You are on page 1of 12

Osmanlı’dan Günümüze Hayvan Hakları

1. Giriş
Hayvanlar, günümüzden yaklaşık 18-20 bin yıl önce evcilleştirilerek insanların
çeşitli ihtiyaçlarını karşılamıştır. Orta Çağ boyunca Batının, hayvanların refahı ve
özgürlüğüne önem vermediği görülmektedir. Aydınlanma Çağı ile birlikte
bilimin gelişmesi bilim adamlarının hayvanları deneylerinde etik olmayan
yollarla kullanmasına yol açmıştır. Ancak 19. Yüzyılda hayvan hakları Avrupa’nın
gündeminde ciddi bir şekilde yer almaya başlamış bu konu üzerinde ilk yasal
düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Bu hareketlenmeler günümüz Batısında
hala devam etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde hayvan sevgisi bir gelenek olarak


görülmekteydi. Hayvanları korumak adına birçok kanun ve ferman çıkarılmış,
hem halk hem de yöneticiler tarafından desteklenen kuruluşlar ortaya çıkmıştır.
Bu kanunlar ve kuruluşlar sayesinde Osmanlı’daki hayvanlar refah ve özgürlük
içinde yaşamışlardır. Sokak hayvanlarına yönelik Osmanlı İmparatorluğu’nun
son dönemlerinde sert önlemler alınmışsa da ileriki dönemlerde artan bilinç
sayesinde çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinde hayvanlara
karşı işlenen cürümlerin kabahat kapsamından çıkarılıp suç kapsamına alınması
5199 sayılı hayvanları koruma kanunu sayesinde mümkün olmuştur. Hayvan
hakları için verilen mücadeleler ülkenin her bir köşesinde hayvan severler
tarafından yürütülmeye devam etmektedir.

1.1. Kanunnamelerde Hayvan Hakları


Osmanlı’da Padişahların hükmü ile verilen kanuni maddelere Kanunname denir.
II. Bayezıd döneminde hazırlanmış olan İhtisab Kanunnamelerinde hayvanların
koruması ile alakalı bazı maddeler bulunmaktadır. Kanunname-i İhtisab-ı Bursa
1502 yılında II. Bayezıd Han yönetiminde çıkarılan bir kanunnamedir. Genel
olarak tüketici hakları ile alakalı kanunlar içerse de bazı maddeler hayvanların
haklarını korumaya yönelik anlamlar da taşımaktadır.

“Ve hamallar nalsız at kullanmayıp bağ yükünün iki yükünden ziyade


getirmiyecek. Katır odununun uzunluğu üç karış, deve odunu altı karış olur. Ve
Uludağ’dan nasıl yükletilmiş ise şehre o halde gelirdi. Halen bölünüp kısa
kesilirmiş. Men edilip eski kanun kararlaştırıldı”
“Ve ayağı yaramaz bârgiri işletmeyeler. Ve at ve katır ve eşek ayağını gözedeler
ve semerin göreler. Ve ağır yük urmayalar; zira dilsüz canavardır. Her
kangısında eksük bulunursa, sâhibine tamam etdüre. Eslemeyeni gereği gibi
hakkından gele. Ve hammâllar ağır yük urmayalar, müte’aref üzerine ola”1

II. Beyazıd döneminde at ve eşeklere ağır yük bindirmek Kanunname-i İhtisâb-i


İstanbul el-Mahrûse ile yasaklanmıştı. 1550'lerde iki yıl Osmanlı topraklarında
gezen Alman Hans Dernschwam 1542 yılında sadaret kaymakamlığı görevinde
bulunan Koca Mehmet Paşa'nın bu kanunu nasıl uyguladığını gösteren bir olay
anlatır:

"Aşağı yukarı 12 yıl önce 1542'lerde İstanbul şehrine bir paşa sadaret
kaymakamı olarak tayin edilir. Adı Koca Mehmet imiş. Bu paşa halka karşı tuhaf
davranışlarda bulunurmuş ve onları sık sık işledikleri suçlar için cezalandırırmış.
Günün birinde paşa bir aşçı dükkânının önünde odun yüklü güzel bir at görür.
Atın sahibi ortalarda yok; içerde dükkânda karnını doyurmakta. Paşa köylüyü
buldurup odunları atın sırtından indirtir ve adamın sırtına yükletir. Ata bir
akçelik kuru ot aldırtır. At bu otu yiyinceye kadar adam sırtında ağır odun yükü
ile ayakta bekler. Paşa adama, "önce odununu sat, karnını ondan sonra doyur
anladın mı?”2

Kanunname-i Osmanî’de at, katır gibi üzerinde yük taşınan hayvanların nalsız
yürümemesi ve bunu dikkate almayanların bir bedel ödemesi üzerine maddeler
bulunmaktadır.

“Ve oduncular katır odununu uzunu dört karış ola. Eşek yükünün üç karış ola.
Deve odununun altı karış ola. Ve dağda vafir yükletip şehre yakın eskitmeye ve
yük adetçe ola. Ve davara miktarından artık yük vurmaya. Ve nalsız yürütmeye
ve semerleri bütün ola. İnad edenlerin hakkından gelüne”

“Oduncular, odunun katır yükünün odunu ..... karış, deve yükünün altı karış,
eşek yükünün iki buçuk karış uzunluğu ola. Şehre yakın mikdarını bulmayup
yükleri adetçe ola. Davara dahi ziyade yük vurmayup nalları ve semerleri
müretteb ola. İnad edenlerin hakkından geline”

“At, katır, hımar nalsız yürümeye. Ve ziyade yük yükletilmeye. Ve arik ve zebun
davarı kullandırmaya. Dinlemeyenleri marifet-i hükmü’ş-şer’le ta’zir etdire”3

1.2. Fermanlarda Hayvan Hakları


En kapsamlı düzenleme III. Murad yönetiminde 1587’de yapılmıştır. İstanbul
Kadısı’na gönderdiği fermanda hamalların at, katır ve beygirlere
tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmaları yasaklanmıştır. Hayvanların bakım ve
beslenmesine ilişkin fermandaki ikaz ve hükümlere uymayanların
cezalandırılacağı bildirilmiştir.4

“Hamalların fermanlara uymadıklarına dair” başlıklı 1722 yılına ait bir


fermanda;

“İstanbul Kadısı Faziletli Efendi ve İhtisab Ağası

At ve beygir hamalları gerek uzun gerekse kısa günlerde sabah namazından


önce üzerlerine eşya yükledikleri hayvanları, açgözlülük ve kıskançlıklarından bir
sefer daha fazla yapmak amacıyla, akşam namazı saati geçinceye kadar ara
vermeksizin aç ve susuz çalıştırıp daha önce defalarca fermanlarla uyarıldıkları
halde, açgözlülüğe alıştıkları için kötü davranmaya devam etmeleri ve yorgun
hayvanların düşmesi nedeniyle oluşacak kazalarda çevrede bulunan kişilerin de
zarar göreceği endişesiyle, bundan sonra İstanbul’da hayvanlarla yük
taşımacılığı yapanların başları, kethüdalar ve diğerleri çağırılıp, sabahtan ikindi
vakti geçene kadar eşya taşısınlar, bu süre sona erince hepsi eşya yüklemeyi
bırakıp, (hayvanları) ahırlarına götürüp yiyecek ve içeceklerini vermek üzere sıkı
sıkı uyarılsın; uyarılara uymayanların hayvanlarına damgalanarak el konulsun
diye buyuruldu”

“Hamalların beygirlere binmemesine dair” başlıklı 1766 yılına ait bir ferman;

“İstanbul Kadısı Faziletli Efendi

İstanbul şehrinde at ve beygir ile yük taşıyan hamalların, yüklerini yerine


bıraktıktan sonra dönüşte (at ve beygirlere) binmemek için semerlere yarım
okka demir çivi çakılması daha önceden koyulmuş bir kural iken, bir süredir
bazılarının buna uymadıkları; bazılarının da küçük çivi çaktıkları ve üzerine ağaç
koyup, sahiplerinin göz yumması sayesinde beygirlere binip şiddet kullanarak
sürmemeleri ve önlerine gelen çocuk, kadın, kör ve aciz kişilere çarpıp zarar
vermemeleri daha önce defalarca tenbih olunmuş iken, bu uya- rıları
dinlemedikleri için zabıta tarafından ........ hamallar kethüdası (...) ve
yiğitbaşılarını çağırıp eskiden olduğu gibi yarım okka demir çivi çakılması ve
dönüste üzerine ağaç koyup binmemeleri, .... getirip şiddet kullanarak idare
etmemeleri için beygir sahiplerine ve sürücülerine sıkı sıkı tenbih edilmesi,
nizamlara dahil edilmesi ve duyurulması”
Narh Defterlerinden birinde yer alan 1800 yılına ait bir fermanda “At hamalları
hamulelerini mahalline nakledüp avdetlerinde hamallar binmemek için bargirin
semerleri üzerine vaz’ı kadim üzre sivri demirler yaptırup hayvanları küll-i yevm
ba’de’l-asr ve Cuma günlerinde işletmemek içün ba-emr-i ali, at hamallarına
tenbih olunmuştur”5

1 Eylül 1856 tarihli Sultan Abdülmecid dönemine ait bir belgede cuma günleri
yük hayvanlarının taşımacılıkta kullanılmaması adına bir kural geçmekte.
Belgede şöyle denilmekte:

“Saadetlü efendim hazretleri,

Beyana gerek olmadığı üzere, beygir hamallarının Cuma günleri tatil eylemeleri
ve beygir sahiplerinin beygirlerin boş olduğu halde üzerlerine binmemek üzere
semerleri üzerine demir çubuklar mıhlattırmaları eski adettendir. Fakat bir
müddetten beri bu usule riayet edilmeyerek Cuma günleri tatil edilmemekte ve
sahipleri beygirleri yüklü olmadığı halde üzerlerine binerek bir takım çoluk
çocuğu çiğnettirmektedirler. Bu hal layıksız bir şeydir ve asla caiz değildir.
Bundan böyle bunların Cuma günleri tatil ederek semerleri üzerlerine dahi çivi
mıhlattırmaları kati olarak sağlanmalıdır. Ayrıca, bu hususta beygir hamalları ile
bu tür iş yapan diğer ekmek, sebze taşıyan esnafların kethüdalarına gerekli
tebligatın yapılması ve esnafın devamlı kontrol altında bulundurulmasının
Şehremaneti yetkililerine dahi ifade kılınmasının tarafınıza bildirilmesi Meclis-i
Vâlâ’dan ifade olunmuş olmakla o yolda gereğinin yapılması hususunda tezkire
yazıldı.”6

1.3. Belediye Kanunlarında Hayvan Hakları

İstanbul’da kurulan ilk modern belediye şubesi olan “Altıncı Daire-i Belediye”
tarafından uygulanmak üzere 1859 yılında hazırlanan “Sokaklara Dair Nizam-
name”de mezbahalardan başka yerlerde hayvan kesimi yapılması; zayıf, hasta
ve yaşlı hayvanlar ile bir aylıktan küçük kuzu ve dana kesimi yasaklanmıştır.7

“Vilayat Belediye Kanunu”nun (1877) yasaklanan uygulamaları içeren 62’inci


maddesinde, hayvanlara ilişkin olarak;

“hasta koyun ve sığır ve dana ve iki aylıktan küçük kuzu ve dört aylıktan küçük
dana zebhetmek ve ağustosun on beşinden evvel ve şubat gayesinden sonra av
kuşları sayd ve furuht etmek ve tavuk ve hindi ve kaz misillü kuşların göğüslerini
şişirip de satmak”
“yaya kaldırımlarında hayvan yürütmek ve sokaklarda hayvan koşturmak ve
yüklü ve yüksüz hayvanlar yularlarıyla yekdiğerine rabtolunmayıp da sokaklarda
başıboş sürülmek ve yük hayvanlarına binmek ve hayvanları darbetmek ve
hayvanlara tahmil olunan kereste ve demirlerin uçları yerlerde sürüklenerek
götürülmek ve fener olmayan sokaklarda geceleri yük taşımak ve lagar ve yaralı
ve sakat hayvanlara yük yükletmek altmış kıyyeden ziyade yük tahmil etmek”

1.4. Cumhuriyet Dönemi Kanunlarında Hayvan Hakları

“Hayvan Islahı Kanunu” ile başlayan yasal düzenlemeler, esas olarak


hayvancılığın geliştirilmesi, salgın hastalıkla mücadele ve veteriner hekimlerin
görev ve yetkilerinin belirlenmesini amaçlamıştır. Hayvanlara kötü muamele ve
hayvanların neden olduğu zararlara ilişkin yasal düzenlemeler ise ceza kanunları
kapsamında değerlendirilmiştir. 765 sayılı eski Türk Ceza Kanununun 521’inci
maddesinde "Her kim, bila mucip başkasına ait olan bir hayvanı öldürürse veya
işe yaramayacak hale koyarsa sahibinin şikayeti üzerine dört aya kadar hapis ve
yüz liraya kadar ağır cezayı nakdiye mahkum olur" şeklinde bir düzenleme
yapılmıştır. 577’nci maddede “Bir kimse hayvanlara karşı insafsızca hareket
eder veya lüzumsuz yere yaralar veya aşikar surette haddinden fazla yorulacak
derecede zorlarsa binsekizyüz liraya kadar hafif cezayı nakdiye mahkum olur”

2004 yılında kabul edilen 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasasının 151’inci
maddesinin ikinci fıkrasında “Haklı bir neden olmaksızın, sahipli hayvanı
öldüren, işe yaramayacak hâle getiren veya değerinin azalmasına neden olan
kişi hakkında” mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya
adlî para cezası öngörülmüştür. Aynı “Müstehcenlik” ile ilgili olan 226’ncı
maddesinin 4’üncü fıkrasında da hayvanlarla cinsel ilişkiye ait yazı, ses veya
görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye sokan, satışa arz eden, satan,
nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına sunan veya bulunduran kişinin,
bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile
cezalandırılacağı hükmü bulunmaktadır.8

Türkiye, 2003 yılında “Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa


Sözleşmesi”9ne taraf olmuş ve bu tarihten yaklaşık bir yıl sonra da 5199 sayılı
Hayvanları Koruma Kanunu kabul edilerek, 1 Temmuz 2004 tarihi ve 25509
Sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.10
Türkiye Büyük Millet Meclisi, hayvan haklan konusunda ilk yasal adımı Avrupa
Birliğine geçiş sürecinde kaçınılmaz olarak gelen ve 4934 sayılı Kanunla
Strazburg'da imzalanan (18 Kasım 1999), Milletlerarası bir sözleşme hayvanların
Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi 15 Temmuz 2003 tarihinde onaylanması
ile atmıştır. Türkiye'de "Hayvanları Koruma Kanunu 24 Haziran 2004
tarihlerinde kabul edilmiştir.11

Hayvanları Koruma Kanunu’nun hayvanları korumak konusundaki yetersiz


düzenlemelerine yönelik tüm bu eleştiriler çerçevesinde ve hayvanlara yönelik
şiddet içerikli eylemlerin ceza hukuku kapsamında cezalandırılması gereken
eylemler olduğu mülahazalarıyla 2012 yılında tüm siyasi partilerin üzerinde
uzlaştığı Hayvanları Koruma Kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun
tasarısı hazırlanarak Meclis Başkanlığı’na sunulmuştur.

Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılmasına dair
kanun 9 Temmuz 2021 tarihinde kabul edildi. Kabul edilen Kanun sayesinde
hayvanlar "mal" statüsünden çıkarılıp "can" statüsüne geçmiş oldu. Eski kanuna
göre kabahat niteliğinde olan hayvanlara işkence yapmak, acımasız ve zalimce
muamelede bulunmak, hayvanlara cinsel saldırıda bulunmak ve tecavüz etmek
fiilleri suç kapsamına alındı. Bu şekilde Türkiye hayvan hakları adına çok büyük
bir adım atmış oldu.12

1.5. Hayvanları Koruma Adına Kurulan Dernekler


Osmanlı
Kanuni dönemi sadrazamlarından biri ve Yavuz Sultan Selim Han’ın damadı olan
Lütfi Paşa 1544 yılında Tire’de bir vakıf kurar. Vakfiyesinde yazılı olan ibareler
bu vakfın hayvanları ne kadar önemsediğini ortaya koyar.

“Tapu senedinde açıkça belirtilen arazilerin sınırları dahilinde çeşmeler yapıla ve


bu çeşmelerin havuzlarından halk ve gelen geçen insanların hayvanları, kurtlar,
kuşlar dilediğince yararlana…”13

17. yüzyılın ortasında Türkiye'yi ziyaret eden Thevenot, kedi ve köpeklerin


beslenmesi için kurulan vakıflarını anlatıyor [Thevenot 51]:

"Öldükleri zaman haftada belirli sayıda köpek ve kediyi beslemek için yüklü
miktarda para bırakanlar var. Bu iş için fırıncılar veya kasaplara para verirler ve
onlar bu görevini sadık bir şekilde yerine getirirler. Her gün etleri yüklemiş
adamların gidip vakfın köpekleri ve kedilerini çağırmaları, hayvanların etraflarında
toplanmaları ve yiyeceklerin dağıtılmasını görmek hoştur. Türklerin hayvanlara karşı
gösterdikleri hayırseverliklerin yüz örnek daha verebilirim.
Öyle davranışlar gördüm ki bizde olsaydı çok saçma sayılacaktı. İyi giyinmiş birkaç
adamın yeni yavrulamış bir dişi köpeği görünce sokakta durdukları, sonra dikkatsiz
kişiler onu ezmesinler diye taşlar toplayarak etrafına küçük bir duvar ördüklerini
gördüm.”14

Türkiye’de hayvanların korunmasına ilişkin ilk topluluk, “Şefkat Kolları - Arms of


Mercy” adı altında Alice Washburn Manning öncülüğünde Robert Kolejinin bazı
öğretmen ve öğrencileri tarafından oluşturulmuştur. Dönemin ilk yardım
kurumlarından biri olan toplulukla beraber halktan birçok kişinin, 1912 yılında
İstanbul’da düzenlenen boğa güreşi gösterilerinin yapılmasını engellemek üzere
girişimlerde bulunması, hayvanları koruma derneğinin kuruluş fikrini
uygulamaya geçirmiş ve İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Lowther’ın çalışmaları
ile “İstanbul Himâye-i Hayvânât Cemiyeti”, 1912 yılında İstanbul’da, “Altıncı
Daire-i Belediye” adıyla anılan Beyoğlu Belediyesi bünyesinde kurulmuştur.15
Derneğin kurulmasını tetikleyen bir diğer önemli olay II. Meşrutiyet’in ilanının
ardından İstanbul sokaklarından toplatılan köpeklerin, Hayırsız Ada olarak bilinen
Sivri Ada’ya gönderilerek ölüme terk edilmesidir. Bu olay tarihimizde kara bir leke
olarak kalsa da hayvanseverler Osmanlı halkı bu kararı alan yöneticilere hayvanlara
eziyet etmenin çok uğursuzca olduğunu düşünerek karşı çıkmıştır. İstanbul'a
hayranlığıyla tanınan Fransız asıllı subay Pierre Loti İstanbul’u anlattığı
seyahatnamesinde Sivri Ada sürgününden şöyle bahseder;

‘’Bu ülkeye II. Mehmet’in ordularının ardından gelen köpekler İttihat ve Hükümet
işlerinin varlığını unutmuşlardı. 4-5 asırlık sadakatten sonra ve kimseyi ısırmış
olmamalarına rağmen katliamların en iğrencine maruz kaldılar. Hiçbir Türk hilale
uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstelenmek istemedi. O yüzden
serseriler, dilenciler, evsiz barksızlar ve düşkünler hayvanları yakalamak için
görevlendirildi. Bende bu köyün insanları gibiyim. Tüm bunların Osmanlı
İmparatorluğuna uğursuzluk getireceğinden korkuyorum.’’16

Yurdumuzda hayvan severleri bir araya getiren ilk resmi dernek olan İstanbul
Himâye-i Hayvânât Cemiyetinin iki temel amacı bulunmaktadır. İlk olarak,
hayvanlara yapılan zulüm ve haksızlıkları engellemek ve hayvanların içinde
bulundukları kötü yaşam koşullarından olanaklar dâhilinde kurtarılmalarına
hizmet etmek; ikinci olarak ise halk arasında, özellikle de çocuklarda,
hayvanlara karşı adalet, iyilik ve hayırseverlik duygularını yaymak ve onları
hayvanlara karşı iyi davranmaya alıştırmak gelmektedir.

İstanbul Himâye-i Hayvânât Cemiyeti, kurulduğu ilk günden itibaren hükümet


tarafından desteklenmiştir. Ancak kuruluşundan iki sene sonra Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşına girmesi nedeniyle, Derneğin faaliyetlerine
zorunlu olarak son verilmiştir. Diğer taraftan, aynı dönemde Cenevre’de
bulunan Hayvanları Koruma Derneği ile yapılan yazışmalardan, hayvanların,
özellikle savaş sırasında kullanılan atların korunmasına yönelik girişimler
hakkında bilgi alındığı ve konuya gösterilen ilginin devam ettiği saptanmıştır.

Devlet-i 'Aliyye döneminde varolan ama vakıflardan ve Lonca’dan bağımsız


olarak gelişen Mancacılık mesleği Osmanlı’da hayvan haklarının
önemsendiğinin en büyük kanıtlarından biri. İtalyancada mangaiare
sözcüğünden türediği iddia edilen manca, yemek anlamına gelir. O dönemde
isteyenler aldığı yiyecekleri hayvanlara kendisi veriyor ya da mancacılara para
vererek sokak hayvanlarını beslemesini istiyordu. Bu mesleğin gelişimi ile sokak
hayvanları aç kalmıyordu. Pek çok Avrupalı seyyahın da dikkatini çeken
mancacılık farklı seyahatnameler ve anılarda yer almıştır.

Baron Wenceslaw Wratislaw, İstanbul halkının kedi ve köpek sevgisini, onları


beslemesini şöyle anlatmıştır:

“İstanbul'da büyük duvarlarla çevrili muazzam bahçeler vardır. Bu bahçe


duvarlarının üstlerinde ve günün belirli saatlerinde birçok kedinin, kendilerine
sadaka verecek insanları bekledikleri görülür. Çünkü Türkler arasında işkembe,
ciğer ve et parçalarını kaynatarak bunları gerdeller içinde kenti dolaşarak, kedi
ve köpek mancası diye bağıra bağıra satmak âdettir. Bu gibi satıcıların
arkasından daima elli altmış hatta daha fazla köpeğin koşuştukları ve
kendilerine yiyecek verilmesi için satıcıların yüzüne baktıkları görülür. Türkler
bu ayak satıcılarından aldıkları çeşitli yiyecekleri köpekler arasından elden
geldiğince eşitlikle dağıtırlar ve bu arada duvarlar üstünde bekleşen kedilerin de
paylarını vermeyi unutmazlar. Çünkü dinsel buyrukların dışında kalan bazı boş
şeylere Tanrı buyruğu gibi değer veren bu insanlar, böyle yapmakla yani kedi,
köpek, balık, kuş ve Tanrı'nın başka canlı ve konuşamayan yaratıklarına yiyecek
sadakası vermekle yüce Tanrı'nın gözüne gireceklerine inanırlar. Bu inançlarının
sonucu olsa gerek, yakalanmış kuşları öldürmeyi büyük günah sayarlar ve
bunları bir çeşit kurtuluş akçesi verir gibi satın alarak azat etmekle yüce
Tanrı'nın hoşnutluğunu kazanmış olurlar. Balıklar için de sulara ekmek parçaları
atarlar. Türklerin, İstanbul'un bazı bölgelerinde ve belirli saatlerinde çoğunlukla
görülen kedi ve köpeklere ekmek, et ve benzeri yiyecekler verme âdeti büyük
sevap kazanma isteklerinden ileri gelmektedir.17

XVIII. yüzyıl sonlarında İstanbul’u ziyaret eden seyyah Olivier, mancacılara


değinerek İstanbul’da karşılaştığı manzarayı şöyle anlatmıştır:
“Türklerin bu mahlûklara karşı bütün şefkatleri, yiyemedikleri ekmek artıklarını
ve bir de kasaplarda kesilen koyunların ciğer, bağırsak, kelle gibi yenemeyen
kısımların verilmesine inhisar eder. Sokaklarda uzun bir sırık üzerine dizilmiş
ciğer, yürek, vesaire gibi sakatatı taşıyan adamların dolaştığı görülür.
Mahallenin köpeklerini sevindirmek isteyen zenginler bunları çok ucuza satın
alıp köpeklere verirler. Köpeklerin dişilerinin ve yavrularının barınmaları için
evlerinin kapısında küçük kulübeler yaptıranlar, içini samanla döşeyenler, her
gün ekmek ve et verenler de yok değildir. O kadar ki bazılarının öldüklerinde
belirli sayıda köpeğin beslenmesi için para vasiyet ettikleri de olur.18

Cumhuriyet Dönemi
Uzun ve zorlu geçen savaş yıllarının ardından yeni bir yapılanma dönemine
başlayan Türkiye’de, 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan İzmir
İktisat Kongresi’nde, hayvanları koruma derneğinin fiilen tekrar kurulması ele
alınmış; hükümetin hayvanları koruma derneklerine yardım etmesine oy birliği
ile karar verilmiştir. Cumhuriyetin ilanıyla yeniden yapılandırılan “İstanbul
Himâye-i Hayvânât Cemiyeti”; daha sonraki adıyla “Türkiye Hayvanları Koruma
Deneği”, merkezi İstanbul olmak ve sonradan şubeler açmak üzere 1923 yılında
kurulmuş.

Türkiye Hayvanları Koruma Derneği, faaliyet gösterdiği ilk yıllardan itibaren


hayvanların korunması ve yaşama haklarının yasal güvence altına alınması
konusuna büyük önem vermiş; bu amaçla çeşitli girişimlerde bulunmuştur.
Cumhuriyet hükümetinde hayvan hastalıkları ve hayvancılığa yönelik yasal
düzenlemeler öncelikli konular arasında ele alınırken, hayvanlara kötü muamele
edilmesine karşı uygulanacak yaptırımlar da ilk olarak 1 Mart 1926 tarihinde
yayımlanan “Türk Ceza Kanunu”nun 521 ve 577. maddeleri ile yürürlüğe
girmiştir.

Daha sonraki yıllarda Ankara’da dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın


öncülüğünde 1955 yılında “Hayvanları Koruma Derneği”; İstanbul’da 1975
yılında “Doğal Hayatı Koruma Derneği”; 1988 yılında “Hayvanların Yaşam
Haklarını Koruma Derneği”; 1996 yılında “Doğal Hayatı Koruma Vakfı”; 2003
yılında “Doğayı ve Hayvanları Sevenler Derneği” ile “Çevre ve Sokak Hayvanları
Derneği”nin yanısıra Adana, Antalya, Eskişehir, İzmir, Kayseri, Kütahya, Muğla,
Bodrum, Çeşme, Kuşadası gibi merkezlerde de benzer isimler altında 2004
yılından sonra yeni dernekler kurulmuştur. Bu alanda 2008 yılından bu yana
hayvan severler tarafından oluşturulan “Hayvan Hakları Federasyonu”
(HAYTAP) önemli katkılarda bulunmaya devam etmektedir.19
Prof. Dr. İsmet Sungurbey belki de Türkiye’de hayvan hakları adına aktivistlik
yapan kişiler denildiğinde akla ilk gelenlerden biri. Kendisi yaşamı boyunca
ülkemizdeki hayvan hakları mücadelesini sürdürdü. Bu konuda araştırmalar
yapıp önemli eserler vermesinin dışında kendisi oturduğu Yedikule’den öğretim
görevliliğini yaptığı üniversiteye kadar tüm sokak hayvanlarına bakar ve onları
düşünürdü.20
2. Yöntem

Projede hayvan hakları konusunu Osmanlı İmparatorluğundan günümüz Türkiye’sine


kadar ele alan kaynaklar incelenmiştir. Birincil ve ikincil kaynaklar kullanılmış ve
dokuman analizi yapılarak nitel yöntem izlenmiştir.

3. Bulgular

1502 yılında II. Bayezıd yönetiminde İhtisab kanunnameleri çıkarıldı. Bursa ve


İstanbul kanunnamelerinde hayvanlara fazla yük bindirilmemesinin yasaklanması
hayvan haklarının korunmasına işaret etmektedir. Kanunname-i Osmani’de ise yük
hayvanlarının nalsız yürümemesi hakkındaki maddeler hayvan refahının
önemsendiğini gözler önüne sermektedir.

III. Murad yük hayvanlarının taşıyamayacakları kadar yük taşımalarını yasaklamış,


hayvanların bakım ve beslenmesine ilişkin hükümlere uymayanların
cezalandırılacağını bildirmiştir. 1722 ve 1766 yılındaki fermanlarda da aynı şekilde
yük hayvanlarına kötü davranılması yasaklanmıştır. 1856 yılında Abdülmecid
dönemine ait bir belgede cuma günleri yük hayvanlarının izinli olması adına bir ifade
geçmektedir. 56 yıl önce Narh defterlerinden birinde de aynı hüküm geçmektedir.

İlk modern belediye olan “Altıncı Daire-i Belediye” 1859 yılında hazırladığı
Nizamname ile kurbanlık hayvanların kesimi hakkında düzenlemeler yaptı.1877
yılında ise bu düzenlemeler “Vilayat Belediye Kanunu” ile genişletildi.

Cumhuriyet Döneminde yasal düzenlemeler “Hayvan Islah Kanunu” ile başlamıştır.


2003 yılında “Ev Hayvanlarının korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi”ne dahil olan
Türkiye bir yıl sonra 5237 ve 5199 sayılı kanun ile hayvanlar kötü muamelenin önüne
geçmeye çalışmıştır. Bu düzenlemelerin yetersiz bulunması sonucunda 2012 yılında
kanun değişikliği tasarısı meclise sunulmuş, 9 Temmuz 2021 tarihinde de kabul
edilmiştir.

Hayvanlar Osmanlı’dan günümüze kadar sadece kanunlar ile değil, yöneticilerin ve


halkın desteği ile faaliyet gösteren kuruluşlar ile de korunmuştur. 1544’te Lütfi Paşa
tarafından Tire’de kurulan vakfın çeşmeleri hayvanlar susuz kalmasın diye inşa
edilmişti. 17. Yy’da kurulan sokak hayvanlarını korumak için kurulan vakıfları
Thevenot’un seyahatnamesinde görebilmekteyiz. 1912’de “İstanbul Himaye-i
Hayvanat Cemiyeti” Beyoğlu Belediyesi bünyesinde kuruldu. Loncadan bağımsız
olan mancacılık, sokak hayvanlarının beslenmesi üzerine gelişen bir meslekti.
Wratislaw ve Olivier’ın eserlerinde mancacılarla dolu İstanbul sokaklarını görebiliriz.
Cumhuriyetin ilanıyla “İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyeti” yapılandırılarak “Türkiye
Hayvanları Koruma Derneği” kurulmuştur. İleriki dönemlerde İzmir, Adana, Antalya,
Kayseri gibi farklı illerde benzer kuruluşlar ortaya çıkmıştır. “Hayvan Hakları
Federasyonu” 2008 yılından beri aktif olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

4. Sonuç ve Tartışma

Kanunnameler ve fermanlardan anlaşıldığına göre, Osmanlı Döneminde


hayvan hakları büyük bir önem taşımaktaydı. Hayvanların refahını sağlamak
adına kanunlar çıkarılmış, hükümler verilmiş ve denetim sağlanmıştır. Bu
kanunların uygulandığı batılı gezginlerin seyahatname ve anılarında
görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğunda hayvanlar sadece kanunlar ile
korunmuyorlar, yöneticilerin ve halkın desteklediği vakıflar ve dernekler
tarafından bakılıyorlardı. Özellikle Hayırsız Ada talihsizliğinden sonra hayvan
haklarına olan hassasiyet artmış ve birçok derneğin kurulmasına yol açmıştır.
Cumhuriyet Dönemi ile birlikte yasal düzenlemeler hızlanmış, milletlerarası
antlaşmalar imzalanmıştır. Tabii ki kanunlar her zaman yeterli olmadığından
Cumhuriyet Döneminde birçok hayvanları koruma derneği vardı. Bu
derneklerin faaliyetleri sayesinde yasal düzenlemeler şekillendi ve hayvanların
yaşama hakkı gündeme gelmiş oldu. Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar
farklı illerde farklı isimler altında toplanan hayvan severler hayvan hakları
mücadelelerini sürdürmeye devam ediyorlar.

5. Öneriler

Kaynakça

1.Anonim (1995). “Kanunname-i İhtisab-Bursa”. Türk Standartları Enstitüsü, Saygın


Matbaası, Ankara.

2. Dernschwam, H. (1987). “İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüĝü”, Çeviren Prof. Yaşar


Önen, Kültür ve Turizm Bakanlıĝı.

3. Ergin, ON. (1995). “Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, Cilt 1”, Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

4. Sarıcık,M. (1999). “III.Murad Devrinden Hayvan Haklarıyla İlgili Bir Ferman”, İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı: 9, Süleyman Demirel Ünv, s.68-78.

5. Ergin, ON. (1995). “Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, Cilt 1”, Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

6. Engin, V. (2013). “Cumhuriyet’in Aynası Osmanlı”, Yeditepe Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul,


sayfa 1-3.
7. Ergin, ON. (1995). “Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, Cilt 4”, Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

8. Gürler, A.M ve Osmanağaoğlu, Ş. (2009). “Türkiye’de Hayvanları Koruma Kanunun


Tarihsel Gelişimi”, Kafkas.Univ.Vet.Fak.Derg.s.328

9. T.C Resmi Gazete. 20 Ekim 2003 tarih ve 25265 sayı

10. T.C Resmi gazete. 01 Haziran 2004 tarih ve 25509 sayı

11. Yaşar,A. Ve Yerlikaya H. (2004). Dünyada ve Türkiye’de Hayvan Haklarının Tarihsel


Gelişimi, Vet.Bil.Derg.s.43-45.

12. T.C Resmi Gazete. 14 Temmuz 2021 tarih ve 31541 sayı

13. Ertekin, A. Levent. 2007. “Tire'de Lütfi Paşa Vakıfları ve Vakfiyesi”

14. Jean, T. (1655-56). “The Travels of Monsieur de Thevenot into the Levant”

15. “İstanbul Himâye-i Hayvânât Cemiyeti Nizamnâmesi”, (1328-1912). Selanik Matbaası,


Dersaâdet.

16. Loti, P. (1996). İsfahan Seyahatnamesi. İstanbul: Timaş

17. Baron Wratislaw’ın Anıları, 16. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğundan Çizgiler, (1996),
(Çev. M. Süreyya Dilmen), Milliyet.

18. OLİVİER, (1977), Türkiye Seyahatnamesi (1790 Yıllarında Türkiye ve İstanbul), (Çev.
Oğuz Gökmen), Ayyıldız Matbaası, Ankara.

19. Armutak,A. “Mevzuat Etik ve Hayvan Hakları”

20. Özdemir, İ. (2006). “KÖPEKLERİN YETİM KALDIĞI GÜN!”

You might also like