Professional Documents
Culture Documents
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Yazarlar
Prof.Dr. Rıza FİLİZOK (Ünite 1, 8)
Prof.Dr. Veli Doğan GÜNAY (Ünite 2)
Prof.Dr. Ece KORKUT (Ünite 3)
Prof.Dr. Ayla GÖKMEN (Ünite 4)
Doç.Dr. Mustafa ÖZSARI (Ünite 5)
Prof.Dr. Ayşe EZİLER KIRAN (Ünite 6)
Prof.Dr. Kubilay AKTULUM (Ünite 7)
Editörler
Prof.Dr. Rıza FİLİZOK (Ünite 1, 2, 3, 4)
Dr.Öğr.Üyesi Eylem SALTIK (Ünite 5, 6, 7, 8)
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Öğretim Tasarımcısı
Prof.Dr. Cemil Ulukan
Kapak Düzeni
Prof.Dr. Halit Turgay Ünalan
Eleştiri Kuramları
E-ISBN
978-975-06-2934-1
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................... viii
Özsunum........................................................................................................................ 35
Etkileyim........................................................................................................................ 36
Uslamlama...................................................................................................................... 36
Metindeki Farklı Kanıtlama Türleri............................................................................ 36
Düşünme Düzeninin Bilimi........................................................................................ 38
Tümdengelim ve Tasım................................................................................................ 39
Tümevarım ve Genelleştirme....................................................................................... 39
Özet ................................................................................................................................ 40
Kendimizi Sınayalım .................................................................................................... 42
Okuma Parçası .............................................................................................................. 43
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ......................................................................... 43
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................. 44
Yararlanılan Kaynaklar................................................................................................. 45
Önsöz
Sevgili öğrenciler,
Düşünce tarihi boyunca insanlar, doğa olayları üzerinde olduğu kadar kendi yarattık-
ları sanat eserleri üzerinde de düşünmüşler ve sanatın, güzelliğin, yararlının ne olduğu
konusunda fikirler üreterek bunlar üzerinde tartışmışlardır. Eleştiri tarihi, bu konularda
ileri sürülen değişik görüşlerin tarihidir.
Tarih boyunca sanat nedir, güzellik nedir, yararlı olan nedir sorularına verilen cevap-
lar, düşüncenin, zamanın, mekanın ve algıların değişmesiyle çeşitlenmiş, farklı eleştiri
anlayışları doğmuştur. Bu kitabın amacı, bütün eleştiri akımlarının tam bir tablosunu çiz-
mek değildir, okuyuculara başlıca eleştiri kuramları hakkında derli toplu bir fikir vermek
ve onların eleştirel yaklaşımların zaman ve mekan içinde nasıl ve niçin değiştiğini kavra-
malarını sağlamaktır.
Eleştiri tarihi üzerinde bugüne kadar yapılan çalışmalar, eleştiri anlayışları ile zaman,
mekan, sanat tarihi, düşünce tarihi, siyasî tarih, uygarlık tarihi arasında sıkı ilişkiler oldu-
ğunu göstermiştir. Bu kitapta ele alınan başlıca eleştiri akımları, okuyuculara bu konular-
da derli toplu bir fikir verecektir.
Giriş ünitesinde Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi konusu kısaca ele alınmış, ilkçağ filo-
zoflarının bu konulardaki fikirleri üzerinde durulmuştur. Sözbilim ve Yazın İncelemeleri
ünitesinde tarih boyunca etkili olan sözbilim (rhétorique) kuralları tanıtılmıştır. Üçüncü
ünitede İzlekçi (tematik) Eleştiri Kuramı, dördüncü ünitede Ruhçözümleyici Eleştiri Ku-
ramı açıklanmıştır. Beşinci ünitede Sosyolojik Eleştiri Kuramı, altıncı ünitede Yazınsal
Göstergebilim yöntemleri ele alınmıştır. Yedinci ünitede Metinlerarasılık Kuramı, seki-
zinci ünitede Bilimsel Eleştiri ve İzlenimci Eleştiri Kuramları hakkında bilgi verilmiştir.
XX. yüzyılda özellikle iki dünya savaşı arasında eleştiri dünyası büyük bir kriz içine
girmiş, bunun sonucunda bu yüzyılda pek çok eleştiri akımı doğmuştur. XX. yüzyılda
doğan bütün eleştiri akımlarının bir özetini vermek bu kitabın amacını aşacağından baş-
lıca eğilimlere yer vermekle yetinilmiştir. Ünitelerde anılan kaynaklar çizdiğimiz tabloyu
tamamlamakta okuyuculara yardımcı olabilecektir.
Okuyucular, ünite yazarlarının kısmen farklı terimler kullandıklarını göreceklerdir.
Bu, şüphesiz ki kitabın bütünlüğünü kısmen de olsa etkileyen bir olgudur. Ancak bu olgu,
bizim görüşümüze göre, bu kitabın yazarlarının üstesinden gelemeyeceği ve onları aşan
bir toplumsal sorunun kitaba yansımasından başka bir şey değildir: Türk edebiyatı araş-
tırmalarında ve eleştiri eserlerinde yüz yılı aşkın bir zamandır iki farklı terim anlayışıyla
karşı karşıyayız. Özellikle son elli yıldır iki farklı dil ve terim anlayışına dayanan pek çok
eleştiri eseri yazılmış, bunun sonucunda iki farklı anlatım tarzı doğmuştur. Eğitim amaçlı
bu çalışmada hangi tutumun doğru olduğunu tartışmak boşunadır. Edebiyat ve eleştiri
konularına ilgi duyan Türk okuyucuları, elli yıldır, bu karışıklık içinde her iki tarafın ya-
zılarını da okumaya ve anlamaya çalışarak bilgilerini genişletme çabası içinde olmuştur.
Biz bu kitapta dil birliğini sağlamış olsaydık bile amaca ulaşmış olmayacaktık: Çünkü,
öğrencilerimiz, kitapta önerilen kaynaklara ulaştığı zaman ülkemizin bu dil gerçeğiyle za-
ten karşı karşıya kalacaklardı. Bu karşılaşmayı geciktirmenin eğitsel bir yararı yoktur. Bu
olgunun sakıncalarını en aza indirmek için kitabın sonunda yer alan “sözlük” bölümünde
terim farklılıklarını giderecek açıklamalar yaptık. Temennimiz, Türk aydınlarının yakın
zamanda bilimsel bir anlayışta birleşmeleri ve Türk düşünce hayatının önündeki bu en bü-
Önsöz ix
yük engeli aşmaları ve okuyucuları dil engelinden kurtararak onların doğrudan doğruya
fikirler ve düşüncelerle karşılaşmalarını sağlamalarıdır. Bu kitabın ünite yazarlarının bu
çalışma çerçevesinde bir araya gelmiş bulunmalarını terim konusundaki ikiliğin ortadan
kalkması için atılmış önemli ve anlamlı bir adım olarak düşünüyoruz. Bu bir araya geliş,
en azından karşılıklı bir hoşgörünün de müstesna bir örneği olmuştur. Böyle bir deneme,
inanıyoruz ki biz aydınların konu üzerinde tekrar düşünmemizi sağlayacak ve ikinci bir
adımda bu konularda çalışanları özlenen birliğe yahut uzlaşmaya ulaştıracaktır.
Bu kitabın ünite yazarlarının bir araya gelmesinde sayın Prof. Dr. V. Doğan Günay’ın
büyük çabaları ve katkıları olmuştur. Kitabın özgün bir nitelik kazanmasında onun ve
ünite yazarlarımızın payı büyüktür. Bu yardımından dolayı kendilerine çok teşekkür ede-
riz. Yazıların tümünü değerlendirmede sayın Prof. Dr. Ece Korkut’a özellikle çok teşekkür
ediyoruz: Her yazıyla ayrı ayrı ilgilendi, kendisine düzeltmeler için verebildiğimiz çok sı-
nırlı zaman içinde yapılabilecek her şeyi yaptı. Son olarak da karşılaştığımız güçlükleri
aşmamıza büyük katkılar sağlayan meslektaşımız Sayın Prof. Dr. Muhsin Macit Bey’e de
burada ayrıca şükranlarımızı sunarız.
Editörler
Prof.Dr. Rıza Filizok
Yrd.Doç.Dr. Eylem Saltık
1
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Eleştirinin doğuşu ve gelişimini açıklayabilecek,
XX. yüzyıla kadar oluşmuş başlıca eleştiri kavramları ve sınıflandırmalarını
açıklayabilecek,
Eleştiri akımlarının hangi estetik ilkelere dayandığını tartışabilecek,
Eleştirilerin hangi temel eğilimler çevresinde toplandığını çözümleyebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Taklit / arınma, yansıtma, • Akıl, tabiat, sağduyu
• Biçim / içerik • Hayal / gerçek
• Özel / genel • Eser / yazar
• Üslup • Estetik
İçindekiler
• ELEŞTİRİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
• BAŞLICA ELEŞTİRİ KAVRAMLARI,
Eleştiri Kuramları Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi SINIFLANDIRMALARI NELERDİR?
• ESTETİK VE ELEŞTİRİ
• ELEŞTİRİN TEMEL EĞİLİMLERİ
Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi
ait olan biçimlerin birer kopyası, birer taklididir (mimesis). Durmadan değişen
duyularımızdan gelen bilgiler gerçek bilgi değildir, gerçek bilgi, değişmeyen hep
aynı kalan “İdea”ların bilgisidir.
Duyular dünyasına ait olan ağaçlar, ırmaklar birer taklittir, yansımadır,
“idea”ların taklididir; ama tabiatta ikinci dereceden bir taklit, bir yansıma daha
vardır, o da mesela ağacın sudaki aksidir. Bu durumda ağacın sudaki yansıması,
taklidin taklididir. Sanatçı, bir taklit olan duyular dünyasını taklit ettiğine göre
ortaya koyduğu, yarattığı eser, ağacın sudaki aksi gibi ikinci dereceden bir taklittir
yani taklidin taklididir, dolayısıyla pek de kıymetli bir şey değildir.
Platon’a göre “İdea”lar bizi gerçeklere götürür, sanatçılar, şairler heyecan veren
güzel eserler yaratsalar da insanları gerçeklerden uzaklaştırırlar. Sanat ve edebiyat
eserleri aslında gerçekliği yansıtmaz. Şair ve yazarlar, akla dayanmazlar, bilgiden
Vecd: Aşırı heyecan yola çıkmazlar, vecd içinde, ilahi bir ilhamla yazarlar. Okuyucunun yahut dinleyi-
cinin aklına değil, duygularına seslenirler. Dolayısıyla onları asıl olan biçimlerden
uzaklaştırırlar. Şairlerin uzmanı olduğu bir konu da yoktur ve eserlerinde çok za-
man gençlere kötü örnek olacak konuları ele alırlar. (Moran, 1972, s. 19)
Platon’a göre sanatta güzellik de biçimlerin akisleridir. Nesneler dünyasındaki
ve sanatta gördüğümüz güzellikler, “güzel-ideası”nın akislerinden başka bir şey
değildir.
Sanat ve edebiyat üzerine yazılmış ilk önemli ve sistemli eser Aristoteles’in Po-
etika’sıdır. Aristoteles Lycée’de verdiği derslerin notlarından oluşan bu kitabında
edebiyat ve eleştiri biliminin temellerini atmıştır. Aristoteles’in sanat ve edebiyat
üzerine ortaya koyduğu tanımlar, tasnifler, prensipler, kurallar yüzyıllarca aynen
benimsendi ve temel bilgiler olarak kabul edildi. Edebiyat ve eleştiri üzerine öne
sürdüğü fikirler, büyük ölçüde günümüz bilim dünyasında dahi araştırmaların
hareket noktasını oluşturmakta, tanımladığı kavramlar üzerinde hâlâ tartışılmak-
tadır. O, bu kitabıyla kendisinden sonraki iki bin yıldan uzun süren edebiyat ve
eleştiri araştırmalarının programını hazırlamış gibidir.
güdüsüne sahip olduğu için”, hangi amaçla anlatır sorusuna “uyandırdığı duygu-
larla ruhları tutkularından arındırmak için” (catharsis) cevaplarını verir. (Aristo-
teles, Poetika, çev.: Tunalı)
Aristoteles’in hocası Platon, sanatın ve edebiyatın gerçekliklerden uzak ol-
duğunu iddia ediyordu. Aristoteles ise sanatın gerçekleri yansıttığına inanıyor-
du. Platon’a göre gerçek olan biçimler (idealar), duyu dünyasının dışındadır.
Aristoteles’e göre ise gerçek, duyu dünyasındadır, dolayısıyla sanatçı, bize ikinci
dereceden bilgiler sunan birisi değil, hayatı ve dünyayı açıklayan adamdır. İnsan
psikolojisini ve olguları yansıtan sanatçı, aslında gerçekleri yansıtır. Madde ve
biçim (form) birbirinden ayrılamaz. Duyu dünyasındaki nesneler aynı zamanda
madde ve biçimdir.
Aristoteles, taklidin niteliğini de açıklar. Sanatçı nesneleri aynen mi taklit eder
yoksa değiştirerek, seçerek, sıralayarak, kendisine göre onlara yeni bir düzen ve-
rerek mi ifade eder? Aristoteles’e göre tabiatı ve olayları aynen taklit etmenin ne
bir anlamı vardır, ne de imkânı. Bir tragedya kahramanının yaptığı her şeyi an-
latmak âdeta imkansız ve gereksizdir. Bundan dolayı sanatçı gerçekleri seçerek,
sıralayarak, kendisine göre onlara yeni bir düzen vererek anlatır. Bir tarihçi bir
olayı olduğu gibi anlatma gayreti içindedir. Buna karşılık bir yazar, tek bir kişinin
hayatını olduğu gibi anlatmaya kalkışmaz, bir adamın hayatını anlatırken genel
olarak insanı anlatmaya çalışır. Başka bir ifadeyle özel bir olguyu ele alsa da o özel
olgu aracılığıyla genel olanı anlatır.
Aristoteles, böylece tarih türü ile hikâye ve tragedya arasındaki ayırt edici en
önemli farkı yakalar. Poetika’nın dokuzuncu bölümünde şöyle der:
“Şimdiye kadar söylenenlerden şu sonuç çıkıyor: Şairin ödevi, gerçekten olan şeyi de-
ğil, tersine olabilir olan şeyi, yani olasılık veya zorunluluk kanunlarına göre mümkün
olan şeyi ifade etmektir.
Tarih yazarı ve şair, biri düz-yazı, öteki nazım yazdığı için birbirlerinden ayrılmaz-
lar; çünkü Herodotos’un eserinin mısralar haline getirilmiş olduğu düşünülebilir; bu-
nunla birlikte, ister nazım isterse düz-yazı halinde olsun, Herodotos’un eseri bir tarih
eseridir. Ayrılık daha çok şu noktada bulunur: Tarihçi daha çok gerçekten olan şeyi
ifade eder, şair ise olabilir-olan şeyi ifade eder.
Bunun için şiir, tarih eserine göre daha felsefi olduğu gibi, daha üstün olarak da de-
ğerlendirilebilir; çünkü şiir, daha çok genel olanı tarih ise tek olanı (özel) tasvir eder.”
( Tunalı, Poetika, 1963, s.30.)
Bu düşünceleriyle Aristoteles bize tarih türü ile hikâye ve tragedya arasındaki te-
mel farkı, temel karşıtlığı gösterir. Tarih, daha çok özeli, edebî eser daha çok geneli
anlatır. Bu, edebî eserlerde özelin ele alınamayacağı manasına gelmez, birçok tra-
gedyada özel, tarihî kişiler kahraman olarak yer almaktadır. Bilim ve felsefe de ge-
nelin peşindedir. Çünkü insan zihni sınırlıdır ve nesneleri tek tek bilme gücüne sa-
hip değildir. Bilimin genel ve geçerli kanunlar peşinde koşmasının sebebi de budur.
Edebî eser, genele daha yakın olduğundan tarih türünden daha üstün sayılabilir.
Aristoteles, yukarıdaki parçasında Tarih türü ile hikâye ve tragedya arasında
ikinci bir farkı da belirtir: Tarih, olanı; hikâye ve tragedya ise daha çok olabilir
olanı ifade eder. Bu ayırım, okul kitaplarındaki hikâye ve roman tanımlarında
hâlâ yaşamaktadır. Edebî eserler gerçekleri mi yansıtmalıdır, yoksa hayalî mi ol-
malıdır tartışmalarına da ciddi bir cevap niteliğindedir. Çünkü edebî eser, tama-
men gerçekleri yansıtmaya yöneldiği anda edebî olma özelliğini de tartışmalı hale
getirmektedir.
6 Eleştiri Kuramları
Aristoteles’e göre yazarın ister özeli anlatsın ister geneli anlatsın, olguların tas-
virinde zorunlu olarak uyacağı üç yöntem vardır:
Sanatçı nesneleri:
1) Ya nasıl idiyseler veya nasılsalar,
2) Ya insanların inançlarına veya mitoslara (mythos) göre,
3) Ya da nasıl olmaları gerekiyorsa
öyle anlatabilir.
Aristo bu ayırımıyla -sırasıyla- realist, hayalci ve idealist edebiyat akımları-
nın ilkelerini de ortaya koymuş olur. Birinci ilke realist, ikinci ilke hayalci, üçüncü
ilke idealist akımların genel niteliğini ifade eder.
Özetlenecek olursa sanatta taklit üç farklı şekilde karşımıza çıkar:
1) Sanat görünüş dünyasını yansıtır.
2) Sanat geneli yansıtır.
3) Sanat ideali yansıtır.
Bu konuda Platon da Aristoteles de aynı görüştedir. Farklı düşündükleri şey,
genelin ve idealin niteliğidir. Aristoteles’e göre şair, nesneleri oldukları gibi yan-
sıtabileceği gibi, onları nasıl olmaları gerekiyorsa o şekilde de tasvir edebilir. Bu
ikincisi, tercih edilecek tutumdur. Aristoteles, “sanat genel ve ideal olanı anlatır”
derken yine duyular dünyasına bağlı idi. Platoncu kuramcılar ise idealleştirmeden
söz ederken aşkın (transcendental) bir gerçekliğe ulaşmayı, “İdea”ları düşünüyor-
lardı. Üstünde yaşanılan dünyadan daha iyi bir dünyayı hayal ediyorlardı. Bu gö-
rüş, Yeni Platonculuk (Neo-platonisme) adı altında Rönesans’ta İtalya’da tekrar
canlanmış, oradan Fransa ve İngiltere’ye kadar yayılmıştır.
Eleştiri çalışmaları daha sonra İskenderiye Okulu tarafından geliştirildi. Bura-
da yapılan çalışmalar, Platon’un ve Aristoteles’in felsefî görüşlerine dayanmakla
birlikte esas olarak dil bilgisi ağırlıklıydı, yani dil ve kültür öğeleri üzerinde de-
rin, sistemli görüşler geliştirdiler. Başlıca temsilcileri Aristarque de Samothrace’tı.
Aristarque, bütün ilkçağın en meşhur eleştirmen ve gramercilerinden birisiydi.
Ciceron ve Horace, onu eleştirmenlerin eleştirmeni olarak görüyorlardı. İsken-
deriyeli araştırmacılar eski Yunan yazarlarının ortaya koyduğu ilkeleri, kuralları
araştırdılar. Denys d’Halicarnasse, üslup ve dilbilgisi çalışmalarını derinleştirdi,
hitabet sanatının kurallarını araştırdı. Plutarque, eserlerinde ahlakçı bir eleştiri-
nin örneklerini verdi, görüşlerini herkesin anlayabileceği bir dille ortaya koydu.
MÖ. I. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Yüce Üzerine (Traité de Sublime),
çok önemli bir eleştiri kitabıdır. Yazarı bilinmemektedir. (Bu kitabın önceleri
Longin “Cassius Dionysius Longinus -M.S. 213-273- “ tarafından yazıldığı kabul
ediliyordu. Örneğin Boileau, bu görüştedir. Fakat sonraları bunun doğru olma-
dığı görüşü benimsemiştir.) Bu eserde eski Yunanistan’da ortaya çıkan eleştiriler
ele alınmış, üslup üzerine önemli fikirler ileri sürülmüştür. Kitapta “Yüce üslup”
nedir sorusunun cevabı aranmıştır. Bu kitap, Aristoteles’in Poetika adlı eseriyle
birlikte ilkçağın en önemli eleştiri kitabı sayılmaktadır. Eser Rönesans döneminde
basılmış ve büyük ilgi görmüştür. Eserin ilk baskısı Francesco Robortello (1516-
1567) tarafından yapılmıştır. Barok döneminde sanatta “yüce” kavramı üzerinde
tartışmalar başlamıştı, daha sonra Boileau, 1674’te bu eseri tercüme ederek ya-
yınladı. “Yüce Üzerine” adlı eserin etkileri günümüze kadar ulaşmıştır (Thomas
Weiskel, Harold Bloom, Laura Quiiney üzerinde etkileri vardır.).
Romalılar döneminde eleştiri, Elius Stilo’nun (MÖ. 154-74), Varron’un (Mar-
cus Terentius Varro) (MÖ. 116-27) ve Jules César’ın (MÖ. 100-44) dilbilgisi çalış-
malarıyla devam etti. Cicéron (Marcus Tullius Cicero) (MÖ. 106-43), Quintilien
1. Ünite - Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi 7
ediliyordu. Boileau, Şiir Sanatı (Art Poétique) adlı kitabında bu akımın kuramları-
nı ortaya koymuş, Descartes’ın etkisiyle aklı, tabiatı, sağduyuyu sanatın hareket
noktası olarak ilan etmişti. Sanatçının görevi, herkeste farklı olan özellikleri değil,
herkeste ortak olan insan tabiatını taklit etmektir. Sanat, akla, gerçeğe, tabiata,
sağduyuya dayanmalı ve insanlığın her devrinde aynı kalan insan tabiatını sergile-
melidir. Yunan ve Roma sanatı mükemmeldir, dolayısıyla onlar örnek alınmalıdır.
Bu akımın tiyatro yazarları, tiyatronun üç birlik kuralına (zaman birliği, mekan
birliği ve olay birliği) büyük ölçüde uydular.
Klasik yazarlar, ahlak ile estetik arasında ilk çağda olduğu gibi, yeniden bir
ilişki kurdular. Boileau için mükemmel eser, içerik ile biçimin uygunluğundan
doğar. Ancak doğru düşünceler doğru bir biçimle ifade edilebilir. Sanatın kural-
ları, sezgi ile bulunur; sağlam bir sezgi, mükemmele ulaştırır. Bu, eleştiri için de
doğrudur: Eleştiri, seçme, sezme ve iyiyi kötüden ayırma yetisi yani temyiz kabi-
liyetine dayanır.
XVII. yüzyılda yeni bir eleştiri biçimi doğmuştur: Bu yüzyılda zengin ve soy-
lu kişiler, aydınları konaklarına, salonlarına, otellere davet ediyorlardı; bu toplan-
tılarda yazılan ve basılan yeni eserler üzerinde sohbet ediyorlar, sözlü tartışmalar
yapıyorlardı. Böylece sözlü bir eleştiri başladı. Ayrıca Guez de Balzac, Voiture gibi
yazarlar aralarında mektuplaşarak bu tür eleştirinin farklı bir örneğini veriyorlardı.
XVII. yy. İngiliz eleştirmenlerinden Thomas Rymer, edebiyatın gerçeklere
uygun olması gerektiğini savunuyordu. Shakespeare’in Othello’da asker İago’yu
yalancı, düzenbaz, kötü bir tip olarak canlandırmasının gerçeklere uygun düş-
mediğini söylüyordu. Aslında askerler, toplum içinde saygın insanlardı. Yazar, tip
yaratırken gerçeklere dayanmalıydı.
XVII. ve XVIII. yüzyılda Fransız edebiyatında idealist ya da kuramsal (teorik)
bir eleştiri anlayışı vardır. Bütün eserler aynı doktrine göre ve kabul edilmiş bir
ideale göre yargılanıyordu. Sanatta ahenk, düzen, kurallara uyma ve ölçü, ahlak,
nezaket, saygı, dürüstlük ve efendilik vazgeçilemeyecek niteliklerdi.
Klasisizm akımının dayandığı bu dogmatik kuralları, bazı aydınlar kabul et-
medi, bunun sonucunda Fransa’da 1650-1715 yılları arasına yayılan meşhur “Es-
kiler-Yeniler” kavgası başladı. Yenilerin temsilcisi olan Charles Perrault’ya göre
eski Yunan sanatçıları, aşılamaz örnekler değildi. Bir şiirinde XIV. Louis devri sa-
nat eserlerinin Auguste devrinin sanat eserlerinden üstün olduğunu yazdı (1687).
Böylece tartışma genişledi. “Eski” taraftarları bu görüşe hücum ettiler. Perrault,
Fontenelle, Corneille yeniler cephesinde yer aldı. Boileau, Racine, La Fontaine,
La Bruyère ise eskileri temsil ediyordu. Yeniyi temsil edenlerin temel düşüncesi
şuydu: Antikiteden beri insanlık, medeniyet, bilimler ilerlemiştir. Her yeni nesil,
eski bilgilere yeni şeyler ilave etmiştir. Edebiyat da bu gelişimin dışında kalmama-
lı, katı kurallardan kurtulmalı, kendine has bir edebiyat yaratmalıdır. Her devir ve
her coğrafyaya uygun düşen farklı edebiyat anlayışları olabilmelidir. Bu tartışma-
lar, yenilerin zaferiyle sonuçlandı.
XVIII. yüzyıl, Avrupa’da felsefenin geliştiği bir yüzyıl oldu. Bu çağın aydınları
felsefeyi kişisel düşüncenin bağımsızlığı olarak algıladılar. Her çeşit düşünceye
saygı gösterilmesi gerektiğini savundular ve her çeşit düşünceye de eleştirel bir
gözle baktılar. Düşüncelerini yazmakla yetinmediler, edebî eserler de yazarak
bu düşüncelerin topluma malolmasını sağladılar. Çağın hemen bütün bilgile-
rini toplayan bir ansiklopedi yayınlayıp çağdaş bilgileri topluma kazandırdılar.
Toplumda yeni bir kamuoyu doğdu. Bunun sonucunda siyasî, ekonomik, dinî ve
kültürel otoriteler zayıfladı. Montesquieu, Voltaire, Rousseau’nun fikirleri bütün
1. Ünite - Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi 9
Zevk, çağa ve kişiye göre değişen bir şeydir. Bundan dolayı mutlak olan zevk
kuralarından söz edilemez. Homère’i veya Racine’i daima eleştirenler bulunmuş-
tur, ancak büyük bir çoğunluk onların eserlerini beğenmiştir. Edebî eserler hak-
kında farklı hükümler verilmesinin başlıca nedenleri, zevksizlik, ayrıntılara sap-
lanıp kalma, önyargılar, kişisel düşmanlıklar ve ihtiraslardır.
Eleştirinin dayandığı temellerden birisi zevk duygusudur. Ahlak nasıl iyi ile
kötüyü ayırt etme bilinci ise, zevk de güzel ile çirkini birbirinden ayırt etmeyi
sağlayan bir tür sanat bilincidir. Eleştiri, yaratmayan ama yargılayan temel bir ye-
tidir. Bilgiye ve doğru değerlendirmeye dayandığı ölçüde kişisel zevk, eleştirinin
hareket noktasıdır. İnce bir zevke dayanan iyi bir eleştirinin iki yararı vardır: 1)
Eleştiri, yön göstericiliğiyle okuyucuları, toplumu aydınlatır. 2) Sanata yön verir.
Kısaca özetleyecek olursak zihin, duyarlılık, hayal ve zevk sanatçının sorgu-
lanacak dört temel niteliğidir.
Üslup türleri, yani basit üslup, orta üslup ve yüksek üslup, üslûbun özel nite-
likleridir. Daha önce sözü edilen açıklık, saflık, tabiîlik, vecizlik, asâlet, ahenk,
çeşitlilik ve uygunluk ise üslûbun genel nitelikleridir. Birinciler, yazarın konusu-
na ve türe göre tercihlerini yansıtır, seçtiği üslup araçlarını gösterir, ikinciler ise
her yazıda ve her yazarda bulunması gereken üslup güzelliklerini, üslup nitelikle-
rini ifade eder.
Kompozisyon
Kompozisyon, bir konuyla ilgili fikirleri toplamak, düzenlemek ve düşünceleri
konuya uygun olan bir üslupla ifade etmek sanatıdır. O halde her türlü yazma
etkinliğinde yazara düşen üç görev vardır:
a) Sanatçı önce söyleyeceği ya da yazacağı şeyleri arayıp bulmalıdır. Bu, ede-
biyatta “icat” denilen şeydir (invention).
b) Sonra bulduklarını bir düzene sokmalıdır. Bu, düzenlemedir, sınıflandır-
maktır, sıraya koymaktır (disposition).
c) Nihayet, düzenlenmiş olan bu malzemeyi ifade etmek, yani uygun bir üs-
lupla anlatmaktır (élocutions).
Bu basit ayırım, Batı dünyasının iyi ve doğru söz söyleme sanatı olarak bilinen
retorik biliminin (sözbilimin) de temel bölümleniş tarzını ifade eder. Retorikçi-
ler, eserlerinde kompozisyonun bu üç adımını, icadı, düzenlemeyi ve üslubu ele
alırlar ve onların genel ilkelerini ortaya koyarlardı. Eleştirmenler de yazarın bu üç
aşamadaki başarılarını ve başarısızlıklarını saptarlardı. Günümüz eleştiri sanatı
da bakış açılarını çok genişletmiş olmakla birlikte bu konular etrafında döner.
Kompozisyon Türleri
ESTETİK VE ELEŞTİRİ
Eleştiri kuramları ile estetik kuramları arasında sıkı bir ilişki vardır. Eleştiri tarihi
boyunca edebî eserler, genel bir bakışla değerlendirildiğinde beş değişik estetik
anlayışına göre yorumlanmıştır. Bunlar, nesnel estetik, pozitif estetik, negatif es-
tetik, öznel estetik ve doğrulama estetiğidir:
Sizce Görgücü, Kuralcı ve Yorumlayıcı anlayışlar, birbiriyle taban tabana zıt anla-
4 yışlar mıdır, yoksa daha çok birbirini tamamlayan görüşler midir?
1. Ünite - Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi 17
Özet
Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi görülür. Eleştiri akımlarında değişen unsurlar
1
Platon ve Aristoteles’e göre sanat, dolayısıy- bulunduğu gibi değişmeyen ve her devirde aynı
la edebiyat, bir taklittir (mimesis); yansıtma kalan unsurlar da vardır. Aynı kalan unsurlar,
ilkesine dayanır. Platon’a göre duyularla al- eleştiri tarihini kolaylıkla kavramamızı sağlar.
gıladığımız dünya Tanrısal olan cevherlerin, Eleştiri dünyasında kabul görmüş birçok ku-
biçimlerin taklididir. Şair ve yazarlar akıldan ral, sınıflandırma ilkesi vardır. Bunlar, edebiyat
çok duygu ve ilhama bağlı olarak yazarlar ve eğitiminin de eleştirinin de temel konularını
duygulara seslenirler. belirler. Meselâ zihinsel güç, duyarlılık, hayal
Aristoteles, Poetika adlı kitabında edebî eserleri gücü ve zevk sanatçıda da eleştirmende de bu-
tanımlamış, sınıflandırmış ve başarılı edebî eser- lunması gereken nitelikler olarak belirlenmiştir.
lerin başlıca niteliklerini ortaya koymuştur. Bu Aynı şekilde açıklık, saflık, tabiîlik, vecizlik,
filozofa göre gerçekler, duyu dünyasındadır; do- asâlet, ahenk, çeşitlilik, uygunluk... hem Batı
layısıyla sanat eserleri gerçekleri yansıtır. Edebî retoriğinde hem Doğu belâgatında iyi bir üslu-
eserlerde madde ve biçim ( içerik ve biçim) bir- bun başlıca nitelikleri olarak değerlendirilmiştir.
birinden ayrılmaz. Tarih, özel olan şeyleri, felse- Bunlar üslubun genel nitelikleridir. Üslup, ge-
fe, genel olan şeyleri, edebiyat ise özelden yola nellikle basit üslup, orta üslup ve yüksek üslup
çıkarak genel olan şeyleri anlatır. Bundan dolayı tarzında sınıflandırılmıştır, bunlar üslubun özel
edebiyat, tarih bilimi ile felsefe arasında kalan nitelikleridir. Nesir sanatı, genel olarak anlatı
bir deneyim dünyasını açıklar. Kısaca ifade edi- türü, öğretici tür, söylev türü olmak üzere üç
lecek olursa tarih olmuş olanı, edebiyat olabile- sınıfa ayrılmıştır. Şiir sanatı, genel olarak büyük
cek olanı anlatmaya yönelir. türler, orta türler ve küçük türler olmak üzere
Aristoteles’e göre sanat, ya görünüş dünyasını, ya sınıflandırılmıştır. Günümüz eleştirisinde tartış-
genel olanı, ya da ideal olanı yansıtır. Romalılar malar işte bu temel kavramların ve sınıflandır-
döneminde eleştiri, daha çok bir söylev sanatı maların çerçevesinde gelişmektedir.
eleştirisi olarak gelişmiştir. Ortaçağda metin yo- Estetik ve Eleştiri: Eleştiri kuramları ile estetik
rumlamaları ve tefsir çalışmaları, metin eleştiri- kuramları arasında sıkı bir ilişki vardır. Bundan
si, yazıt bilimi, el yazıları bilimi ilk örneklerini dolayı eleştiri kuramları, estetik anlayışlarına
vermiştir. Rönesans’ta İlk Çağa ait edebî eserlere göre de sınıflandırılabilir. Lemelin, başlıca es-
yeni bir ilgi uyanmış, İlk Çağın eleştiri görüşleri tetik yaklaşımları şu şekilde sınıflandırmıştır:
benimsenmiştir. Bir modele, ideal örneklere bağ- Nesnel estetik, Pozitif estetik, Negatif estetik,
lı eleştiriler yapılmıştır. Klâsisizm döneminde Öznel estetik, Doğrulama estetiği.
akılcılık, tabiatın taklidi, ilk çağın taklidi temel Eleştirinin Temel Eğilimleri: Macherey’e göre
ilkeler olarak kabul edilmiştir. XIX. yy.’da eleş- bütün edebî eleştiriler, üç tip kuruntuya, vehme
tiri akımları, felsefenin ve bilimsel gelişmelerin (illusion) yahut saplantıya dayanır. Bunlar şöyle
etkisinde bir bilim olma yoluna girmiş, bilimsel sıralanabilir: a) Görgücü anlayış: Edebiyatı yara-
ve akademik eleştirinin temelleri atılmıştır. XX. tan yazar ve eserdir. b) Kuralcı anlayış: Edebiya-
yy’da dil bilimi ve yapısalcı akımların etkisinde tı, kurallara, ölçütlere, ideolojilere göre yargılar.
çok büyük bir çeşitliliğe kavuşmuş, edebî bir tür Böylece bir yargıç eleştirisi doğar. c) Yorumlayıcı
ve bilim olmuştur. anlayış: Eser, eser yardımıyla yorumlanır. Amaç,
eserin anlamını bulmak ve onu açıklamaktır. Bu
Başlıca Eleştiri Kavramları ve Sınıflandırmaları üç türlü yaklaşımın da olumlu ve olumsuz yön-
2 Nelerdir? leri vardır.
Eleştiri kuramları ve akımları büyük bir çeşit-
lilik gösterir. Buna rağmen bu eleştiri akımları
dikkatle incelendiğinde tartışmaların bazı te-
mel düşünce ve kavramlar etrafında yapıldığı,
bazı temel görüşler etrafında dönüp dolaştığı
18 Eleştiri Kuramları
Kendimizi Sınayalım
1. Platon’a göre sanat eserleri aşağıdakilerden hangisini 7. Görgücü anlayışa göre aşağıdaki ifadelerden hangi-
sağlar? si yanlıştır?
a. Gerçeklere ulaştırmayı a. Tümevarımı uygular.
b. Bilgi vermeyi b. Eseri yazarla açıklar.
c. Biçimleri, ideaları, aslından daha güzel yansıtmayı c. Edebiyatı yaratan yazardır.
d. Gerçek tabiatı yansıtmayı d. Yazarları incelemek gerekir.
e. Biçimlerden, idealardan uzaklaştırmayı e. Tümdengelimi uygular.
2. Aristoteles’e göre sanatçı aşağıdakilerden hangisini 8. Tefsirler, gösterge bilimsel ve psikolojik yorumlar,
gerçekleştirir? eleştiride aşağıdaki anlayışlardan hangisini yansıtır?
a. Gerçekleri olduğu gibi yansıtır. a. Yorumlayıcı
b. Gerçekleri süsleyerek anlatır. b. Görgücü
c. Gerçeklerle asla ilgilenmez. c. Kuralcı
d. Gerçekleri seçer ve sıralar. d. Nesnel
e. Sadece hayallerini süsleyerek anlatır. e. Külürel
Okuma Parçası
EDEBİYAT TEORİSİ: PERSPEKTİFÇİLİK NEDİR? tiklerdir. Fakat R.G. Collingwood’un çok haklı olarak
Réne Wellek, Austin Varren, söylediği gibi “Shakespeare’i neyin şair yaptığını bil-
Uygulamada tarihî ve günümüz bakış açılarından biri- mek iddiasında bulunan bir kişi, Gertrude Stein’ın şair
sine açık ve kesin bir şekilde bağlanmak oldukça zor- olup olmadığını ve eğer değilse neden olmadığını üstü
dur. Hatalı tarafları olan relativist ve mutlakçı tutumla- kapalı olarak iddia ediyor demektir.”
rın her ikisinden de uzak durmalıyız. Değerler, tarihî Bu “akademik” tutumun özellikle kötü bir sonucu, son
değerlendirme sürecinden çıkarlar ve biz yeri geldiğin- devirler edebiyatının ciddî incelemelerin dışında tutul-
de bunlara bakarak tarihî süreci daha iyi anlarız. Tarihî ması olmuştur. “Yeni” edebiyat terimi üniversiteli araş-
relativizme verilecek cevap,” değişmez insan tabiatı” tırıcılar tarafından o kadar dar bir anlamda yorumlanı-
veya “sanatın evrenselliği “ fikrine dayanan doktrinci yordu ki Milton’ınkilerden sonra yazılmış bir eser, güç
mutlakçılık değildir. Bizim daha çok “perspektifçilik” bela hatırı sayılır bir inceleme konusu olabilmekteydi.
terimiyle anlatılabilecek bir görüşü benimsememiz Bundan dolayı 18. yüzyıl, geleneksel edebiyat tarihi
gerekir. Bir sanat eserini hem kendi zamanının hem içinde iyi ve sürekli bir yere sahip olmuş, hatta mo-
de onu izleyen bütün dönemlerin değerlerine dayan- dalaşmıştır; çünkü bu devir edebiyat tarihçisine daha
dırabilmeliyiz. Sanat eseri hem “ölümsüz”dür ( başka sevimli, daha düzenli ve daha hiyerarşik bir dünyaya
deyişle hep aynı kalan bir tarafıyla devam eder) hem kaçış imkanını veriyordu. Romantik devir ve 19. yüzyıl
de “tarihî”dir (başka deyişle bir gelişme sürecinden sonraları daha yeni yeni araştırıcıların dikkatini çek-
geçer). Relativizm edebiyat tarihini birbirinden ayrı meye başlamıştır. Bu arada çağdaş edebiyatın ilmî bir
ve bundan dolayı da devamlılık göstermeyen bir par- şekilde incelenmesini savunan ve bunu yapmaya çalı-
çalar silsilesi haline getirir. Öte yandan mutlakçı gö- şan akademik pozisyondaki birkaç cesur araştırıcıya da
rüşlerin çoğu ya sadece o devre ait geçici bir durumun sahibiz.
işine yararlar ya da (Yeni Hümanistler, Marksistler ve Çev.: Ömer Faruk Huyugüzel
Yeni Tomacıların ölçüleri gibi) edebiyatın tarihî çeşit-
liliğini dikkate almayan ve gayrı edebî soyut ideallere Açıklama: Okuduğunuz metin, meşhur bir edebiyat
dayanırlar. “Perspektifçilik”, bütün devirler içinde bir- kuramı kitabından alınmıştır. Bu metin, Batı kültürüne
biriyle kıyaslanabilen, gelişen, değişen ve imkanlarla ait birçok olguyu bilmeyi gerektirdiğinden bunları bil-
yüklü tek bir şiirin, tek bir edebiyatın var olduğunu meyen okuyucular için güç anlaşılır olmasına rağmen,
kabul etmek demektir. Edebiyat ne hiç bir ortak tara- anlaşılmaz değildir. Metni dikkatle okuyarak yazarları-
fı olmayan bir yegâne eserler serisi ne de Romantizm nın “Perspektifçilik” adını verdiği kuramı tanımlamaya
veya Klasisizm, Pope çağı ve Wordsworth çağı gibi bir çalışınız.
zaman dairesinin içine kapatılmış eserler serisidir. Ne
de şüphesiz edebiyat, daha önceki bir klasisizmin bir
ideal olarak benimsediği hep aynı ve değişmez kalan
bir kitle halindeki eserler dünyasıdır. Mutlakçılığın ve
Relativizmin her ikisi de hatalıdır. Fakat günümüzde
en azından İngiltere ve Amerika’da görülen daha sinsi
bir tehlike vardır ki o da bir değerler kargaşası demek
olan bir relativizm veya eleştiri görevini başkalarına bı-
rakma tehlikesidir.
Uygulamada hiç bir edebiyat tarihi belli seçme ilkeleri
ve belli bir karakterize etme ve değerlendirme girişimi
olmaksızın yazılmamıştır. Eleştirinin önemini redde-
den edebiyat tarihçileri geleneksel ölçü ve şöhretleri
benimseyivermekten başka bir şey yapmayan bilinçsiz
ve genellikle de ikinci sınıf eleştiricilerdir. Günümüzde
genellikle bunlar diğer sanat türlerine ve özellikle de
yeni edebiyata kulaklarını tıkamış gecikmiş roman-
20 Eleştiri Kuramları
Sıra Sizde 2
Bu bölümde ele alınan eleştiri kavramları ve sınıflan-
dırmaları, her devirde ve her yerde aynı kalacak mut-
lak, değişmez hakikatlar değildir, belli dönemlerde ve
yerlerde ortaya çıkmış sadece tarihsel gerçeklerdir.
Sanat ve edebiyatta farklı zamanlarda farklı yerlerde
farklı ölçütler ortaya çıkabilmektedir. Her devrin sanat
anlayışı farklı olabildiğinden ölçütler de değişebilmek-
tedir. Bu bölümdeki ölçütlerin tarihsel bir gerçek ola-
rak değerleri vardır, bu değer uzun süre değişik ülke-
lerde benimsenmiş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Ama mutlak değildirler.
1. Ünite - Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi 21
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Sözbilimin kısa tarihi hakkında açıklama yapabilecek,
Sözbilimin temel bölümlerinin neler olduğunu açıklayabilecek,
Farklı söylem türleri hakkında yorum yapabilecek,
Sözbilimde kullanılan betilerin neler olduğunu sıralayabilecek,
Kanıtlamanın ne olduğunu ve kaç tür kanıtlama olduğunu açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• İnandırmak, ikna etmek, tüm- • Kanıtlama, özsunum, etkileyim,
dengelim, tümevarım, tasım uslamlama
• Buluş, düzenleyiş, anlatma • Beti, anlam betileri, sözcük be-
biçimi, bellek, hareket tileri, düşünce betileri, kuruluş-
• Yargılayıcı söylem, tartışma la ilgili betiler
söylemi, övgü-yergi söylemi
İçindekiler
• SÖZBİLİM VE KISA BİR TARİHÇE
• SÖZBİLİMİN BÖLÜMLERİ
• SÖYLEM TÜRLERİ
Eleştiri Kuramları Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri • SÖZBİLİMSEL BETİLER YA DA BİÇEM
BETİLERİ
• SÖZ SANATLARININ TÜRLERİ
• KANITLAMA
Sözbilim ve Edebiyat
İncelemeleri
Sözbilim
Bir başkasının kendi istediğiniz yönde davranmasını sağlamak her zaman akıl te-
melli ikna ile mümkün olmayabilir. Bir başka deyişle, sözbilim her zaman akla uy-
gunluk ile duyarlılığın kesişim noktasında gelişir. Alıcıyı ikna etmek için, doğru olanı
güzel ya da iyi şeyler kullanarak ve kabul edilebilir akıl yürütmelerle sunmak gerekir.
Sözbilimde temel sorun, bir konuda alıcının nasıl etkileneceği ve yönlendirile-
ceğidir. Bu sorular dilin özenli kullanımıyla yakından ilişkilidir. Verici ve alıcıyla
ilgili bilgilerden sonra sözbilimin asıl önem verdiği bildiri konusunda da sorul-
ması gereken sorular vardır. Örneğin metin neden söz ediyor, ne diyor sorularının
yanında asıl olarak, metin söylediği şeyi nasıl söylüyor sorusu sözbilim açısından
çok önemlidir. Aynı soru metin inceleyen diğer bilim dalları için de önemlidir.
Metin ya da söylem gibi dilsel yapıları inceleyen tüm eleştiri yöntemlerinin, çö-
zümleme kuramlarının, inceleme bilimlerinin peşinde olduğu üçlü yapı “verici- Verici: Metin ya da söylem
bildiri-alıcı”dır. Sözbilim, bir söylemin (bildirinin) vericiden alıcıya aktarılması oluşturan kişi.
olarak yaşanılan sürecin bütünüyle ilgili olduğundan, bu alanda sorulacak çok
sayıda sorunun olduğu da ortadadır. Her türlü dilsel bildirinin anlaşılmasında
Quintilien’in meşhur sorularının yanıtlarını bulmakla işe başlamak iyi bir çıkış
noktası olacaktır. “Kim, ne, niçin, nerede, ne zaman, nasıl, hangi yoldan?” soru-
larına verilecek yanıtlar metnin anlaşılması için çok önemli çıkış noktalarıdır. Bir
söylemde, metinde verici kime sesleniyor? Bu sorunun yanıtını bilmek verici açı-
sından çok önemlidir. Ancak söz yöneltme gibi bazı sanatlarda konuşanın vericiyi
bilmediği varsayılır; ortalama bir alıcı düşlenir.
Sonuç olarak, sözbilimin kapsamlı içeriğinde bir yandan kuram ve uygulama,
öte yandan da üretici ve çözümlemeci (analitik) yöntemler bir arada bulunur.
Aşağıdaki metinde kim, ne, niçin, nerede, ne zaman, nasıl, hangi yoldan? soruları-
nın yanıtını bulun. 1
Kardeşim Muhsin
Sana bu mektubumla beraber bir de defter gönderiyorum. Bu bir piyestir. Yaprak
Dökümü adındaki on beş senelik bir romanımdan çıkardım. Romanı belki de unut-
muşsundur. Fakat hatırlasan da tanımayacaksın. Çünkü piyes haline geçerken ken-
dimin bile kolayca tanıyamayacağı kadar, kılık değiştirmiştir.
(Ankara, 2 Kasım 1943) (Not: Muhsin: Muhsin Ertuğrul’u belirtir)
Reşat Nuri Güntekin
SÖZBİLİMİN BÖLÜMLERİ
Sözbilimsel dizge (sistem) bir sınıflandırma işidir. Quintilien’den bu yana sözbi-
limin temel olarak beş aşamasından söz edilir. Bu beş kısım söylemin temel özel-
26 Eleştiri Kuramları
Buluş
Söylemin izleği (teması) ile ilgili her türlü ikna yolunun araştırıldığı aşamayı be-
lirtir. Konuşmayla ilgili söylem türünü belirleme, bir buluş durumudur. İyi bir
konu bulmak, doğru kanıtları ve kanıtlama biçimlerini seçmek de bu aşamada dü-
şünülür. Tartışılan sorun çerçevesi içinde, yani söylem tipi içinde uygun kanıtlar
bulmaya dolayısıyla konuya ilişkin yanıt bulmayla ilişkilidir. Önemli ve belirleyici
olanın bulunmasından sonra, müzikteki gibi bunu biçimlendirmek ve düzenle-
mek gerekir. Sözbilimin temeli düzenlemedir. Buluş başlığı altında temel olarak
şu dört konu ele alınır: neden bu konu seçildi?, hangi metin türü kullanılacak?, ne
tür bir kanıtlama biçimi kullanılacak?, bu metinde düşünme düzeni nasıl olacak?
Günümüz söylemlerinde önemli olan, konunun bulunması değildir, çünkü
konu genellikle verilmiştir, hazırdır. Gerekli olan, konunun işlevine uygun olması
ve bu yönde somutlaştırılıp kesinleştirilmesidir. Günümüzde metin/söylem türle-
rini göz önünde bulundurmak gerekir. Metin/söylem, hangi amaca yönelik olarak
hazırlanmalı, hangi etkiyi elde etmeli, hangi bağlamda yer almalı, yazarın/ konu-
şucunun rolü nedir, hangi hedef kitleye seslenecektir, hangi kitle iletişim aracın-
dan yararlanacaktır? Günümüz sözbiliminin buluş aşamasında bütün bu konuları
ele alması beklenir.
Bu soruların yanıtı uygun metin/söylem türünün seçimi konusunda bir ölçüt
sağlayacaktır. Oluşturulması gereken söylemin bir reklam metni, siyasal bir ko-
nuşma, konferans, bilimsel bir bildiri, deneme mi, yoksa bir yorum yazısı ya da
sayısız başka metin/söylem türlerinden biri mi olacağı bu bağlamda önemlidir.
Metnin/söylemin konusu ve konunun değişik yönleri, ancak yeterli bir bilgi biri-
kimi sağlandıktan sonra kesin bir biçimde dile getirilebilir.
Sözbilim, kanıtlamalar ya da temellendirmelerin oluşması ve sağlanması
için, metinle/söylemle ilgili soru sorma tekniğine yardımcı olur. Burada söz
konusu olan, tartışmalı bir konu hakkında ya da onu savunan kişi hakkında
sorulabilecek bir soru dizisidir. Bu soruların yanıtlarından yola çıkarak, yazar/
konuşmacı kendi kanıtlarını sağlamlaştırabilecektir.
Sözbilimin temel görevlerinden birisi de, günümüzde kullanılan kanıtlama-
lardaki temellendirmelerin ne şekilde kullanıldığını çözümlemektir. Kanıtlar yo-
luyla bir metnin/söylemin ana izleği konusunda gerekli bilgilere ulaşılabilir; ya da
vericinin alıcıyı nasıl ikna ettiği hakkında gerekli bilgilere ulaşılır. Sözbilim kanıt-
ları çevreleyen genel koşulları betimler. Böylelikle, kanıtların geçerli olabilmesi
için zorunlu önkoşulların ve genel olarak kabul gören kanıtlama biçimlerinin ne
olduğu sorusuna ulaşılır. Kanıtların geçerliliği açısından temellendirmenin biçimi
değil, içeriği belirleyicidir. Kanıtlama, savunulan tezle ilgili kanıtlar verir; bu ka-
nıt, (fr. argument) ve tanıtlar (fr. preuve) belli bir düzen içinde sunulur.
2. Ünite - Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri 27
Düzenleyiş
Sunulacak bildirinin yapısını, tutarlılığını ve düzenlenişini inceler. Ekonomik
bir işlevi vardır. Kanıtlama süresince metinde ya da söylemde ne gereksiz tekrar
ne de bilerek söylenilmemiş ya da unutulmuş yan bulunur. Her şey kararında-
dır. Düzenleyişin işlevi kabul edilebilir bir neden açıklamak, yazanın / konuşa-
nın bakış açısını konuyla uygun hale getirmektir.
Sözbilim her türlü metnin/söylemin belirli bölümlere ayrılarak hazırlanmasını
ister. Anlamlı bir bölümleme, mantıksal bir akıl yürütme biçimi ve inandırıcı ve
etkili bir kanıtlamayla birlikte gerçekleştirilen tutarlı metinler/söylemler oluştur-
ma, düzenleyiş kısmında akla gelen bazı etkinliklerdir.
Düzenleyişin metin ve söylem çözümlemesinde, metin ve söylemlerin de top-
lumsal yaşamda önemli yeri ve işlevi vardır. O halde sözbilimin ya da ilgili diğer
bilim dallarının bu metinleri/söylemleri sorgulaması, nasıl düzenlendiğini ortaya
koyması, eleştirel bir çözümleme yapması beklenir. Yeni bir metin/söylem türü
ortaya çıktığında, bu süreç de bilimsel açıdan izlenmelidir. Ancak bilimin görevi
sadece var olanın saptanması ve betimlenmesinden ibaret değildir. Bilim bu süre-
ce gerektiğinde düzeltici müdahalelerde de bulunmalıdır. Dolayısıyla sözbilimin
görevi yalnızca var olan metinleri incelemeyle sınırlı değildir. Bu görev aynı za-
manda, öğrencilerin belirli bir eğitim sayesinde dili bilinçli olarak kullanmaları-
nı, düşünce içerikli bir metin/söylem üretimine geçmelerini ve öngörülen medya
araçlarına yönelik metin/söylem türlerini uygun bir biçimde kullanmalarını sağ-
lamayı da kapsar. Böylelikle araçlar kişiye egemen olacağına, kişiler bu araçlara
egemen olmayı öğrenebilirler.
Düzenleyiş ile ilgili söylem girişi, anlatma, uzatı (fr. digression), somut sunum
(fr. hypotypose) ve söylem sonu kavramları önemlidir.
Söylem girişi kısmının birinci işlevi ilişkilendirmedir. Alıcının dikkatini çek-
meyi amaçlar. Bir bakıma amaç alıcıyı uysal, iyiliksever, dikkatli hale getirmektir.
Övgü-yergi söylem türünde alıcıyı da söyleme katmak için bir söylem başlangıcı
ya da söylem girişi kısmı vardır.
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa
etmektir.
Atatürk’ün gençliğe seslenmesinde söylem girişi belirgin olarak görülür. Alıcıya doğru-
dan seslenir, ancak bu alıcı soyut, kitlesel bir kimliktir.
İki, iki buçuk metre çapında bir borudan fırlıyormuş gibi bol ve coşkun akan sular,
bembeyaz bir kayaya varınca birdenbire boşlukta karşılaşıyorlar, bir an, bir küçük
an sanki daralıyorlar, sonra, geldiklerinden daha müthiş bir hızla derin bir çukura,
sade köpük halinde dökülüyorlardı. Orada bir müddet kaynaşıyorlar ve çalkalana
çalkalana sağa kıvrılıp, beyaz taşlar üzerinde sekerek, yollarına devam ediyorlardı.
Kenara kadar sokulup aşağıya bakınca insanın yüzünü serin bir buğu sarıyor, ardı
arası kesilmeyen bir gök gürültüsü iki yanda yükselen kayalık dağlarda uğultulu akis-
ler bırakıyordu. (Sabahattin Ali, Hasan Boğuldu)
Üstteki anlatı tam bir somut sunumdur. Edremit bölgesindeki bu suyun akışı-
nın o anda betimlenmesi ise canlı betimleme olacaktır.
Söylem sonu, söylemin bitiş kısmını belirtir. Söylem sonu genelde üç biçimde
olabilmektedir. Birinci olarak, yargılayıcı söylem türünde cezalandırma için değer-
ler ve etkileyimi ilgilendiren genişletme biçimindedir. İkinci olarak söz yöneltimi
yoluyla acıma ya da kayıtsızlık duygusu uyandıran tutku yoluyladır. Son olarak da
söylem sonu, metinde ya da söylemde kullanılan kanıtlamanın kısa bir özetiyle olur.
Söylem sonu dokunaklılığın özel alanıdır. Burada alıcının duygularını, tutkularını
canlandırma ve heyecanlandırma söz konusudur.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtar-
maktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! (Atatürk, Gençliğe
seslenişi)
Anlatma Biçimi
Geleneksel sözbilimde anlatma biçimi, bir söylemin yazılması ya da sözlü olarak
sunulmasını belirtir. Çağdaş dilbilim kuramında bir söylemin sözceleme aşama-
sına denk düşen aşamayı belirtir. Burada söz konusu olan, düşüncelerin dile ak-
tarılmasıdır. Bu nedenle, duruma uygun ve olabildiğince etkili biçimlere gerek
vardır. Yazınsal anlatımlarda bu aşama çok önemlidir: Yazar çok iyi bir konu bul-
muş olabilir, ancak bunun anlatılma biçimi, bulunan konu kadar önemlidir. Ayrı-
ca kullanılan dil ve biçem, hem içeriğe ve yazının / konuşmanın amacına uygun,
hem de kolayca anlaşılabilir olmalıdır. Kısacası bir metin / söylem oluşturmak is-
teyen kişi, dilsel anlamda yetkin olmalı, yani dile bütün yönleriyle egemen olmalı
ve dili etkili biçimde kullanabilmelidir.
Anlatma biçimi iki öğe üzerine kurulur: biçem ve sözbilim betileri. Anlatma
biçimi sözcüklerin seçimi, tümcelerin oluşturulması, yeni ya da eski sözcük kul-
lanma, eğretileme (istiare) gibi söz sanatlarının kullanımı gibi durumların tümü-
nü içerir.
Hareket
Eylem ya da hareket, alıcı için hazırlanan söylemin sesletilmesi, alıcıya söylenme-
si aşamasını belirtir. Bu süreçte vericinin sözel bildiri yanında yaptığı her türlü
bürünsel (fr. prosodiqne) ve bedensel özellikler de önemli bir yer tutar. Bütün bu
özellikler bildirinin inandırıcılığının artmasını hedefler. Bürünsel özellikler ola-
rak söylemin sesletimi (telaffuzu), tonu, sesin yüksekliği ya da alçaklığı; bedensel
özellikler olarak da duruş, el-kol hareketleri, yüz ifadeleri söylemin üretimi aşa-
masında büyük önem taşır.
2. Ünite - Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri 29
Bellek
Üretilen söylemi akılda tutma işidir. Özellikle farklı kanıtlama türleri belleğe alın-
malı ve yeni söylemlerde kullanılmalıdır. Bir söylemin kullanılan kanıtlama biçi-
mi söylemin inandırıcılığını arttıracaktır. Günümüz anlatımlarında bellek aşama-
sının fazla bir işlevinin kalmadığı söylenebilir, çünkü belleğe alma durumu farklı
kayıtlarla yapılabilmektedir.
Övgü-Yergi Söylemi
Sözbilim için güzel konuşma ve ikna
etme sanatı olduğu söylenir. Bu iki du-
rum da en çok övgü-yergi söylemini il-
gilendirir. Kısacası sözbilim genellikle
övgü-yergi söylemiyle özdeşleşmiştir. Bir
kişiyi ya da bir şeyi övmek ya da yermek
bu grup içinde düşünülür. Bu tür söy-
lemde genellikle şimdiki zaman kullanılır, ama duruma göre geçmiş ya da gelecek
zaman da kullanılabilir. Bu tür söylemlerde akıl yürütme biçimi olarak genişletme
(fr. amplification) kullanılır. Biçem betisi olarak değişik betilerden yararlanılsa da,
düzdeğişmece, eğretileme ve kapsamlayış betileri öne çıkar.
Türk edebiyatında methiye ve güzelleme adı verilen şiir türlerinde övgü söy-
lemleri baskın olarak kullanılır. Birini övmek amacıyla yazılan şiirlere methiye
denir. Övülen kişiler sıradan kişiler değildir. Padişahları, sadrazamları, devletin
ileri gelenlerini, din büyüklerini ya da değer verilen herhangi bir kişiyi övmek için
söylenir. Güzelleme ise daha çok sevgili, doğa, sevilen herhangi bir şey (at, ördek
vb.) için söylenmektedir.
Dinleyin bir güzeli methedeyim / Yiğidine nisbetle yürüyüşlünün / Can feda ederim
böyle sunaya / Bin türlü naz ile salınışlının / (...)
Entari giyinmiş fireng irengi / Yanaklar kırmızı elma irengi / Saçları toplukla eyliyor
cengi / Bir hümâ baklışlı ondört yaşlının (Karacoğlan, Koşma)
Yargılayıcı/Savunmacı Söylem
Öncelikle adalet görevlilerine ait bir söylemdir. Amacı birisini suçlamak ya da
savunmaktır. Yargılayıcı söylemde genellikle geçmiş zaman kullanılır. Bu tür söy-
lemlerde akıl yürütme biçimi olarak tasım ya da örtük tasım kullanılır.
Tablo 2.1 Söylem türü Alıcılar Zaman Edim Değerler Kanıtlama tipi
Örtük tasım
Yargılayıcı Suçlamak- Doğru -
Hakimler Geçmiş (ya da
/savunmacı savunmak doğru değil
tümdengelimsel)
Karar almaya Örnek
Öğüt vermek- Yararlı -
yönelik/ Topluluk Gelecek (ya da
öğüt vermemek zararlı
tartışmacı tümevarımsal)
Övmek- Soylu -
Övgü/yergi Seyirci Şimdi Genişletme
kınamak bayağı
Biçem alıcıya da uygun olmak zorundadır. Açık, kısa, konuya uygun, canlı,
yenilikçi ve anlaşılır olmalıdır. Belirsizlikten ya da örtük anlatımlardan kaçınmak
gerekir.
Sözcük Düzeyi
Örneğin değişmece (fr. trope) bu grupta yer alır. Bir sözcüğün kesin anlamı ol-
mayan yeni bir anlamın sözcüğe kazandırılmasına ya da bir sözcüğün anlamları
arasında yer almayan bir anlamı bu sözcüğe yüklemeye değişmece denir. Değiş-
mecelerde genellikle tek sözcüğün anlam değişmesi söz konusudur.
Dizim Düzeyi
Örneğin zıtlaşma betisi bu düzeyde yer alır. Karşıt ya da birbiriyle çelişen iki söz-
cüğün aynı bağlamda kullanılmasına zıtlaşma denir. Örneğin “karanlık güneş”.
Tümcecik Düzeyi
Devriklik bu düzeyde yer alır. Devriklik, sözcüklerin alışılmış düzeninin değişti-
rilmesidir. Özellikle herhangi bir zorunluluk olmadığı halde özne ile yüklem ara-
sında yapılan değişikliği belirtir.
Metin Düzeyi
Tersinleme ve somut sunum bu düzeyde yer alır. Tersinleme, duyurulmak istenene
şeyin tersini söyleyerek belirtmeye denir. (Somut sunum için Bkz. 2.2. ve Sözlük).
Bu sınıflandırmalar betileri belli bir bağlam içinde biçemsel etkileri açısından
açıklamaya yarar. Biçembilim, sözbilim betilerini, herhangi bir konuşma/yazma
durumunu göz önünde bulundurmadan dinleyici/okuyucu üzerindeki etkisi açı-
sından ele alır. Kullanılan betiler kanıtlamaya katkı sağlar. Yerine (fr. allégorie),
tanım yoluyla soyut kavramları açıkladığından, konuşmalarda en çok kullanılan
betilerden birisidir. Betiler etkileyim (fr. pathos) ve özsunum (fr. èthos) üzerinde
belli bir etki yaratıyorsa, bu betilerin alıcıyı farklı biçimlerde yönlendirme işlev-
2. Ünite - Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri 33
lerinden söz edilebilir. Etkileyim denen şey, belirli bir bildiri yoluyla alıcıyı etki-
lemek, yönlendirmektir; bu durumda beti, uslamlama ile, yani dilin mantıksal
kullanımı ile de ilgilidir. Etkileyim boyutu, vericinin yaratıcılığı ve dil kullanı-
mındaki özgünlüğü açısından özsunum boyutuyla ilgilidir. Örneğin bu betiler söz
dalaşı yaratabilirler (tersinleme, örnekseme betileri), adlandırabilirler (dolaylama
ve dolaylı adlama betileri), dinleyicinin ilgisini çekebilir (abartma ve betimleme
ile), bir düşünce esinleyebilir (anıştırma, düzdeğişmece, örtmece betileri) ya da
sorgulayabilir (söz yöneltme betisi).
Çağdaş dilbilim sözcük betileri kaç grupta toplarlar? Devriklik ve değişmece hangi
gruplarda yer alır? 4
Anlam Betileri
Anlam betileri sözcüksel bir katkı sağlar; dile yeni sözcükler katarak değil de,
sözcüklere yeni anlamlar katarak bu zenginliği sağlar. “Sana binlerce kez söyle-
dim” sözcesindeki “bin”in niceliksel bir özelliği kalmamıştır. Anlam betileri, temel
olarak değişmecelerden oluşur; anlamsal aktarım betileridir. Burada, bilinen bir
kavram betisel kullanımlarla yeni anlamlar sağlamaya yönelik olarak kullanılır.
Değişmecelerde, bir terim ya da terim grubu ile bir başka terim arasında yer
değiştirme, daha doğrusu anlamsal aktarım söz konusudur. Yalın değişmeceler
olarak bilinen türler eğretileme, düzdeğişmece ve kapsamlayıştır. Eğretileme ör-
nekseme üzerine kurulur, düzdeğişmecede ise bitişiklik ilişkisi söz konusudur.
Düzdeğişmeceye benzer bir başka beti ise kapsamlayıştır. Kapsamlayışta bir için-
de barındırma durumu vardır. Yirmi kadar anlam betisi vardır.
Sözcük Betileri
Sözcük betileri, söz yaratma, eskillik, kökenbilimcilik, cinas gibi betiler yoluyla söz-
cüklerle yapılan oyunları ilgilendirir. Ünsüz yinelenmesi ve ünlü yinelenmesi gibi
sesle ilgili yapılan betiler de bu grup içinde yer alır. “Gerek ünsüz yinelenmesi yani
bir uyum etkisi sağlamak için aynı ünlü sesleri yineleme biçimi, gerekse ünlü yi-
nelenmesi, yani bir uyum etkisi sağlamak için aynı ünsüz sesleri yineleme şiirde-
ki sessel uyum için yapılır. “Bir büyük boşlukta bozuldu büyü” gibi bir anlatımda
“b” ünsüzünün yinelenmesini görebiliyoruz. Ünlü ya da ünsüz seslerle yapılan bu
uyumlar eşseslilik olarak değerlendirilir, yani bir gösterenin ya da göstereni oluştu-
ran sesbirimlerinin bir kısmının yinelenmesi söz konusudur.” Ünsüz yinelenmesi,
aynı sesin bir tümce içinde yinelenmesini belirtir. Sözbilim açısından yeni oluşum
da bir tür sözcük betisidir “Söz betileri, dilsel göstergenin gösteren kısmıyla ilgilidir.
Değişmece ise, gösterilen kısmıyla ilgilidir. Birisi (sözcük betisi) sözcüğün yazılışı,
biçimsel özelliği, ses öğesi ile ilgiliyken, diğeri (değişmece) sözcüğün anlam özellik-
leriyle ilgilidir.”
Son paragraftaki alıntıları GÜNAY, V. Doğan (2007) Metin Bilgisi, 3. baskı, İstanbul: Mul-
tilingual Yayınları ve GÜNAY, V. Doğan (2007) Sözcükbilime Giriş, İstanbul: Multilingual
Yayınları’ndan yaptık.
34 Eleştiri Kuramları
Düşünce Betileri
Bu grupta çok sayıda beti vardır. Özellikle tersinleme, karşıtlam betileri ile abart-
ma ve arıksayış (fr. litote) gibi yoğunluk betileri ve söz yöneltme, dillendirme,
sözaçmazlık (fr. prétérition) ve dönüş (fr. épanorthose) betileri gibi sözcelemeyi
ilgilendiren betilerden oluşur.
Kanıtlama betilerine ise, kanıt yığılması, ileriye atlayış, kanıtı reddetme ve
değersiz gösterme türleri örnek verilebilir. Düşünce betisi olarak yetmiş beş do-
layında beti adı verilebilir.
da bu boyutlardan söz edilir. Bazen birisi öne çıkartılır, bazen diğeri, bazen de
her birine yer verilir. Üç başlık bir iletişimin üç temel öğesini (verici-bildiri-alı-
cı) gösterir. Burada, özsunum insana, özneye, ahlaka ve davranışa, karaktere ve
psikolojiye gönderme yapar. Bugün bu araştırma ve incelemelere insan bilimleri
denmektedir ve bu da psikanaliz, hukuk ya da akla dayalı ve inandırıcı bir söylem
olarak felsefeye gönderme yapar. Ancak iktisat ve tarihin de kanıtlama ve sözbi-
limin verileri ile desteklenmesi gerekir. Yazınsal metinler için de bu üç temel öğe
gereklidir. Yazarın bir metni vardır. Her metnin bir okuyucusu, yani alıcısı vardır.
O zaman asıl sorun vericiden alıcıya gönderilen bildirinin nasıl düzenlendiği ko-
nusudur. Yazınsal metin de bir iletişim biçimidir ve burada da verici (özsunum),
alıcı (etkileyim) ve bildiri (uslamlama) önemli bir yer tutar. Tüm iletişimlerde
birisi (verici) bir başkasına (alıcı) seslenir. Eğer verici ve alıcı arasında iletişimin
gerçekleşmesi konusunda ortak bir kod (doğal dil, beden dili, Mors alfabesi, sağır-
dilsiz alfabesi...), gönderge, değerler dizgesi ve kanal (yazı, söz, görüntü...) yoksa
ne bir iletişimden, ne bir söyleşimden, ne bir kanıtlamadan, ne bir bilgilendirme-
den söz edilebilir.
Özsunum
Alıcı üzerinde güven sağlamak için konuşanın almak zorunda olduğu ve göz
önünde bulundurduğu tüm özellikleri belirtir. Konuşanın dürüstlüğü en büyük
kanıttır diyor Aristotales. Aynı konuda Quintilianus’a da şunları belirtir: Sözbi-
lim, iyi söyleme sanatıdır, çünkü hem söylemin tüm yetkinliklerini hem de ko-
nuşanın ahlakını kucaklar; çünkü iyi insan olmadan gerçekten iyi konuşmak ve
ikna etmek mümkün değildir. Antik çağda güzel konuşma ile konuşanın bireysel
özellikleri ilişkilendirilmiştir. Güzel konuşmanın anlamlı olabilmesi için verici-
nin/konuşanın erdeminin ön plana çıkması gerekir. Buradaki erdem özsunumla
ilgilidir. Mesleği, sosyal konumu, kökeni ne olursa olsun, ahlakının herkese örnek
olması gerekir.
Demek ki, özsunum, verici ya da konuşan kişiyi ilgilendirir. Konuşanın içten-
liği, sempatik olması, onurlu davranışı ya da namusu da aktardığı iletisine yansır.
Özsunumun temelinde ben imgesi vardır ve bu kavram konuşucunun karakter,
kişilik, davranış özellikleri, yaşam ve amaç tercihi gibi durumları belirtir. Özsu-
num konuşanın kendisi ile ilgili olarak verdiği ve kendisini dinlemeye ve izlemeye
hazır dinleyicinin örnek aldığı imgelerine bağlıdır.
Kendisine ait özellikleri, erdemleri ya da gelenek ve görenekleri kişiye ait
özellikler olarak değerlendirilir. Konuşan, etkili konuşup alıcısını ikna eder. Bu
ikna etme ve inandırma özsunumla yani konuşanın özelliği ile ilgilidir. Sözbi-
limin çıkışında güzel konuşma ve ikna etme sanatı olduğu söylenir. Güzel ko-
nuşma açısından, aktarılan bildirinin anlamlı olabilmesi vericinin özellikleriyle
ilintilidir. Konuşanın ikna edici olması, toplumda saygınlığının olması, dille ve
konuştuğu alanla ilgili yeterli bilgi birikimine sahip olması alıcı üzerindeki et-
kisini attıracaktır.
Elbette bir söylem yalnızca özsunum ile sınırlandırılamaz. Konuşanı ilgilen-
diren güzel konuşmaya dayanan bir sözbilimin, kendisine bağımlı kılmak için de
olsa, diğer iki boyutu (etkileyim ve uslamlama) işin içine katması gerekir. Güzel
söz söyleme, ikna edici konuşma, hem biçem etkilerine, hem heyecana, hem de
tutkuya açılır. Heyecanlanma ise etkileyimdir, yani alıcı üzerinde oluşturulan bir
etkidir.
36 Eleştiri Kuramları
Etkileyim
Vericinin alıcıda uyandırdığı heyecanların, tutkuların, duyguların tümüdür. Her
söylemde coşkusal bir ilişki boyutu vardır. Söylemdeki coşkusal kısım etkileyim
(pathos) olarak belirtilir. Sergileme sürecinde dinleyicilerin bedenlerine ve yü-
reklerine hitap etmek gerekir, yani alıcının tutkuları, duyguları, hatta heyecanları
hedef alınır. Burada temelde alıcının ikna edilmesi söz konusudur. Bu ikna biçimi
çok farklı olabilir: Kandırmak, razı etmek ya da büyülemek istediği dinleyiciyi ni-
telemek amacı varsa etkileyim söz konusudur. Dinleyici/okuyucu bir şeyin güzel/
çirkin (övgü-yergi söylemi), doğru/yanlış (yargılayıcı söylem) ya da yararlı/yarar-
sız-zararlı (karar almaya yönelik) olup olmadığı konusunda karar verir.
Etkileyim durumunda dinleyici edilgendir, kendi tutkularının etkisinde kaldı-
ğı gibi konuşanın da etkisinde kalır. Konuşan ile dinleyici iletişim içinde bulun-
dukları sırada farklılıklarını ya da belki de mesafelerini tartışırlar. Farklılıkların ya
da çatışmalarının kesinlikle birçok nedeni vardır ve bunlar belki de sosyal, politik,
etik, ideolojik, entelektüeldir, ama kesin olan şudur: Bir sorun, onları ayıran bir
sorun olmasaydı aralarında bir tartışma, hatta bir çatışma da olmazdı.
Uslamlama
Sözbilimsel bir söylem usa yatkındır. Vericinin kendisini güçlü gösterebilmesi,
alıcıyı ikna edebilmesi uslamlamayla ilgilidir. Bildirideki başarı vericinin iletişim-
sel başarısını getirir. Konuşan güçlü kanıtlarıyla dinleyiciyi ikna eder ya da seslen-
diği kişileri heyecanlandıran güzel biçemi, dinleyicinin beğenisini kazanır. Akla
uygun söylem ve tutkuları etkileyen söylem arasındaki farkı doğuran, heyecan
yaratan ve işi, mantığı unutturma noktasına kadar götüren uslamlamadır.
Uslamlama, kullanılan dilsel özelliklerle ya da kanıtlama yöntemleriyle çekici
gelebilir, heyecanlandırabilir, eğitebilir, ama aynı zamanda kanıtlarla ikna edebi-
lir. Kanıtlayıcı mantıkta ya da sözbilimsel betilerin görüldüğü yer uslamlamadır.
Uslamlama yukarıda sözü edilen yargılayıcı söylemde, tartışma söyleminde ya da
övgü-yergi söyleminde her zaman vardır.
Özsunumda ben adılı, etkileyimde sen adılı baskın olarak kullanılır. Uslam-
lama ise sözbilim betilerinin sıkça kullanıldığı güzel anlatım özellikleri barındı-
ran bildiriyi gösterir. Bir başka açıdan özsunum, etkileyim ve uslamlama insanın
çok uzun süredir sorduğu üç soruyu da anımsatır. Özsunum konuşanı, yani her
zaman merak edilen ben’i, uslamlama ise içinde yaşanılan dünyayı ve dili, son
olarak etkileyim ise öteki’ni ilgilendirir. İleti ve iletideki göstergeler dünyayı algı-
lamamızı sağlar.
veren, bir öneri ya da tez geliştiren söylemin öğeleridir. Kanıt, dilbilimin olduğu
kadar mantığın da araştırma konusu olmuştur.
Kanıtlama ile sözbilim kimi zaman birbiriyle karıştırılır. Sözbilim kanıtlamayı
da içeren bir sanat ve tekniktir. Her kanıtlayıcı söylem sözbilimsel olsa da, her sözbi-
limsel söylem kanıtlayıcı olmak zorunda değildir. Dolayısıyla kanıtlama ile sözbilim
aynı şey değildir. Sözbilim etkilemeyi ve tutku uyandırmayı amaçlar, kanıtlama ise
nedenlerle ikna etmeye çalışır. Söylemin akla uygun olması için kanıt kullanılır. Ka-
nıtlama, mantık yardımı ile alıcıyı ikna etmeye yarayan düşünce dizgesidir. Uslam-
lama, hem aklı hem de eylemi belirtir. Bir şeyi akıl yoluyla tartmak hem düşünmeyi
hem de bazı davranışlarda bulunmayı gerektirir.
Sözbilim etkili söz söyleme sanatıdır, övme ya da dil aracılığıyla baştan çıkar-
ma tekniğini kullanma sanatıdır. Kanıtlama ise bir akıl yürütme biçiminin dü-
zenlenişi ve gelişimidir. Sözbilim ile kanıtlama arasındaki en büyük fark şudur:
Sözbilim yanıta, dolayısıyla soruya yaklaşır; kanıtlama ise sorudan yola çıkar.
Sözbilim, soruya yanıt aracılığıyla yaklaşır, soruyu ortadan kalkmış, dolayısıyla
çözümlenmiş kabul eder. Buna karşılık kanıtlama, sorunun kendisinden yola çı-
kar, bireyler arasındaki çatışmanın çözümüne ulaşmak için farklılığın çözümü-
ne ulaşır. Kanıtlamada biçim ve biçem fazla önemli olmayabilir, ama sözbilimde
bunlar önemlidir.
Tüm kanıtlama biçimlerini kaynak açısından iki gruba ayırmak olasıdır. Bi-
rincisi mantık alanından doğanlar, diğeri ise bir yargı ileri süren kanıtlar. Bu iki
gruptaki kanıtların tümü dört başlık altında ele alınabilir: yarı mantıksal kanıtlar,
görgül kanıtlar, zorlayıcı ya da kötü inancın kanıtları ve son olarak da etkileyim
üzerine kurulan kanıtlar.
Yarı mantıksal kanıtlar: Sözbilim temelde yalnızca yarı mantıksal kanıtlara
dayanır. Bazıları kanıtları ikiye ayırır: yarı mantıksal kanıtlar ve biçimsel mantık
alanına dayalı kanıtlar. İkincisi için matematikteki kanıtlamalar örnek verilebilir.
Jean-Jacques Robrieux kanıtları üçe ayırır:
Tanımlar: Bir kavrama anlam vermek için denklik ya da eşdeğerlik ilişkisi
sağlar.
Karşılaştırma: Ortak özellikleri olan birden çok kavram arasında yakınlaştıra-
rak ya da ayırarak bir nesne ya da kavramı açıklar ya da betimleme yapar.
Bağdaşmazlık: Aynı sistem içinde bir arada bulunmayacak iki kesinlemeyi be-
lirtir. Diğerini mantıksal olarak yadsımaz, ama ikisi aynı sistem içinde bir arada
bulunmaz.
Bu üç türün dışında yarı mantıksal kanıtlamaya bir örnek de ikili yineleme (fr.
tautophonie) örnek verilir. Saçma bir akıl yürütme biçimiyle bir durum kanıtlan-
maya çalışılır.
Tümdengelim ve Tasım
Tümdengelim, genelden tikele doğru Şekil 2.3
giden bir akıl yürütme biçimidir. Ta-
sım (fr. syllogisme) ise bu akıl yürüt-
me biçimini inceler.
V. Her Anamurlu muzun ne oldu- V D
ğunu bilir. G
D. Zeynel Anamurludur.
G. Zeynel de muzun ne olduğunu
bilir.
Tasım, kanıtlamalarda sıklıkla başvurulan bir akıl yürütme biçimidir. Anla-
tımlarda, kanıtlara dayanarak sonuçlar çıkarma tümdengelimsel akıl yürütme işi-
ni belirtir. Herkesin bildiği
“Tüm insanlar ölümlüdür”. (Büyük önerme)
“Sokrates insandır”. (Küçük önerme)
“Sokrates de ölümlüdür.” (Çıkarım)
üçlü yapısı bir tasımdır. İlk iki önerme üçüncü önermenin öncülleridir. Bi-
rincisine büyük önerme denir, genel bir kuralı, durumu ya da ilkeyi belirtir (Her
insan ölümlüdür). İkincisine küçük önerme denir, çünkü genel önermeden yola
çıkarak tikel bir durumu belirtir (Sokrat da insandır). Sonuncu önerme ise bir
çıkarım ve sonuçtur (Sokrat da ölümlüdür). Olası öncüller üzerine kurulur ve yal-
nızca gerçeğe benzer bir sonuca ulaşır. Tasım iki biçimde olabilmektedir: evrensel
- tikel karşıtlığı üzerine ya da olumlu- olumsuz karşıtlığı üzerine.
Tümevarım ve Genelleştirme
Tümevarımda, tikelden yola çıkarak genele ulaşılmaya çalışılır. Genellikle bilim-
sel yaklaşımda bu yol izlenir. Sözbilimde iki tür tümevarım vardır.
Tam tümevarım: Bütünlükten yola çıkarak bazı çıkarımlara izin verir.
Genişletilmiş tümevarım: Bir tikel durum söz konusudur; bunlar değişik yerler-
de toplanır ve bunlardan bir genel duruma ulaşılır. Anket yaparak bir grupla ilgili
bilgilere erişilir. Sonra o grup ya da toplumla ilgili bazı genellemelere gidilebilir.
Aristotales’e göre kanıtlamanın iki temel yöntemi tümevarım ve örnektir. Bu
bağlamda az çok olası genel bir kurala doğru gitmek ya da ondan yararlanarak
benzer bir durumu dikkate almak söz konusudur. Ama bilimsel olarak her iki gi-
rişim de birbirine bağlıdır. Örtük tasım tümdengelimle ve örnek ise tümevarımla
ilişkilidir.
40 Eleştiri Kuramları
Özet
Sözbilimin en eski dönemden bu yana temel leme öznesini, alıcısını, metnin üretimiyle ilgili
1 amacı nedir? farklı bilgileri, kurmaca yapının kurgulanma bi-
Sözbilim Antik Yunandan bu yana bilinen yedi çimi, varsa ikna yöntemlerini ortaya koyduğu za-
sanattan biridir. Başlangıçta güzel konuşma ve man incelediği metinle ilgili çok önemli bilgilere
ikna etme sanatı olarak görülmüştür. XX. yüz- ulaşmış olacaktır.
yılda ise dilbilimdeki gelişmelere bağlı olarak
metindeki ikna edici bölümlerin ve sözbilimsel Sözbilimde kaç tür söylem vardır ve nerelerde
betilerin kullanımları, kullanım yerleri ve du- 3 kullanılır?
rumları da incelenmeye başlanmıştır. Aristo- Sözbilime göre üç tür söylem vardır. Yargıla-
tales, Platon, Quintilien gibi birçok düşünürün yıcı/savunmacı söylemi, tartışma söylemi ve
bu sanatın oluşmasında ve gelişmesinde önemli övgü-yergi söylemi. Sözbilimin güzel konuşma
katkıları olmuştur. sanatı olarak düşünülmesi nedeniyle övgü-yer-
Bugün sözbilim, üretilen söylem üzerine düşün- gi söylemi her zaman ön plana çıkmaktadır.
meye yöneltir. Vericinin ürettiği bildirinin genel Özellikle birisini övmek, alıcının her zaman
kurallarını ve ikna etme süreçlerini ortaya koy- hoşuna giden bir durumdur. Ama günümüzde
maya çalışır. Bu da üretilen bildirinin oluşum her üç söylem türü de farklı ortamlarda kulla-
süreçlerini belirleme demektir. Verici ve alıcının nılmaktadır.
işlevleri üzerine düşündürtür. Bugünkü sözbi- Övgü ya da yergiye dayalı söylemler gündelik
limde Antik Yunandan bu yana gelen özsunum konuşmalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Eski
(ethos) - etkileyim (pathos) - uslamlama (logos) dönemlerde devlet adamlarını, yöneticileri öv-
ile ikna yöntemi yeniden gündeme gelmiş ve her mek için sayısız şiir yazıldığını düşündüğümüz-
türlü söylemde bu üçlü yapı açısından değerlen- de ne kadar işlevsel bir söylem türü olduğu gö-
dirilmeye çalışılmaktadır. rülebilir. Türk halk edebiyatında güzelleme ya da
taşlama ile divan edebiyatındaki methiye şiirleri
Sözbilimin kaç bölümü vardır ve bu bölümler ne bu söylem grubu için örnek gösterilebilir.
2 işe yarar? Yargılayıcı söylem hâkimlerin, yargı erkinin kul-
Her türlü konuşmanın beş aşamada oluştuğu- landığı söylem türleridir. Daha önce olmuş bir
nu bilmek gerekiyor. Çok eskilerden bu yana olayı değerlendirmede kullanıldığı için zaman
bilinen bu aşamalar günümüzde de işe yara- olarak genellikle geçmiş zaman kullanılır.
maktadır. Geleneksel sözbilimin belirttiği beş Karar almaya yönelik söylemlerde bir sonuca
aşama: buluş, düzenleyiş, anlatma biçimi, bel- varma, gerektiğinde bir genellemeye gitme du-
lek ve harekettir. Burada belirtilen beş aşama- rumu vardır. Politikacıların, toplum önderle-
nın ilk üçü günümüz söylemlerinin oluşumu rinin, devlet adamlarının söylemlerinde bu tür
için de önemlidir. Ancak belleğin günümüz durumlar görülür. Alıcının sunulan durumdan
söylemlerinde çok fazla bir işlevinin kalmadı- bir savunca, yargı çıkarabilmesi ya da bir görüş
ğını söyleyebiliriz. oluşturabilmesi için somut ve özel bir durum
Konuşan kişi iyi bir konu seçmeli, bu konunun olarak sunulur.
aktarılmasında gerekli ikna yolu, metin türü, ka-
nıtlama biçimi vb de ayrıntılı olarak belirtilmeli-
dir. Tüm bunların önceden belirlendiği her türlü
söylem (yazınsal bir anlatı, politik bir söylem, fel-
sefi konuşma, eğitimle ilgili metin, reklam bildi-
risi vb) alıcı üzerinde daha fazla etki yaratacaktır.
Bu beş aşama metin hazırlayan kişiye yardımcı
olacağı açıktır. Aynı özellikler metin çözümleme-
de de önemli işlevler gerçekleştirir. Bir yazınsal
metni inceleyen araştırmacı, metin tipini, sözce-
2. Ünite - Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri 41
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi ortaçağda okutulan yedi 4. “Yargıç: siz komşunuza kötülük ettiniz. Onların
bilimden biri değildir? hayvanlarını öldürdünüz. Bunun için suçlusunuz ve iki
a. Dilbilgisi yıl hapse çarptırıyorum” hangi söylem grubu içinde yer
b. Astroloji alır? Niçin?
c. Sözbilim (retorik) a. Karar almaya yönelik söylem. Kullanılan zaman
d. Astronomi şimdiki zaman ve konuşan bir şeye karar almaya
e. Eytişim (diyalektik) çalışıyor.
b. Tartışmacı söylem. Konuşan kişi bir münazara-
2. Sözbilim, dilbilim, anlatıbilim, yorumbilim, yazın- da bir konuyu tartışıyor. Kullanılan zaman geç-
sal göstergebilim gibi metin inceleme yöntemlerinden miş zaman
hangi açıdan farklılık gösterir? c. Övgü söylemi. Komşunun ne kadar iyiliksever
a. Sözceleme kuramını çalışmanın merkezine al- olduğunu gösteriyor. Kullanılan zaman gelecek
ması zaman.
b. Yazar-anlatan-anlatılan-okur ayrımını metin d. Yergi söylemi. Komşusu ile iyi geçinemeyen ki-
çözümlemede öne çıkarması şiyi yeriyor.
c. Kanıtlama ve sözbilim betileri ve ikna etme du- e. Yargılayıcı söylem. Kullanılan zaman geçmiş za-
rumunun çalışmanın temelini oluşturması man. Daha önce olmuş bir durum ile ilgili yar-
d. Yalnızca dinsel metinleri incelemesi gıç, komşuya zarar veren kişiyi yargılıyor.
e. Metin içindeki kurmaca dünyayı yeniden oluş-
turmak istemesi 5. Ses oyunlarıyla yapılan sanatlar aşağıdaki grupların
hangisinde yer alır?
3. Sözbilimin bölümlerinden biri olan düzenleyişte a. Düşünce betileri
temel olarak nelere dikkat edilmelidir? b. Anlam betileri
a. Sunulacak bildirinin yapısını, tutarlılığını in- c. Söyleyim betileri
celer. Söylemin girişi, anlatılma kısmı, gerekli d. Sözcük betileri
uzunluğu ve tutarlı bir sonucunun olması bu e. Kuruluşla ilgili betiler
aşamayla ilgilidir.
b. Söylemin izleği ile ilgili her türlü ikna yolunun 6. İnandırmak ile ikna etmek arasındaki farkı aşağı-
araştırıldığı aşamayı belirtir. Söylem türü, ka- dakilerden hangisi açıklar?
nıtlama biçimi de bu aşamada seçilir. a. İnandırmak, birisini bir şeye inandırmaya çalış-
c. Alıcı üzerinde güven sağlamak için konuşanın mak, zorlamak. İkna etme bir bakıma imgeleme
almak zorunda olduğu, göz önünde bulun- dayanır ve öznel bir değerlendirmeyi belirtir.
durduğu tüm özellikleri belirtir. Etkileyim ve b. İnandırmak birisini bir şeyi anlamaya teşvik
uslamlama ile birlikte bir söylemin kanıtlama etmek. İnandırmada anlamaya dayalı bir kabul-
biçimine dikkat edilmelidir. lenme vardır. İnandırmada ise, akla dayanır ve
d. Söylemin anlatma biçimini belirtir. Kullanıla- nesnel bir değerlendirmeyi gösterir.
cak biçemleri, kanıtlama yollarını seçmek bu c. İkna etmek, birisini bir şeye inandırmaya gö-
aşamada olmaktadır. türmek, zorlamak. İkna etmede, inanca bağlı ve
e. Söylemin kaydedilmesi, önceden kullanılmış dogmatik bir durum söz konusudur. İkna etme
söz sanatlarını ve kanıtlama biçimlerini görmek bir bakıma imgeleme dayanır ve öznel bir de-
amacıyla saklanmasıdır. ğerlendirmeyi belirtir. İnandırma, akla dayanır
ve nesnel bir değerlendirmeyi gösterir.
d. İkna etme, inanca bağlı değildir ve dogmatik bir
durum olamaz. İnandırma anlamaya dayalıdır ama
akla uygun bir şey sunulmak zorunda değildir.
e. İnandırma ve ikna etme dogmatiktirler. Her iki-
si de akla nesnel bir değerlendirmeye dayanır.
2. Ünite - Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri 43
Yararlanılan Kaynaklar
AKSAN, Doğan (1993). Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, İs- GÜNAY, V. Doğan; KIRMAN, Ümral (2005). “Bilimsel
tanbul: BE-TA Basım Yayım. Söylem ve Kanıtlama” Buca Eğitim Fakültesi Der-
AKSAN, Doğan (2000). En Eski Türkçe’nin İzlerinde, gisi içinde, Özel sayı, Yıl: 2005, sayı: 17, [327-333]
İstanbul: Simurg Yayınevi. JOUBERT, Jean-Louis (1993). Şiir Nedir?, Çeviren:
AMOSSY, Ruth (2000). L’Argumentation dans le Dis- Ece Korkut, Ankara: Öteki Yayınları
cours, Paris: Nathan-Université MEYER, Michel (1993). Question de Rhétorique:
ARISTOTALES (1983). Politika, Çev. Mete Tunçay, 2. Langage, Raison et Séduction, Paris: Le Livre de
Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. Poche.
ARISTOTALES (1995). Poetika, Çeviren: İsmail Tuna- MEYER, Michel (2005). Qu’est-ce que
lı, 6. baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi l’Argumentation?, Paris: Librairie Philosophique J.
ARISTOTALES (2001). Retorik, Çeviren: Mehmet H. Vrin, Collection: Chemins philosophiques.
Doğan, 5. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. MEYER, Michel (2009). Retorik, Çev. İsmail Yerguz,
BARTHES, Roland (1985). “L’ancienne rhétorique: Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
aide mémoire” L’Aventure Sémiologique, Paris: PERELMAN, Chaim; OLBRECHTS-TYTECA, Lucie
Editions du Seuil. (2008). Traité de l’Argumentation: La Nouvelle
BAYRAV, Süheyla (1998). Filolojinin Oluşumu, İstan- Rhétorique, Bruxelles: Editions de l’Université de
bul: Multilingual Yayınları Bruxelles.
BERTRAND, Deniz (1999). Parler Pour Convaincre. PLATON (EFLATUN) (1982). Diyaloglar I, Çev. T.
Rhétorique et Discours, Paris: Gallimard. Aktürel, M. Cevdet Anday, Adnan Cemgil, Tacettin
CANU, Alain (1992). Rhétorique et Communication, Ünlü, Sabahattin Eyuboğlu, İstanbul. Remzi Kita-
Orne: Éditions d’Organisation bevi.
DİLÇİN, Cem (1983). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, REBOUL, Oliver (2001). Introduction à la Rhétorique,
Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları. Paris: PUF, collection: premier cycle.
GUIRAUD, Pierre (1979). La Stylistique, Paris: PUF, ROBRIEUX, Jean-Jacques (2001). Rhétorique et Ar-
Collection: Que sais-je?, No: 646. gumentation, 2. baskı, Paris: Nathan-Université.
GUIRAUD, Pierre (1984). Anlambilim, Çeviren: Prof. SUHAMY, Henri (1988). Les Figures de Style, Paris:
Dr. Berke Vardar, Ankara: Kuzey Yayınları. PUF, Coll. Que sais-je?, No: 1889.
GÜNAY, V. Doğan (2002). Göstergebilim Yazıları, İs- UZDU YILDIZ, Funda (2010) “Açıklama ve Açımlama
tanbul: Multilingual Yayınları. Üzerine”, Synergies-Turquie içinde, sayı:3, Revue
GÜNAY, V. Doğan (2007). Metin Bilgisi, Genişletilmiş Du Gerflınt, Sylvains Lesmoulins-France [261-270]
3. baskı, İstanbul: Multilingual Yayınları. Wikipédia “Rhétorique » http://fr.wikipedia.org/
GÜNAY, V. Doğan (2004). Dil ve İletişim, İstanbul: wiki/Rh%C3%A9torique
Multilingual Yayınları
GÜNAY, V. Doğan (2007). Sözcükbilime Giriş, İstan-
bul: Multilingual Yayınları
3
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bir edebiyat yapıtında “izlek” kavramını açıklayabilecek ve ortaya çıkarabilecek;
Bir edebiyat yapıtının konusu ile izleklerini birbirinden ayırt edebilecek;
İzlekçi eleştirinin amaç ve yöntemlerini tanımlayabilecek;
İzlekçi eleştirinin öncülerini tanıyabilecek ve karşılaştırabilecek;
Bir edebiyat yapıtını izlek açısından çözümleyebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Edebiyat Eleştirisi • Yananlam
• İzlekçi Eleştiri • Şiirsel İmge
• Anlambirimcik • Esenlikli / esenliksiz duygu
değeri
İçindekiler
• GİRİŞ
• EDEBİYAT NEDİR?
• ELEŞTİRİ NEDİR?
• EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ NEDİR?
• MEFHUM VE KAVRAM NEDİR?
Eleştiri Kuramları İzlekçi Eleştiri • İZLEK NEDİR?
• İMGE NEDİR?
• İMGELEM NEDİR?
• İZLEKÇİ ELEŞTİRİ
• İZLEKÇİ ELEŞTİRMENLER
• UYGULAMALAR
İzlekçi Eleştiri
GİRİŞ
İzlekçi eleştiriyi daha iyi anlayabilmemiz için, öncelikle bu konuyla doğrudan
ilintili olan genel kavramları gözden geçirip açıklık getirmemizde yarar var.
EDEBİYAT NEDİR?
Edebiyat ya da yazın, okuyucuda estetik (güzelduyusal) bir haz yaratmayı amaçla-
yan, dilsel bir sanat alanı ve bu alanda yaratılmış yapıtların tümüdür. Sanat yapıtı
ise, genel anlamı ve tanımıyla, “bir yapı ile bir düşüncenin aynı anda ortaya çık-
ması, bir biçimle bir deneyimin alaşımıdır” (J. Rousset, Biçim ve Anlam). Edebi-
yat, öncelikle bir yazı, biçem (stil, tarz) çalışması olup, roman, öykü, tiyatro metni
gibi yaratıcı bir anlatıdaki ya da farklı bir alan oluşturan şiirdeki gibi özgün bir
biçim-anlam bütünüdür. Edebiyat aynı zamanda tüm beşerî ve sosyal bilimleri
de ilgilendiren bir alandır. Ancak hemen belirtelim: felsefe, psikoloji (ruhbilim),
tarih, sosyoloji (toplumbilim), antropoloji (insan bilimi) gibi bilim dalları için
edebiyat başlı başına inceleme nesnesi olamaz; bunun yerine, edebiyat eleştirmen-
leri ya da çözümleyicileri, inceleme konularına açıklık getirebilmek için zaman
zaman bu bilim dallarından yardım alabilirler. Edebiyat yapıtları bir yaratı ürü-
nüdür, dolayısıyla her edebiyat yapıtı, kendine özgü bir sezgisi ve imgelem gücü,
dilsel biçemi, dünyayı algılama, kurgulama ve yazıyla bunu yansıtabilme becerisi
olan bir “yaratıcı özne” tarafından oluşturulur. Bir yapıt tamamlanıp okuyucuya
ulaştığında ise, ortaya çıkan metnin okuyucu tarafından anlamlandırılması, de-
ğerlendirilmesi süreci başlar. Eleştirmen de her şeyden önce bir okurdur; dikkatli,
özenli ve araştırmacı bir okur.
ELEŞTİRİ NEDİR?
Türkçede “eleştiri” adı “elemek” fiilinden gelmektedir. “Elemek” fiili ise “el” adın- Eleştiri: Eleştirmek: el-e-ş-
dan türetilmiş olup, “bir bir, tek tek elden geçirmek, seçmek” anlamı taşır (Eyu- tir-mek. (Benzer bir türetim:
öz-l-e-ş-tir-mek.)
boğlu 2004). Batı dillerinde ise bu anlamda kullanılan “critique” (Fr.) sözcüğünün
kökeni Latince criticus, Yunanca kritikos sözcüklerinden gelip, ilk anlamı “kesin
olarak yargılamak”tır.
Eleştiri genel anlamıyla, bir varlık, oluşum, düşünce, söylem ya da ürünün
olumlu ve olumsuz yönlerini, nitelik ve eksikliklerini irdeleyip anladıktan sonra,
tam değerini ortaya çıkarma, bir yargıya ulaşma çabası ve yetisidir. Bu açıdan, her
eleştiri aynı doğruluk, tutarlılık ve kesinlik düzeyinde olamayacağı gibi, yapılan
48 Eleştiri Kuramları
İzlenim: Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba,
imaj. (http://tdkterim.gov.tr)
Eleştiri, bir düşünce ya da ürünün olumsuz ve eksik yönlerini ortaya çıkarmak mıdır?
1
EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ NEDİR?
Edebiyat eleştirisi, edebiyat yapıtlarına ve / ya da yazarların, şairlerin yaratıcılıkla-
rına, özgünlüklerine ilişkin belli bir yargıda bulunmak, yorum ve açıklama getir-
mek veya açımlama yapmak amacıyla gerçekleştirilen özgün ve özenli okuma ve
incelemeler sonucu oluşur. Bu eleştiriler edebiyat tarihi içinde kimi zaman, ele alı-
nan metinleri edebiyat dışından, yani tarih, toplumbilim, ruhbilim gibi farklı bilim
dallarından yararlanılarak ve edebiyat dışı ölçütler kullanılarak yapılmıştır. Buna
“dış eleştiri” adı verilir. Diğer yandan, edebiyat eleştirisi, özellikle 20. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren, bütünüyle edebiyat sınırları içinde kalarak da gerçekleştirilme-
ye başlanmıştır. İzlekçilik, yapısalcılık, yazınbilim, yazınsal göstergebilim ve şiir gös-
tergebilimi gibi yöntemlerle yapılan bu eleştiri türü “iç eleştiri” olarak adlandırılır ve
bu tür eleştiri, yöntemli ve öncelikli olarak dilsel bir “çözümleme”ye dayanır. Ger-
çekten de bir edebiyat yapıtı ne yalnızca, kanıtlanabilen dış dünya bilgileriyle açık-
lanabilir, ne de yalnızca dil ve biçem bilgisiyle. Yaratıcı bir kişinin (yazarın, şairin)
edebî kişiliği ve dünyasıyla oluşturduğu bir yapıt ne kadar çok katmanlıysa, okuma
/ eleştiri / çözümleme işlemi de o kadar karmaşık bir süreç olabilir.
Güncel bir olay, durum ya da tutumun eleştirisi ile edebiyat eleştirisi arasında ne
2 gibi farklar vardır?
Kavram (Fr. concept) ise, genel anlamda “bir nesnenin veya düşüncenin zihin-
deki soyut ve genel tasarımı” (Türk Dili Kurumu -TDK-, 1983) olarak tanımlanır.
Kavramın felsefedeki tanımı ise şudur: “Nesnelerin ya da olayların ortak özellik-
lerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım”. Örneğin gerçeklik,
uzam, zaman, neden-sonuç, özgürlük, aşk, cesaret... kavramı. Elbette, özel alanla-
ra ilişkin olarak kullanılan “terim”ler de kavramlara dayanır.
İZLEK NEDİR?
İzlek (tema), TDK sözlüğünde kısaca şöyle tanımlanmıştır: “Bir edebî eserde işle-
nen konunun anlamca ortaya koyduğu ana yönelim”. Bir yapıttaki izlek(ler) çoğu
zaman yapıtın “konu”su ile karıştırılır; birinin yerine diğerinin kullanıldığı olur.
“Konu” yapıtın dışında da var olan kavramları anlatır; oysa izlekçilere göre, izlek
her yapıtın içinde yeniden yaratılan bir anlam ulamıdır. İzlek, bir (yaratıcı) özne- Ulam: Kategori.
nin dünya ile olan öznel ilişkisini anlatır. Bu açıdan izlekçilik, biçimcilik akımının
tersine bir yöntemden hareket eder ve fenomenolojiden yararlanır.
İzlekler mefhumlardan ve kavramlardan yola çıkar. Bu nedenle, bir metindeki Yananlam: Düzanlam
kavramları ortaya çıkarabilmek için yöntemli bir okumayla metin içinde iz sür- karşıtı. Bir sözcüğün belli
bir toplulukta yaygın olarak
mek gerekir. İzleksel eleştiri bu anlamda, kavramsal eleştiri olarak da kabul edi- çağrıştırdığı anlam ya da
lebilir. İzlek bir yapıtta yinelenen öğeler, olgular ya da kavramlardır. Yinelenen anlamlar. (Fr. connotation)
izlek, kimi zaman yananlamlarla, simgelerle (sembol), örtük anlamlarla da oluş- Örtük anlam: Belirtik
turulmuş olabilir. Dolayısıyla izlekler her zaman metnin yüzeyinde bulunmaz, olmayan anlam. Bir şey
çoğu zaman derin yapıda, örtük olarak yer alırlar; dikkatli bir metin çözümlemesi söylerken başka bir şeyi
kastetmek. (Fr. implicite.)
de bu nedenle gerekli, hatta zorunludur. Bir yapıtta çoğunlukla birden çok izlek
yer alır, yani her yapıt için bir izlekler bütününden söz etmek gerekir. Bu izlekler
de kendi aralarında bir bağıntı içindedir.
Çeşitli izlekler: yalnızlık, dostluk, sahiplenme, yaşam mücadelesi, sevinç, piş-
manlık, geçmiş, özgürlük, özlem, hasret...
İzlekler ikili olarak da çıkabilir karşımıza: yaşam / ölüm, gündüz / gece, geçmiş
/ şimdi, gençlik / yaşlılık, esaret / özgürlük, kapalılık / açıklık, dış uzam / iç uzam,
kapsayan / kapsanan... Bu ikili kavramlar, alt ulamlarıyla eklemlenerek yazınsal-
lığı ortaya çıkarır.
“(...) (genellikle tüm yazarlarda) her izlek her zaman aynı sözcükle [motif]
ya da aynı imgeyle ortaya çıkar. Bu da yinelenen izleğin saptanıp kullanılmasını
50 Eleştiri Kuramları
kolaylaştırır”. Ancak izlekler her zaman sözcüklerle somutlaşmaz, kimi zaman ör-
Yerdeşlik: anlam ulamlarının tük olarak (yerdeşlik), hatta bilinçaltı veya bilinçdışı ile ilişkili olarak da metinde
yinelenmesi. yer alabilirler. Bu durumda, izlekleri ortaya çıkarmak için eleştirmenin dil kulla-
Dizge: Sistem. nımlarına, insana ve dünyaya ilişkin bilgi ve gözlemlerinin sağlam temelli olması
gerekmektedir, çünkü “izlek tüm bir “değerler dizgesi”ni taşır; böylece dünyanın
Töz: Temelde olan, kurucu öz.
(Fr. substance) tözleri “iyicil” ve “kötücül” durumlara ayrılır. Ancak iyicil ve kötücül öğeler belli
bir bağlam içinde düşünülmelidir.
İMGE NEDİR?
Öncelikle görsel anlatımın birimi olan imge, sözel, yani dilsel alanda farklı bir
anlamda kullanılır. Edebiyatta imge en genel tanımıyla, her türden benzerlik ya
da benzeşim ilişkisine dayalı olarak gerçekleştirilen, ancak bunu alışılmış yollarla
değil de, iki varlık ya da nesneyi özgün bir biçimde bir araya getirme anlamındaki
bir söz sanatıdır. TDK Sözlüğünde imge şu şekilde tanımlanır: “Bir şeyi daha canlı
ve daha duygulu bir halde anlatmak için onu başka şeylerin çizgileri ve şekilleri
içinde tasarlayış”. Özgün bir imge yaratmada anlamsal ve sözdizimsel sapmalar
söz konusudur; bunu gerçekleştirmek için en yaygın olarak kullanılan yol ise eğ-
Eğretileme: İstiare (Osm.), retilemedir, öyle ki, kimi zaman imge ile eğretileme eşanlamlı olarak bile kullanı-
métaphore (Fr.). Bir sözcüğün lır. İmgelerin en çok kullanıldığı edebiyat türü şiirdir. Pierre Reverdy şiirsel imge
alışılmış anlamı dışında kalan
bir anlamda kullanılması. için şöyle der: “Birbirine yaklaştırılan iki gerçeklik arasındaki ilişki ne kadar uzak
ve yerindeyse, imge o kadar güçlü olur”.
Örneğin, aşağıdaki 1. uygulamada şair Ahmed Arif “Hasretinden Prangalar
Eskittim” başlıklı şiirinde şu imgeleri kullanmıştır: “Dışarıda gürül-gürül akan bir
dünya”; “Saçlarına kan gülleri takayım”; “Okyanusun en ıssız dalgasına”.
İMGELEM NEDİR?
İmgelem birçok anlamda kullanılır. Öncelikle soyut bir şeyi gözünün önüne getirme,
zihinde canlandırma, tasarım yetisi, gücüdür. İmgelem: “a. Yaratıcı olabilir, tasarımı
kendisi yaratır, b. Yansıtıcı olabilir, zihinde önceden bulunan tasarımları anımsar”
(TDK). Yaratıcı imgelem, insanın daha önce hiç görmediği, hatta gerçek dışı varlık
3. Ünite - İzlekçi Eleştiri 51
İZLEKÇİ ELEŞTİRİ
İzlekçi eleştiri, edebiyat yapıtlarını doğrudan ve yalnızca ruhbilim ve toplumbilim
gibi edebiyatın dışında kalan bilim dallarıyla açıklayan eleştirilere tepki olarak,
yapıtı daha ziyade yapıtın içindeki öğelerle açıklamaya, yorumlamaya çalışır. Bu
nedenle, yazınbilim, izlekçilik ve arkasından gelen yapısalcılığa ve yazınsal göster-
gebilime dayalı eleştiriler “iç eleştiri”, “yeni eleştiri” akımları olarak adlandırılır.
Bunun yanında “varoluşçu eleştiri” (Sartre), “marksist eleştiri” (Goldmann) gibi
ideolojik ve felsefi eleştiri türleri de yine 20. yüzyılın önemli eleştiri akımlarıdır ve
iç eleştiri, yeni eleştiri içinde sayılırlar.
Edebî yapıtlar, yaratıcısının gerçek dünyayla ve kendi dünyasıyla ilişkisini, ya-
şama, çevresine ve kendisine bakışını ortaya koyar. Ancak, her yapıt, yaratıcısının
yaşam öyküsünden bağımsız olarak ele alınmalıdır, çünkü yazarlar yazmaya baş-
ladıklarında bir anlamda kendilerini yeniden oluştururlar. “Yazar yapıtında ken-
dini inkâr eder, aşar ve dönüştürür” (Starobinski). Yazarın özyaşam öyküsüne az
çok mesafe koymaya çalışması, izlekçi eleştiriyi yapısalcılık kuramına yaklaştırır.
Bu nedenle de, izlekçi eleştiride çoğu zaman yazarın adı yerine, “yaratıcı ben”,
“yaratıcı özne”, “yaratıcı kişi”, “yaratıcı bilinç” terimleri kullanılır. İzlekçi eleştiride
özellikle zaman, uzam ve çeşitli izlenimlerin, duyguların algılanmasına ve bunlar
arasında ilişkiler kurulmasına özen gösterilir.
Yapısalcılık: Structuralisme (Fr.). Özellikle Fransa’da gelişen, temel bir gerçeklik olarak
yapıya dayanan, yapı üzerine kurulan bilim kuramı. Yapı, öğeleri birbirine ve kendisine
bağlı olan, ama öğelerinin toplamından daha fazla bir şey oluşturan bir bütündür. Çıkış
noktasını dilbilimden alan yapısalcılık, bu etki ile, insanbilimlerinin yöntemi olmuştur;
gerçekliğin yapısını kavramada dili örnek alır, dil örneği insan davranışlarının tüm ala-
nına, özellikle de toplumsal olaylara, belli bir yönteme uyularak, uygulanır. Yapısalcı
yöntem ele aldığı konuyu, bütünleştiği yapı içine koyarak, sonra da daha geniş kapsamlı
yapılar içine koyarak aydınlatmaya çalışır. (...) (http://tdkterim.gov.tr/bts/)
rinde durur. Öte yandan, izlekçi eleştiri edebiyat yapıtlarının sınırlarını ve eksenini
belirlemeye çalışır. Bu tür eleştiri, belli bir yazarın bir yapıtını ya da tüm yapıtlarını
ele alabileceği gibi, metinler arası karşılaştırmalardan da yararlanır.
Yaratıcı imgelem, zamanı ve uzamı sanatçıya özgü bir duyarlılıkla birbiriyle
ilişkilendirebilir. İzlekçi eleştiri, bu yaratıcı bilinç ile bir nesne ya da varlığın hangi
yollarla ve özel koşullarla ilişkilendirildiğini araştırır. Bu eleştiri türü, yapıtların
derin yapısında yer alan tutarlılığı ortaya çıkarmaya, bir anlamda dağınık halde
bulunan ya da okuyucuya öyle gelen çeşitli öğeleri arasındaki gizli (örtülü) anlam
ilişkilerini belirlemeye çalışır. Çünkü bir edebiyat yapıtı bütünlüğünü, tutarlılığı-
nı çeşitli anlam izlerine, izleklere borçludur; edebiyat yapıtı bir ilişkiler ağıdır ve
bu ağda yer alan her öğe bütüncül anlamın oluşmasına katkıda bulunur. Kısacası
anlam, kavramlar ve kavramları taşıyan biçimler arasındaki ilişkide gizlidir ve yü-
zeysel bir okuma bunun gözden kaçırılmasına neden olabilir. İzlekçi eleştirmen
Poulet, gerçek bir eleştirel düşünceyle yapılan okuma edimini, ayrıca iki bilincin
(yazarın ve okuyucunun) buluşması olarak tanımlar.
Richard’a göre izlek “bir yapıtın anlam birimlerinden biridir”. Peki, izleği nasıl
tanıyabiliriz? Bunun en kesin ve kestirme yolu, bir sözcüğün, bir biçimin ya da bir
anlamın yinelenmiş olmasıdır.
Biçim yinelenirse “motif ”, anlam yinelenirse “yerdeşlik” söz konusudur. İzlek her
ikisiyle de ilintilidir. Özellikle yerdeşlikler birleşerek izlekleri oluşturur.
İZLEKÇİ ELEŞTİRMENLER
İzlekçi eleştirmenler ruhbilimden esinlenmişlerdir, ancak ruhbilimsel eleştirmen-
ler ile aralarındaki fark şudur: İzlekçiler, ruhçözümcü (psikanalist) değil, çeşitli
felsefe akımlarına bağlı kişilerdir. Fransız ve Belçikalı izlekçi eleştirmenlerden en
önemli sayılanları Gaston Bachelard, Georges Poulet ve Jean-Pierre Richard’dır.
Her üç eleştirmen de izlekçi eleştirmen, ya da bilincin eleştirmenleri olarak anılır.
Ancak Bachelard ve Poulet psikoloji (ruhbilim), psikanaliz (ruhçözümleme) ve
fenomonolojiden (görüngübilim) yararlanırken, Richard dilsel yaklaşıma ve ya-
pısalcılığa daha yakındır.
3. Ünite - İzlekçi Eleştiri 53
(Platon) Eflatun’un öğrencisi olan eski Yunan filozofu ve bilim adamı Aristo (M.Ö.
384-322), maddenin sahip olduğu dört durumdan (ıslak / kuru; sıcak / soğuk) yola
çıkarak, bunların birleşmesiyle oluşan dört temel öğeden söz eder: toprak, su,
hava, ateş.
Ancak daha sonra Bachelard dört elementin çok kısıtlayıcı bir alan oluştur-
duğunu düşünmüştür. Ayrıca bu elementler birbirleriyle bağlantılıdır ve birbir-
lerine karışabilir: su ve ateş, su ve gece, su ve toprak. Eleştirmen bu düşünceyle,
imgelemin durağan değil, hareketli bir alan olduğu kanısına varmıştır. Asıl olarak,
Bachelard’ın izlekçi eleştirisi bundan sonra başlamış ve başka eleştirmenlere de
esin kaynağı oluşturmuştur. İmgenin tek başına bir değeri yoktur; imge, değerini
belli bir anlam ağından alır.
Kuşkusuz bir yapıtı incelemek, değerlendirmek, yorumlamak öncelikle bir
okuma işidir; her metin kendi izlerini, izleklerini sunar okuyucuya. Ancak Bache-
lard metni çözümlemez, bir metinden hareketle genellemelere varır. Bachelard’dan
sonra gelen eleştirmenler ise, yapıtları tek tek ele alıp, hep yapıtın özgünlüğünü
ortaya koyan bir eleştiriyi benimserler.
ğına varmak ister; bu nedenle, yazarın her türlü yazısını gözden geçirir: taslaklar,
karalamalar, yazışmalar, el yazmaları, düzeltmeler... Bunun ardından, yapıtın nasıl
oluşturulduğunu, son biçimini aldığını, izlekler arasında bağıntılar kurarak keş-
fetmeye çalışır. Ayrıca Richard “ayrıntı” üzerinde durmayı tercih etmiştir; yapıtta-
ki ufacık bir ayrıntıyı didiklemek, yapıtın tamamı ve yazarın kendisi hakkında da
bir fikir oluşturur ona göre. Ancak küçük parçalar üzerine fazlaca eğilmek, kimi
zaman bütünün, esas olanın gözden kaçırılması tehlikesini de beraberinde geti-
rebilir. Yine de edebiyat yapıtlarında ayrıntıların büyük önemi vardır; Richard,
eleştirilerinde kimi zaman değer taşımadığı sanılan bir ayrıntının yapıtın tamamı
için büyük önemi olduğunu, hatta en önemli şey olduğunu göstermiştir. Önemli
olan, ayrıntılara gerektiğinden fazla bir değer yüklememek, ayrıntıyı takıntı hali-
ne getirmemektir.
Richard, bir sözcüğü veya izleği takıntı haline dönüştürmekten sakınır, an-
cak izlekçi eleştirmenler genel olarak her yazarın ya da şairin yeğlediği, defalarca
kullanmaktan hoşlandığı, bir anlamda takıntılı sözcükleri (motifleri) ve izlekleri
olduğunu düşünürler. Bunu yakalayabilmek için de iyi bir okumanın yanı sıra,
yapıtla ve yazarla yakınlık, hatta özdeşlik kurmak gerektiğini söylerler.
Richard belli izleklere açıklık getirmiştir: örneğin “yemek” izleği /doymazlık/
motifini ortaya koyar; oysa “aşk deneyimi” /akışkanlık/ içeren imgelerin yinelen-
mesiyle bağıntılıdır. Bilinçdışı göndermeleriyle zaman zaman psikanalize kayan
Richard, diğer yandan fenomenolojik (olaybilim, görüngübilim), dilsel ve dilbi-
limsel çalışmaları ayrıntılı bir biçimde gerçekleştirir. Gerçekten de, dilsel çözüm-
lemeler Bachelard ve Poulet’de hiç yer almazken, Richard’da ayrıcalıklı bir yere
sahiptir. Bu açıdan Richard yapısalcılığa daha yakındır ve bir yazınbilim (poetika)
oluşturmak ister.
Sonuç olarak, izlekçi eleştiri, yazınsal yapıtları açımlamak, anlaşılmasını sağ-
lamak ve yaratıcılığın derinliklerine ulaşmak açısından eleştiri edimine şüphesiz
yenilikler getirmiştir. Ancak dilsel bir okumadan çok, ruhçözümsel (psikanalitik)
yaklaşımı ve izleklerin seçiminde öznelliğin ön plana çıkması, yazarla, şairle özdeş-
lik kurmanın güçlüğü ve belirsizliği izleksel eleştirinin belli bir yöntem oluştura-
mamasına neden olmuştur. Aslında izlekçilerin pek böyle bir amaçları da yoktur.
Onlar yapıtın derinliklerindeki insana, yazarın / şairin derindeki benine ulaşmaya
çalışırlar, ancak bunu yaparken yapıtı gözden kaçırdıkları da olur; yöntemli bir eleş-
tiri için ise her şeyden önce yapıt önemlidir, yapıtın dili, kurgusu, özü, özgünlü-
ğü, iletisi, anlamı ve olası tüm anlamları. Nitekim göstergebilimci Roland Barthes
(1915-1980), edebiyat yapıtının çok özel bir anlamlar sistemi olduğunu, amacının
ise bir tek anlam oluşturmak değil, dünyayı anlamlandırmak olduğunu belirtmiştir
(“Eleştiri Nedir?”, çev. Tahsin Yücel, 1971). Barthes için, önemli olan derinlerdeki
anlamı çeşitli yollara başvurarak ortaya çıkarmaya çalışmak değil, anlamın hangi
yapılarla, kurallarla, biçimlerle oluşturulduğunu bulup göstermektir.
UYGULAMALAR
İzlekçi eleştiri günümüzde, tam olarak yukarıda açıklanmaya çalışıldığı biçim-
de uygulanmamaktadır. İzlek kavramı yine önemini korumakla birlikte, edebiyat
yapıtları yeni eleştiri ve çözümleme yöntemleriyle (dilbilim, anlambilim, göster-
gebilim...) ele alınmaktadır. Dolayısıyla aşağıdaki uygulamalar izlekçi eleştirinin
günümüzde aldığı zenginleştirilmiş biçimine örnek oluşturacaktır. Bu uygulama-
lar, bir edebiyat yapıtında izleklerin dil bilimlerinin katkısıyla nasıl ortaya çıkarıl-
dığını göstermek açısından yararlı olabilir.
56 Eleştiri Kuramları
1. uygulama
2. uygulama
zılan bir şiirde esenlikli sözcüklerin bulunması doğaldır. Bunlardan kimileri artık pek
kullanılmayan sözcüklerdir; kimileri ise anlamlarından yalnızca birini korumaktadır
günümüzde. Aşağıdaki dört sözcük şiirin izlekleri açısından önem taşımaktadır:
“Aziz”: Değerli. / Ermiş, eren. / Yüksek dereceli, çok değerli. / Kuvvet, kudret
sahibi.
“Efsun”: Büyü. / (Mecazi olarak) Masal.
“Taht”: Hükümdarların oturduğu özel koltuk, makam.
“Revnak”: Parlaklık, güzellik. Tazelik, süs.
Yukarıdaki sözcüklerle, İstanbul hem değerli (“aziz”), hem masalsı (“efsun”),
hem yüce (“taht”), hem de parlak, güzel (“revnak”) bir kent olarak betimleniyor.
Bilindiği gibi, “betimleme”de ad ve sıfatlar çokça kullanılır. Burada da, nitelik bil-
diren pek çok ad ve sıfat yer almaktadır:
Niteleyici adlar: “gönül tahtı”, “revnak”, “güzellik”, “rüya”:
Niteleyici sıfatlar: “aziz”, “revnaklı”, “efsunlu”, “hoş”.
Bu sözcüklerin yanı sıra, yine esenlikli birçok sözcük ve kullanımla karşılaşıyoruz:
“sevmediğim hiçbir yer” (Burada eksiltili anlatım söz konusudur: “sevmedi-
ğim hiçbir yer” /yok/. Ayrıca, /sevmek/ fiili şiirde iki kez yer alıyor: “Sâde bir sem-
tini sevmek bile bir ömre değer”);
“gönül tahtım”;
“keyfince kurul”;
“bir ömre değer”;
“güzellikler”;
“en hoş ve uzun rü’yâ”.
Bir /uzam/ olarak İstanbul, bu şiirde yine uzam bildiren “tepe” ve “semt” söz-
Anlambirimcik: En küçük anlam cükleriyle bütünleniyor. Ayrıca “tepe” sözcüğünde yer alan /yükseklik/ anlam-
birimi.
birimciği, mecazî olarak “taht” (/yüksek/ makam) ve “aziz” (/yüksek/ dereceli,
değerli; iktidar sahibi) sözcüklerine de göndermede bulunmaktadır. Böylece şair
(yaratıcı özne) hem betimlediği şehre yukarıdan bakarak şehri bütünüyle gör-
mekte, hem de betimlediği şehri yüksek bir konumda göstererek yüceltmektedir.
Bunun yanı sıra, şiirde pek çok fiil yer alıyor:
Bakmak, gezmek, görmek, sevmek, yaşamak, ölmek, yatmak (/kabristan/ ve /
ölüm/ göndermeleri). Burada /ölüm/ bile, yüceltilen kentte gerçekleşince esenlikli
bir değer kazanmaktadır.
Şiirde yinelenen sözcükler de önem taşımaktadır:
/ömür/: “ömrüm”, “ömre değer”
/sevmek/: “sevmediğim”, “sevmek”
/yaşamak/: “yaşamıştır”, “yaşayan”
“sende”: son dizede 3 kez yinelenmiş.
Şiir İstanbul’u yüceltirken bir karşılaştırmadan da yararlanıyor. Dünyadaki
diğer güzel kentler arasında bu kenti en yüksek dereceye yerleştiriyor: “Nice rev-
naklı şehirler görülür dünyâda, / Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.” Yer-
yüzünde parlak, güzel ve süslü pek çok kent olsa da, İstanbul masalsı, büyüleyici
(“efsunlu”) güzelliğiyle diğer kentlerden /üst/ün konumda algılanıyor. Şiirin adı
“Bir Başka Tepeden”: Buradaki “başka” sözcüğü, İstanbul’da birçok tepe olduğunu
belirtiyor, ki İstanbul yedi tepeli kent olarak bilinir.
3. Ünite - İzlekçi Eleştiri 59
Diğer yandan, yaratıcı özne İstanbul ile bir diyalog içine girerek, kenti kişi-
leştirme yöneliminde görünmektedir. Böylece kenti, içinde tüm güzellikleri ba-
rındıran ve çok sevilen, hayranlık uyandıran bir insan gibi (“aziz”) görmekte ve
betimlemektedir. Bu diyalogda yaratıcı özne “ben”in duygu, algı ve değerlendir-
meleri çok önemlidir; ancak öznenin betimlediği “sen” de bir o kadar, hatta daha
da önemlidir (“ben” için 7 sözcük, “sen” için 8 sözcük yer almaktadır şiirde):
/ben/: “baktım”, “görmedim”, “gezmediğim”, “sevmediğim”, “ömrüm”, “tahtıma”,
“derim” (7 sözcük)
/sen/: “sana”, “keyfince”, “kurul”, “semtini”, “sensin”, “sende” (3 kez) (toplam 8
sözcük).
Bu irdelemelerin sonucunda, şiire hâkim olan izlekler şu şekilde sıralanabilir:
Yaratıcı özne açısından: /hayranlık/, /sevgi/, /yüceltme/; Şiire konu edilen kent
açısından: /bütünlük/, /masalsılık/, /yücelik/...
Özet
Bir edebiyat yapıtında “izlek” kavramını İzlekçi eleştirinin amaç ve yöntemlerini
1 açıklayabilmek ve ortaya çıkarmak. 3 tanımlayabilmek.
İzlek bir yapıtta yinelenen kavramlarla ortaya İzlekçi eleştiri, edebiyat yapıtını edebiyatın dı-
çıkar. Bu kavramlar kimi zaman yinelenen söz- şındaki bir bilim dalının (toplumbilim, ruhbi-
cüklerle metnin yüzeyinde belirir, kimi zaman lim...) yöntemleriyle ele alan “dış eleştiri”den
da anlam ulamlarının yinelenmesi söz konusu farklıdır. İzlekçi eleştiri öncelikle, ele aldığı ya-
olur. Sadece yinelenen sözcükleri belirlemek, pıtı temel olarak alır ve diğer bilim dallarına
bir yapıtın izleği ya da izleklerini ortaya koyma- yalnızca gerektiğinde başvurur. Bu nedenle, ya-
da yeterli olmaz. Dolayısıyla, izlek araştırması pısalcılık, göstergebilimsel eleştiri gibi, izlekçilik
öncelikle bir “anlam” araştırmasıdır. Yinele- de “iç eleştiri” olarak kabul edilir. İzlekçi eleştiri,
nen sözcüklerin yanı sıra, bir izleği oluşturan “yaratıcı özne” ya da “yaratıcı bilinç” olarak ad-
kavramların hangi yollarla oluşturulduğunun landırdığı yazarın / şairin, bir yapıtı nasıl ortaya
araştırılması gerekir. Bir edebiyat yapıtını, edebî çıkardığını anlamaya çalışır. Bunun için, yaratıcı
nitelik taşımayan bir yapıttan ayıran en önemli bilinç ile özdeşlik kurmak ve imgelem gücünün
özellik, yazarın / şairin imgelem gücünü çeşitli gizli geçitlerini aydınlatmak ister. Yaratıcı özne-
söz sanatları ile gerçekleştirmesidir. Bu durum- nin kendisini, yaşamı / ölümü, çevresini ve dün-
da, izleğin ortaya çıkarılması hem dile ve anla- yayı nasıl algılayıp aktardığı izlekçi eleştiri için
ma, hem de söz sanatlarına ilişkin sağlam bilgi- çok önemlidir. Dolayısıyla, izlekçi eleştirinin
ler gerektirir. amacı, yaratıcı bilincin hangi bilinçten ya da bi-
linçdışı durumlardan geçerek imgeler yarattığını
Bir edebiyat yapıtının konusu ile izleklerini ortaya koymaktır.
2 birbirinden ayırt etmek.
Her şeyden önce bir edebiyat yapıtının konusu
ile izleğini / izleklerini birbirinden ayırt etmek
gerekir. Konu izlekten daha geneldir, yapıtta ele
alınan olgu veya olayların bir bütünüdür. İzlek
ise, yapıtın konusunun ne şekilde / şekillerde
oluşturulduğu ile ilintilidir. Örneğin, konusu
“hapishane yaşamı” olan iki yapıttan birinde bu
konu /isyan/, /yakınma/, /yakarma/, /yalnız-
lık/... gibi izleklerle ortaya koyulabilir; diğerin-
de ise /mücadele/, /azim/... ya da /kabullenme/,
/sabretme/... gibi izlekler yer alabilir. Nitekim
yukarıdaki 1. uygulamada konu “hapishane”
olduğu halde, izlekler şöyle sıralanır: /esaret/,
/uzun esaret/, /haksız esaret/, /yalnızlık/, /has-
ret/, /soğuk/, /ışıksızlık/, /yoksunluk/. Görül-
düğü gibi konu ile izlek birbirinden çok fark-
lıdır. Ayrıca, bir edebiyat yapıtında her zaman
birden çok izlek yer alır ve bu izlekler birbiriyle
bağıntılıdır.
3. Ünite - İzlekçi Eleştiri 61
İzlekçi eleştirinin öncülerini tanıyabilmek ve Bir edebiyat yapıtını izlek açısından çözümlemek.
4 5
karşılaştırmak. Bir edebiyat yapıtındaki izleklerin nasıl ortaya
İzlekçi eleştiri 20. yüzyılın önemli eleştiri ku- çıkarılabileceğini göstermek için yukarıda iki
ramlarından biridir. İzlekçi eleştirmenler ruh- uygulama örneği verilmiştir. Burada görüldüğü
bilimden yararlansalar da, kendilerinden önceki gibi, yöntemdeki çıkış noktası ve temel birim
eleştiri akımında olduğu gibi ruhbilimci değil- “anlam”dır. Sözcükler ve aralarındaki bağıntılar
lerdir. Nitekim, izlekçi eleştirinin babası olarak dikkatle incelenerek kavramlara ulaşılır. Bir iz-
kabul edilen Fransız Gaston Bachelard, felsefe leğin oluşması birçok sözcüğün aynı anlam alanı
eğitimi almış bir bilim kuramcısıdır. Dolayısıy- içinde kullanılmış olmasına bağlıdır. Örneğin 1.
la edebiyat yapıtlarını hem akılcı bir tutumla ele uygulamada (“Hasretinden Prangalar Eskittim”,
alır, hem de imgelem gücüyle, düş ve düşlem- Ahmed Arif) /soğuk/ izleği “zemheri”; “dipsiz
lerin nasıl ortaya çıktığı ile ilgilenir. Bachelard kuyulara”; “Üşüyorum, kapama gözlerini...” söz-
özellikle toprak, hava, su ve ateş ile bunların bir- cük ve söz öbekleriyle oluşturulmuştur. “Soğuk”
biriyle bağlantıları üzerinde durarak, izlekleri bu sözcüğü şiirde yer almadığı halde, belirtilen
dört elementten hareketle ortaya çıkarmak ister. diğer kullanımlar bizi bu izleğe götürmektedir.
Bachelard’ın izinden giden Georges Poulet ise Dolayısıyla, sözcüklerin yalnızca düzanlamları
en çok “zaman” ve “uzam” ekseninde izlek araş- değil, çağrıştırdığı anlamlar da izleklerin saptan-
tırmaları yapar. Ancak kendi belirlediği izlekleri masında çok önemlidir.
belli yapıtlarda aramak yerine, yazar ve özellikle
şairlerle -mesafeli- bir duygudaşlık içine girerek,
yaratıcı öznenin özgünlüğünü ortaya çıkarmak-
tan yana bir tutum izler. Böylece, yaratıcı özne-
nin, yapıtını oluştururken ne tür deneyimlerden
geçtiğini anlamaya çalışır. Son olarak, Jean-Pier-
re Richard da düşüncelerden çok, duygulardan
ve algılardan yola çıkarak insana ulaşmak ister.
Özgün imgelerin nasıl yaratıldığını ayrıntılı in-
celemelerle ortaya koyar.
62 Eleştiri Kuramları
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi izlek anlamındadır? 7. Aşağıdakilerden hangisi bu şiirin izleklerinden
a. Mefhum biri değildir?
b. Tema a. Rüzgar
c. Kavram b. Ses
d. Biçem c. Su
e. Yananlam d. Hava
e. Kadın
2. İzlek ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlış-
tır? 8. Aşağıdakilerden hangisi ses izleğini oluşturan bir
a. Konu izlekten daha genel bir kavramdır. anlatım değildir?
b. İzlek konudan daha genel bir kavramdır. a. Kalbinin vuruşundan anlıyorum
c. Bir edebiyat yapıtında birden çok izlek olabilir. b. Bir kadının suya değiyor ayakları
d. İzlekler karşıt çiftlerden oluşabilir. c. Sucuların hiç durmayan çıngırakları
e. İzlek, anlam alanlarıyla ilintilidir. d. Dinmiş lodosların uğultusu içinde
e. Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar
3. İzlekçi eleştiri aşağıdakilerden hangisi ile ortak
yöntemleri kullanır? 9. Orhan Veli Kanık’ın bu şiirinde çok sayıda çoğul ad
a. Göstergebilim (gözler, yapraklar, uzaklar, sucular, kuşlar, yüksekler,
b. Toplumbilim ağlar, dalyanlar, çekiç sesleri, doklar, ter kokuları, eski
c. Yapısalcılık âlemler, kayıkhaneler, lodoslar, küfürler, şarkılar, tür-
d. Ruhbilim küler, lâf atmalar, etekler, dudaklar, fıstıklar) kullanıl-
e. Biçimcilik masının amacı aşağıdakilerden hangisini vurgulamak
olabilir?
4. Şiirsel imge ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yan- a. İstanbul’un çok kalabalık bir şehir olduğunu
lıştır? b. İstanbul’un çok gürültülü bir şehir olduğunu
a. Şairin imgelem gücüne bağlıdır. c. İstanbul’da karmaşa hâkim olduğunu
b. Anlamsal sapmaların ürünüdür. d. İstanbul’un çok renkli bir şehir olduğunu
c. Sözdizimsel sapmaların ürünüdür. e. İstanbul’un çok güzel bir şehir olduğunu
d. Benzerlik ya da benzeşim ilişkisine dayanır.
e. Gündelik dilde sıklıkla başvurulur. 10. 6 kıtadan oluşan “İstanbul’u Dinliyorum” şiirinde
tüm kıtılarda yer alan izlek aşağıdakilerden hangisidir?
5. Aşağıdakilerin hangisinde iki izlekçi eleştirmen a. Ses
birlikte verilmiştir? b. Rüzgar
a. Poulet / Baudelaire c. Su
b. Poulet / Rimbaud d. Kadın
c. Richard / Rimbaud e. Kuş
d. Bachelard / Richard
e. Bachelard / Baudelaire
Yararlanılan Kaynaklar
Bergez, D., P. Barbéris, P.-M. De Biasi, M. Marini ve G.
Valency (1990). Introduction aux méthodes criti-
ques pour l’analyse littéraire. Paris: Dunod.
Collot, Michel (1998). Le thème selon la critique
thématique. Communications, 47, 77-91.
Dubreil, Laurent (2007, son güncelleme). Atelier de
théorie littéraire: thème, concept, notion. (www.
fabula.org/atelier.php?Th%26egrave%3Bme%2C_
concept%2C_notion Erişim tarihi 15.4.2011)
Eyuboğlu, İsmet Zeki (2004). Türk Dilinin Etimoloji-
si. İstanbul: Sosyal yayınları.
Fayolle, Roger (1978). La critique. Paris: Armand
Colin.
Yücel, Tahsin (2007). Eleştiri Kuramları. İstanbul: İş
Bankası Yayınları.
4
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Ruhçözümleyimci eleştirinin tanımını, temelini, Freud Kuramıyla bağıntısını
açıklayabilecek;
Ruhçözümleyimci eleştiri yöntemini, gelişim süreci içinde uygulanma alanları-
nı ve temsilcilerini ayırt edebilecek;
Ruhçözümleyim ve yazınsal eleştiri arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu ve
Charles Mauron’un ruhçözümsel eleştiri (psikokritik) yöntemini açıklayabilecek;
Ruhçözümleyimci eleştirinin inceleme alanı olarak yazar/ yapıt denklemi için-
de yaklaşımları tartışabilecek;
Ruhçözümleyimci eleştirinin yönelimlerini günümüz çerçevesinde açıklayabi-
leceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Psikanalitik, Ruhçözümleyim, • Düş, İmge, Simge, Cinsellik,
Ruhçözümsel Eleştiri Çocukluk, Ruhsalyaşamöykü
• Freud, Bilinçdışı, Libido, Bu • Ölüm-yaşam dürtüsü, Yansıt-
(altben), Ben, Üstben, ma, Yüceltme
İçindekiler
• RUHÇÖZÜMLEYİMCİ ELEŞTİRİ:
RUHÇÖZÜMLEYİM KURAMI, TANIMI VE
TEMELİ
• RUHÇÖZÜMLEYİM VE YAZINSAL
ELEŞTİRİ
Ruhçözümleyimci Eleştiri
Eleştiri Kuramları • RUHÇÖZÜMLEYİMCİ ELEŞTİRİDE
(Psikanalitik Eleştiri) YAZAR/YAPIT DENKLEMİ
• CHARLES MAURON VE RUHÇÖZÜMSEL
ELEŞTİRİ (PSİKOKRİTİK) YÖNTEMİ
• RUHÇÖZÜMSEL ELEŞTİRİYE BAKIŞ VE
YENİ YÖNELİMLER
Ruhçözümleyimci Eleştiri
(Psikanalitik Eleştiri)
Yansıtma: Tedavi sürecinde Ancak, Lacan’a rağmen, ruhçözümcü uzman hekimlere göre, bilinçdışı sadece
hastanın doktoruna karşı bir dil değildir. Çünkü Freud, ruhsal mekanizmadan, dil terimlerinin yanı sıra,
sevgi ve düşmanlık gibi, karşıt
duygular geliştirmesi. Hasta fiziksel ve biyolojik terim olan enerji terimiyle de söz eder: Libido (yaşam enerji-
anne ve babasına duyduğu sinin tüm olumlu yönleri ve cinsellik), libido’nun dağılımı, niceliği, artışı, duygu-
duygularını, yeniden bir
çocuk olduğu psikanalitik lanımlar, kuramının esasını teşkil eder; ilk çocukluk, cinsellik, Oidipus / Elektra
tedavi sırasında doktoruna karmaşası, vb. Freud’un kuramında uzun uzadıya anlattığı bütün o “güdülenme”,
yansıtarak, onu ebeveynleriyle “dürtüler” “bastırma”, “ruhsal savunma”, “özdeşleşme”, “içselleştirme”, “dışa vu-
özdeşleştirir.
rum”, “yansıtma”, “içgüdüsel eğilimler” ve “içgüdüsel tepiler” gibi süreçler, ruhçö-
zümleyimin nesnesinin, yani insan oluşunun kendisini oluşturmaktadır. Ruhçö-
zümleyim, kendi nesnesiyle ilişkisinde, nesneler dünyasında, hem nesne hem de
özne olan insanı inceler. Burada nesne hasta, özne ise ruhçözümcünün kendisidir.
Freud da kuramını kurarken, biyoloji ve fizik gibi müsbet bilimlerin modellerine
dayanmaktadır. Ne var ki bu modeller zamanımızda geçerliliğini yitirmiştir.
Yirminci yüzyılda, Freud’le oluşan, Jung ve Lacan’ın bakış açılarıyla zenginle-
şen bu ruhçözümleyim bilimsel yöntemi, etkisini yazın dünyasında yazarın yaşa-
mına ve kişiliğine ilgi gösteren, yaşamöykücü yazarlar tarafından coşkuyla uygu-
lanmıştır. Böylelikle Freud’un etkisiyle, ruhçözümleyime dayanan yeni bir eleştiri
yöntemi, sanat eleştirisinde önemli bir yer almıştır. Freud’un bilinçdışı yöntemine
dayanan uygulamalarında, bazıları sanatçının bilinçdışı dünyasını, cinsel karma-
şalarını ortaya çıkarmak, bazıları yapıtlarını yorumlamak, bazıları da yapıtlardaki
kahramanların davranışlarını açıklamak için kullanmışlardır. Ruhçözümleyimde
“yaratma”nın bilinçaltı kaynaklarını açıklamak iddasında olan bir görüşte de, sa-
natçının yapıtını niçin ve nasıl yarattığı sorularını aydınlatılması temel oluşturur.
Yazınsallık ve Ruhçözümleyim
Buraya dek, düşlerde simgesel biçimlerin somutlanması için önce imge ele alındı.
Şimdi de simgelerin sözel anlatımını irdeleyelim. Simge yukarda açıklanmaya çalı-
şılan biçimiyle, yaratı ve yazınsal eleştiriyle doğrudan uyuşur. Kuşkusuz içe bakışık
(refleksif) ve ergin bir bilinç için, görsel ve sözel birbirinden kesin olarak ayrılmaz.
Bir nesneyi görmek, onu şöyle ya da böyle adlandırmak demektir. Çünkü imgele-
yen dildir. Ne var ki, yazarın imgelem evrenini yansıtan bu dil, estetik değer yüklü,
günlük kullanımda dikkate alınmayan, eğretilemeli, simgesel bir dildir. Kısacası ya-
zar imge-dil kullanmaktadır. Yirminci yüzyılın başında bile söz ile imge arasında
yaratılış bakımından bir ayrım gözetilmez; yazınsal sözde, “sözel imge” ile görsel
ve işitsel imgeler öyle bir biçimde yan yana konulur ki, Freud bunu, düşte, nevroz-
da, zihinde simgeleşen her şeyle özdeşleştirir; simgeleri çözümlerken, onları çok
anlamlılıklarını artıran yepyeni bir bağlama yerleştirir; oysa ruhçözümsel bağlam
metinlerin okunmasını, yorumlamasını değiştirir. Ruhçözümleyimci yöntemde
simgelerin kaynağı bilinçdışındadır. O halde çözümlemenin bilinçüstüne çıkardığı
şey nedir? Freud’a göre, bilinçöncesinde bastırılmış çocukluk deneyimleri. Bilinç-
dışı, içimizdeki bastırılmış ilkel suskunluk yeri ise, bilinçöncesi üst-ben tarafından
bastırılmış isteklerin bütünüdür. Bu sorunun yanıtını verebilmek için ruhçözümle-
yim biliminde benimsenmiş bazı temel kavramları kısaca gözden geçirmek gerekir:
• “Davranışın”ın belirlenmesi: Belli bir anda bir bireyin düşünceleri, duygu-
ları, duygusal edimleri yalnızca kişisel “güdülenme” lerine değil, çevresini
algılama biçimine de bağlıdır.
• İçgüdüsel eğilimlerin, ruhsal ve toplumsal yapının ikili etkisi altında, kişiliğin
gelişmesinde ilk çocukluğun, cinselliğin temel önemi: Kişiliğin değişik yön-
leri böyle oluşur; “bu,” (es-altben: içgüdülerin ve bilinçsiz tepilerin tümü),
“ben” (bilinç ve algılama işlevlerinin tümü), “üst-ben” (suçluluk ve bilinçdı-
şına atma tepkilerinin alanı).
• İç çatışmaların, özellikle de engellemelerin önemli rolü: Genellikle yön de-
ğişimi, simgesel doyma, ussallaştırma, yüceltme gibi işlemler yoluyla bu
çatışmalar çözüme ulaştırılır.
4. Ünite - Ruhçözümleyimci Eleştiri (Psikanalitik Eleştiri) 73
Bu bilgilerden şu sonuçları çıkarabiliriz: Bir yazınsal metin, ergin bir kişi olan
yazar tarafından yaratılıyorsa ve anlaşılıyorsa, bu “yazma edimi” bir davranış oldu-
ğundan, yazın (imgesel dil) yaratımı da öteki davranışlar gibi çözümlenebilir. Nasıl
ki ruhçözümcü ergin hastasını, çok eski, unutulmuş, ancak simgelerle ulaşılabilen
çocukluk dilinin deneyimleriyle uyandırıyorsa, ergin yazarın da yapıtında çocukluk
döneminin kavrayışını bulmak gerekir. Bu, ergin kişinin çocukluğunu hâlâ içinde
saklıyor anlamına gelir; simge, erginlerden oluşan bir toplumda, çocukluktan kalma
bir sözcüktür. Freud öğretisini dilbilimle pekiştirmek isteyen Jacques Lacan’a göre
sözcük, artık “bir sözel betimleme, tasarım” değil, bir imgedir; artık kendi dışında,
değişmez bir anıya gönderen bir gönderge değildir. Sözcük, başka sözcüklere, onlar
da başka sözcüklere gönderir ve böylece metin bilincini oluştururlar. O andan itiba-
ren, çözümleyicinin inceleme konusu olan bilinçdışı artık “dil”in dışında değil, için-
dedir; bilinçdışı, sözcüğün arka yüzü ya da maskesidir, yani “Ötekinin söylemi”dir,
ya da “ben söylemde” eksik olandır. Bu durumda, “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmış-
tır ve dilbilim yöntemlerinin ilgi alanına girer”. Böylelikle çözümlemelerde, dilbilim
ve ruhçözümleyim birbirlerini açıklarlar.
Freud, Rüya Yorumları’nın VI. bölümünde, özellikle imgeler üstünde, düşün
anlatma (figürasyon) yöntemlerini incelerken söylem teknikleri üzerinde durur:
Nevrotik söylem, bilinçdışının olaylarını ortaya çıkarır; suskunluklar, konuşmadaki
uç noktalardır; dil sürçmeleri, virgüller; tasarılar fiil zamanlarına göre yön değişti-
rirler; düş ya da düşlemelerdeki (uyanıklık düşü-fantezi) imge evreni tümceye dö-
nüşmüştür. Bu söylemin çözümlenmesi, aşağı yukarı bir metin açıklaması olur. O
halde eleştiri, ruhçözümcüden doğrudan yardım alacaktır. Her ikisi de bir metnin
dilini harfi harfine, tüm şifreleriyle (simge), noktalamaları, heceleriyle ele alacaktır.
Her ikisi de imgeyi konuşacak, sözü imgeye çevirerek anlamlandıracaktır. Böylece
ruhçözümcülerin çalışmaları sanat ve yazınüzeine yoğunlaşır ve sayısız eleştirmen,
ruhçözümleyimden yardım alır. Ancak, ruhçözümleyim, yöntemini yazınsal eleşti-
rilerde kullanan eleştirmenlerin, yazar-yapıt ilişki alanındaki tutumları karmaşıktır.
Bu bağlamda ruhçözümleyimci eleştiri de iki tip yaklaşım belirlenmiştir.
Tahsin Yücel’in Eleştirinin ABC’si (İstanbul: Simavi Yay., 1991, ss.56-60) adlı kita-
bında “Ruhbilimsel eleştiri” bölümünde konuyla ilgili temel bilgileri bulabilirsiniz.
Yazar/Yapıt Denklemi
Birinci yaklaşım yapıttan hareket ederek yazarı açıklamayı amaçlar; bu ruhçö-
zümleyimci eleştiri, yazarın yapıtını, klinik tedavi sürecindeki bir hastanın sözleri
gibi ele alarak, yazarın bilinçaltı dünyasını ve gizli isteklerini, cinsel eğilimlerini,
saplantılarını, ilk çocukluk dönemi yaralanmalarını (travmalar), güdülerini, dür-
tülerini, ortaya çıkartmayı amaçlayan incelemeleri kapsar. Ruhçözümleyimin bu
yolda kullanılması, yapıttan hareketle yazarı açıklayan eleştiri türüdür. Yazarın bi-
linaçaltının çözümlenmesiyle, yazarın yaşamöyküsü oluşturulur; yapıttan, yapıtın
derin anlamından söz edilmez.
Freud sanat yapıtlarına eğilmekle bu yöntemin nasıl uygulanabileceğini gösteren
ilk örnekleri vermiştir. Rüyaların Yorumu kitabında, sonradan çok işlenen Oidipus
karmaşası temasını Sophokles’in Kıral Oidipus oyununda bulgular. Freud’e göre ço-
cuğun ilk cinsel istekleri anaya yönelir ve babayı rakip bildiği için onun ölümünü
74 Eleştiri Kuramları
ister. Freud, Hamlet ’in de bu tema ile çözümlenebileceğini işaret eder. Bu traged-
ya üzerinde, 1955 yılında ruhçözümleyim yöntemini kullanarak derin bir inceleme
yapan Ernest Jones olmuştur. Freud, oyun karakteri Hamlet’in ruhsal durumunun
yazar Shakespeare’le özdeş olduğuna ilişkin kimi gözlemlerinde olduğu gibi, Dos-
toyevski ve Baba Katilliği adlı incelemelerinde, Dostoyevski’nin yaşamı hakkındaki
bilgileri, yazarın yapıtlarında kurguladığı olaylara, kişilere dayandırarak, yazarın
sara hastalığına, babasının ölümünü arzulamasına, belirmemiş eşcinselliğine dair
sonuçlar çıkararak verir. Ancak, yazarın yapıtlarından bir tanesinin seçilerek, ruh-
sal çözümlemleyimin yapılması ve bunun diğer yaratılarına genellenmesi okur için
tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Freud’un öğrencisi Otto Rank, Baudelaire ve Edgar Poe
üzerine incelemelerinde, Dr. Laforgue ve Marie Bonaparte ise bir yazınsal ürünün
yazarın ruhsal derinliklerinin araştırılmasını sağlayan bir gereç olarak nasıl kulla-
nılabileceğini göstermek isterler: amaçları bir yapıt aracılığıyla, “hasta” ların (Freud
sanatçı ya da yazara bir ruh hastası gözüyle bakar) bir çözümlemesini yapmaktır. Sa-
natçının yapıtını, yaratma eylemini estetik bağlamda değerlendirmeyi amaçlamazlar.
Dolayısıyla çabaları ruhçözümcü hekimlik alanına girer, tam olarak yazınsal değildir.
Charles Mauron’un ruhçözümsel eleştiri yöntemini daha iyi anlamak için, bu yön-
temin günümüz uygulama örneği olarak “Bir Ruhçözümsel Okuma: Tezer Özlü’nün
İçsel Dünyasına Öyküleriyle Yaklaşım” (Ayla Gökmen, Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Sayı 5, 2001) başlıklı incelemeyi okuyunuz.
içinde bulunduğu karmaşaya bir çözüm arıyor demektir. Böylelikle bilinçdışı suç-
luluğu artaken, deniz kazası, aradığı cezayı simgeler. Garet, ada simgeselini inceler-
ken şu düşünceye ulaşır: “gemileri batıran okyanus”, romanın başından beri, gerçek
yaşamda olduğu gibi güven vermeyen, her durumda yok olan bir anneye gönder-
me olabilir; oysa baba olanca korkunçluğu ile her zaman sevecenlik yoksunluğuyla
hep içinde vardır. Robinson mutluluğu içine kapanmakta bulur. Adadaki varlığı,
Freud’cu düşüncenin ayrıcalıklı bir örneklenmesi olarak ilginçtir.
Fernandez, Ruhçözümleyimin Yansılamaları (Incidences de la psychanalyse,
1970) başlıklı incelemesinde, ruhsalyaşamöyküsü adını verdiği yazınsal bir eleş-
tiri türü karşısında eleştirmenlerin ve yazarların oluşturduğu karşıtlar birliğini
aydınlatmaya ve yöntemini savunmaya çalışır. Sanatçının yarattığı yapıt, kendi
açısından bilinçdışı iç çatışmalarını aşmasına olanak verirken, bu iç çatışmala-
rının yaratım kaynağı olarak gösterilmesine pek önem vermez Fernandez. Metin
dışında bir anlam aramayı kabul etmeyen çağdaş yazınsal iç-eleştiri karşısında,
ruhsalyaşamöyküsü bir yöntem olarak eksik ve zayıf kalmaktadır. Ne var ki bu
yöntemin, klasik yaşamöyküsünün eksiklerini kapatmak, yazınsal eleştirinin boş-
luklarını doldurmayı amaçlamak gibi bir tutkusu olduğunu da itiraf eder.
Fernandez, ruhsalyaşamöyküsel incelemenin ilgi alanını şöyle tanımlar: Ruh-
salyaşamöyküsü Freud’cu şemaları genelleştirerek değil, yapıtın kimi özelliklerinde
çocukluktaki ruhsal yaralanmaların (travmalar) yansımalarını inceyecektir. Çünkü
onun için, kişiliğinin bilinçdışı, gözden kaçan bu gizli bölgede gerçekten olup bitmiş
her şeyi anlamaya izin veren yapıtın kendisidir. İnsan yapıtın kaynağındadır; bu da
insanın ancak ve ancak yapıtta olduğu anlamına gelir. O halde ruhsalyaşamöyküsü:
bir yaşamın olayları ile yapıtların ruhsal evrimi arasındaki koşutluğun ya da kısaca
insanla yapıt arasındaki etkileşimin incelenmesidir. Bu koşutluk, sanatçının bilinçal-
tından beslenip geliştiği kanısı üstüne kuruludur. Fernandez ruhsalyaşamöyküsü ile
uğraşan kişinin özellikle sanatçının, yazarın, ozanın çocukluğu ile ilgilenmesi gerek-
tiğini kesinler. Sanatçının çocuklukluk bilinçdışı güdülerinin incelenmesi ruhsalya-
şamöyküsünün yetki alanına girdiğini belirtir; ilk çocukluk, cinsellik dürtülerin, bu
dönemde yaşanmış olabilen ama bastırılan travmaların, ergin kişinin içsıkıntıları-
nın, nevrozun, yaşanılan “katlanılamaz” olaylara ilişkin anılarının, yapıtta sıklıkla yi-
nelenen imgelerle yansıdığını ileri sürer. Öyleyse Fernandez için, sanatçının yaratıcı
eğiliminin, yapıtının içeriğinin ve biçiminin kaynağındaki temel öğe, yaratıcının ço-
cukluk dönemidir. Ruhsalyaşamöykücü artık “şu insan, şu yapıt” demez; “şu çocuk,
şu yapıt” der. Dominique Fernandez, İtalyan yazarı Cesare Pavese üzerine yaptığı
Cesare’ın Başarısızlığı (1970) başlıklı yapıtında bu ruhsalyaşamöyküsü yöntemini ör-
nekler, ancak yeri geldiğinde, hava, su, toprakla ilgili imgelemlerde ise Bachelard’cı
çözümlemeye de başvurur. Fernandez’in yönteminin eleştiride uygulanması, seç-
meciliği nedeniyle çok güçtür; ulaştığı sonucun olumlu olması ise, kendisinin sezgi
yeteneğinden, incelediği yazarın “özgün kişiliğinin” bu türden bir incelemeye olanak
tanımasından, araştırmacının yazarla ve yapıtıyla kurduğu yakınlıktan kaynaklandı-
ğı söylenebilir. Aksi takdirde, her yaratıcı sanatçının, yaratım edimini, Freud’cu bir
bakışla çocukluğunun travmalarına, iç sıkıntısı nevrozunu cinsel bir bozukluğa yor-
mak anlamına gelir.
Ruhçözümleyim, yapıtın biçimine değil, ancak içeriğine ulaşabilir; o halde yal-
nızca biçimin dışındaki bir içeriğe ulaşır. Bununsa yazınsal (sanatsal) bir eleştiri
ile hiç alakası yoktur. Kuşkusuz düş, bize içeriğiyle, sözcüklerin ve çok karmaşık
imgelerin biçimi konusunda bilgi verir. Ancak, düş ya da nevrozun verdiği bilgi,
eleştirmeni yapıta değil, insana (yazara) gönderir.
78 Eleştiri Kuramları
Yeni Yönelimler
Bugün, ruhçözümsel eleştiri, ruhçözümleyim bilimi gibi, insanlık kültürüne mal ol-
muş bir tarihçeye sahiptir. Bu eleştiri, zaman içinde, yazınsal metin üretimi konu-
sunda yeni yaklaşımların, yeni metin açıklama kuramlarının ortaya çıkmasıyla ve
sosyal bilimlerin farklı alanlarında kaydedilen ilerlemeyle doğan yeni yazınsal me-
tin okuma biçimleriyle karşı karşıya kalmıştır. Charles Mauron’un mirasçıları, onun
yöntemine sadık kalarak, diğer bakış açılarına yönlendiler. Örneğin, ünlü germanist
Martha Robert, Cervantes’in Don Quichot romanını incelerken, Freud’u tanımanın
verdiği kolaylıkla, belirlediğimiz iki eğilimin arasında bir ara tür olan yeni bir ruh-
çözümlemesini benimser. Anne Clancier, Psikanaliz ve Yazınsal Eleştiri (1973) adlı
yapıtında bilinçdışı kişilikle, yazınsal dilin simgeselliği arasındaki bağıntıyı değerlen-
dirir. Mauron’un hiç değinmediği, okuyucunun metin karşındaki pozisyonunu (ak-
tarım/karşıt-aktarım) inceler. Yine, Yves Gohin ve Serge Doubrovsky, “ruhçözümsel
okuma” terimini oluşturarak, metnin bilincini oluşturan yapılarla, metnin bilinçdışı
yapılar arasındaki bağıntıları ortaya çıkarmaya hasretmişlerdir kendilerini.
Bu eleştiri girişimleri, sanatçının çocukluk dönemi cinselliğinin gizlendiği bi-
linçdışı kişiliğinin bastırılmış yönlerini ortaya çıkarmayı amaçladığı ölçüde, iz-
leksel metin okuma biçimlerinden ayrılırlar. Bu arada, varoluşçuluk felsefesinin
temsilcisi yazar Jean Paul Sartre’ın, Flaubert’i çözümlediği Ailenin Aptalı adlı de-
nemesi, Freud’un kuramının insan-oluş yanı kadar, bireyi, şimdinin olduğu gibi
geleceğinde de var olan ruhsal oluşanlarıyla inceler ve “Varoluşçu Ruhçözümle-
yim” eleştiri akımının öncüsü olur.
Özet
Ruhçözümleyimci eleştirinin tanımını, temelini, lard, incelemelerinde - bir takım eksiklikler
1 Freud Kuramıyla bağıntısını öğrenmek. içermesine karşın - yöntemi başarıyla uygu-
Ruhçözümleyimci (Psikanalitik) eleştiri, yir- lamış ruhçözümsel eleştiri alanının önemli
minci yüzyılın ilk yarısında kendini güçlü bir bi- isimleridir. Bu yöntemle, yazarın “bilinçdışı”
çimde hissettiren, ruhbilim alanının ünlü ruhbi- kişiliğinden kaynaklanan, metnin derin yapı-
limci ve hekimlerinin, sırasıyla Sigmund Freud, sını oluşturan, gözden kaçmış olan “olgular”
Carl G. Jung ve daha sonra Jacques Lacan’ın öğ- ve “bağıntılar”ın bulunup ortaya çıkarılması,
retilerinin yazınsal yapıtların çözümlenmesi ve dolayısıyla yazınsal yapıtların daha iyi anlaşıl-
yorumlanmasında yararlanılan bir yönteme dö- masına katkı sağlamak amaçlanmıştır.
nüştürülerek ortaya çıkan bir eleştiridir. Yazınsal
eleştirinin amacı belirli yöntemlerle bir sanatsal Ruhçözümleyim ve yazınsal eleştiri arasındaki
yapıtı hem kuramsal hem de örneklemelerle 3 ilişkinin nasıl kurulduğunu keşfetmek ve Charles
uygulamalı olarak çözümlemektir. Bu nedenle Mauron’un ruhçözümsel eleştiri (psikokritik)
eleştiri eylemi okuma eylemine bağlıdır ve be- yöntemini tanımak.
lirli bir nesnel tutum gerektirir. Yazınsal yapıtı, Mauron (1899-1966), ruhçözümleyim yönte-
hep başka nesneler için kurulmuş yöntemlerle, mini, kimi eksikliklerine karşın, döneminde
kendi dışında kalan verilerle açıklamayı amaç- başarılı bir biçimde uygulayan bir eleştirmen
layan geleneksel eleştiri, tarihsel gelişim süreci olarak kabul edilebilir. Kendinden önceki-
içinde değişik bilimsel yöntemlere başvurmuş, lerin yaklaşımlarına uzak durarak, Charles
dolayısıyla her fırsatta ruhbilimin verilerinden Baudouin’ın yönteme yaklaşımını derinleştir-
yararlanmış, ama bunu dizgesel bir biçimde ku- diği ileri sürülen Mauron, 1948 yılında ruhçö-
ramsal bir temele oturtmamıştır. Oysa Sigmund zümsel eleştiri (psikokritik) yöntemini oluş-
Freud’un Psikanalizi “konuşan tedavi” yönte- turmuştur. Bu yöntemle, yazarın “bilinçdışı”
mini keşfederek ve bu yöntemi bilinçdışı adını kişiliğinden kaynaklanan, metnin derin yapı-
verdiği, insanın bu - ben - üstben’ini oluşturan sını oluşturan gizli “olgular” ve “bağıntılar”ın
kişiliğinin, cinsellik yaralanmalarının ilk çocuk- bulunup ortaya çıkarılmasını, dolayısıyla ya-
luk döneminin simgelerinin düş ya da imgelem zınsal yapıtların daha iyi anlaşılmasına katkı
evrenin izdüşümüyle açıklanabilir olduğunu ilk sağlamayı amaçlamaktadır. Yöntemi uygulama
kez ortaya koymuştur. Daha sonra bireyin içsel sürecinde izlediği teknikleri birkaç başlıkta
evreninde yer alan ölüm-yaşam dürtülerinin de somutlanabilir: yazarın en kapsamlı yapıtının
kişiliğin yaşamında belirleyici olduğunu ileri özetlendiği başlığı incelemek; güncel gerçekle
sürdüğü kuramlarıyla yöntemini geliştirmiştir. yazarın bilinçdışı kişiliğinden kaynaklanan ve
Freud oluşturduğu bu yöntemi, bizzat kendi- gözden kaçan gereksinimlerinin birleşim nok-
si, sanat yapıtlarına uygulayarak, ruhçözümsel tası arasında koşutluk kurmak; söz konusu ya-
eleştirinin temelini atmış olur. Bundan böyle pıt ya da yazınsal metinlerde birer saplantıya
ruhçözümleyimci eleştiri gerçek bir yöntem ola- dönüşmüş, yinelenen eğretilemeleri veya çe-
rak yazın dünyasında yerini alır. şitlenerek dönen simgeleri ve durumları bul-
mak; istemdışı imge topluluklarını belirlemek;
Ruhçözümleyimci eleştiri yöntemini, gelişim süreci bunlarla yaşamsal öğeler arasında bağıntıları
2 içinde uygulanma alanlarını ve temsilcilerini ortaya çıkararak, yazarın istemdışı ve bilinç-
tanımak. dışı (kimi zaman patalojik öğeler) kişiliğinin
Breuer’in khatarsis (yücelme-aşkınlık) kavra- temel sorununu yazınsal yapıtın ya da metnin
mı, Jung, Lacan ve Fromm’un düşünceleriyle bilincini nasıl oluşturduğunu, Freud öğretisiy-
evrilen ve olgunlaşan yöntemi, yazın dünya- le açıklamak.
sında çok sayıda yazar ve eleştirmen, ince-
lemelerinde çoşkuyla uygulamıştır. Charles
Baudouin, Charles Mauron, Gaston Bache-
4. Ünite - Ruhçözümleyimci Eleştiri (Psikanalitik Eleştiri) 81
Ruhçözümleyimci eleştirinin inceleme alanı olarak Ruhçözümleyimci eleştirinin yönelimlerini
4 yazar/ yapıt denklemi içinde yaklaşımlarını 5 günümüz çerçevesinde değerlendirmek.
öğrenmek. Dilbilim çalışmalarının ve yapısalcılığın yazın
Yirminci yüzyılda, Freud’le oluşan, Jung ve dünyasında ön plana çıkmasıyla, eleştiri tümüy-
Lacan’ın bakış açılarıyla zenginleşen bu ruh- le yön değiştirir. Bu çağdaş ve yeni eleştiride
çözümleyim yöntemi, etkisini yazın dünyasın- önemli olan, yapıtların özyapısını, söylemin -di-
da yazarın yaşamını ve kişiliğini açıklamak ve lin- ürettiği anlamı sorgulamak, anlamlandır-
yapıtını açıklamak isteyenler olmak üzere iki maktır. Bu bağlamda “içsel” bir araştırma biçimi
yaklaşımla ortaya koyar. Freud’un bilinçdışı olarak Gaston Bachelard’la başlayan izlekçilik,
yöntemine dayanarak bazı yazarlar sanatçının yazınsal metni oluşturan imgelerin çözümlen-
bilinçdışı dünyasını, cinsel karmaşalarını ortaya mesini içerir. Bachelard’ın bu alanda verdiği,
çıkarmak, bazıları ise yapıtlarını yorumlamak, Lautrémont ile Ateşin Ruhçözümleyimi başlıklı
bazıları da yazınsal yapıtlardaki kahramanların yapıtları ruhçözümleyici yöntemden yararlana-
davranışlarını açıklamak için kullanmışlardır. rak, ruhçözümleyici eleştirmenler arasında sa-
Ruhçözümleyimde “yaratma”nın bilinçaltı kay- yılmasına neden olur. Jacques Lacan’ın yapısalcı
naklarını açıklamak iddasında olan bir görüşte yaklaşımı da ruhçözümsel eleştirinin yöntemi-
de, sanatçının yapıtını niçin ve nasıl yarattığı ni benimser. Roland Barthes bu yeni yapısalcı,
sorularını aydınlatılması temel oluşturur. An- metnin diline yönelen içkin eleştirinin en büyük
cak, ruhçözümleyim, bu yöntemi yazınsal eleş- temsilcidir. Ruhçözümleyimden esinlenen Julia
tirilerde kullanan eleştirmenlerin, yazar-yapıt Kristeva ile birlikte, somutlaşan yazınsal göster-
ilişki alanındaki tutumları karmaşıklık göste- gebilimsel eleştirisine, günlük davranışları, sim-
rir; yazarı yapıtla açıklayanlarla, yapıtı yazarla geleri yorumlayarak öncülük etmiştir.
açıklayanlar arasında sürüp giden karışıklık in-
celemelere yansır.
82 Eleştiri Kuramları
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi ruhçözümsel eleştiri kap- 5. Aşağıdakilerden hangisi ruhsalyaşamöykücü eleş-
samı içinde yer almaz? tirinin ilgi alanına girmez?
a. Nevrozların düşlerini yorumlama a. Yazarın çocukluğu, ilk cinsellik ve ruhsal trav-
b. Simgelerden hareketle söylemi ve sanatçıyı çö- malarıyla ilgilenir.
zümlemek b. İnsanla yapıt arasındaki etkileşimi inceler.
c. Yazınsal metnin tarihsel gerçekliğini ispatlamak c. Okuru yapıta değil, yazara götürür.
d. Yazar - yapıt ilişkisini yorumlamak d. Yapısalcıdır.
e. Hiçbiri e. Hiçbiri.
2. Aşağıdaki hangisi ruhçözümleyimci eleştirinin ilgi 6. Çağdaş eleştiri yönelimlerinde, “yazınsal dil - ya-
alanına girmez? ratma” sürecinde ruhçözümleyim aşağıdaki öğelerden
a. Bilinçdışı hangisiyle kabul görmez?
b. Simge a. Yaşamöykücü
c. Düşsel imge b. Yapısalcı
d. Biçimcilik c. Göstergesel
e. Hiçbiri d. İmgesel
e. Hiçbiri
3. Ruhçözümleyici eleştiride inceleme alanı olarak
aşağıdaki yaklaşımlardan hangisi belirgindir? 7. Freud’un, bilinçdışı öğretisiyle, sanatçının yaratma
a. Gelenekçi eylemi ile nevroz arasında kurduğu en önemli ilişkilen-
b. Üç oluşumlu dirme öğesi aşağıdakilerden hangisidir?
c. Yazarı açıklayan/yapıtın derin anlamını açıkla- a. Cinsellik
yan yaklaşım b. Yansıtma
d. Lansoncu c. Düşleme /imgelem
e. Hiçbiri d. Libido
e. Hiçbiri
4. Freud ile Jung’un kuram ve uygulamalardan esin-
lenerek, 1948 yılında yazarın hem bilinçdışı hem de 8. Libido’nun yapısı konusunda Freud’la ters düşen,
yapıtının derin anlamını oluşturan karmaşaları ortaya öznel bilinçdışı kişiliğin dışında, kolektif bir bilinçdışı-
çıkartmak için yaşamöyküsü verileriyle yapıtın içkin nın varlığını savunan, 1913 yılında kendi “çözümleyici
yapısını inceleyen, yazınsal eleştiride yeni bir ruhçö- ruhbilim” yöntemini oluşturan bilim adamı aşağıdaki-
zümsel yöntemi geliştiren aşağıdakilerden hangisidir? lerden hangisidir?
a. Victor Hugo a. G. Bachelard
b. J. Paul Sartre b. C.G. Jung
c. Marthe Robert c. Spinoza
d. Charles Mauron d. D. Fernandez
e. Hiçbiri e. Hiçbiri
4. Ünite - Ruhçözümleyimci Eleştiri (Psikanalitik Eleştiri) 83
Okuma Parçası
Dönüş Gözleri açık. Solumayacak artık. Hep ona bakacağım
Elimin nereye değin uzanabileceğini bilemiyorum. ben. Elleri kımıldamıyor. Ağzı aralık. Yatıyorum. Göz-
Karşımdaki sayısız pencerelere. Önümdeki kurumuş lerim tavanda.
ağaca. Belki de gerilmiş ipe değin. Kalabalık. Çığlık- Karanlık bir yerlerde uçuyorum. Ağaçların arasında o
lar. Tüm kollar havaya kalkıyordu. O şapkasını çıkardı beliriyor. Ona doğru gitsem tutacağım. Başım dönü-
başından. Gözlerinde yaşlar belirdi gene. Ben belki de yor. Birisi yatırmış beni. Bütün içimi söküyor.
her gece aynı yerde oturuyorum. Düşünmemek için. Ağırlığımı yitirdim. Uçarken. Artık dönmek istemiyo-
Konuştukları sözler kulaklarıma değin geliyor. Duy- rum. Döneceğimi biliyorum. Duvarlar uzuyor. Uzuyor.
muyorum. Gözlerim hep onlarda. Gözleri yaşlıyken Bir kedi sıçradı cama. İnliyor. Bense ölümleri tatmak
bir daha göremeyecekti beni. Oysaki hep karşımda. istemiyorum. Yorganın altında olacağım hep. Hep ma-
Hep o. Tahta evimizin ardından bir tepe yükselirdi. sanın başında oturacağım. Birtakım yüzler geçiriyorum
İnce bacaklarım oraya tırmanır. Kasabaya bakardım. gözümün önünden. Saçlı. Kel. Gözsüz. İnsan yüzleri.
Sessiz. Soğuk. Tahta evler hep. Suyu kurumuş bir dere Sonra tek, tek eller. Herkesin eli boynunda. Camdan
yatağı. Derin. Aşınmış. Kasabaya giren yolun hemen baksam. Belki de herkes boşluğa atıyor kendini.
başında bir mezarlık. Yıkık. Baharda karın altından Neden bağırıyor o? Yeryüzünde kimse kalmadığı için mi?
çiçekler fışkırır. Zaman hiç geçmiyor. Hep aynı ince Herkes.
bacaklar. Kafamı yorganın altından çıkaramıyorum. Uyumayı denesem erkek organlı kadınlar görüyorum
Çıkarırsam düşlerim yok oluyorlar. İnce kemikli bir düşümde. Hepsi oralarını tutuyor. Boşalırken bağırıyor-
eli var. Benim elimi bıraktı. Büyük bir yapıya girdi. lar ölürcesine.
Orada ölecek birisi var. Öldü belki de. Ben bahçede Eğleniyorum canım. Gerçekten büyük bir eğlence.
kaldım. Onu bekledim. Gelsin. Elimi tutsun diye. Masanın başında otururken ne eğlenceler buluyorum
Ufak adımlarla çıktı. Bana yaklaştı. kendi kendime. [...]
- Ölmüş mü? O ihtiyar belirdi bilincimde. Onu bir kere köpeği ile
- Hayır. Öldüğünü anlamıştım. Ben de öldüm. Babam sevişirken görmüştüm. Tahta, yıkık bir evde. İhtiyar
da. Hepimiz. Sonra ufak kasabada dolaştık. İnce ba- inliyor, köpeği sıçrayarak yanında geziyordu. Tahta, yı-
caklarım açıktı. Babamı bekledik. Geldi. kık bir evde. İhtiyar inliyor, köpeği sıçrıyarak yanında
Bir zamanlar babam büyük bir masa yapmıştı. Onun geziyordu. [...]
yaptığı tek şey bu masa. Eline bir kitap aldı. Oturdu. Sabahleyin yola çıkıyordu. Hepimiz güldük. Gitme.
- Kalkmayacağım artık dedi. Otur karşıda. Gözlüğünü çıkar. Gülerken akmış olan
- Kımıldamayacağım. yaşları sil. Mırıldanırken. Durmamacasına mırıldanı-
Yüzünü göremiyorum. Gövdesi hep karşımda. Yıllar- yorsun. Sözlerin harf oluyor ki-hi-ı-fft-ıı.
dır. Elindekini okuduğuna inanmıyorum. İnandığım Ellerimi masanın üzerine uzatıyorum. Burnumu, du-
hiçbir şey yok [...] daklarımı oynatıyorum. Sokağa çıksam geniş alanlarla
Bir şey söyle. karşılaşacağım. Yeni yapılarla. Uğultusu ile toplumun.
Bitsin. Her şeyi bitirsin. İşin çok başındayız daha. Bit- Belki ben bunların tümünü biliyorum. Masa duruyor.
sin. Tümüyle. Kapıyı, pencereleri, insanlar sarıyorlar. Babam da duruyor. Ben. Masa. Babam. Baba. Ma-Be-Ba.
Hep onun iniltileri. Bir kere sarılmayı denedim ona. Kasabayı uzaktan gördüm. Çevresi yeşil ağaçlarla sa-
Tüm etleri koptu. Yalnız iskelet kaldı kollarımda. rılı idi. Bütün gövdem uyuşmaya başladı. Her yanıma
Tavan arasındadaki küçük odada. Burada. Oturdu- yayılıyor bu uyuşukluk. Parmaklarımın ucuna değin.
ğum masanın kenarında her gün kendime yeni yeni Babam havuzun başındaki tahta evi gösterdi. Kafamı
ölümler hazırlıyorum. Küf kokan bir yapının kapısı- içeri soktum. Karanlık. İçerde bir ihtiyar köpeği ile.
nı güçlükle açabildim. Ağırdı. Omuzlarıma yıkılacak Bu evde doğdum ben.
gibiydi. İçeri girer girmez sessizce onların odalarına Ayağa kalksam, yere düşeceğim. Hiçbir yanım tutma-
sokuldum. Soluyorlardı. Yapacak başka bir şey yok. yacak. Çocuklar oynuyor. Sesleri bana değin geliyor.
Her gece herkesin soluğunu dinliyorum. Kitap düştü Göl kıyısına koşuyorum uyanır uyanmaz. Güneş her
elinden. yanımı kavuruyor. Gölün kenarında yüksek dağlar ol-
- Baba? malı. Soğuk sularda yüzüyorum. Akşam üzerleri yo-
84 Eleştiri Kuramları
Sıra Sizde 2
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Ruhbilim alanında, “konuşan tedavi” olarak adlandırılan
1. b Yanıtınız yanlış ise, “Kuramın tanımı ve Teme- ruhçözümleyim yönteminin temelini oluşturduğu ileri
li” konusunu yeniden gözden geçiriniz. sürülen “kişisel söylen” ya da “konuşma analizi”, bir dil
2. d Yanıtınız yanlış ise, “Ruhçözümleyim ve Yazın- çözümlemesinden başka bir şey değildir. Yazınsal eleş-
bilim” konusunu yeniden gözden geçiriniz. tirinin inceleme nesnesi olarak ele aldığı sanatsal yapıt
3. c Yanıtınız yanlış ise, “Ruhçözümsel Eleştiride da bir dil ürünüdür. Ne var ki, ruhçözümcü hekim, ruh-
yazar/yapıt denklemi” konusunu yeniden göz- çözümsel öğretinin, bilinçdışı dilin aracığıyla hastasını
den geçiriniz. anlamaya çalışarak tedavi ederken, eleştirmen ise bir ya-
4. d Yanıtınız yanlış ise, “Charles Mauron ve Ruh- zınsal dil ürünü olan yapıtı anlamayı, anlamlandırmayı,
çözümsel Eleştiri Yöntemi” konusunu yeniden açıklamayı amaçlar. Sonuçta her iki alan da ortak ince-
gözden geçiriniz. leme nesnesi olarak “dil”i kullanır. Ancak, dil ile bilinç-
5. d Yanıtınız yanlış ise, “Ruhçözümsel Eleştiriye ba- dışı arasındaki ilişki, yazınsal eleştiride, yazın inceleme
kış ve yeni yönelimler” konusunu yeniden göz- uzmanlarını, yazarın yaşamöyküsünden çıkarılan bilinç-
den geçiriniz. dışının yapıtın dil yaratma sürecini açıklamaya yönlen-
6. a Yanıtınız yanlış ise, “Ruhçözümsel Eleştiriye ba- dirir. Bununla birlikte, her iki alanın da taraftarları, bir-
kış ve yeni yönelimler” konusunu yeniden göz- birlerinin ilgi alanına ister istemez girmektedirler. Bu
den geçiriniz. bağlamda, yazınsal eleştirinin her fırsatta çeşitli biçim-
7. c Yanıtınız yanlış ise, “Ruhçözümleyim ve Yazın- lerde ruhbilim alanının kavram ve verilerine başvurdu-
sal Eleştiri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. ğu gözlenmektedir. Ruhçözümleyim ve yazınsal eleştiri
8. b Yanıtınız yanlış ise, “Kuramın tanımı ve Teme- arasındaki etkileşimsel ilişki tek bir biçimde dile getiri-
li” konusunu yeniden gözden geçiriniz. lemez. Ruhçözümleyim, Freud’dan bu yana Adler’le, Jac-
ques Lacan’la, Carl G. Jung’la, Mélanie Klein’la, birbiriyle
etkileşen ve birbirine karşı olan okullarda gelişir. Sonra
da Erich Fromm’un, Sullivan’ın ve ötekilerin öğretisinde
durmaksızın çoğullaşır, yazınsal eleştiride etkileşimler
ve yaklaşımlar evrilerek, Baudouin, Mauron, Bachelard,
Barthes ve Kristeva ile boyut değiştirir.
Sıra Sizde 3
Ruhçözümleyim inceleme nesnesi olan hastasının
davranışlarında bilinçdışı kişiliğinden kaynaklanan
etmenleri çözümlemeye çalışırken; öteki için, yazın-
sal bir etki yaratmak amacıyla imgelem-düşleme yolu
ile oluşturulmuş dilsel bir yapıtı, biçimi ve içeriği ile
4. Ünite - Ruhçözümleyimci Eleştiri (Psikanalitik Eleştiri) 85
Yararlanılan Kaynaklar
açıklama çabası esastır. Bir yazınsal yapıtta, yazar ta- Beleval, Y. (1973). “Ruhçözümlemenin Yazın Eleştiri-
rafından bir dil yaratılıyorsa, bu “yazma edimi” de bir sine Katkıları”, Çev. Ali Özçelebi, İstanbul: Çağdaş
davranış olduğundan, söz konusu yazın dili (imgesel Eleştiri Dergisi, Ağustos 1984.
dil) yaratımı da öteki davranışlar gibi çözümlenebilir. Carloni, J. C., Filloux. J. C. (2000). Eleştiri Kuramları,
Ruhçözümcü nevroz hastasının bilinçdışı kişiliğinde Çev. T. Yücel, İstanbul: Multilingual Yayınları.
gizli, bastırılmış isteklerinin dışa vurum simgesi olan, Fayolle, R. (1978). La critique, Paris: Armand Colin.
rüyalarını, hayallerini, düşlerini, sayrılarını, sıkça yine- Fromm, E. (1980). Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve
lenen bu imgelerin yansıttığını ileri sürer ve bu imgesel Sınırları, Çev. A. Arıtan, İstanbul: Arıtan Yayınevi.
dili çözümleyerek anlamlandırır. Aynı şekilde bir yazar Jung, G. C. (1938). Le Moi et l’inconscient, Çev. A.
da yapıtını, dış dünyanın gerçekliğinde açığa vurama- Adamov, Paris: Gallimard.
dığı bilinçdışı isteklerini, yaratıcılık gücünü belirleyen Madelenat, D., Brunel, P. (1977). La critique littéraire,
hayal kurma (düşleme) yolu ile tasarladığı imgesel Paris: PUF.
evreni örtük dille yansıtır. Bu bağlamda, her ikisinde Mannoni, O. (1992). Freud, Çev. Y. Atayman-T. Kurul-
de, söz konusu imgeler, içerdiği çok anlamlı simgeler tay, İstanbul: Alan Yayıncılık.
olarak dilde kendilerini yansıtma yolu ile ben söylenin Mauron, Ch. (1950) Introduction à la psychanalyse
(ben öykülem) bilincini oluştururlar. O andan itibaren, de Mallarmé, Neuchâtel: La Bacconière.
çözümleyicinin inceleme konusu olan bilinçdışı artık Moran, B. (1972). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İs-
“dil”in dışında değil, içindedir. Her ikisi de, ortak öğe- tanbul: İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları.
leri olan imgeyi konuşacak, sözü imgeye çevirerek an- Noël-Bellemin, J. (1978). Psychanalyse et littérature,
lamlandıracaktır. Paris: PUF.
Wieder, C. (1988). Elément de Psychanalyse pour le
Sıra Sizde 4 texte littéraire, Paris: Bordas.
Ruhçözümleyimci yöntemi yazınsal eleştirilerde kul- Yücel, T. (1991). Eleştirinin ABC’si, İstanbul: Simavi
lanan eleştirmenlerin, yazar-yapıt ilişki alanındaki Yayınları.
tutumlarında karmaşıklık gözlemlenir. Bu bağlamda
yazınsal ruhçözümsel eleştiride iki tür yaklaşım be-
lirlenmiştir. Birinci yaklaşım yapıttan hareket ederek
yazarı açıklamayı amaçlar; bu eleştiri türü, ruhçözüm-
leyim yötemini yazarın yapıtını, klinik tedavi sürecin-
deki bir hastanın sözleri gibi ele alarak, yazarın bilin-
çaltı dünyasını ve gizli isteklerini, cinsel eğilimlerini,
saplantılarını, ilk çocukluk dönemi yaralanmalarını,
güdülerini, dürtülerini ortaya çıkartmayı amaçlayan
incelemeleri kapsar. Yazarın bilinaçaltı çözümlenerek,
yazarın yaşamöyküsünü oluşturulur. Bu kapsamda,
Dominique Fernandez, yaşamöykücü eleştiri türünün
en önemli savunucusu ve temsilcisidir. İkinci yaklaşım
ise; ruhçözümleyim yöntemini yazarın özyaşamöy-
küsüne ulaşmanın ötesinde, yapıtın derin anlamsal
yapısını, yapıta ait özellikleri açıklamak için kullanır.
Bu bağlamda, Charles Baudouin, bir yandan yazarın
yaşamöyküsünü, bir yandan da yapıtını inceleyerek,
her ikisinin de ortak öğesi olan “gizli içerik”i bulmaya,
arkalarında gizlenen temel “karmaşaları” ortaya çıkar-
maya çalışır. Bu yaklaşımı ilk olarak ruhçözümsel eleş-
tiri yöntemine dönüştüren Charles Mauron olmuştur.
5
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Sosyolojik eleştirinin ne olduğunu açıklayabilecek;
Edebiyat ile toplum arasındaki ilişkiyi kurabilecek;
Sosyoloji ile eleştiri ilişkisini açıklayabilecek;
Sosyolojik eleştirinin tarihini ve belli başlı temsilcilerini ayırt edebilecek;
Sosyolojik eleştiriden yararlanan ve yirminci yüzyılda gelişen eleştiri kuramla-
rını açıklayabilecek;
Marksist eleştirinin felsefi ve estetik kaynaklarını ve Marksist edebiyat eleştir-
menlerinin görüşlerini açıklayabilecek;
Frankfurt Okulunun temsilcileri olan Adorno ve Benjamin’in görüşlerini açık-
layabilecek;
Bakhtin’in geliştirdiği bazı kavramları açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Sosyolojik Eleştiri • Genetik Yapısalcılık
• Edebiyat Sosyolojisi • Anlamlı Yapı
• Marksist Estetik • Auratik Sanatlar
• Çokseslilik
İçindekiler
• GİRİŞ
• EDEBİYAT-TOPLUM İLİŞKİSİ
Eleştiri Kuramları Sosyolojik Eleştiri • SOSYOLOJİ-ELEŞTİRİ İLİŞKİSİ
• SOSYOLOJİK ELEŞTİRİNİN TARİHÇESİ
• SOSYOLOJİK ELEŞTİRİDEN
YARARLANAN ELEŞTİRİ AKIMLARI
Sosyolojik Eleştiri
GİRİŞ
Sosyolojik (toplumbilimsel) eleştiri, edebiyat eleştiriciliğinin önemli alanlarından
birisidir. Bu eleştiri edebiyatın toplum içinde doğduğu, toplum içinde var olduğu
ve toplumun ifadesi olduğu, hatta edebiyatın hayatı temsil ve taklit ettiği ilkesin-
den hareket eder. Hayat ise büyük ölçüde bir sosyal gerçekliktir. Sosyolojik eleştiri
anlayışına göre edebiyatın ifade vasıtası dildir. Dili ise toplum yaratmıştır. Aynı
zamanda edebî eserin yaratıcısı olan yazarı, yazarın yarattığı eseri ve söz konusu
eseri anlamlandıran okuru toplumsal koşullar belirler. Çünkü yazarın kendisi za-
ten toplumun üyesidir. Yazar toplumda belirli bir yere sahiptir. Yazara toplumdaki
yerini okur verir. Okur da toplumun bir üyesi olduğuna göre, hem yazarın hem
de okurun sosyolojik açıdan belirgin bir anlamı vardır. Bunlara ek olarak, edebî
eserin iç yapısını oluşturan geleneksel edebî sanatlar ve semboller (simgeler), top-
lumsal bir ortam içinde yaratılmıştır. Yazar, söz konusu sembol ve edebî sanatları
toplumun geleneklerinden, ortak repertuarından, yani ortak mirasından alır. Bü-
tün bunlar edebiyat ile toplumun ve buna bağlı olarak, edebiyat ile sosyolojinin
belirli bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir.
EDEBİYAT-TOPLUM İLİŞKİSİ
Yukarıda belirtildiği gibi gerek yazar, gerek eser, gerekse edebî eserde kullanılan
sembollerin toplumsal bir yönü vardır. Yazar toplumun repertuarından aldığı
ham malzemeyi, edebiyat tarihi boyunca gelişen geleneksel stratejiler ve kendi ya-
rattığı bireysel stratejilerle belirli bir eser yaratır. Söz konusu eser, toplumun belirli
bir kısmını oluşturan okur kitlesi tarafından okunur, anlamlandırılır ve yeniden
yorumlanır. Bütün bunlar belirli bir sosyolojik düzen içinde gerçekleşir. Dolayı-
sıyla edebiyat ile toplum arasında iç içe girmiş bir ilişki vardır. Sosyolojik eleştiri
bu ilişkiden ortaya çıkmıştır.
Edebiyat ile toplum arasındaki ilişki uzun zaman edebiyat toplumun ifadesidir
(Wellek 1993: 75) düşüncesinden hareketle açıklanmıştır. Bu hüküm belirli ölçüde
doğru olmakla birlikte, edebiyatın tam anlamıyla toplumun ve toplum hayatının
bir ifadesi olduğunu kabul etmek de doğru değildir. Çünkü genel anlamda sanat
bir taklit (öykünme) olduğuna göre, edebiyat da bir taklittir. Edebiyat toplumsal
hayatı doğrudan yansıtmaz. Bunun yerine belirli ölçüde taklit eder. Bu taklit es-
nasında yazar toplumun bazı yönlerini öne çıkarırken, bazı yönlerini geri planda
bırakabilir. Bu durum yazarın eserlerinde toplumsal yaşantıların belirli yönlerini
taklit ettiğini göstermektedir. Toplumsal hayatın incelenmesi sosyolojinin belli
88 Eleştiri Kuramları
başlı konularından birisi olduğuna göre, toplum hayatını taklit eden edebiyatın
sosyolojik boyutunun olması da doğaldır. Bu bakımdan edebiyat ile sosyoloji ara-
sında diğer bir ilişki de, edebiyatın toplum hayatını taklit eden bir sanat olmasın-
dan ileri gelmektedir. Edebiyat-sosyoloji ilişkisi, sosyoloji ile eleştiri arasındaki
ilişkiyi de beraberinde getirmiştir.
SOSYOLOJİ-ELEŞTİRİ İLİŞKİSİ
Daha önce belirtildiği gibi, eleştiri yöntemleri içinde sosyolojik eleştirinin önemli
bir yeri vardır. Sosyolojik eleştiri, edebî esere yönelik olarak sorulan “eser neyi
anlatıyor?” sorusunun terk edilip, yerine, “eser nasıl anlatıyor?” sorusunun konul-
masıyla başlamıştır. Edebiyata nasıl yaklaşılmalı sorusuna sosyolojik eleştirinin
vereceği cevap ortamı göz önünde bulundurmalı olacaktır. Edebiyatı ortama göre
değerlendirme çabasının geri planında edebiyatın anlamını, yönünü ve işlevini
ortaya çıkarma gayreti vardır. İşte tam bu noktada sosyoloji ve sosyolojik yakla-
şımlar devreye girmektedir. Çünkü ortamı sosyolojik eleştiri değerlendirir. Sosyo-
lojik eleştiri edebî eserin içinde doğduğu yer ve zaman bağlamına yerleştirilmesi-
ni teklif eder. Bu bakımdan sosyolojik eleştiri sanatçı ile sanatçının yaşadığı çevre
ve dönem ilişkisini ortaya çıkarmayı amaç edinir (Alver 2003: 239).
Sosyolojik eleştiri, edebiyata yaklaşırken kimi ilkelerden hareket eder. Bu eleş-
tiri edebî esere, antik dönemden beri süregelen taklitçi (mimetik) sanat anlayışı-
nın bakış açısıyla yaklaşır. Köksal Alver’e katılarak belirtmek gerekirse, sosyolojik
eleştiri, edebiyatı sanatçının hayatın gerçekliğini yansıttığı, taklit mekanizmasını
işler hâle getirdiği bir alan olarak görür. Buna paralel olarak toplumla ilişki için-
deki sanatçının bir ifadesi olarak gördüğü edebiyatta, toplumsal olanın içkinliğini
kabul eder. Sosyolojik eleştiri, edebiyatı kendi başına değil, toplum içinde gelişen
ve toplumun bir ifadesi olan bir durum/alan şeklinde tanımlar. Yazarı, eseri ve
okuru toplumsal koşulların çepeçevre kuşattığı ya da belirlediği iddiasından ha-
reketle, bu koşullar üzerine eğilerek sanatla ilgili sorunları açıklamanın bir yolu
olduğunu göstermeye çalışır (Alver 2003: 239).
Hippolyte Taine
Fransız düşünürü, eleştirmeni ve tarihçisi olan Hippolyte Taine 1828-1893 yılları
arasında yaşamıştır. Taine, sosyolojik eleştiri anlayışını sistemli bir yapıya kavuş-
turan isim olarak bilinir. Taine’in çalışmalarıyla birlikte sosyolojik eleştiri, eleştiri
kategorileri içinde tam anlamıyla yerini almıştır. Taine hayatı boyunca bilginin
deneye ve gözleme dayandığına inanan bir kişidir. Paris’te 1864-1883 yılları ara-
sında Ecole des Beaux-Arts’da verdiği derslerde XIX. yüzyılda gelişen pozitivist
anlayın en önemli ismi olarak öne çıkmıştır (http//www.answers.com). Taine,
geliştirdiği eleştiri anlayışında üç kategorinin edebî esere etkisini belirlemeye ça-
lışmıştır. Bunlar Irk, dönem ve çevredir. Taine’ın bu kategorileri onun edebî esere
yaklaşımının sosyolojik ve tarihsel bir yaklaşım olduğunu ortaya koymaktadır
(Alver 2003: 241)
Taine, ırk kavramı üzerinde dururken, biyolojik üstünlük kavramına yönel-
mez. Bu terimle daha çok bir milletin millî özelliklerini kasteder. Her milletin
kendine has duyarlılıkları olduğunu belirtir. Millî karakterin doğuştan geldiğini
vurgular. Dönem (moment) kavramı tam olarak tanımlanmış değildir. Her zaman
aynı anlamda kullanılmamaktadır. Bazen an anlamında da kullanıldığı olur. Çevre
edebî metni açıklamada en önemli rolü oynar. Bu bakımdan Taine, edebî metnin
üretildiği çevreye özellikle dikkati çekmiştir. Çevreyi veya ortamı iklim, toprak,
coğrafi durum ve toplumsal koşullar belirler. Bu unsurlar insanın karakterine ve
mizacına yön verir (Moran 1991: 75).
Kısaca Taine, eleştiri anlayışında toplumsal gerçekliğe ayrı bir yer vermiştir.
En tanınmış eserlerinden biri, 1863’te yayımlanan İngiliz Edebiyatı Tarihine Giriş
başlıklı eseridir. Fakat Taine’in bu eseri günümüzde pek okunmaz. Çünkü Taine
ileri sürdüğü yöntemi tam anlamıyla uygulamış sayılmaz. Ortaya attığı kavramlar
bilimsel kesinlikten yoksundur. Geliştirdiği yöntem bulanıktır. Fakat belirli bir tu-
tumun ve yöntemin kurucusu olması bakımından, Taine önemli bir isimdir.
Gustave Lanson
1857-1934 tarihleri arasında yaşayan Gustave Lanson, Fransız edebiyatı tarihçisi
ve eleştirmenidir. Fransa’da edebiyat tarihçiliğinin öncüsü olan Lanson, sosyolojik
eleştirinin diğer bir önemli ismidir. Klasik filoloji anlayışını modern edebiyata
uygulamıştır. Edebiyatın sosyal tarihe ışık tutacağına inanır. Lanson’a göre her
edebiyat eseri bir sosyal olaydır. Edebî eser bireyin eseridir, ama bireyin sosyal
nitelikler taşıyan bir eseridir.
Lanson, edebî eseri, birey ile toplum arasında bir bildirişim aracı olarak kabul
eder. Edebî esere bakışta üç noktayı özellikle vurgulamıştır. Bunlar gerçeklikle il-
gili zevk, araştırma ve bireysel sezgilerdir. Lanson edebiyattaki zevki “entelektüel
zevk” olarak adlandırır ve edebî zevki ayrı bir yere koyar. Ona göre edebiyat aynı
zamanda felsefenin yaygınlaştırılmasıdır (Alver 2003: 242, 243). Böylece Lanson,
edebiyatı hem sosyolojiye hem de felsefeye yaklaştırmış, böylece edebî metne ba-
kışta kısmen Hegelci bir yaklaşımı benimsemiştir.
Sosyolojik eleştiri edebiyata yönelik toplum odaklı bir bakış açısıdır. Bu eleştiri ünlü
Alman düşünürü Karl Marks’ın tarihi maddecilik (materyalizm) anlayışından kay-
naklanır. Tarihî Maddecilik ekonomi kuramı üzerine oturtulmuş bir tarih felsefesidir.
Tarihî maddecilik anlayışına göre, tarihin gelişmesi birtakım kanunlara göre işler.
Bir edebiyat kuramcısı ve siyasetçi olan George Lukacs felsefî anlamda He- Lukacs’a göre sanat, kavrama
gelci eğilimleri benimsemiştir. Lukacs’ın en önemli eserlerinden birisi 1920’de indirgemeden zevk aldığımız
özerk bir bütünlük değildir.
yayımlanan Roman Kuramı başlıklı eseridir. Lukacs Roman Kuramı adlı eserine Buna karşılık sanat ve
bir önsöz yazmıştır. Lukacs’ın önsözde ifade ettğine göre, bu eser, Hegelci felsefe- edebiyat, sosyal bütünlüğe
işaret eden tarihsel bir
ye ait bulguların edebî problemlerin çözümüne yönelik ilk uygulamadır. Lukacs olgudur.
1923’te Tarih ve Sınıf Bilinci başlıklı diğer bir eserini yayımlamıştır. Bu eserinde
Lukacs, Hegelci diyalektik materyalizme ters düşen görüşler ileri sürmüştür. Buna
rağmen, Lukacs samimi olarak Hegelci kalmaya devam etmiştir. Lukacs bütün
tarihsel ve sosyal olguların anlamlı bir bütünlük yarattığı düşüncesini benimse-
miştir. Bu fikir felsefî kaynak bakımından Hegelci bütünlük fikriyle paralel bir
düşüncedir.
Lukacs sanatı ve edebiyatı felsefeden kesin sınırlarla ayırmıştır. Bu ayrımı, ede-
biyatın duygusal yönü üzerinde durarak yapmıştır. Lukacs’a göre, yüksek edebî
değere sahip eserler tipik karakterler, eylemler ve olaylar yaratarak belirli bir sos-
yo-tarihsel durumun özünü ve hakikatini açığa çıkarırlar. Lukacs’ın yüksek edebi-
yat ile ilgili bu düşünceleri, Macar edebiyat kuramcısının Engelsci ve Marksist bir
edebiyat görüşüne sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Diğer bir Marksist edebiyat kuramcısı Lucien Goldmann’dır. Goldmann aynı
zamanda kendisini Lukacs’ın devamı olarak tanımlar. Başkaları tarafından da öyle
tanımlanmıştır. Eserlerini Macar edebiyat kuramcısından aldığı ilhamla yazan
Goldmann, bazı çalışmalarında Lukacs’ın kuramlarını ispatlama yoluna gitmiştir.
Kısaca Goldmann’ın yaklaşımı, Lukacs’ın erken döneminde yazdığı eserlerinin
bir devamı olarak düşünülebilir. Buna karşılık Goldmann, Lukacs’ın sonraki ya-
zılarından hiç etkilenmemiş ya da çok az etkilenmiştir. İki edebiyat kuramcısının
eserleri arasındaki ortak payda Hegelci bütünlük anlayışıdır.
Goldmann edebî eser incelemelerine yönelik yeni bir kavram geliştirmiştir. Bu Edebî metindeki bir öğenin
kavram anlamlı yapı (İng. signififying structure, Fr. structure significative) kavra- anlamı, bir bütünlük olarak
düşündüğümüz eserin
mıdır. Anlamlı yapı kavramı Lukacs’ın ve Marks’ın tip kavramına benzerlik göste- yapısının bütünlüğüne
rir. Anlamlı yapı hem yorumsal (hermeneutik) anlamda hem de Hegelci anlamda bağlıdır. Goldmann,
geliştirdiği edebî kuramda,
belirli bir bütünlüğe işaret eder. Burada sözü edilen anlamlı yapı edebî metnin her bütünün parçalarla ve
bağımsız bölümünün ayrı ayrı açıklanması ve söz konusu bölümlerin aralarındaki parçaların bütünle açıklandığı
diyalektik bir ilişkiyi
ilişkinin yorumlanması demektir. Metni oluşturan unsurlardan her biri, karşılıklı savunmuştur.
olarak veya kısmen belirli bir uyumlu bütünlüğü yansıtır. Söz konusu uyumlu
bütünlük genel bağlamla ve metnin anlaşılmasıyla ilişkilidir.
92 Eleştiri Kuramları
Lucien Goldmann ile George Lukacs’ın kuramları arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu
2 iki kuramcının ortak noktası nedir?
kuramın arasında bir yerde yer almaktadır. Benjamin ve Adorno tarihi birikerek ço-
ğalan bir özgürleşme süreci olarak değil, insanlığı felaketlere doğru sürükleyen bir
süreç olarak düşünmüşlerdir. Çünkü iki kuramcı da, hem Birinci Dünya Savaşına
hem de İkinci Dünya Savaşına şahit olmuşlardır. Savaş sonrası ortaya çıkan Doğu
Bloğu ile NATO arasındaki çekişmeler, Benjamin’in ve Adorno’nun insanlığın gele-
ceğine dair olumsuz düşüncelerini daha da pekiştirmiştir. Bu bakımdan, çalışan sı-
nıfların çabalarıyla insanlığın özgürleşeceği inancı safdillikten başka bir şey değildir.
Bakhtin’in Çevresi
Rus edebiyat kuramcısı Mikhail M. Bakhtin (1895-1975), Marksist estetiği olduk-
ça farklı bir şekilde yorumlamıştır. Bakhtin’in geliştirdiği edebiyat kuramı, edebî
metinlerdeki belirsizlik, çirkinlik ve grotesk unsurlarla ilgili bir kuramdır. Bakh-
94 Eleştiri Kuramları
Rus edebiyat kuramcısı Mikhail Bakhtin, geliştirdiği kuramlarla hâlâ güncelliğini koru-
maktadır. Günümüzde pek çok edebiyat eleştirmeni Bakhtin’in kuramlarını izlemektedir.
Karnaval her türlü resmi konum ve ciddiyete yönelik alay, tüm hiyerarşilerin tepe
taklak edilmesi, davranış kurallarının küfür, müstehcenlik, aşağılama, kabalıkla
5. Ünite - Sosyolojik Eleştiri 95
Özet
Sosyolojik eleştirinin ne olduğunu açıklayabilmek. la Littérature...) adlı eserini yayımlamıştır. Ma-
1
Edebiyat eleştiriciliğinin önemli alanlarından dame de Staël’in bu eseri edebiyat-toplum ilişki-
biri olan sosyolojik eleştiri edebiyatın toplum sini incelemeye amacına yönelik bir eserdir. Bu
içinde var olduğu ve toplumun bir ifadesi oldu- eseriyle, Staël edebiyat eleştiriciğinde sosyolojik
ğu, hatta edebiyatın hayatı temsil ve taklit ettiği yöntemi başlatmıştır. Staël’in açtığı yolu, daha
ilkesinden hareket eden bir eleştiri anlayışıdır. sonra Alber François Villemin, Hippolyte Taine
ve Gustave Lanson gibi önemli isimler tarihsel,
Edebiyat ile toplum arasındaki ilişkiyi psikolojik ve toplumsal çerçevede devam ettir-
2 belirleyebilmek. mişlerdir.
Edebiyat ile toplum arasında karşılıklı bir ilişki
vardır. Gerek yazar, gerek eser, gerekse edebî Sosyolojik Eleştiriden yararlanan ve XX. yüzyılda
eserde kullanılan sembollerin ve edebî sanatla- 5 gelişen eleştiri kuramlarını değerlendirebilmek.
rın toplumsal bir yönü vardır. Yazar toplumun Sosyolojik Eleştiri XX. yüzyıldan sonra gelişi-
repertuarından aldığı ham malzemeyi edebiyat mini biraz daha arttırmış, belirli edebî eleşti-
tarihi içinden gelen stratejileri kullanarak işler. ri ekollerinin yararlandığı bir eleştiri anlayışı
Ardından, yaratılan yeni eseri yeniden topluma hâline gelmiştir. Bu eleştiri, Marksist eleştirinin
sunar. Bu durum, edebiyat ile toplum arasında önde gelen isimlerinden George Lukacs ve Lu-
sıkı bir ilişki olduğunu göstermektedir. cien Goldmann gibi isimlerin geliştirmiş olduk-
ları eleştiri yöntemlerinin dayanağını oluştur-
Sosyoloji ile eleştiri ilişkisini değerlendirebilmek. muştur. Buna ek olarak, Frankfurt Okulu’nun
3
Sosyolojik eleştirinin eleştiri yöntemleri içinde temsilcileri olan Walter Benjamin ile Theodor
belirgin bir yeri vardır. Sosyolojik eleştiri edebî Adorno’nun eleştirel düşüncelerinde sosyolojik
esere “nasıl” sorusunun sorulmasıyla belirli bir eleştirinin önemli bir yeri vardır. Ayrıca çalış-
ivme kazanmaya başlamıştır. Sosyolojik eleştiri malarını edebiyat sosyolojisi üzerinde yoğunlaş-
edebî esere yönelik sorulan “nasıl” sorusunun tıran Peter V. Zima da yine sosyolojik eleştirinin
cevabını edebî ortamda aramıştır. Edebiyat orta- yöntemlerinden yararlanmıştır.
mını sosyolojik eleştiri değerlendirir.
Marksist eleştirinin felsefi ve estetik
Sosyolojik eleştirinin tarihini açıklayabilmek. 6 kaynaklarını tanıyabilmek ve Marksist edebiyat
4
Sosyolojik eleştirinin belirli bir tarihsel gelişim eleştirmenlerinin görüşlerini belirleyebilmek.
süreci vardır. Bu eleştirinin başlangıcı Giam- Maksist düşüncenin kurucuları Karl Marks ve
bastista Vico’nun La Scienza Nuova (Yeni Bi- Friedrich Engels’tir. Bu iki düşünür, edebiyat
lim) başlıklı eserine dayandırılır. Vico’nun söz eleştirisi ile ilgili doğrudan bir görüş ileri sür-
konusu eseri 1725’te yayımlanmıştır. Vico bu memişlerdir. Buna karşılık, çeşitli eserlerinde
eserinde Homeros’u psikolojik ve sosyal açıdan Marksist estetiğin temel çerçevesini çizmiş-
yorumlamaya çalışmıştır. Vico’dan sonra üzerin- lerdir. Marksist estetik, geniş anlamda sanatın
de durulması gereken diğer bir isim Madame de kavramsal yönünü öne çıkaran ve toplumcu bir
Staël’dir. Staël 1800 yılında Edebiyata Dair, (De sanat anlayışını benimseyen Hegelci estetiğin bir
5. Ünite - Sosyolojik Eleştiri 97
ürünüdür. Marks ve Engels, sanatın duyulara hi- Bakhtin’in geliştirdiği bazı kavramları
tap ettiği konusunda Hegel’in görüşlerini takip 8 açıklayabilmek.
etmişlerdir. Bu bakımdan Marksist düşünce,
Bakhtin akıldışılık, çokseslilik kavramlarını
felsefî anlamda Hegelci bir düşüncedir. Çünkü keşfetmiştir. Akıldışılık, Bakhtin’e göre bilinç
Marksist eleştiride edebî eserlerdeki çokanlam- ile bilinçsizlik, rüya ile uyanıklık arasındaki eri-
lılık ve belirsizlik göz ardı edilmiş; bunun yerine, meden ileri gelen özgür bir ilkedir. Çokseslilik,
söylenen ile kastedilenin aynılığına dayanan katı Bakhtin’in büyük romanlarda ortaya çıkardığı
bir açıklık vurgulanmıştır. bir ölçüttür. Bakhtin özellikle Dostoevski’nin
romanlarını çoksesli romanlar olarak kabul eder
Frankfurt Okulunun temsilcileri olan Adorno ve ve Dostoyevski’yi çok sesli romanın kâşifi olarak
7 Benjamin’in görüşlerini belirleyebilmek. görür. Bakhtin Dostoyevski’nin romanların-
Frankfurt Okulunun en önemli isimleri The- daki karnavallaştırma, karmaşa ve çokseslilik-
odor W. Adorno ve Walter Benjamin’dir. Söz ten dolayı bu romanlara hayranlıkla bakmıştır.
konusu eleştirmenlerin geliştirdikleri kuram- Bakhtin’in roman için ortaya koyduğu ölçütler,
larda edebiyatta toplumsallığı göz önünde bu- Hegelci estetiğin klasisizm, sistematik sentez, ti-
lundurmuşlardır. Bu ekolün temsilcileri bazı piklik ve tekseslilik anlayışına zıt bir anlayıştır.
kavramları Marksist eleştirmenlerle ortaklaşa
kullanmışlardır. Kapitalizm, maddileşme, ya-
bancılaşma, değişen değerler ve hükmetme
kavramları Frankfurt Okulu kuramcıları ile
Marksist eleştirmenlerin ortaklaşa kullandıkla-
rı kavramlardır. Fakat söz konusu kavramlara
Frankfurt Okulu eleştirmenlerinin yükledikleri
anlam ile Marksist eleştirmenlerin yükledikle-
ri anlam arasında belirgin farklar vardır. Hatta
Frankfurt Okulu’nun önde gelen temsilcilerin-
den Theodor W. Adorno ve arkadaşı Walter
Benjamin yukarıda sözü edilen kavramlara
Marksist eleştirmenlerden farklı bir bakış açı-
sıyla yaklaşmışlardır.
98 Eleştiri Kuramları
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojik eleştirinin genel 6. Aşağıdakilerden hangisi anlamlı yapı kavramını ve
ilkelerinden biri değildir? genetik yapısalcılık yöntemini keşfeden edebiyat eleş-
a. Edebiyat toplum içinde vardır. tirmenidir?
b. Dili toplum yaratır. a. Roman Jakobson
c. Yazarı, eseri ve okuru toplumsal koşullar belirler. b. Lucien Goldmann
d. Geleneksel edebî sanatlar ve semboller, toplu- c. George Lukacs
mun ortak mirasından alınır. d. Mikhail Bakhtin
e. Edebî eser yaratıldıktan sonra, yazar, toplum ve e. A. J. Greimas
diğer unsurlarla bağını koparır.
7. Aşağıdakilerden hangisi Marksist eleştirmenlerle
2. Sosyolojik eleştiri aşağıdaki yazar ve eserlerden Frankfurt Okulu temsilcilerinin kullandığı ortak kav-
hangisiyle başlatılır? ramlardan biri değildir?
a. Giambastista Vico-La Scienza Nuove a. Maddileşme
b. Madame de Staël -Edebiyata Dair b. Kapitalizm
c. Emile Zola- Deneysel Roman c. Sosyolek
d. Berna Moran-Edebiyat Kuramları d. Yabancılaşma
e. George Lukacs-Roman Kuramı e. Değişen değerler
3. Sosyolojik eleştiri anlayışını sistematik bir yapıya 8. Aşağıdakilerden hangisi Adorno’nun düşüncele-
kavuşturan aşağıdakilerden hangisidir? rinden biri değildir?
a. Madame de Staël a. Toplum tarihsel süreç içinde sınıf hakimiyetinden
b. Giambastista Vico kurtulmak için mücadelesini sürdürmektedir.
c. Hippolyte Taine. b. Kapitalizmin olumsuz sonuçlarından dolayı bi-
d. Gustave Lanson. reyler belirli değer ve ilgilerden uzaklaşmaktadır.
e. Lucien Goldmann. c. Toplumda sınıf çatışması devamlılık göstermez.
d. Yirminci yüzyılda Marksizm çökmüş, yerine
4. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojik eleştiriden ya- sosyalizm ikame edilmiştir.
rarlanan eleştiri akımlarından biridir? e. Bu mücadele iyiye doğru değil, insanlığı felaket-
a. Rus Biçimciliği lere doğru sürükleyen bir seyir izlemektedir.
b. Marksist Eleştiri
c. Çek Yapısalcılığı 9. Bakhtin’e göre, çoksesli romanın kâşifi aşağıdaki-
d. Yeni Eleştiri lerden hangisidir?
e. Yapısökücü Estetik a. Dostoyevski
b. Balzac
5. Aşağıdaki hükümlerden hangisi George Lukacs’ın c. Halit Ziya Uşaklıgil
Roman Kuramı adlı eserinin önemini ortaya koyar? d. Turganiev
a. Sosyolojiyi edebiyattan ayıran ilk eserdir. e. Tolstoy
b. Edebiyat sosyolojisinin tarihini açıklayan ilk
eserdir. 10. Peter V. Zima yeni bir eleştirel edebiyat kuramı üze-
c. George Lukacs’ın yazdığı son kitaptır. rinde çalışırken aşağıdaki sosyologlardan hangisinden
d. Hegelci felsefeye ait bulguların edebî problem- etkilenmiştir?
lerin çözümüne yönelik ilk uygulamadır. a. M. Horkheimer
e. Yukardaki hükümlerden hiçbirisi doğru değildir. b. M. Halbswachs
c. J. F. Lyotard
d. Ziya Gökalp
e. Karl Mannheim
5. Ünite - Sosyolojik Eleştiri 99
Okuma Parçası
Aşağıdaki metin, Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın “Şiir Sanat eserinin nizamı hayatınkinden tamamiyle fark-
Tahlilleri II” adlı kitabının önsözünden alınmıştır. lıdır. Onu ancak kendi içinde anlayabilir ve değerlen-
Metni okuduktan sonra yazarın Sosyolojik eleştiri direbiliriz. Amerika’da çok gelişen ve New Criticism
ve diğer eleştiri anlayışları karşısındaki tutumunu adını alan akım bu görüşe dayanıyor. Rene Wellek ile
belirleyiniz. Austin Warren “Theory of Literature “(3. Baskı 1969)
Liseden üniversiteye gelen öğrencilerin çağdaş Türk adlı müşterek eserlerinde bu görüşü savunurlar.
şâirleri hakkında hemen hiç bir şey bilmeyişleri, peşin Eski edebiyat tarihçiliğine tamamiyle zıd olan bu sa-
hükümlere sahip oluşları beni böyle bir kitap yazma- nat eserlerini kendi içlerinde hususi bir estetik varlık
ğa teşvik eden başlıca âmil oldu. Bir şâiri sevmek veya olarak ele alma fikri, yaşayan edebiyatın tedkiki için
red etmek için de metne dayanmak, makul deliler ileri sağlam bir zemin hazırlamış ve batılı araştırıcılar ha-
sürmek şarttır. Bizde alışılmış olan “edebiyat üzerine yatta olan sanatkârların eserleri üzerinde bir yığın in-
edebiyat yapma”, düşünceyi hiç bir zaman ileriye gö- celeme yapmışlardır. Bizde de bu yola gidilmenin artık
türecek bir yol değildir. Çağdaş edebiyat hakkında da zamanı gelmiştir. Edebiyatta esas olan metindir. Onun
metne dayanmak suretiyle, objektif birçok şeyler söyle- üzerinde düşünmek için yazarının ölmesini beklemeğe
mek mümkündür. Zira bir metnin eski olmasıyla yeni lüzum yoktur. Türk dilinin en orijinal ve canlı eserleri
olması arasında inceleme açısından hiç bir fark yoktur. bugün yazılmaktadır. Onları tanıma ve tanıtmayı ge-
Eski edebiyat tarihi anlayışına göre, yaşayan edebiyat- lecek nesillere bırakmakla kendimizi ve genç nesilleri
tan bahsetmek doğru değildir, modern edebiyatın ilmî büyük bir zevkten mahrum ettiğimize kâniim.
olarak incelenebilmesi için aradan yirmi beş hatta elli Edebiyatı yazar ve çevresinden tamamiyle koparmak,
yıl geçmesi şarttır. Bize, Türk edebiyatı tarihinin kuru- hiç şüphesiz aşırı bir fikirdir. Sanatı biyografi ve sosyal
cusu Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köpıülü’den kalan ve hâlâ şartlara irca eden eski edebiyat tarihi anlayışına karşı,
devam eden bu görüş tarzı, Batı’da artık terk edilmeğe böyle bir reaksiyona ihtiyaç vardı. Fakat değiştirilmiş
başlanmıştır. Sanat eserleri karşısında objektiflik, on- de olsa eserde, yazarın kendi ruhundan ve çevresinden
ların eski veya yeni oluşlarıyla değil, bu eserleri ele alış gelen akislerin varlığını tamamiyle inkâr edebilir mi-
tarzı ile ile ilgilidir. Edebiyat tarihçilerinden çoğunun yiz? Her edebî eser, yaratıcısının şahsiyetine, devrine ve
en eski metinler üzerinde, birbirinden tamamiyle fark- muhitine hayâtî bağlarla bağlıdır. Nitekim son yıllarda
lı fikirler ileri sürmeleri bunu açıkça ortaya koyan bir New Criricism’in aşırı tarafları tenkid edilerek yeniden
delildir. Eskilik eğer objektiflik için bir garanti teşkil et- ölçülü bir şekilde, eser ile yazar ve devri arasında mü-
seydi, tarihî şahsiyetler üzerinde bir anlaşmaya varmak nasebetler kurma yoluna gidildiğini görüyoruz. Fakat
icab ederdi. Tatbikatta Shakespeare, Goethe gibi hakla- bu yeni harekette de esas, yine metindir. Ondan hare-
rında en çok araştırma yapılmış sanatkârların dahi her ket ediliyor, onun üzerinde duruluyor, onun mânâsını
gün yeni bir şekilde tefsir edildiklerini ve değerlendi- veya üslûbunu aydınlatmak maksadıyla yazar ve çev-
rildiklerini görüyoruz. resine temas edilerek tekrar ona dönülüyor. Bu husus-
Edebiyat tarihçilerini çağdaş edebiyattan bahs etme- ta bir örnek olmak üzere C. B. Cox ve A. E. Dyson’ın
meğe sevk eden en mühim âmil, edebî eserleri, biyog- “Modern Poetry, Studies in Practical Criticism” (Lon-
rafik ve sosyal çerçeve içinde ele almalarıdır. Metinle- don, 1963) adlı eserine bakılabilir.
ri aydınlattığı, hatta izah ettiği zannolunan hatıralar, Biz “Şiir Tahlilleri”nin birinci cildinde olduğu gibi, bu
müsveddeler ve vesikalar, zamanla ortaya çıkarlar. On cildde de, buna yakın bir yol tuttuk. Esas olarak metni
dokuzuncu yüzyıldan kalan bu tarihçi görüş, bugün aldık. Estetik cephelerini belirtirken onda ortaya konu-
bir hayli tenkide uğramıştır. Sanatkâr kendi hayatın- lan psikolojik ve sosyal muhtevayı da mânâlandırmaya
dan veya çevresinden aldığı şeyleri, eserinde büyük çalıştık. Bazı şiirlerde, metni aydınlatacak mahiyette,
bir değişikliğe tâbi tutar, onlara estetik bir şekil verir. kısaca biyografik ve sosyal şartlara temas ettik.”
100 Eleştiri Kuramları
Sıra Sizde 4
Bakhtin, benimsediği kuramsal düşünceler yüzünden
Stalin tarafından sürgüne gönderilmiştir. Bakhtin,
Stalinizmin uyum düşüncesine karşı uyumsuzluğu,
tipiklik düşüncesine karşı karmaşıklığı, tek seslilik dü-
şüncesine karşo çok sesliliği, düzen fikrine karşı kar-
maşa ve karnavalizasyon düşüncesini benimsemiştir.
Bakhtin’in fikirleri esasında Stalinin baskıcı politikala-
rına karşı demokratik bir açılımdır. Bu yüzden Bakhtin
Stalin tarafından sürgüne gönderilmiştir.
5. Ünite - Sosyolojik Eleştiri 101
Yararlanılan Kaynaklar
Akerson, F. E. (2010). Edebiyat ve Kuramlar, İstanbul:
İthaki Yayınevi
Alver, K. (2003). Sosyolojik Eleştiri, Ankara: Hece Ya-
yınevi
Bakhtin, M. M. (2001). Karnavaldan Romana, (Çev:
Sibel Irzık), İstanbul:Ayrıntı Yayınları.
Moran, B. (1991). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İs-
tanbul: Cem Yayınevi.
Rifat, M. (2004). Yaklaşımlarıyla Eleştiri Kuramcıla-
rı, İstanbul: Sel Yayıncılık.
Wellek, R. (1993). Edebiyat Teorisi, (Çev. Ömer Faruk
Huyugüzel) İzmir: Akademi Yayınevi.
Zima, P. V. (2006). Modern Edebiyat Teorilerinin Fel-
sefesi, (Çev: Mustafa Özsarı) Ankara: Hece Yayınevi
(http//www.answers.com)
6
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Göstergebilimsel çözümlemenin dilsel araçlarını tanımlayabilecek;
Yazınsal eleştiride göstergebilimsel çözümleme sürecini oluşturabilecek;
Yazınsal eleştiriyi çözümlemeden ayıran özellikleri açıklayabilecek;
Göstergebilimsel çözümlemenin yazınsal eleştiri için geliştirdiği araç ve yön-
temleri saptayabilecek;
Göstergebilimsel çözümlemenin yazınsal eleştiriye katkısını gözlemleyebilecek
bilgi ve becerileri kazanabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• İzlek • Oyuncu
• Sözcelem • Gerilim
• Motif • Eyleyen
• Anlatı Şeması • Yazınsal Özellik
• Üretici Süreç • Sözce
• Duygu Değeri • Anlam Evreni
İçindekiler
• YAZINSAL GÖSTERGEBİLİM
• ÇÖZÜMLEME SÜRECİ
• ÇÖZÜMLEME ŞEMASI
• ÜRETİCİ SÜREÇ
• İZLEK/MOTİF
• YÜZEY YAPI: ANLATISAL SÖZDİZİM
Eleştiri Kuramları Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri • EYLEYENLER
• UYGULAMALAR
• ANLATI ŞEMASI
• ANLATISAL ANLAM
• DERİN YAPI
• TEMEL ANLAM
• YAZAR VE METİNLEŞME
Yazınsal Göstergebilim ve
Eleştiri
YAZINSAL GÖSTERGEBİLİM
Göstergebilim ile yazın (edebiyat) arasındaki ilişkiler hem çok ayrıcalıklı ve çok Söz Sanatları (Retorik):
sıkı olmuş, hem de birbirlerini beslemiş ve denetlemişlerdir. Yazının sınırlarını Güzel söz söyleme, hitabet
sanatı; belagat.
belirlemek çok zor görünebilir. Avrupa göstergebiliminin kurucusu Algirdas Ju-
lien Greimas’a göre, yazının temel özellikleri bir “yapıtın özgün ve indirgenemez” Biçembilim: Ölçünlü dile
göre, bir metni özgün kılan
öğeler barındırmasıdır. Bu bilimsel tasarının uygulanması, yöntem ve araçlarının dilsel öğelerin incelenmesi ve
metin çözümlemede kullanılmasıyla, yazınbilim (poetika) ve yazınsal eleştiri gibi yorumlanması.
yeni çözümleme ve açıklama biçimleriyle karşılaşılmıştır. Göstergebilimi kulla- Yazınbilim: (Poetika):
nan araştırmacı, yazınsal metni (ya da söylemi) bir araştırma nesnesi olarak ele Yazının işleyiş kurallarını
tanımlar, bağlı kalınması
aldıktan sonra, bu nesnenin anlam üretme koşullarını ve bunun nasıl üretildiğini gereken kuralları çözümler ve
ortaya çıkarmaya çalışır. İşte bu nedenlerle göstergebilim geleneksel “metin açık- belirler.
lama” ve “yazınsal eleştiri” için işlevsel bir yöntembilim olarak, yeni bakış açıla- Söylem: Belli bir kişinin (ben)
rı kazandırmıştır. Bunun sonucu olarak yazınsal göstergebilim, genel bir eleştiri belli bir yerde (burada), belli
kuramı özelliği taşımadan yazınsal pek çok sorunu ele almıştır: anlatısal yapı- bir zamanda (şimdi) ürettiği
dilsel ürün.
lar, betisel yapılar (figüratif yapılar), kültürel çeşitlilik, mimesis sorunları, tutku
(duygu, heyecan...); yazın tarihinin yazınbilim açısından tasarlanması, duyularla
algılanamayan anlatım biçimlerinin çağdaş araştırmalardaki yeri gibi... İşte tüm
bu sorunları ele alış biçimleriyle göstergebilimsel çözümleme yazınsal eleştiriye
katkıda bulunur.
Beti: Duyularla algılanan doğal dünyayı görsel ya da dilsel olarak yeniden sunan her
türlü gösterge: (Görsel beti); “uçak” (dilsel beti).
Üretici süreç: bir metin ya da söylemde anlamı oluşturan düzeyler ve bileşkeler ara-
sında kolaydan zora, yalından karmaşığa giden ilişkileri düzenleyen kuramsal süre-
ci açıklayan göstergebilimsel araç.
6. Ünite - Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri 105
ÇÖZÜMLEME ŞEMASI
Göstergebilim yazılı (yazınsal olan, olmayan), görsel (resim, fotoğraf, sinema,
çizgi roman...), plastik (heykel, yerleştirme...), işitsel (doğal sesler, gürültüler,
müzik, şarkı...) nesnelerin yanında tatla (doğal meyveler, sebzeler, bitkiler, ye-
mekler, içecekler...), dokunmayla (yumuşaklık, pütürlülük, kayganlık, yapışkan-
lık gibi doğal ve olan olmayan nesnelerin dokunsal özellikleri) ilişkili konuları
inceleyip, tüm bu alanların örtüşme alanları olan kültürel olguları da ele almış-
tır: moda, mutfak, siyaset, törenler, kitle iletişim araçları..... Birbirinden hem bu
kadar farklı, hem de birbirine bu kadar yakın alanları incelemek için Ferdinand
de Saussure’ün izinden giden Paris Göstergebilim Okulu, “üretici süreç” adı ve-
rilen bir şema geliştirmiştir.
Bu bilgileri Tahsin Yücel’in Söylemlerin İçinden (İstanbul: Yapı Kredi yay., 2004)
kitabından aldık.
ÜRETİCİ SÜREÇ
Üretici süreç, sözceleme öznesinin sözcesini gerçekleştirmesi sırasında olu-
şan “anlam belleğinin” bir örnekçesidir. Günümüzde çözümlemeler, yazınsal
yapıtların değerlendirilmesi ve kuramın öğretim alanında kullanılmasıyla yü-
zeysel ve somut yapılardan başlatılarak derin ve soyut yapılara doğru gidilerek
yapılmaktadır.
106 Eleştiri Kuramları
Sözce: Sözceleme eylemi sonunda elde edilen dilsel üründür. Dilbilgisel açıdan tam ya da
eksik, doğru ya da yanlış olabilirse de, ancak bağlam içinde anlam kazanan söz dizisidir.
Yerdeşlik: Bir söylem zinciri içinde kesintisizlik etkisi yaratan anlamı oluşturan içe-
rik öğelerinin yinelenmesidir.
Betisel yapılar bir anlatının genel olarak anlaşılmasını sağlayan doğal dünyayı ye-
niden sunan terimlerdir. Tek başına “sümüklüböcek”, “ufak tefek”, ya da “içli” (s. 123)
(Sayfa numaraları “Sümüklüböcek” Haney Yaşamalı başlıklı kitaptan (s. 131) şeklin-
de verilmiştir.) sözcüklerinin tek başına bir anlamı yoktur ama, “sümüklüböcek”le
birleşince, onun dış görünümü ve /insan/ (/.../ İki eğik çizgi arasında bulunan terim,
metin yüzeyinde sözcükleşmemiş, ancak okuyanın zihninde oluşan soyut anlam-
dır.) özellikleri ortaya çıkar. Bir metin dikkatle okunduğunda bir tümceden diğeri-
ne, bir sözceden diğerine geçilirken anlamsal bir süreklilik oluşturularak ortak bir
yerdeşliğe (anlam izi) ulaşılır. Yerdeşlik, bir metin boyunca yinelenen her betiyle
anlam taşıyan bir ulam (kategori) oluşturarak anlam bütünlüğünü sağlar. Örneğin
“Sümüklüböcek” başlıklı öyküde diğer yerdeşliklerin yanında birbirinden farklı
ama birbirini tamamlayan üç yerdeşlik görülür:
Sümüklüböceğin dış görünümü: “Ufak tefek” (s. 123), “kara kuru” (s. 123),
“zayıflamak” (s. 124), “iğne ipliğe dönmek” (s.124), “donuk renkli” (s. 126,
130, 2 kez), “zayıflamak” (s. 139)... sözcükleri ve söz dizileri bu böcek konu-
sunda yeterli bilgiyi vermektedir.
Sümüklüböceğin ruhsal ve insana özgü özellikleri: “önem vermemek” (s.
123), “içli” (s. 123), “öksüz” (s. 123), “yalnız” (s. 124), “mutlu” (s. 124), “dü-
şünme”, (s. 124, 3 kez, 134 2 kez), “sessiz” (s. 123), “düşüncelerinin düşünü
gören” (s. 124), “erdemli” (s. 124), “sağlam bilgi” (s. 124) yanlısı, “vurulmak”
(s. 125, 126), ....., “hiçliğini anlatacaktı” (s. 133)....
Annenin dış görünümü (“yoksul”, s. 125) konusunda çok az bilgi verilirken,
ruhsal ve insana özgü özellikleri vurgulanmıştır: oğlunun “üstüne titreyen” (s.
124), “için için eriyen” (s. 124), “köpüren” (s. 125), “küplere binen” (s. 125), “güze-
lim yemekler” (s. 125) hazırlayan.
Kelebeğin dış görünümü: “kadın kelebek” (s. 126), “çok güzel” (s. 127, 129),
“gök mavi” (s. 127), “kanatlarının güzel rengi yağmur sonu göğü” (s. 127, 132, 2
kez, s. 133), “kanatları gök mavisi” (s. 129).
Kelebeğin ruhsal ve insana özgü özellikleri şöyle sıralanabilir: “bazı insanlara
benziyordu” (s. 125), “ağlamak” (s. 126, 3 kez), “gülmemek” (s. 130), “vals öğren-
mek” (s. 128), “vals etmek” (s. 128), “acımak” (s. 128, 130), “iyi” (s. 130), “alçak
gönüllü” (s. 130), “şaşırmak”, (s. 131, 2 kez), “akıllı” (s. 131).
Yusufçuk dış görünümüyle “pırıl pırıl yeşil kanatlı” (s. 129), “yeşil kılıç”lı (s.
129), “kanatlarındaki kılıcındaki yeşil”in (s. 132) hiç bir böcekte olmadığı bir
oyuncudur.
Yusufçuğun ruhsal ve insana özgü özellikleri şunlardır: “kimseleri beğenme-
yen” (s. 129), “tatlı şeyler söyleyen” (s. 129), “daha da zenginleşmek isteyen” (s.
132), “aklına koymak” (s. 132), “düşünmeyen” (s. 132), “vefasız” (s. 133), “yüzüs-
tü” bırakan (s. 133), “tamah” eden, (s. 133), “balayı yolculuğuna” çıkan (s. 133)...
Kelebeğe yaklaşabilen böceklerin ortak dış görünüşleri “pırıl pırıl” (s. 127) ola-
rak verilirken, ruhsal ve insani özellikleri daha ayrıntılı olarak betimlenmiştir:
“bitmek” (s. 127), ... , “eğlenmek” (s. 128), “gülmek” (s. 128, 130), “dedikoducu” (s.
130), “yoksul” (s. 132) “zengin” (s. 132), “yanılmak” (s. 133).
Dikkatli ve titiz bir okuma sonunda sümüklüböceğin ufak tefek, donuk renkli
ama düşünen, düşünceli, bilgili, yalnız, şefkatli, inatçı ve fedakâr bir böcek olduğu
anlaşılıyor. Olaylara karışmayan dışöyküsel anlatıcı, onun insana özgü özellikle-
riyle kişileştirilmiş bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Anne ise dul, tek oğlunun
üzerine titreyen, onun için her fedakârlığı yapan bir kadın olarak dış görünüm
özelliklerinden arındırılmıştır.
Kelebek güzel, mavi kanatları, uçarılığı, eğlenceye düşkünlüğü, yakışıklı ve
zengin bir böceğe aşık olmasıyla insana çok yaklaşmaktadır. Önce “yaratık” (s.
125) olarak tanımlanır, sonra sesi “bazı insan”ların sesine benzetilir, sonra da
“kadın” (s. 126) ve “kozadaki kadın” (s. 126, 127) söz dizisi dört kez kullanılır.
Böylece yazar onun hem dişiliğini hem de insan özelliklerini vurgulamış olur.
Yusufçuk böceği ise “yeşil” rengi, yakışıklılığı, çıkarcılığı ve zenginlik tutkusu ile
insan kahramanlardan pek farklı değildir. Arı, “yapışkan” (s. 133) sarılığı ve “bala-
yı” sözcüğüyle bir kez görünmesine karşın güçlü bir beti olarak okurun karşısına
çıkmaktadır. Bir de ortak oyuncu olarak adlandırılan böcekler bulunmaktadır. Ortak Oyuncu: Bir tek oyuncu
gibi davranan, düşünen
Bunların çoğunun ortak özelliği “pırıl pırıl” olma, konuşkanlık ve dost olmayı, kahramanlar topluluğu.
gezip tozmayı sevmektir.
108 Eleştiri Kuramları
Sözceleme Öznesi: Bireysel Bu anlatının sözceleme öznesi Tahsin Yücel, insan özellikleri taşıyan böcekle-
kullanım edimiyle dili işleyişe rin dünyasından insanlara masaldan epey uzaklaşan gerçekçi ve düşündürücü bir
geçiren kişi. Özne.
öykü-masal sunmaktadır. Yazar betileri sahneye koyarken zamandizimsel bir sıra
izlemiş, sümüklüböceğin bakış açısını seçerek, olayları onun gözünden anlatmıştır.
İZLEK/MOTİF
İzlekselleşme: Betisel Betisel düzeyin anlam bileşkesinde, somut bir süreç olan izlekselleşme ve motif-
yerdeşliklerden yola çıkarak ler belirmeye başlar. Betiler saptandıktan sonra, bu anlatının anlam olasılıkları /
genel anlamı birleştirme
işlemi. umut/, /karşılıksız aşk/ ve /arayış/ olarak varsayılabilir. İşte bu olası okuma iz-
lencelerine izlekselleşme ya da izleklerin belirlenmesi denmektedir. Bu izleklerin
söyleme (anlatıya) dökülmesi için betiler aracılığıyla motifler oluşur ya da oluş-
turulur.
Motif: Az çok kalıplaşmış, göreceli olarak kendi üzerine kapalı, kısmen özerk yapı-
lardır. Yapısının düzenliliği ile hemen saptanabilir, ancak betiselleşmenin verdiği
olanaklarla biçimsel değişkenlik gösterebilen dilsel yapılardır.
Duygu Değeri: duyarlı ve Görüldüğü gibi izlekler ve motifler duyarlı insan bedeni aracılığıyla çevresiyle
duygusal bedenin çevresiyle
kurduğu olumlu ya da duygu değeri olan bir bağ kurmaktadır. Bu ilişki olumlu da olumsuz da olabilir;
olumsuz ilişki. yinelenmesi durumunda da dönemler yaratır (dengesizlik, durgunluk, gerginlik,
kayıtsızlık, heyecan dönemi....). Anlamsal açıdan olumlu/olumsuz karşıtlığı açı-
sından bakıldığında duygu değeri /esenlikli/, /esenliksiz/, /ne esenlikli ne esenlik-
siz/ olmak üzere üç ulamda incelenebilir. Duygu değeri tutkuların incelenmesin-
de önemli bir araçtır. Örnek olarak böceklerin dış görünümleri ve ruhsal yapıları
duygu değeri açısından incelenebilir.
Çözümlemenin bundan sonraki bölümlerinde izlek ve motiflerin metnin an-
lamının oluşmasındaki yeri gösterilmeye çalışılacaktır.
Eyleyen: Bir duruma, bir eyleme etken ya da edilgen olarak katılan diğer eyleyenler-
le olan ilişkileriyle tanımlanan dilsel birimdir.
EYLEYENLER
Paris Göstergebilim Okulu en fazla altı eyleyen sunar. Eyleyenler benimsenen ba-
kış açısına göre, birbirleriyle ilişkileri içinde, işlevlerine göre değerlendirilirler.
Özne (Ö)/Nesne (N): Bu terimler dilbilgisel olmayıp, anlatı içindeki işlevleri
gösterir. Oyuncudan farklı olarak eyleyenin adı, kişiliği, dış görünümü, giysileri,
işi, sesi, cinsiyeti...yoktur. Yazınsal bir anlatıda özne işlevini bir insan ya da insan
özellikleri taşıyan (konuşan, düşünen, devinen...) bir öğe ya da öğeler üstlenir. Bu
da çoğunlukla baş kahramandır... İncelenen masal-öykünün Öznesi (Ö) sümük-
lüböcektir. Nesne (N) ise, öznenin ilişkide olduğu (Ö, N) her şeydir: düşünce,
anne, akıl, ev, kimlik.... Bu nesnelerden kimi doğal olarak özneyle bağdaşık (∩)
gibi görünür; ancak varlıklarının ve değerinin ayrımına ortadan kalktıklarında
varılır. Özne artık o nesne ile ayrışıklık (∪) ilişkisi kurmaktadır. Örneğin bilgi,
anne, sevgili.... Kimi zaman özne dilediği nesneleri elde etmek onu için arar, onun
peşinde koşar; örneğin kelebek (Ö) yusufçuğun (N) peşindedir. Bir özne nesne-
sini elde ederse (Ö∩N), elde edemezse (Ö∪N) biçiminde gösterilir. Ancak özne
her zaman bir şeyi elde etmek için uğraşmayabilir. Tam tersine kendinde olan bir
şeyden kurtulmak isteyebilir: hastalıktan kurtulmak, eşten boşanmak gibi:
Özne ile Nesne, bir anlatının olmazsa olmaz eyleyenleridir. Diğer eyleyenler
bir anlatıda bulunmayabilir. Bir anlatıda bir Özne varsa, mutlaka onun bir Nes-
nesi de vardır: yaşam, bulunduğu yer, gördüğü, duyumsadığı nesne, duygu... Aynı
biçimde, eğer bir Nesne varsa, onu algılayan, değerlendiren, dil düzeyinde yer
bulmasını sağlayan bir anlatıcı, gözlem yapan bir dilsel kesit ya da sözceleme öz-
nesi de vardır.
Genel göstergebilim ve yazınsal göstergebilim Nesneyi iki ulamda inceler. Bi-
lişsel nesneler bilgiye, anılara, edinilmiş ve öğrenilmiş deneyimlere dayanır. İkinci
bir eyleyen (bir özne, bir gönderen...) bunu öznenin elinden alamaz, ancak payla-
6. Ünite - Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri 111
UYGULAMALAR
“Sümüklüböcek” başlıklı öykü, içinde başka küçük öyküler de barındırmaktadır:
Yusufçukla kelebeğin öyküsü, anne sümüklüböceğin öyküsü ve yusufçukla arının
öyküsü. Şekil 6.1
Eyleyenler şeması yapılırken her zaman bir kahra-
manın bakış açısı seçilir ve eyleyenler bu eyleyene göre Sümüklüböcek aç›s›ndan:
yerleştirilir. İlk öyküden başlanacak olursa, sümüklü- Gönderen Nesne2 Gönderilen
böcek “ufak tefek, kara kuru” olmasına karşın bilgili,
düşünceli, sabırlı bir Özne (Ö1) olarak bir Gönderen
(G) ve bir Gönderilen (Gn) tanımaz (Ö1=G=Gn). Sü-
Yard›mc› Özne1 Engelleyici
müklüböceğin nesneleri ile ilişkisi açısından üç farklı
Bilgi (Y1)
şema önerilebilir. Başlangıç durumundan sona dek sü-
Düflünceler (Y2)
müklüböcek doğa (N2) ile birliktedir, bunu Engelleyen
yoktur (Ø), ama bilgisi (Y1) ve düşünceleri (Y2), onun Ö1 N2
Yardımcılarıdır; başlangıçta doğada yalnız ve mutlu ya-
şamaktadır. (Şekil 6.1.)
112 Eleştiri Kuramları
ANLATI ŞEMASI
Yüzeysel anlatı sözdizimi düzleminde eyleyenler şemasının belirlenmesinden
sonra, anlatı şemasına geçilebilir. Bu şema okuyucuya, anlatıda olayların nasıl
eklemlendiği, eyleyenlerin hangi işlevlerle olaylara katıldığı, olayların değişik
aşamalarının nasıl sunulduğu konularında bilgiler verir. Günümüzde bu şema üç
aşamadan oluşur: eyletim, eylem ve yaptırım. Gerçek yaşamda, romanlarda, öy-
külerde birinci aşama bittikten sonra eyleyenler ikinci, üçüncü... bir anlatı şeması
başlatabilirler.
Bu bilgiler için Ayşe (Eziler) Kıran ve Zeynel Kıran’ın Yazınsal Okuma Süreçleri
(Ankara: Seçkin yay. 2011 4. Baskı) başlıklı kitabından yararlanılmıştır.
ANLATISAL ANLAM
Anlatısal yapıların ayrılmaz bileşkesi olan anlatısal anlam, eyleyenlerin nesnelere,
oyunculara, uzama ve eylemlere verdiği olumlu, olumsuz değerlerin nasıl gerçek-
leştiğini ele alır. Böylece küçük anlam evrenleri yaratılarak söylemsel anlamlar or-
taya çıkarılır. Örneğin “Sümüklüböcek “ öyküsünde /yalnızlık/ izleğinin /ayrılık/
la desteklendiği, /zenginlik/ motifinin de ayrılığı desteklediği ve zenginin kazan-
dığı görülüyor. Bunun yanında esenlikli, bilisel, soyut ve ahlaka ilişkin değerle-
rin, güçsüz ve eyleme geçemeyen yoksulun özelliği olduğu anlaşılıyor. Esenlikli,
edimsel, somut ve estetik değerlerin kelebek, yusufçuk gibi zengin ve gösterişçile-
rin özelliği olduğu ortaya çıkıyor. Bu iki evren arasında bir geçiş, bir ortak nokta
olmadığı, ikisinin birbirini dışladığı görülüyor. Bu nedenle de sümüklüböceğin
nesnesine ulaşmasının olanaksızlığı örtülü olarak anlatılmış oluyor.
6. Ünite - Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri 117
Tablo 6.4
Oyuncular Eyletim 1 Eylem 1 Yaptırım 1 Eyletim 2 Eylem 2 Yaptırım 2
Sümüklü /istek/var Eylem yok (Ö1∪N1) bekleyiş, yola çıkış -
böcek, muktedir ceza: başka /istek/ /
kelebek olma/ ve evliliğe muktedir
bilgi/ var yardımcı olma olma ve /
bilgi/ var
Duygu → f →
değeri
Kelebek, istek/ ve / Evlilik Kelebek - - -
Yusufçuk muktedir sümüklüböcek ödül olarak
olma/ var, sayesinde yusufçukla
/bilgi/ gerçekleşir. evlenir,
yetersiz (Ö1∩N3) (Ö3∪N3)
Duygu
değeri
Yusufçuk, /bilgi/ Sümüklü Ceza olarak - /istek/ / ödül:
kelebek yok, / böcek kelebek terk muktedir balayı
ve arı muktedir sayesinde edilir. olma/ ve (Ö3∪N4)
olma/ ve / /bilgi/ /istek/ (Ö3∪N3) /bilgi/ var
istek/ var. yaratarak
eylem
gerçekleşir.
(Ö1∩N3)
Duygu
değeri
Anne /istek/ eylem yok ceza olarak
var, / öldürülüyor
muktedir
olma/ ve
/bilgi/
yetersiz
Duygu
değeri
DERİN YAPI
Derin yapı, söylemi oluşturan dilsel ya da dilsel olmayan sözdizimsel ve gös-
tergebilimsel düzenlemeleri ortaya koyar. Bu aşamada terimler arasında hem
birbirine karşıt hem birbirini tamamlayan (↔), hem de birbiriyle çelişen (⇔)
terimler bulunur. Örneğin /mutluluk/ ve /mutsuzluk/, /duygu/ (karmaşık te-
rim) ekseninde sümüklüböcekte birbirini tamamlayan (↔) iki kavramdır. Buna
karşılık, /mavi/ ve /sarı/, /renk/ (karmaşık terim) ekseninde birbirlerini tamam-
lamasına karşın kelebek ve arının renkleri olarak birbirlerini dışlayan iki çeliş-
kin (⇔) dilsel birimdir. Çözümlemenin yarattığı karmaşık terimler kimi zaman
metin yüzeyinde sözcükleşmemiş olduğu için okunamayan, gizli kalan ya da
çağrıştırılan kavramlar olabilir. Örneğin sümüklüböcek, /düşünen/ kavramı ile
izlekleşen bir oyuncudur. Bu özellik başka hiçbir böcekte bulunmadığı için, di-
ğerleriyle /düşüncesiz/ karşıtlığını (kt) oluşturur (↔):
sümüklüböcek kt diğer böcekler
“bilgili”, “düşünceli” /bilgisiz/, /düşüncesiz/
Her ne kadar /bilgisiz/lik ve /düşüncesiz/lik izlek olarak belirse de, bir motif
olarak söylemsel yapılarda sözcükleşmese de, dikkatli bir okura sezdirilmiş olur.
Oysa sümüklüböcek ve yusufçuğun /zengin/lik, /yoksul/luk izlekleriyle karşıtlık
oluşturması metin düzeyinde açıkça sözcükleştirilmiştir:
sümüklüböcek kt yusufçuk
“yoksul” “zengin”
Şekil 6.6
A B
B olmayan A olmayan
Şekil 6.7
A/yaflam/ /ömür/sümüklüböcek B/ölüm/sümüklüböce¤in
kelebek, yusufcuk annesi
B olmayan
/ölüm olmayan/ A olmayan/yaflam
do¤um, kozadaki /ömrü olmayan/sümüklüböce¤in olmayan/anneyi
yaflam babas› dövenler
120 Eleştiri Kuramları
Ölüm olmayan/ (B olmayan) terimi /yaşam/ı (A) içerdiği için (B olmayan +A),
hem kelebeğin yaşama hazırlandığı hem de sümüklüböceğin umutla beklediği dö-
nemdir. /Yaşam olmayan/ kavramı için anneyi döven ve dövdüren yaşama değer
vermeyen böcekler uygun düşmüştür. /Yaşam olmayan/ + /ölüm/ü birleştiren bu
eksen kelebeğin başkasına aşık olduğu, sümüklüböceğin “ Öl, de, öleyim!” (s. 131)
dediği, ölmenin kelebeği “sevdiğini göstermeye” (s. 131) yarayacağını düşündüğü
günleri gösterir. Kendisi ölmez, ama annesi dövüldükten sonra ölür. Görüldüğü
gibi “ölüm” metin içinde her kullanılışında /yaşam/ı çağrıştırır.
YAZAR VE METİNLEŞME
Göstergebilim 1980’li yıllara dek, metni yazarından bağımsız bir biçimde, yukarı-
da aşamaları gösterilen üretici süreç içinde, nesnel ve yansız olarak incelemek için
yöntemler ve araçlar geliştirdi. 2000’li yıllardan sonra, bir nesne olarak metnin
yazarıyla ilişkisi, kahramanlar arasındaki duygu ve tutku ilişkileri, yazarın öznel-
liği nasıl yarattığı, bunu dilin hangi öğeleriyle gerçekleştirdiği, metinde yaratılan
estetik öğeler ve bunların açıklanması gibi pek çok sorun artık göstergebilimin
alanına girdi.
Yazar ve yazarın yapıtı içinde yarattığı anlatıcı kavramı ve tiplerinin açıklan-
ması, göstergebilimin araçlarıyla yapılabilmektedir. Bu da kurmacayı kurmaca
olmayan yazınsal yapıtlardan (yaşamöyküsü, anı, günlük..) ayırır. Örneğin “Sü-
müklüböcek” öyküsü, olaylara karışmayan dışöyküsel anlatıcı, üçüncü tekil şa-
hısla, -dili geçmiş zaman ve geçmiş zamanın hikâyesiyle anlatılır. Yaşı, cinsiyeti
olmayan bu dilsel kesit, kurmaca bir sestir. Bu ses, öykü içinde bir kez kendisini
dilsel bir birim ile gösterir: “Adını söyleyemeyeceğim bir böcek...” (s. 133).
Bu anlatıcı tipi, anlatının bakış açısının belirlenmesine de yardımcı olur. Dışöy-
küsel anlatıcı kimi zaman bir ses alıcısı gibi, sümüklüböceğin neredeyse içinden
geçen düşüncelerini, niyetlerini, duygularını sezerek, seslendirerek içodaklayım
yapar, bir kamera gibi onun bakış açısından çevresini ve olayları anlatır; kimi za-
man da kelebeğin, yusufçuğun içinden geçenleri anlatarak sıfır odaklayıma kayar.
Bu masal kurmaca bir anlatıcı tarafından anlatıldığı, kurmaca hayvan kahra-
manlar barındırdığı, düzyazıyla yazıldığı ve sadece on bir sayfa olduğu için, roman
ya da hayvan masalı olamaz. “Sümüklüböcek şimdi hâlâ yoldadır (...) Ne olursa
olsun, sümüklüböcek hâlâ gider yolunda” (s. 133-134) anlatım biçimiyle masala
yaklaşsa da, yazar bunu çağrıştıran “peri masallarını andıran düşler görüyordu”
(s. 129) söz dizisiyle okurunu uyarsa da, kahramanların şematik olmayışı, ruhsal
çözümlemeler ve insan ilişkilerini çağrıştıran anlatımlarla öykü özelliklerini taşır.
Bundan sonra, sözceleme öznesi olan yazarın öyküde benimsediği biçem özel-
liklerine bakılabilir. Yücel’in bu anlatısında da her zamanki gibi Türkçenin kul-
lanımına çok titizlik gösterdiği, hiçbir dilsel eksikliğe ve yanlışlığa yer vermediği
gözlemlenmiştir Bu öyküde yazar teklifsiz dilde ve yazın dilinde görülen ikileme-
leri çok kullanmıştır. Yalnız yarım sayfalık (s. 123) bir bölümde altı ikileme sap-
tanır: “ahım şahım”, “ufak tefek”, “kara kuru”, “pırıl pırıl”, “renk renk”, “sürü sürü”.
Öyküde kullanılan yazınsal özellikler aşağıdaki gibi incelenebilir.
Kalıplaşmış imgeler (Stéréotype): Belli bir çevrede bir öznenin önceden kabul etti-
ği ve taşıdığı, tasarlanmış imge. Kimi zaman çok basite indirgenmiş olan bu imge,
olumlu da olabilir olumsuz da.
6. Ünite - Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri 121
Bu bilgiler için Zeynel Kıran ve Ayşe Eziler Kıran’ın Dilbilime Giriş (Ankara: Seçkin
yay. 2006) başlıklı kitabından yararlanılmıştır.
6. Ünite - Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri 123
Özet
Göstergebilimsel çözümlemenin dilsel araçlarını Göstergebilimsel çözümlemenin yazınsal eleştiri
1 tanımlamak. 4 için geliştirdiği araç ve yöntemleri saptamak.
Göstergebilimsel çözümleme doğal dilin araçları- Bir yazınsal metnin kimi zaman yazarı bilin-
nı ve bir bilim dalı olarak üstdil terimlerini kul- mese de, ortak ya da belli bir yazarı vardır. Bu
lanır: oyuncu, eyleyen, anlam, motif, izlek gibi. yazarın kendi birikimini, bilgisini, duygularını,
Üretici süreç şeması, düzlemleri ve bileşenleriyle niyetlerini... yapıtına örtük ya da belirtik olarak,
bir metnin biçimsel, anlatısal ve anlamsal özellik- şu ya da bu biçimde taşır. İşte bu andan başlaya-
lerini somuttan soyuta, yalından karmaşığa gide- rak “öznellik”ten söz edilebilir. Ayrıca oyuncular
rek, kapsamlı bir çözümleme önerisi sunar. arasında yazarın yarattığı duygusal, tutkusal iliş-
kiler ve gerilimler, gerçek insan dünyasının yan-
Yazınsal eleştiride göstergebilimsel çözümleme sımaları olarak öznel bir anlam evreni oluşturur.
2 sürecini oluşturabilmek. İşte bu nedenle göstergebilim, öznelliğin ince-
Göstergebilim, yazınsal yapıtları bir inceleme lenmesine yönelik olarak sözceleme kuramla-
nesnesi olarak ele alır. Yazınsal metinler doğal rıyla, tutkuların açıklanması, gerilimin ve duygu
dili her zaman çeşitli düzeylerde ve türlerde ba- değerlerinin irdelenmesi için dilsel ve metinsel
şarıyla kullandıkları için göstergebilime önemli yeni araçlar sunmaktadır.
bir kaynak olmuşlardır. Ayrıca öykü, roman ve
masal gibi türler dil dışı gerçek dünyayı ve in- Göstergebilimsel çözümlemenin yazınsal eleştiriye
sanı yansıttıkları için de gerçek insanın, gerçek 5 katkısını gözlemlemek.
yaşamından, duygularından, tutkularından, de- Göstergebilimsel çözümleme, anlatıcı türlerinin,
neyimlerinden... yola çıkar. seslerinin ve bakış açılarının metnin hangi düz-
leminde yer aldığını, burada anlatıcının işlevini,
Yazınsal eleştiriyi çözümlemeden ayıran özellikleri oyuncuların tutumunu inceler. Metinlerarası
3 açıklayabilmek. ilişkileri ortaya çıkararak anlam bileşkelerinde
Eleştiri yazarı her zaman kişisel değerlendirme- yaratılan anlamsal evrenlerin (örneğin Fransız
sini verir: başarılı/ başarısız; okunabilir/ oku- dramı + Türk halk masalı) nasıl kesiştiğini orta-
namaz; yeterli/ yetersiz; orta halli/ kötü; yeterli/ ya koyar. Söyleşimliliği de yer vererek, bir metin
yetersiz gibi. Bu nedenle yapıt hakkında sunulan içinde duyulan karmaşık seslerin nasıl açıklana-
yargılar her zaman öznel olup, yazınsal eleşti- cağını gösterir. Biçembilim verileriyle, yazarın
riler arasında farklar görülebilir. Oysa göster- öznel yazma biçemi konusunda bilgiler verir.
gebilimsel çözümleme metnin içinde kalarak,
metnin verileriyle, dilsel öğelerle bireysel yargı-
lardan arınmış, nesnel ve yansız çözümlemeler
sunar. Bir anlamda, metnin iskeletini ve iskeleti
oluşturan öğeleri, bunların nasıl birleştiğini, na-
sıl anlam ürettiğini açıklar.
124 Eleştiri Kuramları
Kendimizi Sınayalım
1. Göstergebilimsel çözümleme, yazınsal bir yapıtı in- 6. Yazınsal çözümleme bir metnin tüm düzeylerinin
celerken aşağıdakilerden hangisini gerçekleştirir? ve bileşenlerinin betimlenmesi ve ilişkilerinin orta-
a. Değerlendirir. ya konmasıdır. Bu açıklama ile aşağıdakilerin hangisi
b. Yazarın yaşamını kahramanın yaşamı ile karşı- uyuşmaz?
laştırır. a. Yazınsallık
c. Yazarı metnin dışında tutar. b. Anlam oluşumu
d. Okurun yapıta bakışını ele alır. c. Betimlemeli oluş
e. Yapıtın anlamsal ve biçimsel yapısını betimler. d. Anlamın açıklanması
e. Süreç olma
2. Aşağıdakilerin hangisi göstergebilimsel çözümle-
menin aracı değildir? 7. Aşağıdakilerin hangisi yazınsal bir yapıtın özelliğidir?
a. Üretici süreç a. Nesnelliği savunma
b. Edimbilim b. Öznelliği hissettirme
c. Eğitimbilim c. Tek bir bakış açısının olması
d. Söyleşimlilik d. Yazarın metinle duygusal ilişki kurmaması
e. Biçembilim e. Anlam evrenlerinin kısırlığı
Sıra Sizde 2
/Aşk/: “sevmezdi (s. 127), “seviyorum” (s. 131), “sevdi-
ğini” (s. 131), “sevdiğimi” (s. 131, 2 kez).
/Güzellik/: “güzel” (s. 126, s. 127 5 kez, s. 128, s. 129
4 kez, 130), “güzellik” (s. 129, 132), “güzelleşmek” (s.
130), “güzelleştirmek” (s. 130).
Sıra Sizde 3
Anne sümüklüböceğin (Ö4), Nesnesi (N5) oğlunun
uyumasını sağlamak olarak kabul edilirse, Engeleyici-
leri de ortak eyleyen (Engelleyici = E5) olan tüm şarkı,
türkü söyleyen böceklerdir. Anne sümüklüböcek (Ö4),
amacına ulaşamayarak (Ö4»N5) yaşamından (N6) da
olmuştur (Ö4»N6).
G → N5, N6 → Gn
↑
Y → Ö4 ← E5
N5 ∪ Ö4 ∪ N6
126 Eleştiri Kuramları
Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 4 Bertrand, D. (2000). Précis de sémiotique littéraire,
/Yer/: “otlar”, “su birikintileri”, “sürüngen”, “alt”, “ev”, Paris: Nathan Yayınları.
“bahçe”, “yol” Fontanille, J. (1999). Sémiotique et littérature, Essais
/Gök/: “yıldızlar”, “gökyüzü”, “güneş”, “kelebek”, “uç- de méthode, Paris: PUF Yayınları.
mak”, “kanat”, “yusufçuk”, “hava”, “uçtu”, “gökkuşağı”, Geninasca, J. (1997). La parole littéraire, Paris: PUF
“gök”, “arı”, “yukarılarda”. Yayınları.
/Yer/ izleğini oluşturan sözcükler /ne esenlikli ne esen- Greimas, A.-J, (1976). Maupassant: La sémiotique du
liksiz/ duygu değeri taşısalar da, anlatıda sümüklübö- texte. Exercices pratiques, Paris: Seuil Yayınları.
ceğin mutlu ve umutlu olduğu dönemleri gösterirler. Greimas, A.-J., Courtés, J. (1979). Sémiotique. Dicti-
Oysa /gök/ izleğini oluşturan sözcüklerin çoğunun onnaire raisonné de la théorie du Langage, Paris:
duygu değeri /esenlikli/dir. Ancak ne sümüklüböcek Hachette yayınları.
ne de kelebek diledikleri mutluluğu bulamazlar, ikisi Hugo, V. (1987). Ruy Blas, Paris: Cep kitapları (Livre
de kendi dünyalarında kalırlar. Onlar “ayrı dünyaların” de poche) n ° 2434.
oyuncularıdır. Bu iki izlek çelişkin kavramlar (+) ola- Kıran, A., Kıran, Z. (2011). Yazınsal Okuma Süreçleri,
rak birbirini dışlar. Ankara: Seçkin Yayınları, 4. Baskı.
/Yer/ kt/Gök/ /ne esenlikli ne esenliksiz//esenliksiz/ Kıran, Z., Kıran, A. (2006). Dilbilime Giriş, Ankara:
Seçkin Yayınları.
Korkut, E. (2011). La valeur thymique, Almanya:
Éditions universitaires européennes.
Yücel, T. (1981). “Sümüklüböcek”, Haney Yaşamalı,
İstanbul: Karacan Yayınları, ve Can Yayınları, 2. Ba-
sım 2008.
Yücel, T. (1997). İnsanlık Güldürüsü’nde Yüzler ve
Bildiriler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Yücel, T. (2004). Söylemlerin İçinden, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
7
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Metinlerarasılığın tanımını yapabilecek, Metinlerarasılık eleştiri yönteminin
karşılaştırmalı yazın eleştirisinden ve kaynak eleştirisinden farkının ne oldu-
ğunu ayırt edebilecek;
Kavramın kökenini açıklayabilecek,
Metinlerarasılık konusunda öne çıkan temel kuramcıların yöntem konusunda-
ki yaklaşımlarını açıklayabilecek,
Metinlerarasılıkta kullanılan temel yöntemlerin yapı ve işlevlerine göre yazınsal
metinlerde kullanımlarını açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Metinlerarasılık • Karşılaştırmalı Yazın Eleştirisi
• Yansılama • Kaynak Eleştirisi
• Öykünme • Mihail Bahtin
• Gönderme • Julia Kristeva
• Kolaj • Roland Barthes
• Alıntı • Michael Riffaterre
• Anıştırma • Gérard Genette
• Yenidenyazma
İçindekiler
• GİRİŞ
Eleştiri Kuramları Metinlerarasılık • METİNLERARASILIĞIN TANIMI, KÖKENİ
VE ÇEŞİTLİ KURAMLAR
• METİNLERARASI YÖNTEMLER
Metinlerarasılık
GİRİŞ
Metinlerarası eleştiri yöntemi Fransa’da 1960’lı yıllarda yazınsal eleştiri konusun-
da bir yenileşmeden söz eden kuramcılardan Julia Kristeva’nın çalışmalarına bağlı
olarak ortaya çıkmıştır. Kavramın yaratıcısı Kristeva’dır. Anılan tarihten başlayarak
metinlerarasılık kavramı yazınsal eleştirinin temel araçlarından birisi durumuna
gelmiştir. İşlevi her metnin bir ya da birden fazla metni kendi içerisinde erittiği ve
dönüştürdüğü süreci belirlemektir. Söz konusu kavram, özünü Rus düşünür Mihail
Bahtin’in çalışmalarına borçludur. Metinlerarası kavramının ortaya çıkışında yazın-
sal metni alışılmışın dışında yeni bir açıdan tanımlamak arayışları vardır. Gerçekten
de kimi kuramcılar yazınsal metni kapalı bir bütün olarak ele almaktan kaçınırlar;
Julia Kristeva dışında Roland Barthes gibi önde gelen araştırmacılar metinleri tarihe,
Çokseslilik: Önce müzik
toplumsal koşullara, yazara, yazarın psikolojisine, amaçlarına vb. göre ele alıp ta- söylemine uygulan çokseslilik
nımlamak istemezler. Bunun yerine yapıtların birbirleriyle karıştıkları, her yazınsal kavramı, XVI. yüzyılda
armoninin karşısında, birden
metnin aslında “çoksesli” özellikte olduğunu varsayım olarak benimserler; yeni var- fazla sesten oluşan şarkı
sayıma göre bir metnin, dolayısıyla da metnin anlamının büyük ölçüde önceki me- anlamında kullanılıyordu.
tinlerden gelen kesitlerin iç içe geçmelerine bağlı olarak üretildiğini kabul ederler.
Bir metnin başka metinlerle aralarındaki her tür ilişkiye metinlerarası adını
veren Kristeva ve onun görüşünü sürdüren Barthes gibi daha pek çok eleştirmen
(Michael Riffaterre, Gérard Genette, Laurent Jenny, Marc Angenot, Jean Ricar-
dou, Jean Bellemin-Noël, Tel Quel dergisi yazarları, örneğin Philippe Sollers, Tze-
vatan Todorov) metinlerarasını metnin yazınsallığının bir ölçütü olarak görürler.
Sözce: Bir sözceleme edimiyle Kristeva’nın “başka metinlerden alınan sözcelerin bir kesişme yeri” (1969: 52) olarak
ortaya çıkan söylem. adlandırdığı metinlerarası kavramı yerine Jean Bellemin-Noël, metin-öncesi (1972)
Çokdillilik: Dilin ve kültürün kavramını önerir. Roland Barthes aynı sözcüğü ilk kez 1973’te le Plaisir du texte
sabitlenebilir bir yapı (Metnin Tadı) adlı yapıtında kullanır; okumayı bir metinlerarasılık, yani “sonsuz bir
olmadığını düşünen Mihail
Bahtin, çokdilliliği, bir sözceler metnin dışında yaşamak olanaksızlığı” olarak tanımlar. Iouri Lotman’ın la Structure
çokluğu olarak tanımlar. du Texte Artistique (Sanatsal Metnin Yapısı, 1973: 89) adlı yapıtında karşımıza çıkan
“metin-ötesi bağıntılar” ya da “metin-dışı” kavramları öteki eleştirmenlerin metin ve
metinlerarası tanımlamalarıyla birleşir. Lotman da bir metnin “tüm öteki toplumsal
iletişim dillerinin dışında var olamayacağını” söylerken metinlerin “çokseslilik” ya
da, Bahtin’in deyişiyle, “çokdillilik” yönünü vurgular. Böylelikle yazın eleştirisinde
kuramcılar ve eleştirmenlerce (her ne kadar farklı biçimlerde anlaşılmışsa da) değiş-
mez bir metinsel olgu olarak bir yazınsallık ölçütü yapılan metinlerarasılık, yazınsal
eleştirinin vazgeçilmez bir sorgulama nesnesi durumuna getirilmiştir.
Genel olarak metinler arasındaki alışveriş işlemlerini belirtmek için sıradan bir
imge olarak kullanılan yenidenyazma kavramını, değineceğimiz gibi, metinlerara-
sılığın bir yöntemi olarak kullanacağız.
7. Ünite - Metinlerarasılık 131
Bir metin ile başka bir metin arasındaki her tür alışveriş işlemi yenidenyazma Mozaik: Bir metinde
birbirinden farklı parçaları yan
dışında alıntı, kolaj mozaik, yaptakçılık, palempsest vb. imgeleri ile gösterilir. yana getirme.
Çoğu zaman, söz konusu imgeler bir metinlerarası alışverişi belirtmek için
eşanlamlı olarak kullanılır. Yaptakçılık: Kendi işlevleri
dışında başka bir işlev yerine
getirmesi amacıyla unsurların
Karşılaştırmalı Yazın Eleştirisi ya da malzemenin yeni bir
bütünde bir araya getirilmesi
Kimi kuramcılar ve eleştirmenler metinlerarasılığın bir karşılaştırmalı yazın eleş- ve montajlanmasıyla oluşan
tirisi ya da bir kaynak eleştirisi ile aynı anlama geldiğini, bu yöntemlerin yönelim- etkinliğe, düşünceye ya da
yaratıya verine ad.
lerinin aynı olduğunu düşünürler. Oysa üç yaklaşımın yönelimleri kimi bakımlar-
dan benzeşse de aralarında ayrımlar bulunmaktadır.
Kaynak Eleştirisi
Karşılaştırmalı yazın eleştirisinden başka, metinlerarası kimilerince bir kaynak
eleştirisi olarak görülür. Oysa yaklaşımlarından dolayı ikisi arasında çok sayıda
belirgin ayrım bulunur.
Metinlerarası, bir bağlam değiştirme işlemidir. Bir başka metne ait bir sözce
yeni bir bağlamda anlamsal bir dönüşüme uğrar. Sözcenin eski anlamının yeri-
ne yeni bir anlam konur. Bir sözcenin yeni bir anlam alarak bağlam değiştirmesi
metinlerarasının özünde bulunur. Oysa kaynak kavramı durağan bir kökene gön-
derir. Metinlerarası öncelikle bu özelliğinden dolayı kaynak eleştirisinden ayrılır.
Kaynak durağan bir nesne olduğu için her zaman kolaylıkla ulaşılabilir, saptana-
bilir. Metinlerarası gönderge ise, tersine bir metinde çoğu zaman kolaylıkla sap-
tanamayan, tanınamayan izler bırakır. İzlerin saptanabilmesi için okurun etken
katılımına gereksinim duyulur.
Metinlerarasılıkta, bir yazar başka bir yazarın metninden bir unsura kendi yapıtında bi-
lerek, isteyerek, belli bir amaç doğrultusunda yer verir; alıntıladığı unsurları kurgunun
bir parçası durumuna getirir. Bu yönüyle kaynak eleştirisinden; iki yapıt arasında rast-
lantıya bağlı karşılaştırma yapmadığı için de karşılaştırmalı yazın eleştirisinden ayrılır.
7. Ünite - Metinlerarasılık 133
Metinlerarasılığın Kökeni
Rus Biçimcileri
Çalışmalarının ilk evrelerinde Rus Biçimcileri, Ferdinand de Saussure’ün Genel
Dilbilim Dersleri’ndeki (1998) kuramlarından esinlenerek metni büyük ölçüde
kendi içerisinde inceler, onun değişmez kurallarını, yapılarını saptamaya uğraşır-
lar. Bu amaçla yazınsal metni tarihsel, toplumbilimsel, özyaşamöyküsel vb. veri-
lerden yola çıkarak açıklamayı reddederler.
Mihail Bahtin’in söyleşimcilik ve bu başlık altında yer alan diğer kavramlar konusun-
daki görüşleri için şu kitaptan yararlanabilirsiniz: Mihail Bahtin, Dostoyevski’nin
Poetikasının Sorunları (İstanbul: Metis, 2004).
134 Eleştiri Kuramları
Mihail Bahtin
Söyleşimcilik: Bir söyleşideki Üstü kapalı olarak metinlerarası olgusundan söz eden, onun işlevsel alanını salt
karşılıklı alışverişler gibi, biçimlerin ve tekniklerin gelişimini izlemek olarak sınırlayan Biçimcilerin tersi-
söylemin ayrışık sesleri
buluşturması olgusuna ne, Bahtin açıkça bir yapıtın başka yapıtlarla sürekli alışveriş içerisinde olduğunu
verilen ad. Bir sözcenin başka düşünür. Ona göre, bir sözce başka sözcelerle ilişki halinde olmadan, belli oranda
sözcelerle ilişki içerisinde
olmadan, belli oranda birbirlerini etkilemeden var olamaz. Ayrıca her söylem belli bir tarihsel ve top-
birbirlerini etkilemeden lumsal alan içerisinde konumlanır. Tarihsel ve toplumsal olgulara sıkı sıkıya bağlı
var olamayacağı görüşü
söyleşimciliğin kökeninde kalarak ortaya attığı, söyleşimcilik adını verdiği kuramı metinlerarası alışverişle-
bulunur. rin kapısını aralar.
Roland Barthes
Roland Barthes, “Metin Kuramı” (1968) başlıklı yazısında metni büyük ölçüde
Kristeva’nın metin konusundaki tanımını izleyerek tanımlar ve metinlerarası kav-
ramının metnin ayrılmaz bir özelliği olduğunu vurgular: “Her metin bir metinle-
rarasıdır; onda farklı düzeylerde az çok tanınabilecek biçimler altında öteki metinler
yer alır: Daha önce edinilen kültürden gelen metinler ile etrafımızdaki kültürden
gelen metinler. Her metin eski alıntıların yeni bir örgüsüdür.” (1968: 1015)
136 Eleştiri Kuramları
Metinlerarası işlem, çağdaş olduğu kadar daha önce yazılmış yapıtlardan alıntı-
lanan sözcelerin bir metin içerisinde eritilerek onun yeni bir anlamla donatılması,
böylelikle yeni bir metin üretilmesidir. Öyleyse Barthes’a göre metin, eski alıntıların
yeni bir örgüsü, metinlerarası her metnin bir koşulu, yazınsallığın temel unsurudur.
Ancak Barthes, Kristeva’nın tanımlamasından ayrı olarak metinlerarasılığı
bir okuma olgusuna bağlar. Metinlerarası göndermelerin algılanmasında okurun
rolü üzerinde durur. Le Plaisir du texte adlı yapıtında kendi metinlerarası tanımı-
na ve metinlerarası etkinliğe bir öznellik boyutu katan Barthes’a göre okuma, aynı
zamanda bireysel bir uğraştır. Öyleyse, farklı metinler arasında yapılan yaklaştır-
malar okumanın zorunlu bir aşamasıdır. Bu bakımdan Barthes, metinlerarasılık
konusunda Michael Riffaterre’in görüşlerinin habercidir.
Michael Riffaterre
Julia Kristeva metin karşısında okurun rolüne hiç değinmez. Ondan ayrı olarak,
Riffaterre metinlerarasını büyük ölçüde okur-metin arasındaki ilişkiye göre ta-
nımlar: “Metinlerarası, okurun kendinden önce ya da sonra gelen bir yapıtta başka
yapıtlar arasındaki ilişkileri algılamasıdır” (1980). Bir yapıt ile ondan önce ve/ya
ondan sonra gelen yapıtlar arasındaki ilişkiyi okur kavrar. Böylelikle Riffaterre ta-
Alımlama kuramı: Alımlama nımlamalarını bir alımlama kuramı çerçevesine oturtur. Riffaterre’e göre, metin-
Estetiği ya da kuramı lerarası bir izin algılanmasında okurun belleği ve edinci (becerisi) temel ölçütleri
1960’ların sonundan bu yana
edebiyat eserlerinin anlamı oluşturur. Böylelikle ister açık bir alıntılama ister yalın bir anımsama söz konusu
ve yorumu ile ilgili olarak olsun, iki ya da daha fazla metin arasında okurun belirlediği her iz metinlerarası-
okurun işlevini inceleyen
çeşitli kuramlara verilen genel lığı başlatır. Okur herhangi bir yapıtı şu ya da bu yazınsal söylemin ışığında oku-
bir addır. ma olasılığına sahiptir. Çünkü yeni yapıtlar ondan önce ortaya konulan yapıtlar-
dan güçlü bir biçimde etkilenirler. Metinlerarasılıktan söz edebilmek için okurun
iki ya da daha fazla metin arasında yaklaştırmalar yapması yeterlidir.
Gérard Genette
Gérard Genette Palimpsestes, la littérature au second degré (Palempsestler, İkinci
Dereceden Yazın, 1982) adlı yapıtında kendi metinlerarası modelini dizgeli bir sı-
nıflandırmayla oluşturur. Yapıtında metinlerarası kavramını belli bir düzene otur-
tur, rastgele kullanılan sözcüğü alt kategorilere ayırır. Palimpsestes’in ilk satırla-
rında, yazınbilimin konusunun metin değil, metinselaşkınlık (yani, “bir metni açık
ya da kapalı bir biçimde öteki metinlerle ilişki içerisine sokmak”) olduğunu söyler;
böylelikle o da metinlerarasını, ya da kendi deyişiyle, metinselaşkınlığı metnin
7. Ünite - Metinlerarasılık 137
Metinlerarası
Metinlerarası, söz konusu metin-ötesi ilişkilerden biridir. Genette, genel olarak
metinler arasındaki her tür alışverişi metinlerarası olarak adlandırmaktan kaçınır.
Metinlerarasını “iki ya da daha fazla metin arasındaki ortakbirliktelik ilişkisi, yani
(...) bir metnin başka bir metindeki somut varlığı” olarak tanımlar. Metinlerara-
sı başlığı altına, metinlerarasının en açık, en fazla sözcüğü sözcüğüne kullanımı
olan, çoğu zaman ayraçlarla belirtilen alıntı’yı, ayrıca alıntısız gönderge’yi yerleş-
tirir. Bildirilmemiş, ayraçlarla belirtilmemiş, ancak yine de sözcüğü sözcüğüne
yapılan, gizli bir alıntı olan aşırma’yı; dolaylı bir alıntı olan anıştırma’yı metinle-
rarası başlığı altında anar.
Ana-Metinsellik
Metinlerarasının alanından çıkardığı türev ilişkilerini Genette ana-metinsellik
başlığı altına yerleştirir. Bir B Metni’nin (yani ana-metin: “yalın ya da dolaylı bir
dönüşüm işlemiyle önceki bir metinden türeyen her metin”) ondan türeyen bir A
Metni’ne (alt-metin, gönderge-metin) yalın bir dönüşüm ya da öykünme ile bağ-
layan ilişkidir. Genette, ana-metinden alt-metne (gönderge-metne) geçişin açık
olduğu, herhangi bir algılama sorunu çıkarmadığı durumlar üzerinde durarak
ana-metinsellik incelemesine sınır koyar. Ana-metinsellik bir aktarım ilişkisine
göre tanımlanır. Farklı ana-metinsel olguları, ilişkinin doğasına (ana-metnin tak-
lit edilmesi ya da dönüştürülmesi) ve düzenine göre (oyunsal, yergisel, ciddi) bir
sınıflandırma önerir. Bir taklit ilişkisine göre gerçekleşen pastiş (öykünme) ve bir
dönüşüm ilişkisine göre gerçekleşen parodi (yansılama) ve alaycı dönüştürüm,
ana-metinsellik başlığı altında yer alırlar.
Yan-Metinsellik
Bir diğer metin-ötesi ilişki, Genette’in yan-metin adını verdiği kavramdır. İlk
bakışta bir metnin dışında kalan, ikinci dereceden metinsel unsurlarla, yani
başlıklar, alt-başlıklar, ara-başlıklar, önsözler, sonsözler, notlar, tanımlıklar, re-
simler, metnin kapağı ve metin-öncesi unsurlar (karalamalar, taslaklar) ile olan
ilişkilerini kapsar. Metin-öncesi inceleme daha çok metnin oluşumunu, yazarın
yapıtının oluşum sürecini, yapıtında yaptığı değişiklikleri ve bu değişikliklerin
nedenlerini ele alan oluşumsal ya da kaynak eleştirisinin alanına girer. Yan-
metinsellikte okur ve metin arasındaki ilişkilerin kurulmasına katkıda bulunan,
asıl metne göre ikinci planda kalan metinsel unsurlar söz konusudur. Genette
yan-metne ait unsurların, metnin kökensel olarak tanımlanmasındaki rolü üze-
rinde durur.
138 Eleştiri Kuramları
Üst-Metinsellik
Burada bir metnin türsel olarak hangi kategoriye ait olduğunu belirlemek söz
konusudur. Kimi yapıtlarda, başlık altında yer alan “Roman”, “Anlatı”, “Deneme”,
“Şiir”, “Trajedi”, “Dram” vb. yan-metinsel göstergeler doğrudan doğruya yapıtın
ait olduğu yazınsal türü belirtir. Ancak genelde yapıtların çoğunda bu tür belirti-
ler olmadığından ve metnin hangi türe ait olduğu bildirilmediğinden soyut, ka-
palı bir üst-metinsellik durumu ile karşı karşıya bulunuruz. Söylem konusundaki
deneyimlerine ve yazınsal söylemin gereklerine uyarak, elindeki bir metnin türsel
olarak konumunu (yani onun bir trajedi, roman, şiir, deneme vb. olup olmadığını)
belirlemek okura düşer.
Yorumsal Üst-Metin
Metin-ötesinin son biçimi yorumsal üst-metin’dir. Bu tür ilişki, bir metni, sözü-
nü ettiği bir başka metne zorunlu olarak alıntı yapmadan, hatta adını anmadan
bağlayan bir yorum ilişkisidir. Burada üst-metni ana-metne bağlayan bir eleştiri
ilişkisi söz konusudur. Özellikle roman ve özyaşamöyküsel anlatılarda karşımıza
çıkar. Yazarlar roman üzerine ileri sürdükleri kuramlara, ya da düşüncelere anla-
tılarının içerisinde yer verebilirler.
Genette’in belirlediği beş tür kategori birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmaz-
lar. Aralarında belli alışverişler bulunabilir. Örneğin, bir yorumsal üst-metnin
içerisinde her zaman alıntılar yer alır, bu durumda yorumsal üst-metin ile metin-
lerarası etkileşir. Ya da parodi (yansılama), alıntıların bir montajı yapılarak ger-
çekleşir, bu durumda da ana-metin ile metinlerarası sıkı sıkıya birbirine bağlıdır.
Bir yapıtın hangi türe ait olduğu yan-metinsel belirtilerle belirlenir; bu kez, üst-
metin ve yan-metin ilişki içerisine girerler. Ya da, yorumsal üst-metin, bir yayın-
cı, bir eleştirmenin övgülü eleştirilerini bir kitabın kapağında yayınladığı zaman
yan-metin çerçevesi içerisinde yer alır.
Genette, metin-ötesi kategorilerden birisini oluşturan ana-metinsellik konu-
sunda neredeyse eksiksiz bir sınıflandırma yapar. Biçimsel bir sınıflandırmayla
yetinerek yapıtında okura yer ayırmaz; Riffaterre’in yaptığının tersine, her tür yo-
rumu bir kenara iter. Yorumsal boyut yanında, Bahtin’in yaptığı gibi, toplumsal
boyutu da önemsemez.
Ancak Genette’in yeni sözcükler türeterek metinlerarası olguları belli bir dü-
zene koyması, kuşkusuz kavrama büyük ölçüde açıklık getirmiştir. Gerçekten de
bugün var olan metinlerarası tanımlamalar konusunda en tutarlı ve en açık ta-
nımlamaları ve sınıflandırmaları Palimpsestes’de buluruz.
METİNLERARASI YÖNTEMLER
Ortakbirliktelik İlişkileri
Genette’in “iki ya da daha fazla metin arasındaki ortakbirliktelik ilişkisi, yani (...)
bir metnin başka bir metindeki somut varlığı” biçimindeki tanımından yola çı-
7. Ünite - Metinlerarasılık 139
karak, iki tip metinlerarası ilişki belirlenebilir: İki ya da daha fazla metin ara-
sında kurulan “ortakbirliktelik ilişkisi”ne dayanan metinlerarası ilişkiler; “türev
ilişkisi”ne dayanan metinlerarası ilişkiler. Farklı metinlerarası yöntemler açık ve
kapalı olmak üzere iki biçim altında ele alınabilirler. Bir metne yapılan gönder-
me, yapıtın adı ya da yazarı açıkça bildirilerek ve alıntılanan kesitler belirtilerek
(örneğin ayraçlar ya da italik yazı kullanılarak) açık ilişkiler; bir yapıtta ayrışık
unsurlara yer verildiği konusunda hiçbir belirti, ipucu verilmeden kapalı ilişki-
ler kurulabilir. Alıntı, gönderge, açık; gizli alıntı ve anıştırma, kapalı metinlerarası
ilişkiler; yansılama (parodi), alaycı dönüştürüm, öykünme (pastiş) ise bir türev
ilişkisine dayanan ve açık metinlerarası biçimler sayılırlar.
Alıntı ve Gönderge
Alıntı, bir metnin başka bir metindeki varlığını en somut biçimde görünür kılan,
ilk akla gelen, en genel ve en sık karşımıza çıkan metinlerarası bir yöntemdir. “Ge-
nellikle ileri sürülen bir görüşü açıklamak ya da desteklemek için bir yazardan, ünlü
bir kişiden alınan parça” olarak tanımlanan alıntı ile bir sözce başka bir bağlamda
yinelenir, böylelikle iki ya da daha çok metin arasında bir alışverişe olanak sağlan-
mış olur. Alıntı bilinçli, istemli bir anımsamadır. Başka metne ait bir kesit yeni bir
metne sokularak ona yeni bir anlam yüklenir. Alıntının özgüllüğü, açıkça belirtilmiş
olmasıdır. Yazarlar ayraç ya da italik yazı imlerini kullanarak, yeniden gündeme
getirdikleri söylemin ya da sözcenin kendilerine ait olmadığını açıkça bildirirler.
Bir diğer açık metinlerarası biçimi olan gönderge ise, bir yapıtın başlığını ya da
yazarın adını anmakla yetinir. Gönderge, bir metinden alıntı yapılmadan okuru
doğrudan bir metne gönderir. Geniş anlamıyla bir metinde bir çağın, bir türün
(yazınsal olsun ya da olmasın), bir geleneğin vb. yanında yalnızca yapıt başlıkla-
rının, yazar adlarının ya da bir roman, trajedi, şiir kişisinin, tarihi bir kahrama-
nın, kutsal kitaplardan birinin adının açıkça anılması alıntısız göndergeleri işin
içerisine sokar. Hüseyin Saylan Mahşer-i Cümbüş (2008) adlı romanına bir dizi
göndermeyle başlar; alıntıyla yalın göndermeyi üç sayfa boyunca yan yana, hat-
ta iç içe kullanır. Roman önce Kubilay Aktulum’a bir göndermeyle başlar, aynı
tümce içerisinde Louis Aragon’un Théâtre-Roman (1974) adlı yapıtına gönderme
yapılır. Tümcenin yer aldığı kesit içerisinde örtük bir göndermeyle bu kez Kubilay
Aktulum’un Kopuk Yapıt/Kopuk Yazı (2002) adlı kitabından L. Aragon’a gönderen
bir bölüm alıntılanır. Değişik yazarlar ve yapıtlarına yalın göndermeler yapılarak
aynı işlem üç sayfa boyunca sürer. Hüseyin Saylan postmodern roman türünün
metinlerarasılık, çokseslilik, ayrışıklık ilkelerine uygun bir yaklaşım sergiler. Ro-
manındaki yapıyı okura böylelikle baştan bildirir.
Bir alıntı biçimi olduğu için burada kısaca tanımlığın (epigraf) ne olduğuna
da değinelim. Tanımlık, bir yapıtın ya da yapıttan bir bölümün başında, tek başına
yer alan alıntı olarak tanımlanır. Genellikle bir metnin ya da bölümün hemen
başına yerleştirilir ve kimi zaman ait olduğu yazarın adı belirtilir. Tanımlık en
öze indirgenmiş bir tür önsözdür. Bir sayfa başında yalnız başına yer alarak kitabı
temsil eder, kitabı ve anlamını indirgeyip özetler. Orhan Pamuk Kara Kitap’ın ilk
bölümünden başlayarak tanımlık kullanımına her bölüm başında yer verir: “Epig-
raf kullanmayın, çünkü yazının içindeki esrarı öldürür! Adli” (1994).
olmayan bir yapıttan kimi bölümleri ya da bütünü (bu kullanıma daha az rastlanır)
ayraçlarla belirtmeden, aşırıya varacak derecede, olduğu gibi kopyalaması, yazarın
adının yerine kendi adını yazması, böylelikle bir başkasının metnini kendi metniy-
miş gibi göstermesi, onu sahiplenmesi olarak da tanımlanabilir. Gizli alıntı ayrıca
başkalarının düşüncelerini, uğraş vererek ulaştıkları düşünsel sonuçları kendisinin-
miş gibi gösterme çabasıdır. Ya da başkalarının yapıtlarına ait tümceleri değiştirerek
benzerini yazmak, başka bir yazarın yapıtının özünü, ortaya attığı yeni düşünceyi
kendisininmiş gibi göstermektir. Tahsin Yücel Yalan adlı romanında, kolejdeki yakın
dostu Yunus’un dil konusundaki bir kuramını kendisine mal eden, onun kuramıyla
Uluslararası Dilbilim Günleri’ndeki konuşmasıyla adını duyuran roman kişisi Yusuf
Aksu aracılığıyla aşırmayı gündeme getirir. Hayri K. Yetik Edebiyatta Çalıntı (2005)
adlı yapıtında bizim yazınımızda (ve sanatın diğer alanlarında) bu yola başvuran çok
sayıda yazardan söz eder: “Yalnız sahnede yaşıyordum” (Dorian Gray’in Portresi);
“Yalnız sahnede olduğum zamanlar yaşıyordum.” (Mukaddes Ateş)
Anıştırma
Açık seçik göndermede bulunmadan bir kişi ya da nesne konusunda düşünceyi
uyarma biçimi olan anıştırmada söylenmesi gereken şey açıkça, doğrudan belir-
tilmek yerine yalnızca telkin edilir. Kişi ya da nesne konusunda yarım bilgi veril-
diğinden, anıştırma örtülü söylemle eşanlamlıdır. “Bir şeyi doğrudan anmadan
belirtme. Doğrudan anma bir göndergedir. Anıştırma, bir sözcüğün alıntılanması ya
da bir başka yapıtın, kimliği söylenmeden ya da açıkça bildirilmeden anılmasıdır.”
Anıştırma çoğu zaman alıntıyla karşılaştırılır. Oysa anıştırmanın, alıntı gibi açık
ya da sözcüğü sözcüğüne yapılan bir metinlerarası gönderge olmadığını anımsa-
talım. Anıştırma, alıntının dolaylı bir biçimidir. Anıştırma, alıntı gibi iki sözceyi
Düzanlam-Yananlam: üst üste koyar, düzanlamın altından söyleme ait bir yananlam çıkar. Anıştırma
Düzanlam, yananlama karşıt
olarak, bir birimin mantıksal, bir yarım alıntıdır. Belli bir metni, alıntıdaki gibi, bütünüyle olduğu gibi değil,
bilişsel, nesnel anlamıdır. kısmen, kısıtlı olarak, tam belirtmeden alıntılar. Burada okurun yapması gereken
Yananlam, bir sözcüğün sürekli
anlamsal öğelerine ya da şey yarım ipuçlarından yola çıkarak bütünü tamamlamaktır. Hüseyin Saylan’ın
düzanlamına kullanım sırasında romanında yer alan “Jensen ‘Gradiva’ Romantik Yalan ya da romansal hakikat: ya
katılan ve ilk anda algılanamayan,
ikincil kavramlara, imgelere,
da tam simetriği” tümcesi hem bir açık gönderme hem de bir anıştırma örneği
öznel izlenimlere, vb. ilişkin olan sunar. Gerçekten de Gradiva Jensen’in en bilinen yapıtıdır. Ardından gelen Ro-
duygusal, coşkusal ikincil anlam; mantik Yalan ya da romansal hakikat bir tür yarım alıntı, yani anıştırmadır: René
çağrışımsal değer. Açıklamalı
Dilbilim Terimleri Sözlüğü. Girard’ın aynı adlı yapıtına (2007) kapalı bir göndermedir. Metinlerarasılıktan
beklenen okurun yapıtın alımlanmasına etken katılımı, bu türden kullanımlarla
gündeme gelir. Yazar, okurunu romanına bu türden uygulamalarla katar.
Kolaj
“Bir metnin başka bir metindeki somut varlığı” tanımlaması kolaj kullanımına uy-
gun düşmektedir. Daha önce var olan yapıtlardan, nesnelerden, iletilerden belli
sayıda unsuru alıp yeni bir yaratı içine sokmak olarak tanımlanır. Metinlerara-
sı kolaj, ister sözsel olsun ister olmasın, yeni bir bütün içerisine sokulan gaze-
te manşetlerine, makalelerine, ilanlara, resmi belgelere, afişlere, prospektüslere,
broşürlere, başka metinlerden parçalara; kimi zaman da moda şarkılara, radyo
anonslarına vb. daha önce düzenlenmiş ayrışık unsurlara gönderir. Bu listeye,
sözcükleri, klişeleri, basmakalıp sözleri, atasözlerini, kısacası metin-dışı her tür
öteki unsuru ekleyebiliriz. Oğuz Atay Tutunamayanlar adlı romanında “manzum
destan, manzum şerh, piyes, mektup, günce, arşiv belgeleri, nüfus cüzdanı sureti gibi
birçok kurmaca parçayı kolaj nesnesi olarak kullanır” (Gökalp-Alpaslan 2007: 20).
7. Ünite - Metinlerarasılık 141
Ortakbirliktelik ilişkileri altında yer alan kullanımlara uygun, Türk Yazınından ör-
nek yazar ve yapıtlar bulabilir misiniz? 5
Türev İlişkileri
Bir metni başka bir metne bir türev ilişkisine göre bağlayan açık metinlerarası Taklit: Genel anlamıyla taklit,
iki yapıt arasında kurulan,
yöntemlerin en önemlileri, yansılama (parodi), alaycı dönüştürüm ve öykünme yapıtlardan birisinin kendisini
(pastiş)’dir. Yansılama ve alaycı dönüştürüm, alt-metnin (gönderge-metin) çoğu kopyalayan diğerinin bir modeli
zaman gülünç bir etki yaratmak ya da eğlen(dir)mek amacıyla dönüştürülmesine durumunda olduğu, her türden
ilişkiye gönderir. Taklit örnek aldığı
dayanır; öykünme ise bir gönderge-metnin biçemini taklit etmeye dayanır, bir bir yapıtı az ya da çok yeniden
taklit ilişkisine göre kurulur. Çoğu zaman iç içe düşünülen yansılama, alaycı dö- üretmeye dayanır.
nüştürüm ve öykünme aslında kimi özellikleriyle birbirlerinden ayrılırlar.
işlem gerçekleştirir. Yansılama yergisel olmaktan çok alay etmek, daha doğrusu
eğlenmek ereğindedir. Bir taklit ilişkisine göre gerçekleşen öykünme bir ölçüde
yine eğlendirmek ereğindedir. Bu da yansılama ve öykünmede ana-metnin oyun-
sal bir düzende yer aldıklarını gösterir; alaycı dönüştürüm ise daha çok yergisel
bir işlevle belirir.
Biçimsel Dönüşümler
Çeviri, Koşuklaştırma, Düzyazılaştırma, Vezin Dönüşümü, Biçem Dönüşümü, Kip-
sel Dönüşüm biçimsel dönüşümler altında yer alırlar. Bir metni bir dilden başka
bir dile aktarmak olan çeviride, çevirisi yapılan yapıtın aslına uygun olup olma-
dığı, ortaya çıkan biçemsel olduğu kadar anlamsal dönüşümler üzerinde durulur.
Düzyazı biçiminde yazılmış bir metni dizeler halinde yeniden yazma yöntemi ko-
şuklaştırma olarak adlandırılır. Koşuklaştırmanın tam tersi bir işlemle, bu kez di-
zeler halinde yazılmış bir metni düzyazıya dönüştürmek söz konusudur. Dizeden
düzyazıya geçilen bu yöntemde ana-metin ile gönderge metin arasındaki ayrım-
lar, sapmalar üzerinde durulur. Bir vezinden başka bir vezine (örneğin, on hecelik
bir dizeyi sekiz hecelik bir dizeye indirgemek ya da tersini yapmak) dönüştürmek
yöntemi vezin dönüşümü olarak adlandırılır. Belli ancak kötü bir biçemde yazıl-
mış bir metnin biçemini, çeşitli dilbilgisel işlemlerle yeniden düzenlemek olarak
tanımlanır. Burada biçemsel yönden bir yeniden yazma, bir biçem değişikliği ya
da bir metni biçemsel olarak düzeltmek, kapalı bir biçemi olan bir metnin biçemi-
ni daha açık, anlaşılır duruma getirmek söz konusudur.
Anılan bu tür dönüşümlere biçemsel çok sayıda nicel dönüşümler eklenir. Nicel
dönüşümler içerisinde, bir metni kısaltmaya dayanan ve çok yaygın olarak baş-
vurulan indirgeme ya da onu uzatmaya, oylumunu artırmaya dayanan genişletme
yöntemleri yer alır. Bir metni indirgemek ya da genişletmek yeni bir metin üret-
7. Ünite - Metinlerarasılık 143
mek demektir. Bir metni indirgemenin en kolay yolu (aynı zamanda yapısına ve
anlamına en fazla zarar veren) metinden bir parçayı kesip çıkarmaktır. Ya da kimi
yazarlar kendi yapıtlarını kendileri kısaltırlar. Yazdığı yapıtları eleme, çıkarmalar-
la düzeltmek olan öz-kısaltma (kendi yapıtını kısaltma); yine indirgeme yöntemi
içerisinde yer alan, dine ve aktöreye aykırı yerleri ayıklamak, özellikle yaşı fazla
ilerlememiş okurun kafasını bulandıracak, şaşkınlığa uğratacak, onu kaygılandı-
racak bilgileri çıkarmak olan ayıklama, bir metni kısaltırken, izleksel olarak an-
lamlı hiçbir bölümü çıkarmadan, onu daha kısa ve özlü bir biçemde yazarak yeni
bir metin üretmek olan özlülük indirgeme çerçevesinde yer alırlar. Ayrıca bir öz-
kısaltma yanında öz-özlülük’ten de söz edilebilir. Öz-özlülük’te bir yazar, yazarlık
yaşamının ileri aşamalarında, biçemsel yönden yetkinliğe eriştikçe, eski yapıtla-
rını düzeltir. Ancak bir sonraki metinde bir önceki metinden parçalar (bellekten)
alıntılanırken iki metin arasında kimi ayrımlar oluşabilir. İndirgemenin bir diğer
biçimi olan özetleme, indirgenecek metnin dolaylı olarak zihinsel bir işlemle, özet
bir bireşim sunacak biçimde, bütünü bellekten indirgemektir. Böyle bir yöntemle
bütünün anlamı ve devinimi bellekte tutulur. Özlülük’ten ayrı olarak burada özet-
leme işi, tümce tümce, en küçük biçembilimsel düzeyde değil, tüm yapı düzeyinde
gerçekleştirilir. Özlülük, kabaca, her biri alt-metnin bir tümcesini özetleyen bir
tümceler dizisi; özet ise, bir metni en son aşamada tek bir tümcede özetlemek ola-
rak tanımlanabilir. Buna göre Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde, “Sonun-
da Marcel yazar oldu”, ya da Dostoyevski’nin tüm kitapları “Suç ve Ceza” olarak
özetlenebilir. Özet son derece yaygın olarak başvurulan bir dönüşüm yöntemidir.
Yazınsal eserlerin bir araya getirilip tanıtıldığı sözlüklerde, gazetelerde, dergiler-
de vb. her yapıt özgün olarak bilgilendirmeye ve betimlemeye dayalı bir yazıda
özetlenir. Bir yazarın yapıtını bir başkası özetleyebildiği gibi, çoğu zaman yazarın
kendisi de özetleme yoluna gider. Bu durumda bir öz-özetlemeden söz edilir.
Bir yazar, yapıtını indirgeyebildiği gibi tersine genişletebilir de. Bu durum-
da yapıtına kimi zaman, örneğin kahramanının serüveni ile pek ilgili olmayan
bölümler ekleyebilir. XVII. yüzyılda özellikle Fransa’da tiyatro oyunları büyük
ölçüde antik yazarların yapıtlarından esinlenerek yeniden yazılırdı. Ancak kimi
yazarlar antik yapıtlardaki konuları yetersiz bulduklarından onları istedikleri gibi
genişletiyor, bir yapıt (örneğin Kral Oidipus) birçok kez yeni unsurlar eklene-
rek yeniden yazılıyor, böylelikle yapıt genişletiliyordu. Bir genişletme türü olan
yayma’da biçimsel bir artırım, bir başka deyişle alt-metnin her tümcesinin uzun-
luğunu iki üç katına çıkarmak söz konusudur. İzleksel genişleme ve biçemsel ya-
yılım tek başlarına değil, daha çok ikisi birlikte bulunurlar; bu nedenle Genette bu
tür genişletmeyi büyültme olarak adlandırır. XVII. yüzyıl tiyatrosunun konuları,
söylen ve destan konularının kimi bölümlerinin genişletilerek tiyatroya uyarlamış
biçimleridir. Yazarlar kendilerinden önceki yazarlardan aldıkları konuları değişik
biçimlerde genişleterek yeni yapıtlar oluşturmuşlardır. Biçemsel büyültme’de ay-
rıntılar, betimlemeler, bölümler yanında kişilerin sayıları da çoğaltılabilir.
Biçemsel olan son değiştirim biçimi kipsel-dönüşümdür; burada alt-metnin
belirgin gösterim kipinde yapılan değişiklikler söz konusudur. Kipsel-dönüşüm
kurgusal bir yapıtın gösterim biçiminde -anlatısal ya da dramatik- ve kipte ya-
pılan değişikliğe verilen addır. Burada bir kipten başka bir kipe geçilirken oluşan
değişiklikler ele alınır. Örneğin bir romanın sahneye aktarılması ya da sinemaya
uyarlanmasının ardından ortaya çıkan biçemsel, uzamsal, söylemsel, izleksel vb.
değişiklikler araştırılır.
144 Eleştiri Kuramları
Anlamsal Dönüşümler
Alt-metnin anlamında meydana gelen izleksel dönüşümlerdir. Bir yapıt biçemsel
olarak dönüştürülürken alt-metnin anlamı da ister istemez şu ya da bu biçimde,
az çok değişikliğe uğrar. İlke olarak ana-metin başka bir dile, dizeye, biçeme akta-
rılırken biçimsel dönüşümler uygulanır. Ancak yapıtlar ekleme çıkarma işlemine
tabi tutulduklarından anlamları da bir ölçüde değiştirilir. Bu tür dönüşümler iz-
leksel ya da anlamsal dönüşümlerdir. İki tip anlamsal dönüşümden söz edilebilir:
Birincisi, bir öyküsel ya da içeriksel değişikliği öne çıkaran öyküsel dönüşüm; ikin-
cisi ise olayları ve eylemi kuran yolların değiştirilmesi olan pragmatik (edimsel)
dönüşüm.
Genette öyküden “tarihsel ve coğrafi çerçeveyi” anlar. Buna göre bir eylem, bir
öykü zamanından başka bir öykü zamanına ya da bir yerden başka bir yere akta-
rılırken eylemde meydana gelecek değişiklikler öyküsel-dönüşüm adı altında ele
alınır. Bunun sonucunda da edimsel; yani eylemin-olayın akışında bir dönüşüm
ortaya çıkar. Öyküsel-dönüşüm iki biçimde gerçekleşebilir: Birincisi elöyküsel bir
dönüşüm, yani bir metnin eylemi ile onun alt-metninin eylemi arasındaki izleksel
benzeşim (ya da ayrım); ikincisi ise benöyküsel dönüşüm, yani bütünüyle daha
önce yazılmış bir yapıta, yazarın kendi izleksel anlamını vermesi. Edimsel dönü-
şüm olayın-eylemin akışının olduğu kadar ona desteklik yapan nesnelerin, araç-
ların değiştirilmesi olan dönüşüm biçimidir. Örneğin antik dönemde yazılmış bir
yapıt içerisinde, yaşanılan dönemde yeniden yazılırken eylemde meydana gelen
değişiklikler ele alınır. Alt-metindeki eylem değiştirilirken daha çok ondaki bir
hata ya da metnin işleyişine ve algılanmasına zarar verebilecek, ona yanlış bir kul-
lanımda sokulan bir eylem düzeltilmeye çalışılır.
“Her örge bir izleğin Örgesel-dönüşüm ve Değersel-dönüşüm anlamsal dönüşümün iki temel yön-
alt birimidir. Yani izlek,
örgelerden oluşur. Örneğin temi olarak ele alınır. Örgesel-dönüşüm, bir örgenin (motifin) bir başka örgenin
savaş izleğinin örgeleri silah, yerine konmasıdır. (Örneğin, tutkusal bir örgenin yerine siyasal bir örgeyi koy-
asker, ceğhane, çatışma, mak). Alt-metnin kapsamadığı ya da belirtmediği yere bir örge sokulabildiği gibi,
seferberlik, cephe, düşman
vb. olabilir. Ancak ulusal alt-metindeki bir örge kaldırılıp ana-metinde bir başka örgenin varlığı telkin edi-
bağımsızlık izleğinde savaş, bir lebilir. Değersel-dönüşüm ise açık ya da kapalı bir biçimde bir eylem ya da ey-
örge olacaktır.” Doğan Günay,
Metin Bilgisi, Multilingual, lemler bütününe bağlanmış olan (örneğin bir roman kişisini belirleyen eylemler,
2000, s. 74 tutumlar, duygular, nitelemeler dizisinin yıkılması) değerin ya da değerler dizge-
sinin bütünüyle yıkılıp yerine başkası(ları)nın getirilmesidir. Bir roman ya da şiir,
destan kişisi, bir metinde üstün nitelikli değerler dizgesi ile donatılmışken, yeni-
denyazma aşamasında yani bir ana-metinde alçaltıcı ya da sıradan değerlerle do-
natılmış olabilir. Bu değerler ana-metinden alt-metne, ya da tersine alt-metinden
ana-metne olumlu olabileceği gibi olumsuz değerlere de sahip olabilir.
Okurun belleğine yoğun olarak gereksinim duyan metinlerarası okumada anı-
lan yöntemlerden birisine göre, bir metni başka bir metne aynı işlevlerle aktarmak
değil, böyle bir eylemle yeni bir anlam yaratmak söz konusudur. Dolayısıyla bir
metinlerarası göndergenin anlamını çıkarabilmek için, tüm yapıtları ele alıp, her
birinde göndergelerin tek tek anlamlarını saptamak ve sonunda anlamsal bir tip-
leme oluşturmak olanaksız olduğundan, metinlerarası bir alışveriş işleminin an-
7. Ünite - Metinlerarasılık 145
lamını metnin bağlı olduğu yazınsal gelenek, yazarın yazın anlayışı ve metin ko-
nusundaki bakış açısı, yazıyla olan ilişkisi, metnin stratejisi, tarihsel ve toplumsal
koşullar vb. göz önünde bulundurarak çıkarmak daha doğru olur. Bir metinlera-
rası göndergenin yorumlanabilmesi, okurun önemli ölçüde katılımını gerektirir.
Ana Metinlerin Ciddi Düzende Dönüşümü başlığı altında anılan yöntemlere uygun
yapıtlar bulabilir misiniz? 7
Anlatı İçinde Anlatı
Tüm bu metinlerarası yöntemlere Genette’in Palimpsestes’te değinmediği, an-
latıbilimde ve postmodern romanlarda üzerinde çokça durulan anlatı içinde
anlatı yöntemini ekleyebiliriz. Yöntem özellikle Fransa’da, Yeni Romancıların
olduğu kadar modern ve klasik yazarların yapıtlarında da sıklıkla kullanılır.
Bir alıntı özelliğine sahip olduğu için söz konusu yöntemi metinlerarası ile
ilişkilendirebiliriz. Gerçekten de “anlatı içinde anlatı”, “öykü içinde öykü”, ya
da “içanlatı”, “içöykü” yönteminde, bir yapıtta bir başka yazarın bir yapıtı özet
biçiminde alıntılanarak yinelenir. Özet biçiminde alıntılanan yapıt, alıntılan-
dığı yapıtta bir tür ayna işlevi yerine getirir. Yeni metne sokulan bir başka
metin bir bakıma yeni metnin aynadaki bir yansısı olur. Anlatı içinde anlatı,
yapıtın konusunu yinelediği gibi, onun anlamına da açıklık getirir. Yansıtma
işlevi gören sözce, kapsayan anlatıdaki sözceye koşut anlam üretir. Söz konusu
sözce, anlatılan bir öykü (ya da kurgu), bir gönderge biçiminde karşımıza çı-
kabilir. Bu durumda anlatı içinde anlatı, metinlerarası bir içerik alıntısı olarak
tanımlanabilir. Bir metnin içeriğini özetlediğinden ya da onu alıntıladığın-
dan, bir başka sözceye gönderen metinlerarası bir sözcedir. Kurgusal düzlem-
de ve metinlerarası bir bağlamda, anlatı içinde anlatı yönteminin işleyişi, yani
anlatılan bir öyküde onun yansısı olan başka bir öyküye geçiş, bir dönüşüm
işlemiyle belirir. Bu dönüşüm işlemi de bir indirgeme ya da özet yöntemiyle
belirlenir. Jean Ricardou’nun belirttiği gibi, “kapsanan öykü kapsayan öyküyü
ancak bir özet biçiminde çağrıştırabilir” (1967: 189). Özetlenen şey ise, daha
çok metnin özüdür. Bir yapıtın içeriğine ve anlamına koşut olarak bir roman
metni özetlenebildiği gibi, ondan kimi kesitler de alıntılanabilir. Anlatı için-
de anlatı, bir anlatı yöntemi olarak uygulandığında, yazarın kurduğu düşsel
bir yapıta, olaya, izleğe gönderdiği gibi, gerçekten var olan bir başka yazarın
bilinen yapıtına da gönderebilir, onun izleklerini yineleyip anlamına açıklık
getirir. En belirgin işlevi budur. Anlatı içinde anlatı yönteminin metinlerara-
sılık olgusuyla ilişkisi bu ikinci durumda gerçekleşir. Gerçekten de anlatı için-
de anlatı yönteminden bir metinlerarası görüngüde söz edebilmek için, bir
metnin daha çok içinde yer alan gerçek, somut başka bir metne göndermesi
ve onunla yapısal, özellikle de izleksel bir koşutluk kurulabilmesini gerektirir.
Haldun Taner’in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı oyununda Molière’in Ge- Düzdeğişmece: Bir kavramın
orges Dandin adlı oyunu, söz konusu yönteme uygun olarak yer alır. doğrudan doğruya onu
gösteren göstergeyle değil,
ilgili, bağlantılı olduğu
Yenidenyazma bir başka göstergeyle dile
getirilmesidir. Kısacası, bir
Yenidenyazma genel olarak önceki bir metnin, onu taklit eden, dönüştüren, açık nesneyi bir başka sözcükle
ya da kapalı bir biçimde ona gönderen bir başka metinde yinelenmesi olarak ta- belirtmek. Örneğin “bütün
nımlanır. Ancak yenidenyazmayı başka yazarlara ait metinlerin, o metinlere ait kentte oturanlar” yerine
“bütün kent” anlatımı bir
kesitlerin yeni bir metinde dönüştürülmesi işlemiyle sınırlamamak gerekir. Ye- düz değişmecedir. Doğan
nidenyazma, düzdeğişmeceli olarak, bir yazarın, metinlerinden birisini yeni- Günay, Sözcükbilime Giriş,
Multilingual, 2007.
146 Eleştiri Kuramları
Özet
Metinlerarasılığın tanımını yapabilmek, bu eleştiri Metinlerarasılık konusunda öne çıkan temel
1 yönteminin karşılaştırmalı yazın eleştirisinden ve 2 kuramcıların yöntem konusundaki yaklaşımlarını
kaynak eleştirisinden farkını ayırt etmek. birbirlerinden ayırt etmek.
Metinlerarasılık kavramını yazınsal eleştiri- Metinlerarasılık kavramı ortaya çıktığında anla-
ye kazandıran Julia Kristeva’dır. Ferdinand de mı ve kapsamı neredeyse otuz yıl boyunca tam
Saussure’ün yapısal dilbilim konusundaki ta- olarak anlaşılamamıştır. Konuya el atan her ku-
nımlamalarından yararlanan Rus Biçimcileri, ramcı, kavramı kendince tanımlamıştır. Kimi-
metni tümüyle ‘kapalı bir dizge’ olarak tanımla- leri bunu kaynak eleştirisinin yeni adı, kimileri
mayı önerirler; anlamı da metnin kendi verile- ise bütünüyle bir karşılaştırmalı yazın eleştirisi
rinden yola çıkarak belirlemeye çalışırlar. Oysa olarak algılamıştır. Kristeva, metni, gösterenleri
Kristeva gibi pek çok kuramcı, her metnin başka yeniden dağıtan ‘dilbilim-ötesi bir aygıt’ olarak
metinlerden yola çıkılarak yeniden üretildiğini, tanımlar ve metinlerarasılığı başta roman türü
anlamın da bu yeniden üretim işlemine bağlı olmak üzere her metnin temel bir özelliği olarak
olarak ortaya çıktığını savunur. Dolayısıyla da görür. Öyleyse her metin bir alıntılar mozaiği-
bir metnin anlamını öteki metinlere göre, öteki dir. Roland Barthes’a göre de, her metin, yazının
metinlerden yola çıkarak kavramak gerekir. Bu sonsuz alanından malzemesini tüketen bir me-
yapılırken en az iki metin karşı karşıya getirilir, tinlerarasıdır. Ancak Barthes, okumada bir öz-
aralarındaki alışverişler sorgulanarak metinlerin nellik boyundan söz eder; öğrencisi Kristeva’dan
anlamı belirlenir. ayrı olarak metinlerarasılığı bir okuma edimine
Ancak metinlerarası çözümleme, karşılaştırmalı bağlar, okura sorumluluk yükler. Bu bakımdan
yazın eleştirisi ve kaynak eleştirisi ile karıştırıl- Michael Riffaterre’in metinlerarası tanımıyla
mamalıdır. Karşılaştırmalı yazın eleştirisinde birleşir. Metinlerarasılığı metnin yazınsallığı-
değişik ülke yazarlarının metinleri arasındaki nın bir ölçütü olarak görse de, kavramı tümüyle
yaklaştırmaları bir eleştirmen yapar; bu bağ- bir alımlama kuramı bağlamında, okurun işlevi
lamda yapılan yaklaştırmalar rastlantısaldır. açından tanımlar. Gérard Genette, diğerleri gibi
Oysa metinlerarası yaklaşımda bir yazarın başka metinlerarasılığı metnin yazınsallığının temel
bir yazardan bilerek, isteyerek, belli bir amaçla bir koşulu yapar. Ancak Genette, iki yapıt ara-
alıntıladığı metinlerin biçimsel ve anlamsal dö- sındaki olası her tür alışverişe bir metinlerarası
nüşümleri sorgulanır. Metinlerarasılıkla sorgu- yerine, metinselaşkınlık adını verir. Metinlera-
lanan metinler bir ana-metinde kurgunun bir rası ise, metinselaşkınlık içerisinde anılan ilişki
parçası durumuna getirilmişlerdir. türlerinden birisidir. İki ya da daha fazla metin
Metinlerarası çözümleme bir kaynak eleştiri- arasındaki ortakbirliktelik ilişkisi olarak tanım-
si de değildir. Kaynak kavramı durağan, somut lanır. Alıntı, gönderge, gizli alıntı, anıştırma gibi,
bir bütüne gönderir. Bir neden değeri taşır. Bir açık ve kapalı ilişkileri bu başlık altında inceler.
motifin, izleğin nedenini yazarın yapıtını ya-
yımlamadan önce oluşturduğu el yazmaları,
karalamalar vb. unsurlara yaslanarak anlamaya
çalışır. Kaynak çalışmasında hiçbir unsur zaman
ve uzam içerisinde anlamsal ya da biçimsel bir
dönüşüme uğramaz. Oysa metinlerarası çözüm-
lemede dönüşüm temel bir kavramdır. Bir başka
deyişle, bir yapıttan alınan bir sözcük, parça vb.
bağlam değiştirdiğinde biçimsel olmasa bile an-
lamsal dönüşüme uğrar. Her defasında yeni za-
man ve uzamda yeni bir anlam alır. Dolayısıyla
metinlerarasılıkta kaynak eleştirisinde olduğu
gibi bir durağanlıktan söz edilemez.
148 Eleştiri Kuramları
Kendimizi Sınayalım
1. Metinlerarası sözcüğünü yazınsal eleştiri alanında 5. Aşağıdakilerden hangisi kaynak eleştirisini metin-
ilk kullanan kuramcı aşağıdakilerden hangisidir? lerarasılıktan ayıran bir özellik değildir?
a. Mihail Bahtin a. Kaynak eleştirisinde, bir başka metne ait bir
b. Roland Barthes sözce bağlam değiştirirken anlamsal bir dönü-
c. Michael Riffaterre şüme uğrar.
d. Julia Kristeva b. Kaynak, kavramı değişmez bir kökene gönderir.
e. Rus biçimcileri c. Kaynak, aynı zamanda bir neden değeri taşır;
bir motifin, izleğin, imgenin nedeni ve anlamı
2. Aşağıdakilerden hangisi metinlerarasılığın tanımı- onunla ortaya konur.
na uygun değildir? d. Kaynak eleştirisinin amacı, baskıya gitmeden
a. Metinlerarasılığa göre, her yazınsal metin çok- önce, bir yapıtın geçtiği aşamaları izlemektir.
sesli bir yapıdadır. e. Kaynak eleştirisinde bir gönderge, bir alıntı, za-
b. Metinlerarasılık, en az iki metin arasındaki alış- man geçtikçe yeni anlamlar almaz.
verişleri belirtmek için kullanılır.
c. Metinlerarasılık, kaynak eleştirisinin yeni adıdır. 6. Metinlerarasılık ile ilgili aşağıdaki ifadelerden han-
d. Metinlerarasılıkta, anlamının büyük ölçüde ön- gisi yanlıştır?
ceki metinlerden gelen kesitlerin iç içe geçmele- a. Rus Biçimcileri metinlerarasılık olgusunu, baş-
rine bağlı olarak üretildiği kabul edilir.
ka bir yapıttan yapılan alıntıları, etki / etkilenme
e. Metinlerarası, başka metinlerden alınan sözce-
olgularını yalnızca biçim açısından ele alırlar.
lerin bir kesişme yeridir.
b. Rus Biçimcileri yanında metinlerarasılık konu-
sunda tanımlamalar yapan kuramcılara göre,
3. Aşağıdakilerden hangisi metinlerarası alışverişleri
yapıtlararası alışverişler yazara bağlı değil, yazı-
belirten bir imge değildir?
nın özünde bulunan bir olgudur.
a. Yenidenyazma
c. Mihail Bahtin, bir yapıtın başka yapıtlarla sü-
b. Alıntı
rekli alışveriş içerisinde olduğunu düşünür.
c. Mozaik
Ona göre, bir sözce başka sözcelerle ilişki halin-
d. Palempsest
e. Sözce de olmadan, belli oranda birbirlerini etkileme-
den var olamaz.
4. Aşağıdakilerden hangisi karşılaştırmalı yazın eleş- d. Metinlerarasılık kavramının kökeninde, Mihail
tirisini metinlerarasılıktan ayıran bir özellik değildir? Bahtin’in söyleşimcilik kuramı vardır.
a. Karşılaştırmalı yazın, büyük ölçüde bir ülkenin e. Şiir çoksesliliği, dolayısıyla da metinlerarasılığı
kültürünün başka ülkelere ait kültürlerle karşı- en iyi somutlaştıran yazınsal türdür.
laştırılmasına dayanır.
b. Karşılaştırmalı yazın eleştirisinde, bir bütünce- 7. Metinlerarasılık ile ilgili aşağıdaki ifadelerden han-
den çıkarılan unsurların birbirleriyle benzerlik, gisi yanlıştır?
koşutluk, aynı zamanda karşıtlık ilişkileri içeri- a. Julia Kristeva’ya göre metinlerarasılık yalnızca
sinde oldukları gösterilmeye, böylelikle bir ya- roman türüne özgü bir olgudur.
pıt yorumlanmaya çalışılır. b. Julia Kristeva metinlerarası alışverişlerin algı-
c. Karşılaştırmalı yaklaşımda eski, önceki bir ya- lanmasında okurun payına değinmez.
pıttan gelen bir unsurun uğradığı bağlam de- c. Michael Riffaterre metinlerarasılık tanımlama-
ğiştirme sonucunda, yeni metinde aldığı anlamı larını bir alımlama kuramı üzerine oturtur.
araştırıp bulmak söz konusudur. d. Genette, iki yapıt arasındaki olası her tür alışve-
d. Karşılaştırmalı yaklaşımda bir yapıt ile aynı gele- rişe metinselaşkınlık adını verir.
neğe ait, benzer özellikler taşıyan başka yapıt(lar) e. Metinselaşkınlık, bir metnin açık ya da kapalı
arasındaki ilişkiyi karşılaştırmacı kurar. bir biçimde öteki metinlerle ilişki içerisine so-
e. Karşılaştırmalı eleştiride her okur kendi seçimi kulmasıdır.
olan bir metinlerarası (bütünce) oluşturabilir.
150 Eleştiri Kuramları
8. Aşağıdakilerden hangisi Gérard Genette’in belirle- Tolstoy’un kalıtçısı sayar; böylece, James Joyce yüzyılı-
diği metinselaşkınlık türlerinden biri değildir? mızın belki en özgün romanının adını Ulysses koyar;
a. Metinlerarasılık böylece, zaman zaman, tüm Camus Dostoyevski’den
b. Ana-metinsellik çıkmış gibi görünür, André Malraux da romancının
c. Üst-metinsellik yaşamdan değil, başka romanlardan yola çıktığını söy-
d. Ortakbirliktelik ler. Hiç kuşkusuz, alışveriş ille de öykünmeyi içermez,
e. Yan-metinsellik ama o da sık sık girer işin içine.
Üstelik herkes benim dostumun yaptığıyla yetinmez:
9. Aşağıdakilerden hangisi metinlerarası yöntemler- koca Racine, Aristofanes’in güldürüsünü, Sofokles’in
den biri değildir? ve Aiskilos’un tragedyalarını kendi dilinde yeniden
a. Alıntı ve Gönderge yazar. Bizim yüzyılımızda da Sofokles’in kimi tra-
b. Gizli alıntı gedyalarını André Gide, Jean Anouilh, Kemal Demi-
c. Anıştırma rel ve belki daha başkaları yeniden yazarlar. Michel
d. Alt-metin Tournier’nin Cuma ‘sı, Daniel Defoe’nun Robinson
e. Öykünme Crusoe’sunun çağdaş bir değişkesidir. Bu konuda en
ilginç örneklerden birini de Alfred Jarry verir: Ubu
10. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? roi, gerçekte Rennes lisesi öğrencilerinin ortak yapı-
a. İleri sürülen bir görüşü açıklamak ya da destek- tıdır, hep alay konusu olan bir fizik öğretmeninin ki-
lemek için bir yazardan, ünlü bir kişiden alınan şiliğinden esinlenilerek ve zavallı adamı alaya almak
parça ya da kesit, alıntı olarak adlandırılır. için oluşturulmuştur. Jarry, aynı liseye girince, oyunu
b. Bir alıntı yapılmadan okuru doğrudan bir met- hazır bulur, sonra da nerdeyse hiçbir şeyini değiştir-
ne gönderen yönteme yansılama denir. meden kendi adı altında yayımlamayı göze alır, yani
c. Ayraçlar ya da italik yazı kullanılmadan, bir yazmadığı bir yapıta imza atar, bir bakıma onu çalar,
sözcenin geldiği yapıt ya da yazarın adı belirtil- bunun bir anlamı varsa, döneminin okurunu da al-
meden yapılan alıntıya aşırma denir. datır. Ama daha sonra kendisi girişir yazmaya: Ubu
d. Bir şeyi doğrudan anmadan belirtme işlemi, enchaîné’yi, Ubu sur la butte’ü, Ubu cocu’yü yayımlar,
anıştırma olarak adlandırılır. bununla da yetinmeyerek Ubu roi’yı Cesar Antechrist
e. Daha önce var olan yapıtlardan, nesnelerden, adlı yapıtının içine alır, daha da ileri giderek yavaş ya-
iletilerden belli sayıda unsuru alıp yeni bir ya- vaş kendi gerçek kişiliğini Ubu’nün kişiliğiyle özdeş-
ratı içine sokma işlemi, kolaj olarak tanımlanır. leştirir, bir başka deyişle onu yazından yaşama taşır.
Demek ki, hangi kılığa sokulmak istenirse istensin, so-
run yazının kendisi kadar eski bir sorun; “metinlera-
rası ilişki” dedikleri olgunun yalnızca adı yeni. Zavallı
Okuma Parçası arkadaşımın sunduğu dışında kalan tüm örnekler de
Bizim halk ozanlarımızın dörtlüklerle sürdürdükleri başkasının yapıtından yararlanmanın nerdeyse doğal
bir atışma biçimi vardır hani: ozan verilmiş bir dize- bir şey olduğunu kanıtlar gibi. Ama bir olgunun eski-
den yola çıkarak bir dörtlük kurar, karşıtı onun dize- liği, yaygınlığı ve benimsenmişliği onu ne ölçüde ya-
lerinden birini olduğu gibi alıp üç dize de kendisi ek- sallaştırır? Başkasının yapıtı sonuna dek sömürülebilir
ler, sıra kendisine gelince, ilk ozan da aynı şeyi yapar; mi? Birtakım sınırları yok mudur bu işin? Varsa, nere-
böylece, iki ozanın görünüşte birbirlerini yıkmaya yö- de başlayıp nerede biter?
nelen dörtlükleri, almaşık olarak birbirlerini izlerken,
hem karşılıklı olarak birer ortak dize içerir, hem de Kaynak: Tahsin Yücel, “Başkasının Yapıtı”, Yazın,
birbirlerine eklenirler, birbirlerine bağlı kalmaya yar- Gene Yazın, İstanbul: YKY, 1995.
gılıdırlar. Biraz daha gevşek ya da biraz daha sıkı, nice
yazın yapıtları da böyle bağlanır birbirine. Böylece,
Mihail Bahtin, Dostoyevski’nin romanlarının kaynağı-
nı “türün nesnel belleği” aracılığıyla Sokrates söyleşi-
lerine dek götürür; böylece, Yaşar Kemal kendini aynı
zamanda hem Homeros’un, hem Stendhal’in, hem
7. Ünite - Metinlerarasılık 151
bir imgedir. Karnaval yazınsal bir olgu değildir, ancak Ben Sana Mecburum adlı şiirin bir kahramanıdır. Oğuz
doğaçlamaların, söz alışverişlerinin, karşılıklı düşünce Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı ile Tutunamayanlar’ı ortak-
alışverişlerinin yoğun olduğu bir gösteri biçimidir. Kar- birliktelik ilişkilerinin araştırılması için iyi örneklerdir.
navalın bu ve benzer özellikleri yazınsalın alanına ak- Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sı bu bağlamda
tarılarak, eğretilemeli bir anlamda kullanılır. Yazın ala- değerlendirilebilir. Bu listeye Ahmet Midhat Efendi’nin
nında karnaval söylemi çokseslilik özelliğiyle belirlenir. Müşâhedât’ını ekleyebiliriz.
Çokseslilik (ve onunla eşanlamda kullanılan çokdillilik)
kavramı özellikle roman dilinin çoğul bir yapısı olduğu- Sıra Sizde 6
nu belirtmek için kullanılır. Çokseslilik söyleşimin, do- Attila İlhan, Ferdâ adlı şiirinde Divan Edebiyatından
layısıyla metinlerarasılığın temel ilkesidir. yaptığı kimi alıntılara bir parodi biçiminde yer verir.
Sultan Reşad’ın tahta çıkış öyküsünü bu yönteme uy-
Sıra Sizde 4 gun olarak alıntılar. Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı bu
Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı adlı romanının bir ilişkilerin gündeme geldiği bir diğer yapıttır. Latife Te-
aşırma olduğu konusunda iddialara yanıt verirken, me- kin, Sevgili Arsız Ölüm’de destan, halk hikâyesi, masal
tinlerarasılık konusunda konuşan kuramcıların yakla- gibi sözlü edebiyat ürünlerinin biçemini yansılar. Kimi
şımlarına benzer yanıtlar verir: “Bütün masallar herkesin zaman belli bir metnin “konusu” taklit edilir (parodi).
malıdır”. Ya da postmodern kuramcıların özgünlük yok- Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı adlı romanında
tur, yineleme vardır görüşlerine uygun bir tutum sergiler: Umberto Eco’nun Gülün Adı romanına öykünür; öy-
“Her şeyin her şeyi tekrar ettiği” bir dünyadan söz eder. künme, yapıtın başlığıyla kendini duyurur. Murathan
Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz adlı yapıtında “bir Mungan, Lewis Carroll’un Alice Harikalar Diyarında
metin kendi ötesinde bir şeye göndermede bulunuyorsa adlı hikâyesi üzerine kurulu Aynalı Pastane adlı hikâyesi
eğer, bu göndermenin önü sonu bir başka metne gönderme daha çok bir masal tarzında yazılmış bir eserdir. Hilmi
olacağını” savunan postyapısalcı kuramcıların tutumuna Yavuz, Fehmi K’nın Acayip Serüvenleri’nde Kafka’ya öy-
bağlı kalır. Yalnızca okuduğu kitapların içinde gezinmekle künür: Kafka’nın Dönüşüm adlı romanında olduğu gibi
kalmayıp, “o güne dek okuduğum kitapları yazan kişilerin başkahraman Fehmi Kavkı bir hamam böceğine dönü-
okuduğu kitapların içinde de geziniyordum”, derken edebi- şür. Ayrıca Berci Kristin Çöp Masalları’nda; İhsan Oktay
yatın sürekli bir metinlerarasılık alanı olduğunu savunan Anar Puslu Kıtalar Atlası ve Kitab-ül Hiyel adlı yapıtla-
kuramcılarla birleşir. Şeyh Galip de ünlü Hüsn ü Aşk mes- rında bu yöntemleri (özellikle pastişi) kullanırlar.
nevisini Mevlâna’nın Mesnevisinden aldığını: Esrârını
Mesnevî’den aldım/Çaldım, veli mirî malı çaldım derken Sıra Sizde 7
başka kaynaklardan beslendiğini; bunun her yazarın baş- Bir halk hikâyesi olan Ferhad ile Şirin’i Nazım Hik-
vurabileceği doğal bir yol olduğu düşüncesine katılır. met aynı başlık altında oyunlaştırır. Yazar genel olarak
bir ‘indirgeme’ işlemine başvurur: kimi olaylar ve ka-
Sıra Sizde 5 rakterler üzerinde odaklanır. Ana unsurları, örneğin,
Türk yazınında bu yöntemlerden birini ya da birkaçını bir Ferhat’ın Şirin’in aşkı için çırpındığı genel hikâyeyi göz
arada kullanan çok sayıda eser bulunmaktadır. Örnek ol- ardı eder. Bununla beraber yapıtına yeni durumlar,
ması bakımından rastgele seçilen eserlerden birkaçı şun- olaylar ve karakterler ekleyerek genişletme yöntemini
lardır: Yaşar Kemal, Ağrı Dağı Efsanesi (Köroğlu, Firdevsî, kullanır. Ferhat’ın temsil ettiği değerler, Nazım Hik-
Şahnâme/Şehnâme, Ferhad ile Şirin); Melih Cevdet met tarafından yeniden kurgulanarak değiştirilmiş,
Anday, “Aldanma Ki...” (Fuzuli); Kaan Arslanoğlu’nun halk hikâyesindeki âşık Ferhat, Nazım Hikmet tara-
Memleketimden Karakter Manzaraları (Nazım Hikmet, fından olumlu kahraman tipi olan fedakâr-emekçi tip
Memleketimden İnsan Manzaraları); Atilla İlhan, Ferdâ Ferhad’a dönüştürülmüştür. Yusuf ile Zeliha/Züleyha,
(Tevfik Fikret, Ferdâ, Sis, Doksan Beşe Doğru adlı şiir- değişik dönemlerde değişik yazarlarca benzer uygu-
leri; ayrıca Mithat Paşa’nın II. Abdulhâmid’e yazdığı bir lamalarla yenidenyazılmıştır. Ömer Seyfettin Kırk Kız
mektuptan kimi kesitler; Divan Edebiyatı, Tanburi Cemil adlı manzum şiirinde bir Kırgız menkıbesinden yola
Bey; Osmanlı Tarihi, Mustafa Kemal, Sultan Reşad, 1960 çıkar. Kısa öyküyü kimi betimlemeler, imgeler, halk
ihtilali). A. İlhan’ın şiirinde en fazla alıntı ve gönderme edebiyatından alınmış unsurlarla biçimsel ve anlamsal
Tevfik Fikret’in yapıtlarına ilişkindir. Kimi gönderme- olarak dönüştürür. Recep Vahyi, Rus yazınından kimi
ler ise birer öz-gönderme biçimindedir: Doktor Sabiha, düzyazıları şiir formunda çevirmiştir. Klasik yazından
7. Ünite - Metinlerarasılık 153
kimi şiir örnekleri düzyazı formunda yeniden yazıl- Bahtin, M., (1975). Esthétique et Théorie du Roman,
mıştır. Buna Ali Nihat Tarlan’ın Fuzûlî Divanı’nı düz- Paris: Gallimard.
yazıya aktararak yaptığı şerhi örnek verebiliriz. Hem Bahtin, M., (1970). La Poétique de Dostoeivski, Paris:
öyküsel hem de zaman, eylem, mekân gibi dönüşümler Seuil.
gerçekleştirerek anlamı dönüştüren çok sayıda metin Barthes, R. (1984). “De l’œuvre au texte”, le Bruisse-
bulunabilir: örneğin Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Menifos. ment de la langue, Paris: Seuil.
Barthes, R., (1973). Le Plaisir du texte, Paris: Seuil.
Sıra Sizde 8 Barthes, R., (1968). “Théorie du texte”, Encyclopaedia
Haldun Taner’in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı Universalis, XV. cilt.
oyununda Molière’in Georges Dandin adlı oyunu; Or- Bektaş, N., (2009). “Toplumcu Gerçekçilik Bağlamında
han Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sı; Oğuz Atay’ın Nazım Hikmet’in “Ferhad İle Şirin” Oyununa Me-
Tehlikeli Oyunlar’ı ve Tutunamayanlar’ı; Dede Korkut tinlerarası Bir Bakış”, Millî Folklor, Yıl 21, Sayı 83.
Hikâyelerinde yer alan Deli Dumrul öyküsünde; Yaşar Bellemin-Noël, J. (1972). Le Texte et l’avant-texte, Pa-
Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’nde bir anıştırma yoluyla ris: Larousse.
gönderme yapılan Ferhad ile Şirin öyküsü bir tür anlatı Chevrel, Y., (2009). La Littérature comparée, Paris:
içinde anlatı biçiminde yer alır. Bu alıntı, bir yenidenyaz- PUF, coll. ‘Que sais-je?’
ma işlemine de uyar. Batı yazınlarında nasıl ki bir Faust, Genette, G., (1982), Palimpsestes, la littérature au se-
Prometheus, Tristan ve Iseut, vb. daha pek çok mit nere- cond degré, Paris: Seuil.
deyse her yüzyılda defalarca yazılmışlarsa, Doğu yazın- Gökalp-Alpaslan, G., (2007). Metinlerarası İlişkiler
larında olduğu kadar Türk yazınında da bu kullanımla ve Gılgamış Destanının Çağdaş Yorumları, Mul-
sıklıkla karşılaşılır. Klâsik yazın alanında miraciyeler, tilingual, 2007.
mevlitler, nazireler ve mesnevilerde ortak konuların sü- Günay, V. D., (2007). Metin Bilgisi, 3. Baskı, İstanbul:
rekli olarak yeniden işlenişi bu çerçevede düşünülebilir. Multilingual.
Doğu yazınları geleneği içinde Leylâ ile Mecnun, Yûsuf ile Günay, V. D., (2007). Sözcükbilime Giriş, İstanbul:
Züleyha, Hüsrev ile Şirin ve Vâmık ile Azra gibi mesnevi- Multilingual.
lerin aynı veya benzer isimle çok sayıda yazarca yazıldı- Jenny, L., (1976). “La Stratégie de la forme”, Poétique,
ğı bilinmektedir. Bunlardan sadece Leylâ ile Mecnûn’un no 27, Paris: Seuil.
Türk yazınında otuzdan fazla şair tarafından yazılmış Kristeva, J., (1969). Sèméiotikè, recherches pour une
metni bulunmaktadır. Halk edebiyatı geleneği içerisin- sémanalyse, Paris: Seuil.
de yer alan Köroğlu Destanı, Kerem ile Aslı, Ferhad ile Özay, Y., (2009). “Metinlerarasılık ve Türk Halk
Şirin, Asuman ile Zeycan gibi çok sayıda destan ve halk Hikâyelerinde Ana-Metinsel Dönüşümler”, Millî
hikâyesinin de birçok versiyonundan söz edebiliriz. Yine Folklor, Yıl 21, Sayı 83.
örneğin bir Gılgamış Destanı’nın çok sayıda yenidenya- Lotman, I., (1973). La Structure du texte artistique,
zılmış örneği bulunmaktadır: Orhan Asena, Tanrılar ve Paris: Gallimard.
İnsanlar (Gılgameş), Melih Cevdet Anday, Ölümsüzlük Pichois, C., Rousseau, A., (1967). La Littérature
Ardında Gılgamış, Ayla Kutlu, Kadın Destanı, Özen Yula, comparée, Paris: Albert Colin.
Hayat Bir Kere; Said Maden, Yeryüzü Destanları’nda bu Ricardou, J., (1967). Problèmes du nouveau roman,
destanı bir ana-metin (gönderge-metin) olarak alıp ye- Paris: Seuil.
nidenyazarlar. Türk yazınında özellikle yenidenyazma Rudler, G. (1979). Techniques de la critique et de
yöntemine uyan onlarca örnek bulunmaktadır. l’histoire littéraire, Paris-Genève: Slatkin.
Riffaterre, M., (1980). “La trace de l’intertexte”, la
Pensée, no 215.
Yararlanılan Kaynaklar Théorie d’Ensemble (1968). Ph. Sollers, ‘Ecriture et
Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü (Berke Vardar révolution’, Paris: Seuil.
yönetiminde) (1988). İstanbul: ABC Kitabevi. Yazın Kuramı, Rus Biçimcilerin Metinleri (1995).
Aktulum, K. (1999). Metinlerarası İlişkiler, Ankara: Derleyen: T. Todorov, Çev. M. Rifat-S. Rifat, İstan-
Öteki Yayınları. bul: YKY.
Aktulum, K. (2011). Metinlerarasılık/Göstergelerara- Yetik, H., (2005). Edebiyatta Çalıntı, İstanbul: İnkılap.
sılık, Ankara: Kanguru Yayınları.
8
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bilimsel Eleştiri konusunu açıklayabilecek,
İzlenimci Eleştiri konusunu açıklayabilecek,
Edebiyat eğitiminde yararlanılan eleştirel yaklaşım yollarını sıralayabilecek,
Eğitimsel anlayışa uygun bir uygulama görecek ve bu modellerden yararlanarak
uygun eleştiriler yapabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Bilimsel eleştiri, • Yaratıcı Eleştiri
• İzlenimci Eleştiri, Öznel Eleştiri, • Alımlama estetiği
• Irk, zaman, mekan • Metnin tipi, türü, tonu
• Tür • Gösteren /Gösterilen, Seçme
• Uzman eleştirisi, Üniversite ekseni / Sıralama ekseni
Eleştirisi
İçindekiler
• BİLİMSEL ELEŞTİRİ
• İZLENİMCİ ELEŞTİRİ (LA CRITIQUE
IMPRESSIONNISTE)
• EDEBİYAT EĞİTİMİNE YANSIYAN
Eleştiri Kuramları Bilimsel Eleştiri - İzlenimci Eleştiri
ELEŞTİRİ ANLAYIŞLARI
• EĞİTİM AMAÇLI BİR UYGULAMA
• EĞİTİMDE KULLANILABİLECEK BİR
METİN ANALİZİ MODELİ
Bilimsel Eleştiri -
İzlenimci Eleştiri
BİLİMSEL ELEŞTİRİ
XIX. yüzyıldan sonra özellikle üniversite çevrelerinde bilimsel bir eleştiri anlayışı
geliştirmek için büyük bir çaba görülür. Bunun iki önemli sebebi vardı: Mutlakçı
ve öznel eleştirinin güvenirliğinin olmadığı anlaşılmıştı. İkincisi bilimin her saha-
sında özellikle tabiat bilimlerinde büyük başarılar elde edilmiş, genel kanunlara
ulaşılmıştı. Bu gelişmeler, tabiat bilimleri yöntemlerinin eleştiri sahasına da uygu-
lanabileceği düşüncesini doğurdu. Hippolyte Taine, Ferdinand Brunetière, Gus-
tave Lanson gibi bilginler bilimsel yöntemlerden yararlanarak gelişmiş bir eleştiri
anlayışının örneklerini verdiler. Aşağıda bu bilginlerin eleştiri anlayışları kısaca
özetlenmiştir.
Hippolyte Taine
Bir filozof olan Hippolyte Taine (1828-1893), tarihin, psikolojinin, sanatın ve ede-
biyatın bilim ilkeleri ile açıklanabileceğini düşünüyordu. Meteoroloji bilimi nasıl
önceden asla tahmin edilemez gibi görünen atmosfer olaylarını tahmin edebi-
liyorsa, sanat eleştirmeni de eserle yazar arasındaki bağı, sebep-sonuç ilişkileri
içinde açıklayabilir diyordu. Sanat Felsefesi (1865) adlı eserinde bilimsel eleştiri-
nin nasıl yapılabileceği konusunu araştırdı. Taine’e göre sanat, gerçeği olduğu gibi
taklit etmez. Sanatçı, seçer ve olgular arasında yeni bağlantılar kurar. Bir edebî
eseri anlamak için eserde anlatılan şeylere değil, onlar arasında kurulan bağıntıya
dikkat etmek gerekir. Büyük sanatçı, nesneler ve olaylar arasında bizim görmedi-
ğimiz bağıntılar görür ve onları gösterir. Bu bağıntı, nesnenin yahut olgunun ana
karakterini gösterecek tarzda kurulmuştur. Sanatçı, böylece ideal olanı yaratmış
olur. Sanatın amacı da budur. Taine’e göre bir edebî eserin değerini tespit ederken
kullanacağımız nesnel üç ölçüt vardır:
1. Sanatçının bulduğu ana karakterin önem derecesi,
2. Bu ana karakterin topluma sağlayacağı fayda derecesi,
3. Ana karakter ortaya çıkarılırken eserdeki her türlü ayrıntının bir bütünlük
içinde birleştirilme başarısı.
Sanatçının ortaya koyduğu olgu ne kadar önemliyse, bu olgu topluma ne kadar Bir edebî eseri anlamak için
yararlıysa, eserdeki unsurlar ne kadar bütünlük gösteriyorsa eser o kadar değerli eserde anlatılan şeylere
değil, onlar arasında kurulan
olacak, eserler sıralamasında da o kadar önde yer alacaktır diye düşünüyordu. bağıntıya dikkat etmek
gerekir.
156 Eleştiri Kuramları
Taine, edebî eserlerin ırk, ortam (mekan) ve dönem (zaman) bağlamı içinde değer-
lendirilmesi gerektiğini savundu.
Ferdinand Brunetière
Eleştiri türünü öznellikten kurtarıp ona nesnel ve bilimsel bir nitelik vermek için
çalışanlardan birisi de Brunetière’dir. Brunetière’e göre eleştirinin konusu, “ede-
biyat eserlerini yargılamak, sınıflandırmak, açıklamak”tır. Bir eseri açıklamak,
eserin edebiyat tarihi içindeki yerini belirlemek, türü ile ilişkisini incelemek, ese-
rin yazar ve çevresi ile bağlantılarını göstermektir.
Brunetière’e göre nesnel bir eleştiri mümkündür ve eleştirinin nesnel olması
aynı zamanda bir gerekliliktir. Edebiyat alanında da bilimsel metotlar kullanılabi-
lir. Bilhassa “mukayese” yönteminden yararlanılmalıdır. Çünkü hiçbir eser, hiçbir
tür, hiçbir varlık tek başına değildir, onların diğer eserlere, diğer türlere ve diğer
varlıklara göre bir anlamı vardır. Bir eseri değerlendirmek, her şeyden önce onu
diğer eserlerle mukayese etmektir (V. Engel, 1998).
Brunetière, eleştiri anlayışını “tür” kavramı üzerine kurmuştur: Edebî türler,
canlı türleri gibi zaman içinde belli kurallara uyarak gelişir. Bir türün içinde yer
alan her eser, o türün gelişim evrelerinin bir halkasını oluşturur. Bu yönüyle
edebî eserler, hem türünün izlerini taşır, hem türün gelişim ve değişimine katkı
yapar. Edebî türler, biyolojik türler gibi zaman içinde değişime uğrar, farklılaşır,
daha karmaşık bir yapıya kavuşur. Böylece yeni türler doğar, toplumsal şartlar
uygunsa gelişirler, zamanla da ortadan kalkarlar. Bunun en güzel örneği Fransız
tragedyasıdır. Bir ara büyük bir gelişme göstermiş, en sevilen tür olmuş ama
zamanla yok olup gitmiştir. Bütün edebî türlerin kaderi aynıdır. Eleştirinin ve
edebiyat tarihinin yapması gereken iş, türler arasındaki soy bağlarını bulmak,
türün edebiyatın evrimi içindeki yerini belirlemektir. İklim ve toplum şartları-
nın incelenmesi, tür incelemesinin yardımcılarıdır. Öyleyse edebiyat tarihinin
ve eleştirinin asıl amacı, türlerin gelişimini ortaya koymaktır (Suut Kemal
Yetkin, 1963).
8. Ünite - Bilimsel Eleştiri - İzlenimci Eleştiri 157
Propp yöntemi konusunda geniş bilgi edinmek için şu kitabı okuyunuz: V. Ppopp,
Masalların Yapısı ve İncelenmesi, Çev.: Hüseyin Gümüş, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, 1987, Ankara.
İZLENİMCİ ELEŞTİRİ
(LA CRITIQUE IMPRESSIONNISTE)
XIX. yüzyılda bilimsel bir eleştirinin gelişmesi, bütün sanat çevrelerinde mem-
nuniyetle karşılanmadı, özellikle yazarlar, bilgiye boğulan bu eleştiri anlayışına
karşı çıktılar. Eleştirmenin görevinin eser karşısında hissettiklerini, düşündükleri-
ni ifade etmekten ibaret olduğunu savundular. XIX. yüzyılın sonlarında Fransa’da
bütün sanat alanlarında, resimde, müzikte, edebiyat ve eleştiri alanlarında izle-
nimcilik en gözde akımdı. 1885-1915 yılları arasında üzerinde en çok durulan
akımlardan birisi izlenimcilik oldu.
Anatole France, nesnel bir eleştirin olamayacağını ve eleştirinin diğer edebî
türler gibi bir tür olduğunu ilan etti. A.Gide, A. France, Lemaître ve Gourmont’a
göre eleştiri, her şeyden önce okumadan elde edilen izlenimler üzerine kurulur.
Eleştiri, eserin sistemini, düzenini ortaya çıkarmaktan çok ondan elde edilen iz-
lenimlerin tespit edilmesi işidir. Eleştirmen, eseri yargılamak ve açıklamak zo-
runda da değildir. Sadece ondan aldığı zevki ve vardığı sonucu açıklar. Rémy de
Gourmont’a (1858-1915) göre mutlak güzel diye bir şey de yoktur, her şey göreli-
dir yani bize göre güzel yahut çirkindir. Her yazar sadece kendine has olan bir es-
tetik yaratır. Gourmont, eserin iç düzenini ortaya koyan bir kavrama eleştirisine
(critique de compréhension) yönelmiştir. Eleştirmenin ilgileneceği en önemli şey,
yazarın farklılıklarıdır yani orijinalliği ve ferdîliğidir. Gourmont için orijinallik,
sanatta en büyük değerdir, basmakalıp ve klişe olan her şey değersizdir. Eleştirinin
uymak zorunda olduğu hiçbir kural ve estetik prensibi yoktur. Eleştirmen, özel-
likle meraklı, her şeye ve her fikre açık, sadece anlamaya çalışan iyi ve dürüst bir
okuyucu olmak zorundadır. O, okuduğunu beğenmeyebilir ama onu reddedemez
ve yargılayamaz. Kendi eğilimleri, kanıları ve alışkanlıklarıyla savaşır, eleştirmen
şüphe eden ve şüphe uyandıran bir kişidir. Kısaca Gourmont’un eleştirisi, bir öz-
gürlük, bir kuşkuculuk, bir görecelik eleştirisidir.
A.Gide, A. France, Lemaître ve Gourmont’a göre eleştiri, her şeyden önce okumadan
elde edilen izlenimler üzerine kurulur.
şekilde eserlerle ilgili kişisel izlenimlerini dile getirir. Charles Péguy, Jean-Paul
Sartre, Maurice Blanchot, Roland Barthes, Julien Gracq denemeci eleştirmenler
arasında yer alır.
Yaratıcı eleştiri, aşırıya gitmiş bir izlenimci eleştiri olarak tanımlanabilir. Bun-
lar, bir eseri vesile ederek şiir, roman, edebiyat hakkındaki fikirlerini ortaya koyar-
lar. Eleştirmeyi bir “yaratma” olarak gören ilk kişi Baudlaire’dir. Baudlaire’e göre
eleştiri, bir bilim değildir, sanat eseriyle yapılan bir iş birliğidir. Ancak Baudlaire’in
kendisi eleştiri uygulamalarında yaptığı bu tanıma pek uymaz, eleştirdiği eserde
bulunmayan güzelliklerden de söz etmeye başlayarak eserin dışına düşer.
şantılardan başka bir şey değildir. Bundan dolayı her okurun bir metni kendine göre
yorumlama hakkı vardır.
İzlenimci eleştiri temelde okur merkezli bir eleştiri akımıdır, her eleştirme-
nin hiçbir kurala bağlı olmadan bir metni kendine göre ve öznel bir tarzda ele
alabileceğini savunur. İzlenimci bir eleştirmen olan Anatole France, öznel eleştiri
dışında bir eleştirinin mümkün olmadığına inanır, “İyi bir eleştirmen, şaheserler
arasında kendi ruhunun serüvenlerini anlatır. Nesnel sanat olmadığı gibi nes-
nel eleştiri de yoktur.” der. Bir eserin okuyucusuna verdiği zevk, onun değerinin
tek ölçüsüdür. Bu durumda eleştiri bir bilim değil, bir sanattır, eleştiri eseri de bir
sanat eseridir.
Edebî eserleri nesnel yöntemlerle ele alanlar çok zaman onun haz veren bir
nesne olduğunu unuturlar. Halbuki bir eserin başlıca niteliklerinden birisi haz
vermesidir. Bundan dolayı bütün eleştirmenler, yöntemlere sıkı sıkıya bağlı olan-
lar bile zaman zaman izlenimlerini ifade etmek zorunda kalmıştır (J.C. Carloni ve
Jean-C. Filloux, 1963).
İzlenimci eleştiri, en çok eleştirilen akımlardan birisidir. Hemen hemen diğer
bütün eleştiri akımları bu öznel yaklaşım tarzını şiddetle eleştirmiştir. Bununla
birlikte Anatole France, Jules Lemaitre yahut Nurullah Ataç gibi eleştirmenler,
geniş bir kültüre, ince bir edebî zevke ve sezgi gücüne sahip olduklarından başarılı
eleştiriler yapabilmişlerdir. Her şeye rağmen eleştiri sahasının en ilgi çekici akım-
larından birisi izlenimci eleştiridir.
Edebî Akımlar
A) Türk Edebiyatında Edebî Akımlar: İncelediğimiz eser, Türk edebiyatındaki
edebî akımlarından izler taşıyabilir. İncelenen metinde bu akımların hangisi-
nin yahut hangilerinin etkisi olduğu belirlenmelidir:
Edebî Türler
Bir metni incelerken yapılacak ilk işlerden birisi incelediğimiz eserin türünü tespit
etmektir. Bazı metinlerin türünü belirlemek çok kolay olduğu halde, bazı metin-
lerde bu iş güçleşir. Bunun sebebi çok zaman metinlerin birkaç türün özelliklerini
taşımasıdır. Böyle bir durumda metnin genel niteliği göz önünde bulundurulmalı
ve diğer türlerle ilişkisi belirtilmelidir.
Tür (genre), ortak nitelikler taşıyan varlıklar kümesinin adıdır. Edebiyatta tür,
biçimi ve içeriği (tem) ile birbirine benzeyen eserler topluluğunun adıdır. Türlerin
tanımı ve sınıflandırılması çağlara ve uluslara göre büyük değişiklikler gösterdi-
ğinden pek çok edebî tür sınıflandırması vardır. Edebî tür sınıflandırmalarının
değişik olmasının bir diğer sebebi türün bazen içeriğe bazen biçime göre adlandı-
rılmasıdır. Ayrıca bazı tür ve eserler aynı zamanda farklı türlerin özelliklerini ken-
dinde toplayabilmektedir. Mesela fabl, aynı zamanda şiir türü, ispatlama türleri,
öğretici türler ve hikâye etme türleri içinde yer alabilmektedir.
Günümüzdeki edebî türleri çok genel bir tarzda olmak üzere şu şekilde sınıflan-
dırabiliriz:
I. HİKAYE ETME TÜRÜ, ANLATI TÜRÜ: Hayalî yahut gerçek olayları anla-
tan eserlerdir.
a) Masallar
b) Hikâyeler
c) Romanlar
d) Biyografiler
bu tür içinde yer alır.
II. TİYATRO TÜRÜ: Sahneye koymak üzere yazılan eserlerdir. Bu eserler-
de anlatma yerini göstermeye bırakır. Metin, karşılıklı konuşmalardan ve
açıklamalardan (didascalies) oluşur.
a) Trajedi
b) Komedi
c) Dram
bu tür içinde yer alır.
III. ŞİİR TÜRÜ: Dilin özel kullanılmış olmasıyla yahut vezni, kafiyesi ve biçi-
miyle diğer türlerden ayrılır. Başlıca alt türleri şunlardır:
a) Lirik şiir
b) Destanî şiir
c) Didaktik şiir
IV. İSPATLAYICI TÜRLER: Fikir ağırlıklı yazılardır.
a) Fikir yazıları,
b) Felsefî yazılar
c) Denemeler
d) Vecizeler
V. KİŞİSEL HAYAT HİKAYESİ TÜRÜ (AUTOBIOGRAPHIQUE): Yazarın
kendi hayat hikâyesini anlattığı eserlerdir. Hikâye etme ve tasvir ağırlıklı
metinlerdir. Bu türe bağlı türler şunlardır:
a) Günlükler
b) Hatıratlar
c) Otobiyografiler
8. Ünite - Bilimsel Eleştiri - İzlenimci Eleştiri 163
Metin Tipi
Metinler, yazarın amacına göre sınıflandırılabilir. Yazar, hikâye etmek, tasvir et-
mek, ispatlamak yahut bilgi vermek isteyebilir. Bu dört durumda ortaya dört fark-
lı metin tipi çıkar. Ancak unutmamak gerekir ki yazarlar bu metin tiplerini çok
zaman birlikte kullanırlar. Bu durumda, metin türlerinde olduğu gibi metnin ge-
nel niteliği göz önünde bulundurulmalı ve ayrıca yararlanılan diğer metin tipleri
tespit edilmelidir.
BETİMLEME
HİKÂYE ETME İSPATLAMA BİLGİ VEREN
/ TASVİR
METİNLERİ METİNLERİ METİNLER
METİNLERİ
Betimleme
metinleri, İspatlama
varlıkları, metinleri
Hikâye etme Bilinmeyen bir
gözler konuşanın
metinleri, konu hakkında
önüne sermeyi kendi
olayları ve bilgi veren ve
amaç edinen bakış açısını
TANIMLAR: olguları o konunun
metinlerdir. dinleyicisine
zamanın akışı anlaşılmasını
Bu metinlerde kabul
içinde anlatan sağlayan
nesneler, âna ettirmeye
metinlerdir. metinlerdir.
ve mekâna çalıştığı
bağlı olarak ele metinlerdir.
alınırlar.
164 Eleştiri Kuramları
Duygu Tonu
Edebî türler günümüzde, eserin okuyucunun üzerinde bıraktığı duygu tonuna
göre sınıflandırılmaktadır. Duygu tonu sınıflandırılmasında edebî türler, gülmek-
ten ağlamaya kadar uzanan bir çizgi üzerinde yerlerini almaktadır. Kısaca, edebî
eserin okuyucu üzerinde uyandırdığı duygu tipi, onun duygu tonudur. Duygu
tonlarının bazı edebî akımlarla ve bazı edebî türlerle isim benzerlikleri bulunsa
da metnin duygu tonunu onlarla karıştırmamak gerekir. Duygu tonu, türlerden
ve akımlardan bağımsız olarak metnin okuyucu üzerinde uyandırdığı duygudur.
Başlıca duygu tonları şunlardır:
Patetik ton: Yazarın ıstırap veren temler yardımıyla (ölüm, hastalık, ayrılık)
okuyucunun duygularını harekete getirmesinden doğar.
Trajik ton: Tiyatro türünde trajediye has olan tondur, şiirde ve romanda da
karşımıza çıkar. Tanrı, devlet, ahlâk kuralları gibi ferdi aşan güçler karşındaki ça-
resizlikten doğan ıstırabı yansıtır. Istırap ifade eden kelimeler, dağınık bir sözdizi-
mi ritmi, ünlemler, karşıtlıklar, tekrarlar, imajlar, istiareler, teşbihler vasıtasıyla bu
ıstırap okuyucuya yansıtılır.
Komik ton: Çeşitli yöntemlerle güldürmeyi amaçlayan metinlerin duygu yü-
küdür.
İronik ton: İroni, söylenmek istenenin tersini söylemektir. Böylece, söylene-
cek olan şey, dolaylı ve imalı olarak söylenmiş olur. Bizim belagatimizde bu ton,
kinaye adını alır.
Lirik ton: Yazarın derin heyecan ve tutkularını dile getiren metinlerin tonu-
dur. Bu tonda, acı, pişmanlık, melankoli, nostalji gibi duygular olduğu kadar se-
vinçler, mutluluklar da ifade edilir.
Fantastik ton: Okuyucunun makul, kabul edilebilir açıklamalar ile akıl dışı
açıklamalar arasında kararsız bırakıldığı metinlerin duygu yüküdür.
Bir metnin tipini, türünü, tonunu tespit ederken çok zaman tereddütler yaşar, kolay
2 karar veremeyiz. Sizce bunun sebepleri neler olabilir?
Metin:
SÜVARİ
Şu bakır zirvelerin ardından
Bir süvârî geliyor kan rengi;
Başlıyor şimdi melûl akşamda
Son ışıklarla bulutlar cengi...
canlandırdığı ses imajıdır, işaretlenen, dil işaretinin, kelimenin ifade ettiği kav-
ramdır. Saussure’e göre bir dil işareti “bir isimle bir eşyayı birleştirmez, zihnî
bir kavramla bir ses imajını birleştirir”. Ayrıca işaretin işaretleyen ve işaretle-
nen kısımları, bir yaprağın iki yüzü gibi tek bir gerçeklik oluşturur ve birbiriyle
bağlantılıdır; Bu tanımlamaya göre dilde anlam, işaretin işaretlenen yüzünde
ortaya çıkar. Gelişen bu yeni anlayışa göre kelimeler, cümleler yahut metinler
iki ayrı açıdan ele alındı. Kelimelerin, cümlelerin ve metinlerin ses tabakası ve
anlam tabakası ayrı ayrı incelendi ve aralarındaki ilişkiler araştırıldı. Ses ve an-
lam ayırımı yapısal kuramların esasını oluşturdu. Bu anlayış eğitim uygulama-
larına da yansıdı. XX. yüzyılda bir metne bakış açısının değişmesini sağlayan en
önemli dilbilimsel buluşlardan birisi de her cümlede bir sıralama ekseni ve bir
seçme ekseni bulunduğunun keşfedilmesidir:
“Ahmet maça gitti.” gibi bir cümlede cümlenin öğeleri (özne, tümleç, yüklem)
yatay bir eksen oluşturur. Bu sözdizimsel sıralama, bir sıralama ekseni oluşturur.
Buna karşılık, dil hazinemizde bu üç öğenin herbirinin yerini alabilecek başka
kelimeler de vardır. Mesela böyle bir cümlede “Ahmet” kelimesinin yerine, du-
ruma göre “o, yahut, kardeşim, yahut bizim yaramaz vb...” diyebiliriz. Aynı şey
diğer öğeler için de geçerlidir. Her öğenin yerini alabilecek kelimeler, birer liste
oluşturur. Bu listelere ise “seçme ekseni” denir. Bu anlayış, dil bilimin olduğu gibi
günümüz edebiyat eğitiminin de esasını oluşturmaktadır. Çağımızda bilimde ve
eğitimde, dil olguları önce ses ve anlam ayırımı içinde ikiye ayrılmakta, sonra ses
ve anlam tabakaları, seçme ekseninde olanlar, sıralama ekseninde olanlar diye
tekrar ikiye ayırarak incelenmektedir.
Çağımızda bilimde ve eğitimde, dil olguları önce ses ve anlam ayırımı içinde ikiye
ayrılmakta, sonra ses ve anlam tabakaları, seçme ekseninde olanlar, sıralama ekse-
ninde olanlar diye tekrar ikiye ayırarak incelenmektedir.
SES ANLAM
GÖSTEREN GÖSTER‹LEN
‹fiARETLEYEN ‹fiARETLENEN
Edebî akımlar, metin türleri, metin tipleri hakkında hiçbir fikri olmayan bir
okuyucu ile bunları bilen bir okuyucu “Süvari” şiirini aynı şekilde yorumlaya- 3
bilir mi? Bu bilgilere sahip olan birisinin yorumu ve eleştirisi neden daha tercih
edilir durumdadır?
172 Eleştiri Kuramları
Özet
Bilimsel Eleştiri: XIX. yüzyılda Tabiat bilimlerinin İzlenimci Eleştiri: İzlenimciler, eleştirmenin göre-
gelişmesi, bu bilimlerin yöntemlerinin eleştiri sahasına vinin eser karşısında hissettiklerini, düşündüklerini
da uygulanabileceği düşüncesini doğurdu. Bunun so- ifade etmekten ibaret olduğunu savundular. Anatole
nucunda Hippolyte Taine, Ferdinand Brunetière, Gus- France, nesnel bir eleştirinin olamayacağını ve eleşti-
tave Lanson gibi bilginler bilimsel yöntemlerden ya- rinin diğer edebî türler gibi bir tür olduğunu ilan etti.
rarlanarak gelişmiş bir eleştiri anlayışının örneklerini A.Gide, A. France, Lemaître ve Gourmont’a göre eleş-
verdiler. Taine’e göre en iyi eserler toplumun en derin tiri, herşeyden önce okumadan elde edilen izlenimler
niteliklerini yansıtanlardı. İkinci ölçüt, bir eser, ne ka- üzerine kurulur. Eleştiri, eserin sistemini, düzenini or-
dar faydalı ve iyi şeylerden bahsediyorsa o kadar iyiydi. taya çıkarmaktan çok ondan elde edilen izlenimlerin
Üçüncü ölçüt, eserin biçimi ile ilgiliydi. Eserde bütün tespit edilmesi işidir. Eleştirmen, eseri yargılamak ve
unsurlar bir bütün yaratacak biçimde, olmalı, olaylar, açıklamak zorunda da değildir. Sadece ondan aldığı
karakterler, üslup belirli bir etki yaratacak biçimde dü- zevki ve vardığı sonucu açıklar. Rémy de Gourmont’a
zenlenmeliydi (Suut Kemal Yetkin, 1963). Taine, edebî (1858-1915) göre mutlak güzel diye bir şey yoktur, her
eserlerin ırk, ortam ve dönem bağlamı içinde değer- şey görelidir yani bize göre güzel yahut çirkindir. Her
lendirilmesi gerektiğini savundu. Irk sözüyle, ulusal yazar sadece kendine has olan bir estetik yaratır. Yara-
özellikleri, ortam sözüyle iklim ve toprağı, dönem tıcı eleştiri, okura dönük eleştiri, alımlama estetiği gibi
(zaman) sözüyle eserin yazıldığı zamanı kastediyor- eleştiri akımları, esas itibarıyla izlenimci eleştirinin çe-
du. Taine’e göre edebî eserler, bir toplumun gelenekleri- şitli uygulamalarından ibarettir.
ni, ahlâkını ve ruhunu yansıtan belgelerdi. Brunetière’e Edebiyat Eğitimine Yansıyan Eleştiri Anlayışı: Edebî
göre eleştirinin konusu, “edebiyat eserlerini yargıla- bir eseri tahlil etmek, analiz etmek için edebiyat eği-
mak, sınıflandırmak, açıklamak”tır. Bir eseri açıkla- timinde şu dört temel sorunun cevabı aranmaktadır:
mak, eserin edebiyat tarihi içindeki yerini belirlemek, • Eser hangi edebî akıma aittir?
türü ile ilişkisini incelemek, eserin yazar ve çevresi ile • Türü nedir?
bağlantılarını göstermektir. Eleştirinin ve edebiyat ta- • Metin Tipi nedir?
rihinin yapması gereken iş, türler arasındaki soy bağ- • Duygu tonu nedir?
larını bulmak, türün edebiyatın evrimi içindeki yerini Eğitimsel Anlayışa Uygun Bir Uygulama: Süvari
belirlemektir. İklim ve toplum şartlarının incelenmesi, şiirin anlamı kapalı sembollerin arkasındadır. İkin-
tür incelemesinin yardımcılarıdır. Öyleyse edebiyat ci olarak lirik bir şiirdir, bundan dolayı şiire hakim
tarihinin ve eleştirinin asıl amacı, türlerin gelişimini olan şey fikirler değil duygulardır. Bu duygular ise
ortaya koymaktır. Lanson, Edebiyat tarihi ve eleştiri şiirin sesi ve hayaller vasıtasıyla hissettirilmiştir. Şa-
çalışmalarını seçilmiş, sağlam ve anlamı kavranmış irin amacı gördüklerini değiştirerek tasvir ve hikâye
metinlere dayandırdı. Orijinal olanı geleneksel olan- etmektir. Bu şiire okuyucu açısından bakıldığında
dan, ferdî olanı ortak olandan ayırmaktan ibaret olan okuyucu üzerinde lirik, fantastik, trajik duygular bı-
dar bir mukayese anlayışının yerine art zamanlı ve eş rakmaktadır.
zamanlı olarak iki düzlemde birden yürütülen geniş
bir mukayese anlayışını benimsedi. Edebî olayları hem
tarihî gelişimi içinde hem eş zamanlı küresel yayılımı
içinde ele aldı. Edebî olguları, özelden genele, eserden
edebiyatın bütününe giderek açıkladı. Toplumbilimci-
ler gibi toplumbilimin genel hükümlerinden edebiyata
yönelmedi, edebiyattan toplumbilime ulaştı. Edebî
olayları ve eserleri esas alıp onları siyaset tarihi, dü-
şünce tarihi ve toplumbilimi çerçevesinde değerlen-
dirdi. Sanatçıyı, ferdi, içinde yaşadığı kültür ortamı-
nın, zamanın ve mekanın ürünü olarak açıkladı.
8. Ünite - Bilimsel Eleştiri - İzlenimci Eleştiri 173
Kendimizi Sınayalım
1. Taine’e göre sanatçıların görevi aşağıdakilerden 6. Bir edebî eserde orijinalliği en büyük değer olarak
hangisidir? gören eleştirmen kimdir?
a. Seçer ve olgular arasında yeni bağlantılar kurar. a. Rémy de Gourmont
b. Hayallerini ve dünya ile ilgili fikirlerini dile ge- b. Lemaitre
tirir. c. Jean-Paul Sartre
c. Biçimleri, ideaları, aslından daha güzel yansıtır. d. Albert Thibaudet
d. Toplumu etkileyecek yeni fikirler ileri sürer. e. Bergson
e. Sanatçı bir görev yüklenmeyen bağımsız bir dü-
şünürdür. 7. Aşağıdakilerden hangisi metin türlerinden biri
değildir?
2. Edebî eserler açıklanırken ırk, zaman ve mekânın a. Hikâye etme
göz önünde bulundurulmasını isteyen eleştirmen aşa- b. Betimleme, tasvir
ğıdakilerden hangisidir? c. İspatlama
a. Anatole France d. Bilgi veren metinler
b. V. Propp e. Mektuplar
c. Alain
d. Gustave Lanson 8. Aşağıdakilerden hangisi patetik tonun niteliğidir?
e. Hippolyte Taine a. Komik olma
b. Sevinç ifade etme
3. Ferdinand Brunetiére’e göre eleştirinin amacı aşağı- c. Dolaylı ve imalı anlatım
dakilerden hangisidir? d. Istırap ifade etme
a. İzlenimlerini ifade etmek e. Akıl dışı olguları yansıtma
b. Dış dünya ile sanat arasında ilişki kurmak
c. Türlerin gelişimini ortaya koymak 9. Ahmet Haşim’in “Süvari” şiiri hangi edebî akıma
d. Eseri gün ışığına çıkarmak bağlanabilir?
e. Okuyucuyu bir eseri okumaya hazırlamak a. Romantizm
b. Hümanizm
4. Eleştirinin eseri yorumlamak, sınıflandırmak ve c. Klasisizm
açıklamak olduğunu söyleyen düşünür aşağıdakiler- d. Sembolizm
den hangisidir? e. Barok
a. Roman Jakobson
b. Gérard Genette 10. Ahmet Haşim’in “Süvari” şiirinin “metin tipi” nedir?
c. A. Gide a. Sembolizm
d. Bergson b. Hikâye etme ve bilgi verme
e. Ferdinand Brunetière c. Tasvir ve hikâye etme
d. Tasvir
5. Art zamanlı ve eş zamanlı eleştiri anlayışını benim- e. Trajik
seyen eleştirmen aşağıdakilerden hangisidir?
a. Gustave Lanson
b. Gérard Genette
c. V. Propp
d. André Suarez
e. Baudlaire
174 Eleştiri Kuramları
Okuma Parçası
Anatole France bilirim. M. Brunetière’in kendisini yalanladığını, ken-
“Mutlaka M.Brunetière ile çarpışmam gerekirse pek disiyle tezada düştüğünü aslâ söylemiyorum. Büyük
elverişsiz bir durumda bulunacağım . Pek belli ve bir takip fikriyle bilinmezin, umulmazın içine isteye-
göze çarpan eşitsizliklere dokunmayacağım. Sadece rek koyduğu kendi karakterinin bir tarafını, tabiatının
bambaşka özellikte olan bir tanesine işaret edeceğim. bir çizgisini işaret ediyorum. Bir gün, onun aykırı dü-
O da şudur: kendisi benim tenkidimi tatsız bulurken şünceli olduğu söylendi. İyi muhakeme yürütmedeki
ben onun tenkidini mükemmel buluyorum. Böyle- şöhreti sağlam bir şekilde yerleşmiş olduğuna göre,
ce kendimi, demin sölediğim gibi bütün tâbiyecilerce bunun ters anlamda söylendiği anlaşılıyor. Fakat dü-
kötü sayılan savunma durumuna sokmuş oluyorum. şünüşte, gerçekten kendine göre, biraz aykırı düşünceli
M.Brunetière’in sağlam tenkid yapılarına pek büyük olduğu görüldü. İspat etmede fevkalâde ustadır. Daima
değer veririm. Malzemelerinin sağlamlığına, plânının ispat etmesi lâzımdır ve arada sırada olağanüstü, hattâ
büyüklüğüne bayılıyorum. Bu kabiliyetli konferans üs- şaşırtıcı fikirleri kuvvetle desteklemekten hoşlanır.
tadının Rönesanstan Zamanımıza Kadar Tenkidin Ge- Taliin ne insafsız bir cilvesidir ki, duygularımla bu ka-
lişmesi Hakkında, Öğretmen Okulunda okuttuğu ders- dar az uyuşan bir tenkidçiyi sevebiliyor, takdir edebi-
lerini yeni okudum. Fikirlerin bu dersler içinde pek liyorum! M. Brunetière için, kötü olan sübjektif ten-
metotlu bir şekilde yürütüldüğünü, isabetli ve kendini kid, iyi olan bir objektif tenkid olmak üzere, sadece
kabul ettiren, yeni bir düzen içine sokulduğunu yüksek iki çeşit tenkid vardır. Ona göre M. Jules Lemâîre, M.
sesle söylemekten hiç de çekinecek değilim, fikrinin Paul Desjardins ve ben sübjektif hastalığına tutulmuş
ağır fakat güvenli yürüyüşü, bana bir şehre saldırırken bulunuyoruz; bu da hastalıkların en kötüsüdür. Çün-
kalkanlariyle örtünmüş, birbirlerine sıkı sıkı yanaşmış kü insan sübjektiflikten hayale, şehvete, zevkperestliğe
bir halde ilerleyen şu meşhur eski Roma askerlerinin düşer. Yine onlardan alınan zevkle insan eserleri yargı-
manevrasını hatırlatıyor. Buna kalkan kaplumbağası lanır; bu da iğrenç bir şeydir. Çünkü ondan zevk almak
yapmak denirdi. Bu müthiş bir şeydi. Fikirler ordu- için bir sebep olup olmadığını bilmeden önce bir fikir
sunun nereye gittiğini görünce, belki de hayranlığıma eserinden zevk almamalıdır. Çünkü insan düşünen
biraz şaşkınlık karışıyor. bir hayvan olduğuna göre, ilk önce muhakeme etmesi
M. Brunetière edebî tenkide, tekâmül nazariyelerini lâzımdır. Çünkü bir sebep olması lüzumludur da, zevk
tatbik etmeyi hedef tutuyor. Aslında böyle bir teşebbüs arama lüzumlu değildir. Çünkü yanılmayan diyalektik
ilgi çekici ve övgüye lâyık da olsa, bilimi ahlâkın emri- vasıtasiyle öğrenmeye çalışmak, insana vergidir; çün-
ne vermek, tabiat bilimleri üstüne kurulmuş her dok- kü, insan daima bir muhakeme sonunda, tıpkı bir saç
tirinin gücünü azaltmak için Revue des Deux Mondes örgüsünün ucundaki düğüm gibi, ortaya bir gerçek
tenkidçisinin son zamanlarda harcadığı gayret unutul- koymalıdır. Çünkü, bu olmadan muhakeme bir şey
muş değildir. meydana getirmez, halbuki getirmesi gerekir. En sonra
Bu, Çömez münasebetiyle olmuştu ve M. Brunetière’in on yıllarca süren bir sistem kuracak şekilde birçok mu-
o zaman psikoloji ve sosyolojinin bir alanına değişim- hakemeler bir bütün olarak birbirine bağlanır. Biricik
cilik nazariyelerini sokmaya kalkışan kimseleri azar- iyi tenkidin objektif tenkid olması bundandır.
layıp azarlamadığını herkes bilmektedir. Değişmez M. Feddinand Brunetière ötekini aldatıcı ve yanıltıcı
ahlâk adına Darwin’ci fikirleri reddediyordu. Kesin sayıyor. Bu yolda çeşitli sebepler de ileri sürüyor. Fakat
olarak: “bu fikirler, tehlikeli olduklarına göre yanlış ben, ilk önce suçlu sayılan metni tekrar ortaya atmak
olsa gerek” diyordu. Şimdi de, yeni tenkidi tekâmül fa- zorundayım. Edebiyat Hayatı’nın bir yerinde şu satırlar
raziyesi üstüne kuruyor. “Plânımızı diyor, M. Taine’in okunur:
Geoffroy’dan Saint Hilaire’den Cuvier’den gördüğü
Objektif sanat olmadığı gibi, objektif tenkid de yoktur.
yardımı, Darwin’le Haechel’den görmekten başka bir
Eserlerine kendilerinden başka bir şey katmakla övünen
şey değildir.” M. Sixte gibi, canilerin sorumsuzluğunu,
bütün insanlar en yanıltıcı bir felsefe ile aldanmışlardır.
ahlâk konusunda mutlak kayıtsızlığı öğretmenin başka
Gerçek şudur ki, insan benliğinden aslâ dışarı çıkamaz.
bir şey olduğunu bildiğim gibi, hayvan ve bitki cinsle-
Bu bizim en büyük zavallılıklarımızdan biridir. Bir an
rinin tekâmülüne hâkim olan kanunları edebiyat nevi-
için toprağı ve göğü bir sineğin petek gözüyle görmek veya
lerine tatbik etmenin başka bir şey olduğunu da pekâlâ
tabiatı orangotanın kaba ve basit dimağıyle anlamak
8. Ünite - Bilimsel Eleştiri - İzlenimci Eleştiri 175
için neler vermezdik? Fakat bu bizim için imkânsızdır. kuvvetli görünecektir; eğer mesele böyle anlaşılırsa
Daima bir hapishanede gibi benliğimiz içine kapanmı- başka türlü ne cemiyet, ne dil, ne edebiyat, ne sanat
şızdır. Bana öyle geliyor ki, en iyisi bu müthiş hali hoş kalırdı,”diye direniyor, şöyle ilâve ediyor:
karşılamak, kendimizi susturma gücünü bulamadığımız
“Biz insanız; bilhassa başkalarında kendimizi aramak,
zaman kendimizden söz açtığımızı itiraf etmektir.
tekrar bulmak, kendimizi tekrar tanımak için benliğimi-
M.Brunetière bu satırları aldıktan sonra derhal: “hiç- zin dışına çıkabilme kudretimizle insanız.”
bir şeye güvenilmez, hükmü kadar büyük bir güvenle
Dışa çıkma, bu fazla bir iddiadır. Bir mağara içinde-
kabul edilecek hüküm olamaz.” diyor. Belki kendisine,
yiz ve mağranın hayaletlerini görüyoruz. Hayat bunsuz
hâdiseleri ancak üzerimizde uyandırdığı intıbalar-
pek acı olurdu. Onun ancak içine kapatıldığımız du-
la tanımaya mahkûm olduğumuzu söylemekte hiçbir
varların iç satıhları üstünde dolaşan o gölgelerle, bize
yenilik olmadığı gibi hiçbir tezat da yoktur, cevabını
benzeyen geçerken tanımaya ve arasıra sevmeye çaba-
verebilirdim. Gözlemin bunu göze çarpar bir şekilde
ladığımız o gölgelerle bir sihri, bir değeri vardır.
ispat ettiği bir gerçektir; öyle ki, herkes ona temas eder.
...Her şiir her sanat eseri her zaman münakaşa konusu
Bu, tabiat felsefesinin harcıâlem bir gerçeğidir. Onun
olmuştur. Belki de bu güzel şeylerin en büyük çekiciliği
için buna pek aldırış etmemeli, hele bu noktada dokt-
böyle şüpheli kalmasıdır. Çünkü her şey insan boşu-
rinci bir pyrrhonculuk da görmemelidir. İtiraf edeyim
na inkâr etse de, her şey şüphelidir. M. Brunetière bu
ki, mutlak şüphecilik tarafına bir defa daha göz gezdi-
evrensel ve uğursuz kararsızlığı asla kabul etmek iste-
rirdim. Fakat aslâ içine giremedim. Üstüne konan her
miyor. Bu kararsızlık, daima sınıflamak ve yargılamak
şeyi yutan bu temel üstüne ayağımı .basmaya korktum.
isteyen mazbut ve metotlu kafasına fazla aykırı görü-
Korkunç bir kısırlığı olan şu iki kelimeden çekindim:
nüyor. Mademki iyi bir yargılayıcıdır, varsın yargılasın,
“şüphe ediyorum.” Bu iki sözün öyle bir kuvveti var
mademki savaşan bir tenkidçidir varsın kaplumbağa-
ki; onları bir defa söylemeye alışan ağız ebedî olarak
nın o korku veren nizamı içinde sıkışmış delillerini
mühürlenir, bir daha da açılmaz. İnsan şüphe ediyorsa
ileri sürsün!
susmalıdır; çünkü insanın arzu edip söyleyebildiği bir
Fakat mâsum bir zekânın kendisinde de pek bulunma-
söz, onu tasvip etmesi demektir. Mademki kendimde
yan bir şiddet ve taassupla sanat hâdiselerine karışma-
susma, vazgeçme cesaretini bulamıyordum, inanmak
sını, bu alanda daha az akıllı, daha da az muhakemeli
istedim, inandım. Hiç olmazsa hâdiselerin izâfiliğine,
olmasını, teklifsiz konuşma edasını ve gezinti sırasın-
fenomenlerin zincirine inandım.
daki hafif yürüyüşü tenkidde de muhafaza etmesini,
Gerçekte hakikatlarla görüntüler, hepsi aynı şeydir.
dilediği yerde durmasını, bazen de iç dökmesini, da-
Bu dünyada sevmek ve ıstırap çekmek için hayaller
ima doğru, samimî, iyi yürekli olmak şartiyle kendi
yetişir. Onların objektifliğini ispat etmeye lüzum
zevkleri, hayalleri, hattâ hevesi peşinde koşmasını, her
yoktur. Hayat nasıl kavranırsa kavransın, isterse bir
şeyi bilmemesini, her şeyi açıklayamamasını, fikirlerin,
rüyanın rüyası sayılsın yine yaşanır, Bilimleri, sanat-
duyguların önüne geçilmeyen çeşitliliğine inanmasını,
ları , ahlâk kaidelerini, empresyonist tenkidi, hatta
sevmesi gereken şeylerden isteyerek bol bol söz açma-
Objektif tenkidi kurmak için gerekli olan her şey işte
sını bağışlayamaz mı?”
budur. M. Brunetière, bir sihirbaz olan M. Josephin
Péladan’nın bize son zamanlarda şaşılacak macera-
sını anlattığı Nuremberg’li şu ihtiyar profesörü ör-
nek alarak , insanın istediği zaman, benliğini terk
etmesine, kendi dışına çıkmasına inanıyor, estetikle
fazla uğraşan bu profesör, geceleyin, uyuyan güzel-
lerin bacaklarını Praxiteles Venüsü’nün bacaklarıyla
mukayese etmek üzere kendi görünür vücudundan
ayrılıp ruhanî vücuduna girmiş. M. Brunetière:
“bir yalan varsa, diyor, mevcut olması gereken bir
yalan varsa, o da hayatı bilâkis, sadece ona bağla-
yarak kendi benliğimizden dışarı çıkmayacağımıza
inanmak ve onu öğretmektir. Sebep de elbet bir hayli
176 Eleştiri Kuramları
Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 3 Albisson, Anne_Marie, le Texte comme objet de cul-
Şüphesiz edebiyat hakkında bilgisi olanın fikirleri fark- ture, http://www.edunet.tn/ressources/sitetabl/si-
lı ve tercih edilir olacaktır. Her yazar, okuyucusuyla bir tes/beja/ibnhaytem/Lycee/Francais/Grenoble/bac.
sözleşme içindedir. Roman satın alan aldığı eserde ro- htm#LE%20TEXTE%20COMME%20OBJET%20
man özellikleri arar. Her edebî eser bir kültür ortamın- DE%20CULTURE
da yazılır ve bu ortama ait kişiler tarafından okunur. Angenot, Marc; Bessiere, Jean; Fokkema, Douwe;
Divan şiirini okuyanlar, onun kurallarını biliyordu Kushner Eva (1989). Théorie Litteraire, Presses
ve bildiği için daha iyi anlıyordu. Edebiyata ait bilgisi Universitaires de France. Paris.
olanların yorumu tabii ki daha başarılı olacaktır. Engel, Vincent (1998). Histoire de la Critique Littera-
ire des XIX et XX’e. Siecles; Bruylant-Academia,
Belgique.
France, Anatole (1956). Edebiyat Hayatı, Çev.: Nebil
Otman, Maarif Basımevi, 1956, Ankara.
Hébert, Louis (2011). Méthodologie de L’analyse
Başvurulabilecek Kaynaklar Litteraire, Analyse, dissertation, commentaire,
Hece (2003). Eleştiri Özel Sayısı, Hece Aylık Edebiyat compte rendu; Version (29/01/2011), dans Louis
Dergisi, Sayı: 77; Ankara. Hébert (dir.) Signo en ligne), Rimouski (Québec),
Özön, Mustafa Nihat (1954). Edebiyat ve Tenkit Söz- http://www.signosemio.com.
lüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul. Lemelin, Jean-Marc, “Theorie de la Litterature” “www.
Moran, Berna (1972). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, ucs.mun.ca/~lemelin/THEORIE.htm”
Edebiyat Fak. Yay. İstanbul. Moran, Berna (1972). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri,
Türk Dili (1963). Eleştiri Özel Sayısı, Sayı:142, Tem- Edebiyat Fak. Yay. İstanbul.
muz 1963, TDK, Ankara. Rallo, E. R. (2006). Méthode de Critique Littéraire,
Armand Colin, Paris.
Roger, Jérôme (2009). La Critique Litteraire, Armand
Colin, Paris.
Tamine, Joelle Gardes; Hubert, Marie-Claude (2004).
İnternet Kaynakları Dictionnaire de Critique Littéraire, Armand Co-
Filizok, Rıza, Edebî Eleştiri Türleri, http://www.ege- lin, Paris.
edebiyat.org/wp/?p=338
Sözlük 179
Sözlük
A Auratik sanatlar: W. Benjamin tarafından geliştiril-
Abartma (osm. mübalağa, fr. hyperbole): 1) Abart- miş bir terimdir. Dinî törenler ile ilişkili, gelenek-
ma, bir büyükseme yaratan biçem betisidir. Dü- sel özellikler taşıyan, belirli bir estetik mesafeye
şüncelere dayanarak aşırı bir duyguyu anlatımda ulaşmış, tek olan ve çoğaltma imkânı bulunmayan
kullanılır. 2) Anlatımı etkinleştirmek için, bir şeyi sanatlara denir.
anlatırken onu olduğundan daha fazla göstermek, Ayrışıklık (fr. hétérogène): Tanımı, aynı veya birbirine
abartmak. yakın değerleri/nitelikleri içermeyen bir bütünlü-
Akıldışılık: Bakhtin tarafından keşfedilen bir ilkedir. ğü tanımlamak için kullanılmaktadır.
Bakhtin’e göre akıldışılık bilinç ile bilinçsizlik, rüya ile
uyanıklık arasındaki kaynaşmadan ileri gelen eleştirel B
ve özgür bir ilkedir. Bağlam değiştirme: Julia Kristeva’nın, bir göstergeler
Alımlama kuramı: Alımlama Estetiği ya da Kuramı, dizgesinden başka bir dizgeye geçişini belirtmek
1960’ların sonundan bu yana yazınsal yapıtların için metinlerarasılık yerine kullandığı terim.
anlamı ve yorumu ile ilgili olarak okurun işlevini Belirsizlik (fr. ambiguïté): Edebî metinlerde söylenilen
inceleyen çeşitli kuramlara verilen genel bir addır. ile kastedilenin, gösterilen ile gösterenin arasında
Ana-metinsellik: Bir B Metni’nin (yani ana-metin: uyumun olmaması, metnin tekanlamlılıktan kurtu-
“yalın ya da dolaylı bir dönüşüm işlemiyle önce- lup çokanlamlı olarak düzenlenmesi demektir.
ki bir metinden türeyen her metin”) ondan türe- Ben (fr. moi-ego): Benlik diye de adlandırılabilecek bu
yen bir A Metni’ne (alt-metin, gönderge-metin) nitelik, es (o) ile üst-ben arasında kalır. Çalışması
yalın bir dönüşüm ya da öykünme ile bağlayan bilinçlidir ve dış gerçek ile es ve üst-ben’in çelişik
ilişkidir. istekleri arasında bir uyum kurmaya yöneliktir.
Angaje roman: Eserde edebîlikten çok, belirli bir ide- Görevi, organizmanın gerçeğe uydurulması, sınır-
olojik, siyasî, dinî, ahlakî ve toplumsal düşünceyi sız içgüdülerin aşırılığının vicdan ve ahlak açısın-
anlatma amacını esas alan romanlardır. dan denetlenmesidir.
Anıştırma (fr. allusion): Bilinen bir konuya, olaya, Biçem betisi (fr. figure de style): Gündelik dilin kulla-
kavrama, nesneye örtük olarak gönderme yapı- nımı dışında yeni bir anlatım biçimini geliştirmeyi
lan bir anlatım biçimidir. Olayların, durumların, ve kullanmayı belirtir. Bu terim için “sözbilimsel
kişilerin, ya da bilindiği varsayılan bir nesnenin beti” de denir. Biçem betisi, konuşanın kendisi-
adını vermeden, alıcıda etki uyandırmayı sağlar. ni anlatma biçimini gösterir. Bir biçem, anlatımı
Anıştırma düşüncede kişiler, nesneler, çağlar ya da daha güçlü kılarak, ölçünlü dili değiştirir. Örnek-
uzamlar arasındaki hızlı bir yaklaşımı, ilişkilendir- seme, canlandırma, yerine kullanım, düzdeğişme-
meyi sağlar. Oluşturulan anlamın alıcıda yeniden ce, eğretileme, karşıtlık, titreşimlilik, üsteleme et
ve doğru olarak oluşabilmesi için, aynı kültürel arıksayış gibi betilerden söz edilir.
göndergelerin paylaşımı ve bağlam hakkında bir Biçembilim (osm. üslup bilimi, fr. stylistique): Biçem-
bilgi gereklidir. bilim, bir metnin yazılışının özelliklerini inceler.
Anlam evreni (fr. univers sémantique): Bir sözcüğün, Biçembilim, günümüzde genel anlamda sözbilim ve
bağlam içinde aldığı anlamlar bütünü. dilbilim üzerine kurulmuş bir bilim dalıdır. Biçem-
Anlamlı yapı: Anlamlı bir bütünlük olarak kabul edi- bilim, biçem kavramına gönderimde bulunur. Dil-
len metnin her bağımsız bölümün ayrı ayrı açık- deki düzenlenmiş olayların duyuşsal değerlerini ve
lanması ve söz konusu bölümlerin aralarındaki bir dilin anlatım araçları dizgesini oluşturmaya ça-
ilişkinin yorumlanmasıyla elde edilen bütünlük lışan anlatımsal ve anlamsal olguları metin ve ya da
demektir. söylem bağlamında inceler. Genel olarak dilbilim,
Anlatı şeması (fr. schéma narratif): İnsanlığın ortak göstergebilim ve sözbilimin katkılarıyla yirminci
belleğine yerleşmiş anlatısal ve kültürel düzenlen- yüzyılda üzerinde çok çalışılan bir bilim dalıdır.
menin soyut bir tablo ile görselleştirilmesidir. Bu Bilinçaltı (fr. subconscience): Altbilinç teriminin an-
şema “yaşamın anlamını”, sanal bir yeniden sunum lamdaşı. Bilinçdışı olmakla birlikte, kimi zaman
ile anlaşılır biçime sokar. kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin böl-
Art zamanlı inceleme (fr. étude diachronique): Olgu- gesi, şuuraltı. Bilincin dışındaki olay ve olgular.
ları tarihî gelişim süreci içinde inceleme yöntemi- Genellikle içe itilmiş, bastırılmış ve bilince çıka-
dir. Örneğin Türk dilinin başlangıcından günümü- mayacak derecede zayıf algılar ve izlenimler bilin-
ze kadar incelenmesi, bir art zamanlı incelemedir. çaltının içeriğini oluştururlar.
180 Eleştiri Kuramları
Bilinçdışı (fr. Inconscience): Davranış üzerine etki ya- Dilbilgisel aykırılık: Dilbilimde, bir sözcenin bir di-
pan, ama pek farkına varılamayan süreçlere veri- lin betimsel dilbilgisine uygunsuzluk göstermesi,
len ad. Eğilimler, otomatik alışkanlıklar gibi bilinci metnin dilbilgisini değiştiren, kuralı bozan bir
etkileyen ya da doğa ötesi ile ilişkilerin kurulduğu, unsur. Michael Riffaterre’in, anlamsal açıdan bir
öznelliğin eksik olduğu alan. metinde sorun yaratan, okurun aklında iletişim sı-
Bu, O (lat. Es veya id; fr. Ça): Alt-ben. İçgüdülerin ve bi- rasında bir kuralın çiğnendiği izlenimi uyandıran
linçsiz tepilerin tümü. Örnek: “Bütün salon size gül- metinsel olguya verdiği addır.
dü.” = “Salonda bulunan tüm izleyiciler size güldü.” Disiplinlerarası: Farklı sanatsal ve bilimsel alandan
Bütünce (fr. corpus): Üzerinde çözümleme yapmak araştırmacıların bir araya gelerek aynı sorun veya
amacıyla benzeşik (homojen) türden metinlerin konu karşısındaki değişik bakış açılarını buluştu-
toplamına verilen ad. rarak ortak bir amaca varmaları.
Doğallık (fr. naturel): Retorik terimi. Üslûbun genel
Ç niteliklerinden biri. İnsanın, dili, hissettiği ya da
Çeviri: Bir metni bir dilden başka bir dile aktarmak. konuştuğu gibi kullanmasıdır; özentili kelimeler,
Bir dildeki metnin anlamını bir başka dilin göster- olağanüstü cümle yapıları aramaya gerek duyma-
geleriyle yeniden oluşturmak. dan düşüncenin ifade edilmesidir. Doğallık, her
Çokdillilik: Dilin ve kültürün sabitlenebilir bir yapı türlü zorlamadan kaçmak ve süs olabilecek terim
olmadığını düşünen Mikhail Bakhtin, çokdilliliği, ve sözcükleri kullanmamaktan doğar. Bu niteliğe
bir sözceler çokluğu olarak tanımlar. “Bir bireyin sahip olmak isteyen bir yazar, özel olarak kendin-
ikiden çok dil bilmesi ya da bir toplulukta ikiden den bir şey katmamalı, yani düşünceyi ifade eder-
çok dil konuşulması. Çokdillilik kimi kez bildiri- ken doğal akışı içinde anlatmalı, ifadesinde bir ta-
şim durumlarına göre değişik diller kullanılması kım zorlamalara ve aşırı özene yer vermemelidir.
biçiminde ortaya çıkar.” (Berke Vardar yönetimin- Dolaylama (fr. périphrase): Bir sözcüğün tanımıyla ya da
de Açıklamalı dilbilim sözlüğü.) bu tanımın veya sözcüğün dengi olan daha uzun bir
Çokseslilik: 1) Önce müzik söylemine uygulanan anlatımıyla yer değiştirmesini belirten biçem betisidir.
çokseslilik kavramı, XVI. yüzyılda armoninin kar- Tek bir sözcükle söylenecek bir kavram, birden fazla
şısında, birden fazla sesten oluşan şarkı anlamında sözcükle söylenir. Örneğin “başbakan” yerine “bu ül-
kullanılıyordu. Mikhail Bakhtin’nin çalışmaların- keyi yöneten kişi” demek bir dolaylamadır. Dolaylı ad-
dan kaynaklanan, günümüzde bir söylemde bir- lama ve abartıcılık betileri de dolaylamayı belirtir.
den fazla söylemden gelen sözcük, anlatım biçimi, Dolaylı adlama (fr. antonomase): Özel adın cins ad, cins
alıntı, hatta metnin (Örneğin bir romanda bir şar- adın da özel ad yerine kullanılması. “Bu soğutucu-
kı, bir şiirden alıntı yapmak) varlığını gösterme- lar” yerine “bu frijderler” demek; “Artık Vietnamlar
sidir. Özellikle yazınsal metinlerde aktarılan söy- olmasın” yerine “Vietnam’da geçen kötü deneyimler
lem kullanımı, başka bir yapıta yapılan gönderme olmasın” demek gibi. Bu özel ad ya da temel özellik-
biçiminde ortaya çıkar. 2) Bakhtin’in geliştirdiği, leri belirten dolaylama, ortak ad olarak kullanılan
romanla ilgili bir ölçüttür. Tekyanlıllığa, tipikliğe, bir biçem betisidir. Bazen de tersi söz konusu olur.
uyumlu bütünlüğe ve ciddiyete meydan okuma Bir ortak ad, bir özel ad için kullanılır.
olarak tanımlanabilir. Çokseslilik angaje romanın Dramatik Şiir (fr. poème dramatique): Dramatik şiir,
tam tersi romanlarda görülen bir özelliktir. bir olayın (action) şahıslar aracılığıyla anlatılması-
dır. Başlıca nitelikleri şunlardır: Dramatik olaylar,
D klasik görüşe göre, bazı ilkelere dayanılarak sergi-
Değişmece (fr. trope): Bir sözcüğün kendi anlamının lenmelidir. Bunlar, olayda birlik, zamanda birlik
yerine yüklenen yeni anlamlı sözcüklere değişme- ve mekânda birliktir. Dramatik şiirde olay, perde
ce denir. Değişmecelerde genellikle tek sözcüğün ve sahnelere ayrılır. Temel olay (action principa-
anlam değişmesi söz konusudur. le), ikinci derecede üç veya beş ayrı olaya bölünür,
Devriklik (fr. inversion): Devriklik, ters çevirme, tersi bunların her birine perde (acte) denir. Bunları bir-
bir düzene getirme eylemi ve bu eylemin sonucu- birinden ayıran zamana da perde arası denir. Per-
dur. Sözcüklerin bilinen, alışılmış düzeninin dışın- delerin arası koro veya danslarla doldurulabilir ya
da kullanılmasını belirtir. Bilmeden yapılan dilbil- da dinlenme ile geçirilebilir. Çözüm bölümü (fr.
gisel hata devriklik değildir. Şiirde, bir anlam etkisi dénouement): Dramatik şiirde çözüme baht dönü-
yaratmak için sözcükler arasında yer değiştirme şümü yoluyla veya anî baht değişimi (péripétie) yo-
işlemini belirtir. Bu sanatın biraz daha ileri kulla- luyla ulaşılır. Bu anî baht değişimi, mutsuz bir son
nımına ise aşırı devriklik (fr. hyperbate) denir. hazırladığı zaman, felâket (catastrophe) adını alır.
Sözlük 181
Duygu değeri (fr. valeur thymique): Bir sözcüğün, bir Eleştirel çözümleme (fr. analyse critique) Retorik te-
sözcenin, bir söylemin onu algılayan kişide oluş- rimi. Büyük yazarların eserlerine karşı duyulan
turduğu esenlikli, esenliksiz, ne esenlikli ne esen- hayranlığa sebep olan değerlerin araştırılıp ortaya
liksiz, kimi zaman da öznel olarak kabul edilebilen konması işidir. Aslında büyük yazarlar tarafından
duygu anlatımı. kullanılan araç ve usullerin çözümlenmesi, edebî bir
Düzdeğişmece (fr. métonymie): Aynı mantıksal bü- birikimin sağlanması ve edebî zevkin gelişimi için
tünlük ve bitişiklik içerisinde olan bir öğenin bir en verimli yoldur, en öğretici yaklaşımdır. Eleştirel
başka öğe ile yer değiştirmesini belirtir. Düzde- çözümleme, ancak sağduyuya, deneyime ve yönte-
ğişmece, bir kavramın doğrudan doğruya onu me dayanırsa başarılı olabilir. Eleştirel çözümleme-
gösteren göstergeyle değil, ilgili, bağlantılı olduğu nin görevleri şunlardır: 1) Ana fikri araştırmak. 2)
bir başka göstergeyle dile getirilmesidir. Kısacası, Bu fikrin gelişmesine yardımcı olan araçları bulmak
bir nesneyi kendisine bağlı bir özellikle belirtmeye ve değerlendirmek. 3) Yazarın kullandığı üslûbu
düzdeğişmece denir. “Zehiri içmek” yerine “ölümü genel hatlarıyla, özel nitelikleriyle ve yazarın ifade
içmek” demek, sebep sonuç ilişkisi kurarak yaratı- etmek istediği duygu ve fikirlerle olan ilişkisi içinde
lan bir düzdeğişmecedir. incelemek ve bu üslûp hakkında bir hükümde bu-
lunmak. Eleştirinin amacı, bir yazarın ayırt edici ve
E belirleyici niteliklerini keşfetmek ve açıklamaktır.
Edebî güzellik (fr. beau littéraire): Genel anlayışa göre, Bir eseri sadece yermek, araştırıcının boş gururu-
edebiyatın amacı, güzelliği ifade etmek ve onu sev- nun ifadesidir. Buna karşılık, bir eserdeki hayran
dirmektir. Uzun süre kabul görmüş tarihî anlayışa olunacak niteliklerin bulunup gösterilmesi, yaratıcı
göre, beş tür güzellik kabul ediliyordu: 1) Mutlak ve verimli bir çabadır. Bunun içindir ki, eleştirinin
güzellik: Tanrı’ya ait güzelliktir; aslî olan, değişmez, temel özelliği iyiyi ve güzeli keşfetme, açıklama ve
yaratılamaz ve ebedî olan ve bütün güzelliklerin kay- hayran olmaktan duyulan sürekli ve samimî zevki
nağı olan güzelliktir. 2) Göreli güzellik: Tanrı’nın ifade etme ve her zaman tarafsız kalmaktır.
güzelliklerinin Tabiata ve sanata yansımasıyla ortaya Erken anlatım (fr. mise en abîme): Bir yapıtın içine
çıkan güzelliktir. Tanrı’nın tezahürleri ya da yansı- aldığı, yapıtın bütünüyle benzerlik ilişkisi kuran
maları olan dolaylı güzelliktir. 3) Tabiî güzellik: gösterge (özel ad), bölüm (rüya).
Tanrısal güzelliğin sanatta tecellisidir. Bu güzellik Eşzamanlı inceleme (fr. analyse synchronique): Aynı
Tanrı’nın varlıklara verdiği düzende, nizâmda ortaya dönemde ortaya çıkan olguları gelişim süreci dışın-
çıkar. Yaratılmış olanda, yaratandan dolayı bulunan da bir bütün olarak inceleme yöntemidir. Örneğin
güzelliktir. 4) İdeal güzellik: Duyularla algılanma- Türk dilinin XX. yüzyıldaki sisteminin tarihî geli-
yan ama zihnimizde bulunan, zihnimizce yaratılmış şim dışında incelenmesi eşzamanlı bir incelemedir.
mükemmelliktir. 5) Sanatsal güzellik: Zihindeki Etkileyim (gr. pathos): Aristoteles’ten bu yana gelen
ideal güzelliğin, duyularla algılanabilir tarzda ve zi- geleneksel sözbilimdeki söylemin üç tür ikna etme
hin dışında yeniden üretilmesidir. Edebî güzellik, yolundan (uslamlama -logos-, özsunum -ethos- ve
edebî eser aracılığıyla ideal güzelliğin ifade edilmesi, etkileyim -pathos-) birini belirtir. Etkileyim, halkın
gerçeğin ve iyinin yansıtılmasıdır. coşkusu kullanılarak yapılan bir ikna yöntemidir.
Edebiyat (yazın, fr. littérature): En genel tanımıyla, dü- Buna karşılık, özsunumda (ethos) ikna gücü, hati-
şünce eserleriyle ilgili kurallar bütünüdür. Edebiyat, bin dürüstlüğüne gönderme yapar. Uzsöyleyiş tut-
hem bir bilimin hem bir sanatın adıdır. Bilim olarak kularla başarıya ulaşır, onu yetkin duruma getirmek
edebiyat, bir dilin ürünleriyle ilgili sistemli bilgiler için, konuşan onun yayılma alanlarını ve kullanılan
bütünlüğüdür. Sanat olarak edebiyat, doğru ve güzel araçlarını bilmek zorundadır. Günümüz söylem çö-
yazmayı, yazılmış eserleri doğru değerlendirmeyi zümlemesinde etkileyim, bir söylem içinde konu-
sağlayan düzenli yöntem ve kurallar bütünlüğü- şan öznenin duyguları konusunda verdiği imgedir.
dür. Edebî anlatımın temel iki biçimi vardır: Nesir Eylem (fr. action): Bir kahramanın ya da bir kişinin
(düzyazı) ve şiir. Nesir, konuşur gibi olan ve katı bir (eyleyenin) değer nesnesini belirleyerek harekete
biçime bağlı olmayan anlatım tarzıdır. Şiir, ahenk ve geçmesi.
ölçü gibi özel nitelikler taşıyan bir anlatım tarzıdır. Eyletim (fr. manipulation): Göstergebilimde anlatı şe-
Eğretileme (fr. métaphore): Eğretileme, benzeyen ile masının ilk evresi; bir göndericinin anlatı sözdizi-
benzetilen arasındaki birleşmeye dayalı bir örnek- mindeki dönüşümleri gerçekleştirecek olan özneyi
semedir. Benzeyen ile benzetilen arasında, benze- belli bir amaç doğrultusunda harekete geçirdiği,
yen, karşılaştırma yönü ve aracı olmadan kurulan yönlendirdiği aşama. Bu aşamada gönderici ile özne
bağıntıya dayanan bir anlatım biçimidir. arasında örtük ya da belirtik bir anlaşma yapılır.
182 Eleştiri Kuramları
Eyleyen (fr. actant): Bir duruma, bir eyleme etken ya yan bir olgudur: Zihnin bir işlevidir; zihnin tanıdığı
da edilgen olarak katılan diğer eyleyenlerle olan veya gördüğü andaki durumudur. Zihnî nesneler, ya
ilişkileriyle tanımlanan anlatı içindeki işlevin adı- duygularımızı etkileyen fiziksel ve maddî nesneler-
dır. dir, ya da duyularımızla tam olarak idrak edemedi-
ğimiz metafizik veya zihinle ilgili nesnelerdir. Tasav-
F vur, fiziksel veya maddî nesnelere göre, bunlardan
Fantastik (düşlemsel, fr. fantastique): Bu tür eserlerde elde edilen bilgidir; çünkü, bu nesneleri tanımak için
mantıkla açıklanamaz olaylarla karşılaşılır ve çok onları görmek yeter: Zihinle ilgili olanlara gelince, bu
zaman gerçeklerle tabiat üstü olaylar birbirinden durumda tasavvur, onlar hakkında bizde oluşan kav-
ayırt edilemeyecek kadar iç içedir. Bu eserlerde ramlardır, çünkü bu nesneler ruhumuzla hemen his-
önce her şey doğal görünür, bildiğimiz dünyadan sedilebilecek veya sezilebilecek durumda olabilme-
yola çıkılır, ancak yavaş yavaş bu doğallık gerçek lerine rağmen, bunları tam olarak anlamak için çok
dışı, izah edilemez, inanılamaz olgular haline dö- büyük gayret sarf etmek gerekir. O halde tasavvur, ya
nüşür. Bu durum okuyucu üzerinde korku ve me- elde edilen bilgi ya da bir şey hakkında zihnimizde
rak uyandırır. oluşan bir kavramdır.
Figür (beti, fr. figure): Düşünce ve duyguların ifadele- Filoloji (betikbilim, fr. philologie): Bir dili tarihî ve kül-
rini daha hoş ve daha etkili hâle getiren ifade tarz- türel gelişimi içinde inceleyen bilim dalıdır. Buna
larına, edebî sanatlara figür ya da beti denir. Dile karşılık dilbilim, incelemelerinde daha çok bütün
daha fazla güç, canlılık, parlaklık veya ilgi çekicilik dillerin ortak niteliklerini açıklama amacı güder.
katan her türlü ifade tarzıdır figür. Figürler basit ve
özellikle kurallı konuşmadan farklı olan söz tarzla- G
rıdır. Figürler, ya bir sözcüğün esas anlamı dışında Genişletme (fr. amplification): Genişlet me, bir ko-
kullanmasından, ya da terimlerde ve düşüncelerde nuyu, önemini, güzelliğini överek ya da kınayarak
bir yapı değişikliğine gidilmesinden doğar. Örne- öne çıkarmaktan oluşan bir stratejidir. Bu durum-
ğin “biraz ümit” ifadesi yerine “bir ümit ışığı” de- lar için sözbilimsel süreçleri, biçem betilerini, söz-
diğimiz zaman bir figür kullanmış oluruz. Edebî cüksel ya da dilbilgisel etkileri kullanır ve alıcının
sanatlar, teşbih, istiare vb. birer figürdür. Figürler, coşkuları üzerinde etkili olabilmek için ortak de-
ikna amacıyla ya da süsleme amacıyla kullanıla- ğerlerden destek alır. Bir sıralamanın terimleri ara-
bilirler. Çiçero figürlere “hitabetin ışığı” demiştir, sındaki ya da bir öneriyi güçlendirmek amacıyla
çünkü yazılar ve konuşmalar bunların yardımıyla bir paragrafın kuruluşunda yapılan kerteleme üze-
canlanır. Bunları bir an hiç kullanmadığımızı dü- rine kurulmuş bir betidir. Genişletme, bir düşün-
şünelim, üslûbun renksiz, mat, kuru ve yeknesak ceyi süslemek, daha güçlü hale getirmek amacıyla,
hâle geldiğini görürüz. Diğer taraftan figürlerin biçem yoluyla düşünceleri geliştirmektir.
gereğinden fazla kullanılması da zararlıdır: İlk Gerilim (fr. tension): Değer nesnesi ile eyleyenler arasın-
çağın söz ustalarından Quintilien “Figürler sözün daki edinme/vazgeçme, verilme/elinden alınma iliş-
gözleridir” derdi, fakat benzetmesine devamla, kisinin zamana ve uzama bağlı olarak rahat, rahatsız,
“bu gözleri vücudun şurasına burasına rastgele yüksek, alçak, esenlikli, esenliksiz, uzun, kısa, yoru-
yerleştirmemek lâzım” diyerek, bunları yerinde cu, kolay... gibi özellikler taşıması. Gerilim bir terim
kullanmak gerektiğini de hatırlatıyordu. Figürler olarak ne olumlu ne olumsuz bir özellik taşır.
üçe ayrılır: dilbilgisi figürleri, sözcük figürleri ve Gönderge (fr. référent): 1) Bir yapıtın başlığını ya da
düşünce figürleri. bir yazarın adını anmakla yetinmek. Bir metinden
Fikir (osm. tasavvur, fr. idée): Yunanca “idea” kavramı, alıntı yapılmadan okuru doğrudan bir metne gön-
resmedilmiş suret anlamına gelir. Bu sözcük Arapça- dermek. 2) Bir göstergenin belirttiği gerçek ya da
ya “tasavvur” olarak çevrilmiş ve oradan dilimize gir- düşsel nesne ya da varlık; göndermede bulundu-
miştir. Tasavvur, akılda bir şeyin suretinin ortaya çık- ğu bağlam ya da durum. Gönderge, göstergenin
ması anlamına gelir. Fransızcada da “İdée” kavramı, içerdiği “gösterilen” ve “gösteren” ikilisinin birinci
bir düşünce nesnesinin zihnî sureti anlamına gelir. teriminden titizlikle ayrılmalıdır (B. Vardar yöne-
Bu sözcük, “algılanabilir olanın görünüşü” olan ima- timinde Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü).
jın karşıtı olarak kullanılır. Tasavvur sözcüğü, genel Göreli (fr. relatif): Varlıklar ya kendi başlarına ya da
anlamda bilgi (connaissance) veya kavram (notion) birbirleri ile ilişkileri içinde kavranır. Varlıklar ken-
ile eşdeğerdir, fakat imajla (image) çok benzemesine di başlarına ele alındıklarında mutlak anlamlar ka-
rağmen, eşdeğer değildir. Tasavvur, konusu ne olursa zanır; diğer varlıklara göre ele alındıklarında göreli
olsun, tamamıyla psikolojik ve madde ile ilgisi olma- bir değer kazanır. Değeri veya varlığı ancak başka
Sözlük 183
bir şeye göre olan şey görelidir. Örneğin bir sözcük doğayı bozar; kurgunun yarattıkları, gerçek yaşamda
diğer bir sözcükle ilişki kurmaksızın, bizzat kendisi karşılaşılmayan şeylerdir: Mitolojideki başı ve göğsü
bir şey ifade ederse mutlak anlamda kullanılmıştır. aslan, kuyruğu ejderha olan yaratıklar (chimères),
“Güneş parlaktır” ifadesi mutlak anlamdadır. “Gü- yarı insan yarı at şeklinde olan yaratıklar (centaures),
neş Dünya’dan daha büyüktür” dendiğinde Güneş Bin Bir Gece Masalları birer kurgudur. İdealist sanat
Dünya’ya göre düşünülmüştür. Bu ikincisinde bü- anlayışını benimseyenlere göre, edebiyatta kurgu, ha-
yüklük göreli (izafî) bir kavramdır. Çünkü bir başka yalci bir şey, yapay bir şey, çoğunlukla sahte bir şey-
yıldıza göre Güneş çok küçüktür. Baba, oğul, hala, dir. İdeal ise, aksine, doğaya yeniden şekil verir, onu
teyze sözcükleri de göreli sözcüklerdir ve göreli bir yorumlar, tamamlar ve sürdürür. Gerçek anlamdan
anlama sahiptir. Bir baba, bir başkasına göre bir ayrılmayarak, görünen ve görünmeyen dünyada tas-
oğul ya da bir dayı olabilir. lak hâlinde olan şeyi olgunluğa eriştirir. O hâlde ide-
Güzel (fr. beau): Genel anlamda ruhun ve kalbin ho- al, evrensel olarak ve ebediyen gerçektir.
şuna giden şeydir diyebiliriz. Güzel olan şey, bü- İdeal güzel (fr. beau idéal): İki çeşit ideal güzel vardır:
tünlüğü içinde uyum (ahenk) bulunan şeydir. Gü- manevî ideal güzel, maddî ideal güzel. Her ikisinin
zel, aynı zamanda hem akla hem de duyulara hitap de doğduğu yer toplumdur. Doğaya çok yakın olan
eder. Fakat akla duyular yardımıyla ulaşır. Güzel, ilk insanlar, şarkılarında, gördükleri her şeyi oldu-
bir heykeli seyrettiğimiz zaman, bir müzik eseri- ğu gibi anlatırlardı; şairler zamanla gördükleri her
ni dinlediğimizde hissettiğimiz ritimdir denebilir. şeyin gözler önüne serilmemesi gerektiğini anladı-
Eflatun’a göre, güzel, göz kamaştıran hakikattir. lar, fakat tablonun bazı bölümlerinin perdelenmesi,
Güzel sanatlar (fr. Beaux-arts): Güzel olan, güzelliği yani gösterilmemesi gerektiğinin farkına vardılar;
konu alan veya güzelliği betimleyen sanatlara de- gösterileceklerin veya resm edileceklerin seçilmesi
nir. Bunlar iki sınıfta toplanır: çizgiye dayanan gerektiğini gördüler; ardından seçilen şeyin şu veya
sanatlar ve sese dayanan sanatlar. Çizgiye daya- bu pozisyonda daha güzel etki yaratmaya müsait ol-
nan sanatlar üçe ayrılır: mimarlık, heykeltıraşlık duğunu fark ettiler. Gizleyerek ve seçerek, çıkararak
ve resim. Sese dayanan sanatlar ise ikiye ayrılır: veya ekleyerek kendilerini artık doğal olmayan, ama
müzik ve şiir. Çizgiye dayanan sanatlar göze hitap doğanınkinden daha mükemmel biçimlerin içinde
ederler; sese dayananlar ise kulağa hitap ederler. buldular: Sanatçılar bu biçimlere “ideal güzel” de-
Güzelin temel elemanları (fr. bases du beau): Güzelin diler. İdeal, güzel seçme ve gizleme sanatı olarak
temel elemanları şunlardır: Biçim (forme), çizgi tanımlanabilir. Bu tanım, aynı şekilde manevî ide-
veya hat (ligne), kompozisyon, ifade (expressi- al güzelliğe ve maddî ideal güzelliğe uygulanabilir.
on), duygu (sentiment), üslûp (style) ve renktir. Maddî ideal güzellik, nesnelerin aksayan tarafla-
rının ustalıkla gizlenmesiyle oluşur; manevî ideal
H güzellik ise, ruhun bazı zayıf taraflarının gözlerden
Hayâlî eserler (osm. muhayyelât; fr. merveilleux): Ger- gizlenmesiyle meydana gelir. Batı klasik sanatların-
çeklerle gerçek dışı, doğaüstü olguların birlikte yer da ve Türk-İslâm sanatlarında böyle bir sanat anla-
aldığı eserlerdir. Olağanüstü masallar, peri masalla- yışın derin izleri vardır. Divan şiirimizde bu anlayı-
rı, masalımsı hikayeler, mitoloji, destanlar, fabller bu şın en güzel örneklerini görürüz.
guruba girer. Bu eserlerde “başka bir dünya” vardır. İdealizm (fr. idéalisme): İdealist sanatçılar duyguları-
nı veya fikirlerini ortaya koymayı severler. Maddî
İ ayrıntılarla pek uğraşmazlar. Onlar için esas olan,
İdeal (fr. idéal): Sanatta ideal, tam olarak gerçekleşmeleri görünmeyen şeylerdir. Kişilerin dış görünüşleri
durumunda bizi mutlak güzelliğe ulaştıracağı kabul onlar için önemsizdir. Bazen bunları hiç göz önü-
edilen koşulların tümüdür. Bu koşullar şunlardır: 1) ne almazlar bile. Ruhun ressamları olduklarından
Açığa vurmak istenilen fikrin önemi. 2) Bu fikrin zihne ve kalbe nazaran duyulara ve hayal gücüne
yetkinlik derecesi ve ahlâkî büyüklüğü. 3) Bu fikri daha az yer verirler. Soyut ifadeleri renkli ve pito-
yerine getirmenin mükemmelliği. İdeal, matema- resk (pittoresque) olana tercih ederler. Bir çehre
tikte sınır (limit) diyebileceğimiz şeye benzer: Ör- tatlı olacak, bir şahıs zarif olacaktır; fakat ne bu
neğin çember, içine çizilebilen bir düzgün çokgenin tatlılığın, ne de bu zarafetin ne olduğu üzerinde
sınırıdır. Çokgenin kenar sayısı ne kadar artırılırsa dururlar. İdealizm, sanatçılarda farklı derecelerde
etrafındaki çembere o oranda yaklaşır. O oranda da, ortaya çıkar. Racine, Corneille’e kıyasla realisttir
çemberle temas noktası olur. Aynı şekilde, sanatta da, (gerçekçidir), zira Racine’in tiyatrosu sıradan ya-
mutlak güzelliğe hep yaklaşılır, fakat ona asla erişile- şama daha fazla yaklaşır. Oysa La Fontaine ile kar-
mez. Sanatta ideal, kurgu (fiction) değildir. Kurgu, şılaştırıldığında idealisttir.
184 Eleştiri Kuramları
İfade veya anlatma biçimi (fr. élocution): Retorik te- İndirgeme: İndirgeme işlemi, ele alınan bir metinden
rimi. I) Edebî kompozisyonda üç temel bölümden kimi unsurlar çıkararak ondan türeyen yeni bir
biri. Fikirler bulunduktan (invention) ve tertip (dis- metin üretmektir.
position) bölümünde de plan yapılıp düşünceler sı- İzlek (fr. thème): Bir edebî eserde işlenen konunun an-
ralandıktan sonra yazma işi gelir. Burada her yazar lamca ortaya koyduğu ana yönelim (TDK). İzlekçi-
kendine göre bir ifade tarzı seçer. İşte bu tarza kısaca lere göre, izlek her yapıtın içinde yeniden yaratılan
ifade veya üslup denir. Bu bölümde düşünceyi daha bir anlam ulamı, yani kategorisidir. İzlek, bir (yara-
parlak ve daha inandırıcı hâle getirmek için üslûbun, tıcı) öznenin dünya ile olan öznel ilişkisini anlatır.
figürlerin, deyim ve ifadelerin, cümlelerin nasıl ola- Yazınsal ya da yazınsal olmayan bir söylemde, bir
cağı, ne gibi ifadelerin kullanılacağı, nasıl bir tonda metinde anlam birliği sağlayan konu ya da konular.
hitap edileceği tespit edilir. II) Düşüncenin sözle İzlenim (fr. impression): Bir durum ya da olayın duyular
ifade edilmesidir. Birisi için “ifadesi rahat veya ko- yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba. (TDK)
lay” denince, bu kişinin düşüncelerini zorlanmadan, İzlenimsel - izlenimci (fr. impressionniste): Kesin bir
rahatlıkla ifade ettiği anlaşılır. Hitabet sanatında, her doğruluğu olmayıp duyumlara, izlenimlere dayalı
hatibin hissettiğini ve düşündüğünü ifade ediş tar- olan. (TDK)
zı anlamına gelir. III) Daha dar anlamda ifade, re-
toriğin yazma sanatını, yani diksiyonu (diction) ve K
üslûbu, biçemi (style) ele alan bölümüdür. Retorik Kalıplaşmış imgeler (fr. stéréotype): Belli bir çevrede
sanatında bu terim, düşüncelerimizi ifade etmeyi bir öznenin önceden kabul ettiği ve taşıdığı, tasar-
bize öğreten kurallar bütünü anlamına gelir. Fikir- lanmış imge. Kimi zaman çok basite indirgenmiş
lerin ve duyguların ifade edilmesinde veya açığa vu- bu imge olumlu da olabilir olumsuz da.
rulmasında izlenecek kuralların belirlenmesidir. Bu Kapsamlayış (osm. mürsel mecaz, fr. synecdoque): Kap-
kuralların çok büyük bir önemi vardır, zira söyleme samlayış, anlamı asıl terimin içinde de bulunan bir
veya ifade etme biçimi, yani üslup, söylenilen şeyden terimle yeni bir kavramı belirtmeye izin veren değiş-
daha etkili bir unsurdur. Üslûp ve ifade eş anlamlı mecedir. Bir parça bütünü belirtir ya da tersi, parça-
olarak da kullanılmaktadır. Fakat üslûp terimi daha nın tümü, nesneyi belirtir. Ancak yeni kavram birin-
çok yazı dili için kullanılırken, ifade terimi konuş- ci kavramın en az bir özelliğini taşır. Yine bir nesne
ma dili için kullanılmaktadır. İfadenin kendisi de bir maddesini ya da madde nesnesini belirtir. Kapsamla-
çeşit buluştur. Bir kompozisyonun buluş sürecinde yış, içindeleme ya da içinde barındırma ilişkisi temel
konu ve fikirler aranır, ifade sürecinde ise uygun alınarak oluşturulmuş bir değişmece türüdür.
sözcükler aranır. Buluşta içeriğin (fond) bulunması Karnavallaştırma: Mihail Bakhtin’in yazın kuramın-
söz konusudur, ifadede ise sözcüklerin ve söyleyiş da, bir anlatıda dünyanın düzenini alt üst etme,
biçiminin (forme) araştırılması gerekir. yıkma, birbirine benzemeyen, gerçek dünyada az
İkna etmek (fr. persuader): Birisini bir şeye inandır- rastlanan öğeleri yan yana getirme, tersine çevir-
maya çalışmak, zorlamak. İkna etmede, duygulara, menin söz konusu olduğu her durumda karna-
inanca bağlılık, kimi zaman da dogmatik bir du- valdan / karnavallaştırmadan söz edilir. Karnaval
rum söz konusudur. İkna etme bir bakıma imge- kavramıyla Mihail Bakhtin, toplumsal olduğu ka-
leme dayanır ve öznel bir değerlendirmeyi belirtir. dar yazınsal düzlemde, karnaval geleneğinde ol-
İmge (fr. image) Edebiyatta imge en genel tanımıyla, duğu gibi, kuralları ya da uygulamaları alaya alan,
her türden benzerlik ya da benzeşim ilişkisine da- tersine çeviren egemen düzene karşı halkın güçlü
yalı olarak gerçekleştirilen, ancak bunu alışılmış bir tepkisi bulunduğunu düşünür.
yollarla değil de, iki varlık ya da nesneyi özgün bir Kateksis (fr. cathexis): Psikanalizde, bir etkinliğe, nes-
biçimde bir araya getirme anlamındaki bir söz sa- neye veya görüşe bağlanan duygusal önem, ya da
natıdır. “Bir şeyi daha canlı ve daha duygulu bir ruhsal enerji yükü.
halde anlatmak için, onu başka şeylerin çizgileri ve Kavram (fr. concept) genel anlamda, “bir nesnenin
şekilleri içinde tasarlayış” (TDK). veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı”
İmgelem (fr. imagination): Bir nesneyi, o nesne karşımız- (TDK) olarak tanımlanır. Kavramın felsefedeki
da olmaksızın tasarımlama yetisi, muhayyile. (TDK). tanımı ise şudur: “Nesnelerin ya da olayların or-
İnandırmak (fr. convaincre): Birisini bir şeyi anla- tak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında
maya teşvik etmek. Duygulara hitap etmekten toplayan genel tasarım”. Örneğin gerçeklik, uzam,
kaçınarak bilgiye, mantığa, gerçek örneklere da- zaman, neden-sonuç, özgürlük, aşk, cesaret... kav-
yanır. İnandırma, akla dayanır, nesnel ve yansız ramı. Elbette, özel alanlara ilişkin olarak kullanılan
bir değerlendirmeyi gösterir. “terim”ler de kavramlara dayanır.
Sözlük 185
Kipsel-dönüşüm: Kurgusal bir yapıtın gösterim Mekanik sanatlar: W. Benjamin tarafından geliş-
biçiminde -anlatısal ya da dramatik- ve kipte tirilmiş bir terimdir. Varlığı mekanik ve teknik
yapılan değişikliğe verilen addır. Örneğin bir imkânlara dayanan, çoğaltılması mümkün olan,
romanın sahneye aktarılması ya da sinemaya modern dönemin sanatlardır. Sinema ve fotoğraf-
uyarlanmasının ardından ortaya çıkan biçemsel, çılık bu gruba girer.
uzamsal, söylemsel, izleksel vb. değişiklikler. Metinlerarası (fr. intertextualité): İki ya da daha faz-
la metin arasındaki ortakbirliktelik ilişkisi, yani bir
Kompozisyon (düzenleyim, fr. composition): Bir ko-
metnin başka bir metindeki somut varlığı. Bir metin-
nunun içine girebilecek fikirleri bir araya getir- de “metinlerarası ilişki” çoksesliliğe yaslanır. Metin-
me, düzenleme ve bunları uygun bir üslûpla ifade lerarası ilişki yazınsal birikim ve bilgiyle ayrımsanır.
etme sanatıdır. Kompozisyonda üç önemli veya Motif (fr. motif) / yerdeşlik (fr. isotopie): 1) Bir yapıtta
esas bölüm bulunur: buluş veya icat (invention), biçim yinelenirse “motif ”, anlam yinelenirse “yer-
tertip (disposition) ve üslûp veya dillendirme deşlik” söz konusudur. İzlek her ikisiyle de ilintili-
(élocution). dir. Özellikle yerdeşlikler birleşerek izlekleri oluş-
Koşuklaştırma: Düzyazı biçiminde yazılmış bir met- turur. 2) Az çok kalıplaşmış, göreceli olarak kendi
ni dizeler halinde yeniden yazma yöntemi. üzerine kapalı, kısmen özerk yapılardır. Yapısının
düzenliliği ile hemen saptanabilir, ancak betisel-
L leşmenin verdiği olanaklarla biçimsel değişkenlik
gösterebilen dilsel yapılardır.
Libido: Yaşam içgüdülerinin tüm psişik enerjisi. Dar
Mozaik: Bir metinde birbirinden farklı parçaları yan
anlamda cinsellikten doğan ve yetişkinlerde üreme
yana getirme.
amacıyla birleşen enerji. Geniş anlamda aşk. Fre-
ud, yaşam içgüdüsüne ait olmayan içgüdülere, tam N
karşıtı olan ölüm içgüdüsü adını vermiş ve insan Nevroz (fr. nevrose): Bir çeşit ruh ve sinir hastalığı. Has-
varlığını bu iki içgüdünün merkezi yapmıştır. ta ruhsal bir çatışmanın varlığını açıkça hisseder ve
Lirik Şiir (fr. poésie lyrique): Şiirin başlıca türlerinden buna karşı bir savunma süreci geliştirir. Klinikte
biridir. Lirik şiir, şairin kişisel duygularının ifade- milyonlarca belirtisi bulunmaktadır. Nevroz (buna-
sidir. Bir şairin, içten duygularını, özel deneyimle- lım) ile psikoz (saplantı) arasındaki fark, hastanın
rini yansıtan şiirlerdir. Bu terim, lirizm ile karıştı- içinde bulunduğu bilinçlilik düzeyinden kaynakla-
rılmamalıdır: Lirizm, aksine daha geneldir; bir tür nır. Freud’a göre nevroz, hastayı cinsel hayatın ilkel
coşkudur; ister yazara ait olsun ister olmasın, her evrelerine geri götüren içgüdüsel tepilerden ve bu-
çeşit duygunun anlatımındaki coşkuyu ifade eder. nalıma karşı savunma araçlarını geliştirmesinden
Bu şiir önceleri lir denen bir müzik aleti eşliğin- sonra oluşur. Kişinin içgüdüler ile savunma meka-
de söylenen bir şiirdi. Konusu kutsal olsun, din nizmaları arasında denge kurma çabasıdır nevroz.
dışı olsun insanın duygularını harekete geçiren ve
onu heyecanlandıran her şey lirik şiirin konusunu
O-Ö
oluşturur. Lirik şiirin başlıca temaları şunlardır:
Oyuncu (göstergebilimde): Anlatısal sözdizim, anlatı-
aşk, doğa, ölüm, vatan, din. Jouffroy’a göre ger-
sal izlence ve söylemsel anlamın birleşme nokta-
çek şiir lirik şiirdir, çünkü insan ruhunun, kaderi
sında yer alan oyuncu kavramının izleksel bir işlevi
karşısındaki acılarını ifade eder. Bu türün en güzel
vardır. Bu işlev çoğunlukla insanlık ve toplumsal-
örneklerini Fuzûlî, Horace (Horatius) ve Pindare
lık izlekleriyle belirginleşerek betisel bir biçimde
yazmıştır. Fransa’da J.B.Rousseau, Lefranc de Pom-
gerçekleşir (portre gibi). Oyuncu kimi zaman bir
pignan, Lamartine ve Victor Hugo gibi şairler de
ruhsal durumu, bir karakteri, bir dış görünümü
bu konuda başarılı örnekler vermiştir. Lirik şiir
olan “kahraman” terimiyle özdeşleşir.
alanına şu şiir türleri girer: Od, eleji, kantat, şarkı,
Örnek (fr. exemple): Olgudan kurala ya da olgudan ol-
kahramanlık türküleri, trajedilerin koro şarkıları.
guya giden bir tümevarımsal kanıtlama biçimidir.
Alıcının sunulan durumdan bir savunca, yargı çıka-
rabilmesi ya da bir görüş oluşturabilmesi için somut
M ve özel bir durum olarak sunulur. “Nal” için “demir”
Mefhum (fr. notion): Bir şeyi kendiliğinden, bir anda demek gibi. Çünkü nal demirden yapılmıştır.
tanıma, bilme: zaman mefhumu, süre mefhumu, Örnekseme (fr. analogie): Örnekseme, farklı özellik-
yer mefhumu, tehlike mefhumu gibi. Aynı sözcü- lerdeki iki nesne ya da iki düşünce arasındaki ben-
ğün bir diğer anlamı ise şöyledir: Bir şey hakkında zetmeyi açıklar. Örnekseme bir tür benzerliktir.
edinilmiş temel, bütüncül bilgi: dil mefhumu; te- Örneğin aynı kökten gelen «astronomi» ve «astro-
mizlik, hesap, hukuk, felsefe, tarih mefhumu gibi. loji» sözcükleri arasında bir örnekseme vardır.
186 Eleştiri Kuramları
Dizin
A Esenlikli/esenliksiz 59
Adorno 86, 90, 92, 93, 96, 97 Etkileyim 22, 28, 31-38, 40
Alıcı 24-28, 30-32, 34-38, 40, 41 Eyleyenler 110, 111, 114, 116, 118
Alımlama estetiği 154, 159, 160, 172
Alıntı 129, 131-133, 135-141, 143, 145-147 F
Anıştırma 129, 132, 137, 139, 140, 147, 148 Fenomenoloji 49
Anlambirimcik 46, 58 Fikirler (idea) 3, 6, 10, 11
Anlamlı yapı 91 Frankfurt Okulu 86, 90, 92, 96, 97
Anlatı şeması 114 Freud 66-81
Anlatıbilim 24
Anlatısal anlam 116-118 G
Arınma 2, 4 Gaston Bachelard 52, 53, 61
Aristoteles 3-7, 14, 17 Genetik yapılsalcılık 92
Auratik sanatlar 93 Gérard Genette 130, 133, 136, 147
Gerilim 116, 117, 123
B Goldman 90-92, 96
Bağlam değiştirme 131, 132, 142 Gönderge 131, 132, 136, 137, 139-142, 144, 145, 147
Belirsizlik 90, 93, 97 Gönderme 132, 136, 139, 140, 145, 148
Ben 66, 72-74, 76, 79, 80 Görgücü anlayış 16, 17
Biçembilim 24, 31, 32
Bilimsel eleştiri 154, 155, 158, 167, 168, 172 İ
Bilinçdışı 66-81 İmge 46, 50, 53
Buluş 22, 26, 32, 40, 41 İzlek 49, 108
İzlekçi 48, 51-53, 55, 60
C-Ç İzlekçi eleştiri 51, 55, 60
Charles Mauron 66, 67, 74-76, 78, 80 İzlenimci 48
Çokanlamlılık 90, 97 İzlenimcilik 158
Çokseslilik 94, 97
J
D Julia Kristeva 129, 134, 135, 136, 147
Derin yapı 118 Jung 67-70, 74, 80, 81
Diyalektik materyalizm 91
Dogmatizm 157 K
Doğrulama estetiği 14, 15, 17 Kanıtlama 22-24, 26-32, 34-41
Düşünce betileri 22, 33, 34, 41 Karşılaştırmalı yazın eleştirisi 131, 132, 147
Duygu değeri 110, 114, 116 Kavram 48-50, 53, 55, 60
Duygu tonu 160, 164, 166 Kaynak eleştirisi 131, 132, 137, 147
Düzenleyiş 22, 26, 27, 40 Köktenlik eleştirisi 75
Kolaj 131, 140, 148
E Kuralcı anlayış 16, 17
Edebî akımlar 161, 164, 168, 171 Kuruluşla ilgili betiler 22, 33, 41
Edebiyat 47, 48, 50-53, 55, 60
Edebiyat eleştirisi 48 L
Edebiyat sosyolojisi 90, 95, 96 Lacan 67-70, 73, 80, 81
Edimbilim 168 Libido 66, 69, 70
Eğretileme 50 Lukacs 90, 91, 96
Eleştiri 47-49, 51, 52, 54, 55, 60, 61
190 Eleştiri Kuramları
Ö V
Örtük anlam 49, 54 Verici 24-26, 28, 31-36, 38, 40, 41
Öykünme 133, 137, 139, 141, 142, 148
Oyuncu 105-108, 110, 113, 116, 118, 121-123 Y
Öznel estetik 14, 15, 17 Yananlam 49
Özsunum 22, 32-36, 40 Yansılama 133, 137-139, 141, 142, 148
Yansıtma 2, 14, 17, 66, 70-72
P Yapısalcılık 48, 49, 51
Pasif hayaller 10 Yaratıcı eleştiri 154, 159, 172
Platon 3-6, 14, 15, 17 Yaratıcı, şairâne hayaller 10
Poetika 4-6, 13, 17 Yenidenyazma 130, 131, 134, 135, 144-146
Pozitif estetik 14, 15, 17 Yerdeşlik 50, 52, 106
Psikanalitik 66, 67, 80 Yorumbilim 23, 24
Yorumlayıcı anlayış 16, 17
R Yüceltme 66, 72, 79
Roland Barthes 129, 130, 135, 147 Yüzey yapı 110
Ruhçözümleyim 66-81
Ruhçözümsel eleştiri 66, 67, 75, 76, 78, 80, 81 Z
Ruhsalyaşamöykücü eleştiri 76 Zima 90, 93, 95, 96
Rus biçimcileri 133, 147, 148
S
Seçme ekseni 154, 169, 170
Sezgi eleştirisi 158
Sıralama ekseni 154, 169, 170
Sosyolojik eleştiri 87-90, 92, 96
Söylem türleri 22, 26, 27, 30, 40
Sözbilim (retorik, belagat) 23
Sözbilimsel betiler 31, 36, 40
Sözce 106, 121, 122