You are on page 1of 3

DÜŞLERİN ANAHTARI

masaldergisi.com/sayilar/2021/sayi-08/duslerin-anahtari/

Şeyda Sultan Duru 11 Ekim 2021

“bakmak” ve “görmek” eylemlerinin birbirlerinden bağımsız ve farklı eylemler olduğu


konusunda bir şeyler duymuşsunuzdur. Her bakan göz görmez, her bakan aynı şeyi
görmez, her bakışta aynı şey görülmez… bunlar böyle çoğaltılabilir, bakış ilginç bir
fenomen.

Cehennemin sosyal tarihine dair bir araştırma yaparken, doğaüstü bir gözlemci tarafından
izlenmek bizleri daha iyi mi yapıyor sorusunun yol açtığı birtakım tartışmaları ve
devamında yapılan bazı sosyal deney raporlarını okumuştum. Dinlerdeki, doğaüstü
izleyici olan tanrı ile sosyal hayatta bize izlendiğimizi düşündüren mekanizmalar arasında
işlevsel bir ilişki kuruluyordu. Buna göre bizler izlendiğimizi düşündüğümüzde, gözetim
altında olduğumuzu bildiğimizde bile daha iyi hareket etmeye motive oluyoruz. Kevin
Haley ve Don Fessler isimli iki araştırmacı izlenmenin en ince ipuçlarının bile güzel
davranışları ortaya çıkarmak için yeterli olduğunu göstermek istemişler ve bir deney
tasarlamışlar. . Deneylerinin ilk aşamasında, bazı ABD katılımcılarını sıradan bir
bilgisayar ekran koruyucusu gibi görünen insan gözlerinin çizimlerine gizlice maruz
bırakıyorlar, kontrol grubundaki diğerleri ise hiçbir uyaran veya gözlerle ilgisi olmayan bir
ekran koruyucu görüyor. Daha sonra katılımcılar, ilgisiz bir deney olduğunu düşündükleri
ikinci aşamada, tek atımlık Diktatör Oyunu’nun bir versiyonunu oynadılar. Diktatör oyunu
herkese belli bir miktar paranın verildiği ve kişilerin paranın herhangi bir kısmını misilleme
yapamayan bir yabancıya transfer etme fırsatı bulduğu bir oyun. Para verecek
katılımcıların bulunduğu gruba diğer grup üyeleri hakkında bilgi verilmiyor. İnsan gözüne

1/3
maruz kalan katılımcıların %55 daha cömert olduğu hesaplanıyor. Bu deney bize
gösteriyor ki insanlar sosyal izlemeye o kadar duyarlıdır ki gözlerin şematik temsilleri bile
davranışı daha toplum yanlısı bir yönde değiştirebilir. Bu hipervijilans insanlar sadece
gözlerle şematik bir yüz gibi görünecek şekilde düzenlenmiş üç siyah noktaya bakarken
bile görünebilir. Bu deneysel bulgularda insanların sadece göze maruz kalması dikkat
çekicidir. Ödül sözü yok, ceza tehdidi yok. Gözetim altında olduğumuzu bilmek bile bizi en
iyi şekilde ilerletmek için motive etmeye yeterlidir.

John Berger “Görme Biçimleri”nde “düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri


görüşümüzü etkiler.” der. “Bir imgeyi algılayışımız ya da değerlendirişimiz aynı zamanda
görme biçimimize bağlıdır.” Berger’in bizi düşünmeye çağırdığı şey, baktığımız şeyin neyi
gösteriyor olduğu değil, ona baktığımız zaman neyi neden gördüğümüz.

Yazının girişindeki tablo Belçikalı ressam Rene Magritte’e ait. 1927-1930 yılları arasında
ortaya koyduğu bir seriye ait bu resim, ismi Düşlerin Anahtarı. Resimde dört eş parçaya
bölünmüş bir pencereyi andıran çerçeve içerisinde son derece gerçekçi resmedilmiş dört
farklı nesne görüyoruz. Her bir nesnenin altında da nesnelerin isimleri olduğunu tahmin
ettiğimiz isimler yazıyor. Bunlardan yalnızca biri doğru: l’eponge(sünger). Diğer üç nesne
ise yanlış adlandırılmış: çantanın altında le ciel(gökyüzü), çakının altında l’oiseau(kuş) ve
yaprağın altında la table(masa) yazıyor. Ressamın düşüncesine göre bir nesnenin
geleneklerin ona yüklediği imgeler ile yine başka geleneklerin ona yüklediği
isimlendirmelerin işlevler ayrı ayrıdır. Ben burada geleneklerin nasıl çalıştığını
irdelemeyeceğim ama ressamın anlatmak istediği şey ile benim bu yazıda anlatmak
istediğim şey aynı yere çıkıyor. Gördüklerimiz ve onlara yüklediğimiz anlamlar, onlara dair
söylediklerimiz arasında uçurum olabileceğini ama bazen de bunların üst üste
gelebileceğini anlatmaya çalışıyor Magritte. Yani esas olan şey nesne, bakılan şey değil
bakan şey, özne. Baktığımız şeyin anlamlandırılması özne tasarımı üzerinden oluşuyor.
Üzerine söz söylenecek olan, ancak ben onun üzerine bir söz söylediğim zaman kesin
bilgi olarak ortaya konulabilir. Onun dışındaki her şeyin varlığından ve bilgisinden şüphe
ederim, şüphe edemeyeceğim tek şey gördüğümdür, diyor Descartes. Beni de içine
alabilecek bir şeyi ancak kendi dolayımımla bilebilirim. Ben başkalarının görmediği bir
şeyi görebilirim. Karşımızdaki nesne hepimizi farklı etkiler. Sanat dediğimiz zaman bir
görme biçiminin bir temsilini anlıyoruz. Sanat mimesis(taklit) demek. Bir modele bakarak
üretilen kopyalardan bahsediyoruz aslında. 17. Yy’a kadar bizim sanat eserlerinde
görmediğimiz şey perspektifti, bu yy’dan itibaren nesne değil nesnenin karşısında duran,
nesneyi gören özne önemli olmaya başlıyor. Estetikle, şeyler ya da kavramlar bana akıl
yoluyla evrensel bir şekilde bizzat sadece benim üzerimdeki etkileriyle gelirler. Benim
duyumsadığım, özümsediğim, hissettiğim bir etkiyle gelirler. Ben, baktığım zaman
başkalarının görmediği bir şey görebilirim. Karşmızdaki nesne hepimizi farklı etkiler.
Roland Barthes, CAmera Lucida’da bir terim kullanır: Sutidium, her neye bakıyorsak,
karşımızdaki her neyin fotoğrafıysa o, hepimizin gördüğü şeylerin toplamıdır. Bu o
fotoğraf –ya da her neyse karşımızdaki- hakkında ne söylersek söyleyelim söylenebilecek
yeni bir şeylerin her zaman var olduğunu düşündürüyor bana. Bunu göz önünde

2/3
bulundurarak bir konuda he şeyin asla tam olarak söylenemeyeceğini söyleyebiliriz. bizim
bakışımızla o nesne tartışma alanına giriyor olabilir, yüzyıllardır tartışma alanının içinde
de olabilir ama her zaman söyleyecek yeni bir şeyler vardır.

Bakışa dair ortaya konan birçok farklı şey var aslında ben burada sınırlı olarak yalnızca
birkaç tanesine değinebildim ancak bakmak ve görmek arasındaki farktan söz ederek
“görmek” eylemi üzerine dikkat çekmeye ve sizi bunun üzerine biraz düşünmeye
çağırmaya çağırdım. “görmek”le de bitmiyor mesele, hatta esas olan, gördükten sonra
başlıyor. Bakış aldatır, düşüncenin sağlam sularına düşmek lazım.

3/3

You might also like