Professional Documents
Culture Documents
Okuma Metinleri 4
Okuma Metinleri 4
METİN 8
Psoas kası dengeli çalışan iyi organize olmuş bir bedenin temel taşıdır. Yaklaşık 45 – 50 cm
uzunluğunda iri bir kastır. Gögüs kafesi ve gövdeyi bacaklara bağlar. Gövdenin her iki yanında
birer tane bulunur. Psoas major ve psoas minor’ den oluşur. Orijini T12 ile başlar ve L1-L5
omurların her birinden çıkarak devam eder. Psoas major leğen kemiği içinden, kalça
Psoas leğen kemiğine doğrudan bağlanmaz, göğüs kafesi ve femur ile olan ilişkisi, daha
önemlisi iliacus kasıyla femur üzerinde birleştiği tendon vasıtasıyla leğen kemiğini yaşamsal
olarak etkiler. Psoas ve iliacus bir arada iliopsoas olarak anılır. Psoas kasının tonusu leğen
Psoas’ın beden içindeki yönü hem dikey hem diagonaldir, T12’de derindedir, kalça soketi
bağlanır. Psoas omurgaya, diyaframın hemen arkasında T12 omurunun iki yanından bağlanır,
T12’nin arka yüzünden bedenin en büyük kasalarından trapez kası başlar ve kafatasına kadar
devam eder. Diafram, göğüsü karından ayıran bir kas yapısıdır, abdominal kovukta bulunan
karaciğer, mide ve dalak alt yüzeyinde yer alırken kalp hemen üstünde bulunur. Tüm iç
organlar, diaframla yakın temas halinde ve onun dokularıyla doğrudan bağlıdır. Tıpkı psoas
gibi, diafram da hem iskelet hem de iç organ yapılarının ritimlerince etkilenir ve bu ritimlere
cevap verir. Aşağı ve yukarı hareket ederken sadece organlara masaj yapmakla kalmaz,
omurlara da masaj yaparak sinoviyal sıvının omurgadan beyine doğru hareketini sağlar.
Lombar sinir ağı psoas içi ve etrafından geçen karmaşık bir sinir ağ örgüsüdür. Birçok sinir,
psoas yüzeyinin içine gömülüdür. Organlar ve beyin arasındaki karmaşık iletişim psoas’ ı da
içine alır. Psoas belli omurları burarak iletileri yanıtlar ya da yorumlar. Lombar bölgedeki
duyguların hissedildiği bölgede bulunur. Psoas’ ın üst ucu ve diafram, solar plexus’ ta bir
Böbrekler psoas’ ın yanlarında yer alır, mesane ve üreme organları ise önünde uzanmaktadır.
Psoas’ ın diyafram, organlar, kan ve sinirlerle olan yaşamsal ve dinamik etkileşimi psoas
kasılıp kısalabilir, esneyip uzayabilir. En kaba tanımıyla hip flexor ( kalça bükücü) olan psoas,
bacağın yürüme sırasında serbest salınımını sağlar ve yükün gövdeden bacaklar ve ayaklara
aktarımında rol oynar. Yürümek bacaklarda veya bacaklarda başlayan bir eylem değil, aksine
gövdeden kaynak bulan bir eylemdir. Psoas gövdedeki yer çekimsel değişimlere yanıt verir ve
Psoas, omurgayı stabilize eden bir klavuz tel işlevi görür. Tıpkı bir çadırın ana direğini
destekleyen yan teller gibi. Aynı zamanda psoas, organlar için bir destek görevi görür;
canlılığı, sağlığı ve uzunluğu organ işlevlerini etkiler, leğen kemiği içinde organların rahat
dinlenebildiği ve normal işlev görebildiği bir alanın olabilmesi psoas kasının uzunluğu ve
tonusuna bağlıdır.
Psoas ile erector spinea kasları karşılıklı bir ilişki içindedir. Erector spinea kasları omurganın
arkasında yer alır ve çoğu zaman zayıftır. Ancak psoas dinlenme halindeyken ve doğal
tonuya ulaşır.
Psoas, rectus abdominis kaslarını dengeleyici rol oynar (ön arka ilişkisi). Bu iki kas arasındaki
denge bir bütünlük hissi sağlar. Kültürümüz spor ve egzersiz ile abdominal kasları
güçlendirmek için büyük zaman ve para yatırımlarının yapıldığı bir duruma gelmiştir.
hali de yüzeysel tavrımızın bir yansıması oldu. Mekik ve benzeri hareketler psoas’ı sadece
zayıflatmaz, gerginleştirir ve kısaltır; böylece çoğunlukla aşırı yük altındaki bel kaslarına,
azaltırken, bizim de varlığımız daha sessiz ve derin taraflarını algılamamızı etkiler. Doğal
uyum ve ritim kaybolmuştur ve kişi kendini yalnızca bedeni olarak görür, parçalanmıştır.
Son olarak psoas bir hidrolik pompa işlevi görür; onun bu hareketi hücrelerin içine ve dışına
sıvıların hareketini tetikler. Normal yürüyüşte her adımda kasılarak ve esneyerek çalışan
psoas kası aktiftir ve normal hareketi organlar ve omurgayı sürekli şekilde uyarır. Psoasın
yapısal bir destek olmak yerine, özgürce hareket eden bir kas olabilmesi, ana atar
damarlardan bacaklar ve ayaklara engelsiz ve sürekli kan akışını destekler. Psoas ve lombar
sinir ağı bacakları harekete geçirecek enerjiyi doğrudan sağlar aynı zamanda anal ve cinsel
fonksiyonların aktive edilmesinde önemli bir role sahiptir.
İskelet sisteminin ana işlevi, yük taşımak ve yer çekimine direnç göstermektir, kasların ana
işlevi ise, kemikleri hareket ettirmektir. Kaslar, yük taşımak için kullanılmamalıdır, zira bu
kasların kemikleri hareket ettirme yeteneğini sekteye uğratır ve kas yorgunluğuna (fatige)
neden olur. Uzun vadede kemiklerin zarar görmesi, bağlar, eklemler ve çevre dokulardaki
Psoas, bir merkez kastır. Onun dinlenme boyu ve hali, yer çekimi kuvvetiyle birlikte direkt
olarak kemiklerin birbiriyle olan ilişkilerini, sonuç olarak eklemlerin hareket özgürlüğünü
etkiler. Bu etki bir çocuk ilk defa otururken veya ayağa kalkarken yer çekimiyle karşılaştığında
başlar. Psoasın yük taşımak üzere kullanılıp kullanılmadığı, kişinin yaşı ilerledikçe nasıl bir
Sürekli kasılma ve yanlış kullanımdan psoas kısalmışsa, bu leğen kemiğinin ileri fırlamasına
neden olur. Bunun sonucu lombar, dorsal ve servikal omurgada abartılmış kavisler görülebilir
Psoas’ın bir tarafta diğerine gore daha kısa olması ise bir bacağın daha kısa olmasıyla
eklenerek iki taraf arasındaki denge sağlanıyorsa da, esasen pek çok durumda, kısalmış
Psoas’ın bir tarafta daha kısa olmasının sebeplerine bakmak, bedeni statik bir form olarak
algılamaktan öte, hareket eden, değişen bir organizma olarak algılamaya yönlendirir.
Psoas’ın bir tarafta daha kısa olması geçirilen bir kazanın sonucu, oluşan hasarı dengelemek
üzere abartılmış bir telafi mekanizması olabilir. Veya kişinin gerginliği taşımaktaki kendine
Psoas’ın kısa olduğu durumlarda kalça ekleminin hareket kabiliyeti düşüktür ve kalça ile
uyluk arası mesafe kısadır. Bu eklem donduğunda, pelvis ve bacaklar birbiriyle ilişki içinde
ayrı ayrı birimler olmaktan çıkar, tek bir birim gibi hareket eder. Kalça soketinin hareketi
sınırlı kalır. Rotasyon kalça soketinde değil, omurgada(L4-L5) veya diz ekleminde oluşur.
Ayrıca genel olarak kasılı bir psoas gövdeyi kısaltır, iskeletin yapısal pozisyonunu etkiler,
organlar için gereken iç alanı daraltır, yemeklerin sindirilmesi ve temel boşaltım sekteye
İçgüdüsel olan ve kişisel deneyime bağlı olmayan tek korku “düşme korkusu” dur. Karmaşık
bir set sinir iletisi ile meydana gelir ve flexor kasların kasılmasıyla sonuçlanır. Psoas en büyük
Düşme duygusu vestibuler sistemde ortaya çıkar. Kulak içinde yer alan vestibuler sistem,
uzaysal oryantasyon, hareketlilik, yerçekimi ve denge ile ilişkilidir. Aynı zamanda işitme
merkeziyle iç içe ve yakın ilişki içindedir. Bu iki merkezden birinde oluşan ani aşırı uyarılma
diğerini de tetikler. Yaşamın ilk 3 haftasından sonra, bebeğin kulakları duyma işlevini tam
organizmanın kendi içine doğru kapanması şeklinde kendini gösterir. Temel olarak
Bebek yüksek bir sesten korktuğunda ilkel tepki uzanıp anneyi, koruyucuyu veya bir dalı
tutmak için yapışmak olabilir. Eğer uyaran sürekli devam ederse ikinci bir yanıt gelir: bebek
donup kalır – beden ölü taklidi yapar. Korku kişiyi hareketsiz bırakacak güçteki içgüdüdür.
Psoas, korku refleksiyle kişiyi adeta yerinde donduran, hareketsiz kılan ana kastır.
Korku refleksi her ateşlendiğinde psoas kasılır. Bunu yaparak uçları birbirine yaklaştırır,
güvenlik hissi yaratacak bir kapanma yaratır, yumuşak, incinebilir bölgeleri (genital organlar,
yaşamsal organlar, yüz) kapatarak korumaya almış olur. Kaç ya da savaş tüm bedeni
etkileyen bir uyarımdır, sempatik sinir sistemi devreye girer, adrenalin salgısıyla kalp atışları
ve nefes hızlanır. Normal insanda bu refleks kaçarak veya savaşarak işlevini yerine
getirdiğinde parasempatik sistem devreye girer ve dengeli dinlenme başlar. Oysa gürültü
kirliliği ve daralan kişisel alan duygusu, özellikle de şehir uyaranları ile birleştiğinde sürekli
stres uyarısı oluşur. Bu stresle baş edebilme ise koşullanmamız ve iç organizasyonumuz ile
mümkündür.
Korku refleksi, dengeleyici dinlenme süreçleri olmadan veya çok kısa sürerek, sürekli tekrar
ettiğinde; bedeni bir sonraki korku refleksi/saldırıya hazır tutmak üzere sürekli gerginlik
yaratan koşullanmış bir tepki ortaya çıkar. Bu gerginlik anksiyete olarak deneyimlenir.
Çocuk, (veya ileride yetişkin) kendini kaçarak veya savaşarak korku verici veya zorlayıcı bir
durumda koruyamadığında, veya bedendeki izlenimler çok ezici duygular yarattığında, birey
“hayal gücü/imgeleme” ye yönelerek kendine bir kaçış yaratır. İzlenimleri keserek veya
Oysa, korku tepkisi ve yaşanan zor bir durumun içindeyken kaçış olarak kullanıldığında,
bedeli yüksektir. Durumun geçtiğini hayal etmek, durumun beden üzerindeki etkilerini yok
etmez; korku refleksini geçirmez veya tatmin etmez. Yerine, o kişiyi kendiyle olan
bağlantısından koparır. Böylece bütünlük bozulur. Yaşanan durum aynen yerinde durur,
hatta sistemi öylesine yüklü hale getirir ki, durumu anımsatacak en ufak bir görsel, ses veya
düşünce, kişiyi büyük bir korku veya anksiyete içine sevk eder. Bu süreç flexor kasların
tümünü, ancak en çok psoas’ ı sürekli kasılı hale getirir ve uzun vadede boyunu kısaltır.
Sürekli kasılı psoas ise nefes alabilecek alanları daraltarak, mekanizmayı etkileyerek sürekli
Gerginliği taşıma hali sadece fiziksel değil psikolojik ve duygusaldır da. Korku refleksi veya
stres ile ortaya çıkan uyarımı, bilinçli olarak kasları daha çok kasarak, fiziksel bedenin
otomatik tepkilerine karşı çıkarak, kişi kendini yüzeysel olarak güçlü hisseder. Kontrol dışı ve
ezilmiş hissetmektense bazı kasları kasarak kontrolü elimizde gibi hissetmeyi tercih edebiliriz.
Çocuklar duygularını ve hislerini, sözlü ve sözel olmayan ipuçlarına bakarak kontrol ederler.
Nasıl yaptığımızı bilmeden, tek bir emirle bir anda ağlamayı kesebiliriz. Bedeni hareketsiz
kılmak dışında bu nasıl mümkün olabilir ki? Karın kasları sıkılır, nefes tutulur, basitçe donar
kalırız. Diaframın donuşuyla, birebir ve karşılıklı çalıştığı psoas da donar. Kasları gevşetmeyi
nefesi özgürleştirebilir.
Kasların rahat ve esnek olabilmesi, yükün iskelet sistemince taşınması ve pelvisin özgürce
gevşeyebilir, ve “hissedebilir” hale gelirler. Böylece genital bölge de açık, duyarlı ve canlı hale
gelir. Ancak eğer psoas kısaldıysa veya sürekli kasılı kalırsa, omurgayı ve iskelet sistemini yük
taşıyıcı konumdan çıkarır, pelvisin hareketliliğini kısıtlar. Devamında genital kasların sürekli
kasılı olması da eklendiğinde pelvis tamamen statikleşir. Genital bölgede, direkt uyarılma
haricinde hiç bir his/duygu yaşanamaz olur, veya bu bölgeye sıkışıp kalmış hisler olur.
Donmuş bir pelvis ve kasılı bir psoas ile seksüel enerji de bloke olmuştur. Var olan enerji
hareket etmek ister. Eğer genital bölge ve bacaklara akamazsa ters yönde akar. Reich’ in
yorumuyla genital bölgede haz olarak yaşanan cinsel enerji, kardiyovasküler sistemde
anksiyete olarak ortaya çıkar.
Japonca’da Hara olarak belirtilen insanın yaşamsal merkezi de karnın alt iç kısmında tarif
edilir ve tam psoas’ ın bulunduğu yere denk gelir. Dengeli ve uyumlu hareket ancak psoas
Birinci kılıf annamaya koşa, besin kılıfıdır. Bu, besinden meydana gelen ve öldüğünüzde yine
besin olacak olan bedeninizdir. Solucanlar, akbabalar, sırtlanlar ya da ateş onu tüketecektir.
İkinci kılıf nefes kılıfı; pranayama koşadır. Nefes besini oksitler, nefes onu yaşama
Bir sonraki kılıf zihin kılıfıdır; manomaya koşa. Bu, bedenin bilincidir ve duyuları, kendisinin
Ve bir sonraki kılıf bilgelik kılıfıdır; vijnanamaya koşa. Deneyüstü (transandantal) olanın
bilgeliğinin içine aktığı kılıf budur. Bu, sizi anne rahminde biçimlendiren, yediklerinizi
sindiren, bunun nasıl yapılacağını bilen bilgeliktir. Bu, bir yerinizi kestiğinizde yarayı nasıl
iyileştireceğini bilen bilgeliktir. Kesik kanar, kabuk bağlar, nihayet yara izi oluşur ve bu,
Mitin gücü zihin kılıfını, deneyüstü olandan bahseden bilgelik kılıfıyla buluşturmasıdır.
Bilgelik kılıfından içeride olan kılıf ise içsel mutluluk kılıfı, anandamaya koşa’ dır ve o
deneyüstü olanın özü, bizzat kendisidir. Yaşam, içsel mutluluğun tezahürüdür. Fakat
Sadece düşünün: çimenler büyür. İçsel mutluluk kılıfından bilgelik kılıfı çıkar ve çimen büyür.
Sonra iki haftada bir biri gelir ve çim biçme makinesiyle çimleri biçer. Çimlerin şöyle
düşündüğünü farz edin: ‘Eeh, bu ne ya, bu gürültü patırtı niye? Ben yokum!’
Böyle şeyler zihin kılıfından çıkar. O dürtüyü bilirsiniz: yaşam acı verici, iyi bir tanrı bütün
bunları içinde barındıran bir dünyayı nasıl yaratabilmiş? Bu, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık
gibi zıt çiftler şeklinde düşünüştür. İçsel mutluluk kılıfı tüm zıtları içerir. Bilgelik kılıfı ondan
Mısırlılar azametli piramitleri ve mezarları, ebedî yaşamın annamaya koşanın - besin kılıfının -
yaşamı olduğu gibi basit bir yanılgı üzerine inşa ettiler. Ancak ebediyetin zamanla hiçbir ilgisi
yok. Zaman, sizi ebediyetten dışarı atan şey. Ebediyet şimdi. Mitin atıfta bulunduğu, şimdinin
deneyüstü boyutu.
Biz hepimiz mistik bir gücün tezahürüyüz: tüm hayatı şekillendiren ve bizi annelerimizin
rahminde şekillendiren yaşamın gücü. Ve içimizde bu tür bir bilgelik yaşar ve bu gücün, bu
enerjinin kudretini temsil eder. Fakat bu, deneyüstü bir enerjidir. Bilme gücümüzün ötesinde
bir yerden gelen bir enerjidir. Ve bu enerji her birimizin içinde – bu bedende – belirli bir
taahhüde bağlanır. Düşünen zihin, gören gözler bu enerjinin akmasına izin vermeyebilir. Ve
geleneksel Çin ve Hint tıbbı öğretilerine çok benzer. Bu nedenle psikolojik sorun, engellenmekten
korunmanın yolu kendinizi deneyüstü karşısında saydam kılmaktır. Bu, bu
kadar basittir.
Lao-tzu, Tao-te Ching’in ilk aforizmasında (özdeyişinde) şöyle der: “İsimlendirilebilen Tao,
Tao değildir.”
Model olarak bir ilahınız varsa onun ilhamını algıladığınız sürece yaşamınız deneyüstü
karşısında saydam olur. Bu, dünyada başarma hırsı adına değil deneyüstü adına, enerjiyi
akışına bırakmak adına yaşamak anlamına gelir. Elbette kişi ötesine (transpersonal) erişmek
için kişisel olandan geçmelisiniz, her iki niteliğe de sahip olmanız gerekir.
Günümüzde her şey çok hızlı hareket ediyor. Artık mite dayalı bir geleneğin oluşması için
gerekli durgunluk süreci yok. Yuvarlanan taş yosun tutmaz. Mit yosundur. Yani şimdi onu
kendiniz yapmalısınız. Hiçbirimizin güvenilir bir rehberi yok. Oysa ki şimdi iki rehber
bulabilirsiniz. Birincisi gençliğinizde size yüce ve asil görünen bir karakter olabilir. Bu kişiyi
model olarak kullanabilirsiniz. Diğer bir yol ise içsel mutluluk için yaşamaktır. Bu sayede
saadetiniz yaşamınız olur. Sanskrit dilinde bir deyiş vardır; uçsuz bucaksız deneyüstünün
sınırlarına en fazla yaklaşan düşüncenin üç hali sat, cit ve ananda yani olmak, bilinç ve içsel
mutluluktur.
Yaşlandıkça bunları düşünür oldum. Ve ‘olmak’ nedir bilmiyorum. Ve bilinç nedir bilmiyorum.
Fakat içsel mutluluk nedir biliyorum; kendin olmak için muhakkak yapman gerekeni yaptığın
anda olmak. Eğer buna tutunabilirseniz zaten deneyüstünün çok yakınındasınız demektir. Hiç
olacaktır. Ve ondan uzaklaştığınızda ona ne olur? Sadece onunla kalın, onda paranın gelecek
izledim. Yalnızca iki yaklaşım var; biri içsel mutluluğu izlemek diğeriyse mezun olduğunuzda
paranın nerede olacağına dair tahminleri okumak. Bu çok değişken. Bu yıl bilgisayarla ilgili
işler, seneye diş hekimliği vs. Ve genç ne karar verirse versin, oraya vardığında zaten değişmiş
olacak. Fakat gerçek içsel mutluluklarının merkezini bulurlarsa ona sahip olabilirler. Paranız
Ormana hiçbir yol olmayan en karanlık yerinden girersiniz. Yolun ya da patikanın olduğu yer
Kalp, bir günde 100 bin, senede 40 milyon ve 70-80 yıllık bir yaşamda 3 milyar kere atar.
Göğüs kafesinin orta solunda olan kalp aslında iki yarı ve iki pompadan oluşur. Arada bir zarf,
sağ ve solu birbirinden ayırır. Sağ taraf oksijeni tükenmiş kanı üst yarısına toplar ve alt
yarıdan akciğerlere yollar. Sol taraf ise akciğerden kanı toplayıp uzunluğu 60 bin mile varan
damarlara yollar
Kan basıncına bakınca iki sayı verilir, mesela 120/80. İlk sayı sol tarafının kanı yollarken olan
basıncını ölçer, ikinci sayı ise sol taraf gevşekken tekrar kanın kalbe geri gelmesinin basıncını.
Damarları ve iç organları tüp ve kâse gibi görmek gerçekçi değil. Onlar da kalp gibi kana
basınç uygular. Bu şekilde kalp ve iç organlar arasında kurulan diyalogla kan basıncı sürekli
değişmekte. Bu diyalog değişen çevre etkenleri ve beyinden gelen sinyallerden etkilenir. Yani
bilemediğimiz kadar faktör, basıncı sürekli etkilemekte. Genç bir kalpte basınç daha değişken
ve tepkilere açık olur. Kalp kimi zaman tarif edildiği gibi sürekli aynı şekilde çalışan bir pompa
Hatta atış kalpten başlamaz. Tavuk embriyolarını incelerken kanın akmasının kalbin
çalışmasından önce başladığını görüyorlar. Kan, bir tüpten geçen su gibi değil, çifte spiral
şeklinde damardan akar. Lavabodan akıp giden su gibi. Bu spiraller kendi içlerinde bir kasırga
gibi hortum etkisi yaratır. O hortumun iç tarafında kırmızı kan hücreleri akar. Kırmızı kan
hücreleri spiral şeklinde hortumda akarken bir de kendi etraflarında dönerler. Akışın
temposu da sürekli değişir. Ancak bu sayede kan hücreleri kılcal damarlara girip çıkabilir. Kan
hücreleri plastik yani kelimenin orijinal anlamıyla esnek ve değişkenler. Kalp da atarken
dönerek atar. Bütün bu atışlar, akıntılar, değişen unsurlar mükemmel bir zamanlama içinde
Kalp, pompalamada tek unsur değil, nitekim damarlar, iç organlar ve kaslar da sürekli kanı
pompalar. Ancak kanın en önemli unsuru oksijenin her hücreye taşımasında ana rol
oynamasıdır.
Kalp aynı zamanda hormon üretir. Tıp dünyasanın bulduğu hormonların sayısı gün geçtikçe
artmakta. Kalbin yarattığı hormonlar duygusal hafıza, hisleri algılama, mekân ve çevreyi
algılama, problem çözmede rol oynar. Kalpteki hücrelerin %60-65’i sinir hücreleridir.
Beyindeki hücrelerle aynı olup aynı şekilde işlerler. Yani kalp kendi çapında bir sinir sistemi ve
kendi hafızasına sahip. Bir beyincik gibi. Beyin ile direkt bir bağlantı içinde olan kalp sinirleri,
kalple beynin sürekli bir diyalog içinde olmasını sağlar. Bu mesajlaşma, kişi yaşadığı
konusu değildir.
Araştırmaya göre önce kalp algılar, sonra beyne bilgi gider. Yani dış dünyayı ilk algılayan
Herhangi bir şeyi algılama başladığında (bu içeriden ya da dışarıdan gelen uyarılar olabilir)
beden, düşünmekten ya da matematik yapmaktan çok farklı bir tepki gösterir. Algılama
başladığında kalp yavaşlar, göz bebeği büyür ve daha bulanık görür ancak daha geniş bir
açıyla çevreyi görmeye başlar (sempatik ile parasempatik sistem dengelenir). Bedensel
rahatlama ve yumuşaklık, algılanan şeye karşı ilgi arttıkça artar. Algılanan ne kadar ilginç
olursa fizyolojik olarak rahatlama da o oranda olur. Tepki, algılanan şeyin ne kadar iyi ya da
güzel olduğuna bağlı değildir. Ne kadar karmaşık, ne kadar ilginç, ne kadar sürprizlerle dolu
olduğuyla ilgilidir. O şeyde ne kadar anlam varsa o kadar ilginç olur ve bedende rahatlama o
Zihinsel aktivitelerse yukarda anlatılan fizyolojik etkilerin anında sona ermesine yol açar. Yani
düşünmek, analiz etmek, konuşmak ve anlamaya çalışmak. Kalp atışı hızlanır ve damarlar
sıkılaşır. Göz bebeği ufaldığı gibi sempatik sinir sisteminin fonksiyonu artar.
Kalple algı olduğunda, yani hissi boyutta bir algılama gerçekleştiğinde ön beyindeki hücreler
enerji verildiğindeyse tam tersi, kalp beyinle eş zamanlı olmaya başlar. Kalp beynin dalgasına
uyduğunda beynin işlediği şekilde tahmin edilebilir ve doğrusal bir ritim oluşur. Gençlerin
kalpleri daha değişken ve tepkiselken, yetişkinlerin kalpleri daha ritmik atar. Yetişkinlerin
kalpleri daha hasta olur. Eğitim sistemi beyinin gelişmesine odaklandığı ve hisler göz ardı
edildiği sürece kalp beyinle eş zamanlı olur, bunun sonucunda da sağlıksız olur. Nitekim
Herhangi bir sistem dinamik-kaotik işlevini kaybetmeye başladığında ve tahmin edilebilir bir
İKİNCİ BÖLÜM
“Doğum Travması” teriminin önemli duygusal etkileri vardır. Psikolojik açıdan, fiziki geçişin
dolayısıyla bazı zorluklar yaşanabilir ancak bunun geçici olması gerekmektedir. Uzamış bir
doğurma süreci bazı gerilimlere sebep olabilir ama normal şartlar altında, 24 ve hatta 48
saatlik doğum süreçlerinin dahi büyük yapısal değişikliklere sebep olmaması gerekmektedir.
Doğum sıra dışı bir durumdur. Bebek tam bir ortam değişimi geçirmektedir ve tüm bu
yeniliklerle başa çıkacak yerleşmiş yöntemlere sahip değildir. Doğumda bebek, her şeye açık
bir sistemdir. Yeni uyarıcılar, yeni olmalarından dolayı aktarma sırasında hem fiziksel hem de
durumunda öğrenilenler hayat boyu bizimle kalırlar. Parlak ışıkların altında baş aşağı
tutulmak gibi travmatik duyusal ataklar, yapısal kasılmalara ve duyusal kapanmalara sebep
olabilir ve bunlar hiçbir zaman ortadan kalkmayabilir. Bu, fizyolojikten ziyade, doğumun
kültürel kısmıdır.
Doğum, yapı üzerindeki yeni çevresel etkilerin başlangıcıdır ki bu etkiler bilişsel etkilerdir.
Temel olarak, bedende 2 farklı işlev bozukluğu vardır: travmatik stres kaynaklı olanlar (harici)
ve gelişimsel stres kaynaklı olanlar (dahili). Dahili, yani stres kaynaklı olanları kabul etme
Nefes alma, doğumla birlikte ortaya çıkan majör yeniliklerden biridir. LeBoyer yöntemi ile
yapılmış bir doğumun filminin ilk birkaç dakikası ile daha geleneksel bir doğumun ilk birkaç
gerçekleştiriyor. Bebeği çıkarmak için gösterilen ilk çabalar suda yapılıyor ve herhangi bir hava
yolu emmesine ihtiyaç görülmüyor. Daha geleneksel doğumda ziyadesiyle fazla havlulama ve
kurulama uygulanıyor bebeğe ve aynı zamanda hava yolu emilerek temizleniyor. Bu yüzyılın
ilk yarısında uygulanan doğum teknikleri bebek ağlayıncaya kadar ayağından ters tutulmasını
içindeki nefes alıp verme hareketlerinin oldukça sığ olması gerekir çünkü karın ve üst
kaburgalar cenin pozisyonunda sıkı şekilde bastırılmış durumdadır. Sadece alt kaburgalar (ve
muhtemelen diyafram) nefese dahil olabilir. Doğumdan sonraki ilk nefes, sıvının
akciğerlerden dışarı itilmesi sürecini başlatır. Nefes alma aslında doğumdan önce başlamıştır
ve bazı amniyotik sıvıların atılması gerekir. Bu, şokun altındaki mantıktı. Popoya vurma ve
yeni doğanı baş aşağı tutma, akciğerlerin temizlendiğinden emin olmak amacıyladır.
yeni doğan bebeğin ilk nefesi midir? Karın solunumunda, diyafram aşağı-yukarı hareket eder
ve hacmi artan hava karında muhafaza edilir. Akciğer solunumunda, diyafram yine aşağıyukarı
hareket eder ancak diğeri kadar çok değil. Karın solunumu bedeni sakinleştirir ve enerji
odağının bedenin alt kısmına hareket etmesini sağlar ki bu solunum kalıbı meditasyona
oldukça uygundur. Akciğer solunumu, enerjiyi yukarı odaklar ve daha aktif bir solunum kalıbı
sağlar. Doğum sonrasında, rahim büzülmesinin desteği kaybolduğu için artık battaniyelerden,
çarşaflardan, bebek bezlerinden yeni bir baskı vardır. Bebek bezleri en direngen baskıyı
uygular ancak çarşaflar ve battaniyeler de tahmin ettiğimizden daha fazla baskı
yaygındı. Son zamanlarda, çocukların üzerine battaniye örtmek yerine bir veya iki
Çocuk rahimde ses ve ışığa maruz kalmaktadır ancak örtülü şekilde. Doğumda, duyusal
girdilerin yoğunluğu artmaktadır. Muhtemelen, bu duyusal girdiler sadece çok ani ve/veya
fazlasıyla intrüsif olduklarında travmatik faktör haline gelirler. Fetus aslında bizim
tahminimizden daha fazla sese maruzdur. Rahim duvarı tamamen esnediğinde çok incelir.
Hem ışık hem de ses içinden geçebilir ve geçer. Hatta, bebeğin kasılma ile birlikte rahim
Dokunuş en erken duyusal tepkidir ve gebeliğin ilk ayında ortaya çıkar. Dokunsal uyarı,
doğumda radikal şekilde değişir. Rahimde, kas sistemine artı olarak çocuğu çevreleyen bir sıvı
da vardır. Doğumda bu amniyotik sıvı yok olur. Doğum sırasında, çarşaf, plastik eldivenli eller,
emilim cihazları ve rektal termometre gibi yabancı dokuların ani girişleri gerçekleşir. Deri,
dokunma organımızdır. Doğumun yükünü iyi ellere bırakmak hepimizin bildiği gibi çok
önemlidir. LeBoyer’in* doğum filminde bunun çok güzel şekilde sunulduğunu görmek
uyarıcı duyu uyandırmasının daha yumuşak yöntemleri bulunmuştur. Örneğin, nefes almayı
uyarmak amacıyla göğse hava üflenmesi veya annenin sesinin düşük ve tek tonlu şekilde
kullanılması.
Yeni ortama verilen duyusal tepkilerin kalitesindeki değişiklik, bebeğin karşılaştığı ilk
zorluktur. Bu değişiklikle başa çıkılma şeklinin kişilik üzerinde belirgin etkisi vardır. Yapısal
olarak, savunma tepkisi, doku kasılması ve çekilmesi olarak gerçekleşir. Bebeği direkt olarak
savunmaya sevk eden bir sistem şoku, bir varoluş şeklinin başlangıcı olabilir. Çoğu zaman,
bebeğin ilk ağlayışı kızgın ya da korku doluymuş gibi gelir. Bu ilk duyguya karşı verilen ilk bağ
*Bknz, Frederick LeBoyer, Birth Without Violence (New York: Knopf, 1975) *Bknz, Michel
Gelişim doğumda tamamlanmış değildir. Doğum daha büyük ve en sonunda daha rafine
hareket kullanımına doğru bir geçişi getirir. Bağ doku, harekete aracılık etmemizi sağlayan
sistem olmasına rağmen yapısal olarak en az tamamlanmış sistemdir. Artan hareket talebi,
bağ dokunun olgunlaşmasını ilerletir. Kullandığımız bir kısmı, daha kabiliyetli ve yetkin hale
gelir. Dolayısıyla da, biz daha kabiliyetli hale geldikçe, daha geniş bir hareket yelpazesini
dolaşım yön değiştirebilir ve aşağıya doğru spirale geçebilir. Geri besleme sistemleri tüm
Cenin döngüsünün sonlarına doğru kas, bağ doku ve organ gelişimi ile ilgili elimizde çok az
bilgi vardır. Hamileliğin ilk 3 ayından sonra, embriyoloji metinler daha çok dış formun
Yeni doğanda, kafa ve göğüs kemikleri nispeten daha iyi gelişmiştir. Pelvis çoğunlukla
Kalça kıkırdağı yumuşak olduğu için, çocuğun beşiğinde yatış şeklinin, alt bedeninin yapısında
etkisi büyüktür. Karın üstü veya sırt üstü yatarsa, bacaklar dışarı doğru yayılma eğiliminde
olurlar çünkü pelvik kemikleşmesi sınırlıdır ve aynı zamanda bacakları birbirine doğru çekecek
Doğumdaki en gelişmiş kas sistemi bedenin arka tarafındadır. Gluteus Maximus kası çok iyi
gelişmiştir. Erector Spinae (sırttaki uzun kas) güçlüdür ancak karın duvarı tam tersidir.
Bacakları orta çizgiye doğru çekme eğiliminde olan kaslar (adüktörler) daha da güçsüzlerdir.
Kundaklama, yani bebeği sıkıca sarma eylemi, bacakların sıkıca sarılmasını ve böylece
bacakların bir arada tutulmasını sağlar. Bebeğin bu sargı içindeki kas gerilimli (izometrik)
kollarla ve omuzlarla yukarı çekerler. Kıkırdağımsı ve lastiksi olan bacaklar ve pelvis üzerinde
kendilerini yükseltebilmek için daha güçlü bölgelerini kullanırlar. Ayağa kalkmayı yeni
öğrenmiş bir çocuğu gözlemleyin. Çocuk gününü aşağı inip, yukarı çıkmakla, kollarıyla kendini
çekmekle, bacaklarını lastik gibi kullanmakla, düşüp tekrar kalkmakla geçirir. Gözle görülür
egzersizi yapabilecek olgunluğa ulaştığı aşamaya vardıysa, her şey harika. Ancak çocuklar (ve
ebeveynler) çoğu zaman aşırı isteklidirler. Eklemin fazla kullanılması ya da yeterli gelişmişlik
seviyesine ulaşmadan kullanılması fiziksel olarak kalçanın şeklini değiştirebilir (şekil 7-2). Ya
da kötü kullanım o kadar kökten bir değişime sebep olmayabilir. Basitçe, bir çeşit hareket
alışkanlığı getirebilir.
Eğer bir miyofasyal yapı bir hareket talebini karşılayacak kadar gelişmemişse, o durumda biz
onu henüz olgunlaşmamış olarak tanımlıyoruz. Eklemler gerek yapısal olarak gerekse de
kullanım kalıbı açısından olgunlaşmamış olabilirler. Topuk bunun için çok iyi bir örnektir. İyi
gelişmiş bir topuk olmadan, ayak, bacağın sadece bir uzantısı olarak kalacaktır.
Olgun bir topuk, ayak ve bacağı birbiriyle çalışmasını sağlayan bir dayanak noktası olarak
işleyecektir. Bebekler yürümeye başlayınacaya kadar olgun topuklara sahip olmazlar (şekil 7-
3). Kemikler ve dokular hazır bulunuyordur ancak yumuşak doku kullanım aracılığıyla henüz
şekil almamıştır. Çocuk yürümeye başladığında, genellikle parmak ucunda durur. Böyle olmak
zorundadır çünkü, topuk henüz yere ulaşamıyordur. Yukarıya bacağa bağlanan kaslar henüz
uzamamıştır ve iki topuk kemiği hala, tibula ve fibula arasında, bilek kemiğine takılı
alakalıdır. Elastik değilse, kasılmış, çekilmişse; hareket kemiklerin arasında “akıp geçemez”.
Hareket çeşitliliği kısıtlanır. Eklemdeki olgunluk, tüm hareket çeşitliliğinin keşfedilmesi ama
Eklemler, kullanıldıkça olgunlaşır. Bu süreç, doğum sonrasında tekmeleme, ileri geri sallanma,
etrafa bakma vb. eylemlerle hız kazanır. Şunu unutmamak gerekir ki çocuk sürece yürüyerek
başlamaz. Eğer çocuk yürümeden önce emeklemezse, yaşamın geri kalanında motor
Emekleme eyleminde bebek, dizin ve kalçanın dışındaki ve yukarı sırta doğru olan fasyal
tabakalar arasındaki bağlantı ile çalışır (şekil 7-4). Emekleme, cenin pozisyonundaki
bükülmeleri geri getirir. Yürüme için gerekli olan beden uzantılarına geçmeden önce, çocuğun
bu pozu aktif olarak kullanması gerekmektedir. Emekleme, alt bel (lumbar) kavisini oluşturan
eylem gibi görülmektedir. Hem kalçada, hem de dizde doğru açı kalıplarının aynı anda
oluşmasını sağlar. Pelvis kullanımını geliştirerek, pelvisin omuz ve karın olgunluk seviyesine
doğru ilerlemesini sağlar. Emekleyen bir çocuk, kolların ve bacakların ve aynı zamanda sağ ve
Doğumda, pelvis ve bacaklar çoğunlukla kıkırdaktan oluşur. Oransal olarak, kollarda daha
fazla kemik vardır. Kaburgalarda da hatırı sayılır oranda kemik bulunur ve üst omurgada
hala kıkırdak bulunuyorken değiştirmek daha kolay olabilir çünkü yumuşaklık oranı hala daha
fazladır. Aynı zamanda, herhangi bir pozisyonda sabitliği korumak ise daha zor olabilir.
İleri seviye skolyozu olan yaşı ilerlemiş bir kişi, kıkırdak dokunun yumuşaklığı konusunda
spektrumun diğer ucunda yer almaktadır. Omurlar arasındaki disklerde mineral birikimleri
mevcuttur ve bu durumda daha çok veya daha az sert hale gelirler. Diskler, fibrokartilaj
histolojik olarak kıkırdak ile kemik doku arasında orta bir yerdedirler. Fibrokartilajların kendi
yoğunluk spectrumu vardır. Kemik kadar sert de olabilirler, kıkırdak gibi lastiksi de olabilirler.
Bir çeşit bağ dokunun diğerinden farkı, liflerin miktarı ve organizasyonuna ve hücreler arası
matrisin yoğunluğuna dayalıdır. Limitler dahilinde olmakla birlikte, herhangi bir dokunun
sertliği herhangi bir zaman diliminde artabilirken, başka bir zamanda ise doku daha
embriyolojik doğasının sonucudur. Kürek kemiklerinin arası ya da pelvisin üst kısmı gibi
bundan etkilenen alanlar tendon gibi hissedilebilir. Tendonlar ve ligamentler, ihtiyaca verilen
yöntemlerimiz var. Dengesiz omuz veya kalçayı sabitlemek için ipler, paftalar ya da çapraz
bantlar kullanırız.
Problem, hareket ederken yer çekimi ile birlikte değil, yer çekimine karşı çalışmaya
başladığımızda ortaya çıkıyor. Çocuk ilk yürümeye başladığında, ayağa kalkar ve bir masayı
yada başka bir desteği hedef alır. Aslında bir şekilde öne doğru düşer ve bacakları da kendisini
dik tutabilmek için altında hareket eder. Eğer tamamen geriye yaslanırsa, oturur.
Kısa süre sonra, yüzünün üzerine düşmektense, poposunun üzerine düşmeyi tercih etmeyi
öğrenir. Sonuç olarak, bacaklarının arkasında dengede durmaya başlar. Eğer bu kalıp
yetişkinlerde de devam ederse, sorunlar ortaya çıkar.
Bir çocuk kolları yukarı çekilerek tutulursa, yürümek için bacaklarını öne getirir (şekil 7-5).
Bacakları dışa ve öne hareket ettikçe, geriye düştüğünü hisseder ve telafi etmeye başlar: alt
bel öne gelir, omuzlar geri gider ve dengelemek için baş öne gelir.
Büyük bebek bezlerinin bacakları ayrı tutmaya zorlaması da bir diğer engeldir. Ne kadar çok
yetişkinin bu tarz bir konfigürasyonla yürüdüğünü görmek oldukça ilginçtir: baş önde ve
bacaklar açık.
Doğum sonrasında, nefes alma, dönme, oturma, bir şeyleri yakalama, bir şeyleri arama,
emekleme ve yürüme eylemleri yeni doğanın henüz olgunlaşmamış yapısını yetkin, bağımsız
Aynı zamanda, daha az belirgin olan talepler de vardır: Çok küçük yaşta başlayan üstü kapalı
farklıdır. Bunların bir kısmı doğumdan önce dahi başlayabilir. Mesela çoğu zamanda bebekten
erkekmiş gibi bahsedilmesi. Bebekler ve çocuklar doğal oyuncudurlar ve rol yapma, taklit
etme konularında arkalarında büyük bir destek vardır (Aa ne kadar tatlı, aynı babası gibi).
Diğer bir deyişle, çocuklar doğal hallerinde dikkat ve takdir arayışındadırlar. Aynı bacağından
“Annem bana, ben 3 yaşlarındayken bahçede sürekli babamı takip ettiğimi ve onun
topallamasını taklit ettiğimi söylerdi.” Bu bacağın, kendisinin sürekli yaraladığı bacağı olması
Bebek bedenini kullanmayı öğrenirken, önünde çok fazla seçenek vardır. Yaşı ilerledikçe, bu
geniş imkanlar yelpazesi, harekete daha duyarlı olacak şekilde giderek daralır. Zamanında
önce kullanım, uygunsuz taklit ya da duyarlılığa karşı çok erken talep eklemde
Yoga Öğretirken
• Hisleri çok daha kolay algılanabilir bölgelere odaklayın (omuzlar, ayak bilekleri,
ayaklar gibi )
• Sonra daha hassas bölgedeki hislere doğru odaklanın (bel, boyun, dizler gibi)
• Aynı zaman da bütün eklemlere sözlerle dokunun (dizler, uyluk kemiği ile leğen
kemiği birleşimi, sacrum, alt bel omurları vs gibi) uyandırın ve hassas kılın
(hatta denilebilinir ki, leğen kemiği etrafındaki kasları gevşetmeye izin vererek
başın tepesine omurgayı uzatmayı araştırın …vs. gibi ) her bir ayrı parça kendi
içinde bütünü oluştururken aynı zaman da birbirleri ile olan bağlantı sayesinde
Hatha Yoga öğretmeyi (vinyasakrama) yani adım adım beş element çerçevesinde yapıyoruz.
Bu şekilde emniyetli, etkili ve bütün olarak elementlerin doğasına uygun uygulama olabilir.
Ancak bütün elementler kendi meyvesini vermeye başladığında Hatha Yoga uygulaması
gerçekleşir ve öğrenci cahillik ve inanç zincirlerini kırabilir. Yarım yada yanlış uygulama yeterli
zihnindeki anlayış öğrenciye geçer ve bedene aktarılır. Her elementin etkili bir şekilde
uygulanması hem zihine hem de bedene bağlıdır. Ancak bedene yansıyan eylemde gerçek bir
verim olabilir. Bu sebeple öğrenciye verilecek olan uygulamanın hoca tarafından çok iyi
• Yoga dersleri eylem, niyet ve seçimin doğasını açıklığa kavuşturmak üzere verilir.
• Pozlar en iyi şekilde eylemi ifade etmeye yönelik olmalıdır.
Eter elementi farkındalık olduğundan dolayı en önemli gelen eter, yalnız eter aynı zamanda
en dokunulmaz olduğundan en çabuk bizden kaçan elementtir. Eter sadece ikincil elementler
sayesinde ifade edilebilir. Toprak ise ikincil elementlerin en kolay erişilebilenidir fakat çok da
kısıtlayıcıdır. Hava en zor erişilebilen ikinci element, ancak en açıklığı sağlayan da havadır.
Ateş ise en farkedilir ve yoğun olan , ancak en ince ayar olanı da ateştir. Su ise en az yoğun ve
en kolay erişilebilendir.
birleşmesi söz konusudur. Hareket ile nefesin su elementi içersinde bütünleşmesi , eter
daha etkili olsun. Toprak elementi adım adım anlatılmalı ve uygulanmalıdır ki , gerginlik
bedenden uzak olsun. Ateş elemtinin ifadesinde ise kızgınlık olmamasına (agresyon
getirmemesine ) dikkat edilmeli. Hava ise tüm elementlerden önce ifade bulabilir. Nefesi
Yogadaki ilerleme esneklik, güç ya da dayanıklılıkla ifade edilemez. Teknikteki ilerleme yoga
da ilerleme olabilir. Bu teknik özellikle toprak, su ve ateşte kendini gösterir. Ateş tüm
yavaş ve adım adım verilir. Toprak elemtine geçişte adım adımdır bu da su elementini davet
eder. Sonuçta ateş toprağın içersinde verilir, toprak suyun içersinde ifade bulmalıdır ki hava
açıkça verilebilmeli. Pozun fiziksel ihtiyaçları su elementi içersinde adım adım akan adımlar
şeklinde olmalı. Ateş toprak içersinde detaylara inen bir dinamik olmalı. Havanın özgürce
akabilmesi, su elementinin nefesteki rahat akışı olabilmeli. Farkındalık ve duyarlılık su
SANSKRİT KELİMELER
Agni (Ateş): Ateş Tanrısı olan Agni, diğer tanrıların habercisidir. Sonsuza dek genç kalır ve
ölümsüzdür.
bulunduğu gibi.
Ahamkara (Ben yapıcı): Bireyselleşme ilkesi. Modern psikolojiye göre ego kavramıyla
Ananda (Mutluluk): Mutlu olma durumu. Gerçeklik için gereken temel öğedir.
Anga (Uzuv, Basamak, Adım ): Yama, nyama, asana, pranayama, pratyahara, dharana,
dhyana, samadhi gibi yoga yolunun her bir basamağına Anga denir. Ayrıca bedende uzuv
anlamına gelir.
Arjuna: Mahabhrata’da tasvir edildiği gibi büyük savaşta savaşmış, 5 Pandava prensinden
Asana ("Oturuş"): Yogada “duruş” anlamına gelir. Sadece bir meditasyon duruşu iken
Atman ("Öz"): Ölümsüz ve yüce bilinçte olan sonsuz varlık, gerçek doğamız ya da kimliğimiz.
Bazı kaynaklarda atman –bireysel kişilik- ve parama-atman – üstün kişilik- birbirinden ayrı
tutulmaktadır.
Avidya ("cahillik"): Acı çekmenin temel nedeni, cehaletimiz. Burada Avidya, bilgi bilmemek
anlamında değil, kendi gerçeğinin farkında olmamak anlamında cehaleti temsil eder.
Bandha ("bağ/ bağlanma/ kilit"): Yoga pozlarında, özellikle burgularda ellerin birbirine
kilitlendiği bağlanma pozlarının isimlerine Bandha eklenir. Ayrıca bedende 3 temel enerji
Mahabharata’da gömülü olarak bulunmuş bir metindir. İçinde 3500 sene veya daha
öncesinde Krishna’dan Prens Arjuna’ya bir savaşta verilen; Karma Yoga (kendini aşmanın
yolculuğu) Samkhya Yoga (varolmanın ahlakını anlama yolculuğu ) ve Bhakti Yoga (fedakarlık
Bhakti ("fedakarlık/aşk"): Bhakta’nın Kutsal’a ya da onun görünür yüzü olan Bilge’ ye olan
Bindu ("tohum/uç"): Tüm enerjilerin odaklandığı yaratıcı etki; nokta (tilaka da denir ) üçüncü
Brahma ("genişleyen,yayılan"): Evrenin yaratıcısı, nihai hakikatin ortaya çıktığı ilk kaynağı,
Deva ("parlayan kişi (eril)"): Erkek Tanrı anlamındadır. Shiva, Vishnu, ya da Krishna gibi.
Devi ("parlayan kişi (dişil)"): Kadın Tanrı anlamındadır. Parvati, Lakshmi, ya da Sarasvati gibi.
basamağı.
"kanun," "kanuni olma," "kural" şeklinde kullanılmaktadır. Hayat amacımız anlamına da gelir.
Drishti ("manzara/görüş"): Yoga’da bakışları belli bir noktada odaklamak. Burun ucu ya da
Dukkha ("Izdırap”): Hayatın esas gerçeği. Kendi gerçek doğamızı (benlik ya da atman)
anlamına gelir. Tamas (Eylemsizlik İlkesi), Rajas (Dinamik İlke), Sattva (hafiflik/saflık İlkesi)
anlamları da bulunmaktadır.
Jnana ("bilgi/akıl"): İçeriğe bağlı olarak değişmekle beraber; dünyevi bilgi ya da dünyayı aşan
Kaivalya ("ayrılma/ özgürleşme"): Sutralarda belirtildiği gibi şartlı varoluş halinden mutlak
Kali (Zaman Yiyici): Zamanı yiyen, ömrü bitiren, ölüm ve yıkımı getiren tanrıça.
Karman, karma ("eylem"): Bir ritüel barındıran herhangi bir eylemdir. Kişi sadece kendi içsel
yolculuğu için çabaladığı sürece bağlayıcılık söz konusudur, başka kişiler için hizmet, eylem
Kosha ("casing"): Yoga felsefesine göre insan varlığının 5 kılıftan her birine Kosha denir;
bunları birer “koza” gibi de düşünebiliriz. anna-maya-koşha ("beden kılıfı, fiziksel beden"),
Mandala ("çember"): Evrene ve Yüce Bilince ait olanı sembolize eden çemberimsi dizayn.
Mantra (insan kökünden gelen “düşünmek”): Kutsal bir ses ya da tabir, om, hum veya om
Maya ("ölçen, (dişil)"): Dünyanın aldatıcı gücü; dünyanın ve mutlak gerçekliğin birbirinden
Mudra ("mühür"): El jesti (cin-mudra gibi ) ya da tüm vücut jesti (viparita-karani-mudra gibi).
Nadi ("kanal"): Hayat gücü (prana) dolaşan 72,000 veya daha fazla ince enerji kanalı. En
Nirvana: Her türlü istekten, tutkudan kendiliğinden arınarak en yüksek ruh durumuna erişme
Nyasa ("yerleştirmek"): Tantra veya Yoga asana uygulamasında, vücudun çeşitli bölümlerine
dokunarak, poza girerek veya düşünceyi oraya getirerek, yaşam gücünü (prana) oraya
yönlendirmek.
Ojas ("canlılık"): Gözle görülmeyen, tarif edilemeyen enerji ancak pratik ile geliştirilir,
Om: Mantrik birçok sesin, ifadenin öncesinde kullanılan orjinal mantra. Mutlak gerçekliği
temsil etmektedir.
Puraka ("tamamlamak"): Bilinçli soluk alma, kontrollü bir nefes alma halidir.
Purusha ("eril"): Kimlik ve form ötesi öz (atman) veya ruh. Genellikle Samkhya ve
Samkhya ("Numara"): Yoganın doğduğu vedik felsefe ekollerinden biridir. Ruhun (purusha)
ve doğanın (prakriti) çeşitli yönleri birbirinden ayırt etmek için varoluş prensiplerinin
sınıflandırılması ve bunların doğru bir şekilde anlaşılmasına ilişkindir. Bu etkili sistem eski
Samsara ("kısır döngü"): Gezinme, döngüsel süreklilikte hayat. Ömürler boyu, içinde
döndüğümüz ve dukkha (ızdırap) ile sukkha (rahatlık) arasında gidip geldiğimiz döngü. Ancak
Samskara (‘faaliyete geçiren’): Yoga felsefesine göre, tıpkı karmik bir miras gibi, bazı zihinsel
ve duygusal şablonlarla doğarız. Bunlara samskara denir, ömürler boyu bunların içinde
döneriz. Psikolojik ve zihinsel mühürler gibi düşünebiliriz. Bunların tüm itki/dürtülerimizin
Satya ("gerçek sevgisi "): Gerçek, mutlak gerçekliğin gösterimi; her koşulda doğruluğun
uygulanması.
Shakti ("güç"): Kadınsı görünüşteki mutlak gerçeklik, ya da Kutsal’ın güç kutbu; Forma
Shiva ("formsuz güç"): Biçim ve ifade bulmamış saf güç, saf eril enerji. Ayrıca Trimurti’de
temizleme çalışmaları.
Sutra: Özlü söz; özlü sözler içeren çalışma anlamındadır. Patanjali’nin Yoga Sutra’sı ya da
Svadhyaya ("öz gözlem"): İncelemek, kendini gözlemlemek. Yoga yolculuğunun önemli bir
yaklaşımıdır. Patanjali'nın 8 basamaklı yoga yolunda yönelimler (niyama) içinde yer alır.
Tantra: Ruhani hayatın Shakti tarafına odaklanan, şimdi ve burada mevcut olmak, bedensel
Tapas ("ateş/ parıltı’’) : Tutkulu iç ateş. Varoluşun gizemine, yoga pratiğine ve günlük
Vairagya ("bağsızlık"): Egonun yansıması olan gurur, üstünlük, sahte kimlikler, korkular gibi
tüm halleri serbest bırakmaya yönelik içsel tutum anlamına gelmektedir. “Letting go”
Vayu: Yogaya göre bedende hareket halinde olan rüzgarlar. Hindu mitolojisinde Rüzgar
Tanrısı.
* Sanskrit dilindeki her sözcük, çok sayıda anlama gelir ve Sanskrit diline hakim olmadan,
sözcükleri tam olarak anlayabilmek mümkün değildir. Biz bu kavramlara ancak yaklaşabiliriz.
MANTRALAR
OM NAMAH SHIVAYA
Shiva ↔ Shakti Shiva; saf enerji, formsuz Shakti; dışavurulmuş, maddi enerji