Professional Documents
Culture Documents
Yaklaşımlar
Yaklaşımlar
20. Yüzyılın ilk yarısında kentsel coğrafyanın bir başka ilgi alanı; yerleşme
alanlarının bölgesel ve mekansal tanımları ile insan-çevre arasındaki ilişkilerin
irdelenmesi üzerinedir. Bu erken coğrafya akımı; özellikle kentlerin değişim,
dönüşüm ve büyüme dokularını ya da izlerini tanımlama, yorumlama ve açıklamaya
yönelik kentsel morfolojik analiz yönteminin kavramsal temelini oluşturan bir
yaklaşımdır.
Yerleşme alanlarına işlevsel yaklaşımın bilinen iki yönü vardır. İlki, kentin çevresi
için merkezi yer olarak rolü, yani kentin çevresiyle işlevsel etkileşim yönüdür.
İşlevsel yaklaşımın bu yönü, özellikle kentlerarası ölçekte, incelemeye konu kentin
bölgesel doku araştırmaları kapsamında ulaşım sistemlerinin önemi üzerine
odaklanmıştır. Ancak arazi ekonomistlerin detaylı çalışmalarıyla birlikte, bu
yaklaşımın ilgi alanının çevresel faktörlerden yer ekonomilerine doğru kaydığı
söylenebilir. Bu ekonomik analiz, bilindiği üzere merkezi yerler kuramı ile daha da
etkinleştirilmiştir. Ayrıca, kentlerarası ölçekte, kentsel ekoloji üzerindeki çalışma
çevreden beşeri davranışa doğru yönelmiş ve kentsel coğrafyaya sosyal bir boyut
kazandırmıştır. İşlevsel yaklaşımın ikinci yönünde ise; kent içi işlevsel alanların
belirlenmesi ve bu işlevsel alanların dağılışının nedenleriyle birlikte ortaya
konulması hedeflenmiştir.
Erken yaklaşımlar, öncelikle 20. Yüzyılın ilk yarısında, kentsel coğrafyanın başlangıç
döneminde yapılan araştırma yöntemleriyle ilgilidir. Bu yaklaşımlar, günümüze
kadar ulaşan morfolojik analiz çalışmaları hariç, daha çok çevreci deterministik ve
bölgesel bakış açısı ile ele alınmıştır. Ancak özellikle 1950’ler sonrası dönemde,
kentsel coğrafya yaklaşımlarında önemli epistemolojik gelişmeler olmuş ve ilgi alanı
alan kullanımıyla ilgili konular üzerine yoğunlaşmıştır. Kentsel coğrafya alanına,
daha büyük bir çeşitlilik ve olgunluk sunan modern yaklaşımlar (pozitivist
yaklaşımlar, davranışsal ve insancıl yaklaşımlar, yapısal yaklaşımlar) hakim olmaya
başlamıştır. Bu modern yaklaşımların temel özellikleri ana hatlarıyla şöyle
özetlenebilir.
Belirgin farklılıklarına rağmen, ana hatları verilen modeller bazı benzerlikler şunu
göstermektedir: Genelde, temel olarak, hepsi de, insan eylemini kısıtlayan daha
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 2|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
geniş sosyal süreçler ile insanın tercihi ve eylemi birleşiminin sonucu hangi
kentsel dokuların ve süreçlerin oluştuğunu incelemeye çalışmaktadırlar.
İlk olarak, bu yaklaşımların hepsi, çok farklı konularda insanların seçim yapma
yollarının ve seçim kararlarının kentsel dokuları nasıl etkileyebileceğine ilişkin
yolların ve süreçlerin olduğunu önemserler. Örneğin nerede alışveriş yapılacağı,
nerede yaşanacağı, nerede inşa edileceği ve nasıl inşa edileceği gibi.
Bu yaklaşımların her birini ayıran şey ise; seçim ve kısıtlamaya verdikleri göreceli
önem ve her birinin işleyeceğine inandıkları ayrıntılardır. 1950’ler sonrasında,
kentsel coğrafyada seçim ve kısıtlama teması baskın bir araştırma odağı olmuştur.
Pozitivist yaklaşımlar
Pozitif felsefenin geçmişi 1820'lere dayanır. Kentsel coğrafya alanını ise büyük
ölçüde 1950'lerden itibaren etkiler. Bilindiği üzere, olgucu bilim felsefesine göre,
duyu organlarımız, gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz ile bilgi elde ederiz. Dolayısıyla
sezgi, ilham ve metafizik kaynaklı bilgi doğru değildir. Yani sadece gözlemlediğimiz
ve algıladığımız şeylerin varlığını doğrulayabiliriz. Buna göre; pozitivist yaklaşımın
esası, kanunlar bulmaya yöneliktir ve bu nedenle mantıksal pozitivizm kullanılır.
Ekonomik dünyada, insanın davranışları evrensel kanunlarla belirlenebildiği gibi
benzerlikler de gösterebilir. Bu olgucu yaklaşımla, evrensel kanunların neden
olduğu gözlemlenebilir dokular ortaya konulmakta ve bunlar sayılar, istatistiki
tasvirler, istatistiksel güdümleme, hipotez testleri ve modeller kullanılarak
açıklanmaktadır. Bunun yansıması, sosyal bilimlere etkisi, esasında, bilgisayarların
artan kapasiteleri, daha karmaşık istatistiksel veri kümelerini analiz edebilme
başarısı ile olmuştur.
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 3|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
Bu modellerin ilginç bir uygulaması, Peter Mann tarafından İngiliz şehri için 1965'te
geliştirilen bir modeldir. Mann, her iki modelin (Burgess ve Hoyt) ortaya koyduğu
konsantrik halkalar ve sektörler fikirlerin bir kombinasyonunu önermiştir. Mann
modelinde, kent çekirdeğinde sanayi kaynaklı kirliliğin doğuya yayıldığını ve hakim
rüzgarların bu bölgenin yerleşim yeri olarak gelişmemesine ve küçülmesine neden
olduğunu belirler. Bu durum, konut sınıfında bir doğu-batı ayrımı yaratır. Bunlara
rağmen, kötü bir şekilde tarihlenen bu modelin avantajları ve sınırları şunlardır:
Şehir içerisinde oluşan merkez bölgeler, aslında, şehrin en son gelişimi ve büyüme
noktaları ile doğru orantılıdır. Otomobil bazlı şehirler şehre yatay bir şekilde, şehir
sakinleri, gelir seviyeleri ve ev fiyatlarına uygun olarak endüstri tesisleri, bölgesel
alışveriş merkezleri ve kenar mahalleler seklinde katmanlar oluştururlar. Bulunduğu
bölgede her alana yayılmış kent yapısı; şehrin sanayi, ticari alanlar ve konutların
birbirleri ile iç içe geçmiş bir alan haline gelmesine neden olur.
Pozitif modellerle üretilen şehirler (her iki yaklaşımda da) sıkı, düzenli ve homojen
bölgelerin modelleriydi. “Gerçeğe” çok zayıf yaklaşımları, bu modellere yönelik
eleştirilerin çoğunun kaynağı ve dayandıkları aşırı basit varsayımları yansıtır. Yani
görmezden geldikleri önemli faktörler ve motivasyonlar söz konusudur. Çoğu insan
davranışı motive olmuş özel ve öznel değerleri tanıma ve açıklamadaki
başarısızlıkları, 1970'lerde ve 1980'lerde ortaya çıkan davranışsal ve insancıl
yaklaşımlar tarafından eleştirilmiştir. Bu yaklaşımlar, insan motivasyonunun
karmaşıklığı sorusunu merkeze yerleştirirler. Ayrıca pozitivist yaklaşımlar, karar
alma sürecinin gerçekleştiği insanların içinde bulunduğu kısıtlamaların gerçekleştiği
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 4|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
karar alma süreçlerini yeterince dikkate almadıkları için eleştirildiler. Bir dizi
yapısalcı teori ve yaklaşım (1970'lerin başında) bu dengesizliği gidermeye çalıştı.
Hümanist yaklaşımlar: çok farklı bir felsefi arka plana sahiptirler. Bu yaklaşıma
göre, bilimsel anlamda coğrafya insan deneyiminin tamamını açıklayamaz.
Hümanistik coğrafya, temelde, yorumlayıcı yaklaşıma yöneliktir. Bilindiği üzere,
insan, duygu ve düşünceleri ile karmaşık bir varlıktır. İnsanların davranışlarında
derin anlamlar vardır ve bu anlamlar ortaya çıkarılmalıdır. Bireyler, gruplar, yerler
ve peyzajlar arasındaki derin, öznel ve karmaşık ilişkileri ve/veya coğrafi
görünümleri anlamaya çalıştılar. 1950’lerin ve 1960’ların bilimsel yaklaşımlarından
radikal bir sapmada insancıl yaklaşımlar, insan-çevre ilişkilerini anlamak için daha
çok beşeri bilimlerle ilişkili teknikleri gündeme getirdiler. Bu husus, çizdikleri /
geliştirdikleri kaynaklara da yansımıştır. Bunlar resimler, fotoğraflar, filmler, şiirler,
romanlar, günlükler ve biyografilerdir. Ancak bunların, kent coğrafyasına olan
etkileri sınırlı olmuştur.
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 5|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
Yapısalcı Yaklaşımlar
Yapısalcılık kavramı nedir? Açığa çıkan insan davranış kalıplarının altında yatan
nedenleri ortaya çıkarmak için tasarlanmış bir dizi ilke ve sürecin genel bir adıdır.
Yapısalcılık yani politik-ekonomi yaklaşımı, 1970’lerin başında kentsel coğrafya
alanına, ABD’de Sivil Haklar Hareketi tarafından kentsel alanların devam eden
sosyal sorunlarına cevap olarak girmiştir. Bu yaklaşım, özellikle kapitalist sistemin
dinamikleri içerisinde gözlenen sosyal sorunların altında yatan temel yapısal güçleri
ortaya çıkarmaya çalışır. Bunu yaparken şunları iddia edilmektedir:
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 6|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
borç seviyeleri gibi sorunlara karşı militan tepkilerden kaynaklandı. Fark edildi ki,
nicel, olgucu coğrafya, bu sorunları çözememişti. Niceliksel coğrafya, özellikle
eşitsizliğin üretiminde, kapitalist sistemin içsel sonuçlarını safça görmezden
gelmekle suçlandı. Yeni-Marksist coğrafya, bu sistemin bir eleştirisini geliştirdi
(Cloke ve diğerleri, 1991). Ancak yeni-Marksist kentsel bilimi/yaklaşımı, ortak bir
ideolojik pozisyondan kaynaklanmasına rağmen, düzenli ve tutarlı bir çalışma
oluşturmadı (Short, 1984:3).
The City and the Grassroots (şehir ve kökeni), adından da anlaşılacağı gibi, kendi
Marksist çerçevesinde beşeri ya da insani aktörü içeren bir sonraki girişimidir.
Castells’in bu girişimini, kentsel sosyal protesto hareketleri ve kentsel değişimdeki
etkileriyle ilgili bir dizi vaka incelemeleriyle denenmiştir. The City and the
Grassroots başlıklı kitabı, mekana damgalanmış, sorunsuz olmayan ekonomik
ilişkilerin zorunlulukları ve baskın sınıf ilişkilerinin bir tanımıydı. Aksine, mekansal
ilişkiler bu zorunlulukların karşıladığı direniş ve muhalefet kalıplarını yansıtıyordu.
Daha fazlası için ekonomi, toplum ve mekan arasındaki bu ilişkilerin daha kapsamlı
bir analizi için, tanınmış bu direnç önemliydi (bkz. Bassett ve Short, 1989:181–3).
Bilindiği üzere, kapitalizm bir üretim tarzıdır. Kentler, temel kapitalist birikim
hedeflerine uygun bir ortam sağlayarak kapitalist üretim tarzının ayrılmaz bir
parçası olarak görülür. Bu süreç, önceki yatırımlardan elde edilen karların sürekli
olarak yeniden yatırılması yoluyla sermaye değerinin arttırıldığı bir süreçtir. Bu
yayılma eğilimli dinamizmin etkisi, en fazla değişen kentsel arazi piyasasında ve
kentsel yeniden geliştirme, soylulaştırma ve yöre kentleşme gibi süreçlerde
görülebilir.
Buna göre; toplumsal sorunların temel kaynağı, bir sermaye birikim süreci olan
kapitalist üretim ilişkilerinde yatmaktadır. Kentsel eşitsizliklerin temel nedeni,
kapitalist üretim ilişkileridir. Çünkü kapitalizmde varlık ve yokluğun birlikteliği söz
konusudur. Kapitalizmin kentsel mekana yansımaları, özellikle kentsel yoksulluk,
çevre kentleşme, yerinden edilme süreci (soylulaştırma), toplu alışveriş merkezleri,
kapalı toplumlar gibi kavramlar kapsamında izlenebilir. Bütün bunlar, kenti soyut,
kar arayışlarının en yüksek boyutu çıktığı alan olarak görmekte ve değişim değerini
merkeze koymaktadır. Oysa yeni-Marksist yaklaşımda, kentin kullanım değeri ön
plana çıkarılarak yaşam mekanı olarak görülmektedir. Harvey, 2002 yılında yaptığı
bir çalışmasında, yöre-kentleşme (çevre kentleşme) konusunda şöyle ifade eder:
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 7|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
Harvey’in (1973) Social Justice and the City adlı eseri bu yaklaşımı ele alan önemli
bir çalışmasıdır. David Harvey'in bu erken dönem çalışması, çeşitli sermaye
döngülerinde aşırı-birikim krizlerinin çözümünün bir yansıması olarak kentsel
gelişmenin tarihsel döngülerini okuma girişimini temsil etti. Bu çalışma, kentsel
yeniden yapılanmayı ekonomik yapılanmanın daha geniş süreçlerine bağlayan
girişimlerin bir yaklaşımıdır. Bir yatırımın hedefi olarak, karlılığı daha geniş
ekonomik duruma bağlı yapılı çevreye odaklanır. Harvey, yatırımın ve dolayısıyla
üretime inşa edilmiş çevre, sektörde geri kazanımlara neden olmuş imalat ve emtia
üretiminde aşırı sermaye birikiminin yapılı çevrede yatırıma ve üretimine düştüğünü
tartıştı. Bu durum, arazi ve mülkü çekici bir alternatif yatırım haline getirmiştir.
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 8|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l
alanların gelişiminde etkili olmuş birçok gay grupları söz konusuydu (Lauria ve
Knopp, 1985; Knopp, 1987).
A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 9|9