Professional Documents
Culture Documents
Omer Demir-Bilim Felsefesi
Omer Demir-Bilim Felsefesi
Ömer Demİr
Yayın
Kurulu
NARl AVCI
MUSTAFA ÖZEL
MUSTAFA ;\Rı\olACAN
ÖMER DEMlR
MURAT çIFTKAYA
Kapak ve Iç düzenleme
YAZlIM
Dizgi
IllRIM
Baskı,
Cilt
BAYRAK
©
Bu yayın ın tüm hakjan
A ~ç Yay",c,ı.k Ltd. Şıl.'nc aittir.
Öi'vIER DEMİR
1963 Trabzon doğumlu. 1988 yılında ODTÜ Kamu
Yönelimi Bölümünden lisans, 1990 yılında da yüksek
lisJns derecesi aldı. Aynı yıl Anado lu Üniversitesi Sosya!
Biliıeıler Enstitüsü'nde doktoraya başladı. Halen Anadolu
Üniversitesi'nde Araştırma Görevlisidir. Mustafa Acar ile
birlikte Sosyal Bilimler Sözlüğü'nü hazırladı. (Ağaç
Yayıncılık, 1991).
AlternatifÜniversite kitapları, kültürel bayatın
ber kesiminin ilgileri düşünülerek ıasııılandı.
Yerleşik üniversitenin Batı'da ve bizde açıkça
görülen telı boyutluluğuna karşılık,
Alternatif Üniversite, çoc~ulcu
ve eleştirel bir yaklaşımı hedefliyor.
Dolayısıyla, büyük ölçüde tercümeye dayanan
yerleşik üniversite anlayışına ve yerleşik
kültarelhavaya daha sorgulayıcı farklı bir boyut
hazandnmak, Alternatif Üniversite
htajJlannın ünde 8elen özelliği olacak.
Ağ;ı,ç Yayıncılık
ıç1NDEKİLER
9
Giriş
15
Mantıksal Pozitivizm
29
Poppe!": Yanlışbmacılık
Yahut Eleştirel Akılcılık
39
\\littgenstein: Anlamın Resim
Kuramından Dil Oyunb rı na
47
Kuhn: Bilimsel Devrimlerin Yapısı
59
Lıkatos: Bilimsel Araştırma
Programları Metodolojisİ
75
..AJthusser: Teorik Pratiğin Teorisi
83
Feyerabend: Anarşist Bilgi Kuramı
veya Kuramsal Çogulculuk
87
Postmodernizm: Büyük Anlatılara
Karşı Umutsuz Bir tsyan
95
Antibilim: Modern Bilim
Samk Sandelyesinde
109
Sonuç
115
Kaynakça
GlruŞ
9
limsel hulgulara göre ... " "bu konudaki bilimin goruşu i-
se ... " parantezine alarak onlara bir güvenilirlik yahut sag-
bmlık kazandırmaya çalı sırl ar. Bilim bazan yıldızlardan
lxıhseder, baz:ın evlilikte ortaya çıkan sonınıardan, b;:ızan
tarım arazilerinin kullanım biçiminden, son zamanlarda da
daha sık olmak üzere çevreden, eğitimden, tarihten vs.
ba h.sed er. Modern y:ışam tarzının makul bulduğu alanlar-
d;ın birisi seçilip 50n\.1n:ı "logy" eklendiğinde de yeni bir
bilimclalı ort:ıya çıkmış olur. Psikoloji, antropoloji, teoloji,
semioloji, filoıoji, metodoloji, epistemoloji vs.
Her gün yukarıd:ı b:ıhsedilen p;:ır:ıntezleri
defalarca
kullanan s ıradan bir insana , yahut önemli ödüller veya
statüler el de etmiş bir bilim adamım bilimsel olmanın ni-
çin böyle sorguLınanıaz bir statüyü garantilediğini sorarsa-
nız alacıgınız cevap, en iyi ihEimaııe , yine "bilimsel ola·
rak ... " paranteziyle başlayan bir başka cümle olacaktır.
Çünkü, hHimsel bilginin, bilim retoriği dışında dayandın
labileceği her türlü temel, bilimin varsayımtanyla çelişe
cektir. Zira bilimin, bilim retoriği dışında kalınarak meşru
b.~tırılabilmesi için evrensellik, nesnellik, tarafuızlık gibi
özelliklerle tav.sif edilebilecek bir bilgi zeminine ihtiyaç
vardır. Ancak böyle bir zeminde bilimin bilim olmayandan
farkını ortaya koyur değerlendirmek ve sonunda bilim le-
Ilinde veya aleyhinde bir yargıda bulunmak mümkün ola-
hilecektir. Halbuki yaşadığımız dünyada bilimsel bilgiyi
d ('ğerlendirl11eye yarayacak böyle bir bilgi zemini aram:ı
ya çalışmak, hoş karşılanclığında bile, sonucu olın;ıyan u-
mutsuz ve boş bir çaba olmaktan öte bir anlam taşımaya
ca k tıf.
10
koy,ular. Birlıilginin adı bir kez bilim kondu mu ona kar-
şı gelmek için de mangal gibi bir yürek gerekir. O zaman
da bilimi doğruluğu kendinden menkul bir bilgi türü o-
larak kabullenmekten b;ı~ka yol kalmayacaktır.
Öte yandan, bilimi sorgulamaktan vazgeçen, fakat o-
nun nasıl bir bilgi olduğunu öğrenmek isteyen birisinin de
işi pek koby degildir. Rüyala nı n ı zın yoru muna kadaı' nü-
fuz etme i~tiyakında olan hilimin niteliği konusunda da bir
fikir birliği yoktur. Neyin bilim olduğu neyin olmadığm! a-
yırmak için elde: bulunduğu savunulan ölçüt!e:r günden
güne de,ghmekre, bilim cımh:; ı kendikrine böylesine ö-
nemli b ir ikticbr kazandıran bilimin standartlarını koymak-
ta bir türlü uzla 0 amaımıktadırlar. fakat ortada he:rkesin
sorgula mak bir yana en ufak bir şüphe bile duymadan bo-
yun eğdiği bir bilim do!;ı~maktadır. Tabir yerindeyse hiçbir
sınır tanımadan tüm zihinlerin en ücra köşelerine da!mak-
ta, insanlarm en mahrem alanlarında bile hiçbir muhalif
bırakmamak için adeta ko! gezmektedir.
11
Çünkü, uygarlık, sorgulama yönteminizden kavramsal şe
malannıza ve hatta tüm bili.,'isel ve anlamsal kategorilerinİze
nüfuz etmek tedir. Sorgulama onun izni çerçevesinde kal-
maya ffiahküm obcaktıf. Okuyucu buradaki kısır döngünün
nasıl a ~ ılacağı konusunda hazır bir formül beklememelidiL
12
Fakat bunca gürültüye ragmen, herhangi bir bilgiyi
"bilimselolup olmadığı beni pek ilgilendimilyar" diyerek
degerlendiren insanlar henüz yok. Çünkü onun uygarlık
düzlemi daha oluşmamış.
Bu kitap, bütün bu söylenenlerin muhtemel hakları
nın saklı kalmalan kaydıyla, hayvan aleminden, bitki ale-
mine, oradan genler dünyasına, diyetten çocuk bakımına,
kan koca ilişkisinden, yasal ve anayasal düzenlemelere,
fizyolojik saglıktan ruh saglığına kadar lıemen hemen ha-
yatın tüm alanlarını denetiminde mtmaya çalışan modern
bilimin ne olduğuna ilişkin yirmmci yüzyıl boyunca yapı
lan tartışmalarla okuyucuyu tanıştımıak amacındadır.
Açıktır ki bu çalışmallin da en büyük handikapı, bu
kadar soru işareti koymasına rağmen, bir noktaya kadar
bilimin sunduğu imkanlar çerçevesinde kalmaya rnahküm
olmasıdır, tıpkı okuyuculan gibi. Bunun, özrü kabul edile-
bilir bir mazeret olup olmadığı da okuyucunun takdiline
kalmıştır.
13
ı. ı\iANTIKSAL poz1TlvtZM
15
rini yani 'veril miş
olaru' göstennek yoluyla ampirik bilimin
anlanunı, kavramlaonı ve önermelerini açıklıga kavuştur
maktır. " Qohansson, 1982, s. 13).
Öncelikle anlamlı olanla olmayanın ayınmını yapmak,
daha sonra bilinıle felsefenin konumlaoru yeniden tarum-
bmak gerektigini düşünüyorlardı. Felsefenin görevi dün-
yayı betimlemek olamazdı. Çünkü bunu zaten bilimler ya-
pıyorlardı. Felsefe için bilimlerin boş bıraktlgı bir olgusal
alan olmadıgına göre o <1.1 ancak bilimlerin ku ll andıkla n
kavram ve ispatlama yöntemlerini açıklıga kavuştunnakla
ilgilenmeliy& Yani "sözetmekten sözetmek". Bu yolla, fel-
sefenin geleneksel muğlak , kapalı anlatım biçimlerinden,
anlam kargaşasınCıan hllı1arılıp bilimin hizmetine sunulma-
sı amaçlanıyordu. Böylece çözülmesi umutsuz bir sorular
yumagma dönüşen felsefe, bir uğraş alanı olmaktan çıka
cak bilimin hizmetçisi olacaktı. Felsefeci, birisi metafizik
bir şey söyleyene kadar bekleyecek ve söylenenin arJam-
sız oldugunu gösterdikten sonra susmaya devam edecekti.
Winge05tein'in n"actatus\mun yayınlanması çevrenin
ivmesini artırır. Yukarıda değinildiği gibi, dolaylı yoldan
da olsa Russel ve 'W'hltchead'in de kaıktlanncbn bahset-
mek mümkündür. 1929 yılında tam bir eko! haline gelen
çevre, konfe rans, aç ıkoturum, makalele rle oluşturduğu
çizgiye bir i.sim de koymuştur: Rili..-nsd Dünya Görüşü.
1932 yılı Kasım ayında Gllb<..ort Ryic'den 5clılick'e 11i-
taben yazılmış bir referans rnektubuyla 22 yaşında bir de-
l ikanlı gruba katılmak üzere Viyana'ya gelir, adı A. J.
Ayet". IJmancası tartışn'alara katılmak için yeterli olmadığı
için, Schtkk ile Neurath arasındak'i tartışmaları dinlemek-
le yetinir. Çevre, Aycr'in 1936 yılında yayınlanan Di! Doğ
ni/Ilk ve Mmıl tk kitabıyla lngilizce bilen dünyaya da açıl
mıştır artık.
16
1.ARKAPLAN
1. AI?KAPL4N
1930'ların
1930 l
lann en güçlü bilim anlayışı olan p.funtıksal
lirfuntıksa1 PO-
Po-
zitiviL'lı
zitiVi?~'11 Alman felsefe geleneğinin mirasçısıdır. Bu yüz-
den, yirminci yüzyılın başlarında
başlannda Almanya'daki bilim fe lse-
felse-
fesİ)'le ilgili yaklaşımlara kısaca bir göz atmak yararlı ola-
fesiyle
caktır.
caklır.
a) Me!Ja;ıihçi
Mehmikçi Mate"lya!izm
.i\1atel]'alizm
Mekanikçi görüşe göre, madde ve güç bütün varlıkla
rın esasını oluştunır ve makro ve mikrokozmik varoluş
mekanik yasalara boyun eğmektedir. Evrendeki hu düzen-
. lilik hiç bir doğa ötesi ve idealist açıklarrıalara imkan tanı
açıklarnalara imbn tanı
maz. Bilimin görevi de madde ve güç arasındaki ilişkiyi
ilişkiyi a-
;J.-
·1-
1 i
cek veya onu tahrif edecektir. Bu konuda en etkili alımış
ekol klasik deneyelliktir.
İkinci açıklamaya göre ise zihin, dış dünya üstüne bii-
gi üretirken, hem önsel bilgilere hem de nesneyi bilgi ver-
meye zorlayan helirli kalıplara sahiptir. Bu kalıptan dış
dünya veya nesneier üretmedigi için de bilgi birikimindeki
geli~meler onları degiştirmez. Yani herhangi bir zihinsel
etkinlik olmaksızın, beklenti veya teorilerin ışığında yo-
rumlanmadan doğa kitabının okunması mümkün değildir.
Bu etkcııd yaklaşımın hir mullafazakar, hir de dev··
rimci versiyonu vardır. Muhafazakarlar, dünyaya temel ba-
ZI beklentilerle geldiğimizi, onlarla dünyayı "kendi dünya-
mıza" dönü;.;türdüğümüzü, hu nedenle ömür boyu bu
kendi dünyamızın Jıapishanesinde yaşamak zorunda oldu-
ğumuzu savunurbr. Buradaki hapishane benzetmesi, in-
sanların birbirine göre göreceliliğine ve öznelliğine değil,
ins::ın olmanın zorunlu sonucu olarak sahip olunan kısıth
lıklara işaret etmektedir. Bu, "kavramsal çerçevemizin ha-
pishanesinde" doğup öldüğümüz fikri esas itibarıyla Kan!
tarafından geliştirilmişti. Karamsar Kantç!fu1", bu ha pisha-
ne yüzünden gerçek dünyanın hiçbir zaman bilinemeye-
ceğini düşünürken, iyimser Kantçdru:- ise Tanrı'nın bu
kavramsal çer<;evemizi dünyaya uyacak biçimde yarattığını
savunmaktaydılar.
18
Temelde üç (ü r bilgi sö zkonusudur. Ö n s el bilgi; de-
neyden önce de varolan bilgi, sonsal yani deneyden son-
ra oluşan sentetik bilgi ve (üm maten1:ıtiksel bilgileri içe-
ren önsel sentetik bilgi.
Bu çerçeveyi çok f:ız la cl egi~ ı i rmeycn Yeru-Kantçılara
göre bilim duyumların genel biçim ve yapılarını ort:ıya
koym:ılıdıf. DJ~ dün ya hilgisı, aslımb duyu organhırı yo-
luyla elde edi len bilgilerin bir ma ntık sa l ili:;kik: r içinlle su-
nulmasıel ır. Yani dış dünyanın kendisi deği~ll1ez bir veri
değildir. Çünkü, insanın :ılgı hiçimi nesneleri belirli form -
]ara sokmaktadır. Dolayısıyla hizim :ııg ıl a dı ~ı mız nesne ler
dünyas!, a s lı nda duyu orga nlarının süzgeçinden geçmiş
görüngüler dünyasıdır. Duyu organbnnın dobymı! olm:'.-
dan doğrudan nesnelerin kendilerini bil mek m ümkün de-
gildir. l ~ ıe bi li m b u fenomenler dlinya sıııı n yap ısını ke~rc: t
l!lek ama c ındadır. Bilimsel yasalar, ancak bu ya r ıy! betim-
!eyeceklerclif. Bu, sonuçta , duyum hiçimlerimiz! keşfe t··
mekk aynı ~eydir. 20. yüzyılın başbnncb Al ııı;ınya 'daki
bask:n bilim anLırı~ı buydu.
cj l'eııi Po::ifiui;:m
!'.Iantıksa! Pozitivi~tkr üzerinde doğrudan etkide bu·
lunan daha çok y\'..~ni pozltlv.iz.m anlayı)ıydı. Bu anbYI01Il
habası Ernst j"'";w h'cll. M.adı başLıngıçı::;, Yeni-Kantç ıla.ııı!
ileri ~;ürdCikkr i n .: hÜlün bilgikl'in temelinde hir önsel un-
surun hulund ıığ u flll öngören ilkeyi kabul etmebe·ydi. F;1.-
kıt daha sonr~:bfl, rli..'snelcrk: iI ~ili bilgi o!u~tu nı[k (.:rı olgu.-
L.~ r;, daY~H1nıayarı tüm ı.Jnsurh nn ayıklarıma;; ! gı :n.: · · ti~~ ini
s<ıvurımaya b,:şbmı.~ı!.
19
dderde önemli bir yer taşıyan matematiksel ifadelerin du-
yumlara indirgenememesi önemli bir problem yaratmak-
taya!. çünkü, olgu dünyasıyla ilgÜi gözlem betimlemeleri
bir yıgın kavram ,'e ilişkiden oluşan düzensiz bir veri yıgı
nıydı. Bu verileri anlamlı bir bütün haline getirecek olan
ll1antık~al muhakemenin öneminin gündeme getirilmesi
mantıksa i pozitivistlere kalacaktı.
21
2. MA/V77KSAL pozl71V1ZM1N Tt.ilfEL TEZLER!
CI) Bilişsel anlamlılı/a
Bir söylenıin bilgi içeriği taşıması veya anlamlı olabil-
mesi için ya doğrudan olgusal bir dille ya da sonuçta ol-
gusal bir dilin kısaltılması şeklinde ifade edilmiş olması
gerekir. Bu şartları taşımayan idddiaiar metafizik, dolayı
s!yb anlamsızdır/ar.
Burada eşsözsel
(totolojik) ifadelerle sentetik ifade-
ler ayırımınada değinmek gerekir. Bilindiği gibi totoloji
yükleıni öznesinden ayrı bir bilgi içeriği taşımayan ifade-
dir. "Bütün evlenmemişler bekardı[" cümlesindeki yüklem
"bekardır" özne olan "bütün evlenmemişler"e ilişkin yeni
bir bilgi vermediği için bu cümle bir totolojidir.
Aynı şekilde, "Ahmet insandır" cümlesini ele alalım.
Bu cümlenin öznesi ';Ahmet", yüklemi ise "insandır"dıf.
Ahmet kelimesi insan olmayı içerdiği için bu cümlede de
. yüklem, yukarıdakinde olduğu gibi özneyle ilgili fazladan
yeni bir bilgi vermediği için totolojik bit cümleelif. Fakat
"Ahmet zencidir" cümlesinde ise yüklem özne tar;.ıfından
içerilmemekte, yüklem özneyle ilgili ek bir bilgi sunmak-
tadır, dolayısıyla "Ahmet insandır" önermesinin doğruluğu
kelimelerin anlamlarına bağlı olduğu için deneysel ob.rak
doğrulanması mümkün değilken Alunet zencidir önermı:
si yine kavramların anlamlarına bağlı olmakb beraber
gözleıme! olarak doğrulanabilir. Ahmet'in zenci olup ol-
madığı gözlemlenebilir.
ışte Mantıksal
Pozitivistlere göre, bir ciimle totoloji
değilseve olgusalolarak doğrulanabilir bir içerik de taşı
mıyorsa anlamsız olarak dcgerlendirilmelidir.
b) Dogmlmıabilbiik 1lIJesi
Bu ilkeye göre bir önermenin doğru olup olmadığı o
önermenin içeriğinin olgularla desteklenip desteklenme-
22
mesine ba t\lıd ıf. Olgubrla d este kle nip destekl enmediği de
ancak duyumlar yoluyla tespit edilebilir. Dolayısıyla bir ö-
nerrne duyuml:ırla tespit edilebilecek olgular dı~ında il ir i-
çerik taşıy()r~;a bunun dogru o lup olmadıgı beli rlene mci: ,
"Belli bir kimse, eğer ve ancak, bir tümcerun ;ınıatmak is-
tediği önenneyi nasıl dogruiayabileceğini, yani belli koşul
lar altında hangi gözleınlerin, kendisini, önerıneyi doğru
olarak kabule ya da yanlış olarak reddetmeye götüreceği
ni biliyorsa, o tümce o kimse için olgusal bir anlam taşır,"
(Ayer, 1984, s, 16)
Burada pratUı.: olarak doğruiaruibllirlik ileilke oLa-
rak doğrulanabilirlik arasındaki ayırıma da dikkat etmek
gerekir. Çünkü, birçok önermenin doğrulanabilir olduğu
nu bi ldiğimiz halde onu pratik olarak doğnılama iınkaoın
dan yoksun olabiliriz, Buna göre, örneği n, "dünyanın en
yü ksek tepesi Everest tepesidir" önerrnesini pratik olarak
d o g rulamamız pek mümkün gözükmernekle beraber ilke-
ce bu önerme doğ nı l3nabillr bir önermedir. Fakat "evre-
nin özünü oluşturan madde bir evrim halindedir" öne rın e
si, mümkün ve muhtemel duyu gö zlemleri yle dogru lan-
mai'ı müınkün olmadı.!?,! için anlamsız bir önerınedir, Bu-
nun gibi duyumlarla ilgili olımıy:ın tüm önemıeler metafi-
ziktir.
Metafi 7. ik ol ın:ıs ı yla anlamsız olması aynı şeydir. Tüm
etik içerik ıa~ıya n ö nermeler de anlamsızdır. "Bir öııe rnı e
de hir etik simge bıııun u ~ u , o nun o lgusal içerigine bir şey
katmaz. Böylece birisine 'Bu parayı çalmakla ya nlış dav-
randımz' dediğimde, yalnızca 'Bu parayı çaldınız' ciedigi-
min ötesinde bir şey savlamış olmuyorum. Bu eylemin
yanlış olduğunu eklemekle onun üzerinde yeni bir hildi-
rim yapmış değilim. Yalnızca onu töre! bakımdan onayla-
madığınıı bildiriyorum, Bu, 'O parayı pldmız' derken sesi-
me özel bir tiksinme tonu vermiş ya da öyle yazarken ki-
23
mi özel ünlem izleri koymuş olmak gibi bir şeydir. Ses to-
nu ya da ünlem imleri tümcenin gerçek anlamına bir şey
kaımaz. Bu, yalnızc a, bunun anlatımına, konuşanın belli
duygularının da eşlik ettiğini göstermeye yarar." CAyer,
1984, ss.101-102).
Kısaca ifade etmek gerekirse, "bir teJi min anlaım o-
nun dogrulama yöntemidir" (The meaning of a term is it,>
method of verification) (Suppe, 1974 s. 13). Sadece teorik
terimler karşılık geldikleri gerçeklik ve ilişkilerie birebir
karşılaştınlabilir, dolayısıyla dogrubnabilir olduklan için,
bunun dışında kalan tüm terimler veya önerıneler anlam-
sız birer söz yıgı nından ibarettirler.
25
dirgeyen çalışmalan, Mantıksal Pozitivistlere, olgular ara·
sındaki belirli ilişkileri ifade etmekte olan matematiksel
yasalan mantıksalolarak doğru kabul etme kolaylığı sağlı
yordu,
d) Karşı/aş/ın (Tekabulı)'et/Denklik) Kıı ralı
Bir teorinin bilimsel olabilmesi için, teorinin öngördü-
ğü ilişki matematiksel bir mantıkla formule edilmeli, teori-
yi oluştur~m teorik ifadeler de, gözlemsel ifadelerle açık o-
larak tanımlanahilecek nitelikte olmalıdırlar, Böylece yapı
lacak işlemsel ta:m:mlarla teorik ifadeler gözlemsel ifadele-
re indirgenmekte yahut karşılaşım (tekabuliyetlcorrespon-
dence) sağlanmaktadır.
Özetleyecek olursa':, teorik bvramsal sistem veya
d::ıha geniş bir iLıdeyle bilişse! anlam taşıyan simgeler sis-
teıni ile olgusal gerçeklik arasında isomortik bir ilişki ön-
gören mantıksal pozitivist bilim anlayışı şu varsayımlara
dayanmaktadır:
27
II. POPPER: YN-IUŞLA1V1ACILIK YAHUT
ELEŞTİREL AKILCII.IK
IGıJ''t
R. Popper yirminci yüz)'ıl bilim felsefesi tartışmabn
nın kö~e taşlarından bi,ri, Mantıksal pozitivistlerin temel
tezlerini eleştire rek yob çikan bu yü zden de tepkici bir
dü ş iin ür.
29
1. Kuranıdan bağımsız gözlem olamayacağını, çünkü
tüm gözlemlerin onları anlamlı kılan bir kuramsal yapı i-
çincle oluşıuğunu,
2. Tikel hilgilerin genellemesiyle tümel hilgi elde et-
menin mantıksal hir kesinlik taşımadığını,
3. Bilimselliğin ölçütü sanıldığının tersine doğru lana-
bilirlik değil yanlışlanabiliılik olduğunu, ve
4. '{aygın kanaatin aksine bilimsel bilginin, doğruların
hiriktirilmesiyle değil yanlı~lann ayıklanmasıyla ilerlediğini
savunur.
Popper'ın tezlerini biraz daha yakından inceleyelim.
30
le:r, böyle yapmakla anlamlığı olgularla ili~kilendiren yan-
lı~ bir varsayımdan hareket etmekteydiler, halbuki anlamlı
lık kişiler arasında meydana gelen uylaşurı1ar sonunda or-
taya çıkmaktayelı.
2, YANLlŞLAMAC!LlK
.:)1
Poppe" izafiyet teorisiyle, l\L-ırks'ın tarih, l~reud'un
psikanaliz ve Adler'in bireysel psikolojiyle ilgili teorilerini
karş ıla~tınr. Bu üç teorinin savunucubn belirli somut du-
rum veya olayların kurarnhrına nasıl uygun düştüğünü
kolaylıkla göstermelerine rağmen hangi koşulların ortaya
çıkması durumunda kur::ı mlarını s:ıvlInmakta n vazgeçecek-
lerini belirtmiyorlardı.
Bir örnek vermek gerekirse Adlerci psikolojinin temel
ilkesi, in~an eylemlerini aşa~ılık duygusn nun motive eni-
ğidir. Bir nehrin kenarında yürürken nehre düşmüş ,'e bo-
ğulınarnak için çırpınan bir çocugu gören adamın muhte-
mel iki tavnnı bu kuramın ışığında yorunıl;.ıyalıın. Adam,
ya ÇOC\1j;u lmrtarmak için nehre atlayacak 'ya daatbmaya-
caktıf. Eğer 3clam çocuğu kuıtarmak i~"İn nehrc atlarsa :\d-
inci psikanalist bunu adamın tehlikeye ıag ınen suya atla-
maya n::s:ırelli oldligunu ispatlayarak a:;; :ıg ıhk d uygusunu
yemneyi amaçladıgına yomcaknr. Et';er adam nehre at1a-
mJzsa o z:ı.man da adam çocık bognlurken bile kıyıda
kalma sO,ğukkanlıhğın:ı s:ıhip olllu gumı ispat eder"k a~ a
ğıhk duygusunu tel;ıfi etmektedir. CChalmers, 1990, s, 87)
:'-Jitekim POPP<-'1- 1919 yılında
Adlerci yaklaşımla açık
Ianamayacıp,1l11 dü<,ündCıgü bir durumu Adlcr'e antHtlfi mı,
Adler'ü1 çocug,u hiç görmeden durumunu Adlenj terimler-
le il'.:ı h etmekle hiç güçlük çekmedigini aktarır ve şöyle
devam eder: "Hafiften bozulup nasıl böyle~iine emin ola-
hildiğini sordum. ' eıaha önce bin deneyim sayesin de ' diye
cevap verin ce de d~ıyanama(bm, 'Bu. yeni vak'ayla, dene-
yimleriniz binbir etmiş olmalı' dedim". (Magee, 1982, s.
42). nöyIcc\:, bir kuramın doğn.llu gunu onay13y::ı.cak, kura-
mı destekıeyecek veri bulmanın çok kolay olchığunu far-
ked e n Popper, kuramı nelerin doğrubyacağııım degil
hangi d urumlarda kuramm y anlı~lanmış nbc3gınıo ifade
edi lmesinin kllntma bilimsellik vasfını kazandıracağını sa-
vUIlmaya başlar,
32
Burada Popper, doğ.-ulanabüir1iğL hem önermelerin
mantıksal yapısı hem de bilimsel açık lamanın mantıgı açı
lanndan eleştirmektedir. YanlJş oldugu bilinen yapısal ola-
rak olumlu bazı cümlelerin ilkece clogruianabilecegini fa-
kat yanlışlanamayacagına dikkat çeker. Ömegin, "tepegöz
insanlar vardır" önermesini ele alalım. Bu önerme yapısal
olarak olumlu ve dogrulanabilir. niteliktedir. Çünkü, yapı
lacak muhtemel gözlemlerle tepegöz insanlar bulunup bu
yargı dogrulanabilir. Öte yandan yaptıgı.ınız gözlemler so-
nucunda tepegöz insan bulamayışımız mantıksalolarak bu
önerrnerün yanlışlığını kanıtlamaı. Belki bizim ulaşamadı
ğur..!z bir yerlerde tepegöz insanlar yaşamaktadır. Bu du-
rumda eger doğrulanabilirlik bilimselligin öİçü ıü ise en ;3-
'T!ndan prerı..<;ipte dogrulanabilir bir yapıda oldugu için bu
önennenin.bilimsel bir önerme kabul edilmesi gerekir.
Popper pozitivist ve empirisistlerin neredeyse yegane
bilimsel yöntem olarak sunduklan ilimevat'1.tnUl mantıbai
olarak imkan degil imkansızlık içerdigine dikkat çeker.
"Bütün kugular beyazdır» önermesini ele alalım. Milyon-
larcı beyaz kug u görmüş olmamız "bütün kuğular beya.z-
(lif" yargısına varmamm 20runlu kılmaz. Çünkli bu, göz-
lem alarumııın dışıncla kalan bir yerlerde siyah bir kugu-
nun bu!unmadıgını mantıksal kesinlilde garantilemez. Fa-
kat bir siyah kuğu bulunu rsa bu genellerne y.uılışianm~
olur. Yani b u cümle mantıksalolarak dog ru lanamaz ama
yanlışlanabilir.
33
şullann var!oluş unu önvarsa y:ın z. Belli bir dummda, bu
önvarsayımın yanlışlığı son derece ol:1biJirlikten uzak olsa
bile, mantıksalolarak olanaksız degildir." (Aya, 1984, s. 19)
Yani mutlak doğmlamacılık gibi mutlak yanlışlamaC1-
lık da mantıksalolarak imkansızdır. Çünkü gözlemlediği
niz bir siyah "kuğu"nun siyah bir kuğu mu olduğu yoksa
kuguya benzer siyah başka bir canlı mı olduğu yahut yap-
tığınız gözlemin ne derece güvenilir olduğu sorulannın
cevabı sanıldığı kadar kolay değildir. Mutlak anlamda do&;-
rulama mümkün olmasa da muhte mel gözlemlerin yanlış
lığını gösterip göstermediğı açısından d e giı, gö zlemlerin
en yüksek ihtimalle doğruluğunu' gösterdigi ö nermeJerin
bilimselolara k kabul edilmesi gerektiğini savunan yeni
dognı1an)2.Ctlı~a da karşı çıkar Popper.
"Dünyada deprem olacak" önermesi milyonlarca yıl
deprerıi olmadan geçse de mantıksalolarak yanhşlanına
yan bir önermed·ir. Bu yüzden de bilgi içeriği yoktur. Çün-
kü , Popper'a gö re, bir önermenin bilgi içe rigi onun yanlış
lanabilirligiyle doğm orantılıdır. Yanlışlanabilirlik oranı art.-
tıkç:ı bilgi içeriği de artar. "1 992 yılında deprem olacak" ö-
nennesi öncekine göre oldukça fazla bilgi içerigi taşımak
tadır. Çünkü bu durumda, 1992 yılında bir depremin 01-
madıgının gözlemlenmesiyle sözkonusu önerme yanlışlan
rruş olacaktır. Yani önermenin hangi dummda yanlışlan
mış oiacagııu gösteren bir mantıksal kurgusu vardır. Eğer
önerme «1992 yılının Ramazan ayında Erzincan'da bir
deprem olacak" biçimindeyse bilgi içeriği öncekilere oran-
la çok daha fazladır.
Bilgi verici içeriğin yüksek olması, doğrulanabilir ol-
mayı degil yanlışlanabilir olmayı mümkün kılacak bir for-
mulasyonu gerektirmektedir. Yanlı şlanabitme ihti'malinin
yüksek olması da, sınanına imkanla nnın yüksek olmasına
baglıdır. Bir teori ne kadar kesin bir şekilde ifade edilirse
34
o kadar yanlışlanabilir hale gelir. Örnegin, ışık hızının bir
vakum içinde saniyede 299.8xı06 oldugunu ileri süren bir
hipotez takriben 300xı06 oldugunu ileri süren hipotezclen
daha kesin, dolayısıyla daha yüksek derecede yan1ışlana
bilir olduğu İçin tercih edilmelidir. Yukandaki deprem ör-
neğinde olduğu gibi, metodolojik açıdan, sonuçta öner-
menin dognı veya yanlış olması önemli degildir. Önemli
olan önermenin mantıksal yapısının onun sınanmasına im-
kan tanı ması, hangi gözlem veya sınama sonunda yanlış
lanmış olacağını açıkca ifade eden önermeler içermesidir.
35
mümkün olup olmadıgıyla ilgili yeni bir tartışm.a başlat
maktadır. Bu konuya Lakatoo'la ilgili bölümde tekrar dö-
necegiz.
Birisi "Burada bir siyah ıru gu var" dediginde bunun
hemen kabullenilecegini beklemek saf1lk olur. Yasa taraf-
tarlan , o kugunun aslında beyaz oldugunu fakat siyaha
boyanmış olabileceğini veya gözlemin yanlış yapıldıgmı
iddia edebilirler, Hatta gözlemlenen bu hayvanın kugu de-
gB kuguya benzer başka bir hayvan oldugunu bile saVlI-
nabilider. Bu durumda kugu kavramının içeriSinde bir.
degişiklik meydana gelmektedir. Bu yüzden olgulara iliş
kin bildirimlerde bulunan temel önermeleri oluşturan
ka'lram1ann tanımlarının değiştirilmemesi ve yardımcı var-
sayımlarla yanhş layıcı gözlemlerin devre dışı bınıkı!mama
sı gerekmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse bir önerme-
nİn dognılanması kadar yanlışlanması da problemlidh-.
Popper'a göre bilim doğru ile özdeş değildir. Hem
NewtQll hem de Einstein kuramlarını bilimsel kabul edi-
yor:;ak, bu ikisinin ayru anda dogru olması mümkün dc-
gndir. Üstelik her iki kuram da yanlış olabilir. Bu durumda
dogru olmayarı bir kuraıllin pratikte nasıl ImHamlabilir ol-
dugu sonısuyla karşılaşınz. Buna Popper'in cevabı ilginç
mantıksal manipulasyon öqıeğidir. Her yanlış önermenin
beiirsiz sayıda do.\tru sonuçlan vardır. Bir teorinin varsa-
yımlannın bir veya birkaçının yanlış olması, do!lnıd:ın ıea
dden saglanan sonuçlann tümünün yanlış oldugu sonucu-
nu getirmez. Önıeğin, bir pazar günü birisi "Bugün gün-
lerden cumadır" dediğinde bu önerme yanlış olur. Fakat
~Bugün pazartesi değildir", "Bugün salı degildir" gibi. ö ne,-
melerin tümü dognıdur. Buradan şöyle bir sonuca \'af"..Ibi-
liriz: Kesinlİğini bilmecIıgimiz ama yanlı şlanahilme ihtimali
olan bütün önermelerin kullanılabilir dogru sonu çları var-
dır.
36
3. YANIJ..A.BIlJRCIIJK
Bir teori, potansiyelolarak yanlışlanabilir ama pratik-
te smanamayabilir. Bunun için yapılabilecek fazla bir şey
yoktur. Eğer bir teori potansiyel olarak yanlışlanabilir ve
aynı zamanda smanabilirse muhtemel iki sonuç vardır.
37
ni. WlTIGENSTEIN: .A..NLA\:.lIN RESIM
KURAı'vlINDAı"'J
DtL OYUNLARINA
1. BiRiNCi DÖNhEıl
Wiltge n.ste in'ınhirinci dönemini brakteri:~(: eden ki-
tabı Tractatıdun cevaplamaya çalıştığı temel solu dilin do-
gasının ne oidugudur. Yani, dili mümkün kılan, onun va-
roluşunu saglayan şey nedir?
Ona göre bu sorunun cevabı oldukça açıh.'11r. Dil ol-
gular dünyasının bir resmidir. Degişik düzeylerde ortaya
çıkan bu resimler aynı zamanda düşünmeyi mümkün kı
lan düşünce nesneleridirler. Dünya, tek tek yalın olgulara
indirgenebilecek bir yapıdadır. Bu yapı, olgulann degişik
kombinezonlarla' biraraya gelmesiyle oluşmaktadır. Dil de,
olgular dünyasındaki ilişkilerin aynısını yansıtan ilişkilerle
kelimelerin biraraya gelmesiyle oluşur. Dolayısıyla dil, ol-
gular dünyasını olduklan şekilde yansıttıgı zaman işlevini
yerine getirebilir. .
Gerçekiigi olgulardan ibaret sayan, dünyada sadece
olgulann bulundugunu söyleyen Wittgenstein için sadece
olgulann bilgisi elde edilebilecektir. Ona göre cümle, ger-
çekligin bir tasanmıdır. İfade ile gerçeklik arasında bir uy-
gunluk olduğu için/veya oldugu zaman insan gerçekliği
olduğu gibi algılayıp ifade edebilir.
40
wlık geldiği oigular dünyasıyla ortak bir IT1antıksal yapıyı
paylaşma zorunlulugu vardır.
"Tümce, gerçekliğin bir tasarımıdır: Çünkü, tümceyi
anladığımda, onun ortaya koyduğu olgu durumunu bili-
rim. Ve tümceyi de anlamı bana açıklanmaksızın anlanm."
(4.021)
"Tümce, bir olgu haglamınm- betimlenmesidir."
(4.023)
"Bir tümceyi anlamak, o doğru olduğunda, neyin 01-.
duğu gibi olduğunu bilmektir." (4.024).
"Türnce ancak bir tasarım olması kadarıyla bir şey
söyler." (4.03)
"Tasanm gerçeklik ile öyle bağlıdı r; ona dek uzamr."
(2.1511)
"Dir cetvel gibi gerçekliğin yanma konmuştur."
(2.1512)
Mantıksal pozltivistlerlc, temel argümanlarından biri
olan doğrulanabilirlik/sınanabi!irlik ölçütüne ilişkin göri.iş
leriyle de paralellikler gösterir Wittgenstein:
"Olgulann mantıksal tasarımı düşünecd ir." (3)
" T3sanmın doğru mu yanlış ım olduğunu bil me k için,
onu gerçeklik ile karşılaştırma;ılz gerekir." (2.223)"' -
Yani, bir cümle(~e özne ve yüldeın arasındaki ilişkiyi
gösteren kipler o cümlenin tekabül ettiği nesneler ara s ın
daki ilişkiyi resmetmektcdir. Dünya ile böyle bir ilişkisi
kurulamayan cümleler anlamsızdır. Önermeler için 3pjam-
ldık durumu, içerdikleri nesne adlarının ve o nesnder ara-
sında öngördükleri ilişkilerin aynısının olgular dünyasında
da bulunması durumunda ortaya çık:,r.
.Bir cümle kurulduğunda onun anlamlı olabilmesi i-
çin, ilk olarak, o cümlerlin içinde yeralan isimler gerçek
41
dü nyada ki nesnelere karşılık gelmelidir. Bu eşitlik sagla-
nmca cü rnlenİn bİrer ögesi obn isimlerin aralanndaki iliş
ki de dünyadakinin aynısı olması durumunda bu cümle
dogrudur. Tersi durumda cümle yanlıştır. Fakat eğer cüm-
leyi oluşturan isimler veya onlar arasında öngörülen ilişki
ler olgular dünyasında hiç karş ılık bulmayacak bir nitelik-
teyse bu cüme anlamsızdır.
Kısaca anlamlı bir cümle ancak dünyayı resmeden,
yarü dünyadaki nesne ve. ilişkilerin dışında, onlarla bag-
daşmayan y;ıhut onlara te rs bir ilişki içenneyen bir dil ya-
pısı içinde ifade edilebilir. Bu da dilin yapısıyla dünyanın
yapısının aynı olması demeklir. Etik yargılar, dünya ile a-
ralannda böyle bir mantıksal bagıntı kurulamayacağından
anlamsızdırlar.
43
doks bu; çünkü bu sonu<;ta bir felsefi yargı, bunu da res-
metmek mümkün degil.
2. IKiNCi DÖNElIi
Tmctatuiu yayınladıktan sonra WıttgeIL'"İ.ef..n uzun bir
ara verir. Ölümünden sonra yayınlanan Felsefi Soruştur
malar kitabı ise en (iz T,·acfafILS kadar, haı ta ondan daha
da çok ilgi görür ve bilim felsefesinden antropclojiye ka-
dar bir çokalanda oldukça geniş bir yankı uyandırır. Bu.
kitabında yine anlam kaVraITti ve dilin yapısı ile ilgili soru-
lara cevap bulmaya çalışmaktadır. '
Felsefi Soruşturmalara yazdıgı önsözde, geçen süre i-
çinde yapıları eleştirilerin büyük bir kısnunın haklı. cldu-
~lI nu düşündüğünü ve bT konuda P. Sraffa başta olmak
üzere kendisine görüşlerini ileteniere teşekkörlerini sunar
(s. VI). Tractatus'tan memn.un değildir, çü nkü dilin dünya-
mn bir resmi , sadece olguların yahut nesnelerin berimle-
mesi o larak tanımbnması durumunda gerçek hayattal·--j di-
lin önemli bir bölümünün dildışı kabul edilmesi gerektigi-
ni gö rmüştür. İkinci dönemi, bu sorunu çözme girişimidir.
Dil ile dünya a rasında birebir bi r eşitlik öngören
denklik teorisine göre "her kelimenim bir anlamı va rd ır.
Bu anlam kelime ile çakışmaktadır" (Wittgenstein, 1968, s.
1). Dili meydana getiren de bu kelimelerin kombinezonu-
dur. Bunun kabul edilmesi durumunda dilin kapsamının
masa, sandalye ve özel bazı isimlerden öteye gidemeye-
ceğine işaret eden Wirgenstein, dilin önemli bir bölümünü
meydana getiren "hayır", "fakat" , "çünkü" gibi kelimelerin
olgusal bir ka rşılıklannın olm adığma dikkat çeker.
Kitabın önsözünde, Felsefi Soruşturmaların Tracta-
tus'la beraber basıl m asl11in eski düşünme biçimiyle karş ı
laştınlına imkanı vercegi için onun anlaşılınasılli kolaylaş-
44
tıracagın1 sjyler. Nitekim ilerleyen sayfalarda sadece olgu-
lara yahut nesnelere tekabül eden kelimelerin dilin bir bö-
lümünü oluşturduğunu kabul etmekle beraber, bunun di-
lin çok sınırlı bir alanını kapsadıgını, ancak dilin sadece
olgu dilinden ibaret olmadıgıill savunur.
Fakat ikinci dönem Wirtgefl_",teln'ın dil kavramsalı
birincisinden taınamen farklıdır artılc İnsanlann içinde ya-
şadıkları dünyayı, ancak o dünyayı anlamlı hale getiren
. bir dil dolayıınından geçirerek tanıyabıiecek leri için, dili
doğru anlayabilmenin yolunun onu oluşturan kelimelerin
"ne anlama geldigini" degil, onların " nasıl kullanıldıgmı"
arJa maya çalışmaktangeçtigini savunur.
Kitabın konusunu oluşturan "dil oyun1an"nın ne oL-
dugunu açıklarken Wittgenstein, daha çok dilin nasıl ögre-
rıjldigi yahut ögretildigi üzerinde durur. Wittgenstein, dil
oyununu, "içiçe geçırıiş dil ve eylemlerden oluşan bütün"
olarak tanımlamaktadır (s. 5). Yani dil, sadece belirli bir iç
mantıkla kavranılan biraraya g~tiren bir sistemden ibaret
degildir: "Dilin konuşulmasi bir etkiııligin yahut bir yaşam,
biçirnin parçasıdır." (s. 12) Dmeri anlamh kılan onlann ü-
retilelikleri yaşam tarzlarıdır: "Denebilir ki, veri olarak ka-
bul edilmesi gereken şey yaşa..-n biçlınle.ddiL" (s. 226.
vurgu aslında var).
Sonuç olarak denebilir ki, bir hareketin, davranışın
anlamı gibi, kelimenin, cümlenin yahut işan.::cin anlamı da,
karşılık geldigi gerçeklikten değil ögesi oldUğu yahut için·
de yeraldıgı sistemdeki konumundan kaynaklanmaktadır.
Sosya! sistemler gibi teorik sistemler de (zaten içiçe ge ç-
miştir bunlar) dünyanın birer yansıması değildirler. Tam
tersine farklı sistemler dünyayı farklı şekilde kurarlar. Bu"
nun dışsa l bir Olantıgı da yoktur. lvfantık sisteme içictndir,
ancak sistemin hütünlügü içinde bir anlamı ve değeri ola-
bilir.
45
İkinci Wittgenstein , dill dünyanın bir res mi olarak
degil, tam tersi dünyanın kendisi aracılıgı ite anlaşıtdıgı bir
araç olarak görmeye başlamıştır. Yani dil belirli yaşam bi-
çimleri sonunda ortaya çıkan uylaşımlarla içiçe oluşmakta
dır ve ancak o yaşam biçimleriyle beraber düşünüldügün
de bir anlam ifade etmektedir.
46
IV. KUHN: BlLİMSEL DEVpJMLERlM YAPıSı
1. ARKAPUıNI
n I00135 S. Kuhn, fizikçi ve bilim tarihçisL 196o'!ı yıllarda
en çok tartışılan ve neredeyse görüşlerine değinmeden bi-
um felsefesi üzerine yazı yazılmay;ıcak kadar merkezıe~en
bir düşünür. Bilindiği gibi, 1960 sonrası bilim felsefesiyle
ilgili taı1ışmalar bilimsel rasyonalitenin zaman içinde de-
ğişmediği noktasında birle şe n Ni.antı.ksal Pozitiyizm ve JE-
leştirel Akılcılık'ın ele~tirisinde yoğunlaşmaya ba~ıamışıı .
1920 ile 1960 yılları arasında egemen anlayışı simgeleyen
Mantıksal Pozitivizm ve Eleştirel Akılcılık, biiimsel bilginin
diğer bilgilerden farkı ve elde ediliş yöntemi üzerinde
farkiılaşıyor ise!er de bir bilimsel rasyonalitenin varlığı ko-
nusunda ittifak halindeyoiler.
Bu standart anlayışa alternatif olabilecek bir gelenek
bilimsel değişme, bilim adamları topluluğunun içsel yapı- .
sı, kendi içlerinde ve cliğer topluluklarla aralarındaki ikti-
dar ilişkileri, inançtarı, içinde yaşadıkları toplumdaki dige r
kesim veya araştırma gruplarına bakış biçimleri, bilim ve
toplum ara sındaki karşılıklı ilişkiler üzeıinde yoğunlaşıyor
du. Bu tür çalışmalara örnek olarak anahtar terimleriyie
"\fl. V. Quinc'nin "kuramlar için bütünsel çerçeve mode-
ii"ni, Toulm.in'in "kavramsal sistemleriUn!, lakatos' un "bi-
limsel araştırn;ıa programları"nı ve Kt.~bn'un "paradigma"sı-
nı sayabiliriz. Bu çalışmalar arasında Knhn'un pat'adigrria
kavrarrııöylesine yaygın bir kullanım alanı buldu ki, nere-
deyse onun çalışmalarına gönderme yapmadan bilim fel-
sefesinde çalışma yapılamaz hale geldi.
Gerçekten Kuhn'un çalışmalan, bilimsellik anlayışı ü-
zerinde kelimenin tam anlamıyla bir devrim yaratmıştır.
Neden Kuhn bu kadar çekici bulundu, bunca insanı
meşgul etti ve hala meşgul etmektedir? Kanaatimiıee bu
sorunun cevabı, paradigma tartışmalannın paradoksa! işle
vinde aranmalıdır. Kuhn'un çalışması ve o çalışma merke-
zinde gelişen tartışmalar, bir yandan krize girmiş olan batı
lı pozitivist bilim anlayışına sistem içi, yani batı medeniye-
tinin temel parametrelerinin ve eksen aldığı değerlerin ko-
mndugu, fakat bu arada diğer uygarlıklardan da "işe ya-
rar" her türlü malzemenin apanımasını meşru ve mümkün
kılacak bir zihinsel üretkeniik ortamı hazırlarken, öte yan-
dan da paradoksal bir biçimde batı uygarlığının tahakkü-
mü altında sindirilmiş çevre aydınlanna, batı uygarlığı dı
şında ve zaman zaman da ona karşı alternatif kuramsal
modellerin üretilebileceği cesaretini vererek onlara "itibar-
lı" bir malzeme sagladı.
2. TEMEL KA VRA.MLAR
Başta belirttiğimiz gibi, Kuhn akademik kariyerine fi-
zikçi olarak başladı, sonralan bilim tarihi ve bilim fdsefe-
48
sine uzandı. 1950'1i yıllarda özellikle Wittgensı'eill'ın "clil
oyunlart" üzerine yazdı kları yIa ilgilendL "Dil oyunlan" ku-
ramı, dilin kendine özgü ku rallanyıa bir bütün oluşturdu
ğunu, dili oluşturan ögele re anlamlannı bu bütünlüğün
verdiğini savunuyordu. Buna göre, dilin hiç bir ögesi veya
kuralı bütünlüğün verdiği anlamı bozmadan veya dönüş
türmeden dışardan anlaşılamazdi. Kııhn'un, bu yakb ~ ımı
bil im tarihine uygulamayı denediği söylenebilir. TIur:ıc.i;ıki
"dil oyunbn"na br~! lık gelen kavram paradigmadır. Ay-
nen dil gibi, paradigmalar da belirli bir gerçekliğın P3Yla-
şılan oft3k terimlerle algılanması ve anlaşılması icin bir
kavramsa l çerçeve işlevi görmektedirler.
Peki paradigma ne demektir? 1şin ilginç yaN böylesi-
ne müessir ve yaygın kullanımı olan paradigma b.vraım
nın net bir tanımına rastlqrunamaktadır. M..-~-tt:.·nnruı (986)
Bilimsel Devrimlerin Ycıpıs(ında Kuhn.'un bu kavramı bir-
birinden farklı tam yirmi bir değişik anlamda kullandığım
tespit ederek, bu değişik kuUanımlann üç grupta top13na-
bileceğini belirtmektedir (s.65). Kuhn da da ha sonra yaz-
dıklarında ~1ennan'a hak vermektedir. (1(1311.0, 1974, s.
459) Masteı:·iM.!l'ııı tespit .ettigi anlamlardan bazıları şun
lardır: Bilimsel başarılar, mitIer, felsefe, birbirine bağlı
soru lar kümesi, klasik eser, ders kitabı , gelenek, anoloii,
metafizik kurgu, model, örüntü, araçbr, siyasal kurumlar
kümesi, standart, örgütleyici ilke, epistemolojik bakış açı
sı, yeni görme biçimi vs. (s. 61-(5).
49
nımlayarak kullananlara bir kaç ömel<: "dogma" (R.."Clıler ,
1981, s. 79), "stil" (peny, 1977, s. 48), "kuram, referans
çerçevesi veya kavramsal şema" (Landau, 1977, s. 64),
"sosyolojik vernetodolojik açıdan genel kabul gören mo-
del" (Yudin, 1980, s. 83), "siyasal toplum" (Woli..'1, 1980,
s. 83), veya "belli bir ala nda çalışan herkesin kabul Cltifli
doktrinler bütünü" (Menm, 1969, s. 2).
Onca farklı kullanıma fagmen paradigma kavramı
. s:ınki tartışmasız bir kavram gibi kullanılmaktadır. fakat
ya kından bakıldıgmda bu kavrama yüklenen içerikleri n
kesİştigi bir ortak nokta vardır. Bu ortak noktanın, bilgi-
!'in, içinde üretildigi topluluğa izafeten tanımlanması oldu-
gu nu söyleyebili ril. . Fakat bilgiyi onu üreten insanlarla ve-
ya o insanların da içinde yeraldığı sosyo-kültürel ortamla
kayıt lam ak günümüze özgü, dolayısıyla da yeni bir yakla-
şı m d egildir.
Yal nıztoplumsal yapılardan görece bağımsız olduğu
d üşünülen bilimin, özellikle de dogal bilimlerin görecelili.-
gi nin vurgulanması ve bilime sosyolojik bakış açılany la
yaklaş ılması ile paradigma kavramının. ilgi görmesirün po-
zitivist bilim anlayışının bilim telesefes i tartışmalarında kri-
ze girdigi 1950li yıllara tekabül etmesi bir tesadüf olmasa
gerektir. Dolayısıyla paradigma tartışmalannın da bir para·
digmal çerçevesi sözkonusudur. Bu par.ıdigmai çerçevenin
farkında olmadan yapılan tüm çözümleme, somında bir
totlojiye dönüşmeye nultku mdur. Bu yüzden bilim ve fel-
sefe arasındaki ilişkilerde göreceliligin vlIfgubndığı tartış
riıalann iç tutarlılı::;ınm ~:ı.ğlanm;ısı sanıldıgından daha zor
ve kritik bir küf1lHh:r. Paradigına tartı,~ınaları paradigması
nın bu açıd an bii) lik ön<;rru vardı r.
50
bu etkinli kkr paradigma sayesinde düzenli ve kendi için-
de tutarlı hale getirilirler. Paradig ma sadece çalışma tek-
niklerini, disiplinın temel varsayımlarını değil, bunlann ya-
nında, sözkonusu varsayım ve yöntemlerin d o g ruluğuna i-
lişkin bilim adamları topluluğunun ortak i nançlarını da
içerir.
Paylaşıbn ortak paradigmada, temel sorular ve onlara
. verilebilecek kabul edilebilir cevap lann genel çerçevesi çi-
zilmi ~ ti r. Paradigma meşru çalışmanın standartlarını koyar.
Bilim a damlanna düşen görev kurallan kon muş bulmaca-
Ja rı tek rar tekrar, ama belki daha önce kullanılınamış tek-
niklerle yeniden çözmek, böyicce he m bilimsel faaliyette
bulunmak hem de pa radigmavı yeniden üretmektir. Ola-
ğan b lliu:ı. döneminde bilim adamları paradigmanın diliyle
dünya yı lIyuşturmaya yahut uzlaştırmGrya çalışırbr. Pafa-
digl11a onlar için dünyaya bakılan bir standartlar veya öl-
çüler yumağıdıf; g(~rç ekligin belirli kuralbrJ uygun olarak
a ıgıl:ınnıa .~ını , Ka\T;ı nmaSll1ı ve kavr:ımsa ıı :ışt ırı: nıaS lf11 sag-
layan bir şaUl0 .dur. 13u ~a blonun bizzat kendisinin doğru
vey::! yanlışlıgından b;'ilısetmek aniamlı degildir. Anlamlı o-
lan şablonun uygulandığu gerçelik ile uyum ~agl ~ı.y ıp sağ
lay;ımadığıdır. O zaman bilim felsefesinin diğer ö nemU bir
kavramı olan ilerleme ile ]J3radigmalarm ilişkisini günde-
me getirmek gerekir.
3. B1WfSEllLt:1?LEME
Tahmin edilı::,ct:p,i
gibi b ilim t artışmaları n da Berlerne
kavr;ımı oldı :kça merkezi bir konuma ~;abjpti.r. Bilimsel te-
o ri lp.ri n birinden diğerine geçerke n aradaki i lişl:iyi hangi
k;;warıüa açıkbmak gerekir? Kuhn buna paradigmal geçiş
ek:\. Peki neden bir paradigmadan digerine geçer bilim ;J. -
da ın hl rı? Bu geçişin rasyonel b ir temeli var mıdır, yoksa
51
p:.ırad i gnıa l ;ı rdan birbiri ne geç mek t amaıııen irrasyonel
bir olaymıdır?
52
gibi standartların varlığını kabul eder (s. 261). Fakat bu gi-
bi tercih nedenlerinin tercih y;ıp:ırken kulianıldığıl1l fak at
bunların tercih kuraltan olmadığına sÖyleyerek bu kav-
ramlann deği~ik ki;iiler tarafından fark lı ~ckilde YOllJ mia-
nabilecegine dikkat çeker. (s. 262)
Kulın eleştirmenlerine vt:'rdiği cev:ı p ta bilimsel geliş
meyle ilgili görüşünün temelde evrimd. olduğunu söyler.
ilkel doğa felsefesinden yola çıkan ve bilimsel u zma nlıkla
rı bir agacın gövdesinden yükselen dallara benzetir ve ek-
ler.· "Bu nedenle hana göre bilimsel geli~ ın e, biyoiojik e\'-
rim gibi, tekyeniü Cunidirectional ve geridö ndüıüJemcz
dir (ineversable)." (Kuhn, 1986, s. 264)
4. BIllMSEL DEVRI'{f
Karşılaştığı bir sorund:ıI1 dolayı paylaştığı paradigm3.)'ı
suçlayan bir bilimadamı, kullandığı aleti suçlayan bir lI sta-
dan farksıdır. Dolayısıyla nonna.l bilim döneminde ortaya
çıkan problemlerin çoğu bilimadambnnca kendi becerik-
sizlik veya ba~ansızlıkbnna bağbnır. Eğer karşıtörnekler
veya kuraıdı ~ıl ıklar p3r:1<..ligıncıyı ~ars::ıcak kadar çok sayıda
veya güçte değilse bilimadamlan par!idigmalanocb çalış
maya devam ederler. F:ı kat artan kural<.Ilşllıklar paradig-
maya olan güven V~ b:ıglılığı gevşetir. Farklı bakı~ açılan,
yöntem ve teknikleıin denenmesine başlanır. Zamanla P~
radigma bağlayıcı olmaktan çıkar. Münferit çalışıııa lar fark-
lı felsefi ve teorik gerekçelerle savunulmaya başlanı r. Tam
bir kargaşa egemendir. Eski a n l ayış önceki güvenilirliğini
kaybetmiş fakat yerine tüm Imıhalafetİ s\.lsturacak yeni bir
paradigma da konm3nu ş tır. Bu bunalım dönemİ yeni ba-
şarılarla desteklenen bir paraciigmayla aşılır.
53
epistemolojik, hem metodolojik ve hem de Jksiyolojik dü-
zeyde bir farklılaşmayı gerektirir!er. ParadigmJların vardığı
sonuçların baglayıcılığı öncüllerinin kabul edilmesine
bağlıdır. Dolayısıyla öncülleri farklı paradigrnJların ürettiği
sonuçların karşılaştırılması anlamsız olmaktadır. Çünkü,
paradigmalar eşölçillemezdirler.
Ortaya çıkan k.."ll'şıtön:ıekJer veya kuraldış:W1dar pa-
radigmayı kendini yeniden üretemeyecek düzeyde zorla-
maya başlarsa bunalımlar ortaya çıkar. BU1l3lımla beraber
arayışlar başbr ve yeni bir paradigma eskisinin yerini alır.
Bu geçiş devdmseld1r; aynen sosyal devrimlerde olduğu
gibi bilimsel devrimlerde de yeni bilim anlayışı tüm bilgi-
leri kendi merkezinden bakarak ve kendi rengine boyaya-
rak yeniden kurar. Bu nedenle yeni paradigmadan bakıi
dığındJ herşeyin daha iyiye gittiğinin, yeni paradigmanın
eskilerine göre daha iyi olduğunun düşünülmesi g:ıyet
normaldir. Çünkü her paradigma bilim tarihini yeniden
·yazmaktadır.
54
nunda "sorulann ve önerilen cevaplann meşrulugunu (ge-
çerliligini) belirleyen ölçütlerde önemli kaymalar" (s. 109)
meydana geldigini söyier. Bir paradigmadan digerine ge-
çen yahut bir paradigmadan digerine bakan kişinin hem
nereye baktıg mda hem de bakış biçiminde önemli farklı
lıklar meydana gelir.
55
yöntem anlayışına da salıip olmalıdırlar. çünkü hangi so-
rulilnn anlamlı olduğu, hangi tip cevapların "kabul edile-
bilir" nitelik taşıdığı, ne tür akıl yüıiitmenin meşru veya
"caiz" oldugu benzeri soruların cevapları, paradigmayı ca-
zip kılan efsunu ve iç tutarlılığı ona kazandıran, paradig-
manın o özgün mantığının biçimlendirdiği genel prensip-
kr tarafından belirlenir. Kısaca Kuhn'un deyişiyle, "her pa-
radigma kendi kriterlerini kendisi koyar" (Kuhn, 1970, s.
148); farklı pac:ıdigmahr farklı araç ve yöntemler kullanır
lar.
ToparlaYdeık olarak, Kuhll'a göre bilim iki şekilde
yapılabilir: Birinci durumda bir paradigmanın dikte ettiği
ilke ve 2raşıırma kO'mlarına uygun olarak yapılan bilim.
Buna Normal Bilin. der, Kuhn. Bir de Devrimci Bilim
vardır; devrimci bilimde bilimsel etkinliğin ilkeleri değişir.
Genellikle normal bHiı:n gerçeklikle ilgili açıklamalarda el-
de edilen başarilarla başlar. 'iu başarıların dayandığı te-
meller sorgulanmaz. Çünkü, bir paradigma oluşmuştur.
Veri bir paradigma, hem çözümü gereken sorulan tanımla
yacak, hem de o sOl1..ılara verilebilecek kabul edilebilir c=-
vapbn belirleyecektir. Sorubr ve ('nlann çözümüne ilişkin
çabalar bulmaca çözmeye benzetilebilir. Zira çözüm için
gerekli tüm kurallar belirlenmiştir. Oyunun kurallarını de-
ğiştirmemek kaydıyia, kurallara uygun olarak parçaları
yerli yerlerine yerleştirmektedir biliı,ı adamlan. Ama dev-
ıimci bilim tüm kuralları, soru biçimlerini ve cevap olma
niteliğini degişime uğratır.
56
Kuhn'a göre bilim birikimsel bir süreç demez, dola-
yısı-la bilimsel gelişm e yahut ilerlemeelen değil, ancak bi-
limsel değişmeoen sözedilebilir. ılerleme ve gelişme nor-
mal bilim sürecinde yani bir paradigma içinde sözkonusu
olabilir, fakat paraeligmabn kar~;ıla~ tlfip bir paradigmanın
diğerinden daha iyi açıkladıgın! gösterecek oı1ak kriterler
olmadığı için paradigmadan diğerine geçiş devrimsel bir
nitelik ta~ır.
Bilim adaml arı neden bir p;ır.ıdigmad an diğerine ge-
çerler? Kuhn'a göre bir paradigmanın terkedi li ş nedeni,
paradigmanın belirled iği çerçevede çözülemeyen sorunla-
rm yeni arayışlara sürükleyecek kadar fazlalaşmasıdıL Pa-
radigma değişikliğinele bir illgı dönüşüı ü sözkonusudur.
Yeni paradigma, insanlara dünyayı daha iyi açıklıyor gö-
zükür. Fakat bunun rasyon e! bir dayanagı yoktur. Çünkü,
rasyonalitenin kendisi paradigmanm bir ürünüdür. Yani
paradigmalar arasındaki rekabet yahut yan.) birisinin doğ
ruluğunu ispat yoluyla çözüme kavuşturulamaz_ Çünkü,
sorun kavrayışın, algılama biçiminin değişmesinden by-
naklan nıaktadır_ D o by ısıyla paradigma deği~ince ge rçeğe
daha bir yaklaştığımızı düşünmekten feragat etmemiz ge-
rektigini öğütler Kuhn.
57
V. LAKATOS: BiLlMSEL ARAŞTIRMA
PROGRA...MLAR1 METODOLOJlSı
59
tigini savunmaktayel!. Bilimsel devrimlerin aradaki sıçra
ma)'ı ifade ettiği paradigmalar arasında doğru-yanlış , da-
ha dogru, daha yanlış kıyasb ınasıııı yapmamıla imkan ve-
recek bir üst teoriye sahip olmadıgunız için geçişin rasyo-
nd bir ölçütü olamazdı. Yani, ne doğruiama ne de yan-
1ı.şlruna par:ıdigmalar üstü bir ölçüt olarak görülemezdi.
Bu nedenle Kuhn hem mantıksal pozitivistleri hem de
Popper'j ele~tirınekteydi.
L:ı.katos makalesine, Kuhn'un eleştirdigi ve metodo-
lojik yanlışlam.1cı1ık ded iği şeyi kendisinin de daha güçlü
gerekçelerle elc~tirdiğini, fakat Kulm'un daha sofistike bir
rasyonalite sunan §ofi~;tike yanlışlamaciliğı anlam:ıdığıOl
savunarak başlar. (Lakatas, 1986, s. 93)
L'1k.c-:ıtos 'a
göre, doğrulamacılığın ilk saf biçimi ak1l-
cı.l.J.klır.
Bu meyanda rasyonalistler, neyin doğru oldu ğunu
belirlemeye yönelik bir dizi yöntemler geliştiffiıişlerdi. Di-
ğer bir doğrularnacı yaıda~ım getiı:en empirisisüer de be-
!idi olgusal önermelerinin merkezde yeraldığı bir tümeva-
nın yöntemi ile sağlam ve güvenilir bilgiye vanlabileceği ni
savunmu ~ brd1.
Go
destekleyici delillerin sağladığı ihtimalin yüksekliğini ge-
rekrirdiği savunulmaya başlandı.
61
ispatlandığırun kabul edilmesidir. Lakatos buna, göııem
sel (y::ılıut deneysel) ispat doktrin.i demektedir.
Bu iki varsayımbir araya gelerek bilimsel olanla ol-
mayanı ayıran ölçütü meydana getirmektedirler: Ancak
belirli gözlemlenebilir durumları yasaklayan teoriler "bi-
limsel"dirler veya bir teori ancak deneysel temele sahib
olduğu zaman "biliınsel"dir.
62
Kısaca söylemek gerekirse, "yumuşak, ispatlanmamış
'teorilerle' katı ispatlannuş'olgusal temel' arasında bir sınır
yoktur: Bilimin bütün önermeleri teorik ve tedavisi im-
kansız bir şekilde yanıJabilirdirler" (s. 100).
2. MEIDDOLqflK 1~4NLIşrhifACJUK
I.a!mlo5 deva m, eder, ' eğer bütün bilimsei ifadeler ya-
ruTabilir teori lere dayanıyodarsa, o zaman buntarın eleşti
risi ancaktutarsızlık rıçısınd;m yapılabilir (s. 1.03). Peki bu
63
durumda hangi anbmda bilim deneyseldir? Eger hilimsel
teoriler hem <ıog ru l ug u ispatlanarnaz, ihtimal dışı ve yan-
Iış lıg ı da ispatlanamaısa bili m , şüpheeilerin söylediği gihi,
boş bir spekülasyondan ibaret bir {iey midir? Bilimsel ge-
liş me diye bir şey yok mudur? ı-Hl.t1 şüphecilige karşı ola-
bilir miyiz? Bilimsel eleştiriciliği ya nılab ilirlikte n koruya-
bilir miyiz? Yanılabili rci bir bilimsel gelişme teorisine s·ahip
olmak mümkün müdür? Eğer bilimsel eleştiri yaru labilir i-
se, hangi t~nıe l e dayanara k bir teo riyi tasfiye edeb il e ceğiz?
l.akatos, her şeyini bilime adamış bilim ada mlanrt! ve
dostlannı daha fazla ürkütmt;>den, bu .sorulara en ilgi çeki-
ci cevab ı metodolojik yanlışlamacılığın verdigini söyle-
mekted ir.
Ona göre metodolojik ~Iamacılı1~ uylaşımcılıgın
bir markası olduğu için önce u yl:ışıfficılıga biraz değin
mekre yarar var. M.antıksal pozitivizmin arkaplanını irde-
lerken uylaşımctlıga deg inmi.şıik. Poincare, M.i liY ud Ve
Le Roy gibi uylaşımcilar, bilim adamlarının kararl~ınmn ö-
nemi üzeri nde durmaktaydılar. Bilim adamlan bir teori ile
ilgili bir karar verdikten sonra ortaya çık:ı ca k "kura! dışı
hkl an" yan hipotezlerle veya "uylaşı ıncı manevralarla" çö-
zerler.
Bu muhafazakar uyla.,,'illnCılık, önce bir deneme ya-
nılmı yapıp önemli bir karar aldıktan sonm kendimizi ka-
paıtı g ı mız hapishaneden ç ıkmaya ınuktedir olamayacagı
mız dezavantajını taşımaktadır. Bu yaldaşım, uzun süre
muzaffer olmuş teorilerin tastlye edilmesi problemini çö-
zememektedir. Bu yaklaşıma göre deneyler genç kuramla-
rı redeımek i<;in göreli güce sahiptirler, fakat yerleşmiş, es··
ki teoıileri deg iı. Sonuçta bilim geliştikçe deneysel delille-
rin gücü azalmaktadır.
Lakatos'a göre bilim adarrılannın kavramsal çerçeve-
lerifıin belirli bir süre sonra yıktıamayacak bir hapishane-
64
ye döni.işecegine
yönelik eleştiriler devdmd uylaşt,mçıJi
ğın iki rakip okulunu ortaya çıkarmaktadır. Bunbrdan bi-
risi Dulıem'in basitçiliği (simplisizm) diğeri de Popper'in
metodolojik yan l ı.şiaına~ ığı.yıdl.
Duhem, teorilerin sadece "çürütnıelerin" ağırlığıyla
çökmedigiyle ilgili uylaşımcı tezi kabul etmekte fak;:l( sü-
rekli tamirlerin ve hunlar sonuncb teorinin hasitligini kay-
belmesinin onu çökertehilecettini ve yerine yenisinin ik:ı
mı.=sini gcrekcirecegini ileri sürmektedir. f:ıkat burada yan-
lı~lama) öznei zevke veya bilimsel modaya yahut teorinin
gözddiğine terkedilmektedir.
Popper'in metodolojik ya!l,lışlamacılığı ise hem uy-
bşınıcı hem de yanlışlamacıdır. Uylaştmcılardan, anlaş
mayla kararbştırılan ifade/eıin tümel d egıı tekil olduğun u
s:1vu n:ır:ık, dogmatik yanlışla.rnac ıl..qrda n ise böyle hir ifa-
denin doğruluk değerinin olgularla dı.:: ğ il , bazı durumlar-
da, anlaşmayla kırarlaştırılabileceğini savunarak brklıiaş
maktadır.
65
sözkonusu teorinin yanlışlığının ispatlandıg! anlamında
değildir. Bu durumda bile sözkonusu teori dogru olabilir.
Yani, doğnı olanı eleyip yanlış olanı kabul etmemiz peka-
la mümkündür; bu risk göze alınmalıdır.
Eğer bir teori yanlışlarunışsa, onun dogm olmasi du-
Hımunda dogruyu elemi~ olma riskine ragıncn o tasfiye e-
dilmelidir. Bu metodoiojinin alternatif maliyeti de budur;
Vf~ merodolojik yanlı~lamacıya göre bu, bilimin gelişme ih-
timali için ödenrrıesi gereken bedeldir.
Bövle bir durumda bazı teorilerin elenrnöini müm-
kün kılacak bir yol bulunamaması haHnde bilimsel geliş
meden değil kmstarı bahsedilebileceği açıktır. Aynen :Oa.!~
wİn'in evrim kuranımda çevreye en iyi uyum saglay:m
canlının hayatta kalabileceğini söylemesi gibi, burada da
ancak en iyi uyum sağlayan teorilerin hayatta kalabileceı~i
söylenmektedir. Burada bir oyuna düşmekten bizi koruya-
cak olan şey de t.İ(.·jfieydir CLakatos, 1986 s. 108).
I\Js;ıca, m(:todolojik yasılış1arrla<:lhl:ta bir teoriyi red-
detmek jle onun yanlışlığuu ispat etmek bir birbirinden ;~
yınlmaktadır. Bilimsel olanla olmayana ilişkin yenj bir ay-
nştırın ölçüt öne sürülmektedir. Ancak belirli "gözlemle-
nebilir" dummlan yasaklayan ve bu ylizden "yallLışlan3.bi
ien" ve reddedilebilen teoriler "bilimsel"dir; veya bir teoii
eğer bir "deneysel temel" ra~ıyorsa bilimseldir (yahut k;:ı~
bul edilebilirdir).
Bu. dogmatik yanlışbmacılılSınkinden çok daha libe-
rai bir ölçüttür. Ucisi arasındaki f~rk bazı kavf2malann Uf-
rı3k içinde yzzılarak elde ettikleri değişik anbmda yat-
makt:dır.
3. SOF1S71KE YANLIŞIAMAG1fJK
Sofistike yan1ışlamacılığa göre, bir teori eğe,- öncekin-
66
den (yahut rakibinden) farklı olarak artan deneysel içerik-
le destekleniyorsa yani, eger yeni olgulann ke.şfine göıü
rüyorsa ancak o zaman "bilirnsd" veya "kabuledilebilir"
bir teoridir.
Dogmatik yanLışlamacılığa göre, bir teori kendisiyle
çelişen bir gözlem önermes iyle yanlışbmr. Sofistike yanlış
lamacı!ıga göre ise bir teoıi, T teorisi diyelim, sadece ve
sadece a~agıda ki özellikleri taşıyan bir r teorisinin öne
sürülmesiyle yanlışlarur:
ı. r, T'den daha fazla deneysel içerigc sahi p olnıa lı
dır,yani 1"nin ıştgı altında mu htemel olmayan hatta y;ıs:ü,.
lana n yeni olgula r öngörmelidir.
2. 1"', T'nin ö nceki tüm başanlamu açıkbınalıdır, yani
1'nin reddedilmeyen tüm içerigi (gözlem hatabnnın sınır
l;ırı dahilinde) T'nin muhtev;1sında da içerilmelidir.
67
fadesi veya çok iyi desteklenmiş alt-seviyeli yanlışlayıcı bir
hipotez yanlışlamaya neden olmaz. Çünkü daha iyi bir te-
ori olmadan yanlışlama olmaz. Deneylerimiz mevcut teo-
riyle çelişse de yeni bir teori ortaya çıkana kadar eldeki
teoriyi savunmaya devam ederiz. Çünkü, yanlışlama teori
ile deneysel temel ar.lsındaki bir ilişki degil fakat teoriler
ile özgün deneysel temeller ve yanşmanın ortaya çıkardığı
deneysel büyüme arasında çoklu bir ilişkidir.
Sonuçta, tatGıtos'a
göre soııstike metodolojik yan-
lışiamacılık, deneycilikten deneyimin belirleyiciliğini,
Kanftan bilgiye erkenci yaklaşımı, uyIaşımcılıktan da me-
todolojide kararlann rolünün önemini almak suretiyle de-
gişik geknekleri harmanlamaktadır.
4. ARAŞTIRMA PROGRAMLARI
Başta da degindigimiz gibi, ı..akatos'un araştırma
programları, 50fıstike yanlışlamacılığın Kulın'un paradig-
m~Janna uyarlanışı olduğu söylenebilir. Bilinefiği gibi,
Kuhn'da, paradigmal geçişin, yani bilimsel de\·rimlerin hir
rasyanalitesi yoktu. Bu nedenle farklı paradigma!:ı.r birbi-
riyle eşölçillemezlik ilişkisi içindeydiler. Bu da bilinlin di-
ğer bilişsel etkinliklerden farkının ne olduğu sorusuna çok
anlamlı bir cevap verilmesini engelliyordu. Lakatos bu so-
runu çözmeyi denemiştir.
Bunu yaparken :Lakatos, dört yeni kavram ileri sürer:
Katı çekirdek, koruyucu ku~ak, pozitif keşif ve negatif ke-
şif. Bütün bilim' d ara~tırma programları birer katı çekir-
d.ek ve onu <;e\ ,deyen kor1lVucu k--uşağa salliptider. Katı
<;ekirclek programın ayırıcı yastidır ve progranun geliştiri
leceği temel hipotezlerden oluşur. Mesela, Kopemik as-
tronomi<;inin btı çekirdeği, dünya ve diğer gezegenlerin
güne~in etrafında döndüğü, dünyanın güneş etrafındaki
68
dönüşünü bir yılda kendi etrafındaki dönü~ünü de bir
günde tamambdıgı varsayımlarıdır.
69
Programın pozitif keşifi bilim adamlarını kural dışı
lıklar(anomaHes) denizinde bogulmaktan korur. Koruyu-
cu kuşakta meydana gelen değişikliklerin ileri götürücü
bir problem kaymasına neden olması durumunda araştır
ma programı başanh, tersine yozlaştırıcı bir problem kay-
masına götürmesi durumunda da program başansızdır.
(Lakatos, 1986, s. 133).
Bilimsel gelişmeyi saglamak için bilim adamları, katı
çekirdege dokunmamak kaydıyla, yeni sınama imkanları
ortaya çıkaracak, yeni olguların keşfini mümkün kılacak
her türlü yöntemle komyucu kuşag! geliştirebilider. Dola-
yısıyla ıa..lrutos metodolojisinde iki şey programı dejenere
eder, yahut çökertir. Birincisi, yeni test imkanı yaratmayan
ad hac hipotezler. İkincisi, katı çekirdeği sorgulamaya
yönelen etkinlikler.
Birinci dummda, karşıt örnekler yahut kmaldışılıkla
mı açıklanabilmesi için programın komyucu kuşağına ek-
lenen yahut eskisiyle değiştirilen yardımcı hipotezler, yeni
test imkanlan yaratmadıkları, dolayısıyla programa olumlu
bir katkıda bulunmadıklan gibi programın gelişmesini de
engelleyerek onu dejenere edecekleri için hemen terkedil-
melen gerekir. Bir hipotezin terkedilip edilmemesi gerekti-
gine deneysel sınamalar sonunda karar verilir. Neyin kalıcı
neyin ise gidici olduguna bilim adamları bu deneylerin eş
liğinde karar verirler.
1kinci durumun gerçekleşebiimesi için sözkonusu
programa rakip, onun açıkladıgı olgulann yanısıra, açıkla
yamadıklannı da açıklayabilen, hatta eski programda hiç
gündeme gelmeyen yeni olgulann keşfine de İıTLkan sağla
yan yeni bir programın ortaya çıkması zorunludur. Başka
türlüsü, bilim adamı için bastlgı dalı kesmeye kalkmak o-
lacaktır.
70
Burada sorulabilecek önemli bir soru, farklı araştırma
programlarının nasılortaya çıktıgı ve birbirleriyle olan iii ş-·
kilerinde kıyaslarup kıyaslJn a mayacaklandıL
Bu konuda Lakatos, Kuhn'un nalv yaruışL'lffiocı1ığı.
reddetmekle haklı old uğu nu teslim eder, fakat b u nu ya-
parken sofıstike metodolojik yanlış1amacılıguı da içi nlı...:
yeraldığı her türlü yanlışlamacılığı reddetme yamışma düş
tüğünü belirtir.
71
L:lli.atos'a göre }(ıı.'1!l ' un hatas ı , Popper'm ibi sürdü·
gü ve kendisinin <.le geli;:;ı ir<.liği sofis ıi ke yanlışlamacılıgı
gözden kaçifl113sıdır,
Lakatos, Popper'la iigili kanşıklıkları da önlemek için
piyasada üç Popper olduğundan bahseder. Pop per-O, Pop-
per-l ve Popper-2.
Popper-O, Lakatos'a göre, bir kelime dahi yayınlama
yan, Ayet' tara fından i(at edilen ve "eleştirilen" bir dogın:ı
ı ik yanlı şlama cıdır. La.katos, sonunda kendi çalışm:ılarınIn
bu honiagı öldı:ire ce,Çiini umduğu nu söyler (5.181).
Popper-!, bir nalv.:, Poppeı'-2 de bir oo:fGtike yan-
lışbmacıdıf. Gerçek Poppet' ise 1920'lerde dogmatikten
naive metodolojik yanlışlaına cılı ğ! geliştiren, 1950'lerde
sofi stike y:ınlı~ l :ını:1cllıg ın kabul kurallanna ulaşan kişidir.
Fakat yanlışlama kuraHannelan hiçbir zaman vazgeçme-
miştir.
72
YOflaştıncı 011113 uerecekrlne güre kar~ll;:ışlJrıbbilir. Laka-
tos'a göre, bilimin gelişmesiyle ilgili bilim t::ırihinden hare-
ketle çıbrılabilecek yegane rasyonalite de budur.
73
VI. ALTHUSSER: TEORIK PRATİGIN TEORİSİ
75
list yahut ideallsttirler. Idealist yahut materyalist olmaları
da onların toplumsal sınıflarla olan ilişkileriyle belirlenebi-
lir.
Althusser'e göre felsefenin yöntemi ve konusu bili-
minkinden oldukça farklıdır. Felsefe tez ileri sürer. Bu tez-
lerin doğrulı.ığu ve yanlışlğ! sözkonusu değildir. Felsefi ö-
nerrneler için ancak uygun veya 'uygun de/ıil nitelemesi
y~ıp d :.1b ilir. Do ğ ru veya ya nlış olma k bilimsel önermelerin
özelliğidir, Felsefi öne rme krin amacı do ~ru ile düzmece
fikiden ayırmak olduğu için, bilimin old ugu anlamda fd-
sefenin bir ne:mesi yoktur (Althusser, 1984, s. 10).
77
farklı
baglamiarda üretilmiş olmalarına rağmen çogu za-
man biri d igerinin yerine ikame edilerek kullarulmaktadır
lar.
c) Epistemolojik Kopma
Kavram BachcI.-ırd'da, ku ramsal üre[İm sürecinde bi-
lim öncesi kavramlar sistemi ve ideolojik açıklama biçi-
minde n bilim.sel açıklama biçimim! geçerken meydana ge-
len köklü kopuşu ifade etmekteydi. Althusser kavrarrıı i·
çerigini çok fazla dönüşüme ugmtmadan alıp, yeni bir for-
mu!3syonla Marİi:..<;'ın çalışmalarının ondan önceki Alınan
felsefesi, İngiliz İktisadı ve Framıa Sosyalizminden far-
kım betlrnlerken kullarunaktadıL
d) Semptomik O/mma
Temel kavromian arasında yeralan sl.':ffiptomik oku-
ma ve ii:slbPJiıkrıimi Althusser, Freud'dan alıp dönüştür
müştü r. Sc:mptomik ok"1.UD.a, bir metinin, sözkonusu me-
tinde açıkca ifade edilmeyen ama metnin problematigi i-
çinde saklı anlamın ortaya çıkarılarak okunmasıdır. Tıpkı
bir hastanın konuşması sırasmda doğrudan söyleyemedigi
ama ifadelerine yansıttlğı bilinçaltlnın çözümlenmesi gibi.
Bir başka ifadeyle, semptomik okuına bir metin içerisin-
de dağınık olarak cevaplanan ama sorusu sorulmamiş SO-
mlann ortaya çıkarılıp cevapiarla bütünleştiıilerele yeniden
ifa de edilmesidir. Althusser bu yöntemi Freud'dan aldığını
3 çıkça belirtir (Althusser, 1970, s. 16).
e) Osthelirleninı
Öte yandan üstbellikolm , Freud 'J a rüyalann çö-
:ı: Limlemnesinde k ull:ıru la n bir kavramdı.
Althusse r ise kav-
ramı 15ooy2l1 for:ır..a~"Y0nu oluşturan
prntik1erin birbiriyle o-
lan iiişkilerini ifade etmek için kullarunaktadır. Buna göre
belirli bi r tarihsel dönemde bir SQşya! formasyonu oluştu
mn degişik düzey ve pratikler hem parçası oldukları bü-
tünden etkilenı ne kte hem de onu etkilemektedirler (}Jt-
78
husser, 1970, s. 315). Bu kiasik altya pı-üstyapı anlayışın
dan daha farklı bir kavrdmsa! çerçeve getirmektedir. Son
t3hlilde ekonomik pratik belirleyici ise de bu birebir bir
belidemecilik degildir.
j) Yapısal Nedensellik
Buradan Althusser'in yapısal ne d ensellik d ed iği diger
tir anahtar kavramı karşımıza çıkıyor. Ona göre,
]'.furks'tan önce felsefede iki ayrı nedensellik kavrari1l bu-
lunmaktaydı. Bunlardan birisi, bir ögenin digerleri fızerin
deki etkileriniaçıkl aya n ama bütünün parçal:ırı üzeriDlieki
etkilerini betimleyemey;en doğrusal nedensellllı::, digeri
de parçanın bütün tarafından belirlendigini açıklarken par-
çayı bütünün özüne indirgeyen açıldaytCl nedenselliItti.
Yapısal n edensellik kavr.ırrlı ise, bu iki tür nedensellikten
farklı olarak neden-sonuç ilişkisini, hem bütünü, onu o-
luşturitn ögelerin etkilerinin dışında tutmadan hem de onu
t:..mamen herhangi bir ögesine indirgemeden karşılıklı et-
kii.e sim çerçevesinde :ıçıkl am:ıkta dır CAh.h us.se r, 1970, s.
130-90). Bu durumda nedenlerle wnuçlar iç içe geçmekte
ve her neden bir sonuç, her sonuç bir neden olmakt,ıdır.
2. BILGi SOREC!
A.1thusser'e göre geleneksel. epi.<;temolo;Ucdn bilgi
SGmnuna y;:ık!aşım ı ~fi.nda temelde bir lı ata söıkoml.'i uuur.
Bilgi, bilen ö zne ile bilinen nesne arasıncL'! bir ilişkl ola rak
tasavvur edilir. Bu yaklaşıma göre bilgiye konu obn nesne
ciekti.f gerçekiigin kendisidir. Yani bilgi, gerçek nesnelere
(elwbul eden ka H.ı mlann bir araya g~ ıirilm es iyı e oluşturu
lur.
Jı.Jthu.sser,
biii'inin nesnesiyle gerçek nesneyi ayırarak
işe b:ış lar.
Ona göre "gerçekli ğ in düzeni ile düşüncenin dü-
zeni degi~ebilir Ve bu ikisi arasında bir tekabuliyer sözko·
nusu de.~i1dir" (Counihan, 1976, s. 16). Gerçeklik ona kar-
79
şılık gelmesi için ür<;;ıi!t:n kavram klimesin<.len her zaman
clalu zengin ve çok yönlüdür. Althusser, i n:-ın ın zihninden
b:ığıı ıı.'iIZ , onun hilr,isin<.len önce de sonra da varolan bir
nesn ekr dünyasının varlığını bbul etım:kle matcf) -ali'ittir.
Ama hilgi üretimini maddi üretim sürecinden b ağ ımsız,
kendine özgü geJi~lııe dinamikleri ve görece özerkliği o-
lan ve zihinde b:ı ş !ayıp zihinde biten bir süreç olarak ü\-
Dımbrken de materyalizmin sınırlarını zorlamaktadır.
Ona göre, kuramsal uygula manın hammaddesi ger-
çek nesneler değil, gerçekliğe yakıştırılan özeııiklerin so-
yu[lamaland ırlJr. nu soyuıbınabr belirli dönemlerde kar-
şılaşılan ve çözüm potansiyeli taşıyan sorunlar karşısında
belirirler. Bu yönüyle SOnlul(:ln iıan:keıl e üretiise de ayn
bir üretim alanının nesnesi haline gdirler. Sonuçta, bilgi
nesnesi somut nesneden tamamen fJrklt bir niteliğc büru ·
nür. Bu nedenle hilginin nesnesi gerçek nesne degildir, fa-
kat bilginin nesnesi yoluyla hakkında bilgi edinilen .şey
gerçek nesnediL
Alth us::;er Am iens S3"un m:ısınua , <::ğer hilgi süreci
gerçek nesneyi değil, ama yalmzca sezgisini, önce kav-
r<ımlara daha soma da d ü~üncenin soımıllına d ö ni"ı ::; tlırü
ym"a ve eger her süreç, ı\lark.'i'IIl tekrarladığı gihi ger~:ek
nesnede değiİ, düşüncede gerçd:leşiyor,~a. o uın a n. "<1ü-
şünc(;oin gCfç'ek nesne dolaylsıyLı ve onu tanımak i.;'İn
ge r<:ek. nesneden başka bir "madde" üzerine çalıştığını,
dii:;üncenİn somurunu üretmek için dönüşüm sürecinde
gerçe k nesnenin yerin i lut:ın geçici hi(;imler üz\:'rinde ça-
lı:~tığınJ kahul etn (:k gerektiğini söylemektedir.
AILliLlS!icr'in hu h;ı.~larnda Spinoza\bn e~inlenerl'k verd iği
örnek de ilginçtir: Daire fikri daire dcğildi.ı~, köpek k,1.V-
ran11 lı.avhunaz.
Bilgi nesnesinin dönü,~ürnc uIi,r:ı ın :ısı sonuncb gerçek
neSi1t.:ye ili~kin bilgi dt:rinle ~ir. f akat gerçe k dünya ile o na
80
ilişkin sahip oldugumuz bilginin ne derece örtü~tüğünü
bilmemiz mümkün degildir. Çünk ü bilgimizin dogrultığu
nu gösteren şeyonun açıkla yabilme niteliği degildir. Tam
tersine bilgirün doğru olmasının sonucunda açıklayabilme
özelliği gelir.
81
de koştukları için getirdikleri açıklamalara bile bakmadan
temelden reddedilmelen gerektigini söylemekle yetinif.
Bu cevap veya yaklaşım, soruna tatmin edici bir ce-
vap aramak yerine onu yok sayarak ondan kurtulmayı a-
maçlıyor izknimi vermektedir.
F<'1'c uıbcnc 'e göre, bilim ad a mlarının yür ütt ligü çı
!ışınaların sonuçbnnın halkın yat;amı
üzerinde bir etkisi
oldugu dummlarda, balkm bu kararlara katılması demok-
83
wtik haklar arasında sayılm::ı.lıdıf. Sonuçlanna katlanacak
obnbr sadece bilim adamlan olmadığına göre sıradan in-
sanl:.ırın da bilimsel kararların toplumsal politika haline
getirilmesinde söz sahibi olmaları, herkmgi hir siyasal ka-
rarın uygulanmasında insanların söz sahibi olmasından ni-
telik obrak farklı değildir. Zira çağdaş dünyada, insanların
lehine oldugu kadar aleyhine de, sonuçlanan hir dizi bi-
limsel gelişme sözkonusudur. Çevreden insan sağlığına
kadar bir dizi alanda ortaya çıkan olumsuz sonuçlar ö-
nemli kitle ho~nutsuzluklarına neden olmaktadır. Bu a13.n-
da yapıian protesto eylemlerinin zaman geçtikçe marjinal
hareket olmaktan çıkmaları toplumların gelecekte bilime
karşı daha da duyarlı olacağını göstermektedir.
84
Alternatifler sadece ortak zeminden hareketle farklı
yorumlar üretmekle sınırlı değildir. Çünkü, daha önceki
bölümlerde de üzerinde durulduğu üzere, teoriler olgular
üzerinde bir noktaya kadar anlaşmaya varabilider. Çünkü
insan bilgisi olgu ve olaylan düzenler. Farklı bilgi türleri
olayların farklı düzenlenmesi demektir. Değişik düşünen
insanların dünyayı kendi teorik yapılannın elverdiği ölı;ü
ler içerisinde ve sahip olduklan dilin imkanları çerçevesin-
de algıl:ıyacaklarından dolayi olgu, nesne ve olaylar ara-
sında yansıma teorisinin iddia ettiği gibi tüm insanların or-
t3.k olarak aynı şekilde algılayacakları kendiliğinden bir
düzenin olmadığı, yani farklı teoıilerin kritize edilebileceği
bağımsız ve ortak bir deneysel temel ve gözlem dilinin ol-
madığından dolayı, hangi tür bilginin başarılı olacağının
. önceden bir garantisi yoktur. Bunun için birbirine altern3.-
tif tüm bilgilerin birbirleriyle yanşmasına imbn tanınmalı
dır. Buna Feyerabend çoğalma (proliferation) ilkesi de-
mektedir. Çoğalma ilkesi ı;adece alternatiflerin icad edil-
mesini önermekle kalmayıp aynı zamanda çürütülen teori-
lerin tasfiye edilmesini de önleyici bir işlev görmektedir.
Çünkü, çürütülen teori gündemde kaldığı sürece rakip te-
orinin içeriğine katkıd3. bulunacaktır (Feyembend, 1981,
ss. 104-108).
Bu tam bir kuramsal veya yöntembilimsel çoğuIcu
luktur. Ne teorilerin birbirlerinin yerini almabrı ile ilgili il-
kelere; ne de bir teorinin doğruluğunu garantileyen ölçüt-
lere s3.hip almadığımız için her türlü bilgiye yanşma şansı
vermen1İz ve bunun art3.mını hazırlam3.I11ız en güvenli yol
olacaktır. Yanlı~ görü~, açıklam3. yahut teorilerin egemenli-
ğini önlemek amacıyla bilimsel bilgi adı verilen ve aslında
tarih boyunca değişmeyen bir rasyonelliği olmayan bilgi
türünü egemen kılmak, bir siya~al ideolojiyi değişik gerek-
çeler göstererek, alternatiflerine hayat hakkı tanımaksızın,
egemen kılmaktan farklı değildir.
85
Teori yahut iddia br ancak onları onaylayan bir tavırla
desteklenmesi durumunda etkili olacaklan için, insanların
onayının yanlışlıklara götürecegi korkusu atılarak he r bil-
giye yahut birbirine alternatif teoriye kendini ifade şa nsı
nın ve ri lmesi özgü, bir toplumun kendini yeniden ürete-
bilmesinin de temel şartıdır. Sonuç itibariyle, bilim adam-
lan diktatoryası ile din ada mlan yahutsiyaset adamlarının
diktatoryası a rasında bir nitelik brkı yoktur. Çünkü bilimin
doğa ~;ın da , onu kurtaneı yapan bir şey yoktur.
86
VIII, POSTMODERNtZM: BÜ\i:ıK AJ"-iL<\TILARA
KARŞI UMUTSUZ BİR ISYAN
1,ARKAPL4N
Gayet açıktır ki, modern-postmodern ilişkisi gele-
nek'iCl-modem ili kisi gibi öncekinden farklılığı ifade et-
mek üzere kullarulmaktadır. Batı tarihinde geleneksel dö-
nem düşüncede, toplum örgütlenmesinde ve değ er yarg ı
lMında nihai referans kJynağı olarak T:ın rı' nın kabul ed il-
digi dönemdir, Bilginin üretinLi ve dağıtımı kilise kurumu
87
tarafından örgütlenmektedir. Tüm siyasal ve kültürel ku-
ru mlar da kendilerini bu merkez elfafında bir yerlere yere-
leştirmektedirler. Tanrı'nın her şeyin nihai kaynagı olduğu
fikıi tüm toplumlar ve zamanlar için geçerli hayat nizanu
ve açıklama biçimleri sunma)'! zorunlu kılıyordu. İnsanla
nn görüşl eri değil Tanrı'nın buyrukları önemliydi. İnsanlar
kendi görüşle rini de Tanrı buyruk hnnm dolayımından ge-
çirerek sunmak dıınımıındaydılar.
Modern dönemde ise gerek bilginin değeri, kaymğı,
üretimi ve bölüşümü konusunda, gerekse toplum örgüt-
lenmesinde soyut insan kategori~i Tanrı'nın yerini almaya
ba~bdı. ı nsan ak ıl mutlak bilginin, eger hö~rle bir hilgi
mümkün;;e, kaynağıyelı. Evrene ilişkin bilgiler insan aklı,
duyuları, ve deneyimlerinin dolayıınından geçecektir şim
di. Siyasal anbmda mutlak itaat da bundan böyle gökler-
den yere inip soyut devlete hasredilecektir.
Tarihin yara tıcısı olan insanın, hem onu yaratırken
hem de degerlendirirken d1Şsal hir hilgiye ihtiyacı. yoktur
artık. Bu aydınlanma projesi insanlığın büyük hir coşku ile
pe şind en koş:1cıg ı yeni hedct1er yaratmıştır. Bu hedeflerin
gerçekleşmesi için yeni bilgi alanları gerekiyordu . Bilim
bu alanlardan en önemlisiydL
Dışsal bir bilgi otoritesine başvurmadan her türlü bil-
gi nin değerli k:ıbul edilmesi durumuncb. milyonlarca deği
şik insan gibi milyonlarca degj~ik bilgi ortaya çıkacaktır.
Bu bostan ancak, bazı insani bilgileri hayatın merkezine
yerle~tirmek suretiyle kurtulmak mümkündü . Nit ek im öyle
de oldu; bilim kategorisine giren bilgiler modern insanın
mukaddes metinleri haline gddiler.
Zaman çevirirni, aklı ve onu destekleyen deneyimi
mutlak bilgi kaynağı, insanı da bu bilgi kaynağını kul13n-
mak suretiyle evreni sınlf.)ız dÖnÜ~!Üfme hakkına salıi p
ontik bir kategori olarak tanımlayan aydınlanma geleneği-
88
ins:ın, toplum ve evrcne ili~kin bü-
nin ideallerini içkin;
tünse! açıklamalar sunan mouem projenin de ;L~ınd)gın:ı
şa hit oldu.
89
zeydc sanayileşme sonucu ortaya çıkan kirlibJiin maliyeti-
nin çogu onu üreımeyenIere yahut onun nimetlerinden en
az yararlananlara y'ÜkIenmektedir.
Aynı şekilde siyasal modeller de eskisi kadar kutsallık
taşımanı :ıkı:ıdır.Demokrasi ve insan hakla n söylemlerinin
taşıdıkları çifte standartlann da ortaya çıkması, insan mer-
kezli batı düşüncesinin tüm versiyonlarının sorgulanmala-
rım kolaylaştırmakta, o nla rın tüm ins a n lığın degil, beli rli
insanların yahut toplumlann çıkar ve mutl uluğunu amaçla-
dığı inancını paylaşa nLmn sayısı günden güne artma kt a-
çjır. Özellikle üçüncü dünya olarak nitelenen ve bir çok a-
çıdan karantina altında tutulması uygun göıiiIen coğrafya-o
larda yaşayan ve Batı dı ~mda da değişik gelenekleri tanı
ma imkanına sahıp aydmb.rın kendilerinin ve içinde yaşa
dıkları topiumlannın konumlarının bilincine varmaları,
farklı dü nyalar arasında ki egemenlik ilişkilerinin dayatı ıg ı
söylem diktatoryasını daha kolay görmelerini sağlam::ı.kta
dır.
90
biçimde genişletil mesi,seçme ve seçilme gibi siY<1s:ı 1 hak-
bnn kadınlara da verilmesi en popüler ve destek bulan
hedeflerdi.
Bugün fem inizmin, modern projenin sunduğu insan
kategorisinin ve bu kategori merkezinde dünyaya ilişkin
geti[(ji~i ıçık lamalann insanların tümünün bakış açısını
yansıtnı Jk an lamında evrensel olmadığı, sadece erkekle-
rin, haıt :ı d:ılı :ı da sınırlı anlamda "n atılı, orU sınıf ve be-
yaz crkegin" gözüyle çizilmiş bir proje olduğu eleştirisi sa-
nat, edebiyat ve estetiğin yanısıra sosyal bilimlerin yöntem
tartışmalannın da en önemli konulanndan biri haline gel-
di. İkinci paradoks inodernizme köklü eleştiri getiren fe-
minizmin postmodern femini zm olar.ık ıı~radığı dönüşüm
dür. Postmodem femirı.izme göre, kadın/erkek ikilemine
dayalı obrak üretilen erkek egemen "iililir veya patriar-
ki gibi bil)~;ıkan1atı1.'tr kurma, böylece kadın/erkek soru-
nunu çözme ideali de modernist bir nitelik taşımaktadır.
Fakat sonuç itibariyle, kendilerinin de modernist bir
nitelik taşıdığı şeklindeki postmodern eleştiriye rağmen fe-
minist eleştiriler postınod erniznıin ortaya çık ışına kaynak-
lık eden gelişmeler arasında önemli bir yer tutmaktadır.
91
savaşın kültürel obrak yaratılan tarihsel hir olgu olduğu
iddiası modern insanı derinden sarsmaktadır.
Beşinci olarak, gerek bilgisayar gerekse iletişim tek-
nolojisinde meydana gelen gelişmelerin bilginin kolay ve
ucuz olarak adem-i merkeziyetçi bir biçimde dünyaya ya-
yılmasının toplumsal yapıda meydana getirdiği dönüşüm
ele modernizmin ideallerinin gerçekleşmesini imkansız kıl
mıştır. Her ne kadar makro anlamda bilgi ve iletişim ağın
cla bir tekel söz konusu ise de yerel olarak farklılıklar es-
kisinden daha hızlı olarak ortadan kalkarken hiyerar~ik
bilgilenme modeli delinmiştir. Yaygın iletişim bombardı
m::ıI1ı, tekelüzeliğin sığlığına ve monotonluğuna içten içe
hir tepki getirmiş, ortadan kalkmaya zorlanan özgün1ük-
!cr ve yereilikler daha bir önemli hale gelmeye başlamış
tır.
92
karşı çıkılan da budur. Hayatın, toplumun, hilginin, rasyo-
nel yeniden i n~ aasının insanlara ümit dolu masallar sun-
makta olduğu doğrudur. (Ingilizce "narrative" kelimesinin
'rürkeçe'ye masal değil de "anlatı" obrak sanki farklı bir
kavrammış izleninıi verilerek çevrilmesinin modern proje-
ye göre biçimlenmiş olan zihinleri çok fazla fahaLsıı etme-
mek için uygul:man bir taktik olduğunu bir parantez cüm-
lesi olarak belinelım.)
Ama sonunda sunulan şey bir masaldan başka bir şey
d e ğildir.
Hberalizm., eşitlli{çilik, m..'1rksizm, feminizm vs.
her bırer lTı3saldırlar. Bu masallar hayatın içiçeli ği ni, çok
renkliliğini ve tüm özgüllüklerini yok etme pahasma ku-
nılmaktadırlar.
93
Çünkü dil ile toplum içiçed ic Özne nesneden, h;;i top-
lumdan soyutlanarak algılanamaz.
4. Tüm insanları kapsayacak metadil veya
me-..aan1atılar yoktur.
5. Küçük anlatılar
büyük anlatılara tercih edilmelidir;
doğruluk/yanlışhk ayınm! yerine küçüklbüyük anlatı ölçü-
tüne göre degerlendifme ya p ı l ın::ı lıdıf.
6. Anlatılann cazibelefine karılarak tarih felsefesi ve
devlet politikası yapılması tehlikelidir.
7. İnsanhğın kurtuluşu için büyük anlatılar üretmek
yerine yerel degerlerle sınırlı anlatılarla yerel ölçekli mü-
cadeleler yapılmalıdır.
8. Evrensel değerleri yakalamak uğnına özgünlükler
ve özgüllükleri yol"etmemek iç:in yerel değerler peşinde
koşulmail, in:;a n ve toplumların henze ~(!n özell iklerden zi-
yade farklılaşan özellikleri bilime konu edilmelidir.
9. ln.,>anlara yol gösterecek ıek bir soyut akıı kategori-
si işlevsel degildir. Akıl da. deneyim de tek tek insanlarla
anlam kazanır. Bu yüzden tümel akıl kategorisi arkasına
s;ı klanarak toıaliıer söylemler üretilmcmcHdir.
94
IX. ANTlBlUM: MODERN mUM
SANIK SAı"JOAlYESlNDE
95
1.ARKAPLAN
a) Bilim ve TeJ..molojİnin Yarattığı Hoşnutsuzluk
96
Batıbilimi niteIemesini mümkün kılacak farklılıkların ol-
dugu tezi daha geniş kesimlerin ilgisini çekmeye başladı.
Zamanla bu dogu bilgi birikimi batı biliminin eleştiri
sinde kulianılan temel malzemelerden birisi oluverdi.
c) Eleştirel Yahut Radikal Teori
Antibilim tartışmalarının üçüncü kaynag! Eleş+Jre1 ya-
hut Radikal Teoridir. Bilindigi gibi Marksizmin iktisadi ve
sosyal öngörülerinin gerçekleşmemesi veya tam iddia edi-
lenin tersi biçiminde gelişmelerin ortaya çıkması üzerine
marksist düşünürler Marks'ın kitaplarından yeni gündem
maddeleri çıkarmaya başlamışlardır. Bunlar arasında
Marks'ı yeniden okum::! girişimleri oldugu gibi onun üze-
rinde pek durulmayan yabancılaşma teorisi gibi (hha çok
kapitalizmin değişik boyutlardan eleştirilmesini amaçlayan
görüşleri daha da geliştiriIdi. Bu alanda ekoller ortaya çık
tı. Bu bağlamda, kadın hareketinden çevre hareketlerine
kadar bir çok alanda ismi marksist olmasa da esasta çeliş
kiyi ön pl:ma çıkaran yaklaşımlar alternatifler sunmaya
başladılar.
97
Bu bağlamda düşünüldügünde, toplumun yeniden ü-
retimini sağbyan diger araçlar gibi bilim de bu çelişkinin
içinde üretilmektedir. Sahip oldugu ve diğer bilgilenme bi-
çimlerinden onu ayıran epistemolojik özellikler bilimi ege-
men sınıfın lehine işleyen sistemin yeniden üretiminin a-
f:ıslanndan birbi olmaktan kurtaracak nitelikte değildir.
Bu yüzden bilim de sömürü sisteminin bir ürünüdür ve o-
nun işleyişinin en gliçlü araçlanndan birisidir. Sömürülen
yahut eziknlere sundugu imkanlar, aynen devletin sun-
duklan gibidir. Devletin tarafsizlığı ile bilimin tarafsızlığ! a-
rasında sadece bir alan farkı vardır. Devlet siyasal üreti-
min, bilim de bilgi üretiminin birer ürünüdürler.
Özetlediğimiz bu bakış açısı eleştirel bakmanın öte-
sinde biiime bir alternatif yaklaşımı getirmediği için çok
yaygın olarak paylaşılmamalda beraber aslında önemli so-
ru işaretleri ortaya atmaktadır.
Esas itibariyle çelişki yaklaşımılli benirnseyen bir çok
insan herşeye rağmen kapitalizm eleştirisinin bile ancak
bilimin dikte ettiği rasyonalite ile yapılabileceği ve tüm ca-
zibelerine rağmen bilinün dışındaki bilgi yoııarnun "babi"
olmaktan kurtl1lamayacaklan inancını paylaşmakta, bilirrün
"biricildiğinin" ve "özgüııügünün" tepelenmesi durumuncia
üzerinde oturduklan. dalı kesmiş olacaklarını farketmekte-
dirler. Çünkü, aydınlanma sonrası modern dünyada "pozi-
tif hlgi"den ba~ka mürşit aramak tam bir şaşkınlıktır ve
şaşkınlık da öyle kolay göğüs gerilecek bir ilham degildir.
98
mel aktörü oldugu ekosistem bir bütün olarak ekososya!
sistemi oluşturur. Ekososyal sistemde insanın müdahalele-
ri dengeyi ekosistem aleyhine çevirecek nokt:a~'a geldiği
zaman hem doga hem de insan için tam bir tehlike sözko-
nusudur. Bu noktada modern bilim ve onun uygulaması
olan teknoloji insanoğluna daha önceki dönemlerde gö-
rÜlI11emiş oranda bir enerjiyi kU,llanabilme imkanı yarat-
mıştır. Bu ekososyal sistem için önemli bir tehdit unsuru-
dur ve bunun sorumlusu da büyük oranda bilimdir,
Sanayileşme sonunda bugün gelinen noktada deniz,
hava, su, çevre kirlenmesi yanında gürültü kirliligi ve kül-
türel kirlilik de önemli boyutlara varnuştıf. Tüm bu olum-
suz sonuçlann temelinde, modern bilimin gelişmesine ze-
min hazırlayan insana dogayı sınırsız dönüştürme 'hakkı
tanıyan ve insan aklını da hiç bir sınır tanımaksızın bilgi
üretiminin yegane otoritesi yapan aydın1a."llP..a zihniyeti
yatmaktadır. Dolayısıyla modernleşmenin bu istenmeyen
sonuçlannın faturasının önemli ölçüde modern hilime ait
olduğu kabul edilmelidir.
2. Bilim sahip olduğu totaliter niteliği ile bir din biçi-
mine bürünmüştür. Yerleşmiş modern bilim ilc Batı'da ku-
rumsallaşmış dinin işlevlerinin benzerliğine dikkat çekiie-
rek, dinin geleneksel toplumdaki konumunun yarattıgı ile-
ri sürülen problemlerden dolayı ona yapılan itirazların ay-
nen bilim için de geçerli olması gerektigi savurlulmaktadır,
Bu görüşe göre, çağdaş toplumlardamodern bilim,
tamamen Orta çag Avrupasındaki Hıristiyanlıgın gördügü
işlevleri yüklenmiştir, Bu yüzden Hıristiyanlıga geleneksel
toplumsal yapıdaki konumu nedeniyle getirilen tüm e!eşti
rileri modern bilim fazlasıyla haketmektedir. Orta çag Av-
rupasında dinin işlevi neydi, kısaca özetleyelim:
a) Din, hem evrene hem de onun içinde yeralan tüm
varlıklara bir tanım getirmekteydi.
99
b) Diger canlılara
oldugu kadar insanın da bu dünya-
daki varlıgına
bir anlam vermekteydi.
c) Toplumsal düzeyde kabul görecek ve baglaY1Cı ni-
telikteki meşru bilme biçimi ile bilgilerin ölçülerini, içerigi-
ni ve sınırlannı belirlemekteydi.
cL) Din, hem so!:tyal hem de bireysel hayatın idamesi
amacıyla gerek duyulan sosyal denetimin saglanması için
devletle işbirligi yapmaktayd!.
e) Bireysel ahlaki ilkeleri tanımlamakta ve toplumun
tümü için gerekli normlan belirlemekteydi.
t) Bireylere ruhsal gelişimleri için yol ve yordam gös-
termekte, onlara ruhsal destek saglamakta ve olumsuzluk-
lan aşmalan için teseIli vermekteydi.
Geleneksel Batı toplumunda dinin yerine getirdigi bu
işlevlerin aşagı yukan tamamını, modern toplumda bilim
üstlenmiştir:
a) Bilim, nesnel dünyayı tanımlamakta, evrendeki
varlıklann yapı, konum ve davranış biçimlerini ortaya koy-
maktadır.
100
Böylesine hayatın tüm vechelerini kıskacına alan bili-
min, hem bütün bunlan yapıp yapamayacagı, hem de to-
taliter bir bakış açısı ortaya koyarak insanın bilimin tanımı
dışında kalacak diger potansiyel imkanlanru geliştirmesi
nin önüne engel koydugu için eleştirilmesi gerektigi savu-
nulmaktadır (Ravetz, 1979, ss. 28-29).
101
gulan ve inançlan işin içine katmadan deney ve gözleme
da yandırmaktan geçmekteydi.
İkinci etki R. Descartes etkisidir. Kartezyen düalizın,
iki dünyayı birbirinden kesinlikle ayırınıştı: Bir tarafta nes-
nel olgu, madde, ya...fli f'ız.iksel gerçeklik dünyası.; diger
tarafta da öznel zihln, bilinç, kişisel deneyim ve değer
lerdünyası..
102
ni bir bilgi kaynağına ihtiyaçları oldugu OJ1aya çıktı. Bu
bilgi kaynağı burjuvazinin kendisi olamazdı, çünkü buıiu
vazinin de önü nde boyun eğmesi gereken bir bilgiye ihti-
yacı vardı. Aranan bu bilgi bulundu: D oğ:Ü düzenin im::ın
tarafından müdahale ed il meden elde edilen nesnel bilgisi.
103
"nesnel bilgi" karşıtlıgı biçiminde kendini gösteren söy-
lem, öznelerin kendilerini tanıınıayıp itaat edecekleri ortak
bir O{9rite ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkmış ve nes-
nel gerçeklikle onun bilgisini, dünyanın belirli bir yerinde
tarihsel olarak ortaya çıkan sosyal, iktisadi , siyasal güç
dengelerine paralel olarak hayatın merkezine yerleştirmiş
tir. Bunun sonucu olarak öznellik-nesnellik ayımnma da-
yanan modern bilim de tarihsel ve toplumsallığı çerçeve-
sinde değerlendirilmeli ve sorgulanmalıdıL
4. Bilim, insanlıgın büyük bir çogunluğunun aleyhine
olan atom bombası, nükleer silah, kıtalar arası fü ze veya
askeri teknoloji g eli~tirmeye hizmet etmektedir. Bilim ve
teknolojinin sağladıgı imkanlar uluslararası güçler dengesi-
ni güçlüler lehine güçle ndirme kte, ulusların kendi kader-
lerini tayin hakL:ın nı elde etmelerini imkansızlaştırarak tam
bir bağımlılık yara rm:ıktadır.
Ayrıca bilim, sunduğu yöntem ve sagladığı bilgilerle
bir ülke içi nde de güçlülerin hakiI'niyetini daha da pekiş
tirmekle mevcut iktidar ilişkilerini hem yeniden üretmekte
hem de daha da güçlendirmektedir. Zonınlu egitim, istih-
barat, ve diger denetim imkanları tarihin önceki dönemle-
rine oranl a simdi çok daha denetçi ve merkeziyetçi bir
toplum yapıs ı ortaya çıkarmaktadır.
,. Bilim artık tek tek insanların denetlcyemeyeceği
büyüklükte p rojdere yönelmekte ve dünyayı bir anda yok
edecek kadar enerjinin belirli insanlann elinin altında top-
Lınmasın a imkan s:ığbmakta dıf.
104
yararlı oldugu mitine inandırır insanlan" (Jllich, 1985, s.
98). Böylece temelden teslim alıp ömür boyu içinde dola-
~ac:ı ldan çarka çeker onlan. İnsanın özgürlügüne vurulan
bir d arbedir bu.
7. Bilim adamları sahip oldukları imkanlarla siyasetçi-
lerle de işbirligı yaparak toplum üzerinde hegemonya ku-
ran güçlü bir baskı grubu haline gelmektedirler.
8. Bilim insanın diğer bütün alternatif bilgi üretme
imkanlannı sadece devre dışı bırakmakla kalmayıp aynı
zamanda onlan köreltmektedir de.
9. Bilimin geliştirciiJ5ı kimyasal ilaçlar ve tedavi yön-
temleri bir taraftan insan sağııgını koruyor görünürken, di-
ğer taraftan da yeni hastalıklarla daha çok insanın nere-
deyse alışkanlık düzeyinde yaygın olarak hasta olmasına
neden olmaktadır. Sağlıklı insanbr üz.erinde yapılan ilaç
ve diğer denemeler uzun vadede bilinmeyen bir yığın 0-
lumsuz sonuçlara neden olma ihtimali taşımakw.dlf. Ayrıca
çok bÜyük bir sektö r ılaline gelmiş olan eczacılık daha ba-
sit ve ucuz tedavi yöntemlerinin duyulmaması ve geiiştiril
meme-si için ulushrara sı düzeyde etkin bir lobi haline gel-
misti r.
10. Tarımda verimlilig! artırmak amacıyla kullamlan
kimyasal ilaçlar ve gübreler sadece insanın değil, doğanın
kend isini yeniden üretebilmesinin önünde de önemli bir
engel gibi durmaktadır. Bu nedenle bir çok organizmanın
nesiinin yeryüzünden silinmesine şahit olunmaktadır. D:ı
. ha fazla yararlanmak için doganın aşırı kullanımı uzun va-
dede tarım arazilerini veıimsiz çorak topraklara dönüştü
recektic
U. Her toplumda önemli bir sınıf haline gelen başta
doktorlar olmak üzere tüm sagIık personeli için hasta in-
sanlar bir geçincne nesnesi haline geldiğinden insana ba-
kışın niteliği deği.;ımiş, insanlar bu sektör gözünde ne ka-
105
dar çaresiz hasta olurlarsa o kadar degerli hale gelmişler
dir. Bu da insana verilen degerin pazar degerine düşmesi
ne neden olmakta, toplumsal ahlakı degerlerin dejenere
olmasını ıcolaylaştırm:iktadır.
12. Bilimin geliştirdigi üretim ve medya teknolojisi
sonucunda tüm insanlar tekdüzeleşmeye ve kitleselleşme
ye başlamıştır. Bu durumda bir çok insan için kimlik soru-
nu önceki dönemlere oranla daha belirgin olarak oıtaya
'çıkmaya başlanuş, hayatın anlanu sorgulanır hale gelmiştir.
13. Bilimsellik söylemi, nesnellik adına ortaya çıktıgı
ve onu tekeline aldıgı için genel anlamda eleştirinin önü-
nü kapamakla, özelolarak da farklı düşünme biçimlerini
yok etmekle totaliter bir bakış açısının yerleşmesine uy-
gun zemin saglamaktadır.
14. Bilginin bölünerek hayatın tüm alanları kendi
başlanna birer uzmanlık alanına dönüştürülmesi sonucun-
da, insanlar dünyaya uzmanlık alanlanrun pencerelerinden
bakar hale gelmekte ve hem diger bilgilere hem de dün-
yaya karşı yabancılaşma ortaya çıkmaktadır. Bu yabancı
laşma insanlann iradelerini uzman sıfatını taşıyan insanlara
teslim etmeleri sonucunu getirmektedir.
1;. Bilimsel ve teknolojik gelişme dünyanın bir tara-
fında açlık, sefalet, yetersiz beslenmenin olduğu, diğer ta-
rafında da korkunç israflann yapıldığı dengesiz bir kaynak
dağılımına yardımcı olmaktadır.
106
çalışan bilim adamları herhangi bir ahlaki kaygı taşıma
makta, bunu ahlaki tercihlerinden bagımsız olarak yaptık
larını düşünmektedirler.
107
X. SONUÇ
109
veya psikolojik bir arkaplanının olması gibi. Fakat bilim a-
damlarının, n~yin bilim olduğuna dair ölçüler vermeleri ve
araştırma alanlarını belirlemeleri için dört gözle ortaya çı
kacak bilim felsefecilerinin yollarını beklemedikleri de ga-
yet açıktır.
Tersine bilim felsefecileri, bilim tarihinden yola çıka
rak bilim adamlannın çalışmalannda ve ileri sürdükleri gö-
rüşlerde "başarılı" olmalarını neyin sağladığını, onların et-
kinliklerini hangi "ölçütlerirı" yahut "süreçlerin" bHimsel
kıldığını araştırmaya ÇJ.lıştıkları için bilim felsefesi bilimi
daima arkadan izlemektedir.
Eğer bilime yol çizmeyecekse, bilim felsefesinin varo-
luşunun seheh-i hikmeri nedir? Bilim adamlannın kendile-
rine akıl verecek, onlara yol gösterecek felsefecilere ihti-
yaçlan olmadığına göre bilim felsefecisinin muhatabı kim-
dir? Bu sorunun cevabı gayet açıktır: Bilim hayranları.
KılŞkusuz bilim adamİarı da özellikle boş zamanlarında,
yahut dinlenirken kendileri ve etkinlikleri için neler söy-
lendiğine bakacaklardır, fakat bilim felsefecisinin birinci
mu hata bı kitledir. Buradaki kitle magazin okuyucusu anla-
mında değildir kuşkusuz; entellektüel kitledir kastedilen.
110
yazar ve konuştunır. "Burada şair şunu söylemek istemek-
tedir, şairi anlamak için şu konuyu da açıklamak gerekir,
burada şair şunu ima eder görünmektedir... " diye uzar gi-
der hocanın açıklaması. Dersin. bitiminde kendisini tarut-
tıktan sonra sorar Cahit Külebi: "Hocam ben bu şiiri ya-
zarken söylediklerinizin hiçbirini aklımın ucundan bile ge-
çirmemiştim, bunları nerden çıkardınız?" Öğretmen hiç
bozuntuya vermeden pişkin pişkin cevabını yapıştırır:
"Yazması sizden, konuşturması bizden."
111
Diğer yandan bilim felsefesiyle ilgili tartışmalarda,
modern bilim konusunda sarfedilen aykın sözleri okuyup
vecde gelenlerin, heyecanları yatışınca, başta da söylediği
miz gibi, bilim felsefecisinin daima önünden giden bilimin
arkasından koşup ne edip edip ona bir şekilde meşruiyet
kılıfı uydurma gayretkeşliğinin ne bilimi ne de bilim a-
damlarını en ufak bir şekilde rahatsız etmeyeceğini farket-
ükleri zaman soluğu antibilimde almalarına da pek şaş
mamak gerekir.
Bu yüzden, bilim felsefesindeki anti-pozitivist çıkışla
rın, ortaya atılış amaçları ne kadar farklı olursa olsun so-
mıçta, olası bir zihinsel muhalefeti, daha ortaya çıkmadan,
etkisiz kıldığı ve böylece bilimin güvenle yol almasında ö-
nemli bir işlev gördüğü yargısı da yabana atılmamalıdır.
Öte yandan postmodenıb"! ve ~nt.ibilim dalgasının ö-
nemli ve "makul" tezleri olmakla birlikte bunların bir bü-
tün oiarak ele 2lırunasi
durumunda moo.er:nb'i: ve bi.llın
§dd dalgadan çok farklı
bir işlev yüklenebileceklerini dü-
şünmek, çok büyük bir iyimserlik oIacaktlf. Belki Ahmet
Kara'nın deyişiyle modernizmin tasallutundan zarar gören
kesimlerin entellektüel repeıtuarlannda bulundurması ya-
rnh birer söylem bunlar. Ama hepsi bu. kadar.
Yirminci yüzydın dü~ünürleri arcısında önemli bir yere
sahip olan J. A. Schı.:ı..mpete.c 1942 yıllnda yazdığı, bir çok
dilin yanısıra Türkçe'ye de çevrilen Kapitalizm, Sosyalizm
ve DCti10krasi iSiıııii ünlü ('sednde, kendi kendine sordu-
ğu "kapitalizm yaşarabillr mil" sorusuna verdiği "hayır bjç:
zannetmiY01l.ım" cev,!. ,ının ardından kapitalizmin nasıl,
bnıiarımn ileri s\1nlügü gibi başamızlığı yüzünden değil,
tam tersi bizzat kl'ncii haşarılarıyia kendi sonunu hazırla
yacağırl1 açıklamaya koyulur.
112
yan ürünü olarak gelişen, okuma yazma oranı, eftiiiın öğ
retim ve ba~h başına önemli iktisadi bir sektör haline ge-
len kitap, dergi, oneteterin yanısıra diğer ileti~jm imkanla-
rının da geli!şınesi sonucu sayılan günden güne anacak o-
lan entcllektüellerin, özell ikle de m:ınevi tatminsizlik yü-
zünden, doğal mahrumiyetleri de sisteme yiıklemek sure-
tiyle, üstelik arkı.larına önemli bir kitle desteg i de toplaya-
r:ık, kapitalist sistemin çökertilmesinde önemli bir rol üst-
leneceklerini ileri sürmüştü. Schumpeter bunbn yazarken
ne postmodentizme ne de antilıiliıne şahit olmuştu ama
eminim doksanlı yıllara kadar yaşasaydı, "Gördünüz mü?
Ben size dememiş miydim" derdi ~1eyecanJa.
Gerçi henüz kapitallı..min selasınl vennek için zaman
biraz erken, ama öldüğü zaman cenazesi ni defnetmeI..;: a-
macıyla çok sayıda gönüııü cemaatin hazır beklediği kuş
kusuz. Siz bu müstakbel mevtanın adını isterseniz Aydm-
larun.a projesi, modernizm, çağda!jlaşma, büyük anlatı
··
d onerru,. b'l'
UllTICilik'l , lıat·,ı.ıne
u.uaş:ına, san... ] ~cşrı'''':: , e.mpery<t-
,""I
113
KAYNAKÇA
11i )-
Elguea, ]. (985). "Paradigms and Scientific Revoluti-
ons in Development Theoıies". Developmeııt and Cban-
ge, 16213-233.
Feyerabend, P. (981). Realism, Ratioııa/ism aııd Sci-
entific Metbod. Prulosoprucal papers vol. 1. London: Cam-
bridge University Press.
Feyerabend, P. (989). Yönteme Hayu: çev. A. Inam.
İstanbul: Ara Yayıncılık.
Feyerabend, P. (1991). Özgıır Bir Toplımıda Bilim.
çev. A. Kordam. ıstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Foster, H. (Der.). (986). 17Je Aııli-aestbetic: Essays
011 Postmodern Cıı/ture. \X1ashington: Bay Press.
Franck, R. (979). "Knowledge and Orinion." No-
wotny, H., ve Rose, H. (Der.). Caunter-Movt?ıııeııls in Ibe
Scieııces. İ<,jnde (5s.39-56). London: D. Reidel Publishing
Company.
Illich, 1. (1985). Okulsuz Toplum. çev. T. B. Üstün.
Ankara: Birey ve Toplum Yayınları.
]ohans:-;oo, ı. O 983). "AngIasakson Bilim Fe b efe:.; i. "
çev .. Alpay. Yazka Felsefe, 4/5. Kitaplar.
Hacking. i. (Der.). (981). Scieılt[(ic Revafutioııs. Ne,,,,,
York: Oxford LTniversit)' Press.
Kara, A. (1992). Postmodern epistemolojiler ve mo-
dern bilim Tab:ıkoğlu, A., ve (elenk, S. (Der.). Bil/!,i, Bi/im
ue ls/anı içinde, (ss. 153-167). !stanbul: lSAV Yayınbn.
Kuhn, 1'. S. (1970). 17Je Siruclltre of Scientific Revolu-
ticms. second ed. Chicago: Chicago University Press.
Kuhn, T. S. (974). Second thoughts on p:ıfildigms. İ
çinde Suppe, F. (DeL). 17J(' Structure of Scienti./k Theof'ies
içinde, (ss. 458-517). London: University of Illinois Press.
Kuhn, T. S. (986). "Reflections of My Critics." İçinde
116
L:ı katos , 1.
and Ivlusgran:, A. (Der.). Crfticism and tbe
Growtb oj Knowledge içinde, (ss. 231-270). London: Cam-
bridge University Press.
L.akatos, i. (986). Falslfıcation anel the MethoclohJh'Y
of Scientific Research Programmes. Labtos, i. and ]"'Ius-
gmve, A. (Der.). Crificism and the Groıvtb oj Knowledge
içinde, (ss. 91-196). London: Cambridge University Press.
L:nıdan, 1.. (977). Progress and lts ProMems. Lon-
don: Routledge & Kegan PauL.
Lyorard, J. (990). Postmodern Dumm. çev. A. Çig-
dem. lstanbul: Ara Yayıncılık.
I\1ckelvey, C. (991). Beyond EıbllOceıztn'sl1l: A 17.e-
C01/structioız of Mm:x"'.), COilcepr of Scieııce. London: Gre-
en""oocl Press.
l\1agee, B. (982). Karl Popper'ın Bilim Felsefesi ue
SÖ'aset j(;:ramı. çev. M. Tunpy. Istanbul: Remzi kitabevi.
Magee, B. (985). l'eııi D/ışı/n Adamları. Çevirjyi der-
leyen M. Tıınç:.ıy. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları.
Masterman, M. (986). The Nature of :ı P::ıradig m. L1-
katas, ı. and Musgrav<;:" A. (Der.). Criticism and tbe
Growtb of Kııoıı:/eclge ü; inde, (·;s. 59-89). London: Cam-
bridge University Press.
l\oL:n..-,vell, N. (984). From Kııou:/edge to Wisdom: A
Reva/u/ian in Ibe Aiıııs and .1fethods of Scieııce. London:
BasH Black-well.
~feJko, M. (969). T7.ıe Nature of Civilizatim!s. BOSKı n :
Porter Sargem Fubiish-ef.
Perıy, N. (977). "A coopar:ı.! i\'t! Analysis of Paradigm
Proliferatian" , BritishJourııal ofSocioloPJ', 28(1) 38-50.
Popper, K. R. 09(8). Aç.ıL~ Toplum' ue Düşmmı!an.
Ankara: Türk Siyasi İlimkr Dernegi Yayınlan.
117
Popper, K. R. (959). The l ogic of Scientific Disco-
uery. London.
Ravetz, J (1979). Anti-cstablisment Science in Some
British Journals. Nowotny, H., ve Rose, H. (Der.). Comıter
-MoIJements in tbe Sciences içinde, (ss. 27-37). London:
D. :Keielel Puhlishing Company
Sanıp, M. (988). An hıfmducfOfY Guide to Post-
Strııcturalism mul Pos/modemism. New York: Harvester
Wheatshcaf.
Schumpeter, ]. A. (1950). Capitalism, Socialism and
Dqlliocracy. New '1{ork: Harper & Brothers Publishers.
Sunar,!. (1986). Düşün ve Top /um. Ankara: Birey ve
Toplum Yayınları.
Suppe, F. (1974). 77Je Structum of Scientific Th(}ories.
London: University of Illinois Press.
\Vingenstein, 1. (968). Philosophical bıvestigatiom.
Tranbted by G. E. M. p..nscombe. New York: lvlacmillan
Publbbing.
Wittgensrein, 1. (985), Tractatus Logico-pbilosophhi-
cus.çev: O. Anı oba .İstan bul: B/F/S yayınları.
llS