You are on page 1of 7

Türk Kurtuluş Savaşı 

(Osmanlıca: ‫قورتولوش صاواشى‬, romanize: Kurtuluş Savaşı),[a] I. Dünya


Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu'nun İtilaf Devletleri'nce işgali sonucunda Mîsâk-ı
Millî sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için 1919-1922 yılları arasında gerçekleştirilen çok
cepheli siyasi ve askeri mücadeledir. Batı Anadolu'da İtilaf Devletleri'nin harekete geçirdikleri
Yunan ordusuna; güneyde Fransız ordusuna; doğuda Ermenistan'ın kuvvetlerine; İstanbul
rejimine sadık milislere, feodal güçlere ve ayrılıkçılara karşı savaşılmıştır. Bu mücadelenin Batı
Cephesi Yunan millî belleğine "Küçük Asya Felaketi" adıyla kazınmıştır.[63] Savaş sırasında Yunan
ve Ermeni kuvvetleri, bir etnik temizlik harekâtı olarak, Türk halkına karşı katliamlar, yağmalar ve
tecavüzler gerçekleştirmiştir.[64][65][66][67] Savaş, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Yunan ordusu, Megali İdea düşüncesiyle eski Yunan topraklarını birleştirmek ve ayrıca
İtalyanların bölgeyi işgal etmesini önlemek amacıyla 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıktı.[68] Bunun
üzerine Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hoşnut olmayan ve ülkeyi
kurtarmanın yollarını arayan Mustafa Kemal Paşa IX. Ordu Müfettişi sıfatıyla 19 Mayıs 1919'da
Samsun'a çıktı ve yurt çapında topyekûn bir direniş gerçekleştirmek için işe girişti.[69][70] Bu tarihte
Çanakkale ve İstanbul Boğazları ve Trakya İtilaf devletlerinin; Güneydoğu Anadolu ve
Akdeniz'deki Mersin, Adana, Maraş, Antep ve Urfa Fransız; Antalya ve Muğla İtalyan işgali
altındaydı. Ermeniler bir yandan Doğu Anadolu'yu işgal ederken bir yandan da güneydoğudaki
Fransız birlikleriyle işbirliği yapmaktaydı. Benzer bir şekilde Eskişehir, Kütahya, Amasya gibi
kentlerde İngiliz askerleri bulunmaktaydı. İngiliz kabinesi ise, İmparatorluğunun önemli bir kısmı
Müslüman kitleden oluştuğu için, Türkiye'nin parçalanmasının Müslüman coğrafyasında
uyandıracağı huzursuzluğu göz önünde bulundurarak, Anadolu'nun parçalanmasını engellemek
ve İtalya ile Fransa'yı bölgeden uzaklaştırmak amacıyla, Lord Curzon'un önerisi üzerine, 19
Mayıs 1919'da Anadolu ve Boğazlar boyunca bölge üzerinde ABD mandası teklif edilmesine
karar verdi. ABD'nin bu öneriyi değerlendirme süreci sebebiyle barış müzakereleri Şubat 1920'ye
kadar ertelendi. Bu dönemde Mustafa Kemal kongreler düzenleyerek halkı savaşa manen
hazırlamakla ve askerî direnişi örgütlemekle uğraştı. Mustafa Kemal önce halktan oluşturulan
silahlı müfrezelerle işgali yavaşlatmayı ve böylelikle kazanılan zamanla düzenli ordunun
kurulmasını planlamıştı. Kuvâ-yi Milliye ile yapılan gerilla savaşı tekniği güneyde Fransızlara karşı
başarılı olmuştu. Doğu Cephesi'nde ise Kazım Karabekir komutası altındaki XV. Kolordu Ermeni
birliklerine karşı başarı gösteriyordu. Böylelikle Kazım Karabekir komutasındaki ordu Sarıkamış,
Kars ve Gümrü'yü ele geçirdi ve 3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalandı. Batı Cephesi'nde
ise Kuvâ-yi Milliye Milliye birlikleri Yunanları yenebilecek kabiliyette olmasa da onları
oyalamaktaydı.
22 Haziran 1920 tarihinde Yunanların Gediz taarruzu, düzenli ordunun gerekliliğini ortaya koydu.
Bu sırada Yunan Kralı Aleksandros, bir maymun ısırığı sonucu öldü ve Yunanistan'da Elefterios
Venizelos Hükûmeti düştü. Yapılan referandum sonucu ise eski kral Konstantin sürgünden
dönerek tekrar tahtına oturdu. Ve bu ani değişim sonucu olarak Yunanistan tüm itilâf desteğini
kaybetti. Bu gelişme üzerine 9 Aralık 1920'de Mustafa Kemal, Batı Cephesi komutanı Ali Fuat
Cebesoy'u görevinden azletti ve Batı Cephesini sırasıyla Miralay İsmet Bey ve Miralay Refet
Bey tarafından komuta edilmek üzere kuzey ve güney olarak ikiye böldü. 1920 yılının ortalarında
ülke çapında gerçekleşen 18 iç isyanın bastırılması düzenli ordunun üstünlüğünü gösterdi. Ocak
1921'de Konstantin'in emriyle yapılan keşif taarruzu Birinci İnönü Muharebesi'nde durduruldu.
Diğer taraftan İtalya ve Fransa ise I. Dünya Savaşı sırasında düşmanca tavırları olan kralın geri
dönüşü nedeniyle Yunanistan'a karşı Türkiye'yi destekleme kararı alarak Sevr'in gözden
geçirilmesini talep ettiler. Bu talepler sonucu toplanan Londra Konferansı'na Türkiye de davet
edildi ve Ankara Hükûmeti'nin ülke çapındaki otoritesi arttı. Yunanların 23 Şubat 1921'de
başlayan Londra Konferansı'ndan bir yarar sağlayamayacaklarını anlamaları üzerine 23 Mart'ta
başlayan İkinci İnönü Savaşı gerçekleşti. 1 Nisan'da muharebe Türklerin zaferi ile sonuçlandı.
10 Temmuz'da Kütahya-Eskişehir Muharebeleri gerçekleşti. Muharebe sonrası Afyon, Eskişehir
ve Kütahya Yunanların eline geçti ve Türk ordusu Sakarya Nehri'nin doğusuna çekildi. Savaş
sonrası TBMM tahkik heyetinin cepheye gönderilmesi kararlaştırıldı. Meclis heyetinin cepheden
dönüşte verdiği rapor sonrası ordunun teçhizat ihtiyacını karşılayabilmek için Tekalif-i
Milliye emirleri çıkarıldı. Zaferlerini pekiştirmek isteyen Yunanlar, Sevr Antlaşması'nı kabul
ettirmek amacıyla 23 Ağustos'ta taarruza kalktılar. Yunanlar Ankara'ya 50 kilometre kadar
yaklaşsalar da Sakarya Muharebesi onlar için başarısızlıkla sonuçlandı. İtalya, Fransa ve
Rusya'nın Ankara'ya verdikleri destek ve İtilaf Devletleri'nin Kasım 1920'den sonra Yunanistan'a
uyguladıkları ambargo sonucu zaman Türklerin lehine ve Yunanların aleyhine işliyordu. Yunan
birliklerini Anadolu'dan kesin olarak atmak için Mustafa Kemal Paşa 10 ay boyunca askerleri talim
etti ve teçhizat ihtiyacını karşılamak için girişimlerde bulundu. Taarruzun baskın etkisiyle başarıya
ulaşması sağlanacaktı. 26 Ağustos 1922'de taarruz başladı ve 30 Ağustos'ta Başkomutanlık
Meydan Muharebesi gerçekleştirilerek Yunan birlikleri mağlup edildi. Geri çekilen Yunan birlikleri
takip edildi ve Türk ordusu 9 Eylül 1922'de İzmir'e girdi. 18 Eylül itibarıyla Yunanlar Anadolu'dan
tamamıyla silinmişti. Türk ordusu Boğazlar ve İstanbul bölgesine yönelince Çanakkale krizi
denilen süreçte İtilaf kuvvetleri İstanbul'dan çekilmeye başladılar. Bunun üzerine Trakya'daki
Yunan birlikleri de bölgeden çekildi. 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen
biten savaş, 13 Ekim 1921'de imzalanan Kars Antlaşması ile Doğu Cephesi'yle sınırlı olmak
üzere, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile ise topyekûn sona ermiştir.

I. Dünya Savaşı sonrası, Ekim 1918 - Mayıs


1919[değiştir | kaynağı değiştir]
Ayrıca bakınız: I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı cepheleri

I. Dünya Savaşı'na Almanya ile birlikte giren Osmanlı Devleti, Çanakkale Savaşı'ndaki başarılı


savunmaya, Irak'ta Kût'ül-Amâre'de Britanya ordusunu kuşatıp esir almasına ve savaşın son
aylarında Kafkasya Cephesi'ndeki başarılara rağmen savaşın son günlerinde Filistin
Cephesi'nde Edmund Allenby komutasındaki Birleşik Krallık ordularına karşı Nablus Hezimeti'ne
uğramıştı. Yıldırım Orduları Grubunun 18 Eylül 1918'deki bu bozgundan sonra Liman von
Sanders komutanlıktan istifa etmiş ve yerine Padişah tarafından kendisine Yaver-i Fahri Hazret-i
Şehriyarı unvanı da verilen Mustafa Kemal Paşa atanmıştı. Bununla birlikte 1 Ekim 1918'de Şam,
16 Ekim 1918'de Hama ve Humus, 25 Ekim 1918'de de Halep kaybedildi.[71][sayfa belirt]
Suriye cephesinin çöküşü üzerine İttihat ve Terakki hükûmeti 8 Ekim 1918'de istifa etti. Hükûmet
ileri gelenlerinden Talat, Enver ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçtılar. Genel af ilan edilerek,
sürgün ve hapisteki muhaliflerin İstanbul'a dönüşüne izin verildi. 30 Ekim 1918'de
imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı hükûmeti yenilgiyi kabul etti.[72]
Mondros Mütarekesi gereğince İtilaf Devletleri'ne güvenlikleri gereği istedikleri yerleri işgal etme
yetkisi tanınıyordu. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul ve çevresi
henüz Ali İhsan Sabis Paşa komutasındaki Türk birliklerinin idaresindeydi. Ateşkesten sonra
Britanyalılar, Musul ve Zaho'daki sivil Hristiyanların topluca öldürüldüğünü iddia ederek Türk
birliklerinin Musul'u terk etmesini istediler. Ali İhsan Sabis Paşa, bu isteği reddetti
ancak Suriye ve Şam cephesinde Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Yıldırım Orduları grubu
daha fazla kayıp vermemek için Adana'ya kadar çekilmesi neticesinde demiryolu ikmal hatlarının
kesilmesi üzerine ve İstanbul hükûmetinin de bu yolda emir vermesinden sonra Musul'u
bırakıp Nusaybin'e kadar çekildi. Britanya askerleri hiçbir direnişle karşılaşmadan Musul'a girdiler.
İstanbul'dan benzer bir emir Mustafa Kemal Paşa'ya da Çukurova bölgesini terk etmesi için
gelmişse de Mustafa Kemal Paşa, Adana'yı boşaltmamış ve Harbiye Nezaretiyle yaptığı
telgraflaşmalarda emrin kanunsuz olduğunu söyleyerek emre direnmişti. Harbiye Nezareti,
kendisini görevden alıp karargaha çağırdığında ordunun bir kısım silahlarını halka dağıtarak
düşman eline geçmesine mani olmuştu. Bazı silahlar ise, Anadolu'da bir düşman direnişinde
kullanılmak üzere Teşkilat-ı Mahsusa elemanları tarafından daha güvenli olan Doğu Cephesi'ne
taşınmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a dönmesinden sonra Ali Fuat Paşa, emrindeki 20.
Kolordu'yu teçhizatıyla birlikte önce Konya'ya sonra da Ankara'ya getirerek İstiklal Savaşı
hazırlıklarına başladı. Bu sırada Kâzım Karabekir Paşa da emrindeki 15. Kolordu'yu terhis
etmemiş ve Erzurum'da savaşa hazır tutmaktaydı.

İstanbul'un işgali, Kasım 1918[değiştir | kaynağı değiştir]


Ayrıca bakınız: İstanbul'un işgali
Yunan zırhlı "Kilkis" (yanında muhrip Dafni)

İtalyan zırhlı RN Roma (İstanbul, 1918)

1918 yılı sona ererken Osmanlı payitahtı İstanbul ile Çanakkale Boğazı bölgesi 50.000 kadar İtilaf
askeri tarafından işgal edildi.[63] 6 Kasım'da Boğazlar silahsızlandırıldı. 7 Kasım'da işgal
güçleri Çanakkale'den geçti. 13 Kasım 1918 günü, İtilaf Devletlerinin 61 parça harp gemisinden
oluşan bir donanması, mütareke şartlarının kendilerine verdiği yetkiye
dayanarak, İstanbul önlerine gelip demir attılar. Bu donanmada 15 muharebe gemisi,
11 kruvazör, 29 muhrip ve 6 denizaltı gemisi bulunuyordu.[73] Aynı gün Boğazdan 11 harp gemisi
ile Yunanların bir zırhlısı daha giriş yapmış ve toplam gemi sayısı 73'e çıkmıştır.[73] 13
Kasım'da İtilaf filosundan 2.616 Birleşik Krallık, 540 Fransız ve 470 İtalyan askeri olmak üzere
toplam, 3.626 asker İstanbul'a çıkarıldı.[73] 23 Kasım 1918'de Ahmet İzzet Paşa yeni hükûmeti
kurdu. 9 Şubat'ta Hadisat gazetesinde Süleyman Nazif 'Kara Gün' başlıklı bir yazı yazdı. Türk
milletinin böyle bir işgali yaşamadığını ve bunu kaldıramayacağını söyledi. İtilaf Devletleri Türk
halkının tepkisini çekmemek ve işgalin haklılığını kanıtlamak için işgalin geçici olduğunu amacının
Padişahlığı, halifeliği, azınlıkları korumak olduğu; Padişahlık makamının kaldırılmadığını ve
İstanbul'dan verilecek kararların geçerli olduğunu ilan etti.[kaynak belirtilmeli]
Çoğunluğu Britanyalılardan oluşan bir subay grubu ve asker grubu meclisi bastı ve kapattı.
Böylece TBMM açılana kadar halkın sesi kesildi. Milliyetçi ve millî mücadelenin devamını
sağlamak amacını güden milletvekillerini Malta'ya sürgüne gönderdiler. Bu vekillerin bir kısmı
1921'de bir kısmı da 1922-1923 arasında Anadolu'ya döndüler.[kaynak belirtilmeli]

Kuvâ-yi Milliye[değiştir | kaynağı değiştir]


Ana madde: Kuvâ-yi Milliye

Ayrıca bakınız: Bergama Baskını, Malgaç Baskını, Erbeyli Baskını, Erikli Baskını, Tellidede


muharebeleri ve Akbaş Cephaneliği Baskını

İttihat ve Terakki yönetiminin, gizli bir teşkilat olan Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla Anadolu ve


Rumeli'de savaş sonrası bir direniş hareketi örgütlediği anlaşıldı. Direnişin amacı, doğu illerinin
Ermenilere, Ege bölgesinde bazı yerlerin Yunanlara ve Adana yöresinin Fransa kontrolündeki
Suriye'ye verilmesini öngören girişimlere karşı mücadele etmekti. Yanı sıra, savaş yıllarında
çeşitli yöntemlerle önemli servete ve yerel iktidara kavuşan İttihat ve Terakki yanlısı zümrelerin
konumlarının korunması, savaş sırasında sürülen gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının geri
dönmesinin önlenmesi, bundan dolayı çıkabilecek karışıklıklar nedeniyle İtilaf Devletleri'nin olası
müdahalesine karşı konulması amaçlanmaktaydı.[kaynak belirtilmeli]
1919 başlarından itibaren Kuvâ-yi Milliye (millî kuvvetler) adıyla silahlanan bazı gruplar, Ege ve
Karadeniz bölgesinde Rumlara, Güneydoğu'da ise Ermenilere karşı çatışmalara girdiler. Bu
grupların çoğu 50 ila 200 kişilik düzensiz kuvvetlerden oluşmakta ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi
olduğu bilinen kişilerce yönetilmekteydi.[kaynak belirtilmeli]
1919 Şubat ayında İtilaf İşgal Kuvvetleri Yüksek Komutanı Edmund Allenby, Anadolu'da asayişi
sağlamak ve henüz teslim olmamış olan Ali Fuat Paşa komutasında Ankara'daki 20. ve Kâzım
Karabekir Paşa komutasında Erzurum'daki 15. kolorduların teslim olmalarına ikna edilmeleri
amacıyla, Birleşik Krallık ordusunun Suriye cephesinde Türk kuvvetlerini kısa sürede nasıl
yendiğini bilen üst düzey bir Türk komutanının özel yetkilerle donatılarak Anadolu'ya
gönderilmesini önerdi. 15 Mayıs 1919'da "Anafartalar Kahramanı" ve "Yaver-i Fahri Hazret-i
Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri)" Mirliva Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu komutanı ve Anadolu
Genel Müfettişi sıfatıyla, padişah VI. Mehmet Vahdettin tarafından Anadolu'ya gönderildi.[kaynak belirtilmeli]

İzmir'in işgali, Mayıs 1919[değiştir | kaynağı değiştir]


Ayrıca bakınız: İzmir'in İşgali ve Urla Olayları

Yunan işgal kuvvetleri Anadolu'da

İzmir'in işgali düşüncesi 1919'un Şubat ortalarında Yunanistan başbakanı Venizelos'un


önerisiyle, Birleşik Krallık başbakanı Lloyd George tarafından ortaya atıldı. İzmir'in İşgali, I. Dünya
Savaşı sonrasında Paris'te toplanan uluslararası barış konferansının kararıyla ortaya
çıktı. ABD başkanı Wilson bu öneriye önce kesinlikle karşı çıktı; ancak 25 Mart olayında daha
esnek bir tavrı benimsedi. 7 Mayıs'ta Birleşik
Krallık, ABD ve Fransa, Yunanistan donanmasının İzmir'e gönderilmesinde mutabık kaldılar.[kaynak
belirtilmeli]

İzmir'in işgali kansız başladı. Hatta İzmir'in işgalini 1 gün önceden bildiğinden İzmir'deki Osmanlı
ordusuna karşılık vermemesini emretmiştir. Böylece İzmir'deki Osmanlı ordusu hareketsiz kaldı
ve Yunanlara teslim oldu.[kaynak belirtilmeli]
İşgal günü Yunan ordusunun en yaman birlikleri olan evzon askerleri şehirde zafer turu attılar. Bu
zafer turu sırasında Türk subayları sahil şeridine dizdiler. Aziz Nesin bu olayı daha sonra
araştırmalarına dayanarak kitabında anlatacaktı: Bir Türk subayı Evzon askerinin "Zito Venizelos
(Yaşasın Venizelos)" diye bağırmasını istediği halde yapmadığı için öldürüldü. Evzon askerleri
şehri her gezdiklerinde ve subaya geri döndüklerinde bir kez süngüleniyordu. Bu Türk subayı 22
kez süngülendi ve öldürüldü. Yunanlar daha ilk gün birçok Türk asker ve vatandaşı öldürdü.
Böylece işgal daha ilk günde 400 kişiye mâl oldu.[kaynak belirtilmeli]
İzmir'in işgali ile Türk halkında var olan fakat yetersiz komutanlar yüzünden kullanılamayan
mücadele yeteneği tekrar uyandı ve İzmir'deki bir kısım asker istifa ederek Millî Mücadele'ye
katıldı. Aynı zamanda İzmir'de kalan Türkler de işgalin getirdiği huzursuzluğa dayanamadı ve
Anadolu'ya göç etti. Kalmakta ısrar eden Türk ailelerse Yunan askerinin tavırlarına ve yaptıkları
eziyetlere daha fazla dayanamayıp Anadolu'daki millî mücadeleye destek vermek amaçlı olarak
göç ettiler.[kaynak belirtilmeli]
Yunan askerleri telsiz hattı kurulumunda çalışıyor

"Türk asker ve subayları dipçiklenerek, süngülenerek öldürülüyor, üzerilerindeki kıymetli eşyalar


zorla alınıyordu. İşgale karşı boyun eğmiş bulunan Ali Nadir Paşa yerde sürüklenerek
tekmeleniyordu. Türk subayları "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlanıyor, ağır hakaretlere
uğruyorlardı. Bağırmayı reddedenler ise süngüleniyordu. Reddedenlerden Albay Fethi Bey de
süngülenerek öldürüldü. Şehrin diğer yerlerinde de yağma, öldürme ve tecavüz olayları başladı.
Türklere ait evler ve iş yerleri Rumlar tarafından yağmalanıyor, canını, malını, namusunu
korumak isteyen Türkler öldürülüyordu. Bütün bu olaylar "uygar ulusların temsilcilerinin" gözleri
önünde, "uygar devletlerin" izniyle yapılıyordu. Lord Curzon'un 18 Nisan 1919 tarihli bildirisinde
"Selanik kapılarının 5 mil dışında asayişi sağlayamayan Yunanistan'ın Aydın Vilayeti'nde (İzmir o
tarihte Aydın Vilayeti içinde idi.) barış ve güvenlik sağlamakla görevlendirilmesini" uygun
görmediğini açıkladığı Yunanlar ilk gün 400 Türk öldürmüşlerdi. Çevre köy ve kazalardaki
olaylarla bir iki gün içinde 5.000 kadar Türk öldürüldü."[kaynak belirtilmeli]
İzmir kenti ile birlikte Ayvalık, iki kent arasındaki sahil şeridi, Çeşme yarımadası ve Belkahve'ye
kadar İzmir'in hinterlandı da işgal edilmiştir. 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasından
sonra Yunan ordusu İzmir'den harekete geçerek, Sevr Antlaşması ile İtalyan bölgesi olarak kabul
edilen Manisa, Uşak, Denizli, Balıkesir, Bursa şehirlerini de işgal etmiştir. Bu
sebeple Yunanistan ile arasında ihtilaf çıkan İtalya ise bu işgalden sonra Kurtuluş Savaşı
müddetince Ankara hükûmetini desteklemiş ve askeri yardım da yapmıştır.[kaynak belirtilmeli]

Örgütlenme dönemi, Mayıs 1919 - Nisan


1920[değiştir | kaynağı değiştir]

Samsun'da basılan Kurtuluş Savaşı propaganda afişi Halâskârân-ı İslâm


Yunan ordusunun Bandırma'ya girişi

Yörük Ali Efe grubu

Sivas Kongresi delegeleri toplu halde

Paris'te toplanan uluslararası Barış Konferansı, o günlerde açıklanması beklenen Türk Barış
Antlaşmasını, 1919 Mayıs başlarında belirsiz bir geleceğe erteledi. 15 Mayıs'ta Yunan kuvvetleri,
İtilaf Devletleri'nin kararıyla İzmir'i işgal etti. Ulusal bir felaket olarak görülen bu olay, Türkiye
çapında müthiş bir ulusal tepkiye yol açtı. 23 Mayıs'ta Fatih ve Sultanahmet'te Türk siyasi tarihinin
o güne kadarki en büyük kitle gösterileri düzenlendi. Direniş fikri, İttihat ve Terakki yandaşlarının
görüşü olmaktan çıkarak tüm ülke sathına yayıldı.[kaynak belirtilmeli]
21 Haziran'da Mustafa Kemal, Anadolu'daki en önemli askeri birliklerin komutanları olan Kâzım
Karabekir, Refet ve Ali Fuat Paşalar ve Ege bölgesinde asayişi sağlamakla görevlendirilen Rauf
Bey ile Amasya'da buluşarak Amasya Tamimi'ni yayımladı. Bildiri, ulusal bağımsızlığın ancak
ulusun "azim ve iradesi" ile sağlanacağını vurgulayarak, ülke çapında bir direniş hareketinin
işaretini vermekteydi Kâzım Karabekir'in öncülüğünde Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-
yı Hukuk Cemiyeti Kongresi, askeri görevlerinden istifa eden Mustafa Kemal'i kongre başkanı
seçti. Kongre, Doğu illerinin Ermenistan'a verilmesi olasılığına karşı direnme kararı alırken,
Türkiye'nin kalkınması için Amerikan mandası fikrine açık kapı bırakmamaktaydı.[kaynak belirtilmeli]
4 Eylül 1919'da Türkiye'nin her yanından gelen delegelerin katılımıyla Sivas'ta
toplanan kongrede, genel seçimler yapılıp yeni Mebusan Meclisi kuruluncaya kadar İstanbul
hükûmetiyle tüm resmî bağların kesilmesi kararlaştırıldı. Ülke çapında yeni bir idari ve siyasi
örgütlenme kurmak amacıyla bir Heyet-i Temsiliye kuruldu.[kaynak belirtilmeli]
Kasım ayında Adana, Maraş, Antep ve Urfa'nın Fransızlarca işgali üzerine, Heyet-i Temsiliye
tarafından yönlendirilen direniş hareketi başlatıldı. Direniş umulmadık bir hızla başarıya ulaşarak
1920 mayısında Fransızları ateşkese zorladı.[kaynak belirtilmeli]

Osmanlı Meclisi'nin açılması ve Mîsâk-ı Millî, Kasım 1919 - Ocak


1920[değiştir | kaynağı değiştir]
Aralık ayında yapılan genel seçimler sonucunda son Osmanlı Meclis-i Mebusanı (1920) oluştu.
Meclise Anadolu'dan sadece Millî Mücadele yanlısı milletvekili adayları seçildi. İki ayrı ilden
milletvekili seçilen Mustafa Kemal Paşa'nın hakkında çıkartılan tutuklama emri sebebiyle
İstanbul'a gitmemesi üzerine, Sivas Kongresi başkan vekili olan Rauf Orbay Meclis reisliğine
seçildi. 28 Ocak 1920'de Mebusan Meclisi daha sonra Mîsâk-ı Millî adıyla anılan “Ahd-ı Millî
Beyannamesi”ni kabul etti. Beyanname, Mondros Mütarekesi sınırları içinde tam bağımsızlık
sağlanıncaya kadar mücadeleye devam etmeyi öngörmekteydi.[kaynak belirtilmeli]

Osmanlı Meclisi'nin kapatılması, Mart 1920[değiştir | kaynağı değiştir]


16 Mart 1920'de Meclis-i Mebusan da dâhil olduğu halde Babıali ve bütün hükûmet daireleriyle
beraber İstanbul, Britanyalılar tarafından cebren ve resmen işgal edilmiştir. Birleşik Krallık birlikleri
İstanbul'da bulunan, başta Rauf Bey olmak üzere önde gelen Millî Mücadele yanlısı
milletvekillerini tutukladılar. Ayrıca telgrafhaneler de işgal altına alınmış ve resmî makamlar
arasında iletişim imkânı kalmamıştı. Bu şartlara göre, Anadolu, İstanbul ve resmî makamlarla
ortak hareketten mahrum kalmıştı.[kaynak belirtilmeli]
İstanbul'daki olağanüstü hal, ortaya Osmanlı Devleti'nin kimin idaresi ve hangi güçlerin
kanunlarının geçerli olduğu sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu durumda Mustafa Kemal, Temsil
Heyeti'nin başkanı olarak, "Bu hareketin Anadolu'da Osmanlı Kanunlarının yürürlüğünü
engellemeyeceğinden ve her ne şekilde olursa olsun alınacak önlemlere Osmanlı milleti uygarlık
yeteneği özellikle dikkat çekici bulunduğundan kanun dışında hiçbir işlem yapılmaması ve bütün
görevlerin özenle yapılması hayatımızın gereklerindendir" diye genelge yayınlamıştır.[74]
Bunun üzerine Meclis 18 Mart 1920 tarihinde toplanarak kendini feshettiğini açıkladı. Meclisin
kendini feshettiği açıklaması padişahın 11 Nisan 1920'de ikinci meşrutiyetin sona erdiğini
açıklaması ile bir başka Meclis oluşturma yolunu kapatmıştır. Aynı gün Şeyhülislâm Dürrizâde
Abdullah'ın, Padişah ve Halife kuvvetleri dışındaki millî kuvvetleri kâfir ilan eden ve katlinin vacip
olduğunu bildiren fetvası Takvim-i Vekayi'de yayınlandı. Padişah Osmanlı Devleti'nin tarihinde bir
bölümü kapatmayı amaçlamış ve kendi otoritesi dışında bulunan bütün güçlerin (millî kuvvetleri)
devlet karşıtı olduğunu ilan etmiştir. Padişah ve atadığı hükûmetler Osmanlı devletinin idaresine
tek otorite durumuna gelmişlerdi.[kaynak belirtilmeli]

You might also like