Professional Documents
Culture Documents
Birkaç Arpa Boyu 1. Cilt - Serpil Sancar
Birkaç Arpa Boyu 1. Cilt - Serpil Sancar
tmtupjüsr
V >■».« i i v
ÜNİVERSİTESİ
YAYINLARI
BİRKAÇ ARPA BOYU...
BİRİNCİ CİLT
D erleyen :
SERPİL SANCAR
KOÇ
ÜNİVERSİTESİ
YAYINLARI
İçindekiler
I. CİLT
Önsöz
ESER KÖKER
Eflatun Kadifeden Küçük Bir Fil
SERPİL SA N C A R
Nermin Abadan Unat'la Söyleşi
SERPİL SA N C A R
Türkiyede Kadın Hareketinin Politiği:
Tarihsel Bağlam, Politik Gündem ve Özgünlükler
YILDIZ ECEVİT
Türkiyede Kadın Emeği Konulu Çalışmaların
Feminist Tarihçesi
G Ü L A Y TO K SÖ Z — Ç A Ğ LA Ü N LÜ T Ü R K ULUTAŞ
Göç Kadınlaşıyor mu? Türkiye'ye Yönelen Düzensiz Göçe ilişkin Yazına
Toplumsal Cinsiyet ve Etnisite Temelinde Bakış
S E M A ERDER
Zor Ziyaret: Nataşa mı? Döviz Getiren Bavul mu?
Eski Doğu Bloku Ülkelerinden Gelen Kadınların Emek Piyasasına Girişi
AYŞE G Ü N D Ü Z H O ŞG Ö R
Kalkınma ve Kırsal Kadının Değişen Toplumsal Konumu:
Türkiye Deneyimi Üzerinden Karadeniz Bölgesindeki
İki Vaka’nın Analizi
EM EL M EM İŞ — Ö ZG E Ö Z A Y
Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe:
Türkiye Üzerine Yapılan Çalışmalara İlişkin Bir Değerlendirme
M ER Y EM KORAY
Küreselleşen Eşitlik Politikalarına Karşı Küreselleşen Kapitalizm:
"Sol-Feminist" Bir Eleştiri
AYTEN ALK A N
Şehircilik Çalışmalarının Zayıf Halkası: Cinsiyet
O YA ÇİTÇİ
19 79 d an 2010'a N eoliberal D önem de Kadın M em urlar
AYŞE D U RA KBAŞA
Türk Modernleşmesinin Kamusal Alanı ve "Kadın Yurttaş"
BELKIS KÜ M BETO Ğ LU
Feminist Yöntem ve Kadın Çalışmalarına ilişkin
Bazı Sorular, Sorunlar
SERPİL ÇAKIR
Feminist Tarih Yazımı:
Tarihin Kadınlar İçin, Kadınlar Tarafından Yeniden İnşası
II. CİLT
ÇİLER D URSUN
Türkiyede 19 75-20 10 A rasında Haber, Habercilik ve
Gazetecilik Çalışm alarında Kadın Sorunlarına Bakış ve
Feminist Yaklaşım lar
M İN E G EN CEL BEK
Ataerkillik, Piyasa ve Mesleki Değerler:
Medyada Aile İçi Şiddetin Temsili ve Üretim Pratikleri
S. RUKEN Ö ZT Ü R K
Türkiye Sinema Literatüründen Kadınlara Bakmak
C Ü ZİN Y A M A N E R
Cumhuriyet Dönemi Tiyatrosunun Yarattığı
Cinsiyetçi İmgelem
ASLI G ÜN EŞ
Aşk'ın Ekonomi Politiği: Popüler Aşk Romanları
Ö ZG EN DİLAN BO ZG A N
Kürt Kadın Hareketi Üzerine Bir Değerlendirme
Z E H R A YILM A Z
Küresel İslam Hareketinde Kadının Yeni Temsil Biçimleri: Türkiye Örneği
ELİFHAN KÖSE
Dindar Kadınlığın Kurulumunda Tesettür:
Beden, Yazın ve Özneleşme 823
BERN A ARDA
Tıbbın Cinsiyeti ve Biyoetik Açısından Kadın 849
HÜ LYA D U R U D O Ğ A N
Namusun ilmiği 871
G Ü LR İZ U YG UR
2 0 0 6 /17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi Işığında
Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeye Yönelik Devletin Ödevi: Değişen Devlet
Anlayışı mı? 883
F. İR EM Ç AĞ LAR
Türk Hukuk Mevzuatı Çerçevesinde Annelik 915
SEVGİ USTA
"Koca, Birliğin Reisidir" Hükmünden "Edinilmiş Mal Rejimi'ne:
Evli Kadının Hukuki Durumu 943
T
ürkiye’de 1970’lerin sonundan bu yana kadın çalışmalarının akademik
alanda görünür hale gelmesinin üstünden en azından otuz yıl geçti. Bu
otuz yılın, yeterince uzun ya da yerleşik bir akademik gelenek oluşturmak için
çok kısa bir süreç olduğu söylenebilir. Bugünden geçmişe baktığımızda kaç arpa
boyu yol aldığımızı düşünmek, göremediklerimizi görmek, sezemediklerimizi
fark etmek, kendimizi sorgulamak, bir durum saptaması yapmak ve bir bilanço
çıkarmak için otuz yıl uygun bir dönem olmalı.
Bugünden geçmişe baktığımızda, kadın çalışmalarının akademik alanda ilk
kurumsallaşma döneminin artık geride kaldığını söyleyebiliriz. Bu süreç içinde
kadın çalışmaları (KÇ) alanında birkaç merkez üniversitede (İstanbul, Ankara,
ODTÜ) yüksek lisans programlan açıldı (bugün hâlâ K Ç programlarının sa
yısının artmadığını görüyoruz) ve başka disiplinlere bağlı lisans, yüksek lisans
(YL) ve doktora programlarında kadın konulu dersler verilmeye başlandı. Kadın
çalışmaları alanında YL eğitimi, üniversitelerin sosyal bilimler enstitülerine bağlı
disiplinler arası KÇ anabilim dalları kurulması sayesinde gerçekleşti. Anabilim
dalı ve Y L programı gelişimini desteklemek ve eşgüdüm sağlamak üzere ka
dın sorunları araştırma ve uygulama merkezleriyse sadece Ankara ve İstanbul
Üniversitesi’nde kuruldu. Yine bu dönemde kadın çalışmaları Y Ö K doçentlik
başvuru alanları arasında sayılmaya başlandı ve bu sayede KÇ, akademik disip
linler arasına resmen kabul edilmiş oldu.1 Yakın dönemde ise Ankara Üniver
sitesi KÇ Anabilim Dalı Türkiye’de ilk kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları
doktora programını başlattı (2011-12 eğitim öğretim döneminde) . Bununla aynı
zamanda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu
Yönetimi Bölümünde Türkiye’de bir fakülte/bölüm altında (lisans düzeyinde)
kurulmuş ilk anabilim dalı olan Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Anabilim Dalı,
YO K’ten onay alarak çalışmalara başladı.
Yakın gelecekte KÇ akademik dünyada sadece yüzü dünyaya dönük birkaç
merkez üniversitede, birkaç “feminist” kadın akademisyenin kişisel ilgi alanı
olarak mı kalacak? Acaba “cinsiyet” analizleri bütün sosyal bilim alanlarını yatay
Serpil Sancar
Ağustos 2011, Ankara
BİRİNCİ KISIM
ESER KÖKER
N
ermin Abadan Unat, özyaşamöyküsünden damıttıklarım, 1996’da yayım
lanan Kum Saatini İzlerken (KSİ) adlı kitabında anlattı. Kendini kurma
arayışına eşlik eden anılarını, seçimlerini, Türkiye’ye “göç”ünü, karşılaşmalarını
ve onlara ilişkin nedenleri yeniden kurgulayarak okuyucusuna ileten bu oto
biyografik metin, kadın çalışmaları alanının retoriksel dönüşleriyle ilgilenenler
için sadece bir anı kitabı olmanın ötesine geçer. Yazarının akademik metinler
dışında tuttuğu metnin, Türkçe kadın çalışmaları yazınında akademik bir ilgiyi
hak edişi, kadın çalışmalarının değişim serüveni içindeki uğraklarla ilişkilidir.
Türk Toplumunda Kadın (TTK) ile başlayan akademik yönelişin kadının özya-
şamöyküsüne dökülmesi için geçen yirmi yıl yalnızca bir zamana işaret etmekle
kalmaz aynı zamanda bilimsel çalışmanın bedenini ortaya koyar. Kadınlığa ilişkin
sorunların hâkim sosyal bilim metodolojileri içinden zor kavranılırlığını aşmanın
bir yolu da bilim ile başka hikâye anlatıcılıkları arasındaki sınırları zorlamaktan
geçmektedir. Kurmacadan destek alarak gündelik hayatın bilgisini yani anıları,
mektupları, günlükleri ve düşleri öğretme/öğrenme sürecine katan biyografiler
ve otobiyografiler, bilgi kuramında kırk yıldır nesnellik iddiası taşıyan diğer
metinler kadar önemli, hatta belki biraz daha önemli olmaya başlamıştır. Ama
Türkçe yazında hayat hikâyelerinin yazılma güçlüğünü aşma hâlâ bellibaşlı
bir sorundur. Akademik ve uzman mesleklerde geçen yüzyıllık birikime rağ
men— anlatma ve yazma potansiyeline sahip gözüken nicel bir yoğunluk olsa
da— kadınların hayat hikâyelerinin yazımındaki azlık, bizi biz yapan hikâyelere1
gereksinim duymadığımız anlamına gelmediği gibi neden yazamadığımızı ya da
1 “Bizi Biz Yapan Hikâyeler” adlandırması William Randall’a aittir. Alt başlığı “Kendimizi
Yaratma Üzerine Bir Deneme” olan, yukarıdaki adlandırmayı başlığına taşıdığı kitabının
(1999) üçüncü bölümünde, öğretme/öğrenme ilişkisi ile yaşam sanatı/şiiri arasında mutlak
bir bağlantı kurar; otobiyografik anlatıyı kişisel kimlik yaratımının zorunlu gereği olarak
işaretler. Otobiyografi, bellek ve eylem gibi özgül nitelemelerin etrafında farklı anlatma bi
çimlerine açılır. Randall’ın hayatlarımızın yazarlığını sürekli ertelememiz ve sürekli kendimizi
kuramamamız arasında kurduğu bağ ile modern zamanların hikâye yazımı üzerine yaptığı
vurgu ile öğrenme/öğretmenin hikâye kurma arasındaki ilişkisi bu metinde temel alındı.
neden yazılmadığı hakkında çok şey söylemez.2 Nermin Abadan Unat’ın KSİ si
tıpkı T T K gibi sorunu erken tanıyan ilk metinlerden biridir.3
Sedef Kabaş’ın Hayatını Seçen Kadın başlıklı nehir söyleşisinin sonunda
(Kabaş, 2010, s. 328) Nermin Abadan Unat, güçlü hafızasını “Allah vergisi” bir
yetenek olarak niteler. Dün gibi hatırlatan belleği bileyen, ufacık eflatun kadife
fili fotoğraftan çıkarıp anlatıya çeviren bilinci dirilten, unutmanın mümkün-
lüğüdür. Yerler ve kişileri ayrıntılarıyla kaydeden otobiyografik bellek, yetişkin
2 Türkçe edebiyat eleştirisinde kadınlar ile yazma ilişkisini sorunlaştıran zihin açıcı bir
metin olan Kadınlar Dile Düşünce (2004) istisnadır. Bu kitap içinde yer alan iki yazıdan
ilki, Sibel Irzık’ın “Öznenin Vefatından Sonra Kadın Olarak Okumak” başlıklı makalesi
kadın çalışmaları içinde dönüşümün yeni dilinin kurulmasına yardım eden kavramsal
tartışmaları içerir. RanaTekcanın “Sessiz Sedasız Yaşayanlar: Biyografide Kadın” başlıklı
makalesi, kadınları konu alan biyografilerde biyografik öznenin eksik kurulumunu
çözümler. Anılan kitabın yanı sıra feminist kuramın edebi metinlerde duygu yapılarının
ikili karşıtlıklar aracılığı ile anlatımına dikkat çekerek “yitimi”, “yokluğu”, “boşluğu”
ve “ölümü” sorunlaştıran bir diğer istisnai çalışma için bkz. Ergun, 2009.
6 Ahmet îçduygu, “Türk Modernleşmesi İçinde Bir Rönesans İnsanı ve(ya) ‘Tecessürkar’ Bir
Biliminsanı: Nermin Abadan Unat” başlıklı makalesinde, “ [P]ozitivizm(e) taraftarlığını
açıklayan Aydınlanmacı görüşlerine karşın Nermin Abadan Unat(ın) aynı zamanda sosyal
Tüm geçişlilikleri ve yer değiştirme anlatılarını sabitleyen kuşaklarla çoğalan
kız arkadaşlıkları anlatıları KSİ’nin yan eksenlerinden birini oluşturur. Yetmiş
yıla yakm arkadaşlıklara eşlik eden mektuplar da küskünlükler/barışmalar da
sayfalarında yer almasa da 1930’lu yılların genç kızlarının, 1940’lı yılların genç
kadınlarının, 1960’h yılların genç annelerinin gündelik hayatlarında, okullarda
karşılaşma biçimlerinin aktarılmasına metin eşlik eder. 1960lı ve 1970’li yılların
akademisyen kadınlarının, ortak sınıfsal köken, benzeri veya aynı çevrelerde
bulunmuşluktan kaynaklanan tanışıklık hallerinin kum saatinden dökülmesi
bile, sadece sayısal dökümlerle övünme vesilesi haline getirilmiş “akademisyen
kadın sayımız batıdaki üniversitelerden bile çok (!)” cümlesi gibi cümlelerin
yetersizliğini ortaya koymaktadır. Göç yalnızı Nermin Abadan Unat’ın ikame
geniş ailesini oluşturan soğan kabukları gibi ayrışan farklı yaşlarda ve farklı
milliyetlerde/kültürlerde/mesleklerdeki kız arkadaşların sayısız kadın hikâyesi
kitabı zenginleştirirken, o hikâyeler aracılığıyla yarım kalmış hayatları merak
etmekten başka ne yapılacağını sorarız kendimize. Sahi ne olmuştu Kamile
Hanım’a ve Miss Hilde’ye?7
Feminist biyografiler ve otobiyografiler okur ile yazar arasındaki ilişkiyi dö
nüştürmeyi de amaçladıklarından eleştirel okuma düzeylerini de derinleştirirler.
Kolektif kadın gruplarının birlikte okuma alışkanlıklarından beslenen okuma
pratiklerini geliştirme ile başlayan ilgiyi sistemli hale getirmek için doğruyu
anlatmaya yönelik hikâye anlatıcılığının kendi üzerine düşünmesine paragraf
bilimleri ‘normatif bir zihin terbiyesi’ şeklinde alarak Weberei bir sosyal bilim anlayışını
benimse”miş olduğunu iddia eder ve bu karşıtlığı “paradoksal” bulmakla yetinmez, “ek
lektizm” olarak da niteler. Bu eklektizmin her ne kadar “sıradan bir dermecili(ğe) değil
bilinçli bir seçmecıli(ğe)” yaslandığını vurgularsa da şu tespitte bulunmaktan kaçınmaz:
“ [N] ermin Abadan Unat’ın bu farklı kuramları içeren yaklaşımı, onun dikkatsiz bir ek
lektik tuzağa düşmesinden çok, belki de bir yandan somut disiplinler arası eğilimi, diğer
yandan Ortodoks eğilimlerden uzak kalmaya çalışması, öte yandan ise sonsuz tecessüsü
ile ilgilidir”(İçduygu, 2001, s. 192-4). Içduygu’nun; Nermin Abadan Unat’ın, 1970’lere
kadar hâkim siyaset bilim paradigmasının pozitivizm ile anlamaya dayalı yorumcu yöne
limleri bir arada tutmayı politik gaye edinen Amerikan siyaset bilimi izleklerinin dışına
çıkma istekliğini sadece disiplinler arası alanda çalışma eğilimi ile— yazarın öne sürdüğü
diğer iki neden psikolojiktir— açıklaması yeterli bir açıklama değildir. Antipozitivist
yöntemlerle çalışması neredeyse zorunluluk taşıyan disiplinler arası alanlar—ki feminist
çalışmalar da bu alanlardan birisidir—kendi varlık nedenlerini yöntem sorunu etrafında
kurmuşlardır. Onların varlık nedeni, karşıtlıklara dayalı metodolojileri dönüştürme
arzularıdır. Içduygu’nun bilimsel yöntemler arasına yerleştirmediği feminist kuram ve
yöntem, öncelikle yöntemsel melezliği öngörür. Bu yöntemsel melezlik sayesinde/ara-
cılığıyla otobiyografik metinler sadece kronolojik bir yaşamöyküsü olmaktan da başka
akademik metinler için “dolgu malzemesi” olmaktan da çıkar.
7 Kamile Hanım için bkz. Abadan Unat, 1996, s. 149 ve Miss Hilde için bkz. s. 278-9.
açarlar. Modern anlatı türlerinden— dedektif hikâyelerindeki mutlak matema
tiksel akıldan da, psikoterapik sorma biçiminden de, mahkeme salonundaki
çapraz sorgudan da— öğrenilen her türlü soru sorma biçimini metne yöneltmeyi
sürdüren okuma biçiminin inşası için ya niyet edilene ya sorunun ortak keşfine
birincil önem atfeden okuma, biyografilerin ya da otobiyografilerin ana unsuru
olarak kabul görür. Bir başka deyişle, otobiyografik ya da biyografik metinleri
geliştiren şey, onlara yönelik eleştirinin farklı kadınlık halleri içinden ve farklı
yöntemlerle sürdürülmesidir. Türkiye’de kendisine çok sınırlı bir yaygınlaşma
alanı bulmuş olan bu metinlerin çoğalabilmesi için öncelikle gereksinim duyu
lan eleştirel okumadır. Siz üç baskı yapmış olmasına rağmen hiçbir akademik
yayında eleştiri almamış olan Kum Saatini izlerken in yeterince okunduğunu
düşünüyor musunuz? Kitap yeterince okunmuş olsaydı hâlâ Yavuz Abadan ın
hayat hikâyesinden kesitlerin aktarıldığı kısımlarda başlıklar, “Üniversite Yıllarım”
ya da “Almanya’daki Yıllarım” olarak kalabilir miydi? Bu hayat karışıklığına bir
editör müdahalesinin eksikliği mi denirdi yoksa bu dil sürçmelerinin altında
yatanın ortaklaşılmış tek bir hayata özlem olduğu mu söylenirdi?
KAYNAKÇA
Abadan Unat, N. (2007) Kum Saatini İzlerken, İstanbul: İletişim.
Ergun, Z. (2009) Erkeğin Yittiği Yerde, İstanbul: Everest.
Foss, K.A., Foss, S.K., Griffin, C.L. (1999) Feminist Retorical Theories, Cali
fornia: Sage.
Heilbrun, C.G. (1992) Kadınların Özyaşamım Yazarken çev. Yurdanur Salman,
Gülşat Aygen, Istanbul: YKY.
Irzık, S., Parla, J. (2004) Kadınlar Dile Düşünce, İstanbul: İletişim.
İçduygu, A. (2001) “Türk Modernleşmesi İçinde Bir ‘Rönesans’ İnsanı ve(ya)
‘Tecessüskar Bir Bilim İnsanı’: Nermin Abadan Unat,” Doğu Batı Dergisi,
yıl: 4, sayı: 16, s. 185-97.
Kabaş, S. (2010) Hayatım Seçen Kadın, Nermin Abadan Unat, İstanbul: Doğan
Kitap.
Kessler-Harris, A. (2009) “Why Biography?,” American Historical Rewiew,
Temmuz, s. 625-30.
Margadant, J.B. der. (2000) The New Biography, Los Angeles: University of
California.
Randall, W. (1999) B izi Biz Yapan Hikâyeler, çev. Şen Süer Kaya, İstanbul:
Ayrıntı.
Steedman, C. (1989) Womens Biography and Autobiography, Form o f History,
Histories o f Form, Londra: Pandora.
Young-Bruehl, E. (1998) Subject to Biography, Psychoanalysis, Feminism and
Writing Womens Lives, Londra: Harvard University Press.
"Türkiye'de Kadınlar Gönüllü Olarak
Özgürlüklerinden Vazgeçiyor"
SERPİL SANCAR
Kadınların özgür olmaması onları sürekli bağımlı kişilik ve ikinci sınıf vatandaş
konumuna sokuyor. Şimdi genç kuşak farklı bir özgürlük anlayışı iddiasında.
Kendi iradesiyle kendini arka plana atıyor. Bir ülkede annelik ne kadar önem
liyse bağımsız bir şahsiyete sahip olmak ve bütün yeteneklerini geliştirmek için
çalışmak da o kadar önemli. Gerçek bir demokraside erkeklere sunulan imkânlar
ne ise kadınlara da o imkânların sunulması lazım. Kadınlar da erkeklerle aynı
şekilde spor yapabilmeli, sanatsal merakları varsa bunları geliştirebilmeli; yani
özgür olmaları gerek. Ben Türkiye’de kadınların gönüllü olarak özgürlüklerinden
vazgeçtiklerini düşünüyorum. Bu beni çok üzüyor.
• Benim kadın meselesine ilgim 1949’da İsveç’e gitmemle başladı. Oraya bir
davet üzerine gittik ve bir ay kaldık. Birlikte gittiğimiz grupta Adana milletvekili
Makbule Dıblan’ı hatırlıyorum. Başkaları da vardı, yakın Doğu ülkelerinden
gelmiş kadınlar... Kadın meselesiyle ilgilenmem, kişisel merak anlamında bu
tür dış ülkelerde gördüklerimle başladı. Bu ziyaretler itici faktör oldu. Yabancı
ülkelerde bu alanda neleri nasıl yaptıklarını, organizasyonlarını, ürettikleri çö
zümleri gördükçe bu alanda çalışmaya başladım. İsveç’te her gün bir konferans
oluyordu; örneğin kürtajla, gebeliği önleyici politikalarla ilgili konferanslar....
Kürtaj o zaman Türkiye’de yasaktı, doğum kontrolü bilinmiyordu. Ama orada
her şey tartışılıyordu. Aynı yıllarda üç ay Almanya’da kaldım, asistanlık yaptım.
Orda kadın meselesi hiç gündemde değildi. Hatta siyaset bilimi bile yeni yeni
ortaya çıkıyordu. O dönemde kadın konusunda gelişim İsveç’teki gibi sosyal
demokrat partilerin yönetim dönemlerinde oldu.
• Türk Toplumunda Kadın kitabının yazılmasına yol açan gelişmelerin köşe taşları
ne idi?
• 1980 sonrasında solun kadın sorunlarını öteye atan bakış açısı zayıfladı. Devrim
olacak, her şey düzelecek inancı... Ama yeni feminist kuşağın gelişimi 1990’ları
buluyor. Kadın çalışmalarının gelişimine benim bakışım şöyle: 1920’lerden
i96o’a kadar kadınlarla ilgili daha çok hukuki görüş ağır basıyor. Kanunlarda
yapılan değişiklikler kadınlara kapıyı açıyor. Ama legalistik bu bakış çok kısır,
verimli değil. Benim bu bakışın kısırlığını anlamam kadın meselesinin farklı
yönleriyle ilgilenmem 1949’da İsveç’e gitmemle oldu. Onu da yazdım, Yeşil Göller
Ülkesi adlı kitapta... Orada kadınların sendikal ve bedensel hakları, dernekler
yoluyla toplumla ilişki kurmalarını daha açık gördüm. Sonra A B D ’ye gittiğimde
1952-3’te kadın meselesinin daha hâlâ altı çizilmiyordu. Fransa’da da Simone de
Beauvoir’ın kitabı da felsefi olduğu için çok etki yapmadı o zaman. Egzistansiya
lizmin bir parçası olarak değerlendirildi, bir kadın meselesi olarak algılanmadı.
İkinci Cins’i yazıyor ama kendisi de kadın meselesi yok diye söylüyor, annelik
meselesini, kadının anatomik ihtiyaçlarını reddediyor. Felsefi olarak “öteki”
olmakla ilgileniyor. Bu nedenle bu çok etki yapmadı. Etki yapan şey 1960’lara
doğru BM ’de Eleanor Roosevelt’in hazırlığında rol aldığı ve desteklediği İnsan
Hakları Bildirgesi’nin kadınları nasıl kapsadığına dair başlayan tartışmadır. Bu
önemli tartışmalar bir .yıl kadar sürdü. Sonra bir metin üzerinde anlaşıldı. BM
İnsanHakları ile ilgili metinler teker teker ele alınmaya başlandı. Bu B M ’de
kadının insan hakları yaklaşımının gelişimine kapı açtı, onun kapsamında
çalışmalar yürütülmeye başlandı.
Yine 1960’lara doğru nüfus planlaması çalışmaları başladı. Doğum kont
rol araçlarının serbest satılması, kadının doğurup doğurmama hakkı, kadının
kendine özgü bir hak olarak tartışıldı. Sonra bunu dinciler durdurdu. 1970’le
rin başında BM ’nin İstanbul’da düzenlediği, benim de katıldığım önemli bir
toplantı oldu. Bu toplantıda doğum kontrolü araçlarının ve doğum kontrolü
nün kadına özgü bir hak olduğu iki hafta tartışıldı. Doğum kontrol hakkının
yaygınlaştırılması üzerine bir toplantı yapıldı. O zaman benim de üzerinde dur
duğum hukukun bu konuda yetersizliği ve hukuki düzenleme yoluyla bu ko
nudaki gelişime yol aşması gereği idi. Tartışmalarda hep “kanunlar bu konu
da gelişmeyi sağlayabilir,” diye bakıyorduk. Kanunlar bir hukuk devletinde et
kili olabilir ama bugün bir hukuk devleti oluşmadığı için bu mümkün değil.
1975’te BM Kadın Yılı ilan edildi. Ben o toplantıya gitmedim. Nilüfer Yalçın
ve başka akademisyenler gitti ama onlar da Türkiye’ye döndüklerinde bize orada
ne olduğunu hiç anlatmadılar. Avrupa’da da BM ’nin açtığı yoldan toplantılar
yapılmaya başlandı. O dönemde kadın meselesi ekonomik-toplumsal gelişmey-
lebağlantılı olarak konuşulmaya başlandı. Gelişmede kadınların oynadığı rol
üzerinde duruluyordu. Ester Boserup, gelişmenin kadınları nasıl bağımlı hale
getirdiğini anlatıyordu o zaman. Kadın sorununa önem verilmezse ekonomik
gelişmenin kadınların durumunu iyileştirmesinin mümkün olmadığını gösterdi.
1978’den sonra Avrupa Konseyi Kadın-Erkek Eşidiği Komisyonu’na seçildim
ve Türkiye adına komisyon toplantılarına gitmeye başladım. Bunun etkisiyle de
kadın çalışmaları konusuna duyduğum ilgi ve bu alandaki çalışmalarım arttı.
Komisyona Hariciye’den öğrencim Filiz Dinçmen sayesinde seçildim. O güne
kadar kadın konusunda yazılar yazmıştım ama bu alanda ders vermiyordum.
Bu komisyonun kurulma nedeni de 1980’de yapılacak BM Kadın Toplantısıydı.
T B M M ’de senatörlükten fakülteye döndükten sonra, yani 12 Eylül sonrası,
SBF’de ilk kadın konulu dersi vermeye başladım. O dönemde SBF, solcu dam
gası yemişti, bu görüntü olmasın diye kadın dersine izin verildi. Oysa ki her
kes solcu değildi, çok geniş bir karşıt grup vardı. Necdet Serin, Güney Devrez,
Orhan Türkay, Mehmet Gönlübol, Aydın Yalçın, vb... Bu ortamda, benim ka
dın dersi vermek istemem üstüne çok tartışılmadı, bu ders rahatça Profesörler
Kurulu’ndan geçti. SBF kendisinde Türk kamuoyuna karşı bir aydınlatma ve
bilgilendirme misyonu görüyordu. Profesörler Kurulunda her hafta bir karar
alınıyor ve siyasal alanda hükümete karşı bir muhalefet oluşturuluyordu. Her
karar oylamayla alınırdı. Ben Boğaziçi Üniversitesine geçtikten sonra orada ka
rarların hep oybirliğiylealındığmı gördüm. SB F ’de Profesörler Kurulunda tar
tışmalar parlamentodaki gibi formel kurallara göre yapılırdı. Söz alma, yeter
lik önergesi verme vb, tamamen meclis usullerine göre yapılırdı, çok formel-
di. Profesörler Kurulunda devamsızlık yapılmazdı, bu çok ciddi bir durumdu.
Yurtdışındaki çalışmalara katılma profesörler kurulunda izinle oluyordu. Ama
bir sürü kıskançlıklar da oluyordu tabii. İlk kadın konulu dersi vermem 12 Ey
lül sonrasındaki bu ortamda kabul edildi.
• Siyasalpartilere nasılyansıdı?
• Siyasal partilerde kadın sorununu ciddiye almadan nasıl bir gelişim oluyor?
Türkiye’de sosyal demokrat partiler bu gelişime neden yol açmadı?
14 Ağustos 2011
Küçükkuyu-Edremit
Nermin Abadan Unat (Suley)
rof. Dr. Nermin Abadan Unat 1921 yılında Viyana’da doğdu. Lisans eğiti
P mini 1944 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı.
Doktorasını ise 1955 yılında Ankara Üniversitesi Kamu Hukuku Bölümü’nden
“Halk Efkârı Mefhumu ve Tesir Sahaları” başlıklı teziyle aldı. Kadın konulu
ilk çalışması 1967 yılında Raphael Patai’nin Women in the Modern World kitabı
için yazdığı “Turkey” makalesidir.
Şu anda emekli olan Abadan Unat, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesidir.
Çalışma Alanları
• Kadınların yasalar karşısında eşit ve eşitsiz konumları
• Türkiye’de kadınlarla ilgili olarak gerçekleştirilen reformlar
• Feminizm kuramları
• Kadınların siyasal katılımı
• Uluslararası göç sürecinde Türkiye’den giden erkek ve kadın işçilerin sorunları
• Göçmen kadınların iş dünyası ve aile yaşamında karşılaştıkları sorunlar
• Zora dayalı fuhuş ve göç
• Türkiye’de eğitim alanında yapılan reformlar ve bu reformların kadınların
eğitim düzeyine yansıması
• Türk Medeni Kanununun değiştirilmesi konuları ve uygulaması
• Türkiye’de doğurganlık ve kürtaj sorunları
• Kadın ve medya
• Kamu yönetiminde kadın, ulusal mekanizma
• Kadına karşı şiddet
DENİZ KANDİYOTİ
Giriş
16-19 Mayıs 1978’de İstanbul’da gerçekleşen “TürkToplumunda Kadın” başlık
lı seminer, aralarında sosyolog, sosyal psikolog, iktisatçı, nüfusbilimci, siyaset
bilimci ve başka pek çok disiplinden gelen bir kadın uzmanlar grubunu kaza-
nımların, süregelen sorunların ve mücadelelerin bir dökümünü yapmak için
bir araya getirdi. Profesör Nermin Abadan Unat’ın öncülük ettiği bu girişimin
sonunda yayımlanan Türk Toplumunda Kadın başlıklı derleme kitap, kadın ça
lışmalarını akademide meşru bir akademik araştırma alanı olarak kurma anla
mında bir dönüm noktasını temsil eder. Böylece kadın sorunu, ilk defa siste
matik olarak, nüfus, işgücüne katılım, eğitim ve siyasal katılım gibi bugün hâlâ
geçerliliğini koruyan ve halihazırda elinizdeki derlemenin içeriğinde yansıyan
temel anahtar başlıklar çerçevesinde ele alınmış oldu. 1980’ler ve 1990’lardan
bu yana her on yılda bir bu alandaki ve kadın hareketindeki değişimlere bak
tığımızda daha gelişmiş çalışmaları yansıtan yeni yayınları görüyoruz (Tekeli,
1990; Bora ve Günal, 2002).
13 Mart 2010’da Koç Üniversitesinde yeni kurulan Toplumsal Cinsiyet Ça
lışmaları Merkezi bünyesinde, Türk üniversitelerinde bulunan Kadın ve Top
lumsal Cinsiyet Çalışmaları Merkezleri’nin temsilcilerini, bu merkezlerin ça
lışmalarını değerlendirmek ve muhtemel işbirliğine yönelik bir gündem oluş
turmak amacıyla bir araya getiren küçük bir toplantı gerçekleştirildi. Söz ko
nusu merkezler ve onların yürüttüğü yüksek lisans programları büyük ölçü
de kumrularında yer edinme ve tanınma konusunda bürokratik mücadele ve
1 Bu yazının daha önceki bir versiyonu, "Gender and Women’s Studies in Turkey:
A Moment for Reflection” New Perspectives on Turkey, sayı: 43, 2010, s. 165-176 olarak
yayınlanmıştır. Çeviriyi baskıya hazırlayan: Serpil Sancar (çeviri için Pınar Melis Yelsalı,
Nazan Çiçek ve Güzin Yamaner’e çok teşekkür ederim).
ren akademideki feministlerin kendilerini konuya adanmışlıkları ve çabalarıy
la kuruldu. Ankara ve İstanbul’daki öncü kuruluşların ötesinde coğrafî yayılı
mına bakılarak değerlendirildiğinde, bugün toplumsal cinsiyet ve kadın çalış
maları alanı Profesör Abadan Unat’ın 1970’lerde hayal bile edemeyeceği, o za
manlarda ancak uzak bir umut olabilecek bir yaygınlığa ulaştı. Bu süreçte top
lumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları alanı daha fazla görünürlük ve önemli ku
rumsallaşma başarısı gösterdi. Yine de 2010 Martı’nda gerçekleşen toplantı
ya katılanlarda, kadınların haklarını savunma konusunda yeterince etkili olup
olamadıkları, kadın hareketiyle ve sivil kadın örgütleriyle bağlarının yeterince
güçlü olup olmadığı ve çalışmalarının kamu politikaları gündeminde herhangi
bir etki yaratıp yaratmadığı konusunda tedirginlik vardı. Bu özgün meseleler
hakkında genel hava pek iyimser değildi. Yasal sistem ve siyasa yapıcılarla giri
şilen mücadeleye ilişkin anlatılar, geriye gidişlere ve zor kazanılan konumların
geri alınmasının yol açtığı kısmi başarılara dikkat çekiyordu.2 Ayrıca Medeni
Kanun (2001’de değişti) ve Ceza Kanununun (2004’te değişti) yeniden düzen
lenmesini kapsayan yasal mücadele ve lobi faaliyetleri de kadın hakları eylem
cilerinin aşmak zorunda olduğu engellerin ve kazanmaların kırılganlığını göz
ler önüne seriyordu.3
Toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarının kurumsallaşmış bilimsel bir alan
haline gelmesiyle beraber alanın uygulayıcılarının kendi alanlarındaki araştırma
sonuçlarını cinsiyet açısından eşitlikçi sosyal, kültürel ve ekonomik politikalara
yansıtmadaki başarı dereceleri konusunda giderek artan bir tedirginlik duyma
larında kaçınılmaz bir ironi var. Bu sorunlu hal sadece Türkiye’deki akademis
yenlere ve aktivistlere özgü bir durum değil; daha küresel düzeyde hem ikin
ci dalga feminizm hem de uluslararası kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları
alanında bu türden bir durumun varlığından söz edilebilir (bkz. Fraser, 2009;
Hawkesworth, 2011). Bununla birlikte, başka bir yerde belirttiğim gibi, kadın
hareketleri ulus ötesi bağlar ve ortak tartışmalar yoluyla sürekli etkileşim için
de olsalar da kaçınılmaz olarak yerel gündemlere ve sorunlara yanıt veren yerel
özellikler içeriyor (Kandiyoti, 1996). Bu makalenin temel amacı Türkiye’deki
kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının, hem 1970’lerden itibaren alanı bi
çimlendiren düşüncelerin ve kurumların oluşturduğu küresel arkaplan içinde
2 En açık örnek 1990’larda genç kız intiharlarına yol açan zorunlu bekaret testi konu
sundaki mücadeleydi (Bkz. Parla, 2001). Feminist gruplar bekaret testlerinin Ceza
Hukuku’ndan tamamen çıkarılması konusunda kampanya yürütmüşlerdi, ancak 2004
tarihli yeni Ceza Kanunu hâkim ya da savcı tarafından hüküm verildiği durumlarda
bekaret testlerine halen olanak tanımaktadır.
5 Bu tartışmalara yönelik benim tarafımdan yapılan katkılar için bkz. Kandiyoti, 1988,
1998; Acker, 1989.
7 Bu konudaki klasik kaynaklar için bkz. Crenshaw, 1991; Hill Collins, 2000a, 2000b.
9 Daha kapsamlı bir eleştiri için bkz. Cornwall, Harrison ve Whitehead, 2006.
13 Bu tarzın örnekleri için bkz. al-Hibri, 1982; Riffat, 1996; Mernissi, 1991; Ahmed, 1992;
Barlas, 2002; Mir-Hosseini, 1999.
15 Buna örnek çalışmalar için bkz. Göle, 1997; Saktanber, 2002; White, 2003.
etkileşim olduğu, kadın hareketinin ST K ’laşması ve apolitikleşmesi hakkında
bir tür iç muhasebe ile meşgul olması eleştirel akademik çalışmaların gelişi
mine katkı yapıyor.16 Türkiye’nin küresel yönetişim ve uluslararası kalkınma
kurumlan ile uzun zamandan beri ilişkili olmasına rağmen, bu tür çalışmaların
Türkiye’de şaşırtıcı biçimde sessizlikle karşılanması hakkında bir makale yazdım
(Kandiyoti, 2010). Türkiye’de halihazırdaki toplumsal cinsiyete ve kadınlara
yönelik akademik bakış açılan kendi kuram ve yaklaşımlarını çerçeveleyen ve
şekillendiren uluslararası ve ulusal düşünsel ve kurumsal altyapıya tam hakkını
vermezse, kendi tarihlerini dürüstçe yazmakta zorlanabilirler.
21 İmam nikâhı kıyarak ve resmi şekilde kaydettirmeksizin birden fazla kadınla evlenmek
Türkiye’de yeni ortaya çıkmış bi pratik değil. Ancak bununla beraber söz konusu
uygulamanın son dönemlerde daha yaygın bir kültürel kabul görmeye başladığı ve
meşruiyetini güçlendirdiği anlaşılıyor. Örnek için bkz. “İkinci Eşe Takipsizlik,” Radikal,
22 Şubat 20iı. Çokeşliliğin bir kadın köşe yazarı tarafından savunulduğu daha ilginç
bir örnek için bkz. http://www.t24.com.tr/sibel-uresin-muhafazakar-kadinlar-orgazm-
olmayi-bilmiyor/haber/i4693i.aspx.
minin Türkiye’deki kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarında neden bu kadar
kalıcı ve dayanıklı olabildiğine dair bize bir fikir verebilir.
Ataerkillik teriminin feminist teori içinde geçirdiği kavramsal dönüşümler
ve uğradığı eleştiriler bir yana, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet rejimi içerisindeki
keskin iktidar hiyerarşilerini ve derin eşitsizlikleri ifade edebilme gücüne sahip
bir dile halen ihtiyaç duyulduğu ortadadır.22 Erkeklik ayrıcalıklarının yeniden
güçlendirilmesinin sosyolojik ve siyasi olarak ne düzeyde gerçekleştirilebilir
olduğu ampirik bir sorudur. Bu soru ancak somut toplumsal kurumlarla ilişki
içinde ve değişik türden kadın ve erkek gruplarının birbirleri arasında ve kendi
içlerinde var olan etkileşimin analiz edilmesi aracılığıyla cevaplanabilir. Bununla
birlikte, bu karmaşık konularla ilgilenmek, en azından, farklı siyasi ve kurumsal
aktörler arasındaki ilişkilerin akışkan ve açık uçlu doğasını baştan kabul etmeyi
gerektirir. Türkiye’deki toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları açıkça bu zemine
kaymalıdır. Aynı zamanda inanıyorum ki Türkiye’deki toplumsal cinsiyet ve
kadın çalışmaları kendi eleştirel tarihini dürüstçe ve kendini kayırmaksızın
yazabildiği zaman rüştünü tamamen ispatlamış olacaktır.
22 Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum) tarafından 2009 yılında yayım
lanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporunda kadınlar ve erkekler arasındaki
eşitlik bakımından Türkiye toplam 134 ülke içinde 129. sırada yer almıştır. Daha önemlisi
Türkiye’nin bu sıralamada hızla aşağı doğru kaymasıdır. 2006 yılında 105. sıradayken
2007’de 121. ve 2008’de 123. sıraya düşmüştür. En son yayımlanan 2010 raporu Türkiye’yi
126. sıraya yani en altta yer alan gruba yakın bir noktaya yerleştirmiştir.
KAYNAKÇA
Abu-Lughod, L., der. (1998) Remaking Women: Feminism and Modernity in the
Middle East, New Jersey: Princeton University Press.
Acar, F. (1990) “Türkiye’de Kadın ve Islam,” Kadın Bakış Açısından 1980’ler
Türkiye’sinde Kadın Olmak, der. Ş. Tekeli, İstanbul: İletişim.
Acker, J. (1989) “The Problem With Patriarchy,” Sociology, cilt: 23, sayı: 2, s.
235-40.
Ahmed, L. (1992) Women and Gender in Islam: Historical Roots o f a Modern
Debate, New Have : Yale University Press.
al-Hibri, A. (1982) “A Study of Islamic Herstory: Or How Did We Ever Get
Into This Mess?”, Womens Studies International Forum: Women and Islam,
der. A. al-Hibri, s. 207-19. New York: Pergamon.
Altinay, A. (2006) The Myth o f the Military Nation, Palgrave Macmillan.
Altınay, A. ve Arat, Y. (2007) Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul.
Alvarez, S. (1990) Engendering Democracy. Women’s Movements in Transition
Politics, Princeton: Princeton University Press.
Appleby, R.S. (2010) “O f Fundamentalisms, Secular and Otherwise,” Open
Democracy, http://www.opendemocracy.net/5050/rscott-appleby/of-
fundamentalisms-secular-and-otherwise.
Arat, Y. (1990) “Feminizm ve İslam: Kadın ve Aile Dergisi f/zerine Düşünceler”
Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Olmak, der. Ş. Tekeli,
İstanbul: İletişim.
Baden, S. ve Goetz, A.M. (1998) “Who Needs (Sex) When You Can Have
(Gender)? Conflicting Discourses on Gender at Beijing,” Feminist Vision of
Development, der. C. Jackson ve R. Pearson, Londra: Routledge.
Barlas, A. (2002) “Believing Women”in Islam: Unreading Patriarchal Interpre
tations o f the Qur’an, Austin: University of Texas Press.
Bora, A. ve Günal, A., der. (2002) 9 0 ’larda Türkiye’de Feminizm, İstanbul:
İletişim.
Butler, J. (1990) Gender Trouble, New York: Routledge.
Butler, J. (1993) Bodies That Matter, New York: Routledge.
Chapell, L. ve Hill, L., der. (2006) The Politics o f Women’s Interests, Londra:
Routledge.
Connell, W.R. (1990) “The State, Gender and Sexual Politics: Theory and
Appraisal,” Theory and Society, cilt: 19, s. 507-44.
Cornwall, A., Harrison, E. ve Whitehead, A., der. (2006) Feminisms in Deve
lopment: Contradictions, Contestations and Challenges, Londra: Zed Books.
Crenshaw, K.W. (1991) “Mapping the Margins: Intersectionality, Identity Po
litics, and Violence against Women of Color,” Stanford Law Review, cilt:
43, sayı: 6 ., s. 1241-99.
Çağlayan, H. (2008) Analar, Yoldaşlar, Tanrıçalar, İstanbul: İletişim.
Kisenstein, H. (1996) inside Agitators: Australian Femocrats and the State, Phi
ladelphia: Temple University Press.
I'Yaser, N. (2009) “Feminism, Capitalism and the Cunning of History,” New
Left Review, Mart-Nisan, sayı: 56, s. 97-117.
(¡öle, N. (1997) The Forbidden Modern: Civilization and Veiling, Ann Arbor:
The University of Michigan Press.
Hawkesworth, M. (2011) “Signs 2005-2015 Reflections on the Nature and
Global Reach of Interdisciplinary Feminist Knowledge Production,” Signs,
İlkbahar, cilt: 36, sayı: 3, s. 511-9.
Hill Collins, P. (2000a) Black Feminist Thought: Knowledge, Consciousness, and
the Politics o f Empowerment, 2. baskı, New York: Routledge.
Hill Collins, P. (2000b) “Towards a New Vision: Race, Class and Gender as
Categories öf Analysis and Connection,” Readings for Diversity and Social
Justice, der. M. Adams, New York: Routledge.
Kabeer, N. (1994) Reversed Realities: Gender Hierarchies in Development Tho
ught, Londra: Verso.
Kandiyoti, D (1998) “Gender, Power and Contestation: Rethinking ‘Bargai
ning with Patriarchy,’” Feminist Visions o f Development, der. C. Jackson ve
R. Pearson, s. 135-51, Londra: Routledge.
Kandiyoti, D. (1988) “Bargaining with Patriarchy,” Gender & Society, cilt: 2,
sayı: 3, s. 274-90.
Kandiyoti, D. (1993) “Identity and Its Discontents: Women and the Nation,”
Colonial Discourse and Post-Colonial Theory: A Reader, der. L. Chisman ve
P. Williams, New York: Harvester Wheatsheaf.
Kandiyoti, D. (1996) “Contemporary Feminist Scholarship and Middle East
Studies,” Gendering the Middle East: Emerging Perspectives, der. D. Kandiyoti,
Londra: I.B. Tauris.
Kandiyoti, D. (1997) “Gendering the Modern: On Missing Dimensions in the
Study of Turkish Modernity,” Rethinking Modernity and National Identity
in Turkey, der. S. Bozdoğan ve R. Kasaba, s. 113-32, Seattle: Washington
University Press.
Kandiyoti, D. (2009) “Gender in Afghanistan: Pragmatic Activism,” Open
Democracy, http://www.opendemocracy.net/deniz-kandiyoti/gender-in-
afghanistan-pragmatic-activism.
Kandiyoti, D. (2010) “Gender and Women’s Studies in Turkey: A Moment
for Reflection?”, New Perspectives on Turkey, sayı: 43, sonbahar, s. 165-76.
Kandiyoti, D. (2011) “A Tangled Web: The Politics of Gender in Turkey,”
http://www.opendemocracy.net/5050/deniz-kandiyoti/tangled-web-politics-
of-gender-in-turkey.
Kardam, N. (2005) Turkey’s Engagement with Global Women’s Human Rights,
Aldershot: Ashgate.
Khan, N. (2002) “The Impact of Global Women’s Movements on Internatio
nal Relations: Has It Happened?”, Common Ground and Mutual Exclusion:
Women’s Movements and International Relations, der. M. Braig, S. Wolte,
Londra: Zed Books.
Khan, N. (2002) “The Impact of Global Women’s Movements on Internatio
nal Relations: Has It Happened?”, Common Ground and Mutual Exclusion:
Womens Movements and International Relations, der. M. Braig ve S. Wolte,
Londra: Zed Books.
McRobbie, A. (2004) “Post-feminism and Popular Culture,” Feminist Media
Studies, cilt: 4, sayı: 3, s. 255-64.
Mernissi, F. (1991) Women and Islam: An Historical and Theological Enquiry,
Oxford; Blackwell.
Mir-Hosseini, Z. (1999) Islam and Gender: The Religious Debate in Contempo
rary Iran, Princeton: Princeton University Press.
Mutluer, N., der. (2008) Cinsiyet Halleri, Istanbul: Varlık.
Ottaway, M. (2005) “The Limits ofWomen’s Rights,” UnchartedJourney: Pro
moting Democracy in the Middle East, der. T. Carothers ve M. Ottaway, Was
hington D.C.: Carnegie Endowment for International Peace.
Parla, A. (2001) “The ‘Honor’ of the State: Virginity Examinations in Turkey,”
Feminist Studies, sayı: 27, no. 1, s. 65-88.
Riffat, H. (1996) “Feminist Theology: The Challenges for Muslim Women,”
Critique: The Journalfor Critical Studies of the Middle East, sonbahar, sayı:
9, s. 53-65.
Saktanber, A. (2002) Living Islam: Women, Religion and Politicization o f Cul
ture in Turkey, Londra-New York: I.E. Tauris.
Sancar, S. (2009) Erkeklik: İmkânsız İktidar, Istanbul: Metis.
Sen, G. (2005) “Neolibs, Neocons and Gender Justice: Lessons from Global
Negotiations,” Occasional paper 9 (UNRISD).
Tekeli, Ş., der. (1990) Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın,
İletişim.
Wallach Scott, J. (1988) Gender and the Politics o f History, New York: Colum
bia University Press.
White, J.B. (2003) Islamist Mobilization in Turkey: A Study in Vernacular Poli
tics, (Studies in Modernity and National Identity), University of Washing
ton Press.
Türkiye'de Kadın Hareketinin Politiği:
Tarihsel Bağlam, Politik Gündem ve Özgünlükler
SERPİL S A N C A R
3 Endüstriyel kapitalizmin yarattığı erkeklik ve aile dönüşümleri için bkz. Sancar, 2009.
nıp önlenmesi, eşit mesleki eğitim ve geleneksel erkek mesleklerine kadınların
girişinin teşvik edilmesi, olumlu ayrımcılık, kadın mesleklerine eşdeğer statü,
eşit temsil fikrinin kabul ettirilmesi, vb talepler için mücadele ettiler; taleple
rini politikalar ve hukuki düzenlemeler haline getirerek devlet kurumlarının
uygulamalarına dahil edilmesini sağladılar.4
Endüstrileşmiş coğrafyalarda feminist siyaseti doğuran şey çalışan erkeğin
eşi ve anne kimliğinden ücretli kadın işgücüne dönüşümün yarattığı çelişkiler
di. Bu durum eril tahakkümün yarattığı bağlardan kopma arzusunu doğurdu.
Bugün bazı feministler kadınların ekonomik özgürlüğü için kadınları ücretli
işgücü haline getirmenin ve eşit ücret politikalarının kadınların zaferi olduğu
kadar kapitalizmin de—kadın emeğini sömürü düzenine eklemleme anlamın
da—zaferi olup olmadığını da tartışıyor. 5
6 Feminist literatürde farklılık ve kimlik tartışmaları için bkz. Benhabib, 2002; Fraser,
2003, 2005; Young, 2002.
10 Özellikle BM düzeyinde bu tür örgütlenmeler için iki temel araç geliştirildi: netw ork'll
oluşturma ve caucus tipi küresel tartışma modeli. Bunun detayları için bkz. Ruppert,
2002 .
pitalizmin temeli olan evli kadının ev kadını olarak kalmasına karşı dinamikleri
geliştirmeye başladı. Sosyal refah devletifeminizmi evli kadının çalışmaması ya da
part-time çalışması üzerine dayalı idi. Esnek üretim ve küresel üretim zincirinin
gelişimi eve iş verme sistemi erkek işçilere “aile geçim ücreti” ödeme gereğini
ortadan kaldırdı. Aile, herkesin çalışması ile oluşan ortak gelir havuzuna dayalı
yeni bir geçim stratejisine dayanmak zorunda olan bireylerden oluşmaya başladı.
Bu durumun sonucu olarak, kadınlar üzerindeki erkek egemenliği dönüşümlere
uğramaya başladı. Bu dönüşümün tanımının nasıl yapılacağı bugün için hâlâ
en çok tartışılan konular arasında. Küreselleşen kapitalizmin niteliksiz kadın
işgücüne sunduğu fırsatlar ulusötesi hizmetçilik ve seks işçiliği, enformel sektör
lerde ihracata yönelik atölye işçiliği, mikro-kredili girişimcilik ile küresel ailenin
geçimini sağlamak için para kazanmaya çalışmak oldu .11
5. O rtak Çıkardan Farklı Çıkara: Farklı Ezilmişlikler ve Farklı Fem inizm ler12
Özgürlükçü sol hareketlerin ve sınıf siyasetlerinin çağdaşı ve partneri feminist
hareketler “ortak çıkar” temelli bir siyaset öneriyordu. Kadınların erkek ege
menliğine karşı aynı amaç ve aynı talepler etrafında örgütlenmesi gereği vurgu
lanırken, bu hangi sınıf mensubu olursa olsun bütün kadınların erkek egemen
düzen tarafından bir biçimde ezildiği, dışlandığı, eviçi alanda emeğine karşılık
sız el konulduğu iddiasına dayandırılıyordu. Feminist örgütlenmelerin temeli
bütün kadınların erkek egemenliğinden benzer biçimlerde ortak bir kaybı ol
duğu iddiasıydı ve erkek egemenliğine başkaldırmakta bütün kadınların ortak
çıkarı olduğu iddiası kadın hareketlerinin kurucu temel ilkesi oldu. Bu ilke ka
dınların evrensel hakları ve herkes için eşitlik ve özgürlük siyasetinin bir parça
sı olarak siyaseti şekillendirdi.
Oysa dünyanın başka yerlerindeki kadınlar kendilerini feminizmin bu ev
rensel ezilme ve ortak çıkar siyaseti içinde görmedi. Tersine bu feminizm tara
fından kendilerini ikincilleştirilmiş ve dışlanmış, “öteki” kılınmış hissettiler;13
kendilerine atfedilen kültürel farkları bu kez kendilerini tanımlamak için kul
lanmaya, bunu politik bir dile dönüştürmeye başladılar. Kendilerini Batı kül
türünden farklı bir yaşam tarzının temsilcisi olarak tanımlayarak kendi farklı
kültürel kimliklerinin tanınmasını talep ettiler. Kültürel tanınma ve kimlik si
yasetleri olarak tanımlanan bu yaklaşım azınlıkları, etnik grupları, dini cemaat
12 Farklı ezilmişlikler ve farklı kadın çıkarları olabileceğine ilişkin temel tartışmalar için
bkz. Molyneux, 1998; Cocburn, 2000; Beckwith, 2001.
13 Evrensel kadın ezilmesine dayalı kadın hareketinin dönüşümü ile ilgili tartışmalar için
bkz. Epstein, 2001, 2002a, 2002b.
leri ve farklı ırksal aidiyetlerin batılı kapitalist değerlerce dışlanması karşısında
yeniden-içerilme— tanınma talebi içinde şekillendi. 14 Batı’nın homojenleştiri
ci modernleşmesi ve liberal temsili demokrasi kurumlarını eşit statü ile içerme
iddiası karşısında hâlâ “ötekiler” olarak tanımlandığını söyleyenler için kendi
farklılıklarını kapsayıcı yeni bir eşitlik tanımı gerekiyor.
Kuzey Atlantik coğrafyasından farklı olarak erken endüstrileşme deneyim
leri yaşamamış Batı-dışı coğrafyalardaki kadın örgütleri batılı kadınların dene
yimlerinin evrensel olduğu ve bu deneyimlerin diğer coğrafyalardaki kadınla
rın yaşamlarında tekrarlanacağı iddiasına karşı önemli eleştiriler geliştirdiler.15
Bu çıkış noktası bize dünya üzerindeki bütün kadınların erkek egemenliğin
den doğan ortak ezilmişlik yaşadığı, dolayısıyla ortak hedefler etrafında bir ka
dın dayanışması siyaseti örgütlemek gerektiği önerisini sorgulamaya götürüyor.
Bu tartışma kadınların sadece kadın olmaktan doğan ortak kadın çıkarları ol
duğu iddiasını tartışmamızı gerektiriyor.
Burada sorulması gereken temel soru kadınların bir politik kategori olup
olmadığı, daha doğrusu kadınların ne zaman bir politik kategori haline geldi
ğidir. Kadınlık biyolojik temelli ontolojik bir kategori midir? Eğer öyleyse bun
dan bir politik ortaklık türetmek özcülüktür. Farklı olduğu iddia edilen kadın
lıklar, öyleyse nereden kaynaklanmaktadır? Jill Vickers (2006 a, 2006b) kadın
ların çıkarı kavramını tekil olunca ontolojik, çoğul olunca politik anlamda kul
landığını belirtiyor. Vickers, kadınların ortak çıkarı olup olmadığını belirleyen
şeyin örgütlü çıkar tanımlaması ve temsili olduğunu belirterek ancak kendini
örgütlü tarzda ifade eden ve ortak ya da farklı çıkarları olduğunu söyleyen ka
dın gruplarının ortak örgütlenme ya da bir dayanışma siyaseti aracılığıyla ken
dilerini ifade edebileceğini ve bu noktadan itibaren kadınların çıkarlarından
bahsedebileceğimizi söylüyor.
Ortak ya da farklı kadın çıkarlarının varlığı meselesinin önemli olduğu po
litik nokta, bu farklı çıkarlar arasındaki örgütlenmenin ve çatışma çözümlerinin
nasıl yapılacağı meselesi. Farklı kadınlıklar arasındaki ilişkiler ister ortak örgüt
lenme isterse kadın dayanışması için koalisyon kurma olsun, sorun, egemen ko
num, sınıf, statüde olan grup mensubu kadınların diğer bütün kadınlar adına
konuşmasını ve sorun tanımlamasını eleştirmek ve engellemektir. Kadınların
erkeklerden farklı çıkarları vardır; kadınların birbirinden farklı çıkarları da ola
15 Bu konuda en fazla öne çıkan yaklaşım olarak postkolonyal eleştirinin önde gelen
kaynakları için bkz. Mohanty, 1988; Türkçeye çevrilmiş önem li kitabı için Mohanty,
2009; Mohanthy, Russo ve Torres, 1991; Bhabha, 1994,1999; Spivak, 1990; Narayan,
1997.
bilir. Aynı zamanda kadınların farklı gereksinmeleri arasında çatışma ve geri
limler de söz konusudur. Beyaz orta sınıf kadınların çocuk ve ev işlerini yapan
siyah, göçmen, azınlık kadınlar arasında olduğu gibi... Ama neresinden bakar
sak bakalım ortak/farklı çıkar tanımı ancak kendi adına konuşabilen bir politik
özne haline gelmiş kadınlar için söz konusu olur ve bu anlamda kadınlara özgü
çıkarların olduğu iddiası önemli ve vazgeçilmez biçimde gereklidir. Çıkar ancak
örgütlü kadınların dile getirdiği anlamları içerir ve onun ötesinde kalan kadın
ların bu çıkarlara dahil olup olmadığının tartışılması da çok anlamlı değildir.
Feminist olmak ile farklılık siyasetinin ilişkisini tartışmanın bazı önemli
dönüşümlere yol açtığını söyleyebiliriz. Feminist siyasetin alanının yeniden
tanımlanması açısından bakıldığında, eril tahakküme karşı mücadele kadınla
rın insan hakları için mücadeleye— en azından söylemsel düzeyde— dönüştü
(Ruppert, 2002). Feminist siyaset ile diğer kadın siyasetleri arasındaki farkın ne
olduğunu belirleyen şey, feminizmin devletin, siyasal partilerin, etnik ya da inanca
dayalı veya cemaatçi toplumsal hareketlerin karşısında bağımsız/özerk feminist
örgütlenmenin sürdürülmesi ve temellendirilmesi oldu. Ama aynı zamanda
feminist siyasal eylemin, kadınları bireysellik bağlamında kavrayan bakış açısı
ailesel, yerel, ulusal ve ulus-ötesi alanlara genişledi. Temel feminist örgütlenme
stratejileri bu bağlamda yeniden somutlandı: Kadınların kişisel olduğu iddiasıyla
siyaset dışı bırakılan sorunlarını özerk kadın örgütleri aracılığıyla siyasal kılmaya
çalışmak; devletin içinde veya ona karşı durarak eril tahakküm mekanizmaları ile
mücadele ederek kadınlar lehine yaşamı dönüştürmek; devletin eril karakterini
değiştirmek ve bunları yapmak için yerel, ulusal ve ulusötesi koalisyonlar ve
iletişim ağları [network] oluşturmak.16
16 Bu tartışmalar için bkz. Manisha, 2006; Shirin, 2004; Naples, 2002; Naples ve Desai,
2002 .
ortak bir değer olarak savunan kadın hakları siyaseti olarak tanımlayabiliriz.
Kadınların hem genel hem özgün nitelikli ezilmişliklerini ortadan kaldırmak
için küresel bir gündem yaratmaya çalışmak, bunun için ittifaklar, ağ örgüt
lenmeleri ve koalisyon siyasetleri inşa etmek ve bunun sonucu oluşan siyasal
gündemi dünyanın her yerinde yerel ve ulusal gündemlere eklemlemek; bugün
küresel kadın hareketinin en kısa tanımı böyle yapılabilir.
Küresel kadın hareketinin yarattığı evrensel kadın hakları söylemi tek tek
hükümetlere kadın haklarına yönelik hak ihlalleriyle mücadele etmeleri için
meşruluk sağladı ve birçok ülke çok yeterli olmasa da bu doğrultuda önemli yasal
ve politik reformlar yaptılar. Bu durum küresel kadın hareketinin gündemini
oluşturmada çok etkin olan birçok feminist örgütün meşrulaşmasını sağladı.
Küresel kadın hareketinin gelişiminde en önemli etken de Birleşmiş Milletler’in
CEDAW ’a dayanarak sağladığı meşruluk ve hukuki çerçeve oldu.
Küresel kadın hareketinin kurumsal çatısı Birleşmiş Milletler oldu. Kuruldu
ğu 1945’ten bu yana BM ’nin gündeminde kadın sorunu ve cinsiyet eşitsizliği hep
vardı; bu bakış zaman içinde hem gelişti hem de farklı bağlamlara göre değişti;
paradigmalar güncellendi ve kadın örgütlerinin etkileri ile sürekli yenilendi.
1970’lere kadar kadın sorunları genel olarak ayrımcılık paradigması içinde ele
alındı ve kadınlar ayrımcılığa uğrayan bir grup olarak tanımlandı. 1970’lerden
itibaren ise toplumsal eşitlik, kalkınma ve azgelişmişliğin önlenmesi, sömürüye
karşı çıkılması tartışmaları dünyada geniş kabul gören siyasal paradigma haline
geldi ve bu kadın sorunlarının ele alınış paradigmasını kendi bağlamına kaydırdı.
Bu nedenle kadınların gelişimi ve daha sonra da güçlenmesi [empowerment]
terimleriyle ifade edilen bir içerikle sorunlara bakılmaya başlandı. Bugün için
egemen olan paradigmanın “kadının insan hakları” kavramı (Ertürk, 2005, s.
93) etrafında şekillenen bir küresel kadın hakları siyaseti olduğunu söyleyebiliriz.
17 Bu sınıflama için bkz. Braig ve Wolte (2002) içinde, “Introduction: Common Gro
und or Mutual Exclusion? Women’s Movement and International Relations.”
kadınların yaşadığı sorunların ele alınmasıdır. 18 Üçüncü gündem konusu ise
küresel kadın hareketinin en yaygın örgütlenme ve politika geliştirme alanı olan
“kadının insan haklan” kavramı aracılığıyla gerçekleşti. Modern hukukun “ka
mu sorumluluğu” dışında tuttuğu özel yaşamda özellikle evlilik ve aile ilişkileri
içinde kadınların karşılaştığı cinsel şiddetin, ayrımcılığın ve bağımlılığın insan
hakkı ihlali olarak tanımlanmasını sağlamak kadın örgütlerinin mücadelesinin
önemli bir başarısı oldu.
Erkek egemenliğini yaratan aile, piyasa, evlilik, heteroseksüellik gibi eril
tahakkümü besleyen kurumsal ve ideolojik ilişkilere feministlerin yönelttiği
radikal eleştirinin dili ve kavramsal çerçevesi dünyanın her yerinde aynı ölçüde
benimsenmedi. Örneğin erkek egemen topluma karşı bir siyaset dili benimsen
mesi radikal bulunurken çoğu zaman sadece kadınların ezilmesi ve dışlanmasına
karşı çıkan bir bakış açısıyla yetinildi. Özellikle Islami temelli kadın hareketlerinin
bu içeriği çok taşıdığı söylenebilir. %
Bu farklılaşmalar, farklı kadınlık deneyimlerine ve kurtuluş hedeflerine işaret
ediyordu. Bu durum daha ortak ve daha renksiz bir dilin gelişmesine yol açtı.
Kadınların özgürleşmesi yerine kadınların güçlendirilmesi gibi daha ortalama
bir dil içerisinden, daha geniş uzlaşmalar sağlanabildi. “Nötr’leşen dil kadınların
güçlen(diril)mesi” [empowerment] ve “kadınların insan hakları”nın [womens
human rights] korunması terimleriyle konuşulmaya başlandı. Bu yeni ve daha
“nötrleşmiş dil, küresel ölçekte farklı deneyimleri, bakış açılarını ve yaklaşımları
kendi kapsamına alabilecek şemsiye kavramlar ve terimler haline geldiler ve bu
gelişim küresel düzeyde farklı kadın örgütlenmelerinin birbiriyle ilişkilenmesini
ve birbirinin dilini ve deneyimlerini anlama olanaklarını genişletti; kadınların
güçlendirilmesi ve kadınını insan haklan yaklaşımı küresel düzeyde kadın ha
reketlerinin istikrarını sağladı, daha kapsayıcı ortak ahlaki ilkeleri oluşturdu;
farklı sorun alanlarını tek bir şemsiye altında toplayabildi; özellikle hem devletin
kurumsal yapısını ve kamu politikalarını dönüştürmede hem de sivil siyasal
eylemleri örgütlemede uygun bir çerçeve ve içerik sağladı (Ruppert, 2002).
Kadının insan haklarının korunması için BM şemsiyesi altında geliştirilen
stratejiler, küresel bir kadın siyasetinin temeli ve meşrulaştırılma çerçevesi olur
ken aynı zamanda ulusal ve yerel düzeyde hükümet politikalarını dönüştürmek
için “yönetişim” [governance) ilkesini ileri sürerek etkili olmaya çalıştılar ve bu
bağlamda “siyasetin küreselleşmesi”ne de önemli katkılar yaptılar.
18 Bu alandaki çalışmaların bir değerlendirmesi için bkz. Akgül, 2011; Reinmann, 2002.
çözümü için gerekli politikaları uygulama gerekliliğini kabul ettiren küresel ka
dın hareketinin başardıklarını, bu süreçte yitirdiklerini ve gelecek için vaat et
tiklerini tartışmak gerekiyor. Dünyanın başka coğrafyalarındaki kadınları or
tak sorunlarını çözmek üzere ortak bir akıl geliştirmeye çağıran ve ortak hare
ket etmeyi amaçlayan bir kadın siyaseti, bu arada birleşme adı altında (ya da
yanı sıra) dışlama, başkalaştırma ve bir hiyerarşi oluşumuna da yol açtı mı? Bu
sorunun yanıtını tartışan feministler farklı farklı yerlerden bakarak farklı nok
talara ışık tutuyorlar.
Küresel kadın hareketinin, BM çatısı altında ve uluslararası siyasetin “ku
rulu düzen’ine dahil mekanizmaları kullanarak, yani devlet düzeyinde delegas
yonlarla temsil edilen toplantılar aracılığıyla gerçekleşmesi, kaçınılmaz olarak
kadın örgütlerinin ancak belli sınırlar içinde söz ve temsil olanağına sahip ola
bilmesine yol açtı. Ama yine de CEDAW metnine de yansıdığı gibi, kadın so
runlarının çözümünde yerel ve ulusal farklılıkları gözeten çözümlerin bu süreç
lerde kendine yer bulabildiğini görüyoruz. Bu süreçte kadın örgütlerinin dö
nüştürücü rolü ve siyasal araç olarak meşruluğu kabul edildi; hükümet politi
kaları da dönüşümü gerçekleştirecek aktörler arasında yer aldı.
Küresel kadın hareketi, yeni liberal ekonomik politikaların ve yeni bir
küresel kapitalistleşme hamlesinin egemen olduğu bir dönemde ortaya çıktı.
Bu durum kadın örgütlenmeleri açısından yeni bir küresel-ulusal-yerel siyaset
dinamiği yarattı. Ulus-devlet ötesi iletişim ve örgütlenme olanaklarının geliştir
mesi ile kadınlar farklı bölgeler ve ırklar arasında ulusötesi ilişkiler kurup, dene
yim ve görüş alışverişi yapmayı öğrendiler. Küresel kadın hareketinin kadının
insan hakları siyaseti, yeni liberal piyasa odaklı politikaların etkisiyle, yani sivil
toplumun kendisinin bir amaç haline geldiği bir siyasal ortamda gerçekleşti.
Bu bağlamda geniş halk kitlelerinin yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlayan
“kalkınmacı” sosyal politikalar yerini piyasa odaklı politikalara bıraktı; yani
ticaret yapanların önceliklerinin gözetildiği ve onların ahlaki değerlerinin
egemen olduğu dünya siyasetinin bir parçası olmak durumunda kaldı. 19 Bu
nedenle örneğin yoksullaşmanın ciddi bir hak ihlali olarak tanımlanması güçlü
bir dirençle karşılaştı. Kadının insan hakları perspektifi aslında militarist ve
baskıcı rejimlere karşı geliştirilen insan hakları çerçevesinden çıkmıştı. Ama
küresel kadın hareketi küresel militarizmin ve askeri uygulamaların yarattığı
sorunları kadın siyasetinin gündemine taşıyamadı. Bu süreçte birçok küçük,
yerel ve farklı deneyimleri temsil eden kadın örgütü dışlandığını iddia etti.
Kuzey-güney bölünmesinin daha belirgin hale geldiği bir sürecin yaşandığı
söylendi; kuzeyli bazı beyaz kadm örgütleri, bütün bu içerikleri belirledikleri
19 Bu konudaki tartışmalara örnek olarak bkz. der. Hosford ve Kozol, 2005; Walby, 2005;
True, 2003.
halde, dünyanın geri kalanındaki kadın sorunlarına yeterli duyarlılığı göster
medikleri için eleştirildiler. Bu sürecin tek kutuplu Batı egemenliği ortamında
gerçekleştiği ve yeni “ötekiler’in ortaya çıktığı; homojen, barbar ve fesat İslam
dünyasının küresel kadın hareketinin içinde bir tür “öteki” olarak ayrı bir yere
konduğu söylendi.20
1975’te Meksika’daki ilk BM konferansında sorun, kalkınma politikalarının
kadınları dışlaması idi. Sonraki yıllar ise giderek ana akımlaşma [mainstreaming]
anlayışı egemen oldu; küresel kadın hareketi, eşitlerin bir tür karşılıklı işbirliği
alanı olmak yerine zaman zaman Amerikan lobby siyasetim örnek alan bir yeni
egemenlik alanına dönüştü. Önceleri BM ve küresel patriarkal kurumlar eleş
tirilirken, kadın örgütleri daha bunları dönüştüremeden sistemin bir parçası
haline geldikleri iddiasıyla eleştirildiler. Erkek egemenliğinin ortadan kaldı
rılması talebi yerine toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması talebi geçmişti.
Ayrıca kadının insan hakları kavramının geliştirilmesi ile yeni liberal bir çizgiyi
savunanlar, kadın örgütlerinin giderek sürece egemen olduğunu iddia ettiler
(Nighar, 2002 , s. 36-7). Süreçte birçok önemli kadın grubunun ve örgütünün
eleştirel konumunu yitirip erkek egemen kurumlardaki iktidar ilişkilerinin bir
parçası haline geldiği ya da kadın örgütlerinin STK’laştığı söylenebilir. Eşitlik
ve özgürlük mücadelesine kendini adamış kadınların çoğu kadın projelerinin
profesyonel uzmanları ya da devlet kurumlarının “femokratları” oldular. Dahası,
kadın hareketinin STK’laşması, finansman için proje profesyonelliğini zorunlu
kıldı; projeler, uygulama programları ve eylem planları temel eylem biçimi ol
du. Proje ihaleleri, bürokratik yazışmalar, muhasebe raporları, profesyonelliğe
dayalı feminizmin bir parçası oldu; bilinç yükseltme, “kişisel olan politiktir diye
bağırma,” hiyerarşik olmamaya çalışma, kolektif eylem gibi ilkeler tartışılmaz
oldu (Nighar, 2000). Küresel kadın hareketi içinde kuzey ülkelerinin iyi eğitimli,
beyaz ve orta sınıf kadınlardan oluşan örgütler ön planda ve egemen hale geldi.
Çoğu uluslararası kadın örgütlerinin yapısı da buna paralel dönüşümler yaşadı;
güçlü finansman destekleri sağlayan örgütler ile diğerleri arasında hiyerarşiler,
ayrımlar ortaya çıktı (Naples, 2002 ; Naples ve Desai, 2002).
Öte yandan küreselleşme karşıtı hareketler, geliştirdikleri yerel direnme stra
tejilerini küresel baskıları ve onların yıkıcı etkilerine karşı etkin karşı-hegemonya
alternatifleri olarak göstermeye başladılar. Bu nedenle yerel ve sivil araçlarla
siyasi mücadelenin olumlandığı politik bir bakış açısı giderek egemen oldu.
Kadın taban örgütleri [grassroots women organizations] gerçek demokrasinin
göstergeleri oldu. Devletlerin demokratikleşmesi, eşitlikçi toplumların inşası
için, daha adil ve özgürlükçü devlet ve kamu yapılarının geliştirilmesi gereği
siyaseten ikincilleşti. Siyasal toplumun reformunu önemsemeyen kendi dünyasına
22 Bu konuda farklı ülke deneyimlerini karşılaştıran önemli bir çalışma için bkz. Vickers,
2006c.
24 Latin Amerika kadın hareketlerinin yarattığı siyasal dönüşümlere örnek için bkz. Cra-
vey, 1998; Bayard de Volo, 2003; Vargas, V. ve Wieringa, S. (1998); Htun, 2006; Fran-
ceschet, 2003.
25 Bu tür gelişimlerin örnekleri için bkz. Rai, 2003; Sineau, 2006; Güney Afrika deneyi
minin başarısı için bkz. Hassim, 2005; koka politikalarının uygulanması ve başarıları
için bkz. Dahlerup ve Freidenvall, 2005.
feminizmin etkisindeki kadın hareketi, birçok Ortadoğu, Latin Amerika ve
Güney Afrika ülkesinde olduğu gibi otoriter/askeri rejimlerin geriletilerek yerine
yeni(den) parlamenter rejimlerin kurulmaya başlandığı 1990 ’larda oluşmaya
başladı. Dünyada bu dönemde ortaya çıkan kadın hareketleri kendi gelişim
süreçlerinde, karşılarında özgürlükçü siyasetlerin eleştirileriyle köklerinden
sarsılmış iktidar ilişkileri değil, yeni liberal piyasacı politikalarla ve ABD İm
paratorluğunun yeni egemenlik stratejisiyle pekişmekte olan yeni piyasacı ve
muhafazakâr eğilimli erkek egemenliği ile şekillenmekte olan bir dünya buldular.
27 Modernleşmeci Kemalizm eleştirisi hakkındaki kaynaklar için bkz. Sancar, 2005, 2004b.
tığı başı açıklığa karşı bir tepki olarak örtündüklerini söylediler.28 İslamcı ka
dınlar ve özellikle İslamcı feminist olarak tanımlananlar, Türk modernleşme
sinin kentli, orta sınıf, eğitimli ve modern görünüşlü olmayan kadınları dışla
dığını ve ezilmişliğinin ve haklarının bilincinde olmayan cahil, taşralı kadınlar
olarak tanımladığını söyleyerek eleştirdiler. Bu tartışmalar Türkiye’de modern
olarak tanımlanan kadın kimliğinin sadece kentli orta sınıf ve eğitimli kadın
ları kapsadığım gösterdi. Bu eleştiriler içinde feministler de bir biçimde yer al
dı ve etkilendi. Gelişen tarih çalışmaları bize hem geçmişteki kadın hareketinin
yazılmamış tarihini hem de Türk modernleşmesinin bir kadın devrimi yaratma
iddiasından koparak Türk ulusunun kurucu unsuru olan modern Türk Kadım
imgesini nasıl otoriter bir dışlayıcılığa mahkûm kıldığını ortaya koydu. 29 Bu
gelişmeler feminist örgütlerin 1990 lı yılların sonuna kadar yakın ilişki sürdür
düğü Kemalist/Atatürkçü kadın örgütleri ile ilişkilerinde bir kopuşa yol açtı ve
bu süreç 2000 ’li yıllarda da devam etti. Türkiye’de feministlerin beslenip yeşer
diği iki kökenden biri olan Kemalist modernlik anlayışı ile feminizmin yolları
-otoriter modernleşmeciliğin çöküşüne paralel olarak- ayrıldı.
Diğer yandan İslamcı kadınlar başörtüsünün bir kadın hakkı ve dolayısıy
la bir özgürlük sorunu olduğunu iddia ederek feministleri destek vermeye ça
ğırdılar. Bu destek tam anlamıyla oluşmadı. Başörtüsü tartışmalarında femi
nistler açıkça Atatürkçü-laikçi kadın örgütlerinin tarafını tutmadılar; başörtü
sü sorunu kadın hareketinin gündemine giremeyen ve bu nedenle çözüleme
yen bir konu haline dönüştü. Bu süreç, feminizmin modernleşmeci zihniyetin
taşıdığı cinsiyetçilik ile hesaplaşması ve aydınlanmacı yaklaşımlardan uzaklaş
masıyla sonuçlandı.
Öte yandan İslamcı kadınlar ile feministler arasındaki ilişkiler sadece ken
dine feminist diyen İslamcı kadınlarla sınırlı kaldı. Feminist eleştirel düşünce
nin dindar kadınların yaşamına güçlü bir etki yarattığını söylemek zor. Dindar
kadınlar İslami gereklere uydukça kamusal görünürlükleri arttı; ama başörtü
sünün bir kadın hakkı meselesi olduğuna dair feministlerden de güçlü bir des
tek gelmedi. Ancak feministler İslam dininin her sıradan Müslüman kadın üze
rinde yarattığı tahakkümü eleştirecek ve aynı zamanda dindar kadınların İslami
kodlara göre giyim kuşam tercihlerini ve bedensel dokunulmazlıklarını bir ara
da savunacak bir siyaset stratejisi de geliştiremediler. Sonuçta İslamcı kadınlar
ile feministler arasındaki ilişki de yeterli bir ortaklaşma gösteremediği için ge
lişmedi; başörtüsü sorunu da ortada kaldı.
28 İslamcı kadınların görüşlerine örnek için bkz. Aktaş, 2005, 2006; Barbarosoğlu, 2009;
Ramazanoğlu, 1999, 2000a, 2000b, 2004; Şefkatli Tuksal, 2001, 2004, 2006, 2008;
Şişman, 2000, 2004, 2005, 2006, 2009; Özkan, 2005.
29 Feminist tarih eleştirisinin örnekleri için bkz. Zihnioğlu, 2004; Durakbaşa, 2000.
Feminist hareketin güçsüzleşmesine yol açan başka bir faktör ise 12 Eylül ile
olağan siyasal gelişim çizgisinden sapan ve kendi geçmişindeki otoriter tek parti
reflekslerinin dirilmesine engel olamayan sosyal demokrat partilerin (CHP, DSP,
vb) feminist hareketlerle ilişkili olmayı reddetmesi oldu. Kendisine yaslanacağı
sol bir özgürlük hareketinin yenilip yok olması yanı sıra sosyal demokratların
da otoriter, devlet odaklı ve kısır laikçi siyasete hapsolarak feminist siyasetin
gündemini kendi politikalarına dahil etmekten uzak durması, feminist siyasetin
önemli bir açmazı olmaya bugün de devam ediyor. 12 Haziran 2011 genel seçim
sonuçlarına göre C H P kadın parlamenter sayısını artırsa ve kadın politikacı
profilini biraz zenginleştirse bile kadın hakları savunusu açısından hâlâ önemli
yanlışlıkları sürdürüyor. Bazı kadın sorunlarıyla ilgili tartışmaları parti politi
kalarına içerilmiş görünse bile, feminist kadın örgütleri ile ilişki kurmayı hâlâ
reddetmesi, kadın hakları savunucularının parti yönetimlerine katılmaya davet
etmemesi iletişim hatlarının hâlâ kesik olduğunun göstergesi. Bu anlamda “sosyal
demokrat” partilerin demokratikleşme sürecinde güçsüz kalışlarının önemli bir
nedeni de sosyal demokratlar-feministler ilişkisinin yokluğu oldu.
30 Bu gelişmeleri çarpıcı biçimde tanımlayan bir kaynak için bkz. Roy, 2002.
31 Bu tür kadın örgütlerinin önemli örnekleri için bkz. Başkent Kadın Platformu, 2007;
çalışmalar için: http://www.baskentkadin.org. Ayrıca bkz. AKDER (Ayrımcılığa Kar
şı Kadın Derneği), http://www.ak-der.org.
*
6. Etnik K im lik Siyaseti: Kürt Kadın Hareketinin G elişim i ve Feminizm ile ilişkisi
Bir zamanlar kadın örgütlerinin yokluğu ile tanımlanan Doğu ve Güneydoğuda
artık çok sayıda ciddi ve güçlü kadın örgütleri çalışıyor. Kendilerini çoğu za
man Kürt kadınları olarak tanımlayan, bir Kürt kadın hareketi denecek kadar
yapılanmış özellik taşıyan örgütler iki farklı siyasal rotadan gelişti: bir yanda ba
ğımsız feminist örgütler öncelikle kadına yönelik şiddet ve her tür kadın sorun
larıyla uğraşmaya başladılar;33 öte yanda etnik kimlik siyaseti yapan siyasal ör
gütler (DTP; BDP çizgisi) içinde örgütlü kadınlar kendine özgü ve Türkiye’de
siyasal partilerde ve TBMM’de kadınların temsil tarz ve içeriğini değiştirecek
çok önemli gelişmelere imza attılar. 34 Türkiye’de ilk kez milletvekilliği listele
32 İslamcı kadın örgütleri ile feminist örgütlerin ortaklığı, imza kampanyalarında ortak
imza atan kadın dernekleri listesinden görülebilir.
33 Bağımsız Kürt feminist örgütler içinde en yaygın ve bilinen KAMER için bkz. Akkoç,
2002; http://www.kamer.org.tr; VAKAD (Van Kadın Derneği), http://www.vakad.org.tr.
34 Etnik kimlik siyaseti partiler ve yerel yönetimlerle birlikte çalışan kadın örgütlerine örnek
için bkz. SELİS Kadın Derneği, DİKASUM (Diyarbakır Kadın Sorunları Merkezi).
rinde kadın kotası, siyasal parti ve yerel yönetimlerde kadın eşbaşkanlığı, parti
içinde kadın meclisi gibi eşit siyasal temsil mekanizmalarını siyasal örgütlerde
uyguladılar; TBMM’de Doğu ve Güneydoğu illerinden kadın milletvekili çı
kartan ilk parti ve TBMM’de kadın milletvekili oranı en yüksek parti oldular.
Kota politikalarını bir siyasal partide başarıyla uygulayan ilk örnek olarak ka
dınları siyasete taşımayı başardılar. Bu anlamda etnik kimlik siyasetinin taşıdığı
feminizme dünyada da önemli bir örnek oluşturdular.
Hem bağımsız feminist kadın örgütleri hem de etnik siyaset partileri yan
lısı kadın örgütleri Türkiye’deki diğer kadın örgütleriyle yakın bir ilişki sürdür
dü. Kadın siyaseti ile ilgili herhangi bir ortak gündemde bu tür kadın örgütle
rinin katkısı önde ve görünür düzeyde. Kadın hakları ile ilgili her türlü kam
panyada böylesi örgütleri görmek mümkün. Feministler ve etnik kimlik siya
seti yandaşı kadın örgütlerinin ortaklığı açısından Türkiye’de önemli bir dene
yimin yaşandığını ve bu gelişimin dünyadaki kadın örgütleri açısından da in
celenecek ve örnek alınacak bir deneyim haline dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Kadın örgütlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da güçlenmesi ve ülke
düzeyinde kadın örgütleriyle ortak çalışması özellikle kadına yönelik şiddetin
görünür kılınması ve önlenmesi ile ilgili olumlu gelişimleri sağlarken, bir ko
nuda hâlâ önemli bir siyasal gereklilik gerçekleşemedi. Kadın örgütlerinin ortak
geliştirecekleri şiddetsiz toplum siyaseti ile savaş ve siyasal şiddet koşullarının
ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir ortaklık geliştirilemedi. Bir yanda silahlı
örgütlerin öte yanda devletin askeri ve polisiye baskıları arasında kalan kadınların
yaşadığı aile, aşiret, erkek baskısı dile getirilse de kadınların yaşamının ötesinde
savaş koşullarına dönüşen siyasal şiddetin durdurulması konusunda ortak bir
siyaset oluşamadı.
1 .1 . Modernleşmeye Eklemlenme
Modernleşmeci siyaset her zaman gündeminde kadınların modernliğe uyumunu
amaçlayan hedefler barındırır. Örneğin kadınların modern çocuk yetiştirme ve
37 Türkân Saylan bu alanda simgeleşmiş bir isim olarak iyi bir örnektir.
38 Bu konuda sorunlar ve çözümler için bkz. ERG Eğitim Reformu Girişimi (2010)
Eğitim İzleme Raporu 2009, http://erg.sabanciuniv.edu/sites/erg.sabanciuniv.edu/files/
EIR2009_BasinPaketi.pdf; Tan, M . (2008) “Eğitim,” Türkiye’d e Toplumsal Cinsiyet
Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri içinde, (S. Sancar, Y. Ecevit ve S.
Acuner ile birlikte) İstanbul: TÜ SİA D ve KAGİDER Yayını, http://www.tusiad.org/
bilgi-merkezi/raporlar/turkiyede-toplumsal-cinsiyet-esitsizligi—sorunlar—oncelikler-ve-
cozum-onerileri/.
sı— bazı kadın raporlarında dile getirilmenin ötesinde— hâlâ ciddi bir politik
eleştiriye maruz kalmıyor. Benzer biçimde kadınların doğurganlık haklarının
da feminist örgüderin devlet politikalarına bıraktığı alanlardan biri olduğunu
söyleyebiliriz. Doğurganlık, üreme sağlığı adı altında, nüfus politikası ve ailenin
güçlendirilmesi penceresinden bakılarak yapılan devlet uygulamalarının her
zaman kadınlara karşı duyarlı olduğunu söyleyemeyiz.
Kadınların eğitim ve sağlık sorunlarının çözümü için kadın odaklı bakış
açısına sahip politikaların eksikliği bir gerçek. Bu nedenle kadınların çoğu zaman
ekonomik kalkınma ve nüfus politikaları gibi kadınların önceliklerine ve hakları
na duyarsız/kör politikaların nesnesi olması; kadın istihdamının düşüklüğünün
işgücü verimliliğini azaltan etken olarak ele alınması engellenemiyor. Devlet
politikaları eliyle kadınlar için yürütülen hizmetler zaman zaman muhafazakâr
ve eril değerleri yeniden üretebiliyor. Bu nedenle kız çocuklarının ve kadınların
eğitim düzeyi hızla yükseliyor ama eğitim kurumlarındaki erkek egemen zihni
yet kolayca gerilemiyor; kadın doğurganlığına ilişkin büyük projeler yapılıyor
ama hâlâ doğurganlığın bir kadın hakkı meselesi olduğu yeterince kavranmıyor.
40 Bu konuda çıkan haberlerde yer alan kadın örgütlerini görmek için bkz. “Kadın Ör
gütlerinin Yeni TCK’ya İsyanı,” Posta, 4 Ekim 2003.
41 Türkiye’nin farkı bölgelerindeki kadın örgütlerini içeren bir veri tabanı için bkz. http://
www. ucansupurge. org/veritabani/.
Türkiye’de kadınlara yönelik şiddeti önlemeye yönelik çabalar sadece aile
ve eviçi şiddet önleme politikaları olarak hayata geçebildi. Militarizm, ırkçılık,
milliyetçi/etnik kimlik siyasetleri kaynaklı şiddete karşı “kadın bakış açısı”ndan
bir karşı duruş ile kadınlara yönelik eviçi şiddet ilişkilendirilemedi. Irkçılık,
etnik ayrımcılık, savaş kışkırtıcılığı, militarizm, dini inanç kökenli şiddet gibi
diğer eril şiddet türlerinin önlemesi-suç sayılması için hâlâ kadın hareketinin
zayıf bir gündeme sahip olduğu ve bu konuda yeni bir feminist politikaya ge
reksinim olduğu ortada.
Kadınlara karşı şiddetin önlenmesi için geliştirilen ortak siyasetin
muhafazakârlığın odağı olan ailenin koruması vegüçlendirilmesi bağlamında kendine
bir ortaklaşma noktası bularak başarılı olduğunu ve bu nedenle devlet gündemine
dahil olma fırsatı yakalandığını söylemeliyiz. “Ailenin korunması” adı altında
bulunan bu ortaklaşma noktasının, konunun kamu kurumlarınca benimsenmesi
açısından, yarattığı ılımlılaştırma etkisinin rolü açıktır. Ama bu durum aynı zaman
da konunun kadına yönelik erkek şiddeti olarak değil “aile içi şiddetin önlenmesi”
olarak ele alınmasına ve kadınlara yönelik diğer şiddet türlerinin ve genel anlamda
eril şiddetin önlenmesinin gündemden düşmesine yol açtığını görüyoruz.
Öte yandan orta sınıf kentsoylu “beyaz” erkeklerin etkili kesimlerinin de
kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi politikasına ilginç bir bağlamda destek
verdiğini görüyoruz. Aslında birçok konuda “egemen erkeklik” ideolojisinin tem
silcisi, bürokratik, siyasal ve ekonomik kararların öznesi olan orta sınıf erkeklerin
kadınlara yönelik şiddetin önlenmesinde özel bir bilinç geliştirebilmeleri, farklı
erkeklik kimlikleri arasında güçlenen bir gerilimi de bize gösterdi. Kadına yönelik
şiddeti esas olarak alt sınıftan, eğitimsiz, geri, Doğu kültüründen kaynaklanan
bir “barbar erkek” davranışı olarak kodlayan “beyaz erkeklik” namus ve töre
adına yapılan bu tür erkek ilkelliğinin çağının geçtiğini ilan etti. Böylece egemen
erkeklik değerleri içinden kadın dövme ve öldürme dışlandı; ama diğer eril şiddet
türleri -özellikle örneğin ekonomik şiddet- hiç tartışılmadan konu dışında kaldı.
43 Kadın emeği üzerine çalışan uzmanların ve kadın örgütlerinin oluşturduğu bir plat
form olan KEÎG’in hazırladığı raporda yer alan politika önerileri için bkz. KEİG Plat
formu, 2009.
46 İnsan ticareti bağlamında kadın ticareti konusunda bir çalışma için bkz. Ayata, 2008.
enformelleşme nedeniyle ortaya çıkan güvensiz iş koşulların erkeklerde yarattığı
erkeklik krizinin eşitlikçi dönüşümlere yönlendirilmemesi gibi konular bu yoklar
listesinin üst sıralarında yer alıyor. Yoksullukla mücadele politikalarının aile
sigortası benzeri bağlamda ele alınması ile parasal ya da ayni yardım dağıtma
politikalarının kadınları hedef alan ama kadın hareketinin bakış açısına ve talep
lerine uzak ve soğuk duruşu yeni ve giderek önemi artacak bir tartışma konusu.
Kadın örgütlerinin bir başka suskun kaldığı alan ise kadınların kamu hiz
metine eşit katılım hakkının ele alınmamış, tartışılmamış noktaları. Türkiye’de
kadınların hâlâ vali, general, imam olamaması dini ve devleti yönetme işlerinin
hâlâ erkeklere özgü görüldüğünün kanıtıdır. Ayrıca spor ve din hizmetlerinden
kadınların eşit ve serbest yararlanma hakkının hâlâ olmaması kadın hareketinin
gündemine henüz girmemiş konular arasında en önemlileri olarak sayılabilir.
Kadın hareketinin ciddi bir boşluk yarattığı bir başka alan ise feminist bakış
açısından tasarlanmış bir aile politikası tartışmasının olmayışıdır. Aile politikası
muhafazakâr siyasetin gündemine bırakılıyor ve o da kadınları evde ev kadını ve
anne olarak tutmak için hareket ediyor. Oysaki cinsiyet eşitliği zaman zaman eşitlikçi
ve kadınların özgür seçimlerine öncelik vermek zorunda olan aile politikalarının
geliştirilmesini gerektiriyor. Ama Türkiye’deki gibi, aile politikası kadınları evde
tutmayı amaçladığı sürece, cinsiyet eşitliğini sağlamak için -yapılan çalışmalarla çe
lişiyor. Erkeklerin aile ve çocuk yetiştirme sorumluluklarına katılması, kadınların ve
erkeklerin ev ve iş yaşamını birlikte yürütebilmesi için kreş, yaşlı ve sakat bakımının
kamusallaştırılması gibi uygulamalar bu nedenle hiç yaşama geçemiyor. Feminist bir
açıdan ev kadınlarının sosyal güvenliğinin nasıl sağlanacağı ise yeterince tartışılmıyor.
Oysaki ev kadınlarının-annelerin sigortalanması da en az aile içi şiddetin önlenmesi
kadar kadın hareketinin ortak gündeminde olmayı hak eden temel bir sorun.
49 Sığınaklar Kurultayı Türkiye’de 1998’den bu yana her yıl toplanan ve kadınlara yönelik
şiddetin önlenmesi için çalışan kadın örgütlerini ve kamu kurumlarını bir araya geti
ren en uzun süreli örgütlenme oldu. Her yıl yayımlanan bildirgeleri için bkz. Kadın
Sığınakları Kurultayı raporları, http://www.siginaksizbirdunya.com.
50 CEDAW Yürütme Kurulu kadın örgütlerinin bir araya gelerek gölge raporları oluştu
ruyor. En son rapor için bkz. CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulu, 2011.
1. Bilinç Yükseltm eden Koalisyona: Stratejiler, Gerilim ler
Türkiye’de 1980’lerin ortasından itibaren gelişen feminist örgütler öncelikle bi
linç yükseltme grupları içinde örgütlendiler. Daha sonra kamuya görünür femi
nist dernekler ortaya çıktı. Daha sonra da feminist örgütlerin oluşturduğu gö
rünürlükten ilham alan çok çeşitli kadınlar, farklı kadınlık konumlarından yo
la çıkarak kadınlar için farklı şeyler yapmak isteyen kadın dernekleri kurdular.
Bu sürecin sonunda ortaya çıkan kadın örgütlenmeleri51 Türkiye’nin si
yasal yelpazesindeki farklılıkları yansıttı. Atatürkçü, İslamcı, Kürt, Feminist,
vb ayrımlar kadın örgütlerinde de ortaya çıktı (Turam, 2008; Diner ve Toktaş,
2010 ). Bu kadın örgütlerinin farklı siyasal hedefleri ve bağlılıkları nedeniyle
aralarında farklı çelişkilerin ortaya çıkması tahmin edilmez bir durum değildi
elbette. Öncelikle feminist olan ve kendisini feminist olarak tanımlamayıp
kadınlar için çalıştığını söyleyen kadın örgütleri arasındaki gerilimlerin ortak
gündem oluşturma stratejilerini çok zorladığını söyleyebiliriz. Bu tür gerilimlerin
kadınlarla ilgili yasal haklardan pratik tavır alışlara, evlilik-aile odaklı sorunlar
dan kadınların evlilik dışı cinsel hakları ve özgürlüklerine doğru kaydıkça daha
da arttığını gördük. Örneğin bekâret denetimlerinin engellenmesi, evlilik dışı/
babasız çocukların anne nüfusuna kaydedilmesi, kadınların kendi soyadlarını
taşıması gibi konularda sağlanamayan ortaklıklar eviçi şiddetin engellenmesi,
kız çocuklarının okutulması, olumlu ayrımcılık uygulanması gibi konularda
çok daha kolaylıkla gerçekleşebiliyordu.
Ortak bir kadın gündemi etrafında uzlaşmalar oluşturarak bir kadın hare
keti inşa etmenin bir başka gerilim hattı da bağımsız kadın örgütlerinde kalmak
ile sendika ve siyasal partiler gibi erkeklerle birlikte yürütülen karma örgütlerde
feminist olarak kadın hakları savunusu yapmak gerektiğini savunanlar arasın
da gerçekleşti.52 İkincisini savunanların kendilerini daha çok sosyalist-feminist
olarak tanımladıklarını söyleyebiliriz.
Diğer bir Örgütlenme tartışması da feministlerin sadece kendileri gibi eşitlik
ve özgürlük talep eden kadın örgütleri ile işbirliği yapması; bunun dışındaki ulus,
devlet, din, cemaat, aşiret gibi kutsal sayılan şeyleri korumak için kurulmuş kadın
örgütleriyle ilişkiden uzak durmasının gerekip gerekmediği idi. Diğer deyişle
kadın hareketinin bir biçimde kadınlardan oluşan ve kadınları ulus, din, devlet
ya da cemaat hedefleri için seferber etmeye çalışan her tür kadın örgütüne de
açık olup olmayacağı meselesi idi. Yani muhafazakâr, milliyetçi, dinci, ulusalcı
vb kadın örgütleri de kadın koalisyonlarında yer almalı mıydı? Bu tartışmanın
bir örneğini KA-DER’in kadınların eşit siyasal temsilini sağlamak için geniş
bir koalisyon oluşturma isteği ile bütün siyasal partilerdeki kadınlara ulaşmak
51 Kadın hareketinin örgütlenme özellikleri hakkında bkz. Sancar, 2008, s. 245-56; 2006.
54 KA-DER’in çalışmaları için bkz. KA-DER (2007) Kota El Kitabı: Geçici Özel Önlem
Politikası, haz. A. Sayın, Ankara; (2005) Eşit Temsil için Cinsiyet Kotası: Erkek Demok
rasiden Gerçek Demokrasiye, KA-DER Genel Merkez Yayını; (2004a) Kadın Sorunla
rına Çözüm Arayışı Kurultayı, İstanbul, http://www.ka-der.org.tr/index.html; (2002)
Kadın Siyasetçinin El Kitabı, KA-DER Genel Merkez Yayını; KA-DER Yerel Siyaset
Çalışma Grubu; (2006a) Cinsiyet Eşitliği Yolunda Yerel Siyaset Raporu, Yarın İçin Bu
günden Kampanyası, KA-DER Ankara; (2006b) Bir de Buradan Bak: Cinsiyet Eşitsizli
ği Bir ‘K adın Sorunu Değil Toplumun Sorunudur, (Serpil Sancar, Selma Acuner, İlknur
Üstün, Aksu Bora, Lara Romaniuc), Kader- Ankara ve U N D P Yayını, Ankara, http://
www.marjinal.com.tr/ download/ kader_kitaplar/birdeburadanbak.pdf; (2004a) Ka
dın Başımıza: Yerel Yönetimlerde Kadın Katılım ı ve Temsili Kampanyası, 2003-2004,
KA-DER-Ankara ve KASAUM Yayınları; (2004b) Kadınların Yerel Seçimler Bildirge-
si-2004, KA-DER-Ankara. http:/ /www.ka-der.org.tr/Kitaplar.html.
Türkiye’de etkili ve güçlü bir kadın hareketi oluşumunda, feministlerin ide
olojik ve politik etkililiği kadar hem Kürt kadın örgütleriyle hem de İslamcı ka
dın örgütleriyle işbirliklerinin belirleyici etkisi oldu. Kürt kadın örgütlerinin ka
dın haklarının savunusunu55 ve feminist bakış açısını çok daha başarılı biçimde
kendi örgütlerine taşıma becerisini gösterdikleri halde İslamcı kadın örgütleri
için aynı şeyin aynı düzeyde gerçekleştiğini söylemek zor. Çok yaygın biçimde
dini yaymak için kurulmuş dindar kadın örgütlerini hariç tutarsak kendilerini
İslami kadın hareketi olarak tanımlayan örgütlerin kadın hakları konusunda
önemli açılımlar yaptığını ve feminist siyasetin gündem ve eleştirilerinden ge
niş çapta etkilendiklerini görüyoruz. Ama bu etkilenmeyi İslamcı siyasal parti
lerin kadınlarla ilgili politikalarına tam anlamıyla taşıyabildikleri söylenemez.
Karşılıklı etkilenme sürecinden feminist örgütlerin de kendi hesabına önem
li kazanımlarla çıktığını söyleyebiliriz. Türkiye’de İslamcı kadın haklan savu
nucularının Kemalist kadın politikalarının otoriter dışlayıcılığına, batılı kadın
hakları anlayışının Avrupa-merkezli bakış açsına, modernleşmeci bakışın her
türlü farklı kadın deneyimini yok saymasına yönelttikleri eleştiriler feministle
ri de derinden etkiledi. Özellikle kadınlara yönelik şiddetin gündeme getiril
mesi, yasal reformların yapılması gibi konularda feministler ile İslamcı kadın
örgütleri arasındaki işbirliğinin çok önemli işler başardığını söyleyebiliriz. Bu
işbirliğinin bedelinin ise dinsel muhafazakârlığın hoş görülmesi olduğunu ve
feminist eleştirinin bu anlamda sessizce geri tutulduğunu da söyleyenler oldu.
İdeolojik farklılıkların yarattığı ayrışmalar, dağılmalar, farklı yaklaşımların
birbirine benzeştirilmesi ile değil ancak bunların arasında kadınların ezilmesi
ve eril tahakkümün geriletilmesine yönelik oluşturulacak iyi bir koalisyon po
litikası ile aşılabilir. Feministlerin farklı kadın örgütleriyle oluşturduğu şemsi
ye yapılar, platformlar koalisyon politikası gereği bu amaca yöneldi. Ama dün
yanın her yerinde her zaman kadın örgütleri koalisyonlarının iyi işleyeceğine
dair bir garanti olduğunu söylemek zor. Özneleri iyi tanımlanmış farklılıkları
ara kesitler ve sınırlar boyunca bir araya getirmek bu sınırları kuvvetlendirebi
lir; farklılıkları kuvvetlendirerek etkilenmeleri, melezlenmeleri zayıflatıp engel
leyebilir; geri dönüşsüz hale getirebilir. Oysa kadınların çıkarlarını ortaklaştırıl
ması siyaseti bu sınırların belirsizleştirilmesi, yeniden şekillendirilmesini amaç
lar her zaman. Her özne kendi alanını tanımlar ve diğerinin alanına girmemeye
çalışarak kendi alanım çizer ve onu titizlikle korur; buna göre diğer kadın ör
gütlerine karşı konumlanınca da kendi alanında da kendinden başka kimsenin
olmasını istemeyebilir. Oysaki kadın dayanışması karşılıklı tanıma ve olumla
mayı gerektiriyor. Bu konularda feministler arasında önemli tartışmalar oldu
ğunu görüyoruz: Jodi Dean gibi birçok feminist, iris Marion Young’ın “gökku
55 Kürt kadın hareketi ve kadın sorunu için bkz. Çağlayan, 2007; Sharhzad, 2005.
şağı koalisyonu” olarak adlandırdığı örgütlenmeleri bu açılardan eleştirmişti. 56
Koalisyonların karşılıklılık, eşitlik ve hesap verebilirlik üstüne dayanması ge
rektiği halde zaman zaman da bu ittifakların birbirine çok değmeyen kadın ör
gütleri yarattığını söylemek mümkün.
57 Kadın hareketinin ve feministlerin içerilmesi tartışmaları için bkz. Mazur, 2005; Ba-
naszakvd, 2003.
Dünyada başarılı kadın harekederi, öncelikle kadınların eşit siyasal temsi
li konusunda geliştirdikleri stratejiler ve siyasal dönüşümlerle değerlendiriliyor.
Bugün artık cinsiyet eşitliğini hedeflememiş ve bunu gerçekleştireceğine dair
bir inanç oluşturmamış siyasal rejimler demokratik sayılmıyor; yani demokrasi
nin cinsiyetlendirilmesi çağın ruhunun bir parçası haline geldi. Bu da feminist
lerin siyasal kurumlara dahil olması ve feminist eleştirinin ortaya koyduğu dö
nüşümlerin siyasal toplumda gerçekleştirilmesine bağlı. Türkiye’de önümüzde
ki dönemin bir siyasal toplum reformu dönemi olacağı belli olmuşken, siyasal
partilerin ve seçimlerin demokratikleştirilmesi ve temel vatandaşlık tanımının
tartışılması sırasında kadınların eşit vatandaşlar olabilmesi için yapılması gere
kenlerin dikkate alınmaması önemli bir demokrasi eksikliği haline dönüşecektir.
Türkiye’de TBMM’de grubu olan siyasal partilere baktığımızda hem parti
yönetimlerinde hem milletvekilliklerinde aday belirleme ilkelerinin çok sorunlu
olduğunu görüyoruz. Aday liste seçicileri karar verirken değişik kriterleri—
enformel olarak—uyguluyorlar. Deneyim, parasal güç, bölgesel aidiyet, etnik
ve cemaat kimliği, eğitim, meslek, yaş, kitle örgütleri üyeliği/yöneticiliği gibi
kriterler bu seçişte etkili oluyor. Ama bu kriterlere ve aday gösterilen kadınlara
yakından baktığımızda, kriterlerin kadınlardan çok erkekler için geçerli olduğunu
görüyoruz. Kadın adayların belirlenmesinde bu kooptasyon başka kurallara göre
şekilleniyor; akraba, tanıdık eşi, kızı, sevgilisi yani torpilli kadınlar her zaman
önemli bir yer tutuyor. Ama özellikle deneyimsiz, itaatkâr, ikincil kalmaya ses
çıkarmayacak, “arka toplayan” kadınlar yani uyumlu eş modeli kadınlar özellikle
tercih ediliyor. Ayrıca gösterişi, sunumu iyi ama siyasal gücü ve iddiası düşük
vitrin kadınlarının da siyasal partilerin her düzey yönetiminde önemli bir yer
tuttuğunu görüyoruz. Toplumda kadın örgütlerinde, kadın hakları mücadele
sinde gördüğümüz kadınları hâlâ siyasal partilerde, parlamentolarda ve politik
makamlarda göremiyoruz. İstenmeyen/seçilmeyen kadınlar ise öncelikle feminist
ler, siyasetin tabanından gelen deneyimli, güçlü, ama markasız kadınlar oluyor.
Bu yapının AKP ve CHP gibi büyük partilerde hâlâ devam ettiğini görüyoruz.
Bir tür başkanın kadınları modeli diyebileceğimiz bu model, siyasal partilerdeki
merkez ve lider egemenliğine dayalı otoriter örgüt yapılarının bir sonucu. Bu
konuda etnik kimlik siyaseti yürüten BDP’nin (DTP) farklı bir model geliştire
rek—feministleri içine almasa bile—kendi içinde kendi feministlerini yaratarak
önemli ve başarılı bir örnek haline geldiğini görüyoruz.
Türkiye’de kadınların siyasal katılımı ve temsili ile ilgili başarısızlığın siya
sal partilere kadın taleplerinin ve feministlerin dahil edil (eme) mesiyle ilgili bir
başka boyutu ise bu konudaki kadın örgütlerinin eksik bakış açısı. Kadınların
eşit siyasal temsili ile ilgili olarak bugüne kadar geliştirilmiş tek politika “kota”
talebi ve hangi partiden olursa olsun kadın politikacıların eğitimi yoluyla ka
dın sorunları-taleplerinin içerilmesinin amaçlanması. Oysa ki “her partide en
az .... kadar kadın olsun, yeter” demek ancak bununla birlikte gerçekleşmesi
gereken dönüşümler için stratejik hedefler saptamamak, kadın temsilci oranı
yükselen ama kadınların taleplerine yetirince duyarlı olmayan bir siyasal, top
lumu aşmaya yetmiyor. Kadın olmanın bir tür politik grup değil biyolojik bir
kategori olarak kabul edilmesi, yani özcülük, eril iktidar aygıtlarını ve pratikle
rini dönüştürücü olmaktan çok bazı kadınları buna ortak etmekle sonuçlana
biliyor. Bu açıdan Türkiye’de kadın örgütlerinin siyasal partilerde cinsiyetçili-
ğin aşılması için daha güçlü ve doğru bir gündem oluşturmaya çalışması gere
kiyor (Sancar, 2008 , 2005, 2004a).
Sonuç
Türkiye’de kadın hareketinin bir duraklama ve tıkanma dönemine girdiği bu
günlerde yaşanmışlığa dönüp bakmak ve deneyimleri eleştirel olarak gözden ge
çirmenin yararı büyük. Böyle bir amaçla bakıldığında Türkiye’de görünen man
zara şu: Kadın haklarını yeterli düzeyde koruyabilecek sivil, siyasal ve kamusal
mekanizmalara hâlâ sahip değiliz; her adım geriye gitmeye eğilimli, her aygıt kı
rılgan; kadın örgütlerinin sorun haline getirmediği hiçbir konu kamuoyu gün
demine giremiyor ve kendiliğinden çözülmüyor; sivil ve siyasal toplumun ref
leksleri arasında kadınların ve erkeklerin eşit olması gereği hâlâ yeterince yerleş
memiş. Ama kadın örgütleri de dağınık, kitlesel katılım-destek özelliğini yitir
miş ve apolitik-profesyonel yapılara dönüşerek çalışmaya uyum sağlamış görü
nüyor. Kadın örgütlerinin eleştirel dili ve sesi kısılmış; kendi önerilerine siyasal
dayanak olacak yeterli siyasal müttefikler ve ortaklar da ortalıkta görünmüyor.
Diğer yandan yeni bir fem inist kuşak geliyor: kadınların “kamuyu
dönüştürme”den çok kendi bireysel yaşamlarını dönüştürme arzuları popü
ler kültür aygıtları ve tarzlarıyla iç içe gerçekleşiyor. Artık Müjde Ar’ın filmle
ri ve Duygu Asena’nın romanları gibi popülerfeminizm yok! Ama sosyal med
ya her gün yeni popüler feminist imgeleri yayıyor. Türkiye’de hâlâ siyasal par
tilerde ve sendikalarda eril siyaset egemen. Kadınları güçlendirmeyi amaçlayan
özel kurumlar—sığınma evleri, kadın kütüphanesi, kültür merkezleri, akade
mik araştırma ve eğitim merkezleri, vb—hâlâ güçsüz ve devletten mali kaynak
alamadan yaşamaya ve ayakta kalmaya çalışıyor. Amargi, Feminist Politika, Fe
minist Yaklaşımlar, KaosGl gibi yeni feminist dergiler çıkıyor ama kadın örgüt
lerinin yayınları hâlâ ülke çapında yeterince dağıtılamıyor. Kadın haklarını güç
lendirici bir kamu aygıtı olarak Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı,
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak eşgüdümcü bir yapıdan icracı bir ya
pıya dönüştürülüyor, ama adından kadın kelimesi çıkartılıp bir alt birime dö
nüştürülerek kadınların bağımsız bir siyaset ve hizmet hedefi olması reddedil
miş oluyor. Öte yandan parlamentodaki kadın sayısı hızla artarken hâlâ yerel
siyasette kadın haklarını yerel gündemlere taşıyacak ciddi bir kadın politikacı
grubu göremiyoruz.
Türkiye’de 2010 ’lu yıllar kadınlar açısından yeni gelişmeler ve fırsatlar dö
nemi olacak; kadınlar daha güçlü ve toplumsal kaynaklara daha eşit ulaşma ola
nağına sahip yurttaşlar olacaklar. Ama bu güçlenme toplumsal iktidar ilişkileri
ni cinsler arasında daha eşitlikçi hale mi getirecek yoksa sadece kadınların eril
iktidarın elindeki nimetlerden aldığı pay mı artacak? Yüzyıl önce kendine fe
minist diyenlerin bir düşü vardı: Feministlerin eşitlikçi ve özgürlükçü siyaset
tahayyülünün merkezinde “devlet gibi olmayı arzulamayan” ve kendi kendini
iktidarsız bir ilişki olarak örgütleyebilen yeni bir dünya kurmak ve orada yaşa
mak düşlenmişti. Eril tahakkümün sönümlenmesi ile diğer tüm toplumsal ta
hakkümlerin de sönümlenmesinin iç içe geçerek gerçekleşeceği özgürlükçü bir
siyasal toplum yaratma düşünü insanlarla paylaştılar. Bu düşü bugün de hâlâ
paylaşmak mümkün mü acaba?
KAYNAKÇA
Abadan Unat, N. (1998) “Söylemden Protestoya Türkiye’de Kadın Hareketi
nin Dönüşümü,” 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler., der. A. Berktay Hacımir-
zaoğlu, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Acar Savran, G. (2004) “Biyolojizm ve Toplumsal Kuruluşçuluğun Ötesinde,”
Beden, Emek, Tarih/Diyalektik B ir Feminizm için, İstanbul: Kanat Kitap.
Acar Savran, G. (2007) “Feminist Politika, Kota ve Bir Siyasal Kategori Olarak
Kadınlar,” Amargi, sayı: 5, Yaz, s. 11-3.
Akgökçe, N. (1996) “Bütün Bunlar Oluyorken Kadınlar Neredeydi?,” ÖDP
Tartışmaları, Alan.
Akgül, Ç. (2011) Militarizmin Cinsiyetçi Suretleri, Dipnot.
Akman, C.A. (2008) “Sivil Toplumun Yeni Aktörleri Olarak İslami Eğilimli
Kadın Dernekleri,” Toplum ve Demokrasi, yıl: 2, sayı: 4, s. 71-90.
Akşit, E.E. (2009) “Haydi Kızlar Okula: Kızların Eğitimi, Kadınların Bilgisi
ve Kamusal Alan Tartışmaları,” Toplum ve Bilim, sayı: 114, s. 7-26.
Aktaş, C. (2005) Bacı dan Bayana İslamcı Kadınların Kamusal Alan Tecrübe
si, Kapı.
Aktaş, C. (2006) Türbanın Yeniden İcadı, Kapı.
Aldemir, A. (2007) “Kadın Örgütleri ve Yasama: TCK Platformu Örneği,”
Ankara Üniversitesi, Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı, yüksek
lisans tezi araştırması.
Aldıkaçtı-Marshall, G. (2005) “Ideology, Progress, and Dialogue: A Comparasi-
on of Feminist and Islamist Women’s Appraoches to the Issues of Head Co
vering and Work in Turkey,” Gender and Society, cilt: 19, sayı: 1, s. 104-20.
Altınay, A. ve Arat, Y. (2007) Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul.
Alvarez, S. (1999) “Advocating Feminism: Latin American Feminist NGO Bo
om,” International Feminist Journal o f Politics, sayı: 1(2), s. 181-209.
AMARGİ (2005) Özgürlüğü Ararken: Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimle
ri, der. B. Kum, F. Gülçiçek, P. Selek, Y. Başaran, İstanbul: Amargi Kadın
Bilimsel ve Kültürel Araştırma Yayıncılık.
Anthias, F. (2002) “Beyond Feminism and Multiculturalism: Locating Dif
ference and Politics of Location,” Womens Studies International Form, sa
yı: 25, 3. s. 275-86.
Apak, M. (2004) “1980-90 Arası Türkiye’de Kadın Hareketinin Gelişim Sü
reci ve 2000’lere Yansıması: Farklılıklar, Tartışmalar, Ayrışmalar,” İstanbul
Üniversitesi, yayımlanmamış yüksek lisans tezi.
Arat-Koç, S. (2007) “(Some) Turkish Transnationalism(s) in an Age of Capi
talist Globalization and Empire: ‘White Turk’ Discourse, the New Geopo
litics, and Implications for Feminist Transnationalism,” Journal o f Middle
East Womens Studies, sayı: 3/1, Kış, s. 35-57.
Arat, Y. (1991) “1980’ler Türkiye’sinde Kadın Hareketi: Liberal Kemalizmin
Radikal Uzantısı,” Toplum ve Bilim, sayı: 53, Bahar.
Arat, Y. (1994) “Towards A Democratic Society: The Women’s Movement in
the 1980s,” Womens Studies Forum, sayı: 17(2/3), s. 241-8.
Arat, Y. (1999) Political Islam in Turkey and Womens Organisations, Friedrich
Ebert Stiftung, Istanbul.
Arat, Y. (2005) Rethinking Islam and Liberal Democracy: Islamist Women in Tur
kish Politics, State University of New York.
Arat, Y. (2009) “Religion, Politics, Gender Equality in Turkey: Implication of
a Democratic Paradox,” UNRISD, Heincrich Boll Stiftung için hazırlanan
araştırma raporu.
Atakul Özcan, S. (2006) “Üniversitelerde Kadın Çalışmaları,” Kadın Çalışma
ları Dergisi, cilt: 1 sayı: 3 (Eylül-Aralık).
Atkins, L. (2004) “Passing on Feminism: From Consciousness to Reflexivity?”,
European Journal o f Womens Studies, sayı: 11(4), s. 427-44.
Ayata, A. vd (2008) Türkiye’de insan Ticaretinin Farklı Formlarına Olan Talebin
İncelenmesi, AB, İçişleri Bakanlığı, IOM tarafından desteklenen proje raporu.
Banaszak, L.A. (1996) Why Movement Success or Fail? Opportunities, Culture
and the Struggle o f Woman Suffrage, Princeton University Press.
Banaszak, L.A. vd (2003) “W hen Power Relocate: Interactive Change in
Women’s Movements and States,” Womens Movements Facing the Recon
figured State içinde, der. L.A. Banaszak, K. Beckwith, D. Rucht, s. 1-29,
Cambridge University Press.
Barbarosoğlu F.K. (2009) Cumhuriyetin Dindar Kadınları, Profil.
Başkent Kadın Platformu (2007) Kadın: Dünden Bugüne Başkent Kadın Plat
formu, Ekim 1995-Mayıs 2007 , Ankara: Ayban Matbaacılık.
Bayard de Volo, L. (2003) “Analyzing Politics and Change in Women’s Orga
nizations: Nicaraguan Mother’s Voice And Identity,” International Feminist
Journal o f Politics, sayı: 5:1, Mart.
Beckwith, K. (2001) “Women’s Movements at Century’s End: Excavation and
Advances in Political Science,” Annual Review o f Political Science, sayı: 4,
s. 371-90.
Benhabib, S. (2002) The Claims o f Culture/Equality and Diversity in the Glo
bal Era, Princeton University Press.
Benli, F. (2010) Kadının İnsan Hakları, Temmuz 2010 rapor, http://www.
ak-der.org/grafık/manager/Dokumanlar/soruvecevaplarlakadınininsan-
haklari20 10 .pdf.
Bhabha, H.K. (1994) The Location o f Culture, Londra: Routledge.
Bhabha, H.K. (1999) The Postcolonial and The Postmodern: The Question of
Agency, The Cultural Studies Reader, Routledge.
Bora, A. (1988) “Ankara’da Feministler Ne Yapıyorlar?,” Sosyalist Feminist Kak
tüs, sayı: 1 .
Bora, A. (1996) “Kadın Örgütleri Nereden Nereye?,” Birikim, s. 83, Mart.
Bora, A. (2002) “Bir Yapabilirlik Olarak KA-DER,” 9 0 ’larda Türkiye’de Femi
nizm, der. A. Bora ve A. Günal, İstanbul: İletişim, s. 109-24.
Bora, A. ve Günal, A., der. (2002) 90’larda Türkiye’de Feminizm, İstanbul: İletişim.
Braig, M. ve Wolte, S., der. (2002) Common Ground or Mutual Exclusion?
Women’s Movement and International Relations, Zed Books.
Bulut, N. (2001) “İslamcı Kadınların Feminist Deneyimleri,” Tezkire, Kadın
ve Beden Siyaseti Özel Sayısı, sayı: 10, Şubat-Mart, s. 94-104.
CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulu (2011) 6. Dönem Gölge Raporu ve Bir
leşmiş Milletler CEDAWKomitesinin Nihai Raporu, Karınca.
Cocburn, C. (2000) “The Women’s Movement, Boundary Crossing on Ter
rains of Conflict,” Global Social Movement, der. R. Cohen ve S.M. Rai, s.
46-61, The Athleon Press.
Cohen, R., Robin ve Shirin M.R. (2000) “Global Social Movement, Towards
a Cosmopolitan Politics,” Global Social Movement, der. R. Cohen ve S.M.
Rai, s. 1-32, The Athleon Press.
Coşar, S. (2007) “Politik Katılımda Eşitlik: ‘Bıyıksız Siyaset’ Mümkün mü?”,
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, Heinrich Böll Stiftung Derneği
Türkiye Temsilciliği Yayını, s. 94-107.
Çağlayan, H. (2007) Analar, Yoldaşlar, Tanrıçalar: Kürt Hareketinde Kadınlar
ve Kadın Kimliğinin Oluşumu, İstanbul: İletişim.
Çağlayan Kovanlıkaya, E. (2006) “Kadın Sivil Toplum Kuruluşlarının Kadın
Bilincine Katkıları ve Uçan Süpürge Örneği,” Kadın Çalışmaları Dergisi,
cilt: 1, sayı: 1, Eylül-Aralık, s. 40-50.
Çaha, Ö. (2007) “Türkiye’de Kadın Hareketi ve Feminen Sivil Toplumun Ge
lişimi?,” Kadın Çalışmaları Dergisi, cilt: 1, sayı: 3, Nisan.
Çaha, Ö. (2010) Sivil Kadın: Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, genişletilmiş
2. baskı, Savaş.
Çakır, R. (2000) Direniş ve İtaat: İki iktidar Arasında İslamcı Kadın, İstanbul:
Metis, Siyahbeyaz Dizisi.
Cravey, A. (1998) “Engendering the Latin American State,” Progress in Human
Geography, sayı: 22(4), s. 523-42.
Çubukçu, S.U. (2004) “1980 Sonrası Kadın Hareketi: Ataerkilliğe Karşı Meydan
Okuma,” Türkiye’de ve Avrupa Birliği’nde Kadının Konumu, Kazanımlar,
Sorunlar, Umutlar, der. F. Berktay, İstanbul: KA-DER Yayınları.
Çubukçu, S.U. (2004) “Demokrasiye Önemli Bir Katkı: Kadın Sivil Toplum
Örgütleri,” Türkiye’de ve Avrupa Birliği’nde Kadının Konumu, Kazanımlar,
Sorunlar, Umutlar, der. F. Berktay, KA-DER Yayınları, İstanbul.
Dahlerup, D. ve Freidenvall, L. (2005) “Quotas as a Fast Track to Equal Rep
resentation for Women,” International FeministJournal o f Politics, sayı: 7(1),
s. 26-48.
Desai, M. (2002) “Transnational Solidarity; Women’s Agency, Structural Ad
justment, and Globalization,” Womens Activism and Globalization: Linking
Local Struggles andTtransnational Politics, der. N.A. Naples ve M. Desai,
Routledge, s. 15-33.
Diner, Ç. ve Toktaş, Ş. (2010) “Waves of Feminism in Turkey: Kemalist, Isla
mist and Kurdish Women’s Movement in an Era of Globalization,”Journal
o f Balkan and Near Eastern Studies, cilt: 12, sayı: 1.
Durakbaşa, A. (2000) Halide Edib: Türk Modernleşmesi ve Feminizm, İletişim.
Ecevit, Y. (2001) “Yerel Yönetimler ve Kadın Örgütleri İlişkisine Eleştirel Bir
Yaklaşım,” Yerli Bir Feminizme Doğru, yay. haz. A. İlyasoğlu ve N. Akgökçe,
s. 227-57, İstanbul: Sel.
Eğitim-Sen (2010) Özgürlüğümüz için Örgütleniyoruz: II. Kadın Kurultayına
Giderken, Eğitim-Sen Yayınları.
Epstein, B. (2001) “What Happened to the Women’s Movement?”, Monthly
Review, Mayıs.
Epstein, B. (2002a) “Feminist Consciousness After the Women’s Movement,”
Monthly Review, Eylül, s. 31-7.
Epstein, B. (2002b) “The Success and Failures of Feminism ”Journal o f Womens
History, cilt: 14/2.
Erarslan, S. (2004) “İslamcı Kadının Siyasette Zaman Algısı Üzerine,” İslam
cılık: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt: 6 , s. 818-25, İstanbul: İletişim.
Erdoğan Tosun, G. (2006) “Siyasetin Kadınlara Ardına Kadar Açık Kapısı:
Mahalle Muhtarlığı,” Kadın Çalışmaları Dergisi cilt: 1 sayı: 1, Ocak-Nisan,
s. 30-44.
Erkilet Başer, A. (2001) “Marjinal Yurttaştan Özgür Bireye: Müslüman Ka
dın Kimliğinin İnşa Süreci,” Tezkire, Kadın ve Beden Siyaseti Özel Sayısı,
sayı: 10, Şubat,Mart, s. 53-63.
Ertürk, Y. (2005) “The UN Agenda for Women’s Rights and Gender Equa
lity,” Journal o f International Affairs, cilt: 10, sayı: 2 , Yaz.
Ertürk, Y. (2007) “Kadına Yönelik Şiddet, Nedenleri ve Sonuçlan: Kültür ve Ka
dına Karşı Şiddet Arasındaki Kesişmeler,” BM Şiddet Özel Raportörlüğünce
hazırlanmış Türkiye raporu, http://www.ihop.org.tr/dosya/YE/ye_raportr.
doc Ek Rapor metni, http://www.ihop.org.tr/dosya/YE/yeturkiyerapor.pdf.
Fraser, N. (2003) Redistribution or Recognition? Londra: Verso.
Franceschet, S. (2003) “The State Feminism and Women’s Movements: The
Impact O f Chile’s Servicio Nacional De La Mujer On Women’s Activism,”
Latin America Research Review, cilt: 38 sayı: 1, Şubat.
Fraser, N. (2005) “Mapping the Feminist Imagination: From Redistribution
to Recognition to Representation,” Constellations, sayı: 12(3)
Fraser, N. (2010) “Feminizm, Kapitalizm ve Tarihin Oyunu,” Feminist Yakla
şımlar, BGST Yayını, s. 174-93.
Gökalp, D. (2010) “A Gendered Analysis of Violence, Justice and Citizenship:
Kurdish Women Facing War and Displacement in Turkey,” Womens Studies
International Forum, sayı: 33, s. 561-9.
Göker, G. (2007) “İnternetin Türkiye Kadın Hareketi Üzerindeki Etkisi: Kadın Ku
rultayı E-Grubu Örneği,” Yeni Medya Çalışmaları içinde, der. M. Binark, Dipnot.
Göle, N., der. (2000) Islamm Kamusal Yüzleri, İstanbul: Metis.
Gönüllü, A. (2005) “Contemporary Women’s Activism in Engendering The
Political Agenda: A Case O f Legal Reform In Turkey,” ODTÜ, Kadın Ça
lışmaları Anabilim Dalı yüksek lisans tezi.
Günal, A. (2009) “Gülnur Acar Savran ile söyleşi: Sol Hâlâ Patriarkayı ‘Kadın
Sorunu’ Olarak Görüyor,” Birikim, Ağustos-Eylül, sayı: 244-5; s. 115-23.
Hassim, S. (2005) “Voices, Hierarchies and Spaces: Reconfiguring The Women’s
Movement In South Africa,” Politikon, Kasım, sayı: 32(2), s. 175-93.
Haussman, M. ve Sauer, B., der. (2007) Gendering the State in the Age o f Glo
balization: Women s Movement and State Feminism in Post-industrial Democ
racies, Rowman and Littlefield Publishers.
Heinrich Boll Stiftung (2007) Toplumsal Cinsiyet ve SiyasetAtölyesi, Türkiye’de
Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye
Temsilciliği Yayını, s. 56-68.
Hester, E. (2005) “A Dangerous Liaison/Feminism and Corporate Globaliza
tion, Science&Society, sayı: 69:3, Temmuz, s. 487-518.
Hosford, W.S. ve Kozol, W., der. (2005) “Introduction,"Just Advocacy?: Women’s
Human Rights, Transnational Feminisms, and the Politics o f Representation,
s. 1-29, Rutgers University Press.
Htun, M.N. (2006) Women, Political Parties and Electoral Systems in Latin
America, Women in Parliament Beyond Numbers: A Revised Edition, der. J.
Ballington ve A. Karam, International IDEA Publicatinos.
İlerici Kadınlar Derneği (1996) Ve Hep Birlikte Koştuk, Açı.
İlkkaracan, L, der. (2010) İş ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politikaları, Kadının
İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği ve İTÜ BMT-KAUM ortak yayını.
İlyasoğlu, A. ve Akgökçe, N., der. (2001) Yerli Bir Feminizme Doğru, Sel.
İRİS Eşitlik Gözlem Grubu (2007) Kamuda Yönetici Kadınlar, yay. haz. N.
Ataman, M. Göçek.
Işık, N. (2002) “1990’larda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Hare
keti içinde Oluşmuş Bazı Gözlem ve Düşünceler,” 9 0 ’larda Türkiye’de Fe
minizm, der. A. Bora ve A. Günal, İstanbul: İletişim.
Kadın Sığınakları Kurultayı raporları, http://www.siginaksizbirdunya.com.
Kardam, F. vd (tarihsiz) The Dynamics of Honor Killings in Turkey: Prospectfor
Action, UNDP ve UNFPA yayını.
Kardam, N. ( 2005) Turkey’s Engagement with Global Women’s Human Rights,
Aldershot: Ashgate Publishers.
Kardam, N. (2007) A Critical Assessment of the National Women’s Machinery
of Turkey, EU MEDA Programı, Ekonomik Yaşamda Kadının Rolü Proje
si için hazırlanmış rapor.
Kardam, N. ve Ertürk, Y. (1999) “Expanding Gender Accountability? Women’s
Organizations and the State in Turkey,” The InternationalJournal o f Orga
nization Theory and Behaviour, sayı: 2(1 ve 2 ), s. 167-97.
KASAUM (2000) Eğitim Yoluyla Güçlenme, Ankara-Üniversitesi Kadın Araş
tırmaları Merkezi (KASAUM) yayınr.
KEİG Platformu (2009) Türkiye’de Kadın Emeği ve İstihdamı: Sorun Alanları
ve Politika Önerileri, http://www.keig.org/yayinlar/keig%20platformu%20
politika%20 raporu.pdf.
Kerestecioğlu, I.Ö. (2004) “The Women’s Movement In 1990’s: Demand For
Democracy and Equality,” The Position O f Women In Turkey A nd In Euro
pean Union: Achievements, Problems, Prospects, Istanbul: KA-DER.
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) (2004) “Sözümüzü Örgüt-
lüyoruz, Hayatı Değiştiriyoruz,” II. Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi, Ankara.
KESK (1998) I. Kadın Kurultayı, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu
Yayını, Ankara.
Kocabıçak, E. (2010) Patriarkanın Toprağında Kapitalizm Kök Salarken:
Türkiye’de Son Dönem Sermaye Birikim Stratejisi ve Kadınlar,” Tülay Arına
Armayım İktisat Yazıları, der. S. Sarıca, s. 137-89, Belge.
Koğacıoğlu, D. (2004) “The Tradition Effect: Framing Honor Crimes in
Turkey,” Differences, sayı: 15/ 2 ; s. 118-51.
Koray, M. (1999) “Türkiye Kadın Hareketinin Soru ve Sorunları,” 75 Yılda
Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s. 361-75.
Koray, M. (2011) “Avrupa Birliği ve Türkiye’de ‘Cinsiyet’ Eşitliği Politikaları:
Sol-Feminist Bir Eleştiri,” Çalışma ve Toplum, sayı: 29.
KSGM (2001) “Türkiye’de Kadın Politikaları ve Kurumsallaşma: Ulusal
Mekanizma ile Kamu Kurum ve Kuruluşları ve Sivil Toplum Kuruluşları
Arasındaki İlişkiler: Sorunlar ve Çözüm Önerileri,” 27-29 Haziran 2001
tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen toplantı tutanakları.
Kulin, A. (2004) Kardelenler: Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kutluata, Z. (2003) “The Politics of Difference within the Feminist Movement
in Turkey as Manifested in the Case of Kurdish Women/Feminist Journals,”
Boğaziçi Üniversitesi, yayınlanmamış yüksek lisans tezi.
Lyshaug, B. (2006) “Solidarity without “Sisterhood”? Feminism and Ethics of
Coalition Building,” Politics and Gender, sayı: 2, s. 77-100.
Manisha, D. (2006) “From Autonomy to Solidarities: Transnational Feminist
Political Strategies,” Handbook o f Gender and Womens Studies, der. K. Da
vis, M. Evans ve J. Lorber, s. 457-68, Sage Publication.
Mazur, A. (2005) “Impact of Women’s Participation and Leadership on Policy
Outcomes, A Focus on Women’s Policy Machineries,” UN Expert Group
Meeting’e sunulan tebliğ, EGM/EPWD/2005/EP, 5, October 12, 2005.
McBride, D. ve Mazur, A. (2005) “The Comparative Study of Women’s Mo
vement: Conceptual Puzzles and RNGS Solutions,” APSA yıllık kongresi
ne sunulan tebliğ, Washington, DC.
Melucci, A. (1989) Nomads and Present: Social Movements and Individual Ne
eds in Contemporaray Society, der. L. Keane ve P. Mier, Hutchinson Radius.
Merçil, İ. (2007) “İslam ve Feminizm,” Cinsiyetli Olmak: Sosyal Bilimlere Fe
minist Bakışlar içinde, der. Z. Direk, YKY, s. 106-18.
Mohanty, C.T. (1988) “Under Western Eyes: Feminist Scholarship and Colo
nial Discourses,” Feminist Review, sayı: 30, s. 61-88.
Mohanty, C.T. (2009) Sınır Tanımayan Feminizm, çev. Hatice Pınar Şenoğuz,
Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Mohanthy, C.T., Russo, A. ve Torres, L„ der. (1991) Third Word Women and
the Politics o f Feminism, Bloomington: Indiana University Pres.
Mojab, S. (1997) “Crossing the Boundaries of Nationalism, The Struggle for a
Kurdish Women’s Studies,” Canadian Women Studies, cilt: 17, sayı: 2, s. 68-72.
Mojab, S. (2000) “Vengeance and Violence, Kurdish Women Recount the
War,” Canadian Women Studies, cilt: 19, sayı: 4, s. 89-94.
Mojab, S. (2005) Devletsiz Ulusun Kadmlan-Kürt Kadını ÜzerineAraştırmalar, Avesta.
Mojab, S. ve Gorman, R. (2007) “Dispersed Nationalism: War, Diaspora and
Kurdish Women’s Organizing,” Journal o f Middle East Womens Studies,
cilt: 3, sayı: 1, s. 58-84.
Molyneux, M. (1998) “Analyzing Women’s Movements,” Development and
Change, cilt: 29, s. 219-45.
Naples, N.A. (2002) “Changing the Terms: Community Activism, Globalization
and the Dilemmas of Transnational Feminist Praxis,” Women sActivism and
Globalization: Linking Local Struggles and Transnational Politics, der. N.A.
Naples ve M. Desai, s. 3-14, Routledge.
Naples, N.A. ve Desai, M. (2002) “Women’s Local and Translocal Responses,”
Womens Activism and Globalization, der. N.A. Naples ve M. Desai, s. 34-
44, Routledge.
Narayan, U. (1997) Dislocating Cultures: Identities, Traditions and Third-World
Feminism, Routledge.
Nicolson, L. (2008) Identity Before Identitiy Politics, Cambridge University Press.
Nighar, S.K. (2000) “The Women’s Movement Revisited: Areas of Concern
for the Future,” Global Feminist Politics: Identities in a Changing World, der.
S. Ali ve K. Coate, s. 5-10, W. Goro, Routledge.
Nighar, S.K. (2002) “The Impact of the Global Women’s Movement on In
ternational Relations: Has it Happened? What has Happened?” Common
Ground or Mutual Exclusion?, der. M. Braig ve S. Wolte, s. 35-45, Zed Books.
Outshoorn, J. ve Kantola J., der. (2007) Changing State Feminism, Palgrave.
Özkan, F. (2005) Yemenimde Hare Var: Dünden Yarma Başörtüsü, Elest.
Paker, B. (1988) Bağır Herkes Duysun, İstanbul: Kadın Çevresi Yayınları.
Paletschek, S. (2004) Womens Emancipation Movements in the Nineteenth Cen
tury: A European Perspective, Stanford University Press.
Push, B. (2000) “Kamusallığa Doğru: Türkiye’de İslamcı ve Sünni-Muhafazakâr
Kadın Sivil Toplum Örgütlerinin Yükselişi,” Türkiye’de Sivil Toplum ve Mil
liyetçilik içinde, İstanbul: İletişim.
Rai, S.M., der. (2003) Mainstreaming Gender, DemocratizatingState? Institutio
nal Mechanismsfor the Advancement of Women, Manchester University Press.
Ramazanoğlu, Y. (1999) Bir Dünyanın Kadınlan, Ekin.
Ramazanoğlu, Y., der. (2000a) Osmanlı dan Cumhuriyete Kadının Tarihi Dö
nüşümü, Pınar.
Ramazanoğlu, Y. (2000b) “Yol Ayrımında İslamcı ve Feminist Kadınlar,”
Osmanlı dan Cumhuriyete Kadının Tarihi Dönüşümü içinde, s. 139-69, Pınar.
Ramazanoğlu, Y. (2004) “Cumhuriyetin Dindar Kadınları,” İslamcılık: Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce, İletişim, cilt: 6 , s. 804-12.
Reinmann, C. (2002) “Engendering the Field of Conflict Management: Why
Gender Does Not Matter! Thoughts from a Theoretical Perspective,” Com
mon Ground or Mutual Exclusion? Women’s Movement and International Re
lations içinde, der. M. Braig ve S. Wolte, s. 99-128, Zed Books.
Roy, O. (2002) Küresel İslam, çev. H. Bayrı, Metis.
Ruppert, U. (2002) “Global Women’s Politics: Towards the Globalizing of
Women’s Human Rights?”, Common Ground or Mutual Exclusion? Women’s
Movement and International Relations, der. M. Braig ve S. Wolte, s. 147-79,
Zed Books.
Saktanber, A. ve Çorbacıoğlu G. (2008) “Veiling and Headscarf-Scepticism in
Turkey,” Social Politics, cilt: 15, sayı: 4, s. 514-8.
Saktanber, A. (2001a) “Kemalist Kadın Hakları Söylemi,” Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce: Kemalizm içinde, cilt: 2, İstanbul: İletişim.
Saktanber, A. (2001b) “Türkiye’de Müslüman Olarak ‘Ötekiye Dönüşmek:
Türk Kadınları İslamcı Kadınlara Karşı,” Tezkire, sayı: 10, Kadın ve Beden
Siyaseti Özel Sayısı, Şubat-Mart, s. 64-93.
Saktanber, A. (2004) “Gündelik Yaşamda Dinin Yeniden Keşfinin Bir Aracı’
Olarak Kadınlar,” İslamcılık: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt: 6 ,
s. 813-7, İstanbul: İletişim.
Sancar, S. (2000) Siyasal Örgütlerde Cinsiyetçiliğe Karşı Eğitim Rehberi, KA-
SAUM yayını.
Sancar, S. (2003a) “Üniversitede Feminizm? Bağlam, Gündem ve Olanaklar,”
Toplum ve Bilim, Güz, sayı: 97.
Sancar, S. (2003b) “Women in State - Politics and Civil Society,” Bridging Gen
der Gap in Turkey: A Milestone Towards Faster Development and Poverty Re
duction içinde, der. F. Acar, Poverty Reduction and Economic Management
Unit, Europe and Central Asia Region (World Bank, Country Gender As
sessment Report of Turkey), http://siteresources.worldbank.org/INTECA-
REGTOPGENDER/Resources/TurkeyCGA.pdf.
Sancar, S. (2004a) “Otoriter Türk Modernleşmesinin Cinsiyet Rejimi,” Doğu
Batı: İdeolojiler II, s. 29.
Sancar, S. (2004b) “Kadınların Sözü ve Kadınlar için Politika,” Kadın Başımıza-
Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsili Kampanyası 2003-2004 için
de, KA-DER-Ankara ve KASAUM Yayınları.
Sancar, S. (2005) “Türkiye’de Kadınların Hak Mücadelesini Belirleyen Bağlam
lar,” http://www.stgm.org/docs/1194972787Kadin%20Hareketi-Serpil%20
Sancar.doc.
Sancar, S. (2006) “Gender Profile Report: Turkey,” JICA (Japon Araştırma
Enstitüsü), http://www.jica.go.jp/ english/global/gend/back/pdf/e06tur.pdf.
Sancar, S. (2008a) “Ortak Gündem Politikasının Başarıları ve Sorunları,”
Amargi, sayı: 9, Yaz, s. 11-2.
Sancar, S. (2008b) “Siyasal Katılım,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizli
ği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri içinde, (M. Tan, Y. Ecevit ve
S. Acuner ile birlikte) İstanbul: TÜSİAD ve KAGİDER yayını, (TÜSİAD
2000 tarihli raporun güncellenmesi).
Sancar, S. (2009) Erkeklik: İmkânsız İktidar/ Ailede, Piyasada ve Sokakta Er
kekler, İstanbul: Metis.
Sancar, S. (2009a) “Sol’suz Zamanlarda Feminizm,” Feminist Politika, sayı: 1,
Kış, s. 36-8.
Sancar, S. (2009b) “Türkiye’de Feminizm ve Kadın Hareketi,” söyleşi, Cogito:
Feminizm Özel Sayısı, sayı: 58, Bahar, s. 245-58.
Sancar, S. (2011) “Feministler: Temsilcisi Parlamentoya Giremeyen Tek Kesim,”
Görüş, sayı: 67, Mayıs; s. 10-5.
Sayan Cengiz, F. (2011) “Bir ‘Yeni Sosyal Hareket’ Olarak Türkiye’de 1980
Sonrası Feminist Hareket: Değerler Değişimi mi Alternatif Dinamikler
mi?,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları: Eşitsizlikler, Mücadeleler,
Kazanımlar, der. H. Durudoğan, F. Gökşen, B.E. Oder, D. Yükseker, Koç
Üniversitesi Yayınları.
Sayılan, F. (1996) “Kadınların Sözü ve Parti,” ÖDP Tartışmaları, Alan.
Sema (1996) “Kürt Kadın Kimlikleri,” Roza, sayı: 2, Mayıs-Haziran.
Sema (1998) Kolonyalist Türk Feminizmi, Jujin, sayı: 7, Ağustos.
Sharhzad, M. (2005) Devletsiz Ulusun Kadınları- Kürt Kadını Üzerine Araş
tırmalar, Avesta.
Shirin, M.R., der. (2003) Mainstreaming Gender, Democratizating State? Ins
titutional Mechanisms for the Advancement o f Women, Manchester Univer
sity Press.
Shirin M.R. (2004) “Gendering Global Governance,” International Feminist
Journal o f Politics, sayı: 6 : 4, Aralık, s. 579-601.
Sikoska, T. ve Kardam, N. (2000) “Introduction,” Engendering the Political
Agenda: The Role O f State, Womens Organizations And The International
Community. Dominican Republic: INSTRAW.
Simel, E. ve Cindoğlu, D. (1999) “Women’s Organizations in 1990s Turkey:
Predicaments and prospects, ”Middle Eastern Studies 35, sayı: 1.
Sineau, M. (2006) “The French Experience: Institutionalizing Parity,” Women
in Parliament Beyond Numbers: A Revised Edition, der. J. Ballington ve A.
Karam, s. 122-31, International IDEA Yayınları.
Spivak, G.C. (1990) The Post-Colonial Critic: Interviews, Strategies, Dialogues,
der. S. Harasym, New York ve Londra: Routledge.
Stienstra, D. (2000) “Making Global Connections Among Women 1970-99,”
Global Social Movement, der. R. Cohen ve S.M. Rai, The Athleon Press,
s. 62-82.
Şahin, K. (2001) “Cihan Aktaş Hikâyelerinde İslamcı Kadının Temsili,” Tez
kire, Sayı: 10: Kadın ve Beden Siyaseti Özel Sayısı, Şubat-Mart, s. 143-9.
Şefkatli Tuksal, H. (2001) Sünni Muhafazakâr Çevrelerde Kadın Politikası
Üretmenin Güçlükleri, Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik içinde, der.
S. Yerasimos, s. 488-503, İstanbul: İletişim.
Şefkatli Tuksal, H. (2004) “İslamcı Erkekliğin İnşası-Geleneksel Rollerin İh
yası,” Toplum ve Bilim, sayı: 101, s. 81-9.
Şefkatli Tuksal, H. (2006) Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki izdü
şümleri, 3. Baskı, Ankara: Kitabiyat.
Şefkatli Tuksal, H. (2008) “Türkiye’de Müslüman Kadının Değişen Halleri,”
Cinsiyet Halleri: Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Kesişim Sınırları, der. N.
Mutluer, s. 31-44, Varlık.
Şişman, N. (2000) “Türkiye’de Çağdaş Kadınların İslamcı Kadın Algısı,”
Osmanlı dan Cumhuriyete Kadının Tarihi Dönüşümü, der. Y. Ramazanoğlu,
s. 113-39, Pınar.
Şişman, N. (2004) KamusalAlanda Başörtülüler: Fatma Karabıyık Barbarasoğ-
lu ile Söyleşi, Timaş.
Şişman, N. (2005) Küreselleşmenin Pençesi İslam’ın Peçesi, Küre.
Şişman, N. (2006) Emanetten Mülke: Kadın, Beden, Siyaset, İz.
Şişman, N. (2009) Başörtüsü: Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı, Timaş.
Taşdemir, S. (2007) “The Awakening of Kurdish Women Within Kurdish Na
tionalist Movement: Women as Subject, Women as Symbol?”, Istanbul Bil
gi Üniversitesi yayınlanmamış yüksek lisans tezi.
TCK Kadın Çalışma Grubu (2003) Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanu
nu, Kadının İnsan Hakları, Yeni Çözümler Vakfı (WWHR-New Ways),
İstanbul.
TCK Kadın Çalışma Grubu (2005a) Turkish Civil and Penal Code Reformsfrom
a Gender Perspective: The Success o f Two Nationwide Campaigns, http://www.
kadinininsanhaklari.org/yayinlar.php.
Tekeli, Ş. (1989) “I. Kadın Kurultayının Ardından,” Birikim, sayı: 2, Haziran.
Tekeli, Ş. (1989) “1980’ler Türkiye’sinde Kadın Kurtuluş Hareketinin Geliş
mesi,” Birikim, sayı: 3, Temmuz.
Tekeli, Ş. (1998) “Birinci ve İkinci Dalga Feminist Hareketlerin Karşılaştır
malı İncelemesi,” 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler içinde, der. A. Berktay Ha-
cımirzaoğlu, İstanbul: Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı.
Tekeli, Ş., der. (1990) Kadın Bakış Açısından 1980 ’ler Türkiye’sinde Kadın,
İstanbul: İletişim.
Timisi, N. ve Gevrek, M. (2002) “1980’ler Türkiye’sinde Feminist Hareket:
Ankara Çevresi,” 9 0 ’larda Türkiye’de Feminizm, der. A. Bora ve A. Günal,
İstanbul: İletişim.
Toksöz, G. (2004) “Sayımız Çok Az: Sendikalarda Kadınlar,” Neoliberalizmin
Tahribatı: Türkiye’de Ekonomi, Toplum ve Cinsiyet, der. N. Balkan, S. Savran,
s. 234-53. Metis,
Toksöz, G. (2007) Türkiye’de Kadın istihdamı Durum Raporu, ILO yayını.
Toksöz, G. ve Erdoğdu, S. (1998) Sendikacı Kadın Kimliği, İmge.
Toureine, A.(1981) The Voice and Eye: An Analysis o f Social Movements, Camb
ridge University Press.
True, J. (2003) “Mainstreaming Gender in Global Public Policy,” Internatio
nal FeministJournal o f Politics, sayı: 5(3), s. 368-96.
Turam, B. (2008) “Secularist Activism versus Pious Non-Resistance, Turkish
Women Divied by Politics,” International Feminist Journal o f Politics, sayı:
10:4, s. 475-94.
Türkmen, B. (2007) “Toplumsal Proje ve Kadınlık Deneyimi: İslamcı Kadın
Tarafından Yeniden Tanımlanan Mahrem,” Cinsiyetli Olmak: Sosyal Bilimlere
Feminist Bakışlar içinde, der. Z. Direk, İstanbul: YKY, s. 106-18.
Uçan Süpürge (2004) “CEDAW Sivil Toplum Forumu-Atölye Çalışması,” Uçan
Süpürge ve British Council yayını.
Uluslararası Aile Konferansı (2010) “Din, Gelenek ve Modernite Bağlamında
Bir Değer Olarak Aile: Sonuç Bildirgesi,” erişim tarihi: 3 Aralık 2010 (Ga
zeteciler ve Yazarlar Vakfı) http://www.gyv.org.tr/index.php/main/compo-
nent/option/frontpage/content/3151.
Üstün, İ. (2006) “Yerel Siyaset Yapmak: ‘Küçük’ Meselelere Gönül İndirmek,”
Amargi, Yaz, sayı: 1, s. 70-2.
Üstün, İ. (2008) Kadın Koalisyonundan 2009 Yerel Seçimlerine, KAZETE,
sayı: 68, Ocak.
Vargas, V. ve Wieringa, S. (1998) “The Triangle of Empowerment: Proces
ses and Actors in The Making O f Public Policy For Women,” Womens
Movement and The Public Policy In Europe, Latin America A n d the
Caribbean içinde, der. N. Lycklama, V. Vargas, S. Wieringa, Garland
Punblishing.
Vickers, J. ( 2006a) “When Women Are Allies: Can We Make ‘Women-Friendly’
Democracies out of Patriarchal Nation-States?”, IPSA 2006 Kongresine
sunulan tebliğ.
Vickers, J. (2006b) The Problem with Interest: Making Political Claim for ‘Wo
men’, The Politics of Women s Interest: New Comparative Perspectives, der. L.
Camppell ve L. Hills, Routledge.
Vickers, J. (2006c) “Bringing Nations in: Some Methodological and Concep
tual issues in Connecting Feminism with Nation and Nationalisms,” Inter
national Feminist Journal o f Politics, sayı: 8:1, s. 84-109.
Volpp, L. (2001) “Feminism Versus Multiculturalism,” Columbia Law Revi
ew, cilt: 101: 1181.
Wallace Scott, J. (2005) Parite: Sexual Equality and the Crisis ofFrench Univer-
salism, University of Chicago Press.
Walby, S. (2005) “Introduction: Comparative Gender Mainstreaming in Glo
bal Era,” International Feminist Journal of Politics, sayı: 7(4), s. 453-70.
Weir, A. (2008) “Global Feminism and Transformative Identity Politics,” Hypa
tia, cilt: 3, sayı: 4, Ekim-Aralık.
Wichterich, C. (2002) “Accommodation of Transformation? Women’s Move
ment and International Relations. Some Remarks on Marysia Zalewski and
Nighar Said Khan’s Contribution,” Common Ground or Mutual Exclusion},
der. M. Braig ve S. Wolte, s. 46-52, Zed Books.
Yalçın-Heckmann, L. ve van Gelder, P. (2000) “90’larda Türkiye’de Siyasal
Söylemin Dönüşümü Çerçevesinde Kürt Kadınların İmajı: Bazı Eleşti
rel Değerlendirmeler,” Vatan, Millet, Kadınlar içinde, der. A.G. Altınay, s.
308-38, İstanbul: İletişim.
Yılmaz, İ. (2006 ) “1990 Sonrası Türkiye’de Demokratikleşmeye Kadın Hareke
tinin Etkisi: TCK Kadın Platformu Örneği,” İstanbul Üniversitesi yayınlan
mamış yüksek lisans tezi.
Young, I.M. (2002 ) Inclusion and Democracy, Oxford University Press.
Yüksel, M. (2006 ) “The Encounter of Kurdish Women with Nationalism in
Turkey,” Middle Eastern Studies, cilt: 42 , sayı: 5, s. 777 - 802 .
Zihnioğlu, Y. (2004 ) Kadınsız İnkilap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası,
İstanbul: Metis.
Önem li W eb Adresleri:
amargi feminist dergi http://amargi.org.tr
Bianet-kadın penceresi, www.bianet.org
Feminist Politika http://www.sosyalistfeministkolektif.org/
http://www.feministyaklasimlar.org
http://www.istanbulfeministkolektif.org
http://www.kazete.com.tr
http://www.pazartesi.org
KASAUM yayını feminist e-dergi/ fe dergi http://cins.ankara.edu.tr/201U.html
www.filmmor.com
www.kaosgl.org
www.ucansupurge.org
Ü Ç Ü N C Ü KISIM
Y IL D IZ ECEVİT
Giriş
Türkiye’de kadın emeği, 1980’lerden itibaren akademik çevrelerin önemli bir ilgi
alanı oldu. Bu ilgi, sosyal bilimciler için, bilimsel bir merak kadar bir gereksi
nimin de sonucuydu. Kadın sorununun çözümü için bu sorunun nedenlerini
bilmek gerekti ve nedenlere ulaşmak için de kuramsal ve görgül çalışmalar
yapılmalıydı. Kadın emeği ile ilgili çalışmalara artan ilginin ikinci nedeni ise
kadın hareketinin gelişimidir. Bu hareket içinde yer alanlar, özellikle de Mark
sist ve sosyalist feministler, kadın emeğinin ikinciliğini ve sömürülmesini,
kapitalizme ve ataerkilliğe karşı başkaldırılarının önemli gerekçelerinden biri
olarak tanımladılar. Akademide gelişen kadın çalışmaları ile akademi dışında
yeşeren kadın hareketi, birbirleriyle girdikleri yakın ilişki içinde kadın emeği ile
ilgili bilinmezlikleri ortaya çıkartmaya ve bu emeğin kadınların eşitliği, özgür
lüğü, kurtuluşu, güçlenmesi için ne anlama geldiğini keşfetmeye çalıştılar. Hem
akademik hem aktivist çabaların başlıca amacı, kadın emeğini tanımlamak,
sorunsallaştırmak, değişik emek türleri arasındaki ilişkileri saptamak, bu emeğin
tarihsel ve toplumsal olarak dönüşümünü feminist kuramları kullanarak analiz
etmek, bölgesel, ulusal, küresel bağlantılarını kurabilmek ve görünür hale getir
mek ve nihayet, değer verilmeyen bu emeğin değerli hale gelmesi için feminist
yöntemlerle mücadele etmekti.
Bu çalışmamda, Türkiye’nin yakın tarihinde, son otuz senede, kadın emeği
konusunda biriken bilginin feminist açıdan bir analizini ve yorumunu yapa
bilmeyi hedefliyorum.2 Kendim de 1980’lerin başından bugüne kadar bu bilgi
2 Sosyal bilimcilerin kadın emeği ile ilgili olarak yaptıkları çalışmalara kuşbakışı bakma
ve yapılan katkıları derleme amacıyla daha önce de benzer girişimler oldu. Örneğin
birikimine kişisel olarak katkıda bulundum. Benim için kadın emeği ile ilgili
çalışmaların tarihçesini yazmak ve yorumlamak, neredeyse kişisel tarihimi yaz
mak anlamına geliyor. Bu nedenle, kadın emeği yazını ile iç içe geçirdiğim bu
otuz yılı anlatırken kullanacağım dilin öyküleme dili olmasını özellikle seçtim.
Amacım, kadın emeği ile ilgilenen veya gelecekte ilgilenecek olan okuyucuya,
kapsamlı bir çerçeve sunabilmek ve Türkiye’de kadın çalışmaları disiplini içinde
gelişen bu zengin çalışma alanını3 mevcut sorunsalları, paradigmaları, tartışma
ları ve çelişkileri ile gözler önüne sermek. Bunu da feminist bir sosyolog olarak
yapmak, yani yaparken feminist kuramsal ve yöntemsel tartışmaları hatırda
tutmak, tarihselliği ve yerelliği gözden kaçırmamak.
Burada ağırlıklı olarak 1980’leri bugüne bağlayacak bir analiz yapacak olmam,
bu tarihten önceki çalışmaları dışarıda bırakacağım anlamına gelmemeli. Bu
tercihte bulunmamın nedeni, önceki yıllarda yapılanlarla kıyaslandığında, 1980
sonrası çalışmaların hem sayıca daha fazla hem de ilgilendikleri konular itibariyle
daha çeşitli olması. Bununla birlikte, feminist ilk adımlar diyebileceğimiz çalış
malardan bazılarını burada tekrar hatırlatmayı, böylece geçmişte verilen emekleri
kayıt altına almayı, kadın tarihi yazınının vazgeçilmez ilkelerinden biri olarak,
gerekli ve önemli görüyorum. Bu nedenle yeri geldikçe önceki, özellikle de 1975-
1980 yılları arasında yapılmış çalışmaları değerlendirmelerime dahil edeceğim.
Bu makalenin yazarı olarak, Türkiye’de kadın emeği ile ilgili yapılan ça
lışmalara bu kadaryakın olmam bir zorluğu da beraberinde getirdi. O da,1980
sonrası yapılan çalışmalardan hangilerini çalışmama dahil edip hangilerini dı
şarıda tutacağım meselesiydi.4 Yaklaşık otuz senelik bir birikimi bir makalenin
3 Kadın emeği konusunda yapılan çalışmaların zenginliği için bkz. Ecevit, 2007a.
4 Mümkün olduğu kadar yayımlanmış çalışmalar üzerinden ilerleyen bir yol takip ettim
ki okuyucular olarak bu çalışmaları daha ayrıntılı incelemek istediğinizde kolayca
ulaşabilesiniz. Bu anlayışla basılmamış yüksek lisans ve doktora tezlerini kapsam dışı
bıraktım. Bununla birlikte gerekli bulduğum yerlerde bunlara gönderme yapmayı da
ihmal etmedim. İkinci olarak, özellikle hukukçu yazarlar tarafından çalışan kadınlar
hakkındaki yapılan ve doğrudan çalışan kadınların hakları ile ilgili hukuki metinler
olarak nitelendirdiğim metinleri de çalışmama dahil etmedim. Bir de tabii, haklarında
bilgi sahibi olsam da kendilerine erişemediğim çalışmalar vardı. Bunlar da kaçınılmaz
olarak bu çalışmamın kapsamı dışında kaldılar.
kapsamına sığdırmak gibi bir iddia ile başlamam doğru değildi. Kaldı ki, bu
birikimi mümkün olan en geniş biçimde ortaya çıkarabilmek ve kadın emeği
ve istihdamı konusunda yazılanları niceliksel olarak gözler önüne serebilmek
için birkaç sene önce bir girişimim de olmuştu.5 O halde bu makaleyi yazar
ken “neleri dışarıda bıraktım?” kaygısı gütmeden sınırlarımı özgürce çizebilir,
hafızamda iz bırakan çalışmalara ve bunların sonuçlarına daha fazla ağırlık
verebilir, Türkiye’de kadın emeği çalışmalarına kendi öznelliğimden doğru
bakabilirdim. İstedim ki çok değer verdiğim sevgili hocamız Nermin Abdan
Unat için hazırlanan bu kitaba yaptığım katkı, samimi bir geçmişe yolculuk ve
geleceği düşünmek yazısı olsun.
5 Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi’ni kurduktan hemen sonra bir grup kadın aka
demisyen bu girişiği içinde Kadın Emeği Üzerinde Çalışan Feminist Araştırmacılar
(KEFA) alt grubunu kurduk. Ben bu grubun ilk çalışmalarından biri olarak Türkiye’de
1980-2007 arasında kadın emeği ve istihdamı ile ilgili olarak yapılan 800 çalışmayı
(kitaplar-makaleler ve tezler), kapsayıcı olmasına özen gösterdiğim bir kaynakçada
topladım ; (www.keig.org.tr) sonra da bu çalışmaların genel bir değerlendirmesini
yaptım. Bu değerlendirme yazısına (Ecevit, 2007a) da www.keig.org.tr sayfasından
ulaşabilirsiniz.
Avrupa Birliği raporları bu düşük katılım konusunda Türkiye’nin gerekli politika ted
birlerini almadığının altını çizdikçe, hükümetin aktif işgücü politikaları kullanarak ve
istihdam paketleri ile bu soruna çözüm arayışına girdiği görüldü.
8 İngilizce kavramların Türkçe karşılıkları henüz oluşmamıştı. Tan, cinsel ayırt gözetim
kavramını bugün kullandığımız toplumsal cinsiyet ayrımcılığına {gender discrimination)
karşılık gelecek şekilde kullandı. 19 7 0 ’li yılların başında İngilizce konuşulan ülkelerde
henüz gender discrimination değil, sexual discrimination ifadesi kullanılıyordu (Ann
Oakley in Sex-Gender and Society isimli ünlü kitabı İngiltere’de 1972 yılında yayımlan-
mıştı).Tan’ın bu ifadeyi Türkçeye çevirirken cinsel’ demesinin nedeni de budur. Tan,
cinsel ayrışmayı da sex segregation karşılığı olarak kullandı. 19 90’lı yılların başında henüz
gender karşılığı olarak ne kullanacağımız konusunda tereddütlerimiz vardı. Örneğin
Güler Okm an Fişek, Toplum ve Bilim dergisinin 1990 Yaz sayısında gender karşılığı
olarak “cinsiyet konum u’nu kullanmıştı. Ben de gender karşılığı “toplumsal cinsiyet”
kelimesini kullandığımda, akademik çevrelerce yadırgandığımı iyi hatırlıyorum.
yaptı. Kadın emeği ile ilgili ilk feminist metinlerden biri saydığım Margaret
Benston in Monthly Review'da (1969) yayımlanan “The Political Economy of
Women’s Liberation” isimli makalesini ilk o kullandı.
Mine Tan bu çalışmayı yaparken Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden
hocası Hamide Topçuoğlu ile ortak kaygıları paylaşmakta mıydı? Birlikte ça
lışıp kadın istihdamı ile ilgili sorular üzerinde tartışmışlar mıydı? Bu, kuvvetle
muhtemel! Kadınların toplumsal statüsünün düşüklüğünün farkında olan iki
bilim kadını olarak Tan ve Topçuoğlu’nun duyarlılıkları benzerdi. Topçuoğlu,
Türkiye’de kadınların ücretli çalışması konusunda 1957 yılında ilk9 bilimsel
çalışmayı yapmış olan akademisyendi. Kadınların Çalışma Saikleri ve Kadın
Kazancının Aile Bütçesindeki Rolü isimli kitabında çalışan kadınlarla yaptığı
araştırma sonuçlarına yer verdi. Topçuoğlu’nun 1975 yılında gerçekleştirilen
Türkiye Kadın Yılı Kongresinde10 sunduğu “TürkToplumunda Kadının Sosyal
Statüsü” başlıklı bildiri metninde önce 1927-75 yılları arasında kadın nüfusun
demografik özelliklerindeki değişmeleri anlatıyor, sonra da ekonomik özellik
lerine yer veriyordu. Kadın nüfusun ekonomik faaliyet kollarına dağılımını
inceliyor, çalışan kadınları istihdam durumlarına göre sınıflıyor, 1960’da %65,4
olan işgücüne katılımının 1975 yılında %44’e düştüğüne işaret ederek bu duru
mun nedenlerini sorguluyordu. Ev işlerini kadının “maddi karşılığı olmadan”
yaptığı, “toplumca kendisine tevdi edilen” , “bir çeşit kutsal görev olarak ifa
ettiği,” bundan “şikâyete bile cesaret edemediği” bir iş türü olarak tanımlıyordu
(Topçuoğlu, 1978, s. 105).
Türkiye’de Kadın Yılı Kongresi’nin toplanmasından üç sene sonra, Türk Sos
yal Bilimler Derneği TürkToplumunda Kadın kongresini düzenledi. Kongre’de
sunulan bildiriler, Deniz Kandiyoti ve Mübeccel Kıray’ın işbirliği ile Nermin
Abadan Unat tarafından derlendi. Unat, Türkiye’de kadın konusu ile ilgili çalış
malarını 1960’larda başlatmıştı (Abadan Unat, 1963) ve o tarihten itibaren kadın
konusu, özellikle kadın hakları ve kadın erkek eşitliği daima çalışma gündeminde
olmuştu. Bu kongrenin düzenlenmesi için derneği teşvik eden de oydu.
9 Bir çalışma hakkında ilk sıfatını kullanmaktan her zaman çekinirim. Yine de otuzu
aşkın senedir Türkiye’de kadın emeği konusunda çalışan bir sosyolog olarak bu sıfatı
kullanırken, “Topçuoğlu’nun çalışmasından önce kadın emeği konusunda onunki kadar
kapsamlı bir çalışma olsaydı bilirdim,” diye düşünüyorum.
10 Birleşmiş Milletler 1972 yılında, 1975 yılının bütün dünyada Uluslararası Kadın Ytlı
olarak ilan edilmesini kabul etti. Üniversiteli Kadınlar Derneği 1975 yılının başında
Türkiye’de Kadın Yılı çalışmalarını başlattı ve 5 Aralık 1975’te bu kongreyi gerçekleştirdi.
Nermin Abadan Unat’ın “Ekonomik ve Sosyal değişmeler Karşısında Türk Kadını”
(1978) başlıklı bir bildiriylekatıldığı bu kongreye dönemin tanınan sosyal bilimcileri,
eğitim bilimleri, hukuk ve tıp fakültelerinden öğretim üyeleri kadın konusundaki
görüşlerini yansıtan bildirileri ile katkıda bulundular.
Bu kitapta kadın emeği ve istihdamı alanı içinde değerlendirebileceğimiz
üç çalışma vardır. Bunlardan biri Gülten Kazgan’ındır. Diğer ikisi Oya Çitçi
ve Ayşe Öncü tarafından hazırlanmıştır. Gülten Kazgan’ın o tarihte feminist
bir iktisatçı olmadığını, hatta o kitaba katılan yazarların çoğunun da kendile
rini feminist sosyal bilimciler olarak tanımlamadıklarını tahmin edebilirsiniz.
Başka ülkelerde de feminist iktisatçılar kadın emeği çalışmalarına yeni yeni
girmekteydiler. 1970’lerin başında bir kısım Marksist feminist yazarlar, kadın
emeğini tartışmaya başlamışlardı ancak onlar esas olarak kuramsal düzlemde
eviçi emeğinin özelliklerini anlamaya ve bu emeğin kapitalizmle ve kadının
ezilmişliği ile ilişkisini kurabilmeye çalışıyorlardı. Kadınların işgücüne katı
lımı konusu, daha ziyade kadın ve kalkınma bağlantılı analizler yapan sosyal
bilimcilerin ilgisini çekiyordu. Kadınların ekonomiye katılımı konusunda
1970’lerin çalışmalarına sık sık başvurulan yazarları, Ester Boserup (1970),
Evelyn Sullerot (1971) ve Nadia Youssef (1974) oldu. Boserup’un 1970 yılında
yayımlanan Womens Role in Economic Development kitabı, kalkınma ve kadın
ilişkisi üzerinde düşünülmesini sağladı ve bu kitap çok uzun yıllar boyunca,
kadınların katılımı ile ilgili neredeyse en önemli referans kitabı oldu. Bu
gelişen yazının11 ortak noktası, yazarların sanayileşme (kimi modernleşme ve
kalkınma kavramlarını da kullanıyorlardı) kentleşmeyi artırdığında, kadınlar
doğum kontrolü yoluyla aile büyüklüklerini sınırladıklarında, kentlerde işgücü
piyasaları daha çok emeğe ihtiyaç duyacak şekilde büyüdüğünde, teknoloji
erkek gücüne daha az gereksinim duyduğunda, kadınların işgücüne katılım
larında ne tür değişikliklerin olacağı sorularını soruyor olmalarıydı. Kazgan
da benzer sorular sordu. Mesleki ayrışım endeksi gibi iktisadi kavramları kul
lanarak kadınların mesleki yoğunlaşması üzerinde durdu, “Tarımda Ücretsiz
Çalışanların Konumu” , “Tarım Dışı Faaliyetlerde Kendi Hesabına İstihdam”
ve “Ücretli İşçi Olarak Çalışanlar” başlıkları altında her kategoriyi ayrı ayrı
inceledi. Kazgan’a göre kadınların sosyoekonomik statüsü hem düşük eğitim
düzeylerinin bir nedeni hem de bir sonucuydu. Kadınların aldıkları eğitim ile
işgücüne katılmaları arasında güçlü bir ilişki görerek bunu bir iktisatçı gözüyle
açıkladı (Kazgan, 1978, s. 108). Eğitimi yüksek kadınların kazançlarından kat
lanılan giderler (çalıştıkları için piyasadan satın aldıkları mallar için ödedikleri)
düşürüldükten sonra arta kalan tutar aile gelirine net katkı olmaktaydı. Bu
net katkı kadınları işgücüne doğru itmekteydi.
14 Kadın emeği ile ilgili çalışmalarımın başından beri kadınların hangi statü ile olursa olsun,
(ev hizmetlisi, bakıcı, ev eksenli işçi) evde çalışmalarına, bu tür çalışma örüntülerinin
kadın emeğinin sömürülmesini artıran özellikleri nedeniyle karşıydım.
15 Bursa Organize Sanayi Bölgesi fabrikalarında yaptığım araştırmamda kadın işçiler üc
retli bir işte çalışıyor olmanın kendilerine kazandırdıklarını çok farklı biçimlerde ifade
etmişlerdi. Örneğin bir fabrika işçisi kadın, bana gururla “Artık çocuklarıma istediklerini
kendi paramla ve kendim karar vererek alabiliyorum,” demişti. Gül Özyeğin’in kitabı
şu son cümle ile bitiyordu: ‘“ Bunu ben satın aldım’ diyebilmek harika bir duygu!”
(Özyeğin,2001, s. 281). ipek Ilkkaracan’ın çalışmak isteyip istemediklerini sorduğu
Ümraniyeli kadınların % 62’si çalışmak istediklerini söylemişlerdi. İlkkaracan bu gruptan
kadınlara çalışmayı isteme nedenlerini sorduğunda da % 3 7 ,4 ’ü “ekonomik özgürlük
ve kendi gelirim olsun” cevabını almıştı (İlkkaracan, 1998, s. 296).
16 Gülay Günlük Şenesen’in Ümit Şenesen ile yaptığı çok yeni bir çalışma (2011) bu
sorularımıza ışık tutacak.
Bir kere piyasanın kadın emeği ile ilişkisi kurulmaya başlanınca, bu piyasanın
yekpare bir piyasa olmayıp bölünmüş olduğu ve bu özelliğinin de hesaba katıl
ması gerektiği anlaşıldı. Türkiye’de emek piyasasındaki işler formel ve enformel
sektör işleri olarak ciddi şekilde farklılaşmıştı ve kadın emeğine talebin özellik
leri, sadece formel sektördeki işletmelere bakılarak kavranamazdı. Bu nedenle
kayıtdışılık, enformel sektör işlerinin özellikleri, kadınların neden bu sektörde
erkeklerden daha yüksek oranlarda çalışıyor oldukları gibi birçok sorunun cevabı
aranmaya başlandı (Ozar, 1998; Toksöz ve Ozşuca, 2002). Türkiye’de enformel
sektörde kadın istihdamının 1980’lerden itibaren giderek yaygınlaşması, tarımsal
istihdamın gerilemesi, sanayide yeterli istihdam yaratılmaması, ücretli bir iş
deneyimi olmayan kadınların enformel sektördeki işlere razı olmaları (Başlevent
ve Onaran, 2003) ile açıklandı.
19 Şenesen’in çalışması için Toplumsal Cinsiyet ve Toplum Sem pozyum unu anlattığım
alt bölüme bakabilirsiniz.
25 Gündüz H oşgörün daha yakın tarihli bir çalışmasını (Kalkınma ve Kırsal Kadının
Değişen Toplumsal Konumu) bu kitapta bulabilirsiniz.
koymaktan uzak kaldı” (2009, s. 43) diyerek eleştirdiler. Öyle görünüyor ki,
kentlerde sürekli olarak değişen kadın emeği formlarını çalışmaya devam ederken
kırsal kadın emeğine feminist perspektifle bakan (Karginer, 2001) çalışmalara
da ağırlık vermeliyiz. Hele kent ve köyün sosyolojik olarak birbirine bu kadar
yakınlaştığı bir dönemde...
2 6 Diyaliz sektörünün dünya çapında önde gelen şirketi Fresenius M edical Care’in
Almanya’da kayıtlı bir alt şirketi olarak Antalya Serbest Ticaret Bölgesi’nde üretim
yapan fabrika.
dan pek çoğu, çalışmalarını feminist kaygılarla ve sorularla başlatmış, feminist
kavramların ve kuramların rehberliğinde ilerlemiş, araştırmalarını yaparken
de feminist yöntem ve teknikleri kullanmaya özen göstermiş araştırmacılardı;
dolayısıyla yaptıkları katkılar son derece değerli...
Kadın emeğine bir analitik kategori olarak, daha soyut düzlemde yaklaşan
araştırmacılar da oldu. Bu bağlamda feminist kuramsal tartışmalar ve kavram-
sallaştırmalar yaptılar. Kadın emeğinin, kolay anlaşılır ve analiz edilebilir bir
kategori olmayışı, özellikle ücretli olan ve olmayan biçimlerinin farklı karakteri,
birçok durumda bu ikisinin iç içe geçmişliği, kadın emeği konusunda çalışan
araştırmacıları zorlamaktaydı. Bu açıdan ikinci grup çalışmalar, bu emeğin
özelliklerini anlamamızda hangi analiz çerçevelerinin kullanılmasının işimizi
kolaylaştıracağına dair sorular sordular. Buradan itibaren bu kuramsal sorgula
malara örnekler vereceğim.
Ferhunde Özbay 1982 senesinde “Ev Kadınları” isimli makalesini yazdı.
Özbay, kadının eviçi emeği tartışmalarının farkındaydı. Margaret Benston’un
1969’da Monthly Review Az. yazdığı “The Political Economy o f Women’s Libera
tion” makalesinde savunduğu tezden Mine Tanla aynı dönemde o da yararlandı.
Ellen Malos’un 1980 yılında derlediği, 6o’lı ve 70’li yıllarda eviçi emek konusunda
yapılan tartışmaları içeren The Politics of Housework kitabına da yayımlanma
sından hemen sonra ulaşmış olmalı. Bu kitap içinde yer alan Margaret Coulson
ve Catharine Hall gibi feminist yazarların ev kadınları ve onların kapitalist
sistem için yeniden üretim rollerine değinen çalışmalarına göndermeler yapa
rak Türkiye’de ev kadınlığını sorguladı. Özbay’ın amacı, Türkiye’de kadınların
faaliyetlerini iki ölçüte göre gruplamaktı. İlk ölçüt, kadınların faaliyetlerinin
ekonomik olarak tanınıp tanınmaması, İkincisi ise bunların karşılığında para
gibi maddi bir değer alıp almadıklarıydı. Yani Özbay daha o zaman, bugün
birçoğumuzun çalışmalarında kullandığı karşılıksız emek ve karşılığı olan emek
kategorileri açısından kadın emeğini dört grupta kavramsallaştırıyor, aralarındaki
farklara ve bu farkların kadınlarda yarattığı statü belirlenimlerine işaret ediyor
du.27 Özbay’ın yaptığı, 1980’lerin başı için önemli bir çalışmaydı; çünkü hem
yeni yeni gelişmekte olan feminist yazını kullanmaktaydı hem de Türkiye’de bu
yazının sözünü ettiği kategorilere karşılık gelen emek biçimlerini tanımlamak
ve ev kadınlığının Türkiye bağlamında ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak
amacı taşıyordu.
1985 yılında toplumsal araştırmalar dergisi Yapıt, Şirin Tekeli, Gülnur Acar
Savran, Fatmagül Berktay ve Yaprak Zihnioğlu gibi feminist yazarları bir araya
Tl Hattatoğlu, Özbay’ın dörtlü sınıflamasında yer alan,ev içinde karşılığı olmadan yapılan
iki tür çalışma türüne yenilerini de ekleyerek karşılıksız yapılan beş tür emek saydı.
Bakım emeğinin öneminin de altını çizdi. (Hattatoğlu, 2010, s. 308-9).
getirerek Kadın Sorunu özel sayısı hazırladı. Bu sayıya ben de “Üretim ve Yeniden
Üretim Sürecinde Ücretli Kadın Emeği” başlıklı bir çalışma ile katıldım (Ece
vit, 1985). Çalışan kadınların ücretli emeği ile ilgili olarak, feminist tartışmalar
başlamadan önce yapılan sosyolojik çalışmalar ile iktisatçıların ^çatışmalarını,
1970-1985 arası bu emek hakkında yapılmış Marksist feminist tartışmalarla
karşılaştırdım. Kadın emeğinin ücretli emek yapısının kadının eviçi emeğinden
soyutlanarak irdelenemeyeceğini savunduğum ve bunun için ücretli kadın eme
ği ile eviçinde yeniden üretim faaliyetlerinin ilişkisini kurduğum bu çalışma,
Türkiye’de ücretli kadın emeğinin feminist bir yaklaşımla kavramsallaştırıldığı
ilk çalışmalardan biriydi.
1992 yılında Acar Savran ve Nesrin Turanın yayma hazırladığı Kadının
Görünmeyen Emeği: Maddeci bir Feminizm Üzerine isimli kitap yayımlandı.
Bu kitapta, Delphy’nin “Baş Düşman,” Molyneux’un “Ev Emeği Tartışması ve
Ötesi” ve Hartmann’ın “Marksizm ile Feminizmin Mutsuz Evliliği” isimli, o
güne dek çok ses getirmiş makalelerinin çevirileri vardı. Acar Savran ve Tura,
neden 1992 tarihli bir kitap için, “eskimiş olmalarına rağmen” bu yazıları seçtik
lerini anlatırken, tarihsel maddecilik perspektifi ile erkek egemenliğinin maddi,
nesnel temellerini belirlemenin, bu egemenliğin yıkılmasının somut koşullarım
hazırlayacak bir politikanın gelişimi için çok önemli olduğunu düşündüklerini
söylüyorlardı. Aslında böyle bir gerekçelendirmeye bile gerek yoktu, çünkü bu
çevirilerin yapılması çok yerindeydi. Türkiyeli okuyucular Delphy’nin, kadınların
aile içindeki harcadıkları emeğin, toplumsal üretimin ayrılmaz bir parçası olduğu
savı ile ve Hartmann’ın “patriarkal kapitalizm” kavramlarıyla bu kitap sayesin
de tanışmış oldular. Acar Savran ve Turanın girişimlerini, bu yazının Türkçe
okunabilmesine fırsat sundukları için çok önemli bulduğumu hatırlıyorum.
2008 yılında Acar Savran, yukarıda sözünü ettiğim kitabın ikinci baskısının
önsözünde, hem geçen zaman içinde Türkiye’de görünmeyen emek kavramının
kullanımının yaygınlaştığından duyduğu mutluluğu dile getiriyor hem de bu
kavramın içinin boşaltıldığına, hatta yanlış bile kullanıldığına dikkat çekiyordu.
Bu kavramın araştırmacılara, politikacılara ve aktivistlere mal olmasının ne tür
sonuçları olduğundan örnekler veriyordu. Acar Savran için, kadının ev içinde
görünmeyen emeğinin üç özelliği vardı. îlk özellik, bu emeğin de içinde yer
aldığı özel alandaki ilişkilerin doğallaştırılmış olmasıydı. İkinci özelik bu emeğin
miktarını gizleyen, eviçinde yapılan işler için kurulmuş düzendi. Üçüncü olarak
bu emek karşılıksızdı, yani karşılığı para olarak ödenmezdi. K arşılıksızım ne
31 Alta sıralı kelimesini subordinatiori m karşılığı olarak kullandım. Sonraki yıllarda tabi
olmak da kullanıldı.
kullanıcıları olarak alıkonulmaları için gereklidir. Kadınların ücretli işlere katılı
mının kontrolünde ev-hane içindeki ataerkil ilişkiler kadar, işyerindeki ataerkil
ilişkiler ve devlet de belirleyicidir. Bu kontrolün biçimi ve derecesi zaman içinde
değişmekle beraber, şu mekanizmalarla kadının marjinalliğini yaratır” (Ecevit,
1990, s. 112) diyerek savımı Türkiye’den örneklerle güçlendirdim. Konuşmamın
sonunu “ [B]u bağlamda ev-aile alanındaki ataerkil ilişkiler ile iş yaşamındaki
ataerkil ilişkiler, kadın emeğinin marjinalliğine ve emek pazarındaki cinsiyete
bağlı ayrımcılığa zemin oluşturur” şeklinde bağlarken ataerkillik ile kapitalizmin
nasıl eklemlendiğini Türkiye koşullarında gözlemlemiş bir araştırmacıydım.
1980’li yıllarda bu çalışmalarımı yaparken ataerkillik tartışmalarının sadece
Türkiye’de değil, bütün dünyada oldukça başında olduğumuzu hatırlıyorum.
1976 tarihinde yayınlanan, Women in the World kitabının editörlerinden L.
Iglitzin, kitabın “Ataerkil Miras” başlıklı ilk bölümünde ataerkilliği tartışmaya
açtı. Kitap dünyanın çeşitli ülkelerinden ataerkil tezahürlere örnekler sunan
yazılardan oluşuyordu. Yine 1979 yılında Capital and Class dergisinin yaz
sayısında Heidi Hartmann’ın “Marksizm ile Feminizmin Mutsuz Evliliği”
isimli makalesi yayınlandı.32 Orada Hartmann, ataerkillik ile kapitalizmin
eklemlenmesinden örnekler veriyordu. Slyvia Walby’nin 1989’da Sociology der
gisinde çıkan “Theorising Patriarchy” ve Joan Acker’in aynı dergide çıkan “The
Problem with Patriarchy” yazılarının da feminist yazma önemli katkıları oldu.
Deniz Kandiyoti’nin ataerkillikle ilgili ilk tartışmasını yaptığı “ Bargaining with
Patriarchy” yazısı Gender and Society dergisinde 1988 yılında yayımlandı. Kan
diyoti, 1989 yılında Kassel Sempozyumu’nda ataerkillikle ilgili düşüncelerini
Türkiye özelinde bizimle paylaştı. Sempozyumun ardından çıkan Kadın Bakış
Açısından 1980 ier Türkiye’sinde Kadın kitabındaki yazısında kadınların bağımlılığı
sonucunu doğuran bir dizi kurumsal ve kültürel uygulamayı ele almak üzere
ataerkilliği “ [H]âlâ pek çok eleştiriye konu olan problemli bir kavram olmasını
hatırda tutarak,” (Kandiyoti, 1990, s. 341) kullanacağını söylüyordu. Böylece bir
kavramın eleştiriye uğramasının onun kullanımdan çıkması gerektiği anlamına
gelmediğini hatırlatıyordu. Nitekim sonraki yıllarda hem ataerkillik kavramının
kullanılabilir bir kategori olmasını sağlamak için onu rafine etmeye çalıştı hem
de Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri bağlamında anlamak için çaba sarf etti.
Bu kavramın feminist kuramcılar arasında tartışılmasının ömrü kısa sürdü.
Kavramın kullanıldığı daha geniş kuramsal çerçevenin (örneğin ataerkil kapi
talizm) işe yarar bir çerçeve olduğunu düşünenler azaldı. Türkiye’de de sadece
kadın emeği ile ilgili değil, kadın sorununa değişik açılardan bakan birçok ça
lışmada kavram kullanılıyor, ancak ne yazarın bu kavramdan anladığına dair bir
32 Bu makaleyi Acar Savran ve Tura mn 1992 (2008, ikinci baskı) tarihli K adının Görün
meyen Emeği kitabında bulabilirsiniz.
açıklama yapılıyor ne de somut araştırma sorusu ile bu kadar soyut bir kavram
arasındaki geçişlerin nasıl sağlanabileceği sorgulanıyordu. Feminist yazında
nasıl yazacağımıza (ataerk-ataerki-ataerkillik-patriarka-patriarki) dair bile bir dil
birlikteliği geliştiremediğimiz, geliştirmek için çok da çaba sarf etmediğimiz bu
kavramın içi boşaltılmadan kullanılabilmesi mümkün müydü? Değildi elbette
ve öyle de oldu. Zaten postmodern feminist çalışmalar da ataerkillik gibi makro
kategorileri ve meta anlatıları kullanışsız, hatta farklılıkları yeterince anlatamadığı
için kullanılmasa daha iyi olacak kategoriler olarak sundukça, zaten tam olarak
olgunlaşmamış bir kavramın gelişme imkânı kalmadı.
Ataerkillik gibi kavramlara yöneltilen eleştirilerden dolayı feminizmin ge
lişmişliğini sağlayan kuramsal ve kavramsal tartışmalardan vazgeçersek, çözüm
lemelerimizin feminist özelliğini nasıl koruyacaktık? Üstelik ana akım kuramlar
ve geleneksel ve muhafazakâr açıklamalar bütün haşmetleri ile etrafımızda “Biz
de varız” , “Bize geri dönün, bizi kullanın” diye tempo tutarken ve postmodern
öğreti, istersek kuramlardan vazgeçebileceğimiz gibi çok özgürleştirici bir çağrı
yaparken...
Buna karşılık, ataerkillik kavramını kolayca gözden çıkarmayıp, kendi çalış
malarında kuramsal çerçevelerini oluştururken onu önemli bir analitik kategori
olarak kullanan yazarlar da oldu. Örneğin, Gökçe Bayrakçeken Tüzel’in doktora
çalışması için ilgisini çeken konu, ataerkilliğin meslek kadınlarının kişisel ya
şamlarını ve mesleki çalışmalarını nasıl etkilediğiydi. Ataerkillik “farklı pratikler
ya da farklı pratiklerin oluşturduğu bütünler içinde, farklı formlarda tezahür
eden, değişken, tamamlanmamış bir yapı” (2009, s. 27) olarak tanımlanabilirdi.
İlk meslek kadınlarının, yaşamlarını, davranışlarını, çalışmalarını yönlendiren
iki pratikleri vardı: Kemalizm ve profesyonelizm... Bayrakçeken Tüzel’e göre
“ [A] taerkillik, yukarıdaki tanımlamaya uygun olarak, hem Kemalizmin hem
profesyonelizmin öngördüğü biçimlerde tezahür etmişti ve kadınların meslek
alanlarında kendilerini oluştururken başvurdukları bu pratiklere ait değerler
sisteminin bir parçası haline gelmişti” (2009, s. 47). Bayrakçeken Tüzel, “bir
kavramsal çerçeveye duyduğu ihtiyacı” ataerkillik kavramını kullanarak gidermişti
ve araştırmasında bulduğu ipuçlarının da ataerkilliğin ne olduğu hakkındaki
bilgimize katkıda bulunacağını düşünüyordu. Böylece ataerkillik statik bir kavram
olmaktan çıkıyor, dönüştürülmeye uygun bir özellik kazanıyordu.
2000 li yılların sonunda Reyhan Atasü Topçuoğlu, enformel sektörde ev
eksenli çalışan kadınların yaşam pratiklerini anlamaya çalıştı. Ataerkillik ile
kapitalizmin eklemlenme biçimlerini çözümlemek ve bu süreçte de iki kavram
önerisinde bulunmak istedi: “Bilinçli saklama” ve “saklayarak değersizleştirme.”
Enformel alanın en önemli özelliği görünmez oluşuydu. “ [E]nformel işler bo
yutları ve tanımlaması belirsiz işlerdi; o zaman enformel alanın görünmezliği
kayıtsızlığından değil, kayıtsızlığı üretimi içindeki bu tanımsızlıktan beslen-
inekteydi” (2009, s. 96). Üretim sürecini görünmez yapan ve belirsizleştiren de
üretim zincirleriydi. Üretimin zincirleme birbirine bağlanması, evde yapılan
son halkanın vergiler, sigortalar ve bütün diğer düzenlemelerden muaf olması,
üretimin bir kısmının “hasıraltı” edilebilmesini sağlıyordu. Evde çalışan kadın
ların kapalı kapılar ardında birbirlerinden yalıtılmış olarak çalışmalarını, böylece
emeklerinin belirsiz bir form almasını, kayıtsız ve korunmasız olmasını bilinçli
saklama olarak tanımladı. Evde yapılan işlerin ücretli işlerden en büyük farkı,
görünmez oluşlarıydı. Üretim süreci bilinçli saklanınca, bu süreçte işler görün
mez olunca, saklanması da değersizleştirilmesi de mümkün oluyordu. Atasü
Topçuoğlu’na göre, ataerkillik ile kapitalizmin eklemlenmesi sırasında her ikisi
için ortak olan saklama pratikleri karşılıklı tetikleniyor ve sömürüyü artırıyordu.
Yani saklama pratiği emeğin değersizleşme sürecini yaratıyordu, böylelikle her
iki yapının da devam etmesine ve güçlenmesine yarıyordu.
İstanbul’da hazır giyim atölyelerinde çalışan kadınlar hakkında yaptığı
çalışmasında Saniye Dedeoğlu, Kandiyoti’nin ataerklilikle pazarlık kavramını
analizinin merkez kavramlarından biri olarak kullandı. Kandiyoti, ailedeki iş
bölümünün ve egemen ilişkilerin devamında kadınların emeğine el konulmasının
yer aldığını, ancak bu el koyuşun günlük pratikler sırasında gerçekleşen ataerkil
pazarlıklar sayesinde mutlaklaşmadığım savunmuştu. Dedeoğlu araştırmasının
kendisini şu sonuçlara ulaştırdığını yazdı: Türkiye’de değişen, sosyoekonomik
koşullar ve kadınlar için yeni istihdam fırsatları, toplumda otoriter ve koruyucu
ataerkilliğin yapılanmasını etkilemekteydi. Bunu söylemek, hızlı bir sonuca
ulaşmak ve kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilerde genel bir dönüşüm ol
duğunu iddia etmek anlamına gelmemeliydi. Erkeğin ve kadının koca ve eş
olarak konumları ve aile içindeki geleneksel pratiklerin yeniden üretimi devam
ediyordu. Değişen şey, kentsel ortamda kadınların ataerkil ilişkileri manipüle
etme ve bu ilişkiler içinde pazarlık yapma yollarıydı. (Dedeoğlu, 2004, s. 260;
2008, s. 112) Dedeoğlu, atölyelerde çalışan kadınların hayatlarından örnekler
vererek kadınların bir taraftan geleneksel toplumsal cinsiyet ilişkilerine bağlı
kaldıklarını, bir taraftan da ailedeki “ataerki” ve daha büyük ataerkil yapılarla
etkin biçimde pazarlık etmekte olduklarını gösterdi.
Saniye Dedeoğlu ve Melda Yaman Öztürk, editörlüğünü paylaştıkları
Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye Örneği (2010) isimli kitapta bu
kavramın Türkiye bağlamında hâlâ işe yarayabileceğini düşünen yazarlara yer
verdiler. Ataerkillik, kitapta yer alan çalışmalarda görülebileceği gibi, küresel
leşme, kriz ve kadın emeği açıklamalarında, özellikle kapitalizmle nasıl eklem
lendiğine vurgu yapılarak kullanılmaya başlandı.33 Ataerkillik ve kapitalizm
35 Feminist kuramlar üzerinde çalışıldığı 1960’iı ve 1970’li yıllarda, hatta 1980’lerin or
tasına kadar bu kuramları modernist gelenekten kopm adan kadın sorununu çözmeye
çalışan kuramlar olarak sınıflayabiliyorduk, ikinci dalga çalışmalar, feminist düşünür
lerin bunlardan herhangi birine aidiyetin şart olmadığını savundukları, hatta evrensel
ve indirgemeci buldukları için reddettikleri dönemde yapılmış çalışmalardır.
37 beli hooks kuram hakkında şunları yazıyor: “ [K]urama geldim, çünkü yaralıydım,
içimdeki acı öyle yoğundu ki, yaşamaya devam edemezdim. Kurama geldim; çaresiz,
doyurucu cevapları verir? Bunun için, dünyadaki kuramsal gelişmelere yakın
olmak zorundayız. Hem bunları izlemeli hem de feminist çözümlemelerde
kullanılan kavramların Türkiye bağlamında kullanışlılıkları ve işe yararlılıkları hak
kında düşünmeliyiz. Yapacağımız özgün araştırmalar bu kavramları sınamak ve yeniden
yorumlamak için iyi birer araç olabilirler.
Ancak Türkiye’de genel olarak feminist tartışmalar, özellikle de kuram-
tartışmaları, başta sosyoloji ve iktisat olmak üzere sosyal bilim dallarının ana
akım kuramlarını sorgulayıp sarsabilecek kadar yaygın ve güçlü olamadı. Başka
deyişle sosyal bilimcilerin birçoğu, ana akım tartışmalara sadakatlerinden ödün
vermediler; feminist bilginin meydan okuyucu özelliğinden etkilenmediler;
kuramsal ve metodolojik sorgulamalar içine yeterince girmediler. Ana akım ku
ramların sorunlarını (erkek merkezcilik, cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyetler arası
eşitsizlikleri meşrulaştırma gibi...) görüp dünyada gelişen feminist kuramları
kullanmaya eğilimli olmadılar. Yukarıda sınırlı sayıda örneğini verdiğim kadın
emeği ile ilgili feminist yaklaşımlar da, uzun yıllar akademiye ve ana akım sosyal
bilim dallarına yeterince yansımadı, yani ana akım sosyal bilimcilerin birçoğunu
dönüştürücü bir rol oynamadı. Feminist sosyal bilimciler olarak yaptığımız
önemli çalışmaları ve tartışmaları varolan egemen söyleme karşı çıkacak kadar
güçlü biçimde yaygınlaştıramadık. Betimleyici çalışmaların egemenliğini kıra
madık ve görgül araştırmalardan elde edilen veriler için çözümleyici kuramsal
çerçevelerin kullanmasındaki zayıflığın üstesinden gelemedik.
Bu nedenle, az sayıda da olsa, kadın emeğini anlamaya ve açıklamaya yönelik
kuramsal tartışmalardaki bu gelişmeleri, özellikle son senelerdeki artışlarından
dolayı çok sevindirici buluyorum. Yine de bunlarla yetinmememiz gerektiğini
düşünüyorum. Bir taraftan Türkiye gerçekliği içinde kadın emeği ve istihdamı
ile ilgili özgün bilgiler toplamak için çalışırken bir taraftan da kavramları geliş
tirmeli, inceltmeli, kuramsal tartışmaları derinleştirebilmeliyiz. Kullandığımız
kavramları daha yetkin kullanabilmemiz ve bu suretle daha ayrıntılı ve doyurucu
çözümlemeler yapabilmemiz, kavramsal bulanıklıklarımızı, zihinsel karışıklık
larımızı giderebilmemiz için, kuramsal tartışmalara daha fazla ağırlık vermemiz
gerektiğini düşünüyorum. Böylece hem feminist politikanın belirlenmesinde
kendimizi daha güçlü hissedebiliriz hem de ana akım sosyal bilimcilerin feminist
çalışmalara yönelmelerini sağlayabiliriz.
İyimser yanım, bana, örneklediğim bu kavramsallaştırma çabalarına yüzümü
dönmeyi ve Türkiye’de umut vaat eden çalışmaların yapıldığını düşünmemi
söylüyor. Gelecekte daha başarılı çalışmaların yapılacağına olan umudumu
körüklüyor. Kötümser yanım, bu çalışmaların yanında, kadın konusunun gün
Gelecek Hakkında...
39 Bu girişim içinde kadın emeği özellikle ilgi alanları olan kadın örgütleri ve grupları var.
gereksinim var (Kılıç,2008). Kadınların çalışmak veya çalışmamak konusundaki
kararlarını etkileyen faktörlere daha yakından bakmak ve makro düzeyli yapısal
faktörlerin yanı sıra mikro stratejilerin etkisini araştıran çalışmaları (Beşpınar,
2010) geliştirmek de iyi olabilir.
43 Sayı: 15.
44 Sayı: 21 ve 29.
45 Sayı: 20.
46 Sayı: 7.
4 7 Sayı: 58.
— burada bazılarınızla ayrı düşebiliriz) kuşakfarkı gözetmeden kucaklamalıdır.
Henüz böyle bir durumu yaşamıyoruz ama gelecekte Türkiye’de kadın emeği
çalışan birinci kuşak ile ikinci kuşak arasındaki bağlar zayıflayabilir. Böyle bir
ihtimalin gerçekleşmemesi için ortak çalışmalar yapabilir, bilgi ve deneyim
paylaşımımızı artırabiliriz.
Yazdıklarımı, kuşaklar arası ilişkileri kurmanın güzel bir örneğini vermiş
olan Sayın Nermin Hocama teşekkür ederek bitiriyorum. 1980’lerin ortalarında,
Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmasını,
dinleyicilere inançlı bir sesle “Kadın konusunda çalışın!” diye seslenerek bitir
mişti. Hocamın çağrısı birçok genç araştırmacıyı yüreklendirici bir çağrıydı. Eğer
bugün onun adına hazırlanan bu kitapta, farklı konulardabu kadar çok makale
yer alıyorsa, bunda onun inancının ve kadın çalışmaları alanına kazandırdığı
saygınlığın payı büyük!
KAYNAKÇA
Abdan Unat, N. (1963) Social Change and Turkish Women. Ankara: Ankara
Üniversitesi (SBF Yayını, sayı: 171-153) s. vii.
Acar, F. (1983) “Turkish Women in Academia: Roles and Careers,” M ETU
Studies in Development, cilt: 10, sayı: 4, s. 409-46.
Acar, F. (1998) “Türkiye Üniversitelerinde Kadm Öğretim Üyeleri,” 75 Yılda
Kadınlar ve Erkekler, der.A.Berktay Hacımirzaoğlu, s. 285-302. İstanbul:
Tarih Vakfı Yayınları.
Acar Savran, G. (2003) “Kadınların Emeğini Görünür Kılmak: Marx’dan
Delphy’ye Bir Ufuk Taraması,” Praksis, sayı: 10, s. 159-210.
Acar Savran, G. ve Tura, N., der. (1992) Kadının Görünmeyen Emeği, İstanbul:
Kardelen Yayınları,2. Baskı (2008) İstanbul: Yordam Kitap.
Arat, Z., der. (1998) Deconstructing Images o f “The Turkish Woman”, New York:
St Martin Press.
Ansal, H. (1997) Teknolojik Gelişmelerin Sanayide Kadın İstihdamına Etki
leri: Türk Tekstil ve Elektronik Sanayilerinde Teknolojik Değişim ve Kadın
İstihdamı, Ankara: T C Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel
Müdürlüğü.
Atasü-Topçuoğlu, R. (2009) “Kadm Emeği Nasıl Değersizleşir?,” Praksis, sayı:
20, s. 87-104.
Atasü-Topçuoğlu, R. (2010) “Kapitalizm ve Ataerkillik Enformel Alanda Nasıl
Eklemlenir? Bilinçli Saklama ve Saklayarak Değersizleştirme Mekanizma
larının Ev Eksenli Çalışmada İşleyişi,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadm
Emeği, der. S. Dedeoğlu ve M.Y. Öztürk, s. 79-132 İstanbul: SAV Sosyal
Araştırmalar Vakfı Yayınları.
Bahçe, S.K. ve Memiş, E. (2010) “İktisadi Krizler ve Kadının Karşılıksız Emeği,”
İktisat Dergisi, sayı: 514, s. 35-42.
Bakırcı, K. (2010) “Türk Hukukunda İş ve Aile Sorumluluklarının Uzlaştırılma
sı: Uluslararası Hukuk ve AB Hukuku Çerçevesinde bir Değerlendirme,” İş
ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politikaları, der. İ.İlkkaracan, s. 59-86,İstanbul:
İTÜ_BM TKAUM ve KİH_YÇ.
Balaban, U. (2010) “İstanbul’da Ev Eksenli Çalışmanın Organizasyonel Dö
nüşümü,” İktisat Dergisi, sayı 514. s. 63-77.
Başlevent, C. ve Onaran, Ö. (2003) “Are Married Women in Turkey More
Likely to Become Added or Discouraged Workers?,"LABOUR: Review o f
Labour Economics and Industrial Relations, sayı: 17, s. 439-58.
Bayrakçeken-Tüzel, G. (2009) “Kemalizm, Profesyonelizm ve Ataerkil Teza
hürler,” Toplum ve Bilim, sayı: 114, s. 27-50.
Benston, M. (1969) “The Political Economy of Women’s Liberation,” Monthly
Review,c\\v.2 \, sayı: 4. s. 13-27.
Berik, G. (1990) “Türkiye’de Kırsal Kesimde Halı Dokumacılığı ve Kadının
Ezilmişliği,” Kadtn Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın, der. Ş.
Tekeli, s. 145-62. İstanbul: İletişim.
Beşpınar, U.(2010) “Questioning Agency and Empowerment,” Womens Studies
International Forum, sayı: 33, s. 523-32.
Bolak, H. (1990) “Aile içi Kadın Erkek İlişkilerinin Çok Boyutlu Kavramlaş-
tırılmasına Yönelik Öneriler,” Kadın Bakış Açısından 1980 ’ler Türkiye’sinde
Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 219-30. İstanbul: İletişim.
Bolak, H. (1997) “When Wives are Major Providers,” Gender and Society, sayı:
11(4), s. 409-33.
Bora, A. (2005) Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin
inşası, İstanbul: İletişim.
Boserup, E. (1970) Women’s Role in Economic Development, Londra: Allenan-
dUnwin.
Çabuk, N. (1999) “Women Factory Workers: A Case Study of Working Wo
men in Textiles Factories in Manisa,” Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, sayı:
1-2(2), s. 33-48.
Çağatay, N. ve Berik, G. (1994) “Structural Adjustment, Feminization and
Flexibility in Turkish Manufacturing,” Mortgaging Women’s Lives, Feminist
Critiques o f StructuralAdjustment, der. P. Sparr, s. 78-95, Londra: Zed Press.
Çağlayan, H. (1994) “Kadın İşçilerin Sendikal ve Demokratik Katılımı,”
Türkiye’de Sendikacılık Hareketleri İçinde Demokrasi Kavramının Gelişimi,
der. A. Işıklı, s. 307-45. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Çelik, N. (2005) “Immigrant Domestic Women Workers in Ankara and Is
tanbul,” Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü yüksek lisans
tezi, Ankara.
Çelik, N. (2007) “Building Paths and Lives through Migrant Networks: the
Case of post-Socialist Women Domestic Workers in Turkey,1'Journal o f
Mediterrain Studies, cilt: 17, sayı: 2 , s. 185-210.
Çınar, E.M. (1994) “Unskilled Urban Migrant Women and Disguised Emp
loyment: Homeworking Women in İstanbul, Turkey,” Word Development,
sayı: 22(3), s. 369-80.
Çitçi, O. (1979) “Türk Kamu Yönetiminde Kadın Görevliler,” Türk Toplumun-
da Kadın, der. N. Abdan Unat, s. 155-89. Ankara: Türk Sosyal Bilimler
Derneği Yayını.
Çitçi, O. (1982) Kadın Sorunu ve Türkiye’de Kamu Görevlisi Kadınlar, Ankara:
Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları.
Çulpan, O., Akdağ, F. ve Cindoğlu, D. (1992) “Women in Banking: A Com-
parativePerspective on the Integration Myth,” InternationalJournal o f Man
power, sayı: 131, s. 33-40.
Çulpan, O., Marzotto, T. ve Demir, N. (2007) “Foreign Banks and Executive
Jobs forTurkish Women,” Women in Management Review, sayı: 2 2 , no: 8 ,
s. 608-30.
Dayıoğlu, M. (2000) “Labor Market Participation of Women in Turkey,”
Genderand Identity Construction: Women in Central Asia, the Caucasus and
Turkey, der. F. Acar ve A. Güneş-Ayata, s. 44-73. Köln: Brill.
Dedeoğlu, S. (2004) “Sindrella’mn Pazara Yolculuğu: Toplumsal Cinsiyet Rolleri,
Aile ve Kadının İşgücüne Katılımı Üzerine bir Deneme,” Neoliberalizmin
Tahribatı, der. N. Balkan ve S. Savran, s. 254-74. İstanbul: Metis.
Dedeoğlu, S. (2008) Women Workers in Turkey: Global Industrial Production
in Istanbul, Londra: IB Tauris Academic Studies.
Dedeoğlu, S. (2010) “Endüstriyel Üretimde Kadın ve Göçmen Emeği,” Ka
pitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, der. S. Dedeoğlu ve M.Y. Öztürk, s.
249-77. İstanbul: Sav.
Dedeoğlu, S. ve Öztürk, M. Y., der. (2010) Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın
Emeği, İstanbul: Sav.
Demirel, A. vd (1999) Çalışmaya H azır İş Gücü Olarak Kadın ve Değişimi,
Ankara: TC Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü
Yayınları.
Durudoğan, H., Gökşen, F., Emrah-Oder, B. ve Yükseker, D. (2010) Türkiye’de
Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları: Eşitsizlikler, Mücadeleler, Kazanımlar, İstan
bul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Durakbaşa, A.ve Cindoğlu, D.(2001)“Tezgâh Üstü Karşılaşmalar,” Kültür
Fragmanları: Türkiye’de Gündelik Hayat, der. D. Kandiyoti ve A. Saktanber,
s. 84-100. İstanbul: Metis.
Ecevit, M. (1994) “Tarımda Kadının Toplumsal Konumu, Bazı Kavramsal
İlişkiler,'Amme İdaresi Dergisi, cilt: 27, sayı 2 ., s. 89-106.
Ecevit,M., Karkiner, N. ve Büke,A. (2009) “Köy Sosyolojisinin Daraltılmış
Kapsamından Tarım, Gıda, Köylülük\Yış\d\trmt”Mülkiye, sayı: 262. s. 41-61.
Ecevit, Y. (1985) “Üretim ve Yeniden Üretim Sürecinde Ücretli Kadın Emeği,”
Yapıt Toplumsal Araştırmalar Dergisi, sayı: 9, s. 72-93.
Ecevit, Y. (1986) “Gender and Wage-Work: A Case Study o f TurkishWomen
in Manufacturinglndustry,”doktora tezi,University of Kent, Canterbury.
Ecevit, Y. (1990) “Kentsel Üretim Sürecinde Kadın Emeğinin Konumu ve
Değişen Biçimleri,” Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın,
der. Ş. Tekeli, s. 105-15. İstanbul: İletişim.
Ecevit, Y. (1991a) “Shopfloor Control: The Ideological Construction of Tur-
kish Women Factory Workers,” Working Women: International Perspectives
on Labour and Gender Ideology, der. N. Redclift ve T. Sinclair, s. 56-78.
Londra: Routledge.
Ecevit, Y. (1991b) “Kadınlar, Siyasal Katılım ve Sendikalar,” AÜ Basın Yayın
Yüksek Okulu Yıllığı 1989-1990: Nermin Abdan Unat’a Armağan, s. 351-64.
Ankara: AÜ Basın ve Yayın Yüksek Okulu.
Ecevit, Y. (1993) “Kadm Girişimciliğinin Yaygınlaşmasına Yönelik bir Model
Önerisi,” Kadını Girişimciliğe Özendirme ve Destekleme Paneli Bildiriler ve
Tartışmalar, der. A. Altınel, s. 15-34, Ankara: KSGM.
Ecevit, Y. (1996) “Türkiye’de Kadın Çalışmaları: Durum, Sorunlar ve Ge
lecek,” Akademik Yaşamda Kadın: Türk ve Alman Üniversitelerinde Kadın
Kariyerlerinin Karşılaştırılması, Ankara: Türk-Alman Kültür İşleri Kurulu
Yayın Dizisi.
Ecevit, Y. (1998) “Türkiye’de Ücretli Kadm Emeğinin Toplumsal Cinsiyet
Temelinde Analizi,” 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, der. A. Berktay Hacı-
mirzaoğlu, s. 267-84. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Ecevit,Y. (1998) “Küreselleşme, Yapısal Uyum ve Kadm Emeğinin Kullanı
mında Değişmeler,” Küresel Pazar Açısından Kadm Emeği ve İstihdamındaki
Değişimler: Türkiye Örneği, der. F. Özbay, s. 31-78. Ankara: KSSGM ve
İKGV Yayını.
Ecevit, Y. (2000) “Çalışma Yaşamında Kadm Emeğinin Kullanımı ve Kadın-
Erkek Eşitliği,” Kadm-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş, s. 117-91. İstanbul:
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği.
Ecevit,Y. (2002) “Women in Computer Programming Occupations in Turkey:
Reconciling Work and Family Obligations,” BoğaziçiJournal, cilt: 16, sayi:l.
s. 35-55.
Ecevit, Y. (2007a)“Türkiye’de Kadm Emeği ve İstihdamı Alanında Yapılmış
Çalışmaların Değerlendirilmesi,” Kadm Emeği ve İstihdamı Toplantısı Raporu,
der. S. Güre, s. 11-31. İstanbul: Kadınlarla Dayanışma Vakfı.
Ecevit, Y. (2007b). Türkiye’de Kadm Girişimciliğine Eleştirel Bir Yaklaşım.
Ankara: Uluslararası Çalışma Örgütü Yayını.
Ecevit, Y. (2008) “İşgücüne Katılım ve İstihdam,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet
Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri, s. 113-213. İstanbul:
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği ve KAGİDER.
Ecevit, Y. (2010) “İş ve Aile Yaşamının Uzlaştırılması Bağlamında Türkiye’de
Erken Çocukluk Bakım ve Eğitimi,” İş veAile Yaşamını Uzlaştırma Politika
ları, der. İ.İlkkaracan, s. 87-114,İstanbul: İTÜ_BM TKAUM ve KİH_YÇ.
Eisenstein, Z. (1998) “The Problem of Theorizing Feminizm,” Contemporary
Feminist Theory, der. M. Rogers, s. 484-504, Boston: McGrawhill.
Eraydın, A. ve Erendil, A. (1999) D ış Pazara Açılan Konfeksiyon Sanayiinde
Yeni ÜretimSüreçleri ve Kadm işgücünün Bu Sürece Katılım Biçimleri,
Ankara: T C Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdür
lüğü Yayınları.
Ergenç-Katrinli, A., Timurcanday-Özmen, Ö. (1994) “Women Managing in
Turkey,” Women in Management: a Developing Presence, der. M. Tanton, s.
78-87, Londra: Routledge.
Ergüneş, N.(2010) “Kadınlara Yönelik Kredi Biçimleri ve Kadın Emeğinin En-
formelleşmesi,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, der. S. Dedeoğlu ve
M. Y. Öztürk, s. 183-214. İstanbul: SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları.
Ertürk, Y. (1990) “Doğu Anadolu’da Modernleşme ve Kırsal Kadın,” Kadın
Bakış Açısından 1980 ’ler Türkiye’sinde Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 183-94.
İstanbul: İletişim.
Eyüboğlu, A., Özar, Ş. ve Tanrıöver, H. T. (2000) Kentlerde Kadınların İş Ya
şamına Katılım Sorunlarının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Boyutları, Ankara:
T C Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
Gündüz Hoşgör, A. (1997) “Development and Women’s Employment Status:
Evidence from the Turkish Republic 1923-1990,’’doktora tezi,The University
o f Western Ontario, Kanada.
Gündüz Hoşgör, A. (2001) “Convergence Between Theoretical Perspectives in
Women-Gender and Development Regarding Women’s Economic Status in
the Middle East,” M ETUStudies in Development, sayı: 28 (1-2), s. 111-32.
Günlük-Şenesen, G. (1994) “Female Participation in theTurkish University
Administration: Econometric and SurveyFindings, 1992,” BoğaziçiJournal,
Review o f Social, Economic and AdministrativeStudies, cilt: 8 , sayı: 1-2, s.
63-81.
Günlük-Şenesen, G. ve Özar, Ş. (2001) “Gender Based Occupational Segrega
tion in the Turkish Banking Sector,” The Economics o f Women and Work in
the Middle East— Research in Middle East Economics, der. M. Çınar, sayı:
4, s. 247-67.
Günlük-Şenesen, G. ve Şenesen, Ü. (2011) “Decomposition of Labor Demand
by Employer Sectors and Gender: Findings for Major Exporting Sectors in
Turkey,” EconomicSystemsResearch, sayı: 23/2, s. 235-55.
HacımirzaoğluA.B., der. (1998) 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih
Vakfı Yayınları.
Hattatoğlu, D. (2002) “Yoksulluk, Kadın Yoksulluğu ve Bir Başa Çıkma Stra
tejisi Olarak Ev Eksenli Çalışma,” Yoksulluk, Şiddet ve insan Haklan, der.
Y. Özdek, s. 303-16. Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü
İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını.
Iglitzin, L. (1976) “The Patriarchal Heritage,” Women in the World: Comparative
Study, der. L. Iglitzin ve R. Ross, s. 7-24. Oxford: Clio Books.
İğdeş, 0.(2010) “Türkiye’nin Krizleri Önce Kadınları Vuruyor: Mit mi Ger
çek mi?,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, der. S. Dedeoğlu ve M.
Y. Öztürk, s. 133-82, İstanbul: SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları.
İlkkaracan, İ. (1998) “Kentli Kadınlar ve Çalışma Yaşamı,” 75 Yılda Kadınlar
ve Erkekler, der. A. Berktay Hacımirzaoğlu, s. 173-92. İstanbul: Tarih Vakfı
Yayınları.
İlkkaracan, İ. ve Selim, R. (2007) “The Gender Wage Gap in the Turkish Labor
Market,” LABOUR: Review o f Labour Economics and Industrial Relations,
sayı: (2 1 )2 , s. 563-93.
İlkkaracan, İ. (2010) “Uzlaştırma Politikalarının Yokluğunda Türkiye Emek
Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri,” İş ve Aile Yaşamım Uzlaştır
ma Politikaları, der. İ. İlkkaracan, s. 21-58. İstanbul: İTÜ_BM TKAUM
ve KİH_YÇ.
İlyasoğlu, A. ve Akgökçe, N., der. (2001) Yerli bir Feminizme Doğru, İstanbul:
Sel.
İş ve İşçi Bulma Kurumu ve O ECD (1989) Değişen bir Toplumda Kadınların
İstihdam İmkânlarının Geliştirilmesi Konferansı, Ankara: İş ve İşçi Bulma
Kurumu.
Kabasakal, H. ve Boyacıgiller, N. ve Erden, D.(1994) “Organizational Charac
teristics as Correlates of Women in Middle and Top Management,” Boğaziçi
Journal, sayı: 8(1-2), s. 45-62.
Kalaycıoğlu, S. ve Rittersberger, H.T. (2000) Cömert “Abla”lann Sadık
“Hamm”lari: Evlerimizdeki Gündelikçi Kadınlar, Ankara: Su.
Kandiyoti, D. (1982) “Urban Change and Women’s Roles” Sex Roles,” Family
and Community in Turkey, der. Ç. Kâğıtçıbaşı, s. 101-20, Bloomington,
Indiana: Indiana University Press.
Kandiyoti, D. (1988) “Bargaining with Patriarchy,” Gender and Society, cilt:
2, sayı: 3, s. 274-90.
Kandiyoti, D. (1990) “Ataerkil Örüntüler: Türk Toplumunda Erkek Egemen
liğinin Çözümlenmesine Yönelik Notlar,” Kadın Bakış Açısından 1980 ’1er
Türkiye’sinde Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 341-56. İstanbul: İletişim.
Kandiyoti, D. (1997) “Kadınlar ve Haneiçi Üretim: Türkiye>de Kırsal D ö
nüşümün Etkileri,” Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar. Kimlikler ve Toplumsal
Dönüşümler, der. D. Kandiyoti, s. 49-62 İstanbul: Metis.
Kasnakoğlu, Z. ve Dayıoğlu, M. (1996), “Education and Labour Market Par
ticipation of Women in Turkey,” Education and Labour Market in Turkey,
der. T. Bulutay, Ankara: State Institute of Statistics.
Kasnakoğlu, Z. ve Dayıoğlu, M. (1997) “Female Labor Force Participation an-
dEarnings Differentials between Genders in Turkey,” Economic Dimensions
o f Gender Inequality: A Global Perspective, der. J.M . Rives ve M. Yousefi, s.
95-117. Connecticut: Praeger.
Kaşka, S. (2005) “Ev İçi Hizmetlerin Küreselleşmesi ve Türkiye’deki Göçmen
Kadınlar,” Tes-lş Sendikası Dergisi, Ekim, s. 49-54.
Kazgan, G. (1979) “Türk Ekonomisinde Kadınların İşgücüne Katılması,
Mesleki Dağılımı, Eğitim Düzeyi ve Sosyo-Ekonomik Statüsü,” Türk
Toplumunda Kadm, der. N. Abdan Unat, s. 155-89,Ankara: Türk Sosyal
Bilimler Derneği Yayını.
Kılıç, A. (2008) “The Gender Dimension o f Social Policy Reforms in Turkey:
Towards Equal Citizenship,” Social Policy and Administration, sayı: 42, no:
5, s. 487-503.
Koray, M., Demirbilek, S. ve Demirbilek, T. (1999) Gıda İşkolunda Çalışan
KadınlarmKoşulları ve Geleceği, Ankara: T C Başbakanlık Kadının Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
Kurdoğlu, A.,Fougner, T. (2010) “Küresel Sermayeye Karşı Küresel Kadm Daya
nışması: Novamed Grevi ve Ötesi,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
Eşitsizlikler, Mücadeleler, Kazanımlar, der. H. Durudoğan, F. Gökşen, B.
Emrah-Oder ve D. Yükseker, s. 315-36, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Kuyaş, N. (1982) “The Effects of Female Labor on Power Relations in the Urban
Turkish Family,” Family and Community in Turkey, der. Ç. Kâğıtçıbaşı, s.
181-205, Bloomington, Indiana: Indiana University Press.
Kümbetoğlu, B. (1996) “Gizli İşçiler: Kadınlar ve Bir Alan Araştırması,” Farklı
Feminizmler Açısından Kadm Araştırmalarında Yöntem, der. S. Çakır ve N.
Akgökçe, s. 230-8, İstanbul: Sel.
Kümbetoğlu,B. (2005) “Enformelleşme Süreçlerinde Genç Göçmen Kadınlar
,ve Dayanışma Ağları,” Folklor/Edebiyat, cilt: 11, sayı: 41. s. 5-25.
Kümbetoğlu, B., User, İ. ve Akpınar, A. (2010) “Unregistered Women Workers
in the Globalized Economy: a Qualitative Study,” Feminist Formations, cilt:
22, no: 3, s. 96-123.
M oçoş, E. (2005) “Ev Eksenli Üretim: Dumansız Fabrikalarda Kadın
Emeği,” Tes-lş Sendikası Dergisi (Çalışma Hayatında Kadınlar), sayı:
2005-1. s. 53-7.
Morvaridi, B. ( 1992) “GenderRelations in Agriculture: Women in Turkey”.
Economic Development and Cultural Change,” cilt: 40, sayı: 3. s. 567-86.
Öncü, A.(1979) “Uzman Mesleklerde Türk Kadını,” Türk Toplumunda Kadm,
der. N. Abdan Unat, s. 271-86, Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği.
Özar, Ş. (1994) “Some Observations on the Position of Women in the Labour
Market in the Development Process of Turkey,” Boğaziçi Journal: Review
o f Social, Economic and Administrative Studies, cilt: 8 , sayı: 1-2, s. 21-43.
Özar, Ş. (1998) “Büyük Kentlerde Kadınlar ve İşsizlik,” Suna K ili’ye Armağan,
der. O. Köymen, s. 303-12, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Özar, Ş. (2002) “Türkiye’de Kadınların Mikro ve Küçük İşletmelerinin Başarısı
Önündeki Engeller,” Araştırma Rapor Taslağı, Siyasa Araştırmaları Merkezi,
Merkezi Avrupa Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü.
Özar, Ş. (2004) GAP Bölgesinde Kadın Girişimciliğini Geliştirme Projesi, Ankara:
GAP-GİDEM Yayını.
Özar, Ş. ve Günlük-Şenesen, G. (2003) “Thelmpact of Economic Restructuring
and Technological Change on Female Employment in the Turkish Banking
Sector,” Technology and Development in the New Millennium, der. A. Azhar,
vd, s. 283-90. University of Karachi: B.C.C.T Press.
Özar, Ş., Günlük-Şenesen, G. ve Pulhan, E. (2000) Kadın İstihdamı İçin Yeni
Perspektifler ve Kadın İşgücüne Muhtemel Talep, Ankara: TC Başbakanlık
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
Özbay, F. (1982) “Evkadınları,” Ekonomik Yaklaşım: Ankara İktisadi Ticari
İlimler Akademisi Ekonomi Fakültesi Dergisi, cilt: 3, sayı:l, s. 209-42. Ankara.
Özbay, F. (1990) “Kadınların Ev İçi ve.Ev Dışı Uğraşlarındaki Değişme,” K a
dın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 117-44.
İstanbul: İletişim.
Özbay, F. (1994) “Women’s Labour in Rural and Urban Settings,” BoğaziçiJournal:
Review of Social, Economic and Administrative Studies, cilt: 8 , sayı: 1-2, s. 5-19.
Özbay, F. (1998) “Türkiye’de Kadın Emeği ve İstihdamına İlişkin Çalışmaların
Gelişimi,” Küresel Pazar Açısından Kadın Emeği ve İstihdamındaki Deği
şimler: Türkiye Örneği, der. F. Özbay, s. 147-81. İstanbul: İnsan Kaynağını
Geliştirme Vakfı Yayını.
Özbilgin, M. ve Woodward, D. (2004) “‘Belonging’ and ‘Otherness’: Sex Equ
ality in Banking in Turkey and Britain,” Gender, Work and Organization,
sayı: 1 1 (6 ), s. 668 -88 .
Özdamar, S. (2000) Bankacılık Sektöründe Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, Ankara:
TC Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
Özkaplan, N. (2010) “İş ve Aile Yaşamı Dengesi: Yeni bir Olanak mı?” İktisat
Dergisi, sayı: 514, s. 43-47.
Özler, Ş. (2000) “Export Orientation and Female Share of Employment: Evi
dence From Turkey,” World Development, sayı: 28, s. 1239-48.
Öztürk, M.Y. (2010) “Ücretli ve Ücretsiz Bakım Hizmeti Ekseninde Kadın
Emeği: 1980’lerden 2000’lere,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, der.
S. Dedeoğlu ve M.Y. Öztürk, s. 25-78. İstanbul: Sav.
Özyeğin, G. (2001) Başkalarının K iri: Kapıcılar, Gündelikçiler ve Kadınlık
Halleri, İstanbul: İletişim.
Sallan, S. (1990) “Gender-Based Occupational Segregation in Public Organizati
ons in Turkey,” Turkish Public Administration Annual, sayı: 15-16, s. 143-57.
Serdaroğlu, U., der. (2010) Feminist İktisat, Ankara: Efil Yayınları.
Sirman, N. (1990) “Köy Kadınının Aile ve Evlilikte Güçlenme Mücadelesi,”
Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 231-
56. İstanbul: İletişim.
Suğur, S. (2005) “Türkiye’de Tekstil Sanayiinde Kadın Emeği ve Değişen Top
lumsal Cinsiyet İlişkileri,” Amme İdaresi Dergisi sayı: 38/1, Mart, s. 47-68.
Sullerot, E. (1971) Women, Society and Change, New York: McGraw-Hill.
Tan, M. (1979) Kadın: Ekonomik Yaşamı ve Eğitimi, Ankara: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Tansel, A. (1998) “Formai versus Informai Sector Choice of Wage Earners and
their Wages in Turkey,” Informai Sector, der. T. Bulutay, s. 127-50. Ankara:
Devlet İstatistik Enstitüsü.
Tansel, A. (2001) “Economie Development and Female Labor Force Partici
pation in Turkey: Time Sériés Evidence and Cross-Province Estimâtes,”
Employment of Women, der. T. Bulutay, s. 111-51. Ankara: Devlet İstatistik
Enstitüsü.
Tekeli, Ş. (1990) “1980’ler Türkiye’sinde Kadınlar, “Kadın Bakış Açısından
1980 ’ler Türkiye’sinde Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 7-37. İstanbul: İletişim.
Tekeli, Ş., der. (1990) Kadın Bakış Açısından 1980 ’ler Türkiye’sinde Kadın,
İstanbul: İletişim.
Tunalı, İ. (1997) “To Work or Not to Work: An Examination of Female Labor
Force Participation Rates in Urban Turkey,” M ETU Conférence on Econo
mies, s. 1-19.
Türk-Alman Kültür İşleri Kurulu (1996) Akademik Yaşamda Kadın: Türk ve
Alman Üniversitelerinde Kadın Kariyerlerinin Karşılaştırılması, Ankara:
Türk-Alman Kültür İşleri Kurulu Yayın Dizisi, sayı: 9.
Toksöz, G. (2004) “Sayımız Çok Az: Sendikalarda Kadınlar,” Neoliberalizmin
Tahribatı: 2000 ’li Yıllarda Türkiye, der. N. Balkan ve S. Savran, s. 234-53.
İstanbul: Metis.
Toksöz, G. ve Özşuca, Ş.T. (2002) “Enformel Sektörde İstihdamın ve İşgücünün
Özellikleri,” İktisat Dergisi, sayı: 430, s. 29-35.
Topçuoğlu, H. (1957) Kadınların Çalışma Saikleri ve Kadın Kazancının Aile
Bütçesindeki Rolü, Ankara: Kültür Matbaası.
Topçuoğlu, H. (1978) “Türk Toplumunda Kadının Statüsü,” Türkiye Kadın
Yılı Kongresi, der. Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, sayı: 1, s. 53-110.
Ankara: Ayyıldız Matbaası.
Türkün-Erendil, A. (2002) “Türkiye’de Ev Eksenli Çalışma Üzerine Yapılmış
Araştırmalar ve Çalışmalar,” İktisat Dergisi, sayı: 430, s. 36-47.
Ünlütürk Ulutaş, Ç.(2010) “Evin İçi İşyeri: Ev Hizmetleri, Ücretli Emek ve
Göçmen Kadın Emeği,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye
Örneği, der. S. Dedeoğlu ve M. Yaman Öztürk, s. 277-303. İstanbul: Sav.
Yalçın-Heckman, L. (1990) “Aşiretli Kadın: Göçer ve Yarı-Göçer Toplumlarda
Yeniden Üretim ve Cinsiyet Rolleri,” Kadın Bakış Açısından 1980 ’ler Tür
kiye’sinde Kadın, der. Ş. Tekeli, s. 257-66. İstanbul: İletişim.
Yaman Öztürk, M. (2010) “Kapitalist Toplumda Karşılıksız Bakım Emeği,”
İktisat Dergisi, sayı 514, Ekim-Aralık, s. 63 -77.
Yiğitbaş-Akça, B. (2006 ) “Mucizenin Adı Mikrokredi Olabilir mi?,” İktisat
Dergisi, sayı: 469 , s. 31-9.
Youssef, N. (1974) Women and, Work in Developing Countries. Population M o
nograph Series,no: 15,Institute of International Studies. Berkeley: University
of California Press.
Walby, S. (1989) “Theorising Patriarchy,” Sociology, sayı: 23 , no: 2, s. 213 -34 .
White, J. (1999) Para ile Akraba, çev. Aksu Bora, Istanbul: İletişim.
Zeytinoğlu, I.U., Özmen, Ö.T., Katrinli, A.E., Kabasakal, H., ve Arbak, Y.
(1997) “Invisible Employment: Women as Waged Domestic Workers in
Turkey,” Bargaining in Diversity: Colour, Gender and Ethnicity, der. B.
Fitzpatrick, s. 59-75 . Dublin: Oak Tree Press.
Göç Kadınlaşıyor mu?
Türkiye'ye Yönelen Düzensiz Göçe İlişkin Yazına
Toplumsal Cinsiyet ve Etnisite Temelinde Bakış
G Ü L A Y T O K S Ö Z — Ç A Ğ L A Ü N L Ü T Ü R K U LU TAŞ
G ünümüz Türkiyesi hem göç veren hem göç alan bir ülke konumundadır.
1960-70’lerde Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan işgücü ihtiyacını kar
şılamak üzere Türkiye’den başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine
kitlesel göçler yaşanmış,1 Batı Avrupa’nın işçi alimim durdurmasından sonra
hedef petrol zengini Ortadoğu ülkeleri ve 1990’larda başta Rusya Federasyonu
olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri olmuştur. Aynı zamanda
Türkiye 1980’lerin sonunda Bulgaristan’dan politik baskılar sonucu ayrılan etnik
Türklerin göçüne uğramış ve 1990 sonrası dönemde çevresindeki ülkelerden ciddi
biçimde düzensiz göç almaya başlamıştır. Göç sürecine ilişkin yasal gereklilikleri
yerine getirmeden seyahat ve/veya ikamet eden düzensiz göçmenlerin bir kısmı
Türkiye üzerinden batı ülkelerine geçmeyi hedeflerken, bir kısmı Türkiye’ye iş
bulmak ve çalışmak amacıyla gelmektedir.
Düzensiz göçün kaynağında üç temel gelişme vardır. Bunlardan ilki, Doğu
Bloğu ülkelerinin 1990’h yıllarda geçirdiği kökten dönüşümlerin sonucunda
mevcut iktisadi, siyasi ve sosyal rejimlerin yıkılması ve piyasa ekonomisine geçil
mesinin insanları işsizlik ve yoksulluğa sürüklemesi, yaşamlarını sürdürmek için
göç etmek zorunda bırakmasıdır. AB ülkelerinin katı göç düzenlemeleri kapıları
yeni göçmenlere adeta kapatmış, insanları iş bulabilecekleri başka ülkelerin
arayışına yöneltmiş ve yaygın bir enformel ekonomiye sahip olan Türkiye’nin
sunduğu istihdam imkânları bu insanlar için Türkiye’nin bir çekim merkezi
olmasına yol açmıştır. İkincisi, çeşitli Asya ve Afrika ülkelerinden gelip A B ’ye
gitmek isteyen ancak AB ülkelerine yasal yollardan giriş yapma şansı olmayan
1 Nermin Abadan Unat bu göç hareketlerine ilişkin sosyal bilim araştırmalarının öncü
südür.
kaçak göçmenlerin batıya yolculukları için fırsat kollarken Türkiye’yi bir geçiş/
transit noktası olarak kullanmalarıdır. Bu gruptaki göçmenler de bekleme süre
lerinde hayatlarını sürdürebilmek için enformel istihdama yönelmektedir. Aynı
durum başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere çeşitli ülkelerin baskıcı yönetim
lerinden kaçarak sığınma başvurusunda bulunmak üzere gelen göçmenler için
de söz konusudur (İçduygu 2006, s. 2). Geliş nedenleri farklı olsa da, düzensiz
göçmenlerin ortak özelliği enformel işgücü piyasalarına kısa veya uzun süreli
katılımlarıdır. Kuşkusuz göçmenlerin toplumsal cinsiyet normlarına ve etnisiteye
dayalı olarak şekillenen işgücü piyasalarına katılımı kadın ve erkek olarak farklı
biçimlerde cereyan etmekte, değişik sektörlerde farklı çalışma koşulları ve farklı
korunmasızlıklar ve istismar durumlarıyla, geldikleri ülkelere göre farklılaşan
dışlanma biçimleriyle karşılaşmaktadırlar.
Bu yazının amacı Türkiye’ye çalışma amacıyla gelen göçmenlerin durumuna
odaklanarak, küresel düzeyde cereyan eden göçün kadınlaşması olgusunun yani
çalışma amacıyla göç edenler içinde kadınların payının giderek yükselmesinin
Türkiye’ye yönelik göçler için ne ölçüde geçerli olduğu sorusuna mevcut göç
yazını çerçevesinde cevap aramak ve bu cevabı ararken farklı etnik kökenlerden
kadınların ve erkeklerin istihdam durumlarına karşılaştırmalı olarak ışık tutmak
tır. Türkiye’de emek göçü ve göçün öznesi olan göçmenlerin çalışma koşullarına
dair araştırmalar bugüne dek sayıca az olsa da, son yıllarda sayılarının artmakta
olduğu söylenebilir. Burada dikkat çekici olan, en fazla çalışmanın özellikle ev
ve bakım hizmetinde çalışan göçmen kadınlar üzerine yapılmış olmasıdır.
2 Yasal izne sahip göçmenler üzerine yapılmış araştırmaların olmaması bizim bu konum
daki göçmenlere ilişkin değerlendirmemizin istatistiklerle sınırlı kalmasına yol açmıştır.
başta esnek vize sistemi olmak üzere coğrafi yakınlık, kolay ulaşım, Türkiye’de
çalışan arkadaş ve aile bireylerinin yani sosyal ağların varlığı ve enformel eko
nomide iş bulma olasılığıdır (îçduygu, 2004, s. 48-9).
İşgücü arzının işlevsel olabilmesi için işgücü talebinin olması gerekir. Tür
kiye’deki yaygın enformel ekonomi, yaygın kayıt dışı istihdam, kurumsal bakım
hizmetlerinin yetersizliği ve kayıt dışı çalıştırılabilecek olan işgücüne talep göç
men işgücü arzının ortaya çıkmasında belirleyicidir. Türkiye bu açıdan düzensiz
göçün hedef ülkeleri olan Güney Avrupa ülkeleriyle benzerlik göstermektedir.
Başta İtalya olmak üzere Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde gerek
zayıf refah devletlerinin bakım hizmetlerinin sunumunda yetersiz kalması
gerekse küçük işletmelere dayalı yaygın bir enformel ekonominin varlığı bu
ülkelerde başta hizmet sektörü olmak üzere tarım ve inşaatta ucuz işgücü talebi
doğurmakta ve yerli işgücünün temin edilemediği koşullarda boşluğu göçmen
işgücü doldurmaktadır (Toksöz, 2008). Türkiye’de ise işgücü piyasasının temel
özelliği yüksek işsizlik oranları ve eksik istihdam ile kendini ortaya koyan işgücü
fazlasıdır. Bu işgücü fazlasının varlığına karşın göçmen işçilere talep mevcuttur.
Bu talep Türkiye’de 1980 sonrası dönemde düşme eğilimine giren reel ücretlerde
1989-93 arasında yaşanan kısmi iyileşmeden sonra ortaya çıkmış, tarihsel olarak
eski Doğu Bloğu ülkelerinden insanların yeni edindikleri seyahat özgürlüğünü
kullanmaları ve iş aramak üzere göç etmeye başlamalarına denk düşmüştür. Bir
yandan kayıt dışına geçişi kolaylaştıran taşeron-fason üretim örgütlenmesine
geçilmiş, diğer yandan kaçak göçmen işçiler ücreti artan yerli işgücü karşısında
yedek işgücü olarak devreye sokulmuştur (Akpınar, 2010). Göçmenler emek
yoğun ve düşük ücretli sektörlerde, imalat sanayiinde başta konfeksiyon ol
mak üzere gıda vb işkollarında, inşaatta, tarımda, turizmde, eğlence ve fuhuş
sektöründe, ev ve bakım hizmetlerinde istihdam edilmektedir. İnşaat sektörü
haricindeki istihdam alanlarında kadınların sayılarının erkeklerden daha çok
olduğu varsayılabilir. Özellikle ev ve bakım hizmetleri, eğlence ve fuhuş sek
törü, konfeksiyon işkolu tümüyle kadın emeğine dayanmakta, gıda-lokanta,
turizmin çeşitli faaliyet alanları ve tarımda özellikle Karadeniz bölgesinde hem
kadın hem erkek göçmenler çalışmaktadır. Konfeksiyon işkolunda, turizmin
çeşitli alanlarında ve inşaatlarda küçük işletmelerin varlığını sürdürmesi ucuz
göçmen emeğinin istihdamıyla mümkün olmaktadır (İçduygu, 2004, s. 45-8,
2006, s. 6-7). Yasada kaçak göçmen işçi istihdamı durumunda işverenler için
ağır para cezaları öngörülse de, denetimlerin yetersizliği nedeniyle caydırıcı
olmamaktadır ya da denetim yapan polislere ödenen rüşvetlerle duruma göz
yumulması sağlanmaktadır (Dedeoğlu, 2011; Akpınar, 2010). Göçmenlerin
eğitim düzeylerinin ve iş disiplinlerinin göreli yüksekliği, işverene hiç sorun
çıkartmadan çalışmaları, herhangi bir yasal haklarının olmaması, sendikal
örgütlenmenin gündeme hiç gelmemesi onları işverenler açısından cazip kıl
maktadır (Erder, 2007, s. 65-6). Burada korunmasızlığı yaratan en temel unsur
göçmenlerin Türkiye’de yasadışı ikamet ediyor oluşları veya yasal olarak ikamet
etseler bile çalışma izinlerinin olmamasıdır. Tüm göçmenlerin öncelikle dile ge
tirdiği korku yakalanıp sınır dışı edilme korkusudur. Göçmenler yerli işgücüne
kıyasla daha uzun saatler çalışmaya ve kendilerine aynı işi yaptıkları yerli işçiye
göre daha düşük ücret verilmesine boyun eğseler de, onlar tarafından en büyük
haksızlık olarak algılanan ve çaresizlik duygusu yaşatan, hak ettikleri ücretlerin
kimi durumlarda işverenler tarafından ödenmemesi ve buna karşı hiçbir yere
başvurma imkânlarının olmamasıdır. Kadınlar bunlara ek olarak cinsel tacize
uğrama, fuhuş sektöründe çalışmaları durumunda bulaşıcı hastalığa yakalanma
riskinden söz etmişlerdir (İçduygu, 2006, s. 9).
Sonuç
Türkiye’de yaşayan ve çalışan düzensiz göçmenler üzerine yapılan araştırmaların
büyük kısmı ev ve bakım hizmetlerinde çalışan göçmen kadınlara ilişkin olup,
göçmen kadınların durumuna ve çalışma koşullarına dair ayrıntılı bilgi sunmak
tadır. Sosyal bilim araştırmaları yapanların genellikle mensubu oldukları üst-orta
sosyal sınıf itibariyle göçmen kadınların işverenlerine erişim kolaylığının veya
bizzat kendi yakınlarının işveren konumunda olmasının bunda etkili olduğu
düşünülebilir. Diğer istihdam alanlarında ise işverenlerin araştırmacılara yönelik
olumsuz tutumu, göçmenlerin açığa çıkma ve sınır dışı edilme korkusu araştır
ma yapma koşullarını ağırlaştırmakta ve çalışma yapılmasını zorlaştırmaktadır.
İncelenen araştırmaların hepsinin ortak özelliği, göçmenlerin korunma-
sızlığını ve savunmasızlığını açığa çıkarmalarıdır. Düzensiz göçmenler hangi
sektörde ve işte çalışıyor olurlarsa olsunlar Türkiye’de yasadışı ikamet ettikleri ve/
veya çalıştıkları için yerli işgücüne kıyasla daha elverişsiz koşullarda, daha uzun
saatler, daha düşük ücretlerle çalışmakta, ücretlerinin ödenmemesi durumunda
haklarını hiçbir şekilde arayamamaktadır. Göçmen kadınlar açısından bunlara
ek olarak cinsel taciz ve fuhuş sektöründe çalışmaları durumunda cinsel şiddet
ve bulaşıcı hastalıklar gibi riskler ortaya çıkmaktadır.
A B ’yle müzakere sürecinde Türkiye’nin göç politikalarının AB göç politi
kalarına uydurulması, esnek vize politikasından vazgeçilmesi yönünde baskılar
vardır. Ancak geniş bir enformel ekonomi ve ucuz kaçak işçi talebi devam
ettiği, bakım hizmetlerini kadınların sırtından alan kamusal hizmet modelleri
geliştirilmediği sürece göçmen işgücüne talep sürecek ve göçmenlerin Türkiye’ye
gelme çabasının daha tehlikeli ve riskli koşullar altında gerçekleşeceğini söylemek
kehanet olmayacaktır.
KAYNAKÇA:
Akalın, A. (2010) “‘Yukarıdakiler-Aşağıdakiler’: İstanbul’daki Güvenlikli Si
telerde Göçmen Ev Hizmetlisi İstihdamı,” Türkiye’ye Uluslararası Göç, der.
B. Pusch ve T. Wilkoszewski, s. 111-37. İstanbul: Kitap Yayınevi.
Akalın, A. (2007) “Hired as a Caregiver, Demanded as a Housewife: Becoming
a Migrant,” European Journal o f Women’s Studies, sayı: 14, s. 209-25.
Akpınar, T. (2009) “Türkiye’ye Yönelik Düzensiz Göçler ve Göçmenlerin İnşaat
Sektöründe Enformel İstihdamı,” Ankara: Ankara Üniversitesi (yayınlan
mamış doktora tezi).
Akpınar, T. (2010) “Türkiye’ye Yönelik Kaçak İşgücü Göçü,” SB F Dergisi,
sayı: 65/3, s. 1 -2 2 .
Atatimur, N. (2008) “Reasons and Consequences of International Labor Mig
ration of Women into Turkey: Ankara Case,” Ankara: O DTÜ (yayımlan
mamış yüksek lisans tezi).
Beşpınar U., Çelik, K. (2011) “İnsan Ticaretinin Görünen Yüzü: Türkiye’de
Farklı Sosyal Aktörlerin Seks Ticaretine Bakışı,” http://idc.sdu.edu.tr/tam-
metinler/goc/goc4.pdf (son erişim tarihi: 1 1 .0 2 . 2 0 1 1 ).
Castles, S., Miller, M.J. (1998) TheAge ofMigration, NY-Londra: The Guilford Press.
Dağdelen, G. (2008) “Changing Labour Market Positions and Workplace In
teractions of Irregular Moldovan Migrants: The Case of Textile/Clothing
Sector in Istanbul,” (yüksek lisans tezi, University of METU).
Danış, D. vd (2009) “Integration in Limbo-Iraqi, Afghan, Magrebi and Ira
nian Migrants in İstanbul,” Land of Diverse Migrations, s. 443-636, der. A.
İçduygu ve K. Kirişçi, İstanbul: Bilgi University Press.
Danış, D. (2007) “A Faith that Binds: Iraqi Christian Women on the Domestic
Service Ladder of İstanbul,” JEM S, sayı: 33, s. 602-15.
Dedeoğlu, S. (2 0 1 1 ) “Türkiye’de Göçmenlerin Sosyal Dışlanması: İstanbul
Hazır-Giyim Sanayiinde Çalışan AzerbaycanlI Göçmen Kadınlar Örneği,”
SBF Dergisi, sayı: 66/1, s. 28-48.
Demirdirek, H. (2007) “New Modes O f Capitalist Domination: Transnational
Space Between Turkey and Moldova,” Anthropology o f East Europe Review,
sayı: 25, s. 15-21.
Ecevit, Y. (2010) “İş ve Aile Yaşamının Uzlaştırılması Bağlamında Türkiye’de
Erken Çocukluk Bakımı ve Eğitimi,” İş ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politi
kaları, der. İ. İlkkaracan, s. 87-115. İstanbul: İTU BMTKAUM ve KİH-YÇ.
Ecevit, Y. vd (2008) Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler
ve Çözüm Önerileri, İstanbul: TÜSİAD ve KAGİDER.
Ekiz Gökmen, Ç. (2011) “Türk Turizminin Yabancı Gelinleri: Marmaris Yöre
sinde Turizm Sektöründe Çalışan Göçmen Kadınlar,” Çalışma ve Toplum,
sayı: 28, s. 201-31.
Erdem, Z., Şahin, L. (2009) “Ülkemizde Ev Hizmetlerinde İstihdam Edilen
Yabancı Uyruklu İşgücünün Çalışma Koşulları: İstanbul İli Üzerine Bir
Alan Araştırması,” Sosyal Siyaset Konferansları, sayı: 57, s. 282-325.
Erder, S. (2007) “‘Yabancısız’ Kurgulanan Ülkenin ‘Yabancıları’,” Türkiye’de
Yabancı İşçiler, der. A. Arı, s. 1-83, İstanbul: Derin.
Erder, S., Kaşka, S. (2003) Irregular Migration and Trafficking in Women: the
Case o f Turkey, Cenevre: International Organization for Migration.
Gökbayrak, Ş. (2009) “Refah Devletinin Dönüşümü ve Bakım Hizmetlerinin
Görünmez Emekçileri Göçmen Kadınlar,” Çalışma ve Toplum, sayı: 21, s. 55-82.
Gülçür, L. îlkkaracan, R (2002) “The ‘Natasha’ Experience: Migrant Sex
Workers from the Former Soviet Union and Eastern Europe in Turkey,”
Women’s Studies International Forum, -sayı: 25, s. 411-21.
Hochschild, A.R. (2003) “Love and Gold,” Global Women, Nannies, Maids and
Sex Workers in the New Economy, der. B. Ehrenreich, A.R. Hochschild, s.
15-30, New York: Metropolitan Books.
Hondegneu-Sotelo, R (2001) Domestica, Londra: University of California Press.
H Ü N EE (2004) Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003, Ankara: Hacettepe
Üniversitesi.
“IOM Country Report for Turkey” (2009-2010) Independent Network of
Labour Migration and Integration Experts (LMIE-INET) için hazırlanan
yayımlanmamış rapor.
İçduygu, A. (2006) “The Labour Dimension of Irregular Migration in Tur
key,” (Research Report), Badia Fiesolana: European University Institute
CARIM-RR.
İçduygu, A. (2008) “Rethinking Irregular Migration in Turkey: Some Demo-
Economic Reflections,” CARIM Analytic and Synthetic Notes, Badia Fiesolana:
European University Institute.
İçduygu, A. (2004) Türkiye’de Kaçak Göç, İstanbul: İTO Yayınları.
Kalfa, A. (2008) “Eski Doğu Bloku Ülkeleri Kaynaklı İnsan Ticareti ve Fuhuş
Sektöründe Çalışan Kadınlar,” Ankara: Ankara Üniversitesi (yayımlanmamış
yüksek lisans tezi).
Kaşka, S. (2006) The New International Migration and M igrant Women in
Turkey: The Case o f Moldovan Domestic Workers, İstanbul: Mirekoc Rese
arch Project.
Keough, L.J. (2003) “Driven Women: Reconceptualizing the Traffic In Women
in The Margins of Europe Through The Case of Gagauz Mobile Domestics
in Istanbul,” The Anthropology of East Europe Review, sayı: 2 1 , s. 73-80.
Keough, L.J. (2006) “Globalizing ‘Postsocialism’: Mobile Mothers and Neo
liberalism on the Margins of Europe,” Anthropological Quarterly, sayı: 79,
s. 431-61.
Kofitnan, E. vd (2000) Gender and International Migration in Europe, Londra:
Routledge.
Kümbetoğlu, B. (2005) “Enformalleşme Süreçlerinde Genç Göçmen Kadınlar
ve Dayanışma Ağları, Folklor/Edebiyat, sayı: 41, s. 7-25.
Lazaridis, G. (2009) “Irregular Migration and Trampoline Effect: ‘Les Infirmières
Exclusives’, ‘Quasi-Nurses’, Nannies, Maids and Sex Workers in Greece,”
Irregular Migration, Informal Labour and Community: A Challengefor Europe,
der. E. Berggren, B. Likic-Brboric, G. Toksöz, N. Trimikliniotis, s. 242-55,
Maastricht: Shaker Publishing.
Lordoğlu, K., Etiler, N. (2010) “Göçmenlerin Sağlık Sorunları: Ev Hizmetle
rinde Bir Alan Araştırması,” 2. Ulusal Sosyal Haklar Sempozyumu Kitabı,
der. M. Gülmez, s. 93-118, İstanbul: Petrol-İş.
Morokvasic, M. (2004) “Settled in Mobility: Engendering Post-Wall Migration
in Europe,” Feminist Review, sayı: 77, s. 7-25.
Ozinian, A. (2009) Identifying the State of Armenian Migrants in Turkey, Was
hington: Eurasia Partnership Foundation.
Saltan A., Yardımcı, S. (2007) “Geri Dönüşümün Görünmeyen Yüzü: Sokak
Toplayıcılarının İş ve Yaşam Koşulları Üzerine Bir Değerlendirme,” Toplum
ve Bilim, sayı: 108, s. 206-38.
Sassen, S. (2000) “Women’s Burden: Counter-geographies of Globalization and the
Feminization of Survival,” Journal ofInternationalAffairs, sayı: 53/2, s. 503-24.
Toksöz, G. (2008) “Enformel işgücü Piyasaları ve Göçmen işçilere Talep:
Karşılaştırmalı Perspektiften Türkiye’nin Durumu,” Türkiye işçi Sınıfı ve
Emek Hareketi Küreselleşiyor mu?, s. 89-108. İstanbul: SAV.
Toksöz, G., Akpınar, T. (2009) “An Historical Employer Strategy: Dividing
Labour on the Basis of Ethnicity-Case of the Construction Sector in Turkey,”
European Perspectives on Exclusion and Subordination: The Political Economy
of Migration, der. A. Neergaard, s. 143-153, Maastricht: Shaker Publishing.
Uttal, L., Tuominen, M. (1999)“Tenuous Relationships: Exploitation, Emoti
on, and Racial Ethnic Significance in Paid Child Care Work,” Gender and
Society, sayı: 13, s. 758-80.
Ünlütürk Ulutaş, Ç. (2010) “Evin İçi İşyeri: Ev Hizmetleri, Ücretli Emek ve
Göçmen Kadın Emeği” Kapitalizm Ataerkillik ve Kadın Emeği, der. M.
Yaman-Öztürk ve S. Dedeoğlu, s. 277-303, İstanbul: SAV.
Ünlütürk Ulutaş, Ç., Kalfa, A. (2009) “Göçün Kadınlaşması ve Göçmen Ka
dınların Örgütlenme Deneyimleri,” Fe Dergi, sayı: 1/2, s. 13-28.
Üstübici, A. “Türkiye’ye Yönelik Kadın Göçü: Seks İşçileri ve Ev İçi Hizmetli
lerin Kişisel Güvenlik Sorunlarını İlişkilendirmek,” http://www.umut.org.
tr/HukukunGencleri/TamMetinlerSunular/AysenUstubici.pdf (son erişim
tarihi: 2 .2 .2 0 1 1 ).
Yükseker, D., Brewer, K.T. (2010) “İstanbul’daki Afrikalı Göçmen ve Sığın
macıların Yaşam Koşulları,” Türkiye’ye Uluslararası Göç, der. B. Pusch ve
T. Wilkoszewski, s. 297-320, İstanbul: Kitap Yayınevi.
Yükseker, D. (2003) Laleli Moskova Mekiği, İstanbul: İletişim.
T
Zor Ziyaret: Nataşa mı? Döviz Getiren Bavul mu?
Eski Doğu Bloku Ülkelerinden Gelen Kadınların
Emek Piyasasına Girişi
S E M A ERDER
1 Bu yazı, 2006 yılında, İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından yayınlanmak üzere hazırla
nan ancak gerçekleşemeyen “Nermin Abadan Unat’a Armağan” kitabı için yazılmıştır.
Yazı, bu derleme için yeniden gözden geçirilmiştir.
denetlenemeyen bu yeni göçü, akademik çevreler “düzensiz göç” [irregular
migration], kamu otoriteleri ise “yasadışı göç” [illegal migration] olarak ta
nımlamaktadır. 2
2000 yılı itibariyle dünyada, 158 milyonu göçmen, yaklaşık 17 milyonu
sığınmacı ve mülteci olmak üzere, kendi ülkesi dışında yaşayan yaklaşık 175
milyon kişinin olduğu tahmin edilmektedir (UN, 2004, s. vii). Düzensiz göç
men sayısı hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte, özellikle Kuzey ülkelerine
yeni gelenlerin yaklaşık üçte biri ila yarısının düzensiz göçmen olduğu tahmin
edilmektedir. Bu çerçevede 2000 yılında A BD ’de 20 milyon civarında düzensiz
göçmen olduğu, A B ’ye üye ülkelerin tümüne ise, 1999 yılı itibariyle, her yıl 500
bin kişinin düzensiz olarak geldiği tahmin edilmektedir (IOM, 2003, s. 58-60).
Düzensiz göçte gözlemlenen hızlı artış, önce yöneticilerin ve siyasetçilerin,
daha sonra sosyal bilimcilerin ilgisini çekmiştir. İstenmeyen göçe karşı yönetim
lerin ilk tepkisi, göçü önlemek ve denetim altına almak olmuştur. Bu nedenle,
son dönemlerde, özellikle Kuzey ülkeleri, göçü önleyici yeni politika geliştirmek
amacıyla bu konuda yapılacak araştırmaları desteklemektedirler. Diğer taraftan,
gerek düzensiz göç kavramının tanımı ve yorumundaki anlaşmazlıklar, gerekse
bu göç hareketinin gözlenmesindeki güçlükler, bu konudaki verileri de araştır
maları da tartışmalı kılmaktadır.
Düzensiz göç kavramının anlamı, göçü düzen altına almaya çalışan ku
rumlar için farklı, göçmenler için farklıdır. Bu çerçevede, kamu kurumlan için
düzensizlik, bir yabancının ülkeye girerken, çıkarken ya da orada kalırken, ya
bancı hukukuna aykırı konumda olması anlamına gelmektedir. Diğer taraftan,
göçmenler için bu durum, yasalar karşısında tamamen korunmasız olma, çok
güçsüz ve kırılgan konumda kalma anlamına gelmektedir.
Düzensiz göçmenlerin güçsüzlükleri görünürlüklerini azalttığı gibi, onlara
kendi adlarına konuşma hakkı da vermemektedir. Bunun yanı sıra, sayılarının
konjonktüre göre değişmesi, yön değiştirmesi, bazen “turizm” hareketlerinin
içinde gizlenmesi, bu konuda araştırma yapmayı güçleştirmektedir.3 Sayısal
büyüklüklerle ilgilenen çevreler ve niceliksel araştırma yapanlar ancak dolaylı
tahmin tekniklerini kullanabilmektedirler. Göçmenlerin görünür olmayışları ve
gizli yaşamak zorunda olmaları, onlara ulaşmayı ve dolayısıyla niteliksel araş
2 Sosyal bilimciler, göçün meşruiyeti ile yasalar arasındaki uyumsuzluğu ifade edebilmesi
açısından “düzensiz göç” {irregular migration) kavramını kullanmayı yeğlemektedir.
Ancak, bu kavramın da, göçü bir insan hakkı olafak kabul eden çevrelerce yoğun olarak
eleştirildiğini ayrıca belirtmek gerekir.
3 Bu bağlam da The International Migration Review \ın (IM R, 2004, C .38, s. 338) özel
sayısında Massey, Portes gibi göç araştırmacılarının uluslararası göçün m etodoloji ve
ölçüm sorunlarıyla ilgili tartışmalarını izlemek mümkündür.
tırma yapmayı da güçleştirmektedir. Göçmen korkusu ve yabancı korkusunun
yaygın olduğu böyle bir dönemde, insan hakları konusuyla doğrudan ilişkili
olan bir konuda araştırma yapmanın bilim etiği açısından da çok dikkatli olmayı
gerektirdiği açıktır.
Düzensiz göçteki artış üzerine yapılan çalışmaların bir bölümü bu göçün
nasıl önleneceği, bir bölümü ise bu göçün muhtemel etkileri üzerinde yoğun
laşmaktadır. Bu çerçevede özellikle iktisatçılar, bu göçün enformel iş piyasasını,
enformel ticareti ve enformel para transferlerini yaygınlaştırmasına dikkati
çekmektedirler. Bu çerçevede, bu ülkelerdeki kurumlar için, düzensiz göçle
mücadele, enformelleşmeyle mücadele olarak da kabul edilmektedir. Bu bağ
lamda, düzensiz göçmenlerin enformel iş piyasasına, dolayısıyla, sosyal güvenlik
sistemi, istihdam ve ücretler üzerindeki-etkileri yaygın olarak araştırılmakta ve
tartışılmaktadır.4
Son dönemlerde, Kuzey ülkelerinden Güney ülkelerine döviz akışının, bü
yüklüğü ve önemindeki artışın dikkati çekmesi üzerine, iktisatçılar göçmenlerin
ülkelerine gönderdikleri işçi dövizleri ile ilgilenmeye başlamıştır. Bugün birçok
güney ülkesinde, işçi dövizlerinin, sadece göçmen ailelerinin değil, aynı zaman
da ekonominin kurtarıcısı olduğunu gözlemlemek şaşırtıcıdır. Bu bağlamda,
Dünya Bankası’nın desteklediği araştırmaların sonuçları, Güney ülkelerine
formel kanallarla gönderilen işçi dövizlerinin bu ülkelere yapılan uluslararası
yardım ve yabancı yatırımları aştığını ortaya çıkarmıştır (Özden ve Schiff, 2006,
s. 1-4). Diğer taraftan, göç veren birçok ülkede bankacılık sisteminin gelişme
miş olduğu ve göçmenlerin para transferinde enformel kanalları yaygın olarak
kullandıkları da bilinmektedir. Dolayısıyla bu konuyla ilgilenen iktisatçılar, bu
kaynak akımının gerçekte hesaplanandan çok daha yüksek olduğunu tahmin
etmektedir. Düzensiz göçmenlerin tümünün enformel sisteme dayanması, ku-
zey-güney enformel kaynak akışının boyutlarını daha da artırmakta ve IMF ve
Dünya Bankası gibi kuruluşların da bu konuyla ilgilenmesine neden olmaktadır
(UN, 2004, s. 103-11).
Bütün bunlara karşın, bu yeni göç hareketlerinin düzenlenmesi yönünde
anlamlı adımların atıldığını söylemek mümkün değildir. Bilindiği üzere, sığın
macı ve mülteciler, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Kurulu’nun (BMMYK)
koruması altındadır. Ancak, son dönemlerde artan çatışmalar, sığınmacıların
sayısında büyük artışlara neden olmakta ve bu kurumun da etkin olarak çalış
4 Bu konuda, örnek olarak, IM ILC O Network (Irregular Migration and Informal Labo
ur Market Community in Europe) adlı akademik ağın çalışmalarından söz edilebilir.
IM ILC O , Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (M URCIR)
ve İsveç Çalışma Yaşamı Enstitüsü’nün (Arbteslivinstitut) ortaklaşa kurduğu ağ, 2002-5
yılları arasında Avrupa’da bu konuda çalışan araştırmacıları bir araya getirerek bulguların
tartışıldığı atölye çalışmaları yapmıştır. Bilgi için bkz. www.murcir.marmara.edu.tr.
masını güçleştirmektedir. Diğer taraftan, artan düzensiz göçle ilgilenen hiçbir
uluslararası mercinin olmayışı, bu kurumun bütün göçmenler için önemini
artırmıştır. Belki de bu nedenle, BM M YK ve ona bağlı yerel bürolar, son dö
nemlerde sayıları hızla artan sığınmacıların gerçekten sığınmacı olup olmadığım
anlamakta zorluk çekmektedirler (IOM, 2003, s. 60).5
Diğer taraftan, zengin Kuzey ülkelerine yapılacak uzun mesafe göçünün
gittikçe daha zor ve riskli hale gelmesi, göçü bazı gruplar için yeni bir iş alanı
haline getirmiş; insan kaçakçıları (human smugglers) ve insan tacirleri (humarı
traffickers) gibi aracıların faaliyetleri artmıştır. 6 Bugünlerde, Kuzey ülkeleri, bu
göçün kendi ülkelerine yönelmesini sağlayan aracılarla mücadeleye özel önem
vermektedir. Sonuçta, artan göçmen korkusu ve yabancı düşmanlığı ile birlik
te göçmenler, artık, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle birlikte değil, ulusal
güvenliği tehdit eden konularla birlikte anılmaya başlamıştır.
Son dönemlerde yaygınlaşan mekik göçü, çok eski bir göç türü olmasına karşın,
fazla araştırılmamış bir konudur. Mekik göçünü ilgi çekici kılan, hem uzun sü
reli yerleşme olan göç hareketlerinden, hem de sadece dinlence ve gezi amacıyla
yapılan kısa süreli turizm hareketlerinden farklı olmasıdır. Sınır geçişlerinin
esnek olduğu bölgelerde gözlemlenen bu göçün en önemli özelliği katılımcı
larının sürekli hareketli oluşu, kısa süreli çalışarak ya da küçük ölçekli ticaret
5 Bu bağlam da, bir başka araştırma sırasında yaptığımız bir görüşme sırasında göç
hikâyesini öğrenmek istediğimiz Sivaslı bir inşaat ustası, Avrupa’da çalışmayı denemek
için akrabalarının yanma Strasburg’a gidip “irticaya (!)” başvurduğunu bu süre içinde
orada çalıştığını, soruşturma sonuçlandıktan sonra “ret alıp” Türkiye’ye geri döndü
ğünü belirtmişti. Bu görüşme de, Türkiyeli göçmen adayları için “iltica” kurumunun
artık amacı ve adının dışına kayarak yeni ve “tuhaf” bir göç kurumu gibi algılanmaya
başladığının işareti olarak kabul edilebilir.
6 “Human smuggler ’ kavramı Türkçeye, “insan kaçakçısı”, “human trafficker” ise “insan
tüccarı” olarak girdi. Bunlardan birincisi, göçmenlere ticari amaçla yasal olmayan yollar
dan göç etmelerine aracı olanları, İkincisi ise, potansiyel göçmenleri göçe yönlendiren,
onları zorla çalıştıran, kaçıran, tehdit, şiddet uygulayarak onların sırtından para kazanan
ve kandıranları tanımlamaktadır. Bilgi için bkz. Dışişleri Bakanlığı, Ulusal Eylem Planı
ve insan Ticareti ile Mücadele Raporu (DB, 2006), www.mfa.gov.tr.
9 Bütün bunlara Kuzey ülkelerine giderek yerleşmeyi başarmış olan yerleşik göçmenlerin
kendi ülkeleriyle artan ilişkilerini de eklemek mümkündür. Bu bağlamda, Almanya’da
yerleşmiş olan Türk göçmenlerin Türkiye’ye geliş gidişlerindeki artışı örnek olarak
gösterebiliriz.
Enformel piyasanın önemli taşıyıcılarından biri olan mekik göçünün, bu ül
kelerde kapitalist piyasa ekonomisinin yerleşmesine kadar devam edecek geçici bir
olgu mu, yoksa kalıcı etkileri olacak yeni bir süreç mi olduğu tartışmalıdır. Diğer
taraftan, bu göçle küreselleşmenin ilişkisi de tartışılmaktadır. Örneğin, Iglicka
(2001), eski sosyalist ülkelerden kaynaklanan mekik göçünün, Petersen’in göç
türleri sınıflamasına göre, temel mal ve hizmetlerin eksikliğinden kaynaklanan
bir nüfus hareketi olduğunu ve bunun “ilkel devingenlik” [primitive mobility]
olarak tanımlanması gerektiğini belirtmektedir. Iglicka’ya göre bu ilkel devingen
lik bir süre sonra göç niteliğini taşıyan hareketlere dönüşecektir. Benzer şekilde,
Okolski (2001 ve 2004) bu göç hareketini “tamamlanmamış göç” [incomplete
migration] olarak tanımlamakta ve göçün, göçmenleri devlet güvencesi olmayan
düzensiz işlerde marjinalleştirdiğini iddia etmektedir. Morokvasic ise (2004),
özellikle kadınların yaşadıkları ülkedeki ev ve ucuz yaşam gibi olanaklarla, mekik
göçüyle ulaşılan enformel işlerden elde edilen gelirin bileşimiyle yaşamlarını
ancak sürdürebildiklerine işaret etmektedir. Sürekli hareket etmenin gerekli
olduğu bu yeni yaşam biçimine Morokvasic, “devingenlikle yerleşme” [settled
in mobility] adını vermektedir. Bir bakıma Morokvasic düzensizliğin yarattığı
yeni düzenden söz etmektedir.
Diğer taraftan, Yükseker (2003, s. 225-59) “piyasa-karşı piyasa” kavramla
rıyla açıkladığı mekik ticaretinin geçici bir olgu olmadığını küresel kapitalist
sermaye birikim sürecinin yapısal unsurlarından biri olduğunu belirtmektedir.
Küreselleşmenin bir başka boyutunu gündeme getiren Polonyalı araştırmacılar,
Morawska ve Spohn (1997, s. 43), iletişim ve bilgi edinme sürecini hızlandıran
küreselleşmenin, insanları yeni olanaklar ve yeni yaşam biçimleri kadar, ma
cera isteklerini tatmin yolları hakkında da bilgilendirdiğinden söz etmektedir.
Araştırmacılar, yaygınlaşan ve ucuzlayan ulaşım olanaklarının kitlelerin bu
macera isteklerini gerçekleştirmelerini de mümkün kıldığına işaret etmektedir.
Araştırmacılara göre bütün bunlar, kitlelerin mevcut kurumlar ve engellerle baş
etmekte yeni yollar bulmalarını sağlamakta ve yaratıcılıklarıyla “sisteme karşı
oyun geliştirme” yeteneklerini de artırmaktadır.
Mekik göçüyle ilgili araştırmalar, bu göçmenlerin hem göç ettikleri hem
de geldikleri toplumlardaki piyasanın emek, hizmet ve mal alanlarında oluştur
duğu açıkları, mevcut yasalardaki boşlukları da dikkate alarak, karşılamaya ve
sonuçlarından yararlanmaya çalıştıklarını göstermektedir. Bu açıdan mekik göçü,
yaratıcı, değişken, dinamik ve her ülkede farklı etkileri olan melez bir göç türüdür.
Bugünlerde mekik göçü, binlerce insana kendi ülkesinden tamamen kop
madan, kısa süreli uzaklaşarak yeni deneyimler ve kazanımlar elde etme olanağı
vermektedir. Bu göç türünün, geri dönüşü olmayan, “tek yönlü biletle” [one way
ticket] bilinmedik bir ülkeye giderek, umulmadık koşullara katlanmaktan çok
farklı bir deneyim olduğu açıktır. Bu tür, kısa süreli, çok amaçlı ve geçici nüfus
hareketlerine katılmanın bireyler ve toplumlar üzerindeki etkilerini incelemek,
yeni bir araştırma gündemi olarak karşımızda durmaktadır.
10 Dr. Selmin Kaşka ile yaptığımız bu araştırma Rusya, Ermenistan, Moldova gibi ülke
lere ait raporlarda Türkiye’nin kadın ticaretinin yoğunlaştığı bölge olarak belirtilmesi
üzerine, Türkiye’deki insan ticareti faaliyetlerinin boyutlarını anlamaya çalışan ve IOM
tarafından desteklenmiş bir araştırmadır.
11 Transit göç ve insan kaçakçılığı konusunda Ahmet İçduygu’nun (1996; 2003) araştır
maları öncü çalışmalardır.
Ü lk e A di 19 9 9 2000 2001 2002 2003
2004; Kıral, 2006; Güzel ve Bayram, 2006). Bu konuda araştırma yapmak iste
yenlerin karşılaştıkları en önemli sorun, her kurumun kendi görev alanına giren
konularda ve sadece o amaca uygun veri toplamaları, bazı verilerin araştırmacılara
kapalı olması, sistematik olmayışları, ya da düzenli olarak yayımlanmamalarıdır.11
Diğer taraftan, kısa süre kalan “turistlere” göre düzenlenmiş mevcut kurumsal
yapı, vatandaşlığa geçişi kısıtladığı gibi, yabancıların burada yaşamalarına, çalış
malarına ve uzun süreli kalmalarına açık değildir (Erder, 2006). 13
Yeni nüfus hareketlerindeki değişimi gözlemleyebileceğimiz sistematik
veriler, sınır geçişi sayıları ve turizm istatistikleri ile sınırlıdır. Bu veriler, çok
kabaca da olsa Türkiye’ye gelen yabancıların bileşimindeki değişmeyi göstermek
tedir. T a b l o i , Turizm Bakanlığının verdiği yasal yollarla ve kısa süreli kalmak
13 Türkiye’de “yabancısız” kurgulanan göç ve yabancı politikası ile ilgili bir tartışma için
bkz. Erder, 2006.
2001 Y ili 200 3 Y ili
E rk e k K ad ın T o p la m E rk e k K ad ın T o p lam
T a b l o 3. G e le n le r in ü lk e le r in e v e c in s i y e t e g ö r e d a ğ ılım ı ( 2 0 0 1 ) .
K a y n a k : K ü ltü r v e T u rizm Bakanlığı, 2 0 0 1 Turizm istatistikleri. T a b lo 19 'd an
h e sa p la n m ıştır, w w w .k u ltu r.g o v .tr.
Gelenlerin geliş amacı ve cinsiyete göre farklılıklarını ülke bazında ele alan
tek kaynak, yine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından T U İK ’e 2001 yılında
yaptırılmış olan araştırmadır. T a b l o 3, bölge ülkelerinden gelenlerin cinsiyete
göre dağılımını, T a b l o 4 ise geliş amaçlarını aktarmaktadır.
Görüldüğü üzere, Bulgaristan ve Gürcistan’dan daha çok erkekler, Ukray
na, Rusya, Moldova ve Romanya’dan ise daha çok kadınlar gelmektedir. Geliş
amacına göre dağılımlara baktığımızda, Rusya, Polonya ve Moldova “gezi”
amacıyla gelenlerin en yüksek olduğu ülkelerdir. Son dönemlerde Rusya’dan
özellikle İstanbul, Antalya ve Bodrum gibi turistik bölgelere tatil amacıyla ge
len “turist” sayısında artış olduğu bilinmektedir. Polonya’dan da gezi ve kültür
amacıyla gelenler artmış olabilir. Ancak bu tabloda dikkati çeken, yoksul bir
ülke olan Moldova’dan gelenlerin de gezi amacıyla geldiklerini bildirmeleridir.
Enformel olarak çalışmaya gelen yabancıların sınırda yapılan bir araştırmaya
bu yönde cevap vermeleri anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, her şeye rağmen,
eldeki veriler, farklı ülkelerden gelenlerin geliş amacı açısından birbirinden farklı
olduklarını göstermektedir.
Bundan sonra aktaracağımız tablolar İçişleri Bakanlığı’nın Türkiye’de bulu
nan yabancılarla ilgili resmi istatistiklerinden derlenmiştir. T a b l o 5, gelenlerin
oturma izni gerekçelerini göstermektedir. Bu tablo Azerbaycan ve Bulgaristan’dan
gelenlerin oturma izni açısından daha avantajlı bir grup olduğunu açıkça göster
mektedir. Burada dikkati çeken bir başka nokta, çalışma iznine sahip olanların
Ü l k e A di G ezİ Kü l tü r Y a k in ALIŞ TİCARET DİĞER To p l a m
ZİYARETİ VERİŞ
T a b l o 4 . G e le n le r in ü lk e le r e v e g e liş a m a c ı n a g ö r e d a ğ ılım ı ( 2 0 0 1 ) .
K a y n a k : K ü ltü r v e T u rizm B ak an lığ ı, 2 0 0 1, Turizm istatistikleri. T a b lo 2 1'd e n
h e s a p la n m ış tır, w w w .k u ltu r.g o v .tr.
BULGARİSTAN 5 50 36 3 9 13
R u s y a F. 1.2 6 6 1.15 2 2 .4 18
Po l o n y a 13 8 77 215
To p l a m 6 1.2 2 8 57-428 1 18 .6 5 6
(TÜRKİYE)
söz etmişlerdir. Yine aynı araştırmada bazı işverenler, yabancı işçileri, sendika
kuramamaları, disiplinli olmaları, ya da uzun çalışma saatlerine razı olmaları
gibi nedenlerle tercih ettiklerini belirtmişlerdi.
Türkiye’ye çalışmaya gelen yabancıların varlığını onları çalıştıran işverenler
den sonra fark edenler ve örgütlü olarak tepki gösterenler, sendikalar olmuştur.
Türkiye’deki sendikalar yabancı işçilerin sorunlarıyla ilgilenmekten ve onlarla
dayanışmaya girmekten çok, onları rakip olarak görmüşlerdir. Sendikaların,
yabancı işçilerle dayanışma yerine, onların çalıştırılmaması yönünde hükümete
baskı yapmaları dikkati çeken ve üzerinde tartışılması gereken önemli bir ko
nudur. Yabancı çalıştırılmasına örgütlü tepki gösteren ikinci grup ise formel iş
piyasasında faaliyet gösteren ve düzenli işçi çalıştıran işverenler olmuştur. İşve
renler, yabancı işçi çalıştıran işyerlerinin ucuz emek kullanarak “haksız rekabet”
yaptıklarını ileri sürerek ve yabancı işçi çalıştırılmasının önlenmesi yönünde
hükümete baskı yapmışlardır. İşçi ve işverenlerin örgütlü tepkileri sonucunda
yabancı işçileri kayıtsız çalıştıran işyerlerine müeyyideler getiren yeni Yabancı
Çalışma Yasası, 2003 yılında çıkarılmış ve yabancı işçilerin buradaki çalışma
koşulları çok daha zor hale gelmiştir (Güzel ve Bayram, 2006; Çiçekli, 2004
ve Kıral, 2006).
“Nataşa” mı? Döviz Getiren Bavul mu?
Eski sosyalist ülkelerden gelip buradan medet uman yabancıların, özellikle ka
dınların çok zor koşullarla baş etmek zorunda kaldıkları açıktır. Bu zorluklarda,
Türkiye’de yabancı çalıştırılmasına karşı olan ortamın yanı sıra bu gruplarla
ilgili toplumda var olan önyargıların da çok etkili olduğu söylenebilir. Doğu
Bloku’ndan gelen kadınların “Batılı” görünümlerine karşın, diğer turistlerden
farklı olarak ucuz tüketim mallarıyla ilgilenmeleri, kentin ucuz otellerinde kal
maları, iş aramaları ya da siyah naylon torbalarına dükkânlarda ne bulurlarsa
doldurup ülkelerine götürmeye çalışmaları bir süre sonra medyanın ilgisini
çekmiştir.
İlk dönemlerde, eski sosyalist ülkelerden gelen kadınların, hemen hepsinin
Rusça konuşuyor olması, ister Ukraynalı, ister Moldovalı, ister Gürcü olsun,
ayırt edilmeksizin, hepsinin kamuoyunda “Rus” olarak kabul edilmesine ne
den oldu. Uzun zamandır ilişki kurulmamış bir coğrafyadan gelen bu “Rus”
kadınlarının, erkek egemen ve üstelik, “Rus” ve “komünist” korkusuyla yetişmiş
topluma sessizce girmeleri çok önemli bir etkileşimin başlamasına da neden
olmuştur. Magazin sayfaları bu kadınların yaşadıkları zorluklardan çok, görü
nümleri ve özellikle seks işçiliği yapmalarıyla ilgilendiler ve hepsini “Nataşa”
diye adlandırdılar. Bu yaftalama, kamuoyunda haklarında var olan önyargıyı
pekiştirdi ve onların burada geçirdikleri günleri çok daha zorlaştırdı (Gülçür
ve Ilkkaracan, 2002).
Nitekim, bu önyargının yarattığı olumsuzlukları, yaptığımız araştırma
sırasında, görüştüğümüz yabancı kadınlar kadar15, Laleli’deki esnaflar ve gel
dikleri ülkelerin konsolosluk mensupları da dile getirmişlerdir. Bir süre sonra,
Rus diplomatlarının girişimiyle, medyanın kadınları fahişe olduklarını ima
eden “Nataşa” adıyla anmalarının önüne geçilebilmiştir (Erder ve Kaşka, 2003).
Ancak, bu önlemin kamuoyundaki olumsuz imajı, olumluya çevirebildiğini
düşünmek mümkün değildir.
Hangi amaçla gelirse gelsin, Doğu Bloku ülkelerinden gelen bütün kadınlar,
sınır girişinden başlayarak, toplumda yaygınlaşmış önyargıyla baş etmek zorunda
kalmıştır. Bu önyargı, yabancı kadınların, muhafazakâr, cinselliğin tabu olduğu,
erkek egemen bir toplumda yaşamalarını daha da güçleştirmiştir. Sonuçta mekik
göçü, yabancı kadınlar için katlanılması çok zor bir ziyaret haline gelmiştir ve
yabancı kadınlar mümkün olduğu kadar görünür olmamaya çalışmışlardır. Örne
ğin, İstanbul’a çalışmaya ya da ticarete binlerce yabancı kadın geldiği halde Laleli
15 Sözünü ettiğimiz araştırma sırasında görüşme yaptığımız, Türk işadamlarıyla evli, üst-
orta sınıf mahallelerde oturan bazı Rus ev kadınları bile, bu önyargı nedeniyle şehirde
tek başlarına dolaşamadıklarını, gündüzleri sadece kentin belli noktalarındaki büyük
mağazalardan alışveriş yapabildiklerini, rastgele taksiye binemediklerini, geceleri koca
larıyla dışarı çıktıklarında bile polisle başlarının derde girebildiğinden söz etmişlerdir.
dışında onlara rastlamak neredeyse mümkün değildir. Göçmen kadınlar, ancak
bir süre sonra, yaşadıkları deneyimlerin katkısıyla, bu güçlüklerle baş etmenin
yollarını geliştirmişlerdir. Nitekim, Moldovalı ev hizmetçisi kadınlar hakkında
araştırma yapan Eder, kadınların gelip gittikçe kurdukları ilişki ağlarıyla, sadece
iş bulma için değil, aynı zamanda, polis, gümrük görevlisi gibi memurlarla da
baş edebilme yetisini geliştirdiklerinden söz etmektedir (Eder, 2005).
Doğu Bloku ülkelerinde yaşayan kadınların “Nataşa” yaftalamasıyla karşılaş
malarının sadece Türkiye’ye özgü olmayan, küresel bir sorun olduğu anlaşılmak
tadır (Malarek, 2003; Wichterich, 2004 ve IO M raporları). Özellikle, seks işçiliği
yapan kadınlar için bu tür yaftalamaların ırk ve etnik ayrımcılığı somutlaştırması,
kadın araştırmacılarının farkında olduğu bir konudur. Örneğin, Kempadoo,
günümüz seks endüstrisinin ırk ve etnikliği dikkate almadan çözümlenemeye
ceğini; “ iyi kadın-kötü kadın” sınırlarının ırkçı ve etnikçi “ötekileştirmelerle”
beraber yürüdüğünü, dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılmış olan araştırmalara
dayanarak belirtmektedir (Kempadoo, 1998, s. 9-14). Nitekim, Karadeniz’deki
yabancı kadınlar üzerinde yaptığı gözlemleri ileten Beller-Hann (1995, s. 230-1),
“Rus” , “komünist” ve “Hıristiyanlarla” ilgili önyargılarla da beslenen “Nataşa”
algılamasının “ırkçılığı” doğurduğundan söz etmektedir . Yine aynı şekilde,
İğdır’da çalışan yabancı seks işçileriyle ilgili gözlemlerini aktaran Özgen (2006)
de, bu sınır kentinde “kadın bedeni üzerinden ötekileştirilen milliyetler”den
söz ederek, fuhuşun ırkçılık ve milliyetçilikle ilişkilerine dikkati çekmektedir.
Kamuoyunda “Nataşa” yaftalaması sürerken, devlet kurumlan bu yeni
gelişmeler konusunda ne yapacağına uzun süre karar verememiştir. Kamu ku-
rumlarının, turist vizeleriyle gelen, turistler gibi kısa süreli kalan, ancak turist
olmayan bu yeni yabancılarla ilgili yeni politika geliştirmesi oldukça uzun bir
süre aldı. Bu durum, birbiriyle çelişen uygulamaların ve politika önerilerinin
geliştirilmesine neden oldu. İlk dönemlerde, medya, sadece seks işçilerini, sen
dikalar ise sadece kaçak çalışanları vurgulayarak, polisi harekete geçiriyordu.
Polis baskınları ve sınırdışı edilme sıradanlaştı. Dönemin Çalışma Bakanı’nın
nasıl hesaplandığı bilinmeyen ve doğruluğu da tartışmalı olan, “Türkiye’de bir
milyon yabancı kaçak olarak çalışıyor” açıklaması da ortalığı iyice karıştırdı ve
polis baskınlarının artmasına neden oldu.16
Düzensiz göç alan ve kayıtsız yabancı işçilerin çalıştığı bütün ülkelerde kamu
otoriteleri bu konuyu insani boyutundan çok ekonomiye ve iş piyasasına etkileri
açısından ele almaktadır. Birçok ülke, düzensiz göçü, enformel iş piyasasına etki
leri ya da ödemeler dengesine etkileri açısından değerlendirmekte ve kimi zaman
önlemeye çalışmakta, kimi zaman da göz yummayı yeğlemektedir. Yaptığımız
16 31 M art 2000. M illiyet gazetesi “Kaçak İşçi Avı Başladı: İçişleri Bakanı Tantan Yabancı
İşçilerin Sınırdışı Edilmesini İstedi” başlıklı haber.
YILLAR İşç i D ö v iz i B a v u l T ic a r e t i G el İr l e r İ
17 Nitekim Yükseker’in (2003) araştırmasından, Rusya’dan bavul ticareti için gelen kadın
lardan bazılarının seks işçiliğinden elde ettikleri gelirleri, buradan mal alarak, ticaret
yapmak için kullandıklarını öğreniyoruz.
2001 2003
Y em e İç m e 2 1,4 20,7
Ko n a k l a m a 27,1 26,6
S a ğ l ik 0,9 1.3
To p l a m 100,0 10 0 ,0
T a b lo 8 . Turizm gelirleri.
K a y n a k : DİE, 2005, Turizm İstatistikleri, T. 3.17, s. 95.
18 T a blo z ’den de izleneceği üzere, alışveriş için gelenler arasında kadınların oranı göreli
olarak yüksek, “kurum sallaşm ış” ticaret için gelenler arasında erkeklerin oranı yüksektir.
Yabancı kadınların çalıştığı alanlardan bir diğeri ise eğlence sektörüdür.
Bu sektör, özellikle turizm sektörü açısından önemli kabul edildiğinden, yasal
olarak düzenlenmiş nadir iş alanlarından biridir. Yabancı kadınlar, Kültür ve
Turizm Bakanlığından ruhsatlı otel ve eğlence yerlerinde dansçı ya da revü sa
natçısı olarak çalışabilmektedirler. Ne yazık ki, bu alanda çalışan yabancılarla
ilgili bir araştırma bulunmamaktadır. İnsan ticareti ile ilgili olarak yaptığımız
araştırma sırasında İstanbul’da birçok eğlence yerinde, diskolarda kayıtlı ya
da kayıtsız olarak çalışan birçok yabancı kadının varlığını gözlemlemiştik. Bu
alanda, yasal olarak çalışanların bile pasaportlarının işverenlerce “tutulmaları”
ve baskı altında çalışmaları sıradanlaşmıştı (Erder ve Kaşka, 2003, s. 66). Turizm
ve eğlence sektöründeki büyümenin “ötekileştirilmiş”, “egzotik” ve “yabancı”
kadın talebini dünyanın her tarafında yaygınlaştırdığı bilinmektedir (Wonders
ve Michalowski, 2001). Türkiye’de, bu sektörde çalışan kadınların artışında bu
küresel trendin mi, yoksa yerel eğilimlerin mi etkili olduğunu bilmiyoruz. An
cak, bu alanda çalışan kadınların “Nataşa” yaftalamasını somut olarak yaşayan;
sorunları ve istihdam koşulları gündeme bile gelmeyen yabancı kadın grubu
olduğu açık. Tıpkı fuhuş sektöründe çalışan kadınlarda olduğu gibi.
Elektronik Kaynaklar
www.egm.gov.tr./yabancilar/birincisif.htm
www.hazine.gov.tr/yayinhazineistatistikleri/6-l-Dev.xls (erişim tarihi: 10 Mayıs
2004 ).
www.UNHCR/Governments (erişim tarihi: 22 Temmuz 2003 ).
www.world-tourism.org (erişim tarihi: Eylül. 2006 ).
Kalkınma ve Kırsal Kadının Değişen Toplumsal Konumu:
Türkiye Deneyimi Üzerinden Karadeniz Bölgesindeki
İki Vakanın Analizi
AYŞE G Ü N D Ü Z H O Ş G Ö R
Giriş
Kalkınma politikaları sosyal ve ekonomik eşitsizliği gidermeye yönelik mü
dahalelerle toplumsal dönüşümü hedefler. Bu dönüşüm, katılımcı yaklaşımla
yön bulmayı ve sürdürülebilir unsurları içermeyi önemser. Kırsal alana yönelik
ekonomik müdahaleler, her ne kadar kırsal kalkınma kavramsallaştırılması bi
çiminde ele alınmasa da, sosyal ve toplumsal yaşamdaki müdahalelerle birlikte
uygulanır. Aslında tarıma yönelik müdahaleler ülkenin ekonomik kalkınma
sının temelini oluşturur. Ekonomideki gıda ve hammaddeye yönelik girdi bu
sektörden sağlanır. Tarımdaki ürün ve ücret politikaları, işgücü politikaları ya
da tarımsal ürün ihracatı sermaye birikimine katkı sağlar. Tarımsal üretimin
vergilendirilmesi, ürün kotalarının oluşturulması, toprak reformunun gerçek
leştirilmesi gibi tarıma yönelik yasal müdahaleler aslında bir ülkenin kalkınma
politikalarını yakından ilgilendirir. Kısaca tarıma yönelik kalkınma politikaları
ülkenin tarımdışı kalkınma politikalarına da yön verir. Buna göre kırsal kalkınma
politikaları, sadece tarım değil, aynı zamanda tarım dışı politikaları da içerir.
Yukarıdaki unsurlar göz önünde bulundurulunca, kırsal kalkınmanın
önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu kavramsallaştırmadan yola çıkarak,
kırsal kalkınmayı tanımlamak mümkündür. Öyle ki kırsal kalkınma belirli bir
ideoloji ekseninde kırsaldaki bireylerin yaşamlarını düzenlemeyi ve toplulukların
sosyal, ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşümlerini katılımcı bir yaklaşımla
yeniden inşa etmeyi hedefler. Tarımdaki küçük üretici, ortakçı ya da topraksız
konumdaki yoksul çiftçi kırsal kalkınmanın öznesini oluşturur. Kırsal kalkın
ma, tarım ve tarım dışı gelir getirici faaliyetleri, kırsal sanayiyi ve kırsal alanda
yaşayan, özellikle çocuk, genç ve yaşlıların, kendilerine yönelik sağlık, eğitim
ve sosyal hizmetlere erişimlerinin toplumsal cinsiyet politikalarıyla birlikte ele
alınmasını savunur. Öyle ki, kırsal gelirdeki eşitsizliklerin giderilmesi ve kentsel
alanda yaşayanlarla, kırsal alanda yaşayanların vatandaşlık haklarına ve kaynak
lara eşit biçimde erişmelerini sağlamaya yönelik politikalar, kırsal kalkınma
tanımı içerisinde yer alır. Aynı zamanda kırsal kalkınmaya yönelik politikalar,
kırsaldaki yoksulu güçlendirmeyi ve dolayısıyla ülkedeki ekonomik ve sosyal
refahı artırmayı hedefler. Bu nedenle, kırsal kalkınma stratejileri, başta bölgesel,
sınıfsal, toplumsal cinsiyete dayalı farklılıklar olmak üzere, bu gibi farklılıkları
gözetmek durumundadır.
Kırsal kalkınma politikaları kırdan kente yönelik göçü durdurmayı hedef-
lememekle birlikte, kırsalda bir çekim alanı yaratmayı ve kırsalda yaşayanın
kendi yaşamı üzerinde karar hakkının bulunmasını ve yerinde refahın artmasını
savunur. Bunun uzun soluklu gerçekleştirilebilmesi için ise, kırsal kalkınmada
sürdürülebilirliğin önemsenmesi ve birçok unsurun bir arada ele alınması gere
kir. Tarım ve tarım dışı istihdam, kırsal yoksullukla ve yoksunlukla mücadele,
vatandaşlık haklarına erişimde toplumsal cinsiyet farklılığının göz önünde bu
lundurulması, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi gibi hususlar, yerinde
kalkınma, kırsal alanda istihdam yaratma, sağlık, eğitim gibi temel hizmetlere
kırsal alanda eşit erişim imkânı sağlama ve kararlara katılım alt başlıkları altında
ele alınır.
Özetle, kırsal kalkınma politikaları kırsal toplulukların sosyal, ekonomik,
toplumsal ve kültürel dönüşümlerini katılımcı bir yaklaşımla yeniden inşa
etmeyi hedefler. Ancak günümüzde bu politikaların kadın ve erkek üzerindeki
etkisinin farklı olduğu vurgusunun, klasik kalkınma yazınında önemli bir
tartışma konusu oluşturduğunu görüyoruz. Genelde üç alt başlıkta derlenen,
Kalkınmada Kadın, Kalkınma ve Kadın ve Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma yak
laşımları, kırsal kalkınma politikalarının kadınlar üzerinde hem olumlu, hem
de olumsuz etkilerinin olduğunu öne sürmektedir. Bazı durumlarda kalkınma
politikaları kırsal kadınla ilgili görünmez eşitsizliği derinleştirmekte, kadınların
yoksunluğunu ve yoksulluğunu artırmaktadır. Bazı durumlarda ise kırsal kadının
güçlenmesinin yolunu açmaktadır.
Sözü geçen bu muğlak kavramsal çerçeveden hareketle, çalışmada Türkiye’de
uygulanmış kalkınma politikalarının kırsal alanda yaşayan kadınları nasıl etki
lediği incelenmiştir. Yazıda, kırsal kadınların, bulundukları bölgeye ve sosyal
tabakaya bağlı olarak, toplumsal ve ekonomik konumlarında farklılıklar oldu
ğu savı öne sürülmektedir. Birinci bölümde, kırsal kalkınma politikalarının
bu farklılıkların oluşumunda nasıl etkili olduğu sorunsalı tarihsel olarak ele
alınacaktır. Yazının ikinci bölümünde ise araştırmaya yön veren ve kırsal alan
daki farklılıklara yönelik savı destekleyecek nitelikte iki vaka tartışılacaktır.
Bu vakalardan ilkini, Karadeniz Bölgesi’nin dağ köylerinde yaşayan kadınlara
yönelik olarak uygulanan küçük ölçekli (mikro) kırsal kalkınma projelerinin
etkilerinin irdelenmesi oluşturacaktır. İkinci vakada ise yine aynı bölgede, an
cak kıyıdaki balıkçı köylerinde yaşayan kadınların yaşam deneyimleri, ulusal
(makro) balıkçılık politikaları çerçevesinde ele alınacaktır. Böylece aynı bölge
içerisinde yaşayan kırsal kadınların mikro ve makro düzeydeki kırsal kalkınma
politikalarından nasıl farklı biçimlerde etkilendikleri tartışılacaktır. Araştırma,
ikincil kaynaklara ve istatistiklere dayanmakla birlikte, özellikle vaka incele
meleri, son on yıldır Karadeniz Bölgesi’nin kırsal alanında yürüttüğüm iki ayrı
araştırmanın bulgularıyla şekillenmiştir.
Kavramsal Çerçeve
Genel olarak kalkınmanın, kadının sosyal, ekonomik ve kültürel durumlarını
olumlu ya da olumsuz nasıl etkilediği üç temel teorik yaklaşımda ele alınmak
tadır: Kalkınmada Kadın Yaklaşımı, Kadın ve Kalkınma Yaklaşımı ve Toplumsal
Cinsiyet ve Kalkınma Yaklaşımı (Gündüz Hoşgör, 2010).
[...] kırsalda kadın çocuklarla ilgileniyor, aile için yemek hazırlıyor, ev halkına
bakıyor, hayvanlara bakıyor, tarlada çalışıyor, çocuk doğuruyor—yapabildiği
kadar çok. Bütün hayatı iş, şefkat ve başkaları için fedakârlıktan oluşuyor.
Görevleri ve sorumlulukları eşininkinden daha zor ve çok daha fazla yöne
dağılmış. Ev halkı, çiftlik, üretim ve hayvanlar halikındaki endişeleri ve
görüşleri eşinden hiç de az değil. Kırsal (köylü) ailelerinde, her şey kadınla
ilintili ve ondan geçiyor (Azmaz, 1984, s. 38).
1 Sirman, çalışmasını 1984 yılında yürütmüş ve katılımcı gözlem gibi nitel yöntemlerle
verilerini derlemiştir.
2 Ilcan, Saklı köyünde bir yıl geçirmiş ve farklı yöntemlerle bilgi toplamıştır. Uyguladığı
teknikler arasında hane halkı anketleri, sözlü tarih ve katılımcı gözleme dayalı alan
araştırması bulunmaktadır.
3 Analizin dayandırıldığı veriler Ertürk tarafından, Haziran 1976 ile Aralık 1976 tarihleri
arasında toplanmıştır. Belgeler, anketler, görüşmeler ve katılımcı gözlem yöntemi gibi
farklı araştırma teknikleri birlikte kullanılmıştır.
aile tüketimi için ekilmektedir. Ertürk’ün araştırması (1987) köylülerin çoğunun
geçiminin işçi ücretlerinden sağladığını ve tarımdan sağlanan ihtiyaç fazlasının
tekrar tarım üretimine yatırılmadığını yansıtmaktadır. Ayrıca Yoncalı’daki büyük
toprak sahibi, diğer bölgelerdeki bazı üretim kuruluşlarına sahiptir ve bunları
işletmektedir. Üretici, ailesi ile birlikte Ankara’da yaşamış ve mecliste iki dönem
görev yapmıştır. Bunlara ek olarak Ertürk, Yoncalı’daki aşiret yapısının dağıl
masını, ailelerinin yıllar içinde daha büyük şehirlere göç etmesine bağlamıştır.
Bu araştırmada, Ertürk aynı zamanda 63 aile üzerinde yaptığı analizle
kapitalist gelişimin Şenyurt tarımsal üretiminde farklı etkileri olduğunu gös
termiştir. Büyük toprak sahibi neredeyse ekilebilir tarlaların yarısına sahiptir.
Toprağın geri kalan kısmı 12 Hıristiyan— Süryani ailesine— aittir ki bunların
bazıları toprakları işlememektedir. Yoncalı’daki durumun aksine, Şenyurt’ta
ailelerin çoğu kendi tarlalarından ihtiyaç fazlası ürün elde edebildikleri halde,
tarımda makineleşme ve hızlı nüfus artışının, çoğunun iş aramak için şehirlere
göç etmesine neden olduğunu yansıtmaktadır.
Ertürk’ün bu iki köyde gerçekleştirdiği karşılaştırmalı araştırması, kadınların
yapısal olarak eşlerinin gelirine bağımlı kaldıklarını ve aynı zamanda erkeklerin
büyük toprak sahiplerinin sermayeleri ve güçleri altında ezildiklerini yansıt
maktadır (Ertürk, 1987). İki köyde de kararlar ve politik konular büyük toprak
sahiplerinin ve tamamen erkeklerden oluşan bir kurum olan ihtiyar heyetinin
kontrolü altındadır. Süreçte kadınlar marjinalleşmekte, kamusal alana yönelik
kararlara dolaylı katılabilmektedirler.
Aynı araştırma, köylü kadınların emekleri üzerinde kontrollerinin sınırlı
olduğunu yansıtmaktadır. Geleneksel takas mekanizmasının yerini ticari pazar
aldığında ise kadınlar özel alanlara (ev ve/ya köy) dışına çıkamamış ve pazara
entegre olamamışlardır. Genç erkekler ise genelde ya pazarlama ya da ücretli
işçi olarak mevsimlik çalışmak üzere köy dışına gitmektedirler. Bu nedenle “özel
alan/kamusal alan farklılaşması kadınlar üzerinde erkek iktidarını artırmıştır”
(Ertürk, 1987, s. 89).
Türkiye’de geleneksel tarımdan modern tarıma geçiş ve ticari pazara eklemlen
me neden kırsal alanda kadınların aleyhine bir durum yaratmıştır? Her ne kadar
buradaki kanıtlar kesin olmasa da, bu durumu iki boyutta ele almak istiyorum.
4 Çalışmasında, Levine (1973) 400 apartman görevlisi ile görüşmüştür. Bunlar Türkiye’nin
farklı kırsal bölgelerinden Ankara’ya göç etmiş kişilerdir. Araştırmanın amacı köy ileti
şimleri ile kent kültürüne uyum arasındaki ilişkiyi analiz etmekti. Kentte çalışan 400
erkekle anketler aracılığıyla bilgi toplanmıştır (Levine, 1973, s. 359).
Avrupa’ya ve Arap Körfezi’ne işçi göçü de bir erkek işgücü hareketiydi (Abadan
Unat, 1964). İş ve İşçi Bulma Kurumu istatistikleri ülke sınırları dışındaki bir
pozisyona yerleştirilen işçilerin %91’inin erkeklerden oluştuğunu gösteriyor. Bu
bulgu, birçok kadının ve çocuğunun kırsal Türkiye’de geride bırakıldığı anlamını
da taşıyor. İşçilerin geride kalan eşleri köylerde daha fazla tarımsal işi üstlendiler.
Örneğin, Azmaz (1984, s. 141) 1977 yılındaki çalışmasında geride kalan kadın
ların ekonomik katılımını üç farklı dönemde sınıflandırmıştır: “Eşlerinin göç
etmesinden önceki dönem, uzaktaki eşler yanlarındayken ve onların tamamen
eve dönmelerinden sonraki dönem.” 5
Azmaz’ın (1984) araştırma bulguları, geride bırakılan kadınların üç temel
yolla eşlerinin göçüne ekonomik olarak katkı sağladığını gösteriyor: (i) Altınlarını
veya birikimlerini eşlerinin göç etmesine yardımcı olmak veya döndükten sonra
yerleşimi finanse etmek için bozdurmak;6 (ii) ailenin ihtiyaçlarını karşılamak
veya pazarlama için tarlalardaki üretime işgücü desteği sağlamak; (iii) aile ih
tiyaçları veya pazarlama için halı, kilim, dokuma, örgü, elişi gibi işler üretmek
(Azmaz, 1984, s. 141). Eşleri köy dışındayken kadınların %42,8’inin tarlalarda
çalıştığını, hayvanlara baktığını, dikiş diktiğini, halı dokuduğunu gösterirken
sadece kadınların %12,8’inin eşleri eve döndükten sonra bu faaliyetleri sürdür
düğünü göstermektedir.
Her ne kadar, genelde kırsal alandaki kadınlar makineleşme dışı işleri
sürdürseler de, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü bölgelere göre farklılıklar
barındırmaktadır. Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz bölgelerinde, makineli
tarımsal faaliyetlerde yetkin işgücünün kısıtlı olması genelde erkek akrabalar,
arkadaşlar veya işçiler ile karşılandı. Buna rağmen, erkeklerin geleneksel erkek
işi üzerindeki hâkimiyetleri bazı bölgelerde yıkılmaya başladı. Örneğin, Azmaz
5 Bu araştırmanın temel amacı kırsal alandan uluslararası göçe katılanların Türkiye kal
kınması üzerindeki rolünü analiz etmektir. Araştırma aynı zamanda geride bırakılan
kadınların ülkenin kalkınmasına yaptığı ekonomik katkıyı anlamayı amaçlar. Veriler;
anketler, görüşmeler, gözlemler, vaka geçmişleri ve resmi veriler kullanılarak toplanmış
tır. Almanya Federal Cumhuriyet’inde çalışmış ve Haziran 1973 tarihinde Türkiye’ye
dönmüş 156 işçi ve onların eşlerinden 132’si ile görüşülmüştür. D oğu y u temsilen üç
şehir— Sivas, Erzincan ve Gaziantep— çalışma kapsamına alınmıştır.
6 N akit para için altınları satmak, evlerdeki çeyiz-başlık parası alışverişi ile ilişkilidir.
Köylerde evlilik akti sırasında erkeğin ebeveynleri gelinin ailesine nakit veya mal ya da
ikisi şeklinde başlık parası ödemek zorundadır. Her ne kadar bunun biçimi bölgeden
bölgeye değişse de bir bölümü ortaktır. Geline, geleneksel olarak ellerinde, kulaklarında,
boynunda veya mümkünse hepsinde taşıdığı, genelde altın ya da benzeri değerli mü
cevherlerin takılması beklenir. Kadın bunları genelde ailenin refahı için saklar. Başlık
parası önemini yitirmekte ancak evlilikte altın başta olmak üzere değerli takıların geline
hediye edilmesi âdeti devam etmektedir.
(1984) çalışmasında kadınların %22,9’u eşleri köy dışında kalırken dışarıda ça
lışmaktan, örneğin pazarlama işlerinden bahsetmiştir. Orta Anadolu’daki Bolu
ilinin köylerinden birinde, 1988 yılında bir grup kadının traktörler için sürücü
belgesine başvurduğunu görüyoruz. Kadınlar bu sıradışı başvuruya neden olarak
“eşlerinin uluslararası rotalarda tır şoförü olarak çalıştıklarını ve evden uzakta
olduklarından traktör kullanmaya mecbur kaldıklarını” öne sürmüşlerdir (Dünya
Bankası, 1993, s. 177). Özetle, bazı bölgelerde kırsal kadınlar, erkekler uzaktay
ken geleneksel olarak erkekler tarafından yapılan işleri üstlenmiş ve kısmen
güçlenmişlerdir. Ancak, bu vakalar oldukça sınırlı sayıda karşımıza çıkmaktadır.
1960-1980 arasında kısmen erkeklerin yurtdışı göçünden dolayı birçok
kadının, tarımsal üretim dışındaki başka işlere de girdiğini görüyoruz. Özellikle
yoksul ve topraksız aileler için kırsal kadınların tarım dışı işlere girmesi bir gelir
kaynağı yarattı. Ancak, bu konuyla ilgili verilerin bulunmayışı, kadınların ulusal
düzeyde tarım dışı sanayiye katılımını incelemeyi imkânsız hale getirmektedir.
Veriler kırsal kadınların en çok halı ve kilim dokuma, yerel tekstil ürünleri do
kuma (pamuk ve ipekli kumaş), dantel yapma, nakış işleme, tığ işi yapma, örgü
örme (elle veya makineyle), dikiş dikme ve hediyelik eşya üretme ile ilgilendiğini
göstermektedir (Dünya Bankası, 1993, s. 156).
Diğer örnek vaka çalışmaları, kırsal sanayide kadınların katılımını belge
lemiştir. Örneğin, Ilcan (1994, s. 567) köyün (Saklı) yeni açılan hah dokuma
fabrikasında yarım gün çalışan on beş bekâr kadınla görüşmüştür. Ilcan araş
tırmasında, “aileleri desteklemek için okulu bırakan ve çok düşük gelirlerle
çalışan on yaşında bile kızların” olduğunu belirtir (1994, s. 567). Özetle, 1990
yılına geldiğimizde bile kadın işgücünün çoğunun hâlâ tarım sektöründe
çalıştığını; bununla birlikte, bu dönemde de benzer biçimde kırsal kadınla
rın önemli bir bölümünün ücretsiz aile işçisi konumunda çalışmaya devam
ettiklerini görüyoruz.
Son dönemde ise Türkiye kırsalını iki olgu etkilemektedir. Bunlardan
ilkini özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin kırsalındaki kadın
ları derinden etkileyen köy boşaltma süreci oluşturmaktadır. Bu bölgelerde
yaşanan başta güvenlik sorunu ve yoksulluk gibi çeşitli nedenlerden ötürü
hızlı bir göç süreci yaşanmıştır. Bu zorunlu göç süreci kapsamında boşaltılan
kırsal yerleşimler, hem büyüklük hem de yarattıkları etki bakımından toplam
göç sürecinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. 1993 ve 1994 yıllarında,
Olağanüstü Hal Bölgesi olarak tanımlanan Diyarbakır, Hakkari, Siirt, Şırnak,
Tunceli ve Van illerinin kırsalı ve mücavir alanını oluşturan Batman, Bingöl,
Bitlis, Mardin, Muş, toplam 11 ilde, Kasım 1997’de köye geri dönüş yapanlar
hariç, 820 köy, 178 mezra zorunlu olarak boşaltılmıştır (TBM M , 1998). “Ha
cettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş
Nüfus Araştırması” (2006) bulgularına göre ise bölgedeki kırsal alandan 950
bin ile i milyon 200 bin arasında kişi zorla yerinden edilmiştir. Köylerinden
zorunlu göç edenler, öncelikle üç bölgenin büyük il merkezlerine (Van, Bat
man, Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa); olanağı bulunanlar, Adana, Mersin,
Antalya, Bursa, Aydın ve Manisa illerine; ve diğerleri de İzmir ve İstanbul gibi
büyük metropollere göç etmişlerdir. Bu durum, bölgedeki kırsal alanı son
derece ciddi boyutta olumsuz yönde etkilemiştir. Örneğin, 1997-1998 öğretim
yılında, bu 11 ilde mevcut bulunan 5093 ilköğretim okulundan 2202’si (%43)
eğitime açılamamıştır (TBM M , 1998). Zorunlu göç, sonrasında kent yoksul
luğunu derinleştirmiştir. Öyle ki günümüzde zorunlu göçle kentlere yerleşen
bazı yoksul aileler, yılın belli aylarında gezici ve geçici olarak göç etmekte ve
kadınlar hanedeki diğer üyelerle birlikte mevsimlik tarım işçisi konumunda
çalışmaktadır (Çetinkaya, 2008).
Son dönemde Türkiye’de kırsal alanı etkileyen diğer politikaları ise Av
rupa Birliği (AB) uyum politikaları oluşturmaktadır. AB, Türkiye’den A B’nin
neoliberal tarım politikalarını benimsemesini talep etmektedir. Doğal kaynak
ların ve çevrenin korunması, yaşayan ve tarihi kültürel mirasın korunması,
yerel ihtiyaçları karşılayacak proje bazlı ekonomik dinamizm ve kırsal nüfusa
yönelik ulaşım, sağlık, eğitim, yönetim gibi servislerin sağlanması, AB yakla
şımının temel unsurları olarak görülmektedir (Örnek, 2007). Ancak, A B’nin
kırsal kalkınma ve tarım politikaları farklılıklar içermektedir. Bir yandan
kırsal kalkınma aracılığıyla kırsal alanlarla kentsel alanlar arasındaki yaşam
kalite farkının ve eşitsizliklerin azaltılması hedeflenirken; diğer yandan tarım
sektörünün ekonomik sektörler içindeki payı azaltılmaya çalışılmaktadır. Bu
neoliberal politik tezathk özellikle küçük üreticinin uzun dönemde tarımdan
kopması ve daha da yoksullaşma riski taşıması anlamına gelmektedir. Bu risk
grubunun başında ise özellikle kadınlar bulunmaktadır.
Bu tarihsel değerlendirmelerden hareketle yazının bir sonraki bölümünde
iki vakayı analiz edeceğim. Bunların ikisi de aynı bölgedendir: Karadeniz Böl
gesi. Ancak ikisi arasında önemli farklar mevcuttur. İlk vaka Sinop-Durağan’ın
dağ köylerindeki kadınların mikro ölçekte uygulanan kırsal kalkınma proje
lerinden nasıl etkilendiklerini anlamaya yöneliktir. İkinci vaka incelemesi ise
balıkçı köylerindeki kadınların ulusal (makro) düzeyde uygulanan kalkınma
politikalarının toplumsal konumlarında ne gibi dönüşümler getirdiğini tar
tışmaya yöneliktir. Böylece iki farklı düzlemde (mikro ve makro) kalkınma
politikalarının aynı bölgede yaşayan kırsal kadınların toplumsal konumlarında
ne gibi dönüşümler gerçekleştirdiğini, kazançlar ve kayıplar ekseninde tartış
mam mümkün olacaktır.
Vaka Üzerinden Kırsal Kadının Toplumsal Konumundaki
Bölge İçi Farklılıkları Tartışmak
8 T K V hakkında detaylı bilgi için bkz. Kalkınma Atölyesi, 2005, Kalkınma Kuruluşları
Rehberi II, s. 164-174,. BRC Ofset, Ankara.
234 \ AYŞE GÜNDÜZ HOŞGÖR
tüm bu sosyal sorunlara, ekonomik sorunlar eşlik ediyordu. Bölgede, kişi başına
düşen ortalama yıllık gelir 200 Dolar’ın altındaydı ve yoksulluğa çare arayışları
arasında, büyük kentlere yönelik mevsimlik işçiliğin ve çocuk işçiliğinin arttığı
belirlendi.
Doğal kaynaklarla ilgili sorunların başında ise toprak kaybı (erozyon)
gelmekteydi. Tarım arazilerinin %97’sinin dik eğimli olması, tarımın bölgede
verimli bir üretim biçimi olmadığını yansıtıyordu. Yöredeki en yaygın hane içi
üretime yönelik ekonomik aktivite ise kadınların ağırlıklı işgücüne dayanan
hayvancılıktı. Ayrıca, çevre ormanların %95’i bozuk ve verimsiz ormanlardan
oluşuyordu. Yine ilk bulgulara göre, bu verimsiz ormanlar yöre halkının odun
ihtiyacını karşılamaktaydı. Kısacası, yoksulluk ve yoksunluk nedeniyle doğal
kaynaklar üzerindeki baskı, bu kaynakların daha da verimsizleşmesine neden
olmakta ve tüm bu döngünün sonuçları hane gelirlerine ve özellikle kadın ve
çocuklara olumsuz yansımaktaydı.
Sorunları gidermeye yönelik TKV öncülüğünde üç grup proje uygulama
ya geçirildi: (i) insani kaynakları geliştirme etkinlikleri; (ii) Doğal kaynakları
koruma ve geliştirme etkinlikleri ve (iii) Gelir getirici etkinlikler.
insani Kaynakların Geliştirme Etkinlikleri kapsamında, yerel örgütlenme ve
eğitim çalışmaları yer alıyordu. Yerel katılımcıların beceri ve bilgi düzeylerini
geliştirmeye yönelik uygulanan projelerde kadın, erkek ve çocuklara farklı sosyal
içerikli eğitimler verildi. Sürdürülebilirlik amacıyla üç köyde Çok Amaçlı Tarımsal
Kalkınma Kooperatifleri kuruldu. Ayrıca, proje kapsamındaki köylerde yaşayan
özellikle kadın ve çocukların durumunu iyileştirmek için sosyal çalışmalara ağırlık
verildi. Örneğin, hem odun tüketimini hem de kadınların iş yükünü azaltmak
için bazı köylerde güneş enerjisiyle su ısıtılan çamaşırhaneler kuruldu, evlerde
çok amaçlı kuzine tipi soba uygulamaları yaygınlaştırıldı.
Doğal Kaynaklan Koruma ve Geliştirme Etkinlikleri arasında ise, doğal kay
nakların sürdürülebilir kullanımı ve mikro-havza uygulamaları bulunuyordu.
Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı çalışmaları arasında; fidanlık tesisi
ve ağaçlandırma çalışmaları, erozyon önleme çalışmaları, içme ve kullanma suyu
temini, kanalizasyon ve arıtma tesisi uygulamaları yer aldı. Özellikle, yetersiz
ve sağlıksız olan içme suyunun kalitesini artırmak için altı köyde küçük su
kaynakları değerlendirilerek evlere su getirildi. Hacımahmutlu köyünde ise atık
sular, kanalizasyon ve arıtma sistemi kurularak doğaya ve insan sağlığına zararsız
hale getirildi. Bu çalışmalara yöre halkının katılması önemsendi, yerel malzeme
kullanıldı ve kısmen maddi katkı sağlandı. Proje, Birleşmiş Milletler’in UN DP
kuruluşu tarafından finanse edildi ve teknik danışmanlık hizmeti TÜBİTAK’tan
sağlandı. Mikro-havza çalışmaları kapsamında ise dere içi kuru duvar eşikleri,
heyelanlı alanlarda teraslama, galeri kavakçılığı, erozyona açık alanlarda korunga
ve kıraç yonca ekimleri yapıldı.
Gelir Getirici Etkinliklerin başında ise, hayvancılıkla ilgili çalışmalar ge
liyordu. Hayvan kaba yem ihtiyacını karşılamak ve erozyona açık alanlarda
toprak kaybını azaltmak amacıyla korunga ve kıraç yonca ekimleri başlatıldı.
Hububat tarımının geliştirilmesi, arıcılık, örtü altı sebzeciliği, meyvecilik ve
ürün değerlendirme çalışmaları diğer gelir getirici faaliyetler arasında uygulandı.
Uygulanan projelerinin etkisinin değerlendirilmesine yönelik ise 1999 tari
hinde tarafımdan “T K V Sinop-Durağan Proje Müdürlüğü, Köy Düzeyi İnsani
ve Doğal Kaynakların Geliştirilmesi Programı Etki Ölçme ve Değerlendirilme
Araştırması: Yem Bitkileri (Korunga-Kıraç Yonca) Üretimi Örneği” gerçekleşti
rildi. Aşağıdaki bölümde bu değerlendirmemde yer alan, kadınlara ve çocuklara
yönelik bazı temel bulguları ve yansımaları tartışacağım. 9
Yukarıda bahsedildiği üzere, 1990lı yılların başında Batı Karadeniz bölge
sinin Durağan ilçesine bağlı dağ köylerindeki temel sorun alanlarının başında
bebek ve çocuk ölümleri geliyordu. T K V ’nin yaklaşık 10 yıl süren mikro-hav-
za kırsal kalkınma proje uygulamalarının temel yansımalarından biri çocuk
ölümleri üzerinde olmuştur denebilir. Öyle ki 1991 ve 1999 yılları arasında proje
köylerinde çocuk ölüm sayısında düşüş olduğunu görüyoruz. Bu azalmada
T K V projeleri kapsamında köylere gelen sağlıklı içme suyunun rolü vardır.
Ulusal aşı kampanyaları yapılmış, ayrıca yem bitkisi üretimiyle birlikte yaşanan
gelir artışının, köylerde T V ve uydu anteni satın alınmasına imkân sağladığı
saptanmıştır. Yaygın iletişim araçlarının kırsaldaki önemli bir etkisi de çocuk
ölümlerine yönelik toplumsal duyarlılığın artmasına katkı sağlaması biçimde
yorumlanabilir. Bir başka neden ise evlerde ısınmaya yönelik olarak kullanılan
kuzine tipi soba sayısındaki artıştır. Kuzine tipi soba aracılığıyla, daha iyi ısınma
koşulları sağlanmış, özellikle zatürreden ölen çocuk sayısında azalma saptanmış
tır. Nitekim, araştırmada, yem bitkisi üretimine başladıktan sonra konutunun
ısınmasına yönelik tadilat yaptırdığını ve ısınma araçları satın aldığını belirten
hanelerin yüzdesi 59’dur. Benzer biçimde, yem bitkileri üretimine başladıktan
sonra oturduğu konutta tadilat yaptırdığını belirtenlerin yüzdesi 43’dir. Bu ge
lişmeler, kadınların ev içi iş yüklerinde kısmi olarak azalma sağlandığı ve çocuk
ölümlerinin düştüğü biçiminde yorumlanabilir.
Projenin bir diğer olumlu yansıması ise Bafra’ya çalışmaya giden oğlan
çocuk sayısındaki azalıştır. Yem bitkisi üretiminin, erozyonun engellenmesinin
ve hayvancılığın teşvik edilmesinin çocuk işgücüne olan ihtiyacı giderek or
tadan kaldırdığını söylemek mümkündür. Köydeki okuryazarlık oranında da
11 Türkiye’de 2,60-18 m arasında değişen tekne boylarında, D ruhsatı verilmiş olan, ge
nellikle uzatma ağı ve çapari kullanarak yapılan balıkçılık tipini Küçük Ölçekli Balıkçılık
Büyük Ölçekli Balıkçılar genel olarak aile işletmeleri tarzında örgütlenmiştir,
sermaye kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.12
Trabzon’da genel olarak Küçük Ölçekli Balıkçılık yapan balıkçılar sayıca
fazla olmalarına rağmen, balıkçılıkla ilgili politikalar az sayıdaki büyük ölçekli
balıkçılar tarafından belirlenmektedir. Balıkçılık politikalarının belirlendiği
Sirkülerde büyük ölçekli balıkçıların etkisi ulusal balıkçılık politikalarına yön
vermektedir.
Her iki balıkçılık faaliyetinde avlanma erkekler tarafından yapılmaktadır.
Yani balıkçılık sektörü erkek egemen bir sektördür. Küçük ölçekli balıkçılık
yapan teknelerde tekne boyuna ve balığın türüne göre en az 2 kişi çalışmaktadır.
Tekne sahipleri yanlarında genel olarak ortakçılık yapan tayfa çalıştırabildikleri
gibi eşleriyle de denize çıkabilmektedirler. Balıkçıların, eşleriyle balığa çık
malarının sebebinin, kazancın hane dışından birisiyle bölüşülmemesi olduğu
anlaşılmaktadır. Küçük ölçekli balıkçılar, görece yaşadıkları haneye daha yakın
mesafelerde, genelde günübirlik avlanırlar. Bu anlamda her ne kadar balığa çıkı
lan zaman ve periyotlar belirsiz de olsa kıyıyla ve aileleri ile olan bağ kısa süreli
olarak kesilmektedir. Ancak bununla birlikte, günün çok farklı saatlerinde balığa
çıkmak zorunda olmak, avlanma sonrası yaşanan uykusuzluk ve yorgunluk gibi
sebeplerden dolayı balıkçılar limanda kalmayı tercih edebilmektedirler. Yani,
ailede kadın ve erkek sınırlı zamanı birlikte geçirmektedir.
Araştırma bulgularına göre, balıkçı hanelerde ortalama birey sayısı 4’tür.
Ortalama hane halkı büyüklükleri, Türkiye kırsal kesim ortalamaları ile benzer
lik göstermemektedir. “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması” (2008) verilerine
göre kırsal alandaki hane halkı büyüklüğü 5 ve kentsel ortalama hane halkı
büyüklüğü ise 4’tür.
Trabzon’da araştırmaya toplam 193 balıkçı katılmıştır. Bunların 106’sı (%55)
tayfa konumunda 87’si (%45) tekne sahibidir. Tayfalardan %86 ve tekne sahiple
rinden %89’u evlidir. Balıkçıların eşleri ile evlendikleri sıradaki yaşlan incelendi
ğinde tekne sahibi olanlarla tayfa konumunda olanlar arasında fark bulunmuştur.
Bulgular balıkçıların evlilik kurumuna katıldıklarında eşlerinden daha büyük
bir yaşta olduklarını ve genellikle eşler arasında akraba ilişkisi bulunmadığını
12 Büyük Ölçekli Balıkçılık üretim tarzı da yapılan balıkçılık tarzıyla belirlenmektedir. Büyük
Ölçekli Balıkçılık, trol, gırgır, trol-gırgır balıkçı tekneleriyle yapılmaktadır. 8,30-62 m
arasında değişen tekne boylarında, belirtilen avlanma tarzım yapmaya yetkili ruhsat
tipinde teknelerle yapılan balıkçılık çeşididir. Büyük Ölçekli Balıkçı tekneleri 4-5 ay
denizde kalabilmekte ve 30’un üzerinde tayfa istihdam edebilmektedir.
(%87) yansıtmaktadır. Bu bulgular da Türkiye kırsalındaki profilden farklıdır
(Gündüz Hoşgör, 2010). Toprağa dayalı tarım ekonomisinde akraba evliliğinin
arkasında genel olarak öne sürülen nedenler arasında toprağın bölünmemesi yatar.
Ancak balıkçılıkta sermayeyi oluşturan toprağın yerini deniz aldığından böyle
bir geleneksel unsurun eş seçmede etkin olmadığını öne sürmek mümkündür.
Evlilik biçimi incelendiğinde ise Türkiye kırsal profiliyle benzerlik karşımıza
çıkmaktadır. Hem tekne sahiplerinin hem de tayfaların çoğunluğu, hem resmi
nikâh hem de dini nikâh kıydırmıştır. Tekne sahiplerinde bu oran %87’dir.
Sadece dini nikâh ile evli olanların oranı ise %3,8; sadece resmi nikâh ile evli
olanların oranı ise %8,9’dur. Benzer biçimde tayfaların %94’ü hem resmi hem de
dini nikâh kıydırmıştır. Sadece dini nikâh ile evli olanların oranı %4,4; sadece
resmi nikâh ile evli olanların oranı ise %1,1’dir. Dini nikâh kıyma pratiği tayfalar
arasında daha yaygındır.
Balıkçı eşlerinin eğitim profilleri incelendiğinde, çok küçük bir oranın
okuryazar olmadığı görülmektedir (%4). Eşlerin çoğunluğu (0/063,9) ilkokul me
zunu; %13,5’i ortaokul mezunu; %11,5’i ise lise mezunudur. Ayrıca tekne sahibi
balıkçıların eşleri arasında üniversite mezununa rastlanmıştır. Bu istatistikler,
balıkçı eşlerinin eğitim oranlarının, Türkiye’de kırsal alanda yaşayan kadınların
eğitim oranlarından oldukça yüksek olduğunu yansıtmaktadır (TNSA, 2008).
Deniz balıkçılığı ile geçimini sağlayan grupları diğer kırsal üretim biçimiyle
geçimini sağlayan gruplardan ayıran önemli bir başka özellik ise hanelerde yaşayan
çocuk sayısı ve bu çocukların eğitime erişimidir. Yine “Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması” (2008) verilerine göre kırsal alandaki ortalama çocuk sayısı 3, kentsel
alanda ortalama çocuk sayısı 2’dir. Balıkçılıkla geçimini sağlayan hanelerde ise
tekne sahiplerinin ortalama çocuk sayısı 2; tayfaların ise 1,44 (yani ortalama
ı ’dir). Tayfaların yaş ortalamasının tekne sahiplerinden daha düşük olduğu ve
bazılarının bekâr oldukları göz önünde bulundurulunca, tayfaların sahip olduğu
çocuk sayısının tekne sahiplerinden daha az olmasının nedenleri anlaşılırdır.
“Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması” (2008) istatistikleri ile araştırma bulguları
karşılaştırıldığında ise deniz balıkçılığı ile geçimini sağlayan gerek tekne sahip
lerinin gerekse tayfaların hane halkı profillerinin Türkiye kırsalından öte, daha
fazla Türkiye kentsel profiliyle benzerlik gösterdiğini söylemek mümkündür.
Ancak, balıkçı eşlerin çalışma konumu incelendiğinde ise küçük bir kıs
mının (22 eş) çalıştığını beyan ettiklerini görüyoruz. Bu çalışan eşlerin 5’i ya
kendi hesabına, ya eşiyle birlikte ya da tayfa konumunda balıkçılık yapmaktadır.
Diğer 5 kadın ise tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. Geriye kalan kadınlar
ise ya kamuda ya da özel sektörde çalışmaktadır. Bu konumda olan kadınlar
ise tekne sahibi eşleridir.
Çalışmayan eşlerin neden çalışmadıkları incelendiğinde ise ev kadını ol
maları genel sebep olarak belirtilmiştir. Bu bulgu Türkiye’deki kentsel alanda
çalışmayan kadınların genel profili ile örtüşmektedir (Gündüz Hoşgör ve Smits,
2008). Ancak kırsal alanda her ne kadar eşler genel olarak kendilerini ev kadını
olarak tanımlasalar da, küçük balıkçılıkla geçimini sağlayan hanelerde balıkçı
eşleri tarlayla, bahçeyle de ilgilenebilmekte, ağlara kurşun ve mantar donatımı
konusunda ya da ağ tamiri konusunda eşlere destek vermektedir. Trabzon’da,
özellikle Eğnesil’de dışarıya ağ ören balıkçı eşleri olduğu gibi zaman zaman
eşleriyle balığa çıkan kadınlar da vardır. Kadınlar avlanma sürecinde dümende
durmaktan, ağları çekmeye, ağları düzenlemeye kadar çeşitli işler yapmaktadırlar.
Bu anlamda eşler hem ev işi hem de balıkçılık gibi iki alanda çalışmaktadırlar.
Ancak, görüşülen balıkçı eşleri, kendileri adına bir sosyal güvenlik sistemine
kayıtlı olmadıklarını belirtmişlerdir. Yapılan görüşmelerin sonunda, kadınların
eşleri olan balıkçılarla balığa çıkmalarının sebebinin, kazancın hane dışından
birisiyle bölüşülmemesi isteği olduğu anlaşılmaktadır. Tarımda olduğu gibi
balıkçılık sektöründe de kadın ücretsiz aile işçisi konumunda çalışmaktadır.
Tartışma
Bu yazıda Türkiye’de uygulanmış kalkınma politikalarının kırsal alanda yaşayan
kadınları nasıl etkilediği sorusu incelenmiştir. Kırsal kadınların bulundukları
bölge ve sosyal tabakaya bağlı toplumsal ve ekonomik konumlarında farklılıklar
olduğu savı öne sürülmektedir. İlk bölümde kırsal kalkınma politikalarının
bu farklılıkların oluşumunda nasıl etkili olduğu sorunsalı tarihsel olarak ele
alınmıştır. İkinci bölümünde ise öne sürülen kırsal alandaki farklılıklar savını
destekler nitelikte iki vaka tartışılmıştır. Bu vakalardan ilkini Karadeniz bölge
sinin dağ köylerinde yaşayan kırsal kadınlara yönelik uygulanan küçük ölçekli
(mikro) kırsal kalkınma projelerinin etkilerinin irdelenmesi oluşturmuş; ikinci
vakada ise yine aynı bölgede ancak kıyıda yaşayan balıkçı köylerinin kadın
larının yaşam deneyimleri ulusal (makro) balıkçılık politikaları çerçevesinde
ele alınmıştır. Böylece aynı bölge içerisinde yaşayan kırsal kadınların mikro ve
makro düzeydeki kırsal kalkınma politikalarından nasıl farklı etkilendiklerini
karşılaştırmak mümkün olmuştur.
Birinci bölümdeki tartışmaları özetleyecek olursak şu saptamaları yapabiliriz:
(i) Türkiye’de çalışan her iki kadından biri tarımda istihdam edilmektedir; ancak
bu kadınlar ücretsiz aile işçisi konumunda çalışmaktadır; (ii) Türkiye’de kırsal
alanda kadının eğitime erişimi sınırlıdır; (iii) Kırsal bölgelerdeki planlı kalkınma
(tarımda modernleşme ve makineleşme, krediye erişim ve kullanım hakkı gibi
yasal müdahaleler) kadınlara sınırlı fayda getirmiştir; (iv) Tarım dışı faaliyetlere
(halı dokuma gibi) kadınların katılımında sınırlı artış yaşanmıştır; katılım olsa
da kadın emeği karşılığım alamamıştır; (v) Uluslararası göç sürecinde genelde
kırsalda kadınlar geride kalmış ve her ne kadar bölgeden bölgeye farklılık içerse
de, bu durum kadınların ekonomik faaliyetler üzerindeki kontrolünü kısmi olarak
artırmış, ancak toplumsal konumları ise sınırlı değişmiştir; (vi) Ulusal göç kırsal
alanda çalışan kadınları işgücünden koparmış ve kadınların marjinalleşmeleri
ni beraberinde getirmiştir: (vii) Son dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinde yaşanan zorunlu göç, kırsalın boşalmasına ve kentsel yoksulluğun
derinleşmesine zemin hazırlamıştır; (viii) AB uyum politikaları ise kırsal yoksulu
ve küçük üreticiyi olumsuz etkileme riski içermektedir.
Yazının başındaki kuramsal tartışmaları hatırlayacak olursak, bu bulgular
ekseninde Türkiye’de kırsal kadınların kalkınma sürecinde durumlarını iyileş
tirdiğini iddia etmek pek de mümkün değildir. Kırsal kadınların konumları
1930 ile 2010’lu yıllar arasında dönüşmüş, kırsal kadın yeniliklere kısmi olarak
ulaşmış, ancak ekonomide perifer konumda kalmıştır. Bölgesel farklılıklara
rağmen, kadınlar çoğunlukla tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaya devam
etmektedir.
Kırsal Türkiye’de kadınların büyük çoğunluğunun eviçi işleri ve çocuk-yaşlı
bakımı gibi hizmetleri üstlenirken, aynı zamanda ücretsiz aile işçisi konumunda
tarla, bağ ve bahçe gibi kamusal alanda da çalıştıklarını görüyoruz. Günü
müzde bile hayvanlara bakan, tarlalarda çalışan yine hep kadınlardır. Her ne
kadar bu kırsal kadınların görevleri eşlerininkinden daha zor ve daha kapsamlı
olsa da, kadınlar hâlâ ücretsiz aile işçisi konumundadırlar. Kırsal Türkiye’deki
kadınların durumu hakkındaki mevcut araştırma bulguları, kadınların kapita
list üretim ve birikim sürecine ücretsiz aile işçisi konumunda eklemlendiğini
ve emeklerinin görünür olmadığını yansıtmaktadır. Kırsal kadının kalkınma
sürecinde toplumdan soyutlandığını, marjinalleştiğini söylemek yerinde olur.
Kuşkusuz eril ideoloji kırsal kadınların modern tarım teknolojilerine, pazarlara,
kredi imkânlarına erişemelerini ve aynı zamanda satış ile ticaretten elde edilen
gelirleri kullanmalarını engelleyen önemli etmenlerden biridir. Kandiyoti’nin
(1993, s. 25) belirttiği gibi, “varlıklı toprak sahibi hanelerin kadınları genellikle
tarımda çalışmaktan muaf olmuşlar, ailenin onur ve prestij sembolü olarak özel
alanla sınırlandırılmışlardır.” Sosyal statü ve onur gibi eril unsurlar kadınların
toplumdan uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Kadınlar kamusal alanda yer
alan çeşitli ekonomik ve eğitim faaliyetlerine, kredi kullanımına, teknolojik ye
niliklere eril ideoloji izin verdiği nispette sınırlı erişebilmektedir. Kısaca mevcut
yasal çerçeve kadınların toplumsal konumlarını iyileştirme ve onların haklarına
ulaşmada sınırlı dönüşüm getirmiştir.
Vaka analizleri ise aynı bölge içerisinde (Karadeniz Bölgesi) bulunmalarına
rağmen, kırsal alanda yaşayan kadınların ulusal ve yerel ölçekte uygulanan kal
kınma politikalarından nasıl farklı etkilendiklerini ve toplumsal konumlarının
nasıl farklı dönüştüğünü yansıtmaktadır. İlk vakada tartışıldığı üzere, T K V
mikro-havza uygulamalarının yoğun emek ve uzun soluklu uğraş gerektirmesine
rağmen, kırdan kente göç olgusunun karşısında pek de netice vermediğidir.
Kuşkusuz kırsal kalkınma uzmanlarının yıllarını verdikleri tüm bu çabalar insanı
geliştirmeye yönelik olduğundan, etkisi kente göç etmiş bireylerde ve bir sonraki
nesillerde dolaylı devam edecektir. Ancak, devletin farklı kalkınma projeleri ile
teşvik ettiği kırdan kente göç, tarımdaki kotalar ve akabindeki toplumsal çö
zülmeler, tarım sektörünün ulusal ekonomideki payının azaltılmasına yönelik
teşvikler gibi makro düzeyde uygulanan tarım politikaları, kırsalda uygulanacak
mikro-havza projeleri gibi küçük ölçekli kırsal kalkınma projelerinin önündeki
önemli bir engeli oluşturmaktadır. Çünkü uygulamalarda kırsala yönelik bu
mikro ve makro programlar; kırsal kalkınma politikaları ile tarım politikaları bir-
birleriyle çelişebilmektedir. T K V Sinop-Durağan kırsal kalkınma deneyiminden
çıkarılacak en önemli ders, mikro ölçekli projelerin ulusal kalkınma projeleriyle
paralellik taşımadığı takdirde kırsal kalkınmaya ve kadınlara etkisinin sınırlı
olacağıdır. Bu nedenle kırsal kalkınma programlarında, tarım politikalarıyla
bütüncül yaklaşıma ihtiyaç vardır. Ve bütüncül yaklaşıma toplumsal cinsiyet
politikaları dahil edilmelidir. Aksi takdirde, çatışmacı kuramın öne sürdüğü
gibi kırsal kadın kalkınma sürecinde ikincil konumda kalmaya devam etmekte,
hatta kentsel alanda işgücüne uzun dönem kanlamayarak marjinalleşmektedir.
ikinci vaka ise bize farklı bir durumu göstermektedir. Öncelikle denize bu
kadar uzun sınırı olan bir ülkede, kıyı balıkçılığıyla ilgili politikaların Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde ele alınması ilginçtir. Balıkçılık sektörünün
bir tür kenara itilmişliği ülkenin ulus-inşa politikasıyla ilgili görünmektedir.
Günümüzde balıkçılık politikalarına daha çok Karadeniz bölgesinde avlanan
büyük ölçekli balıkçılar yön vermektedir. Sektör, erkek egemen bir sektördür; bu
durumda kıyı balıkçılığıyla geçimini sağlayan ailelerde kadın ve erkek arasında
keskin bir işbölümü söz konusudur. Öyle ki balıkçı erkekler çok uzun saatler hatta
bazen günlerce ve aylarca evden uzaktadır. Eşler arasında akraba evliliği sınırlı
sayıda mevcuttur. Bu durum aile büyüklerinin kadın üzerindeki kontrolünün
sınırlı olduğunu yansıtmaktadır. Nitekim çocuklarla geride kalan eşler birçok
durumda kararları yalnız almakta ve eşsiz yalnız hareket etmektedir. Sektördeki
aile yapısına yönelik bulgular, kırsaldan öte kentsel kadın profilini karşımıza
çıkarmaktadır. Ancak, aynı zamanda bu bulgular diğer kırsal alandaki kadınlarla
ortak yaşadıkları husus olarak balıkçı köylerindeki kadınların da istihdamdan
çekildiklerini ve marjinalleştiklerini yansıtmaktadır.
Geleceğe yönelik öngörüler, Türkiye’de istihdam yapısının tarım sektörünün
aleyhine; sanayi ve özellikle hizmet sektörünün lehine olmak üzere daha da
değişeceğini göstermektedir (Bulutay, 1998). Bu noktada şu soru akla gelebilir.
Eğer tarımda küçülme yaşanacaksa neden kırsal kadın önemsenmelidir? Bu
sorunun yanıtının yazının başında tartıştığım Türkiye’nin tarihsel deneyimle
ilgili bölümün satır aralarında olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de kadın-erkek eşitliği Cumhuriyet’in ilanından itibaren hep gün
demde oldu. Özellikle yasal çerçeve aracılığıyla kadınlara birçok hak tanındı. Bu
durum özellikle kentlerdeki kadınlara olumlu yansıdı. Kadın eğitime erişim ve
bu yolla kısmi istihdama katılım fırsatını yakaladı (Abadan Unat, 1991). Ancak
özellikle köylü kadınların durumunu iyileştirmek için devlette temel eğitim
sistemi inşa etmekten ve köylere öğretmen göndermekten başka bir şeyin yapıl
masına gerek olmadığı görüşü hâkimdi. Behrooz’un (1992) öne sürdüğü gibi, her
ne kadar Cumhuriyet rejimi 1930’lardan başlayarak tarımsal dönüşüme ve yerel
sermaye birikimine odaklanmış olsa da, mevcut eril değerler tarım toplumunda
kadına avantaj sağlayacak teknolojik değişimleri kısıtlıyordu. Bunun nasıl aşıla
bileceği üzerine yeterince gidilmedi. Oysa tarıma dayalı üretimin temel öznesi
kadındı. Fark yaratan birkaç küçük ölçekli kırsal kalkınma uygulaması ve eğitim
politikalarının dışında, bir anlamda kırsal kadın muhafazakâr eril ideolojiye
ve kendi haline bırakıldı. Emeği yok sayıldı. Oysa bu kadınlar ya da bu kadın
ların kızları süreçte kentlere göç etti; tarımdan koptu, istihdamdan çekildi ve
marjinalleşti. Aslında kırsal ve kentsel alanları birbirinden bağımsız düşünmek
kadın-erkek eşitsizliğinde sorunun temeline pek de inememek anlamına geli
yordu. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliği gidermeye yönelik müdahalelerin
kırsal kadından başlaması önemliydi. Bu durum günümüzde hâlâ geçerliliğini
koruyor. Her ne kadar kırdan kente göçün önümüzdeki dönemde devam ede
ceğini tahmin etsek de, kırsal kadınların kentlere göç etmelerini beklemeden,
yaşam koşullarının iyileşmesine yönelik kırsal alana sosyal politikalar aracılığıyla
müdahale edilmesinin, yerel önder kadın aydınlar yetişmesinin, kadın yurttaş
hakları açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.
KAYNAKÇA
Abadan Unat, N. (1964) Batı Almanya’da Türk İşçileri Üzerine Araştırma,
Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayını.
Abadan Unat, N. (1991) “The Impact of Legal and Educational Reforms on
Turkish Women,” Women in Middle Eastern History: Shifting Boundaries
in Sex and Gender, der. N.R. Kedie ve Baron, New Haven ve Londra: Yale
University Press.
Azmaz, A. (1984) Migration and Reintegration in Rural Turkey: The Role o f
Women Behind, Gottingen: Heredot GmbH.
Behrooz, M. (1992) “Gender Relations in Agriculture: Women in Turkey,”
Economic Development and Cultural Change 40(3), s. 567-86.
Boserup, E. (1970) Womens Role in Economic Development, New York: St.
Martin’s Press.
Boserup, E. (1977) “Preface,” Signs, sayı: 3/1, s. xi-xiii.
Bulutay, T. (1998) “İşgücü Piyasası ile İlgili Genel Politikalar,” Türk işgücü
Piyasası ile ilgili Yükler ve Politikalar, der. T. Bulutay, Ankara.
Dünya Bankası (1993) Turkey:' Women in Development, Washington D.C.:
Dünya Bankası Yayını.
Çetinkaya, Ö. (2008) “Farm Labour Intermediaries in Seasonal Agricultural
Work in Adana-Çukurova,” Sosyoloji yüksek lisans tezi, Ankara: Orta Doğu
Teknik Üniversitesi.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) (2001) Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı,
Su Ürünleri ve Su Ürünleri Sanayi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara:
Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) (2000) Su Ürünleri Ekonomisi, Üretim, Miktar,
Fiyat ve Değer Değişimleri 1998, Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları.
Giele, J. (1992) “Promise and Diasappointment of the Modern Era: Equality
for Women,” Womens Work and Womens Lives: The Continuing Struggle
Worldwide, der. H. Kahne ve J. Giele, Boulder, San Francisco ve Oxford:
Westview Press.
Gündüz Hoşgör, A. (2001) “Convergence between Theoretical Perspectives in
Women-Gender and Development Literature Regarding Women’s Economic
Status in the Middle East,” M ETU Studies in Development, sayı: 28/1(2),
s. 111-32.
Gündüz Hoşgör, A. (2005) “T K V Sinop-Durağan Proje Müdürlüğü, Köy
Düzeyi İnsani ve Doğal Kaynakların Geliştirilmesi Programı Etki Ölçme ve
Değerlendirilme Araştırması: Yem Bitkileri (Korunga-Kıraç Yonca) Üretimi
Örneği,” Ankara: T K V Raporu.
Gündüz Hoşgör, A. ve Ö. Çetinkaya (2007) Avrupa Birliği Uyum Politikaları
Çerçevesinde, Türkiye’de Deniz Balıkçılığı Yapan Toplulukların Mevcut Sosyo-
Ekonomik, Kültürel Durumları ve Geleceğe Yönelik Senaryolar, TÜBİTAK
SOBAG Projesi (No: 105K169).
Gündüz Hosgör, A. ve J. Smits (2008) “Variation in Labor Market Participa
tion ofMarried Women in Turkey,” Women’s Studies International Forum,
sayı: 31, s. 104-17.
Gündüz Hoşgör, A. (2010) “Türkiye’de Kırsal Kadının Toplumsal Konumu:
Bölgesel Eşitsizlikler, Yasal Müdahaleler ve Kısmi Kazanımlar”. Koç Üniver
sitesi 2008 Toplumsal Cinsiyet Konferans Kitabı, İstanbul: Koç Üniversitesi
Yayınları.
Ertürk, Y. (1987) “The Impact of National Intégration on Rural Households
in Southeastern Turkey,” Journal ofHuman Sciences, sayı: 6/1, s. 81-97.
Ertürk Y. (1993) “Doğu Anadolu’da Modernleşme ve Kırsal Kadın,” 1980’ler
Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, der. Ş-. Tekeli, İstanbul:
İletişim.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri (2006) Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş
Nüfus Araştırması, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri (2010) Türkiye’nin Demografik Dönü
şümü: Doğurganlık, A ile Planlaması, Anne-Çocuk Sağlığı ve Beş Yaş Altı
Ölümlerdeki Değişimler 1968-2008 . Ankara: Hacettepe Üniversitesi Nüfus
Etütleri Enstitüsü.
Ilcan, S. (1994) “Peasant Struggles and Social Change: Migration, Households
and Gender in Rural Turkish Society,” International Migration Review, sayı:
28, s. 554-79.
İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) (2003) Avrupa Birliği’nin Ortak Balıkçılık
Politikası ve Uyumu, İstanbul: İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2010) “Giriş: Türkiye’de Kadın ve Eğitim,” Türkiye’de Toplumsal
Cinsiyet Çalışmaları, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Kalkınma Atölyesi (2005) Kalkınma Kuruluşları Rehberi II, Ankara: BRC Ofset.
Kandiyoti, D. (1984) “Rural Transformation in Turkey and Its Implications
for Women’s Status,” Women on the Move: Contemporary Changes in Family
and Society” Paris: U N ESCO .
Kandiyoti, D. (1993) “Ataerkil Örüntüler: TürkToplumunda Erkek Egemenli
ğinin Çözümlenmesine Yönelik Notlar,” 1980 ’ler Türkiye’sinde Kadm Bakış
Açısından Kadınlar, der. Ş. Tekeli, İstanbul: İletişim.
Levine, N. (1973) “Old Culture-New Culture: A Study of Migrants in Ankara,
Turkey,” Social Forces, 51(3), s. 355-368.
Moghadam, V. M. (1992) “Development and Women’s Emancipation: Is There
a Connection?” Development and Change, sayı: 23/4, s. 215-55.
Örnek, A. (2007) Kırsal Kalkınma E l Kitabı, İstanbul: Henrich BöII Stiftung
Derneği.
Öztürk, Ö. (2005) Karadeniz Ansiklopedik Sözlük, İstanbul: Heyamola.
Portes, A. (1980) “Convergencies Between Conflicting Theoretical Perspectives
in National Development,” Sociological Theory and Research, ed. Herbert
Blolack, New York: Free Press.
Rathgeber, E. (1990) “WID, WAD, GAD: Trends in Research and Practice,”
The Journal o f Developing Areas, sayı: 24, s. 489-502.
Sirman, N. (1993) “Köy Kadınının Aile ve Evlilikte Güçlenme Mücadelesi,”
1980 ’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, der. Ş. Tekeli, İs
tanbul: İletişim.
Stirling, P. (1965) Turkish Village. New York: John Wiley Sons Inc.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı (2005) EuroFish Balıkçılık Fuarı, İstanbul,
Sinevizyon Gösterisi.
TBM M (1998) “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birim
leri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Araştırılarak Alınması Gereken
Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu
Raporu,” (10/25).
TN SA (2008) Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, Ankara: Hacettepe Üniver
sitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü.
Trabzon Tarım İl Müdürlüğü (2003) Tarım Master Planı 2002 , Ankara: Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı Yayınları.
Tunalıgil, B.G. (1980) “Tarımsal Mekanizasyonda İşgücü Yönünde Kadın,”
Uluslararası TarımsalMekanizasyon ve Enerji Sempozyumu, Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2010, Rakamlar Ne Diyor? 2010, Ankara:
Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası.
Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe:
Türkiye Üzerine Yapılan Çalışmalara İlişkin Bir Değerlendirme1
E M E L M EM İŞ — Ö Z C E Ö Z A Y
Giriş
Türkiye’de karşılıksız emeğe ilişkin çalışmalar, batıda ikinci dalga feminist
hareket dahilinde, 1960’ların sonu, 1970’lerin başında gerçekleşen ev emeği
tartışmalarından önemli ölçüde etkilenmiş ve aynı zamanda bu tartışmaları
Türkiye özelinde irdeleyerek gelişmiştir. Batıda ise ev emeği tartışması ikinci
dalga feminist hareketten de gerilere uzanmaktadır. Margaret Reid, 1934 yılında
kaleme aldığı Haneiçi Üretimin İktisadı başlıklı kitabında, haneiçi üretimin ulu
sal hesaplarda göz ardı edilmesini eleştirerek, bu üretimin değerini hesaplama
yöntemi geliştirmiştir, izleyen çalışmalar da benzer şekilde karşılıksız emeğin
iktisatta ve de özellikle iktisadi kalkınmada önemli rol oynadığına değinmiş ve
buna rağmen istatistiklerde yer almamasını günümüze değin eleştirmişlerdir
(Boserup, 1970; Beneria, 1999). Bütün bu süreç, feministlerin egemen iktisat
anlayışına karşı yönelttiği itiraz, bu anlayışı düşünmeye iten sorularla ilerlemiştir.
Türkiye’de karşılıksız emeğe dair tartışmalar ise, 1980’lerin ikinci yarısında,
kadınların önceki yıllarla karşılaştırıldığında çok daha gür bir sesle toplumdaki
konumlarını sorguladıkları (Tekeli, 1990, s. 18) bir dönemde yaygınlaşmıştır.
Aslında, karşılıksız emek yükünü orantısız biçimde kadınların üstlenmek du
rumunda kalmalarına karşı yapılan eleştiriler, ilk defa 1980’lerde gündeme gel
memiştir. Örneğin, eviçi uğraşlar bağlamında, Osmanlı toplumunda kadınlar,
1908’de II. Meşrutiyet döneminde, kadın hareketinin kurdukları çok sayıda
dernekle ve çıkardıkları yayınlarla görece en güçlü olduğu dönemde, yalnızca
zevcelik ve annelik rolleriyle smırlandırılmalarmı eleştirmişlerdir (Tekeli, 1990,
s. 28). Cumhuriyet’in ilk yıllarında uluslaşma sürecinde, yurttaşlık haklarının
yeniden düzenlenmesiyle kadın hareketinin ulus istemleriyle eklemlenmesi,
devletten bağımsız bir feminist hareketin gelişmesini ve dolayısıyla evrensel
1 Bu yazıya emeği geçen Ferhunde Özbay’a yardımları için çok teşekkür ederiz.
kavramların tartışılmasını geciktirmiştir. Yine de bu süreç, Türkiye’de 1970
sonrasında karşılıksız emek gibi evrensel kategorileri irdeleyen, Türkiye’ye özgü
eleştiriler getiren bağımsız bir feminist hareketin ortaya çıkmasını sağlayan bir
birikimi inşa etmiştir (Çağatay ve Soysal, 1990, s. 299). 1970’li yıllarda eşitlik
söylemleriyle kadınların toplumsal rollerini sorgulayan bir bilinç yükselmiş
olsa da, kadın hareketinin, batı kaynaklı olmakla, “bölücülükle” (Çağatay ve
Soysal, 1990, s. 291) suçlanıyor olması bağımsız güçlü bir kadın hareketinin
ortaya çıkışını 1980 darbesinin etkilerinin azaldığı 1980’li yılların ikinci yarısına
dek ertelemiştir.
Karşılıksız emeğe ilişkin yapılan katkıların öncülleri olarak, Mayıs 1988’de
çıkarılmaya başlanan sosyalist-feminist Kaktüs dergisinde yer alan, eviçi uğraş
ları, iş ve karşılıksız emek adıyla kavramlaştıran çalışmalar kabul edilebilir. Bu
çalışmaların temelde sorguladıkları konulardan ilki, karşılıksız emek kavramının
tanımlanması ve buna ilişkin belirgin zorluklardır. Bu bağlamda, karşılıksız
emeği diğer emek türlerinden farklı kılan niteliklerin neler olduğu, bunların
iktisadi değer üretip üretmediği, yanıt aranan başlıca sorular olmuştur. Ayrıca,
karşılıksız emeğin ne tür çalışma faaliyetlerini kapsadığı, bu faaliyetlerin iktisadi
yaşamdaki önemi, yine bu faaliyetleri diğer çalışma faaliyetlerinden ayrı kılan
niteliklerin neler olduğu ve tüm bu hususların karşılıksız emeğin “görünmeyen”
kılınışı ile ilişkisi yanıt aranan diğer önemli sorular olmuştur. Üzerinde önemle
durulan diğer bir konu ise karşılıksız emek yükünün haneiçi dağılımına yöne
liktir. Haneiçinde bu emeği harcayanlar kimlerdir? Dağılım eşit midir, cinsiyet,
sınıf, yaş gibi toplumsal statü belirleyicilerine bağlı olarak farklılık göstermekte
midir? Bütün bunlar, hanedeki bireylerin haneiçindeki rolünü ve toplumsal
statüsünü nasıl etkilemektedir?
Bu çalışma, Türkiye’de Kaktüs’ü milat alırsak yaklaşık yirmi beş yıllık
gelişim sürecinde karşılıksız emeğe yönelik üretilmiş kuramsal ve ampirik
çalışmaların bir değerlendirmesini sunmayı amaçlamaktadır. Yazı, konunun
iktisat alanındaki incelemelerine ağırlık vermektedir. Ancak, karşılıksız emeğin
Türkiye’de iktisatçılar tarafından ne yazık ki göz ardı edilmiş olması, inceleme
alanı dışında bırakılması, bu konuya ilişkin çalışmaların sayıca oldukça kısıtlı
kalmasına neden olmuştur. Gerçekten de, konu üzerine son on yılda yapılmış
bir dizi çalışmayı ayrı tutarsak, Türkiye’de egemen iktisat öğretisi 2000’li yıllara
dek bu konuya duyarsız kalmıştır. Oysa dünyada, konuya dair iktisat alanında
yapılan çalışmaların ortaya çıkışı, daha önce de belirttiğimiz gibi, neredeyse yüz
yıl kadar daha eskidir. İktisatçıların aksine, Türkiye’de diğer toplumbilimciler, biz
iktisatçıları öykündürecek biçimde eviçi emeği incelemiş ve araştırmışlardır. Bu
nedenle, bu çalışmayı, iktisat alanında yapılmış çalışmalarla sınırlamak yerine,
bu çalışmalara ilişkin değerlendirmemizi geniş tutup, ilgili diğer çalışmaları
genel hatlarıyla tartışmayı daha uygun bulduk.
Bu amaçla, yazının ilk bölümünde kanımızca diğer bütün karşılıksız emek
formlarının teorize edilmesini belirleyecek Marksist ve sosyalist-feminizm ekse
ninde geçen eviçi emek tartışmasından bahsedeceğiz. Bu tartışma çerçevesinde,
kadınların ayrı bir sınıf oluşturup oluşturmadığını, kadınların dezavantajlı ko
numlarının sorumlusunun kapitalizm mi, ataerkillik mi olduğunu sorgulayan
çalışmalar üzerinde duracağız. İkinci bölümde; geçimlik emek, enformel alanda
kullanılan emek ve gönüllü emek gibi diğer karşılıksız emek formlarına ilişkin
çalışmalara değineceğiz. Burada, Marksist ve egemen iktisat paradigmalarının
toplumsal cinsiyet körlüğünün, nasıl bu karşılıksız emek formlarını ya belli bir
döneme ait emek formları olarak ya da piyasa dışı/ekonomik olmayan faaliyetler
olarak sınıflandırdığından ve feminist iktisadın bu formları görünür kılmadaki
katkılarından bahsedeceğiz. Üçüncü bölümde ise karşılıksız emeğin bulguları
nın en çok genellenebileceği zaman kullanım verileriyle ölçümünü temel alan
çalışmaları değerlendirerek, dördüncü bölümde yazıyı sonlandıracağız.
2 Günlük faaliyetlerin bazıları ev ve hane bakımı, çocuk bakımı, diğer bakıma muhtaç
hane bireylerinin günlük bakımı, temizliği, bahçe bakımı, alışveriş, yemek yapma gibi
günlük yaşamsal ihtiyaçları yerine getiren faaliyetlerdir. Bu günlük ihtiyaçlar piyasanın
her alana yayıldığı ekonomilerden farklı olarak yine yaşamsal öneme sahip ekonomik
faaliyetleri de içerir: Örneğin eve su taşıma, yakacak temin etme g ib i...
lerde çalışmalarının teşvik edilmesinin eviçi işbölümü açısından farklı sonuçları
olmuştur. Ancak bu sonuçlar kadın erkek arasındaki işbölümünde daha eşit
likçi bir çözüme ilişkin sonuçlar değil, maddi olarak kotarabilecek güce sahip
hale gelen orta sınıf kadınların bu yükü diğer kadınlarla paylaşması yoluyla
elde edilmiştir. Özbay’ın deyişiyle kadınlar tarihsel süreç içerisinde dönüşüm
gösteren biçimde akrabalarının, az sayıda da olsa evlatlıkların (yanaşmaların),
hizmetkârların kısacası evdeki öteki kadınların emeğinden yararlanmışlardır
(Özbay, 1999, 2002; Toğrul, 2011). Ancak günümüzde halen evde öteki kadın
ların emeğinin kullanılması kadınların ikili işyüküne çözüm getirerek işgücü
piyasasına erkekler kadar katılımını sağlamış değildir.
Kırsal kesimde yaşayan kadınlara kıyasla kentli kadınların ev ile işyerinin
birbirinden ayrılması sebebiyle yerine getirdiği karşılıksız emek faaliyetlerinin
çeşitliliğinde azalma olduğu bir gerçektir. Yine de köyden kente göç eden ka
dınların “evinin kadını olma rüyası” ve kentlerde bir burjuva sınıfının oluşmaya
başlamasıyla birlikte ev kadınlığının sosyal bir statü göstergesi haline gelmesi
sonucu kadınların tamamen ev işlerine yoğunlaştığı gözlemlenmiştir (Özbay,
1990; Çitçi, 1979). Kent yaşamıyla kadın ve erkek arasındaki eviçinde işbölü-
şümünün daha da keskinleştiği, kadınların aile sorumluluklarının neredeyse
tamamını üstlendiği belirtilmiştir. Bu işlerin önemli bir kısmını ise, özellikle
1980 sonrası dönemde, çocukların eğitim sorunları oluşturmaktadır.
Davidoff (2002) ev işlerinin rasyonelleşmesi üzerine yaptığı incelemede,
bir süre öncesine kadar ev işi üzerine makale yazılmasının hatta ev işleri üze
rine ciddi bir soru sormanın dahi imkânsız olduğunu bizlere aktarmıştır. Bu
düşünceyi destekleyecek biçimde, Acar Savran (2002, s. 160) kadınların “boğaz
tokluğuna evde uğraşıp didinmelerinin” karşılıksız emek olarak adlandırılma
sının feministler için uzun çabalar gerektirdiğini belirtmiştir. Bunun ardında
yatan nedenlerden biri, ev işlerinin bir sevgi ilişkisi içinde görülüyor olmasıdır
(Acar Savran, 2002, s. 162). Karşılıksız emeğin duygusal boyutunu merkeze
alan birçok çalışma, özellikle bakım emeğinin, çalışma, iş gibi kavramlarla
tanımlanmasını eleştirmiştir. Ev işlerinin sevgi ilişkisi içinde görülmesi, ailenin
de uyum içinde birbirine destek veren kan bağıyla bağlı kişilerden oluştuğuna
ilişkin romantik fikrin ayrılmaz bir parçasıdır. Duygusal/manevi emek diye
adlandırabileceğimiz bu emek çeşidi her ne kadar kadınlarla erkekler arasın
daki her türlü duygusal ve cinsel ilişkiyi bir emek harcama seviyesine indirme
tehlikesi barındırsa da, karşılıksız emeğin duygusal boyutunun incelenmesi,
bakım emeğinin çok boyutluluğunu ve zenginliğini göstermek açısından önem
lidir (Acar Savran, 2002). Ayrıca Benerianın (1999) da işaret ettiği gibi tüm
bakım hizmetleri duygusal açıdan tatmin edici niteliğe sahip değilken, işgücü
piyasasındaki bazı çalışma biçimlerinde de özveri, fedakârlık, diğerkâmlık ve
dayanışma dürtüleri gözlemlenebilir.
Öte yandan, ev işlerinin belirli mesai saatlerinin olmaması, çalışma ile günlük
yaşamın birbirinden güçlükle ayrılır olması, dolayısıyla belirsizliği, bu emeğin
kavramlaştırılmasındaki zorluklardan bir diğeri olarak belirtilmektedir. Acar
Savran (2002, s. 162) bu iç içeliği, dinlenirken sökük dikmek, alışveriş listesi
yapmak, oturduğu yerden çamaşırları katlamak gibi örneklerle açıklar. Bu işleri
halen kadınların yerine getiriyor olması gerçeği gibi, geleneksel kurallarla yapılıyor
olması da zamana karşı direncini göstermektedir. Her ne kadar 18. yüzyıl sonundan
itibaren bilimin her alanda olduğu gibi eviçi işlerin düzenlenmesinde kullanılıyor
olması, kadın ve erkek arasındaki işbölümünde dönüşüm olacağına dair beklentileri
artırsa da, Davidoff’un deyişiyle bilimsel ve teknolojik gelişmelerin etkisi “yemek
kitabı” döneminden öteye götürememiştir. Benzer biçimde, Acar Savran (2002)
teknolojinin gelişmesiyle ve eviçi emeğin bazı çeşitlerinin metalaşmasıyla birlikte
kadınların ev işlerine ayrılan zamanının azaldığı görüşüne kuşkuyla yaklaşır. Acar
Savran’a göre daha çok orta-üst sınıf kadınlar için doğru olabilecek bu önerme,
sağlık ve hijyenle ilgili sosyal statü belirleyen yeni standartlarla kadınların işinin
belki de daha çok ayrıntılanmasına, karmaşıklaşmasına hizmet etmesiyle geçersiz
kılınmıştır. Hane başına düşen azalan çocuk sayısıyla birlikte kadınların çocuk
bakımında kullanılan emeği azaltma olasılığı da tıbbın, pedagojinin ve psikolojinin
dönüştürdüğü anne-çocuk ilişkisinde çocuk bakımının annelerden daha talepkar
olması nedeniyle gerçekleşememiştir (Acar Savran, 2002, s. 163).
Eviçi emeğin feministler tarafından incelenmesi maddeci bir feminizmin
temellerini atmakta bir mihenk taşıdır (Acar Savran ve Tura, 2008; ayrıca
bkz. Dedeoğlu ve Yaman-Öztürk, 2010). Kadınların dezavantajlı konumunun
en önemli nedeninin sanayileşmiş toplumda ev ve işyeri ayrımı sağlandığın
da, eviçi emeğin kadına bırakılmasının bir sonucu olduğunu düşünen eviçi
emek tartışması merkezine patriarka kavramını koyar. Temel sorular ve ayrılık
noktaları patriarka/kapitalizm, üretim/yeniden-üretim eksenleri çerçevesinde
belirlenir: Patriarka kapitalizmden ayrı bir üretim tarzı mıdır, yoksa onunla
eklemlenmiş bir şekilde üretim ve yeniden-üretimde kullanılan kadın emeğine
erkeklerin el koyması mıdır? Buradaki üretim ve'yeniden-üretim kavramları
kaynağını Marx’tan alan piyasa için değişim değeri olan meta üretimi (üretim)
ve de kapitalist üretim sürecinde isçi sınıfıyla burjuvazinin, ya da ücretli emekle
sermayenin ve bunlar arasındaki ilişkinin yeniden üretilmesi (yeniden-üretim)
olarak tanımlanabilir (Acar Savran, 2002).
Acar Savran, Marx’ın yeniden-üretimin bir başka anlamı olan halihazırda
faal olan emek gücünün yeniden üretimini inceleme dışı bırakmasını ve bu
görevi işçilerin hayatta kalma ve üreme dürtülerine bırakmasını eleştirir. Diğer
üretim sistemlerinden farklı olarak bu yeniden-üretimin sermayenin denetimi ve
katkısı dışında gerçekleşmesi özel bir koşuldur ve de anlaşılması cinsiyete bağlı
işbölümünün rolünü zorunlu olarak tahlilin içine katmayı gerektirir.
Delphy’nin başını çektiği patriarkanın özgül bir üretim biçimi olduğunu
savunan birinci görüş kadın işçilerle erkek sermaye arasındaki işyerindeki iliş
kinin, erkek egemenliğinin temelinde yatan maddi ilişkiyi açıklamadığını öne
sürer. Bu durumda kadının kurtuluşu sermayenin işçi üzerindeki sömürüsünün
bitmesiyle sona mı erecektir sorusuna Delphy olumsuz cevap verir. Kadınla
rın ayrı bir sınıf oluşturduğunu savunan düşüncenin de en önemli temsilcisi
Delphy’dir. Ona göre patriarkanın tümüyle kendine özgü olan maddi temeli
eviçi üretim tarzıdır (Acar Savran, 2002, s. 173).
Patriarkayı tarihsel-maddeci bir yaklaşımla ele alan Hartmann ise patriarkayı
kapitalizmden kopuk ve ayrı bir üretim tarzı olarak görmez. Patriarka daha çok
farklı üretim tarzları boyunca sürekliliğini koruyan bir ilişki biçimidir. Kapita
lizmle olan özel ilişkisinde patriarka sermayenin cinsiyet gözetmeksizin amaç
olarak belirlediği iş gününü uzatarak veyahut ücretleri azaltarak emeği sömür
mesinin yanında, erkeğin kadının emeğini sömürmesi ve denetlemesi şeklinde
bir güç olarak karşımıza çıkar, ikisi arasındaki ilişki bazen birbirini güçlendirir,
bazen de birbiriyle çelişir. Patriarka esnek bir toplumsal örgütlenme biçimidir,
zaman zaman kapitalizm onu değiştirir, zaman zaman da patriarka, kapitalizmi.3
Bir adım daha ileri gidip birbirini güçlendiren ve birbirine destek olan
patriarka ve kapitalizme bir başka örnek olarak enformel sektörü verebiliriz.
Kadınlar eviçi emeği “sorumlulukları” dolayısıyla daha çok esnek, düzensiz, yarı
zamanlı, sendikalaşma fırsatlarının daha az olduğu enformel sektörde çalışmaya
daha uygundurlar. Patriarka bu durumda kapitalizme ucuz, güvenilir, sabırlı,
itaatkâr bir emek havuzu olarak kadınları sunar (Yaman-Öztürk, 2010; Yaman-
Oztürkve Dedeoğlu, 2010).
Bu örneklerden de görebileceğimiz gibi eviçi emekle patriarkanın formel
piyasadaki kalıntıları (ücretlerdeki ve çalışma koşullarındaki eşitsizlikler, terfi
zorlukları, işyerinde taciz gibi) ile enformel piyasadaki manifestoları arasında çok
yakın bir ilişki vardır. Bu kapitalizm-patriarki ilişkisi özgül durumlarda özgül
sonuçlar verecektir, tıpkı sermaye ile işçi arasındaki sınıf savaşının bu iki sınıfın
pazarlık güçleriyle zaman zaman mevzi kazanıp kaybetmesi gibi. Sermaye ve
erkek-egemen sınıf veyahut erkek-egemen düzenden rant sahibi olan topluluk
lar kadının emeğinin kontrolü üzerinde zaman zaman işbirliğine gidip zaman
zaman çatışacaktır. Dolayısıyla patriarka ve kapitalizm arasındaki ilişki, ırk,
Gönüllü Emek
Gönüllü emek daha çok batılı toplumlara özgüdür ve batıda ciddi boyutlarda
kamu ve özel sektör tarafından kullanılmaktadır.5Türkiye’de gönüllü emek den
diğinde akla ilk gelen sektör sivil toplum kuruluşlarıdır (STK). Zira STK ’ların
var oluşları gönüllü emeğe bağlanmaktadır. İleride daha geniş bahsedeceğimiz
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) derlediği zaman kullanım verilerine göre
2006 yılında kadınlar gönüllü işlere ortalama olarak günde 54 dakika harcarken
erkekler için ise bu rakam 34 dakikadır. Bu sayılar Türkiye’de gönüllü emek yü
künün kadın ve erkekler arasında dağılımına ve bunun kadın açısından neden
ve sonuçlarına ilişkin araştırmalar yapılmasının gerekli olduğuna işaret etmekte.
Karşılıksız emek formu olarak gönüllü emeği ele alan çalışmalar kısıtlıdır. Buna
karşın enformel alanda kullanılan emek ve geçimlik emek üzerinde daha çok
çalışılmıştır. Aşağıda bu çalışmaları kısaca özetleyeceğiz.
5 Örneğin, A B D ’de 2009 Eylül ayı rakamlarına göre 63,4 milyon insan, yani nüfusun
% 2 6 ,8 ’i bir yıl sürecinde en az bir defa bir kuruluş için gönüllü çalışmıştır.
lenmelerine ve devlet müdahalesine tabi olmadığından korunmasız istihdam
biçimlerine alan oluşturur. Enformel sektörde istihdam edilen işçiler formel
sektördeki— varsa— sendikalaşma, toplu sözleşme hakkı, çalışma koşullarım
düzenleme gibi haklardan yoksundur. Dolayısıyla enformel alanda çalışan işçiler
sosyal korunma mekanizmalarından yararlanamadıkları gibi pazarlık güçleri de
yoktur veyahut formel sektördekilere oranla çok daha zayıftır.
Chant ve Pedwell (2008) enformel alanın, 1970’lerden beri küreselleşme,
neoliberal makro-ekonomik politikalar ve de köyden kente veyahut ülkelerarası
göç hareketlerinden dolayı genişleyen bir alan olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla
enformel alanın varlığı küresel olarak bütünleşmiş bir dünya ekonomisinden ve
sanayileşmeden bağımsız tartışılamaz. Wallerstein’in Dünya Sistemleri Teorisi’ne
de uyabilecek bu yaklaşıma göre formel ve enformel sektörler uluslararası çapta
birbirleriyle bağlantılı düşünülmelidir (Atasü Topçuoğlu, 2010). Erdut (2007),
bu son noktanın altını çizmek için sermaye/teknoloji yoğun büyüme yapan
ülkelerle (istihdamsız büyüme) büyüyemeyen veyahut negatif büyüyen ülkelerde
yaratılan istihdam alanının iş arayanların sayısından daha büyük olmasına ve de
dolayısıyla formel sektörde iş bulamayanların enformel sektöre geçmesi veyahut
kendi işlerini yaratmalarıyla açıklar.6 Bütün bunların yanında, küresel rekabet
sonucu ücretlerde yaşanan düşüş ve işten çıkartmalar da enformel alanın geniş
lemesine neden olan mekanizmalar arasında yer alır. Örneğin Eraydın (1998),
formel sektörde işten çıkartılan kadınların enformel çalışma biçimlerinde yer
almalarını mümkün kılan koşulları incelemiştir.
Dedeoğlu (2008), yazısında dört değişik enformel istihdam biçimi saptar;
birincisi kadınların sanayiye yönelik ev eksenli işleri, İkincisi ücredi eviçi hizmeti,
üçüncüsü kırsal kesimde ücretsiz aile işçiliği ve dördüncüsü de kadınların el
işçiliği ile yaptığı üretimdir (aktaran Yaman-Öztürk, 2010). Bu kalemlerin her
birinin Türkiye özgül örneğinde incelendiğinde seyirlerinin formel sektördeki
işgücüne katılım oranlarıyla çok yakın ilişkide oldukları görülür. Türkiye’de
enformel kadın istihdamının 1980’lerden itibaren giderek yaygınlaşması tarımsal
istihdamın gerilemesine, sanayide yeterli istihdam yaratılmamasına, özellikle
daha önce ücretli bir işte çalışmamış kadınların ya ev kadını grubuna katılma
ları veyahut enformel sektördeki işlere razı olmaları ile açıklanmaktadır (Öz-
bay,i994; Başlevent ve Onaran, 2003; Yaman-Öztürk, 2010). Bu alanda çalışan
kadınların özelliklerini ve sorunlarını tartışan bazı çalışmaların (Eraydın, 1998;
Kümbetoğlu, 1992; 1996; Çınar, 1994; Lordoğlu, 1990; Koray, 2002; White,
Geçimlik Emek
Geçimlik emek, geçimlik sektör olarak tanımlanan, genelde ürettiğinin büyük
bir kısmını tüketime ayıran ve küçük bir kısmını piyasaya götüren küçük aile
tarım işletmelerinde sarf edilen emeği kapsar (Aruoba, 1973). Saf geçimlik üre
tim Aruobaya göre sadece kendine yeten, bütün üretimini kendi tüketen ve
birim dışından hiçbir tüketim veya üretim, mal veya hizmeti temin etmeyen
bir üretim biriminin faaliyetidir.
Türkiye’de kadınların geçimlik üretimdeki rolüne ilişkin çalışmalar te
melde kırsal dönüşümün kadınlar üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalardır
(Kandiyoti, 1997b; Özbay, 1979; Sırman, 1990). Bu çalışmalar köyden kente
göçün hızlandığı ve erkeklerin yoğun olarak göç etmesi nedeniyle köylerde
geçimlik meta üretimini kadınların üstlendiğini vurgulamış ve bu olguyu ta
rımın “kadınlaşması” olarak tanımlamıştır. Kandiyoti (1997b, s. 66) göç eden
erkeklerin işsiz kalması durumunda dahi kadınların alıştıkları işleri üstlenmeyi
sürdürdüklerine dikkat çekmektedir ve benzer gözlemlerin yalnızca tarımda
değil halı dokumacılığı yapan, zanaatle uğraşan kadınlar (Berik, 1990) için de
geçerli olduğunu belirtir.
Aruoba (1973), geçimlik üretimi diğer üretim biçimlerinden ayıran en
önemli özelliğin tüketim ve üretim birimlerinin birbirinin içine girmiş olması
ve birbirlerine bağlı bulunması olduğunu söyler. Ayrıca, geçimlik üretim ve
geçimlik yaşama düzeyi ile arasındaki bağa dikkat çeker: geçimlik üretimle
ancak geçimlik bir yaşama düzeyi sağlanabilir. Egemen iktisada göre bu emeği
görünmez yapan, emeğin sarf edildikten sonra meyvesi olan ürünün piyasada
mübadele edilmemesidir. Yine de mübadele edilmemesine rağmen mübadele
edilebilir/ticarileştirilebilir bir ürün tipiyle sonuçlandığı için geçimlik emeğin
üretimi milli gelir muhasebesinde birçok ülkede yer almaktadır. Delphy (1970),
bir köylü ailesinin aynı zamanda hem tüketici hem de üretici olmasından yola
çıkarak geçimlik emeğin, milli gelir muhasebelerinde bir kısmının üretken
(buğday ekilmesi, öğütülmesi, un haline getirilmesi) bir kısmının da üretken-
olmayan diye nitelendirilmesinin (undan aile nihai tüketimi için ekmek yapıl
ması) çelişkili bir tutum olduğunu söyler. Bu durumda ya aile içinde üretilip
tüketilmiş üründe cisimleşen tüm emek üretkendir ya da bu emeğin hiçbir
bölümü üretken değildir kanısına varır. Bir önemli husus da tanım gereği ge
çimlik üretimin Marksist anlamda kapitalizm öncesi bir üretim şekli olduğudur,
iktisadi gelişim hızlandıkça piyasanın varsayılan konumu alması ve üretimin,
emeğinden başka hiçbir mülkiyeti olmayan işçi sınıfı tarafından bir ücret karşılığı
gerçekleştirilmesi öngörülür.7
Delphy (1970), bu son noktaya dikkat çekerek bugün artık ekmek, giysi ve
konserve gibi besin maddelerinin piyasa tarafından üretildiğini ve fırıncıların,
iplik fabrikalarının, konfeksiyon işletmelerinin günümüzde, eskiden kadınların
karşılıksız olarak sunduğu emeği sattıklarını söyler. Sanayileşme veya piyasaya
yönelik yapılan üretim sonucu aile içinde kadın tarafından gerçekleştirilen eviçi
üretim ancak aile çerçevesi dışına çıkıldığında mübadele edilebilir. Delphy ayrıca
sanayileşmeyle birlikte, aile üretiminin ev işi ile sınırlı kaldığını veyahut kadının
buna indirgenmiş karşılıksız üretimine ev işi adı verildiğini söyler.
Kapitalizmin kriz zamanlarında veya IM F ve Dünya Bankası tarafından
gelişmiş ülkelere yapısal uyum programları uygulandığında ortaya çıkan özel
leştirme ve devletin sosyal devlet konumunu kaybetmesi sonucu fakirleşen
ailelerde bu tip üretim yeniden aile-içi üretim haline gelip kadınlar tarafından
yapıldığı, meta-üretim çemberinden uzaklaştığı gözlemlenmiştir. Bu açıdan
kavramsal olarak her ne kadar başka üretim süreçlerine ait olsalar da pratikte
geçimlik emeğin eviçi emekten çok da büyük bir farklılığı yoktur.
7 Lineer bir Marksist anlayışla kapitalizm öncesi bir üretim biçimi diyebileceğimiz geçimlik
sektördeki emek, aslen pratikte kapitalist üretim şekilleriyle birlikte geçiş ekonomile
rinde, gelişmekte olan ekonomilerde ve hatta gelişmiş ekonomilerde görülebilir.
özellikle bakım hizmetlerini diğer tüm emek türlerinden ayıran özgül özellikleri
olduğuna, farklılıkların vurgulanması gerekliliğine dikkat çekmektedir.
Tüm bu eleştirilere kısmen katılmamıza rağmen, nicel olarak saat-zaman
cinsinden karşılıksız emek yükünün belirlenmesinin kadın erkek eşitsizliği ko
nusunda daha önce açığa çıkarılmayan boyutlara dikkat çektiğini belirtmeliyiz.
Floro’nun (1996) da işaret ettiği gibi çalışma saatlerinin belirlenmesi, çalışma
yaşamına dair önemli ipuçları sağlayabilir. Örneğin, çalışma yoğunluğu, çalışma
saatlerinin uzunluğu ve bütün bunların çalışanlar üzerindeki etkilerine, yarattığı
stres, sağlık problemlerine ilişkin göstergeler elde edilmesini sağlar. Ayrıca, öl
çümlerin görece daha ikna edici nitelikte bulgular ortaya koyduğu ve bu alanlarda
karşılıksız emeğin görünür hale gelmesine katkıda bulunduğu da unutulmamalıdır.
Karşılıksız emeğin saat-zaman olarak ölçülebilmesi, zaman kullanım anket
verilerinin toplanmasıyla mümkün olmuştur. Zaman cetvelleri kullanılarak, hane
halkı içerisinde seçilen yetişkin bireylerin gün boyunca ıo ’ar veya 15’er dakikalık
aralıklarla hangi faaliyetleri yerine getirdiği kaydedilir ve karşılıksız emek faali
yetlerine harcanan toplam zaman (hane ve ev bakımı yemek yapma, temizlik,
çocuk bakımı, diğer aile fertlerinin bakımı, gönüllü işler, su taşıma, yakacak temin
etme gibi faaliyetlerin toplamı) hesaplanır. Zaman cetvellerinin büyük ölçekte
hazırlanması ve derlenmesi 1920’lerin ilk yıllarına uzanır. Sovyet ekonomist
Stanislav Strumilin’in Moskova’da sanayi işçilerine uyguladığı anket 24 saat-tam
gün zaman bütçelerinin oluşturulmasını sağlamıştır (Michelson, 2005).8 İzleyen
çalışmalarla, Strumilin ve diğer araştırmacılar, memur, çiftçi ve işsizlerin de zaman
kullanım kalıplarını incelemek amacıyla kapsam dahiline almıştır. Veriler temel
olarak kişisel ihtiyaçlara, çocuk bakımına, eğitim faaliyetlerine, dini faaliyetlere
ve boş zaman faaliyetlerine harcanan zaman bilgisini sunar. Bu liste, günümüzde
kullanılan en geniş faaliyet kategorilerini göz önüne alırsak neredeyse faaliyet
lerin tümünü kapsamaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 1970’lerde
1980’lerde küçük ölçekli yerel düzeyde yapılan anketler 1990’ların sonlarından
itibaren ulusal düzeyde yapılmaya başlanmıştır. Günümüze gelindiğinde gelişmiş
ülkelerin ulusal ve hatta çok uluslu karşılaştırabilir zaman kullanım verileri yanı
sıra birçok gelişmekte olan ülkede de ulusal çapta zaman kullanım anket verile
rine ulaşmak mümkündür. Bu konuda altmışa yakın gelişmekte olan ülkeye ait
zaman kullanım verilerinin kullanılan metot, kapsam ve kavramları açısından
detaylı bir değerlendirilmesi için Hirway’e (2010) başvurulabilir.
Türkiye’de pilot çalışması 1990’ların sonunda yapılan ulusal zaman kullanım
anketi ilk kez 2006 yılında gerçekleştirilmiştir. Anket, hane halkı içerisinde seçilen
bireylerin (15 yaş ve yukarı) bir hafta içi ve bir hafta sonu olmak üzere haftada iki
8 Michelson, 19 20’lerden önce küçük ölçekli bir çalışma ve uygulamanın ilk kez 1913’te
George Bevans tarafından gerçekleştirildiğini belirtir.
gün boyunca ıo’ar dakikalık aralıklarla hangi faaliyetleri yerine getirdiği kayde
dilmiştir. Elde edilen veriler, Türkiye’de karşılıksız emek yükünün düşündürücü
düzeyde orantısız biçimde kadınlar tarafından üstlenildiğini göstermektedir. Bu
gerçek, ev kadınları haricinde, işgücü piyasasında olan ve çalışan kadınların zaman
cetvellerine bakıldığında da açıkça görülmektedir. Türkiye’de çalışan kadınlar hane
halkı ve ev bakımına 4 saat 3 dakika zaman ayırırken erkek çalışanlar yalnızca 43
dakika ayırmaktadır. Batılı bazı ülkelerle karşılaştırıldığında bu fark dört kat daha
fazladır ve yazıda (TÜİK, 2006) sıkça bahsedilen çalışan kadının ikili işyükü savını
(Özbay, 1998; Kasanakoğlu ve Dayıoğlu, 1996; Bolak, 1997) destekler niteliktedir.
Bu veriler yalnızca karşılıksız emeğin önemli bir kısmını oluşturan hane halkı ve
ev bakımına harcanan zamana ait olanlardır. Karşılıksız emeğin içerdiği diğer
çalışma faaliyetleri incelendiğinde yine benzer bulgular elde etmek mümkündür.
Memiş vd (2011) Türkiye’de kadınların toplam çalışma saatlerinin %87 sini
karşılıksız emek faaliyetlerine ayırdığını, buna karşılık erkeklerin ise toplam çalışma
zamanlarını 0/084 oranında ücretli emeğe harcadığını belirlemiştir. Çalışma, bu
geleneksel ve keskin cinsiyet temelli işbölümünü belirleyen etkenleri yaşam dön
güsü analizi gerçekleştirerek incelemiş ve örneğin evliliğin kadın ve erkek üzerinde
ciddi boyutlarda asimetrik etki oluşturduğu sonucuna varmıştır. Evli erkeklerin
karşılıksız emek yükü bekâr dönemlerine oranla 0/038 azalırken kadınların bu
yükü evlilikle birlikte %49 oranında artış göstermektedir. Çalışma, çocuk sahibi
olduklarında erkeklerin kadınların haneiçi yüklerini paylaşmaya başladığına dair
bulgular sunarken, bu paylaşımın yalnızca ilk çocukta gözlemlendiğini de belirt
mektedir. İki ve daha fazla çocuk sahibi olduklarında erkeklerin bu paylaşımının
sona erdiği gözlemlenmektedir. Bu bulgular ışığında Memiş vd (2011), Türkiye’de
kadınların yaşam döngüsü sürecinde “evkadınlaştığı” sonucuna varır.
Karşılıksız emek zamanının kullanım alanı yalnızca kadınların ve erkek
lerin zamanım nasıl harcadıklarına dair bilgilendirme ile sınırlı değildir. Aynı
zamanda elde edilen veriler tüm sosyal bilimcilere, toplumların refah seviyesi ve
toplumu oluşturan tüm bireylerin kadınların, erkeklerin, çocukların, yaşlıların
yaşam standartlarına ilişkin de çıkarımlar yapma olanağı sağlamaktadır. Özelde
de iktisatçılara, zaman verilerinin derlenmesi, burada yalnızca temel birkaçından
bahsedeceğimiz farklı araştırma alanlarında analiz imkânı vermektedir. Bu ko
nuda duyarlılığın sağlanmasında 1970’lerde Birleşmiş Milletlerin (BM) Ulusal
Hesaplar Sistemi’ne getirilen feminist eleştirilerin önemli rol oynamış olduğu
da belirtilmelidir. Bilindiği gibi daha önce ulusal hesaplar sistemi, karşılıksız
çalışma faaliyetlerini, çalışma/iş kavramı kapsamı dışında bırakmaktaydı. 1985
ve 1995 BM , Dünya Kadın Konferansları’nda karşılıksız emeğin ölçülmesini
sağlamayı taahhüt etmiştir. Ancak 1993’te yapılan değişiklerle sadece kendi
tüketimi için üretim faaliyetleri eklenmiş fakat karşılıksız bakım işleri yine
kapsam dışı bırakılmıştır.
Saat-zaman birimiyle ölçülen karşılıksız emeğin piyasa değerinin saptanma
sında temelde i) fırsat maliyeti, ii) yenileme maliyeti ve iii) girdi/çıktı maliyeti
yöntemi olarak üç farklı yöntem kullanılmıştır. Her üç yöntemde de harcanan
zamanın parasal değeri, piyasadan elde edilen farazi değerler kullanılarak hesap
lanır. Fırsat maliyeti yöntemi, bireyin karşılıksız emek yerine piyasada ücretli
olarak çalışmış olsaydı elde edeceği gelir düzeyini bir başka deyişle kaybettiği
gelir miktarını kullanır. Bu yönteme getirilen temel bir eleştiri, bir doktorun
birim saatlik karşılıksız emeğinin değerinin bir temizlik görevlisinin aynı birim
karşılıksız emeğinden daha değerli olduğu sonucunu doğurmasıdır. Yenileme
maliyeti yöntemi, söz konusu karşılıksız emek faaliyetini veya benzerini, piyasada
ücretli olarak yerine getiren çalışanlara yapılan ödemeyi parasal değer olarak
kullanır. Girdi/çıktı yöntemi, karşılıksız emeğin çıktısının değerini üretimde
kullanılan materyallerin, emeğin maliyetinin piyasada bulunan eşdeğer ürünle
rin fiyatlarını girdi maliyeti olarak kullanarak hesaplar. Eldeki veriler karşılıksız
emeğin değerinin çeşitli ülkelerde gayri safı milli hasılanın %20 ila %50’sine
tekabül ettiğini göstermektedir (Antonopoulos, 2008).
Türkiye’de haneiçi üretimin iktisadi değerini ölçmeyi amaçlayan ilk çalışma,
1996 yılında Ankara il sınırları içerisinde yapılan anket verilerine dayanarak bu
üretimin medyan gelire sahip hanelerde gelirin %15’i kadar büyüklükte oldu
ğunu ve bu anlamda hane halkının refah seviyesini önemli biçimde etkilediğini
ortaya koymuştur (Kasnakoğlu vd, 1996). Aynı çalışmanın bulguları arasında
düşük gelirli hanelerde bu rakamın hane halkı gelirinin neredeyse yarısı kadar
yüksek bir seviyede olduğu da bulunmaktadır. Bu sonuç, karşılıksız emeğin,
alt gelir grubundaki haneler açısından önemini bir kez daha vurgulamaktadır.
Kasnakoğlu ve Dayıoğlu (2002) bu kez, 1996 yılında 8 ilde uygulanan pilot
anket verilerini temel almış ve kadının haneiçi üretiminin hane halkı gelir içe
risindeki payını; (i) asgari ücret, (ii) piyasadaki ücret maliyeti ve (iii) çoklu ücret
olarak; üç farklı ücret seviyesini kullanarak hesaplamıştır. Çalışma, kadınların
ürettiği değerin hane geliri içinde sırasıyla %3i, 39 ve %40’lık bir paya sahip
olduğunu ve kadına kıyasla erkeğin haneiçi üretim değerinin ise yalnızca hane
gelirinin %ıo, 13 ve %18’i kadar olduğunu göstermektedir. Kasnakoğlu ve Da-
yıoğlu (2002) ayrıca, haneiçi üretim değerinin gayri safı milli hasıla içerisindeki
payının, kullandıkları üç farklı hesaplama yöntemiyle %34 ile %52 arasında
değiştiğini belirlemiştir. Gündüz (2008) ise ulusal düzeyde ilk defa derlenen
2006 yılı zaman cetvellerini kullanarak haneiçi üretimin hem gayri safi yurt
içi ve hane halkı geliri bakımından büyüklüğünü hem de bu emeğin sektör
bazında ekonomiye katkısını göstermektedir. Daha önceki bulguları destekler
nitelikte Gündüz (2008), haneiçi emeğin Türkiye genelinde üretilen iktisadi
değerin %24’ü ila %45’ine karşılık gelecek büyüklükte bir değer ürettiğini ve bu
üretim içerisinde kadının payının %79 ila 89 arasında değiştiğini belirlemiştir.
Karşılıksız emeğin iktisadi değerini ölçmeyi amaçlayan bu çalışmalar, değerin
yalnızca hane halkının geliri açısından değil, aynı zamanda ulusal hesaplara dahil
edildiği durumda makro büyüklükleri etkilemesi bakımından da ne kadar önemli
olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda bulgular, ekonomik büyüme, üretim,
emek, istihdam gibi iktisadi kavramların yeniden tanımlanması gerektiğinin ve
bu alanda çok temel değişimlere ihtiyaç olduğunun altını çizmektedir.
Zaman cetvelleri enformel, kayıt dışı ekonomiye dair de fikirler vermektedir,
işgücü anket verilerinden farklı olarak bireylerin günlük aktivitelerinin takip
edilebilmesi enformel çalışma biçimlerinde yer alan bireyler hakkında daha
doğru bilgiye sahip olmamızı sağlar. Bunun yanı sıra işsiz, ekonomik olarak “faal
olmayan” bireylere ilişkin de daha detaylı ve doğru verilere ulaşılmasını sağlar.
Örneğin Bahçe ve Memiş (2010) Türkiye’de anketörlere kendilerini ev kadını
olarak bildiren birçok iş arayan kadın olduğunu zaman cetvellerini kullanarak
belirlemiştir. Ayrıca Özbay’ın (1990, s. 150), işgücü istatistiklerinin, kadınların
üretime katılma oranlarını sağlıklı bir biçimde ortaya koyamadığına dair tespitini
destekler nitelikte, iktisaden “faal olmadıkları” varsayılan ev kadınlarının ücretli
emek faaliyetlerine zaman harcadıkları bu veriler sayesinde gözlemlenmiştir.
Karşılıksız emeğin dar anlamda da olsa, ölçülebilir hale gelmesi iktisadi de
ğişimlerin ekonominin piyasalaşmamış meta ekonomisi dışında yer alan bu alan
daki etkilerini inceleyebilme fırsatını da doğurmuştur. Örneğin yazında iktisadi
krizler gibi değişimlerin karşılıksız emek cephesinde ciddi tahribatlara yol açtığını
gösteren araştırmalar, bu alandaki eşitsizliklerin krizlerle birlikte derinleştiğine
dair sonuçları karşılıksız emeğin saat-zaman cinsinden ölçümlerine dayanarak
elde etmiştir. Başka ülke örnekleri üzerine yapılan çalışmalar, kriz dönemlerin
de, ekonominin karşılıksız emeğe dayalı görünmeyen yanının, hanelerin ayakta
kalabilmesini, çalışanların krizin bütün sarsıcı etkilerine rağmen düşük ücretlerle
yaşamlarını sürdürebilmesini sağladığını belirtmektedir. Kriz dönemlerinde ka
dınlar özellikle de yoksul hanelerde yaşayan kadınlar, yaşamlarındaki orantısız
işyükünün daha da arttığının farkına varırlar. Hane bireylerinin işsiz kalması
ve gelirinin azalmasıyla karşılıksız emek yükü de artar, satın alınamayan mal ve
hizmetler çoğunlukla kadınlar tarafından sağlanan karşılıksız emek ile haneiçinde
üretilir (Floro vd, 2009). Ayrıca kriz nedeniyle kamu gelirindeki azalma kamu
hizmetlerine yapılan harcamalara da yansır. Sağlık, eğitim gibi kamusal olarak
sağlanan hizmetlerde kesintiler oluşur ve bu nedenle kadınların haneiçinde sağ
ladığı hizmetler çocukların, yaşlı ve hastaların bakımı gibi sorumlulukları daha
da artar (Seguino, 2009; Antonopoulos ve Memiş, 2009).
Krizlerde bir yanda kadının karşılıksız emek yükünün arttığı gözlemlenirken
diğer yanda hanedeki gelir kaybını telafi etmek amacıyla kadınların işgücüne
katılımlarının da arttığı görülür. Örneğin 2001 krizinde Türkiye’de hanedeki gelir
kaybını telafi etmek için kadınların işgücüne katılım oranı artar (Kızılırmak,
2008). Artan işgücüne katılım oranları ile birlikte ücretli emek zamanının da
artması ne yazık ki kadınların karşılıksız emeğe ayırdıkları zamanın azalması
anlamına gelmez, aksine kadınlar için toplam yükün arttığını, “çifte mesainin”
ortaya çıktığını gösterir. Örneğin, 1997 krizinde Endonezya’da kadınların kar
şılıksız emeğe ayırdıkları zaman %y oranında artarken, erkeklerin karşılıksız
çalışma sürelerindeki artış sadece %i-3 olmuştur (Elson, 2009).
Türkiye’de iktisadi krizlerin karşılıksız emek yükü üzerindeki etkilere ilişkin
ilk çalışma Bahçe ve Memiş (2010) tarafından yapılmıştır. 2008-2009 krizinin
etkilerini inceleyen bu çalışma, kriz sonrasına ait zaman kullanım verilerinin
hazır olmaması nedeniyle yürüttükleri tahminler doğrultusunda, krizin bu
alandaki olası etkilerine dair birtakım ipuçları verir. Kriz döneminde işsizlik
oranındaki artışlar göz önüne alındığında Türkiye’de, kadınların karşılıksız
çalışmaya harcadıkları zamanın %i5 arttığını, erkekler için ise bu artışın sadece
%5 olduğunu göstermektedir. Bu bulgu kadınlar ve erkekler arasındaki açığın
kadınlar aleyhine %i7 genişlemesi anlamına gelmektedir.9
Karşılıksız emek saatlerinin bir başka kullanım alanı makro iktisadi mo-
dellemeler olmuştur. Bu, makro ekonomik politika ve uygulamaların değerlen
dirilmesi açısından önemli bulgular elde edilmesini de mümkün kılmaktadır.
Veriler, yoksullukla mücadele politikalarına dair de çıkarımların yapılabileceği
bulgular ortaya çıkarılmasını, yoksulluk ile karşılıksız emek cephesi arasındaki
ilişkinin incelenebildiği, yoksulluğun yükünü de orantısız biçimde kadınların
üstlendiğini gösteren araştırmaların yapılmasını da sağlamıştır.10 Türkiye’de bu
konu üzerine feminist bakış açısıyla araştırmalar yapılması gereklidir.
Sonuç
Bu çalışmada, Türkiye’de feminist bakış açısıyla karşılıksız emeğe ilişkin iktisat
alanında yapılan incelemelere ağırlık vererek, konuya dair çalışmaların bir
değerlendirmesini sunmaya çalıştık. Az sayıdaki bu çalışmaların en önemli
ortak noktası, her birinin iktisadi yaşamın “gizli” dinamiklerini ortaya çıkara
rak, iktisat alanında bütünlükçü bir yaklaşım sergilemiş olmaları, diyebiliriz.
9 Krizin yalnızca evli hanelerdeki işbölümünü nasıl etkilediği incelendiğinde ise evli
kadınların toplam iş yükünün, sektörel farklılıklar, kır ve kent ayrımları göz önüne
alındığında % 6,4 ila 16,5 arasında değişen oranda arttığı, erkeklerde ise bu oranın
yalnızca % 0,7 ila 1,6 arasında değiştiği belirtilmiştir (Bahçe ve Memiş, 2010). Bu
sonuçlar, kadın aleyhine olan toplam iş yükü açığında ortalama yaklaşık iki katı kadar
bir artış olduğunu göstermektedir. Sonuçlar, krizin görünmeyen emek üzerindeki
etkilerini ortaya çıkararak, bu alanda yarattığı yükün çoğunu kadınların üstlendiğini
vurgulamaktadır.
FERİDE A C A R — YAKIN E R T Ü R K 2
Giriş
Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan beri gelişmekte olan cinsiyet eşitliği rejimi,
soğuk savaş sonrasında uluslararası insan hakları paradigmasının ivme kazanması
ve küresel kadın hareketinin bu paradigmanın dilini ve pratiğini kadına özgü
hak ihlalleri çerçevesinde yeniden tanımlamasıyla daha kapsamlı ve belirleyici
bir nitelik kazanmıştır.
Bu makale, son yıllarda uluslararası düzeyde cinsiyet eşitliği bağlamında
meydana gelen kavramsal, politik, yasal ve kurumsal gelişmeleri gözden geçi
rerek, kadınların insan hakları konusundaki kazanım ve sorunlarını tartışmayı
amaçlamaktadır. Makalede, yükselen insan hakları paradigması ile küresel kadın
hareketinin karşılaşması ve etkileşimi incelenecek; uluslararası düzlemde, çok
taraflı diyaloğun platformu olan Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki kadın
hakları ve kadın erkek eşitliği rejiminde gündeme gelen gelişme ve sorunlara
değinilecektir. Bu bağlamda, özellikle hukuki bağlayıcılığı olan ve günümüzde
186 devletin taraf olduğu BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi (CEDAW) ve kadınların insan hakları söylem ve pratiğinin gelişme
sinde önemli rol oynayan kadınlara yönelik şiddet konusundaki BM standart ve
mekanizmaları üzerinde de yoğunlaşılacaktır. Makalede ayrıca kadınlara yönelik
şiddetle mücadele konusundaki en yeni uluslararası araç olan, bu olgunun
önlenmesi ve ortadan kaldırılmasına yönelik çok yönlü ve hukuken bağlayıcı
hükümler içeren Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bun
1 Bu yazıda dile getirilen bazı çözümleme ve görüşler, yazarların daha önce yayımlanmış
eserlerinde yer almıştır. Kaynakçaya dahil edilmiş olan bu eserler metin içinde sadece
doğrudan alıntı yapılması durumunda belirtilmektedir.
2 Kadın hakları alanında, uluslararası düzlemde yaptığı çalışmalarla da bizlere yön gösterici
olan Sayın Nermin Abadan Unat’a saygılarla...
larla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne de kısaca değinilecektir.3
Son bölümde ise uluslararası kadın hakları ve kadın erkek eşitliği rejiminin bazı
çelişkileri ve sistemin içeriden ve dışarıdan karşılaştığı sorunlar tartışılacaktır.
3 11 M art 201 l ’de Avrupa Konseyi’nde kabul edilerek, 11 Mayıs 201 l ’de İstanbul’da
imzaya açılmış olan bu sözleşmenin resmi Türkçe tercümesi henüz yapılmadığı için
burada kullanılan isim yazarlarca yapılmış tercümeyi yansıtmaktadır. Söz konusu söz
leşme İstanbul’da, Türkiye dahil, on üç devlet tarafından imzalanmıştır. Sözleşmenin
yürürlüğe girebilmesi için en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on devlet tarafından
onaylanması gerekmektedir.
5 İnsan hakları belli bir toplumsal, siyasi ya da coğrafi varlığa üyelik; ırk, din, cinsiyet ile
sınırlı olmayıp bütün insanlar için geçerli değerler sistemidir. Bu nedenle uluslararası
sözleşmelere taraf olan devletlerin yetkilileri, vatandaşları olmayan yabancı, göçmen
ya da sığınmacıların haklarını korumakla da yükümlüdürler. Bu yükümlülüğü yerine
Uzun bir tarihe sahip olan insan hakları kavramının6 günümüz hukukundaki
yeri Birleşmiş Milletler tarafından 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’ne (İHEB) dayanır. Yirminci yüzyılın başlarında yaşanan iki dünya
savaşı ve “holokost” gibi trajedilerin bir daha yaşanmaması ve bağımsızlığa ka
vuşan eski sömürge ülkelerin kalkınmaları için ortak çözüm üretmek amacıyla
kurulan Birleşmiş Milletler bu beyanname ile bütün insanlar için geçerli olan
ortak değer ve ilkeleri belirlemiştir. Daha sonra BM bünyesinde geliştirilen bir
dizi insan hakları sözleşmesi ile İH E B ’de dile getirilen değer ve ilkeler, hukuki
bağlayıcılığı olan sözleşmelerin hükümleri haline dönüştürülmüştür. İşte bu
değer ve ilkeler günümüz insan hakları hukukunun özünü oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, 1966 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilip, 1976’da
yürürlüğe giren ve “ikiz sözleşmeler” diye de adlandırılan, Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ulusla
rarası yasal çerçevenin temel taşlarını oluşturan metinlerdir.
Bu “ ikiz sözleşmeler’le birlikte sayıları bugün dokuza7 çıkmış olan BM
bünyesindeki temel insan hakları sözleşmeleri dünyada giderek ayrışan ve
çeşitlenen insan hakları gündeminin en açık yansımasıdır. İnsan hakları söz
leşmelerine taraf olan devletler, bu sözleşmeler kapsamında ele alınan insan
haklarını güvence altına almayı taahhüt etmektedirler. 1948 yılında İH E B ’nin
kabulüyle etrafında mutabakat sağlanan evrensel değerler çerçevesinde gelişen
6 insan hakları kavramının kökeni ve tarihçesi için bakınız: Arat Kabasakal, 2007; Ishay,
1997; Gemalmaz, 2005; Gülmez, 2009.
7 Bu sözleşmeler Birleşmiş Milletler tarafından kabul ediliş tarihlerine göre; Her Türlü Irk
Ayrımcılığının Yok Edilmesine Dair Uluslararası Sözleşme (CERD ) (1963); Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) (1979); İşkence ve
Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezalara Karşı Uluslararası
Sözleşme (CAT) (1984); Çocuk Hakları Sözleşmesi (CRC) (1989); Tüm Göçmen İşçiler
ve Ailelerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (CM W ) (1990);
Engellilerin Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşme (CRPD ) (2006) ve Kişilerin Zorla
Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’dir (CED ) (2010).
İnsan Hakları Sözleşmeleri’ne taraf olan devletler, sözleşme kapsamında ele alman hakları
güvence altına almayı taahhüt etmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti belirtilen insan hakları
sözleşmelerinin sonuncusu hariç hepsini onaylamıştır ve Türkiye açısından Anayasamızın
90. maddesine göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin
milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
bu insan hakları hukukunun, dönemin egemen kültürel, sosyal ve siyasi güç
leri ve toplumsal realitelerinden etkilendiği bilinmektedir ve kimilerine göre,
ortaya çıkan insan hakları anlayışı ve normlarının da bu etmenleri yansıttığı
düşünülebilir.
11 Kadın hareketi, BM ve kadın hak ve eşitliği rejiminin gelişimi ile ilgili bkz. Ertürk,
2005; Jain, 2005; Snyder, 2006.
13 CEDAW Sözleşmesi ve CEDAW Komitesi’yle ilgili bakınız. Acar, 2005; Acar, 2007;
Schöpp-Schilling ve Flinterman, 2007.
şünsel engel olmadığını göstermiştir. Şöyle ki; bu hakları tanımlayan ana metin
olan Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi dahi,
söz konusu hakları kamu alanı ile sınırlı olarak algıladığından, örneğin çalışma
yaşamına ilişkin haklar ve bunların korunmasına yönelik önlemler dünya ka
dınlarının çoğunluğunun içinde yer aldıkları çalışma ortamlarını, yani ücretsiz
aile işçiliğini ya da eviçi emeğini kapsamamıştır.
Öte yandan insan haklan kuramının evriminde daha sonraları gelişen
“grup hakları” kavramının da özel alanda kadınların ezilmesi, sömürülmesi
gibi olumsuzluklara, “kültürel” ve “dini farklılıklara saygı”, “inanç hürriyetinin
korunması” gibi gerekçelerle, adeta göz yumucu bir yaklaşım geliştirmekte etkili
olduğu bilinmektedir.
Bu gelişme çizgisi göstermektedir kiuluslararası insan hakları rejimi, uzun
süre, kamu alanına ilişkin hakları özel alana ilişkin olanlardan; medeni ve siyasi
alanlardaki hakları, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardaki haklardan; dini,
etnik ya da kültürel grupların bu kimliklerine ilişkin haklarını, kadınların “ay
rımcılığa uğramama hakkı” ndan daha öncelikli olarak değerlendirmiştir.
15 Bu alanda çok yeni gelişen mevzuat ve anlayışın bazı örnekleri için bkz. Acar, 2010b.
“şiddet”i işkence olarak algılamamış,16 insan hakları söylemini en ileri düzlemde
sahiplenen toplum ve kurumlar dahi kadınlara yönelik şiddeti toplumsal cinsiyet
boyutundan soyutlayarak, “aile içi şiddet” , “eviçi şiddet” gibi kavramlar çerçe
vesinde ele almışlardır. Bu bağlamda, konu bir “toplumsal sorun” veya “insan
hakları sorunu” olarak tanımlanmış, “ insan hakları ihlali” olarak ele alınmasına
uzun süre karşı çıkılmıştır.
Nitekim 1979’da BM Genel Kurulunda CEDAW müzakere edilirken, bu
sözleşme hem kamusal hem özel alanda ortaya çıkan kadınların insan hakları
ihlallerini önlemek ve bunlar hakkında gerekli önlemleri almak yükümlülü
ğünü taraf devletlere getirmesine karşın kadınlara yönelik şiddet konusu “özel
bir mesele” olduğu gerekçesi ile17 ve Genel Kurul’da o dönemde var olan siyasi
irade tepkisiyle kabul görmemiştir. Bu eksikliğin giderilmesi için küresel kadın
hareketi bir on yıl daha mücadele vermek zorunda kalmış ve nihayet 1992’de
CEDAW Komitesi 19 no’lu Genel Tavsiyesi ile kadınlara yönelik şiddeti kadınlara
karşı ayrımcılık olarak tanımlayarak, konunun “ayrımcılığa uğramama hakkı”
çerçevesinde ele alınmasının yolunu açmıştır. Aslında CED AW Komitesi’nin
Genel Tavsiyeleri sözleşmenin yorumlanması için araç niteliğinde olan ve taraf
devletler üzerinde hukuken bağlayıcılığı olmayan “esnek hukuk” (sofi law) nite
likli metinlerdir. Ancak, CEDAW Komitesi kadınlara yönelik şiddeti sözleşmenin
birçok maddesi ile doğrudan ilintilendirdiği için bu yaklaşım zaman içerisinde
bütün devletler tarafından kabul görmüş ve kadınlara yönelik şiddet kavramının
CEDAW kapsamında ayrımcılık olarak değerlendirilmesi olağan hale gelmiştir.
CEDAW Komitesi’nin 19 no’lu Genel Tavsiyesi kadınlara yönelik şiddeti,
“kadınlara kadın oldukları için yöneltilen ve/veya kadınları orantısız olarak
etkileyen şiddet” olarak tanımlamıştır. Daha sonra birçok uluslararası belge
de esas alman bu tanım 1993 yılında Viyana’da toplanan BM İnsan Hakları
Konferansı’nda bu defa, kadınlara yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali olarak
hukuki olmasa da resmi nitelikli uluslararası mutabakat belgelerine girmesine
temel oluşturmuştur.
Aynı yıl (1993) BM Genel Kurulu, Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan
Kaldırılmasına Dair Bildirge’yi kabul etmiştir. Bu bildirge, her ne kadar hukuki
bağlayıcılığı olmayan bir belge ise de uluslararası düzeyde kadınlara yönelik şiddet
19 Bu konuda farklı görüşler söz konusudur. Evrensel insan hakları söyleminin eleştirmen
leri uluslararası kadın hareketinin kadınlara yönelik şiddet üzerinde yoğunlaşmasının
kadınları m ağdur olarak gören anlayışı pekiştirdiği görüşündedirler. Örneğin bkz.
Kapur, 2002.
Bu bağlamda diğer çok önemli gelişmeler, Uluslararası Ceza Mahkemesini
kuran 1998 Roma Sözleşmesi’nde çatışmalarda tecavüzün insanlık suçu olarak
kabul edilmesi ve 2000 yılında da BM Güvenlik Konseyi’nin 1325 no’lu Kadınlar,
Barış ve Güvenlik kararıdır.20 2006’da BM Genel Sekreteri kadınlara yönelik
şiddet konusunda kapsamlı bir rapor hazırlayarak bu tür şiddetin yok edilmesi
konusundaki siyasi iradenin güçlenmesi için devletlere çağrıda bulunmuştur. 2010
yılında ise BM İnsan Hakları Konseyi hükümetlere kadın hakları konusunda
yardımcı olması amacıyla beş uzmandan oluşan “Yasa ve Uygulamada Kadınlara
Karşı Ayrımcılığın Yok Edilmesi Çalışma Grubu’nu oluşturmuştur. Çalışmalarına
Mart 2011’de başlayan grubun ilk raporunu 2012’de sunması beklenmektedir.
Sonuç itibariyle, küresel kadın hareketinin BM kurum ve mekanizmalarını
kadın haklarına duyarlı kılacak bir biçimde kullanmış olması, uluslararası ortam
da kapsamlı bir kadın hak ve eşitliği rejiminin oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Bu
bağlamda, Haziran 2010’da BM Genel Kurulu, gene küresel kadın hareketlerinin
ısrarlı çalışmaları sayesinde, “BM Kadınlar” birimini oluşturarak bu rejimin
daha etkin çalışması, ilke ve değerlerin ulusal düzeyde daha etkili uygulanması
ve dünyada kadın haklarını engellemeye devam eden dinamiklerle daha etkili
bir mücadele yürütmek bakımından dünya kadınları için bir umut kaynağıdır.21
20 “Yüksek siyaset” yapmakla yükümlü olan Güvenlik Konseyi’nin kadın konusuyla ilgili
bir karar alması BM içinde cinsiyet eşitliğinin boyutlarını genişletmiş ve uygulamada,
özellikle güvenlik sektöründe cinsiyet duyarlı adımların atılmasını sağlamıştır. Takip
eden yıllarda G K Kadınlar, Barış ve Güvenlik alanında 1820, 1888 ve 1889 no’lu üç
karar daha almıştır.
24 Özel alana müdahaleye temkinli yaklaşan bazı feministler ise bunun demokratik ol
madığı ve insanları düzleştirdiği görüşünü savunmaktadırlar.
sebeplerle, savundukları kadın hakları standardarı ve politikalarında farklılık
lar, bağdaşmazlıklar, uzlaşmazlıklar görülebilmektedir” (Acar, 2011, s. 199). Bu
bağlamda, geçmişte özellikle kadın-erkek eşitliği konularından sorumlu BM
organları olan Kadınların İlerlemesi Konusunda Genel Sekreter Özel Danış
manlığı (OSAGI), Kadınların İlerlemesi Bölümü (DAW), Kadınların Kalkınma
Fonu (UNIFEM) ve Kadınların Güçlenmesi için Araştırma ve Eğitim Kurumu
(INSTRAW) arasındaki kurumsal rekabet ve çekişmelerin bu kurumların ile
tişim içinde ve yapıcı bir biçimde çalışmalarını engellediği durumlar olmuştur.
Bu organların tasfiye edilerek Ocak 2011’de işlerlik kazanan “BM Kadınlar”
bünyesinde yeniden yapılandırılmaları, ileriye yönelik olarak olumlu bir adım
olarak değerlendirilebilir.
Benzer kopukluk hükümetlerarası kurullarda da görülmektedir. Bu bağlam
da, (yakın zamana kadar) Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) bünyesinde
faaliyet gösteren B M ’nin kadın politikalarını oluşturma görevini üstlenmiş,
New York’ta toplanan Kadınların Statüsü Komisyonu ile Cenevre’de toplanan
İnsan Hakları Komisyonu (CHR)25 arasındaki ilişki örnek teşkil etmektedir. Bu
komisyonlar kadın hakları alanında etkili ve sistematik bir işbirliği yapamamış,
hatta İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde oluşturulan Kadınlara Yönelik Şiddet
Özel Raportörü, faaliyetleri konusunda BM Genel Kurulu’nu bilgilendirmekle
yükümlü kılınmış iken aynı yükümlülük kendisine Kadınların Statüsü Komisyonu
açısından verilmemiştir. Böyle bir kurumsal kopukluk, “kadınların güçlenmesi”
ile “insan hakları”nın birbirlerinden bağımsız süreçlermiş gibi kavramsallaştırıl-
dığı anlayışına yol açmıştır. 2004’ten itibaren Raportörün ısrarlı savunuculuğu
sonucunda bu tutarsızlık nihayet giderilmiş ve 2009 yılında Raportör sistematik
olarak Kadınların Statüsü Komisyonu’na da rapor sunmakla görevlendirilmiştir.26
Daha da çarpıcı bir uyumsuzluk, siyasi bir organ olan Kadınların Statüsü
Komisyonunun çalışmalarının, hukuki bağlayıcılığı olan C E D A W Sözleşmesi
ile uyumlu olmadığı durumlarda ortaya çıkmıştır. Örneğin, Komisyon’un
sorumluluğunda 1995’te Pekinde gerçekleşen Dördüncü Kadın Konferansı ve
2000 yılında B M G K ’nin Özel Oturumu Pekin+5’e, CED AW Komitesi’nin
davet edilmemiş olması kadınların insan hakları alanında “yasal çerçeve” ile
“siyasa oluşumu” arasındaki kopukluğa işaret eden bir örnektir (Acar, 2010a).
Pekinde ortaya çıkan ve uygulanması için uluslararası siyasi taahhütler yapılan
25 1946 yılında BM Genel Kurulu tarafından Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) bün
yesinde oluşturulan İnsan Hakları Komisyonu, 15 Mart 2006’da İnsan Hakları Konseyine
(IHK) dönüştürülmüştür. Bu bağlamda üye devletlerin birbirlerinin insan hakları perfor
manslarını denedemek amacıyla Evrensel Periyodik Gözlem mekanizması geliştirilmiştir.
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/.
26 Bkz. BM 2009.
Pekin Eylem Platformunun kadınların insan haklarının “anayasası” niteliğin
deki CED AW ’ın ilkeleri ile çelişen bir belge olmaması ise, büyük ölçüde, kadın
hareketinin Pekindeki aktivizmi ve farklı devletleri temsil eden delegelerin ka
dınların insan haklarının evrensel ilkelerine olan bağlılığı ile mümkün olmuştur.
Kadın haklarını doğrudan denetleyen CEDAW Komitesi ile Kadınlara Yö
nelik Şiddet Özel Raportörü arasındaki ilişki ise tamamen kişilerin inisiyatifine
kalmış biçimde yürümektedir. Raportörün, ülke ziyaretlerinde değerlendirmesini
CEDAW Sözleşmesi çerçevesinde yapması ve ziyaret ettiği ülkelerin CED AW ’a
taraf olmaması durumunda, söz konusu hükümete CED AW ’ı en kısa zamanda
onaylamasını önermesi olağandır. Aynı şekilde CEDAW Komitesi’nin taraf dev
let raporlarının gözden geçirilmeleri sırasında Raportörün ülke raporlarından
yararlanması daima uygulanan bir yöntem olmuştur. Ancak, Komite ve Özel
Raportör arasında doğrudan görüş alışverişini sağlayacak kurumsal, sistematik
ya da yerleşmiş mekanizmalar bulunmamaktadır.
Kurumsal kopukluk ve tutarsızlıklar bir alanda öğrenilen ve geliştirilen
sağduyunun diğer alanlara intikalini zorlaştırmaktadır. Örneğin, kadınlara
yönelik şiddet hâlâ mağduriyetle sınırlı algılanmaktadır. CEDAW Komitesi
şiddeti bir ayrımcılık olarak nitelendirmekte ve taraf devletler için yaptığı de
ğerlendirmelerde (sonuç gözlemleri) kadınlara yönelik şiddetin, kadınların temel
insan haklarının ihlali olduğu görüşünü vurgulamaktadır. Komite bu olgunun
kadınların sosyal ve ekonomik haklarıyla doğrudan ilişkisine de her fırsatta dikkat
çekmektedir. Aynı şekilde, Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına
Dair Bildirge, sorunun asimetrik güç ilişkilerinden kaynaklandığım ve şiddetle
mücadelenin kadınların sosyoekonomik hakları ve güçlenmeleri ile mümkün
olacağını vurgulamaktadır.
Benzer bir biçimde 191 devletin onayı ile kabul edilmiş olan ve çağımızın
en kapsamlı kalkınma hedeflerini dile getiren Milenyum Deklarasyonu (MD)
kalkınmada kadınların rolü konusunda pozitif bir dil kullanmakta ve kadınların
güçlenmesi, kadınlara yönelik şiddetle mücadele ve CEDAW ’ın uygulanması
yönündeki kararlılığı bir kez daha dile getirmektedir. Buna karşın, bir küresel
değerler buluşmasının ifadesi olan M D ’nin somut yol haritası olan Milenyum
Kalkınma Hedefleri (MKH) aynı vizyonu yansıtmamıştır. Kadın erkek eşitliğine
Hedef 3’de yer veren bu yol haritasında kadınlara yönelik şiddet bellibaşlı bir
hedef olarak ele alınmamıştır. Bu belgede kadınların üreme hakları, barış, insan
hakları gibi konulara da temas edilmemiştir. Bu nedenle birçok eleştirmen,
M K H ’de, kadın erkek eşitliğinin sadece bir hedef olarak değil diğer hedeflere
erişilmesinde bir yaklaşım olduğu gerçeğinin göz ardı edildiğini vurgulamıştır.27
üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çekerek, duruma 2015’te sona erecek olan M K H
açısından önem vermişlerdir. Bu konuda bir değerlendirme için bkz. Hayes, 1995.
Bitirirken
Bu makale, kadınların insan haklarına dair uluslararası çerçeveyi ana hatları
ile anlatmayı hedeflemiştir. Görüldüğü üzere, küresel kadın hareketi kadınla
rın sorunlarının yerelden küresele taşınmasında ve bu alandaki eşitsizliklerin
uluslararası siyasaların ve insan hakları hukukunun öznesi haline getirilmesine
öncülük etmiştir. Uluslararası düzlemde kapsamlı bir eşitlik ve haklar rejiminin
oluşması ise, bu değer ve standartların somut yerel gerçeklere uygulanması ile
anlam kazanacaktır.
Öte yandan, kadınların insan hakları alanında evrensel standartların ge
lişmesi ile bunların ulusal düzeyde uygulanması, devletlerin ve hükümetlerin
bu süreçlere etkin katılımı ve mutabakatı ile sağlanabilmektedir. Bu süreç, her
aşamasında, zorlu ve zaman alıcı çabaları gerektirmekte; birçok noktada da
ideolojik, siyasi, sosyolojik, kurumsal ya da özgün engeller içermektedir. Bu
süreçte, bilinçli, istikrarlı ve kararlı siyasi irade ve kadınların bu yöndeki ısrarlı
aktivizmi birbirini besleyecek güçler olmalıdır.
Ulusalüstü düzeyde devletlerin ve sivil toplumun güç birliği ile gelişebilen
ayrımcılık karşıtı ve eşitlikçi evrensel standartlarının yerel düzeyde kadınların
insan haklarının gerçekleşmesi için etkili araçlar olabilmeleri ise uluslararası örgüt
ler, devletler ve kadın kuruluşları arasındaki diyalog ve işbirliği ile mümkündür.
KAYNAKÇA
Acar, F. (2010a) “Kadınların însan Haklarında Ulusalüstü Standartlar ve
Denetim: CEDAW Örneği Bağlamında Bazı Gözlemler,” Türkiye’de Top
lumsal Cinsiyet Çalışmaları, der. H. Durudoğan, F. Gökşen, B. E. Oder ve
D. Yükseker, s. 197-206. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Acar, F. (2010b) “Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele için Yeni bir Avrupa
Konseyi Sözleşmesi: Kapsam ve içerik,” 21. Yüzyılın Eşiğinde Kadınlar.
Değişim ve Güçlenme, der. F. Çoban Döşkaya, s. 161-5. İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi Yayını.
Acar, F. (2010c) “Türkiye’de Kadınların İnsan Hakları: Uluslararası Standartlar,
Hukuk ve Sivil Toplum,” Kadın Hakları: Uluslararası Hukuk ve Uygulama,
der. G. Ayata, S. Eryılmaz Dilek ve B. E. Oder, s. 13-22. İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Acar, F. (2007) “Thoughts on the Committee’s Past, Hopes for Its Future,”
The Circle o f Empowerment, 25 Years o f UN Committee on the Elimination o f
Discrimination Against Women, der. H.B.Schöpp-Schillingve C. Flinterman,
s. 340-5. New York: The Feminist Press.
Acar, F. (2005) “Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination
Against Women,” The Essentials o f Human Rights, der. R.K.M. Smith ve C.
van den Anker, s. 58-61. Londra ve New York: Hodder Arnold.
Acar, F. (2000) “Turkey,” The First CEDAW Impact Study, der. M. McPhedran, s.
203-14. York: York University and the International Women’s Rights Project.
Acar, F. (1998) “Uluslararası İnsan Haklan Söylemi ve Kadınların İnsan Hakla
rı,” Kadınlar ve Gelecek, der. O. Çitçi, s. 23-31. Ankara: TODAIE Yayınları.
Arat, Y. (2001) “Women’s Rights as Human Rights: The Turkish Case,” Human
Rights Review, Ekim-Aralik, s. 27-34
Arat Kabasakal, Z.F. (2007) Human Rights Worldwide, Santa Barbara: ABC-
Clio.
Cartwright, S.R. (2007) “Personal Reflection: Interpreting The Convention,”
The Circle o f Empowerment, 25 Years o f UN Committee on the Elimination
o f Discrimination Against Women, der. H. B., Schöpp-Schilling ve C. Flin
terman, s. 30-5, New York: The Feminist Press.
Charlesworth, H. (2005) “Not Waving but Drowning: Gender Mainstreaming
and Human Rights in the United Nations,” Harvard Human RightsJournal,
Sayı: 18, s. 1-18
Cook, R. (1994) Human Rights o f Women: National and International Perspec
tives, Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
Connors, J. (2005) “United Nations Approaches to Crimes of Honour,” "Ho
nour’: Crimes Paradigms, and Violence against Women, der. L. Welchman ve
S. Hossain, s. 22-41, Londra: Zed Books
Copelon, R. (1994) “Intimate Terror: Understanding Domestic Violence as
Torture,” Human Rights o f Women: National and International Perspectives,
der. R. Cook, s. 116- 152, Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
Ertürk, Y. (2004 ) “Role of Men in Gender Agenda Setting,” Feminist Review.
Cilt: 78 , s. 3-21.
Ertürk, Y. (2006 ) “Turkey’s Modern Paradoxes in Identity Politics, Women’s
Agency and Universal Norms,” Global Feminism: Transnational Womens
Activism, Organizing, and, Human Rights, der. M. Ferree ve A. Tripp, s.
79 - 109, New York: New York University Press.
Ertürk, Y. (2007 ) Intersections Between Culture and Violence Against Women,
Report of the Special Rapporteur on Violence Against Women, its Causes
and Consequences, The Human Rights Council, A/HRC/ 4 /34 .
Ertürk, Y. (2008 a) “Kadın Haklarının Uluslararası Hukuki Çerçevesi,” Sosyoloji
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 1, Bahar, s. 49-71.
Ertürk. Y. (2008 b) “The Due Diligence Standard: What Does It Entail for
Women’s Rights?” Due Diligence and Its application to Protect Womenfrom Vio
lence, der. C. Benninger-Budel, s. 27-46 . Leiden: Martinus Nijhoff Publishers.
Ertürk, Y. (2009 ) Political Economy o f Womens Rights, Report of the Special
Rapporteur on Violence Against Women, its Causes and Consequences,
The Human Rights Council A /H RC/ 11/6 .
Fitzpatrick, J. (1994) “The Use of International Human Rights Norms to
Combat Violence Against Women,” Human Rights o f Women: National
and International Perspectives, der. R.J. Cook, s. 533-4 . Philadelphia, PA:
University of Pennsylvania Press.
Hayes, C. (1995) “Out of the Margins: the M D G s through a CEDAW Lens,”
Gender and Development, Cilt: 13/ 1, s. 67-78 .
Gemalmaz, M.S. (2005 ) Ulusalüstü insan Hakları Hukukunun Genel Teorisine
Giriş, 5. Baskı, İstanbul: Legal Yayıncılık.
Goetz, B.S. (1997) “Who Needs (sex) When You Can Have (gender)? Conf
licting Discourses on Gender at Beijing,” Feminist Review, Cilt: 56 , s. 3 -25 .
Gülmez, M. (2009 ) Insan Hakları ve Avrupa Birliği Hukukunda Ayrımcılığın
Kaldırılması ve Türkiye, Ankara: Belediye İş Yayınları.
Ishay, M .R. (1997) The Human Rights Reader, New York: Routledge.
Jain, D. (2005 ) Women, Development, and the UN, Bloomington: Indiana
University Press.
Kapur, R. (2002) “The Tragedy of Victimization Rhetoric: Resurrecting the
‘Native’ Subject in International/Post-Colonial Feminist Legal Politics,”
Harvard Human Rights Journal, C. 15. Bahar, s. 1-37.
Levy, D. ve N. Szaider (2006 ) “Sovereignty Transformed: a Sociology of Human
Rights,” The British Journal o f Sociology, cilt: 57, sayı: 4 , s. 657-75.
Nash, K. (2000 ) Contemporary Political Sociology: Globalization, Politics and
Power, Malden: Blackwell Publishers.
Neuwirth, J. (2005 ) “Inequality Before the Law: Holding States Accountable
for Sex Discrimination Laws Under the Convention on the Elimination
of all Forms of Discrimination Against Women and Through the Beijing
Platform for Action,” Harvard Human Rights Journal, sayi: 18, s. 19-54 .
Novak, M. (2008 ) Report o f the Special Rapporteur on Torture and Other
Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, the Human Rights
Council, A/H RC/ 7/3 .
Nussbaum, M .C. (2005) “Women’s Bodies: Violence, Security, Capabilities,”
Journal o f Human Development, Cilt: 6, Sayi: 2 , Temmuz, s. 167- 83 .
Reanda, L. (1992) “The Commission on the Status o f Women,” The United
Nations and Human Rights, der. P. Alston s. 265 -302 . Oxford: Clarendon
Reanda, L. (1981) “Human Rights and Women’s Rights: The United Nations
Approach,” Human Rights Quarterly, sayi: 3 : 2 , s. 11-31.
Schopp-Schilling, H.B. (2007 ) “The Nature and Scope of the Convention,”
The Circle o f Empowerment, 25 Years o f UN Committee on the Elimination
of Discrimination Against Women, der. H. B., Schopp-Schilling ve C. Flin-
terman, s. 10-29 , New York: The Feminist Press.
Schopp-Schilling, H.B. (2007a) “The Nature and Mandate of the Committee,”
The Circle o f Empowerment, 25 Years o f UN Committee on the Elimination o f
Discrimination Against Women, der. H.B. Schopp-Schilling ve C. Flinterman,
s. 248 -261, New York: The Feminist Press.
Soysal, Y. (1994) Limits o f Citizenship, Chicago: University of Chicago Press.
Snyder, M. (2006 ) ‘Unlikely Godmother: The U N and the Global Women’s
Movement,” Global Feminism, der. Ferree and Tripp, s. 24 -50 . New York:
New York University Press.
United Nations (2009 ) 15 Years o f the United Nations Special Rapporteur on
Violence Against Women its Causes and Consequences (1994-2009) A Critical
Review, A /H R C / 11/6/Add 5 .
United Nations (2010) The World’s Women 2010: Trends and Statistics, New
York: U N Statistics Division.
Küreselleşen Eşitlik Politikalarına Karşı Küreselleşen Kapitalizm:
"Sol-Feminist" Bir Eleştiri
M ER YEM K O R A Y
Giriş
“ 30 yıldır hükümetler, sivil toplum ve Birleşmiş Milletlerce yürütülen eylemler
uluslararası normatif bir çerçeve üretti; buna göre, kadın haklarının insan hakları
olduğu onaylanmakta ve cinsiyet eşitliğinin insani gelişmenin kritik ve zorunlu
bir bileşeni olduğu kabul görmektedir” (UNDP, 2006, III).
ikinci dalga feminizmle birlikte topluma çok yönlü bir eleştiri yöneltildi
ği ve “toplumsal cinsiyet” [gender] temelinde bir eşitlik isteminin yükseldiği
biliniyor. Bu dönem sonrasında farklı öncüllerden hareket eden farklı feminist
yaklaşımlar ortaya çıkmış olsa da, tartışmaların odak noktasında toplumsal cin
siyet, ataerki, bakım [care] gibi kavramların yer aldığı görülmekte. Bu dönem
sonrasında feminist harekette kadınların mağduriyetleri ya da ezilmişliklerinden
çok, özgürleşme ve güçlenme arayışlarına yönelen, erkeğin ikili (dual) dünyasını
aşmayı amaçlayan bir anlayışın önem kazandığı da söylenebilir.
1960’h, 1970’li yıllarda başlayan bu tartışmaların, uluslararası düzeyde bir
duyarlılığın oluşması ve cinsiyet eşitliği politikalarının biçimlenmesinde etkili
olduğuna da kuşku yok. Bu konuda Birleşmiş Milletler’in (BM) öncü rolü de
tartışılmaz. BM, 1970 sonlarında yürürlüğe koyduğu “toplumsal cinsiyete” dayalı
eşitlik anlayışını esas alan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesinin (CEDAW) bugün 200’e yakın devletin imzaladığı, yani küresel
kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuş bir sözleşme olduğu da bilinmekte.
Cinsiyet eşitliğine dayalı bu küresel kabulün, feminizmin1 ataerkil topluma
4 Kadın emeğiyle ilgili epeyce çalışma var. Yakın tarihli bir çalışma da, kapitalizm, ataerkillik
ve kadın emeği arasındaki ilişkileri irdelemekte. Bkz. Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın
Emeği der. S. Dedeoğlu ve M.Y. Oztürk, Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayını, İstanbul.
yaklaşıldığından söz edilebilir. Ancak kadının istihdama katılım oranının %27’de
kaldığı bir ülkede, tarım dışındaki genel işsizliğin %i5 dolayında olduğunu,
kadınlar arasındaki işsizliğin ise %20’yi geçtiğini de dikkate almak gerekiyor.
Hele, İş Yasası’nda geçici çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi istihdamda esneklik
sağlayan hükümlerle çalışanlar açısından güvencesiz, eğreti işlerin daha kolay
laştırıldığı bilinirken, bu durumda kadınlar için iş yaratılsa da bunun bedelinin
güvensizlik olacağı ortadayken, hangi gelişmeden söz edilebilir? Yeni istihdam
için sosyal güvenlik primlerini kademeli olarak devletin ödemesini öngören
uygulamanın da, kadın istihdamında önemli bir artış getireceğini beklemek
zor. Enformel istihdamın bu kadar yaygın olduğu bir ülkede, bu uygulamadan
yararlanmak için gerçekten yeni istihdam yaratmak yerine eski çalışanlarını yeni
diye göstermek kolay ve mümkün. Bu durumda kaç kadın için yeni istihdam
yaratılabilir ki!
Kadının istihdama katılımı açısından bir şey yapılmazken, çocuk yardımı
adı altında ailelere para ödenmesi yoluna gidilmesi, kadının aile içindeki rolü ve
konumunun değişmeden kalmasının istendiğinin bir işareti olarak da değerlen
dirilebilir. Bu ödemelerin, yoksul aileler için bir anlamı olmadığı söylenemez;
ancak istihdama katılımın güçlendirilmesi yerine yoksulluğu önlemeyen, fakat
acısını biraz dindiren bu yardımlarla, hem aile içinde geleneksel rollerin devamı
nın sağlandığı hem de “yoksulluk kültürünün” yerleşmesi gibi olumsuzlukların
varlığını görmezlikten gelmek de mümkün değil.
Sonuç olarak, ücretli çalışma yaşamına girmek isteyen kadınların çoğu için iş
bulmanın zor, iyi iş bulmanın daha da zor olduğu, iş bulduğunda hak aramaktan
uzak itaatkâr biri olarak kendine yer edindiği, çocuk sahibiyse kazancına ya da
ailesinin desteğine güvenmekten başka yolunun olmadığını biliyoruz. Yapılan
bir araştırma, kadınların %34’ünün çocuk doğunca işi bıraktığını, %30’unun
çocuk bakımında büyükannelerden, %7’sinin büyük kız çocuğundan yardım
aldığını göstermektedir; dışarıdan bakım sağlayanların %7,6’sı bunu piyasadan
sağlarken, kurumsal bakım hizmetinden yararlananların %9 dolayında kaldığı
ortaya konmaktadır (KSGM , 2003, 42).
Tüm bu kadınların kafasında, “feminizmin ne anlam taşıdığı” gibi bir soru
olduğuna da kuşku yok.
6 Bu konuda daha ayrıntılı bir analizi başka bir yazıda yaptım. Bkz. Koray, M . (2011)
“Avrupa Birliği ve Türkiye’de ‘Cinsiyet’ Eşitliği Politikaları: Sol-Feminist bir Eleştiri,”
Çalışma ve Toplum Dergisi, sayı: 2.
7 Örnek olsun diye: İktisat dergisinin 469. sayısında (ocak 2006), “Eşitsizliğin Gölge
sinde Eşit Olmak” başlıklı yazısıyla Berna Güler M üftüoğlu Türkiye’de kadınlar için
neyin değiştiğini sorgularken, Nuray Ergüneş de, kadın hareketini irdeleyen yazısında
“projeciliğin” yakıcılığından söz etmekte.
cinsiyet eşitliğini indirgemeci bir yaklaşım ve dar bir anlayışla ele almayı tercih
ettiklerini söylemek de kaçınılmaz. Tüm bunlar, evcilleşmenin de işaretleri.
Akademik çalışmalar açısından da benzer kaygıların dile getirildiği görül
mekte. Örneğin Ecevit, son yıllarda feminist çalışmaların (toplumsal cinsiyeti
esas alan) sayısında artış olsa da, kadın çalışmaları alanının feminist yaklaşımı
yok sayan ve ana akım kuramları ele alarak ana akım bilgiye “kadınlık” bilgisini
ekleyerek metodolojik sorunun çözüleceğini düşünen, “feminist” bilgiyi kullan
mayan, hatta reddeden çalışmaların işgaline uğradığından söz etmekte (Ecevit,
2010, s. 1-3). Makale ve kitap olarak yayımlanan çalışmalara bakıldığında, bu
saptamadaki haklılık da ortada çıkıyor.
Örneğin Türkiye’de kadın çalışmalarında AB ile kıyaslamalar yapmak
oldukça sık rastlanan bir eğilim; bu kıyaslamalarda AB çevresinde benimsenen
kurum ve mekanizmalar üzerinde durulduğu da söylenebilir. Oysa söz konusu
gelişmeleri ortaya çıkaran tarihsel-toplumsal koşullar var ki, bunları anlama
dan sonuçlarından söz etmek hiç açıklayıcı olmamakta. Öte yandan, orada da
karşılaşılan hayal kırıklıkları ve arkasındaki nedenler var; ve Türkiye’deki femi
nist tartışmalar için, AB çevresindeki uygulamalardan çok, bu uygulamalarda
yaşanan kısıtlamalar ile bunun getirdiği tartışmaların daha fazla şey anlattığını
düşünmek de mümkün.
Öte yandan AKP iktidarıyla birlikte kadını ailedeki rolüyle ele alan geleneksel
yaklaşımlar güç kazandığından, hem oldukça zayıf ve var olmak için kamusal
desteğe ihtiyaç duyan hem de toplumsal değerlere uyum sağlamaya zorlanan
kadın hareketinin bunları aşıp toplumsal cinsiyet eşitliği anlamındaki taleplere
yönelmesinin de, sistem eleştirisine katılmasının da daha zor hale geldiği söy
lenebilir. Muhafazakâr veya Müslüman feministler diye adlandırılan grupların
ortaya çıkmasını ise, feminizmin güçlenmesi olarak yorumlamak mümkün değil.
2000’li yıllarda AKP iktidarıyla birlikte toplumda güç kazanan muhafazakâr
eğilimleri ve eşitlik politikalarının iyice araç haline getirilişini düşünürsek,
yalnız feminist istemler için değil, kadın hareketi açısından da parlak bir gele
cek vaadinin olmadığı söylenebilir. Örneğin, neoliberal politikalar kadın için
ekonomik güçlenme ve sosyal güvence gibi gelişmeleri önlemeye devam eder
ve kadınlar arasındaki eşitsizlikleri büyütürken, kadın hareketinin güçlenmesi
mümkün değil, varlıklarının “yardım” kuruluşu olmaktan öteye gitmesi de zor.
Bunun gibi, kadını ailedeki rolüyle ele alan yaklaşımlar güçlenirken bırakınız
özgürleşme ve güçlenme taleplerini, kadın erkek eşitliği söylemi bile gündemden
kalkabilir. Siyasal iktidardan gelen söylem bunu gösteriyor.
Sonuç olarak, bu koşullarda Türkiye’deki kadın hareketi için feminist talepler
bir yana, kadının temel sorunlarını çözmek adına anlamlı bir yol kat etmek bile
zor görünüyor. Böyle olunca da, ekonomik sistem, siyasal iktidarlar, hatta kadınlar
tarafından indirgenen eşitlik politikalarıyla oyalanmaktan başka yolu yok demek
tir. Ya da güçlüklere karşın, kadın hareketinde bu kısıtlardan kurtulma yollarını
aramaya yönelen bir ivme güç kazanacaktır. Böyle bir ivmenin güç kazanması ise,
bir yandan günümüzdeki feminist söylem ve taleplerle buluşmak, öte yandan bu
ülkedeki koşulları dikkate alan tartışmalar yapmakla mümkün. Özetle, ekonomik
sistemin sınırları, sosyoekonomik koşulların yetersizliği, demokratik gelişmenin
sorunları, hükümetlerin ilgisizliği, muhafazakâr değerlerin gücü ve tabii ki kadınlar
arasındaki farklılıkların büyüklüğü gibi birçok konuyu tartışmaya ve küresel-top-
lumsal gerçekliklerle buluşmaya ihtiyaç var. Burada değindiğim düşünceler ister
paylaşılsın ister eleştirilsin, üzerinde durduğum konuların başında da, Türkiye’de
feminizm açısından çok yönlü tartışmaların gerekliliği gelmekte.
Bu nedenle, yukarıda değindiğim sorun ve yetersizliklerin feminizm için
anlamı ile bunların feminist harekette yol açtığı bazı tartışmalara değinmek de
yararlı görünüyor.
A YTEN A L K A N
1 İstanbul Üniversitesi SBF Sosyal Politikalar yüksek lisans öğrencisi Beste Bal ile Doğuş
Üniversitesi 1İBF Arş. Grv. Özlem Ingün’ün yanı sıra,“Ankarada Vefa diye bir semt
olmasa da Ankara’nın baştan aşağı bir vefa semti olduğu’nu bana her daim anımsatan
kadim dostum Remzi Altunpolat ile Dr. Gökhan Kaya bu metnin içeriğine olağanüstü
katkıda bulundular. Kadir H as Üniversitesi İLEF Öğr. Grv. Melis Oğuz gözden ka
çırdığım önemli kaynakları benimle paylaştı. Bu A rmağanın fikir annesi ve derleyeni
Serpil Sancar’sa yıllardır beni yüreklendirmekten asla yorulmadı. Nerm in Abadan
U nat’tan aldığı eli bana da uzatmış olduğu için çok şanslıyım. Her birinin gösterdiği
dayanışmaya karşı duyduğum şükran bu dipnota sığmayacak denli büyük. Yürüdüğüm
yolda yalnız olmadığımı bu çalışma sırasında bir kez daha anlamış olsam da, şehir
çalışmalarıyla kadın/cinsiyet çalışmaları gibi iki “doğası gereği” disiplinlerarası alanın
buluşma noktalarını değerlendirmeyi denediğim bu metnin kaçınılmaz olarak eksikleri
olacaktır ve kusuru hiç şüphesiz bana aittir.
coğrafyanın birincil çabası, kadınların coğrafyaya içerilmesi, görünür kılınması,
“haritaya yerleştirilmesi” olmuştur (agy. s. 22-3, 43-4). Konu, ancak 1980’lerde
tekil bir ilgi alanı olmaktan çıkıp— şehircilik, coğrafya, kent planlaması, mi
marlık gibi— ilgili disiplinlerin yerleşik bir bileşeni haline gelmiştir. Mesele, salt
kadınlara dair bilgi birikimi oluşturmaktan ibaret kalmayıp kadınları haritaya
yerleştirmenin ötesine geçmiştir; disiplinlerin hâkim bilgi yapılarıyla yöntemle
rinin de soruşturmaya konu edileceğinin ilk habercisi olarak kabul edilen metin
(Monk ve Hanson, 1982) ve lisans düzeyinde okutulmak üzere alanla ilgili ilk
ders kitabı da (W GSG 1984) bu dönemde yayımlanmıştır.
Bu göreli gecikmeyi, ikinci dalga kadın hareketinin mensupları olan ve he
nüz 1970’lerde hayli yüklü bir eleştirel külliyat oluşturmuş bulunan feministlerin
ağırlıklı olarak sanat ya da sosyal bilimler alanlarından gelmiş olmaları ve böylece
“teknik konular” a ilgilerinin sınırlı kalmış olmasıyla ilişkilendirmek mümkün
dür. İlgili bütün disiplinleri kapsayacak biçimde şehirciliğin nasıl olup da sosyal
bilimlerin dışımdaymışçasına veyahut bir teknik meseleler bütünüymüşçesine
konumlandığının yanıtını, Burnett’ın (1973), ilgili literatürde “ilk” olarak anılan
çalışmasında da bulabiliyoruz.1 Toplumsal değişme, kentsel form ve gelişme mo
delleriyle kadının konumu arasındaki ilişkiyi analiz ettiği çalışmasında Burnett’ın
ana akım kentsel gelişme modellerine eleştirisi, bunların yalnızca cinsiyet değişke
nini göz ardı etmeleri değil, aynı zamanda ve daha geniş bir bağlamda toplumsal
değişme sorunsalını analiz etmekteki ilgisizlikleri ve yetersizlikleridir.
Nitekim (kentsel) mekân çalışmalarının 1970’lere kadarki seyrine bakıl
dığında, özellikle coğrafya ile şehir planlaması disiplinlerinde, mutlakçı bir
mekân kavramsallaştırmasının alana hâkim olduğunu görürüz: Nötr, insan
pratiğinden ve toplumsal süreçlerden bağımsız, apolitik ve teknik ya da doğal
bir çözümleme/araştırma nesnesi olarak karşımıza çıkar mekân. Kant’ın, Fizik
sel Coğrafyada. (1802) ancak betimleyici [chorographic] bir disiplin olarak ele
aldığı coğrafyanın, “modern coğrafya disiplininin babası” olarak anılan Hett-
ner tarafından açıklayıcı [chorologic] olarak tercüme edilmesinden, i96o’ların
sonlarına değin, aşağıda değinilecek eleştirel mekân kuramlarınca “mekân
fetişizmi” olarak da ifade edilen “mekânın bilimi” anlayışı neredeyse tekel
konumundadır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren mekân çalışmaları büyük
ölçüde bu netameli yolu izlemiş ve nihayetinde ünlü Alman coğrafyacı Bartels,
“coğrafyanın amacı”nı— tıpkı aydınlanmacı aklın doğa kanunlarını keşif muradı
gibi— “mekânsal kanunların keşfi” olarak formüle etmiştir (akt. Werlen, 1993,
s. 2). Bir başka deyişle, cinsiyet(ler)in açıklanmasında biyolojik indirgemecili-
ğin süregittiği dönem boyunca mekânsal farklılaşmalar da doğalmışçasına ele
2 Burnett’ın çalışmasıyla aşağı yukarı aynı dönemde yayımlanan alanla ilgili diğer bazı
öncü metinler için bkz. Hayford, 1974; Loyd, 1975 veTivers, 1978.
alınmış; tıpkı “kadın sorunu’ndan bahsedildiği gibi “mekânsal sorunlar”dan
bahsedilmiş, “doğal cinsiyet rolleri”nin işlevselci paradigmaya rengini verdiği
bir zeminde mekânsal-işlevsel denge kuramları üretilebilmiştir.3 Feministlerin
mekânsal tartışmalara karşı büyük ancak epey gecikmeli olarak kapanmaya
başlayan mesafesinin ipuçları buradadır.
Yine bu nedenledir ki, doğrudan doğruya şehir hayatına ilişkin ilk sosyo-
psikolojik/kültürel analiz olan ve bugün şehirciliğin klasikleri arasında sayılan,
Simmel’in Metropol ve Zihinsel Yaşamı (1903) Kıta Avrupası’nda çok uzun bir
süre şehircilik çalışmaları içinde değil, sosyoloji ve modernite çalışmaları içinde
değerlendirilmiştir. Öte yandan, Tonnies’ten Spengler’e uzanan Alman sosyoloji
okulunun fazlasıyla etkisinde kalmış olan ve ilk modern şehircilik okuluna ev
sahipliği yapan Chicago Üniversitesi’nde yürütülen, “insan ekolojisi ” olarak da
anılan çalışmalar, kentlerin mekânsal düzenlenme biçiminin toplumsal ilişkilerle
kentsel kültüre etkisini araştırmaya yönelmiştir. Chicago Okulunun işlevselci
yaklaşımı, kentin, “ [H]er biri kentsel yaşam ve ekonominin bütünü içinde özel
bir işleve sahip olan doğal alanlardan oluştuğu ve yine her bir alanın kendine
özgü kurumlar, gruplar ve kişilikleri barındırdığı” varsayımına yaslanıyordu.
Öyle ki, bu çalışmalarla, örneğin, çocuk suçlarına en çok hangi özelliğe sahip
kent bölgelerinde rastlandığı yönünde bir sosyolojik çıkarıma varılabiliyordu
(Burgess ve Bogue, 1964, s. 7). Bugün hâlâ baskın olan ve “tarımsal üretimden
ileri bir üretim düzeyine sahip, bütün ürün yönetim ve denetim işlevlerini
bünyesinde toplayan, nüfus büyüklüğü, yoğunluğu ve heterojenliği, örgütleşme,
işbölümü, uzmanlaşma ve ikincil ilişkilerde artış”la ayırt edilen kent tanımı bu
Okul’un mirasıdır. Belirtmeliyim ki, Türkiye’de özellikle şehir ve bölge planla
ması camiasında, sosyal bilimlerin içinde de modernleşmeci paradigmaya bağlı
şehir çalışmalarında 2000’li yıllarda dahi Chicago Okulunun önermeleri dikkat
çekici ölçüde baskın ve yaygındır. (Bu saptamayla ilgili iki değerlendirme-eleştiri
metni için bkz. Alkan, 2006; Alkan ve Duru, 2007).
Nihayet 1970’lerin ilk yarısında, bu bilançonun içinde dolaştığı kesişme
alanını oluşturan iki alanda, biri şehirciliği de kapsayacak biçimde mekân ve
diğeri de cinsiyet çalışmaları alanında olmak üzere iki keskin dönemeç alınacaktır.
4 İngilizcede space hem uzay hem “mekân” anlamına gelir. Modern bilimlerin ortaya
çıkışından evvel batı felsefesinde mekân üzerine düşünce, space in bu birincil anlamını
takip etmiş, modern bilimlerde mekân tartışması da bu mirası devralmıştır. Etimoloji,
böylece, mekânın toplumsallıktan koparılarak ya da toplumsallığı belirleyen bir “kuvvet”
olarak kavramsallaştırılmasına el vermiştir. Bu nedenle, eleştirel mekân çalışmalarında
hiç değilse başlarda, social space (sosyal/toplumsal mekân) ya da daha somut ve tikel
bağlamlar için pla ce (yer) kavramlarının kullanıldığı görülür. Arapça kökenli “mekân”,
“kâinat” (evren, uzay) ile eş kökenli olmakla beraber, aynı zamanda “var olan, varlık”
anlamlarını taşır. Nitekim “imkân” da aynı kökten gelir. Dolayısıyla, mekânın gerek
tarihsel-toplumsallıkla, gerekse öznelliklerle iç içe kavramsallaştırılabilmesine daha
elverişli bir etimolojik zemin sunar. Dahası, çoğu durum da “yer”in [place] içerdiği
özgüllükleri de bünyesinde taşır.
5 (Kentsel) mekâna yönelik başlıca kuramsal yaklaşımlarda cinsiyet körlüğüne ilişkin bir
değerlendirme için bkz. Alkan, 2005, s. 31-40. Aynı perspektiften planlama disiplinine
ilişkin bir tartışma için bkz. Alkan, 1999; Oğuz, 2007, Oğuz ve Atatimur, 2008. Türkiye
örneğinde bir eleştiri için bkz. Alkan ve Duru, 2007, s. 96-9.
Sonuç olarak, bir yandan feminist eleştirinin kendi içinden filizlendirdiği yeni
kavrayış, diğer yandan da (kentsel) mekânın eleştirel sosyal teorinin önemli
meselelerinden biri haline gelişi, gecikmeli de olsa kayda değer açılımlar sağla
mıştır. Feminist kuramın cinsiyet yüklü sosyo-mekânsal ilişkileri analizi, yukarıda
sayılan öncü çalışmaları takiben çeşitlenerek gelişmiş, çoğullaşmış ve içerdiği
coğrafyalar da genişlemiştir.8
Türkiye:
Ortak Paydayı Bulamayan Sosyoloji, Şehircilik ve Cinsiyet Çalışmaları
8 Hem ilgili disiplinler hem sorunsallaştırılan meseleler hem de coğrafi açıdan bu çeşitliliği
sergileyen bazı örnekler için bkz. Agrest, Conway ve Kanes Weisman, 1996; Ainley, 1998;
Ardener, 1993; Bergeron ve Arbor, 2004; Brydon ve Chant 1993; Chris, Darke ve Yeandle,
1996; Coleman, Danze ve Henderson, 1996; Colomina, 1992; Deutsch, 2000; Deutsche,
1991 ve 1996; Fernandes, 2007; Fernandez ve Angeles, 2009; Garber ve Turner, 1995;
Ghazi-Walid ve Nagel, 2005; Gilbert, 1997; Gosling, 2008; Greed, 1994; Grosz, 1995
ve2001; Hall, 2002; Hanson, 1992 ve 1995; Hirt, 2008; Jacka, 2006; Kanes Weisman,
1992; Lamphere, 2001; Leroux, 2003; Lind, 1997; Marchand ve Sisson Runyan, 2000;
Massey, 1984, 1994 ve 2005; Mackenzie, 1986, 1988, 1989a,b,c; McDowell, 1989,
1 9 9 2 ,1993a,b, 1997,1999 ve 2002; McDowell ve Sharp, 1997; McLeod, 1996;Miranne
ve Young, 2000; Moss ve Al-Hindi, 2008; Nelson ve Seager, 2004; Rendeli, Penner ve
Borden, 2000; Rodriguez, 1994; Rose, 1993a ve b; Spain, 1992; Stimpson vd, 1981;
Timâr, 2007; Valentine, 1993; Wekerle, 1980 ve Wilson, 2001.
akademik çalışma vardırr 1990’lardan çeyrek yüzyıl kadar geriye gittiğimizde,
Kıray’ın kimi sosyolojik incelemelerinde kasaba ve kent yaşamında kadınların
işgücüne katılım oranları ve biçimleri, erkeklerin kadının dışarıda çalışmasına
bakışları, kız çocuklarına karşı davranışlarda ve aile yapısındaki değişim gibi
konularda saptamaları olduğuna rastlarız (Kıray, 1964,1976 ve 1979). Mansur’un
(1972) yanı sıra Türkiye dışından kimi araştırmacılar, özellikle antropologlar
da daha çok kasaba yaşamında kadınlarla ilgili birkaç antropolojik çalışma
yapmış (Aswad, 1974; Benedict, 1974; Fallers ve Fallers, 1976) ya da yaptıkları
çalışmalarda kadınların durumuyla ilgili bilgiler de vermişlerdir (Magnarella,
1974). Bu seyrekliğin, ilk etapta, Türkiye’nin demografik yapısı ve kentleşme
düzeyiyle alakalı olduğu düşünülebilir. Nitekim 1960’larda ancak üç kişiden
biri istatistiki olarak kent kabul edilen yerlerde yaşamaktadır. İlk kez 1980lerin
ortalarında Türkiye’nin kentsel nüfus oranı kırsal nüfus oranının üzerine çıkacak
ve 2010 yılına gelindiğinde, kentsel/kırsal demografik dağılımı cumhuriyetin
ilk yıllarındakinin aşağı yukarı tam tersi bir tablo sunacaktır. Ne var ki, akla
gelen bu ilk olasılık, kırsal kesim eksenli çalışmalarda da benzeri bir seyreklikle
karşılaştığımızda, geçerliliğini kaybeder (krş. Kandiyoti, 1997, s. 25-9).
Bununla beraber, 1950’lerle beraber hız kazanmaya başlayan kırsal çözülme ve
göçe dayalı kentleşme süreci, sosyal bilimcileri bu dönüşümü anlama ve açıklama
çabasına itecektir. Bu çerçevede, Abadan Unat (1968 ve 1979) ile Kandiyoti’nin
(1977) yukarıda sayılan araştırmalarla hemen hemen aynı dönemdeki çalışmaları da
dikkate alındığında, toplumsal değişmeyle kadının statüsü ve rollerindeki değişme
arasındaki ilişkinin bu çalışmaların asgari ortak noktasını oluşturduğunu söylemek
olanaklıdır. Kandiyoti’nin 20 yıl sonra belirteceği üzere, bu öncü çalışmalarda,
“ [K] adının hem ailede hem de toplumdaki genel konumunun geleneksellikten
modernliğe geçişle birlikte evrimleşeceği ve daha eşitlikçi bir düzene varılacağı
sanısı yaygındı(r),” (Kandiyoti, 1997, s. 7). Ayrıca, bahsi geçen çalışmalarda kırsal
ya da kentsel birimler analizin bütünleşik bir unsuru değil, toplumsal değişimin
“sahne”si, bir başka deyişle, ancak “neresi?” sorusuna birer yanıttır. Bu saptama,
Türkiye’nin ilgili bilim alanında üretilenlerle sınırlı olmayıp, aslında genel olarak
ve yakın zamanlara gelene değin, mekânla uğraşan disiplinlerin tıpkı sosyal-körü
olması gibi, sosyal bilimlerin de mekân-körü olmasının bir görünümüdür.
Anımsanacak olursa, Burnett, Anglosakson literatürde “ilk” olarak anılan
çalışmasında ana akım kentsel gelişme modellerini salt cinsiyet değişkenini göz
ardı ettikleri için değil, aynı zamanda ve daha geniş bir bağlamda toplumsal de
ğişme sorunsalını analiz etmede ilgisiz ve yetersiz oldukları için de eleştiriyordu.
Oysa aynı yıllarda Türkiye sosyal bilimler alanı için toplumsal değişme temel
sorunsallardaıi biridir. Cinsiyet değişkenini hesaba katan ve az önce sayılan pek
az sayıdaki araştırmanın sunduğu mekânsal analiz ise, bu kez ancak belli bir
kategorizasyona yarayan bir arka plan sunmaya yetecek kadardır. Abadan Unat
(1968) “ (i) kırsal bölgelerde kadın, (ii) yarı şehirleşmiş veya şehirleşmekte olan
bölgelerde kadın ve (iii) şehirleşmiş bölgelerde kadın” sınıflandırmasını, on
yıl sonra, toplumsal değişmenin daha da karmaşık yapılar ortaya çıkarmasına
paralel olarak ayrıntılandıracak ve “kırsal-geleneksel, değişen kırsal, kasaba,
gecekondu ve kentsel orta sınıf kadınları (meslek sahibi, ev kadını)” olarak ay-
rıştıracaktır. Dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta, ilk kez olarak Abadan
Unat ve Kandiyoti’nin analizleriyle birlikte büyük şehir ve “şehirli kadın” m
sahneye çıkışıdır. Kandiyoti de Abadan Unat’a benzer bir biçimde büyük şehir
(metropol) kadınlarını bir ayrıma tabi tutar ve bu ayrımın, “katı bir katman
laşma kategorisinden çok, karmaşıklık ve çeşitlilik içeren bir olgunun kabaca
sınıflandırılması için uygun bir araç olarak kabul edilme(si)” gereğinin altını
çizmekle beraber, “gecekondu bölgelerindeki kadınlar” ile “eğitimli orta ve üst-
orta sınıf kadınlar’! ayrı ayrı değerlendirir (1997, s. 35 vd).
Bu çok az sayıdaki “cinsiyeti (de) gören” araştırma, siyaset bilimi, sosyoloji ve
antropoloji kökenli bilim insanlarınca üretilmiştir. Bu anlamda, kentsel (mekân)
ile cinsiyetin birlikte ele alınması, Türkiye’de, şehircilik ve ilişkili disiplinlerin
içinden değil, sayılan disiplinlerdeki araştırmacıların marifetiyle olmuştur. Altı
çizilmesi gereken önemli bir saptama, bu gerçekliğin 2011 yılı itibariyle de kayda
değer bir farklılık arz etmiyor oluşudur. Genel olarak, şehircilik ve ilgili disip
linlere baktığımızda “bir konu başlığı olarak dahi kadın/cinsiyet”e rastlamak
çok güçtür. Hele ki 1960lı ve 1970’li yıllar için, cinsiyet değişkenine karşı tam
bir körlük söz konusudur.
“ [S]on dönemde kentsel ve bölgesel gelişme konusunda ortaya çıkan yeni
kuram ve kavramları tartışmak, paradigma kaymalarını belirlemek ve bu alanda
yapılan çalışmalarla sonuçlarını paylaşmak” amacını taşıdığını belirten O D T Ü
Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı (KBAM) kapsamında hazırlanan geniş
kapsamlı bir rapor, 1920’lerden 2000’lerin başlarına kadarki 80 yıllık literatürü
taramıştır: Farklı dönemlerde öne çıkan 31 konu başlığı saptanıp 981 adet ilişkili
görülen yayın bu çerçevede kategorize edilmiştir.9 Raporda yukarıda anılan ça
lışmalardan yalnızca Kıray’ın araştırma ve analizlerine, bu metindekinden başka
bağlamlarda olmak üzere, Abadan Unat’ınsa göç üzerine öncü çalışmalarına yer
verilmektedir. Diğerleri, muhtemelen “disiplin-dışı” görüldüklerinden kaydedil
memişlerdir. Dahası, KBAM raporu, “cinsiyet” anahtar sözcüğüyle taratıldığında
“sıfır”, “kadın” anahtar sözcüğüyle taratıldığında sadece “üç” sonuç karşımıza
çıkar. Öte yandan, bilhassa “kentlerin dönüşen sosyal yapıları ile kente uyum
ve gecekondulular” temaları altında bolca ve yine hemen hepsi modernleşmeci
terimler etrafında örülmüş “aile araştırması”na referans verilmektedir (örn.
10 Bu ifadeyi sevgili Yıldız Ecevit hocam, bir sempozyum dönüşü kendisiyle telefonda
dertleşirken kullanmıştı. 2010 yılında yapılan sempozyumun, “Toplumsal Cinsiyet
ve Kentsel Politikalar” oturum unun kolaylaştırıcılığını yapan, üstelik de iç mekân
tasarımında uzman olan bir kadın akademisyenin analizlerimizden anlayabildiği “cin
siyet ayrımcılığı yaptığımız ve buna ne gerek olduğu?” idi. Üstelik, “erkekler de şiddet
görüyordu.. . ” Söz konusu olan kadın/cinsiyet çalışmaları olduğunda “ihmal ve inkâr”
kaçınılmaz olarak körlüğü ve cehaleti, dahası, inkârın kardeşi olan enteresan bir öfke
ve hırçınlığı beraberinde getirir. Fakat Türkiye bilim camiasında bu körlük ve cehalet,
hâlâ, hicap duyulan bir eksiklik olarak addedilmediği gibi, “rağmen alana dair söz
söyleyebilen” bir akademik ciddiyetsizlik olarak da kendini gösterir.
11 Bakma yöntemlerimiz kadar baktığımız yerlerle ilgili tercihlerin kendisi salt bilimsel
değil, aynı zamanda ideolojiktir (buradaki bağlamda; patriarkaldir/cinsiyetçidir). Araş
tırma gündem(ler)inin, yeniden üretilen akademik/üniversiter kurum, yapı, kural ve
mekanizmaların, teorilerin, gündelik ilişkilerin, müfredatın, vb norm koyucu kaynak
ve yataklarının erkekliği/erilliğine dair bir tartışma için bkz. Alkan, 2008a ve Sancar,
2003. Bedensizleştirilmiş “soyut bilen” kavrayışı, ancak yakın tarihlerde sorgulanmaya
başladı ve böylece “bilen özne”nin bir bedeni olduğunu algılamaya başladık: ayırt
edilmesi çoğunlukla zor olsa da karmaşık bir iktidar ilişkileri matriksine gömülü bir
beden bu. Kültürel, sosyal ve sembolik sermayeleriyle ayrıcalıklanmış bu bedenlerin,
ayrıcalıklarını yitirmeme olanakları, kaçınılmaz olarak statükonun ve Bourdieu’nün
tabiriyle “kabile”yi inşa eden geleneklerin devamından geçiyor.
(Ayrıca bkz. İlbars, 1988).12 Bu iki bilim kadını, Abadan Unat ile Kandiyoti’nin
kategorileştirdiği “gecekondu kadını” m saha araştırmalarıyla derinlemesine
ele alırlar. İlbars; Abadan Unat’ın ve Kıray’ın ilk dönem analizlerinde olduğu
gibi, modernleşmeci paradigmanın önermelerine sıkıca bağlıdır. “Kente uyum,
bütünleş(eme)me, tampon oluşum ve mekanizmalar, kentlileş(eme)me, kente
özgü değer, tutum, davranış ve alışkanlıklar, marjinal sektör, aile yapılarındaki
dönüşüm, vb gibi, ” bu paradigmanın başlıca kavram setini oluşturur. Bu pa
radigmanın yönlendirdiği doğrultudan şehir düzeninde bir çatlak oluşturan
yerleşimler13 ve buralarda yaşayan, evrimci-ilerlemeci perspektif açısından ta
biri caizse “anomali” göstergesi ya da daha yumuşak bir ifadeyle zaman içinde
modernleşmesi, kentlileşmesi ve böylece ezilmişlikten kurtulup özgürleşmesi
beklenen nüfus grubu, yani kadınlar, kaçınılmaz olarak “problemli” bir alan
oluşturacak ve akademik ilgi odağı olacaktır.
İlbars (1988) 1970’lerin sonlarında yaptığı araştırmasına yaslanarak, Türkiye
için göreli erken bir dönemde ve dikkat çekici biçimde “kadınların yüklendik
leri çift mesai, ataerki ” gibi feminist teori için temel bazı kavramları işe koşup
cinsiyete dayalı farklı sosyalleşme süreçlerinin etkilerine dikkat çekse de (agy.
s. 26-7) kırsal/kentsel ile geleneksel/modern cinsiyet rolleri gibi dikotomiler
analizinin temel parametrelerini oluşturur. Bu analizde, gecekondu yerleşimleri
de gecekondu yerleşimlerinde yaşayan kadınlarla erkeklerin statü, rol, değer ve
alışkanlık farklılaşmaları da bir “geçiş aşaması nın işaretleridir:
12 Şenyapılı’nın 1980’lerin başlarına kadar yayımlanmış diğer çalışmaları için bkz. 1976,
1978, 1979b, 1982 ve 1983. KBA M raporunda referans verilen ikinci çalışmaysa,
bunlardan bir on yıl sonradır (Onat, 1993).
13 Şenyapılı’mn 1978 tarihli Bütünleşmemiş Kentli Nüfus Sorunu ile T M M O B ’un 1979
tarihli Düzenin B ir Açığı: Gecekondu başlıklı çalışmaları, gecekondu ve gecekonduda
yaşayan topluluklara nasıl bakıldığını da özetler gibidir. Ayrıca bkz. Kıray,1973.
“sınıfsal çerçeve dışında, bağımsız bir olgu olarak” işlenemeyeceğinin altını çizer.
Hemen ardından, aslında mevcut haliyle sınıf kavramsallaştırmasının, çoğu du
rumda kadınların emek ve yaşam süreçleri ile statüleri söz konusu olduğunda,
bu kez kavramsal düzeyde de bir “bağımlı tanımlanma” hali yarattığını yine
Şenyapılı’nın satırlarından— kendisinin niyeti açık ki bu olmasa da— okuruz:
15 Mackintosh, 1984, s 8-11; Pearson, Whitehead ve Young, 1984, s. ix. Ayrıca bkz.
Balta, 2009a, b ve özellikle de Acar Savran, 2004 içinde, ‘Kadınların Emeğini Gö
rünür Kılmak: Marx’tan Delphy’ye Bir Ufuk Taram ası.’’ Türkiye’de kadın emeğinin
son dönemde çizdiği panoramayı kapitalizm ve ataerki bağlamında inceleyen, kadın
iddiasındaki güncel literatürün hemen hemen tamamı bu literatürden bihaber
olma ve böylece cinsiyet kategorisini ya tümden ihmal etme, ya “sınıfsal olan” a
indirgeme (örn. Akgün ve Türkmen, 2009), ya kültürel alana yani “üstyapı”ya
havale etme, ya da ampirik çıkarımların kendisinde temelden bir kusur oluş
turmayacak eklenebilir-çıkarılabilir bir “ek” olarak görme mistifıkasyonuyla
malul kılmaktadır. Bu özrün çok yakın zamanlı bir görünümü “eksik kaldığı
için özür dilemek”tir (örn. Şen ve Doğan, 2010, s. 7). Bu anlamda, Şenyapılı’nm
yaklaşımını, dönemine göre ileri(ci) görmek gerekir. Öte yandan, “etnisite, sınıf,
cinsiyet” gibi farklı kategorileri teoride ve/ya da siyasal harekette birbirine karşıt,
ket vuran ve/ya da birbirini dışlayan parametreler olarak ele almak ve bu anlamda
toplumsal bütünlüğü tam da modernleşmeci paradigmaya denk düşecek biçimde
kompartımanlar içinde anlamaya çalışmaktansa, birbirini kuran, besleyen, kimi
zaman da çelişkiler oluşturan kavram setleri olarak işe koşan— az sayıda da olsa
çok verimli— yakın zamanlı çalışmalar olduğunu görmek, sosyal bilimler adına
sevindiricidir (örn. Bayraktar, 2011; Bora, 2005; Ekin Erkan, 2006; Göral, 2010
ve 2011; Özuğurlu, 2005 ve Uçan Çubukçu, 20x1).
Bu uzun parantezin ardından, K BA M raporunun “kadın” anahtar söz
cüğüyle taratıldığında karşımıza çıkardığı üçüncü kesit, oldukça ironik bir
bağlama yerleşir: “Yetersizlikler, Eksikler ve Gereksinimler” başlığı (agy. s. 48-
51) altında; “Gecekondu alanlarında dönüşüm, gecekondu alanlarının değişen
sosyal yapıları üzerine bazı araştırmalar olmasına karşılık bu araştırmaların ölçeği
Türkiye’nin gelecekte karşı karşıya kalacağı sorunların tümünü tanımlamakta
yetersiz kalmaktadır. Öte yandan dönüşen alanlarla birlikte dönüşemeyen [...]
alanlardaki kadın, çocuk ve etnik grupların sorunlarının ayrıntıları ile araştırılması
gereklidir. Yoksulluğun yoğun yaşandığı bu alanların kentle farklı açılardan nasıl
bütünleşebileceği sorusuna yanıt aranması” gereğinin altı çizilmektedir (agy. s.
50) [vurgu bana ait] .
“Kadın sorunları” fetişizminden ya da liberal “kadın hakları” argümanın
dan kurtulamaması bir yana, bu (ve benzeri) formülasyonlarda feminist teori
açısından en az iki sorun baş gösterir: Birincisi, “kurtulmuş-ezilen kadınlar”
ikiliğidir. Söz konusu ikilik, aslında cinsiyete dayalı özgül toplumsal eşitsizlikle
rin mevzubahis olmadığı varsayımını üstü örtülü olarak bünyesinde barındırır:
Mevcut eşitsizlikler (ya da “sorunlar”) sınıfsal, bölgesel, ekonomik vb ayrımlardan
kaynaklanır. İkincisi, cinsiyetçiliğin girift işleyiş mekanizmalarından biri olan,
kadınların sorunlu özne durumunda görülmesidir. Bu mekanizmayla “kadın kate
gorisi” çocuklar ve “etnik gruplar ”ın yanı sıra yaşlılar, hastalar, gençler, bedensel
engelliler gibi toplumsal açıdan dezavantajlı diğer nüfus kümeleriyle birlikte ele
16 Benzeri bir sınıflandırma, Alkan ve Tokman, 2 0 0 6 ’nm yanı sıra, aşağı yukarı son 10
yıldır düzenlenen birçok sosyal bilimler sempozyumu ile kimi derleme kitapların or
ganizasyonuna hâkimdir.
17 örn. Bayraktar, 2011; Baysu, 2002; Bolak, 1997; Bora, 2007; D. Çelik, 2009; Erman,
1996; 1997, 1998 ve 2001; Erman, Kalaycıoğlu ve Rittersberger-Tılıç 2002; Erman
ve Türkyılmaz, 2008; Güneş Ayata, 1998 ve 2001; îlkkaracan ve İlkkaracan, 1998;
Özuğurlu, 2005; Uçan Çubukçu, 2011; Wedel, 1996 ve 2001.
18 Örn. Ayata ve Güneş Ayata, 1996a; Barut, 2001; D . Çelik, 2009; Demirler, 2007; De
mirler ve Eşsiz, 2008; Ekin-Erkan, 2006; Gambetti, 2005; Göral, 2011; Güney, 2009;
H Ü N E E , 2006; Mengünoğul, 2006; Secor, 2004; Üstündağ, 2004 ve Wedel, 2005.
tartışmalar, toplumsal cinsiyet ile mekânın birlikte kuramsallaştırılmasında
temel bir momenttir (Alkan, 2000; Cooper, 1997, s. 196). Üretimle yeniden
üretimin parçalanması ve hanenin ekonomik üretim birimi olmaktan çıkması,
kamusal-özel ayrımının bir yarılma haline gelerek modern formunu kazan
masının temelinde yatan nesnel-tarihsel gelişmelerdir. Birincil olan, bir erkek
kardeşlik etrafında şekillenen “kamusaTdır. ikincil olan, ayrıştırılması gereken
de tek tek erkeklerin kişisel egemenlik alanları: kadın ve çocuklar. Bu kişisel
egemenlik alanları; kentte mekânsal olarak, modern hukukta evlilik sözleşmesi
başta olmak üzere medeni hukuk düzenlemeleriyle ifadesini bulmuştur. Birçok
feminist teorisyen, bu karşıtlığın, modern kapitalist toplumların temelinde olup
fiziksel mekân düzleminde de kent planlaması ve tasarım kararlarıyla güçlen
dirildiğini ortaya koyar.19
Öte yandan bu bölünme; kadınların tabi konumunun bir açıklaması ol
manın ötesinde, bu konumu yeniden üreten— eril bilimsel terminolojiyle de
beslenen— cinsiyetçi ideolojinin bir parçası olarak ikili rol oynar. Bu nedenle;
Smith, Ricardo, dahası nüfus analizine duyduğu ilgiye karşın Malthus’un, li
beralizmin ekonomi-politiğini oluştururken, cinsiyetler açısından nötr olduğu
varsayılan bir piyasada rasyonel ve rekabetçi etkinliklerde bulunan, “ekonomik
adam”ı çevrime almakla yetinmeleri; Marx’ın toplumsal iktidar analizini piyasa
ilişkilerine genişletmekle birlikte özel alanın iktidar ilişkilerini içermediği ve bu
nedenle ekonomi-politiğinin olamayacağı yönündeki liberal varsayımı dışarıda
bırakmasından 1970’lerde başlayan feminist eleştirilere değin geçen uzun dö
nemde kadınlar, onların etkinlikleri ve alanları, en basit anlatımıyla, yoktur.
Şehir çalışmalarında da özel alan göz ardı edilerek, içeride olup bitenler, tekil
yapıların içinde süregiden ilişkiler ilgi alanının dışında bırakılmıştır (Alkan,
2011a ve b). Evin kapısının önüne gelindiğinde eril şehirciliğin de görevi sona
erer ve eviçi işbölümü, buradaki üretici ve yeniden üretici faaliyetler, aile içindeki
güç ve iktidar ilişkileri göz ardı edilir (McDowell, 1989, s. 138-42). Bu tür bir
suskunluk, kent tarihinin yazılması başta olmak üzere, şehir çalışmalarının ait
olduğu türlü disiplinlere egemendir. Merkezi önemdeki bu ikilik veri alınarak
yapılan çözümlemelerse, kentsel kamusallığın ne ölçüde kadınların etkinlikleri
ve özel alandaki ilişkilere yaslanarak yapılandırıldığını gözlerden uzak tutmanın
yanı sıra, özel alanın kamusal alandaki ilişki ve eylemlerle ne ölçüde dönüştü
rülebileceğini de sorgulamaz (Staeheli ve Clarke, 1995, s. 7).
Küresel olarak 1970’lerin ortalarından bu yana süren hızlı endüstriyel,
iletişimsel, bilişimsel ve kentsel yeniden yapılanma süreciyle birlikte ortaya
çıkan değişiklikler, bahsedilen geleneksel karşıtlıkların geçerliliğini bir kez
19 Örn. bkz. Bailey, 2000, s. 53; Greed, 1994, s. 106-55; Knopp, 1992, s. 658-66; M ac
kenzie, 1989a, s. 46-57; McDowell, 1989, s. 142-7; Rose, 1993a, s. 117-8 ve 127-31.
daha sarsmıştır; çünkü söz konusu değişiklikler, hane yaşamını ve hane içinde
olup bitenleri de önemli ölçüde etkilemiştir. “Ekonomi/ üretim dışı özel alan-
ekonomik/üretime dayalı kamusal alan ayrımı”nın sorgulanması ise tam da bu
gibi sorulara eğilerek, ekonomik yapıyla kentlerde dönüşüm içindeki mekânsal
ayrışmanın birbirinden bağımsız olarak açıklanamayacağı gibi, toplumsal cinsiyet
ilişkileri dikkate alınmaksızın da kavranamayacağını açığa çıkarır.
Öte yandan; ev işinin maddi temeli ve genel olarak emek süreçleri çerçeve
sinde yapılan analiz de kentsel yaşamda cinsler arası eşitsizlikle yüzleşmede ve
cinsiyet-yüklü sosyo-mekânsal süreçleri açıklamada yeterli değildir (Ackelsberg,
1984, s. 250). Daha geniş bir çerçevede, eviçi emek ve ilişkilerin (örn. Özkaplan,
2009) yanı sıra;
20 Feminist literatürdeki “ev ve kadın” çeşitlemelerinin kapsamlı bir dökümü için bkz.
Kılıçkıran, 2010; ayrıca Noyan, 2003 ve Amargi, sayı: 18. Antik toplumlarda ev inşasıyla
yapılaşmada kadın gövdesine öykünülmesinin ve kültür tarihinde kadının yapı geleneğini
başlatmasının arkeolojisini kaleme alan ilginç bir metin için bkz. Cıbıroğlu, 2004.
yeniden örgütlenişinin mekânsal izdüşümleri ekseninde okur. Nitekim özel-ka-
musal yarılmasına dair liberal formülasyon da ailenin (dolayısıyla eviçi’nin) mü
dahale edilmeyen bir özel alan konusu olmayıp aynı zamanda “milli politika”nın
konusu haline gelmesiyle çöker. “İdeal Türk kadını”nm yanı sıra “ideal Türk
evi”, bu politikayla ilişkilenir ve konut mekânında da ifadesini bulur.21
“Ev” minvalinde, son olarak, “ev kızı” gibi gayet özgün bir kategori üretmiş
bu kültürel coğrafyada, gerek gençlik araştırmaları gerek şehir çalışmaları ge
rekse daha genel anlamda sosyolojik araştırmalar içinde söz konusu kategorinin
görünmezliğini ancak birkaç çalışmanın kırdığını belirtmek isterim. Lüküslü ve
Çelik, (2008) söz konusu kategoriyi, “ ...yetişkin olmak için evlenmeyi bekle
yen, [...] aslında bir anlamda hiç ‘genç’ olamadan yetişkin olmayı bekleyen bir
kategori ” olarak tanımlarlar (agy. s. 101) ve özellikle gecekondu mahallelerinde
gençliğin sadece “erkeklere özgü bir hak’’ olarak görüldüğüne dikkat çekerler.22
Özetle, gerek cinsiyet ilişkileri gerekse cinsiyete dayalı kurgular, “sosyo-
mekânsal örüntü ve süreçler” ile “kentsel yaşam ve kentselliğin” en önemli so
runsalları arasındadır. Zira kendisinin de bir parçası olduğu tarihsel-toplumsallığı
boydan boya keser ve o bağlamca (yeniden) üretilir. Yine, Garber ve Turner’ın
işaret ettiği gibi (1995, s. x-xi) toplumsal cinsiyet ilişkilerinin, yapısal süreklilik
kazanmış boyutlarının varlığını kabul ettiğimizde, cinsiyete dayalı asimetrik
ilişkilerle etkileşim içinde bulunan, dahası iç içe geçmiş olan yapıları anlamamız
gerekir. Emek, iktidar, otorite, kurumlar gibi bunlardan ayrı düşünülemeyecek
olan mekânın örgütlenmesi de bu bağlamda incelenebilecek boyutlardır. Dolayı
sıyla; üretim, tüketim ve dağıtımın örgütlenmesinden uzmanlaşma, işbölümü ve
ekonomik kalkınmaya, aile yaşamıyla ilgili kamusal politikalar ile kamusal-özel
ayrımı ve bu ayrımı veri alan ya da dönüştüren düzenlemelerden kentsel toprak
kullanımı ve toprağın bölümlenmesine, kentsel hizmetlerden toplumsal etkile
şim ve denetime, demokratik politikaların düzenlenişinden farklı öznelliklerin
inşa süreçlerine değin geniş bir alanın kapsadıkları, aynı zamanda kentseldir ve
kaçınılmaz olarak toplumsal cinsiyet ilişkileriyle iç içedir.
Temel önemde gördüğüm ve ilgili akademik birikimin bir kısmını da
çerçevelendirmeye gayret ettiğim yukarıdaki kişisel saptama, değerlendirme ve
21 Akgökçe, 1996, böl. 3.4.2 vd; Baydar, 2002; Bozdoğan, 2002, s. 95-104; ince Güney,
2009; Özgüven, 2010 ve Navaro-Yaşın, 2000. Ayrıca; Ankara, modernleşme, cinsiyet
kimliklerinin ve şehirle kurulan ilişkinin dönüşüm evreleri ekseninde bir çalışma için
bkz. Tarhan, 2006. Ankara’yı modernleşme öncesinden alan, “unutmak/anımsamak/
hafıza” kilit kavramlarıyla kadınların kendileriyle, şehirle, modernleşmeyle ve tarihle
ilişkilerinin uyumluluk/uyumsuzluklarını takip eden bir çalışma içinse bkz. Akşit, 2001.
22 Yine, bkz. Yumul, 2002 ve Bolak Boratav, 2002. Ayrıca, İstanbul’da üniversite öğren
ciliğini sürdüren genç kadınların “mekânsal ve kültürel haritaları”na dair özgün bir
çalışma için bkz. Özbek, 1998.
soru işaretlerinin ardından, metnin geri kalanını kentselliğin bu farklı boyutları/
bileşenleri/temalarından bazıları etrafında 1990’larda ve 2000’li yıllarda yapıl
mış çalışmaların dökümüne ayıracağım. Belirtmeliyim ki bu döküm eksiksiz
olmayacak, zira bir yandan kentsel-mekânsal süreçler, diğer yandan da toplumsal
cinsiyet ilişkileriyle ilintilendirilemeyecek bir alan, aslında yoktur. Modernizmin
ve modernleşmeci düşüncenin, yapay/eğreti kompartımanlarının eleştirisi, karşı
mıza, aynı zamanda zenginlik olarak da okunabilecek, böylesi bir güçlük çıkardı!
Konut
Konutun, sosyoekonomik, kültürel, politik işlev ve anlamlarındaki çoğulluğu ser
gileyen cömert ve çok çeşitli meşreplerden beslenen bir literatür mevcut: Konutun,
her şeyden önce ve en arkaik anlamıyla insanların barınmasına, dışarının istenmeyen
etkilerinden korunmasına hizmet eden bir işlevi olduğunu, kapitalist toplumlarda
toprakla birlikte metalaşıp üretim ve tüketim malı niteliği kazandığını, durgunluk
zamanlarında ekonomiyi canlandıracak bir araç olarak devreye sokulduğunu, kişi
ya da hane halkı düzeyinde yatırım ve sosyal güvence işlevi taşıdığını vb bu literatür
anlatır bize. Konut, bütün tabakalaşmış toplumlarda statü göstergesi olmakla kal
maz, ürünü olduğu kültürü de kapsayan toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminde
kritik bir yer de işgal eder. Konuta ilişkin süreçlerin, birbiriyle çatışan ve kısmen,
arızi ve/ya da geçici olarak da olsa uzlaşan çıkarların konusu olduğu, dolayısıyla çok
taraflı, çok failli bir evreni tanımladığı da meseleyle ilgilenen herkesin malumu. Bu
nedenle Beyer (1958, s. 2) “ [K]onuta ilişkin süreçleri kavramak, aynı zamanda pek
çok başka şeyi anlamak demektir,” der. Ne var ki, malum olanın asimetrik cinsiyet
ilişkileri ekseninden okunduğu çalışmalara ancak 1990larla birlikte rastlıyoruz.
Beyer’ın işaret ettiği “süreçlerin ve “pek çok başka şeyin bu asimetri prizmasından
nasıl kırıldığını bu takribi on eş yıllık çalışmalar gösteriyor bize.
Söz konusu çalışmaların bir bölümü, geleneksel evleri ve kadınların eviçi
rollerini merkezine alan, “kültüralist” ve “etnografık” denebilecek bir bağlama
yerleşir (Baran ve Yıldırım, 2005; Dalkılıç ve Halifeoğlu, 2005; Halifeoğlu ve
Dalkılıç, 2005; Kejanlı, 2005).
Öte yandan, Erdoğdu Erkaslan (2004) konut tasarımının cinsiyetler arası
bir mücadele alanı olarak da okunmasını önerir. Modern konut tasarımında
cinsiyet rollerinin temsili, Erdoğdu Erkaslan’a göre, eski zamanlardan bu ya
na fiziksel yapılı çevreye sızmış rasyonel/irrasyonel dikotomisi çerçevesinde
analiz edilebilecek bir fenomendir. Domestik ve kamusal alanların ziyadesiyle
cinsiyetlenmiş bir surette ayrıştırılmasıyla kadınların “erkek-yapımı çevre”de
marjinalizasyonuna odaklanan yazar, mimari ürünlerin hem kullanıcıları hem
de tasarımcıları olarak kadınların kuşaklar boyunca asimetrik güç ilişkilerin
den muzdarip olduklarının altını çizer. Eviçi ve ev işinin modern mimarlıkla
beraber “otomasyonu” , yazara göre, kadınların kamusal alana erişimlerini ola
naklı kılan etmenlerden biri olmakla beraber, ironik bir biçimde, ev içindeki
“hegemonya”larını da zedeleyen bir etkiye sahiptir.
Özbay (1996) ise, modernleşme sürecine koşut olarak, “mekânda cinsiyet
ayrımı: harem ve selamlık, ev emeğindeki farklılaşma ve görünürlük, mekânda
cinsiyet ayrımının kalkması: misafir odaları, apartmanlaşma, salonların gündelik
kullanıma açılması ve mutfaklardaki değişim ve işbölümü”nün izlerini sürmek
suretiyle, Türkiye’de kamusal’ın özel olduğu bir mekân kullanımından, özel ve
kamusal alanın ayrıştığı ve takibinde, özel’in kamuya açıldığı bir mekân kulla
nımına geçişi gözleme imkânını sunar. (Ayrıca bkz. Ayata, 1985). Modernleşme
sürecindeki karmaşık dinamizmlerin Türkiye konut kültüründeki sosyo-mekânsal
değişmelere yansımasını açıklamaya çalışan bir başka araştırmacı İnce Güneydir
(2009). 1920’lerden 1990’ların sonuna kadarki dönemi inceleyen çalışmasında ya
zar, Ankara’daki değişimleri ülke genelindeki değişimlere model olarak kabul eder.
Yirminci yüzyıl Ankara apartman dairelerinin mekânsal organizasyonunda yaklaşık
80 yıl boyunca yaşanan değişimler üzerinden cinsiyet rol ve ilişkilerinin yanı sıra,
hane içi mahremiyet algılarındaki dönüşümlere de bakan İnce Güney, apartman
konutlarının gerek tasarım gerekse kullanımlarındaki değişimlerin, sosyokültürel
değişimin izlerini sürmede ne gibi referanslar oluşturabileceğine dair de bir fikir verir.
Ayata ve Güneş-Ayata, (1996b) farklı komşuluk çevrelerinde oluşan sosyal
sınıf ve statü grubu kümelenmelerini, bu kümelerin yansıttığı kültürü ve konut
kullanımını inceledikleri araştırmalarında, cinsiyet gruplarının da konut çevre
siyle ilgilerini karşılaştırmalı olarak tartışırlar. Ankara’nın kentsel alanlarından
yararlanma düzeyinden kültür tüketimine, çocuk yetiştirme tarzlarından konut
kullanım biçimlerine, komşuluk örüntülerinin niteliğinden çevre bilincine kadar
uzanan birçok değişkenle alakalı düşünce, tutum ve davranışın, farklı komşuluk
çevrelerinde yaşayan toplumsal sınıf ve tabakaların özellikleri kadar cinsiyetler açı
sından da farklılaştığı görülür. Aile içi ilişkilerin otoriter ve ataerkil niteliği, bütün
sosyal gruplar için geçerlidir. Öte yandan, gecekondularda kadınlar tarafından
vurgulanan ve erkeklerce daha az belirtilen sosyal bağlar apartman semtlerinde
pek önemli değildir. Bunun başlıca nedeni gecekondulu kadının son derece kısıtlı
bir çevrede hareket ediyor olmasıdır. Onlar için sosyal çevre neredeyse tamamen
komşu ve akraba anlamına geldiğinden bu kimselere yakın olmak esas sorundur.
Diğer yandan orta sınıf apartman semtlerinde kadınlar dış dünyaya daha fazla
açıldıkları için aile bütçesi kullanımındaki etkenlikleri daha fazladır.
Kümbetoğlu, İstanbul’a yeni göçmüş kadınlarla 1990’h yılların başlarında
yaptığı araştırmasında, kadınlarla genç kızların ev dışında çalışmalarına yönelik
hoşnutsuzluğun, kadın namusunun denetim altına alınması endişesine yaslandığı
belirtir. Böylece, “kadının güvenilmez mekânlara salıverilmemesi” düşüncesi,
“kentin özgürleştirici değil aksine hapsedici yanını” öne çıkarır (akt. Kümbetoğ-
lu, 2001, s. 276). Gecekondu alanlarında yaşayan kadınların kentteki yaşamları
hemen hemen konut, sokak, mahalle üçgeninde geçer. Diğer kentsel mekânlar
ancak “iş, ihtiyaç ve akraba ziyareti” gibi gerekçelerle kullanılır (Ayrıca bkz.
Alkan, 2005, s. 100-32). Araştırmacı, mahalle içiyle sınırlı bu yaşamın, “kentte
oturma, kentli oluş, yeni bir çevredeki yeni anlam ve örüntüler” ile olan ilişkisini
aşağıda belirtilen ana başlıklar altında açıklar (Kümbetoğlu, 1996):
23 Ayrıca bkz. Eraydın ve Türkün Erendil, 2005a; Hattatoğlu, 2002; Türkün, 2005 ve
'WTiite, 1999. Konut-cinsiyet bağlamında başkaca A.P. Çelik, 2010; Karahan, 2010 ve
Onat, 1996 çalışmaları da mevcuttur.
Emek Süreçleri... Hangi Emek?... Nerede?...
Kayasü, yukarıda anılan çalışmasında, konutun bu tür kullanımının devam
edeceğini öngörüp bunun da gelecek açısından önemli bir veri olarak kayde
dilmesi gerektiğinin altını çizer. Belirtmeliyim ki, aradan geçen aşağı yukarı 15
yıl zarfında konutun bu cinsiyet-yüklü ekonomi-politiği ne ilişkili kavramlar
ve analitik kategoriler ne de politikalar düzleminde kökten bir gözden geçir
meye sebep olmuştur. Kendilerine tahsis edilen sosyo-mekânsal kaynaklarla
kadınların ne yaptığını (ve yapamadığını), geleneksel iktisat, iktisadi coğrafya
ve kent planlaması da içinde olmak üzere kentin ekonomik boyutunu çevrime
alan disiplinlerin çalışma kavramıyla açıklamak olanaklı değildir. Çünkü söz
konusu kavram pek çoğunlukla düzenli ücretli işgücüyle, biraz daha genişle-
tildiğindeyse piyasa için ve/ya da piyasa içinde yapılan etkinliklerle eşanlamlı
olarak kullanılır. Çalışma kavramı; “ [B]ir toplumda her yaştaki kadın ve er
keklerin, her mekânda ve üretim ilişkisi içinde, kendilerinin ve başkalarının
yaşamının devamı için kullanım değeri ve değişim değeri olan mal ve hizmet
üretme süreçleri”ni (Ecevit, 2000, s. 119) anlatacak bir içerikle ele alınmayıp
kamusal ekonomik ilişkilerdeki, özellikle “işyeri” ndeki etkinliklerle sınırlan
dığında, kadın emeğinin önemli bir bölümü dışarıda kalır. Bu tür bir cinsiyet
körü yaklaşım, ekonomi istatistiklerine de yansır ve bu istatistiklerdeki verilerle
yeniden üretilir. Örneğin, kadınların çoğunluğu “etkin” olmadıkları zaman da
çalışabilecek durumdadırlar, dahası zaten çalışırlar: Ev işlerini sürdürürler— ve
bu işleri “etkin” olduklarında da sürdürürler.
Kaldı ki, Türkiye’de 1950’li yıllardan sonra “ev kadım” kategorisinin giderek
şişkinleşmesi, bunun yanında kadınların işgücüne katılımlarının sürekli düşüş
göstermesi rastlantısal değildir. 1950’lerden itibaren varlığını şiddetlendiren iç
göç, tarım kesiminde ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların, özellikle bü
yük kentlere geldiklerinde formel işgücü piyasalarının dışında kalıp ev kadını
olmalarını beraberinde getirmiştir. Nitekim 1955te kadınların yaklaşık %96’sı
tarım kesiminde ve ancak %4’ü tarım dışı sektörlerde çalışmaktayken, bu
oranlar 1980 yılında sırasıyla 0/087 ve %I3, 2007 yılında 0/047 ve 0/o53 biçiminde
değişecektir. Buna koşut olarak, 1950’den önce %80’in üzerinde olan kadının
işgücüne katılım oranı, 1980’de %43’e ve 2010’da %28’e düşecektir. “Aradaki farkın
nereye gittiği” sorusu, yanıtını kentsel işgücü istatistiklerinde görünmeyen “ev
kadınlığı” kategorisinde bulur. İlgili yazında bu süreç “ev kadımlaşma” olarak
nitelenir (Ecevit, 2000, s. 130,153-4 ve İlkkaracan, 1998, s. 285). Bu tablo, aynı
zamanda, Türkiye kentleşmesinin kırsal kesimden göçle gelen kadınlar için
“hapsedici” sonuçlarına da işaret eder. Bilhassa 1980 sonrası ekonomik yeniden
yapılandırma politikalarıyla beraber, örgütlü sanayiyle bağlantılı ama ev eksenli,
düzensiz ve enformel çalışma biçimlerinin kadın(sı)laşarak (feminizasyon) yay
gınlık kazanması, bu geniş kentli alt sınıf kadın kesimi için evi yalnızca yeniden
üretim mekânı değil, aynı zamanda sosyal güvenlik, örgütlenme, ücret güvenliği
vb birçok açıdan sorunlu bir üretim mekânı olarak da işlevlendirecektir. Kadın
emeği, cinsiyet körü disipliner yaklaşımlarca “tüketim ve yeniden üretim alanı”
olarak nitelendirilen sözüm ona özel alanda ücretli emeğe bir yandan “lojistik”
hizmetleri sağlarken, böylece bir yandan da üretim ilişkilerine, ama yine cinsiyet
asimetrisi doğrultularında farklılaşan biçimlerde eklemlenmektedir.
Öte yandan, Türkiye de içinde olmak üzere birçok ülkenin kentlerinde
kadınlar, giderek artan oranlarda, “dışarıdaki üretim”e evlerinden katılırken,
yeniden üretimle ilgili etkinliklerinin bir bölümünü de evlerinin dışında ger
çekleştirmektedirler. Ne var ki, birçok durumda eviçlerindeki gelir yaratıcı
etkinlikler istatistiklere yansımadığı gibi, “yeniden üretici” eviçi etkinlikler de
ulusal gelir hesaplamalarında göz önünde bulundurulmaz ve ev kadınları etkin
işgücüne ne “işsiz” ne de “çalışan” olarak içerilir.24
Kaldı ki, 1970’lerden bu yana devletin işlevlerinin sınırlanarak yeniden
tanımlanması, üretim ekonomisi ve emek süreçlerindeki dönüşümler bu tür
bir gözden geçirmeyi zorunlu da kılar. Nitekim “kadınların mekânı”nda, bun
dan böyle salt aile yaşamı için değil, aynı zamanda, kamu hizmetleri ve formel
çalışma yaşamı için de kaynak sağlanmaktadır. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet
ve kentsel yapılı çevre bölünmelerini kırma, kamusal ve özel alanları, iş ve ev
yaşamını bütünleşik bir çerçevede düşünme önerisi, aynı zamanda mevcut
süreçlerin ayırdına varılmasının bir gerekliliğidir de. Üstelik 1980’lerde sosyal
hizmetlere yönelik devlet harcamalarındaki azalmalar ve giderek artan kesinti
ler, üretim-yeniden üretim ilişkilerinin boyutunu farklılaştırmıştır. Ev dışında
çalışan kadınların ikili rollerini yerine getirmelerini kolaylaştıran çocuk bakımı
gibi toplumsal hizmetlere yönelik harcamalar, giderek, “özel, pahalı” ve “kadın
çalışanlara tanınan ayrıcalıklar” olarak tanımlanmaya başlamıştır. Ekonominin
yeniden yapılanması; üretimin yeniden örgütlenmesi ve emeğin esnekleşmesi
paralelinde, enformel ekonominin genişlemesini de beraberinde getirmiştir.
Böyle bir yeniden yapılanmanın anlaşılabilmesi, üretim ile yeniden üretim
arasındaki ilişkilerin üzerinde odaklanmayı ve bu ilişkilerce tanımlanan bir
ölçekte çalışmayı gerektirir (Ecevit, 2000, s. 124-6).
Nitekim kentin ekonomik coğrafyasıyla ilgilenen feministler, enformel eko
nomiyi, analitik olarak, üretim ile yeniden üretimin kesişme alanına yerleştirirler.
Bu kesişme alanında, yerel topluluk düzeyinde çocuk bakımı, sağlık, dahası
danışma gibi hizmet ağları ve evde para kazanma ağları kadınlarca ve kadınlar
arasında oluşturulup sürdürülür (Wedel, 2001, s. 21). Ankara’da 1990’h yılların
sonlarında gündelikçi kadınlarla yapılan bir araştırma, bu kadınların tamamının
çalıştıkları işleri tanıdık, akraba, komşular aracılığıyla bulduğunu ortaya koyar
24 F. Özbay, 1995, s. 129-31. Aynen bkz. Ecevit, 1995; İlkkaracan, 1998 ve Alkan, 2008b.
(Kalaycıoğlu ve Rittersberger, 1998, s. 227). Yine aynı yıllarda Ankara’nın bir
gecekondu semtinde yapılan etnografık bir araştırmada, kadınlar arasında kendi
lerine iş bulmakla kalmayıp hizmetinde oldukları ailenin yardımıyla kocalarına
iş sağlayanların da olduğu saptanır (Erman, 1998, s. 215). “Türkiye’de Ev-Eksenli
Çalışan Kadın işçiler: Sorunlar ve Örgütlenme Stratejileri Toplantısı”na (Ekim
1999, İstanbul) İzmir’den bir mahalle örgütlenmesini temsilen katılan kadınlar,
ev eksenli çalışan kadınların yoğun olduğu mahallede çocuklara sırayla nasıl
baktıklarını aktarırlar.25
Özetle, ev-işyeri ayrımı, ne sosyoekonomik, dolayısıyla ne de mekânsal
anlamda durağandır ve bu devingenlik, özellikle kadınların evde enformel gelir
getirici etkinlikleriyle kendini açığa çıkarır. Türkiye’de de “ücret karşılığı emeğin
evin mikro ölçekli coğrafyası içinde nasıl içerildiğini” inceleyen araştırmalar
kamusal-özel, çalışma-yaşam, işyeri-ev, üretim-yeniden üretim, birincil çelişki-
ikincil çelişki ayrımlarını derinden sarsar. Bununla kalmayıp “kimlik” ve/ya da
“kültür” ile “emek süreçleri”nin ve “sınıfsal oluşum”ların karşılıklı kurucu nite
liklerine, bunların da farklı ölçeklerde “kentsel mekânsal ayrışma’yla ilişkisine
dair düşünmeye davetiye çıkarır.26
Bu başlık altında, son bir not olarak “seks işçiliği”ni düşmeli. 22 Temmuz
2007 genel seçimlerine giden süreçte eski genelev çalışanları Ayşe Tükrükçü ile
Saliha Ermez, İstanbul 1. ve 2. bölgelerden bağımsız milletvekili adayı olmuşlardı.
“Diptekiler’le hayatlarını çalan “üsttekiler”i yüzleştirmek için aday olduklarını
ifade ediyorlardı birlikte kaleme aldıkları seçim bildirisinde. “ [G]enelev gibi
kölehanelere giden tüm yolların tıkanması, [...] genelevdeki ve dışarıdaki tüm
cinsel kurbanlardan özür dilenmesi, [...] [onlara] tazminat ödenmesi, vesikaların
iptali, kötü sicillerin tamamen imha edilmesi”ni talep ediyorlardı (bkz. Tükrükçü
2008; Ermez ve Yurdalan ,2007).
Zengin (2008 ve 2009), genelevin kapısından girebilme koşulunu— bedenini
erkeklere satılmak üzere devlete teslim etme koşulunu— taşımayan, dolayısıyla
o kapının körleştirdiği hattın paralellerinde dolanarak, devletin iktidarını ve bu
iktidarın hedefi olan belli özneleri cinsellik ve mekân kesişiminde nasıl kurduğunu
sorunsallaştıran bir kadın araştırmacı. Türkiye’de ancak çok yakın zamanlarda
sorunsallaştırılmaya başlayan bir alanla temas ederek, yalnızca hayat kadınları/
iffetli kadınları değil, vesikalı/vesikasız çalışanları da nüfus grupları olarak ka-
tegorilendiren, düzenleyip denetleyen bir tahakküm etme tarzı içinde “devletin
eril cinsel topografyasını” da önümüze seriyor. Yaptığı, bir yandan da, çeperleri
26 örn. bkz. Ayata, 2005; D urakbaşa ve Cindoğlu, 2005; Erdoğdu Erkarslan, 2010;
Gökbayrak, 2009; Kaşka, 2006; Ökten, 2001; Öncü, 2005; Özyeğin, 1996 ve 2005a
ve b; Yükseker, 2003; Weyland, 2005 ve White, 1999.
olmayan bir merkezin mevcudiyetinin imkânsızlığını göstererek, bütün merkez
lerin sterilliğinin ne gibi unutkanlıklarla iddia edilebildiğini bize anımsatmak...
Zengin, “kiralık kadınlar”ı dert edinirken, C. Özbay ise (2011) İstanbul’un
queer sosyal mekânlarında giderek daha fazla görünürlük kazanan “kiralık
erkekler”in, yaşadıkları yoksul ve yalıtılmış çevreleriyle giderek gelişen batılı-
tarzdaki “gay kültürü” arasındaki gerilimleri uzlaştırmak üzere ne gibi stratejiler
izlediklerini, bu alandaki “eril pazarlıklar’ın ne gibi yeni erkeklikler inşa ettiği
ya da mevcut hâkim erkeklik tarzlarını nasıl güçlendirdiğini araştırır. Erder ve
Kaşka (2003), Kalfa (2008) ve Unlütürk Ulutaş ve Kalfa (2009) ise “sektör”ün
uluslararası boyutları ve kadın ticaretine odaklanırlar. Amargi dergisi de 12.
sayısını (2009) “Hayatın Kadınları”na ayırmıştır.
Bu minvalde, fakat bambaşka bir perspektiften ve kült bir İstanbul filmi olan
Vesikalı Yarimden ilham alınarak yazılmış, okuması ziyadesiyle keyifli bir kitap,
Çiçekoğlu’nun Vesikalı Şehir idir (2007a). Şehrin, dahası kırsal/kentsel dikotomisi-
nin, genel olarak sinemada, özel olarak da Türkiye sinemasında farklı temsilleri ile
kolektif bilinçaltında ikiye bölünüp eril tahayyülde fetiş haline gelmiş kadın kimliği
arasındaki paralellikler üzerinden kitabını ören Çiçekoğlu, bu paralelliklerin şehre
ve şehir içinde kadına nasıl yansıtıldığını birçok örnek üzerinden anlatır. (Ayrıca,
bkz. Çiçekoğlu, 2007b). Ne de olsa, Yanıkkaya’nın (2004, s. 65) dikkatlerimizi
çektiği gibi, “Public man kamusal adam 'iken, public woman fahişeye karşılık gelir”
ve bunun “sokakta olmanın cinsiyet-yanlı meşruiyeti”yle doğrudan bir bağı vardır.
Modern şehrin, sterilliğin formel olarak ve yüzeyde korunmasına hizmet
eden güvence siyasasının çeperlere ya da merkez içindeki “kamp”lara sevk ettiği
yalnızca fuhuş ve fuhşun mekânları değildir kuşkusuz. Modern şehir disipline
etmeye, dolayısıyla içerme/dışlama süreçlerine yaslanan bir sosyo-mekânsal
örgütlenme olup “aforoz odakları”nın ayrıştırılması da bu örgütlenmenin ya-
pılandırıcı niteliğidir. Ayrıştırma ve dahası ayıklama ve yasaklama, bazen ka-
musallığın bütün veçheleri için uygun olmadığı iddia edilen kadın bedenleri
üzerinden işler.27 Bazen de toplumun çekirdeği olması beklenen ailenin, dola
yısıyla heteronormativite nin mayasını bozacak “unsurlar”a yönelir.
27 Örn. “tesettürlü kadın” bağlamı için bkz. Elçik, 2008; Eraslan, 2002; Kejanlıoğlu ve Taş,
2009; Letsch, 2007; Secor, 2002; Şişman ve Karabıyık Barbarosoğlu, 2004. Saktanber ise
(1996) 1990lı yılların ortalarında Ankara’da kurulan “İslami bir site’ ye ilişkin gözlemle
rinden yola çıkarak, burada yaşayan kadınların, kendilerine erkekler tarafından dayatılan
bir anlayışın pasif uygulayıcıları olmayıp gündelik çabaları ve düşünsel katkılarıyla bir
“Islami yaşam tarzı”nın gerçekleştirilebilmesini mümkün kıldıklarını işaret eder. Bununla
beraber, mensup oldukları siyasi kesim içinde de bu kadınların “annelik” ve dolayısıyla
“kültürün ve geleneklerin taşıyıcısı” olma fonksiyonları başattır. Saktanber’in önemli bir
diğer odağı, bu insanların toplumda “öteki” olarak tanımlanmakla kalmayıp kendilerinin
de söz konusu “öteki” olma halini kendi hikâyelerine nasıl eklemledikleridir.
Şehrin Heteronormatif/ Heteroseksüel Sınırları
Eşcinsel hareketin, daha geniş anlamda LG B T hareketinin, kadın hareketinin
tarihinden farklı olarak, yurttaşlık mücadelesiyle kentsel-mekânsal mücadeleyi
bir arada yürütüyor olması, üzerine eğilmeye değer bir özellik. Selek (2001/2007)
bu ayırt ediciliğin anlaşılabilmesi için çok önemli bir adım atmıştı ve hâlâ
alanında tek bu akademik çalışma... Oysa L G B T ’nin bir yandan anayasal yurt
taşlığa ilişkin talepleri devam ederken, mekânsal dışlanmaya karşı, mekânlar
edinip koruma ve mekân dolayımıyla güç kazanma mücadeleleri de paralellik
gösteriyor. Kadınların bir evi vardı ve mesele orada kalıp kalmayacakları, evden
ne kadar uzaklaşıp şehrin kamusallığında ne kadar ve nasıl pay alacaklarıydı,
ama sürekli eve dönmeleri şartıyla... Mesele asıl olarak, L G B T ’nin bir yandan
yeniden gönderilebilecekleri evlerinin olmaması, bir yandan o “son kale’ yi de
tehdit etmelerinde sanki...
Öz (2009), L G B T ’nin tefriki ve hatta yerlerinden edilmelerine veyahut
yerinden olmak durumunda kalmalarına28 yönelik politika ve pratiklerin bir
dökümünü verdiği çalışmasında, homofobinin genel olarak otoriteryenlik, mi
litarizm ve milliyetçilik ile hemhal oluşunun Türkiye panaromasını da çizer. Bu
panaromada “ahlaksızlar,” iktidarın yalnızca nesnesi, kurbanı değildir: dışlanma
ve şiddete karşı yürüttükleri iç içe geçmiş bireysel, grupsal, örgütlü, mekânsal
ve/ya da hukuksal mücadeleyle bir öznelik konumu da üretirler.
1994 yılında Ankara’da yayımlanmaya başlayan ve bugüne kadar yayınını
kesintisiz olarak sürdürebilen tek LG B T dergisi olan Kaos GL’rim daha ikinci
yılında (s. 22) heteroseksist/heteronormatif sistemin belirlediği modern kentlerde
L G B T ’lerin “mekânsal sıkışma”sını vurgulamak amacıyla, “Eşcinseller Gettolar
Değil Kentin Tamamını İstiyoruz” kapağıyla çıktığını görüyoruz. Bu sayıda Emre
G .’nin kent planlamasının kuramsal ve tarihsel serüvenini kuşbakışı özetleyen
bir derlemesi de bulunmaktadır.
“Eşcinsel Gettolar Değil, ‘Kent’in Tamamını İstiyoruz!” sloganı Kaos-GL
tarafından dile getirilişinden yaklaşık bir 15 yıl sonra, 21-23 Ekim 2010 tarih
lerinde Ankara’da düzenlenen “Uluslararası Mimarlığın Sosyal Forum u’na
da damgasını vurdu. Forum çerçevesinde düzenlenen, benim de katılımcıla
rı arasında bulunduğum “Kentsel Mekânların Kurulumunda Heteroseksist
Politikalar” atölyesi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin bu atölye için kendi
binasında yer tahsis etmesiyle de sembolik bir anlam kazandı. Atölye’nin yürü
tücülerinden Ali Erol, Osmanlı’dan başlayarak Türkiye’nin eşcinsellik tarihini
özetledikten sonra, Osmanlı’nın son dönemincle Tanzimat ile yüzünü sosyal
28 Çur (2005) “taşrada kadınlık halleri”ni tarif ederken, Kaos GL dergisinin 104. sayısı
da (2009) “Taşra” dosyasıyla, “taşradan göç edenler, taşraya kaçıp kurtulanlar, taşrada
mutlu olanlar, taşranın sıkıntısını üzerinden atamayanlar...” 1 anlatır bize.
ve siyasi hatta batıya dönmesiyle cinselliğe ve özelde eşcinselliğe yaklaşımın
değişmeye başladığını anlattı. Cumhuriyetle birlikte devam eden bu yakla
şımın, ulus-devlet projesi ile toplumu şekillendirirken, bürokratik elitlerden
başlayarak eşcinselliği, kamusal ve sosyal hayattan kovduğunu dile getirdi.
Atölye katılımcılarından Mimar Özakın’ın, Avustralya ve Kuzey Amerika’da
görülen gettolaşma pratiklerini örnekledikten sonra,29 içinde bir saptama da
barındıran önerisi ziyadesiyle çarpıcıydı: “Eşcinsel hareket ile diğer hareketler
ayrı evlerde oturup birbirlerine misafirliğe giderek mesele çözülmeyecek, aynı
evin farklı odaları olsa da odalar arasında geçişin serbest olduğu bir mekânsal
ilişki için mücadele edilmeli!..” 50
Alandaki çok az sayıda “yerli” çalışmadan birinde Başdaş (2010) eşcinsel/
lezbiyen kadınlarla biseksüel kadınların mekânsal deneyimlerine; bir diğerin
deyse Biricik (20x0) eşcinsel erkeklerin kentle ve mekânla ilgili deneyimlerine
ışık tutmaya çalışırlar.
31 Alanda, derin soluklu iki alan araştırmasının ürünü olan kapsamlı iki taze çalışma için
bkz. Selek 2008 ve Sancar 2009.
İşte Şentürkde bu “erkeksuskunluğu’nu bozanlardan. Suskunluğunu bozan
huzursuzluğun doktora tez çalışması (2007) sırasında başladığını anlıyoruz:
33 Özel olarak disiplinlerin, genel olarak üniversitenin surlarının taşıdığı cinsiyet yükü
kadar, doğrudan doğruya içerideki bedenlerin cinsiyetinin önemsiz olduğunu söylemi
yorum, kadınların içeri girebilmesinin üzerinden henüz bir yüzyıl bile geçmemişken...
Bu kazanımın ardından gelen, bu kazanımla yetinmeyen ve bilimsel bilginin episte
molojisi ve metodolojisini tartışmaya açan bir akımın imlediklerinden bahsediyorum.
Daha geniş bir tartışma için bkz. Alkan, 2008a.
Türkiye’deki kadın mimarlar, onların, ancak geç Osmanlı döneminde, fakat daha “meş
ru” bir zeminde ancak 1930’larda başlayabilen meslek serüvenleri, mimarlık pratiğine
katkıları, bu süreçte yaşadıkları avantajlar ile açmazlar üzerine odaklanan çalışmalar için
bkz. Afacan ve Ulusoy 2011; Altan Ergut ve Turan Özkaya, 2010; Erdoğdu Erkarslan,
2007; Dostoğlu Türkün vd, 2002 ve Dostoğlu Türkün ve Erdoğdu Erkarslan, 2010.
Mimarlıkta toplum sal cinsiyet bağlam ında kadını incelemenin, kadınların meslek
pratiğinde yer alma biçimleri ve yapılı çevre içinde kadının yerine dair iki yönlü bir
okumayı gerektirdiğini vurgulayan bir metin için bkz. Ciravoğlu, 2004. Oymen Gür
ve Aşık (2004) ise, Sokrates’in akıllı ve özgür kadım Diotima’dan esinle kaleme aldıkları
metinlerinde moderniteden postmoderniteye uzanan süreçte ve farklı feminizmlerde
kadım ele aldıktan sonra, mimaride özne yahut nesne olarak/olamayarak kadının yerini
tanımlamaya çalışıyorlar. Çok başka bir yerden, kadın bedeni temsillerinin mimari
kompozisyondaki yerini Pera’nın karyatidleri üzerinden kurcalayan bir yazı için bkz.
Bayram 2004. Kadın kimliğinin konut ve diğer iç mekânlardaki— İngilizce literatürde
“içeriden inşa” olarak kavramsallaştırılan— varlığı ve etkilerini araştıran bir metin için
bkz. Birlik, 2011 ve Ulusoy, 2011.
konuşuluyor ve yaşanıyor ama erkekliği ve bunun aracılığıyla eril erkekliği
nesne haline getirmeye kimse istekli değil, manzarayı böyle özetlemek müm
kün. [... ]Eril kenti konuşmak ve hakkında fikir üretmek, şiddet, bekâret,
askerlik, tecavüz, evlilik, aile, çocuk, insan hakları, ev, din, kent, kamusal
mekân, vicdani ret, ermenilik, kürtlük, ulusallık... gibi sınırsız sayıdaki son
derece tekinsiz, güncel kavrama da bağlı. Bunlar hakkındaki eleştirel sözle,
mimarlığı düşünen ve eleştirel bir tasarım perspektifi öngörecek söz arasındaki
mesafe de çok büyük değil, konu bu nedenle de güçleşiyor doğal olarak. Bu
yükü hafifletmek için de birikim, sabır, iyimserlik gerek. Ama mimarların
tasarım yapmak için duyduğu arzuda, bunlar her daim ve fazlasıyla mevcut
değil midir zaten? (agy. s. 60-1).
[G]enellikle, kentlerimizin eril olduğunu hiç kimse kolay kolay dile ge
tirmiyor. Kentle ilgili şikâyetler listesinde erilliğin bir başlık olduğuna asla
rastlamazsınız. Erilliği nerede aramak gerektiğiyle ilgili donanımın yokluğu da
konununfark edilmesine, zihinsel bir süzgeçten geçirilmesine engel teşkil ediyor.
En azından birkaç metinle tanışık olmak gerekiyor meseleye girebilmek için.
Arık (2009), bu suya taş atmakla kalmayıp bizzat gölün içine giren bir araş
tırmacı. Farklı erkekliklerle kadınlıkların mevcudiyeti kadar, cinsiyet katego
rilerinin kültürle ve mekânla ilişkisini ortaya çıkarma’da büyük önem taşıyan
antropolojik perspektifle yapılmış çalışmasında, kentsel mekânda kahvehanenin
varlığının hem mevcut toplumsal cinsiyet asimetrisini güçlendirdiğini hem
de erkek egemenliğini yeniden üreten bir işlevi olduğunu öne sürüyor. Yazar,
kahvehane mekân/pratiğinin dışarıda bıraktığı toplumsal cinse mensubiyetinin
tam da bir araştırma meselesi olarak buraya yönelmesinin temel belirleyenlerin
den biri olduğunu ifade ederken, bir kadın araştırmacı olarak kahvehanelerde
mülakat yapmasının doğurduğu tepkileri ve kendisinde oluşan tereddütleri
“veriler” kadar çalışmasının ana hatlarını oluşturan unsurlar arasında sayarken,
hem nesnel bir durumu dile getiriyor, hem de bedensizleştirilmiş “soyut bilen”
mitinden yüz çeviriyor.
“Kadına yönelik şiddet, töre cinayetleri, taciz ve tecavüz vakaları ile masaya
yatırılan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde ‘karşı taraf’ olarak konumlandırılan ve
çoğu zaman ‘zan altında olan hegemonik erkekliğin de aslında aynı toplumsal
cinsiyet Sisteminin bir parçası olarak inşa edildiğinin hatırlanması ve de bunun
olağan/sıradan olarak tanımladığımız ‘gündelik hayat’a bakılarak irdelenmesi
gerektiği” inancıyla yola çıkan Arık, “Türkiye toplumunun gündelik yaşamı
nın şimdisine ve toplumsal hafızasına sıkıca kazınmış” homososyal kahvehane
mekân/pratiğini (agy. s. 168-9) hegemonik erkekliğin kuruluş ve müzakere
ediliş süreçleri açısından ve eleştirel bir perspektifle ele alıyor. Muğla ve İstanbul
kahvehanelerinde yaptığı görüşme ve gözlemler, bu mekân/pratiğin “yalnızca
içerideki erkekliğe dair eylemleri değil, aynı zamanda dışarının, sokağın da
cinsiyetini” etkileyip kontrol ettiğini gösteriyor bize (agy. s. 195).34
Pasin (2010) ise, kahvehanenin ötesine geçip Türkiye’deki hegemonik erkek
lik kurgularının sünnet törenleri, asker uğurlamaları, tribünler ve sokaklar gibi
kamusal alanlarda/mekânlarda, ritüeller üzerinden nasıl (yeniden) üretildiğini
serimliyor. (Ayrıca bkz. Atauz, 2004)
Kahvehane gibi, klasik erkek-yoğun kentsel mekânların kadın-yoğun muadil
lerini arasaydık, 1990lı yılların başlarında tanışmaya başladığımız “sosyete pazar
ları” başlarda gelirdi herhalde. Yılmaz (2009), müşterilerinin neredeyse tamamını
kadınların oluşturduğu bu açıkhava alışveriş merkezlerinden yola çıkarak, kadın
ların buralarda alışveriş ve buraları ziyaret yoluyla, aynı zamanda, kentin kamusal
alanından dışlanmışlıklarına karşı bir direnme pratiği geliştirdiklerini öne sürer.
Öyle görünüyor ki, bu pazarların mikro-mekânında, geleneksel alışveriş tarzlarının
cinsiyet yüklü yerel ekonomi-politiğini okumak da mümkün, cinsiyetler parodisi
nin performans alanını görmek de, milliyetçilikten toplumsal cinsel düzenlemelere
değin geniş bir makro yapılanmalar alanının izdüşümlerini sezmek de...
Durakbaşa ve Cindoğlu (2005) ise, 1980’lerden itibaren ve öncelikle bü-
yükşehirlerden başlayarak sayıları hızla artan, yeni bir tüketim, eğlence ve boş
zaman geçirme kültürünü de beraberinde getiren büyük A V M ’ler (alışveriş
merkezleri) ekseninde “alışverişin feminenleşmesi”ne işaret ederler. Yazarlar,
Türkiye’nin geçmişinde “çarşı”nın cinsiyete göre bölümlenmiş bir kültürün
etkisinde Osmanlı kentinde yer aldığının altını çizerler:35
Günümüzdeyse yeni orta, orta-üst sınıf yaşam ve tüketim kültürünün bir bi
leşeni olarak ortaya çıkan AVM ’ler, yazarlara göre, kadın müşterileri “çağdaş
Türkiye’nin alışveriş sahnesinin başat aktörü haline” getirmiştirr (agy. s. 91). Fakat
Durakbaşa-Cindoğlu araştırmasının dikkatli bir okuması, aslında, “kadınların
kentle sorunlu ilişkisinin” bir başka veçhesine işaret eder. Nitekim Durakbaşa
ve Cindoğlu, AVM ’lerin “güvenli ve meşru” alanlar olmasının önemine dikkat
çeker (agy. s. 92): Bu merkezlerin özellikle kadınlar için taşıdığı varsayılan olası
tehlikelerden/tehditlerden uzak, steril bir ortam yaratabildikleri ölçüde ilgi
gördüklerinin altı çizilir. Tarhan da (2006) alışveriş meselesine de değindiği
araştırmasında, özellikle kadınlar ve çocuklar için “güvenlikleştirilmiş alanlar”
yaratma kaygısının, “Ankara’nın orta ve üst sınıflarının giderek daha fazla mekân
tutmaya başladığı uydu kentler ’în kurulmasındaki belirleyiciliğini vurgular.
Öte yandan Akşit (2009a) yalnızca erkeklerin devam ettiği kahvehanelerin,
kamusallığın az rastlanır örneklerinden kabul edilmesindeki yerleşik kabule
eleştiri yöneltirken, “Hamamlar kamusal alan mı, yarı-kamusal alan mı? Kadın
ların buradaki ortak mekân kullanım pratikleri ne? Sınıfsal/etnik farklılaşmalar
nasıl?” gibi sorular üzerinden eski ve yeni hamamlara, kadınların şehir kullanma
haritalarının bir parçası olarak yeniden bakar.36 Kamusallığı mekânların açıklığı/
kapalılığı üzerinden yeniden tanımlamamıza yardımcı olacak kimi sorgulamalara
giderken, yerleşik dikotomilere karşılık, “yarı-kamusal”ın bu dikotomileri kıra-
bilmedeki güçsüzlüğünü hesaba katarak, “üçüncü mekân” kavramsallaştırmasım
devreye sokmaya çalışır.37 Yazarın çalışmasının sonlarında bir de sürpriz bekler
kına, nöbet şekeri, mum, tohum, şap, havlu, terlik, sebze-meyve ve hayvan ürünleri sattığı
pazarlardı. Bartın’da bugün Galla Pazarı olarak bilinen yer, Istanbul-Fatih Saraçhane’deki
“Kadınlar Pazarı”, Tophane-Fındıklı’daki “Salı Pazarı”, Haseki’deki “Avrat Pazarı” bu ge
leneğin ve sosyo-mekânsal pratiğin mirasıdır (Bkz. B. Özgüven, 2001 ve Yıldırım, 2006).
37 Kamusal alan tartışması üzerine kapsamlı bir Türkçe kaynak için bkz. Özbek, 2010.
Osmanlı’da ve Türkiye’de kamusal alanlar, dönüşümü, dışladıkları ile ilgili özgün bir
tartışma için bkz. Akşit, 2009b.
okuru: Hamamın eskiyen yüzünden, bir şehir-içi parkının değişen kullanım
pratiklerine bizi taşıyan:
[H]emcinslerle bir araya gelmek için de tarihle ilişki kurmak için de sadece
hamam gibi ya da türbeler gibi38 tarihi mekânları değil, kimi zaman yeşil
alanları da ziyaret edebileceğimizin bir göstergesi bu parkta [Ankara Kurtuluş
Parkı] yaşanan sosyal ve kültürel değişimler ve süreklilikler.
[...] Sabahları erken saatlerde özellikle ilginç oluyor bu park. Zılgıt çekerek
sabah jimnastiği yapan ve birbiriyle burada tanışan bir grup kadın geliyor
mesela ve daire şeklinde dizilip sırayla birbirlerinin gösterdiği hareketleri
yapıyorlar iki-üç saat boyunca. Bu süre zarfında katılanlar ve ayrılanlar
oluyor, bazı kadınlar diğerlerinden daha çok grubun yönetimini ele alıyorsa
da, grubun açık, katılımcı ama cinsiyetli niteliği bozulmuyor. [...] Cinsiyetli
alanlar hamam örneğinde olduğu gibi ne tek başlarına tahakkümün göstergesi
ne de kadınların özel alana kitlenmişliginin. Ama burada kadınlarla birlikte
jimnastik yapan eşcinsel bir adam da anlaşılan kendisini diğer sabah jim
nastikçisi grubuna ait hissetmiyor. Diğer grupta emekli amcalar egemen
ve beden eğitimi derslerinde yaygın olduğu usulde yüksek sesle ve sürekli
askeri disipline davet eden sertlikte emirler yağdırıyorlar. Bu grup çok daha
kalabalık ve heterojen, ama birinci grubun sporun özgürleştiriciliğine kat
kısı çok daha fazla görünüyor. İki grup birbirine parkurda karışıyor, hatta
başka parklarda olup burada bulunmayan kondisyon aletlerinin bu parka da
konulması için imza topluyorlar ve parkur üzerindeki ağaçları iletişim için
kullanıyorlar. Ama burada da cinsiyetli haller devam ediyor: Kadınlar sıklıkla
beraberyürüyor, erkeklerse daha çokyalnız. Beraberyürüyen kadınlar genellikle
zaten parkta tanışmış oluyorlar ve birbirlerini dayanışma amaçlı kollamaya
başlayıp sonunda yan yana yürüyerek devam ediyorlar. [...] Tehlike algısı da
mücadele ettikçe ve hamamda olduğu gibi aileyle ve arkadaşlarla gidilen ve
buluşulan yerlerde azalıyor, mesela hamilelik şehrin birçokyerinde bir kadının
hareket alanını kısıtlar, tehlikeyle yüzleşmesi ihtimalini ortadan kaldırırken
kadınlar burada rahat ediyor. Kısacası hamamda içerde olunduğu için şikâyet
edilen ama dönüştürülemeyeniparkta dönüştürmek için gerekli hareket kabiliyeti
var (agy. s. 161-3) [vurgular bana ait].
Demir ise (2002, s. 125) “aile yeri” nosyonu üzerinde özellikle durur ve Akşit’e
kısmen koşut bir biçimde buraları “hem kamusal etkileşimin risklerinden ka
çınmak için güvenli bir yer hem mahremiyeti kısmen kamusal mekâna taşıması
nedeniyle bir geçiş mıntıkası hem de mekâna bu anlamları yükleyen bir im, bir
gösteren” olarak tarif eder. “Kadınların ayrı kamusallıkları”na geçmiş yıllardan
bir başka örnek olarak, gazino ve sinemaların “kadınlar matinesi”ni gösterir.
Nitekim Göle de (2000) ayrı kamusallığı temsil etmelerine rağmen bu gibi
pratiklerin “modernleştirici işlevi”nin altını çizer. Marcus (1992) İzmir’de yaptığı
bir araştırmanın sonucunda, kadınlarla erkeklerin mekânsal olarak ayrıştıkları,
fakat bunun bilindik kamusal/özel ayrımıyla örtüşmediği, çünkü hem kadınların
hem de erkeklerin kendi kamusal ve özel alanlarının olduğunu öne sürer. Bora
ise (1997, s. 89) bu noktada önemli bir soruyu gündeme getirir:
39 Güzellik/kuaför salonlarıyla ilgili iki çalışma için bkz. Odabaş, 2005 ve Özaşçılar, 2010.
Tarihe Dönmek
Türkiye’de kent tarihi araştırmaları daha çok 16. yüzyıl sonrasını kapsar. Üstelik,
“Osmanlı şehirleri, geniş bir coğrafya ve uzun bir tarihi sürekliliğin verebileceği
yatay ve dikey mukayese imkânı” sunmasına rağmen, genel olarak “Osmanlı şehir
tarihçiliği”nin gelişkin bir çalışma alanı olduğunu söylemek olanaklı değildir
(Uğur, 2005, s. 23-4) ve bu “azgelişmişlik” Cumhuriyet Türkiyesi şehir tarihi
çalışmalarını da etkiler, süreklilik ve kırılma eksenlerini saptamayı zorlaştırır.
Ayrıca, Türkiye tarihçiliğinin genel olarak ve çok büyük ölçüde devlet ve onun
kurumlarına odaklanmış olmasından kaynaklı sorunlar şehir tarihçiliğine de
yansımıştır: Farklı yerleşimleri ele alan araştırmalar dahi, çoğunlukla, yerel
özgüllükleri ve sosyokültürel ilişikilerle ekonomi-politik örüntüleri keşfetmeye
çalışmaktansa Osmanlı taşra idaresinin farklılaşmalarına odaklanır. Son olarak,
“Avrupa dışındaki coğrafyalarda Avrupa’dakinin benzeri bir kentsel gelişmenin
önünde esrarengiz engeller tanımlayan ve kenti, Batı Avrupa’ya özgü bir şey olarak
kavramsallaştıran Weberin yaklaşımına karşı gelişen İslam kenti tarihçiliği,”nin
önünü açtığı “spekülatif (ya da oryantalist) formülasyon’ların yarattığı sorunları
anmak gerekir (Kaygalak, 2005, s. 19-23).
Öbür yandan, “kadınların bilimsel bilgisi,” çok değil, 1970’lerde yazılmaya
ve anlatılmaya başladı. Bilinir İkinci Cins’in o ünlü cümlesi: “Kadın doğulmaz,
kadın olunur!” Fakat daha az bilinen bir anekdot vardır: ‘“ [B]u kitabı yazarak
feminist oldun der Jean-Paul Sartre, ‘ [K]itap okunduğunda ve kadınlar için var
olmaya başladığında feminist oldum diye yanıtlar de Beauvoir” (akt. Felman,
1993, s. 12).
Çünkü, ikinci Cins’te sorduğu, ve aslında feminizmin akademiye girişinin de
motivasyonunu özetleyen kışkırtıcı bir soru vardır: “Kadınlar var mı gerçekten?...”
Zira kadınlar hem bir ontolojik kategori, hem bilginin öznesi, hem de
nesnesi olarak bilimin “tarihsiz halklar’ındandır (R. Guha’dan esinlenerek...).
En iyi haliyle garbın (bilimsel bilgi, üniversite, akademi, akademik disiplin
ler), karşısında/yok sayarak/dışlayarak/ikincilleştirerek kendini kurduğu şark
konumundadır...
İşte, bir yandan kadınların “tarihsizliği“ , öbür yandan da bu toprakların
şehir tarihi bilgisinin oldukça zayıf olması karşımıza iki kez derinleştirilmiş bir
boşluk çıkarır.40 Bu nedenle, ancak “parçalı bilgiler’le yetinebiliyoruz şimdilik
40 Tarih yazımı (muktedir) erkeklerin tarihini erkeklerin yazması olarak pekâlâ görüle
bileceği gibi, herhangi bir mekânsal ölçekte ne’lerin izlerinin ne zaman ve nasıl siline-
bileceğine karar veren yapılar da erkek-egemendir. Üstün (2009) Antalya’daki “kadın
modernleşmesi tarihi”nin mekâna/kentsel dokuya nasıl gömülü olduğunu gözler önüne
serdiği çalışmasında, bu gömünün tarumar edilişinin hikâyesini de anlatır. Bir döne
min aile, kadın ve çocuk sağlığı, kadınların “usulünce” eğitimi politikalarıyla oldukça
uyumlu bir yönelimle şehrin merkezine inşa edilen Doğum ve Ç ocuk Bakımevi, Kız
(aslında, alanın tamamında olduğu gibi...). Bu fragmanların da neredeyse
tamamı farklı dönemleriyle İstanbul’a ilişkin.41
Örneğin Berktay (2009) sekiz ila dokuzuncu yüzyıllar Bizansı’nda impara
torların merkezi iktidarlarını güçlendirme çabalarının bir parçası olarak ortaya
çıkan ikonoklazma hareketine direnerek ikona tapımının geri getirilmesinde
İmparatoriçe Theodora ile İrene’nin payını anlatır:
Enstitüsü ile İnönü İlkokulu nun, bu kez millî politikanın değil ama rant üretimi ve
dağıtımı odaklı yerel siyaset anlayışının yön verdiği bir dönemde gözden çıkarılışının
hikâyesidir bu. Yalnızca hâkim “tarihsel değer” anlayışının değil, rant ilişkilerinin de
cinsiyetini gösterir bize. Hâlâ hayatta olan, bellekleri o binaların izlerini taşıyan kadın
ların yerel siyasetin gerek kurumsal gerekse enformel-klientalist mekanizmalarına yön
verecek bir temsil ve baskı gücüne sahip olmamaları başka birçok yerel ve yerel-üstü
dinamikle bir araya geldiğinde, kadınların tarihinin mekândan silinivermesine, piyasa
yönelimli kârlılık saikinin cinsiyet yüklü tarihsel değerin önüne geçebilmesine bizzat
tanıklık etmek kalır bize de...
41 Takip edebildiğim kadarıyla, bunun iki istisnası var: Canbakal (2009) şeriye sicilleri
vasıtasıyla on yedinci yüzyıl Antep’inin insanlarım, gündelik hayatını, hukuki süreçlerde
ortaya çıkan çatışma ve çekişmeleri, iktisadi zenginliğin dayandığı temelleri, devletin
merkez ve taşra örgütleri arasındaki ilişkileri, toplumsal statü, unvan ve cinsiyet yapı
larının toplumsal hayata etkisini ayrıntılı bir şekilde ele alır. Kaygalak (2008) ise, on
yedinci yüzyıldan itibaren Bursa’nın ekonomik ve sosyo-mekânsal dönüşümünü ele
aldığı çalışmasında, etnik, sınıfsal ve cinsiyete dayalı farklılaşmaların altını çizer (s. 132)
ve on dokuzuncu yüzyılda ipeğe dayalı sanayileşmenin talep ettiği ücretli işgücünde
kadın emeğinin ağırlığını ortaya koyar (s. 154-6).
Osmanlı dönemindeyse şehzade sünnet düğünleri, çeyiz götürme alayları,
düğünler, bayram alayları vb kamusal törenler de kadınların görece serbestçe
ortaya çıkabildikleri ritüellerdir. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında İstanbul’u
ziyaret eden Pardoe’nun anılarından bir alıntı kadınların bir yandan mevcut
sınırları zorladığını, bir yandan da bu sınırlar içinde mücadele etmek için çeşitli
stratejiler geliştirdiğini örnekler:
[B]u dostum, şenlik izlemeyi seven kadınlardan birkaçının, şenliğin son iki
gününde, araba kiralayabilecek para bulabilmek için, evlerinin damlarındaki
kiremitleri [...]sattıklarını anlattı (akt. Berktay 2009).
42 Örn. Artan (1993) on sekizinci yüzyılda Hamse-i Atayi adlı minyatür kopyalarının
mahremiyetin sınırlarını genişlettiğini, görünür kıldığını, hatta kamunun diliyle iç içe
geçtiğini anlatır.
43 İkonografi, yazı, tesettür ve diğer pek çok simgenin/temsilin yanı sıra beden temsilini
de Batı-Doğu ekseninde irdeleyen çarpıcı bir çalışma için bkz. Sayın, 2000.
biçimlerinin yasak olduğu bir mekân” anlamını taşıdığı gibi, bir hanenin özel
yaşama ilişkin bölümlerine ve biırada yaşayan kadınlara da harem denir.44
Ahmet Refik’in (1935) aktardığı II. Selim dönemine (1512-1520) ait kimi
resmi emirlerden verdiği örneklerden yedisi “kadın hayatı ve kadınlar için
nizamlar”dır: “ (i) Yolsuzluk eden kadınların cezalandırılmasına dair,45 (ii) Ma-
hailelerde yaramazlık eden kadınların çıkarılmasına dair, (iii) Yolsuz kadınlarla
evlenenlerin İstanbul’dan çıkarılmasına dair, (iv) İstanbul’da çamaşırcı kadın
lara dükkân tutturulmamasına dair, (v) Eyüp Sultanda kadınların kaymakçı
dükkânlarına girmemelerine ve bu dükkânlarda Hıristiyan oturtulmamasına
dair, (vi) Genç kadınların peremelere erkeklerle beraber binmemelerine dair ve
(vii) Esir pazarında cariye satışının fena yoldan yapılmamasına dair.
Öte yandan, kadınların mahalle dışına çıkmalarının yasaklandığı dönemler
vardır: Örneğin IV. Murat (1623-40) döneminde tamamen yasakken, 3. Osman
(1754-57) döneminde ev ve mahalle dışına çıkabilmeleri haftada üç günle sınırlan
dırılmıştır. Ayrıca, kadınların dini vazifelerini ifa edecekleri mekânsal seçeneklerin
de kısıtlandığını, örneğin uzunca bir süre, Sultanahmet ve Şehzadebaşı’ndan
başka camilere gidemediklerini anlıyoruz (Çakır, 2009, s. 82. Ayrıca bkz. Tuğ
lacı, 1984, s. 16).
Mesire yerlerine gitmek kadınlar için on yedinci yüzyıldan itibaren oldukça
önemli olmakla birlikte, kentin neresinde, nasıl, hangi türden giysiyle buluna
cakları ve nasıl davranacakları konusunda ayrıntılı tanımlar da getirilmiştir: 1811
yılına ait bir belgede, Müslüman kadınların cuma günleri kendilerine ayrılan
yerlerde olmak şartıyla ancak seyir yerlerine gidebilecekleri, seyir yeri olmayan
Maslak, Şişli, Levent, Pangaltı gibi yerlerde, ne suretle olursa olsun Müslüman
kadınların araba ile durması ve oturmalarının yasaklandığı bildirilmiştir (Ergin,
1914, s. 853-4. Ayrıca bkz. Hamadeh, 2010).-
“Makarr-ı nisvan” (kadına ait yerler) 1888 tarihli Mecellenin de ifadelerinden-
dir: mutfak, kuyu başı ve avlular. Bu mekânlar sıkı mahremiyet düzenlemelerine
konudur. Kaldı ki, ev dışında olduğu gibi eviçindeki iktidar ilişkileri de bütün bir
yaşamı ve sosyo-mekânsal hareketliliği şekillendirir (Göçek ve Baer, 2000, s. 48).
44 Peirce, 2002, s. 3. Harem bahsinde ayrıca bkz. Bakay 2010; Lewis, 2006 ve Sakaoğlu,
2002. Genel olarak gündelik yaşamda cinsiyet ilişkilerinin düzenlenişiyle ilgili olarak
bkz. Faroqhi, 2002 ve 2005.
45 Mahallede “nam usa mugayir işler’in yapıldığı tespit edilen evlere düzenlene baskınlar,
II. Abdülhamit döneminde yasaklanana kadar sıkça başvurulan ritüalistik bir kontrol/
ayıklama mekanizmasıydı. Ayrıca bkz. Etöz, 2006, s. 33-4 ve L. Cantek, 2006, s.
194-5. Toplumsal cinsiyet ilişkilerine dayalı iktidar ve dışlama pratiklerinin sürek
liliklerini gösteren en iyi örneklerden biri, bu ev baskınları ve “mahallenin namusu”
nosyonudur. Bkz. http://www.haberler.com/fuhus-iddiasiyla-evleri-taslandi-haberi/
ind. t. 01.07.2011. Ayrıca, bkz. Tulaz, 2008.
Çakırın aktardığına göre (2009, s. 85) “mekânsal dolaşımdaki kısıtlama,
kadınlar için sosyal statü, yaş, soy, zenginlik, dini cemaat gibi özellikler açısından
görece olarak farklılaşsa da özünde pek fark etmiyor, kadınlar bu yasaklardan
olumsuz olarak etkileniyorlardı. Hatta üst sınıftan olmak bu denetimin boyutu
nu bazen daha da ağırlaştırabiliyordu.” Seniha Sultanın 1909 yılında, haftanın
“izinli” tek mesire gününü beklerken hissettikleri, farklı sınıflardan kadınlar
arasındaki deneyim ortaklığının da gösterenidir:
[B]enim haftam bir tek günden ibaretti. Diğer altı gün ise o bir tek günü
beklemekle geçti. Sokağa çıkmadım. Misafirim gelmedi. Ne okudum ne
yazdım ne de piyanoya dokundum. Hep pencereden havaya baktım. 15
Cemaziyelevvel Cuma günü hava bozar da bulutlanır mı diye... Çünkü bu
benim ilk Kâğıthane günüm olacaktı (Hayat Tarih Mecmuası, 1971).
[1914] yılının Şubat ayında, kadınların yüksek tahsil yapma talebinin sonucu
olarak, Darülfünunda kadınlar için ek dersler konuluyor, aynı yılın Eylül
4 6 Genel olarak giyim tarzlarının “Osmanlı kamu düzeni”ni sağlamada taşıdığı önem
üzerine bkz. Faroqhi ve Neumann, 2004 ile Quataert, 1997.
48 İnas Darülfünunu üzerine yapılmış kapsamlı bir çalışma için bkz. Baskın, 2008.
ayında ise İnas Darülfünunu açılıyor. Elbette burada da gene sınırlar mevcut:
Kızların kendilerine ayrılan mekânlardan dışarı çıkmamaları ve kıyafetlerinin
“millî terbiye sınırları içinde”olması bekleniyor, i. Dünya Savaşı sırasında bina
sıkıntısı yaşanınca, yer yokluğundan, Zükûr Darülfünunuyla birleşme fikri
doğuyor; bu durumda kadınlara ya İnas Darülfünununa devam etme ya da
erkeklerin de aldığı ek dersleri vererek Zükûr Darülfünunu mezunu sayılma
olanağı tanınıyor. Şükûfe Nihal Hanım bu şartlarda (ek dersleri vererek)
Darülfünundan mezun olan ilk kadın oluyor. Bu süreçte karma eğitim de
tartışılmaya başlanıyor. Bu konuya son noktayı, kendilerine ayrılan dersleri boykot
ederek erkek öğrencilerin derslerine giren İnas Darülfünunu nun kadın öğrenci
leri koyuyor. Bu bağlamda siyasi iradenin desteği de oldukça önemli, öyle ki,
boykota karşı çıkan Darülfünun müdürü Maarif Nezaretince azlediliyor [...]
Öteyandan, her zaman olduğu gibi, mekânsal duvarların aşağıya çekilmesi manevi
duvarların yukarıya çekilmesiyle dengelenmeye çalışılıyor. Öyle ki, harekzt-ı gayri
afifane, yani iffetsiz davranışlarla suçlanan kız öğrencilerden ceza alanlar, hatta
okuldan uzaklaştırılanlar oluyor. Daha önceleri somut duvarlarla birbirinden
ayrılan kadınlar ve erkekler artık kamusal alanda bir aradadırlar, ama bunun
sonucunda— “toplumun genel ahlakının ve kadınların iffetinin "korunması ezeli
kaygısıyla— iki cinsiyet arasındaki görünmezduvarlar ve manevi sınırların vur
gulanması gerekmiştir. Ayrıca, cinsiyet rollerinin değişmemiş olduğunu— ve
değişmemesi gerektiğini— işaret etmek de erkekler açısından özel bir önem
taşımaktadır. Nitekim kadın öğrencilerin düzenli not tutma alışkanlığı, “cin
siyetlerinden kaynaklanan” bir durum olarak doğal karşılanırken, “en müşkil
mebahise” akıl erdirebilmeleri ise— takdirle karşılanması gereken bir durum ol
duğu belirtilmekle birlikte— “hayret verici” bulunmaktadır [vurgular bana ait].
Bu başlık altında değinilmesi gereken bir olgu da “kadın baniler’dir (Çıkla, 2004).
Yakın zamanlı çalışmasında Thys Şenocak (2009) on altıncı yüzyıl ortalarında
Osmanlı tahtının verasetiyle ilgili çeşitli politika değişikliklerinin hükümdarlık
ailesinden kadınları, özellikle de valide sultanları İstanbul’da saltanat katlarına
yaklaştırdığını anlatır. Bu değişikliklerle, hükümdarlık ailesi vilayetlerden yavaş
yavaş toplanarak İstanbul’da saraya yerleştirilmiştir. Hanedan üyelerinin yer
değiştirmesi, Osmanlı kadınlarının himayeciliklerini göstermek için seçtikleri
sahneyi de etkilemiştir. Şehzadelerin sancaklara gönderilmek yerine İstanbul’da
toplanması, hükümdarlık ailesinden kadınların imar faaliyetlerinin taşradan
çok İstanbul’da odaklanmasına yol açmıştır on yedinci yüzyılın ilk yarısında
yapılan Sultanahmet Camii dışında, on altıncı yüzyıl ortalarındanon yedinci
yüzyıl sonlarına kadar İstanbul’da yapılan büyük külliyelerin çoğunu Osmanlı
sarayının kadın mensupları yaptırmışlardır.
Yazarın kitapta yanıt aradığı temel bir soru; mimarlığın Osmanlı saray ka
dınlarınca kendilerini temsil ve ifade etmekte nasıl kullanıldığıdır. Zira saltanat
ailesinden kadınların halk arasına yaşmaksız ya da araba içinde olmadan çıkmasını
kısıtlayan normlar vardı. Bu açıdan sık sık fiziksel olarak kendilerini göstererek
çevrelerine bir ihtişam, saygınlık ve meşruiyet havası yayan Avrupalı çağdaşla
rından farklılardı. Buna karşılık, Osmanlı kadınlarının servetleri üzerinde daha
fazla söz sahibi olmaları da Avrupalı ile Osmanlı hükümdarlık ailesi kadınlarının
himayeci gündemleri arasında önemli bir fark yaratıyordu. Yazarın bir diğer
amacı da; bu kadınların bireysel yapım etkinliklerinin gerçekleştiği koşulları
karşılaştırarak, toplumsal cinsiyetle himayecilik, mimarlık ve kendini temsil
arasındaki kesişme noktalarının daha iyi kavranmasına katkıda bulunmaktır.
Thys Şenocak’a göre, Osmanlı dünyasında Topkapı Sarayı’nın harem
dairesinden İstanbul sokaklarına kadar bütün mekânlara erişimi belirleyen
sadece toplumsal cinsiyet değil, aynı zamanda toplumsal statü, zenginlik ve
söz konusu vesilenin ya da kutlamanın niteliğidir. Yazara göre mekânı, erkek/
kadın ya da kamusal/özel biçimde basit ikili karşıtlıklara ayırmak, erken
modern dönem Osmanlı İmparatorluğunda mekâna cinsiyet kazandıran
karmaşık dinamikleri açıklayamayacak kadar indirgeyicidir. On altı ve on
yedinci yüzyıl Osmanlı toplumu, kamusal/devlet/erkek ile özel/evsel/kadın
kavramlarıyla nitelenen karşıt alanlardan çok, ayrıcalıklı olan/olmayan, kutsal
olan/olmayan gibi toplumsal cinsiyet dikotomisini aşan ayrımlar doğrultu
sunda bölünmüştür. Saltanat ailesinin erkekleri gibi kadınları da kendilerine
ve kendi mekânlarına erişimi kısıtlayabiliyor, buna karşılık onların da belirli
zamanlarda belirli mekânlarda fiziksel olarak bulunmalarına izin verilmiyordu.
İslam dünyasında mimarlığı himaye edenlerin de mekân üzerinde denetim
sağlama, hatta belki mekânı cinsiyetlendirme biçimlerinde önemli bir etken
olduğu daha yakın zamanlarda anlaşıldı. Yazara göre, Yeni Valide Camisi’nin
bitişiğindeki Hünkâr Kasrı’ndan bütün manzarayı bir anda ya da tek başına
görme olanağının bulunması, hanedan kadınlarının kendi yapılarında yalnızca
erkek ikonografisini alıp kullanmakla kalmadıklarını, saltanat bakışını kendi
öncelikleri doğrultusunda etkilemeye de hanedan erkekleri kadar meraklı
olduklarını düşündürür. Bu olanağı, fiziksel erişimlerinin kısıtlandığı yerlere
görsel olarak erişmek için de kullanmışlardır.
Turhan Sultan ın erken modern dönemde Avrupa’da yaşamış hemcinsleri gibi
fiziksel olarak halkın gözü önüne çıkma olanağı yoktu, ama yaptırdığı binalar, oradaki
varlığını görünür kılmaya hizmet etti. Turhan Sultanın mimarlık projeleri kapsa
mında seçtiği yerler, bina türleri, yazıt programı, törensellik ve retorik aracılığıyla
eylemliliğini ortaya koydu; iktidarını, dindarlığını ve meşruiyetini gösterdi. Mimarlık
yapıları ve onlara eşlik eden törensellik, Turhan Sultanın görünürlük kazanmasına
ve Osmanlı uyrukları arasında varlık göstermesine olanak veren araçlar oldu.
Nitekim on altı ve on yedinci yüzyıllarda mimarlığı himaye etmek saltanat
ailesinden Osmanlı kadınlarının kendilerini görünür kılmalarının, konum
larını ve dindarlıklarını halka duyurmalarının başlıca yolu haline gelmiştir.
İstanbul’da on altıncı yüzyıl vakıfları üzerine yürütülen istatistiki bir analize
göre, vakıfların %36,8’i kadınlar tarafından kurulmuştu. Seçkin olsun ya da
olmasın, Osmanlı kadınları verasetle edinilen mülkü Avrupalı hemcinslerinden
çok daha büyük ölçüde denetleyebiliyor, erkeklerinden bağımsız olarak mülk
almak ya da mülklerini elden çıkarmak için yasal sözleşmeler yapabiliyorlardı.
Yazara göre; Avrupalı ve Osmanlı kadınların himayeci uygulamaları ara
sındaki benzerlik ve farklılıkların incelenmesi, bu kadınların yaptırdıkları
projeleri betimlemenin ötesine geçirerek, erken modern dönemde her iki coğ
rafyada da hamilikle toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkileri anlamaya yönelik
bir çalışmaya götürür.
Öte yandan, Osmanlı kadın hamilerin kendilerini temsil mekanizma
larını belirleme sürecinde çeşitli zorluklarla karşılaştıklarını anlarız. Çünkü
elde ne hami ile mimar arasında yapının yeri ya da tasarımıyla ilgili yazışma
gibi arşiv belgeleri, ne de projelerin mimari çizimleri vardır (tıpkı Harem’de
yaşayan kadınlardan hiçbir metin kalmamış olması gibi). Buna karşılık erken
modern dönem Avrupası’nda durum daha açık, hami ile sanatçı ya da mimar
arasındaki bağlantıların ortaya çıkarılması daha kolaydır. On altıncı yüzyılda
mimarbaşı olan Sinan ile onun hizmet verdiği Osmanlı hanedanının erkek
üyeleri arasındaki iletişim kalıplarının, Turhan Sultan gibi kadın hamilerle
onların projelerinin mimarları arasında da aynen geçerli olduğu varsayılamaz.
Yaşı ilerleyen valide sultanlar için toplumsal kısıtlamaların hafiflemesine ve
on yedinci yüzyılda validelerin etkin olarak saltanat törenlerine katılmalarına
karşın, inşaat alanına gitmek ya da mimarbaşıyla baş başa konuşmak toplumsal
cinsiyet ya da statü açısından kabul edilebilir davranışlar olamazdı.49
Bitirirken...
Bu metnin başlarında anılan K BA M raporuna kaynaklık eden çalışmanın
yürütücülerinden Eraydın (2006b) geçmişten günümüze mekânsal süreçler,
bu süreçleri ele alan araştırmalarla tanımlayan kavramlar ve bunlara yöne
lik politikaların bilançosunu sunar. Bilançonun parçası olduğu derleme de
Türkiye’nin, cumhuriyetin kurulmasından bu yana mekânsal yapısının nasıl
şekillendiğini ortaya koyarak, “geçmişin yeniden serinkanlılıkla değerlendi
rilmesi” suretiyle “geçmişte yaşanan sorunların ve başarıların irdelenmesi”ni
amaçlamaktadır; zira:
49 Daha fazla bilgi ve analiz için bkz. agy. Ayrıca bkz. Cantay, 1998 ve Tanyeli, 1999.
[H]er şeyin hızla değiştiği, küresel ilişkilerin ve ağların gündeme geldiği
günümüzde mekânsal gelişme dinamiklerinin yeniden tanımlanması ve
[...] geçmiş dönemin mekânsal gelişme kuramları ile açıklayamadığımız yeni
gelişmeleri tanımlayabilmek için, yeni kavramsal çerçevelerin kullanılması ve
bunlara dayalı olarak yapılan özgün çalışmaların tartışılması gereklidir (Eray-
dın, 2006a, s. 7-8) [vurgu bana ait].
Ne var ki, derlemede yer alan 18 özgün makalede cinsiyet asimetrisinin sorun-
sallaştırıldığı bir çalışma bulunmadığı gibi, Günümüzde Mekânsal Süreçleri
Tanımlayan Kavramlar başlığı altında Eraydın (2006b, s. 57), “ [D]ezavantajlı
grupların tanımlanmasının ve bu grupların kentle bütünleşme biçimlerinin
kentlerdeki işgücü piyasasını olduğu kadar, kentin fiziksel dokusunu da betim
lediği görüşü(nün) kentsel çözümlemelerde bir çıkış noktası” olduğunun altını
çizer ve “etnik işgücü” ile “yoksullarla birlikte kadınların bu gruplar içinde
konumlandırıldığını belirtmekle yetinir.
Dikkat çekici olan, Eraydın’ın, kadın emeği ve cinsiyet asimetrisini merkeze
aldığı başka bazı çalışmalarının mevcudiyetidir (Eraydın ve Türkün Erendil, 2005a
ve b). Bu tür bir, zannımca “apolojik” ya da “geriye çekilen/eril akademik dün
yada marjinalize olmaktan çekinen” tavrın, Türkiye’de birçok kadın araştırmacı/
akademisyenin çalışmalarında gözlenebileceği şahsi fikrimdir. Bunun, tanıklık
ettiğim tam aksi bir görünümü ise, bir yandan feminist teori ve/ya da cinsiyet
çalışmalarına hâkim olmadığını (genellikle “kadın çalışmıyorum” biçiminde
ifade edilir) veyahut örneğin “cinsiyet, etnisite gibi ‘kültür meseleleri’”yle hiç
ilgilenmediğini ifade edip bir yandan alanla ilgili söz söylemek, dahası alanda
ders açmaktan geri durmamaktır. İki örnek de aslında, kadın/cinsiyet çalışma
larının hâlâ “meşruiyet”le “gayri meşruiyet” arasında bir arafta algılandığının,
yanı sıra, patriyarkal zihniyet şemalarının ve buna bağlı kaygılarla statükocu
tavırların Türkiye akademisinde hâlâ çok baskın olduğunun göstergeleridir. Bir
başka “apolojik tavır” örneği ise, yine şahsi kanaatimce, yakın zamanlı— ve bu
bilanço metninde de çokça göndermede bulunduğum— bir derlemede (Akpı-
nar, Bakay ve Dedehayır, 2010) kendini gösterir. “Kadınların mekânlarda nasıl
gezindiklerine, ne tür roller ve işlevler üstlendiklerine, mekânlarda kurdukları
ilişkilerle mekânları nasıl anlamlandıklarına, varoluş biçimleriyle mekânların
nasıl biçimlendiğine bakmak” (agy. s. 12) amacıyla derlenmiş kitabın “Onsöz”ü
“Hanımlar Konusunda” başlığıyla mimar Aydın Boysan tarafından (agy. s.
7-10), “Giriş”iyse “Cinsiyet Mekâna ve Mimariye Ne Kadar Yansıdı?” başlığıyla
mimarlık tarihçisi Doğan Kuban tarafından (agy. s. 19-23) yazılmış, böylece
alandaki iki “mümtaz”ın, tabiri yerindeyse “olur”u alınmıştır. Bilhassa Kuban’ın
kimi argümanlarının, derlemedeki kimi feminist yazarların katkılarına bir
reddiye niteliği taşıdığı derleyenlerce göz ardı edilmiştir. Kuban’a göre, “ [E]ğer
cinsiyetin ağır basmadığı evrensel bir insan etkinliği varsa, o da fiziksel çevrenin
düzenlenmesidir. [...] Tasarım dünyasında hiçbir yerde kadınsı ya da erkeksi
yapı tasarımı yoktur” (agy. s. 19). Kuban, ayrıca, hiç de yabancısı olmadığım
bir değersizleştirme pratiğiyle, Agrest, Conway ve Kanes Weisman (1996) der
lemesini “boş bir akademik gösteri” olarak niteler (agy. s. 20). Türkiye’de mi
marlık tarihçiliğinin duayeni olarak kabul edilen Kuban’ın özel olarak feminist
literatürden, genel olarak toplumsal cinsiyet çalışmalarından bihaber olduğu,
şu— özellikle ilk kısmı patetik olan— iddialarından da anlaşılır: “Tarihte kadın
ve erkek arasındaki sosyal konum eşitsizliği ve kadının ikinci konuma itilmiş
olması iki temel olguya dayanır: Birisi erkeğin boyutunun ve fiziksel gücünün
göreli büyüklüğü (kadın ile erkek arasındaki fiziksel güç farkı yüzde 10 civarın
dadır), diğeri de dindir” (agy. s. 21).
Öte yandan, bu bilanço metninin içerdiklerinin kısmen göz ardı edilmediği,
tespit edebildiğim kadarıyla, üç değerlendirme metni vardır: Işık 1994; Ekin Erkan
2010; Pınarcıoğlu, Kanbakve Şiriner 2010. Ne var ki, Işık (agy. s. 23 vd) feminist
mekân / coğrafya kavrayışlarını, Harvey’in Postmodernliğin Durumunda, yaptı
ğına benzer biçimde ancak postmodernizm çerçevesinde ve kimlik politikaları
ekseninde ele alır. Kent Kuramlarını özetledikleri makalelerinde Pınarcıoğlu,
Kanbak ve Şiriner (agy. s. 97) bahsi geçen ana akım kuramlarının tamamına
yöneltilebilecek ortak eleştirinin feministlerden geldiğinin altını çizerler. Ekin
Erkan ise, “Türkiye Şehir Çalışmaları Alanındaki Kavramlar”ı ve dönüşümünü
gözden geçirdiği makalesinde— kendisi alanda çok değerli bir doktora tezi yaz
mış olmakla birlikte— “toplumsal cinsiyet” kavramına ancak bir paragraf ayırır
ve bu bağlamda alanda çalışmamış bazı isimlere de referans verir (agy. s. 149).
Türkiye’de ilgili disiplinlerin müfredat programlarına bakıldığındaysa, takip
edebildiğim kadarıyla, lisans düzeyinde ilgili literatürün örnekleri pek nadiren
okuma listelerine girebildiği gibi, okutulan temel ders kitaplarında da (örn. Keleş,
2010) bütün bu tartışmalara değinen bir bölüm, hatta bir cümle dahi yoktur.50
İlgili dersler ya da ders içinde temalar, çoğunlukla yüksek lisans düzeyinde ve
aşağı yukarı yarısı kadın çalışmaları programlarında olmak üzere, 2000’lerin or
talarından itibaren mevcuttur, fakat sayıları çok azdır. Bunların tam bir dökümü
için ayrı bir araştırma gerekli olmakla beraber şimdilik erişebildiklerim aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir:
50 Bunun, yine takip edebildiğim kadarıyla tek istisnası, Şahin, 2011, 15. Bölüm’dür
Yu DERSİN B a ş l ic i D e r s İn S o r u m l u s u
2 0 10 + "Toplum sal Tabakalaşm a, Toplum sal C insiyet Öğr. Grv. Dr. D ikm en Bezm ez
ve Kent"
2009+ "K ent v e T o p lu m " ile "G ünlük H ayat, K ültür ve Öğr. Grv.
Toplum " içinde cinsiyet/kadın tem ası M elis O ğu z
O D TÜ So syo lo ji Bölüm ü L.
birincil nedeni, bana ayrılan sayfaları zaten ziyadesiyle zorlamış olmam. İkin
cisi de ilgili alanın değerlendirmesi başka metinlerimde erişime açık (Alkan,
2004a ve b, 2005, 2007b ve 2009b). Yine de bu alandaki gelişmeleri kısaca
özetleyecek olursam:
• Yerel düzeyde kadın örgütlenmesinin güçlenip yaygınlaşması ve bu örgütlen
melerin bir bölümünün, hâkim “toplumsal hizmet, hayır işleri” anlayışından
sıyrılarak, daha politik bir nitelik kazanması (bkz, Akkoç, 2002, Ecevit, 2007
ve Sancar, 2000),
• “Yerel Gündem 2i”lerin örgütlenip uygulanması süreçlerinde kadın grupla
rının yaşadığı ve yarattığı dinamizm (bkz, Tokman ve Bora, 2006),
• Yerel yönetim-kadın örgütü işbirliği deneyimlerindeki artış (bkz, Ecevit,
2001, Kadın Day. V. 2003 ve Eroğlu Üstün vd, 2002),
• 1999 yerel seçimlerinden başlayarak kadınların mahalle muhtarlıklarına yoğun
bir biçimde adaylıkları,
• 2004 yerel seçimlerinin öncesinden başlayarak örgütlü kadın hareketinin ilk
kez gündemine yerel siyaseti programatik biçimde alışı ve “Yarın için Bugün
den” kampanya süreci (bkz. Alkan ve Tokman, 2005 ve Ka-Der Ankara, 2004),
• Altı deneme ilinde yürütülen “Kadın Dostu Kentler” programı (bkz. Alkan,
2007c, Alkan vd, 2009, Alkan ve Mısırlıoğlu, 2010. Ayrıca bkz. http://www.
bmkadinhaklari.org),
• H AD EP-D TP-BD P’nin yerel düzeyde hizmetler ve örgütlenme anlamında,
yerel seçimlerde de kadınlar lehine olumlu ayrımcılık uygulamaları ile yoğun
bir biçimde yürüttükleri “toplumsal cinsiyet duyarlılık eğitimleri”ni (bkz.
GABB 2011 ve http://www.gabb.g0v.tr/cat3-Egitimler.prs)
• ve son olarak 2009 yerel seçimleri öncesinde ilk kez olarak bağımsız bir
feminist adayın Beyoğlu belediye başkanlığına adaylığını koymasını (bkz.
Feminist Politika, 2009)
O Y A Ç İT Ç İ
GİRİŞ
Türkiye’de 1979’dan bu yana kadın çalışmalarının giderek artmasına karşın,
üzerinde en az durulan konunun, kamu hizmetine girişte eşitlik ve eşit işe-eşit
ücret ilkelerinin varlığı nedeniyle, “kurtarılmış kadınlar” olarak görülen, kamu
yönetiminde çalışan kadın memurlar olduğu söylenebilir. Kadın memurlara
ilişkin genel kabul, cumhuriyet döneminin sağladığı yasal haklardan en fazla
yararlanan, en eğitimli, en çağdaş koşullarda çalışan kadın kesimini oluşturma
larıdır. Buna karşılık, kamu yönetiminde çalışan memur kadınların incelenmesi,
bir yandan bu kesimin çalışma koşullarına ve kalıplarına ışık tutmak, öte yandan
tüm toplumlarda toplumsal cinsiyet ilişkilerinin belirlenmesinde temel/anahtar
unsur olarak belirlenen (Pringle ve Watson, 1992, s. 64); “standart belirleyici”
rolü vurgulanan ve örnek işveren olması öngörülen devletin yaklaşımını somut
laştırmak açısından önem taşımaktadır (Çitçi, 1992, s. 60).
Bu çerçevede Türkiye’de 1979’dan 2010’a genelde kadınların, özelde kamu
yönetiminde kadın memurların konumundaki gelişmeleri değerlendirirken
üç değişkeni göz önünde tutmak gereklidir: Refah devletinin kadın projesinin
uluslararası düzeydeki ifadesi olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi, hegemonik bir ideoloji olarak neoliberalizmin yükselişi
ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci...
5 422 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Resmi Gazete, sayı: 2 0 4 9 8 , 20 Nisan 1990.
6 Kasım 2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Genel
Müdürlüğün 11 yıl sonra bir kuruluş kanununa kavuşmasını AB uyum sürecine
borçlu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim kanun tasarısının Bütçe
Plan Komisyonu’nda görüşülmesi sırasında yapılan eleştiriler üzerine, dönemin
Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit, A B ’ye uyum çalışmaları çerçe
vesinde bu kanunun mutlaka çıkması gerektiğini söylemiştir.6
Bu koşullar altında, kendinden beklenebilecek olanın üzerinde etkinlik
sergileyen K SG M ’nin çalışmalarında önceliği kadın girişimciliği ve aile içi şiddet
konularına verdiği ve çalışma yelpazesinde en sınırlı yerin kamu yönetiminde
çalışan kadınlara ayrıldığı söylenebilir (bkz. KSGM , 2010). CEDAW ülke rapor
larında ve 2008-13 yıllarını kapsayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eylem Planında
kadın memurlar “öylesine” değinilen kadın kesimleri arasında yer almıştır.
Kadınların siyasi karar alma ve kamu yönetimi süreçlerinde dengeli bir
şekilde temsil edilmesinin demokrasinin önemli bir koşulu olduğu ve kamu
yönetiminin kalitesi açısından yaşamsal bir önem taşıdığı belirtilen söz konusu
Eylem Plam’nda, kadın memurlara yalnızca yüksek yönetim konumlarında
temsil bağlamında değinilmiştir. Buna göre, “Kamu yönetimindeki yönetici
pozisyonlarında erkekler ve kadınlar arasında dengeli bir katılımın sağlanması,
toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının yerleştirilmesi {gender mainstreaming) için
çok önemlidir. Kadın liderler (yöneticiler), kadınların sorunlarını göz önünde
bulundurmaya daha meyillidir. Kadınların bilgi, beceri ve duyarlılıklarının yö
netimsel düzeylerde yansıtılmaması, yaşamın bütün alanlarında sürdürülebilir
gelişmenin gerçekleştirilmesini engelleyen bir etkendir” (KSGM, 2008/b, s. 46,
13 2006 yılında, Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, bu konuda şunları söyle
mekteydi: “AB Müktesebatına Uyum Ulusal Programımızda yer alan taahhütlerimizden biri
‘doğum izinleri ve ebeveyn izni müessesinin tesisi’ ile ilgilidir. Kadınların istihdama giriş ve
istihdamda kalışlarını çok yakından ilgilendiren çocuk bakımı sorumluluğunun paylaşılması
amacıyla Bakanlığım tarafından Kanun Tasarısı hazırlanmıştır. Tasarı ile işçi ve memur
olarak çalışan kadınlarımızın ücretsiz doğum izinlerinin anne ve babaların kullanabileceği
ebeveyn izni haline getirilmesi, evlat edinme halinde bu izin haklarından yararlanabilmesi
amacıyla ülkemizin koşulları ve ilgili AB Direktifleri dikkate alınarak hazırladığımız Kanun
Tasarısı TBM M Genel Kurulunun gündemindedir” (Çubukçu, 2006).
14 Bazı Alacakların Yeniden Yapılanması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Ya
pılması Hakkında Kanun, Kanun No. 6 1 1 1 , Kabul Tarihi: 1 3 .02.2011, Resmi Gazete,
sayı: 2 7 8 5 7 (Mükerrer), 25 Şubat 2 0 1 1 .
itibaren ve doğumdan sonraki bir yıl süreyle gece nöbeti ve gece vardiyası görevi
verilemez” kuralı getirilmiştir (m. 101/2).
Mazeret izni başlığı altında, yapılan düzenlemeyle, kadın memura; doğumun
erken gerçekleşmesi nedeniyle, doğum öncesi analık izninin kullanılamayan
bölümü de doğum sonrası analık izni süresine eklenecek; doğumda ya da do
ğum sonrasında analık izni kullanılırken annenin ölümü halinde, isteği üzerine
memur olan babaya, anne için öngörülen süre kadar izin verilecektir (m. 104/A).
Yeni düzenleme ile süt izinleri de artırılmıştır. Kadın memura, saatlerini ve
günde kaç kez kullanacağını kendisinin belirleyeceği biçimde, çocuğunu emzir
mesi için, doğum sonrası analık izni süresinin bitim tarihinden başlayarak, ilk
altı ayda günde üç saat, ikinci altı ayda günde bir buçuk saat süt izni verilecektir.
Süt izninin hangi saatler arasında ve günde kaç kez kullanılacağı konusunda,
kadın memurun tercihi belirleyici olacaktır (m. 104/D).
Doğum yapan memura, doğum sonrası analık izni süresinin bitiminden;
eşi doğum yapan memura ise, doğum tarihinden itibaren istekleri üzerine 24
aya kadar aylıksız izin verilebilecektir (m. 108/B). Üç yaşını doldurmamış bir
çocuğu eşiyle birlikte ya da tek başına evlat edinen memurlar ile memur olmayan
eşin tek başına olarak evlat edinmesi halinde memur olan eşlerine, çocuğun ana
ve babasının rızasının kesinleştiği tarihten veya vesayet dairelerinin izin verme
tarihinden itibaren, istekleri üzerine 24 aya kadar aylıksız izin verilecek; evlat
edinen her iki eşin memur olması durumunda bu süre, eşlerin talebi üzerine 24
aylık süreyi geçmeyecek şekilde, birbirini izleyen iki bölüm olarak eşlere kul-
landırılabilecektir (m. 108/C). Böylelikle, AB uyum sürecinde Ulusal Program
ile 2001’deki taahhüdünden 11 yıl sonra, Torba Kanun en sonunda ebeveyn
iznini getirmiştir.
Bu düzenlemelere karşılık, anne ve babanın her ikisinin memur olması
durumunda, doğum yardımı ödeneğinin yalnızca babaya verilmesine ilişkin
düzenleme, CED AW ’a açıkça aykırı olmasına karşın varlığını sürdürmektedir
(m. 207/1). Yalnızca, mahkemelerce verilen ayrılık süresi içinde doğan çocuklar
için bu yardım anaya verilecektir (m. 207/3).
Dikkate değer bir başka değişiklik ise, çocuk yardımı konusunda iki çocuk
sınırlandırmasının “sosyal devlet ilkesine ve Türk toplumunun geleneksel aile
yapısına uyma’dığı (Yazıcı, 2010) gerekçesiyle kaldırılmasına ilişkindir, (m.
202/2-2). Böylelikle DMK, “en az üç çocuk” öğüdü ile uyumlu hale getirilmiştir.
Bir başka düzenleme de, hastalık ve refakat iznine ilişkindir. Buna göre,
105. maddede yapılan değişiklik ile “memurun bakmakla yükümlü olduğu
veya memur refakat etmediğinde hayatı tehlikeye girecek olan ana, baba, eş ve
çocukları ile kardeşlerinden birinin ağır bir kaza geçirmesi ya da tedavisi uzun
süren bir hastalığının bulunması durumunda, bu durumun sağlık kurulu ra
poruyla belgelendirilmesi koşuluyla, aylık ve özlük hakları korunarak, üç aya
kadar izin verilmesi; gerektiğinde bu süre bir katma kadar uzatılması” (m. 105/7)
düzenlemesi getirilmiştir. Ayrıca, memura, 105. maddenin son fıkrası uyarınca
verilen iznin bitiminden itibaren, sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi
koşuluyla, isteği üzerine 18 aya kadar aylıksız izin verilebilecektir (m. 108/A).
Kadın-erkek ayrımı yapılmamakla birlikte, bu düzenlemenin öncelikle kadın
memura yönelik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Görüldüğü gibi, kadın memurun doğum, annelik ve aile sorumluluklarının
ücretli ve ücretsiz izin sürelerinin artırılması ile çözümlenmesi yoluna gidilmiştir.
Çocuk bakımı ve yaşlı bakımı konusunun çözümsüzlüğü karşısında, kadının bu
sorunları kendisinin çözmesi için izin verilmesinin doğal ya da makul olduğu
söylenebilir. Buna karşılık, kadın memurun çocuk sahibi olması ya da aile so
rumlulukları nedeniyle, aylıksız izin kullanması nedeniyle, maaşından ve diğer
akçalı haklarından yoksun kalması söz konusudur. Buna ek olarak, aylıksız izin
kullanılması kademe ilerlemesinden emekliliğe kadar, kadın memurların özlük
haklarını etkileyecektir (Turanlı-Yücel, 2007, s. 106). Bu da, açıkça CED AW ’ın
“çalışan kadınlara, önceki iş, kıdem ve sosyal haklar kaybedilmeksizin ücretli
olarak analık izni ya da benzeri toplumsal içerikli tazminatlar vermek” ilkesiyle
çatışmaktadır. Bu düzenlemenin “örtük bir ayrımcılık” oluşturup oluşturmadığı
da tartışmaya açıktır.
Türkiye’de kadın memurların sayısı, ilk verilerin elde edildiği 1938 “Devlet
Memurları Sayımı”ndan 1978 yılına kadar düzenli bir artış göstermiştir. Bu
dönemde erkek memurların sayısının yaklaşık 6 kat artmasına karşın kadınlarda
bu artış 21 kat olarak gerçekleşmiştir. Oranları ise, 0/09,43’ten %26,37’ye çıkmış
tır. Ancak bu noktada belirtilmesi gereken özellik, koalisyon hükümetlerinin
ve yoğun kadrolaşmanın yaşandığı 1978—80 yılları arasında, kadınların mutlak
sayılarının artmasına karşılık oranlarının %26,37’den %21,62’ye gerilemesi; bir
başka anlatımla, erkek memurların sayısal artışının daha yüksek olmasıdır (Çitçi,
1982, s. 100-2). Böylelikle memurlar arasındaki payları da 0/09,43’ten %21,62’ye
çıkmıştır. Bu dönemde yaşanan yoğun siyasal kadrolaşmanın kadınların sayısal
artışına belli ölçüde ket vurduğunu söylemek bir yanılgı olmayacaktır. 1980-2010
döneminin ayırıcı özelliği de, aşağıdaki çizelgede görüldüğü gibi, doğrusal bir
gelişmenin gerçekleşmeyişidir.
Gerçekten de, 1980-2010 arasında kamu yönetiminde toplam memur sa
yısında bir dalgalanma yaşanmıştır. ANAP tarafından benimsenen neoliberal
19 8 0 19 9 0 1994 2 0 10
T a b l o i. M e m u r l a r ın c in s iy e t e g ö r e d a ğ ılım ı, 1 9 8 0 - 2 0 1 0 .
K a y n a k : Ç itç i, 19 8 2 , s. 1 0 0 ; D e v le t P e rs o n e l B aşk an lığı ( 19 9 2 ),K am u Personeli Anket
Sonuçlan 8, A n k a r a ; D e v le t P e rso n e l B aşk a n lığ ı ( 2 0 1 1) İstatistikler, h t tp :/ / w w w .d p b .g o v .
tr/ d o s y a la r / e x c e l/ is ta tis tik le r/ G ra fik -c n s . p d f erişim ta rih i: 2 5 .0 2 .2 0 11.
K a d in - - - - 4 0,21
MÜLKİ
İDARE E r k ek 1 .12 8 100 1 .4 14 100 1.8 1 7 99,78
kadın memurlar, tüm kadın memurların %8ı,n’ini (sayı olarak 247.665) oluş
turmaktaydı. Erkek memurların ise, %59, 4’ü (sayı olarak 594.553) bu üç hizmet
alanında çalışmaktaydı. Öte yandan, kadınların en az temsil edildikleri hizmet
alanları sırasıyla, emniyet hizmetleri, teknik hizmetler ve yardımcı hizmetlerdi.
Mülki idare hizmetleri sınıfında ise hiç kadın yer almamaktaydı.
1980’den 1994’e kadın memurların sayısı ve oranı genelde artarken, hizmet
alanlarına göre farklı özellikler söz konusu olmuştur. Aslında anılan dönemde iki
farklı eğilim gözlenmiştir: 1990’a kadar kimi hizmet sınıflarında kadınların sayısı
azalmış, 1990 sonrasında bu alanlarda yine bir artış söz konusu olmuştur. Bunlar
genel idare hizmetleri, yardımcı hizmetler, sağlık hizmetleri sınıflarıdır. Ne var ki,
bu sınıflarda erkek memurların sayısındaki azalma çok daha fazla olduğundan,
kadınların sayısındaki azalmaya oranlarındaki yükselme eşlik etmiştir. Bu hizmet
alanlarında kadın memurların sayısı ve oranı, teknik hizmetler sınıfı dışında, 1990-
1994 döneminde yükselmiştir. Yani kamu yönetiminin küçültülmesi ve özelleştirme
politikalarından, öncelikle teknik hizmetler sınfındaki kadınlar paylarını almışlardır.
Buna karşılık, eğitim ve öğretim hizmetleri ve avukatlık hizmetleri kadınların sayı
ve oranlarının düzenli artış gösterdiği alanlar olmuştur. Kadınların kamu yöneti
mindeki temsil oranlarının üzerinde temsil edildikleri hizmet alanlarına gelince
bunlar, eğitim ve öğretim hizmetleri, sağlık hizmetleri ve sınırlı sayılarına karşılık
avukatlık hizmetleridir. Öte yandan, daha önce de belirtildiği gibi, kadınların kay
makamlık sınavlarına 1989 sonrasında kabul edilmelerinin sonucu olarak, mülki
idare hizmetleri sınıfına kadın kaymakamlar 1990 sonrasında dahil olmuşlardır.
Hizmet alanları açısından değinilmesi gereken nokta, eğitim ve öğretim
hizmetlerindeki kadınlara ilişkindir. Bu alanda kadınlar, kamu yönetiminde tüm
kadın memurların 1980’de %29,82’sini, 1990’da %51,18’ini oluşturmaktaydı. Bu
yükselme, öğretmen sayısındaki artışın yanında, genel idare hizmetleri, yardımcı
hizmetler, sağlık hizmetleri, teknik hizmetler sınıflarında kadın memurların
sayısında yaşanan azalmadan kaynaklanıyordu. Öte yandan, genel idare, eğitim
hizmetleri ve sağlık hizmetleri alanında çalışan kadın memurların i98o’de %8 i , i i
olan oranı 1990’da %86,29’a (sayı olarak 291.302) çıkmıştır.
1990-4 yılları arasında ise, özelleştirme ve sözleşmeli statüye geçiş sonucunda
teknik hizmetler sınıfında kadın memur sayısının düşüşü dışında, diğer tüm
hizmet sınıflarında kadın memurların sayısı artmıştır. Bunun sonucu olarak
kadın öğretmenlerin tüm kadın memurlar arasındaki oranı 1994’te %40.43’e
inmiştir. Buna karşılık, 1980-94 döneminde kadın memurların sayısındaki artışın
%58.28’i eğitim ve öğretim hizmetlerindeki kadınlardan kaynaklanmıştır. Öte
yandan, bu dönemde kadınların sayısal olarak sınırlılığına karşın, düzenli artış
gösterdikleri tek alan avukatlık hizmetleri olmuştur. Genel idare hizmetleri,
eğitim hizmetleri ve sağlık hizmetleri alanında çalışan kadınların tüm kadın
memurlara oranı ise, bu dönemde 1990’a göre yalnızca 0,70 puanlık gerilemeyle
%85,59 (sayı olarak 413.968) belirlenmiştir.
Sonuç olarak, 1980-94 döneminde kadınlar, erkekler kadar olmasa da,
kamu yönetiminin küçültülmesi, özelleştirme ve sözleşmeli personel politi
kalarından bir ölçüde etkilenmişlerdir. Yalnız bu etkilenme geleneksel kadınsı
hizmet alanlarında giderek yoğunlaşma biçiminde kendisini göstermiştir.
Bunun sonucu olarak, kadınların çalışma kalıplarında bir değişiklik gündeme
gelmemiş, eğitim, sağlık ve genel hizmetler kadınların öncelikli çalışma alanları
olmayı sürdürmüştür.
Unvan K a d in K a d in Er k e k Er k e k To p l a m
S a y is i O r a n i (% ) S a y is i O r a n i (%)
Şo fö r 17 0,11 16 .0 03 99,89 16 .0 2 0
E be * 43-346 10 0 ,0 0 - - 43-346
Va l İ - - 16 6 100.00 16 6
* Sağlık-Sen, 2010.
“ D iyanet İşleri Başkanlığı D in H izm etleri D airesi Başkanlığı, 2010, s. 75-6 .
Ba c l i K u r u m B a ş k a n i 7 18 ,4 2 31 8 1,58 38
Ba c l i K u r u m B ş k . Y r d . 5 10,42 43 89,58 48
K u r u l Ba şk a n l a r i 1 1,47 67 98,53 68
K u r u m İç İn d e k İ B a ş k a n l ik l a r 6 15,0 0 34 85,00 40
VALİLER - - 16 6 100,00 16 6
T a b l o 4 . Y ü k s e k y ö n e t i m k o n u m la r ı n d a k a d ın la r, 2 0 1 0 .
Ba ş m ü d ü r l e r 1 4,00 24 96,00 25
T a b lo 4. O r t a d ü z e y y ö n e t i m k o n u m la r ı n d a k a d ın la r, 2 0 1 0 .
K a y n a k : DPB, 2 0 1 1 ; K a-D e r, 2 0 10 ; K S G M , 2 0 1 1 .
kaymakamın atanmasıdır. Bunun tek istisnası, 114 kaymakamın atandığı 2003 yı
lında 6 kadın kaymakamın atanmasıdır. Ancak izleyen iki yıl hiç kadın kaymakam
atanmayarak bu artış “telafi edilmiştir” . 2010 yılına gelindiğinde ise, kadın vali
yardımcısı sayısı 10 (%2,ı6), kaymakam sayısı ise 20 (%2,o8) ile sınırlı kalmıştır.
Üzerinde durulması yararlı olabilecek bir diğer örnek Dışişleri Bakanlığıdır.
CEDAW ’ın 8. maddesinde taraf devletlerin, kadınların erkeklerle eşit koşullarda
ülkelerini uluslararası düzeyde temsil etmelerini ve uluslararası kuruluşların
çalışmalarına katılmalarını sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlü
kılınmasına karşın, 2009 rakamlarına göre, bu bakanlıkta çalışan toplam 2.037
meslek memurunun arasında kadınların sayısı 567 (%27,77) iken, büyükelçiler
arasındaki oranları %ıo,oo, başkonsoloslar arasındaki oranları %i 6,92, merkezde
ki genel müdürler arasındaki oranları ise %20’dir (Ka-Der, 2010, 2011). Böylelikle,
dışişleri meslek memurları arasında kadınların oranı kamu yönetimindeki kadın
memurların oranının altında kalırken, en şanslı oldukları yöneticilik konumunun
merkez örgütünde genel müdürlük olduğu gözlenmektedir.
Bunların dışında A B ’ye katılım sürecinde görevlendirilen 82 kamu yöne
ticisi arasında 5 (%6,ı) kadın bulunmaktadır: KSGM , ASAGM , DPB genel
müdürleri, Dış Ticaret Müsteşarlığı Müsteşar Yardımcısı, TÜ BİTA K Başkanı
(alomaliye.com, 2010).
Kadınların yönetim konumlarındaki temsili açısından belirtilmesi gereken
önemli bir nokta da, özel sektörde kadın yönetici oranının kamu yönetimin
deki oranı aşmış olmasıdır (bkz. T ISK , 2009). Bu noktada, kamu yönetiminde
kıdem ve/ya da kayırmacılığa dayalı yükselme sisteminin (Özen, 1998, 235) ve
yüksek yönetim konumlarına atanmada yönetsel liyakatten çok siyasal liyakat
ve sadakatin atanmalarda belirleyici olmasının kadınlardan yana işlemediğini
ileri sürmek yanılgı olmayacaktır. Bunlara ek olarak, kadınların ev ve çalışma
hayatını uyumlaştırabilmelerine yardımcı kurumsal düzenlemelerin sınırlılığı,
aile içinde ataerkil işbölümü ve kadından beklenen görevler sonucu kadınların
isteksizliği; yine kadınların hizmet içi eğitim olanaklarından daha az yararla
nabilmeleri gibi nedenler de (Ecevit, 2008, s. 143) kadınların yüksek yönetim
konumlarına yükselmesinin önündeki engeller olarak sayılmaktadır.
BM Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin 23 No’lu Genel
Tavsiyesi’nde (Birleşmiş Milletler, 2010, s. 369-70) taraf devletlerin kadınların
üst düzey yönetim konumlarına gelebilmelerini sağlamak için aldıkları önlemler
arasında şunlar sayılmaktadır: Adayların eşit niteliklere sahip olmaları durumun
da tercihin kadınlardan yana kullanılması; kamu kurumlan çalışanları arasında
hiçbir cinsiyetin temsil oranının %40’ın altında olmaması; kamu görevine atanma
konusunda bir kadın kotası getirilmesi; kamu kurum ve görevlerine atanmak
üzere aday gösterilmesini kolaylaştırmak için nitelikli kadınlara yönelik kayıtların
tutulması ve geliştirilmesi. Türkiye’de ise, bu konuda yalnızca, kadınların yüksek
yönetim konumlarındaki eksik temsili vurgulanmakta, politikalar ve uygulama
bağlamında bir çabaya girişilmemektedir. Daha önce üzerinde durulan 2004 ve
2010 tarihli başbakanlık genelgeleri de bu konuda bir güvence sağlamamaktadır.
Sonuç olarak, kamu yönetiminde kadın görevlilerin sayısal görünümü
değerlendirildiğinde, 1970, 1980, 1990 ve 2000’lerde dile getirilen özelliklerin
(bkz. Abadan Unat, 1981; Çitçi, 1982; Çitçi, 1990; Çitçi, 2005; Gülmez, 1973;
Sallan, 1989-1990, Sallan Gül, ve Gül 1997) zaman içinde değişmeksizin ge
çerliliğini sürdürdüğü görülmektedir. Bir başka anlatımla, kamu yönetimine
kadın ve erkeklerin katılımı, dikey ve yatay olarak incelendiğinde her koşulda
asimetrik olma Özelliğini sergilemektedir. Buna bağlı bir başka özellik, karar
konumlarındaki marjinalliklerinin süregelmesidir.
SONUÇ
1979’dan 2010’a kamu yönetiminde çalışan kadın memurlara yönelik politika
lar, son derece sınırlı kalmıştır. Bunu daha da önemli kılan olgu, Türkiye’nin
CEDAW ’ı onaylamasına ve 1990’ların sonunda başlayan AB Uyum Süreci’nde
kadın-erkek eşitliğinin temel kriterlerden biri olarak belirlenmesine karşın,
yükümlülüklerinin gereklerini yaşama geçirmek için çok da ilgi, istek ve çaba
göstermemesidir. Bu ilgisizlik ve isteksizlik, temel politika belgeleri olarak ni-
telendirilebilen, hükümet programları ve kalkınma planlarında somutlaşmıştır.
Bu çerçevede, 1980-1990 döneminde kadın memurlara ilişkin düzenlemeler,
yalnızca emeklilik yaşının düşürülmesi, doğum ve çocuk bakımı izinleri ile sınırlı
kalmıştır. Emeklilik yaşının düşürülmesinin oluşturduğu, “genç emekli kadın
lar” topluluğu, sosyal güvenlik sistemi üzerinde yük olarak değerlendirilmeye
başlanınca, tekrar emeklilik yaşının yükseltilmesi gündeme gelmiştir. 1990’ların
sonunda, 2000’lerin başında ise, Avrupa Birliği’ne uyum süreci, kadına yönelik
politikalar açısından belirleyici olmaya başlamıştır. Ancak, gelişmeler hem sınırlı
kalmış hem de çok kısa sürede gerçekleşmemiştir. Örneğin K SG M kuruluş yasa
tasarısı, T B M M ’ye ilk kez gönderilişinden 11 yıl sonra, 2004 yılında T BM M ’de
kabul edilmiştir. İlerleme raporlarında değinilip 10 yılda gerçekleşen bir başka
düzenleme ebeveyn iznine ilişkindir. Buna karşılık, kadın istihdamına ilişkin iki
başbakanlık genelgesinin 2004 yılında ve 2010 yılında AB ilerleme raporlarının
açıklanmasının öncesinde çıkartılması dikkat çekicidir. Gelinen nokta, kamu
yönetiminde çalışan kadın memurlar için olumlu ayrımcılık ya da olumlu ey
lem değil, 2010 Başbakanlık Genelgesi’nde fırsat eşitliğinin vurgulanmasıdır.
Ancak fırsat eşitliği vurgusunun her zaman dezavantajlı olanların dezavantajının
sürmesine temel oluşturduğunu da unutmamak gerekmektedir. Öte yandan,
kamu yönetiminde kadınlara olumlu ayrımcılık uygulanması bir yana, her şeye
karşın fırsat eşitliğinin sağlandığını bile söylemek olanaklı gözükmemektedir.
1970’lerden başlamak üzere, memur kadının çifte yükü konusunda devletin
çözümü erken emeklilikken, 2000’lerde bu çözümden, pahalı bulunarak vazge
çilmiş, yeni çözüm, uzatılan ücretsiz doğum ve çocuk bakımı izinleri olmuştur.
Yani kadın memurların çocuk bakımından birinci derece sorumlu oldukları bir
kez daha tescil edilmiştir. Bir başka anlatımla, bu izinlerin kadınların çalışma
yaşamı üzerindeki etkileri göz ardı edilerek, ev kadını ve anne kimliklerine
öncelik tanınmıştır. Ancak, kadın memurların aile ve çalışma yaşamı arasında
uyum sağlamayı amaçlayan politikaların yokluğunda bunu doğal karşılamak
gerekmektedir.
Gerçekten de, 1980’lerin başından 1990’lara neoliberal politikalar, kamu
yönetimine küçültme ve özelleştirme dalgalarını getirirken, 2010’a gelindiğinde
kadınlara yönelik refah hizmetlerinin de gelişmesi değil, gerilemesi söz konusu
olmuştur. Buna karşılık, kamu yönetimde sayısal gelişme açısından kadınların
neoliberal politikalardan erkekler ölçüsünde etkilenmediğini söylemek gerekmek
tedir. Türkiye’de, 1979’dan 2010’a kamu yönetiminde kadınların sayısal durumu
incelendiğinde, henüz dünya ortalamasına ulaşılamadığı görülmekle birlikte,
bir gerilemeden değil, kimi dönemsel dalgalanmalara karşın, sınırlı da olsa bir
artıştan söz edilebilmektedir. Bunun bir dizi etmene bağlı olarak gerçekleştiği
söylenebilir. İlk olarak, 1980lerde Türkiye’de memur-nüfus ortalaması gelişmiş
ve az gelişmiş ülkeler ortalamasının altında idi. İkinci olarak, en fazla memur
açığının olduğu alanlar eğitim ve öğretim, sağlık gibi alanlardı. Üçüncü olarak,
kadınların kamu yönetiminde giderek yoğunlaştıkları alanlar, yine eğitim ve
öğretim, sağlık gibi, özünde erkek çalışan arzının göreli olarak sınırlı kaldığı
“kadın egemen” alanlardı. Devlet, istese de istemese de bu alanlarda kadınları
çalıştırmak durumunda kalmaktadır. Dördüncü olarak, bu dönemde benim
senen özelleştirme politikasına konu olan kuruluşlar, erkeklerin yoğun olarak
çalıştığı kuruluşlar olmuştur. Bunun da kamu yönetiminde çalışan kadınların
oranını artırıcı etkisinden söz etmek gerekmektedir. Bunlara ek olarak, özelikle
yükseköğrenim görmüş kadınlar için öncelikli ve güvenilir çalışma alanının
kamu yönetimi olduğunu unutmamak gerekmektedir.
Öte yandan, elde olan veriler çerçevesinde kadın memurların kamu yö
netimindeki konumlarının incelenmesi, 1979’dan 2010’a bir kalıp değişikliği
olmadığını göstermektedir. Kadınlar yine öncelikle öğretmen, hemşire, ebe ve
büro memuru olarak çalışmayı sürdürmüşlerdir. Bir başka anlatımla, kadınlar
kamu yönetiminde genel idare, eğitim ve sağlık gibi geleneksel kadın çalışma
alanlarında ve hizmetlerde yoğunlaşmışlar, buna karşılık “erkeksi” olarak ad
landırılan alanlarda, temsilleri sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede kadın ve erkek
çalışanlar arasında yatay farklılaşma süregelmiştir.
Yüksek yöneticilik konumları söz konusu olduğunda da dikey farklılaşma
varlığını sürdürmüştür. Yönetsel yeterlilikten çok siyasal yeterliliğin ve siyasal
iktidarların patronaj politikalarının belirleyici olduğu koşullarda, kadınlar top
lumsal ve insancıl içerikli çalışma alanlarında, o da yine sınırlı kalmak üzere,
yüksek yöneticilik şansını yakalayabilmişlerdir. Devletin standart oluşturucu,
örnek işveren rolünün vurgulanmasına karşılık, Türkiye’nin bu konuda ulusla
rarası karşılaştırmalarda en alt sıralarda yer alması bir yana, 2010’a gelindiğinde
varolan veriler, özel sektörde yüksek yönetim konumlarında kadın temsilinin,
kamu yönetimdekinin çok üzerinde olduğunu sergilemektedir.
A B’nin kadınlara yönelik politikaları arasında çocuk bakımına ilişkin ön
lemlerin geliştirilmesi, esnek çalışma saatleri, çalışma yaşamına yeniden dönen
kadınlara vergi indirimi, ebeveyn izinlerinin artırılması, ailenin ikinci çalışanı
olarak kadınlara vergi indirimi, aile sorumlulukları nedeni ile çalışmaya ara veren
kadınların işe dönüşünü özendirecek destek hizmetler, ailede eşlerin rollerinin
dengelenmesi gibi önlemler yer alır; BM , Avrupa Konseyi gibi kuruluşlar, ka
dınların çalışma yaşamında eşit biçimde temsili ve bütünleşmelerini sağlamak
amacıyla eğitim, hizmet içi eğitim, işe yeniden dönüş öncesi eğitim, çalışma
koşullarının düzenlenmesi, vergilendirme çocuk bakımı ve aile yardımı vb ko
nularda eşitlik, doğrudan ve dolaylı ayrımcılığa karşı etkili bir yargısal denetim
gibi konularda politikalar üretir ve olumlu ayrımcılığı gündeme getirirken
Türkiye’de kadınlara ilişkin düzenlemeler yalnızca doğum izni ve emeklilikle
sınırlı kalmıştır.
Bu bağlamda Türkiye’de, kamu yönetiminde kadın dostu politikalardan
ve kadın istihdamını artırmayı amaçlayan bir yaklaşımdan söz etmek zordur.
Dahası, kamu yönetiminde çalışan kadınlara ilişkin olarak devletin gerçek bir
destekleme politikasının olup olmadığı tartışmalıdır. Hastalara, yaşlılara ve üç
yaş altındaki çocuklara yönelik sosyal hizmetlerin sınırlılığı kadınların çifte
yükünü arttırmaktadır. Bu çerçevede, neoliberal politikaların kadınların kamu
yönetimindeki sayısal artışını engellememesine karşın, çocuk bakımına ilişkin
hizmetlerin sürdürülmesindeki isteksizlik ve sonuç olarak çocuk bakımı ve aile
yükümlülüklerinin verilen izinlerle çözümlenmeye çalışılması neoliberalizmin
kamu yönetimi ve kadın yaklaşımı ile tutarlı gözükmektedir.
Buna ek olarak, artan ücretsiz izinler, kadınlara evden çalışabilme ola
nağının sağlanması ve en az üç çocuk sahibi olmalarının öğütlenmesi yeni
muhafazakârlığın etkisine bağlanabilir. Bu yaklaşımın uzun dönemde kadın
memurlar üzerindeki etkisinin olumlu olacağını ileri sürmek aşırı iyimserlik
olacaktır. Kadınların çalışmasının değil çocuk sahibi olmalarının özendirildiği
bir ortamda kadınların çalışmaya yönlendirilmesinden söz etmek olanaklı
gözükmemektedir. Sonuç olarak, 1979’dan 2010’a devletin kadınlara “örnek
işveren” olarak yaklaşmadığını söylemek haksızlık olmayacaktır.
KAYNAKLAR
Abadan Unat, N. (1981) “Women in Government as Policy Makers and Bu-
reaucrats: The Turkish Case,” Women, Power and Political Systems, der. M.
Randall, s. 94-115, Londra: Croom Helm.
Acuner, S. ve İşat C. (2008) “Avrupa Birliği Kadın-Erkek Eşitliği Politikaları
ve Türkiye,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler
ve Çözüm Önerileri, s. 301-83, İstanbul: TÜSİAD-KAGİDER.
Acuner, S. ve Sallan, S. (1993) “Türk Kamu Yönetiminde Yönetici Kadınlar,”
Amme İdaresi Dergisi, cilt: 28, sayı: 3, s. 77-92.
Altınışık, S. (2009) “Öğretmenlere Göre Kadın Denetmenlerin (Müfettişle
rin) Sayısal Azlığının Nedenleri,” Proceedings o f International Conference
on Educational Science IC ES’08, 2 3 -2 5 June 2 0 0 8 , Vol. I, haz. B. Özer, H.
Yaratan, H. Caner, s. 127-37, Kuzey Kıbrıs: Famagusta, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayınları.
Anadolu Ajansı (2010) “Kadınlar İdareci Olmak İstemiyor,” http://www.aa.com.
tr/tr/kadin-ogretmenler-idareci-olmak-istemiyor-2.html 7.12.2010.
ABGS-Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (2007) Türkiye’nin AB Müktesebatma Uyum
Programı (2007-2013), http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=68d=l, 10.01.2011.
ABGS-Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (2001) Avrupa Birliği Müktesebatımn
Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı, ttp://www.abgs.gov.tr/index.
php?p=195&l=l.
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciği (2000) AB ’de Sosyal Politika ve İstihdam
Refah ve SosyalAdaleti Geliştirme, Ankara: Avrupa Birliği Avrupa Komisyonu
Türkiye Temsilciliği.
Birleşmiş Milletler (2010) “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın
Önlenmesi Komitesinin 23 N o’lu Genel Tavsiyesi: Siyasal ve Kamusal
Yaşamda Kadınlar,” çev. D, Orhun, Kadın Hakları: Uluslararası Hukuk ve
Uygulama, der. G. Ayata, S. Eryılmaz Dilek, B.E. Oder, s. 363-74, İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Birleşmiş Milletler (1980) World Conference ofthe United Nations Decade for
Women: Equality, Devélopment a nd Peace, 14-30 Temmuz 1980, Kopenhag.
CEDAW Gölge Raporu (2005) Dördüncü ve Beşinci Dönem Birleştirilmiş
Periyodik Ülke Raporuna İlişkin CEDAW Gölge Raporu, http://www.ucan-
supurge.org/arsiv/www.ucansupurge.org/index6aaf.html?option=com_con
tent&task=view&id=1344&Itemid=87, 20.01.2005.
CEDAW STK Çalışma Grubu (2010) Türkiye’nin Kadına Karşı Ayrımcılığı Önleme
Komitesi ’ne Sunduğu Altıncı Periyodik Rapor için S T K Gölge Raporu, Ankara.
Craske, N. (1998) “Remasculinisation and Neoliberal State in Latin Ameri-
cas,” Gender, Politics and the State, der. V. Randall, G. Waylen, s. 100-20,
Londra: Routledge.
Çitçi, O. (1982) Kadın Sorunu ve Türkiye’de Kamu Görevlisi Kadınlar, Ankara:
TODAÎE Yayınları.
Çitçi, O. (1990) “Avrupa Topluluğu, Kadın Çalışması ve Türkiye,” Cahit Talas’a
Armağan, s. 139-59, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Yayınları.
Çitçi, O. (1992) “Türk Kamu Yönetimi ve Kadın Çalışması,” Kadın ve Sosyo-
Ekonomik Gelişme, s. 59-68, Ankara: T C Başbakanlık Kadının Statüsü ve
Sorunları Genel Müdürlüğü.
Çitçi, O. (2005) “Women, Gender and Public Office: Turkey,” Encyclopedia
o f Women and Islamic Cultures Family, Law and Politics volume II, der. S.
Joseph, s. 682-84, Leiden-Boston: Brill.
Çubukçu, N. (2006) http://www.toprakisveren.org.tr/2006-69-nimetcubukcu.
pdf 15.01.2011.
Daley, D. M. (2008) “Strategic Benefits in Human Resource Management,”
Handbook o f Employee Benefits and Administration, der. G. Reddick, J. D.
Coggburn, s. 15-27, New York: CRC Press-Taylor ve Francis Group.
Danıştay (2006) Danıştay 12. Daire Karan, Esas No. 2 0 0 4 /4 3 8 2 , Karar No.
2006/539.
Devlet Personel Başkanlığı (1992) Kamu Personeli Anket Sonuçları 8, Ankara.
Devlet Personel Başkanlığı (2011) İstatistikler, http://www.dpb.gov.tr/ dosyalar/
excel/ istatistikler/Grafik-cns. pdf 25.02.2011.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığı (2009) Kadın ve
Aileye Yönelik Çalışmalar 2007-2009 , Ankara.
Dördüncü ve Beşinci Dönem Birleştirilmiş Periyodik Ülke Raporuna ilişkin CE-
DAW Gölge Raporu, http://www.ucansupurge.org/arsiv/www.ucansupurge.
org/index6aaf.html? option= comcontent&task=view&id=1344&Itemid=87,
20.01.2005.
D PT (2001) Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Nitelikli İnsan Gücü Meslek
Standartları Düzeni ve Sosyal Sermaye Birikim i Özel İhtisas Komisyonu Ra
poru, Yayın No. DPT: 2577, ÖİK: 590, Ankara.
Ecevit, Y. (2008) “İşgücüne Katılım ve İstihdam,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet
Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri, s. 113-213, İstanbul:
TÜSİAD-KAGİDER.
Ekotrent (2009) “İşte Rakamlarla Devletin Memuru,” www.ekotrent.com/
haber/.. ./Iste-rakamlarla-devletin-memuru.php.
European Commission (2010/a) Report on Equality Between Men and Women,
Luxembourg: Publications Office of the European Union.
European Commission (2010/b) More Women in Senior Positions-Key to Economic
Stability and Growth, Luxembourg: Publications Office of the European Union.
European Commission (2006) Reportfrom the Commission to the Council, The
European Parliament, The European Economic and Social Committee and
The Committee o f the Regions on Equality Between Women and Men, CO M
(2006)71 final, Brussels. http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.
do?uri= C E L E X : 5 2006 D C 0 0 9 2 :EN:NOT.
European Commission (2006 /b) Report from the Commission to the Council,
The European Parliament, The European Economic and Social Commit
tee and The Committee o f the Regions on Equality Between Women and
Men, A Roadmap for Equality between Women and Men, COM( 2 0 0 6 )9 2
final, Brussels, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=
C ELEX : 5 2 0 0 6 D C 0 0 92 :EN:NOT.
European Commission Directorate General for Employment, Social Affairs
and Equal Opportunities (2010 ) Employment in Europe, Luxembourg:
Publications Office of the European Union.
Gülmez, M. (1973 ) “Türk Kamu Görevlilerinin Sayısal Evrimi,” Amme İdaresi
Dergisi, cilt: 6, sayı: 3 , s. 51-71 .
Günindi-Ersöz, A. (1998 ) “Kamu Yönetiminde Yönetici Olarak Çalışan Ka
dınların Geleneksel ve Çalışan Kadın Rollerine İlişkin Beklentileri,” 20.
Yüzyılın Sonunda Kadınlar ve Gelecek, der. O. Çitçi, s. 255 - 6 4 , Ankara:
TO D AİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını.
Hondeghem, A. ve Nelen, S. (2000 ) “Recent Trends in Public Personnel Mana
gement and Gender Consequences,” Equality Oriented Personnel Policy in the
Public Sector, der. S. Nelen, A. Hondeghem, s. 4 -18, Amsterdam: IOS Press.
KA-DER (2011) 2011 Kadın İstatistikleri, http://www.ka-der.org.tr/tr/container.
php?act=unlimited0 0 & id 0 0 = 105 , 2 3 .0 2 .2011 .
KA-DER (2010 ) 2010 Kadın İstatistikleri, http://www.ka-der. org. tr!tr/down/2010_
KADIN_ISTATISTIKLERI.pdf
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü-KSGM (2011) Türkiye'de Kadının Durumu
Ocak 2011, Ankara: KGSM Yayını.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü-KSGM (2008 /a) Birleşmiş Milletler CE-
D A W Komitesi ne Sunulmak İçin Hazırlanan Altıncı Periodik Ülke Raporu,
Ankara: KGSM Yayını.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü KGSM (2008 /b) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Ulusal Eylem Planı 2008-2013, Ankara: KGSM Yayını.
Kilci, M. (1994 ) Başlangıcından Bugüne Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları,
1984 - 1994 , Ankara: T C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Yayını.
Köpl, R. (2005 ) “Gendering Political Representation: Debates and Controversies
in Austria,” State Feminism and Political Representation, der. J. Lovenduski
vd, s. 2 0 - 4 0 , Cambridge: Cambridge University Press.
Kutlu Gürsel, M. (2002 ) “Kamu Görevine Girişte Kadın-Erkek Eşitliği İlkesi
Konusunda Bir Değerlendirme,” Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, cilt: 4 , sayı: 2 , s. 27 -57 .
Miller, H.T. ve Fox, C.J. (2007) Postmodern Public Administration, Revised
Edition, New York: M .E. Sharpe.
MEB-Milli Eğitim Bakanlığı (2011) Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim,
2010-2011, Ankara: M EB Yayınları.
MEB Orta Öğretim Genel Müdürlüğü (2011) http://ooegm.meb.gov.tr/istatistik/
okul_ oncesi_sayilari_ genel.pdf. 02.03.2011.
Mullard, M. ve Spicker P. (2005) Social Policy in a Changing Society, Taylor ve
Francis e-Library.
OECD (2009) Government at a Glance2009, https://www.aybook.com/ebooks/
government-at-a-glance-2009.html.
Oğuz, Ş. (2011) “Krizi Fırsata Dönüştürmek: Türkiye’de Devletin 2008 Krizine
Yönelik Tepkileri,” Amme İdaresi Dergisi, cilt: 44, sayı: 1, s. 1-23.
Ongara, E. (2009) Public Management Reform and Modernization, Trajectories
o f Administrative Change in Italy, France, Greece, Portugal and Spain, Chel
tenham: Edward Elgar Publishing.
Özcan, N. (2006) “Askerliğini Yap(a)mayan Mühendisler,” Radikal2 , 16.07.2006.
Özen, Ş. (1998) “Türkiye’de Kadın ve Erkek Yöneticilerin Yönetim Tarzı Açı
sından Farklılaşması ve Eril Erkek-Dişil Kadın Varsayımının Geçerliliği,”
2 0. Yüzyılın Sonunda Kadınlar ve Gelecek, der. O. Çitçi, s, 217-36, Ankara:
TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını.
Özkazanç, A. (2009) “Toplumsal Vatandaşlık ve Neo-liberalizm Sorunu,”
AÜ SBF Dergisi, cilt: 64, sayı: 1, s. 247-7.
Özoğlu Poçan, B. (2005) “The Restructuring of the Turkish Public Sector as Part
of the Strategy for Europeanisation”, South-East Europe Review, sayı: 2, s. 111-30.
Pringle, R. ve Watson, S. (1992) “Women’s Interests and the Post-Structuralist
State,” Destabilising Theory: Contemporary Feminist Debate, der. M. Barrett,
A. Phillips, s. 53-73, Cambridge: Polity Press.
Randall, V. (1998) “Gender and Power: Women Engage the State,” Gender, Poli
tics and the State., der. V. Randall, G. Waylen, s. 185-205, Londra: Routledge.
Roberts, S.M. (2004) “Gendered Globalization,” Mapping Women, Making
Politics: Feminist Perspectives on Political Geography, der. L.A. Staeheli, E.
Kofman, L. Peake, s. 127-40, New York: Routledge.
Sağlık-Sen (2010) “Hasta Artışına Paralel Hemşire ve Ebelerin İstihdamı da
Artmalı,” http://www. haberler.gen.al/2010-05-12/saglik-sen-hasta-artisina-
paralel-hemsire-ve-ebelerin-istihdami-da-artirilmali/1 2 .1 2 .2 0 10 .
Sallan, S. (1989-90) “Gender Based Occupational Segregation in Public Organisa
tions in Turkey,” Turkish Public Administration Annual, sayı: 15-16, s. 143-57.
Sallan Gül, S. ve Gül, H. (1996-97) “Equal Opportunity for Women in Go
vernment Organization,” Turkish Public Administration Annual, sayı: 22-23,
s. 119-40.
Sallan Gül, S. (2004) Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa, İstanbul: Etik.
Tan, M. (1996) Eğitim Yönetimindeki Azınlık, Amme İdaresi Dergisi, cilt: 29,
sayı: 4, s. 3 4 -4 2 .
Tan, M. (2008) “Eğitim ,” Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar,
Öncelikler ve Çözüm Önerileri, s. 23-112, İstanbuhTÜSİAD-KAGİDER.
TİSK (2009) Kadın Yöneticiler Anketi, Eylül 2009, http://www.tisk.org.tr/
isveren_sayfa.asp? yazi_ id=2629&id= 118.
Turanlı-Yücel, K. (2007) “Anne, Memur, Kadın,” Amme idaresi Dergisi, cilt:
40, sayı: 3, Eylül, s. 99-111.
TÜ İK , Hane Halkı İşgücü Anketleri, 15.03.2011, http://www.tuik.gov.tr/Pre-
Tablo.do? tb_id=25&ust_id= 8.
Uluraspa, A. (2003) “Ak Partili Vekil Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Kur
mak İsteyen Bakana Çıkıştı: Niye Erkeğin Statüsü İçin Genel Müdürlük
Kurmuyorsun?,” http://www.habervitrini.com/ haber.asp?id=102526, 15
Ekim 2003.
Yazıcı, H. (2010) http://www.hayatiyazici.com.tr/konusma-detay.php? news_id=
120 &page=all.
Elektronik Kaynaklar:
http://www.abgs. gov.tr /files/AB_ ilişkileri.
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=123&l=l.
http://www.alomaliye.com/ekim_05/AB_gorev_alanlar.pdf 07.12.2010.
www.dpb.gov.tr/dosyalar/excel/istatistikler/unvan.xls 11.02.2011.
http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx
?Enc=83D 5A 6FF03C7B4FC3712B3AA8761D C70455ED D 505C91856E
7FE60BFD 028C 293D .
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=13623 10.10.2007.
http://www.tbmm.gov.tr/kutuphane/e_kaynaklar_kutuphane_hukumetler.html.
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=2629&id=118.
http://www.ucansupurge.org/arsiv/www.ucansupurge.org/index6aaf.
html?option=com_content&task=view&id=1344&Itemid= 87.
BEŞİN C İ KISIM
AYŞE D U R A K B A Ş A
BELKIS K Ü M B E T O Ğ L U
Giriş
Bu yazı Türkiye’de kadın çalışmalarında bilgi üretilirken feminist yöntemin ne
ölçüde kullanıldığına ilişkindir. Bu bağlamda feminist bilgi ve feminist yöntem
arasında nasıl bir ilişki olmalı, sorusundan hareket edecektir. Türkiye’de kadın
çalışmalarından son on yılda üretilen bilginin, göç çalışmaları kapsamında genel
bir değerlendirilmesi, geçmişte üretilmiş bilgi ile karşılaştırılarak yapılacak ve
sözü edilen genel çerçeve içinde, göçmen kadınlara ilişkin yapılmış çalışmalarda
feminist bilgi ve yöntem ilişkisine bakılacaktır. Bu ilişkinin değerlendirilmesi,
belirli bir yöntem tercih edildiğinde, derlenecek bilgilerde nelerin kapsanıp
nelerin dışarıda bırakılabileceğinin tartışılmasına dayanacaktır. Ancak kuşkusuz
bu tartışma örnek olarak seçtiği çalışmaları hedef almamaktadır. Genel olarak
kadın çalışmalarında feminist yöntem, gerçekliği anlama ve keşfetme süre
cinde nelerin farklı olabileceğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu yazının
kapsamında Türkiye’de göçmen kadınlara ilişkinin bilginin kitap, makale, tez
ve araştırma projeleri biçiminde oluşan birikiminin Türkçe ve İngilizcedeki
örnekleri yer alacaktır.
Öncelikle kadın çalışmaları kavramını açmak gerekmektedir. Araştırma
konusunu kadınların sorun alanlarından seçen, araştırma amacını, kadınları
toplumsal aktörler olarak tanıyıp, içlerinde yer aldıkları bağlam çerçevesinde
anlamak olarak belirleyen araştırmalar kadın çalışmaları olarak adlandırılabilir.
Türkiye’de kadın çalışmaları olarak adlandırılan bütünlük içinde tüm çalışmaların
amaç, yöntem, kapsam anlamında feminist olmadığı açıktır. Feminist teori ve
yöntem ilişkisinin işlediği, var olan gelenekselleşmiş bilgi ve yöntem ilişkisine
eleştirel yaklaşarak, bilgi üreten çalışmaların değerlendirilmesi gelecekte üreti
lecek feminist bilgiye ışık tutacaktır.
Kadın çalışmalarında araştırmacının kendini konumlandırdığı yer, sahip
olduğu teorik donanımla bire bir ilişkilidir. Feminist yöntem feminist teoriye
dayanarak, kadınların deneyimlerini, toplumsal olarak yüz yüze oldukları eşit
sizlikleri, bunların yaşamlarını nasıl etkilediğini ve biçimlendirdiğini anlamak
için bir araçtır. Araştırmanın teorik çerçevesi, seçilen terminolojiyi (kullanılan
kavramları) ve tanımları etkilemekte, buna bağlı olarak araştırmaların kavramlaş-
tırma amaçları da bundan etkilenmektedir. Aralarında ilişki aranan kavramların
tanımlanmasından hangi kavramların analitik öğeler olarak seçileceğine, olgusal
verileri nasıl elde edeceğimizden veya bunların nasıl oluşturulacağından veri
analizine farklı aşamalarda yöntem tercihlerinin, gerçekliğin belirli bir biçimde
ortaya konulmasını sağladığı açıktır.
Araştırmacının teorik yaklaşımına, yani hareket noktasına dayanarak kadın
çalışmalarının niteliğini belirlemek mümkündür. Araştırmacının, feminist teori
nin ve yöntemin birbiriyle iç içe geçmiş, etkileşim içindeki özne-sübje sorunlarını,
bilgi üretimindeki güç ilişkilerini, toplumsal cinsiyeti bir değişkenden çok bir
analitik öğe olarak kullanmanın önemini ve sonuçlarını merkeze yerleştirme
çabası varsa, araştırmanın feminist doğasından söz edilebilir. Bilginin üretildiği
disiplinden bağımsız olarak, kadın çalışmaları birkaç grup altında toplanabilir:
Konusu doğrudan kadın olmasa da, kadınların dahil edildiği ve kadınların çeşitli
sorun alanlarından bazılarına odaklanmış, ancak feminist teori ve yöntemin
yönlendirmediği, izlenmediği çalışmalar, kadın bakış açısından yana belirgin
bir fark göstermeyen, ancak öznesi kadın olan çalışmalar, hem konusu hem
yöntemi açısından feminist bilgi üreten çalışmalar (Ecevit, 2004).
Türkiye’de kadın çalışmaları çeşitli konu başlıklarında gerçekleştirilmekte
ve birçok araştırma, sunduğu bulgularla bu alanda ciddi bir birikim oluştur
maktadır. 1980’lerden bu yana yapılan kadın toplantılarında eğitimden sağlığa,
istihdamdan politikaya pek çok konuda gerek ülke çapında gerekse yerel düzeyde
üretilen bilgiler paylaşılmaktadır. Ayrıca kadın hareketi, bu bilgiler temelinde
çözüm önerileri geliştirmekte ve politikalar belirlemektedir. Bu birikimin ve
üretilen bilginin nihai yararlanıcıları olan kadınlara yansıması nasıl olmakta
dır? Kadın sorunlarına çözümler aranırken nasıl bir bakış açısı temel alınarak
bu yapılmakta, neler sağlanmaktadır? Kadın çalışmalarında üretilen bilginin
feminist kuramla bir bağlantısı var mıdır? Bu sorular feminist bilgi üretiminin
amacı ile doğrudan bağlantılıdır. Bir başka deyişle, bu bilginin kuram açısından
anlamayı, kavramayı ve bağlı olarak değiştirmeyi, dönüştürmeyi hedefleyen bir
amaç taşıyor olması önemlidir. Yani bilginin sorunlara ilişkin arayışları harekete
geçirici, yönlendirici, ivme kazandırıcı bir özelliği olması gerekir. Bu anlamda
kadınların sorun alanlarının herhangi birine dönük olarak üretilen bilginin, bu
alanlarda var olan eşitsizlikleri, baskıcı ilişkileri, toplumsal cinsiyet rejimi ile
ilişkisini sorgulayan yaklaşımı esastır. Dolayısıyla feminist aktivizme yani nihai
yararlananın kadınlar olduğu bir sürece dönüşmesi ve kadınların sorunlarına
ürettiği cevaplarla kullanılabilir olması gerekmektedir.
Kadın Çalışmalarında Feminist Kuram
Feminist kuramın ilkeleri kadın bilgisi üretirken araştırmacıların yöntemine
ne kadar ışık tutmaktadır? Örneğin, feminist kuramda araştırmacı kendini ve
araştırdığı bireyleri hiyerarşik bir sıralama içinde değil, sürecin eşit katılımcıları
olarak görür. Araştırma sürecindeki diyaloğun bir asimetriye dayanmamasına
özen gösterilir. Bunlar feminist bilgi üretiminde dikkat edilen hususlar mıdır?
Kadın çalışmalarında feminist kuramın, kavramlaştırmalardan çözümlemelere,
araştırmacılara yön verişine ilişkin cevaplandırılması gereken birçok soru vardır.
Araştırma sürecinde gerçeği, doğruyu anlamaya çalışırken araştırmacılar hangi
kuramsal çerçeveyi kullanmakta, bunun için hangi araçları kullanmaktadır? Bu
araçlar kadınlara ne ölçüde uygundur? Örneğin, eğitim düzeylerindeki farklı
lıklar düşünüldüğünde araştırma süreci eşit ilişkiler içinde devam eden bir olgu
olarak düşünülebilir mi? Kullanılan dilin yanı sıra gizli dillerin farkına varılıyor
mudur? Araştırmacının kendi deneyimi, pratiği dili ve konusu kadınların so
runlarını anlamak olan araştırmalarda nasıl bir rol oynamaktadır? Araştırmaya
katılımın niteliği nedir ve kadınların seslerini duyurmada kadın çalışmaları ne
ölçüde etkilidir? Seslerini duyurma mecazi anlamının dışında somut olarak da
mümkün müdür? Bazı çalışmalarda seslerin kayıt altına alınmasını “günah”
olarak değerlendiren kadın katılımcıların seslerini, okuma yazma bilmeyenlerin
anket formlarındaki sorulara verdikleri cevapları, gerçek olarak yansıtabilmek
ne ölçüde mümkündür? Ataerkilliğin baskıcı yapısı içindeki kadınları anlamaya
çalışırken hangi kadın çalışması özgürleştirici olabilmektedir? Bu makale bu
soruların cevaplarını Türkiye’de göçmen kadınlara ilişkin yapılmış çalışmalar
da arayacaktır. Böylece, kadın çalışmalarında belirli bir kuramsal çerçeve ve
yöntem tercihinde, kadınların bilgisinin ne kadar ayrıntıda derlenebildiğini,
kadın deneyimlerinin ne kadarının kapsanabildiğini ve ne kadarının dışarıda
bırakılabildiğini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Öncelikle feminist yöntemin bazı kurallarını hatırlayarak başlamak gerekirse;
bu yöntem inceleme birimi olarak toplumsal olayları, içinde oluştukları bağlamları
ile değerlendirmeyi seçmektedir. Yani odağında, sınırlı bir alandan çok daha geniş
alan vardır ve özü, asıl olanı kapsayıcı olmayı amaçlamaktadır. Feminist yöntemle
gerçekleştirilen çalışmaların geleneksel kadın çalışmalarından farklılığını üç temel
boyutta ortaya koymak mümkündür: Epistemolojik, yöntemsel ve aktivist boyutu.
Bu yazıda ilk iki boyut irdelenecektir. Aktivizm ve feminist bilgi ilişkisi bir başka
yazının konusu olarak ayrıntılı bir biçimde tartışılması gereken bir boyuttur. Ön
celikle, genel olarak söz etmek gerekirse, feminist yöntemin epistemolojik temeli,
eleştirel okul ve yorumsamacılığa yakındır. Örneğin, fenomenolojik araştırma
ların olgulara ilişkin insan deneyimlerinin özünü anlama ve bunu tanımlamaya
dayanan gerçekliği anlama ve yorumlama çabası, feminist yöntemde kadınların
deneyimlerini günlük yaşamlarını ve kadınlık bilgilerini anlama ve yorumlamaya
dönüşmektedir (Kümbetoğlu, 2008, s. 53). Fenomenolojik incelemelerde esas olan
anlam ve özü tanımlama amacı feminist epistemolojide de bir temel oluşturmak
tadır. Objektif bir anlama çabası, ancak sübjektif deneyimler aracılığıyla oluşabilen
bir şeydir (Creswell, 1998, s. 98). Feminist epistemoloji de benzer bir yaklaşımı
savunmaktadır. Feminist epistemoloji, eleştirel teorinin merkezi önemdeki tema
ları olan, sosyal hayatın yorumlanması ile onun dönüştürülebileceği, tahakküm,
sömürü, yabancılaşmaya karşı mücadele ederek topluma yeni imkânların önünün
açılmasına, bilginin sözü edilen eşitsizlikleri dönüştürücü gücünü vurgulayarak
yakın durmaktadır. “Eleştirel okulun, gerçekliği anlama çabasında, görüngünün
altında yatan özü anlama, gerçekliğin eşitsiz, çatışmacı, karmaşık özünü kavrama
hedefi, feminist yöntemde kadınların her günkü pratiklerinin sosyal, ekonomik,
politik yapılarla nasıl belirlendiği ve bu alanlardaki eşitsizlikler, ayrımcılık ve
çelişkilerin ortaya konması ile mümkün olabileceği hedefine dönüşmektedir”
(Kümbetoğlu, 2008, s. 53).
Feminist epistemolojiye daha ayrıntılı bir bakış, birden fazla epistemolo
jiden söz edilmesini zorunlu kılar. 1970’ler ve 1980’lerin feminist kuram çalış
malarında belirginleşen Duruş Noktası Epistemolojisi, olgusal, Doğa Temelli
Epistemolojiye karşı bir duruş noktasıdır. Harding (2008, 2009, ilk basım 1993)
feminist araştırmacıların, Doğa Temelli Feminist Epistemolojiden, Duruş Noktası
Epistemolojisine çoklu kuramsal yönelimleri olduğunu belirtmektedir. Harding
(2008) çoklu eşitsizliklerin, birbiriylekesişen ve birbiri ile iç içe geçmiş sosyal
ilişkilerin tanımlanmasında, kuramlaştırılmasında farklı feminist epistemolo
jilerin, gerçekliğin karmaşık yapısı, kadınların deneyimlerinin farklı bağlamlar
temelinde ve farklı toplumsal konumları nedeniyle doğduğunu vurgulamaktadır.
Aynı yazar, Sciences From Beloıu (2008) adlı kitabında, feministlerin Duruş
Noktası kuramının iki noktayı açıklama çabalarından doğduğunu vurgular;
“ [B]irincisi, yaygın bir biçimde kabul gören ‘iyi bilim’ veya ‘iyi sosyal bilim’in
nasıl bu ölçüde cinsiyetçi ve erkek merkezli araştırma bulguları üretebildiğinin
feminist sosyal bilimciler ve biyologlar tarafından belgelenme çabası; İkincisi, ‘iyi
araştırma normlarını ihlal ederek feminist politikaların rehberliğindeki araştır
maları gerçekleştiren feminist çalışmaların başarısını açıklama çabası.” Kadınlar
için bilgi nasıl üretilmeli sorusunu soran ve bu bilgiye olan ihtiyacı gerekçe-
lendirirken kadınların kendi bedenleri, çevreleri hakkında, sosyal kurumların
nasıl çalıştığı hakkında bilgiye ihtiyacı olduğunun altın çizen Harding, “ Duruş
Noktası Epistemolojisi ile gerek ampirik, gerekse kuramsal araştırma projele
rinin hareket noktasının ‘kadınların hayatlarından doğru olması gerektiğinin,
böylece ‘bilimin aşağıdan’ yapılabileceğinin ortaya konduğunu göstermektedir”
(Harding, 2008, s. 114-5).
Anderson (2009, ilk basım 1995), Doğa Temelli Epistemolojiyi açıkladığı
makalesinde, feminist epistemolojiyi sosyal teorinin bir dalı olarak belirttikten
sonra, bu epistemolojinin sosyal olarak inşa edilen toplumsal cinsiyete özgün
kavram ve normların, deneyimlerin bilginin üretimindeki etkisini araştırdığını
ve tek bir feminist epistemolojiden söz edilemeyeceğini, ancak bir bütün olarak
feminist teorinin, kadınların eşitliği ve özgürleşmesi amacına hasredilmiş bir araç
olduğunu belirtir. Walby (2009) toplumsal cinsiyet rejimini kuramsallaştırırken
dört farklı yaklaşıma dikkat çekmektedir. Erken dönem feminist kuramcıların,
kadınların yaşamlarının eviçi ile sınırlanması, cinsel şiddet, yeniden üretim,
hane içi üretim gibi belirli öğelere vurgu yaptıklarını, ancak bunların toplumsal
cinsiyet ilişkilerindeki değişim ve farklılıkları açıklamakta yetersiz kaldıklarını
belirtmektedir. Bunun en önemli nedeninin kadınlar arasındaki farkların ve
toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin diğer eşitsizlik biçimleri ile iç içe geçmiş,
kesişme içinde olan yapısının kuramlaştırılmasındaki güçlük olduğunu vurgu
lamaktadır (Walby, 2009, s. 254-63).
Türkiye’de feminizm ve antropoloji konusunda ilk kitabın yazarı Birkalan-
Gedik’in (2011, yayında) Feminist Antropoloji: Kültürlerarası Perspektifler adlı
çalışmasında, farklı feminist epistemolojilere vurgu yapılmaktadır: “Çok parçalı
olması sebebiyle, kısmen problemli bir alanı işaret eden ‘feminist epistemoloji’nin
temelinde bilginin cinsiyetlendirilmesi vardır. Bu alan problematiktir, çünkü
felsefede ‘insanın cinsiyeti sorgulanmadığı için, insana ait bilginin cinsiyetsiz
olduğu düşünülmüştür. Fakat, ‘feminist’epistemoloji, bilginin tarafsız değil,
‘bağlamsal’ olduğunun altını çizmekte; evrensel bilginin ve bilgi sınırlarının ol
mayacağını, bilginin bilenin statüsünden bağımsız olmayacağını belirtmektedir”
(Birkalan-Gedik, 2011, yayında). Birkalan-Gedik, çalışmasında, kadın çalışmaları
birikimi içinde tartışılan çok önemli bir boyuta dikkat çekmektedir: Feminist
sosyal araştırma yöntemlerinde ilk dönemlerde gördüğümüz “ [K]adınların büyük
anlatılar içinde kayboldukları” ya da bu anlatılarda “yok sayıldıkları” fikri, bir
analiz kategorisi olarak toplumsal cinsiyetin kullanımıyla bir ölçüde aşılmaya
başlanırken, bir yandan da “kayıp” olanın yerine iadesinin ne tür yaklaşımlarla
mümkün olabileceği sorusu tartışılmaya başlandı (Birkalan-Gedik, 2011, yayında).
Farklı epistemolojiler olsa da, kadınların sorunlarının araştırılmasında fe
minist teori eleştirel bir bakış açısı sunmaktadır. Burada hâkim bilimsel-teorik
modellerin yaklaşım ve hâkimiyetine karşı çıkış ve meşru kabul edilene eleştirel
bir yaklaşım söz konusudur. Feminist teorinin, bilginin cinsiyetçi özelliğinden
(bilginin sadece erkeklerin deneyim ve bilgisine dayalı olarak üretilmesinden)
başlayarak, objektivist, otoriter, hiyerarşik ve cinsiyet körü yapısına getirilen
eleştirileri ile bütünüyle farklı bir epistemolojik çerçeveye ihtiyaç olduğunun
altı çizilmektedir (Ackerly ve True, 2010, s. 468). Burada önemli birkaç soru
üzerine düşünmek gerekmektedir: Kadınlar “bilenler” olabilir mi? Bilgilerimiz
nasıl meşrulaştırılır? Sosyal gerçekliğe ilişkin bilgilerimiz hangi epistemolojik
temelde oluşmaktadır?
Kadın çalışmalarında kadınların nasıl konumlandırıldıkları, kadınlara ilişkin
bilginin nasıl üretildiği, bu bilginin kadın yaşam ve deneyimlerini yansıtmada
hangi sorunları ve soruları içinde taşıdığı son yirmi yılda oldukça ayrıntılı olarak
incelenirken, Harding’in (1991) “ [K]imin bilgisi, kimin için bilgi” soruları ha
reket noktasını oluşturmuştur. Günümüze kadar bu alandaki birikim, feminist
yöntemin kadın çalışmalarına yapabileceği katkıları, geleneksel yöntemlerin
karşısında konumunu ve kadınların deneyimlerinden üretilecek bilgiyi, böylece
geleneksel bilim anlayışına karşı savunusunu kapsamaktadır.
Feminist bakış açısını ve feminist yöntemi sosyal bilimlerin farklı disiplin
lerine taşımak pek çok kadın araştırmacının hedefi olmuş ve bu bilginin oluşum
sürecini, tanımlanmasını ve geçerliliğini sorgulamak kadın çalışmaları alanının
temel konularını oluşturmuştur. “Hangi deneyim, inanç, fikir ve pratikler meş
ru olarak bilgi düzeyinde kabul görmektedir? Kimlerin deneyim, davranış ve
pratikleri sosyal bilginin öznesi olmaktadır?” gibi epistemolojik, geleneksel veri
toplama teknikleri, analiz biçimleri ve bunlar için kullanılan yol, tarz ve araçlar
gibi metodolojik soru ve sorunlar feminist yöntem açısından birçokçalışmada
tartışılmıştır (Mies, 1983; Harding, 1987; Moore, 1988; Reinharz, 1992; Hinds,
1992; vd).
1960’ın sonundan itibaren Amerikan sosyolojisinin “area studies” olarak
adlandırılan alan çalışmaları Türkiye’ye aktarılmış ve bu yıllardan sonra yay
gınlaşan çeşitli konularda, kır, kent, göç, modernleşme vb sosyal araştırmalar
gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmalarda, kadınların konumundan bakıldığında,
bilginin kimin bilgisi olduğu sorusu daha da önem kazanmaktadır. Araştırma
larda bilgiyi veren çoğunlukla erkek hane reisi olmuştur. Bunun bilinen, ama
açıklıkla ortaya konmayan nedenlerinden bir tanesi, bu kültürde “bilen kişi”
algısının merkezinde erkeklerin yer almasıdır. “Veri kaynağı”, “bilgi kaynağı”
insan, erkektir. Ayrıca “kadın bilgisi”, araştırmacıların önemli ve anlamlı bul
madıkları, “aile içi meseleler” , “kadınların işleri” gibi alanlarda oluştuğu kabul
edilen bir bilgi olarak, yani sınırlı ve sıradan, günlük hayatın bilgisi olarak kabul
görmüştür. “Ben bilmem, beyim bilir” ifadesini yaygınlaştıran ve klişeleştiren
cevap biçimi, bilgisine başvurulan kadınların araştırmalardaki konumunun da
bir yansımasıdır. (Son günlerde bu klişenin de modasının geçtiği belirtike de!)
Bu anlamda, “sosyal bilim araştırmalarında üretilen bilgi, yani bilimin sesi, kadın
ve erkeklerin seslerini eşitçe duyuruyor ve yansıtıyor mu?” sorusunu soran birçok
feministin (Moore, 1988; Millman ve Kanter, 1987; Harding, 2008), bilim ala
nında gerçekliğin bir yanılsama içinde sunulduğu iddiası haklılık kazanmaktadır.
“Feminizm sadece bir bakış açısı, bir görme biçimi, hatta bir epistemoloji,
bir bilme biçimi değildir. Aynı zamanda bir ontoloji ve dünyada var olma
biçimidir” (Stanley, 1990, s. 14).
Stanley’in yukarıdaki alıntıda vurguladığı husus feminizmin sadece bir
bilgi biçimi değil, aynı zamanda bir anlama ve var olma süreci olduğudur.
Kuşkusuz feminist bilgi toplumsal cinsiyet rejimine göre biçimlenen sosyal ha
yatın deneyimleri temelinde ortaya çıkmaktadır. Bu bilgi, sosyal ilişkilerin, güç
ilişkilerinin kavranabilmesini olanaklı kılar. Bilginin üretiminin biçimini, var
olan güç ilişkilerinin bilimsel alandaki paradigmatik hâkimiyeti belirlemektedir.
Gerçekten de kadın çalışmalarında kadınların araştırma özneleri olarak
nasıl kapsandıkları, asıl mı, ilave unsur mu olarak yer aldıkları tartışmaları pek
çok çalışmada yer bulmaktadır. Kadınların sorunlarına ilişkin araştırmalarda,
araştırma bulgularının çözümlemelerinde hal eril bir bakış açısının kavramları
kullanılmaktadır. Örneğin, Türkiye’de uzun yıllar kentsel araştırmalar, göçle kente
gelen ailelerin yaşadıklarını, deneyimler, kavramlar ve soru içerikleri açısından
eril bir bakış açısının hâkim olduğu çalışmalardır. Örneğin, inceleme birimi
hane olduğunda, hane “bir reisi olan çekirdek topluluk” olarak algılanmıştır.
İnceleme biriminin grup, mahalle, işyeri olarak seçildiği araştırmalarda da
üzerine odaklanılan cins erkektir. Sağlık alanında yapılan araştırmalarda kadın
sağlığından çok ana çocuk sağlığı kavramlaştırması uzun yıllar sorgulanmaksızın
geçerli kabul edilmiştir. Ancak 1980’lerin ortalarından itibaren kadınların araş
tırma öznesi olarak kentsel çalışmalarda daha eşit bir unsur olarak yer almaya
başladığını görüyoruz. Kentsel ekonominin görünmeyen üreticileri, politik alanın
dışındakiler ve yeterli eğitim alamamışlar olarak kadınlar; istihdam, politika,
eğitim alanlarında yavaş yavaş araştırma konusu olmaya başlamışlardır. 1980
öncesi, kadınlar üzerine yapılmış çalışmalarda, feminist teorinin izini sürmek
pek mümkün olmasa da, 1980 sonrası feminist teorinin yönlendirdiği kadın ça
lışmalarının bulgularında, özellikle bu dönemde kadın hareketinin verdiği ivme
ile, çeşitli konularda üretilmiş bilginin artışı söz konusudur. Örneğin, kadın ve
istihdam alanındaki sosyal araştırmalarda 1980’den bu yana ciddi bir artış vardır.
Geleneksel eril yaklaşım ve yöntemleri kullanarak, gerçekliğin sadece erkek
lerden toplanan verilerle oluşan bir resmi çizilmektedir. 1990lı yıllardan sonra,
kadın çalışmalarında bu resmin erkek bakışı ile yorumlanan bir “bilgi”yi sunup
sunmadığına dair sorgulamalar birçok disiplinde yer bulmaya başlamıştır. Bu
alanda yapılması gereken başka işler ve cevap aranması gereken başka sorular
da bulunmaktadır: Araştırılacak sorunların tanımlanması, araştırma biriminin
belirlenmesi, araştırmada odaklanılan noktalar, veri toplama teknikleri, verilerin
analiz ve yorumlanması açısından hangi modellerin kullanılmakta olduğuna
ve bu modellerin alternatif bakış açıları ve yöntemlere ne kadar açık olduğuna
dair soruların cevaplanması... Alternatif, feminist modeller sosyal gerçekliğe
ilişkin toplanan veriyi nasıl etkilemektedir? Var olan bilgi birikiminde örneğin,
kadın deneyimlerinin ve bilgilerinin bozulmuş biçimde yer alışı sosyal bilginin
meşruluğunu etkilemez mi? Benzer sorular çoğaltılabilir ve çeşitli boyutları ile
sorgulanabilir, savunulabilir veya eleştirilebilir. Bu alanda düşünen, tartışma
platformları oluşturmak için bir araya gelmeye gayret eden birçok feminist söz
konusu boyutların feminist yöntem ve yaklaşım açısından ele alınabilmesi için
atölye çalışmaları düzenlemiştir. Örneğin, Haziran 2010’da Ankara’da düzenlenen
Feminist Atölye’nin katılımcıları sözü edilen soruları tartışmıştır.
Göç araştırmalarının çok azı (Abadan Unat, 2002) niteliksel yöntemin teknik
lerini kullanmıştır. Derinlemesine görüşme, odak grup tartışmaları, otobiyog
rafiler vb teknikler bu dönem çalışmalarda nadir olarak kullanılmışlardır. Bu
tekniklerin kullanılması durumunda her zaman onlardan oluşturulan verilerin
sunumunun anlatılar biçiminde olmasını gerektirmemiştir. Araştırma bulguları
nın sunumunda bu nedenle daha çok istatistiksel bir değerlendirme yer almıştır.
1990lı yıllardan sonra araştırmacılar, göçün kadınlaşması olgusuna da pa
ralel olarak kadın göçmenlerin çeşitli sorunları üzerine çalışmışlardır. Özellikle
kadın ticareti, şiddet, insan hakları, göçmen kadın emeği, yeni kültüre uyum
sorunları, göçmen kadınların sosyal ağları ve bunların rolü, göçmen kadın ha
reketi ve örgütlenmeleri, ikinci kuşak göçmen kadınların çeşitli sorun alanları,
geriye dönenlere ilişkin çalışmalar belirli bir birikimi oluşturmuştur. Türkiye’de
kadın göçmenler üzerine bu dönemlerde yapılan çalışmaların hedef grubu kuzey
ülkelerinden Türkiye’ye göçen, konumları yasal olarak göçmen statüsünde olmasa
da Türkiye’de kalan ve çalışan kadınlardır. Bu çalışmaların yanı sıra Avrupa’da
çeşitli ülkelerdeki kadın göçmenlerin dayanışma ağları, siyasal katılımları vb
konularda da alan araştırmalarına dayanan doktora ve yüksek lisans tezleri
yapılmıştır. 1990 sonrasında üniversitelerin kadın çalışmaları merkezleri, kadın
çalışmaları yüksek lisans programlarının oluşturduğu feminist birikim, sosyal
bilimler metodolojisi yazınında niteliksel araştırmaların popülaritesinin artışı,
uluslararası göçe ilişkin kadın çalışmasında gerek kuramsal olarak gerekse yöntem
tercihi açısından önemli bir fark yaratmıştır (Gülçür ve îlkkaracan, 2002; Erder
ve Kaşka, 2003; Erder, 2006; Kümbetoğlu, 2005; Yükseker, 2003; Akalın, 2007;
Çelik, 2007, 2005; Öztan, 2009, 2010; Barbaros, 2009; Ünlütürk-Ulutaş, 2011;
Unlütürk ve Kalfa, 2009; Dedeoğlu, 2011). Bu çalışmaların çoğunun kuramsal
duruş noktası, toplumsal cinsiyet perspektifinden bakmak olarak tanımlanabilir.
Bu çalışmalar, göçün toplumsal cinsiyet rolleri ve ataerkillikle ilişkisini kurarak,
aynı zamanda göçmen kadınların homojen bir grup olmadıkları ve farklılık
ları temelinde incelenmelerinin altını çizerek, feminist birikimin sonucunda
göç konusunda üretilen bilginin değişen niteliğinin örnekleridir. Bu yazının
kapsamındaki çalışmaların bir bölümü, feminist kuramdan hareket ettiklerini
belirtmektedir. Örneğin, Öztan, kesişimsel yaklaşımlara vurgu yapmaktadır:
“ [...] Türkiye’de feminist teoride deneyime ırk/etnisite, sınıf ve toplumsal cinsiyet
gibi farklılıkları katan kesişimsel/ilişkisel [intersectional] yaklaşımları gündeme
getirmiştir... Kesişimsel yaklaşımlar, ’herkesin toplumsal cinsiyet, etnisite, sınıf,
cinsellik ve milliyet gibi bir dizi önemli sosyal anlamlandırma eksenleri üzerinde
konumlanmış olduğunun farkına varılmasına dayanır” (Wekker ve Lutz, 2001,
s. 18, aktaran Öztan, 2010, s. 4). Bir başka örnek, makro ekonomik ideolojilerin,
kapitalizm-ataerkillik ilişkisini kuramsal çerçeve olarak alan, konusu göçmen
kadın emeği olan çalışmalardır. Bu çalışmalar Türkiye’de farklı ülkelerden gelmiş,
tekstil sektöründe, eviçi bakım hizmetlerinde çalışan kadınların, göçmenlik,
kadınlık, toplumsal cinsiyet rolleri bağlamındaki deneyimlerine ışık tutmakta
ve ataerkil kapitalizm-göçmen kadın emeğinin eklemlenmesine dikkat çekmek
tedirler (Dedeoğlu, 2011; Unlütürk-Ulutaş, 2011).
Genel olarak kadın göçünün çözümlemesini yapan çalışmaların yanında,
bulguları alan çalışmalarından gelen çalışmaların da arttığı görülmektedir.
Kadın göçmenlerin deneyimlerini bire bir onların ifadelerinden derlemeye
özen gösteren ve araştırmacı olarak alanda geçireceği uzun sürede onların ya
şamlarını yakından gözleme fırsatı bulan araştırmacıların bulguları sayısaldan
çok niteliksel özellikler taşımaktadır. Bunların, göçün kadınların yaşamlarına
nasıl bir değişim getirdiğini, onların toplumsal konumlarını nasıl etkilediğini
makro düzeyde çözümlemeler ve sonuçlar yerine, kadınların yaşamlarına bir
ayna tutarak mikro düzeyde profil sunan, kadın deneyimini gün yüzüne çıkaran
araştırmalar oldukları söylenebilir. Bu çalışmalarda araştırmacıların, katılımcıla
rının temsil edici bir örneklem oluşturmak gibi bir iddiası yoktur. Daha ziyade
araştırma amacına uygun bir örneklem üzerinden ve ancak bu katılımcılar için
bir profil sunabilen, bulguları genelleştirilemeyecek çözümlemeler içermekte
dirler. Yapılandırılmamış ve esneklikler içinde, devamlı evrilen, değişen (yarı
yapılandırılmış veya yapılandırılmamış) bir planla araştırma yaparak bu süreci
araştırma katılımcıları için kolaylaştıran bir tasarım uygulamaktadırlar.
Kadın araştırmacılar karmaşık, detaylı ve zengin nitel verinin analizinde,
ayıklama, sınıflama, azaltma ve daha birçok zaman gerektiren işlemi gerçekleş
tirmek için oldukça uzun bir çalışmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu çalışmalarda
bulguların istatistiki sunumu yerine kadınların görüş, düşünce ve duygularının
yer aldığı anlatı örneklerine yer verilmektedir:
[...] Almanya’ya gidene kadar geçmediğimiz yer kalmadı, ben zaten yaylaya
gelin gitmiştim köy bile çok modern geliyordu bana (gülüyor). Bütün yol
kafamı cama dayadım, çok ağladım ama bir yandan da hep etrafa bakıyorum,
nasıl değişik geliyor (Çakmak, 2009, s. 57).
Hollandacan iyi değil ya, onlar da Hollandalı ve öğretmen. Sana bir soru
sorarken bile anlamadığın bir şey olursa, biraz ne diyeyim, bizde “dıngırdatma”
derler, ayrımcılık değil belki ama, önemsemiyor seni, açıklama yapmıyor...
Ya da yeterli açıklamayı yapsa bile iki kişi misal, birbirleriyle göz göze gelip
gülüyor misal... Anlatabildim mi? Çok kötü bir his o, kötü hissediyorsun,
şuranda bir şey düğümleniyor (Öztan, 2010, s. 13).
Bu örnekler duyguların ifadesi ile göçün kadınlar için nasıl bir süreç olduğunu
anlamak açısından seçilmiştir.
Bu tür araştırmalarda araştırmacı, araştırmanın raporlanmasında uzun
pasajlar yazmak, anlatıları kullanarak birbirinden çok değişik yaklaşımları,
görüşleri, düşünceleri, duyguları, deneyimleri okuyucuya gerçekliğin kaynağı
olarak sunmak durumundadır. Ancak bu aşamada da aşılması gereken hâkim
bilim kurullarının kuralları vardır. Nitel verinin sunumunda ayrıntılı, uzun
anlatı örneklerinin yer alması, çoğunlukla “bilimsel raporlarda” çok aşina olunan
bir biçim değildir. Birkaç örnekle yetinmek ve/veya olabildiğince kısa tutmak
araştırmacıların yüz yüze kaldıkları bir tercih olmaktadır.
Araştırmacılar kendilerinden beklenen sürece aktif olarak katılmakta, ayrıca
araştırmanın kalitesi açısından üstesinden gelinmesi gereken yöntemsel sorunlara
ve uyulması gereken kurallara da dikkat etmektedirler. Ancak bu konuda önemli
ilk sorun, niceliksel yöntemin geçerlilik ve güvenirlilikte ölçüm sorununu ista-
tistiki işlemlerle aşabilmesi mümkünken, niteliksel yöntemin gerek soruları ve
gerekse verileri açısından ölçümden daha başka ölçütlere ihtiyaç duymasından
dolayı güven duyulabilirliği sağlayan açıklamalara yer verilmemiş olmasıdır.
ikinci sorun, tekrarlanabilir olmaktır. Niteliksel yöntem dayandığı epis-
temolojik temel nedeniyle, sosyal bir sorunu, süreci, çevreyi “dondurmanın”
mümkün olmadığını, değişimin göz ardı edilemeyeceğini savunur. Araştırmanın
tekrar edilebilmesinden bu nedenle söz etmek mümkün değildir. Araştırmaların
uluslararası göç gibi çok dinamik ve sürekli değişen özellikleri taşıyan bir olgu
üzerine eğilmeleri burada sorunu daha da zorlaştırmaktadır.
Sonuç
Son iki onyılda uluslararası kadın göçü olgusunun ilgili yazında oldukça önemli
bir yer tuttuğu bilinmektedir. Göçün kadınlaşması olgusu, kadın göçmenlerin
aile parçalanmaları, kadın göçmenlerin geride bıraktığı aile üyeleri üzerindeki psi
kolojik ve duygusal etkileri ve bunun sonuçları, kültürlerinin namus temsilcileri
oluşları, yüz yüze gelinen şiddet ve hak ihlali sorunları birçok çalışmada İncelen
mektedir. Çeşitli boyutların yanı sıra, örneğin, kadın göçmenlerin gönderdiği
paraların ülkelerinin bozulan ekonomik dengeleri için bir çare olmasının da altı
çizilmektedir. Ancak az sayıda çalışmada bu kadınların göç ettikleri için ödemek
zorunda bırakıldıkları bedele ilişkin, onların ifadelerinden yansıyan verilere yer
verilmektedir. Bir başka ifadeyle, kadınlar incelenmiş olsalar bile hâkim bilimsel
modellerin söylemi içinden anlatılmaktadırlar. Cinsler arası ayrımın toplumsal
alandaki pratiklerini normal, “şeylerin düzeni” algılayışı ile ele almak yaygındır.
Bilimsel bilginin yıllar içinde zihinlerde oluşturmuş yapısı içinde bu anlatılar
sadece birer “anekdot” ya da “hikâye” olarak değerlendirildiğinden, araştırma
larda nitel veri oluşturulmuş olsa bile bunlar çok az kullanılmakta, daha çok
araştırmacının büyük anlatısı, yorumu dikkat çekmektedir. Oysa feminist bilgi
üretme sürecinde kadınların sesi olma iddiası, kadın deneyimlerini ve bilgisini
öne çıkarma ilkesi bulunmaktadır. Kadın çalışmalarının birikimi akademik
dünyada görece güvenli sularda artmaya devam ederken, üretilen bilgiler ka
dınların çoğunluğu için, özellikle ataerkil sistemin eşitsiz koşullarında yaşayan
çoğunluğu için, dil, terminoloji, ifade ediş biçimleri açısından düşünüldüğünde
erişilebilir midir? Farklı dünyalardan kadınlara kendilerini görebilecekleri bir
ayna tutulabilmekte midir? Bu noktada araştırmaların raporlanması ve bilginin
yaygınlaştırılması sürecindeki sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu bilginin okuyu
cusunun kim olacağı ve yararı, yani dönüştürücü, özgürleştirici yanının nasıl
işlerlik kazanacağı sorulan üzerinde düşünmek gerekmektedir. Bilimsel bilgi
kimin içindir ve kadınlardan derlenen bilginin nihai yararlanıcısı sadece politika
yapıcılar mıdır? Politika yapanlar bu bilgiyi ne ölçüde dikkate almaktadırlar?
Araştırma süreci bir sömürücü ilişki değilse, derlenen bilgiden kadınlar nasıl
yararlanacaktır? Feminist bilginin yayılmasında hangi araçlara ihtiyaç vardır?
Feminist tartışma platformları bu anlamda ne kadar araçtır? Bu yazı, okuyucu
larını, feminist teori ve yöntem ilişkisi kapsamında bu sorular üzerinde düşün
meye davet için sadece bir adımdır. Kadın çalışmalarında feminist kuram ve
yöntemin tartışılacağı sonrası adımları cesaretlendirmek için kaleme alınmıştır.
KAYNAKÇA
Abadan Unat, N. (1976) Göç ve Gelişme. Uluslararası İşgücü Göçünün Boğazlıyan
ilçesindeki Etkilerine İlişkin bir Araştırma, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları.
Abadan Unat, N. (1977) “Dış Göç Akımının Türk Kadınının Özgürleşme ve
Sözde Özgürleşme Sürecine Etkisi,” Amme İdaresi Dergisi, cilt: 10, sayı: 1,
s. 107-32.
Abadan Unat, N. (1977) “Implications of Migration on Emancipation and
Pseudo-Emancipation of Turkish Women,” International Migration Review,
cilt: 11, sayı: 1, s. 31-57.
Abadan Unat, N. (1984) “Uluslararası Göç Akımının Kadınların Toplumsal
Rolleri Üzerindeki Etkisi: Türkiye Örnek Olay,” Prof. Dr. Aziz Köklü Anısına
Armağan, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını.
Abadan Unat, N. (2002) Bitmeyen Göç, Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa.
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Ackerly, B ve True, J. (2010) “Back to the Future: Feminist Theory, Activism
and Doing Feminist Research in an Age of Globalization,” Womens Studies
International Forum, sayı: 33, s. 464-72.
Anderson, E. (2009) “Feminist Epistemology: An Interpretation and a Defen
se,” Feminist Theory: A Phiolosophical Anthology, der. A.E. Cudd ve R.O.
Andreasen, s. 188-210, Oxford: Blackwell.
Akalın, A. (2007) “Hired as a Caregiver, Demanded as a Housewife: Beco
ming a Migrant Domestic Worker in Turkey,” European Journal o f Women’s
Studies, sayı: 14, s. 209-25.
Barbaros, H. (2009) “Düzensiz Göç Sürecinde Kadın Göçmenler: İstanbul’dan
Bir Kesit,” başlıklı yüksek lisans tezi, İstanbul Üniversitesi.
Clarck, M.C. ve Sharf, B.F. (2007) “The Dark Side of Truth/s: Ethical Dilemmas in
Researching the Personal,” Qualitative Inquiry, sayı: 13, s. 399-415, Londra: Sage.
Clarke, A. (2001) “Research and Policy Making Process,” Researching Social
Life, der. N. Gilbert, s. 32-3. Londra: Sage.
Cheek, J. (2007) “Qualitative Inquiry, Ethics and Politics of Evidence,” Qua
litative Inquiry, cilt: 13, sayı: 8, s. 1051-9.
Corbin, J. (2003) “The Unstructured Interactive Interview: Issues of Reciprocity
and Risks When Dealing With Sensitive Topics,” Qualitative Inquiry, cilt:
9, sayı: 3, s. 335-54.
Creswell, J.W.(1998) Qualitative Inquiry and Research Design, Londra: Sage.
Çakmak, S.(2010) “Değişen Hayatların Görünmez Sahipleri: Göçmen Kadın
lar,” Fe Dergi, sayı: 2, cilt: 2, s. 50-64.
Danış, D. (2007) “A Faith that Binds: Iraqi Christian Women on the Domestic
Service Ladder of Istanbul,” Journal o f Ethnic and Migration Studies, sayı:
33, s. 601-15.
Dedeoğlu, S. (2011) “Endüstriyel Üretimde Kadın ve Göçmen Emeği: Ataer
killik ve Enformel Emek,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, Türkiye
Örneği, der. S. Dedeoğlu ve M.Y. Öztürk, s. 249-76. Ankara: SAV.
Dickson-Swift, V., James, E.L., Kippen, S. ve Liamputtong, P. (2009) “Researc
hing Sensitive Topics: Qualitative Resaearch as Emotion Work,” Qualitative
Research, cilt: 9, sayı: 1, s. 61-79.
Ecevit, Y. (2004) “Türkiye’de Feminist Bilgi Üretimi ve Feminist Aktivist
İlişkisi,” “Kadın Çalışmalarında Disiplinlerarası Buluşma”sempozyumunda
sunulan bildiri, 1-4 Mart, İstanbul, Yeditepe Üniversitesi.
Erder, S. ve Kaşka, S. (2003) Irregular Migration and Trafficking in Women:
The Case o f Turkey, Cenova: International Office of Migration.
Erder, S. (2006) “Uluslararası Göç Sürecinde Kadının Gündeme Gelişi ve
“Getto’ daki Kadın,” Refah Toplumunda Getto, İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Etherington, K. (2007) “Ethical Research in Reflexive Relationships,” Quali
tative Inquiry, cilt: 13, sayı: 5, s. 599-616.
Flick, U. (2007) Designing Qualitative Reseach, Londra: Sage.
Frazier, L.J. (1993) “Genre, Methodology and Feminist Practice,” Critique of
Anthropology, cilt: 13, sayı: 4 , s. 363-78.
Birkalan-Gedik, H. (2011, yayında) Feminist Antropoloji: Kültürlerarası Pers
pektifler, İstanbul: YKY.
Gülçür, L. ve İlkkaracan, P. (2002) “The ‘Natasha’ Experience: Migrant Sex
Workers from the Soviet Union in Turkey,” Womens Studies International
Forum, sayı: 25, s. 411-21.
Harding, S. (1987) Feminism and Methodology, Stratford: Open University Press.
Harding, S. (2008) Sciences From Below. Feminisms, Postcolonialities, and Mo
dernities, Londra: Duke University Press.
Harding, S. (2009) “Rethinking Standpoint Epistemology: What is Strong
Objectivity?,” Feminist Theory: A Phiolosophical Anthology, der. A.E. Cudd
ve R.O. Andreasen, s. 218-36. Oxford: Blackwell.
Hartmann, H.I. (1987) “The Family as the Locus of Gender, Class and Political
Struggle,” Feminism and Methodology, der. S. Harding, s. 109-34, Stratford:
Open University Press.
Hinds, H., Phoenix, A. ve Stacey, J. (1992) Working out: New Directions for
Womens’ Studies, Londra: The Falmer Press.
Marlene, de L. (2000) Fieldwork Participation and Practice: Ethics and Dilemmas
in Qualitative Resaerch, Londra: Sage .
Millman, M. ve Kanter, R.M. (1987) “Introduction to Another Voice,” Femi
nism and Methodology, der. S. Harding, s. 29-36. Bloomington, Indiana:
Indiana University Press.
Millen, D. (1997) “Some Methodological Issues Raised by Doing Feminist
Research on Non-Feminist Women,” Sociological Research Online, cilt: 2,
sayı: 3, www.socresonline/2/3/3.html.
Mies, M. (1983) “Towards a Methodology for Feminism & Research,” Theories
o f Women’s Studies, der. G. Bowles ve R.D. Klein, Londra: Routledge-Kegan
Paul.
Moore, H.L. (1999) Anthropological Theory Today, Cambridge: Polity Press.
Moore, H.L. (1988) Feminism and Anthropology, Cambridge: Polity Press.
Morokvasic, M. (1984) “The Overview: Birds of Passages are also Women,”
International Migration Review: Women in Migration-Special Issue, cilt: 18,
s. 886-907.
Nihal, Ç. (2005) “Immigrant Domestic Women Workers in Istanbul and
Ankara,” yayımlanmamış yüksel lisans tezi, Ankara: ODTÜ.
Nihal, Ç. (2007) “Building Paths and Lives through Migrant Networks: The
Case of Post-Socialist Women Domestic Workers in Turkey,” Journal o f
Mediterranean Studies, cilt: 17, sayı: 2, s. 185-210.
Öztan, E. P. (2009) “Göç Bağlamında Yurttaşlık ve Toplumsal Cinsiyet: Türkiye
Kökenli Amsterdamlı Kadınların Yurttaşlık Deneyimleri,” yayımlanmamış
doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı.
Öztan, E.P. (2010) “Unutulan bir Göç ve Yurttaşlık Deneyimi: İlk Kuşak
Göçmen Kadınlar ve Hollanda Türkiyeli Kadınlar Birliği,” Fe Dergi: Feminist
Eleştiri, cilt: 2, sayı: 2, s. 31-49.
Öztan, E, (2010) “Göçmen Kadınlar ve Anneliğin Düzenlenmesi: Amsterdamlı
Türkiye Kökenli Kadınların Annelik Deneyimleri,” Toplum ve Bilim, sayı:
119, s. 111-40.
Kümbetoğlu, B. (2008) Sosyolojide ve Antropolojide Niteliksel Yöntem ve Araş
tırma, 2. Basım, İstanbul: Bağlam.
Kümbetoğlu, B. (2005) “Enformalleşme Süreçlerinde Genç Göçmen Kadınlar
ve Dayanışma Ağları,” Folklor/Edebiyat, cilt: 11, sayı: 41, s. 5-25.
Kvale, S. (2006) “Dominance Through Interviews and Dialogues,” Qualitative
Inquiry, cilt: 12, sayı: 3, s. 480-500.
Phizacklea, A. (1983), der. One-Way Ticket: Migration and Female Labour,
Londra: Routledge, Kegan Paul.
Reinharz, S. (1992) Feminist Methods in Social Research, Londra: Oxford Uni
versity Press.
Seale, C. (1999). “Quality in Qualitative Resaerch,” Qualitative Inquiry, cilt:
5, sayı: 4, s. 465-78.
Strasser, S. ve Kronsteiner, R. (1993) “Imure or Fertile? Two Essays on the
Crossing of Fronties through Anthropology and Feminism,” Gendered
Anthropology, der. T. del Vale, Londra: Roultledge.
Stanley, L. (1990) Feminist Praxis: Research,Theory and Epistemology, Londra:
Routledge.
del ValeiT. (1993) Gendered Anthropology, Londra: Routledge.
Ünlütürk Ulutaş, Ç. ve Kalfa, A. (2009) “Göçün Kadınlaşması ve Göçmen
Kadınların Örgütlenme Deneyimleri,” Fe Dergi: Feminist Eleştiri, cilt: 1,
sayı: 2, s. 13-28.
Ünlütürk Ulutaş, Ç. (2011) “Evin İçi İşyeri: Ev Hizmetleri, Ücretli Emek ve
Göçmen Kadın Emeği,” Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, Türkiye
Örneği, der. S. Dedeoğlu ve M.Y. Öztürk. Ankara: SAV.
Wolf, D.L. (1996) “Situating Feminist Dilemmas in Fieldwork,” Feminist
Dilemma in Fieldwork, der. D.L. Wolf, Harper Collins.
Yükseker, D. (2003) Laleli-Moskova Mekiği: Kayıtdışı Ticaret ve Cinsiyet ilişki
leri, İstanbul: İletişim.
Fem inist Tarih Yazımı:
SERPİL Ç A K IR
1
970’li yıllarda yükselen ikinci dalga feminist hareketin, on dokuzuncu yüzyıl-
dakinden farkı, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiyi bir çıkar ve dolayısıyla
iktidar ilişkisi olarak tanımlamasıydı. Feministler, erkekler ve onlara ait çıkarların
geçmişte ve bugün, kadınların rolünü ve varlığını da biçimlendirdiğini söylüyor
lardı. Maddi temelini kadınların eviçi emek sömürüsünde bulan patriarka denilen
bu sistemin, kendine özgü yapısal, kültürel/ideolojik aygıtları vardı. Bilim de bu
aygıtlardan biriydi. Özellikle kadın çalışmaları disiplini ortaya çıktıktan sonra bu
ilişki çok boyutlu olarak incelenmeye başlandı. İnceleme alanlarından biri de tarihti.
Feminist tarih yazımı, yukarıdaki saptamadan yola çıkar; tarihteki patriarkal
ilişkileri açığa çıkarmayı ve tarihi yeniden inşa etmeyi hedefler. Bu makalede,
feminist tarih yazımına, kuramsal ve yöntemsel açıdan bakılacak, dünyadan ve
Türkiye’den çeşitli örneklerle konuya açıklık getirilmeye çalışılacaktır.
1 Sandra H arding, Maria Mies, Liz Stanley gibi feminist yöntem bilimcilerin seçkisi
için bkz. Çakır, S. ve Akgökçe, N . (der.) (1996b) Farklı Feminizmler Açısından Kadın
Araştırmalarında Yöntem, İstanbul: Sel.
Evrensel/yerel, kamusal/özel, doğal/kültürel gibi verili hiyerarşik ve diko-
tomik ayrımlar, toplumda var olan güç ilişkisi, araştırma sürecine de hâkimdir.
Üzerinde inşa edilmiş olan bilimin teorik çerçevesi ve kavramları da eleştiri
konusudur. Zira bilim kadın gerçekliğini anlamada yetersiz ve önyargılıdır.
Bilim değerlerden arınmamıştır (Berktay, 2003b). Erkek bakış açısını yansıtır.
Üstelik bilim iddia edildiği gibi objektif de değildir. (Mies, 1996; Çakır 1996,
s. 305-16). Çünkü egemen olanın kültürünü yansıtır. Erkeklerden yanadır, er
keklerin çıkarını yansıtır. Bu nedenle, kadın deneyimleri kadınların yaşamını
dönüştürecek politik bilgi haline gelmelidir (Akgökçe, 1999, s. 33). Politik bilgi
ancak araştıran kadınla, araştırılan kadın arasında ortak bilinçlenme deneyimi
gerçekleştiğinde mümkün olabilecektir.
Feminist tarihçiler, yukarıdaki ilkelerin ışığında tarihe baktılar, tarihi çe
şitli açılardan eleştirerek zenginleştirmeye çalıştılar. Kaynak, yöntem ve bakış
konularıyla sarmallaşan bir dizi problemle ilgilendiler. Kadınların tarihe yanlış
yerleştirildiğini, görmezden gelindiğini vurguladılar (Scott, 1988), geleneksel
tarih yazımının eksik ve önyargılı bakışını ortaya koydular. Sorun, kadınların
cinsiyetçiliğe maruz kalmalarının ötesinde, onları baskı altına alan ve sömüren
bir sistem içinde yaşamalarıdır (Berktay, 2001b). Toplumdaki tüm kurum ve
kuruluşlar, aile yaşamından siyasal partilere, sendikalara, edebiyat, medya ve
ekonomik örgütlenmeye varıncaya değin kadınları ikincil kılan, sömüren yapıyı
besler ve yeniden üretir. Bilim de bu yapıyı yeniden üretmeye hizmet eder.
Tarih ve tarih yazımı, ideolojinin ve dolayısıyla belli bir toplumsal bilinç-
liliğin yaratılmasına doğrudan etkide bulunabilir. Bu nedenle, kadınların baskı
altına alınmalarının ve buna direnişin örneklerini ortaya koymak çok önemlidir.
Geçmişin deneyimine sahip çıkmak kadınları kolektif özne olarak güçlendirmeyi
sağlar. Bu alanın ilk çalışmaları bu türden örnekleri kapsar, kadınların boyundu
ruk altına alınmalarının, ikincilleştirilmelerinin ve patriarkaya direnmelerinin
listeleri kaleme alınır.
Süreç içinde, önce kadın tarihi kavramı ortaya çıkmıştır. Daha sonra fe
minist tarih kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda toplumsal cinsiyet
tarihi çalışmaları tercih edilmeye başlanmış, toplumsal süreçlerin ilişkisel bir
şekilde nasıl işlediği ortaya konulmuştur (Bock, 1989, s. 7-30; Scott, 2007).
Vurgu toplumsal süreçlerde farklı cins kimlikleri arasındaki ilişki üzerinedir.
Cins yönelimlerini tarihe katmak önemli olsa da feminizm, ayrımcılığı ortadan
kaldırmanın ötesinde, erkek egemenliğine bir isyandır. Kadınların sorunlarına
sadece beden politikaları kapsamında bakarsak önemli bir vurguyu, kadınların
ezilmişliği ve sömürüsünü gözden kaçırabiliriz. Üstelik toplumsal cinsiyet çalış
malarında, feminist tarihin önemli bir özelliği olan kadınların politik bir özne
olarak görülmesi meselesi yoktur. Tarihsel bilginin politik niteliği pek önem
senmez. Feminist tarih bu yüzden tercih edilmelidir (Akgökçe, 2001, s. 254-70).
Feminist tarih, araştırma süreci ve araçları açısından feminist yöntemi
kullanır. Feminist yöntemin amaçları ise, tarih yazımında şöyle vuku bulur: Ka
dınları görünür kılmak; kadın erkek arasındaki iktidar ilişkilerini açığa çıkarmak
ve sorgulamak; kadınlara kendi tarihlerini kazandırmak; bir cins grubu olarak
kadınların tarihlerini yazmak (Lerner, 1979b); tarihsel gerçekleri sorgulamak;
cinsiyet rollerinin tarihsel evrelerdeki durumlarına bakmak. Feminist tarih sadece
kadınların baskı altına alınışlarının tarihiyle ilgilenmez, kadınların baskılara,
dışlanmaya ve sadece eviçiyle sınırlanmalarına direnişin tarihine de bakar. Bunun
örnekleri ortaya konulmaya çalışılır. Önemli bir konu da tarih yazımıdır. Tarih
yazımındaki eril gelenektir; tarih yazımındaki cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı
deşifre edilmelidir (Spongberg, 2002 ve Shapiro, 1994).
Kadm Yolu-Türk Kadm Yolu (1925-1927) yay. haz. N.Y. Ateş (2009 ).
Kadınlar Dünyası (1913-1921) yay. haz. F.B. Yılmaz veT.G. Demircioğlu (2009 ).
Derginin ilk yüz sayısının tıpkı basımı.
Hanımlara Mahsus Gazete (1895- 1908 ) yay. haz. M. Çiçekler ve M.F. Andı
(2009 ). Dergideki yazılardan bir seçki yapılmıştır.
Kadm (1908-1909) yay.haz. F.K. Denman, (2010 )
Türk Kadını (1918 -1919) yay. haz. B. Talay Keşoğlu ve M . Keşoğlu (2010 ).
Kadınların Kuşaklar ve Sınıflar Arası Bilgi Aktarımları
F
unda Şenol Cantek ile beraber kadınların kuşaklar ve sınıflar arası bilgi
aktarım süreçlerine ilişkin bir makale yazmaya çalışmak, bilgimizi birbiri
mize aktarmak, farklı alanlardan beslenmek ve fazla çalışılmamış bir konuda
yeni ufuklara açılan kapıların hepsine birden koşuşturmamak için kendimizi
frenlemeye uğraşmak zevkli ve meşakkatli bir çaba oldu. Özellikle de kadınların
yazdıklarına ve söylediklerine önem veren iki kadın olduğumuz için. Zira bu
makale ne “biz” diye bir ağızdan yazabileceğimiz, ne de “ben” diye ayrı ayrı ses
verebileceğimiz bir makale. Birinci tekil şahıs ağzından akademik makale yazma
nın bile sorgulandığı bir akademik dünyada, biz de kendi yazdığımız bölümleri
kendi ağzımızdan yazacağız. Yani ben (Akşit) girişi ve tarihi gelişim bölümünü,
Şenol Cantek ise sözlü görüşme analizi bölümünü ve sonucu...
Kısacası bu yazı sadece başka-kadınlar-arası bilgi aktarımına değil, içinde
bulunduğumuz bir birbirimize-bilgi-aktarma sürecine işaret ediyor. Bu yazıyı da
kapıları açılan yeni alanlara bir bakış olarak değerlendirmekte yarar var. Çünkü
kaydettiğimiz görüşmelerden bir internet arşivi oluşturmak ve örneklemimizi
genişleterek, konuyu daha geniş kapsamlı bir incelemeye dönüştürmek için
çalışmaya başladık, üstelik daha yapılacak çok iş var.1
Bu sürecin Türkiye’de feminist düşüncenin yapıtaşlarını oluşturan bir
bilim kadını olan Nermin Abadan Unat’a armağan kitabındaki bu yazıyla baş
laması— kendisi ne düşünüyor/düşünecek bilemiyorum ama— beni özellikle
heyecanlandırıyor. Türkiye’de kadın tarihinin ve bununla ilintili feminist dü
şüncenin temelini oluşturan İsenbike Togan’a armağan kitabında da kadınlardan
öğrenmek konusunu deşmek beni bir bu kadar mutlu etmişti (Akşit, yayıma
hazırlanıyor). Bu makalede kadınların birbirinden öğrenmesi meselesini tarihi
bir bağlamda, kadınların gayri resmi eğitimi diyebileceğimiz bir çerçevede ele
1 Özellikle internet arşivi için açık bir çağrı yapmak ve on dakikası kullanılmak ve ano
nim kalmak üzere, çevresindeki kadınlarla bu yazıda çerçevesi verilen türden görüşme
ler yapmak isteyenlere kapımızın açık olduğunu belirtmek istiyoruz.
almıştım. Bu çerçeveden bakınca da anlaşılabileceği gibi, şimdiye kadar bu
alanda odaklandığım konu kadınlar arasında, resmi olmayan çerçevelerde ama
akademik diyebileceğimiz bir bilginin aktarımıydı. Hikâyeler, dini bilgiler, mü
zik ve önceden belirlenmiş çerçevelerde elişi bilgileri gibi. Öte yandan ebelik,
şifa ilimleri gibi 19. yüzyıl itibariyle sadece görünmezleştirilmekle kalmamış,
kadınların elinden özellikle alınmış bilgileri merak etmeye devam ettim. Bu
yazıda bu konulara yine fazla giremedik ama odak noktamız tarihi olduğu kadar
günümüze dair bilgiler de oldu; bu nedenle bir yandan, örneğin bedenimize
dair tıbbi bilgilerin yeni pislik-temizlik söylemleriyle (Douglas, 1966) elimizden
aldığı bilgileri yeniden ziyaret ettik ama aynı zamanda tıbbi bilgilerin nasıl ara
mızda yeniden yeniden dolaşıma sokulduğuna ve bunun akıbetine tanıklık ettik.
19. yüzyıldan beri tekrar tekrar cahil ilan edilen ve bilgileri 20. yüzyıl başında
cehaletle eş tutulmaya başlanan kadınlarıil (Akşit, 2009b, s. 15) aynı zamanda
yeni bilgilerin taşıyıcılığında kamusal eğitimden ya da tıp kurumundan daha
etkili olmasının dikkate değer bir süreç olduğunu fark ettik.
Bu yazıyı, bir sözlü görüşmeler üstadı olan Funda ile beraber yazmaya
kalkışmaksa başka bir tecrübeydi. Bu yazı için ben altı görüşme yaptım. O ise
ondan fazla görüşme yaptığı gibi beraber bulduğumuz ve her görüşmede yeniden
düşündüğümüz, eklemeler yaptığımız sorularla kırk kadar görüşmeyi örgütledi.
Başlangıçta benim olumlayarak deşmeye çalıştığım bilgi aktarım süreçlerini o
eleştiriyordu. Yani bence kadınlar arası bilgi aktarım süreçleri geri kalan, geride
kalan bilgi setlerine ulaşma kaynağı olabilecekken o bu süreçleri tam da tahakkü
mün yeniden üretildiği alanlar olarak görüyordu. Bu çalışmanın sonucunda ben
kadınlar arasında dolaşan bilgilerin sandığımın çok ötesinde, onların bilgisinin
yerini alan otorite bilgilerince devralındığını ve yeniden üretildiğini fark ettim.
Örneğin tıptan türemiş bir temizlik ideolojisinin sınıflar ve kuşaklar arası ne
kadar yaygın olarak kabul gördüğünü, bu çerçevede kız enstitülerinin orta sınıf
ev idealinin kadınların birbirini ezme aracı haline geldiğini gördüm mesela. Bu
benim kız enstitüleri çalışmamda i95o’lere kadar sürdüğüm izin (2005) bugün
kü tezahürlerinin ne kadar güçlü olduğunu gösterse de beni çok mutlu etmedi
elbette. Ama örneğin dini bilgilerin aktarımında cinselliğin ve beden bilgilerinin
açık açık ve bilimsel dile sığınmadan konuşulabilmesi gibi durumlar benim
aradığım bilgi setlerine dair ipuçlarını sağladı en azından. Burada elbette dini
bilgileri otoriteden, yani bu sefer de hem dini otoritelerin hem de laik devletin
kendi din tahayyülünü oluşturduğu Diyanet’in etkilerinden bağımsız bir alan
olarak ortaya koymuyorum. Görüşülen kadınların, kadınlar arasında aktarılan
dini bilgileri bedene yönelik ve yukarıda zikrettiğim otoriter dillerden farklı
pratik bir söylem içerisinde anması ve kimi zaman da bu alanı en azından okulda
öğrendikleri bedenden kopuk bilgiyle kontrast halinde ortaya koymasından yola
çıkarak kadınların dini söylemleri ipinin ucuna tutunuyorum.
Örneğin yirmilerinin başlarındaki Hansu, annesinin kendisine kasıtlı ola
rak bedenine veya ev işlerine dair bilgiler aktarmadığını, âdet gördüğünde ne
yapabileceğini ise teyzesinin evinde ve dini bilgilerin referans çerçevesi içinde
öğrendiğini ifade etti. Keza yirmilerinin sonlarındaki Zöhre de bir kadının
rüyasında orgazm olabileceğini babaannesinden, yine bu olay gerçekleştiğinde
abdest konusunda ne yapılıp ne yapılmaması gerektiğine ilişkin bir sohbette
öğrendiğini söyledi. Kırklarının başlarındaki Melike de annesinin hayattayken
ona aktardığı dini bilgilerin okulda göremeyeceği denli günlük hayata ilişkin
olduğunu anlattı. Başkalarına yardım etmenin erdeminden, bu erdemin günlük
hayatta kişinin kendisinin ve toplumla ilişkisinin tanımlandığı bir alan olarak
ne kadar önemli olduğunu kendisine ancak annesinin anlatabildiğim söyledi.
2 Bu çalışmaya katkıları için, hem hikâyelerini bizimle paylaşan kadınlara hem de bizim
için çeşitli şehirler, kasabalar ve köylerde görüşmeler yapan Sermin Çakmak, Berfin
Abdaloğlu, Emel Konya, Hatice Kaya, Döndü Bulut, Ebru Öcalan, Pınar Akgül, Di-
de Tayfur, Nejat Coşkun, Aynur Tekin ve Şengül İnceye teşekkür ederiz.
latıcının kendi hikâyesini anlatmaktaki (benim çok sevdiğim) inadı sonuçlan
belirledi. Benim merak ettiğim daha çok bilgilerin kimden kime veya tatlı mı
sert mi (anne-kaynana) aktarıldığı değil, bu bilgilerin, özellikle de kurumsal
olmayanlarının ne olduğu idi. Örneğin Melike, görüşmemizde babaannesiyle
oynadığı masal-oyunları da aktardı. Yine Elvan Teyze, Niğde Mahmatlı’da
1950-60’larda (yani tam da Halk Sağlığı uygulamaları taarruza geçtiği sırada)
halk arasında uygulanan çiş eğitiminin tüm detaylarını anlattı. Bebekleri top
rakla kundaklamanın ince ayrıntıları benim temizlik ideolojisi dediğim şeyden
farklıydı ama o haliyle temiz ve hazır bebek bezinden daha sürdürülebilir bir
temizlik anlayışına tekabül ediyordu. Elvan Teyzenin anlattığı bir başka önemli
şey evde öğrendiği ve kendi çocuklarına öğrettiği Battal Gazi hikâyeleriydi.
Okulun verdiği— kamusal— eğitimin sınırlarını zorlayan bu konudan da izleyen
bölümde daha ayrıntılı olarak bahsedeceğim. Ama burada kamusal eğitimdeki
çetrefil durumların eviçi eğitimde de olduğunu, eviçi eğitimde aktarılan bilgilerin
hem çok çeşitli hem de dini veya eğitime dair kurumlarlâ yakından ilişkili de
olabildiğini belirtmekte fayda var. “Kızların eğitimi ve kadınların bilgisi ko
nularını beraber ele almak” o yüzden elzem görünüyor. Bu şekilde, kadınların
faaliyetlerine ve kadınların bilgisinin kamusal alanla birleşme noktalarına daha
dikkatle bakabilir ve kadınların farklı kurumsal bağlamlarda varoluşlarını daha
iyi anlayabiliriz (Akşit, 2009b). Sorduğumuz sorular da kadınları kamusal alanın
dışında tutan her türlü tanımı aşındırmaya yönelikti.
Aslında soruların tamamı kamusal alanın kadınların varlığıyla oluşmuş bir
fikir olarak yeniden tanımlandığı, kamusal özel ayrımının ötesinde bir zeminde
(Landes, 1998; Goodman, 1992) kurgulanmış olmakla beraber Funda’yla ikimizin
sözlü tarih, otobiyografi ve mekân çalışmaları gibi kesişen ilgi alanlarımızdan
doğan sorulardan bir tanesi de, doğrudan bilgi aktarımıyla ilişkili görünme
mekle beraber, bu aktarımın mekânla ilişkisiydi (Boys, 1998; Akşit, 2010).
Kadınların mekânla ilişkisinin bizi siyaseti yeniden tanımlamaya mecbur ettiği
noktasından hareketle sorulmuş olan bu soruya geri dönüş pek fazla olmamakla
birlikte salonun kamusal alanın tekrar nasıl göbeği olduğunun altı bir kez daha
çizilmiş oldu.3 Mutfakta aktarılan— Eser Köker’in (2004) saklı konuşmalarına el
sallayan— “çekingen” bilgilere karşı salon kimi zaman zora dayanan, kimi zaman
meydan okuyan, kimi zaman iyilik düşünen, kimi zaman koruyan kollayan ama
çoğu zaman açık açık bilgi aktarımının mekânıydı. Özellikle de kabul günlerin
de... Örneğin İpek, gizli şeyleri mutfakta, arkadaşı Olgun ise “pek gizlisi saklısı
olmadığını” belirterek, koridorda veya salonda konuştuklarını söylüyorlardı.
3 Kamusallık mekânlardan soyut bir kavram olsa da, kadınların burjuvaziyi salonhıâa
bir araya getirmesinden müteşekkil bir kavram aynı zamanda (Habermas, 1989; Ka
le, 2 0 0 2 ; Fraser, 1992; Akşit, 2010).
F o t o ğ r a f 1. Hayalinde hanımının kılığına girmiş Fazilet, salonun da hâkimidir.
Bu yazı için yapılan görüşmelerde aile içi ve yaşa dayanan hiyerarşiler ön pla
na çıksa da, Aksu Bora (2005) ve Gül Özyeğin’in (2000) ev temizliği ile ilgili
görüşme ve analizlerinden, salonun sınıflar arası işbölümü ve hiyerarşilerin
bastırılması için de ne kadar merkezi bir alan olduğu ortaya çıkıyordu. Fotoğ
rafta görülen İrfan Tözüm’ün Fazilet filminden aldığımız sahnede olduğu gibi...
(bkz. F o t o ğ r a f i ) Gerçi Boranın kitabında benim için en çarpıcı yerlerden
birinin, yatak odasının, bu hiyerarşinin tersine döndürüldüğü yer olduğunun
belirtildiği bölüm olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Temizlik yapanlar,
işverenlerini pislik-temizlik üstünden bir yere kadar yargılayabiliyorlardı ama
mahremiyetin ifşası bu yer değiştirme için uygun bir zemin oluşturuyordu.
Nitekim Tözüm’ün filminde de Fazilet’in “hanımının” kılığına girdiği yer yine
yatak odası idi. Modernliğin kurulduğu yerin neresi olduğu ise tartışma ko
nusu: Nüfus politikalarıyla ve bu politikalara kısmi direnişlerle (Akşit, 2010c;
Özbay, 2010) biçimlenen yatak odaları mı, orta sınıf ideallerinin (Akşit, 2005)
ta kendisi haline gelmiş salonlar mı?4 Üstelik bu yerlerde kamusal alan-özel alan
meselesi öyle derinden sorgulanmadığında da ilk akla geliverenlerden biri olan
hastane koridorlarının, kimi zaman kaynana zulmünden kaçış ve yeni kadınlık
bilgilerine kapı açış mekânları haline gelebilmesi (Akşit, 2009a) gibi durumlar
bu tip soruları iyice karmaşıklaştırıyor.
4 Mekân, cinsiyet ve modernlik ile ilgili benzeri tartışmaları Mısır üzerinden yürüten
güzel bir örnek için bkz. Ghannam, 2002.
2006 yılında bir hastanenin kadın doğum kliniğinde yatan hastalarla yap
tığım görüşmelerde; bu bölümün koğuş tipi odalarında, askeri bir hiyerarşinin
olduğu, hızla ve arkalarında bir asistanlar ve hemşireler ordusuyla gezen doktorlar
dünyasında, hamile, ameliyatlı, kürtaj geçirmiş, yeni doğum yapmış da olsalar
kadınların, evin sorumluluğunu ve hane halkının söylemlerini geride bırakmış
olarak birbirleriyle yepyeni ilişkilere girebilmeleri, kendi deneyimlerini tüm
ayrıntısıyla aktararak bunlardan sonuçlar çıkarabilmeleri beni çok etkilemişti,
hâlâ da etkiliyor.
Keza Feminist Anneler grubuyla5girdiğim ilişki de, akrabalık ilişkilerinden
bağımsız, kadınların kendilerinden daha tecrübeli olan kadınlardan öğrendiği,
her kadının farklı tecrübesi olduğunun teslim edildiği bir ilişkiler evreninde
gerçekleşiyordu. Her birimizin salonu, bazen de parklar ve bahçeler, emekleyen
bebeklere ve dolayısıyla bize, kamusal alandan sayılan kafe gibi alanlardan çok
daha fazla yer açtığı için bizim için de kamusal alanın ta kendisi oluyordu bu
buluşmalarda. Üstelik salon, yatak odası gibi ayırımlar da çok ders kitabından
çıkma gibi duruyorlardı bu buluşmalarda. Zira o kalabalık geldiğinde, bütün
odalar salona eklemleniyor, çok fonksiyonlu, aynı anda pek çok başka yer
olabilen ya da farklı zamanlarda farklı yerlere dönüşebilen heterotopik alanlar
oluşturuyorlardı (Foucault, 1980; Akşit, 2009b). Alanların bu dönüşümüne
Hansu da işaret etti: Kendi odalarının dindar misafirler için mescide, çocuklu
misafirler için kreşe dönüştüğü kabul günlerinden bahsetti. Evin, “özel” alanın
bu çok yerliliği “sokakta bebek ağlarken, aynı zamanda bu gibi işler için asla
düşünülmeyerek yapılmış olan kaldırımlardan bebek arabasını sürüklerken,
etraftan gelen kınayan bakışlar, bebeğimin fazla küçük, fazla çiğlikçi ya da fazla
üşüyor olduğuna dair yabancı yorumlar’ın neden kamusal ve bu evlerin neden
özel addedildiğini tekrar tekrar sorgulatıyor (Akşit, 2009b, s. 22).
Kadınlar arası bilgi aktarımının zaman, mekân ve bazen de otorite tanı
mamasıyla yakından ilişkili ve benim bu devam edecek olan çalışmada, kendi
hayatımda da gördüğüm halde bu kadar net tespit edemediğim son bir şeyin
altını çizerek, önce kadınlar arası bilgi aktarımının yakın bir tarihçesine daha
sonra da görüşmelerin ayrıntılı analizlerine gireceğimiz bu yazıya girizgâhı
bitirmek istiyorum: Daha önce de Hansu’nun hikâyesinde belirttiğim çocuk
larına bilgi aktarmaya direnen kadınlar meselesi. Ya da kendileri günümüzün
kadınlık bilgisi diyebileceğimiz, temizlik ideolojisi, orta sınıf idealleri mesele
lerine ayarlı bir bilgiye haiz kadınların kendi kızlarına bu bilgileri aktarmamak
yoluyla o kızları özgürleştirme çabaları. Bu çabalar genellikle kızlarını okutma
çabasıyla beraber gidiyor ama okuyan kızlarının evlilikte kendilerinden bekle
nen katmerli özveriyi gösterememeleri, buna niyet etseler bile, bu özveri için
6 Latin Amerikalı kadınların bu konudaki deneyimleri hakkında keyifli bir okuma için
bkz. Laura Esquivel, Saklı Lezzetler, çev. O. Oztunalı, İstanbul, Can Yayınları, 2 010.
anlamda bir yandan sorgulanıyor ama bir yandan da kanser, alzheimer, MS gibi
görece yeni yaygınlık kazanan veya yaygınlığı görünür hale gelen hastalıklarla
mücadelede başka bilgilerle birleştirilerek değer kazanıyor.
Anneler veya kaynanalar gelinlerine ya da komşular birbirlerine temizliği
öğütlerken tıbbi bir temizlik ideolojisinden güç alıyorlar tüm değişkenliğine
rağmen, bu da ataerkil pazarlık alanlarından birinin kurumlar haline geldiğinin
açık bir örneği (Kandiyoti, 1997). Öte yandan özellikle annelerin kızlarına tıbbi
cinsel bilgi aktarımında “bilinçli ve modern anne” olmaktan ziyade, kızıyla
kuramadığı kişisel ilişkiyi tıbbi bilgilerle ikame etmesi gibi durumlar hiyerarşi
lerin güçlenmesi için yaratılan ataerkil pazarlığın sessizliğin ikamesi haline de
gelebildiğinin ipuçlarını veriyor. Ama bu yer değiştirmede kurumsal söylem
lerin “kılığına girerek” kendi sessizleştirilmişliğini bozma gibi durumlar da söz
konusu oluyor. Yani dini bilgi söylemi ya da tıbbi bilgi yabancılaştırması içinde
cinsellik ve bedensel bilgiler aktarılırken, tecrübe aktarımı için gereken ve farklı
sınıflar ve kuşakları birbirine bağlayan “biz dili” farklı bir yerden yakalanmış
da oluyor. Bu da, bir yandan kurumun otoritesine direnmeden hastaneyi kendi
bedenlerine ilişkin bilgi aktarımının mekânı haline getiren kadınlarda olduğu
gibi, ataerkil pazarlığın kadınlar tarafından kişilerle değil kurumlarla ilişki-
lendirildiğini ama bu kişisellikten çıkışın kadınların kendileri için tahakküm
mekanizmaları yaratabildiği gibi, alan da açabildiğini gösteriyor. Cinsel bilgileri
daha önceki kuşaktan, daha çok anneanne ve babaannelerinden, dini bilgilerin
aktarımı aracılığıyla almayı başarabilen kadınlar aynı pazarlığı bu sefer din ile
yapıp, dini söylemleri kendi bedenlerine ilişkin bilgi aktarımları için kullanmayı
başararak bu pazarlığı dönüştürmeyi de becermişlerdir. Bu noktada bu bölümü
bitirirken din ve tıp müesseselerini zaten kadınlardan kopuk görmediğimi, bu
müesseselerin ataerkil söylemlerce sömürge haline getirilip, eviçi emeğin artık
değerinin üzerine konarak uzman olma avantajına sahip olmuş olan erkeklerce
uzmanlaştırılıp kendilerinin birer ataerkil söylem haline dönüştürülmüş olma
sının aslında bu müesseseleri sadece ataerkil söylemlerden ibaret kılmadığını
ifade etmeliyim. Yani kadınların bu kurumların kenarlarında tuttukları yerler,
bu tıbbın ve dinin alaka alanını, yani insan olmayı ve buna bağlı bedensel ve
ruhsal hassasiyetleri, yaşamın hem çok değerli hem çok değersiz olabilmesini,
bu değer ve değersizliğin haksızlığa zemin oluşturması hadisesini (Butler, 2004)
tam da on ikiden vuruyor diye de düşünülebilir.
Kadınlardan Öğrenmek
Kadınlar arası bilgi aktarımının membaı, öncelikle ailedir. Bu kaynaktan ço
ğunlukla geleneksel ve deneyime dayalı bilgi akar. Hemen ardından arkadaşlık,
komşuluk vb ilişkilerden edinilen bilgi gelir. Kadınlara yönelik kurumsal-bilimsel
bilgi ise yüz yüze geliştirilen bilgiden tamamen ayırt edilemese de farklı bir bilgi
türüdür. Ekseriyetle kadınlar aracılığıyla aktarılan ama kaynağı kadınlar olma
yan kurumsal-bilimsel bilginin kalesi kız meslek liseleri, kız enstitüleri, meslek
okulları, teknik okullar, kurslar ve sağlık kurumlandır. Kurumsal-bilimsel bilgi
akışından yana olanlar, benim başlangıçtaki görüşüme benzer biçimde, deneyi
me dayalı bilginin kısıtlayıcı, yoksunlaştırıcı, ataerkini besleyen ve dolayısıyla
hâkim toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten bir bilgi türü olduğunu iddia
ederler. Kurumsal-bilimsel bilgi ise özgürleştirici, yenilikçi ve verimliliği artıran
bir bilgi türüdür bu yaklaşıma göre.
Elif Ekin Akşit’in kız enstitüleri ile ilgili çalışması Kızların Sessizliği nden
(2005) bu yana, kadınlara empoze edilen kurumsal-bilimsel bilginin, cumhu
riyetin kurucu seçkinlerinin modernleşme ve batılılaşma yönündeki jakoben
tavrının, cinsiyetçi politikaların bir uzantısı, bir enstrümanı olduğuna dair far-
kındalığın arttığını söyleyebiliriz. Doğa-kültür ayrımında olduğu gibi, kadının
bilgiyle, erkeğinse bilimsel bilgiyle özdeşleştirildiği, dolayısıyla erkeğin kadını
eğitmesi ve bilgi kaynaklarını dönüştürmesi sürecinin önemsendiği, yüceltildiği
modernite algısının sorgulanması gerektiği açıktır. Kurumsal bilginin bir parçası
olan medya kaynaklı bilgi— bilgisayar dolayımlı iletişimin zaptedilmesi güç
yapılanması dışarıda tutularak— ise genellikle batı merkezli bir nizami ve/veya
popülize edilmiş bilgidir ve kadını tüketim toplumunun bir parçası olmaya
çağırır. Çocuk bakımı ve gelişimi ile ilgili kitaplardan, yemek temalı televizyon
programlarından, sağlıklı beslenme ve form tutmayı teşvik eden yayınlardan
izlenebilir bu tür bilgi. 85 yaşındaki Elvan Teyze hâlâ hayatta olmasa, çiş top
rağının ne olduğunu, ne işe yaradığını bilemeyeceğimiz bir dünyada, kurum
sal-bilimsel bilginin taarruzu altında olduğumuzu, deneyime dayalı bilginin
kadınların belleğinden yavaş yavaş, kuşaktan kuşağa silinmesi tehdidiyle karşı
karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz.
Biz bu çalışmada, modern, kurumsal-bilimsel bilgiden ziyade, deneyime
dayalı bilgi ve deneyimin aktarımı üzerinde durduk. Dolayısıyla sorularımızı da
buna göre oluşturduk. Sorular böyle formüle edilince, bilge anneler, kocakarılar,
komşu teyzeler, kadim dostlar, masalcı nineler, ablalar, kız kardeşler, yengeler,
halalar, gelinler, kaynanalar, eltiler, görümceler, yatakhane arkadaşları, ebeler,
kırık-çıkıkçılar ve hatta gerdek gecesi korkusunu aşamayanlar için kızlık zarını
delmesiyle ünlü bir şifacı, olumlu ve olumsuz yanlarıyla anlatılar boyunca sık sık
karşımıza çıktılar. Ama bunun yanında, evden çıkıp okula, işe, kursa, alışverişe
giden kadınların eve taşıdıkları kurumsal bilginin niteliği ve deneyime dayalı
bilgiyle nasıl etkileşime girip, onu nasıl dönüştürdüklerini de sorgulamaya ça
lıştık. Ancak, medyadan yayılan bilginin her yaştan kadın üzerinde nasıl bir etki
yarattığını sorgulamak başka bir çalışmaya konu teşkil edecek kadar çetrefil. Bunu
da başka çalışmalara erteledik. Buna rağmen, internet, sosyal paylaşım ağları
aracılığıyla kadınları bir araya getiren, mekânsal uzaklığı aşıp yeni sosyalleşme
pratikleri sunan bir mecra olarak görüşmelerde öngöremediğimiz bir biçimde
öne çıktı. Deneyime dayalı bilgiye rağbetin, tüketim toplumunun yenilik ara
yışının bir görüngüsü olabileceğini de hesaba katarak, bloglar, forumlar ve web
siteleri aracılığıyla deneyime dayalı bilginin tekrar dolaşıma girmiş olduğunu
gördük. Somolu, Thas ve arkadaşlarının çalışmalarına gönderme yaparak, blog
faaliyetinin kadınlık bilgisini, kültürünü ve zımni, sistematize edilmemiş bece
rilerini bu aracı kullanarak çoğaltmak, bunlara itibar kazandırmak, deneyime
dayalı bilginin, becerilerin ve bilgeliğin transferinde işlevsel olmak amacını da
taşıdığını söyleyerek bu savımızı desteklemektedir (2007, s. 484).
Deneyime dayalı bilginin, kurumsal-bilimsel bilgiyle kimi zaman çatış
tığı, kimi zaman da onunla uzlaştığı, hatta teslim olduğu, anlatıcılarımızın
hikâyelerinden çıkardığımız sonuçlardan biri. Çatışma, daha ziyade deneyime
dayalı bilgiyle donanmış üst kuşağın, okul bilgisiyle karşısına çıkan alt kuşakla;
kaynananın gelinle ilişkilerinde gözlenmektedir. Kurumsal-bilimsel bilgiye sahip
taraf, bu tür bir bilginin vaat ettiği modern yaşantının, sağlık, yenilik, hijyen,
konfor ve verimliliğin itici gücüyle inşa etmektedir argümanını. Deneyimsel
bilgiye sahip olan taraf ise gözle görülür sonuçları olan deneyimin ve bilgeliğin
yarattığı saygınlığa yaslanmaktadır.
İki tür bilginin uzlaştığı, bir senteze ulaştığı durumlar ile bilginin kurumsal-
bilimsel bilgiye teslim olduğu durumlarda, deneyime dayalı bilgiye sahip taraf,
modern hayatın nimetlerinden yararlanma, çağa ayak uydurma saikleriyle hareket
etmektedir. Ama deneyime dayalı bilgi sahibinin, hele yaşı ve statüsü itibarıyla
üstte yer alıyorsa, güçlü bir direniş sergilediğini söyleyebiliriz. Anlatıcılarımızdan
Cahide’nin annesi ortaokul mezunudur. Eğitimine devam etmek istemiş ancak
erken evlilikle birlikte bu ihtimal ortadan kalkmıştır. Onun yerine, okulda
öğrendiği ev ekonomisi ve düzeni, dikiş-nakış becerilerini evlendikten sonra
kurslarla geliştirmek arzusundadır. Kocası evlenir evlenmez askere gidince, be
raber yaşamak zorunda kaldığı kayınvalidesi ve kayınpederi, onu kursa yollamak
istemezler. Başlangıçta, “başında kocası olmayan” bir kadının zapturapt altına
alınması çabası gibi görünen bu tavrın bir diğer sebebi, gelinin okuldan edindiği
bilginin, ev düzenini sağlamakta kayınvalidesininkiyle çatışıyor olmasıdır. Bu
çatışma hep örtük kalmış, kavgaya dönüşmemiş olsa da, eve dair işlerin bilgisinin
okuldan edinilmesi fikri, hele kadın çalışmıyorsa ve de kayınvalidesinin düzenine
sonradan dahil olmuşsa, evdeki gerilimin sebebi olmaktadır. Halk arasında “ev
ev üstünde olmaz” sözüyle ifade bulan, her kadının farklı bir ev düzeni olduğu
ve aynı evin içinde iki farkı düzenin hüküm süremeyeceği yönündeki görüş
bu örnekte doğrulanmaktadır. Cahide’nin annesinin okuldan edindiği bilgi,
modern kadının eşkâlini belirleyen bir bilgi olarak, kadının bedeniyle ilişkisini
de belirlemektedir: “Annemin bir matematik öğretmeni varmış. Sınıfa girdiği
zaman kızların nasıl oturduğuna dikkat eder, eteklerinizi bacaklarınızın arasına
sıkıştırıp oturacaksınız, dermiş. Annem de bana hep, ‘Siz pantolon giydiğiniz
için kadın gibi oturmayı bilmiyorsunuz, kadın dediğin biraz derli toplu oturur’
derdi.” Bu noktada, Akşit’in andığı Ömer Seyfettin’in hikâyesindeki kibar ha
nımın, Tanzimat kuşağından bir genç kadına yönelik, “ [B]iz de okurduk... O
vakit bir kadın için en büyük medh, fâzıla, edîbe, şâire, âkile... hanım olmak
idi...” sözü daha bir anlam kazanmaktadır. Cahide’nin annesi, okumanın kadı
nı “hanımlıktan” alıkoymadığı, aksine hanımlığı teşvik edici bir yönü olduğu
günleri özlemle anmaktadır. Ama yine de, kendisine dayatılan bilgiyi sonraki
kuşağa aktarırken daha ılımlıdır. Bu tür bir bilgi aktarımı “tavsiye niteliğinde,”
temenni düzeyinde bir bilgi aktarımıdır. Cahide’nin annesinin kayınvalidesiyle
ilişkisinden ve diğer birçok anlatıdan anlaşılan o ki, her kuşak bir sonrakinin
kendisine benzemesini arzu etmekte ama bu arzunun şiddeti ve dile dökülme
tarzı farklılaşmaktadır.
Nigar’ın uzun süre önce ölmüş olan anneannesi, torunlarının saygısız buldu
ğu davranış ve sözlerine tepkisini, “Size okulda bunları mı öğretiyorlar?” sorusuyla
göstermektedir. Okul bilgisinin saygı ve itaati ortadan kaldırdığına vurgu yapan
ve kültürümüzde yaygın olarak var olan anti-entelektüalist tavrı haiz soru, öfke
ve gerilimden ziyade bir kırılganlığa işaret etmesi bakımından teslimiyetçidir.
Mütercim olan iki çocuklu Damla, ev işleri ve çocuk bakımına dair bilgilerini
“içgüdüsel bilgi” olarak nitelemekte, “bilgi diye tanımlayamam” demektedir.
Damla’ya göre, bilgi diye tanımlanabilecek bilginin eğitimle, uzmanlardan ve/
veya okuyarak edinilecek bilgi olduğu anlaşılmaktadır, içgüdüsel dediği bilgi ise
muhtemelen bilinçli olarak değilse de, görerek hafızasına kaydettiği deneyime
dayalı bilginin hayata geçirilmiş halidir, içgüdüsel olan, kadının doğasına içkin
olduğu varsayılan domestik bilgiye gönderme yapmaktadır.
Hayriye ve Faika nın anneleri, kızlarına ev işi ve düzenine dair doğrudan bilgi
aktarabilecek vakte ve sabra sahip değildirler. Her iki kadın da görerek, gözleyerek
derledikleri bilgiyi yeri geldiğinde kullandıklarını söylemektedirler. Hatta Faika,
köy hayatının dayattığı mahrumiyetlerden ve annesi çok kere doğum yaptığından
dolayı, her doğumda kazandığı deneyimle, kardeşlerinin göbeklerini bile kes
mektedir. Faika ve en yakın arkadaşı Şehriban, ergenlikte annelerinin deneyime
dayalı bilgisini kısıtlayıcı ve yetersiz bulmaya başlamışlardır. Bir Kürt köyünde
yaşayan bu kadınların Türkçe bilmiyor oluşları, kızları annelerini küçümsemeye
sevk etmektedir. Bu yoksunluk onları dünyaya kapalı kılmaktadır. Buna karşılık,
Faika nın annesi, onun sürekli kitap okumasından, yani kitabi bilgiyi ve onun
vaat ettiği dünyayı geleneksel kültürün ahlaki normlarıyla kuşatılmış gündelik
hayata dahil etmeye çalışmasından rahatsız olmaktadır. Bu yeni tür bilginin,
kızını hayallere sevk edeceğini, bu hayallerin karşılığını içinde yaşadığı kültürde
bulamayınca hayal kırıklığına uğrayıp mutsuz olacağını da düşünüyor olabilir.
Kitaplar Faika yı evin ve normun dışına çağırabilir, onu “ayartabilir.” Nitekim
Faika, herkesin şalvar giydiği köyde maksi etek giymiş, sosyalist düşünceye ilgi
duymuştur. Faika, o yıllarda “devrimci” olduğunu söylemekte, evliliği de şehre
“kaçabilmek” için bir yol olarak görmektedir.
-m
Cinsiyetli Olmak
Kız çocuğu “cinsiyetli olduğunu” fark etmeye ne zaman başlar? Veya birilerinin
ona bunu fark ettirmesi mi gerekir? Anlatıcılarımızda, ergenlik belirtilerinin
ortaya çıktığı yaşlar 9 ila 15 yaş arasına denk düşmektedir. İlk âdet kanaması,
tüylenme, sivilcelenme ve memelerin büyümesi en temel belirtilerdir. Bu belirtiler
genelde kız çocuğunu korkuya ve paniğe sevk eden olağanüstü durumlardır.
Bunların sokağa çıkma sıklığını, erkeklerle ve aile büyükleriyle ilişkileri, kılık
kıyafet tercihlerini, bedensel hareketliliği yeniden belirlemeyi gerektirdiğini,
hem kendi deneyimlerimizden biliyor hem de anlatıcılarımızdan öğreniyoruz.
Anlatıların genelinde, bu tür kısıtlamaların aile bireyleri, yakın çevre ve bir öl
çüde de okuldan kaynaklandığına vurgu yapılmakla birlikte, aynı kaynakların
genç kızın/kız çocuğunun otokontrol pratiklerini yapılandırdığını da rahatlık
la söyleyebiliriz. 23 yaşındaki Ayten, memeleri belirginleşmeye başladığında
sutyen takmaya çekindiğini, şimdi ise takmadan dışarı çıkmaya çekineceğini
söylemektedir örneğin. Aynı giysi, bir ergeni kadınsı cazibeyi çağrıştırdığı için
mahcup ederken, bir genç kadının meme uçlarını gizlediği için kadınsı cazibeyi
bir ölçüde de olsa bastırmaktadır. Anlatılarda sıklıkla anımsanan, âdet kanaması,
tüylenme, sivilcelenme, memelerin büyümesi aşamalarının anne tarafından
görmezden gelinmesi hali, aslında kız çocuğunun ergenliğe adım attığının, yani
cinsiyetli olduğunun görmezden gelinmesidir. Böyle yaparak, annenin, ergenliğin
beraberinde getireceği sorunları, beklentileri, talepleri, arzuları bertaraf edebile
ceğine inandığı düşünülebilir. Kız çocuğu bir süre daha çocuk kalacak, bu yeni
ve sıkıntılı dönemin etrafından dolanarak, zaman kazanacaktır. Kız çocuğunu,
genç kızlığa geçişin belirtilerinden utandırarak onun üzerinde denetim kurma
yaklaşımı da anne ve çevredeki diğer kadınlar aracılığıyla uygulanan eril otoritenin
tezahürlerinden birisidir. Âdet kanamasını ve bu dönemde kullandığı malze
meyi gizlemesini telkin etmek veya takınılan tavırlarla onu böyle davranmaya
yöneltmek; büyüyen memelerini çevrenin bakışlarından sakınması gerektiğini
söylemek, sutyeni şıklık ve güzellik için değil bu amaçla kullanmasını sağlamak;
yeni çıkan tüylerin onu maymuna benzettiğini söyleyerek aşağılayıp, zorla ve
canını yakarak ağda yapmak bunlar arasında sayılabilir. Bazen de bizatihi anne,
bu konularda kızıyla yüzleşmekten utandığı için ergenliğe geçişte kızım yalnız
bırakır veya başka kadınlardan yardım ister. Aynı yaklaşım, evlenecek olan
genç kıza gerdek gecesine dair bilgi ve öğüt vermek söz konusu olduğunda da
geçerlidir. Mesnetsiz bir korku yaratan deneyim aktarımları, anlatıcılarımızdan
birçoğunun evlilik töreninden keyif almasını engellemiştir. Anlatıcılarımızın bir
bölümü, annelerinin görmezden geldiği, memelerin belirginleşmeye başladığı
dönemi, yakın çevredeki erkeklerin (amcalar, enişteler, komşular) yakından
izlediklerini aktarmışlardır. Sözlü ve elle tacize kadar uzanan bu farkındalık,
genç kızları erkeklere yönelik genel bir korkuya ve cinselliğini bastırmaya sevk
eden etken olmuştur. Kamburlaşmak, kollarını sürekli göğüslerinin üzerinde
kavuşturmak, bol kıyafetler giymek bastırmanın tezahürlerindendir. Annelerin,
kızlarının memelerini görmezden gelmeleri biraz da onları görünmezlik halesiyle
kuşatıp, tacizden korumaya yönelik olarak algılanabilir mi?
26 yaşındaki Bihter, görüşmecinin sorusuyla genç kızlığa geçiş sürecinde
ailesinin tavrım sorgular. Önce, “Bizim toplumda (Dersimlidir Bihter) öyle bir
damar yokmuş galiba” diye yüksek sesle düşünürken, cümlesini “ya da çok başarılı
bir şekilde varmış, fark etmiyormuşuz” diye tamamlamıştır. “Sen büyüdün artık”
diyerek kızını yeni bir dönemin eşiğine iten aile, ona kaldırabileceğinden fazla
bir sorumluluk ve özdenetim pratiği de empoze edebilmektedir. 33 yaşındaki
Burçin de, herkesin güçlü bulduğu ve sorumluluk verdiği bir genç kadının sırtını
birine dayamak istediğinde hayal kırıklığına uğraması halini çok iyi bildiğini
anlatmaktadır. Her iki örnekte de, halk arasında “ordunun içine girse kız oğlan
kız çıkar” sözüyle anılan “ağır ablalık” halinin çekiciliği, bunun itibar sağlayan
bir karakter özelliği olduğunun altını çizerek, genç kadınları cinsel perhize
teşvik etmektedir. Ailenin yüzünü kara çıkarmama gailesi, “sana güveniyoruz
ama çevreye güvenmiyoruz” sözüyle yerini namusu ve can güvenliğini ailenin
denetimiyle sağlama haline bırakır. Çevre bu kadar tekinsiz resmedildiğinde,
otokontrol ve özgüven de kâr etmeyecektir artık. Küçük yaştan beri kendi ka
rarlarını kendisi veren Hicran, kendi ayakları üzerinde durmanın yıllar boyunca
onu ne kadar yorduğunu sorgularken, kendisine annelik, ablalık, teyzelik, akıl
hocalığı yapacak kadınlara içten içe özlem duyduğunu çocuk sahibi olduğunda
fark etmiştir. Ablasının doktorluk yaptığı ve eşinin ailesinin de yaşadığı Sivas’ta
doğum yaptıktan sonraki ilk aylarda, kendisi ve bebeği aile çevresi tarafından
sarılıp sarmalanmış, normal şartlarda hurafe olarak görüp küçümseyeceği de
neyimle kazanılmış bilgilerin bebeğine ve kendisine güç kazandırdığını, iyi
geldiğini hayretle fark etmiştir.
Anne, kızını “zapt edemeyeceği”ni anladığında teslim olabilir. Ancak Selenin
örneği bize, bu teslimiyette bir pazarlığın da söz konusu olduğunu gösterir.
Selen, Yalova gibi küçük bir sayfiye şehrinde erkek arkadaş edinmeyi ve sokakta
dolaşmayı her şeye rağmen sürdürünce annesi: “Ne halin varsa gör ama bana laf
getirmeyeceksin” uyarısında bulunur Selene. Tabii kız kardeşini etkilememesini
de tembih eder. En azından kızlarından birini “kurtarma” ihtimali vardır. Bu
örnekte, annenin, baba ile kızları arasında tampon işlevi görmesine, baba adına
ataerkil otoriteyi kızlarına empoze etmesine şahit oluyoruz. Kızın, geleneksel
ahlaki normlara uyum göstermeyeceği anlaşılınca, norm dışı sayılan davranışların
üstünün örtülmesi, görmezden gelinmesi söz konusu olmaktadır. Dile düşmemek
şartıyla... Bihter’in anlatısında öne çıkan annesinin kaçarak evlenmesi hikâyesi
de, ailenin namusunun genç kızın bedeninde somutlaştığını göstermektedir.
Annesinin kaçarak evlenmesi, ailesinde kırgınlık yaratmıştır. Evlendikten kısa
süre sonra el öpüp barışmak için köyüne döndüğünde, yengesi tarafından köy
meydanında dövülür. Cinsel arzularına yenik düşmekle ve iffetsizlikle suçlanır.
Eril otorite adına iffetsiz olduğuna hükmedilen kadını cezalandırma görevini
işgüzarlıkla üstlenen yengenin bu tasarrufu, onurunu korumaya çalıştığı aile
tarafından bile hoş karşılamaz. Üstelik Bihter’in annesini derinden yaralar ve
yıllar sonra bile hazmedilemeyen haksız bir tepki olarak hafızasında yer eder.
Annenin, baba-kız ilişkisinde arada kalma hali, her zaman kızların baba
adına denetlenmesi biçiminde tezahür etmez. Anlatıcılarımızın hikâyelerinde,
babaya (veya ailedeki diğer erkeklere) karşı, kızına kendini siper eden, hatta bu
yüzden erkeklerden fiziksel ve/veya psikolojik şiddet gören anne figürleri öne
çıkmaktadır. Ahu, görücü usulüyle evlenmiştir. Nişanlanmadan önce birkaç
kez gördüğü müstakbel kocasıyla yalnız kalması, mensup oldukları kültürün
ahlaksızlık sayarak yasakladığı bir durumdur. Ama annesi, üst katlarında oturan
yengesiyle işbirliği yapıp, bahaneler uydurarak, Ahu ile nişanlısının kısa süreli de
olsa yengenin evinde baş başa kalmalarını sağlamıştır. Cahide’nin annesi de, kızı
sevgilisiyle buluşmaya gittiğinde, kız arkadaşına gittiğini söyleyerek babayı idare
etme yoluna gitmiştir. 23 yaşındaki Ayten ile 24 yaşındaki Hansu’nun babaları,
hane halkı ile ilişkilerde başarısız ve alkol bağımlılıkları olan erkeklerdir. Her
ikisinin de annesi, babalarının beklentilerine ve değer yargılarına uygun bir hayat
yaşamayan kızlarını, babalarına karşı korumak için çaba sarf etmektedirler. Bunu
yaparken kocaları tarafından çok hırpalanmakla birlikte, kızlarının babalarına
karşı düşmanlık hissetmelerini önlemeye çalışmaktadırlar. Hicran, elli yaşından
sonra ona çok eziyet çektiren babasından boşanan annesinin, kızlarının babaları
ile ilişkilerini koparmamaları için çaba harcadığını hatırlamakta ve bunu esefle
karşılamaktadır. Baba, müşfik, anlayışlı ve sorumluluk sahibi olmasa bile, kızla
rın “başlarında bulunması” gereken bir otorite temsilidir bu anneler için. Ama
onları baskı altında tutmamak, şedit davranışlarda bulunmamak kaydıyla...
En azından babanın adı, kız çocuğunun kamusal temsilinde referans noktası
olmalıdır bu anlayışa göre. Öte yandan, kocalık vazifeleri sona ermiş bile olsa,
babalık vazifelerini layıkıyla yerine getirmiyor bile olsalar, “babasız kız çocuğu
yetiştirme” pratiği ve “babasız kız olma” hali ürküntü verici bir pratiktir çoğu
kadın için. Ayrıca, karı-koca ilişkisindeki başarısızlığın, baba-kız ilişkisini de
kötü etkilemesini önlemek, kızın ruh sağlığını korumak bakımından elzem
görünmektedir bu annelere.
Sonuç
Bu çalışma için görüştüğümüz, farklı illerde yaşayan, farklı sınıftan, kültürden
48 kadın, kadınlar arası bilgi akışının nasıl tezahür ettiğini, kendileri için ne
anlam taşıdığını ve hangi konularda yoğunlaştığını anlattılar bize. Anlatıcılardan,
Faika’nın “İyi ki de kadınlar varmış, yoksa ben sap gibi büyürdüm” sözünde
belirginleşen, kadınlardan öğrenme pratiğinin, iki farklı biçimde iş gördüğü
ortaya çıktı. İlki, ataerkini ve hâkim cinsiyet rollerini yeniden üretmek biçi
minde tezahür eden; İkincisi ise sağaltıcı ve müzakere gücü kazandıran bilgiyi
aktararak özgürleşme imkânı sağlayan bilgi. Her iki amaca da hizmet edebilen
deneyime dayalı ve kurumsal bilgi, iki ayrı kanaldan akıyor gibi görünseler de,
zaman zaman uzlaşıyor, çatışıyor ve bir senteze ulaşıyorlardı. Hem kısıtlayıcı
hem de özgürleştirici bilgi, deneyime dayalı ve kurumsal kaynaklardan derlenmiş
olabiliyordu. İletişim olanaklarının olağanüstü hızla çeşitlendiği ve yaygınlaşıp
ucuzladığı çağımızda, kurumsal bilginin deneyime dayalı bilgiye eklemlenip
onu dönüştürmesi ve onun tarafından dönüştürülmesi kaçınılmazdı.
Kadınlar arası bilgi ve deneyimin akışı veya takası için bir arada bulunmak
önemliydi. Çünkü, bir arada bulunmanın sağaltıcı işlevi de vardı. Özellikle yüz
yüze yöntemlerle çoğaltılan bilgi sözlerde, fiillerde ve bedenlerde taşındığı için
bir aradalık gerektirir. Bir kız çocuğuna ilk bilgileri aktaranlar annesi ve akrabası
olan diğer kadınlardı. Sonra sırasıyla arkadaşlar, komşular ve kurumsal ilişkiler
aracılığıyla hayatına giren kadınlar geliyordu. Yaş ilerledikçe, eğitim seviyesi
arttıkça, sınıfsal konum yükseldikçe ve evlenip çocuk sahibi olunca, kadın bi
zatihi bilgi kaynağı haline geliyor ve itibar kazanıyordu. Anlatılanlardan çıkan
sonuçlardan birisi, çocukluk ve ergenlikte anne ve akraba çevresi ile komşulardan
akan bilginin deneyime dayalı bilgi olduğu, çocuklar büyüdükçe ve kamusal
alanda temsiliyet kazandıkça kurumsal bilginin de devreye girdiğiydi. Kurumsal
bilgi, kızlardan annelerine ve diğer kadınlara doğru akmaya başlıyordu bu kez.
Sağaltıcı ve özgürleştirici bilgi ve deneyim aktarımında arkadaşlık çok
önemli. Kibarın “Arkadaş insanın hayatının yarısıymış” sözünde ve Şener’in
“Kadınlar birbirleriyle paylaşmasa yükleri çok ağır olur” saptamasında öne
çıktı arkadaşlık. Arkadaşlığın bilgi ve deneyim akışındaki rolünün izi, bilgisa
yar dolayımlı iletişim araçlarından sürülebilir. Özellikle bloglar, forumlar ve
e-gruplar, deneyime dayalı bilginin tekrar dolaşıma girmesine zemin hazırlayan,
kadınlararası dostluğu ve dayanışmayı destekleyen mecralar olarak çalışma
mızın bundan sonraki aşamasında üzerinde duracağımız alanlar olacak. Bu
alanlar kadınların birbirlerinin bilgilerini tamamlayarak yaşamlarına tepeden
bakan profesyonel bilgiyi dönüştürmek için de birer zemin olabilir. Deleuze ve
Guattari’nin Anti-Oedipus'nnAa (2000) önerilen bu çeşit tamamlayıcı, profes
yonel bilgiyi dönüştüren örgütlenme modelleri, aile ile “dış dünya” arasındaki
sınırları aşındırmakla mümkün olabilir.
KAYNAKÇA
Adak, H. (2005 ) “Gendering Biography: Ahmet Mithat (on Fatma Aliye) or The
Canonization of an Ottoman Male Writer,” Querelles, cilt: 10, s. 189-204 .
Ahmet Mithat Efendi (1998) Fatma Aliye Hanım: Yahut, Bir Muharrire-i Os-
maniyenin Neşeti, ed., M . Galin, İstanbul.
Akşit, E.E. (2005 ) Kızların Sessizliği, İstanbul: İletişim.
Akşit, E.E. (2009 a) “Kısırlık: Olanak ve Tahakküm,” Fe Dergi, sayı: 1/2 , s.
44 -54 .
Akşit, E.E. (2009 b) “Haydi Kızlar Okula: Kızların Eğitimi, Kadınların Bilgisi
ve Kamusal Alan Tartışmaları” Toplum ve Bilim , sayı: 114, s. 7-26 .
Akşit, E.E. (2010 a) “Kadınların Mekânsal Davranışlarının Siyasal Niteliği,”
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları: Eşitsizlikler, Mücadeleler, Kaza
nımlar, der. H. Durudoğan, F. Gökşen, B.E. Oder, D. Yükseker, İstanbul:
Koç Üniversitesi Yayınları.
Akşit, E.E. (2010 b) “Fatma Aliye’s Stories: Ottoman Marriages Beyond the
Harem,” Journal o f Family History, sayı: 35 :3 , s. 207- 18.
Akşit, E.E. (2010 c) “Geç Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerinde Nüfus Kont
rolü Yaklaşımları,” Toplum ve Bilim, sayı: 118 , s. 179-97.
Akşit, E.E. (2011 ) “Osmanlı İmparatorluğunda Kızların Eğitimi ve Özel Alan-
Kamusal Alan Dinamikleri,” Prof Dr. Yahya Akyüz’eArmağan: Türk Eğitim
Tarihi Araştırmaları, Eğitim ve Kültür Yazıları, İstanbul: İstanbul Kültür
Üniversitesi Yayını.
Akşit, E.E. (yayma hazırlanıyor) “Learning From Women,” Intellectual and
Cultural Studies in Honor o f İsenbike Togan, ed. İlker Evrim Binbaş ve
Nurten Kılıç-Schubel, İstanbul: İthaki.
Akyüz, Y. (1999) Osmanlı Son Döneminde Kızların Eğitimi ve Öğretmen Fa
ika Ünlüer’in Yetişmesi ve Meslek Hayatı, M illi Eğitim, sayı: 143 , s. 12 -32 ,
http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/143/l.htm.
Akyüz, Y. (2004 ) Osmanlıda Kadın Öğretmenli Ev Sıbyan Mektepleri, Ankara:
O TAM , no. 15, s. 1- 12 .
Alkan, M.Ö. (2000 ) Education Statistics in Modernizationfrom the Tanzimat to
the Republic, Ankara: T C Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü.
Bora, A. (2005 ) Kadınların Sınıfı, İstanbul: İletişim.
Boys, J. (1998) “Beyond Maps and Metaphors? Rethinking the Relationships
Between Gender and Architecture,” New Frontiers o f Space, Bodies, and
Gender, der. R. Ainley, s. 203 -17, Londra: Routledge.
Butler, J. (2004 ) Precarious Life: The Powers o f Mourning and Violence, Londra
ve New York: Verso Books.
Dedes, Y. (1996 ) “Battalname,” Doğu Dilleri ve Edebiyatlarının Kaynakları,
Harvard University.
Douglas, M. (1966 ) Purity and Danger: An Analysis o f Concepts o f Pollution and
Taboo, Hammonworth: Penguin.
Deleuze, G. ve Guattari, F. (2000 ) Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia,
Londra, Minneapolis: University o f Minnesota Press, 10 . baskı.
Esin, E. (1973) “Annem Müfide Ferit Tek,” Türk Kadım, cilt: 7 sayı: 81- 82 , s. 11 .
Fatma Aliye (1895) “Meşâhîr-i Nisvân-ı îslâmiyyeden Biri: Fatma Bint-i Abbas,”
Hanımlara Mahsus Gazete, sayı: 8, s. 3 .
Fatma Aliye (2005 ) Enin, yay. haz. T. Gençtürk Demircioğlu, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi.
Fatma Aliye (2007 ) Refet, İstanbul: L Yayıncılık..
Foucault, M. (1980 ). “Questions on Geography.”, Power/Knowledge: Selected
Interviews and Other Writings, 1972 - 1997, der. C. Gordon, s. 63 -77, Brigh
ton: Harvester.
Fraser, N. (1992) “Rethinking the Public Sphere: A Contribution to the Critique
of Actually Existing Democracy,” Habermas and the Public Sphere, der. C.
Calhoun, Cambridge, MA: M IT Press, s. 109-42 .
Gerstenberger, K. (2000 ) Truth to Tell: German Women’s Autobiographies and
Turn-ofthe-Century Culture, Ann Arbor: University o f Michigan Press.
Ghannam, F. (2002 ) Remaking the Modern: Space, Relocation and the Politics o f
Identity in a Global Cairo, Berkeley, University o f California.
Goodman, D. (1992 ) “Public Sphere and Private Life: Towards a Synthesis of
Current Historiographical Approaches to the Old Regime,”, History and
Theory, sayı: 31 /1, s. 1-20 .
Habermas, J. (2000 ) Kamusallığm Yapısal Dönüşümü, çev. T. Bora ve M. Sancar,
İstanbul: İletişim.
Hellburn, C. (2000 ) Kadının Özyaşamım Yazarken, çev. Y. Salman ve G.
Aygen, İstanbul: YKY.
İlcan, S.M. (1998) “Occupying the Margins on Spacing Gender and Gendering
Space,” Space and Culture, sayı: 1, s. 5 -26 .
Kale, S.D. (2002 ) “Women, Salons, and the State in the Aftermath o f the
French Revolution,” Journal o f Women’s History: Women and the State, sayı:
13/4 , s. 54 - 80 .
Kandiyoti, D. (1997 ) Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, İstanbul: Metis.
Köker, E. (2004 ) “Saklı Konuşmalar,” KamusalAlan, ed. M. Özbek, İstanbul:
Hil.
Landes, J. der. (1998 ) Feminism, the Public and the Private, Oxford, New York:
Oxford University Press.
Mills, A. (2007 ) “Gender and Mahalle (Neighborhood) Space in Istanbul,”
Gender, Place and Culture, sayı: 14/3 , s. 335-54 .
Ömer Seyfettin (2003 ) Bahar ve Kelebekler, İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Özbay, F. (2002 ) “Evlerde El Kızları; Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler,” Feminist
Tarihyazımında S ın ıf ve Cinsiyet, der. L. Davidoff, s. 13-49, çev. Z . Ateşer,
S. Somuncuoğlu, yay. haz. A. Durakbaşa, İstanbul: İletişim.
Özbay, F. (2010 ) “Türkiye’de Ulus-Devlet, Gözetim ve Nüfus Bilgisi,” Toplum
ve Bilim , sayı: 118, s. 165-78 .
Öztürk, S. (2006 ) “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Halk Kitaplarını Modernleş
tirme Çabaları,” Kebikeç, sayı: 21 , s. 47-72 .
Özyeğin, G. (2000 ) Untidy Gender: Domestic service in Turkey, Philadelphia:
Temple University Press.
Peirce, L. (1998) Harem-i Hümayun, çev. A. Berktay, İstanbul: Tarih Vak
fı Yayını.
Sirman, N. (1995) “Köy Kadınının Aile ve Evlilikte Güçlenme Mücadelesi,”
1980 ’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, der. Ş. Tekeli, İs
tanbul: İletişim.
Somolu, O. (2007 ) “Telling Our Own Stories: African Women Blogging for
Social Change,” Gender and Development, sayı: 15 (3)
Şimşek, B. (2006 ) “Kadınlararası Konuşma Sürecinde Toplumsal Cinsiyetin
Dil Üzerinden Sergilenmesi,” yayınlanmamış yüksek lisans tezi, AÜ SBE,
Ankara.
Tapper, N. (1980) “Matrons and Mistresses: Women and Boundaries in Two
Middle Eastern Tribal Societies,” Arch. European Sociology, sayı: 21 , s. 59-78 .
Tapper, N . ve Tapper, R. (1987 ) “The Birth of the Prophet: Ritual and Gender
in Turkish Islam Man," , New Series, cilt: 22 , sayı: 1, s. 69 -92 .
Togan, İ. (1999) “In Search for an Approach to the History of Women in Cent
ral Asia,” Rethinking CentralAsia, der. K. Ertürk, s. 163-95 , Ithaca Univer
sity Press, Reading.
Togan, İ. (2003 ) “Turkic Dynasties,” Encyclopedia o f Women and Islamic Cul
tures: Methodologies, Paradigms and Sources, s. 22 - 8 , Boston: Powell Books.
Wollons, R. (1990) “Women Educating Women: The Child Study Association
as Women’s Culture,” Changing Education, der. J. Antler, Albany: State
University o f New York Press.
Wollons, R. (2009) “Mount Holyoke in Bitlis: Missionaries Bring a New England
Education to Ottoman Turkey,” 150. Year of Mekteb-i Mülkiye: Education,
History and Politics Conference, 20 Kasim, Ankara, http://80 .251 .40 .59/
politics.ankara.edu.tr/aksit/afise.html.
ANLATICILAR LİSTESİ
Ahu (39 yaşında, evli, 2 erkek çocuklu, Ankara’da yaşıyor).
Ayçan (30 yaşında, evli, sekreter, Antalya’da yaşıyor).
Ayşe (45 yaşında, evli, ev kadını, 3 çocuklu, Ankara’da yaşıyor).
Ayten (23 yaşında, bekâr, üniversite öğrencisi, Ankara’da yaşıyor).
Bihter (26 yaşında, bekâr, araştırma görevlisi, Ankara’da yaşıyor).
Burçin (33 yaşında, bekâr, yüksek lisans öğrencisi, Ankara’da yaşıyor).
Cahide (28 yaşında, evli, araştırma görevlisi, Ankara’da yaşıyor).
Cihan (59 yaşında, bekâr, emekli, Ankara’da yaşıyor).
Damla (35 yaşında, evli, 2 çocuklu, mütercim, Ankara’da yaşıyor).
Deniz (27 yaşında, bekâr, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
Denizhan (35 yaşında, bekâr, araştırma görevlisi, Ankara’da yaşıyor).
Derya (28 yaşında, evli, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
E lif (22 yaşında, bekâr, üniversite öğrencisi, Ankara’da yaşıyor).
Elvan (85 yaşında, dul, ev kadını, 5 çocuklu, Niğde’de yaşıyor).
Esma (30 yaşında, evli, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
Faika (49 yaşında, evli, 3 çocuklu, ev kadını, Ankara’da yaşıyor).
Fıtnat (40 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Merzifon’da yaşıyor).
Firdevs (52 yaşında, evli, 5 çocuklu, ev kadını, Sivas, Kangal’da yaşıyor).
Gaye (31 yaşında, bekâr, veteriner hekim, Ankara’da yaşıyor).
Hanım (47 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Afyon, Akçadere köyünde
yaşıyor).
Hansu (24 yaşında, bekâr, yüksek lisans öğrencisi, Ankara’da yaşıyor).
Hayriye (24 yaşında, bekâr, Afyon’da yaşıyor).
Hayriye (39 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Merzifon’da yaşıyor).
Hicran (35 yaşında, evli, 1 erkek çocuklu, araştırma görevlisi, Ankara’da yaşıyor).
Hikmet (54 yaşında, evli, 1 erkek çocuklu, emekli öğretmen, Ankara’da yaşıyor).
İpek (35 yaşında, evli, 1 çocuklu, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
Kibar (26 yaşında, evli, ev kadını, 1 çocuklu, Denizli’de yaşıyor).
Melike (40 yaşında, evli, 2 çocuklu, çocuk bakıcılığı yapıyor, Ankara’da yaşıyor).
Meltem (39 yaşında, evli, 1 çocuklu, memur, Ankara’da yaşıyor).
Memnune (55 yaşında, evli, 3 çocuklu, ev kadını, Ankara’da yaşıyor).
Mısra (68 yaşında, dul, 1 çocuklu, emekli, Ankara’da yaşıyor).
Mihrinur (27 yaşında, evli, 2 çocuklu, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
Mine (35 yaşında, bekâr, Ankara’da yaşıyor).
Nigar (53 yaşında, evli, 1 çocuklu, emekli öğretmen, Antalya’da yaşıyor).
Nihan (27 yaşında, üniversite öğrencisi, bekâr, Ankara’da yaşıyor).
Nurcan (29 yaşında, evli, 1 çocuklu, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
Olgun (33 yaşında, evli, 1 çocuklu, okutman, Zonguldak’ta yaşıyor).
Ömrüye (39 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Afyon’da yaşıyor).
Özlem (27 yaşında, evli, 1 çocuklu, yönetici asistanı, Ankara’da yaşıyor).
Sacide (25 yaşında, evli, ev kadını, Ankara’da yaşıyor).
Satı (36 yaşında, evli, ev kadım, 2 çocuklu, Çankırı, Şabanözü, Gümerdigin
kasabasında yaşıyor).
Selen (25 yaşında, evli, yüksek lisans öğrencisi, Ankara’da yaşıyor).
Selvi (30 yaşında, evli, 1 çocuklu, ev kadını, Ankara’da yaşıyor).
Senem (33 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Çankırı, Şabanözü, Gümerdigin
kasabasında yaşıyor).
Şehriban (49 yaşında, evli, 3 çocuklu, Ankara’da yaşıyor).
Şener (45 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Ankara’da yaşıyor).
Zarife (30 yaşında, evli, ev kadını, 2 çocuklu, Çankırı, Şabanözü, Gümerdigin
kasabasında yaşıyor).
Zöhre (29 yaşında, bekâr, araştırma görevlisi, Ankara’da yaşıyor).
Kadınların Belleği:
Hatırlama, Anlatı, Deneyim ve Toplumsal Cinsiyet
K
adınlara ait yazılı ve/veya basılı otobiyografik ve biyografik nitelikli kay
naklar ile yazılı veya basılı olmayan ama derinlemesine görüşmeler yoluy
la kayda geçirilen sözlü tarih anlatıları biçiminde ifadesini bulan kadın belleği,
geçtiğimiz otuz yılda tarih disiplinini ve sosyal bilimleri yalnızca konusu bakı
mından değil teorik ve metodolojik açıdan da dönüştürdü. İlk başta ikame edici
bir çaba olarak görünen toplumsal bellekte kadınları görünür kılma girişimi, gi
derek toplumsal cinsiyetin ilişkisel bir tarzda kavranmasına ve bu çerçevede an
latı, deneyim, kimlik gibi kavramlar etrafında yeniden tanımlanmasına yol açtı.
Kadınların tarihe ve toplumsal analize dahil edilmeleri ihtiyacı, halihazır
da erkek merkezci bilgi yapıları tarafından ihmal edilen gerek başarılı gerekse
mağdur kadınların görünür kılınmasını tartışmasız bir zorunluluk olarak ortaya
koydu (Harding, 1989, s. 4). Bu durum, tarihsel verilerin geçerlilik zeminini
yazılı belgelerden sözlü geleneklere doğru kaydıran ve böylece tarihsel analizi
tarihin gizli kalmış seslerine açan sosyal tarihçiliğin sözlü tarih alanına doğru
genişlemesiyle birleştiğinde, kadın yaşantıları sözlü tarihin popüler araştırma
alanlarından biri haline gelmeye başladı (Thompson, 1999, s. 6). Geçmişin araştı
rılmasında sözlü gelenek, yaşam tarihi, anı/günlük/biyografi yazını, aile tarihleri,
yerel tarih çalışmaları ve tanıklıklar gittikçe önem kazanan başvuru kaynakları
olarak sayılabilir (İlyasoğlu, 2006, s. 16). Bu çerçevede, bellek konusundaki
çalışmaların sosyal bilimler alanındaki gelişimi sözlü tarihin sessiz toplumsal
grupları tarihe dahil etme iddiasıyla yakından ilintilidir (Passerini i987’den ak
taran Neyzi, 2011, s. 3). Kadınların tarihsel ve toplumsal alanda görünürlüğünü
artırmak amacıyla kadın anlatılarına başvurmak da benzer bir durumu örnekler.
Üstelik ikinci dalga feminizmin kadınları özne olarak merkeze alma iddiası,
kadın tarihi konusundaki karşı hegemonyacı iddiayı da desteklemiştir (Bryant,
2011, s. 84). Ancak gerek genel olarak bellek çalışmaları alanındaki gelişmeler,
gerekse de kadınların belleği konusundaki çalışmalar, kişisel anlatıların gayri
resmiliğinin her zaman karşı hegemonya pratiklerine denk düşmeyebileceğim
(Bryant, 2011, s. 86) ve yalnızca bu nedenle değil, başka nedenlerden dolayı da
feminist tarihçiliğin bir alan olmaktan çok bir metodoloji, bir perspektif ve bir
konum olduğunu ortaya koymaktadır (Berktay, 2003, s. 11).
Feminist tarihçiliği dönüştüren nedenler, toplumsal cinsiyet, deneyim, an
latı ve kimlikler etrafında oluşturulan sorunsallar aracılığıyla ortaya çıkmıştır.
Batıda ikinci dalga feminizm, var olan toplumsal kurumlarla birlikte bilgi ala
nını da erkek egemen olarak tanımlayarak, kadınları ve kadın deneyimini mer
keze alan bir yaklaşımla geçmişe yönelik ilginin tarihe ve sosyal bilimlere eleş
tirel bir bakış çerçevesinden gelişmesine yol açmıştır. Böyle bir bakış açısı, aynı
zamanda tersinden işleyerek, feminist tarihçiliği dönüştürücü bir rol oynamış
ve tarihi kadınlar lehine düzeltme amacı yerini tarihin ancak toplumsal cinsiyet
ilişkilerinin bütünsel kavranışı yoluyla yeniden kurulabileceği anlayışına bırak
mıştır (Berktay, 2003, s. 29). Bugün artık kadın tarihi, ya da kadın belleği den
diğinde toplumsal cinsiyetle bağlantılı deneyim ve kimlikler bütününün anla
şılmasının nedeni bu konudaki yaygın teorik uzlaşıdır.
Türkiye’de kadınların belleği konusunda yapılan çalışmaların genel çerçe
vesini oluşturan sorunsalların, ilgili alanın Batılı feminizm içindeki gelişimin-
dekine benzer bir düzenlilikte ortaya çıktığını söylemek pek de mümkün de
ğil. Bu durum bir ölçüde Türkiye’de kadınların belleğine yönelik ilginin Batı
feminizminin bu alanda belli bir süreç sonucunda oluşan bilgi ve yaklaşım biri
kimiyle alışverişe girmesinden kaynaklanıyor. Öte yandan, Türkiye’de 1980’ler-
den itibaren kültürel farklılaşma ve kimlik politikalarının çoğullaşması tarihin
yeniden keşfedildiği bir dönemi başlatırken, feministler açısından geçmişe fe
minist bir bakış açısıyla yeniden bakma ihtiyacını doğurdu (İlyasoğlu, 2001, s.
16-18). Söz konusu ihtiyaç, kadın tarihinin yeni alanlarını, bu alanlara yeniden
bakmanın yollarım ve bu yollarla edinilen birikimi paylaşma kanallarını bulma
ya çalışmayı gerektirmiştir (İlyasoğlu, 2001, s. 20). Bu çabaya eşlik eden, geç
mişe bakmaya ilişkin feminist sorunsalların yapılan çalışmalarda neredeyse eş
zamanlı bir çoğulluk içinde ele alındığını söylemek mümkündür.
1980’lerin sonundan itibaren kadın hareketi geçmişe, kadın tarihine bakmaya
başladı (Mater, 2009, s. 276). O güne kadar, Kemalist modernleşme perspekti
finden, Cumhuriyet’le birlikte gerçekleşen bir kopuşla geleneğin taassubundan
kurtularak medeni ve siyasal haklarına kavuşan “Türk Kadını” biçimindeki anla
tının nesnesi olarak kadınları ele alan, çoğu zaman az sayıdaki ikincil kaynakların
yinelenmesi (Çakır, 1995, s. 224) yoluyla geçmişle bağlantı kuran çalışmalar kadın
tarihi alanının sınırlarını belirlemişti. Cumhuriyetin öncü kadınlarının ya da seç
kin erkeklerin kaleminden yazılan bu çalışmaların ortak özelliği, Cumhuriyet’in
kadınlara yönelik toplumsal projesini, başka bir ifadeyle kendisine yönelik öner
meleri doğrulayan bir bakış açısından aktarılmış olmasıdır (İlyasoğlu, 1997, s. 164).
Tarihsel süreç boyunca, önemli toplumsal dönüşümlerin göstereni ya da
nesnesi olarak değil, kadına tarihsel bir benlik atfederek, özne olarak kadını ele
alan çalışmaların Türkiye’deki ilk örnekleri kadın hareketinin köklerine yönelik
bir ilginin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tarihi kadın bakış açısıyla yeniden
kurma çabasının erken örneklerinden biri olarak Ayşegül Yaramanın Resmi
Tarihten Kadın Tarihine Elinin Hamuruyla Özgürlük (1992) isimli çalışması sayı
labilir. Burada Yaraman, Osmanlı döneminde kadınların birinci dalga feminist
geleneğini, kadın mücadelesiyle ilgili basılı belgeler üzerinden değerlendirmiştir.
Serpil Çakırın Osmanlı Kadın Hareketi (1994) isimli çalışması ise Osmanlı’da
kadınların devlet veya toplum için değil kendileri için giriştikleri eylemliliğe,
kadınları tarihin ve tarihsel çalışmanın merkezine koyarak, yani kadın bakış
açısından bakmanın başarılı bir örneğidir (İlyasoğlu, 2001, s. 21). Çakır’a göre,
kadın tarihi, kadınları görünür kılmanın, kadınlara kendi tarihlerini kazandır
manın bir yoludur; öte yandan ekonomik tarih, kültür tarihi gibi alt bir alana
indirgenmemelidir. Yeni bir tarih yazımının yolunu açması beklenen kadın
tarihi, kadınların katkılarının tarihe eklenmesiyle değil, tarihçiliğin kadınlara
atfedilen özne konumu dolayısıyla dönüştürülmesiyle vaadini gerçekleştirmiş
olacaktır (Çakır, 1995, s. 225-6). Bu vaadi merkezine alan çalışmanın, Türkiye’de
1980 sonrası etkili olan ikinci dalga feminist hareketin kendisini tarihsel bir
sürecin parçası olarak kavramasında önemli payı vardır; Cumhuriyet öncesi
kadın mücadelesinin tarihiyle tanışma, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisini
kadın bakış açısıyla sorgulamasına neden olmuştur. Kadınların 1980 öncesinde
sol siyaset içindeki örgütlü mücadelesinin tarihini kadın belleğine dahil etme
girişimlerinden burada bahsetmek gerekir. Çünkü bu çaba, kendilerine femi
nist demeyen ama 1980’lerden sonraki feminist mücadeleye sempati duyan sol
gelenek içinden kadınların hem kişisel hem de siyasal düzeyde geçmişle hesap
laşmalarının sonucu olarak 1990’ların ortasından itibaren ortaya çıkabilmiştir.
Daha önceleri örneğin Sevgi Soysal’ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1975)
ve Latife Tekinin Gece Dersleri (1986) gibi otobiyografik nitelikli edebi eserler
içinde sol harekette kadın deneyimi yer almıştır (Akal, 2003, s. 25). 1990’ların
ikinci yarısından itibarense tekil bir örnek olsa bile, 12 Eylül 1980 öncesinde
kadınların yaygın örgütlenme ve yoğun kampanyaları dolayısıyla öne çıkmış
olan “İlerici Kadınlar Derneği” (İKD) deneyimini kadın bakış açısından ve bu
harekete katılan kadınların kendi deneyimleri yoluyla değerlendiren çalışmalar
yapılmaya başlanmıştır. Saadet Arıkan ve arkadaşlarının hazırladığı Ve Hep
Birlikte Koştuk, İlerici Kadınlar Derneği (1975-1980) (1996) ve Emel Akal’ın Kı
zıl Feministler, Bir Sözlü Tarih Çalışması (2003), “Türkiyeli sosyalist/komünist
kadınların tarihte aldığı yer ve roller’i (Akal, 2003, s. 24) “yalnızca eylemler ve
olaylar üzerinde değil, bu kadınların bu tarihsel kesitte yaşadıkları duygular
ve sahip oldukları değerler üzerinde de” durarak anlatmayı amaçlamıştır. Bu
yönüyle 1990’lardan sonra kadın tarihine yönelik ilgi Cumhuriyet öncesi kadın
mücadelesiyle bağlar kurmak kadar, Cumhuriyet döneminin daha uzak gibi
görünen 1980 öncesi kısmında sol hareket içinde kadın deneyimini kadın bakış
açısıyla ele alma çabasını da içerir.
Kadın belleğine yönelik ilginin 1990’larda, sonradan daha belirgin olarak gö
rülecek iki ana yaklaşım etrafında geliştiğini söylemek mümkün. Bunlardan bi
rincisi Ayşe Durakbaşa’nın ifadesiyle Serpil Çakırın Osmanlı Kadın Hareketinin
yarattığı etki sonucu, resmi tarihi feminist bakış açısıyla sorgulayan tarihsel araş
tırmalar çerçevesinde ortaya çıkmıştır (1995, s. 218). Ayşe Durakbaşanın Ha
lide Edip, Türk Modernleşmesi ve Feminizm (2000) isimli çalışması, Kemalist
Türk modernleşmesinin cinsiyet düzenini, Osmanlı döneminde ve Milli Mü
cadele sırasında öne çıkan bir figür olan, ancak ulusal anlatının sonradan dış
ladığı Halide Edip üzerinden okuma girişimidir. Halide Edip’in çocukluk yıl
larını anlattığı Mor Salkımlı Ev ve Milli Mücadele dönemini anlattığı, İngiliz
ce kaileme alman, sonradan Türkün Ateşle İmtihanı başlığıyla Türkçeye çevri
len Turkish Ordeal isimli otobiyografik eserlerini yeniden değerlendiren çalış
manın feminist eksenini, Halide Edip’in eyleyen bir özne kadın olarak tarih
sel anlatının merkezine yerleşmesi oluşturur. Durakbaşa’ya göre, kadın otobi
yografileri üzerine yapılan çalışmalara konu olan kadınların nesne konumları
na adeta karşı çıkıyor olmaları, bu türden çalışmaların ayrıcalıklı bir niteliğini
oluşturuyor (Durakbaşa, 1995, s. 218). Dolayısıyla, kadınları tarih içinde görü
nür kılmanın bir yolu olarak otobiyografilere başvurmak her ne kadar kadın
ları tarihe eklemek olarak anlaşılma ve başta kaçınılmaz olarak istisnai ve ünlü
kadınlarla sınırlı olma kısıtlarını içeriyor olsa bile (Berktay, 2003, s. 33), otobi
yografilerin kadın anlatılarını keşfetmek açısından önemli olduğu kabul edil
mektedir (Durakbaşa, 1995, s. 217).1
Benzer bir bakış açısından hareketle, resmi tarih yoluyla görünmez kılınan
ve kurucu ideolojinin kadın hakları söylemi yoluyla olumsuzladığı bağımsız
kadın özgürlüğü mücadelesinin örneği olarak “Türk Kadınlar Birliği” ve bu
hareketin kurucu lideri Nezihe Muhittin üzerine yapılan çalışmalar da kadın
tarihini yeniden kurmak ve bu yolla geçmiş ve gelecek arasında hatırlama yoluyla
bağ oluşturmak açısından önemli katkılar sağlamışlardır. Bu çerçevede Ayşegül
Baykan ve Belma Ötüş-Baskett tarafından yazılan Nezihe Muhittin ve Türk Kadını
1931 ile Yaprak Zihnioğlu’nun Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhittin, Kadınlar Halk
Fırkası, Kadın Birliği, gerçekleştirdikleri tarihsel analizin kapsamı ve derinliği
2 Belleğe psikolojik değil ontolojik bir varoluş atfeden Bergson, geçmişi edimsellik için
deki bireyin gölgesine benzeterek, içselleştirilmiş tüm deneyimlerin toplamı olarak
kavramsallaştırır. Bu anlamda hatırlama geçmişin soluk bir temsilinden çok, geçmiş
ve şimdinin bir aradalığına ilişkindir. Bkz. Bergson, H. (2007), M adde ve Bellek, Çe
viren. I. Ergüden, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları..
Resmi tarihin ulusal anlatısını kadınların belleği üzerinden yeniden kuran
çalışmalardan olan Elif Ekin Akşit’in Kızların Sessizliği, Kız Enstitülerinin Uzun
Tarihi, deneyimin nasıl özel alan-kamusal alan ayrımını yerinden ederek, ade
ta “kirlenmesin diye bir mantoyu astarı dışa gelerek katlar gibi” (Akşit, 2005,
s. 191) kadınların toplumsal cinsiyet kimliğini inşa ettiğini analiz ederken, ay
nı zamanda anlatının kadın belleğinin yansımasından çok belleği kuran par
çalardan biri olduğunu incelikli bir biçimde ortaya koyar. Bu nedenle, yalnız
ca resmi tarihin görünmez kıldığı kadınları görünür kıldığı için değil, tarihsel
bir analiz birimi olarak toplumsal cinsiyete içkin iktidar ilişkilerinin tarih, bel
lek, öznellik katmanları boyunca nasıl işlediği üzerine düşünme çabası olarak
da çalışma öne çıkar.
Tarihte kadınların görünmezliği durumu, kadın geçmişine yönelik ilginin
sınırlarını daha baştan kaynak sorunuyla belirlemiş görünür. Bunu aşmanın
bir yolu olarak kadın tarihçileri farklı türden kaynaklara yönelmiş, geleneksel
kaynaklarla, alternatif kaynakları bir arada kullanma yoluna gitmişlerdir. Kü
tüphane koleksiyonları, devlet arşivleri, mahkeme kayıtları, sayım belgeleri çe
şitli kurum arşivleri gibi geleneksel sayılan kaynaklara yönelen kadın tarihçile
ri, bu belgelerde aslında yer almadıkları için değil, görmezden gelindikleri için
saklı kalan kadınları arayarak tarihte kadınların varlığını göstermişlerdir. Özel
yaşam belgeleri, mektuplar, günlükler, özel arşivler, sanat eserleri, otobiyogra
filer, efemera,3 sözlü tarih ve folklor gibi geleneksel olmayan, başka bir ifadey
le alternatif kaynaklar ise kadın tarihçilerine tarihin geleneksel olarak ilgi gös
termediği, hayatın kişisel ve gündelik alanına ilişkin bilgiye ulaşmalarını sağla
mıştır (Davaz Mardin, 2002, s. 183-4).
Kadın belleğini oluşturan belgelerin aranarak bulunması, bir araya getirilmesi
ve tarihte kadınları görünür kılmak amacıyla tarihçilerin kullanımına sunulması
ihtiyacının karşılığı olarak Nisan 1990’da “ Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi
Merkezi”nin4 faaliyete geçmesi, kadın tarihine yönelik ilginin kurumsallaşma
sı açısından önemli bir gelişme sayılmalıdır. Söz konusu yıllar kadın konulu
bilimsel araştırmaların üniversitelerde araştırma merkezleri ve yüksek lisans
programlarında kurumsallaştığı bir döneme denk düşer. Hem üniversite hem
de Kadın Eserleri Kütüphanesi bünyesinde kurumsallaşma, kadın hareketinin
tarihsel kaydını tutarak gelecek nesillere aktarma arzusunun bir göstergesidir.
Bu niteliğiyle, kadın arşivleri ve kütüphaneleri kadın hareketinin belleğini
3 Genellikle basılı ancak kısa ömürlü olan sinema,tiyatro, konser biletleri, piyango bilet
leri, lotarya kuponları, broşürler, tapu belgeleri, borç senetleri, kartpostallar gibi gün
delik hayatın ayrıntılarını içeren her tür belgeyi efemera olarak değerlendirmek m üm
kündür.
g e l m e s i n i n ü s t ü n d e n o t u z yıl g e ç t i . B u s ü r e n i n , y e t e r i n c e u z u n y a d a y e r l e ş i k b i r a k a d e m i k g e l e n e k
o l u ş t u r m a k için ç o k k ı s a o l d u ğ u s ö y l e n e b i l i r . Y i n e d e b u g ü n d e n g e ç m i ş e b a k t ı ğ ı m ı z d a a k a d e m i k
a la n d a gelişen kadın ça lışm aların ın kaç arpa boyu yol a ld ığ ın ı düşünm ek, y ap ılan ları veya
y a p ı l a m a y a n l a r ı s o r g u l a m a k , b i r d u r u m s a p t a m a s ı y a p m a k için u y g u n b i r d ö n e m d e o l d u ğ u m u z u
görüyoruz.
d a h a ö n c e bu a la n d a k i ö n c ü a ra ş tır m a la r ı v e y ay ın larıy la ta n ı y o r u z . Ö t e y a n d a n bu a la n d a h e n ü z
y e n i a m a o ö l ç ü d e ö n e m l i g e n ç f e m i n i s t a k a d e m i s y e n l e r d e d e r l e m e y e k a tı l d ı l a r .
B u d e r l e m e d e k i y a z ı l a r ı n h e r biri k e n d i a l a n ı n d a n , s o n o t u z yılın t e m a l a r ı n ı , b a k ı ş a ç ı l a r ı n ı , y a p ı l m ı ş
a tıp y ap ılm ış ça lışm a la r ın te m ala rın a, ö n e çık a n a r a ş t ı r m a a la n la rın a b ak tığım ızda, fe m i n i s t ta rih
e m e ğ i n i n fa rk lı b i ç i m l e r i n i a r a ş t ı r a n ç a l ı ş m a l a r l a e l e a l ı n ı y o r . A y r ı c a h u k u k i h a k l a r ı n v e k a d ı n l a r ı n
cin siy etç iiik ü z e r i n e y ap ılan a r a ş tır m a la r ; kent, m ekân ve b eden ü z e r i n e y a p ı la n ç a l ı ş m a l a r ile
T ü r k i y e ’ d e k a d ı n h a r e k e t i n i n fa rk lı b o y u t l a r ı n a d e ğ i n e n ç a l ı ş m a l a r d a b u d e r l e m e d e y e r a l ı y o r .
K i t a p , T ü r k i y e ’ d e k a d ı n ç a l ı ş m a l a r ı a la n ı n ın g e l i ş i m i n i v e m e v c u t d u r u m u n u t a n ı m a k i s t e y e n o k u r l a r
için b i r b a ş u c u k i t a b ı o l m a y a a d a y .
K a p a k F o to ğ ra fı: JP L a ffo n t
? .,*! - /TP.