ki bu düşünce Y.'ye göre bizim bağlamımızı
35
Ayrışma
Kip.
Kitabın kipi felsefidir, refleksiftir. Y.'nin uyduğu tek
kural, ayrışma vakalarını incelemek ve bu vakalara fırsat
veren heterojen söylem cinslerinin kurallarını aramaktır.
Bir teorisyenden farklı olarak kendi söyleminin kurallarını
önceden varsaymaz, sadece söyleminin bazı kurallara uy
ması gerektiğini varsayar. Kitabın kipi teorik (veya başka
bir şey) değil felsefidir, yani meselesi kendi kurallarını keş
fetmektir, ilke olarak bu kuralların bilgisine sahip olmak
değil. Tam da bu yüzden, incelediği ayrışmaları kendi ku
rallarından hareketle kesin çözüme bağlamayı kendine ya
saklar (örneğin spekülatif veya analitik cinslerin tersine) .
Bu kip, mantıkçının kullandığı anlamda değil (bir dil-nes
nenin4 gramerini oluşturmaz) , dilbilimcinin kullandığı an
lamda bir üstdil5 kipidir (nesnesi cümlelerdir) .
Cins.
Poetik anlamda kitabın cinsi, bir nesneye ilişkin Göz
lemler, Uyanlar, Düşünceler, Notlar'dır, yani süreklilik
göstermeyen bir Deneme biçimidir. Bir taslak defteri mi?
Refleksiyonlar bir dizi numara halinde sıralanmış ve bö
lümlere ayrılmıştır. Dizi duruma göre Notlar ile kesilmek
tedir; bunlar felsefi metinlere ait okuma notlarıdır. Ama
kitabın tamamı baştan sona okunabilir.
36
Ayrışma
Stil.
Y.'nin naif ideali stilin sıfır derecesine ulaşmak ve ta
bir caizse okurun düşünceyi eline almasını sağlamaktır. Bu
zaman zaman ortaya veciz bir bilgelik tonu çıkmasına yol
açar; bunu görmezden gelmek uygun olur. Kitabın tempo
su "zamanımızın" temposu değildir. Biraz modası geçmiş
mi? Y. en sonda, "zamanımızın" zamanı konusunda bir
açıklama yapmaktadır.
Okur.
Felsefi okur, yani "dilin" sonuna gelmemeyi ve "zaman
kazanmamayı" kabul etmek koşuluyla herkes. Yine de bu
okuma özeti okurun, eğer böyle bir hevese kapılırsa, oku
madan "kitaptan bahsetmesini" sağlayacaktır. (Notlar için
se biraz daha profesyonel bir okur. )
Yazar.
Bu refleksiyonları Rudiments Paiens [Pagan Temeller]
( 1977) kitabının "Priere de desinserer" bölümünde6 ve
Postmodern Du ru m 'un ( 1979) Giriş kısmında ilan etmiş
tir. Kendini tekrar ediyor gibi görünmekten çekinmese, bu
çalışmaya Libidinal Ekonomi'nin ( 1974) yayınlanmasından
hemen sonra başladığını itiraf ederdi. Hatta . . . Bu refleksi
yonlann nihayetinde gün yüzüne çıkması ancak Paris VIII
(Saint-Denis'deki Vincennes) Üniversitesi ile CNRS arasında
yapılan bir anlaşma ve CNRS araştırmacıları Maurice Cave
ing ile Simone Debout-Oleszkiewicz'in nezaketi sayesinde
37
Ayrışma
Hitap.
Demek önümüzdeki yüzyılda artık kitaplar olmayacak.
Zaman kazanmak başarı sayılırken okumak fazla uzun.
Adına kitap denen nesne medyanın, bir filmin, gazete söy
leşisinin, televizyon programının, bir kasetin öncelikle adı
ve başlığıyla "mesajını" (enformasyon7 olarak ederini) ilet
tiği basılı bir nesne olacaktır ve yayıncı (ki kendisi filmi,
söyleşiyi, programı, vs. de üretmiş olacaktır) bunun satı
şından kar elde edecektir, çünkü genel kanı, embesil yerine
konmamak için, toplumsal bağın kopmaması için, aman
yarabbi, bu nesneye "sahip olmak" (yani onu satın almak)
gerektiği olacaktır. Kitap promosyon olarak dağıtılacak ve
yayıncıya finansal, okura ise sembolik kar sağlayacaktır.
Elinizdeki bu kitap, başka kitaplarla birlikte, seri sonudur.
Düşünceyi iletilebilir kılmak için harcadığı tüm çabaya
rağmen Y. başarısız olduğunu bilmektedir; kitap fazla ha
cimlidir, fazla uzundur, fazla zordur. Promosyoncular kaç
mıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse çekingenliği, onlar
la " temasa geçmesine" engel olmuştur. Neyse ki bir yayıncı
tüm bu sayfaları basmayı kabul etmiştir ve o da (tam da bu
sebeple) mahkum olmuştur.
Filozofların asla kurulu , atanmış [ institues] alıcıları ol
mamıştır, yeni bir şey değil bu . Refleksiyonun varış yeri
38
Ayrışma
39
Ayrışma
40
AYRIŞ M A
41
Ayrış m a
42
Ayrışma
43
Ayrışma
44
Ayrışma
45
Ayrışma
PROTAGORAS
46
Ayrışma
47
Ayrışma
48
Ayrışma
49
Ayrışma
50
Ayrışma
51
Ayrışma
52
Ayrışma
53
Ayrışma
54
Ayrışma
55
Ayrışma
56
Ayrışma
57
Ayrışma
58
Ayrışma
59
Ayrışma
60
Ayrışma
61
Ayrışma
62
Ayrışma
GORGIAS
63
Ayrışma
64
Ayrışma
65
Ayrışma
66
Ayrışma
67
Ayrışma
68
Ayrışma
69
Ayrışma
70
Ayrışma
71
Ayrışma
PLATON
1 . Kuvvetli ve zayıf.
Meletos, der Sokrates, mahkemeye beni şikayet etmiş. Ama
beni bu şikayetten daha fazla endişelendiren bir dedikodu uzun
zamandır ortalıkta dolaşıyor: yerin altında ve göklerde olanlarla
ilgili şüpheli araştırmalar yapıyormuşum; en zayıf argümanı en
kuvvetli argüman haline getirmeyi biliyormuşum, tanrılara inan
mamayı öğretiyormuşum (Savunma, 18 b, 19 b-c, 23 d) . Aslın
da bunlar, yirmi beş yıl önce Bulutlar'da Aristofanes'in Sokrates'e
yönelttiği başlıca suçlamalardır. Komedya yazan aynca Sokratik
ler'deki cinsel tersine dönüşü de eleştiriyordu.
Davanın konusu, konuşma tarzındaki bir tersine dönüştür,
dine aykırı bir söylem cinsidir. Aristoteles, en zayıf argümanı en
kuvvetlisi haline getirme sanatını Protagoras'a ve Corax'a atfeder
(Retorik, il 24: 1402 a 23) ; Eusebius, Sextus, Diogenes Laertius,
72
Ayrışma
73
Ayrışma
74
Ayrışma
2 . Dinsizlik.
Bu işlemler grubu ne bakımdan dinsizlikle ilişkilidir? Ön
celikle tanrıların alıcı olduğu kabul edilmiştir. "Yasada dendiği
gibi tanrıların olduğuna inandığımızda, dindarlığa karşı eylemde
bulunamayız veya bile bile yasaya karşı konuşamayız. Eğer bunu
yapıyorsak bir hastalığa tutulmuşuz (paschôn) demektir ve üç tür
75
Ayrışma
76
Ayrışma
zemin hazırlar (Devlet IIl 395 d, 397 b) . Yatak idesine göre tanrı
ne ise yatağa göre de marangozun o olması yine idare eder, gö
rünen ile olan arasındaki sefil ama ontolojik, ikili düzenlemedir
bu . Ama ressamın bir de buna yatak hayalini eklemesi acınası
bir yapaylıktan ibarettir, duyulur olanı, yani en güçsüz varolanı
ikiye çıkartarak ontolojik sefaleti katlamaya yarar sadece.
Oysa Devlet'in VII. Kitap'ında Sokrates de bu yapaylıktan fay
dalanır. İdeler için iyi ne ise nesneler için de güneşin o olduğunu
açıklamak üzere , olabilecek en mimetik analogonu kullanarak
analojiyi ikiye katlar: el yapımı nesneler için, der, mağaranın gi
rişine konmuş ve nesnelerin gölgesini yansıtan ateş ne ise onun
gibi. Sokrates şu kolaylığı kullanır: mimesis yasaklanmalıdır ama
yasaklanamaz. Aslında şeylerin kendileri değil, hayalleri yaka
lanabilir. Eğer şeyler yakalanabilseydi, cümle kurmaya gerek
kalmazdı. Veya eğer cümle kurmuyor olsaydık, mim yapmaya
[ taklide ] gerek kalmazdı. Cümle kurma , cümlesi kurulanın var
lığı eksik olduğunda meydana gelir. Dil, var olanın varlığını bil
mediğimizin imidir. Bunu bildiğimiz zaman, var olanızdır, ses-
77
Ayrışma
sizlik olur (Mektup VII , 342 a-d) . O halde mimesis ile ancak taviz
vererek anlaşmak mümkündür.
Simülakr da idol (eidolon) gibi yanıltıcıdır ama eikos (haki
kiye benzer) olarak alındığında aynı zamanda hakikiye , "has
olana" 1 4 giden yolda bir işarettir (Phaidros 26 1 ve dev . ) . Benzer
olanı kurala bağlamak gerekir. Uygun (eoikota) simülakrlar vere
cek iyi basma matrisleri, iyi typoi gerekir (Devlet il 377 e-379 a) .
Taklidin zorunlu olduğunun işareti, dilin bize küçüklüğümüzde
sütannelerin, bakıcıların ve kadınların anlattığı hikayelerle gel
miş olmasıdır (age, 377 b) . Bundan kaçınmak mümkün müdür?
Ancak basımı iyileştirebiliriz . Platoncu poetikanın kanonik cüm
lesi neticede şu olacaktır: Seni mümkün olan en az şekilde kan
dırıyorum.
3. Diyalog.
Taraflar arasında, göndergesini gerektiği gibi teşhis eden bir
cümle üzerinde anlaşmaya varmayı sağlayan kurallar, gönder
genin gerçekliğinin kaybıyla veya çöküşüyle ilgili bu sorunsal
içinde kurulur işte. Diyalektik cins içinde yeni bir söylem türü
gerekmektedir. Anlaşma arayışı, ne olursa olsun kazanmayı he
defleyen eristiğin, paralı bir eristik olan sofistiğin ve hatta kana
atleri [opinion] sınamaya çalışan deneysel diyalektik türü peiras
tiğin düzenleyici ideali değildir (Aristoteles, Sofistik Çürütmeler:
2, 8, 1 1 ) . Cümlelerin kurulmasına ve birbirine bağlanmasına ve
kanıtların sunulmasına dair kurallar, tartışarak hakikati arayan
lar için bile tespit edilmiş ve üzerinde uzlaşılmış olmaktan uzak
tır. Tartışma çoğu zaman şöyle kesilir: Böyle olmaz. Bu kuralların
tespit edilmesi aynı zamanda Topikler'in, Sofistik Çürütmeler'in
ve Retorik'in de konusudur.
78
Ayrışma
79
Ayrışma
4. Seçme.
Canlı diyaloğa herhangi birinin katılması kabul edilemez .
"Sokrates" katılımcı bulma engeliyle karşılaşır: ya ahmaksa veya
80
Ayrışma
81
Ayrışma
82
Ayrışma
83
Ayrışma
5. Metalepsis.
O halde agonistik taraftarlarıyla diyalog taraftarları arasında,
gerçekliği ispatlama araçları konusunda bir ayrışma vardır. Bu
84
Ayrışma
85
Ayrışma
86
Ayrışma
87
Ayrışma
88
Ayrışma
89
Ayrışma
90
Ayrışma
91
Ayrışma
92
Ayrışma
93
Ayrışma
94
Ayrışma
95
G ô N D E RG E , Ao
96
Ayrışma
97
Ayrışma
98
Ayrışma
99
Ayrışma
1 00
Ayrışma
reninde Fransız Devrimi ile ilgili bir şey yazar ve başka biri
("ben" ) , q evreninde Kant ile ilgili bir şey yazar. Bu geçiş
en az iki cümle gerektirir ve öyle görünüyor ki bu cümle
ler birbirini takip etmelidir. Buradaki başka biri, aynı adı
taşıyabilir. Örneğin, Hukuk Fakültesiyle Çatışma'nın yaza
rı , Fransız Devrimi ile ilgili cümleyi "Kant" adıyla imzalar.
101
Ayrışma
ANTISTHENES
102
Ayrışma
3 Fr. ce qu'etait qu'etre; Yun. to ti en einai. Bkz. s. 186, dipnot 23. --çn
4 Fr. amphibologie. -çn
1 03
Ayrışma
1 04
Ayrışma
ona ait bir ad verilir ve ona ait olan sadece odur. Aynı şekilde,
verilen her ada karşılık gelen tek bir gönderge vardır. O halde,
eğer birisiyle aynı şey hakkında konuştuğunuzu sanırken onunla
anlaşmaya varamıyorsanız, iki farklı şey hakkında konuşuyorsu
nuz demektir. Zira aynı şey hakkında konuşuyor olsaydınız ona
aynı adı verirdiniz ve dolayısıyla hakkında aynı şeyi söylerdiniz .
Aristoteles'in Antisthenes'e isnat ettiği hen eph'henos şu şekilde
anlaşılmalıdır: her belirtilene karşılık bir ad ve her ada karşılık
bir belirtilen. Ve eğer hata yoksa, bunun sebebi varlık-olmayanın
olmamasıdır: yanlış bir cümlenin göndergesi yokluk değil, gön
derdiği nesneden başka bir nesnedir.
E ut hy de m os 'daki iki sofist, olmak [e tre] ile söylemek [ dire]
arasındaki gedikten geçmektedir, bu gedik Parmenides'in şi
irinde yazılıdır ve Gorgias tarafından daha önc e , hakkında
konuştuğumuz şeyin "ne olması ne de olmaması"na doğru
genişletilmiştir ( Gorgias Notu) . Göndergeyle [ referent] ilgili
ne söylenebilir? Bir şey hakkında söylediğimizin veya söyle
yeceklerimizin yanlış veya doğru olduğunu bilmeden önce , ne
hakkında konuştuğumuzu bilmek gerekir . Peki ama bir gön
dergeye sıfatlar yüklemeden, yani zaten hakkında bir şeyler
söylemeden, hangi gönderge hakkında konuştuğumuzu ne
reden bilebiliriz? Antisthenes , tıpkı bazı Megaralılar ve daha
sonra Stoacılar gibi, imleme [ signification] ve belirtmeden [ de
signation ] hangisinin diğerinden önce geldiği sorusunu sor
maktadır. Adlandırma tezi sayesinde çemberden çıkar. Gön
dergeyi sabitlemek gerekir, ad, Kripke'nin dediği gibi, katı bir
belirticidir ve göndergeyi sabitler.
Belirtme, hiçbir şekilde l ogos'un varolanın varlığına denk gel
mesi değildir, olamaz. Antisthenes'in, adın adlandınlandan türe
tilmesi veya çıkarılması tezini savunmasının hiçbir sebebi yoktur,
105
Ayrışma
1 06
Ayrışma
107
Ayrışma
1 08
Ayrışma
1 09
Ayrışma
58. Adlar şimdi'yi tarih, burada'yı yer, ben, sen, o'yu ]ean,
Pierre, Louis haline getirirler. Sessizliklerin kendisi tanrı
lara gönderiyor olabilir (L. Kalın, 1 9 78) . Takvimlerde, ha
ritalarda, şecerelerde, soykütüklerinde bir araya getirilmiş
adlar, mümkün gerçekliklerin işaretleridir. Tarihlerden,
1 10
Ayrışma
111
Ayrışma
1 12
Ayrışma
1 13
Ayrışma
1 14
Ayrışma
64. Bir x'in, x P'dir gibi bir bilişsel cümleye örnek vaka
olduğunu göstermek, x'i gerçek olarak mevcut-kılıp-sun
maktır. Gösterme cümlesi göndergesini verili bir şey ola
rak mevcut-kılıp-sunduğu için, bilişsel olma iddiasındaki
bir betimlemeyi geçerli kılabilir. Bir şeyin verili olması,
hem bunun göndergesinin orada olduğu , hem de gösteril
mediğinde de orada olmaya devam ettiği anlamına gelir.
Hatta bu gönderge cümleye dökülmediğinde bile, "dildışı
olarak" (no. 4 7 , 48) var olacaktır. - O halde karşı tarafın,
göndergenin gerçekliğini olumlayan birini şu ikileme hap
sederek çürütmesi kolaydır: ya gösterilen gönderge sadece
gösterilenden ibarettir ve gerçek olması zorunlu değildir
(görünüş, vs. olabilir) ; ya da gösterilenden fazlasıdır ve
gerçek olması zorunlu değildir (orada olmayan bir şeyin
gerçek olduğu nasıl bilinebilir?) . Bu, gösterme felsefelerini
vuran ikilemdir (Descombes, 198 1 -a) . Bundan kurtuluşları
genelde, yanılması imkansız bir üçüncü merdin tanıklığı
na başvurarak olur; "aktüel" gösterme cümlesinin alıcısın-
ı ıs
Ayrışma
1 16
Ayrışma
117
Ayrış ma
1 18
Ayrışma
1 19
Ayrışma
1 20
Ayrışma
Notu) , kar ile, çarşaf ile, kağıt ile, bunlara bağlı anlamlarla
(üstünde kaymak, içinde yatmak, üstüne yazmak) ve müm
kün göstermeleriyle (İşte bu, kardır, vs.) birlikte öğrenirim
ve bunların da geçerli kılınması için yine adlara gitmek ge
rekir (Hani, Chamonix'deki gibi) . Aristoteles için de aynısı
geçerlidir.
121
Ayrışma
1 22
Ayrışma
1 23
Ayrışma
1 24
Ayrışma
1 25
Ayrışma
1 26
Ayrışma
127
Ayrışma
1 28
Ayrışma
1 29
Ayrışma
1 30
Ayrışma
131
Ayrışma
132
Ayrışma
133
Ayrışma
1 34
Ayrışma
135
Ayrışma
136
Ayrışma
137
Ayrışma
1 38
Ayrışma
139
Ayrışma
1 40
Ayrışma
141
Ayrışma
bir cümle evreni içinde belli bir durumda bulunan bir mer
ci olarak anlamak gerekir. "Biz" dili kullanmıyoruz (PhU: §
569) . Ve bir de, sözkonusu olan gerçeklik olduğunda, onun
sadece gösterme ve adlandırma cümleleriyle bağlanan biliş
sel cümlelerin konusu olmadığını anlamak gerekir; gerçek
lik, adını verdiğimiz bu üç aile içinde olduğu kadar tüm di
ğer cümle aileleri içinde de olup biter (ama bunlar ne ilk üç
aileye ne de birbirlerine tercüme edilebilirler) .
1 42
Ayrışma
143
Ayrışma
1 44
Ayrışma
145
Ayrışma
1 46
M EVC UT- K I L A N - SU N U Ş
147
Ayrışma
1 48
Ayrışma
1 49
Ayrışma
1 50
Ayrışma
KANT 1
151
Ayrışma
me ise ancak " orada duran nesne, bir yoldan zihnimizi etkiledi
ğinde" meydana gelir. Bu yol, duyumdur. Zihne [esprit] duyum
yoluyla verilmeyen hiçbir nesne yoktur. Dolayısıyla, özne felse
fesinin mantığı içinde, öznede bir " temsilleri alma yetisi" (veya
alırlık5) olduğunu önkoşul olarak varsaymak gerekir ve bu yeti,
duyarlık yoluyla nesnelerden etkilenme yetisidir.
Böylelikle, duyulur veri gibi bir cümle-benzerinin [qua
si-phrase] mevcut-kılıp-sunduğu evrende bir alıcı mercii ortaya
konmuş olur. Ortaya konmuş: bilgi öznesinin tam kalbine yer
leştirilmiş; ayrıca anlama yetisi, yargılama ve akıl olan bu özne,
Kantçı cümle tarafından kategori etkinliği , şema etkinliği ve ide
etkinliği olarak mevcut-kılınıp-sunulmuştur. Etkinlik sayesinde
öznenin bulunduğu durum, anlamın vericisi merciidir.
Öte yandan etkinlik [activite] , Estetik düzeyinde görünün
formlarında çoktan başlamıştır. Duyum yalnızca fenomenin
maddesini getirir. Bu madde sadece çeşitli olanı, tekil olanı verir,
çünkü etkilenmeden, nesnenin temsil gücünde bıraktığı izlenim
den (Wirkung) ibarettir. Tek başına duyum, hiçbir evrensellik
ümidi taşımaz. Zevkler ve renkler tartışılmaz . Ve eğer burada
kalınırsa, elimizde tam anlamıyla veriler bile olmayacaktır, nes
nelerle ilişkilendirilmemiş etkilenimler, izlenim momentleri ola
caktır. Basit Gemüt halleri , bireydiller. Empirizm tehdidi, alırlık
(kadınlık? ) sözkonusu olduğunda her zaman olduğu gibi.
Aslında, Kant'ın metni incelendiğinde , görülecektir ki du
yarlık tarafından verili olanın kurulması için bir değil iki cümle
(veya cümle-benzeri) gerekir. Duyarlıkta da aktif bir "özne" var
dır, bu kez verici durumundadır ve onun etkinliği duyumlara
formların, zamanın ve mekanın izini vurmaktır, bu formlar ise
veri değildir. Zaman-mekan filtresinden geçerek madde, kendi
152
Ayrışma
1 53
Ayrışma
1 54
Ayrışma
155
Ayrışma
1 56
Ayrışma
157
Ayrışma
9 Fr. I l y a. -çn
1 0 Fr. ce qu'il y a. -çn
1 58
Ayrışma
1 59
Ayrışma
1 60
Ayrışma
161
Ayrışma
GERTRUDE STEIN
1 62
Ayrışma
olurlar. " "Paragraf gerizekalı gibi bir şey." "Orada olduğu zaman
orada dışarıda. Bu bir duygu cümle değil. il Fakat düşünülmesi değil
"
bağlanması gereken bir şey. "Cümleler yüzünden çok mutsuzum.
Cümleler yüzünden ağlayabilirim fişler yüzünden değil. " " Cümleyi
kurtarmak çok zor." "O kadar hafif ki bu bir heyecan ve dolayısıyla
bir paragraf. Evet dolayısıyla bir paragraf." "Cümleler size iç çekti
rir." "Eğer becerebilseydim bir cümle kullanırdım. " "Bir cümle kur
tarıldı herhangi bir cümle değil hayır herhangi bir cümle değil he
nüz değil." (Bir cümle kurtarıldığında, kurtarılmış olan Ve bir cümle
olacakur ve işte o zaman başarmış olabiliriz.) "Sakın kimseye bir
cümlenin ne olduğunu veya olmuş olduğunu sorma." "Eğer biz der
sek gideceğimizi hissediyoruz. // Bu basit bir anlamdır. Basit olan bir
cümle bir anlamla çaprazlanmış. // Ne demek istediğimi biliyorsun
diyor bir cümle. " "Bir cümlenin asla sım olmadığını görebilirsin. Sır
bir alımlama olurdu. Onlar hiçbir şey almaz. " "Kim bilir kaç tanesi
bilge idi. Cümleler harika şekilde tek kerede bir yapılır. Kim yapar
onları. Kimse yapamaz onları, çünkü kimse gördükleri ne olursa
olsun herhangi bir şey yapamaz. " "Tüm bunlar cümleleri öyle ber
rak kılıyor ki onları nasıl sevdiğimi görüyorum. // Bir cümle nedir
esas olarak bir cümle nedir. Onlar için bir cümle bizimle birliktedir
bizim üzerimizedir bizimle ilgili her şeydir bir cümlenin olduğu her
şeyi isteriz pekalA. Bir cümle onların önlemlerle olamamasıdır bu
konuda şüphe vardır. " "Büyük soru şudur acaba bir cümle düşünü
lebilir mi. Bir cümle nedir. Bir cümle düşündü. Onu çağıran gelme
sini söyler o da bunu yapu."
Yorum yok. Alıntılamak üzere seçim yapmak bile haksızlık.
Bir iki gözlem daha.
Bir. Fransızcada paragraf yazıdaki bir bölünmedir (ve/veya
onun işaretidir) . Birleştirdiği şeyi ayırır. Bu Yunanca kelime,
yana yazılanı imler. Paragramma bir yasaya veya sözleşmeye ek
1 63
Ayrışma
1 64
Ayrışma
165
Ayrışma
1 66
Ayrışma
1 67
Ayrış m a
1 68
Ayrışma
1 69
Ayrışma
1 70
Ayrışma
171
Ayrışma
ARISTOTELES
1 . Önce ve sonra.
Sofist veya eristik, karşı tarafı çürütürken, ikili anlamlar15, eş
seslilikler, bölünmeler, vs. kullanarak dilin yüzeyinde leksisle oy
nayabileceği gibi, logos'un kendi kategorileriyle de oynayabilir ve
o zaman ortaya paralojizmler çıkar (Sofistik Çürütmeler: 1 66 b 20) .
Zaman kategorisi ile ilgili paralojizmlere parakronizm (bu sözcük
Aristoteles'e ait değildir) denebilir (Protagoras Notu) . Kategoriler,
diyalektikte göndergenin imlenme tarzının sınırlarım çizmeye ya
rayan düzenleyicilerdir. Örneğin beyaz, sıfat [attribut] olarak, töz
[substance] olarak veya nitelik [qualite] olarak alınabilir: Gül be
yazdır, Acaba beyaz saydam olabilir mi ? Beyazken ısıtıyoruz.
1 72
Ayrışma
1 73
Ayrışma
1 74
Ayrışma
2. Şimdi.
Zorluk bu içkinlikten doğar ve Aristoteles'in şimdiye verile
cek statü hakkında tereddüt etmesine yol açar. Şimdi , aynı za
manda diyakronik işaretleme sisteminin de kökeni değil midir?
"Öyle görünüyor ki şimdi ile belirlenen, zamandır" (Fizik: 2 1 9 a
1 75
Ayrışma
1 76
Ayrışma
1 77
Ayrışma
3. Birkaç gözlem.
3 . 1 . - Yine metafizik bir "okuma" , mevcut anın egemenliği
altında , diyecektir Derrida ( 1 968-b: 73) . - Öyledir gerçekten de ,
eğer soru olarak zamanın zaten metafiziğe ait olduğu doğruysa.
Yine de şuna dikkat çekmek isterim. Olayın ortaya çıkışı, cümle ,
ne olarak, gelen olarak, hiçbir şekilde zaman sorusuyla ilgili de
ğildir, varlık/varlık-olmayan sorusuyla ilgilidir. Bu soruyu çağı
ran bir duygudur: hiçbir şey başa gelmeyebilir. Beklemekte olan
cümle olarak sessizlik değil , cümle-olmayan, ne olmayan olarak
sessizlik. Bu duygu , kaygı veya şaşkınlıktır: hiçbir şey olmamasın
dansa bir şeyler vardır. Bu tam cümleye dökülmüştür ki, olayın
ortaya çıkışı, bu cümlenin ortaya çıkışında zincirleme bağlantıya
sokulur, kayıt altına alınır ve unutulur: Oradadır diye bildiren
bu cümle , ortaya çıkanı mevcut olmayışıyla kıyaslayıp bağlar.
Zaman , cümle evrenlerindeki önce/sonra ile birlikte , mercilerin
düzenli şekilde dizilmesi olarak meydana gelir. Bu dizilme mer
cilere içkindir. Zaman varolanın bir kategorisidir pekala. Varlık
zaman değildir. Mevcut-kılan-sunuş bir verme edimi değildir
(bir Es'ten, bir O'ndan gelmez ve hele de bize, insanlara yönelik
değildir kesinlikle) . Mevcut-kılan-sunuştan anladığım (bunu be
lirtecek tüm terimler yanılsamalıdır, yanıltıcıdır, nedenini söy
ledim) bir dynamis, bir kuvve edimi veya bu kuvvet istencinin
1 78
Ayrışma
1 79
Ayrışma
1 80
Ayrışma
181
Ayrışma
182
Ayrışma
1 83
Ayrışma
1 84
Ayrışma
185
Ayrışma
imler: başa gelen her şey; vardır şunu imler: oradadır, başa
gelir. Ama başa gelir, başa gelen şey değildir, quod'un quid23
1 86
Ayrışma
1 87
Ayrışma
188
Ayrışma
1 89
Ayrışma
1 90
Ayrışma
olan sen ile bir buyruğun alıcısı olan sen aynı değildir; ben
için de aynı şekilde.
191
Ayrışma
192
Ayrışma
1 93
Ayrışma
1 94
Ayrışma
195
Ayrışma
1 96
Ayrışma
1 97
Ayrışma
1 98
Ayrışma
199
N ETiCE
1 52. Model.
200
Ayrışma
20 1
Ayrışma
202
Ayrışma
203
Ayrışma
204
Ayrışma
1 53 . Deneyim.
Deneyim lafı, Tinin Fenomenolojisi'nin lafıdır: "bilincin
deneyiminin bilimi"8• Deneyim, "bilincin kendi kendisine
uyguladığı diyalektik hareket" tir (PhG: 1, 77, 75) . Kendi
ne ait alanda deneyim, spekülatif unsuru, "ölüme dayanan
ve onda kendini idame ettiren" yaşam olarak "tinin yaşa
mını" varsayar (age: 1, 29) . Buradaki konaklaması [sejour]
tinin Zauberkraft'ını9, olumsuzu varlığa çevirme gücünü,
"göttliche Natur des Sprechens"i10 serbest bırakır (age: 1 ,
92) . "Auschwitz" modeliyle ilgili olarak deneyimden söz
edebilir miyiz hala? "Sihirli gücün" el değmeden kaldığını
varsaymak olmaz mı bu? "Auschwitz" adını taşıyan (veya
ad taşımayan) ölüm de altüst olmanın, varlık-olmayanın
olumlandığı eski paradoksun meydana gelebileceği bir "ko
naklama" mıdır? "Auschwitz'ten beri ölümden korkmak,
ölümden beter bir şeyden korkmak demektir" Ölümün en
beteri olmaması, sadece son olmamasıyla, yalnızca sonlu
olanın sonu ve sonsuzluğun ifşası olmasıyla mümkündür.
Bu sihirli ölümden daha beter olan, tersine çevrilemeyen
ölüm olacaktır, sonsuz olanın sonu da dahil olmak üzere
sadece son olacaktır.
205
Ayrışma
206
Ayrışma
207
Ayrışma
1 54. Septisizm.
"Auschwitz" adından negatif diyalektik için ve onun
içinde bir model yaparak Adorno, burada sonu gelenin
yalnızca bir olumlayıcı diyalektik olduğunu ima eder. Peki
ama diyalektik nasıl olumlayıcı olur? Felsefi Hazırlık'ta13
Hegel, mantığın içinde bir ayrım yapıyordu: "diyalektik
yön, yani negatif şekilde akılsal yön ve spekülatif yön, yani
pozitif şekilde akılsal yön" ( 1 809: 1 65) . Bu ayrım Ansiklo
pedi' de de tekrar edilmiştir: "Diyalektik moment, bu türden
sonlu belirlenimlerin kendi kendini ortadan kaldırdığı ve
karşıtlarına geçtiği edimdir [ . . . ] . Spekülatif, veya pozi
tif-akılsal olan, belirlenimlerin karşıtlıkları içindeki bir
liğini, onların çözülmesinde ve aşılma ediminde olumlu
olanı yakalar" ( 1 830: § 82) .
Eserin tamamında bu ayrım gözetilmemiştir. Kaynağını
tam da negatifin sihirli bir olumlama gücü olmasından alan
bir söylem zaten bunu nasıl yapabilir ki? Esas şaşılması ge
reken, karşıtlığın kurulmuş ve kendi diyalektikleştirilmesi
dışında da sürdürülmüş olması, anlama yetisinin düşünce-
208
Ayrışma
sine gözlerden ırak şekilde ama çok önemli bir konuda ade
ta taviz verilmiş olmasıdır. İşte bu, spekülatif söylemdeki
bir izdir, kabuk bağlamış bir yaranın izidir ve bu söylem bu
yaranın tedavi edilmesidir. Nihilizm yarasıdır bu. Kazara
olmamıştır, mutlak şekilde felsefidir. Septisizm (antik olan
kastediliyor) , herhangi bir felsefe değildir, o, "üzeri örtük
biçimde [ . . . ] , tüm felsefenin serbest yönüdür" , diye yazar
Hegel 1802'de ve şöyle devam eder: "Akılsal bir bilgiyi ifa
de eden herhangi bir önermenin refleksiyonlu yönü , yani
onda bulunan kavramlar yalıtılırsa ve bu kavramların nasıl
bağlandığı ele alınırsa, zorunlu olarak ortaya çıkar ki bu
kavramlar aynı zamanda kaldırılmıştır [aufgehoben] veya
öyle bir şekilde birleşmişlerdir ki birbirleriyle çelişirler;
aksi takdirde bu , aklın değil anlama yetisinin bir önermesi
olacaktır" ( 1 802: 3 7-38) . 1830 tarihli Ansiklopedi'nin 39.
Paragrafında Hegel, 1 802 tarihli makaleyi hala onaylarca
sına ona gönderme yapar.
Öte yandan 78. Paragrafta, felsefenin belirlenimleri çöz
me serbestliğine katı bir ayar getirilir: "Bilmenin tüm biçim
lerini etkileyen bir negatif bilim olarak septisizm, bu türden
varsayımların yok hükmünde [nichtig] olduğunu ortaya ko
yan bir giriş gibi görülebilirdi. Oysa bu sadece hoş olmayan
değil, gereksiz de bir yol olacaktır, çünkü, hemen gösteri
leceği gibi, diyalektiğin kendisi olumlu bilimin özsel bir mo
mentidir." Bu ayar, Tinin Fenomenolojisi'nin Giriş bölümün
de zaten getirilmiştir: "Septisizm neticeyi sadece bir katıksız
yokluk olarak görür ve bu yokluğun, belirli bir şekilde neti
cesi olduğu şeyin yokluğu olduğunu göz ardı eder" (1, 70) .
Tinin Fenomenolojisi'nin hayvanları, duyulur olanın ha
kikati karşısında bilgelik örneği olarak verilmiştir: duyulur
209
Ayrışma
HE GEL
210
Ayrışma
oluşu [ devenir) olarak temsil eden nesneye has Selbst" tir, yani
"hareket etmekte ve kendi belirlenimlerini geri almakta olan
kavram"dır (PhG: 1, 50-5 5 ) .
Kant'tan Hegel'e gerçekleşen b u "özne" değişikliğinde altı çi
zilmesi gereken üç yön vardır. Öncelikle anlama yetisinin söy
lemi, cümlede gönderge ile (nesne, Selbst veya Aristoteles'teki
anlamıyla töz ile) onun anlamını (kavramı) birbirinden ayırır.
Bu söylemin "zorlukları" bu ayrımdan kaynaklanmaktadır. He
gelci "çözüm" onu ortadan kaldırmaktır: gönderge kavramdan,
anlamından başka bir şey değildir. Hakkında cümle kurulan,
cümleye dökülendir de (gerçek olan akla uygundur) . Bu özdeş
lik doğal dil-sistemlerinde zaten vardır ama kendinde kalır ve bu
sistemlerde ancak "bizim için" , "aktüel" cümlenin dışında kalan
ve zaten spekülatif söylem içinde bir durumda bulunan biz alı
cılar için görünür haldedir. Spekülatif söylemin içinde bu dış,
içselleşir, "bizim için" , "kendi için"e dönüşür, spekülatif söylem-
21 1
Ayrışma
den atılan veya onun içine dahil edilen "biz"in yerine, spekülatif
cümledeki alıcı merciine Selbst gelip yerleşir. Böylece Selbst üç
mercide bulunur: gönderge, anlam ve alıcı. Bunu izleyen iki soru
vardır: 1) spekülatif verici sorusu ; 2) mercilerin basitçe özdeş
olması imkansızdır ( "Tibetliler'in Omu"dur bu) , aynının çeşitli
mercilerde bulunması, çelişik şekilde olur. Hegel'in belirlenim
dediği ve boş özdeşlikten kurtulmak için oyuna soktuğu şeye
gizlice güç veren, cümle evrenlerinin birçok merci halinde dü
zenlenmiş olmasıdır.
İkinci yön: Spekülatif lisanda "kendinde"den "kendi için"e
geçiş olarak ifade edilen " özne" değişikliği, mantıkçının ve dilbi
limcinin (birbirinden farklı anlamlarda) dil-nesneye [ langage-ob
jet] dair bir üstdil [metalangage] oluşması dedikleri şeydir. Ka
pıyı açmak gerekmez, Kapıyı açın cümlesinin hakikatini ortaya
koymak gerekir (no. 45 , 1 49) .
Üçüncü yön: spekülatif düzeneğin, cümleleri oluşturan terim
lerin (veya cümlelerin kendilerinin: Hegel için terimler, gelişme
miş cümlelerdir) Doppelsinnigkeit'ına15 veya Zweifelhaftigkeit'ına16
ihtiyacı vardır. İkilik ve şüphelilik, Selbst'in özdeşliğinin çelişik
olduğunun işaretleridir. Sözkonusu olan yalnızca geçici, nihai te
kanlamlılıktan önceki özellikler değildir. Örneğin Estetik Üzerine
Dersler' de ( 1 835: Il, 1 2) sembol, "özünde zweideutig" doğası ile ni
telendirilmiştir: bir madalyonun üzerine kazınmış aslan, "bir form
ve bir duyulur varoluş"tur. Bir sembol müdür? Belki. Eğer öyleyse,
neyin sembolüdür? Buna karar vermek gerekir. O halde iki kesin
liksizlik seviyesi vardır: duyulur mu sembol mü? İkinci durumda
imleme nedir? Bu sorular cevaplanıp çokanlamlılık dağıtılır, sem
bol parçalanır, bir göndergeye bir anlam yüklenir.
212
Ayrışma
213
Ayrışma
214
Ayrışma
(geschieht an ihm) " (WL: 78) . Varlık ve yokluk aynı şeydir den
diğinde bu cümle, bir sıfatlandırma önermesinin formuna sahip
olduğu için, söylemin boş özdeşlikte tıkanıp kalmasına yol açar.
Öte yandan başka bir şeyi içinde barındırır, kendi için bir anlam
değil, onun içinden geçen bir "yapma"dır bu : akıl yürütmenin
yaptığı, varlığın yoklukta, yokluğun da varlıkta kaybolması ha
reketi (kural 1 ) . Bu hareket, varlık ve yoklukla ilgili cümlenin
"kendi içeriği"dir. Aslında zaten oluştur ama bu oluş henüz ken
di kendine görünmez ( "bize" görünür) .
Üçüncü kural: bu "içerik" (varlığın ve yokluğun karşılık
lı kaybolma hareketi) , cümlenin formunda ifade edilmediği
müddetçe , ancak onun "başına gelir" Cümle onun yapılması
dır yalnızca. Kendisinde onu ifade etmez. İfade edilmemiş (nicht
ausgedrückt) bir yapma, spekülatif bir netice değildir. Bir terim
(başka bir cümle) Varlık ve yokluk aynı şeydir cümlesinin içeriği
ni ifade etmelidir. Peki ama bu ifade nasıl sağlanacaktır? Örneğin
bu cümlenin varlık ile yokluğun birliğini imlediğini söylersek, ne
yapmış oluruz? Wir meinen, görüşümüzü bildiririz, kanaatte bu
lunuruz. Oysa, der Hegel, "Meinen öznel olanın bir formudur, bu
dizideki mevcut-kılan-sunuşa ait değildir (das nicht in diese Reihe
der Darstellung gehört) " Mevcut-kılan-sunuştan (burada sergi
leme anlamında , dar-) kaynaklanmayan, öznel şekilde dışarıdan
içeriye sokulmuş her cümleyi, her tür heteroj en üçüncü terimi
elemek gerekir. "Varlık ve yokluğun içinde durduğu (Bestehen)
üçüncü terim de burada meydana gelmelidir ve gerçekten de
burada meydana gelmiştir, oluştur bu . " Aranan üçüncü terimin,
iki karşıtla aynı "aktüel" mevcut-kılan-sunuşta meydana gelme
si ve onlarla dizi (Reihe) oluşturması "gerekir" Oysa karşıtların
karşılıklı kayboluşunun mevcut-kılınıp-sunulduğu hareketin
içinde, ifade edilmemiş şekilde , onu zaten bulmuştuk. Bu mev-
215
Ayrışma
216
Ayrışma
217
Ayrışma
218
Ayrışma
tir, orada kendi, bizin "yerine" geçer (biz artık orada değildir) ,
düşüncenin nesnesi kendini nesneleştiren düşünce ve kendini
düşünen nesne olur, für sich, kendi için olur.
Örneğin neden [cause] ile amaç [but] arasındaki fark böyle
dir: "Nedenin öncelikle etkideki neden olması ve kendisine [ en
elle-mtme] 19 dönmesi ancak kendi evinde [aupres d'elle] 2° veya
bizim için olur. Amaç ise tersine kendi kendinde [ en lui-mtme] 21
belirliliği veya nedende hala ancak başkalık olarak görüneni içer
mek için konmuş gibidir [ . . . ] . Amacın, spekülatif olarak yakalan
ması gerekir [ . . . ] " (age: § 204) . Aynı şekilde karşılıklı-eylem (die
Weschelwirkung) sözkonusu olduğunda da, bu eylemlilik for
munun belirlenimleri öncelikle ancak "kendi evlerinde [ aupres
d'elles-mtmes) 22" , "bizim refleksiyonumuzda" "yok hükmün
dedirler" (nichtige) : ama Weschelwirkung'un birliğine ulaşması
ancak belirlenimlerinin birliği orada "kendi için de olduğunda" ,
karşılıklı-eylemin kendisi her bir belirlenimi kendi karşıt belirle
nimine dönüştürerek ortadan kaldırdığında olur (köken ve etki,
aksiyon-reaksiyon, vs.) ( § 1 5 5 ve 1 56). Spekülatifin bedeli, dışa
rıdan düşünen veya cümle kuran özdeşlik olarak bizin ortadan
kaldırılmasıdır.
Jena'dan çıkan ilk Realphi losophie şunu öğre tir: "bir ger
çek-varlık olarak im, derhal kaybolmalıdır" ve "ad, kendinde
şeysiz ve öznesiz bir kalıc ıdır [permanent) . Adda , imin kendi
için varolan gerçekliği yok olur" ( 1 804 : 81 ve 83) . Ben, o, sen,
biz , imlerdir, tüm adıllar gibi; özdeşlik onlar üzerinde mey
dana gelemez . Adlar üzerinde meydana gelir ve bunun bedeli,
219
Ayrışma
220
Ayrışma
221
Ayrışma
222
Ayrışma
155. Biz.
Eğer "Auschwitz'ten sonra" Resultat eksik kalıyorsa, bu,
belirlenim olmadığındandır. "Auschwitz" spekülatif ada
sahip değildir, çünkü o bir kıyı-deneyime, hatta deneyimin
yok edilmesine verilmiş özel addır. "Auschwitz" ten Resul
tat'ı olan bir deneyim yapmak için onda eksik olan belirle
nim hangisidir? Biz'in imkansızlığı mı? Kamplarda birinci
çoğul kişide bir özne olmuş olamaz. Böyle bir özne yoksa,
"Auschwitz'ten sonra" da geriye "Auschwitz"i adlandırarak
kendi kendini adlandırmakla övünecek hiçbir özne, hiçbir
Selbst kalamaz. Hiçbir cümlenin bu kişiye göre çekilme
si mümkün olamaz: şunu yapıyoruz, böyle hissediyoruz,
bizi o aşağılamaya maruz bıraktılar, bu şekilde idare edi
yorduk, umuyorduk ki, düşünmüyorduk ki . . . , hatta: her
birimiz yalnızlığa ve sessizliğe mahkum edilmişti. Kolektif
tanık olamaz. Kamplara sürgün edilenlerin çoğunda sessiz
lik hüküm sürer. Çoğunda, sürgün edilenlerin tanıklıkla
rı karşısında utanma duygusu uyanır. Bu bokta bir anlam
bulduklarını söyleyen düşünürlerin açıklamaları, yorumla
rı karşısında, ne kadar incelikli olurlarsa olsunlar, utanma
ve öfke duyguları uyanır. (Özellikle de şu argüman karşı
sında: tam da Tanrı yanıldığı için ona sadık kalmak gerek) .
Bir tür yetkisizlik (dört sessizlikten en az biri, belki daha
fazlası) (no. 26, 2 7) . Sözkonusu olan, diyasporadan da be
ter bir dağılma, cümlelerin dağılması mıdır?
223
Ayrışma
224
Ayrışma
225
Ayrışma
226
Ayrışma
227
Ayrışma
1 5 7 . İstisna.
"Auschwitz" , güzel ölümün yasak olmasıdır. Biz'i par
çalamaya yetecek olan, emrin içeriği değildir, yani emrin
(varsayılan) alıcısının ölümü değildir. Hatta bunun tam
tersi olurdu, en azından ölüm ona bir İdenin fiili kılınma
sına alternatif olarak buyrulmuş olsaydı. Ama kampa yolla
nanların hiçbir alternatifi yoktur. Ve eğer alternatifi yoksa,
demek ki bir yükümlülüğün alıcısı değildir. "Auschwitz"e
dair kanonik formül Ol, bunu ilan ediyorum olamaz, bu
cümle sen'in ben yerine geçebileceği bir çokanlamlılığın
devam etmesine izin verir. Bu formül, "yasa koyucu" ola
rak SS üzerine odaklanırsa, daha ziyade şöyle olacaktır:
ôlsün, bunu ilan ediyorum, "yükümlü kılınan" kamptaki
lere odaklanırsa ise şöyle: ôleyim, bunu ilan ediyor. Ölümü
emreden, yükümlülüğün dışında tutulmuştur, ona maruz
kalan ise yasalaştırma sürecinin dışındadır. SS'in yetkisi,
kampa yollananların sonsuza dek dışına atıldığı bir biz' den
gelmektedir: yalnızca emretme hakkını değil, yaşama hak
kını da, yani cümle evrenlerindeki çeşitli mercilerde bu
lunma hakkını da veren ırktır bu biz. Bu yetkiye göre,
228
Ayrışma
229
Ayrışma
1 58. Üçüncü?
Spekülatif diyalektik, bu söylem cinsi, bu türden bir
sonu kabul edemez. Kendini nihilizm tarafından mağlup
edilmiş olarak görmez. Yine şu iki cümleyi alalım: ôlsün,
benim yasam bu; ôleyim, onun yasası bu. Az önceki analizin
de altım çizdiği gibi, " tarafların" her birinin diğerinin cüm
lesinde üçüncü kişiye, yani gönderge durumuna geçmesiy
le, biz imkansız hale gelmiştir.
Ama biz'in, ben ve sen'in birleşimiyle oluştuğu varsayıl
dığı için böyle olur ancak. Biz, yükümlülüğü yasalaştıran
otonominin öznesiyle karıştırılmıştır.
230
Ayrışma
23 1
Ayrışma
1 59. Neticesiz.
Yalnızca fiili hale getirilmiş olan bu hareketin olumsal
adı "Auschwitz"tir. Ama onun spekülatif adı, kavram adı,
birleştirilemez iki cümlenin birleşimini belirtmelidir tam
olarak, alıcısız bir normu , yasallığı olmayan bir ölüm ka
rarını belirtmelidir. Akıllara terör gelir. Ama jakoben Te
rör, istisnalardan mustarip değildir: ben Robespierre bile,
evrenselleştiren mantığın altına düşerim. Yasa koyucu da
başkaları gibi saf istencin saydam olması yükümlülüğüyle
karşı karşıyadır, demek ki o da onlar gibi bir şüphelidir. Bu
232
Ayrışma
233
Ayrışma
234
Ayrışma
235
Ayrışma
236
Ayrışma
237
Ayrışma
238
Ayrışma
239
Y0K0ML0 L0K
240
Ayrışma
24 1
Ayrışma
242
Ayrışma
243
Ayrışma
244
Ayrışma
LEVINAS
245
Ayrışma
246
Ayrışma
Başka, beni Ue] kendi seni haline getirerek onun efendisi olur
ve onu esir eder. Ama onu tahakküm altına aldığı için değil, talep
ettiği için onun efendisi olur. Kendilik düzeneği içinde ve ken
dinin dünyasına hapsolmuş ben, başkaya dair hiçbir şey bilmez
ve bilemez. Başkanın belirişi bir bilgi olayı değildir. Bir duygu
[sentiment] olayıdır. Sen konumuna yerleştirilmiş ben, kendisine
bir buyruk yöneltilmiş birisidir, basitçe buyruk olması gerektiği
ni söyleyen bir buyruktur bu (yalnızca betimleme, yalnızca bilgi
değil, buyruk da olması gerektiğini söyleyen bir buyruk) . Bu du
rumdaki ben hiçbir şey öğrenmez, çünkü öğrenecek hiçbir şey
yoktur (emir, enformasyon değildir) , başkanın da bir ben olup
olmadığını bilmez , başkanın kendisinden ne istediğini, hatta bir
şey isteyip istemediğini bile bilmez ama derhal onun tarafından
yükümlü kılınır. Yer değiştirerek sen merciine geçmesinin vur
guladığı budur. Yapmalısın. Levinas başkanın çıplak kalmasını
yorumlar: başka, benim alanımda mutlak yoksulluk görüntüsü
altında ortaya çıkar, sıfatsızdır, yeri , zamanı, özü yoktur, kendi
talebinden ve benim yükümlülüğümden ibarettir.
Etik cümlenin evreni böyledir işte: cümlelerin vericisi olma
yanılsamasını kaybetmiş, alıcı merciinde yakalanmış bir ben [jel ,
anlaşılmaz şekilde. Yükümlülük derhal ve aracısızdır, her tür
anlayıştan [ intelligence] öncedir, "yabancının kabulünde" , bana
hitap edilmesinde yatar ve bu , zaten var olan bir ilişkiyi tersine
çevirmekten çok daha fazlasını yapar, yeni bir evren kurar. Bu al
tüst oluş, başkanın, onun talebinin, benim özgürlüğümün doğa
sıyla ilgili her tür yorumdan önce gelir. Levinas Şabat ı 1 yorumlar
'
247
Ayrışma
248
Ayrışma
249
Ayrışma
250
Ayrışma
5 Fr. Les "crtatures athtes " s'accusent sans fin dans le rtgime de
l'"accusatif illimitt" İlk anlamıyla "suçlamak" demek olan accu
ser fiilinin diğer anlamı "bir şeyi belirtmek" , "bildirmek" , "vur
gulamak"tır. Buradan hareketle, kabaca ismin belirtme hali ola
rak düşünebileceğimiz accusatif çekimi adlandırılmıştır. -çn
251
Ayrışma
252
Ayrışma
253
Ayrışma
254
Ayrışma
255
Ayrışma
256
Ayrışma
257
Ayrışma
258
Ayrışma
259
Ayrışma
260
Ayrışma
26 1
Ayrışma
262
Ayrışma
KANT 2
1 . Yasa çıkarsanamaz.
Yasayı yasallaştırmak, onu çıkarsamak olacaktır. Kant, çıka
rımı "hukuk danışmanlarının" anladığı şekilde anlar. Kavga (ve
belki de ayrışma) konusu olan bir "hak ve gasp" davası vardır.
Olgular hakkında kesin karar vermeden önce, iki tarafın iddi
alarının yasallığı hakkında kesin karar vermek gerekir: örneğin
taraflardan birinin belli bir mirastan faydalanmayı talep etmeye
(veya karşı tarafın faydalanmasını reddetmeye) hakkı var mı
dır? Sözkonusu taraf, bu hakka sahip olduğunun kanıtını ortaya
koymalıdır, yoksa mahkeme onun şikayetini kabul edemez. Çı
karım, bu hakka sahip olduğunun kanıtının sunulmasıdır: tam
anlamıyla yetkilendirme [ autorisation] (KRV, B § 1 3 : 1 00) .
Kant bu soruyu yükümlülük konusuna aktarır. Genel olarak
bir buyruk (bir tarafın mahkemeye şikayette bulunması, buna
örnek bir vakadır) , alıcısını yükümlü kılma yetkisine nasıl sahip
tir? Bu soruya cevap vermek, buyruğu çıkarsamak olacaktır. Peki
ama özelliğini kaybettirmeden buyruk cümlesini çıkarsamak nasıl
263
Ayrışma
264
Ayrışma
Çıkarımın kritik üstdili ile onun ilkeleri çıkar [sa] ması gere
ken nesne-dil (bilişsel cümleler) arasındaki bu eşbiçimlilik du
rumu , sözkonusu dil-sistemi buyruk cümlelerininki olduğunda
eksik kalır. Kant'ın argümanı, buyruk cümlelerinin, betimleme
cümleleriyle aynı şekilde , nedensellik gibi ilkeler tarafından yö
netilmek şöyle dursun, kendi doğurdukları edimlerin nedeni
olduğudur. Buyruğun bu saf nedenselliği, veya spontanlığı, bir
deneyim olgusu değildir, çünkü deneyimde "verili" olan her şey,
sonsuz neden ve etki dizileri tarafından yönetilmektedir: şunun
nedeni olan bir şey, aynı zamanda bunun da etkisi olarak düşü
nülür. O halde burada, betimleyici çıkarım üstdili ile onun varsa
yılan nesne-dili olan buyruk cümleleri arasında başkabiçimlilik
[allomorphie] veya heteroj enlik vardır. İşte bu yüzden, buyruk
cümlelerini pratik ilkeyle yasallaştırması gereken çıkarım sözko
nusu olduğunda, "saf teorik anlama yetisinin ilkeleri sözkonusu
olduğu zamanki kadar iyi bir başarı elde etmeyi umamayız" (age:
46) . Kant, pratik çıkarımın bu başarısızlığını bir tür tatmin du
yarak sergiler: "Hiçbir çıkarım, ister spekülatif ister deneyim yar
dımıyla olsun, teorik aklın hiçbir gayreti, ahlak yasasının nesnel
gerçekliğini kanıtlayamaz; apodiktik kesinlikten vazgeçseydik
bile, bu gerçeklik deneyim yoluyla onaylanıp a posteriori olarak
da kanıtlanamazdı. Yine de , diye ekler Kant, o [ ahlak yasasının
gerçekliği ] kendi kendine ayakta durur (47) . "
O halde buyruk cümlesini yasallaştırmaya yönelik her tür ça
bayı bir kenara bırakmak mı gerekir? Bu , yetkiyi keyfiliğe teslim
etmek olurdu . Burada Kant'ın analizi, benzersiz bir yola başvu
rur: çıkanının işleyişi korunabilir ama yönünü tersine çevirmek
şartıyla: "Ahlak ilkesinin, boşuna aradığımız çıkanını yerine,
bambaşka ve son derece paradoksal [ganz Widersinniges ] bir şey
buluruz" ( 4 7) . Aradığımız çıkarımın tam tersi yönde ilerleyen
265
Ayrışma
266
Ayrışma
267
Ayrışma
2. Yapabilirim. 14
Saf buyruk cümlesi yükümlülük olarak ortadan kaybolma
dıkça, yani özelliğini kaybetmedikçe yasallaştınlamaz. Ama ters
yönden, olgu-benzeri olarak ele alınan buyruk cümlesi, bir çıka
rımın, özgürlük çıkarımının başlangıç noktası görevi görebilir.
Eğer yapmalıysan, demek ki yapabilirsin. Özgürlüğün kanonik
cümlesini ikinci kişide formüle ederek Kant, sık rastlanan bir
hataya uygun ortam hazırlar: bir eylemi gerçekleştirmekle yü
kümlüsün (yani zorunda olmak yerine yükümlüsün) , çünkü tam
da onu gerçekleştirmeme imkanına (olumsallık anlamında) sa
hipsin. Emrin içeriğiyle ilgili empirik bir seçme özgürlüğü , bu
emirle olumsal bir zincirleme bağlantı kurma şekli.
Yasaya itaat etmeyi bu şekilde reddetme özgürlüğünün nasıl
olup da yasanın -dolaylı yoldan bile olsa- yasallaştırılması ola
bileceğini anlamak zordur. Yasadan çıkarsanan özgürlük, zincir
leme bağlantıların olumsallığı değildir. Tam tersine, "ahlak ya
sası konuştuğu zaman, yapılmalı olana dair özgür seçim nesnel
olarak yoktur artık [ keine freie Wahl ] " (KUK, § 5: 55) . Yasayı
ihlal etsen bile onu tanıyorsun. İtaat başka, yükümlülük duygu
su, saygı başkadır. Yapma h s ı n 'daki sen'in gösterdiği budur. Alıcı
pekala Bunu yapmayacağım diyerek zincirleme bağlantı kurabilir,
her ne kadar öncelikle yükümlülüğe yakalanmış bir sen olsa da.
Yükümlülük, bir ben'in yer değiştirip alıcı merciine geçmesi, esir
alınması olduğu için bir anlamda zorlamayla analogdur.
Özgürlük cümlesinde yardıma çağrılan, ihtimal anlamında
değil , eyleme yetisi anlamında , yani kozmolojik açıdan bir ilk
268
Ayrışma
269
Ayrışma
270
Ayrışma
271
Ayrışma
3. Uçurum.
Böylece etik cümleyle bilişsel cümlenin heteroj enliği, pratik
çıkarıma getirilen sınırlandırma ile (çıkarımın yönünün tersine
çevrilmesi formunda) vurgulanmış olur. Bu sınırlandırmanın se
bebi, insanın sonluluğu değildir. Homojen bir dil olmamasından
kaynaklanır o. Çıkarımın kritik üstdili de dahil olmak üzere, her
tür bilişsel cümleyi buyruk cümlesinden ayıran bir "uçurum"
vardır (KUK, Giriş) . Buyruk cümlesi, bilişsel cümlenin gönder
gesi olarak alındığında, ona yakalanmamalıdır.
Buna itiraz gecikmez . Bilgi tarafından belirlenmiş dünyayla
yükümlülük arasındaki uçurum aşılamazsa eğer, o zaman Kantçı
ahlak bir soyutlamadan ibarettir. Şunu pekala duyarsın: Kapıyı
kapat, ama kapı asla kapanmayacaktır. (Yoksa tersine, ahlaklılık
dünyasının yanında bilgi dünyası mı bir soyutlamadır? ) . - Aslın
da soyut olan, uçurum sorusunu iki seçeneğe indirgeyerek sor
maktır, sanki uçurumu ya doldurmak ya da kazmak gerekiyor
muş gibi. Oysa uçurum, tıpkı genellikle sınır gibi, ancak her iki
taraf da -hukuk veya savaş semboliğine başvurursak- birbirinin
272
Ayrışma
o (Kant Notu 3 ) .
Als ob'lardan19 kaynaklanan analoji, ayrımlar unutulduğunda
ve ayrışma bastırıldığında, bir yanılsamadan ibarettir. Tersine,
273
Ayrışma
4. Tip.
Etik cümlenin bilişsel cümleye tercüme edilemez oluşundan
çıkan netice, ahlak yasasının dünyada bir etkisinin olmadığı de
ğil, tam tersine, eğer bir etkisi olacaksa -ve olmalıdır, aksi tak
dirde ahlak yasasının "olay nedeni" olduğu söylenemezdi- teo
rik aklın işleyiş formunu ödünç alması gerektiğidir ki, bu form
tam da yasaya uygunluk (Gesetzmassigkeit) formudur. Ahlaki
edimde istencin düsturu [ma.xime] , "genel olarak bir doğa ya
sası formunun sınavından geçebilmelidir, yoksa imkansız olur"
(KPV: 72) . Neden? " En sıradan anlama yetisi bu şekilde yargı
verir" diye yazar Kant, "doğa yasası onun en alışıldık yargıları
için, hatta deneyim yargıları için bile daima temel görevi görür. "
Yapılmış veya yapılacak bir edimi değerlendirmek gerektiğinde,
diye devam eder Kant, anlama yetisi "daima yasayı elinin altında
bulundurur ve bu doğa yasasından özgürlük yasası için basitçe
bir tip yapar" Görüleri ve onlara bağlı olan şemaları veya örnek
leri mevcut-kılıp-sunma imkanını etik sahaya taşımaz, sadece
"genel olarak Gesetzmassigkeit [ "yasanın ölçüsüne göre olma" ]
formunu" taşır. Aksi takdirde, diye yazar Kant, "eylemin düstu
ru , uygulamada kullanılamazdı" (age) . Yasa teoretik olduğunda,
onu görüsel veriye uygulamakla yükümlü olan ve "böyle vuku
bulduğunu" belirleyen yargıya yol gösteren, şemadır. Ama pratik
sahada yargı, iyi İdesine göre düzenlenmelidir ve herhangi bir
274
Ayrışma
275
Ayrışma
276
Ayrışma
277
Ayrışma
278
Ayrışma
6. Etik zaman.
Buyrukların bir doğanın oluşmasına karşı gösterdiği -bu
isterse duyu-üstü doğa olsun- kırılmaz bir direnç vardır. Yasa
ya uygunluk tipinin gücü onu kırmaya yetmez. Buyruk rejimi,
eğer. . . , o halde . . . (no. 95) modeline göre kendini tekrar eden hiç
bir zincirleme bağlantıya izin vermez , Kant'ın mekanik nedensel
lik dediği ve fenomen dizilerini oluşturan bağlantılardır bunlar
(KRV, Saf Aklın Antinomisi, Kısım 7, 8 ve 9, l ve ll: 3 76-394) .
Yükümlülük, koşullu değil kategoriktir; koşullayıcı da değildir.
Saf bir istencin "etkisi" olarak ele alınsa bile, kendisi bir etki
nin, örneğin ondan kaynaklanacak bir edimin "nedeni" olamaz.
Özgürlükten gelen nedensellik derhal ve aracısızdır, yani aracısı
yoktur ama kendini tekrar da etmez. Failliği anlıktır, saf istenç
yükümlü kılar, o kadar. "Başlangıçtan" ibarettir. Özgürlükten
gelen nedensellik etik cümleyle eşzamanlıdır ve hiçbir şekilde
bu cümlenin daha sonraki cümlelerle arasındaki zincirleme bağ
lantıyı düzenlemez: olacakla öleceğe çare bulunmaz. (Emre itaat
edilecektir veya edilmeyecektir, gerçekleştirilmesi beklenmekte
dir ama itaat edilse de edilmese de o bir emirdir) (no. 45-56;
1 47- 1 49 ; Kant Notu 2, § 2) .
Ahlaki diyakroni yoktur. Saf etik zaman, yükümlülüğü ve yü
kümlü olanı (ve belki de yükümlü kılanı, Yapabilirim'i) tek ham
lede, her birini kendi kipine göre mevcut-kılıp-sunan cümlenin
şimdisidir. Etik cümle biriciktir, bir İdenin ilk ve son imidir,
dünya saatinde herhangi bir zamanda mümkündür (KRV, Kısım
9, lll: 398, 402-406) . Başa geliyor mu ? gibi ama farklı şekilde ,
Yapmalısın da, olayın ortaya çıkışının bir zincirleme bağlantı
279
Ayrışma
280
Ayrışma
28 1
CIMS, N O RM
282
Ayrışma
283
Ayrışma
284
Ayrışma
KANT 3
1 . Takımada [L'archipel ] .
Politik aklın Kritik'i yazılmamışur. Kant'ın tarihsel-politik me
tinlerinin dağınık oluşunda, politika "nesnesinin" özel heterojen
liğinin imini görmek, belirlenmesi gereken kimi sınırlar içinde
meşrudur. Bu heterojenlik zaten üçüncü Kritik'i etkiler. Orada yar
gı gücünün bir değil, en az iki tane kendine has nesnesi bulunur:
sanat ve doğa. En azından diyorum, çünkü bu yargı gücünün bir
güç [faculte] olup olmadığı bir sorudur. Kant daha önce bu söz
cüğe belli bir anlam vermiştir: teoretik için duyarlık, anlama yetisi
ve akıl, pratik için de akıl sözkonusu olmak üzere, belli oluşum ve
mevcut-kılıp-sunma (Kantçı anlamda) kurallarına bağlı bir cümle
ler potansiyeli. Ama aslında yargı, bir cümleyi geçerli kılmak için,
yani bu geçerli kılmaya izin veren bir nesneyi mevcut-kılıp-sunmak
için "böyle vuku bulmuştur" demenin sözkonusu olduğu her sefe
rinde, oraya zaten ve zorunlu olarak müdahildir; bilişsel cümleler
de bu şema rejiminde, diyalektik argümanlarda sembol rejiminde,
buyruklarda sorumluluğu ve ahlaklılığı değerlendirmek sözkonusu
olduğunda ise tip rejiminde yapılmaktadır (Kant Notu 2, § 4) .
285
Ayrışma
286
Ayrışma
2. Geçişler.
Takımadayı oluşturan geçişlerden bazılarını belirtebiliriz.
Transandantal yanılsama bunlara örnektir, talihsiz bir örnek. Di
yalektik cümlelerin, bilişsel cümle formuna sahip olsalar da bi
lişsel cümle olmadıklarını nasıl biliriz? Ve dolayısıyla akıl yürüt
menin geçerli olduğu bölgenin , anlama yetisinin yasallık alanıyla
kesişmediğini? Biliriz , çünkü argüman yürütme cümleleri için
görüyle tutulabilen, yani zamanda ve mekanda verili bir nesneyi
mevcut-kılıp-sunamayız. Akıl, kavramı büyütme ihtiyacı (Be
fürdnis) ile harekete geçer, koşulsuz olana doğru gitmek gibi "sa
dece mantıksal bir buyruğa (eine bloss logische Vorschrift) " (KRV:
260) itaat eder. Aklın cümlesini yasallaştırabilecek bir nesne ola
rak mevcut-kılınıp-sunulabilecek şey bir fenomen olamaz . Bura
da kritik, cümlenin oluşum kuralı bir kez teşhis edildikten sonra
287
Ayrışma
288
Ayrışma
289
Ayrışma
daha önce sayılmış olan dört a priori'ye tftbi olan beğeni duygu
sundadırlar. Bu dört a priori , güzelliği değerlendiren (duygusal)
cümleyi kuran kurallar gibidir. Yapmalısın'da, etik cümlede, say
gı duygusunda da bu kuralları buluruz. Ama estetik değerlendir
medekiyle aynı mercilere uygulanmazlar. Orada aracısız hissedi
len nesne değil, yasadır (pratik aklın kavramı) : alıcıyı etkileyen
gönderge değil, anlamdır. Etik cümlenin göndereni hayal gücü
değil istençtir, vs.
Öyleyse burada sembolize etme işi, nesnelerin birbirinin ye
rine geçmesiyle değil, herhangi bir doğrudan mevcut-kılan-su
nuşa başvurmaksızın karşılıklı cümle evrenlerindeki mercilerin
yer değiştirmesiyle olur. Yargı gücünün komşu adalar arasında
düzenlediği seferler yalnızca empirik veriler getirmekle kalmaz ,
bu dört a priori gibi oluşum kurallarına (cümle aileleri) ve zin
cirleme bağlantı kurallarına (söylem cinsi) varıncaya dek getirir
götürürler. Kritik yargıcın Böyle vuku bulmuştur demesine izin
veren kanıt, bir olgu olmak zorunda değildir.
Bir analoji olarak pratik akıldaki tip örneğine geri dönmüyo
rum (Kant Notu 2, § 4) .
Daha az göze çarpan ama daha az tuhaf olmayan örnekler
de vardır. Örneğin Kant'ın birinci Kritih'te "duyarlığın İdeali"
olarak sunma macerasına giriştiği ve "monogram" adını verdiği
"geçiş" (KRV: 4 1 4) . Bu , diye yazar Kant, "çeşitli deneyimlerin or
tasında dalgalanan bir desendir" , ressamların (ve fizyonomistle
rin) yargılarındaki "iletilemez bir hayalettir" , "mümkün empirik
görülerin taklit edilemez modelidir" , " tanımlaması ve incelemesi
mümkün olan hiçbir kural vermez" . Bu ele gelmez şeyi Kant ha
yal gücünün bir yaratımı yapar. Ama bu hayali şey hayal gücü
nün bir İdesi değildir, bir İdealdir ve duyarlığın İdealidir, çünkü
bir tür şemadır o, "sanki-şemadır" , duyulur deneyimin sahasında
290
Ayrışma
3. Uzlaşma.
" Geçişlerin" envanterini çıkarmaya devam etmek sıkıcı ola
caktır, tarihsel-politik alanda daha başkalarını da bulacağız .
Takımadayla ilgili son bir gözlem . Transandantal-Matematik
İdelerin Çözümüyle ilgili Son Not ve Transandantal-Dinamik
İdelerin Çözümüyle ilgili Ön Not'ta (KRV, Antinomi) Kant,
transandantal matematik ideler arasında kesin bir seçim yap
mak sözkonusu olduğunda , yargıcın hiçbir tarafa hak vereme
diğine , çünkü her iki tarafın da cümlelerini , tezi ve antitezi,
yasallaştıracak nesne olarak sadece "fenomendeki koşulları"
mevcu t-kılıp-sunabildiğine dikkat çeker: "İki matematik tran
sandantal antinomide elimizde fenomendeki nesnelerden başka
nesne yoktu " , diye yazar. Oysa taraflardan hiçbiri böyle bir nes
neyi mevcut-kılıp-sunamaz , zira onların cümlesi anlama yetisi
nin kavramının cümlesi değil bir İde cümlesidir. Ama dinamik
antinomilerle birlikte (özgürlük ve üstün varlık antinomileri) ,
"yepyeni bir perspektif açılmıştır" Orada " aklın dahil olduğu
dava , daha önce bir kenara bırakılmış olan dava [ . . . ) , bu sefer
-yargıcın [ ilk iki antinomide ) her iki tarafın da gözardı ettiği hu
kuk ilkelerinin (der Rechtsgründe) eksikliğini doldurmasıyla (er
ganzt den Mangel)- iki tarafı da memnun edecek (Genugtuung)
29 1
Ayrışma
292
Ayrışma
293
Ayrışma
294
Ayrışma
295
Ayrışma
296
Ayrışma
297
Ayrışma
298
Ayrışma
299
Ayrışma
300
Ayrışma
miş" gibi ! ) .
301
Ayrışma
302
Ayrışma
bulunan birçok merci vardır, bir ben veya biz mercii, bir
sen veya siz mercii, bir o veya onlar mercii. Bunlardan hiç
biri toplumsalın tamamı değildir. Toplumsal, sosyoloğun
cümlesinde açıkça gönderge olarak alındığında bile, bu
cümlenin mevcut-kılıp-sunduğu tüm mercilerin içinde bu
lunduğu durumda en baştan varsayılmıştır. Toplumsal, bu
mercilerin içinde bulundukları durumla -bu durum insan
adlarıyla ilişkilendiği ölçüde- oluşturdukları ve cümlenin
imlediği evrendir. Bu şekilde mevcut-kılınıp-sunulan an
lam, cümlenin uyduğu rejime uyar. Bu rejim, birçok mer
cilendirme kipine göre (örneğin onlara karşı biz ve siz, size
karşı biz ve onlar, bize karşı siz ve onlar, vs. ) ve birçok
anlamı mevcut-kılıp-sunma kipine göre (bilmek üzere,
buyurmak üzere, sorgulamak üzere, beğenmek üzere, vs. )
bu evreni çeşitlendirebilir. Ayrıca cinsler, meselelere göre
bu evren durumlarına ereklilik katarlar: ikna etmek, kan
dırmak, hislendirmek, vs. Toplumsaldaki gerilim, hatta
uyumsuzluk, böylece onun cümle evreni tarafından, po
litik soru da zincirleme bağlantısının kipi tarafından, yani
bir meseleyi erek olarak kabul etmesiyle, aracısız verilmiş
olur.
303
Ayrışma
304
Ayrışma
305
Ayrışma
306
Ayrışma
tarihli Die Frage nach der Technih konferansı içinde yer almıştır.
Bu konferans Münih'teki Yüksek Teknik Okul'da, Bavyera Gü
zel Sanatlar Akademisi'nin düzenlediği "Teknik Çağında Sanat
lar" başlıklı bir konferanslar dizisinin parçasıdır) . Heidegger bu
kavramı teknikten ve teknolojiden bahsederken kullanır. Ona
göre teknoloji modern bilimin uygulanmasından ibaret değildir,
onun çerçevesi, iskeleti olarak aslında modern bilimin temelidir.
Dahası insanlar doğayla ilişkilerini en baştan beri tekniğin çerçe
vesi içinden kurarlar, modern dönemde teknolojik ilerlemenin
hızına kapılmaları da bunun bir yansımasıdır. Heidegger'in bu
kavramı kimi Fransızca çevirilerde arraisonnement olarak karşı
lanmıştır. Raison [ akıl; sebep ] kökünden türetilmiş olan bu söz
cük, en basit anlamıyla, "akla davet etme" veya "sebeplendirme ,
sebebini anlama" şeklinde aşağı yukan Türkçeleştirilebilir. Bu
ilk iki anlama bağlı olarak sonradan türeyen üçüncü anlamıyla
arraisonnement, "sebebini sorma, sorgulama, denetleme" fikrini
de ifade eder. Özellikle hukuk ve denizcilik terminolojisinde bu
kullanım yaygındır. Bu Fransızca çeviriye ilham veren ve Lyo
tard'ın da burada öne sürdüğü fikir, akıl ilkesinin doğaya ve tüm
fiziksel alana hakim olduğu fikridir. Lyotard'a göre bu , bir tür
akılsallık metafiziğidir ve Heidegger özelinde kendini metafizik
olmama iddiasıyla ortaya koyar. Heideggerci Gestell'in yansıttı
ğı dünya görüşünün temelinde , Lyotard'a göre, bilişsel söylem
cinsi ve onun belirleyici yargılan vardır, oysa özellikle politika
ve sanat alanında refleksif yargılar vermek gerekir. Postmodern
Durum'dan başlayarak ve 90'lı yılların metinlerinde daha açık
biçimde Lyotard sermaye ve kapitalizm meselesini de bu so
runsalın içine katar. Sermaye insanlık tarihine damgasını vuran
ilerleme ve karmaşıklaşma sürecinin bir sonucu olarak ortaya
çıksa da, son kertede kapitalizmin kendisi bilgiyi ve gerçekliği
koşullayan bir çerçeve gibi anlaşılmalıdır. -çn
307
Ayrışma
308
Ayrışma
309
Ayrışma
3 10
Ayrışma
311
Ayrışma
312
Ayrışma
yetkili için traj edi, halk için komedidir. Komik gülüş, olaya
gösterilen saygıdır ve ona ontolojik haysiyetini geri vermek
gerekir. Trajik korkuyu ise kendi yerine geri yerleştirmek
gerekir, en yüksek yerdir bu yalnızca (Poetika'nın kayıp
İkinci Kitap'ı işte bunu yapıyordu) .
313
Ayrışma
1 789 BİLDİRİSİ
314
Ayrışma
bir topluluğu temsil eden bir topluluktur, bir özel ada sahip bir
halkı, Fransızları temsil eden bir meclistir.
3 . Adlar dünyası (no. 60) ve onunla birlikte tarih, Bildiri'nin
yazarının belirtilmesiyle birlikte geri gelir. "Geri gelir" , çünkü
yetkilendirme ilkesi alanını genişlettiği ve üstdil derecesinden de
bir üst dereceye ( üst-üstdil 10 derecesine, yani üst-normatif derece
ye) geçtiği ölçüde , onlar da dışarı itilmiştir. Bu geri dönüşün işa
ret ettiği şey bir heteroj enliktir. Bildiri'nin vericisi, politik tarih
içinde bir özel ada sahip değildir, Fransız halkı ise sahiptir. Bildi
ri , Kantçı anlamda spekülatif rejime uygun bir cümleler kümesi
dir (göndergeler İdelerin nesneleridir, gerçeklik ispatlama süreç
lerinde yanlışlanamazlar) . Her ne kadar tarihsel-politik dünyada
adlandırılabilir bir vericiye atfedilmese de , ne ise o olarak kalır:
"diyalektik" bir felsefi söylem (Kantçı anlamda) . Eğer Bildiri'yi
imzalayan bir ulus ise , yani yalnızca adı dolayısıyla, problematik
şekilde bile olsa, gerçekliğin, özellikle de tarihsel-politik gerçek
liğin dünyasına ait bir özvarlık ise, o zaman Bildiri'nin kendi
si bir söylemdir, tarihsel-politik bir kapsamı olan bir cümleler
kümesidir. Kapsam ile kastettiğim, Bildiri'nin alıcıyı davet ettiği
zincirleme bağlantının, anlamıyla ilgili bir doğruluk veya yan
lışlık tartışması (diyalektik) değil, tarihsel-politik dünyada belli
adlar taşıyan ulusal topluluklar tarafından kabul veya reddedil
mesi olduğudur. Çünkü yalnızca vericinin imzasıyla bu duruma
yerleştirilmiş olan alıcının kendisi de ulusal politik yasalara tabi
bir özvarlıktır. Bu yasalar buyruklardır ama normların normuna
(insan ve vatandaş haklarına) göre norm haline getirilmemişler
dir. Bu yüzden alıcı, kendisinin tabi olduğu ulusal yasalara yet-
315
Ayrışma
3 16
Ayrışma
317
Ayrışma
318
Ayrışma
3 19
Ayrışma
320
Ayrışma
321
Ayrışma
322
Ayrışma
3 23
Ayrışma
324
TARiH İ Mi
325
Ayrışma
326
Ayrışma
CASHINAHUA
327
Ayrışma
328
Ayrışma
3 29
Ayrışma
330
Ayrışma
33 1
Ayrışma
332
Ayrış ma
333
Ayrışma
334
Ayrışma
335
Ayrışma
336
Ayrışma
337
Ayrışma
338
Ayrışma
339
Ayrışma
340
Ayrışma
34 1
Ayrışma
342
Ayrışma
KANT 4
1 . Tarih bilimi.
Gerçeklik, başka yerlerde olduğu gibi tarihsel-politik olanda
da, kavramı için görülerin mevcut-kılınıp-sunulabildiği nesne-
343
Ayrışma
344
Ayrışma
345
Ayrışma
346
Ayrışma
2. Kılavuz.
Kozmopolitih Bakış Açısından Evrensel Tarih İdesi ( 1 784) , ta
rihsel-politik olanla ilgili söylemin doğasını şu argümanla açık
lar: eğer görüdeki aracısız veriyle sınırlı kalınırsa, politik tarih
bir kaostur. Unwillen'e (küskünlüğe , depresyona) yol açar, çün
kü bu içler acısı gösterinin "amaçsızca oynayan (zwechlos spie
lende) bir doğadan" geldiğini, o kadar ki "aklın kılavuzluğunun
yerine, aşağı yukarı olanın perişanlığının (das trostlose Ungefiihr)
geçtiğini" söyler (Önerme 1 ) . Ama herhangi bir perişanlığın
üzüntüsüyle sınırlı kalmak, yani anlamsızlığı tespit etmekle ye
tinmek, kritik anlamında adil değildir. Neden? Bu tespite eşlik
eden hayalkırıklığının kendisi bir imdir. Akıl İdelerin, özellikle
de özgürlük İdesinin gücüdür. Özgürlük İdesinin kendini ger
çekleştirmesi gerekir (aksi halde ahlak yasası etkisiz kalır) . Öte
yandan doğanın insan türüne , aklın kullanımıyla akrabalık gös
teren eğilimler verdiğini varsaymak mümkündür. Eğer insanlık
tarihi gürültü ve öfkeden ibaret olsaydı, o zaman aklın gelişi
minin "tohumlarını" insana vermiş olan doğanın aynı zamanda
karmaşası yüzünden bu tohumların etkilerini gerçeklik içinde
geliştirmeyi insana yasaklamış olduğunu kabul etmek gerekirdi.
Bu ise çelişkilidir. Başka bir deyişle, tarihteki kaosu tespit eden
bilişsel cümleyle, tarihte özgürlüğün ilerlemesini bekleyen spe
külatif cümle arasında hiçbir geçiş mümkün olmazdı.
Kritik bekçi, bu duygusal itiraza kayıtsız kalmaz. Her iki tarafı
da çağırır, insanlık tarihinin basitçe düzensizlik olduğunu söyle
yeni de , ilahi bir doğa tarafından düzene sokulduğunu söyleyeni
de. Taraflardan ilkine tekrar şunu söyler: eğer bilişsel cümlelerle
sınırlı kalırsanız ve bu ailenin her cümlesi için örnekler ve kar-
347
Ayrışma
348
Ayrışma
3 . Olay.
Hukuk Fakültesiyle Çatışma'nın 5 . paragrafında kullanılan
tarih imi ifadesi, tarihsel-politik olanı cümleye dökmek için ya
pılması gereken "geçişleri� " karmaşıklığını bir derece daha ar
tırır. Bu paragrafta sorulan soru şudur (Hukuk Fakültesine kar
şı) : acaba insan türünün daha iyiye doğru devamlı bir ilerleme
içinde olduğu söylenebilir mi ve eğer söylenebilirse, bu nasıl
mümkündür? Zorluklar çoğalır: daha iyi , ilerleme , insan türü ;
bunlar idelerin nesnesidir ve doğrudan mevcut-kılınıp-sunul
maları mümkün değildir. Dahası , insanlık tarihinin gelecekteki
bir bölümünü gönderge olarak alan bir cümle , yani bir Vorher
sagung cümlesi , bir önceden kestirme, tahmin cümlesi sözko
nusudur. Kant hemen bunu Weissager'in (geleceği söyleyenin)
cümlesinden ayırır ve (bilişsel cümle kurallarına göre) bu cüm
lenin nesnesinin doğrudan mevcut-kılınıp-sunulamayacağını
hatırlatır, zira cümle gelecekle ilgilidir.
İstenen ispatı yapmak için, başka bir cümle ailesi gerekecek
tir. Antropolojik sahada görüsel bir veri (bir Gegebene) değil (zira
bu , kendisini betimlemekten fazlasını yapmayan cümleyi geçer
li kılabilir ancak) , Kant'ın Begebenheit dediği şeyi , olayı [ evbı e
ment] , kartların yeniden verildiği bir eli, aynı zamanda kendini
özgür bırakmak demek olan bir " teslim olma, kendini verme ola
yını" aramak gerekecektir (İde'ye hazırlık niteliğindeki Krakov
Elyazması, bunun adına Ereignis der) (KF: 1 69 , 1 72 , 1 73 ) ; insan
lığın kendi ilerlemesinin hem nedeni (Ursache) hem de yaratıcısı
(Urheber) olabileceğini sadece işaret eden (hinweisen) , ama bunu
kanıtlamayan (beweisen) bir olaydır bu. Daha kesin olarak, diye
açıklar Kant, insanlık tarihi içinde kendini ele veren bu Begeben
heit öyle bir nedeni işaret etmelidir ki, bunun etkisinin ortaya
çıkması, zaman bakımından (in Ansehung der Zeit) belirsiz (un-
349
Ayrışma
350
Ayrışma
351
Ayrışma
4. Coşku .
Coşku, bir yüce duygu kipidir. Hayal gücü, aklın bir İdesi için
duyulur, doğrudan bir sunumu mevcut kılmaya çalışır (çünkü bü
tün, İdenin nesnesidir; örneğin akıllı pratik varlıkların bütünü) ,
bunu başaramaz, böylece güçsüzlüğünü hisseder ama aynı zamanda
varması gereken yeri [destination] keşfetmiş olur: uygun bir sunum
sayesinde, aklın İdeleriyle uyumunu [accord] gerçekleştirmek. Bu
sıkıntılı ilişkinin neticesinde, nesne için bir duygu hissetmek yerine,
bu nesne sayesinde başımıza gelen9 ve "özne olarak bizdeki insanlık
İdesi" (KUK: § 25) için uyanan bir duygu hissederiz. Bu metinde
Kant'ın yorumladığı duygu, saygıdır. Ama aynı analiz, her tür yüce
duygu için -bu duygu bir tür "haksız kazanç [subreption] " sağladığı,
öznenin güçleri arasındaki bir ayarlamayı, nesneyle özne arasındaki
bir ayarlama yerine koyduğu ölçüde- geçerlidir.
Yüce durumundaki bu "iç" ayar, bir ayarsızlıktır. Beğeniden
farklı olarak yücenin ayarı, bozuk olduğunda doğrudur. Yüce ,
bir ereksizliğin [non-finalite] erekliliğini ve bir keyifsizliğin key
fini barındırır içinde: "Hayal gücünün akıl gücümüzdeki sınır
sızlığa , yani mutlak bütün İdesine uygun olabilmesi için gerçek
leştirmesi gereken genişleme yüzünden hissedilen keyifsizlikte,
yani aklın İdeleri ve onların uyandırılması (Erweckung) için ha
yal gücünün kudretinin ereksizliğinde, [ Unzweckmassigkeit, ak
raba olmama, amaç bakımından müşterek ölçüye sahip olmama ]
bir tür ereklilik buluyoruz [ . . . ] . Nesne, ancak bir acı dolayımıyla
mümkün olan bir zevkle yüce olarak kavranır" (KUK : § 27) .
352
Ayrışma
353
Ayrışma
354
Ayrışma
355
Ayrışma
356
Ayrışma
357
Ayrışma
358
Ayrışma
359
Ayrışma
6. Kültür.
Yücenin uçlarında dolanan coşku sözkonusu olduğunda bu
durum daha da şiddetlenir. Kant, "yüce duygusunun zihinde
varsaydığı eğilimin, İdelere karşı eine Empfanglichkeit gerektirdi
ğini" , zihnin İdelere açık olmasını, duyarlı olmasını gerektirdiği
ni kabul eder (KUK: § 29) . Daha ilerde ise şöyle der: "doğadaki
[ insan doğası da dahil olmak üzere ] yüceyle ilgili yargı, belirli
bir kültüre ihtiyaç duyar" (age) ; bu demek değildir ki bu yargı
kültür tarafından üretilir, zira "onun temeli insan doğasındadır"
Kültüre yapılan bu gönderme, teleoloj ik yargının kritiğinin do
ğanın nihai ereğiyle ilgili paragrafında aydınlanır. Burada Kant,
politik Yazılar'ın birçoğunda olduğu gibi, bu ereğin insan türü
nün mutluluğu olduğunu söyleyen tezi çürütür ve ancak insan
lığın kültürü olabileceğini ispatlar. "Akıllı bir varlıkta, kendisine
keyif veren ereklere karşı (dolayısıyla özgürlüğü içinde) genel
bir yatkınlık oluşmasını sağlamak, kültürdür" (KUK: § 83) . İnsan
türünde doğanın izlediği nihai erek kültürdür, çünkü insanları
"İdelere daha açık" yapan kültürdür, koşulsuzlar düşüncesine
kapılan açan koşuldur kültür.
360
Ayrışma
361
Ayrışma
362
Ayrışma
363
Ayrışma
364
Ayrışma
365
Ayrışma
366
Ayrışma
367
Ayrışma
368
Ayrışma
369
Ayrışma
370
Ayrışma
1 7 Fr. valeur faciale; İng. face value. Bir kıymetin üzerinde yazan
değerdir. Örneğin, Hazine Müsteşarlığı tarafından çıkarılan her
bir devlet iç borçlanma senedinin (DİBS) nominal değeri, üze
rinde fiilen yazan değer olan 1 00 TL'dir. Benzer şekilde 200 TL
banknotun nominal değeri üzerinde yazan değer olan 200'dür.
Kaynak: TCMB Terimler Sözlüğü. -çn
371
Ayrışma
372
Ayrışma
3 73
Ayrışma
3 74
Ayrışma
375
Ayrışma
376
Ayrışma
377
Ayrışma
3 78
Ayrışma
3 79
Ayrışma
380
Ayrışma
381
Ayrışma
382
A L I N T I LANAN E SE R L E R*
*
Bu eserler frankofon okurun kolayca erişebileceği biçimde liste
lendi ama çeviriler gözden geçirildi ve bazen değiştirildi.
383
Bernard Bourgeois 1 970, Hegel a Francfort, ou /udaisme. Christianisme.
Hegelianisme, Paris.
Jacques Bouveresse 1 980, "Frege, Wittgenstein, Dummett et la nouvelle
'querelle du realisme' : Critique 399-400.
·
384
Hermann Diels ve Walther Kranz 1 952 (DK), Die Fragmente der Vor
sokratiker, c. 1 ve il, Berlin.
Oswald Ducrot 1 977, "Presupposes et sous-entendus� içinde: Strategies
discursives, Lyon.
Eschyle, "Agaınemnon': içinde: Tragedies il (Fr. çev. Mazon), Paris, 1 972.
Paolo Fabbri 1 980, Conversations privees.
- ve Marina Sbisa 1 980, "Models (?) for a pragmatic analysis': /our
nal of Pragmatics 4.
Pascal Engel 1 98 1 , "Davidson en perspective': Critique 409-4 1 0.
Emil Fackenheim 1 970, La presence de Dieu dans l'histoire. Affirmations
juives et reflexions philosophiques apres Auschwitz (Fr. çev. Delmotte
ve Dupuy), Paris, 1 980.
Paul Feyerabend 1 975, [ Yönteme Karşı] Against Method, Londres.
Gottlob Frege 1 892, "Sens et denotation", içinde: Ecrits logiques (Fr. çev.
Imbert) , Paris, 1 97 1 .
Sigmund Freud 1 905, [Espriler ve Bilinçdışı ile ilişkileri] L e mot desprit
et ses rapports avec l'inconscient (Fr. çev. Bonaparte ve Nathan), Pa
ris, 1 969.
Jean-Louis Gardies 1 975, La Logique du temps, Paris.
Gerard Genette 1 972, Figures III, Paris.
- 1 976, Mimologiques, Paris.
Gorgias, Du non-etant, Peri tou me ontos, içinde: 1 . Anonyme, "De Me
lisso, Xenophane et Gorgia'' (yay. ve Fr. çev. Cassin), içinde: Barbara
Cassin, Si Parmenide, Lille, 1 980; 2. Sextus Empiricus, ''.Adversus
Mathematicos': 65 Janacek, içinde: Diels- Kranz, 82 B 3.
Pierre Guyotat 1 975, Prostitution, Paris.
Jürgen Habermas (N. Luhmann ile birlikte) 1 97 1 , Theorie der Gesel
lschaft oder Sozialtechnologie - Was leistet die Systemforschung?,
Francfort.
François Hartog 1 980, [Herodotos'un Aynası] Le Miroir d'Herodote,
Paris.
385
Georg W F. Hegel 1 802, La relation du scepticisme avec la philosophie
(Fr. çev. Fauquet), Paris, 1 972.
- 1 804 (?), La premiere Philosophie de lesprit (Fr. çev. Planty-Bon
jour), Paris, 1 969.
- 1 806, [ Tinin Görüngübilimi] La Phenomenologie de lesprit (Fr.
çev. Hyppolite), 2 c., Paris, 1 94 1 . (PhG).
- 1 809, [Felsefi Propedeutik] Propedeutique philosophique (Fr. çev.
de Gandillac), Paris, 1 963.
- 1 8 1 6, [Mantık Bilimi] Science de la logique (Fr. çev. Jankelevitch),
2 c., Paris, 1 947. ( WL).
- 1 830, Encyclopedie des sciences philosophiques en abrege (Fr. çev.
de Gandillac), Paris, 1 970.
- 1 835, [Estetik Üzerine Dersler] Leçons sur lesthetique (Fr. çev.
Jankelevitch), 4 c., Paris, 1 945.
Martin Heidegger 1 929, Kant et le probleme de la metaphysique (Fr. çev.
de Waelhens ve Biemel), Paris, 1 953.
- 1 933, üıuto-affirmation de l'Universite allemande (Fr. çev. Gra
nel), Trans Europ Repress, 1 982.
- 1 953- 1 954, "D'un entretien de la parole': içinde: Acheminement
vers la parole (Fr. çev. Fedier), Paris, 1 98 1 .
- 1 962, [Zaman ve Varlık] Zeit und Sein (Fr. çev. Fedier), içinde:
(Kolektif) L'Endurance de la pensee, Paris, 1 968.
Herodote, [ Tarih] Histoires iV (Fr. çev. Legrand), Paris, 1 960.
Gilbert Hottois 1 98 1 , "Logique deontique et logique de l'action chez
von Wright': içinde: Revue Internationale de philosophie 1 35.
David Hume 1 739, [insan Doğası Üzerine Bir inceleme] Traite de la na-
ture humaine (Fr. çev. Leroy), 2 c., Paris, 1 946.
Hans Jonas 1 958, La Religion gnostique (Fr. çev. Evrard), Paris.
Laurence Kalın 1 978, Hermes passe, Paris.
G. Kalinowski 1 972, La Logique des normes, Paris.
386
Emmanuel Kant 1 764, [Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlem
ler] Observations sur le sentiment du beau et du sublime (Fr. çev.
Kempf), Paris, 1 980.
- 1 78 1 ve 1 787, [Arı Usun Eleştirisi] Critique de la raison pure, 1. ve
2. baskılar (A ve B) (Fr. çev. Tremesaygues ve Pacaud) , Paris, 1 980.
(KRV).
- 1 784-a: "Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerli
cher Absicht': içinde: Politische Schriften (yay. Van der Gablentz),
Köln ve Opladen, 1 965. (ide).
- 1 784-b, " 'Beantwortung der Frage': Was ist Aufklarung?': içinde:
Politische Schriften (bkz. 1 784-a).
- 1 785, [Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi] Fondements de la
metaphysique des mreurs (Fr. çev. Delbos), Paris, 1 957.
- 1 788-a, [Kılgısal Usun Eleştirisi] Critique de la raison pratique (Fr.
çev. Picavet), Paris, 1 945. (KPV).
- 1 788-b, "Sur l'usage des principes teleologiques en philosophie':
içinde: La Philosophie de l'histoire (Fr. çev. Piobetta), Paris, 1 947.
- 1 790, [ Yargı Yetisinin Eleştirisi] Critique de la faculte de juger (Fr.
çev. Philonenko), Paris, 1 979. (KUK).
- 1 79 1 , Quels sont les progres reels que la metaphysique a realises de
puis lepoque de Leibniz et de Wolf ? (Fr. çev. Guillermit), Paris, 1 968.
- 1793, Sur lexpression courante: il se peut que ce soit juste en theorie,
mais en pratique cela ne vaut rien (Fr. çev. Guillermit), Paris, 1980.
- 1 795, [Ebedi Barış Projesi] "Zum ewigen Frieden. Ein philosophisc
hes EntwurC içinde: Politische Schriften (Bkz. 1 784-a) . (Proje).
- 1 796, [Felsefede Yakında Varılacak Ebedi Barış Anlaşmasının
Duyurusu] ''.Annonce de la proche condusion d'un traite de paix
perpetuelle en philosophie'' (Fr. çev. Guillermit), içinde: Premiere
Introduction a la Critique de la faculte de juger, Paris, 1 975.
- 1 798-a, Anthropologie du point de vue pragmatique (Fr. çev. Fou
cault), Paris, 1 970.
387
- 1 798-b, "Oh das menschliche Geschlecht im bestandigen Fort
schreiten zum Besseren sei?" (Streit der Fakultaten, 2. Abschnitt)
içinde: Politische Schriften (Bkz. 1 784-a). (Çatışma).
- 1 959/60, "Krakauer Fragment zum 'Streit der Fakultaten' � içinde:
Politische Schriften (Bkz. 1 784-a) . (KF).
Pierre Kaufmann 1 967, I.:Experience emotionnelle de l'espace, Paris.
Patrick Kessel 1 969, Les Gauchistes de 89, Paris.
Sören Kierkegaard 1 843, [Korku ve Titreme] Crainte et tremblement (Fr.
çev. Tisseau), Paris, 1 935.
Saul Kripke 1 982, La Logique des noms propres ( 1 972, 1 980) (Fr. çev.
Jacob ve Recanati), Paris.
Philippe Lacoue-Labarthe 1 975, "Typographie': içinde: (kolektif) Mi
mesis. Des articulations, Paris.
- 1 980, "Le mythe nazi" ( J.-L. Nancy ile birlikte) , içinde: Schil
tigheim Kolokyumu, Les Mecanismes du fascisme, daktilo baskı.
Bruno Latour 1 984, "Irreductions': içinde: Les Microbes. Guerre et paix
suivi de Irreductions, Paris.
John Lawler 1 977, "Quelques problemes de reference': Langages 48.
Gerard Lebrun 1 972, La Patience du concept. Essai sur le Discours he
gelien, Paris.
Gottfried W. Leibniz 1 686, "Discours de metaphysique': içinde: CEuvres
choisies (yay. L. Prenant), Paris, 1 940.
- 1 7 1 4, "Principes de la nature et de la grace fondes en raison': için
de: CEuvres choisies (yay. L. Prenant) , Paris, 1 940.
Emmanuel Levinas 1 96 1 , Totalite et infini, La Haye.
- 1968-a, [Dört Talmud Okuması] Quatre lectures talmudiques, Paris.
- 1 968-b, "Humanisme et anarchie': içinde: Humanisme de lautre
homme, Montpellier, 1 972.
- 1 974, Autrement quetre, ou au-dela de l'essence, La Haye.
- 1976-a, Noms propres, Montpellier.
- 1 976-b, Diffıcile liberte, Paris.
388
- 1 977, Du sacre au saint. Cinq nouvelles lectures talmudiques, Paris.
Nicole Loraux 1 974, "Socrate contrepoison de l'oraison funebre. Enjeu
et signification du Menexene': I.:Antiquite classique 43.
- 1 98 1 , I:Invention di\thenes, Paris-La Haye-New York.
John L. Madde 1 964, "Self Refutation, a Formal Analysis': Philosophical
Quarterly XIV.
Louis Marin 1 98 1 , Le Portrait du roi, Paris.
Kari Marx 1 843, [Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı] "Cont
ribution a la critique de la philosophie du droit de Hegel': içinde:
CEuvres philosophiques 1 (Fr. çev. Molitor), 1 952.
Jean-Luc Nancy 1 983, I:Imperatif categorique, Paris.
Pascal 1 670, [Düşünceler] Pensees (yay. Brunschvicg), Paris, 1 946.
Robert Pinget 1 980, I.:Apocryphe, Paris.
Platon, [Sokrates'in Savunması] Apologie de Socrate, içinde: CEuvres
completes (Fr. çev. Robin) c. l, Paris 1 953.
- [Kratylos] Cratyle, içinde: CEuvres completes (Fr. çev. Robin), c. l,
Paris, 1 953.
- [Euthydemos] Euthydeme, içinde: CEuvres completes V (Fr. çev.
Meridier), Paris, 1 93 1 .
- [ Gorgias] Gorgias, içinde: CEuvres completes III (Fr. çev. Croiset ve
Bodin), Paris, 1 942.
- [Mektuplar] Lettres, içinde: CEuvres completes (Fr. çev. Robin), c.
2, Paris, 1 942.
- [ Yasalar] Les Lois, içinde: CEuvres completes XII (Fr. çev. Des Pla
ces ve Dies), 4 c., Paris, 1 956.
- [Meneksenos] Menexene, içinde: CEuvres completes V (Fr. çev. Me
ridier), Paris, 1 93 1 .
- [Phaidros] Phedre, içinde: CEuvres completes (Fr. çev. Robin), c. 2,
Paris, 1 942.
- [Politika] Le Politique, içinde: CEuvres completes IX (Fr. çev. Dies),
Paris, 1 960.
389
- [Devlet] La Republique, içinde: CEuvres completes VI (Fr. çev.
Chambry), 3 c., Paris, 1 946.
- [Sofist] Le Sophiste, içinde: CEuvres completes VIII (Fr. çev. Dies),
Paris, 1 963.
- [ 1heaitetos] 1heetete, içinde: CEuvres completes (Fr. çev. Robin), c.
2, Paris, 1 942.
Jean-Benoit Puech 1 982, EA.uteur suppose, daktilo baskı, Paris.
Nicholas Rescher 1 967, Temporal Modalities in Arabic Logic, Dordrecht.
Josette Rey-Debove 1 978, Le Metalangage, Paris.
Clement Rosset 1 976, Le Reel et son double, Paris.
David Rousset 1 979, Le pitre ne rit pas, Paris.
Bertrand Russell 1 903, Principles of Mathematics, Londres.
- 1959, Histoire de mes idees philosophiques (Fr. çev. Auclair), Paris, 196 1 .
Jean-Michel Salanskis 1 977, "Paradoxes, singularites, systemes': Cri
tique 361 -362.
Jean Schneider 1 980, "La logique self-referentielle de la temporalite",
daktilo baskı, Paris.
Gertrude Stein 193 1 -a, "Comment ecrire" içinden iki metin (Fr. çev.
Roubaud), Po&sie 4 ( 1 978, I).
- 1 93 1 -b, "Phrases et paragraphes" (Fr. çev. De la Casiniere ve Bon
nemaison), Luna-Park - Cahiers du GRIF, Bruxelles, 1 978.
Lawrence Sterne 1678, Tristram Shandy (Fr. çev. Mauron), Paris, 1 975.
Alfred Tarski 1 944, "La conception semantique de la verite� içinde:
Logique, semantique, metamathematique (Fr. çev. Granger), Paris,
1 972, c. 2.
Serge Thion 1 980, Write historique ou verite politique? Paris.
Elias Tsimbidaros 198 1 , "La logique du signe. Commentaire sur les ap
horismes du Tractatus de Wittgenstein et textes connexes� daktilo
baskı, Paris.
Pierre Vidal-Naquet 1 98 1 , Les Juifs, la memoire, le present, Paris.
Georges Vlachos 1 962, La Pensee politique de Kant, Paris.
390
Hayden White 1 982, "The Politics of Historical Interpretation: Discipli
ne and De-Sublimation� Critical Inquiry 9 (Eylül 1 982).
Ludwig Wittgenstein 1 9 1 4- 1 9 16, Tagebücher (yay. Anscombe), içinde:
Schriften 1, Francfort, 1 969. ( TB).
- 1 92 1 , Tractatus logico-philosophicus, Londres, 1 96 1 . ( TLP).
- 1 929- 1 930, "Conference sur lethique" (yay. Rhees), içinde: Leçons
et conversations (Fr. çev. Fauve), Paris, 1 97 1 .
- 1 945, [Felsefi Soruşturmalar] Philosophischen Untersuchungen,
içinde: Schriften I, bkz. 1 9 14- 1 9 16. (Ph U) .
- 1 945- 1 948, Fiches (yay. Anscombe ve von Wright, Fr. çev. Fauve),
Paris. (Fişler).
- 1 950- 1 95 1 , Remarks on Colour (yay. Anscombe), Oxford, 1 977.
H. von Wright 1 967, "Deontic Logics': içinde: American Philosophical
Quarterly, 4, 2.
Alexandre Zinoviev 1 977, Les Hauteurs beantes (Fr. çev. Berelowitch),
Lozan.
391
"Felsefe kitabım", dedi.
Bağlam: Batı felsefelerinin "dil dönemeci", evrenselci metafiziklerin çöküşü, Avrupa'da Marksizmin
geri çekilmesi, "teori", yani insan bilimleri karşısındaki bıkkınlık, logoteknolojilerin yaptığı atılım,
sermayenin küresel tahakkümü, politik ümitsizlik.
Belli bir postmodernlik, başka bir figür. Onun düzeyine çıkarak düşünmeye çalışıyoruz. Kant ve
Wittgenstein iyi rehberler. Auschwitz adlı yok etmeyle ilgili ayrışmadan yola çıkıyoruz.
Öyleyse cümleler sözkonusu olduğunda barışçıl olunamaz ve kayıtsız kalınamaz. Zincirleme bağlantı
kurmak gerekir. Nasıl, şimdi?
Refleksiyon kipi, bölümler halinde bir araya toplanmış paragraflarla (gönderge ve gerçeklik,
mevcut-kılan-sunuş ve zaman, diyalektik, yükümlülük, norm, tarih). Bir okuma özeti, birçok indeks.
I S B N : 9 7 8 - 6 0 5 - 7 0 6 64 - 0 - 4