Professional Documents
Culture Documents
Soren Kierkegaard - Evliliğin Estetik Geçerliliği
Soren Kierkegaard - Evliliğin Estetik Geçerliliği
Kapak Mizanpaj
Harun Tan Serap Şahin
© Özgün adı ;Egteskabets CEsthetiske Gyldighed olan eserin her hakkı anlaşmalı olarak
Kelebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı A. Ş.'ye aittir. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterile
rek alıntı yapılabilir.
Evliliğin Estetik Geçerliliği
S0REN KIERKEGAARD
TÜRKÇESİ
İBRAHİM KAPAKLIKAYA
Seren Kierkegaard
S0ren Abbye Kierkegaard, 1813 yılında Kopenhag'ta, yedi kardeşin
en küçüğü olarak dünyaya geldi. Annesi, kız kardeşleri ve erkek kar
deşlerinden ikisi, o daha yirmi birinci yaş gününe ulaşmadan öldü.
Babasının bağnaz dindarlığıyla gölgelenen çocukluğu, yalnız ve mut
suz olarak geçti. Kierkegaard, Medeni Erdem Okulu'nda eğitim gördü
ve üniversitede teolojiyle birlikte liberal sanatlar ve bilim eğitimi aldı.
Öğrenci olarak geçirdiği yedi yıl boyunca, akademik dehası ve müs
rifçe sosyal yaşamıyla ünlendi. Üniversite kariyerinin sonlarına doğru,
babasının sahip çıktığı Hıristiyanlığı eleştirmeye başladı ve yeni bir
değerler sistemi aramaya başladı. 1841 yılında Regine Olsen ile nişanı
bozdu ve kendisini eserlerine adadı. Ondan sonraki on yıl boyunca
birçok söylem ve on iki büyük felsefi makale üretti. Bunların çoğunu
takma isimler altında yazdı. Dikkat çeken yapıtları; Ya/Ya da(1843), Te
kerrür(1843), Korku ve T itreme (1843), Felsefe Parçaları (1844), Kaygı
Kavramı (1844), Yaşam Yolunun Aşamaları (1945), Bilimsel Olmayan
Dipnotun Çözümü (1846) ve Ölümcül Hastalık (1849). Kierkegaard,
kısmen 1846 yılında hicivli haftalık Danimarka dergisi olan Corsair'i
kızdırması, kısmen de Danimarka Devlet Kilisesi'ne sürekli saldırıla
rı nedeniyle yaşamının sonunda bir alay ve hor görme konusu oldu.
1855 yılı Kasım ayındaki ölümüne kadar çok az kişi onu arayıp sordu.
Ancak yirminci yüzyılın ilk döneminde eserleri hızla ünlendi, hem mo
dern Protestan teolojisine hem de varoluşçuluğa ilham kaynağı oldu.
Bugün Kierkegaard, postmodern geleneğin hem içinden hem de dı
şından birçok düşünür ve yazarın ilgisini çekmektedir.
TAKDİM
5
zik, tiyatro ve aşkta bulduğunu savunmaktadır. Ancak aşkın
kaynağı ve sanatın estetik gücü, imgeleme ilham verme kapa
sitelerinde yatmaktadır. A, estetik zevkin elde edilmesinde en
yararlı aracın imgelem olduğunu düşünmektedir. B ise etik
bir yaşam sürmenin estetik yaşama tercih edilmesi gerektiğini
ileri sürmektedir. Müzik ve tiyatro farklı türlerde estetik de
neyimler yaratır. En doğrudan estetik zevki müzik sunar. En
iyi müzik, imgelemi hemen etkiler. Tiyatroda yer alan zevk
ler izleyicinin başka birisi gibi davranma yeteneğinde yatar.
Müzik ve tiyatronun eşleştirilmesi özellikle aşkın bir estetik
deneyim olabilir.
6
seçeneğe sahipse de bu seçenekler etik tarafından sınırlandığı
için, Yargıcın seçenekleri A'nın estetik seçeneklerinden daha
anlamlıdır. Yargıç estetiğin de bir yeri olduğunu kabul eder;
ancak estetiğin bu yeri etiğin altındadır. Yargıç, kendisinin
karısıyla olan sevgi dolu ilişkisinin, Johannes Climacus ve
Cordelia arasındaki büyük ölçüde hayali ilişkiden çok daha
üstün olduğunu savunmaktadır. Yargıç zevkini başka birisiyle
yaşarken, baştan çıkarıcının zevki tamamen kendi hayalinin
ürünüdür.
7
Evliliğin Estetik Geçerliliği'nde Yargıç, genç arkadaşına este
tiğe olan düşkünlüğünün aslında kendi içinde bir sınır içer
diğini göstermeyi amaçlamaktadır. Yaşamın estetik yönlerini
daha iyi takdir edebilecek olan etik kimsedir; zira o yalnızca
anı yaşamaz; zaman içinde daha geniş bir süreklilik ufkunu
yaşar. "Romantik aşk anda çok iyi betimlenebilir; evlilikteki
aşk ise betimlenemez. Zira ideal koca yaşamında bir kez de
ğil, her gün ideal olan kocadır." Etik alan ebediyet ve toplum
iddialarına dayanır. Sosyal yaşamın kurulmuş yapıları yoluyla
insani duyguların istikrara kavuşturulmasını amaçlar. Yargı
cın bakış açısına göre estetik alan, kişi olarak bütün olmada
başarısızlığı temsil eder.
8
için bir görev oluşturuyordu ve okuyucuya kendi anlayışı
mı empoze etmek bana itici ve küstahça bir burun sokma
olarak göründü. Herkes kendi yaşamında bir ya/ya da anı
yaşar. Bu temel bir meseledir. Cümleler uzun ve ara terimler
olumsaldır. Ama planın kavranması, bireyin gelişiminin de
recesine göre değişecektir. (Mart 1844)
İbrahim Kapaklıkaya
9
Sevgili Dostum!
11
için postanenin; rahatsız edici bir yanlış anlaşılmadan ötürü
kendini kabahatli hissettiğini görmekten nefret edeceğim için
ise eleştirmenin terazisinde tartma.
12
ama evlilikle alay etmek için ironik bakışını ve ince alaycılı
ğını kötüye kullanıyorsun. İtiraf etmeliyim ki, bu açıdan ka
ravana atmıyorsun, tam hedeften vuruyorsun ve iyi bir göz
lemcisin. Ama belki de senin yanlış olan tarafın bu zaten. Ya
şamın vur-kaçlardan ibaret. Kuşkusuz böyle yapmanın, ıvır
zıvır treninde seyahat etmekten ve kişinin kendini sosyal ha
yatın kalabalığı içinde atomlarına dağılarak kaybetmesinden
daha iyi olduğu cevabını vereceksin. Dediğim gibi, evlilikten
nefret ettiğini söyleyemezsin; zira düşüncelerin hiçbir zaman
bu kadar uzağa gitmemiş ya da en azından skandal yaratma
amacı olmaksızın gidememiş. Bu yüzden beni affet ama senin
bu konuyu ayrıntılı olarak düşünmediğini varsayıyorum. Seni
çeken aşkın ilk coşkusu. Rüya gibi, aşk sarhoşluğuyla dolu ge
leceği görme duygusuna dalıp saklanmayı biliyorsun. Örüm
cek gibi, etrafına en güzel ağları ördükten sonra uzanıp bekli
yorsun. Sen bir çocuk, uyanan bir bilinç değilsin; gözlerindeki
bakış başka bir anlam ifade ediyor ve bu sana yetiyor. Rastlan
tıyı seviyorsun. İlginç bir ortamda güzel bir kızdan gelen bir
gülümseme, bir bakışma, işte sen bunların peşindesin; senin
tembel hayal gücünün malzemesi bunlar. Hep bir gözlemci
olmakla övünüyorsun ama buna mukabil sen de bir gözlem
nesnesi olmaya muhtaçsın. Sana bu konuda bir olayı hatırla
tacağım. Tesadüfen senin masana oturmuş ama nezaketinden
sana bir bakış bile atmayan (sosyal statüsü, adı, yaşı vesairesi
konusunda hiçbir fikrin olmadığını belirtmeliyim) güzel bir
kız var. Bir anlığına şaşırıp kızın bu davranışının yalnızca if
fetinden mi kaynaklandığını, yoksa buna biraz da utanmanın
mı karıştığını merak ediyor ve bu konunun aydınlanması ha
linde kızın ilginç bir durumda olduğunun ortaya çıkacağını
düşünüyorsun. Kız senin onu görmeni sağlayan bir aynanın
karşısında oturuyor. Senin baktığını tahmin etmeksizin, ay
naya utangaç bir bakış atıyor. Gözleriniz aynada karşılaştı
ğında yüzü kızarıyor. Bildiğin gibi, bu tür şeyleri bir fotoğraf
makinesi hassasiyetinde, en kötü havada bile yarım dakikada
tespit eder ve zihnine kaydedersin.
13
Çok yazık! Gerçekten de tuhaf bir varlıksın. Bir an çocuk, bir
an sonraysa yaşlı bir adam gibisin. Bir an en yüksek bilimsel
sorunlar ve bunlara hayatını nasıl feda edebileceğin konu
sunda muazzam bir ciddiyetle düşünürsün, bir an sonra aşk
çarpmış bir aptala dönüşürsün. Ancak evlilikten çok uzaksın
ve umarım koruyucu meleğin seni yoldan sapmaktan alıko
yar. Çünkü bazen sende küçük Zeus rolü oynama isteğine
dair işaretler seziyorum. Aşkta o kadar seçicisin ki, senin ilgi
göstereceğin herhangi bir kızın, bir haftalığına bile senin sev
gilin olmakla çok şanslı olacağında kuşku yoktur. Bu özelli
ğin senin estetik, etik, metafizik, dünya politikası vesairenin
yanı sıra aşk üzerinde de çalışmana yol açıyor. Gerçekten de
sana kızmak imkansız. Sendeki kötülük, Orta Çağdan kalma
bir kavramsallaştırmada olduğu gibi, iyi mizaçla çocukluğun
karışımıdır. Evlilik açısından bakılınca daima gözlemci ko
numunda kaldın. Yalnızca gözlemlemeyi istemekte gizli bir
sinsilik var. Sıklıkla -evet itiraf etmeliyim ki bu beni eğlendiri
yor- bana evlilik bataklığına ne kadar battıklarını görmek için
önce bir kocanın sonra başka bir kocanın güvenini nasıl ka
zandığını anlatmıyor musun? İnsanların kalbine sinsice gir
meyi başarıyorsun; bu konuda gerçek bir yeteneğin olduğunu
inkar etmiyorum. Aynı zamanda vardığın sonuçları senden
dinlemek ve ortaya gerçekten yeni bir gözlem getirdiğin her
defasında nasıl kontrolsüz bir neşe içinde olduğunu görmek
çok eğlenceli. Ancak dürüstçe söylemek gerekirse, senin bu
psikolojik ilgin ciddiyetten yoksun ve tıpkı hastalık hastasının
merakına benziyor.
14
ekleyeceğim. Bu şekilde korsan devletlere de haracımı öde
miş olacağımı, böylelikle evlilik için pro aris et focis· savaşan
koca olma görevimi huzur içinde yapmama izin verilmesini
sağlayacağımı umuyorum. Seni temin ederim ki bu görevi çok
benimsedim ve aksi halde kitap yazmak için pek arzu duyma
yan ben, tek bir evliliği bile içine düştüğü cehennemden kur
tarabilmeyi ya da birkaç kişiyi evliliğin insana bahşedilmiş en
muhteşem görev olduğuna inandırabilmeyi umuyorum.
•
Vatan ve yuva için (ç.n.)
15
monoton hale gelmedi, benim için bu, aşkımızı sürekli canlı
tutma meselesi. Bu canlı tutma elbette hüzünlü bir geriye ba
kış ya da eski tecrübelerin şiirsel anısından ve gerçekte kendini
aldatmaktan ibaret değildir, bu tür olgular kişinin enerjisini
emer. Bu bir faaliyettir. Kişinin anılarla yetindiği zaman çok
çabuk gelecektir; onun için yaşamın taze ilkbaharının müm
kün olduğu kadar uzun tutulması gerekir. Bunun aksine sen
hırsızlıkla geçiniyorsun, insanlara onlar farkında olmadan
sessizce yaklaşıp; onların mutluluk anlarını, en güzel anlarını
çalıyor ve bu aldatıcı görüntüyü cebine koyup ne zaman ister
sen cebinden çıkarıp gösteriyorsun. Sanıyorsun ki senin ışık
ve kelime oyunların sayesinde onların o yüce anlarda yaşam
dan daha büyük bir şeye dönüşmüş gibi görünmelerine neden
olduğun için sana minnettar olacaklar! Belki de onlar hiçbir
şey kaybetmiyorlar ve muhtemelen bunları acı veren birer anı
olarak hafızalarında tutacaklar. Ama sen kaybediyorsun. Za
manını, huzurunu, yaşamak için sabrını kaybediyorsun; zira
ne kadar sabırsız olduğunu en iyi sen biliyorsun. İçinde bilin
cinin yağ gibi kayıp gittiği bir huzursuzluk var. Tüm ruhun o
noktada toplanıyor. Zihnin yüzlerce plan yapıyor; saldırmaya
hazırsın. Bir açıdan başarısız olursan, neredeyse şeytani diya
lektiğinle anında yeni bir açıklama getirmeye hazırsın. Kendi
etrafında dönüp duruyorsun ve atacağın adım ne kadar be
lirleyici olursa olsun, tek bir sözünle her şeyi değiştirebilecek
bir yorumun daima hazır. Ve işte o zaman ruh halin tama
men ortaya çıkar: gözlerin parlar ya da sanki yüz dikkatli göz
aynı anda parlıyor gibidir; geçici bir kızarıklık hızla yanakları
nı yalayıp geçer. Hesaplamalarından tamamen emin olmana
rağmen yine de korkunç bir sabırsızlık içinde beklersin. Evet
sevgili dostum gerçekten son tahlilde kendini kandırdığını
düşünüyorum. Bir kimseyi mutluluk anında yakalamaya dair
bütün bu konuşmalarına rağmen, aslında yakaladığın yalnız
ca kendi yüceltilmiş ruh halinden ibaret. O kadar sinirlisin
ki, olmayan şeyler uyduruyorsun. İşte bu nedenle bu tavrının
16
başkaları için çok zararlı olmadığını düşünüyorum. Ama senin
için kesinlikle zararlı.
Homeros, Odysseia, X, s.237 vd. Güneş Tanrısı Helios'un kızı olan Circe Ae
aea adasında yaşıyordu. Odysseus'un arkadaşları Circe'nin sunduğu sihirli
kadehten içki içince domuza dönüştüler.
17
burada tamamen rastlantı eseri kendisini gösteren ilahi müda
haleye karşı bir küçümseme hissetti mi hissetmedi mi? Bana
bu olayın sana, böylesine rastgele ifade edilen bir dileğin tama
men tesadüfen yerine gelmesinin, yaşamın realitesini derinden
yadsıması yüzünden bir kimsenin umutsuzluğa düşmesine
neden olup olmayacağını düşündürdüğünü anlattın. Bu yüz
den yapmak istediğin kaderin bir parçasını oynamaktı. Seni
gerçekten eğlendiren bu durumdan çıkarabildiğin çeşitli fikir
lerdi. Kaderin bir parçası olmaya çok uygun olduğunu şim
di itiraf ediyorum. İnsan bu kavramı en büyük istikrarsızlık
ve kaprisle ilişkilendirdiğinde, ben kendi hesabıma yaşamda
daha az şatafatlı bir mevkide olmaktan memnunum . . . Üstelik
bu olayda küçük deneylerinle insanlara ne denli zarar verdiğin
hususunda seni aydınlatabilecek bir örnek bulabilirsin. Avan
taj sende gibi görünse de yoksul kadına beş dolar vererek onun
en büyük arzusunu yerine getirdin. Yine de kendine onun üze
rindeki etkisinin tıpkı Eyüp'ün karısının ona yapmasını tavsi
ye ettiği gibi Tanrı'ya lanet okumak olacağını itiraf ediyorsun.
Bu sonuçların senin kontrolünde olmadığını, eğer sonuçların
böyle olacağı hesaplanabilseydi, bir kimsenin o davranışı yap
mayacağını söyleyebilirsin. Eğer beş dolarım olsaydı ben de o
kadına verebilirdim; ama ben deney yapmadığımın da bilin
cinde olurdum; Bunun ilahi bir inayet olduğunu düşünür ve o
anda bu inayetin aciz bir aleti olduğumu, bu inayetin her şeyi
en iyi şekilde ayarlayacağından emin olur ve kendime kızacak
hiçbir şey olmadığını hissederdim.
18
yada sana ait bir yer olduğunu ve tüm eylemlerini oraya yo
ğunlaştırman gerektiğini bildiğin zaman harekete geçmelisin,"
olacak; "ama senin yaptığını yapmak deliliğin sınırına daya
nıyor". Eğer bir kenarda durup Tanrı'nın gereğini yapmasını
bekleseydin, o kadına hiç yardım edilmeyebileceğini söyle
yeceksin. Buna cevabım "Muhtemelen. Ama böylelikle sana
yardım edilmiş olacaktı ve eğer Tanrı'ya güvenirse o kadına
da yardım edilmiş olacaktı." Görmüyor musun, eğer gerçek
ten giyinip kuşanıp dünyaya yolculuğa çıksaydın, zaman ve
enerjini harcasaydın, diğer tüm faaliyetleri kaçıracak ve daha
sonra bu duruma üzülecektin. Ama daha önce sorduğum gibi
bu kaprisli yaşam tarzı, imanın ihlali değil midir? Olağanüstü,
benzeri görülmemiş derecede sadakat gösteren yoksul kadın
bulmak için dünyanın etrafını dolaşıyor gibi görünebilirsin;
seni motive eden en küçük bir bencillik bile olmayabilir. Ama
yine de bu bir aşığın sevgilisini aramak için yollara düşmesi
gibi değildir; saf sempatiden müteşekkil değildir. Bu yüzden
benim cevabım "Bu duyguya bencillik demekten sakınmalısın,
bu senin her zamanki isyan dolu küstahlığın." Tanrı ya da in
san tarafından oluşturulan her şeyi küçümsüyorsun ve kendini
tanımadığın bu yoksul kadın olayında olduğu gibi rastlantıyı
kavramaktan uzak tutuyorsun. Ve sempatine gelince, belki de
saf bir duygudaşlıktı, -deneyin açısından. Dediğim gibi, sen
kader olmak istiyorsun. Ama bir dakika dur. Sana vaaz vermek
istemiyorum, fakat içinde bir ciddiyet var; çünkü içinde hala
olağanüstü derin bir saygı olduğunu biliyorum. İçindeki bu
saygıyı uyandırma gücüne sahip birisi çıksa ya da onun yüzeye
çıkmasına izin verecek kadar kendine güvenin olsa, onu bu
gün görebilirsin. Oldukça farklı biri olduğunu biliyorum. Va
rılabilecek en yükseğe çıktığımızı farz et. Tüm varlıkların yüce
yaratıcısını, Göklerdeki Tanrı'nın böylelikle kendisini insan
için bir muamma yaptığını, böylelikle bütün insan ırkının bu
korkunç cehaleti içinde dönüp durduğunu hayal et. İçinde de
rinlerde bir şey buna karşı isyan etmiyor mu? Böyle bir ıstıraba
19
dayanabilir misin? Böyle bir dehşetin düşüncesine bile bir
anlığına dayanabilir misin? Ama sanki -insanın dili varmıyor
ama- Tanrı kibirli bir şekilde "insanı niçin umursayayım?" de
miş gibidir. Halbuki böyle değildir. Ve ben kendim Tanrı'yı id
rakin imkansız olduğunu söylediğimde, bunun nedeni ruhu
mun zirveye yükseltilmiş olmasıdır; ben tam olarak en kutsal
anlarda bu sözü söylerim; idrak edilemez. Çünkü Tanrı sevgisi
idrak edilemez, idrak edilemez çünkü onun sevgisi bütün an
layışları aşar.' Ama hayatının geçmekte olduğunu aklında tut;
senin için bile hayatın sona yaklaştığı, artık sana yaşamda daha
fazla çıkış yolunun sunulmadığı, sana kalanın anımsamaktan
ibaret olduğu bir zaman gelecek. Evet, anımsamak, ama senin
çok sevdiğin tarzda, şiir ve hakikatin karışımı olarak değil,
ciddi ve sadık bir vicdani anımsama. Dikkat et kişisel bir sicil
olarak, gerçek suçların sicili olarak değil, harcanan imkanların,
kovması imkansız hayali görüntüler olarak ortaya çıkacağı bir
anımsama. Hala gençsin, ruhunun değişkenliği gençlik veriyor
ve bir süreliğine gözleri eğlendiriyor. Eklem yerleri insan bede
ni ve yürüyüşünün şekli ihtiyaçlarını ortadan kaldıracak kadar
esnek bir soytarının görüntüsü karşısında insan şaşırır. Aynı
şekilde manevi bir bakışla, sen de öylesin; ayakların üzerinde
durabildiğin gibi başın üzerinde de durabiliyorsun. Çünkü se
nin için her şey mümkün ve bu imkanlar içinde başkalarını ve
kendini şaşırtabilirsin. Ama bu sağlıklı değil ve huzurun için
bu avantajın bir lanete dönüşmemesine dikkat et. İnanmış biri
canı istedi diye kendini ve her şeyi allak bullak edecek şeyler
yapmaz. Bu yüzden seni dünya hakkında değil, kendin hakkın
da uyarıyorum ve dünyayı da senin hakkında uyarıyorum. Şu
rası kesin, senden etkilenecek yaşta bir kızım olsaydı, onu sana
karşı en iyi şekilde uyarırdım; hele entelektüel olarak yetkin
bir kızsa, daha dikkatle uyarırdım. Onu senin hakkında uyar-
Kutsal Kitap, Pavlus'tan Filipililere Mektup 4:7: "O zaman Tanrı'nın her
kavrayışı aşan esenliği Mesih İsa aracılığıyla yüreklerinizi ve düşüncelerinizi
koruyacaktır."
20
mak için hiçbir neden olmasaydı, o zaman atiklikte olmasa bile
azim ve sebat bakımından; değişkenlik ve zekada olmasa bile
metanet bakımından sana denk olduğumu düşünebilirdim. O
yüzden bazen beni yozlaştırdığını hissetmeme rağmen, iste
meden de olsa kendimi senin taşkınlığına, her şeyi alaya alan
görünüşte iyi huylu zekana kaptırdığım oluyor. İçinde yaşadı
ğın bu estetik-entelektüel sarhoşluğa dalıyorum. Herhalde bu
yüzden sana karşı bir parça kararsızlık içindeyim: Bazen son
derece katı, bazen de aşırı hoşgörülü davranıyorum. Ancak
senin tüm ihtimallerin timsali olduğunu, bu yüzden insanın
sende bir anda kendi mahvoluş anını görebilirken, hemen son
ra kurtuluş anını görebileceğini düşünürsek bu durum çok da
tuhaf değil. İyi ya da kötü, neşeli ya da hüzünlü her bir ruh hali,
her bir düşünceyi son sınırına kadar, ama somut olarak değil
soyut olarak izliyorsun; böylece o izleyişin kendisi hiçbir sonu
cun çıkmayacağı bir ruh haline dönüşüyor. Ama bu dönüşüm
bir dahaki sefere kendini aynı ruh haline teslim etmeni daha
zor ya da daha kolay yapmaya yetmiyor. Zira sen bu teslimiyeti
sabit bir ihtimal olarak muhafaza ediyorsun. Bu yüzden her
şeyden dolayı azarlanabilirsin ve hiçbir şey için azarlanamaz
sın; çünkü o fiil sana atfedilebilir ama atfedilemez de. Şartlara
göre böyle bir ruh haline sahip olduğunu kabul eder ya da red
dedersin. Ama sen her türlü suçlamaya karşı vurdumduymaz
sın. Senin için önemli olan, o ruh halini tüm özellikleriyle tam
olarak sahiplenmen.
21
bu muazzam çabalar, evliliğin yüceltilmesinde çok az başarı
sağladı ve bu yüzden bu tür eserleri okuyarak, kalkıştığı işi
başaracak ya da hayatta ona çizilen yolu bulacak kadar usta
laştığını düşünen biri olacağından şüpheliyim. Bu yüzden bu
tür eserlerin en saçma ve sağlıksız yönü, başlamaları gereken
yerde sona ermeleridir. Kaderin birçok acı cilvesini yendikten
sonra aşıklar nihayet birbirine kavuşur; perde kapanır, roman
biter, okurun bilgeliği birazcık olsun artmamıştır. Bu eserler
de doğru olan tek şey, aslen estetik olan, aşkın işe koşulması
ve bu duygunun karşıtlıklar üzerinden yoluna mücadele için
de devam etmesidir. Yanlış olan husus ise; bu mücadelenin,
bu diyalektiğin tamamen dışsal olması ve aşkın içine girdiği
mücadeleden baştaki kadar soyut olarak çıkmasıdır. Aşkın
kendi diyalektiği, kendi patolojik mücadelesi, etikle ve dinle
ilişkisi doğru olarak değerlendirildiğinde, hakikatte aşka ya
pacak iş çıkarmak için katı kalpli babalara, bakire odalarına
ya da büyü yapılmış prenseslere, devlere ihtiyaç olmayacaktır.
Günümüzde bu tür zalim babalar ya da korkunç canavarlara
nadiren rastlanmaktadır ve yeni edebiyatın eski edebiyata da
yanan kısmı, yalnızca paranın muhalefet aracı haline gelmesi
ve beşinci perdede ölmesi muhtemel zengin bir amca varsa,
dört perde boyunca mücadeleye devam edilmesidir.
22
güzelliğe dayanır; ortaya çıkması için bir düşünme süreci ge
rekmez; tenselliğin penceresinden sürekli olarak kendisini gös
termeye çalışır. Temelde tensele dayanmasına rağmen, bu aşk
hala içindeki ebediyet bilinci sayesinde bir asalete sahiptir. Aşkı
şehvetten ayıran yön; ebediyet damgasını taşımasıdır. Çünkü
tensel, anlıktır. Ani tatmini amaçlar ve ne kadar çok arınırsa,
zevk anını biraz ebediye dönüştürmeyi o kadar çok öğrenir. Bu
arada aşktaki gerçek ebediyet, tıpkı gerçek anlamda etik yaşam
tarzında olduğu gibi, başlangıçta aşkı tensellikten doğuran un
surdur. Ama bu gerçek ebediyetin doğması için, mutlaka azimli
bir irade bulunması gerekir ki bu daha geç kazanılır.
Lord Byron, "Eliza'ya", içinde yer aldığı eser Poetical Works, 1886, I, s.83:
"Bazı kadınlar melekse de, evlilik şeytandır."
23
görebilir. Romantik aşk, Kilisenin takdisini güzel bir kutlama
olarak memnuniyetle kabul edebilir; ama bu durumun onun
için herhangi bir önemi yoktur. Bu açıdan bakıldığında; ro
mantik aşk, aklın korkunç duygusuz değişmezliği ile birlikte,
karşılıksız aşkın' yeni bir tanımına sahip olur: Aşık olup se
vilenin aşkına karşılık verilmemesi yerine, sevmeden sevilme.
Ve bu yola girenler bu birkaç cümlede yatan derinliği gayet
iyi anlayacaklardır. Bu sözlerde bütün deneyimlerin, muha
keme yeteneğinin ve inceliğin yanı sıra, bir vicdanın varlık
izleri de yer almaktadır. Bu yön elbette mutlak anlamda ah
laksızlıktır; ama öbür yandan bizi hedefimize fikir olarak bir
adım daha yaklaştırır. Çünkü bir bakıma evliliğe karşı resmi
bir protestoda bulunur. Bu yönü biraz daha saygın bir dış gö
rünüşe büründürmeye çalışır; bu yüzden kendisini tek bir ana
hapsetmeyip daha uzun bir döneme yayılır. Yine de bu yolla
bilincinde ebediyeti benimseme yerine, faniliği benimser ya da
kendisini ebedi ile zaman içinde muhtemel bir değişim fikri
arasındaki bu muhalefete tutsak eder. Uzun bir süre birlikte
yaşamaya dayanmanın mümkün olduğunu düşünür; bu arada
yine de kapıyı açık bırakmak ister; böylelikle daha mutlu bir
seçenek ortaya çıkarsa, onu seçme hakkı saklı kalsın ister. Ev
liliği medeni bir düzenleme haline dönüştürür: Adres değişik
liğini ilgili makamlara bildirir gibi, kişi yalnızca bu evliliğin ar
tık bittiğini ve yeni bir evliliğin başladığını yetkili makamlara
bildirmek zorundadır. Bunun devlet açısından bir avantaj olup
olmadığı konusunda kararsız kaldım; birey içinse gerçek an
lamda önemli bir durum olmalıdır. Bu yüzden tehdidin sürekli
orada bulunmasına karşın, çoğu zaman görülmez. Aslında bu
durum yüksek derecede bir arsızlık -bu sözün çok ağır oldu
ğunu sanmıyorum- gerektirir; zira özellikle kadın tarafında
yoksunluğa varacak kadar uygunsuz bir sonuç doğuracaktır.
24
Benzer bir fıkre kolaylıkla varabilecek oldukça farklı bir zihin
sel eğilim daha bulunmaktadır. Burada ele almam gereken bu
eğilim, çağımıza özgü bir niteliktir. Böyle bir plan, ya egoizm
den ya da sempatik melankoliden kaynaklanabilir. Çağımızın
gafletinden şimdiye kadar yeterince söz edildi; artık biraz da
çağımızın melankolisinden konuşma vaktinin geldiğini dü
şünüyorum ve bunun her şeyi biraz daha açıklığa kavuştura
cağına inanıyorum. Melankoli çağımızın hastalığı olmasaydı,
bizi, emretme cesaretinden, emirlere uyma cesaretinden, ey
leme geçme cesaretinden, umut edecek özgüvenden yoksun
bırakabilir miydi? Ve şimdi melankoliyi yoğunlaştırmak için
ellerinden gelen her şeyi yapan usta filozoflar yüzünden, kısa
sürede melankoli dolup boğulmayacak mıyız? Bugün hariç
tüm zamanlar kesilip atıldı; böyle bir durumda kişinin bugünü
kaybetme kaygısının onu kaybetmesine sebep olmasına neden
şaşıralım? Elbette umut içinde uçmamamız gerekir, bu yolla
başımız göğe varmaz ama gerçek bir neşe için havaya ihtiyacı
mız var ve göklerin kapısı yalnızca hüzün anlarında açık olma
malıdır. Neşe anlarında bile net bir görüş alanımız olmalı ve
çifte kapı ardına kadar açılmalıdır. Eğer yaşamdaki esas unsur
neşe olsaydı, neşeyi öğrenmek için dizinin dibine otururdum.
Çünkü sen bunda ustasın. Anıları hafızanın süzgecinden yu
dum yudum geçirmek için bir anlığına yaşlı bir adama dönü
şürsün, bir bakarsın ki ilk gençliğine dönmüşsün, umutla yü
zün aydınlanmış. Bir an erkeksin, sonra kadın; şimdi hemen
neşelenirsin, sonra neşelendiğini düşünüp neşelenirsin; birden
başkalarının neşesini düşünmeye başlarsın. Bir an neşeli şey
lerden uzaklaşmaktan hoşlanırsın; bir bakarsın ki neşeye tes
lim olmak mutluluk verir sana. Zihnin açık, teslim olmuş bir
şehir kadar ulaşılması kolay, tefekkürün susmuş ve işgalcilerin
her adımı boş sokaklarda yankılanır; ama her zaman küçük,
uzak bir kale elde tutulur, gözlemlemektedir. Sonra zihnin ye
niden kapanır, kendini içine kapatırsın, ulaşılamaz ve yakla
şılamaz olursun. İşte sen böylesin, neşenin ne kadar bencilce
25
olduğunu görürsün ama hiçbir zaman kendini koyvermez ve
başkalarının senden keyif almasına izin vermezsin.
•
Matta, 6:34: "O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının
olsun. Her günün derdi kendine yeter."
26
de olmaktır. Bu yaklaşım her günü o gün belirleyiciymiş gibi, o
gün sınav günüymüş gibi yaşama girişimidir. Bu nedenle gü
nümüzdeki evliliği nötrleştirmeye yönelik yaygın eğilim, Orta
Çağdakinin aksine, evlilik yaşamının daha mükemmel olarak
görülmesinden değil, korkaklık ve sefahate düşülmüş olma
sından kaynaklanmaktadır. Ayrıca belli süreli anlaşmalı evli
liklerin de geçerli olmadığı açıktır; zira bu tür evlilikler yaşam
boyu sürmek üzere yapılan evliliklerle aynı güçlüklere sahiptir
ve taraflara yaşama gücü bağışlamaktan uzaktır. Aksine taraflar
evlilik hayatının iç enerjisini emer, irade gücünü zayıflatır ve
evliliğin sahip olduğu güven nimetini önemsizleştirir. Ayrıca
şimdiden açıklığa kavuşmuş olup, ileride daha da berraklaşaca
ğı üzere, bu tür ilişkiler evlilik değildir; zira her ne kadar düşün
ce alanında anlaşmış olsalar da, taraflar ebediyet bilincinden,
bir evliliği ittifaka dönüştüren etik yaşam tarzından yoksundur.
Senin alay ve ironine (geçici aşk ilişkileri ya da aşkın yapay son
suzluğu)* bu tür ruh hali çok sık bir şekilde hedef olduğu için,
bu hususa sen de tamamen katılırsın. Bir erkek sevgilisiyle bir
likte pencereden dışarı bakarken, caddenin başından başka bir
kız görünür ve erkeğin aklına şu gelir: "Ben aslında bu kıza aşı
ğım." Ama tam iz sürmeye başlayacakken bir şeyler engel olur.
27
çağımızın ne kadar derin bir düşünce çağı olduğunu göster
mektedir. Böyle bir bağ gerçek aşkı dışlarken, en azından tu
tarlılık meziyetine sahip. Ama aynı zamanda bunun bir çö
züm olmadığını da gösteriyor. Bu yüzden mantık evliliğinin
hayatın zaruriyetlerinin gerekli kıldığı bir tür ödün olarak
görülmesi gerekir. Çağımızın şiirselliği için tek rahatlatıcı çö
züm olarak bunun kalması, tek tesellisinin umutsuzluk olma
sı çok üzücü. Zira böyle bir ittifakı kabul edilebilir kılan ger
çekten de umutsuzluktur. Bu yüzden bu tür evliliklere uzun
zaman önce akıllı tercihler yapma yaşına ulaşan ve gerçek
aşkın bir aldatmaca, samimi bir arzunun yerine gelmesi ol
duğunu öğrenen kişiler girmektedir. Bundan dolayıdır ki, bu
tür evliliklerin amacı yaşamın sıradan ifadeleridir: geçimini
sağlama, sosyal duruş vs. Bu tür evlilikler, evlilikteki tenselliği
nötrleştirdiği için ahlaklı bir görünüşe de sahiptir. Ancak kişi
nin bu nötralize etmenin hem ahlaksız hem de estetikten uzak
olup olmadığını sorması doğaldır. Ya da eğer erotizm tama
men nötralize edilmemişse, o zaman kişinin ihtiyatlı olması,
seçmede çok aceleci davranmaması gerektiği, hayatın hiçbir
zaman ideal olanı bize vermediği, mantık evliliğinin oldukça
saygın bir eşleşme olduğu vs. yolundaki şiirsel bir rasyonel de
ğerlendirmeyle caydırılır. Bu yüzden yukarıda her bir evliliğin
parçası olduğu gösterilen ebediyet burada gerçekten mevcut
değildir; zira rasyonel hesaplama daima dünyevidir.
28
ve kısmen evliliği dışlayacak şekilde aşkın destekçisi ve kısmen
de aşktan feragat edecek şekilde evliliğin destekçisi ilan etti.
29
sevginin, ilk aşkın harika beklentileri altında ezilmesine gerek
kalmayıp, onu zayıflatmayıp zenginleştiren nitelikler karışımı
sayesinde kendisi ilk aşka dönüşebilir mi? Bu hususun kanıt
lanması güçtür; ancak eğer iman ile bilgi arasındaki entelektü
el alanda olduğu gibi, etik benzerlikte bir gedik açmak istemi
yorsak bu ihtimal muazzam öneme sahiptir. Ve sevgili dostum
aklın kuşkuya aşırı derecede aşina olmasına rağmen, kalbinde
bir aşk duygusu olduğunu inkar etmemen ne kadar güzel! Bir
Hıristiyan'ın, aşkın ifade edilemeyecek kadar kutsal bir duygu,
yeryüzündeki ebedi güç -dünyevi aşk- olduğunu düşünerek,
tanrısını Aşk Tanrısı olarak adlandırması ne güzel olacaktır!
30
çıkarıp alırsanız, o zaman paylaşılan yaşam ya yalnızca tensel
arzunun tatmini ya da aynı hedefe odaklanan çıkar ortaklığın
dan ibaret kalır. Ama aşk, ister doğaüstü, romantik ya da şöval
yece, isterse enerjik ve hayati teminatla dolu daha derin ahlaki
ya da dini aşk olsun, içinde ebediyet niteliğini taşır.
31
zaman ise, gerçekten nişanlıların -aslında herhangi birinin
neden evlendiğini anlamıyorum. Halbuki tüm küçük burjuva
hassasiyetiyle, halalar teyzeler, yan komşular, karşı komşular
münasip bulunca evleniyorlar. Bu da nişanlılığı en güzel za
man olarak görme sersemliği ve hastalığını ele veriyor.
Evlilikteki ana unsur aşık olmaktır; peki hangisi önce gelir? Aşk
mı? Yoksa evlilik mi? Eğer evlilikse aşık olmak sonra mı gelir?
Aşık olmanın sonradan geldiği fikri dar görüşlü sağduyu savu
nucuları arasında pek saygı görmemiştir. Halbuki güngörmüş
babalar ve hatta anneler kendi deneyimlerinden öğrendiklerini
tavsiye ederler ve uğradıkları zararı telafi etmek için çocukları
nın da bu deneyimlerinden ders çıkarmasını isterler. Bu durum
tıpkı birbirinden hiç hoşlanmayan iki güvercini küçücük bir ka
fese kapatarak, birbirleriyle arılaşmalarını sağlamaya çalışan gü
vercin meraklılarının bilgeliğine benzemektedir. Bütün bu dü
şünce tarzı son derece dar görüşlüdür. Ben bu tarzdan yalnızca
lafın gelişi söz ediyor ve sizi bu tarza sırt çevirmeye çağırıyorum.
32
güzel şeylerden birisi olduğu; ama sen bu terimi kullandığında,
yetkin gözlemlerinin ateş açtığının işaretidir. Bu ifadede bana
göre gülünç bir taraf yok ve açıkça söyleyeyim senin saldırıla
rına, bu konuyu küçümsediğim için dayanıyorum. Bu yüzden
başkaları için hüzün kaynağı olsa da, benim açımdan bu ifade
hiçbir hüzün taşımıyor. Bu mutsuzluğun marazi bir şey olma
sı gerekmez; zira marazilik daima sahte ve zorakidir. İlk aşkta
talihsizlik yaşamakta da aşk acısına rağmen sadık kalmakta da,
hoş ve yararlı bir şeyler vardır. Yıllar sonra bile bazen ilk aşkını
oldukça canlı bir anı olarak hatırlamakta güzel bir şeyler vardır.
Her ne kadar ruhu kendisini daha yüksek bir amaca adamak
için o tür yaşam tarzını terk edecek kadar güçlüyse de, haya
tın mükemmel olmasa bile, yine de çok güzel bir şey olduğunu
üzülerek anımsamakta bile hoş bir şeyler vardır. Bu hüzün, ço
cuksu şakalarını çok evvel bırakmış yavan aklıselimden ya da
müzik ustası Don Basilio'nun sağlık zannettiği ancak en ma
raz hastalık olan şeytani zekasından daha sağlıklı, daha güzel
ve daha asildir.· Bir insan tüm dünyayı kazanmış ama kendi
ruhunu kaybetmişse, ne karı olacaktır?" Benim için ilk aşk de
yiminde üzücü hiçbir şey yoktur ya da en fazla mayhoş bir ta
dın azıcık baharatı vardır, o kadar. Benim için, ilk aşk bir savaş
çığlığıdır ve birkaç yıldır evli olmama rağmen, hala ilk aşkın
muzaffer sancağı altında savaşma onurunu yaşıyorum.
** Matta, 1 6 :26.
33
ziyaret etmesinin ne anlama geldiğinin canlı örneğisin. Geç ·
34
şeyde tamamen var olabileceğine inanmakla, hata yaptığını
ilave edebiliriz. Senin kendi uygulamalarına yaptığın çağrı
açısından bakıldığında, hiçbir zaman doğru yönde hareket et
mediğin için, bu da bir yanlış anlamadan ibarettir.
35
"İlk'' olarak adlandırdığımızda aşka birçok anlam kazandırırız.
Şimdi ilk aşkı daha doğrudan ele alacağım. Yaşamda yapılma
sı gereken şeyin bir hayat arkadaşı bulmak için dinlemek ve
aranmak (hatta bir gazetede aramak) olduğunu düşünen zevk
sizlerin, kendilerini ilk aşktan zaten mahrum ettikleri aşikardır
ve bu tür bir zevksizlik ilk aşkı önceleyen bir hal olarak görü
lemez. Elbette Eros'un böyle birini aşık ederek ona oyun oyna
yacak kadar merhamet sahibi olması mümkündür. Gerçekten
de "merhamet sahibi"dir; zira bir kimseye yeryüzündeki en
büyük hayrı bahşetmek gibi olağanüstü bir merhamet gösterir
ve ilk aşk mutsuz olsa bile bu en büyük hayırdır. Ama bu du
rum daima bir istisna olarak kalacak ve kişinin önceki durumu
tatsızlığını sürdürecektir. Eğer insan müziğin rahiplerine ina
nır (ve bu öyle bir konudur ki kişi onlara inanmaya neredeyse
mecburdur) ve eğer onlarla birlikte bir de Mozart'ı dinlerse, o
zaman ilk aşktan önceki evre, aşkın gözünün kör olduğu hatır
latılarak tanımlanmalıdır. Kişi adeta kördür ve bu körlüğü ne
redeyse gözle görülür; kendi içine gömülür, kendi görünüşüne
bakar ama yine de sürekli olarak dışarıdaki dünyaya bakma
çabası içindedir. Dünyanın onu kör etmesine karşın hala dün
yaya gözlerini dikmiştir. Mozart'ın Figaro'da betimlediği işte
bu hayalperest ama yine de arayış içinde, ruhsal olduğu kadar
tensel de olan haldir. Buna karşın, ilk aşk mutlak bir uyanık
lık, mutlak dikkat halidir ve ilk aşka haksızlık etmemek için bu
halin sürdürülmesi gerekir. İlk aşk, kendisi için var olan tekil,
kesin, somut bir nesneye yöneltilir; başka hiçbir şey mevcut
değildir. İşte bu tek nesne muğlak bir halde değildir; belirgin
bir canlı olarak mevcuttur. İlk aşkın içinde tensel bir unsur,
güzellik unsuru yer alır; ancak bu unsur yalnızca tensel değil
dir. Böyle bir tensel, ilk olarak düşünme aşamasında ortaya çı
kar; ama ilk aşk düşünceden yoksundur ve bu yüzden yalnızca
tensel değildir. Bu, ilk aşkın gerekliliğidir. Ebedi olan her şey
gibi, ilk aşk da kendi içinde iki yönlü bir karaktere sahiptir:
kendisini ezelde ve ebedde varsayar.
36
İlk aşk özgürlük ve zorunluluğun birliğidir. Birey bir başkasına
karşı dayanılmaz bir şekilde çekilir; ama bu çekilmede tutsaklık
değil özgürlük hisseder. İlk aşk evrensel ile tekilin birliğidir; te
kil olarak evrenseli içerir ve hatta bu içerme olumsallık noktası
na kadar ulaşır. Ancak ilk aşk, bütün bunları yalnızca düşünce
nin gücüne dayanarak sahiplenmez; bu güce hemen sahip olur.
İlk aşk buna ne kadar uyarsa o kadar sağlıklıdır ve gerçekten
bir ilk aşk olması daha büyük olasılıktır. İki kişi birbirine da
yanılmaz bir güçle çekilir ama yine de özgürlüklerinin tadını
tümüyle çıkarırlar. Burada, ilk başta, uğraşılması gereken katı
kalpli babalar ya da sfenksler yoktur;' ben onları (ihtiyaç duy
duklarıyla) donatacak kadar şanslıyım (romancı ve oyun yazarı
olarak zamanı tüm dünyaya, aşıklara, okuyuculara ve izleyici
lere işkenceye de çevirmiyorum), yalnızca Tanrı namına onla
rın bir araya gelmesini sağlıyorum. Gördüğün gibi asil babayı
oynuyorum ve gerçekten de çoğu zaman yaptığımız gibi, alay
konusu etmezsek, bu çok çekici bir roldür. Belki de babanın
tarzına küçük bir "Tanrı namına" sözünü ilave ederim. Aşkı hiç
tanımamış ya da uzun zaman önce unutmuş bu yaşlı adamın
affedeceğini sanıyorum; ama hala ilk aşkın coşkusu içindeki
genç bir adam da bu hususa vurgu yaparak seni şaşırtabilir.
37
daha doğal ne olabilir? Korkacakları hiçbir şey yoktur: dış
tehlikelerin onların üzerinde bir gücü yok; iç tehlikeler ise ilk
aşkın pek tanıdığı şeyler değildir. Ancak bu şükretme ilk aşkı
değiştirmez; çünkü şükretmeye herhangi bir rahatsız edici
tefekkür eklenmemiştir; bu eklenmenin daha yüksek bir ek
sende gerçekleşeceği varsayılır. Ama bu tür bir şükretme, tüm
ibadetlerde olduğu gibi, dışsal anlamda değil, içsel anlamda bir
eylem unsuru ile birleşmiştir. Bu örnekte bu eylem unsuru ilk
aşka tutunma arzusudur. Bu durum ilk aşkın doğasını değiş
tirmez; çünkü tefekkür eklenmemiş, sağlamlığı bozulmamış,
kutsal dokunulmazlık teminatını hala muhafaza ediyor; yal
nızca daha yüksek bir merkeze sahip olduğu varsayılıyor. Belki
de bu yüksek merkezlilik içinde ilk aşk neden korkması gerek
tiğini bilmiyor; belki de hiçbir tehlike hayal edemiyor ve ilk aş
kın bir türü olan bu iyi niyeti yoluyla etik alanına yükseltiliyor.
38
eğilir ve "Zaten evlilik Tanrı'yı memnun etmeye yönelik bir
kurum değil midir?" diye fısıldardı. Burada dikkate değen tek
şey rahibin konumudur ve eğer kız tatlı ve gençse, kızın kula
ğına sırrı fısıldamak için rahibin konumunda olmak isterdim.
39
değil." Sahip olduğun şeylerin seni temin edeceği gün geldi
çattı, hem de yeterince emin olduğun bir sahiplik bu. Ona tüm
iltifatlarını sundun. Ailenin yemek odasında biraz beklemiş
tin; birkaç kez koşuşturan hizmetçi, dört beş meraklı kuzen,
bir muhterem teyze, bir kuaför telaş içinde yanından geçti.
Sonra misafir salonunun kapısı yavaşça açıldı, içeriye hızlı bir
göz attın, hiç kimsenin orada olmaması ve kızın tüm meraklı
ları misafir salonundan uzaklaştırması seni coşturdu. Kız gü
zel, her zamankinden daha güzel; bir canlılık var yüzünde. Her
yerini saran titremeleriyle, nasıl bir ahenk var kızda. Hayran
oldun; kız senin hayallerinden bile güzel. Tamamen kendin
den geçmişsin, ama ince bir düşünce duygularını anında gizli
yor. Sükunetin kızı daha da cezbediyor; onun ruhuna, güzelli
ğine ilgi duymanı sağlama arzusu aşılıyor. Ona yaklaşıyorsun.
Şıklığı da ona sıradan olmayan bir hoşluk katıyor. Henüz tek
bir söz bile söylemedin. Ona bak; ama baktığını belli etme; onu
duygularını göstererek utandırmak istemezsin. Ama ayna bile
yardımına koşuyor. Onu ilk kez tutkuyla öptüğünde verdiğin
broşu göğsüne takıyorsun. Şimdi o tutkunun teyidi gerekiyor.
O da aynı tutkuyu içinde gizliyor, hiç kimsenin o tutkudan
haberi yok. Tek çeşit çiçekten oluşan küçük bir buket uzatı
yorsun, çiçeğin kendi içinde bir anlamı yok. Ona çiçek gön
derdiğinde daima o çiçekten bir dal bulunuyor, ama o kadar
dikkat çekmeyecek halde ki, kızdan başka kimse anlamını bil
miyor. Bugün bu çiçek de onur ve gururla ayakta durup tek
başına kızı süslüyor. Kız o çiçeği çok seviyor. Çiçeği ona uza
tıyorsun, gözlerinden bir damla yaş süzülüyor; sana dönüyor,
çiçeği öpüp göğsüne tutturuyorsun. Belli bir hüzün yayılıyor
kızın yüzüne. Sen de etkileniyorsun. Kız geriye bir adım atıyor,
kendisine engel olan giysisine biraz kızmış. Kollarını boynuna
sarıyor; senden uzaklaşamıyor. Sanki bir düşman onu senden
koparacakmışçasına sıkı sıkıya sana sarılıyor. Güzelim elbisesi
buruşuyor, saçları bozuluyor ve o anda kız ortadan kaybolu
yor. Bir kez daha yalnız başına kalıyorsun. Yine bu yalnızlığını
40
koşuşturan bir hizmetçi, dört beş meraklı kuzen, bir muhte
rem teyze, bir kuaför bozuyor. Sonra misafir salonunun kapısı
açılıyor, kız içeri giriyor. Sessiz bir samimiyet okunuyor her
yerinden. Elini sıkıyor ve ancak tekrar görüşmeye söz vermesi
üzerine ayrılıyorsun - evet, kilise kürsüsünde; bunu unutmuş
tun, halbuki daha önce defalarca bu konuda düşünmüştün.
Şimdi bu tutku içinde unuttun. Şimdi gerçekle yüz yüze geldin
herkes gibi, ama sen bunu daha önce düşünmemiştin. Yine de
evliliğin bir törenden ibaret olmadığını anlayamayacak kadar
ileri gittin. Korku kapladı her yanını: "Ruhu gün ışığı kadar
saf, cennetin tavanı kadar yüce, okyanus kadar masum olan bu
kız; önünde secdeye varabileceğim bu kız; aşkının beni bütün
kafa karışıklıklarından kurtardığını ve bana yeniden dünyaya
gelmişim gibi hissettiren bu kız; evet, işte mihraba birlikte yü
rümek istediğim kişi, bu kız. Orada bir günahkar gibi duracak,
Havva'nın Adem'i ayarttığı şekilde söz edilecek olan o. Önün
de gururlu ruhumum boyun eğdiği, hem de ruhumun önünde
boyun eğdiği tek kıza; benim onun efendisi olduğum ve koca
sına hizmetkar olması gerektiği söylenecek. Vakit geldi. Kilise
şimdiden ona kollarını uzatıyor ve onu bana geri vermeden
önce onun dudaklarına ilk gelin öpücüğünü konduracak; hal
buki ben o öpücük için tüm dünyayı verirdim. Kilise şimdiden
onu kucaklamak için kollarını uzatıyor; ama bu kucaklama,
onun tüm güzelliğini öldürecek ve sonra da kızı bana fırlatıp,
şöyle diyecek: 'Üretken ol ve çoğa[ Bu ne tür bir güçtür ki,
Kilise benimle gelinim arasına, benim kendim için seçtiğim ve
beni seçen gelinimle arama girmeye cüret ediyor? Ve bu güç
kıza bana sadık kalmasını emredecek; onun böyle bir emre ih
tiyacı mı var? Ayrıca o, yalnızca bir üçüncü şahsın, sanki ben
den çok sevdiği bir şahsın, sadakat göstermesini söylediği için
mi bana sadık kalacak? Ve benden de ona sadık kalmamı iste
yecekler; tüm ruhumla ait olduğum birine bunu yapmam için
emredilmesi gerekir mi? Ve bu güç birbirimizle ilişkimize ka
rar veriyor; benim emretmem onun da itaat etmesi gerektiğini
41
söylüyor; peki ya ben emretmek istemiyorsam ya ben kendimi
emredemeyecek kadar aşağıda görüyorsam? Hayır, ona itaat
edeceğim, onun iması bile emirdir; ama o yabancı güce itaat
etmeyeceğim. Hayır, hala vakit varken onunla uzaklara ka
çacağım ve geceden bizi saklamasını, sessiz bulutlardan bize
kahramanlık masalları anlatmasını isteyeceğim; gerdek gecesi
üzerimize doğarken, göklerin muazzam çatısı altında onun fi
ziksel cazibesiyle sarhoş olacağım; onunla yalnız, tüm dünyada
yalnız olacağım ve kendimi onun aşkının dipsiz kuyusuna ata
cağım ve dudaklarım susacak. Bulutlar düşüncelerim, düşün
celerim ise bulut olacak. Haykıracağım ve gökler ve yerlerin
tüm güçlerine hiçbir şeyin benim mutluluğumu bozmaması
için niyaz edeceğim; onlara yemin verip, ant içireceğim. Evet,
uzaklarda, çok uzaklarda ruhum sağlığına kavuşacak, göğsüm
yeniden solumaya başlayacak ve ben bu yapışkan havada bo
ğulmayacağım." Uzaklar, evet, uzaklar söyleyeceğim yalnızca
bu: Procul o, procul este, profani. Peki onun bu yolculukta
·
42
İkincisi; senin ruhunu isyan ettiren, sevgilinin günahkar ilan
edilmesidir. Sen bir estetsin ve bunun bir kadını daha güzel ya
pıp yapmadığını senin aylak düşüncelerine sormamak için ken
dimi zor tutuyorum. Bu konuda ciddi olmadığımı gayet iyi an
lamışsındır; ancak bu açıdan kendini meşgul edeceğin çok konu
çıkacak. Kutsal Kitap'ın kadının üzerine tuttuğu titrek ışıkta bile
onun günahkar olduğunu, ancak birçok günahının çok sevdiği
için affedildiğini düşüneceksin: Ancak bir kez daha söylemek
istiyorum ki; onu orada günahkar olarak düşünmek yalnızca
senin vehminden ibaret. Soyut olarak günah işlemek bir şey, so
mut olarak günahı bilmek başka bir şeydir. Kadın yumuşaktır ve
Kilisenin en açık ifadeleriyle kendisine hitap edilmesinden alın
mak bir kadının aklına kesinlikle gelmez. Kadın yumuşaktır ve
tamamen güvenir. Kim bir kadın gibi gözlerini aşağı indirebilir
ve kim bir kadın gibi gözlerini yukarı kaldırabilir? Bu yüzden
eğer Kilisenin günahın dünyaya indiğine ilişkin güçlü ilanı ka
dında herhangi bir değişiklik meydana getirecekse, bu değişiklik
kadının sevdiğine daha sıkı tutunması olacaktır.
Son olarak seni üzen husus; üçüncü bir gücün seni ona, onu
da sana sadık kalacak şekilde bağlamak istemesidir. Kayıtlara
geçmesi için, senden bu üçüncü gücün kendisini dayatmadı
ğını anımsamam istemeliyim. Zira burada dikkate aldığımız
bireyler dini bakımdan gelişmiş, dini kendileri arzulayan ki
şilerdir ve buradaki soru bu dini arayıştaki herhangi bir un
surun ilk aşklarının önünde engel oluşturup oluşturmadığı
dır. İlk aşkın, aşkı, şu ya da bu yolla aşk yaparak, daha yüksek
bir güç karşısında aşıkların kendilerine dayattığı bir göreve
dönüşmesinin doğal olduğunu yadsıyamazsın. Aşıklar; ay,
yıldızlar, atalarının külleri, onurları vs. üzerine birbirlerine
sadakat yemini ederler. Eğer buna şöyle dersen: "Evet, ama
bu gibi yeminlerin hiçbir anlamı yok, bu yeminler yalnızca
Luka 7:47: "Bu nedenle sana şunu söyleyeyim, kendisinin çok olan günahları
bağışlanmıştır. Çok sevgi göstermesinin nedeni budur. Oysa kendisine az
bağışlanan, az sever:'
43
aşıkların kendi ruh hallerinin bir yansıması; aksi halde neden
ay üzerine yemin etmek akıllarına gelsin?"; sana cevabım "ilk
aşkın doğasını sen kendin değiştiriyorsun" olacaktır. Zira ilk
aşkın güzelliği, bu aşk için, aşkın gücüne dayanarak, her şeyin
gerçeklik kazanmasıdır ve ayın üstüne yemin etmenin anlam
sızlığı ancak düşünüldüğü an anlaşılır.
Böylece ilk aşkın, doğasını daha yüksek bir yakın ortak pay
daya yükseltilerek değiştiren düşünmenin yardımı olmaksızın
etik ve dinselle nasıl ilişkiye girdiğini görmüş olduk. Bir bakı
ma bu değişim gerçekten de meydana geldi ve şimdi bu deği
şimi, aşıkları gelin ve damada dönüştüren metamorfozu ince
leyeceğim. Aşıkların aşklarını Tanrı'ya sunma şekilleri, bu aşk
için Tanrı'ya şükretmektir. Burada değişim zarafet kazanma
dır. Erkeğin en yatkın olduğu zayıflık, sevdiği kızı fethettiği
ni sanmasıdır; bu zayıflık onun kendisini üstün hissetmesine
yol açar - ama bunda estetik hiçbir yön yoktur. Öbür yandan
Tanrı'ya şükrettiğinde, bu aşk içinde tevazu kazanır ve sev
giliyi Tanrı'nın elinden bir armağan olarak almak, sevgiliyi
fethetmek için tüm dünyayı zorla kontrol altına almaktan çok
daha güzeldir. Buna şu hususu ekleyebiliriz: Gerçekten aşık
olan bir adam Tanrı'nın önünde tevazu ile eğilmedikçe ruh
huzuruna ulaşamaz ve sevdiği kız onun için en zarif anlamda
bile ödül olarak görmeye cesaret edemeyeceği kadar önemli
dir. Eğer fethetmek ve kızın sahibi olmak kişiyi mutlu ederse,
o zaman doğru olanın, kısa bir delice aşkın doğaüstü gücü
değil, bütün bir yaşam boyu sürekli olarak ona sahip olma ol
duğunu anlayacaktır. Yine de bu idrak önceki bazı kuşkulara
dayanarak ortaya çıkmaz, hemen ortaya çıkar. Bu yüzden ilk
aşkta gerçekten yaşayan öz, kalıcıdır, buna karşın nahoş un
surlar elenip gider. Karşı cinsin, bu dengesizliğin ve ona tes
lim olmanın akla yatkın olmadığının farkında olması doğaldır
ve eğer kız bir hiç olmakta neşe ve mutluluk hissedecek kadar
ileri giderse, o da bu yolda gerçek olmayan bir şeye dönüşe
bilir. Ama eğer kız sevgilisi için Tanrı'ya şükrederse, ruhu çi-
44
leye karşı teminat altına alınır; Tanrı'ya şükredebilmek, kızın
sevgilisini, kendisine nefes alma alanı bırakacak bir mesafeye
koyması demektir. Ve bu durum kaygılı bir kuşkunun sonucu
olarak ortaya çıkmaz. Kız böyle bir kuşku bilmez. Bu mesafe
koyma anında kendiliğinden ortaya çıkar.
45
erotiktekinden çok daha fazla değil midir? Bu tonlama ne
ayartmanın yalnızca anlık ebediyetine ne de fantezi ve haya
lin aldatıcı ebediyetiyle kıyaslanamaz; ancak bilincin ebediyeti,
ebedinin ebediyeti ile kıyaslanabilir. Bana göre evliliğin "be
nim''indeki güç, kararlılık ve niyet çok daha derinlere inmekte
dir. Ne güçlü bir enerji ne yumuşak bir esneklik! Ne büyük bir
hareket gücü! - Bu yalnızca karanlık dürtülerin şaşkın coşkusu
değildir; zira nikah göklerde kıyılır ve görev duygusu bütün ev
renin bünyesine en uç noktasına kadar nüfuz eder; yolu hazır
lar ve bizi bütün ebediyette aşkı engelleyebilecek hiçbir engelin
bulunmadığı konusunda temin eder. Öyleyse bırakalım Don
Juan tüylü yatak odasını ve eğer daha yükseğini göremiyorsa
şövalye, karanlık gökyüzünü ve yıldızlarını sahiplensin. Evlili
ğin göğü bunlardan daha yüksektir. Evlilik böyledir; eğer böyle
değilse bundan ne Tanrı ne Hıristiyanlık ne düğün ne bir lanet
ya da rahmet suçlu değildir; sorumlu olan yalnızca insandır.
İnsanlara nasıl yaşanacağını öğretmek yerine, onların yaşam
konusunda kafalarını karıştıran, daha başlamadan onları sıkan
kitaplar yazılması üzücü ve utanç verici değil midir? Eğer on
lar haklı olsalardı, yaşam acı bir hakikat olacaktı; ama yalnızca
yalan yazıyorlar. Bizlere günah işlemesi öğretildi; ama günah
işlemeye cesareti olmayanlar da başka bir yolla mutsuz edildi.
Ne yazık ki ben de estetikten o kadar çok etkilendim ki "koca"
sözcüğünün senin kulaklarında nasıl tınladığını bilemiyorum.
Ama umurumda da değil. "Koca" sözcüğü itibarını kaybetmiş
ve şimdi neredeyse alay konusu haline gelmiş olsa bile, birisinin
onu eski onurlu makamına tekrar oturtmasının vakti çoktan
geldi. Eğer "Sık sık evlilik görmene rağmen, sen hiçbir zaman
böyle bir şey görmedin" dersen, bu beni rahatsız etmez; çünkü
evliliği her gün görmek evliliğin yüceliğini daha az görebilmeye
yol açar; hele bir kimse evliliği aşağılamak için her şeyi yapıyor
sa... Mihrapta bir adama elini uzatan kızın senin aşk macerala
rında ilk aşklarını yaşayan kadın kahramanlardan daha kusurlu
olduğunun düşünüleceği hükmünü sen kendin vermedin mi?
46
Şimdi seni ve senin öfkeli, hem de senin kabul edeceğinden
daha öfkeli haykırışlarını sabırla dinledikten sonra (ama evli
likle bir realite olarak karşılaştıktan sonra içindeki bu kışkırt
maları çok iyi anlamadığını fark edeceksin - hiç kimseye itiraf
etmeksizin muhtemelen kendi içinde öfkeleneceksin), benim
küçük bir gözlemde bulunmama izin ver. İnsan yaşamında
ancak bir kez sever ve kalp ilk aşkına -evliliğe- tutunur. Farklı
alanların bu uyumuna kulak ver ve hayran ol. İlk aşk estetik
olarak ifade edilmiş olsa da dini ve etik açıdan aynı şeydir.
İnsan yalnızca bir kez sever. Bu aşkı realite haline getirmek
için evlilik devreye girer ve eğer birbirini sevmeyen insanlar
evlilik fıkrini akıllarına sokmuşsa, bundan Kilise sorumlu tu
tulamaz. İnsan bir kez sever, bu söz çok farklı yerlerden yan
kılanır: her gün birbirine mutluluk vererek bu gerçeğe kanıt
oluşturanlardan ve mutsuz olanlardan. Mutsuz olanlar da yal
nızca iki sınıftan ibarettir: sürekli olarak ideali arzulayanlar
ve evliliğe tutunmak istemeyenler. Bu ikinciler gerçek ayar
tıcılardır. Bunlara daha az rastlarsınız; zira bunların daima
özel bir yönü vardır. Birisini biliyorum; o da kişinin ancak bir
kez sevebileceğini itiraf etti; ancak bu aşk onun vahşi şehveti
ni tatmin edememişti. Bazı kimseler "Evet, insan yalnızca bir
kez sever, ama iki üç kez evlenir," derler. Burada yine alanlar
birleşmektedir; çünkü estetik ikinci evliliğe "hayır" derken,
Kilise ve din etiği kuşkuyla bakar. Benim için bu çok önemli
dir; zira eğer bir insanın birçok kez sevebileceği doğru olsay
dı, o zaman evlilik sorgulanmaya başlanacaktı. Dinin insana
yalnızca bir kez sevmeyi emreden keyfi kuralı yoluyla, erotikle
ilgili meselelerde bu şekilde son derece dikkatsiz davranarak,
erotiğe zarar veriliyor gibi görünecekti. Sanki "Bir kez evlene
bilirsin ve bu aşkın sonu olur" demiş olacaktı.
47
-yukarıda açıklandığı üzere- önselliğinde bulunur. İkincisi;
estetik aşkı oluşturan zıtların birliğinde yer alır: aşk hem ten
sel hem ruhsaldır; özgürlük ama aynı zamanda zorunluluk
tur, anda mevcuttur; yüksek derecede bir varoluş niteliğine
sahiptir ama aynı zamanda kendi içinde bir ebediyeti vardır.
Bütün evlilikler de bunlara sahiptir: Tensel ama aynı zamanda
ruhsaldır; hatta daha da fazlasıdır. Zira "ruhsal" sözcüğünü
ilk aşka uygulamak, ilk aşkın ruha ait olduğu, yani ruha nüfuz
eden tensellik olduğunu söylemektir. Evlilik de özgürlük ama
aynı zamanda zorunluluktur; hem de daha fazlasıdır, zira ilk
·aşk örneğinde özgürlük, gerçekten bireyselliğin henüz doğal
zorunluluklardan uzaklaştırılmadığı bir ruhsal özgürlüktür.
Ama daha fazla özgürlük, daha fazla teslimiyettir ve yalnız
ca kendi duygularını kontrol edebilen bir kimse kendisine
cömert davranabilir. Dinsellik erkeği sahte gururdan, kadı
nı sahte tevazudan kurtarır ve kendisini birbirlerine sımsıkı
sarılan aşıkların arasına atar. Ama bunu onları ayırmak için
değil, kadının daha önce yapabileceğini hiç sanmadığı bir cö
mertlikle kendisini verebilmesi ve erkeğin de yalnızca alabil
mesi için değil, aynı zamanda kadın tarafından kabul edilmek
üzere kendisini verebilmesini sağlamak için yapar. Evlilik ilk
aşktan daha fazla içsel sınırsızlığa sahiptir; zira evliliğin içsel
sınırsızlığı ebedi yaşamdır. Evlilik ilk aşktan daha fazla zıtların
birliğidir; çünkü bir fazla zıtlığa, ruhsala sahiptir ve bu yüzden
tensel çok daha derin bir zıtlık içindedir; ama kişi tenselden
uzaklaştıkça evlilik daha büyük bir estetik önem kazanır. Aksi
halde en estetik şey, hayvani içgüdü olacaktır. Evlilikte ruhsal,
ilk aşktan daha yüksektir ve evlilik yatağının üzerindeki gök
ne kadar yüksekse, evlilik o kadar iyi, o kadar güzel, o kadar
estetiktir. Evliliğin çatısını oluşturan gökyüzü dünyevi gökyü
zü değil, ruhun göğüdür.
48
le başka bir yaşam süreceğim, eşimin orada bana başka bir
tarzda verileceği, aşkımızın şartlarından birisi olan zıtlığın
aşılacağı düşünceleri beni üzüyor. Ama onunla hayatımın en
derin ve yaşamın sunabileceği en güzel birlikteliğini yaşadı
ğımı anımsayacağımı bilmek beni teselli ediyor. Eğer bütün
bunlardan anladığım bir şey varsa; dünyevi aşkın kusurunun
aynı zamanda onun avantaj ı olduğu, bu avantaj ın da tercih
li aşk olması olduğudur. Ruhsal aşk, taraf tutmaz ve sürekli
olarak tüm görecelilikleri terk ederek, ters yöne gider. Gerçek
biçimindeki dünyevi aşk ters yolu seçer ve en iyi haliyle tüm
dünyada yalnızca tek bir kişiye yöneliktir. Burada tek bir kim
seyi sevme ve yalnızca bir kez sevmenin hakikati yatar. Dün
yevi aşk birçok kişiyi sevmekle- başlar, bunlar geçici hevesler
dir ve birini sevmekle sona erer. Ruhsal aşk kendisini sürekli
olarak genişletir ve gittikçe daha fazla sever; hakikatini de her
şeyi sevmekten alır. Bu yüzden evlilik, tensel ama aynı za
manda ruhsal, özgür ama aynı zamanda zorunlu, kendi içinde
mutlaktır; ama aynı zamanda kendisinden ötesine işaret eder.
49
Yalnızca gerçek "neden'', bütün "nasıllar''ı bastıracak sonsuz
bir enerji ve güce sahiptir. Sonlu "neden" bir bütünlük, her
kesin kendi payını, kimisi az kimisi çok olmak üzere aldığı,
herkesin diğerleri kadar kötü olduğu bir yığındır. Bir kimse
evliliğinin başlangıcında bütün sonlu "neden"leri birleştirme
yi başarsa bile, yalnızca bu nedenden dolayı kocaların en alt
düzeyde olanı olacaktır.
50
hızlı gerçekleşti, beliti de adam önemli 'neden' -aslında 'fakat'
bile denebilir- sorusuna bir açıklama bulamadı; halbuki bu so
runun böylesine önemli bir karar adımından önce sorulması
gerekir. Bir kimse neden evlenir, neden, neden?" Bu "neden'' -
lerin her biri, kendi belirgin ancak aynı derecede kuşkulandırı
cı tonlamayla söylenmişti. Artık bu çok fazlaydı. Tek "neden''
yeterli olabilirdi; ama böylesine kapsamlı bir çağrı, düşmana
yönelik bu genel çağrı, çok etkileyiciydi. Zaman gelmişti. Ev sa
hibi, bir nüktedanlık havası içinde, ama aynı zamanda ortama
egemen olan sağduyunun damgasını taşıyan bir tarzla, "Evet,
elbette dostum, bunun cevabını ben verebilirim; kişi evlenir
çünkü evlilik karakter için iyi bir okuldur:' dedi. Şimdi tartış
ma tamamen canlanmıştı. Kısmen muhalefet ederek, kısmen
de onaylayarak, karısına pek eğitici faydası olmayacak şekilde,
yeni evli kadını şaşkına çevirecek tarzda ve genç kızı afallatacak
biçimde, adamın saçmalamada kendisini aşmasını sağlamıştın.
Sonra davranışından dolayı, ev sahibi hatırına değil, sahneyi
mümkün olduğu kadar ağırlaştırıp uzatacak kadar kötü niyetli
olan kadınların hatırına kendini azarladın. Kadınlardan ikisi
nin benim savunmama ihtiyacı yoktu ve senin onlardan gözle
rini kaçırmanın nedeni yalnızca geleneksel nezaketindi. Ancak
adamın karısı, onu beliti de gerçekten seviyordu, bu durumda
bunları dinlemenin o kadın için ne kadar korkunç olduğunu
bir düşün. Ayrıca bütün olayda saygın olmayan bir şey vardı.
Sağduyulu düşünce, evliliği ahlaki hale getirmez, aksine ahlak
sızlığa dönüştürür. Tensel sevginin tek bir şekli, değişmiş hali
vardır ve bu hal aynı derecede estetik, dini ve etiktir ve o da
aşktır. Sağduyulu mantık ise, onu hem estetiksiz hem de din
siz hale getirir; çünkü burada tensellik, aşkın dolayımsız hak
ları içinde yer almaz. Bu yüzden şu ya da bu nedenle evlenen
adam hem estetiksiz hem de dinsiz bir adım atmış demektir.
Maksadın iyiliğinin, bunu değiştirme açısından yararı yok
tur; zira tüm hata zaten adamın bir maksadı olmasındadır.
Eğer bir kadın dünyaya bir kurtarıcı getirmek için aynı şekilde
51
evlenseydi, -evet, böylesine delilikler duyuyoruz ve bu tür deli
likler kadının evliliğine muazzam bir "neden'' katıyor- o zaman
bu evlilik hem estetikten uzak hem de ahlaksız ve dinsiz ola
caktı. Bu, kişinin sıklıkla açıkça göremediği bir durumdur. Belli
bir sağduyulu insanlar sınıfı, estetiği kibir ve çocukluk olarak
görür ve ağır bir şekilde aşağılar; kendi acınacak teolojileri için
de kendilerinin böyle şeyleri aştıklarını sanırlar. Aslında du
rum tam tersidir: Bu tür sağduyulu insanlar hem etikten hem
•
Sokrates'in eşi. Bazı kaynaklarda dırdırcı, Sokrates'in başının etini yiyen bir
kadın olarak betimlenmektedir. (ç.n.)
52
Ya da insan çocuk sahibi olmak, insanoğlunun yeryüzündeki
çoğalmasına mütevazı bir katkıda bulunmak için evlenir. Bu
durumda çocuğu olmadığını düşünün; o zaman bu katkı çok
küçük olacaktır. Devletlerin bu maksatla evliliğe yatırım yap
ma görevini üstlendikleri, evlenenlere ve en çok erkek çocuğu
olanlara ödül verdikleri doğrudur. Hıristiyanlık ise, zaman
zaman evlilikten uzak duranları ödüllendirerek tam tersini
yapmıştır. Bu, bir yanlış anlayış olsa dahi, en azından bireyin
yalnızca bir unsur değil, belirleyici özne olarak ele alınması
nedeniyle kişiye derin bir saygı anlamına gelir. Devlet ne ka
dar soyut olarak algılanırsa, bireyselliği o kadar az savunur
ve böyle bir çoğalma emri ve teşviki o kadar doğal hale gelir.
Buna karşın; çağımızda neredeyse yüceltilen davranış, çocuk
suz evliliktir. Çağımız evlilik için gerekli teslimiyeti bulamı
yor; kendini yadsımayı gerçekleştirebilenler de bunun yeterli
olduğunu bir de çocuk sürüsü gibi aşırılıklarla uğraşamayaca
ğını düşünüyor. Romanlarda, herhangi birinin evlenmemesi
nin nedeni olarak, çocuklara katlanamamasının gösterildiğini
sık sık görüyoruz. Gerçek yaşamda ise, en gelişmiş ülkelerde
bu eğilimin çocukların ebeveyninin yanından mümkün olan
ilk fırsatta alınması, yatılı okula yerleştirilmesi vs. şeklinde or
taya çıktığını görüyoruz. Pek sevgili dört evladının uzaklarda
olmasını gizliden gizliye dileyen trajikomik babalarla sen de
sık sık alay etmiyor musun? O aile reislerinin üstünlüklerine
aile yaşamının ıvır zıvırları, döküp saçtıklarında, gürültü yap
tıklarında çocukların dövülmesi gibi davranışların ne kadar
zarar verdiğini görüp eğlenmiyor musun? O zaman korkusuz
adamların -babaların- maceraperestliğine çocuklarının onları
yeryüzüne bağladığı düşüncesiyle ket vurulmaktadır. Çocuk
larıyla ilgilenerek, çocuk sahibi olmanın ne . büyük bir nimet
olduğuna dair sözler ederek o babaları, hak edilmiş bir acıma
sızlıkla, bastırılmış öfkelerinin doruğuna çıkarmıyor musun?
53
görünebilir. Sanki kişi, Tanrı'nın bakış açısını benimsemekte
ve oradan ırkı sürdürmenin güzelliğine tanıklık etmektedir.
Gerçekten de bir kimse şu söze özel bir önem atfedebilir:
"Artın ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun." Yine de böyle bir
evliliğin keyfi olması ve kutsal kitaplarda hiç yer bulamaması
nedeniyle, bu tavsiye doğal olmaktan uzaktır. Çünkü Tan
rı'nın evliliği "erkeğin tek başına olmasının iyi olmaması"
nedeniyle, ona bir refakatçi bulmak üzere getirdiğini okuyo
ruz.· Eğer erkeğin cennetten kovulmasıyla başlayan bu ilişki
biraz sorgulanabilir bir şeye benzediği şeklinde bir eleştiri ile
dine biraz istihza ile bakılacak olursa, ben de bu olayın tüm
evlilikler için geçerli olduğunu söylerim. Çünkü ancak kadı
nın bu günaha aracı olmasıyla, bu içten birliktelik başlamış
tır. Ayrıca bu olaya ilişkin şu hüküm de bulunmaktadır: . "Ve
Tanrı onları kutsadı."" Bu sözler tamamen göz ardı edilmek
tedir. Ve Havari Pavlus bazı yerlerde kadına "sükunet ve tam
bir uysallık içinde öğrenmeyi'', "sakin olmayı" öğütlemekte;
kadını tamamen susturduktan sonra daha da fazla aşağıla
makta ve ilave etmektedir: "Ama doğum yapıp kurtulacak
tır." Eğer şu ilaveyi yapıp durumu telafi etmeseydi bu havari
yi asla affetmeyecektim: "Yeter ki, çocuklar sağduyuyla iman,
sevgi ve kutsallıkta yaşasın.""""
Yaratılış, 2:18.
Yaratılış, 5:2: "Onları erkek ve dişi olarak yarattı ve kutsadı. Yaratıldıkları
gün onlara 'insan' adını verdi:'
*** Pavlus'tan Timoteyus'a 1. Mektup, 2 vd.
54
nür; düşüncesi çok uzağa gitmese bile çok sevdiği ve isimlerinin
unutulup gitmesi yerine, hayatın şükran dolu anılarında yaşa
masını isteyeceği ebeveynine kadar uzanır. Belki de çocuklarına,
uzun süre önce ölmüş bulunan büyükbabalarından söz etmenin
ne kadar güzel olacağı muğlak fikrine sahiptir ve yalnızca bir
hayalden ibaret olan bu ideal tablonun yaşamlarına güç verme
sine ve onların hepsine ne kadar asil ve yüce olduklarını ilham
etmesine izin verir. Belki de bu yolla anne ve babasına olan borç
larının bir kısmını ödeyebileceğini düşünür. Bütün bunlar çok
güzel ve hoştur; ama evlilikle ilgisizdir ve yalnızca bu nedenle
girilen evlilik etiğe aykırı olduğu kadar estetikten de uzaktır. Bu,
çok ağır bir niteleme olarak görülebilir, ama doğrudur. Evlilik
ancak onu aynı derecede estetik ve etik kılan bir maksatla ger
çekleştirilebilir; ama bu maksat içkindir. Bunun dışındaki her
bir maksat, estetik ve etik birlikteliğini böler; ruhsal ve tenseli
sonlu hale dönüştürür. Bir kimse bu şekilde konuşarak bir kı
zın kalbini kazanabilir. Özellikle de dile getirdiği duyguları bir
ölçüde samimiyse Ama bunu yapmak yanlıştır ve gerçek kadını
değiştirir. Bir kızla aşktan başka bir nedenle evlenmek istemek,
ona hakarettir.
55
gizlice yaşadıkları sorunları aşma konusunda birbirlerini tebrik
etmesi ve doğumuna neden oldukları sanat eserlerinden dolayı
coşku duyması konusunda seninle aynı fikirdeyim. Evet, bazı
anlamsız ifadelerle, ben de senin kadar alay etme isteği taşıdı
ğımı itiraf ediyorum. Ama bunların beni çok rahatsız etmesine
izin vermiyorum. Çocuklar ailenin en iç ve en özel yaşamına
aittir ve ailenin her ciddi ya da Tanrı korkusu taşıyan düşünceyi
yönetmesi gereken bir alacakaranlık gizemler kuşağıdır. Ancak
her bir çocuğa başının etrafında bir hale olduğu gösterilmesi
ve her bir babanın da çocukta kendisinin neden olduğundan
daha fazlası olduğunu hissetmesi gerekir. Gerçekten de tevazu
ile çocuğun bir emanet olduğu ve kelimenin en iyi anlamında
kendisinin çocuğun üvey babası olduğunu hissetmelidir.
56
kez rastlamıştım. Süslü bir hanım gelip çocuğunu evde bırak
madığı için -aslında yalnızca ona ayak bağı olduğu için- onu
azarladı. Ve aynı yönde giden bir rahip kadına yaklaştı. Çocuk
için bir kurumda yer bulabileceğini söyledi. Kadın ona nezaketle
teşekkür etti; ama o sırada eğilip çocuğuna bakışını görmeliydin.
Eğer çocuğu donmuş olsaydı, bu bakış onu ısıtırdı; eğer ölmüş
ve soğumuş olsaydı, bu bakış onu yeniden hayata döndürürdü;
eğer aç ve susuz kalmış olsaydı, o bakışın kutsallığı onu doyu
rurdu. Çocuk ise uyuyordu ve gülümsemesiyle bile annesini
ödüllendirmiyordu. İşte bu kadın çocuğunu ne büyük bir nimet
olarak görüyor! Eğer orada bir ressam olsaydı, başka hiçbir şe
yin değil bu kadının resmini yapardı. Böyle bir bakış nadir gö
rülür; tıpkı insanın şans eseri görebileceği nadir bir çiçek gibidir.
Ruhlar aleminde kendini beğenmişlik yoktur; bu alem tıpkı sü
rekli çiçek açan ağaç gibidir.
O kadını sık sık gördüm. Eşime de
gösterdim. O kadına caka satmadın; sanki onu ödüllendirecek
kutsal makammışım gibi pahalı hediyeler göndermedim. Aksi
ne kendimi ondan daha aşağı gördüm; hakikatte onun altına ya
da süslü kadınlara, kurumlara ve rahiplere ya da mahkemenin
zavallı yargıcı ve eşine ihtiyacı yoktur. Çocuğunun günün birin
de onu aynı şefkatle sevmesi dışında kesinlikle hiçbir şeye ihtiya
cı yoktur; hatta onu bile beklemez. Ama bu onun hak ettiği ödül,
göklerin ihsan etmekten geri durmayacağı bir nimettir.
57
iman edenlerle alay etmeyi alışkanlık edinmişlerdi. Bu adamları
kendi çocuklarının iyiliği için en dindar insanlardan yardım
alırken gördüm. Gururlu bakışı Olympus'u titretecek, tüm
derdi debdebe ve süs olan, boş kafalı kızlar gördüm. Onları
her türlü aşağılamaya tahammül eden, çocuklarının yararına
olduğunu düşündükleri şeyler için, dilenciler gibi dilenen an
neler olarak gördüm.
Bir başka yönden de çocuklardan çok şey öğrenilir. Her bir ço
cukta bütün soyut prensipler ve ilkeleri az çok hüzne boğan
özgün bir şeyler vardır. İnsan bütün deneme ve sınanmalara
baştan başlamak zorundadır. Çinlilerin şu sözünde derin bir
anlam vardır: "Çocuklarını iyi yetiştir; anne ve babana neler
borçlu olduğunu o zaman anlarsın." Ve şimdi sorumluluk ba
banın omzundadır. İnsan diğer insanlarla dostluk kurar, doğru
olduğunu düşündüğü fikirleri onlarla paylaşır, onları ikna et
mek için birkaç kez dener. Bunun bir yardımı olmayınca baş
kalarıyla temas kurmayı bırakır ve bu işten elini eteğini çeker.
Ama bir babanın artık denemekten vazgeçeceği, daha doğrusu
baba yüreğinin buna karar vereceği an ne zaman gelir? Bütün
hayat çocuklarda yeniden yaşanır; ancak o zaman kişi kendi
yaşamını biraz anlamaya başlar. Ancak bütün bunlardan sana
söz etmenin pek faydası yok; yaşamadan asla anlaşılmayacak
şeyler vardır. Babalık da bunlardan birisidir.
Ve nihayet kişinin geçmişle gelecek arasında bağlantı kurma
sının güzel bir yolu çocuklarıdır. Herkes on dört seçkin ataya
sahip olmayabilir; dolayısıyla on beşincisini bulma kaygısına
düşmeyebilir. Aslında herkesin daha uzun bir soyağacı var
dır ve seçkin bir şekle girmenin kaç nesil sürdüğünü görmek
kalbi mutlandırır. Bekar bir adam da elbette bu tür gözlemler
yapabilir; ancak bunu yapmaktan aynı derecede mutlu olma
yacağı gibi, nihayetinde bu çabası, dışarıdan birisinin müda
halesinden ibaret olacağı için, bunu yapmaya hakkı da yoktur.
Ya da bir kimse ev bark kurmak için evlenir. Kişi evinde sıkıl
mıştır; yurtdışına seyahat etmiş, yine sıkılmıştır. Evine dön-
58
müş yine sıkılmıştır. Kendisine arkadaşlık etsin diye cins bir
retriever ve bir at alır; ama yine de bir şeylerin eksik olduğunu
hisseder. Kendisi gibi düşünen dostlarının gittiği restoranda
beyhude yere birisiyle tanışmak için bir süre uğraşır. Arkadaşı
nın evlendiğini öğrenir, duygulanır, yaşlanma endişesi başlar.
Etrafındaki her şeyin son derece boş olduğunu, o uzaktayken
onu bekleyen kimsenin olmadığını hisseder. Yaşlı ev kahyası
çok saygıdeğer bir kadındır ama insanı nasıl neşelendireceği,
hayatı nasıl kolaylaştıracağı konusunda hiçbir fikri yoktur.
Kişi evlenir. Komşular alkışlar; onun akıllı ve makul bir şe
kilde davrandığını düşünürler. Sonra da ev yönetimindeki en
önemli faktörü, en önemli dünyevi iyiliği tartışmaya geçerler:
tek başına pazara gönderebileceğiniz terbiyeli ve güvenilir bir
aşçı, her işe koşulabilecek becerikli, eli çabuk bir hizmetçi. Ah
keşke kabak kafalı yaşlı ikiyüzlü, gece hemşiresiyle evlenmeye
razı olsa! Ama maalesef çoğu zaman böyle olmaz. En iyi, yeterli
değildir ve sonunda kişi bir tür kürek mahkumuna dönüşecek
güzel bir genç kızı kapmayı başarır. Belki de kız hiçbir zaman
sevmemiştir; ne kadar korkunç bir yanlış anlama!
59
evimiz ve yaşlandığımızda başımızı sokacak bir sığınağımız
var." Bazen pazar vaazı esintisi taşıyan eğitici bir ifadeyle ila
ve ederler: "Çocuklarımız ve çocuklarımızın çocukları günün
birinde gözlerimizi kapatacak ve bizim için yas tutacaklar."
Evlenmemiş adamın kaderi tam tersi olacaktır. Belirli bir im
renmeyle, gençlik günlerinde bekarların yaşamın tadını en
güzel şekilde çıkardığı itiraf edilir. İnsan içinden keşke ev
lenmemiş olsam diye geçirir. İşte yine aynı yere geldik: tıpkı
zengin adam gibi,· bekarlar da tüm iyilikleri peşinen elde eder.
• Luka, 1 6 : 1 vd.
60
etme noktasında alıkoymuşsun ve bunu mümkün ve hayal edi
lebilecek tüm yollarla yaptığın için kendini yeni bir aldanışın
yani orada öyle kalabileceğin yanılsamasının içine sokrnuşsun.
Evet dostum, sen bir aldanış içinde yaşıyorsun ve senin hiçbir
şeyi başardığın yok.
61
Tecrübenin neye mal olduğu ve aynı zamanda tecrübenin ne
paha biçilemez bir zenginlik olduğu konusunda, hiçbir fıkri
olmayan gençler, aynı döngüye kolaylıkla kapılabiliyorlar.
Senin konuşman onlara taze bir rüzgar gibi geliyor ve onları
gösterdiğin sonsuz okyanusa sürüklüyor. Sen kendin gençlik
sarhoşu olsan da, hemen hemen bu sonsuzluk düşüncesiyle
kontrolden çıkmak üzere olsan da, bu durum senin yalnızca
bir tarafındır. Ama öyle bir taraf ki, tıpkı okyanus gibi derin
liklerinde her şeyi saklayan bir değişmezliği vardır. Bu suları
çoktan tecrübe etmiş birisi olarak, denizdeki felaket ve çileyi
nasıl anlatacağını bilmen gerekmez mi? Elbette genel olarak
kişinin bu denize dalmış diğer insanlar hakkında bilebileceği
çok fazla şey yok. Burada söz konusu olan derinlere güçlükle
dalıp çıkan büyük bir gemi değil; hayır, yalnızca küçük tek
nelerden, tek kişilik kayıklardan, hemen kullanılabilen, insa
nın tek başına kullanabildiği, huzursuz düşüncelerin sonsuz
hızda seyredebildiği, dipsiz bir okyanusta, sonsuz bir gökyü
züyle tek başına kaldığı teknelerden söz ediyoruz. Yaşam teh
likelerle doludur; ama insan yaşamı kaybetme düşüncesine
aşinadır. Zira asıl keyif verici olan insanın sonsuzluk içinde
kaybolurken, geride o kayboluşun tadına vardıracak kadar bir
şeyler bırakmasıdır. Denizciler, dünyanın büyük okyanusla
rında Uçan Hollandalı· adı verilen bir gemiyi nasıl gördük
lerini anlatırlar. Bu gemi önce küçük bir yelken açar ve sonra
da sonsuz bir hızla denizin yüzeyinde uçar gidermiş. Bu gidiş
senin yaşam denizi üzerindeki seyahatine çok benziyor. Kişi
teknesinde yalnızken o tekne ona yeter; kendisi istemedikçe
insanın başka birine ihtiyacı olmaz. Kişi teknesinde yalnızken
o tekne ona yeter; kişinin bu boşluğu nasıl doldurabileceğini
kavramam mümkün değil, ama sen benim tanıdığım insan
lar arasında bu boşluğu doğru bir şekilde doldurabileceğine
•
Efsaneye göre evine hiç dönemeyen ve sonsuza kadar denizlerde seyretmeye
mahkum edilen hayalet geminin adıdır. Rivayetlere göre bir başka gemiye
rastlarsa, bu geminin mürettebatı genellikle karadaki uzun süre önce ölmüş
insanlara mesaj gönderirler. (ç.n.)
62
inandığım tek kişisin. Ayrıca güvertedeyken zaman doldur
mada sana yardım edecek birine sahip olduğunu da biliyo
rum. Bu yüzden şöyle demelisin: İnsan teknesinde yalnızken,
kendi acısıyla bir başına, kendi umutsuzluğuyla yapayalnız
ken, şifanın acısına teslim olmaktansa, iyileştirilmemeyi ter
cih edecek kadar korkaktır. Bu dünyada bir garip ve yabancı
olma duygusunda yatan acı, mutsuzluk ve aşağılanma üzerin
de düşünmen için sana yalvarıyorum.
63
estetik parıltı katarak, onlar için çok şey yaptığını düşünüyor
sun. Peki, ailenin sahip olduğu iç yaşama kıyasla, bu yaptık
larına pek önem verilmediğini düşünelim. Senin açından her
ailede aynı tablo ortaya çıkacak. Ve ne kadar kendinle gurur
duyarsan duy, içinde bir aşağılama var. Hiç kimse üzüntüsü
nü seninle paylaşmaz. Hiç kimse sana içini dökmez. Kuşkusuz
çoğu zaman içlerini döktüklerini sanıyorsun; kesinlikle çok çe
şitli psikolojik gözlemlerle tecrübe dağarcığını zenginleştirdin.
Ama çoğu zaman, bu bir aldatmacadan ibarettir. İnsanların
gerçekten hoşlandığı şey, havadan sudan konuşmaktır. Kay
gılarına uzaktan temas eder ya da ipuçları verirler; çünkü söy
lediklerinin senin ilgini çekmesi onların acılarını azaltır ve bu
anlatım, ihtiyaçları olmadığı halde bu ilaca başvurma arzusu
nu onlarda uyandıran kabul edilebilir bir nitelik taşır. Ve eğer
birisi yalnızca tecrit edilmiş konumun yüzünden sana yakınla
şıyorsa (bilirsin, insan günah çıkarmak için kendi rahiplerin
den çok gezici keşişleri tercih ederler), bu yakınlaşma ne sen ne
de yaklaşan açısından asla gerçek bir anlam taşımaz. Yaklaşan
için anlam taşımaz; çünkü içini döktüğünün sen olmasında bir
keyfılik hisseder. Senin için de anlam taşımaz; çünkü yetkinli
ğinin dayandığı muğlaklığı tamamen görmezden gelemezsin.
64
Bu incelemenin sonucu olarak, kanıtlanması gereken savın,
"evliliğin estetik ve dini olabilmesi için hiçbir 'neden'e sahip
olmaması" şeklinde ifade edilebileceğini vurgulayabilirim. An
cak ilk aşktaki estetik faktörü oluşturan zaten bu özelliktir. Bu
yüzden evlilik, bir kez daha ilk aşk düzeyine karşılık gelmekte
dir. Evlilikteki estetik ise şudur: yaşamın bütün kutsallıklarını
ortaya koyduğu bir "nedenler" topluluğunu gizlemesi.
•
"Bu eski bir hikaye:'
65
mantığın ilk aşkı altüst eden bu düşünceyi gizlemek istiyor.
Yukarıda belirtildiği üzere ilk aşk evrensel ile tekilin birliğidir.
Ama tekilin tadını çıkarmayı istediğin tarz, tekili evrenselin dı
şına koyan bir düşünceyi göstermektedir. Tekil ve evrensel bir
birlerine nüfuz ettikleri ölçüde, aşk daha güzel hale gelecektir.
En yüce iş, gündelik ya da daha yüksek bir anlamda tekil olmak
değil, tekilin içinde evrensele sahip olmaktır. Böylelikle evren
selin hatırlatılması ilk aşkı zedeleyen bir hazırlık olmayacaktır.
Üstelik evlilik töreninde bundan daha fazlası vardır. Geriye
dönüp evrensele işaret etmek için, aşıkların ilk ebeveynlerine
dönmelerini sağlar. Bu yüzden evhlik soyut olarak evrenselde
durmaz, evrenseli insan soyunun ilk çiftinde dile getirildiği şek
liyle sunar. İşte her evliliğin nasıl olması gerektiğine dair ipucu
budur. Her bir evlilik, tıpkı her bir insan yaşamı gibi; hem bir
bireysel olgu hem de bütündür; aynı zamanda hem birey hem
de semboldür. Buna göre evhlik aşıklara başkalarının düşünce
siyle rahatsız edilmeyen iki kişinin en güzel tablosunu sunar.
Bireylere der ki, "Bu yüzden siz de bir çiftsiniz, aynı olay sizde
kendisini tekrarlıyor, siz de şimdi burada sonsuz dünyada tek
başınasınız, Tanrı'nın karşısında tek başına duruyorsunuz."
Gördüğün gibi evlilik merasimi senin istediğini verir; ama ilave
olarak evrensel ile tekili birlikte sunarak daha fazlasını da verir.
66
da Kilise günahın genelde insanın kaderi olduğunu ilan eder;
bunu kesin olarak bireye atfetmez ve en azından şunu söy
ler: "Şimdi bir günah işlemek üzeresin." Gerçekten de han
gi anlamda günahın evlilikle birlikte girdiğini açıklamak çok
güçtür. Sanki burada günah ile tenselliğin aynı olduğu söy
leniyormuş gibi görünmektedir; ama Kilisenin evliliğe izin
vermesi nedeniyle, bu doğru olamaz. "Evet," diyeceksin, "bu
ancak dünyevi aşkın tüm güzellikleri elinden alındığı zaman
olabilir". "Elbette," derim ben de cevap olarak, "en azından
nikah merasiminde buna ilişkin tek söz edilmiyor."
67
olduğu gerçeğini kavramadığına inanıyorum ... Eğer en saf ve
en mükemmel nedir diyecek olsam, "kadın" dersin. En zayıf
nedir diyecek olsam, yine "kadın" dersin. Ruhsalın tenselden
üstünlüğünü göstermek istesen, "kadın"; masumiyetin tüm
ilham verici yüceliği içinde ne olduğunu ifade etmek istesen
yine "kadın" dersin. Caydırıcı suçluluk duygusunu ifade et
mek istersen, "kadın" dersin. Bu yüzden kadın bir bakıma
erkekten daha mükemmeldir ve kutsal kitaplarda bu durum
kadının daha suçlu olduğu ifadesiyle ortaya konulmaktadır.
Eğer Kilisenin yalnızca genel olarak kadının payını ilan ettiği
ni hatırlayacak olursan, bundan ilk aşkın huzurunu kaçıracak
bir şeyin nasıl zuhur edebileceğini göremiyorum. Olsa olsa bu
ihtimali akılda tutarken onu nasıl elinde tutacağını düşünme
ne neden olabilir... Bunun yanı sıra Kilise kadını yalnızca köle
olarak görmez; der ki "(Ve Tanrı buyurdu) Adem'in yalnız
kalması iyi değil dedi, ona uygun bir yardımcı yaratacağım.'"
Bu ifade hakikat kadar estetiği de içinde barındırmaktadır. Bu
yüzden Kilise "erkeğin babası ve annesini terk edeceğini ve
karısına bağlanacağını" öğretmektedir." İnsan nedense Ki
lisenin "kadın babasını ve annesini terk edecek ve kocasına
bağlanacaktır" demesini bekliyor; zira daha zayıf olan kadın
dır. Kutsal Kitap'ın ifadesinde kadının öneminin kabulü yat
maktadır ve hiçbir şövalye kadına karşı daha nazik olamaz.
• Yaratılış, 2 : 1 8 .
•• Yaratılış, 2:24.
68
Peki evlilik töreni ne işe yarar? "Aşıkları duraksatır," diye
ceksin. Hiç de değil. Zaten hareket halinde olan bir olgunun
açıkça devam etmesini sağlar. Tabloya evrensel insanı dahil
eder, günahı da dahil etmek anlamına gelir bu; ama günahın
dünyaya girmemiş olmasını dileyen tüm korku ve kaygılar ilk
aşkın bilmediği bir düşünmeye dayanır. Günahın dünyaya
girmemiş olmasını dilemek, insanlığı daha kusurlu bir yere
geri götürmektir. Günah girmiştir; ama bireyler kendilerini
günahın daha aşağısında görerek, daha önce bulundukların
dan daha yüksek makama ulaşırlar.
Sonra Kilise tekil bireye döner ve ona birkaç soru sorar. Bu so
rular düşünmeyi teşvik ediyor gibi görünmektedir: "Bu tür so
ruların maksadı nedir? Aşk kendi teminatını içinde saklamaz
mı?" Ama Kilise, soruları kararsızlığa itmek için değil, daha da
güçlendirmek ve zaten güçlenmiş olanın kendisini ilan etmesi
için sorar. Burada şöyle bir güçlükle karşılaşıyoruz; Kilise, so
rularında erotiği hiç de hesaba katar görünmüyor. Tanrı'ya,
vicdanına, daha sonra da arkadaşlarına, eşine dostuna danıştın
mı diye soruyor. Kilisenin bu soruları derin bir ciddiyet içinde
sormasının ne kadar faydalı olduğunu vurgulamayacağım. Kili
se, senin ifadelerinden birisini kullanacak olursam, bir çöpçatan
değildir.· O zaman neden tarafları caydırsın? Aslında çiftler şük
rederek zaten Tanrı'ya olan aşklarını dile getirmiş ve bu açıdan
Tanrı'ya danışmışlardır. Dolaylı olarak dahi Tanrı'ya şükretmek
onu aşağılamaktır. Bu nedenle Kilisenin gelin ve damada birbir
lerini sevip sevmediklerini sormaması, dünyevi aşkı yok etmek
istemesinden değil, bu aşkı zaten varsaymasındandır.
•
Kierkegaard'ın ifadesi "a Kirsten Gifte-knivs", Ludvig Hoberg'in Den For
vandlede Brudgom'undan bir ifade ve güncel karşılığı çöpçatandır.
69
Bu yüzden ilk aşkın temsili ve doğrudan sonsuzluğundaki es
tetik niteliğine bakıldığında, evliliğin mutlaka ilk aşkın şekil
değiştirmiş hali ve hatta ondan daha güzeli olduğunun açıkça
görüldüğüne inanıyorum. Yukarıdaki açıklamalardan ve on
dan hemen öncekilerden Kilisenin olayı önemsizleştirdiğine
ilişkin tüm konuşmaların hassasiyetten kaynaklandığı ve yal
nızca dinden rahatsız olanları kapsadığı anlaşılmaktadır.
Ama böyle olsa dahi, gerisi de aynı yolu izlemektedir. Şimdi soru
bu aşkın kendini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğidir. Belki
de daha önce söylenilen her şeyi dikkate alarak şunu söyleyecek
sin: "Evliliğin gerçekleşmesi, ilk aşk kadar zordur." Buna hayır
cevabı vermek zorundayım. Zira evlilikte bir hareket yasası var
dır. İlk aşk gerçek dışı bir an-sich'tir," hiçbir zaman kendine ait
bir öz kazanmaz, zira yalnızca dışsal ortamda hareket eder. Ev
lilikteki aşk etik ve dinsel niyetle içsel tarih imkanına sahiptir ve
kendisini tarihsel olanın olmayandan ayırt ettiği gibi ilk aşktan
da ayırt eder. İlk aşk güçlüdür, tüm dünyadan daha güçlüdür;
ama kuşkuya düştüğü anda yok olur; tıpkı en tehlikeli yerlerde
nihayetsiz derecede güvenle yürüyen, ama kendisine seslenil
diği anda düşüveren uyurgezer gibidir. Evlilikteki aşksa zırhlı
dır. Maksadı dikkatini yalnızca etrafındaki dünyaya çevirmek
değildir, iradesi kendi içine yöneliktir. Şimdi her şeyi tersine
çevirecek ve diyeceğim ki; "estetik, dolayımsız olanda değildir;
elde edilendedir" Ama evlilik kendi içinde arabulucuya sahip
bir dolayımsızlık, kendi içinde sonu olan bir sonsuzluk, kendi
içinde geçici olan bir ebediyettir. Bu yüzden evhlik iki anlam
da, sözcüğün klasik ve romantik anlamlarında, ideali kanıtlar."
Estetiğin elde edilende yattığını söylerken, yalnızca çabanın
70
kendisinde yattığını kastetmiyorum; çünkü çaba olumsuzdur
ve yalnızca olumsuz olan asla estetik olamaz. Öbür yandan çaba
kendi konusunu içerdiğinde, kendi zaferine sahip bir çatışma
ya dönüşür ve bu düalizm içinde estetiğe sahip oluruz. Tüm
meselenin temelindeki husus, yeniyi inşa etmek için her şeyi
yok etmek olduğu halde, günümüzde dolayımsız olana karşı
elde edilenin övüldüğünü işittiğim için umutsuzluk tutkusunu
dikkate alarak bu hususu düşünmem gerektiğini sanıyorum.
Gerçekten de gençlerin, Fransız İhtilalindeki terör yanlıları gibi
şu çığlığı attıklarını duymak beni endişelendirdi: de omnibus
dubitandum. Belki de bu benim dar görüşlülüğüm. Hala kişisel
•
•
"Her şeyden kuşku duyulmalıdır:'
71
güçle ve büyük bir ahlaki ciddiyetle gerçekleştirilen evliliğin,
sadık ve istikrarlı bir kocanın güzel olduğunu mu söylememiz
gerekiyor? Bu adamı övebiliriz; ama insanın üstesinden gele
bileceklerinin örneği olması dışında bu evliliği yüceltemeyiz.
Ya da ateşli bir kuşkucu olan kocanın, aynı zamanda karısının
aşkından da kuşku duyması mı gerekiyor? Bu ilişkinin güzelli
ğini koruma imkanına karşın, bu ilişkiyi isteyecek kadar sabra
sahip olmamak mı gerekiyor? Siz sahte öğretmenlerin böyle bir
şeyi övmeye ne kadar hazır olduğunuzu gayet iyi biliyorum.
Böylece bir hususta anlaştık: evlilikteki aşk yalnızca ilk aşk ka
dar güzel değil; aynı zamanda ondan daha güzeldir, zira dola
yımsızlığı içinde çok sayıda zıtlığın birliğini içerir. Bu yüzden
evliliğin çok saygın bir kurum olmayıp, rahatsız edici ölçüde
ahlaki bir kurum olduğu, aşkın ise şiirsel olduğu iddiası doğru
değildir. Hayır, şiirsel olan evliliktir. Ve eğer dünya ilk aşkın
gerçekleştirilemeyeceğini, bu kadar sıklıkla ve acıyla gözlem
liyorsa, o zaman ben de bu mateme memnuniyetle katılırım.
Ama aynı zamanda hatanın ilk başta doğru başlamamaktan
kaynaklandığı gerçeğine dikkat çekerim. İlk aşk ikinci estetik
idealden, tarih unsurundan yoksundur. İçinde hiçbir hareket
yasası yoktur. Kişisel imanı aynı şekilde dolayımsız addetmiş
72
olsaydım, ilk aşka karşılık gelen şey kendine inanan iman olur
du ve bu iman, ilahi teminatın gücüyle dağları oynatabilen son
ra da mucizeler yaratan imandır. Belki de bu iman başarılı ola
caktır, ama bir tarihi olmayacaktır. Listesi mucizevi eylemlerle
dolu olsa da, tarihi öyle olmayacaktır. Aksine imanın tarihi,
kişisel yaşamdaki imanın istismar edilmesidir. Evlilikteki aşkta
bu hareket vardır; zira hareketteki niyet içe dönüktür. Dini un
sur bunu sanki Tanrı'nın tüm dünyaya bakması gerekiyormuş
gibi, ona bırakır. Niyet ise, zaten kendisi için mücadele etmek,
sabırla kendi kendini kazanmak için, Tanrı ile beraberdir. Gü
nah bilinci insanın kırılganlığı algılamasını da içerir; ama niyet
te günah bir zafer olarak sunulur. Evlilikteki aşka ilişkin olarak
bunu yeterince vurgulayamıyorum. İlk aşka karşı kesinlikle adil
davrandım ve bu konuda senden daha iyi bir yargıcım; ama ilk
aşkın hatası soyut karakterinde yatmaktadır.
•
A priori, deneyimde kanıtlanan ya da çürütülenden bağımsız olarak doğru
olan anlamındadır.
73
dayanır. Bu yüzden deneysel aşk, aşkın durumunu araştırmaya
çok meraklıdır ve bu nedenle çifte bir neşeye sahiptir; ilki ev
deki hesap çarşıya uyunca ikincisi ise ortaya bambaşka bir şey
çıktığında neşe duyar. Bu ikinci halde deneysel aşk, bitmek bil
meyen kombinasyonlarına bir işlev bulduğu ölçüde hayatından
memnundur. Evlilikteki aşk ise bizatihi a prioridir, bu süreklilik
gibidir ve sürekliliğin gücü hareket yasasıyla aynıdır, yani niyet
tir. Niyet başka bir şeyi varsayar, ama aynı zamanda onu yenilen
olarak varsayar; bu başka şey niyette, içsel bir durum olarak var
sayılır; zira dışsalın içsele yansıdığı görülür. Tarihsel unsur ise
bu durumun ortaya çıkması, kendi geçerhliğini kazanmasından
oluşur; ama işte bu geçerhliği içinde o durum geçerli hale gelme
yecek bir şeye dönüşür. Böylece aşk bu hareketten test edilmiş ve
arınmış olarak çıkar ve deneyimi özümser. Deneysel yaklaşım
benimsemeyen birey için, bu başka şeyin ortaya çıkması kendi
kontrolünde değildir. Buna karşın aşk kendi a priorisi içinde,
kendisi farkına varmaksızın o başka şeyin tümüne karşı zafer
kazanır. Kutsal Kitap'ın bir yerinde şöyle denir: "Tanrı'nın ya
rattığı her şey iyidir ve şükranla kabul olunursa, hiçbir şey red
,
dedilmemelidir.' . İnsanların çoğu güzel bir armağan aldığında
minnettar olur, ama aynı zamanda armağanın güzel olup olma
dığına karar verme yetkisinin kendilerine bırakılmasını ister.
Bu durum onların dar görüşlülüğünü gösterir. Öbür yandan ilk
türdeki minnettarlık kendi içinde, çok kötü bir armağanın bile
zarar veremeyeceği ebedi bir doğruluğa sahiptir. Ama bunun
nedeni insanın yalnızca o kötülüğü nasıl uzak tutacağını bilmesi
değil, aynı zamanda cesareti, yüksek derecedeki kişisel cüreti sa
yesinde bu kötülüğe bile teşekkür etmeye cesaret edebilmesidir.
Bunu da aşk ile yapacaktır. Burada kaygılı kocaları eğitmek için
kötü niyetli şekilde sürekli hazır bulundurduğun bütün o yakın
malar hakkında düşünmek aklıma gelmiyor ve bu kez kendini
kontrol edebilmeni umuyorum. Zira karşında kafasını daha faz
la karıştırarak kendini eğlendireceğin bir koca bile yok.
•
Pavlus'tan Timoteyus'a 1 . Mektup, 4.4.
74
Ancak aşkı tohumsuz gizli yaşamından tohumlu yaşamına
kadar izleme çabam boyunca,· senin hiç önem vermeyeceğin
bir güçlükle karşılaştım. Posito, tartışabilmek için, evlilikte
ki aşkta bulunan dini ve etik faktörlerin ilk aşkta birleştiği ve
daha sonra hiçbir şekilde azalmadığı konusunda seni ikna
etmeyi başardığımı ve kalbinin en derininde buna gerçekten
inandığını ve şimdi dini çıkış noktasını hiçbir şekilde küçüm
semediğini varsayalım. Sevdiğinle kendini ve aşkını Tanrı'nın
huzurunda hakir görmeye hazırsın, gerçekten etkilenmiş ve
duygulanmışsın. Ama şimdi dikkat et! "Cemaat" sözünü et
tiğim anda, tıpkı baladda olduğu gibi her şey kaybolup gide
cektir." İçe dönüklük kategorisini aşmanın senin asla başa
ramayacağın bir iş olduğu kanısındayım. "Cemaat, değerli
cemaat, tüm farklılıklarına rağmen yine de ahlaki bir kişiliğe
sahiptir; evet, ah keşke bu cemaat ahlaklı birinin o saymakla
bitmeyen niteliklerine sahip olduğu gibi, boynunun üstünde
kafaya sahip olmak gibi iyi bir meziyete de sahip olsaydı; o za
man ne yapacağımı biliyordum. "'" Yaşadığı odanın sineklerle
dolu olduğu, dolayısıyla sinekler yüzünden boğulma tehlikesi
yaşadığı saplantısı olan deliyi kuşkusuz tanıyorsun."" Hayatı
için korku ve umutsuzluğun verdiği öfke içinde savaştı. Aynı
şekilde sen de benzer hayali sinek yığınlarına, senin "cemaat"
olarak adlandırdığın kalabalığa karşı, hayatını kurtarmak için
savaşıyor gibisin. Halbuki böyle tehlikeli bir durum yok; ama
ilk önce cemaatin en önemli temas noktaları üzerinde duraca
ğım. Bundan önce seni, ilk aşkın bu tür güçlükleri bilmeme
sinin avantaj sayılamayacağı, zira bu olgunun yalnızca soyut
75
olduğu ve gerçeklikle hiçbir bağının bulunmadığı hususunda
uyarmalıyım.
76
saptadığın gibi, daha sonraki dünyevi prosedürlerde de tıpkı
kilise törenindeki aşırılığın aksine tam bir edep eksikliği oldu
ğunu göreceksin. "Her şeyden önce, adamla kadını neredeyse
yemek masasına yatırıp, onları karı koca ilan etmenin Kiliseye
bağlı olduğu şeklindeki taraflı, gerçek dışı ve nezaketten uzak
düşünceyi hissettirmek, son derece edepten uzak, gülünç ve
zevksiz değil midir?" Sen sessiz bir evlilik merasimini savunu
yorsun. Buna hiçbir itirazım yok. Ama şu kadarını söylemek
isterim, sen orada bulunduğun ölçüde meşru bir koca ilan
edileceksin. Belki de başka hiç kimsenin duymayacağı bir yer
de bu sözcüklere katlanabiliyorsundur. Üstelik seni uyarmak
zorundayım; hitapta "bütün cemaatin huzurunda" denmiyor;
"Tanrı'nın ve cemaatin huzurunda" deniyor. Bu ne rahatsız
edecek kadar dar kapsamlı ne de cesaretten yoksun bir ifade.
77
Bu yüzden dikkatli olmayı biliyor, o anı beklerken duyduğun
huzursuzlukla herhangi bir çıkarımda bulunmak istemiyorsun.
Ancak böyle bir olay şimdi çok önceden gayet iyi bilinen belli
bir ana sabitlendiğinde, hazırlıklar insanı bu konuda uyardı
ğında, kişinin "meselenin aslını" kaçırma riski vardır. Buradan
evlilikteki aşkın doğasını kavrayamadığın ve ilk aşkı kafirane
bir batıl inançla yücelttiğin anlaşılıyor.
78
ği, sır saklamanın gerçek enerjisinin yalnızca insanlar arasın
da bulunmaktan kaynaklandığını, ancak bu dirençle sır sak
lamanın öneminin daha derinlere nüfuz etmeyi başaracağını
söyleyebilirim. Hem daha önce söylediğim nedenle hem de
insanlarla ilişkiyi daima gerçek bir olgu olarak kabul ettiğim
için, bunu yapmayacağım. Ancak bunun için marifetli olmak
gerekir ve evlilikteki aşk bu güçlüklerden kaçmaz; aksine on
lara karşı kendisini korur ve onları kullanır. Bunun yanı sıra
evlilikteki aşkın hakkında düşünmesi gereken çok şey vardır
ve ayrıntılara dalıp polemiğe saplanacak vakti yoktur.
79
istediğin gibi dekore etmeye adadın. Bu yüzden kendini evli,
evli ve mutlu hayal edip aşkını bütün talihsizliklerden kurtar
dıktan sonra, şimdi evindeki her şeyi, aşkının kokusunu müm
kün olduğu kadar uzun süre koruyabilecek şekilde nasıl dü
zenleyeceğini düşünüyorsun. Bunun için üç odadan fazlasına
ihtiyacın var. Bekar olarak beş oda kullandığını gördüğüm için,
bunu kesin olarak söyleyebilirim. Karına senin odalarından bi
rini tahsis etmen düşünülemez. Onunla ortak kullanmaktansa
dört odayı ona bırakıp beşincisinde kendin oturmayı yeğler
sin. Bu sorun üzerinde düşündükten sonra şöyle diyorsun:
"Ben söz konusu üç odayı hareket noktası kabul ederim; ama
felsefi anlamda değil, zira onlara geri dönme niyetim yok. Ak
sine onlardan mümkün olduğu kadar uzaklaşmak istiyorum."
Evet, senin üç küçük odadan uzak durmanın nedeni, eğer daha
fazlasına sahip olamıyorsan, yersiz yurtsuz gibi gökyüzünün
altında yaşamayı tercih etmendir. Gerçi son tahlilde bu durum
da şiirsel olurdu, öyle ki, telafisi için çok sayıda süit oda gere
kirdi. Bunun ilk aşkın tarihsel olmayan geleneksel sapkınlık
larından birisi olduğu konusunda uyarmak için seni aramaya
çıktım. Ama sonra senin kalenin büyük, soğuk, yüksek tavanlı
salonlarında; kişisel, yarı karanlık odalarında, en uzak köşesi
ne kadar şamdanlar ve aynalarla aydınlatılmış yemek salon
larında, çifte kapısı sabah güneşinin ısıttığı ve yalnızca seni
ve aşkını taşıyan çiçek kokularıyla dolu balkona açılan küçük
odada sana eşlik etmek mutluluk vericiydi. Sen dağ keçisi avlar
gibi tepeden tepeye sıçrarken ben senin cesur adımlarını daha
fazla izlemeyeceğim. Sadece planının altında yatan prensibi
biraz daha yakından ele alacağım. Prensibinin gizlilik, mistik
leştirme ve ince bir nezaket olduğu açıktır. Camla çevrilmesi
gereken yalnızca odalarının duvarı değildir; senin bilinç dün
yan da benzer kırılmış ışık huzmeleriyle birçok yüz kazanmış.
Yalnızca odanın her yerinde değil, aynı zamanda bilincinde
ki her yerde de sevdiğin ve sana, sen ve sevdiğine rastlamak
istiyorsun "Ama bunun mümkün olması için dünyanın tüm
80
zenginlikleri yetmez. Bu, ruh ve ruhun güçlerini kontrol etmek
için akıllı bir itidal gerektirir. Bu yüzden aşinalığın ilginç ol
ması için kişilerin birbirine yeterince yabancı ve heyecan verici
bir direnç oluşturmak için, yabancılığın da yeterince tanıdık
olması gerekir. Evlilik yaşamının, kişinin içinde rahat ettiği bir
pijama değil, aksine kişinin hareketlerine ket vuran bir korse
olması gerekir. Evlilik zorlu hazırlıklar gerektiren fiziksel ça
lışma olmamalı; ama aynı zamanda rehavet verici tembellik
de olmamalıdır. Mutlaka rastlantının mührünü taşımalı, ama
aynı zamanda uzaktan bir sanatın izleri de sezilmelidir. Kişi
sabah akşam büyük salondaki zemini kaplayacak bir halı do
kumak için göz nurunu harcamamalıdır; ama öbür yandan en
ufak bir merak bile çeperlerinde bazı küçük sır işaretleri ta
şıyabilir. İnsan her gün eşiyle birlikte yediği pastanın üzerine
isimlerinin baş harflerinin yazılmasını beklememeli, ama yine
de telgraf sinyalleri gibi işaretler olmalıdır. Burada esas mesele,
hareketin dairesel olduğundan kuşkulanıldığı noktaya, tekra
rın başladığı noktaya kadar meseleyi ertelemektir. Tamamen
ertelenemediği hallerdeyse çeşitliliğe imkan verecek ayarlama
lar yapmaktır. Sınırlı sayıda metin vardır; bu yüzden eğer daha
ilk pazar bütün vaazları verilirse, yılın geri kalanına hiçbir şeyi
kalmayacağı gibi gelecek yılın ilk pazarına da hiçbir şey kal
maz. Taraflar birbirlerine karşı mümkün olduğu kadar uzun
süre bir derece gizemli kalmalı ve eğer kendisini kademeli ola
rak ortaya koyacaksa, bunu mümkün olduğu kadar rastlantı
ları kullanarak yapmalıdır. Bu sergileme aynı zamanda başka
birçok şekilde yorumlanabilecek, göreceli bir tarzda olmalı
dır. Mutlaka bütün aşırılık ve sarhoşluklardan korunmalıdır."
Böylelikle, başkent civarında güzel bir kasabada bulunması ge
reken bu muhteşem şatonun zemininde yaşamak istiyorsun.
Kraliçen olan karın birinci katın sol kanadında yaşamalı. Karı
ve kocanın ayrı yaşaması kraliyet ailesinde daima imrendiğin
bir özellik olmuştur. Ama bu tür saray yaşamından estetiği alıp
götüren yine aşkta önceliği olduğunu ilan eden törenselliktir.
81
Çağrılırsın, bir an beklersin, sonra kabul edilirsin. Aslında bu
kendi içinde güzellikten yoksun bir davranış değil; ama gerçek
güzelliğine aşk oyununda bir hamle haline geldiğinde, hükmü
nü kaybetse de olurmuş gibi hüküm kazandığında kavuşurdu.
Aşkın kendi içinde birçok sınırı olabilir ama her bir sınır, o
sınırı aşmak için tahrik etmelidir. Böylece sen, kütüphanen,
bilardo odan, kabul salonun, banyon ve yatak odanın bulun
duğu zemin katta yaşardın. Karınsa birinci katta yaşardı. Bura
da, iki tarafında dolaplarıyla büyük bir zifaf odan bulunurdu.
Burada sana ya da karına evli olduğunuzu hatırlatacak hiçbir
şey olmamalı ve yine her şey bekar birinin sahip olacağı tarzda
olmalıdır. Karının ne işle meşgul olduğundan ne işler karıştır
dığından haberin olmamalı. Ancak bunun anlamı pasif olmak
ya da birbirini unutmak değil, her bir temasa önem kazandı
rabilmek, birbirinize bakıp da, buraya dikkat, sıkıldığınızı fark
ettiğiniz o ölüm anını bertaraf etmek içindir. Böylelikle birbi
rinizin kollarında evlilik sürecinin güçlüklerini yaşamazdınız;
zira uzun bir süre gençlik dolu güzelliğiyle bahçede yürüyen
karını izlerdin; onu görmek için gözlerini kısar; gözden kay
bolduktan sonra bile onun hayaliyle derin düşüncelere dalar
dın. Evet sessizce onu izlersin, muhtemelen zaman zaman o
da senin koluna yaslanır, zaten insanlar arasındaki o özel duy
guyu ifade etmenin geleneksel yolu haline gelen bu davranışta
daima muhteşem bir şeyler vardır, ve kolunu ona uzatır, biraz
bu geleneğin güzelliğine saygı gösterecek, biraz da normal evli
bir çift gibi yürümeyle alay ederdin. Evet, senin dehanın ince
liklerini takibimin, beni yoran ve yanından gururla geçtiğin üç
küçük odaya geri dönmeyi arzulamama yol açan bu izlence
nin, bu Asya'ya özgü lüksün sona ermesi gerekir.
82
zanmaya çalışma kendi içinde doğru ve gerçektir; ama erotik
ciddiyetin getirdiği görev, hiçbir şekilde şu ana kadar çözüme
kavuşturulmamıştır. Sürekli olarak böyle bir dolayımsızlığa
bir doğa kategorisiymiş gibi tutunmaya çalışıyor, bunun ortak
bilinçte şekil değiştirmesine izin vermeye cesaret edemiyor
sun. Bununla dürüstlük ve açıklığı kastediyorum. Sen gizem
kaybolduğunda aşkın biteceğinden korkarken, ben ancak gi
zem ortadan kalktığında aşkın başlayacağına inanıyorum. Sen
birinin neyi sevdiğini tamamen bilmeye cesaret edemeyece
ğinden korkuyor; hesaplanamazlığı mutlak anlamda hayati
bir unsur olarak görüyorsun. Bense birinin neyi sevdiğini bil
diğinde, gerçek anlamda aşık olacağına inanıyorum. Üstelik
tüm saadetin inayetten yoksun; zira onda hiç zorluk yok. Bu
bir hata olduğu gibi, fiilen birisini teorinle yanlış yönlendirdi
ğin ölçüde, gerçeklikten de uzaktır. Haydi şimdi hayatın ger
çeklerine dönelim. Zorlukların oynadığı rolde ısrar etmekteki
niyetim, evliliği bir felaketler kataloğuyla özdeşleştirmene izin
vermek değildir. Aksine zorlukların katkısı, daha önce açık
landığı üzere, niyette yer alan teslimiyette zaten vardır; ama
henüz herhangi bir kesin şekil kazanmamış ya da kaygı nede
ni olmamıştır; çünkü niyette bunlara önceden aşılmış gözüy
le bakılmaktadır. Üstelik zorluk dışarıya değil içeriye dönük
olarak, bireye yansımış olarak görülmemektedir. Yukarıda
açıklandığı üzere sır saklama, kendi sır dağarcığında depola
yacak hiçbir şey kalmadığında, bir çelişkiye; kileri tamamen
aşk süsleriyle dolu olduğunda, çocukça bir davranışa dönüşe
cektir. Ancak aşk insanın yüreğini yaktığında, aşk insanı söy
lettiğinde (baştan çıkarıcılar bile belagatle konuşabilir) ancak
insan bu şekilde her şeyi ortak bilinçte depoladığında, ancak
o zaman sır saklama güç, anlam ve hayat kazanabilir. Bunun
için kararlı bir adım atılması ve dolayısıyla cesaret gerekli
dir; cesaret olmaksızın aşk boşluğa düşer; ancak bu adımla
insan kendini değil başkasını sevdiğini gösterir. İnsan bunu
yalnızca başkası için var olmak dışında nasıl gösterebilir ki?
83
İnsan başkası için var olduğunu, kendisi için var olmadığını
kanıtlamak dışında nasıl gösterebilir? Ancak birinin kendisi
için var olması, kendi içinde kalması kaydıyla bireysel yaşamın
gizliliğinin en genel özelliğidir. Aşk kişinin kendisini vermesi
dir; ancak ben kendimi yalnızca kendimden çıktığım takdirde
verebilirim; öyleyse bu durum kendi içinde kalmak isteyen
gizlenme ile nasıl bağdaştırılabilir? "Kişi bu şekilde kendisi or
taya koyduğunda kayba uğrar." Evet, elbette, sır saklamaktan
yarar sağlayan herkes bu durumda kayba uğrar. Ancak tutarlı
olmak için çok daha ileri gitmek zorundasınız; yalnızca evlili
ğe değil her türlü kişisel yaklaşıma karşı tavsiyede bulunmak
zorundasınız. Peki senin muhteşem aklın telgraf sinyalleriyle
nasıl başa çıkacak? En ilginç okuma, okuyucunun da bir dere
ce üretici olduğu okumadır. Gerçek anlamda erotik sanatkar
lık uzaktan bir izlenim verebilmektir. Bu izlenim, kişi kendi
objesini yarattığı ve karşı tarafa üretecek hiçbir şey bırakma
dığı için mevzubahis kişi için çok tehlikelidir. Ve bu sevme
aşk değil baştan çıkarıcının flörtüdür. Buna karşın seven kim
se, sevdiğine onunla karıştırılacak kadar benzemek ister. Ken
disini başkasında kaybedip unuttuğunda sevdiğinde tecelli
eder, kendini unutan kişi karşısındakinde anımsanır. Seven
kişi, ister kendinden daha iyi olsun ister kötü, başkasıyla kar
şılaştırılmak istemez; kendisine ve sevdiğine bu saygıdan yok
sun olan kimse aşık değildir. Bu yüzden sır saklamanın temeli
boyuna bir kübif' eklemek istemek basitliğidir. Bu basitliği
idrak etmeyen kimse hiçbir zaman sevmemiştir. Zira boyu
na on kübit eklense bile hala alçak olacağını anlayamamıştır.
Kübit antik bir uzunluk birimi olup, dirsekten orta parmağın ucuna kadar
bir uzunluğu ifade eder; bu da yaklaşık olarak 43/56 cm arasındadır (ç.n.)
84
her bir küçük sınırın, aşkın sonsuzluğuna başka bir yönden de
benzerliği vardır. Karşısında mücadele edecek çok şey olmadığı
için acı hissetse dahi, bu mücadele için cesaret de duyar. Evet,
günahın dünyaya girmesinden pratikte zevk alma paradoksun
da seni yenmek yeterince cüretkarlıktır; ama bu aynı zamanda
başka bir yönden de seni paradokslarda yenme cesareti demek
tir: Aşkın bu paradoksları çözme cesareti de vardır. Evlilikteki
aşk, tıpkı ilk aşk gibi bütün bu engellerin aşkın sonsuz anında
yenileceğini bilir. Ancak aynı zamanda içindeki tarihsel un
surun tam olarak bu zaferi kazanmak olduğunu ve bu kazan
manın yalnızca bir oyun değil, aynı zamanda bir çatışma; yine
de yalnızca bir çatışma değil aynı zamanda bir oyun olduğunu
bilir. Bu durum tıpkı Valhalla'daki... çatışmanın ölüm kalım
savaşı olmasına karşın yine de bir oyun olması gibidir. Çünkü
burada da yarışmacılar öldüklerinde yeniden dirilir. Evlilikteki
aşk aynı zamanda bu eskrimin keyfi bir düello değil, ilahi hima
ye altında yapılan bir mücadele olduğunu bilir ve birden fazla
sını sevme ihtiyacı hissetmez ama buradaki inayeti hisseder ve
bir kereden fazla sevmeye ihtiyacı yoktur ama buradaki ebedi
yeti hisseder. Peki bu aşkın güzel olan bir şeyden vazgeçmesini
gerektiren sırları olmadığına hala inanmıyor musun? Ya da bu
aşk zamana direnemediği için, mutlaka günlük ilişkilerle yu
muşatılması mı gerekir? Ya da evlilikteki aşk hiçbir zaman yo
rulmayacak ebedi bir içeriğe, bazen bir öpücük ve jestle, bazen
de korku ve titremeyle kazanılan ve sürekli olarak kazanılmakta
olan ebedi bir içeriğe sahip olmadığı için çabucak sıkar mı?
*
Valhalla (Valhöll), İskandinav mitoloj isinde Odin'in yönettiği katledilmiş
lerin salonudur. Odin'in elçileri ve savaş ruhları savaş alanlarında ölmüş
kahramanları buraya getirir. Çok geniş bu salonun 540 kapısı vardır. Çatı
kirişleri mızraktır, çatısı kalkanlardan oluşmuştur. Batı kapısında bir kurt
vardır ve üzerinde bir kartal dolaşır. Bu kahramanlar burada hazırlanır ve
beklenen Ragnarok Savaşı vakti geldiğinde her kapıdan omuz omuza ilerle
yen 800 savaşçı çıkacaktır. ( ç.n.)
85
tanık olmadım. Ancak bunun tamamen rastlantı eseri olması
ihtimaline karşı, böyle olmadığının genel nedenlerini belirt
mek istiyorum. Estetik açıdan güzel olan evliliğin daima mut
lu bir evlilik olması nedeniyle, bu temele dayalı mutlu bir evli
lik inşa edilebiliyorsa, benim teorimin değişmesi gerekecektir.
Mutlu evliliğin sahte görüntülerinden hiçbirini gizlemeyece
ğim ve her bir nedeni mümkün olduğu kadar adil şekilde or
taya koyacağım. Özellikle mutlu evliliğin gerçekleştiğini gör
düğüm evlerde, bu mutluluk gerçekten hayranlık uyandırıcı
bir erdemlilikle başarılmıştı.
Bir zamanlar sık sık bir evi ziyaret ediyordum. Orada gizlilik
sisteminin daha sanatsal ve ince bir tarzda uygulamaya ko
nulduğunu gözlemleme fırsatı buldum. Erkek oldukça genç,
86
olağanüstü derecede yetenekli, mükemmel bir akla ve şiirsel
eğilime sahipti. Aynı zamanda kendi başına bir şey üreteme
yecek kadar tembel ama günlük yaşamı şiirsel hale getirecek
olağanüstü bir yetenek ve mizah duygusuna sahipti. Karısı
genç, zeki ve istisnai bir karaktere sahip bir kadındı. Erkeği
etkileyen de bu özelliğiydi. Erkeğin kadındaki her türlü genç
lik özelliğini uyandırma ve geliştirme yeteneği gerçekten müt
hişti. Kadının bütün hayatı, birlikte sürdükleri yaşam, şiirsel
bir tılsım tablosuydu. Erkeğin her şeyin üstünde gözü vardı.
Kadın etrafına bakındığında, erkek ortadan kayboluyordu.
Erkeğin her şeyde parmağı vardı; ancak bu müdahale çok
edebi ya da gündelik anlamda Tanrı'nın tarihte var olmasın
dan daha fazla değildi. Kadının yönelmeyi düşünebileceği her
yerde, erkek önceden vardı. Tıpkı Potemkin gibi görüntüsünü
el çabukluğuyla nasıl değiştireceğini biliyordu.· Böylelikle kü
çük bir sürpriz, küçük bir tereddüt anı sonrasında onu mut
lu ediyordu. Aile yaşamı minyatür bir yaratılış öyküsüydü ve
tıpkı yaratılış öyküsündeki her şeyin insanoğluna odaklanma
sı gibi, kadın tılsımlı bir dairenin merkezindeydi, ama yine de
daire kadına uyum sağlamak için eğilebildiği ve "işte buraya
kadar, daha ilerisi yok!" denebilecek bir sınırı olmadığı için,
tamamen özgürdü. Oyunun sırrı, kadın ne tarafa giderse git
sin buna imkan vermesine karşın, dairenin hala var olmasıydı.
Kadın sanki yeni yürümeye çalışan bir çocuğun yürüteci için
deymiş gibiydi; ama yürütecin etrafındaki teller orada yoktu.
O teller kadının umutları, hayalleri, arzuları, dilekleri ve kor
kularından oluşuyordu; kısacası kadının tüm ruhundan mey
dana geliyordu. Adamsa kendi hayal dünyasında büyük bir
kararlılık içinde hareket ediyor, saygınlığının hiçbir parçasını
87
feda etmiyor ve erkek ve evin reisi olarak otoritesini ilan edi
yordu. Eğer böyle yapmasaydı, kadın üzülebilirdi; bu durum
kadında sırların açıklanmasına yol açabilecek kaygılı bir kuş
ku uyandırabilirdi. Erkek yalnızca dünyaya değil, kadına karşı
da çok düşünceli gibi görünüyordu. Ama erkek içinden, ka
dına verdiği her izlenimin, vermek istediği izlenim olduğunu
biliyordu; bu tılsımı tek bir sözle bozma gücünün elinde ol
duğunu biliyordu. Kadının kabul etmeyeceği her şey ortadan
kaldırılmıştı. Eğer böyle bir şey meydana gelecek olursa, ya
kendi merakını bastırmasına imkan verildikten ya da bunu
samimiyetle tahmin ettikten sonra, erkek kendisinin, vermek
istediği izlenime göre zayıf ya da güçlü bir tonda, hazırladığı
açıklamayı dürüstçe bildirirdi. Erkek gururluydu; son derece
uyumluydu, kadını seviyordu; ama hala geceleri veya bir anda
zihninin derinlerinde beliren "evet, o her şeyini bana borçlu"
şeklindeki kibirli düşünceyi terk edemiyordu. Bu betimlemeyi
ilgiyle izledin değil mi? Ne kadar kusurlu da olsa betimleme
yi başardım. Çünkü bu tablo senin sempati duyduğun, belki
de bir gün koca olursan senin de uygulamaya koyacağın ru
hundaki tabloya uyuyor. O zaman mutlu evlilik nedir? Evet,
istersen, bu mutluluğun üzerinde kara bir bulut dolaşabilir.
Varsayalım ki adam başarısız oldu; kadın aniden bir şeylerden
kuşkulandı. Adamı affedeceğini sanmıyorum; kadının ruhu,
adamın bunu aşk yüzünden yaptığının söylenmesine izin ver
meyecek kadar gururludur. Evli çift arasındaki ilişkiyi ifade
eden, şimdi sana hatırlatacağım eski moda bir deyiş vardır.
(Her halükarda evliliğin yalın ama gerçek, basit ama zengin
ifadesinin romanların kendilerini sürdüğü alanı yeniden ka
zanma mücadelesi verdiği devrimleri ya da kutsal savaşı des
teklemekten daima mutluluk duymuşumdur.) Evlilerin iyi
geçinmeleri gerektiği söylenir. Sıklıkla bunun, evli çiftin iyi
geçinmedikleri şeklindeki olumsuz ifadesine kulak misafiri
oluruz, o zaman eşlerin birbirine dayanamadıklarını, kavga
edip ağız dalaşına girdiklerini varsayarız. Şimdi olumlu ifade
88
tarzını ele alalım. Betimlenen evli çift iyi geçinmiyor mu? Sen
hariç kime sorsan öyle derdi, birbirlerini anlamadıkları halde
nasıl iyi geçinebilirler? Ancak eşlerden birinin diğerinin ne
kadar arzulu ve sevgi dolu olduğunu bilmesi bu anlayışın bir
parçası değil midir? Erkek kadını hiçbir şeyden yoksun bırak
masa dahi, içinde ruhunun rahat bulacağı minnettarlık dere
cesine ulaşma fırsatından yoksun bırakmıştır. Ne hoş, ince ve
sade bir ifade değil mi: İyi geçinmek.
89
senin içinde olup bitenlerden haberi bile olmayan birine takı
lıp kalmış hissedersin ve bu takdirde evliliğin denk olmayan
bir birlikteliktir. Ya da bunu korkunç bir kaygıyla sezinleyen,
her an duvarda bunun gölgelerini gören birine bağlanırsın.
Kadın belki seninle yüzleşmemeye, sana fazlaca yaklaşmamaya
karar verir, kendini ayartan kaygılı meraktan vazgeçebilir ama
kadın asla mutlu olmadığı gibi sen de mutlu olmazsın. Şimdi
gizlilik ve anlayışın aynı meselenin iki ayrı yüzü olduğundan
söz ettiğimde, bu iki özellik evlilikteki estetiği korumanın mut
lak şartı olan aşkın temelini oluşturduğu için, kuşkusuz itiraz
edeceksin. Burada benim "aksi halde nakarat gibi istikrarla
tekrarlayacağım bir hususu," yani evliliğin tarihsel karakterini
unutmuş gibi göründüğümü söyleyeceksin. Burada sen, giz
liliğin ve zekice hesaplanmış göreceli bilginin yardımıyla za
man kazanmaya çalışıyorsun: "Ama evliler, uzun ya da kısa,
öykülerini anlatmaya başladıklarında, çok sürmeden 'onlar
ermiş muradına' kısmına geliyorlar." Genç dostum, senin dik
kat etmediğin husus; bu itirazı yapmanın nedeni hatalı pozis
yonda bulunmandır. Gizlilik erdemin sayesinde senin içinde
bir zaman kategorisi var ve bu gerçekten de zaman kazanma
meselesidir. Halbuki aşk açığa çıkınakla ebedi bir boyut kaza
nır ve böylelikle tüm aynı anda oluşlar imkansızlaşır. Ayrıca,
bu açığa çıkarmayı evlilerin kendi hayat hikayelerini anlatmak
için iki hafta harcayıp, sondaki ölüm sessizliğinin arada bir,
birinin "masallardan birinde bir değirmen varmış her şey olup
biterken o tıkır tıkır işlermiş" hikayesini yeniden anlatmasıyla
bozulmasıyla karıştırmak, talihsiz bir yanlış anlamadır.
90
değerlendirme yoluyla doğru bir anlam kazandırılır. Evlilikte
de böyledir. İlk aşkın dolayımsızlığı bu açıklama üzerine bina
edilir; ama bu açıklama evliliğin paylaştığı bilgide kaybolmaz;
aksine zaten var olduğu kabul edilir. Öykü bu açıklama ile
başlar ve özgün durumlar paylaşılan bu bilgiyle ilişkilendirilir.
İşte burada içinde yine evliliğin tarihsel karakterinin korun
duğu ve ilk aşkın içerdiği neşeye ya da Almanların ifadesiyle
Heiterkeit' e karşılık gelen evlilikteki mutluluk yatar.
91
kazanamayacaktı. Eğer erkek karısına açılacak cesareti ken
dine bulmuş olsaydı, bütün bunlar olmayacaktı ve tüm öykü
evlilik dramının perde arası eğlencesine dönüşecekti. Asıl can
alıcı kısım; Edvard'la karısının aynı anda ilişki yaşamasıdır.
Ama bu da onların sessiz kalmalarından kaynaklanmaktadır.
Karısına başkasını sevdiğini itiraf etme gücüne sahip olan
koca, kendisi kurtulduğu gibi karısını da kurtarır. Ama bu
güce sahip olmadığında, kendine güvenini kaybeder ve bir
başkasının aşkında unutkanlığı tatmak ister. Kuşkusuz bir
adamı bu sonuca götüren zamanında direnememenin acısı
olduğu kadar, karşısındaki aşktır. Kendini kaybettiğini hisse
der ve bu duygu bir kez ortaya çıktığında, onu yok etmek için
güçlü bir uyuşturucu gerekir.
92
hazırsındır. Ama çoktan o talihsiz aile namına umut etmeyi
bırakmışsındır. Eğer gerçek hayatta bunlar oluyorsa o zaman
bunları dile getirmek şairin hakkıdır ve bunu yapmakta haklı
dır. Tiyatroda, estetik sarhoşluk içinde kendinden geçmiş hal
de oturuyorsun; şairin estetiğin tüm sefaletlere galip gelmesini
sağlamasını istiyorsun. İşte bu, sana kalan tek teselli ve daha
da kadınsı bir davranışla, gücüne kendisini gerçek yaşamda
deneme şansı verilmemiş senin gibi birisinin kavrayabilece
ği tek gerçektir. Senin hayatta öğrettiğin ve savunduğun gibi,
çok daha küçük ölçekteki sıkıntılar bile insanı teslim olmaya
zorluyor, onun başı eğik ve Tanrı'nın onu kendi suretinden
yarattığını unutarak yürümesine neden olursa, o zaman lüt
fen Tanrı'm bütün oyun yazarlarının mümkün olan tüm terör
ve yıkımı içeren dehşetli oyunlar, bu kulunun kadınsılığının
tiyatro koltuklarına saklanmasına neden olmayacağı gibi, do
ğal olmayan keskin kokusunu yayma şansı da vermeyecek
parçalar yazmaları onlara vereceğin bir ceza olsun. Bu oyun
lar senin yalnızca şiirsel biçimde inanmak istediğin realiteye
inanmana neden olacak kadar korkutucu olabilir. Ben kendi
evliliğimde bu tür felaketler yaşamadığımı açıkça itiraf ediyo
rum; bu yüzden tecrübeme dayanarak konuşamam. Ama yine
de insanın içindeki estetiği yok edebilecek hiçbir şey olmadı
ğına inanıyorum. Bu inancım o kadar güçlü, o kadar hoş ve o
kadar derin ki, bunu bana lütfeden Tanrı'ya şükrediyorum.
Ve birçok lütfün yer aldığı Kutsal Kitap'ı okuduğumda, bun
lar arasında açık sözlülük, kendine güven, hakikate inanma ve
güzelliğin daima zafer kazanmasını sağlayan ebedi gereklili
ğe inanma ve bireyin Tanrı'nın yardımına koşmasına imkan
veren özgürlüğe inanmayı görüyorum. Bu inanç benim tüm
ruhsal yapımın temelini oluşturuyor. Bu inancım sayesinde,
tiyatronun yapay tahrikiyle kadınsı ve şehvetli sarsıntılarla
kıvranmıyorum. Tüm yapabileceğim ruhumdaki bu sarsıl
mazlık için Tanrı'ya şükretmektir. Ancak bunu yaparken aynı
zamanda ruhumun bunu beyhude yere yapmaktan istisna
93
tutulmasını da umut ediyorum. Deney yapmaktan nefret etti
ğimi biliyorsun. Ama insanların gerçek yaşamda asla tecrübe
edemeyeceği şeyleri düşüncede tecrübe edebileceği varsayılır.
İnsanın bu tür şeylerde kendini denemeyi keyfi olarak seçme
mesi de bir yarış, aşırı derecede ciddi bir yarıştır ve bu yarışta,
gerçek yaşamda kazanabileceği bir realiteye sahip olmasa da,
kendine güven kazanabilir ve bu güven çok önemlidir. Ba
zen yaşamda kişinin şiir ve hakikat dünyalarını birbirinden
ayırmak isteyen bir deli gibi başarısız olması güzel bir işaret,
büyük bir şeyin işaretidir; ama deli sub specie poeseos· görür.
Luther, vaazlarının bir yerinde, yoksulluk ve ihtiyaçtan söz et
tiği bir yerde şöyle der: "Hiç kimse bir Hıristiyan'ın açlıktan
öldüğünü duymamıştır." Bu sözüyle Luther meseleyi bitir
miştir ve iyi bir nedene dayalı olarak kendisi samimiyetle ve
okuyucularını gerçekten eğitmek niyetiyle konuşmuştur.
94
arasında fiilen bir hayalet gibi yaşamaktan zevk almasına nasıl
daha kolay dayanılabilir? Elbette herkes, tek başına olsa dahi,
kendisini, ancak seven kimsenin kişiliğinin ne olduğunu ve
neleri yapabileceğini en iyi bileceği konusunda uyarmalıdır ve
ancak evlilik her parçası şövalyece olduğu kadar güzel de olan
tarihsel sadakati sonuç verebilir. Evli bir adam hiçbir zaman
böyle davranamaz ve dünya ne kadar kendisine karşı çıkarsa
çıksın, bir anlığına kendisini unutup umutsuzluk başını dön
dürmek üzere olduğu için kendini çok hafif hissetse dahi, mey
dan okuma ve umutsuzluk, korku ve gururun karışımından
oluşan uyuşturucu içkiyi içtiği için, kendini son derece güçlü
hisseder. O kadar özgürdür ki onu hakikate ve doğruluğa bağ
layan bağlar çözülmüştür ve şimdi iyilikten kötülüğe geçişteki
çabukluğu yaşamaktadır. Yine de kısa süre sonra eski yoluna
dönecek ve koca (Aegtemand) olarak kendisinin gerçek bir
adam (agte Mand) olduğunu kanıtlayacaktır.
Dışsal zorluklar için bu açıklama yeterli olmalıdır. Bu konu
nun üzerinde kısaca durdum; çünkü konuya katkıda buluna
cak bir uzmanlığım olduğunu düşünmüyorum ve bunu doğru
şekilde yapmak için daha ayrıntılı bir şekilde ele almak gere
kir. Yine de şu sonuca eriştim: Eğer aşk korunabilirse -Tanrı
aşkı korumama yardım etsin- o zaman estetik de korunabilir;
zira aşkın kendisi estetiktir.
Diğer itirazlar daha çok zamanın anlamının ve tarihsel olanın
estetik geçerliliğinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmakta
dır. Bunlar da her evliliği etkiler ve bu yüzden oldukça genel
bağlamda ele alınabilirler. Ben de öyle yapacağım ve bu ge
nellik içinde saldırı ve savunma noktasını görmezden gelmek
için, elimden geleni esirgemeyeceğim.
Söz edeceğim ilk husus "alışkanlık, kaçınılmaz alışkanlık, ev
lilikteki aile yaşamının korkunç durağanlığındaki o korkunç
monotonluk, bitmek bilmeyen aynılık; ilkini severim ama
95
ikincisinden nefret ederim.'" Baştan çıkarıcı bir sıcaklık ve hü
zünle insanın halen keşifler yapabildiğini o mutlu zamanları
betimlemeyi, bu zamanların sona erişini ise korku ve endişey
le tasvir etmeyi pek iyi bilirsin. Evlilikteki tekdüzeliği gülünç
ve iğrenç ayrıntılarıyla detaylandırmayı da pek iyi becerirsin.
Öyle bir tekdüzelik ki, doğa bile onunla yarışamaz. "Son tah
lilde, Leibniz'in de gösterdiği gibi tamamen özdeş hiçbir şey
yoktur; böyle bir tekdüzelik sersemliğin ya da kuralcılığın mey
vesi olarak sadece rasyonel varlıklara ayrılmıştır.'"' Şimdi sana
kesinlikle inkar etmeyeceğim konuyu ileteceğim: Bireyin aşkın
dünyasında aslında uzun süre önce keşfedilenden ve gerçekten
de sık sık duyup işittiği ancak ilk kez tüm şaşırtıcı coşkusu ve
tüm içsel derinliğiyle yaşadığı şeylerden büyülendiği ve bunlar
da mutluluk bulduğu zamanın ne güzel bir zaman, ebediyen
unutulmayacak bir zamandır (Bunu hangi anlamda söylediği
me iyi dikkat et). Aşkın ilk ipuçlarından, sevgilinin görüldüğü
ilk andan, ilk kaybolmasından, sesinin ilk notasından, ilk bakış
tan, elin ilk dokunuşundan, ilk öpücükten, ilk tamamen sahip
oluşa kadar geçen süre ne güzeldir. İlk kıpırtılar, ilk arzulama,
kadın gelmediği için duyulan ilk acı; beklenmedik bir zamanda
geldiği için duyulan ilk mutluluk ne güzeldir. Ama bu, öykü
nün devamının da güzel olduğu anlamına gelmiyor. Şövalyece
bir düşünce tarzına sahip olduğunu hayal eden sen, kendini
sına bakalım. İlk öpücüğün en güzel, en tatlı öpücük olduğunu
söylediğinde, sevgilini aşağılamış olursun; zira burada öpücüğe
mutlak değer kazandıran zaman ve zamana ait şeylerdir.
Gelenek ikinci mizaçtır sözü bir Danimarka atasözüdür (Vanen er den an
den Natur).
** Leibniz iki farklı şeyin tüm özelliklerinin aynı olamayacağı görüşündeydi.
Bu görüşünü tüm özellikleri ortak olan şeylerin özdeş olduğuna ilişkin iddi
asıyla ilişkilendirmişti. Ayrıca iki şey birbirinden farklıysa, bu farkın mutla
ka şeylerin doğasından kaynaklanması gerektiğini düşünüyordu.
96
da hareket etmek istemiyorsan, ilk aşka da evliliğe saldırdı
ğın şekilde saldırmak zorundasın. Çünkü ilk aşkın da hayatta
kalabilmesi için aynı felaketlere uğraması gerekir ve bunlara
karşı koymak için evliliğin etik ve dinde bulduğu kaynaklara
benzer hiçbir kaynağa sahip değildir. Bu yüzden tutarlı olmak
için ebedi olmak isteyen tüm aşklardan nefret etmelisin. Bu
nedenle ilk aşkta durmalısın. Ama ilk aşkın gerçek anlamını
kazanabilmesi için, içinde naif bir ebediyet taşıması gerekir.
Aşk sana illüzyon olarak göründüğü anda, aynı illüzyonu
tekrar yaşamak için sıkıntılara katlanmadığın sürece, her şeyi
kaybedersin ve bu bir çelişkidir. Ya da zekan başkalarına nele
ri borçlu olduğunu tamamen unutacak kadar şehvetin kurba
nı mı oldu? Yoksa hiçbir zaman ilk seferki gibi olmasa da hala
hoş görülebilir bir çıkış yolu olduğunu mu düşündün: Aynı il
lüzyonu başkalarında yaşayarak kendini yenilemesi, böylelik
le henüz illüzyonu tatmamış bireyin saflığındaki sonsuzluk ve
yeniliğin tadını çıkarması. Bu türden bir şey yoksunluk kadar
umutsuzluğu da ortaya koyar ve umutsuzluğu ortaya koyduğu
için de içinde yaşama dair bir aydınlanma bulmak imkansızdır.
97
Son olarak söylemek istediğim husus; evlilikte böyle bir mono
tonluğun kaçınılmaz olması halinde dahi, eğer dürüst olsaydın
görevin bu monotonluğu fethetmek, yani aşkı onun örtüsü
altında gizlemek olurdu; umutsuzluğa düşmek değil. Umut
suzluk hiçbir zaman görev olamaz; bir rahatlıktır, ama itiraf
etmeliyim ki yalnızca asıl görevini görebilenler için öyledir.
98
noktada senin yaşamını kategorilere indirgemeye çalışsa, hay
li içerlerdin. Aslında senin ilgini çeken sonuç anında önceki
büyük, belirleyici karşılaşmalar değil, önemli önemsiz tüm
ayrıntılar değil mi? Meraklı gözlerden gizlenen sırdan nasıl
söz edeceğini, en küçüğün en büyük olduğunu biliyorsun.
Öbür yandan sonuç noktasına ulaşıldığında, evet o zaman
her şey değişir, her şey önemsiz ve iştah kaçırıcı kısaltmalara
dönüşüp söner. İşte bizim senin mizacında var olduğunu san
mamızı istediğin şey budur: Fethetmek ama sahip olamamak.
99
tısının ağır yükünü omuzlarında hissettikleri için onlara acı
yorum. Ya da hissetmiyorlardır, o zaman da böylesine büyük
bir yanılsamaya maruz kaldıkları için onlara acıyorum." İşte
sen bana böyle cevap verirdin ve o sırada etrafta birkaç kişi
olsa da kendinden emin havanı bozmazdın. Ama şimdi bura
da bizi işitecek kimse yok ve bu yüzden soruşturmaya devam
edebilirim. Demek her iki durumda da onlara acıyacaksın.
Ama üçüncü bir seçenek, yani kişinin evliliğin nasıl olduğunu
bilmesi ve ne mutlu ki henüz evlenmemiş olması hali de var
dır. Ancak bu durumun da aşık olan ve şimdi bu aşkın kavuş
mayla sonuçlanmayacağını gören kişi açısından, acınacak bir
durum olduğu açıktır. Ve nihayet batan gemiden kurtulmak
için elinden geleni yapan bencil kişinin hali de acınacak bir
durumdur. Zira kendisini soyguncu ve sorun çıkarıcı olarak
ele vermektedir. Bu durumda evliliğin kendisi, bir şeylerin
mutlu sonunun genel ifadesi haline gelmiş gibi görünmekte
dir; dolayısıyla evliliğin kendi sonucu çok da mutluluk verici
değildir. Bu yüzden genel olarak acıma; bu soruşturmanın
gerçek sonucu olarak vardığımız olgudur. Ancak böyle bir
sonuç kendi içinde bir çelişkidir. Sanki bir kimsenin yaşamın
gelişiminin sonucu başa dönmektir demesi gibidir. Kural ola
rak sen ödün vermekten korkmazsın ve belki de burada şöyle
diyeceksin: "Evet, bu bazen olur; (teknede) rüzgarın olmadığı
ve yalpalayarak gidilen hallerde, çoğu zaman ileri doğru git
menin sonucu geriye dönmek olabilir."
1 00
inmekten korkar. Bu yüzden pek çok ruhun sahip olmaktan
çok fethetmek için yaratıldığına inanıyorum ve pek çok evli
insana ve "onların aptal ve kaba tatminine" kıyasla üstün
lük hissetmende gerçeklik payı olabilir. Ama sen, kendinden
aşağıdakilerden ders almaya da istekli değilsin. Kural olarak,
gerçek sanat, tabiatı yok etmeksizin o tabiatın aksine gitmek
tir. Bu yüzden gerçek sanat fethetmek değil, sahip olmaktır.
Sahip olunan şeyler içinse, aksine keşfetmektir. Bu ifadelerde
sanat ve tabiatın birbiriyle nasıl yarıştığını görebilirsin. Evet,
sahip olan biri fethedilmiş bir şeye sahiptir; gerçekten de dar
anlamıyla bir kimse ancak fethettiği şeylerin sahibi olabilir.
Şimdi sen de sahip olduğuna inanıyorsun; çünkü anlık mül
kiyete sahipsin. Ama bu sahip olmak değildir; zira derin bir
kullanım hakkı vermez. Eğer krallıkları ve ülkeleri boyundu
ruğuna almış bir fatih düşünseydim, bu fatih kesinlikle çok
geniş mülklere de sahip olacaktı; ama böyle bir prens yine de
malik olarak değil, fatih olarak adlandırılacaktı. Bu toprakları
halkın yararına akıllıca idare ettiği zaman, ancak o zaman bu
topraklara sahip olacaktı. Şimdi mizacında fatihlik bulunan
birisine rastlamak çok nadirdir. Kural olarak böyle bir kim
se tevazudan, dindarlıktan, sahip olmanın zaruri unsuru olan
gerçek insanlıktan yoksun olacaktır. Gördüğün gibi, işte yal
nızca bu nedenle, evliliğin ilk aşkla ilişkisini açıklarken, dini
unsuru vurguladım. Zira bu unsur fatihi tahtından indirecek
maliki sahneye çıkaracaktır. Bu yüzden evliliğin akıldaki en
yüce düşüncelerle kurulmasını övüyorum: Kalıcı mülkiyet.
Burada seni sık sık kullanmaya düşkün olduğun, fatihleri teş
vik eden bir deyiş konusunda uyarıyorum: "Yüce olan doğuş
tan değil, sonradan elde edilendir." Bir insanın fetihçi tabiatı
gerçekten doğuştandır, mülkiyete sahip olması ve bunu yap
mak istemesi elde edilendir. Fatih olmak için gurura; sahip
olmak için tevazua ihtiyacı vardır. Fatih olmak için şiddete
başvurmak; sahip olmak içinse sabır göstermek gerekir. Fa
tih olmak için açgözlülük gerekir; sahip olmak haline razı
101
olmaktır. Fethetmek yeme �e içmeyi, sahip olmak ise dua ve
orucu gerektirir. Burada fatihin mizacını karakterize etmek
için doğru olarak kullandığım bütün sıfatlar, doğal bir insana
göredir ve ona tamamen uyar. Ama doğal insan en yüce değil
dir. Zira sahip olmak, hukuken başvurulabilir olsa dahi, ma
nevi bakımdan da boş ve geçersiz mülkiyet kanıtı değil, kalıcı
olarak elde etmektir, burada bir kez daha malikin mizacında
fatihin mizacının da yer aldığını görüyorsun. Zira malik, tıpkı
çiftçi gibi, adamlarının başına geçip komşularını toprakların
dan kovmaz; toprağı kazarak fetheder. Bu yüzden gerçekten
yüce olan fethetmek değil, sahip olmaktır. Kişi fethederken
kendisini unutur; sahip olurken kendisini hatırlar, hem de
boş bir faaliyet olarak değil, mümkün olan tüm ciddiyetiyle
hatırlar. Tepeye çıkarken kişinin gördüğü yalnızca ötekidir;
aşağı doğru inerken kişinin kendisini, destek noktası ile çekim
merkezi arasında doğru ilişki olmasını gözetmesi gerekir.
*
Muhtemelen Leibnize bir gönderme.
102
olarak engel olduğu için, istediğinin sahibi olamaz. O zaman
tarih bireyin bu engelleri yenme mücadelesi olur. İkinci tür ta
rihse sahiplikle başlar ve bu durumda tarih bireyin mülkiyeti
elde etme sürecidir. İlk örnekte tarih dışsal olduğu ve kişinin
uğrunda mücadele ettiği dışarıda bulunduğu için, bu tarih tam
anlamıyla gerçek değildir. Şiirsel ve sanatsal açıklama, oldukça
doğru bir şekilde bu tarihi kısaltacak ve yoğun anı çabuklaştı
racak adımlar atar. Yalnızca iç tarih gerçek tarihtir; ama ger
çek tarih tarihteki yaşam prensibiyle -zamanla- mücadele eder.
Ama insan zamanla mücadele ettiğinde işte bu faniliktir ve her
bir an kendi yüce gerçekliğini kazanır. Kişiliğin içsel açılımının
başlamadığı yerde, bireyin hala kapalı olduğu yerde, dışsal ta
rih söz konusudur. Ama sözün gelişi yapraklar açılmaya başla
dığında içsel tarih başlar. Neyle başladığımıza dikkat et: Fatih
ile malikin mizaçları arasındaki ayrımla. Fatihin mizacı sürekli
olarak kendisinin dışındayken, malikin mizacı kendi içinde
dir. Bu yüzden fatih dışsal bir tarihe, malik ise içsel bir tarihe
sahiptir. Dışsal tarih kendisini herhangi bir zarar vermeksizin
yoğunlaşmaya adadığı için, şiir ve sanatın betimlemek için
onu ve onunla birlikte açılmamış bireyi ve o bireye ait olan
her şeyi seçmesi doğaldır. Aşkın bireyi açtığı söylenebilir; ama
romantizmde anlaşıldığı şekliyle değil. Birey ancak kendisini
açma noktasına getirilir ve orada bırakılır; ya da kendini açma
sürecindeyken kesintiye uğrar. Bu yüzden dışsal tarih ve kapa
lı birey sanatsal ve şiirsel betimlemenin tercih ettiği nesneler
olduğu gibi, böyle bir bireyin içeriğini oluşturan şeyler de bu
nesneler arasında yer alır. Ancak bu içerik doğal insana ait her
şeydir. İşte buna birkaç örnek: Gururda zaman içinde sürekli
lik değil, andaki yoğunluk zaruri olduğundan, gurur sanatsal
ifadeye mükemmelen uygundur. Tevazuu ifade etmek zordur
çünkü o süreklidir, gururu temsil etmek için zirve anı yeterliy
ken; tevazu söz konusu olduğunda şiir ve sanatın sağlayama
yacağı bir şey gerekir; onu sürekli oluş sürecinde gözlemlemek.
Çünkü tevazu sürekli olarak andadır. Bir insanı en kamil anında
1 03
gösterirsen, o kendinde bir şeylerin eksik olduğunu hisseder
çünkü gerçek kemal belli bir anda idealleştirilmekte değil, her
an öyle olmakta yatar.
*
Kutsal Kase; Hz. İsa'nın son akşam yemeğinde içmek için kullandığı ve
Aramatyalı Yusuf'un çarmıha gerilen İsa'nın kanını doldurduğu kadeh
olarak bilinir. (ç.n)
1 04
rilmesinin sanatın sürekli olarak kendisini mekandan kurtara
bilmesine ve kendisini zaman bağlamında tanımlayabilmesine
bağlı olduğunu görür. Schelling'in fırsatçı bir şekilde göster
diği üzere heykelden resme geçiş ve bu geçişin önemi bura
da yatmaktadır. Müzikte unsur olarak zaman bulunmaktadır;
ama müzik zamanda kalıcılık kazanmaz. Müziğin anlamı za
man içinde istikrarlı bir şekilde kaybolmaktır; böylelikle aynı
anda hem sesini duyurur hem de kaybolur ve belli bir süresi
yoktur. Nihayet şiir sanatların en tamamlanmış halidir ve bu
yüzden zamanın önemine karşı nasıl adil olunacağını en iyi
bilen biçimdir. Kendisini resmin yaptığı gibi ana hapsetmek
zorunda olmadığı gibi, müziğin yaptığı gibi de iz bırakmadan
yok olmaz. Yine de şiir de kendisini ana yoğunlaştırmak zo
rundadır. Bu yüzden şiirin de sınırları vardır ve yukarıda gös
terildiği üzere, gerçeği zamansal süreklilik olan bir şeyi temsil
edemez. Ama zamana karşı adil davranıldığı gerçeği, onu es
tetikten hiçbir şekilde ayırmaz; aksine zamana karşı ne kadar
adil davranılırsa, şiir o kadar estetik ideal haline gelir.
1 05
tevazu ve cesarete sahip olan kimse, bir bakıma Tanrı'nın
yazdığı oyundaki bir karakterdir. Bu oyunda, oyun yazarı ve
suflör farklı kimseler değildir; bu oyunda bireyin, tıpkı kendi
rolü ve replikleriyle özdeşleşen eğitimli bir aktör gibi, suflör
nedeniyle şevki kırılmaz. Aksine onun kendisine fısıldadıkla
rının zaten kendisinin söyleyeceği sözler olduğunu hisseder;
böylelikle o sözü kendisine fısıldayanın suflör mü yoksa suflö
re o sözleri söyleyenin kendisi mi olduğu konusunda kuşkuya
düşmeye başlar. Aynı zamanda kendisinin hem besteci hem
beste olduğunu en derinden hisseder; bir an kendisi orijinal
dizeyi bestelerken, bir an sonra her türlü sesi algılayabilecek
erotik bir kulağa sahip olduğunu hisseder. Yalnızca ve yalnızca
o, estetikteki zirveye ulaşır. Ancak şiirin bile açıklayamadığı bu
tarih, içsel tarihtir. İçsel tarih kendi içinde fikre sahiptir ve bu
sırf bu nedenle estetiktir. Bu yüzden ifade edildiği anda sahip
likle başlar ve estetiğin süreci bu sahipliği elde etmek sürecidir.
İçinde ideal bir faktör olarak geçicinin kaybolmadığı, aksine
sürekli olarak gerçek bir faktör olarak var olduğu, bir ebediyet
tir. Sabır bu yolla kendisini kazandığında, içsel tarihe dönüşür.
1 06
temsil edilemez; zira zaruri olan unsur kendi uzayan haliyle
zamandır. On beş yılın sonunda başlangıçtan daha ileri gitme
miştir; yine de yüksek derecede estetik bir yaşam sürmüştür.
Zira onun için sahip olduğu kuru bir mülkiyet değildir; onun
sahip olduğu sürekli olarak elde ettiği bir şeydir. Aslanlar ve
canavarlarla değil, ama en tehlikeli düşmanla, zamanla savaş
mıştır. Ancak burada ebediyet şövalyede olduğu gibi sonradan
gelmez. Ebediyet kişinin zamanda sahip olduğu ve zamanda
koruduğu bir şeydir. Bu yüzden kişi zamana karşı zafer kazan
mıştır. Şövalyeyse zamanı öldürmüştür; zira bir erkek, kendi
hakikatine sahip olmadığında zamanı öldürmek ister. Ama bu
hiçbir zaman gerçek zafer değildir. Gerçekten zafer kazanan
koca zamanı öldürmemiş, onu ebediyette kurtarmış ve koru
muştur. Evli adam bunu yapar; evet evli adamın yaşamı gerçek
anlamda şiirseldir, büyük bulmacayı çözmüştür: Ebediyette
yaşaması ama yine de oturma odasındaki saatin çalmakla ebe
diyeti kısaltmayıp uzattığını işitmesi. Bu çelişki, talihsiz ada
mın cehennemde uyanıp "Saat kaç?" diye haykırdığı, şeytanın
ise "ebediyet" diye cevap verdiği Orta Çağ öyküsündeki bildik
durumdakinden daha sığ değil, çok daha muhteşemdir.
1 07
sebatkar, istekli ve neşelidir. Bütün bu erdemler bireyin içsel
özellikleridir. Birey dışsal düşmanlarla mücadele etmez. Ken
di namına, kendisi ve aşkı için mücadele eder. Ve özünde bir
kerelik değil daima uygulandığı için zamansal yetkinliğe sa
hiptir. Ve bu erdemler yoluyla benlik dışında hiçbir şey elde
edilemez. Bu yüzden evlilikteki aşk tek ve aynıdır; senin alay
edercesine adlandırdığın gibi günlük ve ayrıca (Yunanlıların
kastettiği anlamda) kutsaldır ve evlilikteki aşk günlük olma
yoluyla kutsallığı kazanır. Evlilikteki aşk, telaş ve çığlıklarla
gelen talih kuşu gibi' dışsal işaretlerle gelmez; ahlakı bozul
maz sessiz bir ruh olarak gelir ...
Sen ve mizacı fatihlik olan diğerleri bunu kavrayamaz. Sen
hiçbir zaman kendi içinde değilsin, sürekli olarak dışarıdasın.
Evet, sinsice de dolaşsan, kendini de göstersen, zihnindeki
bando vicdanını bastırsa da, her bir sinirin titrediği sürece ya
şadığını hissedersin. Ama savaş kazanılıp son merminin yan
kısı da kaybolup gittiğinde, hızlı düşünceler emir erleri gibi
zaferini karargaha bildirmek için acele ettiklerinde, ne yapa
cağını, nereden başlayacağını bilemezsin, zira ilk kez gerçek
bir başlangıca ulaşmış durumdasındır.
Bu yüzden evlilikte alışkanlık namına kaçınılmaz bir durum
olarak küçümsediğin şey, evliliğin tarihsel yönüdür; senin
sapkın gözünse onu korkunç bir yön olarak görür.
Peki senin evliliğe ayrılmaz şekilde bağlı olup, onu yalnızca
yok etmeyip, aynı zamanda lekeleyen şey olarak gördüğün ne
dir? Genel olarak senin düşündüğün "erotiğin görünür, kutsal
işaretleridir. Tıpkı tüm görünür işaretler gibi, onlar da kendi
içinde hiçbir anlama sahip değildir. Bunların anlamı, büyük
bir deha ile sergilenen enerjiye, sanatsal gösterişe ve olağa
nüstü beceriye bağlıdır. Evlilikte gerçekleştirilen bu tür şeyleri
yavan addetmek ne kadar iğrençtir; özellikle saatin vuruşuna
108
bağlı olarak meydana gelenler ne kadar rutin ve isteksizcedir.
Tıpkı Paraguay'da halkı son derece tembel bulan Cizvitlerin
kocalara evlilik görevlerini hatırlatmak üzere makul bir me
saj olarak tam gece yarısı çan çalmayı gerekli görmesi gibidir.
Bu yüzden her şey bir ritim içinde, öğretildikleri şekilde yapı
lır." Şimdi varoluşta bizim gözlemlerimize ket vuran gülünç
ve saçma birçok şey olmasına izin vermeyelim. Aksine bu tür
engeller olup olmadığını görelim ve eğer varsa, kurtuluş yolu
nu senden öğrenelim. Farklı bir tarzda da olsa sürekli İspanyol
şövalye· gibi geçip gitmiş bir zaman için mücadele etmeyi sür
dürdüğünden, bu açıdan senden öğrenecek pek bir şey olma
dığını düşünüyorum. Şimdi senin şiirsel dünyandan ya da ilk
aşkın gerçek dünyasından bir fikri, bir ifadeyi alalım: "Aşıklar
birbirlerine bakarlar." Buradaki "bakma" sözcüğünü esnetip
ona sonsuz bir gerçeklik, bir ebediyet kazandırmayı çok iyi bi
liyorsun. On yıl boyunca birlikte yaşamış ve her gün birbirle
rini görmüş bir evli çift, birbirine bu şekilde bakamaz. Peki bu
birbirlerine sevgiyle bakamayacakları anlamına mı gelir? Bu
rada yine eski sapkın düşünceni görüyoruz. Aşkı belli bir yaşla
sınırlıyor, birine karşı aşkı çok kısa bir zamanla sınırlıyorsun
ve sonra fethetmeye eğilimli herkesi kendi deneyinde kullanı
yorsun. İşte bu yaptığın, aşkın dışsal gücünün en derin şekilde
aşağılanmasıdır. Aslında umutsuzluğun ta kendisidir. Ne ka
dar eğip büksen de, vazifenin aşkı zamanda muhafaza etmek
olduğunu itiraf etmek zorundasın. Eğer bu mümkün değilse,
o zaman aşk bir imkansızlıktır. Senin talihsizliğin aşkı basit
çe ve yalnızca bu görünür işaretlerle özdeşleştirmendir. Eğer
bunlar sürekli olarak tekrarlanırsa, ilk kez rastlantısal olarak
meydana gelmekle kazandıkları gerçekliği, sürekli olarak sa
hip olma hastalıklı kaygısı yüzünden, senin korkmana ve bu
işaret ve "jestleri", kişinin decies repetitia placebunf' deme
ye cüret edemeyeceği şeylere atfetmene şaşırmamak gerekir.
• Don Kişot.
•• "On kez tekrarlandığında memnun olurlar'; Horace, Ars poetica, s.365.
1 09
Sanki bunlara değerlerini kazandıran ilk kez olmalarıdır ve
tekrarı imkansızdır. Halbuki sağlıklı aşkın oldukça farklı bir
değeri vardır. Zamandan bağımsız olarak çalışır ve bu yüzden
kendisini bu dışsal işaretler yoluyla yeniden canlandırma ye
teneğine sahiptir. Ayrıca aşk -bu benim için temel husustur
oldukça farklı bir zaman fikrine ve tekrar anlamına sahiptir.
1 10
sınıfının hiç böyle beklentileri olmasa da, bir bekarın bekarlığa
veda partisi yapmasının gülünç olduğu düşünülür. Kuşkusuz
bunun nedeni genel olarak bekarlığın hiçbir zaman, umut ve
anımsamanın birliği olan gerçek bugünü kavrayamayacağıdır.
Bu yüzden ya umuda ya da anımsamaya dayanmayı tercih eder.
Yine de popüler akılda, bugün ile doğru ilişkiye sahip olanın
evlilikteki aşk olduğu kabul edilir.
Doğal olarak aynı şey burada zaman için de geçerlidir. Sen ken
dinin dışındasın, bu yüzden başkalarının muhalefeti olmaksı
zın yapamazsın. Bütün tecrübeliler yalnızca sakin bir ruhun
gerçekten yaşadığını düşünürken, sen yalnızca huzursuz bir
ruhun hayatta olabileceğine inanıyorsun. Sana göre çalkan
tılı bir deniz ancak hayatın resmi olabilir; bana göre ise dur
gun ve derin su. Sık sık küçük bir akarsu kenarında otururum.
111
Her şey daima aynıdır; aynı yumuşak melodi, dipteki aynı ye
şillik, sakin dalgaların altında çalkantı, aynı küçük yaratıklar
aşağı yukarı yüzüp durur ve küçük bir balık çiçeklerin altında
kımıldanır; sonra yüzgeçlerini suya karşı yayar, bir taşın altına
saklanır. Hem son derece tekdüze hem de son derece zengin bir
değişim! Aynı şekilde evlilik de sessiz, mütevazı, mırıltılıdır ve
pek değişiklik olmaz. Yine de tıpkı su gibi akıcı, su gibi kendine
özgü melodiye sahip, kıymetini bilene çok değerlidir. Kıyme
tini bilen koca için de çok değerlidir. İhtişamlı bir görüntüsü
yoktur; bazen olağan akışını bozmaksızın üzerinden bir pırıltı
gelir geçer. Tıpkı yakamozlar suya düştüğü ve suyun melodisini
çaldığı enstrümanı gösterdiği zamanlarda olduğu gibi. Evlilik
yaşamı da böyledir. Ancak evlilik, şimdi sözünü edeceğim bir
özelliğe sahip olarak görülmeli ve yaşanmalıdır. Büyük bir kay
nak oluşturmak için kullandığını bildiğim Oehlenschlager'in
bir şiiri var. Eksik bırakmamak adına şu şekilde kaydediyorum:
1 12
sevimli ve şefkatli görünür; ama evli çiftin kapıları kapanınca
ve sen daha ne olduğunu anlamadan sopa ortaya çıkar ve bize
bunun bir görev olduğu söylenir. Bu sopayı istediğin kadar
süsle, istersen karnaval direğine çevir; sonuçta hala sopadır."
Burada bu itiraza cevap vereceğim; çünkü özünde bu itiraz
evlilikteki aşkın tarihsel yönünün yanlış anlaşılmasından kay
naklanmaktadır. Aşkı oluşturan faktörlerden birisi olmak için
ya karanlık güçlere ya da uygun ruh haline sahip olmalısın.
İşin içine bilinç girer girmez, işin cazibesi kaybolur. Ama ev
lilikteki aşkta bu bilinç vardır. Kabaca ifade etmek gerekirse,
hareketleri ilk aşkın lütufkar duruşu için tempo sağlayan or
kestra şefinin sopası yerine, sen bize çavuşun kabulü imkansız
falaka sopasını gösteriyorsun. Her şeyden önce, daha önce uz
laştığımız gibi evlilikteki aşkın içerdiği ilk aşkta herhangi bir
değişiklik olmadığı sürece, katı bir görev zarureti sorunu söz
konusu olamaz. Bu yüzden sen ilk aşkın ebediyetine gerçekten
inanmıyorsun. Bak burada yine senin eski sapkınlığınla kar
şılaştık. Her şeyden önce kendisini sık sık ilk aşkın şövalyesi
ilan eden sensin, ama ilk aşka inanmayan da sensin. Evet, onu
kötüleyen sensin. Ona inanmadığın için artık isteklisi olmadı
ğın bir ittifaka girmeye cüret edemiyorsun; böyle bir durumda
kimse seni orada kalmaya zorlayamaz. Bu durumda senin için
aşk kesinlikle en yüce değildir. Zira öyle olsaydı seni orada
kalmaya zorlayacak bir güç olmasından mutlu olurdun. Böyle
bir zorlayıcının hayırlı olmayacağını söyleyebilirsin; ama seni
uyarmak isterim ki, bu, olaya nasıl baktığına bağlıdır.
113
göre bu kadar yetersiz bir varlık olan aşkı istemezsin. Öbür
yandan, görev gündeme geldiğinde, aşkın tamamen biteceğini
ve ayrıca yalnızca evlilikteki aşkta değil, romantik aşkta da er
ya da geç görevin ortaya çıkacağını düşünüyorsun. Ve evli
likteki aşktan gerçekten korkuyorsun; çünkü görev bu aşkın
o kadar önemli bir parçasıdır ki, görev ortaya çıktığında artık
kaçman imkansızdır. Öbür yandan bu durumun romantik
aşk örneğinde sorun yaratmayacağını, çünkü görevden söz
edildiği anda, aşkın biteceğini ve görevin ortaya çıkışının se
nin için -çok nazik bir reveransla- oradan ayrılman için bir
işaret olduğunu düşünüyorsun. Ya da senin bir defasında
söylediğin gibi, görev ortaya çıktığında oradan ayrılmak senin
görevin haline gelecektir. Gördüğün gibi bu tavrın da senin
aşkı övme tarzına pek uyuyor. Eğer görev aşkın düşmanı ise
ve aşk bu düşmanını yenemiyorsa, o zaman aşk gerçek galip
değildir. Öyleyse senin aşkı yarı yolda bırakıp ayrılman doğ
ru olacaktır. Görevin aşkın düşmanı olduğu gibi umut kırıcı
görüşe sahip olduğun anda, yenilgin garantilenmektedir. Bu
aynı zamanda, yapmak istediğin en son şey olduğu halde gö
reve yaptığın gibi, senin aşkı kötülediğin ve yüceliğini elinden
aldığın anlamına gelmektedir. Gördüğün gibi bir kez daha
bu durum bir umutsuzluktur; hem de acısını hissetsen de
boş yere unutmaya çalışsan da yaşayacağın bir umutsuzluk.
Eğer estetik, etik ve diniyi üç büyük müttefik olarak görme
noktasına ulaşamazsan, eğer her şeyin bu farklı alanlar için
de kazandığı farklı ifadelerin bütünlüğünü nasıl koruyacağını
bilmiyorsan; o zaman yaşam anlamsız olur. Ayrıca kişinin her
şeyi söyleyebileceği yolundaki gözde teorini gerekçeli olarak
açıklamak zorunda kalırsın: ister yap ister yapma, her ikisin
den de pişman olacaksın.
1 14
mükemmellik de işte bu birliktedir. Ancak senin sahte dokt
rinini sana doğru dürüst anlatabilmek için, biraz daha ileri
gidip, kişiye görevin aşkın düşmanı olduğunu hissettirecek
çeşitli yollar üzerinde düşünmeni rica edeceğim.
ı ıs
daha "fazla" muktedir olduğum an, bunu yaptığımı söyleye
bildiğim an, bir bakıma daha "fazla" sını yaptığım andır ve bu
an, görevi dışsaldan içsele dönüştürdüğüm andır ve dolayısıyla
görevden daha ileri gittiğim andır. Buradan ruh aleminde ne
kadar nihayetsiz bir uyum, hikmet ve tutarlılık bulunduğu
nu görebilirsin. Kişi belirgin bir görüşten hareket eder ve bu
görüşü hakikat ve enerjiyle sakince savunursa, geri kalan her
şey onunla çelişki içinde göründüğünde, bu görüş daima bir
aldatma olacaktır. Bir kimse uyumsuzluğu etkin bir şekilde or
taya koyduğuna inandığında, aslında uyumu kanıtlamaktadır.
Bu yüzden sözünü ettiğimiz koca açısından, tek ceza, görevin
onu "inancının zayıflığı" nedeniyle cezalandırmasıdır. Görev,
sürekli olarak aşkla birleşim içindedir. Eğer bu kocanın yaptığı
gibi, ikisini birbirinden ayırırsan ve bir parçasını bütün haline
getirirsen, o zaman sürekli kendinle çelişki içinde olursun. Bu
tıpkı "te" sesindeki "t" ve "e"yi birbirinden ayırmak ve sonra da
ortada bir "e" bulunmadığını, yalnızca "t" olduğunu söylemek
gibidir. Halbuki "t" dediği anda "e"yi de söylemektedir. İşte
gerçek aşkta da durum böyledir. Aşk konuşamayan, soyutluğu
yüzünden dile getirilemeyen bir şey olmadığı gibi, yumuşak,
kavranamaz derecede belirsiz de değildir. Dile getirilen bir
sestir. Eğer görev zorsa, o zaman aşk bunu açıkça dile getirir,
gerçeğe dönüştürür ve dolayısıyla görevinden daha fazlasını
yapar. Eğer aşk elde tutulamayacak kadar yumuşak hale gelme
noktasında ise, o zaman görev ona bir sınır koyar.
1 16
ölümüne nefret ettiği için sahte aşkı öldürür. Bireyler gerçe
ği görebiliyorlarsa, görevin kendileri için ezelde hazırlanan
yolun yalnızca dışsal yansıması olduğunu ve memnuniyetle
izleyecekleri yolun, izlemelerine yalnızca izin verilen değil, iz
lemeleri emredilen yol olduğunu göreceklerdir. Ve bu yolda
her daim onlara önlerindeki yolu gösteren, tehlikeli yerlere
koruyucu kalkanlar koyan koruyucular bulunmaktadır. Peki,
gerçekten seven biri böylesine ilahi bir yetkiyi, neden yalnızca
kendisini kutsal bir tarzda ifade ettiği ve sadece "yapabilirsin"
demeyip "yapmalısın" dediği için kabul etmeye isteksiz olsun?
Görevin içinde her şey aşıklar için bir düzene konulmuştur
ve aşkın dilinin gelecek zaman olmasının nedeninin tarihsel
yönü vurgulamak olduğuna inanıyorum.
1 17
ama her şeyden önce kendimize karşı dürüst olalım, görev gö
revdir, aşksa aşktır nokta! İkisini birbirine karıştırmayalım.
Evlilik bu hermafrodit yapısıyla başlı başına bir ucube değil
midir? Evlilik dışındaki her şey ya görev ya da aşktır. Kişinin
görevinin yaşamda belli bir konum aramak olduğunu kabul
ediyorum. Bunu kendisinden beklenen görevi yerine getirme
olarak görüyorum; öbür yandan eğer bu görevi ihlal ederse
cezayı hak eder ve çilesini çeker. İşte bu görevdir. Belirli so
rumluluklar alabilirim, nelere sadakatle uyacağımı açıkça be
lirtebilirim. Eğer bunu yapmazsam, beni bunu yapıp.aya zorla
yacak bir güçle karşı karşıya kalacağımı bilirim. Öbür yandan
eğer bir başkasına yakın bir bağ duyarsam, o zaman aşk her
şeydir, hiçbir görevi kabul etmem. Eğer aşk biterse, dostluk da
biter. Böylesine bir saçmalığa (aşkla görevin birlikteliğine) da
yanmak yalnızca evliliğe özgüdür. Kişinin sevmeye yemin et
mesinin anlamı nedir ki? Sınır nerededir? Ne zaman görevimi
yerine getirmiş olacağım? Görevim daha belirgin olarak nasıl
tanımlanabilir? Kuşku duymam halinde hangi mahkemeye
başvurabilirim? Ve eğer görevimi yerine getirmede başarısız
olursam, beni zorlayacak güç nerededir? Devlet ve Kilise kesin
bir sınır koymuştur; ama bu sınırı aşmasam bile kötü koca ola
maz mıyım? Bu durumda beni kim cezalandıracak ve benim
çilemi çeken karımı kim koruyacak?" Cevap: Sen kendin. İçin
de hem kendini hem de beni tutsak ettiğin bu kafa karışıklığı
nı çözmek için sınıflandırmana bir bakalım. Her şeyin görev
ya da zıddı kategorileriyle kavranabileceğini ve hiç kimsenin
aklına başka bir kıstas uygulamanın gelmediğini sanıyorsun.
Sana göre bu öz çelişkinin tek suçlusu da evlilik. Örnek ola
rak kişinin içgüdüsel olarak yüklendiği görevi veriyor ve bunu
tamamen görev dolu bir ilişkinin akla yatkın örneği olarak
görüyorsun. Halbuki bu tamamen yanlıştır. Eğer bir insan
mesleğini belli zaman ve mekanlarda bulunmasını gerektiren
randevular toplamı olarak görüyorsa, kendisini, içgüdüsünü
ve görevini yozlaştırıyor demektir. Ya da belki de böyle bir
ı ıs
bakış açısının kişiyi iyi bir memur yapacağını sanıyorsun. O
zaman kişinin içgüdüsünü kutsallaştırmasını sağlayacak coş
kunun yeri neresi? Kişinin bu görevi sevmesini sağlayacak sa
dakatin yeri neresi? Hangi mahkeme bunları gözetleyebilir? Ya
da belki de bu tür şeyler kişinin görevinin bir parçası değildir.
Peki, bu durumda bu özelliklere sahip olmadan memuriyet
görevi üstlenen kimseye devlet, teri ve emeğini sömürebileceği
ve ücretini ödeyebileceği bir amele, bir anlamda değersiz bir
memur olarak bakmaz mı? Eğer devlet bunu birçok sözle dile
getirmiyorsa, bunun nedeni talep ettiğinin dışsal, somut bir
şey olması ve bu dışsal sonucu elde ettiğinde diğer sonuçların
da gerçekleştiğini varsaymasıdır. Öbür yandan evlilikte temel
unsur içsel olan, gösterilemeyendir. Bunun tam ifadesi aşktır.
Bu yüzden aşkı bir görev olarak şart koşmakta çelişki yoktur.
Zira bu görevin yerine getirilmesini gözetleyen yoktur; kişi da
ima bu konuda kendi kendini gözetleyebilir. Bu yüzden böyle
sine bir kontrolü talep etmenin nedeni ya görevden kaçmanın
bir yolunu araman ya da kendinden çok korkman nedeniyle,
hukuken yetersiz ilan edilmeyi memnuniyetle kabul etmendir.
Ama bu düşünce hem yanlış hem de cezalandırmayı hak eden
bir düşüncedir.
1 19
gerektiğini sormadım. Bu derece tecrit de bu derece bireysel
leştirme de yanlıştır. Bu evrensel geçerlilik bölgesinde, yani
görevde, önümde daima ayak izleri oldu. Ayrıca tek kurtu
luşun yalnızca görevin konuşmasına izin vermek olduğuna;
görevin kişiyi heautontimoroumenos'un· umut kırıcı dişili
ği ile değil, bütün ciddiyet ve empatiyle cezalandırmasının
sağlıklı olduğuna inandığım anlar vardır. Ama ben görevden
korkmuyorum; görev bana yaşam boyu korumayı umduğum
neşe ve mutluluk kırıntılarını bozmak isteyen bir düşman
gibi görünmüyor. Bana bir dost, aşkımızın ilk ve tek dert or
tağı olarak görünüyor. Ama bu geleceğini serbest bırakma
gücü görevin bir meyvesi iken, romantik aşk tarihsel olma
yan karakteri yüzünden doğru yoldan sapar veya olduğu yere
saplanıp kalır.
120
taya koyar. Dev, aç gözleriyle zaten her şeyi yiyip bitirmiş,
daha yemeğe başlamadan ortadaki her şeyi yese de doyma
yacağını anlamıştır. Masaya otururlar. Masadaki yemeklerin
ikisine de yetmeyeceği köylünün hiç aklına gelmemiştir. Dev
tabağa uzanır. Ama köylü onu durdurup şöyle der: "Benim
evimde adet yemekten önce dua edilmesidir." Dev bu adete
uyup dua eder. Peki sonra ne olur? O azıcık yemek her iki
sine de yeter!
Dixi et animam meam liberavi! Hala sevdiğim, ilk aşkın tüm
gençliğiyle daima sevdiğim kadını da sanki daha önce bağlıy
mış gibi değil, özgürlüğümde bana katılmış gibi kurtardım.
Benim sevgi dolu selamımı kabul ettiğin gibi, onun dostça ve
samimi selamını da kabul et!
Seni evimizde görmeyeli hayli uzun zaman oldu. Bunu hem
gerçek hem de mecazi anlamda söylüyorum. Bu mektuba iki
haftanın tüm akşamlarını ayırmış olmamın yanı sıra, seni
bir anlamda hep benimle beraber hissediyorum ve mecazi
anlamda seni gerçekten evimde görmedim, evimin içinde,
oturma odamda değil; kapımın dışında, eleştirilerimle savu
rurken gördüm. Sanki seni kendimden uzaklaştırmaya ça
lışıyordum. Bu benim için kabul edilebilir bir vakit geçirme
tarzı değil ama biliyorum ki sen benim bu davranışımı yanlış
anlamazsın. Ancak hem gerçek hem de mecazi anlamda seni
evimizde hem fiilen hem de mecazi olarak görmek çok daha
kabul edilebilir olur. Bunu "bizim evde" ifadesini kullanma
yı hak ettiğini düşünen bir kocanın gururuyla söylüyorum.
Bunu "bizim evde" her bireyin görmekten daima emin olacağı
insani saygıyla söylüyorum. Gelecek pazar, "sonsuz"a kadar,
yani tüm gün geçerli bir aile daveti alacaksın. Ne zaman isti
yorsan gel, her zaman memnuniyetle karşılanacaksın; istedi
ğin kadar kal. Daima kabul edilen bir konuk olacaksın; istedi
ğin zaman da git. Daima ardından hayırla anılacaksın.
12 1