You are on page 1of 250

SULTAN II.

KILIÇ ARSLAN VE AKSARAY


PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

© Kitabın tüm yayın hakları IQ Kültür Sanat Yayıncılık’a aittir.


Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

Copyright © IQ Kültür Sanat Yayıncılık


Copyright © 2016, Prof. Dr. Ahm et Şimşirgil

Yayıncı Sertifika No 31109


1. Baskı Mayıs 2016 / İstanbul
ISBN 978-975-255-443-6
Genel Yayın Yönetmeni Cevat Mustafa
Editör Hamza Umut Albayrak
Mizanpaj Adem Şenel
Kapak Tasarım Yunus Karaaslan
Halkla İlişkiler ve Dağıtım Sorumlusu Murat Arabacı
Baskı-Cilt Ofis Yayın Matbaa Kağıt San. Ltd. Şti.
Davutpaşa Kışla Cad. Güven San. Sit.
B- Blok No: 75 D: 386-387
Topkapı - İstanbul

*9 <8>”

IQ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK


Alemdar Mah. Molla Fenari Sok. No: 26/A
Cağaloğlu - Fatih - İstanbul
Tel: (0212) 514 94 06
www.iqkultursanat.com
bilgi@kitapyuvasi.com
Sertifika No: 31109
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN
VE
AKSARAY
' — - ^ £ 5 ^ ------------------------------------------------------------------ ----------

PROF. DR. AHMET ŞÎMŞİRGÎL

IQ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK *


Prof. Dr. Ahmet ŞÎMŞİRGİL
1959’da Boyabat’ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı yerde
tamamladı. 1978’de girdiği Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Tarih Bölümünden 1982’de mezun oldu. 1983’te aynı bölümdeki
Yeniçağ Anabilim Dalında Araştırma Görevlisi olarak vazifeye baş­
ladı. 1985’te Yüksek Lisansını tamamladı. 1989’da Marmara Üniver­
sitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümüne naklen geçiş yaptı.
1990’da “Osmanlı Taşra Teşkilatında Tokat (1455-1574)” isimli
çalışmasıyla Tarih Doktoru unvanını aldı. 1997’de “Uyvarın Os-
manlılar Tarafından Fethi ve İdaresi” isimli takdim teziyle Doçent
oldu. 2003’te Profesör kadrosuna atanan Şimşirgil’in Osmanlı şe­
hir tarihi, siyasi hayatı ve teşkilatı ile ilgili çeşitli dergilerde yayın­
lanmış çok sayıda ilmi makalesi bulunmaktadır.
Halen Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bö­
lümü’nde Öğretim Üyesi görevine devam etmektedir.
Yayınlanmış Eserleri:
1- Kayı I - Ertuğrulun Ocağı (Timaş Yayınları)
2- Kayı II - Cihan Devleti (Timaş Yayınları)
3- Kayı III - Haremeyn Hizmetinde (Timaş Yayınları)
4- Kayı IV - Ufukların Sultanı Kanuni (Timaş Yayınları)
5- Kayı V - Kudret ve Azamet Yılları (Timaş Yayınları)
6- Kayı VI - İmparatorluğun Zirvesi ve Dönüş (Timaş Yayınları)
7- Kayı VII - Kutsal İttifaka Karşı (Timaş Yayınları)
8- Valide Sultanlar ve Harem (Timaş Yayınları)
9- Denizler Fatihi Piyale Paşa ve Cerbe Zaferi (Timaş Yayınları)
10- Bir Müstakil Dünya: Topkapı Sarayı (Timaş Yayınları)
11- Osmanlı Gerçekleri (Timaş Yayınları)
12- İstanbul, Fetih ve Fatih (İBB Kültür A.Ş. Yayınları)
13- Fethin Kahramanları (İBB Kültür A.Ş. Yayınları)
14- Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle (Beylik Yayınları)
15- Slovakya’da Osmanlılar (Beylik Yayınları)
16- Eşrefoğlu Rûmî (IQ Kültür Sanat Yayıncılık)
17- Devr-i Gül Sohbetleri (IQ Kültür Sanat Yayıncılık)
18- Kaptan Paşa’nm Seyir Defteri (BKY Yayınları)
19- Otağ-I Büyük Doğuş (Kahverengi Yayınları)
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ...............................................................................................9
GİRİŞ................................................................................................11

Selçuk Bey.................................................................................... 11
İsrail Arslan Yabgu......................................................................13
Kutalmış.......................................................................................15

BİRİNCİ BÖLÜM
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA
KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ
Süleyman Şah............................................................................. 21
Anadolu Türk Birliği..................................................................24
I. Kılıç Arslan...........................................................................28
Haçlı Seferi Düşüncesini Ortaya Çıkaran Nedenler..................30
Pierre l’Ermite’in Haçlı Seferi.................................................... 33
I. Haçlı Seferi............................................................................... 36
Antakya’nın Düşmesi..................................................................39
Kudüs’ün Haçlılar Eline Geçmesi............................................. 40
Danişmendlilerin Malatya Kuşatması....................................... 42
1101 Haçlıları..............................................................................44
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Malatya’nın Fethi........................................................................48
Anadolu Selçuklu-Danişmend Mücadelesi................................ 50
Şahinşah .................................................................................... 53
Sultan I. Mesud...........................................................................55
II. Haçlı Seferi.......................................................................... 60
II. Haçlı Seferi Sonrası................................................................ 63
Sultan I. Mesud un Vefatı........................................................... 64

İKİNCİ BÖLÜM
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN
Anadolu’nun Genel Durum u..................................................... 69
Kardeşler Arasında Mücadele.................................................... 72
Aksaray Başkent Gibi!................................................................. 76
İmparator Manuel’in Doğu Seferi.............................................. 78
İmparator ve II, Kılıç Arslan...................................................... 81
II. Kılıç Arslan’a Karşı Büyük İttifak..........................................84
II. Kılıç Arslan Bizans’ta ............................................................ 87
Anadolu’da Büyük Mücadele..................................................... 89
Manuel’in Macar Harekâtı.........................................................91
Manuel Tekrar Anadolu’da.........................................................94
1175 Yılı.......................................................................................96
Bizans Ordusunun Harekâtı......................................................101
Selçuklu O rdusu....................................................................... 104
Miryokefalon Savaşı.................................................................. 108
Ah! Bu Muhakkak Hıristiyan Kanıdır.....................................112
Savaş Sonrası Türk-Bizans Münasebetleri................................118
Savaşın Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri................................. 122
II. Kılıç Arslan-Selâhaddin Eyyûbî Çekişmesi........................ 125
Eski Türk Devlet Geleneği: Ülke Bölünecektir!....................... 130
Anadolu Selçuklularında Veraset Meselesi.............................. 135
Ülke On Bir Parçaya Bölünüyor! .............................................137
Meliklerin İlk Hareketleri......................................................... 140
İÇİNDEKİLER

Kutbeddin Melikşah’ın Babasına Karşı Çıkması 147

III. Haçlı Seferi..................................................... 150


Konya Haçlılar Elinde........................................... 152

III. Haçlı Seferinin Devamı.............................. 155


Kardeşler Mücadelesi ve II. Kılıç Arslan’m Vefatı 157

Defni ve Türbesi................................................... 159


II. Kılıç Arslan’m Şahsiyeti ve Eseri..................... 161

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AKSARAY
Türkler Dönemine Kadar Aksaray...................... 169
Aksaray’da Türk Hâkimiyeti............................... 170
Aksaray İçin Zorlu Yıllar..................................... 173
Evliyalar Beldesi.................................................... 179
Aksaray’ı Etkileyenler!
Şeyh Hamîd-i Velî (Somuncu Baba)................... 181
Şeyh Cemâleddin Aksarâyî.................................. 191

Yusuf Hakîkî Baba................................................. 197

Aksaray’ın Fiziki Yapısı......................................... 209


Aksaray’da Ticarî Faaliyetler ............................... 210
Aksaray’ın Nüfus Yapısı...................................... 214
Aksaray’da Dinî ve Sosyal Eserler ....................... 215

Ulu Cami.............................................................. 217


Kızıl (Eğri) Minare Cami...................................... 220
Kesik Minare Cami............................................... 221
Hacı Yusuf Mescidi................................................ 222
Tekke Mescidi/Cami............................................. 222
Muzaffer iye Medresesi.......................................... 223

Bedriyye Medresesi................................................ 223

Melikiye Medresesi................................................ 223


Ebubekriye Medresesi........................................... 224

Seyfiyye Medresesi................................................. 224


PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Hüsamiye Medresesi.................................................................224
Taciye Medresesi.......................................................................225
Beramuniye Medresesi..............................................................225
Darü’l-Hadis............................................................................. 225
Darüşşifa................................................................................... 226
Saray Hamamı.......................................................................... 226
Kılıç Arslan Hamamı................................................................226
Melik Mahmud Gazi Hankahı.................................................227
îmadiyye Hângâhı.................................................................... 227
Zahriyye Hângâhı.....................................................................227
Efdaliyye Hângâhı.................................................................... 228
Hacı Hamuş Zaviyesi................................................................228
Fahriyye Mevlevihanesi............................................................ 228
Nefise Hatun Türbesi................................................................229
Kerimüddin Mahmud Oğlu Mehmed Türbesi........................229
Anonim Türbe.......................................................................... 230
Çaput Baba Türbesi.................................................................. 230
Kılıç Arslan Hanı......................................................................230
Tuğracı Hüsam Çeşmesi........................................................... 232
Cemâleddin Aksaray! Türbesi................................................. 232

Biblografya....................................................................................235

RESİMLER....................................................................................243
DİZİN............................................................................................ 247
ÖNSÖZ

azı şehirler bazı tarihi şahsiyetlerle özdeşleşmiştir. Fatih


B ve İstanbul, Osman Gazi ve Bursa, Mevlana ve Konya
gibi. İşte Aksaray da Anadolu Selçuklu hükümdarlarından
II. Kılıç Arslan ile bu manada özdeşleşmiş durumdadır.
Elinizdeki bu eser II. Kılıç Arslan ile Aksaray’ın tari­
hini konu edinmektedir.
Aksaray, Anadolu’nun en kadim şehirlerinden birisi idi.
Üzerinde pek çok medeniyetler hüküm sürmüştür. Ticaret
yolları üzerindeki konumu ve askeri özellikleri ile her za­
man stratejik önemini muhafaza etmiştir.
İslam orduları ile Bizans çatışmaları sırasında oldukça
harap olan şehir Anadolu Selçukluları devresinde yerini
sükûn ve refah devresine terk etmiştir.
Anadolu Selçuklu sultan II. Kılıç Arslan ise Aksaray’a
Türk-lslam medeniyetinin m ührünü vuracaktır.
O, şehri neredeyse yeni baştan inşa edercesine imar eder­
ken kendisine de büyük bir saray inşa ettirmişti. Şehrin ar­
tık bu büyük saraydan dolayı Aksaray adıyla anılacaktır.
II. Kılıç Arslan, ayrıca şehirde camiler, kervansaraylar,
bedestenler, hamamlar yaptırmış ve kalesini tahkim ettir­
miştir. Şehre, seyitler, gaziler, âlimler, tüccarlar getirterek
yerleştirmiş, böylece manevi bir atmosfer kazandırmıştır.
Gayrimüslimlerin, hüviyet ve asaleti belirsiz kimselerin
şehre girmesine müsaade etmemiştir.
PROF. D R AHMET ŞİM JİRGİL

Bu sebepledir ki evvelce Selçuklular tarafında Darü’z-za-


fer ve D arü’l-cihad adları verilmişken bundan böyle Da-
rü ’s-suleha denilmiştir.
Şerefü Tm ekân bi’l-mekin. Bir yerin şerefi orada otu­
ranlardan gelir. İşte Sultan II. Kılıç Arslan, Aksaray’ı bu
söze uygun bir hale getirmiştir.
II. Kılıç Arslan ve Aksaray isimli eser işte bu iki konu et­
rafında şekillenmiştir. Eserin giriş ve birinci bölümünde II.
Kılıç Arslan öncesi Anadolu Selçukluları tarihi, Anadolu’ya
haçlı akınları ve Selçukluların şanlı mücadelesi anlatıldı.
İkinci bölümde Sultan II. Kılıç Arslan konu edinilirken
üçüncü bölümde ise Aksaray şehri, kadim tarihinden iti­
baren bütün özellikleriyle ele alındı.
Tarihe sahip çıkmak tarihi yaşatmaktır. Tarihi yaşatmak
nesillerin ruhunu ve gönlünü doyurmaktır. D arü’s-süleha
yurdunda olduğunu bilmek insanı salih, II. Kılıç Arslan’ın
şehrinde yaşadığını bilmek insanı gayret ehli ve mücahid,
Somuncu Baba, Cemâleddin Aksarâyî ve Yusuf Hakîkî Baba
yakınında olduğundan haberdar olmak ise insanı edep, ah­
lak ve ilim ehli kılacaktır.
İşte eserin, bütün bu güzelliklere de kapı açması dile­
ğimle.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
GİRİŞ

Onlar ki, at üzre ömürler boyu,


Türk’ün Rum’a giden yolu oldular.

Şol Anadolu’y u vatan eyleyen,


Gaziler, şehitler, kolu oldular.

Oğuz çınarının gün batısına,


Uzanan, en görklü dalı oldular.

Küfür diyarını yuyup yıkayan,


Mavera nehrinin seli oldular.

Batıl ikliminde diyar-ı Rum ’un


H akk’ın kılıç tutan eli oldular.

N. Y. Gençosmanoğlu

Selçuk Bey
ran, Irak, Suriye ve Anadolu’da iki asır boyunca önemli
Iroller üslenecek olan, Türk, dünya ve İslam tarihine yeni
bir çehre veren Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularının
atası olan Selçuk Bey Oğuzların Kınık boyuna mensuptu.
Selçuk’un dört oğlu vardı. Bunlar Mikail, Musa İnanç,
İsrail Arslan Yabgu ve Yusuf Yınal idiler. Yusuf adı bazı
kaynaklarda Yunus olarak da zikredilmektedir.
Mikail kardeşlerin en büyüğü idi. Davut Çağrı ve Tuğ­
rul adında iki oğlu vardı. Mikail Bey babası daha hayatta
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

iken mücadeleler sırasında şehit düşmüştü (1009). Buna çok


üzülen Selçuk Bey, Mikail’in oğullarını kendisi yetiştirmiş­
tir. Büyük Selçuklu Devleti Çağrı Bey’in oğlu M uhammed
Alparslan yoluyla büyüyecektir.
Arslan Yabgu’nun da Kutalmış ve Resul Tigin adla­
rında iki oğlu olmuştu. Kutalmış Bey’in ise dört oğlu ol­
muştu. Bunlar Süleyman Şah, Mansur, Alp tlig ve Devlet
Beyler idiler.
İsrail Arslan Bey babası Selçuk Bey’den sonra Selçuk­
luların yabguluğuna getirilmişti. Bu itibarla Arslan Yabgu
ismiyle anılacaktır. Arslan Yabgu Bey’in vefatından sonra
oğlu Kutalmış, Büyük Selçukluların başına geçen amcası
oğlu Tuğrul Bey’e isyan bayrağı açtı. O babasından sonra
kendisinin başa geçmesi gerektiğini düşünüyordu.
Musa İnanç’a gelince, o Selçuk’un en uzun yaşayan oğ­
ludur. Tuğrul ve Çağrı Beylerin Gaznelilere karşı hareket­
lerine Yabgu sıfatı ile katılmış ve bizzat iştirak ettiği büyük
Dandanakan savaşını (24 Mayıs 1040) müteakip, zapt olu­
nacak ülkelerin hanedan azası arasındaki taksiminde, ken­
disine Herat, Büst, Sistan ve havalisi düşmüştü.
Önce Herat’ı zapt eden Musa Yabgu, ardından Sistan
ve Büst’e hâkim olmuştur. Musa Yabgu’nun Herat’ta otur­
duğu ve daha ziyade Horasan ve Maveraünnehir mesele­
leriyle meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Uzun yıllar bölge­
sinde hâkimiyet süren Musa Yabgu yeğeni Alparslan tahta
çıktığında onu tanımadı ve saltanatta hak iddiası ile isyan
etti. Ancak mücadeleyi kaybederek Herat kalesine sığındı.
Fakat çok geçmeden sığındığı Herat kalesi cebren teslim
alındı. Kendisi de yakalanarak Sultan Alparslan’ın huzuruna

12
g ir iş

getirildi. Alparslan bu ihtiyar büyük amcasına kötü mua­


mele yapmadı ve sadece yanında alıkoymakla yetindi.
Selçuk’un dördüncü oğlu olarak, Yusuf Yınal zikredil­
mektedir. Yınal veya inal, hanedana mensubiyeti gösteren,
prens manasında bir unvandır. Yusuf Yınal bilhassa yine
Yınal unvanını taşıyan oğlu İbrahim dolayısıyla malûmdur.
İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’in amcası oğlu, fakat aynı za­
manda onun ana-bir kardeşi idi. Türklerdeki, ölen kardeş­
lerin zevceleri ile evlenmek âdetine uygun olarak, muhte­
melen Tuğrul Bey’in annesi, Mikail’in ölümünden sonra,
Yusuf ile evlenmiş ve bundan İbrahim Yınal doğmuştur.

İsrail Arslan Yabgu


azı kaynaklarda kendisinden İsrail olarak bahsedilmekle
B birlikte daha çok Türkçe adı Arslan Yabgu ile şöhret bu­
lan bu Selçuklu beyi, ilk defa Karahanlılarla Samaniler ara­
sındaki mücadelede dikkatleri üzerine çekti.
Karahanlı Hükümdarı Buğra Han H arun b. İlig Han,
Samani topraklarının bir kısmını zapt edince (992) Samani
Hükümdarı II. Nuh, Selçuk’tan yardım istedi. O da oğlu
Arslan kumandasındaki bir orduyu Samanilere yardıma
gönderdi. Arslan’ın yardımıyla Karahanlıları mağlûp eden
Samaniler kaybettikleri topraklarını geri aldılar. Bu müna­
sebetle Buhara-Semerkant arasındaki Nur kasabası Selçuk­
lulara yurt olarak verildi. Karahanlılar ile Samaniler gibi
birbirleriyle mücadele halinde olan iki devlet arasında ka­
lan Selçuklular, mahirane siyasetleriyle bu bölgede varlık­
larını sürdürmeyi başardılar.
Karahanlı îlig Han Nasr’m Ekim 999’da Buhara yi zaptede-
rek Samani Hükümdarı Abdülmelik ve hanedan mensuplarını
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

özkent’e sürmesiyle Samaniler Devleti fiilen sona erdi. Bu


hadise Arslan Yabgu’nun ve ona bağlı Türkmenlerin nüfuz
ve itibarını daha da arttırdı. Karahanlıların elinden kaçmayı
başaran Samani şehzadesi Ebu İbrahim el-Muntasır Kara-
hanlılara karşı yine Arslan Yabgu’dan yardım istemek zo­
runda kaldı. Birlikte Semerkant civarına geldiler. Kûhek de­
nilen yerde Karahanlı Subaşı Tegin’i bozguna uğratarak çok
sayıda kumandan ve askeri esir aldılar (1003). Daha sonra
İlig Han Nasr’ı mağlûp ettikleri gibi ertesi yıl da Karahanlı-
lar karşısında aynı şekilde zafer kazandılar (1004).
İsrail Arslan Bey, babası Selçuk’un 1009’a doğru Cend’de
ölmesi üzerine, Yabgu unvanıyla ailenin başına geçti. Ka-
rahanlı Hükümdarı İlig Han Nasr 1012 yılında öldü; Ars­
lan Yabgu aynı aileye mensup olan Ali Tegin ile antlaşma
yaptı ve bu antlaşmaya karşı çıkan Karahanlı İlig Han Mu-
hammed b. Ali’yi bozguna uğrattı. Ali Tegin, Arslan Yab­
gu’nun desteğiyle Buhara’ya hâkim oldu (1020-21).
Arslan Yabgu’nun giderek kuvvet kazanmasıyla endi­
şeye kapılan Karahanlı Hükümdarı Yusuf Kadir Han ile
Gazneli Sultan Mahmud, 1025 yılında İran ve Turan me­
selelerini görüştükleri meşhur Maveraünnehir mülâkatını
gerçekleştirdiler. Görüşmede Arslan Yabgu idaresindeki Sel­
çuklulara karşı gerekli tedbirleri almayı, onları Türkistan ve
Maveraünnehir’den uzaklaştırıp Horasan’a sürmeyi karar­
laştırdılar. Onlara mukavemet edemeyeceğini bilen Arslan
Yabgu ile müttefiki Ali Tegin bu sırada çöllere çekilmişlerdi.
Gazneli Mahmud mertliği, savaşçılığı ve yıldırım hı­
zıyla düşman üzerine saldırması gibi meziyetleri sebebiyle
herkesin çekindiği Arslan Yabgu’yu yakalamak için hileye
başvurdu. Bir ziyafet için Semerkant’a çağırdığı Arslan
Yabgu’yu oğlu Kutalmış ve bazı arkadaşlarıyla birlikte tevkif
GİRİŞ
I

ederek Kalincar Kalesi ’nde hapsetti. Ona bağlı çok sayıda


Türkmen’i de öldürttü. Geri kalanları başsız vaziyette çe­
şitli yerlere dağıldılar (1025).
Arslan Yabgu’nun tevkifiyle ön plana geçen Tuğrul ve
Çağrı Beyler, 1030’da Gazneli M ahmud’un ölümü üzerine
yerine geçen oğlu Mesud’a haber gönderdiler. Kendisine
itaat ettiklerini arz ederek Arslan Yabgu’nun serbest bırakıl­
masını istediler. Sultan Mesud bu teklifi kabul edip Arslan
Yabgu’yu Belh e getirdi. Ona yeğenlerine bozgunculuktan
vazgeçmelerini söylemesini emretti. Arslan Yabgu da Tuğ­
rul Bey, Çağrı Bey ve Musa Yabgu’ya haber gönderip Sultan
Mesud’un buyruğunu iletti. Ayrıca elçiyle bir “biz” (dikiş
âleti) gönderip onu yeğenlerine vermesini istedi. Elçi me­
sajı tebliğ edip şifre mahiyetindeki “biz”i teslim edince on­
lar yeniden karışıklık çıkarmaya başladılar. Bunun üzerine
Sultan Mesud, Arslan Yabgu’yu tekrar hapse attı. Türkmen-
lerin onu kurtarm a teşebbüsleri neticesiz kaldı.
Oğlu Kutalmış bir fırsatını bulup hapishaneden kaçarak
Buhara’ya döndü. Arslan Yabgu ise yedi yıl kaldığı hapis­
hanede vefat etti. Ona bağlı Oğuzlar (Yabgulular) Yağmur,
Kızıl, Boğa, Göktaş ve Anasıoğlu adlı beylerin idaresinde
faaliyetlerini sürdürmekle beraber Gazneli kuvvetleri karşı­
sında dağıldılar ve büyük sıkıntılara düştüler. Bütün bunlara
rağmen yine de ümitlerini kaybetmediler. Çok geçmeden
de Arslan Yabgu’nun torunu Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın
etrafında toplanarak Anadolu Selçuklu Devletini kurdular.

Kutalmış
andanakan zaferinden (1040) sonra toplanan kurul­
D tayda Cürcan ve Damgan’ın fethiyle görevlendirilen

15
PROF. D R AHMET $tM $İRGİL

Kutalmış, Tuğrul Bey’in Irak’ı idaresi altına almasının ar­


dından Azerbaycan ve İrminiye’nin fethine memur edildi.
Kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getirdi. Bizans­
lIların 1045 yılında Arran’daki Debil şehrine yaptıkları sal­
dırıyı da püskürttü. Ertesi yıl Şeddadoğulları’na ait Gence
şehrini kuşattı ise de alamadı.
1048’de Tuğrul Bey, bir yıl önce Bizanslılar tarafından
pusuya düşürülerek öldürülen amcası Musa Yabgu’nun oğlu
Haşan Bey’in öcünün alınmasına, anne bir kardeşi ve aynı
zamanda diğer amcası Yusuf Yınal’ın oğlu olan İbrahim Yı-
nal ile Kutalmış’ı memur etti. Birleşik Selçuklu kuvvetleri
Kalikalayı (Erzurum) hücumla alıp yağmaladılar. A rdın­
dan Pasinler ovasında Bizans ordusunu bozguna uğrattılar.
Bu çatışma Türklerle Bizans arasında yapılan ilk büyük sa­
vaştı. Kutalmış 1053 yılında Kars a hücum edip orada bu­
lunanların hepsini öldürttü.
Tuğrul Bey halifenin daveti üzerine Bağdat’a gittiğinde
(1055) yanında Kutalmış da bulunuyordu. Bunun üzerine
Büveyhîler’in Türk asıllı kumandanı ve Bağdat askerî va­
lisi Arslan el-Besâsîrî, emrindeki Türk askerleriyle şehri terk
etti. Bir süre sonra müttefikleriyle birlikte Selçuklulara tâbi
olan Musul’a doğru harekete geçti. Tuğrul Bey, Musul Emiri
Kureyş’e yardım etmesi için Kutalmış’ı gönderdi. Kutalmış
Kureyş’le buluştuktan sonra Besasiri’nin üzerine yürüdü.
Ancak Sincar yakınında yapılan savaşta yenildi ve canını
zor kurtardı (9 Ocak 1057).
Tuğrul Bey, Sincarlıları ölü Türk askerlerine uyguladık­
ları vahşetlerden dolayı ağır bir şekilde cezalandırmak üzere
Musul’a geldi. Düzeni sağlayıp Sincar ile Musul’un idare­
sini İbrahim Yınal’a verdikten sonra Kutalmış ile birlikte
GİRtŞ

Bağdat’a döndü. Tuğrul Bey’in halife tarafından Doğu’nun


ve Batının hükümdarı ilan edildiği muhteşem törende Ku-
talmış da hazır bulundu (1058).
Kutalmış saltanat meseleleri yüzünden 1061 yılında
Tuğrul Bey’e isyan etti. Üzerine kuvvet gelmesi üzerine
Damgan yakınlarındaki müstahkem G irdkûh Kalesi ne
kapandı. Tuğrul Bey o sırada vefat etmiş bulunan kardeşi
Davut Çağrı Bey’in büyük oğlu Süleyman’ı tahtın nam ­
zedi olarak görmekteydi. Kutalmış ise, babası Arslan Ya-
bgu kardeşlerin hepsinden yaşça büyük olduğu ve Gazne-
lilerin eline düşmeden önce Oğuzların başında bulunduğu
için kendini tahtın hakiki vârisi gibi görüyordu. Tuğrul Bey,
Kutalmış’ın üzerine asker gönderdiyse de kuvvetleri mağ­
lûp oldu. Bunun üzerine Girdkûh Kalesi’ni bizzat kendisi
kuşattı. Fakat kesin bir netice elde edemedi. Vezir Amîdül-
mülk el-Kündürî’yi görevlendirdi. Amîdülmülk kuşatmayı
sürdürürken Tuğrul Bey Rey’de vefat etti (4 Eylül 1063).
Tuğrul Bey’in ölümüyle Amîdülmülk’ün başşehre dön­
mesinden sonra Kutalmış kaleden inerek Hemedan-Rey
arasında yaşayan Türkmenlerin yanına gitti ve onlardan
kalabalık bir topluluğu hizmetine aldı. Bu sırada kardeşi
Resul Tegin de ona katıldı ve kendisini Rey üzerine yü­
rümeye teşvik etti. Kutalmış’ın elli bin kişilik bir orduyla
yola çıktığını haber alan Amîdülmülk, Davut Çağrı Bey’in
diğer oğlu Muhammed Alparslan’ın da saltanatı ele geçir­
mek amacıyla Rey’e doğru gelmekte olduğunu haber aldı.
Kendisinden acele etmesini istedi ve Süleyman yerine Mu­
hammed Alparslan’ın adına hutbe okutmaya başladı. Bu
arada Kutalmış’a karşı bir ordu gönderdiyse de ordusu ba­
şarılı olamadı.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

15 Kasım 1063’de Rey’i kuşatan Kutalmış, M uham-


med Alparslan’ın öncü kumandanı Hâcib Erdem’in Dam­
gana ulaştığını öğrenince şehrin önünden ayrılarak ona
karşı gitti. Dihinemek denilen mevkide Alparslan’ın öncü
birliklerini dağıttı. Yaklaşık 15 km. uzaklıkta bulunan Al­
parslan’ın yolunu kesmek için de akarsuların yönünü gü­
zergâh üzerindeki çorak tuz vadisine çevirerek burayı bir
bataklık haline getirdi. Fakat olaylar umduğu gibi gelişmedi.
Alparslan bataklığı geçerek Kutalmış’ın ordusunu bozguna
uğrattı. Kardeşi Resul Tegin ve oğlu Süleyman ile bazı ku­
mandanlarını esir aldı.
Kutalmış, dağılan ordusundan geriye kalanları kendi
kalesi Girdkûh a doğru çekmeye çalışırken kayalık bir böl­
gede atından düşerek vefat etti. Naaşı Reye getirilip Tuğrul
Beyin türbesine defnedildi (7 Aralık 1063).
“Kutlu, mübarek, uğurlu” anlamında bir isim olan Ku-
talmış kaynaklardaki yazılışına göre “Kutulmuş, Kutlamış”
gibi şekillerde de okunabilmektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM

hP
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Gazi Alp-Erenler! İşe koyulun,


Gayrı söze vakit az verilmeli.
Bidevî atlara rüzgârca soluk,
Ve yıldırımlarca hız verilmeli.
N. Y. Gençosmanoğlu
Süleyman Şah
ultan Alparslan’ın 1071 tarihindeki Malazgirt zaferi­
S nin akabinde üç dört yıl içinde Anadolu’nun büyük bir
kısmı Türkler tarafından fethedildi. Türkmen beylerinden
Danişmend Gazi Sivas-Tokat-Amasya yörelerini, Saltuk Bey
Erzurum-Bayburt bölgesini, Çavuldur Bey Elbistan-Bay-
burt yöresini, Mengücek Gazi Kemah Erzincan yöresini,
Kara Tegin Çankırı, Sinop, Çubuk, Harput bölgesini, Bul-
dacı Bey Elbistan ve çevresini, Tanrıvermiş Bey Efes yöre­
sini ele geçirerek Anadolu’nun fethinde önemli rol oynadı­
lar. En önemli rolü ise şüphesiz Arslan Yabgu’nun torunu
Kutalmış oğlu Süleyman Şah oynayacaktı.
Babası Kutalmış, Sultan Alparslan karşısında giriştiği
savaşta yenilgiye uğrayıp kaçarken atından düşüp ölürken
(1063), Süleyman Şah’la birlikte diğer oğulları Mansur, Alp
îlig ve Devlet (Dolat), Alparslan tarafından esir alınmıştı.
Nizâmülmülk, Kutalmış’ın bütün çocuklarının öldürül­
mesini isteyen Alparslan’a bunun devlete hayır getirmeye­
ceğini söyleyip engel olmuştu. Süleyman Şah ve kardeşleri
bu dönemde Urfa-Birecik taraflarında bir tür sürgün ha­
yatı yaşadılar.
Sultan Alparslan’ın ölümü üzerine Anadolu’daki birçok
fethe kumandanlık etmiş ve Marmara kıyılarına kadar iler­
lemiş bulunan A rtuk Bey’in merkeze çağırılmak suretiyle
Anadolu’dan ayrılması şüphesiz Anadolu Selçuklu Devle­
ti nin kurucusu Süleyman Şah için önemli bir dönüm nok­
tası olmuştur.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Süleyman Şah ve kardeşleri Melikşah döneminde daha


rahat hareket etmeye başladılar. Bu dönemde zamanla oto­
ritesini güçlendiren ve ipleri eline alan Süleyman Şah kar­
deşleriyle birlikte, Bizans hâkimiyetindeki Anadolu’da Fırat
ırmağı boylarında ve Urfa dolaylarında fetihlerde bulun­
duktan sonra Orta Anadolu’ya geçerek fetih harekâtına bu­
rada devam etti.
Diğer taraftan, Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi ola­
rak Filistin’de bir Türkmen beyliği kurup fetihlere devam
eden Atsız b. Uvak’a karşı bir tavır içinde olan emirlerin­
den Şöklü, Fatımiler yönetimindeki Akka’yı fethedip At-
sız’dan ayrılarak bir beylik kurm ak için bazı girişimlerde
bulundu. Süleyman Şah’ın kardeşlerinden Alp îlig’e mek­
tup göndererek hizmetinde bulunmak istediğini, sultanın
ailesinden sayılmayan Atsıza tâbi olmayacağını, eğer At-
sız’ı yenebilirlerse Fatımilerin de kendilerine yardımda bu­
lunacağını, böylece Suriye ve Filistin’e kolayca hâkim ola­
caklarını söyledi ve onu Filistin’e davet etti. Kutalmışoğlu,
kardeşi Devlet ve amcası Resul Tegin’in bir oğlu ile bera­
ber Taberiye ye gidip Şöklü’ye katıldı ve Fatımi Devleti’ne
tâbi olduğunu ilân etti.
Bunu haber alan Atsız, harekete geçip Şöklü ve müttefiki
Kutalmışoğullarını Taberiye’de yenilgiye uğrattı (Temmuz
1075). Esir aldığı Şöklü’yü ve oğlunu öldürttü, Kutalmışo-
ğullarını koruma altına aldı ve durum u bir elçiyle Sultan
Melikşah’a arzetti.
Öte yandan kardeşlerinin ve amcasının oğlunun esir alın­
dığını öğrenen Süleyman Şah, Kuzey Suriye’ye inip Büyük
Selçuklu Devleti’ne tabi Mirdâsî Emiri Nasr b. M ahmud’un
yönetimindeki Halep’i kuşattı. Nasr, bir süre Süleyman
II. K ILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Şah’la savaştıktan sonra ona bir mektup göndererek sulta­


nın naibi olduğunu, eğer ona itaat ediyorsa kendisine vere­
ceği bir m iktar mal ve parayla Halep’ten ayrılması gerekti­
ğini söyledi. Bunun üzerine kuşatmayı kaldıran Süleyman
Şah daha güneydeki Selemiye’ye gelip karargâh kurdu. Bu
arada Emir Atsız b. Uvak’a haber yollayarak kardeşlerinin
ve amcasının oğlunun kendisine gönderilmesini istedi. At­
sız, Süleyman Şah’ın bu isteğini yerine getirmeyip durumu
Sultan Melikşah a arz ettiğini bildirdi.
Atsız, sultandan gelen emir üzerine Kutalmış oğullarını
ve amcalarının oğlunu Bağdat’ta bulunan Aytekin es-Sü-
leymânî ye gönderdi. O da başşehir İsfahan’a yollayıp sul­
tana teslim ettirdi. Daha sonra Bizans yönetimindeki An­
takya’yı kuşatan Süleyman Şah, Vali Isakios Komnenos ile
yirmi bin dinar karşılığında barış yaparak kuşatmayı kal­
dırdı. Halep civarında Atsıza yardıma gelmekte olan üç
bin Türkmen atlısına saldırdı ve mallarını yağmalayıp An­
takya yöresine döndü.
Anadolu’da yeniden fetihlere başlayan Süleyman Şah,
kısa zamanda Orta Anadolu üzerinden daha önce Selçuklu
akıncılarının fetihler yaptığı Marmara denizi yönüne hare­
ket ederek nihayet 1075’de İznik’i de fethedip kendisine pa­
yitaht yapmak suretiyle Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu.
Sultan Melikşah, Süleyman Şah’a bu başarısından do­
layı kendisini Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı olarak
tanıyan bir menşur gönderdi. Abbâsî Halifesi Kaim-Biem-
rillâh da hilat ile “Nâsırüddevle ve Rükneddin” unvan ve
lakaplarını verdiğini bildiren bir ferman yolladı.
Süleyman Şah in kendi adına para bastırıp hutbe okuttu­
ğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır. Bu sebeple kurduğu

23
PROF. D R AHMET ŞlMŞİRGİL

devletin hukukî bakımdan Büyük Selçuklu Devleti ne tâbi


olduğu ifade olunmaktadır. Diğer taraftan Büyük Selçuklu­
lara muhalif bir çok hareketi de görülmektedir. Bu durum
iki tarafın birbirlerini idare ettiği şeklinde de görülebilir.

Anadolu Türk Birliği


üleyman Şah’ın İznik’i fethettiği sıralarda Bizans’ın siyasî
S durumu karışıktı. Rumeli ordusu kumandanı Nikepho­
ros Bryennios ile Anadolu ordusu kumandanı Nikephoros
Botaneiates, İmparator Mikhail Dukas’a karşı ayaklanarak
imparatorluklarını ilân etmişlerdi. Kütahya’dan İstanbul’a
yürüyen Botaneiates, Sultan Alparslan’a isyan edip Bizans’a
sığınan Erbasgan’ı Süleyman Şah’a göndererek ittifak tek­
lifinde bulundu. Süleyman Şah bu teklifi kabul etti ve iki
bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Botaneiates, Bizans tahtını
ele geçirip 1078 senesinde imparator oldu.
Bizans’ın bu karışık durumundan faydalanan Süleyman
Şah devletinin sınırlarını Marmara ve Karadeniz yönlerinde
genişletti. Kısa zamanda Bursa çevresiyle Kocaeli yarıma­
dasını ele geçirerek Üsküdar ve Kadıköy’e doğru ilerledi.
H atta Anadolu kıyılarında güm rük daireleri kurup Bo-
ğaz’dan geçen gemilerden vergi almaya başladı. Böylece İs­
tanbul Boğazı, Selçuklu-Bizans sınırlarını oluşturmuş oldu.
Türklerin donanması olmadığı için deniz, İstanbul’u ve Bi­
zans İmparatorluğu nu tabi olarak korumuş bulunuyordu.
Süleyman Şah’ın Anadolu Selçuklu Devletini kurması­
nın ardından kalabalık Türkmen kitleleri Azerbaycan’dan
Anadolu’ya gelmeye başladı. Böylece bu coğrafyada Türk
nüfusu daha da artmaya yüz tuttu. Bizans’ta ortaya çıkan
huzursuzluklar yüzünden çeşitli ırklardan oluşan yerli
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

halklar, Süleyman Şah’ın yönetimini benimsedikleri gibi


büyük arazi sahiplerinin hizmetinde çalışan ve esir mua­
melesi gören köylüler Selçuklu yönetiminde hürriyetlerini
kazandılar ve toprak sahibi oldular.
1081 senesinde Aleksios Komnenos imparator olunca
Süleyman Şah in başarılar kazanıp sınırlarını Bizans aley­
hine genişletmesi karşısında çaresiz kalarak yüksek mik­
tarda vergi vermek suretiyle onunla Dragon Çayı barış ant­
laşmasını yaptı (1081).
Aleksios Komnenos’un asıl amacı daha büyük bir teh­
like olarak gördüğü Balkanlardaki gayrimüslim Türklerle
savaşırken iki ateş arasında kalmamaktı.
Bu antlaşmayla Bizans, Türkleri boğazdan uzaklaştıra­
rak İzmit-îstanbul arasındaki Dragon Çayını sınır olarak
kabul ettirmiş oldu. Antlaşmaya Anadolu Selçuklu Devleti
tarafından bakacak olursak Süleyman Şah, Anadolu’ya fi­
ilen hâkim olduğunu Bizans gibi köklü bir imparatorluğa
kabul ettirmiş oluyordu.
1071 senesinde yaşamış oldukları büyük hezimetin anı­
ları hala taze iken on sene sonra yapmış oldukları bu ant­
laşma Bizans’ta yeni arayışları ortaya çıkaracak ve O rto­
doks olan Bizans, Katolik dünyasının dini lideri Papa’ya,
mezhebini bile gözden çıkararak yardım etmesi için bir dizi
mektup yazacaktır.
1082’de sultan unvanını alan Süleyman Şah aynı yıl
Çukurova’ya bir sefer düzenleyerek Tarsus, Adana, Ayni-
zerba, Misis şehir ve kalelerini fethetti (1082-1083). Malat­
ya’yı vergiye bağladı. Bu şehir ve kalelere vali ve kum an­
danlar tayin ettikten sonra İznik’e döndü.

25
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Antakya halkının şehri kendisine teslim edeceği haberi


üzerine Ebü’l-Kasım Bey’i İznik’te vekil bırakıp oğulları
Kılıç Arslan ile Davud’u ve üç yüz atlı ile birlikte Antak­
ya’ya gitti ve şehri kolayca ele geçirdi (1084).
Askerlerinin Hıristiyan halka zulmetmemeleri husu­
sunda bir buyruk çıkarttı. Kawasyana (Mar Cassianus) Ki­
lisesi ni Camiye dönüştürerek 17 Aralık 1084 Cuma günü
yüz on müezzin tarafından okunan ezandan sonra cuma
namazı kılındı. Hıristiyan halkın isteği üzerine Meryem
Ana ve Aziz Cercis adlarına iki kilisenin inşasına izin verdi.
Süleyman Şah, Antakya’nın fethini Sultan Melikşah’a bil­
dirdi. Sultan Melikşah, başşehir İsfahan’da fethi kutlamak
amacıyla törenler yaptırdı.
Süleyman Şah kısa süre içinde İskenderun, Maraş, Bag-
ras, Süveydiye (Samandağı), Derbesak, Artah, Hârim, Tel-
bâşir, Gaziantep başta olmak üzere birçok şehri fethetti.
Musul Emiri Şerefüddevle Müslim b. Kureyş, Süleyman
Şah in bu ilerlemesinden fazlaca rahatsız oldu. Süleyman
Şah’a Antakya’nın eski hâkimi Brachamios’tan almakta ol­
duğu yıllık vergiyi kendisinin ödemesini, aksi takdirde sul­
tana isyan etmiş sayılacağını bildirdi.
Tek amacının fethettiği ülkelerde sultan adına hutbe
okutup para bastırmak olduğunu belirten Süleyman Şah,
ayrıca önceki Antakya hâkimi gayrimüslim olduğundan
kendisine cizye verdiğini, fakat bir Müslüman’ın başka bir
Müslüman’a cizye ödemeyeceğini söyledi.
Müslim aldığı bu cevap üzerine, yanma Çubuk Bey’i de
alarak Antakya’ya yöneldi. Süleyman Şah, dört bin kişilik
ordusuyla Amik ovasındaki Kurzâhil yörelerinde Müslim ile
savaşa girişti. Çubuk Bey’in kuvvetleriyle beraber Süleyman
11. K1UÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Şah’a katılmasıyla yenilgiye uğrayan Müslim, çarpışmalar


sırasında hayatını kaybetti (20 Haziran 1085). Daha sonra
Süleyman Şah Halep’i kuşatma altına aldı.
Bu genişleme siyaseti Anadolu Selçuklu Sultanı Süley­
man Şah ile Melikşah’ın kardeşi Şam meliki Tutuş’un ara­
sını da gerginleştirdi. Süleyman Şah’ın Halep’i kuşattığı es­
nada Suriye Selçuklu Hükümdarı olan Tutuş yardım için
bölgeye intikal etti. Aynı soydan ve kandan olan iki hü­
küm dar Halep e yakın bir mevki olan Aynüseylem’de karşı
karşıya geldi.
Süleyman Şahın ordusundaki bazı Türkmen beylerinin
askerleriyle birlikte Tutuş’un tarafına geçmesi ve Tutuş’un
ordusuna kum anda eden A rtuk Bey’in ustaca manevra­
ları sonucunda Süleyman Şah’ın ordusu bozguna uğradı
(4 Haziran 1086). Muharebe esnasında şehit düşen Süley­
man Şah, Halep Kapısı’nda defnedildi.
Tutuş, amcasının oğlu olan Süleyman Şah ın hanımını,
iki oğlunu ve vezirini Antakya’ya gönderdi. Bunlar bir süre
sonra bölgeye gelen Sultan Melikşah tarafından İsfahan’a
götürüldü.
Bir rivayete göre savaş alanını gezen Tutuş’un askerle­
rinin yakut ve som altınlarla işlenmiş zırhlı bir cesedi gö­
rüp Tutuşa haber verdikleri, Tutuş’un, “Bu Süleyman Şah’a
benziyor” dediği, “Nasıl tanıdınız?” sorusuna da, “Ayakları
benim ayaklarıma benziyor, zira Selçukoğulları’nın ayakları
birbirine benzer” şeklinde cevap verdiği rivayet edilmiştir.
Süleyman Şah’ın ölümünden sonra İznik’te yerine ve­
kil bıraktığı Ebü’l Kasım, ardından kardeşi Ebü’l Gazi hâ­
kim olmuştur. Anadolu’da millî birliği kuran Süleyman
Şah, Anadolu Türkleri arasında gazilik pâyesi kazanmış ve
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

efsanevî bir şahsiyete bürünmüştür. Hiçbir kaynakta yer al­


mamasına rağmen Caber’de bulunan Türk mezarı ona nis-
bet edilmiştir.

I. Kılıç Arslan

M
elikşah, 1092 yılında Urfa Valisi Bozanı kalabalık bir
ordunun başında İznik’i kuşatması için Anadolu’ya
gönderdi. Buna muvaffak olamayan Bozan, Bizans’tan dön­
mekte olan Ebü’l Kasım’ı yakalayıp öldürdü.
Melikşah’ın aynı yıl ölümü üzerine Büyük Selçuklu tah­
tına geçen oğlu Berkyaruk, Süleyman Şah’ın oğulları Kılıç
Arslan ve Davud’u serbest bıraktı. Kılıç Arslan, 1093 yılı
başlarında İznik şehrini Ebü’l Kasımın kardeşi Ebü’l Ga­
zid en teslim aldı.
I. Kılıç Arslan’ın Anadolu Selçuklu tahtına çıkarak sul­
tan unvanı aldıktan sonraki ilk işi devleti yeniden teşkilât­
landırmak oldu. Bunun yanında İzmir beyi ünlü denizci
Çaka Bey’in kızı ile evlenerek gücünü artırdı.
Bir taraftan I. Kılıç Arslan M armara sahillerine yerleş­
meye çalışan BizanslIları temizlerken diğer taraftan Çaka
Bey, Çanakkale’ye doğru ilerlemiş ve Abydos’u muhasara
etmişti.
İmparator Aleksios bu tehlikeden kurtulabilmek için I.
Kılıç Arslan’ı kendisine müttefik yapmaya çalışıyordu. Özel­
likle İstanbul üzerindeki emellerini bildiği Çaka Beye karşı
Kılıç Arslan’ı kışkırtmaktaydı. Çaka Bey’in gözünün Kılıç
Arslan’ın toprakları üzerinde olduğunu vurgulamaktaydı.
Sultan I. Kılıç Arslan bu sözlerden etkilenmişti. Kendi hâ­
kimiyet sahası içinde Çaka Bey’in genişlemesini durdurmak
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

için harekete geçti. İki taraftan sıkışan Çaka Bey bu du­


rumdan kurtulm ak ve Bizans’ın fitnelerine karşı uyarmak
için damadı I. Kılıç Arslan’m yanma gitti. Ancak bir ne­
tice elde edemediği gibi, zehirletilerek damadı tarafından
ortadan kaldırıldı (1095).
Öte yandan Ermenilerin Fırat bölgesinde bir takım
prenslikler kurmaları Anadolu Selçukluları için önemli bir
problem teşkil ediyordu. Zira onlar Selçukluların doğu ve
güneyde Türk-îslâm devletleriyle ilişkilerini engelliyorlardı.
Bu sorunun bir an önce halledilmesi gerektiğini düşünen
I. Kılıç Arslan, Bizans İmparatoruyla antlaşma yaparak ba­
tıda güvenliği sağladıktan sonra yönünü doğuya çevirdi.
Bu sırada Ermenilerin hâkimiyetinde önemli bir şehir
olan Malatya’ya doğru hareket etti. Malatya hâkimi Gab-
riel, şehri eski sur burçlarıyla birlikte çok iyi tahkim et­
mişti. Bu nedenle şiddetli Selçuklu hücumlarına karşı uzun
süre dayandı.
Bunun üzerine I. Kılıç Arslan, vezirini elçi olarak şehrin
Süryanî piskoposuna göndererek Gabriel’den teslim olma­
sını teklif etti. Elçi, barış yoluyla şehrin teslim edilmediği
takdirde sultanın kılıç yoluyla şehri alacağını bildirdi. Pis­
kopos elçinin bu sözlerini ve şehri teslim etmesinin uygun
olacağını Gabriel’e iletti. Bu öneriyi kabul etmeyen Gabriel,
piskoposu Selçuklularla temas kurduğu gerekçesiyle öldürdü.
Gabriel’in yapmış olduğu baskılardan bunalan çoğun­
luğu Ermeni ve Süryânîlerden oluşan yerli halk şehrin Sel­
çuklulara teslim edilmesini istiyordu. Bu durumun farkında
olan I. Kılıç Arslan, bir an önce şehri ele geçirmek için mu­
hasaraya devam etti. Ancak bu sırada Haçlıların İznik önüne
geldiklerini haber alınca, kuşatmayı kaldırarak Malatya’dan

29
PROF. D R AHMET ŞİMŞtRGİL

ayrılmak zorunda kaldı. Böylece I. Kılıç Arslan ilk Malatya


kuşatmasında muvaffak otamadan İznik e döndü.
XI. yüzyılın sonlarında Bizans İmparatorunun çağrısı
üzerine Papa tarafından organize edilen Haçlı Seferleri “Ku­
düs’ü kurtarm a” sloganı adı altında Türkleri Anadolu’dan
atmak, bütün Ortadoğu’yu ele geçirmek ve doğunun zen­
ginliklerinden faydalanmak için başlatılan siyasî amaçlı as­
kerî harekâtlardı.
Bu dönem 1096 yılında Keşiş Pierre l’Ermite’in öncü­
lüğünde başlayıp 1291’de Latin Hıristiyanların Doğu’daki
son merkezi olan Akka’dan çıkarılmasına kadar süren yak­
laşık iki yüzyıllık bir dönemi kapsamaktadır.
Bu iki yüz sene içerisinde yapılan seferlerin dokuzu bü­
yük birkaçı ise küçük girişimlerdir. Daha sonra Türk-îs-
lâm dünyasına karşı yapılan bütün savaşlar da Haçlı sefer­
leri olarak değerlendirilmiştir.
Haçlı seferlerinin Anadolu Selçukluları tarihinde çok
önemli bir yeri bulunmaktadır.
Bu bakımdan Haçlı seferlerine genel bir bakış yapmak
yerinde olacaktır.

Haçlı Seferi Düşüncesini


Ortaya Çıkaran Nedenler
vrupalI yazarlar Haçlı seferlerini başlatan asıl nedenin
A dinî unsurlar olduğu kanaatindedir. Ancak Haçlı se­
ferleri dikkatlice incelendiğinde bu seferlerin birden çok
nedeni olduğu görülmektedir. Ortaçağ Batı dünyasının bu
seferleri düzenlemesinin dini sebepleri yanında bir o kadar
da sosyal, siyasi ve ekonomik sebepleri vardır. Avrupalılar
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

tarafından ileri sürülen dinî m otif ise itici güç olması ba­
kım ından pek mühimdir.
Haçlı seferi düşüncesinin ortaya atıldığı sırada Avrupa,
yıllardan beri süregelen açlık, yoksulluk ve toprak azlığı gibi
sıkıntılarla boğuşuyordu.
“Kutsal toprakları kurtarm a” sloganı, Haçlı seferleri­
nin hedefini açıklamaktan ziyade gizlemek maksadıyla kul­
lanılmıştır. Zira bu seferlerin hedefi olarak gösterilen Ku­
düs, 638 yılında Hazreti Ömer tarafından fethedildiğinden
beri Müslümanların hâkimiyetindeydi. Batı Hıristiyanları
bu duruma en küçük bir reaksiyon göstermemiş, Bizans ise
durum u kabullenmişti.
XI. asrın ikinci yarısında Avrupa için bu hedefi ger­
çekleştirecek bir fırsat ortaya çıktı. 1074 yılında Bizans İm­
paratoru VII. Mikhail (1071-1078), o zamana kadar Hıris­
tiyanlığın doğu sınırını koruma görevini üstlenmiş olan
imparatorluğun askerî bakımdan düştüğü zaafı gidermek
üzere papalık aracılığıyla Avrupa’dan Türklere karşı ücretli
asker yardımı istemekteydi. İmparatorun bu çağrısı olumlu
karşılanmasına rağmen gerekli müsait ortam oluşmadığı
için bu yardım yapılamadı.
Aynı çağrı daha sonra papalık tahtında oturan II. Urba-
nus’a Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos (1081-1118)
tarafından tekrar yapılmıştır. Bizans imparatoru, güçlü or­
dularla yapılacak birkaç seferin Anadolu’daki Türk kudre­
tini tamamen kıracağını düşünüyordu. Bu çağrı sırasında
Türklerin içinde bulunduğu olumsuz ortam Papalığın iş­
tahını kabartmıştı. Zira Anadolu’da, Süleyman Şahın 1086
yılında ölümünden sonra Türk beyleri arasındaki anlaş­
mazlıklar yüzünden hâkimiyet bölünmüştü. Melikşah’ın
PROF. D R AHMET ŞlMŞİRGİL

vefatının (1092) ardından da Büyük Selçuklu Devleti için­


deki otorite boşluğu ve iktidarı ele geçirmek için hanedan
mensuplan arasında başlayan mücadeleler Türk dünyasını
zor duruma sokmuştu.
II. Urbanus İm paratorun ücretli asker isteğini kabul
etti fakat bu isteği farklı yorumladı. Ona göre ücretli asker
toplamak yerine Batı’nın şövalyelerini, topraksız köylüle­
rini, açlık ve sefalet içinde yaşayan halkını, para ve toprak
sahibi olacakları vaadiyle zengin Doğuya askerî sefer dü­
zenlemeye teşvik etmek Avrupa için çok daha faydalı bir
girişim olurdu. Ancak geniş kitleleri bu hususta etkilemek
için sadece maddî menfaat vaadi yeterli değildi. Bunun ya­
nında Haçlı seferine katılanlara günahlarının affı da sunul­
muştu. Uhrevi mükâfat vaat edilerek, yani maddi menfaat
düşüncesinin yanına manevi menfaatlerde eklenerek in­
sanların dinî duyguları sömürülmüştür.
Papa II. Urbanus, 27 Kasım 1095 Clermont Konsili’nde
yaptığı konuşmayla Hıristiyanları Haçlı seferine katılmaya
davet etti. Onlara D oğudaki din kardeşlerini Türklerin
baskı ve zulmünden kurtaracak bir savaşa katılmanın dinî
açıdan çok şerefli bir görev olduğunu söyledi. Türklerin İs­
tanbul için nasıl bir tehlike teşkil ettiğini ve Doğu Hıris­
tiyanlarının Batılı Hıristiyan kardeşlerinden yardım bek­
lediğini anlattı.
Urbanus, bu seferin aynı zamanda hac yolculuğu ola­
cağını ve sefere katılacakların günahlarının affedileceğini
de söylüyordu. Sefere katılmayı sadece silâh taşıyan şöval­
yelerle kısıtlamaya çalışan Urbanus keşişlerin gitmesini
özellikle yasaklıyor, ihtiyarlar ve hastalarla kadınların da
sefere çıkmasının uygun olmadığını söylüyordu. Buradan
II. KILIÇ ARSIAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

da anlaşılacağı üzere Papa II. Urbanus Haçlı seferlerini bü­


yük bir hac seferi gibi takdim ederek insanların dinî bir ta­
kım duygularını sömürmek suretiyle asıl amacına kılıf ha­
zırlamaktaydı.

Pierre l’Ermite’in Haçlı Seferi


apa II. Urbanus’un Clermont Konsili’nde yaptığı çağrı
P üzerine Haçlı hareketi fiilen başlamış oldu. Konsil’de
alman karar gereği sefere katılmaya karar verenler Haçlı
yemini edecek ve üzerlerinde haç işareti taşıyacaklardı.
Haçlı seferlerine başta maceraperest şövalyeler olmak
üzere her tabakadan halk iştirak etti. Yapılan çağrıdan he­
men sonra Avrupa’nın her yerinde hazırlıklar başladı.
İmparator I. Aleksios Komnenos ise küçük fakat dü­
zenli bir yardım gücü beklerken Batının, muhtelif millet­
lere mensup sayısız insanın katılmasıyla oluşan büyük ordu­
lar göndermeye hazırlandığını öğrenince endişeye kapıldı.
Böyle muazzam orduların sefere çıkması daha önce yaşan­
mamış bir olaydı. İmparatorun kızı Prenses Anna Komne-
ne nin yazdığı gibi, “Batı dünyasının bütün barbar kavim-
lerinin harekete geçtiği” haberiyle sadece İmparator değil
bütün Bizans halkının içini korku kaplamıştı.
İmparator, yardım maksadıyla dahi gelmiş olsalar bu
kadar büyük ordunun imparatorluk topraklarından geçişi
çeşitli sorunlar meydana getireceğini biliyordu. Bu sebeple,
Haçlı ordularının yürüyüşleri sırasında ihtiyaçlarının sağ­
lanması ve yol boyunca kontrol altında tutularak yerli halka
zarar vermemeleri için gerekli önlemleri aldı. Sefere çıkış
tarihi olarak belirtilen 15 Ağustos 1096 gününü bekleme­
den yollara çıkan bir takım başıboş disiplin bilmez silahlı

33
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

guruplar, geçmiş oldukları bölgelerde özellikle de Rhein


nehri bölgesinde Musevileri öldürüp birtakım facialara se­
bep olduktan sonra yola çıktılarsa da Bizans sınırına ula­
şamadan dağıldılar.
Haçlı seferi çağrısını her tarafta duyurmak üzere gö­
revlendirilmiş birçok vaiz bulunmaktaydı. Bunların ba­
şında gelen isimde keşiş Pierre l’Ermite’ idi. Onun yapmış
olduğu ateşli konuşmaları halk üzerinde büyük tesir mey­
dana getiriyordu. Bu sayede etrafına yirmi bin kişilik bir
ordu toplandı.
Pierre l’Ermite’in idaresindeki bu ilk ordu 1096 senesi­
nin Mayıs’ında harekete geçti. Geçtiği yerleri yağma ve tah­
rip ederek ilerleyen bu ordu aynı senenin Ağustos ayı ba­
şında İstanbul’a ulaştı. İstanbul gibi güzel ve gelişmiş bir
şehir gördüklerinde hayrete kapıldılar. Zira kendileri İstan­
bul’dan kat be kat daha çok yardıma muhtaç idiler. Haç­
lıların bir kısmı içine sürüklenmek istendikleri oyunu an­
lamış ise de geri dönmek için geç kalmışlardı.
Bu öncü Haçlı birliğine şehir surlarının dışında dağı­
nık şekilde kamp kurma izni verildi. Pierre l’Ermite saraya
davet edilerek kendisine altın ve hediyeler sunuldu. Fakat
İmparator Aleksios, bu ordunun Türklere karşı savaşacak
yetenekte bir ordu olmadığını anlamıştı. Ayrıca Pierre l’Er-
mite’in kumandanlık vasıflarına sahip bir kişi olmadığı da
aşikârdı. Bu sebeple asıl haçlı ordularının gelmelerini bek­
lemek üzere İstanbul civarında kalmalarına karar verildi.
Fakat Haçlı kitlesini disiplin altında tutm ak imkânsızdı.
Bunlar durmadan hırsızlık yapıyor, her tarafı yağmalıyordu.
İmparator, onların bu haddi aşan davranışlarına daha
fazla dayanamayarak onları 6 Ağustos’ta Anadolu yakasına
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

geçirdi. İzmit körfezinde Yalova yakınındaki Kibotos karar­


gâhına yerleştirdi. Kendilerine Türklerin çok tehlikeli bir
düşman olduğunu anlatarak asıl Haçlı kuvvetleri gelme­
den harekete geçmemelerini ve burada beklemelerini tav­
siye etti. Ancak Haçlılar imparatorun tavsiyesine uyacak
gibi görünmüyorlardı. Nitekim çok geçmeden etrafı yağ­
malamaya, Müslüman-Hıristiyan demeden önlerine çıkan
herkesi öldürmeye başladılar.
Savunmasız insanlara karşı elde ettikleri bu başarılar
Haçlıların cüret ve cesaretlerini kamçılamıştı. Fransızla­
rın ağırlıkta olduğu bir grup Anadolu Selçuklu Devleti’nin
başşehri İznik’in yakınlarına kadar sokulup buradaki köy­
leri yağmaladı.
Fransızların bu sözde başarısı kıskanan aralarında pa­
paz ve piskoposların da bulunduğu altı bin kişilik bir Al-
man-îtalyan birliği, yol boyunca her şeyi yağmalayıp so­
nunda İznik civarında Kserigordon Kalesi’ni ele geçirdi. Kale
yiyecek maddeleriyle dolu olduğu için burayı etrafa yapa­
cakları akınlarda bir üs olarak kullanmaya karar verdiler.
Haçlıların gelişinden habersiz olan Sultan I. Kılıç Ars-
lan durum u öğrenince kaleyi geri almak üzere bir birlik
gönderdi. 29 Eylül’de Kserigordon önüne gelen bu birlik,
Haçlıların pusu kurarak yaptıkları hücumu geri püskürt­
tükten sonra vadideki bir kaynaktan suyunu sağlayan ka­
lenin su kuyusu ve su kaynağı ele geçirdi. Surların arka­
sına çekilen Haçlılar şiddetli susuzluktan sonra 6 Ekim’de
teslim oldular.
Öte yandan Kibotos karargâhına Almanların Kserigor­
don Kalesi’ni ele geçirdikleri haberi ulaşmıştı. Ayrıca I. Kı­
lıç Arslan stratejik bir hamle yaparak Türk casuslar vasıtası

35
PROF. DR. AHMET JİM ŞİRGİL

ile Haçlı karargâhında Almanların îznik’i zaptettikleri ve


ele geçirdikleri ganimeti aralarında paylaştıkları söylenti­
sini yayılmasını sağladı. Bu haber haçlı karargâhında bü­
yük sevinç ve heyecan uyandırdı.
Nihayet Haçlılar İznik üzerine yürümeye karar verdi­
ler. Ancak bu sırada Alman Haçlılarının başına gelenler
hakkında karargâha doğru bilgilerle birlikte Türklerin Ki-
botos üzerine yürüyüşe geçtikleri bilgisi de gelince Haçlı­
lar ne yapacaklarını şaşırdılar. Kserigordon’un intikamını
almak isteyenlerin baskıları sonucunda Türklerin üzerine
yürümeye karar verdiler.
Yirmi binden ziyade Haçlı askeri 21 Ekim günü şafakla
birlikte Kibotos’tan hareket etti. Türkler ise Drakon köyü
yakınlarında Haçlıların gelmesini bekliyorlardı. Nitekim
Haçlı ordusu ormanlarla kaplı Drakon vadisine geldiğinde
Türklerin tuzağına düştü.
Türk okçuları önce atları hedef aldılar. Birbirine giren
atlar askerleri sırtlarından atarken Türkler atları ürküterek
bunları geriden gelen yayaların üstüne sürdüler. Paniğe ka­
pılan Haçlılar karargâha doğru kaçmaya başladılar. Fakat
artık çok geçti. Kendilerini takip eden Türklerin elinden
pek azı kurtulabilecekti. Pierre TErmite’in ordusundan kı­
lıç artığı olarak geriye kalan bir avuç Haçlı askeri, impara­
torun yolladığı gemilerle İstanbul’a geri getirildi.

I. Haçlı Seferi
iğer taraftan asillerin kumanda ettiği büyük Haçlı or­
D duları, 1096 sonbaharından itibaren İstanbul’a gelmeye
başladılar. Fransa kralının kardeşi Dük Hugves de Verman-
dois, Lorraine Dükü Godefroi de Bouillon, Güney İtalya’dan
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Robert Guiscard’ın oğlu olan N orm an reisi Bohemund,


Toulouse Kontu Raimond de Saint Gilles, İngiltere kralının
kardeşi Robert de la Normandie, Flandra Kontu Robert ve
Champagne Kontu Etienne de Blois gibi Avrupa’nın birçok
ünlü asilzadesi ve şövalyesi İstanbul’da toplandı.
Haçlı Ordularının başında gelen bu Düklerin ve Kontla­
rın asıl amacının Doğu’da devletler kurm ak olduğunu an­
layan İmparator Aleksios, şövalyelerden Batı âdetlerine uy­
gun şekilde kendisine Vassallık yemini vermelerini istedi.
Bu yeminle Haçlılar, eskiden Bizans’a ait olup şimdi Türk-
lerin elinde bulunan yerleri aldıklarında bu yerleri Bizans’a
teslim edecekler ve imparatorluk sınırlarının ötesinde ku­
racakları Haçlı devletleri imparatoru yüksek otorite olarak
tanıyacaktı. Buna karşılık imparator da sefer boyunca Haç­
lıların her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak ve yanlarına böl­
geyi ve Türkleri yakından tanıyan Bizans birlikleri verecekti.
Sırasıyla Vassallık yeminini eden Haçlı kom utanları
daha sonra Anadolu’ya geçirilip İzmit yolu üzerindeki Pele-
kanon karargâhına yerleştirildi. Bu ordular, Pelekanon’dan
yürüyüşe geçerek Anadolu Selçuklu Devleti’nin başşehri İz-
nik’i kuşatmaya başlamış olan ana Haçlı ordusuna katıldı­
lar (3 Haziran 1097).
Haçlıların İznik’i kuşatma altına aldıkları sırada I. Kılıç
Arslan Malatya’yı ele geçirmek üzere sefere çıkmıştı. Yak­
laşık bir sene önce Pierre l’Ermite’in düzensiz ve disiplinsiz
ordusuna karşı kazanmış olduğu parlak zafer onu Haçlıla­
rın gücü hakkında yanıltmıştı. İznik’in kuşatıldığı habe­
rini alır almaz Haçlı kuşatmasından kurtarm ak üzere sü­
ratle şehir önüne geldiyse de oldukça kalabalık olan Haçlı
kuvvetlerini yarıp içeriye giremeye muvaffak olamadı ve

37
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

daha fazla kayıp vermemek için geri çekilmek mecburiye­


tinde kaldı. I. Kılıç Arslan’ın beklenilen yardımı gerçekleş­
tirememesi sonucu İznik, 19 Haziran 1097 tarihinde Bizans
imparatoruna teslim etmeye mecbur kaldı.
İznik’i ele geçiren Haçlılar bir hafta burada dinledikten
sonra Eskişehir yakınındaki Doryleon’a (Eskişehir) doğru
yürüyüşe geçtiler.
Sultan I. Kılıç Ârslan ise Haçlıları İznik’ten çıktıkları
andan itibaren takibe almış bulunuyordu. İşin ciddiyetini
anlamıştı. Haçlılara darbe indirebileceği uygun bir zamanı
bekliyordu. Nitekim beklediği fırsatı Doryleon’da yakaladı.
Haçlılar ani Selçuklu saldırısı karşısında şaşırmış ve
bocalamışlardı. Ancak geriden gelen yeni Haçlı birlikleri I.
Kılıç Arslan’ın bütün hesaplarını bozdu. İki ateş arasında
kalıp büyük kayıplar vermekten çekinen I. Kılıç Arslan el
ile tutulur bir başarı sağlayamadan geri çekilmek zorunda
kaldı (1 Temmuz 1097).
Bu hadise sonrasında durum un vahametini iyice kav­
rayan I. Kılıç Arslan stratejisinde değişikliğe gitti. Haçlı
ordusunu mağlûp edemeyeceğini, hatta yürüyüşlerine bile
engel olamayacağını anlamıştı. Bundan sonra sistemli bir
tarzda yolları üzerindeki bölgeleri boşaltıp tarlaları yaka­
rak ve su kuyularını tahrip ederek çekilmeye ve Haçlıları
zor durum a düşürmeye çalıştı.
Haçlılar bin bir güçlükle ve sefalet içinde Doryleon’dan
Akşehir, Konya, Ereğli yolunu takip ederek Maraş ve Gök­
sün üzerinden 20 Ekim 1097’de Antakya önlerine vardılar.
Bu arada Godefroi’nın kardeşi Baudouin de Boulogne ve
Bohemund’un yeğeni Tankred, Ereğli’de ana ordudan ayrı­
lıp Gülek Boğazı’ndan Kilikya (Çukurova) bölgesine inerek

38
II. KILIÇ ARSIAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETÎ

Tarsus, Adana, Misis şehirlerini Türklerin elinden aldılar.


Ancak Doğu’da bağımsız bir devlet kurm ak isteyen Bau­
douin de Boulogne Ermenilerle anlaşarak buradan ayrılıp
Urfa’ya gitti. Şehrin hâkimi Ermeni Thoros’u bertaraf ede­
rek ana Haçlı ordusu Antakya surları önünde şehri kuşat­
tığı sırada Urfa’da ilk Haçlı devletini kurdu (10 M art 1098).

Antakya’nın Düşmesi
ağlam surlarla çevrilmiş Antakya Türkler tarafından
S iyi savunuluyordu. Haçlılar aylarca süren kuşatmadan
bir türlü netice alamadılar. Büyük Selçuklu Sultanı Berk-
yaruk’un şehri kurtarm ak üzere Musul Valisi Kürboğa ida­
resinde gönderdiği büyük bir ordunun yaklaşmakta olduğu
haberi Haçlıları endişeye düşürdü (Mayıs 1098).
Öte yandan Ermeni asıllı Firuz adlı mühtedi bir ku­
mandanla şehrin teslimi hususunda anlaşan Bohemund,
birliklerini İki Kızkardeş Kulesi’nden şehre sokmayı ba­
şardı. İçeri girenler kapıları açınca Haçlı ordusu şehre girdi.
Firuz’un ihaneti sonucunda 3 Haziran 1098 tarihinde An­
takya Haçlıların eline geçti.
Haçlılar şehrin M üslüman halkını öldürüp her yeri
yağmaladılar. Bununla beraber iç kale dayanmaya devam
etti. Bu sırada Kürboğa nın ordusu Antakya önlerine ulaştı.
Haçlı reisleri 28 H aziran’da şehirden çıktılar ve Kürbo-
ğa’nın ordusuyla savaşa tutuştular. Orduda otoritesini tam
anlamıyla sağlayamayan Kürboğa’nın yanındaki beylerin
çoğu kuvvetlerini alıp gitti. Kürboğa savaşa devam ettiyse
de geri çekilmek zorunda kaldı.
Antakya önündeki bu yenilgi Birinci Haçlı Seferi’nin
nihaî başarısına yol açtı. Kürboğa’nm çekilmesinden sonra

39
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Antakya’nın iç kalesi de umutsuzluğa kapılıp teslim oldu.


Antakya’nın hâkimiyeti konusunda Haçlı reisleri arasında
yapılan tartışmalar sonunda Bohemund’un lehine netice­
lendi. Bunun üzerine Raimond ordunun başına geçip Ku­
düs’e doğru yola çıktı. Diğer liderler de güneye giden or­
duya katıldılar. Fakat Bohemund Antakya’da kaldı.

Kudüs’ün Haçlılar Eline Geçmesi


elçukluların ve Abbasilerin düşmanı olan Fatımiler 1098’de
S Kudüs’ü Selçukluların elinden almışlardı. Bundan dolayı
Haçlıların son saldırısı Mısır Fatımilerine karşı oldu. Haç­
lılar Beyrut yakınlarında Fatımilerin topraklarına girdiler.
7 Haziran 1099’da Kudüs önlerine gelen Haçlılar şehri
kuşattılar. Bir ay boyunca hiçbir netice alamayan haçlılara
8 Temmuz’da oruç tutma emri verildi. 14 Temmuz’da ta­
arruza geçildi. 15 Temmuz günü Godefroi’nın adamları,
Herodes (Çiçek) Kapısı yakınında kuzey surunun bir kıs­
mını zaptederek şehre girdiler ve Sütunlar Kapısı’m açtılar.
Haçlılar şehre girerken Müslüman halkın bir kısmı Kubbe-
tü ’s-sahraya ve Mescid-i Aksâ’ya sığınmaya çalıştı.
Vali îftihârüddevle’nin, Dâvûd Kulesi ni Kont Rai-
m ond’a teslim ettikten sonra adamlarıyla birlikte şehri ter-
ketmesine izin verildi. Haçlılar Kudüs’ü zaptettikten sonra
görülmemiş bir vahşet sergilediler. Şehirdeki bütün Müs-
lümanlar öldürüldü. Tankred Kubbetü’s-sahra’ya saldırıp
burayı yağmaladı. Mescid-i Aksâ’ya sığınanlar da kılıçtan
geçirildi. Musevilerin hepsi Müslümanlara yardım ettikleri
gerekçesiyle sığındıkları sinagoglar ateşe verilerek yakıldı.
Haçlıların yaptığı katliam öylesine kanlı bir boyuta
ulaştı ki Haçlı ordusunda bulunan tarihçiler bile bu katliam
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

karşısında duydukları dehşeti ifade etmişlerdir. Tarihçi Ra-


imundus, zaptın ertesi sabahı Harem-i şerif mahallesine
giderken her tarafı kaplayan cesetlerin arasından ve dizle­
rine kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zo­
runda kaldığını söyler. Kudüs’ü ele geçiren Haçlıların bu

41
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

başarısında, o yıllarda birlik ve beraberlikten uzaklaşmış


bulunan İslâm ve Türk dünyasının meselenin önemini kav­
rayamamış olmasının payı oldukça fazladır.
Kudüs’ün ele geçirilmesinden sonra Haçlı liderleri bu­
rada kurulacak idare meselesini ele alarak şehrin dinî oto­
rite ile değil resmî idare ile yönetilmesine karar verdiler. Go-
defroi de Bouillon “kutsal mezarın savunucusu” unvanıyla
idarenin başına getirildi. Pisa piskoposu Daimbert de Ku­
düs patriği seçildi. Böylece Kudüs’te Haçlıların gerçek he­
deflerini ortaya koyacak şekilde bir feodal krallık kuruldu.

Danişmendlilerin Malatya Kuşatması


. Kılıç Arslan’ın Haçlıların İznik’i kuşatması nedeniyle Ma­
Ilatya kuşatmasını kaldırarak geri dönmek zorunda kal­
ması ve Haçlılarla meşgul olması Danişmendli Gümüşte-
kin Ahmed Gazi için büyük bir fırsat oldu. Ahmed Gazi,
Sivas’tan ayrılarak Malatya’ya doğru hareket ederek 1098
senesinde şehri kuşattı.
Malatya surlarının kuşatmaya dayanıklı olması fethi
zorlaştırıyordu. Ancak Gümüştekin Ahmed Gazi kuşatma­
dan vazgeçmiyor, yaz mevsimlerinde gelip muhasaraya de­
vam ediyordu. Böylece üç yıl süren Danişmendli baskısına
daha fazla dayanamayacağını anlayan Malatya hâkimi Gab­
riel, elçiler göndererek Antakya Haçlı Prensi I. Bohemond’u
Türklere karşı yardıma çağırdı. Gabriel, Bohemond’a elçi­
ler vasıtasıyla kızını ve çeyiz olarak da Malatya’yı kendi­
sine teslim edeceğini bildirdi. Gabriel’in daveti üzerine An­
takya Ermeni patriği Giprianos ile Maraş Ermeni Patriği
Grigores’i yanına alan Bohemond, diğer Frank reisi Ric­
hard ile yola çıktı.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Öte yandan Bohemond’un Malatya’ya gelmek için ha­


reket etmesi üzerine, Keysun ve Raban bölgelerini elinde
bulunduran Ermeni Kogh Vasil ile yine Ermeni olan Ru-
penoğulları, Frankların gelip başlarına geçerek kendilerini
oradan uzaklaştıracakları endişesine kapıldılar. Derhal du­
rumdan Danişmendlileri haberdar ederek Bohemond’a pusu
kurmalarını istediler. Bunun üzerine Danişmendli Ahmed
Gazi ordusuyla Malatya yakınlarında pusu kurdu.
Haçlı kuvvetleri ise durumun farkında olmadan güvenle
ilerleyerek Malatya civarında Gafina (Gapna) mevkiinde is-
tirahate çekilmişlerdi. Danişmend Ahmed Gazi, bu fırsatı
kaçırmayarak Haçlı birliklerine hiç beklemedikleri anda ani
bir saldırı düzenledi. Neye uğradıklarını anlamayan ve sa­
yıları az olduğu için dayanma gücü bulamayan Bohemond
ve adamları hemen kaçmak istediler. Ancak düşmanı kısa
sürede dağıtan Türkler kaçanlara da bu imkânı tanımadı.
Bohemond ve Richard yakalanarak esir alındı (1100). An­
takya Ermeni patriği Giprianos ile Maraş Ermeni Patriği
Grigores ise öldürüldü. Ahmed Gazi bundan sonra Malat­
ya’yı kuşatma altına aldı.
Danişmendlilere yakalanmadan kaçmayı başaran bir
askerin Urfa’ya giderek Bohemond’un esir edildiğini Urfa
kontu I. Baudouine bildirmesi üzerine I. Baudouin, An­
takya ve Urfa’dan topladığı Frank askerleriyle derhal Ma­
latya’ya doğru ilerledi. Bunu duyan Ahmed Gazi, Malatya
kuşatmasını kaldırarak ele geçirdiği esirlerle birlikte kendi
topraklarına çekilmeye karar verdi.
I. Baudouin, Malatya’ya geldiğinde Gabriel tarafından
bir kurtarıcı gibi karşılandı. Gabriel, şehrin idaresini Ba-
udouin’e bırakarak kızı Morfia’yı da onunla evlendirdi.

43
PROF. D R AHMET ŞlMŞİRGİL

Baudouin, Gabriel ile anlaşarak Malatya savunmasına ka­


tılmak üzere adamlarından bir kısmını burada bırakıp Ur-
fa’ya geri döndü.

1101 Haçlıları

H
açlı komutanları, I. Haçlı Seferi sonunda elde ettikleri
şehirleri kaybetmemek için yeni önemli sayıda insan
gücüne ihtiyaçları olduğunu biliyorlardı. Zira savaşlar neti­
cesinde kendileri de büyük kayıplar vermişlerdi. Bu itibarla
Papaya müracaatla yeni bir seferin tertiplenmesi yönünde
arzu ve isteklerini bildirdiler. Papalık bunu sağlayabilmek
için çok geçmeden yeni bir haçlı seferini daha organize etti.
Fakat Papa’nın bu çağrısına I. Haçlı Seferinde olduğu gibi
krallar ilgi göstermedi.
Buna karşılık Urfa ve Antakya’da kontlukların kurul­
muş olmasının ve Kudüs’ün ele geçmesinin oluşturduğu
olumlu hava müthiş bir tesir meydana getirmişti. Asiller,
derebeyiler, kontlar, lordlar ve kilise ileri gelenleri ordular
teşkil etme yarışına girmişlerdi. Neticede 1101 yılında bü­
yük bir Haçlı gücü daha meydana getirildi.
Lombardlar, Fransızlar ve Almanlardan oluşan üç ayrı
ordu birbiri ardına vakit kaybetmeden yola çıktılar ve 1101
senesinin ilkbaharında İstanbul’a ulaştılar.
İmparator Aleksios Haçlı reislerine, Kudüs’ten İstan­
bul’a dönmüş olan Toulouse Kontu Raimond de Saint Gil-
les’i yanlarına danışman olarak almalarını tavsiye etti. Ay­
rıca kendi kum andanlarından Tzitas’ı beş yüz kişilik bir
Peçenek birliğiyle onlara rehber olarak verdi.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Lombardlar, Kudüs’e gitmek yerine Doğu Anadolu’da


Türklerin elindeki bölgeleri zaptederek burada bağımsız
devletler kurm a hayali içindeydiler. Ayrıca 1100 yılı Ağus-
tos’unda Danişmendliler tarafından esir alınarak Niksar’da
hapsedilmiş olan Bohemund’u kurtarm ak istiyorlardı, im ­
parator Aleksios bu fikri doğru bulmayıp onları alıkoymaya
çalıştıysa da Haçlılar kararlarından dönmediler.
Danişmendli Gümüştekin Ahmed Gazi yeni Haçlı teh­
likesini öğrenince I. Kılıç Arslan ile iş birliği yapmayı ka­
bul etti. I. Kılıç Arslan, ayrıca Doğu Anadolu ve Kuzey
Suriye’deki Türk beylerine mektup yazarak yardıma gel­
melerini istedi.
Haçlı ordusu, 3 Haziran 1101 tarihinde İzmit’ten hare­
ket ederek Îznik-Osmaneli-Gölpazarı-Nallıhan yoluyla iler­
lemeye başladılar. Selçuklu birlikleri zaman zaman küçük
tacizlerle önlerinden çekiliyor ve çekilirken de Haçlı bir­
liklerinin yolu üzerindeki arazileri ve su kuyularını tahrip
ediyorlardı. Bu durum bir müddet sonra kalabalık Haçlı or­
dusunun yiyecek ve su sıkıntısı çekmesine yol açtı. Nihayet
Haçlılar 2 Temmuz’da Çankırı’ya ulaştılar.
Türklerin çekilmesinden zafer bulmuş gibi sevinen ve
geçtikleri yerleri yağma ederek ilerleyen Haçlı birlikleri Çan­
kırı’yı geçtikten sonra beklemedikleri bir durumla karşılaş­
tılar. Merzifon yakınlarında onları büyük bir Türk birliği
beklemekteydi. Sultan I. Kılıç Arslan’ın Çankırı’yı geçin­
ceye kadar onlara müdahale etmemiş olması muhtemelen
uygulamak istediği stratejinin bir gereği idi.
Sultan I. Kılıç Arslan’ın taktiği başarıyla yürüyordu. Da­
nişmendli birlikleri, Halep Selçuklu Meliki Rıdvan, Harran
Emiri Karaca ve Artuklu Beyi Belek b. Behram m güçleriyle

45
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

birlikte hareket ediyorlardı. Müttefik Türk birliği bu kez


Haçlıları fazla ilerletmek düşüncesinde değildi.
Nitekim Haçlı kuvvetleri 2 Ağustos Cuma günü Mer­
zifon yakınındaki bir ovada konduklarında Türkleri karşı­
larında gördüler. Haçlı birliklerinin sayısı Türklerin on kat
üzerindeydi. İki taraf arasında ilk gün mevzi çarpışmalar
yaşandı. Ancak iki tarafta bir üstünlük kuramadı.
Ertesi gün Türkler Haçlı kampına hücumlarını tekrar­
layıp ordugâhın etrafını sardılar. Bu durumda Haçlıların
Türklerle bir meydan savaşını kabul etmekten başka çare­
leri kalmadı.
5 Ağustos sabahı başlayan savaş kanlı bir şekilde bütün
gün sürdü. Türk birlikleri Haçlıları sarıyorlar, vuruyorlar,
çekiliyorlar, dönüp tekrar vuruyorlardı. Türk savaş takti­
ğini anlamayan Haçlılar sadece beklemek ve savunmakla
mücadele ediyorlardı.
Ağır kayıplar veren Haçlılar sonunda çözülerek yaya
askerlerini, kadınları, çocukları ve yaşlıları ordugâhta bı­
rakıp kaçış yolunu tuttular. Türkler ise bu kez kendilerini
bırakm ak niyetinde değildi. Kaçanların peşine düşerek ya­
kaladıkları Haçlıları kılıçtan geçirdiler. Raimond ve Tzi-
tas İstanbul’a dönmek üzere bir gemiye binip kurtulmaya
muvaffak oldular.
Haçlıların kayıpları çok büyüktü. Esirlerle birlikte or­
dunun beşte dördünü kaybetmişlerdi. Ayrıca savaş meyda­
nında sayısız eşya, para ve silâh bırakmışlardı. Bundan daha
önemlisi bütün hayalleri yıkılmıştı. Türkler ise bu zafer sa­
yesinde kendilerine olan güvenlerini yeniden kazanmışlardı.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Ancak bu Haçlı belası onların peşini kolay kolay bı­


rakmayacaktı.
Nitekim çok geçmeden Nevers Kontu II. Guillaume’un
idaresindeki Fransızlardan oluşan ikinci bir Haçlı ordusu­
nun Anadolu’ya geçtiği ve Konya istikametine doğru iler­
lediği haberleri ordugâha ulaştı.
I. Kılıç Arslan durum u öğrenir öğrenmez Gümüştekin
Ahmed Gazi ile birlikte hiç beklemeden harekete geçti. Sü­
ratle hareket eden Türk birlikleri, Nevers’in ordusuna daha
Konya’ya varmadan yolda ulaştılar.
Türk birlikleri kendilerinden kat be kat kalabalık Haç­
lılara karşı üç gün boyunca vur-kaç taktiği ile hücum etti­
ler. Ancak hiç yıpranmamış olan bu ordunun yürüyüşünü
engelleyemediler.
I. Kılıç Arslan fazla kayıp vermemek için, Haçlıları zor
şartlar altında bir süre yürütüp tazyiklerle kuvvetten düşü­
rebilmek gayesiyle kuvvetlerini geri çekti. Bu sayede Haç­
lılar, Konya önlerine geldiler. Şehrin dışında bir gün ko­
nakladıktan sonra güneye gitmek üzere harekete geçtiler.
Ancak bu defa yolculukları eskisi gibi kolay geçmeye­
cekti. Zira Selçuklu birlikleri ilerledikleri yolda neredeyse
hiç zahire ve su bırakmamışlardı. Üç gün boyunca yolda sı­
kıntılı bir şekilde ilerleyen ve büyük zahmetler çeken Haçlı
birlikleri nihayet güçlerini iyice kaybettikleri bir sırada et­
raflarının Türkler tarafından sarıldığını gördüler.
Türkler Haçlıları en yorgun oldukları bir zamanda çe­
virmişlerdi. Öylesine şiddetli bir saldırıda bulundular ki
Haçlılar kısa sürede dağılma ve kaçma noktasına geldiler.
Bu ise kendileri için bir felaket olacaktı. Zira dağılan Haçlı
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

alayları artık Türk birlikleri için kolay bir lokmaydı. Kısa


sürede neredeyse tamamına yakını kılıçtan geçirildi. Sa­
dece Kont Guillaume ve bazı şövalyeler Bizans’ın elinde bu­
lunan Germanikopolis (Ermenek) Kalesi’ne sığınarak can­
larını kurtarabildiler.
Öte yandan Aquitanialı Fransızlar ile Bavyeralı Alınan­
lardan oluşan oldukça kalabalık olan üçüncü Haçlı ordusu
da Kont Guillaume’nin ordusundan sonra harekete geçmişti.
Müttefik Türk birliklerinin Guillaume birliklerini yok et­
tiği sırada bu üçüncü ordu Selçuklu topraklarına girmiş
bulunuyordu. Sultan I. Kılıç Arslan kılıcındaki kan kuru­
madan bu haberi savaş meydanında aldı.
Artık Sultan’ın taktiği belliydi. I. Kılıç Arslan ilk iki or­
duya karşı uyguladığı taktiği uyguladı. Bu ordunun önü sıra
geri çekilerek Konya üzerinden ilerleyen Haçlıları eylül ayı
başında Avlos (Akgöl) ovasında pusuya düşürdü.
Haçlıların hemen hepsi savaş alanında öldürüldü. Sa­
dece Toros dağlarına doğru kaçan az sayıdaki kişi canını
kurtarabildi. Netice itibariyle 1101 yılındaki Haçlı seferle­
rinin sadece liderleri Antakya’da toplanarak bazı adamla­
rıyla birlikte Kudüs’e gidebildiler.

Malatya’nın Fethi
. Kılıç Arslan ile birlikte Haçlıları bertaraf eden Gümüşte-
Ikin Ahmed Gazi, I. Baudouin’in Malatya’dan ayrılıp Ur-
fa’ya dönmesini de fırsat bilerek tekrar şehri kuşattı. Bu sı­
rada Malatya’da, Ermeni ve Süryanî halk ile şehrin hâkimi
Gabriel arasında oluşan husumetin gittikçe artmasıyla hu­
zur bozulmuştu.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADARANADOLU SELÇUKLU DEVLETÎ

Gabriel’in halka zulüm yapması, onların mallarını mü­


sadere etmesi ve hatta insanları öldürmesi büyük bir infial
uyandırdı. Bu arada muhasara altında bulunan şehirde kıt­
lık da başladı. Gabriel’in zulmünden bıkan ve zor şartlar al­
tında yaşayan Süryanîler, daha önce I. Kılıç Arslan’ın Ma­
latya’yı kuşattığı sırada Gabriel’in Türklerle anlaşmasını
istemişlerdi. Şimdi de Danişmendliler ile Gabriel’in barış
yapmasını istiyorlardı.
Malatya metropoliti Bar Sabuni vasıtasıyla bu arzula­
rını ilettiklerinde bunu kendi aleyhine düzenlenen bir tertip
olarak gören Gabriel, metropolit ile birlikte şehrin birçok
ileri gelenini öldürttü. Bunun üzerine öfkelenen askerler,
şehrin kapılarını Türklere açtılar.
Böylece Gümüştekin Ahmed Gazi beraberindeki kuvvet­
lerle 18 Eylül 1102 tarihinde Malatya’ya girdi. Danişmend-
lilerin Malatya’yı fethi ile I. Kılıç Arslan tarafından kuşa­
tılan fakat alınamayan şehirde Türk hâkimiyeti başladı.
Ahmed Gazi, Malatya’nın bütün servetini ganimet ola­
rak askerlerine dağıttı. İnsanların öldürülmesine izin ver­
medi ve herkesi güven içinde evlerine yerleştirdi. Halkın
ihtiyaçlarını karşılamak üzere Sivas’tan getirttiği buğday,
öküz ve gerekli diğer eşyaları dağıttıktan sonra esirleri ser­
best bıraktı. Böylece şehirde artan bereket ve refah ile halk
huzura kavuştu.
Ahmed Gazi, buraya iyilikleri ile tanınan Vasil adında
birini vali olarak tayin etti. Gabriel ise yaptığı kötülükleri
unutmayan yerli halk tarafından işkenceye maruz bırakı­
larak öldürüldü.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGÎL

Anadolu Selçuklu-Danişmend Mücadelesi

B
üyük guruplar halinde Batı’dan gelerek Anadolu’ya gi­
ren Haçlı ordularını yapmış olduğu başarılı harekât­
larla ortadan kaldırarak güvenliği sağlayan Sultan I. Kılıç
Arslan’ın doğuya yönelmesi için hiçbir engel kalmamıştı.
Sultan, Ermenilerin daveti üzerine önce Maraş’a gelerek
1103 senesinde şehri Haçlılardan aldı. Daha sonra Antakya
seferine çıkmak üzere hazırlıklara başlamıştı. Bu sırada Gü-
müştekin’in Bohemond’u yüz bin dinar fidye karşılığında
serbest bıraktığım ve diğer Haçlı prensi Richard için Bi­
zans ile müzakereye giriştiğini öğrendi.
I. Kılıç Arslan hem sultan hem de müttefik oldukları
için alınan fidyenin yarısının kendisine verilmesini istedi
ise de Gümüştekin bu isteğini kabul etmedi. Önce Malat­
ya’nın fethi ardından da bu olay I. Kılıç Arslan ile Gümüş­
tekin arasındaki münasebetlerin bozulmasına ve iki güç
arasında hâkimiyet mücadelesinin başlamasına neden oldu.
Bunun üzerine Antakya seferinden vazgeçen I. Kılıç Ars­
lan, Danişmendliler üzerine yürüyerek onları Maraş yakın­
larında hezimete uğrattı.
Bu mağlubiyetten kısa bir süre sonra Danişmendli Gü­
müştekin’in 1105 yılında ölümüyle büyük oğlu Gazi, Si­
vas’ta, küçük oğlu Yağısıyan Malatya’da hüküm sürmeye
başlamıştı. Yağısıyan’ın yaşının küçük olması ve tecrübe­
siz olması I. Kılıç Arslan için iyi bir fırsat oldu.
28 Haziran U06’da Malatya’yı kuşatan Sultan, şehrin
surlarının kuzeydoğusunda bulunan döner kule önüne mu­
hasara tertibatını kurdu. Şiddetli hücumlarla iki ay süren
kuşatmaya daha fazla mukavemet edemeyeceğini anlayan
Yağısıyan, hayatının bağışlanması şartıyla şehri I. Kılıç
II. KILIÇ ARSIAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETÎ

Arslan’a teslim etti (2 Eylül 1106). Böylece Sultan, barış yo­


luyla Malatya’ya hâkim oldu.
Malatya’nın fethiyle, Anadolu’da gittikçe artmakta olan
Danişmendli nüfuzu kırılarak Anadolu Selçuklu Devle-
ti’nin doğuda genişlemesi için uygun ortam meydana gel­
miş oldu. Öte yandan Sultan I. Kılıç Arslan’ın sınırlarını
doğuda genişletme siyaseti, kendilerini çok geçmeden Bü­
yük Selçuklular ile karşı karşıya getirecekti. Böylece aynı
soydan gelen iki devlet arasında geleneksel rekabet yeniden
canlanmış oluyordu.
Bu dönemde Doğu Anadolu çoğunlukla Büyük Selçuk­
lulara bağlı bir takım beylerin hâkimiyetinde bulunuyordu.
I. Kılıç Arslan, bu beylerin hâkim oldukları yerleri ele ge­
çirmek istiyordu. Büyük Selçuklular ise buradaki egemen­
liklerinin bitmemesi için tedbiri elden bırakmıyordu. Buna
rağmen Saltuklu ve Sökmenliler haricinde Büyük Selçuk­
lulara tâbi beyler, I. Kılıç Arslan’ın tâbiiyeti altına girdiler.
Kendisine tâbi olan Türk beyleri ile daha da güçlü hale
gelen I. Kılıç Arslan, etrafına topladığı beyler ile Urfa kontu
I. Baudouin’e karşı hareket ederek Urfa’yı kuşattı. Günlerce
süren şiddetli hücumlara Haçlılar güçlü bir dirençle mu­
kavemette bulundular. Şehri düşürmek zor görünüyordu.
Bu sırada Musul Emiri Çökermiş’in adamları Sultanın
huzuruna gelerek H arran’ı kendisine teslim edecekleri ha­
berini getirdiler. Bunun üzerine Urfa önünde daha fazla
oyalanmayı uygun bulmayan Sultan I. Kılıç Arslan kuşat­
mayı kaldırarak Harran’a gitti. Burada birkaç gün kaldıktan
sonra hastalandığı için Malatya’ya dönmek zorunda kaldı.
Doğuda genişleme hareketi bu sebeple bir müddet durdu.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Anadolu’nun doğusundaki beylerin I. Kılıç Arslan’ın


idaresine girmeleri ve Anadolu Selçuklu nüfuzunun ge­
nişlemesi, Büyük Selçuklular ile komşu olmalarına neden
oldu. Artık iki devlet arasında devam eden rekabet ve hâ­
kimiyet mücadelesi yeni bir safhaya girdi.
Nitekim Büyük Selçuklu sultanı M uham m ed Tapar,
Musul’da bulunan Çökermiş’in yerine Çavlı’yı gönderdi.
Bu iki emirin arasında meydana gelen mücadelede Çöker­
miş’in hayatını kaybetti. Bu durum karşısında Musul halkı,
Çökermiş Beyin oğlu Zengî’ye itaat etti. Ancak Çavlı’nın
geri dönmeyip Musul’u muhasara etmesi üzerine kendisini
istemeyen şehir halkı, I. Kılıç Arslan’a haber gönderdiler.
Kendilerini Çavlı’nın tasallutundan kurtarması karşılığında
şehri kendisine teslim edeceklerini bildirdiler. Bunun üze­
rine Malatya’dan hareket eden I. Kılıç Arslan, Nusaybin’de
Çavlıyı mağlup ederek 22 Mart 1107 tarihinde Musul’a girdi
Çavlı ise mücadeleden vazgeçmemişti. Yeniden büyük
bir ordu toplayarak harekete geçti. îki taraf Habur nehri ke­
narında karşılaştı. Sultan I. Kılıç Arslan beklemediği böyle
büyük bir ordu karşısında şaşırmıştı. Buna rağmen kahra­
manca bir mücadele verdi. Mağlup olacağını anladığı za­
man atıyla Habur nehrini geçerek kurtulm ak istedi.
Fakat kendisine ve atma ait zırhların ağırlığı kahra­
man Türk hakanına bu şansı tanımayacaktı. Neticede Ha­
bur nehrinde boğularak şehit düştü (3 Haziran 1107). Emir
Çavlı onun oğlu Şahinşah’ı yakalayıp, Sultan Muhammed
Tapara gönderdi.
Böylece Anadolu Selçukluları tahtı kısa bir süre için
tekrar boş kaldı. I. Kılıç Arslan’ın Şahinşah’tan başka Me-
sud, Arap ve Tuğrul Arslan adlarında üç oğlu daha vardı.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Şahinşah
ultan I. Kılıç Arslan, Musul’u aldığı zaman hanımı Ayşe
S Hatun, on bir yaşındaki oğlu Şahinşah, diğer oğlu Tuğ­
rul Arslan ile komutanlarından Bozmış’ı orada bırakmıştı.
Sultanın ölümünün ardından Çavlının Musul’a sahip ola­
cağını anlayan Bozmış, ona karşı mücadele edemeyeceğini
bildiğinden sultanın hanımıyla küçük oğlu Tuğrul Arslan’ı
yanına alarak Malatya’ya geldi. I. Kılıç Arslan’ın diğer oğlu
Şahinşah ise Çavlı tarafından Muhammed Tapara gönderildi.
Malatya’daki hâkimiyet boşluğundan istifade eden Emir
Bozmış, I. Kılıç Arslan’ın oğlu Tuğrul Arslan’ı burada sul­
tan ilân etti. Bu sırada Malatya’da Ilarslan adında bir emir
bulunuyordu. Küçük sultanın annesi Ayşe Hatun ile Emir
İlarslan komplo düzenleyerek Bozmış’ı öldürdüler ve daha
sonra ikisi evlendiler. Böylece Malatya’da yönetimi İlars-
lan eline aldı.
Bir müddet sonra İlarslan zulüm yoluna sapmaya baş­
ladı. Onun baskı yaparak halktan zorla altın toplaması üze­
rine insanların zor durumda kaldığını gören Tuğrul Arslan
ve annesi harekete geçtiler. Kendisini tutuklatıp hapsetti­
ler. Halkın müsterih olması için onun öldürüldüğünü yay­
dılar. Bir yıl süren hapsinden sonra İlarslan’ı Sultan Mu­
hammed Tapara gönderdiler. Sultan Muhammed Tapar da
Şahinşah’ı serbest bırakarak Malatya’ya gönderdi. Şahin­
şah, burada küçük kardeşi Tuğrul Arslan’ı azlederek sul­
tanlığını ilân etti.
Ardından Konya’ya geçen Şahinşah, 1110 yılında Ana­
dolu Selçuklu tahtına oturmuş oldu.
Öte yandan Haçlılar ve Danişmendliler arasında buna­
lan Ayşe Hatun, gücünden ve otoritesinden yararlanmak için

S3
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

civarın en kudretli beyi olan Artuklu Belek Gazi’den yar­


dım istedi. Bu isteği kabul eden Belek Gazi Ayşe H atunla
da evlenerek Malatya’ya hâkim oldu. Onun hâkimiyeti dev­
rinde de Malatya üzerindeki emellerini sürdüren Daniş-
mendliler, Belek Gazi’den çekindikleri için onun vefatına
kadar şehir üzerinde herhangi bir girişimde bulunmadı.
Bu sırada Selçuklu şehzadeleri arasında süren mücade­
leler sonucu Malatya ve civarındaki otorite boşluğundan
faydalanan Haçlı reisi Bohemond, Elbistan ve Ceyhan’ı iş­
gal ederek Malatya’yı da kendisine bağlamıştır. Ancak bu
tâbiiyet kısa sürmüştür.
Şahinşah’ın Sultan Muhammed Tapar elinde esir bu­
lunduğu üç yıllık süre içerisinde Bizans Anadolu’da birçok
yeri tekrar ele geçirmişti. Aynı zamanda Danişmendliler
de Anadolu’da en kuvvetli Türk devleti haline gelmişlerdi.
I. Kılıç Arslan’m büyük oğlunun geri döndüğünü du­
yan Türkmenler kısa sürede onun etrafında toplandılar.
Şahinşah, bu sayede güçlü bir teşkilat ve ordu kurdu. Kay­
seri hâkimi Haşan Gazi’yi öldürttü. Kardeşleri Mesud ile
Arap’ı hapsettirdi. Ancak her iki şehzade de bir süre sonra
kaçmıştır.
Ardından kaybettiği toprakları geri alabilmek için bü­
yük bir orduyla Bizans topraklarına akmlara başladı. 1113
yılında İmparator I. Aleksios Komnenos, Türklere karşı se­
fere çıktıysa da bir netice elde edemeden geri döndü.
Şahinşah 1114’te Anadolu’daki diğer beylerden destek
alarak yeni bir ordu kurdu. Amacı, Anadolu’da kaybedilen
toprakları geri almaktı. Bunu duyan İmparator, Konya üze­
rine bir sefer düzenlediyse de ayağındaki ağrıların yürü­
mesine engel olması nedeniyle seferi erteledi. İyileşmesini
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

müteakip Akşehir’e kadar ilerleyip burayı aldıktan sonra


Konya’ya doğru ilerlemek yerine geri dönmeyi tercih etti.
Dönüş yolunda Anadolu Selçuklu ordusu tarafından kuşa­
tıldı. Ancak kardeşi Mesud’un hapisten kaçıp Danişmend-
lilerin desteğini alarak üzerine geldiğini duyan Şahinşah
imparatora antlaşma teklif etti. 1116’da Afyon yakınların­
daki bir ovada antlaşmayı imzalayan Şahinşah, Konya üze­
rine hareket etti.
Şehzade Mesud kaçtıktan sonra Danişmendli Emir Ga-
zi’nin yanına gitmişti. Emir Gazi, Şahinşah’ın gücünü kıra­
bilmek için Mesud’u Anadolu Selçuklu Sultanı ilan etti. Ar­
dından büyük bir destekle kendisini Konya üzerine yolcu etti.
Şahinşah yeterli güvenlik tedbirlerini almadan Konya’ya
doğru ilerlerken yol üzerinde yağmacı toplulukların olup
olmadığını anlamak için bir keşif birliği gönderdi. Yolda
Mesud’un ordusuyla karşılaşan bu birlik Mesud’un safla­
rına katıldı. Daha sonra geri dönerek sultana yolun tehli­
kesiz olduğunu bildirdiler.
Bunun üzerine yoluna devam eden Şahinşah, Mesud’un
askerleriyle karşılaşınca geri dönüp Tyragion’a (Ilgın yakın­
larında) kaçtı. Kaleyi kuşatan Mesud’un adamları tarafın­
dan esir alınarak ağır işkencelere maruz bırakıldı ve göz­
leri kör edildi (1116). Mesud, buna rağmen Şahinşah’tan
çekindi ve 1118 yılında onu eski Türk âdeti gereğince yay
kirişiyle boğdurdu.

Sultan I. Mesud
ayınpederi Emir Gazi’nin yardımıyla ağabeyi Şahinşah’ı
K bertaraf eden Sultan Mesud, 1116 tarihinde Konya’da
Selçuklu tahtına çıktı. Bir süre sonra Bizans tahtında da

55
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

taht değişikliği vuku buldu. Aleksios’un ölümü ile yerine


oğlu II. loannes Komnenos (1118-1143) geçti. Yeni impara­
tor II. loannes de babası gibi Türklerin elindeki şehirleri
geri almak istiyordu. Nitekim bu arzusunu gerçekleştirmek
üzere büyük bir orduyla harekete geçerek, uzun zamandır
elde etmek istedikleri Denizli ve Uluborlu’yu işgal ettiler.
Sultan Mesud ise Emir G azinin nüfuzu altında olup,
onun siyasetini izlemek zorunda idi. Emir Gazi daha önce
Danişmendlilerin hâkimiyeti altında bulunan Malatya’yı
geri almak istiyordu. Nitekim o bir fırsattan yararlanarak,
Sultan Mesud ile birlikte, 13 Haziran 1124’te bu şehre hü­
cum ederek kuşattı. Tuğrul Arslan bu kuşatmaya altı ay
mukavemet gösterdi ise de, neticede Malatya’yı Emir Ga­
zi’ye teslim ederek 10 Aralık 1124 tarihinde Minşar kale­
sine çekildi.
ö te yandan Ankara ve Kastamonu yöresine hâkim olan
Mesud’un kardeşi Melik Arap, babalarına ait Malatya’nın
Mesud’un yardımı ile Danişmendli Emir Gazi’nin eline geç­
mesine öfkelenerek 1125 yılında otuz bin kişilik bir ordu
ile Sultan Mesud’un üzerine yürüdü.
Çıkan savaşta Mesud, kardeşi Arab Bey karşısında ağır
bir bozgun yaşadı. Yardım istemek üzere İmparator II. lo-
annes’in yanına İstanbul’a gitti. Bu sırada Melik Arap Kon­
ya’yı kuşattı ise de şehri düşürmeye muvaffak olamadı.
Sultan Mesud’un gelişinden haylice memnun olan İm­
parator ona bol miktarda para ve asker vererek Anadolu’ya
gönderdi. O da ilk iş olarak kayınpederi Emir Gazi ile bir-
leşerek Melik Arab’ı mağlup edip onu Kilikya’nın Ermeni
hâkimi I. Thoros’a sığınmaya mecbur etti (1126).

36
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADARANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Fakat Melik Arab, kolay kolay saltanat davasından vaz­


geçecek gibi görünmüyordu. Gazi ve Mesud karşısında bir­
kaç defa daha şansını denedi ise de başarılı olamayarak
sonunda Bizans’a sığınmak zorunda kaldı ve mücadele sa­
hasını terk etti (1128). Böylece Sultan Mesud kayınpederi
Emir Gazi’nin yardımı ile iki rakibi, Tuğrul Arslan ve Me­
lik Arap’tan kurtulmuş oldu.
Müteakip senelerde bir takım seri fetihlere girişen Me­
sud ve kayınpederi Emir Gazi özellikle Karadeniz bölge­
sinde birçok yeri ele geçirdiler.
Emir Gazi 1134 senesinde öldüğünde Fırat’tan Sakarya
boylarına kadar uzanan Anadolu’nun büyük bir kesimi ida­
resi altında bulunuyordu. Vaktiyle Anadolu Selçuklularına
ait Malatya, Kayseri, Çankırı, Ankara ve Kastamonu yöre­
lerini de alıp kendi ülkesine katmıştı.
Sultan I. Kılıç Arslan’ın muazzam Anadolu Selçuklu
devleti ise Konya, Niğde, Afyonkarahisar ve Aksaray yö­
relerine sıkışıp kalmıştı.
Şimdi ise Sultan Mesud kayınpederinin ölümüyle bü­
yük bir borçtan kurtulm uş olmanın yanında bir de geniş­
leme sahasına sahip oluyordu. Nitekim Emir Gazi’nin ölü­
münden sonra onun en büyük oğlu ve halefi Muhammed
ile Sultan Mesud arasında veraset meselesi yüzünden ih­
tilâf çıktı. Bu ihtilaftan yararlanmak isteyen İmparator II.
Ioannes, Sultan Mesud ile bir dostluk antlaşması imzala­
yarak Danişmendliler üzerine yürürken Sultan Mesud’un
da kendisine yardım etmesini istedi.
İm parator olumlu cevap alması üzerine Sultan Me­
sud’un da askerî desteğiyle Çankırı’yı kuşattı. Muhasara sı­
rasında Melik Muhammed bir takım tavizler vererek Sultan

57
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Mesud’la ittifak yapınca Selçuklu askerî birliği imparato­


run ordusundan ayrıldı. Bunun üzerine İmparator kuşat­
mayı kaldırmak zorunda kaldı. Ancak ertesi yıl tekrar ha­
rekete geçerek baharda Kastamonu’yu bir müddet sonra da
Çankırı’yı da ele geçirdi. Kalelere gerekli muhafız kıtaları
bıraktıktan sonra İstanbul’a döndü (1135).
İmparator, gerek Türklerin kendi aralarındaki mücade­
lelerin gerekse Haçlıların yıpratmış olduğu Anadolu’da şart­
ların müsait olduğunu anlamıştı. Bu itibarla iki yıl sonra
Anadolu üzerine büyük bir sefere daha çıktı.
Öncelikli olarak hedefinde uzun süredir kendisine karşı
başkaldırmış bulunan Kilikya Ermenileri vardı. 1137 sene­
sindeki bu seferde II. Ioannes yolu üzerindeki Sultan Me-
sud’a ait yerleri yakıp yıkarak Suriye’ye kadar indi. Bizans
ordusu bu sefer sırasında Ermenilerden Tarsus, Adana ve
Misis’i ele geçirdi. Sultan Mesud ise imparatorun ülkesin­
deki yağma ve katliamlarına karşılık Bizans topraklarına
saldırıp yağmaladıktan ve çok sayıda esir aldıktan sonra
ülkesine döndü.
İmparator Mesud un faaliyetleri üzerine ordusunun bir
kısmını ayırıp Selçuklu Sultanı üzerine gönderdi. Neticede
Kilikya seferini tamamlayan İmparator, Sultan Mesud ile
1138 senesinde bir antlaşma yaparak İstanbul’a döndü.
Buna rağmen Selçukluların ve Danişmendlilerin akın-
ları durmadı. Bir süre daha karşılıklı bu saldırılar devam
ettikten sonra İmparator kesin bir netice almak üzere 1142
baharında yeni bir sefer tertipledi. Önce Antalya’ya oradan
da Kilikya’ya gitti. Ancak 1143 M artında Toros dağlarında
bir av sırasında kolundan aldığı bir ok yarası sebebiyle öldü.
Yerine oğlu Manuel Komnenos geçti.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Öte taraftan Danişmendli ülkesi de Melik M uham-


med’in 1142’de Kayseri’de vefat etmesi üzerine bunalımlı
bir devreye girecekti. Yeniden başlayan taht kavgaları Da­
nişmendli ülkesinin merkezleri Kayseri, Sivas ve Malatya
olmak üzere üçe parçalanmasına sebep oldu. Bu parçalan­
madan hiç kuşkusuz en fazla Sultan Mesud yararlanacaktı.
Sultan Mesud, Danişmendliler arasındaki mücadelede
tahtın meşru varisi ve aynı zamanda da damadı olan Zün-
nun’u amcaları Yağıbasan ve Aynüddevle’ye karşı destek­
ledi. Yıllar evvel kayınpederi Emir Gazi kendisini nasıl hi­
maye etti ise oda Em ir G azinin torunu Z ünnun’u öyle
himayesi altına aldı.
Önce Sivas hâkimi olan Yağıbasan üzerine yürüyerek
onu mağlup edip ve şehri ele geçirdi. Daha sonra Aynüd-
devle’nin idaresindeki Malatya’yı kuşattı (1143). Fakat bir
netice elde edemeyerek Konya’ya geri döndü. Ertesi yıl Ma­
latya Meliki Aynüddevle’nin idaresi altındaki Ceyhan ve
Elbistan bölgelerini kendi toprakları içine katarak “melik”
unvanı ile oğlu Kılıç Arslan’ın idaresine bıraktı.
Böylece Anadolu’daki üstünlük Danişmendlilerden
Anadolu Selçuklu Devletine geçmiş oluyordu. Sultan Me­
sud doğuda topraklarını genişletirken, Türkmenler de ba­
tıda Ege bölgesinde akınlarını sürdürdüler.
İmparator I. Manuel (1143-1180) bunlara engel olmak
istedi. Ancak 1144 yılında giriştiği seferini hastalığı sebe­
biyle tamamlayamadı. Onun geri dönüşünden sonra Sul­
tan Mesud 1145’te harekete geçerek îsauria’daki (İçil) Bra-
kena (Prakana) Kalesi’ni fethetti.
Diğer yandan A rtuklu H üküm darı Davud’un ölümü
üzerine Atabeg îmâdüddin Zenginin desteğini alan oğlu

59
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Arslan Doğmuş devletin başına isteyince diğer oğlu Fah-


reddin Karaarslan Sultan Mesud’dan yardım istedi Sultan
Mesud’un yirmi bin atlı vermesi sonucunda Fahreddin Ka­
raarslan H arput hükümdarı oldu.
Sultan Mesud aynı yıl Malatya’yı kuşattı. Fakat Bizans
imparatoru Manuel Komnenos un üzerine yürüdüğünü ha­
ber alınca kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. İmparator,
Bizans’a ait Prakana Kalesi’ni aldığı için Sultan Mesud’a
mektup yazarak Konya üzerine yürüdüğünü bildirmişti.
Akşehir’de Sultan Mesud’un göndermiş olduğu öncü kuv­
veti Bizans ordusunun ilerleyişine engel olamadı. Bizans or­
dusu bir süre sonra Konya önlerinde göründü (1146).
Sultan Mesud ise Selçuklu kuvvetlerini Aksaray’da top­
layarak savaşa hazırlandı. Nihayet iki taraf Konya önünde
karşılaştı. Selçuklular Bizans ordusuna pusu ve baskınlarla
büyük kayıplar verdirmelerine rağmen zırhlı ve sayıca üs­
tün Bizans kuvvetleri karşısında etkili olamadı.
İmparator ise, Sultan Mesud’a doğudan yardım gelme­
sinden endişeleniyordu. Birkaç ay süren muhasara sırasında
Bizanslılar Konya civarını tahrip ettiler. Nihayet impara­
tor Konya’yı alamayacağını anlayınca geri çekilmeye ka­
rar verdi. Ancak Sultan Mesud ve Manuel Komnenos 1147
baharında bir antlaşma yaptılar. Buna göre Sultan Mesud
Antalya ve İçel bölgelerinden aldığı bazı yerleri ve Prakana
Kalesi’ni Bizans’a terk etti.

II. Haçlı Seferi


145 senesi başlarında Avrupa’ya ulaşan bir haber şok et­
1 kisi meydana getirdi. Anadolu’da kurulmuş olan Urfa
Kontluğu, Türkler tarafından fethedilmişti (24 Aralık 1144).
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADARANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Bunun üzerine Papa III. Eugenius 1145 yılı sonunda yeni


bir Haçlı seferi tertip edilmesi hususunda Batı Hıristiyan-
larına çağrıda bulunarak sefere katılacaklara daha önce ya­
pılan vaatleri tekrarladı. Fransa Kralı VII. Louis ve Alman
Kralı III. Konrad’ın da sefere katılmaya karar vermesi he­
yecanı bir anda yükseltmiş ve katılımı çığ gibi arttırmıştır.
Öte yandan Bizans İm paratoru Manuel Komnenos,
yeni bir Haçlı seferini tasvip etmiyordu. Bu sebeple Haçlı­
ların gelişinden önce Sultan Mesud ile barış yapmak gere­
ğini duydu. Türklerle yaptığı bu antlaşma yüzünden Ma­
nuel Batıklarca Hıristiyanlığa ihanet etmekle suçlanmıştır.
Kral III. Konrad idaresindeki Alman ordusu yol üze­
rindeki türlü taşkınlıklarından sonra 10 Eylül 1147’de İs­
tanbul’a vardı. A lm anların taşkın hareketleri burada da
devam etti. Nihayet Fransızlar da İstanbul’a ulaşınca Al­
manlar Anadolu tarafına geçirildi.
Konrad’ın amacı I. Haçlı Seferi’nde takip edilen yoldan
gitmekti. 15 Ekim’de İznik’ten ayrılan Almanlar Doryleon’a
yaklaşırken 25 Ekim 1147 günü Selçuklu ordusunun saldı­
rısına uğradılar. Türk süvarisinin birbirini takip eden hü­
cumları Almanları kısa süre içinde mahvetti. Alman ordusu­
nun yüzde doksanı imha edildi. Askerlerini ve ağırlıklarını
kaybeden Konrad İznik’e doğru kaçmaya başladı. Türkle-
rin eline birçok esir ve ganimet geçti. Bu zaferle, Türkler
elli yıl önce hemen hemen aynı yerde I. Haçlı Seferi ordu­
larına karşı kaybettikleri savaşın intikamını almış oldular.
Fransa Kralı VII. Louis ise 4 Ekim’de İstanbul’a var­
mış ve temkinli davranarak imparatora vassallık yemini et­
mişti. Fransız ordusu Kasım ayı başında İznik’e ulaştığında
Konrad’ın yenilgisini öğrendi. İki kral İznik’te buluşarak

61
PROF. DR. AHMET ŞİM ŞİRG İl

güneye doğru yürümeye karar verdiler. Balıkesir-Bergama-îz-


m ir üzerinden Efes’e ulaştılar. Burada hastalığa yakalanan
Konrad, İstanbul’a döndü. O, iyileştikten sonra Bizans ge­
misiyle deniz yolunu kullanarak Akka’ya gelecekti (1148).
Fransızların Efes’ten sonra işleri iyice zorlaştı. İzledik­
leri yol boyunca Türkler tarafından takip edildiler ve Yal­
vaç yakınında nehirden geçerken Türklerin ani baskını kar­
şısında savaşmak zorunda kaldılar (1 Ocak 1148). Devamlı
Türk hücumlarına maruz kalarak ve kayıplar vererek Şu­
bat ayı başında Antalya’ya ulaştılar.
Kral Louis kendi canının da tehlikede olduğunu anla­
mış olacak ki şövalyeler ile birlikte buradan gemilerle An­
takya’ya geçmeye karara verdi. Geriye bırakılan haçlı ordusu
kara yoluyla Suriye’ye hareket etti. Fakat Türklerin taarruz­
ları durmaksızın devam etti. Netice itibarı ile ancak yarı­
sından daha azı ilkbahar sonunda Antakya’ya ulaşabildi.
Öte yandan gelen Haçlı birliklerinden istifade etmek
isteyen Antakya Prinskepsi Raimond, Halep’e saldırmak
arzusundaydı. Burası N ûreddin M ahmud Zengî’nin güç
merkeziydi. Fakat bir an önce Kudüs’e gitmek isteyen Kral
Louis, Halep üzerine yapılacak bir sefere yanaşmadı. Esa­
sen Alman Kralı Konrad Kudüs’e varmış ve Kudüs patriği
bizzat Antakya’ya gelerek kendisinin Kudüs’te beklendiğini
haber vermişti. Bunun üzerine Louis Kudüs’e hareket etti.
Bütün Haçlılar Filistin’e vardıktan sonra 24 Haziran
1148’de Akka’da bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda Dı-
maşk (Şam) üzerine sefer yapılmasına karar verildi. Fakat
Dımaşk hâkimi Üner, yardım etmesi için Nûreddin’e elçi
gönderdi. Bunun üzerine Nûreddin Dımaşk’a doğru iler­
lemeye başladı.
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADAR ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Birleşik Kudüs ordusu 24 Temmuz’da Dımaşk önüne


geldi. İlk gün bazı başarılar elde eden Haçlılar, Üner’in ça­
ğırdığı yardımcı kuvvetlere karşı tutunamayarak geri çekil­
diler. Haçlı ordugâhındaki ihanet söylentileri de cesaretle­
rinin iyice kırılmasına neden oldu.
Haçlı ordusu 28 Temmuz’da Celîle (Eski Filistin’in ku­
zeyi) yönünde çekilmeye başladı. Fakat Üner’e bağlı Türk­
men atlıları Haçlı ordusunun peşine takılıp onlara ağır ka­
yıplar verdirdi. Böylece Dımaşk seferi Haçlılar açısından
tam bir fiyasko ile neticelenmiş oldu.

II. Haçlı Seferi Sonrası


açlıların yaptıkları bu başarısız sefer sonrasında Sultan
H Mesud harekât sahasını doğu yönünde ve yine Haçlı­
lar üzerinde yoğunlaştırdı. Hedefindeki isim ise Haçlı re­
islerinden Tel Bâşir hâkimi II. Joscelin idi.
Joscelin’in kendisini küçük görerek alay eder şekilde
gönderdiği bir mektup üzerine, Sultan Mesud beraberinde
oğlu Kılıç Arslan olduğu hâlde harekete geçti. II. Joscelin’in
elinde bulunan Maraş’ı kuşatarak kısa sürede aldı. II. Josce-
lin’i Tel Bâşir civarına kadar takip etti ve şehri kuşattı (1149).
II. Joscelin karşı koyamayacağını anlamıştı. Sonunda
Mesud u metbû tanım ak suretiyle anlaşma sağlamaya mu­
vaffak oldu. Daha sonra II. Joscelin Mayıs 1150 senesinde,
Halep Hükümdarı Nûreddin M ahmud Zengî tarafından
yakalanıp hapse atıldı.
Sultan Mesud güneye ikinci bir sefer tertipleyerek Haçlı­
ların hâkimiyetindeki Behisni, Keysun, Ayıntab, Delük (Du-
luk) ve Raban şehirlerini ele geçirdi. Daha sonra damadı

63
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

olan Halep Hükümdarı Nûreddin M ahmud’un desteğiyle


Tel Bâşir’i kuşattıysa da II. Joscelin’in karısı Beatrice ile
oğlu III. Joscelin tarafından savunulan şehri alamadı. Sul­
tan Mesud ele geçirdiği yerlerden Behisni ve Keysun un ida­
resini oğlu Kılıç Arslan’a verdi.
Diğer taraftan Malatya’da hüküm süren Aynüddevle’nin
1152 yılında ölmesi üzerine yerine oğlu Zulkarneyn’in geçti.
Danişmendlilerin Sivas koluna hükmeden Yağıbasan yeğe­
nine Sultan Mesud a baş eğmemesini telkin etti. Bu olay­
dan haberdar olan Sultan Mesud Yağıbasan üzerine gitti
ve onu itaat altına aldı.
Ardından Malatya’yı kuşatmak üzere sefere çıktı. Sul­
tan Mesud ile baş edemeyeceğini anlayan Zülkarneyn, an­
nesiyle birlikte sultanın huzuruna çıkıp bağışlanmalarını
rica edince sultan onları affetti. Zülkarneyn Sultan Me-
sud’a tâbi oldu.
Güneyde ise Kilikya Ermeni hâkimi II. Thoros Çukuro­
va’da faaliyette bulunarak zaman zaman Türk topraklarına
saldırılar düzenliyordu. Sultan Mesud, Bizans İmparatoru
Manuel’in de teşvikiyle, 1153 baharında beraberinde Sivas
hüküm darı Yağıbasan ile Ermeniler üzerine yürüdü. Er-
meniler dağlara çekilerek ve geçitleri tutarak Türk ordu­
suna hareket imkânı tanımadılar. Sultan Mesud geri dön­
mek mecburiyetinde kaldı.
Sultan Mesud ertesi yıl yeniden Kilikya’ya yürüdü ve
bu defa güçlük çekmeden şehre girdi.

Sultan I. Mesud’un Vefatı


ilikya seferinden döndükten sonra Sultan Mesud’un sıh­
hati bozulmaya başlamıştı. Artık ölüme yaklaştığının
II. KILIÇ ARSLAN ZAMANINA KADARANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

farkındaydı. Babadan dededen gelen anlayış üzerine oğul­


ları arasında devleti paylaştırmayı ve kargaşa çıkmasını ön­
lemeyi düşündü. Büyük oğlu Kılıç Arslan’ı Konya’ya davet
etti. Kendisine büyük izzet ve itibar gösterdi. Devletin de­
vamı yönünde kardeşleri ile iyi geçinmesi için nasihatlerde
bulundu. Ardından kendisini sultan ilan ederek Konya’da
tahta çıkardı. Başına taç giydirip kendisine biat etti.
Küçük oğlu Şahinşah’a Ankara, Çankırı ve Kastamonu
taraflarını vererek oralara Melik yaptı. Danişmend oğulla­
rından Nizameddin Yağıbasan, Sultan Mesud’un damadı
olup kendisinin tabiiyetinde bulunuyordu. Onun yüksek
hâkimiyetini kabul etmişti. Ona da esasen o aileye ait olan
Sivas ve çevresini bıraktı. Diğer bir damadı da Yağıbasan’ın
yeğeni Danişmendli Zünnun idi. Ona da Kayseri ve çevresini
bıraktı. Her birisine Kılıç Arslan’a tabi olmalarını bildirdi.
Sultan Mesud’un ortanca oğlu Devlet (Dolat) e ise hangi
şehirlerin bırakıldığına dair kaynaklarda bir bilgi verilme­
mektedir.
Sultan Mesud devletini oğulları ve damatları arasında
paylaştırdıktan sonra 1155 senesinde vefat etti. Cenazesi
Alâeddin Camii avlusundaki türbede defnedildi.
Sultan Mesud sadece Konya ve civarını kapsayan bir
devleti sağlam temeller üzerine oturtup genişletmekle kal­
mamış, Anadolu’da Danişmendlilere geçmiş olan üstün­
lüğü tekrar Selçuklularda kazandırmış bir devlet adamı
idi. Ayrıca devletin ilk imar faaliyetleri de onun devrinde
başlamış idi.
Sultan Mesud çok akıllı, adaletli, tedbirli, ileri görüşlü ve
dindar bir hükümdardı. Rüknü’l-İslâm ve’l-müslimîn (Rük-
nüddin), Muizzü’d-dünyâ ve’d-dîn lakaplarıyla da anılan

65
PROF. D R AHMET ŞÎM ŞİRG İl

Sultan Mesud’un Kılıç Arslan, Şahinşah ve Devlet adlı üç


oğlu, Halep H üküm darı Nûreddin M ahmud Zengî, Da-
nişmendli Zünnun, Danişmendli Yağıbasan ve Bizans im­
paratorunun Müslüman olan yeğeni Ioannes ile evli olan
dört kızı vardı.
Emir G azinin ölümüyle Danişmendli hâkimiyetinden
kurtulan Sultan Mesud, Melik M uhammed’in ölümünden
sonra da üç Danişmendli beyinin metbûu olmuştur. Sul­
tan Mesud devrinde önemli bir Türkmen kümesinin Orta
Asya veya Azerbaycan’dan gelerek ülkesinde yurt tutmuş
ve onun başarılarında önemli bir rol oynamış olması pek
muhtemeldir.
İKİNCİ BÖLÜM

SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Nâmımız Seyfullah yazıldı Arşa


Hiç yakışmaz bize nizâ eylemek.

İşimiz, İlâ-yt kelimetullâh


Sancağı altında gaza eylemek.

Her bir ibâdetin tehiri mümkün


M ümkün mü gazâyı kazâ eylemek.

Şehid olsak dahi dileriz H ak’tan


Dirilip gazâyı kezâ eylemek.
N. Y. Gençosmanoğlu
Anadolu’nun Genel Durumu
ultan II. Kılıç Arslan, babasından tahtı devr aldığı za­
S man, evvelce babasının kudretinden çekinerek sakin
duran Türk beylikleri ve Bizans yeniden düşmanca tavır­
lar sergilemeye başladılar. Aynı zam anda tahtta hak sa­
hibi olduklarını iddia eden kardeşlerinin de bu safta yer
alması Anadolu Selçuklu Devleti’ni tekrar bir buhrana sü­
rüklemekteydi.
Anadolu Selçuklu Devleti, Sultan Mesud ile birlikte
yükselme dönemine girmiş bulunuyordu. Danişmendliler
ve diğer Türkmen beylikleri Anadolu Selçukluların hâki­
miyetini tanımışlardı. Diğer yandan Sultan Mesud, akra­
balık yoluyla Danişmendliler, Artuklular ve Zengî hane­
danının büyük şahsiyetlerinden Nûreddin Mahmud ile iyi
münasebetler kurmuştu.
Neticede babasından güçlü bir devlet devralan II. Kı­
lıç Arslan, Kayseri (Caesarae) dâhil bütün Kapadokya (Tuz
gölünden Fırat’ın yukarı bölümüne kadar olan bölge, ku­
zey sınırını Kızılırmak, güney sınırını ise, Çukurova, Ma-
raş, Elbistan ve çevresi çevirmektedir.), Amasya ve Malatya
(Melitene) olmak üzere orta ve doğu Anadolu’nun büyük
bir kısmına sahip idi.
Türk orduları Ege bölgesinde ise Denizli, Afyon, Kütahya
ve çevresini yağma etmişlerdi. Karadeniz sahil kesimi, Kas­
tamonu ve çevresi ile Antalya ve yöresi Bizans’ın elinde idi.
Kilikya’da Ermeni kralı II. Thoros, Ermeni hâkimiye­
tini kurmuş, ancak Tarsus ve çevresinde çok az bir kısmı

69
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Bizans’ın elinde kalmıştı. Suriye bölgesi ise I. ve II. Haçlı


seferleri sırasında Bizans’ın elinden çıkmıştı. Bu bölgenin
kontrolü başta Haçlılar olmak üzere zaman zaman Müslü:
man beyliklerde idi.
Görüldüğü üzere Anadolu Selçuklu Devleti O rta Ana­
dolu’da Bizans topraklarının arasına girmiş, kuzeyde Eski­
şehir, güneyde ise Denizli çevresine kadar sokulmuşlardı.
Anadolu’daki bu iç içe geçmiş ve her geçen gün deği­
şen siyasî yapısı Bizans İmparatoru Manuel’in idaresindeki
Anadolu Hıristiyanlarını memnun etmiyordu. Ağır vergi­
lerin yanında bu vergilerin tahsil biçimi adeta bir zulüm
halini almış idi.
Ayrıca İmparator Manuel’in dinî ve sivil alanda yaptır­
mış olduğu sayfiye yerleri, hastaneler, aşevleri, binalar ve
evler hâzineye büyük ölçüde yük olmaktaydı.
XI. yüzyıl başlarından itibaren gittikçe artan ve Manuel
devrinde had safhaya ulaşan ücretli asker sayısı da hâzi­
neye oldukça ağır bir yük olmuştu.
Ücretli askerler maaşlarının hazine üzerindeki yükünü
hafifletmek için askere hâzineden maaş verilmesinden vaz­
geçilmiş ve bağlı bulundukları eyaletlerden maaşlarının te­
min edilmesi cihetine gidilmiştir. Bu uygulama ile başı ver­
gilerle dertte olan halkın yükünü bir kat daha artırıyordu.
Çünkü halk kendilerini korunmaları için besledikleri as­
kerin her türlü maddî-manevi tecavüzleriyle karşı karşıya
kaldı. Bunun sonucu ise çok yerde halk şehirleri terk et­
mek zorunda kalmıştı. Memleketlerini terk etmeyen Hıris­
tiyan halkın çoğu ya askerlerin, ya da zengin çiftlik sahip­
lerinin köleleri haline geldiler. Şehirlerin boşalması ticari
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

hayatı etkileyerek ülkede genel bir ekonomik krizin başla­


masına sebep oldu.
Alt tabakayı oluşturan halkın aşırı ezilmesi, yoksullu­
ğun artmasına ve her zamankinden daha geniş bir kesi­
min köle durum una düşmesine yol açmıştı. Yaşanılan bu
hoşnutsuzluk ise devlet otoritesini oldukça sarsmıştı. Bu­
nun neticesinde Hıristiyan halkta, Türk idaresinin, Bizans
idaresinden daha fazla fenalık yapamayacağı kanaati yer­
leşmeye başladı.
1071 Malazgirt’ten başlayarak yaklaşık bir asırdan be­
ridir Türklerin yeni bir vatan gözüyle baktıkları Anadolu
toprakları başta Bizans, Selçuklular ve Haçlılar olmak üzere
birçok beyliğin ve devletin çekişme sahasına haline geldi ve
büyük bir tahribata uğradı. Neticede ziraî hayat ve üretim
geriledi. Şehirleşme büyük ölçüde durdu. İç Anadolu’da bazı
büyük yerleşme merkezleri ve çevreleri dışında konar-gö-
çer Türkmenlerin yerleşmesi duraklamış, imar faaliyetleri
âdeta yok denecek durum a gelmişti.
Sultan II. Kılıç Arslan devrinde Türk-Bizans sınırında,
sayıları yüzbinlere ulaşan Türkmen konar-göçerlerinin baş­
larına buyruk bir hayat sürdükleri görülmektedir. Merkezî
otoriteye bağlı olmayan Türkmenler çok kere kendiliklerin­
den Bizans arazisine akınlar yapmakta, ganimet almakta,
düşman arazisini tahrip etmekte ve Türk sınırlarını Bizans
aleyhine genişletmekteydiler. Anadolu Selçuklu Devleti ile
Bizans’ın aralarının açılmasının başlıca sebeplerinden bi­
risi de bu Türkmenlerin faaliyetleri idi.
Türklerin fırsat buldukça yaptıkları bu akınlardan bu­
nalan H ıristiyan halk, bu akınları önlemekten âciz Bi­
zans idaresi yerine, Anadolu Selçuklu Devleti ne sığınmayı

71
PROF. D R AHMET ŞİMŞIRGİL

tercih ediyordu. Ayrıca Türklerdeki dinî hoşgörü yerli hal­


kın Türk tabiiyetine girmesinde önemli rol oynamaktaydı.
Bu şekildeki Bizans şehirleri çoğu defa savaş yapılmaksı­
zın sessiz sedasız Bizans hâkimiyetinden Selçuklu hâkimi­
yetine geçmekteydi.
Öte yandan Haçlı seferleri ise Anadolu’da yeni bir kar­
gaşa ve bunalımın da başlangıcını teşkil edecekti. Zira dü­
zensiz sayısı yüz binleri bulan bu birlikler belli bir yerde
düzen kuruncaya kadar yağma talan ve öldürmeden başka
bir şey düşünmüyorlardı. Bu durum ise Anadolu’da hayatı
felce uğratmaya yetmişti.

Kardeşler Arasında Mücadele


ultan Mesud oğlu Kılıç Arslanı beyliğin başına kardeş­
S lerine ve damatlarına ona itaat konusunda söz almış ol­
masına rağmen, hiç bir şey babanın zamanında olduğu gibi
olmuyordu. Nitekim Sultan Rükneddin Mesud vefat edince
her zaman görüldüğü gibi çok geçmeden kardeşler arasında
ihtilâflar bir kez daha baş gösterdi. Bu ihtilâf canlara kıya­
cak kadar büyüdü.
Devlet Bey yakışıklı ve ehliyetli bir şehzade idi. Muhte­
melen çevresinin tesiriyle II. Kılıç Arslan’a karşı cephe aldı.
Üzerine kuvvetler sevk edilerek yakalandı ve boğduruldu.
Bu durum diğer kardeşi Şahinşah’ın gözünü korkut­
muştu. Derhal kendi emirliğinde olan Ankara ve Çankırı
taraflarına kaçtı. Yağıbasan ise bu ihtilâftan faydalanmak
istiyordu. Nitekim yaptığı görüşmeler sonucu Şahinşah, ye­
ğeni Kayseri Meliki Zünnun ve başka Danişmendli emirlerle
beraber II. Kılıç Arslan’a karşı bir birlik cephesi oluşturdu.
Bizans imparatoru Manuel de kendilerini desteklemekteydi.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Yağıbasan müttefik birliklerle harekete geçerek Kayseri


ve çevresini kısa sürede zaptetti. Bölgedeki sanat ehli bir­
çok Hıristiyan aileyi kendi hâkimiyeti altında bulunan top­
raklara sürdü, götürdü.
II. Kılıç Arslan bu sırada şehzadeliğinden beri askerî bir
üs olarak kullandığı Aksaray da bulunuyordu. Derhal kuv­
vetlerini toparladı ve Yağıbasan ın üzerine yürüdü. Kayseri
yakınlarında iki Türk ve Müslüman ordu karşı karşıya gel­
mişti. Büyük kan dökülecekti.
Bu hali sezen iki tarafın sözü geçen ve hemen herkes
tarafından sevilen din adam ları M üslüm an kanlarının
akmaması için araya girdiler. Savaşın Müslümanları zayıf
düşüreceğini ve bundan din düşmanlarının istifade ede­
ceğini ifade ederek barış yönünde büyük gayret sarf etti­
ler. Etkili sözleri ile iki tarafı da yumuşattılar. Sonunda iki
taraf arasında bir mütareke yapıldı ve ordular Kayseri’den
geri çekildiler.
Fakat II. Kılıç Arslan’ın eniştesi Yağıbasan, gizli planlar
içerisindeydi. Nitekim o, bu defa da Elbistan üzerine yürü­
müştü. Kısa sürede hâkim olduğu şehirden binlerce kişiyi
sürerek hâkimiyeti altında bulunan yerlere yerleştirdi. Ya-
ğıbasanm bu hareketi II. Kılıç Arslanı müthiş üzmüş ve
öfkelendirmişti.
Yurdun her tarafından topladığı kuvvetlerle Yağıbasan’ın
üzerine yürüdü. Yağıbasan da yerlerinden yurtlarından sür­
dürdüğü halkı kendi bölgelerine yerleştirdikten sonra Ak­
saray yakınlarında II. Kılıç Arslan m karşısına çıktı.
İki Türk hüküm darı arasındaki savaşı önlemek iste­
yen devlet ve din ileri gelenlerinin bu defaki çabaları ne­
tice vermedi. Ekim 1155 tarihinde başlayan savaşta II. Kılıç
PROF. DR. AHMET ŞİM ŞİRGİL

Arslan’ın kuvvetleri üstünlük kurmuştu. Bu durum kar­


şısında Yağıbasan, sultana barış teklifinde bulunmak zo­
runda kaldı. Din adamlarının da tesiri ile II. Kılıç Arslan
teklifi kabul etti.
II. Kılıç Arslan ile Yağıbasan birbirlerinin toprakla­
rına müdahale etmeyecekleri konusunda âlimlerin huzu­
runda bir antlaşma yaptılar (1155). Bu ikinci antlaşmanın
II. Kılıç Arslan in lehine bazı hükümler taşıdığı kaynak­
larca ifade edilmektedir.
Öte yandan II. Kılıç Arslan’ı Danişmendlilerle böyle
bir antlaşma yapmaya zorlayan sebepler vardı. Zira II. Kı­
lıç Arslanın Danişmendlilerle mücadelesinden istifade ile
ülkesi bir kısmı komşu devletlerin saldırısına uğramış bu­
lunuyordu. Bilhassa Ermeni Kralı II. Thoros u n kardeşi
Stefan, Maraş’a girerek büyük tahribat yapmış ve her ta­
rafı yağma ederek halkı da esir almıştı.
Suriye ve El-Cezire Atabey’i Nûreddin Mahmud Zengî
de Selçuk topraklarına saldırmıştı. Aslında Nûreddin Mah­
mud Zengî, Danişmendlileri devamlı surette II. Kılıç Ars-
lan’a karşı kışkırtıyordu. Nitekim bu çekişmelerden istifade
ile 1155 senesinde Anadolu Selçukluları hâkimiyetindeki
Aymtab ve Raban ile diğer bazı şehir ve kaleleri ele geçir­
meyi başarmıştı.
İşte bu gelişmeler karşısında II. Kılıç Arslan, Yağıba­
san ile mücadelesine son vermeyi ve bir antlaşma yapmayı
uygun bulmuştu.
Sultan II. Kılıç Arslan bundan sonra Ermeniler üzerine
hareket etti. II. Kılıç Arslanın büyük bir kuvvetle üzerine
geldiğini gören Stepfan endişeye kapılmıştı. Derhal elçiler
göndererek sulh teklifinde bulundu.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Ancak II. Kılıç Arslan, Göksün bölgesine girerek çe­


kilmekte olan Stefan’ı takip etmeye başladı. Sultanın taki­
binden kurtulm ak isteyen Stefan, kardeşi Ermeni Kralı II.
Thoros un da rızasını alarak Maraş ile Elbistan arasındaki
Pertus Kalesi ni Anadolu Selçuklu Devleti’ne bırakmak su­
retiyle ilişkilerini düzeltmeye muvaffak oldu. Böylece El­
bistan bölgesinde 1157 Ağustosunda sulh temin edilmiş ve
bölge Anadolu Selçuklularının elinde kalmış oldu.
Aslında Nûreddin Mahmud da Sultan Mesud’un da­
madı idi. Bu itibarla II. Kılıç Arslan, Nûreddin M ahmud a
yazdığı bir mektupta aradaki enişteliğe ve dostluğa vurgu
yaparak yaptıklarının yanlış olduğunu, babasının belirle­
miş olduğu topraklara tecavüz ettiğini ve bu itibarla zapt
ettiği yerlerden çıkmasını bildirdi. Fakat Nûreddin M ah­
mud bu sözlere aldırış etmedi.
Bu durum karşısında II. Kılıç Arslan, yalnız kalmamak
için bazı ittifak hareketlerine girişti. Kudüs’e, Antakya’ya ve
Ermeni kralına elçiler göndererek bunlarla Nûreddin Mah­
mud’a karşı bir dostluk antlaşması yaptı. Kayseri Meliki Da-
nişmendli Zünnun ile Nûreddin ’in kardeşi Nusretüddin
Emîr-i M îrân’ı da kendi tarafına çekmeye muvaffak oldu.
Sultan II. Kılıç Arslan şimdi kendisini daha rahat his­
sediyordu. Nitekim 1157 yılında büyük bir ordu ile hare­
kete geçerek önce Ayıntab üzerine gitti. Tomrukları kulla­
narak yapılan şiddetli hücumlarla surları yıkarak kısa bir
sürede şehre hâkim oldu. Ardından Raban üzerine yürüdü.
II. Kılıç Arslan’ın bu hareketi üzerine Kudüs Kralı ile
Antakya Prensi de Nûreddin M ahmud’a karşı olan saldır­
mazlık paktını bozmuşlardı. Müşterek bir ordu ile Nûred-
din’in topraklarına hücuma geçtiler. Dört taraftan saldırıya

75
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

uğrayan Nûreddin Mahmud, oldukça zor bir durumda kal­


mıştı. İki güçlü hasım karşısında zorlanacağını anlayınca
II. Kılıç Arslan’dan özür diledi. Selçuklulardan zapt etmiş
olduğu topraklardan kuvvetlerini geri çekti (1157). Kendisi
de Haleb’e doğru çekildi.
Böylece Sultan II. Kılıç Arslan, saltanatının ilk yılla­
rında başlayan bu saldırıları bertaraf ederek 1157 yılı so­
nunda ülkeye tam manasıyla hâkim olmuştur.

Aksaray Başkent Gibi!


I. Kılıç Arslanın babası Sultan Mesud, Danişmendlilere
Ikarşı Aksaray’ı bir askeri üs şehri haline getirmiş ve bu­
rada bazı tesisler inşa ettirmişti. Ulu Camiin yerine yaptır­
dığı camiin muhteşem minberi günümüze kadar gelmiş­
tir. Aksaray Sultan Mesud zamanında imparatorluğun en
güzel bir şehri idi.
II. Kılıç Arslan da daha şehzadeliği ve veliahtlığı za­
manında burasını askerî ve sosyal yardım müesseseleri ile
süslemişti Babasının yaptırdığı camiin etrafına ve yakınına
aşhane ve tabhane yaptırarak genişletti. Ulu Cami’deki m in­
bere veliaht, emir sıfatıyla adını yazdırdı.
Yaptırdığı eserleri ise minbere “imaret” kelimesiyle ifade
etti. Böylece cami, aşhane, tabhane, medrese, mektep, ker­
vansaray, sur gibi yapılarla Aksaray’ın mamur bir hale ko­
nulduğunu belirtmiş oluyordu.
II. Kılıç Arslan daha sonra saltanata geçer geçmez, ilk
yıllarında Aksaray’ı imparatorluğun ikinci bir payitahtı ha­
line getirecektir. Selçuklu devletinin en büyük ve tehlikeli
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

bir rakibi olan Danişmendlileri yok etmek için Aksaray’ı


tahkim ve imar etmiştir.
Tarihçi Kerimüddin Aksarâyî, II. Kılıç Arslan’ı yazar­
ken şunları söyler:
“II. Kılıç Arslan Danişmendlilerin memleketleri sev­
dasına kapılmış, bir türlü rahat duramıyordu. Bu sevda ile
Aksaray’ı yaptırdı, çok vakit orada oturdu.”
Anonim Selçukname’de ise şu ifadeler geçmektedir:
“Sultan II. Kılıç Arslan saltanatının başında h. 550
(1155) yılında Aksaray’ı bina etti. Orada kervansaraylar,
pazarlar kurdu.”
Selçukname’nin kaydı gerçekten enteresandır. Zira “Ak­
saray’ı yaptı” tabirini kullanmaktadır. Bu bilgi gayet şumûllü
olup kapsam sahası geniştir.
Burası evvelce müstahkem bir şehir olduğuna göre, II.
Kılıç Arslan yeni baştan inşa ettirircesine eserlerle bezemiştir.
O, Aksaray Kalesi’ni yapmıştır. Köprüler kurmuştur.
Bir değil birçok kervansaraylar inşa etmiştir. Pazarlar aç­
mıştır, bedestenler yapmıştır. Öyle ki bir yere şehir dene­
bilmek için ne lâzımsa hepsini yerine getirmiştir.
Nihayet kendisine muhteşem bir saray inşa ettirdi. Böy-
lece tarihin Archelais’ini bir daha değişmeyecek şekilde
Aksaray’a çevirdi.
Bazı mütefekkirler Anadolu Selçuklularına Anadolu
birliğini sağlattıran etkenlerin başında Aksaray’ın geldi­
ğini belirterek:
“Eğer Aksaray olmasaydı Danişmendliler ortadan kalk­
maz, Anadolu’da bir Müslüman Türk birliği kurulamazdı.

77
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Anadolu’da millî bir Türk varlığının kuruluşunda Aksa­


ray’a aslan payı düşüyor”, demektedirler.
II. Kılıç Arslan babasının yaptırdığı mamureleri esaslı
surette tam ir ettirmiş, genişletmiş ve onlara bazı ekler de
yapmıştır. Veliahtlığı zamanında Aksaray’da babası adına
yapılan camii ilâvelerle genişletip, bir külliye haline getirir­
ken babasının abanoz minberine kendi adını da kazdırmıştır.
Evet, Aksaray II. Kılıç Arslan döneminde artık devletin
ikinci bir payitahtıdır. Belki gölge merkezidir.
Kendisinden sonra gelenler de Aksaray’ı ihmal etme­
yeceklerdir.

İmparator Manuel’in Doğu Seferi


ürk-Bizans sınırı boyunca yerleşmiş olan Türkm en
T boyları devamlı olarak Bizans topraklarına girmekte
ve iki devlet arasında başlıca anlaşmazlık unsuru olarak
görünmekteydiler.
II. Kılıç Arslan’ın devletin başına geçtiği sırada Bizans’ın
başında İmparator I. Manuel Komnenos (1143-1180) bulu­
nuyordu. İmparatorluk Anadolu’da yirmi bir eyalet (thema)
halinde teşkilatlanmıştı. Bu eyaletlerin en mühimleri şu şe­
kildeydi:
Merkezi Efes olan Aydın, Manisa, Uşak, Denizli civarı
Thrakesion eyaleti; Merkezi İzmit olan Sakarya ve civarı
Optimation eyaleti; Merkezi İznik olan Bursa, Eskişehir, Ba­
lıkesir, Çanakkale, Bilecik Opsikion eyaleti; Merkezi Trab­
zon olan ve Rize’yi de içine alan Khaldea eyaleti; Merkezi
Şebinkarahisar olan Gümüşhane, Ordu ve Giresun’u içine
alan Kolonea eyaleti; Merkezi Antalya olan ve Muğla’yı da
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

içine alan Kibreoten eyaleti Merkezi İzmir, olan Midilli, Sa­


kız, Sisam civarı Sami eyaleti ve Merkezi Bafos olan Kıb­
rıs eyaleti idi.
İmparator Manuel Komnenos, bu sınır ihtilâflarından
daha çok Sultan II. Kılıç Arslan ın rakiplerini alt ederek ka­
zandığı güçlü durumdan endişe duymaktaydı. Bu sebeple bir
yandan Türk yayılmasını önleyecek tedbirler alırken diğer
yandan sultana karşı Anadolu’da müttefik aramaya başladı.
İmparator’un ana gayesi Bizans’ın doğuda hayli sarsıl­
mış olan itibarım tekrar kazandırmak idi. Manuel Komne­
nos, babasının büyük projesi olan Eski Roma İmparatorlu-
ğu’nu ihya etmek sevdasındaydı. Bu gaye ile 1158 yılı kışında
doğu seferine çıktı. Çukurova’daki Ermeni Kralı Thoros,
Antakya Prinkepsi Renauld ile bir ittifak kurmuştu. Bu se­
beple, kuvvetli bir düşmanı olan Çukurova Ermeni pren­
sine karşı bizzat ordusunun başında idi.
İmparator M anuel’in güçlü bir ordu ile geldiğini gö­
ren Thoros, karşı duramayacağını anlayınca Çukurova’nın
dağlık bölgelerine çekildi. Başta Tarsus olmak üzere Ana-
zarba gibi önemli merkezler M anuel’in eline geçti. Tho-
ros’un Antakya Prinkepsi Renauld’dan beklediği yardım­
lardan da bir haber yoktu.
Çaresiz kalan Thoros, sonunda imparatordan af dilemek
zorunda kaldı. İmparator Manuel, Ermeni kralının her em­
rine sadık kalacağına dair yeminleri karşısında onu affetti.
Ardından kendisini güneyde sahil şeridi üzerindeki Bizans
şehirlerinin ordu komutanlığına tayin etti.
M anuelln hedefinde bu defa Antakya Prinkepsi Re­
nauld bulunuyordu. Güçlü Bizans ordusu Antakya önüne

79
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

geldiğinde Renauld’un itaat etmekten başka bir seçeneği


kalmamıştı.
Nitekim Renauld, Manuel’in huzuruna tam bir teslimi­
yet işaretiyle geldi. Başı açık ve çıplak, kolu dirseklerine ka­
dar sıvanmış, boynunda bir ip ve kılıcını sol elinde taşıya­
rak Manuel’in ordugâhına varıp, Bizans himayesini kabul
etti. Böylece Antakya Latin Prinkepsliği, Bizans İmpara­
torluğunun dinî ve din-dışı alanlardaki yüksek hâkimiye­
tini kabul etmiş bulunuyordu.
Bu gelişmeler üzerine Kudüs Kralı III. Baudouin de Ku­
düs’ten Antakya’ya gelerek, İmparator Manuel’e sadakat ar-
zetti. İmparator Manuel böylece Latin-Doğu’ya da yüksek
hâkimiyetini kabul ettirmiş oluyordu. Kaynaklarda, İmpa­
rator Manuel’in 12 Nisan 1159 tarihindeki Antakya’ya gi­
riş töreni ile ilgili ifadeler, bu hâkimiyeti, gözler önüne ser­
mekteydi. Şöyle ki:
“Manuel, imparatorluk alâmetleriyle donatılmış bir sa­
ray atının üzerinde giderken, Kudüs kralı epeyce geride adî
bir at üzerinde kendisini takip etmekteydi. Antakya Prin-
kepsi Renauld ise, İm parator M anuel’in at takım larının
dizginlerini tutarak gidiyordu”.
İmparator Manuel, Antakya Prinkepsi Renauld’un bağ­
lılığını temin ederken şehri Musul Atabeği Nûreddin Mah-
mud Zengî’ye karşı koruyacağı vaadinde bulunmuştu. İm­
parator Antakya’ya girdikten sonra, şehirde sekiz gün kaldı.
Burada Nûreddin M ahmud’a karşı Rum-Ermeni-Latin it­
tifakı sağlandı.
Bu defa müttefik güçler Nûreddin Mahmud Zengî’ye
karşı harekete geçtiler. Haçlı ordusu süratle Şam üzerine
yürüdü. Buna karşı Nûreddin M ahmud’un komutasındaki
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Türk-tslâm kuvvetleri Halep’in doğusunda toplanmıştı. Sa­


vaştan önce iki tarafta anlaşma zeminlerini araştırdı. Ne­
ticede görüşmeler olumlu bir netice verdi ve iki tarafta bir
barış anlaşması uygun buldu.
1159 Mayıs ayının sonunda başlayan müzâkereler neti­
cesinde Nûreddin, daha önce esir aldığı Frankları serbest
bırakmayı da kabul etti. Bunlar arasında Temple şövalye­
lerinin büyük üstadı Blancfort’lu Bertrand, II. Haçlı seferi
sırasında esir düşen Almanlar ve esaretinden beri kendi­
sinden haber alınamayan Toulouse’lu Bertrand da vardı.
İmparator Manuel, Nûreddin M ahmud ile anlaşarak
pek çok fayda temin ediyordu. Çünkü imparator için ön­
celikle tehdit Nûreddin Zengî’den ziyade Sultan II. Kılıç
Arslan idi. Diğer yandan Nûreddin M ahmud’un gücünün
kırılması, Frankların rahat nefes almasını ve Bizans deste­
ğine ihtiyaç duymamalarını sağlayacaktı. Zira bölgede Nû­
reddin Mahmud Zengî’nin varlığı Frankları her an rahatsız
etmekte ve onların zaman zaman Bizans’tan yardım iste­
melerine sebep olmaktaydı. Bizans’ın doğudaki başarısının
devamı ve Latinler üzerindeki hâkimiyeti ancak Nûreddin
Mahmud Zengî’nin güçlü kalmasıyla mümkün olabilecekti.
İşte imparator bu anlaşma ile hem Frankları kendisine
mahkûm ediyor hem de II. Kılıç Arslan ile diğer İslam dev­
letlerinin arasını açmış bulunuyordu.

İmparator ve II. Kılıç Arslan


mparator Manuel, doğu seferine çıktığı zaman, Sultan II.
İKılıç Arslan’a elçi göndererek kendisine karşı bir hareketi­
nin olmadığını Ermenileri cezalandırmak üzere yola çıktı­
ğım bildirmişti. Bunun üzerine Sultan, Bizans harekâtının

81
PROF. D R AHMET ŞİMŞtRGİL

kendisine karşı yapılmadığını görerek, karşılıklı bir saldır­


mazlık anlaşması yapmaya razı olmuştu. Böylece Manuel
güçlü ordusuyla tehlikesizce Selçuklu topraklarından geçe­
rek hedefini gerçekleştirmişti.
İmparator, Yakın-Doğu’da Bizans hâkimiyetini tekrar
sağladığı sırada başkentte karışıklıklar çıktığını ve kendi­
sine karşı bir ihtilâl hazırlı olduğunu haber aldı. Bu durum
karşısında süratle birliklerini toparlayıp geri dönüşe geçti.
Hedefi en kısa yoldan başkentine varmaktı. Bu sebeple bir
kez daha aralarında saldırmazlık anlaşması bulunan Sel­
çuklu topraklarından geçmek durumunda kaldı.
Ancak İmparator Manuel ordusuyla Selçuklu toprak­
larından geçerken önce Larende (Karaman)’de ve ardın­
dan Kütahya’da Türkmenlerin saldırılarına uğradı. Bu ani
baskınlar sırasında Bizans ordusu on iki bin asker ve yirmi
bin civarında at kaybetmişti. Bu durum saldırıların boyu­
tunu göstermektedir.
Bazı kaynaklar bu saldırıların sebebini İmparator ile
Nûreddin Mahmud Zengî arasında yapılan anlaşmaya bağ­
lamaktadır. Onlara göre II. Kılıç Arslan, İmparator Manu-
el’i, Nûreddin’le anlaşması sebebiyle cezalandırmak iste­
miş olabilirdi.
İmparator Manuel ise başarı ile neticelenmiş bir sefe­
rin dönüşünde çektiği sıkıntılar ve verdiği kayıplar yüzün­
den kızgındı. Bu sebeple Başkentte duruma hâkim olduk­
tan sonra vakit geçirmeden yeni bir seferin hazırlıklarına
başladı. Bu defa Küçük Asya sınırlarını emniyete almak ve
Batı Anadolu’da en verimli ovalara yerleşmiş olan Türk-
menleri daha içerideki yaylalara geri atmak emelindeydi.
SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

Kışı büyük hazırlıklarla geçiren İmparator Manuel, 1160


yılında Türkmenlere karşı ordusunun başında sefere çıktı.
II. Kılıç Arslan bu güçlü orduya karşı meydan savaşına gi­
rişmenin tehlikeli olacağını düşünmüştü.
Bu itibarla baskın harekâtları yapmaya karar verdi. Ni­
tekim Selçuklu birlikleri gece baskın yaparak, gündüz çe­
kilerek, Eskişehir civarına kadar ilerleyen Bizans ordusuna,
oldukça ağır zayiat verdirdiler. Manuel her aldığı darbeden
sonra toparlanmak için zaman harcamak zorunda kalıyordu.
Zayiatı on binlere varmış fakat Selçuklu ordusu karşısına
çıkmamıştı. Kış mevsimi yaklaşıyordu. Şayet daha fazla
oyalanırsa kışın bastırması ile birlikte mahvolacağını an­
lamıştı. Bu itibarla netice alamadan Bizans’a geri dönmek
zorunda kaldı.
Selçuklu birlikleri ise fırsattan azami olarak istifade
etmeyi ihmal etmediler. Bizans kuvvetleri geri çekilirken
Türkler, İsparta ve Denizli yörelerine kadar akınlarda bu­
lundular. Danişmendli Yağıbasan da Karadeniz sahillerine
kadar çıkarak Bafra ve Ünye’yi zaptetti.
İmparator Manuel, Anadolu Selçuklularını cezalandır­
mak için çıktığı seferden eli boş olarak dönmüş ve prestiji
iyiden iyiye sarsılmıştı. Şayet başarı sağlayamazsa Latin-Do-
ğu’da da gücünün kırılacağını ve bu halin hem düşmanla­
rına hem de muarızlarına fırsat vereceğini biliyordu.
Bu itibarla daha büyük hazırlıklara girişti. Sırbistan’­
dan gelen kuvvetlerden başka, Lâtin şövalyelerine yardım
etmeyi tasarlayan maceraperestlerden kurulu ve Rodos’ta
konaklayan Haçlı kafilelerini de hizmetine aldı.
Manuel 1161 yılında bir kez daha Selçuklular üzerine
sefere çıktı. Anadolu’ya geçtikten sonra bu kez Menderes

83
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİI

havalisine yöneldi. Manuel, bu sefer Eskişehir bölgesinden


değil, Alaşehir bölgesinden harekete geçmişti. Bu arada el­
çiler göndererek anlaşma yollarını da açık tutuyordu.
Sultan II. Kılıç Arslan kendisine gelen haberlerden ve
elçilerden imparatorun İznik bölgesinde olduğunu zanne­
diyordu. Hâlbuki İm parator Alaşehir’den itibaren Türk
topraklarını istilâya girişmişti. Bizans ordusunun bu ani
ve yanıltıcı saldırısı karşısında Türk kuvvetleri bir müd­
det bocaladılar. Ancak II. Kılıç Arslan birliklerini kısa sü­
rede bölgeye sevk etmeye başladı.
İmparator Manuel, kendisinden emin bir şekilde Men­
deres nehrinin kaynaklarına doğru ilerlemekte idi. Bölge­
deki Selçuklu kuvvetlerine komuta eden Atabeg Süleyman,
İmparatorun güçlerine direnmeye çalışıyordu.
Öte yandan gruplar halinde dağlık bölgelerde yerini
alan Türk birlikleri Bizans ordusunun arkasından ilerle­
meye başlamışlardı. Arazinin müsait olduğu yerlerde gece
gündüz demeden Bizans birliklerine saldırılar başladı. Ma­
nuel uzun süre bölgede kalmaya cesaret edemiyordu. Bu defa
da kesin bir netice alamadan geri dönmek zorunda kaldı.
Oysa II. Kılıç Arslan harekâtını bitirmemişti. İmpa­
ratorun dönmesiyle birlikte Selçuklu birlikleri Kara Ağaç
Ovası’nın güneyinde bulunan Dodurga (Fileta)’yı aldıktan
sonra yakınındaki Denizli’yi de aniden basarak şehrin hal­
kını esir ettiler.

II. Kılıç Arslan’a Karşı Büyük İttifak


mparator Manuel, son derece güçlü birliklerle Anadolu’ya
İiki sefer yapmış fakat neredeyse hiçbir netice alamamıştı.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Bu arada Selçukluların gücünü anladığı gibi II. Kılıç Ars-


lan’m savaş siyaseti ve stratejisinden de ürkmüştü. Bu iti­
barla o da siyasetini değiştirmek zorunda kalacaktı. Suri­
ye’deki Franklar ile anlaşan Manuel, daha sonra
Manuel özellikle Selçuklulara karşı olan Türk beylik­
leri ile ittifak etmek için harekete geçti, önce Danişmendli
Yağıbasan ile bir ittifak anlaşması imzaladı. Taht iddiacısı
olan kardeşi Ankara ve Çankırı bölgesinin Meliki ve Sul­
tan II. Kılıç Arslan’m kardeşi Şahin Şah ile görüşmeler baş­
lattı. Kendisine birlik olması halinde Selçuklu tahtını vaat
etti. Şahin Şah bu teklif üzerine Manuel’le ittifak etti. O n­
ları Kayseri Meliki Danişmendli Zünnun ile Malatya’daki
Danişmendli Zülkarneyn takip etti hâlbuki bu ikisi Sultan
II. Kılıç Arslan’a tâbi ve onun müttefiki idiler. Manuel ken­
dilerine Selçuklu topraklarından pay vereceği vaadiyle iki­
sini de tarafına çekmeye muvaffak olmuştu.
İm paratorun bölgenin güçlü liderlerinden N ûreddin
M ahmud Zengî ile arasında 1159 yılından beri anlaşma
söz konusuydu.
Böylece Manuel tatlı vaatler ve hediyelerle bölge bey­
lerini tarafına celbetmiş ve Sultan II. Kılıç Arslan’a karşı
güçlü bir ittifak manzumesi meydana getirmeye muvaffak
olmuş bulunuyordu.
Manuel her ne kadar görüşmeleri büyük bir gizlilik
içinde yürütmeye dikkat etmişse de II. Kılıç Arslan bu bü­
yük ittifaktan zamanında haberdar olmuştu. Derhal bu it­
tifakı dağıtabilmek için teşebbüslere girişti.
öncelikle Atabek Süleyman’ı, İmparator Manuel’e gön­
dererek barış yapmak istedi. Elinde bulunan Bizans esirle­
rini serbest bırakacağını bildirdi. II. Kılıç Arslan böylece

85
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

işi temelden halletmek istemişti. Fakat İmparator Manuel,


Sultan II. Kılıç Arslan’ın bu barış teklifini reddetti. Bu du­
rum karşısında Sultan II. Kılıç Arslan, Danişmendli Yağı-
basan’a elçiler göndererek Bizans’la ittifaktan vazgeçmesi
halinde Elbistan ve yöresini kendisine bırakacağını bildirdi.
Fakat bu teşebbüsünden de bir netice alamadı.
Yağıbasan ise sadece II. Kılıç Arslan’ın teklifini reddet­
mekle kalmadı. Düşmanlığını çok daha ileri vardıran dav­
ranışlar içine girdi.
Sultan II. Kılıç Arslan, Erzurum Saltuklu Atabeği îz-
zeddin Saltuk’un kızı ile nikâhlanmıştı. Gelin alayı yolda
iken bunu haber alan Yağıbasan kuvvetleri ile önlerine çıktı
ve gelini kaçırdı. Bir düzenle boşalttırılan kızı yeğeni Zün-
nun ile evlendirdi.
Yağıbasan ın bu hareketi Sultan II. Kılıç Arslan’ı son
derece üzmüş ve sinirlendirmişti. Haddini bildirmek üzere
derhal kuvvetleriyle Yağıbasan’ın üzerine yürüdü. Yağıba­
san ise Sultanın böyle bir teşebbüse geçeceğini biliyordu.
Bu itibarla Bizans İmparatoru ve diğer müttefiklerine ha­
berler göndermiş ve kuvvet talep etmişti.
II. Kılıç Arslan alelacele topladığı kuvvetlerle Yağıbasan’ı
rahatlıkla halledebileceğini tahmin ediyordu. Oysa karşılaş­
tığı zaman artık çok geçti. Zira Yağıbasan’ın yanında müt­
tefiklerden kurulu büyük bir ordu olduğunu gördü.
Nitekim II. Kılıç Arslan’ın birlikleri bu büyük ordu
karşısında ağır bir hezimete uğradılar. Sultan’ın 1157’lerde
sağladığı Anadolu’da sağlamış bulunduğu büyük itibar bir
anda yok olmuştu.
SULTAN U. KILIÇ ARSLAN

Aslında yok olan sadece II. Kılıç Arslan’ın itibarı ve


kudreti değildi. Bir bakıma Anadolu Türk birliği de tekrar
parça parça olmuş bulunuyordu. Bizans iki yıldır bütün gü­
cüyle elde edemediği emeline Türk devletçiklerini birbirine
düşürmek suretiyle kolayca kavuşuvermişti.
Sultan II. Kılıç Arslan müttefik birlikler karşısında uğ­
radığı bozgun Anadolu’da güç dengelerini yeniden değiştir­
mişti. Nûreddin Mahmud Zengî’nin son zamanlarda Haç­
lılara karşı kazandığı zaferler onu sultana karşı büyük bir
güç olarak ortaya çıkarmıştı. Danişmendli Yağıbasan, El­
bistan bölgesine sahip olarak gücünü katlamıştı. Sultan’ın
kardeşi Şahinşah ise imparator Manuel’in desteğini yanına
alarak bölgesinde oldukça güçlü konuma gelmişti.

II. Kılıç Arslan Bizans’ta


ultan II. Kılıç Arslan’ın parçalanmış bölgede neredeyse
S tek bir müttefiki kalmamıştı. Buna karşılık bütün güçler
kendisine karşı ittifak halindeydi. Bu arada kardeşi fırsat­
tan istifade ile kendisinin yerini alabilmek için teşebbüslerin
içine girmiş olup Bizans’ı her vesile ile tahrik etmekteydi.
Sultan bu durum u kendisi için oldukça tehlikeli bulmuştu.
Bu itibarla her ne pahasına olursa olsun Bizans’la arasını dü-
zeltebilme yollarını araştırmaya başladı. Zira Anadolu’daki
Türk beylikleri ile hesaplaşmadan önce mutlaka Bizans’ın
tarafsızlığını sağlamalıydı. Aksi takdirde iki ateş arasında
tahtını muhafaza etmenin imkânı kalmayacaktı.
Yanında bulunan Bizanslı Christopher’i İmparator Ma-
nuel’e göndererek kabul edilebilir teklifler sundu. Ayrıca
İstanbul’a gelerek kendisini ziyaret etmek isteğini belirtti.

87
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Sultan II. Kılıç Arslan’ın teklifleri ve Bizans’a gelme is­


teği Manuel’i rahatlatmıştı. Kendisini davet etti. Bu haber
üzerine Sultan II. Kılıç Arslan, 1162 yılında yanında Musul
Atabeği Nûreddin Mahmud Zengî’nin kardeşi olan Nusre-
tüddin Emir Mîrân ve bin kişilik maiyeti ile Bizans’a ha­
reket etti.
II. Kılıç Arslan’ın Bizans’a gelişi şehirde büyük merak
ve ilgi uyandırmıştı. Nitekim ziyaretle ilgili haberler Nike-
tas Khoniates’te canlı bir şekilde tasvir edilmektedir. Diğer
taraftan Sultan’ın gelişi, Bizanslılarca tâbi bir hüküm darın
davranışı olarak kabul edilmekte ve dolayısıyla BizanslIla­
rın gururunu okşamaktaydı.
İmparator Manuel, Sultanın gelişine büyük önem ver­
mişti. Bugünkü Sarayburnu’ndan Sultanahmet Meydam’na
kadar uzanan Akropol’dan Ayasofya’ya kadar Sultan için bir
karşılama töreni düzenlemişti. Böylece o bir anlamda du­
rum dan faydalanarak, siyasetinin ve Bizans’ın güçlülüğünü
gözler önüne sermek istemişti.
Kayıtlara göre Sultan II. Kılıç Arslan ve maiyeti, Bizans’ta
seksen gün misafir edildi. Çok iyi kabul gördü. Kaynakla­
rın belirttiğine göre kendisine ve maiyetine günde iki defa
altın ve gümüş kaplarla yemek getiriliyor, daha sonra bu
kaplar sultana hediye ediliyordu. Bu armağanlar, Sultanın
Bizans’ta kaldığı sürece devam etmiştir.
Bu iyi niyet göstergeleri ve muhabbet sonunda bir an­
laşma ile de neticelendi. Kinnamos’a göre bu, evvelce ya­
pılan antlaşmanın yenilenmesinden başka bir şey değildi.
1162 tarihli bu Türk-Bizans antlaşmasına göre:
SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

“Sultan II. Kılıç Arslan, Bizans’ın düşmanlarını kendi


düşmanı olarak kabul edecek ve bunlarla mücadele husu­
sunda Bizans’a yardımcı olacaktı.
Sultan, ele geçirdiği Bizans şehirlerini, bilhassa Sebast
(Uşak’a bağlı Sivaslı kasabası) ve çevresini iade edecekti.
Sultan II. Kılıç Arslan, Manuel’in bilgisi olmadan başka
devletlerle herhangi bir anlaşma imzalamayacak, Avrupa’da
olduğu kadar Anadolu’da da M anuel’in yaptığı seferlere
yardımcı kuvvetler gönderecekti.
Selçuklu Devleti’ne bağlı Türkmen aşiretlerinin Bizans
topraklarına yaptıkları akınlar Sultan tarafından önlenecekti.
İmparator Manuel de II. Kılıç Arslan’a karşı yapılacak
seferlerde kendisini destekleyecekti.”
Aslında antlaşm anın maddeleri Sultan II. Kılıç Ars-
lan’ın tam anlamıyla imparatorun hâkimiyeti altına girdi­
ğini gösteren bir belge konumundaydı. Fakat günün şart­
ları Sultan’a daha başka bir seçenek bırakmamış gibiydi.
Neticede Sultan II. Kılıç Arslan aleyhindeki ittifakı bir
anlamda bozmaya muvaffak olmuş olarak ülkesine döndü.

Anadolu’da Büyük Mücadele


ultan II. Kılıç Arslan Bizans’ta bulunduğu sırada Ana­
S dolu’da güç mücadelesi de gittikçe kızışmıştı.
Danişmendli Yağıbasan, Sultanın damadı olan Har-
put Meliki Artuklu Kara Arslan’ın Âmid (Diyarbakır)’i ku­
şatması sırasında önce Harput ve Çemişkezek bölgelerini
ele geçirmiş, ardından 1163 yılında Kızan (Hizan) ve Kar­
san taraflarını yağmalamış ve bölge halkından bir kısmını
PROF. D R AHMET ŞlMŞÎRGİL

tutsak ederek Kemah’a sürmüştü. Artuklular, Sultan II. Kı­


lıç Arslan’ın müttefiki idiler.
1162 yılında İstanbul’a giderek Manuel’le anlaşma yap­
maya muvaffak olan II. Kılıç Arslan şimdi eli güçlenmiş
olarak dönmüş bulunuyordu. II. Kılıç Arslan şimdi kendi­
sine düşmanlık yaparak zor duruma düşüren Danişmend-
liler, Nûreddin Mahmud ve müttefikleriyle tekrar hesap­
laşmak üzere büyük bir hazırlığa girişti.
II. Kılıç Arslan öncelikle aleyhte faaliyetlerini devam et­
tiren Yağıbasan’ı cezalandırmak istiyordu. Bu maksatla 1163
yılında müttefiki olan Artuklu emirleriyle birlikte Yağıba-
san’ın elindeki Malatya üzerine yürüyüp zaptetti.
II. Kılıç Arslan ve müttefikleri daha sonra Yağıbasan’ın
merkezi olan Sivas’a doğru yürüdüler. Yağıbasan müttefik
güçlere karşı tutunamayacağını anlayınca Sivas’tan çekil­
mek zorunda kaldı. Böylece II. Kılıç Arslan, Sivas’a da ko­
layca hâkim oldu.
Danişmendli Yağıbasan, damadı ve aynı zamanda II.
Kılıç Arslan’ın kardeşi Şahin Şah’la işbirliği yapmak üzere
Çankırı’ya gitti. Çankırı’da bulunduğu sırada bir Rama­
zan ayı gecesinde aniden rahatsızlanarak hayatını kaybetti
(4 Ağustos 1164). Cenazesi Sivas’a getirilerek defnedildi.
Yağıbasan’ın ölümü onun beylik topraklarının paylaşıl­
ması konusunda yeni mücadeleleri beraberinde getirecekti.
Cenazesine eşlik eden askeri birlikler oğlu Cemal’in
tahta seçmesini isterlerken, Elbistan bölgesindeki diğer
birlikler ise M uadi’nin oğlu M ahmud’u destekliyordu. Ce­
mal Gazi, kısa süre içinde amcası İbrahim Bey tarafından
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

meliklikten indirildi. 1168 yılında ise İbrahim Bey de taht­


tan indirilerek verine oğlu İsmail geçecektir.
Yağıbasan’ın ortadan kalkması ve Danişmendliler ara­
sında ihtilafların artması ile işleri epeyce kolaylaşan Sul­
tan II. Kılıç Arslan, bu defa da kardeşi Şahinşah’ın üzerine
yürüdü. Onu yenilgiye uğratarak Çankırı, Ankara ve çev­
resini tamamen ele geçirdi.
II. Kılıç Arslan 1165 yılında Danişmendlilerin elinde
bulunan Tohma suyu vadisine yöneldi. Darende, Elbistan
ve Gedük çevresini tamamen zaptetti. Harekâtına devam
eden II. Kılıç Arslan, kendilerinin hâkimiyetinde iken Nû-
reddin Mahmud tarafından alınan Maraş üzerine yürüdü.
Süratli bir harekât sonucunda Maraş, Göksün (Keysun) ve
Behisni’ye yeniden sahip oldu (1167).
II. Kılıç Arslan kendisine karşı ittifak içerisine girmiş
Anadolu emaretleri üzerine tek tek yürümekteydi. Bu defa
evvelce müttefiki iken sonrada Manuel’in tahrikiyle aley­
hine geçen Danişmendli Zünnun Gaziyi hedef aldı. II. Kılıç
Arslan’ın birlikleri 1169 yılında Kayseri Önlerindeydi. Karşı
koyamayacağını anlayan Zünnun şehri terk ederek Nûred-
din Mahmud Zengî’nin yanma kaçtı. Böylece II. Kılıç Ars­
lan Kayseri ve Zamantı’yı kolaylıkla aldı.

Manuel’in Macar Harekâtı


izans İmparatoru Manuel’le 1162 yılında anlaşma sağ­
B layan II. Kılıç Arslan, sistemli bir şekilde Anadolu’da
Türk birliğini gerçekleştirmek üzere adımlarını atarken Bi­
zans ise Batı meseleleriyle uğraşmak durum unda kalmıştı.
Zira 1161 yılında Macaristan Kralı II. Geiza’nın ölümü ile

91
PROF. D R AHMET ŞİM ŞİRG İl

ortaya çıkan taht kavgaları ManueFin dikkatlerinin bu yöne


doğru çekilmesine sebep olmuştu.
Manuel, yeni Macar Kralı III. Stefan a karşı, ölen kra­
lın kardeşleri IV. Stefan ile Ladislaus’u destekleme kararı
almıştı. Böylece Macar krallığının da metbûu olacaktı.
Bu durum karşısında III. Stefan tıpkı II. Kılıç Arslan’ın
yaptığı gibi 1164 yılında, Bizans İmparatoru Manuel ile bir
anlaşmaya vardı. Bu anlaşmaya göre kardeşi Belayı Kons-
tantinopolis’e rehin olarak gönderdi. Manuel bu vaziyetten
istifade ile daha sonra Macaristan tahtı üzerinde veraset yo­
luyla etkili olabileceği adımları da atmaktan geri kalmadı.
Bu gaye ile Belayı kızı Maria Komnene ile evlendirerek
onu damat edindi. Manuel onu geleceğin Macar kralı yap­
mak istiyordu. Belaya yunanca Aleksios ismini ve impara­
tordan sonra en yüksek unvan olan despot unvanı verildi.
1164 ve 1165 yıllarında, Bela, İmparator I. Manuel’in
baba toprağı M acaristan’a karşı yürüttüğü sefere katıldı.
Bu durum karşısında III. Stefan, Hırvatistan, Dalmaçya ve
Srem illerinin yönetimini Manuel e bıraktı.
Böylece Macaristan’daki hâkimiyet mücadelesi İmpa­
rator Manuel’i on yıl kadar meşgul edecektir. Nihayet III.
Stefan’ın ölümünden sonra (1172) Bela, M acaristan tah­
tına geçecektir.
İşte Manuel’in Macar krallığı ile uzun süren meşgu­
liyeti II. Kılıç Arslan’ı Anadolu birliğini sağlama yolunda
oldukça rahatlatmıştı. Öte yandan II. Kılıç Arslan acele
etmeyerek Bizans’la iyi ilişkilerinin devamı yolunda çok isa­
betli bir siyaseti de devam ettirmiştir. Nitekim o, bir yan­
dan Anadolu’da eski ülkesine yeniden hâkim olma adımla­
rını atarken diğer yandan Bizans’a gönderilen Türk elçileri

92
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

ile İm paratora hediyeler sunmayı ihmal etmiyordu. Böy-


lece Türk-Bizans dostluğuna verdiği önemi belirtmeye ça­
lışarak imparatorun dikkatini Anadolu’dan uzak tutmayı
başarıyordu.
Manuel’in on yılı aşkın süre Anadolu’daki gelişmelere
kayıtsız kalışı sadece II. Kılıç Arslan’ı rahatlatmamıştı. Nite­
kim Çukurova bölgesindeki Ermeni Krallığı da bu durum ­
dan m üm kün mertebe faydalanmıştı. Ermeni Kralı Tho-
ros 1168 yılında ölmüş ve yerine II. Roupen adındaki oğlu
tahta çıkmıştı. Ancak yeni kral, yaşının küçük olması do­
layısıyla, teyzesinin oğlu olan Thomas adlı bir Frank Lor­
dunun vesayeti altına verilmişti.
Fakat bu durum a Thoros’un kardeşi Mleh karşı çıktı.
Mleh evvelce Thoros’la saltanat mücadelesi vermiş ve kay­
bederek Nûreddin M ahm ud’un yanma sığınmıştı. Hatta
onun bu sırada Müslüman olduğuna dair rivayetler de bu­
lunmaktadır.
Mleh bu defa vaziyetin kendi hesabına son derece m ü­
sait olduğunu görmüştü. Thoros’un tam destekçisi olan Ma-
nuel, Batı bölgeleri ile ilgilendiğinden bu tarafa müdahale
edecek konumda değildi. Bu itibarla Nûreddin Mahmud
Zengî’den de aldığı yardımlarla Ermeni krallığı üzerine
yürüdü. Thoros’u krallığın başından uzaklaştırıp, yeğenini
devirerek 1170 yılı başında Ermeni Krallığının başına geçti.
Daha sonra Mleh, Bizans’a karşı mücadeleye başladı.
Sultan II. Kılıç Arslan da İmparator Manuel’le yaptığı an­
laşmayı bir kenara bırakarak, Ermeni Mleh’le Bizans’a karşı
bir ittifak yaptı. Böylece Çukurova bölgesindeki Bizans kuv­
vetleri üst üste yenilgiye uğradılar.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Manuel Tekrar Anadolu’da


• •
te yandan II. Kılıç Arslan’ın Anadolu’da rakipsiz bir
O güç haline gelmesi İmparator Manuel’i oldukça rahat­
sız etmişti. Selçuklu gücünü kırmaya kararlı olan impara­
tor, Sultan II. Kılıç Arslan’a, Türkmenlerin zaptettiği yer­
lerin iade edilmesi için Konstantinos Gabras’ı elçi olarak
gönderdi. İmparatorluk elçisi, Sultana birçok hediye ve yeni
silahlar sundu. Ancak Gabras ın elçilik görevi başarısızlıkla
neticelendi. Zira Sultan, görünürde bu istekleri yerine ge­
tirmeye çalıştıysa da Türkmenleri desteklemeye devam etti.
Esasında Eskişehir civarındaki sayıları yüz binleri aşan
Türkmenlerin Bizans sınırını geçmeleri, her iki devlet ara­
sındaki en önemli mesele idi. Bu Türkmen aşiretleri ken­
dilerine yeni bir yurt ve otlak bulabilmek için Bizans ara­
zisine sık sık akınlar yapıyorlar. Bunlara II. Kılıç Arslan ın
dahi sözü tesir etmiyordu.
Neticede Türkmen saldırıları Sultan Öyüğü’ne (Sulta-
nönü) dayanmıştı. Ege bölgesinde ise Türklerden geri alı­
nan Sandıklı (Pentapolis) kasabasının bulunduğu Sandıklı
Ovasına kadar uzanıyordu.
Sonunda Türkmenlerin Sandıklıya yaptığı akınlardan
rahatsız olan İmparator Manuel, nihayet 1173’te harekete
geçti. Türkmenlere büyük bir darbe indirmek ve sınırla­
rını güvence altına almak istiyordu. İm paratorun büyük
bir kuvvetle Alaşehir’e kadar ilerledi. Bizans’la bir savaşa
hazırlıklı olmayan Sultan II. Kılıç Arslan, Atabeg Süley­
man’ı gayet kıymetli hediyelerle elçilikle İmparator Manu-
el’e gönderdi. Bilhassa armağan olarak sunulan yarış atları
İmparator’u yumuşatmaya yetmişti.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Atabek Süleyman, Bizans arazisine yapılan saldırılarla


Sultan II. Kılıç Arslan’ın hiçbir ilgisi olmadığını bildirdi.
Maharetli bir diplomat olan Türk elçisi İmparatoru, bu sal­
dırılardan Selçuklu sultanının sorumlu olmadığı hususunda
ikna etmişti. Buna rağmen İmparator, dostu ve müttefiki
kabul ettiği Sultanın bu gibi olayları çıkaranlara karşı ge­
rekli tedbirleri almamasını kınamıştır. Ayrıca Sultandan
1162 anlaşmasına uygun hareket etmesini rica etmiştir.
İmparator ayrıca Bizans’a karşı birlikte hareket etmek
üzere Sultan II. Kılıç Arslan’la Musul Atabeği Nûreddin
Mahmud Zengî arasında yapılmış olan anlaşma hakkında
bilgi istedi. Çünkü 1162 anlaşmasına göre Sultan II. Kılıç
Arslan bu türden anlaşmalar hakkında İmparator’a bilgi ver­
mek zorundaydı. Sultan II. Kılıç Arslan, İmparatorla ara­
sındaki anlaşmanın Atabeg Nûreddin Mahmud tarafından
öğrenilmiş olduğunu ve Atabeg’in, bu anlaşmayı istemedi­
ğinden ona uymak zorunda kaldığını bildirdi.
Manuel ilk seferinde başarılı olmuş gibi görünse de as­
lında elde edilmiş bir şey yoktu. Zira onun çekilmesi ile bir­
likte Türk-Bizans sınırındaki bu türden olaylar şiddetinden
bir şey kaybetmeksizin devam etmeye başladı. Türk kuv­
vetleri, Frigya bölgesindeki Denizli, Çivril, Kütahya, San­
dıklı, Afyon, Uşak, Şuhut, Yalvaç gibi şehirleri yağmaladı­
lar. Türkmen akınları Denizli’den sonra Kırkağaç Bergama
ve Edremid’e kadar uzanmıştı. Artık Anadolu’nun kuzey
bölgeleri de Türkmen yayılma sahasına girmişti.
Manuel bu duruma kesin bir çözüm bulmak istiyordu.
Bu itibarla 1162 anlaşmasına uygun olarak Türkm enler
tarafından zapt edilmiş bulunan şehirlerin kendisine ia­
desini ve bütün akın hareketlerinin durdurulmasını talep

95
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

etti (1174). II. Kılıç Arslan ise zaman kazanmak için yeni
girişimlerde bulunmaktan geri kalmıyordu. İmparatordan
söz konusu şehirleri teslim alması için Bizans birliklerinin
gönderilmesini istedi. Bunun üzerine İmparator Manuel,
altı bin kişilik bir Bizans birliğini Alexis Aulps adlı biri­
nin komutasında Anadolu’ya gönderdi.
Sultan, şehirlere ise al altından teslim olmamalarını
öğütlemişti. Bu nedenle Bizanslılar hiçbir şey elde edeme­
den geri dönmek zorunda kaldılar.

1175 Yılı
mparator Manuel, II. Kılıç Arslan m bu son hareketi üze­
İ rine kesin kararını vermiş bulunuyordu. A rtık II. Kı­
lıç Arslan a ve Türkmen gruplarına unutamayacakları bir
ders verecekti.
Fakat Manuel bu defa tedbirli hareket ediyordu. Yapa­
cağı büyük harekâtın planlarını inceden inceye yapmaya ve
adımlarını atmaya başladı. Kendisi bizzat Konya’ya kadar
uzayacak bir seferi düşünüyordu. Bu takdirde hem Anado­
lu’da Bizans hâkimiyetini yeniden sağlayacak hem de Ku­
düs yolunu açarak itibarını arttıracaktı.
Öncelikle sefer için büyük bir ordu teşkil etmeyi dü­
şündü. Bu sebeple Papa III. Alexander’a bir mektup gön­
dererek Türk meselesini halletmek üzere büyük bir sefere
hazırlandığını, bundan dolayı Haçlı seferi için çağrıda bu­
lunmasının isabetli olacağını bildirmişti.
Manuel bu defa işini sağlam tutuyordu. Önceki sefer­
lerde olduğu gibi baskın yememek için harekâtı öncesinde
sınırlarını da kuvvetlendirmek gayesiyle Basile Tzikandelos
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

ile Mikhael Angelos adlı iki komutanını bölgeye gönderdi.


Türkler kalabalık Bizans kuvvetlerinin harekâtını haber
alınca bölgeden çekildiler. Bizanslılar Bergama, Kırkağaç
(Khliara), Edremid (Adramyttion) taraflarını kolaylıkla m u­
hafaza altına aldılar. Sık sık Türkmenlerin baskınına uğra­
yan Denizli de tahkim edildi.
Bizanslılar önemli merkezler arasında muhkem birçok
küçük palangalar da inşa etmekteydiler. Böylece hem irti­
batlarını kolaylaştırmak hem de gerektiğinde hasımlarını
rahat hareket ettirmemeyi amaçlıyorlardı. Kaynaklar bu
tedbirler sayesinde, bölgeden göç eden Rum ahalinin tek­
rar geri döndüğünü ve bölgede ticari bir canlılığın da mey­
dana geldiğini yazmaktadırlar.
Manuel ayrıca seferde faydalı olacağı düşüncesiyle îç
Anadolu’yu Marmara ve Ege bölgelerine bağlayan yolların
üzerinde iki büyük istihkâmı da yeniden takviye ettirmeyi
planladı. Önce Eskişehir yakınlarındaki Doryleon (Eskişe­
hir) istihkâmının onarımı başladı. Ordusunun başında Bi-
tinya’ya (îzmit-îznik ve Doğu yöresi) göçen Manuel, Ulubat
Gölü’ne dökülen Atranos Çayı kıyısında ordusuna katıla­
cak yeni kuvvetleri bir müddet bekledikten sonra Doryle-
on’a hareket etti. Manuel Komnenos, Türkmen aşiretlerinin
bu bölgeden Bizans arazisine sızmalarını önlemek istiyordu.
Doryleon stratejik bir nokta idi. Buradan yollar Anadolu’ya
bir yelpaze gibi açılmaktaydı.
imparator Manuel, önce buradaki Türkmen aşiretlerini
bölgeden uzaklaştırmakla işe başladı. İstihkâmın yapıldığı
yer, Porsuk (Tembris) çayı vadisinin kenarında, şimdiki
Karacaşehir Köyü nün bulunduğu mevki idi. İstihkâmın
bir an önce bitmesini temin için işçileri ve askerleri teşvik

97
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

bakımından İmparator Manuel’in de sırtında taş ve top­


rak taşıdığı rivayet edilmektedir Doryleon istihkâmı kırk
günde tamamlandı. Surların etrafına geniş hendekler ka­
zıldı. Şehrin herhangi bir kuşatmaya uğraması halinde sa­
vunm anın devamını temin edebilmek için yiyecek stokları
yapıldı. Büyük sarnıçlar inşa edilerek içilecek sular bu sar­
nıçlarda toplandı. İnşaatın çabukluğu göz önüne alınırsa
bu müstahkem mevkiin toprak-taş duvar ve su dolu hen­
dekler olduğu anlaşılır.
Doryleon istihkâmının yapılışı sırasında, Sultan II. Kı­
lıç Arslan inşaatı önlemek için Atabeg Süleyman’ı değerli
hediyelerle tekrar elçi olarak gönderdi. İmparator’dan sefe­
rinin sebebini soran Sultan II. Kılıç Arslan, Doryleon istih­
kâmı işinin aralarındaki sulhu bozduğunu bildirdi.
İm paratordan on iki yıldır süren dostluğun devam et­
mesini rica etti. Türkmenlerin aldıkları yerlerin geri verile­
ceğini kabul eder göründü. Dostluğun devamı için Bizans
ordusunun geri çekilmesini istedi. İmparator Manuel ise II.
Kılıç Arslan’ın gönderdiği elçilere:
“Sultanın, bu seferin sebebini bilmemesine şaştığını”
belirterek, defalarca ikaz edilmesine rağmen verilen söz­
lere Manuel anlaşmak için artık yeni şartların gerektiğini
de belirtti. Buna göre II. Kılıç Arslan’ın Danişmendli Zün-
nun ile II. Kılıç Arslan’ın kardeşi Şahinşah’a ait toprakla­
rını da adı geçen meliklere geri vermesi gerektiğini bildirdi.
Böylece Manuel evvelce başarılı olduğu bölme ve birbirine
düşürme siyasetini bir kez daha uygulama içerisine girmiş
görünüyordu. Sınır boylarına ise Bizans askerlerinin yığı­
nağı devam etmekteydi.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Sultan II. Kılıç Arslan ise artık savaşın kaçınılmaz ol­


duğunu ve büyük bir hesaplaşmanın kapıda olduğunu an­
lamıştı. Bizans tahkimatlarını önlemek ve inşaatları gecik­
tirmek için Türkmenlere akınlarda bulunmalarını emretti.
Küçük Türkmen grupları Bizans kuvvetleri üzerine baskın­
lar düzenlemeye, çevredeki köyleri yağmalamaya, ordugâh­
tan ayrılan küçük Bizans birliklerini pusuya düşürerek imha
etmeye başladılar. Doryleon önündeki bu mücadele bütün
inşaat boyunca devam etti. Türkmen akınları özellikle Es­
kişehir ve Denizli istikametinde gelişmekteydi.
Doryleon istihkâm ının inşasını müteakip İmparator,
Ege havzasını da emniyet altına almak için Menderes nehri
kaynağının yakınlarındaki şimdiki adı Homa olan (Siblia,
Soublaion) istihkâmının da tam iratını emretmişti. Türk-
ler bu işe de engel olabilmek için, Doryleon önlerinde ol­
duğu gibi, Bizanslılara rahat vermediler. Ancak aralıksız
devam eden inşaat sonunda, Homa istihkâmı da kısa sü­
rede tamamlandı. Böylece İmparator Manuel kuzey-batı ve
batı bölgelerine giden yolların ve çevrenin emniyetini kıs­
men sağlamış oldu.
İmparator Manuel, bir taraftan istihkâmları güçlendi­
rirken diğer taraftan Türkmen saldırılarını hafifletmek ve
önlemek için askeri faaliyetlerde de bulunuyordu. II. Kılıç
Arslan’ın kardeşi, eski müttefiki Şahinşah’la irtibata geç­
miş ve desteğini almıştı. Komutanlarından Mihail Gab-
ras’ı Şahinşah’la birleşerek Amasya’nın zaptına gönderdi.
Zira Şahinşah’ın Amasya’da bulunan taraftarları el altın­
dan Manuel’e haber göndererek şehir üzerine gelirse ken­
disine destek olacaklarını bildirmişlerdi.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGÎL

Gabras, önce Paflagonya (Çankırı ve Çorum çevresi)’ya


geldi. Burada bir müddet Pontus (Karadeniz) eyaletinden
gelecek kuvvetleri bekledi. Pontus birliklerinin ordusuna
katılmasından sonra Amasya üzerine hareket etti.
Eskişehir civarında hazırlıklarını tamamlayan Şahin-
şah ise Gabras’la birleşmek üzere harekete geçtiğinde bek­
lemediği bir saldırı ile karşılaştı. II. Kılıç Arslan’ın görev­
lendirdiği Türkmen birlikleri Şahinşah’m birliklerine ani
bir baskın vererek darmadağın ettiler.
Böylece Gabras önemli bir müttefikinden m ahrum kal­
mıştı. Bu arada Gabras’ın Amasya üzerine geleceğini ha­
ber alan Türk kuvvetleri de şehrin yakınlarına gelmişlerdi.
Şehirdeki Bizans taraftarlarının devamlı çağrılarına rağ­
men Gabras bir Türk baskınına uğrama endişesiyle son
derece ihtiyatlı hareket ediyordu. Onun bu çekincesini an­
layan Türk birlikleri hiç beklemeden şehre girerek hâkimi­
yeti ele aldılar.
Gabras bu başarısızlık üzerine Doryleon üssüne dön­
mek zorunda kaldı.
İmparatorun Şahinşah’tan başka Anadolu’da bir diğer
sadık müttefiki Danişmendli Zünnun idi. Zünnun’la da ir­
tibata geçen Manuel bir diğer ünlü komutanı Andronikos
Vatatzes’i güçlü bir birliğin başında Kuzey Anadolu ha­
rekâtına memur etti. Vatatzes, Zünnun kuvvetleri ile bir-
leşerek Niksar ve bölgesine hâkim olacaktı. Nitekim impa­
ratorun ertesi sene Anadolu seferine çıktığı sırada Vatatzes
ile Zünnun otuz bin kişilik bir kuvvetle Niksar önünde gö­
rünecekti.
Böylece 1175 yılı, Türk-Bizans sınırları boyunca is­
tihkâm ların güçlendirilmesi, bir büyük savaş öncesinin

ıoo
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

hazırlıkları, istihbaratların çalışması ve ufak çatışmalarla


geçmiş bulunuyordu.

Bizans Ordusunun Harekâtı


stanbul’a dönen İmparator, artık birliklerinin nizamı, in­
İtizamı ve artırılmasıyla meşgul olacaktı. O, bu seferi bir
“Hilâl-Sâlîp” kavgasına dönüştürmüştü. Nitekim Papa III.
Alexander’a gönderdiği mektupta Türklere karşı yapacağı
savaşta, Papanın, Batılı hüküm darları ikna ve kendisine
yardım etmelerini sağlamasını rica etmişti.
Böylece Manuel yapacağı seferi bir Haçlı organizasyonu
haline getirmek böylece Türklere karşı tam bir birlik sağ­
lamak arzusundaydı. Ancak 29 Ocak 1176 tarihini taşıyan
Papa’nın cevabi mektubunda yardım ın ancak yılsonuna
doğru gönderilebileceği bildirilmekteydi.
Manuel buna rağmen kısa süre içinde savaş hazırlıkla­
rını tamamladı. Kaynakların ifadesine göre ordusu, o za­
mana kadar teşkil ettiği orduların en kalabalığı idi. Bütün
Sırbistan ve Macaristan’daki birliklerini topladı. Latinle-
rin ve Balkanlar’daki Hıristiyan Türklerin yardımını sağ­
ladı. Trakya’dan çok sayıda öküz ve araba temin etti. Mey­
dana getirdiği ordunun büyüklüğünden ve gücünden emin
olan İmparator Manuel, Türkleri kesin bir yenilgiye uğrata­
cağından ümitli idi. Ordusunun hazırlanması bittikten sonra
Ayasofya Kilisesinde dinî bir tören düzenledi. Töreni m ü­
teakip ordusunun başında başkentten ayrıldı.
Sultan II. Kılıç Arslan 1176 yılı başında İm paratora bir
kez daha sulh için elçilerini göndermişti. Ancak İmpara­
tor Manuel, sulh teklifleri reddettiği gibi asla dönülmez bir

101
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

şekilde 70 la çıkmakta olduğunu şu sözleriyle Türk elçile­


rine ifade edecekti:
“Ayaklarımın altında Sultan’ın başı olana kadar silah­
larımı bırakmayacağım.”
Manuel 1176 ilkbaharında Kostantinopolis’ten ayrıldı.
Bizans ordusu, Atranos Çayı (Susurluk Çayının bir kolu) kı­
yılarındaki yığınağı olan Ulubat (Lopadion)’ta toplanmaya
başladı. Sırp ve Macar birliklerinin gecikmesinden dolayı
ordu ancak yaz başında sınıra doğru harekete geçmişti.
Bizans ordusunun mühimmat ve ağırlıklarını beş bin
araba ve pek çok hayvan taşımaktaydı. Orduda yardımcı
olarak îngilizler, Franklar, Macarlar, Sırplar ve Türk asıllı
Hıristiyanlar bulunmaktaydı. Ordunun mevcudu yüz bine
ulaşmıştı.
Konya üzerine yürüm ek maksadıyla yola çıkan İmpa­
rator, bu defa Eskişehir yolunu bırakıp, Akhyraos’tan (Ba­
lıkesir yakınlarında bir şehir)inerek Denizli yolunu tercih
etti ve Frikya’ya girdi. İmparator, Eskişehir üzerinden ha-
rekâtabaşlaması halinde Türklerin mukavemetiyle karşı­
laşacağını tahm in ettiğinden bu güney yolunu seçmiş bu­
lunuyordu.
Daha önceleri Kolossa adı ile bilinen Honaz’a gelen Bi­
zans ordusu kısa bir süre burada konakladı. İmparator Ma­
nuel, bu şehirdeki Agios Mihael Kilisesini ziyaret ederek
zafer için dua etti.
Buradan hareket eden Bizans ordusu Dazkırı’ya sonra
Dinar’a (Çelene) vardı. Daha sonra Homa’ya varan Bizans
ordusu buradan Myrio yıkık istihkâmına ulaştı Kaynaklara
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

göre burada Bizans topraklan bitiyor, Türk toprakları baş­


lıyordu.
Türkler hususunda epeyce tecrübe sahibi olan İmpa­
rator Manuel yol boyunca emniyet tedbiri de aldırmıştı.
Bizans ordusunun yürüyüşü çok yavaş olmaktaydı. Buna
sebep ise arkalarındaki yük, erzak ve savaş malzemesi ta­
şıyan beş bin kadar arabanın ve silâhsız yardımcı Bizans­
lIların durumuydu.
İmparator, Sultan ı yeneceğinden o kadar em indi ki,
Konya’yı kuşatmak için mancınık vs. gibi silahlan da be­
raberinde getiriyordu. Bu itibarla Bizans ordusu battal bir
durumdaydı. Hâlbuki Türk kuvvetleri, çevik ve hareketli,
büyük bir çoğunlukla hafif süvari idiler. Bütün yol boyunca
düzenli bir şekilde hareket eden Bizans ordusuna, gerek, yü­
rüyüş sırasında, gerek konaklama yerlerinde, zaman zaman
görünerek baskınlar yapıyor ve zarar veriyorlardı.
İmparator aslında Sultan Dağlarının kuzeyinden Ak­
şehir, Konya ve oradan Külek Boğazı (Kilikya Kapısı) na
ulaşan Bizans yolunu takip etmek kararında idi. Fakat Sel­
çuklu kuvvetlerinin Yalvaç ovasına yakın olduğu haberle­
rini alması üzerine güzergâhım değiştirdi.
Yıkık Myrio istihkâmını geçen Bizans ordusu artık daha
dikkatli bir şekilde yol almaya başlamıştı. Kırtaş Göko-
luk-Süpürgelik vadisinden sonra 3-4 km. daha batıda Ka-
ramıkbeli Geçidi yer alıyordu. İmparator vadileri geçebil­
mek için ordusuna hız verdi.
Bu geçitleri aştıkları takdirde Sultandağları eteklerine,
yani Yalvaç ve Kumdanlı Ovalarının bulunduğu sahaya yer­
leşmiş olacaklardı. İmparator burada bir meydan savaşı ve­
rebileceğini düşünüyordu.
PROF. D R AHMET ŞÎMŞİRGİL

İm parator M anuel böylece Karam ıkbeli güneyinde,


Yalvaç Ovasında bulunduğunu haber aldığı Sultan II. Kı­
lıç Arslan’la kat’i bir hesaplaşma yolunu tercih etmişti. Ka-
ramıkbeli nden kolayca geçerek Yalvaç Ovası’nda Türkleri
baskın tarzında bir savaşla mağlûp edebileceğini umuyordu.
17 Eylül 1176 günü, Karamıkbelini Şuhut Ovasına doğru
kapatan yıkık Myrio istihkâmını, aşan Bizans ordusu Ka-
ramıkbeli’ne doğru ilerlemeye başlamış bulunuyordu. Ordu
boğaz görünümündeki vadiye rahatça girmişti. Bu sırada
geçidin yüksek tepelerinde mevzilenerek vadiye tamamen
hâkim bir duruma gelen Türk kuvvetleri, Bizans ordusuna
müdahalede bulunmayarak boğazın içine doğru ilerleme­
sine müsaade etmişti.
Bizans ordusunun öncü birliklerine Konstantinos An-
gelosun iki oğlu Ioannes ile Andronikos kumanda etmek­
teydi. Öncü birliklerini, Konstantinos Mavrodukas ile And­
ronikos Lampardos komutasındaki diğer birlikler takip
etmekteydi. Bizans ordusunun sağ kanadına, İmparator un
kayınbiraderi Antakyalı Konstans’ın oğlu Baudouin, sol ka­
nadına ise Theodoros Mavrozomes komuta ediyordu. Bun­
ların da ardında bagajlar, kuşatma arabaları gelmekteydi.
İmparator Manuel’in komutasındaki hassa ordusu ile artçı
kuvvetler ise daha geride idiler. Bu ordu sıkışık nizamda
olup 15 km. kadar uzunlukta bir konvoy hâlinde idi.

Selçuklu Ordusu
ultan II. Kılıç Arslan ise imparatorla 1162’de imzala­
S dığı bir yıkım anlaşmasından sonraki on üç yıllık dev­
reyi en iyi bir şekilde değerlendirmiş bulunuyordu. Hem

104
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Anadolu’da birliği büyük ölçüde temin etmiş hem de hu­


dutlar üzerindeki Türkmenler üzerinde etkisini artırmıştı.
İmparatorun 1175 yılında istihkâmları yeniden inşa et­
mesinden dört bir yana gönderdiği ittifak çağrılarından ve
Anadolu’ya sevkettiği kuvvetlerden büyük bir savaşın ka­
pıda olduğunu sezmekteydi. Bunun için bir taraftan barış
girişimleri ile imparatoru oyalamaya çalışırken diğer ta­
raftan Türkmenleri İmparatora karşı kışkırtarak faaliyet­
lerini yavaşlatmaya gayret sarfediyordu. Bunda da önemli
ölçüde başarılı olmuştu.
Bu arada imparatorun Amasya ve Niksar üzerine gön­
derdiği kuvvetlerinin faaliyetlerine mani olmak üzere bir­
likler şevketti. Nitekim Amasya’ya kolaylıkla sahip olarak
komutan Gabras ı ele boş geri çevirdi.
Niksar’a ise İmparatorun yeğeni Andronikos Vatatzes ile
Danişmendli Zünnun otuz bin kişilik bir kuvvetle gelmiş­
lerdi. Türk müdafileri bu birliklere karşı şiddetle direndi­
ler. Diğer taraftan şehirdeki Rumların ağzından Bizans ko­
mutanına bir mektup göndererek, yanındaki Danişmendli
Zünnun’un ihanet ettiğini bildirdiler. Bu haber Andronikos
Vatatzes’in kuşatmayı kaldırmasına ve geri çekilmesine se­
bep oldu. Fakat Türkler fırsatı kaçırmayacaklardı. Moral bo­
zukluğu içindeki Bizans ordusunu takip ederek kısa sürede
imha etmeyi başardılar. Vatatzes de ölüler arasında bulu­
nuyordu. Bizanslı komutanın kesilen başı savaş alanındaki
Sultan’a zafer müjdesi olarak gönderilecekti.
Amasya ve Niksar önünde Bizans birlikleri ile ittifak
eden gerek Şahinşah ve gerekse Zünnun’un başarısız kalışı
İmparator Manuel’in 1162 öncesi Türk’ü Türk’e kırdırm ak
siyasetinin de artık geride kaldığını gösteriyordu. Anadolu

105
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Türklüğü Sultan II. Kılıç Arslan’ın etrafında birleşmiş tam


manasıyla birleşmiş bulunuyordu.
II. Kılıç Arslan’ın düzenli askeri gücü hakkında kaynak­
larda net bir bilgi bulunmamaktadır. Sultan, Bizans ordu­
sunu, Homa’dan ayrıldığından itibaren, oralarda yurt tut­
maya çalışan Türkmenlerden kurdurduğu beş ve on binlik
birlikleriyle yıpratmaya çalıştı. Böylece bir meydan savaşma
girişmeden evvel imparator güçlerini elden geldiğince yıp­
ratmayı planlıyordu.
Ayrıca Bizans ordusunun yiyecek ve su bakımından güç
durum a düşmesi için elden gelen her şey yapılmaktaydı.
Ekinler ve otlar tahrip edilmiş, çevredeki sular hayvan ve
insan cesetleri atılmak suretiyle kirletilmişti. Bunların so­
nucu olarak kısa süre sonra Bizans ordusunda dizanteri,
kolera ve bağırsak enfeksiyonu gibi hastalıklar ortaya çık­
mış ve çok sayıda Bizans askeri ölmüştü.
Sultan II. Kılıç Arslan, İmparatorun hareketlerini ya­
vaşlatabilmek için barış elçileri göndermekten de geri dur­
muyordu. Nitekim Manuel’e Homa’dan sonra üçüncü kez
Selçuklu elçileri geldi. Manuel, Sultanın teklifini tekrar
reddederek, “Barış şartlarını ancak Konya’da görüşebile­
ceğini” bildirdi.
Bizans’ın yaşlı komutanları İmparatora Sultan in sulh
tekliflerini dikkate almayı tavsiye etmişlerse de dinleteme-
mişlerdi. Fikirlerini kabul ettirebilmek için Türk kuvvet­
lerinin hareketli ve çevik oluşları, o zamana kadar im kân­
sız gibi görünen yerleri zapt etmiş bulunmaları sebebiyle
morallerinin yüksekliği, Bizans ordusunun ise yorgun ve
üstelik dizanteri yüzünden birçok kayıp verdiği vb., gibi
SULTAN I[. KILIÇ ARSLAN

gösterdikleri gerekçeler İmparatoru ikna etmeye yetmedi.


Bizanslı kaynaklar “İm paratoru tesir altında bırakanlar o
zamana kadar hiç savaş trampeti sesi duymamış, şaşaa ve
gösteriş içindeki asilzadelerdi” diyerek durum u izah et­
mekteydiler.
II. Kılıç Arslan’ın taktiği Türklere iki bakımdan fayda
sağlamıştı. İlk olarak, istenilen netice alınmış, düşman müm­
kün olabildiği kadar yıpratılmıştı. Ayrıca bu yıpratma sa­
vaşı normal yönden de Bizans ordusu üzerinde menfi etki
yapmış, gerek İmparatorun, gerek Bizans ordusunun sabrı
tükenmişti. II. Kılıç Arslan’ın bu başarısı karşısında tarihçi
Khoniates şöyle demektedir:
“Sultan son derece dikkatli ve akıllı idi. Daima büyük
bir ihtiyatla hareket ederdi. Komutanları da büyük cesa­
rete sahiptiler. İmparator ise cüretkâr, atılgan ve ordunun
başında gitmekten hoşlanan bir kimseydi.”
Bizans ordusu savaş meydanına doğru yaklaşırken Türk
ordusu da Yalvaç Ovası’nda yerini almış bulunuyordu. Sul­
tan II. Kılıç Arslan, uzun bir süredir Bizans ordusunun her
hareketini takip ediyor, kontrol altında bulunduruyor ve öl­
dürücü darbeyi vuracağı zamanı kolluyordu.
Sultan bir kısım kuvvetlerini Karamıkbeli ne gönder­
mişti. Şayet düşmana, dar geçitte öldürücü darbe vurula-
maz ise ovada imha muharebesi yapılacaktı.
Nihayet Bizans ordusu Karamıkbeli’ye geldiği zaman
Türk ordusu Sultan Dağları’nın eteklerinde hâkim nokta­
lara yerleşmişti. İmparator Manuel ve ordusu yıkık Myrio
istihkâmından ayrıldığı andan itibaren Türk kuvvetleriyle
bir ölüm-kalım savaşına girişecekti.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Miryokefalon Savaşı
avaşın cereyan edeceği Karamıkbeli, kuzeybatı-kuzey-
S doğu istikametinde Sultandağlarını boydan boya yar­
maktaydı. 1100 metre yükseklikte olan ve 300-400 metre
genişliğinde beş kilometre kadar devam eden vadinin gi­
rişi ileride yedi küçük vadi ile birleşiyordu. Bu vadiler de
4-5 km. kadar uzunlukta genişçe bir bölgeyi ihtiva etmek­
teydi. Başlangıcı geniş olan bu vadiler gittikçe daralmak­
taydı. Türk kuvvetleri vadinin en nihayetine konuşlanmış
bulunuyorlardı.
Savaşın cereyan şekli, devrin kaynağı Niketas Khonia-
tes tarafından bütün tafsilatıyla anlatılmıştır. Bunlara göre
İmparator Manuel bagaj ve makinaları taşıyan arabaları ani
baskın ve saldırılardan koruyabilmek için kendi komutasın­
daki hassa birlikleri ile esas ordusu arasına almış idi Fakat
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

bu hareketi önde giden birlikler ile kendi yanındaki güçle­


rin arasındaki irtibatın kesilmesine yol açmış bulunuyordu.
İşte II. Kılıç Arslan bu durum u sezmiş ve taktiğini buna
göre belirlemişti. Öncü kuvvetlerin boğazı kolayca geçerek
ovaya inmesine müsaade eden II. Kılıç Arslan, bu suretle,
Bizans ordusunun iyice ikiye ayrılmasını sağlamış oluyordu.
Ayrıca asıl Bizans ordusunun vadiye hâkim olan Türk kuv­
vetlerini geri atmadan çıplak arazide yürüyormuşçasına,
girmesi Türk ordusunun işine yaramıştı.
Nitekim Ioannes, Andronikos, Mavrodukas ve Lam-
pardos komutasında ilerleyen kuvvetler, tehlikesizce va­
diyi geçmek için, öndeki piyadelerini Türklere karşı taar­
ruza geçirmişlerse de gerideki asıl Bizans ordusu bu kendi
öncü kuvvetlerini arada engel teşkil eden ağırlık yüzünden
lâzım gelen süratle takip edememişti.
Fırsatı kaçırmayan Sultan, Karamıkbeli’nin çıkışındaki
tepe noktasında geçişi kapattırdı. Diğer taraftan, yamaçlar­
dan vadiye sevk ettiği Türk kuvvetleri Bizans ordusunun
sol kanadına taarruza geçmişti. Önce yoğun ok yağmuruna
tutulmuş olan Bizans sol kanadının büyük bir bölümü kısa
zamanda yok edildi, geri kalanlar dağıldı. Arkadan gelen
sağ kanat komutanı Baudouin emrindeki kuvvetlerle im­
dada yetişmeye çalıştıysa da başarı elde edemedi ve çarpış­
m anın daha başlarında telef oldu.
Geçit tamamen Türk kuvvetlerince kapatılmış olduğun­
dan dar vadide sıkışıp kalan bu Bizans kuvvetleri hareket
kabiliyetlerini kaybetmişlerdi. Bizans ordusu parçalanmış,
vadiye dağılan birlikler arasında irtibat kesilmişti. Geri çe­
kilme imkânları da ortadan kalkmıştı. Üstelik bizzat İm ­
parator komutasındaki hassa ordusu ile artçı kuvvetlerin

109
PROF. D R AHMET ŞlMŞİRGlL

Miryokefalon’da pusu kuran Selçuklu askeri

buraya yardıma koşmaları da mümkün değildi. Zira arada


yer alan ağırlıklar büyük bir engel teşkil etmekteydi. Böy-
lece büyük mücadelenin daha ilk saatlerinde Bizans ordusu
ağır bir darbe aldı.
Bu arada diğer bir Türk kuvveti, Bizans artçı kuvvetle­
rinin gerisine sarkarak ricat hattını kesti. Böylece ne iler-
leyebilme ve ne de geri çekilme imkânı kalmayan Bizans
artçı kolları kolaylıkla imha edildiler.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Bizans asıl kuvvetleri ile Selçuklu birlikleri arasında sa­


vaşın en kızgın anında BizanslIların moralini çökerten yeni
bir gelişme daha yaşandı. Niksar’daki savaşı kaybeden Bi­
zanslI komutan Andronikos Vatatzes’in kesik başı, savaş
alanına getirilmiş ve bir mızrağın ucuna takılarak yük­
sekçe bir yerden Bizans askerlerine gösterildi. Bu manzara,
Bizans askerlerindeki büyük bir üzüntü meydana getirdi ve
direnme güçlerini zayıflattı.
İmparator Manuel ise ordusunun önce sol ve sağ kana­
dının, daha sonra artçı kuvvetlerin imha edilmelerini üzün­
tüyle seyretmekten başka bir şey yapamıyordu.
Bizans öncü kuvvetleri şiddetli saldırılar karşısında va­
dinin çıkışından sonra bir tepenin eteğinde toparlandılar.
Ardından etraflarını çit ve arabalarla çevirerek Türklere
karşı büyük bir sed meydana getirdiler. Onlar bu şekilde
sanki çitlerle çevrili kale ardına sığınmışken Türk birlikleri
ise yeniden toparlanmaya çalıştıkları esnada Türkler bu kez
doğrudan Manuel’in birliklerini hedef alacaktı. Manuel’in
etrafında Bizans’ın en seçme birlikleri yer alıyordu. Fakat
bu birliklerin asıl orduyla irtibatı kesildiği gibi geri kıtaları
ile de bir irtibatı kalmamıştı.
İmparator Manuel, emrindeki birliklere bir yol açmak
ve asıl kuvvetlerle birleşebilmek için yoğun bir uğraş ver­
miş ise de gerek vadinin darlığı gerekse arabaların mani ol­
ması nedeniyle imkân bulamamıştı. Şimdi ümitsiz bir şe­
kilde her taraftan saldıran Türk birlikleri ile amansız bir
mücadeleye atıldı. Fakat çok geçmeden herkes can derdine
düşmeye başlayacaktı.
Savaşın tam bu esnasında ansızın çıkan kum fırtınası
savaşın seyrini bambaşka bir hale soktu. Şimdi göz gözü

m
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

görmeden insanlar kılıç sallamaya çalışıyordu. Bu hal boz­


gun haldeki BizanslIların daha da dağılmasına ve panik­
lemesine yol açtı.
Çarpışma o kadar şiddetli cereyan ediyordu ki vadi ta­
mamen insan ve hayvan cesetleriyle dolmuştu.
İmparator, etrafındaki sadık kuvvetleriyle beraber, öncü
birliklere ulaşabilmek için geçidi aşmak maksadıyla son
bir gayretle çarpışmaya başladı. Bu sırada maiyetiyle bir­
likte çember içine alınmış bulunan yeğeninin kocası, ken­
disinden imdat diledi. Ancak imparator Ioannes Kantaku-
zenos’un ölümünü seyretmekten başka bir şey yapamadı.
Ioannes Kantakuzenos ve maiyetini ortadan kaldıran
bu Türk birliği bu kez İmparator Manuel’i de yakalamak
üzere harekete geçti. îki taraf arasında çok sert bir müca­
dele yaşandı. Buna rağmen İmparator bin bir güçlükle saf­
ları yararak az bir maiyetiyle Bizans öncü birliklerine ulaş­
mayı başardı.
Akşam karanlığı çöktüğünde, kurtulabilen kuvvetle­
rin başında Andronikos Konstastefanos da Bizans ordu­
gâhına ulaştı.

Ah! Bu Muhakkak Hıristiyan Kanıdır


öylece Sultan II. Kılıç Arslan Karamıkbeli geçidinde
B Türk tarihinin en büyük im ha savaşlarından birini
yapmış (17 Eylül 1176) bulunuyordu. Bizans imparatoru
idaresindeki Haçlı ordusuna karşı büyük bir zafer elde et­
mişti. Bu savaşta Bizans ordusunun tamamına yakını yok
edilmişti. Yalvaç Ovası tarafına geçen ve sonra İmparato­
run katılmış olduğu öncü kuvvetleri de toplandıkları yerde
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

muhasara altına alınmıştı. Buradaki Bizans kuvvetleri tam


bir moral çöküntüsü içindeydi.
Bizans kaynaklarında bu sırada İmparatorun ordusun­
daki perişan vaziyeti ifade eden çok sayıda anekdot nakle­
dilmektedir. Şöyle ki:
“Askerlerinden su isteyen İmparator Manuel, suyun kanlı
olması karşısında hayıflanarak kendi kendine:
“Ah! Bu muhakkak Hıristiyan kanıdır. Hıristiyan kanı
içmek benim için ne bedbahtlık!” diyerek suyu içmekten
vazgeçti.
İmparator un bu sözlerini işiten bir Bizans askerinin şu
sözleri ise askerlerin imparatorları hakkındaki intibaı gös­
termesi bakımından mühimdir:
“Haşmetmeâb, bu korkunç suyu ilk defa bugün içmi­
yorsunuz. Ondan çok defa içtiniz, tebaanızı ağır vergiler
altında ezerken sarhoş oldunuz.”
Disiplinsizliğin ikinci bir misali de Bizans ordugâhının
yağmalanması sırasında meydana geliyor. Manuel hâzine­
sini yağmalayan Türklerin durdurulmasını temin için as­
kerlerinize emir vererek, “altınları almakta Bizans askerleri­
nin Türklerden daha fazla hakkı olduğunu” ifade ettiğinde
aynı asker daha küstahça İmparator a şu cevabı veriyor:
“O altınları halkımızı ezmek pahasına almamanız daha
iyi olurdu. Ama şimdi onları (altınları) hayatımız pahasına
geri almamızı emrediyorsunuz. Eğer İmparator, övündüğü
gibi cesur bir adamsa kendisi gidip alsın!”
Gece karanlığında Bizans kuvvetlerinde tam bir ölüm
sessizliği hâkimdi. Sükûneti, sadece vadiden yükselen feryat­
lar, imdat istekleri bozmaktaydı. Etraflarını çit ve arabalarla

113
PROF. D R AHMET ŞİM$lRGİL

halka halinde çevirerek müdafaa tertibatı almış olan Bi­


zanslIlarda, bazı Türk birliklerinin karanlıkta yaklaşarak,
aralarındaki ücretli Hıristiyan Türklere çağrıda bulunma­
ları, Bizans ordugâhındaki perişanlığı daha da artırıyordu.
Çünkü Selçuklu askerleri, oradaki Türklerden, acele düş­
man saflarını terk ederek kendilerine katılmalarını, ertesi
gün bütün Bizans kuvvetlerinin kılıçtan geçirileceğini hay­
kırıyorlardı. Bu ölüm ilânı o kadar etkili olmuştu ki, İm­
parator Manuel, kurmay heyetini süratle toplantıya çağı­
rarak savaş meydanını terketmek istediğini bildirdi. Böyle
bir davranış beklemeyen, o güne kadar kendisinde böyle bir
hal görmeyen maiyeti İmparator Manuel’i hayret ve deh­
şet ile dinlediler. Andronikos Konstastefanos bu teklife şid­
detle karşı çıktı. Buna ilâveten çadır içindeki konuşmaları
duyan nöbetçisinin kinci sözleri İmparatoru kaçma teşeb­
büsünden vazgeçirdi.
Rivayete göre nöbetçi İmparator un konuşmasmı duyunca;
“Bir İmparator’un sözleri böyle mi olmalıydı?” diye yük­
sek sesle söylendikten sonra, Manuel’e doğru dönerek şöyle
hitap etmekten kendini alamamıştı:
“Bizi bu yola sürükleyen, bizi bu dağların, kayalıkların
arasına atan siz değil misiniz? Bu gözyaşı vadisinde, bu ce­
hennemi andıran boğazda ne işimiz vardı? Biz, size haya­
tımızı verdik, siz ise canınızı kurtarm ak için bizleri terk
ediyorsunuz.”
Sultan II. Kılıç Arslan’ın karargâhı Bizans kuvvetlerinin
toplandığı yerin yakınında idi. Her an düşmanın durumu
ve harekâtı hakkında bilgi alıyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla
birlikte Türk kuvvetleri Bizans ordugâhına karşı hücuma
geçtiler. Karşı gönderilen Ioannes Angelos komutasındaki
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Bizans süvarileri direnemeyerek çekilmek zorunda kaldılar.


Mavrodukas komutasında ikinci bir Bizans birliği de aynı
başarısızlığa uğradı. Türk birlikleri, ordugâhı çeviren çitleri
sökmeye başlamışlardı. Ancak bu sırada Sultanın emriyle
taarruz durdu. Çünkü İmparator Manuel ve bakiye ordu­
sunun imhası Sultan II. Kılıç Arslana isteklerinden daha
fazlasını vermeyecekti. Bundan dolayı Sultan, bir bakıma
ölüm kapanm a sıkışmış olan İmparator M anuel’e sulhu
pahalıya satmayı politikası bakımından daha uygun gör­
müştü. İşte bu düşünceyle, mahvolmak durumunda olan
Manuel e barış elini uzattı.
Genellikle Batılı kaynaklar sulh teklifinin önce Sul-
tan’dan geldiğini ileri sürmektedirler. Bu görüşlerini kuv­
vetlendirmek için, Sultan II. Kılıç Arslan’ın, ordusunun bü­
yük ölçüde yıpranmış olması sebebiyle böyle bir teşebbüse
geçtiğini iddia etmektedirler. Ancak gene devrin kaynak­
larından olan ve tarafsızlığına güvenebileceğimiz Süryânî
Mihael ve Ebü’l Ferec’de ilk sulh teklifinin Manuel tarafın­
dan Sultan a yapıldığı ve bütün gece boyunca karşılıklı ola­
rak elçilerin gidip geldikleri belirtilmektedir. Öyle anlaşılı­
yor ki Niketas Khoniates’te anlatılan olay, karşılıklı elçilerin
gidip gelmesinden sonraki sulhun imzalanması safhasıdır.
Sulhun imzalanması safhasında, İmparator Manuel’e,
Sultan II. Kılıç Arslan’ın gönderdiği gümüş koşumlu bir atla,
değerli bir kılıcı sunan Türk elçisi, kederden bitkin bir vazi­
yette bulunan İmparator u teselli etmek lüzumunu hissetti.
İm paratorun zırh üstüne siyah bir pelerin giydiğini farke-
derek: “Bu renk savaş zamanına uygun değildir. Felâketin
alâmetidir.” diye espride bulundu. Sonra II. Kılıç Arslan’ın
teklifini bildirdi, İmparator Manuel, daha önceki mesele­
leri dikkate alarak, Sultanın yeni bir oyununa düşmekten

115
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

korkup, teklifin ciddiyetini anlamaya çalıştı. Emin olduk­


tan sonradır ki, elçiye sırtındaki zırhın üzerindeki altın ve
kadife işlemeli pelerinini hediye etti. Sultan’ın bütün teklif­
lerini tartışmasız kabul eden Manuel’e ve kılıç artığı ordu­
suna dönüş için müsaade edildi, imparator Manuel, kâğıda
yazılan antlaşma metnini imzalayarak Sultana gönderdi.
Sultanın tasdikinden sonra Selçuklu-Bizans münasebet­
lerine yeni bir yön verecek olan anlaşma yürürlüğe girdi.
Niketas’ta belirtildiği üzere, savaş sonunda yapılan
sulh anlaşmasında Sultan II. Kılıç Arslan’m teklifleri, za­
ferle kıyaslanamayacak derecede hafif şeylerdi. Bunun se­
bebi üzerinde çeşitli yorumlarda bulunan araştırıcılar bir
fikir birliğine varamamışlardır. Bazılarına göre Sultan II.
Kılıç Arslan, kazandığı zaferin büyüklüğünü o anda anla­
yamamış, Bizans ordusunun tamamına yakın bölümünün
imha edilmiş olduğuna ihtimal vermemiştir.
Hâlbuki geçitte Türklerin böyle mukavemet etmeye ka­
rar vermelerinin sebebi ise açıktır. Türk ordusunun iki mis­
linden fazla Bizans kuvvetleriyle yapılacak bir meydan sa­
vaşının tehlikesi ortadadır. Bu bakımdan Sultan II. Kılıç
Arslan, Bizans ordusunun Homa’dan çıktığı andan itiba­
ren gerilla muharebeleri ile yıpratılmasını uygun görmüş,
Karamıkbeli’ni geçirmemek için de bütün gücüyle muka­
vemet etmişti. Olayı kendi lehine yorumlamasına rağmen
imparator Manuel’in, İngiltere Kralı II. Henry e gönder­
diği mektupta şöyle bir pasaj İm paratorun içinde bulun­
duğu halet-i ruhiye ve düşünceleri bakımından dikkate de­
ğerdir: “... Fakat Majestelerimiz bizi yeniden düzene koydu.
Böylece öncü kollara ulaştık. Ordumuzun içinde bulunduğu
kötü duruma rağmen Majesteleri karşı hücuma geçmek için
SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

her şeyi düzene koydu. Bunu gören Sultan, Majestelerimize


karşı barış için elçiler göndererek sulh istedi.”
Gerçekte ise, durum un genel bir değerlendirmesini ya­
pan Sultan II. Kılıç Arslan’ın, Bizans’la imzalanacak bir
sulh anlaşmasının Türkler için daha uygun olduğu kana­
atine varmasıdır. O ana kadar inisiyatifi elinde bulundu­
ran ve o güne değin yapılan harplerde büyük tecrübe sa­
hibi olmuş bir komutanın, Bizans ordusunun durumunu
hakkıyla değerlendirmesi normal sayılmalıdır.
Anlaşma hükümleri, sonraki tatbikat dikkate alınarak
şöyle özetlenebilir:
İmparator Manuel, İstanbul’a dönüşünde altın, yüz bin
gümüş fidye ödeyecek,
Doryleon (Eskişehir)ve Homa (Soublaion) istihkâm ­
ları yıkılacak,
Türk topraklarından ayrılıncaya kadar bir Türk müf­
rezesi BizanslIları koruyacaktı.
Yukarıda üç maddede özetlemeye çalıştığımız Türk-Bi-
zans anlaşması hakkında tam bir açıklık mevcut değildir.
Esir düşmesi m uhakkak olan İmparator’un serbest bıra­
kılmasının sebebi hâlâ anlaşılmamıştır. Herhangi bir top­
rak ilhakı ile ilgili bir hüküm de yoktur. Ancak Homa ve
Eskişehir istihkâmlarının yıkılması bir bakıma Menderes
Ovaları ile Sakarya vadisini Türk akımlarına tamamen açık
hale getirecektir.
1071 Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’daki ani Türk
ilerleyişi, 1097 yılında I. Haçlı seferi yüzünden durmuştu.
Hatta Bizans ileri harekât başlatmış ve Türkler Anadolu’nun
iç bölgelerine çekilmek zorunda kalmışlardı. Ancak Sultan

n7
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

I. Mesud un çabalan Anadolu Selçuklu Devleti ne hayat ver­


mişti. Sultan II. Kılıç Arslan ise bu zaferiyle Anadolu’yu
Türklere ebedî bir yurt yapmıştır.
Batılı yazarlara göre Türkler de bu savaşta çok büyük
kayıp vermişlerdir.

Savaş Sonrası Türk-Bizans Münasebetleri



mparator II. Manuel Komnenos, dönüş yoluna geçtiğinde
İ felaketin boyutlarına bir kez daha şahit oldu. Kaynaklara
göre görülenler karşısında ağlanmaya değerdi. Felâket o ka­
dar büyüktü ki, yas tutmaya bile imkân yoktu. Çukurlar
cesetlerle doluydu. D ar ve derin kayalıklarda, çalıların ara­
sında, dağlarda ölüler... Herkes hıçkırarak kayıp arkadaşla­
rını ve akrabalarını arıyordu.
Kılıç Arslan, Manuel ve ordusunun yolda, Türkmen ta­
arruzlarından korunması için, İmparator un maiyetine üç
Selçuklu Bey’i vermişti. Buna rağmen Bizans ordusunu ta­
kip eden Türkmenler sık sık onu vurmaktan vazgeçmediler.
Bu Türkmen takibi esnasında Bizans ordusunun kılıç ar­
tığı kuvvetlerinden bir kısmı daha telef oldu. Kurtulan Bi­
zanslIlar Honas’a ulaştıkları zaman rahat bir nefes aldılar.
Bizans ordusu burada bir m iktar dinlendirildi ve as­
kerlere de para dağıtıldı. İmparator sonra Alaşehir’e geçti
ve burada kendi yaralarının iyileşmesi için bir müddet is­
tirahat etti. Ayrıca bir kurye ile Bizans’a mektup gönderdi.
Savaş hakkında kapalı bir şekilde bilgi verdi.
Yazdığı mektupta Sultan II. Kılıç Arslan’la Bizans açı­
sından çok önemli bir anlaşma yaptığını ileri sürüyor, Bi­
zans hezimetini hafifletmeye çalışıyordu. Hatta Kılıç Arslan ı
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

anlaşma yapmaya mecbur bıraktığını iddia ediyordu. İm­


parator Manuel, aynı zamanda durum unu 1071 mağlûbu
Romanos Diogenes ile karşılaştırarak onun Türklere tut­
sak düştüğünü, hâlbuki kendisinin ise serbest olarak barış
yaptığım söylüyor. Romanos Diogenes’den daha şanslı ol­
duğunu bildiriyordu.
Aslında bu tarz bir ifade Manuel’in Romanos Dioge-
nes’in akıbetine uğram aktan endişe ettiğinin bir göster­
gesi gibidir.
Manuel daha sonra İstanbul’a gitti. İmparator, Bizans’a
dönüşü esnasında, anlaşmaya uyarak, Homa istihkâmını
yıktırdı. Bizans’a ulaştıktan sonra Sultana çok miktarda
altın gönderdi. İmparator Eskişehir istihkâmını ise taah­
hüt etmiş olduğu halde yıktırmamıştı. Bunun üzerine Sul­
tan II. Kılıç Arslan, Bizans’a bir elçilik heyeti gönderdi. İm-
parator’dan anlaşmalara riayet etmesini istedi. İmparator
ise Türk elçilerine güç şartlar altında verilen bir sözü ye­
rine getirmeye kendini mecbur hissetmediği cevabını verdi.
İmparator Manuel’in anlaşmalara uymayacağını anla­
yan Sultan II. Kılıç Arslan, 1177 yılında, yirmi bin kişilik
bir kuvveti Bizans topraklarını vurmak üzere görevlendirdi.
Bu birliklerin vazifesi Menderes bölgesini tahrip suretiyle
Bizans’ı cezalandırmaktı.
Süratle harekete geçen Selçuklu güçleri 1177 yılında,
Aydın (Tralles) ve Antiokhe’u (Nazilli yakınında) anlaşma
ile Luma ve Pentakhira’yı zorla aldı. Bütün kıyı boyunca
büyük tahribatta bulundu.
Bu yeni Türk harekâtına karşılık İmparator Manuel der­
hal karşı tedbir almak lüzumunu hissetti. Bizans generalle­
rinden Konstantinos Dukası ve Mihael Aspiatis’i Türkler

119
PROF. D R AHMET ŞtM ŞİRGtL

üzerine gönderdi. Bu Bizans kuvvetleri Türklerin, Mende­


res nehri geçitlerinde, dönüş yollarını tuttular. Türk kuv­
vetlerinin yaklaşmakta olduğu sırada Bizans komutanları
Menderes nehrinin önemli bir geçidinin bulunduğu Saray­
köy civarındaki bölgeye hareket ettiler.
Burada Bizans ordusu ikiye ayrıldı. Bir kısmı nehrin
öbür yakasında bir tepenin arkasına mevzilendirildi. Di­
ğer kısmı ise nehrin öteki yakasındaki çalılıkların arkasına
gizlendi. Bu tuzaktan haberi olmayan Türk kuvvetleri, bü­
yük ganimetlerle nehri geçmeye başladıklarında karşı ta­
rafta mevzilenmiş olan Bizans kuvvetlerinin müthiş ok yağ­
m uruna maruz kaldılar. Komutan Atabeg, Bizanslılar’ı geri
püskürtebilmek için taarruza geçtiyse de başarılı olamadı;
çünkü nehrin diğer yakasına ulaşan Türk askerleri derhal
öldürülmekte idi. Bunun üzerine nehri geçmek için daha
müsait bir yer arayan Türk birlikleri nehir boyunca yürü­
düler. Kaynakların belirttiğine göre Atabeg “ Kalkanını san­
dal gibi, kılıcını kürek gibi kullanarak ve atının dizginle­
rini de sol eliyle idare ederek” kıyıya ulaştı.
Burada dağınık Türk kuvvetlerini toplamaya çalıştığı
sırada Bizanslılar tarafından şehit edildi. Bu çetin çarpışma
sırasında komutanlarının kaybı Türklerin bozulmasına se­
bep olmuştu. Ancak Bizanslılar da büyük kayıp vermişler
ve generallerinden Mihael Aspiatis de ölenler arasında idi.
İmparator Manuel Komnenos 1178 yılında Türkler üze­
rine kendi komutasında bir sefer daha düzenledi. Çal (Pa-
nöse ve Lacere) bölgesindeki bu harekât başarısızlıkla neti­
celendi. Keşif için ileri gönderilen Bizanslı komutanlardan
Catide, Bizans ordusunun harekete geçmesini Türklerden
gizleyemedi. Durumu farkeden Türk kuvvetleri süratle geri

120
SULTAN ll. KILIÇ ARSLAN

çekilmeyi başardılar. Türk kuvvetleri ile karşılaşamayan Bi­


zans ordusu, savaş yapmaksızın geri dönmek zorunda kaldı.
Ancak İmparator Manuel kendisi başkente dönerken geriye
bölgenin emniyeti bakımından Germen asıllı yeğeni Andro-
nikos Angelos komutasında bir Bizans birliği bıraktı. And-
ronikos’un yanına ise tecrübeli bir Bizans komutanı olan
Manuel Kantakuzenos’u verdi. Bunlardan Çardak (Carace,
Charax) civarındaki Türklerin üzerine bir sefer yapılmasını
istedi. Andronikos Angelos, ağırlıklarını Kaklık’ta (Gra-
os-Gala) bıraktıktan sonra harekete geçti. Ancak bu Bizans
kuvveti Türklerin gece baskınına uğradı. Bizans komutanı
Andronikos Angelos, birliklerini bırakarak gece yarısı kı­
tasından ayrıldı. Honas’a sığındı. Burada da kendisini em­
niyette hissetmeyerek Denizli’ye kadar kaçtı. Başsız kalan
Bizans ordusu dağıldı. Türk kuvvetlerinden kurtulmaya ça­
lışan Bizans birliklerini General Kantakuzenos durdurmak
istediyse de onlarıTürklere karşı koymaya ikna edemedi.
Esasen ordu üzerinde fazla bir komuta yetkisi de yoktu.
Bu bakımdan toplayabildiği kuvvetlerle Bizans’a geri dön­
mek zorunda kaldı. Niketasa göre, “utanılacak şekildeki ye­
nilgiye” fena halde kızan İmparator Manuel, kuzenini sert
bir şekilde cezalandırmak istemişse de akrabalık durumu
kendisini engellemiştir.
1179 yılında Türkler, Paflagonya (Kastamonu ve çevresi)
ile Bitinya (İzmit ve doğusu) arasındaki Eskihisar (Klaudi-
opolis) şehrini kuşatmışlardı, şehir düşmek üzereydi. Acele
olarak İm parator’dan yardım istenmişti. İmparator Ma­
nuel, ilerlemiş yaşına rağmen derhal ordusunun başında
harekete geçti. Türkler, İmparator’un bu kalabalık kuvveti
karşısında geri çekildiler.

121
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Ancak Bizans’ın ufak tefek bu başarıları artık Türk ya­


yılmasını önlemeye yeterli değildi. Türk-Bizans sınırlarına
yığılan Türkmen aşiretlerinin baskısı şiddetini gittikçe ar­
tırmaktaydı. Bu sırada I. Manuel Komnenos öldü (1180).
Manuel’in ölümünden sonraki yıllarda, Türk yayılma­
sını bizzat II. Kılıç Arslan yönetmiştir. 1182 yılında Ulu­
borlu şehri ve civarı ele geçirildi. Eskişehir ve Kütahya
Türk sınırları içine alındı. Türk-Bizans sınırı Denizli civa­
rına kadar ulaştı.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın Antalya üzerine açtığı sefer bir­
çok Bizans şehrinin kendi istekleri ile Türk hâkimiyetine
girmelerine yol açtı. Manuel’in yerine geçmiş olan İmpa­
rator Aleksios’un 1183 yılında ölümü Bizans’ta taht kavga­
larının başlamasına sebep olmuştu.
Alaşehir’de bulunan Ioannes Komnenos’un (1118-1143
yıllarında Bizans İmparatoru) oğulları bu taht kavgasında
Sultan II. Kılıç Arslan’dan yardım istediler. Sultan kırk bin
kişilik bir ordu göndererek bunlara destek oldu. Böylece taht
kavgası Türklerin Ege Denizi he ulaşmalarını temin etmişti.

Savaşın Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri


. Manuel, Komnenoslar hanedanının en büyük hüküm­
Idarlarından biriydi. İmparatorluk devri tamamen askerî
seferlerle, savaşlarla geçmişti. Miryokefalon yenilgisine ka­
dar, o günkü dünyanın en güçlü hükümdarıydı.
Batı’da Macarları, Almanları ve Venedik gibi devlet­
leri dize getirmişti. Doğuda da Kilikya Ermeni Krallığını,
Latin Antakya Prinkepsliğini ve Kudüs Krallığını kendi­
sine bağlamıştı.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

A rdından Anadolu’ya yönelmiş ve ilk seferinde başa­


rılı olamadığı Türklere karşı politik manevralarla üstün­
lük kurmuştu. Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’a
karşı önce diğer Türk beyliklerini bir araya getirdi. Bu ittifak
Kılıç Arslan a büyük bir darbe indirince Manuel kolaylıkla
Selçukluları kendine bağlı kılmayı başarmıştı. Öyle ki Kılıç
Arslan İstanbul’a gitmek suretiyle neredeyse tam bağımlı
bir hale gelerek anlaşma imzalamaya muvaffak olmuştu.
Bu durum Manuel’in prestijini büyük ölçüde artırmıştı.
Ancak Bizans imparatoru, seleflerinin tedbirli ve itidalli
politikasından tamamen uzaklaşmıştı. Eski Roma İmpara­
torluğunun ihyası düşüncesinde bulunan Manuel, II. Kılıç
Arslan üzerinde tam bir hâkimiyet kurup D oğuda da üs­
tünlüğünü kabul ettirince neredeyse kendisini bu emeline
ulaşmış gibi görmüştü. Artık o devletlerarası münasebetlerde,
komşu hükümdarlara âdeta tâbi muamelesi yapmaktaydı.
Nihayet İmparator Manuel, Macaristan’ı da Bizans’a bağ­
layıp başarılarını taçlandırmak üzere bir kez daha uzun sü­
recek bir mücadelenin içerisine atılması Manuel’i iki yön­
den sıkıntıya sokacaktı.
Yıllardır vermiş olduğu uzun ve yorucu savaşlar Bi­
zans’ı büyük ölçüde yıpratmıştı. Batı’da İtalyan şehir dev­
letleri, Almanya, Venedik ve Fransa’dan sonra bu defa da
Macaristan ile yapılan sürekli savaşlar Bizans’ın maddî ve
manevî gücünü büyük ölçüde törpülemişti.
Bu durum Bizans’ın, Anadolu’da kontrolü elinden ka­
çırmasına sebep olacaktı.
Zira Manuel karşısında yüz kızartıcı bir duruma düş­
müş bulunan II. Kılıç Arslan bu fırsatı çok iyi değerlendi­
recekti. Bir taraftan Bizans’a savaşlarında yardımcı birlikler
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

göndererek ittifakını sürdürürken diğer taraftan Anadolu’da


son derece dikkatli bir siyasetle Anadolu birliğini tekrar te­
min etmeye muvaffak olmuştu.
Çünkü Sultan II. Kılıç Arslan on bir yıllık (1162-1173)
sulh devresini gayet iyi değerlendirmiş ve Anadolu’da Türk
birliğini yeniden gerçekleştirmişti.
Artık Anadolu’da üstünlük bir kez daha Selçukluların
liderliğinde Türklerin eline geçmişti. Manuel bu durumu
on bir yıllık Macar mücadelesinden döndüğünden sonra
fark edebilecekti.
Artık Bizans’ın karşısında Anadolu’da çeşitli Türk bey­
likleri yerine tek ve güçlü Anadolu Selçuklu Devleti bulun­
maktaydı. Bu bakımdan Türk’ü Türk’e kırdırma teşebbüsü
Bizans’ın Anadolu’da uygulayabileceği bir politika olmak­
tan çıkmıştı.
imparator Manuel bu yanlış politikasının sonunu, Mir-
yokefalon savaşında ağır bir yenilgiye uğrayarak gördü.
17 Eylül 1176 tarihinde vuku bulan Miryokefalon Sa­
vaşı, 26 Ağustos 1071 Malazgirt savaşından sonra Anado­
lu’nun kaderini etkileyen en önemli çarpışmaydı. Bizans,
bu savaş sonucunda Anadolu’daki kaybettiği topraklarını
geri alabilme ümidini tamamen yitirmiş bulunuyordu. Ar­
tık Anadolu’nun Türklerin yurdu olduğu gerçeği apaçık or­
taya çıkmış, Bizans’ın Türklere karşı tekrar güçlü bir ordu
meydana getirme imkânı da kalmamıştı.
Nitekim 1176 yılından sonra Bizans, Türklere karşı an­
cak savunma savaşları yapmak durum unda kaldığından,
Türkler Batı Anadolu bölgesini tekrar ele geçirdiler. Böylece
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Anadolu’ya tam hâkimiyet davası kesin surette Türkler le­


hine neticelenmiş oldu.
Sultan II. Kılıç Arslan, Bizans arazisine Türkmenler
tarafından sık sık yapılan akınlara ne destek, ne de mâni
oluyordu. Çünkü Bizans, artık bir mesele olmaktan çıktı­
ğından Sultan müdahaleye ihtiyaç duymuyordu. Onu asıl
ilgilendiren husus, Anadolu’daki Türk birliğini kesin ola­
rak sağlamak ve Anadolu’da henüz idaresi altına alamadığı
bölgeleri de ele geçirmekten ibaretti.
Bu sebeple sınırlarda büyük miktarlara ulaşan Türk­
men kütlelerinin baskısı Bizans’ın Anadolu’daki sınırlarını
gittikçe geriletmekteydi.
Manuel’in selefleri olan Aleksios ile Ioannes Komnenos
bu çöküşü yavaşlatmaya muvaffak oldularsa da İmparator
Manuel’in büyük hayallere dayalı hatalı politikası Bizans’ı
artık dönülmez yola sevketmiştir. Miryokefalon hezimetin­
den sonra Bizans’ın düşüşü artık kesindi. Bu düşüş başka
bir Türk hükümdarı, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) ta­
rafından noktalanacaktır.

II. Kılıç Arslan-Selâhaddin Eyyûbî Çekişmesi


174 yılında Nûreddin Mahmud Zengi’nin ölmesiyle oğul­
1 larından Melik Salih Halep’e, Seyfeddin Gazi ise Musul’a
hâkim oldu. Mısır’da hüküm süren Selâhaddin Eyyûbî, bu
meliklerin yaşlarının küçük olmasından istifade ederek on­
ların hâkimiyet sahalarını kısa sürede kendi idaresi altında
birleştirdi. Bu şekilde 1175 yılı başlarında Nûreddin Mah­
mud un yerine Selâhaddin Eyyûbî geçti.
PROF. D R AHMET ŞtMŞİRGİL

Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile Selâhaddin Eyyû-


bî arasındaki ilk diplomatik ilişkiler, 1176 yılında Selâ­
haddin Eyyûbî’nin Halep’i muhasarası sonrasında gerçek­
leşti. Aynı yıl içerisinde Melik Salih ile Selâhaddin Eyyûbî
arasında yapılan anlaşmaya Musul emiri Seyfeddin Gazi,
Hısn-ı Keyfa ve Mardin Artuklu emirleri, Selçuklu Sultanı
II. Kılıç Arslan ve Diyarbakır Beyi İnaloğlu da dâhil oldu.
Bu devlet adamları, dâhil oldukları bu antlaşmayla Haçlı­
lara karşı birlikte hareket etmeyi ve Selâhaddin Eyyûbîhin
Halep’in kuzeyindeki varlığını kabul ediyordu. Ayrıca gö­
rüşme sonunda yapılan anlaşmaya sadık kalacaklarına dair
yemin ederek anlaşmayı bozacak olana karşı birlikte hare­
ket etme kararı aldılar. Bu şekilde II. Kılıç Arslan ve Selâ­
haddin Eyyûbî arasındaki ilk ilişkiler dostluğa dayalı bir
anlaşmayla başlamış bulunuyordu.
Halep seferi sebebiyle gerçeklesen görüşmenin ardın­
dan mevcut ilişkilerini korumak isteyen II. Kılıç Arslan,
1176 Miryokefalon zaferini müjdelemek için Selâhaddin
Eyyûbî’ye elçiler gönderdi. Bu durum iki hükümdar ara­
sında muhabbetin gelişmesine ve artarak devamına yol açtı.
Öte yandan Sultan II. Kılıç Arslan, 1176 yılında Bizans
İmparatorluğunu mağlup edip o taraftan gelecek saldırıla­
rın önüne geçtikten sonra doğuya yöneldi. Selçuklu sulta­
nının hedefinde Malatya bulunuyordu. Güçlü bir orduyla
şehir önüne gelen Sultan, dört aylık bir kuşatmadan sonra
25 Ekim 1178 tarihinde şehri ele geçirip Danişmendli ha­
nedanının bu koluna son verdi.
Selçuklu sultanının Danişmendlilerin Malatya koluna
son vermesi, Eyyûbî-Selçuklu ilişkilerini yeni bir sürece
soktu. Bu yıldan itibaren II. Kılıç Arslan ve Selâhaddin
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Eyyûbî’nin hâkimiyetlerini genişletme çabalan sık sık kar­


şı karşıya gelmelerine ve aradaki sükûnetin sona ermesine
neden olacaktır.
Nitekim Selçuklu sultanının sefer sırasında Malatya’yı
ele geçirmesiyle Artuklu beyleri, Sultan II. Kılıç Arslan’a
karşı Selâhaddin Eyyûbî’nin himayesine girdiler. Bu gelişme
II. Kılıç Arslan ile Selâhaddin Eyyûbî arasındaki barış or­
tam ının bozulmasına ve Selâhaddin Eyyûbî’nin kendisine
sığınan beyleri korumak amacıyla sultanla temasa geçerek
sultanı uyarmasına neden oldu.
Sultan II. Kılıç Arslan ise 1179 yılında yeni bir elçilik
heyeti oluşturarak Selâhaddin Eyyûbî’ye gönderdi. Sultan,
Selâhaddin Eyyûbî’den, evvelce Nûreddin Mahmud tara­
fından alınan Raban kalesinin iade edilmesi istemekteydi.
Selçuklu elçisi Selâhaddin Eyyûbî ile görüşmesinde Ra­
ban kalesinin, Selçuklu Devleti ne ait iken Nûreddin Mah­
mud tarafından ele geçirildiğini ve gerçek sahibinin II. Kı­
lıç Arslan olduğunu bildirerek Nûreddin M ahmud’un oğlu
Melik Salih’in kalenin II. Kılıç Arslan’a verilmesini kabul
ettiğini iletti.
Bu sözler üzerine Selâhaddin Eyyûbî, sultanın elçisini
azarlayarak Raban meselesinin Nûreddin M ahmud’un sa­
ğlığında halledilmesi gerektiğini ve artık kendisini ilgilen­
dirmediğini söyleyerek sultanın isteğini reddetti. II. Kılıç
Arslan’ın diplomatik yollarla çözmek istediği Raban mese­
lesi, Selâhaddin Eyyûbî’nin sert tutumu nedeniyle çözüme
ulaştırılamadı.
İsteğine olumlu bir cevap alamayan II. Kılıç Arslan,
Raban’ı zapt edebilmek amacıyla bölgeye asker sevk etti.

127
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Ancak bu ordu Selâhaddin Eyyûbî’nin yeğeni Takıyyüddin


Ömer kumandasındaki birlik karşısında mağlûp oldu (1179).
Ertesi yıl Selçuklularla Eyyûbîlerle arasında yeni bir
problem baş gösterdi. Bu mesele, iki devlet arasındaki mü­
cadeleyi ve görüşmeleri de beraberinde getirdi. Her iki sul­
tanın da sınırlarım genişletme teşebbüsleri, devletler ara­
sında anlaşmazlığın sürüp gitmesine sebep olurken yaşanan
olay, bu anlaşmazlığın had safhaya çıkmasına neden oldu.
Anlaşmazlığın artmasında, II. Kılıç Arslan’ın kızı Sel­
çuk Hatun ile evli olan Hısn-ı Keyfa Emiri Nûreddin Mu-
ham m ed’in ahlaken düşük bir kadınla yaşayarak sultanın
kızına karşı kötü muamelede bulunması idi.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın, damadını cezalandırmak ve
çeyiz olarak verdiği yerleri geri almak amacıyla Artuklu top­
raklarına girdi. Selçuklu sultanına karşı duramayan Nûred-
din Muhammed, Selâhaddin Eyyûbî ye sığındı.
Nûreddin M uhammed’in bu girişimi, II. Kılıç Arslan
ile Selâhaddin Eyyûbî arasındaki gerginliği had safhaya çı­
kardı. Selâhaddin Eyyûbî, Selçuklu sultam II. Kılıç Arslan ile
temasa geçerek Nûreddin M uhammed’i affetmesini istedi.
Selâhaddin Eyyûbî’nin isteğini geri çeviren II. Kılıç Arslan
ise onun öncelikle kızıyla evlendiği zaman çeyiz olarak al­
dığı yerleri iade etmesini istedi. Aksi halde özür dileyerek
hatasından dönmesinin gerektiğini bildirdi.
Bu şekilde başlayan görüşmeler sırasında birbirlerini
ikna etmek için karşılıklı olarak elçiler gönderildi. Ancak
Selâhaddin Eyyûbî’nin, Selçuklu elçisine, “Ona dokuna­
mazsınız. Biz onunla anlaşma yapmışız”, diyerek arka çık­
ması neticesinde görüşmelerden bir sonuç elde edilemedi.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

İki devlet arasındaki diplomatik girişimlerden bir so­


nuç elde edilememesi üzerine Selâhaddin Eyyûbî ve II. Kı­
lıç Arslan, askerî hazırlıklarını tam am layarak harekete
geçti. Sultan II. Kılıç Arslan, Göksu ırmağı kıyısında ka­
rargâhını kuran Selâhaddin Eyyûbî nin ordusunu gördü­
ğünde ürkmüştü. Zira Selâhaddin Eyyûbî’nin ordusu ol­
dukça güçlü durumdaydı.
Endişelenen Sultan, veziri İhtiyareddin Haşan b. Gab-
ras ı elçi olarak Selâhaddin Eyyûbî’ye göndererek sulh gi­
rişiminde bulundu. Selçuklu sultanı elçi aracılığıyla kızına
yapılanları anlatarak Emir Nûreddin M uhammed’e hesap
sormak zorunda olduğunu iletti. Kendisine sığınan Hısn-ı
Keyfa emirini kullanarak Anadolu üzerindeki emellerini
gerçekleştirme fırsatı bulan Selâhaddin Eyyûbî, sultanın
sözleri karşısında sinirlenerek elçiye:
“Şayet geri dönmezse Allah’a yemin ederim ki Malatya
üzerine yürüyeceğim. Malatya’ya iki günlük mesafedeyim
ve oraya varmadan da atımdan inmeyeceğim. Sonra da bü­
tün ülkesine saldırıp elinden alacağım” diyerek tehditler sa­
vurdu ve huzurundan çıkardı.
İyi bir diplomat olan İhtiyareddin Haşan, deneyimlerine
dayanarak bir süre bekledi ve daha sonra tekrar görüşme
talebinde bulundu. Selâhaddin Eyyûbî nin huzuruna bir
kez daha çıkarak Haçlılarla anlaşma yapmasının ve ahlakı
bozuk uygunsuz bir kadınla hayat süren emir için cihad-
dan uzaklaşmasının ve adil bir sultanla savaşa girişmesi­
nin izahının müm kün olmayan bir durum olduğunu ken­
disine ifade etti. Netice itibariyle yaptığı etkili konuşma ile
Selâhaddin Eyyûbî’yi ikna etmeyi başardı.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Neticede 1180 yılı içerisinde Selâhaddin Eyyûbî ile an­


laşma yapılarak sulh gerçekleştirildi. Yapılan anlaşmaya
göre Artuklu emiri Nûreddin Muhammed belirtilen süre
içinde ahlaksız kadını yanından uzaklaştıracak ve II. Kılıç
Arslan a ait kaleleri teslim edecekti. Şayet bu şartları yerine
getirmezse Selâhaddin Eyyûbî kendisini himayeden vazge­
çecekti. Müzakereler sonunda karşılıklı hediyeler verilmesi
ve îhtiyareddin Haşan a hilat giydirilmesiyle anlaşma sağ­
lanmış oldu. Vezir îhtiyareddin Hasan’ın tecrübesi döne­
m in iki büyük Türk ve Sünni İslam devletini büyük bir sa­
vaştan kurtarmıştı.
Bu anlaşma II. Kılıç Arslan ile Selâhaddin Eyyûbî ara­
sında geçici bir sükûnet dönemini başlatmıştı. Selâhaddin
Eyyûbî ile görüşmeler devam ettirilerek ortak düşmanları
olan Haçlı ve Ermeniler’e karşı ittifak içerisinde hareket
edildi. Selâhaddin Eyyûbî, Selçuklu sultanı ile yapılan itti­
fakın ardından Ermeniler üzerine sefer düzenledi. Bu sefe­
rin ardından iki devlet arasında bir görüşme daha gerçek­
leşti. 1180 yılı Ekim ayında yapılan görüşmeye Selâhaddin
Eyyûbî, Artuklu Beyleri, Sultan II. Kılıç Arslan’ın elçileri,
Musul Emiri Seyfeddin ve mağlup edilen III. Rupen ka­
tıldı. Birlikte hareket etme amacıyla başlatılan görüşmeyle
iki yıl geçerli olacak bir anlaşma imzalandı.

Eski Türk Devlet Geleneği: Ülke Bölünecektir!


aşı ilerlemiş olduğundan sefere çıkm akta zorluk çe­
Y ken II. Kılıç Arslan, Selâhaddin Eyyûbî ve bölge bey­
leri ile yaptığı anlaşma ile rahatlamıştı. Artık Konya’ya çe­
kilerek devletin idaresini oğullarına bırakmak istiyordu.
Aslında devleti oğulları arasında pay etme geleneği yeni
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

bir şey değildi. Fakat Türk devletleri için hayır da getirmi­


yordu. Nitekim konuyu genel manada bir değerlendirmek
gerekirse şöyle bir tablo ortaya çıkacaktır.
Türkler en eski devirlerinden itibaren, kadir-i mutlak
bir Allah’a ve onun cihan hâkimiyetini kendilerine ihsan
ettiğine derin bir imanla ve samimiyetle inanmaktaydılar.
Nitekim cihan hâkimiyetini sağlayacak olan Türk ailesine,
Tanrı tarafından “kut” verilmiş sayılırdı. Böylece “kut” ve­
rilen Türk hanedanı kutsal sayılır ve hanedan ailesinin ka­
nının akıtılmasına asla müsaade edilmezdi. Devlet hâki­
miyetinin kaynağı kutsal olmakla birlikte, “kut” bir kişiye
değil, aileye verilmekte, devleti yönetecek Hakan da bu ai­
leden biri olarak seçilmekteydi.
Kimin hakan olacağı ise genelde hanedan ailesinden ol­
mak kaydıyla beyler, devlet ileri gelenleri veya halkın terci­
hine göre belirlenirdi. Daha ziyade evlatlardan büyük olan
değil, liyakatli olanı tercih edilmekteydi.
Hakan devlet işlerini ve hukuk kurallarını (töre) yalnız
başına düzenleyememekte, ancak meclise, devlet ileri gelen­
lerine hatta halka danışarak kararlar almakta idi.
Eski Türklerde, devlet hanedan azasm ın ortak malı
olup, aristokrat diğer Türkmen Beyleri de, hiyerarşiye göre,
bir takım idari, askeri ve siyasi haklara sahip bulunurdu.
Devlet hanedanın ortak malı olarak kabul edildiğin­
den, Hakan’ın ölümüyle birlikte ülke toprakları, oğullar,
kardeşler ve diğer hanedan mensupları tarafından paylaşı­
lırdı. Hanedan üyelerinden birisi, Hakan olarak seçilmekle
birlikte diğerleri de Bey olarak kendilerine düşen kısım­
larda hüküm sürerlerdi.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Bu beyler, bilhassa şehzadeler, devlet işlerine alışmak


üzere, yanlarına tecrübeli devlet adamları verilerek kendi
bölgelerinde yetiştirilirlerdi.
Türklerin bu eski devlet geleneği, iki farklı durum u
meydana getirmekteydi. Bir taraftan bu yapıyla birlikte çok
canlı bir devlet dinamizmi meydana gelmekte, ilerde dev­
let idaresinde görev alacak hanedan mensupları son derece
iyi yetişmekte idi. Ayrıca hanedan üyelerinin taht için bir­
birleri ile mücadelesi en iyi olanın tahta çıkması sonucunu
da beraberinde getirmekteydi.
Diğer yandan, saltanatın kendi hakkı olduğuna inanan
hanedan mensuplarının birbirleri ile mücadeleleri de her
defasında devlete, çok büyük sıkıntılar vermekteydi. Hatta
devletin bölünerek parçalanmasına ve yıkılmasına dahi ne­
den olabilmekteydi. Nitekim Türk tarihi bunun örnekle­
riyle doludur. Eski Türk geleneklerinin tüm ayrıntılarıyla
görüldüğü Büyük Hun Devleti, daha sonra Göktürkler ve
hatta yerleşik hayata geçerek kısmen farklı yaşayış özellik­
leri gösteren Uygurlar bu şekilde bir devlet anlayışı takip
etmiş ve nihayet taht mücadeleleri onlarda da eksik olma­
mıştır. İslam öncesi Türk devletlerinde olduğu gibi, İslam
sonrası Türk devletleri olan Karahanlılar, Gazneliler ve Sel­
çuklularda da Türk Devlet geleneği ve sonuçlan bütün be­
lirtileri ile ortaya çıkmıştır.
Selçuklular, Türk ve İslam menşeinden gelen unsur ve
müesseselerin birleşmesiyle kurulmuştu. Bu yönüyle onlarda
eski Türk devlet geleneğinin tesirinde kalmışlardır. Neti­
cede Selçuklu devletinde de taht mücadeleleri eksik olma­
mıştır. Selçukün oğulları, en buhranlı zamanlarında bile,
bu feodal yapıya göre, zümrelere ayrılmış bulunuyordu.

132
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Merkeziyetçi devletin en önemli savunucularından Tuğrul


Bey (1040-1063) dahi, devletin kuruluşunda birinci derecede
rol oynayan Çağrı Bey’i ve hukukî reisleri amcaları Musa
İnanç Yabgu’yu hüküm ranlık haklarından m ahrum ede­
memişti. Bu itibarla Çağrı Bey ile İnanç Yabgu da, Tuğrul
Bey’den sonra kendi adlarına hutbe okutuyor; sikke bastı­
rıyor; kapılarında nevbet çaldırıyor; başlarında çetr taşıyor;
kendilerine mahsus hükümet idaresi ve ordulara sahip bu­
lunuyordu. Bu suretle fiili ve siyasi bütün hâkimiyet hak­
larını ellerinde bulunduruyorlardı. Merkeziyetçi bir devlet
kurm a gayreti içerisine giren her hakan veya sultan bu eski
Türk devlet geleneği neticesinde hanedan üyelerinin isyan­
ları ile karşı karşıya kalıyordu.
Nitekim Tuğrul Bey de merkeziyetçi devlet kurma fikrini
uygulamaya çalışırken, şehzadeler bu siyasete karşı çıkmış­
lardı. Önce amcazadesi Resul Tegin kendisine karşı isyan
hareketine girişti. Fakat kısa sürede bertaraf edildi. Ardın­
dan ana bir kardeşi İbrahim Yınal ayaklandı ise de müca­
deleyi kaybetti. Tuğrul Bey kendisini affetti. Ancak birkaç
yıl sonra 1058 yılında, tekrar harekete geçen İbrahim Yı-
nal, otuz bin kişilik Türkmen kuvvetiyle Tuğrul Beye bü­
yük sıkıntılar yaşattı. Hemedan’a sığınan Tuğrul Bey Çağrı
Bey’in oğulları Alparslan, Kavurd ve Yakuti’yi derhal ya­
nına yardıma çağırdı. Ancak onların gelmesiyle Rey civa­
rında yapılan çarpışmada İbrahim Yınal’ın ordusu mağ­
lup edildi (1059).
Bu kez çok ciddi tehlike meydana getiren İbrahim Yınal
ve yeğenleri yayın kirişi ile boğularak öldürüldü. Bütün bu
olanlar merkeziyetçi bir devlet yolundaki Tuğrul Bey’i bir
kez daha haklı çıkarmışsa da Tuğrul Bey’in bu köklü gele­
neği değiştirmeye gücü yetmedi.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Tuğrul Beyden sonra tahta geçen Alparslan’da (1064-


1072), Türk devlet geleneğinin neden olduğu mücadele­
lerin içinden çıkarak saltanatı elde edebilmiştir. Nitekim
önce veliaht ilan edilen kardeşi Süleyman’a karşı, hem ken­
disi hem de diğer şehzade Kutalmış tahtta hak iddia etmiş­
lerdir. Ama bu mücadeleden Alparslan galip çıkarak tahta
oturmuştur. Saltanatının ilk yıllarında hanedan üyelerin­
den, saltanat davacısı İnanç Yabguyu mağlup edip teslim
almıştır. Arkasından da Tuğrul Bey’in son yıllarında is­
yana başlayan Anadolu Selçuklularının atası Kutalmış’ı sı­
kıntılı bir mücadeleden sonra bertaraf ederek onun cese­
dini Rey’e Tuğrul Bey’in yanına defnetmiştir(1064). Ancak
bundan sonra tam olarak tahta geçebilmiştir.
Alparslan’dan sonra oğlu Melikşah da aynı problem­
lerle karşı karşıya kalacaktı. Alparslan zamanında birkaç
defa isyan ederek affedilen ve tahtına iade edilen Kirman
Meliki Kavurd Bey, Melikşah’ın (1072-1092) tahta geçişin­
den sonrada isyan ederek Rey üzerine yürüdü. On sekiz
yaşındaki Melikşah’ın sultanlığını tanımayarak, saltanata
kendisinin daha layık olduğunu iddia ediyordu. O, bu kez
çok daha ciddi olarak Selçuklu tahtına gözünü dikmişti.
Sultan Melikşah ve Nizamülmülk gibi devlet ileri ge­
lenlerinin nasihatini dinlemeyerek, hareketinde ısrar etti.
Fakat Melikşah kuvvetlerine yenilmekten kurtulamadı. Sa­
vaş meydanından kaçtı ise de çok geçmeden yakalanarak,
boğulmak suretiyle öldürülecektir.
Büyük Selçuklu Devleti bilhassa Melikşah’ın ölümün­
den sonra ise tam bir fetret dönemine girecektir. Bu fetret
döneminin ana özelliği, ülkenin feodal taksimi ve bunun
üzerine çıkan taht kavgaları şeklinde ortaya çıkacaktır.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

M elikşah’ın oğulları daimi olarak birbirleriyle mücadele


içerisinde bulunacak ve bu süreç devletin sürekli güç kay­
betmesine yol açacaktır.
Bu durumdan ise sürekli dış güçler kendi adlarına men­
faat siyaseti takip etmişlerdir. Bilhassa Halifeler bile Sel­
çukluların bu durum undan faydalanmak istemişlerdir. Bu
da Selçuklular ile Halifelerin mücadelelere girişmesine ne­
den olmuştur. Nitekim Halife Müsterşid (1118-1135), Sul­
tan Sancar a (1118-1157) karşı diğer hanedan üyesi Irak Sel­
çuklu hükümdarı Mahmud (1117-1131) ile ittifak kurm ak
istemiştir. Bunu haber alan Sancar derhal yeğeni Mah-
m ud’a, teveccühle başlayıp ültimatom ile biten bir mektup
yazarak, bu ittifaktan ayrılmasını temin etti. Böylece San­
car Selçuklu devletinde birleştiriciliği öne çıkarmış, kendi
ölümüne kadar da Selçuklu devletinin büyüklüğünü mu­
hafaza etmeyi başarmıştır.

Anadolu Selçuklularında Veraset Meselesi


nadolu Selçuklu Devleti h in kurucusu Süleyman Şah’m
A (1075-1086) Melikşah’a karşı mücadelesi ve Anadolu
Selçuklu Devletini müstakil bir devlet haline getirmesi de
aslında yine eski Türk devlet geleneğinin bir yansımasıdır.
Selçukluları bir çatı altında toplamak isteyen Melikşah, bu
düşünceyle Süleyman Şah’ı ve elindeki bölgeleri kendisine
bağlamak istemiştir. Bu nedenle Emir Porsuk u 1078’de elli
bin kişilik bir kuvvetle Anadolu’ya olan Tutuş’la giriştiği bir
mücadelede hayatını kaybetmişti (1086).
Süleyman Şah’m ölümünden sonra Anadolu’da bir süre
belirsizlik hâkim olmuş, idareye I. Kılıç A rslanm (1092-
1107) sahip olması ile belirsizlik sona ermiştir. Fakat babası

135
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

gibi I. Kılıç Arslan’ın da Anadolu harekâtı esnasında, Bü­


yük Selçuklularla hâkimiyet mücadelesi sonrasında ölmesi
üzerine, öncekine benzer bir durumla Anadolu’da tekrar
bir belirsizlik ortaya çıkmıştır.
Nihayet Büyük Selçuklu sultanı M uhammed Tapar’ın
(1105-1118) serbest bırakması veya şehzadelerin kaçarak
Anadolu’ya gelmesi üzerine, Eski Türk devlet geleneğine
göre, şehzadeler birbirleri ile taht mücadelesine girişmiş­
ler ve îzzeddin I. Mesud (1116-1155), kardeşleri Şahinşah,
Tuğrul Arslan ve Melik Arab’a karşı mücadeleyi kazana­
rak tahtın yeni sahibi olmuştur.
1118’den 1155 yılına kadar, önceleri Danişmendlilerin
himayesinde devleti idare eden I. Mesud, saltanatı müdde­
tinde Anadolu’daki üstünlüğü Selçuklular lehine geri almayı
başarmış, Konya ve civarı olarak devraldığı devleti de geniş­
leterek, devletin ilk im ar faaliyetlerine de imzasını atmıştır.
Anadolu Selçukluları da aynı inanışla hareket etmekte
ve ülkeyi oğulları arasında pay etme geleneğini sürdürmek­
teydi. Sultan Mesud 1155 yılında Kilikya seferinden hasta­
lanarak döndüğünde, öleceğini hissedince, Eski Türk devlet
anlayışına göre, memleketini evlatları arasında taksim et­
mişti. Elbistan Meliki olan oğlu II. Kılıç Arslan’ı Konya tah­
tında Sultan ilan ederken diğer oğulları, Şahinşah ve Dev-
let’i de ona tabi olarak başka vilayetlere melik tayin etmişti.
Sultan Mesud bütün devlet erkânı ve beylerin katıldığı
bir merasimle kendisi bizzat tahttan inerek oğlunu oraya
çıkartırken başına taç koymuş ve herkes onun önünde yeni
sultana biat etmişti. Böylece II. Kılıç Arslan resmen veliaht
ilan edilirken, diğer kardeşler Şahinşah ve Devlet’in yanı

136
SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

sıra, Sultan Mesud un iki Danişmendli damadı Zünnun Kay­


seri, Yağıbasan Sivas meliki olarak ülkelerinde bırakılmıştı.
II. Kılıç Arslan’m saltanatının neredeyse yirmi yılında
bu bölünmüşlüğün ortaya çıkaracağı problemler büyük rol
oynayacaktır. Kardeşler mücadelesi neredeyse Bizans’a karşı
teslim anlaşmasına kadar getirecekti.
Bütün bu bunalımları yaşamış olan Sultan II. Kılıç Ars-
lan da aynı yolu takip etmekten geri durmayacaktı.
Sultan II. Kılıç Arslan uzun bir yolculuktan sonra kur­
duğu birliği, ülkeyi oğulları arasında taksim etmek sure­
tiyle, tekrar kendisi dağıtacaktır. Bu taksim olayının tarihi
kökenleri, sebepleri, zamanı, kimler arasında olduğu... vs.
hakkında bir takım iddialar mevcut olmakla birlikte, bu
konular henüz netleşmiş değildir.
Sultan II. Kılıç Arslan uzun saltanatının son yıllarında,
1176 Miryokefalon Zaferi ile Bizans’ı mağlup ederek Ana­
dolu’daki ümitlerini kırmış, böylece batıyı güvenceye al­
mıştır. Danişmendlilere en son 1178 yılında son vererek
Anadolu’daki en önemli rakibini tarihe karıştırmıştır. Do­
ğuda Selâhaddin Eyyûbî ile ilişkilerini düzeltmiş ve onunla
yaptığı bir ittifak ile 1180 yılında Ermeni Krallığını sindir­
meyi başarmıştır.

Ülke On Bir Parçaya Bölünüyor!


ütün bu başarılarının ardından Sultan II. Kılıç Arslan
B artık ülkesini önemli gailelerden kurtarmış olarak, oğul­
larını meliklik bölgelerine göndermeye başlamıştır.
Muhakkak, II. Kılıç Arslan’ın ülkeyi oğullarına taksim
etmesi de birçok sebebe dayanıyordu. O aslında böyle bir

137
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

taksim işine girişmekle, ülkesinin siyasi birliğinin parça­


lanmasını istememişti. Daha sonra, belki bir takım olay­
lar, bazı üzücü neticeler meydana getirecek, kardeşler arası
mücadeleler devlete zarar verecekti. Fakat mutlaka, II. Kı­
lıç Arslan’ın büyük bir başarı ve uzun bir mücadele ile bu
hale getirdiği devleti için, çok daha güzel hedefleri vardı.
Sultan II. Kılıç Arslan, saltanatının son yıllarında, ih­
tiyarlamış ve sefere çıkamaz olmuştu. Anadolu’da Türk
birliğini ve siyasi birliği kurduktan sonra, yılların verdiği
yorgunluğuna paralel olarak öm rünün kalan kısm ında
idareden çekilerek, ülkenin idaresini oğullarına bırakmayı
böylece bir bakıma rahat bir saltanat sürmek istiyordu. Ay­
rıca yine Sultanın bu ihtiyarlığı ve sefere çıkamaz hali kar­
şısında oğulları, devletin müstakbel idarecileri ve ortakları
olmaları hasebiyle aralarında bir takım veliahtlık ve salta­
nat ihtirasları başlamıştı.
II. Kılıç Arslan da, bizzat kendisi ülkeyi taksim et­
mekle, kardeşler arası mücadelenin önünü alabileceğini
düşünüyordu.
Neticede, ihtiyar Sultan’ın ölümünü müteakip, Türk fe­
odal sistemine göre kardeşlerden her birerinin hak iddia et­
mesi çok normaldi. Defalarca tecrübe edilmiş bir vaka idi.
II. Kılıç Arslan’ın hesaplarına göre, eğer önceden taksim
bizzat kendisi tarafından gerçekleştirilir ve hayatı boyunca
da bunu temine çalışırsa, muhtemel bir buhran önlenmiş
olurdu. Ancak, Sultanın bu düşüncesinin ve hesaplarının
gerçekleşmediği olayların bunun aksine geliştiği görülecekti.
Bütün bunların yanı sıra ülkenin taksim edilmesinin
önemli bir amacı da, meliklerin daha sonra üstlenecekleri
idari ve askeri görevlerde onları önceden hazırlamak, ülke
SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

idaresinde oğullara sorumluluklar vermek, devlet idaresi


konusunda iyi yetişmelerini sağlamak ve tecrübelerini art­
tırm ak idi.
Kaynaklarda Sultanın devletini oğulları arasında pay
ettiği tarih hakkında değişik görüşler mevcuttur. Genelde
verilen tarihler 1182-1185 yılları arasında değişmektedir.
Anlaşılan odur ki, 1182 yılından önce de melikler bir ta­
kım bölgelerde idarecilik yapmaktadırlar. Bu durum pay
etmenin 1182 yılında başladığı belki periyodik olarak 1185
da neticelendiğini de göstermektedir. Zaman içinde ve uy­
gun şartlar oluştuğunda ülkenin gerekli yerlerine oğulla­
rın idareci olarak gönderildiği anlaşılmaktadır. Kardeşle­
rin gönderildikleri bölgelerdeki halkları Selçuklu idaresine
ısındırmak, gelecekteki merkezi yönetime alıştırmak şek­
linde de bir amaç güdüldüğü ortaya çıkmaktadır.
Neticede Sultan II. Kılıç Arslan, eski Türk Devlet gelene­
ğine göre, devleti bizzat kendi hayatta iken 11 oğlu arasında
taksim etmiş bulunuyordu. Kaynakların bir takım farklı
rivayetlerine rağmen genelde bu paylaşım şu şekilde oldu:
1- Kutbeddin Melikşah, Sivas ve Aksaray’a,
2- Rükneddin Süleymanşah, Tokat ve havalisine,
3- Nûreddin Sultanşah, Kayseri bölgesine,
4- Mugiseddin Tuğrulşah, Elbistan’a,
5- Muizeddin Kayser şah, Malatya’ya,
6- Muhyiddin Mesudşah, Ankara merkez olmak üzere
Çankırı, Kastamonu ve Eskişehir bölgeleri,
7- Nasreddin Berkyarukşah, Niksar ve Koyluhisar’a,
8- Nizameddin Argunşah, Amasya’ya,
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

9- Muzaffereddin Arslanşah, Niğde’ye,


10 - Şucaeddin Sancarşah, Ereğli ve çevresine

1 1 - Gıyaseddin Keyhüsrev, Uluborlu merkez olmak üzere


Kütahya’ya kadar olan bölgelere hâkim olacaklardı.
O ğullar arasında en küçüklerinin Gıyaseddin Key­
hüsrev olduğunda kaynaklar ittifaklıdır. En büyük evla­
dın Kutbeddin Melikşah veya Rükneddin Süleymanşah ol­
duğu yönünde farklı rivayetler mevcuttur. Ancak Nitekim
Rükneddin Süleymanşah’in, Kutbeddin Melikşah hayatta
iken, ancak kendi meliklik bölgesinde hüküm sürmesi ve
onun vefatından sonra saltanat davasına girişmesi Kutbed­
din Melikşah’in daha büyük olduğunu ortaya koymaktadır.

Meliklerin îlk Hareketleri


I. Kılıç Arslan taksimi yaptıktan sonra, kendisi ve veziri
Iİhtiyareddin Haşan ve diğer devlet erkânıyla birlikte, Kon­
ya’da kaldı. Oğulları ise kendilerine ait bölgelerde, Sultan’a
bağlı olarak görev yapmaya başladılar.
Kendilerine bir y u rt parçası verilen bu şehzadelerin
her birine Melik ve Emir deniliyordu. II. Kılıç Arslan her
birine bir bölgeyi verdiği bu on bir oğluna tam bir istik­
lâl tanıyordu.
On bir kardeş kendilerine verilen yerlerde kendi adla­
rına para bastırıyorlardı. Hutbe okutuyorlardı. Yapılan bi­
nalara konulan kitabelere kendi adlarını yazıyorlar, yazdı­
rıyorlardı.
Her birinin müstakil orduları vardı. Kendilerine m ah­
sus idare ve teşkilâtı bulunuyordu. Halk ve memleket işle­
rini düzenleyecek divanları bulunuyordu. Mülkleri, sarayları
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN
i

mevcuttu. Bu saraylarda âlimler ve şairler bulunuyordu.


Vergilerini kendileri topluyorlardı.
Bu meliklerin merkezle, Sultan’la münasebetleri sadece
yılda bir defa Konya’ya giderek babalarına itaatlerini ve ta­
biiyetlerini arzetmekten ibaret idi. Bu itibarla tâbi bir me­
lik olarak asla Sultan unvanını akmıyorlardı.
Bunlar dış münasebetlerinde de daima tamamen ser­
best idiler. Kendilerine sınırı bulunanlarla mesela Bizans­
lIlarla ayrı ayrı sulh ve savaş yapabiliyorlardı. Hatta bir ri­
vayete göre melikler daima gaza yaparak her yıl yüz bin
esir getiriyorlardı.
II. Kılıç Arslan’ın ülkesini böldüğü sırada Selâhaddin
Eyyûbî’nin yıldızının parladığı anlardı.
Zengî hâkimiyetine son veren Selâhaddin Eyyûbî, 1182
yılında doğuda büyük bir harekât başlatmıştı. Nitekim üç
yıl sonra bu harekât bittiğinde Doğu’nun şehirlerinden Ah-
lât dışında tamamını, yani Güneydoğu Anadolu bölgesi­
nin beldelerinin neredeyse hepsini hâkimiyetine almış bu­
lunuyordu.
Selâhaddin Eyyûbî karşısında Selçukluların hemen he­
men hiçbir faaliyette bulunamaması, batıda Bizans’a karşı
yapılan mücadelelerin yanı sıra meliklerin bölgelerine gön­
derilmeleri ve merkezi kuvvetin eskisi kadar etkili olma­
ması ile ilgilidir. Nitekim Selâhaddin Eyyûbî’nin Meyya-
farikin’i (Silvan) 1182 yılında II. Kılıç Arslan’ın oğlundan
aldığını söylemesi önemlidir. Bu melikin kim olduğu belir-
tilmezse de Elbistan meliki Mugiseddin Tuğrulşah olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü coğrafi olarak Torosların güneyin­
deki bölge olarak Meyyafarikin’in, Elbistan’a yakın bulun­
duğu görünmektedir. Böylece Elbistan’a melik {ayin edilen

141
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGlL

Tuğrulşah’ın, doğuda güçlü komşusu yüzünden hareketle­


rinin kısıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan çok güçlü bir melik olmayan Tuğrulşah’ın
güney komşusu Ermeniler karşısında da pek bir varlık gös­
teremediği görülecektir. Hatta ileriki yıllarda bir ara ağa­
beyi Kutbeddin’e karşı kendini korumak için Ermenilerin
tabiiyetini kabul ettiği de rivayet edilmektedir.
ö te yandan 1185 yılında Sultan Sancar’ın Karahıtay-
lara mağlubiyetinin ardından Türkistan’dan Kafkasya yo­
luyla Anadolu’ya, kalabalık bir Türkmen göçü başlamıştı.
Bu göçlerin sonucunda Anadolu’da uzun süre devam ede­
cek sosyal bir sarsıntı oluştu. Sultan II. Kılıç Arşlarım son
yıllarında, ülkenin taksim edildiği sıralardaki bu göçlerle
birlikte Anadolu nüfus kesafeti de iyice artmıştı.
Bu göçebe Türkmenler, mahalli hüküm darlara bağlı
bulunmakla beraber, aslında kendi boy beyleri idaresinde
yarı müstakil bir hayat yaşıyor; yaz ve kış yurtlarını değiş­
tiriyorlardı. Türkmenlerin bu göçleri esnasında yollar in­
san ve hayvan kitleleri ile doluyordu. Türkmenlerin Ana­
dolu’daki diğer bir kitle olan Kürtlerle uzun mücadeleleri
de her iki taraftan binlerce insanın ölmesine ve beldelerin
tahrip olmasına sebebiyet verecektir.
Türkmenlerin, kardeşlerin saltanat davalarında birinci
öncelikli gücü oluşturması ve kardeşlerin de bilhassa bu
Türkmenlerin verdiği cesaretle ve onlara güvenerek müca­
dele etmesi kendilerini daha serbest kılıyordu.
Bunun neticesi olarak Kilikya bölgesine kadar inen
Türkmenler, önceleri Hıristiyanlara iyi davranmakla bir­
likte, Ermenilerin Kürtlere yataklık ettiğini görünce, on­
lara kızarak yirmi altı bin kişiyi esir edip sattılar. Ayrıca
SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

Malatya havalisini istila ederek, mahalli hükümetlerle de


çatıştılar. Nihayet köylerin ıssızlaşıp, memleketlerinin ha­
rap olduğunu gören Türk hükümdarları, Türkmenlere karşı
mücadele başlattılar.
Başlarında Rüstem adlı bir beyin olduğu anlaşılan bu
Türkmenler, takip edilmeleri üzerine Ermeni topraklarına
girdiler, Kilikya’ya girerek, 1187’de Sis (Kozan)e kadar iler­
lediler. Bu Türkmen hareketini II. Kılıç Arslan'ın yaptırdı­
ğını sanan Ermeniler de, Selçuklu topraklarına girmişlerdir.
Bu sıralarda Selçuklu ülkesi, II. Kılıç Arslan tarafın­
dan evlatları arasında taksim edildiğinden merkezi bir­
likten yoksundu. Türkmenlerin faaliyette bulundukları ve
Ermeni sınırında bulunan güney uç bölgelerinde de; San-
carşah, Nizameddin Argunşah ve Mugiseddin Tuğrulşah
bulunmaktaydı.
Türkmenlerin kendi ülkesinde istilalarda bulunmala­
rına mukabil Ermeni kralı II. Leon (1187-1219), Kilikya akı-
mndan dönen Türkmenlerin bir bölümünü Maraş yakın­
larında tuzağa düşürerek birçoğunu şehit etti.
II. Leon bu başarısının ardından da Selçuklu ülkesine
yöneldi. Torosları aşan Ermeni kralı, Sancarşah’ın ülkesi
Ereğli’yi zapt ederek Selçuklu uç memleketlerini istila etti.
Harekâtına devam ederek Nûreddin Sultanşah’ın elinde bu­
lunan Kayseri ye kadar ilerledi. Kayseri civarında bir ka­
leyi de alan II. Leonun Kayseri’yi muhasara ederek, önemli
bir para karşılığında geri döndüğü de rivayet edilmektedir.
Doğuda bu şekilde olumsuz gelişmelere karşılık, batıda
Selçuklular için daha sevindirici gelişmeler meydana gelmek­
teydi. 1180 yılında Bizans imparatoru Manuel’in ölümün­
den sonra Bizans bunalıma doğru sürüklenişini artırmıştı.

143
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Bu durum Selçukluların batı ucunda yer alan meliklerin


işine yarıyordu. Nitekim 1182 yılındaki yeni bir fetih ha­
reketiyle Uluborlu ve civarındaki kaleler, Kütahya ve Eski­
şehir fethedilerek sınır Denizli’ye kadar ulaşmıştır. Birçok
belde de kendi istekleriyle Türk hâkimiyetine girmişlerdir.
Manuel’den sonra Bizans’ın başına geçen İmparator III.
Alexis’in de kısa süren saltanatının ardından 1183 yılında
ölümü üzerine Bizans tekrar iç mücadelelere girişecektir.
Bu durum bir kez daha Selçukluların Bizans aleyhine ge­
nişlemelerine yardımcı olacaktır. Şöyle ki, Alaşehir’de bulu­
nan Luannis Komnenos’un oğulları Selçuklulardan yardım
istedi. Bunun üzerine gönderilen kırk bin kişilik Selçuklu
ordusu denize kadar ilerleyerek birçok beldeler fethetti. Ay­
rıca yine Bizans’ta Andronikos’un (1183-1185) yerine İsak
Komnenos’un (1185-1195) geçtiği sırada, Emir Sami ku­
mandasındaki bir başka Selçuklu ordusu da Alaşehir öte­
lerine kadar fetihlerde bulunmuş ve imparatoru da on yıl­
lık bir vergi ödemeye mecbur etmiştir.
Uluborlu meliki Gıyaseddin Keyhüsrev bundan sonra
da Selçukluların batısındaki olayları takip etmiş ve fırsat
buldukça bundan faydalanmıştır. Nitekim 1188’lerde İm ­
parator îsak’a karşı Alaşehir’de istiklalini ilan eden Bizans
valisi Theodor Mankaphas mağlup olunca Uluborlu Meliki
olan Gıyaseddin Keyhüsrev’e sığınmış ve ondan yardım is­
temiştir. Keyhüsrev ise, doğrudan İmparatorla arasını aç­
mamak için, ona 1189’da yarı müstakil harekette bulunan
Türkmenler arasında asker toplama müsaadesi vermiştir.
Burada Türkmenlerle birlikte Denizli ve Honas havalisinde
istila hareketlerinde bulunan Bizans valisi Mankaphas, ga­
nimetlerle birlikte Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanına döndü­
ğünde, İm paratorun elçisinin hediyelerle beraber gelerek
SUITAN 11. KILIÇ ARSLAN

kendisinin Keyhüsrev tarafından teslim edilmesini istedi­


ğini öğrendi. Gıyaseddin Keyhüsrev barışın bozulmasını is­
temediğinden Mankaphas’ı hayatına dokunulmaması şar­
tıyla teslim etti. Bu durum kardeşlerinin kendisini ağır bir
biçimde tenkit etmelerine yol açacaktır.
Bir diğer batı uç meliki Muhyiddin Mesud da Bizans’ın
içerisine düştüğü durumdan istifade etmek peşindeydi. Me­
sud, Ankara ve çevresi meliki olarak, Kastamonu tarafla­
rında Bizans’a karşı bir buçuk yıl gaza yapmış ve bu müddet
zarfında pek çok sayıda esir almıştır. Sınırlarını Safranbo­
lu’ya kadar genişletmiştir.
Safranbolu kuşatıldığı esnada, İmparator tarafından im­
dada gönderilen Baba Dağı garnizonu da Mesud tarafından
pusuya düşürülerek esir alınmış ve öldürülmüştür. Dört ay
boyunca şehrin mancınıklarla kuşatılmasından sonra ümi­
dini kesen Hıristiyan halk şehri teslim etmek zorunda kal­
mışlardır. Kendilerinin şehri terk etmesi şartıyla hayatla­
rına dokunulmayarak, yerlerine Türkler iskân edilmiştir.
Bundan sonra İmparator da utanç verici bir antlaşma im ­
zalamak zorunda kalmıştır. Hatta Muhyiddin Mesud daha
sonra imparatora Balkanlardaki mücadelelerinde bir yar­
dımcı kuvvet gönderecektir.
Böylece Ankara’nın yanında Çankırı, Kastamonu, Bolu
ve Eskişehir bölgelerinin çoğu Muhyiddin Mesud’un hâki­
miyetine geçmiş bulunuyordu.
Ankara meliki Muhyiddin Mesud siyasi başarılarının
yanı sıra meliklik bölgesini de kısa zamanda önemli bir
ilim ve kültür merkezi haline getirmiştir. Erken devirlerde
şehrin imarına başlamış, kendisi ilim ve edebiyat hamisi
olmakla birlikte, kendisine ve Ankara’ya mensup, Bed’i,

145
PROF. D R AHMET ŞİM$İRGİL

Muhyevî, Mahmud ve Ebu Hanife Abdülkerim gibi şairler


ve âlimler onun bölgesinde yaşamış ve onun hakkında da
şiirler yazmışlardır.
Kardeşlerin Kutbeddin’den sonraki en büyüğü olan To­
kat meliki Rükneddin Süleymanşah da meliklik bölgesinde,
bilhassa Karadeniz kıyılarına kadar fetihlerde bulunmuş­
tur. Samsun ve civar Karadeniz kıyılarım ele geçirmiştir.
Ayrıca Rükneddin Süleymanşah en azından babası ve daha
sonra da en büyük kardeş Kutbeddin’in ölümüne kadar hiç­
bir kardeşler arası mücadeleye katılmadığı bilinmektedir.
Nitekim ilk meliklik yıllarında Tokat’a yakın olduğu
halde Niksar ve Koyluhisar beldelerine dokunmamış ol­
ması ve kendisine komşu kardeşleriyle de ihtilaftan uzak
durmuştur. O gerçekten böyle yapmakla birlikte öncelikle
kendi meliklik bölgesinde sürekli askeri ve kültürel faali­
yetlerle meşgul bulunmuş ve en uygun zamanda ortaya çı­
karak Konya tahtına oturmasını bilmiştir.
Rükneddin Süleymanşah aklı ve zekâsı ile birlikte me­
liklik bölgesi yönünden de oldukça avantajlı bir durum ­
daydı. Nitekim sahip olduğu Tokat ve çevresi Danişmen-
doğulları’nın ilk kurulduğu bölge olması hasebiyle uzun
süredir yoğun bir milli ve dini kültürel faaliyetin içerisinde
Türkleşip İslâmlaşmış bulunuyordu. Buradaki Türkmenler
gazilik ve Türklük ülküsüne büyük önem veriyorlardı. Bu
durum u itibariyle Tokat, adeta Türkmenlerin en güçlü ka­
lesi durum unda bulunuyordu. Bölgedeki Türkmenler sa­
yesinde Rükneddin Süleymanşah önemli bir askerî güce
sahip olurken, bölgenin kültürel yapısı da Rükneddin için
bir diğer avantaj unsuru olmuştur. Kendisi de şiirleri, ede­
biyat, belagat ve yazı sanatı ile tanınıyordu.
SULTAN II. K ILIÇ ARSLAN

II. Kılıç Arslan’ın yüksek tahsil ile yetiştirdiği bütün ev­


latlarının bölgeleri de aslında birer kültür merkezi haline
gelecektir. Yukarda sayılanlardan başka, Niksar ve Koylu-
hisar meliki Nûreddin Berkyarukşah kendisi, eski İran ef­
sanelerinden “Hûr-zâd u Pîr-zâd” kıssasını nazme almış,
Şehabeddin Suhreverdî de Pertevname adlı eserini onun
adına yazmıştır. Keyhüsrev’in de birçok ilmi ve kültürel
faaliyetinin yanı sıra kendisinin bizzat Mecdüddin İshak’a
yazmış olduğu Farsça şiiri olduğu bilinmektedir. Böylece
kardeşlerin hepsi gerçekten bölgelerinde ilmi ve kültürel fa­
aliyetlerde bulunmuş olmalıdır. Hatta başta II. Kılıç Ars-
lan olmak üzere, oğulları ilme ve âlimlere karşı oldukça
ilgi göstermişler ve dini müsamahaları ile tanınmışlardı.
Bu yüzden ağır şekilde itham edildikleri de olmuştu. Her
birerine ait ayrı ayrı örnekler olmasa da genel olarak bu­
güne ulaşabilen deliller bu istikamettedir.

Kutbeddin Melikşah’ın Babasına Karşı Çıkması


I. Kılıç A rslanın devleti on bir parçaya bölen ve merkezi­
I yetçi devlet anlayışına ters düşen bu uygulaması, Anadolu
gibi hiçbir zaman yönetim zafiyetine imkân vermeyen bir
coğrafyada, çok geçmeden zararını gösterdi ve daha II. Kı­
lıç Arslanın sağlığında kardeşler arasında hâkimiyet müca­
deleleri başladı. II Kılıç Arslan’ın en büyük oğlu Kutbeddin
Melikşah, en küçük kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev’i veliaht
tayin eden babasına karşı mücadele girişti
Kutbeddin Melikşah, babasına tahakküm ederek, kar­
deşlerini ortadan kaldırmak ve itaat altına almak amacın­
daydı. Böylece dağılan devleti de kendi hesabına toplamayı
düşünüyordu. Kutbeddin bu düşüncelerini gerçekleştirmek

147
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

için, en büyük oğul olarak geleneğin kendisine tanıdığı rü-


chaniyetten faydalanmak istiyor, bu konuda babasını da bu
geleneğe uyması için teşvik ediyordu.
Hatta Kutbeddin’in babasının kendisini veliaht ilan et­
mesi konusunda da böyle bir davaya giriştiği görülecektir.
Böylece o, babasının ölümüyle de her yönden meşru bir sul­
tan olarak tahta geçmenin hesaplarını yapıyordu.
Kutbeddin bunlardan başka, 1187 yılında Selâhaddin
Eyyûbî’nin kızı ile nişanlanmak gibi önemli bir siyasi giri­
şimde de bulundu. O bu hareketiyle güçlü bir sultanın kuv­
vetini de arkasına almak istemişti.
Diğer yandan sultanın veziri ve işlerinin naibi olan İh-
tiyareddin Haşan başta olmak üzere devlet ileri gelenleri­
nin II. Kılıç Arslan’ı oğlu aleyhinde kışkırtmaları ile baba
ile oğul arasındaki ihtilaf giderilemez hale gelmişti. Niha­
yet, Sultan’ın işlerini yürüten veziri ile oğlu arasında 1188
yılında ihtilaf çıktı. Bunu müteakip Kapadokya memleket­
lerinde kargaşalık oldu. İki taraf arasında Kayseri’de bir
çarpışma meydana geldi. Fakat Sultan’ın ihtiyarlığına saygı
gösteren oğlunun askerleri, Sultana karşı savaşmak isteme­
yerek, geri çekilince, Kutbeddin Melikşah da tekrar Sivas’a
çekilmek zorunda kaldı. Sultan II. Kılıç Arslan ise, hidde­
tinden oğlunun ordusuna katılan dört bin Türkmen’i şid­
detle cezalandırmıştır.
Bu hareketinden başarısız olarak dönen Kutbeddin Me­
likşah, bu kez de eniştesi, yani Sultanın damadı ve Erzincan
Meliki Fahreddin Behramşah’ı (1168-1225) kendi davasına
zorlayarak, Sultan ile arasını bulmasını istedi. Hatta bu ko­
nuda Kutbeddin Melikşah ile Fahreddin Behramşah ara­
sında gizli bir anlaşma olduğu rivayet edilir ki, Fahreddin
SULTAN 11. KILIÇ ARSLAN

Behramşah da, kardeşlerin en ihtiraslı ve kuvvetlisi olan


Kutbeddin Melikşah’ın, müstakbel Selçuklu sultanı olaca­
ğını, böylece de kendi arasını Kutbeddin Melikşah ile aç­
maması gerektiğini düşünmüş olmalıdır.
Netice itibariyle, Sultan ile oğlunun arasındaki müca­
delede araya giren Fahreddin Behramşah, iki taraf arasında
barış yaptırmaya muvaffak olacaktır. Ayrıca bu anlaşma Sul-
tan’ın vezirini azletmesine de yardımcı olmuştur. Nitekim
oğulları ile arasını düzeltmek isteyen Sultan II. Kılıç Ars-
lan, veziri Ihtiyareddin Hasan’ı görevinden aldı.
îhtiyareddin Hasan’ın, görevden ayrılmasından sonra
giderken, yolda Türkmenler tarafından parçalanarak kat­
ledildiği rivayet edilirse de, Kayseri’de ki vezire ait 1193 ta­
rihli kitabe, bu rivayetin yanlış olduğunu göstermektedir.
Nitekim o, buradan ayrıldıktan sonra Nûreddin Sultan-
şah’ın yanına giderek yardımcısı olacaktır. Ancak Kutbed­
din Melikşah, Kayseri’yi kardeşi Nûreddin Sultanşah’tan
aldığında kardeşi ile birlikte veziri Ihtiyareddin H aşanı
da öldürtecektir.
ö te yandan vezir Ihtiyareddin Hasan’ın azledilmesiyle
Kutbeddin Melikşah’ın önündeki en büyük engel kalkmış
bulunuyordu. Nitekim Kutbeddin, vezirin azledilmesin­
den kısa süre sonra, 1189 kışında, maiyetindeki Türkmen­
lerle beraber, Konya’ya yürüyerek babasına mensup emirleri
bertaraf etmiş, kendisini zorla veliaht ilan ettirmekle bir­
likte, babasını da yanında esir Sultan gibi tutm uştur (1190).
Böylece devlet yönetiminde usulen babası olmakla bir­
likte, fiili iktidarı Kutbeddin Melikşah ele almıştır. Yaşı
ilerlemiş olan babalarının ölümünden sonra Selçuklu tah­
tına oturm ak isteyen Selçuklu Melikleri kendilerine rakip

149
PROF. D R AHMET ŞİMŞÎRGİL

olarak gördükleri diğer kardeşlerine karşı mücadeleye baş­


ladılar. Konya’daki sarayında ikamet eden II. Kılıç Ars-
lan’m son yılları oğulları arasındaki bu mücadelelere şa­
hitlik etmekle geçti.
İşte III. Haçlı orduları Anadolu kapılarına geldiğinde
Selçuklu idaresinde durum bu idi.

III. Haçlı Seferi


elâhaddin Eyyûbî nin 1187 senesinde Kudüs’ü fethetmesi
S Avrupa’da büyük yankı uyandırmıştı. Hasta olan Papa
III. Urbanus haberleri duyduğunda üzüntüden ölmüştü.
Halefi VIII. Gregorius iş başına geçtiğinde bir bildiri ya­
yımlayarak bütün Batı Hıristiyanlarını yeni bir Haçlı sefe­
rine çağırdı. Ancak Gregorius da iki ay sonra ölünce yerine
papa seçilen III. Clemens, Alman İmparatoru Friedrich Bar­
barossa ile temasa geçti. Fransa ve İngiltere kralları ile de
görüşmeler yapıldı. İmparator, Papanın tekliflerine pren­
sipte evet demelerine rağmen ülkelerindeki sorunlar sebe­
biyle hemen yola çıkamayacaklarını bildirdiler.
İlk olarak hazırlıklarını tamamlayan Alman İmparatoru
Friedrich Barbarossa, 1189 Mayısında büyük bir orduyla
yola çıktı. Edirne’ye ulaştığında kış mevsimi yaklaşmıştı.
İlgililerle istişare eden Barbarossa kış mevsimini Anado­
lu’da geçirmemek için, Edirne’de beklemeye karar verdi.
Diğer taraftan Barbarossa’nın Edirne’de bulunduğu sı­
rada yaşanan bir takım olaylar Anadolu Selçuklu Devle-
ti’nin siyasi durum unu özetler nitelikteydi.
Şöyle ki, Kutbeddin Melikşah zorla babasına tahakküme
başlayıp da, Konya’da babasıyla birlikte devlet yönetimine
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

geçtiği sırada II. Kılıç Arslan, Friedrich Barbarossa ile an­


laşma yapmak üzere elçilerini Edirne’ye göndermiş bulu­
nuyordu. Bu durum u öğrenen Kutbeddin de hemen ha­
rekete geçerek kendi elçilerini Edirne’ye gönderdi. Onun
buradaki amacı, her şeyden önce, Friedrich Barbarossa
Anadolu’ya girdikten sonra, kendi aleyhinde faaliyette bu­
lunmasını önlemek, kendisine karşı düşmanca bir politika
izlemesine mani olmaktı.
Nihayet Fredrich Barbarossa ile II. Kılıç Arslan ve oğlu
Kutbeddin Melikşah’ın elçileri arasında Edirne’de meydana
gelen antlaşma neticesinde, bu iki ülkenin dostluğu taze­
lenmiş ve Alman ordusunun Anadolu’dan serbestçe geç­
mesi, kendi paraları ile erzak ve sair ihtiyaç maddelerini
satın alması kararlaştırılmıştır. Buna bakarak daha Haçlı
ordusu Anadolu kapılarında iken bile Selçuklu ülkesindeki
siyasi bir belirsizliğin ne boyutlara ulaştığı görülmektedir.
Öte yandan Barbarossa yaptığı bu antlaşmayla, Bizans
topraklarından Selçuklu topraklarına girdiklerinde, rahat­
lıkla yollarına devam edeceklerini düşünüyorlardı. Fakat
çok geçmeden bu düşüncesinde yanıldığını anladı. Haçlılar
M art 1190’da Gelibolu’dan Anadolu’ya geçip güneye ilerle­
yerek Uluborlu civarında Selçuklu topraklarına girdikleri
andan itibaren Türkmenlerin yoğun saldırısına maruz kalıp
ayrıca güçlü bir mukavemetle de karşılaştılar. Bu duruma
çok şaşıran ve Filistin’e gitmekten başka bir gayesi de ol­
madığını söyleyen İmparator hayli hiddetlendi.
Nitekim aralarında antlaşma olmasına rağmen, Haçlı­
lara, Türkler tarafından mukavemet gösterilmesinin bazı
sebepleri vardı. Bir yandan Türkmenler, merkezi idareyi
tanımayarak kendi topraklarına giren haçlılarla mücadele

151
PROF. D R AHMET ŞİMŞlRGİL

ederken, diğer yandan bir siyasi belirsizliğin hüküm sür­


düğü Selçuklu ülkesindeki sultan ve melikler arasında tam
bir mutabakat yoktu. Özellikle babasına tahakküm ettikten
sonra Kutbeddin Melikşah bu mücadelenin başını çekiyor,
sultan ve diğer meliklerden bazıları da Haçlıların ülkele­
rinden geçip İslam ülkelerine gitmesine razı olmuyorlardı.
Ancak tüm meliklerin bu konuda ortak hareket edememesi
Haçlılar karşısında kesin bir başarıyı da sağlayamıyordu.
Aslında Haçlılara karşı Selçuklu mücadelesinin başını
Kutbeddin Melikşah ın çektiğini düşünmek yerinde ola­
caktır. Zira Kutbeddin, başından beri Haçlılara karşı idi.
Ancak babasıyla arası açık olduğundan ve ona tahakküm
eder bir vaziyette bulunduğundan Alman İmparatorunun
babasıyla ittifak ederek kendisine karşı tavır almaması için
antlaşma yapmak zorunda kalmıştı.
Yine bir haçlı kaynağının verdiği bilgiye göre, Konya’da,
Kutbeddin Melikşah’m sarayında, müstakbel kayınbabası
Selâhaddin Eyyûbî tarafından asker toplamak üzere gönde­
rilen bir hazine mevcut idi. Bu durum, hem Selçukluların,
İslam dünyasının üzerine gelen Haçlı tehlikesine karşı mü­
cadele etmek üzere hazırlandıklarını, hem de bu sıralarda
Selâhaddin Eyyûbî ile Selçuklular arasında olumlu bir bir­
lik olduğunu göstermesi bakımından son derece önemlidir.

Konya Haçlılar Elinde


ultan II. Kılıç Arslan da, her ne kadar Almanlarla anlaş­
S mışsa da, diğer yandan Müslüman dünyasının ümitleri
Selçuklu Türklerinde idi ve bir Müslüman olarak kendisi
Haçlıların Müslüman ülkelerine karşı kolayca ilerlemele­
rine seyirci kalamazdı. Nitekim Haçlılara engel olamayarak,
SULTAN II. K IU Ç ARSLAN

Konya’da Fredrich Barbarossa ile bir anlaşma yapmak zo­


runda kaldığı için Selâhaddin Eyyûbî’den özür dilemesi ve
üzüntüsünü belirtmesi de, bunun açık bir delilidir.
Bir takım İslam müellifleri de Türkmenlerin haçlı or­
dusuna karşı mücadelelerini sultanın emri olarak göster­
mişlerdir. Hatta batılı tarihçi Runciman da böyle düşüne­
rek, bu durum u şöyle ifade etmektedir. “II. Kılıç Arslan’ın
bütün vaatlerine rağmen, haçlıları kendilerine hiç dokun­
madan ülkesinden geçmeye bırakmak niyetinde olmadığı
besbelliydi. Fakat Alman ordusunun büyüklüğü gözünü
korkutmuştu. Bundan dolayı ordunun arkasına takılarak,
geri kalanları yakalamaktan ve Almanları yiyecek maddesi
ararken taciz etmekten ileri gitmedi.”
Gıyaseddin Keyhüsrev ise, babasının siyasi durum unu
bilerek, onun anlaşmasına sadık olmaya çalışıyor, bir yan­
dan da Haçlıların ellerini kollarını sallayarak geçmelerine
razı olmuyordu. Özellikle kendi bölgesindeki Türkmenleri
iyi kullanarak, Almanların üzerine başarıyla sevk ediyordu.
Keyhüsrev, Haçlılara karşı ağabeyleri ile birlikte kahramanca
savaşmış, Haçlıların geçişini zorlaştırmak için savunma
planları yapmış ve gerekli tedbirleri almıştır. Hatta Haçlı­
ların geçtiği bölgelerin hâkimi olması dolayısıyla, ağabey­
lerinden daha da önce davranmış olmalıdır.
Bu mücadelelerde Haçlılara karşı saf tutan önemli bir
kuvvet de, Ankara Melik’i Muhyiddin Mesud’un kuvvet­
leridir. Bazı kaynaklarda Galatya kralı Melik olarak belir­
tilen Muhyiddin Mesud, on bin kişilik bir kuvvetle gelerek
ağabeyi Kutbeddin Melikşah ile birlikte Haçlılara karşı di­
renmiştir. Muhyiddin Mesud’u da, Kutbeddin Melikşah’ın
bu mücadeleye teşvik ettiği görülm ektedir. M uhyiddin

153
PROF. D R AHMET ŞİMŞlRGİL

Mesud’dan başka, Çankırı ve Akşehir emirleri gibi resmi


Selçuklu liderleri de, bu muharebelerde bulunmuşlardır.
Bütün bunlara rağmen on parçaya bölünmüş olmanın
zaafları fazlasıyla hissediliyordu. Nitekim Friedrich Barba­
rossa, 17 Mayıs 1190’da Akşehir’de vuku bulan şiddetli bir
muharebede II. Kılıç Arslan’ın oğlu Kutbeddin Melikşah ve
diğer Selçuklu melikleri tarafından sevk ve idare edilen Sel­
çuklu ordusunu mağlup etti. Haçlı ordusunu bozamayan
ve dağıtamayan Kutbeddin Melikşah liderliğindeki yorgun
Selçuklu ordusu, Ilgın üzerinden Konya’ya çekilmeye ve son
müdafaayı da Konya önünde yapmaya karar verdi. Böylece
Kutbeddin Melikşah, Haçlıların sayı üstünlüğü karşısında,
kuvvetlerini daha fazla yıpratmak istemiyordu.
Haçlılar, Kilikya Ermeni krallığının topraklarına geç­
mek fikri üzerinde durdular ise de, yolun müsait olma­
ması, Selçuklu kuvvetlerinin kendilerine rahat bırakmaya­
cağı ve nihâyet erzak sıkıntısı dolayısı ile bir süre istirahat
edip, açlık ve susuzluğu giderdikten sonra Konya üzerine
yürümeye karar verdiler. Konya’ya çekilen Türk ordusunu
takip eden Haçlılar Konya önlerine gelerek Meram bağla­
rında karargâh kurdular.
Haçlıların savaş planına göre; İmparator dışarıdaki Türk
kuvvetleri ile savaşacak İmparatorun oğlu Suap dukası da
şehre saldıracaktı. Nitekim Haçlıların hendekleri ve surları
aşmak için giriştiği ilk hücumlar, Türklerin şiddetli müda­
faaları ile karşılaştı ve püskürtüldüler. Fakat daha sonra İm­
parator ovada savaşırken, Suap dukasına ait birlikler, sur­
ları aşarak içeri girmeye muvaffak olmuşlardır. Şehre giren
Haçlılar, karşı koyanları acımasızca öldürdüler (18-23 Ma­
yıs 1190). Her tarafı yağmaladılar. Çarşıları tahrip ettiler.

154
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Konya’da yaşanan felaketi durdurma işi, oğlu Kutbeddin


Melikşah ile Alâeddin Tepesi’ndeki kalesine çekilen Sultan
II. Kılıç Arslan’a düşmüştü. Nitekim Sultan bulunduğu ka­
leden kabahatin oğlunda olduğunu, kendisinin de mağdur
durumda bulunduğunu eski dostu Fredrich Barbarossa’ya
bildirerek yeni bir antlaşma teklif etti. Bu antlaşma teklifi
karşında ise Alman im paratoru “gayesinin Kudüs’e var­
mak olduğunu, Sultan’ın ülkesini işgal maksadı taşımadı­
ğını, sebepsiz yere iki taraftan da çok kan aktığı” gibi söz­
ler söyleyip durum dan rahatsızlığını belirterek Sultan II.
Kılıç Arslan ile antlaşma yapmayı kabul etti.
Yapılan anlaşma neticesinde imparator serbest geçişi
temin için, Selçuklu emirlerinden yirm i beş kadar rehin
aldı. Haçlı ordusu Konya’da beş gün kaldıktan ve kendile­
rine lazım olan şeyleri aldıktan sonra, Silifke’ye doğru yola
çıktı. 10 Haziran 1190’da ordu Silifke ovasına vardı. Ancak
Friedrich’in Silifke çayını geçerken boğulması morali bo­
zulan ordunun dağılmasına yol açtı. Oğlu Friedrich’in ida­
resinde küçük bir ordu Sûra ulaşabildi. Böylece Doğu’daki
Haçlıların ümitle beklediği yardım kaybolup gitti.

III. Haçlı Seferi’nin Devamı


iğer taraftan Fransa Kralı II. Philippe Auguste ve In­
D giltere Kralı II. Henri Haçlı seferine çıkmayı kabul et­
mişlerdi. Fakat Ingiltere Kralı II. Henri 1189’da ölünce ye­
rine oğlu I. Richard (Aslan Yürekli) geçti.
Ayrı ayrı yola çıkan Fransa ve İngiltere kralları Mes-
sina’da buluştular. Haçlı seferinin bundan sonraki kısmı
üzerinde ortak şartları içeren bir anlaşm a imzaladılar.
Ayrıca ele geçirilecek yerlerin iki kral arasında eşit olarak

155
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

bölüşülmesi konusunda karara vardılar. A rdından Fran­


sız donanmasıyla Doğuya hareket eden Philippe, kuzeni
Konrad de Montferrat tarafından karşılandıktan sonra 20
Nisan 1191’de Akkâ önüne gelerek kuşatmaya katıldı. Fa­
kat surların zaptedilmesi Richard’ın gelişine kadar erte­
lendi. Richard deniz yoluyla Kıbrıs’a ulaştı ve adaya asker
çıkardı. Kıbrıs’ın hâkimi Isaakios Dukas Komnenos, Ric-
hard’a karşı çıktıysa da sonunda mağlûp olarak esir düştü.
Adayı ele geçirdikten sonra yoluna devam eden Richard 8
Haziran 1191’de Akkâ’ya geldi ve kuşatmaya katıldı.
Bütün Haçlı kuvvetlerinin şiddetli hücumu üzerine Ak-
kâ’nın Müslüman garnizonu 11 Temmuz 1191’de Selâhad-
din’in izni olmadan şehri Haçlılara teslime mecbur kaldı.
Selâhaddin antlaşma şartları gereğince esirlerin mübade­
lesini ve Hittîn Savaşı nda ele geçirilen kutsal haçı iade et­
meyi kabul etti. Haçlılar Akkâ’ya girerken şehrin bölüşül­
mesi hususunda aralarında anlaşamadılar. Bunun üzerine
Leopold ile Philippe, Akkâ’nın zaptıyla Haçlı yeminlerini
yerine getirdiklerini söyleyerek Avrupa’ya döndüler. Böylece
bütün idare Richard’ın elinde toplanmış oluyordu.
Richard’ın A rsuf’ta yapılan savaşı kazanması, Yafayı
ele geçirmesi ve Daron’u almasına rağmen Kudüs’e ulaş­
mak için yaptığı bütün teşebbüsler neticesiz kaldı. Öte yan­
dan ülkesine geri dönmesi için haberler alıyordu. Richard,
Selâhaddin ve kardeşi el-Melikü’l-Âdil ile sürekli haberleşi­
yordu. Nihayet 2 Eylül 1192’de Richard ile Selâhaddin ara­
sında beş yıllık bir barış antlaşması imzalandı. Buna göre
Askalân Müslümanlarda, Yafanın kuzeyindeki sahil şeridi
Hıristiyanlarda kalacaktı. Hıristiyan hacıları kutsal yerleri
serbestçe ziyaret edebilecek ve Müslümanlarla Hıristiyanlar
karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerinden geçebileceklerdi.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Antlaşmadan sonra Richard, 9 Ekim’de ülkesine dönmek


üzere D oğudan ayrıldı.
Kudüs’ü geri almak amacıyla düzenlenen Üçüncü Haçlr
Seferi hedefine ulaşamamıştı. Fakat Akkâ’nın ele geçirilmesi
ve Haçlıların kıyı bölgelerinde tutunabilmeleri krallığın de­
vamını sağladı. Üçüncü Haçlı Seferi’nin en uzun süren ba­
şarısı Kıbrıs’ın zaptı oldu. Kıbrıs sonraki yıllarda kendi ba­
şına bir krallık haline gelecek ve önemi daha da artacaktı.
Üçüncü Haçlı Seferi ordularının Doğu’dan ayrılışın­
dan kısa bir müddet sonra Selâhaddin Eyyûbî Şam’da ve­
fat etti (4 M art 1193).

Kardeşler Mücadelesi ve
II. Kılıç Arslan’m Vefatı
açlı tehlikesi antlaşma yapılarak atlatıldıktan sonra da,
H Kutbeddin Melikşah, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ba­
şına geçmek için giriştiği mücadeleye babası II. Kılıç Ars-
lan’ı da sürükledi. Melikşah, orta Anadolu’da bulunan bazı
kardeşlerinin hâkimiyetlerine son verdikten sonra Malatya
Meliki Muizeddin Kayserşah’ı tehdit etti. Abisinin bu bas­
kılarına dayanamayan Kayserşah, Selâhaddin Eyyûbî’ye sı­
ğındı (1191).
Kayserşah, Eyyûbî sultanının kızı ile evlendikten sonra
memleketine tekrar geri döndü. Bunun akabinde Melik­
şah babası ile birlikte Kayseri meliki Nûreddin Sultanşah
üzerine yürüyerek, Kayseri’yi muhasara etti. Bu muhasara
esnasında, II. Kılıç Arslan bir fırsatını bularak, Nûred­
din Sultanşah a kaçtı. Melikşah bu durum üzerine muvaf­
fak olamayarak muhasarayı kaldırıp geri döndü. II. Kılıç

157
PROF. D R AHMET ŞIM JIRGİL

Arslan, Nûreddin Sultanşah’ın da kendi lehinde zorlaması


üzerine oradan da firar etti.
Kaynaklar II. Kılıç Arslan ın evlat evlat dolaştığını fakat
hiçbirinde umduğu hürmeti bulamadığım, nihâyet Uluborlu
meliki olan küçük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev e giderek,
onun yanında hürmet ve huzura kavuştuğunu yazmaktadır.
Kayseri muhasarasından istediği sonucu elde edeme­
yen Melikşah ise, üstüne üstlük babasını da rakip kardeş­
lerinden birine kaptırmıştı. Eline geçen fırsatı iyi kullana­
mayan Melikşah bir adım daha ileri giderek babası namına
yürüttüğü idareyi terkederek, Konya’da doğrudan doğruya
kendisini sultan ilân etmek cesaretini gösterdi.
Küçük oğlundan umduğu saygıyı ve itibarı bulan ihti­
yar Sultan Kılıç Arslan oğlu Melikşah ı cezalandırmaya ka­
rar vermişti. Öncelikle on bir kardeş arasında daima kendi­
sine yoldaşlık etmek dolayısıyla hususî bir sevgiye mazhar
olan küçük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’i kendisine veliaht
yaptı. Ardından küçük oğlu ve veliahtı Keyhüsrev ile bera­
ber Konya üzerine yürüdü.
Konyaklar ihtiyar sultanlarına karşı büyük bir saygı du­
yuyorlardı. Sultan, onların yardımıyla şehre girdi ve Alâed-
din Tepesi’ndeki Tahtı mahallesinde 1149 tarihinde yaptır­
dığı muhteşem sarayda kendi tahtına oturdu.
Melikşah ise bu durum karşısında babasının büyük önem
verdiği, mamurelerle süslediği, kendisinin de Sivas’la bera­
ber Meliklik tahtı yaptığı Aksaray’a kaçtı. Babasının yap­
tırdığı kaleye sığındı.
İhtiyar Arslan ise, veliahdi Keyhüsrev ile beraber onu
izledi ve Aksaray’ı muhasara etti.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

Muhasara uzun sürmüştü. Sultan Kılıç Arslan muhasara


sırasında rahatsızlandı. Büyük yatırımlar yaptığı, tahkim
ettiği, çok sevdiği ve nice yıllarını geçirdiği Aksaray’da ha­
yata gözlerini kapadı. Kaynaklar onun 29 Ağustos 1192’de
seksen yaşlarında iken vefat ettiğini yazmaktadır.

Defni ve Türbesi
I. Kılıç Arslan, Aksaray’ın kalesi önünde oğlu ile savaşır­
I ken vefat edince na’şı Aksaray’ın doğusundaki tepede yap­
tırdığı köşküne kaldırıldı.
İbrahim Hakkı Konyalı Bey buranın Sultan II. Kılıç
Arslan tarafından ihya edildiğini belirtirken şöyle anlat­
maktadır:
“Sultan, bol sulu ve bol meyveli güzellikler içindeki yeni
şehrini kale duvarlarının içinde hapsetmek islemiyordu.
Şehrin doğusunda güzel bir tepe var idi. Bu tepe hem şehre
hâkimdi, hem de ufuklara kadar toprak parçalarım görü­
nüş çerçevesi içine alıyordu. Aksaray Suyu’nun derinleşe­
rek aktığı Kulkul Sahrası’nm yakınındaki bu tepeyi boş bı­
rakamazdı. Bu tepeye yazlık bir köşk, yanına imarethanesi,
dinlenme ve konuk yerleri bulunan bir zaviye yaptırmıştı.
Yazın sıcak günlerinde bu köşkte otururlardı. Burası yeni
şehrin bir mesiresi olmuştu. Köşkün ayrıca haremi de vardı.
Belki de (Kırkkızlar) adı buradan doğmuştur”
Sultanın cesedi burada mumyalandı. Mumyaları sala­
mura denilen şekilde tuzlu suda durdurularak basit bir şe­
kilde yaptırılırdı. Mumya yapılırken çok kere kalpler bo­
zulmayacak şekilde ilaçlanarak cesedin içinde bırakılırdı.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın mide, bağırsak, böbrek gibi iç

159
PROF. D R AHMET ŞİMŞIRGİL

organları buraya gömüldü. Sonra da üstüne m ahrutî bir


kümbet yapıldı.
Bu türbeye, daha sonra Aksaray’da boğdurularak öldü­
rülen IV. Kılıç Arslan’ın iç organları da gömülecektir. Mey­
dana gelen bir depremde bu yapı ile birlikte pek çok tarih
yadigârı yıkılmış ya da hasar görmüştür. Bu zelzelede yı­
kılan Kılıç Arslan Türbesi, sonradan aslına uygun olma­
dan tamir edilerek onarılmıştır.

II. Kılıç Arslan Türbesi


SULTAN II. KILIÇ ARSIAN

Kapı üzerindeki kitabe açık bulunmaktadır. Türbenin


içi sandukalarla, çinilerle süslü idi. Kubbenin üzerine Kon­
ya’daki II. Kılıç Arslan kümbethanesi gibi çinili olduğu
tahm in edilebilir. Türbenin üzerinde bulunan tepeye Ak­
saraylIlar Kılıç Arslan tepesi demektedirler. Birinci dünya
savaşı sırasında Almanlar bu tepeyi, karargâh olarak kul­
lanmışlardı. Bu sırada türbenin çinileri ve sandukasını Al­
manya’ya kaçırdıkları kıymetli araştırmacı İbrahim Hakkı
Konyalı tarafından ifade edilmiştir. Son zamanlarda bazı
define arayıcıları tarafından da tahrip edilen Türbe Vakıf-
larca onarılmış olup ziyarete açıktır.
Başşehirlerinden başka yerlerde ölen hükümdarların ce­
setleri çok kere salamura şeklinde mumyalanırken iç uzuv­
ları öldükleri yerlere gömülürdü. Tarihte bunun pek çok ör­
nekleri vardır. OsmanlIlarda bu işleme tahnit adı veriliyordu.

II. Kılıç ArslanTn Şahsiyeti ve Eseri


ürk tarihin en önemli simalarından biri olan II. Kılıç
T Arslan, oldukça cesur aynı zamanda ihtiyatlı ve basi­
retli bir devlet adamı idi. Siyasî, İdarî ve askerî alanlardaki
kabiliyeti onu, halef ve seleflerinden farklı kılmıştır. Öm­
rünün son yıllarında bile hasta olmasına rağmen muhare­
belere arabaya binmek suretiyle gitmesi onun azim ve ira­
desini göstermeye kâfidir. O, seferlerinden ve gayelerinden
asla fedakârlık yapmayan kararlı bir sultan idi.
Bizans tarihçisi N. Khoniates onun rahat ve huzur bil­
meyen bir ruha sahip olduğunu, denizler gibi coştuğunu
ve Bizans’a zarar verebilecek her fırsatı değerlendirip sal­
dırıya geçtiğini, savaşlarda iyi düşünüp dikkatli hareket et­
tiğini söylemektedir.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

II. Kılıç Arslan aynı zamanda halkına bir baba şefkati


ile muamele eden, Hıristiyan halka çok geniş dini müsa­
maha gösteren, hür fikirli ve geniş görüşlü bir hükümdar
idi. Meşhur tarihçi Süryani Mihael’in, 1181’den itibaren,
Malatya’da sultanın huzurunda cereyan ettiğini bildirdiği
felsefi münakaşalar bu büyük hüküm darın fikir seviyesi ve
hür düşüncesini meydana koymaya kâfidir.
Süryânî M ikhail’in kaydettiğine göre sefere çıkarken
dahi bir tabip, müneccim ve filozof olan Kemâleddin Hu-
beyş et-Tiflisî’yi yanından ayırmazdı.
Malatya’ya gidince, patriğe dostane bir mektup, ruhani
bir asa ve yirmi kızıl dinar göndermiş, ertesi yıl tekrar şehre
dönünce, üç emir idaresinde gönderdiği bir kıt’a asker ile
patriği, oturduğu Barsama manastırından davet etmiş ve
bizzat kendisi de istikbaline çıkmıştır.
îslami ananeye aykırı olmasına rağmen, onu Hıristiyan
âdetine göre beraberinde İncil ve haç olduğu halde kabul
edeceğini bildirmiştir. Böylece Mihael ve maiyeti haçları
mızraklarının ucunda kaldırarak ve dini şarkılar söyleye­
rek sultanın huzuruna çıktılar. Sultan patriğin elini öpme­
sine müsaade etmedi ve onu kucakladı. Onun ile dini mese­
leler ve Kitab-ı Mukaddes üzerinde görüştü. Bu karşılaşma
merasiminden çok memnun olan Hıristiyanlar kiliseye gi­
derek sultan ve Türk milleti için dua ettiler.
II. Kılıç Arslan’ın Hıristiyanlara karşı bu müsamahası
ve alicenaplığı ona bir Müslüman sultanı olduğunu ve H ı­
ristiyan komşular ile sarılı bir memlekette mukadderatı­
nın İslamiyet’e ve İslam Mefkûresine bağlı bulunduğunu
unutturmazdı.
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

1171’de yeniden inşa ettirdiği Aksaray şehrini askeri bir


üs haline getirirken, orada camiler, medreseler, kervansa­
raylar ve pazarlar yaptırarak, oraya Azerbaycan’dan gaziler,
âlim ve tacirler celbederek yerleştirdi ve bir ordugâh haline
gelen şehirde gaza ruhunun bozulmaması için, kötü insan­
lar ile Rum ve Ermenilerin Aksaray’a girmelerine müsa­
ade etmedi. Ekseriya bu şehirde oturup, seferlerine oradan
başladığı için, Orta Çağ Anadolu’nun her şehri gibi, Aksa­
ray’da bu hüviyeti dolayısı ile “D arü’z-zafer”, bazen “Da-
rü ’l-Cihad” veya “D arü’l-ribat” unvanı verildi.
Gaza ruhunu canlı tutm ak için ordusunda din adam­
ları bulundururdu. Böylece Hıristiyan ahali için adalet ve
şefkati ile tanınan II. Kılıç Arslan M üslümanlar için de
tarihe İslam’ın gazilerinden biri ve “din mücahidi” olarak
geçmiştir. Aksaray’daki Muzafferiyye Medresesi de m uh­
temelen onun dönemine aittir. Aksaray’a bir konak mesa­
fede “Kılıç Arslan Kervansarayı” adıyla bilinen ilk ribatı
da o inşa ettirmiştir.
II. Kılıç Arslan Danişmendlileri ortadan kaldırıp ül­
kenin iç ve dış güvenliğini sağladıktan ve 1176’da Bizans
imparatorluğunu bir daha başkaldıramayacak derecede ez­
dikten sonra ekonomik ve kültürel hayatı geliştirmek için
çalışmalara başladı. Anadolu Selçuklu Devleti siyasî kud­
reti ile muvâzî olarak İktisadî ve kültürel bakımlardan da
bir yükselme devrine girdi.
Uzun yıllar devam eden savaşlar neticesinde Anado­
lu’da ziraî hayat neredeyse durma noktasına gelmiş ve bir­
çok yer de harap olmuş durumda idi. Diğer taraftan Ana­
dolu’yu yeni yurt edinen Türkmenlerin büyük bir kısmı
da henüz göçebe veya yarı göçebe bir hayat sürüyordu. Bu

163
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

durum un düzeltilmesi içinde oldukça çapa sarfedilmiştir.


Çoğu zaman sultanın bile itaat altına almakta zorlandığı
bu aktif nüfus, devletin hudutlarının muhafazası ve geniş­
lemesinde başlıca unsuru teşkil etmiştir. Türkmenlerin bu
müstakil hareketlerinin sebebini anlayamayan Bizanslılar
ve haçlılar onların akınlarını çok defa sultanın eseri ola­
rak algılamışlardır.
Başlangıçta göçebe unsurların hâkim olduğu Anadolu
Selçuklu Devleti, 1176’dan itibaren yerleşik toplumların et­
kisi altında kalarak zihniyet ve devlet yapısında önemli de­
ğişikliklere uğramış, devlet bütün kurum lan ile bir O rta­
doğu devleti haline gelmiştir.
O nun döneminde Konya muhteşem bir şehir haline
geldi. Üçüncü haçlı seferine iştirâk edenler Konya’nın bü­
yük ve muhteşem bir şehir olduğunu söyler ve büyüklük
olarak Kolanya şehrine kıyas edilebileceğini bildirirler. Ba­
bası Mesud tarafından inşasına başlanan ve Alâeddin Key-
kubad’a nispet edilen cami ve saray II. Kılıç Arslan tarafın­
dan yaptırılmıştır. O dönemde Konya’da faal olan Alâeddin
Tepesi’ndeki Sultaniyye Medresesi ile Altunaba Medresesi
II. Kılıç Arslan zamanında yapılmıştır. Alâeddin Keyku-
bad zamanında yeniden inşa edilen Konya surlarını da ilk
defa o yaptırmış idi.
Tarımı geliştirmek için de çalışmış, bu amaçla Hıristi­
yan çiftçileri ülkeye yerleştirmişti. Tebrizli tüccarlar Kon­
ya’da faaliyette bulunuyordu. Aksaray’da benzeri olmayan
halılar dokunur ve ihraç edilirdi.
Anadolu Selçuklularında bilinen ilk gümüş sikke 1175’te,
ilk altın sikke de 1177’de II. Kılıç Arslan zamanında basıl­
mıştır. Sikkelerde “ebü’l-feth” ve “es-sultânü’l-muazzam”,
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN

mektup ve kitabelerde “Türk, Ermeni ve Süryânîler’in” ya­


hut “Rum, Ermeni, Frank ve Şam memleketlerinin büyük
sultam” unvanını kullanırdı.
Göktürkler, Karahanlılar ve Büyük Selçuklularda olduğu
gibi Anadolu Selçuklularında da devlet hanedan mensupla­
rının ortak malı kabul edilirdi. Ancak bu hâkimiyet telak­
kisi II. Kılıç Arslan’dan sonra gerçek vasfını kaybetmiştir.
Ö mrünün sonuna doğru ülkeyi on bir oğluna pay eden
II. Kılıç Arslan’ın oğulları da kendi hâkimiyet bölgelerinde
imar ve kültür faaliyetlerine devam ederek birçok eser mey­
dana getirdiler. O zamanlar için henüz bir uç şehri sayılan
Ankara’ya hâkim olan Muhyiddin Mesud’un maiyetinde,
şiirleri bize kadar gelen, bir takım şair ve ediplerin bulun­
ması ve diğer oğulları namına bazı eserlerin yazılması ge­
lişmekte olan kültür faaliyetlerinin bir eseridir.
II. Kılıç Arslan babasından küçük ve tehlikeler ile dolu
bir ülke devralmış idi. Ölürken düşmanları ezilmiş, iç ve
dış emniyeti haiz olup, hudutları çok genişlemiş, maddî
ve manevî bakımdan yükselme imkânlarını kazanmış bir
memleket bıraktı.
Öyle ki, memleketi evlâtlarına taksimine ve araların­
daki mücadelelere rağmen, Selçuk Anadolusu uzun müddet
hiçbir sarsıntıya uğramayacak kadar kuvvetli bir bünyeye
ve gittikçe artan bir ilerleme hızına sâhip oldu. Bu sebeple
II. Kılıç Arslan Anadolu’da bir Türk vatanının kurucuları
arasında çok büyük bir mevkii işgal eder.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AKSARAY

Çarşıda, pazarda erkân ve usul


Türk’ün hayatında bir büyük fasıl
Kılavuz bilinip hazreti Resûl
Horasan’dan Rûm ’a yürüyen nesil
Zanaat ve sanat dâhilerimiz
N. Y. Gençosmanoğlu
Türkler Dönemine Kadar Aksaray
ksaray tarihin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Şeh­
A rin Neolotik çağdan (M.Ö. 8000-5500) günümüze ka­
dar kesintisiz iskân sahası olduğu anlaşılmaktadır.
Aksaray bölgesine, klasik çağlarda “Garsauritis” denili­
yordu. Antik devirde “Garsaura” diye anılan şehrin, Hitit-
ler döneminde önemli bir merkez olan “Kursaura” ile aynı
yer olduğu belirlenmiştir.
M.Ö. 713 yılından itibaren bölgenin Asur hâkimiye­
tinde olduğu görülmektedir. Sonrasında ise Friglerin hâ­
kimiyetine girdi. M.Ö. 595 yılından itibaren Lidya, Med-
ler, M.Ö. 547 yılında ise Perslerin bölgede hüküm sürdüğü
görülmektedir.
Makedonya Kralı İskender’in, M.Ö. 333 yılında, tüm
Anadolu’da Pers hâkimiyetine son vermesi üzerine, baş­
kenti Kayseri (Mazaka) olan Kapadokya krallığı kurulm uş­
tur. Aksaray bölgesi de M.Ö. 332-322 yılarında Kapadokya
Krallığına, M.Ö. 322-301 yılına kadar Makedonya krallı­
ğına, M.Ö. 301-M.S.17 yılına kadar yeniden kurulan Kapa­
dokya krallığına bağlı kalmıştır.
Son Kapadokya Kralı Archelaos (M.Ö. 36-M.S.17) şehre
büyük önem vermiş ve geliştirmiştir. Bu sebeple şehrin Gar­
sauritis olan adı, yerini Archelais’e bırakmıştır. 17 yılından
itibaren ise şehrin Roma İmparatorluğuna geçtiği görülür.
Roma imparatoru Cladius (41-54) zamanında şehir Roma
kolonisi olmuş ve adı “Colonia Archelais” olmuştur.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

M.S. 17-395 yılları arasında Aksaray bölgesi Roma im ­


paratorluğuna bağlı kalmış; 395 yılında Roma İmparator­
luğu nun doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılması üzerine
şehir Doğu Roma (Bizans) hudutları içerisinde kalmıştır.
Aksaray’ı da içine alan bölgenin VII. asrın ortaların­
dan itibaren Arap akınlarına maruz kaldığı görülmektedir.
Anadolu’ya yapılan ilk Arap akm ının 641-642 yılında ger­
çekleştiği bilinmektedir. 664 yılında ise Hazreti Halid bin
Velid’in oğlu Abdurrahman tarafından yapılan bir akında
Arapların Ankara’ya kadar ilerledikleri ve Aksaray’da kış­
ladıkları görülmektedir. Bölgeye yapılan ilk Arap akınla-
rım diğer akınlar takip etmiştir.
965 yılına kadar devam eden akınlar neticesinde bölge
sürekli olarak Arap-Bizans kuvvetleri arasında el değiştirdi.
965 yılından sonra ise bölgeye yeniden Bizans’ın hâkim ol­
duğu görülmektedir. Ancak bu savaşlar sırasında Aksaray
oldukça yıpranmış bulunuyordu.

Aksaray’da Türk Hâkimiyeti


alazgirt Savaşı’ndan önce de Anadolu’ya Türk akınla-
M rının yapıldığı biliniyorsa da, kalıcı yerleşme, 1071’den
sonra gerçekleşmeye başladı. Bu faaliyette Sultan Alpars­
lan’ın vefatından sonra yerine geçen Melikşah’m büyük et­
kisi olacaktı.
Melikşah, Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve kardeşlerini
serbest bırakarak cihat faaliyetine memur etti. Süleyman
Şah da Anadolu’daki fetih hareketlerine iştirak etti. 1072
tarihinde Malatya, Kayseri, Aksaray, Konya ve Sivas’ı fet­
hederek hâkim oldu.
AKSARAY

1086 tarihinden itibaren Anadolu Selçuklularında gö­


rülen fetret devirleri bölgede merkezi bir yönetim boşlu­
ğuna sebebiyet vermişse de bu durum I. Kılıç Arslan za­
manında ortadan kaldırıldı. Sultan I. Kılıç Arslan’ın 1106
yılında Konya, Aksaray ve Anadolu’daki diğer şehirlerin
hâkimi olduğu görülmektedir.
Anadolu’daki yerleşim yerleri uzun süredir çatışma alan­
ları haline geldiği için büyük ölçüde harap halde bulunu­
yordu. Türkler bu harap vaziyetteki şehirleri imar edip ne­
redeyse yeni baştan inşa etmişlerdir. Aksaray da bu şekilde
mamur hale getirilen şehirlerden biri oldu.
Aksaray, Selçuklular devrinde önceleri D arü’z-zafer,
D arü’l-cihad ve D arü’s-sülaha unvanlarıyla anıldı. Konya,
Selçuklu Devleti’nin merkezi olduktan sonra, Aksaray do­
ğuya giden yol üzerinde kurulan en önemli merkez duru­
muna gelmişti. Sultan Mesud (1116-1155), askeri üs olarak
kullanıldığı Aksaray’ın kalesini tamir etmiş, cami ve sos­
yal müesseseler yaptırmıştır. Aksaray Ulu Camii m inbe­
rindeki tarihsiz kitabede Selçuklu Sultanı olarak adı zik­
redilmektedir.
Türk ve İslam hâkimiyeti boyunca şehre en büyük kıy­
meti Sultan II. Kılıç Arslan vermiştir. II. Kılıç Arslan şehri
neredeyse yeniden kurmuş ve bu sırada kendisine şehirde
büyük bir saray inşa ettirmişti. Şehrin artık bu büyük sa­
raydan dolayı AKSARAY adıyla anılacaktı.
Aksaray adının bu son halini alıncaya kadar geçirdiği
serüven, Ulu Cami içine asılmış bir manzumede de konu
edinilmiştir.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Zamanın Aksaray müftüsünün Aksaray’ın tarihi, eski


adları ve vasıfları hakkında söylediği bu manzume tarihe
büyük ışık tutmaktadır:

Aksaray’ın va’z eden bünyadını


Şah Nehvad’dır Sam evlâdı

Zaptedüp saltanat ile ol


Adını Sonya dediler hin yıl

Zuhur edüp sonra Yunan


Milk-i Yunan dediler sâni

Çok idi anda asker-i İslâm


Anın çün didiler kubbetü’l-îslâm

Olmadı feth için asla sefer


Anın çün dediler Darü’z-zafer

Çünkü dünyaya geldi ol hazret


Yine Sonya ile buldu şehir şöhret

Al-i Selçuk’a düşüp nevbet


Adını Aksaray dediler ol saat

Yaşamaz ana hakaret eden


Nice onsuz ki anı garet eden

Zulmedüp hakaret edene Mevlâ


Ruz-ü şeb vere ana yü z bin belâ

Manzumeye göre Aksaray’ın şu altı adı ve vasfı vardır:


Sonya, Milk-i Yunan, Kubbetü’l-îslâm, D arü’z-Zafer,
Sonya ve Aksaray.
AKSARAY

Hazreti Nuh un oğlu Şam’ın evlâdından Nehbad’ın Ak­


saray’ı kurduğu ve adına Sonya denildiği hakkında ciddi
kaynaklarda herhangi bir işarete rastlanmaz. Her şehrin
böyle efsanevî menkıbeleri olabildiği gibi tümden reddet
mekte mümkün değildir. Zira sonra verilen isimlerin her
biri birer gerçeğin ifadesidir. Karaman Eyaletine, Konya’ya
birçok kaynaklarda, Selçuklu kitabelerinde Taht-ı Yunan,
Milk-i Yunan, Memleket-i Yunan denildiğini görmekte­
yiz. D arü’z-zafer ve Kubbetü’l-îslâm herhangi bir yer hak­
kında kullanıldığı gibi Aksaray içinde bir vasıf olarak kul­
lanılmış bir terkiptir.
II. Kılıç Arslan, şehirde camiler, kervansaraylar, bedes­
tenler, hamamlar yaptırmış ve kalesini tahkim ettirmiştir.
Şehre, seyitler, gaziler, âlimler, tüccarlar getirterek yerleş­
tirmiş, böylece manevi bir atmosfer kazandırmıştır. Gay­
rimüslimlerin, hüviyet ve asaleti belirsiz kimselerin şehre
girmesine müsaade etmemiştir.
Böylece Aksaray, Anadolu’da en müreffeh, huzurlu ve
zengin şehirlerden biri durumuna gelmiştir. Anadolu Sel­
çuklularının başkenti gibi itibar görmüştür.
II. Kılıç Arslan son günlerinde ülkeyi on bir oğlu ara­
sında paylaştırdığı zaman Aksaray, Sivas ile birlikte oğlu
Kutbeddin Melikşah’ın hissesine düşmüştü.
Aksaray bundan sonra uzun yıllar Selçuklu melikleri
arasındaki taht mücadelelerine şahitlik edecektir.

Aksaray İçin Zorlu Yıllar


• •
zellikle Moğol ordularının Anadolu’ya girmesi ile bir­
Ö likte, Aksaray’ın uzun yıllardır devam etmekte olan
parlak dönemi yerini sıkıntılara bırakacaktır.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Sultan I. Alâeddin Keykubad, Moğol tehlikesi karşı­


sında birçok şehrin kalesini tahkim ettirirken Aksaray Ka-
lesi’ni de muhkem bir hale getirtmişti. Hatta Konya-Aksa­
ray arasına Sultan Hanı, Aksaray-Nevşehir arasına Alayhan
ve Ağzıkarahan, şehir merkezinde; Kızıl/Eğri Minare, Yı­
kık Minare, Cıncıklı Mescid, Ebubekiriyye Medresesi, Sey-
fiyye Medresesi, Darüşşifa, Başköprü ve Ervah tepe türbe­
sinin de bu dönemde yapıldığı görülmektedir.
I. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden (1237) sonra II.
Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıkmıştır. Bu dönemde, Mo­
ğol kumandan Baycu Noyan karşısında uğranılan, 1243 yılı
Kösedağ bozgunu Anadolu Türk tarihinde yeni bir döne­
min açılmasına sebep olmuştur.
Sultan II. Gıyaseddin 1246 yılında Alanya’da ölmüş ye­
rine II. îzzeddin Keykavus tahta çıkmıştır. Bu sırada Mo­
ğol tahtında da değişiklik olmuş Ögedey’in ölümü üzerine
büyük oğlu Güyük Han’ın tahta çıkmıştı. II. îzzeddin Key­
kavus, Onun tahta çıkışı ile düzenlenen törene katılmaya­
rak yerine kardeşi IV. Kılıç Arslan’ı göndermişti.
Bunun üzerine Güyük Han, IV. Kılıç Arslan’ı Selçuklu
sultanı atayarak geri gönderdi. 1249 yılında Aksaray yakın­
larındaki Ruzbe ovasında iki kardeş arasında vuku bulan
savaşı IV. Kılıç Arslan kaybetti. Esir edilen Kılıç Arslan’a
II. Gıyaseddin Keyhüsrev çok iyi davrandı. Bu arada dev­
reye tekrar giren Moğollar kardeşler arasında uyumu bir
kez daha sağladı ve Anadolu Selçuklu tarihinde müşterek
saltanat devri başladı. II. îzzeddin Keykavus, IV. Rükned-
din Kılıç Arslan ve II. Alâeddin Keykubad ülkeyi müşte­
reken idare ederken Keykavus büyük sultan sıfatıyla daha
üst bir konumda bulunuyordu.
AKSARAY

1256 yılında Moğol birlikleri Baycu nun idaresinde bir


kısım tabiiyet şartlarını yerine getirmedikleri gerekçesiyle
ikinci kez Anadolu’yu istilası hareketine giriştiler. Bu istila
hareketinde Baycu, Erzurum’dan Aksaray’a kadar olan bü­
tün şehri ve vilayetleri tahrip ettikten sonra, Aksaray ön­
lerine geldi.
Bu sırada Vezir İzzeddin ile Beylerbeyi Yavtaş ve Arslan
Doğmuş idaresinde Büyük bir Selçuklu ordusu süratle Mo­
ğol birlikleri üzerine yürüdü. Aksaray’da Alaiye Kervansa­
rayı yakınlarında vuku bulan savaşta Baycu bir kez daha
Selçuklu ordusunu bozguna uğrattı. Baycu, o kışı stratejik
ve ekonomik bakımdan büyük öneme sahip Aksaray’da ge­
çirdi. Kaynaklar onun Kılıç Arslan Kervansarayı’nda kış­
ladığı belirtilmektedir.
Baycu, ordunun zararlarını karşılamak üzere Aksaray’a
şahneler tayin ederek ticaretin aksamaması için büyük gay­
ret sarf etmiştir. Bu sayede şehirde pazarlar aksamadan ku­
rulmuş halkın ziraat yapmaktan geri kalmamıştır. Bütün
bu olumlu gelişmelere rağmen Baycu’nun Aksaray’da bu­
lunduğu sırada halk Moğollar tarafından zulme uğramak­
tan kurtulamamıştır.
Anadolu’da Moğol baskısının artması üzerine Kara­
m anlıların istiklal hareketleri hızlanmıştır. 1256 yılında
Karam anoğullarına karşı Moğol-Selçuklu kuvvetleri üst
üste başarılar elde etmişler ise de Karamanlıların istiklal
hareketlerini engelleyememişlerdir. Salime Kalesi’ni ele ge­
çiren Emir-i Ahur Esed de altı ay süreyle Aksaray havali­
sini sarsmıştır. Bu hareket kendisine Kırşehir emirliği ve­
rilen Nûreddin Caca tarafından güçlükle bastırılabilmiştir.

175
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Baycu, Hülagunun Bağdat seferine katılmak üzere 1258


yılında Aksaray’dan ayrılmıştır. II. İzzeddin Keykavus du­
rum dan istifade ile tekrar Konya’ya gelerek tahta oturmayı
başarmıştır. IV. Kılıç Arslan ise eskiden olduğu gibi ülke­
nin yine müşterek yönetilmesini istemekteydi. Aralarında
bir sulh sağlanamayınca Hülagu Selçuklu ülkesini, iki sul­
tan arasında taksim etti. Bu taksimata göre Aksaray’ın dâ­
hil olduğu Sivas’ın batısı II. İzzeddin Keykavus a, doğusu
IV. Kılıç Arslan a verilmiştir.
Bir müddet sonra II. İzzeddin Keykavus’un vergilerini
vermediği ve Taceddin Mutez’e iyi davranmadığı gerek­
çeleri ile Alıncak Noyan komutasında kalabalık bir Mo­
ğol ordusu Aksaray’a geldi. Bunun üzerine Moğollar kar­
şısında tutunamayacağını anlayan II. İzzeddin Keykavus
İstanbul’a kaçmıştır.
1262 tarihinden itibaren Selçuklu tahtında IV. Kılıç Ars-
lan’m oturduğu görülmektedir. Bu dönemde İlhanlılar tara­
fından Anadolu’ya vezirlik rütbesi ile mali meselelerle ilgili
olarak Taceddin Mutez’in atandığı görülmektedir. Kendisine
Kastamonu, Aksaray ve Develi vergi gelirlerinin verildiği
bilinmektedir. Taceddin Mutez’in Aksaray’da bir medrese
inşa ettirdiği ve medreseye müderris olarak Kayserili Şere-
feddin’in atanmasını Mevlana’dan talep ettiği bilinmektedir.
Taceddin Mutez 1266 yılında faaliyetlerinden bunaldığı
Sultan IV. Kılıç Arslan’ı, Aksaray’da tertip ettiği bir ziya­
fette yayının kirişi ile boğdurttu. Bu hadise de Moğollarla
işbirliği yaparak Sinop ve Tokat’ta bir hükümdar gibi hare­
ket eden ve Sultanı kendisine rakip gören Muinüddin Sü­
leyman Pervane’nin tertibi büyük rol oynamıştı.
AKSARAY

1277 yılında çıkan Hatıroğlu isyanı, Selçuklu Devlet


adamlarının Abaka H ana gitmeleri, Baybars’ın Moğolları
yenerek Kayseri ye gelişi ve Karamanoğullarımn istiklal ha­
reketleri ülkede derin sarsıntılara sebebiyet verecekti. Bu
durum dan istifade eden ve Aksaray vergilerini uhdesinde
bulunduran Kızıl Hamid, dört bin kişilik bir kuvvetle şehre
hâkim olmuştur. Halka zulüm yapması karışıklıkların çık­
masına yol açmıştır.
Bu durum karşısında îlhanlı hükümdarı Abaka Han,
Anadolu’nun yönetimini Kongurtay Noyan’a bıraktı. Şeh­
zade Kongurtay yönetimindeki Moğol kuvvetlerinin bölgeye
gelmesi üzerine Kızıl Hamid Aksaray’ın esnaf ve sanatkâr­
ları da dâhil bütün halkın dışarı çıkmasını, çıkmayanların
dükkânlarını yağmalanmasını emretmiştir. Şehri kuşatan
Şehzade Kongurtay, Kızıl Hamid ve adamlarını yakalaya­
rak öldürttü. Bu sırada birçok âlim ve ileri gelen esir edil­
miş veya katledilmiştir.
II. Kılıç Arslan devrinden beri önemli bir askeri üs ve
ticaret merkezi olan Aksaray bu hadiseden sonra nüfus ve
iktisadi durum bakım ından büyük bir sarsıntı geçirmiştir.
Sultan Baybars’m 1277 yılında Elbistan’da Moğolları
müthiş bir yenilgiye uğratması üzerine hareket eden Ka-
ramanoğlu Mehmed Beyin Aksaray’ı kuşattığı ve buradan
Konya üzerine yürüdüğü görülmektedir.
Argun Han 1285 yılında Türkmenleri tenkil maksa­
dıyla yirmi bin kişilik bir kuvvetle Geyhatu’yu Anadolu’ya
gönderdi. 1286 yılında Erzincan’dan hareket eden Geyhatu
Aksaray’a yerleşti. Bunun üzerine pek çok ahali evlerini
terk ederek mağaralara ve başka yerlere gizlenmiştir. Ve­
zir Sahip Atanın Moğollara para tedarik etmesinden sonra

177
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

durum un nispeten düzeldiği Moğolların yaptıkları alış-ve-


riş sayesinde Aksaray’da tüccar ve esnafın para kazandığı
görülmektedir. Bu devirde Aksaray’ın kararlaştırılmış olan
yıllık vergisinin 200.000 dirhemden 400.000 dirheme yük­
seldiği bilinmektedir. Bu durum uzun süre devam etmiştir.
1298 yılında Baycu’nun torunu Sülemiş Anadolu’da
müstakil bir devlet kurm ak için isyan etmiştir. Bu isyan ve
mücadeleler de vergilerin devamlı artması ve Anadolu hal­
kının ezilmesi manasına geliyordu.
1299-1300 yıllarında ise şehri sarsacak önemli bir ha­
dise daha vuku bulmuştur. Bu tarihlerde hüküm süren ku­
raklık ve kıtlık dolayısıyla normal zamanlarda 10 dirhem
olan buğdayın mudu 50 dirheme bulunamaz olmuştu. Ak­
saray’da açlıktan ölümler başlamıştı. Bu sırada Şam’dan
Anadolu’ya dönen Sülemiş ikinci defa isyana kalkışmıştı.
Aksaray’da Sülemiş’in gelişine sevinen ve güç bulan bazı
naibler bu isyana iştirak ettiler.
1304 yılında ölen îlhanlı Gazan Han’ın yerine Sultan
M uhammed (1304-1316) geçince hüküm süren bozuk ni­
zamı gidermek için İrencin Noyan ı1305’te Anadolu’ya gön­
derdi. îrencin’in Anadolu’ya geldiği sıralar da Aksaray’da
îlyas adlı bir Türk Beyi, Moğollara karşı ayaklanmış bulu­
nuyordu. İrencin isyanı bastırmak için Aksaray’a geldi. İl-
yas Bey, Alâeddin Kervansarayına sığındı. İrencin, iki ay
gibi uzun bir süre kervansarayı kuşattı ise de almaya muk­
tedir olamadı. İrencin Noyan bu durum un hıncını halk­
tan almaya başladı. AksaraylIları her ölen Moğol askeri
için 6.000 dirhem tazminata m ahkûm etti. İrencin, daha
sonra Aksaray yöneticiliğine Ali Melik ve kardeşi Ahi Ah-
m ed’i bırakarak çekildi.

178
AKSARAY

Bir müddet daha Moğol emirleri arasındaki mücade­


lelerde yıpranan Aksaray, Selçukluların 1318 tarihinde ta­
mamen yıkılmasından sonra Eretnalıların kontrolüne geçti.
Şehir 1256 yılından sonra belki ilk kez huzurla tanışıyordu.
1333 tarihinde Aksaray’a gelen îbn Battuta şehrin Emir Eret-
na’nın naibi Şerif Hüseyin’in kontrolünde olduğunu ifade
etmektedir. Eretnalılar zamanında önemli bir şehir olan
Aksaray’da, Sultan Alâedin Eretna ve Sultan Gıyaseddin
Mehmed adına gümüş sikkeler kestirilmiştir.
Eretna hâkimiyetinden sonra bir müddet Karamanoğul-
ları elinde kalan şehir 1397’de Yıldırım Bayezid Han tara­
fından zaptedilerek Osmanlı idaresine alındı.
Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethettiği zaman
şehri Müslümanlarla iskân ederken en fazla Aksaray’dan
getirtmişti. Nitekim AksaraylIlar Suriçi’nde en merkezi böl­
geye yerleştirilecek ve buraya asırlarca devam edecek ismini
vereceklerdir. Böylece AksaraylIlar Aksaray’dan sonra İstan­
bul içinde sanki ikinci bir Aksaray meydana getireceklerdir.

E vliyalar Beldesi
ultan II. Kılıç Arslan, Aksaray’ı sadece mimari açıdan
S güzelleştirmedi. Müslümanların dışında hiç kimsenin
şehre yerleşmesine müsaade etmedi. Ahlakı bozuk insanları
şehirden sürdü. Böylece kısa bir sürede şehri, edep, ahlak
ilim, irfan yuvası haline getirdi. Aksaray fazıllar yurdu ha­
line geldi. Nitekim ünlü İslam coğrafyacı ve tarihçisi Ebu’l-
Fida, Aksaray’ı tanımlarken “mutlu ve müreffeh” bir Orta
Anadolu şehri diyecektir.
Bu durum bir müddet sonra Aksaray’ın kabristanına da
sirayet edecek ve bunca evliyanın yattığı yerde neredeyse

179
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

insanlar defnedilebilmek için özlem duyacaktır. Orası Er­


vah kabristanıdır ve adına tam olarak uygundur. Ervah’ın
kelime manası “ruhlar” demektir. Istılahi manası ise içe­
risinde çok sayıda Allah dostunun medfun olduğu kabris­
tan anlamına gelir. Sanki dünyada yapamadığı sohbetleri
veliler orada devam ettirmektedirler. Ruhlar birbiri ile bu­
luşmakta görüşmekte hasbihal etmektedir. Öyle ki zaman
içerisinde burası sanki Aksaray’ın gerçek merkezi olmuştur.
Ervah kabristanı, Aksaray’ın merkezinde bulunan Kılıç
Arslan Tepesinin eteklerinde, doğu-batı yönünde eğimli bir
arazi üstünde, kuzey-güney yönünde uzanmaktadır. Yakla­
şık 700x180 metre ebadındadır. Anadolu Selçuklularından
itibaren kullanılan kabristana halen defin yapılabilmektedir.
Yedi binden ziyade evliyanın bulunduğu söylenen Er­
vah Kabristanlığı, bugün Aksaray’da manevî makamların
başında yer alır. Daha kapısından girer girmez manevî bir
atmosferin içine dalmış olduğunda hiç kimse şüphe etmez.
Ervah kabristanlığı hakkında en mühim bilgiler Evliya
Çelebi’de yer almaktadır. Evliya Çelebi, yedi binden fazla
evliyanın yattığı bu yer için şöyle demektedir:
“Darü’l-Ervah denilen bu yere nice defalar nur inmiştir.
Üzüntülü olan bir kimse burayı ziyaret etse üzüntüsü gider.”
Mezarlıktaki en eski kabir şahidesi ise H. 650 / M. 1250
tarihlidir. Kabristanlığın içerisinde Hacılar Hanı; büyük İs­
lam âlimi Fahreddin Razi’nin torunu, Zinciriye Medrese­
si nde uzun seneler ders vererek birçok İslam âlimi yetişti­
ren, bunun yanında Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislamı
Molla Fenârî’nin de hocası Cemâleddin Aksarâyî hazret­
lerinin zaviyesi; Somuncu Baha’nın türbesi; Şeyh Hamza
türbesi, Anadolu Selçuklularının en büyük tarihçilerinden

180
AKSARAY

olan ve Müsameretü’l-Ahbar’ın müellifi Kerimüddin Mah-


mud Aksarâyî’nin ve daha birçok evliya ve ilim erbabının
kabirleri bulunmaktadır.
Ervah Kabristanı, bunun yanında eskiden hac ve um ­
reye gidenlerin uğrak yerlerinden birisiydi. Konya civarın­
dan hacı adayları yolculuğa Mevlana Türbesi’yle başlar,
Ervah kabristanlığını ziyaretle devam ederdi. Burada bil­
hassa Somuncu Baba türbesi ziyaret edilirdi. Bugün kalın­
tıları bulunan Hacılar Hanı da bu hacıların konakladıkları
ve dinlendikleri bir mekândı.

Aksaray’ı Etkileyenler!
Şeyh Hamîd-i Velî (Somuncu Baba)
A 331 senesinde Kayseri’de doğdu. Babası Horasan erenle-
I rinden Şemseddin Musa Kayseri’dir. İlk tahsilini babası
Şemseddin Musa hazretlerinden aldı. Ardından Kayseri h in
meşhur müderrislerinden okuyarak tahsilini tamamladı.
Fakat o kendisini yeterli görmüyor ve bir iç buhranı geçi­
riyordu. Onun bu halini ve sonraki devresini son devrin
ilim adamlarından Mehmet Ali Ayni (v. 1945) özetle şöyle
nakletmektedir:
“Hamîdüddîn Efendi ilim öğrenmeye pek hevesli idi.
Zamanın en meşhur müderrislerinde okumuş din ve fen
ilimlerini tahsil etmişti. Fakat aradığı kalp huzurunu bir
türlü elde edemedi. Bunun üzerine babası Şemseddin Musa
hazretlerinin de vefatından sonra Şam’a gidip Bayezidiyye
dergâhına yerleşti. Burada tarikat pirleriyle sohbetlerde bu­
lundu. Bir kısım meşayıhla görüştü. Tasavvuf ve tarikatta
önemli yol aldı. Nakşibendiye tarikatı şeyhlerinden Şadi-i
Rumi’nin derslerine katıldı ve tesirinde kaldı”.
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Hamîd-i Velî hazretleri Bayezidiyye dergâhında bir ta­


raftan pek çok velinin sohbetlerine katılıp istifade eder­
ken bir taraftan da Üveysî olarak, manevi yol ile Bayezîd-i
Bistâmî’den ve Hızır aleyhisselamdan feyz aldı.
Böylece Şam’da bir müddet ilim tahsilinde bulunduk­
tan sonra, Tebriz yakınlarında Hoy kasabasında bulunan
Hâce Alâeddin-i Erdebîlî hazretlerinin huzuruna gitti. Var
gücüyle hocasına hizmet ederek, ilim öğrendi. Tasavvuf
yolunda üstün derecelere kavuştu. Alâeddîn-i Erdebîlî, bir
gün Hamîd-i Velî’ye:
“Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü Teâlâ’nın dinini,
insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!” buyurdu. Ona
böylece, insanları yetiştirmek için icazet verdi. Hocasının
kısa sürede bu seçkin talebeye icazet vermesi bazı anlayışı
kıt, hasetçi kimselerin, içlerinden Hamîd-i Velî’ye buğz et­
melerine sebep oldu. Hâce Alâeddin, Hamîd-i Velî’yi bütün
talebeleriyle birlikte, Şemseddîn-i Tebrîzî Makamı denilen
yere kadar uğurladı. Veda edip yanlarından ayrılınca, ha­
set edenlerin de bulunduğu topluluğa dönerek:
“Hamîdüddîn’in arkasından, gözden kayboluncaya ka­
dar bakınız. Eğer dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu’da
onun ilminden istifade ederler. Şayet bakmazsa, onun il­
minden hiç kimse istifade edemez.” buyurdu.
Orada bulunanlar merakla Hâmîdüddîn’in arkasından
bakmaya başladılar. Bu hâli Cenâb-ı Hakk’ın izniyle anla­
yan Hamîd-i Velî, gözden kaybolmadan önce iki defa ar­
kasına baktı. Böylece onların hasetlerini giderdi. Büyük bir
âlim ve veliyy-i kâmil olarak Kayseri’ye döndü.
Hamîd-i Velî hazretleri, dönüşünde Kayseri’de insan­
lara Allahü Teâlâ’nın emir ve yasaklarını öğretmeye başladı.
AKSARAY

Talebeleri, ondan feyz almaya, hasta kalplerine şifa olan na­


sihatleriyle, sohbetleriyle şereflenmeye başladılar. Hamîd-i
Velî hazretleri, bir gün çok sevdiği talebelerinden Şücâ-i
Karamânî’yi huzuruna çağırarak:
“Ankara’da Numan isminde bir müderris vardır. Onu
bulup buraya davet ediniz!” buyurdu. Şücâ-i Karamânî de
hocasının emrini yerine getirmek için Ankara’ya gidip, du­
rum u bildirdi. Müderris Numan; “Bu davete icabet lazım­
dır” diyerek, beraberce Kayseri ye geldiler. Kurban bayramı
günü buluştukları için, hocası ona “Bayram” lakabını verdi.
Müderris Numan, Hamîd-i Velî hazretlerini görüp soh­
betlerini dinleyince, onun büyük bir âlim ve veli olduğunu
anladı. Kısa zamanda pek çok kerametlerini de görünce,
daha çok bağlandı. Onun teveccühleri altında yetişmeye
başladı. Hocasından zahirî ve bâtıni ilimleri öğrenerek kısa
zamanda büyük mesafeler aldı. Bir gün hocası:
“Hacı Bayram! Zahirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş
âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtıni ilimleri ve bu ilim­
lerde yükselmiş velileri ve derecelerini de gördün. Hangi­
sini murad edersen onu seç!” buyurdu. Hacı Bayram da, ve­
lilerin yüksek hâllerini görerek, kendisini tasavvufa verdi
ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı.
Zamanının büyük velilerinden oldu.
Hamîd-i Velî hazretleri, manevi bir emir üzerine Teb­
riz’e gitti. Bir müddet orada insanları irşad ettikten sonra
dönüşünde Anadolu’ya gelip, Bursa’ya yerleşti. Hacı Bay-
ram-ı Velî, sık sık Bursa’ya gelip hocasını ziyaret ederdi.
Hamîd-i Velî hazretleri, Bursa’da bir üm m î gibi ha­
reket edip, ilminin varlığını kimseye söylemedi. Bursa’da
bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir,

183
PROF. D R AHMET ŞİMŞIRGİL

onunla ekmekleri pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak;


“Somun! Müminler somun!” diye söyler, geçimini bu yolla
sağlardı. Halk, bu fırıncıya “Somuncu Baba” der ve pişir­
diği ekmeğin lezzetine doyamazlardı. Somuncu Baba ek­
mek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini
kapışırlardı. Somuncu Baha’nın fırını, Molla Fenârî Ma­
hallesinde, Ali Paşa Çınarı civarında olup, iki gözlü idi. Fı­
rının bitişiğinde de, ibadet ettiği bir odası vardı. Odanın
kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir
Çilehanesi mevcuttu. Somuncu Baba hazretleri durum unu
Bursa’da kimseye bildirmedi. Hep, halk içinde Hak ile ol­
maya gayret etti.
Somuncu Baba hazretlerinin Bursa’da hakiki halini ilk
kez gören ve anlayan, onun feyzinden istifade eden mane­
viyat büyüğü Emir Sultan hazretleri olmuştur. Somuncu
Baba hazretleri ile Emir Sultan’m ilk tanışması şu şekilde
olmuştur:
Somuncu Baba hazretleri fırının önünde ekmeklerin
pişmesini bekliyordu. Başında yeşil bir sarık üzerinde no-
hudî renkte bir elbiseyle bir genç adam geldi. Elinde küçük
bir çömlek vardı. Göz göze gelmişler bir tek kelime etme­
mişlerdi. îki büyük şahsiyet hiç konuşmadan tanışmışlardı.
Emir Sultan çömleği pişirmesi için Somuncu Baha’ya verdi.
Somuncu Baba çömleği fırına sokmak istedi fakat çömlek
fırına girmiyordu. Bunun üzerine Emir Sultan’a dönerek:
“Bu çömleği ancak sen fırına sokabilirsin” dedi. Emir
Sultan çömleği fırına sürdü fakat fırın soğuktu. Ateş yoktu
fırında, fırın yanmıyordu. Buna rağmen Somuncu Baba fı­
rının kapağını kapatarak:
AKSARAY

“Merak etme birazdan pişer, biraz sonra çömleğini alır­


sın”, dedi. Böylece iki gerçek dost birbirini bulmuş; Emir
Sultan Somuncu Baba hazretlerinin feyzinden yararlan­
maya başlamış ve gerçek sırrına vakıf olmuştu.
Öte yandan devrin Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid
Han, Niğbolu zaferinden sonra Allah a şükür nişanesi ola­
rak Bursa’da Ulu Câm i’yi yaptırmaya başlamıştı. Câminin
inşası sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu
Baba temin etti. Câminin inşası bittikten sonra, bir Cuma
günü açılış merasimi yapılacağı ilân edildi. O gün başta
Yıldırım Bayezid Han, damadı büyük âlim ve Velî Seyyid
Emir Sultan, Molla Fenârî hazretleri, ulemadan pek çok
kimse ve Bursalılar Ulu Câmi’yi doldurdular.
Yıldırım Bayezid Han, câminin açılış hutbesini oku­
mak üzere Emir Sultana vazife verdiğinde, Emir Sultan:
“Sultanım! Zam anın büyük âlimi burada iken, bizim
hutbe okum am ız uygun değildir. Bu câmi-i şerifin açı­
lış hutbesini okumaya lâyık zât şu kimsedir.” diyerek, So­
muncu Babayı gösterdi.
“Şöhret afettir,” hadîs-i şerifine uyarak yıllarca kendini
gizleyen Somuncu Baba, padişahın emri üzerine minbere
doğru yürüdü. Emir Sultan’ın yanına gelince:
“Ey Emir’im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?” dedi.
O da:
“Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yap­
tım.” cevabını verdi. Cemaat hayret ederek bu konuşmaları
dinliyor, Somuncu Baha’nın hutbesini merakla bekliyordu.
Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o
zamana kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi.

185
PROF. D R AHMET ŞÎM ŞİR G ll

Bursalılar, bundan sonra Somuncu Baha’nın büyüklüğünü


anladılar.
Somuncu Baba, hutbede; “Bazı âlimlerin, Fatiha-i şerî-
fenin tefsirinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır.
O nun için bu surenin tefsirini yapalım.” buyurarak, Fa­
tiha suresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsirini
yaptı. Nice hikmetli sözler beyan etti. Herkes hayretinden
şaşırıp kaldı.
Büyük âlim Molla Fenârî hazretleri; “Somuncu Baba,
önce bizim Fatiha suresinin tefsirindeki müşkilimizi kera­
met göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit
tefsir, âdil bir şâhittir. Fatiha’nın ilk tefsirini cemaatin hepsi
anladı. İkinci tefsirini bir kısmı anladı, üçüncü tefsiri anla­
yanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içi­
mizde yok idi.” demekten kendini alamadı.
Cuma namazından sonra bütün cemaat, Somuncu Ba­
ha’nın elini öpmek, duasını almak istedi. Cemaatin bu ar­
zusunu kıramayan Somuncu Baba hazretleri, kapıda durdu.
Ulu Caminin üç kapısından çıkan herkes; “Ben Somuncu
Baha’nın elini öpmekle şereflendim.” diyordu. Somuncu
Baba, yine keramet göstererek, Allahü Teâlâ’nın izniyle her
üç kapıda da aynı anda bulunarak cemaate elini öptürmüştü.
Namazdan sonra evine giden Hamîd-i Velî’ye, Molla
Fenârî; “Efendim! Bu günlerde Fatiha suresinin tefsirini
yapmak istiyordum. Fakat bazı anlayamadığım yerler vardı.
Bu hutbenizle, bilemediğimiz yerleri izah etmiş oldunuz.
Medresede hizmetimiz karşılığında kazandığımız beş bin
akçe paramız vardır. Şüphesiz helâldir. Kabul buyurursa­
nız bunları size hediye etmek istiyorum.” dedi. O, kabul
etmedi. Bunun üzerine Molla Fenârî, Somuncu Baha’ya;

186
AKSARAY

“Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum.” deyince, So-


muncu Baba ona teveccüh ederek dualarda bulundu. Molla
Fenârî’nin, Somuncu Baha’dan aldığı feyz ile yazdığı tefsi­
rini bütün âlimler çok beğenmiş, asırlarca muteber bir tef­
sir olduğunu söylemişlerdir.
Somuncu Baba, Ulu Cami’deki hutbesinden sonra du­
rum unun ortaya çıkması üzerine; “Sırrımız fâş olup, her­
kes tarafından anlaşıldı.” diyerek, Bursa’dan gitmek istedi.
Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesinden birkaç ta­
lebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baha’nın Bursa’yı
terk etmekte olduğunu işiten Molla Fenârî, koşarak bir çı­
narın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa’da kal­
ması için çok yalvardı, ricalarda bulundu. Fakat kabul etti­
remedi. Sonunda, Bursalılara dua etmesini istedi. Somuncu
Baba, bu çınarın yanında Bursa’ya yönünü dönerek, feyizli,
bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için dua
etti ve vedalaşarak ayrıldılar. Bursa’da bu çınarın bulun­
duğu bölgeye “Dua çınarı” denildi.
Bursa’dan ayrılan Somuncu Baba, Aksaray’a geldi. Bu­
rada hac farizasına kadar olan dönemde İslamiyet’i yay­
mak, Allahü Teâlâ’nın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ
etmek için büyük çaba ve gayret sarf etti. Hem zahirî, hem
de bâtmi ilmi ile AksaraylIların gönüllerinde erişilmesi güç
olan seçkin bir mevkie erişti. Artık ona Hamîd-i Aksarâyî
de denilmeye başlandı.
O, bir gün ziraatla uğraşan talebelerinden birine bir
miktar tohum verdi. Bu tohumların yarısını tarlasının bir
kısmına diğer tohumları da tarlanın diğer bölümüne ekme­
sini söyledi. Talebe tohumları hocasının istediği şekilde ekti.
Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya gittiklerinde tarlanın

187
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

bir kısmında ekin oldukça güzeldi. Ancak diğer yarısında


ekin bitmemişti. Hamîd-i Velî talebesine “Bu tarlalardan
hangisi bizim, hangisi sizindir?” buyurdu. Talebesi iyi ekini
olan tarlasının hocasının olduğunu söyledi. Hakikatte ise
bu böyle değildi. Talebe utandığından böyle söyledi. So-
muncu Baba ekinlere bakarak:
“Biz ahiret için çalışıyorduk. Acaba hangi günahımız­
dan dolayı dünyamız m am ur olmaya başladı?” buyura­
rak üzüntüsünü dile getirdi. Talebe hocasının bu duruma
oldukça üzüldüğünü görünce gerçeği söyleyerek üzüntü­
sünü giderdi.
Daha sonra talebesi olan Hacı Bayram-ı Velî ile bir­
likte hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hacı Bayram-ı Velî’yi
kendisine halife tayin etti ve insanları irşad etmekle va­
zifelendirdi. Kendisi ise, oğlu Halil Taybi ile birlikte bu
gün Malatya’nın Darende ilçesinde Hıdırlık (Zaviye) ola­
rak bilinen yerde ikamet etti ve irşad faaliyetlerini burada
da sürdürdü. Onun öm rünün sonuna kadar Aksaray ve
Darende çevresinde irşad faaliyetlerinde bulunduğu bilin­
mektedir. Hem Darende hem de Aksaray’da türbe ve çile-
haneleri bulunmaktadır. Bir oğlu Yusuf H akîkî’nin Aksa­
ray’da diğer oğlu Halil Taybi’nin ise Darende’de kabirleri
vardır. Dolayısıyla Somuncu Baba olarak bilinen Hamîd-i
Velî hazretlerinin bir kolu Aksaray’da diğer kolu ise Da­
rende’de bulunmaktadır.
Aksaray’daki türbesi Ervah kabristanlığının ortala-
rındadır. 1980 senesinden itibaren, AksaraylI Şahin Başer
Beyin gayretleriyle türbesi onarılarak bugünkü şekle ka­
vuşmuştur. Somuncu Baha’nın çilehanesini ve türbesini zi­
yaret edenler, ruhaniyetinden fevkalâde feyz ve bereketlere
AKSARAY

Şeyh Hamîd-i Velî Türbesi

kavuştuklarını, dünyayı unuttuklarını söylemişlerdir. Onu


vesile ederek Allahü Teâlâ’ya yapılan duaların kabul oldu­
ğunu da bildirmişlerdir.
Şeyh Hamîd-i Velî hazretlerinin bazı kasideleri olup
kendisini sevenlerin dilinde ve gönlündedir.

Biz ol âşık yiğitleriz,


Akıl, rüşd bize yâr olmaz.
Mey-i aşk ile sermestiz,
Bizler asla sarhoş olmaz.

Diriyiz dâim ölmeyiz,


Karanlıkta hiç kalmayız,
Çürüyüp toprak olmayız,
Bize gece gündüz olmaz.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGÎL

Bizim illerde ay ve gün,


Sebat üzre durur dâim.
Televvün irişür âna,
Gehî bedr-ü-hilâl olmaz.

Bizim bahçedeki güller,


Dururlar taze, solmazlar,
Hazân olup dökülmezler,
Kış mevsimi bahar olmaz.

Şerbeti aşk için içtik,


Feragat mülküne göçtük,
Yanıp aşkınla tutuştuk,
Bize tahrûk-ü-târ olmaz.

îrelden Şems’in nûruna,


Vücûdun zerreden katre
Ne katre, ayn-ı bahr oldu.
Ona çukur kenar olmaz.

Bırak ey Hamîdâ vârı


Görem dersen sen ol yân,
Görecek ol tecellâyı,
Ondan üstün kemâl olmaz.

Somuncu Baba hazretlerinin günüm üze kadar gelen


uzantıları ve yansımaları o kadar mükemmel ki, Anado­
lu’nun her köşesinde bir parçasını bulmak ve yüreklerde
hissetmek m üm kündür. Âlim ve tasavvuf ehli kimseler
üzerinde emeği ve etkisi bulunan Somuncu Baba hazret­
leri, kültürümüzün temel taşlarından biridir. XIII-XVI. as­
rın ilk çeyreğinde Anadolu’daki manevi atmosfer ne ise,
bugün de bu manevi güzellikler ve hizmetler aynı şekilde

190
AKSARAY

gül kokulu neseb-i âlisi tarafından Darende’de aynı şekilde


sürdürülmektedir.
Somuncu Baba, zahirî ve bâtıni ilimlerdeki derin bil­
gisine rağmen, çok az eser vermiş veya çok az eseri bize
ulaşmış bir âlim kişidir. Eserleri Şerh-i Hadis-i Erba‘în,
Zikir Risalesi, Silâh’u-l Mürîdîn ve Kâşif’u-l-Estar an Ve-
chi-1 Esrar’ıdır.
“Arkadaşlarıma ve Yolumuzdan Gidenlere Tavsiyele­
rim” diyerek buyurduğu en mühim nasihatlerinden bazı­
ları şu şekildedir:
Gizli ve aşikâr her yerde Allah’tan korksunlar.
Az yesinler, az konuşsunlar, az uyusunlar.
Avamın arasına az karışsınlar.
Tüm masiyet ve kötülüklerden uzak dursunlar.
Daima şehvetlerden kaçınsınlar.
İnsanların elindekilerden ümitlerini kessinler.
Tüm zemmedilmiş sıfatları terk etsinler.
Övülen sıfatlarla süslensinler.

Şeyh Cemâleddin Aksarâyî


smanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da ye­
O tişen âlimlerden ve evliyadan olan Şeyh Cemâleddin
Aksarâyî’nin asıl ismi Muhammed’dir. Babası büyük âlim
Fahreddin-i Razi hazretlerinin torunlarından Vaiz Muham-
med bin M uhammed’dir. Nesebi bir koldan hazret-i Ebu-
bekir’e, bir koldan da hazret-i Ömer’e ulaşmaktadır. Cemâ­
leddin lakabıyla ve Aksarâyî nisbesiyle meşhur olmuştur.
Aksaray’da doğmuştur. Doğum tarihi bilinememektedir.

191
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

1389 (H.791) senesinde Aksaray’da vefat etti. Kabri, Aksa­


ray’daki Ervah kabristanmdadır.
İlk tahsilini babasından ve diğer âlimlerden aldı. Daha
sonra Amasya’ya giderek İbrahim Aksarâyî’nin oğlu Fah-
reddin İlyâs Rûmî’den ders aldı. Aklî ve naklî ilimlerde en
iyi bir şekilde yetişen Cemâleddin Aksarâyî hazretleri daha
sonra Amasya kadılığına ve D ârü’l-ilim müderrisliğine ge­
tirdi. Amasya Kazaskeri Pir Nizameddin Muhammed Cür-
cânî vefat edince, onun yerine Amasya kazaskerliği vazi­
fesi de verildi. Bu vazifeleri üstün bir liyakat ve başarıyla
yürüten Cemâleddin Aksarâyî hazretleri, ilim okutup ta­
lebe yetiştirdi. Yüksek ilmi ve ahlâkı ile insanlara örnek
oldu. Amasya’da insanlara İslamiyet’in emir ve yasakla­
rını anlatıp dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için bü­
yük çaba sarf etti.
Bir süre sonra Amasya’dan ayrılarak, Karamanoğul-
ları Beyliği’nin hâkimiyeti altında bulunan aynı zamanda
büyük bir ilim merkezi olan Konya’ya geldi. Cemâleddin
Aksarâyî’yi yüksek ilim ve fazileti ile Karamanoğlu Alâed-
din Bey’in dikkatini çekti ve Konya kadılığına tayin edildi
Bir müddet bu vazifede kalarak insanlara Allahü Teâlâ’nın
emir ve yasaklarını anlattı ve adâletin devamı için gayret
etti. Sonra doğduğu yer olan Aksaray’a geri döndü.
Aksaray’daki Zinciriye Medresesi’nin banisi, vakıf şart­
namesine, Sihâh-ı Cevheri adlı lügati ezbere bilen kimse­
nin müderris tayin edilebileceğini bildirmişti. Bu vasfa sa­
hip olan Cemâleddin Aksarâyî bu medreseye tayin edildi
ve senelerce ilim öğretip büyük âlimler yetiştirdi.
Cemâleddin Aksarâyî hazretleri, Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî ve Fahreddîn-i Râzî gibi dergâhından ders verdiği

192
AKSARAY

medreseye atla gelir giderdi. Talebelerin çokluğundan ve


medresenin bu yoğunluğu karşılayamamasından dolayı
Cemâleddin Aksarâyî hazretleri bir kısım talebelerine yolda
at üstünde ders verirdi. Atının üstünde giderken talebeleri
etrafını sararlar, hocaları da onlara ders anlatırdı. Bu se­
beple yürüyerek ders alan bu talebelere “meşâiyyûn” yani
yürüyenler adı verilmiştir. Bir kısım talebeleri de medre­
senin revaklı dış bölümünde beklerler, Cemâleddin Ak­
sarâyî medreseye girip derse başlamadan önce bunlara da
ders verirdi. Bu talebelerine de “Revâkıyyûn” yani revaklı
yerde bulunanlar, denirdi. Bir kısım ve asıl talebelerini de
medresede okuturdu.
O nun tedris halkasından çok büyük âlimler yetişti.
Bunların en m eşhuru Osmanlı Devleti nin ilk şeyhülis­
lâmı Molla Fenârî hazretleriydi. Seyyid Şerîf Cürcânî haz­
retleri de onu ziyaret edip ilim ve feyzinden istifade etmek
için Anadolu’ya geldi. Fakat o Aksaray’a gelmeden Cemâ­
leddin Aksarâyî vefat etti. Bunun üzerine Seyyid Şerîf Cür­
cânî, Molla Fenârî hazretleriyle beraber Mısır’a gidip Ek-
melüddîn Bâbertî’den ilim öğrendiler.
Âlim, fazilet sâhibi, haram ve şüphelilerden şiddetle
kaçınan, Allahü Teâlâ’nın rızasını kazanmak için çalışan
Cemâleddin Aksarâyî hazretleri ömrünün son gününe hatta
son saatine kadar ilim öğretti. Nice âlim ve pek çok devlet
adamı yetiştirdi. Öm rünün son günlerinde talebelerine ve­
receği dersleri tamamlamıştı. Ancak bir grubun dersini ta­
mamlayamamış, üç günlük dersleri kalmıştı. Hastalığı sı­
rasında talebelerine hitap ederek:
“Evlatlarım kalan dersimizi kabrimin başına gelin orada
tamamlayalım.” dedi. 1389 senesinde ebedî âleme göç etti.

193
PROF. D R AHMET ŞIMŞİRGIL

Talebeleri ve sevenleri gerekli teçhiz ve tekfin vazifelerini


yerine getirdikten sonra, Ervah kabristanındaki zaviyesi­
nin önüne defnedildi.
Cemâleddin Aksarâyî’nin defnedilmesinden sonra ders­
leri yarım kalan talebeleri birlikte toplanıp kabrinin başına
gittiler. Saygı ve hürmetle ziyaret edip ruhuna Kur’ân-ı Ke­
rim’den sureler okudular. Devam ederek; “Hocam! Hocam!
Biz geldik.” dediler. Fakat Cemâleddin Aksarâyî hazretle­
rinden ses gelmedi. İkinci ve üçüncü gün aynı durum oldu.
Dördüncü gün kabrin başına geldiklerinde ruhaniyeti te-
cessüm edip:
“Geldiniz mi yavrularım. Haydi dersimizi okuyalım,”
buyurdu. Yarım kalan derslerini tamamlayıp ayrılacakları
zaman talebeleri:
“Hocam biz üç gündür kabrinizin başına geldik, top­
lanıp sizden cevap bekledik ama bir türlü cevap alamadık.
Sebebi neydi?” diye sordular. Cemâleddin Aksarâyî hazret­
leri cevaben buyurdu ki:
“Evlatlarım! Defnedildiğim kabrin yanından bir mü­
m in geçiyordu. Kabristana karşı dönüp bir Fatiha ve üç îh-
lâs-ı şerîf okudu. Burada yatan müminlerin ruhlarına ba­
ğışladı. O sevaptan nasibimizi alabilmek için biz de sıraya
girdik. Üç günde bana ancak sıra gelebildi. Onun için geç
kaldım. Özür dilerim.”
Cemâleddin Aksarâyî hazretlerinin kabri zaman içinde
yıpranarak belirsiz hale geldi. 1883 senesinde vefat etmiş
olan Perekzâde M üftü İbrahim Hilmi Efendi bu kaybol­
maya yüz tutmuş kabri yeniden tam ir ettirdi. Kabrin üze­
rine bir sanduka yaptırdı. Bir mermer üzerine de kitabe­
sini yazdırdı.
AKSARAY

Cemâleddin Aksarâyî hazretlerinin Mehmed, Mahmud,


Kemâleddin Ahmed adlı üç oğlu vardı. Bunlardan birin­
cisi olan Mehmed Çelebi büyük âlim ve Şeyhülislâm Zen-
billi Ali Cemâli Efendinin dedesidir. Mehmed Çelebi baba­
sının medresesinde yetişti. Aynı medreseye müderris oldu.
Hatipliği ile meşhurdu. Aksaray’daki Ulu Câmi’nin hatipli­
ğini de yaptı. Şeyh Hamîd-i Velî’nin (Somuncu Baba) oğlu
Baba Yusuf-ı H akîkînin 1479 tarihli vakfiyesine şahit sıfa­
tıyla Mevlânâ Muhammed Pir Paşa el-Hatîb ismiyle imza
koymuştur. Doksanını geçtikten sonra vefat etti. Vefat ta­
rihi kesin olarak bilinmemektedir. Babasının ilk oğlu ol­
duğu için Türk geleneğine göre paşa unvanı verildi.
Cemâleddin Aksarâyî’nin ikinci oğlu Şeyh Mahmud’dur.
Halvetiyye yoluna mensuptu. Bazı kaynaklarda Cemâloğlu
ve Cemâli şekillerinde anılan Şeyh Mahmud, Aksaray ka­
dılığı da yaptı. Musannifek adıyla anılan büyük âlim bu
zatın neslindendir.
Cemâleddin Aksarâyî hazretlerinin Kemâleddin Ah­
med ismindeki üçüncü oğlu babasının sağlığında vefat et­
miştir. Bir müddet Aksaray kadılığı yapmış olan Kemâled­
din Ahmed’in, Şemseddin Mehmed isminde bir oğlu vardı.
Cemâleddin Aksarâyî hazretleri ihtiyaç sâhiplerine ve
bilhassa ilim ehline maddî ve manevi yardımlarını esirge­
mezdi. Dergâhında fakirlere, yolculara, kimsesiz ve ihtiyaç
sâhiplerine ikramlarda bulunurdu. Bu dergâhının ve yap­
tırmış olduğu câminin giderlerini karşılamak üzere çeşitli
vakıflar bırakmıştı. Bıraktığı vakıflarının 1893 senesinde
düzenlenen raporda, senelik on beş bin kuruş kadar geliri
olduğu tespit edilmiştir.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Cemâleddin Aksarâyî hazretlerinin senelerce ilim öğre­


tip talebe yetiştirmiş olduğu Zinciriye Medresesi XX. asrın
başlarına kadar Medrese olarak işlevini sürdürmüş, 1940 yı­
lından itibaren bir süre cezaevi olarak kullanılmıştır. 1969
yılından itibaren Müze olarak faaliyet gösteren Medrese,
1975 ve 1992- 93 yıllarında küçük çapta yapılan onarma­
lardan sonra 1997 yılında yeniden restorasyon geçirmiştir.
Mülkiyeti, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir. Müze Mü­
dürlüğüne kira karşılığı tahsis edilmiştir. Ervah kabrista­
nındaki kabri ziyaret edilmektedir. Kabrinin yanında bu­
lunan mescidin yerine, aslına uygun olmayan bir mescit
inşa edilmiştir.
Ö mrünü ilim öğrenmek, öğretmek, talebe yetiştirmek
ve eser yazmakla geçiren Cemâleddin Aksarâyî hazretle­
rinin birçok kıymetli eserleri vardır. Bu eserleri şunlardır:
1) Şerhul-İzâh: Celaleddin M uhammed bin Abdur-
rahm ân el-Kazvînînin El-îzâh fil-Meânî vel-Beyân
adlı eserine yazdığı şerhtir.
2) Telhis,
3) Şerh-i înnellahe Haleka Âdeme alâ Sûretihî,
4) Hadîs-i Erbain (Kırk Hadîs),
5) Mecmâü’l-Bahreyn Hâşiyesi: Fıkıh ilmine dâirdir.
6) Mültekâ Hâşiyesi,
7) Hallü’l-Mûcez: İbnü’n-Nefis diye bilinen Alâeddîn
Ali bin Ebi’l-Hazm el-Kureşî’nin tıb ilmine dâir
M ucezü’l-Kânun adlı eseri üzerine yazdığı şerhtir.
8) Şerh-i Lübâb,
AKSARAY

9) Ahlâk-ı Cemâli: Osmanlı Sultam Yıldırım Bayezid


adına yazdığı ahlâk kitabıdır.
10) îtirâzât ale’l-Keşşâf an-H akâiki’t-Tenzil: Zemah-
şerî’nin Keşşâf adlı tefsirine itirazlarını yazmıştır.
11) Şerh-i Gâyetü’l-Kusvâ: Kâdı Nâsırüddin Abdullah
Ömer el-Beydâvî nin El-Gâyetü’l-Kusva fi Dirâye-
ti’l-Fetvâ adlı eserine yazdığı şerhtir.
12) Kitâbü’l-Esileti ve’l-Ecvibe
13) Beydâvî Tefsiri Hâşiyesi,
14) Tekmile-i Tefsîr-i Semerkandî,
15) Şerh-i Telbîs,
16) Nüzhetü’l-Ervâh fi Şerh-i Ebyât-ı Şeyh Evhadüddîn
ve Bâzı Sûfiyye.

Yusuf Hakîkî Baba


eyh Hamîd-i Velî (Somuncu Baba) hazretlerinin oğlu-
Ş dur. Aksaray’da dünyaya geldi. Asıl adı İzzeddin Yu­
suf’tur. Şiirdeki mahlası Hakîkî olduğu için Yusuf Hakîkî
namıyla meşhur olmuştur.
Yusuf H akîkî’nin kaç yılında doğduğu belli değildir.
Babası Hamîd-i Velî hazretlerinin onun eğitimini Hacı
Bayram-ı Velîye havale ettiğine bakılırsa babasının vefatı
sırasında (1412) çocuk yaşlarda olmalıdır. İlk tahsilini Ak­
saray’da yapmış sonra Ankara’ya Hacı Bayram-ı Velînin ya­
nma giderek ondan tasavvuf ilmini ve terbiyesini almıştır.
Evliya Çelebi kendisinden bahsederken:
“El-Hac Bayram-ı Velî talebelerinden olup Ankara’da
ledün ilmini tamamlayıp Aksaray’da Bayramî tarikatında

197
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

öncü olmuştur.” demektedir. Buradan Hacı Bayram-ı Velînin


tedrisatını tamamlayan ve tasavvuf yolunda yetişen hocası­
nın bu kıymetli emanetini insanları irşad etmek üzere Ak­
saray’a geri gönderdiği anlaşılmaktadır.
Yusuf Hakîkî hazretleri bundan sonra AksaraylIların
Yusuf Hakîkî Babası olmuştur. Babasından kalan hanka-
hmda uzun yıllar dersler vermiştir.
Aksaray, 1476 yılında Osmanlılar eline geçtiği zaman
Yusuf Hakîkî Osmanlılara büyük bir memnuniyetle Aksa­
ray Hankahı nı teslim etmiş ancak kendisinden bu göreve
devam etmesi istenmiştir. O da 1488 yılında vefatına ka­
dar bu hizmeti sürdürmüştür.
Aksaray’da Hakîkî Baba, Baba Yusuf ve Güzel Baba ad­
larıyla anılan Yusuf Hakîkî hazretlerinin Evhadüddin ve
Safiyyüddin adlarında iki oğlu vardı.
Türbesi Aksaray il merkezinde, kuzeydoğuda Şeyh Hamîd
mahallesinde Güzel baba sokağı içerisindedir. Türbe ve mes­
cide ulaşım Eğri M inarenin bulunduğu yol üzerinden sağ­
lanmaktadır. Mescit ve türbe büyük taşla çevrilmiş bir avlu
içerisinde yer almaktadır. Mescidin içinden yine bir kapıyla
Yusuf Hakîkî Baba ya ait türbe kısmına geçilmektedir Taş­
tan yapılmış olan bu bölüm yuvarlak kubbelidir. Odanın orta
kısmında doğu-batı istikametinde yatan ve batı kısmında baş
tarafı yeşil sanduka sarığı bulunan tahta sanduka yer almak­
tadır. Sandukanın üzerine yeşil renkli sanduka örtüsü seril­
miştir. Sanduka taş platform üzerine ağaç olarak semerdam
çatı şeklinde yapılmıştır. Türbenin aydınlatması batı ve gü­
ney istikametine konulan iki pencereden yapılmaktadır. Ku­
zey istikametinde iki adet dikdörtgen kemerli niş yer almak­
tadır. Yapı 1990 yılında yeniden tamir görmüştür.

198
AKSARAY

Yusuf Hakîkî Baba Türbesi

Yusuf Hakîkî Baba döneminde sadece talebe yetiştir­


mek ve insanları irşad etmekle kalmadı. Yazdığı eserleri ile
de hem devrinde hem gelecek asırlardaki insanlara da yol
göstermiştir. Onun birçok yazılı eseri vardır. Bunların en
mühimleri Muhabbet-nâme, Hakîkî-nâme, Tasavvuf Risa­
lesi ve Tercüme-i Metaliü’l-îman li-Sadreddin Konevi’sidir.
Son demlerinde yazdığı Muhabbet-nâme eseri 7502 mıs­
ralıdır. Bu kitabı Manisa Kütüphanesinde 1296 sayıda kayıt­
lıdır. Bu eser, Türk kültürü ve tasavvuf edebiyatı açısından
oldukça önemlidir. Maksadı ise tarikat ve tasavvuf vasıta­
sıyla insanların yaşantısına çeki düzen vermek, onları gü­
zel ve insani vasıflarla donatmaktır. Eserden bazı parçalar
almak yerinde olacaktır.
Öncelikle eserine adını verdiği muhabbet nedir o ko­
nuda neler söylemiştir?
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Muhabbetsizlik kalbin ölümüdür!


Yüzin görmek dilersenüz o yarun
Muhabbet şem’ini canda uyarun

Muhabbet cezbe-i H ak’dur ki nâ-geh


îrişmez ana illâ kalb-i âgeh

Kime irse anı dosta yitürür


Ger evvel anı çün şebnem yitürür

Muhabbetdür efendi genc-i manî


Begüm bil ehl-i sûret ehl-i davî

Muhabbet nûrıdur kalbün hayâtı


Muhabbetsüzlik olur hem memâtı

Muhabbetsiz yaraşmaz bize dirlik


Muhabbetsüzlik olur bî-basarlik

Muhabbet nûrı eyler kalbi ihyâ


Muhabbetsüzlere kim eydür ahyâ

Muhabbet nûrıdur cân gözin açan


Hakâyık gevherin hem kalbe saçan

Muhabbetsüz cihânda dideverlik


Kime virildi bu yolda ya erlik

Muhabbetsüz kimesne iş başarmaz


Kuru ağaç gibi olur yeşermez
AKSARAY

Muhabbetsüz belürmez nûr-ı irfân


Hem ansuz şule virmez kalbe iman

Nedür bünyâdı îmânun muhabbet


Nedür üstâdı merdânun muhabbet

Muhabbet âlemine irmeyenler


Olur gözden hicâbı ırmayanlar

Muhabbet ehli gözinden hicâbı


Sürer yârun cemâl-i âftâbı

Muhabbet ehli yüzinden nikâbı


Götür yâ Rab azâb-ı ihticâbı

Yusuf Hakîkî Baba eserinin girişinde olduğu gibi pek


çok yerinde de Cenab-ı Hakka münacatta bulunmaktadır.
Bunlardan biri şu şekildedir:

Ebû Bekr-i takîyiçün İlâhî


O Fârûk-ı nakîyiçün İlâhî

O Zinnûreyn içün kim ol zekîdur


Aliyyü Murtazâ kim ol vefidur

Resûl’ün âli vü ashâbıyiçün


Anun evlâdı hem ahbâbıyiçün

O sultân-ı rüsül hakkiçün i Hak


O hâdi-yi sübül hakkiçün i Hak

Dahi hem âli vü ashâbıyiçün


Anun evlâdı hem ahbâbıyiçün

201
PROF. D R AHMET ŞtMŞtRGİL

İlâhî sensin âhir gâfirü’z-zenb


İlâhî sensin âhir kâbilü’t-tevb

Hatîâtumuzı afv eyle yâ Rab


Bi-hakk-ı sırr-ı kurb-z nahnü akrab

Yaratdun çün bizi evvel ademden


Yine rahm it hocam lutf u keremden

Nolaydı kalayıduk ol ademde


Ki ısyân itmeyeyidük bu demde

Ağardı saç sakal olduk eğer pîr


Velî ısyânumuz çok yüzümüz kir

Bizi itdüklerümüz rû-siyâhî


Karanulıkda kodı yâ İlâhî

Fürûmândelerüz yâ Rab inayet


İdüp sen vir bize nûr-ı hidâyet

Günehkâruz İlâhî key zelîlüz


Ki yok sag işümüz kalduk alîlüz

Zaîfün işi düşmekdür tayınmak


Bilüsüzin yabanlara yayınmak

İlâhî nûr-ı vahdetden ziyâ vir


Göze gönlümüze sıdk u safâ vir

Yamldugumuzı bildük İlâhî


Kapuna yalvarı geldük İlâhî
AKSARAY

İlâhî kimsenün kalbini bî-nûr


Koyup eyleme sen ucb ile magrûr

Ey Efendi Kibirlenme!
Bakanlarun efendi gönlüne bil
H ak’un bes kulluğına bağlar ol bil

Ne tâlib sanduğun sen her fuzûli


Hudâ’nun olmadun sıdk ile kulı

Nedür kişilenüp göğsün gerersin


Hüner göster talebde gel ger ersin

Ne bulursın ne böyle ne erersin


Ki dahi girmedin yola ararsın

Yiründen sen dahi deprenmemişsin


Ki ömrün hare idüp yıpranmamışsın

Ger eskitdün hevâ yolında cübben


Velî müflissin elde yok ki habben

Ne say itdün ki yolda ola zâyî


Sebeb ne bes eyit ne oldı mâni

Ki şöyle kosın elden cidd ü cehdun


Unıtdun mı kanı eyd ahî ahdün

Tevekkül eyleyüp çün sen Hudâ ya


Tahammül idemezsin her belâya
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Eyit bir sen dahi neye yararsın


Hemân ucb ile göğsün mi gerersin

Ki girçek kul olan bu yolda dayim


Gerek Hak kullıgmda ola kayim

Özüni hâk id imdi tâat içre


Tevazu dan ırılma sâat içre

Tevâzu ehli miskinler gerekdür


Bu yola sen gerek otur gerek dur

Çü hod-bînligüni terk itmeyesin


Gönül Hak ‘ışkına berk itmeyesin

Yatursın tâ-seher her gice gâfil


İdüp boynuna zen zülfin hamâyil

Yaturken kim alur menzil bu ilde


Meğer tâbut ile götürüle elde

Ölünün menzili bes kabri olur


Ölüyi sadra diken sâbir olur

Ne cehdün var ne yolda ictihâdun


Ne nefs-i şûm ile hergiz cihâdun

Talebde cehd iden matlûba irer


Muhibb olan hanum mahbûba irer
AKSARAY

Nasihatler
Gel ey âşık ko ne cân u cihândur
Nazar kıl göre bir bu ne zamândur

Cihândan rıhlet itdi dîdeverler


Yirine kaldı dûnlar bî-nazarlar

Cihânun kimse bulmadı vefâsın


Görürsin ahi hem zâhir fenâsm

Gelenler bunda yine gitdüginde


Hu şüphen yokdur ölüp yitdüginde

Gümânsuz bu kamunuz hem bilürsiz


Yir altında olısarsız belürsiz

îledüp kabrime gömdüklerinde


Şu toprak üstüne yumduklarında

Gözünde kalısar emval ü evlâd


Yakalar çâk idüp çok ide feryâd

Tenün toprakda şol çüridüginde


Basup halk üstüne yüridüginde

Başun kaldurmaga çâren olur mı


Ya men itmeğe gam-horun olur mı

Bes Allâh’a neçûn âsî olursın


Bu husrâna neden râzî ohırsın
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGÎL

Neçün kesb idesin yüz karalığın


Ko dünyâ sevgüsi âvâreliğın

Yığup bu dünya mâlın nitdi Kârûn


Cihandan eyde ne iletdi Kârûn

Hazâyin kanı kim yığmışdı Kârûn


Bilürsin kamu fânîdür ki mâ-dûn

Bu Firavn’un kamu kay kerdesidür


Gönüller gözinün bil perdesidür

Eğer şeytâna uyarsan yirün od


Ne yüzünde hayâ kor ol ne hod od

Eğer ehl-i hevâdan dûr olursan


Sezâdur külli gark-ı nûr olursan

Tutan müminler ile bil adâvet


Gönülde bulmaz îmândan halâvet

Bugün ehl-i hevâdan dûr olanlar


Olur yarıngı gün mağfûr olanlar

Bugün ehl-i hevâya yâr olanlar


Olardur yarın ehl-i nâr olanlar

Ne tâatde bulur hergiz halâvet


Hemân kesb-i vikâhatdür kasâvet

Halâvet birle kılsan tâati sen


Ne gâfil olayıdun sâatî sen

206
AKSARAY

Ger olsan sıdk ile Allâh’a sen kul


Severdi seni cümle bây u yohsul

Saâdetdür kamu yohsula baya


Mübârek yüzleri minnet Huda ya

Ki ümmet kıldı şâh-ı enbiyâya


Mürüvvet kıldı cândan evliyâya

Muhibb itdi bizi elhamdülillâh


Çevürmezüz yüzi elhamdülillâh

Ki yollarında her kahr u belâdan


Ne kayğu dahi ta’n-ı eşkıyâdan

Ölince yollarından sapmayalum


Ki din ü devletümüz depmeyelüm

Sen ırma bizi yâ Rab yollarından


Çıkarma pür-safâ gönüllerinden

Ki ehlüllâh gönlünden çıkanlar


Degüldür ille şol dînin yıkanlar

Mürîd ad virme gönülden çıkana


Müsülmân dimegil gönül yıkana

Kimün gönlünde ki nûr-ı yakîni


Ola ol sevmeye mi ehl-i dîni

İrâdet ehli hâşâ m ünkir olmaz


Saâdetlü kişiler müdbir olmaz
PROF. DR. AHMET ŞİMŞtRGİL

İrâdet ehli key devletlü kuldur


Anun yolındaki bil toğrı yoldur

Yola sıdk ile girenler tereddüd


Kodılar itmediler hem temerrüd

Sahîhü’l-itikâdı nesne bozmaz


Bilen yoh gözedür yoldan azmaz

Egerçi sûretâ inşân gibidür


Velî manîde ol hayvân gibidür

Bid’at Yoluna Gitme


Kim ehl-i bid‘at ile yoldaş olur
O şer emrine uymaz serkeş olur

Irağ ol ehl-i bid'atden ırağ ol


Harâret hâsıl eyle yan çırağ ol

Ki bid‘at ehli kalbinde ne îmân


Şu’â’ı gösterür bil yüz ne irfân

Ne Hak ermine eyler ol itâat


Ne ihlâs iledür itdügi tâat

Ki kutta’ı tarik-i dindür onlar


Kamu pür-kibr ü hem pür-kindür onlar

O turm a onlar ile saati sen


Müsülman sanup ehl-i bid'ati sen

Bizi sen ehl-i bid'atdan ırağ it


Gömile şer envârın çerâğ it
AKSARAY

Aksaray’ın Fiziki Yapısı


ksaray kalesinin ne zaman ve kim tarafından inşa edil­
A diği hususunda kesin bir şey söylemek mümkün olmasa
da; M.Ö. I. yüzyılda Kapadokya kralı Archelaos tarafından
yaptırıldığı ileri sürülmektedir. Kalenin VII. asırda başla­
yan ve X. asrın ortalarına kadar devam eden Arap-Bizans
mücadelesi esnasında büyük tahribe uğradığı tahm in edil­
mektedir.
Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan 566/1170-71 tarihinde
Aksaray şehrini yeniden inşa ederek burasını askeri bir üs
haline getirmiştir. Muhtemelen şehrin etrafını surlarla çe­
virmiş ve mevcut surları da tahkim ettirmiştir.
Ortaçağın diğer şehirlerinde olduğu gibi Aksaray’ın nü­
vesini de kale oluşturmaktaydı. Fizikî yapının vazgeçilmez
unsurlarından olan kaleler, esas itibariyle şehrin dört tara­
fını çevreleyen kaim ve yüksek bir sur ve kulelerden oluş­
maktadır. Kalenin en önemli yönü hüküm darın oturduğu
yer olmasıdır. Diğer bütün İdarî yapıların buna göre yerleş­
tiği görülür. Bugün Ulu ırmağın kuzey doğusundaki bir du­
var kalıntısı dışında Aksaray kalesinden bir iz kalmamıştır.
Kalenin XVII. yüzyıldaki vaziyeti hakkında Evliya Çe­
lebi şu bilgileri vermektedir:
“Geniş bir alanda, büyük bir ırmağın kenarında, şeh­
rin tam ortasında dört köşeli sağlam bir kaledir. Bütün ku­
leleri, burçları ve mazgalları çok yüksek olmayıp, simetrik
olarak düzenlenmiştir. Cephanesi olmayan kalenin, içinde
celaliler zamanında buğday saklamak için anbar yapılmış­
tır. Şehirdeki şenlikler sırasında ve Ramazan ayında kale­
den top atışları yapılmaktadır.”
PROF. DR. AHMET ŞIMŞİRGİL

Kalenin Beylikler devrinde hem tahrip hem de tam ir


edildiği bilinmektedir.
Diğer taraftan şehirlerde mahallelerin fizikî ve sosyal
birim olarak önemli rolleri vardır. Türk hâkimiyeti döne­
minde mahalleler, umumiyetle bir mescit veya bir cami­
nin etrafında değişik sayıda evlerden meydana gelmektedir.
Selçuklu dönemi Aksaray’ında şehrin hangi mahallelerden
oluştuğunu tespit etmek için yeterli bilgi yoktur. Aksaray
mahalle isimleri ve sayısına ait en eski kayıt 1476 tarihli va­
kıf defterinde yer almaktadır. Burada on bir mahalle ismi
zikredilmektedir 1500 tarihinde ise mahalle sayısının otuz
yedi olduğu görülmektedir. 1584’te bu sayı kırk bire ulaş­
mıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında şehre gelen Evliya
Çelebi mahalle sayısını otuz iki olarak zikretmekte ve bun­
lardan bazılarının isimlerini vermektedir.
Devrin kaynaklarında isimleri tespit edilemese de Os-
manlılar devrindeki Debbağlar, Boyacı Ali, Darüşşifa, Taş-
pazarı, Bölücek, Minare, Kiçi Kapu, Meydan ve Bab-ı Konya
mahallelerinin Selçuklularla ilgili olduğu görülmektedir.
Selçuklu şehirlerinde mahallelerin etnik ve dinî fak­
törlere göre bölündüğü bilinmektedir. Ancak şehrin ku­
ruluşunda da belirtildiği üzere II. Kılıç Arslan Aksaray’da
gayrimüslimlerin ikamet etmelerine izin vermemişti. XVI.
yüzyılda da gayrimüslimlere ait bir mahallenin bulunma­
ması bu hususu teyit etmektedir.

Aksaray’da Ticarî Faaliyetler


elçuklular zamanında Aksaray’ın, uluslararası ticari yol
S üzerinde bulunduğu görülmektedir. Konya merkez olmak
üzere, bu yollardan başlıcalarının geliş ve gidiş yönleri şu
AKSARAY

şekilde idi. Antalya ve Alaiye limanlarından gelen bir ana


yol, Konya üzerinden Aksaray-Kayseri-Sivas-Erzincan-Er-
zurum üzerinden İran ve Gürcistan’a; bu yolun Sivas’tan
güneydoğuya ayrılan bir kolu Malatya, Diyarbakır-Mar-
din-Musul üzerinden Bağdat ve Basra’ya doğru uzanıyordu.
Bu yol şebekesi Aksaray’ı, Konya ve Kayseri’ye çok sa­
yıda hanla bağlamaktadır. Bu hanlar Selçuklu ticaretinin
aktif yapıldığı güzergâhlar üzerinde kurulmuş olup, yolcu­
ların barınma ve korunmalarını sağlayan birer karakol gö­
revi yapmaktaydılar. Konya-Aksaray arasında Zazadin/Sa-
adeddin Köpek Hanı, Kaymaz/Akbaş Hanı, Zincirli Hanı,
O bruk Hanı, Sultan Hanı, Akhan, Aksaray-Kayseri ara­
sında ise Alâeddin Keykubad/Alay Han/Alaiye Hanı, Hoca
Mesud Hanı/Ağzı Karahan, Pervane Hanı, Öresin Hanı ve
Sarı Han bulunmaktadır. Aksaray bu iki şehir dışında ikinci
derecedeki tali yollarla Niğde ve Kırşehir gibi çevresindeki
diğer şehirlere bağlanmakta idi. Bu durum da Aksaray’ın
ticari hacmini oldukça etkilemekteydi.
Öte yandan II. Kılıç Arslan Miryokefalon zaferinden
(1176) sonra Anadolu’da dış ticareti geliştirmek için hare­
kete geçmiş ve Aksaray’a Azerbaycan’dan ilim, sanat erbabı
ve tacirler getirmişti. II. Kılıç Arslan zamanında Antalya,
Konya, Aksaray ve Kayseri kervan yolunun çok mükem­
mel şekilde işlediği görülmektedir.
Aksaray; Konya, Kırşehir ve Kayseri gibi dokumaları ve
halılarıyla ünlü şehirler arasında yer alır. Halıcılık hakkında
tarihi kaynaklar ve seyahatnamelerde bilgi bulunmaktadır.
1271-72 yıllarında Anadolu’dan geçen Marco Polo dünya­
nın en iyi ve güzel halılarının Türk şehirlerinde yapıldığın­
dan söz etmektedir. îbni Said (ö. 1274), Aksaray’da güzel ve

211
PROF. D R AHMET ŞİMŞlRGİL

kaliteli halıların dokunduğundan bahseder. îbni Said’den


yararlanan Ebül Fida da 721/1321 yılında tamamladığı ese­
rinde Aksaray halılarından bahsetmektedir.
Aksaray’a 1331/32 yılında gelen îbni Battuta şehir hak­
kında bilgi verirken, “koyun yününden imal edilen kaliçelere
(halı ve kilimler) başka yerde rastlanmadığını ve bunların
Şam, Mısır, Irak, Hind, Çin ve Türk beldelerine gönderil­
diğini” söylemektedir.
Şehrin özellikle dokum a alanında geliştiği ve üreti­
len mamüllerin uluslararası pazar bulduğu görülmektedir.
Özellikle dokuma ve halıcılık yapımında ön plana çıkan
Aksaray için en önemli hammadde kaynağı yün ve boya ol­
malıdır. Hayvancılık konusunda bilgi veren kaynaklar, ge­
rek kırsal ve gerekse şehir merkezlerinde küçükbaş hayvan
yetiştirildiğini, bunların kıl ve yünlerinden dokumacılıkta
istifade edildiğini bildirmektedir.
Şehrin meyve ve sebze üretiminde ise oldukça faal ol­
duğu görülmektedir. Nitekim Aksaray ile ilgili bilgi veren
birçok seyyah ve coğrafyacı şehrin oldukça bağlık ve bahçe­
lik olduğunu, etrafının otlaklarla çevrili olduğunu kaydet­
mektedirler. îbni Said, öküz ve at arabalarıyla Aksaray’dan
Konya’ya birçok meyvenin gönderildiğini, güllerle dolu hoş
bahçeleri bulunduğunu bildirmektedir. Ebû’l-Fidâ şehrin
pek çok meyvesi bulunduğunu; Hamdullah Müstevfi Ak­
saray’da yetişen meyvelerden birinin de üzüm olduğunu;
1333 tarihinde Aksaray’a gelen îbni Battuta ise bağ, bahçe
ve bostanların şehrin içine yayıldığını bildirmektedir. Sul­
tan Veled’in divanında “Ey Aksaray ahalisi biliniz her bi-
rerleriniz iki yüz cihan kadri kıymetindesiniz. Gerçi top­
raklarda oturuyorsunuz. Fakat bağ ve bahçelerinizden akan
AKSARAY

berrak sular gibi tatlı ve coşkunsunuz...” diyerek şehirdeki


bağ ve bahçe hakkında bilgi vermektedir.
Seyyahların da açıkça ifade ettiği üzere, Aksaray bağ-
lık-bahçelik bir şehir olup; pek çok ürün yetiştirildiği ve bu
ürünlerin arabalarla Konya ve civar illere götürülerek pa-
zarlandığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca kaynaklarda Aksaray ve Sivas yakınlarında laci-
verd taşı, tuz ocakları, demir yatakları ve gümüş madenle­
rinden söz edilmektedir.
Aksaray şehri de çok renkli ve zengin bir ticarete sa­
hipti. îş kolları oldukça geniş ve aktifti. Araştırmacılar, bu­
günkü Ulu Cami ile Zinciriye Medresesi arasında, Belediye
iş hanının bulunduğu yerde II. Kılıç Arslan tarafından yap­
tırılan bir hanın bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bedesten
ve II. Kılıç Arslan tarafından yapılan hanın bulunduğu ve
bugün Minarecik Mahallesi olarak bilinen kesim şehrin ti­
caret merkezi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca her meslek
grubunun kendilerine mahsus bir çarşıları vardı. Debbağ-
lar, kasaplar, sarraflar, bezciler, demirciler, Kılıççılar, kazan­
cılar, pamukçular ve boyacılar çarşıları en meşhurları idi.
Bunun yanında köylülerin de gelerek ürünleri ve hay­
vanlarını pazarladığı alışveriş mekânları da oldukça hare­
ketliydi. At Pazarı, Koyun Pazarı, Dış Pazar ve Aksaray Pa­
zarı en hareketli alış-veriş merkezleri idiler.
Aksarâyî’de, Kızıl Hamid olayı sırasında şehirde Pa­
zar kurulduğuna dair bir kayıt vardır. Şehirde Pazar oldu­
ğuna dair diğer bir kayıt da, Baycunun Aksaray olayından
sonra şehre Şahneler tayin ettiği, halkın sükûnet sağlan­
dıktan sonra şehirde gönül rahatlığıyla pazarlar kurduğu
ifade edilmektedir.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Aksaray’ın Nüfus Yapısı


ksaray ve çevresi Selçuklulardan önce Hıristiyanlığın
A önemli merkezlerinden idi. Özellikle Ihlara Vadisi n-
deki kiliseler buna delalet etmektedir. Şehir Selçuklular za­
manında yeni sakinler elde ederek hızla Türkleşti ve İslam­
laştı. Fakat şehir merkezinin kısa sürede Türk ve İslami bir
yapıya girdiği görülmektedir. Gerek Selçuklu devrinde, ge­
rekse XVI. asır tapu tahrirlerinde gayrimüslim bir unsur
görülmemesi buna delalet etmektedir.
Araştırmacılar Aksaray şehrinde gayrimüslimlerin bu­
lunmamasını Sultan II. Kılıç Arslan’ın sistemli politikasına
bağlamaktadır. II. Kılıç Arslan şehre seyyitleri, gazileri,
âlimleri ve tüccarları getirterek yerleştirmiştir. Ayrıca Sel­
çuklu ordularının umumi karargâhı durum una gelen Ak­
saray’a gayrimüslimlerin ve başka hüviyet ve asaleti belir­
siz kimselerin girmelerine müsaade etmemiştir. Köylerde
de durum un bundan farksız olduğu görülmektedir.
XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde görülen Moğol istilası ikinci
büyük bir göç dalgasının Anadolu’ya gelmesine yol açmış­
tır. Gelen ikinci göç dalgasını oluşturan unsurlar umumi­
yetle şehirli olup bunlar hayat tarzları gereği şehirlere yer­
leşmişlerdir. Buna paralel olarak Aksaray şehri XIII. yüzyıl
ilk yarısından itibaren gelişip surların dışında Uluırmağın
kuzey yakasında büyümüştür. Eğri Minare Camii (1204-
1230), şehrin yeni büyüme sahasının camii olmuştur.
Osmanlı kaynakları şehir ve civarındaki Türklerin hangi
oğuz boyuna mensup oldukları hakkında önemli bilgiler
ihtiva etmektedir. Şehrin çevresinde Oğuz boylarına ait
köylere rastlanmaktadır ki, bunlar arasında ilk sırayı Ala-
yuntlular almaktadır. Alayuntlular a ait Kozancalı-Yazısı,
AKSARAY

Elgen-Virâni, Koz-Viran, Arahk-Dere, Böğrü-Dere ve Ya­


ğar isimli köy adlarına rastlanmaktadır. Yine Ala- Yundu­
lar a mensup Atçekenler ile Dodurga adında küçük bir oy­
mağın Aksaray bölgesinde yaşadığı görülmektedir.
Oğuz boylarına mensup Türkler yanında köylerde bir
m iktar Gebran adı verilen Türkçe konuşan, ibadetleri ve
isimleri Türkçe olan Hıristiyanların bulunduğu bilinmek­
tedir ki, bunların Bizanslılar tarafından yerleştirilen Türk­
ler olduğu ifade edilmektedir.
Moğol istilası sırasında Anadolu’ya gelen unsurlar ara­
sında İranlılar da bulunmaktadır. Fakat şehre yerleştirilen
Moğol ve îranlı unsurunun yoğunluğu hakkında bir fikir
yürütm ek m üm kün görülmemektedir. Türkler yanında
M üslümanların bir bölümünü de Moğollar oluşturmak­
taydı. Baycu Noyan’ın Anadolu Seferi ile birlikte bir takım
Moğol boylarının Anadolu’nun değişik şehirlerine geldik­
leri görülmektedir. Bugün Kayseri yakınlarında bulunan
Samağır Köyünün Samağır Noyan’m kabilesi tarafından
iskân edildiği bilinmektedir.
Aksarâyî’nin belirttiğine göre XIII. yüzyılın sonlarında
şehrin nüfusunun 6000 civarında olması kuvvetle m uh­
temeldir. 1501 yılına ait tahrir defterlerine göre ise, Ak­
saray’ın 5000-5500 civarında bir nüfustan ibaret olduğu
anlaşılmaktadır. 1520 tarihli Karaman-Rum İcmali Def-
teri’nden Aksaray’ın 37 mahalle ve 4778 nüfusa sahip ol­
duğu anlaşılıyordu.

Aksaray’da Dinî ve Sosyal Eserler


ehirlerin kuruluş ve gelişmesinde vakıf müessesesinin
Ş tesiri oldukça büyüktür. Durdurmak, tutmak manasına
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGtL

gelen vakıf, bir kişinin bir veya daha fazla mülkünü, toplu­
mun ihtiyaçları için dinî, hayrî ve sosyal bir amaç için ebe­
diyen tahsis etmesi akdidir. Türkler Anadolu’yu fethettik­
ten sonra dinî ve sosyal hayatı düzenleyen ve bu hususta
çok önemli işlevler icra eden cami, mescit, medrese, zaviye,
imaret, hamam vb. gibi eserler bina etmişlerdir.
Sultan veya diğer ümera tarafından vakıf olarak inşa
edilen bu eserler külliye olarak yapıldığı gibi, müstakil bi­
nalar olarak da inşa edilmekteydi. Şehirlerin kurulup geliş­
mesinde vakıfların çok önemli rol üstlendiği görülmektedir.
Seyyid H arun Veli ve dervişlerinin Seydişehir’e gelip
yerleşmeleri ve buranın kısa sürede şehir haline gelmesi
bunun en güzel örneklerindendir. Bu eserlerin hayatta kal­
ması, bakımı ve burada çalışan personelin maişetinin te­
mini için düzenli gelir kaynaklarına ihtiyaç duyulmaktaydı.
Bu yüzden yapılan bu vakıf eserlerine gelir kaynağı olarak
han, hamam, fırın, boyahane, salhane, başhane, dükkân,
değirmen, çarşı gibi tesislerin yanı sıra bağ, bahçe, köy,
mezralar ile bunların hisseleri vakfedilmekteydi. Anado­
lu’da çok sayıda han, bedesten, dükkân vb. ticarî yapıların
vakıf malı olması, ticaretin de vakıflar tarafından kontrol
edildiğini göstermektedir.
Vakıf müesseselerinde ırk, din, zengin ve fakir ayrımı ya­
pılmadan herkese hizmet sunulduğu görülmektedir. Mesela
Karatay Vakfiyesinde; “...hana gelen ve handan geçen Müs­
lüman, kâfir, erkek, kadın, hür ve köle her yolcuya, günde,
okkası yüz dirhem olan, üç okka iyi ekmek ve pişmiş ye­
mekten bir çanak ile bir okka pişmiş olan etten verilmesi;
ayakları çıplak, ayakkabısı olmayan her fakire ayakkabı te­
min edilmesi, hana gelen herkesin hayvanlarına yetişecek
AKSARAY

kadar saman ve arpa sarfedilmesi...” şart kılınmıştır. Bir


tabiplik menşurunda da atamasında da “...fakir ve zengin
arasında fark gözetmemesi...” emredilmektedir.
Selçuklular devrinde Aksaray’da üç cami, iki mescit, se­
kiz medrese, bir darüşşifa, iki hamam, dokuz tekke ve za­
viye, bir çeşme, dört türbe inşa edildiği tespit edilmektedir.
Bunlardan bir kısmı kaynaklarda görülmekle birlikte bu­
gün mevcut değildir. Ancak 1525’te Aksaray’da bir cami,
bir imaret, bir Mevlevihane, bir Kalenderhane, bir mual-
limhane, bir bedesten, dört kervansaray, dört hamam, beş
medrese, yirmi üç zaviye ve kırk iki mescit görünmekte­
dir ki, bunlardan bir bölümünün Selçuklular devrinde inşa
edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Ulu Cami
uriçinde Hamidiye Mahallesinde çarşının hemen ya­
S nında, Belediye parkının doğu tarafında yer almakta­
dır. Kitabesi mevcut olmayan yapı, I. Mesud (1116-1155)
zamanında yaptırılmıştır. Camiin 835/1431 tarihinde Ka-
ramanoğlu İbrahim Bey tarafından yaptırıldığını belirten­
ler de bulunmaktadır.
II. Kılıç Arslan (1156-1192) ve Karamanoğlu Mehmed
Bey (1402-1424) zamanında tamir ettirilen cami, bu tam ir­
den dolayı da halk arasında Karamanoğlu Cami olarak bi­
linmektedir. Caminin minaresi 1118/1706 yılında Abdullah
Ağazade Mehmed isminde bir şahıs tarafından yaptırılmış­
tır. Bu minare bugün mevcut değildir. Bugün mevcut olan
minarenin caminin güney batısına ve camiden ayrı olarak
1925 yılında yaptırıldığı görülmektedir. Caminin, 1882’de
de tam ir edildiği bilinmektedir.
PROF. D R AHMET ŞİM ŞİRG İI

Ulu Cami

İç mekân olarak (37,13x35,14m.) ebadında olan cami­


nin en önemli mimari özelliği minberidir. Türk ahşap iş­
çiliği sanatının şaheser bir örneği olan minberin mimarı,
Hoca N uştekin el-C em ali’dir. A banosdan yapılm ıştır.
Minberde birçok güzel sanat kollarının el ele verildiği gö­
rülmektedir. Öyle ki yazının, sedef kakmacılığın, kabart-
macılığın, ince ağaç işçiliğinin ve süslemenin her çeşidini
kendisinde toplamıştır.
Tarihî minber zaman zaman lâyık ve ehil olmayan el­
ler tarafından hoyratça tam ir görmüş, şurasına burasına
bilhassa kapı kanatlarının arkalarına gelişigüzel parçalar
çakılmıştır. Göbeklerdeki sedefkârî işler mükemmeldir.
M inberin üzerinde Ayetel Kürsi, Bakara, Fatiha, îhlas ve
Fetih surelerinden bölümler vardır. Minber kapısının üs­
tündeki aynalıkta ise üç satır halinde Arapça bir kitabe
yer almaktadır.

218
AKSARAY

Kitabede minberin Sultan M esudun hükümdarlık yıl­


larında (1116-1155) yapıldığı anlatılmaktadır. Açıklaması
şu şekildedir:
“E m irü’l M ü m inin yardımcısı Kılıç Arslan’ın oğlu
feth babası, Rum ve Ermen beldelerinin Melik’i, İslâm’ın
ve M üslümanların dayanağı, din ve dünyanın azizi Me-
sud’un hükümdarlığı yıllarında” yapıldı.
Minber kapısının sol sövesinde yukarıdan aşağı, sağ
sövesinde aşağıdan yukarıya yazılan ve aynalığın altında
devam eden bir kitabe daha vardır.
Bu kitabede Sultan II. Kılıç Arslan’ın camiye yaptığı
hizmet anlatılmaktadır. Ancak kitabeden onun bu sırada
henüz hükümdar olmadığı görülmektedir. Fakat hakkında
kullanılan ibareler naşı bir emir olduğunu ve gelecekteki
yüceliğine işaret eder niteliktedir. Şöyle ki:
“Bu imaret, yani bu mescitle bu minber yüce başku­
m andan, Emir, büyük adaletli efendi, dinin cemali, İs­
lâm’ın kutbu, imamın (halifenin) yardımcısı, kulların öğü-
nülecek adamı, devletin izzeti, milletin değerlisi, hilâfetin
desteği, sultanların ve meliklerin şerefi, m üslümanların
askerlerinin yardımcısı, kâfirlerin ve müşriklerin kökle­
rini kazıyan, sınırların direği, Rum ve Ermen’in pehli­
vanı (kahramanı), Alp inanç, kutluğ, bilgâ Ebu Said Gâzi,
m ü’minlerin Emir’inin teyidçisi Kılıç Arslan’ındır. Allah
yardımcılarım aziz etsin”
Bu minber, hem tarihi özelliği hem de estetik güzel­
liği ile o dönemin en nadide eserleri arasında gösterilir.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Kızıl (Eğri) Minare Cami


amlı Mahallesinde yer alan cami, 1221-1236 yılları ara-
S smda inşa olunmuştur. Yapım tarihinden Selçuklu Sul­
tanı Alâeddin Keykubad’ın babası I. Gıyaseddin Keyhüs-
rev tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. M imarı belli
değildir. Minaresinin şeklinden dolayı Eğri Minare, kul­
lanılan malzemeden dolayı ise Kızıl Minare Camii olarak
da isimlendirilmiştir. Camiin ilk halinden günümüze sa­
dece minaresi gelebilmiştir.

Kızıl (Eğri) Minare Cami

Eğri Minare, Horasan harcıyla yapıştırılmış kırm ızı


tuğlalardan yapılmıştır. Dört köşe bir kaide üzerine silin-
dirik gövde, ince bir silme ile iki kısma bölünmüştür. Alt
kısmı zikzak, üst kısmı mavi ve yeşil çini mozaiklerle kap­
lanmıştır. Bir şerefesi ve 92 basamağı olan Eğri M inarenin
yüksekliği 30,6 metredir.

220
AKSARAY

Eğri Minare üzerinde üç farklı eğiklik tespit edilmiş­


tir. Zeminden itibaren 2° 28’ 14.16” eğik olan Eğri Mina-
re’nin üzerine oturduğu tablanın üstünden 3° 11’ 18.08”
eğik olduğu tespit edilirken, üzerine oturduğu tabla ise
44’ 48.59” eğiktir.
ğri M inarenin eğik mi yapıldığı yoksa sonradan mı
eğildiği hep m erak edilmiştir. A raştırm alara göre Eğri
M inare ustası tarafından eğik yapıldığı genel görüş ola­
rak kabul edilmiştir.
Eğri minare yapıldığı yıllarda hemen kıble tarafında
bulunan U luırm ak nehri minareye muhtemelen bugün­
künden çok daha yakındı. Minareyi yapan mim ar hem
yerçekimi kanununa muhalefet ederek, hem de bozuk
bir zemin olan ırm ak kenarına minareyi nehrin aksi isti­
kametinde (Kuzeybatı yönünde) eğri yapması, tamamen
mimarlık eseridir. Yaklaşık 800 yıldan beri ayakta kalan
Eğri Minare, Selçuklu m im arisinin kalitesini ortaya koy­
maktadır.

Kesik Minare Cami


III. asrın ilk yarısı içinde inşa olunan Cami, Halk ara­
X sında yıkık ve güdük şerefesinden dolayı Güdük, çini­
lerinden dolayı da Sırçalı Minare olarak tanınm aktadır.
Küçük Bölçek Mahallesinde bulunan yapı bugün mevcut
değildir. Günümüze sadece minaresi gelen caminin tam i­
rine ait kitabeler de mevcut değildir. Fakat minarenin de­
ğişik zamanlarda mahalle sakinleri tarafından tam ir edil­
diği anlaşılmaktadır. Bugün minarenin yeni inşa edilmiş
bir mescidi vardır.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGÎL

Hacı Yusuf Mescidi


âşpazarı Mahallesinde 7xl0m. ebadında dikdörtgen
T bir yapıdır. Bugün Cıncıklı Mescid ve Sırçalı Mescid
olarak bilinen ve kitabesi mevcut olmayan yapı Aksaraylı
Hacı Yusuf tarafından yaptırılmış olup mimarı belli de­
ğildir. Mescit, Selçuklu devrinin çok kıymetli bir yapısıdır.
Yapının tarihi hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Bu görüşlerden ilki 1150-55 tarihinde İkincisi, XIII. yüzyı­
lın II. yarısı ve özellikle 1220-30 yılları arasında, üçüncü
görüş ise Selçukluların yıkılış döneminde 1308 inşa edil­
diği hakkındadır.
Mescid, ilk önce Karamanoğlu İbrahim Bey (1424-64)
zamanında daha sonra 1846 yılında onarım görmüştür.
1921 yılında savaş sırasında Tevfik isminde bir hayırsever,
mescidi bir daha tam ir ettirm iştir. Tam ir levhasındaki
manzumenin sonunda:
Kılındıkça salât ü selâm ü düa
Silinsün defterinden zenb ü hata
Yazılıdır. 1970’li yıllarda harap bir halde bulunan mes­
cidin son restorasyonu 2007 yılında yapılmış olup günü­
müzde ibadete açıktır.

Tekke Mescidi/Cami
aşpazar Mahallesinde, Pir Ali Sultan Tekkesi’nin ku­
T zey doğusunda bahçe içerisindedir. Bugün Araçzade
Cami olarak bilinen yapı, halk arasında Tekke Cami ola­
rak da bilinmektedir. Mescidin m ihrap nişinin batısın­
daki alçı süsleme şeridindeki süslemeden hareketle; XIII.
AKSARAY

yüzyılın sonlarında yapıldığı ileri sürülmektedir. Selçuklu


döneminde bu mescidin yerinde yapılmış olan eser yıkılmış
olmalıdır. Mescide ilişkin verilen iki ismin Selçuklu döne­
mini yansıtmadığı görülür. Mescide isim veren Pir Ali Sultan
Tekkesi 1538-39 yıllarında ölen Pir Ali Sultan adına yapıl­
mıştır. Mescidin aldığı diğer isim olan Araçzade ise Aksa­
ray’da yaşayan bir aileye ait olup oldukça yeni bir isimdir.

Muzafferiye Medresesi
ur dışında olduğu düşünülen medrese, Danişmendli Ya-
S ğıbasan oğlu Melik Muzaffereddin Mahmud tarafından
yaptırılmıştır. Sultan II. Kılıç Arslan (1156-1192) zamanında
yaptırıldığını söyleyenler de vardır. Osman Turan, medrese­
nin 1958 yılında harap bir vaziyette mevcut olduğunu ifade
etmektedir. Medrese bugün mevcut değildir.

Bedriyye Medresesi
aşpazar mahallesinde Cıncıklı Mescid’in batısında bu­
T lunuyordu. 1205-11 yılları arasında Bedreddin Yusuf
tarafından inşa ettirildiği ileri sürülmektedir. Osmanlı ka­
yıtlarında da ismine rastlanan yapı bugün mevcut değildir.

Melikiye Medresesi
ugün mevcut olmayan yapının yeri bilinmemektedir. I.
B Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde (1205-1211) yapıldı­
ğını söylenmektedir. Medrese hakkında Fatih devri Aksa­
ray vakıflarında kayıt mevcuttur.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Ebubekriye Medresesi
ünümüzde mevcut olmayan ve yeri tespit edilemeyen
G medresenin I. Alâeddin Keykubad döneminde (1220-
37) yapıldığı belirtilmektedir. Banisinin I. Alâeddin Key­
kubad devrinde Kayseri Subaşısı olan Seyfeddin Ebubekir
olduğu ileri sürülmüştür. Medrese hakkında Fatih devri
Aksaray vakıflarında kayıt mevcuttur. Fatih ve II. Baye-
zid dönemlerinde medreseye Mevlana A bdüllatifin tasar­
ru f ettiği ve tamire muhtaç olduğu kayıtlarda mevcuttur.
Medresenin Cumhuriyetin ilk yıllarında ortadan kalktığı
sanılmaktadır.

Seyfiyye Medresesi

M
eydan mahallesinde bulunan medresenin, I. Alâeddin
Keykubad döneminde (1220-1237) Seyfeddin Ay-Aba
tarafından yaptırıldığı ifade edilmektedir. Medrese hak­
kında Fatih devri Aksaray vakıflarında kayıt bulunmak­
tadır. 1476-77 tarihli bir arşiv defterinde bu medrese şöyle
yazılmıştır:
“Vakf-ı Medrese-i Sevfiyye der nefs-i Aksera der Tasar-
ruf-ı Mevlâna Tâcüddin”
Medrese bugün mevcut değildir.

Hüsamiye Medresesi
ündoğdu mahallesinde, III. Gıyaseddin Keyhüsrev za­
G manında, devrin ünlü kadısı Emir Hüsameddin tara­
fından, 1256 tarihinde yaptırılmıştı. Subasan Medresesi de
denilmişti. Uzun yıllar hizmet veren medrese, bugün mev­
cut değildir.
AKSARAY

Taciye Medresesi
ere M ahallesinde, Milli Eğitim M üdürlüğünün k u ­
D zeydoğu köşesindedir. Kitabesi mevcut olmayan ese­
rin XIII. asrın ikinci yarısında Taceddin Mutez tarafından
yaptırıldığı tahm in edilmektedir. Nitekim Eflâkî’deki, Ak­
saray’da bir medrese inşa ettiren Taceddin Mutez, Mev-
lana’dan müderris olarak, Kayserili Şerefeddin’i istediğini
rivayet etmektedir. 1970 yıllarında harabe bir halde bulu­
nuyordu. Günümüze gelebilen taç kapısının bir kısmı, Ak­
saray Lisesi bahçesinde bulunmaktadır.

Beramuniye Medresesi
ur dışında olduğu düşünülen ve yeri tam olarak bili­
S nemeyen eserin, Gazan Han tarafından 1299 tarihinde
Aksaray’a gönderilen, Sutay’ın oğlu Baranbay tarafından
yapıldığı ileri sürülmektedir. Moğolca “boranud” sözünün,
bir unvan veya rütbe olduğu ve Arapça “berraniye” kelime­
sine karşılık geldiği ifade edilmektedir. Taciye Medresesi
ile Beramuniye Medresesinin aynı yapı olduğu ileri sürül­
mekte ise de, bunu teyit edecek herhangi bir bilgi bulun­
mamaktadır. Medrese bugün mevcut değildir.

Darü’l-Hadis

B
ugün yeri tespit edilememektedir. 667/1278 tarihinde
Şafii ve Hanefiler için Peygamber efendimizin hadisle­
rinin okunması ve açıklanması için inşa olunmuştur. Eser
bugün mevcut değildir.
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

Darüşşifa
ugün Şifahane mahallesi olarak bilinen yerde idi. Yapıya
B ait bir kitabe ve vakfiye günümüze kadar gelmemiştir.
Bu sebeple araştırmacılar şifahanenin yapılış tarihi ile ilgili
değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Eserin II. Kılıç Arslan
(1156-1192) ve I. Alâeddin Keykubad (1220-1237) tarafın­
dan yapıldığını ileri sürenler olduğu gibi, XIII asrın ikinci
yarısında yapıldığını iddia edenler de bulunmaktadır. Ünlü
Şeyh, Cemâleddin Aksarâyînin bu şifahanede tıp eğitimi
gördüğü ve hekimlik yaptığı bilinmektedir.

Saray Hamamı
ükümet Konağı ile Adliye binasının bulunduğu saha­
H nın doğusunda Bankalar Caddesi civarındaki sarayın
hemen bitişiğinde bulunduğu ileri sürülmektedir. II. Kı­
lıç Arslan (1156-1192) devrinde saray ile birlikte yapılmış
olmalıdır. Osmanlı belgelerinde yapıdan hiç bahsedilme­
mesi, ham am ın erken bir tarihte ortadan kalktığını dü­
şündürmektedir.

Kılıç Arslan Hamamı


I. Kılıç Arslan tarafından yaptırılmıştır. Aksaray Lisesi
I karşısında, Sofular Mahallesinin girişindedir. Halk ara­
sında “Eski hamam” da bilinmektedir. Yılmaz Önge, inşa
tekniği ve mimarı detaylarından hareketle bugünkü yapı­
nın XV. Yüzyıl özelliği taşıdığını; bunun da Karamanoğul-
ları devrinde büyük ölçüde yenilenmesinden kaynaklandı­
ğını belirmektedir. Evliya Çelebi’nin “Bey Hamamı” olarak
isimlendirdiği hamam bu olmalıdır. 1928 yılında faal bir
durum da bulunuyordu.

226
AKSARAY

Dikdörtgen planlı olan yapı, dört eyvanlı ve iki büyük


hacimden meydana ibaretti. Bugün yol seviyesi yükseldiği
için çukurda kalan yapının büyük kubbesi hariç diğerleri
yıkılmıştır. Diğer kubbelerin bulunduğu yer taksi durağı ve
otopark olarak kullanılmaktadır. Oldukça harap bir haldedir.

Melik Mahmud Gazi Hankahı


eyh Hamid Mahallesi, Güzel Baba sokakta, Baba Yusuf
Ş Hakikî Türbesi bitişiğindedir. Eserin XIII. yüzyıl başla­
rında, I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde (1205-1211), Me­
lik Mahmud Gazi tarafından inşa ettirilmiştir. Melik Mah­
mud Gazi, Danişmendli hükümdarı Nizameddin Yağıbasanın
oğludur. Selçuklular zamanında uç Türkmenlerinin başında
iken, kardeşleri Zahireddin İli ve Bedreddin Yusuf ile bir­
likte I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in hizmetine girmiş, adı ge­
çen sultanın iki kez tahta çıkmasına yardımcı olmuşlardır.

İmadiyye Hângâhı
eri tespit edilmeyen yapının Danişmendli Nizameddin
Y Yağıbasan’ın yeğeni İmamüddin Zünnun tarafından
yaptırılmış olacağı ileri sürülmektedir. Osm anlılar dev­
rinde yapıya ait kayıtlar bulunmaktadır. Yapı bugün mev­
cut değildir.

Zahriyye Hângâhı
anişmendliler’den Yağıbasanın oğullarından Zahired­
D din İli tarafından yaptırıldığı ileri sürülmektedir. Yeri
belli değildir. Osmanlılar devrinde de faal olan yapının bu­
gün mevcut olmadığı görülmektedir.
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Efdaliyye Hângâhı
II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284) döneminde yapıl­
Idığı ileri sürülmektedir. Bugün mevcut olmayan eserin
banisi hakkında herhangi bir malumat bulunmamaktadır.
Yapının 671/1272 tarihli vakfiyesinden bahsedilmekte ise
de; söz konusu vakfiye bugüne gelememiştir. Yapının Os-
manlılar devrinde faal olduğu görülmektedir. Yapı bugün
mevcut değildir.

Hacı Hamuş Zaviyesi


ultan II. Mesud (1284-1296) döneminde Hacı Hamuş
S tarafından yapılmıştır. Aksarâyî’de, zaviyenin k u ru ­
cusu Şeyh Cemâleddin Hacı Hamuş hakkında bilgi bulun­
maktadır. Buna göre Aksaray’da Şengitoğlu ile Ali Melik
ve Ahmed arasında cereyan eden ve dört ay müddetle de­
vam eden mücadele esnasında bunalan Hacı Hamuş, Ak­
saray’dan kaçarak Salime Kalesine sığınmıştı. Fakat Şen­
gitoğlu bir yolunu bularak, Hacı Hamuş’u katledip on iki
bin altınına da el koymuştur. Aksarâyî Hacı Hamuş’un
iyiliklerinden ve cömertliğinden övgüyle bahsetmektedir.
II. Bayezid devri Aksaray vakıflarında zaviye ile ilgili bilgi
mevcuttur. Yapı bugün mevcut değildir.

Fahriyye Mevlevihanesi
ere mahallesinde olduğu tahm in edilmektedir. Ne za­
D man yapıldığı hakkında kesin bir kayıt yoktur. Sultan
Veled’in gayretleriyle XIII. asrın ikinci yarısından itiba­
ren Mevleviliğin Anadolu’da önemli bir tarikat haline gel­
diği bilinmektedir. Tekkenin de bu dönemde inşa edilmiş

228
AKSARAY

olması kuvvetle muhtemeldir. Zira aynı dönemde Ana­


dolu’nun birçok şehrinde Mevlevihaneler inşa edilmişti.
Somuncu Baba Türbesi civarındaki bir mermer kitabede
Ömer oğlu Hacı Osman isminde bir mevlevinin 750/1349
yılında öldüğü yazılıdır. Bu kitabe Aksaray’da o tarihlerde
bir Mevlevihane olduğunu ortaya koymaktadır. OsmanlI­
lar devrinde faal olan Mevlevihane XIX asrın ikinci yarı­
sında yıkılmıştır. Bugün mevcut değildir.
Aksaray’da Selçuklular döneminde inşa olunarak uzun
yıllar hizmet vermiş fakat günümüze ulaşamayan üç adet
zaviye bulunuyordu. Bunlar Kalenderhane Zaviyesi Fera-
murziye Zâviyesi ve Şerif Hüseyin Zaviyesi idiler.

Nefise Hatun Türbesi

B
ugün mevcut olmayan ve yeri bilinmeyen türbe Mev-
lana’nın torunlarından Mübarek şah’ın kızı Nefise Ha-
tun’a aittir. Nefise H atunun ölüm tarihi bilinmemektedir.
Fatih Dönemi Aksaray vakıflarını tespit eden defterde, Haz-
reti Mevlana Neslinden Mübarekşah’ın Kızı Nefise hatun
Türbesi Vakfı olarak geçmektedir. Bugün mevcut değildir.

Kerimüddin Mahmud Oğlu Mehmed Türbesi

E
rvah K abristanlığının Sebil Mahallesi girişinde, So­
muncu Baba Türbesine varmadan yolun üst tarafında
olduğu söylenen türbe bugün mevcut değildir. Türbe ya­
kınında bulunan mezar taşı kitabesinden, Aksarâyî nin
723/1323 yılında ölen oğlu Mehmed’in medfun olduğu an­
laşılmaktadır.
PROF. D R AHMET ŞÎMŞİRGİL

Anonim Türbe

E
rvah Kabristanının yüz metre kadar ilerde inşa edilmiş­
tir. XIII. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı ileri sürülmek­
tedir. î. Hakkı Konyalı, türbede yer alan kitabeleri okudu­
ğunu söyleyen Aksaray M üftüsü Süreyya Dellaloğlu’nun
ve Mehmed Hamzakadı Bey’in sözlü olarak aktardığı bir
bilgiye istinaden türbedeki mezarlardan birinin Taceddin
Mutez’e ait olduğunu söylemektedir. Ancak Taceddin Mu-
tez nerede öldüğü ve defnedildiği tespit edilememektedir.
Türbenin 1929 yıllarında belediye Başkanı olan Hadi Arı-
baş tarafından yıktır ildiği ifade edilmektedir. Türbe bu­
gün mevcut değildir.

Çaput Baba Türbesi


ifahane mahallesinde yapıldığı ileri sürülen eserin iki
S katlı olmasında hareketle Selçuklu eseri olduğu ileri
sürülmektedir. Halk arasında Çaput Baba veya Çaput Sul­
tan denilmektedir. İsm inin nereden geldiğine dair kesin
bir bilgi mevcut değildir. Muhtemelen türbeyi ziyarete ge­
lenlerin dilekleri için çaput, bez bağlamalarından ötürü bu
ismi almıştır. Cenazelik, mumyalık denilen bodrum kısmı
iri kesme taştan yapılmış olup, m ahruti tuğladan yapılan
kubbesi yıkılmıştır. XX. yüzyılın başlarında ise tuğlaların­
dan yararlanmak için yıkılan eser bugün mevcut değildir.

Kılıç Arslan Hanı


I. Kılıç Arslan tarafından yaptırılan han, şehir merke­
I zinde, Zinciriye Medresesi ile, Ulu Cami arasında yer alı­
yordu. Sultan, yeniden kurduğu Aksaray’a yakışan müs­
tesna bir plana ve mimarîye göre kırmızı tuğla ile ve taşla
AKSARAY

bu kervansarayını yaptırmıştı, tki katlı olan yapı, dikdört­


gen şeklindeki avlusunun çevresine ve güney yönündeki
kenarın dış yüzeyine sıralanmış hücrelerden meydana gel­
mekteydi. Alt kat hücreleri dükkan olarak, üst kat hücre­
leri ise konaklama için kullanılmaktaydı. Ortasında ahır
ve mescit var idi. Hanın, doğu, batı ve güney yönüne birer
giriş kapısı vardı. Güney kapısından girince bir de kuyusu
ve çeşmesi bulunuyordu.

II. Kılıç Arslan Hanı

Böylece Sultan, Aksaray’ı bir ilim ve kültür merkezi ha­


line getirirken iktisat yönünden de çok yükseltmiştir. Bu­
rası mühim bir ticaret merkezi, mühim bir uğrak haline
getirilmiştir. Handa itibarlı konuklar için ayrı odalar ay­
rılmıştı. Yakınında bir de tabhane vardı.
Zaman içerisinde Kapalı Han ve Penbe (pamuk) Han
isimleri ile de anılan Han pek çok kez tamir geçirmiştir.
1945 yılında belediyece geniş çaplı tam ir görmüştü. Bu ta­
mirden önce yapının iki katlı olduğu ancak harap durum ­
daki üst katın yıktırıldığı bilinmektedir. Ayrıca ahır ve

231
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

mescidi de ortada kaldırılmış otuz altı odalı dükkân haline


getirilmiştir. 1985 yılında ise belediyece alınan bir kararla
tamamen yıkılarak yerine Belediye İş Hanı inşa edilmiştir.

Tuğracı Hüsam Çeşmesi


afer mahallesinde bulunduğu tahm in edilmektedir.
Z Çeşme hakkında bir kitabe ve vesika günümüze kadar
ulaşmamaktadır. Aksarâyî devrin siyasî hadiselerini anla­
tırken Tuğracı Hüsam isminde bir çeşmeden bahsetmek­
tedir. Çeşme bugün mevcut değildir.

Cemâleddin Aksarâyî Türbesi

B
üyük Türk ve İslâm âlimi, Zinciriye Medresesi Müder­
risi Aksaray lı Mehmed Cemâli’nin açık türbesi Ervah
Kabristanındadır. Türbenin üzeri açıktır. Yanında mescit
bulunm aktadır. 1978 yılında mescid, çilehane ve itikaf-
hane ayaktayken Perekzadeler tarafından yıkılarak yerine
tek kubbeli bir cami 1980 yılında yapılmıştır.
Büyük âlim Cemâleddin Aksarâyî nin adi taştan yapıl­
mış sandukasına esmer renkli baş ve ayak taşları dikilmiş ve
baş taşma oldukça bozuk bir yazı ile şu kitabe kazılmıştır:
“Hazret-i sıddîk-ı ekber taziyallahü teâlâ anhü hazret­
lerinin evlâdından ve fühûl-i muhakkikin-i ulemâdan ef-
dal-ül-müteahhirin arif billah ve muktedây-i dil-âgâh. Şeyh
Cemâleddin Muhammed ibn-i Muhammed ibn-i Muham-
med ibn-i Fahreddîn-ir-Râzî kaddessellahü sırrah-ül-zzîz
hazretleri nice zamanlar eyâdi-i te’yidât-ı İlâhî birle ulûm-i
arabiyye ve şer’iyye ve akliyyeyi tedris ve iftâda da yed-i
tûlâ izhâr ve kütüb-i müteaddideyi tasnif ve teşrih eylemiş
AKSARAY

Cemâleddin Aksarâyî Türbesi

ve Sultan Murad-ı evvel tâbe serâhü hazretlerinin ecille-i


ricalinden olup 770 senesinde irtihal-i dâr-ı bekâ buyur­
muştur.” mezar taşları ve kitabe kendi devrinin orijinal
eserleri değildir. Yukarıda yazıldığı gibi seksen sene kadar
evvel türbenin yanma iki odalı tekkesini yaptıranlar tara­
fından hazırlatılmıştır.
Cemâleddin Aksarâyî nin Türbesi halk tarafından önemli
günlerde hayır duası için ziyaret edilir.
BİBLOGRAFYA

A. Süheyl Ünver, “Konya Aksaray’ı Darüşşifa Medresesine Ait


Bir Vesika”,
Türk Tıp Tarihi Arşivi, V/18 (1940), s. 72-74.
____, “Şeyh Cemâleddin Aksarâyî Muciz Şerhi ve Diğer Eserleri”,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi, İstanbul 1970, s. 101-108.
Abdulhaluk Mehmet Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm
Noktası Sultan II. Kılıç Arslan ve Karamıkbeli (Myriokefa-
lon) Zaferi (17 Eylül 1176), Ankara 1984.
____, II. Kılıç Arslan, Ankara 1987.
Ahmed b. Mahmud, Selçuknâme, I-II, çev. Erdoğan Merçil, İs­
tanbul 1977.
Ahmed Rifat, “Aksaray”, Lugat-ı Tarihiye ve Coğrafiye, İstan­
bul 1299/1883, s. 232.
Ahm et Şimşirgil, Asırlara Hitabeden Âlim Es-seyyid Osman
Hulûsi Efendi Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri c.1-2, İstanbul 2015.
Aksarâyî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, çev. Mürsel Öztürk, Ankara 2000.
Ali Çavuşoğlu, Muhabbet-nâme Yusuf Hakîkî Baba, Aksaray Be­
lediyesi Kültür Yayınları, Ankara 2009.
Ali Sevim, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, A n­
kara 1990.
____, “A rtukluların Soyu ve A rtuk Bey’in Siyasi Faaliyetleri”,
Belleten, XXVII/101, (1962), s.121-146.
____, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara 1983.
, Anadolu’nun Fethi, Ankara 1993.
PROF. D R AHMET ŞtMŞİRGİL

Anonim, Tarih-i Al-i Selçuk, trc. F. Nafiz Uzluk, Ankara 1952.


Aşık Paşaoğlu Tarihi, çev. H. Nihal Atsız, İstanbul 1992.
Bekir Deniz, “Aksaray Melik M ahm ud Gazi Hangâhı (D arp­
hane) Kazısı”, Aksaray ve Cemâleddin-i Aksarâyî Sempoz­
yumu 22-24 Ekim 1993, İstanbul 1994.
Bilge Umar, “Myriokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında
Kûfi Çayı Vadisi”, Belleten, 209, (Nisan 1990), s.99-116.
Claude Cahen, OsmanlIlardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepa-
zarcı, İstanbul 2000.
Coşkun Alptekin, “Büyük Selçuklular”, DGBİT, c. VII, İstan­
bul 1989, 95-229.
____, “Türkiye Selçukluları”, DGBİT, c. VIII, İstanbul 1989, 209-
406.
Doğan Yörük, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584),
Konya 2005.
____, XVI. Asrın Başlarında Aksaray Kazası ve Kazanın İskânı,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Ünv. Sosyal Bilim­
ler Enstitüsü, Konya 1996.
E. Nihal Çetintürk, “Aksaray-Kılıç Arslan Hanı”, Gazi Ünv. Müh.
Mim. Fak. Dergisi, VIII/2 (1983), s. 11-23.
____»Aksaray (Niğde) ve Çevresinde Türk eserleri; Basılmamış
Doktora Tezi, Ankara Ünv., Ankara 1986.
Ebru Altan, “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Bel­
leten, LXV/243, (2001), s.571-582.
____, “Myriokephalon (Karamıkbeli) Savaşının Anadolu Türk
Tarihindeki Yeri”, Türkler, C.VI. Ankara 2002, s.630-634.
____, İkinci Haçlı Seferi (1147-1148), Ankara 2003.
Emine Uyumaz, Sultan I. Alaaddin Keykubad Devri Türkiye
Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi (1220-1237), Ankara 2003.
BİBLOG RAFYA

____.Türkiye Selçuklu Devletine Gelen ve Giden Elçiler, İstan­


bul 2011.
Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985.
Esin Kahya, “Cemâleddin Aksarâyî”, Aksaray ve Cemâleddin-i
Aksarayî Sempozyumu 22-24 Ekim 1993, İstanbul 1994, s.
52-60.
Evliya Çelebi, Seyahatname, III, İstanbul 1314.
Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, SAD, I, (1969), s.1-147.
____, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları,
İstanbul 1992.
____, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri,
2. baskı, Ankara 1998.
____, “Keykâvus I”, TDVİA, c.25, s.352-353.
____, “Keykâvus II”, TDVİA, c.25, s.355-357.
____, “Keykubad I”, TDVİA, c.25, s.358-359.
Gönül Cantay, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları, An­
kara 1992.
İbn Battûta, İbn Battûta Seyahatnamesi, çev. A. Sait Aykut, I-II,
İstanbul 2000.
Gregory Ebû’l-Ferec, Ebû’l-Ferec Tarihi, I-II, çev. Ö. Rıza Doğ­
rul, Ankara: TTK, 1987.
Hakkı Önkal, Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996.
Hilmi Mektupçu, Aksaray Tarihçesi, Aksaray 1931.
Hüseyin Şekercioğlu, “Mryofatlon Zaferi ve Yerin Stratejik Önemi”,
Türk Kültürü, sa. 59, (1967), s.831-836.
Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, İstanbul 1997.
____, Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (1118-1176), Ankara: TTK,
2001.
<>
PROF D R AHMET ŞİMŞİRGİL

____, “Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, İÜ-


EFTED, sa. 35, İstanbul 1984, s.65-78.
____, “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltana 80. Do­
ğum Yılı Armağanı, İstanbul 1995, 17-56.
____, Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara 1996.
____, “Haçlılar”, TDVİA, c. 14, İstanbul 1996, s.525-546.
____, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, Haçlı Seferleri
ve XI. Asırdan
Günümüze Haçlı Ruhu Semineri, 26-27 Mayıs 1997, Bildiriler,
İstanbul 1998, s. 1-14.
____, “1101 Yılı Haçlı Seferleri O rdularının Anadolu’da Takip
Ettiği Yollar
Hakkında”, Uluslararası Haçlı Seferleri Sempozyumu, 23-25 Ha­
ziran 1997 (İstanbul), Ankara 1999, s.115-122.
____, “Bizans İmparatorluğu Devrinde Dorylaion”, Tarihte Es­
kişehir Sempozyumu, I, (2-4 Kasım 1998), Eskişehir 2001,
s.45-60.
İbni Bibi, El-Evâmirü’l-Alâ’iyye Fi’l-U m ûrn-A lâ’iyye, çev. Mür-
sel Öztürk, c. I-II, Ankara 1996.
____, Anadolu Selçukî Devleti Tarihi, çev. M. Nuri Gençosman,
Ankara 1941.
İbnü’l-Esir, İslam Tarihi (El Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi), X-XII, çev.
Abdülkerim Özaydın, İstanbul 1991.
İbrahim Hakkı Konyalı, “Aksaray Ulu Cam i”, VD, X (1973), s.
273-288.
____, Abideleri ve Kitabeleri İle Niğde Aksaray Tarihi, c. I-III,
İstanbul 1974.
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul: MEB, 1992.
____, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu,
İstanbul 1953.
BİBLOGRAFYA

____, “Selçuk’un Oğullan ve Torunları” TM, c. XIII, 1958, s.117-


130.
____, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu“, ÎÜEF-
TED, sa. 10-11, 1981, s.1-18.
İlhan Şahin, “Aksaray”, DİA, c.II (1989), s. 291-292.
İsmail Aka, “Aksarâyî”, DİA, c.II (1989), s. 293.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, Ankara 1961.
Kudret Ayiter, “Myriokephalon Savaşı Nerede Olmuştur”, VIII.
Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara 1981, s.689-701.
Mehmet Altay Köymen, “Anadolu’nun Fethi”, Diyanet İşleri Baş­
kanlığı Dergisi, I, Ankara 1961, s.89-122.
____, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul 1976.
____, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c. I, 2. Baskı, A n­
kara 1993; c. III, Ankara 1992.
____, “Süleymanşah ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu”,
Belleten, LVII/218, (1993), s.71-79.
M. C. Şehabeddin Tekindağ, “Anadolu Selçuklu Tarihine Toplu
Bir Bakış”, Anadolu’da Türk Tarihi ve Kültürü, Trabzon
1967, s.9-15.
____, “Türkiye Tarihine Toplu Bir Bakış: Türklerin Anadolu’ya
Gelişleri ve Yerleşmeleri”, Anadolu’da Türk Tarhi ve Kül­
türü, Trabzon 1967, s. 1-8.
Mehmet Hamzakadı, “Aksaray’ın Tarihi ve Turistik D urum ları”
Devrim, M art 3-4 (1965), s. 2-7, 5-6.
M. Kemal Özergin, “Anadolu’da Selçuklu Kervansarayları”, İÜ.
Tarih Dergisi, XX (1965), s. 141-170.
Mehmet İnbaşı, “XVI. Yüzyılın Başlarında Aksaray Şehri”, Ata­
türk Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Bilimleri Dergisi, 24 (1997), s. 179-
188.
PROF D R AHMET ŞİMŞİRGİL

M. Zeki Oral, “Aksaray’ın Tarihi Önemi ve Vakıfları”, VD, V


(1962), s. 223-240.
M uhammet Görür, “Selçuklu ve Beylikler Döneminde Aksaray
Şehri”, Türkler, VIII (2002), s. 201-207.
M uharrem Kesik, Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi Sultan I. Me-
sud Dönemi (1116-1155), Ankara 2003.
Mustafa Demir, Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Si­
vas Şehri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1996.
Mücteba İlgürel, “Çaka Bey”, TDVİA, C. 8, İstanbul 1993, s.186-188.
Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi: Selçuklular Devri I Ana­
dolu’nun Fethi, İstanbul 1934.
Nicolle David-Christa Hook, Birinci Haçlı Seferi, 1096-1099, çev.
L. Ece Sakar, İstanbul 2010.
____, Üçüncü Haçlı Seferi, 1191, çev. L. Ece Sakar, İstanbul 2010.
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1996.
____, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1993.
____, “Selçuk Kervansarayları”, Türkler, VII, Ed. Hasan Celâl
Güzel, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, 755-765.
Öm ür Bakıer, “Aksaray Cıncıklı Mescid Ön Yüz Düzeni için
Bir deneme”, Suut Kemal Yetkine Armağan, Ankara 1994,
s. 89-100.
Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstan­
bul 1983.
Reşat İzbırak, “Aksaray ve Çevresi”, Hasandağı, Ankara 1952,
s. 5, 12.
Selim Kaya, I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dö­
nemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006.
Steven Runciman, “Anadolu’nun Ortaçağlardaki Rolü”, Belleten,
VII/27, (1943), s.549-556.
BİBLOGRAFYA

____, Haçlı Seferleri Tarihi, c. I-III, çev. Fikret Işıltan, Ankara


1989, 1992, 1992.
Sultan Veled, Divan-ı Sultan Veled, haz. F. Nafiz Uzluk, A n­
kara 1941.
Şahin Uçar, Anadolu da İslâm-Bizans Mücadelesi, İstanbul 1990.
Şerafeddin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri, I, Selçuklulardan Bi­
zans’ın Sona Erişine Kadar, Ankara 2000.
Şikari, Karaman Oğulları Tarihi, çev. M. Mesud Koman, Konya
1946.
Tuncer Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1164-1211), Ankara 1997.
____, Türkiye Selçuklularının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstan­
bul 2004
____, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I. Anadolu’nun
İdarî Taksimatı, Ankara 1988.
Urfalı Mateos, Vekayinâme, Türkçe çev. H. D. Andreasyan, Ur-
falı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un
Zeyli (1136-1162), Ankara 1987.
Yılmaz Önge, Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları,
Ankara 1995.
____, “Milli Kültürümüz Açısından Türk Hamam Mimarisi ve
Aksaray Ham am ları”, Türk Halk Kültürü Araştırm aları,
Ankara 1992, s. 79-92.
RESİMLER

1895 Ulu Cami

Aksaray Yıkılan Türbe


PROF. D R AHMET ŞİMŞlRGİL

Anonim Türbe
BİBLOGRAFYA

Kesik Minare ve Çevresi

Hacı Yusuf Cıncıktı Mescid

245
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

-If»

Sultan Ham Havadan Görünüş

II. Kılıç Arslan Hamamı 1950


DİZİN

Anadolu 5,6,9,10,11,15,19,
21,22, 23,24, 25, 27, 28,
AbakaHan 177 29, 30,31,34, 35, 37, 45,
Ahmed Gazi 42, 43, 45, 47, 48, 47, 50,51,52, 53, 54, 55,
49 56, 57, 58, 59, 60, 61, 65,
Aksaray 6, 7, 9, 10, 57, 60, 73, 69, 70, 71, 72, 74, 75, 77,
76, 77, 78, 139, 158, 159, 78, 79, 82, 83, 84, 86, 87,
160, 163, 164, 167, 169, 89,91,92, 93, 94, 95, 96,
170, 171, 172, 173, 174, 97, 100, 105,117, 118,
175, 176, 177, 178, 179, 123, 124,125, 129,134,
180, 181, 187, 188, 191, 135, 136, 137, 138, 141,
192, 193, 195, 197,198, 142, 147, 150, 151, 157,
209,210,211,212,213, 163, 164, 165, 169,170,
214,215,217, 223, 224, 171, 173, 174, 175, 176,
225, 226, 228, 229, 230, 177, 178, 179, 180, 182,
231,232, 235, 236, 237, 183,190, 191, 193,211,
238, 241 214,215,216, 228, 229,
Alâeddin Camii 65 235, 236, 237, 238
Alayhan 174 Anadolu Selçuklu 5,6, 9,10,
Aleksios Komnenos 31, 33, 54 15, 19,21,23, 24, 25, 27,
AliTegin 14 28, 35, 37, 50,51,52, 53,
Alman Kralı 61, 62 55, 57, 59, 69, 70, 71, 75,
Alman Kralı Konrad 62 118, 123, 124,135, 150,
Almanlar 61, 81,161 157, 163, 164,174, 237
Alparslan 12, 13, 17, 18, 21, 24, Antakya 5, 23, 26, 27, 38, 39,
134, 170 40,42, 43,44, 48, 50, 62,
Alpllig 12,21,22 75, 79, 80, 122
PROF. D R AHMET ŞİMŞİRGİL

Arap 52,54, 56, 57,170, 209 Cıncıklı Mescid 174,222,223,


Arslan Yabgu 5,11,12,13,14, 243
15, 17,21 Clermont Konsili 32, 33
Artuklular 69, 90 Çağrı Bey 12, 15, 17, 133
Aynüddevle 59, 64 Çaka Bey 28, 29
Ayşe Hatun 53, 54 Çavlı 52,53
Çökermiş 51, 52
Çubuk Bey 26
Barbarossa 150,151,153,154,
155 D
Baybars 177 Danişmendliier 45,49, 50, 53,
Baycu 174,175, 176, 178,213, 54, 57, 59, 69, 77, 90,91,
215 227
Belek b. Behram 45 Darul-cihad 10,171
Bizans 6, 9,16, 22, 23, 24, 25,
Darus-suleha 10
28, 29, 30,31,33, 34, 37,
Darüşşifa 8, 174, 210, 226, 235
38,48,50, 54, 55, 57, 58,
Daruz-zafer 10,163, 171, 172,
60, 61,62,64, 66, 69,70,
173
71,72, 78, 79, 80,81,82,
Devlet 6,12, 21, 22, 65,66, 72,
83, 84, 85, 86, 87, 88, 89,
130, 131,132, 136, 139,
91,92, 93,94, 95, 96, 97,
177
98, 99,100,101,102,
Dımaşk 62, 63
103, 104, 105,106, 107,
109, 110, 111, 112, 113, Doryleon 38, 61,97,98, 99,
114, 115, 116,117, 118, 100,117
119, 120, 121, 122, 123, Drakon 36
124, 125, 126,137,141, E
143, 144, 145,151, 161,
163, 170,209, 238 Ebubekiriyye Medresesi 174
Bohemund 37, 38, 39,40, 45 Ebu 1Gazi 27,28
Büyük Selçuklu Devleti 12, 22, Ebu 1-Kasım 26
24, 32,134 Eğri Minare 174,198,214,220,
221
c,ç Elbistan 21, 54, 59, 69, 73, 75,
Cemâleddin Aksarâyî 7, 8,10, 86, 87, 90, 91, 136,139,
180, 191,192,193, 194, 141,177
195, 196i 226, 232,233, Emir Gazi 55,56, 57, 59, 66
235, 237 Eretna 179
D İZİN

Ervah 174, 180, 181, 188, 192,


194, 196, 229, 230, 232
ı,i
Eskişehir 38, 70, 78, 83, 84, 94, I. Alâeddin Keykubad 174,224,
97, 99, 100, 102, 117, 226
119,122, 139, 144,145, I. Haçlı Seferi 5, 36, 44, 61
238 IL Alâeddin Keykubad 174
Evliya Çelebi 180,197,209, II. Gıyaseddin Keyhüsrev 174
210, 226, 237 II. Haçlı Seferi 6, 60, 63
II. Henri 155
F III. Haçlı Seferi 7, 150
Fatımi 22 III. Joscelin 64
Filistin 22, 62, 63, 151 III. Konrad 61
Firuz 39 III. Stefan 92
Fransızlar 44,48,61 II. İzzeddin Keykavus 174,176
Friedrich Barbarossa 150,151, II. Joscelin 63,64
154 II. Kılıç Arslan 5, 6, 7, 9,10,19,
67, 69, 71, 72, 73, 74, 75,
G 76, 77, 78, 79,81,82, 83,
Gabriel 29, 42, 43,44, 48,49 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90,
Gazan Han 178,225 91,92,93,94, 95,96, 98,
Gıyaseddin Keyhüsrev 140, 99,100,101, 104, 106,
144, 145,147,153, 158, 107, 109, 112, 114, 115,
174, 220, 223, 224, 227, 116, 117, 118, 119, 122,
228 123,124,125,126,127,
Godefroi 36, 38,40, 42 129,130, 136, 137, 138,
Guiscard 37 139, 140, 141, 142,143,
Gümüştekin 42, 45, 47,48, 49, 147,148,149, 150, 151,
50 152,153,154, 155,157,
158,159, 160, 161,162,
H 163,164, 165, 171, 173,
Haçlı Seferi 5, 6, 7, 30, 33, 36, 177,179, 209,210,211,
39, 44,60,61,63,150, 213,214,217,219,223,
155,157, 236 226, 230, 231, 235
Halep 22, 23, 27, 45, 62,63, 64, II. Thoros 64,69, 74, 75
66,81, 125, 126 II. Urbanus 31,32,33
Hamîd-i Velî 7,181,182,183, I. Kılıç Arslan 5,28,29, 30, 35,
186,188, 189, 195, 197 37, 38, 42, 45,47, 48,49,
Horasan 12, 14,167, 181,220 50,51,52, 53, 54, 57,
Hülagu 176 135,136, 147,171,238

249
PROF. DR. AHMET ŞİMŞÎRGİL

I. Manuel 59,78,92,122 Kutalmış 5,12,14,15,16,17,


I. Mesud 6,55,64,118, 136, 18,21,23,134
217 Kutbeddin 7,139,140,142,
IV. Kılıç Arslan 160,174, 176 146, 147, 148,149, 150,
İbrahim Hakkı Konyalı 159, 151, 152,153,154, 155,
161,238 157, 173
İbrahim Ymal 13, 16,133 Kutbeddin Melikşah 7,139,
İrencinNoyan 178 140, 147, 148, 149, 150,
151, 152, 153, 154, 155,
K 157, 173
Kara Arslan 89 Kürboğa 39
Karahanlı 13,14
Kayseri 54, 57, 59, 65, 69, 72,
73,75, 85,91, 137, 139, Lombardlar 44,45
143, 148, 149, 157, 158,
169, 170, 177, 181, 182,
183,211,215, 224 Malatya 5,6, 25, 29, 30, 37,42,
Kerimüddin Aksarâyî 77 43, 44, 48, 49, 50,51,52,
Kızıl Hamid 177,213 53, 54, 56, 57, 59, 60, 64,
Kibotos 35,36 69, 85, 90, 126,127,129,
Kilikya 38, 56, 58, 64, 69, 103, 139,143,157, 162, 170,
188,211
122, 136,142, 143, 154
Malazgirt 21, 71,117,124,170
Kongurtay Noyan 177
Mansur 12, 21
Konya 7, 9, 38, 47, 48, 53, 54,
Manuel Komnenos 58, 60,61,
55, 56, 57, 59, 60, 65, 96,
78, 79, 97,118,120,122
102, 103,106, 130, 136,
Maraş 26, 38, 42,43, 50, 63, 69,
140, 141,146, 149, 150,
74, 75, 91, 143
152, 153,154, 155, 158, Maveraünnehir 12,14
161, 164,170, 171, 173, Melikşah 7, 22, 23, 26, 27, 28,
174, 176,177,181,192, 31, 134, 135, 139, 140,
210,211,212,213, 235, 147,148,149, 150,151,
236 152,153,154, 155,157,
Kral Louis 62 158,170,173
Kudüs 5,30,31,40,41,42,44, Mesud 6,15,52, 54,55,56, 57,
45, 48, 62, 63, 75, 80, 96, 58, 59,60,61,63, 64, 65,
122, 150, 155,156,157 66, 69, 72, 75, 76, 118,
D İZİN

136,137,145,153,154, S,ş
164,165,171,211,217,
219, 228 Samani 13,14
Miryokefalon 6,108,110,122, Selâhaddin Eyyûbı 6,125,126,
124, 125,126,137,211 127,128,129,130,137,
Molla Fenârî 184,185,186, 141, 148,150,152, 153,
187,193 157
Muhammed Tapar 52, 53, 54, Selçuk Bey 5,11,12
136 Seyfıyye Medresesi 7,174,224
Musa inanç 11,12,133 SomuncuBaba 7,180,181,184,
Musul 16, 26, 39, 51, 52, 53, 80, 185, 186,187,188, 190,
88, 95,125,126,130,211 191, 195,197,229
Müslim b. Kureyş 26 Sultan Hanı 174,211,244
N Sultan Mahmud 14
Sultan Mesud 15, 55, 56, 57, 58,
Noyan 174, 176,177,178, 215 59,60,61,63,64, 65, 66,
Nûreddin Mahmud 62, 63, 64, 69, 72, 75, 76,136, 137,
66, 69, 74, 75, 76, 80, 81,
171,219
82, 85, 87, 88,90,91,93,
Süleyman Şah 5,12, 15, 21, 22,
95, 125, 127
23, 24,25, 26,27, 28,31,
135, 170
Süryânî Mikhail 162
Papa 25, 30, 32, 33,44, 61, 96,
Şahinşah 6, 52, 53, 54, 55,65,
101, 150
66, 72,87,91,98, 99,
Pervane 176,211
Pierre TErmite 5, 30, 33, 34, 100,105,136
36, 37 T
Taceddin Mutez 176,225,230
Raimond 37, 40, 44,46, 62 Thoros 39, 64, 69, 74, 75, 79, 93
Rey 17,18,133,134 Tuğrul Arslan 52, 53, 56, 57,
Richard 42, 43, 50,155,156, 136
157 Tuğrul Bey 12,13,15,16,17,
Rükneddin Mesud 72 18,133, 134
Rükneddin Süleymanşah 139, Tutuş 27,135
140,146

251
PROF D R AHMET ŞİMŞİRGİL

u
Ulu Cami 7,76,171, 187, 217,
230, 238
Urfa 21,22,28,39,43,44,48,
51,60
Y
Yabgu 5,11,12,13,14,15,16,
17,21, 133
Yafa 156
Yağıbasan 59, 64,65,66, 72, 73,
74, 83, 85, 86, 87, 89, 90,
91, 137,223,227
Yıkık Minare 174
Yusuf Hakikî Baba 7,10,197,
198, 199, 201, 235
Yusuf Kadir Han 14
Yusuf Yınal 11, 13, 16
z
Zengî 52, 59, 62, 63, 66,69, 74,
80,81,82, 85, 87, 88,91,
93, 95, 141
Zülkarneyn 64, 85
Zünnun 59, 65, 66, 72, 75, 85,
86,91,98, 100,105,137

You might also like