You are on page 1of 10

1.

DİLDE DEĞİŞİM
Bir dilin tarihi; iç tarih ve dış tarih olmak üzere iki aşamalı olarak algılanır. İç tarih,
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

dili konuşanlardan ayırmadan, dilin iç bünyesindeki değişiklikleri izlemeye çalışır.


Dilin nasıl konuşulduğunu, hangi ses ve anlam değişimleriyle geliştiğini araştırır.
Dilin yapısı ve işleyişinden gelen özelliklerinin tespitinin yanı sıra dilin içyapısında
meydana gelen değişim ve dönüşümleri araştırır. Dış tarih, dile tesir eden dış
etkenlerle birlikte dili ele alır. Milletin tarih boyunca yaşadığı dini, siyasi, coğrafi ve
kültürel değişimler dile yansır. Millet hayatındaki yükselme ve çöküntüler, göçler,
yeni coğrafyalara yerleşmeler, başka topluluklarla karışmalar, din değiştirmeler,
komşu kavimlerle etkileşimler, kültür alanı değişmeleri ve benzer nice sebep millet
hayatında olduğu gibi dilde de büyük değişimlere yol açar. Dilin dış tarihi dilin
yapısını ve özelliklerini incelerken bu etkenleri de hesaba katar. Dilin dış tarihi bir
bakıma dilbilgisinin tamamlayıcısı konumundadır.
Değişme dilin özünde var olan bir niteliktir. Bir dil nasıl kendi içerisinde sürekli bir
değişme içerisinde bulunuyorsa, bu dili konuşan toplumun herhangi bir boyu ya da
zümresi de çeşitli sebepler ve etkilerle değişmekte, böylece genel dilden
ayrılmakta, başkalaşmaktadır. Bu başkalaşma bazen o kadar büyük olur ki ortaya
yeni bir dil çakar. Dilde yaşanan bu bölünme ve başkalaşmalar daha çok kelimelerde
ve seslerde etkili olur. Buna karşılık çekimde ve sözdiziminde farklılaşmalara daha az
rastlanır. Dilde görülen farklılaşmalara toplumsal ve tarihi etkenler sebep olur. Siyasi
ve coğrafi birlik zayıfladığında bölünme ve farklılaşma artar. Tarih boyunca yaşanan
ayrılma ve farklılaşmalarda siyasi ve coğrafi zaafların etkili olduğu bilinmektedir.
1.DİLDE DEĞİŞİM
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

Günümüzde ulaşım ve haberleşme imkânlarının hızla artması dil


açısından köy ve şehir halkını birbirine yaklaştırmakta böylece ortak dilin
yaygınlaşması sağlanmaktadır. Ulaşım ve haberleşme imkânlarının hızla
artmasına rağmen Türk milletini oluşturan boylar arasında yeterince dil
yakınlaşmasının sağlanabildiğini söylemek mümkün değildir. Hala alfabe
birliğini kuramamış olan Türk devlet ve toplulukları ortak bir yazı diline
kavuşma yolunda da mesafe alamamaktadırlar.
 Tarih boyunca sık sık alfabe değiştirmemiz,
 coğrafyamızın tek devlet tarafından yönetilemeyecek kadar
genişlemesi,
 aydınlarımızın tarihin her döneminde halk kitlesinden uzak ve
kopuk oluşları,
 millet olarak yazılı değil de sözlü geleneği kendimize daha yakın
buluyor olmamız,
 siyasi bütünlüğümüzün parçalanması
gibi sebepler Türkçenin tarihinde yaşanmış kesintilerinin en önemlileri
arasında sayılabilirler.
1.DİLDE DEĞİŞİM
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

Bu ve benzeri sebeplerle milletimizin dil birliği sekteye uğramış dilimiz


gereğinden fazla lehçe ve ağza bölünmüştür. Bu sebeplerin yanı sıra
Asya’daki Türk varlığının Rus ve Çin istilasına maruz kalması da dildeki
bölünmeleri artırmıştır. Bilhassa Sovyet Rusya zamanında Türk
boylarına ait konuşma dillerinin hepsi ayrı birer yazı diline
dönüştürülmüştür. Çağdaş Türk dili alanı, Balkanlardan Büyük
Okyanusa, Kuzey Buz Denizinden Tibet’e kadar uzanan yaklaşık on bir
milyon kilometre karelik geniş bir alandır. Hem tarihî akışı içinde dilin
kendi tabiatından kaynaklanan değişmeler hem de coğrafya, farklı
sosyal ve kültürel çevrelerle ilişki gibi dış faktörlerle Türk dili, bütün
dillerde olduğu gibi bir yandan değişmiş, bir yandan da kollara,
diyalektlere ayrılmıştır. Diyalekt farklılıklarının derecesinin 20. yüzyıl
öncesi dil tarihinde önemli olduğunu söylemek oldukça güçtür. Ancak bu
durumun, bugün de devam ettiğini dile getirmek gerçeği tam
yansıtmaz. 20. yüzyıl Türk dili alanı dışarıdan şuurlu dil planlamalarına
tâbi tutulduğu bir yüzyıldır.
1.DİLDE DEĞİŞİM
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

Türk dilinin lehçelerini “dil” konumuna getirme yönünde çalışmalar olarak


tanımlanabilecek Sovyet dönemi merkezî dil planlaması çalışmaları ve
buradan geçerek bu dil planlaması kapsamındaki mahallî uygulamalar
20. yüzyılda Türk lehçeleri arasındaki anlaşılabilirlik oranının düşmesine
yol açan önemli dış faktörlerden biri olmuştur. Öte yandan, Rus dilinin bir
üst dil olarak bütün kurumlarda konuşulması, yazılması, kısaca
kullanılması Sovyet alanı Türk dilinin çeşitli lehçelerini konuşanları ana
dili kaybı tehlikesiyle karşı karşıya da getirmiş, kısıtlı ana dili kullanımı
Türk lehçelerinin tabiî gelişmelerini önlemiştir. Lehçeler arası etkileşimin
de ortadan kalkmış olması Türk lehçeleri arasındaki ayrılıkların
keskinleşmesine yol açmıştır. İletişimin bütünüyle Rusçada yapılması
da, böylece lehçe ayrılıklarını gösteren özelliklerin farklı lehçe grubu
üyeleri tarafından fark edilmesini de önlemiştir. Son yüz elli yıllık süreçte
Türk dilinin doğal akışına yapılan müdahaleler nedeniyle Güneybatı
lehçe grubunda Türkiye, Azerbaycan, Türkmen ve Gagavuz yazı dilleri;
Güneydoğu lehçe grubundan Özbek, Uygur, Tuva ve Hakas yazı dilleri;
Kuzeybatı lehçe grubundan Tatar, Başkurt, Kazak, Kırgız, Karaçay-
Malkar, Kumuk, Nogay, Karaim, Altay yazı dilleri oluşmuştur.
1.DİLDE DEĞİŞİM
Çuvaş, Yakut ve Halaç kollarından yazılı metinlerin ortaya çıktığı devirlerden daha eski
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

zamanlarda ayrılan Ortak Türk Dili, VII. Yüzyıldan XIII. Yüzyıla kadar tek ve ortak bir
yazı dili halinde devam etti. Yazı dilinin tek olması farklı ağızların yokluğu anlamına
gelmez. Eski Türkçenin metinlerinde farklı ağızların varlıklarını hissettiren özellikler
vardır. Kaşgarlı Mahmut, eserinde değişik Türk boylarının ağız özelliklerini
kaydetmiştir. Göktürk devletinin bünyesinde çok sayıda Türk boyu vardı. Bu boyların
her birinin kendi özel adları ve ağızları bulunuyordu. Ancak hepsi siyasi üst kimlik
olarak Türk adı etrafında bir araya gelmiş idiler. Ortak Türk Dili XIII. Yüzyıla kadar
değişik siyasi adlarla adlandırılan ortak bir yazı dili geleneğiyle ulaştı. Göktürk Türkçesi,
Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Harezm Türkçesi adlarıyla devam eden bu yazı dili
geleneği XIII. Yüzyıldan itibaren bölünmeye başladı. Göçler, savaşlar, yeni vatanlar
edinme, İslam medeniyetine geçiş, alfabe değişikliği gibi sosyal, kültürel ve siyasi
olaylar Türk boyları arasında kopmalara sebep olmaya başladı. Türk boyları arasındaki
ortak özelliklerin bir kısmı bu ayrılıklarla kaybolmaya yüz tutarken her boy kendi
özelliklerini geliştirdi. Boylara ait ağızlar daha da farklılaşarak ayrı birer yazı dili haline
dönüştü. Farklı ağızların sosyal, kültürel ve siyasi sebeplerle ortak dilden koparak yazı
dili haline dönüşmesi süreci hala devam etmektedir. Bu durum Türk milletinin kendi
siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik birliğini kuramamış olmasının olumsuz soncudur.
Türk dilinin kollarını ifade ederken lehçe, şive ve ağız olmak üzere üç terim
kullanılmaktaydı. Son yıllarda şive kavramından vazgeçildiği, bunun yerine lehçe
kavramının uzak ve yakın lehçe olmak üzere çeşitlendirildiği tasniflere daha çok
rastlanmaktadır.
2. KONUŞMA DİLİ-YAZI DİLİ
Dilin iki yönü vardır: Konuşma dili ve yazı dili. Konuşma dili çeşitli
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

söyleyiş özellikleri taşır ve günlük hayatın doğal akışı içerisinde kullanılır.


Dil için temel olan konuşma dilidir ve konuşma dili her kültürde yazı
dilinden daha eskidir. Dili yazıdan ayrı olarak düşünülebilir ama
konuşmadan ayrı olarak düşünülemez. İnsanlar yazıyı icat etmeden
veya öğrenmeden önce yüztıllar boyunca konuşarak anlaşmışlardır. Dil,
sosyal tabakalara, coğrafi bölgelere bağlı olarak birtakım farklılıklar
gösterir. Lehçeler ve ağızlar bu değişimlerin doğal sonuçlarıdır. Yazı
hiçbir yerde, hiçbir zaman konuşma dilinin ses değerlerini bütün
incelikleriyle tespit edemez. Bu sebepledir ki konuşulan dille yazılan dil
arasında değişikler ve ayrımlar vardır. Yazı çok sonra bulunduğu için
temel olan konuşma dilidir. Konuşma dili yazı diline oranla daha hızlı bir
değişme ve gelişme içindedir. Konuşma dili vurgu ve kelime dizimi
açısından yazı dilinden farklıdır. Yazı dili, bir şive ya da ağız üzerine
kurulan ortak dilin yazışmalarda kullanılması, eğitim, bilim ve sanat
eserlerinin bu ortak dille yazılması sonucunda ortaya çıkar. Yazı dili; ses,
biçim ve söz dizimi bakımından işlenmiş ve geliştirilmiş kültür ve
medeniyet dilidir. Yazı dili; geleneği, kendine özgü kuralları, biçimleri
olan bildirişim aracıdır. Yerleşik bir imlaya kavuşturulmuş bir bildirişim
aracı olan yazı dilini öğrenmek sosyal bir ödev, yeni kuşaklara öğretmek
2. KONUŞMA DİLİ-YAZI DİLİ
Konuşma dili sese yazı dili işarete dayalıdır. Konuşma dilinin sese dayalı
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

oluşu onun sosyal tabakalara ve coğrafi bölgelere göre farklılıklar
taşımasına sebep olur. Yazı dili ise bilimde ve sanatta kullanılarak
standart hale getirilmiş dildir.
 Konuşma dili çevreden öğrenilir, yazı dilinin öğrenilmesi için eğitim
gereklidir. Birey, içine doğduğu hayattan ve katıldığı sosyal çevreden
konuşma dilini edinir. Yazı dilinin edinilmesi ise eğitimle mümkündür.
 Yazılı anlatım da sözlü anlatım da dile dayalıdır. Yalnız konuşurken
kullandığımız dille yazarken kullandığımız dil farklıdır. Sözlü anlatımda
bölgesel telaffuz farkları yanı sıra jest ve mimikler, vurgu ve tonlama da
anlatımı yönlendirir. Hâlbuki bunlar yazı dilinin araçları değillerdir.
 Sözlü anlatımda günlük hayatın serbestîsi belirleyicidir. Yazılı anlatımda
dilin kurallarına uymak zorunludur.
 Sözlü anlatımda söyleyiş bozuklukları dışındaki dil yanlışları genelde fark
edilmez. Yazılı anlatımda yapılan her tür yanlış anında göze batar.
 Yazılı anlatımda imla ve noktalama kuralları, kâğıt düzeni anlatıcıyı
bağlar. Konuşurken bu tür zorunluluklarımız yoktur.
 Yazılı anlatım kalıcıdır. Yazıya dökülmüş anlatım artık bizim dışımızda
varlık kazanmıştır. Konuşmada böyle bir özellik yoktur. Aynı konuyu iki
kez anlatsak farklı anlatırız.
 Yazı dilinin kalıcılığı toplumun kültürel birikimini sağlar. Sözlü anlatımın
3. UZAK LEHÇE
Bir dilin bilinemeyen, takip edilemeyen dönemlerinde kendisinden
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

ayrılmış, büyük ölçüde ses ve kelime ayrılıkları gösteren, birbirinden


uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve sözvarlığı
bakımından değişikliğe uğramış biçimine uzak lehçe (Alm: Dialekt; Fr:
dialecte; İng: dialect) denir. Uzak lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla
birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir. O kadar
ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil olmasına bile yol
açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık
zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda Fransızca, İtalyanca,
İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi diller ortaya çıkmıştır. Uzak
lehçenin dilden ayrılma ve başkalaşma zamanı tarih öncesi devirlere
dayanır. Hunlar döneminde coğrafyanın genişlemesi ve yeni yurtlar
edinilmesi gibi sebeplerle yayılan Türk boylarından Çuvaşlar, Yakutlar ve
Halaçların dilleri diğer Türk boylarının dillerinden koparak Ortak
Türkçenin dışında kalmıştır. Türkçenin biri ana gövde diğerleri kollar
olmak üzere dört uzak lehçesinden bahsetmek mümkündür: Ortak
Türkçe, Hun Türkçesi döneminde dört kola yani dört uzak lehçeye
bölünmüştür. Batı Hun Türkçesi Çuvaş lehçesine, Kuzey Hun Türkçesi
Yakut lehçesine, Güney Hun Türkçesi Halaç Lehçesine, Doğu Hun
Türkçesi ise Ortak Türk Lehçesine kaynaklık etmiştir. Bu bakış açısıyla
4. YAKIN LEHÇE
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

Bir dilin bilinen tarihi gelişim sürecinde siyasi, kültürel ve coğrafi


ayrılıklardan dolayı farklılaşmış, bazı ses ve kelime ayrılıkları gösteren
kollarına yakın lehçe denir. Başka bir söyleyişle yakın lehçe ortak bir
yazı diliyle birlikte bir edebiyat ve yazı geleneği oluşturan Türk boylarının
yeni göçlerle yeni vatanlar edinmeleri sonucunda başlayan siyasi ve
coğrafi ayrılıkların ortaya çıkardığı dil kollarıdır. Ortak Türk Lehçesi kendi
içerisinde üç ana kola bölünmüştür. Türk milletinin iskeletini oluşturan üç
büyük boyun (Kıpçak, Karluk, Oğuz) kendi konuşma dillerini yazı diline
dönüştürmeleri sonucunda ortaya çıkan üç büyük dil koluna da yakın
lehçe diyebiliriz. Yakın lehçe, dilin yazı dili geleneğinin oluştuğu
asırlardan sonra siyasi ve coğrafi ayrılıklar nedeniyle boylara ait
konuşma dillerinin yazı diline dönüşmesiyle oluşmuş dil kolları olarak
tanımlanabilir. Yakın lehçe içinde günümüze yakın zamanlardaki
bölünmelerle oluşan dil kollarından her birini de yazı dilleri olarak tasnife
dâhil etmek doğru olabilir. ‘Türkiye yazı dili", "Özbek yazı dili", "Kazak
yazı dili" gibi.
5. AĞIZ
DİLDE DEĞİŞİM VE VARYANTLAŞMA

Bir yazı dilinin hâkim olduğu coğrafyada yöresel konuşma ayrılıklarına,


telaffuz farklılıklarına dayalı dil kollarına ağız denir. Bir dilin en yeni
zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır. Başka bir tanımla, bir dilde ya
da bu dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş
biçimine ağız (Alm: Mundart, lokalsprache, sondersprache; Fr: parler,
patois; İng: local language, vocational slang; Osm: Şive ) denir. Mesela
Türkiye Türkçesi içinde Ege ağzı, Karadeniz ağzı, Güneydoğu ağzı,
Doğu Anadolu ağzı, İstanbul ağzı gibi telaffuz farklılıklarına dayalı dil
kollardan bahsetmek mümkündür.

You might also like