You are on page 1of 21

BÖLÜM 6

OKUMA METİNLERİ

METİN 1

Hatha Yoga Nedir?

Hatha Yoga; fiziksel olarak fit olmak için bir sistem değil, bir din değil, ‘kült’ değil, New Age

değildir. Herhangi bir inanç gerektirmiyor, körü körüne bir şeyi kabul ettirmiyor. İtiraflara, diz

çökmeye, günah çıkartmaya gerek yok. Belirli değer sistemi olan bir hayat tarzı değil. Tütsü

yakıp garip kıyafetler giymeye gerek yok. Eti, Sigarayı, alkolü, seksi ya da parayı reddetmeye

gerek yok. Hatha Yoga, spiritüel bir uygulamadır. Yani olanları açıklığa kavuşturan ve bütün

içinde harmoni ile gerçekleşmeyi sağlayan bir uygulama. Bu şekilde Hatha Yoga hem bir bilim

hem de sanattır. Tarafsızlık, tutku ve aydınlanma, harmoni, güzellik ve ilham ile Hatha Yoga

uygulanır.

Hatha Yoga, pratik olarak yoga insan potansiyelinin ortaya çıkmasını sağlar. Bu demek ki

bedenin ve zihnin bütün gücü elde edilir. Uygulamada derinleştikçe bu potansiyel daha da

kendini tatmin eder. Ancak ilk andan itibaren rahatlama, sakinleşme, harekette özgürlük,

dengede artış, konsantre olabilme, ayık olabilme, kendine güven, odaklanma ve tatmin

hissedilir. Bunlar tek bir dersten sonra da hissedilir. Bu şekilde hemen hissedilen etkileri

sayesinde derse devam etme isteği uyanır.

Hatha Yogada uygulanan pozlar, kısıtlayıcı beden ve zihin alışkanlıklarımızı bırakmamızı

sağlar. Eski ve sınırlayıcı huylarımızı terk etmemizi ister, Hatha Yoga. Tanıdık ve bilinenlerden

bizi özgür kılar. Bilinmeyen ve yabancı olanla, rahat ve emniyetli hissetmemizi sağlar.

Sınırlayıcı alışkanlıklarımızın altında yatanları ortaya çıkarır. Derinliklerde uyuyan

potansiyelin yüzeye çıkmasını sağlar. Bu potansiyeli ortaya çıkarmak, bir yapı kurmak gibi

değil, bir şeyi sökmek gibi de değildir. Araştırma ve kabullenmenin sonucu olarak varlığımızda

spontane olarak değişimlerin gerçekleşmesidir, potansiyel. Artık yüzeysel, geçici, kopuk anlık

durumlarla, anlık duygularla, hislerle, düşüncelerle, anlık fikir ve inançlarla özdeşleşmeyiz.

Bütünün bilincini kaybetmeden bunların sadece geçici bir yer almasına izin verilir.

Yoganın anlamı bütünlük. Bütünlük, faklı taraflarımızın bir araya gelmesidir. Bir araya gelme

ile her ayrı parça güçlenir. Çok seviyede bütünleşme gerçekleşir: hareket ve nefesin

bütünlüğü, kas ve kasın bütünlüğü, kemik ve kemik, anatomik ve fizyolojik beden, dış ve

merkezi sinir sistemi, zihin ve beden, düşünce ve davranış, istek ve niyet.


İşte yoganın amacı ve fonksiyonu. Kendimizi bütün olarak bize sunmak. Daha esnek, daha

güçlü, daha dengeli ya da başka bir dış fayda için değil. Bunlar yoganın tesadüf yan etkileridir.

Ancak bunlara fazla odaklanırsak konuyu kaçırmış oluruz. Zihinde böyle dar bir hedef olursa

zihin stabil, rahat olamaz ve bütünlük olamaz. Hırs, zihni rahatsız eden bir gerginlik yaratır.

Bütünlük için açık, tahammül eden ve bütün farklı taraflarımızı tolere eden bir zihin gerekir.

Bu taraflar, bütün içerisinde görülmediği zaman çelişkili gözükebilir.

Hatha Yoga, belirli bir tavırla önerir ki yoganın meyvelerini tadalım. Patanjali tarafından

tanımlanan tutum ve yönelmeler, tavrı tarif eder. Bunlar uyumlandıkları ortam (asana) içinde

belirli etkiler yaratır (pranayama).

Hatha Yoga uygulaması şiddet olmadan yapılmalı (ahimsa), bedenin limitlerini zorlamadan

önce o limitlere duyarlı olunmalıdır. Hatha Yoga, paldır küldür limitlerin ötesine geçmek

değil. Onların varlığını tanıyarak dikkatimizin ışığında erimelerine davet etmektir. Duyarlılık,

emniyetli bir uygulama için şarttır. Hatha Yoga tanımadık kas, tendon ve eklemlerin

kullanılmasını sağlar. Bir hedef güderek aceleci olarak onları zorlamak tehlikeli olabilir.

Limitlerimiz önce bulmaya hazır olmalıyız, onları tanımadan önce.

Hatha Yoga uygulaması dürüstlük ile yapılmalı (satya). Yani bütün kaynaklarımızı kullanarak

uygulamalıyız ve var olmayan kaynakları var saymamalıyız. Eğer bacağımızı düzeltebiliyorsak,

düzeltiriz. Ayaklar kök salabiliyorsa, salsınlar. Eğer olmuyorsa, zorlamayız. Dürüstlük,

psikolojik olarak emniyetli bir uygulama için şart. Dürüstlük olmadan hırsın içine düşüp

kendimizden daha da uzaklaşabiliriz. Limitlerimizi tanımamız lazım, onları bırakmadan önce.

Hatha Yoga uygulaması açıklıkla yapılmalı (asteya). İstediğimiz sonuçlar peşinde bir sürü fikir

ile yogaya yaklaşmamalıyız. Bu fikirler gerçekten olup bitenlerden uzaklaştırır. Tabii ki başta

bazı ön yargılar var. Ancak uygulama ile bu ön yargıları bırakmayı öğreniriz. Daha fazlasını

(yoga ya da başka bir şeyden) istemek fakir bir zihniyetin anlayışıdır. Olmadığı yerde daha

fazlasını istemek bir tarz hırsızlıktır. Limitlerimizi kabul etmeliyiz onları bırakmadan önce.

Hatha Yoga uygulaması odaklanma ile gerçekleşmeli (brahmaçarya). Enerji boşa

harcanmamalı. Bedeni hazır olmadığı pozlara zorlarken ya da nefeste olmayan ritimleri ve

kaliteyi empoze etmeye çalışırken çok enerji harcarız. Daha fazlası için çalışmak bizi tüketir,

yavaş yavaş ama kesin olarak tüketir. Aynı derecede boşa giden enerji, hayal kurmakla olur.

Hayal dünyasında yaşamak, yoganın tersidir. Limitlerimize odaklanabilmeliyiz ki onları

bırakalım.
Hatha Yoga uygulaması bonkörlükle yapılmalı (aparigraha). Bulduklarımızdan

tiksinmemeliyiz. Yıllardır bedeni hor görerek yaşadık. Daraltıcı huyların içine sıkışık olarak

yaşamışız. Bunu değiştirmek zaman alır. Limitlerimize saygı duymamız gerekir ki onları

bırakalım.

Bu beş tutum aslında birbirinden ayrı değil. Duyarlı olmak için dürüstlük gerekir, dürüst

olmak için açıklık. Açık olmak için bonkör olmak lazım, bonkör olmak için de odaklı. Sürekli

birbirine örülen bu tutumlar zihinde bir tavır yaratır; bu tavır olmadan yoga uygulaması sınırlı

kalır. Aynı zamanda beş tane yönelme ile uygulama yapılmalı.

Hatha Yoga, adama ile yapılmalı (sauça). Yoga, zorlayıcı bir süreç. Kendimizi geri tutmadan,

duraksamadan yapmalıyız. Bütün enerjimizi, dikkatimizi ve eforumuzu buna adamalıyız. Tam

bir adama uygulamamıza bir temizlik ve saflık davet eder. Bu olmadan meyveler çürük olur.

Hatha Yoga uygulaması içten bir tatmin ile yapılmalı (samtoşa). Tiksinme, şüphe ve anksiyete

ile değil. Yaptığımız uygulamaya olan sevgimiz bize ilham vermeli, sonuçlara tutunmak değil.

Hatha Yoga uygulaması yanan bir tutku ile yapılmalı (tapas). Hayatın keşiflerine, var oluşa

dair tutku ile dolu uygulama yapmazsak, zorluklarla karşılaştığımızda tatmin olarak devam

etmek mümkün değil.

Hatha Yoga, bir öz araştırma olarak yapılmalı (svadhyaya). Öz araştırma, yoganın kalbidir.

Bütün teknikler iç dünyamızın bir aynası olmaktan öte değildir. Başka herhangi bir

motivasyon, sınırları kısıtlı ve büyük olasılıkla problemli sonuçlar doğurur.

Hatha Yoga uygulaması müteşekkir olma hissi ile yapılmalı (işvarapranidana). Müteşekkir

olma hissi sahte olarak yaratılamaz ve otantik bir uygulamanın sonucudur. Bizi koruyan en

büyük emniyetimiz budur. Yoga teknikleri,enerjiyi kat kat arttıran ve enerji üreten

yöntemlerdir. Uygulamaya ne getirirsek bu unsur kat kat yankılanır. Bu yankılanan şeylerin

korku, hırs, istek ve egoizm olmaması için var oluşun büyüklüğü karşısında mütevazi olmamız

gerekir.

Yama (tutum) ile niyama (yönelme) yoga asananın uygulandığı kaçınılmaz içerik. Bunların

sonucunda pranayama (yoga nefesi) olgunlaşarak pratyahara (meditatif içselleşme) ile

yoganın kalbine varılır: dharana (meditatif konsantrasyon), dhyana (meditatif zihin) ve

samadhi (meditatif kaybolma). Bunlar Ashtanga Yoga yani Patanjali’ye göre yoganın 8

koludur.

GODFREY DEVEREUX
METİN 2

Enerjiye Yogik Bakış

Pranayama, Hindistan’da prana denilen enerji, bu enerjinin bedenimiz içinde akmasını

sağlayan enerji kanalları (nadi) ve ana enerji ağları (çakralar) çevresinde gelişmiş bir psikospirituel
bilimdir. Buna bir bilim diyebiliriz çünkü bilimsel bir araştırmanın bütün

gerekliliklerini yerine getirir. Test edilebilir davranışları tahmin eden bir model belirlenmiştir

ve bu aynı şeyleri yapan herkes tarafından deneyimlenebilir.

Enerjinin batılı tanımı bir eylemde bulunabilme yetisidir. Doğudaki tanımı ise çok farklı

değildir. Enerji var olmamızı, yaşamamızı ve bu dünyada eylemlerde bulunmamızı

sağlar. Tıpkı “enerji” kelimesi var olan bütün enerjileri kapsadığı gibi, yogik yaklaşımda da

bütün enerjileri kapsayan bir terim vardır. Bu, ‘prana’dır.

Prananın doğru anlaşılması bir yogi için önemlidir. Enerjimizin, pranamızın kontrolü; daha

sağlıklı olmamızı, varoluşumuzun derinlerine inmemiz için gereken enerjiyi ve zihnimizi bir

düşünceden diğerine sürükleyen rüzgarları durgunlaştırmamızı sağlar. Yin Yoga, prana

enerjilerini değişik yollarla yönetmemizi sağlar. Fakat bu enerjileri nasıl açığa çıkaracağımızı

veya dizginleyeceğimizi öğrenmeden önce, prana, prananın aktığı kanallar ve bedenlerimiz

arasında köprü olan ana ağlar(çakralar) hakkında biraz daha bilgilenmek iyi olacaktır.

Prana

Hayat, prana sayesinde vardır. Prana, varoluşun evrensel enerjisidir. Kelime anlamı olarak

prana, nefes almak demektir. Genellikle nefes veya hava (vayu) ile eş anlamlı olarak kullanılır.

En eski Hindu metni Rig Vedada, prananın kozmik purushanın nefesi olduğu söylenilir, fakat

prana aslında çok fazla alt kategorisi olan ve pek çok şeyi birden kapsayan bir terimdir.

Prananın nasıl işlediğini ve bu enerjinin nasıl özgür bırakılacağını araştıran psiko-spirituel

uygulamalar pranayama olarak bilinir. Hava anlamına gelen vayu, prana ile eşanlamlıdır.

Bedende 5 majör ve 5 minör prana (veya vayu) bulunur. Majör olan vayular şunlardır:

•Prana: yukarı doğru yükseltici enerji. Bu biraz kafa karıştırıcı olabilir; vayu olan prana, bütün

enerjilerin genel adı olan prananın bir alt grubudur. Vayu prana, kalp ve nefes enerjisinden

sorumludur. Bir ağacın güneşe doğru yükselen dallarında görebiliriz vayu pranayı. Bu, vayu

prananın somut bir ifadesidir. Aldığımız nefesle, omuzlarımızla birlikte ruhumuzun da yukarı

doğru yükselmesi de yine pranadır.


•Apana: aşağı doğru olan, köklendirici enerji. Apana, hem akciğerlerden karbondioksitin

atılmasından hem de sindirim sistemindekilerin boşaltımından/atılımından sorumludur.

Ağacın denge için köklerini derinlere salması apananın somut bir ifadesidir. Aldığımız

nefeslerle köklenmemiz de apanadır.

•Udana: yukarı doğru hareket eden enerji. Pranayla aynı yöndedir ama prana kadar çok

hissedilmez. Udana ses üretiminden sorumludur ve 5 duyunun enerjisidir.

•Samana: dengeleyici enerji. Samana, sindirimden ve hücre metobolizmasından sorumludur.

•Vyana: dışarıya doğru hareket eden enerji. Vyana, kaslarımızın hareketinden ve bedenden

dışarı enerji akışından sorumludur.

Bu enerjilerin hiçbiri tek başına var olmaz. Yoga pratiğimizdeki zorluklardan biri; her ne kadar

bir tanesi daha baskın olsa da, bu enerjilerin hepsinin varlığını fark etmektir. Örneğin; derin

bir nefes alın: Prana enerjisi çok açık ve net hissedilir ama aynı zamanda apananın

köklendirici enerjisini de hissedebilir misiniz? Kısaca; prananın içindeki apanayı da fark

edebilir misiniz? Aynı şeyi nefes verirken de deneyelim. Apananın içindeki pranayı

hissedebilir misiniz? Diyaframın hareketini takip etmek yardımcı olacaktır. Nefes aldığımızda,

göğüs kafesi ve omuzlar açık bir şekilde yükselirken, diyafram da aşağı doğru hareket eder.

Bu hareketi gözlemlemek apana içindeki pranayı ya da tersini bulmanıza yardım eder. Bunu

başta rahat bir oturuştayken deneyimledikten sonra yoga asana uygulamalarınızda da fark

etmeye çalışın.

Enerji akışını hissetmek/gözlemlemek başlı başına bir meditasyon yöntemidir. Sadece birkaç

dakika sakince oturup apananın içindeki pranayı ve prana içindeki apanayı gözlemlemek

dikkat gerektiren bir şeydir. Enerjilerimizi takip ettiğimiz her an meditasyon yaparız. 5 minör

prana, eğer öğrenci ileri düzey bir uygulamaya ilerlemek istemiyorsa çok önemli değildir.

Aşağıda bu enerjilere genel bir bakış sunulmaktadır. Fakat bazı eğitmenlerin bunlara değişik

yaklaşımları olduğu unutulmamalıdır:

Naga: tükürük salgılamayı sağlar.

Kurma: göz kapaklarının açılmasını ve göz kırpmayı sağlar.

Krikara: hapşırma ve açlık hissinin oluşmasını sağlar.

Devadatta: esneme ve uyku sağlar.

Dhanamjaya: bütün bedene yayılır. Saçların uzamasını sağlar ve ölümden sonra bile var olur.

Enerji sadece var olmaz aynı zamanda akar da. Sinirlerin elektriksel enerjiyi, damarların
kimyasal enerjiyi taşıması gibi, prana da bedenlerimiz içinde taşınır. Pranayı taşıyan bu

kanallara ‘nadi ’ denilir.

METİN 3

HAREKET EDEN BİR ADANMA - GÜNEŞE SELAM

(Chuck Miller’dan)

Güneşe selam eylemi “Surya’’ güneşi temsil eden Tanrı’nın hint adı, yüce gerçeklik ve bilginin

şekli, şuur ‘un uyanışı. Namaskara, saygıyla selamlama hareketidir. Geleneksel olarak, güneşe

selamlar güneş doğmadan, doğuya doğru dönülerek yapılırmış. En önemlisi temiz bir beden,

zihin ve düzgün bir görünüm ile almaya hazır olarak uygulama yapılmasıdır.

Bu herhangi bir hareket değildir. Tüm dikkatiniz şu anda olmalıdır. Güneşin gücünü

keşfederek kim ve ne olduğunuza dair her hücrenizin ve dürtünüzün içerisine doğru derince

dalış yapın. Yavaşça farkındalık ile hareket edin. Hareket ve nefes yakından birbirine bağlıdır.

Acele etmeden izleyin, nefes derinleştikçe, hareket daha da yavaşlıyor. Nefes uzayıp

derinleştikçe sanki yaşam da uzayıp derinleşiyor. Nefes, evrensel nefes alış ve verişin bir

yansıması, yaşam ve ölüm. Evrensel ve dünyevi aynı alanda ortaya çıkar.

Bu sebeple adanma ile başlarız. Ayaklar bitişik, dört bir yanından zemine kök salmış, sağlam

ve hareketsiz. Elleri kalbin önünde bir araya getir, baş parmaklar kalbin merkezine dokunsun,

tüm engelleri bırak ve duyguların serbestçe akmasına izin ver.

Bu pozisyonda eller sanki açmak için hazır bir çiçek gibi, kalbin merkezi adanmanın meskeni.

Güneş kalbin içindeki çiçeğin üzerine parlar. Gerçeğin ve bilginin ışığı, çiçeğin açması için

ilham verir. Güneşin büyüklüğünün karşısında saygıyla eğilirken bu çiçeğe doğru bak.

Bazen güneşe doğru bak. Ne olduğunu anlayabiliyor musun? Güneş içimize doğru parlar.

Tüm yaşamın içinde verici olarak daima oradadır. Gerçekten batmaz, dünya sadece döner.

Güneş ışığına doğru nefes alırken, yukarıya doğru bak. Bu büyüklük ile birleşmek için kollarını

yukarı doğru kaldırır, gücü ve dayanıklılığı almak için aç. Bedenin içinde kolaylıkla büyür, daha

hafif, daha sıcak, daha uzun.

Nefesi boşaltırken, nefesini tekrar ışığa ver, bedeni öne doğru katla, alçakgönüllülükle

selamla, “Namaskara “. Nefes alırken yeryüzüyle olan ilişkiyi muhafaza et, gökyüzüne doğru

bak ve kendini güneş ile doldur. Bacakları ve sırtı düzleştir. Prana ile tüm bedeni doldur ve

uzat. Keşfet, araştır.


Nefesi boşaltırken geriye doğru zıpla, zemine yavaşça konarken tüm havayı dışarı it ve

önündeki yolu aç. Bu kadar zemine yakın olmak nasıl bir duygu fark et ve hatırla.

Nefes alırken, bakışları yukarı doğru yönlendir ve kendini ileriye doğru çek, bedenin tüm ön

tarafının ayak parmak uçlarından başın tepesine kadar uzadığını hisset.

Kolların aracılığıyla göğüs kafesini öne doğru çekerken sanki kalbi açmaya doğru bir davet

sun.

Nefesi boşaltırken, kalçaları yükseltip, kollar ve bacaklar ile zemini iyice it ve geriye ve

yukarıya doğru bakışları yönlendir.

Tüm beden boyunca nefesi hisset ve hareketin içerisinde derinleşmek için nefesin sana

yardım etmesine izin ver. Birkaç nefes burada kal ve izle.

Nefesi boşaltırken avuçları yere iterek kalçaları gökyüzüne doğru kaldır. Ayakların ve ellerin

zemin ile olan temasını fark et. Sağlam zeminden nefesi alırken ileri doğru bakıp, yavaş ve

zarifçe ellerin arasına doğru sıçrayarak/zıplayarak ya da birkaç küçük adımda gel, tıpkı bir kuş

gibi. Bacakların arkası ve omurga olabildiğince düz ve bakışlar ileride bir noktada, tüm

boşlukları doldur.

Nefesi boşaltırken, derince kasıklardan uzayarak bacakların üzerine doğru katlan. Tüm nefesi

dışarı doğru it. Nefes alırken, yukarı bak ve kollardaki uzunluğu muhafaza ederek yukarıya

güneşe sarılırcasına yükselmeye başla. En tepeye gelince orada kal ve yavaşça nefesi

boşaltırken nefes boyunca kolların bedenin iki yanına inmesine izin ver.

Tekrardan başladığın yere geri dön, işte bu bir an.

METİN 4

Her ne kadar yoga ağacının farklı dalları olsa da, Patanjali Sutralarında, yoganın 8 temel

sacayağı ile (ashtanga) bireylerin, hangi noktalara odaklanmalarının gerektiği kesin hatlarıyla

belirlenmiştir. Yoga Sutraları, M.Ö. 3. Yüzyıl civarlarında yazılmış 4 kitaptan oluşmaktadır.

Patanjali’ nin bütünsel yaklaşımı, yoga felsefesini bu 196 aforizmada bütünleştirmesinde

açıkça görülür. Yoga Sutralarının her biri bir dokuma kumaşın parçaları gibidir; her bir

aforizma asıl desenin bir motifi ve rengidir. Bu Sutralar (cümleler) ancak direkt olarak

deneyimlendiklerinde anlam kazanmaya başlarlar. Bu süreç doğrusal bir süreç olmanın

aksine, asıl desen ortaya çıkana kadar, her bir motifin, her bir rengin adım adım geliştiği ve

anlam kazandığı organik bir süreçtir. Patanjali’nin bizim için dokuduğu bu desen, kendimizi
sınırlandıran düşüncelerimizden kurtulma ve özgürleşme sürecinin bir tanımıdır.

Yoganın 8 sacayağı geleneksel olarak birbirinin üzerine inşa ediliyor gibi tanımlanır ama

idealize edilmiş bir hedefe doğru olan bu doğrusal ilerleme, yoganın sadece varılacak /

ulaşılacak / edinilecek bir şey olduğu fikrini desteklemektedir. Öte yandan, bu 8

sacayağını/bölümü, yoganın kolları ve bacakları olarak yorumlamak işimizi daha

kolaylaştıracaktır. Bu kollar ve bacaklar, asıl gövde olan yogaya bağlıdır ve böylece de her biri

birbiriyle bağlantı içerisindedir. Bu, tıpkı bir çocuğun uzuvlarının birbirine orantılı olarak

büyümesi gibidir. Üzerine odaklandığımız uzuv, en nihayetinde diğer uzuvların da

büyümesini/gelişmesini sağlayacaktır. Örneğin, yogaya meditasyon yaparak başlayan bir

insan, bir süre sonra fiziksel pozlar yapmaya başlayacaktır ya da fiziksel pozlara yoğunlaşan

bir insan, bir süre sonra meditatif uygulamalara da yönelecektir çünkü her bir sacayak

bedenin en iyi şekilde işlemesi için gerekli ve önemlidir. Eğer birey, uygulamada gelişme ve

ilerleme isteğinde samimiyse, bu doğal olarak gerçekleşecektir.

Ana gövdeden yayılan bu 8 sacayak şunlardır:

•Yamalar ve Niyamalar: Kendimizle, ailemizle ve çevremizle barış ve huzur içinde olmamızı

sağlayan 10 etik kural/prensip.

•Asanalar: Dinamik bir iç dans, yoga pozları. Bu pozlar, bedeni güçlendirir, esneklik sağlar ve

rahatlatır. Aynı zamanda bu pozlar sinir sistemini güçlendirir ve içsel algılama sürecini

destekler.

•Pranayama: Kabaca nefes egzersizleri olarak tanımlanan bu sacayak, aslında yaşam enerjisi

olan prananın sürekli hareketini /akışını sağlar.

•Pratyahara: Dikkatin dış objelerden içerideki sessizliğe yönlendirilmesidir.

•Dharana: Dikkatin içsel farkındalığa odaklanmasıdır.

•Dhyana: Farkındalığı her koşul altında sürdürebilmektir.

•Samadhi: Zihnin gerçek sessizliğe dönüşüdür.

Yoga üzerine olan bu kitabın büyük bölümü asanalar, meditasyon ve nefes egzersizleri gibi

daha somut uygulamalara odaklanacaktır. Bunlar, spirituel uygulamaya, yenilenme ve

dönüşüm için bedenimizi ve duyularımızı kullandığımız somut bir yaklaşım getirir. Bu

yaklaşım, bedenin aşılması gereken bir engel olarak algılandığı pek çok yaklaşıma zıttır.

Öncelikli olarak, yoganın yaşam için temel prensipleri olan ve diğer yoga uygulamalarının da

ana damarı olan yamalar ve niyamalar ile başlayalım.


Yaşamın 10 Temel Prensibi

İlk sacayak; yamalar, bilge kişiler tarafından gözlemlenmiş ve derlenmiş karakter

özelliklerinden oluşur. Bunlar genel olarak, enerjimizi diğer insanlarla olan ilişkilerimizde,

daha derin bakıldığında ise kendi kendimizle olan ilişkimizde nasıl kullanmamız gerektiğiyle

ilgilidir. Bilge kişiler, komşunuzdan bir şeyler çalmanın kargaşa çıkaracağını, eşinize yalan

söylemenin acıya sebep olacağını, şiddetin daha çok şiddet doğuracağını fark etmişler ve

bunların sonucunda huzurlu bir yaşam sürmenin mümkün olmadığını anlamışlar. İkinci

sacayak; niyamalar, bireyin ruhsallığını besleyen ve yaptığı seçimleri ilgilendiren

kurallar/prensipler bütünüdür. Yamalar ve niyamalar, bizim ne olduğumuzun ve ne zaman

kaynağımızla bağlantı içinde olduğumuzun empatik tanımlarıdır. Bize “yapılması ve

yapılmaması gerekenler” den ziyade, bizim asıl doğamızın şefkatli, cömert, dürüst ve huzurlu

olduğunu söylerler.

Batıda erken yaşlardan itibaren bize, başarının tek göstergesinin neler yaptığımız ve nelere

sahip olduğumuz olduğu öğretilir. Kendimizin ve diğerlerinin başarısını bu kısıtlı bakış

açısından değerlendiririz. Bu kısıtlı parametrenin dışında kalan şeyleri eleştirir ve göz ardı

ederiz. Yoga bize şunu öğretir: “biz kimiz” ve “biz nasılız” bir hayatın özgürce yaşandığının en

temel kanıtlarıdır. Eğer buna gerçekten inanmazsanız, yoga pratiğinizdeki başarıyı da dışsal

edinimlere ulaşmak olarak değerlendirirsiniz. Bu eğilim, Batı’da yoganın sofistike bir

jimnastikten öteye geçemeyen bir alt kültürünün oluşmasına sebep oldu. Kim daha derin

arkaya eğilebiliyor, kim en sıra dışı yoga pozlarını yapabiliyorsa o kişi uzman olmuş oluyor

çünkü bedensel maharetleri ölçmek daha kolaydır ve kendimizi diğerleriyle, hangimiz daha

esneğiz, hangimiz daha ileri yoga pozlarını yapabiliyoruz diye karşılaştırabiliriz. Bu dışsal

özellikler, dengeli bir pratiğin ve yaşamın illa ki temelini oluşturmazlar. Yamalar ve niyamalar

bize bu tekniklerin ve pozların asıl hedefler olmadığını, sadece kendimizin kim olduğunu

bulmamız yolunda bize yardımcı araçlar olduğunu hatırlatırlar.

Batılılar olarak en zorlandığımız şey yoga uygulamamızdaki ilerlememizi “gözle görülmeyen”

simgelerle yorumlamaktır. Bu simgeler kültürel olarak genellikle göz ardı edilirler. Giderek

diğerlerine karşı daha kibar, daha sabırlı ve toleranslı olabiliyor muyuz? Diğer insanlarla nasıl

konuştuğumuz, onlara nasıl davrandığımız ve nasıl yaşadığımız, kendi ilerlememizi ölçmek

için fark etmeyi öğrenmemiz gereken daha subjektif özellikler ve niteliklerdir. Derindeki bu

değerlere sağdık kaldığımız sürece, dışarıdan gözlemlenen başarıyla gerçek dönüşümün


arasındaki farkı algılamaya başlarız. Ve sonuç olarak, gerçek değerlerin peşinden gitmek

üzere kendimizi özgürleştiririz.

Aşağıda anlatılacak prensipleri okurken, bunların, kendi hayatınızdaki geçmiş ve şimdiki

deneyimleriniz üzerindeki yansımaları hakkında düşünmeye zaman ayırın. Kendi

hayatınızdaki hemen her durumu, bu prensiplerin bir ya da birden fazla yorumuyla

değerlendirebilirsiniz. Aynı zamanda, kendinize bir prensip seçip, bunun üzerine bir ay, ya da

bir yıl süreyle yoğunlaşıp, bu prensibin hayatınızın her alanında nasıl işlediğini de

gözlemleyebilirsiniz. Ve sonuç olarak, bu kitapta anlatılan uygulamalara yaklaşımınız ve

hedefleriniz, uygulamanızın meyve verip vermediğini belirleyecektir. Yoga uygulamanızda

ilerledikçe, sık sık durun ve “ben bu uygulamayı yaparak kim olmaya doğru ilerliyorum?”

sorusunu kendinize sorun. “Arkadaş olmak isteyeceğim bir insana doğru mu ilerliyorum?”

YAMALAR NİYAMALAR

• Ahimsa – Tüm canlılara karşı şefkatli

olmak

• Satya - Doğruluğa

bağlılık/adanmışlık

• Asteya – Çalmamak

• Brahmacharya – “Bir” ile bir olmak

• Aparigraha – Tutunmamak

• Shaucha – Saflık/Arılık

• Santosha – Tatminkarlık

• Tapas – Ateşli istek

• Swadhyaya – öz çalışma/araştırma

• Ishvarapranidhana – Ruhani olana

müteşekkir olmak

Yamalar – Bilgece Karakter Özellikleri

•Ahimsa – Tüm canlılara karşı şefkatli olmak

Ahimsa genellikle şiddetsizlik olarak tanımlanır, ama bu kural/prensip başkalarını

öldürmemek kadar kısıtlı bir düşünceden daha fazlasıdır. Her şeyden önce, kendimize karşı

şiddetsiz olmayı öğrenmeliyiz. Hemen her gün kendimize karşı yaptığımız kaba, işleri

zorlaştırıcı ve yıkıcı yorumları düşündüğümüzde, bu, bize kendimizi kabul etmekte ne kadar
zorlandığımız hakkında biraz fikir verebilir. Bu düşünceleri sesli olarak başka birine söylüyor

olsaydık, kişinin kendine karşı uyguladığı şiddetin ne kadar yıkıcı olduğunu görebilirdik. Aslına

bakılırsa, çok azımız başkalarına karşı, kendimize karşı olduğumuz kadar kabayızdır. Mesela

her sabah aynaya baktığımızda vücudumuzla ilgili yaptığımız eleştiriler veya en büyük

çabalarımızı küçümsemek ve kötülemek gibi… kendimizi ve başka birini gelişmekten ve özgür

yaşamaktan alı koyan her düşünce, söz ve eylem tehlikeli ve yıkıcıdır.

Bu şefkati bütün yaşayan canlılara yaymak, hisleri olan bütün varlıkların bir olduğunu fark

etmekle bağlantılıdır. Bütün akarsuların ve ırmakların, aslında damarlarımızda akan kandan

farksız olduğunu fark etmeye başladığımızda, dünyanın içinde bulunduğu duruma kayıtsız

kalmak mümkün değildir. Doğal olarak, bütün canlıları koruma isteği doğar içimizde. Bir

akarsuya çöp atmak veya ismimizi bir ağacın gövdesine kazımak istemeyiz çünkü böylesi her

bir davranış kendimize karşı da bir şiddet uygulamasıdır. Daha şiddetsiz ve zararsız bir tutum

benimsemek kızgınlık, kıskançlık ve nefret gibi güçlü duygulara sahip olmamak demek de

değildir. Her şeye şefkatli yaklaşabilmeyi öğrenmek, bu gibi özelliklerimizi de kabullenmemizi

gerektirir. Kızgınlık, kıskançlık ve nefret gibi duygularımızı bir ruhsal başarısızlık olarak

algılamak yerine onları kabullendiğimizde, bu duyguların temelinde ne yattığını anlamaya

başlarız ve onların ötesine geçebiliriz. Şiddet eğilimlerimize yeterince yaklaştığımızda,

bunların kökeninde yatan sebepleri anlamaya başlarız, buraya harcadığımız enerjiyi

kendimizin ve diğerlerinin iyiliği ve korunması için kullanabiliriz. Bu duyguların altında yatan

daha kuvvetli bir arzuyu keşfederiz aslında - sevilme isteği. Eğer kendi içimizdeki

“şeytanlarla” yüzleşmeyi göze alamazsak, bu derin algıya/anlamaya/aydınlanmaya

ulaşabilmemiz imkansızdır.

Ahimsayı anlamak için kendimize şunu sormak yardımcı olacaktır: Düşüncelerim, eylemlerim

ve sözlerim bütün canlıların ve varlıkların ilerlemesine ve iyiliğine katkıda bulunuyor mu?

•Satya - Doğruluğa bağlılık/adanmışlık

Bu kural/prensip, dürüst iletişimin ve eylemlerin, bütün ilişkilerin, toplumun ve yönetimlerin

temelini oluşturduğu fikri üzerine yoğunlaşır. Yalan söylemek, mübalağa yapmak ve hile

yapmak diğerlerine zarar verir. Bunu pratik etmek için yapabileceğimiz en iyi şeylerden biri

her zaman doğruyu konuşmaktır. Eğer bu prensibi düzenli olarak uygularsak, pek çoğumuzun

gün içerisinde söyleyeceği şeylerde hatırı sayılır bir azalma olacaktır! Gün içerisinde

yaptığımız yorumların ve söylediğimiz şeylerin pek çoğu, doğru olduğunu bildiğimiz şeyleri
temel almak yerine, hayal gücümüzü, varsayımlarımızı, yalan yanlış çıkarımlarımızı ve

tamamen abartmalarımızı temel almaktadır. Dedikodu, muhtemelen en kötü iletişim

eksikliğidir.

Doğru olana bağlılık/adanmışlık, her zaman kolay değildir, fakat düzenli uygulamayla daha az

karmaşık hale gelir ve sonuç olarak kaçınmaktan ve kendi kendimize yalan söylemekten daha

az zahmetli bir şey olur.

Doğru ve düzgün bir iletişim, ufak problemlerin büyüyüp daha fazla sıkıntı yaratmadan

çözülmesini sağlar.

Bu uygulamanın belki de en zor kısmı kendi kendimize, kalbimize karşı dürüst olabilmektir. İç

değerlerimizdeki karmaşıklık ve güvensizlik, kalbimizden geçen arzunun doğasını anlamamızı

zorlaştırır, fakat bazen bizim için doğru olanın ne olduğunu açıkça bilmemize rağmen, kendi

doğrumuzu yaşayabilmek için gereken cesarete ve inanca sahip olamayız. Büyümemiz ve

ilerlememiz için gerekli ve doğru olanı yapmak demek, bazen sağlıksız ilişkileri ve eylemleri

hayatımızdan çıkarmak ve kendi konforlu alanımızdan uzaklaşmak demek olabilir. Bu bazen

dış kültür tarafından tasdik edilmeyen kararlar almak demek de olabilir. Doğru olan genelde

çok da elverişli olan değildir. Doğru ve dürüst yaşadığımızı anlamanın bir yolu şudur: her ne

kadar verdiğimiz kararlar kolay olmasa da, günün sonunda kendimizi huzurlu hissediyor ve

kendimizle barışıksak o zaman doğru olanı yapmışız demektir.

•Asteya - Çalmamak

Asteya, her tür çalma ve kötüye kullanma eyleminin aslında hayatımızda herhangi bir

alandaki eksiklik hissinin dışa vurumu olarak algılanmasını temel alır. Ve bu eksiklik hissi,

genelde mutluluğumuzun bazı dışsal faktörlere ve sahip olduğumuz maddelere bağlı olduğu

inancından ortaya çıkar. Batının sanayileşmiş modern ülkelerinde, tatmin duygusu, olması

neredeyse imkansız koşullara ve durumlara bağlıdır ve pek çok insan bütün hayatını, daha

iyisini bekleyerek, umarak ve bizde olmayanlara sahip olan diğer insanların hayatlarının daha

iyi olduğuna inanarak geçirir. Tatmin ve mutluluğu sürekli dışarıda aradığımızda, aslında

elimizde olan bolluğun ve bereketin farkına varamaz hale geliyoruz. Aslında hayatta asıl

önemli olan şeyler sağlığımız, iç dünyamızın zenginliği, başka insanlara verip, onlardan

aldığımız sevinç ve sevgidir. Banyomuzdaki havluların birbirine uyup uymadığına takıldığımız

zaman, musluktan sıcak suyun akıyor olmasına müteşekkir olmak giderek zorlaşıyor. Ya da

sürekli olarak dışarıda daha sık yemek yemeyi arzularken nasıl soframızda her gün yiyecek
yemeğimiz olmasıyla mutlu olabiliriz ki?

Asteya, bize karşılıksız olarak verilen şeyler dışındakileri almamamızı söyler. Bu, telefonda bir

kişiye uzun uzun derdimizi anlatmadan önce, onun bizimle konuşmaya ayıracak vaktinin olup

olmadığını sormak olarak da düşünülebilir. Ya da ders bitiminde hocaya yönelttiğimiz soruları

başka daha uygun bir zamana bırakmak gibi de düşünülebilir. Başkalarının, onlar bizim için

özel olarak ayırmadıkları takdirde, zamanlarını almak da aslında bir çalma eylemidir. Asteya

uygulamasındaki çelişki şudur; başkalarıyla olan ilişkimize, ihtiyaç değil de bolluk, bereket

bakış açısıyla yaklaştığımızda, aslında diğerlerinin bize karşı ne kadar cömert olduğunu fark

eder ve hayat, gerçek zenginliklerini yolumuza çıkarmaya başlar.

Bu pek muhtemel gibi görünmeyebilir belki, o yüzden bir örnekle bunu açıklamak istiyorum.

Paul bir tıp öğrencisiydi ve herkese yardım eden ve limitli kaynaklarını herkesle paylaşan bir

tanıdığımdı. Bir akşam eve gitmek için saat epey geç olduğu için Paul’ e bizde kalmasını teklif

ettim. Sabah uyandığımda, Paul’un buzdolabımı temizlemiş olduğunu gördüm. (“Bu ara çok

yoğunsun demek ki”). Paul’un maddi imkanları kısıtlıydı ama her zaman arkadaşlarına çok

güzel ziyafetler verirdi. Sonradan öğrendim ki Paul, bir sağlıklı-yemek restoranında gece geç

saatlere kadar çalışıyormuş ve bunun karşılığında minnettarlığını göstermek isteyen patronu

da ona o günden arta kalan sebzeleri, ekmekleri ve yemekleri ücretsiz olarak veriyormuş.

Arkadaşlarıyla beraber 1 haftalığına kiraladıkları yazlık evde Paul, tüm gün süren bir

“temizlik” partisi düzenlemiş (“düşünsenize tatilden dönen ev sahibi için ne kadar büyük bir

şey temiz bir ev bulmak...”). Paul, çevresinden çok nadiren bir şeyler isterdi ama her zaman

arkadaşlarını şaşırtacak kazanımlar edinirdi. İnsanlar her zaman Paul’ e bir şeyler verirdi,

bazen araba veya çamaşır makinesi gibi büyük şeyler bile olabilirdi bu. Onun haline üzülüp

acıdıkları için değil, onun kendi içindeki zenginliği ve bereketi göstermesiyle, diğer insanların

da aslında verebilecekleri ne kadar çok şeyleri olduğunu fark etmelerini sağlamasıyla

oluyordu bunların hepsi.

Çalmamak; belirli bir düzeyde kendi kendine yetmeyi ve böylece başkalarından, ailemizden,

toplumumuzdan ihtiyacımız olandan fazlasını talep etmemeyi gerektirir. İhtiyacımız olandan

fazlasını aldığımızda aslında başkalarından alıyoruz/çalıyoruz demektir. Asteyayı uygulamak

için iyi bir yol şudur: hayatınızda “yeterli olmayan, eksik olan” şeylerle uğraşırken kendinize

şunu sorun “aslında elimde olan şeylerle mutlu olmamı engelleyen şey nedir?” Hayatımızdaki

bolluk ve bereketi fark etmenin diğer bir yolu ise; gece uykuya dalmadan önce, hayatımızdaki
bize bahşedilmiş hediyelerden biri üzerinde düşünmek için biraz zaman ayırmaktır. Bu, sizi

seven bir eşinizin olması, sağlıklı olmanız, hayatınızı paylaştığınız sadık bir evcil hayvana sahip

olmanız veya bir bahçeye sahip olmak kadar bile basit bir şey olabilir.

•Brahmacharya – “Bir” ile bir olmak

Bütün yamalar arasında Brahmacharya, Batılılar tarafından en az anlaşılanı ve en

korkulanıdır. Genel olarak cinsel ilişkiden uzak durmak olarak yorumlanan brahmacharya,

bunu cinsel bir baskılama ve arınma olarak algılayanların hayatında ve zihinlerinde büyük bir

sıkıntıya sebep olur. Bütün ruhani uygulamalar ve dinler cinsel enerjiyi en akıllıca nasıl

kullanırız sorusuyla boğuşmaktadır. Brahmacharyanın uygulanması demek, cinsel enerjinin

kendi ruhsal varlığımızla olan bağımızı canlandırmak için kullanılmasıdır. Aynı zamanda bu

enerjinin başkalarına zarar verecek şekilde kullanılmaması demektir. Başkalarını cinsel olarak

kötü niyetle kullanmanın, acı, kıskançlık ve kör edici bir nefret gibi kötü hislere sebep

olduğunu anlamak için, dahi olmamız gerekmiyor. Kadim Yogiler, insanın içindeki en iyiyi ve

en kötüyü ortaya çıkaracağı kesin olan bu deneyimi ve bu enerji formunu derinlemesine

incelemiş ve deneyimlemişlerdir. Brahmacharyayı daha iyi anlamak için “cinsellik” kavramını

çıkartarak, sadece enerji olarak bakmak işimizi kolaylaştıracaktır. Brahmacharya, kişinin

enerjisini Tanrı/Yaradanla birleştirmesidir. Bu enerjilerin birleşmesi deneyimini, daha çok

cinsel birleşme esnasında net olarak deneyimlesek de aslında bu deneyim hayatın farklı

alanlarına yayılır, Erosun çok yönlü ve çok farklı kutlamaları gibi. Buna nasıl vardığımızın bir

önemi yoktur; ya orgazm esnasında nefesimizin ciğerlerimizi okşamasıyla ya da cinsellikten

tamamen arınmamızla.

Kadim yogilerin işlevselciliğini/pragmatizmini düşündüğümüzde, Patanjali’nin kesinlikle

başarısız olacak bir prensibi ortaya atacağına inanmak oldukça zordur. Sayısız gurunun,

inananlarına cinsellikten uzak durmalarını nasihat ederken, kendi cinsel güçlerini kötüye

kullanmaları sonucu itibarlarını kaybetmesi, brahmacharyanın bu şekilde yorumlanmasının

doğru olup olmadığını sorgulamaya sebep olmuştur. Herhangi bir enerji bastırıldığında veya

yok sayıldığında, hayatı daha kötüye götürecek şekilde ters tepmesi, patlak vermesi büyük bir

olasılıktır. Bu, cinsel ilişkiden uzak durmanın güvensiz ve kötü bir uygulama olması da demek

değildir. İsteyerek ve kabullenilerek sınırlanan cinsel enerji, oldukça besleyici ve canlandırıcı

olabilir, en azından bu enerjiyi en akıllıca nasıl kullanabileceğimizi anlamamıza bir fırsat

sağlar. Cinsellikten uzak durma bu şekilde uygulandığında, kişinin kendine, istediğini


yapmasına engel olmasını gerektiren hiçbir şey kalmaz. Aslında önemli olan, bizim cinsel

enerjimizi kullanıp kullanmamamız değil, onu nasıl kullandığımızdır. Kendi hayatınızda cinsel

enerjiyi nasıl kullandığınıza bakın, bu enerji sizi ruhsal benliğinize yakınlaştırıyor mu yoksa

uzaklaştırıyor mu?

•Aparigraha – Tutunmamak

Nesnelere tutunmak ve özgür olmak iki çelişkili kavramdır. Sıradan bir zihin, çıkar sağlamak

için gerçekleri manipule eder ve kendini güvene almak için her şeyin somut imgelerini

yaratmaya çalışır. Kendimiz için imgeler yaratır ve kesinlik hissimizi besleyecek konseptler ve

örnekler oluştururuz. Ve sonra da bu kendi yarattığımız gösterişli binayı korumak için her tür

durumu eğip bükerek ona uydurmaya çalışırız. Hayat, hiçbir şeyin değişmediği homojen bir

yapı olsaydı, bu durum bize bir sıkıntı yaratmazdı. Fakat hayat pek tabii ki değişmektedir ve

bizim de onunla birlikte değişip, bu değişikliklere adapte olmamız gerekmektedir. Değişime

karşı direnmek, inatla bir şeylere tutunmak, bize büyük sıkıntılar yaratır, büyüyüp

gelişmemize ve hayatı daha dolu dolu, keyifli bir şekilde yaşamamıza engel olur. Yoganın ve

Budist öğretilerin bize söylediği şey şudur; güvende/sağlamda olmak, sıradan bir zihnin

ürettiği bir şeydir ve başlangıçtan beri tutunabileceğimiz kalıcı hiçbir şey yoktur. Eğer

değişmeyen tek şeyin “geçicilik” olduğunu bilerek yaşarsak, hayat büyük oranda daha kolay

ve daha az acı verici olacaktır. Hemen hemen hepimizin hayatımızın bir döneminde yaşadığı

gibi, ne zamanki bir şeye çok sıkıca bağlanırsak/tutunursak – mesela partneriniz ya da

gençliğiniz – aslında bu çok değer verdiğimiz şeylere zarar vermekten öteye gidemeyiz. Asıl

güven hissi, duvarlarımızı yıkıp, barikatlarımızı kaldırmakta yatar. Böylece büyür ve gelişir ve

bu büyümeyle de daha güçlü ve daha dirençli hale geliriz.

Aparigraha uygulaması, nesneleri kimlik duygumuzu desteklemekte nasıl kullandığımıza

bakmayı da gerektirir. Yönetici ego kendinin çok güçlü olduğuna inanır ama yine de yanında

ona eşlik edecek “askerlere” ihtiyaç duyar. Bu askerler; güzel kıyafetler, araba, ev, iş gibi bu

yanılsamayı devam ettirecek değişik dışsal maddelerdir. Bu yönetici ego, bizim ayrı

olma/farklı olma hissimizin bir sonucundan başka bir şey değildir ve egomuzu “giyinik”

tutmak için giderek daha karmaşık stratejilere ihtiyaç duyarız. Bu tutunmama uygulamasında

ilk etapta dışardaki nesnelere uzanmaktan/tutunmaktan vazgeçeriz. Zamanla, dışarıdan bir

şeyler alma ihtiyacı da yok olur çünkü ihtiyacımız olan her şeyin aslında kendimizde olduğunu

fark ederiz.
Niyamalar – Anlamlı bir yaşam sürmek için prensipler

•Shaucha – Saflık/Arılık

Shaucha; saf ve temiz yaşamak, bedeni, zihni ve çevremizi temiz tutmak ve böylece kendimizi

daha net görebilmemiz demektir. İngilizce “pure” (saf, temiz) kelimesi, Latince temiz ve

katıksız anlamına gelen “purus” kelimesinden gelmektedir. İlaçlanmamış, içinde yapay katkı

maddeleri içermeyen, sağlıklı gıdalar tükettiğimizde bedenimiz daha sorunsuz çalışır.

Bilincimizi geliştirecek kitaplar okursak, bize ilham verecek filmler izlersek, iyi ve nazik

insanlarla zaman geçirirsek, zihnimizi iyi gıdalarla beslemiş oluruz ve böylece de kendi iç

huzurumuz artar. Sade, temiz ve gereksiz eşyalardan arınmış bir ev, bir zamanlar yapılmış bir

projenin malzemeleri ya da geçen seneden kalmış ıvır zıvırların dikkatinizi dağıtmayacağı bir

ortam sağlar. Saucha bir/birlik olmanın olumlu gücünün bir göstergesidir.

Saucha uygulaması, hayatımızda neleri isteyip istemediğimize karar vermemizi gerektirir.

Kendini her şeyden mahrum bırakmanın çok ötesinde, saucha uygulaması hayatı daha canlı

ve dolu dolu yaşamanızı sağlar. Temiz bir tabakta yediğiniz elma daha lezzetlidir, temiz suyun

tadı daha güzeldir, şiirler, hikayeler açık, berrak bir zihinle okunduğunda daha anlamlıdır,

ahşap bir masa ancak cilalandığında derin damarlarını ortaya çıkarır. Bu uygulama, hem

hayatımıza güzellikler katar, hem de güzelliğin her türlüsünün değerini bilmemizi sağlar.

•Santosha – Tatminkarlık

Santosha, tatminkarlık, şu an elimizde olanlarla tatmin olabilmek demektir. Tatminkarlık,

mutlu olmakla karıştırılmamalıdır. Eğer büyük beklentiler içine girmeden, her şeyi olduğu gibi

görebilirsek, bazen çok zor, içinden çıkılmaz bir durumdayken bile tatminkar olabilecek bir

şeyler bulabiliriz. Tatminkarlık, elindekilerle yetinmenin getirdiği bir gevşeklik, bırakmışlık hali

de değildir çünkü böylesi bir durumda gelişmemiz, büyümemiz durur. Bunların hepsinin

aksine, santosha, ilerlememizin/uygulamamızın neresinde olursak olalım ondan memnun

olma ve içinde bulunduğumuz durumlarla barışık olma halidir. Ama bu, örneğin, sağlıksız

ilişkileri veya çalışma şartlarını kabullenip onları tolere etmek demek değildir. Daha çok şu

şekilde yorumlanabilir; sabırlı olmak ve şartlarımızı iyileştirene kadar, içinde bulunduğumuz

durumda elimizden gelen en iyi şekilde yaşamaktır.

Tatminkarlık, sadece şu anı kabullenmek demek değil, aynı zamanda umutlu olmaya

hayatımızda yer açmak demektir. Bu çelişkili gibi gelebilir kulağa ama aslında değildir. Siz

eğer her koşulda ılımlılığınızı koruyabilirseniz, hayatı daha dolu dolu yaşama ihtimaline dair
olan inancınız güçlenecektir. Bu ihtimal, sizi sürekli beklenti içinde tutacak veya bu ihtimaller

gerçekleşinceye kadar tatmitsizsizlik yaratacak bir şey değildir. Aksine, kötü durumlarda bile

umudumuzu, canlılığımızı ayakta tutabilmemiz, içimizdeki dengeli olma hissinin çevremizdeki

koşullara bağlı olmadığının göstergesidir. Ve işlerin iyiye gideceğine dair çok az işaret varken

bile umudumuzu korumak, tatminkarlığı arttırmak için iyi bir yöntemdir.

•Tapas – Ateşli istek

Kelime anlamı “ateş” veya “sıcaklık” olan tapas, enerjimizi disiplinli olarak kullanmak olarak

yorumlanır. Disiplin kelimesinin kendini baskılama gibi negatif bir çağrışımı olduğundan ben

bunu “ateşli istek” olarak yorumlamayı tercih ediyorum. İstekli ve arzulu bir tutum

benimsediğimiz zaman, inançlarımız, ilerlememizi kolaylaştıran bir hız kazanmamızı sağlar.

Hepimizin bildiği gibi, ev temizlemek gibi sıkıcı bir iş bile şevkle ve gayretle yapıldığında daha

iyiye dönüşebilir. Birden tuvalet temizlemek eğlenceli hale gelir, ağır yükleri taşımak

kolaylaşır, toz almak sürükleyici bir iş oluverir. Tapas, enerjimizi yönlendirmemiz demektir.

Karanlığın içine süzülen bir ışık huzmesi gibi tapas, bizim yolumuzdan şaşmamamızı sağlar.

Böylece gereksiz şeylere zaman harcamamış oluruz. Bu enerji ne kadar güçlüyse, değişim ve

dönüşüm de o kadar güçlü olacaktır.

Her birimizde tapasın disiplinli enerjisi aynı miktarda bulunmaz. Bazı insanların, tapasın

ateşini alevlendirmek için daha çok çabalaması gerekir. Bunu yaparken de iyi bir mizah

duygusuna ihtiyacımız vardır. Bu sayede, bizim için neyin iyi olduğunu bilen “iç benliğimiz”

eylemlerimize yön verir. Bir sinir bozukluğu anında veya tembelleştiğimiz zamanlarda bile

kendimize gülebiliyor olmak da buna yardımcı olur. Hemen hepimizin yataktan çıkmaya bile

üşendiğimiz, bir türlü masaya oturup çalışmaya başlayacak enerjiyi bulamadığımız ya da

ikinci dilim keke uzanan elimizi durduramadığımız günlerimiz olmuştur. Eğer kendi içinizde

çok az bir istek varsa, yanınıza daha istekli bir yol arkadaşı edinmek çok yararlı olacaktır. Size

ilham verecek bir eğitmenin dersine katılmak ya da yoga pratiği sizden daha güçlü olan bir

arkadaşınızla yoga yapmak sizin içinizdeki tapası da ateşleyecektir. Bir kere

tutuşturulduğundaysa bu ateş, giderek çoğalacak ve daha çok sıcaklık yayacaktır. Böylece

atılan her adım bir öncekinden daha kolay olacaktır. “Ateş” benzetmesi bu prensip için

oldukça uygundur. Ateş bir kere söndüğünde, onu tekrar canlandırmak için çok çaba sarf

etmek gerekir. Ateşi bir kere tutuşturduğunuzda ise onu düzenli olarak beslemeniz gerekir ki

tekrar sönmesin. Ama bir kere yanmaya başladı mı onu canlı tutmak daha kolaydır.
Peki neden tapasa ya da disipline ihtiyacımız var, bunun amacı ne? Pema Chödrön (Tibet

Budizmiyle ilgili pek çok kitabın yazarı ve Gampo Abbey Manastırının baş rahibi) der ki;

“disipline ettiğimiz şey kötülüğümüz ya da yanlışlığımız değildir. Asıl disipline ettiğimiz şey;

gerçeklikten olası bir kaçışımızdır.” Eğer bu disiplinli farkındalıkla yaşamıyorsak, çeşitli kaçış

taktikleri yaratırız ve kendimizi sonu olmayan bir acı sarmalına dolarız. Bu kaçış taktikleri

duyularımızı geçici olarak tatmin edebilir fakat daha derin bir mutsuzluğa sebep olurlar. Bir

noktada, kendimize ve içimizdeki potansiyelimize karşı dürüst davranmadığımızı biliriz.

Disiplin; kendi iyiliğinizi besleyecek ve ilerlemenize imkan sağlayacak kararlar verecek kadar

kendinize saygı duyuyor olmanız demektir. İyileştirici bir cezalandırmanın çok ötesinde tapas,

enerjimizi daha anlamlı, daha heyecanlı ve keyifli bir hayat sürecek şekilde kullanmamızı

sağlar.

•Swadhyaya – öz çalışma/araştırma

Öz araştırmayı, iç gözlemi sağlayan her tür eylem swadhyaya olarak yorumlanabilir. Ruh için,

onu aydınlatacak her tür aktivite çekicidir. Her insanın yatkın olduğu alanlar farklı olduğu için,

bazıları kendilerini yazı yazarak, bazıları ise resim yaparak ya da spor yaparak keşfederler.

Diğer biri kendini bir enstrüman çalmayı öğrenerek bulurken, bir başkası bakımevinde

çalışarak ulaşır öz benliğine. Bazıları ise kendi içlerinde gizli kalmış şeyleri meditasyon

yaparak açığa çıkarmayı öğrenir. Bu öze yönelik çalışmanın (öz araştırma) ne şekilde

yapıldığının önemi yoktur. Niyetiniz, kendinizi bu yolla daha iyi tanımak olduğu sürece

yaptığınız her aktivite, kendiniz hakkında bir şeyler öğrenmenizi sağlayacaktır. Bunun yanı

sıra kendinizi bu sürece adamanız da önemlidir, özellikle işler zorlaştığında bile uygulamanıza

devam etmelisiniz çünkü özellikle bu gibi zor zamanlardan geçerken kendimizle ilgili çok şey

öğrenme imkanımız olur.

Öz araştırma güçlerimizi ortaya çıkarırken, asıl swadhyaya uygulaması eksikliklerimizi,

hatalarımızı, beceriksizliklerimizi, bağımlılıklarımızı, alışkanlıklarımızı ve olumsuz

yatkınlıklarımızı acımasızca açığa çıkarır. Ve bu durum bizi her zaman mutlu etmez. Bu gibi

zamanlarda yapılacak en kötü şey hem zayıf bir noktamızı bulduğumuz hem de büyük bir

kusurumuzla yüzleştiğimiz için tasalanmaktır. Bu gibi zamanlarda, sınırlarımızı görmek ve

kabullenmek önemlidir. Limitlerimizi kabullendiğimiz zaman, kızgınlığımızın, sabırsızlığımızın

ve nefretimizin kökenine inmeye daha çok yaklaşırız.

Bazen öz benliğimiz, kendisini açığa çıkaracak girişimleri baltalayabilir. Bu yüzden bir


öğretmenden, danışmandan ya da yakın bir arkadaştan yardım istemek iyi bir fikir olabilir.

Başka birine bakıp “kendi öz benliğinin hiç farkında değil” dediğinizde ve onun kendisi için

yıkıcı olan şeyleri tekrar tekrar yapmasını izlediğinizde, kendinizin de bunu kendinize yapıyor

ama farkında olmuyor olabileceğinizi göz önünde bulundurun. Yetenekli bir danışman, ki bu

bilgili bir teyze, bir terapist ya da bir guru olabilir, size kendinizi olduğunuz gibi görmeniz için

güzel yöntemler bulabilir.

•Ishvarapranidhana – Ruhani olana müteşekkir olmak

Hayat, kendiliğinden anlamlı değildir. Biz, yaptığımız eylemler aracılığıyla ifade ettiğimiz ilgi

ve alakayla hayata anlam katarız. Özenerek bir masa kurmamız, bir uygulamadan önce

mumları yakmamız ya da bir tapınağa girerken ayakkabılarımızı çıkarmamız hayatı anlamlı

kılar. Ruhani olan (tanrısal olan), her şeyi kaplar. Onun, sıra dışı bir şekilde her bir şeyde aynı

anda bulunduğunu fark etmeyecek kadar meşgul, dağınık veya dikkatsiz oluruz bazen

sadece. Ishvarapranidhanayı uygulamak için ilk yapabileceğimiz şey, her gün birkaç dakika

bile olsa biraz zaman ayırıp, kendimizden daha yüce olan bilince kendimizi açmamızdır. Bunu

gün doğumunda bahçenizde zaman geçirerek, otobüste giderken nefesinizi yavaşlatıp

zihninizi arındırmak için birkaç dakika ayırarak, ya da okuma, dua etme ve meditasyon gibi

uygulamalarla yapabilirsiniz. Bu uygulama, hayatlarımıza yön veren, her yerde aynı anda

bulunan, bizden daha yüce bir gücün varlığına inanmayı gerektirir. Hepimizin hayatında

yaşarken bize çok acı veren, bizi yıkan ama sonradan dönüp geriye baktığımızda kişisel

yazgımız için çok büyük anlamlar taşıyan olaylar vardır. O zaman meydana gelen değişimin,

kendi büyümemizde ve gelişmemizde ne kadar önemli olduğunu fark ederiz ve bundan mutlu

oluruz. Kaçırmamamız gereken nokta şudur; kendi hayatlarımızın tek yöneticisinin biz

olduğunu düşündüğümüzde, asıl büyük resmi görmek zorlaşır. Kendinizi tek yönetici olarak

gördüğünüzde, rastlantıların, kazaların ve şans eseri tanışmaların sizin yazgınızda ne kadar

büyük bir yer kapladığını göremezsiniz. Kendi evreninizin efendisiyseniz, kendi yaptığınız

planlardan başka bir şeye güvenemezsiniz. Aslında daha büyük bir hikayenin parçası

olduğumuzun farkında olmadığımız zaman, kendi kişisel dramımızın içinde boğuluruz ve

değişime direnen bir kısır döngüye gireriz. Ishvarapranidhana, işlerin tam olarak nereye

gittiğini görmediğimiz zamanlarda bile sessizce yola devam etmemizi söyler. Başta bu

korkutucu olabilir, tıpkı bir trapez çubuğundan diğerine atladığınızda arada havada asılı

kaldığınız an gibi. Ama zamanla, hayatın bize neler getireceğini tam olarak bilmemek ve her
şeyi manyakçasına kontrol etmeye çalışmamak her günü yeni bir maceraya dönüştürür.

Hayatımız sanki bir at yarışı kadar heyecanlı hale gelir!

Sonuç olarak ishvarapranidhana, yazgımızı yerine getirmek için kendimizi bu büyük bilince

teslim etmemiz demektir. Bu uygulamanın ilk adımı, algımızın perspektifini genişletmektir.

Sessizleşmek ve arınmak için kendimize zaman ayırarak, sıradan zihnimizin gereksiz yere

istiflediği düşüncelerle, yüce bilincin yansımaları olan sezgiler arasındaki farkı görmeye

başlarız. Gizemi açıklamaya çalışmak yerine, hayatın gizemini somutlaştırmaya başlarız.

Gizemi somutlaştırdıkça, anlamı bulmaya başlarız, daha önce boşluk, hissizlik olan yerlerde.

Bir bardak su içtiğimizde tadını fark ederiz; hafif bir yel tenimizi okşadığında onu hissederiz;

ve bir yabancı bizimle konuştuğunda onu dinleriz. Her şey ama her şey bu büyük bilincin bir

işareti olabilir. Ve nihayetinde hayatımızın amacına yeni bir gözle bakmaya başlarız. Ve

kendimize sormaya başlarız, hayatımı nasıl başkalarına daha yardımcı olacak hale

getirebilirim? Hayatta hiç bir zaman hiç bir şeyin garantisi yoktur ama bu ruhani olana karşı

durmak ve öyle yaşamak da sonu geldiğinde pişman olacağımız bir yaşam sürmek demektir.

Donna Farhi

BÖLÜM 7

MANTRALAR

Mantra

Önce tını, ses ve melodik etkisiyle,

Ardından sözcüklerin ve bütünün ilk anlamıyla,

Son olarak tekrar edilirken sunulan niyet ve daha derindeki anlamıyla;

Zihni yavaşlatır, sinir sistemini yatıştırır ve bir his, düşünce veya niyet üzerinde yeni nöron

ağları oluşturarak fiziksel gerçekliğimize etki eder.

***

Mantra kadim dillerde olabildiği gibi kendi dilinizde de olabilir.

Bir odak ve derin çalışma olarak 40 gün boyunca 108 defa tekrarlanabilir.

İhtiyaç duyulan zamanlarda meditasyona girmeyi, yaşamda zor durumların ötesine geçmeyi,

iç alanla bağlantıya geçmeyi kolaylaştırıcı olarak kullanılabilir.

***

Mantra tekrarının sinir sistemi ve nöron aktivitesi üzerindeki olumlu etkileri bilimseldir,
ancak Sanskrit gibi kadim dillerdeki seslerin dokular, organlar ve doğrudan duygular

üzerindeki terapik etkisi de deneyimle fark edilebilir.

• OM MANI PADME HUM

Katha Upanishad

Peace Mantra / Barış Mantrası

Om sahanaa bhavatu

Sahanau bhunaktu

Saha viryam karavaavahai

Tejas vinaavaditam astu

Ma vidvishaa vahai

Om Shanti Shanti Shanti

~~~~~~~~~~~~~~

Brahman bizi korusun,

Brahman bizi beslesin/desteklesin,

Çalışmalarımız coşkulu/gayretli olsun

Anlayışın ışığı sınır tanımadan yayılsın,

Birbirimize hiçbir zaman nefret duymayalım

Om, huzur, huzur, huzur.

Burada Yüce olan “Brahman”, Hint felsefesi geleneğinde pek çok farklı kaynakta geçer.

Evrenin kaynak bulduğu, hem içkin hem de aşkın olan, tek yüce ve evrensel ruhtur.

Upanishad’larda tarif edilişiyle Brahman, insan benliği ve kimliği de dahil olmak üzere tüm

maddenin ve madde aleminin nihai özü olan, varoluşu görülemeyen, duyulamayan ve ancak

insanın iç bilgeliği geliştikçe farkındalığına varabildiği hakikattir. Advaita’ya göre aydınlanmış insan,
Brahman’ın kendi öz varlığı olduğunu fark etmiş olan insandır.

You might also like