You are on page 1of 100

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI

KAMU HUKUKU BİLİM DALI

ALEXİS DE TOCQUEVİLLE’İN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Yüksek Lisans Tezi

SÜNDÜS GÖKŞEN

İstanbul,2016
T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI

KAMU HUKUKU BİLİM DALI

ALEXİS DE TOCQUEVİLLE’İN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Yüksek Lisans Tezi

SÜNDÜS GÖKŞEN

Danışman:Yrd.Doç.Dr.Şule Şahin Ceylan

İstanbul, 2016
GENEL BİLGİLER

İsim ve Soyadı :Sündüs Gökşen

Anabilim Dalı :Kamu Hukuku

Programı :Kamu Hukuku

Tez Danışmanı :Yrd. Doç. Dr. Şule Şahin Ceylan

Tez Türü ve Tarihi :Yüksek Lisans-Nisan 2016

Anahtar Kelimeler :Alexis de Tocqueville, Demokrasi

ÖZET

ALEXİS DE TOCQUEVİLLE’İN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Alexis de Tocqueville 1805 yılında, aristokrat bir norman ailesinin çocuğu olarak
Verneuil’de doğmuştur. Hukuk eğitimi alan Tocqueville 1831 yılında “Ceza Hukukunda
Reform” konusunu araştırmak üzere Amerika’ya gitmiştir. Ancak “Amerika’da Demokrasi”
adlı eseri göstermektedir ki burada Tocqueville’in asıl olarak ilgisini çeken konu Amerikan
demokrasisidir. Sosyoloji ve siyaset bilimi alanlarında yazılmış erken dönem kitaplarından
biri olan eser, günümüzde siyaset sosyolojisi alanında bir klasik olarak değerlendirilmektedir.
Tocqueville öngörüleriyle çağımıza ışık tutmaktadır.Tocqueville demokrasi, demokratik
toplum örgütlerinin gelişimi, işlevi, demokrasilerdeki çoğunluk-azınlık ilişkisi gibi hukuk ve
devlet düzenine ilişkin pek çok konuda yaptığı değerlendirmeleriyle okunmayı hak
etmektedir. Bu çalışma ile Tocqueville’in “Amerika’da Demokrasi” adlı eserindeki görüşleri
bağlamında demokrasi kavramı ele alınarak demokrasiyi ne gibi tehlikelerin beklediği ve bu
tehlikeler karşısında devlet ve hukukun konumu ele alınmaktadır. Tocqueville buna ek olarak
bir demokratikleşme ve demokratik kurum oluşturma alanı olarak sivil toplumun önemine
vurgu yapmakta, demokrasilerdeki eşitlik-özgürlük arasındaki gerilime ilişkin
değerlendirmelerde bulunmaktadır. Tüm bunlara ek olarak, çalışmada, özgürlükleri devlete
karşı güvence altına almada sosyolojik ve hukuksal özerk yapıların gerekliliği gibi
güncelliğini yitirmeyen, Tocqueville’in çok önceden önemine işaret ettiği konular
irdelenmektedir.
GENERAL KNOWLEDGE

Name and Surname :Sündüs Gökşen

Field :Public Law

Programme :Public Law

Supervisor :Assistant Professor Doctor Şule Şahin Ceylan

Degree Awarded and Date :Master-April 2016

Keywords :Alexis De Tocqueville, Democracy

ABSTRACT

ALEXİS DE TOCQUEVİLLE’S DEMOCRACY UNDERSTANDİNG


Alexis de Tocqueville was born as child of Norman aristocratic family in Verneuil,
in 1805. After having legal education Tocqueville has gone to America to investigate
"Criminal Law Reform" in 1831. However, "Democracy in America" has shown that
Tocqueville here mainly interested in the American democracy.The work written in the field
of sociology and political science was one of the early book is considered a classic today in
the field of political sociology. Tocqueville shed a light to our age with his foresight.
Tocqueville deserves to be read by many of his works such as the assessments with the
development of democratisation ,democratic society, function as democracy for the majority-
minority relations in the state of law and order issue.In this study, with consideration of
democracy notion in Tocqueville's work "Democracy in America" what kind of dangers are
expected and the position of law against these dangers are dicussed.In addition to this
,Tocqueville emphasizes to democratisation and the importance of a civil society as a field of
establishing democratic institutions and evaluates the tension between equality-freedom in
democracy.In addition to all these studies, the actual subjects that Tocqueville pointed out in
advance, such as the necessity of sociological and legal autonomy structures for guaranteeing
freedom against the state are examined.
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ ……………………………………………………………………………………………………………………………………………….1

I.TOCQUEVİLLE’ İN DEMOKRASİ ANLAYIŞININ ARKA PLANI ……………………………………4


A. Demokrasi Kavramı …………………………………………………………………………………………………………………4

B. Tocqueville’in Devrim Anlayışı ve 1789 Fransız Devrimi ………….……...........................................12

C. Tocqueville’in Amerikan Deneyi .………………………………………….……………………………………………….25

II.TOCQUEVİLLE’İN DEMOKRASİ ve DEMOKRATİK TOPLUM ANLAYIŞININ


TEMEL ÖĞELERİ …………………………………………………………………………………………………………....35
A.Tocqueville’in Demokrasi Anlayışının Genel Hatları ………………………………………………………………35

B. Sivil Toplum ….……………………………………………………………………………………………………………………..41

C. Demokrasinin Gerçekleştirilmesinde Basının ve Örgütlerin Rolü ……………...............................48

D. Tocqueville’in Demokraside Eşitliğe Bakışı ………….…………………………………………………….…………55

E. Demokrasilerde Eşitlik Özgürlük İlişkisi ………………………………………………………………………………..57

III.TOCQUEVİLLE’E GÖRE DEMOKRASİYİ BEKLEYEN OLASI TEHLİKELER ………….65


A. Bireycilik ………………………………………………………………………………………………................................65

B. Demokraside Despotizm ……………………………………………………………………………………………………..69

C. Demokrasilerde Kamuoyu Etkisi ……….…………………………………………………………………………………75

D. Merkeziyetçilik …..……………………………………………………………………………………………………………….80

1. ABD’ de Merkeziyetçilik ……………………………………………………………………………………………..81

2. Ademi Merkeziyetçilik Formülü ………………………………………………………………………………….85


SONUÇ …………………………………………………………………………………………………………………......................88
KAYNAKÇA ………………………………………………………………………………………………………………………….....90
GİRİŞ

Alexis de Tocqueville 1805 yılında aristokrat bir Norman ailesinin çocuğu


olarak Verneuil’ de doğmuştur. Montesquieu gibi soylu ve anti-liberal bir aileye mensuptur
ancak yetişkinliğinde, aldığı hukuk eğitiminin de etkisiyle liberal akımı savunmuştur1.
1827’de Versailles’de stajyer hakim olarak göreve başlamış, hakimlik görevini sürdürürken
1831 yılında “Ceza Hukukunda Reform” konusunu araştırmak üzere Amerika’ya gitmiştir.
Fransa’ya döndüğünde, 1833 yılında “Amerika Birleşik Devletleri”nde Ceza ve İnfaz Sistemi
ve Bunun Fransa’da Uygulanması” kitabını yayımlamıştır. ABD’ye yaptığı seyahatlerin
ardından yazdığı “Amerika’da Demokrasi” adlı eseri, Tocqueville’in Amerika’da asıl ilgisini
çeken konunun Amerikan demokrasisi olduğunu göstermektedir2. Tocqueville bu eserde,
Amerikan toplum yapısının kökenlerini başarılı bir şekilde tahlil etmiş, Amerikan toplumunu
gözlemleyerek Amerikan siyasi kültürünün işleyişi hakkında değerlendirmelerde
bulunmuştur3. Bu yönüyle eseri sosyoloji ve siyaset bilimi alanlarında yazılmış erken dönem
kitaplarından olan eser, günümüzde siyaset sosyolojisi alanında bir klasik olarak
değerlendirilmektedir4.

Tocqueville, “Eski Rejim ve Devrim” adlı yapıtında ise, Fransız Devrimi’nden


sonra Fransa’nın demokrasiyi tüm kurumlarında bireysel ve toplumsal bazda işler hale
getirmede niçin zorluk çektiğini sorgulamaktadır. Tocqueville “Amerika’da Demokrasi”de,
Amerika’da demokratik toplumun liberal olmasının nedenlerini, “Eski Rejim ve Devrim”
kitabında ise Fransa’nın demokrasiye doğru yol aldığı tarihsel süreçte özgür siyasal bir rejimi
korumada sıkıntı içinde olmasının sebeplerini ele almıştır5. Tocqueville Amerika’yı örnek
model olarak almakta, Avrupa’ya bu düzenin uyarlanmasının mümkün olup olmadığını
tartışarak bu doğrultuda karşılaşılabilecek olası güçlükleri tespit etmeye çalışmaktadır.

1
Murat Sarıca, 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi, 7. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1996, s. 109.
2
Bihterin Dinçkol, “Çoğunluk Tiranisine Karşı Bir Çözüm Yolu: Tocqueville’in Siyasal Kuramı”, İstanbul
Ticaret Üniversitesi Dergisi, Sayı.5, Yıl.3, 2004, ss. 149- 163, s. 149.
3
Alexis De Tocqueville, Amerika’da Demokrasi, Ankara: Yetkin Yayınları, 1994, s. 15.
4
Dinçkol, s. 149.
5
Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, 9. Baskı, İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2014, s. 184.

1
Göze; Tocqueville’in, liberalizm, aristokrasi ve demokrasiye bakışını ifade ettiği
sözlerini şu şekilde aktarmaktadır:

“…Eski rejimi yıkan, fakat yerine kalıcı, sürekli bir düzen kuramayan uzun devrim
yılları sonrasında dünyaya geldim. Hayata başladığım zaman aristokrasi ölmüştü ve
demokrasi henüz yaşamaya başlamamıştı. Bu nedenle gözü kapalı ne birine ne de ötekine
yönelebildim. Kırk yıl boyunca çeşitli rejimleri deneyen fakat hiç birinde karar kılamayan bir
ülkede yaşadım. Eski aristokrasiye dahildim ve aristokrasiye karşı ne bir kin ne de bir
kıskançlığım vardı, ama aristokrasi yıkıldığında ona karşı hiçbir şey duyumsamadım, çünkü
insan ancak yaşayan bir şeye ilgi duyar.

Aristokrasiyi değerlendirebilmek için ona yeterince yakındım ama onu tarafsız


yargılayabilmek için de ona yeterince uzaktım. Aynı şeyi demokrasi için de söyleyebilirim.
Beni demokrasiye iten ya da ondan uzaklaştıran, aklımın nedenlerinin dışında hiçbir nedenim
ve tutkum yok. Kısaca geçmiş ile gelecek arasında mükemmel dengedeyim. Her iki tarafı da
rahatlıkla izleyebiliyorum6.”

Tocqueville öngörüleriyle çağımıza ışık tutmakta, güncelliğini yitirmemektedir.


Çünkü Tocqueville demokrasi ve demokratik toplum örgütlerinin gelişimi, işlevi,
demokrasilerdeki çoğunluk- azınlık ilişkisi gibi hukuk ve devlet düzenine ilişkin pek çok
konuda yaptığı değerlendirmeleriyle tekrar tekrar okunmayı hak etmektedir. Bu çalışmada da,
Tocqueville’ in “Amerika’da Demokrasi” adlı eserindeki görüşleri bağlamında, “demokrasi”
kavramı ele alınarak demokrasiyi bekleyen olası tehlikeler karşısında devlet ve hukukun
konumu anlaşılmaya gayret edilecektir.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Tocqueville’in demokrasi


anlayışı ve onun demokrasi anlayışının oluşumunun ardında yatan olgular ele alınmaktadır.
Bu çerçevede Tocqueville’in “devrim” anlayışı ve Fransız Devrimi’ne değinilmektedir. İkinci
bölümde ise Tocqueville’in Amerika gözlemlerinden yola çıkarak yaptığı tespitlere, özellikle
Amerika’daki demokrasinin gerçekleştirilmesinde önemli katkıları olduğunu vurguladığı
basına, sivil toplum örgütlerine ilişkin değerlendirmeleri ele alınmaktadır. Bu çerçevede
Tocqueville’in demokraside eşitliğe bakışı ve demokrasilerdeki eşitlik-özgürlük ikilemine
ilişkin yaklaşımı da inceleme konusu yapılmıştır. Son bölümde ise Tocqueville’e göre
demokrasileri bekleyen olası tehlikeler üzerinde durulmaktadır. Bireycilik, çoğunluk tiranlığı,

6
Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler Tarihi, İstanbul:İstanbul Üniversitesi Yayınları-Fakülteler Matbaası, 1982, s.
297.

2
kamuoyu etkisi ve devlet yönetimindeki merkeziyetçi uygulamalar gibi demokrasinin
gerçekleştirilmesine engel teşkil edebilecek durumlar irdelenmektedir.

3
I.TOCQUEVİLLE’İN DEMOKRASİ ANLAYIŞININ ARKA PLANI

A. Demokrasi Kavramı

Çok yönlü ve geniş bir kavram olan demokrasinin kökenleri neredeyse 2500 yıl
öncesine, Antik Yunan’a dayanmakta ve günümüzde de pek çok tartışmanın merkezinde yer
almaktadır7. Demokrasinin ortaya çıkmasına uygun koşullar farklı zamanlarda ve farklı
yerlerde demokratik hükümetin doğuşuna zemin sağlayabilmektedir8.

Demokrasi, eski Yunanca’da yer alan demos (halk) ve kratein (yönetmek)


sözcüklerinden oluşan bir kelime olarak ilk defa Yunanlı tarihçi Heredot tarafından
kullanılmıştır9.

“Demos” sözcüğüyle bazen halk, çoğunlukla bütün Atinalılar kastedilmektedir.


Kimi zaman sadece fakir insanları ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Demokrasiye eleştirel
bir şekilde yaklaşan aristokratlar tarafından, kendilerinin kontrolündeki yönetimi ele
geçirdiklerini gördükleri sıradan halkı küçümsemek için kullanılmıştır. Atina’daki demokrasi
Yunanistan’daki şehir devletlerinin demokrasileri arasındaki en iyisi ve günümüzde katılımcı
demokrasinin ilk örneği olarak kabul edilmektedir10.

Demokrasi kavramının çok uzun bir geçmişi bulunmakla birlikte, tarihsel süreçte
kimi dönemlerde uygulandığı görülmekte, bazı dönemlerde de, örneğin Orta Çağ’da etkisini
yitirdiği görülmektedir. İlk çağda, Antik Yunan’da, Atina şehir devletlerinde uygulanmıştır.
Aydınlanma düşüncesinin olgunlaşmasıyla birlikte yeni çağda tekrar güncel tartışmaların
merkezine oturmuştur. Demokrasinin belki de en çok bilinen tanımını Amerikan
başkanlarından Abraham Lincoln yapmıştır: “Halkın halk tarafından, halk için yönetimi11.”

Demokrasi kavramı hem olanı hem de olması gerekeni içerecek şekilde


tanımlanmalıdır. Bu iki olgu birbirini tamamlamaktadır; birinin varlığı diğerinin varlığına
bağlı olan, birbirinin yerine koyulması da mümkün olmayan durumlardır. Yani demokrasi
idealinden yola çıkarak demokrasi gerçeğini tanımlayamayacağımız gibi, ikisi özdeş de

7
Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Ankara: Yetkin Yayınları, 1993. s. 3.
8
Robert Dahl, Demokrasi Üstüne, Ankara: Phoenixs Yayınevi, 2001, s. 7.
9
Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, 8. Baskı, Ankara: Siyasal Yayınevi, 2010, s. 232.
10
Dahl, Demokrasi Üstüne, s. 9.
11
Erdoğan, s. 229, 232.

4
değildir. Ayrıca demokrasi olanla olması gerekenin karşılıklı etkileşiminden doğmakta ve
gelişip, şekillenmektedir. Demokrasi kavramının ilk çağrıştırdığı siyasal demokrasi olmakla
birlikte günümüzde sosyal demokrasi, iktisadi demokrasi gibi siyasallığı ikinci derecede
kalan demokrasilerden söz edilmektedir12.

Halkın iktidarı demek olan demokrasi, çağımızda hemen her yerde tek meşru
yönetim biçimi olarak görülmektedir. Yani devlet yetkilerini kullananları halkın belirlemesi
ve denetlemesidir13. Demokrasi bir ilkeler, kurumlar, değerler, amaçlar, yöntemler sistemi
olarak tartışılmış ve tartışılmaya devam edilecek bir olgudur. Ancak kamu üyelerinin kendi
işlerinin idaresinde rol üstlenmesine olanak tanıyan bir sistem olması, özellikle önemlidir. Bu
noktada demokrasi ve sivil toplum, insani gelişimin önündeki engellere karşı olanak verilen
özgürleşme mücadelesine uygun ortam sağladıkları için dikkate değer niteliktedir14.

Tarihsel gelişimi göz önüne alınacak olursa, demokrasinin kendi içinde sürekli bir
devinim halinde olduğu görülmektedir. Demokrasi kendisini sürekli dönüştürmekte,
yenilemekte ve nitelikleriyle rejim olmayı aşıp iktidar olgusunu kısıtlama olanağı
sağlamaktadır15.

Klasik liberal demokrasilerde uzun süre uygulanan sınırlı oy ilkesine dayalı


seçim uygulaması genel oya geçilmesiyle birlikte, katılımcılığı arttırmış ancak yine de
arzulanan noktaya gelinememiştir. Ancak son ikiyüz yıldır demokrasi dönüşmeye devam
etmektedir. Modern demokrasilerin halka dayalı yönetim temelinde, egemenlik hak ve
yetkisini halka dayalı olarak kullanan kurumları koruması demokrasiye biçimsel olma
niteliği kazandırmakta ve bu da beraberinde toplumun devletten ayrı olarak varlığını
doğurmaktadır. Tüm bu yapı, insan hakları olarak da ifade edilen yurttaş özgürlüklerini,
çoğulculuğu, sözleşme sistemini, temsil ilkesini düzenleyen Anayasa’da yer almaktadır16.

Çağdaş demokratik anlayış çoğulcu yapının özgürce hayat bulduğu bir özgürlük
ortamı olmaksızın düşünülememektedir. Sivil toplum kurumları, günümüz demokrasilerinde

12
Sartori, s. 8.
13
Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi, 2. Baskı, İstanbul: Adam Yayınevi, 2001, s. 29.
14
Meltem Dikmen Caniklioğlu, Sivil Toplum ve Türkiye Demokrasisindeki İzdüşümleri, Ankara: Seçkin
Yayınları, 2007, s. 51.
15
Hasan Bülent Kahraman, “Tocquevilleci Demokrasi, Toplumsal İktidar ve Sivil Toplum Kaygıları”, 2006,
research.sabanciuniv.edu/5957/1/tocqueville.doc, (Erişim Tarihi: 08 Ekim 2015), ss. 1- 38, s. 2.
16
Caniklioğlu, s. 48.

5
çeşitli taleplerin yönetime yardımcı olmanın yanı sıra siyasetin toplum içinde yapılmasına
uygun ortam sağlamayı işlevselleştirme bakımından amaç olarak varlığını korumaktadır17.

Demokrasi tüm cazibesine rağmen yaşatılması en zor olan rejimdir. Çünkü kendi
içerisinde bir takım paradokslar içermektedir18. Demokrasi halka dayalı bir yönetimdir ve
demokratik bir devlette yasaları yapma, uygulama ve yargılama yurttaşlara hak ve görev
olarak tanınmıştır. Sivil toplum siyasal ve yasal eşitlik ilkesi temelinde geliştiği, güçlendiği
için, bu soyut eşitliğin sınırlarını zorlar nitelikte dinamiklere sahiptir. Bu noktada sivil
toplumun temel ilişki biçimleri ile eşitlik ideali karşı karşıya gelmektedir19.

Demokrasi hem düşünce farklılıklarından kaynaklanan çatışmaları hem de belli


ölçüde uzlaşmayı gerektirmektedir. Yani demokrasi siyasal rekabete, yarışmaya dayanan, bu
yönde kurumsallaşmış bir sistemdir. Toplumsal barışın sağlanması, istikrarın sağlanması için
de bu çekişmenin şiddetinin dengeli olması gerekmektedir. Demokrasinin kalıcı olması için
çekişme temelinde kurulu düzenin asgari düzeyde görüş birliğini sağlaması da zorunludur.
Demokrasinin iyi işleyebilmesi bu uyuşmazlıkların hoşgörü, ılımlılık gibi kültürel özelliklerle
yumuşatılabilmelerine bağlıdır20.

Demokrasinin gelişme sürecinde sivil toplumun oynadığı rol dikkate


alınmadıkça demokrasiyi bir amaç olmaktan öte bir süreç olarak değerlendirmek de mümkün
görünmemektedir. Örgütler iktidarı ele geçirme kaygısı gütmeksizin kamu yararını
gerçekleştirme gayesiyle hareket ediyor ise sivil toplumun ögesi olarak nitelendirilmeyi hak
etmektedir. Sivil toplumda yaşayan barışçıl, toplumsal hareketler demokratik olmayan
rejimlerin varoluş koşullarının sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. Sivil toplum
demokratik yönetimlerin ellerindeki erki kötüye kullanmalarını engellemekte ve
demokrasinin sürdürülmesinde önemli bir rol üstlenmektedir21.

Demokrasi, tek başına bir kavram olarak siyasal demokrasiyi anlatmaktadır.


Çünkü öncelikle siyasal bir kavramdır. Halk tabanına dayalı, ilk, asli demokrasi olan siyasal

17
Caniklioğlu, s. 51.
18
Erdoğan, s. 253.
19
Caniklioğlu, s. 48.
20
Erdoğan, s. 254.
21
Ayşenur Akpınar Gönenç, Sivil Toplum Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi, Nisan 2001,
http://www.altkitap.net/sivil-toplum/, (Erişim Tarihi 22 Aralık 2015), s. 47.

6
demokrasi, demokrasinin temel koşuludur. Siyasal sistem demokratik değilse, sosyal
demokrasinin de önemi azalacaktır. Toplumsal bir durum olarak sosyal demokrasi
kavramının geçmişi Tocqueville’e dek götürülebilmektedir. Tocqueville Amerikan
demokrasisinin toplumsal ilkelerini gözlemlemiş, sosyal statü eşitliği, usul ve gelenekler gibi
toplumsal ilkelerden çok etkilenmiştir. Demokrasi ruhunun tüm toplumun içine işlemiş
olmasını bir ölçüde feodal bir geçmişin yokluğuna bağlamıştır. Tocqueville 1848’e dek
demokrasiyi bir siyasal biçimden çok toplumsal bir durum olarak algılamıştır. Sosyal
demokrasi, üyelerinin kendilerini sosyal bakımdan eşit olarak görmelerini gerektiren, böyle
bir toplumsal ahlak anlayışına sahip olan demokrasidir22.

Demokrasi bir ülkenin yurttaşlarının yönetimlerinden kendilerini sorumlu


duyumsadıkları bir düzeni anlatmaktadır. Yöneticilerin temsilciliği ya da yöneticilerin
yönetilenlerce serbest seçimle belirlenmesi bir anlam ifade etmemektedir. Yani, toplu bir
siyasal düzene aitlik bilinci olmaksızın demokrasiden söz etmekte mümkün olmayacaktır.
Yurttaşlık terimi genel bir anlamla ifade etmek gerekirse, bir topluluğa aitlikle ilgilidir.
Genelde doğrudan doğruya ulusal devlete bağlı olarak ele alınmaktadır23. Yurttaşlığın
nitelikleri arasında yer alan bağlılık ve sadakat, Tocqueville’in “düşünceye dayalı
yurtseverlik” olarak ifade ettiği “çıkar”ın en geniş anlatımı içinde yer almaktadır.
Tocqueville’in bahsettiği bu olgu, yurttaşın kendi gerçek çıkarlarıyla ilgili
değerlendirmelerine dayalıdır24.

Özgürlük yani özerkliğin ifade ettiği anlam bakımından cumhuriyetçi yurttaşlık


ile liberal bireyci yurttaşlık anlayışları fark göstermektedir. Liberal bireyci anlayış
yurttaşların özgür ve özerk olması temelinde var olurken, cumhuriyetçi yurttaşlıkta birey
ancak görev ve çıkarları örtüşmesi koşuluyla özgür olabilmektedir. Liberal bireyci modelde
yurttaşlar kamusal işlere katılma konusunda yükümlülük altında değildirler, katılım bir haktır
ancak bir görev şeklinde nitelendirilmemektedir. Diğerinde ise yurttaşlığın merkezinde yer
alan katılım bir görev haline getirilmiş aynı zamanda katılımdan ne anlaşıldığı da
tanımlanmıştır. Yani cumhuriyetçi yurttaşlık geleneği Locke gibi bireyi temel alan sözleşme
anlayışıyla çatışmakta denilebilmektedir. Liberal bireycilik anlayışı, devlete, bireylerin özel

22
Sartori, s. 12, 10.
23
Alain Touraine, Demokrasi Nedir?, 2. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000, s. 99.
24
Füsun Üstel, Yurttaşlık ve Demokrasi, Ankara: Dost Kitabevi, 1999, s. 71.

7
çıkarlarını gerçekleştirme konusunda uygun koşulları, özgürlükleri sağlayacak düzenleme
aracı olarak görmektedir. Cumhuriyetçi gelenekte ise özgürlük ve özerklik yurttaşın gündelik
kamusal faaliyetlerinde anlam bulmaktadır25.

Tocqueville her demokrasinin yerel özgürlük ruhuna dayandığını


belirtmektedir. Demokratik devrimler de kent toplantıları, komünler, devrimci topluluklar,
haberleşme komütelerine geniş kapsamlı katılımla başlamaktadır. Tocqueville kentliliğin
doğrudan tanrının elinden çıkmış olmayabileceğini ancak daima, demokratik toplumların
temeli olan, tartışma ortamı sağlayan yerel formları teşkil ettiğini belirtmektedir. Eski
Yunan’da Agora’da olduğu gibi bir pazar yeri, halk meydanı veya köy bakkalında veya kent
toplantısında veya okul aile birliğinde, demokrasinin kendi yerel, tartışma ortamı bulunması
gerekli koşuldur. Bu atölyelerde siyaset yapmak değildir amaç, gücün kullanılmasının
koşullarını yaratmak, yurttaşlık ehliyeti aşılamaktır26.

Anglo Amerikan demokrasisi yavaş ve genellikle sürekli olan tarihsel gelişmenin


sonucudur. Fransız tipi demokrasi ise devrimci bir hareket sonrası yeniden doğmuştur.
Fransız Devrimi geçmişi reddetmektedir. Amerikan Devrimi ise gerçek anlamda bir devrim
değil bir ayrılmadır27.

Demokrasi ile ilgili tartışmalarda iki temel kavramın üstünde durulmaktadır:


Özgürlük ve eşitlik. Birçok düşünür özgürlük ve eşitliğin bir araya gelmesi sonucu
demokrasinin doğduğunu belirtmektedir. Buna ek olarak “özgürlük” ilkesi demokrasinin
“liberal” olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ancak liberal demokrasilerde özgürlük
sağlanarak eşitlik de geliştirilebilmektedir. Tersi durum ise, yani eşitlik ilkesinin
gerçekleştirilmesi durumunda özgürlüğün koşullarının da istenen noktaya gelip gelmeyeceği
ise şüphelidir28.

Sartori’ye göre Tocqueville ve ondan itibaren gelen pek çok filozof demokrasi
düşüncesinin özgürlük kavramını kapsadığını, fakat özgürlüğün ikinci planda kaldığını
belirtmektedir. Kelsen ve daha birçok yazar da özgürlüğü demokrasinin ilk ilkesi
saymaktadır. Kelsen demokrasi düşüncesini ilk planda tanımlayanın eşitlik değil, özgürlük
25
Üstel, s. 71.
26
Benjamin Barber, Güçlü Demokrasi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995, s. 325.
27
Sartori, s. 56.
28
Erdoğan, s. 226.

8
değeri olduğunu düşünmektedir. Eşitlik düşüncesinin ise daha biçimsel ve ikinci derecede bir
yeri olduğu ifade etmektedir. Ancak yakından değerlendirildiğinde Tocqueville ve Kelsen’in
aynı düşüncede oldukları anlaşılacaktır29.

Demokratik liberal sistemlerde, kamu özgürlüklerinin korunması adına, toplum-


devlet ilişkisinde, toplumun devlete etki etmesi hayati önem taşımaktadır30.

Demokratik bir sosyal ve siyasal yaşam arzulanıyorsa, demokratik kurumların


etkin bir şekilde işlemesi yetmemekte, devlet ile toplum arasında yeni tür ilişkilerin
kurulması da gerekmektedir. Daha sağlam temeller üzerine kurulu demokrasi isteniyorsa ve
devlet ile toplum arasındaki ilişkide toplumun daha etkili olduğu bir demokratik sistem
hedefleniyorsa, kamu özgürlüklerinin de hayata geçirilmesi bu noktada önem taşımaktadır.
Demokrasiler, Tocqueville’in de kabul ettiği gibi yerel özgürlük ruhuna dayanmaktadır31.

Bağımsız ve güçlü basın da bu noktada önem taşımaktadır. Demokrasi rejim


olmanın ötesinde bir etkileşim sistemidir. Sivil ve siyasi toplumların özerklik ve
bağımsızlıkları hukuk devleti ilkesi ile güvence altına alınmalı, desteklenmelidir. Bunun yanı
sıra demokrasiler etkin şekilde işleyen düzenlemelere ve uygulamalara ihtiyaç duymaktadır.
Sivil toplum, vatandaşların moral eğitiminin gerçekleştiği, sosyal değerlerden oluşan
alandır32. Sivil toplum tüm toplumun üyelerince vatandaşlık erdemlerinin kazanıldığı,
insanlar arasındaki etkileşimin kamu yararına uygun bir biçimde gerçekleştirildiği alandır.
Bir yaşam biçimi olarak demokrasi, sivil toplumda kendini birey olmanın ötesine vatandaş
olarak devletin işleyişine, biçimlendirilmesine katkıda bulunmuş olmaktadır. Hoşgörü,
ılımlılık, uzlaşma istekliliği gibi değerler vatandaşlardan oluşan gruplardan toplumun tüm
katmanlarına yayılmaktadır. Farklı sosyal kimliklerin kendilerini ifade olanağı bulduğu
gruplar, vatandaşların diğer vatandaşların da tercihlerini farketmelerini, kamu yararı
bilincinin oluşmasını sağlamakta, kendine daha fazla güvenen vatandaşların varlığına olanak
sağlamaktadır33.

29
Sartori, s. 397.
30
Caniklioğlu, s. 12.
31
Barber, s. 325.
32
Gönenç, s. 48.
33
Gönenç, s. 49.

9
Klasik liberal demokrasilerin kurumsal yapılarının yurttaşların ihtiyaç ve
beklentilerini karşılayamaması halinde ve bu sebeple demokratik yönetimin kendi amacıyla
çelişiyor olması ihtimaline karşılık olarak, demokratik yönetimi tekrar tekrar gözden
geçirmek gerekmektedir34.

Mill ve Tocqueville demokrasinin en iyi biçimde uygulama ile


öğrenilebileceğini, dolayısıyla doğrudan siyasal katılımın demokrasinin geliştirilmesinde
başarılı bir yurttaş eğitim yöntemi olduğu belirtilmektedir. Tocqueville özgürlüğün zorlu bir
çıraklık dönemi gerektirse dahi, katılım yoluyla insanların yurttaşlığa ilgi göstermesini ve
sağgörülü bir özyönetimi öğrenmesini sağlamaktadır35. Ancak belirtmek gerekir ki
vatandaşların yönetime dahil edilmesi demokratik bir yönetimi benimsemek ve ilerlemek
isteyen ülkelerce gerçekleştirilmemiştir. Tocqueville, yüksek mevkili kişiler tarafından
kurulan Maryland eyaletinin, genel oy kullanma hakkını ilan eden ilk eyalet olduğunu ifade
etmekle birlikte, o dönemin neredeyse tüm erkekleri ve gibi o da genel sözcüğünün kadınları
içermediğini örtülü olarak kabul etmektedir. Hatta bazı erkekleri de içermemektedir.
Maryland’ın “genel oy kullanma hakkı” çoğu Afrikalı Amerikalıyı da kapsamamaktadır.
Diğer daha demokratik olan veya olmayan ülkelerde de Amerika’ daki gibi bütün
yetişkinlerin yarısı sadece kadın oldukları için ulusal siyasi yaşamın dışındadır36.

On dokuzuncu yüzyıl boyunca, Amerikan rejimini inceleme olanağı olan


Tocqueville gibi pek çok düşünür, “demokrasi” ve “demokratik” terimlerini Amerikan
devleti ve toplumu ile birlikte sıklıkla kullanır hale gelmiştir. Bunlardan belki de en ünlüsü
Tocqueville’dir37. Kökenleri olan Avrupa’ ya karşılaştırma yaparak bakma isteğiyle daha
sonra farklı sebep ve konularla Max Weber (1904) ve Theodor W. Adorno (1938-1949)
ABD’ye yaptığı gezilerde gözlemlerde bulunmuştur38.

Tocqueville Amerika gerçekliğini göz önünde bulundurarak Avrupa’ya özgü


sorunların çözüm olanaklarını anlamaya çalışmıştır. Amerika, Avrupalılar için Avrupalıların
ilk yerleşimlerinden dolayı ve Musevi Hristiyan dinlerinin aktarılmasında üstlendikleri rol
nedeniyle, Afrika ve Asya’nın aksine akraba konumunda bulunmaktadır. Amerika, bağımsız

34
Caniklioğlu, s. 12.
35
Tocqueville, s. 93.
36
Dahl, Demokrasi Üstüne, s. 93.
37
Loren J. Samons, Demokrasinin Nesi Var? , İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013, s. 20.
38
Claus Offe, Amerika Üzerine Düşünceler, Ankara: Dost Kitabevi, 2013, s. 12.

10
varlığıyla, orada gittikçe iyileşen yaşam koşulları ve Avrupa’dan farklı özellikleriyle ilgi
uyandırmakta ve karşılaştırmalı bir değerlendirmeyi onların gözünde zorunlu kılmaktadır.
Amerika’daki yeni oluşup gelişen toplumu incelemek Avrupalılar tarafından Avrupa’nın
kimliğinin bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Bu anlayış beraberinde Avrupa’yı
açıklarken Amerika’nın betimlemesine başvurmak gerektiği düşüncesini getirmiştir39.

Tocqueville, liberal demokrasinin en başarılı somut örneği olan Amerikan


yönetim sisteminin Descartes’ın yargılarının çok fazla incelenmemekle birlikte en iyi
uygulandığı yer olduğunu belirtmektedir. Amerikan ulusu, belirsizlikle birlikte yaşamayı
kabul etmekte ancak kesinlik arayışından da geri durmamaktadır. John Stuart Mill ve
Tocqueville gibi liberaller, özgürlüğe bağlı olmalarından dolayı demokrasiye yönelmekte
ancak aynı zamanda katılıma güven duymamalarından ötürü asgari kapsamlı bir yönetimi
destekleme eğilimindedirler. Batı liberal demokratik düşüncesine göre, içinde yaşadığımız
çağın hastalıkları demokrasinin aşırılıkları sonucu doğmaktadır. Bu konuda John Stuart Mill,
Nietzsche ve Tocqueville vasatlığın hakimiyeti ve eşitliğin düzleyici etkilerini öne
sürmektedir40.

Demokratikleşme, toplumsal bölünmenin ve siyasal çatışmanın yokluğunu


gerektirmemektedir. Tocqueville de demokratik toplumların toplumsal ve siyasal düzenin
istikrarsız bir temele dayandığı kabulünden yola çıkarak kuramını oluşturmaktadır. Modern
demokratik toplumlar, yaşamın amaç ve araçlarını sürekli olarak kendi kendilerine
tanımlamak durumundadırlar. Modern demokratik toplumlarda huzursuzluğu beraberinde
getirebilen toplumsal ve siyasal belirsizlik hakimdir41. Bu anlamda bu belirlenimsizliği,
tartışmalılığı ve kesinsizliği sivil toplum ve devlet içerisinde ortadan kaldırmaya çalışan, bu
yönde dayatmalarda bulunan ideolojileri reddetmek demokrasilerin gereğidir42.

Çağdaş demokrasilerde gün geçtikçe sivil toplumdaki hareketlilik belirleyici bir


konuma koyulmakta, “katılımcı sivil demokrasi” olarak değerlendirdiğimizde çok daha geniş
kapsamlı olup, sadece siyasal partiler aracılığıyla gerçekleştirilen siyasal eylemlerden gerek
amaçları bakımından, gerek niteliği bakımından farklı bir hareketliliği kapsamaktadır. Sivil

39
Offe, s. 13.
40
Barber, s. 97, 37, 132.
41
Keane, Sivil Toplum ve Devlet (Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1993, s. 311.
42
Keane, Sivil Toplum ve Devlet (Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), s. 312.

11
toplum biçimsel demokrasi kurumlarıyla amaçlanan sonuçların üretilmesi için, devletle
toplum arasındaki mesafenin (yönetme olgusundan hareketle) kapatılması için var olması
gereken toplumdur43.

Barber’a göre demokrasi liberalizmden yola çıkmıyorsa sağlıksızdır. Genel


irade olarak ele alınan düşüncenin despotluğu ya da planlı toplumun köleliği ya da kitlelerin
ayaklanması gibi durumlardan yola çıkılmakta ve hepsinde bu sonuca varılmaktadır. Bu
gelişmelerin sebebi olarak halkın yönetiminin kendi içinde totaliter despotluğa gebe olması
gösterilmektedir. Bunun önlenmesinin yolu olarak bireysel özgürlük, doğal haklar, özel
mülkiyet ve piyasa kapitalizminin eşit olarak verilmesine dayanan anayasal güvencenin
ölçülü olarak dağıtılması gerektiği belirtilmektedir44.

B. Tocqueville’in Devrim Anlayışı ve 1789 Fransız Devrimi

Tocqueville’in, Bourbonların monarşisini devirmiş (1830) “burjuva kral”


Louis Phillippe’nin, Orleon hanedanı ile birlikte, partilere ve parlamenterizme daha fazla söz
hakkı tanıyan kurumları benimsemiş bir ülkede yaşamını sürdürmekte olduğu bir dönemde
demokrasi kuramını oluşturmakta olduğu görülmektedir45. Tocqueville, Fransa’da,
demokrasinin bir yaşam biçimi olarak kabullenildiği, çatışma ile uyuşmanın dengede sürüp
gittiği, eşitlikle özgürlük arasındaki bağların da geliştiği ideal bir ortam tasavvur etmektedir.
Sanayi Devrimi’nin tam ortasında kısa süreli yaşamını tamamlayan Tocqueville’in
Amerika’da Demokrasi adlı eserinde çoğulcu toplumun işlerlik koşullarını saptamaya
çalıştığı görülmektedir46.

Tocqueville Paris’te bir değişimin söz konusu olduğunu, Paris’in yavaş yavaş
bir fabrika ve sanayi kenti haline geldiğini, bunun yanı sıra siyasal özgürlük koşullarının
sağlanamaması nedeniyle Fransız toplumunun parçalandığını, ulusun genelinde, toplumun
çeşitli sınıfları arasında bir birlik sağlanamadığını belirtmekte, o dönemin sosyolojik bir

43
Caniklioğlu, s.52, 50.
44
Barber, s. 132.
45
Leslie Lipson, Demokratik Uygarlık, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984, s. 50.
46
Mehmet Akad ve Bihterin Vural Dinçkol, Genel Kamu Hukuku, 7. Baskı, İstanbul: Der Yayınları, 2013, s. 174.

12
betimlemesini yapmaktadır. Bahsedilen bu sebeplerle siyasal yapı çok da sağlıklı
işlememektedir47.

Tocqueville’in çalışmalarında 18. yy düşünürlerinden Montesquieu’nun etkisi


gözlemlenmektedir. Tocqueville’de de Montesquieu gibi aristokrasiyi tampon kurum olarak
benimseyen bir özgürlük anlayışı hakimdir. Ona göre aristokrasilerde ya da aristokrasilerin
güçlü olduğu monarşik toplumlarda despotizm olmaz, çünkü çok fazla prosedür ve ara yapı
vardır; iktidar bölünmüştür. Aristokrasilerde özgürlüklerin korunması daha kolaydır çünkü
aristokrasilerde bireylerin çoğunlukla çatıştıklarında kendi çevrelerine çekilme imkanına
sahip oldukları görülmekteyken, demokrasilerde bunun yerine çoğunluk onayına ihtiyaç
duyulmaktadır. Tocqueville’in bu tespitlerine dayanarak, aristokratik toplumla demokratik
toplum yapısı arasındaki değişimin beraberinde özgürlük ve despotizm gibi iki karşıt olguyu
karşı karşıya getirmekte olduğu sonucu çıkartılabilmektedir48.

“Özgürlük”, “eşitlik”, “kardeşlik” sloganıyla yola çıkan 1789 Fransız


Devrimi’yle birlikte modern anlamda eşitlik ilkesini analiz etmeye başlamak mümkündür.
Fransız Devrimi elbette sınıfsız bir toplumsal hareket olarak ele alınamamaktadır. Geleneksel
aristokrasiye karşı özellikle mülkiyet hakkından yana olan bir eşitlik talebi söz konusudur49.

Tocqueville Eski Rejim’in sonunda, Fransa’nın bütün Avrupa toplumları içinde,


bireylerin ve grupların toplumsal eşitliğinin en fazla sağlandığı toplum olmasının yanı sıra,
siyasal özgürlüğün de en sınırlı olduğu toplum olduğunu belirtmektedir. O devrimi siyasal bir
olgu olarak değerlendirmekte ve geçmişin siyasal kurumlarının çağdaş demokratik
gelişmelere direnmesinin temelinde yatan sebep olduğunu belirtmektedir50.

Tocqueville demokratik devrimle birlikte yabancılaşma, siyasi merkeziyetçilik,


bireycilik gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılabilmesi nedeniyle aristokratik düzenin
sağladığı imkanlardan faydalanmanın bile artık mümkün olmadığını belirtmektedir.
Tocqueville’e göre demokratik sistem henüz kendi değerlerini yaratamamış, eski sistemin
yerine yenisini koyamamıştır. Tocqueville’in demokrasinin modern ülkelerde ne getirip ne
47
Aron, s. 200.
48
Armağan Öztürk, John Stuart Mill Ve Alexis De Tocqueville Felsefelerinde Sivil Özgürlükleri Koruma
Kaygısı Üzerine Notlar, http://armaganozturk.com/akademikyazilar/MILL-TOCQUEV%DDLLE.pdf., (Erişim
Tarihi: 12 Ağustos 2015), s. 3.
49
Bryan Turner, Eşitlik, 4. Baskı, Ankara: Dost Kitabevi, 2013, s. 21.
50
Aron, s. 200.

13
götürdüğü ile yaptığı analizde ulaştığı sonuç çok da parlak görünmemektedir. Çünkü
demokratik devrim böyle bir devrimi toplum için en faydalı hale getirecek siyasi ve
toplumsal alışkanlıklar, gelenekler olmaksızın doğmuştur51.

Avrupa toplumlarında kamusal işlerin yürütülme tarzındaki tek biçimlilik,


ayrıntılı düzenlemeler ya da yönetsel düzenin yetkinliği Amerika’da görülmemekle birlikte
Amerikan siyasal kültürü sivil toplumdaki potansiyeli hareket geçirecek bir yapıdadır. Ancak
Tocqueville’e göre bu demokrasiyle başlayan döngü halkın kendi seçtiklerinin despotizmiyle
sonlanma gibi bir siyasi tehlikeyi de içinde barındırmaktadır52.

Aron’a göre Tocqueville “Eski Rejim ve Devrim” adlı yapıtında, tarihsel


olayları anlaşılır kılmak için devrimci bunalımı sosyolojik bir biçimde açıklamaya
çalışmaktadır. Tocqueville’in bu konudaki görüşlerinin Montesquieu ile benzerlikler taşıdığı
görülmektedir. Tocqueville, “Eski Rejim ve Devrim”de, devrimin dinsel bir devrim gibi
oluştuğunu, özel niteliklere sahip olduğunu, ayrıca devrimin gerçekleşmesinin açıkça bir
rastlantı olmadığını, Eski Rejim’in kurumlarının devrimden önce zaten yıkıldığını
belirtmektedir53.

Modern yurttaşlık düşüncesi de, hiyerarşik toplumsal düzenin çökmesi ile


birlikte, bireyler arasındaki eşitlikçi toplumsal ilişkileri öngören bir toplum görünümü
almıştır. Daha genel, evrensel bir boyut sözkonusudur. Ulus devletlerin doğuşu ve gelişimi
beraberinde, bireylerin toplum üyeliğine bağlı olarak siyasal katılımını esas alan, bireylerin
özgül niteliklerinin bu noktada önem teşkil etmediği bir düzen getirmiştir. Artık toplumsal
eşitsizlik doğal bir durum olarak algılanmamakta, kaçınılmaz olduğu düşünülmemektedir.
Siyasal hakların ve toplumsal yükümlülüklerin pekiştirilmesi gayesiyle evrensel normların ve
laik değerler sisteminin benimsenmesini öngörmektedir. Yurttaşlık ilkesi ulus devletlerin
gelişmesiyle birlikte, toplum üyeliğine bağlı bir siyasal katılımın öngörüldüğü ve piyasa
ilişkilerinin büyümesiyle gelişmiş, yaygınlık kazanmıştır54.

Devrim yurttaşı soyut bir biçimde ele almakta; bu yönüyle dine benzemektedir.
Çünkü din de insanı genellikle ülkeden ve zamandan bağımsız olarak ele almaktadır. Devrim,
51
Tocqueville, s. 25.
52
Gönenç, s. 35.
53
Aron, s. 197.
54
Turner, s. 21.

14
hem Fransız yurttaşının özel hukukunu, hem de siyasal alanda genel haklarını ve ödevlerini
ele almakta, hem toplumsal durum hem yönetim bakımından daha az özel olana yönelmesi
nedeniyle de herkes tarafından anlaşılabilmekte ve birden çok yerde taklit edilebilmektedir55.

Tocqueville geleneğinin de içinde yer aldığı cumhuriyetçi yurttaşlık anlayışı


daha çok bireyleri birbirinden, topluluktan farklılaştıran nitelikler üzerinde değil, diğer
bireylerle paylaştıkları, onları toplulukla bütünleştiren özellikler, bağlar üzerinde
durmaktadır. Bu anlayış taahhüt ve bağlanmayla anlam kazanmaktadır. Liberal bireyci
anlayışda ise bireyler arasındaki ilişkiler sözleşmeye dayanmaktadır. Kamusal ve siyasal
alanda, egemen ve özerk bireyler yurttaşlık statüsünün sağladığı hakları kullanıp kullanmama
konusunda özgür iradeleriyle karar vermektedirler. Öne çıkarılan statü kavramı ihtiyaç ve
yetki kavramlarının doğması sonucunu doğurmakta ve tüm bunlar birlikte yurttaşlık
statüsünün hakları olarak varlık göstermektedirler. Egemen ve ahlaki özerk varlıklar olarak
bireyler diğer yurttaşların kendilerininkiyle benzerlik gösteren haklarına saygı gösterme
yükümlülüğü altındadırlar. Liberal ve bireyci yaklaşıma göre, bireyler topluma sözleşme
temelinde özgürce girmekle yükümlüdürler56.

Cumhuriyetçi yurttaşlıkta, bireyin görevleri kendisinin diğer yurttaşlar arasında


“yurttaş” olarak varolmasını sağlamaktadır. Cumhuriyetçi yurttaşlık toplumu temel alan bir
anlayışla yola çıkmaktadır. Bir hayat tarzını paylaşmaya ve belirlemeye yarayan yurttaşlar
arasındaki sosyal bağlar sözleşmeye dayanmamaktadır. Yurttaşların kamu hizmetinde görev
alması yurttaşlar topluluğunun varolması ve devamlılığı için gerekmektedir. Bireyler topluma
göre öncelik taşımamakta, toplumsal olarak tanımlanmış rollerde var olmakta, toplumsal
bütünlük içinde anlam kazanmaktadırlar. Yurttaşlardan oluşan topluluğun siyasal kimliğinin
varlığı ve sürekliliğinden ortak olarak sorumlu olma hali söz konusudur. Bireyler bu
sorumluluğu yerine getirip getirmeme noktasında serbest değildirler aksine bu görevleri
yerine getirmeleri onları yurttaş yapmakta ve yurttaş olarak kalmalarını sağlamaktadır57.

Tocqueville’e göre rejim değişikliğindeki sıklığın nedeni Fransız ulusunun


ayrıcalıklı grubunun ülkenin yönetim biçimi üzerinde uzlaşmak noktasında başarısız
olmasıdır. Fransız Devrimi’nin kökeninde de bu olgu vardır. Tocqueville ulusun yönetimini

55
Aron, s. 198.
56
Üstel, s. 71.
57
Üstel, s. 70.

15
aydın kesimin üstlenmesi gerektiğini düşünmektedir. Yani aristokratik bir yönetim anlayışına
yakın bir sistem tasarlamakta olduğu görülmektedir. Rejim değişikliğindeki sıklığın nedenini
de buna bağlamaktadır. Montesquieu gibi Tocqueville de maddi olanakları olmayanların
kendilerini yetiştiremedikleri bir dönemde, 18. yüzyılda, sadece ulusun zengin kesimlerinin
“aydın” sayılabildiği dönemde yazmaktadır58. Akal’a göre Tocqueville’in yapabileceği, tıpkı
Hegel’in “Hukuk Felsefesi’nin Anahatları” adlı eserinde yapmaya çalıştığı gibi, devrimin
ideallerini, onların hayata geçmesi durumunda tarihin suçlamalarından kurtarmak ya da
kurduğu siyasi ve sosyal kuramla yaşayabilir biçimde ele almaktır59.

Tocqueville’in devrim anlayışına göre 1789 Devrimi dinsel inanç


imparatorluğunu yıkmaktan çok, altında toplumsal ve siyasal sebepler barındıran bir
ihtilaldir. Bu ihtilal sosyal ve toplumsal kurumların çerçevesi içinde düzensizliğe istikrar
sağlamaktan çok, kamusal otoritenin gücünü arttırmaya yönelmiştir. Bu ihtilalin en büyük
etkisi, Avrupa’da uzun yıllar hüküm sürmüş olan ve “feodal” olarak nitelendirilen siyasal
kurumların tasfiyesi ve koşulların eşitliği temelinde bir toplumsal ve siyasal düzenin
kurulmasına ilişkindir60.

Fransız Devrimi Tocqueville’in gözünde bir rastlantı değildir. Tocqueville


devrimi hem yararlı hem de yıkım olarak değerlendirmektedir. O devrime eleştiriler
getirmekle birlikte, aynı zamanda olan bitenlerin kaçınılmaz olduğu noktasında devrimi haklı
gösterme düşüncesini de taşımaktadır61.

Fransız Devrimi’nin 18. yüzyıl devlet yapısına da etkileri olmuştur. Ulus


egemenliğine dayalı iktidar, bireylerin özgürlük ve eşitliğini elindeki yetkiye dayanarak tesis
ettiği hukuk kurallarıyla güvence altına alacak, bireyler herhangi bir devlet müdahalesi
olmaksızın, özgürce ekonomik girişimlerde bulunabileceklerdir. Yani sosyal ve ekonomik
yaşam devletin karışması dışında bireylerin katılımıyla düzenlenecektir62.

Seçimle belirlenen temsili kurum olan parlementonun 14. yüzyıldan itibaren


siyasal alanda yer almaya başladığı; 17. yüzyılın ikinci yarısında da egemenliği kullanan en
58
Aron, s. 200.
59
Cemal Bali Akal, Devlet Kuramı, 2. Baskı, Ankara: Dost Yayınevi, 2005, s. 171.
60
Mehmet Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
Cilt.61, Sayı.3, (2006), ss. 279- 308, s. 281.
61
Aron, s. 201.
62
Akad ve Dinçkol, s. 165.

16
önemli ve ağırlıklı kurum haline geldiği bilinmektedir63. Devlet kavramı ise, 20. yüzyılda,
“ulus devlet” ve “egemen devlet” kavramı ekseninde değerlendirilmiştir. Bu ayrımlar giderek
politik olanla politik olmayan, sivil toplum-siyasal toplum, kamusal-özel ayırımları
biçiminde gelişmiştir. Kaynağını klasik liberal modelden alan tüm bu ayrımlar toplum ve
devletin aralarında ilişki olmakla birlikte iki ayrı olgu olduğu noktasında birleşmektedir.
Hükümetlerin görevi, bireylerin amaçlarına uygun biçimde düzenlenmiş özerk toplumu
yönetmektir. İktidar vekaleten düzene aykırı davranışları yaptırıma bağlayan kuralları koyar,
üstünlük bireydedir. Toplumun özerkliğinin özgürlük üzerine kurulması nedeniyle de
liberaldir. Tüm bu ayrımlar Sanayi Devrimi’yle birlikte gelen devlet müdahalesinin
benimsendiği dönemle birlikte büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. İktidarla bireyler arasına
örgütlerin, birliklerin girmesiyle siyaset belli kimselerin tekelinden çıkmış, toplumun
tamamına açık hale gelmiştir. Kamusal yaşamda bireyin aktif olarak rol aldığı, iktidar olgusu
etrafında bir etki tepki ilişkisinin varlığının söz konusu olduğu bu ortam, Tocqueville
tarafından da ortaya koyulmuştur64.

Tocqueville siyaseti, yerel özgürlük ruhuna bağlılığa ilişkin bir olgu olarak
açıklamaktadır. Yani yerel cemaat içinde, onun yararına olarak sürekli olarak eylemde
bulunma durumudur. Eğer siyasetten siyasetçilerin ne yapıp ettiğini takip etmek
kastediliyorsa, katılımcı olmayıp halinden memnun bir insan örneği ele alınmış olmaktadır.
Ancak gayretli bir yerel yaşam sürdüren ve örnek sayılabilecek bir yurttaş olan örneğin jüride
görev alan, çeşitli derneklerde çalışan (örneğin evsizler için) bir kimseden söz ediliyorsa
örnek bir yurttaştan bahsedilmiş demektir65.

Tocqueville Eski Rejim’in kurumlarının tamamının Avrupa’da çökerken,


Fransa’da devrim olmasının altında yatan sebepleri sorgulamakta, “Amerika’da Demokrasi”
de bu durumun merkeziyetçileştirme ve idarenin tek biçimliliğinden kaynaklandığını dolaylı
olarak belirtmektedir. O dönemde Eski Rejim Fransa’sında kraliyet yönetiminin görevlileri,
yasalar olağanüstü bir taşra ve yerel çeşitliliği içermesine karşın, yönetimde giderek daha

63
Gencay Şaylan, Temsili Liberal Demokrasinin Önlenemez Krizi, Ankara: İmge Yayınları, 2008, s. 132.
64
Akad ve Dinçkol, s. 167, 169.
65
Barber, s. 13.

17
etkili olmaktadır. Fransa, diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak, devrim patlak vermeden
önce merkez tarafından, tek biçimli olarak yönetilmektedir66.

18. yüzyılın son çeyreğinde İngiliz yönetimine karşı gerçekleştirilen Amerikan


Devrimi ile Amerika’da başkanlık sistemine geçilmiştir. Amerikan Devrimcileri kuvvetler
ayrımı uygulamasına yönelmişlerdir. Bu düzenlemelerle amaçlanan çoğunluğun tiranlığını
önlemektir. Üç temel egemenlik erkini (yasama, yürütme ve yargı) kullanan kurumları
birbirini denetleyecek ya da düzenleyecek biçimde tasarımlamışlardır67.

Amerikan Devrimi sırasında Amerikan kolonilerinin ekonomik ilişkileri tarıma


dayanmaktadır. Amerikan demokrasisi tarım toplumunda, Püriten bir dünya görüşüne sahip,
göçmen çiftçilerden oluşan bir toplumda şekil almıştır. Kendilerini özgür sayan ve
özgürlüğün doğuştan kazanıldığına inanan göçmenler Avrupa’daki ve İngiltere’ deki
mutlakıyet rejimlerinden kaçıp, oluşturduğu bir toplum sözkonusudur68. Tüm bunlara karşın
felsefi olarak burjuva devriminin tüm niteliklerini taşımaktadır. Mutlakiyetçi bir krala ya da
aristokrasiye değil, yabancı bir devlete karşı yapılan bir iktidar mücadelesi sözkonusudur.
Kolonilerde oluşan toprak aristokrasisi bu mücadelede burjuvaziden önde yer almaktadır69.

Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’de, “Birleşik Devletler’deki devrim belirsiz bir


bağımsızlık arayışı değil; olgun, düşünülerek varılmış bir özgürlük seçimidir. Anarşinin çalkantılı
tutkularıyla hiçbir şekilde iş birliği yapılmamış aksine devrimin yolu düzen ve yasa sevgisiyle
çizilmiştir70.” demektedir.

Tocqueville “Eski Rejim ve Devrim” adlı yapıtında Fransa’nın ve İngiltere’nin


aristokratik toplumdan demokratik topluma geçerken izledikleri yöntemleri karşılaştırmakta
ve neden Fransa’da devrimin bekleneni vermediğine cevap aramaya çalışmaktadır.
Tocqueville Montesquieu’nun yöntemini takip ederek, tüm toplumların kaçınılmaz biçimde
demokrasiye giderken kendi tarihsel geçmişine, ulusal kimliğine uygun bir yol izleyeceğini

66
Aron, s. 198.
67
Turner, s. 148.
68
Toktamış Ateş, Demokrasi, 2. Baskı, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1994, s. 65.
69
Ateş, s. 71.
70
Tocqueville, s. 54.

18
belirtmektedir. Bu nedenle toplumların tarihsel eğilimlerini açıklamaya çalışırken, sosyal ve
siyasal yapısını anlamaya çalışmaktadır71.

Amerikan Devrimi, 1765’te Stamp Yasası’yla başlamış ve Bağımsızlık


Bildirgesi’yle sona ermiştir. Genel toplumsal katılıma dayanan bir siyasal ölçüt olarak
eşitliğin tarihsel yolculuğunun bir başka yönünü teşkil etmektedir. Amerikan Devrimi’ne
mülkiyet hakkı bağlamında mülk sahipleri önderlik etmiştir ancak beraberinde eşitlik ilkesini
temel alarak, her insanın özgür olmaya hakkı olduğu düşüncesini de getirmiştir. Önceki
rejimin geleneklerini ortadan kaldırmış ve siyasal özgürlüğün oluşmasına uygun koşulları
doğurmuştur72.

Amerika’nın sahip olduğu özellikler Amerika Birleşik Devletleri’nde özgürlüğe


elverişli bir durum yaratmaktadır. Ancak tarihsel süreç göz önünde bulundurulduğunda
görülmektedir ki Fransa istibdat tehlikesi altında kalmıştır ve tehlike altında kalmaya devam
edecektir73.

Tocqueville, Amerikan Devrimi’nden farklı olarak Fransız Devrimi’nin dini bir


olay olarak nitelendirilebileceğini, Fransız Devrimi’nin “mutlak” olma, tüm insan yaşamını
yeniden oluşturma hedeflerinden bu sonucu çıkarabileceğimizi belirtmektedir74. Fransız
Devrimi, Rus Devrimi gibi örneklerden de yola çıkarak siyasal devrimler evrensel olarak
geçerli olmak ve tüm insanlık için kurtuluş vaat etmesi durumunda dinsel devrimin
niteliklerini bünyesinde barındırdığı sonucunu çıkarılabilmektedir75. Akal’a göre Fransızlar,
bireyin soyut haklarını belirlerken yeni dünya Püritenlerine başvurmakta, Hristiyan inancıyla
tamamlanan Amerikan Devrimi’nden yardım almaktadır76.

Püritanist demokrasi anlayışı kilisenin küçük cemaati içinde doğmuştur. Tanrı


önünde eşitlikten doğan bir eşitlik düşüncesi savunulmaktadır. Püritanizmin kökeninde
Protestanlığın inanç özgürlüğü ve geleneksel hukuk devleti düşüncesi, bunlarla bağlantılı
olarak da görevlerin eşit bir biçimde dağılımını öngören bir anlayış bulunmaktadır. Bu

71
Cevat Özyurt, “Tocqueville’de Demokratik Toplumun Doğası”, Muhafazakar Düşünce, Yıl.3, Sayı.12, Bahar
2007, ss. 23- 43, s. 26.
72
Turner, s. 21.
73
Aron, s. 498.
74
Akal, s. 169.
75
Aron, s. 198.
76
Akal, s. 169.

19
düşüncelere dayalı olarak biçimlenen alışkanlıklar büyük bir toplumun temel ilkeleri olarak
varlığını sürdürmüştür77.

ABD’de dini devlet baskısından korumayı sağlayan, dini cemaatler içinde dinin
özgürce gelişmesine olanak tanıyan bir anlayış hakimdir. Avrupa’da laiklik yani dinin devlet
politikasındaki etkisini azaltmaya yönelik anlayış geçerlidir. Amerika’da kilisenin kamusal
yaşamda etkilerine ilişkin bir korku söz konusu değil aksine dini cemaatlerden ve bunların
etkisiyle sayıları artmış olan sivil toplum örgütlerine kısıtlama getiren devlete karşı bir
güvensizlik sözkonusudur78.

Tocqueville din ile politika arasındaki ilişkideki problemleri çözümlemek için


yapılan girişimlerin artık çöktüğünü ve modern çağlarda başarılı olmak için insan sevgisinin
canlandırılması gerektiğini belirtmektedir. Pederlerle tekrar barış yapmak ona göre insanlık
tarihine karşı temel bir meydan okumakla eşdeğerdir79.

Liberalizm, modernitenin bir söylemi olarak, insan ve topluma ilişkin, siyaset,


ekonomi gibi alanlarda kuramsal yönü olan bir kavramdır. Liberal söylemin ekonomi
alanındaki açıklamaları aynı zamanda ideolojik bir tercihi de yansıtmaktadır. İdeoloji, somut
olarak ifade etmek gerekirse, bir toplumsal grubun talep ve çıkarlarının sözel olarak ifade
edilmesidir. Her toplumsal söylemde ideoloji ve kuram organik bir bütünlük içinde
bulunmaktadır. Yani hem belli grupların toplumsal çıkarları doğrudan ya da dolaylı olarak
ifade edilmekte, hem de kuramsal boyutları bulunmakta ve açıklama iddiası taşımaktadır.
Demokrasi gerek düşünce olarak gerek uygulama bakımından liberal söylemin uzantısı
durumundadır80.

Liberal söylem, 17. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da hakim düşüncedir.


Siyasal alanda bu söylem insan doğası, doğal haklar ve özgürlükler, doğal düzen ve hukuk,
toplumsal sözleşme gibi kavramlar üzerine temellendirilmiştir. 17. yüzyıldan itibaren Batı
Avrupa’da gerçekleşen büyük dönüşüm ile bilim, felsefe sanatın bütün dallarındaki büyük
atılımla düşünsel alanda ve daha sonra bu gelişmelerin toplumsal yaşamda uygulamaya

77
Ateş, s. 64.
78
Offe, s. 43.
79
Tocqueville, s. 132.
80
Şaylan, s. 115.

20
konmasını yansıtmaktadır81. Liberal ideoloji, sivil toplumu da söylemine ağırlıklı olarak
katmıştır82.

Klasik demokrasiler, “birey” ve “bireysellik” temeli üzerine yükseldiğini iddia


etse de genelde, tarihsel süreç göz önünde bulundurulduğunda, toplumsal boyutunun oldukça
zayıf olduğu görülmektedir. Klasik liberal demokrasi haklara ve kanun hakimiyetine saygı,
düşünce ve ifade özgürlüğü, seçim ve güçler ayrılığı temelinde anlam kazanmaktadır83.

Ekonomik dönüşümle birlikte ulusal devletlerin yükselmesi de liberal söylemin


içeriğini etkilemiştir. Modern egemen devlet de denilen ulusal devletlerin popülerleşmesi ile
birlikte siyasal iktidarın laikleşmesini de beraberinde getirmiştir. Giderek siyasal iktidarın
halka ait bir erk olduğu düşüncesi yaygınlık kazanmaktadır. Devletin egemenliğinin
kökeninde toplum üyesi-ulus üyesi bireylerin rızasına dayanan sözleşme kuramlarının geçerli
sayılması, siyasal iktidarın popülerleşmesini yansıtmaktadır84.

Liberal söylem kendi içinde paradokslar barındırmaktadır. Özgürlük ve eşitlik,


iki en önemli temel doğal hak arasında gerilim bulunmaktadır. Somutlaştırmak gerekirse,
bireyin özgürlük alanının genişlemesiyle eşitliğin bozulma sürecine girmesi, eşitliğin
gelişmesi durumunda ise bireyin özgürlük alanının daralması gündeme gelmektedir. Liberal
söylemde bireyin özgürlüğü bireyin doğasına uygun bir biçimde yaşayabilmesi, mutluluğun
peşinde koşup onu gerçekleştirebilmesi için özgür olması gerekmektedir. İnsanın arzu ve
taleplerini, gereksinmelerini karşılamak amacıyla istediğini yapması, iradesine yönelik kendi
dışından bir baskı, engel ya da kısıtlama konmaması özgürlüğün kapsamını ve içeriğini
belirlemektedir. Liberal söylem, bu tanımıyla negatif özgürlük anlayışını yansıtmaktadır.
Bireyin iradesine yönelik kendi dışından, toplumdan ya da sözleşmeyle oluşmuş devletten
herhangi bir baskı gelmemesi; çok gerektiğinde minimum baskı uygulanması demektir85.

1789-1848 yılları arasında, liberal, sosyalist ve anarşist gruplar, aristokrasi ve


monarşi taraftarlarına karşı olan ve yeni düzende ısrar eden cumhuriyetçi ittifakın üyeleri
olarak, devrim ideallerini savunmaktadırlar. Ancak liberaller zamanla muhafazakar siyasete

81
Şaylan, s. 131.
82
Caniklioğlu, s. 66.
83
Caniklioğlu, s. 48.
84
Şaylan, s. 132.
85
Şaylan, s. 133.

21
daha çok yaklaşmış, radikal gruplar ve sol gruplardan uzaklaşmış, bunun neticesinde
cumhuriyetçi ittifak çözülme sürecine girmiştir. Yerini iyice sağlamlaştıran burjuvazi ile eski
düzen yanlılarına daha da yaklaşan liberaller, alt sınıfların demokratik sistem içinde daha
fazla temsil imkanına kavuşmalarına karşı tedbir olarak politikaya karşılık olarak hukukun
üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı mekanizması gibi kurumlarla siyasal sistemde kendilerini
daha korunaklı bir hale getirmektedirler. Liberallerin başlıca amaçları, özgürlük ve özel
mülkiyeti korumak adına, aşağıdan yukarıya doğru halk katılımına karşı sınır getirmektir. İşte
liberal devlet liberal demokratik devlete dönüşürken, İngiliz ve Fransız devrimlerindeki gibi
devlet karşıtı bir sivil toplum savunusu değil, toplumu sınırlandırma amacı güden bir liberal
hareket sözkonusudur86.

Tocqueville’in düşüncelerinde, o dönemin politik ortamının etkileri


görülmektedir. Bir bakıma liberal muhafazakar iktidar grubunun tedirginliklerini
yansıtmaktadır. Burjuvazinin eşitliğin her geçen gün artması nedeniyle, siyasal kurumlarda
varlığını sürdüren sınıfsal egemenliğinin gün geçtikçe zayıflaması korkuya neden olmuştur.
Bu sebeple liberaller, muhafazakar düşünceye daha yakın bir anlayışı benimsemeye
başlamıştır. O dönemde, devrimin tetiklediği “eşitlik” idealini gerçekleştirmeye çalışan
siyasal oluşumlardan rahatsızlık duyulmaktadır. Muhafazakarlar da artık monarşi ya da
aristokrasiye dayalı düzene dönmenin imkansızlığını kabullenmiştir87.

Mülkiyet hakkı gibi bir takım haklar belli bir grup tarafından savunulduğunda, bu
ayrıcalıklı kesime karşı, toplumda bulunan daha güçsüz kesimler, kendilerine de bu hakların
tanınması için baskı yapmaktadırlar. Artan bu toplumsal hak talepleriyle birlikte daha önce
sınırlı tutulmuş olan hakların kapsamı gün be gün genişlemektedir. Modern sivil toplumlar
bir yandan toplumsal hakları herkesi kapsayacak şekilde genişletme, bir yandan da kimseye
tanımama arasında ikilem yaşarken, toplumsal seviyenin eşitlenmesi engellenemez bir hal
almaktadır88.

86
Öztürk, s. 3.
87
Öztürk, s. 5.
88
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar) , s. 77.

22
Tocqueville siyasal kurumları anlamak için de, toplumu gözlemlemektedir.
Tocqueville’in bu konuda da Montesquieu ile benzer bir yöntem kullandığı görülmektedir.
Onunla sosyolojiyi anlama biçimi benzerlikler taşımaktadır89.

Tocqueville kurucu mecliste yaptığı konuşmasında tarihin yalnızca sınıflarla


meşgul olması grektiğinden söz etmektedir. Aron’a göre bu yaklaşım Karl Marx’ı
anımsatmaktadır. Tocqueville soylular, burjuvazi, köylüler ve işçiler olmak üzere toplumu
sınıflara ayırmaktadır. Bu ayırım eski rejimin sınıfları ile çağdaş toplumlarn sınıfları
arasındaki geçiş sürecinde oluşmuştur. Tocqueville’in, Fransız Devrimi sırasında yaşanan
olayları açıklayabilmek için Eski Rejim’in toplumsal yapısını açıklamaya çalıştığı
görülmektedir90.

Tocqueville modern toplumlardaki eğilimleri çok iyi gözlemlemiştir ve bu


tespitlerinden yola çıkarak çoğulcu siyaset anlayışının üzerinde durmaktadır. Sanayileşme ile
birlikte doğan işçi sınıfı gruplarının diğer meslek gruplarıyla birlikte örgütlenmeleri, istek ve
taleplerini dile getirmede zorunlu bir koşuldur91. Tocqueville işçileri ayrı bir sınıf olarak
değerlendirmemektedir. Ona göre işçi sınıfı sanayi sınıfının bir parçasıdır. Tocqueville
özellikle 1848 olaylarını demokratik devrim sürecinin devamı olarak nitelendirmektedir.
Ancak çelişkili olarak mülkiyet, aile ve medeniyet’in temellerini tehdit eden bir iç savaş
olması nedeniyle tepkisini dile getirmekten kendisini alıkoyamamıştır. Tocqueville aslında bu
yaklaşımıyla sivil toplumun modernleşmesinde sadece kapitalist teşebbüsler ve ataerkil
ailelerin egemenliğinde olmayan sosyalist oluşumların katkısını görmezden gelmektedir.
Tocqueville kapitalist işletmelerin karşısında işçilerin oluşumlarının modern demokratik
sistemin gelişmesine yapacağı katkıyı iyi değerlendirememektedir92.

1848’de demokrasi ve liberalizm artık birlikte anılmaktadır. Muhafazakarlar ve


liberaller “demokrasi” kavramının komünistler ve sosyalistlerin aksine, sosyal ve ekonomik
alanda değil siyasi alanda sonuçları olduğunu öne sürmüşlerdir. Sosyalistler ve komünistler
ise demokrasi kavramından siyasetten, sosyal ve ekonomik alanlara kadar geniş bir

89
Aron, s. 198.
90
Aron, s. 198.
91
Akad ve Dinçkol, s. 173.
92
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar) , s. 81, 82.

23
çerçevedeki hakların eşitlenmesini anlamışlardır. Tocqueville 12 Eylül 1848’de kurucu
mecliste yaptığı konuşmasında sarfettiği sözleri Alatlı Tocqueville’den aktarmaktadır:

“Hayır, beyler, demokrasi ve sosyalizm zaruri olarak birbirine bağlı değildir.


Sadece farklı değil, aynı zamanda birbirine karşıttırlar. Yoksa sizler, bana demokrasinin
diğerlerinden daha can sıkıcı, daha işgüzar ve daha sınırlayıcı yönetim biçimi olduğunu,
diğerlerinden tek bir farkının halk tarafından seçilmiş ve halk adına hareket ediyor olması
olduğunu mu söylemeye çalışıyorsunuz? Eğer öyleyse zorbalığa meşru bir hava vermek,
böylece ona önceden sahip olmadığı güç ve başına buyrukluk sağlamaktan öte bir şey
yapmıyorsunuz demektir. Demokrasi, bireysel bağımsızlık alanını genişletir, sosyalizm ise
daraltır. Demkrasi herkese tam değerini verirken, sosyalizm herkesi önemsiz biri, vasıta, araç
kılar. Demokrasi ve sosyalizm, sadece eşitlik kelimesiyle birbiriyle bağlantılıdır; aradaki
farka dikkat ediniz: Demokrasi özgürlükte eşitlik ister, sosyalizm ise özgürlüğün
kısıtlanmasında ve kölelikte eşitlik ister93.”

Tocqueville demokrasi ve sosyalizmi iki karşıt olgu olarak değerlendirmektedir.


Tocqueville’in artık demokrasiyi liberalizm öncesi klasik anlamında değerlendirmediği, artık
demokrasiyi çağdaş anlamda liberal demokrasi olarak değerlendirdiği görülmektedir. 1848
Devrimi’nde “sosyalizm” hareketi varlığını güçlü bir şekilde göstermekte ve Tocqueville bu
gelişmeler etkisinde değerlendirme yapmaktadır. O artık özgürlüğe zarar verebilecek olan
eşitliğin “sosyalizm” ile uyum içinde bulunan, sosyalizm etkisinde kalan demokraside
bulunduğunu belirtmekte, özgürlük ile eşitliğin liberalizmi belirleyen demokratik sistemde
mümkün olduğunu belirtmektedir94.

Aron’a göre Tocqueville Fransız siyasal düşüncesinde liberal partidendir.


Sosyolog olarak Montesquieu’nun çizgisini takip etmektedir. Tocqueville tıpkı Montesquieu
gibi tarihi anlaşılır kılmaya çalışmıştır. Rejim ve topluluk tiplerini sınıflamaya çalışmıştır,
buna ek olarak az sayıda olaydan hareketle soyut kuramlar oluşturmaya çalışmıştır95.

O, Amerika deneyiminde gördüğü gerçek liberal demokrasinin etkisinde yaptığı


değerlendirmede, demokrasinin liberal olmadığı durumu despotik olarak nitelendirmekte ve

93
Alev Alatlı, Batıya Yön Veren Metinler, İstanbul: Kapadokya Meslek Yüksekokulu- Melisa Matbaacılık,
2010, s. 1682.
94
Sartori, s. 403.
95
Aron, s. 214.

24
daha çok sosyalizmle, demokrasinin despotik nitelik taşımadığı durumu da liberalizmle
özdeşleştirmektedir96.

Amerika din anlayışı, özgürlük anlayışı ve ticaret anlayışını birleştirmiş bir


ulustur. Liberal demokrasinin ilkesi buradan kaynaklanmaktadır. Vahşi bir doğa içine
yerleşmiş püritenler, geleneklerini, inançlarını koruyarak zenginlik arayışına yönelmişlerdir97.

Fransız Devrimi’nde Tocqueville “özgürlük”, “eşitlik”, “kardeşlik” adına yapılan


uygulamalara tanık olmuş, o dönemde yaşananlar karşısında düş kırıklığına uğratmıştır. 1789
Devrimi’nden sonra, Fransa’da aristokrasi dağılmış, devlet daha da merkeziyetçi politikalar
uygulamıştır. Devlet, bir yandan eşitlik ilkesini yaşama geçirmeyi amaçlayan politikalar ve
uygulamalar tesis etmeye çalışmakta iken radikal tepkilerin doğmasına engel olamamıştır.

Tüm bu gelişmeler Fransa’da demokrasinin gerçekleştirilmesinin önünde büyük


bir tehdit oluşturmaktadır. Bunun en büyük sebebi de, demokrasinin böyle bir ortamda
kaynağını toplumdan alması gerekirken tam aksine toplumu bu sürecin dışında tutmaya
çalışmasından kaynaklanmaktadır. Bu dönemde Fransa Sanayi Devrimi’yle birlikte büyük bir
dönüşüm yaşamaktadır. Tocqueville tüm bu gelişmeleri yakından takip etmekte, dönemin
Amerika Birleşik Devletleri’ ndeki demokrasi uygulamasını merak etmektedir98.

C. Tocqueville’in Amerikan Deneyi

Tocqueville’in iki ciltten oluşan “Amerika’da Demokrasi” adlı eseri günümüz


modern demokrasisine ışık tutmakta, bu yönüyle okunmayı hak etmektedir. Düşünürü yola
çıkartan sebeplerden biri, özgürlüğün modern ve sanayileşmiş toplumlardaki geleceği
konusundaki kafasındaki soru işaretleridir. O, kökeni olan Avrupa’ya karşılaştırmalı bir bakış
açısıyla bakmak amacı gütmüştür. Tocqueville Amerika’ya yaptığı seyahatin ardından çağdaş
Avrupa’ya ilişkin toplum bilimsel tanılarda bulunmuştur99. Amerika’da Demokrasi’nin
birinci cildi (1835) daha ütopik olarak nitelendirilebilecek iken 1840 yılında yazdığı ikinci

96
Sartori, s. 403.
97
Tocqueville, s. 41, 35.
98
Tocqueville, s. 14.
99
Offe, s. 12.

25
cildinde demokrasinin mikro düzeyde temellendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Yani daha
seküler bir nitelik taşımaktadır100.

Tocqueville Amerika’da Demokrasi adlı kitabının iki cildinde de deneysel


araştırma yöntemlerini kullanmıştır: Uzman görüşlerine başvurmuştur, istatistiklerin ikincil
çözümlenmesine başvurmuştur, katılımcı gözlem, araştırılan ülkeye ilişkin politik kuramsal
ve tarihi araştırmaların okunmasıyla zenginleştirilmiş belge çözümlemelerinden
yararlanmıştır101.

Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi’yi yazmakta güttüğü siyasi amaç,


arkadaşına yazdığı 21 Şubat 1835 tarihli Alatlı’nın Tocqueville’den aktardığı mektupta
görülebilmektedir:

“Günümüzde demokratik bir halkın gerçekte ne olduğunu göstermek ve doğru bir


resim çizmek suretiyle günümüz insanının üzerinde çifte etki yaratmak istedim. Parlak ve
kolayca gerçekleştirilen bir ideal olarak demokrasi hayali kuranların resmi yanlış renklerle
boyadıklarını, göklere çıkardıkları cumhuriyetçi hükümetin- halka azımsanmayacak ve
kaldırabileceği bir yarar sağlayabilecek olsa da- hayal gücünden yoksun olduğunu; dahası,
böyle bir hükümetin bir ulus olarak henüz bizim de sahip olamadığımız belirli bir zeka,
bireysel ahlak ve dini inanç düzeyine ulaşmaksızın ayakta kalamayacağını, bu durumun
siyasal sonuçlarını kavramaya çalışmadan önce, bu yönde çalışmamız gerektiğini göstermeye
çalıştım.

Demokrasiyi yıkım, anarşi, yağma ve cinayetle eşdeğer tutanlara, demokratik


yönetim altında toplumun servetine, haklarına ve dinine saygı duyulabileceğini, özgürlüğün
korunabileceğini, cumhuriyetin insanın o soylu zihinsel gücünü diğer yönetim biçimlerine
kıyasla daha az geliştirebilecek olsa da, kendine has bir asaleti olduğunu ve mutluluğu,
sadece küçük bir azınlığı mükemmele taşımak için değil, makul miktarlarda herkese yaymanın
aslında Tanrı’nın da isteği şey olduğunu göstermeye çalıştım. Bu insanlar ne düşünürse
düşünsün, artık tartışma gücüne sahip olmadıklarını, toplumun nicedir artan oranda daha
çok eşitlik istediğini, tek seçeneğin iki kaçınılmaz kötülük arasında yattığını, sorunun
aristokrasi mi yoksa demokrasi mi sorunu olmaktan çıktığını, şiirsellik ve seviyeden yoksun
olmakla birlikte, düzen ve maneviyat vaat eden bir demokrasi sorunu olduğunu, disiplinsiz ve
yoz bir demokrasinin aşırılığa ya da boyunduruğa yol vererek, insanlığı Roma
İmparatorluğu’nun yıkılışından bu yana vurulan boyunduruktan çok daha ağır bir
boyunduruk altına sokabileceğini kanıtlamaya çalıştım.

Cumhuriyetçi partinin hevesini kırmadan, izlenecek tek akil yolu göstermek


istedim.

100
Kahraman, s. 5.
101
Offe, s. 18.

26
Aristokratların iddialarını izale etmeye ve onları karşı konulamaz bir geleceğe
razı etmeye çalıştım ki, toplum, bir bölümünün tahriki, diğer bölümünün direnci azaldığına
göre, kaderini barışçıl bir biçimde gerçekleştirebilsin. Kitabımdaki baskın görüş budur: diğer
herkese dönük ve sizin (şüphesiz) daha açık bir biçimde kavramış olduğunuz görüş! Ne var ki,
bugüne dek bunu çok az sayıda insan keşfetti. Karşıt görüşe sahip pek çok insanı, çalışmamın
anlamını kavradıkları için değil, ona belirli bir açıdan bakarak içinde kendi görüşlerini
olumlayan argümanlar buldukları için memnun etmekteyim. Geleceğe inanıyorum ve bugün
birkaç kişi tarafından bir zayıf ihtimal olarak görülenin zamanla daha çok sayıda insan için
açıklık kazanacağını ümit ediyorum102.”

Amerika’da Demokrasi’de bir yandan Tocqueville’in aristokrat ahlakçı yönünü


görülmekte, bir yandan radikal demokrat yönü, kimi bölümlerde de soğuk, nedensellik bağı
kurarak açıklamalarda bulunan siyasi bir sosyolog olarak görülmektedir. Amerika’da
Demokrasi’nin her iki cildinde, konuya ilişkin farklı anlayışları yansıttığı, çok farklı noktaları
kanıtlama amacı güttüğü görülebilmektedir103.

Tocqueville “Amerika’yı yalnızca bir merakı gidermek için incelemedim; orada bize
yararlı olabilecek olanı öğrenmek istiyordum104.” demektedir. Fransız Adalet Bakanlığı’ndan
alınan izinle yapılan gezinin amacı ABD’deki ceza infaz kurumlarını incelemektir. Fransa’da
ceza infaz sisteminde yapılacak reformda, Amerika’da gösterdikleri gelişimle ünlenen ceza
infaz kurumlarını tavsiye eden rapor sunmuştur. Ancak bu araştırma gezisinde farklı amaçlar
öne çıkmıştır. Bu geziyi arkadaşı ve meslektaşı Beaumont ile gerçekleştirmiştir105.

Tocqueville Amerika’da Demokrasi’de Fransa’nın feodal rejimi ile Amerikan


toplumunun demokratik yapısı arasındaki farktan yola çıkmaktadır. Tocqueville bireysel
özgürlükler ile toplumsal eşitlikçilik arasındaki çatışmaya dair klasik bir çözümleme ortaya
atmıştır106.

Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’nin birinci cildinde Amerikan


demokrasisini Amerikan toplumunun içinde bulunduğu özel ve rastlantısal durumun,
yasaların, alışkanlıkların ve geleneklerin liberal kıldığını belirtmektedir. Avrupa’dan gelmiş
göçmenlerin yerleştiği coğrafi alan ve komşu devletlerin yokluğu, düşman ya da en azından
korku duyulacak devletlerin olmayışı bu nedenlerden bazılarıdır. Tocqueville Amerika’nın

102
Alatlı, s. 1381.
103
Offe, s. 20.
104
Tocqueville, s. 28.
105
Offe, s. 18.
106
Turner, s. 21.

27
uluslararası alanda diplomatik yükümlülüklerinin çok az olduğunu, yine coğrafi konumu
nedeniyle askeri tehlikeyle karşılaşma ihtimalinin çok düşük olduğunu belirtmektedir.
Amerika’ya gelen ilk göçmenlerin çok geniş bir alana yerleşmiş olması Avrupa’dan farklı
olarak aristokrasinin yokluğunu, gelişmiş bir uygarlığın teknik donanımına sahip olması ise
sanayi etkinliğine verilen önceliği açıklamaktadır107. Amerika’da sınai ve ticari etkinlik
geleneksel tipte bir aristokrasi oluşturmadığı gibi zenginliğin yarattığı eşitsizlik, demokratik
toplumların belirleyici niteliği olan koşulların eşitliği prensibiyle de çelişkili değildir108.

Amerika’da asker sınıfının politik gücü, etkileri bulunmamaktadır ve komşu


devletlerin yokluğu nedeniyle ne savaştan ne de işgalden dolayı bir korku sözkonusudur.
Amerikalılar geniş ve zengin bir ülkede yaşamalarından dolayı yoksulluk gibi endişeleri de
bulunmamaktadır. Ülkenin genişliği merkezileşme tehlikesinin olmaması despotizmden
korkmalarını da önlemektedir. Amerika’daki federal hükümet ve özerk topluluklar dikey
güçler dağılımının gerçekleşmesini sağlamaktadır. Yargının bağımsızlığı da, yatay güç
dağılımına dayanması da bunu desteklemektedir. Tocqueville yargının kendi işlerine ara
vermeden, çoğunluğun tepkilerini denetleyip yönlendirebilmesini, zorbalığa karşı bir engel
teşkil etmesi nedeniyle önemsemektedir. Tocqueville kalbin alışkanlıkları olarak betimlediği
geleneklerin de önemi üstünde durmaktadır. Hristiyanlığın kilise devlet ayrımına dayalı
iyileştirici etkileri, toplumsal kaynaşmayı besleyerek bir denge unsuru olmaktadır. Din
adamları politik tartışmalara girmekten uzak durmaktadır ve dini cemaatler devlet içinde güç
elde etmeden bağışık olarak, Amerikalıların özgür olma sanatını öğrendikleri cemaat
yaşamının biçimlendirici etkileri söz konusudur109.

Aron’a göre Tocqueville bir sosyolog olarak betimleme yaparken aynı zamanda
yargılamada da bulunmaktadır. O klasik siyasal filozofların geleneğini takip ederek, rejimleri
çözümlerken yargılama yöntemine başvurmaktadır. Aristo da olguların gerçekliğinin onun
niteliğinden ayrılamayacağını düşünmektedir. Kurumları onları yargılamadan betimlemeye
çalışmanın, onları oluşturan gerçeklerin gözden kaçırılmasına neden olacağı düşüncesi
hakimdir. Bu yönüyle Tocqueville klasik felsefeye yakındır110.

107
Tocqueville, s. 114.
108
Aron, s. 187.
109
Offe, s. 83.
110
Aron, s. 196.

28
Tocqueville nesnel koşullar ya da kurumlardan çok törelerin değişimde önemli
etkisi olduğunu düşünmektedir. Tocqueville törelerin demokratik kurumlardaki değişimlere
uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda endişeler taşımaktadır. Artık geçmişe ait olan
törelerin o döneme dayanak sağlamadığını fark etmektedir. “Güçlü bir akıntıya kapılmış
giderken bakışımız inatla hala kıyıda görülen harabelere takılıyor, bu sırada akıntı bizi geriye doğru
bir uçuruma sürüklüyor111.” O tarihi, coğrafi koşulları, kurumları, yasaların yanı sıra töreler,
duygular beklenti ve normların da (daha öznel sayılabilecek düzenlemeler olan) eşitliğin
hakim olduğu dönemde politikayı belirleyeceğini düşünmektedir112.Tocqueville bu konuya
ilişkin olarak şu ifadelerde bulunmaktadır:

“Göçmenler anavatanlarını terk ettiklerinde birbirlerine karşı bir üstünlük


iddiasında değillerdi. Bu insanların ortak özelliği yoksulluk ve şanssızlık nedeniyle sürgüne
gönderilmiş olmalarıydı. Buna rağmen çeşitli zamanlarda siyaset ve mezhep kavgaları
yüzünden de esenlik içinde olanlar da Amerika’ ya sığınmak durumunda kaldılar. Sosyal
sınıfları derecelendiren bir kanun çıkarılmasına rağmen çok geçmeden görüldü ki Amerikan
toprağı mülkiyete dayanan bir aristokrasiye karşıydı. Çünkü kutsal toprakların tarıma
elverişli duruma getirilmesi için bizatihi mülk sahibinin de sebatlı çaba sarfetmesi
gerekiyordu. Zaten bu toprakların mahsulü hem mülk sahibine hem de çalışana yetecek
verimlilikte değildi. Dolayısıyla toprak sahibinin ekip dikebileceği küçük parçalara
bölünmüştü113.”

Tocqueville, Fransa’da aristokrasinin ortadan kalkmasıyla birlikte, halk ile


devlet arasında aracı kurumların kalmaması ve halkın devlet gücü karşısında zayıf duruma
düşmesi karşısında, aristokrasinin görülmediği Amerika’da halkın kendi sorunlarını
kendisinin çözebilmesinin ve devlet karşısında ezilmemesinin sebepleri üzerinde
düşünmüştür114.

Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’nin ikinci cildinde demokratik toplumun


yapısal özelliklerini ortaya koymaktadır. Bu bölümde sınıf ayrımının olmadığı ve yaşam
koşullarının tek biçimli olduğu bir demokratik toplum tablosu çizilmektedir. Demokratik
toplumun siyasetinin de despotik ya da liberal eğilim gösterebileceği ifade edilmektedir115.

111
Tocqueville, s. 22.
112
Offe, s. 19.
113
Tocqueville, s. 33.
114
Mine Gözübüyük Tamer, “Tarihsel Süreçte Sivil Toplum”, Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt.27, Sayı. 1,
(Haziran 2010), ss. 89- 105, s. 99.
115
Tocqueville, s. 168.

29
Tocqueville “Amerika’da Demokrasi”de Amerikan toplumunun yapısını
Fransız toplum yapısıyla karşılaştırarak irdelemektedir. Amerika’ daki demokratik
kurumların biçimsel bir eğitim süreci sağladığını belirtmektedir. Politik haklar konusunda
eğitim, vatandaşlık bilincinin sağlanması bakımından önem teşkil etmekte, vatandaşlara
ülkelerinin kaderiyle ilgili meselelere ilgi göstermelerini sağlamakta, bu anlamda politik
hakların davranışları yönlendirici bir yönü bulunmaktadır. Bu öğrenme süreçleri,
Amerika’daki parti kurma özgürlüğü, partilerin rekabeti gibi özgürlüklerin de esasını
anlamayı kolaylaştırmaktadır116.

Tocqueville Amerika’nın bireysel fırsat eşitliğini hem sosyal hem de siyasal


boyutta sağlamış olduğunu belirtmektedir. Tocqueville fırsat eşitliğinin, bireyden toplumun
geneline, sivil ya da resmi kuruluşlarına, ülkenin hukuk yapısı ve işleyişine büyük katkılar
sağladığını, Amerika’yı yaratıcı ve üretken kıldığını ifade etmektedir117.

Tocqueville toplumsal ayrıcalıkların yer almadığı, halk arasında eşitliğin hakim


olduğu ve devletlerin karşısında sosyolojik ve hukuksal yapıların bulunmadığı toplumlarda
birey özgürlüklerini güvence altına almada sorunlar yaşanabileceğine, bu nedenle çoğulcu bir
toplumsal yapının gerekliliğine dikkat çekmektedir. Aksi durumda, bireyleri çoğunluğun
görüşlerini temsil eden kamuoyu diktatörlüğü ve bürokrasinin ele geçirdiği devlet gücünü
kullanma tekelinin tehdit edeceğini belirtmektedir. Tocqueville, demokratik toplumlarda,
çoğunluğun, temel hak ve özgürlüklerin, düşünce özgürlüğünün gerçekleştirilmesinin önünde
engel olabileceğini, çoğunluğun muhalefeti susturabileceğini belirtmektedir118.

Demokrasinin tüm boyutlarıyla yaşama geçirildiği Tocqueville’e göre örnek


ülke olarak görülen Amerika, Avrupa toplumlarına, özgürlüğün demokratik bir toplumda
nasıl korunduğunu ve bu durumun süreklilik taşıdığını göstermektedir. Tocqueville,
Amerikan toplumunda özgürlüğün gerçekleşmesinin nedenleri olarak, coğrafi ve tarihi
koşullar, yasalar, alışkanlıklar, gelenekler, inançlar ve din gibi ögeleri göstermektedir119.
Amerikan toplumunun kurucuları eşitlik, özgürlük gibi ilkelere dayanan bir değer sistemine

116
Offe, s. 26.
117
Tocqueville, s. 17.
118
Tocqueville, s. 105.
119
Öztürk, s. 188.

30
sahip olan ilk göçmenlerin ahlaki anlayışlarını benimsemiştir120. Amerika, öncülerin yani
püritenlerin anlayışlarını korumuş, püritenlerin anlayışları Anayasada ve Anglosakson etkisi
taşıyan yasalarda yansıtılmıştır. Bu yasalar özgürlüklerin korunmasına katkıda
bulunmaktadır121.

Tocqueville, Amerikan yönetim ve toplum yapısını inceledikten sonra, modern


toplum ve demokrasiye ilişkin değerlendirmeler yapmıştır. Devletin güçlendikçe, bireyler de
güçsüzleştikçe formalitelere daha çok ihtiyaç duyulması düşüncesinden anlaşılabileceği gibi
Tocqueville’in demokrasi düşüncesinin temeli, devlet-toplum arasındaki gerilime
dayanmaktadır. Tocqueville modern ulusları bekleyen tehlikelere ilişkin olarak, seçimle
gelen devlet despotizmi biçimi üzerinde durmaktadır122. Seçimler fazla bir şey ifade etmez
çünkü birey için devletin kendisine önerdiği adaylardan birisini seçmekten öte bir anlam
taşımamaktadır. Sonuçta birey kendisine sunulan adaylardan birini milletvekili ya da bakan
yapmakta, siyasal konulara giderek yabancılaşmakta ve “modern despotizm” olarak
adlandırılabilecek sürecin yolu açılmaktadır123.

Tocqueville’e göre modern devlet despotizmi, sivil toplumun tamamını, daha


medeni ve demokratik olduğunu iddia ettiği yöntemlerle denetim altında tutmaktadır. Modern
devlet despotizmi, uyguladığı yasaları vasıtasıyla, yurttaşların bu mutlak ve ılımlı iktidara
güven duymalarını, onlara refah sağlama adı altında kontrol altına almakta, bireyleri yaşamın
bir çok alanında edilginleştirmektedir. Tocqueville demokratik devletlerde bireylerin, iktidarı
elinde tutanlara karşı kuşkucu, keyfi devlet uygulamalarına tahammülsüz olduğunu
belirtmektedir. Ayrıcalıklar, modern demokrasilerdeki toplumsal devrimle birlikte sadece
siyaset alanında değil, sivil toplumda da ortadan kalkmaktadır124.

“Despotizm” kavramı Tocqueville’in kuramında kilit rol oynamaktadır. Eşitlik,


birey ve devlet arasındaki ilişkiler, temel hak ve özgürlükler gibi kavramlar hep despotizm
olgusuna dayalı olarak açıklanabilmektedir. Tocqueville bu yeni despotizmin tarihte
benzerinin olmadığını bu nedenle de temel özelliklerinin ve olası sonuçlarının çok iyi
anlaşılamadığını belirtmektedir. Demokratik devrimle birlikte modern demokratik

120
Tocqueville, s. 31.
121
Aron, s. 505.
122
John Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, Kasım 1994, s. 79.
123
Göze, s. 304.
124
Tocqueville, s. 99, 100.

31
toplumlarda despotizm tehlikesinin ortadan kalktığını, aristokratik toplumlarda görülen türde
bir despotizm tehdidinin artık söz konusu olmadığını, bu nedenle de bu yeni despotizmi
ortaya çıkarmanın daha güç olduğunu belirtmektedir. Halk egemenliği, koşullarda eşitlik gibi
mekanizmalarla sivil toplum bir yandan refahını güvence altına alan ama diğer yandan da
onu özgürlüklerinden mahrum bırakıp, köleleştiren despotizmle baş başa kalmaktadır125.

Demokrasilerde, çoğunluğun despotizmi şeklinde beliren despotizmle, bireyler


birbirine yabancılaşmakta, kendi kabuğuna çekilmekte, ülke sorunlarına kayıtsız kalmakta ve
bu durum despot yönetimlerin işine gelmektedir. Tocqueville Birleşik Devletler’deki
çoğunluk gücü kendi içinde (kendisine) zararlı ve gelecek açısından tehlikelidir demekte ve
bundan dolayı ABD’de dolaylı demokrasiye geçilmesi gerektiğinden bahsetmektedir126.

Antik çağda Platon, Aristo gibi filozoflar demokrasiyle tiranlık arasında bağlantı
kurmakta ve bu durumu “Yönetimlerin Dolaşımı Kuramı” nda ele almaktadır. Bu kuram da,
Tocqueville’e benzer bir biçimde, aristokratik kaygılara dayanan bir iddiadır. Yani
demokratik sistemle birlikte alt sınıfların güç kazanmasından duyulan rahatsızlığı
yansıtmaktadır. Bu noktada Tocqueville’in iddiası özgün olmaktan uzaktır. Yani liberalizmin
Eski Yunan ve Roma’daki kökleri göz önünde bulundurulduğunda, liberalizmin olgunlaşma
sürecinde Eski Yunan’dan kalan izler görülebilmektedir127.

Tocqueville Amerika’ya seyahatinin ilk zamanlarında, insan ilişkileri ve


kurumsal oluşumlar anlamında birbirine zıt iki durum gözlemlemiştir. Bir yanda demokratik
sivil toplum, diğer yanda ırkçı kölelik varlığını sürdürmektedir128.

Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi adlı eseri şöyle başlamaktadır: “Birleşik


Devletler’de kaldığım süre zarfında dikkatimi koşulların eşitliğinden daha fazla çeken başka hiçbir
şey olmadı129.” Ona göre bu durum hem Amerikan siyasi yaşamı hem de sivil toplum için
geçerli olan ilkedir.

125
Tocqueville, s. 99.
126
Kahraman, s. 28.
127
Öztürk, s. 4.
128
Seymour Drescher. Demokracy, Civil Society and Antislavery in Tocguevillian Perspective. Slavery-
Abolition. Vol. 35, No. 4, 2014. ss. 593- 610, s. 593.
129
Tocqueville, s. 17.

32
Tocqueville Amerikan toplumunu bir yandan eşit ve özgür vatandaşlardan oluşan
örnek bir toplum modeli olarak değerlendirmekte, diğer yandan Güney Amerika’daki kölelik
nedeniyle demokrasinin önünde engeller bulunduğunu gözlemlemekte ve ikileme
düşmektedir130. Tocqueville bu konuda şunları dile getirmektedir:

“Koloniler daha henüz kurulma safhasında iken kölelik yaygınlık kazanmaya


başladı. Güneyin karakterini, kanunlarını ve adeta bütün geleceğini belirlemedeki en önemli
faktör bu olacaktı. Kölelik çalışanın itibarını ayaklar altına alan, topluma tembellik aşılayan
ve bununla birlikte cehalet ve gururu, lüksü ve sıkıntıyı ortaya çıkaran unsur. Güney
eyaletlerinin sosyal durumunu ve hareket tarzlarını, İngiliz karakteriyle birleşen köleliğin
yukarıda ifade edilen özellikleri izah etmektedir131.”

Tocqueville Amerikan toplumundaki, beyazlarla Kızılderililer ve beyazlarla


zenciler arasındaki ilişkilerdeki sorunları da görmektedir. Özellikle güneydeki kölelerle ilgili
sorun birliğin varlığını tehlikeye düşürebilecek bir tehlikedir. Tocqueville köleliğin ortadan
kalkacağını iki ırk arasındaki (beyazlarla zenciler) eşitliğin kurulacağını düşünmekte,
Tocqueville çatışmaların çıkacağını öngörüsünde bulunmaktadır132 Tocqueville’den Aron
aktarmaktadır :

“İspanyollar köpeklerini Kızılderililer üzerine vahşi hayvanlar gibi salarlar.


Yeni Dünyayı saldırıyla alınmış bir kent gibi, ayrım gözetmeden ve acımasızca yağmalarlar.
Ama her şey yıkılamaz, çılgınlığın da bir sınırı vardır; kıyımdan kurtulan Kızılderili nüfusun
kalanı sonunda galiplerle karışır ve onların dinini ve adetlerini benimser. Amerika Birleşik
Devletleri’nin Kızılderililere karşı davranışı tersine yasallığa ve biçimlere bağlılığı ortaya
koyar. Kızılderililer vahşi durumda kaldıkça Amerikalılar hiçbir zaman onların işlerine
karışmazlar ve onları bağımsız bir halk olarak görürler. Topraklarını bir sözleşme
aracılığıyla usulüne uygun biçimde almadıkça işgal etmezler ve eğer bir Kızılderili ulusu
toprakları üzerinde yaşayamaz ise, Amerikalılar onları kardeşçe elleriyle ölmek üzere
babalarının ülkesinin dışına götürürler133.” “İspanyollar görülmemiş bir canavarlıkla
unutulmaz bir utanç örneği vererek ne Kızılderili ırkını ortadan kaldırmayı başarabilmişler,
ne de haklarını paylaşmalarını önleyebilmişlerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nin
Amerikalıları büyük bir kolaylıkla, rahatlıkla, yasal olarak, insancıl biçimde, kan akıtmadan,
dünyanın gözünde ahlaki büyük ilkelerinden bir tekini bile çiğnemeden bu ikili sonuca
ulaşmışlardır. İnsanlığın yasalarına saygı duyarak insanları ortadan kaldırmak
olanaksızdır134.”

130
Drescher, s. 594.
131
Tocqueville, s. 34.
132
Aron, s. 195.
133
Aron, s. 196.
134
Aron, s. 196.

33
Tocqueville 1835’in başlarında bireysel, sivil ve politik demokratik özgürlüğe
kendisinin ömür boyu taahhüdünü beyan ederek Fransa’da adından söz ettirmiştir.
Tocqueville kölelik konusunda net bir çözüm getirilememesi nedeniyle ölünceye dek kendini
bu konuda sorumlu hissetmiştir. Tocqueville köleliği kaldırmak için kurulan ilk organizasyon
olan “French Society”nin kurucularından biridir. Tocqueville, özgürlük, eşitlik ve insanlık
prensiplerine temelden ters düşen köleliği kaldırmaya ilişkin çabalarını ölünceye kadar
sürdürmüştür135.

Amerikan toplumu bir taraftan Tocqueville’e özgür ve eşit vatandaşlardan


oluşan örnek bir toplum modelini sunarken, aynı zamanda demokrasiye (Güney
Amerika’daki kölelik nedeniyle) çok büyük bir engel olarak sunulmuştur. Bu olgu yalnızca
Amerikan siyasi yaşamı için değil, sivil toplumda da geçerlidir136.

Tocqueville’e göre Amerika’nın özgürlükler ve onların korunması,


yaygınlaştırılması fırsat ve insan eşitliği, her sektörde sivil politik din hukuk ve onu
oluşturan kurumlarda da hiyerarşik düzen esas alınarak başarıyla sürdürülmektedir.
Amerika’nın bu başarısı Avrupa’daki ihtilallerin ve savaşların kendi ülkesinde olmamasından
kaynaklanmaktadır. Tocqueville büyük bir tutkuyla, Amerika’da yaratılan “kendi kendini
yönetme” deneyiminin başarısızlığa uğramamasını arzulamaktadır137.

135
Drescher, s. 593.
136
Tocqueville, s. 34.
137
Drescher, s. 603.

34
II. TOCQUEVİLLE’İN DEMOKRASİ VE DEMOKRATİK TOPLUM
ANLAYIŞININ TEMEL ÖĞELERİ

A.Tocqueville’in Demokrasi Anlayışının Genel Hatları

Tocqueville’in demokrasi anlayışına göre, demokrasinin toplumsal yapının


bütününe egemen olduğu bir toplum, herkesin yöneticilerin seçimine, otoritenin kullanımına
katıldığı bir toplumu ifade etmektedir. Eşitliğe dayalı bu tip toplumlarda demokrasi devletin
niteliği olarak benimsenmektedir ve çok sayıda kişinin refahı hedeflenmektedir. Tocqueville
doğduğu aristokrat çevre ile demokratik devrim sonrası toplumun kazanımları arasında
karşılaştırmalar yapmaktadır ve bu tip toplumların güç ya da zaferden çok gönenç ve
suküneti hedeflediğini belirtmektedir138.

Demokratik devrimle birlikte gerek devlet gerekse sivil toplum alanında iktidar,
mülkiyet ve statünün eşitlenmesi süreci ivme kazanmıştır. Tocqueville demokratik devrimin
gelişme sürecini sınıflararası ilişkilerle bağlantı kurarak açıklamaya çalışmakta, Fransa’da
11. yüzyıldan itibaren aristokrasinin toplumsal hiyerarşideki yeri bir yandan sarsılırken,
“avam”ın yerini her geçen gün sağlamlaştırmakta olduğunu, zamanla bu sınıfların aynı
noktada biraraya geleceklerini belirtmektedir139. Tocqueville sadece Fransa’da değil, tüm
Hristiyan aleminde eşitlikçi düzene doğru bir geçişin sözkonusu olduğunu
vurgulamaktadır140.

Tocqueville demokratik toplumlarda bireylerin aristokratik toplumlarda olduğu


gibi topluluksal bağlar geliştirme konusunda başarılı olamadıklarını, ayrımların, imtiyazların
hem siyaset hem de sivil toplum alanında önemini yitirdiğini belirtmektedir. Demokrasi,
eşitlik ilkesine dayanarak gelişmekte, eski hiyerarşik toplumsal ilişkileri, aristokratik
toplumun temeli olan toplumsal örgütlenmeleri ortadan kaldırmaktadır. Bu “toplumsal
devrim” sonucunda yurttaşlar arasındaki toplumsal bağlar zayıflamakta, özerk bireylerden
oluşan yeni bir toplumsal düzen doğmaktadır141.

138
Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, s. 281.
139
Yetiş, “Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum”, Ankara Üniversitesi SBF Matbaası- Geta Tartışma
Metinleri, Kitap No: 4761, Cilt.87, (Ekim 2005), ss. 1- 29, s. 7.
140
Tocqueville, s. 20.
141
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), s. 76.

35
Tocqueville “demokratikleşme” ve “ koşullarda eşitlik” olgusuna insani bir
ilerleme olup olmadığı noktasında şüpheyle yaklaşmaktadır. Aristokratik-feodal toplumların
değer yargılarıyla koşullarda eşitlik üzerine kurulu yeni demokratik sosyal yapıyı
değerlendirmenin doğru olmadığını belirtmektedir. Ona göre koşullarda eşitsizlik üzerine
kurulu toplumsal düzenlerin yapısında bulunan kötülük ve erdemlerin, yeni toplumsal yapıya
aynen aktarılması söz konusu olmadığı gibi, demokratik toplumlarda yeni bir takım iyi ve
kötü olarak nitelendirilebilecek eğilimlere rastlamamız da olağandır142.

Tocqueville demokratik toplumlarda toplumsal hareketliliğin hakim olduğunu,


her bireyin toplumsal hiyerarşide yükselme imkanının olduğunu dolayısıyla insanın sonsuz
iyileştirilebilirliğini teşvik eden bir doğası olduğunu belirtmektedir. Aristokratik toplumlar
ise herkesin durumunu doğuştan kazanması temeline dayandığı için, böyle bir gelişmeye
kapalı bir görünüm sergilemektedir. Tocqueville, demokratik toplumların “bireyci” bir
toplum olma özelliği taşıdığını ve bu yönüyle despotik toplumlarda görülen bireyleri ayrı
tutma eğilimine benzer bir durum doğurduğunu belirtmektedir. Ama bazı kurumların bireyle
devlet arasına girmesi sağlanarak, despotizme gidecek yolların kapatılabileceğini
belirtmektedir. Bu kurumlar bireylerin girişimleriyle kurulmuş örgütlerdir. Tocqueville’e
göre çağdaş demokrasi zorunlu olarak çıkarın egemen olduğu, sınai ve ticari bir toplumdur.
Tocqueville’e göre ilkçağ cumhuriyetlerinin ilkesi olan erdem çağdaş demokratik
toplumlarda görülmemekle birlikte, bu iki anlayış arasında benzerlikler bulunmaktadır.
Devletin istikrarı, geleneklerin ve inançların yurttaşların uymak zorunda hissettiği bir ahlaki
disiplin olarak davranışlarındaki etkisine dayanmaktadır143.

Tocqueville’e göre demokratik toplumlar tüm toplumsal etkinliklerin devlet


tarafından yönetildiği, merkeziyetçi bir devlet anlayışının hakim olduğu bir toplum olmaya
eğilim göstermektedir. Tocqueville siyasal merkeziyetçiliğin de despotizmin gelişimine
zemin hazırlayabileceğine dikkat çekmektedir. Tocqueville yerel yönetim alanındaki tüm
toplumsal etkinliklerin gözetim ve denetimini içerecek boyutlara ulaşırsa eğer, baskıcı bir
rejimle karşılaşmanın olası olduğunu belirtmektedir. Yönetsel güçlerin toplumun her alanına

142
Özyurt, s. 26.
143
Aron, s. 208, 210, 194.

36
hakim bir görünüm sergilediği bu tip toplumlarda, yurttaşlar giderek etkisizleştirilmekte,
toplumsal ve siyasal rehavete uygun bir ortam doğmaktadır144.

“İnsanların çoğunlukla kamusal işleri çok kötü yürüttükleri tartışma


götürmez…Fikirlerinin çapını genişletmeden ve düşüncelerinin sıradan yeknesaklığını terk
etmeden alt sınıfların kamusal işte yeralması imkansızdır. Toplum yönetiminde çalışan en
alçak gönüllü bireyin bile özgüveni önemli oranda artar… Kalabalık bir vatandaş grubu
tarafından kapısı durmadan çalınır ve bin türlü yoldan aldatmaya çalışırlarken bile gerçekte
onu aydınlatırlar145.”

Tocqueville bu sözleriyle kitlelerin yönetme konusundaki yeteneksizliğine


ilişkin demokrasiye sıkça yöneltilen eleştirilerden birine değinmektedir146.

Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’de yönetsel merkeziyetçiliğe


dönüştürülmediği sürece siyasal merkeziyetçiliğin ülkenin ilerlemesinde temel bir etken
olduğunu belirtmektedir. Aristokratik toplumlarda hükümette belli bir düzeyde ademi
merkeziyetçiliğin hakim olduğunu, demokratik toplumlarda ise yönetimin despotik bir
görünüm sergilemesi durumunda, yönetsel faaliyetlerin bile tek bir merkezde toplanacağı
öngörüsünde bulunmaktadır147.

Tocqueville demokrasiyi bir yönetim biçimi olmaktan öte, ağırlıklı olarak bir
toplumsal durum, topluma ait bir olgu olarak ele almaktadır148. Bu olgunun siyasal düzlemde
uygulanması halk egemenliği ve yurttaşların kamu işlerine katılımını gerektirmektedir. Ona
göre ancak demokratik toplumların zorunlu olarak liberal olduğu sonucunu çıkartmak da
mümkün görünmemektedir. Demokratik rejimlerin ekonomik alanda zenginliğin yaratacağı
eşitsizlikleri sonlandırmak gibi bir iddiası olmamakla birlikte servetin paylaşılmasında
yoksulların tepkisini çekmemek adına bu anlamda eşitsizlikleri azaltma yönünde eğilim
göstermektedir149.

Tocqueville demokrasinin toplumsal ve siyasalı birleştiren bir doğası olduğunu


düşünmektedir. Tocqueville demokrasinin koşulların eşitliği ve bu temel üzerinde kurulu
bulunan halk egemenliğine dayandığını belirtmektedir. Kuramını büyük ölçüde Amerikan

144
Tocqueville, s. 106.
145
Tocqueville, s. 260, 261.
146
Barber, s. 291.
147
Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, s. 288.
148
Akad ve Dinçkol, s. 171.
149
Aron, s. 501.

37
demokrasi modeli çerçevesinde geliştirdiği için, Amerika’da halk egemenliğinin yasalarla
ortaya koyulmuş olduğunu ve gelişimini her hangi bir engelle karşılaşmadan tamamladığını
belirtmektedir. Böylece halk egemenliği ilkesine dayanan sosyal devlet yapısı oluşmaktadır.
Tocqueville sosyal devlet kavramından hareket ederek, demokrasinin toplumsal ve siyasal
modeli üzerinde durmaktadır. Halk egemenliği ilkesi yerel hükümetlerde doğmakta ve daha
sonra temel yasa haline gelmektedir. Tocqueville Amerika’da halkın, tanrının yeryüzündeki
egemenliğine benzer şekilde egemenlik kurduğunu belirtmektedir. Tocqueville, yasama
organının üzerinde toplumun egemenliğinin varlığı sebebiyle erkin toplumun içinde yaşıyor
olduğunu, görünmez bir güç olarak varlığını sürdürüyor olduğunu düşünmektedir. Yani
aslında “erk” in doğrudan ve gizlice topluma ait bir olgu olarak yasama organına geçtiğini
belirtmektedir150.

Tocqueville’e göre demokrasilerin varlığını tehlikeye atan iki durum söz


konusudur. Yasama gücünün seçmen kitlesinin isteklerine tam olarak bağlı kalması ve
hükümetin bütün öteki güçlerinin yasama gücünde toplanmasıdır151.

Tocqueville halk egemenliğini siyasal bir ilke olarak değerlendirmektedir.


Tocqueville insanla yurttaş arasındaki ayrımı kabul etmemekte, toplumsal bağı siyasal bir
olgu olarak ele almaktadır. Tocqueville iktidar kavramını irdelerken mutlak monarşilerde
olduğu gibi, iktidarın toplumun dışındaki bir güçte yoğunlaşmakta olduğunu, aristokratik
toplumlarda iktidarın hem toplumun içinde hem de dışında toplandığını, son olarak da
iktidarın, toplumun kendi içinden türemekte olduğunu, bu nedenle de kendi üstünde kendileri
aracılığıyla egemen olan toplumlar şeklinde ele almaktadır152. Tocqueville şu ifadelerde
bulunmaktadır:

“Anglo Amerikan politik düzeninin tümünü halkın egemenliği ilkesi yönetir. Her
bireyin güçte ortak payı ve eyalet yönetimine katılma hakkı vardır. Yönetime boyun eğme
itaat, ondan daha güçsüz ve beceriksiz olduğu için değil birliğin ancak bu şekilde
sağlanabildiğini benimsemelerinden kaynaklanır. Yerel yönetimlerin bağımsızlığı halkın
egemenliği kuramının doğal bir sonucudur. Tüm Amerikan eyaletleri aşağı yukarı bu kuramı
benimsemiş ama şartlar özellikle New England’da gelişmiştir. Birleşik Devletler’in bu
yöresinde politik yaşamın kaynağı il ve ilçelerde olmuş, ve neredeyse her birinin birer yarı
devlet kurduğu bile söylenebilinir. Ancak İngiliz kralları egemenliklerini onayladıktan sonra

150
Kahraman, s.10, 28, 11.
151
Tocqueville, s. 50.
152
Kahraman, s. 11.

38
eyaletin merkezi yönetimini benimsediler. Güçlerini merkezi yönetimden almadılar. Tam
tersine bağımsızlıklarının bir bölümünden merkezi yönetim adına vazgeçtiler. New England
kentleri alır ve satar, davalı ve davacı olur, fiyatları yükseltir ya da düşürür; idari makamlar
ise bu uygulamalara asla karşı çıkamaz. Ancak yerine getirilmesi gereken bazı toplumsal
görevleri vardır. Eyalete para gerekiyorsa kent bunu sağlamak durumundadır. Eyalet yol
yapmak istiyorsa kent sınırlarından geçmesine karşı çıkılamaz ya da eyalet güvenlik güçleri
eğitimle ilgili bir yasa çıkardığında kent bu yasayı uygulamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük
katı olmakla birlikte eyalet hükümeti yalnızca ilkede ödün vermez, uygulamada kent bağımsız
haklara sahiptir. Örneğin eyalet vergileri saptar, kentte bunu toplar. Okul yapımı mecburidir.
Kent inşaatı yapar, parayı öder ve eğitimi denetler. Fransa’da vergi memuru yerel
yönetimlerin vergisini toplar. Amerika’da kent vergi memuru, eyaletin vergisini alır. Fransız
hükümeti memurunu yerel yönetimin, Amerika’da ise kent memurunu eyaletin hizmetine verir.
Bu, iki ülkenin ne denli farklı olduğunu göstermeye yeterlidir153.”

Tocqueville halk egemenliğini yönteme ilişkin bir ilke olarak veya araçsal bir
olgu olarak ele almamaktadır. Sosyal devlet ve halk egemenliği ilkesi demokrasilerde
birbirinden ayrılması mümkün olmayan olgulardır. Tocqueville sosyal devlet ilkesinin
Amerikan demokrasi modelinde yerel hükümetlerin faaliyetlerinden doğmakta olduğunu,
“toplumsal yönetim” ve daha sonra temel yasa konumuna geldiğini ifade etmektedir154.
Tocqueville Amerika ile ilgili şu noktalara dikkat çekmektedir:

“Amerika’da itaat kişiye değil hakka ve yasalaradır. Yurttaşın kendine ilişkin bu


duygusu biraz abartılı olsa da yine de sağlıklıdır. Yurttaş doğrudan doğruya toplumun yararı
için bir işi üstlenmeyi düşündüğünde hükümetin yardımına başvurmayı aklından geçirmez, işi
kişisel çabasıyla gerçekleştirmeye çalışır, planını açıklar ve diğer yurttaşların yardımlarını
isteyerek tüm engellere karşı var gücüyle savaşır. Genelde hükümetin icraatından daha az
başarılı olduğu kuşkusuzdur ama tüm bu kişisel çabaların toplamı, hükümetin yapacaklarını
kat kat aşmaktadır155.”

Modern toplumlarda birey haklarının korunmasına uygun koşullar ancak doğru ve


yanlış gibi ahlak kurallarına dayanan görevlerle sağlanabilmektedir. Tocqueville, adetlerin
değişmesiyle birlikte hakların ifade ettiği anlamın bireyler tarafından yorumlanmasında da
bozulmalar yarattığını belirtmektedir156. O hak kavramının kişisel çıkarla ilişkili olarak ele
almak gerektiğinden söz etmektedir. Son yüz elli yılda yaşanan gelişmeler çerçevesinde,
Tocqueville’in kişisel çıkara ilişkin öne sürdüğü düşüncenin ve insanın bunu talebine ilişkin
sahip olduğu yeteneği ile ilgili olarak ifade edilen görüşün hayal kırıklığı yaratıp yaratmadığı

153
Tocqueville, s. 52.
154
Kahraman, s. 10.
155
Tocqueville, s. 63.
156
Tocqueville, s. 239.

39
konusu üzerinde soru işaretleri oluşabilmektedir. Gelişen ve başarılı bir demokratik rejime
sahip olmak isteniyorsa, Atinalıların uyguladığı şekliyle özeleştiriyi desteklemek gerektiği,
yani onların devletlerine karşı takındığı eleştirel tutumlarını göz önünde bulundurmak
gerektiği düşüncesi Tocqueville gibi demokrasi eleştirmenlerinin dikkat çektiği bir
husustur157.

Tocqueville “demokrasi” nin olumlu-olumsuz yanlarını irdelerken,


demokrasinin sanat üzerine etkilerine de değinmektedir. Tocqueville demokratik toplumlarda
insanların daha somut, daha ampirik ve pratik olduklarını, bunun da sanat ve soyut düşüncede
sığlığa yol açtığını belirtmektedir. Demokratik toplumlarda bireylerin geleceğe odaklı
yaşadığını, hırslı ve bencil olma eğilimi gösterdiklerini belirtmektedir. Demokratik
toplumların temelinin eşitliğe dayandığını, bunun da “erdem” in yok olmasına zemin
hazırladığını savunmaktadır158. O demokrasiyi sadece politik bir mesele olarak ele
almamakta, aynı zamanda entelektüel ve ahlaki yönlerden değerlendirmektedir159.
Tocqueville, Amerika’da düşünce özgürlüğünün bulunmadığını, aristokratik toplumlarda ise
düşünce farklılıklarını doğurmaya uygun bir toplumsal yapının bulunduğunu
belirtmektedir160.

Tocqueville inançların, geleneklerin, alışkanlıkların, anayasadan, yasalardan


daha etkili olduğunu düşünmektedir. Tocqueville inançlarla desteklenmediği sürece hukuki
sistemin yeterli olmayacağını düşünmektedir. Özellikle o dönemde Güney Amerika
ülkelerinin bir kaçında yaşanan gelişmeler bu savı desteklemektedir161.

Tocqueville din, mülkiyet, basın, felsefe, bilim, dil, eğitimi incelemekte ve


bunların demokrasi ile nasıl bir ilişkisi olduğunu tespit etmeye çalışmaktadır162.

Tocqueville modern ahlaki durum hakkındaki görüşlerinde, modern


demokraside devam etmekte olan Hristiyanlığın etkilerinin zarar gördüğünü belirtmektedir.
Bir başka deyişle Tocqueville, modern demokratik çağda dini inançların zayıfladığını görmüş

157
Samons, s. 295, 39.
158
Tocqueville, s. 135.
159
Öztürk, s. 6.
160
Kahraman, s. 35.
161
Robert Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, Ankara: Yetkin Yayınevi, 1993, s. 226.
162
Lipson, s. 52.

40
ve bu zayıflamanın modern çağda kendini adama keyfiyetine inanç kaybına katkı yapacak en
önemli nokta olarak değerlendirmiştir163.

Siyasal süreçlerin toplumsal yapıdan bağımsız olarak değerlendirilemeyeceğini


belirtmektedir. Demokrasinin toplumsal yapı, yönetsel yapı ve insanların birlikte yaşaması
gerçeğinden doğan ilkelerden beslendiğinin ve demokrasilerde bu faktörlerin birbirinden
bağımsız olarak ele alınamayacağını çünkü bunların iç içe geçtiğine değinmektedir.
Tocqueville demokrasinin gelişmesiyle birlikte feodal sistemlerde bulunan geleneksel
bağların çözüldüğünü, bunun sonucunda insanların yalnızlaştığını ve modern toplumsal
koşullarda bireyciliğin doğduğunu belirtmektedir. Bireylerin toplumsal alandan uzaklaşması
ve kendi yakın çevrelerine hapsolması sonucu ortaya çıkan boşluk, merkezi hükümet
tarafından doldurulmaktadır. Tocqueville özellikle bireylerin yalnızlık ve güçsüzlüğünden
yararlanıldığına dikkat çekmektedir164.

B. Sivil Toplum

Arada bulunan birliklerin önemine işaret eden birçok modern düşünür gibi
Tocqueville de, gönüllü birliklerin, kilise gruplarının ve ailenin demokratik etkilerinden söz
etmektedir. O, bu “aracı yapılar”ın ulus devletlerin hantal yapısına öncülük edeceğini, ulusal
yurttaşlık fikrine yerel ifade olanağı kazandıracağını belirtmektedir165.

Özerk grup faaliyetleri, işbirliği ve fikir alış verişi olarak gerçekleştirilmektedir.


“Sivil toplum” başlığı altında ele alınan bu faaliyetler, yönetimde birey ve devlet arasındaki
uyuşmazlıkları çözmeyi sağladığı gibi, üyelerinin davranışlarını herhangi bir devletin
zorlayıcı gücü olmaksızın kontrol eden ara tabakanın oluşmasını da sağlamaktadır. Farklı
sosyal kimlik, farklı menfaat grupları devletten bağımsız olarak toplanmakta ve yöneticilerin
keyfi uygulamalarına sınır getirmekte, diğer vatandaşların talep ve beklentilerinin farkında,
eylemlerinde kendine güvenli, ortak yarar için kendini feda etme konusunda daha bilinçli ve
erdemli vatandaşların birarada varolmasını da kolaylaştırmaktadır. İyi işleyen bir sivil toplum
sayesinde, kanun koyucu üzerinde sürekli artan taleplerle oluşan yükü hafifleteceği ve

163
Dana Jalbert Stauffer, “Tocqueville on the Modern Moral Situaton: Demokracy and the Decline of
Devotion”, American Political Science Review, Vol. 108, No. 4, (November 2014), ss. 772- 782, s. 773.
164
Tocqueville, s. 42, 54.
165
Barber, s. 289.

41
sistemin sağlıklı işleyişinde, sadece piyasanın özelleştirilmesi yoluyla uyuşmazlıkları
gidermenin başka olanaklarını da doğurmuş olmaktadır166.

Sivil toplum kavramı Anglo Amerikan düşünürlerce farklı bir biçimde


incelenmiş, Alman düşünürleri tarafından ise farklı çözümlemelere konu olmuştur.
Aydınlanmacı düşüncenin gelişmesiyle birlikte sivil toplum bir siyasal sistemi betimlemek
amacıyla başvurulan bir kavramdır. Avrupalı aydınlanmacı düşünürler, Roma’dan aldıkları
bu kavramı ilk önceleri yurttaşlardan oluşan bir toplumu tanımlamak için kullanmışlardır.
Devletin ortaya çıkması için rıza veren, bu devletin yaptığı yasalara uyumlu bir biçimde
yaşayan, tutum ve davranışlarıyla diğer yurttaşlara zarar vermeyen kişi yurttaş olarak
tanımlanmaktadır. “Yurttaş” kavramı sosyolojik ve hukuksal olmak üzere iki ana boyutta
şekillenen bir statüyü betimlemektedir. Sosyolojik anlamda yurttaşlık, belli bir toplumsal
kolektiviteye (ulusal toplum) ait olma anlamına gelmektedir. Yurttaşlık insanlara ilişkin belli
bir statüyü yansıtmakta, yani bir de hukuksal yönü bulunmaktadır. Hukuksal bir statü olarak
yurttaşlık bireyler ile devlet arasındaki bağları, bireyin devlet karşısındaki konumu biçiminde
ele alınabilmektedir. Bireyin devletle ilişkilerinde sahip olduğu hukuksal ayrıcalıklar,
bireyden beklenen görev ve yükümlülükler, bireyin hakları ve zorunlulukları yurttaşlığın
hukuksal statüsünün ögeleridir. Kısaca özetlemek gerekirse, yurttaşlık kavramı bireye
kolektif bir kimlik vermekte, bu kimliğe sahip bireyin siyasal ayrıcalıklarını, toplumsal hak
ve taleplerini kapsamaktadır. Yurttaşlık kısaca bir kimliği ifade etmekte ve söz konusu
kimliğin siyasal, sosyolojik, hukuksal ve kültürel boyutları bulunmaktadır167.

Demokrasi karar alma gücünün devlet ve sivil toplumun içerisinde ve ayrıca


bunlar arasındaki kurumlar içerisinde dağıtılmasını gerektirmektedir. Farklı yurttaş
gruplarının istedikleri takdirde, isteğe bağlı olarak katılabilecekleri toplumsal ve siyasal
alanların çeşitliliğinin arttırılması, yurttaşların tercih haklarının genişletilmesi
sözkonusudur168.

Tüm bireylerin, amaçlarını gerçekleştirmek için sürekli çaba içinde olduğu bir
ortam, bireylerin birbirini geliştirmesi ve zenginleştirmesine uygun bir zemin
hazırlamaktadır. Bireyler birbirini sınırlamamakta veya birbirini yok etmemektedirler. Sivil

166
Barber, s. 71.
167
Turner, s. 162.
168
Caniklioğlu, s. 48.

42
toplum despotizm karşıtı, yurttaşların demokratik katılımına dayalı, bireylerin girişimde
bulunmalarına ve karar sahibi olmalarına imkan veren toplumsal bir yapıyı ifade etmektedir.
Sivil toplum ve demokrasi örgütlü bir yapıdan oluşan toplumu korumakta ve geliştirmekte
uygun koşulların doğmasını sağlamakta ve geliştirmektedirler. “Politik çalışma” üzerinde
temellenmiş modern demokratik toplumlar toplumun bütünlüğü adına bireyin, grupların,
toplulukların ezilmesine izin vermemektedir169.

Tocqueville, devletin ancak sivil toplum sayesinde sınırlandırılabileceğini, sivil


toplumun bireyin özgürlüğünün ve özerkliğinin garantisi olduğunu belirtmektedir.
Tocqueville, derneklerin ve örgütlerin, sivil toplumun kurumsal yapısını oluşturduğunu,
derneklere gönüllülük esasına göre üyeliğin gerektiğini ifade etmektedir170.

Tocqueville toplumu devlet, sivil toplum ve siyasi toplum olmak üzere üçe
ayırarak analiz etmektedir. Devletin meclis, bürokrasi, polis, mahkemelerden ve ordudan
oluştuğunu, sivil toplumu ise özel çıkarların ve iktisadi etkinliklerin gerçekleştirildiği alan
olarak ele almakta, siyasi toplumun ise özerk yerel yönetimler, jüriler, partiler, kamuoyu gibi
siyasi oluşumlarla sivil topluluklardan oluştuğunu belirtmektedir171.

Liberal anlayışa göre sivil toplum, yurttaşların, kendilerini doğrudan ya da


dolaylı bir şekilde ilgilendiren kamusal sorunlar hakkında etkin olarak faaliyette bulunduğu
bir alandır. Bunu yaparken yurttaşların bireysel özerkliğinden ödün vermemesi
arzulanmaktadır. Bu yolla siyasal süreçlere etki etmeleri ve topumsallaşmaları
sağlanmaktadır. Bu alan, kuramsal olarak, devletin güç kazanmasının geliştirildiği bir alan
olarak değil, tam aksine siyasal ilişkilerin biçimlendirildiği bir alan olarak
değerlendirilmektedir172.

Marx sivil toplumu tüm siyasi faaliyetlerin, devletin olmadığı bir toplumsal alan
olduğunu ve kapitalist ekonomik sistemin vücut bulduğu alan olduğunu belirtirken
Tocqueville bu alana “siyasi toplum”u da eklemektedir. Böylece siyasi nitelikteki

169
Caniklioğlu, s. 52.
170
Gözübüyük Tamer, s. 102.
171
Gönenç, s. 34.
172
Yetiş, “Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum”, s. 20.

43
faaliyetlerin sadece devletin kontrolünde olmasının önüne geçen bir sistem tasavvur
etmektedir173.

Tocqueville Amerika’da Demokrasi’de, sivil toplumun, gönüllülük esasına göre


üyelerin faaliyetlerde bulunduğu, devlet ile aile arasındaki tüm oluşumları kapsadığını
belirtmektedir. Sivil toplum dini grup ve kurumlar, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri,
bağımsız medya, kendine yardım amaçlı gruplar ve toplumsal hareketlerin tamamını
kapsamaktadır. Bu toplumsal yapıda devlet, piyasa ve kar amacı gütmeyen grupların, özerk
yapılarını korumakla birlikte karşılıklı etkileşim halinde oldukları görülmektedir174.

Tocqueville, Amerika’daki yerel kurumların ve gönüllü birliklerin ulusal


demokrasinin gerçekleştirilmesi bakımından önemi üzerinde durmaktadır. Tocqueville şu
ifadelerde bulunmaktadır:

“Kentsel kurumlar özgür ulusların gücünü oluşturur. Bilim için ilkokullar ne ise kent
toplantıları da özgürlük için odur; onu halkın ulaşabileceği bir yere getirirler ve insanlara
onun nasıl uygulanacağını, ondan nasıl zevk alınacağını öğretirler. Bir ulus özgür bir
hükümet kurabilir, fakat kentsel kurumlar olmadan özgürlük ruhuna sahip olamaz175.”

Yerel bazda yürütülen kamusal eylemlilik veya daha küçük kapsamlı özel
eylemlilik, yurttaş eğitimi için önem taşımaktadır. Bu durum daha güçlü bir demokrasi için
gerekli olan kamusal düşünce biçimlerinin gelişmesini sağlamakta, temsili kurumların
işleyişinde önem taşıyan yargı ölçülerinin ve birlikçi bir demokrasi olasılığını kuvvetlendiren
duygusal bağların geliştirilmesini sağlamaktadır. Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’de
bağımsız grupların öneminden bahsetmektedir. Tocqueville, demokrasinin, yarışan adaylar
arasında seçim ve yeniden seçime dayalı bir yarış olmaktan daha fazlası olduğunun üzerinde
durmaktadır176.

Tocqueville Hegel’in sivil toplum ile devlet özdeşleştirmesini kabul


etmemektedir. O, devletin toplumsal çıkarları öne sürerek sivil toplum üzerinde baskı
kuracağını iddia etmektedir177.

173
Gönenç, s. 34.
174
Gözübüyük Tamer, s. 103.
175
Tocqueville, s. 63.
176
Barber, s. 289, 71.
177
Gencay Şaylan, s. 167.

44
Tocqueville, geleneksel yapıların çökmesinden sonra, çoğunluğun zorba, akıl dışı
bir düzen kurarak demokratik yönetim biçimlerinin önüne geçme tehlikesine karşı doğal
haklara atıfta bulunmayı yeterli bulmamaktadır. O, bireyciliğin karşısında olması nedeniyle
kendini “yararcı” olarak nitelendirmese de, doğal haktan söz etmekten çok, kişisel çıkar
kavramını kullanmayı tercih etmektedir. Ayrıca siyasal liberalizmle ekonomik liberalizmi
bağdaştırmamaktadır. Özellikle Fransız Devrimi’nde yaşanan gelişmeler doğrultusunda,
dünyanın olumlu haklara göre düzenlendiği ve halk kitlelerini ya da hükümdarları ilkelerin
yönetmediği tespitinde bulunmakta, bir ölçüde kuramını bu temele oturtmaktadır178.

Yurttaşçı anlayışı bireysel çıkarla birleştirmeye çalışan liberaller, eskilerle


yeniler arasındaki geçişi sağlamada rol oynamaktadırlar. Bireysel çıkarı ortak çıkarla
birleştirmeye çalışan yararcılar yenilere daha yakınken, liberallerse eskilerin özgürlüğü
yetmemekle birlikte, yenilere olduklarından daha yakındırlar. Çünkü eskiler insanı yurttaşla,
özgürlüğü ise kamu işlerine ve ortak çıkara katılımla bir tutmakta, yeniler ise halk egemenliği
ilkesine ve bireysel çıkara gereğinden fazla güven duymaktadırlar. Tocqueville halk
egemenliğinin mutlak egemenliğine karşı gelmektedir. O, “Çoğunluğun erki de sınırsız
değildir. Bu erkin üzerinde, ahlak açısından insanlık, adalet ve us, siyasal açıdansa,
kazanılmış haklar bulunur.” demektedir. Bu onun İngilizlere yakın bir bakış açısına sahip
olduğunu göstermektedir. Tocqueville “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ne ise federalist bir biçimde
yaklaşmaktadır. Bireyi devlete karşı koruyan temsili bir mekanizma şeklinde değil de daha
çok, devletin gücünü sınırlamak için yerel birimlerin güçlendirilmesi bağlamında konuyu
değerlendirmektedir. Tocqueville ayrıca yurttaşçı anlayışı benimsemiş bir düşünür olarak
kamuoyunun düşünceler üzerinde baskı kurması ve bunları benimsetmesi tehlikesinden kaygı
duymaktadır179.

Temsili güçlü demokrasi teorileriyle birlikte ele alınan yurttaşlık kavramının bir
diğer yansıması olan cemaat kavramı değerlendirilecek olursa, birçok demokrasi teorisyeni
cemaati demokrasinin antitezi olarak ele almaktadır. İki tür cemaat sözkonusudur. Bir yanda
liberal demokratların çıkar peşinde koşan bireylerin toplamından oluşan gönüllü cemaati
bulunmaktadır. Bu gruplardan Tocqueville renkli bir çokluk teşkil ettikleri şeklinde söz
etmektedir. Bu cemaatler kuralsız oldukları ve hiçbir toplumsal bağla bağlı olmadıkları için

178
Touraine, s. 126.
179
Touraine, s. 129, 128.

45
özgürdürler belki ama eşitliğin bedelini sıradanlıkla ve rahatlıkla ödemektedirler. Birbirine
duygu, dostluk ve prestijle bağlı olan gelenekçilerin uzlaşmacı cemaati, çalışma, sevgi,
temenni, özgürlüğe ve düzene bağlılıkla beslenmektedir. Muhafazakar cemaat kavramı
“Eşitsizlik toplumsal bağın özüdür.” iddiasıyla savunulmaktadır. Bu iddia eşitçiliği ve
cemaatçiliği karşı karşıya getirdiği gibi bir yurttaşlık teorisi olan demokrasinin tüm
yönleriyle anlaşılmasına da mani olmaktadır180.

Tocqueville Birleşik Devletler’de toplumun güvenliğini korumak ve toplumu


geliştirmek için derneklerin kurulduğunu belirtmektedir. Kişilerin biraraya gelerek kurdukları
derneklerin gücüyle istenilen hedeflere ulaşılacağından bireylerin şüphe duymadıklarını
belirtmektedir181.

Sosyal ve politik sivil toplum örgütleri kurabilmek için barışçıl bir toplum
gerekmektedir. Kuruluşlar arasında kendi çıkarlarını gözetmek için yapılan karşılıklı
mücadele toplumu tahrip edebilmektedir. Sınai ve diğer kuruluşlar, toplumun bütününün
çıkarlarını hesaba katmazsa, toplumsal huzur ve esenliği arttıramamaktadırlar. Bu nedenle
devlet sosyal ve politik kuruluşların özgürlüklerini kamu düzenini devam ettirmek, kanunlara
saygı göstermek, bir durum ve sosyal dinlence ve esenliği daha da geliştirmek için
sınırlandırılabilmektedir. Demokrasi yöneticileri, kendi güçlerini de arttırma eğiliminde
olduklarından, Tocqueville, bağımsız yerel ve bölgesel kuruluşlar ile bağımsız derneklerin
devletle vatandaşlar arasında görece olarak tampon işlevi gördüklerini belirtmektedir. Bu
durumda hükümetin despotizmi engellenmiş ve toplumsal özgürlükle vatandaşların eşitliği
arasındaki denge daha yükseltilmiş olmaktadır182. Tocqueville şunları eklemektedir:

“Örgüt bireylerin somut bir düşünceyi yüceltmek ve yaymak için bir araya
gelmesiyle oluşur. Bu düşüncelere ortak olma hakkı izinsiz basın özgürlüğüyle benzeşir ama
bu şekilde kurulan örgüt basından daha güçlüdür. Bir fikir örgüt tarafından temsil edilirse
daha açık ve doğru bir biçim aldığı varsayılır. Örgüt davayı üyelerine benimsetir, onlar da
birbirleriyle tanışır ve sayıları arttıkça çabaları da artar. Örgüt farklı düşüncede olanları bir
araya getirerek belli bir noktaya ulaşmayı amaçlar183.”

180
Barber, s. 285.
181
Tocqueville, s. 84.
182
Tocqueville, s. 177.
183
Tocqueville, s. 84.

46
Tocqueville, örgütlerin toplanma gücünün, örgütlenme hakkının kullanımında bir
sonraki adımı oluşturduğunu belirtmektedir. Örgütlerin etkisinin artması için ülkenin çeşitli
yerlerine şube açması ve faaliyetlerini yaygınlaştırmasına izin verilmelidir. Politik örgütlerde
birbirine yakın düşüncelere sahip üyelerin seçim kurumlarında toplanıp onları merkezdeki
mecliste temsil edecek delegeleri seçmeleri ise örgütlenme hakkının icraatının son
aşamasıdır.Tocqueville düşüncelerini şu sözlerle gözler önüne sermektedir:

“Bu olgu temsili sistemin partiye uygulanmasıdır. Birinci örnekte aynı düşünceyi
benimseyen bireylerin biraraya gelmesi ve onları birarada tutan bağın yalnızca fikir
düzeyinde olmasıdır. İkinci örnek partilerin çekirdeğini oluşturan küçük topluluklardır.
Üçüncü örnekte ise, ülke içinde ülke, devlet içinde devletin oluştuğunu görürüz. Çoğunluğun
gerçek delegeleri gibi partilerin gücünü temsil ederler ve onlar gibi ulusal görüntüleriyle
bundan kaynaklanan manevi gücü ellerinde tutarlar. Ne var ki onlar gibi yasa yapma gücüne
sahip değildirler, ama yürürlükteki yasaları eleştirmekte ve çıkarılacak yasaları hazırlamakta
söz sahibidirler184.”

Tocqueville’e göre örgütlenme hakkı en az bireysel özgürlükler kadar önemlidir.


Ona göre bireylerin kendi adına hareket etmeleri ne derece doğal bir hak ise, belli konularda,
ortak hedeflerde diğer bireylerle birlikte ortaklaşa hareket etmekte o denli doğaldır.
Amerikalıların, örgütlerde bireysel bağımsızlığın benimsendiğini, üyelerin ortak bir anlayışı
benimsemek zorunda olmaksızın ortak hedefe ulaşmak için hep birlikte faaliyette
bulunduklarını, Avrupa’dan çok farklı bir biçimde burada sivil birliklerin, derneklerin kendi
kendilerini örgütlediklerini ve sivil yönetime benzer bir yönetim anlayışını benimsediklerini
belirtmektedir185.

Fransa’da özellikle 1814 sonrasındaki dönemde sivil toplumu devletin


egemenliğine karşı koruma düşüncesi hakimdir. Tocqueville, bu örgütlenmeler sayesinde,
ayrı kanallara dağılıp gidecek olan çabaların, bilinçli bir biçimde yönlendirebileceklerini
belirtmekte, insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler sayesinde, “Duygular ve düşünceler
devşirilir, yürekler genişler ve insan aklı gelişir186.” sözleriyle de bu düşüncesini

184
Tocqueville, s. 84.
185
Gözübüyük Tamer, s. 101.
186
Tocqueville, s. 174.

47
desteklemektedir187. Tocqueville, bu örgütlenmelerin, sivil ve siyasal süreçlerin gerektirdiği
toplumsal birlikteliğin oluşturulması doğrultusunda etkinlik göstereceklerini belirtmektedir188.

Tocqueville Amerika’da örgütlenme hakkının uygulanışını övmektedir. Azınlık


oluşturan yurttaşların biraraya gelerek sayısal olarak azınlıkta da kalsalar varlıklarını ortaya
koymakta olduklarını ve böylece çoğunluğu demoralize etmekte, tartışma ortamı doğurmakta
ve çoğunluğun görüşlerini etkilemeye çalışmakta, çoğunluğun desteğini kazanmaya
çalışmakta ve böylece bu yolla egemen gücü onlar adına değiştirebileceklerine inandıklarını
belirtmektedir189.

Örgüt bireylerin somut bir düşünceyi yaymak istemeleri sonucu, farklı düşüncede
olan insanları biraraya getirmektedir. Bir düşünce bir örgüt tarafından temsil edildiğinde
doğru bir biçim aldığı düşünülmekte, üyelerin benimsediği açık bir fikir olarak kabul
görmektedir. Örgütler, zamanla üyelerin birbiriyle tanışıp kaynaştığı, sayılarının arttığı ve
bununla doğru orantılı olarak çabalarının da arttığı oluşumlardır. Siyasi örgütler,
Amerikalıların biraraya gelip, çocukluktan itibaren sorunlarını çözme alışkanlığı kazanmış
oldukları için kolayca oluşmakta, güç kazanmaktadır. Bir mahallede insanlar sorunlarını
kendileri biraraya gelip çözmekte bunun yanı sıra şenlik ve kutlamaların düzenlenmesi,
ticaret, toplumun güvenliğini korumak, ahlaki, dini değerleri geliştirmek için dernekler
kurulduğu görülmektedir190.

C. Demokrasinin Gerçekleştirilmesinde Basının ve Örgütlerin Rolü

Tocqueville basın özgürlüğüne de vurgu yapmaktadır. Basın özgürlüğünün etkisi


yalnızca politik düşünceleri etkilemekle kalmamaktadır. Kişilerin düşüncelerine, töre ve
yasaların değişmesine de neden olmaktadır. Tocqueville basının bu kesin ve güçlü
özgürlüğünü onaylamadığını ifade etmektedir. Onu sağladığı yararlardan çok engellediği
kötülükler açısından uygun bulmaktadır. Basının sınırsız özgürlüğü ya da köleliği yerine bir

187
Gönenç, s. 34.
188
Yetiş, “Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum”, s. 22.
189
Tocqueville, s. 86.
190
Gönenç, s. 35.

48
orta yol sözkonusu olsa onu tercih edeceğini söylemektedir. Ama bu orta yolun nasıl bir
konumu olacağını kestirmek güçtür191.

Basının bu imkanları sınırlı ise de, Amerika’daki etkisi büyüktür. Politik yaşamın
o sonsuz toprakların her bölümüne yayılmasını sağlamaktadır. Politik entrikaların gizli
kaynaklarını gözetlemekte, gerektiğinde her parti liderinin kamuoyunun önünde
yargılanmasını sağlamaktadır. Toplumsal çıkarları bazı ilkeler içerisinde düzenlemektedirler.
Birleşik Devletler’de her yayın organının gücü vardır ama yayının gücü, halkın gücünden
sonra gelmektedir192.

Tocqueville basın özgürlüğünün çok iyi hayata geçirilmesinin biçimsel yönden


sonuçlarını ele almaktadır. Tocqueville basın özgürlüğünün düşünceyi yönlendirmesini ve
Amerikalıların düşünce ve duygularının basın özgürlüğü sayesinde benimsediği alışkanlıkları
anlamaya çalışmıştır. Avrupa’da sansürün yumuşaması ile basın özgürlüğünün başlaması
doğru orantılıdır. Ancak bu durum politik yaşamı sarsmaktadır. Çünkü basın özgürlüğü
çeşitli kesimler tarafından çeşitli amaçlar için kullanılacaktır. Amerika ise basın özgürlüğünü
en üst seviyede gerçekleştirmiştir ve orada Fransa’da olduğu gibi yıkıcı eğilimlere
dönüşmemektedir. Örneğin devrime yönelik isteklerin doğmasını sağlamak gibi. Tocqueville
işte Amerika’da basın özgürlüğünün hep bulunduğunu, Amerikalıların bunun için mücadele
vermek zorunda kalmadığını, bu nedenle “yeni” olarak tehlike arz etmediğini belirtmektedir.
Amerika’da tüm basın kuruluşları toplumun belirlediği değişmez ve karşı konulması söz
konusu olmayan esas düşünceye koşulsuz ve tartışmasız bağlılık göstermektedir. Bu
alışkanlık haline gelmiş, iyi olduğuna emin olunan ve daha iyisinin olmadığı düşünülen,
eleştirel düşünceye kapalı bu inanç, kamusal iletişim özgürlüğünün sağlandığı bu ortamda,
adet ve alışkanlıklar bu kurumlarda hazırlanmakta ve vatandaşlar kurumların biçimsel etkisi
altında ahlaki temel niteliklerini kendilerine uygun bir alışkanlık haline getirdiklerini
anlamaktadır. Düşünce özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkı, kendi kendini yönetme
özgürlüğü, politik dernek kurma özgürlüğü gibi özgürüklerde Tocqueville benzer durumun
sözkonusu olduğunu belirtmektedir193.

191
Tocqueville, s. 80.
192
Tocqueville, s. 82.
193
Offe, s. 23, 24.

49
Tocqueville Amerikalıların örgütlerinde sivil yönetimlere benzer bir yönetim
anlayışını benimsediklerini belirtmektedir. “Toplumda olduğu gibi burada da bireyin
bağımsızlığı benimsenir, üyeler hep birlikte ortak hedefe ulaşmak için çalışırlar, ama ortak bir çizgi
benimsemek zorunda değildirler. Hiçbiri iradesinden ve düşüncesinden özveride bulunmaz ama ortak
hedefe ulaşmak için de irade ve düşüncelerini bu yolda kullanır194.”

Avrupa’da örgütlerin tartışma ortamı yaratmak için kurulduklarını ancak


tartışılan düşüncelerin uygulamaya sokulamadığını belirtmektedir. Örgütlenme hakkının
bireysel özgürlükler kadar önemli olduğuna dikkat çeken Tocqueville, bireyin düşüncelerini
başkalarıyla paylaşmak ve birlikte ortak bir amaca ulaşmak için mücadele etmesinin önemine
değinmektedir. Tocqueville Fransa’da girişimlere devletin öncülük ettiğini, İngiltere’de daha
çok soylu kesimin öne çıktığını, Amerika’da ise kendiliğinden örgütlenmiş derneklerin,
birliklerin, toplulukların bulunduğunu belirtmektedir195.

Tocqueville’e göre günlük hayatta insanları bir amacı gerçekleştirmek için


biraraya getirmek çok mümkün olmamakla birlikte siyasi hedefler sözkonusu olduğunda
bunu sağlamak çok daha kolaydır. Siyasi örgütler bireyleri yaş ve servet gibi farklılıklara
rağmen biraraya getirebilmektedir. Bu nedenle Tocqueville siyasi örgütleri önemli bir yere
koymaktadır ve bir tür okula benzetmektedir. Ona göre burada toplumun tüm üyeleri
örgütlenme ilkelerinin temelini öğrenme olanağına kavuşmaktadır196.

Tocqueville, ABD’de siyasi örgütlerin uygulanmasından övgüyle söz


etmektedir. “Eğer hürriyetleri doğru kullanmaya alışmamış ya da politik ihtiraslara açık bir toplum
sözkonusu olsaydı, o zaman yasaları yapan çoğunluğun yerine yasaları hazırlayan ve benimseyen bir
azınlığın toplum huzuru için tehlikeli olması sözkonusu olurdu. Siyasi örgütlerin sınırsız serbestliği
başka yerlerde olduğu gibi kötü bir sonuç doğurmamıştır197.”

Tocqueville dini siyasi özgürlüğün koruyucusu olarak ele almaktadır.


Tocqueville bireylerin aşırı maddi çıkarlar peşinde koşmalarını, artan bireyselliği önleme gibi
nedenlerle bu konuda özgürlük, eşitlik ikileminde, özgürlüğe yakın bir görüş
benimsemektedir. Yurttaşların siyasal katılımda bulunurken, siyasal olarak da eşit olmaları

194
Tocqueville, s. 88.
195
Gözübüyük Tamer, s. 101.
196
Gönenç, s. 35.
197
Tocqueville, s. 84.

50
ideal olduğundan, demokratik sürecin işleyişinde gerekli koşullara, haklara, ödevlere ve
imkanlara sahip olmaları gerekmekte, ancak bunların varolabilmesi için öncelikle siyasal
kaynakların eşit bir biçimde paylaştırılmış olması gerekmekte, mülkiyet, zenginlik, gelir,
eğitim, toplumsal statü, bilgilenme v.b. gibi anlamda eşitlik düzeyinden
bahsetmektedir198.Tocqueville şu ifadelerde bulunmaktadır.

“Azınlığı oluşturan yurttaşlar öncelikle sayısal azınlıklarını ortaya koyarak


çoğunluğun moral gücünü zayıflatmaya sonrada çoğunluğu etkiyecek tartışma ortamını
körükleyerek işe başlarlar; çünkü çoğunluğu her zaman kendi taraflarına çekerek egemen
gücü onlar adına değiştirebileceklerine inanırlar. Amerika’da politik örgütler amaçlarında
barışçı, yöntemlerinde yasaldırlar199.”

Tocqueville dünyanın hiçbir ülkesinde siyasi örgütlenmenin Amerika’da


olduğundan daha başarılı uygulanmadığının ve kullanılmadığının altını çizmektedir.
Amerikalıların biraraya gelerek sorunlarını çözme alışkanlığını kazanmış olmasının siyasi
örgütlerin oluşmasını ve güç kazanmasını kolaylaştırdığını belirtmektedir. O Amerikalıların
bu alışkanlığı çocuklukta, okulda kazandıklarını, ardından bir mahallenin sorunları söz
konusu olduğunda, komşuların biraraya gelerek sorunlarını çözdüklerini, şenlik ve
kutlamaların düzenlenmesi gibi kollektif faaliyetlerde bile derneklerin kurulduğunu
belirtmektedir. Bunların yanı sıra, toplumun güvenliğini korumak, ticareti, endüstriyi, ahlaki,
dini değerleri geliştirmek için bile derneklerin kurulduğunu ifade etmektedir200. Tocqueville
bu konuda şu ifadelerde bulunmaktadır:

“Örgüt, bireylerin somut bir düşünceyi yüceltmek ve yaymak için biraraya


gelmesiyle oluşur. Bir fikrin bir örgüt tarafından temsil edilmesi açık ve doğru bir biçim
aldığını gösterir. Örgüt davayı üyelerine benimsetir, onlar da birbirleriyle tanışır; üyelerin
sayısı arttıkça çabaları da artar. Bu anlamda, örgütler farklı düşüncede olanları biraraya
getirerek belli bir noktaya ulaşmayı amaçlar201.”

Tocqueville devlet ve sivil hayatı ayırmakta, ailelerin, vatandaşların dışında


kalan kamusal hayata dikkat çekmektedir. Tocqueville sivil birliklerin, kooperatifler, esnaf
birlikleri, zanaatkar odası gibi toplumun genel çıkarlarıyla değilde daha dar kapsamlı
çıkarlarıyla uğraşan birliklerden oluştuğunu belirtmektedir. Ancak bu birliklerde elbette
toplumun geniş ve genel çıkarlarıyla ilgili işleri de görüşme olanağına kavuşmaktadırlar.
198
Sarıca, s. 111.
199
Tocqueville, s. 86.
200
Gönenç, s. 35.
201
Tocqueville, s. 83.

51
Ayrıca demokratik eşitliğin sürdürülmesi için elzem olan bireysel özgürlük bilincinin
içselleştirilmesini sağladığı gibi çoğunluğun despotizminin önüne geçmede hayati rol
oynayan yerel özgürlüklerin de güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Tocqueville sivil
birlikler sayesinde bireylerin sadece kendi özel ve dar kapsamlı çıkarlarını değil, daha genel
çıkarlara da odaklaşabileceğini düşünmektedir ancak gözardı ettiği bir şey vardır ki o da sivil
birliklerin kendi aralarında veya devletle çatışabilmesi olasılığıdır202.

Tocqueville siyasi örgütlerle sivil birlikler arasındaki ilişkiden bahsetmekte,


siyasi örgütlenmenin önüne engeller konulduğu takdirde, halkın kurduğu örgütlerin sayısında
da azalma olduğunu belirtmekte, siyasi örgütlerin halkın yararı için çalışan halk örgütlerini
güçlendirirken, halkın kurduğu örgütlerin de üyelerini daha duyarlı kıldığını ve bununda
siyasi örgütlerin kurulmasını kolaylaştırdığını, politik faaliyetlere, partilere katılımı
özendirdiğini belirtmektedir. Kiliseler, okullar, gazeteler, edebi ya da bilimsel topluluklar,
yayınevleri, ticari birlikler, dinlenme ve boş vakitler için organizasyonlar gibi günlük hayatın
ihtiyaçlarına yönelik olan bu topluluklar, siyasi toplumun oluşmasını da kolaylaştırmaktadır.
Lokaller, jüriler, partiler, kamuoyu v. b. siyasi birlikler ise devlet gücü karşısında vatandaşı
korumak amacıyla faaliyet göstermektedirler203. Tocqueville ayrıca siyasal örgütlenmeler ile
sivil örgütlenmelerin işlevlerinin farklı olduğunu belirtmektedir204.

Tocqueville yurttaşların doğrudan ilişki kurabildiği kurumları, kendine daha


yakın hissettiğini, bu nedenle bireysel katılım ilkesine dayanan kurumların onların gözünde
daha önemli hale geldiğinden söz etmektedir. Ona göre ABD’de siyasi örgütlenme dünyanın
hiçbir ülkesinde olmadığı kadar üst düzeydedir. Tocqueville’in ABD örneğinden yola çıkarak
yaptığı analizlerden aynı zamanda demokrasiden bağımsız olarak düşünülmesi çok da
mümkün olmayan günümüz sivil toplum anlayışını yakaladığını söylemek mümkündür.
Tocqueville’in Amerika’ya yaptığı seyahat ve orada edindiği izlenimler, onun demokratik
toplum anlayışında, sivil toplum örgütlerinin işlevi ve etkinliği konularında yeni bir ufuk
açmıştır. Tocqueville, liberal demokratik sistemlerde siyasete ilgisizliğin neden olduğu
tehlikelerin önüne geçilebilmesi için sivil toplum kurumlarından yararlanılması gerektiğini
vurgulamaktadır. Tocqueville’in bu yaklaşımıyla hükümet dışı örgütlenmelerin siyasal ve

202
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 82.
203
Gönenç, s. 35.
204
Yetiş, “Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum”, s. 21.

52
toplumsal alanlardaki önemini kuramsallaştırdığı tespitinde bulunmak mümkündür.
Tocqueville, Amerika örneği ile sivil toplum ve demokrasi ilişkisini o dönemde gözler önüne
sermektedir205.

Tocqueville dini ve laik topluluk kurma, toplumsallaşma özelliklerini bünyesinde


barındırdığı koşullarda demokrasilerin dengeye kavuşacağı varsayımında bulunmaktadır.
Günümüz koşulları doğrultusunda bu düşünce ele alınacak olursa bir takım tereddütler
kaçınılmaz olacaktır. Bu, yerleşimcilerin tarikat yapılarına dayalı olarak toplumsallaşmaya
ilişkindir. Topluluk kurma yerel, gönüllü üyelik ve üyelerin birlikte çalışmasına dayalıdır ve
biçimsel olarak otorite ilişkilerinden bağımsız ve köken bilincinden ve etnik düşünceden
arınmıştır. Offe, 1960’lı yıllardan bu yana, ABD’deki sosyal bilimcilerin, Tocqueville’in öne
sürdüğü toplumsallaşma sanatının sona erdiğini ortaya koyduğu için Tocqueville’in
düşüncesinin sağlam dayanakları olmadığı tespitinde bulunmaktadır206.

Aristokratik kültürün kök salmadığı Amerika’da liberal kapitalist toplumların


hedefledikleri bir seviyeye ulaştığından söz etmek mümkündür. Avrupa’da radikal bir değer
olarak görülen bireysel haklar, aynı dönemde Amerika’da politik çevrelerde temel bir
dayanak teşkil etmektedir207.

Tocqueville demokrasinin güçlü yönlerini ve eğer var ise kırılgan yönlerini tespit
etmek istemekte, bunun gelecekte diğer toplumları etkilemesinin de kaçınılmaz olduğunu
düşünmektedir. Eşitlik, çoğunluğun hakimiyeti, halk için yönetim, özgürlük gibi
kavramlardan ne anlaşılmakta olduğu ve bu kavramlarla ulaşılması amaçlanan ile toplumun
bu kavramı algılama biçimi, yaşamlarına bu kavramların yansıması ne şekilde olmakta
olduğu şeklindeki sorularına cevap aramaya çalışmaktadır. Fransa’daki sorunları kafasında
netleştirdikten sonra Tocqueville, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gerçeklikle
karşılaştırarak analiz yapacak ve kuramını oluşturacaktır208.

Tocqueville Amerika’da Demokrasi’nin ikinci cildinde, demokrasiyle birlikte


gelen ahlaki prensiplerin yer değiştirmesi, bağlılığa ve kendini adamaya olan inancın
azalması gibi olguları da ele almaktadır. Tocqueville yüzeysel ilişkilerin yaşamımızın bir
205
Tocqueville, s. 83.
206
Offe, s. 41.
207
Samuel Bowles ve Herbert Gintis, Demokrasi ve Kapitalizm, İstanbul: Ayrıntı yayınları, 1996, s. 69.
208
Tocqueville, s. 13.

53
parçası haline geldiğinden söz etmektedir. Buradan yola çıkarak Tocqueville aslında eşitliğin
eğilimlerimiz üzerinde ne kadar etkili olduğunu tespit etmeye çalışmaktadır. Demokratik
toplumların beraberinde getirdiği “bireyselleşme” eğilimiyle birlikte “bağlılığa olan inanç” ın
gücü sarsılmıştır. Tocqueville demokratik toplumlarda yaşayan insanların kendini adama
şeklindeki bağlılığın iyi olduğuna inanmayı durdurduklarını belirtmektedir. Eski çağlarda ise
insanların kendi çıkarlarını unutup daha yüksek ve yüce ahlaki görevlere saygı duyduklarını
ve “ben” duygusundan uzaklaşmanın güzelliğine yoğunlaştıklarını düşünmektedir.
Tocqueville ahlaki prensiplerin yer değiştirmesinin yalnızca “bireyselleşme” ile
açıklanamayacağını, ancak bireyselleşmenin neden olabileceği muhtemel tehlikelerin bertaraf
edilebilmesi için de demokrasilerde dernekler, gazeteler ve özgür hükümetlerin de içinde
bulunduğu yolların etkin kılınması gerektiğini belirtmektedir209.

Tocqueville, “aydınlanmış çıkar” insanların artık ahlaki erdem hakkında


düşünecekleri bir dönüşümün gerçekleştiğini belirtmektedir. Ona göre demokratik
toplumlarda yaşayan insanlar, kendini adama şeklindeki bağlılığın iyi olduğuna inanmayı
durdurmuştur. Tersine daha eski çağlarda insanlar kendi çıkarlarını unutup daha yüksek ve
yüce ahlaki görevlere saygı duymakta ve onlar “ben” duygusundan uzaklaşmanın güzelliğine
ve şanına yoğunlaşmaktadır. Tocqueville “mükemmel” in yerini yararlı ve “ideal” in yerini
gerçek ve geçerli olanın aldığını vurgulamaktadır. Tocqueville modern toplumlarda “yararlı”
kavramına bakış açısının değişmesinin ve insanların düş güçlerinin daralmasının da ahlaki
yer değiştirmeye neden olduğunu belirtmektedir. Tocqueville modern demokratik çağda dini
inançların etkilerinin zayıfladığını görmekte ve bunun da kendini adama keyfiyetinde inanç
kaybına katkı yapan en önemli nokta olduğunu düşünmektedir. Tocqueville eskilerin
özgürlüğüne daha yakın bir anlayış benimsemektedir. Ona göre toplumsal düzen, hem
toplumsal bağa hem de insanın sınırsız isteklerini sınırlayan yasalara saygıdan doğan
yurttaşçı bir yanı olan adalete dayanmalıdır. Yani Tocqueville’in demokrasi anlayışının
dinsel ve yurttaşçı bir yönü olduğunu söylemek mümkündür210.

209
Stauffer, s. 774.
210
Stauffer, s. 772, 775.

54
D. Tocqueville’in Demokraside Eşitliğe Bakışı

Turner’a göre toplum bilimciler, eşitlik hedeflerinin ortaya çıkışını açıklama


noktasında sessiz kalmakla birlikte, siyaset toplum biliminde, eşitlikçi bir toplumun önemi,
demokrasilerdeki eşitliğin doğası tartışma konusu olmuştur. Bu konu özellikle etkili bir
siyasal geleneğin temeli olma noktasında ele alınmıştır. Amerikan siyaset biliminde
eşitlikçiliğin gelişmesi, modern sanayi kapitalizminin dengeli ilerlemesi açısından önem
taşıması nedeniyle de üzerinde durulan bir konu olmuştur. Alışveriş kuramına dayanan,
eşitlik duygusunun kökenine ilişkin önemli tartışmalar da yapılmaktadır. Eşitliğin modern
toplumlar için taşıdığı önem göz önünde bulundurulacak olursa, eşitlik konusunda bu kadar
az araştırma yapılmış olması ve eşitliğin kökenine ilişkin çalışmaların az olması ilginçtir.
Tocqueville, demokrasinin temelinde yatan eşitliğin köklerini araştıran az sayıda yazardan
biri olması nedeniyle hala önemini korumaktadır. Piyasa toplumlarının kişisel özgürlükler ve
toplumsal eşitlik üzerindeki etkisine ilişkin tarih araştırmaları bu konuyu zenginleştirecek
niteliktedir. Doğrudan doğruya eşitlikçilik düşüncesi ve eşitliğin koşullarıyla ilgili
araştırmaların sayısı çok azdır211.

Eşitlik modern, ilerlemeci bir değer bir ilkedir. Modern toplumlarda eşitsizlik
insanların doğal hali olarak kabul görmemektedir. Fransız ve Amerikan devrimlerinden
itibaren eşitlik ilkesi toplumların değişmesinde ve dönüşümüne yönelik toplumsal
hareketlerin temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Feodal sistemlerdeki geleneksel toplum
düzeni hiyerarşiyi, değişmeyen toplumsal konumları şeylerin doğal düzeninin sabit bir
unsuru olarak ele almaktadır. Eşitlik modern bir değer olmanın ötesinde, modernleşme
sürecinin bir ölçüsü olarak ele alınmaktadır. Modernleşme, feodal düzenin tersine, toplumsal
hareketliliği esas almaktadır. Ulusal devletin gelişimi ile birlikte gelişen siyasal eşitlikçilik,
özü gereği modern bir ilkedir212.

Demokrasinin birlikte gerçekleştirmeyi hedeflediği ilkelerden özgürlüğün


olabilecek en iyi noktaya getirilmesi, yine yurttaşlar arasındaki eşitliğin de mümkün olan en
üst seviyede sağlanması ile mümkündür. Yani bu iki kavram varlığı ve gerçekleştirilmesi
birbirine bağımlı olan kavramlardır. Devlet iktidarı sınırlandırıldığı takdirde ve sivil toplum

211
Turner, s. 123.
212
Turner, s. 18.

55
genişletilip uygun bir şekilde dönüştürüldüğü takdirde, bu iki ilkenin hedeflenen noktaya
getirilmesi için kurumsallaştırılması yolunda uygun adımlar atılmış bulunacaktır213.

1776’da, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne “Bütün insanların eşit


yaratıldıklarına, yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri
alınamaz bazı haklar verildiğine inanıyoruz.” yazılmıştır214. 1830’larda Tocqueville, Avrupa’yla
Amerika’yı karşılaştırmakta ve Amerika’nın en önemli özelliğinin vatandaşlarına sağladığı
sosyal eşitlik olduğunu belirtmektedir. Dahl Tocqueville’in, koşulların eşitliğinden
etkilendiğini belirtmekte ve “Bu tanrının bir lütfudur, ilahi bir hükmün bütün özelliklerini taşır,
evrenseldir, eskimez, bütün insan müdahalelerini bertaraf eder, bütün olaylar ve insanlar gelişimine
katkıda bulunur.” şeklindeki sözlerini aktarmaktadır215.

“Her insanın iyiliğinin diğerlerinin iyiliğine özü bakımından eşit olduğunu kabul
etmeliyiz.”. “Hükümet bir karar verirken, o kararın etkileyeceği bütün insanların iyiliğine ve
çıkarlarına aynı derecede özen göstermelidir216.” Bildirgede yer alan bu ifadelere dayanarak
ahlaki bir yargıda bulunulduğu tespitinde bulunmak mümkündür. Bir insanın hayatı,
özgürlüğü ve mutluluğu, başka bir insanın hayatından, özgürlüğünden ve mutluluğundan ne
daha az değerli ne de daha fazla değerlidir. Her insana hayat, özgürlük, mutluluk ve diğer
temel faydalar ve çıkarlar konusunda eşit talepte bulunulduğu varsayılarak davranmak
gerekmektedir. Olması gerekliliğine inanılan bir durum söz konusudur217.

Tocqueville, demokrasinin yaşama geçtiği süreç boyunca bireylerin toplumsal


ve siyasal eşitlik tutkusunu tahrik ettiğini ancak bunun toplumsal ve siyasal özgürlüklerin
güvence altına alınmasıyla aynı anlama gelmediğini vurgulamaktadır. Özellikle sivil
toplumda daha az güçlü olan kesim, eşitlik uğruna olağanüstü bir çaba sarfetmektedir ve
bunun önüne geçilmesi mümkün görünmemektedir218.

Eşitliğin varolmasının ekonomik yaşamdaki etkisi, fakirler ve zenginler


arasındaki yakınlığı ve bunun da beraberinde insanların kendilerinden görece daha iyi

213
Caniklioğlu, s. 48.
214
ABD Bağımsızlık Bildirgesi (14 Temmuz 1776),
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/abihm.org/abd_bagimsizlik.htm. (Erişim Tarihi: 20 Nisan 2016).
215
Dahl, Demokrasi Üstüne, s. 65, 67.
216
ABD Bağımsızlık Bildirgesi.
217
Dahl, Demokrasi Üstüne, s. 68.
218
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), s. 77.

56
durumda olan yurttaşlarla arasındaki farkı kapatma yolunda hırsın baş göstermesine yol
açmaktadır. İnsanlar ya ileri ya da geriye olacak biçimde sürekli hareket halindedir. Bu
gittikçe eşitlik tutkusunu arttırmaktadır. Bunun yanı sıra çalışma ruhu, bireysel iş çıkarları ve
başarma arzusuyla dolu vatandaşlar hem kendilerine hem de birbirlerine daha küçük ölçekte
zorbalık uygulamaktadırlar219.

E. Demokrasilerde Eşitlik Özgürlük İlişkisi

Tocqueville eşitlik ilkesi ile ilgili olarak Amerika yolculuğu sonrası,


gözlemlerine dayanarak tespitlerde bulunmuştur.Bu konuda Tocqueville şu ifadelerde
bulunmaktadır:

“Eşitlik her gün her insana pek çok küçük zevk verir. Eşitliğin çekiciliği her an
hissedilir ve herkesin erişebileceği noktadadır. En soylu kalpler ona karşı duyarsız değildir,
en basit ruhlar ondan büyük zevk alırlar. Eşitliğin yarattığı tutku hem enerjik hem genel
olmalıdır…

Demokratik halkların özgürlük için doğal bir tada sahip olduklarını


düşünüyorum. Özgürlüğü ararlar, onu severler ve ondan uzaklaşmalarından sadece acı
duyarlar. Ama eşitlik için şiddetli, doymaz, sonsuz ve ortadan kaldırılamaz bir tutkuya
sahiptirler. Özgürlük içinde eşitlik isterler ve ona sahip olamazlarsa onu kölelik içinde
isterler. Yoksulluğa, köleliğe, barbarlığa dayanabilirler, fakat aristokrasiye
dayanamazlar220.”

Tocqueville özgürlüğün anarşi doğurma tehlikesi yaratmadığını aksine eşitliğin


ise despotizme yol açabileceğini öne sürmektedir. “Özgürlüğün beraberinde getirdiği kötülükler
bazen hemen ortaya çıkar, herkes görür onları ve herkes az ya da çok duyumsar. Aşırı eşitliğin neden
olduğu kötülükler ise kendisini yavaş yavaş gösterir221.”

Tocqueville özgürlüğün yeni olduğu ölçüde tehlikeli olduğunu çünkü


yurttaşların özgürlüğü tamamlayacak adet ve alışkanlıkları edinmeye fırsatı olmadığını
belirtmektedir. Daha önceki alıştıkları davranışları devam ettirdiklerini belirtmektedir.
Amerika özgürlüğün doğrudan, herhangi bir hazırlık süreci yaşanmadan edinildiği özel bir
durumdu. Avrupa’da halk özgürlük konusunda eğitilmelidir. Amerikalılar eşit olmak yerine
eşit doğmuşlardır. Demokrasiye erişmek için devrimler yapmak zorunda kalmamışlardır.

219
Offe, s. 28.
220
Tocqueville, s. 104.
221
Tocqueville, s. 165.

57
Orada eşitlik politik ve toplumsal bir gerçekliktir. Amerika’da halk demokrasi tarafından
eğitilmektedir. Amerika’da adetlerde yapılan yenilikler dahi düşünce yoluyla paralel
gelişmekte, siyasi bir görev görünümündedir. Avrupa’da ise halkın demokrasi için eğitilmesi
gerekmektedir. Amerika’nın dengeli bir döngü içerisinde, kurumların karşılıklı olarak
güçlendirildiği, bu kurumlar tarafınan yaratılan adet ve alışkanlıklar, görüşlerle ve bu
kurumların doğal yapılar olarak kabul edilmesini sağlamaktadır222.

Tocqueville için koşullarda eşitliğe doğru olan tarihsel süreci kesintiye uğratmak
yani demokrasiye gidişi durdurmak tanrının gücüne karşı gelmekle birdir. “Eşitlik ilkesinin bu
tedrici gelişmesi, ilahi takdirin sonucu idi. Böyle bir gerçeğin bütün özellikleri mevcuttu. Şöyle ki
evrensellik, devamlılık, önlenemezlik ve nihayet bütün olayların ve insanların bu gelişmede rol
oynamaları223”. Demokratik toplumlar yani eşitlikçi düzenler, aristokratik toplumların yani
hiyerarşik düzenlerin yerlerini alacaktır.

Tocqueville harikalar yaşamak açısından hiçbir şeyin özgür olma sanatından


daha verimli olmadığı, ancak özgürlüğün çıraklık döneminden de daha zor hiçbir şeyin
olmadığı konusunda bizi uyarmaktadır. Tocqueville bunun için çok yüksek bedeller ödemek
gerektiğini vurgulamaktadır. Tocqueville, insan karakteristiğinin, demokrasi çağında dahi,
akılcı olmayan bir yol izleyerek, “prototip insan” da birleşme ve uyumu aramakta olduğunu
belirtmektedir. Tocqueville, insanların, bireysel olarak umursamaz sayılabileceklerinin,
ancak toplu olarak manipülasyona açık olduklarının altını çizmektedir224.

Tocqueville demokratik toplumların temel ilkesi olan eşitliğin aşırılıklarına


özgürlük ilkesi ile sınır getirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Tocqueville hem Montesquieu
etkisinde kalan bir düşünür hem de bir sosyolog olarak toplumların özündeki temel
nitelikleri ortaya çıkarmanın yanı sıra buna bu toplumlardaki olası siyasi rejimleri dahil
etmektedir. Demokratik toplumlar ABD’de ya da Almanya’da ya da Fransa’da farklı
nitelikler kazanabilmekte; despotik ya da liberal bir görünüm sergileyebilmektedir225.

Demokratik devrim feodalizm ve mutlak monarşi sistemini tasfiye etmiştir. Bu


gelişmeler sonucunda tüccar, sınai kapitalist ve toplumun ileri gelenleri sahip oldukları

222
Offe, s. 22.
223
Tocqueville, s. 20.
224
James Poulos, “Freedom and Friendship”, National Affairs, No. 22, (Winter 2015), ss.152- 164, s. 153.
225
Aron, s. 184.

58
mülkiyeti kaybetmekten korktukları için, demokratik devrimin gelişmesinden tedirginlik
duymaktadır226.

Tocqueville özgürlüğün monarşilerde sınıf farklılığına bağlı olduğunu


belirtmektedir. Demokratik toplumlarda ise bireyleri eşitlik tutkusunun yönettiğini, özgürlük
içinde bile eşitliği aradıklarını ve eğer buna sahip değillerse kölelik içindeki eşitliği
yeğlediklerini belirtmektedir227.

Tocqueville’in demokratik sistemin felsefi ya da psikolojik boyutlarını


irdelerken göz önünde bulundurduğu ölçütlerin tümü, doğrudan ya da dolaylı olarak eşitlik
ile bağlantılıdır. Demokraside eşitlik ilkesi nedeniyle nicelik niteliğe üstün gelmekte, bu da
yönetimin çoğunlukta kalması sonucunu doğurmaktadır228.

Tocqueville, özgürlük ve eşitliğin demokratik toplumların olmazsa olmaz


koşulları olduğunu, ancak özgürlük ve eşitlik arasında da bir karşıtlık olduğunu
belirtmektedir. Özellikle Amerika’daki gözlemlerine dayanarak, demokrasinin temeli olan
eşitlik koşulunun, yine demokrasinin dayanaklarından olan özgürlüğü fiilen ortadan
kaldırabilirliği üzerinde durmaktadır. Bu noktada eşitlik ve özgürlüğün nasıl
bağdaştırılabileceği sorusuna yanıt bulmaya çalışmaktadır. Bu noktada Tocqueville’e
“eşitlik” ve “özgürlük”ün birbirine karşıt nitelikler barındıran ilkeler olmadığı, aksine
birbirini tamamladıkları noktasında itiraz edilebilmektedir229.

Tocqueville özgürlük kavramından, yasaların koruması altında herkesin güvende


olduğu bir durumu anlamaktadır. Özgür yurttaşlar iktidarın ya da gücün keyfi
uygulamalarıyla karşı karşıya kalmamalıdır. Azınlıklar da bu güvenceden yararlanmalıdır. Bu
beraberinde halkın haklarını kötüye kullanmasını yasaklamayı da getirmelidir. Yurttaşların
bu yasaların oluşturulmasına katkı sağlaması da gerekmektedir. Yönetilenlerin işlerin
idaresinde aldığı pay da siyasal özgürlüğün gerçekleştirilmesinde önemlidir. Ayrıca özgür bir

226
Tocqueville, s. 20.
227
Tocqueville, s. 167.
228
Lipson, s. 52.
229
Öztürk, s. 5.

59
toplumdan söz etmek için özgür insanların oluşturması gerekmektedir. Tocqueville
aristokrasinin özgürlük düşüncesini güçlendirdiğini düşünmektedir230.

Tocqueville’in demokrasi kuramında görülmekte olduğu üzere “eşitlik” kavramı


önemli bir yer tutmaktadır çünkü Tocqueville’in içinde yaşadığı dönem Fransa’sında
aristokrasi ile burjuvazi arasında çatışma hakimdir. Tocqueville’in aristokrasinin hiç gelişme
göstermediği Amerika’daki demokrasiden bu denli etkilenmesi de aslında bu olguya
dayanmaktadır231.

Tocqueville, ancak eşitliğe dayalı bir toplumda özgürlükten söz edilebileceğini


bu nedenle de temel olarak eşitliğin özgürlükten üstün olduğuna inanmaktadır232. Özgürlüğün
ancak koşulların eşitliği sağlandığı takdirde gerçekleşebileceğini belirtmekte ve örnek olarak
Amerika’yı göstermektedir. Tocqueville, Fransız ve Amerikan toplumlarında gözlemler
yaparak “özgürlük” kavramını irdelemekte ve Amerikan toplumunun din anlayışıyla
özgürlük anlayışını birleştirdiği, Fransız toplumunun ise din ile özgürlük arasında
parçalanmış olduğu tespitinde bulunmaktadır. Özgürlüğün Amerika’da yaşamasını mümkün
kılan bu durum aslında Amerikan toplumunun temelinin sonucudur. Buna karşın Fransa’da
kilise ile demokrasi arasında bir karşıtlığın hakim olduğu görülmektedir233.

Tocqueville hem Katoliklik hem de Protestanlık bakımından dinin demokrasinin


oluşumundaki etkisi üzerinde durmaktadır. O, dini, demokrasi için uygun koşulların
doğmasında etkili temel güçlerden biri olarak ele almaktadır234.

Tocqueville’e göre, koşullarda eşitlik ilkesi temeline dayalı demokrasilerde


karşılaşılan en büyük tehlikelerden biri olan bireyselleşmeyle birlikte, toplum siyasal
faaliyetlere olan ilgisini kaybetmekte, gerek kendi gerek diğer bireylerin özgürlüklerine karşı
duyarsız olduğu koşulların doğmasına sebebiyet vermektedir235. Bireyin modern toplumda
teknolojik gelişmeler ve eşitliğin yaygınlaşması gibi nedenlerle giderek atomize olarak
yalnızlaşması, ona göre siyasal demokrasi ve kişi özgürlüklerinin gerçekleşmesinin önünde
önemli bir engel teşkil etmektedir. Amerikan ve Avrupa toplumları bu konularda da yapısal
230
Aron, s. 501.
231
Kahraman, s. 9.
232
Akad ve Dinçkol, s. 171.
233
Touraine, s. 249.
234
Öztürk, s. 6.
235
Göze, s. 300.

60
bakımdan farklılık göstermektedir. Tocqueville, 17. yüzyıl Avrupa ile Amerikan toplumunu,
kişi hak ve özgürlükleri bakımından yaşanan gelişmeler ve toplumsal örgütlenme
biçimlerinin benzer ve farklı yönleri bakımından değerlendirmektedir236. Tocqueville şu
ifadelerde bulunmaktadır:

“Birleşik Devletlere yolculuk yapan bir Avrupalıyı en çok şaşırtan unsur devlet
ya da yöneticinin ortada olmayışıdır. Amerika’da yazılı yasalar vardır ve bunların günlük
uygulamasını izleyebiliriz. Herşey düzen içerisinde gelişir ama yönetici ortalıkta görülmez.
Konuşulan dilin temeli olan dilbilgisi kuralları nasıl düşüncelerimizi anlatmaya yararsa, tüm
toplumlar varlıklarını güvence altına alabilmek için buna benzer kurallara uymalıdırlar. Bu
sözkonusu olmadığında ise, anarşi içine düşerler. Bu yetki birkaç şekilde dağıtılmış olabilir
ama yine de mutlaka bir yerlerde bulunması gereklidir237.”

Tocqueville ABD’deki devrimin yalnızca bağımsızlık arayışından


kaynaklanmadığını, daha çok düşünülerek ulaşılan bir özgürlük seçimi olduğunu dile
getirmektedir. Düzen ve yasa sevgisiyle devrimin anarşi ile işbirliği yapılmaksızın ulaşılan
bir yolu olduğunu belirtmektedir. Buna ek olarak özgür bir ülkede yaşamanın vatandaşın
dilediğini yapmasıyla aynı anlama gelmediğinin tüm vatandaşlarca benimsenen bir kural
teşkil ettiğini dile getirmektedir238. Tocqueville düşüncelerini şu ifadelerle desteklemektedir:

“Tersine birçok ülkeden daha çok toplumsal sorumluluklar yüklenmiştir


Amerikan vatandaşının omuzlarına. Bu ilkeye saldırmak ya da topluma karşı çıkmak hiç
düşünülememiştir. Ama Amerika’da makamı güçlü fakat memuru önemsiz kılmak için yetkiler
bölünmüştür. Bu yöntemle toplum yönetilir ve özgür kılınır. Amerika’da olduğu kadar hiçbir
ülkede yasaların uygulanması bu kadar çok ve çeşitli ellere teslim edilmemiştir. Birleşik
Devletler’de idari gücün yapısı ne hiyerarşik ne de merkeziyetçidir. Dikkat çekmemesinin
nedeni de budur zaten. Güç vardır ama onu simgeleyenler ortada gözükmezler239.”

Resmi idarecilerin, bu gruptan belli kişileri korudukları görülmektedir ancak


bunun sonucunda geriye eşit olmakla birlikte özgürlüğünü yitirmiş bireyler kalmaktadır.
Piyasa güçleri de prototipliği empoze etmekten geri kalmamaktadır. Devlet ve piyasa,
bireyleri, özgür olma sanatına alıştırması gerekirken, bireyleri yanlış doğrultuda eğitmeye
eğilimli olma noktasında birbirlerine bir hayli benzemektedirler. Hem modern devletlerin
hem de piyasaların empoze etmeye çalıştığı, kişisel umursamazlık duygusunu daha da

236
İlyas Doğan, Özgürlükçü ve Totaliter Düşünce Geleneğinde Sivil Toplum, İstanbul: Alfa Yayınları, 2002, s.
87, 90.
237
Tocqueville, s. 53.
238
Tocqueville, s. 53.
239
Tocqueville, s. 53.

61
derinleştiren prototip insan tiplemesi, bizim korku ve telaşın hakim olduğu bir bakış açısıyla
özgürlüğü görmemizi amaçlamaktadır. Tocqueville, eşitlik ilkesinin yol açtığı eğilimlerden
birinin, her bireyin dikkatini yeni fikirlere yöneltmek olduğunu, diğerinin ise, kendi isteğiyle
düşünmeye tamamen son vermek olduğunu belirtmektedir. Bireyler bir yandan ikna
edilirken, diğer yandan, dramatik bir şekilde, seçim yapma yelpazeleri kısıtlanmaktadır. Bu
koşullarda, bireylerin, bu dar hayal alanından çıkıp, bireysel bağımsızlıklarını kazanarak,
özgürce düşünüp, uzun dönemli planlar yapmaları, ve kaynaklarını ve akıllarını zaman
kazandıracak bir biçimde kullanabilmeleri mümkün görünmemektedir. Bunun neticesinde de
bireyler aslında gerçek anlamda varlığını ortaya koyamamaktadır. Bireyler özgür
olamadıkları takdirde politik özgürlük koşullarının sağlanması da mümkün değildir. Bu tür
sınırlarla çevrili iken özgürlüğün kendisi de tehdit altında bulunmaktadır240.

Tocqueville, modern toplumla aristokratik toplumları karşılaştırmakta ve


aristokratik toplumların daha özgürlükçü olduğunu iddia etmektedir. İnsanların doğuştan
belirlenmiş statülere göre, toplumun büyük bir kesiminin siyasetin dışında bulunduğu
toplumsal yapıda belki görece olarak eşitsizliğin hakim olduğunu ancak bireylerin istedikleri
takdirde özgürlüklerini gerçekleştirme konusunda olanaklarının daha çok, bu konuda daha
şanslı sayılabileceklerini belirtmektedir. Bu noktada Tocqueville’in özgürlüğü, eşitlik
olmadan yaşanabileceği gibi, eşitliğin hakim olduğu toplumsal koşullarda da yaşanması
mümkün bir olgu olarak ele aldığını söylemek mümkündür. Tocqueville insanların eşitlik için
büyük bir mücadele vereceklerini belirttikten sonra, insanlar eşitliği elde ettikten sonra
siyasal yabancılaşmayı teşvik edeceğini iddia etmektedir. Bu noktada eşitliğin tarihsel
yolculuğuna daha yeni başlamışken Tocqueville’in bu tespitinin eleştiriye açık olduğunu,
çünkü tarihin ilerleyen sürecinde görülen işçi sınıfı hareketleri, kadın hareketi, anti-
emperyalist mücadeleler, ötekileştirilen grupların kimlik mücadelesi gibi demokrasinin
gelişmesi ve ilerlemesi sürecinde tam aksine olacak gelişmelerin yaşandığını söylemek
mümkündür241.

Tocqueville özgürlüğün eşitlik karşısında, eşitliğin bu denli önem kazanmasıyla


birlikte gözden düşebileceğini, öneminin azalabileceğini belirtmektedir. Tocqueville eşitlik
ve özgürlük arasında var olan ikilemin dengeli bir şekilde etkin kılınması için, eşitliği

240
Poulos, s. 154.
241
Öztürk, s. 5.

62
sağlarken özgürlüğü göz ardı etmemek gerektiğini, insanların uğruna mücadele verdikleri
şeyin yoksulların zenginleri de aşağı çekmesinden geçmediğini, tüm insanların refah içindeki
eşit yaşam için mücadele etmesi gerektiğini ifade etmektedir242. Tocqueville şu ifadelerde
bulunmaktadır:

“Birleşik Devletlerde hür bir ülkede yaşamanın vatandaşın her istediğini


yapmak anlamına gelmediği benimsenmiş bir kuraldır. Tersine bir çok ülkeden daha çok
toplumsal sorumluluklar yüklenmiştir Amerikan vatandaşlarının omuzlarına. Bu ilkeye karşı
çıkmak hiç düşünülmemiştir. Ancak Amerika’da makamı güçlü fakat memuru önemsiz kılmak
için yetkiler bölünmüştür. Bu yöntemle toplum yönetilir ve özgür kılınır. Amerika’da olduğu
kadar hiçbir ülkede yasaların uygulanması çok ve çeşitli ellere teslim edilmemiştir243.”

Tocqueville Birleşik Devletler’de idari oluşumların hiyerarşik ya da merkeziyetçi


bir görünüm sergilemediğini belirtmekte bu nedenle de dikkat çekmediğini dile
getirmektedir. Yani güç hem vardır hem de ortalıkta gözükmemektedir244. Tocqueville
düşüncelerini şu sözleriyle desteklemektedir:

“Amerika toplumun doğal ve sakin büyüme seyrinin gözlenebildiği ve devletin


geleceğinin orijini tarafından nasıl şekillendiğinin açıkça görülebildiği tek ülkedir.
Amerika’nın siyasi ve sosyal durumunu dikketle inceledikten sonra rahatlıkla Amerikan
halkının menşeinin açıklayamayacağı ne bir fikir, ne bir kanun, ne bir gelenek ve hatta ne bir
olay vardır. Birleşik Amerika’nın bugün sahip olduğu topraklara farklı zamanlarda
yerleşmeye gelen göçmenler bir çok açıdan birbirlerinden ayrılan insanlardı amaçları aynı
olmayan bu insanlar kendilerini farklı ilkelerle yönetiyorlardı. Paylaştıkları ortak noktalar
bulunduğu gibi içinde bulundukları durumlar da oldukça benzerlik taşıyordu. İnsanlar
arasındaki en güçlü ve devamlılık arzeden bağ dil bağıdır. Ve göçmenlerin hepsi aynı dili
konuşuyorlardı. Ve aynı halkın mensuplarıydı. Ayrıca Avrupalı çağdaşlarına oranla hak
kavramına ve gerçek hürriyet ilkelerine daha çok vakıftılar. Göçün ilk dönemlerinde özerk
kurumların çekirdeğini teşkil eden yerel idare anlayışı İngilizlerle birlikte kök salmıştı.
İdarede çeşitli vesilelerle yeni dünyaya ard arda gelip yerleşen tüm Avrupalılarında büyük
katkısı vardı245.”

Tocqueville aristokrasinin temelinin toprak mülkiyetine bağlı olduğunu, sadece


ayrıcalıklarla ya da doğumla birlikte hayat bulmadığını belirtmektedir. Bir ulusta aynı
zamanda çok büyük servetlerin ve sefaletin söz konusu olabileceğini ancak eğer bunlar

242
Akad ve Dinçkol, s. 171.
243
Tocqueville, s. 54.
244
Tocqueville, s. 54.
245
Tocqueville, s. 33.

63
topraktan kaynaklanmıyorsa yine aristokrasiden söz edilemeyeceğini dile getirmektedir246.
Tocqueville tüm bunlara ek olarak şu ifadelerde bulunmaktadır:

“Bütün İngiliz kolonileri Amerika’ya ilk yerleşim dönemlerinde benzer aile


yapısına sahipti. Hepsi ana yurtlarındaki aristokratik hürriyetlerinden değil, dünya tarihinin
tam bir örneğini görmediği orta ve aşağı tabaka hürriyetlerinin (burjuva hürriyetlerinin)
gelişmesini görme yazgısında birleşiyorlardı. Bu genel tekdüze tabloda işaret edilmesi
gereken önemli farklılıklar da vardı. Büyük Anglo-Amerikan ailesini şimdiye dek birbirleriyle
tam kaynaşmadan büyüyen biri güneyde, diğeri kuzeyde olan iki ayrı kol olarak ele almak
gerekir. İlk İngiliz kolonisi 1607 yılına Virginia’da oluştu. Bu tarihlerde Avrupa’da hakim
olan tek fikir milli servetin kaynağının altın ve gümüş madenleri olduğu şeklindeydi. Bu
endişe verici kuruntu etkisine aldığı Avrupa ülkelerinde savaşlardan ve kötü yapılmış
kanunlardan daha da çok fakirliğe yol açmış ve Amerika yığınla insanın yok olmasına yol
açmıştı. Virginia’ya gönderilenler beş parasız, maceperest ve karaktersiz altın avcılarıydı. Bu
insanlar üstelik karışık ve kararsız ruh halleriyle genç koloniyi tehlikeye atmış ve gelişmesini
belirsiz hale sokmuşlardır. Esnaf ve çiftçiler daha sonra geldiler. Her ne kadar bunlar bir
öncekilere nazaran ahlaki açıdan daha mazbut insanlar olsalar bile, İngiltere’deki aşağı
sınıfların çok az üstündeydiler. Bu yeni yerleşim lokasyonlarının kurulmasında ne ulu bir
görüş ne de manevi bir kavram rol oynadı. Koloniler daha henüz kurulma aşamasındayken
kölelik yaygınlık kazanmaya başladı247.”

246
Tocqueville, s. 34.
247
Tocqueville, s. 34.

64
III. TOCQUEVİLLE’E GÖRE DEMOKRASİYİ BEKLEYEN OLASI
TEHLİKELER

A. Bireycilik

Tocqueville’e, göre modern demokratik toplumların önündeki tehlikelerden biri


olan bireycilik, demokrasinin beraberinde getirdiği eşitlik eğiliminin beraberinde, insanların
aristokratik toplumlarda görülen bir biçimde birbirleriyle tabiyet bağı kurmadan, yan yana ve
eşit olarak yaşamlarını sürdürmelerine bağlı bir sonuçtur248. Bireycilik insanın içinde
bulunduğu toplumun ve devletin sorunlarına hakim olamayacağını anlaması, toplum içinde
yalnızlaşması ve kendisine yalnızca ailesi ve yakın dostlarından oluşan bir toplum
kurmasıdır. Toplumun ve devletin sorunlarından uzaklaşan yurttaşlar, bireysel özgürlüklerini
de siyasal iktidarın eline bırakmakta ve kendiliğinden kamu yönetiminin kontrolü altına
girmektedirler249.

Tocqueville, vatandaşın vesayet altına alınması ile ilgili olarak şunları


söylemektedir:

“Bütün vatandaşların üstünde, sadece onların refah vasıtalarını temin etmek ve


sağlık durumlarını gözetmekle uğraşan devasa bir vesayet erki yer alır. Bu erk mutlaktır,
ayrıntılara iner, düzenli işler, öngörülüdür ve müşfiktir. Şayet erişkin insan yetiştirme gibi bir
hedef gütseydi, o zaman babalık erkiyle kıyaslanabilirdi: Fakat tam tersine insanları ilelebet
çocukluk halinde tutmaya çalışır. Vatandaşların durumunun iyi olmasına sevinir, ama
bundan başka bir şeye kafa yormamaları şartıyla. Onların sıhhat ve afiyeti için zevkle
çalışır; fakat bu alanda sadece kendisi faal olmak ve tek başına hükmetmek ister.
Vatandaşların güvenliğini sağlar, ihtiyaçlarını öngörüp karşılar, eğlenmelerine fırsat yaratır,
en önemli işlerini yaratır, çalışmalarını sevk ve idare eder, ölümlerinden sonraki durumu
düzenler, miraslarını paylaştırır. Düşünme külfetinden ve yaşama zahmetinden onları
büsbütün kurtaramaz mıdır acaba250?”

Habermas’a göre; Tocqueville, sosyalizmi de, herşeyin devlet eliyle


düzenlenmesini öngören bir eğilim olarak değerlendirmektedir251

248
Doğan, s. 89.
249
Göze, s. 300.
250
Tocqueville, s. 98.
251
Jürgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, 11. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013, s. 248.

65
Devletin sağlık hizmeti, eğitim hizmeti, işsizler için destek sağlama gibi
konularda artan tekeli göz önüne alınacak olursa, sivil toplumun hareket alanının idare
mekanizması tarafından kuşatıldığı görülmektedir252. Tocqueville tüm bu gelişmelerin
demokratik devrimi amacından uzaklaştıracağını, tüm yurttaşlara eşitlik ve özgürlük
sağlamasının bu koşullarda mümkün olmadığını belirtmektedir. Tocqueville bu sorunların
devlet iktidarını veya siyasal kurumları ortadan kaldırmak yoluyla çözülemeyeceğini, eşitlik
ve özgürlüğün birlikte güvenceye alınabilmesi için etkin devlet kurumlarına da ihtiyaç
duyulduğunu vurgulamaktadır253. Aristokratik toplumlarda bir takım ara kurumların
üstlendiği görevleri demokratik toplumlarda devlet üstlenmektedir. Eskiden özel kişilerce
üstlenilen eğitim görevini devlet üstüne almakta, hastane, iş, yoksullara yardım hatta dinle
ilgili sorunlarla da devlet ilgilenir hale gelmektedir254.

Tocqueville, bireylerin farkında olmadan her geçen gün daha çok güçlü merkezi
devlet bürokrasisinin kontrolü altına girmekte olduğunu, bunun önüne geçebilmek için
bireylerin sadece seçimlerde ülkenin sorunlarıyla ilgili katılımda bulunmalarının yeterli
olmayacağını vurgulamaktadır255.

Tocqueville, yurttaşların hiçbir direniş göstermeksizin kamu yönetiminin


kontrolü altına girmekte olduğunu, toplumda meydana gelen aynılaşmanın ve yalnızlaşan
bireyin karşısında güçlenen bürokrasinin, kamuoyunu ve daha farklı yolları da kullanarak,
bireyin kendisine dayatılan yaşamı sorgulamamasını ve temel hak ve özgürlüklerinin
çiğnenmesi tehlikesini beraberinde getirmektedir256.

Tocqueville bireyin modern toplumlarda yaşadığı yabancılaşmayla kapitalizm


olgusu arasındaki ilişkiyi göz ardı etmektedir. Kapitalizm bir sanayi aristokrasisi ve ona
bağımlı olan işçileri yaratmıştır. Bu beraberinde politik özgürlük koşulları bakımından da
tehlikelere gebedir. Ekonomik faaliyetlerin yarattığı toplumsal ortam kişilerin kamusal
yaşamdan kopmasını da beraberinde getirmektedir257.

252
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), s. 78.
253
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), s. 80.
254
Göze, s. 303.
255
Doğan, s. 91.
256
Doğan, s. 89.
257
Öztürk, s. 5.

66
Tocqueville ekonomik alandaki dönüşümle birlikte, Amerika’daki eşitlikçi
piyasa ilişkilerinin, rekabete dayalı işletmelerin artışının, refahın da artmasını sağladığını
belirtmektedir. Avrupa ve Amerika, 11. yüzyıldan beri devam eden sınıflara dayalı ayrıcalıklı
yapının yok olmasına doğru yol almakta ve eşitliğe gitmektedir. Amerika demokratik çağa
erişmiştir ancak Avrupa henüz geçiş çağındadır. Avrupa’da durağan politik gücün aşılması ve
merkezileşmenin kaldırılması gerekmektedir. Demokratik rejimin dengesinin bozulması ve
gerilemesi durumunda anarşiye, despotizme sürüklenme tehlikesi baş gösterecektir.
Tocqueville yeni bir aristokrasinin doğduğunu, bu yeni aristokrasinin ayrıcalıklarının uzun
zamandır uygulanan geleneklerden ve hukuk düzeninden değil, ekonomik eşitsizliklerin
neden olduğunu belirtmektedir. Ortaya çıkan yeni fabrikatör aristokrasinin üyeleri yani
işverenler, işçilerle somut olarak ilgilenmemekte, onlardan yararlanmak için Marx’ın soyut
olarak nitelendirdiği işgücüyle ilgilenmekte ve eskiden varolan aristokrasinin himaye
yükümlülüğünü üstlenmektedir. Tocqueville ortaya çıkan endüstri efendilerinin aristokrasi
doğurduğunu ve bunun da demokratik eşitliği yıkıma uğrattığını düşünmektedir. Tocqueville
ekonomik eşitliğin kendi kendini yıkıma uğratacağı sermaye yoğunlaşmasını görmektedir.
Demokraside yeni sınıflar doğmaktadır258.

Tocqueville insanın doğarken herkese eşit olarak verilen ve zaman aşımına


uğramayacak olan bir hakla doğduğunu, yani, kendinden başkasını ilgilendirmeyen
konularda benzerlerinden bağımsız olarak yaşama ve yaşamını kendi istekleri doğrultusunda
düzenleme hakkına sahip olduğunu dile getirerek, Rousseau gibi, yurttaşların, yurttaşın
yapmasını gerektiren konularda kayıtsız kalmasına ilişkin benzer tedirginliği taşımakta ama
buna ilişkin yorumuna “doğal hakka” değindiği yukarıdaki düşüncelerini eklemlemektedir259.

Tocqueville merkezi bürokratik güç arttıkça, bireyin gitgide güçsüzleşeceğini


ama buna rağmen demokratik çağda bireylerin eşitliğe karşı önüne geçemedikleri tutkularının
bulunduğunu, en ufak bir ayrıcalığa tahammülleri olmadığını ve bu nedenle iktidarın
güçlenmesi karşısında özgürlük bilinçlerini yitirmeleri pahasına devlete sığınacaklarını
belirtmektedir260.

258
Offe, s. 31, 32.
259
Touraine, s. 129.
260
Tocqueville, s. 167.

67
Tocqueville bireylerin merkezileşmiş bürokratik güç karşısında olduğu kadar
toplumun çoğunluğu karşısında da zayıf konumda bulunduğunu ve eğer gerçekten
demokratik bir toplum hayali kuruluyorsa çoğunluk iradesinin birey üzerindeki muhtemel
baskılarının önüne geçilmesinin gerektiğini belirtmektedir261.

Demokratik toplumların bir yönünü oluşturan birecilik, bağlılığa olan inancın


yitiminden birinci derecede sorumludur. Tocqueville bireyciliğin ahlaki bir güç olduğunu
ancak bencillik olmadığını fakat insanları etrafında topladığını belirtmektedir.262
Aydınlanmış çıkarın bir bölümünde buna ek olarak Tocqueville bireyciliğin modern ahlaki
görüşün devamından sorumlu olan en önemli gelişmelerden biri olduğunu ifade etmektedir.
Bireyciliğin ahlaki bozukluğa yol açma gücünün yanı sıra ahlaksızlıkları tanımlama şeklimizi
etkileme özelliği de vardır. Tocqueville hiç değinmese de bireycilik yaşamların
karakteristiğinde göreve verilen önemin azalması ile ilintili gibidir. Arkadaşlar ve aile ile
yakın ilişkiyi sınırlandırarak, bireycilik kişinin kendi zorunluluklarına da bir sınır
getirmektedir. Bireyciliği savunan kişi ailesiyle olan ilişkilerini aynen korumakta ve aile,
onun güçlü bir görev kaynağı olmaktadır. Sosyal ve ekonomik belirginliği büyük ölçüde
azalmış demokratik aile doğal şefkatin öncelikli bir kurumu haline gelmiştir. Ailenin yükü git
gide hafiflemektedir ve onların çoğu da bunun böyle olması gerektiğini yani yük gibi
duyumsanmamasını kendi kendine empoze etmektedir. Kısacası görevler için kendini kurban
etmenin ağırlığı git gide azalmaktadır ve hatta bireysel yaşamda varlığına bile daha az
gereksinim duyulmaktadır263.

Tocqueville Amerika’da Demokrasi’nin özellikle ikinci cildinde demokrasinin


beraberinde getirdiği tehlikelere değinirken, bireyciliğin kamusal yaşamın erdemlerini tahrip
edebileceği tehlikesi üzerinde durmaktadır. Devlet otoritesinin merkezi gücünün artmasıyla
birlikte “özgürlük”ler açısından doğabilecek tehlikelerin önüne geçilebilmesinin yolunun
merkezi hükümet yetkilerinin azaltılmasından geçtiğini vurgulamaktadır264.

261
Tocqueville, s. 234.
262
Tocqueville, s.167.
263
Stauffer, s. 774.
264
Kahraman, s. 28.

68
B. Demokraside Despotizm

Tocqueville 1789 devrimi sonrasında Fransa’da despotik bir demokrasinin


doğduğunu düşünmektedir265. Demokraside despotizm çoğunluğun despotizmi şeklinde
tezahür etmektedir. Yani Tocqueville’in kuramında despotizmin lideri olarak
tanımlanabilecek herhangi bir kişi yoktur. Tanımlı bir kişiliğe bağlı olmayıp, anonimdir.
Çoğunluk iradesi olarak tezahür eden tiranlık esasında temsile dayanmaktadır. Yani “genel
irade” olgusu Tocqueville tarafından yorumlanmaktadır266.

Tocqueville, “Demokratik ülkelerin en çok korkması gereken şey değildir anarşi, en az


korkması gereken şeydir267.” demektedir. Tocqueville, modern toplumlarda bireysel çıkarların
çatışmasından doğan düzensizliklerden değil seçimle gelen devletin despotizminden korkmak
gerektiğini belirtmektedir. Otoriteyi elinde bulunduran siyasal iktidarın kurumları toplumsal
yaşamı temsil etme, koruma ve refahını sağlama adına sivil toplumu hükmü altına
soktuğununun üstünde durmaktadır. Siyasal iktidar sivil toplumu her yönden kuşatmakta,
aynı anda toplumsal yaşamın düzenleyicisi, denetçisi, eğitimcisi, cezalandırıcısı olmakta,
özgürlükleri işlevsiz kılmakta, hayatın her alanına müdahale etmektedir268.

Devlet, çoğunluk ve hatta baskıcı bir hukuk sistemi gibi kamusal tiranlıklar söz
konusu olabilmektedir. Bunlara karşı anarşist bir eğilim olasıdır. Bununla birlikte anonim
şirket veya anarşist ruh gibi özel tiranlıklara duyarsızdır. Halkı ürkek ve gayretli bir hayvan
sürüsüne indirgeyebileceğinden korktuğu için çoğunluğun vesayetçi gücüne karşı tedbirler
alınmaktadır. Ancak Tocqueville’i ürküten düşünce tiranlığı önemsenmemektedir269.

Tocqueville, “Despotluk süreklilik bakımından hiçbir zaman, insanları birbirinden


ayrı tutabildiği zamanda olduğundan daha güvenli olmaz.270”“Yaşamlarını tıka basa doldurdukları
küçük ve değersiz zevkleri elde etmek için sürekli olarak çaba harcayan, tümü eşit ve benzer, sayısız
insanın direnç gösteremediği despotluk271”tan Tocqueville duyduğu tedirginliği dile
getirmektedir. Tocqueville özgürlük düşüncesiyle paralel olarak gelişen soyut “bireysellik”

265
Yetiş, “Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum”, s. 10.
266
Kahraman, s. 13, 14.
267
Tocqueville, s. 251.
268
Tocqueville, s. 99.
269
Barber, s. 140.
270
Tocqueville, s. 169.
271
Tocqueville, s. 265.

69
olgusunun bireyci bir özgürlük anlayışını doğurmakta olduğunu, insanları birbirinden ayrı
tutarak özgür kıldığını, bunun sonucunda da onları sağlıksız bir bağımsızlık içinde
bırakmakta ve daha zorba cemaat biçimleri için hazırlamakta olduğunu belirtmektedir272.

Tocqueville bireysel özgürlüğün “çoğunluğun tiranlığı” diye ifade ettiği


kamuoyunun tehdidi altında olduğunu gözlemlemiştir. Tocqueville eşitlik ilkesinin bireysel
farklılıkları ortadan kaldırdığını belirtmektedir. Tocqueville, “Amerika dışında, aklın gerçek
bağımsızlıktan bu denli uzak, tartışma özgürlüğünün bu denli az olduğu başka bir ülke görmedim273.”
demektedir.

Lipson’un tespitine göre Tocqueville’in “çoğunluğun tiranlığı” olarak ifade ettiği


olgu, John Stuart Mill tarafından da üstünde durulan bir konudur. Mill benzer bir yaklaşımla
bu tehlikeden “kamuoyu biçiminde örgütlenmiş bireysel özgürlükleri tehdit eden
mekanizma” olarak bahsetmektedir. Mill “Özgürlük Üstüne” isimli eserinde bu konuyu ele
almaktadır. Yine Mill “Temsili Hükümet Üzerine Düşünceler” (1861) adlı kitabında da,
Tocqueville’e benzer bir biçimde, demokratik sistemin genel ilkelerini tespit etmeye çalışmış,
bunu yaparken her ülkenin özgül niteliklerinden kaynaklanan ilkeleri tespit etmeye
çalışmıştır. Mill’in demokrasi hakkındaki düşüncelerinin İngiltere örneği etkisi altında
oluştuğu görülmektedir. Özellikle o dönemde İngiltere’deki özel ve entelektüel yaşam
üzerindeki toplumsal ahlaki denetimle, moralistlerle siyasi reformcular, bireysel özgürlükleri
etkisiz kılmaktadır. İki düşünürün izledikleri yöntemin farklı olduğu görülmektedir. Mill
özeli, gerçekliği betimleyerek, genelleme yoluna başvurmakta ve düşüncesini
oluşturmaktayken, Tocqueville soyut, genel yargıları somutlaştırma yoluna giderek sonuca
varmaktadır274.

Tocqueville çoğunluk azınlık ilişkisinden öte, çoğunluğun bireye manevi bir


baskı yapması yani bireyle toplum arasındaki ilişkiye değinmektedir. Tocqueville toplumun
kendi fikir ve teamüllerini zorla kabul ettirme eğiliminden bahsetmektedir. Başka bir deyişle
“toplumsal uymacılık tehlikesinden” söz etmektedir. Tocqueville eşitliğin kişisizlikleştirici
etkilerinden tedirginlik duymaktadır. Onun asıl meselesi “çoğunluk” un bireyler üzerindeki

272
Barber, s. 138.
273
Tocqueville, s. 101.
274
Lipson, s. 53.

70
uymacılık zorlaması ilkesinin meşrulaştırmasıdır. Sözkonusu olan bir tür toplumsal
zorbalıktır ve daha sonra Mill’i de tedirgin eden bir olgudur275.

Geçmişteki hiyerarşi, gelenek, mutlak siyasal iktidar tiranlıklarından bireyi


korumak için haklar ve özgürlüklerle ifade edilen yalıtılmış birey teorisi ortaya atılmıştır. Bu
teori toplumsal ilişkiler düzeninde hayata geçirildiğinde, tiranca bağlılıkların yanında
besleyici bağlılıkları da ortadan kaldırmıştır. Birbirinden uzaklaşan bireyler, iktidara karşı
kendilerini korudukları varsayılan kuramla birlikte, ironik bir şekilde, aslında onları
koruyabilecek en etkili güç olan toplumsal koruma mekanizmasını da ortadan kaldırmıştır276.

Uygulamada, oy hakkının kısıtlanması çoğunluk tiranlığı tehlikesine karşı önlem


olarak sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. 18. yüzyılın başlarında, özellikle İngiltere’de,
toplumun geniş kesimleri için oy hakkı ve siyasal katılım sınırlı olarak sağlanmıştır. O
dönemde bugünkü anlamda demokrasi olarak adlandırılabilecek bir siyasal rejim
bulunmamaktadır277.

Tocqueville federal yapı ve yasalarda yer alan usuli yollar sayesinde,


çoğunluğun, siyasal kararların alınmasında doğabilecek aşırılıkların önüne geçmede önemli
olduğuna değinmektedir. Amerika örneğinden yola çıkarak, yasama çoğunluğunun aldığı
kararların ülke genelinde uygulanması sırasında, yerel idari kurumlara özerklik tanınmasının
da bu noktada önem taşıdığını belirtmektedir. Federal yapı azınlıklar üzerinde, çoğunluğun
olası baskılarını engelleme işlevi görmektedir. Bir başka deyişle bu yolla yasama
çoğunluğunun çıkartmış olduğu yasalara karşı azınlık korunmaktadır. Hukukta bu anlamda
önemli bir mekanizmadır278.

On sekizinci yüzyılın sonlarında, Amerikan Anayasası ile güçler ayrılığı


ilkesinin uygulamaya konulması “çoğunluk tiranlığı” tehlikesine karşı bir çözüm olarak
düşünülmüştür279.

Tocqueville, hiçbir ulusun, Amerikalılar gibi yargı gücünü örgütleyemediğini


belirtmekte, Birleşik Devletler’de yargıcın politikada önemli bir yerinin bulunduğunun altını
275
Sartori, s. 146.
276
Barber, s. 141.
277
Şaylan, s. 171.
278
Doğan, s. 96.
279
Şaylan, s. 170.

71
çizmektedir. Amerika’da, günlük siyasi olaylarda, yargıcın otoritesine başvurulmaktadır.
Amerika’da yargıçlar sadece dava açıldığında karar vermekte ve dava açılmadan
kendiliğinden harekete geçememektedir. Aslında görevi diğer ülkelerdeki yargıçlarla hemen
hemen aynıdır ancak onlardan farklı olarak politik görevi de bulunmaktadır. Bunun nedeni
Amerika’da yargıçların kararlarını yasalara değil, anayasaya dayanarak verme hakkına sahip
olmalarıdır. Yani bir yasa anayasaya aykırıysa, yargıç o yasayı uygulamama hakkına
sahiptir280.

Amerikan mahkemelerinde yargıç yasayı Anayasa’ya aykırı bulduğunda geri


çevirebilmekte olması politik etkiye yol açmaktadır. Benzer davalar artması ve bunun
sonucunda yasanın işe yaramaz bir hale gelmesi durumunda sonraki seçenek ya Anayasayı
değiştirmek ya da yasama organları tarafından anayasanın iptalini gerçekleştirmektir.
Yasalara itiraz ancak ve yalnızca mahkeme yoluyla yapıldığından mahkemelerin sahip
oldukları bu politik gücün kötüye kullanılması da en aza indirgenmiştir281. Tocqueville
düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:

“Amerikan mahkemelerini uygulamaları özgürlük ve kamu düzeni için çok


yararlıdır. Eğer yargıç, yasa koyucuya açıkça ve doğrudan itiraz edebilseydi hem ona karşı
gelmekten korkabilir hem de siyasi partisi uğruna sürekli saldırılara maruz kalırdı. Böylece
yasalar güçlüler tarafından koyulduğunda uyulacak, güçsüzler ise hiç direnemeyecekti. Fakat
Amerikan yargıcı bağımsız olarak ve kendi iradesiyle siyasi arenaya çıkar. Amerika’da
hükümet üyeleri yasaları çiğnediklerinde mahkemelerde cezalandırılabilirler. Kamu
görevlilerinin de mahkemeye karşı sorumlu olmaları hükümeti zayıf düşüren bir unsur
olmamıştır tam tersine Amerikalıların onlara karşı saygısını arttırmıştır. Kamu görevlisine
medyada saldırmak kolaydır ama onu mahkeme önüne çıkartacak kanıtları bulmak çok
güçtür282.”

Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’de, Amerika’daki jüri sistemini hukuki ve


politik bir kurum olarak ayrı ayrı ele almaktadır. Jürinin toplumun geleceğini etkilemesi
bakımından oldukça önemli bir kurum olduğunu belirtmektedir. Jürinin her şeyden önce
politik bir kurum olduğunu belirtmektedir. Jüriyi kurayla seçilen belli sayıda yurttaş
oluşturmaktadır. Jüri kurumu halkı ya da halkın bir bölümünü yargıç düzeyine
yükseltmektedir. Yani yurttaşa ya da bir bölümüne toplumun yönetimini vermektedir. Jüri
yargılama ruhunu tüm yurttaşların düşüncelerine iletmektedir. Bu ruh törelerle birleşince de

280
Tocqueville, s. 64.
281
Tocqueville, s. 66.
282
Tocqueville, s. 67

72
özgür kurumların en sağlıklı hazırlayıcısı olmaktadır. Bu yargı ve hak kavramlarına olan
saygıyı tüm sınıflara aşılamaktadır. Bu iki unsur ortadan kaldırıldığı anda bağımsızlık tutkusu
yıkıcı bir tutkuya dönüşmektedir. Kişilere adaleti uygulamayı öğretmekte ve kişide kendi
yargılanmak istediği şartlarda komşusunu yargılamayı öğrenmektedir. Bu özellikle medeni
kanundan doğan davalara bakan jüri için geçerlidir. Jüri kişiye davranışlarının
sorumluluğundan kaçmayı öğretmekte ve politik erdemlerin onsuz olamayacağı insanca
özgüveni aşılamaktadır. Her yurttaşa bir tür yargıçlık yetkisi vermekte, her bireye topluma
olan sorumluluklarını hissettirmekte ve onları hükümetin işleyişinden sorumlu kılmaktadır.
Bu durum insanların dikkatlerini özel işlerinden başka yöne çekerek ferdi bencilliklerini
toplum yararına kullandırtmaktadır283. Tocqueville bu konu ile ilgili olarak şunları
söylemektedir:

“Jürinin yargıyı biçimlendirme ve kişilerin doğal zekalarını geliştirmede


önemli bir payı vardır. Bence en buyuk yararı da budur. Hatta onu açık ve parasız bir okula
benzetebilirsiniz. Her üyesi toplumun üst sınıfındaki aydın ve iyi eğitilmiş kişilerle ilişki
halindedir. Baronun yardımı ve hakimin önerileri ve hatta partilerin etkileriyle halkın
anlayacağı düzeydeki bir dile indirgenmiş yasalarla içli dışlı olan bir okuldur. Juri adli
mekanizmanın haklarını kısıtlar gibi görünse de gerçekte bu hakları güçlendirir. Başka hiçbir
ülkede hakimler kişilerin ayrıcalıklarını paylaştıkları bu sistemde olduğu kadar güçlü
değildirler. Medeni hukuk davalarında, özellikle de jüri sayesinde Amerikan yargıçları
toplumun en alt kesimlerine bile mesleklerinin ruhunu aşılarlar. Böylelikle kişiyi yönetime en
hızlı biçimde katma yolu olan jüri, kişiye yönetimi en etkili biçimde de öğretmiş olur284.”

Çoğunluk ilkesinin sınırsız olması durumunda “çoğunluk zorbalığı” gündeme


gelecektir. Bu da beraberinde azınlıkların korunması gerekliliğini doğurmaktadır. Ve bu aynı
zamanda anayasal nitelikte bir sorundur. Her şeyden önce sınırlı bir çoğunluk ilkesi
arzulanmaktadır. Ancak bu sorunu sadece hukuki bir mesele olarak basite indirgemek de
doğru değildir. Bu nedenle yetkiler verilirken muhalefet veya azınlık olarak ifade
edilebilecek grubun haklarını ihlal eden bir iktidar çoğunluğunun oluşumunun önüne
geçilerek yalnız hukuki değil, başka mekanizmalar da düşünülmesi gerekmektedir. Çoğunluk
ilkesinin toplumsal zorbalığı meşrulaştırma işlevi görmesi tehlikesi Tocqueville ve Mill’in
birey üzerinde uygulanan bu zorbalıktan dolayı endişeye kapılmalarına yol açmaktadır285.

283
Tocqueville, s. 111.
284
Tocqueville, s. 112.
285
Sartori, s. 148.

73
Kollektif kararların alınması süreci, ne kadar mükemmel usuli yollara
başvurulursa başvurulsun, kimi çıkarların zararına yol açmasının önüne geçilememektedir.
Yani demokratik yollarla faaliyetlerde bulunan çoğunlukların azınlıkların çıkarlarına zarar
vereceği kesindir. Tocqueville çokluğun çıkarlarının azlığın çıkarlarına tercih edilmesi
gerektiği ilkesi ile özgürlükler karşısında mutlak bir engel olmasına karşın kuramını
çoğunluk ilkesi temelinde kurmuştur. O halde, asıl mesele, çoğunluğun azınlıkların temel hak
ve özgürlükleri ile çıkarlarına “haksız” bir biçimde zarar vermesinin önüne geçilmesidir286.
Tocqueville “Hükümdarlar(…) zorbalığı maddeleştirdi; günümüzdeki demokratik cumhuriyetler ise
zorbalığı ruha dönüştürmüşlerdir… despotizm olası en vahşi yolla ruhu hedef alarak bedene
saldırır… ancak demokratik cumhuryetlerde zorbalık böyle ortaya çıkmaz. Zorbalık bedeni aşarak
ruhu hedefler287.” sözleriyle Tocqueville düşüncelerini ifade etmektedir.

Denetim altına alınmış olan ruh korunmasızdır. Cumhuriyetin erdemleri de


yitirilmektedir. Vatandaşlar yalnızca zengin olmayı düşündüklerinden, daha fazla refaha
erişilmesinin herkesin gelişimiyle sıkı sıkıya ilişkili olduğu gerçeğini artık fark
edememektedir. Böylesi vatandaşların sahip oldukları hakların ellerinden alınması
gerekmemekte; onlar isteyerek bu haklardan vazgeçmektedirler. Kendilerini işlerinden
alıkoyduğu gerekçesiyle politik haklarını kullanamaz duruma gelmektedirler. İşleri saydıkları
şeye kendilerini adamak uğruna, farkında olmadan kendilerini köle durumuna
indirgemektedirler. Vatandaşlar politik haklarından giderek vazgeçmekte, kamusal konularda
karar verme gücü aşınmakta, antipolitik eğilimler artmakta, bireyciliğin beslediği
umursamazlık, kamusal sorumlulukların yitirilmesi beraberinde gelmektedir288.

Tocqueville demokratik toplumlarda insanların daha ampirik daha somut ve


pratik olduklarını belirtmektedir. Bu durumun edebiyat, sanat ve soyut düşüncede sığlığa yol
açtığının altını çizmektedir. Ayrıca ona göre demokratik toplumlar fazlasıyla geleceğe
odaklanmış, üyelerine hırsı ve bencilliği telkin eden toplumlardır. Dahası, ona göre,
demokratik toplumun eşitlikçi temeli “erdem”i ortadan kaldırmaktadır. Bunun sebebi ise
kişilerin demokratik toplumlarda ağırbaşlı bir duruşlarının bulunmaması, alelade özel hayat,
günlük sıkıntılar ve küçük çıkarların insanların duygularına hakim olmasıdır. Görünüyor ki

286
Dahl, s. 212.
287
Tocqueville, s. 102.
288
Offe, s. 29.

74
Tocqueville için çoğunluğun tiranlığı sadece politik bir konu değildir, aynı zamanda
entelektüel ve ahlaki bir meseledir. Çoğunluğun tiranlığı, popüler anlayışların kaçınılmaz bir
şekilde kültüre hakimiyet kurmasına yol açmaktadır289.

Amerika’daki demokratik yapı faaliyeti esnasında bu sorunlara ilişkin çare


üretememektedir.Ancak siyasal-anayasal yapı içerisinde demokrasinin yarattığı tahribatı
kontrol altına alacak bir dizi tedbire başvurma olanağı vermektedir. Herşeyden önce,
Amerika’da liberal kurumlar, sağlam bir temele dayalı olarak demokrasiye karşı
konumlanmıştır. Kişiler, sınırları çoğunlukça belirlenen uygulamalara tabi olmak durumunda
bulunmamaktadır. Özel hayatın ve mülkiyet hakkının dokunulmazlığı, bir çok hak çeşidinin
üzerine temellendiği bir olgudur. Bu nedenle, bireyler, çoğunlukla ortak hareket etme baskısı
hissetmeden kendi doğru ve düşüncelerine uygun bir yol çizebilmekte ya da aileleri, yakın
arkadaşları ve ait oldukları cemaatle birlikte kendi özel alanlarında yaşayabilmektedirler.
Çoğunluğun zorbalığına karşı özel hayatın dokunulmazlığı, yerel yönetimler ve federal
yapıya dayalı bir siyasal örgütlenme biçimi tarafından desteklenmektedir. Böylelikle tekil ya
da tikel olan ezebilecek nitelikte bir güç yoğunlaşmasının da önüne geçilmiş olmaktadır290.

Tocqueville despotizm kavramını demokratik olsun olmasın her toplumda


ortaya çıkarabilecek ve ortadan kaldırılması gereken bir kavram olmakla birlikte, yapısal bir
olgu olarak ele almaktadır291.

C. Demokrasilerde Kamuoyu Etkisi

Tocqueville demokrasinin gelişiminde kamuoyu etkisini de gözardı


etmemektedir. Politik bir kavram olarak kamuoyu Fransa’da, 1750’de, Eski Rejim
döneminde, rejime gizli bir muhalefetin söz konusu olduğu dönemde kendini göstermiş, 16.
Louis’in kamuoyuna başvurması ile resmi olarak muhatap alınmıştır. Kamuoyu,
yönetilenlerin taleplerini duyurması ve bu yönde baskı gücü oluşturabilme alanıdır. Bu
aslında yurttaş olmanın sağladığı bir ayrıcalıktır. Vatandaşlık kavramının özellikle o
dönemde, Fransa’da çok daha sık ve daha da geniş bir içerikle kullanılması tesadüf değildir.
Fransız devriminde olgunlaştırılmış bir kavramdır. Jean Bodin de mutlak monarşiyi

289
Tocqueville, s. 136.
290
Öztürk, s. 6.
291
Kahraman, s. 30.

75
savunurken bu kavramdan bahsetmektedir. Kavram ilerleyen süreçte zenginleşmiştir ve 1789
yılına gelindiğinde, vatandaşlık kavramı, ülkede yaşayanların tümünün, siyasal ve hukuksal
anlamda eşitliği ile yurtseverliğini kapsayacak bir şekilde kullanılmaktadır. 1789 yılında Kral
16. Louis dahil herkes “vatandaş” olarak, hak ve ödevler bakımından eşit hale gelmiştir.
1789’da ulusal mecliste vatandaşlığın tanımlanması, her türlü ayrıcalığa son verilmesi,
kilisenin millileştirilmesi, 1790’da yeni “vatandaşlık” kavramının tanımlanması ve
soyluluğun ilgası gibi adımlarla süreç ilerlemiştir. Bu adımların hepsi ulus devlet modelinin
cumhuriyet yönetimiyle yeniden kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Vatandaşlık kavramı yeni bir
siyasal anlam kazanmıştır292.

Tocqueville ve yine onun gibi liberal olan John Stuart Mill gibi düşünürler
kamusallık ilkesi nedeniyle bu süreci desteklemektedirler. Ancak kamusal alanın
genişlemesiyle, temsil gücüne kavuşan bu birbiriyle uzlaşmayan çıkarlar, kamuoyunda
bölünmeler yaratmakta, hakim kanaat doğrultusunda zorlayıcı bir güç olarak var olmaktadır.
Bu durumda kamuoyu özünden uzaklaşmış olmaktadır, çünkü zaten her türlü zorlamanın,
baskının kaldırılması adına yola çıkmış bir düşüncedir293.

Tocqueville kamuoyunun bir eleştiri gücü taşımadığını, daha çok “mutabakat


baskısı” yönü olduğunu vurgulamaktadır:

“Vatandaşlar birbirleriyle uyumlu hale gelip benzeştikçe, her birinde belli bir insana
veya sınıfa körü körüne inanma eğilimi azalır; kitleye inanma eğilimi yükselir ve kamuoyu
giderek daha fazla dünyayı yönetir hale gelir. Kısacası kamuoyu, demokratik halklarda
müstesna bir güce sahiptir. O kendi kanaatlerini ikna yoluyla değil zorla kabul ettirir ve
bireyin aklı üzerinde uygulanan muazzam kitlesel manevi baskı sayesinde yüreklere
baskısını vurur. Birleşik Devletler’de çoğunluk, bir yığın hazır kanaati, bireyin önüne sürme
görevini üstlenmiştir; böylece bireyi kendine özgü bir kanaat oluşturma yükünden kurtarır.
Örneğin felsefi, ahlaki ve siyasal sorunlarda her bir kimsenin kamu oyuna güvenerek gözü
kapalı benimseyeceği bir yığın teori vardır294.”

292
Mehmet Tevfik Özcan, Modern Toplum ve Hukuk Devleti, İstanbul: 12 Levha Yayınları, 2008, s. 126.
293
Habermas, s. 239.
294
Tocqueville, s. 234.

76
Tocqueville kamuoyunu iktidarın gücünün sınırlandırılması bakımından etkileri
bulunmakla birlikte, kamuoyunun kendisinin sınırlandırılması gereken bir güç olduğunu
belirtmektedir295.

Kamusal alan yurttaşların siyasal ve hukuksal katılma taleplerinin


gerçekleştirildiği kanalların toplamıdır. Böylece toplumsal yaşamda varlık
gösterebilmektedirler. Kamusallık modern toplumların doğuşu ve kurumsallaşması süreci
boyunca, kapitalist toplumların doğasının kendiliğinden olarak tanıdığı bir olanaktır.
Toplumda söylemlerin üretilmesi, siyasal faaliyetler, hukuki olanakları etkin olarak
kullanma, toplu olarak toplumsal düzende varlık gösteren tüm faaliyetler kamusallık kavramı
çerçevesinde değerlendirilebilmektedir. Bu durum kapitalizmle birlikte toplumda hareket
halindeki grupların, siyasal ve hukuksal kazanımlar elde edebilmek için, zorunlu olarak
etkinlikte bulunması sonucudur. Bu gruplar toplumda çıkarlarını belirleme ve savunma, kendi
sesini duyurabilme ve kendini anlatabilme, hukuksal alanda varlık gösterebilme gibi
faktörlerin etkisinde bu sürecin gelişmesinde rol almıştırlar296.

Siyasal katılma, toplum üyelerinin siyasal sistem içerisindeki konumları, siyasal


sistem karşısındaki durumları, tutumları, davranışları ile ilgili bir kavramdır. Geniş bir tutum
ve faaliyet alanını kapsamaktadır. Seçimlerde oy kullanmak bu faaliyetlerden yalnızca
biridir297.

Kamusallık, politika ve hukuktan beslenen toplumsal bir mücadele olarak kendi


içinde meşruluk taşımaktadır. İngiltere’de toplumsal sınıf teşkil eden, Fransa’da ulus adına
hareket eden küçük burjuva politik gruplar, kamusal alanda varlık göstermek istemektedir.
Egemen gücün bu politik talepleri geri çevirmek istemesi durumunda, güçlü bir toplumsal
tabanı temsil eden ve yeterince “kamusallaşmış” bir talepse, daha büyük bir gayretle,
toplumsal yaşamı, hayatın her alanı kapsayacak şekilde etki altına almaya çalıştığı
görülmektedir. Özellikle yazılı basının hakim olduğu dönemde bunu etkili bir şekilde
kullandığı dikkat çekmektedir. Fransa’da Eski Rejim, burjuvazinin temsil olanağını
kısıtlayıcı bir politika güttüğü için, kamusallığın oluşumu, teşkilatlanması gizlilik ve sert bir
görünüm kazanmasına yol açmıştır. Gruplar kamusal alanda yer almak için mücadele

295
Habermas, s. 240.
296
Özcan, s. 117.
297
Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, 7. Baskı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1995, s. 131.

77
verirken, politikanın çatışma ve uzlaşma gibi olanaklarını içinde barındıran bir yol
izlemişlerdir. Fransa’da, yüksek burjuvaziyi oluşturan büyük sermaye çevresi krallıkla ittifak
içinde olduğu için, alt ve orta sınıfların başlattığı ayaklanmada monarşiyle uzlaşma yolu
bulmakta zorlandığı görülmektedir. Siyasal talepler doğası gereği ideolojik bir temele dayanır
ve toplumda somut olarak varlık gösteren, politikanın yararcı doğasının gerekli kıldığı
nitelikleri bünyesinde barındıran taleplerin, kamusallıkta dikkate alınabilmesi, sistemin kendi
içinde buna uygun zemin hazırlaması durumunda mümkündür. Siyasal iktidar, bu istemlere
uygun yapılanmaya gitmediği takdirde “devrim” veya “karşı devrim” gibi sonuçların
doğmasına zemin hazırlamış olmaktadır. Kamusal alanda hak taleplerinin nasıl ifade
edileceği, bu taleplerde bulunanların statüsünün ne olacağı bizi “yurttaşlık” meselesine
getirmektedir298.

Fransız Devrimi’yle birlikte kamusal alanın gelişme sürecinin, vatandaşlık, ulus


devlet, toplumun demokratikleşmesi gibi kavramların birbirini etkilemesi doğrultusunda
gelişme gösterdiği görülmektedir. Sivil toplum bir yaşam alanı olarak, kamusallığın varlık
gösterdiği nihai sınırları göstermektedir. Sivil toplum “genel irade”nin hayat bulduğu
kollektif bir oluşumdur. Burjuvazinin doğurduğu liberal kamusallığa alt sınıfların demokratik
nitelik taşıyan katılma talepleri, yine liberalizmin mülkiyet hakkı (kutsal), sözleşme serbestisi
ve devletin ekonomiye sınırlı müdahalesi ilkeleriyle demokrasinin siyasal ve hukuksal eşitlik,
anayasal sistem içerisinde temsili veya doğrudan siyasal katılma yollarıyla tanınmış olan
yurttaşlık hakkının toplumdaki her bireyi kapsaması ve her türlü sorunun çözülmesini
öngörmesi durumunu karşı karşıya getirmektedir. Modern toplumlar kamusal alanı
doğurmakta ve geliştirmektedir. Ancak sistem kendi içinde bir çatışkı barındırmaktadır299.

Mülkiyet hakkının güvence altına alındığı, oligarşik bir politik yapıdan yana
olanlarla, ekonomik ayrıcalıkların olmadığı, demokratik yollarla katılma ve varlığını bu
yöntemle meşrulaştırmayı talep edenlerin dayandığı politik yapı karşı karşıya gelmektedir.
Demokrasinin, alt sınıfların siyasal katılma talepleri üzerine temellendirilmiş bir düşünce

298
Özcan, s. 122, 124.
299
Özcan, s. 127.

78
olduğu ve bu doğrultuda bir iktidar arayışının söz konusu olduğu görülmektedir. Ekonomi
temelli liberalizm ise, sermaye sahipliğine dayalı iktidar özlemi içerisindedir300.

Tocqueville temsili hükümet konusunda Mill’le aynı düşüncelere sahiptir.


Kamuoyu ve kitlelerin gücü ile ilgili olarak şu ifadelerde bulunmaktadır:

“Fakat bana öyle geliyor ki, sıradan vatandaşlar birleştikleri takdirde son derece
zengin, nüfuzlu ve güçlü yapılar, kısacası aristokrat şahsiyetler yaratabilirler. Siyasal, sınai,
ticari hatta bilimsel ya da edebi bir birlik, kültürlü ve güçlü bir vatandaş gibidir; böyle bir
birlik, ne keyfice bir şeye zorlanabilir ne de gizlice baskı altına alınabilir301.”

Demokrasiyle hedeflenen, eşitlik ilkesine dayalı siyasal bir toplum yaratmak ise,
demokrasinin gelişebilmesinin koşullarından olan kamu oylamasının sağlanabilmesi için
siyasal özgürlüğün de tesis edilmesi gerekmektedir302.

Sivil toplumda eşitsizlik, çıkar çatışmaları hakim bulunmaktadır. Tocqueville


demokrasiyle burjuvazinin siyasi ve iktisadi anlamda güçlenmesi arasında paralellik
kurmakta, ancak bu gelişmenin etik sorunları da beraberinde getireceğini düşünmektedir.
Tocqueville ilerleyen süreçle birlikte “fiziksel rahatlığa” ulaşmaya duyulan tutkunun
uyandığını ve insanların çevrelerindeki sorunlara, kamusal süreçlere olan ilgi ve alakalarını
yitirdiklerini, tüm bu gelişmelerin beraberinde “yurttaş” kavramının önemini yitireceği
endişesini taşımaktadır303.

19. yüzyıldaki bir çok liberal gibi Tocqueville de toplumda bir yandan kamusal
eşitliği sağlamaya çalışırken, kişi hakları genişletilirken, diğer yandan mülkiyet haklarının
genişlemesinin, toplumda yeni bir tür istikrarsızlık doğuracağını düşünmektedir. Ona göre
kendi içerisinde çelişkiler taşıyan bir durum sözkonusudur304.

Merkeziyetçi yönetim, yurttaşların katılımını engellemeye dönük bir siyasal


anlayışı yansıtmaktadır. Bu durum kitlesel katılımı gerektiren siyasal- toplumsal hareketlerin
gerçekleştirilmesinde engel teşkil etmektedir. Tocqueville demokratik cumhuriyetin hüküm
sürdüğü Eski Rejim’den yeni dönemde mutlakiyetçi rejimin hakim olduğu dönemden kalan

300
Habermas, s. 244.
301
Tocqueville, s. 105, 106.
302
Özcan, s.170.
303
Bowles ve Gintis, s. 83.
304
Bowles ve Gintis, s. 83.

79
kurumların siyasal katılım olanakları bakımından yetersiz bulunduklarını ifade etmektedir.
Yurttaşların yeni dönemde çıkarcılık temelli bireyselliklerinden kurtulup, kamusal duyarlılık
geliştirebilmelerinin yolunun katılımdan geçtiğini düşünmektedir305.

D. Merkeziyetçilik

Tocqueville demokratik devrimle birlikte tarihin ilerleyen sürecinde yönetimdeki


merkezileşme ile siyasal iktidarın gücünün giderek artarak her şeye etki eder duruma
gelebileceğini düşünmektedir. Demokratik toplumların doğası, Eski Rejim döneminde
varolan geleneksel koruyucu yapıları doğurmaya elverişli olmadığı için, kendiliğinden
merkezi yönetim karşısında örgütlü bir yapı doğuramamaktadır. Hükümetlerin bu etkili
denetimi altında yurttaşların giderek içselleştirdikleri siyasal kayıtsızlık ve yabancılaşma
önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bunun sebebi siyasal iktidarın kurumsal olarak egemen
güç konumunu üst düzeye çıkarmasıdır. Alexis de Tocqueville, Eski Rejim sonrası Fransa’da
biçimlenen demokratik topluma ilişkin kuramında merkeziyetçilik eğilimini, yönetsel ve
hükümette merkeziyetçilik şeklinde iki başlık altına incelemiştir. Amerika’da Demokrasi’de
Tocqueville’in iki farklı merkeziyetçilik biçimine ilişkin ayrıştırması, Kıta Avrupası
toplumsal yapısındaki merkezi iktidar uygulamalarına yönelik kapsamlı bir eleştiri teşkil
etmektedir. Merkeziyetçilik tartışması öncelikle Fransa’nın demokratik devrim sonrasında
bireyselleşme sürecinin siyasal merkeziyetçilikle güçlü bir biçimde eklemlendiği bir tarihsel
dönem olarak ele alınmaktadır. 1789 Fransız Devrimi sonrasında, merkezi iktidar ile tekil
bireyler arasındaki geleneksel aracı kurumların ortadan kaldırılmasıyla, aristokratik toplumda
monarkın aşırı gücü karşısında tampon bölge oluşturan kurumsal yapılar olmaksızın,
yönetsel merkeziyetçiliğin keyfi yönetim anlayışından da beslenerek tehlike taşıyabileceği
öngörülmektedir. Tocqueville’in de demokratik sistemle çelişkili bir biçimde yeni despotizm
biçimlerine ilişkin yaptığı uyarılar, bu varsayımlardan ne denli etkilendiğini ortaya
koymaktadır306.

Tocqueville ısrarla demokratik dönemde yeni despotizm için uygun koşulların


oluşmasına zemin hazırlayan bireyselleşme eğiliminin merkezileşme dinamikleriyle birlikte
değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Tocqueville, merkeziyetçilik kavramının

305
Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, s. 292.
306
Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, s. 279, 305.

80
kurucu özelliklerinden yola çıkarak yaptığı ikili ayrımda hükümette merkezileşme ile ulusal
düzeyde herkesi ilgilendiren yasaların uygulanması ve uluslararası ilişkilerde olduğu gibi
genel çıkarların korunmasıyla ilintili olduğunu belirtirken, yönetimsel merkezileşme
eğiliminin ülkenin belirli bölgeleriyle sınırlı yerel çıkarlarla bağlantılı olarak doğabileceğini
belirtmektedir307.

Genel yasaların uygulanması gibi toplumun tümünün ortak isteği olan çıkarları
yöneten güç bir makam ya da kişinin yönetimine verilmişse, merkeziyetçi hükümet, yerel
çıkarlar bir makamın elinde toplanırsa merkeziyetçi yönetim doğmaktadır. Merkezileşme,
yönetimle ilgili faaliyetler sırasında gücün tek bir kişide, kurumda yoğunlaşmasını ifade
etmektedir. Merkeziyetçi bir hükümetin merkeziyetçi bir yönetimle bütünleşmesi onu
güçlendirirken, kişileri birey olarak güçsüz ve yalnız kılmaktadır. Birey, bu birleşim
karşısında iradesini kullanamaz hale gelmekte ve bu güce boyun eğmektedir308.

1. ABD’de Merkeziyetçilik

ABD’de merkeziyetçilik eğilimi, Kıta Avrupa’sındaki merkeziyetçilikten yapısal


olarak farklılık göstermektedir. Tocqueville’in 1830’larda Amerika ziyaretinde en çok
etkilendiği nokta, bu ülkede yönetsel merkeziyetçiliğin etkilerinin henüz görülmemiş
olmasıdır. Tocqueville, ABD’de bürokratik hiyerarşinin egemen hale gelmesini engelleyen
sürecin hükümette merkezileşmeyi üst noktaya taşıması sonucu etkin bir siyasal sistemin
ortaya çıktığını belirtmektedir. Bunun neticesinde yerel yönetim kurumları hiçbir Avrupa
ülkesinde olmadığı kadar gelişmiş, yurttaşların yerel düzeydeki katılımlarına uygun bir ortam
sağlanmıştır. Amerika, Kıta Avrupa’sındaki ülkelerle kıyaslandığında, siyasal
merkeziyetçiliğin oldukça fazla gelişme gösterdiği buna karşılık yönetsel merkeziyetçiliğin
bulunmadığı özgül bir örnek teşkil etmektedir309.

O dönemde Birleşik Devletler’de merkeziyetçi yönetimde hiyerarşiye dayanan


bir düzen olmayıp, yerel yetki kullanımı Avrupa ülkelerine nazaran çok üst düzeyde
bulunmaktadır. Her eyalette bir yargılama organı ve bir politik otorite vardır. İl ve ilçelerde
çeşitli meclislerin yönetim ve hükümete karışmamaları için yetkileri sınırlandırılmıştır. Her

307
Yetiş, “Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum”, s. 15.
308
Tocqueville, s. 55.
309
Tocqueville, s. 56, 106.

81
eyaletin en yüksek makamı olan eyalet meclisi, çoğunluğun görüşlerini temsil ettiği için,
onun yetkisinin kısıtlanması mümkün değildir. Kendi kararlarını kendi alan bu meclis ayrıca
icra gücünün temsilcisidir, isyanları bastırma görevi de bulunmaktadır310.

Tocqueville yönetsel merkeziyetçiliğin aşırılıklarına karşı çözüm olarak ademi


merkeziyetçi uygulamaları öne çıkarmaktadır. Çünkü ona göre ancak yönetsel yetkilerin
dağıtılması yoluyla siyasal iktidarın aşırı ölçüde bürokratikleşerek toplumsal yaşamın
bütününe nüfuz etmesinin önüne geçebilmek mümkün olacaktır. Aksi durumda yurttaşların
özyönetim yolları kapanacak, siyasal kültürün gelişmesinde önemli rol oynayan dernekleşme
oranında artış olması beklenemeyecektir311.

Tocqueville’in kapitalizm ile merkeziyetçilik ilişkisine değinmediği


görülmektedir. Kapitalist toplumlarda, iktidarın belli ellerde yoğunlaşması ile kar edimi ve
özel mülkiyete dayalı bir görünüm sergilemesi arasında bağlantı kurulabilmektedir. Modern
toplumların sorunlarına değinirken ekonominin bu döneme etkisini ele alışı çok yüzeysel
kalmaktadır312.

Tocqueville’in merkezileşme ve eşitliğin doğurduğu eğilimlerin modern


toplumlarda yaratabileceği olumsuzlukları dile getirmesi liberal bir takım kaygıların doğması
sonucunu doğurmuştur. Tocqueville, yönetsel merkezileşme ve yabancılaşma ile birlikte sivil
toplumun geleceğinin tehlike altına girdiğini belirtmekte, bireylerin gerek kendi gerek diğer
bireylerin özgürlüklerine karşı duyarsız kaldığını belirtmektedir. Aynı zamanda liberal
demokratik devlete doğru ilerleyen süreçte orta ve orta-üstü sınıfların daha fazla halk
katılımına duyduğu endişe hali de sözkonusudur313.

Merkezileşmeyle demokrasi arasında kurulan bağlantı bazı yönlerden


eleştirilebilmektedir. Çin gibi demokratik olmayan bazı ülkelerin merkezileşmiş bir iktidar
yapısı olabileceği gibi, demokrasiyle yönetilmesine karşın tam anlamıyla merkezi olmayan
ülkelerde bulunmaktadır. Yani demokrasinin her koşulda merkezileşmeyle sonuçlanacağını
söylemek çok da mümkün görünmemektedir. İktidarın belli ellerde toplanmasının altında çok

310
Tocqueville, s. 56.
311
Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, s. 306.
312
Öztürk, s. 5.
313
Öztürk, s. 1.

82
farklı sebepler bulunmaktadır. Örneğin kar edinimine ve özel mülkiyete dayalı kapitalist
toplumlarda gücün yoğunlaşmasının asıl kaynağı çok daha farklı olabilmektedir314.

Tocqueville Amerika’ya seyahat eden bir Avrupalının en çok bir devlet veya
yöneticinin ortada olmayışına şaşıracağını belirtmektedir. Amerika’da yöneticilerin ortada
görünmemesine rağmen yazılı yasaların düzen içerisinde uygulandığı görülmektedir.
Tocqueville yaptığı analizde Kıta Avrupasında veya Fransa’da hakim olan “güçlü devlet-
zayıf toplum” modeline karşılık, Amerika’da “güçlü toplum-zayıf devlet” modelinin hüküm
sürdüğü sonucuna varmaktadır. Amerika’nın özgül koşulları böyle bir farklılığın doğmasına
olanak vermektedir. Amerika’da güçlü bir feodal sistemin ve aristokratik toplumun
bulunmayışı, ülkenin jeostratejik konumu, güçlü bir orduya ihtiyaç duyulmaması, yönetsel
ademi merkeziyetçi geleneklerin bulunması ve beraberinde merkezi bürokratik devletin zayıf
bulunması bu koşullardan bazılarıdır315.

Tocqueville Amerika’da yerel özyönetim olanaklarının diğer ülkelerle


karşılaştırıldığında oldukça ileri düzeyde bulunduğuna dikkat çekmektedir. Amerikan
demokrasisinin ilerlemesinde, federal sistemle eklemlenmiş yerel yönetim ve ademi
merkeziyetçilik uygulamalarının öneminin büyük olduğu görülmektedir. Amerika, yerel
faaliyetlerin yürütülmesinde yurttaş katılımına dayanan bir yönetim tarzı benimsemektedir.
Bu durum siyasal hakların ve demokratik kültürün gelişmesini sağlamaktadır. Bu da
beraberinde siyasal nitelik taşımayan kamusal faaliyetlerde de katılımın artmasını ve
derneklerin çoğalmasını kolaylaştırmaktadır. Amerika’da yönetim alanında yetkilerin
devredilmesi uygulaması, hem merkezi hükümetin giderek güçlenmesinin neden olabileceği
tehlikeleri önlemekte hem de yurttaşların katılımıyla yeniden üretilen siyasal kültürün
demokratik yapısını geliştirmektedir. Yurttaşların Fransa’da olduğu gibi günlük hayata ilişkin
en küçük faaliyetlerde bile giderek devlete daha bağımlı hale getirilmesi durumunda
demokratik mekanizmalar işlevsiz kılınmış olmaktadır. Bu nedenle demokratik toplumlarda
merkeziyetçi uygulamalar “kendiliğinden” işlerlik kazanmasına karşılık yerel kurumsal
yapıların güçlendirilmesi ancak bilinçli olarak istenmesi durumunda mümkün olabilecektir316.

314
Öztürk, s. 5.
315
Tocqueville, s. 53, 54.
316
Yetiş, “Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu”, s. 298, 299, 302.

83
Amerika Birleşik Devletleri gibi kiliselerle devletin birbirinden ayrıldığı modern
toplumlarda bile dinsel değerler toplumsal ahlaka dönüşmüştür. Fransa’da benzer nitelikteki
toplumsal ahlak devrimci bir biçim almıştır. Modernleşmenin toplumun kendi
gereksinmelerinden doğmayıp dayatmacı politikalar sonucunda gerçekleştiği İran gibi
yerlerde din siyasi bir propaganda aracı haline gelebilmektedir317.

Tocqueville düzenli seçimlere tabi yasama gücü, ayrı bir yürütme organı ve
bağımsız yargı ile siyasal iktidarın düzenli olarak el değiştirmesine dayalı sistemlerde,
iktidarın merkezileşmesi ve her şeyi kontrol altına almasının önlenebileceğini, yurttaşların
devlet kurumları içerisindeki faaliyetlerinin de demokrasinin gelişmesine olan katkısının
öneminden bahsetmektedir318.

Siyasal yapılanmada güçler ayrılığı ilkesi daha da etkin kılınarak, toplanma


özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi hakların güçlendirilmesi ve günümüzde sivil toplum olarak
adlandırılan gönüllü kuruluşların yaygınlaştırılarak, idarenin keyfiyetçi uygulamalarının
önüne geçmenin mümkün olduğunu belirtmektedir. Toplumun farklı kesimleri, gönüllü
kuruluşlarda toplumun benzer çıkarlarını toplumun çoğunluğu karşısında savunma olanağına
kavuşmakta, böylece demokrasi toplumun alt katmanlarına varıncaya dek yaygınlaşmakta,
bireylerin toplumsal meselelerden uzaklaşmasının önüne geçilmekte ayrıca bireylerin
özgürlük bilincini yitirmemesini sağlamaktadır. O, Amerika örneğinden yola çıkarak,
geleneksel toplum yapısının çözülmesi sonucu doğan boşluğun doldurulması bakımından
sivil toplumun önemine işaret etmektedir319.

Tocqueville ulus devlette demokrasinin siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel


her konuda faaliyet gösteren özerk kuruluşun oluşturulmasını desteklediğini
gözlemlemektedir. Ulus devlet içinde varlığını sürdüren çeşitlilik gösteren çıkar grupları,
çoğulcu siyasal yaşamın doğasının, oydaşmadan çok çatışmaya dayandığı “çoğulculuk”
gerçeği karşısında bunun önüne geçmek şöyle dursun gerekli bir durum olduğu kabul
edilmektedir320.

317
Touraine, s. 249.
318
Keane, Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar), s. 81.
319
Doğan, s. 95.
320
Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, s. 404.

84
2. Ademi Merkeziyetçilik Formülü

Ademi merkeziyetçi yönetim sistemi Amerika’da değişik etkiler doğurmuştur.


Tocquevillece Amerikalılar “sağlam politika” sınırlarının dışına taşmışlardır, çünkü düzen
ikinci sınıf olaylarda bile olsa ulusal bir önem taşıyan konudur. Ülkenin değişik
konumlardaki eyaletlerinin kendilerine özgü yönetici memurları yoktur. Sonuç olarak
eyaletler güvenlik yönetmelikleri çıkartmaya kalkışmamaktadır. Bu kuralların eksikliği
yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Amerika’da Tocqueville’in hayran kaldığı ademi
merkeziyetçiliğin yönetimi değil, politik-siyasi etkileridir. Birleşik Devletler’de ülkenin
çıkarları herkes tarafından ve her yerde göz önünde bulundurulmaktadır. Her yurttaş bu ortak
çıkarlara kendi çıkarıymış gibi sıkıca bağlı bulunmaktadır. Ülkenin şanıyla gurur duyar
kendisinin de payı olduğu ülkesinin başarılarıyla öğünür ve yararlandığı refahta onu mutlu
kılmaktadır321.

Birleşik Devletlere yolculuk yapan bir Avrupalıyı en çok şaşırtan unsur, devlet
ya da yöneticinin ortada olmayışıdır. Amerika’da yazılı yasalar vardır. Ve bunların günlük
uygulamasını izlenebilmektedir. Her şey düzen içerisinde gelişmekte ama yönetici ortalıkta
görünmemektedir. Bir toplumda otoritenin gücünü yok etmenin iki yolu bulunmaktadır.
Birincisi kendi iktidarı içinde mutlak gücü zayıflatma yoludur. Bu, toplumun kendi
savunmasını yasaklamak ya da engellemekle gerçekleştirilmektedir. Otoriteyi bu şekilde
zayıflatmak Avrupa’da özgürlük kazanmak için kullanılan bir yöntemdir. Otoritenin gücünü
yok etmenin ikinci yolu toplumu bazı haklardan yoksun bırakmakla değil yetkilerini değişik
ellere vermekte, memurların sayısını arttırarak ellerine görevlerini yapabilecek kadar güç
vermekle gerçekleştirilmektedir. Bazı uluslarda güçlerin böylesi bir dağılımı anarşiye yol
açabilmektedir. Ancak bu gerçek anarşi değildir. Otorite dağılınca daha az tehlikeli, daha az
karşı konulur bir hale gelmekte ama yıkılmamaktadır322.

Tocqueville, demokrasinin, içinde bulunduğu toplumun özel yapısı ve


geleneklerine göre farklı bir görünüm sergileyeceğini düşünmektedir. Amerika’daki
gözlemlerine dayanarak oluşturduğu demokrasi kuramının temel bazı noktalarda sadece
“demokrasi” ile açıklanamayacağını, Amerika’nın 1830’larda içinde bulunduğu ortamla da

321
Tocqueville, s. 53.
322
Tocqueville, s. 54.

85
bağlantılı olduğunu belirtmektedir. O dönemde Amerika toplumuna hakim psikoloji servet
düşkünlüğü, yenilik hırsı ve sürekli hareketlilik gibi etmenlerin etkisinde kalırken ve
Amerika görece yeni bir toplum iken, daha tutucu, durağan ve uzun geçmişe sahip bir
toplum olan İsviçre’de demokrasinin farklı bir biçim alacağı şüphesizdir323. Tocqueville
siyasal kültürün öncü kuramcıları arasında sayılabilmektedir. Demokratik bir siyasal rejim
için belli özelliklere sahip kültürel altyapı gereklidir. Demokratik bir siyasal rejimin ortaya
çıkıp işleyebilmesi, bazı değer yargılarının ve normların ancak o kültürel çevrede oluşmasına
bağlı sayılmaktadır. Bu noktada Amerikan gerçeğinin önemi vurgulanmaktadır324.

Feodal yapıda olmayan toplumlarda eşit olmak için verilen mücadele geleneği
bulunmamaktadır. Örneğin Fransız, İngiliz devrimlerindeki gibi bir tepki geleneğinden söz
etmek pek mümkün görünmemektedir. Sosyalizmin de böyle bir geleneğe dayalı toplumlarda
görülmesi tesadüf değildir. Sınıfsal kaygılardan doğan bu liberal devrimle Amerika’daki
mülkiyeti elinde bulunduran sınıfların mücadele etmek durumunda kalmadıkları
görülmektedir. Tocqueville’e göre, kişi haklarıyla mülkiyet hakları arasındaki bağlantı, yeni
ortaya çıkmış olan sanayi işçisi de dahil neredeyse herkesin bağımsız bir girişimci gibi
hareket ettiği Amerika’da ve Amerikan modeli doğrultusunda ilerleme kaydeden bir
toplumda, bir yanda demokrasi diğer yanda kapitalizm eğilimi gündeme gelmektedir. Yani,
halk kitlesi, kapitalist düşünceye sahip olarak hareket ederken, kapitalizmde demokratik bir
görünüm sergilemek durumundadır325.

Demokrasilerde devletin sınırlanması ilkesi, temel insan haklarının sağlanması


açısından hayati bir önem taşımaktadır. Demokrasinin bu yüzyılda düşmanı monarşi ya da
oligarşi değil, totaliter devlettir. Bunu önlemenin yolu da devlet gücünün sınırlanmasından
geçmektedir. Geleneksel düzen moderniteyle birlikte, demokrasi ile ya da demokrasiye
rağmen yıkılmıştır. Modernleşme hareketiyle birlikte örgütlenmiş topluluklar dağılmıştır. 18.
yy.’ın sonundan itibaren, Fransız demokrasi anlayışı, Tocqueville’in de analiz ettiği gibi,
egemenlik ve bağımsız yasanın gücü karşısında herkesin eşit olduğu düşüncesini
benimsemiştir326.

323
Lipson, s. 51.
324
Şaylan, s. 289, 295.
325
Bowles ve Gintis, s. 69.
326
Touraine, s. 58, 119.

86
Amerika’da yerel gereksinmeler, yurttaş girişimleriyle karşılanmaktadır.
Tocqueville bu durumdan hayranlıkla söz etmektedir327.

Tocqueville sivil grupların varlığı ve birbirleri arasındaki karşılıklı bağlantıların


sağlanmasında merkezi devlet kurumlarının gerekliliğini yadsımamaktadır. Ancak bu
örgütlenmeler bireysel çıkarların etkili bir şekilde ifade edilmesini sağlamaktadır. Bireylerin
yaşam tarzının zenginleşmesini sağlamayan bir toplumsal ilişkilerden örülü, özel nitelikler
barındıran bir alandır. Bu devletten bağımsız, çoğulcu ve öz örgütlü sivil toplum
demokrasinin var olma koşuludur328. Bu alan demokratik sürecin geliştirilmesine katkıda
bulunmaktadır.

327
Tocqueville, s. 83.
328
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 82.

87
SONUÇ

Tocqueville’in “Amerika’da Demokrasi” çalışması göstermektedir ki


Tocqueville’e göre demokrasi bir yönetim biçimi olmaktan öte, bir yaşam biçimidir,
toplumsal bir olgudur. Vatandaşların sivil örgütler ile siyasi olarak ilgili oldukları örgütlere
aktif katılımı olmaksızın sosyal ve siyasi kurumların demokratik niteliğini sürdürmesi
mümkün değildir. Tocqueville sivil toplumun önemli bir demokratikleşme ve demokratik
kurum oluşturma alanı olduğunu belirtmektedir. O, aristokrasiyi tasfiye eden demokratik
devrimin getirdiği yeni düzende yabancılaşma, siyasi merkeziyetçilik ve bireycilik gibi
istenmeyen sonuçların doğabileceğine dikkat çekmiştir. Ancak sivil toplumdaki enerjinin
açığa çıkartılabildiği bir siyasi kültürde bu olumsuz durumların bertaraf edilebileceğini, bunu
da en iyi şekilde Amerikalıların yaşama geçirdiğini vurgulamaktadır.

Hiyerarşik toplum düzeninden, eşitliğe dayalı düzene geçişle birlikte aristokratik


toplumlarda görülen toplumsal örgütlenme biçimlerinin (kast, zümre, lonca vb. )
temizlenmesiyle özerk bireylerden oluşan bir toplumsal yapı doğmuştur. Böylesi bir toplum
herkesin ailesi ve başkalarından ayrılma eğiliminde olduğu bireyci toplumdur ancak bu
durum bütün yurttaşları eşit bir biçimde güçsüzleştirmektedir. Demokratik dönemde yeni
despotizm biçimlerine uygun toplumsal koşulların oluşmasına zemin hazırlayan bu
bireyselleşme olgusu ele alınırken “merkezileşme” kavramı göz ardı edilmemelidir. Çünkü
yönetsel merkezileşme ve bireyciliğin beraberinde getirdiği siyasal katılımın azalmasıyla
kişiler diğer bireylere olduğu kadar kendi özgürlüklerine karşı da kayıtsız kalmakta sonuç
olarak eşitlikle başlayan süreç siyasal ve toplumsal özgürlükleri tehdit etme tehlikesi
doğurmaktadır. Tocqueville’e göre, kendine özgü koşullarıyla Amerikan toplumu,
demokrasinin tüm boyutlarıyla yaşama geçirildiği bir toplumdur. Tocqueville özgürlükleri
devlete karşı güvence altına almada sosyolojik ve hukuksal özerk yapıların gerekliliğini
ısrarla vurgulamaktadır. İnsan haklarının devlet otoritesi karşısında dokunulmazlığını
sağlamak için örgütlü çoğulcu toplumsal yapının gerekli olduğunu, aksi durumda sosyal
bağlardan kopan birey özgürlüğünü bir yandan çoğunluğun görüşlerini dayatan kamuoyunun
diktatörlüğü diğer yandan devlet bürokrasisi tehdit etmektedir.

Tocqueville Amerika’daki gözlemlerinden yola çıkarak, iktidarın dağıtılmasının


demokratik toplumları geliştireceğini düşünmektedir. Yargılamada jüri sisteminin

88
uygulanması, yerel yönetimler, sivil toplum örgütlenmeleri, federalizm sistemi ve siyasal
alanda ademi merkeziyetçi uygulamalar bunu gerçekleştirmede önemli rol oynamaktadır.

Tocqueville eşitlik ile özgürlük arasındaki gerilimden yola çıkarak demokrasinin


liberal özgür düzen için bir tehdit oluşturduğunu belirtmektedir. 18. ve 19. yüzyıldaki
Montesquieu ve Tocqueville gibi bazı liberal düşünürler merkezi iktidarın siyasi gücü kötüye
kullanma olasılığına karşı sivil toplumu bir güvence olarak görmüşlerdir. Tocqueville devlet
müdahalesinin sivil toplumu yavaş yavaş yok edeceğini düşünmektedir. Tocqueville
analizinde siyasetin devletin tekelinde olmaması gerektiğini, sivil toplumun siyasi toplumu
şekillendirmesi gerektiğini, demokrasinin yaşama geçirilmesinde bu durumun hayati rol
oynadığını ifade etmiştir. Tocqueville gerçek özgürlüğün sağlanabilmesi için merkezi
hükümet yetkilerinin azaltılması ve yerel hükümetlerin güçlendirilmesi gerektiğini
düşünmektedir.

89
KAYNAKÇA

Kitaplar

Akad, Mehmet ve Dinçkol, Bihterin Vural. Genel Kamu Hukuku. 7. Baskı. İstanbul: Der
Yayınevi, 2013.

Akal, Cemal Bali. Devlet Kuramı. 2. Baskı. Ankara: Dost Yayınevi, 2005.

Alatlı, Alev. Batıya Yön Veren Metinler. İstanbul: Kapadokya Meslek Yüksekokulu- Melisa
Matbaacılık, 2010.

Aron, Raymond. Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. 9. Baskı. İstanbul: Kırmızı Yayınları,


2014.

Ateş, Toktamış. Demokrasi. 2. Baskı. Ankara: Ümit Yayıncılık, 1994.

Barber, Benjamin. Güçlü Demokrasi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995.

Bowles, Samuel ve Gintis, Herbert. Demokrasi ve Kapitalizm. İstanbul: Ayrıntı Yayınevi,


1996.

Caniklioğlu, Meltem Dikmen. Sivil Toplum ve Türkiye Demokrasisindeki


İzdüşümleri.Ankara: Seçkin Yayınları, 2007.

Dahl, Robert. Demokrasi ve Eleştirileri. Ankara: Yetkin Basımevi, 1993.

Dahl, Robert. Demokrasi Üstüne. Ankara: Phoenix Yayınevi, 2001.

Doğan, İlyas. Özgürlükçü ve Totaliter Düşünce Geleneğinde Sivil Toplum.İstanbul: Alfa


Yayınevi, 2002.

Erdoğan, Mustafa. Anayasal Demokrasi. 8. Baskı. Ankara: Siyasal Kitabevi, 2010.

Göze, Ayferi. Siyasal Düşünceler Tarihi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları- Fakülteler
Matbaası, 1982.

90
Habermas, Jürgen. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. 11. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları,
2013.

Kapani, Münci. Politika Bilimine Giriş. 7. Baskı. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1995.

Keane, John. Demokrasi ve Sivil Toplum. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994.

Keane, John. Sivil Toplum ve Devlet ( Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar) . İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1993.

Lipson, Leslie. Demokratik Uygarlık. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984.

Offe, Claus. Amerika Üzerine Düşünceler. Ankara: Dost Kitabevi, 2013.

Özcan, Mehmet Tevfik. Modern Toplum ve Hukuk Devleti. İstanbul: 12 Levha Yayınları,
2008.

Samons, Loren J. Demokrasinin Nesi Var? İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013.

Sarıca, Murat. 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi. 7. Baskı. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1996.

Sartori, Giovanni. Demokrasi Teorisine Geri Dönüş. Ankara: Yetkin Yayınevi, 1993.

Şaylan, Gencay. Temsili Liberal Demokrasinin Önlenemez Krizi. Ankara: İmge Yayınları,
2008.

Tanilli, Server. Devlet ve Demokrasi. 2. Baskı. İstanbul: Adam Yayınları, 2001.

Tocqueville, Alexis de. Amerika’da Demokrasi. Ankara: Yetkin Yayınları, 1994.

Touraine, Alain. Demokrasi nedir? 2. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000.

Turner, Bryan. Eşitlik. 4. Baskı. Ankara: Dost Kitabevi, 2013.

Üstel, Füsun. Yurttaşlık ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi, 1999.

91
Makaleler

Dinçkol, Bihterin. Çoğunluk Tiranisine Karşı Bir Çözüm Yolu: Tocqueville’ in Siyasal
Kuramı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Dergisi. Sayı.5,Yıl. 3,2004. ss. 149- 163.

Drescher, Seymour. Demokracy, Civil Society And Antislavery in Tocguevillian Perspective.


Slavery- Abolition. Vol. 35, No. 4, 2014, ss. 593-610.

Gözübüyük Tamer, Mine. Tarihsel Süreçte Sivil Toplum. Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:
27, Sayı. 1, Haziran 2010, ss. 89-105.

Özyurt, Cevat. Tocqueville’ de Demokratik Toplumun Doğası. Muhafazakar Düşünce, Yıl:


3, Sayı: 12, Bahar, 2007. ss. 23-43.

Poulos, James. Freedom and Friendship. National Affairs. No. 22,(Winter2015), ss.152-164.

Stauffer, Dana Jalbert. Tocqueville on the Modern Moral Situaton: Demokracy and the
Decline of Devotion. American Political Science Review, Vol. 108, No. 4,
November, 2014, ss. 772-782.

Yetiş, Mehmet. Tocqueville, Demokratik Devrim ve Sivil Toplum. A. Ü. SBF Matbaası-


Geta Tartışma Metinleri, Kitap No:4761, Cilt. 87, Ekim, 2005, s. 1-29.

Yetiş, Mehmet. Tocqueville ve Merkeziyetçilik Sorunu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler


Fakültesi Dergisi, Cilt. 61,Sayı. 3, 2006, ss. 279-308.

İnternet Kaynakları

ABD Bağımsızlık Bildirgesi (14 Temmuz 1776),


.http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/abihm.org/abd_bagimsizlik.htm. (Erişim
Tarihi: 20 Nisan 2016).

Gönenç, Ayşenur Akpınar. Sivil Toplum Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi. Nisan
2001. http://www.altkitap.net/sivil-toplum/ (Erişim Tarihi: 22 Aralık 2015).

92
Kahraman, Hasan Bülent. “Tocquevilleci Demokrasi, Toplumsal İktidar ve Sivil Toplum
Kaygıları”. 2006. ss. 1-38. research.sabanciuniv.edu/5957/1/tocqueville.doc. (Erişim
Tarihi: 08 Ekim 2015)

Öztürk, Armağan. John Stuart Mill ve Alexis De Tocqueville Felsefelerinde Sivil Özgürlükleri
Koruma Kaygısı Üzerine Notlar. http://armaganozturk.com/akademikyazilar/MILL-
TOCQUEV%DDLLE.pdf . (Erişim Tarihi:12 Ağustos 2015).

93

You might also like