You are on page 1of 9

Kentsel Coğrafyada Erken Yaklaşımlar

Yer ve konum, kentsel morfoloji ve işlevsel yaklaşım olarak üç gruba ayrılır.

Yer ve Konum Yaklaşımı

Bu yaklaşım, 20. yüzyılın başlarından itibaren yapılan çalışmalar çerçevesinde,


büyük oranda tanımlayıcı endişeleri (descriptive) aydınlatmaya yönelik bir akımdır.
Bu akım, genelde, yerleşme yeri ve konumu ile gelişiminde belirleyici faktör
olarak fiziksel özellikler ile ilgili çalışmaları içermektedir. Bu çalışmalar hem boyut
olarak hem de karmaşıklık anlamında kentler büyürken, tarihsel ve kırsal alan
çalışmaları da dahil, tüm kentsel coğrafya çalışmalarının yerini almıştır. Özgün yer
ve konum faktörleri, alt kentleşmenin ölçeği ile geçersiz kılınma eğilimindeyken,
kentsel alanların biçimsel ve işlevsel değişimleri olarak önemi büyük oranda
azalmıştır.

Kentsel Morfoloji Yaklaşımı

20. Yüzyılın ilk yarısında kentsel coğrafyanın bir başka ilgi alanı; yerleşme
alanlarının bölgesel ve mekansal tanımları ile insan-çevre arasındaki ilişkilerin
irdelenmesi üzerinedir. Bu erken coğrafya akımı; özellikle kentlerin değişim,
dönüşüm ve büyüme dokularını ya da izlerini tanımlama, yorumlama ve açıklamaya
yönelik kentsel morfolojik analiz yönteminin kavramsal temelini oluşturan bir
yaklaşımdır.

Bilindiği üzere, morfoloji ya da fizyonomi, şekil ya da biçim anlamına gelir. Bu


kavram, yerleşme alanlarının biçimsel bileşenleri olarak tanımlanabilir. Yerleşme
alanının biçimsel özellikleri ise, onun ana unsuru olan yapıların/binaların arazi ve
alan üzerindeki dağılım düzeniyle ilişkilidir. Bu kavram kentsel morfolojidir. Kentsel
biçim çalışması olarak tanımlanan bu kavram, aynı zamanda kentsel coğrafi
görünüm, yani townscape olarak nitelenebilir. Bu kavram, kısaca, kentin fiziksel
formu, alan ve binaların yerleşme alanı üzerindeki düzeni olarak tanımlanır
(Smailes, 1957:84).

Kentsel coğrafi görünüm (townscape) kavramının üç önemli bileşeni söz konusudur.


Bunlar: Cadde ve sokak sistemi veya düzeni, binaların mimari stil ve tasarımı, arazi
ve arsa kullanımı bileşenleridir. Bunlara bağlı olarak kentler, farklı gruplarda
irdelenebilir. Örneğin kentsel gruplar; lineer (çizgisel) kentler, ışınsal (radyal)
kentler, konsantrik kentler, semer biçimli kentler, yay biçimli kentler, muhtelif
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

biçimli kentler ve bunların bileşenlerinden oluşabilir. Townscape kavramı, zamanla,


öznel şehir imajı anlamı da kazanmıştır. Bu nedenle, son çalışmalar daha çok,
kentsel alanların biçim ve tasarımında mimar, plancı ve yöneticilerin rolü üzerinedir.

Bu yaklaşım, kentsel coğrafyanın önemli bir kökenidir. Özellikle kentsel alanların


büyüme evrelerinin incelenmesi yoluyla kentsel gelişmeyi ve kenti anlamaya çalışan
tanımlayıcı bir yaklaşımdır. Binalardan ve bina arsalarının büyüklüğünden elde
edilen bulguları kullanarak, kentsel alanları büyüme evrelerine göre sınıflandırma
eğilimindedir. Bu morfolojik yaklaşım, özellikle 1950-1960'larda bazı ağır eleştiriler
almış olsa da 1980’lerde yapılan etkili bilimsel yaklaşımlarla sosyal bilimlere ve
alana önemli bir geri dönüş yapmıştır. Bugünkü çalışmalar, kentsel alanların
tasarımı ve biçiminin üretiminde mimarların, planlamacıların ve diğer kentsel
yöneticilerin üstlendikleri roller üzerine odaklanmıştır (Whitehand ve Larkham,
1992).

Kentsel İşlevsel Yaklaşım

Yerleşme alanlarına işlevsel yaklaşımın bilinen iki yönü vardır. İlki, kentin çevresi
için merkezi yer olarak rolü, yani kentin çevresiyle işlevsel etkileşim yönüdür.
İşlevsel yaklaşımın bu yönü, özellikle kentlerarası ölçekte, incelemeye konu kentin
bölgesel doku araştırmaları kapsamında ulaşım sistemlerinin önemi üzerine
odaklanmıştır. Ancak arazi ekonomistlerin detaylı çalışmalarıyla birlikte, bu
yaklaşımın ilgi alanının çevresel faktörlerden yer ekonomilerine doğru kaydığı
söylenebilir. Bu ekonomik analiz, bilindiği üzere merkezi yerler kuramı ile daha da
etkinleştirilmiştir. Ayrıca, kentlerarası ölçekte, kentsel ekoloji üzerindeki çalışma
çevreden beşeri davranışa doğru yönelmiş ve kentsel coğrafyaya sosyal bir boyut
kazandırmıştır. İşlevsel yaklaşımın ikinci yönünde ise; kent içi işlevsel alanların
belirlenmesi ve bu işlevsel alanların dağılışının nedenleriyle birlikte ortaya
konulması hedeflenmiştir.

Kentsel Coğrafyada Modern Yaklaşımlar

Erken yaklaşımlar, öncelikle 20. Yüzyılın ilk yarısında, kentsel coğrafyanın başlangıç
döneminde yapılan araştırma yöntemleriyle ilgilidir. Bu yaklaşımlar, günümüze
kadar ulaşan morfolojik analiz çalışmaları hariç, daha çok çevreci deterministik ve
bölgesel bakış açısı ile ele alınmıştır. Ancak özellikle 1950’ler sonrası dönemde,
kentsel coğrafya yaklaşımlarında önemli epistemolojik gelişmeler olmuş ve ilgi alanı
alan kullanımıyla ilgili konular üzerine yoğunlaşmıştır. Kentsel coğrafya alanına,
daha büyük bir çeşitlilik ve olgunluk sunan modern yaklaşımlar (pozitivist
yaklaşımlar, davranışsal ve insancıl yaklaşımlar, yapısal yaklaşımlar) hakim olmaya
başlamıştır. Bu modern yaklaşımların temel özellikleri ana hatlarıyla şöyle
özetlenebilir.

 Belirgin farklılıklarına rağmen, ana hatları verilen modeller bazı benzerlikler şunu
göstermektedir: Genelde, temel olarak, hepsi de, insan eylemini kısıtlayan daha

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 2|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

geniş sosyal süreçler ile insanın tercihi ve eylemi birleşiminin sonucu hangi
kentsel dokuların ve süreçlerin oluştuğunu incelemeye çalışmaktadırlar.

Hall’a (2006:23) göre, bu yaklaşımların hepsi üç şeyi keşfetmeyi amaçlamıştır:

 İlk olarak, bu yaklaşımların hepsi, çok farklı konularda insanların seçim yapma
yollarının ve seçim kararlarının kentsel dokuları nasıl etkileyebileceğine ilişkin
yolların ve süreçlerin olduğunu önemserler. Örneğin nerede alışveriş yapılacağı,
nerede yaşanacağı, nerede inşa edileceği ve nasıl inşa edileceği gibi.

 İkincisi, hepsi, insanların tercih yapma yollarını etkileyecek kısıtlamaları ve söz


konusu kısıtlamaların kentleşmeyi etkileyecek yönlerini araştırmışlardır.

 Son olarak, seçim ve kısıtlama arasındaki ilişkinin sonuçlarını değerlendirirler. Bu


çerçevede, ilişkinin baskın tarafı yanı sıra, tercih ve kısıtlama kombinasyonunun
sonucu olarak kentsel gelişmenin yönlerini araştırmışlardır.

Bu yaklaşımların her birini ayıran şey ise; seçim ve kısıtlamaya verdikleri göreceli
önem ve her birinin işleyeceğine inandıkları ayrıntılardır. 1950’ler sonrasında,
kentsel coğrafyada seçim ve kısıtlama teması baskın bir araştırma odağı olmuştur.

Pozitivist yaklaşımlar

Pozitif felsefenin geçmişi 1820'lere dayanır. Kentsel coğrafya alanını ise büyük
ölçüde 1950'lerden itibaren etkiler. Bilindiği üzere, olgucu bilim felsefesine göre,
duyu organlarımız, gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz ile bilgi elde ederiz. Dolayısıyla
sezgi, ilham ve metafizik kaynaklı bilgi doğru değildir. Yani sadece gözlemlediğimiz
ve algıladığımız şeylerin varlığını doğrulayabiliriz. Buna göre; pozitivist yaklaşımın
esası, kanunlar bulmaya yöneliktir ve bu nedenle mantıksal pozitivizm kullanılır.
Ekonomik dünyada, insanın davranışları evrensel kanunlarla belirlenebildiği gibi
benzerlikler de gösterebilir. Bu olgucu yaklaşımla, evrensel kanunların neden
olduğu gözlemlenebilir dokular ortaya konulmakta ve bunlar sayılar, istatistiki
tasvirler, istatistiksel güdümleme, hipotez testleri ve modeller kullanılarak
açıklanmaktadır. Bunun yansıması, sosyal bilimlere etkisi, esasında, bilgisayarların
artan kapasiteleri, daha karmaşık istatistiksel veri kümelerini analiz edebilme
başarısı ile olmuştur.

Buna göre, pozitif felsefe; insan davranışlarının evrensel yasalarla belirlendiği ve


temel olarak düzenlilik gösterdiği inancına dayanır. Olgucu yaklaşımların amacı;
evrensel yasaları ortaya çıkarmak olduğu kadar, gözlemlenebilir coğrafi modeller
üretmenin yollarını da geliştirmektir. Bu amaç doğrultusunda, pozitif yaklaşımları iki
türe ayrılabiliriz: ekolojik yaklaşımlar ve neo-klasik yaklaşımlar.

Ekolojik yaklaşımlar: İnsan davranışlarının ekolojik ilkelerle belirlendiğini, yani


genellikle gelirleri açısından en güçlü olan grupların belirli bir alanda en avantajlı
konumu elde ettikleri ve en iyi yerleşim yerini tercih ettikleri inancına dayanır. Bu
kentsel coğrafya okulu 1920'lerden Chicago Sosyoloji Okulu'na kadar uzanır ve
katkılar arasında Burgess'in eşmerkezli bölge modeli ve Hoyt'un sektör modeli yer
alır. Bu ekolojik yaklaşım, bilgisayarların artan karmaşıklığı ile üretilen modellere

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 3|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

dayanarak 1960'larda geliştirilen bir modern yaklaşımdır. Buna rağmen, 1970’lerde,


şehirlerde artan sorunlar hakkında daha açıklayıcı ve detaylı bilgiler sunamadıkları
için eleştirilirler. Dolayısıyla, yerini diğer yaklaşımlar almaya başlar (Ley, 1983).

Bu modellerin ilginç bir uygulaması, Peter Mann tarafından İngiliz şehri için 1965'te
geliştirilen bir modeldir. Mann, her iki modelin (Burgess ve Hoyt) ortaya koyduğu
konsantrik halkalar ve sektörler fikirlerin bir kombinasyonunu önermiştir. Mann
modelinde, kent çekirdeğinde sanayi kaynaklı kirliliğin doğuya yayıldığını ve hakim
rüzgarların bu bölgenin yerleşim yeri olarak gelişmemesine ve küçülmesine neden
olduğunu belirler. Bu durum, konut sınıfında bir doğu-batı ayrımı yaratır. Bunlara
rağmen, kötü bir şekilde tarihlenen bu modelin avantajları ve sınırları şunlardır:

 Fiziksel manzarayı dikkate almıyor, çürüyen eski sanayi merkezlerinin yenilenmesi


ile bugün gündeme gelen yeniden kentleşmenin gelişimini öngörmüyor, ancak

 Banliyölerde meclis binası (kamusal yapı) rolünü üstlenir, çevresel faktörlerin


etkisini not eder, Birleşik Krallık'a özgü bir model geliştirilir.

Şehir içerisinde oluşan merkez bölgeler, aslında, şehrin en son gelişimi ve büyüme
noktaları ile doğru orantılıdır. Otomobil bazlı şehirler şehre yatay bir şekilde, şehir
sakinleri, gelir seviyeleri ve ev fiyatlarına uygun olarak endüstri tesisleri, bölgesel
alışveriş merkezleri ve kenar mahalleler seklinde katmanlar oluştururlar. Bulunduğu
bölgede her alana yayılmış kent yapısı; şehrin sanayi, ticari alanlar ve konutların
birbirleri ile iç içe geçmiş bir alan haline gelmesine neden olur.

Mann ayrıca konut sunumunda yerel otoritelerin eylemlerini araştırır ve olumsuz


endüstriyel dışsallıkların şehir yerleşim yeri üzerindeki etkilerini belirlemeye çalışır.
Ancak diğer çalışmalar gibi, artan kentsel sorunlara çözüm üretememesi nedeniyle,
1970’lerden sonra diğer yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Neo-klasik yaklaşımlar: ekolojik ilkelerle belirlenen insanın davranışlarının bir şey


tarafından motive edildiğini ve aynı zamanda davranışların tahmin edilebilir olduğu
inancına dayanır. Neo-klasikçilere göre, bu itici güç rasyonelliktir, yani bu
yaklaşımın esası akılcılıktır. Bilindiği üzere, ekonomik insan (homo econimicus),
para ve zaman bakımından, maliyeti en aza karı ise en yüksek düzeye çıkarmak için
çalışır. Bu nedenle, rasyonellikle; her kararın maliyetleri en aza indirme amacı ve
faydaları en üst düzeye çıkarmak amacıyla birlikte alındığını savundular. Neo-
klasikçiler bu tip davranışı, fayda maksimizasyonu olarak adlandırmışlardır.
Planlama alanında bu yaklaşımda etkili olmuş iki model Merkezi Yerler Kuramı ve
Thünen Modelidir.

Pozitif modellerle üretilen şehirler (her iki yaklaşımda da) sıkı, düzenli ve homojen
bölgelerin modelleriydi. “Gerçeğe” çok zayıf yaklaşımları, bu modellere yönelik
eleştirilerin çoğunun kaynağı ve dayandıkları aşırı basit varsayımları yansıtır. Yani
görmezden geldikleri önemli faktörler ve motivasyonlar söz konusudur. Çoğu insan
davranışı motive olmuş özel ve öznel değerleri tanıma ve açıklamadaki
başarısızlıkları, 1970'lerde ve 1980'lerde ortaya çıkan davranışsal ve insancıl
yaklaşımlar tarafından eleştirilmiştir. Bu yaklaşımlar, insan motivasyonunun
karmaşıklığı sorusunu merkeze yerleştirirler. Ayrıca pozitivist yaklaşımlar, karar
alma sürecinin gerçekleştiği insanların içinde bulunduğu kısıtlamaların gerçekleştiği

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 4|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

karar alma süreçlerini yeterince dikkate almadıkları için eleştirildiler. Bir dizi
yapısalcı teori ve yaklaşım (1970'lerin başında) bu dengesizliği gidermeye çalıştı.

Davranışsal ve insancıl yaklaşımlar

Davranışsal ve insancıl yaklaşımların her ikisi de pozitivist (olgucu) yaklaşımların


başarısızlıklarının eleştirisi sonucu gelişmiştir. Bu yaklaşımların merkezini, insanların
inançlarında ve çevrelerini anlamlandırma yollarında birleşme görüşü bulunur.
Ancak, bu konuda gittikleri yollar önemli düzeyde farklılıklar göstermektedir.

Davranışsal yaklaşımlar: pozitivist yaklaşımların bir uzantısı olarak kabul edilebilir.


Bu yaklaşımda coğrafyacılar, genel olarak, pozitivist yaklaşımın dar beşeri davranış
anlayışını genişletmeye çalıştılar ve beşeri davranışın temelini oluşturan değerleri,
hedefleri ve motivasyonları daha da zenginleştirmeyi amaçladılar. Ancak, buna
rağmen, insan/beşeri davranışlarda yasa-benzeri genellemeleri ortaya çıkarmakla
ilgilendiler. Davranış biçimlerini incelemeye çalışan bu yaklaşımlar, çevrenin öznel
bilgisinden etkilenir. Bu bağlamda, kentsel çevrede insanların faaliyetleri, karar
verme süreci ve çevrelerine verdikleri anlamları üzerinde yoğunlaşırlar.

Diğer bir ifadeyle, davranışsal yaklaşımlarda, genel itibariyle, insan davranışlarında


değer yargıları, amaçlar ve güdülerin önemine vurgu yapılmaktadır. Bilindiği üzere,
kentsel alanlarda yürütülen faaliyetler ve arazi kullanımı, bilgi eksikliği içinde alınan
kararların sonucudur. Ancak, yukarıda ifade edildiği üzere, bu yaklaşım da bu tür
davranışlarda yasa-benzeri genellemelerin ortaya çıkarılması ile ilgilenilir. Bu
nedenle, pozitivist yaklaşımın bir uzantısı olarak kabul etmek mümkündür.

Hümanist yaklaşımlar: çok farklı bir felsefi arka plana sahiptirler. Bu yaklaşıma
göre, bilimsel anlamda coğrafya insan deneyiminin tamamını açıklayamaz.
Hümanistik coğrafya, temelde, yorumlayıcı yaklaşıma yöneliktir. Bilindiği üzere,
insan, duygu ve düşünceleri ile karmaşık bir varlıktır. İnsanların davranışlarında
derin anlamlar vardır ve bu anlamlar ortaya çıkarılmalıdır. Bireyler, gruplar, yerler
ve peyzajlar arasındaki derin, öznel ve karmaşık ilişkileri ve/veya coğrafi
görünümleri anlamaya çalıştılar. 1950’lerin ve 1960’ların bilimsel yaklaşımlarından
radikal bir sapmada insancıl yaklaşımlar, insan-çevre ilişkilerini anlamak için daha
çok beşeri bilimlerle ilişkili teknikleri gündeme getirdiler. Bu husus, çizdikleri /
geliştirdikleri kaynaklara da yansımıştır. Bunlar resimler, fotoğraflar, filmler, şiirler,
romanlar, günlükler ve biyografilerdir. Ancak bunların, kent coğrafyasına olan
etkileri sınırlı olmuştur.

Bu yaklaşımda yürütülen çoğu bilimsel çalışma, kırsal ve/veya endüstri öncesi


toplumlarla ilgili olarak gerçekleştirilmiştir. Kentsel coğrafyada geliştirilen
hümanizm, esas olarak, modern şehirlerin monoton ve ruhsuz manzaralarının
eleştirisiydi. Bu anlamda, hümanistik perspektifin geliştirilmiş en iyi uygulaması
Edward Relph’in Yer ve Yersizlik çalışmasıdır (1976). Kısacası, tanımsal kent
modelleri yerine, insan ve çevre arasındaki ilişkide yorumlayıcı anlayışa daha fazla
önem verir.

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 5|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

Bu yaklaşımların ikisi de, farklılıklarına rağmen, kentsel formun tanımlayıcı


modellerinin üretimi ile daha az ve insanlar ve çevreleri arasındaki ilişkiye
yorumlayıcı iç görülerin üretimiyle daha fazla ilgiliydi. Ancak, kendi yaklaşımları
içindeki sınırlamalar ile birlikte insanın karar verme ve davranışında etkili rol
oynayan sınırlandırmaları dikkate almadığından tekrar başarısızlığa uğramışlardır.

Yapısalcı Yaklaşımlar

Yapısalcılık kavramı nedir? Açığa çıkan insan davranış kalıplarının altında yatan
nedenleri ortaya çıkarmak için tasarlanmış bir dizi ilke ve sürecin genel bir adıdır.
Yapısalcılık yani politik-ekonomi yaklaşımı, 1970’lerin başında kentsel coğrafya
alanına, ABD’de Sivil Haklar Hareketi tarafından kentsel alanların devam eden
sosyal sorunlarına cevap olarak girmiştir. Bu yaklaşım, özellikle kapitalist sistemin
dinamikleri içerisinde gözlenen sosyal sorunların altında yatan temel yapısal güçleri
ortaya çıkarmaya çalışır. Bunu yaparken şunları iddia edilmektedir:

 Kapitalist toplum, sosyo-ekonomik gruplar arasındaki kaynakların dağıtımı


üzerindeki çatışmalarla karakterize edilmektedir. Önemli bir kaynak, çoğu
çoğulculuğu manipüle edebilen seçkinler tarafından tutulan güçtür.

 Kantitatif mekansal analiz kalıplarını tanımladığından, ancak altta yatan nedenleri


açıklayamadığından, bu analize dayanan herhangi bir öneri veya politika,
statükoyu destekleyecek ve ilerici sosyal değişime yol açamayacaktır.

Genel olarak sosyal bilimlerde ve özelde kentsel coğrafyadaki yapısalcı yaklaşımlar,


sosyal ilişkiler ve mekansal ilişkiler, üretimin baskın modu olarak kapitalizmin
zorunluluklarından ya bir yönde etkilenmiş ya da belirlenmiş mahkumiyetleriyle
tanımlanabilir. Bu ilişkiler içinde insan eyleminin rolünü yeterince açıklama ve
tanımlamada başarısız böyle bir analizin eleştirilerine yol açtı. Yapısalcı yaklaşımlar,
ekonomik yapıların sadece pasif kopyaları olarak insanları tedavi etmekle suçlandı.
Yapısalcı kentsel coğrafyada etkili gelişmesinde, ‘indirgemeci’ kritiklerin üstesinden
gelmek amacıyla ‘yapısal' ve 'insan' boyutları ilişkilendirme girişimini dahil etti.

Kentsel coğrafyada yapısal analiz, öncelikle Karl Marx'ın çalışmalarına dayandırılır.


Marksist veya politik ekonomi yaklaşımına göre; her toplum bir üretim tarzı
üzerinde kuruludur ve tarih boyunca farklı üretim tarzları ortaya çıkmıştır. Genel
olarak bu üretim tarzları; toplumun üretken faaliyetlerinin düzenlendiği, maddi
ihtiyaçlarının karşılandığı, sosyo-ekonomik yapısının yeniden üretildiği bir dizi
kurumsal uygulama içerir. Bu üretim tarzına bağlı olarak da ekonomik ve sosyal
üstyapı arasında belirli bir yapısal ilişkiler karakterize edilmektedir. Ekonomik
temeldeki değişim, sosyal üstyapıyı belirlemekte ve kontrol etmektedir. Marksist
bilimin farklı okulları arasında ve zaman içinde, genel hatlarıyla, bu ilişkilerin çeşitli
yolları yorumlanmıştır.

Genel olarak sosyal bilimler üzerindeki yeni-Marksist etki, 1960'ların sonlarına


doğru görülür. O anda, acil sosyal sorunların üstesinden gelmeye ve bu sorunları
çözmeye yardımcı/yararlı olmak için coğrafyaya genel bir çağrı vardı. Bu çağrı,
Vietnam Savaşı, kentsel yoksulluk, ırksal eşitsizlik ve gelişen ülkeler arasında artan

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 6|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

borç seviyeleri gibi sorunlara karşı militan tepkilerden kaynaklandı. Fark edildi ki,
nicel, olgucu coğrafya, bu sorunları çözememişti. Niceliksel coğrafya, özellikle
eşitsizliğin üretiminde, kapitalist sistemin içsel sonuçlarını safça görmezden
gelmekle suçlandı. Yeni-Marksist coğrafya, bu sistemin bir eleştirisini geliştirdi
(Cloke ve diğerleri, 1991). Ancak yeni-Marksist kentsel bilimi/yaklaşımı, ortak bir
ideolojik pozisyondan kaynaklanmasına rağmen, düzenli ve tutarlı bir çalışma
oluşturmadı (Short, 1984:3).

Yeni-Marksist kentsel coğrafyada en etkili figürler, Manuel Castells ve David Harvey


olarak gösterilir. Manuel Castells’in en etkili iki kitabı vardır ve bunlar: The Urban
Question: Bir Marksist Yaklaşım (1977) ile The City And The Grassroots (1983)
çalışmalarıdır. Bu kitapların her ikisi de ekonomik ve sosyal yapılar ile mekansal
yapılar arasındaki ilişkilerle ilgilidir. The Urban Question kitabı, bu ilişkilerin çok
soyut ve kuramsal bir okumasını sağlarken, Castells'in eleştirmenleri tarafından
sıklıkla kınanmıştır (Bassett ve Short, 1989:183). Castells, kentsel krizlerin bir
düzenleyicisi olarak özellikle devletin rolü ile ilgilendi. Bu krizlerin, eski bir Marksist
geleneğin ardından, kapitalist üretim tarzının içkin çelişkilerinden türetildiğini
tartışır.

The City and the Grassroots (şehir ve kökeni), adından da anlaşılacağı gibi, kendi
Marksist çerçevesinde beşeri ya da insani aktörü içeren bir sonraki girişimidir.
Castells’in bu girişimini, kentsel sosyal protesto hareketleri ve kentsel değişimdeki
etkileriyle ilgili bir dizi vaka incelemeleriyle denenmiştir. The City and the
Grassroots başlıklı kitabı, mekana damgalanmış, sorunsuz olmayan ekonomik
ilişkilerin zorunlulukları ve baskın sınıf ilişkilerinin bir tanımıydı. Aksine, mekansal
ilişkiler bu zorunlulukların karşıladığı direniş ve muhalefet kalıplarını yansıtıyordu.
Daha fazlası için ekonomi, toplum ve mekan arasındaki bu ilişkilerin daha kapsamlı
bir analizi için, tanınmış bu direnç önemliydi (bkz. Bassett ve Short, 1989:181–3).

Bilindiği üzere, kapitalizm bir üretim tarzıdır. Kentler, temel kapitalist birikim
hedeflerine uygun bir ortam sağlayarak kapitalist üretim tarzının ayrılmaz bir
parçası olarak görülür. Bu süreç, önceki yatırımlardan elde edilen karların sürekli
olarak yeniden yatırılması yoluyla sermaye değerinin arttırıldığı bir süreçtir. Bu
yayılma eğilimli dinamizmin etkisi, en fazla değişen kentsel arazi piyasasında ve
kentsel yeniden geliştirme, soylulaştırma ve yöre kentleşme gibi süreçlerde
görülebilir.

Buna göre; toplumsal sorunların temel kaynağı, bir sermaye birikim süreci olan
kapitalist üretim ilişkilerinde yatmaktadır. Kentsel eşitsizliklerin temel nedeni,
kapitalist üretim ilişkileridir. Çünkü kapitalizmde varlık ve yokluğun birlikteliği söz
konusudur. Kapitalizmin kentsel mekana yansımaları, özellikle kentsel yoksulluk,
çevre kentleşme, yerinden edilme süreci (soylulaştırma), toplu alışveriş merkezleri,
kapalı toplumlar gibi kavramlar kapsamında izlenebilir. Bütün bunlar, kenti soyut,
kar arayışlarının en yüksek boyutu çıktığı alan olarak görmekte ve değişim değerini
merkeze koymaktadır. Oysa yeni-Marksist yaklaşımda, kentin kullanım değeri ön
plana çıkarılarak yaşam mekanı olarak görülmektedir. Harvey, 2002 yılında yaptığı
bir çalışmasında, yöre-kentleşme (çevre kentleşme) konusunda şöyle ifade eder:

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 7|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

Yöre kentleşme etkin olarak üretilmektedir, çünkü ürünlere talebin sürmesini


sağlar ve sermaye birikimini kolaylaştırır. Kapitalizm farklı beyaz yakalılar
üretmiştir. Bunlar rekabetçi ve iyelikçi bireycilik (mülkiyete dayalı) dünya
görüşüne sahiptirler. Bu grubun üyeleri, yöre-kentsel olarak adlandırılacak bir
tüketim biçiminin üretimi için özellikle uygundurlar (Harvey, 2002:)

Harvey’in (1973) Social Justice and the City adlı eseri bu yaklaşımı ele alan önemli
bir çalışmasıdır. David Harvey'in bu erken dönem çalışması, çeşitli sermaye
döngülerinde aşırı-birikim krizlerinin çözümünün bir yansıması olarak kentsel
gelişmenin tarihsel döngülerini okuma girişimini temsil etti. Bu çalışma, kentsel
yeniden yapılanmayı ekonomik yapılanmanın daha geniş süreçlerine bağlayan
girişimlerin bir yaklaşımıdır. Bir yatırımın hedefi olarak, karlılığı daha geniş
ekonomik duruma bağlı yapılı çevreye odaklanır. Harvey, yatırımın ve dolayısıyla
üretime inşa edilmiş çevre, sektörde geri kazanımlara neden olmuş imalat ve emtia
üretiminde aşırı sermaye birikiminin yapılı çevrede yatırıma ve üretimine düştüğünü
tartıştı. Bu durum, arazi ve mülkü çekici bir alternatif yatırım haline getirmiştir.

Bunu kolaylaştıracak bir çerçevenin mevcut olması şartıyla, bu koşullar sermayenin


birinci döngüden ikinci döngüsüne geçmesine neden olmuştu. Ancak bu sermaye
değişimi ve kentsel büyüme modelleri döngüsel bir biçim almaya eğilimlidir. İkincil
devreye yatırım, yatırım getirimlerinin düşmesine neden olarak, sonunda bu
sektörde aşırı-birikimine yol açmaya yönlenecektir. Bunun sonucu, sermayenin
değişeceği birincil sektöre geri dönüş yaşanacak veya ikincil döngüdeki daha karlı
yatırım fırsatlarını aranacaktır. Bu hareketler daha yeni gelişmelerde bulunabilir.
Sermayenin bu değişimi, başka yerlerde daha karlı fırsatlara doğru sermaye
hareketinin ardından terk edilen yapılı çevrede tezahür eder. Harvey tarafından
uygulanan Marksist ekonomi teorisi, yapılı çevreyi kapitalist kentte istikrarsız aşırı-
birikim krizinin çözümü ve geçici bir yeri olarak görür (Savage ve Warde 1993:46–
7). Harvey’in gözlemlerini desteklemek için kullanılmış örnekler olarak 1970’lerde
ve 1980’lerde savaş sonrası ABD banliyölerinin büyümesinde ve İngiltere'de ofis
patlamaları gösterilebilir.

Ancak, bu yaklaşımın sınırlamaları vardır. Savage ve Warde (1993:48–50),


Harvey’in kentsel coğrafyaya katkısının bir incelemesinde bu sınırlamaların bir
kısmını özetler. Harvey'nin hem yapılı çevre hem de sosyal mücadele hesabı
parçalıdır. Bir dizi önemli boyutları atlar. Harvey, konum değişikliğini içeren ikincil
döngüde sermaye değişimini önerir. Bu gerçekte böyle değildir. O, mülkün
değişimini göz ardı eder, örneğin fabrikaların alışveriş yerlerine dönüştürülmesi gibi.
Sermaye aslında konumu değiştiremeyebilir, ancak bu değişimlerin kesinlikle bazı
sosyal sonuçları olmayacağı anlamına gelmez. Fabrikalardan işten çıkarılan işçilerin,
muhtemelen lüks alışveriş salonlarında ve şarap barlarında çalışması beklenmez.
Yapsalar bile, daha önceki işlerinde aldıkları ödüllerle eşleşme olasılığı düşüktür.
Harvey’in sosyal mücadele hesabı, genelde, bir sınıf çizgisinde örgütlenen
mücadelenin kavramsallaştırılmasına bağlıdır. Teorik olarak kusurlu olmasa da, bu
en azından sınırlıdır. Harvey, sınıf dışındaki durumlara göre grupları pek hesaba
katmaz. Kentsel yeniden yapılanma süreci üzerinde önemli etkiye sahip, cinsiyet,
etnik köken ve cinselliğe dayalı birçok grup vakaları vardır. Örneğin, Manchester,
New York, Minneapolis, San Francisco ve diğer ABD şehirlerinde, merkezi iç

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 8|9
K e n t s e l C o ğ r a f y a |Z i y a G e n ç e l

alanların gelişiminde etkili olmuş birçok gay grupları söz konusuydu (Lauria ve
Knopp, 1985; Knopp, 1987).

Belki de bu yaklaşımın en ciddi sınırlaması, önemli ve geniş kapsamlı araştırma


programlarını sürdürmeyi başaramamış olmasıdır. Harvey'in kendi çalışmalarını
desteklemek için birkaç ayrıntılı örnek vardır ve bu boşluğu doldurmak için çok az
kişi devreye girmişti (Savage ve Warde 1993:48). Harvey’in fikirleri akademik
çevrede yeteri kadar tartışma yaratırken, bunların çoğu soyut ve çok azı kentsel
yeniden yapılanma örneklerinin somut keşiflerine dayanır. Örneğin, kuramsal olarak
Harvey’in sermaye değişiminin nedenlerini ve sonuçlarını ayırt etmedeki
başarısızlığıyla ilgili bazı sorular kalır (Bassett ve Short 1989:183–6; Savage ve
Warde 1993:45–50).

A Ü Ş e h i r v e B ö l g e P l a n l a m a B ö l ü m ü - 9|9

You might also like