Richelle Mead - Vampir Akademisi 2 Buz Öpücük

You might also like

You are on page 1of 135

Richelle Mead - Vampir Akademisi 2 Buz Öpücük

www.CepSitesi.Net

Giriş
Canlılar ölür ama her zaman ölü kalmazlar. İnanın bana biliyorum. Bu dünyada tam anlamıyla
yürüyen ölüler olan bir vampir ırkı var. Onlara Strigoi deniyor ve eğer kabuslarınızda onları görmeye
başlamadıysanız başlamalısınız. Güçlü ve hızlı olmalarının ötesinde hiç acımadan veya tereddüt
etmeden öldürürler. Aynı zamanda ölümsüzler bu da onları yok etmeyi çok zorlaştırıyor. Bunu
başarmanın sadece üç yolu var: Kalbe saplanacak gümüş bir kazık başlarını kesmek veya yakmak.
Bunların hiçbiri kolay değil ama hiç seçenek olmamasından daha iyi.
Dünyada iyi vampirler de var. Onlara da Moroi deniyor. Canlılar ve dört elementin her biriyle
toprak hava su ve ateş büyü yapabilmelerini sağlayan inanılmaz bir güce sahipler. (Şey çoğu Moroi
bunu yapabiliyor ama istisnaları daha sonra açıklayacağım.) Artık büyüyü fazla kullanmıyorlar ki bu
da üzücü. Harika bir silah olurdu ama Moroiler büyünün kesinlikle sadece barışçıl amaçla
kullanılması gerektiğine inanıyorlar. Toplumlarının en önemli kurallarından biri bu. Moroiler aynı
zamanda ince uzun yapılılar ve güneş ışığına uzun süre dayanamıyorlar. Ama bunu telafi etmelerini
sağlayan insanüstü duyulara sahipler: Görme koklama ve işitme.
İki vampir türünün de kana ihtiyacı var. Sanırım onları vampir yapan da bu. Ancak Moroiler kan
için öldürmüyor. Bunun yerine küçük miktarda kan bağışlayacak insanlarla bir arada oluyorlar.
İnsanlar buna gönüllü oluyor çünkü vampir ısırığı vücuda insana kendini çok ama çok iyi hissettiren
endorfinler salgılıyor ve bağımlılık yapabiliyor. Kişisel deneyimlerimden biliyorum. Bu insanlara
besleyici deniyor ve temelde vampir ısırığı bağımlıları oldukları söylenebilir.
Yine de besleyicilerle bir arada olmak Strigoilerin tarzından çok daha iyi çünkü tahmin edeceğiniz
gibi onlar kan için öldürüyor. Bence bundan hoşlanıyorlar da. Bir Moroi kan içerken kurbanını
öldürürse bir Strigoiye dönüşür.
Bazı Moroiler bunu isteyerek yapıyor ve ölümsüz olmak uğruna büyü güçlerinden ve ahlak
değerlerinden vazgeçiyor. Strigoiler güçle de yaratılabilir. Bir Strigoi kurbanın kanını içerse ve o
kişiye karşılığında Strigoi kanı içirirse şey... Yeni bir Strigoi elde edersiniz. Bu herkese olabilir ne
oldukları farketmez: Moroi insan veya... dampir.
Dampir.
İşte ben buyum. Dampirler yan insan yarı Moroidir. İki ırkın da en iyi özelliklerine sahip
olduğumuzu düşünüyorum. İnsanlar gibi güçlü ve sağlam yapılıyım. İstediğim kadar güneşte de
kalabilirim. Ama Moroiler gibi gerçekten güçlü duyularım ve hızlı reflekslerim var. Bunun sonucu
olarak dampirler en iyi muhafızlar olur çoğumuz da öyleyiz. Bize gardiyanlar deniyor.
Bütün hayatımı Moroileri Strigoilerden korumayı öğrenerek geçirdim. Moroiler ve dampirler için
özel bir okul olan St. Vladimir Akademisinde bu konuyla ilgili özel dersler ve eğitimler aldım. Her
türde silahı kullanmayı biliyorum ve sağlam tekmeler indirebilirim. Benim iki katım kadar iri ve
güçlü erkekleri dövdüm hem derste hem de dışarıda. Ve gerçekten çoğunlukla erkekleri dövmek
zorunda kalıyorum çünkü katıldığım derslerde fazla kız yok.
Dampirlerin çok iyi özellikler miras almasına rağmen almadığımız bir şey var. Dampirlerin diğer
dampirlerden çocuğu olamaz. Nedenini sormayın. Genetik uzmanı filan değilim. İnsanlar ve
Moroiler birleştiğinde daima yeni dampirler ürer biz de böyle doğduk. Ama bu artık olmuyor çünkü
Moroiler insanlardan uzak duruyor. Yine başka bir genetik tuhaflık yüzünden Moroiler ve dampirler
birleştiğinde dampir çocuklar doğabiliyor. Biliyorum biliyorum çılgınlık. Üçte biri vampir olacak bir
bebek doğacağını düşünürsünüz değil mi? Hayır. Yarı insan yarı Moroi.
Bu dampirlerin çoğu Moroi erkeklerle dampir kadınların birleşmesinden doğuyor. Moroi kadınlar
Moroi bebek sahibi olmak istiyor. Bunun sonucu olarak Moroi erkekler genellikle dampir kadınlarla
bir ilişki yaşadıktan sonra uzaklaşıyor. Bu da tek ebeveyn olan bir sürü dampir anne anlamına
geliyor ve bu yüzden birçoğu gardiyan olmuyor. Çoğunlukla çocuklarını büyütmeye odaklanıyorlar.
Bunun sonucu olarak sadece erkekler ve bir avuç kız gardiyan oluyor. Ama Moroileri korumayı
seçenler işleri konusunda son derece ciddi. Dampirlerin çocuklanna bakabilmek için Moroilere
ihtiyacı var. Onlan korumak zorundayız. Ayrıca şey... bu onurlu bir davranış. Strigoiler kötü ve
doğaüstü. Masumları avlamaları doğru değil. Gardiyan olarak eğitim gören dampirler daha yürümeye
başladıkları andan itibaren bu anlayışla büyüyor. Strigoiler kötü Moroilerin korunması gerek.
Gardiyanlar buna inanıyor.
Ben de buna inanıyorum.
Ve dünyada herkesten çok korumak istediğim bir Moroi var: En iyi arkadaşım Lissa. O bir Moroi
prensesi. Moroilerin on iki kraliyet ailesi var ve kendi ailesinden kalan tek üye Lissa Dragomirler.
Ancak en iyi arkadaşım olmasının yanı sıra Lissayı özel kılan başka bir şey daha var.
Her Moroinin dört unsurdan birini kullandığını söylediğimi hatırlıyor musunuz? Görünüşe
bakılırsa Lissada daha önce birinin varlığını bile bilmediği bir element daha var: Ruh. Yıllar boyunca
büyü becerilerini asla geliştirmeyeceğini düşünmeye başlamıştık. Ama sonra tuhaf şeyler olmaya
başladı. Örneğin bütün vampirlerin başkalarını iradeleri altına almasını sağlayan ve zorlama denen
bir yeteneği vardır. Strigoilerde bu yetenek gerçekten çok güçlüdür. Moroilerde daha zayıftır ve aynı
zamanda da yasaktır. Ama Lissanın gücü neredeyse bir Strigoininki kadar büyük. Gözlerini birkaç
kez kırğıştırır ve insanlar onun istediği her şeyi yapar.
Ama yapabildiği en güzel şey bu değil.
Daha önce ölülerin her zaman ölü kalmadığını söylemiştim. Şey ben de onlardan biriyim.
Endişelenmeyin bir Strigoi gibi değilim. Fakat bir defasında öldüm. (Hiç tavsiye etmiyorum.)
Bindiğim araba yoldan çıktığı zaman oldu. Kazada benimle birlikte Lissanın annesi babası ve kardeşi
öldü. Ama o kargaşanın bir noktasında farkına bile varmadan Lissa beni geri getirmek için ruhunu
kullandı. Bunu uzun bir süre bilmedik. Aslında ruhun varlığını bile bilmiyorduk.
Ne yazık ki bir kişi bizden önce bunu biliyordu. Ölmek üzere olan bir Moroi prensi Victor
Dashkov Lissanın güçlerini keşfetmiş ve onu bir yere kilitleyerek kendi özel şifacısı yapmak
istemişti bütün hayatı boyunca Birinin onun peşinde olduğunu anladığımda konuya kendim el
atmaya karar verdim. Okuldan kaçarak insanların arasında yaşamaya başladık. Kaçak hayatı
yaşamak sinir bozucu olsa da aynı zamanda da eğlenceliydi. Bu şekilde iki yıl boyunca kaçtıktan
sonra nihayet St. Vladimirden yetkililer izimizi buldu ve birkaç ay önce bizi geri getirdiler.
İşte o zaman Victor asıl hamlesini yaptı ve Lissayı kaçırarak isteklerini yerine getirmesi için ona
işkence yaptı. Bu süreçte inanılmaz önlemler aldı örneğin bana ve Dimitriye (öğretmenim ona daha
sonra değineceğim) şehvet büyüsü yaptı. Victor Lissayı zihinsel açıdan tutarsızlaştırmak için ruhu
kullanmanın da bir yolunu buldu. Ne var ki bu bile kendi kızı Natalieye yaptıklan kadar kötü değildi.
Kaçışını gizlemek için onu bir Strigoiye dönüşmeye teşvik edecek
kadar ileri gitti. Sonunda kız kazıkla öldürüldü. Daha sonrasında yakalandığında bile Victor bu
konuda pek fazla suçluluk duymuyor gibiydi. Ona baktıkça babasız büyümenin çok da büyük bir
kayıp olmadığını düşünüyorum.
Şimdilerde yine Lissayı Strigoilerden ve Moroilerden korumak zorundayım. Ne yapabildiğini
sadece birkaç yetkili biliyor ama onu kullanmak isteyecek başka Victorlar çıkacağından eminim.
Neyse ki onu korurken güvenebileceğim fazladan bir silahım var: Geçirdiğim kazadan sonra
iyileşirken ruh sayesinde aramızda psişik bir bağ oluştu. Onun deneyimlediği şeyleri görüp
hissedebiliyorum. (Ama sadece tek yönlü çalışıyor. O beni hissedemiyor.) Bu bağ sayesinde gözümü
sürekli üzerinde tutabiliyorum ve başı dertte olduğunda anlıyorum. Ancak bazen başka birinin
zihninin içinde olmak tuhaf hissettirebiliyor. Ruhun yapabildiği daha birçok şey olduğundan eminiz
ama henüz ne olduklarını bilmiyoruz.
Bu arada olabileceğim en iyi gardiyan olmaya çalışıyorum. Kaçtığımız için eğitimimde geri kaldım
bu yüzden kaybettiğim zamanı telafi etmek için fazladan ders alıyorum. Bu dünyada Lissayı güvende
tutmaktan daha çok istediğim bir şey yok. Ne yazık ki arada bir eğitimimi altüst edebilecek iki şey
var. Biri bazen düşünmeden hareket etmem. Bundan sakınmakta giderek iyileşiyorum ama bir şey
beni kızdırdığında önce yumruk atıp sonra kime vurduğuma bakıyorum. Önem verdiğim kişilerin
tehlikede olduğu durumlarda... şey kurallar tercihe bağlı görünüyor.
Hayatımdaki diğer sorun da Dimitri. Natalieyi o öldürdü ve tam bir serseri.
Aynı zamanda da çok yakışıklı.
Tamam yakışıklıdan fazlası. Çok seksi sokakta yürürken aniden size çarpacak bir arabayı bile
umursamadan durup bakacağınız türden biri. Ama dediğim gibi o benim öğretmenim. Ve yirmi dört
yaşında. Bu iki nedenden dolayı ona aşık olmamam gerek. Yine de dürüst olmam gerekirse en
önemli neden mezuniyetinden sonra Lissayı Dimitriyle birlikte koruyacak olmamız.
Eğer birbirimizle ilgilenirsek Lissayla kimse ilgilenmiyor demektir.
Onu içimden atmak konusunda pek başarılı olamadım ve onun da bana karşı duygularının aynı
olduğundan eminim. Bunu zorlaştıran şeylerden biri şehvet büyüsüne girdiğimizde ikimizin de çok
fazla etkilenmiş olmamız. Victor Lissayı kaçırırken dikkatimizi dağıtmak istemişti ve işe yaramıştı.
Ben bekaretimden vazgeçmeye hazırdım ve Dimitri de almak için hevesliydi. Son anda büyüyü
bozduk ama o anılar daima zihnimde kaldı ve bazen dövüş hareketlerine odaklanmamı zorlaştırıyor.
Bu arada adım Rose Hathaway. On yedi yaşındayım vampirleri korumak ve öldürmek için
eğitildim kesinlikle yanlış adama aşığım ve en yakın arkadaşım tuhaf büyü güçleri yüzünden kafayı
sıyırmak üzere.
Hey zaten kimse lisenin kolay olduğunu söylemedi ki.
1
G ü n ü m ü n daha da kötüJeşeceği aklımın ucundan bile geçmiyordu ta ki en iyi arkadaşım bana
delirebileceğini söyleyene kadar. Yine.
Ben... Ne dedin sen?
Yurt binasının lobisinde duruyordum ve eğilmiş çizmelerimden birini düzeltiyordum. Başımı
aniden kaldırarak yüzüme düşen siyah saçlarımın arasından ona baktım. Okuldan sonra
uyuyakalmıştım ve kapıya zamanında ulaşabilmek için saçlarımı tarama faslını atlamıştım. Lissanın
sarı saçlarıysa gayet düzgün ve mükemmel görünüyor elbettebeni keyifle izlerken omuzlarından
aşağı bir gelin duvağı gibi dökülüyordu.
Dedim ki ilaçlarım artık işe yaramıyor olabilir.
Yerimde doğrulup başımı savurarak saçlarımı yüzümden çektim. Bu da ne demek?diye sordum.
Etrafımızda Moroi ler ya arkadaşlarıyla buluşmak ya da yemeğe gitmek için hızla geçiyordu.
Sen... Sesimi alçalttım. Sen güçlerini geri kazanmaya mı başladın?
Başını iki yana salladı ve gözlerinde bir pişmanlık sezdim. Hayır. Büyüye kendimi daha yakın
hissediyorum ama hala kullanamıyorum. Son zamanlarda farkettiğim şey büyük ölçüde diğer şeyler
bilirsin... Arada bir giderek daha depresif oluyorum. Öncekine asla yaklaşamadım bile diye ekledi
aceleyle yüzümü görünce ilaçlarını kullanmaya başlamadan önce Lissanın morali öylesine bozuktu
ki herkesten uzak duruyordu. Sadece biraz daha aşama kaydettim sanırım.
Ya yaşadığın diğer şeyler? Anksiyete? Halüsinasyonlar?
Lissa beni pek de ciddiye almayarak güldü. Son zamanlarda psikiyatri kitapları okumuş gibi
konuşuyorsun.
Aslında okuyordum. Sadece senin için endişeleniyorum. İlaçların artık işe yaramadığını
düşünüyorsan birine söylememiz gerek.
Hayır hayır dedi aceleyle. Ben iyiyim gerçekten. Hala işe yarıyorlar... Sadece eskisi kadar değil.
Henüz paniğe kapılmamız gerektiğini sanmıyorum. Özellikle de sen en azından bugün.
Konuyu değiştirmesi etkili olmuştu. Bir saat önce o gün Kalifikasyon sınavına gireceğimi
öğrenmiştim. Bütün acemi gardiyanların St. Vladimir Akademisindeki birinci yıllarında girmesi
gereken bir sınavdı daha doğrusu bir tür görüşmeydi. Önceki yıl Lissayla birlikte saklanıyor
olduğumdan sınavımı atlamıştım. O gün kampüsün dışındaki bir gardiyanın yanına giderek sınava
girecektim. Haber verdiğiniz için teşekkürler çocuklar.
Benim için endişelenme diye tekrarladı Lissa gülümseyerek. İşler kötüleşirse sana haber veririm.
Tamam dedim isteksizce.
Ama güvenliği elden bırakmamak için duyularımı açtım ve psişik bağımız aracılığıyla onu
tamamen hissettim. Doğruyu söylüyordu. Bu sabah sakin ve mutluydu endişelenecek bir şey yoktu.
Ne var ki zihnimin derinliklerinde karanlık ve huzursuz duygular hissettim. Onu tüketiyor filan
değildi ama yaşadığı bunalımları ve öfkeyi hatırlatmıştı. Çok zayıftı ancak hoşlanmamıştım. Hiçbir
şey olmamasını tercih ederdim. Duygularını daha iyi hissedebilmek için biraz daha içeri zorladım ve
aniden tuhaf bir dokunma deneyimi hissettim. Mide bulandırıcı bir duygu benliğimi kapladı ve
hemen zihninden çekildim. Bütün vücudum ürperdi.
Sen iyi misin? diye sordu Lissa kaşlarını çatarak. Aniden miden bulanmış gibi görünüyorsun.
Sadece... sınav yüzünden gerginim diye yalan söyledim. Tereddütlü bir şekilde yine ona uzandım.
Karanlık tamamen yok olmuştu. Hiçbir iz yoktu. Belki de ilaçlarının bir sorunu yoktu. Ben iyiyim.
Lissa duvardaki saati işaret etti. Hemen harekete geçmezsen uzun süre iyi olmayacaksın.
Lanet olsun dedim. Haklıydı. Ona sarıldım. Sonra görüşürüz
İyi şanslar diye seslendi arkamdan.
Kampüste hızla koşup bir Honda Pilotun yanında öğretmenim Dimitri Belikovu buldum. Ne sıkıcı.
Montana dağ yollarında bir Porscheyle gitmemizi beklemiyordum ama en azından daha iyi bir şey
olabilirdi.
Biliyorum biliyorum dedim yüzünü görünce. Üzgünüm geciktim.
O anda hayatımın en önemli sınavlarından birini vereceğimi hatırladım ve aniden Lissayla
ilaçlarını unutuverdim. Onu korumak istiyordum fakat liseyi bitirip onun resmi gardiyanı olamazsam
bunun bir anlamı olmayacaktı.
Dimitri her zamanki gibi muhteşem görünüşüyle olduğu yerde durdu. Devasa tuğla bina üzerimize
uzun gölgeler yansıtıyor şafak öncesi alacakaranlıkta saldırmaya hazırlanan bir canavarı
hatırlatıyordu. Kar yağmaya başladı. Hafif kristalimsi kar tanelerinin yavaşça süzülüşünü izledim.
Birkaçı Dimitrinin siyah saçlarına konarak hemen eridi.
Başka kim geliyor? diye sordum.
Omuz silkti. Sadece sen ve ben.
Bir anda moralim neşeliyi geçerek mutluluktan uçma noktasına ulaştı. Ben ve Dimitri. Baş başa.
Bir arabada.
Bu gerçekten de sürpriz sınava değebilirdi.
Ne kadar mesafede? İçimden uzun bir yolculuk olması için dua ediyordum. Bir hafta mesela. Ve
lüks otellerde konaklamamızı gerektirecek türden bir yolculuk. Belki karlı bir yerde mahsur kalırdık
ve hayatta kalabilmek için birbirimizi ısıtmamız gerekirdi.
Beş saat.
Oh.
Umduğumdan biraz daha azdı. Yine de beş saat hiç yoktan iyiydi. Ayrıca karda mahsur kalma
olasılığını da ortadan kaldırmıyordu.
Karlı loş yollarda insanların yön bulması zordu ama bizim dampir gözlerimiz kesinlikle
zorlanmadı. Dimitrinin tıraş losyonunun arabayı içimi eriten bir kokuyla doldurmadığını varsayarak
yola bakıyordum ve yine Kalifikasyon sınavına odaklanmıştım.
Girmeden önce ders çalışabileceğiniz bir sınav değildi bu. Ya geçerdiniz ya da kalırdınız. Yüksek
gardiyanlar birinci yıllarında acemileri ziyaret eder öğrencilerin gardiyan olmak konusundaki
kararlılıklarını tartarlardı. Ne sorulduğunu tam olarak bilmiyordum ama yıllar boyunca söylentiler
duymuştum. Daha büyük gardiyanlar kararlılığı ve kişiliği tartar bazı acemiler de gardiyan eğitimine
devam etmeye uygun bulunmazlardı.
Genellikle Akademiye gelmiyorlar mıydı? diye sordum Dimitriye. Yani yolculuk sorun değil fakat
neden biz onlara gidiyoruz?
Aslında onlara değil ona. Dimitrinin konuşmasında hafif bir Rus aksanı vardı ve bu doğup
büyüdüğü yeri gösteren tek şeydi. Onun dışında İngilizceyi benden çok daha iyi konuştuğunu
söyleyebilirdim. Bu özel bir durum
olduğundan ve bize iyilik yaptığından yolculuğu biz yapıyoruz.
Kim o?
Arthur Schoenberg.
Başım bir anda yoldan Dimitriye döndü.
Ne? diye haykırdım.
Arthur Schoenberg bir efsaneydi. Yaşayan gardiyanlar arasında en büyük Strigoi katillerinden
biriydi ve Moroileri korumak ve hepimiz adına kararlar almak üzere kurulmuş olan Gardiyanlar
Konseyinin eski başkanıydı. Zaman içinde emekli olmuş kraliyet ailelerinden Badicaları korumaya
başlamıştı. Emekli olsa bile hala ölümcül olduğunu biliyordum. Maceraları müfredatımın bir
parçasıydı.
Başka... başka müsait biri yok muydu? diye sordum kısık sesle.
Dimitrinin gülümsemesini bastırdığını görebiliyordum. Sorun yok. Ayrıca Art seni onaylarsa
sicilin için harika bir referans olur.
Art. Dimitri yaşayan en başarılı gardiyanlardan biriyle
bu kadar samimi miydi? Elbette ki Dimitrinin kendisi de çok başarılıydı bu yüzden şaşırmamam
gerekirdi.
Arabaya sessizlik hakim oldu. Dudağımı ısırırken aniden Arthur Schoenbergin standartlarına uyup
uyamayacağımı merak ettim. Notlarım iyiydi ama kaçmak ve okulda kavgalara tutuşmak kariyerimin
geleceğiyle ilgili ne kadar ciddi olduğum konusunda onu düşündürebilirdi.
Sorun yok diye tekrarladı Dimitri. Sicilindeki iyiler kötüleri gölgede bırakıyor.
Bazen zihnimi okuduğunu düşünüyordum. Biraz gülümsedim ve ona bir bakış attım. Hata etmişim.
Uzun ve kaslı vücudu otururken bile kendini belli ediyordu. Dipsiz gibi görünen koyu renk gözler.
Arkasından atkuyruğu yaptığı omuzlarına kadar inen kumral saçlar. O saçlar ipek gibiydi. Bunu
biliyordum çünkü Victor Dashkov bize şehvet büyüsü yaptığında parmaklarımı saçlarına
daldırmıştım. Büyük bir güçle kendimi yine nefes almaya zorlayarak bakışlarımı kaçırdım.
Teşekkürler Koç dedim oturduğum koltuğa iyice yerleşirken.
Yardım etmek için buradayım diye cevap verdi. Sesi neşeli ve rahattı ki bu onun için ender bir
durumdu. Daha çok her an bir saldırıya hazırmış gibi gergin konuşurdu. Muhtemelen bir Hondanın
içinde güvende olduğunu düşünüyordu en azından benimleyken olabileceği kadar. Aramızdaki
romantik çekime aldırmamak konusunda zorlanan yalnız ben değildim.
Sence gerçekte neyin yardımı olur biliyor musun? dedim gözlerine bakmadan.
Söyle.
Şu saçma müziği kapatırsan ve Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra yayınlanmış bir şeyler çalarsan iyi
olabilir.
Dimitri güldü. En kötü dersin tarih ama her nasılsa Doğu Avrupayla ilgili her şeyi biliyorsun.
Hey şakalarım için malzeme bulmak zorundayım Yoldaş.
Dimitri gülümseyerek istasyon düğmesini çevirdi ve bir Country kanalına ayarladı.
Hey Düşündüğüm şey bu değildi diye sitem ettim.
Yine gülmek üzere olduğunu söyleyebilirdim. Birini seç. Ya o ya da bu.
İç çektim. 1980lere geri dön.
İstasyon düğmesini çevirdi ve Avrupalı bir grup videonun radyo yıldızını nasıl öldürdüğünü anlatan
bir şarkı söylerken kollarımı göğsümde kavuşturdum. Keşke biri de bu radyoyu öldürseydi.
Aniden beş saat bana sandığım kadar da kısa görünmemeye başladı.
Arthur ve koruduğu aile Billingse yakın küçük bir kasabada yaşıyordu. Yaşanacak yer konusunda
Moroilerin görüşü genel olarak farklıydı. Bazıları vampirlerin kalabalığa karışmasına izin veren
büyük şehirlerde yaşamanın en iyisi olduğunu düşünüyordu böylece geceleri faaliyetleri pek fazla
dikkat çekmiyordu. Bu aile gibi diğer Moroiler seni farkedecek daha az insan olduğunda farkedilme
olasılığının da azalacağına inanarak nüfusu düşük yerleri tercih ediyordu.
Yolda Dimitriyi yirmi dört saat açık bir restoranda durması için ikna ettim ve bir de benzin almak
için durduktan sonra öğle civarı kasabaya ulaştık. Gri lekeli odundan yapılmış güneş ışığını
engellemek için renkli ve buzlu camlı büyük pencereleri olan tek katlı bina genişlemesine inşa
edilmişti. Yeni ve pahalı bir yere benziyordu hiçliğin ortasında olsa bile neredeyse bir kraliyet
ailesinden bekleyeceğim bir eve yakındı.
Pilottan indim ve iki santim kara gömülen çizmelerimle araba yolundan eve yaklaştım. Gün sessiz
ve sakindi arada bir esen rüzgar dışında hiçbir hareketlilik yoktu. Ön bahçeyi kesen bir taşlı yoldan
yürüyerek Dimitriyle birlikte eve yaklaştık. İş tarzına geçtiğini görebiliyordum ama genel tutumu
benim kadar neşeliydi. İkimiz de zevkli araba yolculuğundan hoşlanmıştık.
Buz kaplı patikada ayağım kaydı ve Dimitri hemen uzanarak beni tuttu. Tuhaf bir dejavu yaşayarak
tanıştığımız gece beni benzer bir düşüşten kurtardığını hatırladım. Hava ne kadar soğuk olsa da
paltomun katlarına rağmen elinin sıcaklığını kolumda hissettim.
Sen iyi misin? Beni bırakmasından hoşlanmamıştım.
Evet dedim buzlu zemine suçlayan gözlerle bakarak. Bu insanlar hiç tuz diye bir şey duymamış mı
Şakayla söylemek istemiştim ama Dimitri aniden durdu.
Ben de durdum. Yüz ifadesi gergin ve tetikteydi. Başını çevirerek etrafımızı saran geniş beyaz
düzlüklere baktıktan sonra eve döndü. Sormak istediğim sorular vardı ama bir şey bana sessiz
kalmamı söylüyordu. Yaklaşık bir dakika binayı inceledi buzlu yürüme yoluna baktı ve sonra
bakışlarını sadece ayak izlerimizin göründüğü karla kaplı araba yoluna çevirdi.
Temkinli bir tavırla ön kapıya yaklaşırken ben de peşinden gittim. Yine durdu ve bu kez kapıyı
inceledi Aceleyle kilitlenmeden kapatılmış gibi görünüyordu. Biraz daha incelediğinde kapı kirişinin
üzerinde sürtünme izleri gördü sanki kapatılırken bir noktada zorlanmış gibiydi. Küçücük bir dürtme
açmaya yeterdi. Dimitri kapının kirişle birleştiği yere parmaklarını hafifçe sürterken nefesi soğuk
havada hafif duman yaratıyordu. Kapının tokmağına dokunduğunda kırıkmış gibi hafifçe sallandı.
Rose git arabada bekle dedi sonunda alçak sesle.
Ama ned...
Yürü.
Tek kelime ama güçle doluydu. O iki hecede insanları havada savuran ve bir Strigoinin kalbine
kazık saplayan adamı hatırladım. Yürüme yolunda tekrar kayma riskine girmek yerine karla kaplı
çimenlikten yürüyerek geri döndüm. Dimitri olduğu yerde bekledi ve ben arabaya binip olabildiğince
sessiz bir şekilde kapıyı kapatana kadar kıpırdamadı. Sonra çok yumuşak hareketlerle yerinde zor
duran kapıyı itti ve içeride gözden kayboldu.
Meraktan ölürken ona kadar saydım ve arabadan indim.
Onun peşinden gitmemem gerektiğini biliyordum ama bu evde neler olduğunu öğrenmek
zorundaydım. İhmal edilmiş yürüme yolu ve araba yolu birkaç gündür kimsenin eve gelmediğini
gösteriyordu fakat aynı zamanda Badicaların evden hiç çıkmadığı anlamına da gelebilirdi.
Gizlice içeri giren insanlann kurbanı olmalarının mümkün olabileceğini düşündüm. Bir şeyin
Strigoiler gibi onları korkutup kaçırmış olması da mümkündü. Dimitrinin yüzünün bu ka
dar asılmasına neden olan şeyin bu düşünce olduğunu t)initriyle başımın ciddi şekilde derde
gireceğini biliyordum. liyordum ancak Arthur Schoenberg görev başındayken Soğuğa rağmen
ensemden süzülen teri hissettim. böyle bir şey pek mümkün görünmüyordu.
Gün ışığı gün ışığı diye hatırlattım kendime. Endişele
Araba yolunda durarak gökyüzüne baktım. Işık az da ol necek bir şey yoktu. sa vardı. Öğle saati
yaklaşıyordu. Güneş en yüksek nokta Terasa ulaştım ve koyu renk camı inceledim. Neyin
kırsındaydı. Strigoiler güneş ışığında dışarı çıkmazdı. Onlardan dığını kestiremiyordum. Hemen
önünde kar içeri dolmuştu korkmama gerek yoktu fakat Dimitrinin öfkesi için aynı şe ve açık mavi
halının üzerine biraz dökülmüştü. Kapının yi söyleyemezdim. tokmağını yokladım ama kilitliydi. O
kadar büyük bir delik
Evin sağ tarafından dolaştım ve neredeyse yarım metvarken bunun bir önemi yoktu. Camın keskin
kısımlarına relik karın içinde ilerledim. Evde başka bir tuhaflık göredikkat ederek açıklıktan uzandım
ve kapıyı içeriden açtım. miyordum. Saçaklardan buzlar sarkıyordu ve camlar içe E limi dikkatle geri
çektikten sonra sürgülü kapıyı yana iteriyi göstermiyordu. Ayağım aniden bir şeye değince yererek
açtım. Ray üzerinde çok hafif bir ses çıkarsa da o baktım. Orada kara yarı yarıya gömülmüş halde
gümüşses bir kazık gördüm. Toprağa saplanmıştı. Kaşlarımı çataraksizlikte fazla gürültülü gibi
gelmişti. kazığı elime aldım ve üzerindeki karı temizledim. Bu ka Kapıdan girip açık kapıdan
süzülen güneş ışığında durzığın burada ne işi vardı? Sonuçta gümüş kazıklar çok ddum. Gözlerimin
içerideki loş ışığa alışmasını bekledim. Açık ğerli şeylerdi. Bir gardiyanın en ölümcül silahıydı ve
kalterasta rüzgar esiyor perdeler etrafımda dans ediyordu. Bir bine doğru tek bir hamleyle bir
Strigoinin işini bitirirdi. oturma odasındaydım. Beklenebilecek her türlü sıradan Kazıklar
yapıldığında dört Moroi onları dört elementle eşya vardı. Kanepeler. Televizyon. Bir sallanan koltuk.
büyülerdi. Henüz bu kazıkları kullanmayı öğrenmemiştim Ve bir ceset. fakat elimde tutarken aniden
kendimi daha güvende
Bir kadın. Saçları etrafına yayılmış halde televizyonun hissettim. önünde sırtüstü yatıyordu.
Gözleri boş bakışlarla tavana di
Evin arkasındaki büyük kapı yazları muhtemelen dışarı kilmişti ve yüzü çok solgundu bir Moroi
için bile fazla da oyalanmayı çok eğlenceli hale getiren ahşap zeminli bir sol
terasa açılıyordu. Ama terasın camları kırılmıştı öyle ki açı gundu. Bir an için uzun saçlarının
boynunu da örttüğünü lan delikten biri kolayca içeri girebilirdi. Buza dikkat edesa ndım ama sonra
tenindeki koyuluğun kan olduğunu anrek basamakları tırmanırken ne yaptığımı öğrendiğinde Di
ladım kurumuş kan. Boğazı boydan boya yarılmıştı.
Bu korkunç sahne öylesine gerçekdışıydı ki ilk anda gördüğüme inanamadım. Yatış şekline bakılırsa
uyuyor da olabilirdi. Sonra diğer cesedi gördüm Birkaç metre ötede kanı etrafındaki halıya yayılmış
halde bir erkek yan yatmıştı. Kanepenin önünde bir ceset daha vardı: Küçük çocuk büyüklüğünde.
Odanın diğer tarafında bir ceset daha. Ve bir tane daha. Her yerde cesetler ve kan vardı.
Etrafımı saran ölümün boyutlarını aniden kavradığımda kalbim deli gibi atmaya başladı. Hayır
hayır. Bu mümkün de ğildi. Gündüz vaktiydi. Gündüzleri kötü şeyler olmazdı. Boğazımda bir çığlık
yükselirken aniden arkamdan uzanan eldivenli bir el ağzımı kapatınca sesim kesildi. Boğuşmaya
başladığımda Dimitrinin tıraş losyonunun kokusunu algıladım.
Sen dedi neden hiç söz dinlemiyorsun? Hala burada olsalardı şimdi ölmüştün.
Hem ağzımdaki el hem de yaşadığım şok yüzünden cevap veremedim. Daha önce birinin ölümünü
görmüştüm fakat asla böylesine büyük boyutlarda bir şeye tanık olmadık. Yaklaşık bir dakika sonra
Dimitri nihayet elini çekti ama yanımdan ayrılmadı. Artık bakmak istemiyordum ancak gözlerimi
önümdeki sahneden de ayıramıyordum. Her yerde cesetler vardı. Cesetler ve kan.
Sonunda ona döndüm. Gündüz vakti diye fısıldadım. Gündüzleri kötü şeyler olmaz. Sesimdeki
umutsuzluğu kendim de duyuyordum birinin her şeyin kötü bir rüya olduğunu söylemesi için
yalvaran küçük bir kız gibi.
Kötü şeyler her zaman olabilir dedi Dimitri. Ve bu da gündüz olmamış zaten. Muhtemelen birkaç
gece önce olmuş.
Cesetlere zorlukla bir bakış attım ve midemin bulandığını hissettim. İki gün. İki gündür ölüydüler
ve kimse öldüklerini bilmiyordu. Bakışlarım odanın koridora açılan kapısının yakınında yatan bir
erkek cesedine döndü. Uzun boyluydu ve bir Moroi olamayacak kadar yapılı görünüyordu. Dimitri
baktığım yeri farketti.
Arthur Schoenberg dedi.
Arthurun kanlı boğazına baktım. Ölmüş dedim sanki bu açıkça ortada değilmiş gibi. Nasıl ölmüş
olabilir ki?
Bir
Strigoi Arthur Schoenbergi nasıl öldürebilir? Bu mümkün görünmüyordu. Bir efsane öldürülemezdi.
Dimitri cevap vermedi. Bunun yerine elini aşağı indirdi ve kazığı tutan elime sarıldı. Yüzümü
buruşturdum.
Bunu nereden aldın? diye sordu. Elimi çekerken kazığı almasına izin verdim.
Dışanda. Toprağa saplanmıştı.
Kazığı kaldırıp güneş ışığına doğru tutarak yüzeyini inceledi. Yüzüğü kırmış.
Zihnim hala sersem gibi olduğundan söylediği şeyi hemen anlayamadım. Sonra nihayet anladım.
Sözünü ettiği şey Moroilerin yaptığı sihirli yüzüklerdi. Kazıklar gibi onlar da dört element
kullanılarak yapılırdı. Güçlü Moroi büyücülerin yapması gerekirdi ve genellikle her element için iki
büyücü çalışırdı. Büyü yaşamla dolu olduğu ve Strigoilerde hiç yaşam olmadığı için yüzükler
Strigoileri engellerdi. Ama yüzükler çok çabuk zayıflardı ve çok iyi bakıma
ihtiyaç duyardı. Çoğu Moroi onları kullanmazdı fakat belli yerlerde saklarlardı. St. Vladimir
Akademisinde çok sayıda yüzük vardı.
Burada da bir yüzük vardı ama biri kazığı sapladığında kırılmıştı. Büyüleri birbirleriyle çatışmış
sonunda kazık kazanmıştı.
Strigoiler kazık kullanamaz dedim. Mümkün olan ve olmayan şeylerle ilgili çok fazla cümle
kurduğumu farkettim. Temel inançların değişmesi kolay değildi. Ve hiçbir Moroi ya da dampir bunu
yapmaz.
Bir insan yapabilir.
Dimitrinin gözlerine baktım. İnsanlar Strigoilere yardım etme... Durdum. İşte yine söylüyordum.
Genellemeler. Ama elimde değildi. Strigoilere karşı savaşımızda güvendiğimiz şeylerden biri
sınırlamalarıydı güneş ışığı kazıklar yüzükler vs. Zayıflıklarını onlara karşı kullanırdık. Eğer onlara
yardım eden başkaları varsa ve o sınırlamalardan etkilenmiyorlarsa... insanlar gibi...
Dimitrinin yüzü asıktı ve hala her şeye karşı hazırlıklıydı ama yaşadığım zihinsel savaşı
algıladığında koyu renk gözleri anlayışla parladı.
Bu her şeyi değiştiriyor değil mi? diye sordum.
Evet dedi. Değiştiriyor.
2
Di m itiri telefon açtı ve gerçek bir SWAT ekibi geldi. Ama gelmeleri birkaç saat sürdü ve her
dakika bir yıl gibi geçti. Sonunda daha fazla dayanamayarak arabaya döndüm. Dimitri evi biraz daha
inceledikten sonra gelip yanıma oturdu. İkimiz de beklerken tek kelime etmedik. Evin içindeki
iğrenç görüntü zihnimden silinmiyordu. Korkuyordum kendimi yalnız hissediyordum ve bana
sarılmasına ya da rahatlatmasına İhtiyacım vardı
Bunu istediğim için kendimi azarladım. Öğretmenim olduğunu ve nasıl bir durumla karşılaşırsak
karşılaşalım bana sarılmak gibi bir görevi olmadığını kendime bininci kez hatırlattım. Ayrıca güçlü
olmak istiyordum. İşlerin zorlaştığı her seferde bir erkeğe ihtiyaç duymak istemiyordum.
İlk gardiyan grubu geldiğinde Dimitri arabanın kapısını açtı ve bana baktı. Bunun nasıl yapıldığını
görmelisin.
Açıkçası o eve bir daha girmek istemiyordum fakat yine de peşinden gittim. Gelen gardiyanları
tanımıyordum ama Dimitri tanıyordu. Zaten herkesi tanıyor gibiydi. Gruptakiler olay yerinde bir
acemiyle karşılaştıklarına şaşırdılar ama kimse varlığıma itiraz etmedi.
Evi incelerken ben de onlarla gittim. Kimse bir şeye dokunmadı sadece cesetlerin başına eğilip
kan ve kırık cam parçalarını incelediler. Görünüşe bakılırsa Strigoiler eve girerken ön kapıdan ve
arka terastan fazlasını kullanmışlardı.
Gardiyanlar ters bir tavırla konuşuyor hissettiğim tiksinti veya korkuyu paylaşmıyorlardı. Birer
makine gibiydiler içlerinden biri gruptaki tek kadın Arthur Schoenbergin cesedinin yanına çömeldi.
Kadın gardiyanlar ender olduğundan meraklanmıştım. Dimitrinin ona Tamara diye seslendiğini
duymuştum yirmi beş yaşında gibi görünüyordu. Siyah saçları küt kesilmişti omuzlarına
değmiyordu. Kadın gardiyanlar arasında yaygın bir özellik.
Ölmüş gardiyanın yüzünü incelerken gri mavi gözleri üzüntüyle kısıldı. Ah Arthur dedi iç çekerek.
Dimitri gibi o da bir sürü şeyi birkaç kelimeyle anlatabiliyordu. Bugünü göreceğim aklıma gelmezdi.
Benim öğretmenimdi. Yine iç çekerek ayağa kalktı.
Yüzünde yine ciddi bir iş ifadesi vardı sanki önünde yatan ceset kendisini eğiten adama ait
değilmiş gibi. Buna inanamıyordum. Tamaranın öğretmeniydi Kendini nasıl
böyle kontrol edebiliyordu? Bir an için Dimitrinin cesedinin önümde o şekilde yattığını düşündüm.
Hayır. Onun yerinde olsam asla sakin kalamazdım. Kesinlikle kendimi kaybederdim. Çığlıklar atar
etrafa tekmeler savururdum. İşlerin yoluna gireceğini söylemeye kalkan birine kesinlikle
yumruğu yapıştınrdım.
Neyse ki herhangi birinin Dimitriyi indirebileceğine inanmıyordum. Hiç zorlanmadan bir Strigoiyi
öldürdüğünü gözlerimle görmüştüm. O yenilmezdi. Sert biri. Bir tanrı.
Elbette ki Arthur Schoenberg de öyleydi.
Bunu nasıl yapabildiler? diye patladım. Altı çift göz bana döndü. Bu davranışım için Dimitrinin
beni azarlayarak bakmasını bekliyordum ama sadece meraklı gözlerle baktı. Onu nasıl
öldürebildiler?
Tamara yüz ifadesini değiştirmeden omuz silkti. Herkesi öldürebilecekleri gibi. Hepimiz gibi o da
bir ölümlüydü.
Evet ama o... bilirsin Arthur Schoenbergdi
Sen söyle Rose dedi Dimitri. Evi gördün. Nasıl yaptıklannı bize sen söyle.
Hepsi beni izlerken sonuçta bugün yine de sınava girebileceğimi anladım. Gözlemlediklerimi ve
duyduklarımı düşündüm. İmkansızın nasıl mümkün olabileceğini anlamaya çalışırken zorlukla
yutkundum.
Dört giriş noktası var demek ki en azından dört Strigoi varmış. Buradaysa yedi Moroi vardı.
Burada oturan aile birilerini ağırlıyordu ve bu yüzden katliam daha da büyük olmuştu. Kurbanlardan
üçü çocuktu. Ve üç gardiyan. Çok
fazla cinayet. Dört Strigoi bu kadar çok kişiyi öldüremezdi.
Önce gardiyanlara saldırıp onlan hazırlıksız yakaladıklannı düşünürsek en azından altı Strigoi olması
gerekir. Aile karşılık veremeyecek kadar şaşkındı.
Peki gardiyanları nasıl hazırlıksız yakaladılar? diye sordu Dimitri.
Tereddüt ettim. Genel olarak gardiyanlar hazırlıksız yakalanamazdı. Çünkü yüzükler kırılmıştı.
Yüzükleri olmayan bir evde muhtemelen gece bahçede dolaşan bir gardiyan olurdu. Ama burada
bunu yapmadılar.
Yüzüklerin nasıl kırıldığıyla ilgili soruyu bekledim. Ama Dimitri sormadı. Gerek yoktu. Hepimiz
biliyorduk. Hepimiz kazığı görmüştük. Yine ürperdim. Strigoilerle çalışan insanlar büyük bir Strigoi
grubu.
Dimitri başıyla onayladı ve grup incelemesine devam etti. Banyoya geldiğimizde bakışlarımı
kaçırmak üzereydim. Daha önce Dimitriyle birlikte burayı görmüştüm ve tekrar görmeye niyetim
yoktu. İçeride bir erkek cesedi vardı ve kurumuş kanı beyaz karoların üzerine yayılmıştı. Aynca
burası evin daha iç kısmında olduğundan açık teras kadar
soğuk değildi. Ceset kokmaya başlamıştı. Henüz tam olarak kötü kokmuyordu fakat iyi bir koku
olduğu da söylenemezdi.
Ama bakışlarımı kaçırırken aynada koyu kırmızı daha doğrusu kahverengi bir şey dikkatimi çekti.
Olay yerindeki diğer şeyler dikkatimi çektiğinden daha önce farketmemiştim. Aynada kanla yazılmış
bir yazı vardı.
Zavallı zavallı Badicalar. Çok azı kaldı. Bir kraliyet
ailesi neredeyse sona erdi. Diğerleri de peşinden gelecek.
Tamara tiksintiyle homurdandı ve aynadan uzaklaşarak banyodaki diğer detayları inceledi. Ama
dışarı çıkarken o kelimeler zihnimde yankılanıyordu. Bir kraliyet ailesi neredeyse sona erdi.
Diğerleri de peşinden gelecek.
Badicaların daha küçük kraliyet klanlarından biri olduğu doğruydu. Ama burada öldürülenlerin
sonuncu aile üyeleri olması pek mümkün değildi. Muhtemelen geri kalan iki yüz Badica olmalıydı.
Elbette ki bir Ivashkov ailesi gibi değildi. Bu aile son derece büyük ve yaygındı. Ama diğer kraliyet
klanlarına oranla Badicaların da sayısı pek az değildi.
Dragomirler gibi.
Hayatta kalan tek Dragomir Lissaydı.
Strigoiler kraliyet soylannı kurutmak istiyorsa onun peşinden gitmek en iyisi olurdu. Moroi kanı
Strigoileri rahatsız ediyordu bu yüzden böyle bir isteği anlayabilirdim. Kraliyet üyelerini seçmenin
zalim ve sadist doğalarının bir parçası olduğunu düşünüyordum. Strigoilerin Moroi toplumunu yok
etmek istemesi ilginçti çünkü bir zamanlar birçoğu Moroiydi.
Evde geçirdiğimiz sürenin geri kalanı boyunca aynayı ve üzerindeki uyarıyı kafamdan atamadım.
Korku ve şaşkınlığımın yerini öfkeye bırakmaya başladığını hissettim. Bunu nasıl yapabilirlerdi? Bir
yaratık bir aileye bunu yapmak için ne kadar sapkın ve kötü olmalıydı bütün bir so
yu yok etmek isteyecek kadar? Bir zamanlar ben ve Lissa gibiyken bir yaratık bunu nasıl yapabilirdi?
Lissa yı düşündüğümde Strigoilerin onun ailesini de kurutmak istediğini düşününce içimde korkunç
bir öfke uyandı. Bu duygunun yoğunluğu neredeyse benliğimi sarsmıştı. Karanlık kabaran ve içimde
dönüp duran bir şeydi. Patlamaya hazır bir fırtına bulutu. Aniden elime geçirebileceğim bütün
Strigoileri parçalamak istedim.
Nihayet Dimitriyle birlikte arabaya binip St. Vladimire dönüş yolculuğuna başladığımızda kapıyı o
kadar sert kapadım ki yerinden çıkmaması şaşırtıcıydı.
Bana şaşkın gözlerle baktı. Sorun nedir?
Sen dalga mı geçiyorsun? diye bağırdım. Bunu nasıl sorabilirsin? Sen de oradaydın. Her şeyi
gördün.
Gördüm dedi. Ama acısını arabadan çıkarmıyorum. Emniyet kemerimi takarken ona öfkeyle
baktım. Onlardan nefret ediyorum. Hepsinden nefret ediyorum Keşke orada olsaydım. Hepsinin
gırtlağını deşerdim
Neredeyse avaz avaz bağırıyordum. Dimitri sakin bir yüzle bana bakıyordu ama bu patlamam onu
şaşırtmıştı.
Gerçekten doğru olduğunu mu düşünüyorsun? diye sordu. Strigoilerin orada yaptıklarını gördükten
sonra gerçekten Arthur Schoenbergden daha iyi bir iş çıkarabileceğini mi düşünüyorsun? Natalienin
sana yaptıklarını gördükten sonra?
Duraksadım. Bir Strigoiye dönüştükten sonra Lissanın kuzeni Natalieyle kısa bir mücadeleye
girişmiştim ve Dimitri tam zamanında yetişip günü kurtarmıştı. Yeni bir Strigoi
olmasına rağmen henüz koordinasyonsuz ve zayıftı beni oradan oraya fırlatmıştı.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Aniden kendimi aptal gibi hissettim. Strigoilerin ne
yapabildiğini görmüştüm. Düşüncesizce ortalıkta koşturarak günü kurtarmaya çalışmam bana sadece
hızlı bir ölüm getirirdi. Sert ve güçlü bir gardiyan olacaktım ama hala öğrenmem gereken bir sürü
şey vardı örneğin on yedi yaşında bir kızın altı güçlü Strigoiye karşı duramayacağı gibi.
Gözlerimi açtım. Afedersin dedim kendimi tekrar kontrol altına alırken. İçimde patlayan öfke
dağılmıştı. Nereden geldiğini bilmiyordum. Asabiydim ve sık sık güdüsel hareket ederdim ama bu
benim için bile çok zorlu ve çirkindi. Tuhaftı.
Sorun değil dedi Dimitri. Uzandı ve elini birkaç saniye için benimkinin üzerine koydu. Sonra geri
çekilip arabayı çalıştırdı. Uzun bir gün oldu. Hepimiz için.
Geceyansı sularında St. Vladimir Akademisine döndüğümüzde herkes katliamı biliyordu.
Vampirlerin okul günü yeni sona ermişti ve yirmi dört saatten uzun süredir hiç uyumamıştım.
Gözlerim kızarmıştı ve Dimitri hemen yurt odama gidip biraz uyumamı emretti. Elbette ki kendisi
uyanık ve her şeye hazır görünüyordu. Bazen hiç uyuyup uyumadığını merak ediyordum. Saldırıyla
ilgili diğer gardiyanlarla görüşmeye gitti ve ben de hemen yatağa gireceğime söz verdim. Bunun
yerine o gözden kaybolur kaybolmaz kütüphanenin yolunu tuttum. Lissayı görmem gerekiyordu ve
aramızdaki bağ bana onun kütüphanede olduğunu söylüyordu.
Kaldığım yurttan okulun ikinci ana binasına giderken taş yürüme yolu zifir karanlıktı. Çimenler
tamamen karla kaplanmıştı ama kaldırımlardaki kar ve buz titiz bir şekil de temizlenmişti.
Badicaların ihmal edilmiş evini hatırla dım.
Ortak bina büyük ve gotik görünüşlüydü bir okuldan çok ortaçağ hikayesi anlatan bir filmin setine
uygundu. İçerideki gizem ve antik tarih havası binayı daha da çok sarıyordu: Süslemeli taş duvarlar
ve antika tablolar bilgisayarlarla ve floresan ışıklarıyla tezat oluşturuyordu. Modern teknoloji buraya
girmiş ama asla hakim olamamıştı.
Kütüphanenin elektronik kapısından geçtikten sonra hemen coğrafya ve seyahat kitaplarının
dizildiği arka köşelerden birine yöneldim. Gerçekten de Lissa orada yerde oturmuş sırtını bir kitap
rafına dayamıştı.
Hey dedi bir dizine dayadığı açık kitaptan başını kaldırarak. Yüzüne düşen birkaç bukleyi kenara
itti. Erkek arkadaşı Christian onun yanında yere uzanmış başını Lissanın diğer dizine dayamıştı.
Başıyla beni selamladı. Bazen aramızda parlayan düşmanlık düşünülürse beni ayı kapanına da
atabilirdi. Lissanın hafif gülümsemesine rağmen içindeki gerginliği ve korkuyu hissedebiliyordum
aramızdaki bağdan bunu algılıyordum.
Duymuşsun dedim bağdaş kurup yanına otururken.
Gülümsemesi silinirken korku ve huzursuzluk duygusu yoğunlaştı. Psişik bağlantımızın onu daha
iyi korumamı sağlaması hoşuma gidiyordu ama kendi sıkıntılarımın daha da büyümesine ihtiyacım
yoktu.
Korkunç dedi ürpererek. Christian kıpırdandı ve parmaklarını Lissanınkilere geçirip hafifçe elini
sıktı. Lissa da aynı şekilde karşılık verdi. Bu ikisi birbirlerine öylesine aşıktı ve öylesine tatlı
davranıyorlardı ki onlarla birlikte zaman geçirdikten sonra içimden dişlerimi fırçalamak geliyordu.
Ama şimdi mahzun görünüyorlardı ve bunun katliam haberiyle ilgili olduğu şüphesizdi. Dediklerine
göre... altı veya yedi Strigoi varmış. Ve insanlar yüzükleri kırmalarına yardım etmiş.
Başımı bir rafa yasladım. Haber gerçekten de hızlı yayılmıştı. Aniden başım döndü. Doğru.
Gerçekten mi? dedi Christian. Ben de evhamlıların paranoyası sanıyordum.
Hayır... Bugün nerede olduğumu kimsenin bilmediğini anladım. Ben... Ben de oradaydım.
Lissanın gözleri iri iri açıldı ve yaşadığı şoku hissettim. Christian bilgiçlerin poster çocuğu bile
asık yüzlüydü. Olayların korkunçluğu olmasa onu hazırlıksız yakaladığıma sevinebilirdim.
Dalga geçiyorsun dedi kararsız bir sesle.
Kalifikasyon sınavına gireceğini sanıy... Lissa devam edemedi.
Girmem gerekiyordu dedim. Sadece yanlış zamanda yanlış yerde olmaya bir örnek. Bana sınav
yapacak gardiyan orada yaşıyordu. Dimitriyle içeri girdiğimizde...
Bitiremedim. Badicalann evindeki kan ve ölüm sahnesi yine zihnimde canlanmıştı. Lissanın
yüzünde beliren endişeyi bağımız sayesinde de hissettim.
Rose iyi misin? diye sordu sakince.
Lissa en yakın arkadaşımdı ama bütün olanların beni nasıl korkuttuğunu ve üzdüğünü bilmesini
istemiyordum. Sert görünmek istiyordum.
İyiyim dedim dişlerimi sıkarak.
Nasıldı? diye sordu Christian. Sesinde merak vardı ama suçluluk duygusu da belli oluyordu sanki
böylesine kor kunç bir olayla ilgili bir şeyler bilmek istemesinin yanlış olduğunun farkındaymış gibi.
Yine de sormaktan kendini alamamıştı. Güdüsel hareketlerimizi kontrol edememek ortak
noktalarımızdan biriydi.
Ben... Başımı İki yana salladım. Bunu konuşmak istemiyorum.
Christian itiraz edecek gibi oldu ve Lissa bir eliyle onun
siyah saçlarını okşadı. Bu nazik uyarısı Christianı susturdu. Bir an üçümüz de sessiz kaldık. Lissanın
aklından geçenleri bildiğimden yeni bir konu bulmaya çalıştığının farkındaydım.
Söylediklerine göre bu olay bütün tatil ziyaretlerini altüst edecekmiş dedi bana kısa süre sonra.
Christianın halası ziyarete gelecekti ama çoğu kimse yolculuk yapmak
istemiyor ve çocuklarının güvende olmaları için evde kalmalarını istiyor. Bu Strigoi grubu ödlerini
patlattı.
Böyle bir saldırının etkilerini düşünmemiştim. Noele bir hafta kadar vardı. Çoğunlukla yılın bu
zamanında Moroi dünyasında muazzam bir hareketlilik olurdu öğrenciler ailelerinin yanına döner
aileler çocuklanyla birlikte kalmak için kampüse gelirdi.
Bu olay birçok aileyi ayrı tutacak diye mırıldandım.
Ve kraliyet toplantılarını da bozacak dedi Christian. Kısa ciddiyeti silinmiş her zamanki alaycılığı
geri dönmüştü. Yılın bu zamanında nasıl olduklarını bilirsiniz en büyük partiyi kimin vereceği
konusunda hep yarışırlar. Kendi başlarına ne yapacaklarını bile bilemezler.
Buna inanıyordum. Hayatım savaşmakla geçiyordu ama Moroiler kesinlikle onların içsel
çatışmalarını paylaşıyordu özellikle de soylular ve kraliyet üyeleri arasındakileri. Kelimeler ve
politik ittifaklarla kendi savaşlarını sürdürüyorlardı ve açıkçası ben daha doğrudan dövüşleri tercih
ederim. Lissa ve Christian da sorunlarla boğuşuyordu. İkisi de kraliyet ailelerinden geliyor bu da
Akademinin gerek içinde gerekse dışında çok fazla dikkat çekmelerine neden oluyordu.
Onlar için işler çoğu Moroi kraliyet üyesi için olduğundan daha kötüydü. Christianın ailesi anne ve
babasının gölgesi altında yaşıyordu. Ölümsüz olmak ve başkalannı öldürerek yaşamak için
büyülerinden vazgeçerek kasıtlı bir şekilde Strigoi olmuşlardı. Anne ve babası artık ölmüştü
ama insanlar hala ona güvenmekte zorlanıyordu. Her an bir Strigoiye dönüşecek ve başkalarını da
yanında sürükleyecekmiş gibi davranıyorlardı. Sinir bozucu tavırları ve kara mizah anlayışı da pek
yardımcı olmuyordu.
Lissaya yönelen ilgiyse ailesinin son üyesi olmasından kaynaklanıyordu. Diğer Moroiler arasında
ismi haketmek için yeterince Dragomir kanına sahip olan yoktu. Gelecekteki kocası muhtemelen
çocukların Dragomir olmasına izin verecek kadar yakın biri olacaktı ama şimdilik ailesinin tek
üyesi olmak onu ünlü kılıyordu.
Bunu düşünmek bana aynaya yazılmış uyarıyı hatırlattı ve midem bulandı. O karanlık öfke ve
umutsuzluk yine içimi sarmıştı ama bir şakayla bastırmaya çalıştım.
Sizler de sorunlarınızı bizim gibi çözmeyi denemelisiniz. Arada bir birileriyle dövüşmek size iyi
gelebilir.
Lissa ve Christian güldüler. Christian başını kaldırıp bana baktı ve sivri dişlerini göstererek sırıttı.
Ne dersin? Teke tek dövüşsek eminim seni yenebilirim.
Deneyebilirsin diye dalga geçti Lissa. Biraz daha neşelenmiş gibiydi.
Aslında isterim dedi Christian Lissanın gözlerine bakarak.
Christianın sesinde Lissanın kalp atışlarını hızlandıran bir ton vardı. Kıskançlıkla sarsıldım. Bütün
hayatımız boyunca Lissa en yakın arkadaşım olmuştu. Zihnini okuyabiliyordum. Ama gerçek
değişmiyordu: Christian artık dünyasının büyük bir parçasıydı ve asla oynayamayacağım bir
role sahipti tıpkı onun da Lissayla aramızdaki bağın rolünü oynayamayacağı gibi. İkimiz de gerçeği
kabul ediyorduk ama Lissanın ilgisinin bölünmesinden hoşlanmıyorduk ve bazen onun hatırı için
sürdürdüğümüz ateşkes zayıflıyordu.
Lissa Christianın yanağını okşadı. Uslu ol.
Öyleyim dedi Christian buğulu bir sesle. Bazen. Ama bazen uslu olmamı istemezsin...
Homurdanarak ayağa kalktım. Tanrım Sizi artık yalnız bırakayım.
Lissa gözlerini kırpıştırdı ve aniden utanmış gibi görünen Christiandan bakışlarını kaçırdı.
Üzgünüm diye mırıldandı Lissa. Yanakları hafifçe kızardı. Bütün Moroiler gibi o da solgun
olduğundan kızardığında daha güzel görünüyordu. Bu açıdan pek yardıma ihtiyacı olduğu da
söylenemezdi ya. Gitmek zorunda değilsin...
Hayır sorun değil. Çok yorgunum dedim. Christian gittiğimi gördüğüne pek rahatsız olmuşa
benzemiyordu. Yarın görüşürüz.
Tam gitmek için dönüyordum ki Lissa bana seslendi. Rose? Sen... iyi olduğundan emin misin?
Bütün olanlardan sonra?
Yeşim rengi gözlerine baktım. Endişesi o kadar güçlü ve derindi ki içim acıdı. Ona dünyadaki
herkesten daha yakın
olabilirdim fakat benim için endişelenmesini istemiyordum. Onu güvende tutmak benim işimdi.
Onun beni korumakla ilgilenmesi gerekmiyordu özellikle de Strigoiler aniden kraliyet üyelerine
saldırmaya karar vermişken.
Arsızca sırıtarak baktım. Ben iyiyim. Gitmeden birbirinizi soymaya başlamadığınız sürece sorun
yok.
0 zaman hemen gitsen iyi olur dedi Christian. lissa ona bir dirsek atarken ben gözlerimi devirdim.
İyi geceler dedim.
Arkamı döner dönmez gülümsemem silindi. Bu gece rüyalanmda Badicaları görmemeyi umarak
bozuk bir moralle yurt odama yürüdüm.
D ersten önceki egzersizim için aşağı koştuğumda yurt binasının lobisi çok kalabalıktı. Kargaşa beni
şaşırtmadı. İyi bir uyku dün geceki görüntüleri zihnimden silmişti ama Billingsin önünde olanlan ne
benim ne de sınıf arkadaşlarımın kolay kolay unutamayacağını biliyordum.
Ama diğer acemilerin yüzlerine bakarken tuhaf bir şey dikkatimi çekti. Önceki günden kalan
korku ve gerginlik hala belirgindi ama yeni bir şey daha vardı: Heyecan. Acemilerden bazıları
fısıltıyla konuşurken özellikle çok neşeli görünüyorlardı. Benim yaşımdaki bir grup erkek yüzlerinde
hevesli sırıtışlarla el kol hareketleri yapıyordu.
Önceki gün olanlar kötü bir rüya değilse burada kaçırdığım bir şey vardı. Birine yaklaşıp neler
olduğunu sormamak için kendimi çok zor tuttum. Zaman kaybedersem egzersize geç kalacaktım.
Ancak meraktan da ölüyordum.
Strigoiler ve insan yardımcıları bulunup öldürülmüş müydü? Bu kesinlikle iyi haber olurdu ama
içimden bir ses konunun başka olduğunu söylüyordu. Ön kapıları açarak öğrenmek için kahvaltıya
kadar beklemem gerektiğini düşündüm.
Hathaway sakın kaçma diye şarkı söyledi biri.
Arkama bakarak sırıttım. İyi bir arkadaşım ve acemi öğrencilerden biri olan Mason Ashford
koşarak bana yetişti.
Kaç yaşındasın sen on iki mi? diye sordum spor salonuna doğru yürürken.
Neredeyse dedi. Dün güler yüzünü özledim. Neredeydin?
Görünüşe bakılırsa Badicaların evine gittiğimi pek bilen yoktu. Sır filan değildi ama kanlı detayları
kimseyle tartışmak istemiyordum doğrusu. Dimitriyle eğitimim vardı.
Tanrım diye mırıldandı Mason. Adam seni sürekli çalıştırıyor. Bizi senin güzelliğinden mahrum
bıraktığını anlamıyor mu?
Güler yüz? Güzellik? Bu sabah biraz fazla uğraşmıyor musun? dedim gülerek.
Hey sadece öyle olduğu için söylüyorum. Gerçekten benim kadar kibar ve zeki biri seninle
ilgilendiği için şanslısın.
Sırıtmaya devam ettim. Mason flörtöz biriydi ve özellikle benimle flört etmeye bayılırdı. Bunun bir
nedeni benim de bu konuda iyi olmam ve karşılık vermemdi. Ama bana kar
şı duygularının dostluktan fazlası olduğunun farkındaydım ve ben de hala bu konuda neler
hissettiğime karar vermeye çalışıyordum ikimizin mizah anlayışı birbirine yakındı ikimiz de sınıfta
ve arkadaşlar arasında dikkatleri üzerimize çekiyorduk. Çok güzel mavi gözleri ve bir türlü boyun
eğmez gibi görünen dağınık kızıl saçları vardı. Yakışıklı bir çocuktu.
Ama Dimitriyle yarı çıplak kaldığım zamanı düşünmeye devam ederken yeni biriyle çıkma
düşüncesi bana biraz zor geliyordu.
Kibar ve zeki ha? Başımı iki yana salladım. Bana egon kadar önem verdiğini sanmıyorum. Birinin
arada bir egonu kırması gerek.
Ah öyle mi? dedi. Şey yamaçlarda istediğin kadar deneyebilirsin.
Birden durdum. Nerede?
Yamaçlarda. Başını yana yatırdı. Bilirsin kayaktan bahsediyorum.
Ne kayağı? Burada kesinlikle kaçırdığım bir şey vardı.
Sen bu sabah neredeydin? diye sordu bana deliymişim gibi bakarak.
Yatakta Daha beş dakika önce kalktım. Şimdi başından başla ve bana neden bahsettiğini anlat.
Hareketsiz kalınca üşümeye başladığım için ürperdim Ve yürümeye devam edelim.
Herkesin çocuklarının Noel için eve gelmesinden ne kadar korktuğunu biliyorsun dedi tekrar
yürümeye başladığımızda. Şey Idahoda özellikle zengin Moroiler ve kraliyet üyeleri tarafından
kullanılan devasa bir kayak kulübesi var. Sahipleri orayı Akademi öğrencileri ve ailelerine ayrıca da
gitmek isteyen diğer Moroilere açıyor. Herkes orada olacağı için bir sürü gardiyan olacak ve bu
yüzden de son derece güvenli.
Ciddi olamazsın dedim. Spor salonuna ulaştık ve içeri girdik.
Mason başıyla onayladı. Söylediklerim doğru. Orası inanılmaz bir yer. Sırıtarak bana bakarken
ben de gülümseyerek karşılık verdim. Kraliyet üyeleri gibi yaşayacağız Rose. En azından bir hafta
kadar. Noelden sonraki gün gidiyoruz.
Heyecanlı ve şaşkın bir halde orada kalakaldım. Bunu hiç düşünmemiştim. Ailelerin güvenli bir
şekilde bir araya gelmesine izin veren harika bir fikirdi. Hem de nasıl bir yerde Bir kraliyet kayak
kulübesinde. Tatilimin büyük bölümünü burada kalıp Lissa ve Christianla birlikte televizyon
izleyerek geçireceğimi sanıyordum. Şimdi beş yıldızlı bir yerde konaklayacak akşam yemeğinde
ıstakoz yiyecektim. Masajlar yakışıklı kayak hocaları..~
Masonın heyecanı bulaşıcıydı içimde artan heyecanı hissederken aniden donup kaldım.
Yüzüme dikkatle baktığından değişikliği hemen farketti. Sorun ne? Bu harika bir haber.
Öyle diye itiraf ettim. Ve neden herkesin heyecanlı olduğunu anladım. Ama bu gösterişli yere
gitmemizin nedeni şey birilerinin ölmesi. Yani bütün bunlar tuhaf görünmüyor mu?
Masonın ifadesi ciddileşti. Evet ama biz hayattayız Rose. Başkaları öldü diye biz de yaşamaktan
vazgeçemeyiz. Ve daha fazlasının ölmemesini sağlamak zorundayız. Bu yüzden böyle bir yer harika
bir fikir. Güvenli. Yine gözleri parladı. Tanrım buradan çıkmak için sabırsızlanıyorum. Olanları
duyduktan sonra sadece gidip birkaç Strigoi pataklamak istiyorum. Keşke hemen gidebilsek. Hiçbir
nedeni yok. Fazladan yardıma ihtiyaçları var ve bilmemiz gerekenlerin çoğunu biliyoruz zaten.
Sesindeki sertlik dünkü patlamamı hatırlatmıştı ama benim kadar ateşli görünmüyordu. Harekete
geçmek konusunda saf davranıyordu oysa benim patlamam hala tam olarak anlayamadığım tuhaf
karanlık bir mantıksızlıktan kaynaklanmıştı.
Cevap vermediğimde Mason bana soran gözlerle baktı. Gitmek istemiyor musun?
Bilmiyorum Mase. Ayakkabılarımı inceleyerek onunla göz göze gelmekten kaçınmaya çalıştım.
Yani burada Strigoilerin insanlara saldırmasını da istemiyorum. Ve teoride onları durdurmayı
istiyorum... Ama şey henüz hazır olduğumuz kesinlikle söylenemez. Ne yapabildiklerini kendi
gözlerimle gördüm... Bilmiyorum. Acele etmek çözüm değil. Başımı iki yana salladım ve tekrar
gözlerine baktım. Fazlasıyla mantıklı ve temkinli kesinlikle Dimitri gibi konuşuyordum. Olmayacağı
için önemli de değil aslında. Sanırım sadece yolculukla ilgili heyecanlanmalıyız ha?
Masonın ruh hali çabuk değişirdi ve bir kez daha kolayca neşelenmişti. Evet. Ve kayak yapmayı
hatırlasan iyi olur çünkü burada egomu kırman için sana meydan okuyorum. Hoş bunun olacağını da
pek sanmıyorum ya.
Yine gülümsedim. Tanrım seni ağlattığımda gerçekten üzüleceğim. Biraz suçluluk duyabilirim.
Bilgiç bir cevap vermek için ağzını açtı ve aniden arkamdaki bir şey daha doğrusu biri dikkatini
çekti. Omzumun üzerinden baktığımda spor salonunun diğer tarafından Dimitrinin geldiğini gördüm.
Mason abartılı bir şekilde eğildi. Lordun ve efendin. Sonra görüşürüz Hathaway. Kayak
stratejilerini planlamaya başla. Kapıyı açıp dondurucu karanlıkta gözden kayboldu. Ben de dönüp
Dimitriye katıldım.
Diğer acemi dampirler gibi ben de okul günümün yarısını o ya da bu gardiyan eğitimiyle geçiriyor
dövüş tekniklerini Strigoileri ve onlara karşı kendimi savunmayı öğreniyordum. Acemiler bazen
okuldan sonra da egzersiz yapardı. Ama benimki özgün bir durumdu.
St. Vladimirden kaçma kararımı hala yerinde buluyordum. Victor Dashkov Lissa için çok büyük
bir tehdit olmuştu ama uzayan tatilimizin bazı sonuçlan da vardı. İki yıl boyunca okuldan uzak
kalmak gardiyanlık derslerimde geri kalmama neden olmuştu ve okul yönetimi derslerden önce ve
sonra fazladan egzersiz yaparak kaybettiğim zamanı
telafi etmeme karar vermişti.
Dimitriyle.
Bana nefsime karşı mücadele etme konusunda ders verdiklerini bilmiyorlardı. Ama ona duyduğum
çekim bir yana hızlı öğrenen biriydim ve onun yardımıyla diğer son sınıf öğrencilerine neredeyse
yetişmiştim.
Üzerinde mont olmadığından bugün içeride çalışacağımızı anlamıştım ve bu iyi haberdi. Dışarısı
buz gibiydi. Ama bununla ilgili hissettiğim sevinç eğitim odalarından birinde hazırladığı şeyi
görünce hissettiğimin yanında gölgede kalmıştı.
Karşı duvarın önünde son derece canlı görünen egzersiz kuklaları dizilmişti. Burada saman dolu
çuval bezinden bebekler yoktu. Sıradan giysiler giymiş lastik tenli farklı saç ve göz renkleri olan
erkek ve kadınlar vardı. Yüz ifadeleri de farklıydı: Mutlu korkmuş öfkeli... Daha önce başka
eğitimlerde de bu kuklalarla çalışmış yumruk ve tekme egzersizleri için onları kullanmıştım. Ama
Dimitrinin elindeki şeyle hiç çalışmamıştım: Gümüş bir kazık.
Güzel dedim heyecanla.
Kazık Badicaların evinde bulduğumla aynıydı. Alt kısmında bir tutma yeri vardı ve kabzaya
benziyordu. Hançerlerin aksine düz bir bıçak yerine yuvarlak ve kalın sivri uçlu bir gövdesi vardı.
Silahın tamamı önkolumdan kısaydı.
Dimitri doğal bir tavırla duvara yaslandı neredeyse iki metre boyunda olmasına rağmen bu her
zaman iyi yaptığı bir hareketti. Bir eliyle kazığı havaya attı. Silah havada bir
kaç kez döndü ve aşağı inerken Dimitri yine sapından yakaladı.
Lütfen bugün bunu yapmayı öğreneceğimi söyle dedim.
Koyu renk gözleri neşeyle parladı. Sanırım bazen yanımdayken yüzündeki ciddiyeti korumakta o
da zorlanıyordu.
Bugün bunu tutmana izin verirsem bile şanslısın demektir dedi. Kazığı yine havaya attı. Silaha
özlemle baktım. Zaten önceki gün böyle bir kazığı elimde tuttuğumu hatırlatacaktım ama böyle bir
mantığın beni bir yere ulaştırmayacağını biliyordum.
Bunun yerine sırt çantamı yere attım montumu çıkarıp bir kenara bıraktım ve beklentili bir tavırla
kollarımı göğsümde kavuşturdum. Belden büzgülü bol pantolon ve kapüşonlu bir bluz giymiştim.
Siyah saçlarımı başımın arkasında sıkı atkuyruğu yapmıştım. Her şeye hazırdım.
Nasıl işe yaradıklarını ve yakınındayken neden daima dikkatli olmam gerektiğini söylememi
istiyorsun dedim.
Dimitri kazığı döndürmeyi bıraktı ve bana şaşkınlıkla baktı.
Haydi dedim gülerek. Şimdiye kadar senin çalışma sistemini çözmediğimi mi sanıyorsun? Bunu
yaklaşık üç aydır yapıyoruz. Bana eğlenceli bir şey öğretmeden önce daima güvenlikten ve
sorumluluktan söz edersin.
Anlıyorum dedi. Şey sanırım hepsini buldun. O halde derse tek başına devam et. Bana tekrar
ihtiyacın olana kadar burada bekleyeceğim.
Kazığı kemerindeki deri bir kına soktu ve ellerini ceplerine sokarak duvara rahatça yaslandı. Dalga
geçtiğini düşünerek bekledim ama başka bir şey söylemeyince ciddi olduğunu anladım. Omuz
silkerek bildiğim şeylere geçtim.
Gümüşün herhangi bir büyülü yaratık üzerinde güçlü etkileri vardır yeterince güç verilirse o
yaratığa yardım edebilir veya canını yakabilir. Bu kazıklar gerçekten çok sıkı çünkü dört farklı
Moroi onları işliyor ve her biri bu süreçte bir elementi kullanıyor. Aniden aklıma gelen bir şeyle
kaşlarımı çattım. Ruh dışında. Yani bu şeyler aşırı güçlü ve kafa kesmeyenler arasında bir Strigoiye
zarar verebilecek tek silah. Ama öldürmek için kalplerine saplanması gerek.
Senin canını yakar mı?
Başımı iki yana salladım. Hayır. Yani şey evet kalbime saplarsan canımı yakar ama bir Moroiyi
inciteceği gibi incitmez. Bunlardan biriyle bir Moroinin vücudunu çizersen ciddi şekilde zarar
verirsin ama bir Strigoiye olacağı kadar değil. İnsanlara da zarar vermez.
Bir an durdum ve Dimitrinin arkasındaki pencereden dışarı dalgın gözlerle baktım. Cam
kristalleşmiş buzla kaplıydı ama ben farketmemiştim bile. İnsanlardan ve kazıklardan bahsetmek
Badicaların evindeki görüntüleri yine aklıma getirmişti. Düşüncelerim kan ve ölümle doldu.
Dimitrinin beni izlediğini gördüğümde anıları zihnimden atarak derse devam ettim. Dimitri arada
bir başıyla onaylıyor veya netleştirici bir soru soruyordu. Zaman akarken bana işimin bittiğini ve
kuklaları pataklamaya başlayabileceğimi söylemesini bekleyip durdum. Bunun yerine on dakika
kadar benimle konuştu ve sonunda beni kuklalardan birine yönlendirdi sarı saçlı ve keçisakallı bir
adamdı.
Dimitri kazığı kınından çıkardı ama bana vermedi.
Bunu nereye saplayacaksın? diye sordu.
Kalbine diye cevap verdim sinirli bir tavırla. Bunu daha önce yüz kez söyledim. Artık alabilir
miyim?
Hafifçe gülümsedi. Kalp nerede?
Ona Ciddi misin? der gibi baktım. Omuz silkti.
Aşırı bir vurguyla kuklanın göğsünün sol tarafını işaret ettim. Dimitri başını iki yana salladı.
Kalp orada değildir dedi.
Elbette orada. İnsanlar ulusal marşı söylerken veya Bağlılık Yemini ederken ellerini oraya koyar.
Bana beklentiyle bakmaya devam etti.
Kuklaya dönüp inceledim. Zihnimin derinliklerinde ilkyardım eğitimimi ve ellerimizi nereye
koymamız gerektiğini hatırladım. Kuklanın göğsünün ortasını işaret ettim.
Burada mı?
Bir kaşını kaldırdı. Normalde bunun hoş olduğunu düşünürdüm ama bugün sinirime dokunmuştu.
Bilmiyorum dedi. Orada mı?
Ben de sana bunu soruyorum.
Bunu bana sormamalısın. Hepinizin fizyoloji dersi görmeniz gerekmiyor mu?
Evet. Birinci yılda. Tatildeydim hatırladın mı? Parıltılı kazığı işaret ettim. Artık dokunabilir miyim
lütfen?
Kazığı yine havaya attı ve yakalayıp kınına soktu. Bîr dahaki dersimizde bana kalbin yerini
söylemeni istiyorum. Tam olarak nerede olduğunu. Ve önünde neyin okluğunu da bilmek istiyorum.
Ona büyük bir öfkeyle baktım ama yüz ifadesine bakılırsa sandığım kadar sert bakamamıştım. Onu
on kez görsem dokuzunda Dimitrinin yeryüzündeki en seksi şey olduğunu düşünürdüm bir seferinde
de böyle olurdu...
Birinci derse dövüş dersine bozuk moralle girdim. Dimitrinin önünde beceriksiz görünmekten
hoşlanmamıştım ve o kazıklardan birini kullanmayı gerçekten ama gerçekten istiyordum. Bu yüzden
ders sırasında sinirimi tekmeleyip yumruklayabileceğim kişilerden çıkardım. Ders sonunda kimse
benimle partner olmak istemiyordu. Sınıftaki diğer kızlardan biri olan Meredithe o kadar sert
vurmuştum ki baldırındaki mindere rağmen hissettiğini farkettim. Bacağı çürüyecekti ve bana kasıtlı
yapmışım gibi bakıyordu. Özür dilememin yararı olmadı.
Sonrasında Mason yine yanıma geldi. Ah Tanrım dedi yüzümü inceleyerek. Seni kim bu kadar
kızdırdı?
Hemen gümüş kazık ve kalbin yeriyle ilgili hikayemi anlattım.
Güldü. Kalbin yerini nasıl bilmezsin? Özellikle de kırdığın onca kalpten sonra?
Ona da Dimitriye baktığım gibi baktım ve bu kez işe yaradı. Masonın yüzü sarardı.
Belikov bu sabah sana karşı işlediği korkunç suç içir kudurmuş yılanlarla dolu bir çukura atılması
gereken kor kunç kötü hasta bir adam.
Teşekkür ederim dedim soğuk bir tavırla. Sonra düşündüm. Yılanlar kudurabilir mi?
Neden olmasın? Tüm canlılar kudurabilir. Sanırım. Çıkmam için koridor kapısını açık tuttu. Ama
Kanada kazla1 yılanlardan daha kötü olabilir.
Ona yandan bir bakış attım. Kanada kazları yılanlardan daha mı ölümcül?
O küçük alçaklardan birini beslemeyi denedin mi hiç? diye sordu ciddi görünmeye çalışarak ama
başaramayarak. Berbattırlar. Seni yılanların arasına atarlarsa çabucak ölürsün. Ama kazlar? Günler
sürer ve daha çok acı çekersin.
Vay canına Bütün bunlan bildiğin için etkilenmeli miyim yoksa korkmalı mıyım bilmiyorum
dedim.
Sadece onurunun intikamını almak için yaratıcı yöntem ler geliştirmeye çalışıyorum hepsi bu.
Bana hiç yaratıcı biri gibi görünmemiştin Mase.
ikinci dersin yapılacağı sınıfın önünde duruyorduk. Masonın yüz ifadesi hala neşeliydi ama tekrar
konuştuğunc sesinde kışkırtıcı bir ton vardı. Rose senin yanındayken her türlü yaratıcı şeyi
düşünebilirim.
Hala yılanlara gülüyordum ve aniden durup ona şaşkınlıkla baktım. Her zaman için Masonın tadı
olduğunu düşünmüştüm ama gözlerindeki o ciddi bakışları gördüğümde gerçekten seksi olabileceği
ilk kez dikkatimi çekti.
Ah. şuna bak dedi gülerek Beni nasıl hazırlıksız yakaladığını farketti. Roseun nutku tutuldu.
Ashford 1 Hathavvay 0.
Hey yolculuktan önce seni ağlatmak istemiyorum. Daha yamaçlara gelmeden bunu yaparsam hiç
de eğlenceli plmaz.
Mason gülerken sınıfa girdik. Bu koruma teorisiyle ilgili bir dersti ve bir egzersiz alanı yerine
gerçek bir sınıfta yapılıyordu. Bütün fiziksel gayretten sonra iyi bir değişiklikti. Bugün ön tarafta
okul öğretmenlerinden olmayan üç gardiyan duruyordu. Tatil ziyaretçileri olduğunu düşündüm.
Aileler ve gardiyanları kayak merkezinde çocuklara eşlik etmek amacıyla kampüse gelmeye
başlamışlardı bile ilgim hemen arttı.
Konuklardan biri yüz yaşında gibi görünen ama hala bicilerinin işini bitirebileceği belli olan uzun
boylu biriydi. Diğeri Dimitrinin yaşlarındaydı. Koyu bronz bir teni vardı ve vücudu o kadar
etkileyiciydi ki sınıftaki kızlardan bazılarının ağzının suyu akmaya başlamıştı bile la Sonuncu
gardiyan bir kadındı. Kumral dalgalı saçları kışa kesilmişti ve kahverengi gözleri düşünceli bir
tavırla kısılmıştı. Daha önce dediğim gibi dampir kadınların birçoğu gardiyan kariyeri seçmek yerine
çocuk yapmayı tercih ederdi. Bu meslekteki az sayıdaki kadından biri olduğumdan diğerleriyle
karşılaşmak beni heyecanlandırırdı Tamara gibi.
Ama bu kadın Tamara değildi. Yıllardır tanıdığım baktığım anda içimde gurur ve heyecandan başka
duygular uyandıran biriydi. Onu gördüğümde kırgınlık hissederdim kırgınlık ve kavurucu bir öfke.
Sınıfın önünde duran kadın benim annemdi.
4
İnanamıyordum. Janine Hathaway. Annem. Son der§cee asla yanımda olmayan annem. Arthur
Schoenbergin dengi olamazdı ama gardiyan dünyasında oldukça sağlam bir ünü vardı. Daima
çılgınca görevler yüzünden uzakta olduğundan onu yıllardır görmemiştim. Ama şimdi... İşte
Akademide karşımda duruyordu tam önümdeve bana geleceğini haber vermeye bile gerek
görmemişti. İşte anaçlığı buraya kadardı.
Burada ne işi vardı? Cevabı çabucak öğrendim. Kampüse gelen Moroilerin hepsi gardiyanlarını da
getiriyordu. Annem Szelsky klanından bir soyluyu koruyordu ve o aileden birçok kişi tatillerde
gelirdi. Elbette ki annem de onunla gelecekti.
Sırama yerleşirken içimde yükselen şeyi hissettim. Sınıfa girdiğimi görmüş olduğundan emindim
ama dikkatini başka yere odaklamış gibiydi. Üzerinde kot pantolon bej bir tişört ve hayatımda
gördüğüm en sıkıcı kot ceket vardı. Sadece 1.55 boyunda olduğundan diğer gardiyanların yanında
cüce gibi kalıyordu ama varlığını hissettiriyordu ve olduğundan daha uzun görünmesini sağlayan bir
duruşu vardı.
Öğretmenimiz Stan bizi konuklarla tanıştırdı ve gerçek yaşam deneyimlerini paylaşacaklarını
açıkladı.
Konuşurken kalın kaşlarını çatarak sınıfın önünde bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Bunun sıradışı
olduğunu biliyorum diye açıkladı. Ziyarete gelen gardiyanlar genellikle sınıflara uğramaz. Ama
buradaki üç konuğumuz son zamanlarda olanlarla ilgili konuşmak için bize zaman ayırdılar... Bir an
duraksadığında neden sözettiğini kimsenin söylemesine gerek yoktu. Badica saldırısını kastediyordu.
Boğazını temizledi ve tekrar denedi. Olanların ışığında şu anda sahada çalışanlardan bir şeyler
öğrenmenizin daha iyi olacağına karar verdik.
Öğrenciler heyecanlandı. Hikayeler özellikle de kan ve hareket dolu olanlar dinlemek sıkıcı bir
ders kitabındaki teorileri analiz etmekten çok daha eğlenceli ve ilginçti. Görünüşe bakılırsa
kampüsteki diğer gardiyanlardan bazıları da aynı şekilde düşünüyordu. Sık sık derslerimize gelirlerdi
ama bugün her zamankinden daha kalabalık görünüyorlardı. Dimitri arkalarda bir yerde duruyordu.
Önce yaşlı adam başladı. Hikayesini anlatırken elimde olmadan kapıldığımı farkettim. Koruduğu
ailenin en küçük oğlunun. Strigoilerin kol gezdiği halka açık bir yerde nasıl diğerlerinden
uzaklaştığını anlatıyordu.
Güneş batmak üzereydi dedi ciddi bir sesle. Güneşin nasıl battığını göstermek istercesine elini
aşağı doğru kaydırdı. Sadece iki kişiydik ve nasıl ilerleyeceğimiz konusunda bir karar vermek
zorundaydık.
Dirseklerimi sıraya koyarak öne eğildim. Gardiyanlar çoğunlukla ikili çalışırdı. Biri uzak gardiyan
bölgeyi araştırırken diğeri yakın gardiyan korunanlara yakın kalırdı. Uzak gardiyan göz temasını
korurdu ama buradaki ikilemi anlamıştım. Üzerinde düşününce o durumda olsam yakın gardiyana
aileyi güvenli bir yere götürmesini ve diğer gardiyana da çocuğu aramasını söylerdim.
Aileyi bir restoranda bırakıp ortağımla birlikte bölgeyi araştırmaya başladık diye devam etti adam.
Ellerini bir tarama hareketiyle sallarken doğru düşündüğüm için kendimle gurur duydum. Hikaye
mutlu sona ermiş çocuk bulunmuştu ve Strigoilerle karşılaşmamışlardı.
İkinci adamın hikayesi Moroilerin peşinde dolaşan bir Strigoiyle karşılaşmasıyla ilgiliydi.
Aslında teknik olarak görevde bile değildim dedi. Gerçekten yakışıklıydı ve yakınımda oturan bir
kız ona hayranlıkla bakıyordu. Bir arkadaşımı ve koruduğu aileyi ziyaret ediyordum. Evlerinden
çıkarken gölgelerin arasında gizlenen bir Strigoi gördüm. Orada bir gardiyan olmasını beklemiyordu.
Bloğun etrafından dolaştım arkasından yaklaştım ve... Yaşlı adamın hareketlerinden daha etkileyici
bir şekilde kazık saplama hareketi yaptı ve Strigoinin kalbine sapladığı kazığı çeviriyormuş gibi
göründü.
Sıra annemdeydi. Daha tek kelime etmeden kaşlarımı çattım hikayesine başladığında kaşlarım
daha da çatıldı. Hayalgücünün yetersizliğine inanmasam son derece sıkıcı kıyafet seçimi
hayalgücünün ne kadar yetersiz olduğunu gerçekten gösteriyordu yalan söylediğini düşünebilirdim.
Anlattığı şey bir hikaye değil insanı film yıldızı yapacak ve
Oscar kazandıracak türden epik bir destandı.
Koruduğu Lord Szelsky ve eşinin başka bir kraliyet ailesinden birinin verdiği baloya katıldığı
geceden bahsediyordu. Çok sayıda Strigoi pusuya yatmıştı. Annem birini keşfetmiş hemen
kazıklamış ve diğer gardiyanlara haber vermişti. Onların yardımıyla pusudaki diğer Strigoileri
avlamış ve çoğunu da kendi öldürmüştü.
Kolay değildi diye açıkladı. Başka biri olsa bu ifade böbürlenme gibi görünebilirdi. Ama annem
öyle biri değildi. Konuşma tarzında bir netlik vardı ve gerçekleri resmi bir rapor verir gibi etkili bir
şekilde anlatıyordu. Glasgowda büyümüştü ve kullandığı kelimelerden bazılarında hala İskoç aksanı
seçiliyordu. Orada üç kişi daha vardı. O dönemde bu bir arada çalışma açısından büyük bir sayıydı.
Ama Badica katliamı düşünülürse bunun artık geçerli olmadığı söylenebilir. Saldırıyla ilgili bu kadar
rahat konuşması karşısında birkaç kişi yüzünü buruşturdu. Bir kez daha zihnimde cesetlerin
görüntüsü canlanmıştı. Diğerlerini alarma geçirmemek için geri kalan Strigoileri mümkün ol
duğunca çabuk ve sessiz bir şekilde ortadan kaldırmak zorundaydık. Şimdi sürpriz unsurundan
yararlanırsanız bir Strigoiyi öldürmenin en iyi yolu sessizce arkadan yaklaşmak boynunu kırmak ve
ondan sonra kazık saplamaktır. Elbette ki boyunlannı kırmak onları öldürmez ancak hareketsiz
bırakır ve gürültü koparmalarına izin vermeden kazığı saplamanızı sağlar. En zor kısmı arkalarından
sessizce yaklaşmaktır çünkü işitme duyuları çok keskindir. Diğer gardiyanlardan daha hafif ve ufak
tefek olduğumdan çok daha sessizce hareket edebiliyorum. Bu yüzden üçünden ikisini kendim
öldürdüm.
Yine sessizlik becerisinden söz ederken doğal bir tavırla konuşmuştu. Sinir bozucuydu o kadar ki
ne kadar muhteşem olduğu konusunda kibirli davransa o kadar rahatsız edi ci olmayabilirdi. Sınıf
arkadaşlarımın yüzleri hayranlıkla parladı görünüşe bakılırsa annemin hikayecilik becerilerinden çok
bir Strigoinin boynunu kırma fikrinden etkilenmişlerdi.
Hikayesine devam etti. Diğer gardiyanlarla biriikte geri kalan Strigoileri öldürdükten sonra gruptan
iki Moroinin yakalandığını farketmişlerdi. Böyle bir davranış Strigoiler arasında ender görülen bir
şey değildi. Bazen daha sonra atıştırmak niyetiyle Moroileri saklarlardı bazen de düşük seviyeli
Strigoiler av getirmeleri için daha güçlü olanlar tarafından gönderilirdi. Ne olursa olsun iki Moroi
götürülmüştü ve gardiyanları yaralanmıştı.
Doğal olarak o Moroileri Strigoilerin eline bırakamazdık diye devam etti. Strigoileri takip ederek
saklandıkları yeri bulduk ve grup halinde yaşadıklarını gördük. Bunun ne kadar ender bir durum
olduğunu takdir ettiğinizden eminim.
Gerçekten öyleydi. Strigoilerin kötücül ve bencil doğaları kurbanlarının yanı sıra sık sık
birbirlerine saldırmalarına da neden oluyordu. Saldırılar için organize olmak kafalarında kanlı ve acil
bir hedef olduğunda yapabildiklerinin en fazlasıydı. Ama birlikte yaşamak? Hayır. Bunu hayal etmek
bile neredeyse imkansızdı.
Kaçırılan iki Moroiyi kurtarmayı başardık ama esir olarak tutulan başkalannı da keşfettik dedi
annem. Ne var ki kurtardıklarımızı kendi başlarına geri gönderemezdik bu yüzden yanımdaki
gardiyanlar onlara eşlik ettiler ve diğerlerini bana bıraktılar.
Evet elbette diye düşündüm. Annem cesur bir şekilde içeri tek başına girmişti. Bu arada
yakalanmıştı ama kaçmayı başarmış ve esirleri de kurtarmıştı. Bunu yaparken asrın gösterisini
sergilemekten de geri kalmamış Strigoileri her üç şekilde de öldürmüştü: Kazık saplayarak kafalarını
keserek ve ateşe vererek.
Strigoilerden birine kazık saplarken ikisi daha saldırdı diye açıkladı. Diğerleri üzerime gelirken
kazığı geri çekecek zamanım yoktu. Neyse ki hemen yakında açık bir şömine vardı ve birini onun
içine ittim. Sonuncusu beni dışarı eski bir kulübeye kadar kovaladı. İçeride bir balta vardı ve onu
kullanarak kafasını kestim. Sonra bir bidon benzin alıp eve döndüm. Şömineye attığım Strigoi
tamamen yanmamıştı fakat üzerine benzin dökünce çabucak tutuştu.
O anlattıkça bütün sınıf hayranlıkla dinliyordu. Öğrencilerin ağzı açık kalmıştı. Gözleri
yuvalanndan fırlayacak gibiydi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Etrafıma baktığımda herkes için zaman
durmuş gibi geldi benim dışımda. Annemin ürkütücü hikayesinden etkilenmeyen tek kişi benmişim
gibi görünüyordu ve başkalarının yüzündeki hayranlığı görmek içimi öfkeyle dolduruyordu.
Hikayesini bitirdiğinde bir düzine el kalktı ve öğrenciler ona bir sürü soru yağdırdı: Hangi teknikleri
kullanmıştı korkmuş muydu vs.
Yaklaşık onuncu sorudan sonra daha fazla dayanamadım. Elimi kaldırdım. Beni farketmesi ve söz
vermesi biraz zaman aldı. Beni sınıfta görmek onu biraz şaşırtmış gibiydi. Aslında beni tanıdığı için
bile kendimi şanslı saymalıydım.
Eh Gardiyan Hathaway diye başladım. Neden sadece mekanı kilit altına almadınız?
Kaşlarını çattı. Sanınm bana söz hakkı verdiği anda savunmasını kaldırmıştı. Ne demek istiyorsun?
Omuz silktim ve sıramda arkama yaslanarak sohbetvari konuşmaya ve doğal davranmaya çalıştım.
Bilmiyorum. Bana kalırsa işi berbat etmişsiniz. Neden önce mekanı gözlemleyip içeride Strigoi olup
olmadığına bakmadınız? Bence kendinizi birçok gereksiz dertten kurtarabilirdiniz.
Sınıftaki bütün gözler bana döndü. Annem bir an ne diyeceğini şaşırdı. Eğer bütün o dertlere
katlanmasaydık dünyada yürüyen fazladan yedi Strigoi olurdu ve yakalanan Moroiler ya öldürülür ya
da şimdiye kadar dönüştürülürdü.
Evet evet hepinizin günü nasıl kurtardığınızı anlıyorum ancak burada prensiplere dönüyorum. Yani
bu bir teori dersi öyle değil mi? Bana son derece öfkeli gözlerle bakan Stane bir bakış attım. Sınıf
tartışmalarıyla ilgili uzun ve sevimsiz bir geçmişimiz vardı ve biraz sonra bir tane daha patlak
verecek gibi görünüyordu. Yani sadece başlangıçta neyin ters gittiğini anlamaya çalışıyorum.
Hakkını vermeliydim annem kendini kontrol etmekte benden çok daha başarılıydı. Rollerimiz
tersine olsa şimdiye kadar üzerine yürüyüp suratına tokadı yapıştırırdım. Annemse son derece sakin
duruyordu ve onu kızdırdığımı gösteren tek şey dudaklarının hafifçe gerilmesiydl.
O kadar basit değil diye cevap verdi. Mekanın düzeni son derece karmaşıktı. Davetten önce içeri
girdik ve hiçbir şey bulamadık. Strigoilerin davet başladıktan sonra geldiğine inanılıyor ya da bizim
bilmediğimiz gizli geçitler veya odalar olabilir.
Gizli geçit fikrini duyunca öğrencilerden hayret nidaları yükseldi ama ben etkilenmemiştim.
Yani bu duruma göre ya ilk taramanız sırasında onları farkedemediniz ya da parti sırasında
kurduğunuz güvenliği aşmayı başardılar öyle ya da böyle birileri çuvallamış. Dudakları daha da
gerildi ve ses tonu buz gibi oldu. Sıradışı bir durumda elimizden gelenin en iyisini yaptık. Sizin
seviyenizde birinin tanımladığım şeyin karmaşıklığını kavramayabileceğini anlıyorum ancak teorinin
ötesine geçmeyi gerçekten öğrendiğinizde dışarı çıktığınızda ve başkaları
nın yaşamları size bağlı olduğunda işlerin nasıl farklı olduğunu göreceksiniz.
Şüphesiz dedim başımla onaylayarak. Sonuçta ben kimim ki sizin yöntemlerinizi sorgulayacağım?
Yani sonuçta molnija işaretlerini kazanmışsınız değil mi?
Bayan Hathaway. Stanin gırtlaktan sesi sınıfta yankılandı. Lütfen eşyalarınızı alın ve dışarı çıkıp
dersin sonuna kadar orada bekleyin.
Stane şaşkınlıkla baktım. Sen dalga mı geçiyorsun? Soru sormak ne zamandan beri yanlış bir şey
oldu ki?
Yanlış olan tavrınız. Kapıyı işaret etti. Çıkın.
Herkes annemin hikayesini anlatırken olduğundan daha derin bir sessizliğe gömüldü.
Gardiyanların ve öğrencilerin bakışları arasında sinmemek için elimden geleni yaptım. Sonuçta ilk
kez Stanin sınıfından kovulmuyordum. Aslında Dimitri izlerken de bu ilk kez olmuyordu. Sırt
çantamı omzuma atıp kapıya doğru yürüdüm o kısacık mesafe miller gibi gelmişti ve yanından
geçerken annemle göz göze gelmemekte direndim.
Dersin bitmesine beş dakika kala annem sınıftan çıktı ve koridorda oturduğum yere yaklaştı. Bana
tepeden bakarak ellerini beline koydu böyle yaptığında olduğundan daha uzun görünüyordu. Benden
çok daha kısa boylu birinin bana kendimi böylesine küçük hissettirebilmesi hiç de adil değildi.
Eh görüyorum ki aradan geçen yıllarda davranışlann hiç düzelmemiş.
Ayağa kalktım ve gözlerine öfkeyle baktım. uBen de seni gördüğüme sevindim. Beni tanımana bile
şaşırdım. Aslında kampüse geldiğini bana söylememene bakılırsa beni hatırladığını bile
sanmıyordum.
Ellerini belinden indirdi ve kollarını göğsünde kavuşturarak sanki mümkünmüş gibi daha da
ifadesizleşti. Seninle ilgilenme sorumluluğumu ihmal edemezdim.
İlgilenmek? Sorumluluk? dedim. Bu kadın hayatı boyunca benimle ilgilenmemişti ki. Bu kelimeyi
bildiğine bile inanamıyordum.
Anlamanı beklemiyorum. Duyduklarıma bakılırsa aslında sorumluluğun ne olduğunu bildiğini de
sanmıyorum.
Ne olduğunu kesinlikle biliyorum diye tersledim. Kasıtlı olarak kibirli bir sesle konuşuyordum.
Çoğundan çok daha iyi.
Gözleri alaycı bir şaşkınlıkla iri iri açıldı. Bunu daha önce birçok kişiye yaptığını görmüştüm ve
bana da bu şekilde bakmasından hoşlanmamıştım. Ah öyle mi? Son iki yıldır hangi
cehennemdeydin?
Sen son beş yıldır hangi cehennemdeydin? diye sordum. Biri sana söylemese gittiğimden haberin
olur muydu?
Bunu sakın bana yıkmaya kalkma. Mecbur olduğum için uzaktaydım. Sense alışverişe çıkabilmek
ve geç saatlere kadar ayakta kalabilmek için uzaktaydın.
Kırgınlığım ve utancım bir anda saf bir öfkeye dönüştü. Görünüşe bakılırsa Lissayla kaçmamın
sonuçlarıyla yüzleşmekten asla kurtulamayacaktım.
Neden gittiğim konusunda hiçbir fikrin yok dedim sesimi yükselterek. Ve hiçbir şey bilmezken
hayatımla ilgili varsayımlarda bulunmaya da hakkın yok.
Olanlarla ilgili raporları okudum. Endişelenmek için nedenlerin vardı ama yanlış hareket ettin.
Sözleri resmi ve katıydı. Derslerimden birinde öğretmen olabilirdi. Gidip başkalarından yardım
istemeliydin.
Gidebileceğim kimse yoktu somut kanıtım olmadan bu mümkün değildi. Ayrıca burada bağımsız
düşünmeyi öğreniyoruz.
Evet diye cevap verdi. Öğrenmek. İki yıldır kaçırdığın bir şey. Bana gardiyan protokolleri
hakkında nutuk çekecek pozisyonda değilsin.
Tartışmalarda daima köşeye sıkışıyordum bu doğamın kaçınılmaz kıldığı bir şeydi. Bu yüzden
kendimi savunmaya ve suratıma hakaretler savrulmasına alışkındım. Dayanıklıydım. Ama onun
yanındayken onun yanında olduğum ender ve kısa zamanlarda nedense kendimi üç yaşında gibi
hissediyordum. Tavrı beni aşağılıyordu ve kaçırdığım eğitimime değinmesi zaten hassas bir konuydu
bana kendimi daha da kötü hissettirmişti. Onu taklit ederek kollarımı
göğsümde kavuşturdum ve kibirli gözlerle baktım.
Öyle mi? Şey öğretmenlerim pek öyle düşünmüyor. Bütün o süreyi boşa harcadıktan sonra bile
yine de sınıfımdaki herkese yetiştim.
Hemen cevap vermedi. Sonunda düz bir sesle konuştu: Gitmeseydin onları geçebilirdin.
Askeri bir tavırla dönerek koridorda uzaklaştı. Bir dakika sonra zil çaldı ve Stanin sınıfının geri
kalanı koridora döküldü.
Sonrasında Mason bile beni neşelendiremedi. Günün geri kalanını öfkeli ve huzursuz bir şekilde
geçirirken herkesin annemle benim hakkımda fısıldadığından emindim. Öğle yemeğini atlayıp
fizyoloji ve anatomi üzerine bir kitap okumak için kütüphaneye gittim.
Okuldan sonra Dimitriyle eğitim saatim geldiğinde egzersiz kuklasına neredeyse koşar adım
yaklaştım. Yumruğumu sıkarak kuklanın göğsüne vurdum ortasına ama hafifçe sola.
İşte burası dedim. Kalp burada ve önünde de kaburgalarla sternum var. Artık kazığı alabilir
miyim?
Kollarımı kavuşturarak ona zafer yansıtan bir tavırla baktım ve yeni bilgilerim için beni övgü
yağmuruna tutmasını
bekledim. Bunun yerine sadece başıyla onayladı sanki bunu zaten bilmem gerekiyormuş gibi. Ve
evet aslında bilmeliydim.
Kaburgalarla sternumu nasıl aşabilirsin? diye sordu.
İç çektim. Bir sorunun cevabını vermiştim ardından bir başkası gelmişti. Tipik.
Egzersizin büyük bir bölümünü bununla geçirdik ve bana en çabuk ölümü getirecek birkaç teknik
öğretti.
Yaptığı her hareket hem zarif hem de ölümcüldü. Çaba harcamıyor gibiydi ama gerçeği biliyordum.
Nihayet elindeki kazığı bana uzattığında önce anlayamadım. Onu bana mı veriyorsun? diye
sordum.
Gözleri parladı. Geri durduğuna inanamıyorum. Şimdiye kadar alıp kaçacağını sanıyordum.
Sen daima bana geri durmayı öğretmiyor musun? diye sordum.
Her konuda değil.
Ama bazı konularda.
Sesimdeki çift yönlü anlamı duydum ve bunun nereden çıktığını merak ettim. Bir süre önce onun
hakkında romantik fikirlere kapılmamamı gerektiren bir sürü neden düşünmüştüm. Arada bir biraz
kayıyordum ve onun da kaymasını diliyordum. Hala beni istediğini onu hala delirttiğimi bilmek
güzel olurdu. Şimdi onu incelerken asla kaymayabileceğini çünkü onu artık delirtmediğimi anladım.
Bu üzücü bir düşünceydi.
Elbette dedi derslerden başka bir şeyi tartışmadığımızı gösteren bir tavırla. Diğer her şey gibi.
Denge. Nelere koşacağını ve nelerden uzak duracağını bilmelisin. Bu son cümlesine ağır bir vurgu
yüklemişti.
Bir an göz göze geldik ve bütün vücudumun elektriklendiğini hissettim. Neden sözettiğimi
biliyordu. Her zamanki gibi aldırmazlık ediyor ve öğretmenim gibi davranıyordu aslında yapması
gereken de buydu. Bir iç çekerek ona karşı duygularımı kafamdan attım ve çocukluğumdan beri
özlemini duyduğum silahı tutmak üzere olduğumu hatırlamaya çalıştım. Badicaların evindeki olayın
anısı da zihnimde canlanmıştı. Strigoiler oradaydı ve odaklanmam gerekiyordu.
Tereddütlü ve neredeyse saygılı bir şekilde uzanıp kazığın kabzasını tuttum. Metal serindi ve
tenimi ürpertmişti. Daha iyi tutuş sağlamak için kabza kısmı oyulmuştu ama parmaklarımı geri
kalanının üzerinde gezdirdiğimde yüzeyinin cam kadar pürüzsüz olduğunu gördüm. Kazığı elinden
alarak kendime yaklaştırdım ve uzun süre inceleyip ağırlığına alışmaya çalıştım içimdeki endişeli bir
ses dönüp bütün kuklalara saldırmamı söylüyordu ama bunun yerine Dimitriye bakarak sordum:
Önce ne yapmalıyım?
Her zamanki tarzıyla önce temellere değindi ve kazığı tutuşumla hareket ettirişimle ilgilendi. Daha
sonra nihayet kuklalardan birine saldırmama izin verdi ve o noktada bu işin gerçekten de çaba
gerektirdiğini anladım. Evrim kalbi sternum ve kaburgalarla koruyarak akıllıca bir iş çıkarmıştı.
Ama Dimitri asla sabrını kaybetmedi ve bana her adımda rehberlik ederek en ince detayları bile
düzeltti.
Kaburgalardan yukarı kaydır diye açıkladı ben kazığın sivri ucunu kemiklerin arasındaki bir
boşluktan geçirmeye çalışırken. Saldırganlarının çoğundan kısa boylu olacağın için bu daha kolay
olur. Ayrıca ak kaburganın kenarı üzerinden de kaydırabilirsin.
Egzersiz sona erdiğinde kazığı geri aldı ve başıyla onayladı.
Güzel. Çok güzel
Ona şaşkın gözlerle baktım. Çoğu zaman bu kadar övmezdi.
Gerçekten mi?
Sanki yıllardır yapıyormuş gibisin.
Egzersiz odasından çıkacakken yüzümde keyifli bir gülümseme belirdi. Kapıya yaklaştığımızda
kıvırcık kızıl saçlı bir kuklayı farkettim. Aniden Stanin dersindeki bütün olaylar aklıma geldi.
Kaşlarımı çattım.
Bir daha sefere kazığı şunun üzerinde kullanabilir miyim?
Ceketini alıp sırtına geçirdi. Kahverengi deriden uzun bir şeydi. Bir kovboy ceketine benziyordu
ama bunu asla itiraf etmezdi. Eski Batıya gizli bir hayranlık duyduğunu biliyordum. Aslında
anlayamıyordum ama sonuçta onun tuhaf müzik tercihlerini de anlamıyordum ki.
Bunun sağlıklı olacağını sanmıyorum dedi.
Gerçekte kendisine yapmamdan çok daha iyi olur diye hırladım sırt çantamı bir omzuma asarken.
Spor salonundan çıktık.
Şiddet sorunlarının çözümü olamaz dedi bilge bir tavırla.
Sorunu olan o. Ve aldığım bütün eğitimin çözümün şiddet olduğunu vurguladığını sanıyordum.
Sadece şiddeti önce sana getirenlere karşı. Annen sana saldırmıyor. Sadece birbirinize çok fazla
benziyorsunuz hepsi o.
Olduğum yerde durdum. Ben ona filan benzemiyorum Yani... gözlerimiz benziyor ama ben çok
daha uzunum. Ve saçlarım da farklı. Koyu ve gür kumral saçlarımın annemin
açık kumral buklelerine benzemediğini göstermek için atkuyruğumu işaret ettim.
Yüzünde hala keyifli bir ifade vardı ama gözleri sert bakıyordu. Ben görünüşlerinizden
bahsetmiyorum ve sen de bunu gayet iyi biliyorsun.
Bakışlarımı o bilgiç gözlerden uzaklaşırdım. Dimitriye duyduğum çekim neredeyse karşılaştığımız
anda başlamıştı ve nedeni sadece o kadar seksi olması da değildi. Kendimde anlayamadığım bir
şeyleri anladığını hissediyordum ve bazen aynı şeyi benim de onun için yaptığımı düşünüyordum.
Tek sorun kendimle ilgili anlamak istemediğim şeyleri vurgulama eğiliminde olmasıydı.
Kıskançlık ettiğimi mi düşünüyorsun?
Ediyor musun? diye sordu. Sorularıma sorularla cevap vermesinden nefret ediyordum. Eğer
öyleyse tam olarak neyi kıskanıyorsun?
Dimitriye baktım. Bilmiyorum. Belki de ününü kıskanıyorum. Belki de ününe benden daha fazla
zaman ayırdığı için öfkeleniyorum. Bilmiyorum.
Yaptığı şeyin harika olduğunu düşünmüyor musun?
Evet. Hayır. Bilmiyorum. Sadece... Bilmiyorum. Çok fazla hava atıyor gibiydi. Sanki bunu gösteriş
için yapmış gibi. Yüzümü buruşturdum. İşaretler için. Molnija işaretleri Strigoi öldürdükten sonra
gardiyanlara verilen dövmelerdi. Her biri yıldırımla işlenmiş minik bir X harfine benziyordu.
Enselerimize işleniyor ve bir gardiyanın ne kadar deneyimli olduğunu gösteriyordu.
Sence birkaç işaret için Strigoilerle savaşmaya değer mi? Badicaların evinde bir şeyler öğrendiğini
sanıyordum.
Kendimi aptal gibi hissettim. Düşündüğüm şey bu deği...
Hadi.
Durdum. Ne?
Kaldığım yurda doğru yürüyorduk ama şimdi başıyla kampüsün diğer tarafını işaret ediyordu. Sana
bir şey göstermek istiyorum.
Nedir o?
Bütün işaretler onur madalyası gibi değildir.
5
Dim i t: ii n i n neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu ama itaatkar bir tavırla onu
takip ettim.
Şaşırtıcı bir şekilde beni kampüsün sınırlarının dışına çıkardı ve civardaki ormana soktu.
Akademinin çok geniş bir arazisi vardı ve hepsi aktif şekilde eğitim amaçlarıyla kullanılmıyordu.
Montananın uzak bir yerindeydik ve bazen okul vahşi doğayı zorlukla dışarıda tutuyormuş gibi
görünüyordu.
Bir süre sessizce yürürken ayaklarımızın kalın bozulmamış kar üzerinde çıkardığı hışımlardan
başka bîr şey duyulmuyordu. Birkaç kuş yükselen güneşi selamlarcasına ötü yordu ama çoğunlukla
gördüğüm şey düzensiz çarpık çurpuk çam ağaçlarıydı özellikle kar beni biraz yavaşlattığı için
Dimitrinin uzun adımlarına yetişmekte zorlanıyordum.
Çok geçmeden ileride iri karanlık bir siluet seçtim. Bir tür binaya benziyordu.
Nedir bu? diye sordum. Ama Dimitri cevap veremeden kütüklerden yapılmış küçük bir kulübe
olduğunu anladım. Daha yakından baktığımda kütüklerin zamanla aşınmış ve bazı yerlerinin
çürümüş olduğunu gördüm. Çatı da biraz sarkmıştı.
Eski bir gözcü kulübesi dedi. Gardiyanlar kampüsün etrafında yaşar ve Strigoilere karşı tetikte
dururlardı.
Bunu neden artık yapmıyorlar?
Elimizde yeterince gardiyan yok. Aynca Moroiler kampüse yeterince koruma büyüsü yaptığından
çoğu burada birilerini tutmaya gerek olmadığını düşünüyor. Tabii insanlar yüzükleri kazıklamadığı
sürece diye düşündüm.
Bir an için Dimitrinin beni romantik bir amaç için götürdüğünü düşündüm. Sonra binanın diğer
tarafından gelen sesleri duydum. Tanıdık bir mırıltı kulaklarıma geldi Lissa oradaydı.
Dimitriyle birlikte binanın köşesinden döndüğümüzde şaşırtıcı bir sahneyle karşılaştık. Oradaki
küçük donmuş bir su birikintisinin üzerinde Christian ve Lissa buz pateni yapıyordu. Yanlarında
tanımadığım bir kadın vardı ama arkası bana dönüktü. Görebildiğim tek şey zarif bir şekilde başının
etrafında savrulan simsiyah saçlarıydı.
Lissa beni gördüğünde sırıttı. Rose Christian omzunun üzerinden bana baktı ve romantik anlarını
böldüğümü düşündüğünü hissettim.
Lissa göletin kenarına doğru dengesiz adımlarla yaklaştı Buz patenine pek alışkın değildi.
Onlara şaşkınlıkla ve kıskançlıkla bakmaktan başka bir şey yapamadım. Beni de partiye davet
ettiğiniz için teşekkürler.
Meşgul olduğunu düşündüm dedi Lissa. Ve bu gizliydi zaten. Burada olmamamız gerekiyor.
Orasını ben de anlayabiliyordum zaten.
Christian ona yaklaştı ve ardından o yabancı kadın geldi. Partiye sürpriz misafirler mi getiriyorsun
Dimka? diye sordu.
Dimitrinin güldüğünü duyana kadar kadının kiminle konuştuğunu merak ettim. Bunu pek sık
yapmazdı ve bu yüzden şaşkınlığım artmıştı. Roseu olmaması gereken yerlerden uzak tutmak zordur.
Sonunda daima bulur.
Kadın güldü ve uzun saçlarını bir omzunun üzerinden atarak olduğu yerde döndü aniden yüzünü
açıkça görebildim. Tepki vermemek için kendimi çok zorladım. Kalp biçimi yüzündeki iri gözler
Christianınkilerle aynı renkti açık soğuk mavi. Dudakları gülümserken zarif ve güzel görünüyor
yüzünün geri kalanını soluk bırakan bir pembelikle parlıyordu.
Ama sol yanağında pürüzsüz olması gereken bir yerde beyaz derisi kabarmış morumsu yara izleri
oluşmuştu. Biçimlerine bakılırsa biri dişlerini geçirip yanağının bir parçasını koparmış gibi
görünüyordu. Gerçekten de öyle olduğunu anladım.
Zorlukla yutkundum. Kadının kim olduğunu aniden anlamıştım. Christianın halasıydı. Ailesi
Strigoi olmaya karar verdiğinde oğulları için geri dönmüşler onu gizleyip biraz daha büyüdüğünde
Strigoiye dönüştürmeyi ummuşlardı. Bütün detayları bilmiyordum fakat halasının onları
uzaklaştırdığını biliyordum. Ne var ki daha önce de gözlemlediğim gibi Strigoiler ölümcüldü. Kadın
gardiyanlar gelene kadar onların dikkatini dağıtmıştı ama ellerinden zarar görmeden kurtulamamıştı.
Eldivenli elini bana uzattı. Tasha Ozera dedi. ttSenin hakkında çok şey duydum Rose.
Ben Christiana tehlikeli bir bakış atınca Tasha güldü.
Endişelenme dedi. Hepsi iyi şeylerdi.
Hayır değildi diye itiraz etti Christian.
Kadın sabırsızlıkla başını iki yana salladı. Açıkçası Christianın bu korkunç sosyal beceriksizliği
kimden aldığını bilmiyorum. Benden öğrenmediği kesin. Bence de açık
diye düşündüm.
Burada ne yapıyorsunuz? diye sordum.
Bu ikisiyle birlikte biraz zaman geçirmek istedim. Kaşlarını çatınca alnı hafifçe kırıştı. Ama
okulun etrafında takılmayı pek sevmiyorum. Her zaman konuksever değiller...
Önce anlayamadım. Kraliyet üyeleri ziyarete geldiğinde okul yetkilileri onları memnun etmek için
kendilerini parçalardı. Ama sonra anladım.
Çünkü... Olanlar yüzünden sanırım...
Herkesin anne ve bahası yüzünden Christiana nasıl davrandığını düşününce halasının da aynı
dışlanmayla karşılaşmasına şaşmamam gerekirdi.
Tasha omuz silkti. İşler böyle yürüyor. Ellerini ovuşturarak nefesini verdi ve nefesi havada buzlu bir
bulut yarattı.
Ama burada böyle dikilmeyelim içeride ateş yakabiliriz.
Donmuş gölete son kez özlemle baktım ve diğerleriyle birlikte içeri girdim. Kulübe oldukça
çıplaktı ve toz tabakalarıyla kaplıydı. Tek odası vardı. Köşede üzerinde örtüleri olmayan dar bir
yatak ve bir zamanlar hiç şüphesiz eskiden yiyeceklerin konduğu birkaç raf duruyordu. Ama bir
şöminesi vardı ve çok geçmeden küçük ortamı ısıtan bir ateşimiz oldu. Beşimiz birlikte ateşin
sıcaklığına sokularak oturduk ve Tasha ateşte kızartmak için lokum çıkardı.
Yapış yapış şekerlemelerle kendimize ziyafet çekerken Lissa ve Christian yine rahat bir şekilde
sohbet ediyordu. Beni şaşırtan bir şekilde Tasha ve Dimitri de uzun süredir
tanışıyormuş gibi konuşuyordu. Anlaşılan birbirlerini gerçekten uzun süredir tanıyorlardı. Dimitriyi
daha önce bu kadar heyecanlı görmemiştim. Bana şefkatle yaklaştığında bile ciddi davranmıştı. Ama
Tashanın yanında kahkahalar atıyor ve espriler patlatıyordu.
Kadını dinledikçe ondan daha çok hoşlanmaya başladım. Sonunda sohbetin dışında kalamayarak
sordum: Yani kayak gezisine sen de geliyor musun?
Başıyla onayladı. Esnemesini bastırarak bir kedi gibi gerindi. Asırlardır kayak yapmadım.
Zamanım yoktu. Bütün iznimi buna saklıyordum.
İzin mi? Ona merakla baktım. uBir yerde... çalışıyor musun?
Ne yazık ki evet dedi Tasha ama o kadar da üzgün görünmüyordu. Dövüş sanatları dersleri
veriyorum.
Ona şaşkınlıkla baktım. Bir astronot veya telefonda psişik hizmet veren biri olduğunu söylese o
kadar şaşırmazdım.
Kraliyet üyelerinin birçoğu çalışmıyordu ve çalışsalar bile çoğunlukla aile servetlerini artırmak
için yatırımla veya para getiren işlerle uğraşıyorlardı. Çalışanlarsa dövüş sanatlarıyla veya fiziksel
çaba gerektiren işlerle ilgilenmiyordu. Moroilerin bir sürü harika yeteneği vardı: Sıradışı duyular
koku görme ve işitme ve büyü güçleri. Ama fiziksel açıdan uzun boylu ve ince yapılı sıklıkla da ince
kemikliydiler. Güneş ışığına karşı zayıftılar. Elbette ki bunlar birinin dövüşçü olmasını engellemezdi
ancak onlar için durum daha zordu. Zaman içinde bütün Moroiler en iyi saldırının iyi bir savunma
olduğuna karar vermişlerdi ve çoğu fiziksel çatışma düşüncesinden bile uzak duruyordu. Akademi
gibi sıkı korunan yerlerde saklanıyor daima kendilerini koruyacak daha güçlü daha sert dampirlere
güveniyorlardı.
Ne düşünüyorsun Rose? diye sordu Christian şaşkınlığımdan zevk aldığı açık bir şekilde. Sence
onu yenebilir misin?
Söylemesi zor dedim.
Tashanın yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. Alçakgönüllü davranıyorsun. Sizlerin neler
yapabildiğinizi gördüm. Benimki sadece bir hobi.
Dimitri güldü. Asıl alçakgönüllü davranan sensin. Buradaki sınıfların yansına ders verebilecek
durumdasın.
Pek sayılmaz dedi Tasha. Bir grup ergenin elinde dayak yemek pek de hoş görünmez.
Bunun olacağını hiç sanmam dedi Dimitri. Neil Szelskyyi nasıl benzettiğini hala hatırlıyorum.
Tasha gözlerini devirdi. İçkimi yüzüne fırlatmak pek de benzetmek sayılmaz tabii takım elbisesi
dışında. Giysileri konusunda ne kadar hassas olduğunu da hepimiz biliriz.
İkisi sadece kendilerinin bildiği bir şeye güldüler ama ben yarı yarıya dinliyor hala onun
Strigoilerle mücadelesini düşünüyordum.
Sonunda kendimi daha fazla tutamadım. Dövüş sanatlarıyla ilgilenmeye yüzüne olanlardan önce mi
yoksa sonra mı başladın?
Rose diye tısladı Lissa.
Ama Tasha rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Çoğu zaman ailesiyle ilgili saldırı konusu
açıldığında huzursuz olmasına rağmen Christian da rahatsız olmamıştı. Tasha bana düşünceli
gözlerle baktı. Bu bana Dimitrinin bakışlarını hatırlattı onayladığı ama beklemediği bir şey
yaptığımda böyle bakardı.
Sonra dedi Tasha. Bakışlarını indirmedi ve mahcup da olmadı ama hüznünü hissedebiliyordum.
Ne kadarını biliyorsun?
Christiana döndüm. Sadece temel şeyleri.
Tasha başıyla onayladı. Biliyordum. Lucas ve Moiranın neye dönüştüğünü biliyordum fakat yine
de hazırlıklı değildim. Zihinsel fiziksel ya da duygusal olarak. Olanları tekrar yaşasaydım yine de
hazır olamazdım. Ama o geceden
sonra kendime baktım mecazi olarak ve ne kadar savunmasız olduğumu anladım. Bütün hayatımı
gardiyanların beni korumasını bekleyerek geçirmiştim.
Gardiyanların beceriksiz olduğunu söylemiyorum. Dediğim gibi muhtemelen bir dövüşte beni
yenebilirsin. Ama onlar Lucas ve Moira biz daha neler olduğunu bile anlayamadan iki gardiyanımızı
öldürdüler. Christianı almalarını geciktirdim ama çok zorlandım. Diğerleri gelmeseydi ölebilirdim ve
o... Bir an durup kaşlarını çattı. 0 şekilde ölmek
istemediğime karar verdim gerçekten savaşmadan kendimi ve sevdiklerimi korumak için elimden
geleni yapmadan ölemezdim. Bu yüzden her türlü savunma sanatını öğrenmeye başladım. Bir süre
sonra buradaki yüksek topluma uyum sağlayamaz hale geldim. Bu yüzden Minneapolise taşındım ve
başkalarına ders vererek hayatımı kazanmaya başladım.
Minneapoliste yaşayan başka Moroiler de olduğundan emindim nedenini sadece Tanrı bilse de ama
satır aralarını okumuştum. Oraya taşınıp insanların arasına karışmış Lissa ve benim iki yıl boyunca
yaptığımız gibi diğer vampirlerden uzak kalmıştı. Satır aralarında başka şeyler olup olmadığını da
merak ediyordum. Her türde savunma sanatı demişti yani dövüş sanatlarından fazlası vardı. Saldırı
savunma inançları düşünülürse Moroiler büyünün silah olarak kullanmaması gerekliğine inanıyordu.
Uzun zaman önce o şekilde kullanılmıştı ve bazı Moroiler bugün hala gizlice bunu yapıyordu.
Bildiğim kadarıyla Christian da onlardan biriydi. Aniden bu şeyleri nereden öğrenmiş olabileceği
konusunda sağlam bir fikir edindim.
Ortama sessizlik hakim oldu Böyle üzücü bir hikayeyi dinlemek zordu. Ama Tasha daima
etrafındakilerin moralini yükseltebilecek türden biriydi. Bu yüzden ondan daha da hoşlandım ve
zamanının geri kalanını bize komik hikayeler anlatarak geçirdi. Çoğu kraliyet üyesi gibi kibirli
değildi ve herkes hakkında konuşabiliyordu. Dimitri onun sözünü ettiği kişilerin çoğunu tanıyordu
açıkçası böylesine antisosyal görünen biri Moroi ve gardiyan toplumundaki herkesi nasıl
tanıyabilirdi? ve arada bir küçük detaylar ekliyordu. Tasha nihayet saatine bakana kadar bizi uzun
süre güldürdüler.
Buralarda bir kızın alışverişe çıkabileceği en iyi yer neresi? diye sordu.
Lissa ve ben birbirimize baktık. Missoula dedik aynı anda.
Tasha iç çekti. Orası birkaç saat mesafede ancak erken çıkarsam dükkanlar kapanmadan belki
yetişebilirim. Noel alışverişimde ne yazık ki çok geç kaldım.
Homurdandım. Alışverişe gitmek için neler vermezdim.
Ben de dedi Lissa.
Belki birlikte kaçabiliriz... Dimitriye umutlu gözlerle bir bakış altım.
Hayır dedi hemen. İç çektim.
Tasha yine esnedi. Biraz kahve içeceğim böylece araba kullanırken uyuklamam.
Gardiyanlarından biri seni götüremez mi?
Başını iki yana salladı. Hiç gardiyanım yok ki.
Hiç gardiyanın yok... Kaşlarımı çattım. Hiç gardiyanın yok mu?
Hayır yok.
Ama bu imkansız diye haykırdım. Sen kraliyet üyesisin. En azından bir gardiyanın olmalıydı daha
doğrusu iki.
Gardiyanlar Moroiler arasında Gardiyan Konseyi tarafından belli bir sistemle dağıtılırdı.
Gardiyanlarla Moroilerin nüfus oranı göz önüne alındığında aslında adil olmayan bir sistemdi.
Kraliyet üyesi olmayanlar çekiliş sistemiyle gardiyan alırdı. Kraliyet üyeleriyse daima gardiyanlarla
dolaşırdı. Yüksek seviyeli kraliyet üyeleri çoğunlukla birden fazla gardiyan alırdı ama en düşük
seviyeli kraliyet üyeleri bile gardiyansız olamazdı.
Gardiyanlar dağıtılırken Ozeralar ne yazık ki ön sıralarda yer almıyor dedi Christian. Ailem
öldüğünden beri... bir kıtlık yaşanıyor.
İyice öfkelendim. Ama bu adil değil. Annenin ve babanın yaptığı şey için sizi cezalandıramazlar.
Bu ceza değil Rose. Bana kalırsa Tasha olması gerektiği kadar öfkeli değildi. Sadece... önceliklerin
düzenlenmesiyle ilgili.
Seni savunmasız bırakıyoriar. Kendi başına dolaşamazsın
Savunmasız değilim ki Rose. Sana daha önce de söyledim. Ve gerçekten bir gardiyan isteseydim
Konseyin başına dert olurdum ve sonunda alırdım ama buna değmez. Şimdilik iyiyim.
Dimitri ona bir bakış attı. Seninle gelmemi ister misin? Ve bütün gece seni ayakta mı tutayım?
Tasha başını iki yana salladı. Sana bunu yapmak istemem Dimka.
Aldırmaz ki dedim hemen bu çözüm karşısında heyecanlanarak.
Dimitri onun adına konuşmamdan hoşlanmışa benziyordu ve karşı çıkmadı. Gerçekten aldırmam.
Tasha tereddüt etti. Pekala. Ama acele etmeliyiz.
Yasak partimiz bitti. Moroiler bir yönde giderken Dimitriyle ben de diğer yöne döndük. Tashayla
birlikte yarım saat sonra buluşmak için plan yapmışlardı.
Onun hakkında ne düşünüyorsun? diye sordu Dimitri yalnız kaldığımızda.
Ondan hoşlandım dedim. Sonra bir an düşündüm. Ve işaretlerle ilgili neyi kastettiğini anladım.
Öyle mi?
Patikada yürürken ayaklarıma bakarak başımla onayladım. Patika tuzlanmış ve kürenmiş olmasına
rağmen hala yer yer kaygandı.
Yaptığı şeyi gösteriş için yapmadı. Yaptı çünkü buna mecburdu. Tıpkı... tıpkı annemin yaptığı gibi.
İtiraf etmekten hoşlanmıyordum ama bu doğruydu. Janine Hathaway gelmiş geçmiş en kötü anne
olabilirdi ama harika bir gardi
yandı işaretlerin önemi yok. Molnijalann ya da yara izlerinin.
Hızlı öğreniyorsun dedi onaylayan bir tavırla.
Övgüsü karşısında gururlandım. Sana neden Dimka diyor?
Hafifçe güldü. Bu gece kahkahalarını bolca duymuştum ve daha fazlasını duymak istiyordum.
Dimitrinin kısaltması.
Mantıklı değil. Dimitriye benzemiyor. Bence sana bilmiyorum Dimi veya benzer bir şey denmeli.
Rusçada öyle değildir dedi.
Rusça tuhaf bir dil. Rusçada Vasilisanın kısaltması Vasyaydı ve bence bu da mantıklı değildi.
Senin dilin de öyle.
Ona sinsi bir bakış attım. Bana Rusça küfretmeyi öğretirsen dilinizi yeniden değerlendirebilirim.
Zaten çok fazla küfrediyorsun.
Sadece kendimi ifade etmeye çalışıyorum.
Ah Roza... İç çekti ve heyecanlandığımı hissettim. Roza adımın Rusçadaki karşılığıydı ve Dimitri
bu adı nadiren kullanırdı. Kendini tanıdığım herkesten çok daha iyi ifade ediyorsun.
Gülümsedim ve bir süre tek kelime etmeden yürüdüm. Kalp atışlarım hızlanmıştı onun yanında
olmaktan çok mutluydum. Birlikte olmamızda bir sıcaklık ve doğruluk vardı.
Ama üzerinde düşündüğüm başka bir şey zihnimi kemiriyordu. Biliyor musun Tashanın
yaralarında komik bir şey var.
Neymiş o? diye sordu.
Yaralar... yüzünü mahvetmiş diye başladım yavaşça. Düşüncelerimi kelimeye dökmekte
zorlanıyordum. Yani daha önce çok güzel olduğu belli. Ama şimdi yara izlerine
rağmen... bilmiyorum. Farklı bir şekilde güzelleşmiş. Sanki... yara izleri onun parçası gibi. Onu
tamamlıyor.
Kulağa gülünç geldiğini biliyordum ama doğruydu.
Dimitri bir şey söylemedi sadece bana yandan bir bakış attı.
Ben de aynı şekilde karşılık verdim ve göz göze geldiğimiz anda eski çekimi yine hissettim.
Çok çabuk kaybolmuştu ama görmüştüm. Yerine gurur ve onay gelmişti.
Onlar da aynı derecede güzeldi.
Konuştuğunda daha önceki düşüncelerinin yankısı gibiydi. Hızlı öğreniyorsun Roza.
6
E rtes i gün okul öncesi egzersizime gittiğimde içim hayata karşı gayet olumlu hislerle doluydu.
Önceki geceki gizli buluşma çok eğlenceli olmuştu. Sisteme karşı savaşmaktan ve Dimitriyi
Tashayla göndermekten dolayı kendimle gurur duyuyordum. Dahası önceki gün gümüş kazıkla ilk
çalışmamı yapmış ve başarıyla kullanabi leceğimi kanıtlamıştım. Moralim o kadar yüksekken daha
fazla egzersiz yapmak için sabırsızlanıyordum.
Her zamanki egzersiz kıyafetlerimi giydikten sonra neredeyse koşar adım spor salonuna gittim.
Ama başımı önceki gün çalıştığımız egzersiz odasına uzattığımda içerisi karanlık ve sessizdi.
Dimitrinin tuhaf gizli bir eğitimle uğraştığını düşünerek içeri bakmak için ışığı yaktım. Hayır. Boştu.
Bugün kazıkla çalışma yoktu.
Kahretsin diye homurdandım.
Burada değil.
Bir çığlık atarak olduğum yerde neredeyse üç metre havaya fırladım. Arkamı dönünce annemin
kısılmış kahverengi gözleriyle karşılaştım.
Burada ne işin var? Kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz giyim tarzı dikkatimi çekti. Kısa kollu
lateks bir streç bluz giymişti. Altında benimkine benzer belden büzgülü bol bir eşofman vardı.
Kahretsin diye tekrarladım.
Sözlerine dikkat et diye tersledi. Hiç terbiye almamış gibi davranabilirsin ama en azından öyle
görünmemeye çalış.
Dimitri nerede?
Gardiyan Belikov yatağında. Birkaç saat önce geri döndü ve dinlenmeye ihtiyacı vardı.
Yine bela okuyacaktım ama son anda kendimi tuttum. Elbette ki Dimitri uyuyordu insanlann
alışveriş saatlerinde orada olabilmek için Tashayı gündüz vakti Missoulaya götürmüştü. Teknik
açıdan Akademinin gece saatlerinde ayakta kalmıştı ve muhtemelen daha yeni geri dönmüş
olmalıydı. Ahh Böyle bir sonuçla karşılaşacağımı bilseydim Tashaya yardım etmesi için o kadar
teşvik etmezdim.
Şey dedim aceleyle. Sanırım bu egzersizin iptal olduğu anlamına geli...
Sessiz ol ve şunlan giy. Bana bir çift egzersiz eldiveni
uzattı. Boks eldivenine benziyorlardı ama o kadar kalın ve
iri değillerdi. Ama aynı amaca hizmet ediyorlardı: Ellerini korumak ve rakibini tırnaklarınla
yaralamanı önlemek.
Gümüş kazıklarla çalışıyorduk dedim sinirli bir tavırla eldivenleri giyerken.
Eh bugün de öyle yapacağız. Haydi.
Bugün yurttan gelirken bir otobüsün altında kalmış olmayı dileyerek onun peşinden spor salonunun
ortasına yürüdüm. Gözlerinin önüne düşmesini engellemek için kıvırcık saçlarını tokayla tutturmuş
boynunu açığa çıkarmıştı.
Teni dövmelerle doluydu. En tepedeki yılan gibi bir çizgiydi Gardiyanlar St. Vladimir gibi bir
akademiden mezun olduğunda ve hizmet etmeye hazır bulunduğunda verilen ödüldü bu. Altında bir
Strigoi öldürdüğü her seferinde gardiyana verilen molnija dövmeleri vardı. Adını aldıkları yıldırımlar
gibi çizilmişlerdi. Sayılarını tam olarak bilemiyordum fakat annemin boynunda dövme yapılacak yer
kalmamış gibi görünüyordu. Zamanında çok fazla Strigoi öldürdüğü kesindi.
İstediği noktaya ulaştığında bana dönerek saldırı pozisyonu aldı. O anda ve oracıkta hemen
üzerime saldırmasını bekleyerek gardımı aldım.
Ne yapıyoruz? diye sordum.
Temel saldın ve savunma teknikleri. Kırmızı çizgileri kullan.
O kadar mı? diye sordum.
Bana doğru bir hamle yaptı. Darbesinden zorlukla sıyrıldım ve bu arada kendi ayaklarıma takıldım.
Aceleyle dengemi tekrar buldum.
Eh dedi neredeyse alaycı gibi gelen bir sesle. Bana hatırlatmakta o kadar hevesli görünüyordun
ama gerçektende seni beş yıldır görmedim. Ne yapabildiğin konusunda bir fikrim yoktu.
Yine hamle yaptı ve yine ondan kurtulmaya çalışırken çizgilerin arasında kalmayı zorlukla
başardım. Kalıp çabucak oluşmuştu. Bana asla saldırma fırsatı vermiyordu. Belki de saldırma
becerisine sahip değildim. Bütün zamanımı kendimi savunmakla geçirdim en azından fiziksel olarak.
Hoşuma gitmese de iyi olduğunu kabul etmek zorundaydım. Gerçekten iyiydi. Ama bunu ona
söylemeye hiç niyetim yoktu.
Eh bu ne şimdi? diye sordum. Anne olarak beni ihmal ettiğin zamanı böyle mi kapamaya
çalışıyorsun?
Hayır sadece böylelikle seni biraz kendine getirmeye çalışıyorum. Geldiğimden beri bana tavır
almaktan başka bir şey yapmadın. Savaşmak mı istiyorsun? Kolu aniden uzandı ve koluma indi. O
zaman savaşalım. Sayı.
Sayı dedim yanlamasına geri çekilerek. Savaşmak istemiyorum. Sadece seninle konuşmaya
çalışıyordum.
Sınıfta beni küçük düşürmeye çalışmak gerçekten konuşmak sayılmaz. Sayı.
Darbesi yüzünden acıyla homurdandım. Dimitriyle çalışmaya başladığımda kendimden daha uzun
biriyle dövüşmemin adil olmadığı konusunda yakınıyordum. Bana kendimden uzun bir sürü
Strigoiyle dövüşmek zorunda kalacağımı ve eski deyişin doğru olduğunu hatırlatmıştı: Dövüşte
büyüklüğün önemi yoktu. Bazen bana boş umut verdiğini düşünürdüm ama annemin karşımda
sergilediği performansı görünce ona inanmaya başlamıştım.
Kendimden daha ufak tefek biriyle hiç dövüşmemiştim. Acemi sınıflarındaki az sayıdaki kızlardan
biri olarak neredeyse daima rakiplerimden daha kısa ve daha ince olacağımı kabullenmiştim. Ama
annem benden de ufak tefekti ve ince vücudunda kastan başka bir şey olmadığını görebiliyordum.
Özgün bir iletişim tarzım var hepsi bu dedim.
Son on yedi yıldır haksızlığa uğradığın konusunda bir ergenlik yanılgın da var. Ayağı kalçama
indi. Sayı. Gerçekte diğer dampirlerden farklı bir davranışla karşılaşmadın. Aslında sana onlardan
daha iyi davranıldı. Seni kuzenlerimin yanına gönderebilirdim. Kan fahişesi olmak mı istiyorsun?
İstediğin bu mu?
Kan fahişesi terimini duyduğum her seferinde yüzümü buruştururdum. Bu çoğunlukla gardiyan
olmak yerine çocuklarını yetiştirmeye karar veren dampir anneler için kullanılan bir terimdi. Bu
kadınlar Moroi erkeklerle kısa süreli ilişkilere girerlerdi ve bu yüzden aşağılanırlardı oysa gerçekte
yapabilecekleri başka bir şey yoktu çünkü Moroi erkekler sadece Moroi kadınlarla evlenirdi. Kan
fahişesi terimi dampir kadınların erkeklerin seks sırasında kanlarını içmelerine izin vermelerinden
doğmuştu. Bizim dünyamızda sadece insanlar kan verirdi. Bunu yapan bir dampir kirli ve müstehcen
bulunurdu özellikle de seks sırasında olmuşsa. Sadece birkaç dampir kadının bunu yaptığından
şüpheleniyordum ancak terim ne yazık ki hepsi için geçerli olmuştu. Kaçtığımızda ben de Lissaya
kanımı vermiştim ve bu zorunlu bir şey olmasına rağmen hala utancını taşıyordum.
Hayır. Elbette ki kan fahişesi olmak istemiyorum. Nefes alışım sıklaştı. Ve hepsi öyle değil. Öyle
olanlar sadece birkaç kişi.
Ünlerini kendileri kazandılar diye hırladı. Saldırısını savuşturdum. Ortalıkta dolaşarak Moroilerle
düşüp kalkmak yerine gardiyan olarak görevlerini yerine getirmeliydiler.
Onlar çocuklarını yetiştiriyor diye homurdandım. Bağırmak istiyordum ama ciğerlerimdeki
oksijeni boşa harcayamazdım. Bu senin hiçbir şey bilmediğin bir konu.
Ayrıca sen de onlar gibi değil misin? Parmağında bir yüzük görmüyorum. Babam da seninle düşüp
kalkmamış mıydı?
Yüzü sertleşti. Bu dedi dişlerini sıkarak asıl senin hiçbir şey bilmediğin bir konu. Sayı
Darbenin etkisiyle yüzümü buruşturdum ama damarına bastığım için memnundum. Aslında
babamın kim olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey bir Türk olduğuydu. Annemin
kıvrımlı vücudunu ve güzel yüzünü almış olabilirdim ama bugünlerde kibirli bir şekilde ondan daha
güzel olduğumu iddia ediyordum ancak geri kalan fiziksel özelliklerim babamdan gelmişti. Koyu
renk saçlar ve gözlerle hafif bronz bir ten.
Nasıl olmuştu? diye sordum. Türkiyede bir göreve mi gitmiştin? Onunla yerel bir pazarda mı
karşılaşmıştın? Yoksa daha da mı ucuzdu? Darwini izleyip çocuğuna savaşçı genleri vermesi en
muhtemel adamı mı seçtin? Yani beni sadece görevin olduğu için doğurduğunu biliyorum bu yüzden
gardiyanlara verebileceğin en iyi çocuğu vermişsindir diye düşünüyorum.
Rosemarie diye uyardı dişlerini sıkarak hayatında bir kez olsun çeneni kapa
Neden? O çok değerli ününü mü lekeliyorum? Tıpkı bana söylediğin gibi: Sen de diğer
dampirlerden farklı değilsin. Sadece onunla düzüştün ve...
Gurur aptalın düşüşünü getirir sözü boşuna değil kendi kibirli zaferime öylesine kaptırmıştım ki
ayaklarıma dikkat etmeyi unutmuştum. Kırmızı çizgiye çok fazla yakındım. Dışarı çıkmam ona bir
sayı daha kazandırırdı bu yüzden aynı anda hem içeride kalmaya hem de hamlesini savuşturmaya
çalıştım. Ne yazık ki sadece biri işe yarayabilirdi. Yumruğu hızlı ve sert bir şekilde geldi belki de en
önemlisi bu türde bir egzersizin kurallarının izin verdiğinden biraz daha yüksekten. Yüzüme küçük
bir kamyonun gücüyle indi ve arkaya doğru savrulup spor salonunun zeminine önce sırtımın sonra da
başımın üzerine devrildim. Ve çizginin dışına çıkmıştım. Hastır
Başımın arkası acıyla gerilirken gözlerim karardı. Birkaç saniye içinde annem tepemde dikiliyordu.
Rose? Rose? İyi misin? Sesi çatlak ve çılgınca çıkıyordu. Dünya etrafımda dönüyordu.
Sonrasında başkalan geldi ve her nasılsa kendimi Akademinin revirinde buldum. Biri gözlerime
ışık tuttu ve bana inanılmayacak kadar aptalca sorular sormaya başladı.
Adın ne?
Ne? diye sordum ışığa doğru gözlerimi kısarak.
Adın. Benimle ilgilenen kişinin Dr. Olendzki olduğunu farkettim.
Adımı biliyorsun ya.
Söylemeni istiyorum.
Rose. Rose Hathaway.
Doğumgününü biliyor musun?
Elbette biliyorum. Neden bana böyle aptalca şeyler sorup duruyorsun? Kayıtlarımı mı kaybettiniz?
Dr. Olendzki sinirli bir tavırla üfledi ve sinir bozucu ışığını da alarak yanımdan uzaklaştı. Sanırım
iyi dediğini duydum. Akşama kadar onu burada tutmak istiyorum beyin sarsıntısı geçirmediğinden
emin olmalıyız. Bugün gardiyan derslerine girmesini kesinlikle istemiyorum.
Bütün günü bir uyuyup bir uyanarak geçirdim çünkü Dr. Olendzki çeşitli testler için beni sürekli
uyandırıp durdu. Bana bir buz torbası verdi ve yüzüme yakın tutmamı söyledi. Akademide dersler
bittiği zaman benim de gidebilecek kadar iyi olduğuma karar verdi.
Yemin ederim Rose bence sürekli hasta kartlarından almalısın. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
Alerji ve astım gibi kronik sorunları olanlar dışında başka bir öğrenciyi burada senin kadar sık
gördüğümü hatırlamıyorum.
Teşekkürler dedim bu onuru istediğimden pek emin olamayarak. Yani beyin sarsıntısı filan yok mu
Başını iki yana salladı. Hayır yok. Ama biraz ağrılann olacak. Bunun için gitmeden önce sana bir
şey vereceğim. Gülümsemesi silindi ve aniden gergin göründü. Dürüst olmam gerekirse Rose
sanırım en kötü hasar şey yüzüne gelmiş.
Yataktan fırladım. Bu da ne demek?
Odanın karşı tarafındaki lavabonun üzerinde asılı duran aynayı işaret etti. Hemen oraya koştum ve
kendi yansımama baktım.
Orospu çocuğu
Yüzümün sol yarısının üst tarafında morumsu kızıl lekeler oluşmuştu özellikle de gözüme yakın
bir yerde. Umutsuzca doktora döndüm.
Yakında kaybolacak değil mi? Eğer üzerine buz bastırı rsam?
Yine başını iki yana salladı. Buzun yardımı olabilir... ama korkarım gözün oldukça kararmış halde
kalacak. En kötüsü yarın olacak ancak biriki hafta içinde geçeceğini tahmin ediyorum. Çok
geçmeden eski haline dönersin.
Klinikten çıkarken baş dönmemin yaralarımla bir ilgisi yoktu. Biriki haftada geçmek mi? Dr.
Olendzki bu konuda nasıl böylesine rahat konuşabilirdi? Neler olduğunu anlamıyor muydu? Noelde
ve kayak gezisinin büyük bölümünde bir mutant gibi görünecektim. Mosmor bir gözle Lanet olasıca
morarmış bir gözle
Üstelik de bunu bana annem yapmıştı
7
Moroi yurduna açılan çifte kapıları öfkeyle itip geçtim. Arkamda kar yağıyordu ve giriş katındaki
birkaç kişi dönüp bana baktı. Tahmin edileceği gibi birçoğu iki kez baktı. Zorlukla yutkunarak tepki
vermemeye çalıştım. Sorun olmayacaktı. Delirmeye gerek yoktu. Acemiler sık sık yaralanırdı.
Aslında yaralanmamak daha ender görülen bir durumdu. İtiraf etmem gerekirse bu çoğundan daha
göze batan bir yaralanmaydı fakat iyileşene kadar bununla yaşayabilirdim değil mi? Ve nasıl
olduğunu kimsenin bilmesine de gerek yoktu.
Hey Rose annenin seni yumrukladığı doğru mu?
Donup kaldım. O alaycı soprano tonu her yerde tanırdım. Yavaşça dönerek Mia Rinaldinin koyu
mavi gözlerine baktım. O iğrenç gülümsemesi olmasa kıvırcık sarı saçların çevrelediği bu yüz güzel
olabilirdi aslında.
Bizden bir yaş küçük olan Mia kimin diğerinin hayatını daha çabuk cehenneme çevirebileceği
konusunda Lissayla ve dolayısıyla benimle savaş halindeydi bunun kendisinin başlattığı bir savaş
olduğunu da eklemeliyim. Lissanın eski erkek arkadaşını çalmasıyla başlamıştı Lissa sonunda zaten
onu istemediğine karar vermiş olsa da ve her türde söylentiler yaymıştı.
Açıkçası Mianın nefreti tamamen yersiz değildi. Lissanın ağabeyi Andre teknik olarak beni
öldüren trafik kazasında o da ölmüştü ilk yılında Miayı oldukça kötü şekilde kullanmıştı. Şimdi
böylesine kaltaklık etmese aslında onun için üzülebilirdim bile. Andre yanlış davranmıştı ve Mianın
öfkesini anlıyordum ancak bunun acısını Lissadan çıkarmaya çalışmasının adil olduğunu
sanmıyordum.
Lissa ve ben teknik olarak savaşı kazanmıştık fakat Mia açıklanamaz bir şekilde tekrar saldırmak
için toparlanmıştı. Bir zamanlar sahip olduğu seçkinlerle kaçmak yerine yeni ve küçük bîr arkadaş
grubu kurmuştu. Kötü niyetli olsun ya da olmasın güçlü liderler daima peşlerine birilerini takardı.
Ne var ki karşılaşmalarımızın %90ında aldırmamanın en etkili yöntem olduğunu gözlemlemiştim.
Yine de az önce %10luk kısma adım atmıştık çünkü az önce annenin seni yumrukladığını bütün
dünyaya duyuran birine aldırmazlık edemezdiniz. Olduğum yerde durdum ve ona döndüm. Mia bir
meşrubat makinesinin yanında duruyor beni gafil avladığını biliyordu. Annemin gözümü morarttığını
nasıl öğrendiğini sormaya gerek duymadım buralarda bir şeyler nadiren gizli kalırdı zaten.
Yüzümü tam olarak görebildiğinde gözleri arsızca bir zevkle iri iri açıklı. Vay canına İşte bir
annenin sevebileceği bir yüz
Ha Çok tatlısın Başka birinden duysam bu şakaya gülebilirdim.
Eh sen yüz yaralanmaları konusunda uzmansın ya dedim. Burnun nasıl?
Mianın buz gibi gülümsemesi biraz titredi ama gerilemedi. Yaklaşık bir ay önce burnunu kırmıştım
hem de bir okul balosunda ve o zamandan beri burnu iyileşmiş olmasına rağmen şimdi belli belirsiz
yamuk duruyordu. Muhtemelen estetik ameliyatla düzelebilirdi fakat ailesinin maddi durumuyla
ilgili bildiğim kadarıyla bu şimdilik mümkün görünmüyordu.
Daha iyi diye cevap verdi hemen. Neyse ki bir akrabam tarafından değil psikopat bir kaltak
tarafından kırılmıştı.
Ona olabilecek en psikopat bakışımla gülümsedim. Çok kötü. Ailendekiler sana kazayla vurur.
Psikopat kaltaklarsa çoğu kez yaptıklarını tekrarlar.
Onu fiziksel şiddetle tehdit etmek işe yarardı ancak şimdi etrafımızda o kadar çok insan vardı ki
bundan korkması için bir neden görünmüyordu. Ve Mia da bunun farkındaydı. Hoş birine saldıracak
olduğumda ortamı umursamazdım bunu defalarca yapmıştım zaten ama son zamanlarda dürtülerimi
kontrol altına almaya çalışıyordum.
Bana pek kaza gibi görünmedi dedi. Sizlerin yüze vurulan yumruklarla ilgili kurallarınız yok mu?
Yani bu gerçekten kural dışı görünüyor.
Ona defolup gitmesini söylemek için ağzımı açtım ama sesim çıkmadı. Haklıydı. Yaralanmam
kesinlikle kural dışıydı öyle bir dövüşte boyundan yukarı vurmamak gerekirdi.
Bu yasak çizginin bir hayli üzerindeydi.
Mia tereddüt ettiğimi gördü ve Noel sabahının onun için bir hafta erken geldiğini farkettim. O ana
kadar düşmanca süren ilişkimizde beni böyle ne diyeceğimi bilemez halde bıraktığı başka bir zamanı
hatırlamıyordum.
Hanımlar dedi sert bir kadın sesi. Resepsiyon masasında oturan Moroi öne doğru eğildi ve bize sert
bir bakış attı. Burası lobi oturma odası değil. Ya yukarı ya da dışarı çıkın.
Bir an için Mianın burnunu tekrar kırmak dünyadaki en iyi fikir gibi görünmüştü okuldan
uzaklaştırılmak bile umrumda değildi. Derin bir nefes aldıktan sonra şimdi yapabileceğim en saygın
şeyin geri çekilmek olduğuna karar verdim. Kızlar yatakhanesine çıkan merdivene doğru yürüdüm.
Omzumun üzerinden Mianın seslendiğini duydum: Endişelenme Rose. Zamanla iyileşir. Ayrıca
erkekler senin yüzünle ilgilenmiyor.
Otuz saniye sonra Lissanın kapısını o kadar sert vurdum ki yumruğumun tahtayı delmemesi
mucizeydi. Kapıyı yavaşça aralayıp bana baktı.
Tek başına mısın? Yanında bir ordu va... Aman Tanrım Yüzümün sol tarafını farkettiğinde kaşları
saç diplerine kadar kalktı. Ne oldu böyle?
Daha duymadın mı? Okulda haberi henüz duymamış olan tek kişi muhtemelen sensin diye
homurdandım. Bırak da içeri gireyim.
Lissanın yatağına uzanarak o gün olanları anlattım. Doğal olarak çok şaşırdı.
Yaralandığını duydum ama sıradan bir şey olduğunu sandım dedi.
Acınası bir halde tavana baktım. En kötüsü de Mia haklıydı. Kaza değildi.
Ne? Annenin bunu kasıtlı yaptığını mı söylüyorsun? Ben cevap vermediğimde Lissa dehşete ve
hayrete kapıldı. Haydi sana böyle bir şey yapmaz. Mümkün değil
Neden? Çünkü o mükemmel Janine Hathaway olduğu ve kendini mükemmelen kontrol edebildiği
için mi? Mesele şu ki o aynı zamanda dövüş sanatları ustası ve hareketlerini kontrol etmekte usta
olan Janine Hathaway. Öyle ya da böyle birinde çuvalladı.
Şey evet dedi Lissa bence kasıtlı olarak yapmaktan çok ayağı kaydı ve yumruğunu ıskaladı.
Gerçekten çok öfkelenmiş olmalı.
Şey benimle konuşuyordu. Bu herhangi birinin öfkeden deliye dönmesine yeter. Ben de onu en
sağlam evrimsel seçenek olduğu için babamla yatmakla suçladım.
Rose diye homurdandı Lissa. Neden ona böyle bir şey söyledin?
Çünkü muhtemelen doğru.
Ama bunun onu üzeceğini bilmeliydin. Neden onu kışkırtıp duruyorsun? Neden onunla
barışamıyorsun?
Doğrulup oturdum. Onunla barışmak mı? Kadın gözümü morarttı Hem de muhtemelen bilerek
Öyle biriyle nasıl barışabilirim?
Lissa başını iki yana salladı ve makyajını kontrol etmek için aynaya yaklaştı. Bağımız sayesinde
hissettiğim duygular hayalkırıklığı ve öfkeydi. Biraz beklenti de vardı. Şimdi içimi dökmeyi
bitirmişken onu dikkatle izleyecek kadar sabırlıydım. Üzerinde lavanta rengi ipek bir gömlek ve dize
kadar inen siyah bir etek vardı. Uzun saçları bir saat saç kurutucusuyla ve düzleştirici demirle
sevişmiş gibi dümdüzdü.
Güzel görünüyorsun. Nedir bu?
Bana karşı öfkesi biraz yatışırken morali biraz yerine geldi. Christianla buluşacağım.
Birkaç dakika boyunca Lissayla eski günlerimizi hatırladım. Sadece ikimiz birlikte zaman geçirir
ve sohbet ederdik. Christiandan sözettiğinde ve birazdan onunla buluşmak için yanımdan
ayrılacağını öğrendiğimde içim karanlık duygularla doldu... İstemesem de kıskançlık olduğunu itiraf
etmek zorunda olduğum duygular. Doğal olarak kendime izin veremezdim.
Vay canına Bunu haketmek için ne yaptı? Yanan bir binadan öksüzleri mi kurtardı? Eğer öyleyse
binayı başlangıçta kendisinin tutuşturmadığından emin olmalısın. Christianın elementi ateşti ve en
yıkıcı element olduğundan bence bu ona uygundu.
Lissa gülerek aynadan bana döndü ve parmaklarımla şişmiş yüzüme hafifçe dokunduğumu gördü.
Yüzünde nazik bir gülümseme belirdi. O kadar kötü görünmüyor.
Her ne haltsa. Ne zaman yalan söylediğini bilirim sen de biliyorsun. Ve Dr. Olendzki yarın daha da
kötü olacağını söyledi. Yatağa sırtüstü uzandım. Muhtemelen dünyada bunu gizleyecek bir şey
yoktur değil mi? Tasha ve ben Operadaki Hayalet tarzı maskelere biraz para harcamak zorunda
kalacağız sanırım.
Lissa iç çekti ve yatakta yanıma oturdu. İyileştirememem çok kötü.
Gülümsedim. Güzel olurdu.
Ruhun getirdiği çekicilik ve karizma muhteşemdi ama aslında en iyi yeteneği şifacılıktı.
Yapabileceği şeyler inanılmazdı.
Lissa aynı zamanda ruhun ne yapabileceğini de merak ediyordu. Keşke ruhu kontrol edebilmemin
başka bir yolu olsaydı... hala büyü kullanmama izin verecek şekilde...
Evet dedim. Harika şeyler yapıp insanlara yardım etmek için duyduğu yakıcı isteği anlıyordum. Bu
her yanından yayılıyordu. Tanrım bu gözün günler yerine bir anda iyileşmesini ben de isterdim.
Keşke.
Yine iç çekti. Ruhla şifa verebilmem ve başka şeyler yapabilmemden fazlası da var. Büyüyü de
özlüyorum. Hala orada sadece haplar yüzünden engelleniyor. İçimde yandığını hissedebiliyorum. O
beni istiyor ben de onu. Ama aramızda bir duvar var. Tahmin bile edemezsin.
Aslında edebilirim.
Doğruydu. Onun duygulannı genel olarak hissedebilmemin yanı sıra bazen onun içine
girebiliyordum. Açıklaması
zordu dayanmasıysa daha da zordu. Bu olduğunda tam anlamıyla onun gözlerinden görüyor ve onun
yaşadığı şeyleri deneyimliyordum. Öyle zamanlarda o oluyordum. Birçok defasında büyüyü
istediğinde onun zihninin içindeydim ve sözünü ettiği yanmayı hissetmiştim. Geceleri sık sık
uyanıyor artık ulaşamadığı güce özlem duyuyordu.
Ah evet dedi hüzünlü bir tavırla. Bazen bunu unutuyorum.
İçi acıyla doldu. Durumunun yenik doğası kadar bana yönelmiş değildi. İçi öfke doluydu. O da
benim gibi kendini çaresiz hissetmekten nefret ediyordu. Öfke ve hayalkırıklığı yoğunlaşarak daha
karanlık ve çirkin bir şeye dönüşüyordu hoşlanmadığım bir şeye.
Hey dedim koluna dokunarak. Sen iyi misin?
Bir an gözlerini kapadı ve tekrar açtı. Sadece nefret ediyorum.
Duygularının yoğunluğu bana sohbetimizi hatırlattı ben Badicaların evine gitmeden hemen önce
yaptığımız konuşmayı. İlaçların hala zayıflıyor olabileceğini mi hissediyorsun?
Bilmiyorum. Biraz.
Kötüleşiyor mu?
Başını iki yana salladı. Hayır. Hala büyüyü kullanamıyorum. Kendimi daha yakın hissediyorum...
ama hala engelleniyor.
Ama hala... ruh hallerin...
Evet... değişken. Ama endişelenme dedi yüzümü görünce. Artık halüsinasyon görmüyorum veya
kendime zarar vermeye çalışmıyorum.
Güzel. Bunu duyduğuma memnundum ama yine de endişeliydim. Büyüye hala dokunamasa bile
zihinsel durumunun kontrolden çıkması fikrinden hoşlanmamıştım. Yapacak başka bir şeyim
olmadığından durumun kendiliğinden düzelmesini umuyordum. Ben buradayım dedim gözlerine
bakarak. Tuhaf bir şey olursa... bana söyle tamam mı?
Bunu söyleyince içindeki karanlık duygular kayboldu ve o anda bağımızda tuhaf bir dalgalanma
hissettim. Ne olduğunu açıklayamıyordum ama gücü beni ürpertmişti. Lissa farketmemişti. Morali
yine yükseldi bana bakarak gülümsedi.
Teşekkürler dedi. Öyle yaparım.
Eski haline döndüğünü görerek ben de gülümsedim. Sessiz kaldık ve bir an için içimi ona açmayı
düşündüm. Son zamanlarda kafamda çok fazla şey vardı: Annem Dimitri ve Badicaların evi.
Duygularımı içime gömmüştüm ve beni paramparça ediyorlardı. Şimdi uzun bir süredir Lissayla
kendimi o kadar rahat hissederken sonunda bir değişiklik olarak kendi duygularımı onunla
paylaşabilirdim.
Ağzımı açamadan düşüncelerinin aniden değiştiğini hissettim. Hevesli ve gergindi. Bana söylemek
istediği bir şey vardı yoğun bir şekilde üzerinde düşündüğü bir şey. Ona yine içimi dökemeyecektim.
Konuşmak istiyorsa onu kendi sorunlarımla rahatsız edemezdim bu yüzden hepsini geri ittim ve
konuşmasını bekledim.
Bayan Carmackle yaptığım araştırmalarımda bir şey buldum. Tuhaf bir şey...
Öyle mi? diye sordum aniden meraklanarak.
Moroiler genellikle uzman oldukları elementte güçlerini ergenlik çağında geliştirirlerdi. Sonrasında
özellikle o elementle ilgili büyü dersleri alırlardı. Ama bilinen tek ruh uzmanı olduğundan Lissanın
katılabileceği bir sınıf yoktu. Çoğu kimse aslında onun uzmanlaşmadığını Bayan Carmackla St.
Vladimirdeki büyü öğretmeni sadece ruhla ilgili mümkün olan şeyleri öğrenmek için buluştuklarını
düşünüyordu. Mevcut ve eski kayıtları araştırıyor diğer ruh uzmanlanna götürebilecek ipuçları
arıyorlardı ve artık bazı işaretler yakalamışlardı: Uzmanlaşamama zihinsel tutarsızlık vs.
Doğrulanmış herhangi bir ruh uzmanına rastlamadım ama ben... açıklanamayan bir fenomenle ilgili
bazı raporlar buldum.
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Ne tür şeyler? diye sordum açıklanamayan fenomenin vampirler
için ne anlama gelebileceğini merak ederken. Lissayla birlikte insanların arasında yaşarken biz de
açıklanamayan fenomenler olarak görülüyorduk.
Dağınık raporlar... ama mesela başkalarına orada olmayan şeyleri gösterebilen bir adamla ilgili bir
şeyler okudum. İnsanları canavarlar yaratıklar başka insanlar veya başka şeyler gördüklerine
inandırabiliyormuş.
Bu dürtüsel olabilir.
Ama gerçekten güçlü bir dürtü. Ben yapamadım ve bildiğimiz herkesten daha güçlüyüm ya da
daha güçlüydüm.
Ve gücün ruhu kullanmaktan geldiğini biliyoruz...
Yani diye bitirdim bu illüzyonist adamın da bir ruh uzmanı olduğunu düşünüyorsun. Lissa başıyla
onayladı. Neden onunla bağlantı kurup kendin öğrenmiyorsun?
Çünkü hakkında hiçbir bilgi yok. Bir sır. Aynı derecede
tuhaf olan başkaları da var. Örneğin biri insanları fiziksel olarak tüketebiliyormuş. Yakınında duran
insanlar zayıflıyor ve bütün güçlerini kaybediyormuş. Bazıları bayılıyor bazıları ölüyormuş. Bir
diğeri kendisine fırlatılan bir şeyi havada durdurabiliyormuş. Yüzü heyecanla aydınlandı.
Havayı kullanan biri de olabilir diye vurguladım.
Belki dedi. İçindeki merakı ve heyecanı hissedebiliyordum. Sadece kendisi gibi başkalarının da
olduğuna inanmak istiyordu.
Gülümsedim. Kim tahmin ederdi ki? Morailerin Roswell ve 51. Bölge tarzında konuları var.
Aramızdaki bağ yüzünden beni de bir yerlerde incelemedikleri için şanslıyım.
Lissanın şüpheci tarzı alaycılığa dönüştü. Keşke ben de bazen senin zihnini görebilseydim.
Masonla ilgili neler hissettiğini bilmek istiyorum.
O sadece arkadaşım dedim konunun aniden değişmesine şaşırarak. O kadar.
Başını iki yana salladı. Eline geçirdiğin her çocukla flört ederdin ve başka şeyler de var tabii.
Hey dedim gücenerek. O kadar kötü değildim. Tamam... belki değildin. Ama artık erkeklerie
ilgilenmiyor gibisin.
Erkeklerle elbette ilgileniyordum... şey sadece biriyle.
Mason gerçekten tatlı biri diye devam etti. Ve senin için deli oluyor.
Öyle dedim. Stanin sınıfının önünde onun seksi olduğunu düşündüğüm anı hatırlayarak bir an
zihnimde Masonı canlandırdım. Dahası Mason gerçekten komik biriydi ve çok iyi anlaşıyorduk. Bir
erkek arkadaş olarak kötü bir aday değildi.
Birbirinize çok benziyorsunuz. İkiniz de yapmamanız gereken şeyleri yapıyorsunuz.
Güldüm. Bu da doğruydu. Masonın dünyadaki bütün Strigoileri temizlemek konusundaki
hevesliliğini hatırladım.
Ben buna hazır olmayabilirdim arabadaki öfkeli çıkışıma rağmen ama onun umursamazlığını
paylaşıyordum. Ona bir şans vermek iyi olabilirdi. Onunla zaman geçirmek eğlenceliydi ve uzun
zamandır kimseyle öpüşmemiştim. Dimitri kalbimi sızlatıyordu... ama şey sonuçta onunla ilgili olup
biten başka bir şey yoktu.
Lissa beni baştan aşağı süzerken ne düşündüğümü biliyor gibiydi şey Dimitrinin dışında.
Meredithin onunla çıkmadığın için salak olduğunu söylediğini duydum. Bunu söyledi çünkü
Meredithe göre sen kendini Masona fazla iyi buluyormuşsun.
Ne? Bu doğru değil
Hey ben söylemedim. Her neyse Masonın peşinden kendisinin gideceğini de söyledi.
Mason ve Meredith mi? Kaşlarımı çattım. Bu bir felaket olur. Hiçbir ortak noktalan yok.
Gülünçtü ama Masonın daima üstüme titremesine alışmıştım. Aniden başka birini onun yanında
düşünmek beni rahatsız etmişti.
Sahiplenicisin dedi Lissa yine düşüncelerimi tahmin ederek. Zihnini okumamdan dolayı bu kadar
rahatsız olmasına şaşmamak gerekirdi.
Sadece biraz.
Güldü. Rose Mason olmasa bile gerçekten tekrar biriyle çıkmaya başlamalısın. Seninle çıkmak
için cinayet işlemeye hazır bir sürü erkek var ve hepsi de gerçekten hoş çocuklar.
Konu erkeklere geldiğinde her zaman en iyi tercihleri yapamamıştım. Bir kez daha içimi ve
endişelerimi ona dökmek istedim. Uzun süredir Dimitri hakkında konuşmaktan çekiniyordum hatta
bu sır içimi kavursa bile. Lissayla başbaşa otururken onun en iyi arkadaşım olduğunu hatırladım.
Ona her şeyi anlatabilirdim ve beni asla yargılamayacağını
bilirdim. Ama daha önce olduğu gibi kafamdakileri ona açıklama fırsatını yine kaçırdım.
Komodinin üzerinde duran saate baktı ve aniden yataktan fırladı.
Geç kaldım Christianla buluşmam gerek
Gergin bir beklentiyle içi mutlulukla doldu. Aşk Ne yapabilirsin ki? Çirkin başını göstermeye
başlayan kıskançlık duygusunu bastırdım. Bir kez daha Christian onu benden uzaklaştırıyordu. Bu
gece içimi dökmem mümkün olmayacaktı.
Lissayla birlikte yurttan çıktık ve yarın konuşacağımıza söz vererek koşar adım yanımdan
uzaklaştı. Ben de kaldığım binaya döndüm. Odama girdiğimde aynanın yanından geçerken yüzümü
görünce homurdandım. Gözümün etrafı mosmordu. Lissayla konuşurken annemle yaşadığım olay
aklımdan uçup gitmişti. Aynanın önünde durarak eğildim ve yüzüme daha yakından baktım. Belki
megalomanlıktı ama güzel göründüğümü biliyordum. Kızların çoğunun süper modeller kadar güzel
vücutlara sahip olduğu bir okulda bana gıptayla bakıyorlardı ve daha önce farkettiğim gibi yüzüm de
çok güzeldi. Herhangi bir günde on üzerinden dokuz alırdım.
Ama bugün? Evet. Kesinlikle eksilerde geziyordum. Kayak gezisinde muhteşem görüneceğim
şüphesizdi.
Annem beni dövdü dedim aynadaki yüzüme bakarak. Yansımam sempatik bir tavırla bana baktı.
İç çekerek yatağa girme saatinin geldiğine karar verdim.
Bu gece yapmak istediğim başka bir şey yoktu ve belki biraz fazla uyursam daha çabuk
iyileşebilirdim. Yüzümü yıkayıp saçlarımı taramak için koridorun ucundaki banyoya yürüdüm.
Odama geri döndüğümde en sevdiğim pijamalarımı giydim ve kumaşın yumuşaklığının beni biraz
rahatlattığını farkettim.
Ertesi gün için sırt çantamı hazırlarken aniden Lissayla bağlantımda güçlü bir duygu patlaması
oldu. Beni hazırlıksız yakaladı ve savaşma şansım olmadı. Yüzüme aniden bir fırtına çarpmış gibiydi
ve artık sırt çantama bakmıyordum:
Lissanın içindeydim ve dünyasını birinci elden deneyimliyordum.
O noktadan sonra her şey tuhaflaşmaya başladı.
Çünkü Lissa Christianla birlikteydi ve işler gerçekten... kızışıyordu.
8
Chri s t i a n onu öpüyordu ve... Vay canına ne öpücüktü Küçük çocukların görmesine izin
verilmeyen türden Tanrım psişik bağlantı sayesinde deneyimlemek bir yana aslında kimsenin
görmesine izin verilmemesi gereken türden bir öpücüktü.
Görünüşe bakılırsa Lissanın içinde uyanan güçlü duygular bu fenomenin olmasına yol açmıştı. Ama
daima daima nedeni olumsuz bir duygu olurdu. Üzüldüğünde öfkelendiğinde morali bozulduğunda
duyguları bana ulaşırdı. Ama bu kez? Üzgün değildi ki?
Mutluydu. Çok ama çok mutlu
Ah Tanrım. Buradan çıkmam gerek
Okulun şapelinin çatı katındaydılar benim deyişimle aşk yuvalarında. Burası onlar için sürekli bir
mekandı ikisinin de antisosyal eğilimleri yüzünden kalabalıktan kaç
mak istedikleri zamanlardan beri. Zaman içinde birlikte antisosyal olmaya karar vermişlerdi ve bir
şey diğerini getirmişti. Açıkça çıkmaya başladıklarından beri orada çok fazla zaman geçirdiklerini
sanmıyordum. Belki de eski günlerin hatırına bunu yapıyorlardı.
Gerçekten de bir tür kutlama söz konusuydu. Tozlu yere kokulu küçük mumlar yerleştirilmişti ve
mumlar havayı leylak kokusuyla dolduruyordu. Kolay tutuşacak kutularla ve kitaplarla dolu öylesine
küçük bir yerde bütün o mumların yanmasından dolayı endişelenebilirdim ama Christian
muhtemelen kazayla çıkabilecek bir yangını kontrol edebileceğini düşünmüş olmalıydı.
Delicesine uzun öpüşmelerine nihayet ara vererek geri çekildiler ve birbirlerine baktılar.
Yanlamasına yere uzandılar. Altlarında birkaç kat battaniye vardı.
Lissaya bakarken Christianın yüzü açık ve nazikti açık mavi gözleri yoğun duygularla parlıyordu.
Masonın bana bakışından çok farklıydı. Lissaya hayranlık duyduğu belliydi ama Masonınki daha
ziyade bir kiliseye girdiğinizde taptığınız ama pek anlamadığınız bir şeye duyduğunuz hayranlık ve
korkuyu andırıyordu. Christian kendi tarzında Lissaya tapıyordu fakat gözlerinde bilen bir bakış
vardı birbirlerini öylesine iyi anlıyorlardı ki iletişim kurmak için kelimelere gerek duymuyor
gibiydiler.
Sence bunun için cehenneme gitmez miyiz? diye sordu Lissa.
Christian uzandı ve onun yüzüne dokunup parmaklarını yanağında boynunda gezdirerek ipek
gömleğine kadar kaydırdı. Onun dokunuşuyla Lissa derin bir nefes aldı böylesine hafif ve nazik
dokunurken içinde muazzam bir tutku yaratabilmesine şaşmış gibiydi.
Bunun için mi? Christian gömleğin kenarıyla oynadı ve parmaklarını hafifçe içeri soktu.
Hayır dedi. Bunun için. Etrafı işaret etti. Burası bir kilise. Burada böyle şeyler yapmamamız
gerekir.
Hiç katılmıyorum dedi Christian. Nazikçe Lissayı sırtüstü yatırdı ve üzerine eğildi. Kilise alt katta.
Burası sadece depo. Tanrının aldıracağını sanmıyorum.
Sen Tanrıya inanmıyorsun ki dedi Lissa. Ellerini Christianın göğsüne kaydırdı. Hareketleri
sevgilisininki kadar hafif ve kasıtlıydı ama Christianın içinde aynı güçlü karşılığı uyandırdığı açıktı.
Lissanın elleri gömleğinin altına ve karnına kayarken Christian mutlu bir şekilde iç çekti. Sana
ayak uyduruyorum.
Şimdi böyle diyorsun dedi Lissa. Parmakları gömleğin kenarını yakaladı ve yukarı kaydırdı.
Christian Lissanın gömleği tamamen çıkarmasına izin verdi ve çıplak göğüsle genç kızın üzerine
uzandı.
Haklısın dedi Christian. Dikkatli bir şekilde sevgilisinin gömleğinin bir düğmesini çözdü sadece
birini. Sonra yine eğildi ve onu uzun uzun öptü. Nefes almak için başını kaldırdığında hiçbir şey
olmamış gibi devam etti. Bana duymak istediğin şeyi söyle ben de söyleyeyim. Bir düğmeyi daha
çözdü.
Duymak istediğim bir şey yok dedi Lissa gülerek.
Bir düğme daha çözüldü. Bana istediğin her şeyi söyleyebilirsin ama gerçek olmasını tercih ederim.
Gerçek mi? Kimse gerçeği duymak istemez ki. Gerçek asla seksi değildir. Ama sen... Son düğme
çözüldü ve Christian Lissanın gömleğini iki yana açtı. Sen gerçek olamayacak kadar seksisin.
Sözleri yine her zamanki gibi kendinden emin ve kibirliydi ama gözlerinden tamamen farklı bir
mesaj okunuyordu. Sahneyi Lissanın gözlerinden izliyordum fakat Christianın ne gördüğünü tahmin
edebiliyordum. Lissanın pürüzsüz beyaz teni. İnce beli ve yuvarlak kalçaları. Beyaz bir dantelli
sutyen. Lissanın dantelden dolayı kaşındığını ama buna aldırmadığını anladım.
Christianın yüzünden açlık ve özlem okunuyordu. Lissanın içinden kalp atışlarının ve nefeslerinin
hızlandığını hissedebiliyordum. Christianınkine benzer duygular bütün benliğini sarmıştı. Christian
kendini biraz daha Lissanın üzerine bıraktı ve vücutları birbirine yapıştı. Dudaklarını yine Lissanın
dudaklarına gömdü ve dilleri birbirine değdiğinde hemen oradan çıkmam gerektiğini anladım.
Çünkü artık anlıyordum. Lissanın neden öyle giyindiğini ve neden aşk yuvalarının bir mum
mağazasının vitrinine çevrildiğini anlıyordum. Buydu An Bir aydır çıkıyorlardı ve artık
sevişeceklerdi. Bildiğim kadarıyla Lissa daha önce bunu eski bir erkek arkadaşıyla yapmıştı.
Christianın geçmişini bilmiyordum ancak sinir bozucu karizması yüzünden birçok kızı tuzağına
düşürdüğünden emindim.
Ama Lissanın duygularını algılarken hiçbirinin önemli olmadığını söyleyebilirdim. En azından o
anda. O anda sadece ikisi ve birbirlerine karşı duydukları duygular vardı. Kendi yaşında birinin
taşıması gerekenden daha fazla endişeyle dolu bir yaşamda Lissa şu anda ne yaptığından kesinlikle
emindi. İstediği şey buydu. Bu Christianla uzun süredir paylaşmayı istediği bir şeydi.
Ve benim tanık olmaya hiçbir hakkım yoktu.
Kimi kandırıyordum ki? Tanık olmak istemiyordum. Başka insanları sevişirken izlemekten asla
zevk almazdım ve Christianla sevişmeyi deneyimlemek istemediğimden de emindim. Bekaretimi
kaybetmiş gibi olacaktım.
Ama Tanrı aşkına Lissa zihninden çıkmamı hiç de kolaylaştırmıyordu. Duygularından
uzaklaşmaya istekli görünmüyordu ve duyguları derinleşip güçlendikçe ben de daha fazla
bağlanıyordum. Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalışırken enerjimi kendime dönmeye odakladım ve
elimden geldiğince konsantre oldum.
Daha da soyundular...
Haydi haydi dedim kendi kendime kararlı bir şekilde. Prezervatif mi? Iyyk...
Sen kendi basmasın Rose. Kendi zihnine geri dön.
Kolları ve bacakları iç içe geçerken vücutları uyum içinde hareket etmeye başladı.
Oros...
Nihayet Lissanın içinden çekilip kendime döndüm. Bir kez daha odamdaydım ama artık sırt
çantamla filan ilgilenmiyordum. Bütün dünyamın şaftı kaymıştı. Kendimi tuhaf ve biraz... tecavüze
uğramış gibi hissediyordum Rose mu
yoksa Lissa mı olduğumdan emin değildim. Yine Christiana karşı öfkeliydim. Lissayla sevişmek
istemediğim kesindi ama artık dünyasının merkezi olmadığımı bilmenin öfkesini ve hayalkırıklığını
taşıyordum.
Sırt çantamı bir kenara atarak doğruca yatağa girdim kollarımı vücuduma sardım ve göğsümdeki
sızıyı dindirmek için büzüldüm.
Çabucak uykuya daldığımdan sonuç olarak erken uyandım. Çoğunlukla Dimitriyle buluşmak için
yataktan zor çıkardım ama bugün o kadar erken gittim ki spor salonuna
ondan önce ulaşmıştım. Onu beklerken Masonı sınıfların bulunduğu binalardan birine giderken
gördüm.
Hey diye seslendim. Ne zamandan beri bu kadar erken kalkıyorsun?
Bir matematik sınavına tekrar girmek zorunda kaldığımdan beri dedi bana yaklaşırken. Yaramazca
bir tavırla gülümsedi. Ama seninle birlikte zaman geçireceksem onu da kaçırmama değer.
Lissayla sohbetimi hatırlayarak güldüm. Evet Masonla flört etmekten daha kötü şeyler de
yapabilirdim.
Hayır. Başın derde girebilir o zaman yamaçlarda kime meydan okuyacağım?
Hala gülümseyerek gözlerini devirdi. Beni kolayca yenebileceğini düşünüyordun hatırladın mı?
Daha neye bahse gireceğine karar veremedin mi? Yoksa çok mu korkuyorsun?
Söylediklerine dikkat et diye uyardı yoksa Noel hediyeni vermeyebilirim.
Bana hediye mi aldın? Bunu beklemiyordum.
Evet. Ama böyle konuşmaya devam edersen başka birine verebilirim.
Meredith gibi mi? diye sordum alaycı bir tavırla.
O senin dengin bile değil ve bunu sen de biliyorsun.
Bir gözüm morarmışken de mi? diye sordum yüzümü buruştura rak.
İki gözün de morarsa bile.
Bakışlarında alaycılık yoktu. Sadece nazikti. Nazik dostça ve ilgili. Gerçekten önemsiyordu.
Yaşadığım onca stresten sonra birinin beni önemsemesi hoşuma gitti.
Lissanın beni ihmal etmesiyle bana ilgi göstermek isteyen birine ihtiyacım olduğuna da karar
vermiştim.
Noelde ne yapıyorsun? diye sordum.
Omuz silkti. Hiçbir şey. Annem neredeyse geliyordu ama son anda iptal etmek zorunda kaldı...
Bilirsin bütün olanlardan sonra.
Masonın annesi gardiyan değildi. Sadece çocuk yetiştirmeye karar vermiş bir dampirdi. Bunun
sonucu olarak annesini sık gördüğünü biliyordum. Ama durum tuhaftı benim annem gerçekten
buradaydı ve bütün isteğine rağmen onun annesi gelemiyordu.
Noeli benimle geçir dedim aniden. Lissa Christian ve Christianın halasıyla birlikteyim. Eğlenceli
olacak.
Gerçekten mi?
Hem de çok eğlenceli.
Sorduğum bu değildi.
Sırıttım. Biliyorum. Sadece orada ol tamam mı?
Yapmayı sevdiği gibi önümde eğildi. Kesinlikle.
Mason uzaklaşırken Dimitri dersimiz için geldi. Masonla konuşmak beni neşelendirmiş ve mutlu
etmişti onun yanındayken yüzümü hiç düşünmemiştim bile. Ama Dimitrinin yanındayken aniden
huzursuz oldum. Onunla birlikteyken mükemmel olmak istiyordum ve birlikte içeri girerken tam
olarak görmemesi için yüzümü gizlemeye çalıştım.
Bu konuda endişelenmek moralimi bozdu ve bununla birlikte beni üzen diğer şeyler de aklıma geldi.
Kuklaların olduğu egzersiz odasına döndük ve bana sadece iki gün önceki manevraları tekrarlamak
istediğini söyledi. Annemle dövüşmemden konuşmayacağına sevinip hevesli bir şekilde kuklalara
odaklandım ve Rose Hathawaye bulaşırlarsa ne olacağını gösterdim. Dövüşürken sadece iyi yapma
isteğinden fazlasıyla hareket ettiğimin farkındaydım. Bu sabah duygularımın kontrolünü
kaybetmiştim annemle dövüşmemden ve önceki gece Lissayla Christianın yaşadıklarına
tanıklığımdan sonra duygularım çok yoğun ve güçlüydü. Dimitri arkasına yaslanıp beni izledi ve
arada bir tekniğimi eleştirerek birkaç yeni taktik gösterdi.
Saçların sana engel oluyorw dedi bir ara. Sadece görüşünü engellemekle kalmıyor aynı zamanda
düşmanına saçını yakalama fırsatı veriyorsun.
Gerçek bir dövüşe girdiğimde onları başımın arkasında toplarım diye homurdandım kazığı
kuklanın kaburgalarının arasına sorunsuzca sokarken. Bu yapay kemiklerin neden yapıldığını
bilmiyordum fakat işimi çok zorlaştırıyorlardı. Yine annemi düşündüm ve darbeme biraz fazla güç
yükledim. Bugün açık bıraktım hepsi o.
Rose dedi uyaran bir tavırla. Ona aldırmadan tekrar saldırdım. Tekrar konuştuğu zaman ses tonu
daha sertti. uRose Dur
Kukladan uzaklaşırken nefes nefese kaldığımı farkederek şaşırdım. O kadar sıkı çalıştığımın
bilincinde değildim. Sırtım duvara çarptı. Gidecek yerim kalmadığından bakışlarımı kaçırdım ve
yere indirdim.
Bana bak diye emretti.
Dimitri...
Yüzüme bak.
Ne kadar yakın olsak da sonuçta öğretmenimdi. Doğrudan bir emri geri çeviremezdim. Yavaşça
isteksizce ona döndüm yüzümün yan kısımlannı gizlemek için başımı hafifçe öne eğerek saçlarımı
aşağı sarkıtmıştım. Oturduğu sandalyeden kalkarak bana yaklaştı ve önümde durdu.
Göz göze gelmemeye çalışıyordum ama saçlarımı geri itmek için elini uzattı ve aniden durdu.
Nefesim de öyle. Kısa ömürlü çekimimiz sorularla ve sınırlamalarla doluydu ama emin olduğum bir
şey vardı: Dimitri saçlanma bayılıyordu. Belki hala seviyordu. Saçlarımın harika olduğunu itiraf
etmeliydim. Uzun ipek gibi ve siyah. Her seferinde dokunmak için çeşitli bahaneler bulurdu ve
birçok kadın gardiyanın yaptığının aksine kısa kestirmeme karşı çıkmıştı.
Eli havada asılı dururken dünya hareketsiz kaldı ne yapacağını görmeyi bekliyordum. Sonsuzluk
gibi gelen bir süreden sonra elini yavaşça indirdi. Her yanım hayalkırıklığıyla sarsılıyordu ve aynı
zamanda bir şey öğrendim. Tereddüt etmişti. Bana dokunmaya korkuyordu ve belki de bu
sadece belki hala dokunmak istediği anlamına geliyordu. Kendini geri tutmak zorunda kalmıştı.
Göz göze gelebilmemiz için başımı yavaşça kaldırdım. Saçlarımın büyük bölümü geri çekilerek
yüzümü açığa çıkardı ama tamamen değil. Eli yine titredi ve tekrar uzanmasını umdum. Ama bunu
yapmadı ve heyecanım azaldı.
Canın yanıyor mu? diye sordu. Tıraş losyonunun teriyle birleşmiş kokusu burnuma geldi. Tanrım
bana dokunmasını ne kadar istiyordum.
Hayır diye yalan söyledim.
O kadar kötü görünmüyor dedi. İyileşecek.
Ondan nefret ediyorum dedim bu üç kelimedeki zehre kendim de şaşırarak. Aniden tahrik olmama
ve Dimitriyi arzulamama rağmen hala anneme duyduğum öfkeyi içimden atamıyordum.
Hayır etmiyorsun dedi nazikçe.
Ediyorum.
Birinden nefret edecek zamanın yok dedi hala nazik bir sesle konuşarak. Bizim mesleğimizde bu
mümkün değildir. Onunla barışmak zorundasın.
Lissa da aynı şeyi söylemişti. İyice öfkelendim. İçimdeki karanlık kendini hissettirmeye başladı.
Onunla barışmak mı? Kasıtlı bir şekilde gözümü morarttıktan sonra da mı? Neden bunun ne kadar
delice olduğunu gören tek kişi benim?
Kesinlikle kasıtlı yapmadı o hareketi dedi sesini sertleştirerek. Ona ne kadar kızsan da buna
inanmak zorundasın. Bunu asla yapmaz ve o gün daha sonra onu gördüm. Senin için
endişeleniyordu.
Muhtemelen birinin onu çocuk taciziyle suçlayacağından korkmuştur diye homurdandım.
Sence yılın bu zamanında bağışlayıcı olmak gerekmez mi?
Yüksek sesle iç çektim Noel özel programında değiliz Bu benim hayatım Gerçek dünyada
mucizeler ve iyilik olmaz.
Hala sakin bir şekilde beni izliyordu. Gerçek dünyada kendi mucizelerini yaratabilirsin.
Öfkem aniden bir kırılma noktasına ulaştı ve kontrolümü korumaya çalışmaktan vazgeçtim.
Hayatımda bir şeyler ters gittiğinde bana mantıklı olmamı söylemelerinden o kadar bıkmıştım ki...
İçimde bir yerlerde Dimitrinin sadece yardımcı olmaya çalıştığını biliyordum ancak iyi niyetli
sözlere katlanacak durumda değildim. Sorunlarımdan kurtulmak istiyordum. Neyin beni daha iyi biri
yapacağını duymak istemiyordum. Sadece bana sarılmasını ve her şeyin yoluna gireceğini
endişelenmeme gerek olmadığını söylemesini istiyordum.
Pekala bir kez olsun şunu keser misin? dedim ellerimi belime koyarak.
Neyi keseyim?
Bütün şu Zen saçmalığını. Benimle gerçek biri gibi konuşmuyorsun. Söylediğin her şey yaşam
dersi saçmalıkları. Gerçekten bir Noel özel programı Öfkemi ondan çıkarmamın adil olmadığını
biliyordum ama elimde olmadan bağırıp çağırıyordum. Yemin ederim bazen sadece kendi
konuşmalarını duymak istiyormuşsun gibi geliyor Ve her zaman böyle olmadığını da biliyorum.
Tashayla konuşurken son derece normaldin. Ya benimle? Sadece robot gibi hareket ediyorsun. Beni
umursamıyorsun bile. Sadece o aptal öğretmen rolüne sıkışıp kalıyorsun.
Beklenmedik bir şekilde şaşkın gözlerle bana bakakalmıştı. Seni umursamıyor muyum?
Hayır umursamıyorsun Gülünç davranıyordum çok ama çok gülünç. Ve gerçeği biliyordum aslında
beni umursuyordu ve bir öğretmenden fazlasıydı. Ama kendimi tutamıyordum. Kelimeler ağzımdan
dökülmeye devam ederken parmağımla göğsünü dürttüm. Senin için sadece herhangi bir öğrenciyim.
Şu aptal yaşam derslerini anlatıp duruy...
Saçlarımı okşamasını umduğum el aniden uzandı ve göğsünü dürttüğüm elimi yakalayıp duvara
dayadı. Gözlerinde o yoğun duyguları gördüğümde şaşırmıştım. Öfke değildi... Farklı türde bir
hayalkırıklığıydı.
Bana ne hissettiğimi sakın söylemeye kalkma diye gürledi.
Söylediklerimin yarısının doğru olduğunu o anda anladım. Neredeyse daima kontrollü ve sakindi
dövüşürken bile. Ama aynı zamanda bana bir defasında nasıl kendini kaybettiğini ve Moroi babasını
nasıl dövdüğünü de anlatmıştı.
Bir zamanlar gerçekten benim gibiydi daima düşünmeden
hareket etmenin yapmaması gereken şeyleri yapmanın eşiğinde biriydi.
Sorun bu değil mi? diye sordum.
Ne?
Daima kontrolü elinde tutmaya çalışıyorsun. Sen de benim gibisin.
Hayır dedi hala kendini tutmaya çalıştığı açık bir şekilde. Kendimi kontrol etmeyi öğrendim.
Yeni farkına vardığım bu gerçek beni bir şekilde cesaretlendirmişti. Hayır dedim. Öğrenmedin.
Herkese iyi görünüyorsun ve çoğu zaman kontrolü elinde tutuyorsun. Ama bazen bunu
yapamıyorsun. Bazen... Ona doğru eğildim ve sesimi kıstım. Bazen bunu yapmak da istemiyorsun.
Rose...
Nefesinin ve kalp atışlarının hızlandığının farkındaydım. Üstelik geri çekilmiyordu. Bunun yanlış
olduğunu biliyordum birbirimizden uzak kalmamızın bütün mantıklı nedenlerini biliyordum. Ama
tam o anda umursamaktan vazgeç
tim. Kendimi kontrol etmek istemiyordum. İyi olmak istemiyordum.
Neler olduğunu anlamasına fırsat vermeden onu öptüm. Dudaklarımız birleşti ve karşılık verdiğini
hissettiğimde haklı olduğumu anladım. Üzerime doğru gelerek beni duvarla kendi vücudu arasına
sıkıştırdı. Hala elimi tutuyordu ama diğer eli başımın arkasına dolandı ve saçlarıma kaydı.
Öpüşmemiz çok yoğundu öfkeli tutkulu ateşli...
İlk geri çekilen o oldu. Benden sertçe uzaklaştı ve sarsılmış bir halde geriye doğru birkaç adım attı.
Bunu bir daha yapma dedi sertçe.
Sen de beni öpme o zaman diye çıkıştım.
Sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca bana baktı. Kendi konuşmalarımı duymak için Zen dersleri
vermiyorum. Herhangi bir öğrenci olduğun için bunu yapmıyorum. Bunu yapıyorum çünkü sana
kendini kontrol etmeyi öğretmek istiyorum.
Harika bir iş çıkarıyorsun dedim alaycı bir tavırla.
Bir an gözlerini kapadı nefesini verdi ve Rusça bir şeyler mırıldandı. Bana bir kez daha bakmadan
dönüp odadan çıktı.
9
Sonrasında Dimitriyi bir süre görmedim. O gün daha bir mesaj göndererek hızla yaklaşan kampüsten
ayrılma planları yüzünden sonraki iki dersimizi iptal etmemiz gerektiğini bildirdi. Dersler zaten sona
erecek diyordu egzersizlere ara vermek de mantıklı görünüyordu.
Bence bu temelsiz bir bahaneydi ve iptal etmesinin asıl nedeninin bu olmadığını biliyordum.
Benden uzak durmak istiyorsa diğer gardiyanlarla birlikte Moroi güvenliğini planlamaları veya çok
gizli Ninja hareketleri çalışmaları gerektiğini söylemesini tercih ederdim.
Hikayesi ne olursa olsun öpücük yüzünden benden uzak durduğunu biliyordum. O lanet olasıca
öpücük. Aslında pişman filan değildim. Onu öpmeyi ne kadar istediğimi Tanrı biliyordu ama bunu
yanlış nedenlerle yapmıştım. Üzgün ve öfkeli olduğum sadece ona yapabildiğimi kanıtlamak
istediğim için öpmüştüm. Doğru ve akıllıca şeyleri yapmaktan bıkıp usanmıştım. Son zamanlarda
kontrolümü korumaya çalışıyordum fakat bunu başaramıyordum.
Bir defasında bana yaptığı uyarıyı unutmamıştım birlikte olmamızla ilgili sorun sadece yaş değildi.
İşimizi engelleyecekti. Onu öpücüğe zorlamakla... şey zaman içinde Lissayı incitebilecek bazı
sorunların alevini güçlendirmiştim. Bunu yapmamalıydım. Ama kendimi tutamamıştım. Bugün daha
net düşünebiliyordum ve yaptığım şeye inanamıyordum.
Mason Noel sabahı benimle buluştu ve birlikte diğerleriyle zaman geçirmeye gittik. Dimitriyi
kafamdan atmam için iyi bir fırsattı. Masondan hoşlanıyordum hem de çok.
Ve onunla kaçıp evlenecek filan da değildim. Lissanın dediği gibi sadece tekrar biriyle çıkmam
sağlıklı olacaktı.
Tasha Akademinin misafirhanesindeki seçkin bir salonda Noel kahvaltısı veriyordu. Bütün okulda
bir sürü grup faaliyeti ve parti vardı ama Tashanın varlığının daima bir huzursuzluğa yol açtığını
görmüştüm. İnsanlar ya gizlice ona bakıyor ya da ondan uzak durmak için her şeyi yapıyordu. Bazen
Tasha onlara meydan okuyordu. Bazen sadece gözden uzak duruyordu. Bugün diğer kraliyet
üyelerinden uzaklaşmaya ve sadece kendisinden uzak durmayanlarla birlikte bu küçük özel partinin
tadını çıkarmaya karar vermişti.
Dimitri de davetliydi ve onu gördüğümde kararlılığım biraz sarsıldı. Gerçekten de ortama uygun
giyinmişti. Pekala bu biraz abartı olabilir ama ilk kez onu bu kadar seçkin giysiler içinde
görüyordum. Genellikle biraz kaba görünürdü... her an bir savaşa dalabilirmiş gibi. Bugünse siyah
saçlarını atkuyruğu yapmış gerçekten düzgün ve titiz görünmeye gayret etmişti. Her zamanki gibi
kot pantolon ve deri çizme giymişti ama tişört yerine güzel bir siyah bluz
giymişti. Pahalı bir şey değildi sadece sıradan bir şeydi ama
çoğu zaman görmediğim derecede bakımlıydı ve ulu Tanrım muhteşem görünüyordu
Dimitri bana karşı ters filan değildi ama kesinlikle sohbet etmek için de özel bir çabaya
girmiyordu. Ne var ki Tashayla konuşuyordu ve daha önceki gibi rahat bir tavırla sohbetlerini
sürdürürken onları hayranlıkla izliyordum. İlk görüşmemizden sonra Tashanın uzak bir kuzeniyle
Dimitrinin yakın arkadaş olduğunu öğrenmiştim birbirlerini de bu şekilde tanımışlardı.
Beş mi? diye sordu Dimitri şaşırarak. Arkadaşının çocuklarından konuşuyorlardı. Bunu daha önce
duymamıştım.
Tasha başıyla onayladı. Bu çılgınca. Yemin ederim ka rısının çocuklar arasında altı aydan fazla
beklediğini sanmıyorum. Üstelik de kısa boylu hamile kaldığında genişleyip duruyor.
Onunla ilk tanıştığımda asla çocuk istemediğine yemin etmişti.
Tashanın gözleri heyecanla açıldı. Biliyorum Ben de inanamıyorum. Onu şimdi görmelisin.
Çocukları için deli oluyor. Çoğu zaman onu anlayamıyorum bile. İnan bana bizim konuştuğumuz
dilden çok bebek dili konuşuyor.
Dimitri gülümsedi. Şey... çocukların yetişkinler üzerinde böyle bir etkisi olur.
Yine de bunun sana olacağını hayal edemiyorum dedi Tasha gülerek. Sen her zaman ağırbaşlısın.
Elbette ki... kimse anlamasın diye bebek dilini Rusça konuşacağından eminim.
Buna ikisi de güldüler ve yanımda duran Masonla konuşabileceğim için sevinerek başımı çevirdim.
Her şeyden uzaklaşmak için iyi bir bahaneydi çünkü Dimitri bana hiç aldırmıyordu ve Lissayla
Christian da kendi küçük dünyalarında sohbet ediyordu. Görünüşe bakılırsa seks birbirlerine olan
aşklannı güçlendirmişti ve kayak gezisinde Lissayla birlikte hiç zaman geçirip geçiremeyeceğimi
merak ediyordum. Sonunda Noel hediyemi vermek için Christiandan uzaklaşıp yanıma geldi.
Kutuyu açıp içine baktım. Kestane rengi bir dizi boncukla ve dışarı süzülen gül kokusuyla
karşılaştım.
Bu da ne?
Boncukları kaldırdığımda ucunda sarkan ağır bir altın haç dikkatimi çekti. Bana bir chotki
vermişti. Rahibelerin tespihlerine benzer bir şeydi ama daha küçüktü. Bilezik boyunda.
Beni dine döndürmeye mi çalışıyorsun? diye sordum yüzümde çarpık bir gülümsemeyle. Lissa bir
din manyağı değildi fakat Tannya inanırdı ve düzenli olarak kiliseye gi
derdi. Rusya ve Doğu Avrupadan gelen birçok Moroi ailesi gibi o da Ortodoks Hıristiyandı.
Ben mi? Ben oldukça muhafazakar bir Agnostiktim. Tanrının muhtemelen var olduğuna
inanıyordum ama araştırmak için zaman ya da enerji ayırmıyordum. Lissa buna saygı duyuyordu ve
asla bana inanç empoze etmeye kalkmamıştı ki bu da hediyesini daha tuhaf kılıyordu.
Arkasını çevir dedi şaşkınlığımdan zevk alarak.
Dediğini yaptım. Haçın arkasında altın üzerine çiçeklerle bezenmiş bir ejderha deseni işlenmişti.
Dragomir amblemi. Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
wBu bir aile yadigarı dedi. Babamın yakın arkadaşlarından biri onun eşyalarının bulunduğu bir
kutuyu saklıyordu. Bu da içindeydi. Büyük büyükannemin gardiyanına aitti.
Lissa... dedim. Şimdi bu chotki yepyeni bir anlam kazanmıştı. Ben... bana böyle bir şey
veremezsin. Bunu kabul edemem.
Şey benim saklayamayacağım kesin. Bu bir gardiyan için yapılmış. Benim gardiyanım için.
Boncukları bileğime geçirdim. Haç tenime serin bir şekilde değdi.
Biliyor musun dedim dalga geçerek senin gardiyanın olamadan okuldan atılma olasılığım bir hayli
yüksek.
Sırıttı. Şey o zaman iade edebilirsin.
Herkes güldü. Tasha bir şey söyleyecekti ama kapıya bakıp sustu.
Janine
Annem her zamanki gibi gergin ve ifadesiz bir şekilde orada duruyordu.
Geciktiğim için üzgünüm dedi. Halletmem gereken işler vardı.
İş. Daima iş. Noelde bile.
Dövüşümüzün detaylarını hatırlarken midem bulandı ve yanaklanm alev alev kızardı. O zamandan
beri hiçbir haber veya mesaj göndermemişti ben revirdeyken bile. Özür dilememişti. Hiçbir şey.
Dişlerimi sıktım.
Bizimle birlikte oturdu ve çok geçmeden sohbete katıldı. Sadece tek bir konu hakkında
konuşabildiğini uzun zaman önce farketmiştim: Gardiyan meseleleri. Herhangi bir hobisi olup
olmadığını merak ediyordum. Herkes Badica saldırısını düşünüyordu ve bu yüzden sohbetin konusu
onun karıştığı benzer bir mücadeleye geldi. Masonın onun her kelimesini dikkatle dinlediğini
görünce dehşete kapıldım.
Şey kafa kesmek göründüğü kadar kolay değildir dedi annem doğal bir tavırla. Zaten kolay
olduğunu hiç düşünmemiştim ancak ses tonu herkesin bunun çantada keklik olduğunu düşündüğüne
inandığını gösteriyordu. Omurgayı ve tendonları kesmeniz gerekiyor.
Aramızdaki bağ sayesinde Lissanın midesinin bulandığını hissettim. Bu tür sohbetlerden
hoşlanmazdı.
Masonın gözleri parladı. Bunu yapmak için en iyi silah hangisi?
Annem düşündü. Balta. Zaten ağır olduğu ve iki elle kullanıldığı için daha fazla güç yüklenebilir.
Göstermek için bir savurma hareketi yaptı.
Harika dedi Mason. Tanrım umarım balta taşımama izin verirler. Bu gülünç bir fikirdi çünkü
baltalar kolay taşınacak silahlar değildi. Bir an için Masonın omzunda bir baltayla sokaklarda
dolaştığını düşününce biraz keyfim yerine geldi. Ama uzun sürmedi.
Noelde böyle bir konuda sohbet ettiğimize inanamıyordum. Annemin varlığı her şeyin tadını
kaçırmıştı. Neyse ki parti çabuk bitti. Christian ve Lissa kendi yapacakları şeylerin peşinden
giderken Dimitriyle Tasha da belli ki başka şeylerle ilgilenecekti. Ben de Masonla birlikte kaldığım
yurdun yolunu yarılamıştım ki annem bize katıldı.
Hiçbirimiz konuşmadık. Yıldızlar karanlık gökyüzünde parlak ve keskin yüzlerini göstermişti.
Pırıltıları etrafımızı saran bembeyaz kar ve buzlara uygundu. Yapay kürklü fildişi bir palto
giymiştim. Vücudumu sıcak tutmam için oldukça işe yarıyordu ama yüzümü kavuran soğuk rüzgara
karşı bir etkisi yoktu. Yürüdüğümüz bütün süre boyunca annemin diğer gardiyan bölümlerine dönüp
uzaklaşmasını bekleyip durdum ama bizimle birlikte yurt binasının içine kadar geldi.
Seninle konuşmak istiyordum dedi sonunda. Tedirgin oldum. Yine ne yapmıştım?
Bundan başka bir şey söylemedi ama Mason hemen mesajı algıladı. Sosyal ipuçlarına karşı ne
aptal ne de kayıtsızdı ama o anda öyle olmasını dilerdim. Aynca dünyadaki bütün Strigoilerle
savaşmayı isterken annemden çekinmesi de bana komik geliyordu.
Bana özür dileyen gözlerle bakıp omuz silkti. Hey benim eee bir yere gitmem gerek dedi. Sonra
görüşürüz.
O giderken arkasından üzgün gözlerle baktım çünkü ben de onunla gitmek istiyordum. Ama
kaçmaya kalkarsam annem muhtemelen bana çelme takar ve diğer gözümü de morartırdı. Onun
isteklerine boyun eğmek daha akıllıca olacaktı. Huzursuz bir şekilde kıpırdanarak onunla göz göze
gelmemeye çalıştım ve konuşmasını bekledim. Göz ucumla birkaç kişinin bize baktığını farkettim.
Gözümün morardığını herkesin nasıl kısa sürede öğrendiğini hatırlayınca aniden bana çekeceği nutuk
sırasında etrafta tanık olmasını istemediğime karar verdim.
Şey odama gitmek ister misin? diye sordum.
Şaşkın hatta neredeyse kararsız gözlerle bana baktı. Tabii.
Yürürken aramızda güvenli bir mesafeyi koruyarak önüne düşüp merdivenden yukarı yöneldim.
Aramızda rahatsız edici bir hava vardı. Odama ulaştığımızda bir şey söylemedi ama bir yerlerde bir
Strigoinin saklandığından şüphelenirmiş gibi bütün detayları incelediğini gördüm. Ben yatağa oturup
konuşmasını beklerken o da ne yapacağına karar veremezmiş gibi odayı arşınlıyordu. Hayvan
davranışları ve evrimle ilgili birkaç kitabın üzerinde parmaklannı gezdirdi.
Bunlar bir ödev için mi? diye sordu.
Hayır. Sadece konuyla ilgileniyorum hepsi bu.
Kaşları kalktı. Bunu bilmiyordu. Ama nereden bilebilirdi ki? Benim hakkımda hiçbir şey
bilmiyordu. Benimle ilgili onu şaşırtan küçük şeylere daha yakından bakmak için durarak odayı
incelemeye devam etti. Lissanın ve benim Cadılar Bayramı için giydiğimiz peri kostümleriyle
çekilmiş bir resmimiz. Bir poşet şekerli çiklet. Sanki annem beni hayatında ilk kez görüyormuş
gibiydi.
Aniden döndü ve elini bana uzattı. Al.
Şaşırarak ona eğildim ve avcumu uzattım. Elinden küçük ve serin bir şey avcuma düştü. Yuvarlak
bir kolye ucuydu küçücüktü. Çapı bir bozuk paradan daha geniş değildi. Bir gümüş temel üzerine
renkli camdan düz diskler yerleştirilmişti. Kaşlarımı çatarak yüzeyini okşadım. Tuhaftı ama daireler
bir göz gibi görünüyordu. En içteki küçük neredeyse gözbebeği gibiydi. O kadar koyu maviydi ki
siyah duruyordu. Etrafında daha açık mavi bir halka vardı ve onun dışında da başka bir beyaz halka
yerleştirilmişti. En dıştaki kısım çok koyu mavi renkle çevrelenmişti.
Teşekkürler dedim. Ondan herhangi bir şey beklememiştim. Hediye tuhaftı bana neden bir göz
veriyordu ki şimdi? ama sonuçta bir hediyeydi. Ben... Ben sana bir şey almadım.
Annem ifadesiz bir yüzle başıyla onayladı. Sorun değil. Bir şeye ihtiyacım yok.
Yine başını çevirdi ve odanın içinde yürümeye başladı. Oda bunu rahatça yapmasına izin verecek
kadar geniş de
Ğildi fakat kısa boylu olduğu için adımlan da küçüktü. Yatağımın kenarındaki pencerenin yanından
her geçişinde ışıkta saçları parlıyordu. İzlerken onun da benim kadar gergin olduğunu anladım.
Sonra aniden durdu ve bana baktı. Gözün nasıl?
İyileşiyor.
Güzel. Ağzını açtı ve neredeyse özür dileyeceğini hissettim. Ama yapmadı.
Tekrar yürümeye başladığında hareketsizliğe dayanamayacağıma karar verdim. Hediyeleri
kaldırmaya başladım. Bu sabah bir sürü güzel şey almıştım. İçlerinden biri Tashanın verdiği kırmızı
ipek bir elbiseydi ve üzerine çiçek desenleri işlenmişti. Odamdaki küçük dolaba elbiseyi asarken
annem beni izliyordu.
Tasha çok nazik.
Evet dedim. Bana bir şey vereceğini tahmin bile etmemiştim. Ondan gerçekten hoşlandım.
Ben de.
Şaşkınlıkla dönüp anneme baktım. Onun da yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Az önce bir konuda
hemfikir olmuştuk Belki de Noel gerçekten mucizeler zamanıydı.
Gardiyan Belikov onun için iyi bir refakatçi olacak.
Ben... Neden sözettiğini anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım. Dimitri mi?
Gardiyan Belikov diye düzeltti kararlı bir tavırla Dimitriye ilk adıyla seslenmemden hala
hoşlanmıyordu.
Ne... ne tür bir refakatçi? diye sordum.
Annem kaşlarını kaldırdı. Haberin yok muydu? Tasha ondan gardiyanı olmasını istedi çünkü
gardiyanı yok.
Yine yumruk yemiş gibi hissettim. Ama o... burada görevli. Ve Lissayı koruyor.
Belli düzenlemeler yapılabilir. Ve Ozeranın ününe rağmen... sonuçta hala bir kraliyet üyesi. Biraz
zorlarsa istediğini elde edebilir.
Aptal aptal boşluğa baktım. Şey sanırım sonuçta arkadaşlar zaten.
Daha fazlası var... ya da olabilir.
Bam Bir yumruk daha
Ne?
Hmm? Ah. Tasha... onunla ilgileniyor. Annemin ses tonundan romantik meselelerin ilgisini hiç
çekmediği belliydi. Tasha dampir çocuklar doğurmak istiyor ve eğer Belikov onun gardiyanı olursa
zaman içinde belli düzenlemelere gidilebilir.
Ah. Oh. Tanrım
Zaman durmuştu
Kalbim de öyle.
Annemin bir cevap beklediğini anladım. Masama yaslanmış beni izliyordu. Strigoileri etkili şekilde
avlayabilirdi ama duygularımı anlamakta kesinlikle başarısızdı.
Bunu... bunu yapacak mı? Yani Tashanın gardiyanı olacak mı? diye sordum zayıf bir sesle.
Annem omuz silkti. Henüz kabul ettiğini sanmıyorum fakat elbette edecek. Bu büyük bir fırsat.
Elbette dedim. Dimitri neden bir arkadaşının gardiyanı olma ve bebek yapma fırsatını geri
çevirecekti ki?
Sanırım annem sonrasında bir şey daha söyledi ancak duymadım. Hiçbir şey duymuyordum.
Dimitrinin Akademiyi ve beni terkedişini düşünmekten kendimi alamıyordum. Tashayla birlikte
nasıl iyi anlaştıklarını düşündüm. Bunları düşündükten sonra hayalgücüm gelecekle ilgili senaryolar
üretmeye başladı. Tasha ve Dimitri birlikte. Birbirlerine dokunurken. Öpüşürken. Çıplak.
Sevişirken...
Bir an için gözlerimi sımsıkı yumup tekrar açtım.
Gerçekten yorgunum.
Annem bir şey söylerken lafı ağzında kaldı. Ne söylemeye çalıştığı konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Gerçekten yorgunum diye tekrarladım. Kendi sesimdeki ifadesizliği duyabiliyordum. Bomboştu.
Hiçbir duygu yoktu. Göz... bu şey... için teşekkürler ama eğer sakıncası yoksa...
Annem şaşkınlıkla bana baktı. Sonra öylece her zamanki soğuk profesyonelliği geri döndü. O ana
kadar kendini ne kadar serbest bıraktığını anlamamıştım. Ama bunu yapmıştı. Kısa bir süre için
kendini bana açmıştı ve şimdi yine kapalıydı.
Elbette dedi gergin bir tavırla. Seni rahatsız etmek istemem.
Sorunun bu olmadığını söylemek istedim. Ona kişisel nedenlerle kendisini uzaklaştırmadığımı
söylemek istedim. Hep hikayelerini duyduğum türde sevgi ve şefkat dolu an
layışlı bir anne olmasını ne kadar dilediğimi söylemek istedim belki de sorunlu aşk hayatımı
anlatabileceğim sırlarımı paylaşabileceğim türden bir anne.
Tanrım Aslında bunu keşke herhangi birine söyleyebilseydim. Özellikle de şimdi.
Ama kendi kişisel dramıma o kadar kapılmıştım ki ağzımdan tek kelime çıkmadı. Bir şey kalbimi
yerinden sökmüş ve odanın karşı tarafına fırlatmış gibiydim. Göğsümde yanan bir acı vardı ve o
boşluğu nasıl dolduracağımı bilemiyordum. Dimitriyle birlikte olamayacağımı kabul etmek bir şeydi
başka birinin onunla birlikte olabileceğini kabul etmek başka bir şey.
Anneme başka bir şey söylemedim çünkü konuşma becerimi kaybetmiştim. Gözleri öfkeyle parladı
bir şeyden memnun olmadığında sık sık yaptığı gibi dudaklarını gerdi.
Tek kelime etmeden olduğu yerde dönüp odadan çıktı ve kapıyı arkasından sertçe çarptı. Aslında o
hareketi ben yapardım sanırım sonuçta gerçekten bazı benzerliklerimiz vardı.
Ama onu neredeyse hemen unuttum. Sadece orada durup düşünmeye devam ettim. Düşünüp hayal
kurdum.
Günün geri kalanını daha fazlasını da yaparak geçirdim. Akşam yemeğini atladım. Birkaç gözyaşı
döktüm. Ama çoğunlukla yatağımda oturup düşündüm ve moralim giderek daha da bozuldu.
Dimitriyie Tashayı birlikte hayal etmekten daha kötü bir şey kendimi onunla birlikte hatırlamaktı.
Bir daha asla bana öyle dokunmayacak bir daha asla öpmeyecekti...
Hayatım boyunca geçirdiğim en kötü Noeldi.
10
Kayak gezisi bu kadar kötü bir zamanda bu kadar erken gelemezdi. Dimitri ve Tashayı kafamdan
atmam imkansızdı fakat en azından eşyalarımı hazırlarken beyin gücümün %100ünü onlara
odaklamaktan kurtuldum. Şey daha ziyade %95ini odaklamıştım.
İlgimi dağıtan başka şeyler de vardı. Konu bize geldiğinde Akademi haklı olarak aşırı koruyucu
davranabilirdi ancak bazen bu gerçekten çok iyi şeyler anlamına geliyordu. Örneğin: Akademinin
hizmetinde birkaç özel jet vardı. Yani bir havalimanında hiçbir Strigoi bize saldıramazdı ve aynı
zamanda yüksek tarzda yolculuk yapabilirdik. Her jet ticari bir yolcu uçağından ufaktı ama koltukları
geniş ve çok rahattı. O kadar arkaya yatıyorlardı ki insan rahatlıkla uyumak için yatabilirdi. Uzun
uçuşlarda koltuklarda televizyon izlememizi mümkün kılan monitörler var
dı. Bazen gösterişli yemekler bile veriliyordu. Ama bu uçuşun film izlemek veya kaliteli yemek için
fazla kısa olaca ğından emindim.
Ayın yirmi altısında geç saatte yola çıktık. Uçağa bindiğimde Lissayı aradım çünkü onunla
konuşmak istiyordum. Noel sabahı kahvaltıdan beri konuşmamıştık. Onun Christianla birlikte
oturduğunu ve rahatsız edilmek istemiyor gibi davrandıklarını görünce hiç şaşırmadım. Ne
dediklerini duyamıyordum fakat Christian kolunu onun omzuna atmıştı ve yüzünde sadece Lissanın
yaratabileceği rahat flörtçü bir ifade vardı. Lissayla ilgilenmek konusunda asla benim kadar iyi bir iş
çıkaramayacağından emindim ama onun da Lissayı mutlu ettiği belliydi. Masonın bana el salladığı
koltuğa doğru yürürken yanlanndan geçtim ve gülümseyerek başımla onaylayıp selam verdim. Bunu
yaparken yan yana oturan Dimitri ve Tashanın da yanından geçmiştim ama kasıtlı olarak onlara
aldırmadım.
Selam dedim Masonın yanındaki koltuğa yerleşirken.
Bana gülümsedi. Selam. Kayak iddiasına hazır mısın?
Kesinlikle.
Endişelenme dedi. Sana çok yüklenmeyeceğim.
Kaşlarımı çattım ve başımı koltuğa yasladım. Kendini kandırıyorsun.
Mantıklı adamlar sıkıcıdır.
Hiç beklemediğim bir şekilde elimi tuttu. Teni sıcaktı ve dokunduğu yerde tenimin ürperdiğini
hissettim. İrkildim. Dimitrinin birlikte olmak isteyeceğim tek erkek olduğu ko
nusunda kendimi sandığımdan daha fazla ikna etmiştim anlaşılan.
Artık geçmişi geride bırakma zamanı diye düşündüm. Dimitrinin bunu yaptığı açık. Ben de uzun
zaman önce yapmalıydım.
Parmaklarımı Masonınkilere geçirirken onu hazırlıksız yakaladım. Çok eğlenceli olacak.
Öyleydi de.
Bir trajedi yüzünden burada olduğumuzu oralarda bir yerlerde bize tekrar saldırabilecek Strigoiler
ve insanlar olduğunu kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Ama diğerleri bunu hatırlıyor gibi
görünmüyordu ve ben de zor zaman geçirdiğimin farkındaydım.
Kayak merkezi muhteşemdi. Kütükten bir kulübe gibi görünecek şekilde inşa edilmişti fakat öyle
kulübelerin hiçbiri böylesine lüks olamaz veya yüzlerce insanı ağırlayamazdı. Tepeleri karla kaplı
çam ağaçlarının arasında parlak altın renkli kütüklerden üç katlı bir bina duruyordu. Yüksek
pencereler kemerliydi ve camlar Moroilere uygun şekilde karartılmıştı. Kristal lambalar meşale gibi
görünen elektrik lambaları girişin her yanına asılmıştı ve bütün binayı mücevher gibi parıldatıyordu.
Etrafımız dağlarla çevriliydi güçlü gözlerim bile gecenin karanlığında zorlukla seçebiliyordu ve
ışıklar söndüğünde manzaranın nefes kesici olduğundan emindim. Bir taraf kayak bölümüne
açılıyordu ve tepeler asansörler teleferikler
ve telesiyejler göze çarpıyordu. Tesisin diğer tarafında paten sahası vardı ve kulübenin yanındaki
paten partisini kaçırdığım için bu özellikle hoşuma gitmişti. Onun yakınında
kızak için pürüzsüz tepeler uzanıyordu.
Ve bu sadece dışarısıydı.
İçeride Moroilerin ihtiyaçlarını karşılamak için her şey düşünülmüştü. Günün yirmi dört saati
karnımızı doyurmak için açık büfeler vardı. Yamaçlarda gece programları yapılıyordu. Her yerde
gardiyanlar ve öğretmenler dolaşıyordu. Kısacası bir vampirin isteyebileceği her şey anlamına
geliyordu bu.
Ana lobinin tavanı bir katedralinki gibiydi ve muazzam bir avize asılmıştı. Zemin mermer karolarla
kaplıydı ve resepsiyon masası her ihtiyacımıza cevap vermeye hazır şekilde yirmi dört saat açıktı.
Tesisin geri kalanı salonlar ve
koridorlarda kırmızı siyah ve altın rengi temalar kullanılmıştı. Koyu kırmızı hakimdi ve kana
benzemesinin tesadüf olup olmadığını merak etmiştim. Duvarlara aynalar ve tablolar asılmış oraya
buraya süs masaları yerleştirilmişti. Açık yeşil ve mor orkidelerin bulunduğu vazolar havayı
baharatlı bir kokuyla dolduruyordu.
Lissayla paylaştığım oda yurt odalarımızın toplamından büyüktü ve yine aynı renkler hakimdi.
Halı öylesine yumuşak ve derindi ki kapının yanında hemen ayakkabılarımı çıkarıp yalınayak
yürümeye başladım. Futbol sahası büyüklüğünde yataklarımız vardı ve üzerine öylesine çok yastık
konmuştu ki biri onların arasında kaybolsa bir daha bulunamayabilirdi. Camlı kapılar geniş bir
balkona açılıyordu ve en üst katta olduğumuz düşünülürse dışarısı dondurucu derecede soğuk olmasa
çok keyifli olabilirdi. Ama balkonun ucuna yerleştirilmiş iki kişilik jakuzinin soğuğu önlemekte
etkili olacağı şüphesizdi.
Böylesine bir lükse dalınca geri kalan şeyler bana çok doğal gelmeye başladı: Mermer küvet
plazma televizyon çikolata ve atıştırma sepeti... Nihayet kayak yapmaya karar verdiğimizde kendimi
odadan zorla çıkarmam gerekti. Muhtemelen tatilin geri kalanını burada geçirmekten asla rahatsız
olmazdım.
Ama sonunda dışarı çıktık ve Dimitriyie annemi kafamdan atmayı başarıp zevkli zaman geçirmeye
başladım. Tesisin o kadar büyük olmasının da yararı vardı onlarla karşılaşma şansım düşüktü.
Haftalardır ilk kez nihayet Masona odaklanabilme fırsatını bulmuş ve ne kadar eğlenceli biri
olduğunu anlamıştım. Lissayla da bir süredir olmadığı kadar çok zaman geçiriyordum ve bu da
moralimi daha da yükseltmişti.
Lissa Christian ve Masonla birlikte iki çift durumundaydık. Dördümüz ilk günün büyük bölümünü
kayak yaparak geçirdik ama iki Moroi bize ayak uydurmakta biraz zorlandı. Mason ve benim
derslerimizde aldığımız eğitim düşünülürse cüretkar şeyler denemekten korkmuyorduk. Rekabetçi
doğamız bizi birbirimizi geride bırakmaya zorluyordu.
Siz intihar eğilimlisiniz dedi Christian bir noktada. Dışansı karanlıktı ve yüksek lambalar yüzünü
aydınlatıyordu.
Lissayla birlikte yamacın aşağısında bekleyerek Masonla inişimizi izliyorlardı inanılmaz bir hızla
hareket ediyorduk. Dimitriden kontrolü ve mantığı öğrenmeye çalışan tarafım bunun tehlikeli
olduğunu biliyordu fakat bu umursamazlık ve gözüpeklik hoşuma gitmişti. İçimdeki isyankarlık
eğilimi hala etkisini gösteriyordu.
Karları etrafa saçarak kayıp dururken Mason sırıttı. Hayır şimdilik sadece ısınıyoruz. Yani bütün
bu süre boyunca Rose bana ayak uydurabildi. Bunlar çocukça şeylerdi.
Lissa başını iki yana salladı. Bu işi biraz fazla ileri götürmüyor musunuz?
Masonla birbirimize baktık. Hayır.
Lissa başını iki yana salladı. Şey pekala biz içeri giriyoruz. Kendinizi öldürmemeye çalışın.
Christianın koluna girdi ve birlikte uzaklaştılar. Ben onların arkasından bir süre baktıktan sonra
Masona döndüm. Ben biraz daha oyalanacağım. Sen?
Kesinlikle.
Tepenin zirvesine çıkmak için bir asansöre bindik. Aşağı yönelmek üzereyken Mason bana döndü.
Tamam şuna ne dersin? Şuradaki çıkıntıların arasından geç şu sırttan atla sert bir dönüş yap
şuradaki ağaçların
etrafından dolaş ve tam şuraya in.
İşaret eden parmağını izleyince en büyük yamaçlardan birindeki zikzaklı yolu gördüm. Kaşlarımı
çattım.
Bu söylediğin gerçekten delice Mase.
Ah dedi halinden memnun bir tavırla. Nihayet pes etti.
Ona öfkeyle baktım. Hayır etmedim. Önerdiği yolu tekrar inceledikten sonra başımla onayladım.
Pekala. Yapalım.
Önden buyur.
Derin bir nefes alıp ileri atıldım. Kayaklarım karın üzerinde sorunsuzca kayıyor kavurucu soğuk
rüzgar yüzüme çarpıyordu. İlk atlayışı düzgün bir şekilde yaptım ama parkurun bir sonraki bölümüne
doğru hızlanırken bunun gerçekte ne kadar tehlikeli olduğunu anladım. O anda bir karar vermek
zorundaydım. Eğer başaramazsam Masonın dilinden kurtulamazdım ve ona gününü göstermeyi
gerçekten istiyordum. Eğer başarırsam kendi becerim konusunda iyice emin olabilecektim. Ama
dener ve mahvedersem... boynumu kırabilirdim.
Zihnimin derinliklerinde bir yerlerde Dimitrininkine benzer bir ses bana akıllıca tercihlerden ve ne
zaman geri duracağını öğrenmekten bahsediyordu.
O sese aldırmamaya karar verdim.
Bu bölüm gerçekten de korktuğum kadar zordu ancak çılgınca hareketleri birbiri ardına dizerek
kusursuz bir şekilde tamamladım. Her keskin ve tehlikeli dönüşümde kar etrafımda savruluyordu.
Nihayet güvenli bir şekilde dibe ulaştığımda başımı kaldırıp baktım ve Masonın çılgınca kollarını
salladığını gördüm. Yüz ifadesini seçemiyor söylediklerini duyamıyordum fakat neşesini
hissedebiliyordum. Ben de el salladım ve parkuru bitirmesini bekledim.
Ne var ki bitiremedi. Mason yarıya ulaştığında atlayışlardan birini yapamadı. Kayaklan takıldı ve
bacağı döndü. Mason yere yuvarlandı.
Tesiste çalışan görevlilerle birlikte ben de yanına ulaştım. Neyse ki Mason boynunu veya başka bir
yerini kırmamıştı. Ayak bileğini ciddi şekilde burkmuştu ve görünüşe bakılırsa tatilin geri kalanında
bir daha kayamayacaktı.
Yamaçları izleyen öğretmenlerden biri öfkeli bir yüzle yanımıza koştu.
Siz çocuklar ne yaptığınızı sanıyordunuz? diye bağırdı kadın. Bana döndü. O aptalca hareketleri
yaptığını gördüğümde gözlerime inanamadım Sonra Masona döndü. Sonra sen de onun yaptıklarını
tekrarlamaya kalktın
Hepsinin Masonın fikri olduğunu söylemek istedim fakat bu noktada birini suçlamanın anlamı
yoktu. Sadece iyi olduğuna sevinmiştim. Ne var ki hep birlikte içeri girdiğimizde suçluluk
duygusuyla doldum. Sorumsuzca hareket etmiştim. Ya ciddi şekilde yaralansaydı? Zihnimde
korkunç görüntüler canlanıyordu. Masonın bacağı kırılmış... boynu kırılmış...
Ne düşünüyordum ki? Kimse beni o parkuru izlemeye zorlamamıştı. Mason sadece önermişti...
ama ben de itiraz etmemiştim. Tanrı biliyor bunu yapabilirdim. Biraz alaycılığa katlanmam
gerekebilirdi fakat Mason benim için öylesine deli olurken biraz kadınca cilvelerle onu ikna
edebilirdim. Heyecana ve risk eğilimime yakalanmış Dimitriyi öptüğümde olduğu gibi sonuçlan
fazla düşünmemiştim çünkü o vahşilik eğilimi hala içimde gizleniyordu. Masonda da aynı eğilim
vardı ve beni bu yüzden baştan çıkarmıştı.
Zihnimdeki o Dimitri sesi beni yine azarlıyordu.
Mason güvenli bir şekilde otele döndükten ve ayak bileğine buz konduktan sonra eşyalarımızı
dışarıdaki depolardan birine götürdüm. Geri döndüğümde her zaman kullanılandan farklı bir kapıdan
içeri girdim. Bu giriş süslü ahşap tırabzanları olan devasa bir açık verandadaydı.
Veranda dağın yan tarafına inşa edilmişti ve etrafımızı saran vadilerin zirvelerin nefes kesici
manzarası görülüyordu tabii o soğukta hayranlıkla izlemeye meraklıysanız. Çoğu insan da
bunu yapmıyordu.
Verandaya çıkan basamakları geçip çizmelerimdeki karı temizledim. Havada baharatlı ve tatlı bir
koku vardı.
Bana bir şekilde tanıdık geliyordu fakat daha ne olduğunu anlayamadan bir ses bana gölgelerin
arasından seslendi.
Hey küçük dampir
İrkilerek baktım ve gerçekten de verandada birinin durduğunu gördüm. Bir adam bir Moroi kapıya
yakın bir duvara yaslanmıştı. Elindeki sigarayı ağzına götürdü uzun bir nefes çekti ve izmariti yere
attı. Üzerine basarak söndürürken bana çarpık bir gülüş fırlattı. Kokunun sigaradan geldiğini
anladım.
Adama bakarken temkinli bir tavırla durdum ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Dimitriden
biraz kısaydı ama Moroi erkeklerinin göründüğü kadar ince uzun değildi. Üzerindeki uzun pardösü
muhtemelen inanılmayacak kadar pahalı kaşmiryün kumaştan yapılmıştı vücuduna tam oturuyordu
ve deri ayakkabıları daha da pahalı görünüyordu. Özellikle biraz dağınık gösterildiği belli olan koyu
kumral saçları vardı ve gözleri ya mavi ya da yeşildi emin olmak için yeterince ışık yoktu. Yüzü
yakışıklıydı ve benden birkaç yaş büyük olduğunu tahmin ettim. Bir akşam yemeği ziyafetinden yeni
çıkmış gibi görünüyordu. Evet? diye sordum.
Bakışlarıyla beni baştan aşağı süzdü. Moroi erkeklerin dikkatini çekmeye alışkındım ama hiçbiri
onun kadar alenen bakmazdı. Çoğunlukla da kışlık giysiler içinde ve tek gözü mor olmazdım.
Omuz silkti. Sadece merhaba dedim hepsi o kadar.
Daha fazlasını bekledim ama yalnızca ellerini pardösüsünün ceplerine soktu. Ben de omuz silkerek
birkaç adım attım.
Güzel kokuyorsun biliyor musun? dedi.
Yine durdum ve ona şaşkın bir tavırla baktım sinsice gülümsemesi biraz daha yayıldı.
Ben... ne?
Güzel kokuyorsun diye tekrarladı.
Dalga mı geçiyorsun sen? Bütün gün terledim. Şu anda iğrenç durumdayım. Yürüyüp gitmek
istiyordum fakat bu adamda tuhaf bir çekicilik vardı. Bir tren enkazı gibi.
Onu özellikle çekici bulmuyordum sadece onunla konuşmak aniden bana ilginç gelmişti.
Ter kötü bir şey değildir ki dedi başını duvara yaslayıp düşünceli bir tavırla gökyüzüne bakarak.
Hayattaki en iyi şeylerden bazıları terlerken olur. Evet çok fazla terlersen ve bayatlayıp kötü kokarsa
mide bulandırıcı olabilir. Ama güzel bir kadında? Hayır baştan çıkarıcı olur. Eğer koku alma duyun
bir vampirinki kadar gelişmişse neden sözettiğimi anlarsın. Çoğu kimse parfümle kendini berbat
eder. Parfüm iyi olabilir... özellikle de kimyana uygun bir parfüm sürersen. Ama sadece çok azına
ihtiyacın vardır. %20 parfümle %80 terini karıştırırsan... hmmm. Başını yana yatırarak
bana baktı. O zaman ölümcül derecede seksi olursun.
Aniden Dimitriyi ve tıraş losyonunu hatırladım. Evet. O da ölümcül derecede seksiydi fakat bu
adama böyle bir şeyden sözetmeye niyetim yoktu.
Şey hijyen dersi için teşekkürler dedim. Ama parfüm kullanmam ve bu teri üzerimden atmak için
gidip duş almak istiyorum. İzninle.
Bir sigara paketi çıkarıp bana da uzattı. Sadece bir adım yaklaşmıştı ancak üzerindeki başka bir
kokuyu almam için yeterliydi. Alkol. Sigaralara bakarak başımı iki yana salladım kendisi bir tane
aldı.
Kötü alışkanlık dedim sigarayı yakışını izlerken.
Birçoklarından biri diye cevap verdi. Derin bir nefes aldı. St. Vladimirden misin?
Evet.
Yani büyüdüğünde gardiyan olacaksın.
Öyle görünüyor.
Dumanı üfledi ve dumanın geceye dağılışını izledim. Güçlü vampir duyuları olsun ya da olmasın o
sigara dumanının arasında bir şeyin kokusunu alabilmesi ilginçti.
Ne kadar zamanın var? diye sordu. Bir gardiyana ihtiyacım olabilir.
Baharda mezun oluyorum. Şimdiden birinin gardiyanı olarak seçildim. Üzgünüm.
Gözleri şaşkınlıkla parladı. Öyle mi? Kim o?
Vasilisa Dragomir.
Ah. Yüzünde dev gibi bir sırıtış belirdi. Seni gördüğüm anda sorunlu olduğunu anlamıştım. Sen
Janine Hathawayin kızısın.
Adım Rose Hathaway diye düzelttim annemle birlikte tanımlanmak istemediğimden.
Seninle tanıştığıma sevindim Rose Hathaway. Eldivenli ellerinden birini bana uzattı ve tereddütlü
bir tavırla tokalaştım. Adrian Ivashkov.
Ve benim sorunlu olduğumu düşünüyorsun diye mırıldandım. Ivashkovlar bir kraliyet ailesiydi en
zengin ve en güçlü olanlardan biriydi. İstedikleri her şeyi elde edebileceklerine ve önlerine çıkan
herkesi ezip geçebileceklerine inanan insanlardandı. Bu kadar kibirli olmasına şaşmamak gerek.
Güldü. Gür ve neredeyse melodik bir kahkahası vardı. Aklıma bir kaşığın ucundan damlayan sıcak
karamel geldi.
Elverişli ha? İkimizin de ünü önümüze geçmiş.
Başımı iki yana salladım. Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun. Ve ben de sadece ailenin adını
biliyorum.
Senin hakkında bildiğin bir şey yok.
İster misin? diye sordu alaycı bir tavırla.
Üzgünüm. Benden büyük çocuklarla ilgilenmem.
Yirmi bir yaşındayım. Aramızda kaç yaş var?
Erkek arkadaşım var. Küçük bir yalandı. Mason henüz erkek arkadaşım olmamıştı ama müsait
olmadığımı düşünürse Adrianın beni rahat bırakacağını umuyordum.
Bundan hemen sözetmemiş olman ilginç dedi Adrian. Gözünü o morartmadı değil mi?
Soğukta bile kızardığımı hissettim. Gözümü farketmemesini ummuştum ama elbette ki aptalca bir
düşünceydi. O vampir gözleriyle muhtemelen daha verandaya girdiğim anda farketmiş olmalıydı.
Bunu yapsaydı hayatta olamazdı. Egzersiz sırasında oldu. Yani sonuçta bir gardiyan olmak üzere
eğitim görüyorum. Derslerimiz bir hayli serttir.
Oldukça seksi bir düşünce dedi. İkinci sigarasının izmaritini de yere atıp üzerine bastı.
Gözümü yumruklamak mı?
Ah hayır. Elbette o değil. Yani seninle sertleşmek düşüncesi. Yakın dövüş sporlanyla ilgilenirim.
Eminim öyledir dedim. Kibirli ve küstahtı ama bir türlü yanından ayrılamıyordum.
Ayak sesleri duyunca döndüm. Mia patikadan gelip basamakları çıktı. Bizi görünce aniden durdu.
Selam Mia.
İkimize baktı.
Bir erkek daha mı? diye sordu. Ses tonunu duysanız kendi haremimi kurduğumu düşünüyor
sanırdınız.
Adrian bana soran gözlerle baktı. Dişlerimi sıktım ve karşılık vermemeyi seçtim. Benden
beklenmeyecek bir şekilde kibar davrandım.
Mia bu bey Adrian Ivashkov.
Adrian benim üzerimde kullandığı etkileyiciliğiyle Miaya döndü ve elini sıktı. Roseun
arkadaşlarıyla tanışmak benim için daima zevktir özellikle de böylesine güzellerse. Birbirimizi
çocukluktan beri tanıyormuşuz gibi konuşuyordu.
Biz arkadaş değiliz dedim. Kibarlık buraya kadardı.
Rose erkeklerle ve psikopatlarla takılır dedi Mia. Sesinde her zamanki düşmanlığı vardı fakat
yüzünden Adrianla açıkça ilgilendiğini gösteren bir ifade okunuyordu.
Eh dedi Adrian neşeli bir tavırla ben hem psikopat hem de erkek olduğumdan neden iyi arkadaş
olabileceğimiz açıklandı.
Seninle arkadaş değiliz dedim.
Güldü. Her zaman zoru oynuyorsun ha?
Aslında o kadar zor biri değil dedi Mia Adrianın benimle daha fazla ilgilenmesinden rahatsız
olduğu belli bir şekilde. Okuldaki erkeklerin yarısına sorabilirsin.
Evet diye çıkıştım diğer yarısına da Miayı sor.
Eğer ona bir iyilik yaparsan sana bir sürü iyilik yapar. Lissa ve
bana savaş açtığında Mia birkaç çocuğa onlarla korkunç şeyler yaptığım yalanını bütün okula
yaymalarını söylemişti. İşin komik tarafı bu yalanı söyletebilmek için onlarla kendisi yatmıştı.
Yüzünde bir utanç ifadesi belirdi ama geri adım atmadı.
Eh dedi en azından ben bedava yapmıyorum.
Adrian hafifçe güldü.
İşin bitti mi? diye sordum. Uyku saatin çoktan geçti ve şimdi yetişkinler konuşmak istiyor. Mianın
çocuksu görünüşü onu rahatsız ediyordu ve ben de bunu sık sık kullanıyordum.
Tabii dedi. Yanakları kızarınca porselen bebek görüntüsü daha da belirginleşti. Zaten yapacak daha
iyi işlerim var. Kapıya doğru döndü sonra elini kapı tokmağına koyarak durdu. Adriana baktı.
Gözünü annesi morarttı biliyor muydun?
Ve içeri girdi. Gösterişli cam kapılar arkasından kapandı. Adrian ve ben sessizce durduk. Sonunda
yine sigara paketini çıkarıp bir tane daha yaktı. Annen mi?
Kes sesini
Sen de ya ruheşleri ya da ölümcül düşmanları olanlardansın değil mi? Arası yok. Sen ve Vasilisa
muhtemelen kardeş gibisinizdir hım?
Sanırım öyle.
O nasıl?
Ne demek istiyorsun?
Omuz silkti doğallığı abarttığını söyleyebilirdim. Bilmiyorum. Yani sizin kaçtığınızı biliyorum... ve
ailesiyle Victor Dashkov arasında bir mesele vardı...
Victorın adı geçince gerildim. Eee?
Bilmiyorum. Sadece bununla başa çıkmasının zor olabileceğini düşündüm.
Neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışarak onu baştan aşağı süzdüm. Lissanın istikrarsız zihinsel
durumuyla ilgili küçük bir söylenti başlamıştı fakat çok iyi engellenmişti. Çoğu kimse konuyu ya
unutmuştu ya da yalan olduğunu düşünüyordu.
Gitmem gerek. Şu anda uzak durmanın en iyisi olacağına karar vermiştim.
Emin misin? Biraz hayalkırıklığına uğramış gibi görünüyordu. Ama büyük ölçüde hala önceki
kadar kibirliydi. Ondaki bir şey hala ilgimi çekiyordu ama her neyse hissettiğim diğer şeylerle
savaşmama veya Lissayla ilgili tartışma riskini göze almama değmezdi. Yetişkinlerin konuşma saati
olduğunu sanıyordum. Aslında konuşmak istediğim bir sürü yetişkin konusu var.
Geç oldu yorgunum ve sigaraların başımı ağrıttı diye homurdandım?.
Sanırım bu adil. Sigarasından bir nefes çekip dumanı üfledi Bazı kadınlar sigaranın beni seksi
gösterdiğini düşünüyor.
Sanırım içmenin nedeni bir sonraki kurnazca cümleni düşünürken yapacak bir şey bulmak.
Tam nefes alırken gülmeye başlayınca öksürdü. Rose Hathaway seni tekrar görmek için
sabırsızlanıyorum. Yorgun ve sinirliyken bu kadar etkileyiciysen kayak giysileri içinde gözün
morarmışken bu kadar güzelsen formunda olduğunda gerçekten yakıcı görünüyor olmalısın.
Yakıcı derken hayatından endişe etmen gerektiğini kastediyorsan evet haklısın. Kapıyı sertçe çekip
açtım. İyi geceler Adrian.
Yakında görüşürüz.
Hiç sanmıyorum. Sana söyledim. Kendimden büyük erkeklerle ilgilenmem.
Binaya girdim. Kapılar kapanırken arkamdan seslendiğini duydum. Evet kesinlikle öyle.
Ertesi sabah ben daha kıpırdanmadan Lissa kalkıp mşti ve bu da güne hazırlanmak için banyoyu
kendime ayırabileceğim anlamına geliyordu. O banyoyu seviyordum. Muazzam büyüklükteydi.
Devasa yatağım içine rahatça sığabilirdi. Üç farklı ağzı bulunan sıcak duş be ni uyandırdı ama
kaslarım hala dünkü efor yüzünden ağrıyordu. Boy aynasının önünde durarak saçlarımı tararken
çürüğün hala orada olduğunu görüp biraz hayalkırıklığına uğradım. Ama belirgin şekilde hafiflemişti
ve sarımtırak bir renk almıştı. Biraz pudra ve fondötenle neredeyse tamamen kapatmayı başardım.
Yiyecek bir şeyler bulmak için alt kata yöneldim. Yemek salonu kahvaltıyı yeni bitiriyordu fakat
garsonlardan biri bana birkaç şeftali çöreği verdi. Birini yiyerek yürürken Lissanın yerini bulmak
için duyularımı açtım. Kısa süre sonra
onu binanın diğer tarafında öğrenci odalarından uzakta yakaladım. İzi takip ettiğimde üçüncü kattaki
bir odaya ulaştım ve kapıyı vurdum.
Kapıyı Christian açtı. Uyuyan Güzel gelmiş. Hoşgeldin.
Beni içeri aldı. Lissa odadaki yatağın üzerinde bağdaş kurmuş halde oturuyordu ve beni
gördüğünde gülümsedi. Oda benimki kadar genişti ama mobilyaların büyük bölümü yer açmak için
kenara itilmişti ve o açık alanın ortasında Tasha duruyordu.
Günaydın dedi.
Selam dedim. Artık ondan uzak duramazdım.
Lissa yanındaki yeri işaret etti. Bunu görmen gerek.
Neler oluyor? Yatağa oturdum ve son lokmalarımı bitirdim.
Kötü şeyler dedi yaramaz bir tavırla. Senin onaylayacağın türden.
Christian boş alana doğru yürüdü ve Tashanın karşısında durdu. Lissa ve beni unutarak birbirlerine
baktılar. Görünüşe bakılırsa bir şeyleri bölmüştüm.
Neden sadece tüketici büyüyle devam edemiyorum? diye sordu Christian.
Çünkü çok fazla enerji gerektiriyor dedi Tasha. Kot pantolonu ve atkuyruğuyla ve dolayısıyla
rahatça görünen yara izleriyle bile hala inanılmayacak kadar güzel görünmeyi beceriyordu. Ayrıca
muhtemelen rakibini öldürmene neden olur.
Christian kaşlarını çattı. Neden bir Strigoiyi öldürmek istemeyeyim ki?
Her zaman savaşman gerekmeyebilir veya onlardan bilgi alman gerekebilir. Durum ne olursa olsun
her şekilde hazırlıklı olmalısın.
Saldırı büyüsü çalıştıklannı anlamıştım. Tashayı görmekten dolayı duyduğum hoşnutsuzluğun
yerini heyecan ve ilgi aldı. Lissa onlann kötü şeyler yaptığı konusunda dalga geçmiyordu. Saldırı
büyüsü çalıştıklanndan her zaman şüphelenmiştim ama... Vay canına Bunu düşünmek ve şimdi
karşımda görmek tamamen farklı şeylerdi. Büyüyü silah olarak kullanmak yasaktı. Cezalandırılması
gereken bir suçtu. Bu büyülerle deneyler yapan bir öğrenci bağışlanabilirdi ve sadece ceza alabilirdi
ama bir küçüğe bu büyüleri öğreten bir yetişkin... İşte bu farklı bir konuydu. Tashanın başı ciddi
derde girebilirdi. Bir an için onu ele verme fikrini düşündüm ama bu fikri hemen kafamdan attım.
Dimitriye yaklaştığı için ondan nefret edebilirdim fakat bir açıdan Christianla yaptıkları şeye
inanıyordum. Ayrıca çok harika görünüyordu.
Dikkat dağıtıcı bir büyü de aynı ölçüde yararlıdır diye devam etti Tasha.
Mavi gözlerinde büyü kullanırken sık sık Moroilerde gördüğüm yoğun bir dikkat belirdi. Bileği
ileri doğru hızla hareket etti ve bir alev dalgası Christianın yüzünün yanından geçti. Ona değmemişti
ama yüzünü buruşturmasından sıcaklığını hissettiğini anlamak kolaydı.
Sen dene dedi Tasha.
Christian bir an tereddüt etti ve sonra aynı el hareketini yaptı. Alev çıktı ama Tashanınki gibi tam
bir kontrol altında değildi. Ayrıca Tashanın nişancılığına da sahip değildi.
Doğruca Tashanın yüzüne doğru gitti ama değemeden sanki etrafında görünmez bir kalkan varmış
gibi dağılıverdi Tasha kendi büyüsüyle alevi engellemişti.
Fena değil tabii az daha yüzümü yakabileceğin gerçeği dışında.
Tashanın yüzünün yanmasını ben bile istemezdim. Ama saçları... ah evet. O kuzguni siyah yelesi
olmadan ne kadar güzel görüneceğini merak ettim.
Christianla birlikte bir süre daha egzersiz yaptılar. Christian zaman geçtikçe daha iyi oluyordu
ama Tashanın beceri seviyesine ulaşması için kırk fırın ekmek yemesi gerekiyordu. Onlar devam
ederken ilgim de giderek arttı ve kendimi böyle bir büyü gücünün getirebileceği olasılıkları
düşünürken buldum.
Tasha gitmesi gerektiğini söylediğinde derslerini bitirdiler. Christian bu büyüde bir saat içinde
ustalaşamadığı için açıkça hayalkınklığına uğramıştı. Rekabetçi doğası neredeyse benimki kadar
güçlüydü.
Hala onları tamamen yakmanın daha kolay olacağını düşünüyorum dedi.
Tasha saçlarını daha sıkı bir atkuyruğu yaparken gülümsedi. Evet. Kesinlikle o saçlar yok
olabilirdi özellikle de Di
mitrinin uzun saçı ne kadar sevdiğini bildiğim için.
Daha kolay çünkü daha az odak gerektiriyor. Ama
yarım yamalak bir iş. Bunu öğrenebilirsen uzun vadede büyün daha güçlü olur. Ve dediğim gibi
kullanacağın yerler olacaktır.
Onunla hemfikir olmak istemiyordum ama elimde değildi.
Bir gardiyanla omuz omza dövüşürken gerçekten yararlı olabilir dedim heyecanla. Özellikle de bir
Strigoiyi tamamen yakmak çok fazla enerji gerektirdiği için. Bu şekilde sadece Strigoinin dikkatini
dağıtmana yetecek kadar küçük patlamalar halinde enerjini kullanırsın ve ateşten fazlasıyla nefret
ettikleri için de kesinlikle dikkati dağılır. Bir gardiyan o süreçte kazığı saplayabilir. Bu yöntemle bir
sürü Strigoiyi indirebilirsin.
Tasha bana bakarak sırıttı. Bazı Moroiler Lissa ve Ad ri
an gibi dişlerini göstermeden gülümsüyordu. Tasha daima dişlerini sergiliyordu özellikle de sivri
olanları.
Kesinlikle. Seninle birlikte bir gün Strigoi avına çıkmalıyız dedi Tasha.
Hiç sanmıyorum diye cevap verdim.
Kelimeler başlı başına kötü değildi ama ses tonum kesinlikle öyleydi. Soğuk. Düşmanca. Tasha bir
an için bu ani tavır değişikliğime anlam veremedi ama üzerinde durmadı. Lissanın hissettiği şokuysa
bağımız sayesinde hissettim.
Yine de Tasha rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Bizimle biraz daha sohbet etti ve yemekte
Christianla buluşmak için planlar yaptı. Üçümüz birlikte lobiye uzanan dönen merdiveni inerken
Lissa bana sert bir bakış attı.
Neydi bu şimdi? diye sordu.
Ne neydi? diye sordum masum bir tavırla.
Rose dedi anlamlı bir ses tonuyla. Arkadaşın zihninden geçenleri nasıl okuyacağını bilirken aptalı
oynamak kolay değildi. Neden sözettiğini kesinlikle biliyordum. Tashaya karşı çok kötü
davranıyorsun.
O kadar da değil.
Kabalık ettin diye bağırdı koşarak lobiye giren bir grup Moroi çocuğun yolundan çekilerek.
Üzerlerinde paltoları vardı ve arkalarından yorgun görünüşlü bir Moroi kayak hocası geliyordu.
Ellerimi belime koydum. Bak sadece huysuzluğum üzerimde tamam mı? İyi uyumadım. Ayrıca
ben senin gibi değilim. Her zaman kibar olmak zorunda değilim.
Son zamanlarda sık sık olduğu gibi az önce söylediklerime inanamıyordum. Lissa bana bakarken
kırgından çok şaşkın görünüyordu. Christian bana hırlamamak için kendini zor tuttuğu belli bir
şekilde öfkeli gözlerle baktı.
Tam o sırada Mason yanımıza geldi. Alçıya filan gerek olmamıştı ama biraz topallıyordu.
Hey selam dedi elimi tutarken.
Christian bana karşı öfkesini bastırarak Masona döndü. İntihar eğiliminizin nihayet başınıza iş açtığı
doğru mu?
Mason bana döndü. Adrian Ivashkovla takıldığın doğru mu?
Ben... Ne?
Dün gece ikinizin sarhoş olduğunuzu duydum.
Ne? diye sordu Lissa irkilerek.
İkisinin de yüzüne şaşkınlıkla baktım. Hayır elbette hayır Onu tanıdığımı bile söyleyemem.
Ama tanıyorsun diye zorladı Mason.
Pek sayılmaz.
Kötü bir ünü var diye uyardı Lissa.
Evet dedi Christian. Bir sürü kızla çıkıyor.
İnanamıyordum. Biraz sakin olur musunuz? Onunla sadece... şey beş dakika kadar konuştum
Bunun tek nedeni de içeri giriş yolumu tıkamasıydı. Bütün bunlar nereden çıktı? Birden sorumu
kendim cevapladım. Mia
Mason başıyla onayladı ve mahcup gözlerle baktı.
Ne zamandan beri onunla konuşuyorsun? diye sordum.
Sadece ona rastladım hepsi bu dedi.
Ve ona mı inandın? Söylediklerinin yarısının yalan olduğunu bildiğin halde?
Evet ama çoğu kez yalanların altında gerçek payı vardır. Ve onunla gerçekten konuşmuşsun.
Evet. Konuştum. O kadar.
Masonla çıkmayı gerçekten ciddi olarak düşünüyordum bu yüzden de bana inanmaması hoşuma
gitmemişti. Okul yılının başlarında Mianın yalanlarını ortaya çıkarmama yardım etmişti ve
dolayısıyla şimdi onlarla ilgili paranoyak gibi davranmasına şaşırmıştım. Belki de bana karşı
duyguları yoğunlaştıkça kıskançlığa eğilimli oluyordu.
Şaşırtıcı bir şekilde yardımıma koşarak konuyu değiştiren Christian oldu. Sanırım bugün kayak yok
ha? Masonın ayak bileğini işaret etti ve kabaca bir tepkiyle karşılaştı.
Ne yani bunun beni yavaşlatacağını mı sanıyorsunuz? diye sordu Mason.
Öfkesi hafiflemiş yerine yakıcı bir kendini kanıtlama ihtiyacı gelmişti bu ortak noktalarımızdan
biriydi. Lissa ve
Christian ona deliymiş gibi bakıyordu oysa söyleyeceğimiz hiçbir şeyin onu durduramayacağını ben
biliyordum.
Bizimle gelmek ister misiniz? diye sordum Lissa ve Christiana.
Lissa başını iki yana salladı. Gelemeyiz. Conta ailesinin verdiği öğle yemeğine katılmak
zorundayız.
Christian homurdandı. Hayır sen gitmek zorundasın.
Lissa ona bir dirsek attı. Sen de öyle. Davetiyede bir konuk getirmem gerektiği yazıyordu. Ayrıca
bu asıl büyük olay için bir ısınma olacak.
O hangisiymiş? diye sordu Mason.
Priscilla Vodanın muhteşem akşam yemeği daveti dedi Christian iç çekerek. Onu bu kadar sıkıntı
içinde görünce gülümsedim. Kraliçenin en yakın arkadaşı. Bütün züppe kraliyet üyeleri orada olacak
ve ben de takım elbise giymek zorunda kalacağım.
Mason bana dönerek sırıttı. Daha önceki düşmanlığından eser kalmamıştı. Kayak yapmak giderek
daha zevkli görünüyor değil mi? Çok fazla giysi kuralı yok.
Moroileri orada bırakıp dışarı çıktık. Mason dünkü gibi benimle rekabet edemiyordu hareketleri
yavaştı. Ancak her şey dikkate alındığında belirgin şekilde iyiydi. Yarası korktuğumuz kadar kötü
değildi fakat son derece kolay parkurlarda devam edecek kadar sağduyu sahibiydi.
Dolunay gecenin boşluğunda asılı duruyor gümüşi beyaz parlak bir disk gibi görünüyordu. Elektrik
lambaları ayın parlaklığını büyük ölçüde gölgede bırakıyordu ama orada burada gölgelerin arasında
ay parıltısını belli ediyordu. Keşke civardaki dağları gösterecek kadar parlak olsaydı fakat o zirveler
karanlığa gömülmüştü ve daha önce hava aydınlıkken onlara bakmayı unutmuştum.
Parkurlar benim için inanılmayacak kadar kolaydı ama Masonın yanından ayrılmadım ve arada bir
bu kolay parkurların beni uyutacağı konusunda onunla şakalaştım. Parkurlar sıkıcı olsun ya da
olmasın arkadaşlarımla birlikte dışarıda olmak güzeldi ve hareketlilik soğuğa karşı kanımı yeterince
ısıtmaya yetiyordu. Lambalar karı aydınlatıyor bembeyaz bir okyanus gibi gösteriyor kar taneleri
kristalimsi bir şekilde parlıyordu. Bakışlarımı yukarı çevirip lambaların ışığını görüş alanımdan
çıkarabilirsem gökyüzündeki yıldızları da görebiliyordum. Dondurucu temiz ve açık havada parlak
ve kristal gibi görünüyorlardı. Günün büyük bölümünü yine dışarıda geçirdik ama bu kez Masonın
biraz dinlenebilmesi için yorgun olduğumu bahane ederek erken bitirdim. Yaralı ayak bileğiyle
kayak yapmakta zorlanmayabilirdi ancak canının yanmaya başladığını görebiliyordum.
Masonla birlikte birbirimize yakın yürüyerek otele yöneldiğimizde daha önce gördüğümüz bir
şeyle ilgili şakalaşıyorduk. Aniden göz ucumla beyaz bir şey algıladım ve daha ne olduğunu
anlayamadan Masonın yüzüne bir kartopu çarptı. Hemen savunma pozisyonunda döndüm ve geri
sıçrayarak etrafıma bakındım. Depoların bulunduğu ve çam ağaçlarının gizlediği bir yerden
kahkahalar yükseldi.
Çok yavaşsın Ashford diye seslendi biri. Aşık olmak sana yaramamış.
Yine gülüşmeler geldi. Masonın en yakın arkadaşı Eddie Castile ve okuldan diğer birkaç acemi
ağaçların arasından çıktı. Arkalarında başka kahkahalar da duyuluyordu.
Ama takıma katılmak istersen seni yine de aramıza alırız dedi Eddie. Kız gibi hareket etsen bile.
Takım mı? diye sordum heyecanla.
Akademide kartopu atmak kesinlikle yasaktı. Okul yetkilileri açıklanamaz bir şekilde kartoplarının
içine cam parçaları veya jiletler koyacağımızdan korkuyordu ama öyle şeyleri nereden
bulabileceğimizi düşündüklerini anlayamıyordum.
Kartopu savaşı o kadar isyankar bir şey değildi fakat sonuçta son zamanlarda yaşadığım stresten
sonra insanlara bir şeyler fırlatmak aniden uzun süredir duyduğum en güzel fikir gibi görünmüştü.
Masonla birlikte diğerlerine katılarak koşarken yasak savaş düşüncesi ona yeni bir enerji
vermiş ayak bileğindeki acıyı unutturmuştu. Büyük bir ateşle savaşmaya başladık.
Olabildiğince çok kişi diğerlerinin saldırısından kurtulmaya çalışırken savaş çok geçmeden ciddi
bir isabetçilik gösterisine dönüştü. İkisinde de sıradışı bir başarı sergiliyordum ve kurbanlarıma
hakaretler yağdırarak çocuksuluğumu daha da kanıtlıyordum.
Biri ne yaptığımızı farkedip bize bağırdığı sırada hepimiz katıla katıla gülüyorduk ve her yanımız
kar içindeydi. Ma
Sonla birlikte tekrar binaya yöneldik moralimiz o kadar yüksekti ki Adrian meselesinin çoktan
unutulduğunu biliyordum.
Gerçekten de içeri girmeden önce Mason bana baktı. Daha önce şey Adrianla ilgili sana çıkıştığım
için özür dilerim.
Elini tutup sıktım. Sorun değil. Mianın bazen oldukça inandırıcı hikayeler anlatabildiğini
biliyorum.
Evet... ama onunla birlikte olsaydın bile... böyle bir şeye hakkım yoktu...
Her zamanki rahatlığının yerinde mahcubiyet görünce düz düz ona baktım. Yok muydu? diye
sordum.
Dudakları hafifçe kıvrıldı ve gülümsedi. Var mı?
Ben de gülümseyerek ona yaklaştım ve dudaklarından öptüm. Dudakları dondurucu havada
inanılmayacak kadar ılıktı. Geziden önce Dimitriyie paylaştığım türden yeri sarsan bir öpücük
değildi ama tatlı ve nazikti daha fazlasına dönüşebilecek arkadaşça bir öpücük. En azından ben böyle
görüyordum. Masonın yüzündeki ifadeden bütün dünyasının sarsıldığı anlaşılıyordu.
Vay canına dedi gözlerini iri iri açarak. Ayışığı gözlerine gümüşi bir mavilik katmıştı.
Gördün mü? dedim. Endişelenecek bir şey yok. Ne Adrianla ne de başka biriyle ilgili.
Nihayet birbirimizden uzaklaşmadan önce yine öpüştük ve bu kez daha uzun sürdü. Masonın
morali belirgin şekilde yükselmişti olması gerektiği gibi ve ben de yüzümde
bir gülümsemeyle yatağa girdim. Mason ve benim çift olduğumuzdan tam anlamıyla emin değildim
ama olmaya çok yakındık.
Ancak uyuduğum zaman rüyamda Adrian Ivashkovu gördüm.
Yine verandada onunla birlikte duruyordum ama mevsim yazdı. Hava sıcaktı ve güneş gökyüzünde
parlıyor heryeri ve her şeyi altın rengi ışığıyla yıkıyordu. İnsanlar arasında yaşadığımdan beri güneşe
bu kadar çok maruz kalmamıştım. Her tarafta dağlar ve vadiler yeşil ve canlıydı. Her yerde kuşlar
ötüşüyordu.
Adrian verandanın tırabzanına eğildi etrafa bakındı ve beni gördüğünde tekrar baktı. Oh Seni
burada görmeyi beklemiyordum. Gülümsedi. Haklıydım. Temizken gerçekten yakıcı görünüyorsun.
Güdüsel olarak gözümün etrafındaki bölgeye dokundum.
Gitmiş dedi.
Kendim göremesem de bir şekilde haklı olduğunu biliyordum. Sigara içmiyorsun.
Kötü alışkanlık dedi. Bana bakarak başıyla onayladı. Korkuyor musun?
Üzerinde çok fazla koruma var.
Kaşlarımı çatarak kendime baktım. Giysilerimi daha önce farketmemiştim. Üzerimde bir kez
gördüğüm ama alamadığım işlemeli bir kot pantolon vardı. Tişörtüm kısa kesilmiş karnımı
gösteriyordu ve göbeğimde bir küpe vardı. Hep göbeğime küpe taktırmak istemiştim ama bunun için
hiç param olmamıştı. Şimdi taktığım tılsım gümüştü sallan
tılıydı. Ucunda annemin bana verdiği tuhaf mavi göz asılıydı. Lissanın hediye ettiği chotki bileğime
sarılıydı.
Başımı kaldırıp Adriana baktım ve güneşin koyu kumral saçlarında nasıl parladığını izledim. Gün
ışığında gözlerinin gerçekten de yeşil olduğunu görebiliyordum Lissanın yeşim rengi gözleri gibi
değil zümrüt yeşili gibiydi. Aniden aklıma şaşırtıcı bir şey geldi.
Güneş ışığı seni rahatsız etmiyor mu?
Rahat bir şekilde omuz silkti. Yoo. Şu anda rüya görüyorum.
Hayır bu benim rüyam.
Emin misin? Gülümsemesi geri döndü.
Kafam karışmıştı. Ben... bilmiyorum.
Güldü ama bir an sonra gülüşü silindi. Onunla karşılaştığımdan beri ilk kez ciddi görünüyordu.
Neden etrafında bu kadar çok karanlık var?
Kaşlarımı çattım. Ne?
Etrafın karanlıkla sarılı. Kurnaz gözleri beni baştan aşağı süzdü ama erkeksi bir tavrı yoktu. Senin
gibi birini daha önce hiç görmedim. Her yerinde gölgeler var. Bunu asla tahmin etmezdim. Sen orada
dururken bile gölgeler büyümeye devam ediyor.
Ellerime baktım ama sıradışı bir şey göremedim. Tekrar ona baktım. Beni gölge öptü...
Bu da ne demek?
Bir defasında öldüm. Daha önce bu konudan Lissa ve
Victor Dashkov dışında kimseye sözetmemiştim ama bu bir rüyaydı. Önemi yoktu. Ve geri döndüm.
Gözleri şaşkınlıkla iri iri açıldı. Ah ilginç.
Ve uyandım.
Biri beni sarsıyordu. Gözlerimi açınca karşımda Lissayı gördüm. Duyguları bağımız aracılığıyla
bana öylesine sert ve yoğun çarptı ki bir an için onun zihnine girip kendime baktım. Tuhaf kelimesi
yeterli olmazdı. Tekrar kendi benliğime çekilerek ondan gelen korku ve tedirginliği anlamaya
çalıştım.
Sorun nedir?
Bir Strigoi saldırısı daha oldu.
He myaa ktan fırladım. Bütün tesis haberle sarsılıyordu. İnsanlar küçük gruplar halinde koridorlarda
toplanmıştı. Aile üyeleri birbirini bulmaya çalışıyordu. Bazıları dehşet içinde fısıltıyla konuşuyor
bazıları yüksek sesle tartışıyordu. Hikayeyi tam olarak anlayabilmek için birkaç kişiyi durdurup
sordum. Ne var ki herkes olanları farklı bir şekilde anlatıyordu ve bazıları konuşmak için
durmuyordu bile. Sevdiklerini arayarak veya başka bir yerde daha güvende olacakları inancıyla
tesisten ayrılmaya hazırlanarak hızla yanımdan geçip gidiyorlardı.
Farklı hikayeler yüzünden sinirlenerek sonunda isteksizce bana sağlam bilgi verecek iki kaynaktan
birini bulmam gerektiğini anladım: Annem veya Dimitri. Yazıtura atmak gibiydi. Şu anda ikisini de
görmeye can atmıyordum.
Bir an düşündüm ve sonunda anneme ulaşmaya karar verdim o en azından Tasha Ozerayla
kırıştırmıyordu.
Annemin odasının kapısı aralıktı ve Lissayla birlikte içeri girerken orada derme çatma bir karargah
kurulduğunu gördüm. Bir sürü gardiyan ortalıkta dolaşıyor içeri girip çıkıyor strateji tartışıyorlardı.
Birkaçı bize tuhaf gözlerle baktı ama hiçbiri durmadı veya bizi sorgulamadı. Lissayla birlikte küçük
bir kanepeye oturup annemin sohbetini dinlemeye başladık.
Bir grup gardiyanın arasında duruyordu ve etrafındakilerden biri Dimitriydi. Artık ondan uzak
duramazdım. Kahverengi gözleriyle bana kısa bir bakış atınca bakışlarımı kaçırdım. Şu anda ona
karşı duyduğum karmaşık duygularla uğraşmak istemiyordum.
Lissayla birlikte çok geçmeden detayları öğrendik.
Beş gardiyan ve sekiz Moroi öldürülmüştü. Üç Moroi kayıptı ya öldürülmüş ya da Strigoiye
dönüştürülmüştü. Saldırı buraya yakın bir yerde olmamıştı kuzey Californiada olmuştu.
Yine de böyle bir trajedi Moroi dünyasında kaçınılmaz bir şekilde çalkantı yaratmıştı ve bazıları için
iki eyalet ötesi biraz fazla yakındı. İnsanlar korkuya kapılmıştı ve çok geçmeden bu saldırının asıl
önemini keşfettim.
Son defakinden daha fazla olmalı dedi annem.
Daha fazla mı? diye haykırdı gardiyanlardan biri. O son grubun benzeri daha önce görülmemişti.
Dokuz Strigoinin birlikte çalıştığına hala inanamıyorum daha da iyi organize olduklarına inanmamı
mı bekliyorsun?
Evet diye tersledi annem.
İnsanlarla ilgili herhangi bir kanıt var mı? diye sordu biri.
Annem tereddüt etti. Evet. Başka yüzükler de kırılmış. Ve her şeyin oluş şekli... Badicaların
evindekiyle aynı.
Sesi sertti ama biraz yorgunluk da vardı. Yine de fiziksel yorgunluk değildi. Zihinsel olduğunu
anlamıştım. Konuştukları şey yüzünden gergin ve kırgındı. Hep annemin duygusuz bir ölüm
makinesi olduğunu düşünürdüm ama bunun onu çok zorladığını açıkça görebiliyordum. Üzerinde
konuşması zor çirkin bir konuydu. Fakat aynı zamanda tereddütsüz bir şekilde ele alıyordu çünkü bu
onun göreviydi.
Boğazımda bir şeyler düğümlendi ve hemen bastırdım. İnsanlar. Badicaların evindeki saldırıyla
benzerlikler. Katliamdan bu yana böylesine büyük bir Strigoi grubunun organize olmasındaki ve
insanları kendi emirlerine almasındaki tuhaflığı analiz etmeye çalışmıştık. Bir daha böyle bir şey
olursa... gibi belirsiz terimlerle konuşmuştuk. Ama bu grubun Badicaların katilleri tekrar harekete
geçeceği konusunda kimse ciddi olarak konuşmamıştı. Bir kez talihsizlikti belki bir grup Strigoi şans
eseri orada toplanmış ve hep birlikte içeri girmeye karar vermişlerdi. Korkunç bir şeydi ama
üstesinden gelebilirdik.
Oysa şimdi... o Strigoi grubunun şans eseri oluşmamış olabileceği anlaşılıyordu. Bir amaç uğrunda
birleşmiş stratejik şekilde insanları kullanmış ve yine saldırmışlardı. Artık kalıbı biliyorduk: Büyük
gruplar halinde av arayan Strigoiler. Seri cinayetler. Artık yüzüklerin koruyucu büyüsüne gü
venemezdik. Güneş ışığına bile güvenemezdik. İnsanlar güneş ışığında hareket edebilir keşfe
çıkabilir sabotaj yapabilirdi. Işık artık güvenli değildi.
Badicalann evinde Dimitriye söylediklerimi hatırladım.
Bu her şeyi değiştiriyor değil mi?
Annem bir panodaki kağıtları karıştırdı. Henüz adli kanıtlar bulunamadı ama aynı sayıda Strigoinin
bunu yapması mümkün değil. Drozdovlardan veya personellerinden hiç kimse kaçamamış. Beş
gardiyan yedi Strigoiyi ciddi şekilde uğraştırır en azından geçici olarak ve birilerine kaçış fırsatı
yaratırdı. Karşımızda dokuz ya da on Strigoi var.
Janine haklı dedi Dimitri. Ve mekana bakarsanız... çok büyük. Yedi kişi her yeri tutamazdı.
Drozdovlar on iki kraliyet ailesinden biriydi. Çok yaygın ve zenginlerdi Lissanın ölüme yakın klanı
gibi değillerdi. Etrafta çok fazla aile üyesi vardı ama görünüşe bakılırsa böyle bir saldırı hala
korkunçtu. Dahası onlarla ilgili bir şey zihnimi kurcalıyordu. Hatırlamam gereken bir şey vardı...
Drozdovlarla ilgili bilmem gereken bir şey.
Zihnimin bir parçası bununla uğraşırken annemi hayranlıkla izliyordum. Onu hikayelerini
anlatırken dinlemiştim. Savaşırken onu görmüş ve hissetmiştim. Ama açıkçası gerçek bir yaşamsal
kriz durumunda onu işbaşında hiç görmemiştim. Yanımdayken o sert ve sıkı kontrolünü her şekilde
gösteriyordu ama burada bunun ne kadar gerekli olduğunu görebiliyordum. Böyle bir durum
kesinlikle panik yaratırdı. Gardiyanlar arasında bile bazılannın fazlasıyla öfkelendiğini
ve ciddi birşey yapmak istediklerini görebiliyordum. Annem mantığın sesiydi ve onlara odaklarını
korumaları durumu tam olarak değerlendirmeleri gerektiğini hatırlatıyordu. Onun duruşu herkesi
yatıştırıyor güçlü tavrı onlara ilham veriyordu.Bir liderin böyle davranması gerektiğini anlıyordum.
Dimitri de onun kadar kontrollüydü ama işleri yönetmeyi anneme bırakmıştı. Kendime bazen onun
en genç gardiyanlardan biri olduğunu hatırlatmak zorunda kalıyordum. Saldırıyla ilgili başka şeyler
de tartıştılar Drozdovların saldırıya uğradıklarında bir ziyafet salonunda gecikmiş bir Noel partisi
verdiklerinden sözettiler.
Önce Badicalar şimdi de Drozdovlar diye homurdandı gardiyanlardan biri. Kraliyet ailelerinin
peşindeler.
Moroilerin peşindeler dedi Dimitri. Kraliyet ya da değil. Farketmez.
Kraliyet ya da değil. Aniden Drozdovlann neden önemli olduğunu anlamıştım. Tepkisel dürtülerim
beni ortaya çıkıp hemen bir soru sormaya zorluyordu ama bunu yapmadım. Bu gerçek bir durumdu.
Mantıksız davranılacak zaman değildi. Annem ve Dimitri kadar güçlü olmak istiyordum bu yüzden
tartışma sona erene kadar bekledim.
Grup dağılmaya başladı kanepeden fırlayıp anneme yaklaştım.
Rose dedi şaşırarak. Stanin sınıfında olduğu gibi benim orada olduğumu farketmemişti. Burada ne
işin var?
Aptalca bir soruydu ve cevaplama zahmetine girmedim. Burada ne işim olabileceğini sanıyordu ki?
Bu Moroilerin başına gelen en büyük olaylardan biriydi.
Panoyu işaret ettim. Başka kim öldürülmüş?
Alnı sinirden kırıştı. Drozdovlar.
Ama başka kim?
Rose bunun için zamanımız yo...
Personelleri vardı değil mi? Dimitri kraliyet üyesi olmayanlardan sözetti. Kimdi onlar?
Yine yorgunluğunu hissettim. Bu ölümler ona çok ağır gelmişti. Hepsinin isimlerini bilmiyorum.
Birkaç sayfayı karıştınp panoyu bana çevirdi. İşte.
Listeyi taradım ve moralim bozuldu.
Tamam dedim. Teşekkürler.
Lissayla birlikte onları rahat bıraktık. Keşke yardım edebilseydim ama gardiyanlar kendi başlarına
gayet etkili şekilde çalışıyordu ayakaltında dolaşan acemilere ihtiyaçları yoktu.
Bütün bunlar neydi? diye sordu Lissa tesisin ana bölümüne yöneldiğimizde.
Drozdovların personeli dedim. Mianın annesi onlar için çalışıyordu...
Lissa zorlukla yutkundu. Ve?
İç çektim. Ve adı listedeydi.
Ah Tanrım Lissa durdu. Gözyaşlarını tutmaya çalışarak gözlerini kırpıştırdı. Ah Tanrım diye
tekrarladı.
Önüne geçip ellerimi omuzlarına koydum. Titriyordu.
Sorun değil dedim. Korkusunu dalgalar halinde hissedebiliyordum ama korkudan uyuştuğunun da
farkındaydım. Şok geçiriyordu. Her şey yoluna girecek.
Onları duydun dedi. Organize olarak bize saldıran bir grup Strigoi var Kaç kişiler? Buraya
geliyorlar mı?
Hayır dedim kararlı bir tavırla. Bu konuda elbette kanıtım yoktu. Burada güvendeyiz.
Zavallı Mia...
Buna verebileceğim bir cevabım yoktu. Mianın tam bir kaltak olduğunu düşünüyordum ama böyle
bir şeyi kimse için dilemezdim teknik açıdan Mia öyle olsa da en kötü düşmanım için bile. Hemen
bu düşünceyi düzelttim: Mia en kötü düşmanım değildi.
Günün geri kalanında Lissanın yanından ayrılmaya dayanamadım. Tesiste saklanan herhangi bir
Strigoi olmadığını biliyordum ama koruyucu güdülerim aşırı güçlüydü. Gardiyanlar sorumlu
oldukları Moroileri koruyordu. Her zamanki gibi ben de Lissanın bu kadar endişeli ve üzgün
olmasından dolayı huzursuzdum ve bu yüzden o duyguları dağıtmak için elimden geleni
yapıyordum.
Diğer gardiyanlar da Moroilere güvence veriyordu. Moroilerle yanyana yürümüyorlardı ama tesis
güvenliğini artırmışlardı ve saldırının gerçekleştiği yerdeki gardiyanlarla sürekli iletişim
halindeydiler. Bütün gün iğrenç detaylarla dolu bilgiler aktı buna Strigoi grubunun yeriyle ilgili
söylentiler dahildi. Elbette ki bunların çok azı acemilere anlatılıyordu.
Gardiyanlar en iyi yaptıkları işi yaparken Moroiler de ne yazık ki en iyi yaptıkları şeyi
yapıyorlardı: Konuşmak.
Ortalıkta o kadar çok kraliyet üyesi ve önemli Moroi varken olanların ve gelecekte olabileceklerin
tartışılması için gece bir toplantı düzenlendi. Burada resmi bir karar verilmeyecekti böyle kararların
verilmesi için Moroilerin bir kraliçesi ve yönetici konseyi vardı. Ama herkes burada toplanan
görüşlerin emir komuta zincirinden yukarı tırmanacağını biliyordu. Gelecekteki güvenliğimiz bu
toplantıda tartışılanlara bağlı olabilirdi.
Toplantı tesisin içindeki muazzam büyüklükte bir yemek salonunda düzenlendi bir kürsü ve çok
sayıda oturma yeri vardı. Bir iş atmosferi olmasına rağmen salonun katliam ve savunma
görüşmelerinden başka şeyler için tasarlandığını kestirmek zor değildi. Halı kadife gibiydi ve gümüş
tonlarıyla siyah renklerde çiçek desenleriyle süslenmişti. Sandalyeler cilalı siyah ahşaptandı ve
sırtlıkları yüksekti bütün ortamın lüks bir yemek deneyimi için hazırlandığı belliydi. Uzun zaman
önce ölmüş Moroi kraliyet ailesi üyelerinin tabloları duvarlarda asılıydı. Adını bilmediğim bir
kraliçenin resmine kısa bir bakış attım. Üzerinde eski moda bir elbise vardı benim için aşırı
dantelliydi ve saçları Lissanınki gibi sarıydı.
Düzenlemelerden sorumlu olan bir adam kürsüde duruyordu. Kraliyet üyelerinin çoğu salonun
önünde toplanmıştı. Diğer herkes öğrenciler de dahil olmak üzere bulabildikleri yerlere oturmuşlardı.
Christian ve Mason o zamana kadar benimle Lissayı bulmuşlardı ve hepimiz birlikte arkalarda bir
yere oturduk. Lissa başını iki yana salladı.
Ben önde oturmak istiyorum.
Üçümüz ona baktık. O kadar şaşırmıştım ki zihnine girmek aklıma bile gelmedi.
Bakın dedi işaret ederek. Kraliyet üyeleri orada aileleriyle birlikte oturuyor.
Doğruydu. Aynı klanın üyeleri gruplar halinde toplanmıştı: Badicalar Ivashkovlar Zekloseler...
Tasha da orada oturuyordu ama tek başınaydı. Onun dışında oradaki tek Ozera Christiandı.
Orada olmam gerek dedi Lissa.
Kimse orada olmanı beklemiyor ki dedim.
Dragomirleri temsil etmek zorundayım.
Christian kaşlannı çattı. Bu sadece bir kraliyet saçmalığı.
Lissanın yüzünde kararlı bir ifade belirdi. Orada olmam gerek dedim.
Kendimi Lissanın duygularına açtığımda bulduğum şey hoşuma gitti. Günün büyük bölümünü
sessiz ve korku içinde geçirmişti Mianın annesiyle ilgili gerçeği öğrendiğimizde olduğu gibi. O
korku hala içindeydi ama sağlam bir özgüven ve kararlılık o duygunun önüne geçmişti. Hükümdar
Moroi ailelerinden birinin bir üyesi olduğunu hatırlamıştı ve gruplar halinde dolaşan Strigoiler
düşüncesi onu korkutsa da payına düşeni yapmak istiyordu.
Yapmalısın dedim alçak sesle. Christiana başkaldırması fikrinden de hoşlanmıştım.
Lissa bana bakarak gülümsedi. Sezdiğim şeyi anlamıştı. Bir an sonra Christiana döndü.Sen de
halana katılmalısın.
Christian itiraz etmek için ağzını açtı. Durumun korkunçluğu olmasa Lissanın ona emirler
verdiğini görmek komik olabilirdi. Her zaman zor ve inatçıydı onu bir şeylere zor
layanlar asla başarılı olamazdı. Yüzüne bakarken Lissayla ilgili düşüncelerimi paylaştığını farkettim
Lissayı güçlü görmek onun da hoşuna gitmişti. Dudaklarını birbirine bastırarak yüzünü buruşturdu.
Tamam. Lissanın elini tuttu ve ikisi birlikte ön tarafa yürüdüler.
Mason ve ben arkada oturduk. Toplantı başlamadan önce Dimitri benim diğer tarafıma oturdu
saçlarını atkuyruğu yapmıştı ve üzerinde deri bir ceket vardı. Şaşkınlıkla ona baktım ama bir şey
söylemedim. Bu toplantıda birkaç gardiyan vardı çoğu hasar kontrolüyle meşguldü. Ve ben iki
erkeğimin ortasında sıkışıp kaldım.
Kısa süre sonra toplantı başladı. Herkes Moroilerin nasıl kurtarılması gerektiği konusunda
tartışmaya hevesliydi ama gerçekte en çok dikkati çeken iki teori vardı.
Cevap her yanımızda dedi kraliyet üyelerinden biri konuşma sırası geldiğinde. Oturduğu yerden
kalkıp salondakilere baktı. İşte. Burada. Bu tesis gibi yerlerde. St. Vladimirde. Çocuklarımızı güvenli
yerlere gönderiyoruz sayısal açıdan güvende olacakları ve kolayca korunacakları yerlere. Ve bakın
burada kaç kişiyiz çocuklar ve yetişkinler. Neden sürekli bu şekilde yaşamıyoruz?
Birçoğumuz zaten öyle yapıyoruz diye bağırdı biri arkalardan.
Adam ona aldırmadı. Orada burada birkaç aile ya da büyük Moroi nüfusu olan bir kasaba. Ama o
Moroiler hala merkezden uzak. Çoğu kaynaklarını birleştirmiyor kendi
gardiyanları kendi büyüleri. Bu modeli yayarsak... Ellerini iki yana açtı. ...bir daha asla Strigoiler
için endişelenmemize gerek kalmaz.
Ve Moroiler asla dünyanın geri kalanıyla paylaşıma girmez diye mırıldandım. Eh insanlar
ıssızlığın ortasında gelişen gizli vampir şehirlerini keşfedene kadar tabii. O zaman bir sürü
paylaşımımız olur.
Moroileri korumak için diğer bir teori daha az lojistik sorun içeriyordu ama daha büyük kişisel
etkisi vardı özellikle de benim için.
Asıl sorun temelde yeterince gardiyanımız olmaması.
Bu planın savunucusu Szelsky klanından bir kadındı. O halde cevap basit: Daha fazlasını bulmak.
Drozdovların beş gardiyanı vardı ama yeterli değildi. Bir düzine Moroiyi korumak için sadece altı
kişi Bu kabul edilemez. Bu tür şeylerin devam etmesinde şaşılacak bir şey yok.
Peki daha fazla gardiyanı nereden bulmayı öneriyorsunuz? diye sordu Moroi toplumunu
birleştirmeyi öneren adam. Sınırlı bir kaynak bu.
Benim ve diğer birkaç aceminin oturduğu yeri işaret etti. Zaten elimizde bir sürü var. Onların
eğitimini izledim. Ölümcül varlıklar. On sekiz yaşını doldurmalarını neden bekliyoruz ki? Eğitim
programını hızlandırırsak ve kitaplardan çok dövüş egzersizlerine odaklanırsak on altı yaşına
geldiklerinde onları mezun edip gardiyan yapabiliriz.
Dimitrinin boğazından hoşnutsuz olduğunu gösteren boğuk bir ses çıktı. Öne eğilerek dirseklerini
dizlerine çenesini ellerine dayadı ve düşünceli bir tavırla gözlerini kısarak kadına baktı.
Sadece bu değil aynı zamanda ziyan edilen bir sürü potansiyel gardiyanımız da var. Bütün dampir
kadınlar nerede? Irklarımız iç içe birbiriyle bağlı yaşıyor. Moroiler dampirlerin hayatta kalmasını
sağlamak için üzerlerine düşeni yapıyor. Neden bu kadınlar kendi görevlerini yerine getirmiyor?
Neden burada değiller?
Cevap olarak uzun ve şehvetli bir kahkaha duyuldu. Bütün gözler Tasha Ozeraya döndü. Diğer
kraliyet üyeleri en şık giysilerini giymiş ve takıp takıştırmışken o her zamanki gibi rahat ve doğaldı.
Üzerinde her zamanki gibi kot pantolonu ve karnını biraz açıkta bırakan beyaz bir tişörtle dizlerine
kadar inen mavi dantelli bir örgü hırka vardı.
Kürsüdeki yöneticiye bakarak sordu: İzin verir misiniz?
Adam başıyla onayladı. Szelsky oturdu Tasha ayağa kalktı. Diğer konuşmacıların aksine herkes
tarafından rahatça görülebilmek için doğruca kürsüye çıktı. Parlak siyah saçlarını atkuyruğu yapmıştı
ve yara izlerini tamamen gözler önüne sermişti bunu kasıtlı yaptığını düşünüyordum. Yüzü cesur ve
asiydi. Dahası... güzeldi.
O kadınlar burada değil Monica çünkü çocuklarını yetiştirmekle meşguller biliyorsun yürümeye
başladıkları anda cepheye göndermeye hazır olduğun çocuklardan sözediyorum. Lütfen biz Moroiler
üremelerine yardım ederek dampirlere büyük bir iyilik yapıyormuşuz gibi davranarak bizi aşağılama.
Belki senin ailende durum farklıdır ama geri kalanlarımız için seks eğlencelidir. Bunu dampirlerle
yapan Moroilerin pek de fedakarlık yaptığı söylenemez.
Dimitri şimdi yerinde doğruldu ve yüzünde artık öfkeli bir ifade yoktu. Muhtemelen yeni kız
arkadaşının seksten sözetmesi onu heyecanlandırmıştı. Tepeden tırnağa öfkeyle doldum ve yüzümde
cinayet işleyecekmiş gibi bir ifade olursa insanların bunun bize seslenen kadına değil Strigoilere
yönelmiş olduğunu düşüneceklerini tahmin ettim.
Aniden Dimitrinin diğer tarafında sıranın diğer ucuna yakın bir yerlerde Mianın tek başına
oturduğunu gördüm. Onun orada olduğunu daha önce farketmemiştim. Oturduğu yerde çökmüştü.
Gözleri kızarmıştı ve yüzü her zamankinden daha solgun görünüyordu. Ona karşı asla duyacağımı
tahmin etmediğim bir sızı içimi kapladı.
Ve bu gardiyanlann on sekiz yaşını doldurmalarını beklememizin nedeni onları hayatlarının geri
kalanını bizi korumak için sürekli tehlikeyle geçirmeye zorlamadan önce biraz hayattan zevk
almalarına izin vermek. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak gelişmek için o fazladan yıllara
ihtiyaçları var. Hazır olmadan onları cepheye sürersek bir montaj bandının ürünleri gibi davranırsak
yarattığımız şey sadece Strigoi maması olur.
Tashanın katı sözleri karşısında birkaç kişi zorlukla yutkundu ama herkesin dikkatini çekmeyi
başarmıştı.
Diğer dampir kadınları da gardiyan olmaya zorlarsanız daha fazla mama yaratırsınız. Onları
istemedikleri bir yaşam sürmeye zorlayamazsınız. Daha fazla gardiyan yaratma yö
nündeki bu plan düşmanın bir adım önünde o da belkikalabilmek için çocukları ve istemeyenleri
tehlikeye atmaya dayanıyor. Eğer diğer planı dinlemiş olmasaydım bunun hayatımda duyduğum en
aptalca plan olduğunu söyleyebilirdim.
Moroi toplumunu bir araya getirmeye çalışan ilk konuşmacıyı işaret etti. Adamın yüzü utançtan
kıpkırmızı kesildi.
O zaman bizi aydınlat Natasha dedi adam. Bize ne yapmamız gerektiği konusunda ne düşündüğünü
söyle sonuçta senin Strigoilerle çok fazla deneyimin var.
Tasha hafifçe gülümsedi ama hakarete karşılık vermedi. Ben ne mi düşünüyorum? Soruyu
cevaplarken herkesin yüzüne bakabilmek için kürsünün önüne geldi. Bence korunmak için başka
birine veya başka bir şeye güvenmeye dayanan planlardan vazgeçmeliyiz. Çok az gardiyan olduğunu
mu düşünüyorsunuz? Sorun bu değil. Asıl sorun çok fazla Strigoi olması. Ve onların çoğalıp daha
güçlü olmasına izin veriyoruz çünkü bugünkü gibi saçma sapan tartışmalara dalmaktan başka bir şey
yapmıyoruz. Kaçıp dampirlerin arkasına saklanıyoruz ve Strigoilerin dizginsiz kalmasına izin
veriyoruz. Bu bizim hatamız. Drozdovların ölümünün sorumlusu biziz. Bir ordu mu istiyorsunuz?
Pekala işte bir ordu. Dövüşmeyi öğrenebilecek olanlar sadece dampirler değil. Asıl soru Monica bu
savaşta dampir kadınların nerede olduğu değil. Asıl soru şu: Biz neredeyiz?
Tasha artık bağırıyordu ve yanakları kızarmıştı. Gözleri ateşli duygularla parlıyordu ve güzel
fiziğinin geri kalanıyla birleştiğinde yara izlerine rağmen çarpıcı etkileyici biri olup çıkmıştı. Çoğu
izleyici gözlerini ondan alamıyordu. Lissa Tashayı hayranlıkla izliyor sözlerinden ilham alıyordu.
Mason hipnotize olmuş gibi bakıyordu. Dimitrinin etkilendiği açıktı. Ve onun diğer tarafında...
Diğer tarafında Mia vardı. Mia artık koltuğunda çökmüş halde oturmuyordu. Sopa yutmuş gibi
dimdik oturuyor iri iri açılmış gözlerle izliyordu. Tashaya hayattaki tüm soruların cevaplarını bilen
tek kişi oymuş gibi bakıyordu.
Monica Szelsky o kadar etkilenmemiş bakışlarını Tashanın gözlerine dikmişti. Strigoiler
geldiğinde Moroilerin dampir gardiyanlarla birlikte savaşmasını önermiyorsun herhalde değil mi?
Tasha ona tepeden baktı. Hayır. Önerdiğim şey şu: Strigoiler gelmeden önce Moroiler ve dampir
gardiyanlar onlara birlikte saldırmalı.
Ralph Lauren reklamından fırlamışa benzeyen yirmili yaşlardaki bir genç ayağa kalktı. Kraliyet
üyesi olduğu konusunda ciddi bir paraya bahse girebilirdim. Başka kimse o kadar mükemmel sarı
altın takılara sahip olamazdı. Belindeki pahalı bluzu çözüp sandalyesinin sırtlığına attı. Ah dedi
alaycı bir tavırla söz hakkı istemeden konuşarak. Yani bize kazıklar ve sopalar verip savaşa
göndereceksin öyle mi?
Tasha omuz silkti. Gereken şey buysa Andrew o zaman evet. Dudaklarında sinsi bir gülümseme
belirdi. Ama kullanmayı öğrenebileceğimiz başka silahlar da var. Gardiyanların kullanamayacağı
silahlar.
Genç adamın yüzündeki ifade bu fikri ne kadar delice bulduğunu göstermeye yetiyordu. Gözlerini
devirdi. Ah öyle mi? Ne gibi?
Tashanın gülümsemesi sırıtışa dönüştü. Bunun gibi.
Elini salladı ve Andrewun sandalyesinin sırtlığına attığı bluzu bir anda alev aldı.
Çocuk şaşkınlıkla haykırdı ve bluzu yere atıp ayaklarıyla çiğneyerek söndürdü.
Bütün salonda kısa toplu bir nefes alış duyuldu. Ve sonra ortalık karıştı.
İnsanlar ayağa kalkmış bağırıyordu ve herkes kendi filn duyurmaya çalışıyordu. Ama çoğu aynı
görüşteydi: Tasha yanılıyordu. Ona deli olduğunu söylüyorlardı. Moroileri ve dampirleri Strigoilere
karşı savaşmaya göndermekle iki ırkın da sonunu getireceğini söylüyorlardı. Hatta bazıları Tashanın
asıl planının bu olduğunu iddia edecek kadar cüretkardı bir şekilde Strigoilerle işbirliği yapıyor
olmalıydı
Dimitri ayağa kalktı ve tiksinti yansıtan bir ifadeyle kargaşayı inceledi. Siz de gidebiliısiniz. Artık
yararlı bir şey olmayacak
Mason ve ben kalktık ama Dimitrinin peşinden gidecekken Mason başını iki yana salladı.
Sen devam et dedi Mason. Ben gidip bir şeyi kontrol etmek istiyorum.
Ayakta tartışan insanlara bakarak omuz silktim. İyi şanslar.
Dimitriyie son konuşmamın üzerinden sadece birkaç gün geçtiğine inanamıyordum. Onunla
birlikte koridora çıktığımda aradan yıllar geçmiş gibiydi. Son birkaç gündür Masonla birlikte harika
zaman geçirmiştim fakat Dimitriyi tekrar gördüğümde ona karşı duygularım eski yoğunluğuyla geri
dönmüştü. Aniden Mason gözüme bir çocuk gibi göründü. Tashayla ilgili sıkıntım da geri dönmüştü
ve kendime engel olamadan ağzımdan aptalca sözler döküldü.
Orada Tashayı koruman gerekmiyor mu? diye sordum. Onu linç edebilirler. O şekilde büyü
kullandığı için başı ciddi şekilde derde girecek.
Dimitri bir kaşını kaldırdı. O kendi başının çaresine bakabilir.
Evet evet çünkü çok iyi bir karate biliyor ve büyü ustası. Bu kadarını ben de anladım. Sadece onun
gardiyanı filan olacağın için düşündüm de...
Bunu nereden duydun?
Kendi kaynaklarım var. Bunu annemden duyduğumu söylemek pek de cazip bir fikir gibi
görünmedi. Buna karar verdin değil mi? Yani sonuçta iyi bir fırsat ve sana sağlayacağı yan avantajlar
da düşünülürse...
Bana ters ters baktı. Onunla benim aramda olanlar seni hiç ilgilendirmez diye cevap verdi.
Onunla benim aramda sözleri canımı yakmıştı. Tashayla durumları net ve kesinmiş gibi
konuşuyordu. Ve incindiğimde sık sık olduğu gibi öfkeden kontrolümü kaybettim.
Eh eminim birlikte mutlu olursunuz. O tam senin tipin kendi yaşında olmayan kadınlardan ne
kadar hoşlandığını biliyorum. Yani kaç yaşında? Senden altı yaş mı büyük? Yedi mi? Ben de senden
yedi yaş küçüğüm.
Evet dedi bir an sessiz kaldıktan sonra. Öylesin.
Ve bu konuşma devam ettiği her saniye sadece gerçekte ne kadar çocuk olduğunu biraz daha
kanıtlıyorsun.
Ohh Çenem yere yapıştı. Annemin yumruğu bile canımı bu kadar yakmamıştı. Bir an için
gözlerinde pişmanlık gördüğümü sandım sanki sözlerinin ne kadar sert olduğunu kendisi de
farketmiş gibi. Ama o an geçti ve yüz ifadesi yine sertleşti.
Küçük dampir dedi bir ses yakınlardan.
Hala şaşkın bir halde yavaşça döndüm ve Adrian Ivashkovla karşılaştım. Bana bakarak sırıttı ve
Dimitriye dönüp hafifçe başıyla selam verdi. Yüzümün kıpkırmızı kesildiğinden emindim. Adrian
bunların ne kadarını duymuştu?
Doğal bir tavırla ellerini kaldırdı. Sizi rahatsız etmek filan istemedim. Sadece zamanın olduğunda
seninle konuşmak istiyordum.
Adriana peşinde koştuğu oyunla ilgilenmediğimi söylemek istiyordum fakat Dimitrinin sözleri hala
etkisini gösteriyordu. Şimdi Adriana hiç de onaylamayan gözlerle bakıyordu. Diğer herkes gibi
Adrianın kötü ününü onun da duyduğunu tahmin ediyordum. Güzel diye düşündüm.
Aniden onun kıskanmasını istedim. Beni son zamanlarda incittiği gibi ben de onu incitmek
istiyordum.
Acımı unutarak en dişi gülümsememi takındım bir süredir tam anlamıyla kullanmadığım
gülümsememi. Adriana yaklaşıp koluna girdim.
Şimdi zamanım var. Dimitriye başımla selam verdim ve kendisine yakın yürüyerek Adrianı oradan
uzaklaştırdım. Sonra görüşürüz Gardiyan Belikov.
Dimitrinin koyu renk gözleri bizi öfkeyle izliyordu. Sonra döndüm ve bir daha da arkama
bakmadım.
Senden büyük erkeklerle ilgilenmiyorsun ha? dedi Adrian yalnız kaldığımızda.
Sen hayal görüyorsun dedim. Açıkçası çarpıcı güzelliğim zihnini bulandırmış gibi.
O güzel kahkahalarından birini patlattı. Kesinlikle mümkün.
Ondan uzaklaşmak istedim ama kolunu belime doladı. Hayır hayır beni kullanmak istedin şimdi
bunun sonucunu göreceksin.
Gözlerimi devirdim ve kolumu çekmedim. Ondan yayılan sigara ve alkol kokusunu
algılayabiliyordum. Şimdi de sarhoş olup olmadığını merak ettim. Ancak sarhoşken ve ayıkken
tavırları arasında pek fark olmadığını düşünüyordum.
Ne istiyorsun? diye sordum.
Bir an beni inceledi. Vasilisayı kapmanı ve benimle gelmeni istiyorum. Biraz eğleneceğiz.
Muhtemelen mayonu da getirmek isteyebilirsin. Bu olasılık onu hayalkırıklığına uğratmış gibiydi.
Tabii çıplak yüzmek istemiyorsan.
Ne? Bir grup Moroiyle dampir öldürüldü ve sen gidip yüzmeyi eğlenmeyi mi düşünüyorsun?
Sadece yüzmek değil dedi sabırlı bir tavırla. Ayrıca bunu yapmayı isteyecek olmanın nedeni de
kesinlikle o katliam.
Buna karşı çıkamadan köşede arkadaşlarımı gördüm: Lissa Mason ve Christian. Eddie Castile da
onlarla birlikteydi ki bu beni şaşırtmadı. Ancak Mia da yanlarındaydı ve
bu gerçekten şaşırtıcıydı. Derin bir sohbete dalmışlardı ama beni gördüklerinde hepsi sustu.
İşte buradasın dedi Lissa soran gözlerle bakarak.
Adrianın kolunun hala belimde olduğunu hatırladım ve ondan uzaklaştım. Hey millet dedim.
Aramızdaki o huzursuz sessizlikte Adrianın içinden katıla katıla güldüğünden emindim. Önce ona
sonra arkadaşlarıma bakarak sırıttım. Adrian beni yüzmeye davet etti.
Bana şaşkınlıkla baktılar ve zihinlerinde dönen spekülasyonları neredeyse görebiliyordum.
Masonın yüzü asıldı ama diğerleri gibi o da bir şey söylemedi. Homurdanmamaya çalıştım.
Adrian benden diğerlerini de davet etmemi istedi. Onun rahat tavırlarıyla aslında başka bir şey de
beklemiyordum. Mayolarımızı aldıktan sonra onun peşine takılıp tesisin uç kısımdaki kanatlarından
birindeki kapıya yürüdük. Aşağı doğru bir merdiven vardı ve indikçe iniyordu. Döne döne
inerken neredeyse başım döndü. Duvarlara elektrik ampulleri asılmıştı ama ilerledikçe boyalı
duvarlar değişip oymalı taşlara dönüştü.
Gideceğimiz yere ulaştığımızda Adrianın haklı olduğunu gördük konu sadece yüzme değildi.
Tesisin özel bir kaplıca bölümündeydik ve burası en seçkin Moroiler tarafından kullanılıyordu. Şu
anda Adrianın dostları olan bir grup kraliyet üyesine ayrılmıştı. Hepsi onun yaşında ya da daha
büyük otuz kişi kadar daha vardı hepsi de zenginlik ve seçkinlik yansıtıyordu.
Kaplıcada bir dizi sıcak mineralli su havuzu vardı.
Belki bir zamanlar bir mağaradaydılar ama tesisi inşa edenler uzun zaman önce kaba görüntülerin
hepsinden kurtulmuştu. Siyah taş duvarlar ve tavan tesisteki diğer her şey
kadar parlak ve gösterişliydi. Bir mağara olsa bile gerçekten güzel iyi tasarlanmış bir mağaraydı.
Duvarlardaki raflara havlular konmuş masalarda egzotik yiyecekler dizilmişti. Banyolar dekorun geri
kalanındaki seçkinliğe uygundu: Bir yeraltı kaynağı tarafından ısıtılan sıcak sular taş döşeli
havuzlara doldurulmuştu. İçerisi buhar doluydu ve havada hafif metalik bir koku vardı. Partiye
katılanların kahkahaları ve su sesleri ortamı dolduruyordu.
Mia neden yanınızda? diye sordum Lissaya alçak sesle. Mağarada yürüyor kullanılmayan bir
havuz arıyorduk.
Biz gitmek için hazırlanırken o Masonla konuşuyordu dedi Lissa. O da alçak sesle konuşmuştu.
Bilmiyorum ama... onu geride bırakmak... biraz kabalık gibi göründü...
Buna ben bile hak verebilirdim. Kızın yüzünde açık acı işaretleri vardı ama Mia en azından geçici
olarak Masonın kendisine söylediklerine odaklanmış gibiydi.
Adrianı tanımadığını sanıyordum diye ekledi Lissa. Sesinde ve bağımızda onaylamayan bir ton
vardı. Sonunda biraz gözden uzak büyük bir havuz bulduk. Karşı tarafta bir kızla bir çocuk sarmaş
dolaştı ama bizim için yeterince
yer vardı. Onlara aldırmamak kolaydı.
Bir ayağımı suya soktum ve hemen geri çektim. Tanımıyorum dedim. Dikkatli bir şekilde ayağımı
tekrar yavaş yavaş suya soktum ve vücudumun geri kalanıyla devam ettim. Karnıma geldiğimde
yüzümü buruşturdum. Üstümde kestane rengi bikinim vardı ve kaynar su karnımı hazırlıksız
yakalamıştı.
Onu biraz tanıyor olmalısın. Seni bir partiye davet ettiğine göre?
Evet ama onu şimdi yanımızda görüyor musun? Bakışlarımı izledi. Adrian benimkinden biraz
daha minik bikiniler giymiş bir grup kızla mağaranın diğer ucundaydı. Birinin üzerinde bir dergide
görerek imrendiğim bir Betsey Johnson mayosu vardı. İç çekerek başka tarafa döndüm.
O zamana kadar hepimiz suya girmiştik. O kadar sıcaktı ki kendimi bir çorba tenceresinde gibi
hissediyordum. Ama şimdi Lissa benim Adrianla bir meselem olmadığına inandığına göre
diğerlerinin sohbetine odaklanabilirdim.
Konu ne? diye sordum araya girerek. Dinleyip kendim anlamaya çalışmaktan daha kolaydı.
Toplantı dedi Mason heyecanla. Görünüşe bakılırsa beni ve Adrianı birlikte görmenin etkisinden
kurtulmuştu.
Christian havuzun içindeki küçük bir rafa yerleşmişti. Lissa da onun yanına oturmuştu. Christian
bir kolunu sahiplenici bir tavırla Lissanın omzuna attı ve başını arkaya havuzun kenarına yasladı.
Erkek arkadaşın Strigoilere karşı bir orduyu komuta etmek istiyor dedi. Bunu beni kışkırtmak için
söylediğinin farkındaydım.
Masona soran gözlerle baktım. Erkek arkadaş yorumunu sorgulamaya değmezdi.
Hey bunu öneren senin halandı diye hatırlattı Mason Christiana.
O sadece bizi tekrar bulmalarından önce bizim Strigoileri bulmamız gerektiğini söyledi diye karşı
çıktı Christian. Acemileri savaşa sürüklemek gibi bir niyeti yoktu. Bunu söyleyen Monica
Szelskyydi.
O sırada içinde pembe içkiler olan bir tepsiyle garson geldi. Bunlar uzun saplı seçkin görünüşlü
kristal kadehlerdi. İçkilerin alkollü olduğundan emindim ama bu partiye gelenlerden herhangi birinin
ceza alacağından şüpheliydim. Ne oldukları konusunda hiçbir fikrim yoktu. Alkol deneyimim en
fazla ucuz bira olmuştu. Bir kadeh alarak Masona döndüm.
Sence iyi bir fikir mi? diye sordum. Dikkatli bir şekilde içkiyi yudumladım. Eğitimi süren bir
gardiyan olarak daima uyanık olmam gerektiğini düşünüyordum ama bu gece
içimden yine isyankar davranmak geliyordu. İçkinin tadı punch gibiydi. Greyfurt suyu. İçinde tatlı
bir şey de vardı çilek gibi. İçinde alkol olduğundan hala emindim ama uykumu kaçıracak kadar sert
değildi.
Başka bir garson elinde yiyecek tepsîsiyle geldi. İçine baktığımda neredeyse hiçbirini
tanıyamadım. Peynir doldurulmuş mantara benzer bir şey vardı bir diğeri küçük ve yuvarlak et veya
sosis parçalarına benziyordu. İyi bir etobur olarak o kadar kötü olamayacağını düşünerek bir tanesine
uzandım.
O foie gras dedi Christian. Yüzünde hoşlanmadığım bir gülümseme vardı.
O da ne? diye sordum temkinli bir tavırla.
Bilmiyor musun? Sesi alaycıydı ve hayatında ilk kez seçkin bilgisiyle tebaasındakileri aydınlatan
gerçek bir kraliyet üyesi gibi davranıyordu. Omuz silkti. Şansını dene. Kendin bul.
Lissa sinirli bir tavırla iç çekti. Kaz ciğeri.
Elimi hemen geri çektim. Garson devam ederken Christian güldü. Ona öfkeli gözlerle baktım.
Bu arada Mason hala acemilerin mezuniyetten önce savaşa girmelerinin iyi bir fikir olup
olmadığıyla ilgili sorumu düşünüyordu.
Başka ne yapıyoruz ki? diye sordu asi bir tavırla. Sen ne yapıyorsun? Her sabah Belikovla
koşuyorsun. Bunun sana ne yararı var? Ya da Moroilere?
Bana ne yararı vardı? Kalp atışlarımı hızlandırıyordu ve zihnimde edepsiz fikirler beliriyordu.
Hazır değiliz dedim bunun yerine.
Sadece altı ayımız var diye araya girdi Eddie.
Mason başıyla onayladı. Evet. Daha fazla ne öğrenebiliriz?
Bir sürü şey dedim Dimitriyle çalışmalarımdan ne kadar çok şey öğrendiğimi düşünerek. İçkimi
bitirdim. Ayrıca nerede bitiyor? Diyelim ki okulu altı ay erken bitirip bizi gönderdiler. Sonra ne
olacak? Bizi biraz daha zorlamaya
karar verip eğitimi bir yıl daha mı kısaltacaklar? Birinci sınıfları da mı kaldıracaklar?
Omuz silkti. Ben savaşmaktan korkmuyorum. Daha birinci yılımdayken bir Strigoiyi
öldürebilirdim.
Evet dedim ters bir tavırla. O yamaçtaki kayak deneyimin gibi.
Masonın sıcaktan zaten kızarmış olan yüzü iyice kıpkırmızı kesildi. Söylediklerimden hemen
pişmanlık duydum özellikle de Christian gülmeye başladığında.
Seninle herhangi bir konuda hemfikir olacağımı hiç düşünmemiştim Rose. Ama ne yazık ki aynı
fikirdeyim.
İçki servisi yapan garson geri döndü ve hem Christian hem de ben içkilerimizi tazeledik. Moroiler
onları korumamıza yardım etmeye başlamak zorundalar.
Büyüyle mi? diye sordu Mia aniden.
Oraya geldiğimizden beri ilk kez konuşuyordu. Ama sorusu sessizlikle karşılandı. Sanırım Mason
ve Eddienin cevap vermemesinin nedeni büyüyle savaşmak hakkında bir
şey bilmemeleriydi Lissa Christian ve ben biliyorduk ama
bilmiyormuş gibi davranmak için elimizden geleni yapıyorduk. Mianın gözlerinde gülünç bir umut
pırıltısı vardı ve bugün neler yaşadığını sadece hayal edebiliyordum. Uyandığında annesinin
öldüğünü öğrenmişti ve sonra saatler boyunca savaş stratejileri ve politik tartışmalar dinlemek
zorunda kalmıştı. Burada yarı yarıya kendini kontrol eder halde oturması bir mucizeydi. Annelerini
gerçekten seven insanların böyle bir durumda hareket bile edemeyeceklerini düşünürdüm.
Kimse ona cevap vermeyecekmiş gibi görününce sonunda ben müdahale ettim. Sanırım öyle.
Ama... bu konuda fazla bilgim yok.
İçkimin geri kalanını bir dikişte bitirdim ve birinin sohbeti kaldığı yerden sürdüreceğini umarak
bakışlarımı kaçırdım. Kimse bunu yapmadı. Mia hayalkırıklığına uğramış gibiydi ama Mason tekrar
Strigoi tartışmasına geri döndüğünde daha fazla konuşmadı.
Bir içki daha aldım ve kadehi elimde tutarak suya olabildiğince gömüldüm. Bu içki farklıydı.
Çikolatalı gibi görünüyordu ve üzerinde kremşanti vardı. Bir yudum alır almaz içindeki güçlü alkolü
hemen farkettim. Ancak muhtemelen çikolata onu hafifletiyordu.
Dördüncü içkime hazırlanırken garson ortalıkta yoktu. Mason aniden bana gerçekten ama
gerçekten çok yakışıklı görünmeye başladı. Benimle biraz daha romantik bir şekilde ilgilenmesi
hoşuma giderdi ama hala Strigoiler üzerine tartışmasına devam ediyor gündüz saati yapılabilecek bir
saldırının lojistiği hakkında konuşuyordu. Mia ve Eddie onu ilgiyle dinleyerek başlarıyla
onaylıyorlardı ve Mason şu anda Strigoi avına çıkmaya karar verse muhtemelen peşinden giderlerdi.
Christian konuşmaya katılıyordu fakat daha çok şeytanın avukatlığını yapıyordu. Tipik. Bir tür
önceden saldırının Tashanın dediği gibi gardiyanların ve Moroilerin birlikte çalışmasını
gerektireceğini söylüyordu. Mason Mia ve Eddie Moroiler buna uygun değilse gardiyanların konuyu
kendi ellerine alması gerektiğini düşünüyordu.
Heyecanlarının bulaşıcı olduğunu itiraf etmeliyim. Ben de Strigoilerin üzerine çullanma fikrinden
hoşlanmıştım ama Badica ve Drozdov saldırılarında bütün gardiyanlar öldürülmüştü. Açıkçası
Strigoiler büyük gruplar halinde organize olarak yardım almışlardı ama bunun bana anlattığı tek şey
bizim fazlasıyla dikkatli olmamız gerektiğiydi.
Yakışıklılığı bir yana artık Masonın savaş becerileriyle ilgili konuşmalarını dinlemek
istemiyordum. Bir içki daha istiyordum. Ayağa kalkıp havuzun kenarından tırmandım. Dünyanın
etrafımda dönmeye başladığını farkedince şaşırdım. Banyodan veya saunadan çok hızlı çıktığımda
daha önce de benzer deneyimler yaşamıştım ama dünya bir türlü dönmekten vazgeçmediğinde o
içkilerin sandığımdan daha güçlü olabileceğini anladım.
Dördüncünün iyi bir fikir olmadığına da karar vermiştim fakat geri dönüp herkese sarhoş
olduğumu anlama fırsatı vermek istemiyordum. Garsonun girdiğini gördüğüm bir yan odaya
yöneldim. Belki bir yerlerde gizli tatlılar kaz cigeri yerine çikolatalı kekler bulabilirdim. Yürürken
kaygan zeminde düşmemek için büyük çaba harcıyor havuzlardan birinin içine yuvarlanarak
kafatasımı çatlatmamın bana kesinlikle ciddi eksi karizma puanına mal olacağını düşünüyordum.
Ayaklarıma ve sendelememeye o kadar odaklanmıştım ki birine çarptım. Ama neyse ki bu onun
hatasıydı çünkü bana doğru gerileyerek gelmişti.
Hey önüne baksana dedim kendimi toparlayarak.
Ama benimle ilgilenmiyordu. Bakışları başka bir gence odaklanmıştı burnu kanayan bir gence.
Doğruca bir kavganın arasına dalmıştım.
14
Da ha önce hiç görmediğim iki genç adam birbirlerini tehditkar gözlerle süzüyordu. Yirmili yaşlarda
gibi görünüyorlardı ve ikisi de beni farketmemişti.
Bana çarpan diğerini sert bir şekilde itti ve onu geriye doğru sendeletti.
Korkaksınız diye bağırdı yanımdaki çocuk. Üzerinde yeşil bir mayo vardı ve siyahı ıslak saçları
ensesine yapışmıştı. Hepiniz korkaksınız Sadece malikanelerinize kapanmak ve gardiyanlara kirli
işinizi yaptırmak istiyorsunuz. Hepsi öldüğünde ne halt edeceksiniz? O zaman sizi kim koruyacak?
Diğeri elinin tersiyle yüzündeki kanı sildi. Aniden onu tanıdım Tashaya Moroileri savaşa
sürüklemek istemesi konusunda bağırıp çağıran adanadı. Tasha ona Andrew diye seslenmişti. Bir
yumruk atmaya çalıştı ama başaramadı tekniği kesinlikle yanlıştı. Bu en güvenli yol. O Strigoi
aşığını dinlersek hepimiz ölürüz. Bütün ırkımızın kökünü kazımaya çalışıyor
O bizi kurtarmaya çalışıyor
Bizi kara büyü kullanmaya geri dönmeye zorluyor
Strigoi aşığı Tasha olmalıydı. Yanımdaki çocuk kendi küçük arkadaş grubum dışında Tashanın
hakkında olumlu konuştuğunu duyduğum ilk kişiydi. Daha kaç kişinin onun görüşünü paylaştığını
merak ettim. Andrewa bir yumruk daha indirdi ve temel dürtülerim veya belki de yumrukharekete
geçmeme neden oldu.
Öne atılarak aralarına girdim. Hala başım dönüyordu. O kadar yakın durmasalar muhtemelen
düşebilirdim. İkisi de hazırlıksız yakalanarak tereddüt etti.
Çek git buradan diye bağırdı Andrew.
Erkek ve Moroi olduklarından benden daha uzun boylu ve ağırlardı ama muhtemelen tek başlarına
ikisinden de güçlüydüm. Bundan yararlanabileceğimi umarak ikisini de kollarından tuttum kendime
doğru çektim ve olabildiğince sert bir şekilde ittim. Benden böyle bir güç beklemediklerinden
sendelediler. Ben de biraz sendelemiştim.
Sıradan halktan olan bana öfkeyle bakarak bir adım yaklaştı. Eski tarz biri olduğu için bir kıza
vurmayacağına güveniyordum. Sen ne halt ettiğini sanıyorsun? diye bağırdı. Etrafımızda kalabalık
toplanmıştı heyecanla bizi izliyorlardı.
Ben de öfkeyle bakarak karşılık verdim. Siz ikinizin zaten olduğunuzdan daha aptalca davranmanızı
önlemeye çalışıyorum Yardım etmek mi istiyorsunuz? Önce birbirinizle kavga etmeyi kesin
Amacınız genetik havuzunuzdan aptallığı çıkarıp atmak olmadığı sürece birbirinizin kafasını
koparmanızın Moroilere hiçbir yararı olmaz. Andrewa baktım. Tasha Ozera herkesi öldürmeye filan
çalışmıyor sadece kurban olmanızı önlemeye çalışıyor. Diğerine döndüm. Ve sana gelince eğer
görüşünü karşındakine ifade etmeye çalışıyorsan daha kırk fırın ekmek yemen gerek. Büyü özellikle
de saldırgan büyü çok fazla özdenetim gerektirir ve şimdiye kadar kendininkiyle beni hiç
etkileyemedin. Benim özdenetimim seninkinden daha güçlü ve beni birazcık tanısaydın gerçekte ne
kadar çılgın olduğumu bilirdin.
İki çocuk da şaşkınlıktan donakalmış halde bana bakıyordu. Görünüşe bakılırsa en azından birkaç
saniye etkili olabildim. Sözlerimin yarattığı şaşkınlık geçince yine birbirlerine girdiler. Çapraz ateşte
kaldım ve bir kenara itildiğimde neredeyse düşüyordum. Aniden arkamdan Mason yardımıma koştu.
Karşısına ilk çıkan gence yumruğunu yapıştırdı sıradan halktan olan gençti.
Çocuk geriye doğru savruldu ve büyük bir gürültüyle havuzlardan birinin içine düştü. Daha önceki
kafatası çatlatma düşüncemi hatırlayarak bir çığlık attım ama bir an sonra çocuk ayağa kalkarak
gözlerindeki suyu ovaladı.
Masonın kolunu tutarak onu durdurmaya çalıştım ama beni silkeleyip Andrewa saldırdı. Andrewu
sertçe itti ve onu kavgayı ayırmaya çalışır gibi görünen birkaç Moroinin muhtemelen Andrewun
arkadaşlarıydı üzerine savurdu. Diğer çocuk havuzdan dışarı fırladı ve bütün yüzü öfkeyle gerilmiş
bir halde Andrewa saldırdı. Bu kez hem Mason hem de ben önünü kestik. İkimize de korkunç bir
öfkeyle baktı.
Sakın diye uyardım.
Çocuk yumruklarını sıktı ve ikimize birden saldıracakmış gibi göründü. Ama onun için fazlasıyla
korkutucuyduk ve Andrewun bu arada o da küfürler savurarak zorla götürülüyordu aksine burada
onun yandaşı olan kimse yoktu. Boğuk sesle birkaç tebdil savurduktan sonra çocuk geri çekildi.
O gider gitmez Masona döndüm. Sen aklını mı kaçırdın?
Ha? dye sordu.
Öyle bir kavganın ortasına atladın
Sen de atladın dedi.
Tartışacaktım ama birden haklı olduğunu farkettim. Benimki farklıydı diye homufdandım.
Bana doğru eğildi. Sen sarhoş musun?
Hayır. Elbette değilim. Sadece aptalca bir şey yapmanı önlemeye çalışıyorum. Bir Strigoiyi
öldürebileceğin konusundaa kendini kandırman herkese saldırabileceğin anlamına gelmez.
Kendimi kandırmak mı? diye sordu gergin bir tavırla.
O anda midemin bulandığını hissettim. Başım dönerek yan odaya doğru devam ederken
sendelememeyi umuyordum.
Ama oraya ulaştığımda sandığım gibi bir yiyecek veya içecek odası olmadığını anladım. Eh en
azından düşündüğüm gibi değildi. Burası bir beslenme odasıydı. Birkaç insan yanlarında Moroilerle
saten şezlonglara uzanmıştı. Havada tütsülerden yayılan yasemin kokusu hakimdi. Sarışın bir Moroi
çocuğun öne eğilip çok güzel bir kızıl afetin boynunu ısırışını şaşkın bir hayranlıkla izledim. Bütün
bu besleyiciler sıradışı bir görüntüye sahipti ya model ya da aktris olmalıydılar. Kraliyet üyeleri için
sadece en iyileri olabilirdi.
Çocuk uzun ve derin bir sekide içerken kız gözlerini kapatıp dudaklarını araladı ve kanına yayılan
Moroi endorfinleriyle zevkten kendinden geçmiş bir halde yatmaya devam etti. Kendim de benzer
bir zevki yaşadığım anı hatırlayarak ürperdim. Alkollü zihnimle her şey aniden aşırı erotik
görünmeye başlamıştı. Hatta kendimi neredeyse röntgenci gibi hissettim sanki insanların seks
yapışını izliyordum. Moroi işini bitirdğinde ve dudaklarından süzülen kanı sildiğinde kızın boynuna
yumuşak bir öpücük kondurdu.
Gönüllü olmak ister misin?
Boynuma hafifçe sürünen parmakları hissederek irkildim. Döndüğümde Adrianın yeşil gözleriyle
ve alaycı gülümsemesiyle karşılaştım.
Yapma dedim elini tersçe iterek.
O zaman burada ne işin var? diye sordu.
Etrafımı işaret ettim. Kayboldum.
Bana düz düz baktı. Sarhoş musun?
Hayır. Elbette değilim... ama... Midem biraz yatışmıştı fakat hala kendimi iyi hissetmiyordum.
Sanırım gidip otursam iyi olacak.
Kolumu tuttu. Burada oturma. Biri yanlış anlayabilir. Başka sessiz bir yere gidelim.
Beni farklı bir odaya sürükledi ve ilgiyle etrafıma bakındım. Burası masaj salonuydu. Birkaç
Moroi masaların üzerine yatmış otel personeline sırt ayak masajı yaptırıyorlardı. Kullandıkları yağ
biberiye ve lavanta kokuyordu.
Başka şartlar altında olsa masaj fikri harika görünürdü ama şimdi yüzükoyun yatmak olabilecek en
kötü fikir gibi geliyordu.
Halı döşeli zemine oturarak sırtımı bir duvara yasladım. Adrian yürüyerek uzaklaştı ve elinde bir
bardak suyla geri döndü. Yanıma oturarak bardağı bana uzattı.
Şunu iç. İyi gelir.
Sana söyledim. Sarhoş değilim diye mırıldandım ama yine de suyu içtim.
Hı hım. Bana gülümsedi. O kavgada iyi iş çıkardın. Sana yardım eden çocuk kimdi?
Erkek arkadaşım dedim. Yani sayılır.
Mia haklıymış. Hayatında çok fazla erkek var.
Öyle değil.
Tamam. Hala gülümsüyordu. Vasilisa nerede? Senin yanından aynlmayacağını sanıyordum.
O da kendi erkek arkadaşıyla. Adrianı inceledim. Sesindeki ton ne? Kıskançlık mı? Çocuktan sen
mi hoşlanıyorsun yoksa?
Tanrım hayır Ondan hiç hoşlanmıyorum.
Kıza kötü mü davranıyor? diye sordu Adrian.
Hayır diye itiraf ettim. Ona tapıyor. Sadece serserinin teki.
Adrian bundan zevk almış gibiydi. Ah sen kıskançsın. Onunla seninle olduğundan daha mı fazla
zaman geçiriyor?
Buna aldırmadım. Neden bana onun hakkında sorular sorup duruyorsun? Yoksa onunla ilgileniyor
musun?
Adrian güldü. Sakin ol seninle ilgilendiğim şekilde ilgilenmiyorum.
Ama ilgileniyorsun.
Sadece onunla konuşmak istiyorum.
Bana biraz daha su getirdi. Kendini daha iyi hissediyor
musun? diye sordu bardağı bana uzatırken. Oyma süslemelerle kaplanmış kaliteli bir kristaldi ve
sadece su içmek
için fazla abartılı görünüyordu.
Evet... O içkilerin öyle sert olduğunu tahmin etmemiştim.
Güzellikleri de o dedi gülerek. Ve güzellikten sözetmişken... Teninin rengi güzelmiş.
Yerimde kıpırdandım. Diğer kızlar kadar tenimi gözler önüne seriyor olmayabilirdim fakat Adriana
istediğimden fazlasını gösteriyordum. Yoksa yanılıyor muydum? Onda tuhaf bir şey vardı. Kibirli
tavrı beni sinir ediyordu... ama yine de onun yanında olmaktan hoşlanıyordum. Belki de içimdeki
kurnaz kız onun nazik ruhunu görmüştü.
Sarhoş zihnimin derinliklerinde bir yerde bir ampul yandı. Ama henüz kavrayamamıştım. Biraz
daha su içtim.
Sanırım on dakikadır sigara içmedin diye vurguladım konuyu değiştirmeye çalışarak.
Yüzünü buruşturdu. Burada sigara içmek yasak.
Eminim onun yerine içkine bir şey atmışsındır.
Yine gülümsedi. Şey bazılarımız içtiğini midesinde tutabiliyor. Kusmayacaksın değil mi?
Hala başım dönüyordu ama artık midem bulanmıyordu. Hayır.
Güzel.
Rüyamda onu gördüğüm zamanı düşündüm. Sadece rüyaydı ama aklıma takılmıştı özellikle de
karanlıkla sarılı olduğumu söylemesi. Ona bunu sormak istiyordum... aptalca olduğunu bilsem de.
Sonuçta benim rüyamdı onun değil.
Adrian...
Yeşil gözleriyle bana baktı. Evet hayatım?
Bir türlü soramadım. Boşver.
Bir an gülecek gibi oldu ama sonra başını kaldırıp kapıya baktı. Ah işte geldi.
Kim?...
Lissa içeri girerek etrafa bakındı. Bizi görünce rahatladığını farkettim. Ama hissedememiştim.
Alkol gibi gevşetici maddeler bağı etkileyip uyuşturuyordu. Bu gece böyle aptalca bir riske
girmemem için başka bir neden daha.
İşte buradasın dedi yanımda diz çökerek. Adriana bakarak başıyla onayladı. Selam.
Selam kuzen dedi Adrian kraliyet üyelerinin kendi aralarında kullandığı aile kelimesini kullanarak.
İyi misin? diye sordu Lissa bana. Ne kadar sarhoş olduğunu farkettiğimde bir yerlere düşüp
boğulabileceğinden korktum.
Sarhoş deği... İnkar etmekten vazgeçtim. Ben iyiyim.
Lissaya bakarken Adrianın her zamanki ciddi ifadesi geri dönmüştü ve bana yine rüyamı
hatırlatmıştı. Onu nasıl buldun?
Lissa ona şaşkınlıkla baktı. Ben şey odaları tek tek aradım.
Oh. Adrian hayalkınklığına uğramış gibiydi. Aranızdaki bağı kullanacağını sanmıştım.
İkimiz de Adriana şaşkınlıkla baktık.
Sen bunu nereden biliyorsun? diye sordum. Bu konuyu okulda sadece birkaç kişi biliyordu. Adrian
bağdan sözederken konu saçlarımın rengiymiş gibi rahat bir tavırla konuşmuştu.
Hey bütün sırlarımı açıklayamam değil mi? dedi gizemli bir tavırla. Ayrıca ikiniz birlikteyken belli
bir şekilde davranıyorsunuz... açıklaması zor. Ama oldukça hoş... Demek eski mitler doğruymuş.
Lissa ona temkinli gözlerle baktı. Bağ sadece tek yönlü işliyor. Rose benim düşündüklerimi ve
hissettiklerimi algılayabiliyor ama ben yapamıyorum.
Ah Kısa bir süre sessizce oturduk ve ben bu arada biraz daha su içtim. Adrian yine konuştu.
Uzmanlık alanın ne kuzen?
Lissa mahcup gözlerle baktı. Ruh güçlerini şifa yeteneğini kötüye kullanmak isteyebilecek
kişilerden saklamasının önemli olduğunu ikimiz de biliyorduk fakat konuyu gizlemek için herhangi
bir uzmanlık alanı olmadığını söylemek onu daima rahatsız ediyordu.
Bir uzmanlık alanım yok dedi.
Peki olacağına inanıyorlar mı? Yani yeteneklerinin geç gelişebileceğine?
Hayır.
Ama diğer elementlerde muhtemelen daha yükseksindir değil mi? Sadece herhangi birinde
ustalaşacak kadar güçlü değilsin? Abartılı bir teselli hareketiyle uzanıp Lissanın omzuna dokundu.
Evet sen nasıl...
Adrianın parmakları omzuna değdiği anda Lissa korkuyla yutkundu. Sanki başına yıldırım düşmüş
gibiydi. Yüzünde çok tuhaf bir ifade belirdi. Sarhoşken bile bağımızda yükselen mutluluk selini
hissedebiliyordum. Adriana sevinç ve merakla baktı. Adrianın bakışları da onun gözlerine dikilmişti.
Birbirlerine neden öyle baktıklarını anlamamıştım ama beni rahatsız etmişti.
Hey dedim. Kesin şunu. Sana bir erkek arkadaşı olduğunu söylemiştim.
Biliyorum dedi Adrian Lissaya bakmaya devam ederek. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi.
Bir gün biraz konuşmamız gerekecek kuzen.
Evet dedi Lissa.
Hey Daha da afalladım. Senin bir erkek arkadaşın var ve şurada duruyor.
Lissa gözlerini kırpıştırarak gerçeğe döndü. Üçümüz de dönüp kapıya baktık. Christian ve diğerleri
orada duruyordu. Birden Adrian belime sarılmışken beni yakaladıkları anı hatırladım. Bu o
zamankinden daha iyi bir durum değildi. Lissa ve ben Adrianın iki yanında oturuyorduk ve çok
yakındık.
Lissa suçlu bir ifadeyle ayağa fırladı. Christian ona merakla baktı.
Gitmeye hazırlanıyoruz dedi.
Tamam dedi Lissa. Bana döndü. Hazır mısın?
Başımla onayladım ve ayağa kalkmaya çalıştım. Adrian kolumu tutarak bana yardım etti ve
Lissaya bakarak gülümsedi. Seninle konuşmak güzeldi. Bana dönüp çok alçak sesle mırıldandı:
Endişelenme. Sana söyledim onunla o şekilde ilgilenmiyorum. Zaten mayoyla o kadar da çekici
görünmüyor. Muhtemelen çıplakken de daha güzel değildir.
Kolumu sertçe çekip kurtardım. Eh bunu asla öğrenemeyeceksin.
Sorun değil dedi. Hayalgücüm sağlamdır.
Diğerlerine katıldım ve birlikte binanın ana bölümüne yöneldik. Christianın Lissaya baktığı gibi
Mason da bana tuhaf gözlerle baktı ve Eddienin önüne doğru yürüyerek benden uzak durdu. Şaşırtıcı
ve rahatsız edici bir şekilde yanımda Miayla yürüdüğümü farkettim ama kızcağız acınası bir halde
görünüyordu.
Ben... olanlar için gerçekten çok üzgünüm dedim sonunda.
Umursuyormuş gibi davranmana gerek yok Rose.
Hayır hayır. Ciddiyim. Korkunç bir şey... Çok üzgünüm. Bana bakmıyordu. Yakında babanı görecek
misin?
Anma töreni yapıldığı zaman dedi Mia gergin bir tavırla.
Oh.
Başka ne diyebileceğimi bilmediğimden sustum ve bunun yerine dikkatimi merdivene çevirdim
binanın zemin katına ulaşmak üzereydik. Beklenmedik bir şekilde sohbeti sürdüren Mia oldu.
O kavgayı ayırırken seni izledim dedi yavaşça. Saldırgan büyüden sözettin. Sanki bu konuda bir
şeyler biliyormuş gibi.
Ah Harika Şimdi de şantaj yapacaktı... Yapacak mıydı?
O anda gayet uygar görünüyordu.
Sadece tahmini konuşuyordum dedim. Tasha ve Christianı asla ele vermeyecektim. Gerçekten pek
fazla bilgim yok. Sadece duyduğum hikayeler.
Oh. Yüzü asıldı. Ne tür hikayeler?
Ah şey... Çok belirgin ya da çok belirsiz olmayan bir şey düşünmeye çalıştım. O çocuklara
dediğim gibi... Konsantrasyon çok önemli çünkü Strigoilerle bir savaşa girdiğinde her şey dikkatini
dağıtabilir. Bu yüzden kontrolünü elinde tutmalısın.
Bu aslında temel bir gardiyan kuralıydı ama Mia için yeni olmalıydı. Hevesli bir tavırla gözleri iri
iri açıldı.
Başka?
Ne tür büyüler kullanıyorlar?
Başımı iki yana salladım. Bilmiyorum. Büyülerin nasıl çalıştığını da bilmiyorum aslında. Dediğim
gibi... sadece hikayeler. Sanırım elementini bir silah gibi kullanmanın yollarını buluyorsun.
Örneğin... ateş kullanıcılann bir avantajı var çünkü ateş Strigoileri öldürür dolayısıyla onların işi
daha kolay. Hava kullananlar da insanları boğabilir. Lissa sayesinde sonuncusunu gerçekten
deneyimlemiştim ve korkunç olduğunu biliyordum.
Mianın gözleri daha da açıldı. Ya su kullananlar? diye sordu. Su bir Strigoiye nasıl zarar verebilir?
Duraksadım. Ben ah su kullananlarla ilgili hiç hikaye duymadım. Üzgünüm.
Peki bir fikrin var mı? Örneğin benim gibi birinin savaşmayı öğrenebileceği yöntemler?
AhDemek her şey bununla ilgiliydi. Aslında o kadar da delice değildi. Tasha Strigoilere saldırmaktan
bahsettiğinde Mianın toplantıda nasıl heyecanlı dinlediğini hatırladım. Mia annesinin ölümü için
Strigoilerden intikam almak istiyordu. Masonla bu kadar iyi anlaşmalanna şaşmamak gerekirdi.
Mia dedim nazikçe geçmesi için kapıyı açmaya uzanırken. Artık neredeyse lobiye gelmiştik. Nasıl
bir şeyler yapman gerektiğini düşündüğünü biliyorum. Ama bence önce kendine biraz yas tutma
fırsatı versen daha iyi olur.
Kızardı ve aniden her zamanki gibi öfkeli Miayı gördüm. Beni küçümseme dedi.
Hey küçümsemiyorum. Ciddiyim. Sadece henüz acın tazeyken aceleci bir şeylere yönelmeni
istemiyorum hepsi bu. Ayrıca... Devamını getiremedim.
Gözlerini kısarak bana baktı. Ne?
Lanet olsun. Bilmesi gerekiyordu. Şey suyu iyi kullanan birinin bir Strigoiye karşı ne
yapabileceğini gerçekten bilmiyorum. Muhtemelen onlardan biri üzerinde kullanılacak en az etkili
element olmalı.
Yüzü öfkeyle gerildi. Sen gerçek bir kaltaksın bunu biliyor muydun?
Sana sadece gerçeği söylüyorum.
O zaman ben de sana gerçeği söyleyeyim. Konu erkeklere geldiğinde tam bir aptalsın
Dimitriyi düşündüm. Pek de haksız sayılmazdı.
Mason harika biri diye devam etti. Tanıdığım en tatlı çocuklardan biri ve sen farkında bile değilsin
Senin için her şeyi yapar ve sen kendini Adrian Ivashkovun kollarına atıyorsun
Sözleri beni şaşırtmıştı. Mia Masona aşık olabilir miydi? Ben de kendimi Adrianın kollarına
atmasam da o şekilde göründüğünü tahmin edebiliyordum. Doğru olmasa bile Masonın kendini
ihanete uğramış hissedip incineceği açıktı.
Haklısın dedim.
Mia bana bakarken onunla hemfikir olduğuma o kadar şaşırmıştı ki yürüyüşümüzün geri kalanında
tek kelime daha etmedi.
Binanın erkek ve kızların bölümlerine ayrılan noktasına ulaştık. Diğerleri yürümeye devam
ederken Masonı kolundan yakaladım.
Dur bir dakika dedim. Ona Adrianla ilgili gerçekten güvence vermek istiyordum ama kendi içimde
bunu Masonı gerçekten istediğim için mi yoksa beni istemesinden hoşlandığım ve bencilce bir
şekilde bunun sona ermesini istemediğim için mi yaptığımı bilmiyordum. Durup bana baktı.
Yüzünde temkinli bir ifade vardı. Sana üzgün olduğumu söylemek istedim. Kavgadan sonra sana
öyle bağırmamalıydım sadece yardım etmeye çalıştığını biliyorum. Ve Adrian meselesi... onunla
aramda hiçbir şey yok ve olmadı. Ciddiyim.
Hiç öyle görünmüyordu dedi Mason. Ama yüzündeki öfke yatışmıştı.
Biliyorum ama inan bana kendi kendine gelin güvey oluyor. Sanırım benden çok hoşlanıyor.
Ses tonum inandırıcı olmalıydı çünkü Mason gülümsüyordu. Eh aksi olmaması pek mümkün değil.
Ben onunla ilgilenmiyorum diye devam ettim. Ya da başka biriyle. Küçük bir yalandı ama o anda
bir önemi olduğunu sanmıyordum. Yakında Dimitriyi arkamda bırakacaktım ve Mia da Mason
konusunda kesinlikle haklıydı. Harika tatlı ve yakışıklı biriydi. Bu fırsatı değerlendirmemek aptallık
olurdu değil mi?
Kolunu tutmaya devam ederek onu kendime çektim. Pek fazla işarete ihtiyacı yoktu. Eğilip beni
öptü ve bu arada sırtımın duvara yaslandığını hissettim tıpkı Dimitriyle egzersiz salonundaki gibi.
Elbette ki Dimitriyle hissettiklerimden çok uzaktı ama yine de kendi tarzında güzeldi. Kollarımı
Masonın boynuna dolayarak daha da yakına çektim.
Bir yere... gidebiliriz dedim.
Geri çekilip güldü. Sen sarhoşken değil.
Ben... sarhoş değilim... yani o kadar değilim artık dedim onu tekrar kendime çekmeye çalışarak.
Dudaklarıma küçük bir buse kondurdu ve geri çekildi. Yeterince sarhoşsun. Bak kolay değil inan
bana. Ama yarın beni hala istersen ayık olduğunda o zaman gene konuşuruz.
Eğilip beni tekrar öptü. Kollarımı boynuna dolamaya çalıştım ama yine çekildi.
Sakin ol kızım dedi koridora doğru gerilerken.
Ona öfkeyle baktım ama sadece gülüp arkasını döndü. O uzaklaşırken öfkem yatıştı ve ben de
yüzümde bir gülümsemeyle kendi odama yöneldim.
15
Ertesi sabah ayak tırnaklarıma oje sürmeye Oserba8 b i r şekilde akşamdan kalmayken hiç de kolay
değildi kapının vurulduğunu duydum. Uyandığımda Lissa çoktan gitmişti ayak tırnaklarımı
mahvetmemeye çalışarak ve bu yüzden sendeleyerek kapıya yaklaştım. Kapıyı açtığımda otel
çalışanlarından birini kollarında koca bir kutuyla karşımda dururken buldum. Yan tarafından başını
uzatarak bana baktı.
Rose Hathawayi arıyorum.
Benim.
Kutuyu elinden aldım. Büyüktü ama o kadar ağır değildi. Çabucak teşekkür ettikten sonra kapıyı
kapadığımda ona bahşiş vermem gerekip gerekmediğini düşündüm. Her neyse.
Kutuyla birlikte yere oturdum. Üzerinde hiçbir işaret yoktu ve koli bandıyla kapatılmıştı. Bir kalem
bulup banda
saplayarak deldim. Yeterince yırttıktan sonra kutuyu açıp içine baktım.
İçi parfüm doluydu
Kutunun içinde en azından otuz küçük şişe parfüm olmalıydı. Bazılarının adını duymuştum
bazılarınıysa duymamıştım. Bazıları inanılmayacak kadar pahalı ancak film yıldızlarının kullanacağı
türdendi diğerleriyse her eczanede veya kozmetik ürün mağazasında gördüğüm türden ucuz şeylerdi.
Eternity. Angel. Vanilla Fields. Jade Blossom. Michael Kors. Poison. Hypnotic Poison. Pure Poison.
Happy. Light Blue. Jovan Musk. Pink Sugar. Vera Wang. Şişeleri tek tek elime alıp üzerlerini
okudum ve hafifçe kokladım.
İşimi tam yarılamışken birden kafama dank etti: Bunlar Adriandan gelmiş olmalıydı
Böylesine kısa bir süre içinde hepsini otele ulaştırmayı nasıl başardığını bilmiyordum ama para
neredeyse her kapıyı açardı. Yine de zengin şımarık bir Moroinin ilgisine ihtiyacım yoktu görünüşe
bakılırsa ona verdiğim işaretleri algılamamıştı. Üzüntüyle parfümleri tekrar yerlerine yerleştirmeye
başladım ama sonra durdum. Elbette onları iade edecektim... ama bunu yapmadan önce geri kalanını
da koklamaktan ne zarar gelirdi?
Bir kez daha şişeleri tek tek çıkarmaya başladım. Bazılarını sadece kapağından kokluyordum
bazılarını havaya sıkıyordum. Serendipity. Dolce&Gabbana. Shalimar. Daisy. Kokular tek tek
burnuma doluyordu: Gül menekşe sandal ağacı portakal vanilya orkide...
İşim bittiğinde burnum artık neredeyse işe yaramıyordu. Bunların hepsi insanlar için tasarlanmıştı.
Onların koku alma duyusu vampirlerinkinden ve hatta dampirlerinkinden daha zayıftı dolayısıyla bu
kokular aşırı güçlüydü. Adrianın sadece çok az miktarda parfümün gerekli olduğunu söylerken ne
demek istediğini şimdi daha iyi anlıyordum.
Bütün bu şişeler benim başımı döndürürse bir Moroinin nasıl koku alacağını ancak tahmin
edebilirdim. Duyusal yükleme akşamdan kalma olduğum için ağrıyan başıma da hiç iyi gelmiyordu
doğrusu.
Bu kez parfümleri gerçekten yerlerine koymaya başladım ama özellikle hoşlandığım birine gelince
durdum. Küçük şişeyi elimde tutarak bir an tereddüt ettim. Sonra kırmızı şişeyi çıkarıp tekrar
kokladım. Net tatlı bir kokusu vardı. İçinde bir tür meyve olmalıydı ama şekerlenmiş bir meyve
değildi. Bir defasında kaldığım yurtta tanıdığım bir kızdan aldığım kokuyu hatırladım. Bana adını
söylemişti. Vişne gibi bir şeydi... ama daha keskindi. Frenküzümü evet oydu.
İşte şimdi bir parfümün içinde çiçeklerle birleştirilmiş haldeydi. Karışımı ne olursa olsun bana çok
çekici gelmişti. Tatlıydı ama çok tatlı değildi. Kutuyu inceleyerek adına baktım: Amor Amor.
Çok uygun diye mırıldandım son zamanlarda yaşadığım aşk sorunlarını düşünerek. Ama parfümü
yine de kendime sakladım ve geri kalanını tekrar paketledim.
Kutuyu kollarıma alarak resepsiyon masasına götürdüm ve tekrar kapatmak için seloteyp istedim.
Sonra da Adrianın odasının yerini sordum. Görünüşe bakılırsa Ivashkovlar koca bir kanadı
kendilerine ayırmışlardı ama Tashanın odasından çok uzak değildi.
Kendimi kargo görevlisi gibi hissederek koridorda yürüdüm ve kapısının önünde durdum. Kapıyı
vuramadan açıldı ve Adrian karşımda dikildi. O da benim kadar şaşkın görünüyordu.
Küçük dampir dedi rahat ve samimi bir tavırla. Seni burada görmeyi beklemiyordum.
Bunları iade etmeye geldim. İtiraz etmesine fırsat bırakmadan kutuyu ona doğru uzattım. Şaşkınca
sendeleyerek yakaladı. Kutuyu sağlam bir şekilde tuttuktan sonra birkaç adım geriledi ve kutuyu
yere bıraktı.
Hiçbirini beğenmedin mi? diye sordu. Biraz daha almamı ister misin?
Bana bir daha hediye gönderme.
Bu bir hediye değil kamu hizmeti. Hangi kadının parfümü olmaz ki?
Bir daha yapma dedim kararlı bir tavırla.
Aniden arkasından bir ses yükseldi. Rose? Sen misin?
Adrianın arkasına baktım. Lissa
Senin burada ne işin var?
Baş ağrım ve Christianla yaşadıklarım arasında onu bu sabah elimden geldiğince zihnimden
atmıştım. Normalde bir odaya yaklaştığım anda içeride olup olmadığını anlardım. Kendimi tekrar
açtım ve şaşkınlığını hissettim. Beni orada görmeyi beklemediği belliydi.
Asıl senin ne işin var? diye sordu.
Hanımlar hanımlar dedi Adrian alaycı bir tavırla. Benim için kavga etmenize gerek yok.
Ona öfkeyle baktım. Etmiyoruz da zaten. Sadece burada neler döndüğünü bilmek istiyorum.
Burnuma bir tıraş losyonu kokusu geldi ve arkamda başka bir ses duydum: Ben de öyle
Durduğum yerde sıçradım. Arkamı döndüğümde Dimitriyi koridorda dururken gördüm. Ivashkov
kanadında ne işi olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Tashanın odasına gidiyordu dedi içimden bir ses.
Dimitri hiç şüphesiz başımı her türlü derde sokacağımı düşünüyor olmalıydı ama Lissayı da orada
görünce hazırlıksız yakalanmıştı. Yanımdan geçerek odaya girdi ve üçümüze baktı.
Erkek ve kız öğrenciler birbirlerinin odalarına giremez.
Adrianın teknik olarak öğrenci olmadığını vurgulamanın burada bizi kurtarmayacağını biliyordum.
Herhangi bir erkeğin odasında olmamamız gerekiyordu.
Bunu her seferinde yapmayı nasıl başarıyorsun? diye sordum Adriana öfkeyle bakarak.
Neyi?
Bizi berbat bir duruma sokmayı
Adrian güldü. Buraya ikiniz de kendiniz geldiniz.
Onları içeri almamalıydın diye azarladı Dimitri. St. Vladimirdeki kuralları bildiğinden eminim.
Adrian omuz silkti. Evet ama herhangi bir okulun aptalca kurallarına uymak zorunda değilim.
111Belki değilsin dedi Dimitri soğuk bir tavırla. Ama yine de o kurallara saygı duymanı
beklerdim.
Adrian gözlerini devirdi. Henüz reşit olmamış kızlarla ilgili nutuk çektiğini gördüğüme çok
şaşırdım.
Dimitrinin gözlerindeki öfke pırıltılarını gördüm ve bir an için onunla alay ettiğim kontrol
kaybının bir örneğini gördüğümü sandım. Ama duruşunu değiştirmedi ve ne kadar öfkeli olduğunu
göstermek için sadece yumruklarını sıktı.
Ayrıca diye devam etti Adrian burada ahlaksızca bir şeyler olmuyordu. Sadece takılıyorduk.
Eğer küçük kızlarla takılmak istiyorsan bunu halka açık yerlerde yap.
Dimitrinin bize küçük kızlar demesinden hiç hoşlanmamıştım ve burada biraz aşırı tepki verdiğini
düşünüyordum. Tepkisinin bir ölçüde benim burada olmamdan kaynaklandığını da düşünüyordum.
O anda Adrian güldü tüylerimi ürperten türden tuhaf bir kahkahaydı. Küçük kızlar mı? Küçük
kızlar mı? Tabii. Hem küçükler hem de büyükler. Hayatta daha neredeyse hiçbir şey görmediler ama
aynı zamanda da çok fazla şey gördüler. Bir taraflarında yaşam bir taraflarında ölüm... Ama sen
onlar için mi endişeleniyorsun? Asıl kendin için endişelen dampir Kendin için ve benim için. Asıl
küçük olan bizleriz.
Üçümüz düz düz Adriana baktık. Onun aniden böyle bir çıkış yapmasını kimsenin
beklemediğinden emindim.
Adrian sakinleşti ve yine eski haline döndü. Olduğu yerde tur atarak pencereye doğru yürüdü ve
bize doğal bir tavırla bakarak sigara paketini çıkardı.
Hanımlar muhtemelen sizin gitmeniz gerek. O haklı. Ben kötü etki yaratıyorum.
Lissayla birbirimize baktık. İkimiz de aceleyle çıktık ve Dimitrinin peşinden lobiye gittik.
Bu... tuhaftı dedim birkaç dakika sonra. Açıkça görülen bir şeyi ifade ediyordum ama şey birinin
bunu yapması gerekiyordu.
Çok dedi Dimitri. Öfkeli değil daha çok şaşkın gibi görünüyordu.
Lobiye ulaştığımızda Lissanın peşinden odamıza dönecektim ama Dimitri bana seslendi.
Rose dedi. Seninle biraz konuşabilir miyiz?
Lissadan gelen sempatik duygu akışını hissettim. Dimitriye dönerek odanın yan tarafına geçtim ve
koridordan geçenlere izin verecek şekilde durdum. Elmaslar ve kürkler arasında bir grup Moroi
endişeli yüzlerle yanımızdan geçti. Komiler de bagajlarla peşlerindeydi. Oteldeki müşteriler hala
daha güvenli yer arayışıyla ayrılıyordu. Strigoi paranoyası herkesi etkisi altına almışa benziyordu.
Dimitrinin sesiyle dikkatim tekrar ona döndü. O Adrian Ivashkov. Bu adı diğer herkesin söylediği
gibi söylemişti.
Evet biliyorum.
Seni ikinci kez onun yanında görüyorum.
Evet diye cevap verdim. Bazen karşılaşıyoruz.
Dimitri bir kaşını kaldırdı ve başının kısa bir hareketiyle geldiğimiz yönü işaret etti. Odasında sık
karşılaşıyor musunuz?
Verebileceğim bir dizi sert cevap zihnimde belirdi ve en iyisini seçtim. Onunla aramda olanlar seni
hiç ilgilendirmez. Bunu söylerken Tashayla kendisi hakkında konuştuğumuzda kullandığı ses tonunu
taklit etmiştim.
Aslında Akademide öğrenci olduğun sürece ne yaptığın beni yakından ilgilendirir.
Özel hayatım seni ilgilendirmez. Bu konuda hiçbir söz hakkın yok.
Henüz yetişkin değilsin.
Neredeyse yetişkinim. Aynca on sekizinci doğumgünümde aniden sihirli bir şekilde yetişkin olacak
da değilim. Orası kesin dedi.
Kızardım. Demek istediğim o değildi. Demek istediğim...
Ne demek istediğini biliyorum. Ve teknik detayların artık önemi yok. Sen bir Akademi
öğrencisisin. Ben de senin
öğretmeninim. Sana yardımcı olmak ve seni güvende tutmak benim görevim. Onun gibi birinin
odasında bulunman... şey güvenli değil.
Adrian Ivashkovla başa çıkabilirim diye mırıldandım. Tuhaf... gerçekten tuhaf biri... orası kesin.
Ama zararsız.
Dimitrinin kıskanıp kıskanmadığını merak ediyordum. Lissayı kenara çekip ona bağırmamıştı. Bu
düşünce beni biraz mutlu etti ama sonra Dimitrinin neden orada beklenmedik şekilde ortaya
çıktığıyla ilgili düşüncemi hatırladım.
Özel yaşamlardan sözetmişken... Sanırım sen de Tashayı ziyaret etmek üzereydin ha?
Gülünç olduğunu biliyordum ve seni ilgilendirmez demesini bekliyordum. Ama beni şaşırtan bir
cevap verdi. Aslında anneni ziyaret ediyordum.
Onunla da mı ilişkiye gireceksin? Öyle olmadığını elbette biliyordum fakat bu fırsatı
kaçıramazdım.
Bunun o da farkındaydı ve bana bir kaşını kaldırarak baktı. Hayır Drozdov saldırısındaki
Strigoilerle ilgili bazı yeni verilere bakıyorduk.
Öfkem bir anda yatıştı. Drozdovlar. Badicalar. Aniden bu sabah olan diğer her şey önemini
kaybediverdi. O ve diğer gardiyanlar bizi ölümcül bir tehlikeden korumaya çalışırken ben nasıl orada
durup aşk tartışmasına girebilirdim?
Ne buldunuz? diye sordum sakince.
Strigoilerden bazılarının izini sürmeyi başardık dedi.
Ya da en azından onlarla birlikte çalışan insanların. Yakınlarda yaşayan bazı tanıklar kullandıkları
arabaları görmüş.
Plakalar farklı eyaletlere ait görünüşe bakılırsa grup dağılmış ve bunu muhtemelen işimizi
zorlaştırmak için yapmış.
Ama tanıklardan biri plaka numaralanndan birini alabilmiş. Spokanede bir adrese kayıtlı.
Spokane mi? diye sordum inanamayarak. Spokane Washington mı? Kim Spokanede bir hücre evi
ister ki? Bir defasında oraya gitmiştim. Diğer tüm kuzeybatı şehirleri kadar sıkıcıydı.
Strigoiler bunu istemiş gibi görünüyor dedi. Adres sahteydi ama diğer kanıtlar gerçekten orada
olduklarını gösteriyor. Bir alışveriş merkezinin altında yeraltı tünelleri var. O bölgede Strigoiler de
görülmüş.
O halde... dedim kaşlarımı çatarak. Peşlerinden gidecek misiniz? Biri bunu yapacak mı? Yani
Tashanın başından beri anlatmaya çalıştığı şey buydu... Nerede olduklarını biliyorsak...
Başını iki yana salladı. Gardiyanlar daha tepelerden izin gelmeden bir şey yapamaz. En azından
yakın bir zamanda böyle bir şey olmayacak.
İç çektim. Çünkü Moroiler çok fazla konuşuyor.
Dikkatli davranıyorlar dedi.
Yine öfkelenmeye başlıyordum. Haydi. Sen bile böyle bir şeyde dikkatli olmak istemezsin.
Strigoilerin nerede gizlendiğini tam olarak biliyorsunuz. Çocukları öldüren Strigoiler. Hiç
beklemedikleri bir zamanda peşlerinden gitmek istemez misin? Şimdi gerçekten Mason gibi
konuşuyordum.
O kadar kolay değil dedi. Gardiyan Konseyine ve Moroi hükümetine karşı sorumluyuz. Öylece
ortalıkta koşturup canımızın istediğini yapamayız. Ayrıca henüz her şeyi bilmiyoruz. Bütün detayları
bilmeden herhangi bir saldırı yapamazsın.
Yine Zen dersleri dedim iç çekerek. Elimle saçlarımı sıvazlayarak kulaklarımın arkasına
sıkıştırdım. Bana bunları neden anlatıyorsun ki? Bu gardiyanları ilgilendiren bir mesele. Acemilerin
bilmesini istemezsiniz.
Söylediklerini düşündü ve yüz ifadesi yumuşadı. Daima inanılmaz görünüyordu ama onu en çok
böyle beğeniyordum. Birkaç şey söyledim... geçen gün ve bugün... söylememem gereken şeylerdi.
Yaşını aşağılayan şeylerdi. On yedi yaşındasın... ama senden çok daha büyüklerin yapabileceği
şekilde belli şeylerle başa çıkabiliyorsun.
Birden kalp atışlarım hızlandı. Gerçekten mi?
Başıyla onayladı. Hala birçok açıdan küçüksün ve öyle davranıyorsun ama bunu değiştirmenin tek
yolu sana bir yetişkin gibi davranmak. Bunu daha sık yapmalıyım. Bu bilgiyi aldığında ne kadar
önemli olduğunu kavrayarak kendine saklayacağından eminim.
Çocukça davrandığımın söylenmesinden hoşlanmamıştım fakat benimle dengi gibi konuşması
düşüncesi hoşuma gitti.
Dimka diye seslendi biri. Tasha Ozera yanımıza geldi.
Beni gördüğünde gülümsedi. Selam Rose.
Yine moralim bozulmuştu. Selam dedim düz bir sesle.
Bir elini Dimitrinin koluna koyup parmaklarını montun derisi üzerinde kaydırdı. O parmaklara
öfkeyle baktım. Ona dokunmaya nasıl cüret edebilirdi?
Yine o şekilde görünüyorsun dedi Tasha.
Nasıl yani? diye sordu Dimitri. Benimle konuşurken yüzünde beliren sert ifade tamamen
kaybolmuştu. Dudaklarında hafif bilgiç bir gülümseme vardı. Neredeyse oyuncu bir gülümseme.
Bütün gün görevde olacağını söyleyen görünüş.
Gerçekten mi? Benim öyle bir görünüşüm mü var? Dimitrinin sesinde tatlı bir alaycılık vardı.
Tasha başıyla onayladı. Nöbetin teknik olarak ne zaman bitiyor?
Dimitri gerçekten yemin ederim saf saf baktı. Bir saat önce bitti.
Bu şekilde devam edemezsin diye homurdandı Tasha. Biraz ara vermen gerek.
Şey... daima Lissanın gardiyanı olduğumu düşünürsen...
Şimdilik dedi Tasha bilgiç bir tavırla. Kendimi önceki geceden daha da kötü hissettim. Üst katta
büyük bir bilardo turnuvası var.
Yapamam dedi Dimitri ama hala gülümsüyordu.
Uzun süredir oynamamış olmama rağmen...
Ne? Dimitri bilardo mu oynuyordu?
Aniden bana bir yetişkinmişim gibi davranmasıyla ilgili konuşmalarımız önemini kaybetti. Bir
yandan bunun ne kadar büyük bir iltifat olduğunun farkındaydım diğer yandan bana da Tashaya
davrandığı gibi davranmasını istiyordum. Oyuncu. Alaycı. Doğal. Birbirleriyle o kadar yakın
birbirlerinin yanında o kadar rahattılar ki.
Haydi o zaman diye yalvardı Tasha. Sadece bir raunt Hepsini yenebiliriz.
Yapamam diye tekrarladı Dimitri. Pişman gibiydi. Bütün bu olanlardan sonra olmaz.
Tasha biraz ciddileşti. Hayır. Sanırım olmaz. Bana döndü. Umarım burada ne kadar zorlu bir rol
modelin olduğunu anlıyorsundur. Asla görevini bırakmaz.
Şey dedim onun melodik ses tonunu taklit ederek en azından şimdilik.
Tasha şaşırmış gibi baktı. Onunla alay edeceğimi aklının ucundan bile geçirmediğinden emindim.
Dimitrinin çatık kaşları bana neler döndüğünü tam olarak bildiğini gösterdi.
Bir yetişkin olarak kaydettiğim ilerlemeyi boşa çıkardığımı anladım.
Burada işimiz bitti Rose. Söylediklerimi unutma.
Evet dedim başımı çevirerek. Aniden odama girip bir süre tek başıma kalma isteği duydum. Bugün
çoktan yorulmaya başlamıştım bile. Kesinlikle.
Masona rastladığımda pek uzaklaşmamıştım. Ulu Tanrım Her yerde erkekler
Öfkelisin dedi beni gördüğü anda. Ruh halimi doğal olarak algılıyordu. Ne oldu?
Bazı... otorite sorunları. Bu sabah oldukça tuhaftı.
İç çekerken Dimitriyi zihnimden atmakta zorlanıyordum. Masona baktığımda dün gece onunla
ciddileşmek istediğim konusunda ne kadar kendimden emin olduğumu hatırladım. Gerçekten
umutsuz vakaydım. Kimseyle ilgili karar veremiyordum. Bir erkeği kafamdan atmamın en iyi
yolunun bir diğerine odaklanmak dduğunu düşünerek Masonın elini tutup onu sürüklemeye
başladım.
Haydi. Anlaşmamız bugün yalnız kalabileceğimiz bir yere gitmek değil miydi?
Artık sarhoş olmadığını varsayıyorum dedi şakacı bir tavırla. Ama bakışları son derece ciddi ve
ilgiliydi. Etkisi tamamen geçti sanırım.
Hey ne olursa olsun sözümün arkasında dururum ben. Zihnimi açarak Lissayı aradım. Artık
odamızda değildi. Başka bir kraliyet davetine gitmişti ve Priseilla Vodanın büyük ziyafeti için prova
yaptığı şüphesizdi. Haydi dedim Masona. Benim odama gidelim.
Dimitrinin birinin odasının önünden olmadık bir zamanda geçmesi dışında kimsenin karma oda
kullanımına karşı çıktığı yoktu aslında. Akademi yurdunda olmaktan farklı değildi. Masonla birlikte
üst kata çıkarken Dimitrinin Spokanedeki Strigoiler hakkında bana anlattıklarını ona aktardım.
Dimitri bilgiyi kimseyle paylaşmamamı söylemişti fakat ona yine öfkelenmiştim ve Masona
anlatmakta herhangi bir sakınca görmüyordum. Bununla ilgileneceğini tahmin etmiştim.
Ve haklıydım. Mason gerçekten meraklandı.
Ne? diye bağırdı birlikte odama girerken. Hiçbir şey yapmıyorlar mı?
Omuz silkerek yatağıma oturdum. Dimitri dedi ki...
Biliyorum biliyorum... Seni dinledim. Dikkatli olmakla ilgili filan. Mason öfkeli bir tavırla
odamda volta atmaya başladı. Ama o Strigoiler yine başka Moroilerin peşinden giderse... Başka bir
ailenin... Kahretsin O zaman böylesine dikkatli davranmasaydık keşke diye dileyecekler.
Unut gitsin dedim. Onunla yatağa girmeye hazırken hala savaş planları yapıyor olmasına biraz
bozulmuştum. Yapabileceğimiz bir şey yok.
Olduğu yerde durdu. Biz gidebiliriz.
Nereye gidebiliriz?* diye sordum aptal aptal.
Spokanee. Kasabada binebileceğimiz otobüsler var.
Ben... Dur bir dakika. Yani Spokanee gidip Strigoilere saldırmamızı mı öneriyorsun?
Elbette. Eddie de gelir... o alışveriş merkezine gidebiliriz. Organize filan olmayacaklardır çünkü
bir saldırı beklemeyecekler. Orada bekleyip onları tek tek indirebiliriz.
Ona dümdüz baktım. Sen ne zaman bu kadar salaklaştın?
Ah anlıyorum. Bana bu kadar güvendiğin için teşekkürler.
Güvenle hiçbir ilgisi yok diye karşı çıktım ayağa kalkıp ona doğru yürüyerek. İyi bir dövüşçüsün
bunu gördüm. Ama bu... yolu bu değil. Eddieyi alıp Strigoilere saldıramayız. Daha fazla adama
ihtiyacımız var. Daha iyi planlamaya. Daha fazla bilgiye.
Ellerimi Masonın göğsüne koydum. Ellerimi tutarak gülümsedi. Gözlerinde hala savaş ateşi vardı
ama zihninin daha acil endişelere yöneldiğini görebiliyordum. Benim gibi.
Sana salak demek istemedim dedim. Özür dilerim.
Şu anda böyle konuşmanın nedeni beni sakinleştirmek istemen.
Elbette diye güldüm onun rahatladığını gördüğüme memnun olarak. Bu sohbetin içeriği bana
Christianla Lissanın şapeldeki sohbetini hatırlatmıştı.
Şey dedi benden yararlanmakta zorlanacağını sanmıyorum.
Güzel. Çünkü yapmak istediğim bir sürü şey var.
Ellerimi yukarı boynuna kaydırdım. Parmaklarımın altında teni ılıktı ve önceki gece onunla
öpüşmekten ne kadar
hoşlandığımı hatırladım.
Aniden durduk yerde Sen gerçekten onun öğrencisisin dedi.
Kimin?
Belikovun. Daha fazla bilgiye filan ihtiyaç olduğunu söylediğinde bunu düşündüm. Tıpkı onun gibi
davranıyorsun. Onunla zaman geçirmeye başladığından beri çok daha fazla ciddileştin.
Hayır ciddileşmedim.
Mason beni kendine çekti ama aniden romantizmimi kaybetmiştim. Bir süre öpüşüp koklaşmak
Dimitriyi unutmak istiyordum onun hakkında konuşmak değil. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?
Masonın dikkatimi dağıtması gerekiyordu.
Bir terslik olduğunu farketmedi. Sadece biraz değiştin hepsi bu. Kötü bir şey değil... sadece farklı.
Bu konuda bir şey beni öfkelendirmişti ama karşılık verme fırsatı bulamadan dudaklarını
dudaklarımda hissettim. Mantıklı tartışmalar önemini kaybetti. İçimde karanlık bir öfke yükselmeye
başladı fakat Masonla sarmaş dolaş yatağa devrilirken bu yoğunluğu fizikselliğe aktardım. Öpüşmeyi
kesmeden onu yatağa çektim. Tırnaklarımı sırtına gömerken o da ellerini enseme kaydırdı ve birkaç
dakika önce topladığım atkuyruğumu serbest bıraktı. Parmaklarını saçlarımın arasına daldırarak
ağzını aşağı kaydırdı ve boynumu öpmeye başladı.
Sen... inanılmazsın diye mırıldandı. Ciddi olduğunun farkındaydım. Bütün yüzü bana duyduğu
şefkatle parlıyordu.
Dudaklarının tenime daha sıkı bastırması için başımı arkaya attığımda ellerinin gömleğimin
altından girdiğini hissettim. Karnımdan yukarı tırmanarak sutyenimin kenarına kadar geldiler.
Bir dakika önce tartıştığımız düşünülürse her şeyin bu kadar hızlı gelişmesine şaşırmıştım. Ama
açıkçası... umrumda da değildi. Hayatımı böyle yaşıyordum. Benimle ilgili her şey hızlı ve yoğundu.
Dimitriyle geçirdiğim ve Victor Dashkovun büyüsüne kurban gittiğim gece Dimitriyle de aramızda
öfkeli bir tutku yaşanmıştı. Ama Dimitri kontrol edebildiği için bazen işleri yavaşlatabilmiştik. Ve
kendi tarzında harikaydı. Ne var ki çoğunlukla kendimizi tutmayı başaramamıştık. Her şeyi tekrar
hissetmeye başlamıştım. Ellerinin vücudumda dolaşması. Derin güçlü öpücükler.
O anda bir şeyi anladım.
Masonı öpüyordum ama zihnimde Dimitriyle birlikteydim. Sadece hatırlıyor gibi de değildim.
Gerçekten Dimitriyle birlikte olduğumu hayal ediyordum tam o anda ve o geceyi tekrar yaşıyordum.
Gözlerimi kapadığımda rol yapmak kolaydı.
Ama gözlerimi tekrar açtığımda ve karşımda Masonın gözlerini bulduğumda benimle birlikte
olanın o olduğunu anladım. Bana tapıyordu ve teni uzun süredir arzuluyordu. Fakat benim bu şekilde
davranmam... onunla birlikteyken başka biriyle birlikteymiş gibi hayal etmem...
Doğru değildi.
Ondan uzaklaştım. Hayır... yapma.
Mason kendi kişiliğinden bekleneceği gibi hemen durdu.
Çok mu ileri gittim? diye sordu. Başımla onayladım. Sorun değil. Bunu yapmak zorunda değiliz.
Tekrar bana uzandı ve daha da uzaklaştım. Hayır sadece yapma bilmiyorum. Burada keselim olur mu
Ben... Bir an ne diyeceğini bilemedi. Yapmak istediğin bir sürü şeye ne oldu?
Evet... durum çok kötü görünüyordu ama ne diyebilirdim ki? Seninle sevişemem çünkü bunu
yaptığımda gerçekte istediğim başka birini düşünüyorum. Sen sadece onun yerini tutuyorsun.
Kendimi aptal gibi hissederek yutkundum. Özür dilerim Mase. Sadece... yapamam.
Doğrulup oturdu ve bir eliyle saçlarını sıvazladı. Tamam. Sorun değil.
Sesindeki sertliği duyabiliyordum. Kızdın.
Öfkeli bir yüzle bana baktı. Sadece şaşırdım. İşaretlerini okuyamıyorum. Bir an ateşlisin bir an
sonra buz gibisin. Bana beni istediğini söylüyorsun sonra da yapma diyorsun. Birine karar versen
sorun değil fakat bana bir şeyi düşündürüyorsun sonra da tamamen farklı yönde ilerliyorsun. Sadece
şimdi de değil... her zaman.
Doğruydu. Onunla bir ileri bir geri yapmıştım. Bazen flörtöz davranıyor diğer zamanlarda ona
aldırmıyordum bile.
Yapmamı istediğin bir şey var mı? diye sordu ben sessiz kaldığımda. Bilmiyorum. Benimle ilgili
kendini daha iyi hissetmeni sağlayacak bir şey?
Bilmiyorum dedim zayıf bir sesle.
İç çekti. Peki genel olarak ne istiyorsun?
Dimitriyi diye düşündüm. Bunun yerine aynı kelimeyi tekrarladım: Bilmiyorum.
Homurdanarak ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Rose olabildiğince fazla bilgi toplamak istediğini
iddia eden biri için gerçekten de kendin hakkında öğrenmen gereken çok şey var.
Kapıyı arkasından sertçe çarptı. Yüzümü buruşturdum ve Masonın az önce durduğu yere bakarken
onun haklı olduğunu anladım. Öğrenmem gereken çok şey vardı.
16
O gün daha sonra Lissa beni buldu. Mason gittikten sonra yataktan kalkamayacak kadar keyifsiz
olduğumdan uyuyakalmıştım. Lissanın kapıyı sertçe kapatmasıyla irkilerek uyandım.
Onu gördüğüme mutlu oldum. Masonla olanları anlatmak zorundaydım ama bunu yapmaya fırsat
bulamadan onun duygularını algıladım. O da benim kadar sıkıntılıydı. Her zaman olduğu gibi onu
kendimden önce tuttum.
Neler oldu?
Kendi yatağına oturdu kuştüyü örtülere gömüldü ve hem öfkeli hem de üzgün bir yüzle bana baktı.
Christian.
Ciddi misin? Daha önce hiç kavga ettiklerini duymamıştım. Birbirleriyle sıkça dalga geçerlerdi
fakat hiçbiri Lissanın gözlerini dolduracak kadar ileri gitmezdi.
Öğrenmiş... bu sabah Adrianın odasında olduğumu.
Ah vay canına dedim. Evet. Bu sorun olabilir. Ayağa kalkarak şifonyere doğru yürüdüm ve saç
fırçamı buldum. Yaldız çerçeveli aynanın önünde durup ekşi bir yüzle yansımama bakarak uyku
sırasında darmadağın hale gelen saçlarımı taramaya başladım.
Lissa homurdandı. Ama hiçbir şey olmadı Christian bir hiç uğruna tantana koparıyor. Bana
güvenmediğine inanamıyorum.
Sana güveniyor. Ama bütün olanlar biraz tuhaf hepsi bu. Dimitriyle Tashayı düşündüm. Kıskançlık
insanlara aptalca şeyler yaptırıp söyletir.
Ama hiçbir şey olmadı ki diye tekrarladı Lissa. Yani sen de oradaydın ve... hey bunu hiç
sormadım. Senin orada ne işin vardı?
Adrian bana bir koli parfüm göndermiş.
Yani taşıdığın o koca kutu o muydu?
Başımla onayladım.
Amanın
Evet. İade etmek için odasına gitmiştim dedim. Ama senin orada ne işin vardı?
Sadece konuşuyorduk dedi. Bana bir şey söylemek ister gibiydi fakat duraksadı. Düşüncelerin
neredeyse zihninin uçlarına ulaştığını ama sonra geri itildiğini hissettim. Sana anlatacak çok şeyim
var ama önce bana senin neyin olduğunu söyle.
Benim bir şeyim yok.
Her neyse Rose. Ben senin gibi müneccim değilim yine de ne zaman bir şeye sinirlendiğini
anlarım. Noelden bu yana bir tuhafsın. Neyin var?
Şimdi Noelde annemin bana Tashayla Dimitri hakkında anlattıklarını aktarmanın zamanı değildi.
Fakat Masonla olanlan anlattım tabii neden durduğumu açıklamadan.
Eh... dedi bitirdiğimde. Bu senin hakkındı.
Biliyorum ama olanları bir ölçüde ben hazırladım. Öfkelenmesine hak veriyorum.
Yine de aranızda çözebilirsiniz. Gidip onunla konuş. Senin için deli oluyor.
Ama konu birbirimizi yanlış anlamış olmaktan fazlasıydı. Masonla aramda olanlar o kadar kolay
telafi edilemezdi. Bilmiyorum dedim. Herkes sen ve Christian gibi değil.
Lissanın yüzü asıldı. Christian. Bu konuda böylesine aptalca davrandığına hala inanamıyorum.
Aslında niyetim bu değildi ama elimde olmadan güldüm. Lissa ikiniz yarın öpüşüp koklaşmaya
başlarsınız yine. Muhtemelen öpüşmekten fazlasını da yaparsınız.
Kendimi tutamayarak ağzımdan kaçırdım. Gözleri iri iri açıldı. Biliyorsun. Umutsuzca başını iki
yana salladı. Elbette biliyorsun.
Üzgünüm dedim. Kendisi anlatana kadar ona seks konusunu bildiğimi söylemek istememiştim.
Bana şüpheyle baktı. Ne kadarını biliyorsun?
Şey pek fazla değil diye yalan söyledim. Saçlarımı taramayı bitirmiştim fakat onunla göz göze
gelmemek için fırçanın sapıyla oynuyordum.
Seni zihnimin dışında tutmayı öğrenmem gerek diye mırıldandı.
Bu son zamanlarda seninle konuşabilmemin tek yolu. Yine kendimi tutamamıştım.
Bu da ne demek? diye sordu.
Hiçbir şey... ben... Bana sert bir bakış attı. Ben... bilmiyorum. Artık eskisi kadar
konuşmuyormuşuz gibi hissediyorum.
Bunun için iki kişi gerekir dedi yine nazik bir sesle.
Haklısın dedim kendisi sürekli erkek arkadaşıyla birlikte olduğu için o iki kişinin bir araya
gelmesinin mümkün olamadığını hatırlatmadan. Doğru bir şeyleri gizlediğim için kendi adıma
suçluluk duyuyordum ama son zamanlarda birçok kez onunla konuşmak istemiştim. Ne var ki
zamanlama bir türlü doğru olamamıştı şimdi bile değildi. Biliyor musun senin ilk olacağın hiç aklıma
gelmemişti. Ya da son sınıfta hala bakire olacağımı hiç düşünmemiştim.
Evet dedi. Ben de öyle.
Hey Bu da ne demek?
Lissa sırıttı ama o sırada saati gözüne ilişti ve gülümsemesi kayboldu. Ah Priscillanın ziyafetine
gitmem gerek. Christianın da benimle gelmesi gerekiyordu ama şu anda aptal gibi davranmakla
meşgul... Bakışlarını umutlu bir tavırla gözlerime dikti.
Ne? Ah hayır Lütfen Liss. O resmi kraliyet toplantılarından ne kadar nefret ettiğimi bilirsin.
Ah haydi diye yalvardı. Christian beni yarı yolda bıraktı. Beni kurtların arasına atamazsın. Ayrıca
daha fazla konuşmamız gerektiğini kendin söylememiş miydin? Homurdandım. Üstelik gardiyanım
olduğunda bu tür şeyleri her zaman yapman gerekecek.
Biliyorum dedim. Bu son özgür altı ayımın tadını çıkarabileceğimi düşünüyordum.
Ama sonuçta beni onunla gitmeye ikna etti ve bunu yapacağını ikimiz de en başından biliyorduk.
Çok fazla zamanımız yoktu ve aceleyle duş almak saçlarımı aceleyle kurulamak ve aceleyle
makyaj yapmak zorunda kalmıştım. Tashanın hediye ettiği elbiseyi son anda
aklıma eserek yanımda getirmiştim ve Dimitriyle yakınlığı yüzünden acı çekmesini istesem de bu
hediye için ona minnettardım. İpek kumaşı üzerime geçirirken kırmızının tahmin ettiğim kadar
etkileyici durduğunu farkettim. Yüksek yakası ve uzun kenarı tenimin büyük bölümünü örtüyordu
fakat kumaş üzerime yapışmıştı ve tenimin büyük ölçüde görünmesine oranla çok daha seksi
duruyordu. Gözümün morluğu da şimdiye kadar neredeyse tamamen geçmişti.
Lissa her zamanki gibi inanılmaz görünüyordu. Johnna Raski ünlü bir Moroi tasarımcı imzalı koyu
mor bir elbise giymişti. Elbise kolsuzdu ve satenden yapılmıştı. Kayışlara yerleştirilmiş ametist
benzeri minik kristaller solgun teninde parlıyordu. Saçlarını başının üzerinde gevşek bir topuz
halinde bırakmıştı.
Ziyafet salonuna ulaştığımızda birkaç göz bize döndü. Kraliyet üyelerinin bu Dragomir prensesinin
böylesine uzun zamandır beklenen seçkin bir ziyafete yanında dampir arkadaşını getireceğini tahmin
etmediklerinden emindim. Ama sonuçta Lissanın davetiyesinin üzerinde ve konuğu yazıyordu.
Masalardan birinde adlarını hemen unutuverdiğim bazı kraliyet üyeleriyle birlikte yerlerimizi aldık.
Onlar bana aldırmazlık ederken ben de bu tavırlarından memnundum.
Ayrıca daha bir sürü dikkat dağıtıcı şey vardı. Bu salon baştan aşağı mavi ve gümüş kaplıydı.
Masaların üzerine serilmiş gece mavisi örtüler öylesine parlak ve pürüzsüzdü ki üzerlerinde yemek
yemeye çekiniyordum. Duvarlara bir sürü mum asılmıştı ve bir köşede vitraylı camla dekore edilmiş
bir şömine çıtırdıyordu. Sonuçta ortaya çıkan görkemli bir ışık ve refik manzarası insanın başını
döndürüyordu. Bir köşede ince yapılı bir Moroi kadın yüzünde hülyalı bir ifadeyle çello çalıyordu.
Kristal şarap kadehlerinin şıngırtısı yaylardan yayılan tatlı melodileri tamamlıyordu.
Yemek de aynı ölçüde inanılmazdı oldukça seçkindi ama tabağımdaki (elbette ki Çin porseleniydi)
her şeyi tanımış ve hepsinden hoşlanmıştım. Mantarlı somon armutlu salata ve keçi peyniri. Lezzetli
bademlerle doldurulmuş hamur tatlıları. Tek şikayetim porsiyonların fazla küçük olmasıydı.
Yiyecekler sadece tabakları süslemek için konmuş gibiydi ve açıkçası on lokmada bitiveriyordu.
Moroilerin kana ek olarak yiyeceğe ihtiyaçları olabilirdi ama
bir insan ya da büyüme çağındaki bir dampir kız kadarihtiyaç duymadıkları da ortadaydı.
Yine de sadece yiyecekler bile buraya gelmeyi kabul etmeme değerdi. Ancak yemek sona
erdiğinde Lissa bana gidemeyeceğimizi söyledi.
Kaynaşmak zorundayız diye fısıldadı.
Kaynaşmak mı?
Lissa rahatsız durumuma bakarak güldü. Sen benden daha sosyalsin.
Bu doğruydu. Çoğunlukla öne çıkan ve insanlarla konuşmaktan korkmayan ben olurdum. Lissa
daha utangaçtı. Ama bu ortamda yer değiştirmiştik. Burası benim değil onun dünyasıydı ve kraliyet
üyeleriyle yüksek sosyeteden insanlarla nasıl rahat hareket ettiğini görünce şaşırmıştım. Mükemmel
parlak cilalı ve kibar davranıyordu. Herkes onunla konuşmak istiyordu ve her zaman söylenecek
doğru şeyi biliyor gibiydi. Kesinlikle başkalarını kendine çeken
bir hava yayıyordu. Sanırım bu bilinçsiz bir ruh etkisi olabilirdi. Yoğun sosyal ortamlar onun için
zorlama ve stresli olsa da şimdi etrafındakilerle rahat bir şekilde iletişim kuruyordu. Onunla gurur
duyuyordum. Sohbetin büyük bölümü oldukça hafifti: Moda kraliyet üyelerinin aşk hayatı vs. Kimse
çirkin Strigoi sohbetleriyle ortamı bozmak istemiyor gibiydi.
Ben de gecenin geri kalanı boyunca onun yanından ayrılmadım. Bunun sadece gelecek için bir
prova olduğunu sonuçta yakın gelecekte onu sessiz bir gölge gibi izlemek zorunda kalacağımı
düşündüm. Gerçek şu ki bu ortamda kendimi çok huzursuz hissediyordum ve her zamanki rahat
tavırlarımın burada işe yaramayacağını biliyordum. Ayrıca konuklar arasındaki tek dampir
olduğumun da farkındaydım. Başka dampirler vardı evet ama onlar resmi gardiyan tavırlarındaydı ve
sadece salonun etrafında bekleşiyorlardı.
Lissa kalabalığın arasında ilerlerken sesleri giderek yükselen küçük bir Moroi grubuna doğru
sürüklendik. Aralarından birini tanımıştım. Ayırmaya çalıştığım kavgadaki çocuklardan biriydi ama
bu kez üzerinde mayo yerine çarpıcı görünen siyah bir smokin vardı. Biz yaklaşırken başını kaldırıp
baktı ama görünüşe bakılırsa beni hatırlamadı. Bize aldırmadan tartışmasına devam etti. Tahmin
edileceği gibi konu Moroilerin korunmasıyla ilgiliydi. Moroilerin Strigoilere karşı saldırgan bir tavır
izlemesi gerektiği fikrini savunan çocuktu bu.
Bunun bir intihar olduğunu neden anlayamıyorsun? diye sordu yakınlarda duran adamlardan biri.
Beyaz saçlı pos bıyıklı bir adamdı. Onun da üzerinde smokin vardı ama genç olan smokin içinde
daha iyi görünüyordu. Moroilerin asker olarak eğitilmesi ırkımızın sonu olur.
İntihar filan değil diye bağırdı genç olan. Yapılması gereken doğru şey bu. Kendi başımızın
çaresine bakmaya başlamak zorundayız. Savaşmayı ve büyü kullanmayı öğrenmek gardiyanlar
dışındaki en önemli silahlarımız.
Evet ama gardiyanlar varken başka bir şeye ihtiyacımız yok ki dedi Gümüş Saçlı. Kraliyet üyesi
olmayanları dinliyorsun. Onların kendi gardiyanları yok ve dolayısıyla el
bette ki korkuyorlar. Ama bu hayatlarımızı tehlikeye atmamız için bir neden olamaz.
O zaman atmayın dedi Lissa aniden. Sesi yumuşaktı ama küçük gruptaki herkes dönüp ona baktı.
Moroilerin savaşmayı öğrenmesinden sözettiğinizde sanki durum ya hep ya hiçmiş gibi
davranıyorsunuz. Ama değil. Savaşmak istemiyorsanız o zaman mecbur kalmamalısınız. Bunu
kesinlikle anlıyorum. Adam biraz sakinleşmiş gibi görünüyordu. Ne var ki bu siz gardiyanlara
güvenebildiğiniz için mümkün. Birçok Moroi bunu yapamıyor. Ve onlar kendilerini savunmayı
öğrenmek istiyorlarsa onların da istediklerini yapamamaları için bir neden göremiyorum.
Genç olan Gümüş Saçlıya dönerek muzaffer bir tavırla sırıttı. İşte gördün mü?
O kadar kolay değil diye karşı çıktı Gümüş Saçlı. Eğer siz deliler sadece kendinizi öldürtmek
istiyorsanız sorun değil. Ne isterseniz yapın. Ama bütün bu sözde savaş tekniklerini nereden
öğreneceksiniz?
Büyü kullanmayı kendi kendimize öğrenebiliriz. Fiziksel dövüş tekniklerini de gardiyanlar bize
öğretebilir.
Evet gördünüz mü? Bunun nereye gittiğini biliyordum. Diğerlerimiz sizin intihar görevinizde yer
almasak bile hala sözde ordunuzu eğitmek için gardiyanlarımızı elimizden alacaksınız.
Genç olan sözde kelimesini duyunca kaşlarını çattı ve bir an yumrukların konuşmaya
başlayacağını sandım. Bunu bize borçlusunuz.
Hayır değiller dedi Lissa.
Meraklı bakışlar yine ona döndü. Bu kez ona zafer edasıyla bakan Gümüş Saçlıydı. Genç olanın
yüzü öfkeden kızarmıştı.
Gardiyanlar sahip olduğumuz en iyi savaş kaynakları.
Öyle dedi Lissa ama bu size onları görevlerinden alıkoyma hakkını vermez. Gümüş Saçlı resmen
parlıyordu.
O halde nasıl öğreneceğiz? diye sordu genç olan.
Gardiyanların yaptığı gîbi dedi Lissa. Savaşmayı öğrenmek istiyorsanız akademilere gideceksiniz.
Sınıflar oluşturarak bütün acemiler gibi sıfırdan başlayacaksınız. Bu şekilde gardiyanları aktif
koruma görevlerinden çekmeniz gerekmeyecek. Akademiler güvenli ortamlar ve oradaki gardiyanlar
da zaten öğrenci yetiştirmekte uzman. Bir an
duraksadı. Savunma tekniklerini şu anda akademilerde okuyan öğrenciler için standart müfredat
haline getirerek işe başlayabilirsiniz.
Şaşkın bakışlar ona dönerken benimkiler de bu bakışlara dahildi. Öylesine seçkin ve zekice bir
çözümdü ki... Üstelik etrafımızdaki herkes anlamıştı. Hiçbir gruba taleplerinin %100ünü vermiyordu
ama kimseye zarar vermeden gereklerin büyük bölümünü karşılıyordu. Tam bir dehaydı. Diğer
Moroiler onu merak ve hayranlıkla inceliyordu.
Aniden herkes aynı anda konuşmaya başladı bu fikir onları heyecanlandırmıştı. Lissayı aralarına
çektiler ve çok geçmeden öne sürdüğü planla ilgili tutkulu bir sohbet başladı. Bu sırada ben kenarlara
itilmiştim ve bundan mem
nundum. Tamamen geri çekilip kapıya yakın bir köşeye yürüdüm.
Yolda yanımdan geçen bir ordövr tepsisine baktım. Karnım hala guruldarken şüpheyle inceledim
ama kaplıcada yediğimize benzer bir şey göremedim. Yine de emin olamayarak garsona sordum.
Şu kaz ciğeri mi?
Kız başını iki yana salladı. Uykuluk.
Kulağa kötü gelmiyordu. Uzandım.
O pankreastır dedi bir ses arkamdan. Hemen elimi geri çektim.
Ne? diye sordum sesim çatlayarak. Garson tepkimi reddediş olarak algıladı ve uzaklaştı.
Adrian Ivashkov halinden son derece memnun bir tavırla görüş alanıma girdi.
Benimle dalga mı geçiyorsun? diye sordum. Uykuluğun pankreasla ne ilgisi var? Bunun beni
neden bu kadar şaşırttığını bilmiyordum. Moroiler kan içerdi neden iç organları da yemeyeceklerdi
ki? Yine de ürpertimi zorlukla bastırdım.
Adrian omuz silkti. Aslında bir hayli iyidir.
Tiksintiyle başımı iki yana salladım. Ah Tanrım. Zenginler gerçekten midesiz.
Adrian daha da neşelendi. Senin burada ne işin var küçük dampir? Beni mi takip ediyorsun?
Elbette hayır diye çıkıştım. Her zamanki gibi mükemmel giyinmişti. Özellikle de başımızı
soktuğun onca dertten sonra.
O baş döndürücü tarzıyla gülümsedi ve beni o kadar sinirlendirmesine rağmen yine ona yakın olma
isteğiyle doldum. Neden böyle hissediyordum ki?
Bilmiyorum dedi alaycı bir tavırla. Şimdi son derece aklı başında görünüyordu ve odasında
gördüğüm tuhaf davranışlardan eser yoktu. Ve evet smokin içinde şimdiye
dek gördüğüm diğer tüm erkeklerden daha etkileyiciydi. Ne kadar sık karşılaşıyoruz Bu kaçıncı?
Beşinci mi oldu? Şüphe uyandırmaya başlayacak. Ama endişelenme. Erkek arkadaşına söylemem
ikisine de.
İtiraz etmek için ağzımı açtım ama beni daha önce Dimitriyle gördüğünü hatırladım. Kızarmamak
için kendimi zorladım. Benim sadece bir erkek arkadaşım var. Sayılır. Belki de artık değil. Yine de
ona söylenecek bir şey yok. Senden hoşlanmıyorum bile.
Öyle mi? diye sordu Adrian gülümsemeye devam ederek. Paylaşacak bir sırrı varmış gibi bana doğru
eğildi.
O zaman neden sana hediye ettiğim parfümü sürdün?
Bu kez gerçekten kızardım. Bir adım geriledim. Sürmedim.
Güldü. Elbette sürdün. Sen gittikten sonra kutuları saydım. Ayrıca üzerinde kokusunu
alabiliyorum. Güzel keskin ama tatlı bir koku tıpkı gerçek kişiliğin gibi. Ve doğru
kullanmışsın. Sadece biraz tat katacak ama kendi kokunu boğmayacak kadar. Bunları söylerken
kokuyu müstehcen bir kelimeymiş gibi kullanmıştı.
Kraliyet üyeleri beni huzursuz edebilirdi fakat bana kur yapan böyle ukala erkeklerden huzursuz
olmazdım. Onlar
la sürekli karşılaşıyordum. Utangaçlığımı bir kenara atarak kim olduğumu hatırladım.
Hey dedim saçlarımı geri atarak. Birini almaya her şekilde hakkım vardı. Onları sen gönderdin. Bu
konuda beni yakalamış olmanın hiçbir anlamı yok. Hem de hiç Ama paranı akıttığın yerlere daha çok
dikkat etsen iyi olur sanırım.
Ah Rose Hathaway dişlerini göstermeye başladı. Duraksadı ve yanımızdan geçen bir garsonun
elindeki tepsiden şampanyaya benzer bir içki aldı. İster misin?
İçki içmem.
Doğru. Adrian yine de bana kadehi verdi ve garsonu gönderirken kendi içkisini yudumladı. Bu
gece içtiği ilk kadeh olduğunu hiç sanmıyordum. Eh görünüşe bakılırsa Vasilisa babama haddini
bildirdi.
Bab... neyin? Az önce yanından ayrıldığım gruba baktım. Gümüş Saçlı hala orada duruyor el kol
hareketleri yaparak heyecanla konuşuyordu. O adam senin baban mı?
Annem öyle diyor.
Sen de babanla hemfikir misin? Yani Moroilerin savaşma isteğinin intihar olduğunu mu
düşünüyorsun?
Adrian omuz silkti ve yine içkisini yudumladı. Bu konuda bir görüşüm yok aslında.
Mümkün değil. O ya da bu şekilde bir görüşün olmalı.
Bilmem. Üzerinde düşündüğüm bir şey değil. Yapacak daha iyi şeylerim var.
Benim peşimden koşmak gibi dedim. Ve Lissanın. Lissanın onun odasına neden gittiğini
öğrenmeyi hala istiyordum.
Yine gülümsedi. Sana dedim ya beni takip eden sensin.
Evet evet biliyorum. Beş kez... Duraksadım. Beş kez mi?
Başıyla onayladı.
Hayır sadece dört oldu. Boştaki elimin parmaklarıyla saydım. İlk karşılaştığımız gece kaplıcadaki
gece odana geldiğim zaman ve şimdi.
Muzip bir tavırla gülümsedi. Öyle diyorsan.
Öyle diyorsam mı? Ama devam edemedim. Adrianla bir kez daha konuşmuştum. Yani sayılırdı.
Demek istediğin...
Neymiş? Gözleri ilginç bir şekilde parladı. Küstahlıktan ziyade umutluluk gibiydi.
Rüyamı hatırlayarak yutkundum. Hiçbir şey. Pek fazla düşünmeden şampanyamı yudumladım.
Salonun diğer tarafında Lissanın sakinliği ve memnuniyeti bana akıyordu. Güzel.
Neden gülümsüyorsun? diye sordu Adrian.
Çünkü Lissa hala orada ve kalabalığı etkilemeye devam ediyor.
Bunda şaşırtıcı bir şey yok ki. Yeterince isterse etrafındakileri kolayca etkileyebilecek türden biri
o. Hatta kendisinden nefret eden insanları bile.
Adriana yandan bir bakış atUm. Seninle konuşurken ben de aynı şeyi hissediyorum.
Ama benden nefret etmiyorsun dedi şampanyasının kalanını bitirirken. Pek sayılmaz.
Senden hoşlanmıyorum da.
Öyle deyip duruyorsun. Bana doğru bir adım attı tehditkar bir tavrı yoktu sadece aramızdaki
mesafeyi daha yakınlaştırmıştı. Ama bununla yaşayabilirim.
Rose
Annemin sesinin sertliği havayı yardı. İşitme mesafesindeki birkaç kişi dönüp bize baktı. Annem
baştan aşağı öfkeli bir tavırla üzerimize yürüyordu.
17
Sen ne yaptığını sanıyorsun? diye çıkıştı annem.
Sesi hala fazlasıyla yüksekti.
Hiçbir şey. Ben...
İzninizle Lord Ivashkov diye hırladı annem. Sonra beş yaşında bir çocukmuşum gibi beni kolumdan
yakalayarak salonun bir ucuna sürükledi. Kadehimdeki şampanya çalkalandı ve elbisemin eteğine
sıçradı.
Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun? diye bağırdım koridora çıktığımızda. Üzüntüyle elbiseme baktım.
Bu ipek. Kumaşı mahvedebilirdin.
Elimdeki şampanya kadehini alıp yakındaki bir masaya bıraktı. Güzel. Belki o zaman ucuz bir
fahişe gibi giyinmekten vazgeçersin.
Oha dedim şaşırarak. Biraz abartılı olmadı mı? Neden aniden bir anne gibi davranmaya başladın bu
arada? Elbiseyi işaret ettim. Bu kesinlikle ucuz değil. Tashanın bunu
bana hediye etmesinin nazik bir davranış olduğunu düşünmüştün?
Çünkü bunu Moroilerin arasında giyip kendini gülünç duruma düşüreceğini tahmin etmemiştim.
Kendimi gülünç duruma filan düşürmüyorum. Üstelik vücudumu örtüyor.
Böylesine dar bir elbisenin açık saçık bir elbiseden farkı olmaz diye çıkıştı. Kendisi elbette ki
gardiyan siyahı giymişti terzi dikimi siyah pantolon ve uygun renkte bir ceket. Onun da vücudu
gösterişli sayılırdı ama giysileri kapatıyordu.
Özellikle de öyle bir grupla birlikteyken. Vücudun... fazla dikkat çekiyor. Morallerle flört etmenin
de bir yararı olmaz.
Ben onunla flört etmiyordum.
Bu suçlama karşısında çok öfkelendim çünkü son zamanlarda gerçekten iyi davrandığımı
düşünüyordum. Daha önce Moroi erkeklerle sürekli flört ederdim başka şeyler de yapardım ama
Dimitriyle birkaç kez konuştuktan ve utanç verici bir olay yaşadıktan sonra bunun ne kadar aptalca
olduğunu anlamıştım. Dampir kızların Moroi erkeklerin yanında dikkatli olması gerekirdi ve bunu
artık hiç aklımdan çıkarmıyordum.
Aklıma komik bir şey geldi Ayrıca dedim alaycı bir tavırlayapmam gereken şey bu değil mi? Bir
Moroiyle birlikte olup ırkımı devam ettirmek? Senin yaptığın buydu.
Bana öfkeyle baktı. Senin yaşındayken değil.
Benden sadece birkaç yaş büyüktün.
Aptalca bir şey yapma Rose dedi. Bebek sahibi olmak için çok gençsin. Yeterli yaşam deneyimin
yok çünkü kendi hayatını henüz yaşamadın. Yapmak isteyeceğin işi yapamazsın.
Homurdandım. Bunu gerçekten tartıştığımıza inanamıyorum. Sözde flörtten bebek sahibi olmaya
ne zaman geçtik? Onunla ya da başka biriyle yattığım yok ve öyle olsa bile doğum kontrolünden
haberim var. Benimle neden çocukmuşum gibi konuşuyorsun?
Çünkü çocuk gibi davranıyorsun. Tıpkı Dimitri gibi konuşuyordu.
Ona öfkeyle baktım. Yani şimdi de beni odama mı göndereceksin?
Hayır Rose. Aniden yorgun bir tavırla üfledi. Odana gitmek zorunda değilsin ama oraya da
dönmeyeceksin. Umarım çok fazla dikkat çekmemişsindir.
Orada kucak dansı yapmışım gibi konuşuyorsun dedim. Sadece Lissayla birlikte yemek yedim.
Ne tür şeylerin dedikodulara yol açacağını bilemezsin diye uyardı. Özellikle de Adrian Ivashkovla.
Bunu söyledikten sonra döndü ve uzaklaştı. Onu izlerken içim öfke ve kırgınlıkla kavruldu. Aşırı
tepki vermişti Ben yanlış bir şey yapmamıştım. Annemin kan fahişesi paranoyasını biliyordum ama
bu onun için bile çok aşırıydı.
En kötüsü beni oradan çekip çıkarırken birçok kişi de ta
nık olmuştu. Dikkat çekmememi istediğini söylerken asıl dikkati o çekmişti.
Adrian ve bana yakın duran birkaç Moroi dışarı çıktı. Bana bir bakış attılar ve yanımdan geçerken
aralarında fısıldaştılar.
Teşekkürler anne diye homurdandım kendi kendime.
Aşağılanmış bir şekilde aksi yönde yürüdüm ama nereye gittiğimden pek emin değildim. Hareketli
ve kalabalık ortamdan uzaklaşmak istiyordum sadece.
Sonunda koridor bitti ama sol tarafta bir merdivene açılan bir kapı vardı. Kapı kilitli değildi
merdivenden çıktığımda başka bir kapıyla karşılaştım. Kapı fazla kullanılmıyor gibi görünen küçük
bir terasa açılıyordu. Her tarafı karla kaplıydı ama sabahın erken saatleriydi ve güneş her yeri pırıl
pırıl parlatıyordu.
Bir havalandırma sisteminin parçasına benzeyen kutu gibi bir şeyin üzerindeki karı silkeledim.
Elbiseme aldırmadan üzerine oturdum ve kollarımı vücuduma dolayarak bakışlarımı ileri dikip
nadiren tadını çıkarabildiğim güneşe ve manzaraya baktım.
Birkaç dakika sonra kapı açıldığında irkildim. Gelenin Dimitri olduğunu gördüğümde daha da
şaşırdım. Kalp atışlarım hızlanınca bakışlarımı kaçırdım ne düşünmem gerektiğinden emin değildim.
Oturduğum yere yürürken çizmeleri karı çıtırdattı. Bir an sonra uzun ceketini çıkarıp omuzlarıma
örttü.
Yanıma oturdu. Donuyor olmalısın.
Donuyordum ama itiraf etmeye niyetim yoktu. Güneş doğmuş.
Başını arkaya atıp masmavi gökyüzüne baktı. Onun da güneşi benim kadar özlediğini biliyordum.
Öyle. Ama hala kışın ortasında bir dağın tepesindeyiz.
Cevap vermedim. Bir süre rahat bir sessizlikte oturduk. Arada bir rüzgar esiyor kar bulutlarını
etrafa savuruyordu. Moroiler için geceydi ve çoğu birazdan yataklarına gidecekti bu yüzden kayak
pistleri sessizdi.
Hayatım bir felaket dedim sonunda.
Felaket değil dedi kurulmuş yay gibi.
Partiden buraya beni mi takip ettin?
Evet.
Orada olduğunu bile bilmiyordum. Siyah giysilerine bakılırsa partide gardiyanlık görevinde
olmalıydı. Yani gösterişli Janinein beni dışarı sürükleyerek kopardığı tantanayı gördün.
Tantana değildi. Pek kimse farketmedi bile. Ben gördüm çünkü seni izliyordum.
Bu konuda heyecanlanmamaya karar verdim. Ama annem öyle demedi dedim. Ona kalırsa biriyle
neredeyse yatağa girmişim.
Koridorda aramızda geçen konuşmaları anlattım.
Sadece senin için endişeleniyor dedi Dimitri sözlerimi bitirdiğimde.
Aşırı tepki verdi.
Bazen anneler aşırı koruyucu olur.
Ona dümdüz baktım. Evet ama bu benim annem. Ve hiç de o kadar koruyucu görünmüyordu.
Bence onu utandırdığımdan filan endişeleniyordu. O çok genç yaşta anne olma konuşmaları da çok
saçmaydı. Öyle bir şey yapmaya niyetim yok.
Belki de senden sözetmiyordu dedi.
Yine sessizlik oldu. Ağzım açık kaldı.
Yeterli yaşam deneyimin yok çünkü kendi hayatını henüz yaşamadın. Yapmak isteyeceğin işi
yapamazsın.
Ben doğduğumda annem yirmi yaşındaydı. Bu yaş bana hep büyük görünmüştü. Ama şimdi...
benden sadece birkaç yıl ötedeydi. Hiç de o kadar büyük sayılmazdı. Beni büyütürken daha iyi bir iş
çıkaramamasının nedeni o zaman aklının ermemesi miydi? İlişkimizin bu hale gelmesinden dolayı
üzgün müydü? Ve... Moroi erkekleriyle yaşadığı kendi kişisel deneyimlerinden ve hakkında yayılan
dedikodulardan sözediyor olması mümkün müydü? Onun birçok özelliğini almıştım. Yani bu gece ne
kadar güzel bir vücudu olduğunu ben bile farketmiştim. Güzel bir yüzü vardı yani kırk yaşına yakın
bir kadın için. Daha gençken muhtemelen çok ama çok daha güzel olmalıydı...
îç çektim. Bunu düşünmek istemiyordum. Düşünürsem onunla ilişkimi yeniden gözden geçirmek
zorunda kalabilirdim hatta annemi gerçek bir kişi gibi kabul edebilirdim ve zaten beni sıkıntıya
sokan yeterince ilişkim vardı. Lissa daima benim için endişeleniyordu hatta şimdilerde iyi olmasına
rağmen. Masonla sözde aşk ilişkim paramparçaydı.
Ve elbette bir de Dimitri...
Şu anda kavga etmiyoruz. Kendimi tutamamıştım.
Bana yandan bir bakış attı. Kavga etmek mi istiyorsun?
Hayır. Seninle kavga etmeyi sevmiyorum. Yani sözel olarak. Spor salonunda olanlara
aldırmıyorum.
Yüzünde çok hafif bir gülümseme belirdi. Bana daima yarım gülümserdi o gülümsemesini tam
olarak gördüğüm çok enderdi. Ben de seninle kavga etmeyi sevmiyorum.
Orada yanında otururken içimde yükselen ılık ve mutlu duygulara şaşırdım. Onun yanındayken
kendimi çok iyi hissediyordum ve beni Masonın yapamadığı bir şekilde etkiliyordu. İnsan aşkı
zorlayamazdı aşk ya vardı ya da yoktu. Yoksa kişinin bunu itiraf edebilmesi gerekirdi. Varsa
sevdiklerini korumak için insan elinden geleni yapmalıydı.
Sonrasında ağzımdan dökülen kelimeler beni de şaşırttı çünkü hem bencillikten uzaktı hem de
samimiydi.
Kabul etmelisin.
Kaşlarını çattı. Neyi?
Tashanın teklifini. Kabul etmelisin. Bu gerçekten büyük bir fırsat.
Annemin çocuklara hazır olmakla ilgili söylediklerini hatırladım. Ben hazır değildim. Belki o da
değildi. Ama Tasha hazırdı. Dimitrinin de hazır olduğunu biliyordum. Çok iyi anlaşıyorlardı.
Tashanın gardiyanı olabilir onunla birkaç çocuk yapabilirdi... ikisi için de çok iyi bir karardı bu.
Böyle bir şey söyleyeceğini asla tahmin etmezdim dedi gergin bir tavırla. Özellikle de...
Kaltak gibi davranışlarımdan sonra mı? Evet. Sırtımdaki cekete daha sıkı sarındım. Üzerinde
Dimitrinin kokusu vardı. Baş döndürücüydü ve bir an sanki bana o sarılıyormuş gibi gelmişti. Adrian
koku gücüyle ilgili bir şeyin peşinde olabilirdi. Eh dediğim gibi artık kavga etmek istemiyorum.
Birbirimizden nefret etmemizi istemiyorum. Ve... şey... Gözlerimi sımsıkı kapadım ve tekrar açtım.
Bizim için ne hissedersem hissedeyim... senin mutlu olmanı istiyorum.
Yine sessizlik. Göğsüm sıkışıyordu.
Dimitri uzandı ve kolunu omzuma attı. Beni kendine çekti başımı onun göğsüne koydum. Roza dedi
sadece.
O şehvet gecesinden beri bana ilk kez gerçekten dokunuyordu. Egzersiz odasında olanlar
farklıydı... daha hayvancaydı. Şimdikinin seksle ilgisi bile yoktu. Sadece değer
verdiğin birine yakın olmakla onun yanındayken içini dolduran duyguyla ilgisi vardı.
Dimitri Tashayla çekip gidebilirdi ama ben hala onu sevecektim. Muhtemelen onu daima
sevecektim.
Mason da benim için önemliydi. Ama muhtemelen onu asla sevemeyecektim.
Sonsuza dek öyle kalmayı dilercesine Dimitriye sokularak iç çektim. Onun yanında olmak o kadar
doğru geliyordu ki. Ve onu Tashayla birlikte düşünmek ne kadar canımı yaksa da onun için en iyisini
yapmak da bana doğru geliyordu. Artık korkak gibi davranmaktan vazgeçme ve doğru olan bir şeyler
yapma zamanıydı. Mason kendim hak
kında öğrenmem gereken çok şey olduğunu söylemişti. Haklıydı.
İsteksizce geri çekildim ve Dimitriye ceketini iade ettim. Ayağa kalktım. Huzursuzluğumu
hissederek bana merakla baktı.
Nereye gidiyorsun? diye sordu. Birinin kalbini kırmaya dedim.
Dimitriye kısa bir an daha hayranlıkla baktım o koyu renk bilgiyle parlayan gözleri ve ipek saçları
gözlerimle içtim. Sonra içeri yöneldim. Masondan özür dilemek zorun daydım... ve ona aramızda
asla bir şey olamayacağını söylemeliydim.
18
Yüksek topuklar canımı yakmaya başlamıştı bu MÖB i ç e ri girerken onları çıkardım ve yalınayak
yürümeye başladım. Daha önce Masonın odasına gitmemiştim fakat bir defasında numarasını
söylediğini hatırlıyordum ve pek zorlanmadan odayı buldum.
Kapıyı vurduktan birkaç saniye sonra Masonın oda arkadaşı Shane açtı. Selam Rose.
Yana çekilerek yol verdi ve içeri girip etrafa bakındım. Televizyonda bir reklam filmi vardı gece
yaşamanın eksilerinden biri televizyonda iyi programlar bulmakta zorlanmaktı ve neredeyse her düz
yüzeyde boş meşrubat kutuları duruyordu. Ama Masondan iz yoktu.
Mason nerede? diye sordum.
Shane esnemesini bastırdı. Seninle olduğunu sanıyordum.
Onu bütün gün görmedim.
Yine esnedi ve düşünceli bir tavırla kaşlarını çattı. Daha önce bir çantaya eşyalar dolduruyordu.
İkinizin romantik bir kaçamak planladığınızı sanmıştım. Piknik gibi. Hey güzel elbise.
Teşekkürler diye mırıldandım kaşlarımı çatarak.
Çanta hazırlamak mı? Bu mantıksızdı. Gidebileceği bir yer yoktu ki. Gitmesi mümkün de değildi.
Bu kayak merkezi en az Akademi kadar sıkı korunuyordu. Lissayla birlikte oradan kaçarken onun
büyü gücünü kullanmak zorunda kalmıştık ve hala başımız dertten kurtulmamıştı. Ama bir yere
gitmeyecekse Mason neden çanta hazırlıyordu?
Shanee birkaç soru daha sordum ve kulağa delice gelse de olasılığa göre hareket etmeye karar
verdim. Güvenlik ve planlardan sorumlu gardiyanı buldum. Masonın en son görüldüğü saatlerde
tesisin sınırlarında nöbet tutan gardiyanların isimlerini aldım. İsimlerin çoğunu biliyordum ve
çoğunun nöbeti bitmişti dolayısıyla onları bulmak kolaydı.
Ne yazık ki ilk ikisi Masonı bugün hiç görmemişti. Neden öğrenmek istediğimi sorduklarında
kaçamak cevaplar vererek oradan uzaklaştım. Listemdeki üçüncü kişi Alan adında biriydi bu
gardiyan çoğunlukla Akademinin aşağı kampüslerinde çalışırdı. Kayaktan yeni dönüyor
malzemelerini kapının yanına bırakıyordu. Beni tanıdı ve gülümsedi.
Tabii onu gördüm dedi botlarını çıkarmak için eğilirken.
Birden rahatladım. O ana kadar nasıl endişelendiğimi farketmemiştim.
Nerede olduğunu biliyor musun?
Hayır. Eddie Castile ve... neydi adı şu Rinaldi soyadlı kız üçünün kuzey kapısından çıkmasına izin
verdim ve onları bir daha da görmedim.
Ona dümdüz baktım. Alan pist şartlarını konuşuyormuşuz gibi rahat bir tavırla botlarını çıkarmaya
devam ediyordu.
Yani Masonın ve Eddienin gitmesine izin mi verdin? Ve Mianın?
Evet.
Hmm... Neden?
İşini bitirdiğinde başını kaldırdı ve bana mutlu bir ifadeyle baktı. Çünkü benden bunu yapmamı
istediler.
İçim buz gibi oldu. Kuzey kapısında Alanla birlikte nöbet tutan gardiyanın kimliğini öğrendim ve
hemen onu buldum. O gardiyan da aynı cevabı verdi. Mason Eddie ve Mianın gitmesine izin vermiş
hiçbir soru sormamıştı. Tıpkı Alan gibi o da yanlış bir şey yaptığını düşünmüyordu.
Neredeyse hipnotize olmuş gibiydi. Bu daha önce de gördüğüm bir bakıştı... Lissa ikna yeteneğini
kullandığı zaman insanların gözlerinde beliren bir bakış.
Özellikle Lissa insanların bir şeyi pek net hatırlamasını istemediği zaman oluyordu. Anıyı
zihinlerine gömüyor ya tamamen siliyor ya da daha sonra hatırlamalarına izin veriyordu. Ama Lissa
bu yeteneğini o kadar iyi kullanıyordu ki insanlara her şeyi tamamen unutturuyordu. Bu iki
gardiyanın bir şeyleri hatırlaması üzerlerinde çalışan kişinin o kadar da etkili olmadığını
gösteriyordu. Mia gibi birinin.
Kolay bayılacak biri değildim ama bir an için olduğum yere yığılacağımı hissettim. Dünya
etrafımda dönüyordu gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Tekrar görebilmeye başladığımda
etrafım daha olağandı. Tamam. Sorun yok. Bunu çözecektim.
Mason Eddie ve Mia bugün erken saatte tesisten ayrılmıştı. Sadece bu değil gidebilmek için ikna
yeteneğini kullanmışlardı ki bu kesinlikle yasaktı. Kimseye söylememişlerdi. Kuzey kapısından
çıkmışlardı. Tesisin bir haritasını daha önce görmüştüm. Kuzey kapısı bölgedeki tek anayola
bağlanan yoldaydı ve o anayol on iki mil ötedeki küçük bir kasabaya uzanan küçük bir otobanla
birleşiyordu. Masonın sözünü ettiği ve otobüs kalktığını söylediği kasaba.
Spokanee giden otobüsler.
Spokane hani şu gezgin Strigoi sürüsünün ve insan yardımcılarının yaşıyor olabileceği yer.
Spokane Masonın Strigoi öldürmekle ilgili çılgınca hayallerini gerçekleştirebileceği yer.
Spokane sadece benim yüzümden bildiği yer.
Hayır hayır hayır diye mırıldandım kendi kendime odama doğru neredeyse koşarken.
Orada elbisemi çıkardım ve kalın kışlık giysiler giydim çizmeler kot pantolon ve kazak.
Eldivenlerimle montumu kaparak kapıya koştum ve birden durakladım. Düşünmeden hareket
ediyordum. Ne yapacaktım? Birine söylemem gerekiyordu... Ama bu üçlünün başını ciddi bir şekilde
derde sokmak demek olacaktı. Üstelik Dimitri olgunluğuma duyduğu saygının bir işareti olarak gizli
tutacağıma inandığı için benimle paylaştığı bilgiyi bir başkasına açıkladığımı da öğrenecekti.
Tesiste herhangi birinin yokluğumuzu farketmesi biraz zaman alacaktı. Tabii tesisten gerçekten
çıkabilirsem.
Birkaç dakika sonra Christianın odasının kapısını vurdum. Kapıyı açtığında uykulu ve her zamanki
gibi şüpheci görünüyordu.
Onun adına özür dilemeye geldiysen dedi bana sadece git ve...
Ah kes sesini diye çıkıştım. Bu sizinle ilgili değil.
Aceleyle olan bitenleri anlattım. Christian bile buna verecek ukalaca bir cevap bulamadı.
Yani... Mason Eddie ve Mia Strigoi avlamak üzere Spokanee mi gitti?
Evet.
Kahretsin Neden sen de onlarla gitmedin? Aslında tam senin yapacağın türden bir şeymiş.
Bir an içimden onu tokatlamak geldi. Çünkü deli değilim. Ama daha da aptalca bir şey yapmadan
onları bulmak zorundayım.
Christian birden durumu kavradı. Peki benden ne istiyorsun?
Tesisten çıkmam gerek. Onlar bunu yapabilmek için Mianın ikna yeteneğini kullanmış. Senin de
aynı şeyi yapmanı istiyorum bu konuda egzersiz yaptığını biliyorum.
Yaptım diye itiraf etti. Ama... şey... îlk kez mahcup görünüyordu. Pek iyi olduğumu söyleyemem.
Ve dampirler üzerinde bunu uygulamak neredeyse imkansız. Liss benden yüz kat daha iyi. Ya da
herhangi bir Moroiden.
Biliyorum ama onun başını derde sokmak istemiyorum.
Güldü. Ama benim başımın derde girmesi umrunda olmaz yani?
Sırıtarak omuz silktim. Öyle de diyebilirsin.
Gerçekten baş belasısın biliyorsun değil mi?
Evet. Biliyorum.
Beş dakika sonra Christianla birlikte kuzey kapısından çıkıyorduk. Güneş yükseliyordu ve bu
yüzden neredeyse herkes içerideydi. Bu iyi bir şeydi ve kaçışımızı kolaylaştırmasını umuyordum.
Aptal aptal diye düşünüp duruyordum. Bu iş canımızı fena yakacaktı. Mason bunu neden yapmıştı
ki? Çılgınca atılgan tutumu olduğunu biliyordum ve gardiyanların son saldırıyla ilgili hiçbir şey
yapmamasına kesinlikle öfkelenmişti. Ama yine de... Gerçekten o kadar kaçık mıydı? Bunun ne
kadar tehlikeli olduğunu bilmesi gerekirdi. Acaba... aramızda geçenler yüzünden bunu yapmasına
neden olacak kadar mı öfkelendirmiştim onu? Bunu yapmasına ve Miayla Eddieyi de yanına
almasına yetecek kadar mı? O ikisini ikna etmekte zorlandığını hiç sanmıyordum. Eddie Masonın
peşinden her yere giderdi ve Mia da dünyadaki tüm Strigoileri öldürmek konusunda en az Mason
kadar gözükaraydı.
Ama bu konuyla ilgili bütün sorularım arasında özellikle biri kesinlikle açıktı. Masona
Spokanedeki Strigoilerden ben sözetmiştim. Bu benim hatamdı ve ben olmasam bunların hiçbiri
olmayacaktı.
Lissa her zaman göz teması kurar dedim Christiana kapıya yaklaşırken. Ve oldukça sakin bir sesle
konuşur. Başka bir şey bilmiyorum. Yani o da çok fazla konsantre oluyor bu yüzden sen de dene.
İradeni onlara kabul ettirmeye çalış.
Biliyorum diye tersledi Christian. Lissanın nasıl yaptığını gördüm.
Güzel diye çıkıştım. Sadece yardım etmeye çalışıyorum.
Gözlerimi kısarak baktım ve kapıda duran sadece bir gardiyan gördüm kesinlikle büyük bir şanstı.
Nöbet arasındaydılar. Güneş yükselmişken Strigoilerin ortaya çıkma riski azalmıştı. Gardiyanlar hala
görevlerini sürdürüyordu ama biraz rahatlayabilirlerdi.
Nöbetteki adam bizi görünce o kadar da şaşırmadı. Burada ne işiniz var? diye sordu.
Christian yutkundu. Yüzündeki gerginliği görebiliyordum.
Kapıdan çıkmamıza izin vereceksin dedi. Gerginliği yüzünden sesi biraz titriyordu fakat onun
dışında Lissanın yatıştırıcı ses tonunu gayet iyi kullanıyordu. Ne yazık ki gardiyan üzerinde bir etkisi
olmadı. Christianın vurguladığı gibi bir gardiyanı iradeyle ikna etmek neredeyse imkansızdı.
Mia şanslıydı. Gardiyan bize bakarak sırıttı.
Ne? diye sordu alaycı bir tavırla.
Christian tekrar denedi. Çıkmamıza izin vereceksin.
Adamın gülümsemesi biraz hafifledi ve şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdığını gördüm. Bakışları
Lissanın kurbanlarında olduğu gibi bulanık değildi ancak Christian onu biraz da olsa etkilemeyi
başarmıştı. Ne yazık ki bizi bırakması ve olanları unutması için yeterli olmayacağını hemen oracıkta
söyleyebilirdim. Neyse ki insanları büyü kullanmadan etkileme yeteneğine sahiptim.
Görev yerinin yakınında muazzam bir sarkıt duruyordu yarım metre uzunluğunda ve en az üç
buçuk kilo ağırlığındaydı. Sarkıtı tutup kopardım ve başının arkasına hızla indirdim. Adam
homurdanarak yere devrildi. Geldiğimi bile görmemişti ve yaptığım şeyin korkunçluğuna rağmen
böylesine muhteşem bir performansı öğretmenlerimin görüp değerlendirebilmesini dilerdim.
Ulu Tanrım diye bağırdı Christian. Az önce bir gardiyana saldırdın.
Evet. Kimsenin başını derde sokmadan arkadaşlarımızı kurtarma düşüncesi buraya kadardı. İkna
yeteneğini kullanmakta ne kadar zayıf olduğunu bilmiyordum. Bu sorunla daha sonra ilgileneceğim.
Yardımın için teşekkürler. Şimdi bir sonraki nöbetçi gelmeden geri dönsen iyi olur.
Christian yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. Hayır ben de seninle geliyorum.
Hayır dîye karşı çıktım. Sana sadece kapıdan geçmek için ihtiyacım vardı. Bu konuda senin de
başını derde sokmana gerek yok.
Zaten başım dertte Yerde yatan gardiyanı işaret etti. Yüzümü gördü. Her şekilde başım belada o
yüzden en azından günü kurtarmana yardım edebilirim. Bu seferlik kapris yapmaktan vazgeç.
Aceleyle kapıdan geçerken gardiyana suçluluk duygusuyla son kez baktım. Ciddi bir zarar
vermediğimden kesinlikle emindim ve güneş yükselirken donacağını filan da sanmıyordum.
Otobanda beş dakika kadar yürüdükten sonra bir sorunumuz olduğunu anlamıştım. Güneş gözlüğü
takmamıza ve vücudumuzu örtmemize rağmen Christian ciddi şekilde etkileniyordu. Güneş bizi
yavaşlatıyordu ve birinin bayılttığım gardiyanı bulup peşimizden gelmesi uzum sürmezdi.
Arkamızda bir araba Akademininkilerden biri değil belirdi ve bir karar verdim. Otostopçuluğa
kesinlikle sıcak bakmıyordum. Benim gibi biri bile bunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu bilirdi.
Ama en hızlı şekilde kasabaya ulaşmak zorundaydık ve Christianla birlikte bize saldırmaya kalkacak
birini etkisiz hale getirebileceğimize güveniyordum.
Neyse ki araba yanımızda durduğunda içinde sadece ortayaşlı bir çift bulduk ve onlar da her
şeyden çok endişeli
gözlerle bakıyordu. Siz ikiniz iyi misiniz çocuklar?
Parmağımla arkamı işaret ettim. Arabamız yoldan çıktı.
Bizi kasabaya kadar götürebilir misiniz? Oradan babamı arayabilirim.
İşe yaradı. On beş dakika sonra bizi bir benzin istasyonunda bıraktılar. Üstelik bize yardım etmeyi
o kadar istiyorlardı ki onlardan kurtulmakta zorlandık. Sonunda iyi olduğumuz konusunda onları
ikna edebildik ve birkaç blok ötedeki otobüs garına yürüdük. Tahmin ettiğim gibi bu kasaba gerçek
bir seyahat merkezi sayılmazdı. Kasabaya hizmet eden üç hat vardı: İkisi diğer kayak merkezlerine
gidiyordu ve biri de Lowston Idahoya uzanıyordu. Lowstondan başka yerlere gidilebilirdi.
Mason ve diğerlerini otobüsleri gelmeden önce yakalayabileceğimi umuyordum. O zaman fazla
sorun yaşamadan onları geri döndürebilirdik. Ne yazık ki üçünden de iz yoktu. Tezgahtaki neşeli
kadın kimden sözettiğimizi tam olarak anladı. Üçünün de Lowston üzerinden Spokanee bilet aldığını
doğruladı.
Kahretsin dedim. Kadın bana kaşlarını kaldırarak baktı. Christiana döndüm. Otobüs için paran var mı
Yol boyunca Christianla fazla konuşmadık sadece ona Adrian ve Lissayla ilgili aptallık ettiğini
söyledim. Lowstona ulaştığımızda sonunda onu ikna etmiştim ve bu küçük bir mucize sayılırdı.
Spokanee kadar yolun geri kalanında Christian uyudu ama ben gözümü bile kırpamadım. Sürekli
olarak olayın benim hatam olduğunu düşünüp duruyordum.
Spokanee ulaştığımızda saat bir hayli ilerlemişti. Birkaç kişiyle konuşmamız gerekti ama sonunda
Dimitrinin bahsettiği alışveriş merkezinin yerini öğrenebildik. Otobüs garından oldukça uzaktı ama
yürüyerek ulaşmak mümkündü. Beş saat otobüs yolculuğundan sonra bacaklarım hala kaskatıydı ve
hareket etmek istiyordum. Güneşin batmasına daha vardı ama artık alçalmış vampirler için daha az
zararlı hale gelmişti bu yüzden Christian da yürümekte sakınca görmedi.
Sakin bir.ortamda bulunduğumda sık sık olduğu gibi Lissanın zihnine girdiğimi hissettim. Kendimi
serbest bıraktım çünkü kayak merkezinde neler olup bittiğini bilmek istiyordum.
Onları korumak istediğini biliyorum fakat nerede olduklarını bilmek zorundayız.
Lissa odamızdaki yatağının üzerinde oturuyor Dimitri ve annem ayakta durarak ona bakıyordu.
Konuşan Dimitriydi. Onu Lissanın gözlerinden görmek ilginçti. Dimitriye derin bir saygısı vardı ve
benim yaşadığım inişli çıkışlı duygu yoğunluğundan çok farklıydı.
Size söyledim dedi Lissa bilmiyorum. Neler olduğu konusunda hiçbir fikrim yok.
İçini hayalkırıklığı ve öfke kaplamıştı. Onu o halde görmek beni üzdü ama aynı zamanda da
kendisi konuya dahil olmadığı için rahatlamıştım.Bilmediği bir şeyi söyleyemezdi.
Gittikleri yeri sana söylemediklerine inanamıyorum dedi annem. Sesi sertti ama yüzünde endişe
belirtileri vardı. Özellikle de... aranızdaki bağla.
Tek yönlü çalışıyor dedi Lissa üzgün bir tavırla. Biliyorsunuz.
Dimitri onun önünde diz çöktü ve Lissanın gözlerinin içine baktı. Birinin gözlerinin içine dik dik
bakmakta çok ustaydı. Bir şey bilmediğine emin misin? Bize söyleyebileceğin hiçbir şey yok mu?
Kasabada yoklar. Otobüs garındaki adam onları görmemiş... ama oraya gittiklerinden kesinlikle
eminim. Üzerinden devam edebileceğimiz bir şeye herhangi bir şeye ihtiyacımız var.
Otobüs garındaki adam mı? Bu da başka bir şanstı. Bize biletleri satan kadın evine gitmiş
olmalıydı. Yerine gelen adam bizi tanımıyordu.
Lissa dişlerini sıktı ve Dimitriye öfkeyle baktı. Bilsem size söylemez miydim sanıyorsun? Sence
ben de onlar için endişelenmiyor muyum? Nereye gittikleri konusunda hiçbir fikrim yok. Hiç Neden
gittikleri konusundaysa... mantıklı görünmüyor. Özellikle de bütün insanlar arasında neden Miayla
gitsinler ki? Bağımızda bir kırgınlık hissettim yaptığımız şey ne kadar yanlış olursa olsun kendisini
dışarıda bıraktığımız için kırgındı.
Dimitri iç çekti ve topuklarına yaslandı. Yüzündeki ifadeden Lissaya inandığı belliydi. Ayrıca
endişeli olduğu da belliydi profesyonellikten öte bir endişeydi bu. O endişeyi görünce benim için
endişelendiğini biliyordum içim eridi.
Rose? Christianın sesi beni kendime getirdi. Sanırım geldik.
Plaza bir alışveriş merkezinin önündeki geniş açık bir alandan oluşuyordu. Ana binanın bir
köşesine bir kafe yapılmış masalar açık alana dağıtılmıştı. Binaya büyük bir kalabalık girip çıkıyordu
ve günün bu saatinde bile oldukça yoğundu.
Eh onları nasıl bulacağız? diye sordu Christian.
Omuz silktim. Belki Strigoi gibi davranırsak bizi kazıklamaya kalkarlar.
Yüzünde küçük isteksiz bir gülümseme belirdi. İtiraf etmek istemiyordu fakat şakamı komik
bulmuştu.
Birlikte içeri girdik. Her alışveriş merkezi gibi burası da tanıdık zincir markalarla doluydu ve
içimdeki bencil bir ses grubu yeterince çabuk bulabilirsek belki alışveriş yapacak zaman
bulabileceğimizi söylüyordu.
Belki de yanlış yere geldik dedim sonunda.
Ya da belki de onlar yanlış yere gitti dedi Christian. Başka bir yere gitmiş... bir dakika
İşaret ettiğinde gösterdiği yere baktım. Üç kaçak yemek katının ortasındaki bir masada oturuyor ve
keyifsiz görünüyordu. O kadar acınası bir haldeydiler ki neredeyse onlar için üzülecektim.
Bir fotoğraf makinem olması için neler vermezdim dedi Christian sırıtarak.
Hiç komik değil dedim gruba doğru hızlı adımlarla yürürken. Ama içten içe rahatlamıştım.
Görünüşe bakılırsa Strigoilerle karşılaşmamışlardı üçü de hayattaydı ve belki de başımız daha fazla
derde girmeden hep birlikte geri dönebilirdik.
Neredeyse yanlarına gelene kadar beni farketmediler bile. Eddie başını kaldırdı.Rose? Senin burada
ne işin var?
Siz aklınızı mı kaçırdınız? diye bağırdım. Yakınlardaki birkaç kişi bize şaşkın gözlerle baktı.
Başınızı ne kadar büyük bir derde soktuğunuzu biliyor musunuz? Ve bizim başımızı?
Bizi nasıl buldunuz yahu? diye sordu Mason kısık sesle bir yandan etrafına bakınarak.
Üçünüz hiç de ustaca düşünemiyorsunuz dedim. Otobüs garındaki bir muhbir sizi ele verdi. Ben de
böylelikle sizin anlamsız bir Strigoi avına çıktığınızı anladım.
Masonın bana bakışları hala öfkeli olduğunu gösteriyordu. Neyse ki Mia cevap verdi.
Hiç de anlamsız değil.
Ah öyle mi? dedim. Hiç Strigoi öldürebildiniz mi? Herhangi birini bulabildiniz mi?
Şey hayır diye itiraf etti Eddie.
Güzel dedim. Şanslıymışsınız.
Strigoileri öldürmeye neden bu kadar karşısın ki? diye sordu Mia heyecanla. Sen bunun için eğitim
almıyor musun?
Ben akıllıca ciddi görevler için eğitim alıyorum böyle saçma sapan çocukça girişimler için değil.
Bizimki hiç de çocukça değil diye bağırdı Mia. Onlar annemi öldürdü Ve gardiyanlar hiçbir şey
yapmıyor. Aldıkları bilgiler bile kötü. Tünellerde Strigoi filan yoktu. Muhtemelen bütün şehirde de
yok
Christian etkilenmiş gibiydi Tünelleri buldunuz mu?
Evet dedi Eddie. Ama Mianın dediği gibi hepsi boş.
Gitmeden önce tünellere bir göz atmalıyız dedi Christian bana dönerek. İyi olabilir ve eğer bilgiler
yanlışsa zaten bir tehlike yok demektir.
Hayır diye tersledim. Eve gidiyoruz. Hemen
Mason yorgun görünüyordu. Şehri tekrar araştıracağız.
Sen bile bizi zorla geri götüremezsin Rose.
Hayır ama kendilerini arayıp burada olduğunuzu söylediğimde okuldaki gardiyanlar bunu yapabilir
Adına ister şantajcılık ister gammazcılık deyin etkisi aynıydı. Üçü de bana aniden karınlarına bir
yumruk atmışım gibi baktı.
Bunu gerçekten yapar mısın? diye sordu Mason. Bizi bu şekilde satar mısın?
Burada neden mantığın sesi olmaya çalıştığımı umutsuzca düşünerek gözlerimi ovaladım. Okuldan
kaçan kız neredeydi? Mason haklıydı değişmiştim.
Bunun sizi satmakla ilgisi yok. Sadece ölmenizi engellemeye çalışıyorum.
Yani o kadar savunmasız olduğumuzu mu düşünüyorsun? diye sordu Mia. Yani hemen
öldürüleceğimizi mi sanıyorsun?
Evet dedim. Tabii suyu silah olarak kullanmanın bir yolunu bulamadıysan.
Mia kızardı ve hiçbir şey söylemedi.
Yanımızda gümüş kazıklar getirdik dedi Eddie.
Harika Onları çalmışlardı kesin. Yalvaran gözlerle Masona baktım.
Mason. Lütfen. Şuna bir son ver. Geri dönelim.
Bana uzunca bir süre baktı. Sonunda iç çekti. Pekala tamam.
Eddie ve Mia şaşkın görünüyordu fakat Mason onların başında liderlik rolünü almıştı ve onsuz
devam edecek güçleri yoktu. Durumu en zor kabullenen Mia oldu ve onun için üzülüyordum. Annesi
için yas tutacak zaman bile bulamamıştı acısıyla başa çıkabilmek için bu intikam planının üzerine
atlayıvermişti. Geri döndüğümüzde üstesinden gelmesi gereken çok şey olacaktı.
Christian yeraltı tünelleriyle ilgili hala heyecanlıydı. Bütün zamanını tavanarasında geçirdiği
düşünülürse o kadar da şaşırmamam gerekirdi.
Tarifeyi gördüm dedi yine bana dönerek. Bir sonraki otobüsten önce bir hayli zamanımız var.
Strigoilerin inine öylece giremeyiz diye karşı çıktım alışveriş merkezinin ana kapısına doğru
yürürken.
Orada Strigoi filan yok dedi Mason. Her taraf hademelerin malzemeleriyle dolu. Hiçbir tuhaflık
göremedik. Gardiyanların gerçekten kötü bilgi aldığını düşünüyorum.
Rose dedi Christian. Haydi gidip şu işin aslını öğrenelim.
Hepsi bana bakıyordu. Kendimi bir markette çocuklarına şeker almaya yanaşmayan bir anne gibi
hissediyordum.
Pekala pekala. Ama sadece göz atacağız.
Diğerleri Christianla beni alışveriş merkezinin diğer tarafına sürükledi ve üzerinde PERSONEL
HARİCİ GİRİLMEZ yazılı bir kapıdan geçirdi. Birkaç hademeyi atlattıktan sonra başka bir kapıdan
geçerek aşağı inen bir merdivene gel
dik. Adrianın kaplıca partisindeki merdiveni hatırlayarak bir tür dejavu yaşadım. Ama bu merdiven
daha kirliydi ve oldukça pis kokuyordu.
Merdivenin altına ulaştık. Tünelden çok dar bir koridora benziyordu ve beton kirle kaplıydı.
Duvarlar boyunca belirsiz aralıklarla çirkin floresanlar yerleştirilmişti. Koridor sola ve sağa doğru
uzanıyordu. Sıradan temizlik kutuları ve elektrik malzemeleri her tarafı doldurmuştu.
Gördünüz mü? dedi Mason. Sıkıcı.
İki tarafı da işaret ettim. Koridorların ucunda ne var? Hiçbir şey dedi Mia. Size gösterelim.
Sağa doğru yürüdük ve aynı manzarayla karşılaştık. Ben de durumun sıkıcı olduğunu düşünmek
üzereyken duvarlardan birinde siyah harflerle yazılmış bir yazı gördüm. Durup baktım. Yukarıdan
aşağı sıralanmış bir sürü harf vardı:
Bazılarının yanlannda çizgiler ve x işaretleri vardı ama mesajın büyük bölümü anlaşılmazdı. Mia
yazıyı incelediğimi farketti.
Muhtemelen hademenin biri yapmış dedi. Belki de bir çete.
Belki dedim harfleri incelemeye devam ederken. Diğerleri huzursuzca kıpırdanıyor harflerle neden
bu kadar ilgilendiğimi anlamıyorlardı. Nedenini ben de anlamamıştım fakat zihnimde bir ses
konuşmaya çalışır gibiydi.
Birden anladım.
Badicanın Bsi Zeklosun Zsi Ivashkovun Isı...
Dümdüz harflere baktım. Bütün kraliyet ailelerinin soyadlarının ilk harfi oradaydı. D harfiyle
başlayan üç aile vardı ama bu sırayla okuduğunuzda gerçekten büyüklüklerine göre sıralandığını
anlamak mümkündü. Daha küçük ailelerle başlıyordu Dragomir Badica Conta ve dev Ivashkov
klanına kadar uzanıyordu. Harflerin yanındaki çizgileri ve diğer harfleri anlayamamıştım ancak
yanlarında x işareti bulunanları hemen farketmiştim: Badica ve Drozdov.
Duvardan geri çekildim. Buradan hemen çıkmamız gerek dedim. Sesim beni bile biraz
korkutmuştu. Hemen.
Diğerleri bana şaşkınlıkla baktı. Neden? diye sordu Eddie. Neler oluyor?
Size sonra anlatırım. Sadece buradan gitmemiz gerek.
Mason yürüdüğümüz yönü işaret etti. Burası birkaç blok uzanıyor. Gara daha yakın.
Karanlık bilinmezliğe doğru baktım. Hayır dedim. Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz.
Dediğimi yaparken herkes bana deliymişim gibi bakıyordu ama kimse henüz sorgulamaya
başlamamıştı. Alışveriş merkezinin ön kapısından çıktığımızda güneşin hala tepede olduğunu
görerek rahatladım ama büyük bir hızla ufuk çizgisinin ardına doğru alçalıyordu ve binaların üzerine
kızıl turuncu ışıklar saçıyordu. Geri kalan ışık Strigoilerle karşılaşma tehlikesine düşmeden gara
dönmemize yeterdi.
Ve Spokanede gerçekten Strigoiler olduğunu artık biliyordum. Dimitrinin aldığı bilgi doğruydu.
Listenin ne anlama geldiğini bilmiyordum fakat kesinlikle saldırılarla ilgisi vardı. Hemen diğer
gardiyanlara rapor vermek zorundaydım ve kayak merkezinin güvenliğine ulaşana kadar bulduğum
şeyi diğerlerine açıklayamazdım. Bunu yaparsam Mason muhtemelen tünellere geri dönerdi.
Gara kadar yürüyüşümüzün büyük bölümü sessizlik içinde geçti. Sanırım ruh halim diğerlerini
etkilemişti. Christian bile alaycı yorumlar yapmaktan kaçınıyordu içimde duygularım birbirine
karışarak dönüyor her şeydeki rolümü düşünürken öfkeyle suçluluk duygusu arasında gidip
geliyordum.
Eddie önümde aniden durduğunda neredeyse ona çarpıyordum. Etrafına bakındı. Neredeyiz?
Kendi düşüncelerimden sıyrılarak ben de bölgeyi inceledim. Bu binaları hatırlamıyordum.
Kahretsin diye bağırdım. Kayıp mı olduk? Kimse nereye gittiğimize bakmadı mı?
Ben de dikkatimi vermediğim için bu aslında hiç de adil bir soru değildi ama öfkem bütün mantık
sınırlarını aşmış tı. Mason birkaç saniye beni inceledikten sonra işaret etti. Buradan.
Döndük ve iki binanın arasından geçen dar bir sokağa girdik. Doğru yöne gittiğimizi sanmıyordum
fakat daha iyi bir fikrim de yoktu. Orada durup tartışmak da istemiyordum.
Bir motorun ve öten lastiklerin sesini duyduğumda çok fazla ilerlememiştik. Mia yolun ortasında
yürüyordu ve daha neyin geldiğini anlayamadan koruyucu şartlanmam devreye girdi. Onu kaparak
yoldan geri çektim ve binalardan birinin duvarına dayadım. Erkekler de aynı şeyi yaptı.
Camlarına renkli film çekilmiş büyük gri bir minibüs köşeden dönmüştü ve bize doğru geliyordu.
Sırtlarımızı dümdüz duvara yaslayarak aracın geçmesini bekledik.
Ama geçmedi.
Önümüzde kayarak durdu ve kapılar hızla açıldı. İri yarı üç adam dışarı fırladı ve güdülerim bir
kez daha devreye girdi. Kim oldukları ya da ne istedikleri konusunda hiçbir fikrim yoktu ancak hiç
de dostça görünmedikleri ortadaydı. Bilmem gereken tek şey de buydu.
Biri Christiana doğru hamle yaptığında adama saldırıp yumruğumu indirdim. Adam neredeyse
etkilenmedi bile ama yumruğumun gücünü hissettiğinde şaşırdığı belliydi. Benim kadar ufak tefek
birinin ciddi bir tehlike olacağını düşünmemişti. Christiana aldırmadan bana yöneldi. Mason ve
Eddienin diğer ikisiyle ilgilendiğini gözucumla gördüm.
Mason gerçekten gümüş kazıklardan birini çıkarmıştı. Mia ve Christian oldukları yerde donup
kaldılar.
Saldırganlar büyük ölçüde cüsselerine güveniyorlardı. Saldırı ve savunma tekniklerinde bizim
aldığımız eğitime sahip değillerdi. Ayrıca rakiplerimiz insandı ve biz dampir gücüne sahiptik. Ne
yazık ki aynı zamanda duvarın dibine
sıkışmış durumdaydık. Geri çekilebileceğimiz bir yer yoktu.
En önemlisi kaybedecek bir şeyimiz vardı.
Mia.
Masonla karşılaşan adam bunu anlamış gibiydi. Masondan uzaklaşarak Miayı yakaladı. Namlusu
zavallı kızın ensesine dayanmadan önce silahın pırıltısını zar zor görebildim. Kendi rakibime doğru
ilerlemeyi kestim ve Eddieye seslenerek durmasını söyledim. Hepimiz bu tür ani emirlere hemen
karşılık verecek şekilde eğitim almıştık ve Eddie
hemen saldırısını keserek bana soran gözlerle baktı. Miayı gördüğündeyse yüzü sarardı.
Bu adamları her kimlerse haklamayı her şeyden çok istiyordum fakat Mianın yaralanması riskini
göze alamazdım. Adam da farkındaydı. Tehdidi dile getirmek zorunda bile kalmadı. Bir insan
olmasına rağmen Moroileri korumak için neler yapabileceğimizi biliyordu. Daha eğitimimizin ilk
yıllarından itibaren zihnimize tek bir anlayış kazınırdı: Sadece onlar önemli
Herkes durdu ve bir adama bir bana baktı. Görünüşe bakılırsa burada kabul edilen liderler bizdik.
Ne istiyorsunuz? diye sordum sert bir sesle.
Adam silahını Mianın ensesine daha fazla bastırdı ve kız inledi. Kavgayla ilgili onca atıp
tutmalarına rağmen Mia benden daha ufak tefek ve daha zayıftı. Üstelik kıpırdayamayacak kadar da
korkmuştu.
Adam minibüsün açık kapısını başıyla işaret etti. Arabaya binmenizi istiyorum. Sakın bir şey
yapmaya kalkmayın.
En küçük yanlışınızda kız gider.
Miaya minibüse arkadaşlarıma ve sonra tekrar adama baktım. Kahretsin
Güçsüz olmaktan nefret ederim. Ve savaşmadan yenilmekten de. O ara sokakta olanlar gerçek bir
savaş değildi. Öyle olsaydı... yenilerek teslim olsaydım... şey evet. Belki bunu kabul edebilirdim.
Belki. Ama yenilmemiştim. Ellerimi bile kirletmemiştim. Bunun yerine sessizce etkisiz hale
getirilmiştim.
Bizi minibüste yere oturttular hepimizin ellerini plastik kelepçelerle arkadan bağladılar malzeme
plastikti ama metalden yapılmış herhangi bir şey kadar sağlam tutuyordu.
Sonrasında yolculuğumuz sessiz geçti. Adamlar arada bir birbirlerine bir şey söylüyorlar
duyamayacağımız kadar alçak sesle konuşuyorlardı. Christian veya Mia söylenenleri anlıyor
olabilirdi ama bizimle iletişim kuracak durumda değillerdi. Mia en az sokaktaki kadar dehşet içinde
görünüyordu ve Christianın korkusu hızla yerini kendine has öf
kesine bırakırken o bile yakınındaki adamlara doğru bir hamle yapmaya cesaret edemiyordu.
Christianın kendini kontrol edebilmesine sevinmiştim. Sorun çıkardığı takdirde bu adamlardan
birinin onu yumruklayacağından şüphem yoktu ve ne ben ne de diğer acemi gardiyanlar onları
durdurabilecek durumdaydık. Beni asıl çıldırtan da buydu. Moroileri koruma dürtüsü içime öyle
derin yerleşmişti ki kendim için endişelenmek aklıma bile gelmiyordu. Sadece Christian ve Miaya
odaklanmıştım. Bu durumdan kurtarmam gereken onlardı.
Artı bu sorun nasıl başlamıştı? Bu adamlar kimdi? Orası bir gizemdi insandılar fakat bir grup
dampirin ve Moroinin şans eseri kaçırılmış olabileceğine bir an bile inanamazdım. Hedef olmamızın
bir nedeni vardı.
Bizi kaçıranlar gözlerimizi bağlamaya veya izlediğimiz yolu gizlemeye gerek duymamışlardı ki
bence bu iyi bir işaret değildi. Acaba şehri yeterince tanımadığımızı mı düşünüyorlardı? Yoksa bizi
götürdükleri yerden canlı çıkamayacağımız için bunun önemli olmadığına mı karar vermişlerdi?
Hissettiğim tek şey bizi kasabanın merkezinden uzaklaştırdıkları daha dışarıda kalan bir yere
götürdükleriydi. Spokane tahmin ettiğim kadar ruhsuz bir yerdi. Bembeyaz karların örttüğü yerlerin
aksine sokaklar çamurlu gri su birikintileriyle ve çimenliklere saçılmış kirli topaklarla doluydu.
Alıştığımdan da çok daha az çam ağacı vardı.
Buradaki yapraksız cılız ağaçlar bakana iskeletleri hatırlatıyordu ve sadece yaklaşan felaket hissini
daha da güçlendiriyordu.
Yaklaşık bir saatten sonra minibüs sakin bir çıkmaz sokağa girdi ve son derece sıradan görünen
ama büyükbir eve yaklaştık. Yakınlarda başka evler de vardı tipik banliyö evleriydi ve bu bana umut
vermişti. Belki komşulardan yardım alabilirdik.
Garaja girdik ve kapı kapandığında adamlar bizi aceleyle evin içine sürükledi. İçerisi çok daha
ilginç görünüyordu. Antika kanepeler ve sandalyelerle doluydu. Büyük bir tuzlu su akvaryumu vardı.
Şöminenin üzerine bir çift kılıç çaprazlama asılmıştı. Ayrıca tuvalin üzerine atılmış birkaç aptalca
çizgiden oluşan o modern sanat saçmalıklarından biri duruyordu.
Kişiliğimin bir şeyleri parçalamaktan zevk alan kısmı bu kılıçları incelemekten hoşlanabilirdi fakat
asıl hedefimiz giriş katı değildi. Bunun yerine üst kat kadar geniş bir bodruma inen dar bir merdivene
doğru sürüklendik. Ama giriş katındaki geniş alanın aksine bodrum koridorlar ve kapalı kapılarla
bölünmüştü. Burası bir fare labirentine benziyordu. Bizi kaçıranlar hiç tereddüt etmeden hepimizi
beton zeminli ve boyanmamış beton duvarlı küçük bir odaya soktu.
İçerideki tek mobilya çıta sırtlıklı ve rahatsız görünüşlü birkaç tahta sandalyeydi ama bu sırtlıklar
ellerimizi bağlamak içim uygun bir mekan sunuyordu. Adamlar Miayla Christianı odanın bir tarafına
biz üç dampiri de diğer tarafa yerleştirdi. Adamlardan biri görünüşe bakılırsa liderleriydi Eddienin
elleri yeni plastik kelepçelerle bağlanırken dikkatle izledi.
Özellikle dikkat etmeniz gerekenler bunlar diye uyardı başıyla bizi işaret ederek. Bunlar savaşır.
Bakışlarını önce Eddieye sonra Masona sonunda da bana çevirdi. Adamla birkaç saniye göz göze
kaldık ve kaşlarımı çattım. Omzunun üzerinden yardımcılarından birine baktı. Özellikle şuna dikkat
edin.
Tatmin olacağı şekilde etkisiz hale getirildiğimizde sert tavırlarla birkaç emir daha sıraladı ve
kapıyı arkasından gürültülü bir şekilde çarparak odadan çıktı. Merdivenden çıkışını ayak seslerinden
anladım. Kısa süre sonra ortama sessizlik hakim oldu.
Orada oturmuş birbirimize bakıyorduk. Birkaç dakika sonra Mia inledi ve konuşmaya başladı. Bize
ne yapa...
Kes sesini diye gürledi adamlardan biri. Miaya doğru uyaran bir adım attı. Mia yüzünü
buruşturarak sindi ama başka şeyler de söyleyecekmiş gibi baktı. Bakışlarını yakaladığımda başımı
iki yana salladım. Gözlerini iri iri açarak ve dudakları hafifçe titreyerek sessiz kaldı.
Sana ne olacağını bilmeden beklemekten daha kötü bir şey olamaz. Kendi hayalgücün sana en
zalim insandan daha acımasız davranır. Muhafızlar bizimle konuşmayacağı veya bizi nelerin
beklediğini söylemeyeceği için zihnimde her türlü korkusnç senaryo biçimleniyordu. Silahlar açık
bir tehditti ve vücuduma giren bir merminin bana neler hissettirebileceğini merak ettim. Hiç şüphesiz
acı verirdi. Peki nereye ateş ederlerdi? Kalbime mi yoksa başıma mı? Hızlı bir ölüm. Başka nereye?
Karna? Bu yavaş ve acı verici olurdu. Kan kaybederek ölebileceğimi düşününce ürperdim. Bütün o
kanı düşündüğümde zihnimde yine Badicaların evindeki manzara canlandı ve bir an hepimizi
boğazlarımız kesilmiş halde düşündüm. Bu adamların tabancaları dışında bıçaklan da vardı.
Elbette ki neden hala hayatta olduğumuzu da merak ediyordum. Bizden bir şey istedikleri belliydi
ama ne? Bilgi almak için soru filan sormuyorlardı. Üstelik insanlardı. İnsanlar bizden ne isteyebilirdi
ki? İnsanlar arasında en korktuklarımız çılgın vampir avcıları veya üzerimizde deney yapmak
isteyenlerdi. Ama bunlar iki gruba da benzemiyordu.
O halde ne istiyorlardı? Neden buradaydık? Aklıma giderek daha ve daha ölümcül daha korkunç
senaryolar geliyordu. Arkadaşlarımın yüzlerindeki ifadeler işkence konusundaki yaratıcılığını
kullananın sadece ben olmadığımı gösteriyordu. Oda ter ve korkunun kokusuyla dolmuştu.
Zaman duygumu kaybettim ve merdivende ayak sesleri duyduğumda aniden irkilerek korkunç
hayallerimden uzaklaştım. Adamların lideri koridora girdi. Diğerleri gergin bir şekilde durdukları
yerde dikleşti. Tanrım İşte başlıyordu Bizi bekleyen şey buydu
Evet efendim dediğini duydum liderlerinin. İstediğiniz gibi hepsi içeride.
Sonunda anlamıştım. Bizi kaçırma eyleminin arkasındaki kişi. Tüm benliğimi bir panik duygusu
kapladı. Kaçmak zorundaydım.
Çıkarın bizi buradan diye bağırdım bağlarımı zorlayarak. Çıkarın bizi buradan sizi oro...
Durdum. İçimde bir şeyler donup kalmış boğazım kurumuştu. Kalbim durmak istiyordu. Muhafız
tanımadığım bir adam ve kadınla dönmüştü. Ama ne olduklarını hemen anlamıştım...
Strigoiler
Gerçek canlı şey yani kendi tarzlarında Strigoiler. Birden her şey yerleşti. Spokanele ilgili
istihbarat doğruydu ama bunun ötesinde asıl korktuğumuz şey insanların Strigoilerle çalışması de
gerçekleşmişti. Bu her şeyi değiştirir.
Artık gün ışığı güvenli değildi. Artık hiçbirimiz güvende değildik. Daha da kötüsü bunların haydut
Strigoiler olması gerektiğini tahmin ediyordum yani insanların yardımıyla iki Moroi ailesine
saldıranlar. Yine zihnim korkunç anılarla doldu: Her yerde kan ve cesetler. Boğazımda bir şeyler
düğümlenirken düşüncelerimi geçmişten şimdiye aktarmaya çalıştım. Bu da güven verici değildi.
Moroilerin tenleri solgundu kolay kızarıp yanan türden bir ten. Ama bu vampirler... tenleri
bembeyazdı Sanki kötü bir makyaj yüzünden oluşmuş tebeşirimsi bir görüntü... Gözbebeklerinin
etrafında nasıl korkunç canavarlar olduklarını kanıtlarcasına kırmızı halkalar vardı.
Kadın bana Natalieyi babasının zoruyla Strigoiye dönüşen zavallı arkadaşım hatırlatmıştı.
Benzerliğin kaynağını hemen yakalayamadım fakat aslında birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Bu
kadın kısa boyluydu muhtemelen
Strigoi olmadan önce insandı ve kötü meçli kumral saçları vardı.
Birden anladım. Bu Strigoi de Natalie gibi yeni dönüşmüştü. Onu Strigoi adamla karşılaştırana
kadar bunu net bir şekilde anlayamadım. Strigoi kadının yüzünde biraz yaşam vardı ama
onunkinde... Onunki ölümün yüzüydü
Adamın yüzünde hiçbir sıcaklık veya duygu yoktu. İfadesi soğuk bir hesapçılık ve belli bir
alaycılık yansıtıyordu.
Dimitri kadar uzun boyluydu ve dönüşmeden önce Moroi olduğunu belli eden ince bir vücudu vardı.
Omuzlarına kadar inen siyah saçları yüzünü çevreliyor parlak kırmızı gömleğiyle belirgin bir
kontrast oluşturuyordu. Gözleri o kadar koyu renkti ki kırmızı halkalar olmasa gözbebeklerinin
nerede bitip irisin nerede başladığını kestirmek imkansız olurdu.
Muhafızlardan biri beni sert bir şekilde itti oysa sesimi bile çıkarmamıştım. Başını kaldırıp Strigoi
adama baktı. Ağzını bağlamamı ister misiniz?
Aniden ondan olabildiğince uzak durmak için sandalyemde iki büklüm durduğumu farkettim. Bunu
o da anlamış ve ince dudaklarında alaycı bir gülümseme belirmişti.
Hayır dedi. Sesi yumuşak ve alçaktı. Söyleyeceklerini duymak istiyorum. Bir kaşını kaldırarak
bana baktı. Lütfen. Devam et.
Zorlukla yutkundum.
Hayır mı? Ekleyecek bir şeyin yok mu? Hmm. Aklına bir şey gelirse söylemekten çekinme.
Isaiah dedi kadın. Onları neden burada tutuyorsun? Neden diğerleriyle bağlantı kurmadın?
Elena Elena diye mırıldandı Isaiah. Kendine gel. Bu iki Moroiyle eğlenme fırsatını kaçıracak
değilim. Ve şu... Sandalyeme yaklaşıp beni ürperten bir şekilde saçlarımı kaldırdı. Sonra Masonla
Eddienin enselerine de baktı.
...üç küçük kan içmemiş dampirin. Bu kelimeleri söylerken sesi o kadar mutlu çıkmıştı ki gardiyan
dövmelerimiz olup olmadığına baktığını o an anlayabildim.
Mia ve Christiana yaklaşarak Isaiah bir elini kalçasına dayadı ve iki Moroiyi inceledi. Mia
bakışlarını kaçırmadan önce onun gözlerine sadece bir an bakabildi. Christianın korkusu da oldukça
belirgindi ama Strigoinin bakışlarına karşılık verebilmişti. Onunla gurur duydum.
Şu gözlere bak Elena. Elena yaklaştı ve Isaiahnın yanında durdu. O açık mavi. Buz gibi. Yeşilimsi
mavi. Kraliyet ailelerinin dışında o rengi asla göremezsin. Badicalar. Ozeralar. Arada bir Zekloslar.
Ozera dedi Christian korkusuz görünmeye çalışarak.
Isaiah başını kaldırdı. Ciddi misin? Kesinlikle hayır... Eğilerek Christiana yaklaştı. Ama yaşın
uygun... ve bu saçlar... Gülümsedi. Lucasla Moiranın oğlu musun?
Christian bir şey söylemedi ama yüz ifadesi açıkça onaylıyordu.
Anneni ve babanı tanıyordum. Harika varlıklardı. Benzerleri yoktu. Ölmeleri utanç vericiydi...
ama şey... kendilerinin kaşındığını söyleyebilirim. Onlara senin için geri
dönmemeleri gerektiğini söylemiştim. Seni o kadar gençken uyandırmak yazık olurdu. Sadece seni
yanlarında tutacaklarını ve biraz daha büyüdüğünde uyandıracaklarını söylediler. Bunun bir felaket
olacağı konusunda onları uyardım ama eh... Isaiah omuz silkti. Uyandırmak Strigoilerin dönüşümü
tanımlamak için kendi aralarında kullandıkları bir terimdi. Kulağa dini bir deneyim gibi geliyordu.
Beni dinlemediler ve felaket onları farklı bir şekilde yakaladı.
Christianın gözleri derin ve karanlık bir nefretle parlıyordu. Isaiah yine gülümsedi.
Bunca zamandan sonra karşıma çıkman gerçekten çok ilginç. Belki de onların hayalini ben
gerçekleştirebilirim.
Isaiah dedi kadın Elena yine. Ağzından çıkan her kelime inilti gibiydi. Diğerlerini ara...
Bana emir vermekten vazgeç Isaiah onu omzundan yakaladı ve iterek uzaklaştırdı o itiş kadını
odanın karşı tarafına gönderdi ve neredeyse duvara gömüyordu. Kadın darbeyi engellemek için elini
son anda kaldırabildi. Strigoilerin dampirlerden ve hatta Moroilerden daha iyi refleksleri vardı
kadının beceriksizliği gerçekten hazırlıksız yakalandığını gösteriyordu. Ve aslında adam ona
neredeyse dokunmamıştı bile. Hafif bir şekilde itmişti ama küçük bir arabanın çarpmasıyla eşit bir
etki yaratmıştı.
Aralarında sınıf farkı olduğu yönündeki gözlemim bir kez daha doğrulanmıştı. Adamın gücü
onunkinin kat kat üzerindeydi. Kadın onun yanında bir sinek gibiydi. Strigoilerin gücü yaşla artardı
tabii ne kadar Moroi kanı ve daha düşük bir ölçüde ne kadar dampir kanı içtiklerine de bağlıydı. Bu
adam sadece yaşlı değildi onu tanımlamak için en uygun kelime antik olurdu. Ve yıllar boyunca çok
fazla kan içmişti. Elenanın yüzü dehşetle gerildi ve korkusunu algıladım. Strigoiler sık sık
birbirlerine saldırırlardı.
Adam istese onun kafasını kolayca koparabilirdi.
Kadın bakışlarını kaçırarak sindi. Özür dilerim Isaiah.
Isaiah gömleğini düzeltti ama buruşmuş filan değildi. Sesinde yine önceki gibi soğuk bir nezaket
vardı. Burada elbette ki kendi görüşlerin var Elena ve uygar bir şekilde onları ifade etmene saygı
duyuyorum. Sence bu yavrularla ne yapalım?
Bence onları hemen halletmelisin... yani halletmeliyiz. Özellikle de Moroileri. Yine inleyerek
Isaiahyı kızdırmamak için özellikle çaba harcadığı belliydi. Ancak... bir akşam yemeği ziyafeti daha
vermeyeceksin değil mi? Tam bir ziyan olur. Paylaşmak zorunda kalırız ve diğerleri kesinlikle
minnet duymaz. Asla duymuyorlar.
Onları ziyafet malzemesi yapmayacağım dedi adam. Akşam yemeği mi? Ama onları
öldürmeyeceğim de. Sen çok gençsin Elena. Sadece hemen tatmin olmayı düşünüyorsun. Benim
kadar yaşlandığında o kadar... sabırsız... olmayacaksın.
Adam başını çevirince kadın gözlerini devirdi.
Isaiah olduğu yerde dönerek bakışlarını benim Ma sonın ve Eddienin üzerinde dolaştırdı. Siz
üçünüz korkarım ki öleceksiniz. Bunun alternatifi yok. Üzgün olduğumu
söylemek isterdim ama... değilim. Hayat böyle. Ama nasıl öleceğinize kendiniz karar verebilirsiniz
ve bunu da davranışlarınızla belirleyeceksiniz. Bakışlarını gözlerime dikti. Burada neden herkesin
beni özellikle elebaşı olarak gördüğünü anlayamıyordum. Şey belki de öyleydim.
Bazılarınız diğerlerinden daha acı verici bir şekilde öleceksiniz.
Mason ve Eddienin benim kadar korktuklarını bilmek için onlara bakmama gerek yoktu. Eddienin
inlediğini bile duyduğumdan emindim.
Isaiah bir asker gibi topuklarının üzerinde döndü ve Miayla Christiana baktı. Neyse ki siz ikinizin
seçenekleriniz
var. Sadece biriniz öleceksiniz. Diğeri görkemli ölümsüzlüğe kavuşacak. Yeterince büyüyene kadar
sizi kendi kanatlarım altına bile alabilirim. Yardımsever biriyimdir.
Neredeyse gülecektim kendimi zor tuttum.
Isaiah dönerek bana baktı. Sessizleşip beni de Elena
gibi odanın diğer tarafına fırlatmasını bekledim ama düz düz bakmaktan başka bir şey yapmadı. Bu
yeterliydi. Kalp atışlarım hızlanmıştı ve gözlerimin nemlendiğini hissediyordum. Korktuğum için
utanıyordum. Dimitri gibi olmak isterdim. Hatta belki annem gibi. Uzun bir süre sonra Isaiah tekrar
Moroilere döndü.
Şimdi. Dediğim gibi biriniz uyandırılacak ve sonsuza dek yaşayacaksınız. Ama sizi uyandıran ben
olmayacağım.
Uyandırılmayı kendiniz istemeniz gerek.
Hiç sanmıyorum dedi Christian. O iki kelimeye olabildiğince başkaldırı tonu katmıştı ama odadaki
herkes korkudan öldüğünün farkındaydı.
Ah Ozera ruhuna bayılırım dedi Isaiah. Parlayan kırmızı gözlerini Miaya çevirdi. Mia korkuyla
sindi. Ama onun seni geride bırakmasına izin verme hayatım. Sıradanların kanı da güçlüdür. Ve buna
şöyle karar verilir. Biz dampir
leri işaret etti. Bakışlanyla kanım dondu ve çürüme kokusunu algıladığımı hayal ettim. Yaşamak
istiyorsanız yapmanız gereken tek şey bu üçünden birini öldürmek. Moroilere döndü. Hepsi o kadar.
O kadar da sevimsiz bir şey sayılmaz. Sadece bu baylardan birine bunu yapmak istediğinizi
söyleyin. Sizi serbest bırakırlar. Dampirlerden birinin kanını içersiniz ve bizden biri olursunuz. Bunu
ilk yapan özgür kalır. Diğeri Elena ve benim için akşam yemeği olacak.
Odaya sessizlik hakim oldu.
Hayır dedi Christian. Arkadaşlarımdan birini öldürmem mümkün değil. Ne yapacağınızı
umursamıyorum. İlk ölen ben olayım.
Isaiah elini havaya salladı. Aç değilken cesur olmak kolaydır. Başka bir şey olmadan birkaç gün
yaşa bakalım... ve evet bu üçü gözüne oldukça iştah açıcı görünmeye başlayacak. Ve öyleler de.
Dampirler çok lezzetlidir. Bazıları onları Moroilere tercih eder ve benim asla böyle inançlarım
olmasa da kesinlikle çeşitlilikten yanayımdır.
Christian kaşlarını çattı.
Bana inanmıyor musun? dedi: Isaiah. O halde kanıtlamama izin ver. Odada bana doğru yaklaştı.
Ne yapacağını anladım ve hiç düşünmeden konuştum.
Beni kullan diye patladım. Benim kanımı iç.
Isaiahnın keyifli bakışlarında bir an tereddüt belirdi ve kaşları kalktı. Gönüllü mü oluyorsun?
Daha önce yaptım. Moroilerin benden beslenmesine izin verdim. Sorun değil. Hoşuma gitmişti.
Diğerlerini rahat bırak.
Rose diye haykırdı Mason.
Ona aldırmadım ve yalvaran bakışlarımı Isaiahnın gözlerine diktim. Onun benden beslenmesini
istemiyordum bu düşünce midemi bulandırıyordu. Ama daha önce kanımı vermiştim ve Eddieyle
Masona dokunmasındansa benim kanımdan litrelerce içmesini tercih ederdim.
Beni baştan aşağı süzerken zihninden neler geçtiğini anlayamıyordum. Bir an için bunu yapacağını
sandım ama bunun yerine başını iki yana salladı.
Hayır. Sen değil. Henüz değil.
Eddieye yaklaşıp yanında durdu. Kelepçelerimi öylesine sert çekiştirdim ki bileklerim acıdı. Ama
koparamadım. Hayır Onu rahat bırak
Sessiz ol diye tersledi Isaiah bana bakmadan. Bir elini Eddienin yüzünün yanına dayadı. Eddie o
kadar titriyordu ve o kadar solgun görünüyordu ki bir an bayılacağını sandım. Bunu
kolaylaştırabilirim ya da onun canını yakabilirim. Sessiz kalırsan canını yakmam.
Bağırıp çağırmak Isaiahya hakaretler küfürler tehditler yağdırmak istiyordum ama yapamadım.
Daha önce defalarca yaptığım gibi bakışlarım odanın içinde dolaştı ve bir çıkış aradı. Ama yoktu.
Sadece boş düz beyaz duvarlar vardı. Pencere bile yoktu. Odadaki tek kapının önünde her zaman bir
muhafız vardı. Bizi minibüse çektikleri andan beri olduğum gibi çaresizdim. İçimden ağlamak
geliyordu ve bunun nedeni korkudan çok öfkeydi. Arkadaşlarımı bile koruyamıyorsam ne biçim
gardiyan olacaktım?
Ama sessiz kaldım ve Isaiahnın yüzünde bir tatmin ifadesi belirdi. Floresan ışığı tenine grimsi bir
ton katıyor gözlerinin altındaki koyu halkaları vurguluyordu. İçimden ona yumruk atmak geliyordu.
Güzel. Eddieye gülümsedi ve onunla doğrudan göz teması kurabileceği şekilde yüzünü kendine
çevirdi. Şimdi bana direnmeyeceksin değil mi?
Dediğim gibi Lissa ikna yeteneğini kullanmakta çok iyiydi ama bunu o bile yapamazdı. Birkaç
saniye içinde Eddie gülümsemeye başlamıştı.
Hayır sana direnmeyeceğim.
Güzel diye tekrarladı Isaiah. Bana boynunu özgürce sunacaksın değil mi?
Elbette diye cevap verdi Eddie başını arkaya atarken.
Isaiah ağzını onun boynuna yaklaştırdı ve yerdeki yırtık pırtık halıya odaklanmaya çalışarak başımı
çevirdim. Bunu görmek istemiyordum. Eddienin hafif mutlu bir şekilde inlediğini duydum.
Beslenmenin kendisi aslında oldukça sessizdi ağız şapırtıları filan duyulmuyordu.
İşte.
Isaiahnın tekrar konuştuğunu duyduğumda başımı yine ona çevirdim. Dudaklarından süzülen kanı
diliyle yaladı.
Eddienin boynundaki yarayı göremiyordum fakat kanlı ve korkunç olduğunu tahmin edebiliyordum.
Mia ve Christian gözleri korkudan ve heyecandan iri iri açılmış halde bakıyorlardı. Eddie hem
kanına yayılan endorfinlerin hem de ikna yeteneğinin etkisiyle yarı baygın bakıyordu.
Isaiah olduğu yerde doğruldu ve Moroilere gülümseyerek dudaklarındaki son kanı yaladı.
Gördünüz mü? dedi kapıya doğru yürürken. İşte bu kadar kolay.
20
Bir kaçış planına ihtiyacımız vardı hem de en hızlı şekilde. Ne yazık ki kendi fikirlerim kontrol
edemeyeceğim şeyleri gerektiriyordu. Örneğin rahatça sıvışabilmemiz için yalnız bırakılmamız gibi.
Ya da kolayca kandırıp ellerinden kurtulabileceğimiz aptal muhafızların gelmesi gibi. En azından
güvenlik önlemleri azaltılabilirdi ve o zaman kurtulabilirdik.
Ama bunların hiçbiri olmuyordu. Yaklaşık yirmi dört saat sonra durumumuzda hiçbir değişiklik
yoktu. Hala esirdik ve sağlam bir şekilde gözleniyorduk. Bizi kaçıranlar bir grup eğitimli gardiyan
kadar dikkatiydi. Şey neredeyse.
Özgürlüğe en çok yaklaştığımız zamanlar oklukça yakın şekilde gözlemlenen ve utanç verici bir
şekilde tuvalet molalarıydı. Adamlar bize su veya yiyecek vermiyordu. Bu benim için zordu ama
insan ve vampir karışımı olmak
dampirleri güçlü kılardı. Rahatsız olmakla başa çıkabilirdim hatta bir hamburger ve bol yağlı
kızarmış patates için birini öldürebileceğim bir noktaya hızla yaklaşmama rağmen.
Ama Mia ve Christian... şey onlar için işler biraz daha
zordu. Moroiler haftalar boyunca su ve yiyeceksiz yaşayabilirdi... eğer hala kan içebilirlerse. Kan
içemezlerse hastalanıp zayıflamadan birkaç gün dayanabilirlerdi. Lissa ve ben
kendi başımıza hayatta kalmayı bu şekilde başarmıştık çünkü onu her gün besleyemiyordum.
Yiyeceği kanı ve suyu ellerinden alırsanız Moroilerin dayanıklılığı iyice azalır. Ben açtım ama
Mia ve Christian açlıktan ölüyordu. Yüzleri çökük görünmeye gözleri iştahlı bakmaya başlamıştı
bile. Isaiah daha sonraki ziyaretlerinde durumu daha da kötüleştirmişti. Her seferinde yanımıza gelip
alaycı tarzıyla konuşuyordu. Sonra gitmeden önce Eddienin kanını tekrar içiyordu. Üçüncü
ziyaretinde Mia ve Christianın ağzının sulandığını açıkça görebilmiştim. Endorfinler ve yiyeceksizlik
arasında Eddienin nerede olduğumuzu bile bilmediğinden kesinlikle emindim.
Bu şartlar altında uyumam mümkün değildi ama ikinci gün arada bir başım düşmeye başlamıştı.
Açlık ve yorgunluk bu etkiyi yapar. Bir noktada gerçekten rüya gördüm ve buna şaşırdım çünkü
böylesine çılgınca şartlar altında derin bir uykuya dalabileceğimi hiç sanmıyordum.
Rüyamda bir rüya olduğunu kesinlikle biliyordum bir kumsalda duruyordum. Neresi olduğunu
başlangıçta anlamakta zorlandım. Oregon sahilleriydi kumlu sıcak ufuk
çizgisine kadar uzanan Pasifik görüntüsüyle. Lissa ve ben Portlandda yaşarken oraya gitmiştik.
Harika bir gündü ama Lissa o kadar güneşe dayanamamıştı. Bunun sonucu olarak ziyaretimiz kısa
sürmüştü fakat orada daha uzun süre kalıp tadını çıkarabilmeyi hep istemiştim. Şimdi istediğim
kadar ışık ve sıcaklık vardı.
Küçük dampir dedi bir ses arkamdan. Zamanı gelmişti.
Olduğum yerde döndüm ve Adrian Ivashkovun bana baktığını gördüm. Üzerinde haki pantolon ve
bol bir bluz vardı ondan beklenmeyecek kadar rahat bir tarzdı bu. Ayaklarına ayakkabı giymemişti.
Kumral saçları rüzgarla salınıyor yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bana bakarken ellerini
ceplerinden çıkarmıyordu.
Hala korunman üzerinde diye ekledi.
Bir an göğüslerime baktığını düşünerek kaşlarımı çattım. Ama sonra karnıma baktığını anladım.
Üzerimde kot pantolon ve bikinimin üstü vardı ve bir kez daha göbek deliğimde o mavi göz boncuğu
sallanıyordu. Chotki de bileğimdeydi.
Ve sen yine güneşe çıkmışsın dedim. Yani sanırım rüya görüyorum.
Bu bizim rüyamız.
Ayaklarımı kumların arasında hareket ettirdim. İki kişi nasıl bir rüyayı paylaşabilir ki?
İnsanlar rüyalarını hep paylaşır Rose.
Kaşlarımı çatarak ona baktım. Ne demek istediğini bilmeliyim. Etrafımda karanlık olmasıyla ilgili.
Bu ne anlama geliyor?
Açıkçası ben de bilmiyorum. Herkesin etrafında ışık vardır senin dışında. Senin gölgelerin var.
Onları Lissadan alıyorsun.
Şaşkınlığım arttı. Anlamıyorum.
Şu arada bu konuyu tartışamam dedi. Burada olma nedenim bu değil.
Burada olmanın bir nedeni mi var? diye sordum bakışlarım mavi gri suya dönerken. Hipnotize edici
bir etkisi vardı. Sen sadece... burada olmak için mi buradasın?
Bana doğru bir adım atıp elimi yakaladı ve beni kendisine bakmaya zorladı. Yüzündeki neşeli ifade
silinmişti. Son derece ciddiydi. Neredesin?
Burada dedim şaşkınlıkla. Senin gibi.
Adrian başını iki yana salladı. Hayır demek istediğim bu değil. Gerçek dünyada. Neredesin?
Gerçek dünya mı? Etrafımızdaki kumsal netliği kaybolan bir film gibi bulanıklaştı. Bir an sonra
her şey yine netleşti. Kendimi zorladım. Gerçek dünya. Görüntüler yakalıyordum. Sandalyeler.
Muhafızlar. Plastik kelepçeler.
Bir bodrumda... dedim kısık sesle. Her şeyi hatırladığımda tedirginlik anın güzelliğini aniden
paramparça etti. Ah Tanrım Adrian. Mia ve Christiana yardım etmelisin. Ben...
Adrianın beni tutan eli gerildi. Nerede? Dünya yine belirsizleşti ve bu kez tekrar netleşmedi.
Adrian bir küfür savurdu. Neredesin Rose?
Dünya çözülmeye başladı. Adrian da onunla birlikte gidiyordu.
Bir bodrumda. Bir evde. Bir...
Ve Adrian gitmişti. Uyandım. Odanın kapısının açılış sesiyle gerçekliğe döndüm.
Isaiah peşinde Elenayla içeri girdi. Kadını gördüğümde dişlerimi sıkmamak için zor durdum.
Isaiah kibirli sert ve baştan aşağı kötüydü ama bir lider olduğu için böyleydi. Hoşlanmasam bile
zalimliğini destekleyecek gücü vardı. Ya Elena? O sadece bir uşaktı. Bizi tehdit edip iğneleyici
yorumlarda bulunuyordu ama bunu sadece yanındaki adama dayanabildiği için yapabiliyordu.
Aslında yağcının tekiydi.
Selam çocuklar dedi Isaiah. Bugün nasılız bakalım?
Öfkeli bakışlar onu cevapladı.
Ellerini arkasında birleştirerek Mia ve Christiana yaklaştı. Son ziyaretimden bu yana fikir
değiştirdiniz mi? Çok fazla direniyorsunuz ve bu da Elenayı üzüyor. Karnı çok acıktı ama sanırım siz
ikiniz kadar aç değildir.
Christian gözlerini kıstı. S.ktir git dedi dişlerini sıkarak.
Elena hırlayarak ona doğru atıldı. Buna nasıl cüret...
Isaiah elini sallayarak ona geri durmasını işaret etti. Onu rahat bırak. Sadece biraz daha
bekleyeceğimizi söylemeye çalışıyor ve açıkçası bu bence eğlenceli bir bekleyiş.
Elena öfkeli bakışlarını Christianın gözlerine dikti.
Açıkçası diye devam etti Isaiah Christianı izleyerek. Hangisini daha çok istediğime karar
veremiyorum: Seni öldürmek mi yoksa bize katılmana izin vermek mi? İki seçeneğin de kendine
göre eğlenceleri var.
Bu sözlerini duymaktan kendin bıkmadın mı? diye sordu Christian.
Isaiah bir an düşündü. Hayır. Pek sayılmaz. Bundan da bıkmadım.
Döndü ve Eddieye doğru yürüdü. Zavallı Eddie bütün o beslenmelerden sonra sandalyesinde dik
durmakta bile zorlanıyordu. Daha da kötüsü Isaiahnın artık ikna yeteneğini kullanması bile
gerekmiyordu. Eddie onu gördüğünde yüzü aptalca bir sırıtışla aydınlanıyordu. Vampir beslemeye
bağımlı hale gelmişti.
Bütün benliğim tiksinti ve öfkeyle sarsıldı.
Lanet olsun diye bağırdım. Yeter artık Onu rahat bırak
Isaiah bana baktı. Sessiz ol kızım. Seni Bay Ozeranın yarısı kadar bile eğlenceli bulmuyorum.
Öyle mi? diye hırladım. Eğer seni o kadar öfkelendiriyorsam aptal görüşünü kanıtlamak için beni
kullan. Beni ısır. Bana haddimi bildir ve bana ne kadar kötü ne kadar
güçlü olduğunu göster.
Hayır diye bağırdı Mason. Beni kullan
Isaiah gözlerini devirdi. Ulu Tanrım Ne soylu bir grup. Hepiniz Spartacus gibisiniz değil mi?
Eddieden uzaklaşarak bir parmağını Masonın çenesinin altına dayadı ve başını kaldırdı. Ama sen
dedi Isaiah bu konuda ciddi değilsin. Sadece... beni işaret etti ...onun için kendini öneriyorsun.
Masonı bırakıp bana doğru yürüdü ve o siyah karanlık gözleriyle bana tepeden baktı. Ve sen...
başlangıçta sana da inanmamıştım. Ama şimdi? Gözlerimiz aynı seviyeye gelecek şekilde önümde
çömeldi.
Kendimi ikna yeteneği riskine soktuğumu bilmeme rağmen bakışlarımı onun gözlerinden ayırmadım.
Bence sen ciddisin. Ve tamamen soyluluktan kaynaklandığı da söylenemez. Bunu istiyorsun. Daha
önce gerçekten ısırıldın. Sesinde büyü var gibiydi. Hipnotize ediyordu. Tam olarak ikna yeteneğini
kullanmıyordu ancak kesinlikle etrafında doğaüstü bir karizma örüyordu. Lissa ve Adrian gibi.
Bence birçok kez diye ekledi.
Bana doğru eğildiğinde boynumda sıcak nefesini hissettim. Arkasında bir yerde Masonın bir şeyler
haykırdığını duydum ama bütün dikkatim Isaiahnın dişlerinin tenime ne kadar yakın olduğuna
odaklanmıştı. Son birkaç aydır sadece bir kez ısırılmıştım ve bu da Lissanın bir acil durumunda
olmuştu. Ondan önce iki yıl boyunca haftada en az iki kez beni ısırmıştı ve ne kadar bağımlı hale
geldiğimi ancak yakın zamanda anlayabilmiştim. Dünyada Moroi ısırığının insanın içine akıttığı
mutluluk gibisi yoktu. Elbette ki her açıdan Strigoi ısırıkları çok daha güçlüydü...
Aniden sık nefeslerimi ve hızlanan kalp atışlarımı farkederek zorlukla yutkundum. Isaiah kısık
sesle güldü.
Evet. Sen doğuştan bir kan fahişesisin. Senin için çok yazık çünkü sana istediğini vermeyeceğim.
Geri çekildiğinde sandalyemde öne doğru çöktüm. Isaiah daha fazla beklemeden Eddieye dönüp
kanını içti. Bakamıyordum ama bu kez nedeni tiksinti değil kıskançlıktı. İçim özlemle yanıp
tutuşuyordu. Vücudumdaki bütün sinirler o ısırığa özlem duyuyordu.
Isaiah işini bitirdiğinde odadan çıkmak için döndü ama sonra duraksadı. Mia ve Christiana
dönerek konuştu. Daha fazla gecikmeyin diye uyardı. Kurtarılma fırsatını kaçırmayın. Başıyla beni
işaret etti. Burada gönüllü bir kurbanınız bile var.
Sonra da gitti. Christian odanın karşı tarafından gözlerime baktı. Her nedense yüzü birkaç saat
öncekinden de zayıf görünüyordu. Bakışlarında açlık vardı ve kendi bakışlarımın ona karşılık
verdiğinin farkındaydım: O açlığı yatıştırma arzusuyla yanıyordum. Tanrım Hepimiz boka batmıştık.
Sanırım bunu Christian da benimle aynı anda kavradı. Dudaklarında acı bir gülümseme belirdi.
Daha önce gözüme hiç bu kadar hoş görünmemiştin Rose dedi ama muhafızlar ona susmasını
emretti.
Gün içinde yine uyuyakaldım ama Adrian rüyalarıma dönmedi. Bunun yerine bilincimin
kenarında sürüklendim ve kendimi sürekli tanıdık bir aleme kayarken buldum: Lissanın zihni. Bu
son iki gündür bütün olan biten tuhaflıklardan sonra onun zihninde olmak eve dönmek gibiydi.
Kayak merkezinin ziyafet salonlarından birindeydi ama içerisi boştu. Bir köşede sessizce
oturuyordikkat çekmemeye çalışıyordu. Son derece endişeliydi. Bir şeyi bekliyordu daha doğrusu
birini.Birkaç dakika sonra Adrian yanına geldi.
Kuzen dedi selamlayarak. Lissanın yanına oturdu ve pahalı kumaş pantolonunun ütüsüne
aldırmadan dizlerini kendine çekti. Geciktiğim için üzgünüm.
Sorun değil dedi Lissa.
Beni görene kadar geldiğimi anlamadın değil mi?
Lissa hayalkırıklığıyla başını iki yana salladı. Ben her zamankinden daha şaşkındım.
Ve burada benimle otururken... gerçekten bir şey farketmedin mi?
Hayır.
Adrian omuz silkti. Eh neyse yakında gelir.
Sana nasıl görünüyor? diye sordu Lissa meraklı bir şekilde.
Auranın ne olduğunu bilir misin?
İnsanların etrafında uzanan renkli ışık şeritleri değil mi? Yeni Çağ kavramı.
Öyle bir şey. Herkesin vücudundan yayılan bir tür ruhsal enerji vardır. Şey neredeyse herkesin.
Adrianın tereddüdünü görünce beni ve güya girdiğimi iddia ettiği karanlığı düşünüp düşünmediğini
merak ettim. Rengine ve görünüşüne bakarak bir kişi hakkında çok şey söyleyebilirsin... şey tabii
gerçekten aurayı görebiliyorsan.
Ve sen görebiliyorsun dedi. Ruhu kullandığımı aurama bakarak mı anladın?
Seninki büyük ölçüde altın rengi. Benimki gibi. Duruma bağlı olarak renk değiştirebiliyor ama
altın rengi hiç kaybolmuyor.
Bizim gibi tanıdığın başka kaç kişi var?
Pek fazla değil. Onları arada bir görüyorum. Çoğunlukla kendi başlarına kalmayı tercih ediyorlar.
Gerçekten konuşabildiğim ilk kişi sensin. Elemente ruh dendiğini bile bilmiyordum. Keşke
uzmanlaşmaya başlamadığımda bu konuda bilgim olsaydı. Sadece bir tür tuhaflık olduğunu
düşünüyordum.
Lissa bir kolunu kaldırdı ve etrafında parlayan ışığı görmeye çalışarak baktı. Hiçbir şey göremedi.
İç çekerek kolunu indirdi.
O anda anladım.
Adrian da ruhu kullanıyordu. Lissayla ilgili o kadar meraklı olmasının onunla konuşmak
istemesinin aramızdaki bağla ve Lissanın uzmanlığıyla ilgili o kadar soru sormasının nedeni buydu.
Diğer birçok şeyi de açıklıyordu aslında onun yanındayken bir türlü etkisinden kurtulamadığım o
karizması gibi. Lissa ve ben odasındayken ikna yeteneğini
kullanmıştı Dimitrinin kendisini rahat bırakmasını bu şekilde sağlamıştı.
Yani sonunda gitmene izin verdiler mi? diye sordu Adrian.
Evet. Nihayet bir şey bilmediğime karar verdiler.
Güzel dedi Adrian. Kaşlarını çattığında onu ilk kez ayık ve ciddi gördüğümü düşündüm. Ve sen
bilmediğine emin misin?
Sana daha önce de söyledim. Bağı ben kullanamıyorum.
Hmmm. Şey gitmem gerek.
Lissa ona öfkeyle baktı. Ne senden bir şey gizlediğimi mi düşünüyorsun? Roseu bulabilseydim
bulurdum
Biliyorum ama açıkçası aranızda güçlü bir bağ var. Rüyalarında onunla konuşmak için bu bağı
kullan. Ben denedim ama onunla yeterince uzun süre bağlantı...
Ne dedin sen? diye haykırdı Lissa. Onunla rüyalarında mı konuştun?
Adrian şaşkın gözlerle ona baktı. Elbette. Bunu yapmayı sen bilmiyor musun?
Hayır Dalga mı geçiyorsun? Nasıl mümkün olabilir ki?
Rüyalarım...
Lissanın açıklanamayan bir Moroi fenomeninden şifacılığın ötesine geçen ruhsal güçlerden henüz
hiçbir bilgi sahibi olunmayan şeylerden sözettiğini hatırlamıştım. Görünüşe bakılırsa Adrianın
rüyalarıma girmesi tesadüf değildi.
Belki de benim Lissanın zihnine girdiğim gibi o da benim zihnime girmenin bir yolunu bulmuştu. Bu
düşünce beni huzursuz etti. Lissa bile zorlukla kavrayabiliyordu.
Adrian bir eliyle saçlarını sıvazlayıp başını arkaya attı ve düşünceli gözlerle tavandaki kristal
avizeye baktı. Pekala. Aura görmüyorsun rüyalarda insanlarla konuşmuyorsun. Peki ne
yapabiliyorsun?
Ben... ben. insanları iyileştirebiliyorum. Hayvanlan.
Ve bitkileri. Ölenleri hayata döndürebiliyorum.
Gerçekten mi? Adrian etkilenmiş görünüyordu. Pekala. Bunun için seni takdir ettim. Başka?
Şey ikna yeteneğini kullanabiliyorum.
Bunu hepimiz yapabiliyoruz.
Hayır ben gerçekten yapabiliyorum. O kadar zor değil. İnsanlara istediğim şeyi yaptırabiliyorum
kötü şeyleri bile.
Ben de öyle. Adrianın gözleri parladı. Bunu benim üzerimde kullanmayı denersen neler olacağını
merak ediyorum. ..
Lissa tereddüt etti ve dalgın bir tavırla parmakları kırmızı halının üzerinde dolaştı. Şey... yapamam.
Az önce yapabildiğini söyledin?
Ben... şu anda yapamam. İlaç kullanıyorum... depresyon ve diğer şeyler için... ve büyü yapmamı
engelliyor.
Adrian kollarını havaya doğru salladı. O halde sana rüyalarda yürümeyi nasıl öğretebilirim ki?
Roseu başka nasıl bulacağız?
Bak dedi Lissa öfkeyle ilaçları almayı ben istemiyorum. Ama onları bıraktığımda gerçekten çok
delice şeyler yaptım. Tehlikeli şeyler. Ruh kişinin üzerinde böyle etkiler yapıyor.
Ben hiçbir şey kullanmıyorum ve hiçbir sorunum da yok dedi Adrian.
Hayır hiçbir sorunu yok değildi. Bunu Lissa da anlamıştı.
Dimitri odana geldiği gün gerçekten tuhaftın dedi Lissa. Abuk sabuk şeyler söylemeye başladın.
Ah öyle mi? Evet... arada bir oluyor. Ama gerçekten de pek sık değil. En fazla... ayda bir kez.
Adrian samimi görünüyordu.
Lissa aniden her şeyi yeniden değerlendirerek Adriana dimdik baktı. Ya Adrian gerçekten
yapabiliyorsa? Ya ilaçlara gerek kalmadan ve zararlı yan etkilerini görmeden ruh elementini
kullanabiiyorsa? Lissanın en çok istediği şey bu değil miydi? Ayrıca ilaçların işe yarayıp
yaramadığından da artık emin olamıyordu...
Adrian onun ne düşündüğünü tahmin ederek gülümsedi.
Ne dersin kuzen? diye sordu. İkna yeteneğini kullanmasına gerek yoktu. Teklifi yeterince
çekiciydi. Büyüye tekrar dokunabilirsen sana bildiğim her şeyi öğretebilirim. İlaçları sisteminden
atman biraz zaman alacak ama bu olduğunda...
Şu anda ihtiyacım olan şey bu değildi. Adrianın yaptığı diğer her şeyle başa çıkabilirdim: Lissaya
kur yapması onu aptal sigaralarını içmeye teşvik etmesi vs.
Ama bu değil. Lissanın o ilaçları bırakmasını gerçekten istemiyordum.
İsteksizce Lissanın zihninden çekildim ve kendi berbat durumuma döndüm. Adrian ve Lissanın
arasında geçenleri daha fazla izlemek isterdim ancak onları izlemek bana iyi gelmiyordu. Tamam.
Artık gerçekten bir plana ihtiyacım vardı. Harekete geçmeliydim. Hepimizi buradan çıkarmalıydım.
Ama etrafıma baktığımda kaçışa öncekinden daha yakın olduğumu göremiyordum. Sonraki birkaç
saati hesap yaparak ve düşünerek geçirdim.
Bu gün üç muhafızımız vardı. Biraz sıkkın görünüyorlardı ama yeterince gevşek değillerdi. Eddie
yakınlarda baygın halde oturuyordu ve Mason boş gözlerle yere bakıyordu. Odanın karşı tarafında
Christian öfkeli gözlerle boşluğa bakıyor Mia da uyuyordu. Boğazımın ne kadar kuru olduğunun
farkındaydım ve ona su büyüsünün nasıl işe yaramaz
olduğunu söylediğimi hatırlayınca neredeyse gülecektim.
Bir dövüş sırasında çok fazla yararı olmayabilirdi ama biraz gücünü toplaması için her şeyimi...
Büyü
Neden daha önce düşünememiştim? Çaresiz değildik. En azından tamamen değildik.
Zihnimde yavaş yavaş bir plan belirmeye başladı muhtemelen çılgınca bir plandı ama aynı
zamanda da elimizdeki tek seçenek gibi görünüyordu. Kalp atışlarım hızlandı ve
muhafızlar yüzümden bir şey anlamasın diye hemen kendimi sakinleşmeye zorladım. Odanın karşı
tarafında Christian beni izliyordu. Heyecanımı görmüş ve bir şey düşündüğümü anlamıştı. O da
harekete geçmeye en az benim kadar
hazır halde merakla beni izliyordu.
Tanrım Bunu nasıl başaracaktık? Onun yardımına ihtiyacım vardı fakat kafamdakini ona aktarmam
mümkün değildi. Aslında bana yardım edip edemeyeceğinden de emin değildim oldukça zayıf
görünüyordu.
Onunla göz temasımı sürdürerek bir şeyler olacağını anlamasını sağlamaya çalıştım. Yüzünde
şaşkınlık vardı ama aynı zamanda da kararlılık okunuyordu. Muhafızların hiçbirinin doğrudan bana
bakmadığından emin olduktan sonra bileklerimi hafifçe çekiştirerek belli etmeden kıpırdandım.
Elimden geldiğince arkama baktım ve sonra tekrar Christianın gözlerine döndüm. Kaşlarını
çattığında aynı hareketi tekrarladım.
Hey dedim yüksek sesle. Mia ve Mason şaşkınlıkla irkildi. Bizi gerçekten açlıktan öldürecek
misiniz? En azından su filan içemez miyiz?
Kes sesini dedi muhafızlardan biri. İçimizden biri konuştuğunda verdikleri standart cevap buydu.
Haydi. Elimden geldiğince cilveli konuşmaya çalıştım. Bir şeyler yudumlamamıza izin verin.
Boğazım yanıyor. Alev almış gibi. Bu son birkaç kelimeyi söylerken Christianın gözlerine bir bakış
attım ve yine konuştuğum muhafıza döndüm.
Tahmin ettiğim gibi adam yerinden fırladı ve bana doğru atıldı. Beni tekrarlamak zorunda bırakma
diye gürledi. Şiddetli bir şey yapıp yapmayacağından emin değildim fakat henüz daha fazla
zorlamaya niyetim yoktu. Ayrıca amacıma ulaşmıştım. Christian ne demek istediğimi anlamamışsa
yapabileceğim başka bir şey yoktu. Korkmuş gibi göründüğümü umarak sustum.
Muhafız yerine döndü ve bir süre sonra bana bakmaktan vazgeçti. Yine Christiana baktım ve
bileklerimi çekiştirdim. Haydi haydi diye düşündüm. Parçalan birleştir Christian.
Kaşları aniden kalktı ve inanamayan gözlerle bana baktı. Görünüşe bakılırsa aklına bir şey
gelmişiti. İstediğim şey olmasını umuyordum. Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışır gibi soran
gözlerle baktı. Başımla onayladım.
Birkaç saniye kaşlarını çatarak düşündü ve derin sakin bir nefes aldı.
Pekala dedi Christian. Herkes yine irkildi.
Kes sesini dedi muhafızlardan biri otomatik bir tavırla. Bıkkın görünüyordu.
Hayır dedi Christian. Hazırım. İçmeye hazırım.
Bir an ben dahil odadaki herkes donup kaldı.
Kafamdaki şey tam olarak bu değildi.
Muhafızların lideri ayağa kalktı. Bizimle oyun oynamaya kalkma.
Öyle bir niyetim yok dedi Christian. Yüzünde yorgun umutsuz bir ifade vardı ve tamamen sahte
olduğunu sanmıyordum. Bundan sıkıldım. Buradan çıkmak istiyorum ve ölmek istemiyorum.
İçeceğim ve... şunu istiyorum. Başıyla beni işaret etti. Mia tedirgin bir tavırla inledi. Mason
Christiana döndü ve okulda olsak uzaklaştırılma cezası almasına neden olabilecek bir şey söyledi.
Kafamdan geçen kesinlikle bu değildi.
Diğer iki muhafız soran gözlerle liderlerine baktılar.
Isaiahyı çağıralım mı? diye sordu adamlardan biri.
Burada olduğunu sanmıyorum dedi lider. Birkaç saniye Christianı inceledikten sonra bir karar
verdi. Bu bir şakaysa onu rahatsız etmek de istemiyorum. Bağlarını çözün de ne olduğunu görelim.
Adamlardan biri keskin bir keski çıkardı. Christianın arkasına geçip çömeldi. Plastiğin kopuşunu
duydum. Adam
Christianın kolunu tutarak sertçe ayağa kaldırdı ve onu bana doğru getirdi.
Christian diye bağırdı Mason korkunç bir öfkeyle. Bağlarını zorlarken sandalyesi biraz sallandı.
Sen aklını mı kaçırdın? Bunu yapmalarına izin verme
Sizler ölmek zorundasınız ama ben değilim diye tersledi Christian gözlerine düşen siyah saçlarını
başının bir hareketiyle arkaya atarken. Bunun başka yolu yok.
Neler olduğunu gerçekten bilmiyordum ancak ölmek üzereysem biraz daha duygu sergilemem
gerektiğinin farkındaydım. İki muhafız Christianın iki yanına geçti ve temkinli tavırlarla bana doğru
eğilişini izlediler.
Christian diye fısıldadım korkuyormuş gibi görünmenin ne kadar kolay olduğuna şaşarak. Yapma.
Dudakları sık sık olduğu gibi acı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Sen ve ben asla birbirimizden
hoşlanmadık Rose. Birini öldürmem gerekiyorsa bu sen olabilirsin. Kelimeleri buz gibi net inanılırdı
Ayrıca bunu istediğini sanıyordum.
Bunu değil. Lütfen yapma...
Muhafızlardan biri Christianı itti. Yap şu işi ya da sandalyene dön.
Christian o karanlık gülümsemesiyle omuz silkti. Üzgünüm Rose. Zaten öleceksin. Neden iyi bir
neden uğruna olmasın? Yüzünü boynuma doğru yaklaştırdı. Muhtemelen canın yanacak diye ekledi.
Canımın yanacağından şüpheliydim... çünkü gerçekten yapmayacaktı. Yapmayacaktı değil mi?
Huzursuzca kıpırdandım. Her açıdan vücudundaki bütün kan çekilirse aynı zamanda bu süreçte
acının büyük bölümünü silecek kadar endorfin salgılanırdı. Uykuya dalmak gibi olurdu. Elbette ki
bunların hepsi söylentiydi. Sonuçta vampir ısırıklarından ölen insanlar geri dönüp olanları
anlatamazdı.
Christian dudaklarını boynumda dolaştırdı ve yüzünü gizleyecek şekilde saçlarıma gömdü.
Dudakları tenimde dolaşırken Lissayı öptüğü zaman hissettiklerimi hatırladım.
Bir an sonra dişlerinin ucu tenime değdi.
Ve acıyı hissettim. Gerçek acıyı
Ama ısırıktan gelmiyordu. Dişlerini sadece tenime dayamıştı ama delmemişti. Dili boynumda
yalar gibi dolaşıyordu ama emebileceği kan yoktu. Bu daha çok tuhaf sapıkça bir öpüşe benziyordu.
Hayır acı bileklerimden geliyordu. Yakıcı bir acı. Christian plastik kelepçeleri ısıtmak için
büyüsünü kullanıyordu ve yapmasını istediğim şey de buydu. Mesajımı almıştı. Plastik giderek
ısınırken Christian hala kanımı içiyormuş gibi yapıyordu. Yakından bakan biri onun numara
yaptığını anlayabilirdi ama saçlarımın büyük bölümü Christianın yüzünü gizliyordu.
Plastiğin erimesinin zor olduğunu biliyordum ancak bunun ne anlama geldiğini ancak şimdi
anlıyordum. Plastiğe zarar vermek için gereken sıcaklık inanılmazdı. Ellerimi bir lav birikintisine
daldırmış gibi hissediyordum. Plastik tenimi korkunç bir şekilde yakıyordu. Acıyı rahatlatmayı
umarak kıpırdandım. Bunu başaramadım ama plastiğin yumuşama
ya başladığını hissettim. Pekala. Bu da bir şeydi. Sadece biraz daha dayanmam gerekiyordu.
Umutsuzca Christianın ısırığına odaklanmaya ve dikkatimi dağıtmaya çalıştım. Sadece beş saniye işe
yaradı. Sonuçta vücuduma endorfin salgılamıyor korkunç acıyla başa çıkmama yardımcı olmuyordu.
Ama inlememde sakınca yoktu muhtemelen daha inandırıcı görünüyordum.
Buna inanamıyorum diye mınldandı muhafızlardan biri. Gerçekten yapıyor.Arkalarında Mianın
ağladığını duydum.
Plastik daha da ısınıyordu. Hayatımda böyle canımın yandığını hatırlamıyordum ve açıkçası çok
şey yaşamıştım.
Bayılmak giderek büyüyen bir olasılığa dönüşmüştü.
Hey dedi muhafızlardan biri aniden. Bu koku nedir?
Ne olabilirdi ki? Erimiş plastik Ya da eriyen etim. Açıkçası farketmezdi çünkü bileklerimi bir kez
daha oynattığımda yapış yapış erimiş plastik çözülüverdi.
On saniyelik bir şaşkınlık fırsatım vardı ve onu iyi kullandım. Christianı geri doğru iterek
sandalyemden fırladım.
İki tarafında birer muhafız vardı ve biri hala keskiyi elinde tutuyordu. Tek bir hareketle keskiyi
adamın elinden kaptım ve yanağına gömdüm. Boğuk bir çığlıkla geri savruldu ama neler okluğunu
görmek için zamanım yoktu. Şaşkınlık avantajım giderek azalıyordu ve zaman kaybedemezdim.
Keskiyi bırakır bırakmaz ikinci muhafızı yumrukladım. Genel olarak tekmelerim yumruklarımdan
daha güçlüydü fakat yine de irkilerek sendelemesine neden olacak kadar güçlü bir yumruk
indirmiştim.
O sırada muhafızların lideri harekete geçmişti. Korktuğum gibi hala tabancası vardı ve eli ona gitti.
Kıpırdama diye bağırdı bana nişan alarak.
Donup kaldım. Yumrukladığım muhafız öne çıktı ve kolumu yakaladı. Keskiyi yanağına
sapladığım muhafızsa yerde kıvranıyordu. Liderleri tabancasının namlusunu benden ayırmadan bir
şey söylemeye ve bağırmaya başladı. Tabanca hafifçe kızardı ve elinden düştü. Eli kızarıp yanmıştı.
Christianın metali ısıttığını anladım. Evet. Daha en başından büyüyü kullanmalıydık. Buradan
kurtulursak Tashanın görüşünü kesinlikle savunacaktım. Moroilerin büyü kullanmama geleneği
zihinlerimize öylesine derin kazınmıştı ki bunu daha önce düşünememiştik. Aptalca bir tutumdu.
Beni tutan adama döndüm. Benim boyutlarımda bir kızın böylesine bir mücadeleye girişeceğini
beklediğini sanmıyordum ayrıca diğer adama ve tabancaya olanlardan dolayı çok şaşkındı. Biraz öne
eğilerek karnına bir tekme indirdim açıkçası bu tekmeyle dövüş dersinden A alabilirdim. Adam
darbeyle homurdanarak tekmenin ivmesiyle arkasındaki duvara doğru savruldu. Neler olduğunu
anlamasına fırsat vermeden üzerine çullandım. Saçlarını yakalayarak başını yere vurdum darbe onu
öldürmeyecek ama bayıltacak kadar sertti.
Hemen ayağa fırladığımda liderlerinin hala üzerime atlamadığına şaşırmıştım. Tabancanın ısınması
onu o kadar sersemletmiş olamazdı. Ama döndüğümde odaya sessizlik hakim oldu. Lider yerde
baygın halde yatıyor az önce serbest kalmış Mason tepesinde dikiliyordu. Christian da bir elinde
keski ve diğerinde tabancayla yakınında duruyordu. Tabanca hala sıcak olmalıydı ama Christianın
gücü onun sıcaktan etkilenmesini önlüyor olmalıydı. Tabancanın namlusunu keskiyi yanağına
sapladığım adama çevirmişti. Adam baygın değildi kanı az akıyordu fakat o da benim gibi namlu
tehdidiyle donup kalmıştı.
Kahretsin diye mırıldandım etrafa bakarak. Sendeleyerek Christiana doğru yürüdüm ve elimi
uzattım. Birinin canını yakmadan onu bana ver.
İğneleyici bir yorum yapmasını bekliyordum ama titreyen elleriyle tabancayı bana uzattı. Hemen
kemerime tıktım. Biraz daha yakından baktığımda Christianın ne kadar solgun olduğunu farkettim.
Her an yere yıkılabilirmiş gibi görünüyordu. İki gündür açlıktan ölen biri için sıkı bir büyü gösterisi
yapmıştı.
Mase kelepçeleri al dedim. Mason bize sırtını dönmeden muhafızların plastik kelepçeleri tuttuğu
kutuya yaklaştı. Üç plastik şerit ve başka bir şey çıkardı. Soran gözlerle bana dönerek bir koli bandı
rulosunu gösterdi.
Harika dedim.
Muhafızları sandalyelere bağladık. Birinin bilinci yerindeydi ama onu da bayılanlar grubuna dahil
ettik ve hepsinin ağzını koli bandıyla kapadık. Bir süre sonra uyanacaklardı ve gürültü yapmalarını
istemiyordum.
Mia ve Eddieyi de çözdükten sonra beşimiz birlikte bir sonraki hamlemizi planladık. Christian ve
Eddie zorlukla ayakta durabiliyordu ama en azından Christian bulunduğu ortamın farkındaydı.
Mianın yüzü yaşlarla ıslanmıştı ve emirlere uyabileceğinden emin değildim. Bunun sonucunda
grupta gerçekten etkili olabilecek iki kişi sadece Mason ve bendim.
Adamın saatine bakılırsa dışarıda sabah dedi Mason. Dışarı çıkabilirsek bize dokunamazlar. En
azından başka insan yoksa.
Isaiahnın gittiğini söylemişlerdi dedi Mia zayıf bir sesle. Gidebilmemiz gerekir değil mi?
O adamlar saatlerdir dışarı çıkmadı dedim. Yanılıyor olabilirler.
Aptalca bir şey yapma lüksümüz yok.
Mason dikkatle odanın kapısını açarak boş koridora baktı. Sizce buraya inen başka bir yol var mı?
Bu işimizi kolaylaştırır diye mırıldandım. Diğerlerine baktım. Burada kalın. Biz bodrumun geri
kalanını kontrol edeceğiz.
Ya başka biri gelirse? diye haykırdı Mia.
Gelmeyecek dedim onu rahatlatmaya çalışarak. Aslında bodrumda başka kimsenin olmadığından
neredeyse emindim aksi takdirde bu gürültüye hepsi odaya doluşurdu. Ve merdivenden biri inmeye
kalkarsa önce biz onları duya rdık.
Yine de Masonla birlikte birbirimizin arkasını kollayarak ve köşeleri kontrol ederek bodrumu
sessizce taradık. İlk gelişimizden hatırladığım gibi gerçekten de bir fare labirentine benziyordu. Bir
sürü kıvrımlı koridor ve bir sürü oda.
Tek tek kapıların hepsini açtık. Odaların hepsi biriki sandalye dışında boştu. Bunların hepsinin hücre
olarak kullanıldığını düşünerek ürperdim.
Bütün yerde tek bir pencere bile yok diye homurdandım taramayı bitirdiğimizde.
Yukarı çıkmamız gerek.
Tekrar odaya yöneldik ama oraya ulaşmadan önce Mason kolumu tuttu. Rose...
Durup ona baktım. Evet?
Mavi gözleri hiç görmediğim kadar ciddi pırıltılarla bana pişmanlıkla baktı.
Gerçekten işleri berbat ettim.
Bizi buraya sürükleyen olayları düşündüm. İşleri birlikte berbat ettik Mason.
İç çekti. Umarım. bütün bunlar bittiğinde oturup konuşabiliriz. Sana öfkelenmemeliydim. .
Ona bunun olmayacağını ortadan kaybolduğunda aslında aramızda bir şeylerin daha iyi
olamayacağını söylemek için onu aradığımı söylemek istiyordum. Ama bir ilişkiyi sonlandırmak için
uygun bir yer ve zaman olmadığından yalan söyledim.
Elini tutup sıktım. Umarım.
Gülümsedi ve birlikte diğerlerinin yanına döndük.
Pekala dedim. Nasıl yapacağımızı anlatayım.
Hemen bir plan yaptık ve merdivene doğru süzüldük. Ben en öndeydim Mia Christiana yardımcı
olarak arkamdan geliyordu. Mason da Eddieyi neredeyse sürüklercesine en arkadaydı.
Ben önden gitmeliyim dedi Mason merdivenin tepesinde durduğumuzda.
Hayır diye tersledim elimi kapının tokmağına koyarken.
Ama ya bir şey olursa?
Mason dedim. Oma sertçe bakarken aniden annemin Drozdov saldırısının olduğu günkü görüntüsü
zihnimde canlandı. Korkunç bir olayın ertesinde bile sakin ve kontrollü. Bu grup gibi oradakilerin de
bir lidere ihtiyacı vardı ve ben de elimden geldiğince annemi taklit etmeye çalıştım Eğer bir şey
olursa onları buradan çıkar. Hızlı ve olabildiğince uzağa. Yanında bir gardiyan sürüsü olmadan da
sakın geri dönme.
İlk sen saldırıya uğrarsın Ben ne yapayım yani? diye tısladı. Seni burada mı bırakayım?
Evet. Onları dışarı çıkarabilirsen beni unut.
Rose ben...
Mason Başkalarına liderlik etmek için güç toplamaya çalışırken yine annemi zihnimde
canlandırdım. Yapabilir misin yapamaz mısın?
Diğerleri nefeslerini tutarken sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca birbirimize baktık.
Yapabilirim dedi sonunda. Başımla onayladım ve işime döndüm.
Bodrum kapısı gıcırdayarak açılırken sesten yüzümü buruşturdum. Nefes bile almaya çekinerek:
merdivenin tepesinde hareketsiz durup dinledim. Ev ve ilginç dekorasyonu ilk gördüğümüz gibiydi.
Bütün pencereler panjurlarla kapalıydı ama kenarlarından dışarıdan süzülen ışığı görebiliyor
dum. Gün ışığı hiç o anki kadar tatlı gelmemişti. Dışarı çıkmak özgürlük anlamına geliyordu.
Hiçbir ses hiçbir hareket yoktu. Etrafıma bakınarak ön kapının yerini hatırlamaya çalıştım. Evin
diğer tarafındaydı aslında çok uzak sayılmazdı ama şimdi yarım metre ötesi bile çok uzak geliyordu.
Benimle gel diye fısıldadım Masona arkayı kollama konusunda kendini daha iyi hissetmesini
umarak.
Bir an için Eddieyi Miaya bıraktı ve ana oturma bölümünde hızlı bir tarama yapmak için bana
yaklaştı. Hiçbir şey yoktu. Buradan ön kapıya uzanan mesafe açıktı. Rahat bir nefes aldım. Mason
yine Eddieyi aldı ve hepimiz gergin bir şekilde ilerledik. Tanrım. Bunu başaracaktık. Bunu gerçekten
başaracaktık. Ne kadar şanslı olduğumuza inanamıyordum. Felakete o kadar yaklaşmıştık ki...
İnsanın hayatını yeniden gözden geçirdiği ve bir şeyleri değiştirmeye karar verdiği anlardan biriydi.
Böyle anlarda insan ikinci bir şans verilse kesinlikle boşa harcamayacağına yemin ederdi.
Önümüze çıkışlarını neredeyse aynı anda görüp duydum. Sanki bir büyücü Isaiah ve Elenayı
yoktan getirivermişti. Ancak işin içinde büyü filan olmadığını biliyordum. Strigoiler bu kadar hızlı
hareket ederdi. Boş olduğunu sandığımız zemin kat odalarından birinden çıkmış olmalıydılar
araştırarak daha fazla zaman harcamak istememiştik. Katın her santimini taramadığımız için içten içe
kendime kızdım. Zihnimin derinliklerinde bir yerde Stanin dersinde annemle alay edişimi
hatırlıyordum: Bilmiyorum. Bana kalırsa işi berbat etmişsiniz. Neden önce mekanı gözlemleyip
içeride Strigoi olup olmadığına bakmadınız? Bence kendinizi birçok gereksiz dertten
kurtarabilirdiniz.
Karma gerçekten de baş belasıydı.
Çocuklar çocuklar dedi Isaiah. Bu oyun böyle oynanmaz. Kuralları çiğniyorsunuz. Dudaklarında
zalim bir gülümseme belirdi. Bizi asla tehdit olarak görmüyor kaçış ve direniş çabamızdan zevk
alıyordu. Açıkçası haklıydı.
Hızlı ve uzağa Mason dedim alçak sesle bakışlarımı Strigoilerden ayırmadan.
Bak bak... Bakmakla olsaydı... Isaiah aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını kaldırdı. İkimizi tek
başına yenebileceğini mi sanıyorsun? Güldü. Elena da güldü. Ben dişlerimi sıktım.
Hayır ikisini birden yenebileceğimi sanmıyordum. Aslında öleceğimden kesinlikle emindim. Ama
aynı zamanda önce sağlam bir şekilde dikkatlerini dağıtmaya kararlıydım.
Isaiahya doğru atıldım ama tabancayı Elenaya çevirdim. İnsan muhafızların üzerine atılabilirsiniz
ama Strigoilerle bu şansınız yoktur. Daha hareket etmeden ne yapacağımı anlamışlardı. Yine de
tabancam olduğunu düşünmemişlerdi. Isaiah saldırımı neredeyse hiç çaba harcamadan savuştururken
kollarımı yakalayıp beni tutmasına fırsat kalmadan Elenaya ateş ettim. Tabancanın sesi kulaklarımda
çınlarken Elena acı ve şaşkınlıkla haykırdı. Karnına nişan almıştım ama kalçasından vurabilmiştim.
Bu önemli değildi. İki hedef de onu öldürmezdi ancak karnı daha çok canını yakardı.
Isaiah bileklerimi o kadar sıkı tutuyordu ki kemiklerimi kıracağını sandım. Silahı düşürdüm.
Tabanca yere düşerek sekti ve yerde kaydı. Elena öfkeyle bağırarak beni pençelemeye çalıştı. Isaiah
ona kendini kontrol etmesini söyleyerek beni uzaklaştırdı. Bu süre içinde olabildiğince
çırpınıyordum ve amacım kaçmak değil uğraştırmaktı.
O anda: Olabilecek en tatlı ses.
Ön kapının açıldığını duydum
Mason dikkati dağıtmamdan yararlanmıştı. Eddieyi Miaya bırakarak benim ve Strigoilerin
etrafımızdan koşmuş ön kapıya ulaşmıştı. Isaiah yıldırım hızıyla döndü ve üzerine vuran gün ışığıyla
haykırdı.. Ama acı çekmesine rağmen refleksleri hala hızlıydı. Işıktan oturma odasına doğru
çekilirken Elenayla beni de yanında sürükledi onu kolundan beni boynumdan yakalamıştı.
Çıkar onları diye bağırdım.
Isaiah... diye başladı Elena Isaiahnın elinden kurtulmaya çalışarak.
Isaiah beni yere fırlatarak döndü ve kaçan kurbanlarına baktı. Boğazımı bıraktığı için artık rahatça
nefes alabiliyordum yutkundum ve dağılmış saçlarımın arasından kapıya baktım. Mason Eddieyi
eşikten sürüklüyor gün ışığının güvenliğine çıkarıyordu. Mia ve Christian çoktan gitmişti.
Hissettiğim rahatlık duygusuyla neredeyse ağlayacaktım.
Isaiah korkunç bir öfkeyle bana döndüğünde simsiyah gözleri ve uzun boyuyla tepemde
dikiliyordu. Her zaman korkunç görünen yüzü hayal bile edilemeyecek bir hal almıştı. Canavar
kelimesi yeterli olmazdı.
Beni saçlarımdan yakaladı. Acıyla haykırdım. Başını iyice aşağı indirdi ve yüzünü neredeyse
benimkine yapıştırdı.
Isırılmak mı istiyorsun? diye sordu. Kan fahişesi mi olmak istiyorsun? Eh onu ayarlayabiliriz.
Kelimenin her anlamıyla. Ve hiç de hoşuna gitmeyecek. Uyuşturucu olmayacak. Acı verici olacak
hayatında hiç çekmediğin kadar acı çekmeni sağlayacağım. İkna yeteneği iki yönlü çalışır biliyorsun.
Ölümünün de çok ama çok uzun bir zaman almasını garantileyeceğim. Bağıracaksın. Çığlık
atacaksın. Ağlayacaksın. Her şeyi sona erdirip ölmene izin vermem için bana yalvaracaksın...
Isaiah diye bağırdı Elena sabrı taşarak. Öldür şunu artık. Söylediğim gibi daha önce yapsaydın
bunlann hiçbiri olmayacaktı.
Isaiah beni bırakmadı ama bakışlarını ona çevirdi. Karışma.
Melodramatik davranıyorsun dedi Elena. Evet gerçekten mızmızın tekiydi. Bir Strigoinin böyle
olacağını tahmin bile edemezdim. Neredeyse komikti. Yazık.
Bana karşılık da verme dedi Isaiah.
Ben acıktım. Sadece onu...
Onu bırakın yoksa ikinizi de öldürürüm
Hepimiz bu öfkeli ve kararlı sese döndük. Mason elinde düşürdüğüm tabancayla kapıda duruyordu.
Isaiah birkaç saniye ona baktı.
Tabii dedi sonunda. Bıkkın görünüyordu. Denesene.
Mason tereddüt etmedi. Tetiği çekti ve bütün şarjörü Isaiahnın göğsüne boşaltana kadar da ateş
etmeyi sürdürdü. Her mermi Strigoinin biraz yüzünü buruşturmasına neden oldu ama onun dışında
adam ayakta kaldı ve beni bırakmadı bile. Demek güçlü ve yaşlı bir Strigoi olmanın anlamı buydu.
Kalçasına saplanan bir mermi Elena gibi genç
bir vampirin canını yakabilirdi. Ama Isaiah? Göğsünden defalarca vurulmak bile onun için bir şey
ifade etmiyordu.
Bunu Mason da anlamıştı ve tabancayı indirirken yüz hatları sertleşti.
Git buradan diye bağırdım. Hala güneşte güvendeydi.
Ama beni dinlemedi. Koruyucu ışıktan çıkarak bize doğru koştu. Isaiahnın dikkatini Masondan
uzaklaştırmayı umarak daha fazla çırpınmaya başladım. Başaramadım. Mason bize doğru yolu
yarılayamadan Isaiah beni Elenaya doğru attı.
Isaiah Masonın saldırısını hızla karşılayıp onu kontrol altına aldı tıpkı daha önce bana da yaptığı
gibi.
Ama bana yaptığının aksine Isaiah onun kollannı tutmadı. Masonın saçlannı kavrayıp uzun acılı bir
ölümle ilgili theditler savurmadı. Sadece saldınyı durdurdu iki eliyle Masonın kafasını tuttu ve hızla
yana çevirdi. Sinir bozucu bir
çatırtı duyuldu. Masonın gözleri iri iri açıldı ve öyle kaldı.
Isaiah onu bıraktı ve cansız vücudu Elenanın beni tuttuğu yere doğru fırlattı. Ceset aramıza düştü.
Görüş alanım bulandı ve midem altüst oldu.
İşte dedi Isaiah Elenaya. Bu senin açlığını bastırır. Bana da biraz bırak.
22
D eh şet ve şaşkınlık bütün benliğimi kaplamıştı. O kadar ki ruhum büzülüyor dünyanın sonu gelmiş
gibi görünüyordu bundan sonra hayatım devam edemezdi. Kimse böyle bir şeyden sonra yaşamaya
devam edemezdi. Acımı evrene haykırmak istiyordum. Eriyene kadar ağlamak istiyordum. Masonın
yanına çöküp onunla birlikte ölmek istiyordum.
Onunla Isaiahnın arasındayken bir tehdit oluşturmadığıma karar veren Elena beni bıraktı. Masonın
cesedine döndü.
O anda hislerim dondu. Sadece harekete geçtim.
Ona. Sakın. Dokunma. Kendi sesimi tanıyamamıştım.
Elena gözlerini devirdi. Ah gerçekten sinir bozucusun. Isaiahya hak vermeye başlıyorum sen
gerçekten de ölmeden önce acı çekmelisin. Başını çevirerek yerde diz çöktü ve Masonın cesedini bez
bebekmiş gibi sırtüstü çevirdi.
Ona dokunma diye bağırdım. Onu ittim ama pek etkili olmadı. O da beni itti ve neredeyse
düşürüyordu. Yapabildiğim tek şey dengemi tekrar bularak ayakta kalmak oldu.
Isaiah bana keyifli bir ilgiyle baktı sonra bakışları yere
döndü. Lissanın hediyesi olan chotki montumun cebinden düşmüştü. Yere eğilip aldı. Strigoiler
kutsal eşyalara dokunabiliyordu haçlardan korktukları hikayesi doğru değildi. Sadece kutsal alanlara
giremiyorlardı. Haçın arkasını çevirdi ve parmağını ejderha kabartmasının üzerinde gezdirdi.
Ah Dragomirler dedi. Onları unutmuştum. Çok da zor değil. Kaç tane kaldı? Bir mi? İki mi?
Hatırlamaya bile değmez. O korkunç kırmızı gözler üzerime dikildi. Herhangi birini tanıyor musun?
Bugünlerde birini görmek isterim. Çok zor olmazdı...
Aniden bir patlama duydum. Akvaryum patladı ve cam parçaları etrafa saçılırken içindeki su
boşaldı. Parçalardan bir kısmı bana doğru uçtu ama neredeyse farketmedim bile. Su havada dönerek
bir küre biçiminde Isaiahya doğru uçtu. Ona bakarken ağzım açık kalmıştı.
Korkmaktan çok şaşırmış bir halde o da olanları izliyordu. En azından yüzüne dolanıp onu
boğmaya başlayana kadar.
Mermi gibi havasızlık da onu öldürmezdi ama fazlasıyla rahatsızlık verirdi.
Elleri yüzüne gitti ve umutsuzca sudan kurtulmaya çalıştı. Yararı olmadı. Parmakları kayıp
duruyordu. Elena Masonı unutarak ayağa fırladı.
Neler oluyor? diye bağırdı. Isaiahyı kurtarma çabasıyla onu tutup sarstı ama işe yaramadı. Nedir bu
Yine hissizleşmiştim. Sadece hareket ediyordum. Ellerim parçalanmış akvaryumdan uçan iri bir
cam parçasına kaydı. Keskin tırtıklı kenarlıydı ve elimi kesiyordu.
Onlara doğru atıldım ve cam parçasını Isaiahnın göğsüne sapladım egzersiz odasında defalarca
yaptığım gibi kalbini hedeflemiştim. Isaiah suyun içinde boğuk bir çığlık attı ve yere çöktü. Acıdan
bayılırken gözbebekleri yukarı kaydı.
Tıpkı Isaiah Masonı öldürdüğünde olduğu gibi şimdi de Elena bana şaşkınlıkla bakıyordu. Isaiah
elbette ölmemişti ama geçici olarak etkisiz hale getirilmişti. Elenanın yüzü bunun mümkün olacağını
hiç düşünmediğini açıkça gösteriyordu.
O anda yapılacak en akıllıca şey kapıya ve güneşin güvenliğine kaçmak olurdu. Bunun yerine aksi
yönde döndüm ve şömineye doğru koştum. Antika kılıçlardan birini kapıp Elenaya döndüm. Fazla
hareket etmem gerekmedi çünkü kendini toparlamıştı ve bana doğru koşuyordu.
Öfkeden hırlayarak beni yakalamaya çalıştı. Hiç kılıçla eğitim yapmamıştım fakat bulabildiğim her
türlü silahı kullanabilecek şekilde eğitilmiştim. Kılıcı aramızdaki mesafeyi korumak için kullanırken
hareketlerim sarsak ama etkiliydi.
Ağzındaki beyaz sivri dişler parlıyordu. Sana bunun bedelini ağır...
...mı ödeteceksin? Acı mı çektireceksin? Doğduğuma pişman mı edeceksin?
Annemle dövüşürken nasıl daima savunmada kaldığımı hatırladım. Bu kez işe yaramayacaktı.
Saldırmak zorundaydım. Öne doğru atılarak Elenaya bir darbe indirmeye çalıştım. Şansım yoktu.
Her hareketimi tahmin edebiliyordu.
Aniden arkamdan Isaiahnın homurtusunu duydum yine kendine geliyordu. Elena ona bir bakış
atarken bu fırsattan yararlanarak ileri doğru atıldım. Kılıç gömleğinin kumaşını delip tenini kesti ama
başka bir şey olmadı. Yine de yüzünü buruşturdu ve panikle yarasına baktı. Sanınm Isaiahnın kalbine
saplanan cam parçasını hala çok iyi hatırlıyordu.
Ve bütün ihtiyacım olan da buydu.
Bütün gücümü toplayarak geri çekildim ve kılıcı savurdum.
Kılıcın ucu boynunun yan tarafına sertçe ve derinlemesine gömüldü. Tüylerimi ürperten korkunç
bir çığlık attı. Bana yaklaşmaya çalıştı. Geri çekilip tekrar vurdum.
Elleriyle boynunu tuttu ve daha fazla ayakta kalamadı. Tekrar tekrar vurmaya devam ederken kılıç
her seferinde boynuna biraz daha gömüldü. Birinin kafasını kesmek sandığımdan daha zordu. Eski
kör kılıç da muhtemelen yardımcı olmuyordu.
Ama sonunda kendime geldiğimde artık hareket etmediğini gördüm. Başı vücudundan ayrılmış
halde orada duruyor ölü gözleri olanlara inanamıyormuş gibi bakıyordu. Eh ben de inanamıyordum.
Biri çığlık atıyordu ve bir an için hala Elena olduğunu sandım. Sonra başımı kaldırıp odanın karşı
tarafına baktım.
Mia kapıda durmuş kusacakmış gibi sararmış bir yüzle ve iri iri açılmış gözlerle bakıyordu. O anda
zihnimin derinliklerinde akvaryumu patlatanın o olduğunu anladım. Su büyüsü o kadar da değersiz
görünmüyordu artık.
Isaiah hala sarsılmış bir halde kalkmaya çalışıyordu. Ama bunu başarmasına fırsat vermeden
üzerine çullandım. Kılıç her darbede kan ve acı yaratarak kendi şarkısını söylemeye başladı. Artık
kendimi deneyimli bir profesyonel gibi hissediyordum. Isaiah yere devrildiğinde Masonın boynunu
kırışı hala gözlerimin önünden gitmiyordu ve elimden geldiğince şiddetli vurmaya devam ediyor
sanki her darbede o anıyı silmeye çalışıyordum.
Rose Rose
Nefretten gözüm kararmış halde Mianın sesini zorlukla duyabildim.
Rose o öldü artık
Sersemlemiş bir halde son darbemi durdurdum ve ayaklarımın dibindeki şeye baktım başı artık
vücuduna bağlı değildi. Mia haklıydı. Isaiah ölmüştü. Gerçekten ölmüştü.
Etrafıma bakındım. Her yerde kan vardı ama manzaranın dehşetini kavrayamıyordum. Dünyam
yavaşlamış sadece iki temel şeye odaklanmıştı: Strigoileri öldür Masonı koru. Başka bir şeyi
algılayamıyordum.
Rose diye fısıldadı Mia. Korku dolu bir sesle konuşuyor ve titriyordu. Strigoilerden değil benden
korkuyordu. Rose gitmemiz gerek. Haydi.
Bakışlarımı onun yüzünden ayırarak Isaiahnın kalıntılarına baktım. Kısa bir süre sonra kılıcı
elimden bırakmadan
Masonın cesedine yaklaştım.
Hayır dedim sesim çatlayarak. Onu bırakamam. Başka Strigoiler gelebilir.
Gözlerim yanıyor umutsuzca ağlamak istiyordum. Diğer yandan içim hala kan şehvetiyle doluydu
ve hissedebildiğim duygular şiddet ve öfkeden ibaretti.
Rose onun için geri döneriz. Başka Strigoiler gelecekse buradan gitmek zorundayız.
Hayır diye tekrarladım Miaya bakmadan. Onu bırakmıyorum. Onu yalnız bırakmayacağım.
Boştaki elimle Masonın saçlarını okşadım.
Rose...
Başımı sertçe kaldırdım. Git buradan diye bağırdım. Git buradan ve bizi yalnız bırak
Bana doğru birkaç adım attı ama kılıcı kaldırdım. Donup kaldı.
Git buradan diye tekrarladım. Diğerlerini bul.
Mia yavaşça kapıya doğru geriledi. Dışarı koşmadan önce bana son umutsuz bir bakış attı.
Ortama sessizlik hakim olurken kılıcı tutan elim gevşedi ama bırakmadım. Vücudum öne doğru
sarktı ve başımı Masonın göğsüne koydum. Başka hiçbir şeyin farkında değildim: Etrafımdaki
dünyayı zamanı algılamıyordum. Saniyeler geçmiş olabilirdi. Saader geçmiş olabilirdi.
Bilmiyordum. Masonı orada öyle bırakamayacağım dışında hiçbir şey bilmiyordum. Dehşeti ve acıyı
zorlukla kontrol altında tutan bir zihin durumuyla öylece kalakalmıştım. Masonın öldüğüne
inanamıyordum. Ölümü davet ettiğime inanamıyor
dum. Ama olanları kabullenmiyor hiçbir şey olmamış gibi davranıyordum.
Ayak sesleri duyduğumda başımı kaldırdım. Kapıdan birileri giriyordu bir sürü. Kim olduklarını
seçemiyordum ama önemi yoktu. Hepsi Masonı korumam gereken tehditlerdi. Birkaçı bana
yaklaşırken kılıcı kaldırdım ve cesedinin başında koruyucu bir tavırla durdum.
Geri çekilin diye uyardım. Ondan uzak durun.
Ama gelmeye devam ediyorlardı.
Geri çekilin diye bağırdım. Durdular. Biri dışında.
Rose dedi yumuşak bir ses. Kılıcı bırak.
Ellerim titriyordu. Zorlukla yutkundum. Bizden uzak durun.
Rose
Ses yine konuştu bu sesi her yerde tanırdım. Tereddütlü bir tavırla sonunda etrafımın farkına
varmaya başladım. Karşımda duran adamı daha net görüyordum. Dimitrinin o tanıdık kahverengi
gözleri kararlı ve nazik bir şekilde bana bakıyordu.
Geçti artık dedi. Her şey yoluna girecek. Kılıcı bırakabilirsin.
Kabzayı tutmaya çalışırken ellerim daha da şiddetli titriyordu. Yapamam. Kelimeler canımı
yakıyordu. Onu yalnız bırakamam. Onu korumak zorundayım.
Korudun zaten dedi Dimitri.
Kılıç ellerimden kaydı ve güçlü bir tangırtıyla yere düştü. Ben de onun peşinden yere ellerimin ve
dizlerimin üzerine yıkıldım ağlamak istiyordum ama hala yapamıyordum.
Dimitrinin kolları beni sararak ayağa kalkmama yardım etti. Sesler etrafımızı sararken tek tek
tanıdığım ve güvendiğim insanları seçebilmeye başlamıştım. Dimitri beni kapıya doğru sürüklemek
istedi ama buna direndim. Yapamıyordum. Parmaklarım gömleğini yakalamış buruş buruş sıkıyordu.
Bir kolunu omzumdan ayırmadan diğer eliyle saçlarımı yüzümden çekti. Başımı göğsüne koydum ve
Rusça bir şeyler mırıldanarak saçlarımı okşamaya devam etti. Tek kelimesini bile anlamıyordum
ama nazik sesi beni yatıştırmıştı.
Gardiyanlar eve doluşmuş her santimini incelemeye başlamıştı. Birkaçı bize yaklaştı ve bakmayı
reddettiğim cesetlerin başında diz çöktü.
O mu yapmış? İkisini de mi?
Bu kılıç yıllardır bilenmemiş
Boğazımdan komik bir ses çıktı. Dimitri rahatlatıcı bir tavırla omzumu sıktı.
Onu buradan çıkar Belikov dediğini duydum bir kadının arkamdan. Sesi son derece tanıdıktı.
Dimitri yine omzumu sıktı. Haydi Roza. Artık gitme zamanı.
Bu kez onu dinledim. Acıyla attığım her adımda beni tutarak evden çıkardı. Zihnim hala olanları
kabullenmiyordu. Etrafımdakilerden gelen basit talimatlara uymaktan başka bir şey yapamıyordum.
Sonunda kendimi Akademinin jetlerinden birinde buldum. Motorlar gürüldedi ve uçak havalandı.
Dimitri bir şeyler mırıldanarak birazdan yanıma döneceğini söyledi ve beni koltuğumda yalnız
bıraktı. Dümdüz karşıya bakıyor önümdeki koltuğun detaylarını inceliyordum.
Yanımda biri oturuyordu ve omuzlarıma bir battaniye örtüyordu. Nasıl titrediğimi ancak o zaman
farkedebildim. Battaniyenin kenarlarını çekiştirdim.
Üşüyorum dedim. Neden bu kadar üşüyorum?
Şok geçiriyorsun diye cevap verdi Mia.
Dönüp ona baktım ve sarı buklelerini iri mavi gözlerini inceledim. Ona bakarken anılarım yine
serbest kalmıştı. Hepsi geri geliyordu. Gözlerimi sımsıkı yumdum.
Ah Tanrım dedim. Gözlerimi açtım ve yine ona odaklandım. Beni sen kurtardın akvaryumu
patlattığında beni sen kurtardın. Bunu yapmamalıydın. Geri dönmemeliydin.
Mia omuz silkti. Sen de kılıca uzanmamalıydın.
Haklıydı. Teşekkür ederim dedim. Yaptığın şey... hiç aklıma bile gelmemişti. Çok zekiceydi.
Onu bilmiyorum dedi yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle.Su o kadar da etkili bir silah sayılmaz
unuttun mu?
Eski sözlerimi o kadar komik bulmasam da elimde olmadan güldüm. Hayır artık hiç komik
bulmuyordum.
Su harika bir silah dedim sonunda. Geri döndüğümüzde suyu kullanmanın yollarını düşünmeliyiz.
Yüzü aydınlandı. Gözlerinde sert bakışlar belirdi. Bu hoşuma gitti. Her şeyden çok.
Üzgünüm... annen için çok üzgünüm.
Mia başıyla onayladı. Seninki hayatta olduğu için şanslısın. Ve ne kadar şanslı olduğunu
bilmiyorsun.
Dönüp tekrar koltuğa baktım. Sonraki kelimelerim beni bile şaşırttı: Keşke burada olsaydı.
Burada zaten dedi Mia şaşkın bir tavırla. Eve dalan grupta o da vardı. Onu görmedin mi?
Başımı iki yana salladım.
Sessiz kaldık. Mia ayağa kalkıp gitti. Bir dakika sonra yanımda başka biri duruyordu. Kim
olduğunu bilmek için bakmama gerek yoktu. Sadece biliyordum.
Rose dedi annem. Hayatımda ilk kez sesinin o kadar da kendinden emin çıkmadığını görüyordum.
Belki de korkuyordu. Mia beni görmek istediğini söyledi. Cevap vermedim. Ona bakmadım. Neye...
neye ihtiyacın var?
Neye ihtiyacım olduğunu bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gözlerim
dayanılmaz şekilde yanıyordu ve ne olduğunu anlayamadan ağlamaya başladım. Şiddetli acı verici
hıçkırıklar bütün vücudumu sarsıyordu. Uzun süredir tuttuğum gözyaşlarım yanaklarımdan
boşalıyordu. Hissetmeyi reddettiğim acı ve korku sonunda serbest kalmıştı ve göğsümü yakıyordu.
Zor nefes alıyordum.
Annem kollarını bana doladı ve yüzümü göğsüne gömerek daha da şiddetli sarsılmaya başladım.
Biliyorum dedi nazikçe beni daha sıkı tutarak. Anlıyorum.
23
M ol n ij a törenimde hava ılıktı. Aslında o kadar ılıktı ki kampüsteki karlar erimeye Akademinin taş
binalarının yanından akmaya başlamıştı. Kış henüz bitmemişti bu yüzden her şeyin birkaç gün içinde
yine donup beyaza döneceğini biliyordum. Ama şimdilik bütün dünya ağlıyormuş gibi görünüyordu.
Spokane olayından sadece birkaç küçük kesik ve çürükle kurtulmuştum. Eriyen plastiğin
bileklerimde yarattığı yaralar en kötüleriydi. Ama neden olduğum ve yarattığım ölümle başa
çıkmakta hala zorlanıyordum. Bir yerlerde büzülüp yatmak kimseyle konuşmamak istiyordum belki
Lissa dışında. Ama Akademiye döndükten sonraki dördüncü günümde annem beni buldu ve artık
işaretlerimi alma zamanımın geldiğini söyledi.
Neden sözettiğini hemen anlayamadım. Sonra iki Strigoiyi öldürdüğüm için iki molnija dövmesini
kazandığımı hatırladım. İlk işaretlerim. Bunu anlamak beni şaşırtmıştı. Bir gardiyan olarak
gelecekteki kariyerimi düşünerek geçirdiğim bütün hayatım boyunca işaretlere bakıp durmuştum ve
onları onur madalyası gibi görmüştüm. Ya şimdi? Sadece unutmak istediğim bir şeyi
hatırlatacaklardı.
Tören gardiyanların binasında toplantılar ve ziyafetler için kullanılan büyük bir salonda yapıldı.
Kayak merkezindeki büyük yemek salonuyla ilgisi yoktu. Bütün gardiyanlar gibi sade etkili ve
pratikti. Halı mavimsi gri ince ve sıkı örgülüydü. Çıplak beyaz duvarlarda St. Vladimirde yıllar
boyunca çekilen siyah beyaz fotoğraflar asılıydı. Başka dekor ya da süs yoktu ama anın ciddiyeti ve
gücü neredeyse elle tutulur haldeydi. Kampüsteki bütün gardiyanlar acemiler dışında törene
katılmıştı. Binanın ana toplantı salonunda dolanıyor gruplar halinde duruyorlardı ama
konuşmuyorlardı. Tören başladığında hiç konuşmadan düzenli bir şekilde sıralandılar ve beni
izlediler.
Salonun köşesindeki tabureye oturarak saçlarımı başımın önüne attım. Arkamda Lionel adında bir
gardiyan elindeki dövme iğnesiyle enseme yaklaştı. Akademide geçirdiğim bütün süre boyunca onu
tanımıştım ama molnija dövmeleri yapmak için eğitim aldığı hiç aklıma gelmemişti.
Başlamadan önce annemle ve Albertayla mırıldanarak bir şeyler konuştu.
Umut işareti almayacak dedi. Henüz mezun olmadı.
Farketmez dedi Alberta. Strigoileri öldürdü. Sen molnijaları yap daha sonra umut işaretini de alır.
Sık sık yaşadığım acı düşünülürse dövmelerin bu kadar can yakacağı hiç aklıma gelmemişti. Ama
Lionel işini yaparken ben dudağımı ısırıp sessizce bekledim. Hiç bitmeyecek gibi görünüyordu.
Nihayet bittiğinde iki ayna çıkardı ve ensemi görebildim. Orada iki küçük siyah dövme kızarmış
tenimin üzerinde yan yana duruyordu. Molnija Rusçada yıldırım anlamına geliyordu ve bu tırtıklı
şekil onu sembolize ediyordu. İki işaret. Biri Isaiah diğeri Elena için.
Ben onları gördükten sonra Lionel dövmeleri bandajladı ve iyileşene kadar neler yapmam gerektiği
konusunda birkaç şey söyledi. Çoğunu anlamamıştım ama daha sonra
sorabileceğimin farkındaydım. Hala bütün olan bitenlerin şokunu yaşıyordum.
Sonrasında törene katılan gardiyanların hepsi tek tek yanıma geldi. Hepsi bana şefkatini gösterdi
kucaklama yanaktan öpme gibi ve nazik sözler söyledi.
Aramıza hoşgeldin dedi Alberta beni sıkıca göğsüne bastırarak sarılırken.
Kendi sırası geldiğinde Dimitri bir şey söylemedi ama her zamanki gibi bakışları kitaplar dolusu
şeyler anlattı. Yüzündeki gurura ve duygu yoğunluğuna bakarken gözyaşlarımı zor tuttum. Bir elini
nazikçe yanağıma bastırıp başıyla onayladı ve yürüyüp gitti.
Sıra Standeydi ilk günümden beri en çok tartıştığım öğretmenim. Bana sarıldı. Artık bizden biri
oldun. En iyilerden biri olduğunu hep biliyordum dedi. Bayılacağımı sandım.
Nihayet annem karşımda durduğunda yanağımdan süzülen gözyaşını daha fazla bastıramadım.
Parmağının ucuyla sildi ve hafifçe ensemi okşadı. Sakın unutma dedi.
Kimse Tebrikler demediği için memnundum. Ölüm heyecan duyulacak veya tebrik edilecek bir şey
değildi.
Her şey bittiğinde yiyecek ve içecek servisi yapıldı. Büfeye yürüdüm ve kendime bir tabak
hazırladım. Yerken yiyeceklerin tadını pek algılayamadım sorulan sorulara verdiğim cevaplarınsa
yarısının bile farkında değildim. Sanki bir Rose robot olmuş programlandığım şeyleri yapıyordum.
Ensem hala dövmeler yüzünden acıyordu ve zihnimde Masonın mavi gözlerini Isaiahnın kırmızı
gözlerini görüyordum.
Büyük günümün daha fazla tadını çıkaramadığım için suçluluk duyuyordum fakat grup nihayet
dağılmaya başladığında rahatlamıştım. Diğerleri mırıldanarak veda ederken annem yanıma geldi.
Törendeki sözleri dışında uçak yolculuğumuzdan bu yana hiç konuşmamıştık. Hala kendimi biraz
tuhaf hissediyor biraz utanıyordum. Hiç söze dökmemişti ama ilişkimizde bir şeylerin değiştiğinin o
da farkındaydı. Arkadaş filan değildik... ama kesinlikle artık düşman da değildik.
Lord Szelsky yakında ayrılıyor dedi bana binanın kapısına yakın bir yerde durduğumuzda
konuştuğumuz ilk gün ona bağırdığım yerden çok uzak değildik. Ben de onunla gidiyorum.
Biliyorum dedim. Bu konuda şüphe yoktu. İşler böyle yürürdü. Gardiyanlar Moroileri izlerdi. Önce
Moroiler gelirdi.
Kahverengi gözleriyle bana düşünceli bir tavırla baktı. Uzun bir süredir ilk kez gerçekten göz göze
geldiğimizi hissediyordum bu kez bana tepeden bakmıyordu. Ondan birkaç santim daha uzun
olduğumu da yeni farkediyordum.
İyi iş çıkardın dedi sonunda. Şartları düşünürsek.
Bu yarım bir iltifattı ama daha fazlasını haketmiyordum. Isaiahnın evindeki olaylara yol açan
hataları ve yargı boşluklarını şimdi daha iyi anlıyordum. Bazıları benim hatamdı bazıları değildi.
Keşke bazı davranışlarımı değiştirebilşeydim fakat annemin haklı olduğunu biliyordum. Önümdeki
sorunla elimden gelenin en iyisini yapmıştım.
Strigoi öldürmek hiç de sandığım kadar görkemli bir şey değilmiş dedim.
Yüzünde hüzünlü bir gplümseme belirdi. Hayır. Asla değildir.
O anda ensesindeki bütün o işaretleri ve ölümleri düşündüm. Ürperdim.
Ah hey Konuyu değiştirmeye karar vererek elimi cebime attım ve bana verdiği mavi gözü çıkardım.
Bana verdiğin bu şey... Bir nazar boncuğu mu?
Evet. Nereden bildin?
Adrianla paylaştığım rüyadan sözetmedim. Biri söyledi. Koruyucu bir şey değil mi?
Yüzünde dalgın bir ifade belirdi ve bir an sonra iç çekerek başıyla onayladı. Evet. Orta Doğuya has
bir batıl inanç... Bazıları sana zarar vermek isteyenlerin nazarının değebileceğini veya sana lanet
okuyabileceğini söyler. Nazar boncuğu bu kötü etkiyi karşılar... ve takanlara genel anlamda koruma
sağlar.
Parmaklarımı taşın üzerinde gezdirdim. Orta Doğu... yani... Türkiye gibi yerler mi?
Annemin dudakları titredi. Evet Türkiye gibi yerler. Bir an tereddüt etti. Bu... bir hediyeydi. Uzun
zaman önce aldığım bir hediye... Bakışları kendi içine döndü ve anılarında kaybolduğunu hissettim.
Senin yaşındayken... erkeklerin çok fazla dikkatini çekerdim. Başlangıçta onur verici gibi görünen
ama sonunda hiç de öyle olmayan bir şekilde.
Bazen farkı söylemek zordur birinin seni gerçekten sevdiğini veya senden yararlandığını anlamak
her zaman kolay olmaz. Ama doğru şeyi hissettiğinde... bunu bilirsin.
Ünüm konusunda neden o kadar aşırı koruyucu davrandığını nihayet anlıyordum daha gençken
kendi ününü tehlikeye atmıştı. Belki sandığımdan çok daha fazla yaralanmıştı.
Bana nazar boncuğunu neden verdiğini de biliyordum. Bunu ona babam vermişti. Artık üzerinde
konuşmak istediğini sanmıyordum bu yüzden sormadım. Belki sadece belki ilişkilerinin sadece iş ve
gen odaklı olmadığını düşünebilirdim.
Veda ettik ve derslerime döndüm. O sabah nerede olduğumu herkes biliyordu ve diğer acemiler
molnija işaretlerimi görmek istiyordu. Onları suçlayamazdım. Rollerimiz tersine olsa ben de görmek
isterdim.
Haydi Rose diye yalvardı Shane Reyes. Sabah egzersizimiz için dışarı çıkıyorduk ve
atkuyruğumla oynayıp duruyordu. Ertesi gün saçlarımı açık bırakmaya karar verdim. Diğerleri de
aynı ricayla yanımıza geldi.
Evet haydi. Kılıç ustalığın için ne kazandığını görelim Gözleri heyecanla parlıyordu. Onların
gözünde bir kahramandım tatillerini berbat eden bir Strigoi çetesinin liderini öldüren sınıf arkadaşları
Ama grubun arkasında duran ne heyecanlı ne de hevesli görünen birinden bakışlarımı
ayıramıyordum. Göz göze geldiğimizde yüzünde hafif hüzünlü bir gülümsemeyle baktı. Anlıyordu.
Üzgünüm çocuklar dedim diğerlerine dönerek. Bandajlı kalmak zorundalar. Doktorun emri.
Bu cevabım karşısında yükselen homurtular kısa süre sonra yerini Strigoileri nasıl öldürdüğümle
ilgili sorulara bıraktı. Kafayı kesmek bir vampiri öldürmenin en zor ve en
ender kullanılan yollarından biriydi ne de olsa kılıç taşımak o kadar rahat değildi. Olanları açıklamak
için elimden geleni yaptım ve bunu yaparken gerçekleri çarpıtmamaya ölümleri görkemli
göstermemeye dikkat ettim.
Okul günü sona erer ermez Lissa beni yurda geri götürdü. Spokanede olanlardan beri onunla pek
konuşma şansı bulamamıştık. Bir sürü soruyu cevaplamam ve Masonın cenazesine katılmam
gerekmişti. Lissanın da kampüsten ayrılan kraliyet üyeleriyle yapması gereken çok şey vardı ve bu
yüzden benden daha rahat değildi.
Ama ona yakın olmak bana kendimi daha iyi hissettirmişti.
Her istediğimde zihnine girebilsem bile sana gerçekten değer veren biriyle fiziksel olarak yakın
olmak farklı bir şeydi.
Odamın kapısına geldiğimizde yerde bir buket frezya buldum. İç çekerek kokulu çiçekleri
aldığımda gönderenin kim olduğunu karta bakmaya gerek duymadan biliyordum.
Nedir onlar? diye sordu Lissa ben kapıyı açarken.
Adriandan dedim. İçeri girdik ve birkaç buketin daha durduğu masamı işaret ettim. Frezyaları da
yanlarına koydum. Kampüsten ayrıldığında rahatlayacağım. Buna daha fazla dayanabileceğimi
sanmıyorum.
Şaşkınlıkla bana döndü. Oh. Hımm demek bilmiyorsun.
Aramızdaki bağdan söyleyeceği şeyden hoşlanmayacağımı anlamıştım.
Neyi bilmiyorum?
Şey o gitmiyor. Bir süre daha kalacak.
Gitmek zorunda dedim. Bildiğim kadarıyla geri dönmesinin tek nedeni Masonın cenazesiydi ve
bunu neden yaptığından hala pek emin değildim çünkü Masonı neredeyse tanımıyordu bile. Belki de
Adrian bunu sadece gösteriş için yapmıştı. Belki de Lissa ve benim peşimde koşmaya devam
ediyordu. O üniversitede. Belki de reform okulunda. Bilmiyorum ama bir şeyler yaptığından eminim.
Bir sömestr izin aldı.
Dümdüz Lissaya baktım.
Şaşkınlığım karşısında gülümseyerek başıyla onayladı. Burada kalıp benimle çalşacak... ve Bayan
Carmackle. Bütün bu süre boyunca ruhun ne olduğunu bile bilmiyormuş. Sadece uzmanlaşmadığını
ama tulıaf yetenekleri olduğunu düşünüyormuş. Arada bir başka ruh kullanıcılarıyla
karşılaşana kadar kendine böyle diyormuş. Ama onların da bilgisi Adrianınkinden fazla değilmiş.
Daha önce tahmin etmeliydim dedim. Onda bir şey vardı... hep onunla konuşmak istiyordum
biliyor musun? Ben bunu... karizma olarak yorumluyordum. Senin gibi. Sanırım hepsi ruha ikna
yeteneğine vs. bağlı. Bu ondan hoşlanmama neden oluyor ama aslında hoşlanmıyorum.
Hoşlanmıyor musun? diye sordu alaycı bir tavırla.
Hayır diye cevap verdim kararlı bir şekilde. O rüya konusundan da hoşlanmadım.
Gözleri iri iri açıldı. Çok güzel dedi. Sen bende neler olduğunu hep bilebiliyorsun ama ben seninle
iletişim kuramıyorum. Sizin gitmenize çok memnun oldum... ama keşke rüya konusunu daha önce
keşfedip size yardım edebilseydim.
Ben değilim dedim. Adrianın sana ilaçlarını bıraktırmadığına memnunum ama.
Spokaneden dönüşümüzden birkaç gün sonrasına kadar bunu öğrenememiştim. Anladığım
kadarıyla Lissa Adrianın ilaçları bırakma önerisini kabul etmemişti. Ama daha sonra Christian ve
ben daha uzun süre bulunamasaydık pes edebileceğini bana açıklamıştı.
Son zamanlarda kendini nasıl hissediyorsun? diye sordum ilaçlarla ilgili endişelerini hatırlayarak.
Hala ilaçların işe yaramadığını mı düşünüyorsun?
Hımm... şey açıklaması zor. Hala kendimi büyüye daha yakın hissediyorum belki de beni artık
önceki kadar engellemiyorlar. Ama başka zihinsel yan etkiler algılamıyorum... moralim bozuk filan
değil.
Ah bu harika.
Yüzü güzel bir gülümsemeyle aydınlandı. Biliyorum. Sonuçta bir gün büyü üzerinde çalışmayı
öğrenebileceğimi umuyorum.
Onu bu kadar mutlu görmek beni de gülümsetmişti. O karanlık duyguların geri döndüğünü
görmekten hoşlanmamıştım ve nihayet kaybolmalarına seviniyordum. Nedenini veya nasıl olduğunu
anlamıyordum ama kendini iyi hissettiği sürece...
Herkesin etrafında ışık vardır senin dışında. Senin gölgelerin var. Onları Lissadan alıyorsun.
Adrianın sözleri zihnimde yankılandı. Huzursuz bir şekilde son birkaç haftaki davranışlarımı
gözden geçirdim. Öfke patlamalarımı. Asiliğimi üstelik benim için bile sıradışı ölçüde. Kendi
karanlık duygularımın benliğimi kaplayışı...
Hayır diye düşündüm. Arada benzerlik yoktu. Lissanın karanlık duyguları büyü temelliydi.
Benimkiler stresten kaynaklanıyordu. Ayrıca şimdi kendimi iyi hissediyordum.
Beni izlediğini gördüm ve sohbetimizin neresinde kaldığımızı hatırlamaya çalıştım. Belki de zaman
içinde işe yaramasını sağlayacak bir yol bulursun. Yani Adrian ruhu kullanmanın bir yolunu
bulduysa ve ilaçlara ihtiyacı yoksa...
Aniden güldü. Bilmiyorsun değil mi?
Neyi?
Adrian da ilaç kullanıyor.
Kullanıyor mu? Ama dedi ki... Homurdandım. Tabii ki kullanıyor. Sigaralar. Alkol. Başka neler
olduğunu Tanrı bilir.
Başıyla onayladı. Evet. Neredeyse sürekli içinde bir şeyler var.
Ama muhtemelen geceleri değil... bu yüzden rüyalarıma girebiliyor.
Tanrım bunu keşke ben de yapabilseydim dedi Lissa iç çekerek.
Belki bir gün sen de öğrenirsin. Ama bu süreçte alkolik olma lütfen.
Olmam dedi. Ama öğreneceğim. Ruh kullananların hiçbiri bunu yapamıyordu Rose... şey St.
Vladimir dışında.
Ben de onun yaptığı gibi öğreneceğim. Kullanmayı öğreneceğim ve bu süreçte kendime zarar
vermeyeceğim.
Gülümseyerek eline dokundum. Ona kesinlikle inanıyordum. Biliyorum.
Akşamın büyük bölümünü konuşarak geçirdik. Dimitriyle normal çalışma zamanım gelince
Lissadan ayrıldım. Uzaklaşırken kafamı kurcalayan bir şeyi düşünüyordum. Saldırgan Strigoi
gruplarının daha birçok üyesi olmasına rağmen gardiyanlar Isaiahnın lider olduğundan fazlasıyla
emindi. Tabii ki bu gelecekte başka tehditlerin olmayacağı anlamına gelmiyordu ancak takipçilerinin
yeniden gruplanıp organize olmasının bir hayli zaman alacağını düşünüyorlardı.
Ama Spokanedeki tünelde gördüğüm listeyi düşünmekten kendimi alamıyordum kraiyet
aiielerinin büyüklüklerine göre sıralandıkları liste. Ve Isaiah Dragomir adını kullanmıştı. Neredeyse
tükendiklerini biliyordu ve onları bitiren kişi olmaya kararlı görünüyordu. Tabii ki artık ölmüştü.
ama aynı fikri paylaşan başka Strigoiler olamaz mıydı?
Başımı iki yana salladım. Bu konuda endişelenemezdim.
En azından bugün değil. Hala yaşadıklarımın etkisinden kurtulmam gerekiyordu. Ama yakında
düşünmeye başlayacaktım. Yakında bu konuyu çözmem gerekecekti.
Hala egzersiz yapıp yapmayacağımızı bilmiyordum ama soyunma odasına yine de gittim. Egzersiz
giysilerimi giydikten sonra spor salonuna yöneldim ve Dimitriyi bir malzeme odasında sevdiği
kovboy romanlarından birini okurken buldum. Ben içeri girerken başını kaldırıp bana baktı. Son
birkaç gündür onu fazla görmemiştim ve Tashayla zaman
geçirdiğini sanıyordum.
Uğrayabileceğini düşündüm dedi sayfalar arasına bir ayraç yerleştirirken.
Esgzersiz zamanı geldi.
Başını iki yana salladı. Hayır. Bugün egzersiz yok.
Hala kendini toparlaman gerekiyor.
Sağlığım gayet iyi. Çalışabilirim. Sesimde o alışıldık Rose Hathaway cüretkarlığını olabildiğince
vurgulamaya çalışıyordum.
Ama Dimitri bunlara kanacak biri değildi. Yanındaki sandalyeyi başıyla işaret etti. Otur Rose.
Dediğini yapmadan önce bir an tereddüt ettim. Tam karşılıklı oturabileceğimiz şekilde sandalyesini
benimkinin yanına çekti. O muhteşem koyu renk gözlere bakarken kalbim duracak gibi oldu.
Kimse ilk kez birini... birilerini... öldürdüğünde bunu kolay karşılayamaz. Karşındakiler Strigoi
olsa bile... sonuçta teknik olarak hala birinin canını alıyorsun. Bu hazmedilmesi kolay bir şey değil.
Ve yaşadığın diğer her şeyden sonra... iç çekti ve uzanıp elimi tuttu. Parmaklan tıpkı hatırladığım
gibiydi: Uzun ve güçlü yıllar süren eğitimden dolayı
nasırlanmış. Seni o evde bulduğumuzda... ve yüzünü gördüğümde... neler hissettiğimi bilemezsin.
Zorlukla yutkundum. Neler... neler hissettin?
Yıkıldım acıyla sarsıldım. Hayattaydın ama görünüşün... Bir daha toparlanabileceğini
sanmıyordum. Ve bunları bu kadar gençken yaşadığını düşünmek kalbimi parçaladı. Elimi sıktı.
Atlatacaksın. Artık eminim ve bu yüzden memnunum. Ama oraya varmadın daha. Henüz değil.
Değer verdiğin birini kaybetmek asla kolay değildir.
Bakışlarımı yere indirdim. Hepsi benim hatamdı dedim kısık sesle.
Ne?
Mason. Öldürülmesi.
Duyduğu şefkati görmek için Dimitrinin yüzüne bakmama gerek yoktu. Ah Roza. Hayır. Bazı kötü
kararlar verdin... gittiğini öğrendiğinde başkalarına haber vermeliydin... ama kendini suçlayamazsın.
Onu sen öldürmedin.
Tekrar yüzüne bakarken gözlerim dolmuştu. Neredeyse ben öldürdüm sayılır. Oraya gitmesinin tek
nedeni... benim hatamdı. Kavga etmiştik... ve ona Spokaneden sözetmiştim. Üstelik benden bunu
yapmamamı istemiştin...
Gözpınarlarımdan bir damla yaş süzüldü. Bunu durdurmayı gerçekten öğrenmem gerekiyordu.
Annemin yaptığı gibi Dimitri de nazik bir şekilde yanağımı sildi.
Bunun için kendini suçlayamazsın dedi. Kararlarından dolayı pişmanlık duyabilir bazı şeyleri farklı
yapmış olmayı dileyebilirsin ama sonuçta Mason da kendi kararlarını vermişti. Yapmayı seçtiği şey
buydu. Kaynağı ne olursa olsun oraya gitmek onun kararıydı. Mason benim için geri döndüğünde
bana karşı duygularının yargı yeteneğini bulandırmasına izin vermişti. Dimitrinin daima korktuğu
şey buydu aramızda veya koruduğumuz bir Moroiyle herhangi bir ilişki olursa bu bizi tehlikeye
atabilirdi.
Keşke... bilmiyorum... bir şey yapabilseydim...
Gözyaşlarımı yine bastırmaya çalışırken ellerimi Dimitrinin ellerinden çektim ve aptalca bir şey
söylememek için ayağa kalktım.
Gitmeliyim dedim ciddi bir tavırla. Egzersizlere tekrar başlamaya karar verdiğinde bana bildir.
Ve... bu konuşma için teşekkürler.
Gitmek için döndüm ama onun sesini duydum. Hayır.
Tekrar ona baktım. Ne?
Bakışlarını gözlerime dikerken aramızda sıcak harika ve çok güçlü bir etkileşim oldu.
Hayır diye tekrarladı. Ona hayır dedim. Tashaya.
Ben... Çenemin neredeyse yere yapışacağını anladığımda ağzımı kapadım. Ama... neneden? diye
kekeledim. Bu hayatta bir kez karşına çıkabilecek bir fırsattı. Bir çocuğunuz olabilirdi. Ve o...
biliyorsun seninle ilgileniyordu...
Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme görür gibi oldum. Evet ilgileniyordu. Hala da ilgileniyor. Ve
bu yüzden hayır dedim. Karşılık veremezdim... ona istediği şeyi veremezdim... Ben... Bana doğru
birkaç adım attı. Kalbim başka yerdeyken bunu yapamazdım.
Neredeyse yine ağlamaya başlayacaktım. Ama sen de onunla ilgileniyor gibiydin. Ve sürekli bana
ne kadar çocukça davrandığımı söyleyip duruyordun.
Çocukça davranıyorsun dedi çünkü hala çocuk sayılırsın. Ama bildiğin şeyler var Roza. Senden
daha büyük insanların farkında bile olmadığı şeyler. O gün... Hangi günden sözettiğini kesinlikle
biliyordum duvara yaslandığımız gün. Haklıydın kontrolü elimde tutmak için nasıl savaştığım
konusunda. Bunu daha önce kimse farketmemişti ve beni korkuttu. Sen beni korkuttun.
Neden? Kimsenin bilmesini istemiyor musun?
Omuz silkti. Bunu bilip bilmemelerinin bir önemi yok. Önemli olan birinin yani senin beni bu
kadar iyi tanıyor olması. Biri senin ruhunu görebildiğinde zordur. Seni açılmaya zorlar. Savunmasız
hale gelirsin. Sıradan bir arkadaşla bir arada olmak çok daha kolaydır.
Tasha gibi.
Tasha Ozera harika bir kadın. Güzel ve cesur. Ama o...
Seni anlamıyor diye tamamladım.
Başıyla onayladı. Biliyordum. Ama yine de onunla ilişkiye girmek istiyordum. Kolay olacağını ve
Tashanın beni senden uzaklaştıracağını biliyordum. Bana seni unutturabileceğini sanıyordum.
Ben de Masonla ilgili aynı şeyi düşünmüştüm. Ama bunu yapamazdı.
Evet. Ve... bu da bir sorun.
Çünkü birlikte olmamız yanlış.
Evet.
Aramızdaki yaş farkı yüzünden.
Evet.
Ama daha da önemlisi Lissanın gardiyanları olacağımız ve birbirimize değil ona odaklanmamız
gerektiği için. Evet.
Bir an düşündüm ve gözlerinin içine baktım. Şey dedim sonunda bana kalırsa henüz Lissanın
gardiyanları olmadık.
Bir sonraki cevabı için kendimi hazırladım. O tipik Zen yaşam derslerinden biri olacağını
biliyordum. İçsel güç ve azimle ilgili bir şey bugün yaptığımız tercihlerin gelecekte
bize nasıl döndüğüyle veya başka saçmalıklarla ilgili bir şey.
Onun yerine beni öptü.
Uzanıp yüzümü ellerinin arasına aldığında zaman durdu sanki. Ağzını benimkine yaklaştırıp
dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Başlangıçta öpücük bile değildi ama çok geçmeden şiddetlendi.
Sonunda geri çekildiğinde alnıma bir öpücük kondurdu. Kolları beni sıkıca sararken dudaklarını
alnımdan birkaç saniye için çekmedi.
Keşke o öpüşme sonsuza dek devam etseydi. Benden ayrıldığında parmak uçlarını saçlarımdan ve
yanağımdan aşağı kaydırdı. Sonra kapıya doğru geriledi.
Sonra görüşürüz Roza.
Bir sonraki egzersizimizde mi? dîye sordum. O derslere yine başlıyoruz değil mi? Yani hala bana
öğretmen gereken şeyler var.
Kapıda durarak bana baktı ve gülümsedi. Evet. Bir sürü şey.

Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin


5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.
………SON……
Buraya Yüklediğim EBookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.
Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu
Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı Ya Da EBuy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza
Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplar Da Herhangi Bir Çıkarım Ya Da Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden EBookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan ByIgleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com www.İzleCep.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. EBook Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp Ebook Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek Adreslerinden Takip Ediniz.
Not Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi YönetimeBildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
ByIgleoo www.CepSitesi.Net

You might also like