You are on page 1of 14

LA İLAHE İLLALLAH’A DAVET ETMEK

insanları "La ilahe illallah"a çağırmanın gerekliliği


üzerinde durmuştur. Çünkü bir kimsenin sadece
tevhidi ve onun faziletlerini bilmesi yeterli değildir,
bununla birlikte hikmet ve en güzel öğütlerle
insanları tevhide çağırması da gerekir. Çünkü bu
yol, rasullerin ve güzellikle onlara uyan kimselerin
yoludur.
Nitekim Hasan Basri (r.h.):
"Doğrusu Allah'a çağıran, salih ameller işleyen ve
"Ben müslümanlardanım" diyen kimseden daha
güzel sözlü kim vardır?" (Fussilet: 41/33)
ayetini okuduğunda şöyle demiştir:
"İşte Allah'ın (c.c.) sevgilisi olan kimse...
İşte Allah'ın (c.c.) velisi olan kimse...
İşte Allah'ın (c.c.) en seçkin kulu...
İşte Allah (c.c.)'ın en hayırlı kulu...
İşte yeryüzünde insanların Allah'a (c.c.) en
sevgilisi olan kişi...
Yüce Allah (c.c.) böyle bir kişinin duasını kabul
eder. Çünkü bu kimse insanları Allah'ın (c.c.) dinine
çağırmakta, Allah'ın (c.c.) çağrısına uyma
konusunda salih ameller işlemektedir. Bu kimse
müslüman olmuş ve hiç çekinmeden bunu itiraf
etmiştir. İşte bu Allah'ın (c.c.) yeryüzündeki
halifesidir."
İbn Kesir şöyle der:
"Hasan Basri (r.h.) yukarıdaki sözlerle şunu
söylemek istemiştir:
"Allah'ı (c.c.) sevme, O'na ibadet ve itaat etme
konusunda doğruluk ve samimiyet esastır. Bu da
doğal olarak beraberinde insanları bu davaya davet
etmeyi ve bu uğurda cihat etmeyi gerektirir. Çünkü
Allah'ı (c.c.) seven bir kimse, O'nun (c.c.)
sevdiklerini sever ve hoşlanmadığı ve sevmediği
şeylerden de uzak durur, onlardan hoşlanmaz ve
onları sevmez. Sonuçta böyle bir kimse tüm
insanların da kendisiyle birlikte Allah (c.c.)
sevgisinde birleşmelerini ister."
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: "Benim yolum budur. Ben ve bana
uyanlar bilerek insanları Allah'a davet ederiz. Allah'ı
(bütün noksan sıfatlardan) tenzih ederiz. Ben Allah'a
ortak koşanlardan değilim." (Yusuf: 12/108)
Ebu Cafer İbn Cerir diyor ki:
"Allah (c.c), Nebisi Muhammed'e (s.a.v.) adeta
şöyle buyurmuştur:
"Ey Muhammed! Benim, insanları kendisine
çağırdığım yol tevhiddir. Tevhid; başka hiçbir ilah ve
puta değil yalnızca Allah'a ibadette bulunmak ve
bunda ihlaslı olmaktır. Yalnızca O'na itaat etmek ve
günahların küçüğünü de büyüğünü de terk etmektir.
İşte bu yol, benim yolumdur. Benim davetim budur,
ben yarattığım insanları bir tek Allah'a (c.c.) kulluk
etmeye çağırıyorum. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben
bu daveti basiretle ve yakin anlamdaki bir bilgi ile
yapıyorum. Aynı şekilde bu basiret üzere yapılan
daveti, benim gönderdiğim dine göre yaşayan, beni
tasdik eden ve bana iman eden müslümanlar da
yapıyorlar."
Muhammed (s.a.v.) ve müslümanlar da adeta
şöyle söylüyorlar:
"Allah'ı (c.c.) takdis ve tenzih ederim. O'nun
mülkünde ve hükmünde hiçbir ortağı yoktur. O'ndan
başka kendisine kulluk edilmeye layık bir ilah
tanımaktan O'nu tenzih ederim. Ben müşriklerden
uzağım ve onlardan değilim. Ne ben onlardanım, ne
de onlar bendendir."
Menazil şerhinde deniliyor ki:
"Allah (c.c.) davetçinin davetini delillendirmek
suretiyle ilmin en üst derecesine ulaşmasını istiyor.
İşte bu basirettir. Bu tıpkı bilinen bir şeyin kalbe
nisbet edilmesi gibidir. Bu öyle bir özelliktir ki, öteki
ümmetler göz önünde bulundurulduğunda bu özellik
adeta sahabeye özgü kılınmıştır. Bu da ilim
adamlığının en üst derecesine ulaşmaktır."
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: 'İşte benim yolum budur. Ben ve bana
uyanlar, basiretle Allah'a davet ederiz." (Yusuf:
12/108)
Burada Rasulullah'ın (s.a.v.) ağzından "Ben basiretle
Allah'a davet ediyorum" denilmektedir.
Gerek "Ben ve bana uyanlar basiret üzereyiz."
anlamında, gerekse "Ben, bana uyanlarla birlikte
Allah (c.c.)'a basiretle davet ediyorum." anlamında
olsun, her iki yoruma göre de bu ayet, bize şu
gerçeği bildirmektedir:
Rasulullah'ın (s.a.v.) ashabı basiret üzeredirler ve
onlar Allah (c.c.)'a davet görevini gereği gibi yerine
getirmişlerdir. Dolayısıyla kim bu özelliğe sahip
değilse, onlar gerçek anlamda Rasulullah'a (s.a.v.)
uyan kimseler değildirler. Her ne kadar "Biz ona
uyanlardanız" diyerek kendilerini Rasulullah'ın
(s.a.v.) dinine nisbet etseler de, onlar bu esas üzere
değildirler."
Burada birkaç uyarı yer almaktadır. Bunlardan biri
ihlaslı olma uyarışıdır. Çünkü bir çokları hakka davet
ediyormuş gibi görünmelerine rağmen, aslında
davet ettikleri kişileri kendi nefislerine
çağırmaktadırlar.
Ayrıca,farzları yerine getirme konusunda basiret
üzere olma uyarısı vardır.Tevhidin en güzeli, Allah'ı
(c.c.) tenzih etmek, O'nun yüce Za'tını eksikliklerden
beri kılmaktır. Çünkü şirk koşmak çok çirkin bir
olaydır ve bir bakıma Yüce Allah'a (c.c.) isim, sıfat,
fiil ve yetkileri konusunda dil uzatmaktır. Müslüman
olan bir kimse, müşriklerden uzak durmalı, onların
işlerine ortak olmamalıdır. Şirk koşmamış olsa da,
onlarla birlikte olmayacaktır."
İbn Kayyım (r.h.) diyor ki:
"(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel
öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu
Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O,
doğru yolda olanları da en iyi bilir." (Nahl: 16/125)
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (c.c), bu
ayette davet mertebelerinden söz ediyor ve bu
mertebelerin davete muhatap olanların
mertebelerine göre üç mertebe olduğunu belirtiyor.
Bunlar:
1. Davetçi olan kimse hakka talip olmalı, hakkı
sevmeli ve davet yaptığı insanlara etki edebilecek
durumda olmalıdır. Kendisine davet yapılan kimse
de hikmet ve güzel öğütten anlayan bir kimse
olmalıdır. Böyle olmayan bir kimse ile öğütleşmeye
ve tartışmaya hiç gerek yoktur.
2. Kendisine davet yapılacak olan kimse,
cehaletinden dolayı şirk içerisinde olup, hakkı
öğrendiğinde hemen kabul ederek, yaşamını doğru
yol üzerinde devam ettirecek olan bir kimse
olmalıdır. İşte bu konumda olan birisi de öğüt
yoluyla teşvik edilmeye, azap ile korkutulmaya
muhtaçtır.
3. Kendisine davet yapılacak olan kimse bu davaya
karşı ve inatçı biri ise kendisiyle en güzel şekilde
tartışılması gerekir. Yapılan karşılıklı tartışmalar
sonucunda bu kimse eğer üzerinde bulunduğu
yoldan döner de hakka teslim olursa, davetçi
amacına ulaşmıştır. Fakat üzerinde bulunduğu yolu
bırakıp hakka dönmezse, bu kimseye mümkün
olduğunca güzel öğüt verilir. Anlatılanların tümünü
kabul etmemesi durumunda ise cellada havale
edilir.
İbni Abbas'tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) Muaz (r.a.)'ı Yemen'e vali olarak
gönderirken ona şöyle dedi:
"Sen ehli kitaptan olan bir topluluğa gidiyorsun.
Yapacağın ilk iş onları La ilahe illallah'a davet etmek
olsun. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara Allah
(c.c.)'ın kendilerine bir gün ve gecede beş vakit
namazı farz kıldığını bildir. Bunu da kabul ettikleri
taktirde onlara, Allah (c.c.)'ın kendilerine
zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere zekatı
farz kıldığını bildir. Bu hususta da sana itaat ettikleri
taktirde (zekat toplarken) malların en iyilerini haksız
yere almaktan sakın ve mazlumun bedduasından
kork. Çünkü onunla Allah arasında engel yoktur."
(Buhari Zekat: 1, Müslim İman: 29, Ebu Davud
Zekat: 5, Tirmizi Zekat: 6, Nesai Zekat: 46, İbn
Mace Zekat: 1, Ahmet): 1/232-233)
" Muaz'ın (r.a.) Yemen'e gönderilmesi, onun
faziletine, tebliğciliğine, iyi bir fakih, ince anlayış ve
kavrayış sahibi bir kimse olduğuna, dahası iyi bir
muallim ve hakim olduğuna delildir."
"Sen kitap ehlinden olan bir kavme gidiyorsun."
Kurtubi (r.h.) der ki:
"Kitap ehli olan bir kavim" sözüyle kastedilenler
Yahudi ve Hristiyanlardır. Yemen'de bunların sayıları
müşrik Arapların sayısından çok daha fazlaydı. Bu
yüzden Rasulullah (s.a.v.) Muaz'a (r.a.) onlarla olan
tartışmalarında hazırlıklı olmasını ve dikkatli
davranmasını tenbih etmişti."
"Onları ilk davet edeceğin şey, Allah'tan başka
ibadete layık ilah olmadığına şehadet etmek olsun."
Hafız İbn Hacer (r.h.) diyor ki:
"Bu tıpkı bir vasiyet ve tavsiye gibidir. Bununla tüm
dikkatlerin o noktaya çevrilmesi arzulanmıştır."
La İlahe İllallah'a Şehadetin Manası
"Allah'ı birleyinceye kadar"
Bu ibare, Buhari'nin Sahih'inde "Tevhid" bölümünde
geçmektedir.
Muhammed b. Abdu'l Vehhab (r.h.) burada bu
rivayete değinmekle La ilahe illallah kelimesin
şehadette bulunmanın anlamına dikkat çekmek
istemiştir. Çünkü ibadette Allah'ı (c.c.) birlemek ve
O'nun dışındakileri terk etmek gerekmektedir.
Bir rivayette ise bu ibare:
"Kendilerini çağıracağın ilk şey, Allah'a ibadet
etmeleridir" şeklindedir. Bu da tağutu reddetmeyi ve
Allah'a (c.c.) imanı içerir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Dinde zorlama yoktur. Artık hak ile batıl iyice
ayrılmıştır. Tağutu inkar edip Allah'a iman eden bir
kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa
sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 2/256)
Ayette geçen "Urvetu'l vuska" "La ilahe illallah" tır.
Buhari'deki rivayet ise:
"Onları, Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına
ve benim de Allah'ın rasulü olduğuma şehadette
bulunmaya çağır." şeklindedir.
La İlahe İllallah'ın Şartları
Şehadetin geçerli olabilmesi için mutlaka şu yedi
şartın birarada yerine getirilmesi gerekir. Bu yedi
şartı gereği gibi yerine getirmeyenler, "La ilahe
illallah" kelimesini dilleriyle ne kadar söylerlerse
söylesinler, kendilerine hiçbir yarar getirmez. Bu
yedi şart şunlardır:
1. İlim ile çelişen cehalete son vermek,
2. Hiçbir şüpheye yer bırakmayan yakin, iman
3. Reddi içinde barındırmayan kabul,
4. Terke yer vermeyen bağlılık ve boyun eğiş,
5. Şirki barındırmayan ihlas,
6. Yalana yer vermeyen dürüstlük,
7. Allah (c.c.) sevgisine engel olan şeylerin terki.
Tevhid Nedir?
Tevhid, hiçbir ortağı olmayan yüce Allah'ı (c.c.) tek
olarak bilip, O'na ibadette ihlaslı olmak, O'nun
dışında insanların kulluk ettikleri şeyleri de terk
etmektir. İlk yapılması gereken iş budur. Bu yüzden
tüm rasuller (a.s.) kavimlerini buna çağırmışlar ve
"Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka ilah
yoktur." demişlerdir.
Nuh (a.s.) da: "Allah'tan başkasına ibadet
etmemenizi... isterim" demiştir. Bu söz "La ilahe
illallah" kelimesinin anlamını içermektedir.
"Göklerin ve yeri kim yarattı diye sorarsan, 'Allah'tır'
diye cevap verirler."
İşte bu, onların imanıdır ve onlar bu iman ve
ikrarlarına rağmen yüce Allah'tan (c.c.) başkalarına
kullukta bulunurlar."

Önceden de belirtildiği gibi:


Tevhid kelimesi, Kitap ve Sünnete dayalı ağır
şartlarla kayıtlıdır.
Örneğin;
- İlim,
- Yakin,
- İhlas,
- Doğruluk,
- Muhabbet,
- Kabul ve bağlılık,
- Allah'tan (c.c.) başka, insanların kendilerine kulluk
yapageldikleri tüm batıl mabutları red...
İşte tüm bu şartlar yerine getirildiği taktirde bu
kelime, söyleyen kişiye fayda verir. Değilse yararlı
olmaz.
İnsanlar bu kelimeyi bilmede ve bu kelimenin
gerektirdikleri ile amel etmede farklı farklı
durumlardadırlar. Bu kelimenin insanlardan kimisi
için yararlı olup, kimisi için de hiçbir yarar
getirmediği gerçeği gözardı edilmemelidir."
Şehadet Kelimesini Bilmenin Zorunluluğu
"Rasulullah'ın tebliğ ettiği dinde öncelikle ve zorunlu
olarak bilinmesi gereken konu, şehadet kelimesidir.
Çünkü kafir bu kelime ile müslüman, düşman bu
kelime ile dost olur. Bir kimsenin malı ve canı bu
kelime ile mubah ya da haram olur.
Bir kimse, eğer bu kelimeyi kalbinin derinliklerinden
gelerek söylemişse, imana girmiş ve mümin
olmuştur. Eğer kalbinde bir şey bulunmadığı halde
sadece diliyle söylemişse, bu kişiye zahire göre
müslüman muamelesi yapılır, fakat hakikatte o kişi
münafıktır ve Allah (c.c.) katında kafir olarak hatta
kafirlerden de daha kötü bir ceza ve konum ile
yargılanır. Eğer bir kimse gücü yettiği halde bu
kelimeyi bile bile söylemezse, tüm müslümanların
ittifakı ile hem zahir ve hem de batın anlamda
kafirdir. Bu ümmetin ilk döneminde yaşayan
müslümanların, müçtehit imamların ve alimlerin
çoğunluğunun ortak görüşü budur."
İmandan Sonra Namaz ve Zekat Gelir
"Eğer bunda sana itaat ederlerse kendilerine Allah'ın
günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir."
Söylediklerine şehadet edip itirazsız boyun
eğerlerse, onlara Allah'ın (c.c.) kendileri üzerine beş
vakit namazı farz kıldığını bildir.
Burada, şehadet kelimesinden sonra namazın
emredilmesi bunun en büyük ve en önemli farz
olduğunu göstermektedir.
"Müşriklerden, ancak İslamı kabul etmelerinden
sonra farzları yerine getirmeleri istenir. Bu nedenle
onlar imandan önce bu farzlara muhatap değildirler.
Doğru olan şudur ki, kafirler şeriatımızın emir ve
yasaklar ile alakalı ayrıntılarına muhatap değildirler."
"Kendilerine bildir ki, Allah, zenginlerden alınıp
fakirlere verilmek üzere onlara sadakayı (zekat) da
farz kılmıştır."
"Zekat, ancak Allah'ı (c.c.) tevhid ölçülerine göre
birleyenlere,şart ve rükünlerine bağlı kalınarak,
vacipleri yerine getirilerek kılınan namaz ile birlikte
fayda sağlar. Zekat, Allah'ın (c.c.) Kitabında
namazla birlikte yer almıştır.
Yüce Allah'ın (c.c.) şu ayeti bu gerçeğe işaret eder:
"Oysa onlar doğruya yönelip, dini yalnız Allah'a has
kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı
vermekle emrolunmuşlardı. İşte dosdoğru din
budur." (Beyyine: 98/5)
İşte bu hususları yerine getiren bir kimse, davet
çinin davet esnasındaki becerisinin de katkısıyla
diğer emirleri de yerine getirir ve yasaklardan
kaçınır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Hürmetli aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde
öldürün. Onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme
yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz
kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın.
Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder." (Tevbe:
9/5)
Enes (r.a.) bu ayetle ilgili olarak der ki:
"Onların tevbeleri; putları bir tarafa bırakmaları,
Rablerine ibadet etmeleri, namaz kılmaları ve zekat
vermeleriyle sahih olur."
İbn Mesud (r.a.) da merfu olarak şöyle der:
"Namaz kılmak ve zekat vermekle emrolunduk.
Zekatı vermeyen bir kimsenin namazı da yoktur."
Mazlumun Bedduasından Sakınmak
Bu hadis gösteriyor ki, zekat toplamakla görevli olan
kişi, zekatları topladığı sırada, halkın mallarından
meşru olanın üzerinde bir fazlalık alırsa, malını aldığı
kimseye karşı zalim konumuna düşer. Oysa ezilen
ve zulme uğrayan kimselerin duası makbuldür.
Mazlumun duasının kabulü için mazlumun ahi ile
Allah (c.c.) arasında hiçbir engel yoktur.
Zekat toplayan memur, üstlenmiş olduğu bu görevi
yerine getirirken adaletli davranmalıdır. Meşru
olandan fazlasını alarak, halkın üzerinde zulüm
yapmamalı veya alınması gerekenden daha azını
alarak da fakirin hakkına zulmetmelidir. Adil olmalı
ve her iki tarafa da zulmetme konusunda Allah'tan
(c.c.) korkarak adaleti gözetmelidir."
Bu hadisten çıkarılan derslerden biri de şudur:
Rasulullah (s.a.v.) zekat toplayan memurlara şöyle
demek istemiştir:
"Kendinle mazlumun duası arasında, adalet zırhını
kalkan yap ve böylece zulmetmekten uzak dur.
Ancak bu şekilde dünya ve ahirette tüm
tehlikelerden korunman mümkün olur."
Bu hadiste aynı zamanda tüm zulüm çeşitlerini
bırakmaya yönelik bir ikaz vardır.
"Çünkü o dua ile Allah arasında, duanın kabulüne
engel hiçbir şey yoktur.
Eğitim konusunda işe en önemli olandan başlanır;
eğitim ve öğretim çalışmaları önem sırasına göre
yürütülür.
İslam Nedir?
" İslam; Allah'a teslim olmak, tevazu ile eğilerek
O'na karşı kulluk görevini yerine getirmektir.
İslam dini, Allah'ın (c.c.) razı olduğu ve rasullerini
kendisiyle gönderdiği dindir ki, bu dinin aslı bir tek
olan Allah'a (c.c.) teslim olmaya dayanır.
İslamın aslı ve özü kalptedir. İslam sadece Allah
(c.c.) karşısında tevazu ile eğilmek, O'ndan başka
tüm batıl ilahları terk etmektir. Bir kimse hem
Allah'a (c.c.) hem de başkalarına kullukta
bulunursa, kulluk ve ibadetinde büyüklenir, kibir
gösterirse müslüman olamaz. Aslında İslam ameldir.
Yani Allah'a (c.c.) kulluk konusunda hem kalp hem
de organlarla gerekenleri yapmaktır.
İmanın aslı, kalbin tasdiki, ikrarı ve tanımasıdır. Bu
da kalbin eylemidir. Çünkü imanın yeri kalptir."
Görüldüğü gibi İslamın temeli tevhid, yani ibadette
şirki bırakmaktır. Çünkü tüm rasullerin ortak daveti
budur. Tevhid ile Allah'a (c.c.) teslimiyet kastedilir.
Bu da Allah'ın (c.c.) kendilerine emrettiği şeyde
O'na itaat etmeyi, elçileriyle gönderdiklerine itaat
etmeyi gerektirir.
Nitekim Allah (c.c.) ilk Rasul olarak gönderdiği
Nuh'dan (a.s.) söz ederek şöyle buyurur:
"Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun ve O'na itaat
edin." (Nuh: 71/3)
Amel İmandandır
"Onlara Allah'ın kendileri üzerindeki haklarını bildir."
"Burada, 'La ilahe illallah' kelimesinin emir ve şeriat
olarak içerdiği hükümler yer almakta, Eş'ari mezhebi
bağlılarının ve Mürcie ekolünün savunduğu görüşün
aksine, amellerin imandan olduğuna dair delil
bulunmaktadır. Bu mezheplere göre ameller değil,
sözler imandandır ve iman sadece kalp ile tastikten
ibarettir. Onlar bu görüşleri savunarak Kitap ve
Sünnetin delalet ettiği açık gerçekleri arkalarına
atmışlardır. Çünkü yüce Allah'ın (c.c.) emrettiği ve
kullarından istediği şey; salih ameller işleyip, fasık
amellerden de kaçınmaktır.
Müşriklere, İslamdaki hakları kendilerine
bildirildikten sonra, eğer davetçinin dinine uyar ve
teklifini kabul ederlerse, mutlak yapmaları gereken
namaz, zekat gibi Allah'ın onlar üzerindeki haklan
bildirilir.
Nitekim Ebu Hureyre (r.a.) hadisi bunu belirtir:
"Eğer bunu yaparlarsa, benden canlarını ve mallarını
güvence altına almış olurlar." (Buhari İman: 18,
Müslim İman: 34, 36)
Yapılan Ameller Şeriata Uygun Olmalıdır
Farzlar eda edilirken, bunun şeriatın öngördüğü
ölçüler içerisinde olması gerekir. Müslümanlara,
Allah'ın (c.c.) helal ve haram konusunda açıklamış
olduğu sınırları aşmamaları ve bu husustaki
yasaklara uymaları emredilmiştir. Çünkü bu, imanın
bir gereğidir.
Helal, Allah (c.c.)'ın yapılmasına izin verdiği, serbest
bıraktığıdır.
Haram da, Allah (c.c.)'ın yasakladığı ve yapılmasını
istemediği şeydir.
Din, Allah (c.c.)'ın şeriat olarak koyduğudur.
Kişi aslı tevhid ve ihlas olan İslama bağlanır, ona
göre üzerine düşeni yapar, Allah (c.c.)'ın helal
kıldıklarını helal kılar ve haram kıldıklarını da haram
kılarsa, bu ölçülere göre emreder ve cihadını bu
yolda sürdürürse, bu kimse, üzerine düşen görevi
yerine getirmiş olur. Başarı Allah'tandır."
İmam Tebliğ İçin Uzak Yerlere Davetçi Gönderir
Hadisten, İmamın Allah'a (c.c.) davet için ehil olan
tebliğcileri ihtiyaç durumunda uzak yerlere
gönderebileceğini öğreniyoruz. Çünkü gerek
Rasulullah (s.a.v.) ve gerekse Raşid Halifeler bunu
yapmışlardır.
Ömer b. Hattab'tan (r.a.) Rasulullah'ın (s.a.v.) bir
hutbesinde şöyle dediği rivayet olunmuştur:
" Dikkat edin! Valilerimi sizi tokatlamaları ve
mallarınızı almaları için size göndermiyorum. Ancak
onları, size dininizi ve gitmeniz gereken yolları
öğretmeleri için gönderiyorum." (Ahmed)
Bir Kimsenin Hidayet Bulmasına Vesile Olmak
"Yemin ederim ki, senin aracılığınla bir kimsenin
hidayete ermesi, senin için kırmızı develerden daha
hayırlıdır."
Rasulullah (s.a.v.) burada, o günün şartlarına göre
en değerli mal varlığı ile karşısındakilere örnek
vermek istemiştir.
Nevevi (r.h.) diyor ki:
"Ahiretle ilgili şeylerin, dünya ile ilgili şeylere
benzetilmesi, meseleyi daha iyi anlatmak ve
muhataba kavratmak içindir. Yoksa işin aslında
ahiretteki bir zerre, dünyadan ve dünya içindeki her
şeyden çok daha hayırlıdır."
Hadiste, bir kimsenin bir insanın hidayete ermesine
vesile olmasının büyük bir fazilet ve eşsiz bir kazanç
olduğu gerçeği bildiriliyor.
Ayrıca hadisten, verilen bir haber üzerine
gerektiğinde yemin verdirilebileceği, fetva
istenebileceği, bu konuda karşıdan herhangi bir
istek ve teklif olmasa bile bunun yapılmasının caiz
olduğu sonucu çıkarılıyor.

You might also like