Professional Documents
Culture Documents
MNA - Üsküdarlı Meşhurlar Ansiklopedisi
MNA - Üsküdarlı Meşhurlar Ansiklopedisi
ÜSKÜDAR BELEDİYESİ
Hakimiyeti Milliye Caddesi, Atlas Çıkmazı Numara 35
Üsküdar, İstanbul
T +90 (216) 531 30 00
F +90 (216) 531 32 25
www.uskudar.bel.tr
twitter.com/#!/uskudarbld
facebook.com/uskudarbld
flickr.com/photos/uskudarbelediyesi/
youtube.com/user/uskudarbelediyesi
İlim Heyeti
Prof. Dr. ABDULLAH UÇMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof. Dr. ABDÜLKADİR ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Yrd. Doç. Dr. ÂLİM KAHRAMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof. Dr. AZMİ BİLGİN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof. Dr. MEHMET İPŞİRLİ (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Prof. Dr. MUHİTTİN SERİN (Hat)
Prof. Dr. MUSTAFA UZUN (Türk ve İslâm Sanatları)
Yrd. Doç. Dr. NURİ ÖZCAN (Türk Mûsıkîsi)
Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE (İslâm Sanatları ve Mimarî)
Madde Yazarları
Prof. Dr. ABDULLAH UÇMAN; Prof. Dr. ABDÜLKADİR ÖZCAN; Arş. Gör. ALİ NACİ ÖZYALVAÇ; ALİ YÜCEL YÜRÜK;
Yrd. Doç. Dr. ÂLİM KAHRAMAN; Prof. Dr. AZMİ BİLGİN; BEŞİR AYVAZOĞLU; Prof. Dr. CEVDET KÜÇÜK;
Yrd. Doç. Dr. GÜLNUR DURAN ; Yrd. Doç. Dr. HÜSEYİN YORULMAZ; HÜSEYİN YÜRÜK; Prof. Dr. İSKENDER PALA;
Prof. Dr. İSMAİL E. ERÜNSAL; LALE UÇAN; M. BİROL ÜLKER; Prof. Dr. M. ORHAN OKAY; Prof. M. UĞUR DERMAN;
Prof. Dr. MEHMET İPŞİRLİ; Prof. Dr. MUHİTTİN SERİN; Doç. Dr. MUSTAFA L. BİLGE; Prof. Dr. MUSTAFA UZUN;
Dr. NECDET YILMAZ; Yrd. Doç. Dr. NURDAN ŞAFAK; Yrd. Doç. Dr. NURİ ÖZCAN; PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ;
Doç. Dr. SALİM AYDÜZ; Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE; SEYFETTİN ÜNLÜ; TALİP MERT (M/A).
Editör
Yrd. Doç. Dr. ÂLİM KAHRAMAN
İçindekiler
Yüzyıllar boyunca pek çok kişiyi bağrından çıkaran; taşıyan hayatların yaşandığı mekânlar olmuştur.
onlara mesken olan ve sonra tekrar bağrına alan Adı anılan semtlerde ömür sürmüş simaların belli
Üsküdar’ın tanınmış simalarını ortaya çıkarmak başlılarını, tanınmış Üsküdarlıların yer aldığı bu
için yola çıktığımızda, ilk yapılacak işin Üsküdar’ın eserde bulabileceksiniz.
sınırlarını belirlemek olduğunu gördük. Tarihî sınırlar
Haydarpaşa’dan Çengelköy’e kadar uzanmaktadır. Üsküdar’ın ünlüleri derken edebiyat ve kültür
Bugünkü belediye sınırları ise Küçüksu’ya ulaşıyor. adamları, ilim adamları, tasavvuf büyükleri, din
Tarihî Üsküdar’ı merkeze almakla beraber çalışma adamları, tarihçiler ve tarihî şahsiyetler, yöneticiler
alanımızı Boğaz’a doğru Anadoluhisarı’na; ve siyaset adamları, askerler, eğitimciler ile
Çamlıca’ya doğru Dudullu’ya kadar genişlettik. aralarında hattatlar, musikişinaslar, ressamlar,
mimarlar, ebru, tezhip ve minyatür ustalarının
Madde başı yapacağımız isimleri seçerken, hayatının bulunduğu sanatkârlar kastedilmiştir. Bunlara
tamamını bu beldede geçirmiş ve yine bu beldede çeşitli meslek gruplarına dâhil diğer isimler de
toprağa verilmiş olmayı tek şart kabul etmenin eklenmiştir. Böylece XV. yüzyıldan günümüze
mümkün olamayacağını gördük. Çünkü hayat “Üsküdarlı” tanımına girecek dört yüz kadar tanınmış
-en azından belli bir süreliğine de olsa- insanları şahsiyetin biyografisi alanın uzman akademisyen
doğdukları yerlerden uzaklaştırabiliyor. Üsküdar’da ve araştırmacıları tarafından hazırlanıp ansiklopedik
başlayan bir hayat başka semtlerde, şehirlerde, düzene uygun olarak elinizdeki eserde bir araya
hatta ülkelerde sürüp noktalanabiliyor. Bu gerçeği getirilmiştir. Biyografiler hazırlanırken ilgili şahsın
göz önünde bulundurarak “Üsküdarlı”lık için şu hayatı hakkında temel bilgiler; mesleği/sanatı
ölçüleri esas almaya karar verdik: Üsküdar doğumlu hakkında bilgi ve değerlendirmeler yanında
olmak, adı Üsküdar’la beraber anılmak; sonradan Üsküdar’la olan bağlarına değinen satırlar, hatta
Üsküdar’a gelip yerleşmek; belli bir süre burada bir paragrafların bulunmasına özen gösterilmiştir.
memuriyette bulunmak; Üsküdar hakkında önemli Bilgiyle beraber görüntü malzemesi de kullanılmış; o
bir eser ortaya koymak; Üsküdar’da medfun olmak… şahsın yaşadığı veya gömülü olduğu mekânlara veya
Üsküdar’da bıraktığı bir esere ait -çoğu bu kitap için
Bilindiği gibi, İstanbul’un en eski ve büyük çekilmiş- fotoğraflara; varsa şahsın kendi fotoğrafına
mezarlıklarından biri olan Karacaahmet, Üsküdar yer verilmiştir. Yine bazı şahsiyetlere ait anekdotlarla
sınırları içindedir. İstanbul’un başka semtlerinde şiir ve edebî metinler ilgili maddelerle yan yana
ömür sürmüş olsa bile ölümünden sonra bu veya arka arkaya verilerek geçmişte yaşanmış
mezarlıkta toprağa verilen çok sayıda kişi vardır. hayatlara pencereler açılmıştır. Hâlen Üsküdar’da
Onlar bir bakıma ebedî Üsküdarlılardır. Sadece ömür süren ve bu esere girebilecek özellikler taşıyan
Karacaahmet’te yatanlar için ansiklopedik ayrı bir çok sayıda değerli şahsiyet bulunmasına rağmen
çalışma yapılsa yeridir. Karacaahmet Mezarlığında tamamlanmamış hayatları gelecekte yapılacak
toprağa verilmiş birçok şahsiyet çalışmamız çalışmalara bırakma konusunda en başta aldığımız
kapsamına girdiyse de bu mezarlığa gömülmüş karara bağlı kaldık.
olanlar bunlarla sınırlı değildir elbette.
Mutlak mükemmellik iddiasının yersiz olacağı
Özellikle XIX. yüzyıldan itibaren Çamlıca gözde bir muhakkaktır. Taramalarla ortaya çıkarılan iki bine
mekân olmuştur. Başta devlet ricali olmak üzere, yakın isim arasından seçtiğimiz ve madde başı
birçok edebiyatçı, fikir adamı ve sanatçı daha çok yaptığımız şahıslara yenilerinin eklenmesi teklifleri
yaz aylarını buradaki köşklerde geçirmeyi tercih doğaldır. Gösterilen dikkat ve özene rağmen ilk defa
etmiş; bir kısmı Çamlıca’nın eteklerine tamamen hazırlanan böyle bir eserde gözden kaçmış bazı
yerleşmişlerdir. Beylerbeyi, zarif İstanbulluların eksik ve kusurlar da olabilir. Onlara da işaret eden
mekân tuttukları semtlerden biridir. Bu semtin yapıcı değerlendirmeler eserin yeni baskılarında göz
yerlileri kadar, başka semtlerden gelerek oradaki önünde bulundurulacaktır.
yalılarda yazı geçirenler veya hayatının bir
döneminde gelip bu semte yerleşenler de bir
hayli fazladır. Çengelköy, Kuzguncuk gibi semtler Yrd. Doç. Dr. Âlim Kahraman
de geçmişten bugüne kendine has bazı özellikler 11
Kısaltmalar Eser Kısaltmaları
a.e. Aynı eser Babinger (Üçok)
a.mlf. Aynı müellif Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri (çev.
bk. Bakınız Coşkun Üçok), Ankara 1982.
çev. Çeviri, çeviren Baraz, Beylerbeyi
der. Derleyen Mehmed Rebii Hatemi Baraz, Beylerbeyi : Teşrifat Meraklısı
Beyzade Takımının Oturduğu Bir Kibar Semt, I-II, İstanbul
DTCF Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
1994.
haz. Hazırlayan
İÜ İstanbul Üniversitesi BOA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İstanbul
Ktp. Kütüphane, kütüphanesi
nr. Numara Danişmend, Kronoloji
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,
nşr. Neşreden (Tahkik eden)
I-IV; V: Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri, İstanbul 1971-72.
ö. Ölümü, ölüm tarihi
SÜ Selçuk Üniversitesi DBİst.A
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I-VIII, İstanbul
sy. Sayı 1993-95.
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
Devhatü’l-meşâyih
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
Ahmed Rifat Efendi, Devhatü’l-meşâyih maa zeyl, İstanbul,
tef. Tefrika ts. İstanbul 1978.
TRT Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
DİA
TTK Türk Tarih Kurumu Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988 –
ts. Tarihsiz
EI2 (Fr.)
tür.yer. Türlü yerde, birçok yerde
Encyclopédie de l’Islam (nouvelle édition), Leiden 1954
TY Türkçe Yazmalar –2002.
vd. Ve devamı
EI2 (İng.)
v.dğr. Ve diğerleri The Encyclopaedia of Islam (new edition), Leiden 1954-
yay. Yayımlayan, Yayın 2002.
yy. Yüzyıl Gövsa, Türk Meşhurları
İbrahim Alâeddin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi,
İstanbul, ts. [1946].
Hadîkatü’l-vüzerâ
Osmanzâde Ahmed Tâib, Hadîkatü’l-vüzerâ, İstanbul 1271
Freiburg 1969 (zeyilleri ile beraber).
Haskan, YBÜ
Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, I-III,
İstanbul 2001.
Hediyyetü’l-ârifîn
Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn esmâü’l-müellifîn ve
âsârü’l-musannifîn, I (nşr. Kilisli Muallim Rifat – İbnülemin
Mahmud Kemal); II (nşr. İbnülemin Mahmud Kemal – Avni
Aktuç), İstanbul 1951-55 Tahran 1387/1967.
12
Hüseyin Vassâf, Sefîne TBEA
Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr, I-V, Süleymaniye Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, I-II,
Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2305-2309. İstanbul 2001.
İA TDEA
İslâm Ansiklopedisi, I-XIII, İstanbul 1940-88. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1976 –1998.
İbnülemin, SATŞ TOEM
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, I-XII, Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, İstanbul 1910-23.
İstanbul 1930-42.
TTK Belleten
İbnülemin, Son Sadrıazamlar Türk Tarih Kurumu Belleten, Ankara 1937
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son
Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı
Sadrıazamlar, I-XII (I-IV), İstanbul 1940-53.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye
İlmiyye Salnâmesi Teşkilâtı, Ankara 1965.
İlmiyye Salnâmesi, İstanbul 1334.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi
İst.A İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I-IV, Ankara 1947-
İstanbul Ansiklopedisi, I-XI, İstanbul 1958-74. 59.
İŞSA Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı
İstanbul Şeriyye Sicilleri Arşivi. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı,
Ankara 1945.
Konyalı, Üsküdar Tarihi
İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Üsküdar YYOA
Tarihi, I-II, İstanbul 1976-77. Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, I-II,
İstanbul 1999.
Müstakimzâde, Tuhfe
Süleyman Sâdeddin Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn (nşr.
İbnülemin Mahmud Kemal), İstanbul 1928.
Osmanlı Müellifleri
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul
1333-42 Heppenheim-Bergstrasse 1971.
Râşid, Târih
Râşid Mehmed Efendi, Târih, I-V, İstanbul 1282.
SF
Servet-i Fünûn, İstanbul 1891-1928; 1929-43 (yeni
harflerle).
Sicill-i Osmânî
Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-16
Heppenheim-Bergstrasse 1971.
Subhî, Târih
Subhî Mehmed, Târih, İstanbul 1198.
Suyolcuzâde, Devhatü’l-küttâb
Suyolcuzâde Mehmed Necîb, Devhatü’l-küttâb (nşr. Kilisli
Muallim Rifat), İstanbul 1942.
Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe)
Şem‘dânîzâde Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi: Müri’t-
tevârîh (nşr. Münir Aktepe), I-III, İstanbul 1976-81.
TA
Türk Ansiklopedisi, I-XXXIII, Ankara 1943-86.
13
A
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
ABDULLAH AĞA
(ö. 1591)
ABDULLAH B. İBRAHİM,
RODOSÎZÂDE, ÜSKÜDÂRÎ
(ö. 1116/1704?)
yanca ve Fransızca biliyordu. Özellikle tıp ala- şında asıl önemli eseri Devhatü’l-meşâyih’a yaptı-
nında yaptığı tercümelerle Batı’daki hekimlik ğı zeyildir.
çalışmalarını tanıttı. Herman Boarhaave’nin Kaynakça: Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Devhatü’l-
Aphorismi de Cognoscendis et Curandis Morbis in Meşâ-yih (ed. Barbara Kellner-Heinkele), Wiesbaden 2005,
I-II; Sicill-i Osmânî, III, 340; Osmanlı Müellifleri, I, 125-126.
Usum Doctrinae Domesticae Digesti adlı eserini Kı-
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
taâtü nekâve fî tercemeti kelimâtı Boerhâve; Ali b.
Muhammed eş-Şerif el-Bekri’nin astrolojiye dair
Burhânü’l-kifâye’sini Terceme-i Burhânü’l kifâye ve ABDÜLFETTAH EFENDİ
(1815-1896)
Alâeddin Alişah b. Kâsım el-Hârizmî’nin astro-
Ünlü Osmanlı hattatı.
lojiye dair Eşcâr ü Esmâr’ını Terceme-i Eşcâr ü Es-
mâr adıyla tercüme etti; Türk hekimlik tarihinin Sakız Adası’nda doğdu. Rum asıllıdır. Çocuk-
önemli simaları arasında yer aldı. luğunda Serasker Hüsrev Paşa tarafından satın
“Aziz” mahlası ile yazdığı Türkçe ve Fars- alınarak İstanbul’a getirilmiştir. Müslüman ol-
ça şiirlerinden meydana gelen mürettep divanı duktan sonra Hüsrev Paşa’nın dairesinde çok
ve besteleriyle edebiyat ve mûsıkî sahasındaki
kudretini ortaya koymuş, günümüze altı bestesi-
nin notası ulaşmıştır. İçerisinde makam ve usul
bilgilerinin de yer aldığı “Mecmûatü’l-letâif san-
dûkatü’l-maârif ” adlı Güfte Mecmuasını kaleme
aldı (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, TY, nr.
3866).
Kaynakça: Osman Şevki [Uludağ], Beşbuçuk Asırlık Türk Ta-
babet Tarihi, İstanbul 1341, s. 164-165, 178; Suphi Ezgi, Na-
zari-Ameli Türk Mûsıkîsi, İstanbul 1935-1940, II, 21-23; IV
122-123; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul, ts., II,
629-631; Veli Behçet Kurdoğlu, Şair Tabibler, İstanbul 1967, s.
224-227; Haydar Sanal, Mehter Mûsıkîsi, İstanbul 1964, s. 39-
40, 43-44; Ayşegül Demirhan Erdemir - Nuri Özcan, “Abdüla-
ziz Efendi, Hekimbaşı”, DİA, I, 190-191.
➢ NURİ ÖZCAN
Abdülfettah
Efendi’nin
bir levhası
iyi bir öğrenim ve terbiye görerek yetişti. Arap- natında da özellikle sülüs, celi ve ta’lik yazılarda
ça, Farsça, matematik ve geometri gibi gerekli ortaya koyduğu eserlerle bütün hattatlar tarafın-
ilimleri öğrendi. Bu arada Hâfız Mustafa Şakir dan beğenilmiş bir Osmanlı hattatıdır. İstanbul
Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşk ederek camileri ile Bursa Ulu Camii’nde büyük bir hay-
1832’de icazet aldı. Ta’lik hattını (nesta’lik) Yesâ- ranlıkla neşredilen çok güzel celi yazıları vardır.
rizâde Mustafa İzzet Efendi’den öğrendi, 1847’de Bursa’da meydana gelen depremden sonra
meşkini başarıyla tamamlayarak icazet aldı. Ulu Camii’nin harap olan duvar yazılarını Şefik
1831’de Hüsrev Paşa’nın özel kâtibi, sıbyan Bey ile beraber elden geçirmiş, yeni eserler yaz-
alayı ve tabur kâtiplerine yazı hocası olarak görev mıştır. Kastamonu Şaban-ı Veli türbesi yazıları
aldı. Paşanın sadrazam olması üzerine sadaret da Abdülfettah Efendi’nin hat sanatında gücü-
kalemine, Eyüp ve Şehzade Mehmed camilerinin nü gösteren örnek eserlerindendir. Ayrıca çeşitli
vakıf kaymakamlığına tayin edildi. Daha sonra müze ve özel koleksiyonlarda güzel levhaları bu-
Sivas, Amasya ve Aydın’da Evkaf müdürlüğü, lunmaktadır.
Saruhan ve Kastamonu mal müdürlüğü görevle- Kaynakça: İbnülemin, Son Hattatlar, İstanbul 1955, s. 24; M.
rinde bulundu. 1857’de madenî para kalıplarını Uğur Derman, Sakıp Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonundan Seç-
meler, İstanbul 2002, s. 162.
hazırlayanların reisi (sersikkeken) olarak tayin
➢ MUHİTTİN SERİN
edildi. 1860’ta filigran yapımını öğrenmek üze-
re Viyana ve Paris’e gönderildi. Osmanlı Devle-
ti’nde yaptığı üst düzey başarılı hizmetlerinden ABDÜLHAK MİHRÜNNİSA
(1864-1943)
dolayı nişanlarla ödüllendirildi.
16 Ekim 1896’da Vaniköy’de vefat eden Ab- Şair; uzun yıllar ailesinin Çamlıca’daki
dülfettah Efendi’nin cenazesi, Sultan Mahmud köşkünde yaşamıştır.
Türbesi haziresine defnedildi. Bebek’te doğdu (1281/1864). Babası, tarih-
Başarılı devlet hizmetlerinin yanında hat sa- çi Hayrullah Efendi’dir. Şair Abdülhak Hâmid 19
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ABDÜLHAK MOLLA, HEKİMBAŞI
Abdülhak Mihrünnisa
› Hekimbaşı Abdülhak Molla
ağabeyidir. Babası Tahran’daki görevi sırasında hekimbaşısı ve Tıbhâne-i Âmire’ye nâzır oldu.
öldüğünde çok küçüktü. Evde ve Atpazarı İnâs Nihayet ağabeyinin vefatıyla onun yerine hekim-
Rüştiyesi’nde başlayan eğitimi Hoca Tahsin başı tayin edildi (1834). 1847’ye kadar iki defa
Efendi’den aldığı özel derslerle devam etti. Bir azledilip tekrar aynı görevine getirdi. Aralarda
Fransız matmazelden Fransızca okudu. Yirmi Tıbhane nazırlığı ve Rumeli kazaskerliği yaptı.
yaşındayken Keçecizâde Fuad Paşa’nın torunu II. Mahmud’un nedimliğini de yapan (1836) Ab-
Mustafa Hikmet Bey’le evlendi, bir oğlu ve kü- dülhak Molla İstanbul Bebek’teki yalısında vefat
çük yaşta vefat eden bir kızları doğdu. Ancak etti ve II. Mahmud Türbesi haziresine gömüldü.
mutlu olamayıp ayrıldı. 1943’te vefat etti. Tıbbiye mektebinin açılması ve modern anlamda
Bir kısmını Hazîne-i Evrak, Servet-i Fünûn gibi kurulmasında, salgın hastalıklara karşı etkin ön-
dönemin dergilerinde yayımladığı şiirlerinde lemler alınmasında, anatomi derslerinin cesetler
ağabeyinin etkisi altında kaldığı görülür. Şiirleri üzerinde uygulamalı olarak yapılmasında rolü
sonradan Burhan Bozgeyik tarafından derlen- olduğu gibi eczacılıkla da uğraşmış, halk ilaçları
diyse de kitap halinde yayımlanmamıştır. üzerinde çalışmalar yapmıştır.
Kaynakça: İbnülemin, SATŞ, III, 962-966. Şairliği de olan Abdülhak Molla’nın şiirleri
➢ ÂLİM KAHRAMAN bir divan halinde bir araya getirilmemiştir. He-
kimbaşılığı sırasında sarayda ecza dolabının üze-
ABDÜLHAK MOLLA, HEKİMBAŞI rine yazdığı söylenen “Ne ararsan bulunur derde
(1786-1854)
devadan gayrı” dizesi ünlüdür.
Çamlıca’da köşkleri bulunan ünlü II. Mahmud’un 1828 Rus Savaşı sebebiyle
hekimbaşı. Rami Kışlası’nda oturduğu 582 günün hatırala-
İstanbul’da doğdu (1786). Babası Mehmed Emin rından oluşan Târîh-i Livâ ve yine II. Mahmud’un
Şükûhi Efendi, annesi Nefise Hanım’dır. Üç ne- ölümüne sebep olan hastalığı ile ilgili gözlemle-
sil hekimbaşı yetiştirmiş bir aileden gelmektedir. rinden oluşan Rûznâme adlı eserleri bulunmak-
Özel olarak aldığı ilk eğitiminden sonra Süley- tadır.
maniye medreselerinde tabii ve dini ilimler tah- Sultan Mahmud’un hastalığı sırasında padi-
sil etti (1801). Aynı yerde Tıp Medresesi’ni bitirip şahla beraber Büyük Çamlıca’ya çıkmıştır. Tepe-
müderris ve hekim oldu. Çeşitli rütbelerle bazı nin eteklerinde, Yusuf İzzettin Efendi Köşkü’nün
medreselere tayin edildi. Eski Saray’a hekimbaşı, yanında ve bir bağın ortasında köşkü vardı. Bu-
bir yıllık Keşan sürgünlüğünün ardından sıra- rada çiçek yanında çeşitli meyveler de yetiştir-
20 sıyla Yeni Saray’da hassa hekimi, asâkir-i hassa miştir. Ayrıca Küçük Çamlıca’da bir köşkü daha
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDÜLHAMİD II A
ABDÜLHAMİD II
(1842-1918)
re’nin teşebbüsüyle toplanan Londra Konferansı, olaylar, II. Abdülhamid’in zaten karakterinde
Ruslar’ın tekliflerini kapsayan Londra Protoko- var olan şüpheciliğini daha da arttırdı. Bilhas-
lü’nü 31 Mart 1877’de imzalayarak, kabul edil- sa büyük devletlerin çeşitli şekillerde Osmanlı
mesi için 3 Nisan 1877’de Bâbıâli’ye sundu. Ağır devlet adamlarını elde ederek politikalarını bu
hükümler taşıyan bu protokol, padişahın isteğiy- yolla yürütmeleri, padişahı tedbirli olmaya sevk
le Meclis’te görüşülerek reddedildi. Durum 12 etti. Bâbıâli’ye güvenmediği için, Gazi Osman
Nisan 1877’de hükûmet tarafından Batılı devlet- Paşa ve Cevdet Paşa gibi muhafazakâr ve dürüst
lere bildirildi. Rusya, 24 Nisan 1877’de Osmanlı bazı devlet adamlarının da destek ve teşvikiyle,
Devleti’ne resmen savaş ilân etti. 3 Mart 1878’de devlet idaresini yavaş yavaş tekeline alarak Yıl-
Rusya ile Ayastefanos Antlaşması imzalandı. dız Sarayı’nda topladı. Kuvvetli bir hafiye teşki-
İngiltere, Paris Antlaşması’nı ihlâl ettiği iddi- latı kurdu.
asıyla Ayastefanos Antlaşması’nın milletlerarası İslâm dünyası ile bağlarını güçlendirmeye
bir konferansta gözden geçirilmesini istedi. İn- çalışan ve bunu temel bir siyaset haline getiren
giltere Rusya ile gizlice anlaştı. Osmanlı İmpa- Abdülhamid, Almanya’dan aldığı malî destek-
ratorluğu, 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin le, 1888’de Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattını
Antlaşması ile pek çok toprak kaybetti. Ankara’ya kadar uzatmaya teşebbüs etti. Dün-
Abdülhamid, milletlerarası politikada dev- yadaki politik gelişmeleri yakından takip etmek
letin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü savun- üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu. Tür- 21
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
II. Abdülhamid’in son yıllarını geçirdiği Beylerbeyi Sarayı
kiye ile ilgili bütün dünyada çıkan yazılar ve dış çıkar yolun meşrutiyet olduğuna inanıyorlardı.
temsilciliklerden padişaha gelen raporlar burada İttihat ve Terakki Komitesi’nin başı çektiği bu
toplanır ve değerlendirilirdi. Dış tehlikeler kar- harekette Türk aydınları Ermeni, Rum, Bulgar ve
şısında devletin tabii dayanağı olarak gördüğü Arap gibi çeşitli unsurlara mensup komitacılarla
müslüman tebaaya öncelik verme siyasetini be- ‘’ittihâd-ı anâsır’’ fikri etrafında anlaştılar. Kom-
nimsedi. şu devletlerin yeni bir müdahaleye hazırlanma-
Eğitim, ulaşım, bayındırlık, sağlık, tarım ala- ları üzerine Makedonya’da bir araya gelmiş olan
nında da önemli adımlar atıldı. Tıbbiyede öğre- bazı Türk subayları padişahı Kanûn-ı Esâsî’yi
tim dili Fransızca’dan Türkçe’ye çevrildi. Hay- ilân etmeye zorladılar. II. Abdülhamid, 23 Tem-
darpaşa Tıbbiyesi ve kendi parasıyla yaptırdığı muz 1908’de anayasayı tekrar yürürlüğe koydu-
Şişli Etfal Hastahanesi ile bir kısım masraflarını ğunu ilân etti. II. Meşrutiyet adı verilen bu olay,
kesesinden karşıladığı Dârülaceze onun sağlık beklenenin aksine imparatorluğun dağılmasını
ve sosyal yardım alanlarında attığı önemli adım- daha da hızlandırdı.
lardır. II. Meşrutiyet’in ilk seçimleri Türkler’le Türk
Malî darlık yüzünden yer yer patlak veren olmayanların mücadelesi şeklinde geçti. İşin
iç ayaklanmalar, yeni muhtariyet istekleri, dış içine birtakım dış müdahaleler de karıştı. Türk
politikada karşılaşılan güçlükler, devletin işleyi- cephesini, orduya dayanan, devlet ve hükûme-
şindeki aksaklıklardan doğrudan etkilenen genç te hâkim olan İttihat ve Terakki Komitesi ile
memur ve subaylar arasında tepki uyandırdı ve ademi merkeziyetçi Ahrar Fırkası temsil etti.
zamanla gizli bir muhalefet cephesi oluştu. Dev- Öteki unsur içinde de en şiddetli mücadeleyi,
rin aydınları imparatorluğun kurtuluşu için tek Yunanistan’ın telkinleri ve Fener Patrikhane-
23
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ABDÜLHAMİD II
ABDÜLHAY EFENDİ
(ö. 1117/1705)
İstanbul’a döndü ve Dârülmuallimât’ta pedagoji İlk eserlerinde daha çok kadın psikolojisi,
dersleri vermeye başladı (1909). Bu sırada kale- aşk ve mutsuzlukla sonuçlanan evlilikleri konu
me aldığı eserlerinde daha çok kadınların ve ço- edinen Halide Edip’in, özellikle Millî Mücadele
cukların eğitimi konusu üzerinde durdu. 1911’de yıllarında Anadolu insanı ve Anadolu gerçeğini
eşinden ayrıldı. Aynı yıl kadınların da toplum tanımasından sonra yazdığı eserlerde memleke-
hayatına doğrudan doğruya katılmaları amacıy- tin o günkü çeşitli sosyal meselelerine eğildiği
la Teâlî-i Nisvan Cemiyeti’ni kurdu; ayrıca Türk görülür. Yazarın hemen hemen bütün eserlerin-
Ocağı’nın faaliyetlerine etkin biçimde katıldı. de kadın kahramanların daima ön planda geldi-
Eğitim çalışmalarına I. Dünya Savaşı yıllarında ği ve zaman zaman kendi şahsî hayatından izler
bir süre Suriye’de devam etti. taşıdığı da anlaşılır. Halide Edip’in sanatının en
1917’de Dr. Adnan Bey (Adıvar) ile evlendi. dikkati çeken tarafı, kadın psikolojisini son de-
1918’de, Batı Edebiyatı dersleri vermek üzere rece başarılı bir şekilde ele alması ve tahlil etme-
Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne tayin edildi. sinden gelir.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan ordusu tarafın- Genç kızlık ve evlilik yıllarının bir kısmını
dan işgali üzerine İstanbul’da Fatih, Üsküdar ve Üsküdar’da Sultantepesi’nde geçiren Halide Edip,
Sultanahmet’te düzenlenen protesto mitingleri- özellikle Mor Salkımlı Ev adlı hâtıratı ile Sinekli
ne konuşmacı olarak katıldı. Özellikle Sultanah- Bakkal romanında bu semtin tabiî güzellikleriy-
met Mitingi’nde yaptığı konuşmasıyla halkın gö- le birlikte komşular arasındaki insanî ilişkileri,
zünde millî bir kahraman haline geldi. 16 Mart Ramazan geceleri, mevlit merasimleri, Hıdırel-
1920’de İstanbul’un işgali üzerine eşiyle birlikte lez şenliklerini, Üsküdar çarşısındaki kukla ve
Anadolu’ya geçerek fiilen Millî Mücadele’ye ka- karagöz oynatıcılarıyla yaşanan renkli hayatı bü-
tıldı. Sakarya Savaşı’ndan sonra cephe gerisinde tün ayrıntılarıyla anlatmıştır. Halide Edip, aynı
hastabakıcılık ve tercümanlık yaptı. Savaştan zamanda, Sultanahmet Mitingi’nde yaptığı ko-
sonra Yunanlılar’ın Batı Anadolu’dan kaçarken nuşmadan dolayı İngilizler tarafından Malta’ya
yakıp yıktıkları köy ve kasabalarda zulme uğra- sürülmek üzere aranırken, birkaç gün eşiyle bir-
yan halkın durumunu yerinde tespit etmek üze- likte Üsküdar Sultantepesi’ndeki Özbekler Der-
re kurulan Tedkik-i Mezâlim Komisyonu’nda gâhı’nda saklanmış, bir süre sonra Millî Mücade-
Yakup Kadri ve Yusuf Akçura ile birlikte çalış- le’ye katılmak üzere dergâhtakilerin yardımıyla
tı. Millî Mücadele’deki hizmetlerinden dolayı yine buradan gizlice yola çıkmıştır.
TBMM tarafından kendisine önce onbaşı, daha Bütünüyle II. Abdülhamid devrinin bir nevi
sonra başçavuş rütbesi verildi. panoraması mahiyetindeki Sinekli Bakkal (1935)
Cumhuriyet’ten sonra, kurucuları arasında romanıyla 1942 yılı CHP Roman Mükâfatı’nda
eşi Adnan Bey’in de bulunduğu Terakkîperver birincilik kazanan Halide Edip’in diğer bazı eser-
Cumhuriyet Fırkası’nın kısa bir süre sonra ka- leri şunlardır: Yeni Turan (1913), Handan (1915),
patılması ve bazı konularda Mustafa Kemal’le Mev’ud Hüküm (1917), Ateşten Gömlek (1922),
fikir ayrılığına düşmesi üzerine, eşiyle birlikte İzmir’den Bursa’ya (Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve
Türkiye’den ayrıldı (1925). Yurt dışında İngiltere, Mehmed Âsım ile, 1922), Vurun Kahpeye (1926),
Fransa, Amerika ve Hindistan’da çeşitli konfe- Tatarcık (1939), Türkiye’de Şark, Garp ve Ameri-
ranslar ve bazı üniversitelerde dersler verdi. Ata- kan Tesirleri (1955), Âkile Hanım Sokağı (1958),
türk’ün ölümünden sonra yurda döndü (1939). Mor Salkımlı Ev (1958), Türk’ün Ateşle İmtihanı
Ertesi yıl profesör unvanı verilerek İstanbul Ede- (1962), Kubbede Kalan Hoş Sadâ (1974).
biyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bö- Kaynakça: Aytekin Yakar, Türk Romanında Millî Mücadele,
lümü’nü kurmakla görevlendirildi. Bu görevini Ankara 1973; Nazan Güntürkün, Halide Edip ile Adım Adım,
Ankara 1974; İnci Enginün, Halide Edip’in Eserlerinde Doğu-
1950’ye kadar sürdürdü. 1950-1954 yılları ara- Batı Meselesi, İstanbul 1978; Berna Moran, Türk Romanına
sında Demokrat Parti listesinden bağımsız İzmir Eleştirel Bir Bakış, İstanbul 1983, I, 129-150; İpek Çalışlar, Ha-
lide Edip-Biyografisine Sığmayan Kadın, İstanbul 2010.
milletvekili olarak parlamentoda görev yaptı.
➢ ABDULLAH UÇMAN
9 Ocak 1964’te vefat etti. Mezarı Merkezefendi
Kabristanı’ndadır. 29
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ABDURRAHMAN NESİP DEDE
30
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN NESİP DEDE A
Birincisi Selimiye’de İbrahim Paşa konağının ya selâmlık yahut da harem tarafıdır. Arkası Karacaahmet
mezarlığı ile karşı karşıya, yüzü ve yanı İstanbul’un gökte yükselen binlerce minaresine bakar. Yarısında
sahipleri oturur, fakat bizim taraf da Beşiktaş’taki evimiz kadar büyük. Yanında ve arkasında, bilhassa gül
ağaçları bol, bakımsız fakat geniş bir bahçesi vardır. Mahallesi zamanla kararmış, yıkılmaya yüz tutmuş
kocaman ahşap konaklar ve evlerle dolu idi. Anlaşılan sahipleri vaktiyle sadrazam, nâzır herhalde daha
çok eski devrin ekâbiri imişler. O ev artık yanmıştır. Fakat oradan geçerken eski bir ahbaba bakar gibi
gözlerim daima oraya dalar. Gül ağaçlarından başka bir hayli gölgelik büyük ağaçları da vardı. Bilhassa
Mahmûre Abla’nın tâ tepesine tırmandığı, göz-lerimi çevirdiğim zaman başımı döndüren dalları göğe
yapışmış gibi duran bir ceviz ağacı da vardı.
(...)
Havva hanım bir gün bizi Haydarpaşa’daki Abdürrezzak tiyatrosuna götürdü. Türk tulûatçılığının en bü-
yük yıldızı olan bu sanatkârı hattâ tiyatroyu ömrümde ilk defa gördüm. Abdürrezzak, Avrupa’nın açık
hava tiyatrolarına muadil olan orta oyunu, yani yerli sahnenin mahsulü idi. Bunlar memleketin muhtelif
sınıf, millet ve fertlerine, içtimai rezaletlerine, siyasî aksaklıklara dair açık ve imâlı hicviyeler ve tenkitlere
dayanırdı.
(...)
Üsküdar’da kısa bir müddet için birkaç ev değiştirdikten sonra nihayet sahilde Şemsi Paşa karakolunun
yanında, Şemsi Paşa yalısı denilen büyük bir evin yarısına taşındık. Yanında ve arkasında yemiş ağaçları
ile dolu geniş bir bahçesi vardı. Önümüzdeki kumlara dikili sırıklara bağlı iplere bin bir renk-li yazmalar
asılırdı. Taşları, kumları akşam güneşinde pırıl pırıl yanan bu kıyıya beyaz köpüklü dalgalar, havaya göre
ağır ve hırçın bir ahenkle vururlar, hepsi birden emsalsiz bir hareket, renk ve ses ahengi yaratırlardı. Kız
Kulesi yalının hemen yüz metre ötesinde idi. Ahmet Ağa’ya, uzun müddet vırıldadıktan sonra nihayet
adamcağızı beni bir kayığa bindirerek oraya götürmeye mecbur ettim. İçini görünce alelade bir fener kule-
si ile karşılaşmıştım. Lalama ve bekçilere Bizans prenseslerinin buranın neresinde oturduklarını sordum.
Fakat hiçbiri bu içimi yakan tecessüsü gideremedi.
(...)
Şemsi Paşa’daki evde Ahmet Ağa artık kahramanlık hikâyelerini tüketmiş aşk hikâyelerine başlamıştı. On-
lar da acem basması idi. Ekseri ben sabahları deniz kenarında otururur peynir, ekmek ve kavun yerken o
okur, ben dinlerdim. Bu sarı acem basmasında bugünün sürrealistlerini hatırlatan resimler de vardı.
(...)
O evde, Ramazan gecelerinde Ahmet ağa beni Karagöz’e de götürürdü. Üsküdar çarşısında büyük bir kah-
vede oynarlardı. Sokakları kalabalık kız erkek alay alay çocuk hatta büyükler kahvenin bahçesine dalarlar-
dı. Sinekli Bakkal’daki kız Tevfik bu akşamların bende bıraktığı intibahtan bir hayli şey almıştır. Kahveye
seyirciler için birer iskele konur, orta yerde küçük beyaz bir perde, üstünde acayip bir ejderha resmi dolaşır
arkasında esrarlı bir vızıltı işitilir. Küçük seyirciler ayaklarını yere vurarak “Başlar mısın, başlayalım mı?”
diye bağırır dururlardı. Nihayet teflerin çalınması ve perde arkasından gelen bir şarkı seyirci alayını teskin
eder ve sonra da oyun başlardı.
(...)
İcadiye’ye gidişimizin asıl sebebi babamın beni Amerikan Koleji’ne vermek istemesinden ileri geliyordu.
Babam ben yedi yaşında iken koleje müracaat etmiş ve benim orada kalıp büyümem için her türlü ısrarı
yapmıştı. Fakat reddederek on bir yaşından evvel talebe almayacaklarını söylemişlerdi. Niha-yet İcadiye’de
babam bana yeni bir nüfus kâğıdı çıkartarak yaşımı büyütmüş ve koleje yazdırmıştı. Fakat bu yaş büyütme
hareketini bilen kolejin başındaki doktor Patrick bu kadar küçük bir kız çocuğu geceli olarak alamayacak-
larında ısrar etmişti.
Bu ilk koleje gittiğim seneye ait intibahlarım çok sarih değildi. Sınıf arkadaşlarımın en küçüğü idim.
Bana yukarıdan bakıyorlardı. Ben korkunç bir yalnızlık ve çekingenlik içinde kıvranıyordum. İngilizce’yi
hayli çabuk öğrendim, çünkü kolejde o devirde başka dil konuşulmazdı. Fakat İngilizce’ye alâkamın se-
bebi, babamın yakın dostu olan ve o zaman Türk bahriyesinde bulunan Woods Paşa’nın benim için seçip
gönderdiği hikâyelerdir.
(Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev’den) 31
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ÂDİLE NÂŞİT
ÂDİLE SULTAN
(1826-1899)
Adile Sultan
Sarayı, Kandilli
Koşuyolu-Altunizade arasında bulunan Âdile büyük yankı uyandırmıştır. Daha sonra kazâ
Sultan Kasrı, Kadıköy ile Üsküdar arası Altuni- mesleğine sülûk eden Abdülhalim Efendi Bursa,
zade civarında İsmail Paşa mahallesi koruluğun- Edirne ve İstanbul kadılıklarında bulundu; ar-
da yaptırıldığı bildirilen Âdile Sultan Namazgâhı dından iki defa Anadolu ve 1601 yılında Rumeli
bunlardan bazılarıdır. Kandilli Kız Lisesi’nin bir kazaskeri oldu. Ünlü Şekāik Tercümesi müzeyyili
bölümünü oluşturan bir diğer yapı ise Âdile Sul- Nev‘îzâde Atâî Abdülhalim Efendi’den mülazım
tan Sarayı’dır. olmuş ve bununla iftihar etmiştir. 1604 yılında
Kaynakça: Hikmet Özdemir, Âdile Sultan Divanı, Ankara ölen Ahîzâde’nin vefatına “irtehale’l-ulûm bi-
1996; Osmanlıdan Günümüze Kadın Şairler Antolojisi, (der. Be- ba’de’l-Halîm” mısraıyla tarih düşürülmüştür.
dirhan Tamsöz), Ankara 1994, s. 52-56; Çağatay Uluçay, Padi-
şahların Kadınları ve Kızları, Ankara, 1980, s. 135-138; Necdet Abdülhalim Efendi’nin Hidâye’ye şerhleri,
Sakaoğu, “Adile Sultan” YYOA, I, 80-81. Miftâh şerhlerine ta’likatları vardır. Ayrıca Câ-
➢ AZMİ BİLGİN miü’l-fusûleyn, Dürer ü Gurer, Eşbah ve Nezâir’in
hâmişlerine her biri birer kitap değerinde ha-
AHÎZÂDE ABDÜLHALİM EFENDİ şiyeler kaleme almıştır. Tefsire dair yazıları da
(1556-1604) olan Ahîzâde mütalaa ettiği ilmî kitapların ke-
Üsküdar Nurbânû Sultan Medresesi narlarına pek değerli ta’likatlarda bulunmuştur.
müderrislerinden; şair ve hattat. Özellikle kaleme aldığı vakıfnâmeler, şer`î hüc-
İstanbul’da dünyaya geldi (1556). Kazasker cetler ve temessükâtlar daha sonra âdeta düstû-
Ahîzâde Mehmed Efendi’nin büyük oğludur. İyi rü’l-amel olmuştur. Bunların dışında Şevâhidü’n-
bir eğitim gördü ve Fuzayl el-Cemalî ve Ebus- Nübüvve’yi tercüme etmiş olan Ahîzâde şiirle de
suud efendilerin derslerine katıldı. Bu arada hat meşgul olmuş, yazdığı şiirlerde Halîmî mahlasını
dersleri aldı. Mezun olduktan sonra sırasıyla kullanmıştır.
Yeni İbrahim, Kasım Paşa, Yeni Ali Paşa, Şah Sul- Kaynakça: Muhibbî, Hulâsatü’l-eser (nşr. Mustafa Vehbî), Ka-
hire 1284, II, 319-322; Osmanlı Müellifleri, I, 228; Nev‘îzâde
tan, Hankah, Haseki, Sahn-ı Seman ve Şehzâde Atâî, Zeyl-i Şekāik (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s.
medreselerinde müderrislik yaptı. Üsküdar’daki 495-497; Hasan Güleç, “Ahîzâde Abdülhalim Efendi”, DİA, I,
Atik Valide Medresesi’ndeki görevini 1590-1591 548.
rulunca komedi tatbikat muallimi oldu. I. Dünya Osmanlı’da, ilk blok dekor düzenini Bursa Ti-
Savaşı yıllarında işleri bozuldu. Muhsin Ertuğ- yatrosu’nda o gerçekleştirmiştir. Sahne yapımı,
rul’un kurduğu Sahne-i Edebî’de yer aldı (1918). tasarımı ve giysi çizimleriyle uğraştı. Tiyatro
Bazen sahneye çıktı, bazen de film çevirdi. Hü- yapılarının kurulumunda emeği geçti. Türk ti-
seyin Rahmi’nin Mürebbiye ve Yusuf Ziya’nın yatrosunun kuruluş ve gelişim evrelerinde canlı
Binnaz isimli piyeslerini filme aldı (1919). Sahne bir tanık olarak yaşadıklarını kaleme aldı. Anı-
hayatının ellinci yılı dolayısıyla bir jübile düzen- ları Vakit gazetesinde “Sahnede Elli Sene” adıyla
lendi (1926). tefrika edildi (1926), kitap olarak ise Tercüman
Langa’daki evinde vefat etti (2 Ağustos 1930). 1001 Temel Eser dizisinde yayımlandı (1977).
Cenazesi Dârülbedâyi tarafından düzenlenen Kaynakça: Metin And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu – Gelişimi
cenaze töreni sonrasında Büyükada’da Tepeköyü – Katkısı, İstanbul 1976, s. 219-229; Burhan Felek, Hayal Bel-
de Üsküdar, İstanbul 1987, s. 175; Hafi Kadri Alpman, Ahmet
Mezarlığı’na defnedildi. Fehim Bey’in Hatıraları, İstanbul 1977, tür.yer.; Münif Fehim,
Ahmed Fehim aynı zamanda iyi bir ressam “Ahmed Fehim”, Perde ve Sanat, nr. 11, İstanbul 1941, s. 8-9;
Refik Ahmet Sevengil, Türk Tiyatrosu Tarihi: Tanzimat Tiyatro-
ve hattattı. Burhan Felek anılarında Ahmed Fe-
su, İstanbul 1961, III, 248-252; Mahmud Yesari, “Ahmed Fehim
him’in bir fotoğraf meraklısı olduğundan, tek Efendi”, İst.A, I, 365.
camlı bir fotoğraf makinesi yaptığından ve bu- ➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK 37
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A AHMED FERİD EFENDİ
ve Boğdan’ı istila eden Rusya’ya karşı izlenecek kurucuları arasında yer aldı. Meclis-i Mebusân’a
siyaseti de Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Pa- İstanbul mebusu olarak girdi (1919). Hukuk ve
şa’ya bir takrir halinde takdim etmiştir. Ahmed siyaset alanında Berlin Kongresi’nin Diplomasi
Resmî Efendi bunlardan başka Arapça’dan bir Tarihine Bir Nazar (1911), Hukuk-ı Düvel Dersle-
coğrafya kitabı ile atlara dair eserler çevirmiş, ri (1921), Hukukî ve Siyasî Tetebbular (1923) gibi
yine Arapça bazı atasözlerini toplayan bir çalış- kitap ve makaleler yayımladı.
ma yapmıştır. Kaynakça: Ömer Faruk Şerifoğlu, “Ahmed Salahaddin Bey”,
YYOA, I, 159; Baraz, Beylerbeyi, I, 43-44.
Kaynakça: Sicill-i Osmânî, II, 380-381; Osmanlı Müellifleri, III,
58-59; Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri (nşr. ➢ ÂLİM KAHRAMAN
Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1968, s. 102-105, 112-116; Babin-
ger (Üçok), s. 337-340; Bekir Kütükoğlu, “Ahmed Resmî”, DİA,
II, 121-122. AHMED VEFKİ EFENDİ, DRAĞMAN
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN ZÂKİRİ
(ö. 1161/1748)
Besim Ömer Paşa, modern doğum bilimini bir yıl kadar sonra ikinci defa teşrifatçılığa geti-
ülkemize getirerek Tıbbiye’de ebelik eğitimini rilmiştir. Bu görevine ilaveten çavuşbaşı da olan
başlatmış; Kızılay, Verem Savaş Derneği, Ço- Akif Bey (1762), ertesi yıl ayrıca süvari mu-ka-
cuk Esirgeme Kurumu ve Türk Tıp Tarihi Kuru- beleciliği de yapmıştır. 1766’da teşrifatçılıktan
mu’nun kurucularından olmuştur. Yetmişi aşkın alınmış, ertesi yıl vefat etmiştir. Karacaahmet’te
kitabı, 400’ün üzerinde bilimsel makalesi vardır. medfundur.
1899-1904 yılları arasında dört ciltlik Nevsâl-i 1758-1761 yılları arasına dair yazdığı Târih-
Afiyet’i çıkarmıştır. i Cülûs-ı Mustafa Hân-ı Sâlis adıyla bilinen ese-
Kaynakça: Türk Tıbbının Kahramanları, İstanbul 2002, s. 10- rinde, Osmanlı padişahlarının tahta cülûsu, elçi
17; İnci Hot, “Besim Ömer Akalın’ın Hayatı (1862-1940)”, Yeni kabulü, saray düğünleri gibi törenler ağırlıklıdır.
Tıp Tarihi Araştırmaları, sy. 2-3, İstanbul 1996-97, s. 213-233;
Yeşim Işıl Ülman, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş Sürecinde Dili sade ve açık olan eser üzerinde bir çalışma
Bir Aydın Portresi: Dr. Besim Ömer Akalın”, Müteferrika, sy. 25, yapılmamıştır.
İstanbul 2004, s. 51-87; Emine M. Atabek, “Kadın ile Kadın İçin
Salacak’ta bir mescit yaptırmıştır. İnşa ve kita-
Çalışan Büyük Hekim: Besim Ömer Paşa (Akalın) Ölümünün
40. Yılında (1862-1940)”, Mimar Sinan, sy. 31, İstanbul 1980, belerinin güzel olduğu nakledilir.
s. 64-71; Türk Parlamento Tarihi: TBMM V. Dönem 1935-1939 Kaynakça: Sicill-i Osmânî, III, 287; Osmanlı Müellifleri, III,
(haz. İhsan Güneş), Ankara 2001, II, 103-104; “Akalın, General 103; Ba-binger (Üçok), s. 317-318; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I,
Besim Ömer”, İst.A, I, 497-498; Nuran Yıldırım, “Akalın, Besim 252; Haskan, YBÜ, I, 303-305; Erhan Afyoncu, Tanzimat Önce-
Ömer”, DBİst.A, I, 147; “Akalın, Besim Ömer Paşa”, TA, I, 305; si Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi, İstanbul 2007, s. 137.
Cüneyd Okay, “Akalın, Besim Ömer”, YYOA, I, 176.
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
46
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ALACALIOĞLU, HAMİT A
tiz, temiz ve derviş meşrep saygı değer bir zat idi. Kuzguncuk’ta yalısı bulunan ve
Üsküdar’da Yeni Cami yakınında bir dükka- burada bir kütüphane kuran Osmanlı
nın üstünde küçük bir odada yalnız başına yaşa- sadrazamı.
dı. Ömrünün son günlerini Aksaray’da Tarîkat-ı İznik’te doğdu. Küçük yaşta girdiği sarayda yetiş-
Şa‘bâniyye’den Şeyh Necip Efendi’nin dergâhın- ti. II. Mustafa zamanında yıldızı parlayan Ali Ağa
48 da geçirdi. 1902’de burada vefat etti. III. Ahmed döneminde de durumunu korudu ve
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ALİ RIZÂ BEY, HOCA A
ALİ SUÂVİ
(1839-1878)
ünlü hattat Necmeddin Okyay’ın derslerine de- ve Süleyman Efendi’den sülüs nesih yazılarını
vam etmek suretiyle ondan ta’lîk icâzetnâmesi öğrendi.
almış, ayrıca aynı mektepte ders veren Halim 1890’da rüşdiyeden mezun olduktan sonra
Özyazıcı’dan da dîvânî ve celî dîvânî yazılarını Sanayi-i Nefise Mektebi Resim Bölümü’ne girdi.
öğrenmiştir. Daha sonraki yıllarda kendisi de Ayrıca hatbölümüne de devam etti. Aynı yıl Be-
birçok hattat yetiştirmek suretiyle talebelerine yazıt Camii’nde Tokatlı Küçük Nûri Efendi’nin
ta’lîk, dîvânî ve celî dîvânî icâzetleri vermiştir. cami derslerine devama başladı. Sanayi-i Nefi-
Çocukluk ve gençlik yılları Üsküdar’da geçen se Mektebi’nden birinci derecede diploma aldı
Ali Alparslan, hat hocası Necmeddin Okyay’ın (1896).
Üsküdar-Toygartepesi’ndeki evi ile Mustafa Divan-ı Hümayun Kalemi’ne alındığında
Düzgünman’ın Üsküdar Çarşısı’ndaki attar dük- (1890) bulunduğu dairenin usulüne uyarak önce
kânına devam etmek suretiyle buralarda yapılan Muhtar ve İsmet efendilerden daha sonra Ni-
tarih, sanat ve kültür sohbetlerinden istifade et- şan-ı Hümayun kalemi mümeyyizi ve Divan-ı
miştir. Hümayun hocası reisülhattâtîn Sami Efendi’den
Başlıca eserleri şunlardır: Kadı Burhaneddin iki yıl tuğra çekmesini öğrendi. Sülüs, celi, divani
Divanı’ndan Seçmeler ve Şerhi (1977), Ahmed ve celi divani yazılarını da Sami Efendi’den meşk
Paşa (1987), Şeyh Galip (1988), Ünlü Türk Hat- etti. Ferid Bey’den de istifade etti. Önce babasın-
tatları (1992), Abdülbaki Gölpınarlı (1996), Bes- dan sonra Bahaeddin Tokatlıoğlu’ndan tezhip
mele Bahçesi (1998), Osmanlı Hat Sanatı Tarihi dersleri aldı. Dayısı Said Efendi’den tesviye ve
(1999), Çağımızda Türk Şiirinin Coğrafî Sınırla- tornacılık eğitimi gördü.
rı (2000), Esmâ-i Hüsnâ-Allah’ın Güzel İsimleri Divan-ı Hümayun’da beş yıl ikinci, beş yıl
(2001). da birinci tuğrakeş olarak görev yaptı. Bu gö-
Kaynakça: “Alparslan, Ali” TDEA, I, 123; M. Uğur Derman, revinin yanında Üsküdar hüsn-i hat, Topkapı
Edebi ve Hattı ile Ali Alparslan, İstanbul 2010. Rüşdiyesi resim (1316), Galata Sultanisi (1318)
➢ ABDULLAH UÇMAN ve Darülmuallimin hüsn-i hat (1330-1341), İs-
tanbul ve Üsküdar Kız Sanayi-i Mektebi, Mithad
ALTUNBEZER, İSMAİL HAKKI Paşa, İnas Nümûne Mektebi (1333-1335), Kıztaşı
(1873-1946)
İnas Nümûne, Melihatun İnas Nümûne Mektebi
Hat sanatı tarihinde görülen sayılı celi hüsn-i hat (1337-1339), Erenköy Nümûne Mek-
sülüs, divani, celi divani üstatlarından
İsmail Hakkı Altunbezer
tuğrakeş, müzehhip ve ressam.
Tuğrakeş ünvanı ile tanınır. Nüfus kaydına göre
10 Zilhicce 1289’da (9 Şubat 1873), İstanbul’un
Kuruçeşme semtinde dünyaya geldi. Babası, Ka-
zasker Mustafa İzzet Efendi’nin talebelerinden
hattat Mehmet İlmî Efendi, annesi Zeliha Ha-
nım’dır. Mehmet Ali adında mimar bir kardeşi
vardır. Cumhuriyet döneminde mesleğine uy-
gun Altınbezer soyadını aldı. Baba tarafından
beş kuşak dedelerinden ilk üçü Trabzon’da ya-
şamış, orada yetişmiş yerli hattatlardandır. De-
desi Ali Şükrü, Trabzon’dan İstanbul’a göçmüş,
buraya yerleşmiş; hat sanatını öğrenerek kendini
yetiştirmiş bir sanatkârdır.
Hattat bir aile ortamında büyüdü. Aksaray
Pertevniyal Valide Sultan İbtidâî Mektebi’nden
sonra Fatih’te Otlukçular yokuşundaki rüştiyeye
58 devam etti. Burada yazı hocası olan babasından
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN NESİP DEDE A
tebi resim (1337-1339), Mahfiruz İnas Mekte- karşılamış, ancak resmî görev almayı kabul et- › İsmail Hakkı Altunbezer’in
celî sülüs bir levhası
bi (1339), Rafet Kadın Mektebi, İstanbul Erkek memiştir.
Lisesi (1340), Kabataş Erkek Lisesi, Galatasaray 1932’de İstanbul Şark Tezyini Sanatlar Mek-
Lisesi, İstanbul Kız, Erkek ve Amel-i Hayat Mek- tebi tezhip muallimliği ve e k olarak müdür mu-
tebi hüsn-i hat (1340) muallimliklerinde bulun- avinliğine tayin edildi. Görevini, bu mektebin
du. Medresetü’l-Hattatin’in açılışından lağvına devamı olarak açılan (1936) Devlet Güzel Sanat-
kadar (1915-1924) daha sonra kurulan Hattat lar Akademisi Şark Tezyini Sanatlar Şubesi’nde
Mektebi’nde tuğra ve celi hocalığı yaptı. 3.11.1944’e kadar sürdürdü.
Divan-ı Hümayun’da 33 yıl hizmetten sonra Sermelek Hanım’la evliliğinden (1307/1891-
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Bâbıâ- 1892) iki kızı dünyaya geldi. Üsküdar İhsaniye
li’nin lağvedilmesiyle açıkta kaldı. Geçim kaygısı Mahallesi Harem iskelesi caddesindeki evinde 19
yüzünden mahkemelerde bilirkişilik yaptı. Eski Temmuz 1946 Cuma günü vefat etti. Ertesi gün
işine mukabil yeni görev isteğine “vazifeniz mu- Üsküdar Selimiye Camii’nde kılınan namazın-
kabili bizde yoktur, tekaütlüğünüzü isteyiniz” ce- dan sonra Karacaahmet Mezarlığı’nda Çiçekçi’de
vabını alınca emekliye ayrılmak zorunda kaldı. defnolundu. Mezar kitabesi Necmeddin Okyay
Bir süre sonra eski bilgilerine müracaat edilince tarafından celi nesta‘lik (ta‘lik)i hatla yazılmıştır.
Darphane ve Hariciyeden gelen yazı taleplerini Medresetü’l-Hattatin’de yetiştirdiği Halim 59
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
İSMAİL HAKKI ALTUNBEZER
Çocukluk yıllarına ait hatıralarını Süheyl Ünver’e şöyle anlatıyor:
“Hatırladığım en ufak yaşlarımda annemin terbiyem hususunda çok meraklı olduğunu ve titiz davrandığını
bilirim. Daima yalnız oynamamı isterdi. Ben ne istersem yapmak için külfete hatta zahmete katlanırdı.
Pek küçüktüm kalem açmaya merakım vardı. Babam hattat İlmi Efendi yazarken yanından ayrıl-mazdım.
Bana: ‘Haydi oğlum oyna!’ derdi. ‘Yok babacığım seyrediyorum’ cevabını verirdim. Me-ğerse insanın için-
den gelenler, hayatta üzerine düşülürse olgunlaşıyormuş. Henüz 4-5 yaşlarında idim. Babamın bana verdiği
kurşun kalemle türlü şekiller yapmam bende yazı yazıyorum hissini uyandırdı. Sonra mektebe başlattılar.
Ben gözlerimi açınca hat gördüm. Muhakkak ki yumuncaya kadar da göreceğim odur. Babacığım önce
bana benzeterek yazmam için bir ‘Rabbi Yessir’ verdi. Onu belki bir seneden fazla hatırıma geldikçe bakar,
yapmağa uğraşırdım. Babacığım ise: ‘Onu öyle yapma, böyle yap’ diye tarif ederdi. Bu suretle ilk yazı ho-
cam babam oldu. Örnekleri becermekte zorluk çekiyordumsa da yazıya karşı tam bir bağlılık hissetmeye
başlıyordum.
Babam Mahmudiye iptidaisinde yazı muallimi idi. Öğrencilere meşkleri evde hazırlardı. Onlar bitin-ceye
kadar uyumaz, babamın yanında seyrederdim. Fatih’te Otlukçular yokuşundaki rüştiyede de hocamızdı.
Harfleri babamdan burada bitirdim ve kasideye başladım. Bunlar bende durur. Bu tarihlerde Aksaray’da
otururduk.”
……..
Birinci cihan harbi başlangıcında bir gün arkadaşlarımızdan Hattat Arif Bey, Şeyhülislam ve evkaf nazırı
Hayri Efendi ile yazı sanatı üzerine görüşürken hislerini okşayarak asrımızın üstat hattatları bir araya geti-
rilerek bir yazı öğretim mektebi yapılsa der. Hayri Efendi bunu memnunlukla karşılar ve alâkadar olacağım
diye vadeder. Nuruosmaniye Vakfı’ndan hattat Bakkal Arif Efendi’den kalan varidatı ve diğer karşılıkla-
rı koyarak muallimlerin ücreti bulunur. Bizlere Hayri imzasıyla muvaffakıyet temennilerini bildiren birer
mektup geldi. Hattat Arif müdür olarak (Medresetülhattatin) ve bizler de oraya muallim tayin olunduk.
Küşat resmi güzelce ve zarif oldu. Hacı Kâmil Efendi bir besmele çekti.
Evkaf Müzesi erkânı başta olmak üzere herkes altına imza etti. Bu levha halindedir ve halen Türk ve İslâm
Eserleri Müzesi’ndedir (Bu belge Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, m. 476’da korunmaktadır). Med-rese açıl-
dı. Talebe yazıldı ve işe başlandı.
Mektep, medreselerin ilgasına kadar aynı ismi taşıdı. 1924’te medreseler ve isimleri de kalkınca bir sanat
mektebi değil; bir medrese zannolunarak kapattılar. Biz hocalar parasız olarak işimize devam ve parasız
yaşatmağa azmettik. Bir müddet bu hal sürdü. Nihayet mektebin bir sanat mektebi olduğu burada yazı ve
tezhip, cilt ve ebru öğretildiği ileri sürülerek ve (Hattat Mektebi) adı takılarak yeniden bir çalışma devresi-
ne girdi. O zaman Maarif Vekili olarak Hamdullah Suphi (Tanrıöver), bu işi iyi anlattı. Ona bu hizmetine
mukabil altunla bir besmele hazırlayarak verdik. O, “Bu bana değil millete layıktır. Türkocağı’na teslim
edeceğim” dedi. Şimdi Ankara Halkevi’nde durur.
Yazı inkılâbından sonra “Hattat Mektebi’ne lüzum yoktur” dendi. Mektep yeniden kapandı. Müzeler Müdü-
rü rahmetli Halil Edhem “Dişinizi sıkarak biraz gayret edin, ben Ankara’da bu işle uğraşacağım,” dedi. Vazi-
yeti kurtardı ve mektebi müzesine bağladı. Sonra bizi Güzel Sanatlar Akademisi’ne devrettiler. On seneden
fazladır oraya bağlı bir teşekkül halinde çalışıyoruz. Bilahare programımıza eski yazıyı süs mahiyetinde
öğretmek sokuldu.
Ben bu sefer eski usulde yazı dersi vermedim. Vaktiyle yazı ile olduğu kadar tezhiple de meşgul oldu-ğum-
dan ve bunda bir usul koymak istediğimden bu dersin gösterilmesini üzerime aldım. Benimle beraber gelen
hoca arkadaşlarımız ve gerek kadromuza girmelerini Türk sanatının ileri gitmesi için uygun gördüğüm
genç arkadaşlarımızla ve el birliğiyle bu işi yürütmeğe gayret ettik.
Beni arkadaşlarım büyük kıtada ve istifli yazan bir eski ressam ve ileri bir tuğrakeş sayarlar. Fakat Güzel
Sanatlar Akademisi’ndeki talebelerim beni tezhip hocası olarak tanırlar. Tezhipte kendi zevkime göre bir
usul koydum. Yapılan tenkitlere rağmen buna devam ettim ...
A ALTUNÎZÂDE İSMAİL ZÜHDÜ PAŞA
Altunîzâde İsmail Zühdü Paşa Derman, “İsmail Hakkı Altunbezer”, Hayat Tarih Mecmuası,
62
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ALTUNÎZÂDE İSMAİL ZÜHDÜ PAŞA A
sonra biryandan aile mesleği gemi ticaretini sür- fabrikalarının bina eminliğini yürüttü. Başarılı
dürürken, diğer yandan da faaliyetleri üzerine Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî üyeliğine
Enderûn’a girdi. İki yıllık eğitimden sonra, getirildi ve ayrıca uhdesine mimar ağalığı verildi.
o sıralarda inşasına başlanan Haydarpaşa’daki 1858 yılından itibaren arka arkaya Ziraat Meclisi,
Mekteb-i Tıbbiye’nin, ardından da Galatasaray Nâfia Meclisi ve Askerî Şûrâ üyeliklerine getiri-
Sultânîsi’nin bina eminliğine getirildi. Daha son- len Altunîzâde 1876 yılında Birinci Meşrutiyet’in
ra Dolmabahçe Sarayı, Zeytinburnu’ndaki fişek ilânını müteakip İstanbul mebusu olarak parla-
fabrikası ve Paşabahçedeki şişe, mum ve kağıt mentoya girdi. Bu arada Sultan Abdülaziz zama-
nında Bâb-ı Seraskerî olarak inşa edilen, daha
sonra Harbiye Nezâreti binasına dönüştürülen
ve günümüzde İstanbul Üniversitesi’nin ida-
re merkezi olarak kullanılan ünlü yapının bina
eminliğini yaptı.
1880 yılında vezir rütbesiyle Âyan âzalığına
getirilen İsmail Zühdü Paşa, ardından Muhâci-
rîn Komisyonu başkanlığına tayin edildi ve bu
görevde iken 1887 senesinde Üsküdar’da kül-
liyesinin yakınında bulunan ünlü konağında
öldü. Mezarı aynı yerde yaptırdığı Altunîzâde
Câmii’nin avlusundadır. Zengin bir devlet ada-
mı olan, çalışkan ve cömertliği ile de tanınan
İsmail Zühdü Paşa’nın İstanbul’un birçok yerin-
de tamir ve inşa ettirdiği mimarî eserler vardır. 63
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ANIL, AVNİ
Bu cümleden olarak 1865 Hocapaşa yangınında cukluğu, öğrenciliği ve gençliği Selimiye sem-
zarar gören on altı camiyi onartmış; Doksanüç tinde geçti. İlkokulu bugün adı III. Selim olan
Harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Sa- Ondokuzuncu İlkokul’da, ortaokulu Paşa Ka-
vaşı’nda üç taburdan oluşan bir gönüllüler alayı pısı’nda, liseyi Haydarpaşa Lisesi’nde tamamla-
kurarak askerlerin ve ailelerinin masraflarını dı. Üsküdar Halkevi temsil ve müzik kollarında
karşılamış; 1877 senesinde Bulgaristan’dan ge- bulundu (1943-1944). Üsküdar Mûsıkî Cemi-
len göçmenlere Şehzâdebaşı’ndaki konağını yeti’nde Emin Ongan’dan sekiz sene ders aldı.
tahsis edip onların altı aylık masraflarını üst- 1952’de ilk beste denemelerine başladı. İlk ese-
lenmiştir. Bunların dışında Rus yayılmasına ri “Sordular Mecnun’a Leyla’nın saadethanesin”
karşı Osmanlılar’dan yardım talebinde bulunan şarkısıdır. 100’den fazla olan eserlerinin hemen
Kaşgarlılar’a askerî ekipman göndermiş, ayrıca hepsini, Harem’deki evinde besteledi. Ayrıca yir-
Kaşgar’da satın aldığı arazi üzerinde bir kütüp- miyi aşkın filmin de müziğini yaptı.
hane inşa ettirmiştir. Bu faaliyetlerinden dolayı Askerlik sonrasında Polis Koleji’ni bitirdi, İs-
Âl-i Osmanî nişanı ile taltif edilen Altunîzâde tanbul ve Adana Emniyet müdürlüklerinde ça-
Zühdü Paşa, kâğıt paranın kaldırılması maksa- lıştı (1953-1955). Sonrasında görevinden istifa
dıyla teşkil edilen İlgā-i Kavâim Heyeti reisliği etti. Dünya, Radyo Âlemi, Yelpaze ve Akşam gibi
de yapmış, bu esnada 50 bin altın değerindeki gazete ve dergilerde Türk müziğiyle ilgili yazılar
kâğıt parasını karşılıksız olarak devlete vermiştir. yazdı. Akşam gazetesindeki yazıları üç yıl aralık-
Günümüzde, İsmail Zühdü Paşa’nın adı Üs- sız olarak devam etti. 1955-1967 yılları arasında
küdar’da kendi adıyla anılan mahallede inşa et- İstanbul Radyosu’nun haber servisinde redaktör-
tirdiği külliyede yaşamaktadır. lük yaptı. Anıl Yayın Ajansı’nı kurup 200 kadar
Kaynakça: Sicill-i Osmânî, I, 387; Gövsa, Türk Meşhurları, s. şarkının notasını yayımladı. 1972-1982 arasında
41; Orhan Erdenen, “Osmanlı Devri Mimarları, Yardımcıları ise İzmir Radyosu’nda redaktörlük ve Türk mü-
ve Teşkilâtları”, Mimarlık, sy. 27, İstanbul 1966, s. 15-18; Hamit
Küçükbatır, “Altunîzâde İsmail Zühdü Paşa”, DİA, II, 545. ziği şube müdürlüğü görevlerinde bulunduktan
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN sonra emekli oldu.
1962-1972 arasında Mûsıkî ve Nota adlı bir
dergi yayımladı. Daha sonra ara verdiği dergiyi
ANIL, AVNİ
(1928-2008) yeniden çıkarmaya başladı (1983). 1982-1986
Üsküdar Selimiye doğumlu Türk müzik arasında ise Anılar ve Belgelerle Mûsıkîmiz Söz-
adamı. lüğü adlı dört ciltlik eserinde hatıralarına da yer
verdi. Bursa Türk Mûsıkîsi Konservatuvarı’nın
Üsküdar Selimiye’de doğdu (23 Nisan 1928).
başına getirildi (1984). Kültür Bakanlığı’nca ken-
Babası Hamdi Bey, annesi Fatma Hanım’dır. Ço-
disine “devlet sanatçısı” unvanı verildi (1998).
Avni Anıl
Hayatının emeklilik dönemi yıllarını İz-
mir’de geçirdi. Buradaki evinde vefat etti (14
Haziran 2008).
Aralarında “Rüya gibi uçan yıllar, Biraz du-
run, durun biraz”, “Sevmiyorum seni artık, göz-
lerimi geri ver”, Gözlerin bir aşk bilmecesi sorar
gibi”, “Şarkılar yazdım sana” gibi eserlerinin bu-
lunduğu çok sayıda sevilen şarkıya imzasını attı.
Kaynakça: Mustafa Rona, 50 Yıllık Türk Mûsıkîsi, İstanbul
1960, s. 415; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, İstan-
bul 1969, I, 41-42; 40. Sanat Yılında Avni Anıl: Hayatı, Eserleri,
Yazılanlar, Yazdıkları, İzmir 1984, s. 11-14; M. Nazmi Özalp,
Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara 1986, II, 184; Sadun Aksüt, Al-kış-
larla Geçen Yıllar, İstanbul 2000, s. 309-311; Avni Anıl, Anılar
ve Belgelerle Mûsıkîmiz Sözlüğü, İzmir 1981-82, I-IV, tür.yer.
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
64
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN NESİP DEDE A
Bazı çeviriler, oyunlar ve Yaş 70 (1965), Tiyat- Kitap okumaya 16 yaşında, biriktirmeye ise › Yavuz Argıt çok sevdiği
kitaplarıyla
roda Makyaj (1941), Tiyatroda Diksiyon (1947) 23 yaşından itibaren başladı. Petkim yıllarında
gibi kitaplar yayımlamıştır. binlerce kitap okudu. Buradan emekliye ayrıldık-
Kaynakça: Ahmet Fehim, Ahmet Fehim Bey’in Hatıraları (haz. tan bir süre sonra uzak yol gemilerinde çalışma-
Hafi Kadri Alpman), İstanbul 1977; “Arcan, İ. Galip”, TBEA, I, ya başladı (1982). Kitap okuma alışkanlığı, onun
97.
için yemek içmek ve nefes almak gibi hayatın vaz
➢ ÂLİM KAHRAMAN
geçilmezlerindendi. 1994’te denizciliği bıraktı.
İzmit’teki evinde önemli bir kitap ve dergi
ARGIT, YAVUZ koleksiyonu oluşmuştu. Kitaplarını bağışlaması
(1934-2009)
için, bazı üniversite ve belediyelerle birlikte TDV
Hayatının son yıllarını Bağlarbaşı’ndaki
İslâm Araştırmaları Merkezi’nin de (İSAM) tek-
İslâm Araştırmaları Merkezi’nde geçiren
bir bibliyofil. lifi olmuş, tercihini, İSAM lehinde kullanmıştı (1
Haziran 1999).
İzmit’te doğdu (1934). Ailesi Kafkas kökenli olup, Hayatının gerikalan kısmını TDV İslâm
Çerkezler’in Ubıh boyundandır. Babası, Halk Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) kitapçı dost-
Bankası’nda muhasebeci olarak çalışan Şevket ları ve kitapları ile birlikte geçirdi. Şeker has-
Bey, annesi Fatma Suat Hanım’dır. Çocukluğu talığının tetiklediği kalp krizi neticesi GATA
İzmit’te geçti. İlkokul üçten itibaren, eğitimine Haydarpaşa Hastahanesi’nde tedavi altında iken
İstanbul Dârüşşafaka’da devam etti. Orta öğreti- vefat etti (7 Mayıs 2009). Bağlarbaşı Kazdal Ca-
mini İzmit’te tamamladı. Deniz Astsubay Hazır- mii’nde kılınan cenaze namazı sonrasında Üm-
lık Okulu’na girdi (1953). Burada gemi makine raniye Hekimbaşı Mezarlığı’nda toprağa verildi.
kursunu tamamlayıp deniz astsubayı olarak gö- Kitaplarını İSAM’a bağışlamış olmaktan do-
reve başladı (1955). İki sene sonra ordudan ayrıl- layı çok memnundu. Vefatına kadar da kitap ve
dı (1957). Demokrat Parti döneminde verilen bir dergi satın alarak koleksiyonunu zenginleştir-
haktan istifade ile kısa bir süre daha orduda gö- meye devam etti. Hayatı boyunca aldığı kitap ve
rev yaptı. Sonrasında sivil gemilerde ve uzun yıl- dergilerin tamamını hiçbir ayırıma tâbi tutma-
lar Petkim’de çalışıp buradan emekli oldu (1980). dan okumuştur. Bağışladığı 25.000 civarı kitap 67
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ÂRİF HİKMET BEY, ŞEYHÜLİSLÂM
ve 5000 sayı dergi Türk kültür hayatına hizmet Bir müddet, Kuzguncuk’ta babasından kalan
etmeye devam etmektedir. yalıda oturdu. Burası elinden çıktıktan sonra
Kaynakça: Emin Koyuncu, “Bir Okuma İnatçısı”, Aksiyon, sy. Üsküdar’da Rum Mehmet Paşa Camii civarın-
114 (1997), s. 12; Salih Sandal, “Yavuz Argıt (1934-2009)”, Ya- daki Eskihamam yakınında bir konağa yerleşti.
vuz Argıt Armağanı (yay. haz. Mustafa Birol Ülker), İstanbul
2010, s. 11-20; Fatih Çardaklı – Cemil Cahit Can, “Melami 22 Mart 1859’da burada vefat etti. Üsküdar Nuh
Meşrep, Kalender, Mazanne Bir Denizcinin Terekesi: Yavuz Kuyusu’nda Kartalbaba Tekkesi (bugün Kartal-
Argıt Koleksiyonu”, a.e., s. 23-26; Ali Yücel Yürük, “Çerakise-i
baba Camii) karşısında bulunan kendi yaptırdığı
Kafkas’tan Nev’i Şahsına Münhasır Bir Bibliyofil: Yavuz Argıt”,
a.e., s. 31-40. Sebil’in hazîresine, babasının yanına defnedildi.
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK Nâdir eserlerden meydana gelen kütüphane-
sindeki on iki bin cilt kitaptan beş bin kadarını,
ÂRİF HİKMET BEY, ŞEYHÜLİSLÂM son yıllarını orada geçirmek niyetiyle, Medine’de
(1786-1859)
Mescid-i Nebevî’nin kıble tarafında 1855’te yap-
Osmanlı şeyhülislâmı, şair ve tırdığı ancak 1980’li yıllarda yıktırılarak ortadan
tezkire yazarı; mezarı Üsküdar kaldırılan kütüphanesine vakfetmiştir. Vefatın-
Nuhkuyusu’ndadır. dan sonra vârisleri tarafından satılan İstanbul’da-
İstanbul’da doğdu. Babası III. Selim devri ka- ki kitaplarından pek az bir kısmı ise İbnülemin
zasker ve nakîbüleşraflarından İbrahim İsmet Mahmud Kemal tarafından satın alınarak, İstan-
Bey’dir. Tahsilini İstanbul’da tamamlayarak mü- bul Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır.
derris oldu. 1814’te hacca gitti. Daha sonra sı- Kuzguncuk’ta babası adına bir de çeşme yaptır-
rasıyla Kudüs (1816), Mısır (1820) ve Medine mıştır.
(1823) kadılıklarında bulundu. 1829’da nüfus II. Mahmud devrinin gözde şairlerindendi.
sayımı için Rumeli’de görevlendirildi. Seyyid ol- Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerinde Nef ’î, Nâbî
duğundan nakîbüleşraflık, ardından Anadolu ve ve Nedim’in etkisi altında kalan divan şiirinin
Rumeli kazaskeriliği yaptı (1833-1838). Meclis- son temsilcilerinden biri olarak tanınmıştır.
i Adliye âzası, Rumeli müfettişi oldu. 11 Aralık Tarih düşürme ve Arapça şiirler söylemedeki
1846’da tayin edildiği şeyhülislâmlıkta yedi bu- kudretiyle ilmî ve edebî şahsiyetinden de övgüy-
çuk yıl kadar kaldı. le söz edilmiştir. Geniş bilgisi ve cömertliği ya-
68
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ARSOY, YESÂRİ MUSTAFA ÂSIM A
Mehmet Fehmi Tokay ve Zeki Arif Ataer- ğenen Yesârî Âsım’ın bestelerindeki güftelerin
gin’den istifade etti. Bu arada komşularından udi tamamına yakını kendisine aittir. Kendisini ya-
Rifat, kemani Vamık ve kanuni Süreyya beyler- kından tanıyanlar için o “mistik bir âlemin gir-
den klasik eserler meşk etti. 1929’da bestekârlığa dabında, buram buram tasavvuf ve duygu kokan
başladı. 300 civarında eser besteledi. Okuduğu bağrı yanık bir aşk yolcusu”dur. Yani tam anla-
plaklar dışında kendisine teklif edilen yüksek mıyla bir tevazu abidesi, iman sembolü. Bu an-
ücretleri kabul etmeyerek piyasada okumadı. layışla şarkılar, mizahî eserler, düettolar, türküler
Bestelediği şarkılar ve okuduğu plaklarla geniş ve saz eserleri besteledi. Duygu unsurunun ağır
kitlelere ulaşmayı tercih etti. bastığı eserlerinde büyük bir hassasiyeti aksettir-
70 Divan şairleri içerisinde en çok Nedim’i be- mektedir.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ÂSIM BEY, GİRİFTZEN A
AŞKÎ, ÜSKÜDARLI
(XVI. yy)
sunduğu bir kıt’a için yüklüce bir ihsan almıştır mektedir. Ancak küçük yaşlarda yetim kaldıkla-
(1538). Bu parayla Üsküdar’da bir yalı satın alır. rını şair kendisi bildirir. Eşinin ölümünden (veya
Bu yalı şairimizi rahatlatacak ve istediği hayatı onu terk etmesinden) sonra şairimiz için tekrar
yaşamasına imkan sağlıyacaktır. Artık cömert çileli bir dönem başlar. Çocukları küçüktür. Ge-
ve âlicenap yaratılışıyla hemen her akşam konuk liri kesilmiştir. Kimsesi yoktur. Artık Kanûnî de
ağırlamaya başlar. O derece ki, tezkireler dahi bu hayatta değildir. Borçları yüzünden Üsküdar’da-
evde yapılan uzun edebî ve tasavvufî sohbetleri ki evi terhin olunur. Tahta çıkan II. Selim’den bir
tavla ve satranç partilerini, şairlerin sohbetleri- yardım göremez. Sonunda yetimlerini alıp Yeni-
ni, ulemanın günlük meseleleri tartıştıklarını vs. hisar’daki baba yâdigârı eve taşınmak zorunda
uzun uzun anlatırlar. Ev sahibi olunca eş-dostun kalır. Gözleri de tamamen görmez olmuştur. On
tavsiyesi üzerine evlenir. Birkaç çocuğu olur. Bu yıl kadar süren bu mustarip hayattan sonra sı-
çocuklar hakkında hiçbir kaynakta bilgi verilme- kıntılar ve yoksulluklar içinde Yenihisar’da vefat 73
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A ATABEY, FAHRİ
Aşkî, Türk şiirinin altın çağı olan XVI. yüzyıl- Doktor, Zeynep Kâmil Hastahanesi
da ve Fuzûlîlerin, Bakîlerin, Yahyaların yetiştiği başhekimi, İstanbul belediye başkanı.
bir dönemde yaşamış, divan şiiri kurallarına bağ- İstanbul Kadıköy’de doğdu (1913). 1937 yılın-
lı olmakla beraber orijinalitesi yüksek bir şairdir. da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi.
Onda yeni buluşlara, ince hayallere, Fuzûlî’ye Vatanî görevini yaptıktan (1938-1939) sonra
yaklaşan bir lirizme rastlamak daima mümkün- Gülhane Askerî Tıp Akademisi’ne asistan olarak
dür. Bilhassa murabba vadisinde üstünlüğünü girdi (1940). İki sene müddetle Ankara Mevki
kabul ettirmiştir. Bu yönüyle Türk edebiyatının Hastahanesi nisaiye klinik şefliği ve İzmir As-
en mükemmel şairi sayılır. Yalın dili, akıcı üslûbu kerî Hastahanesi’nde nisaiye mütehassıslığı yaptı
ve zengin hayalleriyle başarılı ama zirve şairlerin (1943).
gölgesinde kalmış bir şairdir. Şiirlerinde yaşadığı 1947 yılında askerî görevinden ayrılan Fahri
devrin kokusunu duyarız. Divanı atalar sözü ve Atabey, bilgi ve görgüsünü arttırmak maksadıyla
halk deyimleri açısından da iyi bir kaynaktır. İngiltere’ye gitti. Londra’da muhtelif kliniklerde
Bir dizesinde şiiri “Nutk sahil, akl gavvâs u
dür-i şehvâr şi’r” olarak tanımlayan Aşkî’nin
Fahri Atabey
mısraları arasında bazen bir savaşın seyrini, ba-
zen bir güzele duyulan âşıkane hisleri en ince
teferruatına dek izlemek mümkündür. Yeniçeri
şairler arasında önemli bir yere sahip olup birçok
şiirleri de hamasî duyguların coşkunluğu ile ya-
zılmıştır. Savaşmayı meslek edinen insanlar için
birer moral kaynağı olan ve gaziler arasında el-
den ele dolaşan bu tür şiirlerde bir halk şairinin
sadeliğini, bir koçaklamanın yiğit edasını, üstün
bir ruh halini ve mükemmel bir savaş estetiğini
yakalamak mümkündür. Öyle ki yalnızca Aşkî
divanındaki şiirleri okuyarak bir sefer-i hümayu-
nun hazırlık safhasından fethe kadar geçen dö-
nemindeki seyri, tarihî gerçeklere uygun olarak
takip edilebilir.
Aşkî’nin kendi devri içinde şöhreti oldukça
yaygındır. Birçok tezkire ve biyografi eserleri onu
“Hoş tab’ nazma kadir yiğittir” veya “İhmal edi-
lecek şair değildir” gibi sözlerle överler. Dîvanı-
nı yaklaşık kırk yaşlarında tamamlamış ve daha
otuz yılı aşkın bir zaman şiir yazmıştır.
Kaynakça: Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul
1314, s. 244; Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul 1964, s.
137; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul, ts., II, 518
vd.; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ (nşr. G. Meredith-Owens),
London 1971, vr. 221a-b; Hasan Çelebi (Kınalızâde), Tezki-
retü’ş- şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk) Ankara 1981, II, 635-636;
Danişmend, Kronoloji, II, 86; Sehî Bey, Heşt Bihişt (haz. Günay
Kut), Harvard 1978, s. 308; İskender Pala, Aşkî ve Divanından
Seçmeler, Ankara 1988; a.mlf., Şahane Gazeller: Aşkî, İstanbul
2007.
➢ İSKENDER PALA
74
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ATAÇ, NURULLAH A
üç yıl çalıştıktan sonra yurda dönerek İstanbul Kâmil Ana ve Çocuk Sağlığını Koruma Der-
Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. Kadın Doğum Klini- neği başkanlığını ifa etmiş, ayrıca birçok hayır
ği’nde Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil’in kurumunda da vazife almıştır. Dört sene Türki-
yanında çalışmaya başladı. ye Jinekoloji Cemiyeti başkanlığı yapmış, Avru-
1951 yılında doçent oldu, 1952 yılında o pa’daki uluslararası tıp kongrelerine iştirak etmiş,
günlerde kırk yataklı olan Zeynep Kâmil Hasta- meslekî tetkikler için sık sık yurt dışı seyahatler
hanesi başhekim ve klinik şefliğine tayin edildi. vasıtasıyla tıp sahasındaki son gelişmeleri ta-
Hastahanenin ameliyathane binası ile 150 yataklı kip etmiştir. Atabey’in Asya’nın Avrupa’ya Bakan
kadın hastalıkları ve 200 yataklı çocuk klinikle- Penceresi Üsküdar ve Hizmetlerim adlı bir eseri de
rinin yapımına onun döneminde başlanmıştır. mevcuttur.
Hastahanede on yedi yıl devam eden idarecilik Kaynakça: Fahri Atabey, Asya’nın Avrupa’ya Bakan Penceresi
Üsküdar ve Hizmetlerim, İstanbul 1973, s. 3-4; “Atabey, Fahri”,
ve başhekimlik görevi süresince yarım milyon DBİst.A, VIII, 44; Dünü Bugünü ile Zeynep-Kâmil Hastanesi:
İstanbullu tedavi görmüş, 85.000 aile evlat sahibi 1862-1988, İstanbul 1988, tür.yer.
olmuştur. 1960-1963 yılları arasında bu görev- ➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
Yusuf Atılgan
› Halit Lemi Atlı
redaktörlük yaptı. Kalp krizi sonucu Moda’daki sonraki kısmını mûsıkî ile geçirdi. Bir süre İz-
evinde öldü (9 Ekim 1989). Üsküdar’da Bülbül- mir’de Deniz Ticaret Müdürlüğü Liman Dairesi
deresi Mezarlığı’nda toprağa verildi. şefi olarak görev yaptı. 25 Kasım 1945’te Suadi-
İlk romanı Aylak Adam’la (1959) başarıya ye’deki evinde vefat etti ve İçerenköy mezarlığına
ulaşan yazarın eserlerinde yabancılaşma ve bu- defnedildi.
nun sonucu olan yalnızlık ana temayı oluştur- Atlı, rüşdiye talebesi iken eniştesi Şefik Bey’in
muştur. En fazla öne çıkan Anayurt Oteli (1973) Fatih’teki konağında yapılan aylık mûsıkî top-
romanında iletişimsizlik, yaşamın anlamsızlığı lantılarında mûsıkî zevkini almaya başladı. Bu
gibi tezleri işler. toplantılarda Hacı Kirâmî Efendi, Santûrî Ed-
hem Bey, Kemânî Şeref Dürrî Efendi, Hânende
Kaynakça: “Atılgan, Yusuf ”, TBEA, I, 121-124.
Domates Ahmed Efendi, Kadıköylü Hâfız Yusuf
➢ ÂLİM KAHRAMAN
Efendi gibi dönemin ünlü sâzende ve hânende-
lerini tanıdı. İlk mûsıkî derslerini Hâfız Yusuf
ATLI, HALİT LEMİ Efendi’den aldıktan sonra Hacı Ârif Bey’le tanı-
(1869-1945)
şarak ondan faydalandı. Mûsıkîde faydalandı-
Türk mûsıkîsi bestekârı, hânendesi ve ğı diğer üstadlar arasında Bolâhenk Nuri Bey,
hocası; Üsküdar’da doğdu. Hacı Fâik Bey, Leon Hancıyan ve Tanbûrî Cemil
Üsküdar Sultantepesi’nde doğdu. Babası İbrahim Bey özellikle zikredilmelidir. Ayrıca samimi ar-
Hakkı Bey, annesi Dilber Hanım’dır. Doğumun- kadaşlarının başında bestekâr ve hânende Rifat
dan bir hafta sonra annesini, iki yaşında da baba- Bey gelirdi. Türk mûsıkîsinde şarkı formunun
sını kaybettiğinden ablası ve eniştesi tarafından en başarılı bestekârlarından olan Lemi Atlı’nın
büyütüldü. Fatih ve Soğukçeşme Askerî Rüşdiye- eserlerinde hareketli bir üslup hâkim olup bil-
si’nden sonra Mekteb-i Mülkiye’ye devam ettiyse hassa ritm zevki ve melodik ifade özelliği dikkati
de bitiremedi. Bu arada özel hocalardan Türkçe, çeker. Mehmet Âkif Ersoy’un “İstiklâl Marşı” da
Arapça ve Fransızca dersleri aldı. On dokuz yaş- dâhil olmak üzere 300’ün üzerinde eser bestele-
larında Dâhiliye Nezâreti Mektûbî Kalemi’nde mişse de nota öğrenmediği için bunların yarısına
ve Takvîm-i Vekāyî’de muhabir olarak çalıştı. 19 yakını unutulmuştur. Bestelerini Fulya Akaydın,
Ağustos 1890’da “sâniye” rütbesi verildi. Dört yıl Leon Hancıyan ve Selâhattin Pınar gibi sanatçılar
sonra Dâhiliye Nezâreti’nden Zabtiye Nezâreti notaya almıştır. “Siyah ebrûlerin duruben çatma”
Mektûbî Kalemi’ne geçti. Takvîm-i Vekāyî’deki (uşşak), “Bir kendi gibi zâlime düşmüş, yanı-
78 vazifesinden ayrılarak (1907) hayatının bundan yormuş” (kürdîlî hicazkâr), “Severim her güze-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ATPAZARÎ OSMAN EFENDİ A
li, senden eserdir diyerek” (hicaz), “Zaman olur (1728) senesi Ramazan ayında vefat etmiştir.
ki anın hacle-i visâlinde” (hüseynî), “Bu zevk u Kabri, Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi Türbesi
safâ sahn-ı çemenzâra da kalmaz” (rast) mısrâıy- yanındaki Şeyhler Mezarlığı’nda Reisü’l-hulefâ
la başlayan şarkıları, günümüzde de büyük bir Şeyh Mak’ad Ahmed Efendi Türbesi’ndedir.
zevkle okunup çalınan eserlerinden sadece bir- Üsküdar’da Atpazarı semtinde 1720 yılın-
kaçıdır. da bir mescit yaptırmıştır, Mescit eski Atpazarı
Gür ve etkili sesi ve hançeresiyle köşk ve ya- Caddesi, Yeni Toptaşı Caddesi ile Beygirciler So-
lılarda düzenlenen mûsıkî toplantılarının vaz- kağı’nın birleştiği yerde ve köşedeki 1141 (1728)
geçilmez hânendelerindendi. Gençliğinde “Bo- tarihli Genç Mehmet Paşa Çeşmesi’nin arkasında
ğaziçi Bülbülü” diye şöhret bulmuştu. Özellikle idi. Zamanla ortadan kalkan mescit yerine Va-
Tanbûrî Cemil Bey’le okumaktan zevk aldığını kıflarla işbirliğine gidilerek, Semiha Şakir Vakfı
söylerdi. Bir süre Kanlıca ve Rumelihisarı’nda tarafından 1984 -1985 tarihleri arasında yeni bir
oturduktan sonra ömrünün son yıllarını Suadi- cami yaptırılarak ibadete açılmıştır.
ye’de geçirdi. Yakın dostu Kemal Niyazi Seyhun’la Kaynaklar: Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, İstanbul
dolaşır, Çamlıca’ya giderek Setbaşı Gazinosu’nda 1281, II, 219-220; Sicill-i Osmânî, III, 427; H. Kâmil Yılmaz,
Azîz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı, İstanbul 1999, s.
fasıl dinler, onun orada bulunduğunu hisseden 267; Haskan, YBÜ, I, 77-79.
sanatkârlar fasla çekidüzen verirlerdi. ➢ M. BİROL ÜLKER
Kaynakça: Canlı Tarihler: Lemi Atlı, Hatıraları, İstanbul 1947,
s. 91-145; İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 213-214; Mus-
tafa Rona, 20. Yüzyıl Türk Mûsıkîsi İstanbul 1970, s. 133-141; ATSIZ, H. NİHAL
M. Nazmi Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara, 2000, II, 88-93; (1905-1975)
İzzettin Ökte, “Lemi Atlı”, Türk Mûsıkîsi Dergisi, sy. 18, İstan- Türkçü fikir ve mücadele adamı; mezarı
bul 1949, s. 7, 15; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi,
İstanbul 1969, I, 82-84; Nuri Özcan, “Atlı, Halit Lemi”, DİA, IV,
Karacaahmet’tedir.
Atpazarî Mescidi
81-82. yerine yapılan
İstanbul’da doğdu (1905). İlk ve orta öğrenimi- Hacıbedel Mustafa
➢ NURİ ÖZCAN nin ardından girdiği Askerî Tıbbiye’nin üçüncü Efendi Camii
AYAŞLI, MÜNEVVER
(1906-1999)
19. Asır, Teşrîn-i sâni ve Ötesi, Kıbrıs ve Fetvası yaşadığı Sadullah Paşa yalısı
81
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A AYRAL, MACİT
ru I (1991), Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere İlk görevine Evkaf Nezareti Kalemi’nde baş-
Doğru II (1991) kitaplarını yayımlamıştır. Vani- ladı (1908). Evkaf Nezareti muhasebe idaresinde
köy’de Fazıl Paşa Yalısı adlı bir eseri daha bulun- çalıştığı dönemde vakıf eserlerinin restorasyon-
maktadır. larında yıpranan yazıların tamiri ile plan ve pro-
Kaynakça: İnci Enginün, “Ayaşlı, Münevver”, TDEA, I, 238;
jelerin yazılarını da yazdı. Resmi görevini İstan-
Selim İleri, “Ayaşlı, Münevver”, DBİst.A, I, 468-469; Bahriye bul Polis Müdüriyet-i Umûmiyesi’nde sürdürdü.
Çeri, Münevver Ayaşlı Romanları, Paris 2008. İşinde dikkatli, temiz, çalışkan ve dürüst oluşu
➢ ABDULLAH UÇMAN
nedeniyle amirlerinin takdirini kazandığı ve bir
maaşla ödüllendirildiği görülmektedir.
AYRAL, MACİT İstanbul Polis Müdüriyeti sicil mümeyyi-
(1891-1961)
zi iken bu görevinden ayrılarak Bâbıâli cadde-
Beylerbeyi doğumlu hattat. sinde yazıhane açıp hattatlık mesleğini yürüttü
İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu (11 Nisan 1891). (1339/1923). Bir müddet sonra bu işini bıraktı ve
Babası şehremâneti Zebhiye (mezbaha) İdaresi Ankara Vilayet Meclis-i Umûmi başkâtipliğinde
Müdürü İbrahim Zühdü Bey’dir. İlk ve orta öğre- uzun yıllar bulunup emekliye ayrıldı. Tekrar İs-
niminden sonra Üsküdar İdâdîsi’ne devam etti. tanbul’a döndü. Bu arada Bağdat Güzel Sanatlar
Son sınıfında iken sağlığı bozuldu. Bu yüzden Akademisi’nde hat dersleri vermek üzere Irak’a
mektepten ayrılmak zorunda kaldı. Beylerbe- davet edildi (1956). Bağdat’ta dört yıl hat hocalı-
yi Hamidiye Mektebi’nde ilköğrenimi sırasında ğı yaptıktan sonra 1959 Temmuzunda Türkiye’ye
babasının teşviki ile mektebin yazı hocası Şefik döndü. 19 Mart 1961’de İstanbul’da vefat etti. Ka-
Bey’in talebelerinden Ali Efendi’den sülüs ve ne- racaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
sih meşk etti. Daha sonra Enderun Mek-tebi hat Aklâm-ı sitte ve nesta‘lik (ta‘lik) yazılarda ye-
hocası Ahmed Rakım Efendi’den sülüs ve nesih tişmiş usta bir hattat olmakla beraber daha çok
meşkine devam ederek yazısını ilerletti. Yazıda nesih, sülüs ve celî yazılara emek verdi. Sanat
aldığı bu eğitimle beraber, hayranı olduğu Şe- kudretini bu sahada gösterdi. Bilhassa imzasız
fik Bey’in sülüs ve nesih yazılarını örnek aldı. yazıların hattatını ve tarihini kesin bir tahminle
Bu yolda yazısını geliştirerek üstün bir seviye bilir, her türlü yazıdan anlar, bu yazıların sanat
elde etti. Yazı eğitimine Medresetü’l-hattâtîn’de seviyesini değerlendirirdi. Şişli, Levent, Şile, Be-
devam etti. Orada Hulusi Efendi’den nesta‘lik bek, Kamer Hatun ve Davut Paşa camilerinde
(ta‘lik) meşk ederek icâzet aldı (1923). İsmail celî sülüs yazıları, müze ve koleksiyonlarda sülüs,
Hakkı Altunbezer’den celî sülüsün inceliklerini nesih kıta ve levhaları bulunmaktadır.
öğrendi. Başlangıçta sülüs ve celî sülüste Şefik Bey
tavrında yazdı. Daha sonra Sami Efendi yolunda
eserler verdi. Necmettin Okyay, onun hat sana-
tındaki mevkiini şöyle değerlendiriyor: “Macit
Efendi önceleri tıpkı Şefik Bey şivesinde yazmış-
tır. Eğer eserinin altına imza atmamış olsa ve fa-
raza bunu Şefik Bey görse: ‘İmzamı unutmuşum’
der, kaleme sarılırdı. Macit bu derece usta biriy-
di. Sonradan bu yoldan ayrılması zor olmuştur.”
Macit Ayral
Eserlerinde Hüseyin Macid, Abdülmecid,
Macid b. Zühdî çoğunlukla da Macid imzasını
kullandı.
Kaynakça: İbnülemin, Son Hattatlar, İstanbul 1955, s. 179-
182; Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul 1999,
s. 98-99; Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, ts., s. 263; M.
Hüsrev Subaşı, “Ayral, Macit”, DİA, IV, 284.
➢ MUHİTTİN SERİN
82
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
AYTAÇ, HÂMİT A
“Hatırladığım en ufak yaşlarımda annemin terbiyem hususunda çok meraklı olduğunu ve titiz davrandığını
bilirim. Daima yalnız oynamamı isterdi. Ben ne istersem yapmak için külfete hatta zahmete katlanırdı.
“Diyarbakır İdâdisi’nde yazı ve edebiyat hocası, akrabasından Abdüsselam efendi ile karşılaştım. Bu zatın
sülüs ve celî şivesi çok hoşuma gidiyordu. Diğer hocalarım da güzel yazarlardı. Ama yazı şiveleri ruhumu
okşamazdı. Fakat Abdüsselâm Efendi’nin yazı tarzı ve üslûbu bugün en ziyade perestişkârlarından birisi
olduğum Mustafa Rakım Efendi merhumun üslûbunu andırır şivede idi. Daha o zaman sanki bediî bir his
ve zevkin tesirinde tasavvur eylediğim bu yazı şivesini Abdüsselâm Efendi’de görmüş ve kendisinden meşk
almaya devam etmiştim. Sonraları Mustafa Rakım’ın güzel ve nefis âsarıyla karşılaşınca görüş ve tasavvu-
rumun isabetini anladım.”
“Eserlerimin başında yazmaya muvaffak olduğum iki Kur’ân gelir. Bilhassa bu iki eserim diğerlerine bedel-
dir. Onlarla ne kadar iftihar etsem azdır. Bunlardan bir tanesi hem Türkiye’de hem Almanya’da tabedildi,
böylece kitap halinde görme bahtiyarlığına eriştim. Diğerini de merak ve sabırsızlıkla bekliyorum. İnşaallah
onu da basılmış olarak görmek nasip olur. Zaten hattatların en büyük emeli Kur’ân-ı Kerim yazabilmektir.
Zira bu herkese nasip olmaz. Bu bakımdan ben kendimi bahtiyar addediyorum.
Diğer eserlerime gelince, bunca uzun yılların mahsulü olan eserlerimin birçoğunu bugün hatırlayamıyo-
rum bile. Bazılarını görünce de o yıllara ait hatıralar gözümde canlanıyor. Zaten bütün eserlerimi tek tek
saymam mümkün değil. Sadece mühim olanlarından bazılarını zikredeyim: Camilerdeki yazılarımın en
mükemmeli Şişli Camii’nin yazılarıdır. Bu bana Allah’ın bir lutfu idi. Şimdi böyle bir yazıyı yazabilece-
ğimi zannetmiyorum. Caminin mimarı Vasfi Bey akademiden arkadaşımdır. Necmettin Okyay, Kur’ân-ı
Kerim’den bazı ayetler seçmiş, onları bana getirdi. Ben de bunlar arasından Tevbe suresinin 18. ayetinin
bir kısmını seçtim. Önce kurşun kalemle istif şeklini karaladım. Asıl yazıyı yazarken, lâmelifleri bir türlü
yerleştiremiyordum, yorulmuşum. Işığı söndürdüm ellerimi göğsüme kenetleyip gözlerimi kapadım. Kısa
zamanda dalmışım. Rüya ile yakaza arasında yazının bütün istifi gözümün önüne geldi. Lâmelifler ortada
yerleşmiş olarak duruyordu. Heyecandan uyandım lambayı yaktım ve istifi tamamladım. Caminin mimarı
Vasfi Bey, Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nin kapı yazılarını görmemi tavsiye etmişti. İyi ki gidip gör-
memişim, yoksa onların tesirinde kalırdım ve bu yazı yazılamazdı. Yazı üç gruptan müteşekkildir: En altta
ortada Mevlana’nın sikkesini, daha yukarıda burun ve iki göz gibi insanın simasını andırır. Daha sonraları
bazı kimselerin arzusu ile bu yazıyı levha olarak da yazdım.
Bundan başka Ankara Kocatepe Camii ile Eyüp Camii kubbe yazıları, Söğütlüçeşme Camii kapı başlarında-
ki yazılar, Paşabahçe Camii, Hacı Küçük Camii ve Yeni Postahane arkasındaki mescidin yazıları, Kasımpaşa
Camii dış revak (Nebe Suresi), Çanakkale Çan Camii, Denizli Tavas Camii yazıları. Ayrıca Cevşenü’l-kebir
ve Hizbü’l-envâr adlı evrâd ile elifbâ cüzleri, kırk hadis, Hazret-i Mevlana: Hayatı ve Eserleri (Arapça ve
Farsça olarak), sayısız kitap kapağı yazıları, hat örnekleri, hilyeler, mezar taşları, Yûnus Emre, Fuzûlî, Şeyh
Galib, Nabi, Yahya Kemal gibi şairlerin şiirlerinden bazıları ki, bunlar arasında bilhassa Yahya Kemal’in
“Ezân-ı Muhammedi” ve “Rindlerin Ölümü” ile Nabi’nin “Sakın Terk-i Edebden...” şiirleri en mühimleridir
ve binlerce levha. Levhalarımdan en beğendiğim, Mustafa Rakım’ın yazdığı Fatiha’yı aslına uygun olarak
yazdığım levhadır. Bu levhayı tam altı ayda tamamlayabilmiştim.”
Hâmit Aytaç’ın
celî ta‘lik bir
levhası
Hâmit Aytaç’ın
Karacaahmet’teki
mezarı
Yazıhanede kitap başlığı, kabartma etiket, kişiliği, kültür ve terbiye dairesinde büyüdüğü
kart, çinkograflık gibi matbaacılıkla ilgili işlerin geleneksel konak, yalı ve köşk çevresinde oluştu.
yanında, sipariş üzerine cami yazıları ve levha İbrahim Efendi Konağı adlı anı-romanı başta ol-
yazarak hat sanatıyla da alakasını devam ettir- mak üzere bazı eserlerinde çocukluk ve ilk genç-
di. Harf inkılâbından sonra matbaa işlerini yeni lik yıllarının geçtiği bu çevrelerdeki hayat düze-
harflerle sürdürdü. nini anlatmıştır. Manevi dünyası, 1927 yılında
II. Dünya Savaşı’nda ikinci defa harita suba- tanıdığı Hırka-i Şerif Ümm-i Kenan Dergâhı
yı olarak Lüleburgaz’da askerlik görevini yaptı şeyhi Kenan Rifâî’nin rehberliğinde şekillendi.
(1942-1943). 1960’ta Paşabahçe Şişe ve Cam Yazı hayatına 1938’de Aşk Budur romanıyla
Fabrikası’nda haftada iki gün hattatlık yaptı. adım attı ve 1945’e kadar art arda romanlar ve
1975’te buradan emekli oldu. hikâyeler yayımladı. Bu tarihten sonra Büyük
Hat tarihinde benzeri az bulunur bir sanatkâr Doğu, Türk Yurdu, Resimli İstanbul Haftası, Anıt,
idi. Üstün sanat gücüyle her çeşit yazıyı büyük Havadis, Türk Kadını, Tercüman, Türk Edebiyatı
bir ustalıkla yazmakla beraber, daha çok Mustafa gibi gazete ve dergilerde makale ve deneme tü-
Râkım ve Sami efendiler yolunda celî sülüs yazı- ründe yazılar yazdı. Edebî hayatına tarihî ve sos-
ya emek vermiş, bu sahada çok başarılı eserlere yal içerikli biyografi, hatıra, mektup, makalelerle
imza atmıştır. Türkiye ve yurt dışından yüzlerce devam etti. Eserlerinin çoğunda tasavvufa, açık
yazı meraklısına yazı öğretmiş, harf inkılâbıyla ya da simgesel ifadelerle göndermelerde bulun-
ilgi gösterilmeyen hat sanatının canlı kalmasında du. 1972 yılında yayın hayatına atılan Kubbe-
ve yeni kuşaklara geçişinde önemli bir rol oyna- altı Akademi Mecmuası’nın hemen hemen her
mıştır. Yetiştirdiği talebeleri arasında Halim Öz- sayısında, yazılarıyla yer aldı. 22 Mart 1993’te
yazıcı önde gelir. Günümüzde Hasan Çelebi, Hü- Fatih’deki evinde vefat etti. Merkezefendi Kab-
seyin Gündüz, Hüseyin Kutlu, Hüseyin Öksüz, ristanı’nda toprağa verildi.
Sa-vaş Çevik, Hüsrev Subaşı, Fuad Başar, Tu- Konya’da 1954’te Şeb-i Arûs merasimlerinin
ran Sevgi-li, yurtdışında Haşim Bağdâdî, Yusuf başlamasına, Yeni Doğuş Cemiyeti’nin kurulma-
Zennun icazet verdiği öğrencilerindendir. sına öncülük etmiş olan yazar, Kubbealtı Aka-
18 Mayıs 1982 tarihinde vefat etti. Karacaah- demisi Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucu üyesi
met Mezarlığı’nda Şeyh Hamdullah’ın yakınına olmuş, İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal
defnedildi. Enstitüsü, Türk Kadınları Kültür Derneği gibi
Kaynakça: İbnülemin, Son Hattatlar, İstanbul 1955, s. 119-
123; “Harflerin Bestekârı Kendisini Anlatıyor”, Köprü, sy. 61 › Sâmiha Ayverdi
(1982), s. 8-15; Ali Alparslan, “Hattat Hamid Aytaç”, Hayat
Tarih Mecmuası, sy. 11 (1972), s. 16; M. Hüsrev Subaşı, “Aytaç,
Hâmid”, DİA, IV, 287-289; Hattat Hâmid Aytaç Kitabı (haz. İs-
mail Yazıcı), İstanbul 2002.
➢ MUHİTTİN SERİN
AYVERDİ, SÂMİHA
(1905-1993)
Bir taht kâidesi olan Üsküdar’ın Şemsipaşa’sı, Ayazma’sı, Doğancılar’ı, Karacaahmed’i, Bülbülderesi, Nuh-
kuyusu, Bağlarbaşı’sı ve Altûnizâde’sinin elleri üstünde yavaş yavaş bir saltanat yükselir: Çamlıca.
Sanki o, tahtını bulutlar arasına koyan bir esâtir kahramanıdır da, İstanbul’u gözlemek fırsatını böyle
tenha bir köşeden yapmaya karar verip tabiatın en hâkim, fakat en münzevî noktasını intihâb edivermiştir.
Amma biz, bir tahtın eteğinde, onun saçakları, püskülleri ve sayvanları mevkiinde olan gün görmüş, mih-
net çekmiş, safa sürmüş Üsküdar’da bir lahza duralım.
Gerçi bu gün, yerli kalabilmekle iftihâr etmekten gayrı yüzünü ağartacak bir sermâyeye sâhip değilse de,
asırların kepçesiyle karıştırıla karıştırıla pişen bu aş, imâretine konanları devirler boyunca bol bol beslemiş
ve doyurmuştur. Eğer bugün Selimiye’nin kadife, halı ve kumaş tezgahlarından bir iz kalmamışsa, bu kaba-
hat yalnız Üsküdarlının değil, Pâdişahtan kapı dilencesine kadar hepimizindir. Eğer Türk sanayiinin yüzü-
nü güldüren Üsküdar çatmalarının bugün adını bile duyanımız yok denecek kadar azalmışsa, bu günah da
gene umûmi bünyenin omuzlarını çökerten suçlardan bir suçtur ve eğer bir zamanlar dünyâya hünerlerini
tanıtan Üsküdarlı hattatların, Üsküdarlı müzehhiblerin sanat âbidelerinden habersiz isek, bu kayıtsızlığın
da gene, bizim gafletimizin eseri olduğu şüphe götürür mü?
Her adımını attığı yerde bir sanat hareketi, bir zanaât topluluğu ve bir ticaret hamlesi vücûda getiren
Türkler, Üsküdar’da da şimdi zavallı bir geçit olan bedesteni kuruvermiş, dokuduğunu, işlediğini, yaptığını
burada toplamış; almış satmış, getirmiş göndermiş, böylece de ticaretle sanayii el ele tutuşturup, faal bir
merkezde geliştirirken, bir yandan da, Şeyh Hamdullahlar’ın, Hasan Üsküdâriler’in kalem ve fırçalariyle,
güzel sanatların en ince tellerinde bir örümcek mahâreti ile gezinip, değil yalnız İstanbul’un başka semtle-
rine, cihan sanat tarihine kol atmış, nam salmıştır.
Ya bu semtin mimârî âbidelerinin dilsiz dilindeki mûsıkîyi duymamak hiç, nasıl kabildir? Çoğu zaferle
bitmiş büyük seferlerin hareket noktası olan Üsküdar Meydanı’nın bağrına konduruluvermiş olan Üçüncü
Sultan Ahmet Çeşmesi, yalağına tasını testisini uzatanlara bir aşk masalı kadar güzel olan o büyüleyici edâsı
ile neler neler anlatmaz...
Cenk için sabırsızlanan yiğitlerin nâraları, at kişnemelerine karışan sefer gülbankleri, kılınç şakırtı-ları-
na ara veren azametli tekbirler, mızrak parıltıları arasında güneş gibi yükselen sancaklar hep bu çeşmenin
önünden, bu meydanın üstünden, dâima şekil değiştiren bir bulut gibi zaman zaman gelip geçmiş ve işte
nihâyet dağılıp kaybolmuştur.
Gene bu meydan, Anadolu’ya, İran’a, Arabistan’a kalkan ticaret kervanlarını kendi sînesinde topla-mış,
uğurlamış, çeşitli gayelere bir topluluk halinde çıkan bu kalabalığın muhâtaralara ve tehlikelere endîşeli,
ümitler ve arzularla zevkli coşkunluklarına şâhid olmuştur.
Bu meydan, Sürre alaylarının o ezberlenmiş kalabalığını, tahtırevanlarını, akkâmlarını, ilmiye ricâlinin
sırmalı ferâcelerini, taylasanlarını görmüş, haşalı atlarının ayaklariyle her yıl aynı zamanda bir mahşer hâ-
lini almıştır.
Gene bu meydan, kuldan ecir beklemeyenlerin olgunluğu ile, her dudağı kurumuşa suyunu ikrâm eden
bu çeşme, “Ben her cemiyette nâlan oldum, kötü hallilerle de iyi hallilerle de düşüp kalktım” diyen bir kâmil
er gibi, her gölgesine sığınana efendilik etmiş, her isteyiciye verici olmuş, her el açanın avucunu doldurmuş,
bıkmamış, usanmamış, esirgememiş, gece dememiş, gündüz deme-miş, kış yaz, eğri doğru, mü’min kâfir
kaydına düşmeden, her dudağı kurumuşu kandırmış, verdikçe coşmuş, coştukça vermiştir.
Dört başı mamur eski Türk cemiyeti, tıpkı hilkat gibi, suya ne büyük bir pay ayırmıştı. Ancak, her vesile
ile, temizliği mukaddes itiyâdları arasına koyduğu bu topluluğa, bol bol çeşmeler, sebiller, şadırvanlar, selse-
biller kurarken, onları bir sanat dehâsı ile mayalıyarak âbideleştirmeği de, ileri ve kâmil zevkinin zarûretleri
arasına sokmuştu. Pek âlâ da bir hayrat sâhibi, filan yere getirttiği suyu, gelişigüzel bir taş oluktan akıtmak
kolaylığına gidebilmesi mümkünken, işi oluruna bağlayıcılığa düşmemiş ve kesesinin izni miktarı, suya
bir taht kurup başına da tac oturttuktan sonradır ki kitâbesine ismini kazdırmıştır. Onun için de İstanbul
çeşmeleri, çoğu bir sanat hâdisesi denecek âbideler şeklinde sokaklara, meydanlara ve şehrin en ücrâ köşe-
lerine kadar cömerdçe serpilmiştir.
Küçük Çamlıca’daki
tayin edilirken kendisi de Bursa’daki Ferhadiye dir. Önce Sivrihisar’a irşad için gönderilen, altı çilehanesi
Aziz Mahmud Hüdâyî
Medresesi’ne müderris oldu. ay kaldıktan sonra Bursa’ya geri dönen Hüdâyî, Külliyesi
Medrese tahsilini tamamlayıp naiblik ve şehre gelmesinin hemen akabinde şeyhinin vefa-
müderrislik gibi resmî görevlerde bulundu. Bir tı üzerine önce Rumeli’ye gitti, oradan da İstan-
yandan da Şeyh Üftâde’nin (ö. 1580) Kaygan bul’a geldi.
Camii’ndeki vaazlarını dinliyordu. Gördüğü bir Küçük Ayasofya Camii’inde vazifeye başladı.
rüya üzerine veya muhatap olduğu bir davadan Daha sonra Fatih Camii’nde verdiği tefsir, ha-
sonra resmî görevinden ayrılarak makam, mev- dis ve fıkıh dersleri sırasında ulemadan devlet
ki, mal, mülk gibi şeyleri bütünüyle terk edip ta- erkânına kadar uzanan geniş bir muhiti oluştu.
savvuf yolunu seçti. Fatih Camii’nde 1599 yılına kadar vaizlik de ya-
Üç yıl kadar Celvetî şeyhi Üftâde’nin manevî pıp halen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Külliyesi-
eğitiminde kaldı. Üzerinde sırmalı kaftanı, omu- nin yerini satın aldı. İnşaatıyla bizzat ilgilenmek
zunda sırıkla Bursa sokaklarında ciğer sattıktan için ikametgâhını Üsküdar’a, Rum Mehmed Paşa 91
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
A AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ
93
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
B BALYAN, SARKİS
ve Ermenice iki dilde kitabesi vardır. Ölümün- ri sebebiyle bazı iddialara maruz kalınca on beş
den sonra Sultan tarafından görevi oğlu Garabed yılını Avrupa’da sürgünde geçirdi. Hagop Paşa
Balyan ve damadı Hovhannes Serveryan’a veril- Kazazyan’ın izni ile İstanbul’a döndüyse de Ku-
miştir. ruçeşme’deki evinde inzivaya çekildi. Kuruçeşme
Gençliği hakkında fazla bilgi yoktur. Sultan önünde, kendi ismini taşıyan adacıktaki köşkün-
I. Abdülhamid devrinde saray mimarı olduğu de öldü (7 Kasım 1899). Kabri Bağlarbaşı Erme-
söylenir. Sultan III. Selim’in müşavirliğini yaptı ni Mezarlığında büyük pederinin yanındadır.
ancak önemli faaliyetleri, itimadını kazandığı Projelendirmesi daha çok Kardeşi Hagop Bey
Sultan II. Mahmud devrine rastlar. Yabancı elçi- tarafından gerçekleştirilen yapıların inşası ile
ler ile görüşmelerde ve mezhep ayrılığı sebebiyle meşgul oldu. Ancak binaların mimarı olarak ta-
anlaşmazlık yaşayan Ermeni cemaatlerin idaresi nındı ve çevreden gelen iltifatlara da kendisi mu-
gibi konularda Sultan tarafından bilgisine baş- hatap oldu. Özellikle büyük boyutlardaki özgün
vuruldu. Kendisine verilen bir fermanla (1809) yapıları parlak zekâsı ile kısa sürede inşa ede-
dilediği biçimde giyinmek, ata binmek, maiye- bilmesi ile tanınır. Amatör olarak resim ve mû-
tinde iki kişi bulundurmak, sakal bırakmak, çift sıkî ile de uğraştı. Eşiyle beraber “Mayr Araksi”
kürekli bir kayığa sahip olmak ve bazı vergiler- şarkısıyla “Kristof Kolomb” operasını besteledi.
den muaf tutulmak gibi imtiyazlar verildi. Mekanik konularında çalışmaları vardı. Evinde
Başlıca eserleri şunlardır: Sarayburnu’nda kurduğu atölyesinde icat ettiği ve imtiyazını da
1875’te yanan Eski Saray, Çırağan ve Dolmabah- aldığı bir makineden bahsedilmektedir.
çe Sarayları, Eski Beylerbeyi Sarayı, Arnavutköy Kardeşiyle birlikte inşa ettikleri binalar şun-
Valide Sultan Sarayı, Haliç’te Defterdar Sarayı, lardır: Beylerbeyi ve Çırağan Sarayları, Kandilli
Nusretiye Camii, Selimiye ve Davutpaşa Kış-
laları, Darphane-i Amire, Aynalıkavak Köşkü,
Sarkis Balyan
Sultan Mahmud’un su bentleri, Beyazıt Yangın
Köşkü.
Kaynakça: Kevork Pamukciyan, Biyografileriyle Ermeniler
(haz. Osman Köker), İstanbul 2003, s. 92-94; Afife Batur, “Bal-
yan, Krikor (Amira)”, YYOA, I, 290-291.
➢ ALİ NACİ ÖZYALVAÇ
BALYAN, SARKİS
(1831-1899)
Muhsin Batur
BATUR, MUHSİN
(1920-1999)
bulundu. 1954-1956 yılları arasında Napoli’deki
Üsküdar doğumlu general, kontenjan NATO Karargahında görev yaptı.
senatörü.
Tuğgeneralliğe yükselerek 1. Hava Kuvvet
Üsküdar’da doğdu (5 Aralık 1920). Babası Yüz- Komutanlığı’na atandı (1961), aynı görevde iken
başı Salim Bey, annesi Semiha Hanım’dır. İtalyan 1963 yılında tümgeneralliğe terfi etti. Beş yıl
İlkokulu’nda başladığı eğitimi sürerken babasını süre ile 1. Hava Kuvvet Komutanlığı görevinde
kaybetti (1929). Annesinin geliri eğitimini sür- bulundu. Korgeneralliğe terfi ederek (1966) Ge-
dürmeye yeterli olmayacağından dördüncü sı- nelkurmay Lojistik Başkanlığı, Yüksek Askerî
nıftan itibaren Selimiye’de yaşayan büyükbabası Şûra üyeliği görevlerini yürüttü. 1969’da orge-
Emekli Albay İsmail Hakkı Bey’in yanına gön- neralliğe yükselerek Hava Kuvvetleri Komutan-
derildi. Orada Selimisalis İlkokulu’nu (Üsküdar lığı’na atandı. Hava Kuvvetleri Güçlendirme
19. İlkokul), Üsküdar Paşakapısı Ortaokulu’nu Vakfı’nı kurarak (1970) vakfın yönetim kurulu
bitirdi (1935). Büyükanne ve büyükbabasını ardı başkanlığına getirildi. 12 Mart 1971 Muhtırası’nı
ardına kaybetti. Aile bir ara Vaniköy’de, Fazlı Bey imzalayan üst düzey dört komutandan biriydi. 30
yalısında, Beylerbeyi’nde daha ufak bir evde ki- Ağustos 1973 tarihinde emekliye ayrıldı. Cum-
racı olarak oturdu. Haydarpaşa Lisesi’nde okur- hurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan
ken Selimiye’deki evi açtı. 1937 başlarında Kuleli senatörü olarak atandı (1974-1980). Cumhuriyet
Askeri Lisesi’ne devama başladı ve liseyi burada Halk Partisi’ne girdi; bu partiden cumhurbaş-
bitirdi. kanlığına aday gösterildi (1980). En yüksek oyu
1940 yılında Harp Okulu’ndan asteğmen almasına rağmen gerekli sayıyı tutturamadığı
rütbesiyle mezun oldu. Birinci Tayyare Keşif için seçilemedi. 12 Eylül 1980 darbesiyle siyasî
Birliği’nde altı ay kurs gördükten sonra, Eskişe- hayatı son buldu. Anılarını Anılar ve Görüşler
hir’deki Hava Okulu’nda iki yıllık uçuş eğitimini (1985) adıyla kitaplaştırdı. İngilizce ve İtalyanca
tamamladı (1942), Merzifon Dördüncü Tayyare biliyordu. Görevleri boyunca çeşitli madalyalarla
Alayı’nda pilot olarak göreve başladı. 1946 yılın- ödüllendirildi. 25 Eylül 1999’da öldü. Zincirliku-
da girdiği Hava Harp Akademisi’nden 1949 yı- yu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
lında mezun oldu ve Kütahya’daki Yedinci Tayya-
Kaynakça:Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, İstanbul 1985;
re Alayı’na atandı. Daha sonra Dokuzuncu Hava “Batur (Muhsin)”, Büyük Larousse, İstanbul 1986, III, 1402.
Üssü İkinci Tabur Komutanlığı, Hava Okulu Öğ- ➢ ÂLİM KAHRAMAN
retmenliği, 191. Filo Komutanlığı görevlerinde 95
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
B BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ
› Küçük Çamlıca’daki
Yusuf İzzeddin Efendi
Köşkü
Yusuf İzzeddin
Efendi Köşkü’nden bir
bölüm
tahsis edilen Yusuf İzzeddin Efendi köşkünde nan Said Nursî 23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat eti.
kaldı. Bediüzzaman o yıllarını hayatının en mut- Kendi ifadesiyle ömrünü İslâm’a hizmetle
lu dönemi olarak anar ve Çamlıca’yı İstanbul’un geçiren Nursî’nin 130 parçadan oluşan eserleri
en güzel yeri olarak niteler. İstanbul’un işgali defalarca basılmış ve özellikle gençler tarafından
üzerine Osmanlı ve İslâm dünyasını kurtarma ilgiyle okunmuştur.
çalışmaları yapmış, bu arada Millî Mücadele’yi
Kaynakça:Safa Mürsel, Bediüzzaman Said Nursî ve Devlet
desteklemiştir. Daha sonra Ankara’ya çağrılan Felsefesi, İstanbul 1967; Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Ta-
Nursî Meclis’te yaptığı konuşmada ve dağıttığı raflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul 1974; Cemal Ku-
tay, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said
beyannamede dinî ve ahlâkî konular üzerin- Nursî, İstanbul 1980; Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursî
de durunca yeni hükûmetle anlaşamamıştır. Olayı, İstanbul 1993; Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursî,
40 yaşından sonraki hayatı için Yeni Said ta- Entelektüel Biyografisi (çev. Celil Taşkın), İstanbul 2006; Kemal
Karpat, “Nursî”, EI2 (Fr.), VIII, 145-146; Alparslan Açıkgenç,
birini kullanan Bediüzzaman 1923 yılında Van’a “Said Nursî”, DİA, XXXV, 565-572.
giderek mesaisinin tamamını iman hizmetleri- ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
ne verdi. Ancak bir süre sonra çıkan Şeyh Said
İsyanı’nda yatıştırıcı rol oynamasına rağmen
olayla ilgisi olduğu zannıyla Burdur’a, oradan da
Barla’ya sürüldü, daha sonra Kastamonu, Emir-
dağ gibi yerlerde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
Çeyrek asrı aşan bu sürgünler, tarassutlar ve
hapisler döneminde Risale-i Nur Külliyatı adını
verdiği eserleri yazan Nursî tarikatçılık, cemi-
yetçilik, rejim aleyhtarlığı ve dinî siyasete alet
etme gibi ithamlarla defalarca yargılandı ve pek
çoğunda beraat etti. 1950’de başlayan yeni dö-
nemde de kendisi ve talebeleri hakkında devam
eden muhakemeler yine beraatla sonuçlandı.
Yaptığı yoğun seyahatler yüzünden rahatsızla- 97
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
B BEHÇET MUSTAFA EFENDİ
Bir süre Valide Kösem Mahpeyker Sultan’a ket- Doktor ve siyaset adamı; Üsküdar’da
hüdalık yapmış, onun icraatlarında etkili olmuş doğup büyüdü.
bir kişidir. Zenginliği ile de ün yapan Behram Üsküdar Hacı Hesna Hatun mahallesinde doğdu
Ağa, efendisinin işlerinin ve hayratının nazırı (1881). Şûrâ-yı Devlet Temyiz Mahkeme Reisi
durumunda idi. 1646 yılının yaz aylarında vefat Mehmet Reşat Bey’in oğludur. İlk ve orta tahsili-
etmiştir. Kösem Sultan’ın Üsküdar’da yaptırdığı ni Üsküdar Paşakapısı Askeri Rüştiyesi’nde, liseyi
Çinili Camii’nin bahçesinde medfundur. ise Kuleli’deki Askerî Tıbbiye İdâdîsi’nde tamam-
Kaynakça: Naîmâ, Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007, layıp Yüzbaşı rütbesi ile diploma aldı (1900).
s.416, 1054, 1101; Sicill-i Osmânî, II, 33; Haskan, YBÜ, I, 162,168. Veba hakkında incelemelerde bulunmak
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN üzere Hindistan’a gönderildi. Dönüşünde Be-
şinci Ordu Beyrut Hastahanesi’ne tayin edildi.
BEKAYÎ ABDÜLBAKİ EFENDİ, Gider gitmez tutuklandı. Kaçarak Paris’e gitti ve
MACUNCUZÂDE tıp fakültesine girdi. Sekiz sene kadar fakültenin
(ö. 1003/1595)
muhtelif kliniklerinde çalıştı. Marcel Labbe’nin
Müderris ve Üsküdar kadısı. yanında uzun seneler asistanlık yaptı. Uzman
İznikli bir macuncunun oğludur. Eğitimini ta- hocalar yanında laboratuar usullerinin kliniğe
mamladıktan sonra Sahn-ı Seman müderrisli- tatbiki, bakteriyoloji, anatomi-patoloji, tüberkü-
ğine kadar yükselmiş,ardından Galata, Üsküdar loz, zührevi hastalıklar, çocuk hastalıkları, oftal-
ve Mekke kadılıklarında bulunmuştur. Rivayete moji, gastroentoroloji ve gastropatoloji, Procto-
göre, işrete düşkün olan Abdülbaki Efendi, 13 logie, hidro-klimatoloji derslerini takip ederek
Ocak 1595’te, zevcesi ve bunun aşığı tarafından sertifikalarını aldı. 1919-1920 yıllarında Gureba
mangal başında sızdığı bir sırada öldürülmüştür. Hastahanesi’nin dâhiliye mütehassıslığını yaptı. 99
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
B BERKER, ERCÜMEND SADİ
Millî Mücadele yıllarında Paris’teydi. Kamu- larından Durakçı Hacı Nâfiz Bey’dir. Çocuklu-
oyu üzerinde son derece etkili olan propagan- ğu Çamlıca’da Türk mûsıkîsi çevrelerinde geçti.
dalara, karşı propagandayla cevap verdi. 1921’de Büyük Çamlıca İlkokulu’nu, Sainte-Maria Fran-
Londra’da düzenlenen konferansta ve Paris’te sız Ortaokulu’nu (1935), Haydarpaşa Lisesi’ni
Ankara Hükûmeti’nin resmî ve yarı resmî tem- (1941) ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte-
silciliğini yaptı. Lozan Konferansı’na müşavir si’ni (1945) bitirdi. Sadeddin Arel’in yanında staj
ve basın temsilcisi olarak katıldı. 1936’da Ya- yaparak avukat oldu. Döneminde İstanbul’un
lova kaplıcalarının başına getirildi. Kaplıcaları tanınmış avukatlarındandı.
modern bir görünüme kavuşturdu. Atatürk’e 1942’de İstanbul Konservatuvarı’nda Sadeddin
siroz teşhisini koydu ve tedavi sürecine katkıda Arel’in talebesi oldu. Türk mûsıkîsi nazariyatı-
bulundu. Tıp Fakültesi Hidroklimatoloji profe- nı öğrendi. Konservatuvarın Türk Mûsıkîsi bö-
sörlüğüne getirildi. 1943’te Devlet Deniz Yolları lümünü pekiyi dereceyle bitirdi. Haydarpaşa
Hastahanesi’nde Sağlık İşleri Müdürlüğü yaptı. Lisesi’nde okurken mûsıkî kolu kuran Berker,
Ardından İtalyan Hastahanesi’ne başhekim oldu. İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Müzik Ko-
Ayrıca Kızılay Genel Başkanlığı, İstanbul millet- lu’nu ve Üniversite Korosu’nu kurdu. Burada
vekilliği, Meclis Millî Birlik Komitesi Temsilcili- seksen-doksan kişilik korolar ve saz heyeti eşli-
ği; Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yaptı. ğinde son derece başarılı konserler verdi. Bu ko-
Kaynakça: Adnan Ataç, “Cumhuriyet Öncesi Dönemde Askeri rolarda yer alan müzisyenlerden çoğu ilerleyen
Tıbbiyede Yetişen Üsküdarlı Hekimler”, Üsküdar Sempozyumu yıllarda meşhur birer sanatçı oldu. Arkadaşla-
V: Bildiriler, İstanbul 2008, II, 426; Nermin Çelik-Öztan Öncel,
“Hekim, Siyasetçi ve Diplomat Olarak Dr. Nihat Reşat Belger”, rıyla birlikte Üniversiteliler Müzik Derneği’ni
Tıp Etiği-Hukuku-Tarihi Dergisi, 16/3 (2008), s.159-165. kurdu. 1948’de Arel ve Cüneyd Orhon’la birlikte
➢ NURDAN ŞAFAK görevinden istifa etti. Serbest avukatlık mesleği-
ne döndü. Yassıada Mahkemesi’nde en çok mü-
BERKER, ERCÜMEND SADİ vekkili olan avukat Berker’di.
(1920-2009)
1960-1962 yılları arasında İstanbul Radyosu
Koro şefi, bestekâr, şair ve avukat; Türk Mûsıkîsi Sanat Kurulu üyesi olarak çalıştı.
çocukluğu Çamlıca’da geçti. TRT Denetleme ve Sınıflandırma Jürisi’nin baş-
Üsküdar Büyük Çamlıca’da babasının kona- kanı oldu (1965). İstanbul Radyosu Erkekler Ko-
ğında doğdu (1920). Babası Adliye başkâtiple- rosu’nu kurdu (1967).
rinden Ahmed Macit Bey, annesi Fatma Belkıs Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış ma-
100 Hanım’dır. Dedesi dinî mûsıkînin büyük sima- kaleleri, inceleme yazıları, basılmamış eserleri,
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
BERKSOY, SEMİHA CENAP B
Berksoylar’ın Çengelköy
Mezarlığı’ndaki aile
kabristanı lında 72. sanat yılını gene aynı merkezde İzmir
Semiha Cenap Berksoy, Devlet Operası’nın sahnelediği Fidelio operasıy-
Çengelköydeki yalı
bahçesinde 1914
la kutladı.
16 Ağustos 2004’te vefat etti. Cenazesi Çen-
gelköy Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kaynakça: Füsun Özbilgen, Sana Tütün ve Tesbih Yolluyo-
rum: Semiha Berksoy’un Anıları, İstanbul 1985, s. 5; Ateş Kuşu
Semiha Berksoy (ed. Dikmen Gürün), Ankara 2010, s. 13-21,
400-403.
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
Beşir Ağa’nın
kitâbesini kendi yazdığı
Sultanahmet’teki Çeşmesi
ğiyle ünlü Beşir Ağa, yaptığı hayır kurumlarıyla rildi (1902). 1903 Temmuzunda Jöntürklük he-
da tanınır. İlmin ve âlimlerin de hâmisi olup aynı vesleriyle Paris’e kaçtı. Önce Fransızca öğrenmek
zamanda iyi bir hattattır. İstanbul’da birçok yerde üzere girdiği Meaux Koleji’nde, ardından École
sülüs kitabeleri vardır. Libre des Sciences Politiques’te okudu. Üniversi-
Kaynakça: Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 163-170; te dersleri yanında Doğu Dilleri Okulu’na (École
Ahmed Resmî, Hamîletü’l-küberâ (nşr. Zeynep Aycibin, TTK
Belleten içinde), XXII /26 (2002), s. 214-215; Sicill-i Osmânî,
des Langnes Oriantales) devam etti. Arapça ve
II, 20; Abdülkadir Özcan, “Beşir Ağa, Moralı”, DİA, V, 555-556. Farsça öğrendi, divan şiirimizin dünyasını ta-
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN nımaya yönelik okumalar yaptı. XX. yüzyıl başı
Paris’inde farklı beğeni, düşünce ve mizaçlar
BEYATLI, YAHYA KEMAL etrafında oluşmuş ortamları tanıdı. Albert So-
(1884-1958) rel’in derslerine ve sohbetlerine katıldı. Bu ders
İstanbul semtleri için yazdığı şiir ve ve sohbetlerden yararlanarak kendi milletinin
yazılarında Üsküdar’a özel bir yer ayıran tarihine bakışta yeni açılar geliştirdi, bu doğrul-
ünlü şair. tuda okumaları oldu. Şiirde yeni bir dil arayışına
Üsküp’te doğdu (2 Aralık 1884). Babası Nişli girişti. Yeni Türkçeyle kendi duygularımızın ifa-
İbrahim Naci Bey, annesi Leskofçalı İsmail Pa- desi, halis ve samimi bir şiir nasıl olur sorusuna
şazâde Dilaver Bey’in kızı Nakiye Hanım’dır cevap aradı. Dokuz yıl kaldığı Paris’ten, bir dip-
(Ümmü Gülsüm). Hem anne hem de baba ta- loma sahibi olamasa bile zengin bir sanat, tarih
rafından soyu Şehsüvar Paşa’ya dayanır. Şair, so- ve kültür birikimiyle; şiirdeki yeni arayışlarının
yadı kanunu çıkınca, “Şehsüvar”a karşılık olmak ilk denemeleriyle İstanbul’a döndü (1912). Bazı
üzere “Beyatlı” soyadını almıştır. okullardaki hocalığının ardından Dârülfünûn
Bir süre devam ettiği mahalle mektebinin Edebiyat Şubesi’ne girdi; burada uygarlık tari-
(1889-1892) ardından girdiği, Mekteb-i Edeb’i hi, Batı ve Türk edebiyatı dersleri verdi (1915-
bitirdi (1895). 1897’de annesini kaybetti. Üsküp 1924). Birinci Lozan barış görüşmelerine giden
ve Selanik idâdîlerine devam etti. Hastalık ve aile heyet içinde danışman olarak yer aldı. II. Dönem
içi geçimsizlikler sebebiyle düzensizlikler yaşa- Urfa Milletvekili sıfatıyla TBMM’ne girdi (1923).
dığı eğitimini sürdürmesi için İstanbul’a gönde- Varşova, Madrid, ilâve olarak Lizbon’da elçilik- 103
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
B ABDURRAHMAN NESİP DEDE
(…)
sini ilham eder. Gönlü, dili, kanı ve mizacıyla BIYIKLI ALİ PAŞA, SİLAHDAR
kendilerinden olduğunu belirttiği Üsküdarlı- (ö. 1755)
okuttu (1923). Daha sonra getirildiği İstanbul başlayıp Sivas ve Erzurum’da devam eden ilk ve
Dârülfünunu İlahiyat ve Edebiyat fakülteleri orta öğrenimini Kabataş Erkek Lisesi’nde ta-
Arapça okutmanlığına emekli oluncaya kadar mamladı (1942). İstanbul Üniversitesi Edebiyat
devam etti (1946). 22 Şubat 1953’te Ankara’da Fakültesi ve Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili
vefat etti. ve Edebiyatı bölümünü bitirip (1947) bazı lise-
Geçimini öğretmenlikle sağladı. Ömrü İs- lerle Gazi Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat öğret-
tanbul kütüphanelerinde geçti. Ali Emiri Efendi, menliği yaptı. Doktorasını 1951’de Paris Sorbon-
Bağdatlı İsmail Paşa, İsmail Saib Sencer, Faik Re- ne Üniversitesi Mukayeseli Edebiyat Kürsüsünde
şad, Bursalı Mehmed Tahir, İbnülemin Mahmud “Lamartin’de İstanbul” konusunu içeren teziyle
Kemal İnal gibi döneminin ilim ve kültür adam- tamamladı. Dönüşünde Gazi Eğitim’deki hoca-
larıyla tanıştı. Birçok eseri gün ışığına çıkarmak lığına bir süre daha devam ettikten sonra Erzu-
için gayret gösterdi. Âsâr-ı İslâmiye ve Milliye Te- rum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne
dkik Encümeni üyeliğine kabul edildi; Kütüpha- yeni Türk edebiyatı doçenti olarak atandı (1966).
neler Tedkik Komisyonu’na dâhil oldu. Önemli 1970’te profesörlüğe yükseldi. Aynı üniversiteye
birçok özel kütüphanenin devlet müesseselerine bağlı İslâmî İlimler Fakültesi’nde kurucu dekan
kazandırılmasını sağladı. En büyük hizmetlerin- olarak da görev yaptı.
den biri, Ali Emiri’nin bulduğu Dîvânü Lugâti’t- Yaz aylarını İstanbul kütüphanelerinde ve
Türk’ü ilim âlemine kazandırmasıdır. Ayrıca bir- Başbakanlık Arşivi’nde yaptığı çalışmalara ayıran
çok kaynak eserin yayına hazırlanmasında da M. Kaya Bilgegil, İstanbul’a geldiğinde Üsküdar
emeği geçmiştir. İcadiye mahallesi Temaşa Sokağı’ndaki evlerinde
Kaynakça: Osman Nuri Ergin, Muallim M. Cevdet’in Hayatı, yaşayan ailesiyle de buluşuyordu. 1984’te Mimar
Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul 1937, s. 567-575; Reşat Ekrem Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne ge-
Koçu, “Bilge, Rifat”, İst.A, V, 2774; Ömer Faruk Akün, “Kilisli
Rifat Bilge”, DİA, XXVI, 18-22. çince Üsküdarlılığı devamlı hale geldi. 1986’da
➢ NURDAN ŞAFAK emekli oldu, bir yıl sonra da vefat etti (21 Ekim
1987). Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı’nda, Os-
BİLGEGİL, MEHMET KAYA man Şems Efendi’nin kabri yakınlarında toprağa
(1921-1987)
verildi.
Edebiyat profesörü; hayatının bir Gençlik yıllarında başlayan şiir ilgisi, Değir-
döneminden sonra yazları Üsküdar’daki men ve Türk Yurdu gibi dergilerde yayımladığı
evinde oturdu. şiirlerle sürmüş, ömrü boyunca bir sanat zevki
Gürün’de doğdu (1921). İstiklal Savaşına za- olarak onu bırakmamış, ancak mensur şiir tar-
bit olarak katılan Abdullah Efendi’nin oğludur. zının son güzel örneklerinden olan Cehennem
Baba ve annesini çok küçük yaşlarda kaybedince Meyvası (1944) dışında sağlığında bu yolda baş-
dede ve dayısının himayesinde yetişti. Gürün’de ka bir eseri yayımlanmamıştır. Cehennem Mey- 107
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
B ABDURRAHMAN NESİP DEDE
vası’nın ölümünden sonra yapılan yeni bir baskı- Edebiyat Bilgi ve Teorileri I: Belâgat (1980) ve
sına diğer şiirleri de konulmuştur (2009). ölümünden sonra kızı tarafından bir araya geti-
Bir araştırmacı olarak yaptığı çalışmalar daha rilen M. Kaya Bilgegil’in Makaleleri’ni (1997) de
fazla öne çıkmış 1958-1980 yıllarında araştırma- ekleyebiliriz.
cılığının en verimli dönemini yaşamıştır. Ziya Kaynakça: “Bilgegil, M. Kaya”, TDEA I, 430-431; “Bilgegil,
Paşa Üzerinde Bir Araştırma (1970), Mehmed M. Kaya”, TBEA I, 185-186; M. Orhan Okay, “Bilgegil, Mehmet
Kaya”, DİA, VI, 156-157.
Âkif, Resmi Hal Tercümesi, Basılmamış Bazı
➢ ÂLİM KAHRAMAN
Mektup ve Manzumeleri (1971), Harabat Karşı-
sında Namık Kemal (1972), Şair Şinasi, Hal Ter-
cümesi Üzerinde Küçük Bir Araştırma (1972), BİVÜCÛDÎ MEHMED EFENDİ,
Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerinde DİVİTÇİZÂDE
(ö. 1090/1679)
Araştırmalar I-II (1976, 1980) onun arşiv vesi-
kaları üzerinde yaptığı incelemelerini de içeren
Üsküdarlı Celvetî şeyhlerinden.
orijinal eserlerindendir. Bunlara Rönesans Çağı Üsküdar’da doğdu. Babası Celvetî şeyhlerinden
108 Cihan Edebiyatında Türk Takdirkârlığı (1973), Divitçi Şeyh Mustafa Efendi’dir. Asıl adı Meh-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
BOZOK, SALİH B
Şair ve siyaset adamı; çocukluğunda tasaray Sultânîsi ile Mekteb-i Mülkiye’deki tah-
Üsküdar’da yaşamıştır. silini tamamlayamadan ayrılmak zorunda kaldı.
Edirne’ye bağlı Cisr-i Mustafapaşa’da dünyaya Çeşitli olaylarla geçen gençlik ve tahsil hayatı
geldi. İstanbul’da babasının hocalık yaptığı Üs- sonunda ancak otuz yaşlarında Mekteb-i Mül-
küdar’da Sion Mektebi’nden sonra gittiği Gala- kiye-i Tıbbiye’den mezun oldu (1899). Karanti-
110
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
BUĞRA, TARIK B
na İdaresi’nde çalışırken gizli İttihat ve Terakkî Rızâ Tevfik hâtıralarında da, 1901-1902 yılların-
Cemiyeti’ne dâhil oldu (1906); II. Meşrutiyet’in da haftada bir defa, civarda bir yerden at üstünde
ilânından sonra Edirne mebusu olarak Meclis-i Sultantepesi’ne gelip Halide Edip’e ders verdiğini
Mebusan’a girdi. 1911’de, meclisteki diğer muha- söyler.
liflerle birlikte Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na geçti. Şiirlerinin büyük bir kısmını Serâb-ı Öm-
1912’de meclisin feshiyle açıkta kaldı; bunun rüm (1949) adlı bir kitapta bir araya getiren Rızâ
üzerine bazı okullarda felsefe hocalığı yaptı; bir Tevfik’in diğer başlıca eserleri şunlardır: Felsefe
süre Istılahât-ı İlmiyye Encümeni’nde çalıştı Dersleri (1914), Mufassal Kāmûs-ı Felsefe, 2 c.
(1914). 1918’de Maarif Nâzırı, 1919’da da Şûrâ-yı (1916, 1920), Abdülhak Hâmid ve Mülâhazât-ı
Devlet reisi oldu; bu arada Dârülfünun’da felsefe Felsefiyesi (1918), Tevfik Fikret-Hayatı, Sana-
ve estetik dersleri verdi. 1920’de, Osmanlı Dev- tı, Şahsiyeti (1945), Ömer Hayyam ve Rübâileri
leti’ni fiilen ortadan kaldıran Sevr Antlaşması’nı (1945).
imzalayan heyette yer alması kamuoyunca tas- Kaynakça: İsmail Hikmet, Türk Edebiyatı Tarihi, Bakü 1925,
vip edilmedi; 1919’da Anadolu’da başlayan Millî III 798-812; Kandemir, Kendi Ağzından Rızâ Tevfik, İstanbul
1943; Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Rızâ Tevfik, İstanbul
Mücadele’nin zaferle sonuçlanması üzerine, bazı 1950; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi,
eski muhalif arkadaşlarıyla birlikte memleketi Konya 1966, s. 406-424; Abdullah Uçman, Rızâ Tevfik’in Şiirle-
ri ve Edebî Makaleleri Üzerinde Bir Araştırma, İstanbul 2004.
terk etmek zorunda kaldı (Kasım 1922); bir süre
➢ ABDULLAH UÇMAN
sonra 150’likler listesine dâhil edildi.
Yurt dışına çıkınca, Kahire’de karşılaştığı
Emîr Abdullah’ın daveti üzerine Ürdün’e gitti, BUĞRA, TARIK
(1918-1994)
orada on yıldan fazla bir süre Sıhhiye ve Âsâr-
ı Atîka Müzesi müdürlüğü görevlerini yaptı.
Romancı, hikâyeci; Karacaahmet
Mezarlığı’na defnedilmiştir.
1934’te buradan emekli olup Lübnan’ın Akdeniz
sahilindeki Cünye kasabasına yerleşti. 150’likleri Akşehir’de doğdu (1918). Babası ağır ceza reisi
affeden kanunun yürürlüğe girmesinden beş yıl Nâzım Bey, annesi Nazike Hanım’dır. İlk ve or-
kadar sonra, 1943’te İstanbul’a döndü. Bazı gaze- taokulu Akşehir, liseyi Konya’da bitirdi (1936).
telerde kültür, sanat ve edebiyatla ilgili makaleler Edebiyat hocaları Rıfkı Melûl Meriç ve Hakkı
yazdı; 29 Aralık 1949’da vefat etti, kabri Zincirli- Süha Gezgin’den edebiyat ve şiir zevki aldı. İstan-
kuyu Mezarlığı’ndadır. bul’a gidip önce bir yıl tıp, sonra dört yıl kadar
Edebiyat tarihlerinde daha ziyade “Feylesof ” hukuk okuduysa da ikisini de bitirmedi. Daha
lâkabıyla anılan Rızâ Tevfik, II. Meşrutiyet’ten çok dönemin tanınmış edebiyat, fikir ve sanat
sonra bir devre damgasını vurduğu şiirleriyle,
Türk edebiyatında esasını sade Türkçe ve hece › Tarık Buğra
➢ ÂLİM KAHRAMAN
Tarık Buğra’nın
Karacaahmet’teki mezarı İstanbul’a dönüp çeşitli gazetelerde sekreter, yazı rist olarak imzası oldukça tanınmış bulunuyor-
Ratip Tahir Burak işleri müdürü, sayfa sorumlusu ve köşe yazarı du. Tavuk (1929) dergisini yayımladı; Aydede,
olarak çalıştı (1951-1977). 1945-1955 arasında Akbaba, Zümrüdü Anka, Karagöz, Vatan, İkdam,
hikâyeleri Çınaraltı, İstanbul, Yenilik, Yeditepe, Milliyet, Politika, Akşam, Köroğlu, Zeybek, Kar-
Yücel, Küçük Dergi, Seçilmiş Hikayeler ve Dost tal, Ulus, Hürriyet, Yeni Sabah, Halk dergi ve
dergilerinde çıktı. 1962’de Yol dergisini yayımla- gazetelerinde karikatür, resim, resimli roman
dı. Tercüman’daki köşe yazarlığını 1973’e kadar çizdi; roman, makale, fıkra yazdı. Kabataş Lise-
sürdürdü. si’nde resim öğretmeni (1935-36), Maden Araş-
Yirmi yaşında başlayan romancılığı inişli çı- tırma Enstitüsü Atölyeler Şefı (1936-37), Ziraat
kışlı devam etti. 1959’dan itibaren üzerinde ça- Enstitüleri Teknik İşler Müdürü ve Bakanlık
lıştığı Küçük Ağa’da Millî Mücadele’yi mevcut uzmanı (1937-49) olarak çeşitli görevler yaptı.
kalıplaşmış yaklaşımların dışında farklı bir açı- Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olarak aktif
dan ele aldı ve Türk romancılığı içinde, kendine politikaya atıldı. 1950’li yıllarda Ulus gazete-
has bir yer edindi. Küçük Ağa Yücel Çakmaklı sindeki siyasî karikatürlerinden biri nedeniyle
tarafından filme de alındı. Hikâyelerinde yaşan- on sekiz ay hapis cezası aldı (1956). 27 Mayıs
mışlığı şiirsel bir anlatımla veren yazarın tiyatro 1960 darbesinden sonra Kurucu Meclis üyesi
112 çalışmaları da bulunmaktadır. Bunlardan İbişin oldu; 1961 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Parti-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
BURAK, SEVİM B
BURAK, SEVİM
(1931-1983)
kul’u, Tünel’deki Alman Lisesi’nin orta kısmını İlk hikâyesi Yeni İstanbul gazetesinde yayım- Sevim Burak’ın
Kuzguncuk’taki evi
bitirdikten sonra eğitimini sürdürmedi. Profes- landı (1951). Sonraki yıllarda hikâyeleriyle Ulus
yonel mankenlik, terzilik ve kitabevlerinde tez- ve Milliyet gazeteleriyle Yenilik ve Türk Dili der-
gâhtarlık gibi işlerde çalıştı. Kısa bir süre, sipariş gilerinde göründü. 1965’te Yanık Saraylar adlı
üzerine elbise diktiği butiğini yönetti. On sekiz hikâye kitabı çıkınca ilgiyle karşılandı; tartışıldı.
yaşında keman sanatçısı Orhan Borar, otuz ya- Kendimi anlatıyorum dediği Levanten kültü-
şında ressam Ömer Uluç’la olmak üzere iki defa rünün ruhunu yansıtan hikâyelerinde Tevrat’ın
evlendi, ayrıldı. İkinci eşiyle bir süre Nijerya’da anlatımından yararlandı. Söz dizimi ve yazım
yaşadı. Kalp ameliyatı için yattığı Haseki Hasta- kurallarını zorlayarak yer yer şiire yaklaşan bir
hanesi’nde ameliyat edilemeden öldü (31 Aralık hikâye dili oluşturdu. Diğer eserleri arasında Af- 113
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
B BURHANEDDİN EFENDİ, ŞEHZÂDE
114
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
BURSALI MEHMED TÂHİR B
Burhaneddin Camii
min karakteristik süs öğeleriyle süslenmiştir. ları arasında yer aldı (1906). Gizli İttihat ve Te-
İki kez evlenen Burhanettin Efendi’nin oğul- rakkî Cemiyeti ile ilişkisi anlaşılınca açığa alındı,
ları Mehmet Fahrettin ve Ertuğrul Osman da bir süre sonra Alaşehir’e tabur kumandanı olarak
güzel sanatlara düşkündü. Burhanettin Efendi, gönderildi. Buradan da İzmir Dîvân-ı Harb âzâ-
İsviçre’ye sonra Amerika’ya yerleşti. lığına tayin edildi; yarbaylıktan emekli oldu.
15 Haziran 1949 yılında New York’ta kalp II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Bursa me-
krizinden ölünce cenazesi Şam’da Sultan Selim
Camii avlusuna defnedilmiştir.
Kaynakça: Baraz, Beylerbeyi I, 204-205; Haskan, YBÜ, I, 132-
133.
➢ LALE UÇAN
busu seçilerek Meclis-i Mebusan’a katıldı (1908). lerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri (1911), Hacı
Ancak mizacı politikaya pek uygun olmadığı Bayram Velî (1913), Kâtib Çelebi (1915), Menâ-
için bir süre sonra politikayı terk edip kendisini kıb-ı Harb (1917), Kırım Müellifleri (1919).
tamamen ilmî çalışmalara verdi. 1908’den sonra Kaynakça: Muallim Vahyî, Müslümanlık ve Türklüğü Yücelt-
Türklüğün geçmişini araştırmak üzere kurulan meğe Çalışanlardan Bursalı Tâhir Bey, İstanbul 1917; Ömer Fa-
ruk Akün, “Bursalı Mehmed Tâhir”, DİA, VI, 452-461.
Türk Derneği ve Türk Bilgi Derneği gibi ilmî ku-
➢ ABDULLAH UÇMAN
ruluşların çalışmalarında faal olarak görev aldı.
Daha sonra İstanbul kütüphanelerini teftişle
görevlendirildi. Bir ara Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi müdürlüğüne getirildi. Hayatının
son yıllarında maddî sıkıntılar ve hastalıklarla
boğuşmasına rağmen yoğun bir çalışma tempo-
su içinde eserleriyle meşgul oldu. Tasavvufa me-
yilli ve Melâmiyeye mensup olan Bursalı Tahir,
tedavi gördüğü Zeynep Kâmil Hastahanesi’nde
25 Ekim 1925’te vefat etti ve Üsküdar’da Aziz
Mahmud Hüdâyî Dergâhı hazîresine defnedildi.
Son devrin en tanınmış biyografi ve bibli-
yografya âlimi olarak kültür tarihimizde ayrı bir
yeri olan Bursalı Tâhir’in adını ölümsüzleştiren
asıl büyük ve önemli eseri üç ciltlik Osman-
lı Müellifleri’dir (1915-1924). Onun bu sahada
ortaya koymuş olduğu eserler yerli ve yabancı
araştırmacıların bugün hâlâ sık sık başvurdu-
ğu birer kaynak olarak önemini korumakta-
dır. Diğer eserlerinden bazıları da şunlardır:
Meşâyih-i Osmâniyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i
116 Ahvâli (1900), Ahlâk Kitaplarımız (1909), Türk-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
C
CÂFER ÇELEBİ, MOLLA tırdığı bilinmektedir. Doğum yeri olan İskilip’te
(ö. 978/1570) küçük bir cami ile medresesi vardır. Aynı kaza-
Üsküdar sakinlerinden olup burada nın bazı köylerinde bulunan arazileri ile değir-
cami bânisi; Osmanlı kazaskeri ve âlimi. men ve bahçelerinin gelirlerini kurduğu vakıf-
1490 yılı civarında İskilip’te doğdu. Babası ünlü lara tahsis etmiştir. Oğlu Sunullah Efendi ünlü
şeyhülislâmlardan Ebussuud Efendi’nin amcası Osmanlı şeyhülislâmlarındandır.
Abdünnebî Efendi’dir. Tahsilini İstanbul’da ta- Kaynakça:Nev‘îzâde Atâî, Zeyl-i Şekāik (nşr. Abdülkadir Öz-
mamladıktan sonra tedris hayatına Amasya’da can), İstanbul 1989, s. 136-137; Mektûbîzâde Abdülaziz, Terâ-
cim-i Ahvâl, İÜ Ktp., TY, nr. 2456, vr. 95b; Sicill-i Osmânî, II,
başladı ve burada sancak beyliği yapan II. Ba- 70; Kâmil Şahin, “Câfer Çelebi, Molla”, DİA, VI, 547-548.
yezid’in oğullarından Şehzade Ahmed’in yakın- ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
larından biri oldu. Ardından Akşehir, Merzifon
ve İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik
yapan Câfer Çelebi 1547’de Manisa müftülüğü-
CÂFER EFENDİ
(ö. 1577)
ne terfi etti. Bir süre bu şehirde Şehzade Selim’e
(II. Selim) muallimlik yaptı. Daha sonra Sahn-ı Üsküdar’da evi, bahçesi ve camii
Seman Medreseleri’nde ve Edirne’deki II. Baye- bulunan Osmanlı âlimlerinden.
zid Medresesi’nde çalıştı. Ebussuud Efendi’nin amcazadesidir. İskilip’te
1551 yılından itibaren kazâ mesleğine giren doğmuş, küçük yaşta Amasya’da valilik yapan
Molla Câfer altı ay kadar Şam valiliği yaptık- II. Bayezid’in oğullarından Şehzade Ahmed’e
tan sonra Anadolu kazaskerliğine yükseltildi. intisap etmiş, onun bertaraf edilmesinden son-
1556’da emekli olduktan sonra Üsküdar’daki ra kendini tamamen ilme vermiştir. Eğitimini
evinde ilim ve ibadetle meşguliyetini sürdü- ikmal ettikten sonra bazı medreselerde müder-
ren Molla Câfer Çelebi, bu arada hac farizasını rislik, bir süre Manisa’da müftülük yaptı (1543).
ifa etti; Ağustos 1570’te öldü. Vasiyeti üzerine Bu sırada orada bulunan Şehzade Selim’e (II.
Eyüp’te defnedildi. Görev icabı çok dolaşmasın- Selim) muallim olan Cafer Efendi, ardından
dan dolayı “Câfer-i Tayyâr” sıfatıyla anılır. 1551 yılında Şam kadısı aynı yılın sonlarında
Resmî görevleri esnasında hediye bile kabul Anadolu kazaskerliğine getirildi. 1557’de teka-
etmeyen Câfer Çeleb i birçok vakıf kurmuş ve üde ayrıldıktan sonra hacca gitti. Dönüşünü
bunlara yüksek gelirler tahsis etmiştir. Üskü- müteakip Üsküdar’daki bahçesinde vefat etti.
dar’daki bahçesini satarak burada bir cami yap- Mezarı Eyüp’te Cezeri Kasım Paşa Camii hazire- 117
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
C CAN, HALİL
CAN, HALİL
(1905-1973)
Hamit Can
İbrahim Canan
besiye’de geçti. Orta ve liseyi Mardin’de bitirdi.
1976 yılında üniversite sınavlarına katılmak üze-
re geldiği İstanbul’a yerleşti. Sezai Karakoç’un
Diriliş hareketine bağlılığı ve hizmeti ömrü bo-
yunca sürdü. İlk anlatı, hikâye ve şiirleri Diriliş
dergisinde yayımlandı. Diriliş Partisi’nin kuru-
cu üyeleri arasında yer aldı; Yönetim Kurulu asil
üyesi oldu. Edebiyat merkezli yazı çalışmalarını
geliştirdi. Geçimini basın yayın dünyasındaki
çalışmalarıyla sağladı. İzlenim dergisinde Genel
Yayın Yönetmeni, İktisat ve İş Dünyası dergisin-
de Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştı. Yeni Şafak
gazetesinde Kültür-Sanat ve Düşünce Günlüğü
sayfalarını yönetti, haftalık kültür ekinde Genel
Koordinatörlük yaptı. Şehir kültürü, gezi izle-
nimleri, röportaj ve deneme yazılarını İzlenim,
Hece gibi dergilerde ve Yeni Şafak gazetesinde
yayımladı. Son görevi bu gazetede editörlük-
tü. Üsküdar’da oturmakta olan yazar 12 Şubat
2010’da bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Çengelköy Mezarlığı’nda toprağa verildi. 119
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
C CANSEVER, HASAN FERİT
menliği yaptı (1962-1964). Askerlik görevinin Kültür Vakfı tarafından ödüllendirildi. Tarihçi
(1964-1966) ardından bir yıl Konya’nın Akşehir Açısından Din (Arnold Toynbee’den çeviri, İs-
ilçesinde öğretmenlik yaptı. 1967’de Sorbonne tanbul 1978); Resulullah’a Göre Aile ve Okulda
Üniversitesi’nde doktora yapmak üzere Paris’e Çocuk Terbiyesi (İstanbul 1979); Hz. Peygam-
gitti. Les methodes de l’enseignement du prophete ber’in Sünnetinde Terbiye (Ankara 1980, 2008);
Muhammed adlı teziyle doktorasını tamamladı Yeni Usul-i Hadis (Zafer Ahmet et-Tehânevî’den
(1972). Bu yıllarda teziyle ilgili araştırmalar yap- çeviri, İzmir 1982); Kütüb-i Sitte Muhtasarı
mak için dokuz ay Tunus’ta bulundu. Terceme ve Şerhi (I-XVIII, Ankara 1988-1994);
1973 yılında Atatürk Üniversitesi İslâmî Kur’an’da Çocuk Eğitimi (İstanbul 1996); Maki-
İlimler Fakültesi’nde dr. asistan olarak göreve ne ve Çarkları (Michel Heller’den çeviri, İstan-
başladı. Aynı fakültede doçent (1978) ve profe- bul 1998); Hadis Usulü ve Tarihi (Ankara 1998);
sör oldu (1989). 1993-1996 yılları arasında Har- Peygamberimizin Tebliğ Metotları (I-II, İstanbul
ran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde dekanlık 1998-2001); Hz. İbrahim’den Mesajlar (İstanbul
yaptı. Mart 1996 - Temmuz 1997 sonuna kadar 2004, İngilizce ve Almanca’ya çevrildi); Pey-
Bakü Özel Türk Kafkas Üniversitesinde rektör gamberimizin Yanılma(ma)sı Meselesi (İstanbul
olarak bulundu. 1997 yılında Üsküdar Sultante- 2006); Peygamberimizin Ehl-i Kitapla Diyaloğu
pe’ye yerleşti. 2007 yılında emekli oluncaya ka- (İstanbul 2006); Aile İçi Eğitim (İstanbul 2006);
dar Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Fethullah Gülen’in Sünnet Anlayışı (İstanbul
hadis hocası olarak görev yaptı. 14 Ekim 2009 2007); Bediüzzaman’ın Fikrî Programı (İstanbul
tarihinde elim bir kaza sonucu vefat etti, cenaze- 2008) belli başlı eserleridir.
si Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi. Kaynakça: Kızı Belkıs Canan’dan alınan şifahî bilgiler.
İbrahim Canan, başkalarına tavsiye ettikle- ➢ AZMİ BİLGİN
rini bizzat yaşayan, kendisiyle ve çevresiyle ba-
rışık örnek bir insandı. Etrafında herkese güler CANSEVER, HASAN FERİT
(1891–1966)
yüz gösteren, çalışmaktan hiç bıkmayan, çevre-
ye duyarlı bir bilim adamı olup hadis alanında Bir süre Çengelköy’de oturmuş olan
çok değerli çalışmalar ortaya koydu. Erzurum’da doktor, Türk Ocakları kurucularından.
kaldığı yıllarda Kütüb-i Sitte üzerinde yoğun Kasımpaşa Türabi Tekkesi şeyhi Ali Efendi ile
olarak çalışan Canan, Erzurum’da geçirdiği yıl- Lütfiye Hanım’ın oğludur. Kasımpaşa ve Mer-
ların bereketli olduğunu söylerdi. Üsküdar’da can’daki ilk ve orta öğreniminden sonra girdiği
oturduğu yıllarda özellikle aile içi eğitimle ilgi- Tıp Fakültesi’nden mezun olunca (1914) Sina
li yoğun çalışmalar yaptı. Bu konuda çok ciddi Cephesi Hilâliahmer Hastahanesi’ne başhekim
bir sosyal program hazırlama ve hayata geçirme tayin edildi. Daha sonra gönderildiği Gazze cep-
faaliyeti içerisindeydi. Bir vakıf kurarak bunu hesinden dönüşte Haydarpaşa Hastahanesi’ne
gerçekleştirmek istiyordu, ne yazık ki ömrü vefa başhekim oldu (1918).
etmedi. Öğrenciliği yıllarında Türk Ocakları’nı kuran
Üsküdar’ı çok sevdiğini, özellikle de havasın- tıbbiyeliler arasında yer aldı ve bu kurumla iliş-
dan pek memnun olduğunu söylerdi. Kitapları kisini hayatı boyunca sürdürdü. 1919’da Köycü-
dolayısıyla evinde ciddi bir yer sıkıntısı vardı. lük hareketini başlatarak Tavşanlı’ya gitti. Yunan
Küçükyalı taraflarından güzel, geniş bir ev tav- işgaliyle proje yarım kaldı. Antalya’da sağlık mü-
siye ettikleri ve evi de ailecek çok beğendikleri dürlüğü yaptı, Kayseri Yetimler Okulunu kurdu
halde Üsküdar’da evinin bulunduğu yer yaz kış (1921). Türkiye’deki ilk sıtma mücadelesini ger-
boğazdan temiz bir rüzgâr aldığı, yaşadığı sosyal çekleştirdi (1924). Üstlendiği Türk Ocakları’nın
çevreyi benimsediği için bırakıp gidemedi. genel sekreterliğinden (1924), siyaset taraftarla-
Diyanet, İslâm, İslâm Medeniyeti, Zafer, Ka- rıyla anlaşamayarak ayrıldı (1927). İETT ve Su-
dın ve Aile, Altınoluk, gibi dergilerde yazıları lar İdaresi’nde hekim olarak çalıştı.
yayımlandı. Resulullah’a Göre Okul ve Ailede Ço- Çengelköy Havuzbaşı’ndaki İbrahim Efendi
120 cuk Terbiyesi adlı eseriyle 1979’da Türkiye Millî Konağı’nı satın aldı, bir süre oturduktan son-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
CEBECİ, DİLAVER C
ra Beyazıt’a taşındı. Hayatının son kırk yılını loma projesi yönetti. Marmara Bölgesi Planlama
serbest hekim olarak Beyazıt’daki muayeneha- Teşkilatı Başkanlığı (1959), İstanbul Belediyesi
nesinde dar gelirli insanları tedavi ederek ve Planlama Müdürlüğü (1961).Dünya Bankası
beslenme üzerine araştırmalar yaparak geçirdi. İstanbul Metropol Planlama Projesi başkanlı-
Vefatı üzerine (20 Haziran 1969) Edirnekapı Şe- ğı, Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Üyeliği
hitliği’ne defnedildi. (1974-1976), İstanbul ve Ankara Belediyesinde
Kaynakça:Turgut Cansever, “Cansever, Hasan Ferit”, YYOA, I, metropol planlama danışmanlığı (1975-1980)
336; M. Selim Gökçe. “Turgut Cansever’in Türk Ocaklı Babası Mekke Üniversitesi’nde eğitim danışmanlığı
Et-yemez Doktor Hasan Ferit Cansever”, Türk Edebiyatı, İs-
tan-bul 2009, 37/426, İstanbul 2009, s.14-16. (1883) yaptı.
➢ ALİ NACİ ÖZYALVAÇ Ağa Han Mimarlık Ödülü jüri üyeliğine se-
çildi. Üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülünü ka-
zandı. Kültür Bakanlığı (2005), TBMM (2007)
CANSEVER, TURGUT
ve Cumhurbaşkanlığı’nca (2008) ödüllere layık
(1920-2009)
görüldü. ‘Bilge Mimar’ olarak anıldı. Çifteha-
Mimar, kültür ve bilim adamı;
vuzlar’daki evinde vefat etti (22 Şubat 2009).
çocukluğunda ailesiyle beraber
Kabri Edirnekapı Şehitliği’ndedir.
Çengelköy’de oturdu.
Bazı önemli eserleri şunlardır: Çengelköy’de-
Antalya’da doğdu (1920). Babası Hasan Ferit ki Sadullah Paşa Yalısı Restorasyonu (1949), Bü-
Bey annesi Saime Hanım’dır. İlkokulu Ankara ve yükada Anadolu Klübü Oteli (1951), Karatepe
Bursa’da, liseyi Çengelköy ve Beyazıt’ta oturduk- Açık Hava Müzesi (1957), Beyazıt Meydanı Ya-
ları sırada Galatasaray Lisesi’nde okudu. İstan- yalaştırma Projesi (1951), Türk Tarih Kurumu
bul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde mi- Binası (1951-67), Salacak Nuri Birgi Evi Res-
marlık öğrenimi gördü. Sedad Hakkı Eldem’in torasyonu (1967-71), Bodrum’da Ertegün Evi
asistanı oldu. İslâm Sanatı tarihi hocası Ernst (1971-73), Demir Tatil Köyü (1984-90) ile Su-
Diez’den çok etkilendi. Fransa’ya giderek bir süre altı Arkeoloji Enstitüsü (1988), Karakaş Camii
Avrupa’yı dolaştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat (1991). Ayrıca Thoughts and Architecture (1981),
Fakültesi’nde sanat tarihi alanında doktorasını Şehir ve Mimarî (1992), Ev ve Şehir (1994), Habi-
tamamladı. Öğretim üyeliği yaptığı (1950-1951) tat II Konferansı için Şehir ve Konut Üzerine Dü-
İDGSA’da doçent oldu. ODTÜ’de iki yarıyıl dip- şünceler (1995), İslâm’da Şehir ve Mimarî (1997),
Kubbeyi Yere Koymamak (1997), İstanbul’u An-
› Turgut Cansever
lamak (1998) ve Mimar Sinan (2005) isimli ki-
tapları bulunmaktadır.
Kaynakça:Uğur Tanyeli – Atilla Yücel, Turgut Cansever: Dü-
şünce Adamı ve Mimar, İstanbul 2007.
➢ ALİ NACİ ÖZYALVAÇ
CEBECİ, DİLAVER
(1943-2008)
Dilaver Cebeci
alanında yüksek lisans, Sosyal Yapı ve Sosyal Akademisi’nden 1905 yılında mezun oldu. Bey-
Değişme alanında doktorasını tamamladı. Üs- rut ve Rumeli’de görev yaptı. Rumeli’nin çeşitli
küdar Bağlarbaşı’ndaki Marmara Üniveristesi yörelerinde Bulgar ve Yunan çetelerini izledi.
İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev Burada İttihat ve Terakkî Cemiyeti mensupla-
yaptı. rıyla ilişkileri oldu.
1965’ten itibaren çeşitli gazete ve dergilerde Roma ateşemiliterliğinde (1909-1911) bu-
şiirler ve yazılar yayımladı. Evliya Çelebi’nin üs- lundu. 7. Kolordu’da görev aldı. Bu sırada Yanya
lubunu kullanarak “Seyyah-ı Fakir Evliya Çele- Kalesi savunmasına katıldı. 25. Tümen Kuman-
bi” takma adıyla yazdığı mizahî yazıları ilgiyle danı olarak I. Kanal Seferi’nde, arkasından 14.
karşılandı. Bestelenen şiirlerinden “Türkiyem”le Tümen kumandanı olarak doğu cephesinde gö-
adını geniş kitlelere duyurdu. Tanzimat ve Türk rev yaptı. 20. Kolordu kumandanı olarak Bi’rüs-
Ailesi (1993), Seyranname (1997), Men Kazanga sebi-Gazze savaşları ve Kudüs savunmasında
Baramen (2000) eserlerinden bazılarıdır. büyük yararlıklar gösterip generalliğe yükseldi.
Üsküdar’da oturmakta olan Cebeci 28 Mayıs Mütareke sırasındaki çalışmalarıyla güneyde
2008’de vefat etti. Çengelköy Mezarlığı’nda top- Millî Mücadele’nin temellerini attı. İstanbul’a
rağa verildi. giderek vatanın kurtarılması için çareler ara-
Kaynakça: İhsan Işık, Yazarlar Sözlüğü, İstanbul 1998, s. 155; yan asker-sivil birçok kişi ile görüştü. Mustafa
“Cebeci, Dilaver”, TBEA, I, 216. Kemal’e destek sözü vererek onun isteğiyle An-
➢ ÂLİM KAHRAMAN kara’ya döndü. Amasya Tamimi ve Sivas Kong-
resi hazırlıklarına katkılar sağladı. Batı Anadolu
CEBESOY, ALİ FUAT Kuvâ-yı Milliye kumandanı olarak millî irade-
(1882-1968)
nin kuvvetle yerleşmesinde büyük rol oynadı.
Üsküdar doğumlu, Millî Mücadele’nin İlk meclise Ankara milletvekili olarak girdi.
ünlü kumandanlarından. Olağanüstü yetkilerle Moskova’ya büyükelçi ola-
Üsküdar Salacak’ta doğdu (1882). Babası, Büyük rak gönderildi (1920-1922).
Millet Meclisi’nin ilk Bayındırlık Bakanı İsmail Dönüşte Meclis başkan yardımcılığı, İkinci
Fazıl Paşa, annesi Zekiye Hanım’dır. Erzincan Ordu müfettişliği gibi görevler üstlendi. Terak-
Askerî Rüştiyesi’ni ve Saint Joseph Lisesi’ni bi- kiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucu üyeleri
122 tirdi. Girdiği Harp Okulu’ndan 1902’de Harp arasında yer aldı. Dönemin siyasî karışıklıkları
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
CEMİL MOLLA C
› Cemil Molla
sebebiyle parti kapatıldı; üyelerinin çoğu İzmir vam etmiş, arkadaşı Ali Fuat’la beraber bu köşk-
Suikastı davasında yargılandı. Ali Fuat Paşa ile te güzel günler geçirmişlerdir. Ali Fuat Cebesoy;
diğer Millî Mücadele liderleri beraat etti. Emekli Bi’rüssebi-Gazze Meydan Muharebesi ve 20. Ko-
edilince bir süre siyasetten uzak kaldı; bazı sı- lordu (1938); Millî Mücadele Hatıraları (1953);
kıntılar yaşadı. Siyasî Hatıralar (1957), Sınıf Arkadaşım Atatürk
1933’te Mustafa Kemal’in isteğiyle Konya’dan (1967) adlı kitaplarını yayımlamıştır.
bağımsız milletvekili seçilerek tekrar meclise gir- Kaynakça: “Cebesoy, (Ali Fuat)”, Büyük Larousse, İstanbul
1986, V, 2237-2238; Ayfer Özçelik, “Cebesoy, Ali Fuat”, DİA,
di. 24 Mart 1939’dan itibaren CHP Konya mebu- VII, 194-195; Haskan, YBÜ, III, 1326-1327; Nedret Ebcim,
su sıfatıyla Bayındırlık (1943-1946) ve Ulaştır- Kuzguncuk, İstanbul 2009, s. 83-88.
ma (1943-1946) bakanlığı görevlerini yürüttü. ➢ ÂLİM KAHRAMAN
1948’de Meclis Başkanlığına seçildi.
1950 seçimlerinde Demokrat Parti Eskişehir, CEMİL MOLLA
(1865-1941)
1954 ve 1957 seçimlerinde ise İstanbul bağımsız
milletvekili olarak meclise girdi. 1960 ihtilalin-
Kuzguncukta yalısı bulunan hukuk
bilgini.
den sonra aktif siyasî hayattan çekildi. 1968’de
vefat edince vasiyeti gereği Sakarya’nın kendi İstanbul’da doğdu (1865). Şeyhülislâm Üryani-
adını taşıyan Alifuatpaşa kasabasında toprağa zâde Ahmed Es’ad Efendi’nin torunu, şair Sü-
verildi. leyman Bey’in oğludur. İngilizce ve Fransızca’yı
Ailesi Üsküdar Salacak’ta oturduğu için kendi gayretleriyle öğrendi. Nazırlıklarda görev
Harp Okulu’na kaydı Ali Fuat Salacak künyesiy- yapan, devrinin zeki ve bilgili bir siması olan
le yapılan Cebesoy, okulda tanıştıkları Mustafa Cemil Molla iki defa evlendi. Altı çocuğu oldu.
Kemal’i (Atatürk) ailesiyle de tanıştırmak için İstanbul’da vefatı üzerine Nakkaştepe Mezarlı-
Salacak’taki evlerine getirmiştir. Bu evde sıcak ğı’ndaki aile kabristanına defnedildi (1941).
ilgi ve yakınlık görmüş olan Mustafa Kemal, Şeyhülislâmlık Dairesi kalemlerinden yetişti.
aile, anneanne Ayşe Sıdıka Hanım’ın kızı Zekiye Mecelle ve hukuk konusunda otoriteydi. Mec-
için Kuzguncuk’ta yaptırdığı köşke taşınıldıktan lis-i Tedkikat-ı Şer’iye başkanlığı yaptı. 1909
sonra da ziyaretlerini sürdürmüş, ısrarlar üzeri- yılında II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi
ne köşkte yatılı misafirliğe kalmaya başlamıştır. üzerine, padişaha yakınlığı nedeniyle Midilli
Hafta sonu yatılı misafirlikleri uzun yıllar de- adasına gönderildi, üç yıl sonra affedilerek İs- 123
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
C CEMİLE SULTAN
tanbul’a döndü. Adliye Nazırı (1919), Şûrâ-yı nıldı. 1940’lı yıllarda yıktırıldığından günümüze
Devlet Başkanı olarak görev yaptı. Siyasî, sosyal ulaşamadı.
ve dinî içerikli eserleri ile Dağarcığım adlı hatı- Kaynakça: Münevver Ayaşlı, Dersaadet, İstanbul 1975, s. 230;
ratı bulunmaktadır. Baraz, Beylerbeyi, II, 552-553; Haskan, YBÜ, III, 1336-1337.
Cemil Molla'nın
Kuzguncuk’taki köşkü
Boğaziçi’nin görünümü
124
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
COŞAN, M. ESAD C
Mensubu bulunduğu fakültede Türk-İslâm Ede- faaliyetleriyle yoğun şekilde meşgul olmuştur.
biyatı, Osmanlıca, Türkçe Kompozisyon, Farsça Yurt içinde ve yurt dışında birçok eğitim ve hiz-
ve Arapça derslerini okutmuş, yedi doktora ve met faaliyetleri gerçekleştirmiş, Avrupa’yı, Ame-
çok sayıda lisans tezi yönetmiştir. 1980’li yıllar- rika’yı, Avustralya’yı, Afrika’yı, Asya’yı; Doğu’yu
da çıkardığı İslâm, Kadın ve Aile,İlim ve Sanat, Uzakdoğu’yu, Batı’yı Uzakbatı’yı dolaşmıştır.
Gülçocuk ve Panzehir gibi dergilerle toplumun Akademik çalışmalarının yanı sıra kaleme al-
ufkunda yeni açılımlar sağlamış ve yaygın eği- dığı yazı ve konferansları kitaplaştırılmıştır. 4
time önemli katkılarda bulunmuştur. Çeşitli Şubat 2001 tarihinde Avustralya’da, cami açılışı
vakıf ve dernekler kurdurmak suretiyle hizme- yapmak üzere çıktığı bir seyahat esnasında tra-
tinin boyutlarını hem yatay hem de dikey olarak fik kazası sonucu vefat etmiş, naaşı Türkiye’ye
sürdürmüştür. Zihin dünyasında düşünce ile getirilerek Eyüpsultan Mezarlığı’na defnedil-
aksiyon, ilim ile amelin birlikte yürümesi ge- miştir.
rektiğine inanan; sadece tebliğ odaklı değil aynı Kaynakça: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, M. Esad
zamanda temsil odaklı çalışma tarzına sahip bir Coşan Özlük Dosyası; M. Esad Coşan Araştırma ve Eğitim
Merkezi, M. Esad Coşan Şahsî Arşivi; http://iskenderpasa.
toplum önderiydi. Gösterişten uzak, melâmet com/D69CDFCD-64D4-4278-A8EC-51B091A7FB03.aspx
neş’esi çizgisinde, hayatın dinamikliğini göz ardı ➢ NECDET YILMAZ
etmeyen, cami ve onun fonksiyonlarını yükle-
necek bir tasavvuf ve hizmet anlayışına sahip,
bu yönüyle, tasavvuf telakkisini halk ve entelek-
tüel kesimle buluşturmuş aksiyoner bir akade-
misyendi. Emekliliğini müteakip 1990’lı yılların
başında Üsküdar Küçük Çamlıca’ya yerleşerek
Aziz Mahmud Hüdâyî Çilehanesi’ne komşu ol-
126 muştur. 1987 sonrasında eğitim, kültür ve irşad
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
Ç
ÇAĞATAY, ALİ RİFAT Çağatay, kaleme aldığı makalelerle Türk mû-
(ö. 1935) sıkî çalışmalarına katkıda bulunmuş bir mûsıkî
Türk mûsıkîsi bestekârı, hocası ve adamıdır. İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda
ud icracısı; uzun yıllar Çamlıca’daki Ahmet Irsoy, Rauf Yekta ve Suphi Ezgi’yle birlik-
köşkünde yaşadı. te yaptığı çalışmalarla Türk mûsıkî repertuarına
İstanbul’da doğdu. Babası piyade kaymakamı pek çok eserin kazandırılmasında emeği geçmiş,
Hasan Rifat Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. Doğum Ma’lumat’ın ilk sayılarında “Fenn-i Mûsıkî Na-
tarihi çeşitli kaynaklarda 1867, 1869 ve 1871 ola- zariyatı” adıyla bir makale dizisi tefrika etmiş,
rak verilmektedir. Uzun süre Bâbıâli Me’mûrîn-i Türk Ocağı tarafından hazırlanan Türk Tarihi-
Mülkiyye Komisyonu Mümeyyizliği görevinde nin Ana Hatları adlı serinin “mûsıkî” fasikül-
bulundu. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ka- lerini yazmıştır. Onun, Türk mûsıkîsinin usul,
dıköy’de Şark Mûsıkî Cemiyeti’ni kurdu ve ilk makam ve üslup inceliklerine vakıf olduğu bes-
başkanlığını yaptı. Sadrazam Said Halim Pa- telerinde açıkça görülmektedir. Bazı eserlerinde
Batı müziği etkileri dikkati çekse de bestelerin- › Ali Rıfat Çağatay
şa’nın kız kardeşi Prenses Zehra ile evlendi. Bir
süre Avrupa’da bulundu. Fransa’da iken hanımı- de genellikle Türk mûsıkîsi özellikleri hâkimdir.
nın ölümü üzerine (1922) İstanbul’a döndü. Medhal, peşrev, saz semaisi, beste, şarkı, türkü,
Kadıköy’de Türk Mûsıkî Ocağı’nı kurdu ve ilahi operet ve marş gibi pek çok formda eserler
bundan sonraki hayatı Çamlıca’daki köşkün- besteledi. Bunlardan 60 kadarı günümüze ulaşa-
de devam etti. 1923’te Nimet Hanım’la evlendi. bildi. Mehmet Âkif Ersoy’un yazmış olduğu “İs-
1927’de İstanbul Belediye Konservatuvarı Tarihi tiklal Marşı”, 1924-1930 yılları arasında Ali Rifat
Türk Mûsıkîsi Eserlerini Tespit ve Tasnif Heyeti Bey’in “acemşiran” makamındaki bestesiyle oku-
üyeliğine getirildi ve vefatına kadar bu görevini nup çalındı.
devam ettirdi. Bu arada Cemiyyet-i Umûmiyye- Türk mûsıkîsi eserlerinin armonize edilmesi
i Belediye üyeliği, Dârülbedâyi’de mûsıkî heyeti üzerinde çalıştı. Kadıköy Şark Mûsıkîsi Cemi-
reisliği ve Müzik Federasyonu reisliklerinde bu- yeti’nde yönettiği Türk mûsıkîsi konserlerinin
lundu. 3 Mart 1935’te vefat etti ve Karacaahmet bazılarında flüt, piyano, viyolonsel gibi Batı mü-
Mezarlığı’na defnedildi. Ali Rifat Çağatay, idareci ziği enstrümanlarını kullanarak Batılı anlamda
ve yazar Samih Rifat ile Millî Mücadele dönemi orkestra yönetimi denemeleri yaptı. Güzel bir
milis paşalarından yazar Cevat Rifat Atilhan’ın sese sahipti. Kemençe ve tambur da çalmasına
büyük ağabeyleriydi. rağmen özellikle iyi bir ud icracısı olarak tanındı, 127
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
Ç ÇAKIR, MEHMET
bu konudaki şöhreti Mısır ve Suriye gibi ülkelere mamladı. İş hayatına İnşaat mühendisi olarak
de yayıldı. başladı. Uzun yıllar serbest mühendislik ve in-
Hayatının büyük kısmını talebe yetiştirmek- şaat uygulamaları yaptı. Pek çok sivil toplum
le geçirdi. Talebeleri arasında geleceğin önemli kuruluşunun, hemşehri ve meslek dernekleri-
mûsıkîşinasları bulunmaktaydı. Mesud Cemil, nin yönetiminde bulundu. Anne ve babasını
Subhi Ziya Özbekkan, Şerif Muhiddin Targan 1990 yılında hacda yaşanan Tünel Faciası’nda
ve Selahattin Pınar, onun talebelerinden bazıla- kaybetti.
rıdır. Siyasete Turgut Özal ile birlikte ANAP’ta
Kaynakça: Eşref Edip, Mehmet Âkif, İstanbul 1357/1938, s. başladı. 1991’de Partiden ayrıldı. 2001 yılında
632-634; İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 61-272; Mu- Ak Parti Üsküdar Teşkilatı Kurucu İlçe Başkan-
hiddin Nalbandoğlu, İstiklal Marşımızın Tarihi, İstanbul 1964,
s. 21-23, 150-151; Mustafa Rona, Elli Yıllık Türk Mûsıkîsi, İs- lığı görevi ile tekrar siyasete atıldı. 2004-2009
tanbul 1970, s. 128-130; Burhanettin Ökte, “Mûsıkî Alemin- yılları arasında 5. dönem Üsküdar Belediye Baş-
de 30 Sene”, Türk Mûsıkî Dergisi, nr. 38, İstanbul 1951, s. 6-7;
kanlığı yaptı. Başkanlık görevinin ardından Ha-
Mesut Cemil, “Tanıdığım Mûsıkîşinaslar”, Mûsıkî Mecmuası,
İstanbul 1970, nr. 263-264, s. 21; nr. 265, s. 17; Nuri Özcan, ziran 2009’da Ak Parti İl Yönetim Kurulu üyeli-
“Çağatay, Ali Rifat”, DİA, VIII, 167-168. ğine seçildi.
➢ NURİ ÖZCAN Belediye başkanlığından ayrıldıktan bir süre
sonra rahatsızlandı. 16 Aralık 2009’da vefat etti.
ÇAKIR, MEHMET Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
(1955-2009)
Mehmet Çakır otuz yıl boyunca Üsküdar’da
Üsküdar Belediye başkanlarından. yaşadı. Evli ve üç erkek çocuk babasıydı. Yoğun
Trabzon Of ’da doğdu (1955). Üç erkek kar- iş temposundan arta kalan boş vakitlerinde,
deşin en küçüğüydü. Çocukluk yılları İzmit voleybol, tenis ve kayak sporlarıyla ilgilenirdi.
Yarımca’da geçti. İlkokulu burada bitirdikten Tiyatro izlemek, kitap okumak ve seyahat et-
sonra, Fatih Çarşamba’daki İstanbul İmam-Ha- mekten hoşlanırdı. Türk sanat mûsıkîsiyle de il-
tip Lisesi’ne kaydedildi. Buradaki ilk dört yılını giliydi. Dürüst, vizyon sahibi, Üsküdar sevdalısı
yatılı olarak okudu. Hafta sonlarında trenle Ya- bir yöneticiydi.
rımca’ya gidip geldi. Kaynakça: Senai Demirci, “Üsküdar’da Bir Beyaz Yürüyüş”,
Üniversite eğitimini İstanbul Vatan Üniver- Üsküdar Bülteni, sy. 6, İstanbul 2010, s. 3-5.
sitesi’nde İnşaat Mühendisliği bölümünde ta- ➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
128
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN NESİP DEDE Ç
1935
—Faruk Nâfiz Çamlıbel
ABDURRAHMAN NESİP DEDE Ç
olduğu belirtilen Âsaf Hâlet’in Üsküdar’la ilgili rını divan edebiyatının halk edebiyatıyla ortak
“Camlı Odalardan” adlı bir şiiri vardır. noktalarını da dikkate alarak sürdürdü. Dinî-
Bütün şiirlerini topluca Om Mani Padme tasavvufî Türk edebiyatı eser verdiği bir başka
Hum (1953) adlı bir kitapta toplayan Âsaf Hâ- alandır. Doktora tezi olarak hazırladığı Yazı-
let’in bellibaşlı diğer eserleri şunlardır: Mevlâna cıoğlu Mehmed ve Muhammediyesi ve II. Mu-
Hayatı, Şahsiyeti (1940), Molla Câmi (1940), rad Devri Mesnevîleri adlı doçentlik çalışması
Eşrefoğlu Divanı (1944), Divan Şiirinde İstan- dışında Ramazanname (1973), Türk Bilmeceler
bul (1953), Ömer Hayyam (1954) ve Mevlâna ve Hazinesi (Yusuf Ziya Öksüz’le beraber 1979),
Mevlevîlik (1957). Türk Ninniler Hazinesi (1982) gibi kitapları
Kaynakça: Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, yayımlanmıştır. Makaleleri ölümündensonra
İstanbul 1973, s. 165-174; Tahir Alangu, 100 Ünlü Türk Eseri, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları adıyla kitap-
İstanbul 1974, s. 1415-1420; Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür
Canlar Ölesi Değil, İstanbul 1983, s. 40-46; Semih Güngör, Asaf laştırıldı (1998). Mesnevî-i Şerif, Aslı ve Sade-
Hâlet Çelebi, İstanbul 1985; Şiir Atı (“Âsaf Hâlet Çelebi Yaprak- leştirilmiş Manzum Nahifî Tercümesi (I-III,
ları” adıyla özel bölüm), sy. 2, İstanbul 1986, s. 22-80; Bilâl Kı-
1967-1972) yayıma hazırladığı bir eserdir. Ayrı-
rımlı, Âsaf Hâlet Çelebi, İstanbul 2000; Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı
(haz. Hüseyin Su - İlyas Dirin - Şaban Özdemir), Ankara 2003. ca Erzurumlu İbrahim Hakkı (1988), Ali Nihad
➢ ABDULLAH UÇMAN Tarlan (1989) adlı biyografik çalışmaları bulun-
maktadır. Hayranî mahlasıyla aruz ve hece vez-
ÇELEBİOĞLU, ÂMİL niyle şiirler de yazmıştır.
(1934-1990)
Kaynakça: “Çelebioğlu, Âmil”, TDEA, II, 127-128; Cemal
Çocukluk ve ilk gençlik yılları Kurnaz, “Çelebioğlu, Âmil”, DİA, VIII, 264-265.
Üsküdar’da geçmiş ilim ve kültür adamı. ➢ ÂLİM KAHRAMAN
› Nihad M. Çetin
26 Haziran 1991’de vefat etti ve Karacaahmet koleksiyon olarak okuyuculara hizmet vermeye
Mezarlığı’na defnedildi. devam ediyor.
Şarkiyat Mecmuası’nı çıkardı. Öğrencilik yıl- Kaynakça: Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Çetin, Nihad Mazlum”,
larında Yaratış Dergisi’ndeki yazıları ile tanındı. DİA, VIII, 290-291; Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan (İÜ
Edebiyat Fakültesi Yayınları), İstanbul 1999.
Arap, Fars ve Türk Dil ve edebiyatları üzerine
➢ NURDAN ŞAFAK
çeşitli incelemeleri yerli ve yabancı akademik
dergilerde yayımlandı.
Aruz vezniyle yazılmış şiirleri, güftesi de
kendisine ait nihavent bir beste denemesi var-
dır. Hat sanatıyla da ilgilenmiş ve bu konuda
kendisini yetiştirmiştir. Tercümeleriyle Namaz
Sureleri ve Duaları (İstanbul 1954), Arapça Dil-
bilgisi (Ahmet Ateş’le birlikte), Eski Arap Şiiri,
Fennü’l-hat eserlerinden bazılarıdır.
Şahsî kütüphanesi Bağlarbaşı’nda bulunan
TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nde ayrı bir 133
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
D
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar şiiriyle or- Üsküdarlı coğrafya bilgini.
taklık gösteren “ölüm, zaman, kâinat, rüya, şekil” Üsküdar çarşı içinde, Uncular sokağında dün-
gibi kelimeler dikkat çekmiştir. Edebî kişiliği- yaya geldi (17 Şubat 1903). Babası, Enderun’da
nin açık bir şekilde belirmesi; şiirinin tekniğini yetiştikten sonra II. Abdülhamid tarafından
ve temalarını bularak kendini kabul ettirmesi Şehzade Abdülkadir Efendi’nin lalalığına yük-
1940’ta yayımladığı Çocuk ve Allah kitabıyladır. seltilen Mehmed Âsaf Bey, annesi Tevhide Safiye
Bu kitabın temel duygusu, kozmik dünya ile in- Hanım’dır. İlk çocukluk yılları, senenin büyük
san arasındaki ilişkiden doğar. Uzun şiir hayatı, kısmında Çamlıca’daki bağda, kışın ise Üskü-
araştırmacılar tarafından çeşitli devrelere ayrıl- dar’ın ayrı semtlerinde geçti. 1911’de aile ilk defa
maya çalışılmış; şiirine kaynak olan duygular bir kışı Çamlıca’da geçirdi. O sene Bulgurlu’daki
tek insanın evren karşısındaki şaşırması; gün- mahalle mektebinde öğrenime başladı. Mahalle
lük yaşamları saran acılar, yoksulluk, yoksun- mektebinden sonra İhsaniye’deki Mir’ât-ı Feyz’e
luklar olarak belirlenmiştir. Destanlar ve çocuk kaydı yapıldı. Aile Kadıköy’e yerleşince (1914)
şiirleri bulunmaktadır. Gittikçe evrensel uğul- Mekteb-i Terakki ve Kadıköy Sultânîsi’ne devam
tuların duyulduğu çok sesli bir şiire doğru git- etti; oradan, bir an önce hayata atılabilmek için
miştir. Şair çok sayıda ödüle lâyık görülmüştür. İstanbul Erkek Muallim Mektebi’ne geçti. Mezun
Aç Yazı (1951), İstanbul Fetih Destanı (1953), olup (1923) Tatbikat Okulu’nda hocalığa başladı.
Asu (1955), Cezayir Türküsü (1961), Yeryağ 1925-1928 arasında İstanbul Üniversitesi
(1965), Dün Geceki/En Sevmek (Şeyh Galib’e Coğrafya Bölümü’nde yüksek öğrenimini ta-
Çiçekler) (2000), İçimdeki Şiir Hayvanı (2007), mamladı. Öğrenci olarak Avrupa’ya gönderilme-
Orda Karanlık Olurum (2007) belli başlı diğer ye hak kazandı. 1928-1932 arasında, Fransa’nın
şiir kitaplarıdır. Strasbourg Üniversitesi’nde eğitimine devam
Kaynakça: Mustafa Miyasoğlu, “Dağlarca, Fazıl Hüsnü” etti. Tahsilinin son yılında Cezayir’e giderek ora-
TDEA, II, 182-184; “Dağlarca, Fazıl Hüsnü”, TBEA, I, 304-307.
da araştırmalar yaptı. Cezayir Yüksek Ovaları
➢ ÂLİM KAHRAMAN
136 adlı tez çalışması ile yüksek etüt diploması aldı.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
DARYAL, VECİHE D
folojisi adlı tezle doktor unvanını kazandı ve Beylerbeyi’nde yaşamış vaiz ve Farsça
müderris muavinliğine atandı. Bu yıllarda Hay- öğretmeni.
darpaşa Lisesi’nde de dersler verdi. Dârülfünun Kuzey Kafkasya’nın Şirvan eyaletinde, Şemâhi
lağvedilip yerini üniversiteye bırakınca Türkiye şehrinde doğdu (1839). “Şirvanî Muallim Me-
ve ülkeler coğrafyası doçentliğine tayin edildi. cid Efendi” adıyla şöhret bulmuştur. İlk tahsi-
1940 yılında profesörlüğe yükseltildi. 1941-1946 linden sonra İstanbul’a geldi, cami derslerine
yılları arasında İstanbul Yüksek Öğretmen Oku- devam ederek icâzet aldı. Sonrasında Dârülmu-
lu’nun müdürlüğünü yaptı. allimîn’den diploma alarak öğretmenliğe başladı.
İbrahim Hakkı Akyol, Ali Tanoğlu ve Ahmet Bir müddet Fevziye Mektebi’nde ve Üsküdar’da
Ardel adlı arkadaşlarıyla birlikte Coğrafya Ensti- Paşakapısı Rüşdiyesi’nde öğretmenlik yaptı.
tüsü’nün ikinci kuşak bilim adamları arasına gir- 1880’de Fosfor Mustafa Paşa’nın valiliği sırasında
di. Yaptıkları başarılı çalışmalarla Türk coğrafya tayin edildiği Erzurum Maarif müfettişliğinde
bilimine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Dar- dört yıl kaldı.
kot, bu yıllarda birkaç kez de Coğrafya Enstitüsü 1884’te İstanbul’a dönerek Beylerbeyi’ne
müdürlüğü yapmıştır. 1956’da ordinaryüs profe- yerleşti. Emekliliğine kadar (1914) Galatasaray
sörlüğe yükseldi. 1973’te yaş haddinden emekli- Sultânîsi ile Vefa İdâdîsi’nde muhtelif sınıflara,
ye ayrıldı. Çalışmalarını ve Türkiye seyahatlerini Fars edebiyatı, Arapça ve ahlâk dersleri verdi;
sürdürdü. 1 Nisan 1990’da İstanbul’da vefat etti İstanbul’un büyük camilerinde vaizlik yaptı. Bü-
ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. yük oğlu Çanakkale’de şehit düşünce inzivaya
1941 Haziranında yapılan Coğrafya Kongre- çekildi.
si’nde Türkiye’nin coğrafî bölge ayırımı onun Farsça grameri ile alakalı bir çalışması ders
teklif ettiği rapora uygun olarak kabul edilmiştir. kitabı olarak basılmıştır. Ömrünün son gün-
Hayatının sonuna kadar en çok zaman ayırdığı lerinde Beylerbeyi’nden ayrılarak küçük oğlu
konulardan biri de Türkiye şehirlerinin tarihî Münip Daryal’ın Kartal Soğanlı köyündeki evine
coğrafyası olmuştur. yerleşti. Burada vefat ederek (30 Eylül 1935) kö-
İlk Mekteplerde Coğrafya Muallim Kitabı, yün mezarlığına defnedildi.
Coğrafî Araştırmalar, Kartoğrafya Dersleri, Eko- Kaynakça:Reşat Ekrem Koçu, “Daryal, Abdülmecid”, İst.A,
nomik Coğrafya, Avrupa Coğrafyası, Türkiye VIII, 4269-4270; Baraz, Beylerbeyi, I, 226-227.
İktisadî Coğrafyası, Türkiye Duvar Haritası eser- ➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
lerinden bazılarıdır. İstanbul Üniversitesi’nin
ilmî dergilerinde pek çok makalesi ve Millî Eği- DARYAL, VECİHE
(1915-1970)
tim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi’nde de birçok
maddesi yayımlanmıştır. Üsküdarlı Türk kadın kanun virtüozu.
Kaynakça:1972-1973 Yıllarında Emekli Olan İ.Ü. Edebiyat
Beylerbeyi’nde doğdu. Birçok kaynakta doğum
Fakültesi Öğretim Üyeleri, İstanbul 1974, s. 39-41; Rama- tarihi olarak verilen 1908, ağabeyinin doğum ta-
zan Özey, Türkiye Üniversitelerinde Coğrafya Eğitimi ve
rihidir. Kızı Eser Değer’in verdiği bilgilere göre
Öğretimi, İstanbul 1998, s. 2; Kansu Şarman, Türk Promet-
he’ler, İs-tanbul 2005, s. 188-192; Metin Tuncel, “Ord. Prof. Dr. Vecihe Daryal’ın doğum tarihi 1915’tir. Babası
Besim Darkot: Hayatı ve Türkiye Coğrafyasına Katkıları”, Coğ- aslen Şirvanlı din bilgini ve muallim Abdülme-
rafya Araştırmaları, I/3, Ankara 1991, s. 1-13; a.mlf., “Darkot,
Meh-met Besim” DİA, VIII, 500-501; a.mlf.,“Darkot (Besim)”,
cid Efendi, annesi Şahende Hanım’dır. Çocuk-
İst.A, VIII, 4242. luk yılları Beylerbeyi’nde geçti. Yedi yaşında aile
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK dostları olan bestekâr Şevki Bey’in yeğeni Nazire
Hanım’dan kanun dersleri almaya başladı. On
yaşında Dârülelhan’a Vecihe Mecid adıyla kay-
dını yaptırdı. Buradaki öğrenimine hocası Mu-
azzez Yurcu Hanım’da başlamış, Mûsâ Süreyyâ
Bey, Yusuf Ziya Bey ve Selahaddin Candan ile 137
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
D DÂVUD PAŞA, KÜÇÜK, KARA NİŞANCI
Vecihe Daryal devam etmiştir. 1928’de Eyüp’ten Beyoğlu’nda- belgeleri ise Dicle Üniversitesi’ne intikal etmiştir.
Üsküdar’daki Dâvud Paşa Camii
ki Büyük Postahane’ye taşınan İstanbul Radyo- Kaynakça:Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Bestekarla-
su’nda dâimî sanâtkâr olarak kadroya alındı. İlk rı Ansiklopedisi: Şarkı Güfteleri ve Türküler, İstanbul 1978,
s. 148-149; Turhan Taşan, Kadın Besteciler, İstanbul 2000, s.
evliliği sırasında kısa bir süre ayrıldığı radyoya 229-230; Baraz, Beylerbeyi, I, 227-228; Yılmaz Öztuna, Türk
bir süre sonra geri döndü. 1938 yılında Ankara Mûsıkîsi Ansiklopedisi, İstanbul 1969, I, 153; Avni Anıl, Anı-
lar ve Belgelerle Mûsıkîmiz Sözlüğü, İstanbul 1981, I, 229; M.
Radyosu’na girdi. Burada icrakâr, öğretmen ve Nazmi Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara 1986, II, 173-176;
repertuvar kurulu üyesi olarak çalıştı. Yılmaz Öztuna, Türk Bestecileri Ansiklopedisi, İstanbul, ts., s.
1953’te İstanbul’a yerleşen Daryal, İstanbul 215; “Daryal, Vecihe”, İst.A, VIII, 4270-4271.
Tiyatrosu’nda diksiyon dersleri vermek suretiy- de Kahire’den gönderdi. 1915’te İstanbul’a gitti.
le sahneye çıkan oyuncuların telaffuz bozuk- Mehmet Âkif ’in kızı Cemîle Hanım’la evlendi.
luklarının giderilmesinde yardımcı olmuştur. Beylerbeyi ve Çengelköyü’nde yaşadı. Vakit’te-
Daha çok Molière’den adapte ettiği Ayyar ki Türkiye-Mısır ilişkileriyle ilgili yazılarından
Hamza ve Letâfet operetiyle şöhret kazanan Âlî dolayı 1925’te İstiklâl Mahkemesi’nce tutuklan-
Bey’in diğer eserlerinden bazıları şunlardır: Ko- dı. 1940’ta Eşref Edip, İsmail Hakkı İzmirli ve
kona Yatıyor yahut Madam Uykuda (1870), Mi- Kâmil Miras’la birlikte çıkarmaya başladıkları
safiri İstiskal (1871), Lehçetü’l-hakayık (mizah İslâm-Türk Ansiklopedisi ve bu ansiklopedinin
sözlüğü, 1897), Seyahat Jurnali (Hindistan gezisi mecmuasında çok sayıda madde ve makale
notları, 1897). yazdı. 1940-1950 arasında Cumhuriyet’te gün-
Kaynakça: Refik Ahmet Sevengil, Türk Tiyatrosu Tarihi, İs- lük yazılar kaleme aldı. İstanbul Radyosu için
tanbul 1968, III, 66-74; Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döne- İslâm dünyası hakkında konuşmalar hazırladı.
mi Türk Tiyatrosu, Ankara 1972, s. 76-79, 323-325.
1947’de, dinî-fikrî muhtevalı haftalık Selâmet
➢ ABDULLAH UÇMAN
Mecmuası’nı çıkardı. Din öğretiminin gereğini
ortaya koyarak kamuoyu oluşturdu. Din hürri-
DOĞRUL, ÖMER RIZÂ yetinin sağlanmasında ve ilkokullara din dersi
(1893-1952)
konulmasında önemli hizmetlerde bulundu.
Mehmet Âkif ’in damadı, Üsküdar’da
1950’de Demokrat Parti’den Konya millet-
yaşamış yazar ve gazeteci.
vekili seçildi.Yazılarında doğu ve batı blokla-
Kahire’de doğdu (1893). Mısır’a yerleşmiş Bur- rına karşı İslâm ülkelerinin üçüncü bir cephe
durlu bir ailenin çocuğudur. Kahire’de Ezher oluşturmaları ve aralarında iş birliği yapmaları
Üniversitesi’ni bitirdi. Edebî makaleler yayımla- fikirlerini savundu. İslâm ülkelerindeki ilim ve
dığı es-Siyâse’de gazeteciliğe başladı. Tasvîr-i Ef- devlet adamı dostlarına, sürekli olarak Türk ve
kâr gazetesiyle Sebîlürreşâd’daki ilk makalelerini Arap ülkeleri arasındaki yakınlığın önemini ve
geliştirilmesi gerektiğini anlattı.
Ömer Rızâ Doğrul
Meclis Dış İşleri Encümeni’nde de görev alan
Ömer Rızâ, Türk-Pakistan Kültür Cemiyeti baş-
kanı sıfatıyla 1951’de Pakistan’da yapılan İslâm
Kongresi’ne katıldı. Uzun süren bir hastalıktan
sonra 13 Mart 1952’de İstanbul’da öldü; mezarı
Edirnekapı Şehitliği’ndedir.
Telifleri yanında, yaptığı ilâve ve genişletme-
lerle yarı telif haline getirdiği tercümeleri ve ne-
şirleriyle tanınan yazarın Kur’an Nedir (İstanbul
1345/1927), Müslümanlık Nedir (İstanbul 1933)
gibi telif eserleri vardır. Tanrı Buyruğu: Kur’ân-ı
Kerîm’in Tercüme ve Tefsiri (İstanbul 1943) ise
Türkçesi bakımından devrine kadar yapılan ça-
lışmalardan en başarılısı sayılır. Diğer telifleri
arasında Ekber: Bir Türk Dâhisi (İstanbul 1944);
Cennet Fedâîleri: İslâm Tarihinde Gizli ve Yıkı-
cı Teşekküller (İstanbul 1945); İslâmın Özü ve
Kur’an’ın Ruhu (İstanbul 1946); Yeryüzündeki
Dinler Tarihi (İstanbul 1947); İslâmiyetin Ge-
liştirdiği Tasavvuf (İstanbul 1948) sayılabilir. İs-
lâm Tarihi: Asr-ı Saâdet (I-X, Mevlânâ Şiblî ve
Süleyman Nedvî’den, İstanbul 1928) en önemli
142 çevirisidir. İslâm Ahlâkının Esasları (Babanzâde
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
DURAN, FEYHAMAN D
Ahmed Naim, İstanbul 1945) Mehmet Âkif Er- sinin açılmasına, Türk Coğrafya Enstitüsü’nün
soy’un Kur’ân-ı Kerîm’den Âyetler (İstanbul 1944) kurulmasına öncülük etti. Mülkiye, Yüksek Mu-
ile Safahat’ını (İstanbul 1944) yayıma hazırladı. allim ve Maliye mekteplerindeki idarî hizmetle-
Kaynakça: Salih Akdemir, Cumhuriyet Dönemi Kur’an Tercü- rinin ardından Londra ve Paris’te bazı iktisadî
meleri, Ankara 1989, s. 44-48; Zafer Hasan, “Ö. Rızâ ve Hiz- girişimlerde bulundu (1920-1926). Yeni coğraf-
metleri”, Cumhuriyet, İstanbul 14 Mart 1952; Hilmi Ziya Ül-
ken, “Ömer Rızâ Doğrul”, Yeni Sabah, XIII/5044, İstanbul 17 yanın yerleşmesinde katkıları oldu. 1941’de Bi-
Mart 1952; Mustafa Uzun, “Doğrul, Ömer Rızâ”, DİA, IX, 489. rinci Coğrafya Kongresi’nin çalışmalarına katıl-
➢ MUSTAFA UZUN dı. 1943’te vefat etti.
Otuzdan fazla ders kitabı yayımladı. Hazır-
DURAN, FAİK SABRİ ladığı Büyük Atlas (1936), Modern Büyük Atlas
(1882-1943)
yayınlanıncaya kadar (1974), ülkeler coğrafyası
Üsküdarlı coğrafyacı. ile ilgili tek bilimsel başvuru kaynağı oldu. Kıta-
Üsküdar’da doğdu (1882). İlk ve orta öğrenimini lar ve Osmanlı coğrafyasına ait eserleri dönemin
Üsküdar’da Ravza-i Terakki Mektebi ve Üsküdar ilk coğrafya eserleridir. “İsim coğrafyası” yerine,
İdâdîsi’nde yaptı. Japon filosunun İstanbul’a ge- dönemin modern coğrafya görüşü olan “tasviri
lişinde (Ocak 1891) tahtaya çizmiş olduğu düz- coğrafya” anlayışını getirdi. Türkiye’nin ilk coğ-
gün Japonya haritası ve bu ülke hakkında verdiği rafî bölgeler taksimatını yapan şahıslardan biri
bilgiler, okulunu ziyarete gelen Japon subayların oldu. Yaptığı bu coğrafî taksimat daha sonra çe-
dikkatini çekti ve onu gemilerine davetle ipekli şitli değişikliklere uğrayarak günümüze kadar
kâğıtlara basılmış Japonya resimleri hediye etti- geldi.
ler. 1908’de Fransa’ya gönderildi. Sorbonne’daki 1928’de Çocuk Ansiklopedisi’nin neşrine kat-
öğrenimini tamamlayıp yurda döndü (1912). İs- kıda bulunmuş, Musavver Muhit ve Resimli Ki-
tanbul Dârülfünunu Edebiyat Fakültesi’nde coğ- tap dergileriyle Hayat Ansiklopedisi’ni çıkarmış,
rafya hocalığı yaptı. Üniversitede coğrafya şube- Çocuklara Coğrafya Dersleri adlı bir eser yayım-
lamıştır. Osmanlı Coğrafya-i İktisadisi (1913),
Faik Sabri Duran
Avrupa (1913), Çocuklara Coğrafya Hikâyeleri
(1914), Asya, Asya-i Şarki Adaları, Afrika (1915),
Yeni Avrupa Coğrafyası (1915), Amerika ve Avus-
tralya (1916), Hayvanlar Alemi (1934), İnsanlar
Alemi (1939) diğer eserlerindendir.
Kaynakça: “Duran, Faik Sabri”, Büyük Larousse, İstanbul 1986,
VII, 3408; Şayan Ulusan, “1913’te Faik Sabri Bey’in Gözün-
den Almanlar ve Almanya”, SAÜ FenEdebiyat Dergisi, X/1,
Sakarya 2008, s. 250-251; Cemal Arif Alagöz, “Faik Sabri Du-
ran’ın Hayatı”, Ulus, Ankara 1 Mayıs 1943, s. 2.
➢ HÜSEYİN YÜRÜK
DURAN, FEYHAMAN
(1886-1970)
Feyhaman Duran’ın Fikret, ressam Şevket Dağ, Viçen Arslanyan kurulmasında, Alay Köşkü’nün bu birliğe veril-
yaptığı Hoca Ali
Rızâ Bey portresi Efendi gibi hocaların öğrencisi oldu. Hüsnühatta mesinde etkili oldu. Birliğin yurt içi ve Moskova,
Feyhaman Duran’ın ilgisinde okulun ünlü hocaları Mustafa İzzet ve Bükreş, Belgrad gibi yurt dışında düzenlediği
otoportresi
Râkım efendilerin payı vardır. sergilere eserleriyle katkıda bulundu. 1927’de
1908’de okulu bitirdikten sonra bir süre Bâ- Sanayi-i Nefise Mektebi’nde başladığı görevine
bıâli’de kâtiplik, Galatasaray Sultânîsi’nde Fran- 1951’de emekli oluncaya kadar atölye şefi olarak
sızca, güzel yazı (hüsnühat) ve resim öğretmenli- devam etti. 1938’de hükûmetçe hazırlanan yurt
ği yaptı. Bir resim dolayısıyla tanıştıkları Abbas gezisine katıldı; Gaziantep’e giderek o yörenin
Halim Paşa tarafından Paris’e resim eğitimi için resimlerini yaptı. Emekliliğinde çalışmalarını
gönderildi (1910). Paris’te Academie Julian’da sürdürdüğü Süleymaniye Camii civarındaki evi-
Jean-Paul Laurens’ın, Ecole des Beaux-Arts’da ni müze olarak İstanbul Üniversitesi’ne bağışladı.
Fernand Cormon’un atölyelerinde ve Arts 6 Mayıs 1970’te İstanbul’da öldü.
Decoratifs’de eğitim gördü. Bu sıralarda Avru- Feyhaman Duran kış aylarını Süleymani-
pa’da akademik bir üslup niteliği kazanmış olan ye’deki, yaz aylarını ise Çengelköy’deki evinde
izlenimcilik (empresyonizm) akımına yakınlık geçiriyordu.
duydu. Paris yıllarında tekniğini ve bilgisini ge- Yumuşak bir anlatımı ve abartısız bir tek-
liştiren Feyhaman’ın portreye önem vermesinde niği olan sanatçı sağlam bir desen anlayışının
Jean-Paul Laurens’ın etkisi aranabilir. sahibidir. Yöntem olarak izlenimcilere yaklaşır-
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle sa da yerine göre ortaya çıkan gerçekçiliği veya
İstanbul’a dönmek zorunda kalan ressam, anlatımcı yaklaşımı onu kendine özgü bir üslup
1916’dan itibaren Galatasaray sergilerine dü- sahibi yapmıştır. Görüneni olduğu gibi aktar-
zenli olarak katıldı. Harp Mecmuası’nda savaş mayan sanatçı özellikle portrelerinde modelle-
resimleri yaptı. İbrahim Çallı ve Sami Yetik ile rine ait iç dünyayı, karakteri aramış, portreciliği
Vezneciler’de Zühal Kırtasiye Mağazası’ndaki belli kalıpların ötesine taşımıştır. O Türk resim
atölyede resim dersleri verdi. 1919’da İnas sanatında portre ressamlığının en büyük ustası
Sanayi-i Nefise Mektebi’nde resim öğretmenli- olarak görülmüştür. Çiçek, meyve ve geleneksel
ğine başladı. 1922’de öğrencisi Güzin Hanım’la objelerden oluşan natürmortları, yaratıcı bir ça-
144 evlendi. 1926’da Sanayi-i Nefise Birliği’nin banın ürünü olan hat sanatı eserleri bulunmak-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
DÜMBÜLLÜ, İSMAİL D
tadır. Sami Efendi’den, Galatasaray Sultânîsi yazı özellikleriyle halk tarafından tutuldu. “Ayşem”,
hocası İzzet, Mahmut Bey Matbaası hattatı Tah- “Cebe Gitti”, “Bülbül” gibi bazı operetlerde oy-
sin efendilerden yazı meşk etmiştir. Sülüs ve celî naması da bu döneme rastlar. Giderek değişen
yazıdaki mahareti eserleriyle sabittir. tiyatro anlayışı ve beğenisine rağmen, kıdemli
Kaynakça: İbnülemin, Son Hattatlar, İstanbul 1955, s. 95-97; ustalarından, özellikle de Naşit’ten sonra gele-
Gül İrepoğlu, Feyhaman Duran, İstanbul 1986; “Feyhaman neksel tiyatronun en ünlü adı oldu; bu halk sana-
Duran”, Türk Ressamları (haz. Kaya Özsezgin), İstanbul, ts., s.
77-80. tını uzun yıllar sürdürdü. O, ortaoyunu tiplerini
➢ ÂLİM KAHRAMAN tiyatro sahnelerinde canlandırdığı için bu oyunu
sahneye çıkarmış da sayılabilir.
Oynadığı oyunlardan en çok Gözlemeci, Ka-
DÜMBÜLLÜ, İSMAİL
(1897-1973) vuklu’ya Hile, Çifte Hamamlar, Ters Biyav ve
Adı Üsküdar’la beraber hatırlanan Kanlı Nigar’ı severdi.
geleneksel halk tiyatrosunun ünlü ismi. 1946’dan sonra filmler de çevirmeye başladı.
Dümbüllü Macera Peşinde, Dümbüllü Sporcu,
Üsküdar Süleymanağa mahallesinde doğdu
Dümbüllü Tarzan gibi bazı filmlerinde doğru-
(1897). Tam adı İsmail Hakkı’dır. Peruz Hanım’ın
dan doğruya kendini oynadı. Memiş (1947), Ke-
“Dümbüllü” kantosunu bir gazel ilave ederek
loğlan, İncili Çavuş, Nasrettin Hoca beyaz per-
söylemeye başlamasından sonra Dümbüllü adı
dede canlandırdığı tipler oldu. Bunların arasında
üzerinde kaldı. Babası II. Abdülhamid’in silah-
en çok Nasrettin Hoca ile özdeşleşti. Ancak film-
darlarından Zeynel Abidin Efendi, annesi Fat-
lerde tiyatrocu İsmail Dümbüllü düzeyinde ba-
ma Azize Hanım’dır. Üsküdar’da Toptaşı Askerî
şarılı olamadı.
Rüştiyesi’nde okurken Doğancılar’daki Dilküşa
1968’de jübile yaparak sahneyi bıraktı. Kel
Tiyatrosu’nda seyrettiği Kel Hasan’dan etkilenip
Hasan’dan aldığı kavuğu, geleneğe uyarak Münir
okuldan ayrıldı. Amatör olarak Karagöz Hüse-
Özkul’a devretti. Bu tarihten sonra zaman zaman
yin’in, profesyonel olarak Kel Hasan’ın (1917)
sahneye çıkmayı, radyo oyunlarında rol almayı
tiyatrolarında sahneye çıktı. Kel Hasan’ın çıra-
sürdürdü. Geçirdiği trafik kazasının ardından
ğı oldu; 1926’ya kadar onun yanında çalışarak
hayatını kaybetti (5 Kasım 1973). Karacaahmet
tulûat geleneğini öğrendi. Küçük İsmail, Âsım
Mezarlığı’nda toprağa verildi. Ölümünden son-
Baba, Ali Bey ve Naşit Özcan gibi dönemin ünlü
ra, Sadi Yaver Ataman tarafından hazırlanan
ortaoyuncularının yanında, ikinci komik olarak
Dümbüllü İsmail Efendi (1974) adlı kitapta ha-
çalıştı. Tevfik İnce ile beraber kendi topluluğunu
yatı, teybe alınmış bazı hatıraları ve oyunlarına
kurarak (1928) Şehzadebaşı’ndaki Hilal Tiyatro-
yer verildi.
su’nda oyunlarını sergiledi. Anadolu turnelerine
1980’de Müjdat Gezen’in girişimiyle Kara-
çıkmaya başladı (1933). Ses tonu, saf görünüşü,
gözcüler ve Ortaoyuncular Derneği tarafından
en olmadık nükteleri savurup geçişi, kendine has
adına konulan ödülü Münir Özkul, Nejat Uygur,
mimikleri ve seyircisiyle bütünleşebilmesi gibi
Altan Erbulak, Suna Pekuysal, Savaş Dinçel, Ali
Sürmeli, Ferhan Şensoy, Levent Kırca aldı.
İsmail Dümbüllü Adı Üsküdar’la özdeşleşmiş olan Dümbüllü,
Üsküdar’ın değişik yerlerinde sergilediği oyun-
ları, At Pazarı denilen meydancıkta manav dük-
kânı bulunan eski tulumbacılardan Çamur Şev-
ket’le esprileşmeleri, ve yürürken geriye dönüp
peşine takılan çocukları kovalayan görüntüsüyle
hâlâ hatırlanan bir simadır.
Kaynakça: Raşit Çavaş, “Dümbüllü, İsmail”, DBİst.A, III, 110;
Âlim Kahraman, “Dümbüllü İsmail Efendi” (Aktaran: Metin
Türkay), Atikvalide, İstanbul 2009, s. 156-160.
➢ ÂLİM KAHRAMAN
145
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
D DÜZGÜNMAN, MUSTAFA
Mustafa Düzgünman
Mustafa Düzgünman
çalışırken
EBÜL‘ULÂ MARDİN
(1881-1957)
rinin ilk cildini neşretti; 13 Ocak 1957 tarihinde leleri daima mukayeseli ve tarihî seyri içinde ele
öldü. Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’nda med- almış seçkin âlimlerdendir.
fundur. İlmiyye Salnâmesi ve Huzur Dersleri dışında-
İslâm-Osmanlı hukuku ile modern Türk ve ki başlıca ilmî çalışması, Medenî Hukuk Cephe-
Batı hukukunu da iyi bilen Mardin gerek maka- sinden Ahmed Cevdet Paşa’dır (İstanbul 1946). 149
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
E ECE AYHAN
ECE AYHAN
(1931-2002)
EDHEM EFENDİ, ŞEYH Doksanüç Harbi’nde (1887-1888) Üsküdar’da › Şeyh Edhem Efendi
(1829-1904)
Özbekler Tekkesi
Üsküdar Özbekler Dergâhı’nın lığını da yapmış, son derece mütevazi, hoşsoh-
sanatkâr şeyhi. bet bir insandı. Şeyhliği oğlu Sâdık Efendiye bı-
rakmakla birlikte yaşadığı zamanlarda dergâh,
Üsküdar Sultantepe’deki tekkede doğdu (1829). devrin İstanbul ve özellikle Üsküdar’daki önemli
Tam adı İbrahim Edhem’dir. Babası Şeyh Sadık ilim, kültür ve sanat merkezlerinden biri haline
Efendi’dir. Hâce Hesnâ Hatun mahalle mekte- gelmişti. 8 Ocak 1904’te tekke mescidinde yatsı
bini bitirdikten sonra babası, amcası ve dergâh namazını kılarken vefat ederek hazireye defne-
mensubu âlimlerden özel dersler aldı. Arapça, dilmiştir. Vefatı üzerine Rızâ Tevfik’in yazdığı:
Farsça ve Çağatayca’yı şiir yazacak kadar iyi öğ- “Tavaf et geçme ey zâir! Bu makber kenz-i irfan-
rendi. Ayrıca okuduklarını anlayacak kadar Er- dır/Defin olmuş yatır bir âlem-i mâna zemininde/
menice ve Fransızcaya vakıf oldu. Çeşitli ilim ve Tarik-i Nakşbendî Şeyhi İbrahim Edhem kim/Bu
sanat dallarında kendini yetiştirdi. İleri yaşlarda Özbek tekkesinde mürde diller eyledi zinde” mıs-
hat sanatına da merak duyarak Çarşambalı Arif ralarıyla başlayan mersiye pek beğenilerek kabir
Bey’den ta’lik icazeti aldı. Babasından öğrendiği taşına yazılmıştır.
ebruculuğu geliştirdi. Müsbet ilimlere merakı Dergâh mescidinin altındaki mütevazi atöl-
ve kabiliyeti onu, devrin, sahasında önde gelen yede hazırladığı eserlerini Kâmî mahlasıyla
isimlerinden Salih Zeki Bey ve Mekteb-i Harbiye imzalamıştır. Teknik resim çizmeyi bildiği için
Nazırı Galip Paşa ile matematik ve kozmoğrafya yapacaklarının çizimini, modelini, dökümünü,
müzakare edecek dereceye yükseltmişti. tornasını bizzat kendisi yapardı. Zamanla doğ-
Mekteb-i Sanayi imalat müdürlüğü de yapan ramacılık, marangozluk, oymacılık, hakkaklık,
Edhem Efendi, Tamirat-ı Âliye müdürü olarak mühürcülük, dökmecilik, tornacılık, demircilik,
Mekke’de bulundu; Kâbe’nin tamiratıyla meşgul tesviyecilik, makinecilik, matbaacılık, dokuma-
oldu. Zemzem kuyusunun üzerini kafes şeklin- cılık, mimarlık, ebruculuk gibi fen ve sanatlarda
de kurşundan bir kapak dökerek örtmüş, Medi- ihtisas sahibi sayılacak kadar kendini geliştirdi.
ne’de Ravza-i Mutahhara’nın inşaat hizmetlerini Bu sebeple hezarfen (binbir sanatta mahir) sıfa-
yürütmüştür. Sadece mübarek mekânların tami- tıyla anıldı. Nitekim devrin en tanınmış hezarfen
ratında kullandığı malasını titizlikle saklayarak sanatkârlarından biri olarak yaptığı ebrular pek
defninde kabrine konulmasını vasiyet etmişti. beğenildiğinden tekkenin ihtiyaçlarını karşıla- 151
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
E EDİB MEHMED EMİN
ENDERUNLU VÂSIF
(ö. 1824)
ğunu belirtir. Şairin tek eseri yazma ve basma nulan Rus cephesine gitmiştir. İki yıl sonra sa-
nüshaları bulunan mürettep divanıdır. Bazı ka- dâret teşrifatçısı olan Enverî, ardından ikinci
sır, köşk ve saray gibi yapıların kitabelerine kon- tezkirecilik ve cebeciler kâtipliği görevlerinde
mak üzere şiirler yazmıştır. Üsküdar’da Miskin- bulunmuştur. 1774’te alındığı vak‘anüvislik göre-
ler İmârethânesi ve Şerefâbâd Mescidi’nin tamiri vine iki yıl sonra tekrar getirilmiş, bir süre sonra
dolayısıyla tarihler düşürmüştür. teşrifatçı ve büyük tezkireci tayin edilmiştir. 1783
Kaynakça: Haluk İpekten, Enderunlu Vâsıf, Ankara 1989; En- yılında azledildiği vak‘anüvislik görevine 1787’de
derunlu Vâsıf Divanı (haz. Rahşan Gürel), İstanbul, ts. üçüncü defa, üç yıl sonra da dördüncü defa tayin
➢ AZMİ BİLGİN edilmiştir. Bu arada Anadolu muhasebeciliği gö-
revini de üstlenen Enverî 7 Kasım 1794 tarihin-
ENVERÎ, SÂDULLAH de ölmüştür. Cenazesi Üsküdar’da Karacaahmet
(ö. 1209/1794)
Mezarlığı’nın Selimiye Dergâhı karşısında Hay-
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun darpaşa’ya giden yolun kenarına defnedilmiştir.
Osmanlı vak‘anüvisi. Üç kısımdan oluşan Târih’i 1769-1792 yılları
Aslen Trabzon kökenli olup İstanbul’da doğmuş arası olaylarını kapsar.
ve yetişmiştir. Bir süre Bâbıâli’de çalışan Enverî, Kaynakça: Cemâleddin Mehmed, Âyîne-i Zurefâ, İstan-
burada hâcegân rütbesine yükselmiş, 1769’da bul 1314, s. 57-58; Osmanlı Müellifleri, III, 22-23; Babinger
(Üçok), s. 348-350; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstan-
vak‘anüvisliğe getirilmiş ve savaş halinde bulu- bul 1945, III, 303; Münir Aktepe, “Enverî”, İA, IV, 281-283; a.
mlf., “Enverî, Sâdullah”, DİA, XI, 268-270; Bekir Kütükoğlu,
“Vekāyinüvis”, İA, XIII, 277-279. › Enverî’nin Karacaahmet
Mezarlığı’ndaki mezar taşı
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
Anıtı ve Şemsipaşa Meydanı Faciası, Üsküdar sına rağmen erken yaşta hastalanması yüzünden
Penceresinden Görünen Türkiye, Belgeler Ko- hazırlamaya başladığı birçok eseri ya müsvedde
nuşuyor, Gerçekler ve Uyarmalar. halinde yarım kalmış, ya da yayımlanamamıştır.
Kaynakça: Fahri Atabey, Asya’nın Avrupa’ya Bakan Penceresi Başlıca eserleri: İlm-i Tasavvuf (1925), Halk
Üsküdar ve Hizmetlerim, İstanbul 1973, s. 80; Fethi Gedikli, Şairleri (1927), Karacaoğlan (1927), Pîr Sultan
“Girişimci Bir Üsküdar Sevdalısı: Hüseyin Suat Erginer (1908-
5 Kasım 1988)”, Üsküdar Sempozyumu VI: Bildiriler, İstanbul Abdal (1929), Bektaşî Şairleri (1930), Şeyh Galib
2008, II, 201-220. (1932), Neşâtî (1933), Şeyhülislâm Bahâî (1933),
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK Cenab Şahabeddin (1934), Sâmih Rifat (1934),
Bâkî (1935), Âşık Ömer (1936), Nâmık Kemal’in
ERGUN, SADETTİN NÜZHET Şiirleri (1941), Türk Mûsıkîsi Antolojisi, 2 c.
(1899-1946) (1942-1943), Hatâyî Divanı (1946).
Üsküdarlı edebiyat ve mûsıkî Kaynakça: İbnülemin, SATŞ, III, 1574-1576; İbrahim Alâed-
araştırmacası. din Gövsa, Meşhur Adamlar: Hayatları-Eserleri, İstanbul
1933-1936, IV, 1395; Bedî N. Şehsuvaroğlu-Muzaffer Gökman,
Bursa’da dünyaya gedi. Annesi Teselya’da Yeni- Sadettin Nüzhet Ergun, İstanbul 1976; Ekrem Bektaş, “Ergun,
şehir Feneri Sâdî Dergâhı şeyhi Mehmed Veh- Sadettin Nüzhet”, DİA, XI, 299-301.
bî Efendi’nin kızı Sâdiye Hanım’dır. Üsküdar ➢ ABDULLAH UÇMAN
Kahkaha ve Mizah dergilerinde çizdi. 1950’den Halil Kemalettin Erkman’ın
Çengelköy’deki köşkü
itibaren Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya baş-
ladı. Cumhuriyet’in yanı sıra 41 Buçuk, Tef, Tas,
Dolmuş, Yön dergilerinde de çizdi.
ABD’de Twenty Century Fox film şirketinde ve
Schlaifer ile Field Stone stüdyolarında film afişi
ressamlığı yaptı (1957-59). Bu dönemde karika-
tür ve desenleri The New Yorker, Look, Saturday
Evening Post, Punch dergileri ile Financial Times
ve New York Times gazetelerinde yayımlandı.
Evliya Çelebi çizgi filmini ve Piri Reis’in
Amerika Haritası (1971) belgesel filmini yaptı.
Reklam filmciliği sektöründe de önemli çalışma-
ları oldu. AND Film’in canlı resim çalışmaların-
da başarı gösterdi. Yurt içi ve yurt dışında çeşitli
ödüllere layık görüldü.
157
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
E ERSOY, MEHMET ÂKİF
Mehmet Âkif Ersoy ERSOY, MEHMET ÂKİF tamamladı. Bazı okullarda (1906-1907) Dârül-
Mehmet Âkif’in
Beylerbeyi’nde oturduğu ev
Aralıklarla Üsküdar Beylerbeyi ve fetilâliyye Medresesi’nde (1914) hocalıkları oldu.
› Mehmet Âkif, devrinin
tanınmış şair ve edipleriyle
İhsaniye semtlerinde yaşamış ünlü Türk Tahammül edemediği bir haksızlık sebebiyle
şairi. memu-riyetten, İttihat ve Terakki ile uyuşmazlığı
Fatih’te Sarıgüzel semtinde doğdu. Babası Fatih sebebiyle Dârülfunun’daki hocalığından ayrıldı.
Medresesi müderrislerinden İpekli Tahir Efen- II. Meşrutiyet’in ardından yayımlanmaya
di’dir. Annesi Emine Şerife Hanım aslen Buha- başlanan Sırât-ı Müstakim dergisinin yayın ekibi
ralı olup Tokat’a yerleşmiş bir ailedendir. Fatih içinde yer aldı (Ağustos 1908). Daha sonra adı
Merkez Rüştiyesi (1885) ve Mülkiye Mektebi’nin Sebîlürreşad olan dergi Akif ’in yönetiminde ve
İdâdî (lise) kısmından mezun oldu. Mülkiye’de başyazarlığında yayınını sürdürdü. Şiirlerini bu
başladığı yüksek öğrenimini babasının ölümü dergide yayımlamaya; 1911’den itibaren de Sa-
üzerine Halkalı Baytar Mektebi’nde sürdürdü ve fahat adıyla kitaplaştırmaya başladı. 1914-1915
bu okulu birincilikle bitirdi (1893). Ziraat Neza- yılları içinde Mısır ve Medine’ye sonra Teşkilât-ı
reti’nde baytar müfettiş yardımcılığıyla başladığı Mahsûsa’nın verdiği görevle önce Berlin’e, ardın-
memuriyeti sırasında Edirne’de bulundu, Ana- dan da Arabistan’ın Necid bölgesine seyahatleri
dolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinde dolaştı, oldu. Millî Mücadele’ye fiilen katılma kararıyla
Şam’a kadar gitti. Halkı yakından tanıdı, dert- 1920 Şubatında Balıkesir’e gidip halkı birliğe ve
leri ve problemleri hakkında bilgi sahibi oldu. işgallere direnmeye çağırdı. İstanbul’a döndük-
Çocuk yaşlarda başlayıp ara verdiği hıfzını da ten sonra, Heyet-i Temsiliye’den gelen davet üze-
158 memuriyeti sırasında kendi kendine çalışarak rine 10 Nisan 1920’de Ankara’ya geçti. Burdur
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ERSOY, MEHMET ÂKİF E
mebusu seçildi (5 Haziran 1920). Bütün varlı- İkinci Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e yaşanan
ğıyla mücadeleye katıldı; vaazlar verdi, dergisini savaşlar, acılar ve yeniden var olma mücadele-
çıkarmaya devam etti; İstiklâl Marşı’nı yazdı. Şiir siyle geçen dönemin bir çeşit kroniği gibi de ele
12 Mart 1921’de Büyük Millet Meclisi’nce millî alınabilecek olan Safahat’taki şiirlerinde muh-
marş olarak kabul edildi. Millî Mücadele’nin za- teva daha ön planda olmasına rağmen büyük
ferle sonuçlanmasının ardından teşekkül eden sanatkâr sezgisi de hissedilir. Özellikle Mısır’da
II. Mecliste, muhalefet grubunu oluşturan diğer yayımladığı Gölgeler adını taşıyan Yedinci Safa-
milletvekilleri gibi o da aday gösterilmedi. Abbas hat’ta (1933) sanatkâr ruhunun lirik nağmeleri
Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitti (Ekim etkileyici bir dille ifadesini bulur. Akif ’in ede-
1923). İki yıl yazları İstanbul’a döndüyse de 1925 biyat yazıları, çevirileri, bazı tefsir denemeleri,
yılı sonundan itibaren Mısır’da sürekli kalmaya vaazları, mektupları ölümünden sonra külliyat
başladı. Diyanet İşleri Reisliği’nin teklifiyle orada halinde (c. I-X) yayımlanmıştır.
başladığı Kur’an mealini bitirdi. Ancak ibadetle- Akif ’in Üsküdar’la bilinen en eski ilişkisi,
rin Türkçeleştirilmesi eğilimi sebebiyle sözleş- 1905’ten önce, Hicrî Efendi’nin derslerine katıl-
mesini fesh ederek teslim etmedi. Kahire’de el- mak için, Harmanlık kahvesine devamıdır (bk.
Câmiatü’l-Mısriyye’nin Edebiyat Fakültesi’nde Hicrî Efendi). Şair, 1908’deki Fatih yangınından
Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi (1929-1936). sonra Beylerbeyi’ne taşınmış, 1912 yılına kadar
1935’te hastalandı, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a burada oturmuştur. Savaş şartları içinde, kiradan
döndü. 27 Aralık 1936’da Beyoğlu’ndaki Mısır kurtulmak için tekrar Fatih’t eki evlerine dön-
Apartmanı’nda vefat etti. Edirnekapı Mezarlı- müş, ancak bu yıllar içinde de yazlarını geçirmeyi
ğı’nda toprağa verildi. tercih ettiği iki yerden biri Beylerbeyi olmuştur. 159
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
E ERTAYLAN, İSMAİL HİKMET
Sultan Hüseyin Baykara (1945), Sultan Cem-Ha- Rüstem Bey’in kızı, Dârülmuallimât’tan mezun Mehmet Münir Ertegün
yatı ve Eserleri (1951), Gazi Bora Giray-Hayatı ve Hayrünnisa Hanım ile evlendi ve bu evlilikten
Eserleri (1958), Tevfik Fikret-Hayatı ve Eserleri Nasuhi, Ahmet ve Selma adında üç çocukları
(1963), Dante ve Eserleri (1964), Fatih’in Akdeniz oldu. 1908 yılında İstanbul Hukuk Mektebi’nden
ve Adalar Denizi Fütühâtı (1965), Fatih Devrinde mezun oldu. Hariciye Nezareti’nde memur ola-
Tezhib Sanatı (1966), Bâbür Şah-Hayatı ve Eser- rak göreve başladı. Daha sonra Bâbıâli hukuk
leri (1966), Tevfik Fikret Malûmat’ta (1967). danışmanlığına atandı. I. Dünya Savaşı sırasında
Çocukluk ve gençlik yılları Beylerbeyi’nde İttifak devletleri ile Rusya arasında imzalanan
geçen İsmail Hikmet’in bir kısım şiir ve hikâye- Brest Litovsk Barış Antlaşması görüşmelerine
lerinde bu yıllara duyduğu özlemi dile getirdiği katılan Osmanlı delegasyonunda yer aldı. Kurtu-
görülmektedir. luş Savaşı sırasında İstanbul hükûmetince Mus-
Kaynakça: İbnülemin, SATŞ, IV, 645-647; Mücellidoğlu Ali tafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Ankara’ya
Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1968, IV, gönderilen Ahmed İzzet Paşa başkanlığındaki
1424-1435; “Ertaylan, İsmail Hikmet”, TDEA, III, 79-80; Ömer
Faruk Akün, “Ertaylan, İsmail Hikmet”, DİA, XI, 309-312.
heyette bulundu. Burada kalarak Millî Mücade-
➢ ABDULLAH UÇMAN
le saflarına katıldı (1920). Hariciye Vekâleti’nde
hukuk başdanışmanlığına getirildi. Lozan Kon-
feransı’na katılan Türk delegasyonunda da hu-
ERTEGÜN, MEHMET MÜNİR
kuk danışmanlığı yaptı. Delegasyon içinde hu-
(1883-1944)
kuktan anlayan tek yetkin kişi o idi.
Özbekler tekkesi’nde medfun Türk Mehmed Âkif ’le yakın dostlukları vardı.
diplomat ve devlet adamı.
Onunla oturup kalkmış, kendisinden çok şey-
İstanbul’da doğdu (1883). Babası evkaf nâzırla- ler öğrenmiş, bir ara Âkif ’ten Hâfız Divanı’nı
rından Mehmet Cemil Bey, annesi ise Üsküdar okumuştur. Cumhuriyet döneminde, Atatürk
Sultantepe’deki Özbekler Tekkesi şeyhi İbrahim tarafından Milletler Cemiyeti’ne gözlemci olarak
Edhem Efendi’nin kızı Ayşe Hamide Hanım’dır. gönderildi. Bern ortaelçisi olarak İsviçre’de bu-
Münir Ertegün, Şirketi Hayriyye idarecilerinden lundu, ardından Paris ve Londra’da büyükelçilik 161
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
E ERTEM, SADRİ
Ertegünlerin Üsküdar
Özbekler Tekkesi haziresinde
bulunan aile kabristanı
yaptı. 1934 yılında ise Washington Büyükelçiliği leri aldı. Ermenek’te başladığı eğitimini Üsküdar
görevine atandı. Bir kalp krizi sonrası hayatını Ravza-i Terakki Mektebi’nde sürdürdü. Toptaşı
kaybedinceye kadar bu görevini başarıyla sür- Askerî Rüştiyesi ve Üsküdar Sultânîsi’ni bitirdi
dürdü (11 Kasım 1944). ABD’de görev yaptığı (1914). Yüksek öğrenimini Dârülfünun Edebiyat
sırada Başkan Franklin D. Roosevelt ile yakın Fakültesi Felsefe Şubesi’nde tamamladı (1920).
bir dostluk oluşturdu. Türkiye ile ABD arasında Tercüman-ı Hakikat ve Tanin gazetelerinde ça-
kuvvetli ilişkiler kurulmasını sağlayan, sevilen lıştı; yedek subay olarak Birinci Dünya Savaşı’na
ve etkin bir büyükelçi oldu. Vefatından iki sene katıldı. Millî Mücadele sırasında Ankara’ya ge-
sonra naaşı ünlü Missouri zırhlısı ile Türkiye’ye çerek Hâkimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetele-
getirildi. Cenazesi, Üsküdar Sultantepe’deki Öz- rinde çalıştı. Bu arada Ankara Sultânîsi (1920),
bekler Tekkesi’nde, dedesi İbrahim Edhem Efen- İstanbul Kuleli Askerî Lisesi (1924), İmam-Hatip
di’nin de bulunduğu hazireye defnedildi. Lisesi’nde (1925) öğretmenlik yaptı. Son Telgraf
Kaynakça:A’dan Z’ye Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Dönemi, İs- gazetesinde başyazarlık yaparken (1924-1925)
tanbul 2005, II, 333; 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan: halkı isyana teşvik suçundan İstiklâl Mahkeme-
Sempozyum Bildirileri, Ankara 2005, s. 19; Yaşayan Lozan (ed.
Çağrı Erhan), Ankara 2003, s. 873; 70. Yıldönümünde Lozan, si’nce yargılanıp beraat eti. 1928-1939 arasında
Ankara, ts., s. 17; Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış İstanbul ve Ankara’daki çeşitli liselerde ve Gazi
Politika, Ankara 1986, II, 115, 220, 347.
Terbiye Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı. Matbu-
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
at Umum Müdürlüğü’nde çalıştı, Ankara Polis
Enstitüsü’nde millî propaganda ve millî ideolo-
ERTEM, SADRİ ji dersleri okuttu (1937-1941). 1939’da Kütahya
(1898-1943)
milletvekili seçildi. Kalp krizi sonucu öldü; Ce-
Çocukluk ve gençliği Üsküdar’da geçmiş beci Mezarlığı’nda toprağa verildi.
romancı; siyaset adamı.
Çalıştığı gazetelerde siyasî ve toplumsal içe-
İstanbul’da doğdu (1898). Asıl adı Sadrettin’dir. rikli yazıları dışında ilki 1919’da Genç Yolcular’da
Jandarma binbaşısı İbrahim Ethem Bey ile Na- olmak üzere Güneş, Resimli Ay, Servet-i Fünûn,
dire Hanım’ın oğludur. Çocukluğu, babasının Yedigün, Varlık, Resimli Gazete, Son Dakika,
görevi dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli şehirlerin- Vakit (Kurun) gibi dergi ve gazetelerde hikâye-
162 de geçti. Altı yaşındayken babasından hat ders- ler ve incelemeler yayımladı; Çıkrıklar Durunca
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ESİN, EMEL E
notası, Rauf Yektâ Bey’den Hamparsum notası, Bûselik Fasılları, İstanbul 1943 (Ahmed Irsoy ile
Kozyatağı Rifâî Tekkesi Şeyhi Halîm Efendi’den müşterek); Tanbûrî Mustafa Çavuş’un 36 Şarkı-
sînekeman ve tanbur dersleri alarak kendini ye- sı, İstanbul 1948; Türk Mûsıkîsi Klasiklerinden
tiştirdi. Ayrıca 3 yıl kadar Zekâi Dede’nin talebe- Temcit-Na’t-Salat-Durak, İstanbul 1945; Nazarî-
si oldu, Medenî Aziz Efendi’den birçok fasıl geçti, Amelî Türk Mûsıkîsi, İstanbul 1933-1953, c. I-V.
Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahred- Kaynakça:Suphi Ezgi, Nazarî-Amelî Türk Mûsıkîsi, İstanbul
din Dede’den dinî mûsıkî, Edgar Manas’tan Batı 1933, I, 3-6; İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 264-265;
Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, Ankara
müziği ve armoni dersleri aldı. 1990, I, 274-277; M. Nazmi Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Anka-
1913’te Hüseyin Sadeddin Arel ile birlikte, ra, 2000, II, 93-97; İsmail Baha Sürelsan, “Doktor Suphi Ezgi”,
Mûsıkî Mecmuası, sy. 171, İstanbul 1962, s. 75, 94; a.mlf., “Ezgi,
öncülüğünü Rauf Yektâ Bey’in yaptığı “Türk
Mehmet Suphi”, DİA, XII, 51-52.
Müzikolojisi” çalışmalarına katıldı. Sonraları
➢ NURİ ÖZCAN
Salih Murat Uzdilek’in de iştirak ettiği bu ince-
leme ve araştırmalar sonucu, Türk mûsıkîsinin
bugünkü ses sistemi ortaya kondu ve bu sisteme
“Arel-Ezgi-Uzdilek” sistemi adı verildi.
Batı ve Hamparsum notasını çok iyi bilirdi.
İyi bir tanbûri ve neyzen olmasının yanı sıra sî-
nekeman ve keman icrâsında da başarılı idi. Ken-
dine mahsus üslubun hâkim olduğu hânendeliği,
icrâcılığının bir diğer önemli tarafıydı. Pek çok
talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında Fahri Ko-
puz, Ercümend Berker, Lâika Karabey, Yılmaz
Öztuna, Ârif Sami Toker ve Kemal Batanay en
önemlileridir.
Suphi Ezgi, 700’den fazla eser bestelemiş an-
cak bunlardan durak, peşrev, saz semâîsi, beste,
ağır semâî, yürük semâî, marş, oyun havası, şarkı
formundaki 165’ini yayımlanmaya lâyık görmüş-
tür. “Bin cefâ görsem ey sanem senden” (bayatî),
“Baktıkça hüsn-i ânına hayrân olur âşıkların”
(uzzal) mısrâlarıyla başlayan besteleri; “Gül bir
daha, yine rûhum güllerle bezensin” (bayâtî ara-
ban), “Dinliyorduk baş başa dalgaların sesini”
(muhayyer kürdî) mısrâlarıyla başlayan şarkıları,
sevilen eserlerinden birkaçıdır.
Hepsi “İstanbul Konservatuvarı Neşriyatı”
adıyla, (ilk ikisi Rauf Yektâ, Ahmed Irsoy ve Ali
Rifat Çağatay ile dördüncüsü bu isimlere Mesut
Cemil’in de katılmasıyla müşterek) yayımlanan
eserleri şunlardır: Türk Mûsıkîsi Klasiklerinden
İlâhiler, İstanbul 1931-1933, c. I-III; Türk Mû-
sıkîsi Klasiklerinden Bektâşi Nefesleri, İstanbul
1933, c. IV-V; Türk Mûsıkîsi Klasiklerinden
Mevlevî Âyinleri, İstanbul 1934-1939, c. VI-
XVIII; Hâfız Mehmed Zekâî Dede Efendi Kül-
liyâtı, İstanbul 1940-1943, c. I-III (Ahmed Irsoy
ile müşterek); Evc-Bûselik, Mâhur-Bûselik, Mu-
hayyer-Bûselik, Nevâ-Bûselik, Bûselik, Hisar- 165
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
F
FASULYECİYAN, TOMAS TOVMAS kurduğu grupla (1891) Ermenice temsiller ver-
(1843-190 1) meye başladı, fakat başarılı olamadı. Oyunlarını
Osmanlı Ermenisi tiyatro oyuncusu, Türkçe olarak sahnelemeyi bırakması ona büyük
yönetmeni ve yöneticisi. oranda seyirci kaybettirdi. Bir daha İstanbul’a
Fener’de doğdu (1843). Üsküdar Yenimahalle’de dönmeyeceğine yemin ederek yurt dışına çıktı.
başladığı ilköğrenimini Kumkapı’da tamamladı. Sekiz sene çeşitli ülkelerde dolaştı. Hastalanın-
Rol yeteneği daha ilkokulda iken yaptığı tak- ca tedavi için Paris’e gitti. Oradan İskenderiye’ye
litlerle kendini göstermeye başlamıştı. Tiyatro geçti, burada sefalet içinde öldü (1901).
çalışmalarına başladığı Şark Tiyatrosu’nun en Ömrü boyunca 200 kadar eseri ya oynadı ya Tomas Fasulyeciyan
önemli oyuncularından biri oldu (1861). Asıl da sahneye koydu. Rol dağıtımında da ustaydı. Fatma Gevheri Sultan
ününü Ekşiyan grubuyla gittiği İzmir’de yaka- Paraya düşkün değildi. İşini sanata olan aşkıyla
ladı (1862). Oyuncu Bayzar’la evlendi. Rusya yapıyordu. Devrinin en yetenekli sanatçılarıyla
Ermenileri’nin kurduğu tiyatroya destek ver- iş birliği içinde çalıştı.
mek amacıyla Kafkaslar’a gitti; Tiflis, Nahçıvan Kaynakça: İbrahim Alâeddin Gövsa, Meşhur Adamlar: Ha-
yatları-Eserleri, İstanbul 1933-1936, II, 465-466; Metin And,
(1869) ve Rusya’nın başka yerlerinde temsiller Osmanlı Tiyatrosu, Ankara 1976, s. 257-264; Aziz Çalışlar,
verip İstanbul’a döndü. Oyuncu toplayıp ikin- Tiyatro Ansiklopedisi, Ankara 1995, s. 212; Mehmed Zeki
ci kez aynı bölgeye gittiyse de işler istediği gibi Pakalın, Sicill-i Osmani Zeyli, Ankara 2008, VI, 56-57; Silvart
Kayar-Malhasyan, “Fasulyacıyan, Tovmas”, YYOA, I, 436-437.
gitmedi. Dönüşte Üsküdar’daki Aziziye Tiyatro-
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
su’nu kiraladı. Güllü Agop’un grubundan ayrı
hareket etmek istedi, ancak bunu başaramadı.
Başoyuncu olarak onlara katıldı. En verimli FATMA GEVHERİ SULTAN
(1904-1980)
devri olan bu dönemde birçok oyunda başrolde
oynadı, sahne amirliği yaptı. Osmanlı sultanı, Türk bestekâr ve
Takuhi Hıranuş ve birkaç oyuncu ile birlikte
icracısı.
gittiği Bursa’da Ahmed Vefik Paşa’nın himaye- Babası bestekâr Şehzade Mehmed Seyfettin
sinde Moliere’in oyunlarını Türkçe olarak sah- Efendi’nin Çamlıca’daki köşkünde doğdu (2 Ara-
nelemeye başladılar. 1885-1888 arasında yurt lık 1904). Annesi Necmi Felek Hanım’dır. Çamlı-
dışında kaldı ve turneler düzenledi. 1890’da ca’daki köşklerinde, Tanbûrî Cemil Bey’in bazen
Samsun’da başarılı oyunları sergiledi. Çalışma haftalarca kaldığı olurdu. Müziğe beş yaşında
arkadaşı Hıranuş’un ölümü üzerine Üsküdar’da başlamış, on iki yaşına gelince udda maharet 167
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
F FATMA SULTAN
elde etmiş, ikinci bir enstrüman çalmak isteği ile FATMA SULTAN
tanbûra yönelmiştir. Kısa bir süre içinde kemen- (ö. 1733)
çe icracısı olmuş, tahsiline devam ederken bir
III. Ahmed’in
yandan da mûsıkî eğitimini devam ettirmiştir.
Üsküdar’a çeşme yaptıran kızı.
Babasına kemençede refakat edebilmek amacıyla
da lavta çalmaya başlamıştır. Çocukluk yılları ile 1704 yılında III. Ahmed’in baş kadını Emetul-
gençlik yıllarının önemli bir bölümü Çamlıca’da- lah Sultan’dan doğdu. Beş yaşında iken sembolik
ki bu köşkte geçmiştir. olarak görkemli bir düğünle Silahdar (Şehid) Ali
1924 sürgününde Fransa’ya gitmiş, 1930’da Ağa (Paşa) ile evlendirildi. Ali Paşa 1713’te sad-
Mısırlı prens Ahmet Gevheri ile evlenerek Ka- razam olunca eşi için büyük bir saray yaptırdı.
hire’ye yerleşmiştir. 1948’de eşi vefat etmiş, Fat- Ancak Ali Paşa çocuk eşiyle zifafa giremeden
ma Gevheri Sultan onun gelirleriyle geçinmeye 1716 yılında Osmanlı-Avusturya savaşında şehit
çalışmıştır. Fakat 1953’te Cumhuriyet ilan edilip düşünce, Fatma Sultan ertesi yıl Sadaret Kayma-
eşinin mallarına el konulmuştur. Bunun üzeri- kamı Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlendirildi.
ne, Menderes hükûmeti döneminde (16 Haziran Eyüp’teki sarayında Lale Devri’nin başlatıcısı İb-
1952) çıkartılan ve hanedana mensup kadın ve rahim Paşa ile güzel günler geçiren Fatma Sul-
çocukların yurda geri dönmelerine imkân sağ- tan, eşinin 1730’da Patrona Halil ayaklanmasıyla
layan bir kanun maddesinden istifade ile Türki- katlinden sonra 1733 yılında vefat etmiş ve Emi-
ye’ye dönüp İstanbul’a yerleşmiştir. nönü’ndeki Yeni Camii civarında Hatice Turhan
Hayatının son senelerini amcası Veliaht Yu- Sultan Türbesi’ne gömülmüştür. Cağaloğlu’nda
suf İzzeddin Efendi’nin kızı olan kuzeni Mihri- İbrahim Paşa Sarayı civarında bir cami inşa et-
şah Sultan ile beraber, Taksim’de geniş bir apart- tirmiş, Üsküdar’da bir çeşme yaptırmış ayrıca
man dairesinde geçirmiştir. 1980 Aralığında eşi Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ile birlikte
vefat etmiş ve Bakanlar Kurulu kararı ile Sultan su yolu tesis ettirmiştir.
Kaynakça: Ahmed Refik, Fatma Sultan, İstanbul, ts.; Sicill-i
Mahmud Türbesi’ne dedesi Sultan Abdülaziz’in
Osmânî, I, 61; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 32-34; M. Çağatay
yanına defnedilmiştir. Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, s. 83-
Fransa’da bulunduğu sırada klasik batı mû- 85; Haskan, YBÜ, III, 1067-1068, 1199-1100; Necdet Sakaoğlu,
“Fatma Sultan”, DBİst.A, III, 273.
sıkîsi çalışmış, Mısır yıllarında ise alaturkaya
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
tekrar başlamış ancak Arap tarzını icra etmiş-
tir. Yurda dönüşünde, hayranı olduğu Tanbûrî FEHMİ EFENDİ, ÜSKÜDARLI,
Cemil Bey’in bütün plaklarını temin ederek iki
HOCA HAFIZ
yıl boyunca mütemâdiyen bunları dinlemiş ve (1871-1942)
eski muvaffakiyetiyle çalmayı başarmıştır. İs-
tanbul’da mûsıkîşinaslarla sürekli münasebet-
Üsküdarlı meşhur Türk hafızlarından.
te bulunmuş, onları teşvik ve himaye etmiştir. Üsküdar Selimiye’de doğdu (1871). Babası, Pa-
Bestelerinin büyük bölümü devlet sanatçısı Dr. şakapısı Rüşdiyesi müdür ve muallim-i evveli,
Teoman Önaldı tarafından notaya alınmıştır. Süleymaniye Medresesi müderrislerinden İsma-
Kaynakça: Sadun Kemali Aksüt, 500 Yıllık Türk Mûsıkîsi An-
il Hakkı Efendi, annesi Hafız Hoca Sabri Efen-
tolojisi, İstanbul 1967, s. 193; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsıkîsi di’nin kızı Mevhibe Hanım’dır. İlk tahsilini Üs-
Ansiklopedisi, İstanbul 1969, I, 234; Mustafa Rona, 20. Yüzyıl küdar’da Valide Medresesi’nde bitirdikten sonra,
Türk Mûsıkîsi, İstanbul 1970, s. 587-589; Turhan Taşan, Kadın
Besteciler, İstanbul 2000, s. 66-68; Safiye Şeyda Kahvecioğlu, dedesi Hoca Sabri Efendi’den hıfza başladı. Kıra-
Mûsıkîşinas Osmanlı Saray Hanımları (lisans bitirme tezi, at, aşere ve takrîb derslerini de ondan aldı. Diğer
2008), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, s. 16; Avni
Anıl, Anılar ve Belgelerle Mûsıkîmiz Sözlüğü, İzmir 1981, I,
taraftan da mâruf müderrislerden Hoca Osman
57; “Gevheri Sultan (Fatma)”, İst.A, XI, 7020; Orhan Nasuhi- Efendi’nin derslerine devam etti ve icâzetnâme
oğlu, “Türk Mûsıkîsinin Büyük Kaybı Gevheri Osmanoğlu”, aldı. 1886’da babasının vefatı üzerine, imtihan-
Mûsıkî Mecmuası, XXXIII/373, İstanbul 1980, s. 12-13.
la onun yerine Selimiye Camii imamlığına tayin
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK
edildi. 1890’da maarife geçerek çeşitli okullarda
168 öğretmenlik yaptı.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
FELEK, BURHAN F
FELEK, BURHAN
(1889-1982)
Burhan Felek’in Üsküdarlıyım. Orada dünyaya geldim. Bütün feyzimi oradan aldım.
Üsküdar’daki köşkü
rası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından basın şeref yıllarının anı ve izlenimlerine ayırmış, mahallesi
listesine alındı. Ölümünden sonra Fransa hükû- İhsaniye’yi, orada yaşayan insanları, öne çıkan
meti tarafından Légion d’honneur nişanı verildi. bazı portreleri, sosyal hayat düzenini, komşu-
Yazarın sağlığında yayımlanan eserleri: Hint lukları, Çiçekçi Kahvesi gibi alem olmuş bazı
Masalları (gezi yazıları, 1943), Felek (birinci mekânları, Taşdelen safalarını anlatmıştır. Spor
kitap 1947), Felek (ikinci kitap 1948), Vatan- ve yazı dışında da ilgileri olmuş, Tırnakçızâde
daş Ahmet Efendi (mizahî hikâye 1957), Eski Baha Bey’den ortaoyunu öğrenmiş, gençlik yıl-
İstanbul Hikâyeleri (1971), Yaşadığımız Gün- larında Üsküdar’daki bir grupla saray dışındaki
ler (1974), Nasreddin Hoca Fıkraları’dır (1982). ilk ortaoyunu kolunu burada kurmuşlardır.
Ölümünden sonra yazıları derlendi, eski ki- Kaynakça: Eray Canberk, “Felek, Burhan”, DBİst.A, III, 276-
tapları yeniden yayımlandı: Felekten Dostlara 277; “Felek, Burhan” TBEA, I, 351.
171
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
F FETHİ AHMED PAŞA
172
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
FETHİ AHMED PAŞA F
173
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
F FİLMER, CEMİL
Abdülhamid’in süvari muhafızı Ahmet Şükrü Kırım Savaşı sırasında Türkiye’ye gelip
Bey’dir. İlk tahsilini Mecidiyeköy, Rumelihisa- Üsküdar Selimiye’de sağlık hizmetinde
rı ve Kanlıca’daki mekteplerde orta tahsilini ise çalışan ünlü hemşire.
Beşiktaş’taki Askerî Rüştiye ile Kuleli Askerî Varlıklı ve kültürlü bir İngiliz ailenin ikinci kızı
Lisesi’nde tamamladı. Sağlık sebebiyle yedeğe olarak Floransa’da doğdu (12 Mayıs 1820). Ba-
alınınca İstanbul Bankası’nda ve Edirne’de açtığı bası eğitimiyle bizzat ilgilendi ve İtalyanca, La-
dükkânında çalıştı. I. Dünya Savaşı’nda orduya tince, Yunanca öğretti. Önemli öğretmenlerden
alınarak doğudaki cephelere gönderildi. Mer- tarih, matematik, şiir, piyano gibi özel dersler
kezi Ordu Sinema Dairesi’nde (MOSD) Fuat aldı. Fakir, muhtaç ve hastalara yardım edebil-
Uzkınay’dan sinema sanatını ve teknik yönleri- mek için hemşire olmak istiyordu. Hayatını bu
ni öğrendi. Terhis olduktan sonra Malul Gazi- amaç doğrultusunda harcadı.
ler Cemiyeti’nde Fuat Uzkınay ile ilk Türk filmi İtalya, Yunanistan ve Mısır’da hastahane ve
“Mürebbiye” ve “Binnaz”ı çekti (1919). Bu film- yardım kurumlarını araştırdı. Almanya’nın Kai-
ler sırasında Halide Edip’in asistanı Sabahat Ha- serwerth kentinde kimsesiz kadınların barındığı
nım’la tanışıp evlendi. Hayatını sinemaya adadı. bir yurtta ve Paris’te bazı hastahanelerde çalış-
Pulculuk merakı kendisine pek çok ödül kazan- tı. Londra’da bir kurumun yönetimini üstlendi
dırdı. İstanbul’da vefat etti (1994). (1853).
Sinemadaki ilk tecrübesi MOSD’da görevli Kırım Savaşı’nda İstanbul’a geldi. Otuz sekiz
iken çektiği, Kozlu’daki linyit ocakları ve orada hemşire ile Üsküdar’da hastahane olarak kulla-
bulunan alayın faaliyetleri oldu. İstanbul’un ilk nılan Selimiye kışlasına yerleştirildiyse de kışla
açık sineması Doğancılar Bahçe Sineması ile Ka- yakınlarında bir ev tutup oraya geçti. Hastahane
174 dıköy’deki Kuşdili Sineması’nda çalıştı. Bir süre çamaşırhanesi olarak da kullandığı evinde as-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
FLORİNALI NÂZIM F
batı ve Hastahane İdaresi Hakkında Notlar isim-
› Haydarpaşa Kırım
li kitabı yazdı.Bunu Hastahane Hakkında Notlar Mezarlığı'ndaki Kraliçe
Victoria Kırım Anıtı. Kaidenin
ve Hindistan’daki İnsanlar Ölmeden Nasıl Ya- alt bölümüne, Florence
Nightingale'in anısına bronz
şayabilir? izledi. Almanya – Fransa savaşından bir plaket takılmış. Plakette
sonra (1870) yetimler için yardım kampanyala- şöyle yazıyor: “Yüzyıl önce
mezarlığın yakınındaki
rı düzenledi. 1860 yılında asil ailelere mensup çabaları ile insanoğlunun
azabını geçirten ve
kadınlara hemşireliği öğretmek amacıyla açtığı hastabakıcılık mesleğinin
temellerini atan Florence
“Nightingale Nursing Home” isimli okulunda Nightingale’e”
yetiştirdiği hemşireleri kimsesiz ve muhtaçların
tedavi gördüğü hastahanelere gönderdi. 1907 yı-
lında liyakat nişanı verilen ilk kadın oldu. Lond-
ra’da öldüğünde doksan yaşındaydı (13 Ağustos
1910).
Anısına İstanbul’da Florence Nightingale
Yüksek Hemşirelik Okulu ve bu okula bağlı bir
de hastahane açıldı. Selimiye Kışlası’nda ken-
disine tahsis edilen oda müze haline getirildi.
Nightingale’in doğum günü olan 12 Mayısla
başlayan hafta tüm dünyada “Hemşireler Hafta-
sı” olarak kutlanmaktadır.
Kaynakça: Kostans Pedvik, Florence Nightingale: Hastaba-
kıcıların Melekesi, İstanbul 1924; Nuran Yıldırım, “Nightin-
gale, Florence”, DBİst.A, VI, 72-73; Sue Goldie, I Have Done
My Duty: Florence Nightingale in the Crimean War, 1854-56,
Manchester 1987.
➢ PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ
FLORİNALI NÂZIM
(1883-1939)
Florinalı Nâzım
178
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
GÖKTENGİZ, CEVAT ÜSKÜDARLI G
➢ MUSTAFA UZUN
GÖLPINARLI, ABDÜLBAKİ
(1900-1982)
Orhan Şaik Gökyay’ın bul’a giderek Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne
Nakkaştepe’deki mezarı
kaydoldu. Hocalarından M. Fuat Köprülü’nün Üsküdar’da medfun tasavvuf tarihi ve
teşvikiyle Almanca’sını ilerletti. Köprülü’nün edebiyatı araştırmacısı.
tavsiyesiyle Theodor Menzel, Franz Taeschner, İstanbul Kadırga’da doğdu (1900). Babası Ah-
Paul Wittek ve Herbert Duda’ya Türkçe dersi med Âgah Efendi Azerbaycan Gence’den Bur-
verdi. İlerleyen yıllarda Wittek ve Duda ile olan sa’ya gelen bir ailedendir. Menbaulirfan’ın
ilişkisi dostluğa dönüştü. rüştiye kısmını bitirdikten sonra Gelenbevi
Edebiyat Fakültesi’ni bitirince Kastamonu İdâdîsi’ne devam etti; burada son sınıfta okur-
Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Son- ken babasının ölümü (1916) üzerine tahsilini bı-
rasında Türkiye’nin bazı illerinde öğretmen- rakıp çalışmaya başladı. Bir ara Çorum Alaca’da
lik yaptı. Adıyla özdeşleşen “Bu vatan kimin?” ilkokulda öğretmenlik ve idarecilik yaptı.
adlı şiirini Bursa’da yazdı. 1938’de Dede Korkut İstanbul’a dönerek Erkek Muallim Mekte-
hikâyelerini yayınladı. 1946-51 yılları arasında bi’nde lise tahsilini tamamladı (1925). Bir taraf-
Galatasaray Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği, tan öğretmenliği diğer taraftan Edebiyat Fakül-
akabinde İngiltere’de öğrenci müfettişliği yap- tesi’nde yüksek öğrenimini sürdürdü. 1930’da
tı. 1959’da P. Wittek’in davetlisi olarak gittiği mezun olup Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde
Londra’da School of Oriental and African Stu- Edebiyat öğretmenliği yaptı, İstanbul’da çeşit-
dies’de Türk dili ve edebiyatı okutmanlığı yap- li memurluklarda bulundu. 1939’da Ankara
tı. 13 Temmuz 1967’de yaş haddinden emekliye Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne
ayrıldı. Ölümünden birkaç yıl öncesine kadar okutman olarak alındı, daha sonra doçent tayin
Marmara ve Mimar Sinan üniversitelerinde ders edildi. 1943’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat
verdi. 2 Aralık 1994’te öldü. Ertesi gün Üsküdar Fakültesi’ne geçip tasavvuf tarihi ve edebiyat
182 Nakkaştepe Mezarlığı’na defnedildi. dersleri okuttu. Bir ara siyasî faaliyetler içinde
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
GÖYÜNÇ, NEJAT G
olduğu iddiasıyla tutuklanıp yargılandı, on ay (I-VI, İstanbul 1942-46), Hâfız Divanı (İstanbul Abdülbaki Gölpınarlı
› Abdülbaki Gölpınarlı’nın
sonra aynı görevine döndü. 1949’da emekli oldu. 1944), Gülşen-i Râz (İstanbul 1944). Mevlânâ Seyidahmet Deresi Şiî
Mezarlığı’ndaki mezar taşı
25 Ağustos 1982’de öldü. Üsküdar Seyidahmet Celâleddin: Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Eserlerin-
deresinde bulunan Şii Mezarlığı’na defnedildi. den Seçmeler (İstanbul 1951), Dîvân-ı Kebîr (I-
Küçük yaşlarından itibaren çeşitli tarikatlara VII, İstanbul 1957-1974), Mevlevî Âdâb ve Er-
girdi, düşüncelerinde bazı dalgalanmalar görün- kânı (İstanbul 1963), Mevlânâ Müzesi Yazmalar
dü, ancak hayatı boyunca Şiiliğe ve Mev-levîliğe Kataloğu (I-IV, Ankara 1967-1994), 100 Soruda
tam bir bağlılık gösterdi. Araştırma ve inceleme Tasavvuf (İstanbul 1969) belli başlı eserleridir.
yazılarını çok değişik dergi, ansiklopedi ve ga- Kaynakça: Ali Alparslan, Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara 1996;
zetelerde yayımladı. Özellikle Yunus Emre ve Ömer Faruk Akün, “Gölpınarlı, Abdülbaki”, DİA, XIV, 146-
149.
Mevlânâ ile ilgili eserleriyle ilgi çekmiş, ilim âle-
➢ AZMİ BİLGİN
mine bazı yeni bilgiler sunmuştur. Divan şiirine
yönelttiği ağır eleştiriler sebebiyle (Divan Edebi-
yatı Beyanındadır, İstanbul 1945) bazı tepkileri GÖYÜNÇ, NEJAT
(1925-2001)
üzerine çekse de bu edebiyatın ürünlerini yeni
nesillerin anlayacağı düzenlemelerle yayımla- Yıllarca Üsküdar Sultantepe’de oturmuş,
yan öncü isimlerden biri oldu. Yine Mevlânâ’nın burada vefat etmiş ve Çengelköy
tüm eseleri bir külliyat olarak onun tarafından Mezarlığı’nda toprağa verilmiş Osmanlı
Türk okuyucusunun istifadesine sunuldu. tarihçisi.
Telif, tercüme ve metin yayını şeklinde yüz- 1925 yılında Beşiktaş’ta doğdu. Babası Rızâ Bey,
den fazla eseri dört yüzün üzerinde makalesi annesi Cemile Hanım’dır. İlk ve orta eğitimini
bulunmaktadır. Melâmilik ve Melâmiler (İstan- Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yapmış, 1943 yı-
bul 1931), Yunus Emre (İstanbul 1936), Mesnevî lında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olmuştur. 183
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
G GÜLBENKYAN, KALUST SARKİS
Gülbenkyan
› Lizbon’daki Gülbenkyan Müzesi
Gezi hatıralarını kitap olarak yayımladı, ayrıca çerçevede, 1912’de Irak petrol yataklarını işlet-
ünlü şarkiyatçılık dergisi Revue Deux Mondes mek üzere, Royal Dutch Shell’in % 25, Alman
için iki makale yazdı. Bu makalelelerinin saray yatırımcıların toplam % 25, Türkiye Millî Ban-
tarafından ilgi çekmesi üzerine, II. Abdülhamid’e kasının % 35 ve Kalust Gülbenkyan’ın da % 15
sunulmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun hissesine sahip olacağı Turkish Petroleum Com-
petrol kaynaklarını ve özellikle de Mezopotam- pany (TPC) kuruldu.1913-14’de Anglo-Persian
ya’daki petrol rezervlerini ele alan bir rapor ha- Oil Company’in de ortaklığa dâhil olmasıyla his-
zırladı. Yine o yıllarda Hollanda sömürgesi olan selerde yeni ayarlamalar yapıldı, Gülbenkyan’ın
Endonozya‘da keşfedilmiş petrol kaynağını de- hissesi % 5’e indirildi. Kaynaklarda yer alan Mr.
ğerlendirmek maksadıyla kurulan Hollandalı Five Percent (Bay % 5) lakabı o dönemlerden
Shell şirketinin bir İngiliz-Hollanda ortaklığı ha- kalmadır.
line getirilmesiyle doğan günümüzün petrol devi I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorlu-
Royal Dutch Shell’in kuruluşunda yer alarak pet- ğu’nun parçalanmasıyla kurulan Irak hükûmeti
rol sektörüne doğrudan girdi. Bu şirket ABD’de ile Turkish Petroleum Company arasındaki mü-
Rockefeller tarafından kurulmuş zamanının di- zakereleri de Gülbenkyan yürütmüştür. Bu mü-
ğer petrol devi Standart Oil’e rakip olarak orta- zakerelerden sonra TPC’nin 1925’te gerekli im-
ya çıkmaktaydı. Gülbenkyan Royal Dutch Shell tiyazı almasını sağladı. Ancak bu aşamada ABD
çerçevesinde Basra Körfezi kıyı şeridindeki pet- şirketleri de devreye girince Gülbenkyan bir kez
rol yataklarının işletilebilmesi için özellikle Os- daha taraflar arasında arabuluculuk yaparak,
manlı İmparatorluğu ve İran nezdinde gerekli Anglo-Persian Oil Company, Royal Dutch Shell
girişimleri yürütmekten sorumluydu. 1898’de Group, Compagnie Français des Petroles ve Near
Paris ve Londra’daki Osmanlı elçiliklerine mali East Development Corporation (Amerikan pet-
müşavir tayin edilmesiyle bir Osmanlı görevlisi rol) şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum ara-
sıfatı edindi. Bu arada yaptığı müracaatla 1902’de sında kırmızı çizgi antlaşması olarak bilinen Red
İngiliz vatandaşlığını da aldı. 1910’da İttihat ve Line Agreement Antlaşması’nın imzalanmasını
Terakki hükûmeti idaresinde Osmanlı Banka- sağladı (1928). Böylece Osmanlı İmparatorlu-
sı’na danışmanlık yapmaya başladı. Böylece pet- ğu’nun eski toprakları üzerinde antlaşma tarafla-
rol bölgeleri üzerindeki nüfuzunu artırmaya ça- rının söz sahibi olacağı petrol yatakları arasında-
lışan dönemin bir başka yenioyuncusu Almanya ki kırmızı çizgileri bizzat kendisi çizdi. Turkish
ile yapılan müzakerelerde aracı rolü oynadı. Bu Petroleum Company’nin yerine yeni kurulan 185
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
G GÜLERSOY, ÇELİK
186
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
GÜLFEM HATUN G
Çelik Gülersoy
› Gülfem Hatun Camii ve
kabri
Kaynakça: Çelik Gülersoy, Kırk Yıl Olmuş, İstanbul 1989; Kanûnî Sultan Süleyman’ın Üsküdar’da
Nezih Başgelen, “Çelik Gülersoy: Yaşamı”, Sanat Çevresi, sy. bir hayratı bulunan cariyelerinden.
69(1984) s. 18-22; Mehmet Kaplan, “Çamlıca ve Çelik Güler-
soy”, Kaynaklar, sy. 2 (1984) s. 61-64. Küçük yaşta saraya alınmış, ancak Hürrem
➢ ALİ NACİ ÖZYALVAÇ Sultan’ın vefatından (1558) sonra Sultan Sü-
187
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
G GÜLNÛŞ EMETULLAH SULTAN
leyman’ın gözdelerinden olmuştur. Saraydaki tır. Buradaki vakfiyesi 1532 tarihlidir. Gülfem
çekişmelere katılmadığı, kendisini hayır işleri- Hatun’un eserlerinden günümüze sadece 1869’da
ne verdiği bilinmektedir. Bu cümleden olarak yenilenen camii kalmıştır. Mektep, türbe ve di-
Karacaahmet Sultan’ın türbesini tamir ettirmiş; ğer eserleri yol genişletme çalışmaları sırasında
Manisa’da çeşmeler yaptırmış ve bunlara gelir kaybolmuştur. Üsküdar’ın merkezinde adına bir
kaynakları tahsis etmiş, ayrıca Yenişehir’in Ka- mahalle bulunan bu saraylı adına II. Abdülha-
rahisar köyüne su getirterek çeşme yaptırmıştır. mid döneminde yine Üsküdar’da Gülfem Hatun
Fakat o asıl büyük hayır eserlerini Üsküdar’da adıyla bir kız rüşdiyesi açılmıştır.
yaptırmıştır. Bu kazanın merkezinde cami, mek- Kaynakça: Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, İstan-
tep, kervansaray inşa ettiren Gülfem Hatun bun- bul 1281,II, 205; Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı, İstanbul
lara gelir kaynakları tahsis etmiştir. 1332, I, 89-90; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 154-157; II, tür.yer.;
M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Anka-
Rivayete göre, hayratına parası kâfi gelme- ra 1980, s. 37-38; Haskan, YBÜ, I, 200-204; Tarkan Okçuoğ-
yen Gülfem Hatun’un, Kanûnî ile birlikte olma lu, “Gülfem Hatun Camii”, DBİst.A, III, 438; “Gülfem Hatun
Medresesi”, a.e., VIII, 170; Semavi Eyice, “Gülfem Hatun Ca-
sırasını diğer cariyelerden birine para karşılığı
mii”, DİA, XIV, 238-239.
devretmesi hayatına mal olmuştur. Bu davranışı
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
kendisine karşı bir saygısızlık, hatta hakaret ola-
rak gören Sultan Süleyman Gülfem Hatun’u öl-
GÜLNÛŞ EMETULLAH SULTAN
dürtmüştür. Vefatının başka sebepleri üzerinde (ö. 1127/1715)
de durulur. Ölüm tarihi belli değilse de 1558’den
Osmanlı Padişahı IV. Mehmed’in
sonra olduğu kesindir. Daha sonra Gülfem Ha-
zevcesi, II. Mustafa ve III. Ahmed’in
tun’un gerçek niyetini öğrenen Kanûnî Sultan
annesi; Üsküdar’daki Yeni Valide
Süleyman pişman olmuş, çok üzülmüş ve yarım
kalan hayratını Mimar Sinan’a tamamlatmış,
Külliyesi’nin bânisi.
yeni gelirler tahsis etmiştir. Mimar Sinan’ın Tez- Râbia Emetullah Gülnûş ve Emetullah Gülnûş
kiretü’l-bünyân’ında bir de medresesinden söz adlarıyla da anılır. Girit serdarı Deli Hüseyin
edilmektedir. Üsküdar’daki camiinin önüne def- Paşa’nın Resmo’yu fethi sırasında esir düşerek
nedilen cenazesinin üzerine bir türbe yaptırmış- İstanbul’a götürülmüş ve saraya takdim edilmiş,
188
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
GÜLNÛŞ EMETULLAH SULTAN G
kendisine güzelliği dolayısıyla Gülnûş adı veril- vefatına kadar aralıksız yirmi yıl sürdü. Naaşı
miştir. Ailesi ve kökeni hakkında farklı görüşler İstanbul’a getirilerek Üsküdar’da yaptırdığı Yeni
ileri sürülmüştür. Valide (Vâlide-i Cedîd) Camii önündeki türbe-
Gülnûş Emetullah, kısa zamanda IV. Meh- sine defnedildi.
med’i kendisine bağlayıp sarayda başkadın oldu. Sağlam mevkiine rağmen genellikle siyaset-
1664’te Şehzade Mustafa’yı, 1673’te Şehzade Ah- ten ve nisbeten de saray entrikalarından uzak
med’i dünyaya getirmesi onun saraydaki mevki- kalan Gülnûş Valide Sultan’ın muhtemelen bu
ini iyice kuvvetlendirdi. Tahta kendi oğullarının tutumundan dolayı Osmanlı kroniklerinde hay-
oturmasını sağlamak için bir ara saray entrika- ratıyla ilgili kayıtların dışında faaliyetlerine pek
larına girerek Şehzade Süleyman ile Şehzade yer verilmemiştir. Gülnûş Sultan hayrat ve hese-
Ahmed’i bertaraf etmek istediyse de Valide Ha- natıyla dikkat çeken bir valide sultandır. Onun
tice Turhan Sultan buna imkân vermedi. Gül- hayratı arasında, hasekiliği esnasında Mekke’de
nûş Sultan, valide sultanla iyi geçinmeye dikkat yaptırdığı Hasekiye İmareti, hac yolundaki çeş-
etmiş, onun 1683’te ölümü üzerine haremin tek me ve kuyular, büyük oğlu Sultan Mustafa za-
hâkimi olmuştur. Av meraklısı IV. Mehmed sık manında Galata’da yanmış olan eski bir kilisenin
sık gittiği ve uzun süre kaldığı Balkan şehirleri- yerinde inşa ettirdiği Yenicami ve çeşmesiyle kü-
ne onu da beraberinde götürmüştür. Günlerini çük oğlu Sultan Ahmed’in saltanatı sırasında Üs-
genellikle Edirne Sarayı’nda geçiren Gülnûş Sul- küdar İskelesi’nin sağında geniş bir arsa üzerine
tan’ın mevkii kocası IV. Mehmed’in 1687’de taht- yaptırdığı cami, türbe, sebil, çeşme, muvakkitha-
tan indirilmesiyle sarsıldı. Topkapı Sarayı’ndan ne, imaret, sıbyan mektebi, medrese ve arasta-
alınarak Beyazıt’taki Eski Saray’a nakledildi. II. dan oluşan külliyesi sayılabilir.
Süleyman ve II. Ahmed’in saltanatları sırasında Kaynakça: Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Nusretnâme
burada mütevazı bir hayat süren Gülnûş Sultan, (haz. İsmet Parmaksızoğlu), İstanbul 1966-69, II, 336; Defter-
dar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (haz. Abdülkadir Öz-
oğlu II. Mustafa’nın 1695’te tahta çıkması ile vali- can), Ankara 1995, s. 523, 526, 607, 752, 821; Râşid, Târih, IV,
de sultan olarak tekrar nüfuz kazandı. Diğer oğlu 165; Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, İstanbul 1281,
II, 34, 187-188; Sicilli Osmânî, I, 64; Ahmed Refik, Kadınlar
III. Ahmed’in saltanatında da devam eden vali-
Saltanatı, İstanbul 1923, IV, 239, 240; İbrahim Hilmi Tanışık,
de sultanlığı 5 veya 6 Kasım 1715’de Edirne’de İstanbul Çeşmeleri, İstanbul 1945, II, 38, 298-302; Tahsin Öz,
189
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
G GÜNALTAY, MEHMET ŞEMSETTİN
İstanbul Camileri, Ankara 1965, II, 15; M. Çağatay Uluçay, Ha- Hurâfattan Hakîkata (İstanbul 1332), Zul-
rem, Ankara 1971, tür.yer.; a.mlf., Padişahların Kadınları ve
Kızları, Ankara 1980, s. 65-67.
metten Nura (İstanbul 1341), Târîh-i Edyân
➢ MEHMET İPŞİRLİ
(İstanbul 1338), Mâzîden Âtiye (İstanbul 1339)
Türk Tarihinin İlk Devirleri, İslâm’da Târih ve
Müverrihler (İstanbul 1339-1341), Felsefe-i Ûlâ
GÜNALTAY, MEHMET ŞEMSETTİN (İstanbul 1339-1341) önemli çalışmalarındandır
(1883-1961)
(geniş bilgi için bk. DİA, XIV, 287).
Üsküdar’da eğitim hayatına başlamış
Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, An-
siyaset ve ilim adamı.
kara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Eğin’de (Kemaliye) doğdu; İbrahim Edhem Efen- Dergisi, Türk Tarih Kurumu Belleten’i, Düşünce
di ile Sâliha Hanım’ın oğludur. Üsküdar Ravza-i ve İslâm dergilerinde makaleleri yayımlanmış,
Terakki Mektebi’ni, Vefa İdâdîsi’ni ve Dârülmu- Türk Ansiklopedisi’nde müşavir ve yazar olarak
Şemsettin Günaltay allimîn-i Âliye’nin fen şubesini bitirdi (1905). görev yapmıştır.
En Güzel Türk Masalları (1948), Açıl Sofram Açıl › Reşat Nuri Güntekin
üyeliğine seçildi. Akciğer rahatsızlığıyla tedavi eleştiriyi destekler. Yeşil Gece (1928) romanı ve
için gittiği Londra’da öldü (7 Aralık 1956). Ce- Hülleci (1933) oyununda, dönemin siyasal şart-
nazesi yurda getirilerek Karacaahmet Mezarlı- larının da zorlamasıyla güdümlü ideolojik bir
ğı’nda toprağa verildi. tutum görülür. Bunun dışında birbirine zıt gö-
1911 yılında Genç Kalemler’de başlayan yazı rüşler, ahlaki değer yargıları ve bu değerlere sa-
hayatını daha çok Zaman gazetesinde yayımla- hip roman kahramanları dengeli bir yapı içinde
dığı (1918) tiyatro eleştirileriyle sürdürdü. Asıl ortaya çıkar ve zıtlıklar sevgi ve merhamet duy-
şöhretini Vakit gazetesinde tefrika edildikten gusuyla yumuşatılmaya çalışılır. 1930’a kadar
sonra aynı yıl kitap halinde de çıkan Çalıkuşu sürdürdüğü hikâyeciliği de konuları bakımından
(1922) romanıyla sağladı. Mahmut Yesari, Münif roman ve tiyatrolarıyla paralellikler gösterir.
Fehim ve İbnürrefik Ahmet Nuri ile beraber haf- Adı geçenlerden başka Dudaktan Kalbe
talık bir mizah dergisi çıkardılar (Kelebek, 1923- (1923), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yaprak Dökü-
1924). Tiyatro, hikâye, roman, mizah, eleştiri, mü (1930), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938),
çeviri, uyarlama, antoloji, sözlük gibi çeşitlenen Miskinler Tekkesi (1946) gibi romanları, Hançer
türlerde eser verdi. Şair, Nedim, Temaşa, Büyük (1920), Taş Parçası (1926) gibi tiyatro eserleri
Mecmua, Edebî Mecmua, İnci, Dersaadet, Tercü- Sönmüş Yıldızlar (1923), Olağan İşler (1930) gibi
man-ı Hakikat, Fikirler, Hayat, Yeni Türk, Varlık, hikâye kitapları bulunmaktadır. Yaprak Dökü-
Aydabir, Çınaraltı, Cumhuriyet, Milliyet, Resimli mü’nde mekân, Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki bir
Şark, Ulus, Tan, Memleket, Türk Yurdu, Yeni Mec- emekliler kahvesidir. Anadolu gezilerindeki iz-
mua, Güneş, Muhit, Ana Yurt, Akbaba, Yedi Gün lenimlerini Anadolu Notları (I-II, 1936) adıyla
dergi ve gazetelerinde yazıları yayımlandı. yayımladı. Tiyatro eleştirileri Kemal Yavuz tara-
İlk romanları duygu ağırlıklı olmasına rağ- fından kitaplaştırılmıştır.
men daha sonrakilerde duygu yönü ihmal edil- Kaynakça: Hüseyin Çelik, “Güntekin, Reşat Nuri”, DİA, XIV,
meden toplum meseleleri daha belirgin hale ge- 307-309; TBEA, I, 386-390.
lir. Yer yer ironik bir tutum eserlerindeki sosyal ➢ ÂLİM KAHRAMAN
Başroldeyim…
Bittiği yerden başlayan hikayeler..
Yaşamakla Ölmek arasında sıkışmış acı hayat…
Bazen kısacık mutluluklar. kahve kadar…
Ayrılıklar deniz…kavuşmalar suya hasretken..
Tabiî ki ben başroldeyim bu romanda
192
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
GÜRKAN, KÂZIM İSMAİL G
Hacı Fâik Bey aynı zamanda iyi bir neyzen ve HÂDİ BEY, YENİKÖYLÜ
giriftzen olmasına rağmen, sesinin ve icrâsının (ö. 1920)
güzelliğiyle öne çıkmış usta bir hânende olarak Türk mûsıkîsi bestekârı, hânende;
tanınmıştır. Onun bir diğer özelliği ise, Türk mû- Üsküdar Ahmediye’de oturdu.
sıkîsinin dinî ve dindışı pek çok formunda 600 Boğaziçi’nde Yeniköy semtinde doğdu. Tarabya
civarında eser vermiş bir bestekâr olmasıdır. Camii imam-hatiplerinden Hâşim Efendi’nin
Büyük formdaki eserlerde de başarılı olan Hacı oğludur. İlk ve orta öğreniminden sonra Reji
Fâik Bey’in günümüze Mevlevî âyini, şuğul, tev- (Tekel) İdaresi’nde başladığı memuriyet haya-
şih, ilâhi, kâr, beste, ağır semâî, yürük semâî ve tında Bey’iyye müfettişliğine kadar yükseldi.
şarkı formlarında toplam 170 civarında bestesi Varlıklı bir kimse olduğundan yazın Yeniköy’de,
ulaşabilmiştir. Büyük çoğunluğu şarkı formunda kışın Üsküdar Ahmediye’de otururdu. Yakalan-
olan eserleri onun üslup sahibi bir bestekâr oldu- dığı şeker hastalığından kurtulamayarak Mayıs
ğunun en büyük kanıtıdır. Bestelediği üç âyin- 1920’de vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’nda
den hüzzam âyini unutulmuş, yegâh âyininin bir Büyük Selimpaşa kabrinin civarında babasının
selâmı ile dügah âyininin tamamı zamanımıza yanına defnedildi. Hâdi Bey, mûsıkîşinas Hacı
gelebilmiştir. Özellikle dügah makamındaki “Pek Fâiz Bey’in küçük kardeşidir.
sevdim efendim seni gâyetle beğendim” mısrâıyla Dinî ve dindışı sahada bestelediği eserleri-
başlayan “kâr”ı ile tanınan Hacı Fâik Bey’in “Ni- nin ya-nısıra mahfûzâtının, eser birikiminin
hansın dîdeden ey mest-i nâzım” (rast), “Zencîr-i çokluğu ile de tanınmıştır. Mûsıkîdeki hocası
aşkın dil bestesiyim” (segâh), “Neyleyim, bîçâre Yeniköylü Hasan Sırrı Efendi’den binlerce dinî
dil, encâmı kâr” (hüseynî), “Âteş-i sûzân-ı firkat, ve dindışı formda eser meşketti. Parlak ve güzel
yaktı cism ü cânımı” (hümâyün) mısrâıyla başla- sesli bir hânendeydi. Sade, pürüzsüz bir okuyuş
yan şarkılarıyla “Nefse uyup râh-ı Hak’tan taşra üslubu vardı. Abartılı okuyuşlardan hoşlanmaz,
çıkmak yol mudur?” mısrâıyla başlayan uşşak, gereksiz hançere nağmeleri ilâve edenleri daima
“Bâğ-ı cemâle çün erem” mısrâıyla başlayan zir- tenkit ederdi. Özellikle oturdukları yerde zikre-
güleli hicaz ilâhileri, “Ey nübüvvet tahtının şâhı den (kuûdi) tarîkat mensupları için ilâhiler ve
Hâbib-i Kibriyâ” ve “Merhabâ ey Fahr-i Âlem dindışı formda eserler bestelemişse de bunların
merhabâ” mısrâıyla başlayan hüzzam tevşihleri büyük kısmı günümüze ulaşmamıştır. “Dolap
günümüzde de sıkça okunan eserlerinden bazı- niçün inilersin” (dügâh), “ Bir tahta yaratmışsın”
larıdır. Şiirle de meşgul olmuş, “Fâik” mahlâsıyla (nevâ), “Bu aşk bir bahr-i ummandır” (nihâvend)
yazdığı manzumelerinden bazılarını bestelerin- mısrâıyla başlayan ilâhileriyle, “Derdmendim ey
de güfte olarak kullanmış, ayrıca Fâikül-âsâr civan dermâna geldim ağlarım” mıs-râıyla başla-
adıyla bir güfte mecmuası neşretmiştir (İstanbul yan muhayyer şarkısı en tanınmış bestelerinden-
1298). Sadiyye ve Mevleviyye tarikatlarına men- dir. İsteyen herkese ders veren Hâdi Bey birçok
suptu. Aynı zamanda birçok talebe yetiştirmiş öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar arasında en meş-
iyi bir mûsıkî hocası olduğu ifade edilir. Yetiş- huru, kendisinden pek çok durak, ilâhi, semâî ve
tirdiği talebeleri arasında Sultan IV. Mehmed şarkıyı tavırlarıyla beraber meşketmiş olan Feh-
(Vahdettin) Han, Lemi Atlı, Hacı Kirâmi Efendi, mi Tokay’dır.
Hamâmîzâde Osman Bey, Şeyh Edhem Efen-
Kaynakça: Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi Antolojisi,
di, mersiyehan Hacı Süleyman Tevfik Efendi ve İstan-bul 1943, II, 644-645, 679-682; M. Nazmi Özalp, Türk
Şeyh Said Özok özellikle zikredilmelidir. Mûsisikisi Tarihi, Ankara, 2000, II, 52-53; Gültekin Oransay,
“Ya-yınlanmış Türk Din Mûsıkîsi Sözlü Anıtlarının Ezgileyici-
Kaynakça: Suphi Ezgi, Nazarî-Amelî Türk Mûsıkîsi, İstanbul
leri”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm İlimleri Ensti-
1953, V, 447-448; İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 184;
tüsü Dergisi, sy. 3 (1977), s. 185; Yılmaz Öztuna, Büyük Türk
Sadun Aksüt, Türk Mûsıkîsinin 100 Bestekârı, İstanbul 1993,
Mûsıkîsi Ansiklopedisi, Ankara 1990, I, 316-317; Nuri Özcan,
s. 208-209; M. Nazmi Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara,
“Hâdi Bey, Yeniköylü”, DİA, XV, 9-10.
2000, I, 628-629; Avnî, “Bir Üstâz-ı Fenn-i Mûsıkî”, Tercümân-ı
Hakîkat, İstanbul 24 Kânunuevvel 1307 (1892), sy. 4046; Yıl- ➢ NURİ ÖZCAN
maz Öztuna, Büyük Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, Ankara
1990, I, 281-284; Nuri Özcan, “Hacı Fâik Bey”, DİA, XIV, 474.
196 ➢ NURİ ÖZCAN
HALİL PAŞA
(1857-1939)
duğu mürşidi Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’na dirildi. Mushaf yazması için bir meşkhâne, ar-
sığındı ve manevî dünyasıyla baş başa kaldı. palık olarak da Üsküdar’da iki köy tahsis edildi.
Daha sonra üçüncü defa kaptanıderyalığa ge- En güzel eserlerini sarayda görevlendirildikten
tirildi. 1620’de Akdeniz’e, ardından Karadeniz’e sonra vermeye başladı ve eserlerinin ketebesinde
açıldı. Sultan II. Osman’ın katlinde sonra yapılan “kâtibü’s-sultân Bâyezîd Han” unvanını kullandı.
sadrazamlık teklifini kabul etmedi. Nisan 1623’te II. Bayezid’in vefatından sonra I. Selim dönemi-
kaptanıderyalıktan alınarak Malkara’ya sürüldü. ni talebe yetiştirerek ve müridlerini irşad ederek
Daha sonra merkeze çağrılan Halil Paşa Abaza geçirdi. Kanûnî Sultan Süleyman’ın onu saraya
Paşa isyanıyla meşgul oldu. davet ederek hürmet gösterdiği, artık yaşlanmış
İkinci defa sadrazamlığa getirildiyse de (1626 olan hattata bir samur kürk giydirip hayır dua-
sonları) 1628’de azledildi, 5 Ağustos 1629’da İs- sını aldığı bilinmektedir. Şeyh Hamdullah’ın bu
tanbul’da öldü; mürşidi Aziz Mahmud Hüdâyî hadiseden birkaç ay sonra vefat ettiğini söyleyen
Dergâhı civarındaki türbesine gömüldü. Müstakimzâde ölümüne,
Bazı Avrupalı elçilerle dostluk ilişkileri ku- “Şeyh Hamdullah olup küttâba kıble pîr-i hat
ran Halil Paşa’nın tedbirli ve başarılı bir devlet Rihletinde dil dedi târihini dayf-i ilâh”
adamı olduğu söylenebilir. Üsküdar’daki türbesi beytiyle tarih (926/1520) düşürmüştür. Cenaze
civarındaki zaviyesi, çeşmesi ve sebili, Fatih’te ise namazı Ayasofya Camii’nde kılınmış, vasiyetine
camii vardır. Hayatı ve faaliyetleriyle ilgili müs- uyularak Karacaahmet Mezarlığı’na defnedil-
takil bir gazâname kaleme alınmıştır. miştir. Birçok meşhur hattat Şeyh Hamdullah’ın
Kaynakça: Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 62-65; Uzunçarşılı, Osmanlı mezarının yakınına defnedilmiş, bu mekân za-
Tarihi, III/2, s. 370-373; A. H. de Groot, “Halil Paşa, Kayserili”,
manla Şeyh sofası adını almıştır.
DİA, XV, 324-326.
Şeyh Hamdullah zamanının ünlü okçuların-
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
dandı.Okmeydanı’nda onun hatırasına dikilen
taşta “Sâhibülmenzil Hamdullah ibnü’ş-şeyh
HAMDULLAH EFENDİ, ŞEYH reîsü’l-hattâtîn şeyhü’r-râmiyân, sene 911” yazı-
(ö. 926/1520)
lıdır. II. Bayezid tarafından Mahmud ve Hamza
Osmanlı hat ekolünün kurucusu;
dedelerden sonra Okmeydanı Atıcılar Tekkesi
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun.
şeyhliğine tayin edilmiştir. Kaynaklarda ayrıca
Amasya’da Eslem Hatun (bugünkü Dere) ma- Şeyh Hamdullah’ın Üsküdar’dan Sarayburnu’na
hallesinde doğdu (1436?). Sühreverdiyye şeyhi yüzecek kadar iyi bir yüzücü olduğu ve II. Ba-
Mustafa Dede’nin oğludur. “Şeyh, kıbletülküttâb, yezid için ek yerleri belli olmayacak şekilde bir
kutbülküttâb”gibi unvanlarıyla tanınır. Babası kaftan dikerek terzilikte de hüner gösterdiği be-
veya dedesi Amasya’ya Buhara’dan göç etmiştir. lirtilmektedir.
Dinî ve edebî ilimleri Hatib Kasım Efendi’den öğ- İslâm milletlerinin an’anevî sanat anlayışları
rendi. Hattı, Hayreddin Mar’aşî’den meşk ederek ve zevkleriyle en güzel klasik formlarını bulan
aklâm-ı sitteden icâzet aldı. Babasının yanında
seyrü sülûkünü tamamlayarak hilâfet aldı. Muh-
temelen babasının sohbet meclislerinde tanıştığı
Şehzade Bayezid onu kendisine hat hocası tayin
etti ve ondan icâzet aldı. Daha Amasya’da iken
tanınmaya başlayan Şeyh Hamdullah, bu yıllar-
da Fâtih Sultan Mehmed’in hususi kütüphanesi
için bazı eserler istinsah etti.
Şeyh Hamdullah, dayısı meşhur hattat Celâ-
leddin Amâsî’nin kızıyla evlendi; bir kızı ve
bir oğlu oldu. Tahta geçen II. Bayezid’in daveti
üzerine ailesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Sarayda
200 kâtip ve hizmetlilere muallim olarak görevlen-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
HAMDULLAH EFENDİ, ŞEYH H
yazı nevilerinde, üstat ve muhitlere göre farklı daki durgunluk giderilmiştir. Şeyh Hamdullah’ın
sülüs-nesih bir kıtası
özellikler gösteren pek çok hat mektebi arasında Şeyh Hamdullah aralarında sultan, şehzade, › Şeyh Hamdullah’ın
nesih hatla yazdığı
Şeyh Hamdullah ekolü en uzun süre yaşamıştır. devlet adamı, âlim, meşâyih ve şairlerin de yer Mushaf-ı Şerif’in
serlevhası
Onun klasikleşen formları, kendisini takip eden aldığı pek çok talebe yetiştirmiştir. Tezkirelerde
üstatlar tarafından harflerin tenâsüp, duruş ve adı geçen kırk üç talebesi arasında oğlu Mustafa
terkipleri güzelleştirilerek birçok kol ve tarza ay- Dede ile damadı Şükrullah Halife, Şeyh Ham-
rılmış, günümüze kadar bütün İslâm dünyasında dullah mektebinin önemli temsilcileridir. Ham-
hâkim bir hat mektebi olarak devam etmiştir. dullah Efendi’den sonra gelen Osmanlı hattatları
Şeyh Hamdullah mektebiyle aklâm-ı sittenin da onun vadisinde yürüyüp yeni üslûb ve şiveler
bütün nevilerinde olgunluk çağı idrak edilmiş, yaratmışlardır.
mushaf, cüz, murakka’, kıta ve kitaplarda yeni Müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda
bir anlayışla hat sanatının en güzel örnekleri aklâm-ı sitte ile yazılmış pek çok eseri bulunan
verilmiştir. Sanat hayatında Amasya ve İstanbul Şeyh Hamdullah’ın kırk yedi mushaf, bin kadar
olmak üzere iki dönem vardır. Yâkut üslûbunun En’âm, Kehf ve Nebe’ sûreleri, evrâd, ezkâr ve
hâkim olduğu başlangıç devri yazılarını Amas- dua mecmuası, tûmâr, kıta ve murakka’ yazdığı
ya’da, kendi üslûbunu ortaya koyduğu eserlerini nakledilmektedir. Bu eserler arasında meşk için
ise İstanbul’da vermiştir. veya ticarî gayelerle Şeyh Hamdullah taklit edi-
Nesih hattının Şeyh Hamdullah mektebiyle lerek yazılmış olanlar varsa da bunları onun ya-
insanda hayranlık uyandıracak derecede güzel- zılarından ayırmak güçtür.
leşmesi ve kolay okunan bir yazı haline gelmesi Kaynakça: Müstakimzâde, Tuhfe, s. 185; Âlî, Menâkıb, s. 25;
kitap ve mushaf yazısı olarak tercih edilmesine Ne-feszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 48-53; Hüseyin Hüsameddin,
sebep olmuştur. Eserlerinin çoğunu murakka’ Amasya Tarihi, IX, vr. 230; Süleyman Kâni İrtem, Türk Keman-
keşleri, İstanbul 1938, s. 21, 22; Melek Celâl, Şeyh Hamdullah,
ve kıta olarak veren Şeyh Hamdullah koltuklu İstanbul 1948; Ekrem Hakkı Ayverdi, Fâtih Devri Hattatları
sülüs-nesih kıtanın Türk zevkine uygun şekil ve Hat Sanatı, İstanbul 1953, s. 31, 49; A. Süheyl Ünver, Hattat
Şeyh Hamdullah ve Fatih İçin İstinsah Ettiği İki Mühim Eser,
ve ölçüsünü de ortaya koymuş, daha sonra ge-
İstanbul 1953; Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Türklerde Yazı Sana-
len bütün hattatlar onu taklit etmişlerdir. Şeyh tı, Ankara 1958, s. 42, 43; M. Uğur Derman, “Kanunî Devrinde
Hamdullah tavrında harflerin tenâsübü, aralık- Yazı Sanatımız”, Kanunî Armağanı, Ankara 1970, s. 269-273;
a.mlf., İslâm Kültür Mirasında Hat Sanatı, İstanbul 1992, s. 34,
ları, kelimelerin satıra oturuş vaziyetleri yeniden 191 (daha geniş ve ayrıntılı bilgi için bk. Muhittin Serin, Hattat
düzenlenmiş, akıcılık, kıvraklık, sevimlilik ve Şeyh Hamdullah, İstanbul 1992).
canlılık getirilmek suretiyle Yâkut tarzı yazılar- ➢ MUHİTTİN SERİN
201
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
H HAMZA PAŞA, NİŞANCI
okunan dinî besteleri yanında, Türk mûsıkîsinin de çaba harcadı, ilk tıp akademisinin kurucusu
değişik formlarında pek çok eser bestelediği be- olarak adı tıp tarihine geçti. Avrupa’da ün salmış
lirtilmekteyse de bunların sadece bir kısmı bilin- seçkin şahsiyetlerdendir. Hocalığı yarım yüzyıla
mektedir. Sûzinâk Peşrevi, Hüseynî, Sûzidil, Şeh- yaklaşmış, eserleri 1927 yılına kadar tıp fakülte-
nâz Bûselik Saz Semâileri ve aralarında Sûzidil lerinde okutultulmuştur.
makamında, curcuna usûlündeki meşhur “Cânâ İlk eseri A. Jamin’in bir anatomi kitabının
gam-ı aşkınla perişan gezer oldum” şarkısının İlm-i Teşrih-i Tavsifi (1880-1881) adı ile Türkçe-
da yer aldığı yirmi kadar şarkı ile Musâhipzâde ye çevirisidir. Teşrîh-i Tavsifi (1901), İlm-i Teşrih-
Celâl’in İstanbul Efendisi Opereti bunlardandır i Topografi (1908) gibi eserleri bulunmaktadır.
(bilinen eserleri için bk. Öztuna, I, 249). Kaynakça: Osmanlı Müellifleri, III, 225; İrfan Ünver Nasrat-
Hiç evlenmemiş olan Leon Hancıyan’ın Türk tinoğlu, Afyonkarahisarlı Şairler, Yazarlar, Hattatlar, Ankara
mûsıkîsi eserlerini Hamparsum notasına akta- 1971, s. 180; “Hasan Mazhar Paşa”, Büyük Larousse, İstanbul
1986, X, 5059; Esin Kahya, “Fransa’da İhtisas Yapmış Olan Türk
rarak oluşturduğu koleksiyonu Ankara Radyo- Hekimlerinden Bazıları”, Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Ar-
su’nca satın alınmıştır. mağan, Ankara 1982, s. 421-430; Enis Ulucam md., Doktora,
Nilüfer Gökçe, Recep Mesut md., “Geçmişten Günümüze Türk
Kaynakça: İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 215; Mus-
Anatomi Eğitimi”, Ulusal Tıp Tarihi Kongresi Tebliği, İstanbul,
tafa Rona, 20. Yüzyıl Türk Mûsıkîsi, İstanbul 1970, s. 74-75;
Yılmaz Öztuna, Türk Musıkîsi Ansiklopedisi, İstanbul 1969, I, 6 Eylül 2002, s. 51.
249. ➢HÜSEYİN YÜRÜK
➢ MUSTAFA UZUN
HASAN PAŞA, DAMAD
HASAN MAZHAR PAŞA (ö. 1125/1713)
(1845-1920) Üsküdar’da Doğancılar’da bir çeşme
Üsküdar doğumlu Osmanlı hekimi. yaptıran Osmanlı sadrazamı.
Babası Binbaşı Süleyman Efendi’dir. Bazı kay- XVII. yüzyıl ortalarında Mora Yarımadası’nda
naklarda doğum yeri Afyon görünse de Üskü- doğdu. Genç yaşlarda İstanbul’a gelerek saraya
dar’da doğmuştur. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi, girdi ve bir süre Dârüssaade Ağası Yusuf Ağa’nın
yüzbaşı rütbesiyle bitirdi (1869). Cerrahi öğre- yazıcılığını yaptı. Ardından Enderûn’un önemli
nimi için Fransa’ya gönderildi (1871). Paris’te- mevkilerinden çuhadarlık ve silahtarlık görev-
ki çalışmalarını, meşhur anatomist Sappey’in lerinde bulundu. Kasım 1867’de Mısır valiliğine
gözetiminde yürüttü. Yurda döndükten sonra getirilen Hasan Paşa üç yıl sonra IV. Mehmed’in
(1874) bir dönem Haydarpaşa Askeri Hastaha- kızlarından olup II. Mustafa ve III. Ahmed’in
nesi’nde operatörlük yaptı. Karadağ ve Rus mu- kardeşi Hatice Sultan’la evlendi. Mısır’daki gö-
harebelerinde fırka hekimi, cerrah ve başhekim revi sırasında bazı suistimaller yüzünden gö-
olarak vazife gördü. Askeri Tıbbiye’de anatomi revinden alınan Hasan Paşa, Sakız muhafızlığı
dersleri muallimi oldu (1879). Meclis-i Tıbbiye- esnasında adanın Venedikliler eline düşmesini
i Mülkiye,Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye üyelik engelleyemeyince iki ay kadar Edirne’de göz al-
ve reisliklerinde bulundu. Meşrutiyet’in ikinci tında tutuldu. 1695’te Kubbealtı veziri olarak II.
ilânından sonra Mekteb-i Tıbbiye Nazırlığına Mustafa’nın Avusturya seferleri sırasında Edirne
getirilmişse de kendi isteği ile emekli oldu. Fah- muhafızlığında bulundu. 1703 Edirne Vak’ası’nın
rî olarak Askeri Tıbbiye’deki derslerini ölünceye ardından III. Ahmed’in cülûsunda önemli rol
kadar sürdürdü. 30 Aralık 1920’de vefat edince oynadı. 17 Kasım 1703’te sadrazamlığa getirildi.
Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Fakat kısa süre sonra Mısır, Trablusşam valilik-
Daha önce Fransızca olan tıp eğitimi onun leri, 1712’de Anadolu’da eşkıya teftişi görevin-
yurda dönüşünden sonraki çabalarıyla Türkçe de bulunan Hasan Paşa, son olarak Anadolu ve
verilmeye başlandı. Birçok tıp teriminin özellikle Rakka beylerbeyilikleri yaptı ve Mayıs 1713’te
anatomi terimlerinin Türkçelerinin bulunup kul- öldü.
lanılmasında önemli hizmetler verdi. Osmanlıca Antalya’nın değişik yerlerinde cami, imaret
bir tıp sözlüğü hazırlanmasında yardımcı ve yol ve han gibi sosyal eserleri bulunan Hasan Pa-
gösterici oldu. Sivil tıbbiyenin kurulması için şa’nın Üsküdar’la bağlantısı, Doğancılar’da Nasu- 203
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
H HASAN RIZÂ EFENDİ, HACI
hi Tekkesi Camii’nin avlu kapısı dışında yaptırdı- etti. Babasının Tırnova posta müdürlüğüne tayi-
ğı çeşme dolayısıyladır. Şair Zamîrî İsmail Efendi ni üzerine ailesiyle beraber Tırnova’ya gitti. Tek-
tarafından yazılan 1117 (1705) tarihli manzum rar İstanbul’a dönünce (1865), Valide Sultan va-
kitabesindeki 4. satır eserin inşa yılını verir: sıtasıyla Muzıka-i Hümâyun’a kaydedildi. Orada
“Âsaf-ı âzam Hasan Paşa cenâb-ı zü’l-kerem hüsn-i hat hocası Şefik Bey’den yazı meşkine ye-
Yapdı bu aynı olup tevfîk-ı Hak ana refîk niden başlayarak icazet aldı. Şefik Bey’in tavassu-
Dedi târihin Zamîrî dil döküp âb-ı revân tu ile Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den de isti-
Hem-çû Zemzem akdı beyt-i Hakk’a bu âb-ı rahîk” fade etti. Ayrıca Sami Efendi’den nesta‘lik (ta‘lik)
yazısını meşk etti. 1871’de Muzıka-i Hümâyun
Kaynakça: Anonim Osmanlı Tarihi (haz. Abdülkadir Özcan),
Ankara 2000, tür.yer.; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i imamlığına 1879’da Şefik Bey’in emekliye ay-
Vekā-yiât (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, tür.yer.; Si- rılmasıyla Muzıka-i Hümâyun hat hocalığına
lahdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Târih, İstanbul 1928, I, tür.yer.;
Râşid, Târih, II-III, tür.yer.; Dilâverzâde Ömer, Hadîkatü’l-vü- tayin edildi. 1915 yılında açılan Medresetü’l-
zerâ Zeyli, İstanbul 1271, s. 3-5; İbrahim Hilmi Tanışık, İstan- hattâtîn’de sülüs nesih, reyhânî hocalığı yaptı.
bul Çeşmeleri, İstanbul 1945, II, 294, 296, 297; Uzunçarşılı, Os-
1878-1912 yılları arası sanat hayatının en verimli
manlı Tarihi, IV/2, s. 273-276; M. Münir Aktepe, “Hasan Paşa,
Damad”, DİA, XVI, 336. devresi olarak kabul edilen Rızâ Efendi’nin celî
sülüs, nesta‘lik (ta‘lik) ve celî nesta’lik yazılarda
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
da pek çok eser vermiş olmasına rağmen, onun
asıl şöhreti sülüs ve nesih sahasındadır.
HASAN RIZÂ EFENDİ, HACI Bilhassa mushaf kitabetinde çığır açmış Hâfız
(1849-1920)
Osman’dan sonra gelen en değerli hattatımızdır.
Üsküdar doğumlu Osmanlı hattatı. Yazdığı on dokuz mushaf eserlerinin başında
İstanbul Üsküdar’da doğdu. Ahmed Nazif Efen- gelir. Bunlardan 1891’de yazdığı mushaf İstan-
di’nin oğludur. Üsküdar Mekteb-i İbtidâîsi’nde bul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (AY, nr. 6682),
yazıya başladı. Mahalle mektebinden sonra Yah- 1912 yılında yazdığı mushaf da Topkapı Sarayı
204 ya Hilmi Efendi’den sülüs nesih yazılarını meşk Müzesi Kütüphanesi’nde (Halil Edhem Arda, nr.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
HASAN RIZÂ EFENDİ, SAİD PAŞA İMAMI H
12) muhafaza edilmektedir. Basılmak üzere yaz- HASAN RIZÂ EFENDİ, SAİD PAŞA
dığı mushafların açık, okunaklı, âyet-berkenar İMAMI
(mushafu’l-huffâz) olması, yazısının güzelliği ya- (ö. 1890)
nında okutma işaretlerinin yerli yerince konmuş Mevlidhân, hattât, şâir, hânende; mezarı
olması, Hasan Rızâ hattının diğer matbu mus- Üsküdar’dadır.
haflara tercihine sebep olmuştur. Türkçe tercü- Manisa’da doğdu. Babası Eğridirli hoca Abdullah
meli olarak (1879) tamamladığı Kur’ân-ı Kerîm Efendi’dir. Manisa’da tahsilini yaptı, hâfızlığa ve
ile tercümesiz diğer bir mushafı 1884’ten itibaren mûsıkîye çalıştı. Rifâiyye tarîkatına intisap etti.
birçok defa basılmış ve İslâm ülkelerine dağıtıl- Rıfâî şeyhlerinden Antakyalı Hazevîzâde Ah-
mıştır. Sultan Reşad’ın arzusuyla 1913’te yazdığı med Vehbî Efendi’den icâzetnâme aldı. Daha
sekiz ciltlik Buhârî-i Şerif (TSMK, Hırka-i Saa- sonra İstanbul’a giderek Üsküdar’da Toygarte-
det, nr. 39), Hasan Rızâ Efendi’nin bilinen önem- pe semtine yerleşti. Uzun süre Damat Mehmed
li eserleri arasındadır. Said Paşa’nın (ö. 1868) imamlığını yaptığından
Hasan Rızâ Efendi’nin sayısız levha ve kıta- “Said Paşa İmamı” lakabıyla tanındı. Beyazıt
dan başka, İstanbul Hat Sanatları Müzesi ile İs- Camii’ndeki bir Cuma selâmlığında Hasan Rızâ
tanbul Silivrikapı Bâlâ Camii’nde, İstanbul Üni- Efendi’nin müezzinliğine şâhid olan Sultan Ab-
versitesi Kütüphanesi’nde (Yıldız, nr. 4282) ve dülmecid onun okuyuşuna hayran kalmış ve sa-
Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı bulunan raya müezzin olarak alınmasını istemiş, ancak
(Yazma Bağışlar, nr. 510), ayrıca Sultan Reşad’ın Said Paşa’nın padişahtan ricası üzerine, Said Pa-
Rumeli seyahati esnasında Edirne Selimiye Ca- şa’nın yanındaki vazifesine devam etmiştir. Sul-
mii’ne asılmak üzere yazdığı (1995 senesinde tan Abdülaziz’in de bu konuda girişimi olmuş
çalınmıştır) büyük boy hilye-i saadet levhaları fakat mümkün olmamıştır. Hasan Rızâ Efendi 8
onun şöhretine vesile olan eserleri arasında zik- Haziran 1890’da 85 yaşlarında vefat etti. Üskü-
redilir. Talebeleri arasında on yedi kişiye icazet dar Toptaşı Caddesi’ndeki Sandıkçı Şeyh Edhem
vermiş olan Hasan Rızâ Efendi, 10 Cemâziyelâ- Efendi Rifâî Dergâhı hazîresine defnedildi.
hir 1338’de (1 Mart 1920) vefat etti ve Rumelihi- Aynı zamanda şair ve hattat olan Hasan Rızâ
sarı Mezarlığı’nda defnedildi. Efendi özellikle mevlidhanlığı ile şöhret buldu.
Kaynakça: İbnülemin, Son Hattatlar, İstanbul 1955, s. 336- İstanbul’a geldiğinde mûsıkî konusunda dona-
340.
nımlı olduğu halde Hamâmîzâde İsmail Dede
➢ MUHİTTİN SERİN
Efendi’nin talebelerinden Mutafzâde Ah-med
Efendi’den dinî mûsıkî konusunda çok istifa-
de etti. Pekçok ilâhi, mersiye, durak ve bilhassa › Hasan Rızâ Efendi’nin
mezar taşı
mevlid meşketti. Ayrıca klasik fasıllar geçti. Se-
sinin genişliği ve tizliğiyle tanındı. Onun önemli
bir özelliği de, kendi arzu ettiği zaman ve için-
den geldiği şekilde okumasıdır. Tavır sahibi bir
mevlidhan olarak bilinirdi. Okuyuşu esnasında
sözlerin iyice anlaşılabilmesı için kelimelerin
arasını kesmez, nağmeleri mısra sonunda ya-
pardı. Ünlü mûsıkîşinas Eyyûbî Zekâi Dede, bir
keresinde Hasan Rızâ Efendi’nin mevlidini din-
ledikten sonra oğlu Ahmed’e (Irsoy), “Hâfız, işte
asıl mevlid böyle okunur” demiştir.
Doksanüç Harbi’nde Mevkib-i Hümâyun ala-
yı teşekkül ettiği sıralarda Sultantepe’de okuduğu
mevlidin Beşiktaş’tan dinlendiği söylenir.
Mütevâzi bir kişiliği vardı. Fakir ve kimse-
sizlerin isteklerini reddetmez, derhal yerine ge- 205
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
SAİD PAŞA İMAMI
Coşar âvizeler artık, köpürür kandiller; Yatsı bir hayli geçer, çifte ezanlar verilir;
Bu ışık çağlayanından bütün âfâk inler! Yazma seccâdeler artık yere, boy boy, serilir.
Yalının cebhesi, Ülker gibi, baştan başa nûr; Doğrulur Kıble’ye herkes, kılınır şimdi namaz;
Nîm açık pencereler, reng ü ziyâdan mahmûr. Derken âmin çekilip arz edilir Hakk’a niyaz.
Al, yeşil, mâvi fenerlerle donanmış kıyılar; - Başlayın mevlide!
Serv-i sîmînler atılmış suya, titrer par par. - Lâkin, hani? Mevlidhan yok!
Dalgalardan seken üç çifte kayıklar sökerek, - Sordurun!
Süzülür sâhile, şâhin gibi, yüzlerce kürek. - Hiç de gören bir kişi, bir tek can yok!
Bir taraftan bu akın yükseledursun karaya; -Üsküdar’dan gelecek sözde, olur şey mi ki bu?
Bir taraftan dökülür öndeki saflar saraya. Bâri söz verme...
Rıhtımın taşları, zümrüt gibi, İran halısı: - Adam sen de, bırak meczûbu!
Suda bitmiş çemen, üstünde de Sultan yalısı! - Bence aynıyle kerâmet delinin gelmediği:
Şu ilâhicilerin hepsi okur ondan iyi...
Renk renk açmış o başlar, biriken mahşere bak: - Bilemem.
Fes, arâkiyye, sarık, yazma, bürümcük, yaşmak, - Dinlediniz şimdi...
Taylasan, takke, nazarlıklı hotoz, âbânî, - Evet, çok yüksek...
Mâvi boncuk, oyanın türlüsü, dal dal yemeni... Ama hazretle kıyâs etmeye gelmez.
Ama birçokları davetli değilmiş, kime ne? - Ne demek?
Bu açılmaz kapılar, şimdi, açık her gelene. - O anaç bülbüle eş beslemez artık yuvalar.
- Pek uçurdun, a beyim!
Avlu, dış bahçe, harem bahçesi, taşlık, yer yer, - Yok, ben uçurmam, o uçar.
Medd ü cezrin ebedî sâhası: Boy boy siniler, Sâde bir gelse... Fakat gelmedi, bilmem ki neden?
Ki donandıkça o başlarla, hemen, çepçevre, - Beklemek nâfile, hâlâ ne gelen var, ne giden!
Tablalar, ay dede çıkmış gibi, başlar devre! - Harem ağsında haber...
Yayılır baygın, ılık bir buğu, bir tatlı duman; - Anlayabilsek, ne diyor?
Çözülür büsbütün âvâre sinirler o zaman. - Okuyun, beklemeyin emrini tebliğ ediyor.
Kafalar tütsüyü aldıkça döner, mest-i hayât; Gâlibâ Vâlide Sultan gazab etmiş hocaya...
İki el bir baş için, kim kime artık? Heyhât! Gazab ettiyse, çanak tuttu herif, doğrusu ya.
Bir saray halkını -sultanla berâber- hiçe say;
Orta katlar, sofalar, belli ki dâvetlilere: Bunca dâvetliyi, dâvetsizi beklet bir alay;
Sofralar tahtanın üstünde değil bir kerre; “Oyun ettim size; hey sersem adamlar!” diye, gül!
Bir de, oldukça merâsimle mükellef huzzâr; Çekilir nağme değil... Neymiş, anaçmış bülbül!
Sonra, kalkıp oturanlar bütün ashâb-ı vakâr. - Kim bilir, özrü mü var?
- Dinleyemem varsa bile! Sen de kalleşlik edersen, bize eyvahlar ola!”
- Henüz akşamdı ki, gelsem diye, düştüm de yola,
Başlanır Mevlid’e mu’tâd olan âdâbıyle; Yürüdüm haylice... Derken -hele sen kısmete bak!-
Önce tevhîd okunur, gaşy ile dinler herkes. Öteden karşıma bir yaşlıca hâtun çıkarak,
O, güzel, sonra, müessir, sekiz on parlak ses, “Azıcık dursana, oğlum!” dedi. Durdum, nâçar.
Kimi yerlerde ilâhî, kimi yerlerde durak; - Göğsün îmanlıya benzer, sana bir hizmet var,
Kimi yerlerde cemâatle beraber coşarak, Ama reddetme ki, zâten beni mahvetmiş ölüm:
Kalan üç bahri terennümle, çekerken âmîn! Bir perîşan anayım, dağ gibi evlâd gömdüm!
Ta uzaklarda çakar zulmet içinden bir enîn. Kızımın cânı için, bâri bu kırkıncı gece,
Gecenin kalbi durur; ürperir inler, cinler; Şöyle bir mevlid okutsam, diyorum, kendimce.
Açılan pencereler, göz kulak olmuş, dinler. Nasıl etsem? Okuyan çok ya, benim yufka elim...
O enîn karşıki sâhilden açılmaz mı biraz, Hocasın, elbet okursun; hadi oğlum, gidelim.
Sûr-i mahşer gibi sesler çıkarır, şimdi, Boğaz! Ne olur bir yorulursan, hadi, bekletme, günah!
Tutuşur, cebhe-i Sînâ’ya döner, sîne-i cev: Sen benim yavrumu şâd et ki, rızâen li’llâh,
Sanki yüzlerce yanık ney savurur, yer yer, alev! İki dünyâda azîz eylesin Allah da seni.
Kayalardan, kıyılardan bir ateştir çağlar:
Lâhn-i Dâvûd ile inler yine gûyâ dağlar! Hâtunun sözleri dîvâneye döndürdü beni;
Âh o kudsî nefes eşbâha ederken sereyan, Ne saray kaldı hayâlimde, ne sultan, ne filân;
-Karalar vecd ile pür-cûş, sular pür-galeyan- “Çile dolsun, yürü öyleyse, dedim, oldu olan!”
Dem çekip, dem tutarak etmeye başlar feryâd, Size yüzlerce adam mevlid okur benden iyi,
Boğaz’ın her tarafından bir İlâhî inşâd: Ama bîçâre kızın, bağrı yanık, anneciği,
Sultân-ı Rusül, Şâh-ı Mümecced’sin, efendim! Yoklasın merdini, nâ-merdini, insan diyerek,
Biçârelere devlet-i sermedsin, efendim! Eli yüzlerce heyûlâya değip boş dönecek!
Menşûr-i “Le amrük”le müeyyedsin efendim! Fukarânın seneler, belki, siler göz yaşını;
Dîvân-ı İlâhî’de ser-âmedsin, efendim! Hangi taş pekse, hemen vurmaya baksın başını,
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin, Elin evlâdına yanmaz parasız bir kimse!
efendim! Çâresizdim sizi bekletmede, beklettimse.
Hak’tan bize Sultân-ı Müebbed’sin, efendim! - Hoca! der Vâlide Sultan, beni ağlatma, yeter!
Yeniden mevlid okursun bize, dâvâ da biter.
Kesilir, gitgide, tedrîc ile sesler artık,
Aktarır sâhile mevlidciyi bir köhne kayık. —Mehmet Âkif Ersoy
Koşarak, doğruca mâbeyne alır karşı çıkan; (Hilvan, 15 Haziran 1347/1931)
“Nerde kaldın, hoca?” der Vâlide Sultan o zaman,
H HASKAN, MEHMET NERMİ
tarafından dışlanması sebebiyle mensupları ken- namazı, dergâhın alt tarafındaki türbe önünde
disine Hâşimiyye adlı bir tarikat nispet etmişler- yolda bulunan musalla üzerinde kılınmış, Ban-
dir. Bu tarikatın silsilesi Celvetiyye’nin kurucusu dırmalızâde Tekkesi’nin türbesine defnedilmiş-
Aziz Mahmûd Hüdâyî’den (ö. 1628) iki ayrı yolla tir. Burası bir süre Hâşimiyye’nin âsitanesi olarak
gelmektedir. Celvetîlikle Bektaşîliğin birleştiril- faailiyet göstermiş, bugün tekkenin yıkılmasın-
mesinden meydana gelen bu kolun fazla yayıl- dan sonra kabri yol genişletilmesi sırasında kal-
madığı belirtilmektedir. dırılarak yerine parmaklıklı bir kabir yapılmış
Hâşim Baba’nın, Celvetî şeyhliğinin yanın- yeni harflerle “Üsküdarlı Haşim Baba” levhası
da Melâmîliğe de meylettiği ve bazı Melamîler- asılmıştır.
ce kutup olarak nitelendirildiği söylense de bu Hâşim Baba’nın müretteb bir divanı, gelecek-
doğru değildir. O aynı zamanda Kahire’de Baba te vuku bulacak olayları değişik metodlarla öğ-
Kaygusuz Tekkesi’nde Kasrü’l-Ayn şeyhi Hasan rettiğine inanılan cefr (cifr) ilmiyle ilgili Ankā-yı
Baba’dan (ö. 1756) el alarak Bektaşî de olmuş- Meşrık ve kaynaklarda Vâridât veya Makālât ad-
tur. Hatta bir ara Kırşehir’deki Hacı Bektaş Tek- larıyla geçen mensur bir eseri daha vardır. Bes-
kesi’ne gitmiş ve orada da dört yıl kadar dede- mele’nin esrarı, leyle-i Kadr, ilâhî aşk, Melâmîlik
babalık yapmıştır. Ayrı bir erkânnâme yazarak meşrebi, sûfîlik yolu, rüya, Hz. Mûsâ’nın âsâsı,
Bektaşîlik âyinini tadile çalıştığı ve bu suretle hazarât-ı hams, havâss-ı hamse-i bâtıniyye ve
Bektaşîlik’ten bir kol ayırmak istediği de ileri havâss-ı hamse-i zâhiriyye, Ehl-i beyt sevgisi, çe-
sürülmüştür. Sefînetü’l-evliyâ müellifi Hüseyin şitli âyet ve hadislerin tasavvufî izahları bu men-
Vassâf, Hâşim Baba’nın önce babasının yerine sur eserin başlıca konularıdır.
şeyh, sonra Bektaşî, daha sonra Melâmetle neş- Divanında yaklaşık iki yüzün üzerinde şiir
vedâr olup son olarak babasının mesleğini takip bulunmaktadır. Özellikle Ehl-i beyt sevgisi başta
ettiğini bildirmektedir. olmak üzere, on iki İmam, tarîkat silsilesi, kutsal
Vefat ettiği zaman cenaze namazı kılınmak günler ve devr nazariyesi gibi konuların dile geti-
için Hüdâyî Âsitanesi’ne götürülmüşse de pîr rildiği kasideleri önemli bir yekûn tutar.
makamı şeyhi Büyük Ruşen Efendi (ö. 1794), Hâşim Baba’nın, Niyazi-i Mısrî’nin Devriy-
dergâhın hiçbir kapısını açtırmamış, cenazeyi ye-i Arşiyye’sine zeyil olarak yazdığı Devriyye-i
içeriye kabul etmemiştir. Bunun üzerine cenaze Ferşiyye’si de bu türün önemli eserlerinden biri-
› Üsküdar İnadiye’deki
Bandırmalı Tekkesi
209
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
H HÂŞİM BEY
sidir. Kaside ve makalelerinden bazıları müstakil seksen kadardır. Birçok eserini dönemin padi-
olarak bazı kütüphanelerde bulunmaktadır. şahı ve yüksek görevdeki kişilere methiye olarak
Kaynakça:Sicill-i Osmânî, IV, 624; Osmanlı Müellifleri, I, 189- besteledi.
190; Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ-yı Ebrâr, Süleymaniye Bahçeciliğe ve çiçekçiliğe meraklı, şiirle de
Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2307, III, 65-68; Abdülbaki Gölpınarlı,
Melâmîlik ve Melâmiler, İstanbul 1931, s. 19, 21, 97; Sadettin uğraşan Hâşim Bey ömrünün son üç yılını Üs-
Nüzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi Antolojisi, İstanbul 1943, II, 409. küdar Tunusbağı’ndaki evinde geçirdi. Meşhur
➢ AZMİ BİLGİN olan müsrifliği nedeniyle saraydan ayrıldıktan
sonra maddi sıkıntılar yaşadı. Öyle ki günlük ek-
HÂŞİM BEY mek ihtiyacına karşılık Ekmekçi Bağdasar’a ders
(1815-1868) verdiği ileri sürülür. Karacaahmet Mezarlığı’na
Ömrünün son yıllarını Üsküdar’da defnedilen bestekârın mezarı Karacaahmet ve
yaşamış mûsıkîşinas. Selimiye arasındaki yol genişletme çalışmaları
İstanbul Fatih’te doğdu (1815). Babası Seyyid sırasında ortadan kaldırıldı. Elde kalan mezar
Mehmed Sadık Ağa’dır. On bir yaşında Ende- taşı ise sonradan kayboldu.
run’un Hazine Odası’na kabul edildi. İlk hocası Kaynakça: M. Nazmi Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara,
Dellâlzâde İsmail Efendi’nin yanı sıra Şakir Ağa 2000, I, 560-567; Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi An-
tolojisi, İstanbul 1943, II, 405, 411; Mehmet Güntekin, “Haşim
ve İsmail Dede Efendi’den dersler aldı. Sultan Bey”, DBİst.A, IV, 14-15; Nuri Özcan, “Hâşim Bey”, DİA, XVI,
Abdülmecid döneminde Serhanende sıfatıy- 407-408.
la Muzıka-i Humâyun’un fasıl heyetini yönetti. ➢ PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ
Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışıyla müezzinbaşı-
lığa getirildi. Hacı Arif Bey, Bolahenk Nuri Bey, HÂŞİM PAŞA
Ekmekçi Bağdasar, Neyzen Salim Bey, Hacı Faik (1852-1918)
Bey gibi çok sayıda öğrenci yetişirdi. “Tarz-ı Ne- Beylerbeyi’nde yalısı ve korusu bulunan
vin” adıyla icat ettiği makamla birçok eser beste- Osmanlı Maârif Nâzırı.
ledi. 1868 yılında Üsküdar’da öldü. İstanbul’da doğdu (1268/1852). Sadrazam Koca
Bestekârlığının ilk ürünü, ilk defa Beşiktaş Yusuf Paşa’nın torunu, Şeyhülislâm Mir Ahmed
Mev-levîhânesi’nde icra edilen “sûzinâk ayini” Muhtar Molla Bey’in oğludur. Adliye Müsteşar-
ile unutularak kaybolan “şehnaz ayini” idi. Bek- lığı ve Maârif Nâzırlığı (1903-1908) görevlerinde
taşi nefesleri bestelediği de rivayetler arasında- bulundu. Tifüs hastalığına yakalanarak 1918 yı-
dır. Mecmua-i Kârhâ ve Nakşhâ ve Şarkiyyât lında öldü. Nakkaştepe Mezarlığı’ndaki aile kab-
adıyla düzenlediği mûsıkî mecmuasını Abdüla- ristanına defnedildi.
ziz’e sundu. Bu eseri ilaveler yaparak Hâşim Bey Tezkir-i İnkılâb adını taşıyan bir eser kaleme
Mecmuası adı ile yeniden yayımladı. Geleneksel aldı.Gençliğinde Bebek’te oturmaktaydı. 1900’de
okuyuş üslûbumuzun tüm inceliklerini bilen Beylerbeyi Yalıboyu caddesi üzerinde bir arsa sa-
Hâşim Bey’in günümüze ulaşan eserleri ayin, tın aldı.
beste, ağır semâi, şarkı ve köçekçe olmak üzere Buranın Çakal Dağı’na kadar uzanan koruluk
Hâşim Bey
Hâşim Paşa
210
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
HAYRULLAH EFENDİ H
kısmında dört köşk ile sahilde biri kardeşinin ol- yaptığı Mekteb-i Tıbbiye’yi başarılı bir öğrenci
mak üzere iki katlı iki yalı yaptırdı. Koru erguvan olarak bitirdi (1839-1843). Bir süre mezun oldu-
yönünden Kuzguncuk’taki Fethi Paşa korusun- ğu okulda müderrislik yaptıktan sonra Meclis-i
dan sonra Boğaziçi’nin en zengin korusu olarak Maârif-i Umûmiye üyeliğine (1848), Encümen-i
ünlenmiştir. Dâniş’in ikinci başkanlığına getirildi. 1854’te
Kaynakça:Baraz, Beylerbeyi, II, 301-302; Münevver Ayaşlı, Mekâtib-i Umûmiye, 1859’da da Mekteb-i Tıb-
Dersaadet, Ankara 1975, s. 218; Haskan, YBÜ, II, 952. biye nazırı oldu. Azlinden (1861) bir yıl sonra
➢ PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ Altıncı Daire belediye başkanlığına atandı. 1863
yılı nisanında tedavi amacıyla, çıktığı Avrupa
HÂŞİMÎZÂDE SEYYİD MEHMED seyahatinde Avusturya, Almanya ve Belçika üze-
EFENDİ rinden Paris’e gitti. Orada okumakta olan küçük
(ö. 1665)
oğlu Abdülhak Hamid’i de yanına alarak Paris’in
Üsküdar doğumlu Osmanlı müderris ve kibar ve gözde semti Faubourg Saint-Honore’de
kadılarından. mükellef bir konak tutup yerleşti. Üç ayı aşkın
Üsküdar’da dünyaya gelmiştir. Eğitimini tamam- bir süre kaldığı Paris’te çeşitli ilim kuruluşlarını
ladıktan sonra ilmiye mesleğinde kalmış; daha gezip akademileri ziyaret etti; gündüz ve gecesiy-
sonra sırasıyla Siyavuş Paşa, Efdaliye, Gazanfer le bir kültür şehrinin imkânlarını yaşadı. Yurda
Ağa ve Sahn-ı Seman medreselerinde müderris- dönünce Fransa seyahatiyle önceki Viyana se-
lik yapmış; 1642 mayısından itibaren de Belgrad, yahatlerini de anlatan Yolculuk Kitabı’nı yazdı.
Manisa, Üsküdar, iki defa İzmir, Bursa ve Galata Bir taraftan da kendi adıyla anılacak olan tarih
kadılıklarında bulunmuştur. kitabının XV. cildini hazırlıyordu. 1864 yılı son-
Haşimizâde Seyyid Mehmed Efendi 1665 baharında Cemiyet-i İlmiyeyi Osmaniyye’nin
yılında vefat etmiştir. Yetîmî mahlasıyla Türkçe merkezinde Osmanlı tarihi üzerine, tarihi yeni
şiirleri bulunan Haşimîzâde Efendi ilmi ve fazi- bir görüşle ele alan bir dizi konferans verdi.
letiyle tanınmıştır. 1865’te Tahran orta elçiliğine tayin edildi. Bu-
Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab- radaki görevini sürdürürken 25 Aralık 1866’da
dülkadir Özcan), İstanbul 1989, III, 318-319. vefat etti. Nâsırüddin Şah’ın iradesiyle kendisi-
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN ne büyük bir cenaze merasimi tertiplendi ve Rey
şehrinde toprağa verildi. Kabri daha sonra türbe
HAYRULLAH EFENDİ haline getirildi.
(1818-1866)
Tercüme ve telif olmak üzere tıptan ziraat ve
Çamlıca’da köşkü bulunan Osmanlı fiziğe, bahçecilikten coğrafyaya, tarih, seyahat-
tarihçisi, devlet adamı; Şair Abdülhak nâme ve tiyatroya kadar farklı sahalardaki eserle-
Hâmid’in babası. rinin büyük bir kısmı yazma halindedir. Terbiye
İstanbul’da doğdu (1818). Babası Hekimbaşı Ab- ve Tedavi-i Etfal, Lugat-i Tıbbiye, Nakş-ı Hayâl,
dülhak Molla’dır. Medrese eğitiminin ardından Hezâr Esrar (1863), Hikâye-i İbrahim Paşa be-
hekimbaşı ve nâzır olarak babasının da görev İbrahim-i Gülşenî (yazılışı 1859, yayımı 1939)
gibi eserler verdi. Ancak en tanınmış eseri kendi
Hayrullah Efendi
adıyla da anılan Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Ta-
rihi’dir. 1853-1875 tarihleri arasında cüzler ha-
linde yayımlanmıştır. En orijinal bulunan eseri
ise Yolculuk Kitabı’dır.
Çocukluğu, babası Abdülhak Molla’nın Kü-
çük Çamlıca’daki köşkünde geçti. Küçük Çam-
lıca’da, Millet Bahçesi’nden Kısıklı’ya doğru
çıkarken Sarıkaya mevkiinde bulunan köşkün
Marmara ve Sarayburnu’nu gören güzel bir
manzarası vardı. Babasının ölümünden sonra 211
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
H HEKİMOĞLU ALİ PAŞA
kendisine kaldı. Önüne güzel bir bahçe yaptırdı. zamlıktan alındı ve tekrar Midilli’ye gönderildi.
Bu köşkte oturduğu sırada, Kafkasya’dan kaçırı- 1744 ekiminde Bosna, Halep ve Anadolu valilik-
larak komşularından Kazasker Ferit Efendi’ye sa- lerinde bulundu ve Kars ciheti seraskeri oldu. Bu
tılmış güzel bir Çerkez kızı olan Münteha Nasib arada bazı eşkıya elebaşılarını cezalandırdı. Ar-
Hanım’a âşık olup evlendi. Bu evlilikten Nasuhî, dından Hersek ilavesiyle Bosna valisi oldu. Daha
Hayrünnisa, Neyrünnisa, Abdülhak Hamid ve sonra sırasıyla Tırhala sancak beyliği, Bender
Mihrünnisa adlı beş çocuğu oldu. muhafızlığı, Özi ve Vidin valiliklerinde bulundu.
Kaynakça: Ömer Faruk Akün, “Hayrullah Efendi”, DİA, XVII, Ardından Trabzon ve civarında eşkıya tedibi ile
67-75; Duhter Bayraktar, “Hayrullah Efendi”, YYOA, I, 562. meşgul oldu.
➢ ÂLİM KAHRAMAN III. Osman zamanında (1754-1757) önce
Anadolu beylerbeyi, sonra da üçüncü defa sad-
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA razam tayin edilen Ali Paşa, icraatlarına müda-
(1689-1758)
hale edenlere sert tepki gösterince görevinden
Üsküdar’da Bandırmalızâde Tekkesi’nin alındı. Hatta öldürülmekten valide sultanın şe-
bânisi olan Osmanlı sadrazamı. faatiyle kurtuldu. Kıbrıs’a sürüldü ve orada da iyi
Girit kökenli Hekimbaşı Nuh Efendi’nin oğlu- icraatlarda bulundu. Bir süre Rodos’ta görev yap-
dur. Çocukluğunda iyi bir eğitim aldı. Silahşor tıysa da, çok geçmeden Mısır valiliğine getirildi.
olarak girdiği sarayda kapıcıbaşılığa yüksel- Daha sonra getirildiği Anadolu valiliği sırasında
di. Ardından bir süre Zile’de voyvodalık yaptı. 14 Ağustos 1758’de Kütahya’da öldü. Naaşı İstan-
Nevşehirli İbrahim Paşa’nın sadrazamlığında bul’da Kocamustafapaşa semtinde yaptırdığı ca-
Türkmen voyvodalığına, 1722’de beylerbeyilik minin yanındaki türbesine defnedildi.
payesiyle Adana valiliğine getirildi. 1724’te Ha- Batı ve Doğu dünyalarını iyi bilen, iyi bir dip-
lep valisi olarak İran seferine katılan Ali Paşa, lomat olan Hekimoğlu Ali Paşa aynı zamanda
ertesi yıl Anadolu beylerbeyi ve müteakiben de iyi bir kumandan olduğunu kazandığı zaferler
şark seraskeri ve Tebriz muhafızlığına getirildiy- göstermiştir. Adına bazı eserler kaleme alınan ve
se de, bazı adamlarının halka kötü davranmaları biyografisi oğlu tarafından yazılan Ali Paşa’nın
yüzünden Şehrizor ve Sivas valisi tayin edildi. birçok hayır eseri de bulunmaktadır. İstanbul’da
Nadir Şah zamanında başlayan Osmanlı-İran Kocamustafapaşa’daki cami, sebil, çeşme, kü-
savaşları esnasında Hemedan muhafızlığı yapan tüphane ve tekkeden oluşan külliye bunların
Hekimoğlu, Tebriz’in düşmesi üzerine Erzurum en büyüğüdür. Kabataş’ta bir meydan çeşmesi,
valiliği ile Revan bölgesi seraskerliğine getirildi. Çemberlitaş’ta bir başka çeşmesi vardır. Üskü-
Bu görevi sırasında Urmiye ve ardından Teb- dar’da Gündoğumu caddesinin Karacaahmet
riz’i alan Ali Paşa, Mart 1732’de sadrazamlığa Mezarlığı’na ulaştığı yerde inşa ettirdiği Ban-
getirildi. Bu sırada Avrupa’daki gelişmelerle ya- dırmalızâde Tekkesi, Hâşimîzâde Âsitânı veya
kından ilgilendi ve Nadir Şah’ın barış teklifini İnadiye Dergâhı olarak da bilinir. Adını Celvetî
kabul etti, fakat bunu gerçekleştiremediği gibi Şeyhi Bandırmalızâde Yusuf Nizameddin Efendi
makamından da oldu. Bir süre Midilli’de mec- için yaptırılmış olmasından dolayı alan fevkanî
buri ikamete tabi tutulduysa da, 1736’da Kandiye tekkenin ikinci katına bir minber konulmasıyla,
muhafızı ve Bosna valisi oldu. Bu son görevi sıra- mescit olarak da kullanılması sağlanmıştır. Ali
sında Avusturyalılar’a karşı başarılı savaşlar yaptı Paşa tekkenin giderleri için Kocamustafapa’da-
ve Belgrad’ı işgalden kurtardı. 1740 yılında Mısır ki külliyesinin vakfından pay ayırmıştır. Ayrıca
valiliği esnasında yerli Kölemenler’i zapturapt Şeyh Yusuf Efendi ve halefleri için de türbe ila-
altına aldı. ve ettirilen tekke, daha sonraki yıllarda tamirler
Daha sonra Adana ve Anadolu valiliklerinde görmüş, hatta yeniden inşa ettirilmiştir. Günü-
bulunan Hekimoğlu, 1742’de ikinci defa sadra- müzde ise hemen hiçbir izi kalmamıştır.
zamlığa getirildi. Bir buçuk yıl kadar süren bu
Kaynakça: İsmâil Ziyâeddin, Metâliü’l-âliye fî gurreti’l-gāliye,
görevinde İran savaşı için hazırlık yapmakla İÜ Ktp., TY, nr. 2486; Ömer Efendi, Târîh-i Bosna der-Zamân-ı
212 yetinince Sultan I. Mahmud tarafından sadra- Hekimzâde Ali Paşa, İstanbul 1293; Dilâverzâde Ömer, Zeyl-
i Hadîkatü’l-vüzerâ, İstanbul 1271, s. 42-51; Fındıklılı İsmet olmuş ve bazı medreselerde müderrislik yapmış-
Efendi, Tekmiletü’ş-Şekāik (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul
1989, s. 484-486; Sicill-i Osmânî, III, 539-540;
tır. Daha sonra tasavvufa yönelerek Halvetî şeyh-
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
lerinden Bezcizâde Mehmed Efendi’ye intisap
etmiş ve onun halifesi olmuştur. Şeyh Hüsamed-
din Efendi’den tekmîl-i tarikat ettikten sonra
HİCRÎ EFENDİ
(1827-1907) memleketi Bolu’ya gitmiş, burada Bayramî şeyh-
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun ilim lerinden Bolulu Hacı Ahmed Efendi’den hilâfet
ve kültür adamı. almıştır. Defterdar İbrahim Efendi İstanbul’da
Yenibahçe’de yaptırdığı zaviyeyi Himmet Efen-
Eski edebiyatımızın son temsilcilerindendir.
di’ye tahsis etmiştir. 1641’den itibaren sırasıyla
21 Kasım 1907’de vefat etmiştir. Mezarı Kara-
Kasım Paşa ve Davud Paşa camilerinde vaizlik
caahmet’te, 1. Ada’da bulunan ünlü dil bilgini
yapan Himmet Efendi 2 Şubat 1684 tarihinde ve-
Mütercim Âsım Efendi’nin aile sofası içindedir.
fat etmiştir. Kabri Üsküdar’da Bezcizâde Efendi
Kendinden evvel 1901’de vefat eden Şair İbrahim
Türbesi’ndedir.
Re’fet Efendi’nin kabrine gömülmüştür. Mezar
taşında Süleymaniyeli Hicrî Efendi olarak ka- Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab-
dülkadir Özcan), İstanbul 1989, III, 578-579; Sicill-i Osmânî,
yıtlıdır. Yine aynı kayda göre ulemanın fazilet- IV, 629; Osmanlı Müellifleri, III, 189; Haskan, İstanbul, 2001,
lilerinden olan Hicrî Efendi, döneminin hâfıza I, 459-460.
kuvve ti, akıllara hayret veren istihrâc (mânâ ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
HİMMET EFENDİ
(ö. 1684)
Vapurun iki yakasından yardığı sular gûya neşele- ailelerine ait büyük köşkleriyle Tophanelioğlu, İs-
rinden köpüre köpüre, Üsküdar’a gidişler, daima tanbul’un hemen her yanından görünen camisiyle
eğlenceliydi. Fakat, o zamanlarda, Üsküdar iskele- Altunizade, o güzel ve uzun Koşu yolu ve onlarla
sinin etrafı, insan sefaletlerinin bir sergisi gibi, öyle birlikte, Çamlıca’nın yüksekliği başlardı. Bu yol-
izdihamlı, sıkışık, karanlık, köpekli, sinekli, kirli ve larda dakikadan dakikaya âdeta yükseldiğini, gûya
kasvetliydi (….) neşesinden çağlayan bir sessiz çalgıya sarılıyor ve
bu ruha kendim de içimden yüksele yüksele varı-
Ancak, (…) büyük bir fıstık ağacı önünde, iyi bildi-
yormuşum gibi, Çamlıca’yla dolduğumu duyardım.
ğim bir kurtuluş noktasına gelirdik ki burada, gali-
ba, arabacılar atlarını biraz daha serbest bırakırlar Artık hep eski bolluk zamanlarında yapılmış büyük
ve bildiğim bir mezar taşı, bana, yaldızlı başının vezir köşklerine rastlanırdı. Sonra, yol ortasında,
üzerinde daima taşıdığı küçük bir ışık parçasıyla, sarı duvarlı bir eski mezarlık, bir bahçe içinde “Şe-
âşinâlar arasındaki göz kırpmasına benzer bir işa- riflerin köşkü”, Sarı kaya yokuşu, ismi bile kadifeli
ret verirdi. Biz artık kasavet mıntıkasını burada bir servet ve ihtişam hatıra getiren “Mustafa Fazıl
bırakarak yine geçilecek bir toz deryasına girerdik. Paşa köşkü”, ve karşısında, gariptir ki o zamanlarda
İsimleriyle birer şiir yatağı olan güzel yerler başlar- bile bu isimle çağırılmasına cesaret olunan “Millet
dı. Çamlıcanın etrafına dağılmış semtler, mahaller, bahçesi” gelirdi. Biraz ötedeki bir yere lezzetli bir
setler, sokaklar, geçitler, köşe başları, hayat tadı kısaltışla “Tunusun bağı” denirdi. Bütün bu büyük
bakımından, hep kıymetleri olan ve birer üstat ta- köşklerin hemen hepsi bahçeleri içinde ve ağaçları
rafından konmuşa benziyen isimler taşır. Bunların arasında hususî birer tabiat sahibi gibiydiler. He-
her biri insana burada yaşamak sevgisini aşılayan men hepsi de, o zamanlarda bile, artık tahakkuk
ve gençlik zamanlarının aşkını hatırlatan büyülü etmemiş hülyaların eski yuvalarına dönmüşler ve
kelimelerdir. Ötede beride Fıstık ağacı , Bağlarbaşı, sükût içinde, kanatlarını kapayarak, boyunlarını
Servilik, Nuhkuyusu, Nakkaş tepesi gibi safvetli ve büken kuşlar gibi susmuşlardı.
şiirli isimler duyulur. İnsan buralarda: “Keşke uzun
Nihayet, asıl Çamlıca demek olan Kısıklı caddesi,
bir ömrüm olsaydı da zamanlarımı bu yerler ara-
solda, Büyük Çamlıca, sağda, kısıklı meydanında,
sında taksim ederek her birinde ayrı ayrı seneler
Küçük Çamlıca yolları başlar ve etrafı yine şaira-
yaşıyabilseydim!” diyen bir tahassüre dalar.
ne isimler sarardı. Karşımızda uzun Alemdağı
Bu toz mıntıkasının içinden de, üstümüz başımız caddesi, sağ tarafta Suphi Paşa’nın kır menekşesi
tozlana tozlana, fakat selâmetle geçerek, yine sağda kokuları ve bülbül sesleriyle meşhur büyük koru-
rum ve ermeni mezarlıklarını bırakır, yavaş yavaş su, daha ileride Libâde, korunun arkasından geçen
daha yükseklere çıkardık. Burada çoğu eski ermeni Bulgurlu caddesi üstünde, sol tarafta, Hanım seddi
denen bir yer vardı ki hakikat, o civardaki köşk- yordu. Daha hâlâ Çamlıca’nın mazisini bilenler ve
lerde bulunan hanımlar akşamları buraya gelirler, söyliyenler çoktu. Bu eski zaman adamlarının bi-
asırlık büyük çınarların gölgesinde yerlere serili rine “Çamlıca da sanki nedir?” deseniz bir kâfirin
ehramlar üstünde otururlardı. Daha sonra Bulgur- küfrünü duymuş gibi: “Çamlıca mı? Allah!..” diye-
lu ve Söğütlü çayırı gelirdi ki orada Hüseyin Cahit cek ve gönlüne hücum eden muhabbetli hâtıralarla
Beyin hikâye ettiği köy düğünleri olurdu. Çamlı- gözleri yaşaracaktı!
ca’nın bu asıl eteğine gelince bir “alâimüssema”ya
bakar gibi içimde bir kaç hissin birden en şefkatli Tâ eskiden, Çamlıca demek, hem çam, hem fıstık
renklerle parıldadığını görürdüm. O zaman cidden ağaçlarile dolu büyük korular demekmiş. İnsan-
bir kurtuluş emniyeti bulur, Üsküdar’dan Çamlı- lar burada ulu uğultularını ve engin kokularını
ca’ya çıkmak için yorulan manevî kanatlarımın ar- duydukları bu yüksek huylu ağaçlar altında huşû
tık çırpınmadığını, düm düz bir sahada uçtuğunu ile dolaşırlarmış! Daha, bir itilâya benzeyen aşkı
duyardım. Burası yüksek, ihtişamlı, biraz münzevi duyanlar bu yüksek tepenin cazibesine tutularak
ve başkalarınca unutulmuş ve kendi gönlile biraz buraya gelirler ve bu mülhem tepe onlara aşkın ve
mumyalaşmış gibi bir yer, fakat kendi kendine kâfi ebediyetin kudsiyetini öğretmiş gibi burada birbir-
gelen bir bütün şehirdi. lerine vefa ve sadakat yeminleri ederlermiş! Son-
radan Büyükada’nın olduğu gibi, burası âdeta aşka
Boğaziçi’nin mavi havasını içtiğim lezzetli bir su mevkuf bir yermiş! Bütün İstanbullular’ın Çamlı-
gibi, Çamlıca’nınkini de kokladığım bir çiçek gibi ca’ya ait mutlaka bir gönül hâtırası olurmuş!
duyardım. Bunu kimseden duymamış ve kimseye
de sormamış olduğum halde, ben, Çamlıca’nın ni- Daha, Çamlıca demek, bütün Osmanlı devrinin
çin böyle yüksek ve havasının da bir buhurdandan son ihtişamları demekti. Çamlıca demek Sultan
yükselen kutsî kokular gibi tesirli ve titrek oldu- Aziz devrinin atları, arabaları, avları, köşkleri, deb-
ğunu bilirdim. Bu, muhakkak, bütün güzelliklerin debesi ve tantanası demekti. Daha, Çamlıca demek,
iç içe geçerek birleşmeleriyle, iyi atılmış pamuklar bir evliyaya benzeyen ihtiyar Sami Paşa’nın bir
gibi hâsıl ettikleri bir yükselişti ve biz bütün bu lez- dergâha benzeyen kalabalık köşkü, seslerini hâlâ
zetlerin kabarık sathına çıkmış oluyor, güneşten uğultulu rüzgarlar gibi duyduğumuz Namık Ke-
âdeta çatırdayan bir tabiata eriyorduk. Ve toprak mal-Sezayi neslinin bu semte methiyelerile verdiği
feyizlerinin taştığı, her otun boy attığı, her çiçeğin mânalar, hürriyet şairi Abdülhak Hâmid’in Suphi
kokular saldığı, her neşenin açıldığı, her sesin saf- Paşa korusundaki kayası, bir çok zarafet hâtıraları,
laştığı bu yükseklikte tıpkı kaynayan sular üstünde atlar, arabalarla gezilen yerler, Çamlıca demek hâlâ
buğu bulunduğu gibi, sıcaktan, tabiatın nefesin- daha böyle aşk hâtıraları ve şiirli, güzel ve biraz baş
den, çiçeklerin buhurdanlarından tüten kokular- döndürücü bir semt demekti. Bütün bunlar Çam-
dan, güneşin parıltısından, böcek seslerinden ve lıca’nın daha unutulmamış mazisini örüyor, doku-
bütün hayat hazlarından doğma bir buğu içinde yordu.
yüzüyorduk.
O zaman Çamlıca’nın bir cazibesi daha tamamen
Yazık ki o zamanlar bile Çamlıca’nın inhitat dev- millî olmasıydı. Filhakika Büyükada ve sefaret-ha-
rinde olduğu söylenirdi ve yaşlı hanımlar bizlere: nelerile Tarabya, bir hayli ecnebi yatakları ve şeh-
“Çamlıca’nın asıl civcivli zamanı Sultan Aziz dev- rin başka yerlerine nisbetle, âdeta yabancı mahal-
rindeydi! Çamlıca’yı asıl o zaman görmeliydin!” leleriydi. Hattâ, Bebek bile, yadırgatan yabancıları
derlerdi. Biz ancak onun bağ bozumuna yetişmiş- daha az sayıda ve hıristiyanları daha az şamatacı
tik. Filhakika bütün eski köşklerin şimdi ihtiyar- olmakla beraber, yine az çok böyleydi. Fakat Çam-
lıktan çöktükleri meydandaydı. O zamanlar bile, lıca tamamen Türk ve müslüman bir muhitti. İn-
Çamlıca, penbe hotozları altında saçları ağarmaya gilizler’in bir cemiyette seyrek yapılan kusurları
başlayan, artık orta yaşlı kadınların hiç bir kıskanç- nezaketen görmemezliğe geldikleri gibi buradaki
lığını celbetmeyen ve genç ya-şındakilerinse vak- Türkler de tek tük reayayı görmemezliğe gelebili-
tindeki şöhretine şaştıkları bir eski zaman güzeline yorlardı. Bunların sayısı o kadar azdı.
dönüyordu.
—Abdülhak Şinasi Hisar,
Fakat o zamanlar, bu eski Çamlıca’nın şöhreti daha Çamlıca’daki Eniştemiz’den
henüz kıvılcımlı külleri arasında yeni sönüyor,
yaşlıların hâtıralarla dolu gönüllerinde yeni soğu-
H HİSAR, ABDÜLHAK ŞİNASİ
Hüsâmeddin Hüseyin
Şah’ın nesih hatla yazdığı
En’âm-ı Şerif’ten iki sayfa
sürüldüyse de, birkaç ay sonra İstanbul’a döndü. yıs 1747 tarihinde ölünce, Galata Mevlevîhânesi
Ancak eski itibarını kaybetti. haziresine gömülmüştür.
Uzun süre İstanbul’da kalmasına rağmen Os- Kaynakça: Ahmed Refik, Tesâvîr-i Ricâl, İstanbul 1331, s. 76
manlı sosyal hayatıyla pek ilgilenmeyen Ahmed vd.; Vak‘anüvis Subhî Mehmed Efendi, Subhî Tarihi (haz. Mesut
Aydıner), İstanbul 2007, s. 217-221; Niyazi Berkes, Türkiye’de
Paşa’nın Beyoğlu’ndaki evi siyasî ve felsefî ko- Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s. 66-68; Mehmed Arif, “Hum-
nuşmaların yapıldığı bir mekân haline gelmişti. baracıbaşı Ahmed Paşa (Bonneval)”, TOEM, III/18 (1328), s.
1153-1157; IV/19 (1329), s. 1220-1224; IV/20 (1329), s. 1282-
Sunduğu raporlarda Avrupa devletlerindeki ge-
1286; Cavid Baysun, “Ahmed Paşa, Bonneval, Hum-baracıba-
lişmelerden Devlet-i Aliyye’yi haberdar etmekle şı”, İA, I, 199; H. Bowen, “Ahmad Pasha Bonneval”, EI2 (Fr.), I,
önemli iş başaran Ahmed Paşa, Osmanlı Devleti 300-301; Abdülkadir Özcan, “Humbaracı Ahmed Paşa”, DİA,
XVIII, 352-353.
ile Babürlü devleti arasında ittifak projeleri de
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
hazırlamış; Anadolu ve Bosna’daki madenle-
rin işletilmesi, Sakarya nehriyle Marmara De-
nizi’nin, Akdeniz’le Kızıldeniz’in birer kanalla HÜSÂMEDDİN HÜSEYİN ŞAH
(ö. 965/1557’den sonra)
birleştirilmesi düşüncelerini yenilemiş; bu arada
Mısır’ın coğrafî durumu itibariyle Uzakdoğu ti-
Ömrünün son döneminde Üsküdar’da
ikamet etmiş ünlü Osmanlı hattatı.
caretindeki rolü üzerinde durmuştur.
Hayatının son zamanlarını yeni layihalar yaz- Hüsâmeddin Halîfe olarak da tanınır. Aslen
makla geçiren Ahmed Paşa, bir yandan da ülke- Amasyalıdır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphane-
218 sine dönmenin yollarını arıyordu. Fakat 23 Ma- si’nde kayıtlı (Emanet Hazinesi, nr. 355) en’âm-ı
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
HÜSEYİN AVNİ PAŞA H
Paşalimanı’ndaki Hüseyin
nevver Ayaşlı’ya göre celepçilikle zengin oldu. Karacaahmet’te medfun Yıldız Sarayı
Debre’de Osmanlı mebusu iken Selanik’teki or- kütüphanecisi ve Şakåik’ın son
dunun et ihtiyacını karşıladı, bu gibi hizmetleri müzeyyili.
karşılığında üstün liyakat nişanları ve paşalık İstanbul’da Fındıklı’da doğmuş (1845) ve buraya
rütbesi ile taltif edildi. II. Abdülhamid devrinde izafetle “Fındıklılı” diye anılmıştır. Menâkıb ve 227
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
İ İZ, ABDULLAH MAHİR
Eylül 1933’te ayrıldığı İstanbul’a 1936’da Beykoz önündeki caddeye 19 Haziran 1995’te adı veril-
Orta Mektebi Türkçe öğretmenliğiyle dönünce miştir.
tezini tamamlayıp 1938 yılında fakülteden me- Şiirlerinde Maksud Kâmran, yazılarında Na-
zun oldu. Nişantaşı Erkek Orta Mektebi müdür- mık Yaz ve Abdullah Söğüt takma adını kulla-
lüğüne getirildi. Haydarpaşa Lisesi’nde çalıştı. nan Mahir İz, özellikle 1960 sonrasında Diyanet
İstanbul İmam-Hatip Mektebi müdürlüğü yaptı Gazetesi, Sebîlürreşâd, İslâm Düşüncesi, To-
(1958-1959). Çamlıca Kız Lisesi edebiyat öğret- hum, Oku, Hilâl, Yeni İstiklâl, Bugün, Yeni Asya
menliğinden emekliye ayrıldı (Ocak 1960). gibi gazete ve dergilerde kendi adıyla yazılar ka-
Mahir İz’in, Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki İs- leme aldı. Ayrıca Sönmez Neşriyat ve Matbaacı-
tanbul Yüksek İslâm Enstitüsü hocalığı ile ye- lık Şirketi’nin idare meclisi reisi sıfatıyla devrin
niden mesleğine dönmesi hem kendisi hem de etkili yayın organlarından haftalık Yeni İstiklâl
talebeleri için yepyeni ve verimli bir devrenin gazetesinin ilk otuz sayısında başmakale yazdı.
başlangıcı olmuştur (1960-1970). Burada tasav- Sosyal kişiliği ve faaliyetleriyle de dikkat çe-
vuf tarihi, hitabet ve irşad derslerini okuturken, ken Mahir İz, Millî Mücadele’yi desteklemek
bir taraftan da devrin gazete ve mecmualarında üzere Ankara’da kurulan Azm-i Millî Cemiyeti,
yazmaya başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca Ankara ve İstanbul’daki Muallimler Cemiyeti,
hazırlatılan Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Anla- İlim Yayma Cemiyeti, İslâmî İlimler Araştırma
mı adlı meâlin redaksiyon heyetine başkanlık Vakfı ile Millî Kültür Vakfı gibi birçok cemiyet
yaptı. Özel Fatih Koleji’ni kurdu (1965-1968). ve vakfın kurucusu olmuştur.
9 Temmuz 1974’te vefat ederek 11 Temmuz’da Mahir İz’in en önemli özelliklerinden biri de
Erenköy Sahrayıcedid Mezarlığı’na defnedildi. çok sevilen bir sohbet adamı, iyi bir hatip olması
Tohum dergisinin 86. sayısı (1975) Mahir İz ve güzel şiir okumasıdır. Yüksek İslâm Enstitü-
Özel Sayısı olarak yayımlandı. Üsküdar Beledi- sü’ndeki hocalığından itibaren aydınlar, çeşitli
ye Meclisi’nin kararıyla, uzun yıllar öğretmenlik fakültelerden öğrenciler ve halkın katılımıyla
yaptığı Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi yürüttüğü sohbetleri özel bir ilim, irfan ve sanat 229
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
İ İZ, ABDULLAH MAHİR
230
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
K
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
İstanbul’da oturacak yerlerden birinin İhsaniye’de, ziyor ve Doğancılar’a çıkıyordu. Evin önünde unu-
“Karlıkbayırı”, ötekinin de “Cihangir” olduğunu tamayacağım bir tek ağaç vardı. Oraya yeni doğan
söylemiştim. İlk önce o “Karlıkbayırı”nın kenarın- oğlumu götürür, güneşletirdim.
da üç katlı bir ev kiralamıştım. Marmara ayakucu-
muzda seriliyor ve ufuklara yayılıyordu. Hani ya Kızkulesi’ne rağmen asıl oturduğum ev Kadıköy ve
önümüzde demirleyen vapurların bacalarında ya- Üsküdar’a giden vapurlara deniz feneri vazifesini
nan ateşleri görecektik neredeyse. görüyordu. Kimi pek sisli geceleri, bir vapurun evin
önündeki kayalığa doğru yanaşmakta olduğunu
Ne var ki, ev halkı bu kat kat evin merdivenlerin- duyar, hemen lambayı kapınca, sokağa fırlardım.
den çıkıp inmenin güç olduğunu ve şöyle düz ayak Vapura, “Burası Şemsipaşa yahu!” diye gırtlağımı
bir yerde oturmamızın daha iyi olacağını söyledi- patlatırcasına bağırırdım. Bir gece vapur karaya o
ler. Eşyaları —onlar da pek matah şeyler değildi kadar yanaştı ki, kaptanla âdeta burun buruna du-
ya!— toparlayarak düzayak bir ev bulduk. Böylece ruyormuşuz gibi konuştuk:
de o güzelim manzaraya da elveda demek zorunda
kaldık. —Kaptan Bey! Yanlış geliyorsun, burası Şemsipaşa.
KADINKIZZÂDE ABDÜLHALİM
EFENDİ
(1851-1921)
Ömer Ferit Kam
Beylerbeyi’nde vefat eden
Huzur Hocası. kültüre sahip oldu. Ayrıca dönemin âlim ve şair-
1851 yılında Ankara´da doğdu. Soy olarak Hacı lerinden Mehmed Nüzhet Efendi’den çok yarar-
Bayram-ı Veli hazretlerinden gelmektedir. Sul- landı. 1887’de Bâbıâli Tercüme Odası’nda mü-
tan II. Abdülhamid´in Huzur Hocasıydı. Azize tercim oldu. 1888’de Beylerbeyi Rüşdiyesi’nde
Hanım´la evlendi (1876). Bu evlilikten kızı İh- Fransızca hocalığı yaptı. Bir yandan da gelenek-
san Hanım ve oğlu Mehmet Nuri Bey doğdu sel tarzda ilim öğrenmeye devam ederek 1905’te
(1904). 1921 yılında Beylerbeyi´nde vefat etti. Mustafa Âsım Efendi’nin Fatih Camii’ndeki
derslerine devamla icâzet aldı.
Kaynakça: Baraz, Beylerbeyi, II, 326.
Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd gibi dergi-
➢ NURDAN ŞAFAK
lere yazılar yazdı. 1913’te dergi tarafından Av-
rupa’ya gönderildi. Bu seyahatin intibalarını
KAM, ÖMER FERİT “Avrupa Mektupları’’ başlığıyla yayımladı. Dâ-
(1864-1944)
rülfünun’da Türk edebiyatı hocalığına (1914),
Son devrin düşünür ve yazarlarından; Süleymaniye Medresesi’nde genel felsefe tarihi
Beylerbeyi’nde oturuyordu. müderrisliğine (1917), Dârü’l-Hikmeti’l-İs-
İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu (11 Ocak 1864). lâmiyye üyeliğine (1919) tayin edildi. 1920’de
Dedesi Çankırılı Sadık Efendi, babası Ahmed Edebiyat Fakültesi’nde metin şerhi hocalığı-
Muhtar Paşa’dır. Saray doktoru olan babası ilim na getirildi. 1923 yılında yeniden Süleymaniye
ve sanat adamlarıyla sohbet etmeyi seven bir Medresesi’ne hoca oldu. Medreselerin kaldırıl-
kişiydi. Ferit Kam da gençlik yıllarında bu soh- masından sonra Tetkîkat ve Te’lîfât-ı İslâmiyye
betlere katıldı. İlk öğrenimine Beylerbeyi Rüş- üyesi olarak Ankara’ya gitti. Dârülfünun’da İran
diyesi’nde başladı. İki yıl tıp okuduktan sonra edebiyatı hocalığı yapmak üzere İstanbul’a geri
Mekteb-i Hukuk’a girdiyse de babasının ölümü döndü (1924). 1933 üniversite reformu sırasın-
dolayısıyla okulunu bırakmak zorunda kaldı. da görevden uzaklaştırıldı. 1936-1941 yıllarında
Özel hocalardan dersler aldı; Arapça, Farsça Maarif Vekâleti Kütüphaneleri Tasnif Komisyo-
234 ve Fransızca öğrendi. Hadis alanında geniş bir nu üyesi olarak çalıştı. 23 Mart 1943’te Ankara
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAM, RUŞEN FERİT L
1981’de vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na mini Edirne’de başlayıp İstanbul’da tamamladı.
defnedildi. 1675’te Ankaravî Mehmed Efendi’den mülazım
On dört yaşlarında Mesut Cemil’den basit oldu, daha sonra müderrisliğe yükseldi. 1690-
kemençe dersleri alarak başlayan mûsıkî çalış- 1704 yılları arasında İstanbul’daki çeşitli med-
maları; Karcığar Mazhar Bey, Muallim İsmail reselerde müderrislik yaptı. Önce Bağdat sonra
Hakkı Bey, Neyzen Hilmi Dede, Zekâizâde Hâ- Galata kadısı oldu. 1718’de Mısır kadılığına gön-
fız Ahmed (Irsoy), Neyzen Emin Dede (Yazıcı) derildi. 1724’te Mekke kadılığı görevinden affını
ve Kanûnî Nâzım Bey’den geçtiği eserlerle geliş- istedi. 1724’te Rumelihisarı’nda vefat eden Kâmî
ti. Ûdi Nevres Bey’den saz eserleri ve üslup, Hü- Üsküdar’da Karacaahmet Türbesi karşısına def-
seyin Sadettin Bey (Arel) ve Suphi Ezgi’den re- nedildi.
pertuvar, nazariyat ve usûl, Daniel Fitsinger’den Özellikle fıkıh ilminde şöhrete kavuştuğu bi-
keman dersleri aldı. Ayrıca Rauf Yektâ Bey, Ali linmektedir. İlim ve irfanının yanında manzum
Rifat Bey (Çağatay) ve Refik Talat Bey’den fay- ve mensur eserleriyle de önemli bir yere sahiptir.
dalandı. Tanbûrî Cemil Bey’in plaklarını dinle- Şiirlerinde Nabi ve Nedim etkileri görülür. Di-
yerek kemençeyi kendi kendine öğrendi. Güçlü van’ı yanında çoğu dinî içerikli Behcetü’l-feyhâ,
müzikalitesi, ağır başlı vibrasyonlu tavrı, kuv- Firuzname, Mehâmmü’l-fukahâ, Şerh-i Hicv-i
vetli nota bilgisi ve ritim anlayışı, Ruşen Ferit Şifâî, Sıhhatnâme gibi eserleri bulunmaktadır.
Kam’a kemençe ustaları arasında farklı bir yer Kaynakça: İsmâil Belîğ, Nuhbetü’l-âsâr li-Zeyli Zübdeti’leş‘ar
sağladı. Kemençenin yanı sıra ud, viyolonsel, (haz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu), Ankara 1999, s. 349;
Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min
tanbur ve lavta çalmasına rağmen o, Tanbûrî fevâ’idi’l-eş‘âr) İnceleme-Metin-İndeks (haz. Pervin Çapan),
Cemil ve Vasılaki’den sonra Türk mûsıkîsinin Ankara 2005, s. 521, 524; Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-şu‘arâ (haz.
Adnan İnce), Ankara 2005, s. 584-585.
en iyi kemençe virtüozu kabul edilir.
➢ AZMİ BİLGİN
Radyodaki programlarına kemençe ile katı-
lan Ruşen Ferit Kam aynı zamanda genç sanat-
kârlara Türk edebiyatı, mûsıkî tarihi, üslûp ve KÂNÎ MUSTAFA EFENDİ
(ö. 1104/1693)
fonetik dersleri verdi ve pek çok talebe yetiş-
tirdi. Öte yandan Dârülelhân Mecmuası, Radyo Üsküdar doğumlu Dîvân-ı Sultânî
Mecmuası, Nota Mecmuası, Hisar, Hafta, Âhenk, katiplerinden.
Türk Mûsıkîsi, Yeni Sabah, Ulus, Cumhuriyet, İstanbul Üsküdar’da doğdu. Dîvân-ı Sultânî kâ-
Karar, Akşam gibi mecmua ve gazetelerde mû- tiplerindendi. Küçük rûznâmçeci ve tezkireci
sıkî tarihi, edebiyatı ve üslubu konularında son iken 1693 yılında Edirne’de vefat etti. Kâtipler
derece önemli makaleler kaleme almıştır. Ede- arasında Kânî Mustafa Efendi diye ün kazandı.
biyat Fakültesi’nde hazırladığı tezini, Bestekâr Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab-
Şâir Nâzım, Hayatı ve Eserleri Hakkında Tetkikat dülkadir Özcan), İstanbul 1989, II-III, 117; Sâlim Efendi, Tez-
adıyla İstanbul’da yayımlamıştır (1933). kiretü’ş-Şu’ara, (haz. Adnan İnce), Ankara 2005, s. 593.
➢ AZMİ BİLGİN
Kaynakça: 40. Sanat Yılında Mesut Cemil, [baskı yeri yok]
1952, s. 18-19; M. Nazmi Özalp, Türk Sanat Mûsıkîsinin Yakın
Tarihçesi ve Ruşen Ferit Kam, Ankara 1983; a.mlf., Türk Mû-
sıkîsi Tarihi, İstanbul 2000, II, 285-291; Yılmaz Öztuna, Büyük
KAPLAN, MEHMET
(1915-1986)
Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, Ankara 1990, I, 419-420; Nuri
Özcan, “Kam, Ruşen Ferit”, DİA, XXIV, 273-274. Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa
➢ NURİ ÖZCAN verilen edebiyat profesörü, yazar.
Sivrihisar’da dünyaya geldi (18 Mart 1915). İlk
KÂMÎ ve orta öğrenimini Sivrihisar ve Eskişehir’de ta-
(ö. 1136/1724)
mamladı. 1939’da İstanbul Yüksek Öğretmen
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun Okulu ile Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve
Osmanlı şair ve ilim adamı. Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl mezun ol-
Edirne’de doğdu (1649). Asıl adı Mehmed’dir. duğu bölümde asistan olarak akademik hayata
236 İbrahim Gülşenî’nin oğludur. Medrese öğreni- başladı. Nâmık Kemal üzerine yaptığı bir araş-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KARACA AHMED L
238
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KARACA AHMED L
darlık yapan Süleyman el-Horasânî’nin oğludur. linmektedir. Ancak bu isim 1698-1699 yıllarında Karaca Ahmed’in sandukası
Karaca Ahmed Türbesi
Başlangıçta zevk ve safa içinde bir hayat sürer- türbenin yapılışından 170 yıl sonrasında kulla-
ken bir vesileyle dervişliğe yönelmiş, Anadolu’ya nılmaya başlanmıştır.
gelerek Geyve Akhisarı’nın fethine katılmış, fe- Karaca Ahmed, Rumeli’deki fetihlere katıl-
tihten sonra da buraya yerleşmiştir. Orhan Gazi dıktan sonra, Üsküdar’daki tekkesine geri dön-
1359’da vefat ettiğine göre Karaca Ahmed’in de müştür. Fakat tam olarak tespit edilemeyen bir
bu tarihe yakın yıllarda hayatta olması gerekir. tarihte bilinmeyen bir sebepten dolayı Üskü-
Ancak bu durumda Enîsi ile diğer kaynaklar ara- dar’dan ve Osmanlı topraklarından ayrılmıştır.
sında bir asırlık bir fark oluşmaktadır. Sonrasında Anadolu’nun pek çok yöresini do-
Hacı Bektaş Vilâyetnâme’sinde Karaca Ah- laşarak hem hastaları tedavi etmiş, hem de kur-
med’in Anadolu erenlerinin gözcüsü ve Sivri- muş olduğu tekkeler vasıtasıyla Anadolu’nun
hisarlı Şeyh Nûreddin’in müridi olduğu ifade İslâmlaşma’sına katkıda bulunmuştur. Osmanlı
edilmektedir. Vilâyetnâmeye göre Hacı Bektâşı topraklarından geniş bir mürid kitlesiyle birlik-
Velî Anadolu’ya geldiğinde Karaca Ahmed Ana- te ayrıldıktan sonra ilk olarak Afyon’da bugün
dolu’da bulunuyordu ve Fatma Bacı’nın uyarısıy- kendi adıyla anılan bölgede yerleşmiştir. Bölge
la Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’te olduğunu beylerinden birinin akıl hastası kızını tedavi et-
yanındakilere bildirmiş ve bazı kerâmetlerini mesi onun şöhretini daha da arttırmış ve burada
gördükten sonra da yanına giderek kendisine in- kendisine geniş araziler vakfedilmitir. Ancak
tisap etmiştir. kendisi bir süre sonraAfyon’danayrılıpSaruha-
Saruhanoğulları’na ait bir vakfiyede Karaca noğulları’nın hüküm sürdüğü Manisa bölgesine
Ahmed’in 1371 yılında hayatta olduğu kaydı- yerleşmiştir. Tarihî kayıtlardan, onun Saruha-
na göre ise onun Hacı Bektaş’la görüşmesi pek noğulları topraklarında bu beyliğin son hüküm-
mümkün görünmemektedir. Ayrıca Hacı Bek- darı İshak Bey zamanında yaşadığı anlaşılmak-
taş’ın 1240’ta Babaîler isyanı sırasında kardeşi tadır. Akhisar muhtemelen Karaca Ahmed’in
Menteş ile birlikte Anadolu’ya geldiği düşünü- son durağı olmuş, bundan sonra başka bir yere
lürse, Karaca Ahmed’in ondan önce Anadolu’ya gitmeyip kurmuş olduğu tekkesinde hem ruh
gelip Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelişini haber hekimliği yapmış hem de mürid yetiştirmiştir.
verdiğine dair rivayetlere şüpheyle bakmak ge- Saruhanoğulları’nın vakfiyelerinde 1371 yılında
rektiği ortaya çıkar. Revak Sultan’a yapılan bir vakıf tahsisinde Kara-
Orhan Gazi döneminde Bizanslılar’la yapılan ca Ahmed’in şahit olarak adı geçmekte, 1390’da
Palekanon savaşından sonra Üsküdar’a gelerek Hoşkadem Mescidi ve Yengi’deki Karaca Ahmed
bugün kendi adıyla anılan türbe ve mezarlığın evkafının Karaca Ahmed Tekkesi’ne vakfedil-
bulunduğu bölgeye yerleşen Karaca Ahmed bu- mesine dair belgede ise artık yaşamadığı anlaşıl-
rada kurduğu tekkede çok sayıda mürid yetiştir- maktadır. Bu durumda onun 1371-1390 yılları
miş, tekkesi Osmanlı Bizans sınırında bir tampon arasında vefat ettiği söylenebilir.
bölge görevini üstlenmiştir. Karaca Ahmed’in İstanbul, Afyon, Manisa, Aydın, Sivrihisar,
Üsküdar’daki türbesi, adını verdiği semtte, Nuh- Göynük, Makedonya’da yedi türbesi bulunmak-
kuyusu Caddesi ile Gündoğumu Caddelerinin tadır. Karaca Ahmed’in ruh hastalarını tedavi
birleştiği köşededir. Evliya Çelebi’nin tekkenin eden bir hekim olduğu inancı, günümüzde de
varlığından bahsetmesi tekkenin 1630’larda devam etmektedir. Özellikle akıl hastaları üze-
faal olduğunu göstermektedir. Türbenin ilk çe- rinde büyük bir etkisinin olduğu rivayet edilir.
kirdeği 1539 yılında Gülfem Hatun tarafından Kaynakça: Vilâyetnâme (haz. Abdülbaki Gölpınarlı), İstan-
yaptırılmıştır. Üstü açık olan türbeyi Sultan III. bul 1958, s. 18-19; Ebülhayr Rûmî, Saltuknâme (haz. Şükrü
Halûk Akalın), Ankara 1988, II, 45; Taşköprizâde, eş-Şekā’ik,
Mehmed’in annesi Safiye Sultan 1600’lü yıllarda s.12-13; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 33; M. Fuad Köprülü,
kapattırmıştır. Sonrasında birkaç kez tamir gör- Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1994, s. 259;
Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, İstanbul 1958, s. 417-420;
müştür.
Aysel Okan, İstanbul Evliyaları, İstanbul 1968, s. 78 vd.; Meh-
Bugün Karaca Ahmed’in türbesinin bulun- met Yaman, Karaca Ahmed Sultan Hazretleri, İstanbul 1974, s.
duğu mezarlık Karacaahmet Mezarlığı olarak bi- 70 vd.; Bedri Noyan (Dedebaba), Bütün Yönleriyle Bektâşîlik 239
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
L KARAOSMANOĞLU, YAKUP KADRİ
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Alevîlik, Ankara 1998, I, 273-274; Baha Tanman, ‘’Karaca
Ahmed Türbesi ve Tekkesi’’, DBİst.A, IV, 442; Necdet Tosun,
“Karaca Ahmed Hakkında Yeni Bir Kaynak ve Meçhul Kalmış
Bilgiler”, Üsküdar Sempozyumu V : Bildiriler, İstanbul 2009,
II, 323-328; Haşim Şahin, “XIV. Yüzyılda Bir Türk Dervişinin
Serüveni: Karaca Ahmed”, Üsküdar Sempozyumu I : Bildiriler,
İstanbul 2004, II, 320-328; Abdurrahim Tufantoz, “Üsküdar’da
Bir Selçuklu Bakiyyesi: Gözcü Baba Karaca Ahmed Sultan”,
Üsküdar Sempozyumu II : Bildiriler, İstanbul 2005, II, 566-
575.
➢ YAYIN KURULU
zeteciliğe başladı. Fecr-i Âtî topluluğuna katıldı çirdiği, orada komşuluk yaptıkları Müzehher Refik Halit Karay
› Kuleli’deki Kaymak
(1909). Kalem ve Cem dergilerinde Kirpi takma Vânû tarafından belirtilmiştir. Mustafa Paşa Camii
adıyla mizahî yazılar yazıp İttihat ve Terakki li- Kaynakça: Müzehher Vânû, Bir Dönemin Tanıklığı, İstanbul,
derlerini eleştirince sürgüne gönderildi (1913- ts., s. 216; Abdullah Uçman, “Karay, Refik Halit”, YYOA, II, 16.
tavrı dolayısıyla ülkeyi terk etmek zorunda kal- Üsküdar’daki Hamza Fakih Camii’ni
dı (1922). 150’likler listesine alındı. 1938’e kadar yenileyen Osmanlı devlet adamı.
Beyrut ve Halep’te sürgünde kaldı. Döndükten Vüzeradan Poçinli İbrahim Paşa’nın oğludur.
sonra siyasete karışmadı. Çeşitli gazetelerde ya- Nevşehirli İbrahim Paşa’ya intisap edip damadı
zılar yazdı, roman ve hatıralarını yayımladı. 18 olduktan sonra hızla yükselerek kapıcıbaşı, mirâ-
Temmuz 1965’te öldü. hur-ı sânî, kapıcılar kethüdası, vezaretle nişancı
Hikâye, roman ve yazılarında İstanbul Türk- ve İstanbul kaymakamı olmuştur. Ardından kap-
çesini en güzel kullanan yazarlardan biri oldu. tanıderyalığa getirilen Mustafa Paşa 1730 Patro-
Anadolu gözlemlerini de içeren hikâyeleriyle na İhtilâli sırasında katledilmiş, naaşı Merzifonlu
(Memleket Hikâyeleri, 1919) Türk edebiyatına Kara Mustafa Paşa Medresesi kabristanına gö-
yeni bir ufuk açtı. İstanbul hayatındaki değişi- mülmüştür. Anadolu yakasında Kuleli Bahçe-
mi anlattığı romanlarında ve bir bütün olarak si’ndeki camii hâlâ faaliyet halinde olan Kaymak
eserlerinde kıvrak bir zekâ, keskin bir gözlem Mustafa Paşa Üsküdar’da bir mahalleye adını ve-
gücüyle iğneleyici bir eleştiri iç içe yürür. İstan- ren Hamza Fakih Camii’ni yenilemiş, bu mabed
bul’un Bir Yüzü (1920), Tanıdıklarım (1922), onun adıyla Kaptan Paşa Camii şeklinde anılma-
Bir İçim Su (1931), Gurbet Hikâyeleri (1940), ya başlamıştır. Kuleli’de bir de çeşmesi vardır.
Sürgün (1941) eserlerinden bazılarıdır. Hatıra-
Kaynakça: Sicilli Osmânî, IV, 423; Konyalı, Üsküdar Tarihi,
larını Minelbâb İlelmihrab (1964) ile Bir Ömür İstanbul, 1976, I, 177-181; II, 58-59; Haskan, YBÜ, I, 223 vd.;
Boyunca (1990) kitaplarında bir araya getirdi. III, 93-94.
Üsküdar Salacak’ta tuttuğu evde bir yaz ge- ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN 241
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
L KEÇECİZÂDE İZZET MOLLA
1934-1939 yılları arası Osmanlı Arşivi´nde, sınıftayken okul beş yıla çıkarılınca diploma al- Kâmil Kepecioğlu
› Necip Fazıl’ın Üsküdar
1947-1952 yılları arasında ise Deniz Müzesi ve madan ayrıldı. Büyükbabasının ölümü, konağın Toptaşı Cezaevi’nden
gönderdiği bir mektup
Arşivi´nde çalıştı. Kadıköy´deki evinde vefat dağılışı, babasının annesini boşayarak başka bir (S. Ünlü Arşivi)
etti (5 Ekim 1952). Karacaahmet Mezarlığı´nda kadınla evlenmesi, dayısı ve annesiyle gittiği Er-
Kevakibi sofası civarında toprağa verildi. Tarih zurum’dayken babasının ölüm haberini almaları
Lügati ve Bursa Kütüğü önemli eserlerindendir. 1916’dan sonraki dört beş yılda olup biten olay-
lardır. İstanbul’a dönüşünün ardından 1921’de
Kaynakça: Ali Birinci, Tarihin Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhû-
leden Birkaç Zât, İstanbul 2001, s. 283-286; Haskan, YBÜ, I, Dârülfünun Felsefe Şubesi’ne kaydoldu. Burada
701. öğrenciyken kazandığı felsefe bursuyla Paris’e
➢ NURDAN ŞAFAK gitti. İçine girdiği bohem hayatı sebebiyle bu şe-
hirde düzenli bir öğrenciliği olmadı (1924-1925).
KISAKÜREK, NECİP FAZIL Türkiye’ye dönüşte İstanbul ve Anadolu’da
(1905-1983)
bazı bankalarda memuriyet ve müfettişlik yaptı.
Uzun süre Beylerbeyi’nde oturan Bir Fransız Okulu, Ankara Devlet Konservatu-
tanınmış Türk şairi. varı, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi ve Ro-
İstanbul Çemberlitaş’ta, büyükbabası Mehmed bert Kolej’de dersler verdi. 1934 yılında tanıdığı
Hilmi Efendi’nin konağında doğdu (25 Mayıs Nakşibendî Şeyhi Abdülhakim Arvasî, üzerin-
1905). Asıl adı Ahmet Necip’tir. Mekteb-i Hu- de derin etkiler uyandırdı. 1936’da memuriyeti
kuk mezunu Abdülbaki Fazıl Bey’le Mediha Ha- sebebiyle bulunduğu Ankara’da Ağaç dergisini
nım’ın oğludur. Maraşlı Kısakürekoğullarından çıkardı (17 sayı). 1942’de memuriyeti bırakarak
olan baba tarafından soyu Dulkadiroğullarına çıkarmaya başladığı Büyük Doğu dergisi ve ya-
ulaşmaktadır. yınlarıyla bazı günlük gazetelerde sürdürdüğü
Gedikpaşa’da bir Fransız okulunda başla- fıkra yazarlığı asıl meşguliyeti, bağlandığı davaya
yan eğitimine Büyükdere ve Vaniköy’de devam sahip çıkacak yepyeni bir gençlik yetiştirmek asıl
etti. Heybeliada Numune Mektebi’ni bitirdikten gayesi oldu. Böylece hayatının yeni bir dönemi
sonra Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi. Son başladı. 1950’de Büyük Doğu Cemiyeti adıyla 243
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
L ABDURRAHMAN NESİP DEDE
CANIM İSTANBUL
(...)
(...)
244
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KISAKÜREK, NECİP FAZIL L
(2005) başlıklı bir kitapta bir araya getirilmiştir. 1904 yılında satın aldığı Kandilli’deki yalıda
Necip Fazıl’ın yayımlanmış yüzün üzerinde eseri hayatını tamamladı (1932). Ölümünden sonra
vardır. Adı geçenlerden başka belli başlı eserleri kütüphanesi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakül-
arasında Cinnet Mustatili (1955), Reis Bey (1964), tesi kütüphanesine bağışlandı.
Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965), İdeoloc- Duyûn-ı Umûmiyye’de danışman olarak beş
ya Örgüsü (1968), Ulu Hakan Abdülhamid Han yıl çalıştı. 1900’lerde Adliye Nezareti Hukuk Mü-
(1969), Çöle İnen Nur (1969), Son Devrin Din şavirliği görevine getirildi. Ancak siyasî tutarlı-
Mazlumları (1969), O ve Ben (1974) ve Bâbıâli lığın olmadığı bu günlerde görevinden ayrılıp
(1975) sayılabilir. bağımsız avukat olarak çalışmaya başladı. Bir
Kaynakça: “Kısakürek, Necip Fazıl”, TBEA, II, 503-507; M. müddet Dârülfünun’da hocalık yaptı. İstanbul’da
Orhan Okay, “Kısakürek, Necip Fazıl” DİA, XXV, 485-488. yaşadığı süre içinde Stamboul gibi Fransızca ga-
➢ ÂLİM KAHRAMAN zete ve dergilerde yazılar yazdı. 1905’te Scoiété
Littéraire’in başkanlığını yaptı. Tam bir İstanbul
KONT OSTROROG aşığı olarak İstanbul Muhibleri Derneği kurucu-
(1867-1932)
ları arasında yer aldı. Evlendikten sonra aldığı ve
Kandilli’de yalı sahibi, hukukçu. kendi adıyla anılan Kandilli’deki yalıyı Talat Paşa
Tam adı Kont Léon Valerién Ostrorog’dur. Var- gibi siyasîler ve diplomatlar, ünlü aileler, Sultan
şova’da Fransız vatandaşı olarak doğdu. Eğiti- Abdülaziz’in oğlu II. Abdülmecid gibi şehzadeler
mini Paris’te tamamladı. İslâm Hukuku üzerine ziyaret etti. Ostrorogların önemli bir dostu olan
çalıştı. Oxford ve Lahey üniversitelerinde dersler Pierre Loti de yalıya geldiğinde kendisi için ha-
verdi. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra birçok Türk zırlanan odasında kalırdı.
lehçesini öğrendi. Kırım Savaşı’ndan sonra Po- Kaynakça: Nurhan Atasoy, Kont Ostrorog’dan Rahmi Koç’a
lonyalı asilzadelerle birlikte İstanbul’a gelip Po- Boğaziçi’nde Bir Yalının Hikâyesi, İstanbul 2004, s. 207-218;
Tülay Artan, “Kont Ostrorog Yalısı”, DBİst.A, V, 62; Sedad
lenezköy’e yerleşti. Levanten bir ailenin kızı Jean Hakkı Eldem, Türk Evi, İstanbul 1984, I, 266-268.
Lorendo ile evlendi (1882). ➢ PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ
246
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KONYALI, İBRAHİM HAKKI L
İbrahim Hakkı Konyalı’nın
Üsküdar’daki kütüphanesi
247
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
L KÖÇEOĞLU, AGOP
KÖÇEOĞLU, AGOP
(1820-1893)
Kösem Sultan’ın
yaptırdığı Çinili Camii
Bey’den resim dersleri, Langaberg’den piyano XVIII. yüzyıl çinilerini mahallinde beraberce
dersleri aldı. İsmail Sarıca ile evlendi (1921). Eşi- inceleyerek tezyinatta klasik anlayışı kaynağıdan
nin dişçilik öğrenimi için onunla birlikte gittiği öğrendi. Böylece XVI. asır tezhibinin kaidelerini
Almanya’da üç yıl konservatuvara devam ede- de aynı esasa dayanan çini desenlerinden kavra-
rek piyano ve müzik eğitimi aldı. 1924’te oğlu mış oldu.
Reşid’in doğumundan sonra eşinden ayrıldı. 1944’te kaydolduğu bölümü bitiren Rikkat
1926’da evlendiği ikinci eşi hariciyeci Fahreddin Kunt akademinin kütüphanesine memur olarak
Gata’nın görevi sebebiyle bir yıl Atina’da kalıp tayin edildi. Emekliye ayrılan Necmeddin Ok-
İstanbul’a döndü. İkinci oğlu Nur doğduktan yay’ın kadrosu onun ısrarıyla Rikkat Hanım’a
sonra ikinci eşinden de ayrıldı (1927). Beyler- verilerek (Nisan 1948) tezhip ve çini desenle-
beyi’ndeki baba evine dönüşünden bir müddet ri muallimi oldu. Emekliliğine kadar (Nisan
sonra babası vefat etti (1934). Babasının dayısı 1968) Muhsin Demironat’la birlikte Türk Tez-
İsmail Hikmet’in (Ertaylan) telkinleriyle Devlet yinî San’atlar Şubesi’nin bezeme sahasındaki en
Güzel San’atlar Akademisi’ne henüz bağlanmış parlak devresini geçirmesine vesile oldu. Rikkat
olan Türk Tezyinî San’atlar Şubesi’ne girmeye Kunt son zamanlarında bile fırçasını elinden bı-
karar verdi (1936). Orada İsmail Hakkı Altun- rakmadı. 14 Ocak 1986’da vefat etti ve 16 Ocak
bezer ile derslere başlayan Kunt, Necmeddin günü Küplüce Mezarlığı’nda babasının yanına
Okyay’dan klasik cilt, ebru ve ahar, Vâsıf Se- defnedildi.
def ’ten sedefkârlık öğrendi. Ancak, XIX. yüzyıl Rikkat Hanım, gerek resmî, gerekse hususi
müzehhiplerinden Hezargradî Ataullah Efendi hocalığı sırasında karşılıksız olarak birikimini
yoluna bağlı olan Hakkı Bey’in “desen tashi- öğrencilerine esirgemeden aktarırdı. En sadesin-
hi” yerine öğrencilerine kendi çizdiği desenleri den en incesine kadar her eserinde elinin asâleti
vermeyi tercih eden ders öğretiş tarzı ve tezhip hissedilir. Bilhassa halkârî bezeme üslûbu XX.
üslubu kendisini tatmin etmeyince aynı şubenin yüzyılda Kunt’un fırçasıyla yeniden hayat bul-
çini nakışları muallimliğinde bulunan Feyzullah muştur, denilebilir. Kırk yılı aşan san’at hayatın-
Dayıgil ile çalışmaya başladı. İstanbul’daki XVI- da kıt’a, levha ve hilye-i nebevî olarak sayısız eser
› Rikkat Kunt
251
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
L KURT, TAYFUN
tezhip etmiş, zamanımızda Türk tezhip san’atı- neşredilen makālesi “Sedefkâr Vâsıf ”tır (Güzel
nın klasik yolda canlı kalması ve öğretilmesin- San’atlar, IV, İstanbul 1942, s. 101).
de önemli rol oynamıştır. Minyatür çalışmaları Kaynakça: Rikkat Kunt, “Bir Hanım San’atkârımız”, Sandoz
da vardır. Her eseri için yeniden desen çizer ve Bülteni, sy. 18 (1985), s. 10-18; Çiçek Derman, “Rikkat Kunt
Hoca Hanım”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, XXX/1 (2001),
tezhibin ana kaidelerini korumaya dikkat ederdi. s. 21-29.
Sür’atli çalışır ve işini söz verdiği günde bitirir- ➢ M. UĞUR DERMAN
di. Emeğinin maddî karşılığı daima geri planda
kalırdı. Unvan endişesine hiç düşmediğinden
KURT, TAYFUN
eserlerini nadiren imzalar, çok özenli işlerini de (1956-2008)
kendi yazısını beğenmediğinden hattatlara im- Üsküdar’da sahaflık yaptı.
zalatırdı.
Trabzon Of ’ta doğdu (1 Haziran 1956). Baba-
İstanbul’un 500. fetih yıl dönümü dolayısıyla
sı müteahhit Rıfkı Kurt, annesi Neriman Ha-
İsmail Hikmet Ertaylan’ın hazırlatmak istediği
nım’dır. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde
Fâtih Dîvanı’nda XV. yüzyıl tezyinatının ilha-
tamamlayıp baba mesleğine girdi. 1974’te evlen-
mıyla yeni desenler hazırlanması için 1945’ten
di. 1988’de Kadıköy Akmar Pasajı’nda sahaflığa
itibaren baş sorumluluğu üstlendi ve sekiz yılda
başladı. 1992’de Selmanıpak caddesinin Üskü-
bitirilen dîvanın tezhiplenmiş altmış kıt’asından
dar meydanına bağlandığı yerde, tarihî çınar
otuz dördü bizzat Kunt tarafından işlendi. Bu ça-
ağaçlarının arkasında, Çınardibi Sahaf ’ı açtı. Bu
lışmanın hazırlığı sırasında İstanbul’daki müze
dükkân yol genişletme çalışmaları sırasında is-
ve kütüphanelerde bulunan değerli yazma eser-
timlâk edildi (1995).
lerin bezemelerini de gözden geçirmek fırsatını
Çınardibi Sahaf ’ı Kadıköy’e taşıyıp mesleği-
meslektaşlarıyla birlikte elde etti. Bu Fâtih Dîva-
ni orada sürdüren Tayfun Kurt, 3 Eylül 2008’de
nı hâlen Şevket Rado koleksiyonundadır.
akciğer yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü
Lizbon’daki Gülbenkyan Müzesi’nde bulunan
hastahanede vefat etti. Çengelköy Mezarlığı’nda
ve 1968 yılında selden zarar gören minyatürlü
toprağa verildi.
bir yazma kitabın tamiri için 1970’te Lizbon’a
Sahaflıktaki kendine has tutumu birçok in-
davet edildi. İki buçuk ay kaldığı bu şehrin hava-
sana ilk karşılaşmalarında yadırgatıcı geldiyse
sı sağlığına dokunduğundan, dönmek mecburi-
de sonrasında kurulan dostluklar uzun ömürlü
yetinde kaldı. Resmi yollarla İstanbul’a gönderi-
oldu; kitaba ve kitap severlere olan hizmetleriyle
len 1501 yılına ait bu çok kıymetli Timurî devri
unutulmaz bir kişilik sergiledi.
eserinin tamirini başarıyla tamamladı. Topkapı
Kaynakça: Âlim Kahraman, “Üsküdar’da Bir Sahaf ”, Atikvali-
Sarayı Müzesi’ne İsmail Akgün tarafından ba- de, İstanbul 2009, s. 112-118.
ğışlanan on iki levhanın (G.Y., nr. 1536, 1537, ➢ YAYIN KURULU
Tayfun Kurt 1540, 1542, 1544, 1545, 1547, 1551) tezhibi de
Rikkat Hanım tarafından yapılmıştır. Devlet Gü-
zel San’atlar Akademisi için hazırladığı (bugün
Resim-Heykel Müzesi’nde korunan) eserleriyle,
hususi koleksiyonlarda bulunan eserleri tezhip
san’atının XX. asırdaki en güzel örnekleri ara-
sındadır. Hayatında eserlerini sergilemeyi hiç
düşünmedi. Muhtelif koleksiyonlardan derlenen
seksen eseri Çit Kasrı’nda (IRCICA) ölümünden
bir buçuk ay sonra sergilenmiştir.
Onun mükemmel Türkçesi sadece ders ve
sohbetlerinde kalmış, kitap veya makāle yaz-
maktan kaçınmıştır. Konuşmalarında bildiği
üç yabancı dilden ana diline kelime katmamak
252 hususunda babası gibi titiz davranırdı. İmzasıyla
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
MAHMUD II ADLÎ
(1785-1839)
nazırlıkları gibi yeni isimlerle çağdaş bir işleve manzumeler, semâi ve şarkılar kaleme almıştır.
büründürülmesi, Bâbıâli’de bir tercüme odasının 1817-1837 arasında Mescid-i Nebevî’de onun
açılması, posta idaresinin kurulması, Takvîm-i iradesiyle gerçekleştirilen inşa ve ihya faaliyet-
Vekāyi adıyla bir gazetenin yayımlanmaya baş- leri arasında Hazret-i Peygamber’in kabri üze-
lanması gibi yenilikler onun döneminde gerçek- rindeki iki küçük kubbenin yerine bugünkü
leştirildi. Yeşil Kubbe’nin (Kubbetü’l-hadrâ) inşası da bu-
Sanatkâr ruhlu bir kişiliği vardır. Güzel sa- lunmaktadır. Bu münasebetle Hücre-i Saadet’e
natlara ilgi duymuş, hat, mûsıkî ve şiirle meş- hediye ettiği şamdanla beraber gönderdiği şiir, 253
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
ŞARKI
Marko Paşa’nın
bir seferinde Cuma namazını tamamlayamaya-
Kuzguncuk’ta bugün
ilköğretim okulu olarak
rak bayılmıştır. Çamlıca için yazdığı bir şarkısı kullanılan Konağı
bulunmaktadır.
Kaynakça: Adnan Giz, “Çamlıca’da Tarihî Duygular”, Çına- tıktan sonra İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-
raltı, nr. 101, 28 Ağustos 1943; Ali Akyıldız, “II. Mahmud’un
ne’de (Askerî Tıbbiye) okudu. Mezuniyetinin ar-
Hastalığı ve Ölümü”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, nr. 4,
İstanbul 2001, s. 49-84; Kemal Beydilli, “Mahmud II”, DİA, dından okulun cerrahî kliniği muallim muavini
XXVII, 352-357; Alim Kahraman, Türk Edebiyatında Üsküdar, oldu (1851). Mesleğinde büyük ün kazandı; Os-
İstanbul 2003, s. 64-65.
manlı tarihinde bir ilk olmak üzere hekim olarak
➢ ÂLİM KAHRAMAN
mirlivalığa (tuğgeneral) kadar yükseldi. 1861’de
tahta geçen Abdülaziz tarafından hekimbaşı ya-
MARKO PAŞA pıldı. Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne nazırlığına ge-
(1824-1888)
tirildi (1877); Kırımlı Aziz Bey’le birlikte Hilâl-i
Kuzguncuk’a yerleşmiş Osmanlı hekimi. ahmer’in (Kızılay) kurulmasına katkıda bulun-
Tam adı Marko Apostaladis’tir. Siros adasında du. Meşrutiyet’in ilânı üzerine Meclis-i Âyan
doğdu (1824). İlk ve orta öğrenimini adada yap- üyesi oldu. Konağında ortaya çıkan kuşpalazı
255
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M MEHMED B. MUSTAFA, BALDIRZÂDE
salgınında eşini ve yedi çocuğunu kaybedince bu Kitâbü’s-Sak adlı eseri, alanında çok kıymetli
acıya dayanamayarak 1306’da (1888-1889) öldü bir çalışma örneğidir. Bunların dışında bazı hâ-
ve Kuzguncuk Rum Ortodoks Mezarlığı’na gö- şiye ve eserleri de vardır. Şeyhî Mehmed Efendi
müldü. “Selîsî” mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı
Hekimliği kadar sosyal faaliyetleriyle de ta- Dîvân’ından söz eder.
nınmış, hastaların derdini bıkmadan dinlemesi Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr.
“derdini Marko Paşa’ya anlat”mak deyiminin or- Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, I, 87-88; Sicill-i Osmânî,
IV, 164; Osmanlı Müellifleri, I, 257-258; Babinger (Üçok), s.
taya çıkmasına yol açmıştır. Konağı Kuzguncuk 210-211; Abdulkerim Abdulkadiroğlu, “Baldırzâde Mehmed
Baba Nakkaş sokağının dirsek yaptığı köşede, Efendi”, DİA, V, 8-9.
dört katlı kârgir sağlam bir yapıdır. Ölümünden ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
kârgir Selimiye Kışlası II. Mahmud tarafından ledildi (1721). 1726’da mâzul İstanbul kadıları-
1829’da yeniden inşa ettirilmiştir. nın en kıdemlisi olarak Anadolu kazaskerliğine
Kaynakça: Mustafa Cezar, “Sanatta Batıya Açılış Döneminde tayin edildi. Ancak, kadı tayinlerinde tezkireci-
Mimarlar”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Bildiriler, lerinin sözüne uyup usul ve kıdeme aykırı tev-
Ankara 1995, I, 479-488; Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Osmanlı’da
Baş Mimarlar”, Türk Dünyası Kültür Atlası: Osmanlı Dönemi, cihlerde bulunduğu yolundaki şikâyetler üzerine
İstanbul 2002, IV, 250-326; a.mlf., “Mehmed Arif Ağa”, YYOA, görevden alındı. İstanbul’da oturmasına izin ve-
I, 106-107; Selman Can, “Mehmed Arif Ağa”, DİA, XXVIII,
rilmeyip arpalığı olan Tatarpazarcığı’na gitmesi
442-443.
emredildi. Bir müddet sonra Rumeli kazaskerliği
➢ABDÜLKADİR ÖZCAN
pâyesini aldı.
Patrona Halil ayaklanmasının ardından Ru-
MEHMED EFENDİ, DÜRRÎ
(ö. 1149/1736) meli kazaskeri oldu (1730). 1734’te şeyhülislâm-
Karacaahmet’te medfun Osmanlı lığa tayin edildiğinde oldukça yaşlı idi. 1736’da
şeyhülislâmı. felç geçirdi. I. Mahmud, rahatsızlığı geçinceye
kadar düzenlediği fetva, hüccet vb. evrakta imza
Osmanlı Devleti’nde aynı aileden (Dürrî) yetiş-
yerine mühür kullanmasına izin verdi. Rahat-
miş âlim ve şeyhülislâmların ilki olup İlyas Efen-
sızlığı sırasında da devlet meseleleriyle ilgilendi,
di’nin oğludur. Medrese tahsilini tamamladıktan
ancak durumunun giderek ağırlaşması üzerine
sonra müderris oldu. IV. Mehmed devri kazas-
azledildi. Hayatının kalan kısmını Üsküdar’daki
kerlerinden Reîsülulemâ Abdülkadir Efendi’nin
evinde geçirdi. Vefatında (1736) Karacaahmet
kızı ile evlendi. 1705’te Süleymaniye müderri-
Miskinler Tekkesi yakınındaki Yeşilkapı Mezar-
si iken kadılık mesleğine geçti ve Mısır (1707),
lığı’na defnedildi.
Mekke (1716), İstanbul kadılılıklarına getirildi
Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab-
(1720). İstanbul fırıncı esnafının narha riayet
dülkadir Özcan), İstanbul 1989, II, bk. indeks; Râşid, Târih, V,
etmemesi hususundaki ihmali ileri sürülerek az- 208, 276-277; Küçük Çelebizâde Âsım, Târih, İstanbul 1282, s.
461; İlmiye Defteri, İÜ Ktp., TY, nr. 8879, vr. 4b; Şem‘dânîzâde,
Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 40; Subhî, Târih, vr. 18b, 32a, 33b-
› Dürrî Mehmed Efendi’nin
34a, 63b, 71b, 77a-79b; Devhatü’l-meşâyih, s. 91-92; İlmiyye bir fetvası
Salnâmesi, s. 515; Sicill-i Osmânî, II, 338; Uzunçarşılı, Osman-
lı Tarihi, IV/2, s. 472; J. R. Walsh, “Dürrizâde”, EI2 (İng.), II,
629.
➢ MEHMET İPŞİRLİ
ve bunun yanında bir kütüphane kurduğu bilin- MEHMED NURİ MEDENÎ EFENDİ
mektedir. (1859-1927)
Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab- Son Osmanlı Şeyhülislâmı;
dülkadir Özcan), İstanbul 1989, II, bk. indeks; Râşid, Târih, IV, Karacaahmet’te medfundur.
19; 1730 Patrona İhtilâli Hakkında Bir Eser: Abdi Tarihi (nşr.
Faik Reşit Unat), Ankara 1943, s. 42, 47, 53, 56-57, 64; Destarî Tarsusîzâde Hacı Kâmil Efendi’nin oğludur.
Salih Tarihi: Patrona Halil Ayaklanması Hakkında Bir Kaynak
(nşr. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1962, s. 10, 15, 19; Subhî, Tâ-
1859’da İstanbul’da doğdu. Sıbyan mektebinden
rih, vr. 23b, 65a; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 9, 11, sonra özellikle özel hocalardan aldığı derslerle
12, 17, 18, 21, 36; Devhatü’l-meşâyih, s. 87-88; Fındıklılı İsmet dinî ilimlerde yetişti. Ruus imtihanını kazandık-
Efendi, Tekmiletü’ş-Şekāik (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul
1989, s. 83-84; İlmiyye Salnâmesi, s. 510-511; Danişmend, tan sonra müderris oldu.
Kronoloji, IV, 9, 20-21; V, 138; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 1882’de Rumeli kazaskerliği vekāyi-i şer’iye
IV/1, s. 16, 113, 153; a.mlf., İlmiye Teşkilâtı, s. 119, 191, 204;
kâtip muavinliği, Mahfel-i Şe’iyyat kâtipliği gö-
Münir Aktepe, Patrona İsyanı 1730, İstanbul 1958, s. 111, 119,
144, 150, 158, 163, 170; a.mlf., “Nevşehirli İbrahim Paşa”, İA, revlerinden sonra Anadolu ve Rumeli kazasker-
IX, 238; Atabey Kılıç, “Mirzazâdeler Ailesinden Şeyh Mehmed liklerinde bulundu. 26 Eylül 1920’de, Damat Ferit
Efendi”, Türk Dünyası Araştırmaları, sy. 110 (1997), s. 83-104;
Mehmet İpşirli, “Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi”, DİA, kabinesinden Mustafa Sabri Efendi’nin ayrılması
XXX, 170. üzerine şeyhülislâm oldu. İki seneden fazla bu
➢ MEHMET İPŞİRLİ görevde kaldı. 4 Kasım 1922’de görevi sona erdi.
Bu aynı zamanda meşihat makamının da sonu
idi. Türkiye Cumhuriyeti ülke yönetimini bü-
MEHMED EMİN EFENDİ, SUN‘ÎZÂDE tünüyle üstlendikten sonra Üsküdar’daki evin-
(ö. 1076/1665)
de uzlet hayatını tercih etti. 1927’de öldü. Kabri
Mezarı Üsküdar’da bulunan Osmanlı
Karacaahmet’te Mimar Kasım Ağa gerilerinde
şeyhülislâmı.
çimento ile yapılmış bir sette bulunmaktadır.
Üsküdar’a ilk defnedilen şeyhülislâm Sun‘ullah
Kaynakça: Behcetî, İsmâil Hakkı Üsküdârî, Merâkid-i Mu’te-
Efendi’nin oğludur. Doğum tarihi bilinmemek- bere-i Üsküdar, (nşr. Bedii N. Şehsuvaroğlu), İstanbul 1976,
tedir. Babasının yardımıyla devrinin ulemasın- s. 77; Sicill-i Osmani, IV, 866; Tahsin Özcan, “Mehmed Nuri
Efendi”, DİA, XXVIII, 503-504; Sadık Albayrak, Son Devir Os-
dan ve bilhassa Azmizâde Efendi’den okuyup manlı Uleması, İstanbul 1981, IV-V, s. 29-31.
müderrislik göreviyle çeşitli medreselerde bu- ➢ MEHMET İPŞİRLİ
lundu. Sonra kadılık mesleğine geçerek Edirne,
Bursa, Halep ve Mısır kadılıklarının ardından
MEHMED PAŞA, ELHÂC
İstanbul kadısı oldu (1648). Kısa süreli görevden (ö. 1723)
alınmanın ardından sonra 1653-1657 arasında Yeni Valide Camii haziresinde medfun
önce Anadolu, ardından Rumeli kazaskeri oldu. İstanbul kaymakamı.
1659’da tekrar Rumeli kazaskeri oldu. 1662’de
dokuz buçuk ay süren şeyhülislâmlığı, fetva ma- Arap kirlidir. Eski Saray’a girip burada kilerciba-
kamının vakarına yakışmayacak basit davranış şı oldu. II. Süleyman’ın cülûsundan sonra valide
ve konuşmaları sebebiyle sonlandırıldı. Bundan sultan kethüdası oldu, onun vefatından sonra
sonraki hayatını Beşiktaş’ta yalısında geçirip bir süre defterdar vekilliği ve darphane eminliği
ağustos 1665’te vefat etti. Aziz Mahmud Hüdâyî yaptı. Daha sonra Sultan II. Mustafa’nın validesi-
Dergâhı haziresine defnedildi. nin kethudalığına getirilen Mehmed Paşa, 1715
yılında vezaretle İstanbul kaymakamı, aynı yılın
Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab-
dülkadir Özcan), İstanbul 1989, I, 316-318; İlmiyye Salnâmesi, sonlarında Boğdan muhafızı oldu. Ardından ve-
s.481-82; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/2, s. 478; Daniş- zaret kaldırılarak şeyhülharemlikle Mısır’a gitti.
mend, Kronoloji, V, 129; Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhü-
lislamları, Ankara 1972, s. 92.
Döndükten sonra tekrar İstanbul kaymakamlı-
ğına getirildi. Emekliye ayrıldıktan sonra 1135
➢ MEHMET İPŞİRLİ
(1723) yılında öldü. Mezarı Üsküdar’da Yeni Va-
lide Camii haziresindedir.
Kaynakça: Sicill-i Osmânî, IV, 219.
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN 259
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M MEHMET PAŞA, ÖKÜZ
Haziran 1882’de piyade mülâzım-ı sânîsi (teğ- lekleri dışında bu konularla ilgilenen yabancı
men) olarak Mekteb-i Harbiye’den mezun olan veya azınlıklardan amatör “arkeolog” ve “sanat
Mehmed Râif, 3. Kolordu’nun 24. piyade ala- tarihçileri” kuşağına katılan bir Türk oldu.
yının 4. bölüğüne atandı. 1885’te Halep Askerî Râif Bey’in İstanbul ile ilgili en önemli yayını
Rüştiyesi coğrafya öğretmenliğine, 1888’de Ku- Mir’ât-ı İstanbul’dur (İstanbul 1314). Birinci cil-
leli Askerî İdâdîsi beden eğitimi öğretmenliğine din tamamı ve ikinci cildin 48 sayfalık üç forması
getirildi. Bu okuldaki görevi 27 yıl sürdü. Tarih, çıkan bu eserin takdim sahifeleri değişik, iki ayrı
kitabet, mantık dersleri de verdi. Çok sevildiği baskısına rastlandığını da belirtmekte fayda var-
için burada kendisine öğrencileri “Baba Râif ” dır. 1314 baskısında “Muharriri Mehmed Râif ”
adını taktılar. kaydının bulunmasına karşılık, Mir’ât-ı İstanbul
Mehmed Râif, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na birinci cild, Boğaziçi ve Havalisi başlıklı olan di-
katıldı, 1908’de II. Meşrutiyet’te 4. Ordu niza- ğer baskıda (İstanbul 1316) “Muharrirleri Meh-
miye alayı bölük komutanlığına atandı. 1909’da med Râif ve Ahmed Bahri” kaydı görülür. Her
Muş’ta 16. Livâ komutanlığında bulundu. 19l2’de ikisi de kolağası rütbesindedir. Her iki nüshanın
Balkan Savaşı’na 91.piyade alayı komutanı olarak 576 sahifeden ibaret olan esas metinleri aynı ol-
katıldı. Bu savaşın arkasından, sağlık durumu se- makla beraber, önsözler (mukaddime) değişiktir.
bebiyle kaymakam (yarbay) rütbesinde emekliye 1314 baskısı 2 sahife ve tek imzalı, 1316 baskı-
ayrıldı. 54 yaşında vefat etti (8 Şubat 1917) ve sı ise 5 sahife ve çift imzalı ve değişik ifadelidir.
Yedikule dışındaki aile kabristanına defnedildi. İkinci ciltte ise yazar olarak Mehmed Râif ’in ya-
Yeni harflerle yazılı olan mezar taşında eşi Ayşe nında Kolağası Halil Rüşdî adı da yer alır.
Revnak Ayyıldız (1873-1954) ile oğulları Meh- Kitabın bu birinci cildinde Mehmed Râif, İs-
med Zühdü (1896-1920) ve Rüştü Ayyıldız’ın tanbul’un Anadolu yakasında Kadıköy ve dolay-
(1899-1960) da adları okunur. larından başlayarak, Bulgurlu, Üsküdar, Boğaz’ın
Oğlu Tuğgeneral Hakkı Râif Ayyıldız’dan (ö. Anadolu kıyılarında bulunan cami, mescit,
1969) sağlanan nota göre, Râif Bey’in Osmânî ve
Mecîdî nişanları, gümüş liyakat ve Yunan Savaşı
› Mehmed Râif Bey
madalyaları vardı. Arapça, Farsça ve Fransızca
da bilirdi. Yine oğlu tarafından anlatılan bir ola-
ya göre, Eminönü’nde Yeni Cami arkasındaki, İş
Bankası yanındaki sebil bir yangın sonunda ha-
rap olduğunda kitabesi de parçalanmıştı. Kitabe-
yi aynen yeniden yazdırabilmek için Râif Bey’e
başvurularak, ondaki kopyadan sağlanan metin,
hattat Sami Bey’e yeniden yazdırılmış ve taşa iş-
lenmiştir.
Mehmed Râif Bey, Nükât-ı Edebiyye (1307),
Hâtırât-ı Eslâf (1310), Mi‘yârü’l-efkâr (1316) gibi
ancak birkaç formalık kitapçıklar yayımladıktan
başka, Mehmed Cemil ile birlikte Yüz Sene Yaşa-
mak Çareleri (1332) başlıklı bir de tercüme bas-
tırmıştır. Fakat onun önemli yayın ve çalışmala-
rı İstanbul tarihi hakkında olanlardır. Topkapı
Saray-ı Hümâyûnu ve Parkının Tarihi (İstanbul
1332) ile Sultanahmed Parkı ve Asâr-ı Atîkası
(İstanbul 1332), birkaç formalık, ufak boyda ki-
taplardır. Râif Bey bu yayınları ile I. Dünya Sa-
vaşı’ndan önceki yıllarda İstanbul’da araştırmalar
yapan, kitaplar, makaleler yayımlayan, esas mes- 261
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M MEHMED RÂİF BEY
çeşme, sebil, mektep gibi yapılar hakkında kısa yıldız, bu elyazma müsveddeyi Türk Tarih Kuru-
açıklamalar ile birlikte bunların kitabelerinin mu’na vermekle, birçok benzeri gibi yok olmak-
kopyalarını da verir. Arada bazı mezarlıkları da tan kurtardı. Bugüne kadar birkaç kişi bu cildi
ihmal etmez. Vakıf binaları dahil verdiği bilgiler yayımlamak üzere girişimlerde bulundular ise de
genellikle Hüseyin Ayvansarayî’nin Hadîkatü’l- bir sonuç alınamadı. Son yıllarda yeni bir girişim
cevâmi‘ini pek aşmaz. Kitabe metinleri kopyaları yapılmış ve basılı olan birinci cilt bütünüyle yeni
da bu konunun uzmanlarına göre hatasız sayıla- harflere çevrildiği gibi, ikinci cilt de aynı şekilde
maz. Fakat ne olursa olsun, İstanbul tarihi bakı- yeni harflerle yazılarak baskıya hazırlanmış ve
mından değerli bir kaynaktır. yayımlanmak üzere Kültür Bakanlığı’na teslim
Boğaz’ın Rumeli yakasında da eserler ve ki- edilmiştir. Bu yeni baskı yapılırken, adları geçen
tabeleri kaydedildikten sonra, Fındıklı, Topha- eski eserlerin bugünkü durumlarına dair bilgiler
ne ve Galata’ya geçilir. Kitabın gayesinin, İstan- verilmesi, kitabelerden hâlâ duranların karşılaş-
bul’un Türk dönemi eserlerinin kitabelerinin tırılması çok faydalı olurdu. Ancak böyle bir ça-
bir “corpus”unu meydana getirmek olmakla lışma hiç de kolay olamayacağından ve bir kişi-
beraber, aralarına başka bilgilerin de katıldığı nin gayretini çok aşacağından, hiç değilse ikinci
görülür. Galata bölümünde, kuleye ayrılan sahi- cildi olduğu haliyle kazanmak yoluna gidilmiştir.
felerde, buradaki pencerelerin her birinde şehrin Râif Bey’in eserinin ikinci cildi, metin bakı-
hangi kesiminin görüldüğünün ayrıntılı olarak mından oldukça dağınıktır. İçinde bu türden bir
anlatılması bu hususta bir örnek teşkil eder. kitapta yer alması gerekli görülmeyecek uzun
Râif Bey, Mir’ât-ı İstanbul’un, ikinci cildini bazı bölümler vardır. Bazı eserlerden hiç bah-
de hazırlamıştır. Bunda şehrin surlar içindeki sedilmemiş, bazılarının ise yalnızca adı verilmiş
kısmında bulunan eserlerin kitabeleri derlen- ancak içindeki kitabe hiç anılmamıştır. Bu duru-
mişti. Bu cildin büyük bölümü yayımlanamadan ma göre eserin ikinci cildinin, yazar tarafından
müsvedde halinde kaldı. Râif Bey’in oğlu Askerî son şekli verilmemiş bir ön müsvedde olduğu
262 Okullar Şubesi Başkanı General Hakkı Râif Ay- anlaşılır. Ne olursa olsun Mir’ât-ı İstanbul, bu
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
MEHMED RÛŞEN EFENDİ M
şehrin tarihi için yapılmış çok büyük bir hizmet- iki yıl sayıldı. Akademinin ikinci mezunların-
tir. Mehmed Râif Bey’in basılmadan kalmış baş- dandır. 1849’da teğmen ve yaver olarak Serdâr-
ka müsveddeleri daha vardır. Bunlardan Heyâ- ı Ekrem Ömer Paşa’nın maiyetinde Bosna ve
kel-i Kemâlât yahut Âbide-i İnsâniyet’ten başka Kırım muharebelerinde bulundu. 1856 Paris
üç eseri de İstanbul’a dairdir: İstanbul’un fethi sulhundan sonra ataşemiliter olarak Fransa’ya
hakkında Feth-i Celîl-i Konstantiniyye, camiye gönderildi. Burada altı yıl kalarak Fransız Kur-
çevrilen eski Bizans kiliseleri hakkında Ba’de’l- may Okulu’nda tahsilini tamamladı. İstanbul’a
feth Cevâmi-i Şerîfeye Tahvil Olunan Kenâis, döndükten sonra 1868’de general olarak Sultan
şehrin kuruluş ve gelişmesi hakkında İstanbul’un Abdülaziz’in başyaveri sıfatıyla Avrupa seyaha-
Ahvâl-i Kadîme-i Temeddün ve Umranı. tinde yanında bulundu. Dönüşte Ali Paşa’nın
Kaynakça: Osmanlı Müellifleri, III, 62-63; Babinger (Üçok), yanında Girit’e gitti. Müşirliğe yükseltilerek Gi-
s. 434-435; Hikmet Turhan Dağlıoğlu, “İstanbul Bibliyograf- rit’e vali tayin edildi. 1870’te mareşal oldu. Yan-
yası”, Yeni Türk, sy. 64 (1938), s. 129; Gövsa, Türk Meşhurları,
ya, İşkodra, Kastamonu, Bağdat, Yemen, Selânik
s. 311; Günay Kut-Hatice Aynur, “Mir’ât-ı İstanbul Üzerine”,
Türklük Araştırmaları Dergisi, sy. 5 (1989), s. 271-282. ve Bosna valiliklerinde bulundu. 1875’te ve II.
➢ SEMAVİ EYİCE Abdülhamid’in tahta çıkışından sonra iki kez
Bahriye nâzırlığı yaptı. Doksanüç harbinden
sonra Edirne’ye vali ve İkinci Ordu komutanı
MEHMED RAUF PAŞA olarak gönderildi. 1881’de getirildiği Hassa Or-
(1832-1908)
dusu müşirliğinde yirmi yedi yıl kaldıktan sonra
Osmanlı paşası; Çamlıca’da köşkü vardı.
emekliye ayrıldı. Çamlıca’da bulunan köşküne
İstanbul’da doğdu (1832). Mareşal Çerkez Abdi çekildi. Aynı yıl orada vefat etti. Karacaahmet’te
Paşa’nın oğludur. Özel öğretmenlerden ders Tunusbağı’nda defnedildi. Yaşadığı dönemin le-
alarak Bâbıâli Kalemi’ne girdi. Orduya er ola- kelenmemiş paşalarındandır.
rak katıldı. Bir süre sonra subay oldu. Harp Kaynakça: Gövsa, Türk Meşhurları, s. 316-317; Harp Akade-
Okulu’nu 1849’da, akademiyi de 1851’de bitirdi. mileri’nin 120 Yılı: Şeref Dolu Yıllar 1848-1968, Ankara 1968,
s. 1; Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Denizlerimizin
Bulunduğu sınıf akademide bir yıl okudu. Fa- Amirleri Derya Kaptanları Bahriye Nazırları ve Deniz Kuv-
kat Kırım savaşı başladığı için okudukları süre vetleri Komutanları (haz. İbrahim Akkaya - Fahri Ayanoğlu),
Ankara 2009, s. 122.
➢ ALİ YÜCEL YÜRÜK Mehmed Rauf Paşa
MEHMED SAHİB MOLLA, PÎRÎZÂDE lince görevden affını isteyerek istifa etti (1773).
(1838-1910) 1775’te vefat etti. Üsküdar Karacaahmet’te Tu-
Mezarı Üsküdar’da bulunan Osmanlı nusbağı aile kabristanında babasının yanına gö-
şeyhülislâmı. müldü. Kaynaklarda ârif ve zarif bir kişi olarak
Vezir İbrahim İsmet Bey’in oğludur. İstanbul’da tanıtılır.
doğdu (1838). İlköğreniminden sonra medrese Kaynakça: Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), II/A, s. 68,
74, 120; II/B, s. 24, 25, 37, 114; Devhatü’l-meşâyih, s. 103-104;
tahsilini tamamladı, özellikle fıkıh ilminde de- Ahmed Rifat, Osmanlı Toplumunda Sâdât-ı Kirâm ve Naki-
rinleşti. Hattat Abdullah Zühdü Efendi ve Meh- büleşrâflar: Devhatü’n-nukabâ (haz. Hasan Yüksel–M. Fatih
Köksal), Sivas 1998, s. 102; Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-
med Bahir Efendi’den hat dersleri aldı. 1844
cevâmi‘, İstanbul 1281, II, 9-10; Sicill-i Osmânî, III, 31-32;
yılında İstanbul ruusuna nail oldu. Meşihat ve İlmiyye Salnâmesi, s. 538-540; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s.
Adliyede muhtelif memurluklar, Şûrâ-yı Devlet 51; a.mlf., Osmanlı Tarihi, IV/2, s. 493-494; Danişmend, Kro-
noloji, V, 143.
âzalığı, 1908 Meşrutiyetinin ardından Ayan âza-
➢ MEHMET İPŞİRLİ
sı sekiz buçuk ay kadar da şeyhülislâmlık yaptı.
Kısa bir süre sonra vefat etti (1910). Büyük de-
desi Şeyhülislâm Pîrîzâde’nin Üsküdar’daki kabri MEHMED SÜREYYÂ
(1845-1909)
yanına defnedildi.
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun
Kaynakça: Behcetî, İsmâil Hakkı Üsküdârî, Merâkid-i Mu’te-
bere-i Üsküdar, (nşr. Bedii N. Şehsuvaroğlu), İstanbul 1976, Osmanlı tarihçisi ve biyografı.
s. 65; Sicill-i Osmani, IV, 685-686; Tahsin Özcan, “Pîriîzâde
İstanbul’da doğdu. Eğitimini tamamladıktan
Mehmed Sahib Efendi”, DİA, XXXIV, 290-291; Sadık Albay-
rak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1996, III, 314-316; sonra Bâbıâli’de Tercüme Odası’nda Cerîde-i
İlmiyye Salnamesi, s. 619-622. Havâdis gazetesinin yazı kurulunda çalıştı. Daha
➢ MEHMET İPŞİRLİ
sonra Sultan II. Abdülhamid tarafından Meclis-i
Kebîr-i Maârif üyeliğine getirildi. 11 Ocak 1909
MEHMED SAİD EFENDİ, tarihinde vefat eden Mehmed Süreyyâ Bey Üs-
MİRZAZÂDE küdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedildi.
(1710-1775)
Asıl mesaisini biyografi çalışmalarına vermiş-
Üsküdar’da konağı bulunan Osmanlı tir. En önemli eseri Sicilli Osmânî adlı ünlü Os-
şeyhülislâmı. manlı meşhurları ansiklopedisidir (I-IV, İstanbul
1710’da doğdu. Mirzazâde Şeyh Mehmed Efen- 1308–1315; tıpkı basımı: 1971; sadeleştirilmiş
di’nin oğludur. Ailesinin nüfuzu sayesinde neşri: İstanbul 1996). 20 bin civarında biyografi
1721’de müderrislik ruusu aldı. Babası şeyhü- ihtiva eden bu büyük eserin başlıca kaynağı arşiv
lislâm olunca (1730) hâmise-i Süleymâniyye belgeleri, vekāyinameler, başta Şakāik külliyatı
müderrisliğine yükseldi. Kadılığa geçerek İzmir, olmak üzere biyografik eserlerdir. Mehmed Sü-
Bursa ve İstanbul kadısı oldu. Anadolu ve iki reyyâ Bey, bu eserine daha sonra tekmile ve zeyil-
defa Rumeli kazaskerliğine tayin edildi. 1761’de ler kaleme aldıysa da, bunları neşredememiştir.
nakîbüleşraflık görevini de üstlendi. Kazaskerliği Müellifin 1831-1875 yılları arasında yaşamış bazı
ve nakîbüleşraflığı döneminde seyyidlerin me- Osmanlı devlet adamlarının tayin, azil ve ölüm
seleleriyle ilgilendi, sahte seyyidlerle uğraşarak tarihlerini veren Nuhbetü’l-vekāyi adlı eserinin
sayılarını tesbite çalıştı. sadece 1853’e kadar gelen ilk cildi yayımlanmış-
3 Mart 1770’de şeyhülislâmlığa tayin edildi. tır. Bursalı Mehmed Tâhir, Mehmed Süreyyâ’ya
Görevi sırasında ilmiye mesleğinin düzen ve iti- ait başka eserlerin varlığından söz ederse de,
barının korunmasına dikkat etti. Dört yıl süren bunlar hakkında yeterli bilgimiz yoktur.
şeyhülislâmlığı sıhhî bakımdan rahatsızlıklarla
Kaynakça: Osmanlı Müellifleri, III, 36-37; Gövsa, Türk Meş-
geçti. Sonunda artan hastalığı sebebiyle bir süre hurları, s. 361; Babinger (Üçok), s. 419-421; Ömer Faruk
izin alarak Üsküdar Sultantepe’deki konağına çe- Akün, “Mehmed Süreyya”, İA, XI, 247-249; Abdülkadir Özcan,
“Mehmed Süreyya”, DİA, XXVIII, 527-529.
kildi. Nikristen dolayı paşa kapısına, saraya ve
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
padişah huzuruna gidemeyecek, hatta bayram-
laşma merasimlerine bile katılamayacak hale ge- 265
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M MEHMED ŞEMSEDDİN
MEHMED ŞEMSEDDİN
(ö. 1314/1896 ?)
MEMET FUAT
(1926-2002)
Nacak Sokağı’nda
adlandırır. 1974’te Bu Ülke’yle başlayan ve adı- oturduğu ev
nın geniş okuyucu kesimlerince tanınacağı yıllar
Felsefe Bölümüne doktora öğrencisi olarak kay- yazarın olgunluk dönemidir. Yazıları Türk Ede-
doldu (1951). Işık Lisesi’nde (1952-1954), Edebi- biyatı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Köprü gibi
yat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde dersler verdi. dergilerle Orta Doğu ve Yeni Devir gibi gazeteler-
Çocukluğundan beri problemli olan gözlerinden de yayımlandı.
geçirdiği ameliyatlar başarısız olunca 1955’ten İçinde yaşadığı toplumun meselelerine ba-
sonra, görme yetisini kaybetmiş biri olarak ailesi, karken, Türkçe’nin kan kaybettiği bir süreçten
dostları ve sevenlerinin okuma ve söylediklerini geçildiği kabulüyle, yazı ve kitaplarında dil me-
dikte etmedeki yardımlarıyla yazı ve fikir hayatı- selesine önemli bir yer ayırır. Yaşanan sağ-sol
nı sürdürdü. 1984’te geçirdiği beyin kanamasına kamplaşmasını Avrupa’dan ithal ve yapay bulur,
bağlı felçle gelen ağır hastalık şartlarının ardın- insan beyninin iki yarım küresi gibi Doğu ve Ba-
269
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M MERİÇ, NEZİHE
› Musahipzâde Celâl
tiyesi’nden sonra Süleymaniye’deki Numûne-i zeterek başladığı oyun denemelerini 1908’den
Üsküdar’daki Musahipzâde
Celâl Sahnesi
Terakki İdâdîsi’ni bitirmiştir. Bâbıâli Tercüme sonraki yeni ortam içinde ilerletmiş Türk Kızı,
Odası hulefâlığı (kâtip) göreviyle memuriye- Köprülüler (1912), İstanbul Efendisi (1914) gibi
te başlamış (1889), bu sıralarda bir süre Hukuk eserlerini ortaya koymuştur.
Mektebi’ne de devam etmiştir. 1919 yılında arkadaşlarıyla İstanbul Operet
1908’den sonra kendini oyun yazarlığına ver- Heyeti’ni kurmuştur. 1927-1936 arasında Şehir
miştir. Şehzâde Tevfik Efendi’nin sarayından Fir- Tiyatroları’nda ardarda oynanan eserleri gişe re-
devs Nikteristan Hanım’la evlenmiş (1914), ağır korları kırmıştır. On sekiz oyunu topluca basıl-
savaş şartları içinde Üsküdar Defterdarlığı’nda mış (1936) Aynaroz Kadısı ve Bir Kavuk Devrildi
bandrol memurluğuna(1917), ardından maliye filme de alınmıştır.
tahsil memurluğuna getirilmiştir (1920). 1923’te Musahipzade Celal’in oyunları töre komedisi
emekli olunca Evkaf Müzesi’nde (İslâm Eserleri çizgisi üzerinde durmaktadır. Eserlerinde geride
Müzesi) uzman olarak çalışmaya başlar. bırakılmakta olan bir toplumsal yapı, karikatürize
Oyunları ilgi görünce, 1927’den sonra tekrar edilmiş hayat sahneleriyle hicvedilmiştir. Olayla-
oyun yazarlığına ağırlık vermiştir. Şehir Tiyatro- rı Osmanlı’nın önceki yüzyılları içine oturtmuş
ları Kütüphanesi’nde başladığı görevini ölümü- olsa da, konu edindiği toplumsal bozukluklar
ne kadar sürdürmüş, 20 Temmuz 1959’da vefat belli bir dönemle kayıtlı görülmemiştir. Osmanlı
etmiştir. dönemi sosyal hayatının araştırılmasını tutku
Orta oyunu, karagöz gibi geleneksel seyir- haline getiren yazar sadece eleştiri yapmamış,
lik sanatlara olan düşkünlüğü sebebiyle on altı Eski İstanbul Yaşayışı (İstanbul 1946, 2. baskı
yaşındayken arkadaşlarıyla bir araya gelerek 1992) adıyla Osmanlı örf ve âdetlerinin repertuarı
konaklarda orta oyunu oynamışlardır. Tarih ve sayılabilecek bir eser de kaleme almıştır.
edebiyata özel bir merakı vardı. Kendisinden Oyunlarında Karagöz, orta oyunu gibi ge-
önceki Türkçe telif ve tercüme oyunlara ben- leneksel seyirlik sanatların unsurlarıyla Türk 277
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
M MUSTAFA DEDE B. HAMDULLAH
› Mustafa Dede’nin
sülüs nesih kıtası
Üsküdar’daki Devâtî
Mustafa Efendi Tekkesi
rada irşad faaliyetlerine başlamıştır. Şeyhcâmii olan Mustafa Efendi, 1070/1659-1660 senesinde
Tekkesi diye de bilinen Devâtî Mustafa Efen- vefat ederek tekkenin bahçesine defnedilmiştir.
di Tekkesi, Üsküdar Bülbülderesi Selmanağa Üzerine daha sonra bir türbe inşa edilmiştir. Za-
Mahallesi, Selmân-ı Pâk Caddesi ile Şeyhcâmii manla etrafında küçük bir mezarlık oluşan bu
Sokağı kavşağı üzerinde bulunmaktadır. Kay- cami tevhidhânesinde bugün Şeyhcâmii ismiyle
naklarda bu yapının bânîsi olarak Devâtî Mus- ibadet edilmektedir.
tafa Efendi, Arslan Ağa, Kethüdâ Arslanağazâde Devâtî Mustafa Efendi, tasavvufi düşünce ve
Mustafa, Divitçizâde Mehmed Efendi isimleri tecrübelerini vâkıât türünün bir örneği olarak
geçmektedir. Tuhfetü’s-sûfiyyîn adıyla kaleme almıştır. Bu eser
Arslan Ağa, Mustafa Efendi’nin babasıdır. Bu Necdet Tosun tarafından sadeleştirilmiş ve Şeyh
yapıyı cami ya da mescid-tekke olarak yaptırma- Mustafa Devâtî Vakfı tarafından, Şeyh Mustafa
ya başlamış, fakat bitirilmesine ömrü vefa etme- Devâtî, Tuhfetü’s-sûfiyyîn (Sûfîlere Hediye) is-
yerek kitabeden anlaşıldığına göre 1060/1650 miyle yayımlanmıştır.
senesinde vefat etmiştir. Mustafa Efendi, Fidancı Mehmed Efen-
Yarım kalan inşaatı oğlu Mustafa Efendi tara- di ve Abdülbaki Dede gibi halifeler yetiştir-
fından tamamlanmış ve vakfiyesi babası Arslan miş, vefatıyla boşalan tekkenin şeyhliğini oğlu,
Ağa adına tanzim edilmiştir. Yapının bitirildiği Devâtîzâde Mehmed Tâlib Efendi (v. 1090/1679)
1061/1651 senesinde Mustafa Efendi müderris- üstlenmiştir.
liğe başlamış, altı sene bu vazifeyi sürdürdükten
Kaynakça: H. Kâmil Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celve-
sonra müderrislikten ayrılarak adı geçen cami- tiyye Tarikatı, İstanbul 1984, s. 278-279; Necdet Yılmaz, Os-
de irşad hizmetlerine başlamıştır. Bundan son- manlı Toplumunda Tasavvuf: Sûfiler, Devlet ve Ulemâ (XVII.
Yüzyıl), İstanbul 2001, s. 363-364; Necdet Tosun, Şeyh Mustafa
ra cami de tekkenin tevhidhânesi olarak hizmet Devâtî, Tuhfetü’s-sûfiyyîn, İstanbul 1996, s. 1-13; Mustafa Öz-
verir olmuştur. Muhtemelen bu tarihten son- damar, Dersaâdet Dergâhları, İstanbul 1994, s. 234; M. Baha
Tanman, “Devâtî Mustafa Efendi Tekkesi”, DBİst.A, III, 42;
ra Mustafa Efendi tarafından selamlık, harem,
Sâlim Bostancıoğlu, Üsküdar Dergâhları (haz. Ahmed Yüksel
mutfak ve derviş hücreleri ilave edilerek geniş- Özemre), İstanbul 2003, s. 35-36; Haskan, YBÜ, I, 490-491; II,
letilmiştir. 635.
MUSTAFA ENVER
(ö. 1872)
olup kadılık yapmıştır. 1754’te ilmiye sınıfına Hankahı’na devam ederek Seyyid Fazlullah Efen-
imtihanla girdi, Üsküdar’da (1178) ve Edirne’de di’ye intisap etti. On beş sene onun hizmetinde
(1787) müderrislik yaptı. Nakşibendî tarikatına bulundu; müezzinlik ve zâkirlik yaptı. Şeyhinin
mensuptur. Abdullah Nidâî-i Kaşgarî’den hilafet vefatı üzerine Simavlı Hacı Hasan Efendi’den
aldı. Dinî ilimlerin yanında edebî bilgileri de öğ- tasavvuf eğitimini tamamlayıp İstanbul’a döndü
rendi. Üçüncü Selim’in hükümdar olduğu 1789 (1805). Sinâniyye şeyhlerinden Çuhadar Mu-
yılında Üsküdar’da vefat etti. hammed Efendi’den ayrıca hilâfet alarak Topka-
Gülşen-i Şâhidî alâ Tuhfe-i Şâhidî, Şerh-i Arûz- pı ile Şehremini semti arasında, Arpa Emini Ma-
i Endülüs (matbu), Tercümetü’r-Risâletü’l-Meh- hallesi’ndeki Ümmî Sinan Dergâhı meşihatine
diyye, Şerhu Bânet Suad, Şerhu Kasîdeti’t-Tâiyyet tayin edildi. Burada irşad görevini sürdürürken
li-Abdilkadir el-Geylânî, Şerhu’l-Kasîdeti’d-Dim- 1812 yılında vefat etti. Görevli olduğu tekkeye
yatiyye, Şerhu Ebyâti Muhtatasari’l-Maân el-Mü- defnedildi.
semmât alâ vezni Bânet Suad, Mîzâ-nü’l-Acem, Şiirlerinde Fuzulî havası sezilir. O aşk ateşiy-
Tuhfetü’d-dârriyye fî şerhi Kasideti’l-Ensâriyye, le tutuşup yanmaktan zevk almış bir sûfîdir. Di-
Tercüme-i Mefâtîhü’d-Dürriyye, Şerhu Nevâbi- vanında Hz. Peygamber için yazdığı naatlardan
ğü’l-kelim gibi eserleri bulunmaktadır. başka, Kerbelâ ve Hz. Ali için yazılmış mersiye
Kaynakça: Sicill-i Osmânî, III, 471; Osmanlı Müellifleri, I,
ve naatlar da dikkat çekmektedir. Şiirlerine genel
369-370; Esad Mehmed Efendi ve Bağçe-i Safâ-endûz’u (haz. olarak tasavvuf düşüncesi hâkim olsa da bazıla-
Rıza Oğraş), Burdur 2001, s. 203-204. rında rindâne, hakîmane, kalenderâne bir hava
➢ AZMİ BİLGİN da görülür.
Şeyh Muhammed Nasûhî Efendi’nin türbe-
MUSTAFA ZEKÂYÎ EFENDİ sinin dış cephesindeki kitabede yer alan müfred
(ö. 1812) Şeyh Mustafa Zekâyî’ye aittir:
Üsküdarlı şair, tarikat şeyhi, Makām-ı evliyâdur menba-ı feyz-i fütûhîdir
mûsıkîşinas. Edeble dâhil ol sûfî bu dergâh-ı Nasûhîdir
Üsküdar muhafızı mîr-i mîrân (beylerbeyi/vali) Mustafa Zekâyî Efendi, güftesi de kendisine
Hacı İbrahim Bey’in oğludur. Babası aslen Bursa ait olan evsat usulünde tevşihi (Ey nübüvvet tah-
Yenişehir’dendir. Üsküdar’da dünyaya geldi. Do- tının şâhı Habîb-i Kibriyâ) ile bestekârlık gücü-
ğum tarihi bilinmemektedir. Öğrenim hayatıyla nü de göstermiştir.
ilgili bilgi bulunmasa da divanından İstanbul’da Kaynakça: Şemseddin Sami, Kāmûsü’l-a‘lâm, İstanbul 1308,
iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Babası İb- III,2225; Fatîn Efendi, Tezkire-i Hâtimetü’l-eş‘âr, İstanbul
1271, s. 96; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Ak-
rahim Bey’in ölümüne kadar Bâbıâli’de Dîvân-ı
kuş-Ali Yılmaz), İstanbul 2006, IV, 164-165; Suud Yavsı, Şair
Hümayun Kalemi’nde çalıştığı bilinmektedir. Mustafa Zekâi, İstanbul 1941.
Babasının ölümünden sonra tasavvuf yolu- ➢ AZMİ BİLGİN
na girerek memurluktan ve İstanbul’dan ayrıldı.
Simav’da Halvetiyye Şa‘bâniyye’den Hacı Hasan MÜTERCİM ÂSIM EFENDİ
Efendi’ye intisap ederek tasavvuf ve tarikat yo- (1755/1819)
lunda ilerledi. Bir kıtasından anlaşıldığına göre Üsküdar Nuhkuyusu’nda evi olan,
Şeyh Şa‘bân-ı Velî’den feyz almıştır: Kamus mütercimi, dil bilgini.
Tarîk-ı Halvetiyye’nin pertevi nûr-ı Celî’dendir Antep’te doğdu (1755). Tam adı Seyyid Ahmed
Kemâlât-ı Velâyet anlara sırr-ı Alî’dendir Âsım’dır. Yaptığı tercümeler sebebiyle “müter-
Görüp hâlât-ıla devrânımız dahl itme ey zâhid cim” unvanını aldı. Babası tanınmış bilgin ve
Bize feyz-i İlâhî Şeyh Şa‘bân-ı Velî’dendir şairlerden Mehmed Cenânî Efendi’dir. İyi bir
Uzun süre ayrı kaldıktan sonra Üsküdar Do- eğitim gördü. Dinî ilimlerden başka Arapça
ğancılar’da Hacı Ahmed Paşa Kadınlar Hamamı öğrendi, hat meşk etti; şiir ve edebiyat dersleri
karşısındaki evine geri döndüğünde ailesi nere- aldı. Antep Mahkemesi Kalemi’nde görev yaptı.
deyse onu tanıyamamıştır. Üsküdar’da Nasûhî Bu yıllarda ünlü bilgin ve şairlerin meclislerine
282
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
MÜTERCİM ÂSIM EFENDİ M
Mütercim Âsım Efendi
› Mütercim Âsım Efendi’nin
Karacaahmet Mezarlığı'ndaki
kabri
de katılarak bilgi ve görgüsünü arttırdı. Bir süre Tarih alanında yazdığı eser ve çevirileri ya-
divan kâtipliğini yaptığı Mehmed Nuri Paşa’nın nında şairliği de vardır. Bazı şiirleri bestelen-
sarayla arası açılınca sıkıntılı günler geçirdi ve miştir. Muhammed Hüseyin Tebrîzî tarafından
Kilis’e kaçmak zorunda kaldı. Bu süreçte malını yazılan Farsça sözlüğü (Burhân-ı Katı‘) tercü-
mülkünü kaybetti, kütüphanesi yağma edildi. me ederken otuzdan fazla sözlükten yararlandı.
1789’da İstanbul’a gitmeye karar verdi. Fîrûzâbâdî’nin Arapça sözlüğünün Türkçe’ye
Burhân-ı Katı‘ Tercümesi ilim âlemince ta- tercümesi olan Kamus Tercümesi’ni beş yılda ta-
nınmasını sağladı. Bu eseri sunduğu III. Selim, mamladı.
bir göreve tayinini emrettiği gibi kendisine ev Kaynakça: İbnülemin, SATŞ, I, 66-72; Ömer Asım Aksoy,
tahsis edildi ve maaş bağlandı. Arapça öğrenmek Mütercim Asım: 1755-1819, Ankara 1962.
isteyenler için Tuhfe-i Âsım’ı yazdı. Siyer-i Hale- ➢ AZMİ BİLGİN
bî’yi Arapça’dan tercüme edip onu da III. Selim’e
sununca padişahın yardımıyla Hicaz’a gitti. Me-
dine’de görüştüğü hocası Abdullah Necib Efen-
di’nin tavsiyesiyle Şerh-i Siyer-i Halebî’yi yazdı.
Hacdan dönerken Şam’a ve Halep’e uğradı.
Antep’e ve Maraş’a gitti. Daha sonra İstanbul’a
ailesiyle birlikte döndü ve Üsküdar’da bulunan
Nuhkuyusu’ndaki evine yerleşti. Molla Gürânî
Mescidi’nde ders okuttu. 1807’de vak‘anüvis
oldu. Süleymaniye müderrisi iken Selanik ka-
dılığına gönderildi (1814). 27 Kasım 1819’da İs-
tanbul’da öldü. Mezarı Karacaahmet’te Harman-
lık’tan Miskinler’e giden yolun sağ tarafındaki set
üzerindedir. 283
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
N
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
NÂBÎ
(ö. 1124/1712)
NÂBİZÂDE NÂZIM
(1862-1893)
si’nden Saraçlar Çeşmesi’ne inen yol üzerindedir.
Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa Oldukça genç sayılabilecek bir yaşta vefat et-
verilen hikâye ve roman yazarı. mesine rağmen şiir, hikâye, roman, makale ve
Nâbi Bey’in oğludur. Küçük yaşta önce annesini, tercüme vadisinde bir hayli eser ortaya koyan
daha sonra babasını kaybedince üvey annesiyle Nâbizâde’nin asıl önemi, Türk edebiyatında rea-
dayıları tarafından büyütüldü. Tophane’deki sıb- list akımın ilk yerli örneği kabul edilen Karabibik
yan mektebinin arkasından Fevziye Rüşdiyesi’ni (1890) adlı uzun hikâyesi ile Zehra (1896) roma-
ve Beşiktaş Askerî Rüşdiyesi’ni bitirip Mühen- nından gelmektedir. Nâbizâde Nâzım’ın roman
dishâne-i Berrî’ye girdi. 1884’te Topçu Mülâzım- ve hikâye ile tercih ettiği realizm ve natüralizm
ı Sânisi rütbesiyle Erkân-ı Harbiye sınıfına ay- akımları hakkındaki derli toplu görüşlerini Ka-
rıldı. 1886’da Erkân-ı Harp yüzbaşısı rütbesiyle rabibik ve Hasba’nın (1891) önsözlerinde bul-
mezun oldu. İki yıl öğretmenlik yaptıktan sonra mak mümkündür.
1888’de kolağalığına yükseldi. 1889’da Erkân-ı Nâbizâde Nâzım’ın yukarıda adı geçenler dı-
Harbiye Dairesi’ne tayin edildi. Araştırmalar- şındaki eserlerinden bazıları şunlardır: Heves
da bulunmak üzere bir süre Suriye’de kaldı; geri Ettim (1885), Yâdigârlarım (1886), Hâlâ Güzel
dönünce Mecidî nişanıyla ödüllendirildi. Kemik (1891), Seyyie-i Tesâmüh (1891), Esâtîr (1892).
veremi teşhisiyle bir yıl kadar Haydarpaşa Has- Kaynakça: İsmail Hikmet (Ertaylan), Nâbizâde Nâzım, İstan-
tahanesi’nde tedavi görmesine rağmen kurtarı- bul 1933; Tahir Alangu, 100 Ünlü Türk Eseri, İstanbul 1974, I,
704-714; Necat Birinci, Nâbizâde Nâzım, Ankara 1987; Him-
lamadı ve 6 Ağustos 1893’te en verimli yaşında met Uç, Nâbizâde Nâzım, İstanbul 2007.
vefat etti. Mezarı Üsküdar’da Miskinler Tekke- ➢ ABDULLAH UÇMAN
286
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN N
ZEHRA’DAN
«Teehhülün (evlenmenin) ilk yazını Şevket’in arzu ve tertibi veçhile Bulgurlu’da ke-
mal-i saadetle (büyük bir saadet içinde) geçirdiler. Libâde civarında minimini bir köşk
tutulmuş ve aile halkı oraya nakletmişti. Köşkün bir cephesi Kayışdağı’yle Erenköyü
cihetine, arka cephesi tamam Libâde ve Çamlıca’ya müteveccih olup, bir tarafını deniz,
diğer tarafını Uzunçayır almıştı. Bina beş altı dönümlük bir bağ içinde bulunup, civa-
rında da büyük bir ekin tarlası bulunmakta idi.
Köşk, bir zemin katı üzerinde tek bir kattan ibaret ahşap bina olup, beş oda, bir
geniş sofa, bir avlu, iki küçük oda, bir mutfaktan ibaret idi. Binanın haricinde bir ahır
ile bir arabalığa merbut hizmetçi odası vardı. Bu ahıra bir güzel arap kısrağıyle bir tek
çukurova bağlanmış ve arabalığa da tek koşulu narin bir mylord çekilmiş idi.
Köşkün ön cephesinde bir pencere önüne oturulup da nazar-i temaşa şöyle bir
etrafa gezdirilecek olsa, görülecek manzara-i lâtifeyi seyre doyulamazdı.
Bir kere bu levha-i zîbanın (süslü levhanın) hududunu, bir taraftan gümüş renkli
bir derya-yi rakid (durgun bir deniz) içinde, deniz kızı letafetinde arz-i endam eden
Adalarla, bunların gerisinden doğru uzaktan uzağa yüksek tepelerini gösteren Katırlı
ve Keşiş dağları tahdit eder (sınırlar). Hududun nihayeti, Erenköy’ünün arkasından
doğru latîfü’l-manzar (latif görünüşlü) Kayışdağı tepesi bu hududu taht-i hâkimiye-
tinde tutmaktadır.
Bundan sonra hudut Uzunova çayırına karışıp Büyük Çamlıca tepesine kadar
uzanır gelir.
Bu hudud-i lâtife içinde mahsur (çevrili) kalan asıl zemin ise ötesine berisine zarif
köşkler, nazar-rübâ bağlar, tarâvetli ağaçlıklar, «hoş-manzar» tarlalar serpilmiş bir sa-
ha-i vesiâdan (geniş bir alandan) ibaret bulunur.
Nazar-i temaşa, bu vüsat-i «tabiat-âbat» içinde, bağdan bağa, tarladan tarlaya, te-
peden tepeye, ağaçtan ağaca kona kona, ve neşe kanatlarını derya-yi hemvarın (düm-
düz denizin) serin sularına çarpa çarpa, bir «mürg-i sefa-pervaz» (neşe ile uçan bir
kuş) gibi koşup durmaktan hiç yorulmaz. Burada hava gayet halis, su nihayet derece
nefîstir. Hele guruba yakın, bu ovaya öyle bir reng-i lâhutî çöker ki, Çamlıca tepele-
rinden birisine çıkıp da şu saha-i bedayie atf-i nigâh-i meftuniyet eden (şu güzellikler
alanına meftunlukla bakan) zevk-âşinayi tabiat (tabiatten zevk alan kimse) için, âlem-i
imkânda (bu dünyada) neşenin, sefanın ve zevkin bu derecesi hakikaten «lâhuti» tav-
sifine lâyık görülür.
Aman Yarab! O koca ovayı şu zamanda görmeli! Tabiatte en mebzul olan yeşil
rengin tasavvur olu-nabilecek çeşitlerinin kâffesini câmi bulunan zemin-i mütemevvic
(yeşil rengin akla gelebilecek çeşitlerinin hepsi arasında bulunan dalgalı toprak) içinde
kıvrıla kıvrıla şu cihete bu cihete uzanıp giden yollar üzerinde sürüler, çiftçiler, bağcı-
lar, öküz arabaları, katar-katar yerlerine yurtlarına doğru ağır ağır yürürler.
Kadın erkek, çoluk çocuk, çayırlara, tepelere dökülür. Herkes rast geldiği yere otu-
ruverir. Ne zeminde rutubet, ne havada soğuktan eser bulunmaz.
Çocuklar ekin tarlaları, üzüm bağları kenarlarında koşuşurlar. Genç kızlar kele-
bek gibi, çiçekten çiçeğe konarlar. Sevdalı delikanlılar bu letafeti uzaktan temaşa ile
zevkyap olurlar.
İhtiyarlar ise gençlere mânidar (manalı) tebessümlerle selam verir geçerler. Her-
kes şen, herkes bahtiyar görünür».
—Nâbîzâde Nâzım
287
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
N NAKŞİDİL SULTAN
Nakşidil Sultan
› Nâmık Kemal
verildi. Akrabalarından Samiye Hanım ile evlen- dışında belli bir hocası olmamasına rağmen şah-
miş, biri erkek, ikisi kız, üç çocuğu olmuştur. Şair sî gayretiyle kendini yetiştirdi. Ayrıca Üsküdarlı
Nâzım Hikmet’in dedesidir. Bestenigâr Ziya Bey, Tanbûrî Cemil Bey, Girif-
Mevlevî tarikatına bağlıydı. İki defa görev tzen Âsım Bey, Lavtacı Lütfi Bey, Danbeni Rızâ
yaptığı Konya’da, Mevlânâ tutkunu, bilgin bir Bey, Muallim İsmail Hakkı Bey gibi mûsıkîşinas-
Mevlevî kimliğiyle halk tarafından çok sevildi. lardan faydalandı. Güzel bir sese de sahip olan
Tasavvufî şiir ve düşüncelerini içine alan Muha- İsmail Hakkı Bey, 1920’de Muallim İsmail Hakkı
taba’dan (1887) başka Kerbelâ (1911) ve Yek-âvâz Bey’in kurduğu “İstanbul Opereti Topluluğu”nda
(1917) adlı risaleleri, İbn-i Fariz Hazretlerinin sahne sanatkârı olarak rol aldı.
Yaiyye, Mimiyye ve Raiyye Kasidelerinin Şerhidir Onun ilk bestesi “Sîne-i gül rengine hep hâle-
adlı şerh ve tercümesi, eserlerinden bazılarıdır. den şal gerseler” mısrâıyla başlayan sûzinâk şar-
İçinde daha ziyade dinî-tasavvufî içerikli şiirleri kıdır (1918). Beş yüzün üzerinde eser besteledi
ile tarih beyitleri bulunan yazma şiir mecmuası ancak büyük bir kısmının sözleri de kendisine ait
Fevziye Abdullah Tansel tarafından bir makaley- olan bu eserlerin çoğu günümüze ulaşamamıştır.
le tanıtılmıştır. Cumhuriyet gazetesinde tefrika Yılmaz Öztuna, onun eserlerinden kırk dört şar-
edilen hatıraları kitaplaşmıştır. kının listesini neşretmiştir (bkz. Bibliyografya).
Besteleri arasında “Beklerim hergün bu sahiller-
Kaynakça: İbnülemin, SATŞ, III, 1554-1559; Fevziye Abdul-
lah Tansel, “Bir Mevlevî Nâsir ve Şairi Mehmed Nazım Paşa”, de mahzun böyle ben” mısrâıyla başlayan hüz-
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XIV (1966), s. zam ve “Doldur getir ey sâkî bu cem bezminde
155-174; “Nâzım, Mehmed Paşa”, TDEA, VI, 540; Nazım Pa-
şa’nın Anıları [Hatıraları] / Bir Devrin Tarihi, İstanbul 1992.
bir gün mey biter” mısrâıyla başlayan yegâh
şarkıları hâlâ zevkle icrâ edilen ve dinlenen eser-
➢ ÂLİM KAHRAMAN
lerinden sadece ikisidir.
Kaynakça: İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 208; Rah-
NEBİLOĞLU, İSMAİL HAKKI mi Kalaycıoğlu, Türk Mûsıkîsi Bestekârları Külliyâtı, Sayı 25:
(1895-1965) İsmail Hakkı Nebiloğlu, İstanbul 1969; Mustafa Rona, 20. Yüz-
yıl Türk Mûsıkîsi, İstanbul 1970, s. 380-382; M. Nazmi Özalp,
Türk mûsıkîsi bestekârı; Karacaahmet Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara, 1986, II, 102-103; Yılmaz Öz-
Mezarlığı’nda toprağa verildi. tuna, Büyük Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, Ankara 1990, II,
102-103; Nuri Özcan, “Nebiloğlu, İsmail Hakkı”, DİA, XXXII,
İstanbul’da Teşvikiye’de doğdu. Doğum yılı kendi 473-474.
ifadesine göre 1895 ise de, kendisi ile ilgili yayın- ➢ NURİ ÖZCAN
ların pek çoğunda 1893 olarak geçmektedir. Ba-
bası Enderûn-ı Hümâyun müdürlerinden, Hacı
Mehmed Nebil Bey, annesi Fatma Melek Ha-
NEDÎM
(ö. 1143/1730)
nım’dır. Kabataş İdâdîsi ve Mekteb-i Hukuk’tan
Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa
mezun oldu. I. Dünya Savaşı’nda yedek subay
verilen ünlü divan şairi.
olarak katıldığı Çanakkale ve Kafkas cepheleri
bölük komutanlığı görevinde bulundu. Keşan’da İstanbul’da doğdu (1681). Asıl adı Ahmet’tir.
bir gece, düşman topçu ateşi sonucu ağır şekilde Babası ulemadan Şeyh Mehmed Efendi’dir. Şe-
yaralanıp gözlerinin büyük ölçüde zarar görmesi ceresinden adı bilinen en eski kişi Fatih Sultan
üzerine mâlûl gazi olarak emekliye ayrıldı. Ön- Mehmet devrinde yaşayan ve Mevlevîliğe men-
celeri çok az görebilen gözleri, bir müddet son- sup olan Karaçelebizâde Âsım’dır.
ra görme yeteneğini tamamen kaybetti. Bir süre İlk eğitimini aile çevresinden aldıktan sonra,
bazı okullarda görev yaptıktan sonra kendini dinî ilimlerin yanında Arapça ve Farça’yı da iyi
tamamen mûsıkî çalışmalarına verdi. 20 Şubat derecede öğrendi. Şeyhülislâm Ebezâde Abdul-
1965’te Yıldız’daki evinde vefat etti ve Karacaah- lah Efendi’nin de bulunduğu bir heyetin yaptığı
met Mezarlığı’na defnedildi. imtihanla Hariç medresesi müderrisliğini kazan-
İsmail Hakkı Bey ilk mûsıkî bilgilerini, küçük dı. Sultan III. Ahmed’in saltanatının ilk yılların-
yaşlarda annesinden ud öğrenerek aldı. Ünlü da şiirleriyle ün kazanmaya başladı. İlk şöhretini
Ûdî Âfet Efendi’den çok kısa süre aldığı ud dersi Silahtar Ali Paşa’ya sunduğu kasidelerle kazandı. 291
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
N NEDÎM
Nedim
Nedim’in
Karacaahmet’teki mezarı
292
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
NEYLÎ N
NEYLÎ
(ö. 1161/1748)
Nurbânû Sultan'ın
Saraydan çıkarılışını temsil
eden minyatür
› Nurbânû Sultan
OKTAY RİFAT
(1914-1988)
Necmeddin Efendi genç yaşlarından itibaren dü. Bu arada hat ve kitap san’atlarına dair tabir ve
eski hat üstatlarının icazetnamelerini ve san’at ıstılahları başta Bahaddin Efendi (Tokatlıoğlu)
hayatlarının muhtelif devrelerine ait örnekleri olmak üzere eski üstatlardan tesbit etme yolunda
titizlikle toplamaya başladı. 1915’te hoca olarak çalışmalara başladı. Celâl Esat Arseven’in San’at
davet edilip yanlışlıkla talebe kaydedildiği Med- Ansiklopedisi’ne ve Mehmet Zeki Pakalın’ın Os-
resetü’l-hattâtîn’de Hacı Kâmil Efendi’den (Ak- manlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’ne
dik) sülüs hattını ilerletti, Tuğrakeş İsmail bu konularda şifahî kaynaklık etti.
Hakkı Bey’den de (Altunbezer) celî sülüs ve 1925’te eski bir mücellit terekesinden eline
tuğra meşketti. Medresetü’l-hattâtîn’den diploma kadîm tarzda cilt kalıplarının geçmesiyle mücel-
almasından iki yıl önce 22 Mayıs 1916’da ebru litliğe heves eden Necmeddin Efendi, Bahaddin
ve ahar muallimliğine tayin edildi. Yine aynı yıl- Efendi’nin yardımıyla bu meslekte de kendini
larda Süleymaniye’deki Kanunî Sultan Süleyman geliştirdi. Elindeki eski kapların tamiri dışında
Mektebi ile Bostancı ve Erenköy mekteplerinde yeni cilt kalıpları elde etmek için galvanoplasti
rık’a yazısını öğretti. Medresetü’l-hattâtîn’deki metodunu öğrendi ve bu sahada da başarılı oldu,
hocalığı sırasında yazılı ebru denilen tarzı ve çi- 1926 yılından itibaren kadîm tarzda kitap kapla-
çekli ebruyu buldu. Lâle, karanfil, sümbül gibi rı ve deriden yazı çerçeveleri îmal etti. 1930’la-
çiçekleri aslına uygun şekilde ebru teknesinde rın son birkaç yılında saray kütüphanesindeki
resmetmeyi başardı. Bundan dolayı çiçekli eb- tamire muhtaç kıymetli kitapların cilt bakımını
rulara san’at çevrelerinde “Necmeddin ebrusu” yapmaya memur edildi. Okçuluğa olan sevgisini
adı verildi. Medresetü’l-hattâtîn’in 1925’te Hattat soyadı kanunu çıktığında Okyay soyadını alarak
Mektebi, 1929’da Şark Tezyînî San’atlar Mektebi ispatlayan ve yaşlı hâlinde bile yay çekmeyi me-
ismiyle devamında da öğretim vazifesini sürdür- raklılara heyecanla gösteren Necmeddin Efendi 297
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
O OKYAY, NECMEDDİN
Necmeddin Okyay’ın
celî talik bir levhası
Necmeddin Okyay evinin
bahçesinde dostları ve
öğrencileriyle
› Necmeddin Okyay
hayatının son dönemlerinde
vakıf arazisi olan Okmeydanı’nın ilki 1920’de, borçlu olduğunu belirtirdi. Okyay’ın bir başka
ikincisi 1940’ta olmak üzere satışını Devlet Şû- hususiyeti de Osmanlı topraklarında yaşayan
rası’na kadar takip ederek önledi. 1926’da Gül- muhtelif halkların konuştuğu Türkçe’yi lehçe
cü Şükrü Baba ve Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey’in farklarıyla taklit edebilmesiydi. Kur’an-ı Kerîm’i
(Altunbezer) teşvikiyle Toygartepe’deki dört dö- “Üsküdar ağzı” ile tiz perdeden okuyuşuyla ta-
nümlük bahçesinin bir bölümünü gül yetiştir- nınır, mûsıkî tahsil etmediği halde tabii makam
meye ayırarak 400 çeşit gül yetiştirdi. Katıldığı seyriyle okuması erbabınca çok takdir edilirdi.
gülcülük müsabakalarında madalyalar kazandı. Hadiseler karşısında ebcedle irticalen tarih dü-
Bu zevkini 1950’li yıllara kadar sürdürdü. şürür, tarih düşürmek için çaba sarfettiği takdir-
Şark Tezyînî San’atlar Mektebi’nin Devlet Gü- de muvaffak olamadığını söylerdi. Gözlerine arız
zel San’atlar Akademisi’ne Türk Tezyînî San’atla- olan glokom hastalığı, son yıllarında hüsn-i hat
rı Şubesi adıyla bağlanmasının (1936) ardından seyrinden kendisini mahrum bırakmakla bera-
muallimlik hizmetine burada da devam etti. ber ziyaretine gelen sevenlerine birikimlerini ak-
Ocak 1948’de emekliye ayrıldıktan sonra san’at tararak bahtiyar olurdu.
faaliyetlerini daha ziyade evinde öğrencileriyle 5 Ocak 1976 tarihinde Haydarpaşa Numune
çalışarak ve isteyenlere levhalar yazarak sürdür- Hastahanesi’nde vefat eden Okyay ertesi günü,
dü. Dostlarının ve yerli yabancı san’at severlerin kırk yıl imamlık yaptığı Yeni Valide Camii’nde
uğrak yeri olan evi âdeta bir kültür ve san’at mer- öğle namazını müteakip kılınan cenaze nama-
keziydi. Çok cepheli oluşundan dolayı hocası zından sonra Karacaahmed’deki aile kabristanı-
Edhem Efendi gibi “hezarfen” lakabıyla anılan na defnedildi.
Necmeddin Okyay’ın önemli bir meziyeti de Hocası Sâmi Efendi’nin tavsiyesi üzerine daha
imzasız hüsn-i hat eserlerinin kime ait olduğu- ziyade ta’lîk hattına yönelmiş, eserlerini o yolda
nu büyük bir isabetle tayin edebilmesiydi. Şeyh vermiştir. Sınırlı sayıda sülüs ve celî sülüs levha-
Hamdullah, Hâfız Osman, İsmail Zühdü, Musta- ları da vardır. Ta’lîk ve celî ta’lîk eserlerine, bir
fa Rakım, Kazasker Mustafa İzzet, Mehmed Şev- kısmı kendi ebrularıyla bezenmiş olarak müze
ki ve Sami gibi hayranı olduğu üstatların hatla- ve özel koleksiyonlarda rastlamak mümkündür.
rını yazdıkları yılı da bazan aynen, bazan küçük Altmış sene içinde oluşturduğu koleksiyonunun
bir farkla söyleyebilirdi. Bunu zekâ ve hâfızasına büyük bölümü 1960 yılında Topkapı Sarayı Mü-
olduğu kadar gördüğü eserleri tedkik edişine ve zesi’ne intikal etmiş, metrûkâtı ise 1977’de Türk
298 her hattatın yazı karakterini zihnine kaydedişine ve İslâm Eserleri Müzesi ile Türkpetrol Vakfı’nda
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ONGAN, EMİN O
toplanmıştır. Devlet Güzel San’atlar Akademi- Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2004, II, 182-194; a.mlf.,
“Hezârfen Üstad Necmeddin Okyay’la Bir Konuşma”, Hayat
si’nden ayrılırken eski personel kanununa tâbi Mecmuası, sy. 51 (1968), s. 8-10; a.mlf., “Toygartepesinde-
oldukları için emekli maaşı alamayan birkaç ki Ev” Türk Edebiyatı, sy. 389 (2006), s. 24-32; İslâm Kültür
hoca arasında yer alan Okyay, her ay 178 Türk Mirasında Hat San’atı (haz. M. Uğur Derman), İstanbul 1992,
s. 224, 225, 232; Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, ts., s.
lirası karşılığında bir eserini akademiye verme- 265; Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul 1999, s.
ye başlamış, bunu sürdürebildiği 1960 yılı sonu- 182-185; Şule Aksoy, “Hezârfen Bir Hattat, Necmeddin Okyay:
Hayatı, Türk ve İslâm Eserleri Müzesinde Bulunan Kitapları”,
na kadar 150’nin üzerinde yazısı Devlet Güzel M. Uğur Derman Armağanı: Altmışbeşinci Yaşı Münasebetiyle
San’atlar Akademisi’nde toplanmıştır. Bu yazıla- Sunulmuş Tebliğler (der. İrvin Cemil Schick), İstanbul 2000,
rın bir kısmı mezuniyet ödevi olarak öğrencile- s. 73-100; F. Çiçek Derman, “Türk Tezyînatındaki Istılah ve
Tabir Kargaşasına Dair”, a.e., s. 253-260; Muhittin Serin, Hat
re tezhip ettirilmiş olup hâlen Resim ve Heykel Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 2003, s. 311-315 (Diğer
Müzesi koleksiyonundadır. Tezhip edilmeyen kaynaklar için bk. M. Uğur Derman, “Okyay, Mehmed Nec-
meddin”, DİA, XXX, 343-345).
diğer yazılar 2001 yılında Mimar Sinan Üniver-
➢ M. UĞUR DERMAN
sitesi Rektörlüğü’nden çelik dolabıyla birlikte
kaybolmuştur.
Okyay’ın hem celî ta’lik hem de Latin harfle- ONGAN, EMİN
(1906-1985)
riyle yazdığı tek bina kitabesi Çemberlitaş’taki
Kemanî, bestekâr, Üsküdar Mûsıkî
Piyer Loti’nin evi üzerindedir. Yazdığı mezar ki-
Cemiyeti’nin şeflerinden.
tabeleri de vardır.
Edirne’de doğdu (1906). Cerrah kolağası Ahmet
A. Süheyl Ünver, Topkapı Sarayı Müzesi
Bey ile Zehra Hanım’ın oğludur. Edirne’de Dâ-
müdür muavini Lutfi Bey, Ressam Şefik Bursalı,
rü’l-Edeb mektebinde başladığı tahsilini, Balkan
Muhsin Demironat, Rikkat Kunt, Feyzullah Da-
savaşı dolayısıyla ailece gittikleri Üsküdar’da
yıgil, Emin Barın, Kerim Silivrili, oğulları Nebih,
Ravza-i Terakki Mektebi’nde sürdürdü ve tek-
Sami ve Sâcid, yeğeni Mustafa Düzgünman, Ali
rar geri döndükleri Edirne’de Sultânî’yi bitirdi.
Alparslan, Mes’ud Kacaralp, Bekir Pekten, Nu-
On üç yaşında Türk mûsıkîsi öğrenmeye heves
man Batur ve Uğur Derman, Okyay’ın muhtelif
etti. Öğretmen ağabeyi Nedim’in kemanını giz-
dallarda yetiştirdikleri arasında zikredilebilir.
lice çalmaya başlayarak bu saz ile tanıştı. İleride
Kaynakça: İbnülemin, Son Hattatlar, İstanbul 1955, s. 597- üstadı olacağı bu sazda kendi kendine çalışırken
601; M. Uğur Derman, Türk Sanatında Ebru, İstanbul 1977, s.
udî Edip Nâzım Bey’den nota, muzıkalı Celal
40-47; a.mlf., “Hezârfen Hattat Üsküdarlı Necmeddin Okyay”,
Üsküdar Sempozyumu I: 23-25 Mayıs 2003: Bildiriler (haz. Bey’den Batı müziği nazariyatı öğrendi. Beste- 299
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
O ORHON, CÜNEYT
ORHON, CÜNEYT
(1926-2006)
nigâr Ziya ve Arap Cemal beylerden usûl ve eser Üsküdar doğumlu müzik adamı.
meşk etti. 1927’de o zamanki adı Dârü’l-feyzi Üsküdar Çamlıca’da doğdu (1926). Babası polis,
Mûsıkî olan Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’ne intisab annesi ise mûsıkî ile meşguldü. Üsküdar Mû-
etti. Buradaki hocalardan da faydalanarak mû- sıkî Cemiyeti’nde Emin Ongan’ın öğrencisi oldu
sıkî bilgisini daha üst seviyeye çıkardı. (1946-1950). Kemal Niyazi Seyhun’dan kemen-
1936’da inhisarlar idaresinde başladığı me-
muriyet hayatını yirmi yıl hizmetten sonra
emeklilikle noktaladı.
İntisab ettiği konservatuvar icra heyetinde
zaman zaman konser de yönetti. 1951 yılında ke-
manî olarak girdiği İstanbul radyosunda icralara
katıldı, fasıl idare etti, repertuar kurulu üyeliği
yaptı. Bu arada 1938 yılında idaresini üstlendiği
Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’nde sivil bir konser-
vatuvar disiplini içinde, yarım asra yakın sürede
pek çok talebe yetiştirdi. Cüneyt Orhon, Cüneyt
Kosal, Sâdun Aksüt, Ârif Sami Toker, Niyazi
Sayın bunların en tanınmışlarındandır. Ayrıca
kuruma hizmetleri sebebiyle 1987 yılında idare
heyetinin aldığı bir kararla cemiyetin adı Emin
Ongan Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’ne dönüştürül-
müştür.
1926’da Şadaraban makamında bestelediği
“Al sazını sen sevdiceğim, şen hevesinle / Çal
söyle benim şarkımı sevdâlı sesinle” şarkısıyla
ilk bestesini yaparak, pek erken yaşlarında bes-
300 tekârlığa başarılı bir adım atmış oldu. Sanatçı,
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ORHON, ORHAN SEYFİ O
Boğazın her yeri bir parça değişmiş şimdi, İşte ilk sevgilim, ilk aşkım,
Yine Çengelköyü lâkin öyle! O güzel Naile ki,
Bahçeler, bağlar, ağaçlar, evler.. Hepimiz gizlice âşıktık ona!
Yine sessiz, yine sâkin öyle! Titreyen perdelerin ardından
Elli yıl köyden uzak kalmışken Arıyorken biz onun gölgesini,
Tanıdım: İşte benim doğduğum ev! Ansızın gökten uçan bir yıldız
İşte, en eski mahallem, sokağım! Gibi bir gün bırakıp gitti bizi!
Geçiyor aynı sokaktan hâlâ
Kendi halinde vakur insanlar.. İşte, gayet temiz, İşte, gayet titiz
İşte hiç fâsılasız dört mevsim Ebe İlhame Hanım!
Köyde lezzet dağıtan bostanlar! Severiz, bizleri paylar da yine!
İşte tılsımlı o bağlar ki bütün dünyada Çünkü biz dünkü çocuklar, hepimiz
Yoktur eşi! Doğmuşuz ellerine!
(…) (…)
Tanıdım: Çarşının en ihtiyarı İhtiyar Angeli aktar küçücük dükkanda,
Başı göklerde asırlık çınarı. Sürme, lâden, kına hep ayrı durur bir yanda.
Bir tevekkül katıyor manzaraya, Kutular ayrı, paketler, kavanozlar ayrı.
Çekilen eski kayıklar karaya. “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı!”
Öyle hoş bir yüzü vardır ki köyün,
Bir gören artık unutmaz neresi? Ve nihayet
İşte, kış vakti coşup çağlarken, Sokağın bekçisi sadık Karabaş!
Yaz gelip kupkuru kalmış deresi! Bizi bir gördü mü gözler parlar.
Tanıdım: Şek ile erken uyanıp Duyulur tatlı, kesik havlamalar.
Gittiğim camii bayramlarda! Köyde herkesle yakından tanışır,
(…) Dili yok, söyleyemez söz amma,
Elli yıl önceki tipler geçiyor karşımdan: Sallanan kuyruğu dildir konuşur!
Kâmil Ağa.. göğsü açıktır kış yaz, İşte rüyası hayalimde kalan Çengelköy!
Karda, yağmurda da hep böyle gezer aldırmaz. Elli yıl önceki tipler işte!
Yaşı yetmişse de hâlâ gençtir. İşte bağ semti, Çakaldağ, Maslak..
Dağılır, parçalanır göğsüne çarpan yıllar.. İşte, İcadiye!
Bir avuç taze köpüktür sanki İşte, mehtabı yakından
Şu ağarmış kıllar! Bir gümüş ayna gibi
Sami bey.. ismi tanınmış hattat. Seyreden Tarlabaşı!
Bizce İzzet’le Yesâri’ye de üstün kat kat. İşte, tarihe bakan gözlerle
Huyu hırçıncadır amma severiz Ceneviz devrini görmüş çarşı!
“O bizim hattatımızdır” diyerek Yine rüyalara dalmış uyuyor.
Övünür, hem överiz. Küçücük koydaki sessiz yalılar,
Hâtemî bey ki Meşîhatteydi, Yine herkes tanıyor birbirini,
“Molla bey!” derdik ona. Yine eş, dost öyle!
Şıktı, bir parça da hattâ züppe! Bir benim sade uzaktan gelmiş,
Elde mercan tesbih, Bir benim sade köyün bilmediği,
Şal yelek, incecik altın köstek.. Bir benim el sayılan!
Şıktı velhasıl pek!
Komşumuz Miralay Ahmet bey ki: Bekledim bir tanıdık yüz boşuna,
Unutulmaz daha genç yaşta ölen Bekledim boş yere bir dost bakışı
O güzeller güzeli Bir dost gülüşü..
Eşi Növber Hanımın iç acısı! “Göçtü çoktan!” dediler
Kerim ağa.. hamlacı, Abdülmecid’in hamlacısı. Anarak ismini sordumsa kimi!
Anılır ismi, sayar gençler onu, Daracık, kuytu sokaklarda gezip,
Boğazın eski kürek şampiyonu! Aradım gençliğimi!
302
(…)
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
—Orhan Seyfi Orhon
ORTAÇ, YUSUF ZİYA O
Yusuf Ziya Ortaç
kağındaki evlerini, orada annesi, babası, büyük-
babası, büyükannesiyle geçen çocukluk yıllarını
hiç unutmadı. Elli yıl sonra on beş yaşlarında
ayrıldığı köyüne geri dönüp artık eski insanların
hiç birinin bulunmadığı semtini ve sokağını bu-
ruk duygular içinde gezdi.
Çengelköy yıllarını “Çengelköy”, “Telgraf So-
kağı” ve “Evimiz” şiirlerinde sıcak bir şiir diliyle
terennüm etti. Ayrıca Çocuk Adam (1941; 1965)
adlı anı-romanını yazarak çocukluk hatıralarını
bir de nesir diliyle anlattı.
Kaynakça İbnülemin, SATŞ, III, 1290-1293; M. Behçet Yazar,
si’nde edebiyat dersleri okuttu. 1941’de İstanbul “Orhan Seyfi Orhon”, Yedigün, XV/382, (1940), s. 15; Mustafa
Baydar, “Orhan Seyfi Orhon”, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar,
Erkek Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edil- İstanbul 1960, s. 154-157; Yılmaz Öztuna, “Yahya Kemal ve
di, bir ara İtalyan Lisesi’nde Türkçe derslerine Orhan Seyfi’nin Bestelenmiş Şiirleri”, Hayat Tarih Mecmuası,
VIII/9 (1972), s. 4-9; Ali Donbay, Orhan Seyfi Orhon: Haya-
de girdi. Milletvekili olarak iki dönem mecliste
tı, Gazeteciliği, Fikrî ve Edebî Şahsiyeti, Eserleri (doktara tezi,
görev yaptı (1946-1950; 1965-1969). Bir kalp kri- 1998), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.
zi sonucu İstanbul’da öldü (1972). Zincirlikuyu ➢ ÂLİM KAHRAMAN
Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Şiire ilgisi Beylerbeyi Rüştiyesi’nde başladı, ORTAÇ, YUSUF ZİYA
(1895-1967)
Mercan İdâdîsi’nde edebiyat hocası Celal Sa-
hir’den teşvik gördü. “Terkipsiz lisan” anlayışına Çocukluğu Beylerbeyi’nde geçmiş Türk
yönelerek sade Türkçe şiir yazma denemelerine edebiyatçısı.
girişti. 1909’dan sonra adı dergilerde görülmeye Beylerbeyi’nde doğdu (1895). Babası mühendis
başlandı, Fırtına ve Kar şiiri tanınmasını sağladı. Süleyman Sami Bey’dir. Beylerbeyi’ndeki Ab-
Ziya Gökalp’in uyarılarıyla, vezinde aruzdan he- dullah Ağa Mektebi’nde okudu. Sonra Alyans
ceye, dilde halk söyleyişine geçti, 1919’da çıkan İzrailit Mektebi ile
Peri Kızıyla Çoban Hikâyesi adlı şiiri, heceyle Vefa İdâdîsi’ni bitirdi. Dârülfünûn Edebiyat
sade Türkçe şiir yazma anlayışının başarılı ör-
neklerinden biri kabul edildi. Gönülden Sesler
(1922) kitabı, beklentilerini karşılamayınca mi-
zah yazarlığına ağırlık verdi. Bazı dergi teşeb-
büslerinden sonra Türkçü edebiyat ve düşünceyi
çatısı altında toplayan Çınaraltı dergisini (1941-
1944) çıkardı. 1930 öncesinden başlayarak ölü-
müne kadar Milliyet, Tasvir, Zafer, Havadis ve
Son Havadis’te köşe yazıları yazdı. Fırtına ve Kar
(İstanbul 1335/1919), Peri Kızıyla Çoban Hikâye-
si (İstanbul 1335/1919), Gönülden Sesler (İstan-
bul 1922) gibi kitaplarda topladığı şiirlerinden
ölümünden sonra geniş bir seçme yapıldı (Şiir-
ler, İstanbul 1970). Yirmiden fazla şiiri, değişik
bestekârlar tarafından bestelendi. Denemelerini
Dün Bugün Yarın (İstanbul 1943) kitabında top-
ladı. Fıkra, mizah, hiciv ve siyasî mücadele kitap-
ları da bulunan yazar, tanınmış Türk şairleri için
küçük biyografi kitapları hazırladı. Doğup büyü- 303
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
O OSMAN FERİD PAŞA
Fakültesi’nde dışarıdan girdiği öğretmenlik sı- Göç (1943), Üç Katlı Ev (1953), Gün Doğmadan
navını kazanarak İzmit ve Galatasaray sultânîleri (1960), Göz Ucuyla Avrupa (1958) gibi şiir, ro-
ile bazı yabancı okullarda edebiyat öğretmenliği man, deneme ve gezi kitapları vardır. Portreler
yaptı. 1918’den itibaren önce Şair, sonra bacanağı (1960) ve Bizim Yokuş (1966) adlı anı kitapları
Orhan Seyfi (Orhon) ile beraber bir mizah der- en çok bilinen eserlerindendir.
gisi olan Akbaba’yı yayımlamaya başladı (1922- Kaynakça:“Ortaç, Yusuf Ziya”, TBEA, II, 752-753; “Ortaç, Yu-
1967). Orhan Seyfi ile Ayda Bir ve Heray adıyla suf Ziya”, TDEA, VII, 136-137; Alâattin Karaca, “Ortaç, Yusuf
Ziya”, DİA, XXXIII, 402-403.
edebiyat dergileri de yayımladı. Öğretmenlikten
➢ ÂLİM KAHRAMAN
sonra bir süre İstanbul Belediyesi Sular İdare-
si’nde çalıştı; milletvekili seçilerek meclise girdi
(1946-1950). Geçirdiği kalp krizi sonucu İstan- OSMAN FERİD PAŞA
(1851-1908)
bul’da öldü (11 Mart 1967). Zincirlikuyu Mezar-
lığı’nda toprağa verildi. Üsküdarlı Osmanlı devlet adamı.
Önce aruzla başlayan şiir çalışmaları Ziya Üsküdar’ın Doğancılar semtinde doğdu (1851).
Gökalp’le tanıştığı Birinci Dünya Savaşı yılların- Babası Mabeyn müdürü Ahmet Rıfat Efendi’dir.
dan itibaren heceyle devam etmiş; “hecenin beş İlk tahsilini Üsküdar Rum Mehmed Paşa Mekte-
şairi” diye anılacak olan isimler arasında yer al- bi’nde tamamladı. Ardından Üsküdar Rüştiyesi
mıştır. Türk Yurdu, Servet-i Fünûn, Büyük Mec- ve İstanbul Askerî İdâdî’sinde okudu. Mezuniye-
mua, İnci gibi dergilerde şiirleri yanında yazıları tinin ardından Harbiye’ye girdi, yükselerek yüz-
da yayımlandı. Akşam, Alemdar, Zaman, Tema- başı rütbesi ile orduya katıldı (1876).
şa gibi dergilerde tiyatro eleştirileri de yazmış; Mesleği dolayısıyla ülkenin çeşitli yerlerinde
Binnaz adlı tiyatro eseri Ahmet Fehim tarafın- hizmet verdi. Tuna Şark ordusunda Osmanlı-
dan filme alınmıştır (1919). Rus Savaşı’nda (1877-1882), Varna ve Şumnu’da
Mizaha yöneldikten sonra diğer alanlardaki (1877) savaştı. İzzet Paşa refakatinde Siirt’e gi-
çalışmaları zayıfladı. Temiz bir Türkçe’yle yaz- derek burada çıkan isyanları bastırdı. Karadağ
304 dığı eserleri arasında Akından Akına (1916), Tahdidi Hudud Komisyonu’nda memur oldu.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
OSMAN ŞEMS EFENDİ O
Anadolu’nun kimi vilayetlerinde baş gösteren Karacaahmet Türbesi civarına defnedildi. Bağlı
kuraklık ve kıtlık üzerine 1887 yılında müfettiş olduğu tarikat Kâdiriyye’nin Enveriyye koludur.
olarak Adana’ya, gerekli incelemelerde bulunma- Tasavvufî kişiliğinin yanında şairliğiyle de
sı için Bağdat ve Necid’e gönderildi. 1890 yılında tanınmıştır. Şiire çok genç yaşlarda başlamış-
İstanbul’a döndü ve Küplüce’de Rençber Soka- tır. Şiirlerinde önce Nuri sonraki yıllarda Şems
ğı’nın sonundaki köşkünde oturdu. 1908’de vefat mahlasını kullanmıştır. Şeyh Galib’i de çağrış-
edince Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi tıran şiirleri sağlığında çok sevilmiş, elden ele
Kaynakça: Baraz, Beylerbeyi, II, 438-440.
dolaşıp ezberlenmiştir. Vefatından sonra hali-
➢ PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ
fesi Bedreddin İzzi Efendi tarafından derlenen
ve oldukça hacimli olan divanında 574 gazel, 27
kaside yanında musammatlar da bulunmakta-
OSMAN ŞEMS EFENDİ dır. Divan’ından başka Şem‘-i Şebistân (tasavvufi
(1814-1893)
mesnevi), Kenzü’l-meânî (kaside ve mesnesiler-
Üsküdarlı şair, mutasavvıf. den oluşan tasavvufî bir eser), Âdâbü’l-mürîd fî
İstanbul Sirkeci’de doğdu (23 Mart 1814). Asıl sohbeti’l-murâd (mensur bir mukaddime ve bir
adı Osman Nureddin’dir. Nakşibendiyye’ye men- mesneviden oluşur) gibi başka eserlerinin de bu-
sup Münzevî Mehmed Emin Efendi’nin oğludur. lunduğu bilinmektedir.
Eğitimine devam ederken aynı mahallede oturan Ehl-i beyt muhibbi, ârif, aşkı kendisine kıla-
İsmail Efendi’ye bağlandı, onun vefatından son- vuz edinen muhakkik sufilerden olan şair, melâ-
ra ise Kuşadalı İbrahim Efendi’ye intisap etti. Bu met neşvesiyle Üveysîliği kendisinde birleştirmiş
yıllarda Sirkeci’de geçimini sağlamak üzere tü- bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir. Divanında
tüncü dükkânı çalıştırdı, ancak eşe dosta ikram- Kerbela olayını anlatan ondan fazla mersiye yer
ları dolayısıyla altı ay sonra kapatmak zorunda alır. Onun şiirlerinden bazıları bestelenerek tek-
kaldı. Daha sonra kâtip olarak bir süre memur- kelerde ilahi olarak okunagelmiştir.
luk yaptı. Kuşadalı İbrahim Efendi’nin vefatın- Kaynakça: Kemal Edip Kürkçüoğlu, Osman Şems Efendi Di-
dan sonra Kâdirî şeyhlerinden Abdurrahim Ün- va-nından Seçmeler, İstanbul 1996.
ÖKTEN, CELÂLEDDİN
(1882-1961)
Eğitimci ve ilim adamı; Üsküdar
Ortaokulu ve Yüksek İslâm Enstitüsü
hocalarından.
Arapça’ya olan derin vukûfiyetinden dolayı tale-
beleri ve arkadaşları arasında “Celâl Hoca” diye
şöhret kazandı. Tam adı Mahmûd Celâleddin
Ökten’dir. Son yüzyılın eğitim ve ilim dünyasın-
da yeri olan önemli şahsiyetlerindendir. Trab-
zon’da doğdu (1882); rüşdiye ve idadiyi orada
tamamladı. Yüksek tahsil için 1899 yılında İstan-
bul’a geldi. Medreselerdeki eğitiminin ardından
Dârülmuallimîn’i (1907) ardından Dârülfünûn’u
bitirdi(1911). 1909’da Turgutlu Rüşdiyesi’nde
başladığı öğretmenliğe İstanbul Erkek, Darüşşa-
faka, Kabataş liselerinde Arapça, felsefe ve edebi- kurucusu ve müdürü olduğu İstanbul İmam-Ha- › Celâleddin Ökten
yat hocası olarak devam etti. Bazı ortaokullarda tip Okulunda meslek derslerine girmiştir. Ayrıca
ve Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan İstanbul bu okulların halka mal edilmesi için İlim Yayma
İmam ve Hatip Mektebinde derslere girdi. Cemiyeti’nin de kurulmasına ön ayak oldu. As-
Celâl Hoca “hoca”lığının yanında diğer bir lında İstanbul İmam-Hatip Okulu’nun şahsında
şöhretini, 1951 yılında İmam-Hatip Okullarının Türkiye’de kurulan bütün İmam-Hatip Okulla-
kurulmasındaki öncülüğüyle kazandı. 1948 yılın- rının babası sayılır. Daha sonra Arapça Koleji
da açılan ve müdürü olduğu İmam-Hatip Kursla- projesiyle Millî Eğitim Bakanlığının kapısını
rı “okullaşma”nın ön adımı oldu. Millî Şef döne- çaldı ancak bir sonuç alamadı. İmam-Hatiplerin
minden sonra iktidara gelen Demokrat Parti’nin halka mal olması karşısında bürokratik zihniyet
Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri ile iyi bir diyalog buna sıcak bakmadı. 1959 yılında Yüksek İslâm
geliştiren Celâl Hoca, bu okulların plan ve prog- Enstitülerinin kurulmasında da önemli gayretle-
ramını da kendisi hazırladı. İmam-Hatiplerin rinin olduğunu ve Üsküdar’daki İstanbul Yüksek
hem plan ve programlarını hazırlamış, hem de İslâm Enstitüsü’nde derslere girdiğini görüyoruz. 307
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
Ö ÖMER LUTFİ EFENDİ, BODRUMÎ
Celâleddin Ökten
arkadaşlarıyla
lik yaptı. Sultan Abdülaziz’in tahta cülûsundan dünyasında kendini tanıttı. İleri gazetesinde ba-
sonra Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’ye muallim sın hayatına atıldı (1921). Karikatürcülüğü kısa
oldu. 1865-71 tarihleri arasında Tophane müftü- bir süre bırakarak, ressam ve illüstratör olarak
lüğünde bulundu, Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî müftü- çalıştı. İkdam, Vakit, Son Posta, Aydede, Akba-
lüğü, Meclis-i İntihâb-ı Hükkâmü’ş-şer’î üyeliği ba, Yedigün, Yirminci Asır, Mizah gibi dergi ve
görevlerinde bulundu. Bilâd-ı Hamse Mevlevi- gazetelerde çalıştı. Kelebek dergisini yayımladı.
yeti, Haremeyn ve İstanbul kadılığı payelerine Özellikle Aydede’de yayınlanan divan şiirlerini
nail oldu. Meclis-i Tedkîkât-ı Şer’iyye üyeli- yorumlarken çizdiği kompozisyonları sayesinde
ğinde bulundu. 1873’te Üsküdar Bidayet Mah- tüm Bâbıâli’de isim yaptı. Askerliğinin ardından
kemesi başkanlığına getirildi. 1875’te İstanbul Mâlûl Gâziler Film Stüdyosu’nda çalıştı.
kadısı oldu, ardından Anadolu kazaskerliği pa- İlk sergisini Taksim’de Kristal Gazinosu’nda
yesini aldı. 1889’da Sultan Abdülhamid tarafın- açtı (1936). Aynı yıl Londra’da İngiltere kralının
dan Şeyhülislâmlık makamına getirildi. 1891’de taç giymesi münasebetiyle bir sergi daha açtı.
muhtemelen meşihat mektupçusu Cemaleddin Mizah çizerliği de yapmış olmasına karşın res-
Efendi’nin tesiri ile bu görevden ayrıldı. 22 Nisan samlık yanını daha fazla önemsiyordu. 1914 ku-
1897’de vefat etti, Çamlıca’da yaptırdığı caminin şağının belli başlı isimlerinden sayılmıştır.
haziresine defnedildi. Arap dili ve İslâm dini ile 1945 yılında Çocuk Gözü dergisine çok sayıda
alakalı bazı eserleri bulunmaktadır. illüstrasyon kazandırdı. 1950’li yıllarda Resimli
Kaynakça: İlmiyye Salnamesi, 612-614; Sicill-i Osmani, IV, Tarih Mecmuası’nın çizerliğini yaptı. 1970’te Gü-
865; Behcetî, İsmâil Hakkı Üsküdârî, Merâkid-i Mu’tebe- naydın gazetesinde Hazreti Muhammed’in Ha-
re-i Üsküdar, (nşr. Bedii N. Şehsuvaroğlu), İstanbul 1976, s.
78; Tahsin Özcan, “Ömer Lütfi Efendi”, DİA, XXXIV, 73-74; yatı’nı çizdi. 6 Kasım 1983 günü vefat etti.
Abdulkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislamları, Ankara, 1972, Fotoğraf çalışmalarına Fatih Halkevi’nde baş-
216-217.
ladı. 1940 yılında Eminönü Halkevi’nde açtıkları
➢ MEHMET İPŞİRLİ sergiyle Türkiye’de fotoğraf sergiciliğinin ilk ör-
neğini verdi; fotoğrafın güzel sanatlar içindeki
ÖZARMAN, MÜNİF FEHİM yerine dikkati çekerek gelişmesine katkı sağladı.
(1899-1983)
Gazeteciler Cemiyeti üyesiydi. Kültür çev-
Üsküdar doğumlu ressam, bezeyici. relerinde ‘Bâbıâli’nin usta sanatçısı’ olarak nite-
Üsküdar’da doğdu (1899). Babası, ünlü tiyatrocu- lenmiştir. Reşat Ekrem Koçu’nun ifadesiyle ‘On
lardan Ahmet Fehim Efendi’dir. Üsküdar Sultânî- parmağında on marifet olan’ bir şahıstı. Sanatkâr
si’ni ve Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi. Çok kişiliğinin yanı sıra yakın çevresinde gülcülüğe
küçük yaştan itibaren babasının yanında, sanat merakıyla da tanınırdı.
dünyasıyla iç içe büyüdü. Tiyatro sahnelerinin “Ergenekon’dan Çıkış” “Sarayda Saz Âlemi”,
dekor resimlerini ve afişlerini hazırladı. 1916’dan “Çarşıya Giden Kadınlar”, “Zeyrek’te Eski Med-
itibaren mizahi ve dekoratif desenlerle matbuat rese” adlı yağlıboya çalışmalarının yanı sıra Elli
Türk büyüğü, Tuna Gülü, Osmanlı Tarihinin
Panaroması, Osmanlı Tarihi gibi çalışmaların re- › Münif Fehim
Üsküdar’ın göbeğine dört küçük vâdi açılır. Bunlar 1) Sultantepesi-İcâdiye ekseni ile Toygar-Selamsız ekseni
arasında Bülbülderesi vâdisi, 2) Toptaşı-Murat Reis ekseni ile Toygar-Selamsız ekseni arasındaki Çavuşderesi
vâdisi, 3) Doğancılar-İnâdiye ekseni ile Toptaşı-Murat Reis ekseni ara-sında kalan Ahmediye vâdisi ve 4) Toy-
gar tepesi ile Açık türbe arasında kalan Hakimiyet-i Milliye Caddesi’nin bulunduğu vâdidir. Üsküdar’a kuşba-
kışı, en geniş görüş açısına sâhip tarassut mevkii ise Açık Türbe tepesinin vâdiye bakan yamacındaki Hüdâî
Dergâhı minaresinin şerefesidir. (...)
Bülbülderesi ve Çavuşderesi vâdilerindeki büyük bostanların yeşilliği göz alabildiğine uzanır giderdi. Bu bos-
tanların bilhassa mârulları, kıvırcık salataları, lahanaları, pırasaları ve ıspanakları pek lezzetliydi. Bu vâdilere
isimlerini vermiş olan dereler herhalde en az bir ya da iki asır önce kurumuş gitmişler, fakat isimleri yadigâr
kalmıştı. Çocukluğumda Çavuşderesi vâdisinde üstü açık bir lağım akmaktaydı. Benden on yaş büyük olan
ağabeyim Mazhar bey ise, çocukluğunda, milletin sabah namazından sonra Bülbülderesi vâdisinde Selanik
310
Mezarlığı’nın alt taraflarına bülbül dinlemeğe gittiklerini hatırlamaktadır. Bugün Hüdâî Dergâhı’nın mina-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
resine çıksam, söz konusu üç selâtin cami haricinde diğerlerinin bir kısmını herhalde artık göremem.
ABDURRAHMAN Ö Çoğu
muhakkak, beton yığınlarının ardında gizli kalmıştır. Üsküdar’da yeşilliklerin ve bostanların ise artık nâm ü
nişânı kalmadı. (...)
Çocukluğumda Üsküdar hiç de aydınlık bir belde değildi. Sokakların tenvîrâtı elektrik lambalarından çok ha-
vagazıyla olurdu. Ben her akşam bizim sokaktaki havagazı lambalarını yakacak olan görevlinin sokağa girişini,
konağımızın cumbasında merakla beklerdim. Görevli omuzuna vurduğu, ucundaki yağlı bez parçası is çıkara
çıkara yanan uzun bir sopayı büyük bir maharetle kullanarak havagazı lambalarının cam kapılarını ve sonra
da bunların içindeki havagazı ocağının musluğunu açar ve ocağı tutuşturduktan sonra kapıyı kapatıp gene o
sopayla mandalını indirirdi.
Bu temâşâya II. Cihan harbi sırasında uzun seneler ara verildiydi. Çünkü harp tehlikesinden ötürü her gece
karartma uygulanmaktaydı. (...)
Üsküdar’daki bütün dükkânlar arasında Hâkimiyet-i Milliye Caddesi’nde 104 numaradaki attâr dük-kanı ka-
dar her şeyine meftûn olduğum bir başka dükkan yoktu. Dükkan sahipleri Sâim ve Bekir Düzgünman kardeş-
ler babamın yakın dostları ve büyük ittikâ sahibi zâtlardı. Üsküdar halkı onları “Aktar Hocalar” diye bilirdi.
Saim efendi amca Üsküdar’ın pek çok camiinde ve bu arada Hüdâî Dergâhı’nda da imamlık yapmıştı. Bekir
Efendi amca da Gülfem Hâtun Camii’nin her eksiğine koşardı. Ehl-i hizmet, adâletli ve muhsin kimselerdi.
Çocukları da öyleydi.
Aktar Hocalar’ın dükkânı zamanın bazı meşhur sanatkârlarının, âriflerinin, sırlı sûfîlerinin ve meşâyi-hinin
sohbet ve muhabbet etmek üzere sürekli uğradıkları bir yerdi. Adeta akademi gibi bir şeydi. (...)
Çocukluğumda ilim irfan sahibi kimselerin uğrak yeri ve Saim Efendi amcanın attâr dükkanındakine benzer
sohbetlerin yapıldığı bir başka yer de Hacı Selimağa Kütüphanesi idi. Kütüphanenin müdürü, bizim konaktan
500 metre kadar ileride bulunan Üsküdar Mevlevîhanesi’nin son şeyhi Ahmet Remzi (Akyürek) Dede idi. (…)
Üsküdar’ın itinin, kopuğunun, serserisinin, meczûbunun dahi bu beldeye mahsus bir edebi ve nezâketi vardı.
Önemli bölümü esrarkeş olan balıkçıların ve boş gezenin boş kalfası tabir edilen kimselerin yurdu, Balaban
semtiydi. Doğancılar Caddesi’nin bitiminde, Üsküdar İskelesi’ne dönül-düğünde, Balaban Baba hazîresinin de
bulunduğu ufak meydanlıklardan genç ya da yaşlı bir hanımefendi geçecek olsa bütün bu bitirim takımı, bu
hanımı, mevcûdiyetleri dolayısıyla dahi rahatsız etmemek için ya yan sokaklara çekilir ya da hiç değilse arka-
larına saklayarak edeben sokağa yan dönerlerdi. Hey gidi günler hey! Üsküdar’da herkes kendine küfüv olanla
ülfet eder, diğerlerine karşı ise pür-edeb olurdu.
Üsküdar balıkçıları her gün Reji binalarının yanındaki arsaya çekmiş oldukları altı çifteli balıkçı kayıklarını
denize indirir ve Kuşkonmaz Camii’nin önünde voli çevirirlerdi. Voli çevirmek, büyük balık ağını olabildiğin-
ce geniş bir daire hasıl edecek şekilde denize yaymak ve bunun iki ucunun karaya ulaştırılmasından sonra da
her bir ucun bir balıkçı takımı tarafından çekilip ağın “cep” tabir edilen kısmında toplanmış olan balıkların
karaya alınması demekti. Bunun seyrinin meraklıları çoktu. Bizim konağın üst katından balıkçıların voliye
çıktığını görür görmez, ağabeyim beni kolumdan tuttuğu gibi soluğu Kuşkonmaz Camii rıhtımında alırdık.
Boğaz’dan geçen balıkların bolluğuna bağlı olarak, bazen sabahları iki ve ikindi vakitleri de gene iki voli çev-
rildiği olurdu.(…)
Çocukluğumda Kuşkonmaz Camii’nin rıhtımının altında, denizin içinde kalan bir kovuğa sığınan sempatik
bir ayı balığı ailesi vardı. Bir müddet sonra, herhalde tedirgin oldular ki, ortadan kayboldulardı.(…)
Bu câmiden Kızkulesi istikametine doğru sahili takip eden bir kimse Şemsi Paşa Meydanı’nı ve onun öteki
ucundaki Anadolu Spor Klübü’nün binasını (şimdiki Hava Kuvvetlerimize ait lokali) arkasında bırakır bı-
rakmaz ikiyüz metre kadar ilerisinde sahile çakılmış sopalar üzerine gerdikleri iplerde rengârenk yemenileri
kurutan “yemenici”leri görürlerdi. Yemeniler boyadan çıktıktan sonra üzerlerindeki boyanın sâbitleştirilmesi
için uzun süre tuzlu su içinde kalmaları gerektiğinden Şemsipaşa’da ve bir de Paşalimanı’nda bu kabil yeme-
nicileri görmek mümkündü. Ben yetişemedim ama ağabeyim hatırlıyor; eskiden yemenicilerin bulunduğu
sahilin hemen önünde, kadınlar için etrafı kapalı bir de Deniz Hamamı varmış.
Bizler denize Salacak plajından girerdik. Bu plajın kumu taşınma kumdu. Deniz taşlı idi. Ama akıntı üstünde
olduğu için suyu temizdi. Plaj Kızkulesi’ne 180 metre uzaklıkta idi. Plajdan kuleye gidip geleni vasat; kulenin
önünde akıntıyı tersine yüzebileni iyi; Salacak Plajı’ndan Kızkulesi’ne, oradan kulenin güneyinde 300 metre
311
açığındaki kayalığa ve oradan da Salacak İskelesi önünden plaja kadar yüzeni de çok iyi yüzücü olarak bilirdik.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
—Ahmet Yüksel Özemre
Ö ÖZDENSES, SEMAHAT
NATO Bilim Komitesinde Türkiye Temsilci üyesi Verenler, Aklın Yolu İlimdir, İslâm’da Aklın Öne-
olarak bulundu (1972-1974). Alanıyla ilgili çeşit- mi ve Sınırı, Akademik Yıllarım (1958-1983) gibi
li bilimsel görevler yürüttü. İstanbul Üniversitesi kitaplara da imza atmış, çeviriler yapmıştır.
Fen Fakültesi Matematiksel Fizik Anabilim Dalı 25 Haziran 2008’de vefat etmiş, cenazesi Ka-
Başkanlığı görevindeyken emekli oldu (1984). racaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Emekliliğinden sonra alanıyla ilgili bazı gö- Kaynakça: Ahmed Yüksel Özemre, “Çocukluğum ve Gençli-
revler aldıysa da, 1996 yılında yayımladığı Üs- ğimin Üsküdar’ı”, İstanbul Armağanı 2 / Boğaziçi Medeniyeti
(haz. Mustafa Armağan), İstanbul 1996, s. 219-236; a.mlf., Üs-
küdar’da Bir Attar Dükkânı kitabıyla kültür küdar Ah Üsküdar, İstanbul 2002.
dünyasında dikkatleri üzerine çeken bir isim ➢ ÂLİM KAHRAMAN
oldu. Bu ve bunun hemen ardından yayımladı-
ğı Geçmiş Zaman Olur Ki, Üsküdar Ah Üsküdar
ÖZKASIM, MEHMET GAZALİ
gibi Üsküdar’ı anlattığı kitaplarında çocukluk ve (1926-2009 )
ilk gençlik yıllarının Üsküdar’ını, orada yaşadığı Üsküdarlı gemi modelcisi.
ramazanları, bayramları; semtin artık hayatta ol-
Arhavi’de doğdu. Bir buçuk yaşında ailesiyle Üs-
mayan insanlarını, manevî dokusunu, kaybolan
küdar’a yerleşti. Haydarpaşa Lisesi’ne devam etti.
seslerini ve kokularını, eğlencelerini, meczupla-
Hayatının büyük bölümü Üsküdar’da ve deniz-
rını özlemle anan bir dil kurmuştur. Altmış ya-
de geçti. Denize, tekneye ve ahşaba olan sevgisi,
şından sonra yazmaya başladığı bu kitaplar, saklı
askerliğini yaptıktan sonra onu kereste ticaretine
kalmış bir semt yazarının Üsküdarlı kimliğiyle
yöneltti. Eminönü Unkapanı’nda bu işi sürdü-
kültür dünyasına doğuşu olmuştur. Üsküdar’ın,
rürken Ayvansaray’daki tekne ustaları ile tanıştı.
içinde yetiştiği manevî kültür hayatına yön veren
Onlardan ahşap tekneler hakkında ayrıntılı bil-
şahsiyetler arasında Aktar hocalar diye bilinen
Saim ve Bekir Düzgünman ile Mustafa Düzgün-
man’ı, onların Üsküdar’daki Aktar dükkânında
cumartesi günü bir araya gelenlerden Sarı Hüs-
nü Efendi, Haydar Efendi, Hayrullah Taceddin
Yalım, Yusuf Fahir Ataer, Eşref Ede, Dr. Ziya
Bey, Necmeddin Özbekkangay, Nazif Uncu,
Necmeddin Okyay, Muhiddin Tanık, Fehmi Tar-
daç, Abdullah Emre gibi şahsiyetleri anmakta,
çoğunu tanıma fırsatı bulduğu bu şahsiyetlerin
yanına Niyazi Sayın, Turgut Çulpan, Vehbi Gü-
loğlu, Hâfız Ama Tevfik ile Ali Alpaslan, Uğur
Derman, Güngör Şatıroğlu ve Nezih Uzel’i de
dâhil etmektedir.
Ölümüne kadar verimli bir yazı hayatı süren
Özemre, adını saydıklarımızdan başka Üskü-
dar’ın Üç Sırlısı, Galatasarayı Mekteb-i Sultani-
si’nde Sekiz Yılım, Kâmil Mürşidlerin Mirası gibi
hatıra ve tasavvuf içerikli kitaplarla Vahye Göre
Akıl: İslâmda Aklın Önemi ve Sınırı, Din ve Mis-
yonerlik, Toma’ya Göre İncil ya da Hz. İsa’nın 114
Hadisi, Kur’an-ı Kerim ve Tabiat İlimleri Tenkidî
Bir Yaklaşım, İlimde Demokrasi Olmaz, Çağdaş
İlmi Tefsirde Vehim Olmaz, Portreler Hatıralar,
Gel de Çık İşin İçinden, Çernobil Komplosu, Ah
Şu Atom’dan Neler Çektim, 50 Soruda Türkiye’nin
Nükleer Enerji Sorunu, 20. Yüzyılda Fiziğe Yön 313
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Ö ÖZKASIM, MEHMET GAZALİ
314
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
P
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
PINAR, SELAHATTİN
(1902-1960)
ARABA SEVDASI’NDAN
Üsküdar’dan Bağlarbaşı tarîkiyle Çamlıca’ya gidilirken Topanelioğlu’ndaki dört yol ağzı mevkiinden takrîben
bir yüz hatve ileriye medd-i nazar olunur ise o vâsi şosenin müntehâ-yı vasatîsinde etrafı bir buçuk arşın kadar
irtifada duvar içine alınmış bir ağaçlık görülür.
Bu ağaçlığa varıldığı gibi şose yol sağ ve sol olmak üzere iki şûbeye ayrılır. Duvar ile muhât olan ağaçlığın bü-
yücek bir kapısı vardır ki iki yolun tamam nokta-i iftirâkında vâkidir.
Sağ ve soldaki yollardan hangisine gidilecek olsa taraf-ı muhâlifi mahud ağaçlıkla mahduddur. Ağaçlığın ya-
nındaki duvar alçacık olduğundan üzerinden hayvan ve bahusus insan aşamamak için boyunca teller uzatıla-
rak muhafaza olunmuştur.
Mûtedil bir yokuş üzerindeki bu yollardan seyr-i âdi ile dört beş dakika kadar gidilince dâima duvar ile muhât
olan ağaçlık bir meydancığa müntehî olur. Ağaçlığın burada da cephede aşağıkine muhâzi bir kapısı vardır.
Yüksekten kuşbakışı bir nazarla bakmak mümkün olsa bir şekl-i mahrûtîde görünecek olan ağaçlık burada
biter ise de iki yol yine birleşemez. Meydancığın bir otuz hatve ötesinde epeyce vâsi ve mürtefî bir set üzerin-
de —kâr-ı kadîm binaları taklîd yolunda yapılmış— enli saçaklı bir kattan ibaret bir bina ve bunun etrafında
bazı büyücek ağaçlar mevcuddur. Onun üst yanında diğer bir set ile başlayan yer ise birtakım servi ve meşe
ağaçlarını ve vaktiyle kırılamayıp kalmış bir mevkiin Sarı Kaya ismiyle benâm olmasına sebep olmuş büyük
büyük sararmış kayaları hâvi inişli yokuşlu metrûk bir mezarlıktır ki geçtiğimiz meydancıktan buraya değin
olan mesafe de yine beş dakikalık kadar tahmin olunur.
Bu mezarlık da geçildikten sonradır ki iki yol hem birleşir hem de düzleşir. Buradan yine bir beş dakika kadar
ileri yürünürse artık Çamlıca dağının eteğinde Kısıklı köyünün çarşısına varılmış olur.
Buraya çıkıncaya kadar yorulmadıksa yine aşağı doğru inelim de nukât ve hudûdunu tâyin ettiğimiz mevkii
tahkîk edelim. Tabiîdir ki bu tahkîka da mahud ağaçlıktan başlayacağız. Burası Çamlıca Bahçesi nâmiyle İstan-
bul’da en evvel tanzîm ve küşâd olunmuş olan bahçedir. Birkaç zamandan beri rağbet-i âmmeden bütün bütün
mehcûr olduğu cihetle ekser eyyâmda kapıları kapalı durur.
Yazın ve bâhusus baharlarda bu bahçeyi açtırıp da aşağıdaki kapıdan içerisine girerseniz beş on kadem iler-
leyerek etrâfınıza bir nazar ediverince muazzam ve mamûr bir ravza-i dilküşâ içinde bulunduğunuza derhal
kâil olursunuz. Bahçenin yalnız meydana geldiği tarihte güzel görünmesi fikrile değil, ileride yani zamanlar
gelip geçtikçe ağaçların, ormanların büyüyerek kesbedecekleri hale göre letâfetlerini dâima tezyîden muhâfaza
eyleyebilmesi mütalaa-i dûrendîşânesiyle icrâ olunan taksîmât-ı dahiliyyesine ve o büyüklü küçüklü tarhların
tenâsüb ve vaziyetlerine bakarak ibtidâ tanzîmini deruhde eden tabiatşinâs-ı mâhir kim ise san’atine tahsînhân
olduktan sonra her tarafı birer birer nazar-ı dikkat ve ihtihsândan geçirmeye başlarsınız.
322
Hâricin enzâr-ı tecessüsünü kesmek için kenarlara bir tertîb-i matbûda dikilip gereği gibi feyizlenmiş, dal
budak salıvermiş salkım,
ÜSKÜDARLI aylanoz,
MEŞHURLAR atkestanesi gibi sâyedâr ağaçlar ile orta yerlerde câbecâ mağrûr çınar, ka-
ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN R
vak, manolya, salkımsöğüt misüllü eşcâr-ı gûnâgûnun ve bazı yerlerde nûr-ı nazarın değil eşia-i şemsin bile
içerisine kolaylıkla nüfûz edemeyeceği surette sıklaşmış ormancıkların etrafında dolaşır, bunları ziyâdesiyle
dilpesend bulursunuz.
Biraz ilerleyince bir düzlüğün vasatında üstü kapalı, etrafı açık kameriyemsi bir şey ve bazı kenar yollar üze-
rinde kulübe tarzında muntazam ve matbû ufak ufak binâlar müsâdif-i nazarınız olur. Bunlardan kameriyeye
benzeyen şeyin eyyâm-ı mahsûsada icrâ-yı âhenk için celbolunacak çalgıcı takımına mahsûs bir yer ve o ku-
lübelerin de bahçe dahilinde me’kûlât ve meşrûbât satmak için yapılmış büfeler olduğuna intikal eder, bunları
da beğenirsiniz.
Azıcık daha ileri gidince bir büyük lâk, onun ortasında dilnişîn bir adacık, bu adayı kenara rabtetmek üzere
sûret-i gayr-ı muntazamada çitten yapılmış tabiî güzel köprüler ve adanın üzerinde gene işlenmemiş ağaç dal
ve kütüklerinden inşâ olunmuş zarîf bir köşk müşâhade eder, bunlardan da aşırı hoşlanırsınız. En sonra yuka-
rıki kapıdan çıkarak mahud meydancığı mürûr ve set üzerine suûd ile evvelce gördüğünüz binayı da yakından
temâşâ ettiğiniz ve bunun da bahçeye merbût bir gazino olduğunu öğrendiğiniz halde bahçenin her sûretle
mükemmeliyetini tasdîk eylersiniz.
II
Şu birkaç sözle evsâfı kabaca tarif edilmiş olan Çamlıca Bahçesi bundan evvel şimdiki gibi hüzünlü bir sükût-
âbâd-ı tenhâî değil, hengâmeli bir sûrgâh-ı şevk ve şagab idi.
Tesviyesiyle, tanzîmiyle bir hayli zaman uğraşılan bu bahçenin 1870 senesi mevsim-i baharında küşâd edi-
leceği havâdisi İstanbul ve Bilâd-ı Selâse tâbir olunan mevâki ahâlisi beyninde şâyi olunca erbâb-ı havâ ve
hevesten olan gençler ve böyle eğlenceleri erkeklerden birkaç kat ziyâde aramaya tab’an mecbûr olan hanımlar
hulûl-i vakt-i merhuna intizâren elbiseye, süse müteallik hazırlıklara gereği gibi germiyet vermişler ve bizim
memlekette emsâli henüz meşhûd olmayan bu moda nüzhetgâhdan her vakit ve belki mehtâblı gecelerde bile
istifâde maksadı kolaylıkla hasıl olmak için pek çok aileler Çamlıca, Bulgurlu, Kısıklı, Topanelioğlu, Bağlarbaşı
taraflarında köşkler, hâneler isticâr ederek bahâr gelir gelmez hemen hemen nakle müsâraat göstermişler idi.
Nihayet o senenin mayıs ayı ibtidâlarında Bahçe açıldı. İstirahât ve tenezzühe mahsus olan cuma ve pazar gün-
leri Üsküdar, Kadıköyü, Beylerbeyi gibi Çamlıca’ya civâr sayılan yerlerden başka İstanbul’un mahall-i baîdesin-
den, Boğaziçi’nden ve sâir mahallerden arabalar, hayvanlarla ve bazan yayan olarak gelen kadın, erkek binlerce
seyircinin bahçeye tehâcümü hakîkaten görülecek temâşâlardan idi.
Hudûdu bir çeyrek saate ancak devrolunabilen bahçe o kadar vüs’atiyle beraber o cemm-i gafîri istiâb edeme-
diğinden halkın bir takımı girdikçe diğer birtakımını çıkmaya mecbûr eder idi. Bu sûretle gerek yukarıki gerek
aşağıki kapıdan lâyenkatî girip çıkan seyircilerin kesret-i izdihâmiyle o koca bahçe —teşbîh biraz kabaca ise
de— azîm bir arı kovanını andırır idi. Fakat bu bir kovan idi ki arıların bal alacakları çiçekler de içinde bulu-
nurdu. İçeride kalanlardan —alafranga bir tâbir ile— tâife-i latîfeye mensûb olanlar ezhâr-ı bahâriye rekâbet
eder gibi en parlak, en güzel renkler içinde ve üç beşi bir yerde çiçekler gibi iki taraflarına salınarak gezinirler
ve onlardan bal almak hevesiyle bîkarâr olan zenbûr mizaç genç beyler de çiçeklerin arasında ikişer ikişer
dolaşırlardı.
Bahçenin dışarısına gelince o da bir başka âlem idi: Süslü hanımları, şık beyleri hâmil birkaç yüz kadar araba
bahçenin etrafını kuşatarak bir zincir-i müteharrik gibi birbiri ardınca muttasıl ve müteselsil devrederler idi.
Vâkıâ o tarihte ağaçlar daha pek genç ve belki çocuk, ormanlar ise pek seyrek olmakla beraber sunûf-ı nebâtât
içinde hüsn-i manzaraya mâlik ve tezyîn-i riyâza hâdim eşcâr ve ezhârın ve çemenlerin her nev-i makbul ve
muteberi kendisinde mevcut bulunduğu için bahâristan-ı tabiatin bir mecmuâ-ı müntehâbâtı gibi manzûr
olmaya liyâkat gösteren ve fazla olarak derûnunda lâk ve köşk gibi enzârı başkaca memnûn edecek şeyleri ve
alelhusûs istirahat ve huzur arzu edenler için câbecâ sandalyeleri, kanepeleri bulunan bu bahçe halkın sâir yer-
lerine olan rağbetini tamamiyle kendisine celbetmişti. Binâenaleyh cuma ve pazardan gayrı günlerde ve bazan
mehtablı gecelerde bile Bahçe züvvârdan hâlî kalmaz idi. Onun için demiş idik ki: Çamlıca Bahçesi bundan
evvel şimdiki gibi hüzünlü bir sükât-âbâd-ı tenhâî değil, hengameli bir sûrgâh-ı şevk ve şagab idi. Filhakîka o
pîrâneser ağaçlar vaktiyle genç idi, havâyı arzu önünde bîkarar olan ehli şebâb gibi bunlar da en hafif bir rüzgâr
ile hemen ihtizâza gelirler ve şevk ve ümide dair güft ü şinide başlar idi!.. 323
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
—Recâizâde Mahmud Ekrem
R REÎSÜLETIBBÂ HASAN EFENDİ
meye ikna etti, daha sonra yine eski öğrencisi mâdan Birkaç Şair (1885), Takdîr-i Elhân (1886),
Tevfik Fikret’i derginin yazı işleri müdürlüğüne Tefekkür (1888), Pejmürde (1895), Araba Sevdası
getirmek suretiyle Servet-i Fünun topluluğunun (1898), Nijad Ekrem (1910), Çok Bilen Çok Yanı-
kurulmasına ön ayak oldu. Ancak kendisi doğ- lır’dır (1914).
rudan doğruya bu hareketin içinde yer almadı; Kaynakça: Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İstanbul 1969, s.
1898’de çok sevdiği oğlu Nijad’ın ölümü üzerine 67-76; İsmail Parlatır, Recâizâde Mahmud Ekrem (Hayatı, Eser-
leri, Sanatı), Ankara 1983; Orhan Okay, Batılılaşma Devri Türk
hayata küstü ve inzivaya çekildi. 1908’de II. Meş- Edebiyatı, İstanbul 2005, s. 129-142; Ahmet Hamdi Tanpınar,
rutiyet’in ilânından sonra Evkaf Nâzırlığı’na ge- XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 2010, s. 427-448.
tirildi; bir süre sonra Âyân âzası oldu ve ölümüne ➢ ABDULLAH UÇMAN
RUM MEHMED PAŞA Üsküdar’da sahile yakın mevkide cami, med- Rum Mehmed Paşa’nın
Türbesi ve sandukası
(ö. 1474) rese, hamam, imaret ve türbeden oluşan külliyesi
Üsküdar’da ilk büyük külliyeyi yaptıran bu beldenin ilk büyük hayratıdır. Rum Mehmed
Osmanlı sadrazamı. Paşa bu külliyeye geliri yüksek vakıflar tahsis
Rum kökenli olup Enderun’da yetişmiştir. Fatih etmiştir. Ayrıca Tire’de cami, bedesten ve türbe
Sultan Mehmed’in güvenini kazanmış, 1466’da yaptırmıştır.
ikinci vezirliğe yükseltilmiştir. Karamanoğulla- Kaynakça: Konyalı, Üsküdar Tarihi, İstanbul, 1976, I, 249-
252; Şe-habeddin Tekindağ, “Mehmed Paşa, Rum”, İA, VII,
rı’na yönelik seferlerde yerli halka sert davranan 594-595; Haskan, YBÜ, II-III, tür.yer.; Hedda R. Kiel, “Rum
Mehmed Paşa, 1470 yılında Eğriboz seferine de Mehmed Paşa”, DİA, XXXV, 226-227.
katılmıştır. Son Kırım seferinde Toros yerlilerin- ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
325
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
S
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
Sadullah Paşa Yalısı gelişen olayları araştırma komisyonu başkanlığı SAFA, PEYAMİ
ve 1877’de Berlin sefirliğinde bulundu. Bu son (1899-1961)
görevi sırasında ünlü Berlin Antlaşması’na imza Bir süre Beylerbeyi’nde oturmuş
attı. Başarılı hizmetlerinde dolayı Sultan Abdül- romancı, gazeteci ve fikir adamı.
hamid tarafından vezirlik rütbesiyle taltif edilen
Sadullah Paşa 1883 yılında Viyana sefiri tayin İstanbul Gedikpaşa’da doğdu (2 Nisan 1899).
edildi; 14 Ocak 1891 tarihinde intihar ederek ha- İsmi Tevfik Fikret tarafından konulmuştur. Ba-
yatına son verdi. Cesedi İstanbul’a getirilerek Di- bası Trabzonlu köklü bir aileye mensup olan şair
vanyolu’nda II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi. İsmail Safa, annesi Server Bedia Hanım’dır. Bir
Başarılı bir diplomat olan Sadullah Paşa, aynı buçuk yaşındayken babasını sürgünde bulun-
zamanda iyi bir şair idi. duğu Sivas’ta kaybetti ve ağabeyi İlhami’yle bir-
Kaynakça: Mehmed Galip, Sadullah Paşa yâhud Mezar-
likte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi.
dan Ni-dâ, İstanbul 1309; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Viyana İlköğrenimini gördüğü Menbau’l-İrfan okuluna
Büyük Elçisi Vezir Sadullah Paşa’nın İntiharına Dair”, TTK devam ederken sağ kolunda ortaya çıkan kemik
Belleten, XIV/55 (1950), s. 419-479; Sinan Kuneralp, “Sadul-
lah Paşa”, YYOA, II, 482; Ali Akyıldız, “Sâdullah Paşa”, DİA, veremi yüzünden kendini çok küçük yaşta dok-
XXXV, 432-433. torların, hastabakıcıların, ilaç kokularının ara-
328 ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN sında buldu (1908). 1910 yılında başladığı Vefa
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
SAFA, PEYAMİ S
lonlu, ihtiyarla çocuk bulamacı bir genç… Onun bir süreliğine İstanbul’a döndüyse de 1921’de
için muharrir, romancı demişlerdi. Bir gün Bo- Almanya’ya giderek Marburg an der Lahn’de
ğaziçi vapurunda, Hasan Âli Yücel onu bana tak- üniversite eğitimine başladı. Freiburg’taki Real
dim etti: Gymnasium’una devam etti, 1926’da felsefe dok-
—Peyami Safa Bey…’” toru unvanını alarak yurda döndü. Bu tarihten
1920’lerin sonlarında Beylerbeyi’nden Firu- sonra yazarlığa başlayan Safiye Erol, bir yandan
zağa’daki bir apartman dairesine taşınan Peyami Millî Mecmua’da Safiye Sâmi takma adıyla ter-
Safa’nın, 1950’lerde de âşık olduğu romancı Se- cümeler yaparken, bir yandan da Dilârâ adıyla
vim Burak’ı görebilmek için sık sık Kuzguncuk’a küçük hikâyeler yayımladı (1927-1931). 1935’te
gittiği, hatta evinin önünde “Sevim, Sevim…” Vakit gazetesinde tefrika edilen ilk romanı Ka-
diye bağırdığı söylenir. dıköyü’nün Romanı ve hemen arkasından Ülker
Kaynakça: Necip Fâzıl Kısakürek, O ve Ben, İstanbul 1992, Fırtınası ile adını edebiyat çevrelerinde duyurdu.
s. 61-62; Baraz, Beylerbeyi, II, 470-471; Beşir Ayvazoğlu, Pe- Sâmiha Ayverdi vasıtasıyla 1940’lı yıllarda
yami: Hayatı, Sanatı, Felsefesi, Dramı, İstanbul 2008, s. 60, 92,
131-132, 473; Bedia Koçakoğlu, Aşkın Şizofrenik Hâli: Sevim tanıdığı Kenan Rifaî’nin sohbetlerine onun vefa-
Burak, Konya 2009, s. 38-39. tına kadar, aşağı yukarı on yıl devam etti. Daha
➢ BEŞİR AYVAZOĞLU sonraki yıllarda Üsküdar İmar ve Kültür Derne-
ği’ne üye oldu ve oradaki mûsıkî sohbetleriyle
SAFİYE EROL fikrî-ilmî toplantılara katıldı (1961-1964). 1 Ka-
(1902-1964) sım 1964’te vefat edince Karacaahmet Kabrista-
Çocukluk ve ilk gençliği Üsküdar nı’na defnedildi.
Selimiye’de geçen romancı. Ciğerdelen (1946), Ken’an Rifaî ve Yirminci
Edirne vilayetine bağlı Uzunköprü’de dünyaya Asrın Işığında Müslümanlık (Sâmiha Ayverdi,
geldi (1902). Belediyede kâtiplik yapan Sami Bey Nezihe Araz ve Sofi Hûri ile birlikte, 1951), Di-
ile Keşanlı Emine İkbal Hanım’ın kızıdır. Küçük neyri Papazı (tef. 1955, 2001), Çölde Biten Rah-
yaşta iken ailesi İstanbul’a Üsküdar-Selimiye’ye met Ağacı (tef. 1962, 2001), Makaleler (2002),
taşındı, çocukluğu burada geçti. Selimiye İlko- Hikâyeler (2002) diğer eserleridir.
kulu’ndan sonra bir süre aynı semtte Fransız Kaynakça: İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebi-
yatı, İstanbul 2001, s. 291-292; Halil Açıkgöz, “Safiye Erol’da
mürebbiyeler okuluna devam etti. 1914’te girdiği
Edirne ve Edirne Üniversitesi”, I. Edirne Kültür Araştırmaları
Haydarpaşa Alman Lisesi’ndeki eğitimini Türk- Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003), Edirne 2004, s.
Safiye Erol gençlik Alman Derneği aracılığıyla gönderildiği (1917) 405-431; Yakup Çelik, “Safiye Erol”, Türk Edebiyatı Tarihi, An-
330
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
SALİM SÜLEYMAN, ÜSKÜDÂRÎ S
SAFİYE SULTAN
(ö. 1778)
› Sâmi Efendi’nin
celî sülüs levhası
oğludur. Mora’da ilim erbabından özel dersler kasya’dan kaçırılmış bir Çerkez kızı olan Gülârâ-
alarak eğitimini tamamladı. Mora’daki Yunan yiş Hanım’dır.
ayaklanması sırasında birçok aile ferdini kay- İlk tahsilini babasının konağında Çankırılı
betti ve esir düştü. Daha sonra Mısır’a giderek Hâşim, Mehmed Galib ve Muallim Feyzî gibi hu-
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın himayesine girdi. susi hocaların yanında yapan Sezai, burada ayrı-
Paşanın ve oğlu İbrahim Paşa’nın kâtipliğini yap- ca devrin tanınmış şairlerinden Osman Nevres,
tı. Vekāyi Nâzırlığı, Bulak Matbaası Müdürlüğü Üsküdarlı Hakkı ve Yenişehirli Avni’den şiir ve
görevlerinde bulundu. Tırhala Mutasarrıflığı, ve- edebiyat zevki, Mösyö Fabre adlı bir Fransız’dan
zirlik payesiyle Rumeli Müfettişliği, Bosna, Trab- da Fransızca dersleri aldı. Henüz çocuk sayılabi-
zon, Vidin ve Edirne Valiliği yaptı. 1857’de kuru- lecek yaşta, babasının Çamlıca’daki yazlık köşk-
lan Maârif Nezareti’nin ilk nazırı; bir yıl sonra ise lerine komşu köşklerde oturan ve ömür boyu
Girit Valisi oldu (1858). Tanzimat meclislerinde dostlukları devam edecek Abdülhak Hâmid ve
görev aldı. Devlet adamlığının yanı sıra şiirle de Recâizâde Ekrem’le tanıştı.
uğraşmıştır. 1876’da zatürreden vefat etti. Mezarı 1879’da Evkāf-ı Hümâyun Mektubî Kalemi’ne
Sultan Mahmud Türbesi bahçesindedir. memur olarak girdi. Bir yıl sonra Londra sefareti
Oğulları da kendisi kadar şöhretlidir. Oğul- ikinci kâtipliğine tayin edildi, fakat babası izin
larından Abdüllatif Subhi Paşa Maârif ve Evkaf vermeyince, bu göreve ancak bir yıl sonra babası-
Nazırlığı; Abdülhalim Bey Adliye Nazırlığı; Ah- nın ölümünü müteakip girebildi. 1885’te Paris’te
med Necib Paşa vezirlik ve Şûrâ-yı Devlet Azalığı Tunuslu Mahmut b. Âyât’ın kızı Lâtife Hanım’la
görevini yürüttüler. Bir diğer oğlu Sâmi Paşazâde kısa süren bir evlilik yaptı. 1901’e kadar Hariciye
Sezai Bey (1859-1936), Sergüzeşt romanıyla ta- Nezareti İstişare Odası muavinliğinde çalıştı.
nınan hikâye ve roman yazarıdır. 1888’de, esaret konusuyla birlikte hürriyet
Üsküdar Kısıklı’da köşkü vardı. Köşk, Kı- meselesini ele aldığı Sergüzeşt romanını yayım-
sıklı-Büyük Çamlıca yolu üzerinde, Selâmi Ali laması üzerine, devlet tarafından takibe alındı.
Efendi Tekkesi yanındaki set üzerinde idi. Bu Bunun üzerine o da, yakın akrabası Âyetullah
köşk III. Selim döneminin önemli simalarından Bey’in yardımıyla Paris’e, Jöntürkler’in yanına
Sadaret Kethudası Köse Çelebi Mustafa Reşid kaçtı (1901). Burada, II. Meşrutiyet’in ilânına
Efendi tarafından yaptırılmıştır. Mustafa Reşid kadar Ahmed Rızâ Bey’in yönetiminde çıkan
Paşa’nın vefatıyla bağ ve bostanlarıyla birlikte İttihad ve Terakkî’nin yayın organı Şûrâ-yı Üm-
satın almıştır. Nesir ve nazımlarını içeren İnşâ- met gazetesinde, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış
yı Sâmi’si (İstanbul 1873), ahlâkî konularla ilgili politikasıyla mevcut rejimi tenkit ettiği yazılar
Kişver-i Derun adlı risalesi vardır. İkincisi Trab- yayımladı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından
lusşamlı Abdüllatif Efendi tarafından Arapça’ya sonra İstanbul’a döndü; 1909 - 1921 yılları ara-
çevrilerek de yayımlandı. Rumûzu’l-hikem adlı sında Madrit sefirliği yaptı. Hastalanınca, 1916-
tasavvuf ve felsefe ağırlıklı başka bir eseri daha 1918 yıllarını tedavi amacıyla İsviçre’de geçirdi.
bulunmaktadır. 1921’de görevinden azledildi. 1927’de TBMM
Kaynakça: “Sami Paşa”, YYOA, II, 500-501. tarafından “hidemât-ı vataniye” tertibinden cüz’i
➢ NURDAN ŞAFAK bir maaş bağlandı; ölümüne kadar da İstanbul
Belediyesi’nce Kadıköy-Mühürdar’da kiralanan
bir evde yaşadı.
SÂMİPAŞAZÂDE SEZÂİ
26 Nisan 1936’da vefat etti, kabri Küçüksu
(1859-1936)
Mezarlığı’ndadır.
Çamlıca’da yaşadığı dönemlerle ilgili İkinci Tanzimat nesli içinde politikayla en
hâtıraları eserlerine de yansımış olan çok meşgul olan Sâmi Paşazâde Sezai, hikâye, ro-
Tanzimat’ın ikinci kuşak yazarlarından. man, tiyatro ve edebî tenkit ile çok sayıda siyasî
İstanbul’da Aksaray-Taşkasap’ta dünyaya geldi. ve sosyal muhtevalı yazı yazmış olmasına rağ-
Babası Tanzimat devrinin ünlü devlet adamla- men, edebiyat tarihlerinde daha çok Sergüzeşt
334 rından Abdurrahman Sami Paşa, annesi ise Kaf- romanının yazarı olarak tanınmış, bu romanın
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN S
KÜÇÜK ŞEYLER’DEN
küdar’a nakledilen imalathane Sarkis Kalfa’nın üç tekke; biri Kadıköy’ünde olmak üzere üç çeş-
torunları tarafından işletilmiştir. Eremya’ya göre me yaptıran Selâmi Ali Efendi 1691’de ölmüş ve
basmanın asıl mucidi Sarkis’in oğlu Kirkor’dur. Kısıklı’daki tekkesinin haziresine gömülmüştür.
Kaynakça: Sarkis Sarraf Hovhannesyan, Payitaht İstanbul’un Çok sayıda halife yetiştiren Ali Efendi Cel-
Ta-rihçesi, İstanbul 1996, s. 64; Kevork Pamukciyan, Biyogra- vetiyye tarikatının Selâmiyye kolunun kurucusu
fileriyle Ermeniler (haz. Osman Köker), İstanbul 2003, s. 221,
277; Eremya Çelebi Kömürciyan, XVII. Asırda İstanbul Tarihi olarak kabul edilir. Tarîkatname adlı eserinde
(çev. Hrand Andreasyan), İstanbul 1988, s. 345. Celvetî âdâb ve erkânına dair bilgiler yer alır.
➢ ALİ NACİ ÖZYALVAÇ Kaynakça: Osmanlı Müellifleri, I, 185; Haskan, YBÜ, I, 312,
317, 319; İhsan Kara, “Selâmi Ali Efendi”, DİA, XXXVI, 348-
349; M. Baha Tanman, “Selâmi Efendi Tekkesi”, a.e., XXXVI,
SELÂMİ ALİ EFENDİ 350-350.
(ö. 1103/1691) ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
Üsküdar’da tekkeler, çeşmeler ve hamam
yaptıran ve bir semte adını veren Celvetî SELİM III
şeyhi. (1761-1808)
Muğla yöresinden olup, eğitimini tamamladık- Üsküdar’da adıyla anılan bir kışla
tan sonra bazı yerlerde müderrislik ve müftülük yaptıran Osmanlı hükümdarı.
yapmıştır. Bu arada tasavvufla ilgilenmiş, İstan- 24 Aralık 1761’de doğdu. Babası III. Mustafa, an-
bul’a giderek Celvetî şeyhlerinden Zakirzâde nesi Mihrişah Sultan’dır. Hanedanda yaklaşık 40
Abdullah Efendi’ye intisap etmiştir. Daha sonra yıl erkek çocuk olmadığından doğumu bir hafta
Bursa’da yaptırdığı dergâhta irşad faaliyetlerine süren şenliklerle kutlandı. Babası tarafından iyi
başlayan Ali Efendi 1679’da Üsküdar’daki Aziz bir eğitime tâbi tutuldu. Küçük yaştan itibaren
Mahmud Hüdâyî Dergâhı’nın şeyhi olmuştur. devlet teşrifatında yerini aldı. 1789 yılında tahta
Fıstıkağacı, Selâmsız ve Kısıklı semtlerinde çıktı. Tahta çıktığında Rus ve Avusturya Savaşı 337
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
S SELİM III
III. Selim
bütün şiddetiyle devam ediyordu. Avrupa tar- ve dışında pek çok mûsıkîşinas onun çevresinde
yük müstakil bir bina yaptırarak Mühendishane lundu, son olarak Ankara’da Merkez Bankası’nda
Matbaası’nı buraya taşımıştır. III. Selim döne- görev yaptı. Ali Sami (Yen) ve Âsım Bey ile bir-
minde yeni kurulan Nizâm-ı Cedîd askerleri için likte Galatasaray Kulübü’nün kurucuları arasın-
kesme taş bir kaide üzerinde ahşap olarak Seli- da yer aldı. 29 Kasım 1942’de vefat etti, Çamlı-
miye Kışlası inşa edildi. Kışla daha sonra Sultan ca’da Selâmi Efendi Mezarlığı’na gömüldü.
II. Mahmud döneminde kargir olarak yeniden Henüz lise yıllarındayken yazdığı “Hâtif Di-
yapıldı. Kışlanın köşesindeki kuleler ise Sultan yor ki” ve “Hisarlara Karşı” şiirleriyle dikkati çe-
Abdülmecid devrinde eklendi. ken Emin Bülent, daha sonra Fecr-i Âtî toplulu-
Kaynakça: Kemal Beydilli, “Selim III”, DİA, XXXVI, 420-425; ğu içinde yer almıştır. Daha çok Tevfik Fikret ve
Enver Ziya Karal, Selim III.’ün Hatt-ı Hümayunları, Ankara Ahmet Haşim’in etkisi altında epik ve sembolik
1942; M. Fatih Salgar, III. Selim: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İs-
tanbul 2001. muhtevalı şiirleriyle dikkati çekmiştir. Bazı şiir-
➢ NURDAN ŞAFAK lerinde ise kuvvetli bir lirizm görülür. Şiirlerinde
daha çok milliyetçi ve vatansever duygulara yer
veren Emin Bülent’in Girit müslümanları için
SELİM MEHMED EFENDİ, HOCA
yazdığı “Kin” adlı şiiri ile Doğu’nun kendisini
(ö. 1726)
kurtarmasını dile getirdiği “Hâtif Diyor ki” şiiri
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun
yıllarca hâfızalarda yer etmiştir.
müderris ve kadılardan.
Emin Bülent’in yayımlanmış ve yayımlanma-
Saraybosna Kadısı Gölpazarî Hüseyin Efendi’nin mış toplam otuz sekiz şiiri ölümünden sonra Sa-
oğludur. İlmiyeden yetişmiş, bir süre müderris- lih Zeki Aktay tarafından Emin Bülend’in Şiirleri
lik yapmış ve 1717 yılında nişancı olmuştur. Ar- (1943) adıyla bir kitapta toplanmıştır.
dından Galata kadısı olan Selim Mehmed Efendi
Kaynakça: Rifat Necdet Evrimer, Fecr-i Âtî Şairleri: Emin Bü-
1724’te fetva eminliğine ve daha sonra da Mekke lend, İstanbul 1958; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İstanbul
kadılığına getirilmiş, fakat göreve başlayamadan 1969, I, 144-145.
1726 temmuzunda İstanbul’da ölmüştür. Naaşı ➢ABDULLAH UÇMAN
başka Târîh-i Feth-i İstanbul adıyla anılan bir ta- Mezarı Üsküdar’da bulunan Osmanlı
rihinden de söz edilirse de, bunun herhangi bir hassa mimarlarından.
nüshasına rastlanmamıştır. Kayseri’de doğdu. Babası Terzi Kevork Server-
Kaynakça: Sicill-i Osmânî, III, 155-156; Osmanlı Müellifleri, yan’dır. Mimarlık eğitimini kayınpederi Krikor
III, 69; Babinger (Üçok), s. 282-283; Konyalı, Üsküdar Tarihi,
İstanbul, 1976, I, 258.
Balyan’ın yanında yaptı. Onun ölümünden sonra
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
(1831) Garabed Balyan’la beraber hassa mimar-
lığına atandı. Dolmabahçe Sarayı inşaatında bir-
likte çalıştılar. Ermeni Patrikhanesi (1819), Üs-
SERDAROĞLU, EMİN BÜLENT
küdar Surp Haç Kilisesi (1830), Yedikule Ermeni
(1886-1942)
Hastahanesi, Hasköy Surp Istepannos Kilisesi
Mezarı Çamlıca’da bulunan Türk şairi. (1831) ve Kuzguncuk Surp Krikor Lusavoriç Ki-
Osmanlı Devleti’nin tanınmış kumandanların- lisesi bazı önemli eserleridir. Ayrıca Üsküdar’da
dan Serdârıekrem Ömer Paşa’nın torunudur. açılan Cemaran Yüksek Ermeni Mektebi’nin ku-
İlköğrenimine Altunîzâde Mektebi’nde başladı, rucusudur.
daha sonra Kabataş’ta Şemsülmekâtip’te ve Ga- Kayseri Surp Garabed Manastırı’nın, Beşiktaş
latasaray Sultânîsi’nde okudu. Balkan Savaşı’na Kilisesi’nin ve Üsküdar İcadiye’deki su vakfının
gönüllü olarak katıldı. Sahil Sıhhiye Merkezi, mütevelliliğini de yapan Serveryan’ın Avrupa’dan
Osmanlı Reji İdaresi, İstanbul Elektrik Şirketi, getirttiği özel hocalara evinde mimarlık ve tez-
Liman İdaresi kâtipliği gibi memurluklarda bu- yinat konularında dersler verdirdiği, bu sayede 339
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
S SERVERYAN, KRİKOR
Şekerzâde’nin
sülüs nesih bir kıtası
› Şekerzâde’nin
nesih hatla yazdığı
Buhârî hatim
duasının ilk sayfası
sülüs bir kıtası
gönderildi. Daha sonra Bursa’da oturmasına, I. tek astronomi okulu olan “Mekteb-i Fenn-i
Mahmud padişah olunca da İstanbul’a dönme- Nücûm”un eğitimi ve talebelerinin yetişmesi
sine izin verildi (1730). Rumeli Kazaskeri (1732) için yaptığı gayretlerden dolayı dört bin kuruş
bir süre sonra da şeyhülislâm oldu (1736). Ölü- ihsân-ı şâhâneyle mükâfatlandırıldı. Mektebin
müne kadar bu makamda kaldı. İlmiye mesle- kurulmasında ve daha birçok işlerinin yürütül-
ğindeki bozuklukları düzeltmek isteyen I. Mah- mesinde bizzat gayret göstermiş ve talebelerin
mud, tayinleri doğrudan kendisine arz yerine eğitimi ile ilgilenmiştir. Ancak mektep kendisi
sadrazam vasıtasıyla yapmasını tavsiye etti. Gö- daha hayatta iken kapanmıştır. Mekteb-i Fenn-i
revinde dürüstlük ve hakkaniyeti gözetti. Babası Nücûm’da okuyan talebeler arasında oğlu Ah-
Feyzullah Efendi’nin medresesi yanına bir kü- med Muhsin Efendi de bulunmaktadır.
tüphane kurdu. Astronomi bilgisinin yanında iyi derecede
4 Mart 1745’te vefat etti. Mezarı Üsküdar Tu- mûsıkîşinas olan Sadullah Efendi’nin tespit edi-
nusbağı’nda Mirzazade Mehmed Efendi yanın- len üç çalışması bulunmaktadır: Ahkâm-ı külli-
dadır. Eyüp’te Baba Haydar sokağında yaptırdığı ye-i tâli’-i sâl ‘alâ tarîki’l-icmâl; Takvîm ve Ah-
Nakşibendî tekkesi; Saraçhanebaşı’nda Amcaza- kâm-ı sâl; 1264 Senesi Takvîm-i sâli.
de Medresesi yanında yaptırdığı çeşmesi bulun- Kaynakça: BOA, A. MKT. MHM, 9/23, tarih, 27 M 1265;
maktadır. BOA, İrade-Dahiliye, 7 S 1265, nr. 10288; BOA, İrade-Dahiliye,
nr 1367; BOA, İrade-Dahiliye, nr. 1426; BOA, İrade-Dahiliye,
Kaynakça: Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât sene 1256, nr. 1015; BOA, İrade-Dahiliye, sene 1258, nr. 2826;
(nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 792, 794, 796; Râşid, BOA, İrade-Dahiliye, Tarih 21 RA 1264, nr. 8726; Takvim-i
Târih, II, 555-556, 581, 586-587; Subhî, Târih, vr. 45a, 92a, 92b, Vekāyi, Defa 44, Sene 13, C 1248, s. 1, sü. 2; Sicill-i Osmânî,
106b; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 106, 109, 116; III, 23; H. Kâmil Yılmaz, “Celvetiyye”, DİA, VII, 273-275: Salim
Devhatü’l-meşayih, s. 92-93; Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Aydüz, “Mehmed Sadullah Efendi”, YYOA, II, 182-183.
cevâmi‘, İstanbul 1281, I, 283; İlmiyye Salnâmesi, s. 518-519;
Sicill-i Osmânî, IV, 428; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/2, s. ➢ SALİM AYDÜZ
472-473, 490; amlf., İlmiye Teşkilâtı, s. 187; Danişmend, Kro-
noloji, V, 139; İsmail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II:
Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, SIRRÎ İBRAHİM EFENDİ, ÜSKÜDÂRÎ
(ö. 1699)
Ankara 1988, s. 65-66; Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedan-
lar, Ankara 1996, II, 661-663; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplu- Üsküdarlı şair ve tarihçi.
munda Tasavvuf (18.yüzyıl), İstanbul 2003, s. 306.
➢ MEHMET İPŞİRLİ
Maliyeden yetişmiş, bir süre Girit Defterdarlığı
yapmış ve 1699 yılında vefat etmiştir. Hicivcili-
ği ile meşhur Osmanlı şairlerindendir. Çağdaşı
SEYYİD SADULLAH MEHMED
sadrazamlardan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa,
EFENDİ
(ö. 22 Aralık 1848) Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa ve Amcazade
Beylerbeyi Camii hatipliği de yapmış Hüseyin Paşa tarafından himaye edildiyse de, o
olan müderris ve müneccimbaşı. hep halinden şikâyet etmiştir. 1699 yılında tayin
edildiği Girit Defterdarlığı esnasında vefat eden
Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi’nin torunlarından
Sırrî Efendi, gündelik hayatta da şakacı ve nük-
olup İstanbul’da doğdu. Hayatı hakkında bilgi
tedan biri olarak nitelenmiştir. Bazı şiirleri bes-
yoktur.
telenmiştir.
Beylerbeyi Câmii hatipliği yaptığı esnada
Şiirlerinin toplandığı bir Divan’ı ile Şerhü
Durakpaşazâde İbrahim Bey’in vefatıyla, yerine
Medhi’n-Nebî adında manzum bir eserinden
müneccim-i sâni oldu (1832). Müneccimbaşı
başka Târih-i Sultan Mustafa-yı Sânî adlı tarih-
Hüseyin Hüsni Efendi’nin vefatıyla da İstanbul
çesi vardır. Bu son eserini Sultan II. Mustafa’ya
Müderrisliği rütbesini alarak müneccimbaşı
sunmuştur.
oldu (1840). Mûsıla-i Sahn rütbesindeyken mah-
Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiü’l-fudalâ (nşr. Ab-
reç mevleviyetini aldı. Sekiz sene müneccimba- dülkadir Özcan), İstanbul 1989, IV, 237-240; Sicill-i Osmânî,
şılık yaptıktan sonra 1848’de vefat etti. Mezarı III, 14; Osmanlı Müellifleri, II, 230-231; Hilmi Yücelen, Türk
Aziz Mahmud Hüdâyî Câmii Haziresi’ndedir. Malî Tarihine Toplu Bir Bakış ve Maliyeci Şairler Antolojisi, İs-
tanbul 1973, s.191-192; Şevkiye Kazan, “Sırrî”, DİA, XXXVII,
Müneccimbaşı Hüseyin Hüsni Efendi’yle 129-130.
342 birlikte kurdukları Osmanlı Devleti’nin ilk ve ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
yavuş Paşa, 1683’te cebecibaşı, ertesi yıl sipahiler Ağa’nın adına Üsküdar’da bir mahalle ve bir de
ağası ve Diyarbekir beylerbeyliğine getirilmiş- mektep bulunmaktadır.
tir. Bir süre Macaristan cephesinde savaşmış ve Kaynakça: Sicill-i Osmânî, III, 109; Konyalı, Üsküdar Tarihi,
önemli başarılar elde etmiştir. Daha sonra Bos- İstanbul, 1976, I, 274-275; II, 88; Haskan, YBÜ, I, 339-342; II,
926; III, 1111-1112, 1202.
na beylerbeyi, ardından isyan halindeki askerin
➢ABDÜLKADİR ÖZCAN
talebi üzerine veziriâzam (1688) tayin edilmiş-
tir. Bu sıradaki en önemli icraatı Köprülüzâde
Mustafa Paşa’yı ikinci vezir ve rikâb kaymakamı SULTANZÂDE MEHMED PAŞA,
yapması olmuştur. CİVAN KAPICIBAŞI
(ö. 1646)
Sultan IV. Mehmed’in tahttan indirilmesin-
den sonra bir süre daha sadarette kalan Siyavuş Hüdâyî Dergâhı civarında medfun
Paşa, isyancıların baskısıyla görevinden ayrıl- Osmanlı sadrazamı.
mak zorunda kalmış ve ardından sarayı kuşa- Osmanlı hanedanına mensubiyetinden dolayı
tılarak onlar tarafından öldürülmüştür. Mezarı “Sultanzâde”, genç yaşta kapıcıbaşı olmasından
Üsküdar’da Tunusbağı’nda Çiçekçi’ye giderken dolayı da “Civan Kapıcıbaşı” lakaplarıyla anılır.
sağ taraftadır. Sarayda yetişmiş, 1630 yılında kubbe veziri ol-
Kaynakça: Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât muştur. 1637 senesinde Mısır valiliğine getirilen
(haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 265-267 ve tür.yer.;
Mehmed Paşa daha sonra bir süre darphane na-
Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Abdülkadir Öz-
can), İstanbul 1989, II, 43-44; Haskan, YBÜ, I, 345; II, 843; Fik- zırlığı yapmış, ardından Özi ve Şam valiliklerin-
ret Sarıcaoğlu, “Siyavuş Paşa”, DİA, XXXVII, 313-315. de bulunmuş, 1644’te sadrazamlığa getirilmiştir.
➢ABDÜLKADİR ÖZCAN Bu sırada Sultan İbrahim’in ve Cinci Hüseyin
Efendi’nin delice hareketlerine alet olmuş; 1645
SOLAK SİNAN yılında görevinden alınmıştır. Daha sonra Girit
(XVI. yüzyıl) serdarlığına getirilen Civan Kapıcıbaşı çok geç-
Üsküdar’da mescit banisi. meden vefat etmiş ve naaşı Üsküdar’a getirilerek
Hüdâyî Dergâhı civarındaki Ayşe Hanım Sul-
Kanûnî devri yeniçeri solaklarındandır. Daha
tan’ın ayakucuna defnedilmiştir.
Solak Sinan'ı temsil
sonra müteferrika olmuş ve Üsküdar’da yaptırdı-
344
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
SÜLEYMAN SEYYİD BEY S
(ö. 1686)
346
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
Ş
ŞARDAĞ, RÜŞTÜ › Rüştü Şardağ
(1917-1994)
es, Daubigny, Gerôme gibi Fransız ressamların rini ortaya koyarak Türk resminin temelini at- Şeker Ahmet Paşa
Şeker Ahmed Paş
eserlerini saray resim koleksiyonuna kazandırdı. mışlardır. Sanatlarında genelde tabiat sevgisinin otoportresi
› Şeker Ahmed Paşa
Saraydaki görevi II. Abdülhamid döneminde de- samimi ve saf bir ifadesi görülür. Ünü Avrupa’ya natürmort çalışması
vam etti. 1878’de kaimmakam, 1880’de miralay, yayılan Şeker Ahmed Paşa toplumun değer yar-
1884’te mirliva, 1891’de ferik oldu. 1896 yılından gılarına bağlı kalıp daha çok peyzaj ve natürmort
ölümüne kadar kendisine yabancı misafirlerin eserler yapmıştır. Tabiatı dikkatle izleyerek uzun
teşrifatçılığı görevi verildi. Yıldız’daki fabrika için ve ısrarlı bir çalışmanın sonunda tamamladığı
porselen üzerine resimler yaptı. Padişah adına tablolarında ışık-gölge dağılımını ve renklerin
yabancı devlet adamlarına ve elçilere verilecek ahengini büyük bir ustalıkla gerçekleştirmiştir.
hediyelerin seçimi ve saray sanat elçiliği görevini Eserlerini, tabiatı aynen kopya etme kaygısı güt-
yürüttü. Bunun yanında Mercan’daki konağında meden yeni düzenleme ve yorumlarla yarı em-
bulunan atölyesinde natürmort ve peyzaj resim- presyonist bir anlayışla ortaya koymuştur. İstan-
leri yaptı. 18 Mayıs 1906’da vefat etti. Eyüp’te So- bul Resim ve Heykel Müzesi başta olmak üzere
kullu Mehmed Paşa Türbesi yakınına defnedildi. değişik koleksiyonlarda yer alan eserlerinden
Altmıştan fazla yerli ve yabancı nişan almıştır. Paris’e gitmeden önce yaptığı “Tepe Üzerinde
XIX. yüzyılın başlarında iptidaller (primitif) Kale” ve “Talim Yapan Erler” naif bir anlayışla
diye adlandırılan asker ressamlardan sonra yüz- hiçbir sanatçıdan etkilenmeden yaptığı tablo-
yılın ortalarında Avrupa’da büyük üstatların atöl- lardır. Yine “Orman” ve “Ağaçlar Arasında Ka-
yelerinde sanat eğitimi alan ve aralarında Şeker raca” adlı tuvalleri hocası Courbet’yi hatırlatan,
Ahmed Paşa’nın da bulunduğu Türk ressamlar, şahsiyetini bulmuş en iyi eserlerinden sayılır.
Türk resminde yeni bir dönem açmış ve eserle- “Manzara”, “Orman ve Geyik”, “Ormanda Yol”, 349
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Ş ŞEKERZÂDE SEYYİD FEYZULLAH SERMED
“Peyzaj, “Ağaçlık”, “Kendi Portresi”, “Yelkenliler”, tematik geleneğinin de ikinci temsilcisidir. As-
“Orman”, “Ceylan ve Orman” adlı tuval üzerine tronomi, matematik, mûsıkî yanında diğer aklî
yağlı boya tabloları da onun çok başarılı peyzaj ve naklî ilimlerde söz sahibiydi. Edebiyat ile de
çalışmalarıdır. Rönesans’tan Chardin’e kadar meşgul olup Sermed mahlasıyla şiirler yazdı.
süren koyu fon üzerinde açık motif geleneğiyle Divan’ının yanı sıra astronomi ve matematik
yaptığı natürmort çiçek ve geniş resimleri Türk sahasında çok sayıda eseri vardır: Maksadeyn
ressamlığının en olgun eserleridir. “Meyveler”, fî halli’n-nisbeteyn. Matematik ile ilgili genel
“Manolya ve Meyveler”, “Natürmort” (Küçüksu bazı bilgilerle başlayan eserin ileri sahifelerinde
Kasrı), “Natürmort” (Beylerbeyi Sarayı), “Por- rub’u mukantarat aleti hakkında bilgiler bulu-
takallı Natürmort” (Dolmabahçe Sarayı), “Güllü nur. Osmanlı dünyasında logaritma konusunda
Natürmort” (Dolmabahçe Sarayı) adlı tuval üze- müstakil olarak meydana getirilen ilk eserdir.
rine yağlı boya tabloları da önemli eserleri ara- Emsiletü’t-telhîs li-İbni’l-Bennâ ve’l-Hâvî li-İb-
sındadır. ni’l-Hâim; Kenzü’d-dekâik; el-Yevâkît fî Beyâni’l-
Kaynakça: Sami Yetik, Ressamlarımız, İstanbul 1940, s, 79; S. mevâkıt; Mukantarât Cetveli diğer eserleridir. Bu
Pertev Boyar, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti eserlerin yanı sıra çok sayıda ilmî çalışması bu-
Devirlerinde Türk Ressamları, Ankara 1948, s. 41; Celal Esad
Arseven, Türk Sanatı Tarihi, İstanbul, ts., III, 138-141; Cemal lunmaktadır.
Tollu, Şeker Ahmet Paşa, İstanbul 1967, s. 2-8; Nüzhet İslim- Kaynaklar: Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstan-
yeli, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara 1967, I, 10- bul 1997, I, 232-233, 253-254; Muhittin Serin, Hat Sanatı ve
11 (Daha ayrıntılı bilgi için bk. Muhittin Serin, “Şeker Ahmed Meşhur Hattatlar, İstanbul 2003, s. 143–145; İhsan Fazlıoğlu,
Paşa”, DİA, XXXVIII, 487-488). “Hendese”, DİA, XVII, 202; a.mlf., “Hesap”, a.e., XVII, 244-271;
➢ MUHİTTİN SERİN a.mlf., “Türkçe Telif ve Tercüme Eserleri”, Kutadgubilig, sy. 3
(2003), s. 151-184; Salim Aydüz, “Feyzullah Sermed (Şekerza-
de)”, YYOA, I, 460-461; a.mlf., “Şekerzâde Feyzullah Sermed”,
ŞEKERZÂDE SEYYİD FEYZULLAH DİA, XXXVIII, 488-489.
➢ SALİM AYDÜZ
SERMED
(ö. 1787)
ŞEMSİ AHMED PAŞA
Karacaahmet’te medfun Osmanlı ilim (ö. 988/1580)
ve sanat adamı. Üsküdar sahilinde külliyesi bulunan
Tam adı Şekerzâde Seyyid Feyzullah Sermed Osmanlı veziri.
b. Seyyid Mehmed b. Abdurrahman el-İstan- Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) Beyliği’ne
bulî’dir. İstanbul’da doğup büyüdü. Tahsiline mensup olup Bolu’da doğmuştur. Anne tarafın-
babası meşhur hattatlardan Manisalı Şekerzâde dan Osmanlı hanedanına da bağlılığı vardır. En-
Seyyid Mehmed Efendi’den (ö. 1753) aldığı derun’da yetişmiş, bir süre padişah müteferrika-
temel derslerle başladı; ondan sülüs ve nesih lığı yapmış, ava olan merakı yüzünden Kanûnî
hatlarını meşk etti, hattatlık icazetini de Ebi’l- Sultan Süleyman’ın yakın çevresine girerek
Kâsım Hoca Mehmed Râsim Efendi’den aldı. rikâb ağalıklarında ve Kapıkulu süvari bölükleri
İlmiye sınıfına intisap ederek Mustafa Sıdkî b. kumandanlığında bulunmuştur. Sipahiler ağası
Sâlih Kethüdâ’dan (ö. 1769) matematik öğren- iken 1553 yılında Nahcivan seferine katılmıştır.
di. Bostancı Ocağı’nda müderris oldu ve orada Dönüşte Şam beylerbeyliğine getirilen Şemsi
hüsn-ü hat öğretti. 1777 yılında Selanik kadılı- Paşa daha sonra Rum (Sivas) ve Anadolu bey-
ğına tayin edildi; bu görevinden mazul iken 5 lerbeyliklerinde bulunmuş, 1564 yılında ise Ru-
Kasım 1787’de Üsküdar’da vefat etti. Kabri Kara- meli beylerbeyliğine tayin edilmiştir. Bu sıfatla
caahmet’te Şeyh Hamdullah Efendi’nin bulun- Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sigetvar seferine
duğu bölgede ve babasının yanındadır. katılan Şemsi Ahmed Paşa bu arada Bobocsa
Osmanlılarda logaritma sahasında ilk müs- kalesini teslim almıştır. II. Selim’in cülûsunu
takil eseri veren ve logaritmanın girmesini sağ- müteakip Sokullu Mehmed Paşa tarafından gö-
layan Feyzullah Sermed, klâsik matematik gele- revinden alınmış ve bir daha taşra görevlerine
neğinde eserler vermekle birlikte aynı zamanda getirilmemiştir. Hoş sohbet olması dolayısıyla
350 hocası Mustafa Sıdkî ile başlayan modern ma- bu padişahın nedimlerinden biri olmuştur.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ŞEREFEDDÎN-İ KÜRDÎ Ş
Sultan Selim’in vefatından sonra Sokullu ta- med Paşa’nın şiirlerinin toplandığı bir Divan’ı ile Şemsi Paşa Camii
ve iç görünüşü
rafından İstanbul’dan uzaklaştırılan Şemsi Paşa, Şehnâme-i Sultan Murad (Boston 2003) adlı bir › Şemsi Ahmed Paşa
sandukası
III. Murad’ın özel davetiyle Bolu’dan getirtilerek manzum tarihi vardır. Ayrıca dinî ve edebî nite-
tekrar padişah musahibi olmuştur. Böylece güç- likte başka eserler de kaleme almıştır.
lü rakibi Sokullu Mehmed Paşa’ya III. Murad’ın Kaynakça: Konyalı, Üsküdar Tarihi, İstanbul, 1976, I, 281-
devlet işlerini eline almasında yardımda bulun- 292, 386-388; II, 251-254; Haskan, YBÜ, I, 347-352; II, 626-
627; III, 1242-1244, 1427 vd.; Nimet Bayraktar, “Şemsi Ahmed
muştur. Paşa”, Tarih Dergisi, sy. 33 (1982), s. 99-114; Mehmet İnbaşı,
Üsküdar’daki mükellef konağında oturan ve “Şemsi Paşa Vakfiyesi” Üsküdar Sempozyumu II: Bildiriler, İs-
tanbul 2005, I, 182-190; Erhan Afyoncu, “Şemsi Ahmed Paşa”,
istediği zaman padişahla görüşebilen Ahmed
DİA, XXXVIII, 527-529.
Paşa, onunla bazı eğlencelere de katılmış, 5 Mart
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
1580 tarihinde vefat etmiştir. Naaşı Üsküdar’da-
ki külliyesinde yer alan türbesinde defnedilmiş-
ŞEREFEDDÎNİ KÜRDÎ
tir.
(ö. 1640)
Bir rivayete göre, Sultan III. Murad’ı rüşvet
almaya alıştırarak ecdadı Candaroğulları’nın Üsküdar kadılarından.
intikamını aldığı belirtilen Şemsi Ahmed Paşa, Bitlis kökenli olup ilmiyeden yetişmiş ve bir
Rum Mehmed Paşa’dan sonra Üsküdar’da Mi- süre Üsküdar’da kadılık yapmıştır. Menâkıb-ı
mar Sinan’a ikinci büyük külliyeyi yaptırmıştır. Emîr Sultan adlı eserinin bir nüshası Üsküdar’da
Cami, medrese ve türbeden oluşan külliye 1580 Selimiye Kütüphanesi’ndedir. Ayrıca Zübdetü’l-
yılında tamamlanmıştır. Bu civarda yaptırdığı makal adlı bir başka eserinden daha söz edilir.
muhteşem konağından ise günümüze bir şey Şerefeddîn Efendi’nin bir de Tabirnâme’si vardır.
kalmamıştır. Şemsi Ahmed Paşa yine Üskü- Şiirle de meşgul olduğu rivayet edilir.
dar’da Sultan Murad için bir kasır inşa ettirmiş; Kaynakça: Osmanlı Müellifleri, III, 73.
bu arada İstanbul dışında Bolu’da bir külliye, ➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
Gerede’de han, Şam’da ise medrese bina ettir-
miştir. Kültürlü bir kişi olduğu nakledilen Ah- 351
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Ş ŞEVKİ BEY
Şevki Bey’in
ŞEVKİ BEY
kkaştepe’deki mezarı
Şevki Bey
(1860-1890)
“Gülzâra nazar kıldım virâne misâl olmuş”, sonra, onun bestelediği şarkılarının sözlerini, › Şükrullah Halîfe’nin
hatla yazdığı Cüz-i Ş
“Zeybeklerle gezer dağlar başında”, “Esîr-i zül- Yâdigâr-ı Şevk Yahud Mahsûl-i Tabîat adıyla İs- Felâk ve Nâs sûreler
fünüm ey yüzü mâhım”, “Kimseler gelmez senin tanbul’da neşretti (1308, 1322).
feryâd-ı âteş-bârına” mısrâlarıyla başlayan uşşak; Kaynakça: İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 276-278;
“Nedendir bu dil-i zârın figânı” mısrâıyla baş- Baki Süha Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, İstanbul 1962, s.
127-135; Yılmaz Öztuna, Şevki Bey, Ankara 1988; a.mlf., Bü-
layan rast; “Nedir bu hâletin ey meh cemâlim”, yük Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, Ankara 1990, II, 355-359;
“Hicrân oku sînem deler” mısrâlarıyla başlayan Sadun Aksüt, Türk Mûsıkîsinin 100 Bestekârı, İstanbul 1993, s.
205-207; M. Nazmi Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara, 2000,
hüseynî; “Emel-i meyl-i vefâ sende de var, ben-
I, 611-615; Nuri Özcan, “Şevki Bey”, DİA, XXXIX, 30-31.
de de var” mısrâıyla başlayan bayâtî; “Dil yâre-
➢ NURİ ÖZCAN
sini andıracak yâre bulunmaz”, “Affeyle suçum
ey gül-i ter başıma kakma” mısrâlarıyla başlayan
uzzâl şarkıları, onun çok sevilen eserlerinden ba-
ŞEYH MUSTAFA EFENDİ, ÜSKÜDÂRÎ
(ö. 1685)
zılarıdır.
Üsküdar’da kadılık yapan Aziz Mahmud
İyi bir ud ve lavta icracısı olan Şevki Bey eser- Hüdâyî’nin torunu.
lerinin güftelerini daha çok Muallim Naci, Meh-
İyi bir medrese tahsili gördükten sonra İzmir,
med Sadi Bey, Recâizâde Mahmud Ekrem, Reşad
Kayseri, Diyarbekir, Bağdat, Filibe, 1671–1673
Paşa, Mehmed Hafîd Efendi gibi şairlerin şiirle-
yılları arasında Üsküdar, ardından Medine-i Mü-
rinden seçmiştir. Recâizâde Mahmud Ekrem’in
nevvere ve Şam kadısı olmuş ve orada ölmüştür
yazıp Rahmi Bey’in bestelediği “Gül hazin sün-
(1865).
bül perîşan bâğzârın şevki yok” mısrâıyla başla-
yan bayâtî makamındaki şarkının, Şevki Bey’in Kaynakça: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Ab-
dülkadir Özcan), İstanbul 1989, III, 519; Sicill-i Osmânî, IV,
ölümü üzerine bestelendiği söylenir. Arkadaşı 403.
Mehmed Hafîd Efendi Şevki Bey’in ölümünden ➢ABDÜLKADİR ÖZCAN 353
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Ş ŞÜKRULLAH HALÎFE
ŞÜKRULLAH HALÎFE
(XVI. yy)
354
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
T
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
tiyatroları, toplumsal değer yargıları ve bunların mezun olduktan sonra Erzurum, Konya, Ankara
değişim süreci içinde ortaya çıkan çatışmaları liselerinde, Gazi Terbiye Enstitüsü’nde, Kadıköy
konusu etrafında paralellikler gösterir. Epik bir Lisesi’nde edebiyat, Güzel Sanatlar Akademi-
hava taşıyan Keşanlı Ali Destanı’nda, gecekondu si’nde estetik ve mitoloji dersleri verdi. 1939’da
hayatı, toplumsal ve ekonomik çelişkileri için- Edebiyat Fakültesi’nde yeni kurulan Tanzimat
de bir kahramanlık parodisi halinde yansıtılır. Edebiyatı kürsüsüne profesör olarak atandı.
Hikâye ve oyunlarında çoğu zaman geleneksel 1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili
halk oyunlarından gelen bir birikim, modern bir olarak TBMM’nde bulundu. Dönem sonunda
anlatım içinde bir arka plan halinde kendini his- bir süre orta öğretim müfettişi ve yine Güzel Sa-
settirir. natlar Akademisi’nde hocalık yaptıktan sonra
Tuş (1951), Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu Aralık 1949’da tekrar Edebiyat Fakültesi’ndeki
(1953), Ay Işığında “Çalışkur” (1954), On İkiye kürsüsüne döndü.
Bir Var (1954) gibi hikâye, Sersem Kocanın Kur- 24 Ocak 1962’de kalp krizi sonucu vefat etti.
naz Karısı (1971), Gözlerimi Kaparım Vazifemi Mezarı Aşiyan Kabristanı’nda, Yahya Kemal’in
Yaparım (1979), Fazilet Eczanesi (1982) gibi kabrinin yanındadır.
oyunları yanında, Devekuşuna Mektuplar (1960), Tevfik Fikret ve Nâmık Kemal antoloji, 19.
Ölürse İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil (1979), Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Yahya Kemal, Beş Şe-
Düşsem Yollara Yollara (1979) gibi deneme, anı hir deneme, Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz
ve gezi kitapları da bulunmaktadır. Yağmuru hikâye, Sahnenin Dışındakiler, Mahur
Kaynakça: “Taner, Haldun”, TBEA, II, 939-942, Mustafa Kut- Beste, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ro-
lu, “Taner, Haldun”, TDEA, VIII, 221-223; Mustafa Miyasoğlu, manlarını yayımladı. Şiirleri Şiirler adıyla çıktı.
Haldun Taner, Ankara 1988.
Ölümünden sonra Edebiyat Üzerine Makaleler’i,
➢ ÂLİM KAHRAMAN
Yaşadığım Gibi denemeleri, Aydaki Kadın roma- annesi Hatice Gülnûş Emetullah Sultan için yap-
nı, Mektuplar’ı ve Günlükler’i yayımlandı. tırdığı Valide-i Cedid Camii’ni gezerlerken bu
Üsküdar’la ilgili izlenimlerini denemelerin- dört büyük camiin aşka, güzelliğe hiç değilse an-
de, romanında ve şiirinde dile getirmiştir. “Bir nelik duygusuna ithaf edildiğini öğrenen Nuran
Gün İcadiye’de” başlıklı şiiri, Üsküdar’da hakiki kadın saltanatı olduğunu söy-
“Bir gün İcadiye’de veya Sultantepe’de ler. Rum Mehmed Paşa, Şemsi Paşa camilerini,
Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde Selimiye Kışlası’nın etrafını da dolaşırlar.
Bir kâinat açılır geniş, sonsuz, büyülü…” “Türk İstanbul” denemesinde ise şehrin bir-
mısralarıyla başlar. “Bursa’da Zaman” dışındaki çok semti gibi Üsküdar’ı da ağaçsız, ufuksuz
bütün şiirleri gibi bunda da somut bir mekân apartmanlarla dolma tehlikesi beklediğinden
olarak Üsküdar sadece ilk mısrada kalmıştır. endişelerini anlatır.
Ancak nesir yazılarında bu şiir devam eder. Gör- Üsküdar’a Beş Şehir’de daha geniş yer ayıran
düğü veya hatırladığı pek çok varlık karşısında Tanpınar Valide-i Cedid Camii’ni, etrafında,
olduğu gibi Üsküdar’ı anlatırken de eser, meselâ içinde ve türbesinde geçirdiği bir akşam saatini
mimarî değerinden hemen zihnî bir terkibe ge- uzun uzun tasvir eder ve devrinin en güzel ese-
çerek sezgi ve empresyon dünyasına açılır. ri olarak gösterir. Türk İstanbul’un yine en gü-
Huzur romanında romanın erkek kahrama- zel köşelerinden biri olarak gördüğü Atik Valide
nı Mümtaz, Nuran’la olan aşklarını İstanbul’u Camii’ni ve çevresini tasvir ederken onu Yahya
ve Boğaz köylerini gezerek yaşar. Üst üste birkaç Kemal’in şiiriyle tanıdığını da ilâve eder. Şeyh
gün gezdikleri Üsküdar’ı anlatırken “Üsküdar bir yokuşundan inerken Şemsi Paşa (Ayazma) Ca-
hazine idi. Bir türlü bitmiyordu” der. Mihrimah mii onu başka bir zaman çerçevesine sokar. Sul-
Sultan, Atik Valide, Orta Valide, III. Ahmed’in tantepe’deki Abdülbaki Camii’ni, Karacaahmet’e
357
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
T ABDURRAHMAN
İSTANBUL
..........
Fakat bu değişiklik daha derinlere gider; saatlerin manzarası gibi insanların çalış-
ma şekli ve tembellikleri, düşünce ve yeisleri de bu yerlerde birbirinden başkadır.
Beyoğlu, hamlesi yarı yolda kalmış Paris taklidiyle hayatımızın yoksulluğunu ha-
tırlatırken; İstanbul, Üsküdar semtleri kendisine yetebilen bir değerler dünyasının
son miraslarıyla, biz farkında olmadan içimizde bir ruh bütünlüğü kurar, hulyala-
rımız, isteklerimiz değişir. ...
..........
Üsküdar’da, güzelliğini Yahya Kemal’den tanıdığımız Eski Valde Camii Sinan’ın son
eserlerindendir. Yahut hiç olmazsa plan ve ilk inşaat onundur. Bu cami ve etrafı,
hayrata yapılan ve manzarayı bir tarafından kapayan ilavelere rağmen hâlâ Türk
İstanbul’un en güzel köşelerinden biridir. Bu camide semt ile çok iyi anlaşan bir
kendi içine çekiliş vardır. Cami, İkinci Selim’in çok sevdiği karısına bir hediyesidir.
Fakat saltanat âdâbı karısının adını söylemeye mâni olduğu için, ondan “Ferzand-i
haddarât ilâ-âhirihî dâmet ismetühâ cânibinden Üsküdar’da binâ olunacak” diye
bahseder. Bu hicabı beğenmemek kabil değil. İkinci Selim, “kıdvetü’l-emâcid ve’l-
ekârim Sinan zîde mecduhû” diye onu över. Bâki, Sokulu, Sinan, Piyale Paşa, Kılıç
Ali Paşa, Hüsrev Paşa: İşte bu fâni dünyada babasından İkinci Selim’e kalan miras-
lar.
..........
Üsküdar’da Şeyh yokuşundan bir akşam saatinde inen adam, yalnız Ayazma Ca-
mii’ni uzak ışıkta görmekle başka bir zaman çerçevesine girebilir. Sultantepe’deki
Abdülbaki Camii bu cazip köşe-lerdendir. Kitabesinden ve eski iki mezarından
başka anılacak hiçbir şeyi olmayan bu küçük cami, sadece o tepede bulunduğu,
Karacaahmed’e kadar bütün manzara kendisine bağlandığı için güzeldir. Serviler
caddesinin çok eski İstanbul sokağından geçerek bu camiin küçük bahçesine çıkan
insanın kendisini bir keşifle dolmuş bulmaması kabil değildir. Kimdir bu Abdül-
358
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ABDURRAHMAN T
baki Efendi? Semt halkı onu, Aziz Mahmud Hüdayî’nin damadı olarak tanıyorlar.
Fakat hiçbir yerde izini bulmak mümkün değildir. Ne çıkar, ibadetine seçtiği yer ve
adı duruyor. Benim gibi geçmiş şeyleri sevenler ara sıra oraya gidecekler ve bahçe-
sinde açan yediveren gülünü koklayacaklar, komşusu büyük ceviz ağacının altında
oynayan kızların tatlı şamatasını dinleyecekler.
..........
Merkez Efendi’ye zamanın yaptığı azizliği, Birinci Ahmed devrinin belki hükümdar
kadar nüfuzlu olan mânevî saltanatı Aziz Mahmud Hüdayî Efendi’ye İkinci Mah-
mud’dan başlayan devrin hürmeti yapar. Üsküdar’da Doğancılar’ın biraz altındaki
Aziz Mahmud Hüdâyî külliyesi Tanzimat mimarîsinin zevksizliğine en büyük mi-
saldir. Kış bahçesi kılıklı camekânlarıyla, karşısındaki kadîm eserler müzesi taklidi
bina ile Bursalı Üftâde’nin müridi Aziz Mahmud Efendi’nin ne münasebeti vardır?
Bu binalar ikinci imparatorluk devrinin o meşhur arması gibi her ruh ve manaya
yabancı kalıplardır. Ben Aziz Mahmud Hüdayî Efendi’yi, Sultan Ahmed Camii’nin
temelleri arasında ta-hayyül ediyorum. Zaman zaman benim için oradan çıkar ve
hiçbir hikmetin teselli edemeyeceği bir hüzünle o çok sevdiğim beytini tekrarlar:
Günler gelip geçmekteler,
Kuşlar gibi uçmaktalar.
Evet, günler gelip geçtiler. Fakat zamana sevgi ve inançlarının izini geçirenler hâlâ
aramızdalar; adları ve hayatları bize manevî ufuk oluyor. Artık Sümbül Sinan’dan
dünya işlerimiz için medet ummuyoruz; fakat onu ve benzerlerini hayat karşısın-
daki durumlarıyla seviyor ve övüyoruz. ...
..........
...Fakat benim en sevdiğim, Küçük Çamlıca’da, altından Avcı Mehmed devrinin
bir çeşmesi akan settir. Bu ilhamlı taraçanın Marmara’ya bakan tarafında güne-
şin altında benekli bir hayvan sırtı gibi kabaran Çifte Kartal Sokağı vardır. Bu adı
nereden vermişler? Acaba Dördüncü Mehmed’in av merakının bir yadigârı mı?
Yoksa aynı hastalığa tutulmuş bir başkasından mı geliyor? Yoksa sadece tesadüfün
bir cilvesiyle mi bu çeşme ile sokak birleşiyorlar? Şurası var ki Dördüncü Mehmet
Çamlıca’yı seviyordu ve bu namazgâhın civarında köşk, hattâ bir de cami yaptır-
mıştı. Hal’inden evvelki sıkışık günlerde bu tarafta avlanmıştı.
..........
... Filhakika Tanzimat’ın getirdiği şahsî emniyet ve müsavat fikri, sultan hanımla-
rın ve vezirlerin genişleyen hayatları, bilhassa Kırım muharebesinden sonra Mısır
hanedanının İstanbul’a yaz için gelişleri, yalı, köşk yaptırmaları, koruları tanzim
ettirmeleri, Boğaz’ı ve Çamlıca’yı değiştirir.
Üsküdar açıkları, lodoslu akşamın suda kurulmuş malikânesi olmaya başlamıştı.
Sanki Kızkulesi’nden Marmara açıklarına kadar denizin altına, su tabakalarının
arasına yer yer, iyi dövülmüş bir yığın mücevher parıltısından geçirilmiş bakır lev-
halar döşenmişti. Bazen bu bakır levhalar suyun üstünde yüzüyor, âdeta mücevher
sallar yapıyor, bazen de primitif ressamlarda, mağfiretin timsali ışığın kaynaştığı
derinlikler gibi hasretle, bir hakikate yükseliş arzusu ile dolu, büyük ve kıpkırmızı
uçurumlar açıyordu.
—Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’den 359
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
T TANRIÖVER, HAMDULLAH SUPHİ
Hamdullah Suphi Tanrıöver kadar bütün manzaraya hâkim olduğu için sever.
İstanbul çeşmelerinin haznelerinin bazan küçük
bir seyir seddi oluşturmalarından bahsederken
Çamlıca’yı ve buradaki Avcı Mehmed devrinin
çeşmesini de unutmaz.
Şairin Valide-i Cedid Camii hakkındaki iz-
lenimlerine eklenecek bir cümle daha kalmıştır.
Tanpınar onu Türk medeniyetinin muhteşem
bir yükselişi olarak benimsediği XVII. yüzyılın
sonunu temsil eden muhteşem bir kapı olarak
düşünür.
Kaynakça: M. Orhan Okay, Bir Hülya Adamı: Ahmet Hamdi
Tanpınar, İstanbul 2010.
➢ M. ORHAN OKAY
1928, 1931) ile Günebakan (1929) ve Anadolu sonra Irak Hükümeti’nin daveti üzerine Bağdat
Millî Mücadelesi (1946) gelir. Konservatuvarı’nı kurdu, orada yöneticilik yap-
tı, viyolonsel ve ud dersleri verdi. Bu kurumun
Kaynakça: İsmail Hikmet (Ertaylan), Türk Edebiyatı Tarihi,
Bakü 1926, IV, 253-270; Mustafa Baydar, Hamdullah Suphi bir süre sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne dö-
Tanrıöver ve Anıları, İstanbul 1968; Fethi Tevetoğlu, Hamdul- nüştürülmesini takiben heykel ve tiyatro bölüm-
lah Suphi Tanrıöver, Ankara 1986; Türk Kültürü (H. S. Tanrıö-
ver özel sayısı), IV/45, Ankara 1966; Türk Yurdu (H. S. Tanrıö-
lerini açtı. 1948’de Bağdat’tan döndükten sonra
ver özel sayısı), VI/2, Ankara 1967. İstanbul Belediye Konservatuvarı İlmî Kurul
➢ ABDULLAH UÇMAN Başkanlığı’na getirildi, 3 yıl sonra sağlık neden-
leriyle istifa etti.
TARGAN, ŞERİF MEHMET MUHİTTİN 13 Eylül 1967’de Etiler’deki evinde vefat etti ve
(1892-1967) Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
Çamlıca doğumlu ud virtüozu, Türk mûsıkîsinin yetiştirdiği en büyük ud
viyolonselist, bestekâr. virtüozlarından olan Targan’a, küçük yaşlarda,
Üsküdar’ın Çamlıca semtinde doğdu (21 Ocak diğer derslerine engel olacağı endişesiyle mûsıkî
1892). Babası, Osmanlı Devleti’nin son Mekke dersi aldırılmadı. On üç yaşlarında kendi kendi-
emiri, Evkaf nazırlarından ve Meclis-i Âyân 2. ne ud çalışmaya başladı. 1906’dan itibaren ciddî
Reisi Ali Haydar Paşa, annesi Sabiha Hanım’dır. olarak viyolonsel, solfej, armoni ve piyano ders-
Özel dersler alarak, üniversite yıllarına kadar öğ- leri aldı. Bu arada Rauf Yektâ Bey’den Türk müzi-
renimini sürdürdü. Dârülfünun Hukuk Fakülte- ği nazariyatı, Ali Rifat Bey’den (Çağatay) önemli
si ve Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Baba- fasıllar, Zekâizâde Hâfız Ahmed Efendi’den (Ir-
sının görevi sebebiyle bir süre Şam’da bulundu. soy) usul ve makam öğrendi.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra ailesinin hayat şart- Amerika’da kaldığı ilk 4 yılda kendine çev-
ları zorlaştı. 1924’te babasının vasıtasıyla gittiği re oluşturmaya çalıştı, viyolonselini geliştirdi.
New York’ta sekiz yıl kaldı, mûsıkî çevreleriyle 1928’de New York’un ünlü müzik holü “Town
tanıştı ve tanındı. İstanbul’a dönüşünden iki yıl Hall”de verdiği ud ve viyolonsel resitalleriyle 361
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ÇAMLICA’DAKİ KÖŞK
(…)
Akif, Şerif Muhiddin’in Çamlıca’daki bu köşküne mesut olmaya gidiyordu:
“Ceddi muazzamınızın mukaddes namına yemin ederim ki hayatımda muhalled,
maddiyattan mü-cerred bir zevk duydumsa onu sizinle geçen âlemlerimde duy-
dum.”
Yüzünde Biblique devirlerin mümtaz hususiyetiyle, sivri ve kumral sakalıyla Şerif
Muhiddin, Akif ’in tabiriyle:
- Tıpkı Hazreti İsa!
idi. Ve Çamlıca’daki köşkte “Hazreti İsa’nın udunu, viyolonselini, Akif, gözerini ka-
par, ibadet yüzüyle dinlerdi. Ve bu udun karşısında uykusuz kaldığı geceler, Akif
kendini yaşamış sayıyordu; bu mızrabın ucundan gönül yangınları uçuyordu:
rinde ise daha ziyade Hint ve Âsur gibi eski çağ- TARHUNCU AHMED PAŞA
lar tarihi ile İslâm ve Türk tarihine ait konular (ö. 1063/1653)
ön planda gelmektedir. Biraz da yaşadığı devrin Üsküdar’da medfun Osmanlı sadrazamı.
şartları dolayısıyla Duhter-i Hindû gibi egzotik,
Liberte gibi alegorik tarzda iki piyes de kaleme Saraydan yetişmiş, bir süre bazı sadrazamların
alan Abdülhak Hâmid’in tamamı trajedi tarzın- kethüdalıklarını yapmıştır. Diyarbekir ve Mısır
daki oyunlarında büyük ölçüde Racine, Corneil- valiliklerinde bulunan Ahmed Paşa, malî me-
le ve Shakespeare’in etkisi dikkati çeker. seleleri çözmek üzere İstanbul’a çağrılmış ve
Abdülhak Hâmid’in çocukluk yıllarının bir sadrazamlığa getirilmiştir. Bu görevinde devlet
kısmı büyükbabasının Büyük Çamlıca’daki köş- gelir ve giderleriyle ilgili başarılı hizmetlerde
künde geçmiştir. Bir ara, Çamlıca’nın en güzel bulunan Tarhuncu, başta saray giderleri olmak
yerindeki köşke el koymak isteyen devrin pa- üzere sıkı bir malî politika izlemiş, yolsuzluklara
dişahından kurtarmak üzere köşkün bahçesi- karşı sert tedbirler almış, bu arada ihdas ettiği
ne açılan boş bir mezar, küçük yaştaki Hâmid’i yeni vergilerle her kesimden düşman kazanmış-
uzun süre meşgul etmiş, hattâ onun eserlerinde- tır. Sonunda çevrilen entrikalarla başı kesilerek
ki ölüm sabit fikrini bu boş mezara bağlayanlar siyaseten öldürülmüştür. Naaşı Üsküdar Kara-
bile olmuştur. Komşu köşkte oturan Maârif Nâzı- caahmet Mezarlığı’nda Miskinler civarında gö-
rı Sâmi Paşa’nın oğlu Sâmi Paşazâde Sezai ile bu mülmüştür.
köşkün bahçesinde unutulmaz güzel günler ge- Kaynakça: Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 96-98; Sicill-i Osmânî, I, 217;
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/2, s. 404-406; Nazım Poroy, İs-
çiren Hâmid’le Sezai’ye Sami Paşa zaman zaman
tanbul’da Gömülü Paşalar, İstanbul, 1947, s. 38.
yine burada ders vermiştir. Abdülhak Hâmid
➢ABDÜLKADİR ÖZCAN
ve Sâmi Paşazâde Sezai yıllar sonra birbirlerine
yazdıkları mektuplarda köşklerin bahçesinde ge-
çirdikleri çocukluk günlerini büyük bir hasretle TOGAN, AHMET ZEKİ VELİDİ
anmışlar, ayrıca Abdülhak Hâmid hâtıralarında (1890-1970)
buradaki köşkün hikâyesini de uzun uzadıya an- Türkolog, Türk tarihçisi, siyaset adamı;
latmıştır. Abdülhak Hâmid’in ayrıca “Çamlıca’da mezarı Karacaahmet’tedir.
Mu’tekif İken” adıyla 1926 yılında yayımladığı
bir de şiiri vardır. Şimdiki Rusya Federasyonu’nun Başkırt Özerk
Yukarıdakiler dışında en tanınmış eserleri Cumhuriyeti topraklarında doğdu (1890). Ba-
şunlardır: Belde, Vâlidem, Mâcerâ-yı Aşk, Târık, bası Ahmedşah, annesi Ümmülhayat Hanım’dır.
Eşber, Zeynep, İlhan, Turhan, Sardanapal. Ab- Hem baba hem anne tarafı eğitimli ve kültürlü
dülhak Hâmid’in şiirleri dört, tiyatroları eserleri bir aileden gelmektedir. Arapça’yı babasından,
de yedi cilt halinde İnci Enginün tarafından top- Farsçayı annesinden öğrenmiştir. Eğitimini Ka-
luca yayımlanmıştır. zan’daki Kasımiye Medresesi’nde tamamladı.
Çarlık Rusyası’nın son döneminde Ufa müslü-
Kaynakça: Rızâ Tevfik, Abdülhak Hâmid ve Mülâhazât-ı
Felsefiyesi, İstanbul 1918; İsmail Hikmet Ertaylan, Abdülhak
manlarının temsilcisi olarak Duma’ya seçildi
Hâmid, İstanbul 1932; İbnülemin, SATŞ, İstanbul, 1988, I, (1916). Bolşevik İhtilali’nden sonra o dönemin
544-555; Fevziye Abdullah Tansel, Hususî Mektuplarına Göre karışık ortamı içinde Rusya’daki Türk topluluk-
Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid, Ankara 1949; Kaya Bilgegil,
Abdülhak Hâmid’in Şiirlerinde Ledünnî Meselelerden: Allah, larına bağımsızlık kazandırma çalışmalarına
Ankara 1959; Gündüz Akıncı, Abdülhak Hâmid Tarhan-Ha- katıldı. 1919-1920 arası Başkırdistan harp ba-
yatı, Eserleri ve Sanatı, Ankara 1954; A. Hamdi Tanpınar, XIX.
Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1976, s. 500-592; Vefatı-
kanlığına getirildi. 1920’de Başkırdistan devlet
nın 60. Yılında Abdülhak Hâmid Tarhan Sempozyumu Bildi- başkanlığına seçildi. Ancak, Sovyet yöneticileri
rileri-12 Nisan 1997, İstanbul 1998; İnci Enginün, Abdülhak ile arası açılınca Güney Türkistan’a çekildi. Bas-
Hâmid, İstanbul 2001.
macılarla işbirliği yaptı. Onlarla birlikte Bolşe-
➢ABDULLAH UÇMAN
vik Ruslar’a karşı savaştı. 1923’te yurdundan ay-
rılmak zorunda kaldı. Avrupa’ya gitti. Akabinde
Türkiye’ye geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
366
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
TOKAY, MEHMET FEHMİ T
Fakültesi Umumi Türk Tarihi müderrisliğine rak, İstanbul’da Gömülü Meşhur Adamlar: 1453-1978, Ankara
1979, s. 204; 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a
atandı (1927). 1932’de görevinden ayrılıp, Vi- Armağan, İstanbul 1950-1955, s. XVI-XXXI; Tuncer Baykara,
yana’ya gitti. 1935’te İbn Fadlan üzerine yaptı- Zeki Velidi Togan, Ankara 1989, tür.yer.; Ertuğrul Yaman-A.
ğı doktorasını tamamladı. 1939’da Türkiye’ye Kemal Bolaç-Ahsen Esatoğlu, Türkiye’deki Türk Dünyası, An-
kara 1998, s. 125-130; Necmettin Sefercioğlu, Tanıdığım Ünlü
dönüp, tekrar İstanbul Üniversitesi’nde göre- Türkçüler, İstanbul 2005, s. 22-26.
ve başladı. 1944’te Turancılık hareketi içinde ➢ALİ YÜCEL YÜRÜK
yer alması dolayısıyla on beş ay hapis cezasına
çarptırıldıysa da Askerî Mahkeme kararı bozdu TOKAY, MEHMET FEHMİ
ve beraat etti. Kapatılmış olan, İslâm Tetkikleri (1889-1959)
Enstitüsü’nün yeniden kurulmasını sağladı ve Üsküdar doğumlu Türk mûsıkîsi
müdürü oldu (1953). bestekârı.
Üniversiteden emekli olduğu yıl içinde geçir-
Üsküdar’da Tabaklar mahallesinde doğdu. Ba-
di-ği bir ameliyat sonrası vefat etti (1970). Kara-
bası Dîvân-ı Muhâsebât murakıbı Hüsnü Bey,
caahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
annesi Üsküdar’da Harmanlık Mektebi müdîre-
Togan’ın önemli eserlerinden bazıları şunlar-
si Şâdiye Hanım’dır. Üsküdar’da Ravza-i Terakki
dır: Türk ve Tatar Tarihi, 1929-1940 Arası Tür-
Mektebi, Toptaşı Askerî Rüşdiyesi ve İdâdîsi’ni
kistan’ın Vaziyeti, Umumi Türk Tarihine Giriş,
bitirdi.1907’de Hendese-i Mülkiyye-i Şâhâne’ye
Harezmce tercümeli Muqaddimat al-Adab, Bu-
kaydoldu. Ancak Balkan ve I. Dünya savaşları-
günkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, Tarihte
nın araya girmesi sebebiyle 1920’de mezun ola-
Usul.
bildi. Daha sonra Kocaeli, Ankara, Bolu, Çan-
Kaynakça: İhsan Işık, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adam-
ları Ansiklopedisi, Ankara 2006, VIII, 3527; İ. Parmaksızoğlu, kırı, Kütahya ve Trabzon’da Nâfia Vekâleti’nin
“Togan, Ahmed Zeki Velidi”, TA, XXXI, 265; M. Orhan Bay- çeşitli birimlerinde çalıştı. 1954’te aynı kurum- 367
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
T TOPAL RECEP PAŞA
dan müşâvir olarak emekliye ayrıldı. Bir süre İs- TOPAL RECEP PAŞA
tanbul Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nde ça- (ö. 1632)
lıştıktan sonra vefâtına kadar mûsıkî ile ilgilendi. Doğancılar civarında medfun olduğu
28 Haziran 1959’da Fransız Hastahanesi’nde kalp rivayet edilen Osmanlı sadrazamı.
krizinden vefat etti ve Karacaahmet’teki aile me- Boşnak asıllı olup, Bostancı Ocağı’ndan yetiş-
zarlığına defnedildi. miş, bostancıbaşılık, kapıcılar kethüdalığı, mirâ-
Fehmi Tokay mûsıkî çevrelerinde, hâfıza- hur-ı evvellik görevlerinde bulunmuş ve bu sı-
sındaki zengin mûsıkî birikimi ve bilhassa bes- rada Sultan IV. Murad’ın kız kardeşi Gevherhan
teleriyle tanındı. Onun mûsıkîyle ilk tanışması, Sultan’la evlendirilmiştir. 1624 yılında vezirlikle
evlerinde düzenlenen ve Ali Rifat Bey (Çağatay), Karadeniz serdarı olarak bir süre önce Ruslar’ın
kemânî Aleksan, Kemal Niyazi (Seyhun), ke- eline düşen Azak Kalesi’ni geri almakla görev-
mençeci Salih (Benli), hânende Kaşıyarık Hü- lendirilmiş, ardında da kaptanıderyalığa geti-
samettin Bey, Ûdî Nevres Bey gibi ünlü mûsıkî- rilmiştir. 1626 senesinde sadaret kethüdası olan
şinasların katıldığı toplantılar vasıtasıyla oldu. Recep Paşa, beş yıl sonra da sadrazamlığa tayin
Daha sonra babasından mûsıkî dersleri almaya edilmiştir.
başladı. 1919’da babasının da hocası olan Yeni- Bu görevde iken adı bazı entrika ve isyan ha-
köylü Hâdi Bey’den klâsik ve dinî mûsıkî eserle- reketlerine karıştığından siyaseten öldürülmüş-
ri meşk etti, dinî mûsıkî tavrı öğrendi. Bu arada tür. Cesedi Üsküdar’da Doğancılar civarında
dergâhlara devam ederek dinî mûsıkî repertua- bir caminin haziresine defnedilmiş; bir rivayete
rını geliştirdi, Rauf Yektâ Bey’den eser meşket- göre ise denize atılmıştır.
ti. Ankara Mûsıkî Cemiyeti’ni kurdu ve görevli
Kaynakça: Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 76-77; Hüseyin Ayvansarâyî,
bulunduğu yerlerde mûsıkî dernekleri kurarak Hadîkatü’l-cevâmi‘, İstanbul 1281, s. 76-77; Sicill-i Osmânî, II,
pek çok öğrenci yetiştirdi. Şarkılarını çoğunlukla 370; Danişmend, Kronoloji, V, 34; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi,
III/2, s. 384.
Nevzat Atlığ, Cüneyt Orhon ve Alâeddin Yavaş-
➢ ABDÜLKADİR ÖZCAN
ça notaya aldı.
Bestelerinde klâsik üsluptan ayrılmadı, güfte-
lerini titizlikle seçerdi. Dinî ve dindışı formlarda TOPUZLU, CEMİL
(1866-1958)
130 civarında eser besteledi, on zamanlı “Türk
Evferi” adlı bir usul terkip etti. Bestekârlıktaki Üsküdar doğumlu Türk hekimi; İstanbul
en verimli dönemi 1941-1945 yılları olmuştur. belediye başkanlarından.
“Terket beni artık yetişir sende vefâ yok” mıs- Üsküdar Salacak’ta, Tırnakçızade Yalısı yanın-
râıyla başlayan hicaz, “Geçti bahâr hazân erdi bu daki yalıda doğdu (6 Mart 1866). Babası İskeçeli
yerde” mısrâıyla başlayan bûselik, “Aşkı seninle Topuzlu oğullarından Yusuf Ziya Paşa’dır. “To-
tattı hicranla yandı gönül” mısrâıyla başlayan puzlu” namı, ceddi Hacı Mustafa’ya Fatih’in to-
hümâyun, “Bitmez tükenmez bu dert ömür di- puzunu ve alemini taşıdığı için verilmiştir. Bu zat
yorlar buna” mısrâıyla başlayan mâhur şarkıla- İstanbul’da Dârüşşafaka’nın bulunduğu yerdeki
rıyla, “Muhammed’den diğer yok vâsıl olmuş sarayı kışlık konak, Beylerbeyi Sarayı’nın bulun-
kâbe kavseyne” mısrâıyla başlayan müsteâr du- duğu yeri de yazlık olarak kullanıyordu. Beyler-
rağı ve “Allah diyelim dâim Mevlâ görelim ney- beyi’nde kitabesi bulunan bir çeşmesi vardır.
ler” mısrâıyla başlayan rast ilâhisi sevilen eserle- Üsküdar Paşakapısı Askerî Rüştiyesi’nde ve
rinden bazılarıdır. bir süre Mekteb-i Sultânî’de (Galatasaray Lisesi)
Kaynakça: Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi Antoloji- okuduktan sonra, babasının memuriyeti dolayı-
si, İstanbul 1943, II, 710-711; İbnülemin, Hoş Sadâ, Ankara,
1958, s. 182-183; Mustafa Rona, 20. Yüzyıl Türk Mûsıkîsi, İs-
sıyla gittikleri Şam’da Askerî Rüştiye’den mezun
tanbul 1970, s. 320-330; Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Musikîsi oldu. Kuleli Mekteb-i Tıbbiye-i Askerî İdâdîsi’ni
Ansiklopedisi, Ankara, 1990, II, 398-399. (1882) Gülhane’deki Mekteb-i Tıbbiye-i Aske-
➢ NURİ ÖZCAN
riyye-i Şâhâne’yi bitirerek yüzbaşı rütbesiyle
diploma aldı (1886). Bir yıl sonra, Sütlüce’deki
368
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
TUĞCU, KEMALETTİN T
Hilmi Tunahan’ın yük bir pay sahibi oldu. Bazı romanları senaryo-
Karacaahmet’teki mezarı
laştırılarak Ayşecik (1960), Kolsuz Bebek (1961),
Yüz Karası (1964) gibi filmler, Üvey Baba adlı
televizyon dizisi çekildi.
Sokak Çocuğu, Hırsızın Oğlu, Yetim Malı,
Anasının Kuzusu, Babasının Oğlu, Çocuklar Ada-
sı çocuk romanlarından bazılarıdır. Hz. Muham-
med’in Hayatı adlı bir incelemesi de vardır.
Kaynakça: “Tuğcu, Kemalettin” TBEA, II, 834-835; Nemika
Tuğcu, Sırça Köşkün Masalcısı/ Kemalettin Tuğcu’nun Yaşa-
möyküsü, İstanbul 2004.
➢ ÂLİM KAHRAMAN
371
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
U
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
UZKINAY, FUAT
(1888-1956)
Üsküdarlı sinemacı.
İstanbul Üsküdar’da doğdu (1888). İlk ve orta
eğitimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul
Sultânîsi (İstanbul Erkek Lisesi) ve Dârülfünun
Fizik-Kimya bölümünde okudu. Geçimini temin
baren Fransızca’dan yaptığı bazı çevirileri çeşitli etmek için öğrencilik yıllarında İstanbul Numû-
dergilerde yayımlandı. 1884’te Tevfik Nevzat ve ne-i Terakki İdâdîsi’nde öğretmen yardımcılığı
Bıçakçızâde Hakkı ile Nevruz dergisini, 1885’te ve İstanbul Sultânîsi’nde dâhiliye memurluğu
Hizmet gazetesini çıkardı. İlk romanları Sefîle ve yaptı. Sinemacılığı okul yıllarında Sigmund We-
Nemîde’yi burada yayımladı. Bu arada İzmir rüş- inberg’den öğrendi. İstanbul Sultânîsi’nde öğren-
diye ve idâdîsinde Fransızca öğretmenliği, Os- cilere sinemayı tanıtan ve öğreten dersler verdi
manlı Bankası’nda memurluk yaptı. 1893’te Reji (1910-1914). Birinci Dünya Savaşı’nın başlama-
İdaresi’nde başkâtip göreviyle İstanbul’a geldi. sıyla yedek subay olarak askere alındı. Türk si-
1896’dan itibaren Servet-i Fünun topluluğu- nemasına önemli katkıları oldu ve pek çok filme
na katıldı; Mâi ve Siyah (1897) ile Aşk-ı Memnû imza attı. İki kızı ve bir oğlu bulunan Uzkınay
(1899) romanı Servet-i Fünun’da tefrika edil- Göztepe’deki evinde vefat etti (29 Mart 1956).
di. Ayrıca Sabah ve İkdam gazetelerinde küçük Ayastefanos’taki (Yeşilköy) Rus abidesinin yı-
hikâyeler yayımladı. kılışını (14 Kasım 1914) filme çekerek uzun yıl-
II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Sabah’ın lar 1914’ten önce çekilen filmler bulunana kadar
edebî başyazarı oldu. Başta Tanin olmak üzere ilk Türk sinemacısı olarak anıldı. Enver Paşa’nın
çeşitli gazete ve dergilerde edebî ve siyasî yazı- emriyle kurulan Merkezi Ordu Sinema Daire-
lar yayımladı; bu arada Dârülfünun’da estetik ve si’nde (MOSD) Sigmund Weinberg’in yardım-
Batı edebiyatı dersleri verdi. 1909’da V. Mehmed cılığına (27 Ağustos 1916) ve Dersaadet Merkez
Reşad’ın tahta çıkması üzerine Mâbeyn Başkâ- Kumandanlığı Sineması (1 Kasım 1916) müdür-
tipliği’ne getirildi. 1912’de bu görevden ayrılın- lüğüne tayin edildi. Burada ilk iş olarak “Him-
ca tekrar Dârülfünun’da dersler verdi. Özel dip- met Ağa’nın İzdivacı” isimli filmi tamamladı.
lomatik görevlerle bir süre Romanya, Almanya “Mürebbiye”, “Binnaz”, “Bican Efendi Vekilharç”,
ve Fransa’da bulundu. Hayatının son yıllarında “Nur Baba” gibi filmlerinin kameramanlığını
Yeşilköy’deki köşkünde hatıralarını kaleme aldı. yaptı. Ayrıca Anadolu’ya giderek savaşı belgele-
27 Mart 1945’te vefat etti. Kabri Bakırköy Mezar- yen “Zafer Yolları” gibi filmler çekti. Çeşitli sine-
lığı’ndadır. malar işletti. 1924 yılında Ordu film merkezinin
Halid Ziya meslek hayatının kırkıncı yılında laboratuar grup amirliğine tayin edildi. Emekli
kaleme aldığı Kırk Yıl (1936) adlı hatıralarında, olduğu güne kadar (1953) bu görevde kaldı.
374 çocukluğunda yaz aylarını Üsküdar İhsa niye’de Mütevazi bir kişiliğe sahip olan Uzkınay’ın
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
UZMAN, MAZHAR OSMAN U
Süheyl Ünver yay’dan, sülüs ve nesih yazıyı da eniştesi Hattat için daima işlenecek, resmi yapılacak semtlerin
› Süheyl Ünver kızı
Gülbün Mesara ile Hacı Hasan Rızâ Efendi’den öğrenmiştir. Daha başında gelmiştir. Onun karakalem ve suluboya
Tıp Fakültesi’nde okuduğu yıllarda da “Ruhu- resimlerini yaptığı birçok mimari eser bugün
mun mürebbîsi” dediği ressam Üsküdarlı Hoca mevcut değildir.
Ali Rızâ’nın yanında da karakalem ve suluboya Eserlerinden bazıları şunlardır: İslâm Tabâ-
resim çalışmaları yapmaya başlamıştır. betinde Türk Hekimlerinin Mevkii ve İbn Sînâ’nın
İyi bir doktor ve Tıp tarihçisi olduğu kadar Türklüğü (1937), Anadolu Beylikleri ve Tıp Ta-
Cumhuriyet döneminde yetişen ünlü bir min- rihimiz (1938), Mahya Hakkında Araştırmalar
yatür ustası ve müzehhip de olan Süheyl Ünver, (1940), İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Al-
bütün bunların yanında Türk kültürünün başta bümü (1943), Hattat Ahmed Karahisârî (1964),
halkiyat olmak üzere, hemen bütün sahaları üze- 56 Türk Motifi (1967), Kahvehânelerimiz ve Eşya-
rinde çalışmış titiz bir araştırmacı ve arşivcidir. sı (1967). Süheyl Ünver’in İstanbul’la ilgili kitap-
Hayatı boyunca toplamış olduğu belgeleri, sa- ları İstanbul Risaleleri (5 c., 1995-1996) adı altın-
nat eserlerini, kitap ve arşiv malzemesini, kendi da, İstanbul’la ilgili suluboya resimleri de Süheyl
tuttuğu not defterlerini daha hayattayken Türk Ünver’in İstanbul’u (1996) adıyla yayımlanmıştır.
Tarihi Kurumu ile Süleymaniye Kütüphanesi ve
Kaynakça: Ekrem Kadri Unat, Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl
başkanlığını yaptığı Cerrahpaşa Tıp Tarihi Ens- Ünver, İstanbul 1986; Ahmed Güner Sayar, A. Süheyl Ünver-
titüsü’ne bağışlamıştır. Büyük bir kısmı yabancı Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, İstanbul 1994; Zuhal Özaydın,
Menâkıb-ı Süheyl Bey - Süheyl Ünver Hoca’dan Notlar, İstanbul
dillere de çevrilen Ünver’in kitap ve makaleleri- 1997.
nin sayısı 2500 civarında olup yayınları hakkın- ➢ABDULLAH UÇMAN
da geniş bir bibliyografya çalışması yapılmıştır.
Çocukluğunun bir bölümü Üsküdar İbrahi-
ÜSKÜDARLI MUSTAFA ZAMÎRÎ
mağa’da geçti. Daha Haydarpaşa’daki talebelik (ö. 1694)
yıllarında zaman zaman Karacaahmet Mezarlı-
Üsküdar doğumlu şair ve tarihçi.
ğı’nda dolaşan Ünver burada eski mezar taşla-
rındaki süsleme ve hatlarla ilgilenir, beğendiği Doğum tarihi bilinmeyen Mustafa Zamîrî
motifleri defterine kopya ederdi. Ayrıca mezar Efendi Üsküdar’da doğdu. Çocukluk yılların-
taşlarına yazılmış bazı ibretli sözleri de defterine dan itibaren maârif ve kitabete dikkatini verdi
kaydederdi. Eski evleri, cami, mezarlık, sokak, ve Dîvân-ı Hümâyun’da kâtiplik sınıfına kadar
380 çeşme ve türbeleri ile özellikle Üsküdar onun yükseldi. Hattat da olduğu için İstanbul’da bir-
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ÜSKÜDARLI TALAT Ü
kaç vezire tezkirecilik yaptı. Şiirleri ve sözleri Bir ara Zeyrek Rüştiyesi’nde Farsça öğretmeni
kendi döneminde çok beğenildi. Tarih ilminde olarak görev yaptı. Daha sonra Fırka-i Askeriy-
de başarı gösterdi. ye Mühimme Kâtipliği göreviyle Trablusgarp’a
Kaynakça: Nuran Altuner, Safâî ve Tezkiresi (doktora tezi, gönderildi. Dört yıl kadar burada kaldı. Askerî
1989), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, II, 479- fırka komutanı Ârif Paşa ile anlaşamadığı için
480; İsmail Beliğ, Nuhbetü’l-âsâr li-zeyli Zübdetü’l-eş‘âr (haz.
Abdulkerim Abdulkadiroğlu) Ankara 1999, s. 213; Mehmet görevinden istifa ederek tekrar İstanbul’a döndü.
Nail Tuman, Tuhfe-i Naili (haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı), Hersekli Arif Hikmet’in aracılığıyla bir süre Da-
Ankara 2001, II, 571.
mat Mahmud Celaleddin Paşa’nın meclislerine
➢AZMİ BİLGİN
devam etti. Sâfî’nin içkiye düşkünlüğü nedeniyle
Mahmud Paşa’nın bir ara yanından uzaklaştırdı-
ÜSKÜDARLI SÂFÎ ğı dört beş gün sonra yeniden himayesine aldığı
(1862-1901) bilinmektedir. Üsküdar’da bir attar dükkânı açtı
Üsküdarlı şair. (1899) fakat paşanın Avrupa’ya kaçması ve dük-
Yanya’da doğdu (1862). Asıl adı Mustafa’dır. Ba- kâna gidip gelenlerin ihbar edilmesi üzerine Ha-
bası Yanya deftardarı Mehmet Emin Nüzhet lep vilayeti mektupçu muavinliğine gönderildi.
Efendi de şairdir. İstanbul’a göç eden aile Üs- 19 Haziran 1901’de burada vefat etti.
küdar İhsaniye mahallesine yerleşti. Beş yaşın- Yazma olan Dîvançe-i Sâfî’den başka Gülis-
dayken babası ölünce ağabeyi Ali Cevad Bey (ö. tan’ın bir bölümünün tercümesi olup başında
1914) tarafından yetiştirildi. Üsküdar Fındıklı Nâmık Kemal’in manzum, Muallim Naci’nin ise
Mektebi’nde ve Paşakapısı Rüşdiyesi’nde okudu. mensur birer takrizi bulunan Cidâl-i Sa‘dî bâ-Müddeî
Selimiye Camii’nde ders veren Berkofcalı Ab- (İstanbul 1886), Nev-Bâve-i Kavâid-i Fârisî (İs-
durrahman Efendi’den dinî ilimlerle ilgili ders- tanbul 1890), İslâm-ı Hazret-i Ömer yâhud Bir
ler aldı. Şâir Köysancaklı Abdülkadir Efendi’den Hârika (İstanbul 1891), Şi‘r-i Sâfî (İstanbul 1899)
Farsça, Arapça öğrendi. 1880’de Üsküdar Bidayet adlı basılmış eserleri vardır.
Mahkemesi kâtipliğine, daha sonra Askerî Teka- Kaynakça: Osmanlı Müellifleri, II, 292; İbnülemin, SATŞ, III,
1583-1587; Mehmet Nail Tuman, Tuhfe-i Naili (haz. Cemal
üd Sandığı’nda tahrirat memurluğuna getirildi.
Kurnaz - Mustafa Tatçı), Ankara 2001, II, 537; Alim Yıldız,
“Üsküdarlı Sâfî’nin Cidâl-i Sa‘dî Bâ-müddeî Mesnevisi”, Üskü-
dar Sempozyumu IV: Bildiriler, İstanbul 2007, I, 587-607. › Şi‘r-i Sâfî’nin kapağı
➢AZMİ BİLGİN
ÜSKÜDARLI TALAT
(1858-1926)
(ö. 1696)
Akşam başta olmak üzere çeşitli gazetelerde yazı aldı. On iki yaşında hafız oldu. Seb’a ve aşere
ve röportajları yayımlandı. Gazeteciliği ölünce- kıraatlerinden mezun olduktan sonra, Üsküdar
ye kadar sürdürdü. Mezarı Edirnekapı’dadır. dersiamlarından Alâiyyeli Kara Mustafa Efen-
Edebiyat hayatına şiirle başladı, senaryo ve di’nin derslerine devam ederek icâzet aldı.
romanlar yazdı, çeviriler yaptı. Hatıralarını Bu Yeni Valide Camii Mektebi’nde (Gülnûş Eme-
Dünyadan Nazım Geçti (1965) kitabında topladı. tullah Mektebi) derse başladı (1881), 1885’te ise
Eşi Nihal Karamağralı (Müzehher Vânû) ile Kor- Üsküdar dersiâmı oldu. Yeni Valide Camii Mek-
kusuz Murat adlı çocuk romanını yazdı (1966). tebi’ndeki görevi 1912’ye kadar devam etti. Bu
1940’lı yıllardan başlayarak 1950’lerin sonuna görevde iken 1883’te Paşakapısı Askerî Rüşdiyesi
kadar Üsküdar Salacak’taki evlerinde oturdular. Farsça muallimi oldu. Rüşdiyenin Üsküp’e nak-
Bu eve Refik Halit Karay, Nâzım Hikmet, Çetin li üzerine (1891) Üsküdar İdâdîsi Farsça öğret-
Altan gibi edebiyatçılar konuk oldular. menliğine geçti.
Kaynakça: “Vâ-Nû, Vâlâ Nurettin”, TDEA, VIII, 507; Müzeh- 1906’da Huzur derslerine muhatap tayin edil-
her Vâ-nû, “Salacak’taki Evimiz ve Son Durağa Yaklaşırken”, di. 1909’da muharrirliğe terfi ederek 1922 yılına
Bir Dönemin Tanıklığı, İstanbul, ts., s. 213-251; “Vâ-Nû, Vâlâ
Nurettin”, TBEA, II, 883-884. kadar bu görevi sürdürdü.
➢ÂLİM KAHRAMAN Uzun yıllar Üsküdar’da oturduğu için, “Üskü-
darlı Vildan Efendi” namıyla anıldı. 4 Temmuz
1925’te Üsküdar Sultantepesi Hacı Hesna Hatun
VELİ MEHMED PAŞA
(ö. 1716) mahallesinde, Servilik caddesindeki evinde vefat
Üsküdar’da medfun Osmanlı vezir ve etti.
valilerinden. Vasiyeti üzerine naaşı Karacaahmet Mezarlığı
8. Ada’da, Turşucuzâde sofasının sağ tarafındaki
Saraydan yetişmiş, burada hassa salahorluğu ve
büyük sofada, kızı Emine Tayyibe Hanım’ın ya-
çakırcıbaşılık görevlerinde bulunduktan sonra,
nına defnedildi.
sipahiler ağası ve kapıcılar kethüdası olmuş, ar-
Kaynakça: Ebü’l-Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966,
dından kaptanıderyalığa getirilmiştir. Daha son-
II-III, 140-141; Hümeyra Zerdeci, Osmanlı Ulema Biyografile-
ra Bosna valiliği yapan Veli Mehmed Paşa, Sakız rinin Arşiv Kaynakları, Ankara 2008, s. 304.
muhafızlığı, Mısır valiliğinin ardından görevin- ➢ALİ YÜCEL YÜRÜK
den alınmış, bu son görev yerinde adı bazı sui-
istimallere karıştığından siyaseten katledilmiştir.
Naaşının Üsküdar’da defnedildiği nakledilir.
Kaynakça: Sicill-i Osmânî, IV, 612; Danişmend, Kronoloji, V,
205; Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Denizlerimizin
Amirleri Derya Kaptanları Bahriye Nazırları ve Deniz Kuvvet-
leri Komutanları (haz.lar İbrahim Akkaya-Fahri Ayanoğlu),
Ankara, 2009, s. 69.
➢ABDÜLKADİR ÖZCAN
➢MEHMET İPŞİRLİ
vefat etti; kabri Feriköy Mezarlığı’ndadır. Üsküdar’da doğup büyümüş Türk yazar
Başlıca eserleri arasında Nâdide (1891), ve siyaset adamı.
Hayât-ı Muhayyel (1899), Hayal İçinde (1901), İstanbul’da Üsküdar’da doğdu (1887). Evkaf
Hayât-ı Hakikiye Sahneleri (1910), Kavgalarım Nezâreti memurlarından Halil Saib Bey’in oğlu-
(1910), Niçin Aldatırlarmış (1922) ve Edebî Hâ- dur. İlk tahsilini Üsküdar Gülfem Hatun Mekte-
tıralar (1935) yer almaktadır. bi’nde yaptı, daha sonra Toptaşı Askerî Rüşdiye-
Kaynakça: Suat Hızarcı, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı, Sa- si’ni bitirdi. İki yıl kadar da Selamsız’daki Fransız
natı, Eserleri, İstanbul 1957; Ömer Faruk Huyugüzel, Hüseyin Mektebi’ne devam etti, bir süre Selanik Mülkî
Cahit Yalçın’ın Hayatı ve Edebî Eserleri Üzerinde Bir Araştırma,
İzmir 1984; Mehmed Rauf, Edebî Hâtıralar (haz. Mehmet Tö- İdâdîsi’nde okuduktan sonra Mekteb-i Hukuk’a
renek), İstanbul 1997, s. 35-40. devam etti. Bu arada Selanik’teki İttihad Terak-
➢ABDULLAH UÇMAN kî Mektebi ile Ziraat Mektebi’nde dersler verdi.
1909’da İstanbul’da kurulan Fecr-i Âtî topluluğu-
YALIM, HAYRULLAH TACEDDİN na katıldı, Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine
(1883-1954) tahsili yarıda kaldı. 1911 yılından itibaren, Ömer
Üsküdar doğumlu Türk mutasavvıf, şair Seyfeddin ve Ziya Gökalp’le birlikte Selanik’te
ve bestekârı. yayımlanmakta olan Genç Kalemler dergisinde
Üsküdar’da doğdu (1883). Babası, Türk mûsıkîsi- “Yeni Lisan” hareketini başlattı. Daha sonra sı-
ne vakıf bir şahsiyet olan Şeyh Tevfik Efendi ilk rayla Çanakkale Sultânîsi, Gelenbevî Sultânîsi ve
hocasıdır. Ravza-i Terakki Mektebi’nden sonra Dârülmuallimîn’de edebiyat hocalığı yaptı. Yah-
Toptaşı Askerî Rüştiyesi ve Üsküdar İdâdîsi´nde ya Kemal’in ayrılması üzerine, İstanbul Edebiyat
öğrenim gördü. Rüsûmat Emaneti´nde me- Fakültesi’nde vekâleten bir yıl kadar Türk ede-
muriyete başladı. Uzun yıllar burada çalıştı. biyatı tarihi derslerine girdi (1918). Daha sonra
Cumhuriyet´in ilanından sonra tapu memuru Millî Mücadele’ye katılarak Trabzon ve Giresun
oldu. Dedesi ve babası, Şeyh Nuri Efendi Tekkesi/ Sultânîsi müdürlüğü yaptı; 1922’de Maârif Umû-
Çarşamba Dergâhı şeyhi idi. Babasının 1899´da mi müfettişi oldu; bir süre sonra kendi isteğiy-
vefatı üzerine bu tekkeye şeyh oldu. Bu tarihten le bu görevinden ayrılarak tekrar öğretmenliğe
tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar dergâhta döndü. Bir ara politikaya atıldı ve Ordu millet-
irşad görevini sürdürdü. Salih Nâzım Bey´den vekilli seçildi. 1943’te İstanbul Edebiyat Fakül-
Arapça, Hicri Efendi´den Farsça, Ahmed Zarifi tesi’nde Türk edebiyatı profesörlüğüne getirildi.
Bey ile Üsküdarlı Talat Bey´den edebiyat öğren- 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den Bursa
di. Müziği Malak Hâfız, Ali Baba ve Şeyh Abdül- milletvekili seçildi, 1954’te milletvekillikten ay-
halim Efendi´den meşk etti. Bestelediği ilahiler rıldı ve İstanbul’da münzevi bir hayat sürmeye
ve şiirleri vardır. Hacı Haşim Bey´in torunu ile başladı. 1967 yılında vefat etti, kabri Sahrâ-yı
evliydi. 7 Ekim 1954’te Üsküdar’da hayata gözle- Cedit Mezarlığı’ndadır.
rini yumdu. Mûsıkî eserleri yanında basılmış ve Henüz 15-16 yaşlarında eski tarzda yazdı-
basılmamış ahlakî, dinî eserleri de vardır. Kabri, ğı şiirlerle edebiyat dünyasına giren Ali Cânip,
Karacaahmet Mezarlığı´nda 10. Ada´da Büyük daha sonra Servet-i Fünuncuların etkisi altında
Selim Paşa (Hotin Ailesi) aile mezarlığının sağ aşk ve tabiat konulu şiirler kaleme almış, “Yeni
tarafında, Gündoğumu Caddesi üzerindedir. Lisan” hareketinin başlamasıyla birlikte dilimize
girmiş Arapça-Farsça kelime ve tamlamaların
Kaynakça: Haskan, YBÜ, I, 499-500; Seyid Yöre,
“Osmanlı´dan Türkiye´ye Üsküdar´da Osmanlı / Türk Sanat terkedilmesi ve özellikle edebiyat dilinde İstan-
Müziği´ne Dair Kurumlar ve Üsküdarlı Müzisyenler”, Üsküdar bul Türkçesi’nin kullanılması konusunda Cenab
Sempozyumu V: Bildiriler, İstanbul 2008, I, 331; M. Nazmi
Özalp, Türk Mûsıkîsi Tarihi, Ankara, 1986, II, 101.
Şahabeddin, Fuat Köprülü ve Süleyman Nazif ’le
➢NURDAN ŞAFAK
münakaşalar yapmıştır.
Sade Türkçe ve hece vezniyle yazdığı bir kı-
sım şiirlerinde Üsküdar’da geçen çocukluk hâtı- 387
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Y YÛSUF İZZEDDİN PAŞA
ralarına da yer veren Ali Cânip’in belli başlı eser- ziz’in yanına defnedilmiştir. Ölümünün intihar
leri şunlardır: Geçtiğim Yol (Şiirler, 1918), Millî veya bir suikast olduğu nakledilir. Zira iktidarda
Edebiyat Meselesi ve Cenab Bey’le Münakaşala- bulunan İttihat ve Terakki Fırkası liderlerinden
rım (1918), Leylâ ve Mecnun (1927), Epope ve Enver Paşa’nın politikasını şiddetle eleştiriyordu.
Edebî Nevilerle Mesleklere Dair Malûmat (1927), Çıkarılan bir kanunla diğer hanedan men-
Türk Edebiyatı Antolojisi (1931), Ömer Seyfeddin supları gibi kızları Şükriye ve Mihrişah sultan-
- Hayatı ve Eserleri (1935). lar da yurt dışına sürülmüş, ancak 1952 yılında
Kaynakça: Ömer Seyfeddin, “Ali Cânib Bey”, Nevsâl-i Millî, yurda dönebilmişlerdir. Bir süre babalarının köş-
İstanbul 1914, s. 299-313; Sadettin Nüzhet Ergun, Ali Cânib- künde ikamet eden bu iki sultan kıymetli eşya-
Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1937; Fevziye Abdullah Tansel, “Ali
Cânib Yöntem”, TTK Belleten, sy. 125 (1968), s. 55-77; “Yön- ları Topkapı Sarayı Müzesi’ne vermişler, Şükriye
tem, Ali Cânib”, TDEA, VIII, 603-604. Sultan’ın vefatından sonra Mihrişah Sultan köş-
➢ABDULLAH UÇMAN kü satmıştır. Burada veliaht şehzadenin büyük
boy bir yağlı boya tablosu da bulunmakta idi.
YÛSUF İZZEDDİN PAŞA Kaynakça: Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 273-276; Cavidan
Göksoy, “Yusuf İzzettin Efendi Köşkü”, DBİst.A, VII, 536-537.
(ö. 1857 – 1916)
➢ABDÜLKADİR ÖZCAN
Büyük Çamlıca’nın batı eteklerinde
köşkü bulunan Osmanlı şehzadesi.
YÛSUF KÂMİL PAŞA
Sultan Abdülaziz’in Dürrünev Kadınefendi’den (1808-1876)
olma oğludur. Askerî okullarda tahsil görmüş
Üsküdar’da eşi Zeynep Hanım’la beraber
ve müşirliğe kadar yükselmiştir. Sultan Mehmed
yaptırdığı bir hastahanesi bulunan
Reşad’ın cülûsundan sonra veliaht ilan edilen Yû-
suf İzzeddin Efendi 1 Şubat 1916 tarihinde köş- Osmanlı devlet adamı.
künde ölü bulunmuştur. Cenazesi Cağaloğlu’nda Arapkir’de doğdu (1808). İsmail Beyzade Meh-
II. Mahmud türbesinde babası SultanAbdüla- med Bey’in oğludur. Küçük yaşta babasını kay-
388
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
YÜCEL, CAN Y
betti. Amcası Vezir Gümrükçü Osman Paşa’nın Fransızca’dan çevirdiği Tercüme-i Telemak › Yûsuf Kâmil Paşa’nın
Zeynep-Kâmil Hastahanesi
himayesinde Kayseri ve Bozok’ta başlayan eği- (1862) eseriyle de bilinir. Hayırsever bir kişiliğe bahçesindeki türbesi
timine amcasıyla beraber geldiği İstanbul’da sahip olan Yûsuf Kâmil Paşa eşi Zeynep Hanım’la
devam etti. Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne gir- beraber yaptırdıkları Üsküdar’daki büyük hasta-
di (1829). Bu sırada gördüğü bir rüya üzerine, haneden başka Çamlıca’daki Çilehane Mescidi’ne
amcası Osman Paşa’nın Üsküdar’da Ayazma bir şadırvan da yaptırmıştır. Ailenin Beyazıt’taki
sahilindeki yalısından Kızkulesi’ne geçerek bir konağında Mesnevî okutmuş olan Hâfız Mehmet
yelkenliyle Mısır’a gitti. Mısır valisi Kavala- Zeki Dede Efendi, Paşa’nın kütüphanesinde hâ-
lı Mehmet Ali Paşa’nın hizmetine girdi; paşa- fız-ı kütüplük de yapmıştır.
nın teveccühünü kazanarak küçük kızı Zeynep Kaynakça: “Yusuf Kâmil Paşa”, YYOA, II, 684-685; Haskan,
Hanım’la evlendi. Bu evliliğe taraftar olmayan YBÜ, I, 158, 258; II, 651-652; III, 1230.
390
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Z
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
› Zeynep-Kâmil Hastahanesi
Zeynep Hanım
len Yûsuf Kâmil Paşa’dan sonra Abbas Paşa’nın
baskıları Zeynep Hanım’a yöneldi, onun etrafıyla
görüşmesini yasakladı. Bu baskıları kaldırmak
için boşanmaları şartını getirdi. Zeynep Hanım
boşanmak zorunda kaldı, serbest kalınca da hac-
ca gitmek için izin aldı. Önce Beyrut’a, oradan
vapurla İstanbul’a hareket etti. Yûsuf Kâmil Paşa
tarafından hazırlanan bu plandan sonra birbir-
lerine kavuşan çifte Reşit Paşa’nın yalısında yeni
bir nikâh ve evlilik töreni düzenlendi. 1861 yı-
lında Zeynep Hanım’ın öz kardeşi Said Paşa vali
olunca aile Mısır’a gidip gelmeye başladı. Arada
sıcak ilişkiler kuruldu.
Zeynep Hanım ve Yûsuf Kâmil Paşa ailesi kışı
Beyazıt’taki konaklarında geçirir, baharda Yaka-
cık’taki köşklerine giderler, yaz gelince de iki yüz
elli dönümlük bir arazi içinde bulunan Bebek’te-
ki yalıya geçerlerdi. Evlerinde toplantılar eksik
olmaz, bu toplantılar üç aylarda Kur’an ve dinî
sohbet, diğer aylarda eğlence, müzik ve edebiyat
içerikli olurdu. Zeynep Hanım, edebiyat toplan-
tılarında hanımlar arasında bazen şiir yarışmala-
rı düzenler onlara hediyeler verirdi.
Fakir fukarayı gözetir zengin gönüllü, cö- 393
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
Z ZİYA BEY
ZİYA BEY
(ö. 1893)
Karacaahmet’te medfun
Osmanlı devlet adamı
Asıl adı Ziyaeddin Mehmed Efendi’dir. İdâre-i
Mahsûsa (1867), Maâdin (1870) ve Matbah-ı Rüşdiyesi’ne devam etti.
Âmire (1878) müdürlüklerinde hizmet verdi. Küçük yaştan itibaren lalası İsmail Ağa’nın
Antalya, Urfa ve Lazkiye mutasarrıflıklarında teşviki ile halk şairlerine ilgi duydu ve onlara
bulundu. 9 Kasım 1893’te vefat etti. Eşinin ölü- benzer şiirler yazmaya başladı. El yazısının gü-
mü üzerine Karacaahmet Türbesi’nin sol tarafın- zelliği ile dikkati çekti ve 16-17 yaşlarında Sadâ-
da bulunan türbe ve sebili yaptırdı. ret-i Uzmâ Mektûbî Kalemi’ne kâtip olarak girdi.
Burada tezkire sahibi Fatin Efendi
Kaynakça: Mehmet Raif, Mirât-ı İstanbul, İstanbul 1314, s.
117; M. Nermi Haskan, YBÜ, III, 1220. vasıtasıyla Encümen-i Şuarâ topluluğu men-
➢PINAR YAVUZTÜRK ÖZYALVAÇ
suplarından Leskofçalı Galib, Kâzım Paşa, Os-
man Şems Efendi ve Nevres Paşa ile tanıştı, on-
ların meclislerine devam etmek suretiyle şiirini
ZİYA PAŞA
(1829-1880)
geliştirme fırsatı buldu. Adının daha geniş bir
çevrede duyulmasına yol açan meşhur “Tercî-i
Üsküdar Kandilli’de dünyaya gelen Bend”ini de yine bu yıllarda kaleme aldı (1859).
Tanzimat dönemi şairlerinden. Mahmud Nedim Paşa’nın aracılığı ile Mus-
İstanbul’da Kandilli’de dünyaya geldi (1829). As- tafa Reşid Paşa’nın dikkatini çekti ve Mâbeyn-i
len Erzurumlu olan babası Galata Gümrüğü kâ- Hümâyun beşinci kâtibi olarak saraya alındı.
tiplerinden Ferîdüddin Efendi’dir. Kandilli’deki Edhem Pertev Paşa’nın tavsiyesi ile Fransızca
mahalle mektebinden sonra, bütün ailenin taşın- öğrenmek suretiyle Batı kültürüne açıldı. Mus-
394 dığı Süleymaniye’de Mekteb-i Edebiye ile Beyazıt tafa Reşid Paşa’nın ölümünden sonra Âlî Paşa ile
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
ZİYA PAŞA Z
Kitaplar
Ansiklopediler
1730 Patrona İhtilâli Hakkında Bir Eser: Abdi Tarihi (nşr.
Ana Britannica: Genel Kültür Ansiklopedisi, I-XXII, İstan- Faik Reşit Unat), Ankara 1943.
bul 1986-90. 1972-1973 Yıllarında Emekli Olan İÜ Edebiyat Fakültesi Öğ-
Aylık Ansiklopedi (yay. Server İskit), I-V, İstanbul 1944-50. retim Üyeleri, İstanbul 1974.
Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Bestekarları Ansiklo- 20 Yılın Ardından Mehmet Kaplan (haz. Sema Uğurcan),
pedisi (ed. Nihat Uzcan), İstanbul 1978. İstanbul 2007.
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I-VIII, İstanbul 40. Sanat Yılında Avni Anıl: Hayatı, Eserleri, Yazılanlar,
1993-95. Yazdıkları, İzmir 1984. 397
üsküdarlı meşhurlar ansiklopedisi
KAYNAKÇA
40. Sanat Yılında Mesut Cemil, [baskı yeri yok] 1952. Alpman, Hafi Kadri, Portreler, İstanbul 1972.
60. Doğum Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Armağan, Altuner, Nuran, Safâî ve Tezkiresi (doktora tezi, 1989), İs-
İstanbul 1950-55. tanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
70. Yıldönümünde Lozan, Ankara, ts. Altunsu, Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülislamları, Ankara
80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan: Sempozyum Bildiri- 1972.
leri, Ankara 2005. And, Metin, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu – Gelişimi – Kat-
A’dan Z’ye Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Dönemi, İstanbul kısı, Ankara 1976.
2005. And, Metin, Tanzimat ve İstibdat Dönemi Türk Tiyatrosu,
Ankara 1972.
Abdurrahman Şeref, Târih Musâhabeleri, İstanbul 1340. Anıl, Avni, Anılar ve Belgelerle Musikimiz Sözlüğü, İstanbul
Abdülfettah Şefkat Efendi, Zeyl-i Hadîkatü’l-vüzerâ, İstan- 1981-82.
bul 1271. Anonim Osmanlı Tarihi (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara
Abdülhamid’in Hatıra Defteri, İstanbul 1960. 2000.
Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1970. Arseven, Celal Esad, Türk Sanatı Tarihi, İstanbul, ts.
Afyoncu, Erhan, Tanzimat Öncesi Osmanlı Tarihi Araştırma Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı (haz. Hüseyin Su- İlyas Dirin-Şa-
Rehberi, İstanbul 2007. ban Özdemir), Ankara 2003.
Ahmed Câvid, Verd-i Mutarrâ, İstanbul 1271. Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ (nşr. G. Meredith-Owens),
Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir (nşr. M. Cavid Baysun), I-IV, London 1971.
Ankara 1953-57. Atabey, Fahri, Asya’nın Avrupa’ya Bakan Penceresi Üsküdar
Ahmed Cevdet Paşa, Ma‘rûzât (nşr. Yusuf Halaçoğlu), İs- ve Hizmetlerim, İstanbul 1973.
tanbul 1980. Atasoy, Nurhan, Kont Ostrorog’dan Rahmi Koç’a Boğazi-
Ahmed Cevdet Paşa, Târih, İstanbul 1309. çi’nde Bir Yalının Hikâyesi, İstanbul 2004.
Ahmed Lutfî, Târih (nşr. Münir Aktepe), Ankara 1988. Atay, Falih Rıfkı, Başveren İnkılâpçı, İstanbul 1954.
Ahmed Lutfî, Târih, İstanbul 1290-1328. Ateş Kuşu Semiha Berksoy (ed. Dikmen Gürün), Ankara
Ahmed Refik, Âlimler ve Sanatkârlar, İstanbul 1974. 2010.
Ahmed Refik, Fatma Sultan, İstanbul, ts. Ayaşlı, Münevver, Dersaadet, Ankara 1975.
Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı, İstanbul 1332.
Ayhan, Ece, Başıbozuk Günceler, İstanbul 2003.
Ahmed Refik, Tesâvîr-i Ricâl, İstanbul 1331.
Ayni, Mehmet Ali, Türk Azizleri I: İsmail Hakkı, İstanbul
Ahmed Resmî, Halîkatü’r-rüesâ, İstanbul 1269.
1944.
Ahmed Resmî, Hamîletü’l-küberâ (nşr. Zeynep Aycibin,
Ayvazoğlu, Beşir, Büyük Ağa Tarık Buğra, İstanbul 2006.
TTK Belleten içinde), XXII/26 (2002), s. 214-215.
Ayvazoğlu, Beşir, Kainatça Tanınmış Türk Şiir Kralı Flori-
Ahmed Rifat Efendi, Devhatü’l-meşâyih maa zeyl, İstanbul,
nalı Nazım ve Şaşalı Edebi Hayatı, İstanbul 2008.
ts., İstanbul 1978.
Ayvazoğlu, Beşir, Neyin Sırrı Hâlâ Hasret, İstanbul 2002.
Ahmed Rifat Efendi, Osmanlı Toplumunda Sâdât -ı Kirâm
Ayvazoğlu, Beşir, Peyami: Hayatı, Sanatı, Felsefesi, Dramı,
ve Nakibüleşrâflar: Devhatü’n-nukabâ (haz. Hasan Yük-
İstanbul 2008.
sel – M. Fatih Köksal), Sivas 1998.
Ayvazoğlu, Beşir, Üsküdarlı Akif, İstanbul 2006.
Ahmet Fehim, Ahmet Fehim Bey’in Hatıraları (haz. Hafi
Ayverdi, Ekrem Hakkı, Fâtih Devri Hattatları ve Hat Sanatı,
Kadri Alpman), İstanbul 1977.
İstanbul 1953.
Ak, Ahmet Şahin, Türk Musikisi Tarihi, İstanbul, ts.
Akdemir, Salih, Cumhuriyet Dönemi Kur’an Tercümeleri,
Ankara 1989. Babinger, Franz, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri (çev.
Akgündüz, Ahmet, Arşiv Belgeleri Işığında Silistreli Süley- Coşkun Üçok), Ankara 1982.
man Hilmi Tunahan, İstanbul 1997. Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn esmâü’l- müellifîn
Akı, Niyazi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu (İnsan, Eser, Fikir, ve âsârü’l-musannifîn, I (nşr. Kilisli Muallim Rifat –
Üslûp), İstanbul 1960. İbnülemin Mahmud Kemal); II (nşr. İbnülemin Mah-
Akıncı, Gündüz, Abdülhak Hâmid Tarhan-Hayatı, Eserleri mud Kemal – Avni Aktuç), İstanbul 1951-55, Tahran
ve Sanatı, Ankara 1954. 1387/1967.
Aksoy, Ömer Âsım, Mütercim Âsım: 1755-1819, Ankara Baltacıoğlu, Ismayıl Hakkı, Türklerde Yazı Sanatı, Ankara
1962. 1958.
Aksüt, Sadun, 500 Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul Baraz, Mehmed Rebii Hatemi, Beylerbeyi : Teşrifat Merak-
1967. lısı Beyzade Takımının Oturduğu Bir Kibar Semt, I-II,
Aksüt, Sadun, Alkışlarla Geçen Yıllar, İstanbul 2000. İstanbul 1994.
Aksüt, Sadun, Türk Mûsikisinin 100 Bestekârı, İstanbul Baraz, Mehmed Rebii Hatemi – Demircan, Zeynep, Çengel-
1993. köy’de Tarih, İstanbul 2004.
Aktaş, Şerif, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara 1987. Başkan, Seyfi, Ondokuzuncu Yüzyıldan Günümüze Türk
Aktepe, Münir, Patrona İsyanı 1730, İstanbul 1958. Ressamları, Ankara 1991.
Alangu, Tahir, 100 Ünlü Türk Eseri, İstanbul 1974. Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Bestekarları Ansiklope-
Albayrak, Sadık,Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1981. disi, İstanbul 1978.
Âlî Mustafa Efendi, Menâkıb-ı Hünerverân (nşr. İbnülemin Batı Tekniğiyle Yazan 60 Türk Bağdar (haz. Gültekin Oran-
Mahmud Kemal), İstanbul 1926. say), Ankara 1965.
Alparslan, Ali, Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara 1996. Batur, Muhsin, Anılar ve Görüşler, İstanbul 1985.
Alparslan, Ali,Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul 1999. Baydar, Mustafa, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İs-
Alpman, Hafi Kadri, Ahmet Fehim Bey’in Hatıraları, İstan- tanbul 1968.
398 bul 1977. Baykara, Tuncer, Zeki Velidi Togan, Ankara 1989.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Bayrak, M. Orhan, İstanbul’da Gömülü Meşhur Adamlar: Deliorman, Altan, Işıklı Hayatlar, İstanbul 2004.
1453-1978, Ankara 1979. Deliorman, Altan, Tanıdığım Atsız, İstanbul 1976.
Behcetî İsmâil Hakkı Üsküdârî, Merâkid-i Mu‘tebere-i Üs- Demir, Remzi – Atılgan, Doğan, Dil ve Tarih-Coğrafya
küdar (nşr. Bedii N. Şehsuvaroğlu), İstanbul 1976. Fakültesi ve Türkiye’de Beşeri Bilimlerin Yeniden İnşası,
Behmoaras, Liz, Mazhar Osman: Kapalı Kutudaki Fırtına, Ankara 2008.
İstanbul 2001. Demiroğlu, Faiz, Abdülhamid’e Verilen Jurnaller, İstanbul
Beliğ, İsmail, Nuhbetü’l-âsâr li-zeyli Zübdetü’l-eş‘âr (haz. 1955.
Abdulkerim Abdulkadiroğlu) Ankara 1999. Derman, M. Uğur, Edebi ve Hattı ile Ali Alparslan, İstanbul
Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978. 2010.
Bilgegil, Kaya, Abdülhak Hâmid’in Şiirlerinde Ledünnî Me- Derman, M. Uğur, İslâm Kültür Mirasında Hat Sanatı, İs-
selelerden: Allah, Ankara 1959. tanbul 1992.
Bilgegil, Kaya, Harâbât Karşısında Nâmık Kemal, İstanbul Derman, M. Uğur, Sabancı Koleksiyonu, İstanbul 1995.
1972. Derman, M. Uğur, Sakıp Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonun-
Binark, İsmet, Sâmiha Ayverdi Bibliyografyası, İstanbul dan Seçmeler, İstanbul 2002.
1999. Derman, M. Uğur,Türk San’atında Ebrû, İstanbul 1977.
Biret, İsmail, Komik-i Şehir Naşit Bey ve Çocukları, İstanbul Derman, M. Uğur, Ressam Ali Rızâ Bey’in İstanbul’u, An-
2005. kara 1977.
Birinci, Ali, Tarihin Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhûleden Bir- Destarî Salih Tarihi: Patrona Halil Ayaklanması Hakkında
kaç Zât, İstanbul 2001. Bir Kaynak (nşr. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1962.
Birinci, Necat, Menemenlizâde Mehmed Tâhir, Ankara 1988. Dilâverzâde Ömer, Zeyl-i Hadîkatü’l-vüzerâ, İstanbul 1271.
Birinci, Necat, Nâbizâde Nâzım, Ankara 1987. Dizdaroğlu, Hikmet, Nâmık Kemal, İstanbul 1971.
Birsel, Salah, Kahveler Kitabı, Ankara 1983. Doğumunun 170. Yılında Uluslararası Nâmık Kemal Sem-
Birsel, Salah, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, An- pozyumu (20-22 Aralık 2010, Tekirdağ Nâmık Kemal
kara 1982. Üniversitesi), I-II, Ankara 2010.
Bolay, Süleyman Hayri, Ferid Kam, Ankara 1988. Donbay, Ali, Orhan Seyfi Orhon: Hayatı, Gazeteciliği, Fikrî
Boyar, S. Pertev, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhu- ve Edebî Şahsiyeti, Eserleri (doktara tezi, 1998), SÜ Sos-
riyeti Devirlerinde Türk Ressamları, Ankara 1948. yal Bilimler Enstitüsü.
Bozok, Salih, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 2001. Duran, Gülnur, Ali Üsküdârî: Tezhip ve Ruganî Üstâdı, Çiçek
Bozok, Salih – Bozok, Cemil S., Hep Atatürk’ün Yanında, Ressamı, İstanbul 2008.
İstanbul 1985.
Bölük, Gülderen, İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı, İstanbul 2009.
Bursalı Mehmed Tâhir, Mevlânâ eş-Şeyh İsmâil Hakkı el- Ebcim, Nedret, Kuzguncuk, İstanbul 2009.
Celvetî, İstanbul 1329. Ebü’l-Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966.
Bursalı Mehmed Tâhir,Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul Ediboğlu Baki Süha, Ünlü Türk Bestekârları, İstanbul 1962.
1333-42, Heppenheim-Bergstrasse 1971. Eldem, Halil Ethem, Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu, Ankara
1979.
Canlı Tarihler: Lemi Atlı, Hatıraları, İstanbul 1947. Eldem, Halil Ethem,Köçeoğlu Yalısı Bebek Bağaziçi, İstanbul
Cebesoy, A. Fuat, Siyasi Hatıralar, İstanbul 1957. 1977.
Celal Hoca, İstanbul 1962. Eldem, Halil Ethem,Türk Evi, İstanbul 1984.
Celâl, Melek, Şeyh Hamdullah, İstanbul 1948. Enderunlu Vâsıf Divanı (haz. Rahşan Gürel), İstanbul, ts.
Cemâleddin Mehmed, Âyîne-i Zurefâ, İstanbul 1314. Enginün, İnci, Abdülhak Hâmid, İstanbul 2001.
Cepheden Meclise (haz. Hülya Yarar-Mustafa Delialioğlu), Enginün, İnci,Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, İstanbul
Ankara 1999. 2001.
Cevher, M. Hakan, Şerif Muhiddin Targan, Hayatı-Bestecili- Enginün, İnci,Halide Edip’in Eserlerinde Doğu-Batı Mesele-
ği-Eserleri, İzmir 1993. si, İstanbul 1978.
Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Rasathaneleri, İstanbul 1973. Erdenen, Orhan, Boğaziçi Sahilhaneleri I: Anadolu Yakası,
İstanbul 2006.
Çalışlar, Aziz, Tiyatro Ansiklopedisi, Ankara 1995. Ergin, Osman Nuri, Muallim M. Cevdet´in Hayatı, Eserleri
Çalışlar, İpek, Halide Edip-Biyografisine Sığmayan Kadın, ve Kütüphanesi, İstanbul 1937.
İstanbul 2010. Ergun, Sadettin Nüzhet, Ali Cânib-Hayatı ve Eserleri, İstan-
Çankaya, Mücellidoğlu Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiye- bul 1937.
liler, Ankara 1968. Ergun, Sadettin Nüzhet,Türk Musikisi Antolojisi, I-II, İstan-
Çelik, Hüseyin, Ali Suavi ve Dönemi, İstanbul 1994. bul 1942-43.
Çeri, Bahriye, Münevver Ayaşlı Romanları, Paris 2008. Ergun, Sadettin Nüzhet,Türk Şairleri, I-III, İstanbul 1936-
Çötelioğlu, Aysel, İstanbul’un 100 Ressamı, İstanbul 2009 45.
Ertan, Güler, Fotoğraf Sanatı ve Türkiye, İstanbul 1995.
Ertaylan, İsmail Hikmet, Abdülhak Hâmid, İstanbul 1932.
Danişmend, İsmail Hâmi, Ali Suavi’nin Türkçülüğü, İstan- Ertaylan, İsmail Hikmet,Nâbizâde Nâzım, İstanbul 1933.
bul 1942. Ertaylan, İsmail Hikmet,Türk Edebiyatı Tarihi, Bakü 1926.
Danişmend, İsmail Hâmi, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolo- Erünsal, İsmail E., Türk Kütüphaneleri Tarihi II: Kuruluştan
jisi, I-IV; V: Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri, İstanbul Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Ankara
1971-72. 1988.
Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (haz. Ab- Esad Mehmed Efendi ve Bağçe-i Safâ-endûz’u (haz. Rıza Oğ-
dülkadir Özcan), Ankara 1995. raş), Burdur 2001. 399
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Eşref Edip, Mehmet Âkif, İstanbul 1357/1938. Huyugüzel, Ömer Faruk, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı ve
Evkaf-ı Hümâyun Nezâretinin Tarihçe-i Teşkilâtı ve Nüzzâ- Edebî Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir 1984.
rın Terâcim-i Ahvâli, İstanbul 1335. Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, İstanbul 1281.
Evren, Burçak, Sigmund Weinberg: Türkiye’ye Sinemayı Ge- Hüseyin Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn (nşr. Fahri Çetin
tiren Adam, İstanbul 1995. Derin), İstanbul 1978.
Evren, Burçak, Türk Sinemasının Doğum Günü: Bir Savaş- Hüseyin Kazım Kadri, Meşrutiyet’ten Cumhuriyete Hatıra-
Bir Anıt-Bir Film, İstanbul 2003. larım (haz. İsmail Kara), İstanbul 1991.
Evrimer, Rifat Necdet, Fecr-i Âtî Şairleri: Emin Bülend, İs- Hüseyin Tugi, Musibetnâme (nşr. Nezihi Aykut), Ankara
tanbul 1958. 2010.
Ezgi, Suphi, Nazari-Ameli Türk Musikisi, I-V, İstanbul 1933- Hüseyin Vassâf, Kemal-nâme-i İsmail Hakkı (Bursevi Bi-
53. yografisi) (haz. Murat Yurtsever) Bursa 2000.
Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş-Ali
Fatîn Efendi, Tezkire-i Hâtimetü’l-eş‘âr, İstanbul 1271. Yılmaz), İstanbul 2006.
Felek, Burhan, Hayal Belde Üsküdar, İstanbul 1987.
Fındıklılı İsmet Efendi, Tekmiletü’ş-Şekāik (nşr. Abdülkadir
Işık, İhsan, Yazarlar Sözlüğü, İstanbul 1998.
Özcan), İstanbul 1989.
Filmer, Cemil, Hatıralar: Türk Sinemasında 65 Yıl, İstanbul
1984. İlmiyye Salnâmesi, İstanbul 1334.
Finn, Robert P., The Early Turkish Novel: 1872-1900, İstan- İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Osmanlı Devrinde Son
bul 1984. Sadrıazamlar, I-XII (I-IV), İstanbul 1940-53.
Fuat, Memet, Gölgede Kalan Yıllar, İstanbul 1998. İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şairleri, I-
XII, İstanbul 1930-42.
Gazimihal, Mahmud Ragıp, Türk Askerî Muzıkaları Tarihi, İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Hoş Sadâ, İstanbul 1958.
İstanbul 1955. İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Kemâlü’l-İsme, İstanbul
Gencer, Ali İhsan, Bahriyede Yapılan Islahat Hareketleri ve 1328.
Bahriye Nezâretinin Kuruluşu, İstanbul 1985. İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Son Hattatlar, İstanbul
Gibb, Elias J. W., A History of Ottoman Poetry, I-VI, London 1955.
1958. İpekten, Haluk, Enderunlu Vâsıf, Ankara 1989.
Goldie, Sue, I Have Done My Duty: Florence Nightingale in İrepoğlu, Gül, Feyhaman Duran, İstanbul 1986.
the Crimean War, 1854-56, Manchester 1987. İrtem, Süleyman Kâni, Türk Kemankeşleri, İstanbul 1938.
Gökmen, Mustafa, Eski İstanbul Sinemaları, İstanbul 1991. İshakoğlu-Kadıoğlu, Sevtap, İstanbul Üniversitesi Fen Fa-
Gölpınarlı, Abdülbaki, Melâmîlik ve Melâmiler, İstanbul kültesi Tarihçesi (1900-1946), İstanbul 1998.
1931. İslâm Kültür Mirasında Hat San’atı (haz. M. Uğur Derman),
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstan- İstanbul 1992.
bul 1953. İslimyeli, Nüzhet, Asker Ressamlar ve Ekoller, Ankara 1965.
Gövsa, İbrahim Alâeddin, Meşhur Adamlar: Hayatları- İsmâil Belîğ, Nuhbetü’l-âsâr li-Zeyli Zübdeti’l-eş‘ar (haz. Ab-
Eserleri, İstanbul 1933-1936. dulkerim Abdulkadiroğlu), Ankara 1999.
Gülersoy, Çelik, Kırk Yıl Olmuş, İstanbul 1989. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri (953/1546 Tarihli) (nşr. Ö.
Gündem, Bülend, Yesâri Âsım Arsoy: Hayatı ve Eserleri, İs- Lutfi Barkan–E. Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970.
tanbul 1995. İz, Mâhir, Yılların İzi, İstanbul 1975.
Güngör, Semih, Asaf Hâlet Çelebi, İstanbul 1985. İzgi, Cevat, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997.
Güntürkün, Nazan, Halide Edip ile Adım Adım, Ankara
1974. Kabacalı, Alpay, Yüzyıllar Boyunca Kültür Başkenti İstan-
Güvemli, Zahir, Sabancı Resim Kolleksiyonu, İstanbul 1987. bul’un Seçkin Kültür İnsanları, İstanbul 2009.
Güven, Güler, Sami Paşazâde Sezayi ve Eserleri, İstanbul Kahraman, Alim, Türk Edebiyatında Üsküdar, İstanbul
2009. 2003.
Kahraman, Alim, Üsküdar Zaman Aynasında/Türk Edebi-
Habîb, Hat ve Hattatân, İstanbul 1305. yatında Üsküdar, İstanbul 2003.
Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün, Ankara 1986. Kahraman, Alim, Yahya Kemal Beyatlı, İstanbul 2008.
Harp Akademileri’nin 120 Yılı: Şeref Dolu Yıllar 1848-1968, Kahraman, Alim, Yürek Safında Bir Şair: Cahit Zarifoğlu,
Ankara 1968. İstanbul 2003.
Hasan Çelebi (Kınalızâde), Tezkiretü’ş- şuarâ (nşr. İbrahim Kahvecioğlu, Safiye Şeyda,Musikişinas Osmanlı Saray Ha-
Kutluk) Ankara 1981. nımları (lisans bitirme tezi, 2008), MÜ İlâhiyat Fakül-
Haskan, Mehmet Nermi, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, I-III, tesi.
İstanbul 2001. Kalaycıoğlu, Rahmi, Türk Mûsikisi Bestekârları Külliyâtı,
Haslip, Joan, Bilinmeyen Taraflariyle Abdülhamid (çev. N. Sayı 25: İsmail Hakkı Nebiloğlu, İstanbul 1969.
Kuruoğlu), İstanbul 1964. Kalaycıoğlu, Rahmi, Türk Mûsikisi Bestekârları Külliyatı,
Hattat Hâmid Aytaç Kitabı (haz. İsmail Yazıcı), İstanbul Sayı 5: Tanburî Selâhattin Pınar, İstanbul 1960.
2002. Kalaycıoğlu, Rahmi, Türk Musikisi Bestekârları Külliyatı,
Hızarcı, Suat, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı, Sanatı, Eserle- Sayı: 18, Yesâri Âsım Arsoy, İstanbul 1962.
ri, İstanbul 1957. Kandemir, Kendi Ağzından Rızâ Tevfik, İstanbul 1943.
Hoca Ali Rızâ (haz. Ömer Faruk Şerifoğlu), İstanbul 2005. Kaplan, Mehmet, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstanbul
Hovhannesyan, Sarkis Sarraf, Payitaht İstanbul’un Tarihçe- 1973.
400 si, İstanbul 1997. Kaplan, Mehmet,Edebiyatımızın İçinden, İstanbul 1978.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Kaplan, Mehmet,Nâmık Kemal (Hayatı ve Eserleri), İstan- Mehmet Kaplan’a Armağan, İstanbul 1984.
bul 1948. Mehmet Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314.
Kaplan, Mehmet,Şiir Tahlilleri, İstanbul 1969. Meriç Yazan, Ümit, Babam Cemil Meriç, İstanbul 1998.
Kara, İsmail, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul 1987. Meriç, Cemil, Bu Ülke (haz. Mahmut Ali Meriç), İstanbul
Kara, Mustafa, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1993. 1999.
Karaçam, İsmail, Kur’an Kursundan İlâhiyata Din Hizme- Meriç, Nezihe, Çavlanın İçinde Sessizce, İstanbul 2004.
tinde Bir Ömür, Hatıralar, İstanbul 2009. Mimar Kemalettin Proje Kataloğu (ed. Afife Batur), Ankara
Karal, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, Ankara 2009.
1942. Mimar Kemalettin ve Çağı (ed. Ali Cengizkan), Ankara
Karaman, Hayrettin, Bir Varmış Bir Yokmuş: Hayatım ve 2009.
Hatıralar, İstanbul 2008. Mimar Kemalettin’in Yazdıkları (der. İlhan Tekeli-Selim İl-
Karatay, Fehmi Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi kin), Ankara 1997.
Türkçe Yazmalar Kataloğu, I-II, İstanbul 1961. Miyasoğlu, Mustafa, Haldun Taner, Ankara 1988.
Keramet, Salih Nigâr, Halife II. Abdülmecid, İstanbul 1964. Moran, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İstanbul
Kerman, Zeynep, Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Ba- 1983.
tılı Yaşayış Tarzı, İstanbul 2008. Muallim Vahyî, Müslümanlık ve Türklüğü Yüceltmeğe Çalı-
Kerman, Zeynep, Samipaşazâde Sezai, Ankara 1986. şanlardan Bursalı Tahir Bey, İstanbul 1917.
Kılıç, Atabey, Mîrzâ-zâde Ahmed Neylî ve Divanı, İstanbul Muhibbî, Hulâsatü’l-eser (nşr. Mustafa Vehbî), Kahire 1284.
2004. Muslu, Ramazan, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18.yüz-
Kırımlı, Bilâl, Âsaf Hâlet Çelebi, İstanbul 2000. yıl), İstanbul 2003.
Kısakürek, Necip Fâzıl, O ve Ben, İstanbul 1992. Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min
Kısakürek, Necip Fâzıl, Son Devrin Din Mazlumları, İstan- fevâ’idi’l-eş‘âr) İnceleme-Metin-İndeks (haz. Pervin Ça-
bul 1969. pan), Ankara 2005.
Koçakoğlu, Bedia, Aşkın Şizofrenik Hali Sevim Burak, İstan- Mürsel, Safa, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi,
bul 2009. İstanbul 1967.
Koçu, Reşat Ekrem, Yeniçeriler, İstanbul 1964. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Devhatü’l-meşâyih (ed.
Konyalı, İbrahim Hakkı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Üsküdar Barbara Kellner-Heinkele), I-II, Wiesbaden 2005.
Tarihi, I-II, İstanbul 1976-77. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin,Tuhfe-i Hattâtîn (nşr.
Kömürciyan, Eremya Çelebi, XVII. Asırda İstanbul Tarihi İbnülemin Mahmud Kemal), İstanbul 1928.
(çev. Hrand Andreasyan), İstanbul 1988. Mütercim Âsım,Târih, İstanbul 1284.
Kudret, Cevdet, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, An-
kara 1967. Naderi, Sait, Mazhar Osman ve Türkiye’de Nöroşirürjinin
Kumbaracılar, İzzet, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938. Doğuşu, İzmir 2004.
Kuntay, Mithat Cemal, Mehmet Âkif, İstanbul 1939. Naîmâ,Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007.
Kuntay, Mithat Cemal, Sarıklı İhtilâlci Ali Suavi, İstanbul Nalbandoğlu, Muhiddin,İstiklal Marşımızın Tarihi, İstanbul
1946. 1964.
Kurdakul, Şükran, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, Ankara 1973. Nasrattinoğlu, İrfan Ünver,Afyonkarahisarlı Şairler, Yazar-
Kurdoğlu, Veli Behçet, Şair Tabibler, İstanbul 1967. lar, Hattatlar, Ankara 1971.
Kut, Günay, Orhan Şaik Gökyay, Ankara 1989. Nazım Paşa’nın Anıları [Hatıraları]/Bir Devrin Tarihi, İs-
Kutay, Cemal, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Be- tanbul 1992.
diüzzaman Said Nursi, İstanbul 1980. Necatigil, Behçet, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İstanbul
Küçük Çelebizâde Âsım, Târih, İstanbul 1282. 1989.
Kürkçüoğlu, Kemal Edip, Osman Şems Efendi Divanından Nedim Divanı (haz. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul 1951.
Seçmeler, İstanbul 1996. Nedim Divanı (haz. Muhsin Macit), Ankara 1997.
Nefeszâde İbrâhim, Gülzâr-ı Savâb (nşr. Kilisli Muallim Ri-
Levend, Agâh Sırrı, Gazavāt-nāmeler ve Mihaloğlu Ali fat), İstanbul 1938-39.
Bey’in Gazavāt-nāmesi, Ankara 1956. Nev‘îzâde Atâî, Zeyl-i Şekāik (nşr. Abdülkadir Özcan), İs-
Levend, Agâh Sırrı, Profesör Ferit Kam: Hayatı ve Eserleri, tanbul 1989.
İstanbul 1946. Nutku, Özdemir, Ölümünün 20. Yılında Musahipzade Celal,
İzmir 1980.
Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakîkat (haz. İsmet Mi-
roğlu), İstanbul 1983. Okay, M. Orhan, Bir Hülya Adamı: Ahmet Hamdi Tanpınar,
Mardin, Şerif, Bediüzzaman Said Nursi Olayı, İstanbul 1993. İstanbul 2010.
Mehmed Galip, Sadullah Paşa yâhud Mezardan Nidâ, İstan- Okay, M. Orhan,Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, İstanbul
bul 1309. 2005.
Mehmed Rauf, Edebî Hâtıralar (haz. Mehmet Törenek), İs- Oktay, Melike, 19. Yüzyılda Bir Galata Bankeri: Köçeoğlu
tanbul 1997. Agop Efendi (yüksek lisans tezi, 2004), Marmara Üni-
Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-16, versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Heppenheim-Bergstrasse 1971. Orta Oyunu Kitabı (haz. Abdulkadir Emeksiz), İstanbul
Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî, Bursa 1332. 2001.
Mehmed Ziyâ, İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1336. Osman Şevki [Uludağ], Beşbuçuk Asırlık Türk Tababet Ta-
Mehmed Ziyâ, Yenikapı Mevlevihanesi, İstanbul 1329. rihi, İstanbul 1341.
Mehmet Kaplan İçin (haz. Zeynep Kerman), Ankara 1988. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Denizlerimizin 401
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Amirleri Derya Kaptanları Bahriye Nazırları ve Deniz Râşid Mehmed Efendi, Târih, I-V, İstanbul 1282.
Kuvvetleri Komutanları (haz. İbrahim Akkaya - Fahri Rauf Yekta, Esatiz-i Elhan III : Dede Efendi, İstanbul 1924.
Ayanoğlu), Ankara 2009. Refik, İbrahim, Tarihin Meçhul Tanıkları, İstanbul 2008.
Osmanoğlu, Ayşe, Babam Abdülhamid, İstanbul 1960. Rızâ Tevfik, Abdülhak Hâmid ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi, İs-
Osmanzâde Ahmed Tâib, Hadîkatü’l-vüzerâ, İstanbul 1271, tanbul 1918.
Freiburg 1969 (zeyilleri ile beraber). Rona, Mustafa, 20. Yüzyıl Türk Musikisi, İstanbul 1970.
Rona, Mustafa, 50 Yıllık Türk Musikisi, İstanbul 1960.
Ölümünün 100. Yılında Nâmık Kemal, İstanbul 1988. Rona, Mustafa, Elli Yıllık Türk Musikisi, İstanbul 1970.
Ömer Efendi, Târîh-i Bosna der-Zamân-ı Hekimzâde Ali
Paşa, İstanbul 1293.
Ömer Ferit Kam ve Âsâr-ı Edebiye Tetkikatı (haz. Halil Çel- Sağlam, Nuri, Ruşen Eşref Ünaydın, İstanbul 2004.
tik), Ankara 1998. Sağman, Ali Rızâ, Meşhur Hâfız Sâmi Merhum, İstanbul
Önertoy, Olcay, Halit Ziya Uşaklıgil’in Romancılığı ve Roma- 1947.
nımızdaki Yeri, Ankara 1965. Salgar, M. Fatih, III. Selim: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul
Öz, Mustafa, Yılların Özü: Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul 2001.
2008. Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ (haz. Adnan İnce), Ankara
Öz, Tahsin, İstanbul Camileri, Ankara 1965. 2005.
Özalp, M. Nazmi, Ömer Ferid Kam, İstanbul 2000. Sanal, Haydar, Mehter Musikisi, İstanbul 1964.
Özalp, M. Nazmi,Türk Musikisi Tarihi, Ankara 1986, 2000. Sayar, Ahmed Güner, A. Süheyl Ünver-Hayatı, Şahsiyeti ve
Özalp, M. Nazmi,Türk Sanat Mûsikisinin Yakın Tarihçesi ve Eserleri, İstanbul 1994.
Ruşen Ferit Kam, Ankara 1983. Saygılı, Sefa, Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman (Uzman), İstan-
Özaydın, Zuhal, Menâkıb-ı Süheyl Bey-Süheyl Ünver Ho- bul 1998.
ca’dan Notlar, İstanbul 1997. Sefercioğlu, Necmettin, Tanıdığım Ünlü Türkçüler, İstanbul
Özbilgen, Füsun, Sana Tütün ve Tesbih Yolluyorum: Semiha 2005.
Berksoy’un Anıları, İstanbul 1985. Sehî Bey, Heşt Bihişt (haz. Günay Kut), Harvard 1978.
Özdamar, Mustafa, İbrahim Hakkı Konyalı ve Konyalı Kü- Serin, Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul
tüphanesi Yazmalar Kataloğu, İstanbul 1997. 2003.
Özdamar, Mustafa,Mahir İz Hoca, İstanbul 1994. Serin, Muhittin, Hattat Şeyh Hamdullah, İstanbul 1992.
Özdemir, Hikmet, Âdile Sultan Divanı, Ankara 1996. Serin, Muhittin, Kemal Batanay: Bestekâr, Tambûrî, Hattat,
Özemre, Ahmed Yüksel, Üsküdar Ah Üsküdar, İstanbul Hafız, İstanbul 2006.
2002. Sevengil, Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi III : Tanzimat
Özemre, Ahmed Yüksel,Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı, İs- Tiyatrosu, İstanbul 1961.
tanbul 1996. Sırma, İhsan Süreyya, L’Institation et les biographies des Şayh
Özey, Ramazan, Türkiye Üniversitelerinde Coğrafya Eğitimi al-Islam sous le règne du Sultan Abdulhamid II. (1876-
ve Öğretimi, İstanbul 1998. 1909), Strasbourg 1973.
Özkasım, Mehmet Gazali, Ahşap Türk Tekneleri ve Gemi Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Nusretnâme (haz. İsmet
Modelciliği, İstanbul 2007. Parmaksızoğlu), I-III, İstanbul 1966-69.
Özön, Nijat, Türk Sineması Kronolojisi, 1895-1966, Ankara Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Târih, İstanbul 1928.
1968. Sitembölükbaşı, Şaban, Türkiye’de İslâm’ın Yeniden İnkişafı,
Öztuna, Yılmaz, Devletler ve Hanedanlar, Ankara 1996. İstanbul 1995.
Şevki Bey, Ankara 1988. Sonyel, Salahi R., Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politikası, An-
kara 1986.
Subhî Mehmed, Târih, İstanbul 1198.
Pakalın, M. Zeki, İstanbul Maliye Nazırları, İstanbul, ts.
Subhî Tarihi (haz. Mesut Aydıner), İstanbul 2007.
Pala, İskender, Aşkî ve Divanından Seçmeler, Ankara 1988.
Sultan II. Abdülhamid Han, Devlet ve Memleket Görüşle-
Şahane Gazeller: Aşkî, İstanbul 2007.
rim (nşr. A. Alâaddin Çetin - Ramazan Yıldız), İstanbul
Pamukciyan, Kevork, Biyografileriyle Ermeniler (haz. Os-
1976.
man Köker), İstanbul 2003.
Suver, Akkan, Nihal Atsız, İstanbul 1976.
Pamukciyan, Kevork, Zamanlar, Mekanlar, İnsanlar: Erme-
Suyolcuzâde Mehmed Necîb, Devhatü’l-küttâb (nşr. Kilisli
ni Kaynaklarından Tarihe Katkılar, İstanbul 2003.
Muallim Rifat), İstanbul 1942.
Parlamenter Şairler (haz. Feyzi Halıcı), Ankara 1990.
Şahiner Necmeddin, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman
Parlatır, İsmail, Recâizâde Mahmud Ekrem (Hayatı, Eserleri,
Said Nursi, İstanbul 1974.
Sanatı), Ankara 1983.
Şakir, Ziya, II. Sultan Hamid, Şahsiyeti ve Husûsiyetleri, İs-
Peçuylu İbrahim, Târih (nşr. F. Çetin Derin – Vahid Çabuk),
tanbul 1943.
İstanbul 1980.
Şakir, Ziya, Sultan Hamid’in Son Günleri, İstanbul 1943.
Pedvik, Kostans, Florence Nightingale: Hastabakıcıların Me-
Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi, Târih, İstanbul 1291.
lekesi, İstanbul 1924.
Şarman, Kansu, Türk Promethe’ler, İstanbul 2005.
Peirce, Leslie, Harem-i Hümayun (çev. Ayşe Berktay), İstan-
Şehsuvaroğlu, Bedi N., Eczacı Yarbay Nâyzen Halil Can, İs-
bul 1996.
tanbul 1974.
Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan (İÜ Edebiyat Fakültesi
Şehsuvaroğlu, Bedi N., – Gökman, Muzaffer, Sadettin Nüz-
Yayınları), İstanbul 1999.
het Ergun, İstanbul 1976.
Şem‘dânîzâde, Şem‘dânîzâde Fındıklılı Süleyman Efendi Ta-
Rado, Şevket, Hattat Hâmid Aytaç, ??? rihi : Müri’t-tevârîh (nşr. Münir Aktepe), I-III, İstanbul
402 Rado, Şevket, Türk Hattatları, İstanbul, ts. 1976-81.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Şemseddin Sami, Kāmûsü’l-a‘lâm, İstanbul 1308. Uç, Himmet, Nâbizâde Nâzım, İstanbul 2007.
Şener, Sevda, Musahipzade Celal ve Tiyatrosu, Ankara 1963. Uçman, Abdullah, Rızâ Tevfik’in Şiirleri ve Edebî Makaleleri
Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiü’l-fudalâ (nşr. Abdülkadir Üzerinde Bir Araştırma, İstanbul 2004.
Özcan), İstanbul 1989. Uluçay, M. Çağatay, Harem, Ankara 1971.
Şişman, Cengiz, A Jewish Messiah in the Otoman Court: Uluçay, M. Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, An-
Sabbatai Sevi and Emergence of a Judeo Islamic Commu- kara 1980.
nity 1666-1720 (doktora tezi, 2004), Harvard University Unat, Ekrem Kadri, Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver, İs-
Cambridge, Massachusetts. tanbul 1986.
Unat, Faik Reşit, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri (yay.
Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1968.
Taner, Haldun, Ölür İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, İstan- Uyguner, Muzaffer, Sabahattin Kudret Aksal: Yaşamı, Sana-
bul 1979. tı, Yapıtlarından Seçmeler, İstanbul 2000.
Tanışık, İbrahim Hilmi, İstanbul Çeşmeleri, I-II, İstanbul Uysal, Sermet Sami, Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul 1961.
1943-45. Uzun, Mustafa, Kültür ve Eğitim Tarihimizde İstanbul Mede-
Tanpınar, Ahmet Hamdi, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, niyetinden Unutulmaz Bir İz: Muallim Abdullah Mahir
İstanbul 1976, 2010. İz, İstanbul 2011.
Tansel, Fevziye Abdullah, Hususi Mektuplarına Göre Nâmık Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teş-
Kemal ve Abdülhak Hâmid, Ankara 1949. kilâtı, Ankara 1965.
Tanyeli, Uğur – Yücel, Atilla, Turgut Cansever - Düşünce Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teş-
Adamı ve Mimar, İstanbul 2007. kilâtı, Ankara 1945.
Taşan, Turhan, Kadın Besteciler, İstanbul 2000. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, I-IV, Ankara
Tayşi, M. Serhan, Ali Emiri’nin İzinde, İstanbul 2009. 1947-59.
Tayyarzâde Atâ Bey, Târih, İstanbul 1293.
TBMM Albümü: 1920-2010, Ankara 2010.
Tepedelenlioğlu, Nizamettin Nazif, II. Abdülhamid ve Os- Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Kon-
manlı İmparatorluğunda Komitacılar, İstanbul 1964. ya 1966.
Tepedelenlioğlu, Nizamettin Nazif, İlân-ı Hürriyet ve Sultan Ünal, Fehamet, Ömrünü Musikiye Adayan İnsan Emin On-
II. Abdülhamid Han, İstanbul 1960. gan, İstanbul 2000.
Tevetoğlu, Fethi, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ankara 1986. Üngör, Etem Ruhi, Türk Marşları, Ankara 1965.
Tevfikoğlu, Muhtar, Fahri Celal Göktulga, Ankara 1993. Ünver, A. Süheyl, Hattat Şeyh Hamdullah ve Fatih İçin İstin-
Tezeren, Ziver, Aziz Mahmud Hüdayi, İstanbul 1987. sah Ettiği İki Mühim Eser, İstanbul 1953.
Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314. Ünver, A. Süheyl, Hattat ve Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbe-
Tiyatro Tarihi (der. Memet Fuat), İstanbul 2000. zer Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1955.
Tollu, Cemal, Şeker Ahmet Paşa, İstanbul 1967. Ünver, A. Süheyl, Ressam Ali Rızâ, İstanbul 1949.
Topuzlu, Cemil, 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul 1994. Ünver, A. Süheyl, İstanbul Rasathanesi, İstanbul 1969.
Toros, Taha, Türk Edebiyatından Altı Renkli Portre, İstanbul Üsküdarlı Cevat (1875-1939), (Metin: Gül Sarıdikmen, haz.
1998. Ömer Faruk Şerifoğlu), İstanbul 2008.
TRT Türk Sanat Müziği Sözlü Eserler Repertuarı (Alfabetik),
Ankara 1995. Vefatının 60. Yılında Abdülhak Hâmid Tarhan Sempozyumu
Tuğcu, Nemika, Sırça Köşkün Masalcısı/ Kemalettin Tuğ- Bildirileri-1997, 12 Nisan İstanbul 1998.
cu’nun Yaşamöyküsü, İstanbul 2004.
Tuman, Mehmet Nail, Tuhfe-i Naili (haz. Cemal Kurnaz-
Weld, Mary F., Bediüzzaman Said Nursi, Entelektüel Biyog-
Mustafa Tatçı), Ankara 2001.
rafisi (çev. Celil Taşkın), İstanbul 2006.
Turani, Adnan, Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı,
Ankara 1977.
Turgay, Asaf, İbret: Abdülhamid’e Verilen Jurnaller ve Jurnal- Yakar, Aytekin, Türk Romanında Millî Mücadele, Ankara
ciler, İstanbul 1961-62. 1973.
Türinay, Necmettin, Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul 1988. Yalçın, Zahide, Mimar Kemalettin ve Eserleri (lisans tezi,
Türk Parlamento Tarihi : TBMM II. Dönem 1923-1927 (haz. 1971), İÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsü.
Kazım Öztürk), Ankara 1995. Yaman, Ertuğrul–Bolaç, A. Kemal–Esatoğlu, Ahsen, Türki-
Türk Parlamento Tarihi: TBMM IX. Dönem 1950-1954 ye’deki Türk Dünyası, Ankara 1998.
(Özgeçmiş), (haz. Kazım Öztürk), Ankara 1998. Yaşayan Lozan (ed. Çağrı Erhan), Ankara 2003.
Türk Parlamento Tarihi: TBMM V. Dönem 1935-1939 (haz. Yavsı, Suud, Şair Mustafa Zekâi, İstanbul 1941.
İhsan Güneş), Ankara 2001. Yavuz, Yıldırım, Mimar Kemalettin ve Birinci Ulusal Mi-
Türk Resim Sanatının Bir Asırlık Öyküsü (metin: Kıymet Gi- marlık Dönemi, Ankara 1981.
ray), İstanbul 2007. Yetik, Sami, Ressamlarımız, İstanbul 1940.
Türk Ressamları (haz. Kaya Özsezgin), İstanbul, ts. Yılmaz, H. Kâmil, Aziz Mahmud Hüdâyi ve Celvetiyye Tari-
Türk Ressamları [baskı yeri yok], ts. katı, İstanbul 1982.
Türk Tıbbının Kahramanları, İstanbul 2002. Yorulmaz, Hüseyin, Bir Neslin Öncüsü Celal Hoca, İstanbul
Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyâsiyye (nşr. Be- 2011.
kir Sıtkı Baykal), Ankara 1957-66. Yörük, Nermin, Sanatçı Doktorlar, İstanbul 1966.
Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi: Osmanlı’dan Yücebaş, Hilmi, Bütün Cepheleriyle Rızâ Tevfik, İstanbul
– 1960’a (haz. Uğur Kavas), Ankara 2008. 1950.
Türkmen, Nihâl, Orta Oyunu, Ankara 1991. Yücel, Hasan Âli, Edebiyat Tarihimizden, Ankara 1957. 403
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Yücelen, Hilmi, Türk Malî Tarihine Toplu Bir Bakış ve Mali- Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Bildiriler, Ankara
yeci Şairler Antolojisi, İstanbul 1973. 1995, I, 479-488.
Coşan, M. Esad,”Hocam Necati Lugal”, Necati Lugal Armağa-
Zerdeci, Hümeyra, Osmanlı Ulema Biyografilerinin Arşiv nı, Ankara 1968.
Kaynakları, Ankara 2008.
Çardaklı, Fatih–Can, Cemil Cahit, “Melami Meşrep, Kalender,
Mazanne Bir Denizcinin Terekesi: Yavuz Argıt Koleksiyonu”,
Makaleler Yavuz Argıt Armağanı (yay. haz. Mustafa Birol Ülker),
İstanbul 2010, s. 23-26.
Açıkgöz, Halil, “Safiye Erol’da Edirne ve Edirne Üniversite- Çelik, Nermin–Öncel, Öztan, “Hekim, Siyasetçi ve Diplomat
si”, I. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildiri- Olarak Dr. Nihat Reşat Belger”, Tıp Etiği-Hukuku-Tarihi
leri (23-25 Ekim 2003), Edirne 2004, s. 405-431. Dergisi, 16/3 (2008), s. 159-165.
Akgün, Burhan, “Üsküdarlı Bir Hekim: Ord. Prof. Dr. Kemal Ce- Çelik, Yakup, “Safiye Erol”, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara
nap Berksoy (1876-1949)”, Üsküdar Sempozyumu V: Bildi- 2006, IV, 248-250.
riler, İstanbul 2008, II, 439-456. Çobanoğlu, Ahmet Vefa, “Osmanlı’da Baş Mimarlar”, Türk
Aksoy, Şule, “Hezârfen Bir Hattat, Necmeddin Okyay: Haya- Dünyası Kültür Atlası: Osmanlı Dönemi, İstanbul 2002,
tı, Türk ve İslâm Eserleri Müzesinde Bulunan Kitapları”, M. IV, 250-326.
Uğur Derman Armağanı: Altmışbeşinci Yaşı Münasebe-
tiyle Sunulmuş Tebliğler (der. İrvin Cemil Schick), İstan- Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, “İstanbul Bibliyografyası”, Yeni
bul 2000, s. 73-100. Türk, sy. 64 (1938), s. 129.
Akyıldız, Ali, “II. Mahmud’un Hastalığı ve Ölümü”, Türk Kül- Demirci, Senai, “Üsküdar’da Bir Beyaz Yürüyüş”, Üsküdar Bül-
türü İncelemeleri Dergisi, nr. 4, İstanbul 2001, s. 49-84. teni, sy. 6, İstanbul 2010, s. 3-5.
Alagöz, Cemal Arif, “Faik Sabri Duran’ın Hayatı”, Ulus, Ankara Derman, F. Çiçek, “Rikkat Kunt Hoca Hanım”, Kubbealtı Aka-
1 Mayıs 1943, s. 2. demi Mecmuası, XXX/1 (2001), s. 21-29.
“Ali Rızâ’nın Hayatı ve Eserleri”, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Derman, F. Çiçek, “Türk Tezyînatındaki Istılah ve Tabir Karga-
Gazetesi (özel sayı), sy. 18, İstanbul 1330, s. 130. şasına Dair”, M. Uğur Derman Armağanı: Altmışbeşinci
“Ali Ulvi’yi Yitirdik”, Türk Dili Dergisi, nr. 65 (1998), s. 11. Yaşı Münasebetiyle Sunulmuş Tebliğler (der. İrvin Cemil
Alparslan, Ali, “Hattat Hamid Aytaç”, Hayat Tarih Mecmuası, Schick), İstanbul 2000, s. 253-260.
sy. 11 (1972), s. 16. Derman, M. Uğur, “Kanunî Devrinde Yazı Sanatımız”, Kanunî
Arın, Cavidan, “Ercümend Berker’in Cevapları”, Musiki Mec- Armağanı, Ankara 1970, s. 269-273.
muası, XVII/ 214 (1965), s. 296-297. Derman, M. Uğur, “Hezârfen Hattat Üsküdarlı Necmeddin
Atabek, Emine M., “Kadın ile Kadın İçin Çalışan Büyük Hekim: Okyay”, Üsküdar Sempozyumu I : 23-25 Mayıs 2003: Bil-
Besim Ömer Paşa (Akalın) Ölümünün 40. Yılında (1862- diriler (haz. Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2004, II,
1940)”, Mimar Sinan, sy. 31, İstanbul 1980, s. 64-71. 182-194.
Ataç, Adnan, “Cumhuriyet Öncesi Dönemde Askeri Tıbbiyede Derman, M. Uğur, “Hezârfen Üstad Necmeddin Okyay’la Bir
Yetişen Üsküdarlı Hekimler”, Üsküdar Sempozyumu V: Bil- Konuşma”, Hayat Mecmuası, sy. 51 (1968), s. 8-10.
diriler, İstanbul 2008, II, 426. Derman, M. Uğur, “Kaybettiğimiz Müzehhib Muhsin Demiro-
Avnî, “Bir Üstâz-ı Fenn-i Mûsiki”, Tercümân-ı Hakîkat, İstan- nat”, Lâle, II/7 (1984) s. 12-20.
bul 24 Kânunuevvel 1307 (1892), sy. 4046. Derman, M. Uğur, “Said Paşa İmamı”, Yazılışının 600. Yılında
Aydın, Mustafa, “Süleyman Hilmi Tunahan”, Modern Türki- Bir Kutlu Doğum Şaheseri: Uluslararası Mevlid Sempoz-
ye’de Siyasî Düşünce VI : İslâmcılık (haz. Yasin Aktay), yumu, Ankara 2010, s. 520-529.
İstanbul 2004, s. 314. Derman, M. Uğur, “Toygartepesindeki Ev”, Türk Edebiyatı, sy.
389 (2006), s. 24-32.
Baltaoğlu, Ali Galip, “Örnek Bir Hoca, Örnek Bir Şahsiyet: Prof. Derman, M. Uğur, “İsmail Hakkı Altunbezer”, Hayat Tarih
Dr. Nejat Göyünç”, Ata Dergisi, sy. 7 (1997), s. 1-42. Mecmuası, II/6 (1971), s. 43-51.
Başgelen, Nezih, “Çelik Gülersoy: Yaşamı”, Sanat Çevresi, sy.
69 (1984), s. 18-22. “Ebrû San’atı”, THY Magazin, sy. 74, İstanbul 1989, s. 24-25.
Baydar, Mustafa, “Orhan Seyfi Orhon”, Edebiyatçılarımız Ne “Ebru Sanatının Doğuşu ve Tarihçesi”, Türk Süsleme Sanatları,
Diyorlar, İstanbul 1960, s. 154-157. İstanbul 1977, s. 26.
Baykara, Tuncer, ‘’Dr. Emel Esin’’, Türk Kültürü Araştırmaları, “Ebrû Ustası Mustafa Düzgünman”, Köprü, sy. 18, İstanbul
XXIV/1 (1986), s. V-IX. 1978, s. 11-14.
Bayraktar, Nimet, “Şemsi Ahmed Paşa”, Tarih Dergisi, sy. 33 Erdenen, Orhan, “Osmanlı Devri Mimarları, Yardımcıları ve Teş-
(1982), s. 99-114. kilâtları”, Mimarlık, sy. 27, İstanbul 1966, s. 15-18.
Bilgin, Azmi, “Üsküdarlı Bir Şair ve Mutasavvıf: Mustafa Enver Ermiş, Hamza, Son Dönem Osmanlı Alimlerinden Mehmed
(Enverî, 1824-1872)”, Üsküdar Sempozyumu V: Bildiriler, Zihni Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”, Sakarya Üniversitesi
İstanbul 2008, II, 203-214. İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 11 (2005), s. 51-68.
“Biz İslâm Medeniyetine Aitiz” [Hamit Can’la Röportaj], Millî Ersoy, Ali Ulvi, “Gazete Karikatürü, Karikatür ve Sanat Üstüne
Gazete, 03 Haziran 2009. Aykırı Düşünceler”, Karikatürler, Ankara 1996.
Ersoy, Mehmet Âkif, “Eski Hatıralar”, Sırât-ı Müstakîm, sy.
Cemil, Mesut, “Tanıdığım Musikişinaslar”, Musiki Mecmuası, 123, 30 Kanunuevvel 1326 /12 Ocak 1911, s. 311-312.
İstanbul 1970, nr. 263-264, s. 21; nr. 265, s. 17. Erünsal, İsmail, “Şair Nedim’in Muhallefâtı”, The Arcival Sour-
404 Cezar, Mustafa, “Sanatta Batıya Açılış Döneminde Mimarlar”, 9. ces of Türkish Literary History, Harvard 2008, s. 271-289.
Fazlıoğlu, İhsan, “Türkçe Telif ve Tercüme Eserleri”, Kutadgubi- Kerman, Zeynep, “Sami Paşazâde Sezai”, Tanzimat Edebiyatı
lig, sy. 3 (2003), s. 151-184. (haz. İsmail Parlatır v.dğr.), Ankara 2006, s. 557-584.
Fuat, Memet, “Yaptığım Sokak”, İstanbul Sokakları 101 Yazar- Kılıç, Atabey, “Mirzazâdeler Ailesinden Şeyh Mehmed Efendi”,
dan 100 Sokak, İstanbul 2008, s. 190-192. Türk Dünyası Araştırmaları, sy. 110 (1997), s. 83-104.
Kızıltoprak, Süleyman, “Zeynep-Kâmil Hastanesi’nin Kurucusu
Gedikli, Fethi, “Girişimci Bir Üsküdar Sevdalısı: Hüseyin Suat Prenses Zeynep Hanım: Hayatı ve Hayratı”, Üsküdar Sem-
Erginer (1908-5 Kasım 1988)”, Üsküdar Sempozyumu VI : pozyumu II : Bildiriler, İstanbul 2004, II, 622-633.
Bildiriler, İstanbul 2009, II, 201-220. Koçu, R. Ekrem, “Gün İçinde Tarihti”, Tercüman, 27 Ekim
Giz, Adnan, “Çamlıcada Tarihî Duygular”, Çınaraltı, nr. 101, 28 1974.
Ağustos 1943. Koyuncu, Emin, “Bir Okuma İnatçısı”, Aksiyon, sy. 114 (1997),
Gökçe, M. Selim, “Turgut Cansever’in Türk Ocaklı Babası”, Türk s. 12.
Edebiyatı, sy. 426 (2009), s. 14-16. Kunt, Rikkat, “Bir Hanım San’atkârımız”, Sandoz Bülteni, sy. 18
Göktaş, Uğur, ‘’Son Ebrû Ustası Mustafa Düzgünman’’, Türkiye- (1985), s. 10-18.
miz, sy. 49, İstanbul 1986, s. 27-31. Kut, Günay – Aynur, Hatice, “Mir’ât-ı İstanbul Üzerine”, Türk-
Güleç, İsmail, “Prof. Dr. Nejat Göyünç Bibliyografyası”, Osmanlı lük Araştırmaları Dergisi, sy. 5 (1989), s. 271-282.
Araştırmaları, sy. 23 (2003), s. 41-60.
Günaydın, Yusuf Turan, “Salih Saim Unar ve Edebî Tasavvufî Lâle, R. (Rıdvan), “Üstad ve Maruf Bestekâr Zeki Ârif Ataergin”,
Çevresi”, Üsküdar Sempozyumu IV : Bildiriler, İstanbul Türk Musikisi Dergisi, III/35 (1950), s. 9, 16-17.
2007, II, 657-667.
Mehmed Arif, “Humbaracıbaşı Ahmed Paşa (Bonneval)”,
“Harflerin Bestekârı Kendisini Anlatıyor”, Köprü, sy. 61 (1982), TOEM, III/18 (1328), s. 1153-1157; IV/19 (1329), s.
s. 8-15. 1220-1224; IV/20 (1329), s. 1282-1286.
Hasan, Zafer, “Ö. Rızâ ve Hizmetleri”, Cumhuriyet, İstanbul 14 Mehmetefendioğlu, Ahmet – Kayış, Yasin, “Siyasi Halk Gaze-
Mart 1952. tesi ve Ratip Tahir Burak” Toplumsal Tarih, nr. 179 (2008),
Hot, İnci, “Besim Ömer Akalın’ın Hayatı (1862-1940)”, Yeni Tıp s. 42-52.
Tarihi Araştırmaları, sy. 2-3, İstanbul 1996-97, s. 213- Mert, Talip, “Said Paşa İmamı: Hasan Rızâ Efendi”, Üsküdar
233. Sempozyumu V : Bildiriler, İstanbul 2008, II, 161-174.
Huyugüzel, Ö. Faruk, “Halit Ziya Uşaklıgil”, Servet-i Fünun “Mustafa Düzgünman”, Doğuş, sy. 19, İstanbul 1985, s. 12-13.
Edebiyatı, Ankara 2006, s. 311-391. ‘’Mustafa Düzgünman’ın Çiçekleri’’, Zaman, İstanbul 23 Nisan
1992.
İbnülemin Ahmet Tevfik Bey, “Zeynep Hanımefendi ve Kâmil Münif Fehim, “Ahmed Fehim”, Perde ve Sanat, nr. 11, İstanbul
Paşa”, Dünü ve Bugünüyle Zeynep-Kâmil Hastanesi 1862- 1941, s. 8-9.
1988, İstanbul 1988, s. 23-28.
İbrahim Refik, “Mucit Bir Nakşi Şeyhi Edhem Efendi”, Tarihin Nasuhioğlu, Orhan, “Türk Musikisinin Büyük Kaybı Gevheri
Meçhul Tanıkları, İstanbul 2008, s. 101-104. Osmanoğlu”, Musiki Mecmuası, XXXIII/ 373, İstanbul
İlgürel, Mücteba, “Kösem Sultan’ın Bir Vakfiyesi”, Tarih Dergisi, 1980, s. 12-13.
sy. 21 (1966), s. 83–94.
İnbaşı, Mehmet, “Şemsi Paşa Vakfiyesi” Üsküdar Sempozyumu Oransay, Gültekin, “Yayınlanmış Türk Din Mûsikisi Sözlü Anıt-
II : Bildiriler, İstanbul 2005, I, 182-190. larının Ezgileyicileri”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakül-
“İnci Asena’nın Kaleminden Memet Fuat’ın Evi”, Milliyet Sanat, tesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, sy. 3 (1977), s. 183-
Temmuz 2010, s. 110-114. 185.
Kahraman, Âlim, “Bir Sokağı Kelimelerle Kurmak”, İstanbul So- Ökte, Burhanettin, “Musiki Aleminde 30 Sene”, Türk Musiki
kakları 101 Yazardan 100 Sokak, İstanbul 2008, s. 37-39. Dergisi, nr. 38, İstanbul 1951, s. 6-7.
Kahraman, Âlim, “Dümbüllü İsmail Efendi” (Aktaran: Metin Ökte, İzzettin, “Lemi Atlı”, Türk Mûsikisi Dergisi, sy. 18, İs-
Türkay), Atikvalide, İstanbul 2009, s. 156-160. tanbul 1949, s. 7, 15.
Kahraman, Âlim, “Üsküdar’da Bir Kahve”, Atikvâlide, İstanbul Ömer Seyfeddin, “Ali Cânib Bey”, Nevsâl-i Millî, İstanbul
2009, s. 41-47. 1914, s. 299-313.
Kahya, Esin, “Fransa’da İhtisas Yapmış Olan Türk Hekimlerinden Özcan, Abdülkadir, “Keçecizâde İzzet Molla ve II. Mahmud’a Bir
Bazıları”, Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan, Anka- Kasidesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, sy. 21 (1982), s.
ra 1982, s. 421-430. 178-180.
Kam, Rûşen Ferid, “Giriftzen Âsım Bey”, Radyo Mecmuası, nr. Özcan, Abdülkadir, “Şeyhî’nin Vekayiü’l-fudalâ’sının Bilim Ta-
74, Ankara 1948, s. 9. rihi Bakımından Önemi ve Değeri”, Osmanlı Dünyasında
Kaplan, Mehmet, “Çamlıca ve Çelik Gülersoy”, Kaynaklar, sy. Bilim ve Eğitim, İstanbul 2001, s. 124-125.
2 (1984) s. 61-64. Özcan, Nuri, “Aziz Mahmud Hüdayi Âsitanesinde Hizmet Etmiş
Kaplan, Mehmet, “Sergüzeşt”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araş- Musikişinas Şeyhler”, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası
tırmalar, İstanbul 1976, I, 369-383. Sempozyumu Bildirileri, İstanbul 2005, II, 267-278.
Kara, Hatice Fahrunnisa, “Bir Dünya Kenti İstanbul ve İlk Türk Özcan, Nuri, “Üsküdar’ın Romantik Bir Sanatkârı: Tambûrî Bes-
(Osmanlı) - İslam Yerleşmesi Eyüp Üzerine”, Eyüp Sultan tekâr Selâhattin Pınar”, Üsküdar Sempozyumu VI : Bildiri-
Sempozyumu III : Tebliğler, İstanbul 2000, s. 45. ler, İstanbul 2009, II, 157-166.
Karakoç, Ercan, “Üsküdarlı Bir Tarihçi: Prof. Dr. Nejat Göyünç”, Özemre, Ahmed Yüksel, “Çocukluğum ve Gençliğimin Üskü-
Üsküdar Sempozyumu V: Bildiriler, İstanbul 2008, II, dar’ı”, İstanbul Armağanı 2 /Boğaziçi Medeniyeti (haz.
309-322. Mustafa Armağan), İstanbul 1996, s. 219-236. 405
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ
KAYNAKÇA
Özemre, Ahmed Yüksel, ”Üsküdar’da Mânevi Hayat”, “Kurân Uluçay, Çağatay, “Fatma ve Safiye Sultanların Düğünlerine Ait
Tilâvetinde Üsküdar Ağzı”, http://www.ozemre.com/index. Bir Araştırma”, İstanbul Mecmuası, V (1958), s. 148-152.
Özer, Atila, “Çizginin Şiirini Yaratıyordu”, Cumhuriyet, 30 Ulusan, Şayan, “1913’te Faik Sabri Bey’in Gözünden Almanlar ve
Ocak 2000. Almanya”, SAÜ Fen-Edebiyat Dergisi, X/1, Sakarya 2008,
Özergin, M. Kemal, “Hafız Şeyda Dede’ye Dair Bir Tarih Manzu- s. 250-251.
mesi’’, Mızrap Dergisi, nr. 17, İstanbul 1984, s. 46. Uzluk, Şehabettin, ‘’Üstad Ali Rızâ Bey’’, SF, sy. 1469 (1337).
Öztuna, Yılmaz, “Yahya Kemal ve Orhan Seyfi’nin Bestelenmiş Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Halil Hamid Paşa”, Türkiyat Mec-
Şiirleri”, Hayat Tarih Mecmuası, VIII/9 (1972), s. 4-9. muası V (1936), s. 213-269.
Öztürk, Necdet, “Orhan Şaik Gökyay: Hayatı ve Eserleri”, Türk Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “İbrahim Edhem Paşa Ailesi ve Halil
Dünyası Araştırmaları, sy. 94 (1995), s. 27-45. Edhem Eldem”, Halil Edhem Hatıra Kitabı, Ankara 1948,
s. 67-70.
Pamukciyan, Kevork, “Doğumunun 200. Yıldönümünde Kayse- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Viyana Büyük Elçisi Vezir Sadullah
rili Hassa Mimarı Ohannes Amira Serveryan”, Tarih ve Top- Paşa’nın İntiharına Dair”, TTK Belleten, XIV/55 (1950), s.
lum, VIII/ 46 (1987), s. 23-28. 419-479.
Parlar, Gündegül, “Eyüp Sultan Tarihi ve Eyüplü Meşhurlar Mü-
ellifi Mehmet Nermi Haskan´ın Biyografisi”, Tarihi, Kültürü Üçer, Müjgân, “Ölümünün Üçüncü Yılanda Dr. Emel Esin’i Anar-
ve Sanatıyla Eyüpsultan Sempozyumu VII : Tebliğler, İs- ken”, Türk Kültürü, XXVIII/322 (1990), s. 123-125.
tanbul 2003, s. 44-49. Ülken, Hilmi Ziya, “Ömer Rızâ Doğrul”, Yeni Sabah,
XIII/5044, İstanbul 17 Mart 1952.
Reşad Fuad, “Keçecizâde İzzet Molla”, TOEM, sy. 41 (1332), Ülman, Yeşim Işıl,“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş Sürecinde
s. 285-287. Bir Aydın Portresi: Dr. Besim Ömer Akalın”, Mütefer-rika,
sy. 25, İstanbul 2004, s. 51-87.
Üngör, Etem Ruhi, “Osmanlı’da Türk Musikisi ve Çalgıları”, Os-
Sandal, Salih, “Yavuz Argıt (1934-2009)”, Yavuz Argıt Arma-
manlı, Ankara 1999, X, 572-583.
ğanı (yay. haz. Mustafa Birol Ülker), İstanbul 2010, s.
Üngör, Etem Ruhi, “Türk Musiki Repertuarı ve Koleksiyonlar
11-20.
Hakkında Sayın Halil Can ile Bir Konuşma”, Musiki Mecmu-
Sarı, Mehmet Ali, “Üsküdarlı Ali Efendi”, DİA (baskıda).
ası, sy. 220, İstanbul 1966, s. 106-110.
Sarıdikmen, Gül, “Ressam Üsküdarlı Cevat (Göktengiz)”, Üskü-
Ünlü, Rasim, “Bahriyeli İsmail Hakkı Bey”, Deniz Tarihimizde
dar Sempozyumu II : Bildiriler, İstanbul 2005, II, 655-
İz Bırakanlar, Türbe ve Mezarları 2, Ankara 2008, s. 339-
676.
375.
Sertkaya, O. Fikri, ‘’Emel Esin’in Eserleri’’, Türk Kültürü Araş-
Ünver, A. Süheyl, ‘’İstanbul ve Boğaziçi Ressamı Ali Rızâ Bey’’,
tırmaları, XXIV/1 (1986), s. XI-XXXIII.
Şehremâneti Mecmuası, sy. 70, İstanbul 1930
Seyhun, Vecdi, “Giriftzen Âsım Bey”, Türk Mûsikisi Dergisi, nr.
(ayrı basım).
23, İstanbul 1949, s. 7, 9.
Üstün, Çağatay, “Ord. Prof. Dr. Kazım İsmail Gürkan”, Sendrom,
Sungurbey, İsmet, “Ebül‘ulâ Mardin’in Ailesi, Hayatı, Şahsiyyeti,
21/5 (2009), s. 58-61.
Eserleri, Son Eseri: Huzur Dersleri”, Huzur Dersleri III-III,
İstanbul 1966, s. III-XLI.
Sürelsan, İsmail Baha, “Doktor Suphi Ezgi”, Musiki Mecmuası, Vâ-nû, Müzehher, “Salacak’taki Evimiz ve Son Durağa Yaklaşır-
sy. 171, İstanbul 1962, s. 75, 94. ken”, Bir Dönemin Tanıklığı, İstanbul, ts., s. 213-251.
Sürelsan, İsmail Baha, “Otuz Yedinci Ölüm Yıldönümü Müna-
sebetiyle Rauf Yektâ Bey”, Mûsiki ve Nota, sy. 27 (1972), s. Yavaşça, Alâeddin, “Zeki Ârif Ataergin”, Kök Dergisi, sy. 7
20-21. (1981), s. 9.
Şiir Atı (“Âsaf Hâlet Çelebi Yaprakları” adıyla özel bölüm), sy. Yazar, M. Behçet, “Orhan Seyfi Orhon”, Yedigün, XV/382
2, İstanbul 1986. (1940), s. 15.
Yıldız, Alim, “Üsküdarlı Sâfî’nin Cidâl-i Sa‘dî Bâ-müddeî Mesne-
Takvim-i Vekāyi, Defa 44, Sene 13, C 1248, s. 1, sü. 2. visi”, Üsküdar Sempozyumu IV : Bildiriler, İstanbul 2007,
Tansel, Fevziye Abdullah, “Ali Cânib Yöntem”, TTK Belleten, I, 587-607.
sy. 125 (1968), s. 55-77. Yıldız, Sâkıb, “Türk Müfessiri İsmail Hakkı Burûsevî’nin Hayatı”,
Tansel, Fevziye Abdullah, “Bir Mevlevî Nâsir ve Şairi Mehmed Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 1
Nazım Paşa”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergi- (1976), s. 103-126.
si, XIV (1966), s. 155-174. Yöre, Seyid, “Osmanlı´dan Türkiye´ye Üsküdar´da Osmanlı /
Tuncel, Metin, “Ord. Prof. Dr. Besim Darkot: Hayatı ve Türkiye Türk Sanat Müziği´ne Dair Kurumlar ve Üsküdarlı Müzisyen-
Coğrafyasına Katkıları”, Coğrafya Araştırmaları, I/3, An- ler”, Üsküdar Sempozyumu V : Bildiriler, İstanbul 2008,
kara 1991, s. 1-13. I, 331.
Turan, Osman, “Mustafa Düzgünman Bibliyografyası: Bir Dene- Yücel, Erdem, “Bir İbrahim Konyalı Vardı”, Ortadoğu Gazetesi,
me”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, sy. 10 (1991), s. 31 Ekim 1991.
47-50. Yücel, Erdem, “İbrahim Konyalı ile Bir Konuşma”, Hayat Tarih
Turnalı, A. Bilgin, “Bir Kemal Elker Vardı”, Arkeoloji ve Sanat Mecmuası, sy. 133 (1976), s. 24-29.
Dergisi, sy. 42-45(1989), s. 2. Yürük, Ali Yücel, “Çerakise-i Kafkas’tan Nev’i Şahsına Münha-
“Türk Ebrûculuğunu Dirilten Adam”, Hayat, sy. 47, İstanbul sır Bir Bibliyofil: Yavuz Argıt”, Yavuz Argıt Armağanı (yay.
1972, s. 20-21. haz. Mustafa Birol Ülker), İstanbul 2010, s. 31-40.
Türk Kültürü (H. S. Tanrıöver özel sayısı), IV/45, Ankara
1966.
406 Türk Yurdu (H. S. Tanrıöver özel sayısı), VI/2, Ankara 1967.
ÜSKÜDARLI MEŞHURLAR ANSİKLOPEDİSİ