You are on page 1of 3

MEMDUH ŞEVKET ESENDAL-HASTA

Maliye Veznesi’nden Tevfik Efendi, banka önünde vezne arabasından inerken nasıl oldu ise ayak
bileğini incitmiş, iki gündür hasta, evde yatıyor. Komşuları hatır sormaya geliyorlar. İki gündür evde
yaşayış değişmiş, herkesten sıcak bir sevgi görüyor. Karısı, sanki o eski karısı değil, tanıdıkları eski
tanıdıkları değil. Hepsi değişmişler, hepsinde, yalan da olsa tatlı bir sokulganlık, bir yaltaklık var. İki
gündür; tavuk suyuna çorba pişiyor, ıhlamur kaynatılıyor, ayağını sadef yağı ile ovup üstüne sıcak
tülbent koyuyorlar. Havacıva muşambası yapıp sarıyorlar. Komşular içinde öyleleri var ki sabahleyin
işlerine giderken uğramışlardı, akşamüstü gene uğruyorlar. “Bize bir hizmet varsa yapalım.” diyorlar.
Herkes, her şey tatlı, ılık, yumuşak!

Tevfik Efendi yatağa uzanmış, bu tatlı yaşayışı sanki yudum yudum içiyor, inleyerek, gözlerini
bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor:

“Innh, kaderde bu da varmış… Innh… Dedim ya olacak olduynan oluyor… Yer düz, güzel yaya kaldırım,
bizim vezne arabası durdu, ben de indim. Düşmedim, kimse bana dokunmadı, atlar ürkmedi, araba
kımıldamadı, dedim ya, hiç. Bu ayağımı yere koydum, vay efendim sen misin koyan! Nasıl anlatayım
size… Sanki topuğum iki taş arasında ezildi. Innh, oraya yığılmışım. Herkes de ne oldu diye şaşırdı.
Innh… Ne ise bizi oradan kaldırdılar, eczaneye. Ayak olmuş bir kütük! Ya acısı… Innh… Ayakkabıyı
çıkaracak oldular, ben dokundurmuyorum ki adamlar çıkarsınlar. Neyse çıkardılar. O aralık açıkgözün
biri de ayağımdan çıkan potini almış savuşmuş. Eczacılar o kadar aradılar, bulamadılar. Tek
kunduranın da çalındığını yeni gördüm. Innh…”

“Canım, senin canın sağ olsun. Kunduranın lakırdısı mı olur!”

“Hay, hay. Uzatmayalım bizi arabaya koyup daireye götürdüler. Kim gördü ise şaştı. Innh…

İnanır mısınız belim, elim, kolum, ensem her yerim ağrıyor. Innh…”

“A, elbette! Sen bir ayak deyip geçme, bin bir damarı var. Her biri bir yana bağlı. Adamın budunda bir
çıban çıkıyor da bir hafta baş ağrısından kurtulamıyor. Benim kendi başımdan geçti. Kolay mı? Neyse
bununla geçmiş olsun. Damar damara binmiştir. Taze inek mayısı olsa da sıcak sıcak üstüne vurulsa,
birebirdir. Yahut çiğ bal sürmeli. Üstüne de bolca karabiber kirli yapağı sarmalı. İki günde ne varsa
çeker, alır.”

Yoklayıcıları ile konuştukça Tevfik Efendi açılıyor, inlemesi kesiliyor, artık gözlerini süzmesi,burnundan
soluması kalmıyor. Kahveler içiliyor, konuşuluyor; sonra misafirler giderken Tevfik Efendi yeniden
hasta. İnliyor, göz süzüyor, burnundan soluyarak konuşuyordu.

“Innh, eksik olmayınız, size de rahatsızlık oldu… Innh…”…………………………………………….

Hikâyenin Devamı - İley Demir


“Lafı mı olur Tevfik Efendi.”

“Innh, vallahi çok sağolasın. Derdimden bir anlayanın çıkması iyi geldi. Innh………….”

Kahveleri yudumlarken iki dost da rahatlıyor, Tevfik Efendi inlemelerinin arasına bir iki büyük kahkaha
sıkıştırabiliyordu. Ama ne zaman ki kahvesi bitsin inlemeler büyük bir hızla etrafa yayılıyordu.

“Yarın bir başka eczacıya da mı görünsen? Bu ayak dediğin hassastır, sonra ordan oraya yürürken ne
hallere düşürür seni! Ben de o sırada bizim ineklerin mayısını toplarım, vurur çuvalı gelirim yanına.”

Gözlerini bayılttıra bayılttıra dinliyor bu lafları Tevfik Efendi. Hafif bi mayhoşluk da çekmemiş mi
üstüne! Uyudu uyuyacak ama misafir ayıp etmemek için dayanıyor. Bir yandan söylese zaten
yanındaki son kişi de gidecek.

“Innh….. Keşke bir bebeye dönsem de annemin ak Innh……… sütünü emsem. Ne Innh…. Rahat olurdu.
Neyse artık ben seni uğurlayım. Çok lafa tutum seni Innh, değil mi?”

“Seni bilmediğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun Tevfik. Ciddi olayım burada. Ayağından rahat değilsin.
Nolacağın belli değil. Duygusal bir boşluğa düşmeni istemem.”

Eskiden beri dostluğu olan bu arkadaşından da böyle bir şey beklenirdi. Tevfik Efendi de imkan
buldukça zaten dile getirirdi.

“Innh… Ne iyi dostumsundur sen! Dost gibi dostsun. Komşuların da hakkını Innh… yemek istemem
ama. Onlar ve sen şu hayatta benim en iyi desteklerimsiniz.”

“Tevfik Efendi aynı mahallenin çocuklarıyız. Komşular da aynı. Annen ile babanı küçük yaşta kaybedip
reşitliğe erdikten sonra tek başına kaldın. Bırak sana yardım edelim. Zaten annenler de bunu istemez
miydi? Boşu boşuna alçak gönüllük etme.”

“Doğru Innh… söylüyorsun. Bu sefer lafımda alçak gönüllülük etmeyeceğim. Innh….. Bu kazadan sonra
beni görmeye gelen teyzem, amcam olsa hiç rahat edemezdim. Zaten Innh….. istenmeyen bir
çocuktum onlara göre. Anamı evlendirmişler babamla gururunu kurtarsın diye. Innh…. Vay anam! Bir
sırtıma çıkmadığı kalmıştı namertin!. Uyy….”

“Konuşup da kendini yorma Tevfik Efendi. Yine çökücen kalıcan diye endişeleniyorum.
Akşam hava kararıncaya kadar böyle böyle sohbet etmişlerdi. Tevfik Efendi de bir süre sonra uyuya
kalmıştı. Arkadaşı da sabah olunca görüşmek üzere evine doğru usulca yola çıkmaya başladı. Hala aklı
Tevfik Efendi’deydi. Ya su almaya kalktığında takılıp bir şeye kalırsa? Gecenin bir vakti kimse de
duymazdı. Uyuyorlardı sonuçta.

“Nngghhh….. Aman ayaklarım... Şu doktor işini halletsek nnnngghhh…. de sende şu mayıs mıdr bal
mıdr ne süreceksen sürsen! Nngghhhh… Kaderde varmış, bunu da koymuşlar tabağımıza. Katlanırız,
nnnghhh!”

“Süreceğim Tevfik Efendi, endişelenme. Gel de varalım hekime; dinleyelim tanısını, öğütlerini. Sonra
da seni kahve içmeye götürürüm.”

Ne Nnghh…. de güzel olur! Ayağımın dermanı bulunsun da.”

You might also like