You are on page 1of 8

KANT VE EINSTEIN*

NUSRET H I Z I R

1- Albert Einstein'ın bilimdeki büyük başarılarından söz etmek


bana düşmez., Böyle olmakla birlikte gene de onu konuşmamın konusu
olarak ele alıyorsam amacım şudur: Albert Einstein'ın doğrudan doğru­
ya bilime getirdiği yeniliklere değil, onu Kant ile karşılaştırarak bilgi
kuramındaki başarılarına dikkati çekmek. Bu eser, fiziğin içeriğini
değiştirmekle kalmadı, üstelik, bilginleri, kullandıkları kavramları daha
büyük bir dikkatle incelemeye ve öne sürdükleri önermelerde daha dik­
katli olmaya çağırmakla, düşünce tarzımızı değiştirdi. İşte bunun için­
dir ki, görelilik kuramının yayılmasından beri, her ciddî araştırıcı
bilimin kavramsal yapısı karşısında eleştirici analiz davranışı takın­
mayı âdet edinmiştir.

2- Einstein, böylece, bilgin olduğu kadar bilgi kuramcısı sayıla­


bilir. Ben burada bilim mantıkçısı Einstein'dan söz açmak istiyorum.
Ama zaman ve yer darlığından ötürü, bunun için, sadece Einstein'ın
Newton teorisi ile Kant felsefesinin belirli kavramları karşısında ne gibi
bir tepkide bulunduğunu ele almakla yetineceğim. Kant'ı da Newton'la
birlikte hatta Newton'dan daha çok ele alıyorum, çünkü, bilindiği gibi,
Kant, Newton'un bilgi kuramı alanına iz-düşümünden başka birşey
değildir.

3- Kant'la başlıyalım: Ona göre bilginin konusu doğrudan doğ­


ruya veri değildir; algı, bilginin maddesini verir, form'u ise yargılama
akt'ı ile gerçekleşir. Yargıda bir düzenlemenin belirli bir şema'ya göre
meydana gelmesi gereklidir. Sezgi, duyumdan maddeyi alan form'dur,
demek ki sezgi, sentetik bir ögedir, fakat ancak kategori, yani yargıdır
ki, konuyu meydana getirir. Bilginin konusu demek ki kendinden bir şey
değil, bir kuruluş (construction) tur, ve bu kuruluş sezgiye dayanmakta

* Felsefe Araştırma Enstitüsünün 1965 - 66 öğrenim yılında tertiplemiş olduğu bir


konferansın metni.
282 NUSRET HIZIR

ve kategoriler tarafından gerçekleşmektedir. Bu kuruluş, aynı zamanda,


sentetik'tir, çünkü kuruluştur ve apriori dir, yani:
a. Apodiktik olarak geçerli: her zaman için geçerlidir,
b. Objenin kavramının kurucusudur.
4- Kant için, obje (konu) algıda veri değildir. Anlığımızın ürünü
olan matematik kavramlarla tekabül, "gerçek obje"yi belirlemektedir.

5- Şimdi, genel olarak, bilginin ne olduğu üzerinde biraz duralım.


Bilgi bir tekabül'düı. (Bu sözcüğü Kant dolayısiyle kullanmıştık): Bir
usavurmalar zinciri ile, başka deyimle, bir denklemler sistemi ile "ger­
çek" arasında bir tekabül.- Gerçek sözzcüğünün tırnak içine konmuş
olduğuna dikkat edilsin: Bununla buradaki "gerçeğin" ne olduğu üzerin­
de herhangi metafizik bir postulat'ta bulunulmadığına işaret edilmekte­
dir. Bilgi tekabülünün ana-karakteri şudur ki, tekabül ettirilen yanlar­
dan biri, yani gerçek belirlenmemiştir; fakat şu özellikle ki, belirlen­
miş seri (belirlenmiş yan) meşruluğunu kendi içinde taşımaz, onun
yapısı dıştan belirlenmiştir. Bu dıştan belirlenmenin adı, bilginin de­
neyle belirlenmesi'dir. Belirlenmiş seri belirlenmemiş serinin objelerini
"tespit" eder, belirlenmemiş seri de belirli serinin düzenini emreder.

6- "Gerçek" denen şeyin varlığı bu iki seri'nin karşılıklı olarak


tekabül halinde olmasıyla kendini gösterir. Geçerli bir tekabül, çelişik
olmıyan tekabüldür ve doğru, şöyle tanımlanabilir: Tekabülün karşı­
lıklı birebir olması. Bu, örneğin, şu demektir: Makrokozmos'a değgin
bir fiziksel nitelik, her elde edilmiş belirlemede başka başka deney veri­
leri ile hep aynı ölçü sonucu vermelidir. Birebir tekabülün olabilirliğini
araştırmak, şu soruya karşılık vermek istemektir: Doğanın bilgisi
nasıl ve hangi ana-ilkeler sayesinde olabilir? İşte, tekabül ilkesinden
başka birşey olmıyan bu ilkeler, Kant'ta, bir yandan zaman ile uzay
(sezgi) tarafından, öbür yandan kategoriler (anlık) tarafından verilen
sentetik apriori önermeler'dir.

7- Kant şunu demek istiyor: Bilgiye erişmek için deneyin verileri­


ni düzene sokmak istediğimiz vakit, bu düzenlemeyi kesin bir şekilde
belirleyen ilkelere ihtiyacımız var. İşte bu tekabül ilkeleri, hem sen­
tetik, hem apriori olan yargılar (önermeler) dır. Bu ilkelerin neler oldu­
ğunu bilmek için deneye değil, akla başvurmalıyız, çünkü deneyi de
meydana getiren, örgütleyen akıldır.
KANT VE E I N S T E I N 283

8- Einstein'm kuramı, Kant'ın bu apriori önermeleri ile deney


arasında bir takım çelişkileri gün ışığına çıkarmıştır. Bunun anlamı
nedir ?
Zamanın apriori'liğinde karar kılmak isteniyorsa, endüksiyon­
dan uzaklaşmak gerekir; endüksiyonun geçerliğinde karar kılmak iste­
niyorsa, zamanın apriori'liğinden vazgeçmek zorunluluğu vardır. Ein­
stein, katı apriori ilkeler sistemi ile deney yoluyla elde edilmiş malzeme­
nin endüksiyon ile yorumu arasında bağdaşamazlığı göstermiştir.

9- Böylece, tekabüldeki belirsizlik varsayımına verilecek çözüm,


endüksiyonun içinde sakladığı soruna indirigenmiş oluyor. Endük­
siyona dayanan yargılar, şüphesiz, pekin değildir, ve bu sebepledir ki
tekabülde pekinsizlik varsayımı ilk bakışta olası görülmektedir; fakat
bu gerçektir, ve "gerçek" yanının belirlenmemiş olmasından ileri gel­
mektedir. Bilindiği gibi, endüksiyonda deneyi aşan şeyleri öne süreriz.

10- Bu durumda filozof için 2 sorun canlanıyor:


a. Deneyin verdiği malzemenin endüksiyonla yorumu, Kant'ın
tekabül ilkeleri ile çelişirse, bu yorumu yapmak mantık bakımından
saçma mıdır?
b. Deneyin her türlü endüksiyon yorumundan önce, bu ilkelerle
çelişik bir yorumu ortadan kaldırmak mantık bakımından olabilir mi ?
1 1 - Bu iki soru aslında bir tektir ve Einstein, sadece kuramını
kurmakla bunlara (ya da buna) olumsuz bir karşılık vermiştir. Hep
deneye ve deneyin rasyonel olarak işlenmesine dayanarak göstermiş­
tir ki, birebir tekabül söz konusu olunca daima endüksiyon ilkesine
dayanmak gereklidir ve belirliyi belirlemek için daima geçerli varsa­
yımlar öne sürmek, yani gene endüksiyona dayanmak gereklidir.-
Demek ki Kant'ın kuramı yanlıştır ve deney ile kurucu denen ilkeler
arasında çelişkiler görmek her zaman olabilir.
12- Kant'a göre, tekabül ilkelerinin başlıca niteliklerinden biri,
apaçıklıklarıdır: Öklid geometrisinde sezgisel apaçıklık ve töz, neden­
sellik... gibi kategorilerde mantıksal apaçıklık. İşte apaçıklıkları öne
sürülen bu ilkeler Einstein'dan öğrendiğimize göre hep çelişkilere yol
açmaktadırlar ve apaçık sanılan yeni ilkeler katmakla Kant'ı destekle­
me denemeleri daha da göze çarpan çelişkileri meydana getirmektedir.
Einstein aynı zamanda göstermiştir ki, rasyonel ile ampirik arasında
284 NUSRET HIZIR

tekabül gereklidir. fakat bu tekabül olumsal (contigent)dır. Başka de­


yimle, akılla doğa arasındaki tekabül olumsaldır ve insan anlığı, sadece
kendi sistemi ile doğada kavranabilir bir düzen kuramaz ve deney, salt
rasyonel kaskatı bir sistemle yorumlanamaz.

13- Kant'ın yanılmasını ve Kant'ın neden ötürü başarısızlığa uğra­


dığını iyice anlamamızı Einstein'a borçluyuz: Epistemoloji'nin merkez-
sorununun çözülmesi işinde Kant, bilimin analizini yapacak yerde aklın
analizini yapmıştır. Sorunlar karşısındaki bütün ciddiliğine rağmen
felsefecilerin yüzyıllık bir kusurundan kendini tam olarak kurtarama-
mıştır. Bu kusur da, bilime direktifler vermeğe kalkmaktır. Einstein
göstermiştir ki, bilgi kuramı araştırmasında endüksiyon metodunu
uygulamak gerekir ve Kant'ın öne sürdüğü ve uyguladığı dedüktif
metod, çelişkilere götürür. Endüksiyon metodundan, pozitif bilginin
verdiği malzemeye dayanan çalışma türü anlaşılmalıdır.

14- Burada önemsiz olmıyan bir noktaya dokunmamız gerekiyor:


Kant'ın aklın eleştirisini (örtülü olarak) yadsımakla birlikte, Einstein
deneyde rasyonel ögelerin bulunduğunu kabul etmemekten uzaktır.
Tekabül ilkeleri, doğrudan doğruya aklın tabiatından türer, ama türlü
olabilir ilkeler arasında seçimi yapan, deneydir. Görelilik teorisinden
sonra artık kabul edilemez olarak görülen, bilginin rasyonel payının,
deney olmaksızın ve deneyden bağımsız olarak kendi başına durabilme-
sidir. Tekabül ilkeleri, ampirik bilimlerin rasyonel yönünü teşkil ederler.
İşte bu ilkelerin önemi buradadır ve - en genelinden olsa bile- tek başına
duran bir fizik kanunundan farkları da bu noktadadır. Kanun, teka­
bül ilkeleri sayesinde tespit edilmiş ve belirlenmiş kavramsal yöntem­
lerin uygulanmasından başka bir şey değildir. Ancak ilkelik temel
yöntemlerledir ki, bir obje'nin kavramsal bilgisine erişilebilir.

15- Kant'ın teorik felsefesi aslında bir bilgi teorisidir ki, bu bilgi
teorisi"nin, Newton fiziğinin felsefe bakımından bir yorumu olduğunu
söylemekle fazla mubalağa edilmiş olmaz. Onun için, Newton fiziğini
eleştirmiş, düzeltmiş, asıl yerine koymuş olan Einstein'in, Kant'ın baş­
lıca savlarını çürütmüş olmasına şaşmamak gerekir.

16- Kant'ın bu teorik felsefesi, yüzyılımızın ilk çeyreğine kadar


aktüel'liğinden hemen hemen hiçbir şey yitirmemişti. Yalnız başka
başka düşünüş akımlarından türlü filozoflar (Yeni-Kant'çılar, Pozi-
tivistler vb...) değil, bilginler, fizikçiler de onun etkisi altına girmiş,
KANT VE EINSTEIN 285

düşüncelerini tartışmış, kendi teorilerini işlerken onun savlarını gözö-


nünde bulundurmuşlardır. Kimi - ünlü fizyolog ve fizikçi Helmholtz
gibi, Kant'ı doğa bilimlerinde meydana gelmiş ilerlemelere uydurmak
için ayarlamaya uğraşıyordu; kimi onu eleştirmeden, olduğu gibi
kabul ediyordu; kimi de, Mach gibi, onu tamamen yadsıyor, ya da
onunla boy ölçüşüyor, böylece kendi düşüncesinin orijinalliğini göster­
mek istiyordu.
17- Sonra, Mach, Kant'a karşı gelen biricik modern düşünür değil­
dir. Materyalist'ler, belirli Hegel'ciler, birkaç pozitivist, Husserl...
Kant'a karşı apaçık durum takınmışlardı. Fakat, aralarında pek ünlü­
leri de bulunan bu karşı gelenlerden hiçbiri Kant'ı yüksek heykelinden
deviremedi; böylece o, bilimsel filozof ve bilim filozofu olarak Einstein'a
kadar saygı gördü.
Kant'ı aktüel değerli bilgi teoricisi olarak kesin şekilde yere ser­
miş olan, Einstein'dır. 0, Kant'ın, bilgi süreci üstündeki görüşünün yan­
lışlığını, apaçık olsun ya da dolaylı şekilde olsun, göstermekle, Kant'ı
öyle çürütmüştür ki, o gün bugün artık Kant, aktüel değerli bir bilgi
teoricisi olarak ayakta duramamaktadır. Bu yıkıcı yapıt, aynı zamanda
yapıcı bir yapıttır. Çünkü Königsberg'in ünlü filozofunun bu ünü,
birçok araştırıcının insan düşünüşünün araştırılmasına cesaretle atılma­
larına engel olmakta idi. İşte böylece, "Salt Aklın Eleştirisi", bu heybetli
kavramlar binası, Einstein'dan beri sadece tarihsel bir değer taşımak­
ta, artık o, -hele 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın başlarının birçok bilgin­
lerinin sandıkları gibi- bir philosophia perennis sayılmamakta, sadece,
Batı uygarlığının, zorunlu ama aşılmış bir basamağı olarak alınmakta­
dır.
18- Yirminci yüzyılın birinci çeyreğinde Viyana'da filozoflardan,
mantıkçılardan, matematikçi, fizikçi ve başka bilim temsilcilerinden
meydana gelen ve Moritz Schlick'in etrafında toplanan, birtakım
Anglo-sakson, Fransız ve Polonyalı bilginlerle sıkı ilişki halinde bulu­
nan bir grup, bilim felsefesinin türlü dalları ve yardımcısı modern
mantık üzerinde çalışmaya başladı. Bu araştırıcıların amacı, bilginin,
bilimde kendisini gösterdiği şekliyle kritik analizini yapmak, bilginin
temelini, önermelerini, teorilerini vb... incelemekti. Bunu yapabilmek
için modem mantığı, başka deyimle, sembolik mantığı düşünce aygıtı
olarak kullanıyorlardı. Viyana Çevresi adı altında büyük ün kazanmış
olan bu grubun çalışmalarının bütün ayrıntıları üzerinde durmanın
286 NUSRET HIZIR

şimdi sırası değildir. Fakat konumuz, grupun başlıca kaygılarından biri


üzerinde kısaca durmayı zorunlu kılıyor:
Grupun meydana gelmesinde rolü değilse de uzaktan etkisi olmuş
olan filozof Ludwig Wittgenstein, 1921'de oldukça kapalı, ve özdeyiş­
ler şeklinde kaleme alınmış bir kitap yayımlamıştı. Kitabın adı: "Trac-
tatus Logico - Philosophicus"tu. Kitabın özdeyişlerinden biri şudur:
"Der Sinn eines Satzes ist die Methode seiner Verifikation" (Bir tüm­
cenin anlamı, onun doğrulanması yöntemidir). Viyana Çevresi bu gö­
rüşü benimsedi ve şu anlam teorisini geliştirdi:

19- Bir ifade totoloji olur (mantık ve matematik önermelerinde


olduğu gibi) yahut içerikli olur, yani- Kant'ın terminolojisini kul­
lanırsak- sentetik olur. Bilimin asıl bilgi veren önermeleri sentetiktir.
Öbürleri mantıksal dönüşümlere, yani bir önermeden, onun eş-değer-
leri olan önermelere geçmeye yarar. Bir sözcükler bütününün gerçek bir
sentetik önerme olması için, yani doğru ya da yanlış olabilecek bir ifade
olabilmesi için, onun hiçolmazsa ilkelik olarak doğrulanabilmesi, başka
deyimle, ifadenin içeriği ile gözlem arasında birebir tekabül bulunması
gerekir. Ancak bu tekabül olunca, söz konusu sözcükler bütününün bir
anlamı vardır ve o, gerçekten bir sentetik önermedir, yoksa, gramer
bakımından doğru kurulmuş olmasına rağmen, bilgi verme bakımın­
dan bir sözcük yığını olarak kalır.

Bu anlam kriterium'u düşüncesine ilham veren kimdir ? Bilim sis­


teminde onu ilk olarak uygulıyan kimdir? Hiç şüphesiz, Albert Eins­
tein.

20- Bunu anlamak için uzağa götürülmüş saatler sorununu hatır­


lamak yeter. Klasik fizik için her türlü eş-zamanlık, içinde hiçbir sorun
saklamıyan basit bir olaydı. Örneğin şöyle denebiliyordu: Birbirinden
uzak iki olayın eş-zaman olduğunu anlamak için senkron iki saat
bulunması ve birinin uzakta bulunan noktaya taşınması yeter. Einstein
şu soruyu ortaya atıyor: Nereden biliyoruz ki ikinci saat, taşınırken
değişmedi, ve hep kendine özdeş kaldı? Biribirinden uzak iki saatin
senkronluğunu denetlemek için, ışığın ışınlarını kullanabiliriz, ama
ışının uzaklığa gitme zamanını ölçmek için, biribirinden uzak iki sen­
kron saate ihtiyaç var. Eş-zamanlığı tespit için ışın gerekli, ışının gitme
yol ve zamannı tespit için eş-zamanlık gerekli. Demek ki burada bir
yoz-döngü içinde bulunuyoruz.- Bu döngüden çıkmak, kurtulmak
KANT VE E I N S T E I N 287

için ne yapmalı? İlkin şu tespiti yapalım: Uzak olayların eş-zamanlı-


ğından söz eden bir önerme, gerçek bir önerme değil, sanki bir önerme
imiş gibi, sözcükler topluluğudur, çünkü onu ampirik yolla doğrulaya­
nlayız. Oysa ki, Einstein'a göre (The Meaning of Relativity, 5. ed. 1956
dan bir parçayı aktarıyorum): "Kavramlarımız ve kavram sistemleri­
miz için biricik meşruluk, onların deneyimizin komplekslerini ifade
etmeye yaramalarıdır. Bunun dışında, onların hiçbir meşrulukları yok­
t u r " . Ama gene de uzak olayların eş-zamanlıklarından söz edilmektedir.
Bunun sebebi şudur: Belirli bir sınır içinde bulunan zaman noktaları
arasında bir tanesi seçiliyor, ve o, birinci olayla eş-zamandır diye kabul
ediliyor. Demek oluyor ki burada imkânsız olan bir bilgi yerine bir ta­
nım konmuş oluyor.- İşte Einstein'ın büyük başarılarından biri, bilim­
de bilgi verici imiş gibi görünen ama aslında sadece birer tanımdan
başka bir şey olmıyan önermelerin bulunduğunu göstermiş olmasıdır.
2 1 - Yukarıda (11-14), Kant'ın teorik felsefesinin başarızıslığa uğ­
ramış olmasından ve Kant'ın, olaylarla kaskatı kavramlar arasında te­
kabül olduğu üstündeki görüşünün yanlış olmasından söz ettik. Gerçek­
ten, Einstein, haklı olarak göstermiştir ki, bu koşul, bir bütün olarak
alınırsa yanlıştır, yani böyle bir tekabülün varlığını kabul etmek yer­
sizdir. Bu tekabülün belirli ögeleri yalnız yanlış değil, tamamen anlam­
dan yoksundur da.
Mutlak zaman ile mutlak uzayı alalım. Bunlar aslında Newton'un
kavramlarıdır. Bu kavramların, Kant'taki iz-düşümleri duyarlığımızın
apriori form'ları oluyor. Şimdi şu tümceyi alalım: Uzay, duyarlığımı­
zın apriori bir form'udur. Bunu doğrulamak ya da yanlışlamak im­
kânsız, çünkü Kant bunu bize yasak ediyor ve diyor ki, deneyi meyda­
na getiren ögeler, deneyin kendisinden önce gelirler. Koşul, koşullan­
mış tarafından denetlenmez. Bu durumda, en iyisi, tümcenin aslı olan
Newton tümcesine başvurmak olacak. Newton şöyle der:
"Mutlak uzay, tabiatına uygun olarak, ve bir dış nesne ile hiç oran­
tılı olmamak üzere, kendine hep eşittir ve sükûnettedir." Ama, bir dış
nesne ile orantısı olmıyan bir şey, tespit edilemez, demek ki bir olay
değildir. Demek ki Newton'un tümcesi, Einstein için tahkik edilemez
bir tümcedir, o halde anlamdan yoksundur.
Zaman ile uzayın neler olduklarını kendi kendine soran Leibniz'i
bir yana bırakırsak, diyebiliriz ki, bilginler arasında bir kavramı uygu-
288 NUSRET HIZIR

lamadan önce ondan ne anladığını soruşturan ilk kişi, Einstein'dır.


Demek ki Viyana Çevresinin, anlam sorununu felsefe kaygılarının mer­
kezine koymasına- belki Bertrand Russell ve Wittgenstein'la birlikte-
yol açan. Einstein'dır. Bence, bu bakımdan, Einstein, modern seman­
tiğin uzak bir atası sayılabilir.

22- Son olarak, Einstein'ın belirli bir felsefe görüşünü, bu müna­


sebetle kısaca ele alabileceğimizi sanıyorum: Einstein, Bertrand Russell'!-
ın Anlam ve Doğru üzerine yazmış olduğu tanınmış bir yapıtı (An
Inquiry into Meaning and Truth) üzerine kaleme aldığı bir eleştiride,
ana çizgileriyle, kendi teorik felsefesini anlatıyor. Akılcı felsefelerle,
bön realizm'i aynı ölçüde aşılmış sayıyor. Öte yandan, Berkeley ile
Hume'un felsefelerinde, doğa biliminin düşünüş türünün tersini
değil, onun y a n - belirtisini görüyor. Ve, şeylerin bilgisinin süreci, duyu
aygıtları tarafından veri olan ham maddenin işlenmesidir, diyor; söz­
lerine de şunu katıyor: Bu görüş genel olarak olumlu karşılanmakta­
dır. Sebebi, şeylerin rasyonel bilgisinin imkânsızlığından çok ampirik
metodun son derece verimli olmasıdır. Buraya kadar, normal ampirik
görüşten hiçbir ayrılık yok. Ancak, araya, bu düşünce ile bağdaşmıyan
bir görüş girmektedir: Yukarıda (20) görmüştük ki, Einstein için kav­
ramlar, ampirik ögelerin toplayıcılarıdır. Şimdi kavramlar için, "freie
Schöpfungen des Geistes" yani zihnin serbest yaratıkları, demektedir
ve bunları acunun mantıksal yapısında kullanmak gereklidir, sözünü
katmaktadır.

2 3 - Bu tutarsızlığın açıklanmasını, Einstein'ın psikolojisinde ara­


mak gerek. H a t t a bu psikolojik temellendirme, aynı yazıda bulunmak­
tadır. Şöyle ki: Hume, demektedir, düşünceye büyük bir hizmette bu­
lundu, çünkü nedenselliğin eleştirisini yaptı ama aynı zamanda da
felsefede tehlikeli hatta kısır bir akımın yer almasına sebep oldu. Öyle
bir akım ki, deneyin çerçevesini aşan her şeyi "metafizik" diye yadsı­
maktadır. Einstein bu köklü anti-metafizik durumu, metafizik karşı­
sında bir türlü korku olarak yorumlamaktadır ve bu, demektedir, şim­
diki ampirik felsefenin bir hastalığıdır. Einstein'nın zihni, kurduğu
büyük teorilerle, astronomik boyutlar içinde hareket etmeğe alışmış.
Bunun kendisinde mutlakın metafiziği susuzluğunu doğurmuş olması,
bence hiç imkânsız değildir.

You might also like