Professional Documents
Culture Documents
trd122-13 Unite
trd122-13 Unite
trd122-13 Unite
i
ATASÖZÜ VE DEYİM
Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük’te atasözü, “Uzun deneme ve gözlemlere
dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, deme, mesel, sav, darbımesel.”
olarak tanımlanmaktadır. Eski Türkçede atasözü tabiri “sav, mesel, söz, haber, mesaj, nutuk, şey”
anlamına gelen sab>sav kelimesiyle karşılanmıştır.
Atasözlerinin bir görünen, bir de zihne aktarılmak suretiyle elde edilen ikinci bir anlamı vardır ve
önemli olan bu ikinci anlamdır. Atasözleri ders vermeye, yol göstermeye çalışır, bazı gelenek ve
inanışlar atasözü vasıtasıyla aktarılır. Kısa, özlü, kalıplaşmış hüküm bildiren cümleler; nazım, nazım-
nesir veya nesir şeklinde olabilir. Teşbih, mecaz, kinaye, tezat gibi söz sanatlarından yararlanılır.
Genellikle geniş zamanlı fiillerle oluşturulan atasözlerinin en büyük özelliği hiçbir kelimesinin
değiştirilememesidir.
Örnek:
Akar su çukurunu kendi kazar.
Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar.
Sabır ile koruk helva olur, dut yaprağı atlas.
Çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane gelecek yıl çıkmış.
Deyim, Türkçe Sözlük’te “Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir
anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir.” olarak tanımlanır. Deyimler asıl anlamlarından
uzaklaşmış kalıplaşmış sözlerdir. İki veya daha çok sözcükten oluşan deyimler, isim sıfat,
zarf; basit veya birleşik fiil görünümündedir. Soyut kavramları açıklamak için somut
kavramlara başvururlar. Çoğu mastar hâlindedir, çekime giren deyimler de vardır.
Deyimlerdeki hayaller çoğu kez mantıksız ve abartılıdır, deyimlerde süslü, boş sözler de
dikkat çeker: Balık kavağa çıktığı zaman, kel başa şimşir tarak, dam üstünde saksağan vur
beline kazamayı gibi.
1
Örnek:
Damda deve aramak.
Çalı dibinde mahkeme görmek.
Böyle tikinin böyle kuyruğu olur.
Mercimeği yemez çömleği bahane eder.
Ateş pahasına
Kanuni Sultan Süleyman Halkalı’da maiyetiyle birlikte avlanırken yağmura tutulur. Bir
köylünün evine sığınır. Ev sahibi ocakta ateş yakıp misafirlerinin elbiselerini kurutmaya
çalışır. Durumdan memnun olan padişah nedimlerinden birine “Şu ateş şimdi bin altın eder.”
demiş. Bu sözü köylü işitmiş. Ertesi gün padişah borcunu sorunca ev sahibi bin bir altın
demiş. Kanuni irkilmiş ve sebebini sormuş. Köylü, “Ateşe bin altın takdir etmiştiniz, bir altın
da konak ücreti.” demiş. Padişah parayı vermiş, ama bu hadiseyi unutamamış. Bir malın çok
pahalı olduğunu görünce vakayı hatırlar “ateş pahasına” deyip dururmuş.
BİLMECE
Türkçe Sözlük’te bilmece, “Bir şeyin adını anmadan niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne
olduğunu bulmayı dinleyene veya okuyana bırakan oyun, muamma.” şeklinde tanımlanmaktadır.
Diğer türler gibi çok eski bir geçmişi olan bilmeceler, vakit geçirmek, eğlenmek, devlet adamları
arasında gizli haber ulaştırmak, bilgide, zekâda, hafızada üstünlük göstermek gibi amaçlarla söylenir
ve yazılır. Bilmeceleri anonim veya ferdi eser olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
Söyleyeni belli olmayan anonim bilmeceler, manzum ve mensur olmak üzere iki türdür. Manzum
bilmeceler, vezin, kafiye ve nazım özelliği gösteren; mensur bilmeceler ise konuşulduğu gibi düz
cümle hâlinde oluşturulan çoğu zaman seci karakteri gösteren ürünlerdir.
Ferdi bilmeceler, belli şair ve yazarlar tarafından söylenen ve yazılan edebiyat mahsullerdir. Saz
şairlerinin hece vezniyle oluşturduğu bilmecelerin yanında muamma, lugaz adı verilen divan
edebiyatında meydana getirilen bilmeceler de vardır.
Bilmeceler, bir usulle sorulur. Öncelikle bilmece sorulan kişiye düşünme payı bırakılır. Bilmece
soran kişi isterse karşısındakine “Canlı mı, cansız mı?”, “Yenir mi yenmez mi?” gibi sorular
sordurabilir. Bilmeceyi soran kişi nazla “Evet veya hayır.” der. Bilmece çözülemezse pazarlık başlar,
bilmeceyi soran karşısındakinden şehir veya memleket ister. Genellikle, İstanbul, İzmir, Ankara gibi
büyük şehirler verilir ve sonunda bilmecenin cevabı açıklanır.
Bilmecelerin çözümleri kolay ve zor olmak üzere ikiye ayrılır. Aklın kabul etmediği manasız ve
zevksiz cevaplara da katlanmak gerekir.
2
Örnek:
Buradan vurdum kılıcı
Halep’ten çıktı ucu (Şimşek)
İstanbul’da bir tane, İzmir’de iki tane, Ankara’da hiç yok. (İ harfi)
Lamba düştü “is” dedi, tabak düştü “tan” dedi, annem bana “bul” dedi. (İstanbul)
Mezarım ilk önce Söğüt’te idi, Bursa’ya taşıdılar mezarımı. Bilin bakalım ben kimim? (Osman
Gazi)
Dizârî’den muamma
Bir muamma yaptı Âşık Dizârî
Bu dünyada yoktur onun ayarı
Birdir burnu yüzdür gözü dört kulağı
Çevrilmiştir kenarı
Diri iken gezer idi köyleri
Öldü ama gene gezer yerleri (Çarık)
FIKRA
Temelinde az çok nükte, mizah, yergi bulunan, genellikle gerçek olaylardan hareket ederek bu
olaylardan ders çıkarmayı hedefleyen, sözlü, kısa, mensur hikâyeciklerdir. Her türlü olay, düşünce ve
davranış farklılıklarından doğan çatışmalar, kusurlar, gülünçlükler fıkranın konusunu oluşturur.
Başlangıçta kişisel özellikler taşıyan, zamanla anonimleşen fıkralar, sade bir dille yazılır; giriş,
gelişme, sonuç bölümlerini ve tezle karşı tezi iç içe bulundurur.
Güldürürken düşündüren, eğiten, konuşmaya canlılık ve renk katan fıkralar, genellikle zamana,
mekâna bağlı kalmadan anlatılır. Fıkraların temel taşı insandır. İnsanlar, asli ve yardımcı tipler olarak
iki kolda sınıflandırılabilir. Asli tipler sabittir, karakterlerini muhafaza eder. “Nasrettin Hoca, İncili
Çavuş, Bekri Mustafa, Esenpulat, Kemine, Ahmet Akay, Aldarköse, Neyzen Tevfik” asli tiplerdir.
Ayrıca “Mevlevi, Bektaşi, Tahtacı, Köylü” gibi zümre, “Yahudi, Rum, Ermeni” gibi azınlık,
“Karadenizli, Kayserili” gibi bölge sınıflandırmaları yanında “deli, bakkal, cimri” fıkralarına da
rastlanır.
3
Örnek:
Nasrettin Hoca fıkraları
Nasrettin Hoca’ya bir gün sormuşlar: “Cenazenin arkasından mı gitmek yoksa önünden mi gitmek,
solundan mı yoksa sağından mı gitmek daha sevap?” demişler.
Hoca şöyle cevap vermiş: “İçinde gitmeyin de neresinde giderseniz gidin.” demiş.
Hoca’ya senin hanım çok geziyor demişler. Aslı olmasa gerek demiş, gezseydi bir kerecik de bizim
eve uğrardı.
Karadenizli fıkraları
Londra’ya giden Hemşinli sokakta gezerken karşıdan geçen birini gözü ısırır. Kendi kendine “Bu
bizum hemşerudur.” diyerek adamın peşine koşar. Yaklaşınca “Hemşerum, sen Türk misun?” der ama
cevap alamaz. Adam kafasını dikmiş yürümeye devam eder. Fakat Hemşinli sormakta ısrar eder.
Nihayet adam:
– Bırak yakami ben İncilizum, der.
Bir toplulukta fıkra anlatılıyordu. Herkes katılırcasına kahkahalarla gülüyordu. Yalnız tek bir
adam hiç gülmüyor, kaşları çatılmış, küskün gibi otoruyor, asık suratı kimsenin gözünden kaçmıyordu.
Nihayet yanındaki dayanamadı ve bir aralık:
– Siz niçin gülmüyorsunuz? Yoksa rahatsız mısınız? diye sordu.
– Hayır, rahatsiz deyilum. Fakat fıkra anlatana küsmişum da onun içun eve gidince güleceğum.
4
MANİ
Anonim Halk Edebiyatı’nın en kısa ve en yaygın ürünlerinden biridir. Düğünlerde, kadın
topluluklarında, tarlalarda vb. söylenen, yedili veya sekizli hece ölçüsüyle meydana getirilen dört
mısralık manzumelerdir. Mısra sayısı dörtten az veya çok olan maniler de vardır. Bu maniler daha çok
mani atışmalarında, “karşı-beri” adı verilen türkülerde ve Gagavuz Türklerinin eserlerinde dikkat
çeker.
Manilerde asıl anlam son iki dizede bulunur. İlk iki dize, bu son iki dizedeki anlamı hazırlayan
sözlerle doludur. Bu sebeple ilk iki dizeye “doldurma” dizeleri adı verilir. Aşk, tabiat, hasret,
kıskançlık, özlem gibi konuları işleyen manilerin uyak düzeni genellikle (a a b a) şeklindedir. Fakat
uyak düzeni (a b c d), (a a a b) şeklinde olanları da vardır. Maniler ninni ve tekerlemelerle önemli
ölçüde benzerlik gösterir, türkülere, halk hikâyelerine, ağıtlara, bilmecelere kaynaklık eder.
Yedi heceli dört dizeden oluşmuş manilere “düz mani”; mısra sayısı ile kafiye düzeni az çok
değişen, genellikle ses, tekerleme, cinas özelliği gösteren bir kelime grubuyla başlayan manilere
“cinaslı” veya “kesik mani” denir. Bu şekildeki manilere Azerbaycan Türkleri “bayati”, Güney, Doğu
Anadolu bölgeleri ve Irak Türkleri “hoyrat” adını verir. İki kişinin karşılıklı söylediği maniler,
“karşılıklı mani” veya “deyiş” adını alır.
Örnek:
Düz mani
Elimde sazım ağlar
Kolumda bazım ağlar
Çek bayraktar bayrağı
Sılamda kuzum ağlar
Deli koyun
Deli kurt deli koyun
Yârından ayrılanın
Adını deli koyun
5
Karşılıklı mani (deyiş)
− Âdilem sen nâçarsın
İnci mercan saçarsın
Dünya deniz olunca
Gülüm nere kaçarsın
TEKERLEME
Masal, hikâye, bilmece gibi bazı türlerde veya bağımsız olarak karşımıza çıkan tekerleme, ses ve
sözcük oyunlarıyla meydana getirilmiş, biçim olarak düz yazıya, içerik olarak şiire benzeyen anonim
halk edebiyatı ürünüdür. Aslında sınırları tam olarak çizilebilmiş değildir.
Şükrü Elçin, tekerlemeyi tiyatro başlarken çalınan gong sesine benzeterek tekerlemenin,
anlatıcıların (meddah, masalcı gibi) konuşmaya başlamadan önce seyircilerin veya dinleyicilerin
dikkatini toplayabilme ihtiyacından ortaya çıktığını belirtir ve kelimenin “yuvarlama, döndürme”
demek olan ilk anlamıyla tekerlemenin yapısı arasında uygunluk olduğunu söyler.
Tekerlemelerin belli bir konusu yoktur, tekerlemelerde önemli olan konudan ziyade işlevdir.
Güldürmeye, şaşırtmaya, abartmaya dayalı söz kalıpları birbiri ardınca sıralanır, secilerden,
aliterasyonlardan, mısra sonu ve mısra başı kafiyelerden yararlanılır. Tekerlemeler, manzum,
manzum-mensur, mensur olmak üzere üç şekilde olabilir, soru-cevap ve diyalog şeklinde söylenebilir.
Anlatım açısından diğer bazı halkların tekerlemeleriyle benzerlik gösterebilir. Tekerlemeler
kullanılışlarına göre masal tekerlemeleri, oyun tekerlemeleri, tören tekerlemeleri, bağımsız
tekerlemeler olmak üzere dörde ayrılır.
Örnek:
Kısa tekerlemeler
İsa, Musa, Köse; bu iş de böyle oldu her ne ise
Sen ağa, ben ağa, bu öküzü kim sağa
Verdik kırkı, gitti korku
6
Çocuk oyunları tekerlemeleri
Bir iki
Kurnaz tilki
Fındık fıstık
Kadifeden yastık
Alçık balçık sen çık
Çeşitli konular
Tari (vapur adı) suyidur
Fadime’m ondadur
Kapaklar boşaltinadur
Eşyasi anbaradur
Fadime’mi alasun
Masal Tekerlemesi
Karpuz
…Koştum, eve vardım: “Baban doğdu” dediler, kucağıma bir yumurta verdiler. Yumurta elimden
düştü, içinden kocaman horoz çıktı, sokağa kaçtı.
Kovalamaya başladım. Taş attım değmedi. Ceviz attım… Cevizden bir kocaman ağaç bitti.
Üstündeki cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmedi. Toprak attım; ağacın başı tarla oldu. Kimi
dedi: “Buğday ek”, kimi dedi: “Karpuz ek.”
Karpuz ektim. Öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıyamadı. Karşıma bir adam çıktı:
“Karpuzundan versene” dedi. Bir karpuz verdim, bir ordu yedi, yarısı arttı… Ben de bir karpuz
keseyim, dedim. Keserken çakım içine kaçıverdi. Elimi soktum, alamadım. Gözümü soktum,
göremedim. Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım. Yedi sene gezdim, dolaştım, sonunda
karpuzun kapısına ulaştım.
Vay anam karpuz, evin köyün yıkılası karpuz…
Bir yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar bin bir çeşit renk ile,
Bir yanında Âli Osman devleti cenk eder top ile tüfenk ile…
7
Mizahi tekerleme
Tekerleme-i Derviş Halil
Sivrisinek ile hâlimiz yaman
Sor nice başım yorgana koydurur
Burnumla kulağım yerler her zaman
Kaşınmaktan derimizi soydurur
NİNNİ
Bebekleri uyutmak, eğlendirmek, sevmek veya onlarla iletişim kurmak için ezgi ile söylenen bir
çeşit türküdür. Türkçenin öğretiminde de önemli bir yeri olan ninniler, genellikle tek dörtlük
hâlindedir. Hece vezni ve sade bir dille söylenirler. Ninnilerin sonu nakarat özelliği gösteren “ninni
yavrum ninni”, “uyusun da büyüsün ninni”, “e, e, e, eh” sözleriyle biter. Ninni tizden pese doğru
söylenen bir ezgidir.
Ninniler anneden, sonra büyükanne, abla, hala gibi ailenin diğer kadın bireylerinden öğrenilir.
Sağlıklı doğumdan duyulan sevinç, iyi huy, sünnet, evlenme gibi gelecek dilekleri; gurbette olan baba,
yalnızlık, koruyucu melekler vb. temalar ninnilerde lirik bir şekilde işlenir. Arada sırada ninni
söyleyen babalara da rastlanır.
Divânü Lugati’t Türk’te ninni karşılığı olarak “balu balu” ifadesi kullanılmıştır. Anadolu sahasında
“nen eylemek” şeklinde en eski kullanım Karacaoğlan’a aittir.
Örnek:
Kirpikleri nergis çiçeği
Kaşları kâtip kalemi
Annesinin biricik meleği
Uyusun yavrum ninni (İstanbul)
8
TÜRKÜ
Ezgi eşliğinde hece ölçüsüyle söylenen halk edebiyatı türüdür.
Sözlü ve yazılı edebiyatımızın en yaygın ürünlerinden biri olan ve
Türk kelimesinden î nispet ekiyle türeyen türkü “Türk’e özgü”
anlamına gelir.
Türküler, herkesin anlayabileceği sade bir dille söylenen lirik
manzumelerdir, türkülerin temelinde musiki bulunur. Türküler, bent
ve kavuştak bölümlerinden meydana gelir. Bent türkünün asıl
sözlerinin olduğu bölüm, kavuştak ise nakarat kısmıdır. Deprem,
ölüm, ayrılık ve benzeri sebepler türkü yakmakta etkilidir. Türkü
yakmak “Türkü sözü bestelemek” demektir.
Başlangıçta kişisel olan türküler zamanla toplumun malı
olmuştur. Türkü terimi ilk kez XV. yüzyılda Doğu Türklerinde
kullanılmıştır. Anadolu’da bu türü ilk kullanan Öksüz Dede’dir.
Türküler ezgilerine göre, konularına göre ve yapılarına göre
olmak üzere üç grupta incelenebilir.
Örnek:
Yeşil Kurbağalar
Yeşil kurbağalar öter göllerde
Kırıldı kanadım kaldım çöllerde
Anasız babasız gurbet ellerde
9
ALKIŞ / DUA
Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için kullanılan iyi dilek sözleridir. Teslimiyeti,
inancı ve ümidi içeren alkışlar, ilkel toplumlarda özellikle sihir, büyü ve fallarda başvurulan sözlerdir.
Dualar, İslamiyet’le daha düzenli ve anlamlı bir forma girmiştir. Kuşaktan kuşağa aktarılan ve adeta
ağız alışkanlığıyla söylenen bu kültür kalıntıları, nazım veya nesir şeklinde olabilir. Birisinin çocuğu
olduğunda söylenen “Allah analı babalı büyütsün, sağlıkla büyüsün, gözünüz aydın” gibi sözler
alkıştır.
Örnek:
Ah demeyesin, Allah’tan umduğunu bulasın.
Allah kimsenin evladını dört göz önünden uzak tutmasın.
Ocağına Hızır uğrasın, darda kalanda imdadına yetişsin.
Mutluluk yağmuru altında şemsiyesiz kalasın.
10
Örnek:
Başın ucunda ak duman görmeyesin.
Dilin lal olsun da lal-lol konuşasın.
İyi gıdalara perhiz tutasın.
Yılan gibi dilini çıkarıp sürünesin.
Kanın kuş
Etin it
Kemiğin kurt yemi ola.
11
DESTEKLEYİCİ OKUMALAR
https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2272/unite03.pdf
https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2274/unite05.pdf
http://www.turkishstudies.net/Makaleler/1255510728_34_zekerya_batur.pdf
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/mahir_saul_dunyada_bilmece_arastirmalari.pdf
http://tdid.ege.edu.tr/files/cabbarisankul-10-1.pdf
http://www.millifolklor.com/tr/sayfalar/81/40-53.pdf
http://www.millifolklor.com/tr/sayfalar/93/05-.pdf
http://www.necatidemir.net/images/demir/bkosem/ninnilerin_dili.pdf
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/ezgi_korkmaz_masal_tekerleme_uzerine_bir_incelem
e.pdf
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1053/12728.pdf
KAYNAKLAR
Akalın, L. Sami (1990), Alkışlar Kargışlar, Ankara: Kültür Bakanlığı Halk Kültürünü
Araştırma Yayınları.
Azar, Birol (2007), “Sözlü Kültür Geleneği Açısından Türk Saz Şairleri”, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 2: 119-
133.http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt17/sayi2/119-134.pdf (Erişim
Tarihi: 15.06.2012)
Banarlı, Nihat Sami (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, 1. cilt, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi.
Çelebioğlu, Âmil (1982), Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Elçin, Şükrü (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Kütür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Farsakoğlu, Ayşe (2006), Türk Ninnilerinde İslami Motifler, Erzurum: Atatürk Üniversitesi:
Yüksek Lisans Tezi
Güzel, Abdurrahman ve Ali Torun (2005), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Genişletilmiş 3.
Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları.
http://dogankaya.com/halkbilim.asp
https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2274/unite09.pdf
Sağol Yüksekkaya, Gülden Ed. (2010), Türk Dili Kitabı, İstanbul: Piya Yayıncılık.
12