You are on page 1of 5

İLKÇAĞ FELSEFESİ M.Ö 6-M.S 2.

YY FELSEFESİ

İLK NEDEN VE DEĞİŞİM DÜŞÜNCELERİ DOĞA FİLOZOFLARI

MÖ 6. yüzyıl felsefenin ortaya çıkışının belirginleştiği dönemdir. İlk dönem filozoflarının cevaplarını doğadan elde etme düşüncesi, onların doğa filozofları
olarak bilinmesini sağlamıştır. Bu dönem felsefesinin ana problemi, varlığın ilk nedeninin ne olduğu düşüncesidir. Varlığı oluşturan ilk neden sorunu, aynı
zamanda varlığın ilk maddesinin ne olduğu problemi olarak da görülmüştür. Varlığın ilk nedeni; temel, ilk ilke ve arkhe olarak da isimlendirilmiştir. İlk
neden, her şeyin ondan çıktığı ve her şeyin temelini belirleyendir. İlk neden problemi; bir yandan öz tartışmalarına, bir yandan varlığın değişimi
tartışmalarına dönüşmüştür.

THALES : Düşünce tarihinin ilk filozofu olarak kabul edilir. Ona göre evrenin ilk nedeni (arkhesi), sudur. Su; varlıkların tümünün nedeni, ilk
maddesidir. Değişen her şeyde değişmeden varlığını sürdürendir. Evrenin arkhesi problemini ilk olarak Thales dile getirmiş ve cevabı da doğadan
vermiştir.

ANAKSİMANDROS : Anaksimandros’a göre arkhe; duyusal olmayan bir varlık, soyut bir ilkedir. Sonsuz olan bu ilk neden apeirondur. Apeiron, bütün
varlıkların temelidir. Apeirondan ilk olarak birbirine karşıt olan sıcak ve soğuk ortaya çıkmıştır. Bütün varlıklar da bu iki durumun oluşturduğu zıtlıklardan
oluşur

ANAKSİMENES Arkhe, Anaksimenes’te havadır. Hava, Thales’te olduğu gibi somut ancak hocasında olduğu şekliyle sonsuzluk niteliğindedir. O,
“Hava olan ruh, nasıl bedeni ayakta tutuyorsa dünyayı ve evreni de ayakta tutan havadır.” demektedir.

EMPEDOKLES Filozof ve aynı zamanda bilim insanıdır. Tıp alanındaki çalışmalarının yanı sıra devlet yönetimiyle de ilgilenmiştir. Empedokles’te arkhe,
tek bir maddeden değil dört ana maddeden oluşur: su, toprak, hava ve ateş. Kendinden başka bir şeye indirgenemeyen ve hareketsiz olan bu
ana maddeleri hareket ettiren dış bir gücün olması gerektiğini söyler. Bu güç, sevgi ve nefrettir.
DEMOKRİTOS : Varlık anlayışında atomcu görüşü savunan ilk filozoftur.Demokritos’a göre arkhe, maddenin en küçük yapı taşına kadar bölünüp artık
bölünemeyecek hâle gelindiğinde elde kalan son parçadır. O, bu parçaya atom demektedir.

VARLIĞIN DEĞİŞİM PROBLEMİ

Varlığın değişimi tartışmalarında ise felsefe tarihinin ilk karşıt fikirlerinin sahipleri olan Herakleitos ve Parmenides’in ve Yunan filozoflarının dışında etkili
bir filozof olan Lao Tse’nin görüşleri önemlidir. Bu dönemi daha iyi anlamak için ismi geçen filozofların görüşlerini kısaca açıklamak gerekmektedir.

HERAKLEİTOS Felsefede varlığın oluşu ve değişimi denince akla gelen ilk filozoftur. Herakleitos’a göre “arkhe” ateştir. Ateş, ölçüsü değişse de
değişimin temelinde bulunur. Ateş, oluş ve bitişi sağlayandır. Bu durum süreklidir yani her şey sürekli bir değişim içindedir. Değişimi anlamak için zamanı
düşünmek yeterlidir.

Diyalektik : Her şey karşıtıyla vardır ve kaçınılmaz olarak karşıtına dönüşecektir. Yaşam ölüme, sıcak soğuğa… Karşıtların savaşı uyumlu birliğe ve
ardından yeniden karşıtların savaşına dönecektir. Değişimin maddesi ateş, ilkesi logostur. Logos ölçüdür, akıldır. Ancak bu aklın her şeyi yeniden
başlatmanın dışında belirli bir amacı yoktur.

PARMENİDES : Felsefe tarihinin ilk büyük karşıtlığının tarafı olan Parmenides, Herakleitos’un düşüncelerinin tam tersini dile getirmektedir. Değişimi
reddetmesi ve duyulara olan güvensizliğiyle bilgi konusunda aklı ön plana çıkarması, kendinden sonraki birçok filozofu da etkilemiştir. Parmenides,
düşüncesinin merkezine “Varlık vardır, yokluk yoktur.” ilkesini temel almıştır. Ona göre varlık; ezelî-ebedî, bölünemez, boşluk içermeyen ve
hareketsiz olandır.

Varlık aldatıcı olarak çokluk olarak görünse de asıl olarak varlık “Bir Olan”dır. Parmenides’e göre değişim, bir şeyin o şey olmaktan çıkıp başka bir şey
olmasıdır. Yani bir şey varken yok olmaktadır. Yokluk olmadığından yok olmak da mümkün değildir. O hâlde değişim duyusal bir yanılgıdır. Varlık vardır
ve yokluk yoktur. Düşünce var olanların bilgisine sahiptir, yokluk olmadı- ğından yokluğun bilgisi de olamaz.

LAO TSE : Lao Tse, Taoizmin kurucusu olarak kabul edilir. Tao; inanç ve öğreti anlamlarında kullanılmıştır. Lao Tse’ye göre dünya var olan ve var
olmayanlardan meydana gelmiştir. Her şey Tao’dan çıkar ve ona geri döner. Tao, bu hâliyle tüm değişimlerin içinde değişmeden kalandır.

SOKRATES ( MÖ 469- 399) VE SOFİSTLER

Doğa filozoflarından sonra insanın merkeze alındığı felsefi düşünceler tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmaların bir tarafı Sofistler diğer tarafı da
Sokrates’tir.

SOFİSTLER : Bilginin İmkanı Problemi: Sofistler, kentten kente gezen ve çeşitli konularda uzmanlık eğitimi veren seyyar-gezgin öğretmenlerdi.
Onların bir başka ortak özelliği de yaptıkları iş karşılığında ücret almalarıydı. Sofistlerin ortak özelliklerinden biri de, hepsi söz sanatında(retorik)
ustaydılar. Protagoras ve Gorgias başta olmak üzere sofistlere göre insan duyuları yoluyla edinilen bilgilerde algı yanılsaması yaşar. Duyuların
kullanılması, elde edilen bilgilerin hatalı olma ihtimalini doğurur. Sofistlere göre doğru tek değildir, her zaman geçerli olan kesin bir bilgi yoktur. Çünkü
bilgi, kişiden kişiye değişen göreceli bir niteliğe sahiptir.
Her şey herkese nasıl görünüyorsa öyledir. -İnsan her şeyin ölçüsüdür. PROTAGORAS

Kelimelere yüklediğim anlamı ancak ben bilebilirim. -Hiçbir şey yoktur, olsa da bilemeyiz, bilsek de aktaramayız.GORGİAS

Ahlak Anlayışları: Sofistler, bilgi görüşlerinde olduğu gibi ahlak görüşlerinde de göreceliği temel alırlar.

SOKRATES : Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez.’ Sokrates’e göre ahlaki doğrular vardır ve bunlar sofistlerin dediği gibi göreli değildir
Sokrates, ahlak üzerine kapsamlı olarak felsefe yapan ilk filozoflardandır.Günümüz açısından da evrensel bir niteliğe sahip olma iddiası taşır.O doğru
yaşamak için doğru bilgiyi zorunlu koşar. İroni ve Maotik bölümlerinde oluşan yöntemiyle kişide var olduğunu düşündüğü bilgiyi ortaya çıkarmayı
amaçlar.

Sokratik Yöntem:
• Ona göre bilgi doğuştan aklımızda mevcuttur.
• Hiçbir filozof bir kişiye yeni bir şey öğretemez, çünkü zaten herkes her şeyi biliyordur.
• Sorular sorarak karşındakinin ne bildiğini sorgular.
• Bu aynı zamanda muhatabının bildiklerinin yanlış olduğunu göstermektedir. İroni denen ince alay da buradadır.
• Doğru bilgi bir anlamda kişinin akıl yürütmeleri ile doğurtulur.(maotik)

Ahlak Anlayışı: Sokrates’e göre en yüksek iyi olarak mutluluk, aynı zamanda en yüksek değerdir . Mutluluk Bilgili olmayı bilgili olmak da ;
ahlaklı ve erdemli olmayı gerektirir, kişinin bilgisizliği ise ahlaktan yoksun davranışlar göstermesine neden olur. Ona göre kimse bilerek kötülük
yapmaz. İnsan özü itibari ile iyidir. Kötülük onun bilgisizliğinden kaynaklanır.

PLATON : Felsefe tarihinin ilk sistemli filozofudur.


• Siyasetten sanata, dinden eğitime bütün alanlarda kendi felsefesi içinde tutarlı ve bütünlükçü görüşler ortaya koyar.
• Platon’un gerçekliğe yönelik düşünceleri ‘idealar kuramı’ olarak ifade edilir.

Platon’un Varlık Anlayışı : Platon’a göre gerçek varlık, değişmeden kalabilen olmalıdır; aksi halde bilgisine de ulaşılamazdı.
• Platon’un varlık anlayışının temelinde akılla kavranabilen, değişmeyen, kendi kendinin nedeni olan gerçek varlıklar, idealar vardır.
(Platon’a göre idea bir genel kavram’dır, ne kadar cins ismi varsa o kadar idea vardır.)
• Her bir varlığın ideası vardır ve ilgili varlığın bütün özelliklerini içinde barındırır.

Bilgi Anlayışı Bilgi konusunda hocasının izinde giderek, bilginin bizde var olduğunu söyler. Ona göre bedenimiz ve ruhumuz iki ayrı dünyanın
elemanıdır.

• Bedenler cisimler dünyasının; ruh idealar dünyasının üyesidir.


• Ruh idealar dünyasında gezindiği için bütün ideaların bilgisine sahiptir.
• Ancak ruh cisimler ndünyasına gelip bir bedene girdiğinde bütün bildiklerini unutur.
• Bundan sonra yapılması gereken unutulanı anımsamaktır, yani bilmek anımsamaktır, Platon’a göre

Ahlak Anlayışı : Platon'un felsefi çabalarının en yüksek amacı tek tek insan bireylerinin ve bir bütün olarak toplumun ahlaki bir yüksekliğe
eriştirilmeleri ve mutlu kılınmalarıydı.
Platon’a göre ahlakın kaynağı mutluluktur ve mutluluğa, iyi ideasına ulaşmaya çalışmakla varılır.
İyi ideasına yönelmek için iyi ideasının bilgisine ulaşmak; bilgisine ulaşmak içinse erdemli, adil ve doğru olmak gereklidir.

Siyaset Anlayışı: Platon’a göre devlet; insanların “iyi”, “güzel” ve “doğru” bir hayat yaşamaları için ortaya çıkmıştır. Platon, devletin böylesi bir amacı
gerçekleştirebilmesinin koşulu olarak yöneticilerin filozof olması gerektiğini söyler. Ona göre, ancak ve ancak filozofların ruhsal yapısı, iyi ideasının
bilgisine ulaşmayı hedeflemektedir.

Sanat Anlayışı: Platon, sanat anlayışını da varlık anlayışına göre kurar. Ona göre sanat, gerçeğin soluk bir kopyası olan fenomenlerin birer kopyasını
yapmaya koyulursa değersiz bir ürün ortaya çıkarır. Bu hâliyle sanat, sadece yansımanın yansımasıdır. Platon’a göre sanatçı, eserlerinde fenomenleri değil
ideaları yansıtabildiğinde mükemmelliğe ulaşır.

ARİSTOTELES 19 yaşında Atina’ya gelir Platon’un Akedemi’sine girer. Onun büyüklüğü sistematik çalışmasındandır. İslam filozofları tarafından ‘ilk
öğretmen’olarak nitelendirilir.

• Varlık Anlayışı: Aristoteles, varlıkların görünüşlerinin sürekli değiştiğini belirtir. Değişime uğrayan şeyin yani maddelerin değişim süresince
özlerini koruduğunu söyler. Aristoteles, gerçek varlığın ayrı bir dünyada olmadığını düşünür ve onların maddelerin özünde olduğunu ileri sürer.
Aristoteles, herhangi bir şeyin varlığını ve dünyadaki işlevini dört neden görüşüyle açıklar.

 Maddi Neden: Bir şeyin hangi maddeden yapıldığını gösteren ve değişimden bağımsız olan nedendir. Örneğin alçıdan yapılmış bir vazonun
maddi nedeni alçıdır.
 Formel Neden: Bir şeyin biçimsel nedenidir. Alçının vazo görünüşünü alması formel nedendir.
 Fail Neden: Hareket ettirici neden olarak da bilinen fail neden, maddenin biçim kazanmasını sağlayan nedendir. Alçının vazoya dönüşmesini
sağlayan sanatçı, fail nedendir.
 Ereksel Neden: Bir maddenin biçim kazanmasındaki amacını gösteren nedendir. Vazonun bir demet çiçek için biçim almasının nedeni ereksel
nedendir.
Aristoteles, değişim problemini madde ile form arasında kurduğu ilişkiyle ele alır. Ona göre duyularla fark edilen her şey, form(biçim) kazanmış
maddelerdir. Her madde bir ya da birden fazla maddenin birleşmesi sonucu oluşmuş bir formdur.

Bilgi Anlayışı: O “Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler” der. Bilmenin duyular ve akıl yürütme yoluyla gerçekleştiğini düşünür.
Bilinen şey, duyuları etkileyen form almış maddelerdir.İnsan potansiyel olarak maddeleri algılar ve akıl yoluyla onların ne olduğunu algılar. Nesne bir
varlığın bilgisine yönelik bu tanımla ve o varlığa ait kategoriler aracılığıyla olanaklıdır. Dolayısıyla varlığın bilgisinin ona ait olan kategorilerle
bilinebileceğini belirtir.

Ahlak Anlayışı : Aristoteles, her eylemin iyiyi arzuladığını söyler ve bu iyinin ne olduğunu sorgular. Her yapılan eylemin bir amacı olduğunu ve bunun iyi
ile ilgili olduğunu belirtir. Ona göre insan bu iyi ile mutlu olur. Mutluluk, en güzel ve en hoşa gidendir. Mutluluk, “Ruhun amacıdır.” ve bu amaca uygun
davranış, erdeme uygun olan davranıştır. Dolayısıyla Aristoteles’e göre erdemin araştırılması gerekir ve bu erdemler, insan ruhunun erdemleridir. İnsan
huyunun bir özelliği olarak erdemi görür. Aristoteles, insan eylemlerindeki aşırılık veya eksikliğin iyi olmadığını ve insanı mutsuz ettiğini belirtir. Ona göre
erdemli olmak bu iki uç arasında orta yolu bulmaktır= ÖLÇÜLÜLÜK. Erdemlilik; eylemlerin aşırılığı ya da eksikliği nedeniyle bozulur. Kişi, kendi iradesiyle
orta yolu bulur. İnsanın erdemli olması buna bağlıdır

Siyaset Anlayışı: Mutluluğun yaşanması için doğru ortamın toplumsal yaşam olduğunu ileri sürer. Sosyal olmayan insanların mutlu olmadığını belirtir.
Aristoteles, “İnsan, doğası gereği siyasi bir hayvandır.” sözüyle bunu anlatmak ister. Mutluluğun sırrı, toplumsal ve siyasal düzen içindedir. Devlet,
yapacağı düzenlemelerle bireylerin mutluluğunu sağlayabilir. Aristoteles’in iyi ve erdem üzerinden şekillenen ahlaki davranışlarının açıklanması, çağdaş
dünyada toplumun bir üyesi olarak sorumluluklarının farkına varılması ve insana fayda sağlaması açısından önemlidir.

HELENİSTİK DÖNEM FELSEFESİ : M.Ö. 323- M.Ö.30

Kent devletinin sona erdiği M.Ö. 323 yılıyla Hellenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin
felsefesine verilen ad. Yunan kültürü ile Doğu kültürlerinin kaynaşması sonucu ortaya çıkan ve Yunan felsefesinin sona erdiği, felsefenin Doğu Akdeniz
ülkelerine yayıldığı bir dönemdir. Helenistik felsefenin en önemli özelliği; bu felsefenin konularını MANTIK, FİZİK ve ETHİK şeklinde düzenlemesidir.
Felsefeye yeni bir boyut getirilmemiş, daha çok eski sorunlar ve kavramlar üzerine tartışmalar yapılmıştır. Felsefe, teorik konulardan çok pratik/güncel
amaca yöneldiğinden, ortaya çıkan felsefe akımlarının temel sorunlarını da AHLAK oluşturmuştur. Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu vardır:
EPİKUROSÇULUK: Kurucusu olan Epiküros’un adıyla anılan felsefe disiplinidir ve temel sorunu AHLAK’tır. Epikür’e göre felsefe; insanın mutluluğunu
sağlayacak imkânları ve araçları araştırmalıdır. Korkulardan kurtulmak için MATERYALİST/MADDECİ bir dünya görüşünü benimsemek gerekir. Sağlam
bilginin ölçütü nedir? Sorusuna yanıt aramıştır. O’na göre doğru bilginin kaynağı; duyu organlarının verileridir. VARLIK konusunda; Demokritos’un
ATOMCU görüşünden hareket eder. AHLAK; insanın mutlu olabilmesi için TANRI, ÖLÜM, KADER gibi korkulardan kurtulması gerekir. Hazcı ahlâkı
savunan ve Tanrı’nın evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, bu süreçte daha ağır basan ve döneme çok büyük ölçüde
damgasını vuran felsefe olmuştur.

STOACILIK : Kıbrıs’lı Zenon tarafından kurulan felsefe disiplinidir. Felsefi çabaların temel amacı; insanın mutluluğunu aramak olmalıdır. Mutluluk ise;
acıya dayanmak ve nefsine egemen olmakla mümkündür.. Günümüzdeki tasavvufi/mistik anlayışı biraz da yansıtan bir yaklaşımdır. Roma döneminde
KADERCİ anlayışlarıyla tanınan filozofların meydana getirdiği ekoldür. Doğanın bir parçası olan insan da bu yazgıya tâbidir. İnsan kendini doğadan sıyırıp
atamayacağına göre yapılacak en iyi iş, bu yazgıyı olduğu gibi benimsemektir Stoacılarda Platon gibi İDEAL DEVLET düşüncesi vardır. Onlara göre ideal
devlet; zümre ve kavim ayrımı yapmayan ve tüm insanların kardeşliği temeline dayanan, herkesin açıkça ve eşitçe yaşadığı, savaşların olmadığı devlet
biçimidir.

SEPTİSİZM( ŞÜPHECİLİK) : Önemli temsilcileri; PHYRRHON (Piron), TİMON ve KARNEADES’tir. Stoa felsefesine, DOGMATİK oldukları gerekçesiyle
karşı çıkmışlardır. Şüphecilik; bilgilerimizin doğruluğu ve gerçekliğinden şüphe etmemiz gerektiğini bildiren ve savunan düşünce sistemidir.
Bilgilerimizden şüphe etmemizin temel nedeni ise; duyu organlarımızın bizleri yanıltmasıdır. Septiklere göre insanın mutlak bilgiye ulaşması imkânsızdır.
Bu yüzden insanoğlu; “BİLGİ alanında DOĞRUYA”, “VARLIK alanında GERÇEĞE”, “AHLAK alanında ise İYİYE” ulaşamaz.

YENİ PLATONCULUK : MS: 2. ve 3. yüzyıllar, Roma İmparatorluğu için tüm ekonomik dengelerin bozulduğu, siyasal otorite ve kurumların çökmeye
başladığı bir dönemdir. Bu çöküş yılları, insanın evrendeki yerini sorgulayıp kendilerini kurtuluşa ulaştıracak yolları aradıkları zamanlardır. Bu arayış
insanları hızla gizemli akım ve dinlere yönlendirmiştir. Nitekim Yeni Platonculuk, temelinde Yunan felsefesi bulunan dinsel bir felsefe oluşturma girişimidir
İskenderiye-Roma Okulu içinde yer alan PLOTİNOS, Yeni Platonculuğun en önemli temsilcisidir. Plotinos’un felsefesinin temelinde “Bir” kavramı yer alır.
“Bir”, Platon’daki “İYİ” ideasının karşılığıdır. “Bir”, Plotinos’ta yerine göre “O”, “Tanrı” diye adlandırılır. Bütün karşıtların ve farklılıkların kendisinde
toplandığı “Bir”, her şeyi yaratan, ilk nedensiz neden, ne olduğu söylenemeyen ancak ne olmadığı söylenebilendir Plotinos’a göre tüm varlık, Tanrı’dan
maddeye kadar, Tanrı’nın kendi başına TAŞARAK (SUDUR NAZARİYESİ) akması, onun sonsuz gücünün gözler önüne serilmesidir.

MS 2. YÜZYIL-MS 15. YÜZYIL FELSEFESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

Patristik felsefe ( M.Ö 2- M.S 8 ) Patristik felsefenin temel düşünceyi oluşturan alt yapısı kilise babalarının düşüncelerinden oluşur. Bunun başlıca
nedeni ise o dönemde yaşamış olan filozofların din görevlisi olmasından dolayıdır. Bundan dolayı da düşüncelerde inancın yeri oldukça yüksektir ve
temeli de inanca bağlıdır. Hatta patristik felsefe inancında akıl bir yere kadar geldiğini, akılla çözülemeyen durumlarda ise inancın üstünlüğüne
başvurulmuştur. Yani aklın ilk şartı olarak inanç görülmüştür. Bu dönemin ünlü filozofları Tertullian, Clemens ve Augustinus’tur.
Platon felsefesinin etkisi altındadır.

Skolastik felsefe ( 8. YY- 15.YY ) ise inanç ve akıl ikilemine farklı bir bakış açısı getirilmiştir. Bu dönemde inanç tabi ki ortadan kaldırılmamış fakat
inanç akıl ikileminde aklın önemi daha çok artmaktadır. Yani inancın temellerini aklın sayesinde daha sistematik hale getirilmeye çalışılmış. Bu
dönemin ünlü filozofları Aquinolu Thomas, Ochamlı William düşüncelerinde akıl-inanç ikilemi üzerinde durmuşlardır. Sonuç olarak bu dönemin patristik
felsefe döneminden ayrılan önemli unsurları din ve felsefinin birbirinden ayrılmaya çalışılması ve dinin var olan kalıplaşmış temellerini akıl sayesinde
açıklanmaya çalışılmasına gayret edilmiştir. Aristoteles felsefesinin etkisi altındadır.

HRİSTİYAN FELSEFESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ


 Din merkezli düşünce görülmüştür.
 Akılla dinin temellendirilmesi yapılmaya çalışılmıştır.
 Akıl ve inanç tartışmaları ön plana çıkmıştır.
 İnancın bilgiyi mümkün kıldığı düşüncesi egemendir.
 Antik Yunan felsefesinden etkilenilmiştir.
 Tanrı’nın varlığı kanıtlanmaya çalışılmıştır.
 Kutsal metinlerin doğruluğu merkeze alınmıştır.
 Oluşturulan fikirlerde dinsel otoriteye karşı gelinmemesi gerektiği söylenmiştir.

HRİSTİYAN FELSEFESİNİN BAZI PROBLEMLERİ

TANRI’NIN VARLIĞININ KANITI PROBLEMİ


Ontolojik kanıtlama; Tanrı kavramından çıkar ve mantıksal olarak onun varlığını kanıtlamaya yöneliktir. Hristiyan felsefesinde Anselmus tarafından
ileri sürülen bu kanıtlama yolu, daha yetkini düşünülemeyen ve tasarlanamayan anlamıyla
Tanrı’nın insan zihninde bulunmasını, Tanrı’nın var olduğuna kanıt olduğunu belirtir. Buradan hareketle Tanrı’nın mutlak olarak var olduğu sonucuna
ulaşır.
Kozmolojik kanıtlama; her şeyin bir nedeni olduğu fikrine dayanarak evrende var olan bütün varlıkların kendinden önce gelen bir varlık nedeniyle var
olduğunu söyler. Geriye doğru gidildiğinde mantıksal olarak bir ilk varlığın olması gerektiğini ve o varlığın Tanrı olduğunu ileri sürer. Bu kanıtlama yolu,
Aristoteles’in ilk neden görüşü etkisinde Aquinalı Thomas tarafından ileri sürülmüştür.

KÖTÜLÜK PROBLEMİ: Helenistik dönemde Epikuros’un sunduğu “Eğer Tanrı varsa, mutlak güç sahibiyse ve insanın iyiliğini istiyorsa neden
dünyadaki kötülükleri önlemiyor veya kaldırmıyor?” şeklinde sunduğu bu sorular Ortaçağda çürütülmeye çalışılmıştır.
Augustinus, Tanrı’nın her zaman iyiyi emrettiğini ama insana irade vermek suretiyle iyiyi veya kötüyü seçme özgürlüğünü de tanıdığını belirtir. Kötülük,
irade zayıflığından kaynaklanır. Hz. Adem’in bile yasaklanan bir şeye el uzatması sonucunda cennetten kovulduğuna işaret ederek Tanrı’nın insanı kukla
olarak yaratmadığını belirtir.
Aquinalı Thomas’a göre kötülük, iyinin eksikliği veya yoksunluğundan kaynaklanan irade zayıflığının sonucudur. O, görüşlerinde İbn Sînâ’dan
etkilenmiş ve Augustinus öğretisiyle İbn Sînâ’nın görüşlerini sentezlemiştir. İbn Sînâ’ya göre Yaradan evreni mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Kötülük,
kusurlu olan insanın erdemden uzak oluşundan kaynaklanır. Ayrıca iyinin anlaşılması için de kötü gereklidir.

TÜMELLER PROBLEMİ:
Terim anlamıyla tümel, belli bir sınıfın tüm bireylerini içine alan genel kavramları işaret etmek için kullanılır. Tümellerin ne olduğu ve nerede bulunduğu
üzerine felsefede derin tartışmalar yapılmıştır. Tümeller tartışması genel olarak Platon ve Aristoteles’in varlık anlayışlarında ortaya çıkar. Platon’a göre
tümeller yani idealar, tek tek nesnelerde değil ayrı bir var oluş niteliğindedir. Aristoteles’te ise özler olarak ele alınan tümeller, nesnelerin kendi
kapsamındadır. Bu düşüncelerden yola çıkılarak yapılan tümeller tartışması, MS 2-MS 15. yüzyılda Tanrı’nın varlığıyla birlikte düşünülerek yeniden
yorumlanmıştır. Tümeller tartışmasında üç görüş ortaya çıkmıştır.
Kavram realizmi: Tümeller, ayrı bir varlık olarak Tanrı’nın zihnindedir. Augustinus Anselmus
Kavramcılık ( Konseptualizm) : Tümeller, tek tek varlıkların içinde yer alır. Aqu_nalı Thomas
Adcılık ( Nominalizm ) : Tümellerin kendi başına gerçeklikleri yoktur. Onlar soyutlama ve genelleme sözlerinden ibarettir.
Ockhamlı William
AKIL İNANÇ İLİŞKİSİ

Hristiyan felsefesi düşünürleri için inanç ile akıl ilişkisi daha çok inanç merkezindedir.

Patristik Dönem’in başlarında Tertullian, “Akıl almaz (saçma) olduğu için inanıyorum.” yargısında bulunarak akılla inancın kıyaslamasını
yapar. Aklın bir sınırı olduğunu, akılla bazı şeylerin anlaşılamayacağını dolayısıyla inandığını belirtir

Clemens, “Anlamak için inanıyorum.” yargısıyla Tertullian’u eleştirmiştir. O, inanılan şeyin akıl tarafından onaylanması gerektiği üzerinde
durur. Augustinus da akılla inancı temellendirmeye çalışmış ve inancın akıldan önce geldiğini söyleyerek “Anlamak için inanıyorum.” yargısına katılmıştır.
Bu yargı, bilme sürecinde ilk koşul olarak inancı işaret etmektedir.

Aquinolu Thomas, “Anlamak için inanıyorum.” yargısını “İnanayım diye biliyorum.” yargısına dönüştürür. Bununla inanç ve aklın birbirinden ayrı iki
bilgi alanına ait olduğunu ama bunun aralarında bir ilişki olmadığı anlamına gelmediğini ve akılla inanç alanına ait bazı bilgilerin bilinmesinin zor
olduğunu anlatmaktadır.

Ockhamlı William, inanç ile aklın birbirinden bağımsız iki ayrı alan olduğunu belirterek inancın akla, aklın da inanca müdahalesine karşı çıkmıştır.
Bunun gibi düşünen filozofların tarih sahnesine çıkışları Skolastik Dönem’in sonlarında Rönesans’a doğrudur. Çünkü inancın olmadığı bir bilgi alanının
varlığı, bu dönem boyunca Hristiyan dinine karşı yapılmış bir hakaret olarak görülmektedir.

İSLAM FELSEFESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

 Antik Yunan felsefesinden etkilenilmiştir.


 Akıl, iman ve inanç gibi konular tartışılmıştır.
 İslam felsefesinden önceki problemler tartışılmıştır.
 Çeviri faaliyetleri yapılmıştır.
 Felsefeyi gelişimine katkı sağlanmıştır..
 Batı felsefesini etkilemişlerdir.

İSLAM FELSEFESİNİN BAZI PROBLEMLERİ

 YARATICININ VARLIĞINI KANITLAMA PROBLEMİ

Eş’arîlik : yaratıcının varlığına yönelik şu kanıtı sunar. İnsanın doğumdan ölüme kadar farklı biyolojik süreçlerden geçtiğini ve olgun bir varlık haline
geldiğini ama insanın bu olgunluğa kendi kendine ulaşamayacağını söyleyerek bir yaratıcının olması gerektiğini savunur. Her şeyin ilkini yaratan bir
yaratıcı olduğunu söyler. İnsanın yaratılışına ilişkin Kur’an-ı Kerim’den ayetler gösterip, onların meallerini anlatarak yaratıcının varlığına ilişkin deliller
sunar.

El Kindî, birçok İslam filozofu gibi yaratıcının varlığını kanıtlamak için “hudûs deliline” başvurur. Hudûs, sonradan yaratılan demektir ve hudûs delili,
sonradan yaratılanın zorunlu olarak bir yaratıcıyı gerektirmesi mantığına dayanır. El Kindî’ye göre âlem (evren), kadim (öncesiz) değil hadistir Âlemin
sonradan yaratılan olduğunu kanıtlamak için âlemde zamanla değişim olduğunu ve zamanın olmasının da âlemin sonlu olduğuna kanıt olduğunu ileri
sürer. Âlem sonlu olduğuna göre bir başlangıcı ve bir başlatıcısı vardır, görüşündedir. Âlemde düzen ve uyum olmasının Yaradan’ın varlığına ilişkin bir
başka delil olduğunu savunur.

İbn Sînâ, varlığı üçe ayırır: Zorunlu (Vacib-Ül Vücud), Mümkün (Mümkin-Ül Vücud) Ve Mümkün Olmayan (Mümteni-Ul Vücud) Varlıklar.
İbn Sînâ, mümkün olmayan varlıkları sadece mantık açısından kabul eder. Onun ontolojik olarak yoğunlaştığı varlık ilk ikisidir. Zorunlu varlık, varlığı
başka bir varlığa muhtaç olmayan, ezelî ve ebedî varlıktır. Mümkün varlık; etrafta görülen, sürekli bir şekilde var olan ama daha sonra yok olan
varlıklardır. Bu varlıklar, zorunlu varlıktan taşma sonucunda çıkmıştır. Zorunlu varlık yaratıcıdır ve ilk olarak aklı yaratır, ilk akıl da ikinci aklı yaratır ve bu
yaratma sürekli devam eder. Bu görüş, İslam felsefesinden sudûr nazariyesi (kuramı) olarak da bilinir.

İbn Rüşd’e göre Yaradan’ın varlığına yönelik iki delil vardır: inayet ve ihtira. İbn Rüşd öne sürdüğü akli delilleri aynı zamanda Kur’an ayetlerine de
dayandırır. İnayet Delili Tabiat da her şey insanla uyumludur. Ateş, hava, su ve toprak insan varlığına uygundur. Bu uygunluğu sağlayan varlık
yaratıcıdır. İhtira Delili Âlemde her şey yoktan yaratılmıştır bu nedenle yaratılan şeylerin bir yaratıcısı olması zorunludur.

İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ PROBLEMİ Bu problem aynı zamanda kader ve irade problemi olarak da bilinir. İslam kelamcıları, bu probleme felsefe
üzerinden bakarak Allah karşısında insanın konumunu belirlemeye çalışır. Bu açıdan Cebriye, Mu’tezile, Eş’ariyye ve Maturidi kelamcılarının görüşleri
önemlidir.

Cebriye kelamcılarına göre insan özgür değildir ve eylemlerinde mecburdur. Bütün davranışların eyleme dönüşmesini sağlayan tek şey, evreni ve
içindekileri yaratan Allah’tır. İnsanın isteğe bağlı olarak seçme özelliği yoktur. Dolayısıyla davranışlarından sorumlu değildir.

Mu’tezile İnsan istediği için davranışını kendi oluşturur, davranışının imkânını Allah yaratır. Davranışı tercih eden ve yapan insandır. İnsan
davranışlarından sorumludur.

Eş’ariyye İnsanın seçmesi için birden fazla davranışı yaratan Allah’tır. Davranışlardan herhangi birini tercih eden ve yapan insandır.
İnsan davranışından sorumludur.

Maturidi İnsan istediği için birden fazla davranışı yaratan Allah’tır. Davranışlardan herhangi birini tercih eden ve yapan insandır. İnsan davranışından
sorumludur.

TOPLUMSAL YAŞAMA YÖNELİK PROBLEMLER : Bu problemlerde bazı görüşler öne çıkmıştır. Bunlar arasında toplumun yaşayışı üzerine oluşan
devletle ilgili görüşler önemlidir. “El–Medinet’ül Fazıla” eseriyle Fârâbî ve “Mukaddime” eseriyle İbn Haldun, İslam felsefesinde devletle ilgili tartışmalarda
öne çıkan iki filozoftur.

Fârâbî, erdemli hayatın ahlaki açıdan ideal olan devlette gerçekleşeceğini ileri sürer. İnsanların kendi aralarında düzen kurmak için devleti
oluşturduğunu dolayısıyla ihtiyaçlarını da bu düzenin içinde giderdiğini belirtir. Bilgili, donanımlı ve sorun çözücü gibi özellikleri bulunan kişi tarafından
erdemli devletin yönetilmesi gerektiği görüşündedir.
İbn Haldun, toplum ve devleti değerlendirir. Toplumun insanların birbirine ihtiyaç duyma zemininde doğal olarak meydana
geldiğini söyler. Güvenlik kaygıları nedeniyle kabileler arasında mücadele edildiğini ve sonuçta da bir kabilenin egemenliğiyle devletin kurulduğunu
belirtir. Devletin toplumu iç ve dış tehlikelerden koruması ve barışı sağlaması gerektiği görüşündedir. Devleti yönetenler, toplumun faydası için hareket
etmelidir. Topluma karşı zulüm, devletin varlığını tehlikeye sokar. İbn Haldun devletin hüküm süresini canlı bir organizmaya benzetir. Devletler doğar,
gelişir ve ölür yani yıkılır. O; devletleri kuruluş, yükselme ve çöküş olarak üç aşamada inceler. Her yıkılan devletin yerine bir başka devletin kurulduğunu
belirtir.

*BİLGİ PROBLEMİ : İslam düşünürleri, bilgi problemine çeşitli açılardan yaklaşmıştır. Fârâbî ve Gazâlî’nin görüşleri bu açıdan önemlidir.
Fârâbî, insanın herhangi bir şeye yönelerek bir kanaatte bulunmasının bilgi olmadığı ama bunun kesin bilginin oluşturulmasında
bir aşama olduğu görüşündedir. İnsan, kanaatte bulunduğu yargısının dışarıyla uygunluk içinde olduğunun bilincine vardığında ve bu yargının tesadüfi
olarak meydana gelmediğini gerekçelendirdiğinde o yargısı kesin bilgiye dönüşebilir.

Gazâlî, insanın duyuları ve aklıyla birtakım bilgilere ulaşabileceğini belirtir. Kesin bilgi edinmede ise onların yetersiz kaldığı görüşündedir. Çünkü ona
göre maddi şeyleri algılayan duyular ve onlar üstüne düşünen akıl, bilginin doğruluğu veya yanlışlığına karar verebilir ama tabiatı gereği içinde hata
barındırmasından dolayı kesin bilgiyi vermede yüzde yüz güvenilir değildir. Bu noktada güvenilir olabilecek tek şeyin insanın kendi deneyiminin farkında
gerçekleşen sezgisi olduğunu söyler. Ona göre sezgi, kalpte gerçekleşir. Sezgiyle bilgilerin kalbe dolaysız olarak geldiğini belirtir.

İSLAM FELSEFESİNDE BAZI FELSEFİ GÖRÜŞLER:

 Naturalistler( Tabiyyun ) Aklı tecrübeden çıkaran ve bilgilerin duyumlar aracılığıyla kazanıldığını savunan görüştür. Bu görüş, Tanrı ile insan
arasında aracı kabul etmeyen deist yaklaşımı sergiler. Razi, önemli temsilcilerindendir.

 Materyalistler ( Dehriyye) Gerçek olan tek şeyin madde, onun da ezelî ve ebedî olduğunu savunan görüştür. Dolayısıyla bu akım filozofları
Tanrı’nın varlığını kabul etmez. İbnü’r Râvendi, önemli temsilcilerindendir.

İSLAM FELSEFESİNDE AKIL İNANÇ İLİŞKİSİ

İslam felsefesi inanç-akıl ilişkisinde insanın akıl yoluyla da inanabildiği ifade edilir. İnancın bilgisi, aklın bilgisiyle çelişkiye düşmez. Kur’an-ı Kerim’i delil
göstererek akıl ile inancı uzlaşı içinde görür. Hakikatin akıl ile bilinebileceğini belirtmişlerdir. Akıl her ne kadar önemli olsa da İslam kelamcıları, akıl
bilgisinin naklî (vahiy) bilginin önüne geçemeyeceği görüşünde birleşir.

Mutezile ekolü kelamcılarının büyük çoğunluğu, akılla inancın bilgisine ulaşılabileceğini savunur. İnsanın kendi ve çevresinin bilgisinin akılla
bilinebileceği, yaratıcının ve yarattığı her şeyin bilgisine de akılla ulaşılabileceği görüşündedirler. Allah’ın akla aykırı bir düzen kurmadığını ve insana akılla
sorumluluk verdiğini vurgularlar.

Mâturidi ekolü kelamcılarına göre ise Allah, insanları İslam inancına davet etmiştir. Bazı kişiler, inancı bozacak nitelikte hurafeler uydurmuştur. Allah’ın
varlığına yönelik delil sunma biçimlerinden biri de akılla yapılandır ve bu hurafelerin kaldırılmasında akla başvurmak önemlidir.

İmam Gazâlî; İnsanın aklı sayesinde bazı bilgilere ulaşacağı ama aklın kesin bilgi verme noktasında yetersiz kaldığı görüşündedir. Gazâlî, inanca dayalı
bilginin kesinliğini, insanın ancak sezgisel olarak kalbi ile bilebileceğini belirtir. Akıl ile kalp, birlikte bulunan bir düşünce merkezi hâlindedir.

El Kindî, vahiy bilgilerinin akılla şekillenen felsefi bilgilerle aynı amaçta olduğunu belirtir. İki bilgi de hakikatin bilgisine ulaştırır. Gerçeğin bilgisini
felsefenin verebileceğini ileri sürer. Dolayısıyla akılla inanca ulaşmak mümkündür.

Fârâbî, din ve felsefenin konu ve amaçlarının aynı olduğu görüşündedir. Felsefe ve dinin çeliştiğini söyleyen birinin öncelikle dini anlamadığını belirtir. O,
aklın pratik ve teorik her türlü bilgiyi kavrayabileceğini belirtir ve aklın doğru şekilde işletildiğinde hakikati vereceğini söyler.

İbn Rüşd’e göre Kur’an-ı Kerim, açık olarak var olan her şeyi akıl yoluyla değerlendirmeye insanları davet etmektedir. Dolayısıyla felsefenin dinle
çatışmadığı aksine uzlaşı içinde olduğu görüşündedir. İbn Rüşd açısından akılla doğru bilgiye ulaşılır ve akılsal olan inançsal olandır.

You might also like