You are on page 1of 823

SÜNNETE GÖRE GÜNLÜK

HAYAT
Mehmed Paksu

Cilt 2
Yayın Yönetmeni

İkram Arslan

Editör

Mehmed Dikmen

Tashih

Saide Nur Dikmen

Kapak Tasarımı

Ersin Yılmaz

İç Tasarım

Said Demirtaş

ISBN

978-605-183-377-4

Yayıncı Sertifika No

12403

Baskı Tarihi

Haziran 2018

Baskı ve Cilt

Ertem Basım Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti.

Eskişehir Yolu 40. Km. Başkent Organize Sanayi Bölgesi 22. Cad. No: 6
Sincan/Ankara
Tel: (0312) 640 16 23

Matbaa Sertifika No

16031

© Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince bu eserin yayın hakkı

Nesil Basım Yayın Gıda Tic. ve San. A.Ş.’ye aittir.

İzinsiz, kısmen ya da tamamen çoğaltılıp yayımlanamaz.

Sanayi Cad. Bilge Sok. No: 4, 34196 Yenibosna-Bahçelievler/İstanbul

Tel: (0212) 551 32 25 Faks: (0212) 551 26 59

www.nesilyayinlari.com bilgi@nesilyayinlari.com
Mehmed Paksu

1953-2 Haziran Çarşamba-(20 Ramazan) Gaziantep’te doğdu.

1970-İlkokuldan sonra 5 yıl kadar özel dinî eğitim aldı.

1977-Gaziantep İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu.

1978- İlk yazısı günlük bir gazetede yayınlandı.

1980-Nesil Yayınları’nda editör olarak göreve başladı. 2000 yılına kadar


400’e yakın kitabı yayına hazırladı.

1981-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

1982-Askerliğini Yedek Subay olarak yaptı.

1984-İlk kitabı İman Fedaileri yayınlandı.

1992-Moral FM’de hafta içi her gün yayınlanan Dini Hayatımız isimli
programına başladı. Kesintisiz canlı yayınla devam eden programda, iman,
ibadet, aile hayatı gibi başlıklar altında dinleyicilerden gelen dinî sorulara
cevap veriyor.

2003-Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı.

Yurt içi ve yurt dışında çeşitli konularda yüzlerce konferans verdi. 2010 yılı
Köşe Yazarı Medya Etik Ödülü aldı. Evli ve üç çocuk babasıdır.

@mehmetpaksu

@yazarmehmetpaksu

www.mehmedpaksu.com

mehmetpaksu@gmail.com

Tlf: 0212 551 32 25 - 652 76 66


Yayınlanmış Eserleri

• İnanç ve İbadet İlmihali

• Kadın ve Aile İlmihali

• Nur Dede

• Kainatın Sahibi Kim? (Nur Dede Anlatıyor 1)

• Sana Bir Sır Vereyim (Nur Dede Anlatıyor 2)

• Cennet Bir Adım Ötende (Nur Dede Anlatıyor 3)

• O’nu Tanıyınca Her Şey Değişti (Nur Dede Anlatıyor 4)

• Peygamberimizin Örnek Ahlâkı

• Peygamberimizden Günlük Dualar

• Peygamber’in (a.s.m.) Ramazan’ı

• Peygamberimizin Dilinden Hac ve Umre

• Peygamberim Canım Benim

• Açıklamalı Dua Kitabı

• Açıklamalı Namaz Tesbihatı

• Cennete Koşan On Arkadaş

• Cep İlmihali

• Gençlik İlmihali

• Yitik Sevda: Kudüs

• Mübarek Aylar, Günler ve Geceler


• Ölüm ve Sonrası

• Vesvese: Sebepleri ve Kurtuluş Yolları

• İman Hayata Geçince

• Olayların Kur’anca Yorumu

• İnsanı Uçuruma Götüren Sözler

• İnsanı Uçurumdan Kurtaran Sözler

• Küçülen Dünyanın Büyüyen Yaralarına Kur’ân’dan Reçeteler

• Namaz Niçin ve Nasıl Kılınır?

• Kur’ân’ı Nasıl Öğrenelim, Okuyalım, Anlayalım?

• Mahremiyet Okulu 1 Yusuflar, Züleyhalar

• Mahremiyet Okulu 2 Mutsuz Evlilikler, Boşanmalar

• Mahremiyet Okulu 3 İhanetler, Cinsel Sorunlar

• Peygamberimizden (a.s.m.) Gençlere Sesleniş 1

• İslam Âlimlerinden Gençlere Sesleniş 2

• Sahabilerden Gençlere Sesleniş 3

• Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali (heyetle birlikte)

• Sahabiler Ansiklopedisi (heyetle birlikte)

• Büyük Rüya Tabirleri (Fatma Zehra Paksu ile birlikte)

• Allah Nasıl Yaratıyor

• Sünnete Göre Günlük Hayat 1-2


(Bismillâh her hayrın başıdır)
ÖNSÖZ
SÜNNETE GÖRE GÜNLÜK HAYAT’IN bu ikinci kitabı, günlük
hayatımızda sünnetin çok önemli bir yerinin olduğunu bir kere daha
gösteriyor. Zaten sünnet “İslâm’ın hayata geçmesi”, Peygamber
aleyhissalâtü vesselâm’ın Kur’ân’ı tamı tamına yaşaması ve canlı bir örnek
olarak fiilen bize anlatmasıdır.

Özellikle bu ciltte; unutulan ve ihmal edilen tefekkür sünnetinin nasıl


olması gerektiğini, imanımızı hayatımıza nasıl geçireceğimizi, güzel
ahlakın bütün çeşitlerini nasıl yaşayacağımızı ifade etmeye çalıştık.

Sünnete göre ilimsiz bir şey olmayacağını, her şeyin ilme bağlı olduğunu,
ilmin hem dünyevi hem de uhrevi karşılıklarının neler olduğunu, ilmi elde
etmek için nasıl bir yol tutulacağı konularına ağırlık verdik.

Cihad hakkında ne kadar yazılıp çizilmiş olsa da, hâlen cihadı yanlış yollara
çekerek “kafa kesme, ülke içinde silahlı mücadeleye girmek” gibi
anlatanlara karşı sünnetin cihada getirdiği tanımları, tarzları ve usulleri
hadisler ışığında anlattık.

Bu arada sünneti dışlayanların diline doladıkları, hatta inkâra vardıkları


kader ve şefaat gibi hakikatlerin sünnette nasıl yer aldıklarını öne çıkardık.

Ayrıca sünnete göre duanın, zikrin, istiğfar ve istiâzenin nasıl olması


gerektiğini, özellikle sünnetin nazara, büyüye, kehanete ve uğursuzluğa
nasıl baktığını, bu olaylara karşı nasıl bir önlem alınması gerektiğini
hadisler ışığında dikkatlere sunduk.

Bu arada hayatımızda önemli bir yer tutan şakaya, eğlenceye, spora ve şiire
sünnet hangi ölçüleri getiriyor, ne kadarına izin veriyor, ne kadarına
müsaade etmiyor, bu hususlara da açıklık getirdik.

Dünyada yaşanılan bu kadar acı olaylar sonucu milyonlarca çocuk yetim


kalıyor, sahipsiz ve bakımsız hâle geliyor. Sünnet yetim haklarına hangi
esasları getirmiş, hayatımızda yetimin yeri nedir, yetime bakmak nasıl bir
anlam taşıyor, bu konuda sorumluluklarımızı ne ölçüde yerine getiriyoruz?
Kitapta bu konu önemli bir yer tutuyor.

Özellikle son yıllarda hayvanlara çok kötü davranılıyor, aç bırakılıyor,


eziyet ediliyor, hiç yere öldürülüyor, bazı hayvanların nesilleri tüketilecek
şekilde yok ediliyor. Başlı başına bir merhamet ve şefkat dersi olan sünnet
hayvan haklarına hangi ölçüleri getiriyor? İhmal edilen bu konulara
sünnetin ölçülerini hatırlattık.

Sünnete göre yapılması gerekenler olduğu kadar yapılmaması, uzak


durulması gereken hususlar da vardır. Haram olan, günah sayılan ve toplum
hayatını bozan yasaklara sünnet merkezli bakma zaruretini dikkatlere
verdik.

Gün geçmiyor ki, bir fitne ile karşılaşmayalım, bir ihanete şahit olmayalım,
bir fesada alet olanları görmeyelim. Toplumu içten kemiren, başımıza ciddi
tehlikeler açan, belalar getiren fitne olaylarına sünnet nasıl bakıyor, bu
tehlikelere karşı neler yapılması gerekiyor, hangi önlemleri almak lazım?
Kitapta bu konu da önemli bir yer tutuyor.

İslâm toplumunda idarecilik ve yönetim hep şikâyet edilen konulardır.


Yöneticilerle yönetilenler arasında her geçen gün sıkıntılar, tatsızlıklar ve
huzursuzluklar artıyor. Sünnetin istediği, tarif ettiği yöneticiler hangi vasfı
taşımalılar, nelere dikkat etmeliler, halkın hakkını ve hukukuna nasıl sahip
çıkmalılar. Konunun anlatıldığı bölümde bu başlık hadisler ışığında
işleniyor.

Dünyanın gidişatına baktığımızda kıyamet alametleri olarak bilinen


hadiselerden neredeyse birkaçı hariç çıkmayan kalmamış. Dünyanın sonunu
zorlayan bu olaylara sünnet açısından nasıl bakmalı, sorumlu olduğumuz
neler var, hataların ve yanlışların azaltılması için bize düşen görevler
nelerdir? Sünnete göre bu olayların önüne nasıl geçebiliriz?

Günümüzün önemli bir bölümü uyku ile geçiyor. Her gece az veya çok
çeşitli rüyalar görüyoruz. Uyanınca rüyaların tabirini merak ediyoruz.
Çünkü rüyalar geleceğimiz hakkında önemli işaretler ve ipuçları veriyor.
Sünnet, rüyaları nasıl değerlendiriyor, rüya tabirinde nasıl bir yol
izlememizi tavsiye ediyor? Rüyayı kime anlatmalı, kimlere anlatmamalı?
Kitapta önemli bir bölümü da rüyalara ayırdık.

Bu kitap sünnete göre önemli konulara yer verdiği gibi, ilk kitapla birlikte
değerlendirildiğinde anlaşılacaktır ki, sünnetsiz bir İslâm anlaşılamaz, dini
bir hayat yaşanamaz ve Kur’ânî bir istikamet muhafaza edilemez.

Yüce Rabbim bizleri “Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur.
Kim beni de severse cennette benimle beraber olur.”[1] hadisinin ışığında
yaşamayı nasip etsin.

MEHMED PAKSU

2018/Bahçelievler

[1] Tirmizî, İlim:16.

Yüce Rabbim bizleri “Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur.
Kim beni de severse cennette benimle beraber olur.”[1] hadisinin ışığında
yaşamayı nasip etsin.

[1] Tirmizî, İlim:16.


GİRİŞ
Sünnetin Bağlayıcılığını Kur’ân Belirler
SÜNNETİN KAYNAĞI KUR’ÂN’DIR, bağlayıcı oluşunu da Kur’ân
belirler.

Kur’ân, mü’minleri sünnete yönlendirirken, karşılaştıkları ve içinden


çıkamadıkları meselelerin çözümünü de Kur’ân’a ve sünnete havale ederek
gösterir.

Bu açıdan Kur’ân, sünnetin dışlanmasının, göz ardı edilmesinin; sünnete


itibar edilmemesinin ve dikkate alınmamasının büyük bir yanlış olduğunu
bildirir; ayrıca yapılan ibadet ve amellerin de iptal olacağını, boşa
çıkacağını haber verir.

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ki, amellerinizi
boşa çıkarmış kılmayın.”[2]

Allah Resûlü, ümmetinin dinlerini ve dünyalarını düzene, belli bir sisteme


sokar, geçerli ve kalıcı ölçüler verir. Bu ölçülere sünnet adı veriliyor.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan mü’minlere böyle bir davet gelirse,
mü’minler bu davete icabet ederek, ona uygun yaşarlar.

“Ey iman edenler! Peygamberiniz sizi din ve dünyanıza hayat verecek


şeylere davet ettiğinde, Allah’a ve Resûlüne uyun!”[3]

Her konuda sünneti öne çıkarmanın, sünnetin kutsiyetini korumanın çok


büyük bir önemi vardır. Bunun içindir ki, sünneti aşmamak ve sünneti
görmezden gelmemek gerekiyor. Çünkü Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm
mü’minler için her konuda öncüdür ve rehberdir. Sünnetin öncülüğünü ise
bizzat Kur’ân bildiriyor.

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlü’nün huzurunda öne geçmeyin.


Onların önüne kendiniz geçmediğiniz gibi, onlardan önce konuşmaya, bir iş
hakkında hüküm vermeye de kalkmayın!”[4]

Sünnete uymanın ve sarılmanın, sünnetin verdiği ölçüler ışığında


yaşamanın bir iman meselesi olduğunu Kur’ân’dan öğreniyoruz. Bir
konuda Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a, bir başka anlamıyla sünnete
müracaat edilmiş, hâl çaresi için sünnete ihtiyaç duyulmuş, verilen
hükümler kabul edilmişse artık herhangi bir sıkıntı söz konusu değildir.
Aksi hâlde iman problemi ortaya çıkacak ve iman tehlikeye girecektir. Bu
konuda Kur’ân der ki:

“Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda senin
hükmüne müracaat edip sonra da verdiğin hükümden, içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe hakkıyla iman
etmiş olmazlar.”[5]

Bireysel konularda böyle olduğu gibi, kişileri ve toplumu doğrudan


ilgilendiren konularda da Kur’ân’ın ve sünnetin hükmüne başvurmaktan
başka çare aranmaz. Öğrenilen bilgiler ve varılan hükümler doğrultusunda
Kur’ân’a ve sünnete göre hareket edilir. Bu şekilde davranmak imanın bir
gereğidir, mü’min olmanın bir şartıdır.

“Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -eğer gerçekten Allah’a ve


ahiret gününe iman ediyorsanız- onu Allah’a ve Resûlüne götürün.”[6]

Hangi konuda olursa olsun, nasıl bir mesele ile karşılaşılırsa karşılaşılsın,
Allah’ın ve Resûlü’nün verdiği hükümler esas alınmalı, kesin bir şekilde o
hükme kanaat edilmeli ve itaat edilmelidir. Bunların dışında bir seçenek
düşünülmemeli, Allah ve Resûlü ne diyorsa onlar aynen yapılmalıdır.

“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Resûlüne çağırıldıkları zaman,


mü’min olanların sözü, ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felaha
kavuşanlar bunlardır.”[7]

Allah Resûlüne itaat etmek; bu anlamda sünneti dinin kaynağı olarak


görmek, sünnete riayet etmek, sünnete göre yaşamak her türlü kargaşadan
kurtulmanın bir çaresidir, huzura kavuşmanın ve mutluluğa ulaşmanın bir
vesilesidir. Aksi durumda mü’minler arasında tartışmaların, farklı fikirlere
kapılmanın, çekişip durmanın kapısı aralanır. Sonunda da birlik ve
beraberlik ruhu kaybolur, endişe ve korkulara yol açılmış olur, eldeki güç
ve kuvvet de dağılır, gider.

“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya


kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.”[8]

Sünnet Merhamete Vesiledir


Sünnetin insan hayatına getirdiği en önemli ve hayatî faydalarından birisi
de merhamete vesile olmasıdır. Kur’ân’ın ifade ettiği gibi Cenâb-ı Hak,
Peygamber aleyhissalâtü vesselâm’ı bize bir rahmet olarak göndermiştir.
Rahmet ve merhamet ise hayatın tadıdır, dünyanın ve ahiretin saadetidir.

Allah ve Resûlüne itaat etme anlamındaki Kur’ân ve sünneti hayatın


merkezine almak dünyamıza bir düzen getirdiği gibi, ahiretteki mükâfatımız
da katlanarak artar.

“İçinizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih amel işlerse, ona
mükâfatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.”[9]

Sünneti kabul etmeyip reddetmenin, sünnete karşı çıkıp itiraz etmenin,


sünneti tartışmaya açmanın o kadar vebalı ve tehlikesi vardır ki, böyle bir
hareket kişiyi azaba ve cezaya kadar götürür.

“Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah ve Resûlüne karşı çıktılar. Allah ve


Resûlüne de kim karşı çıkarsa muhakkak ki, Allah’ın cezası çetin olur.”[10]

Sünneti inkâr etmek, gereksiz ve lüzumsuz görmek, Allah’a ve Peygambere


itaat etmemek anlamına gelir ki, bu anlayış kişiyi küfre kadar götürebilir.
İşte Kur’ân dikkatleri bu noktaya çekerken mü’minlere ciddi ikazlar yapar.
Şu iki ayet bu konuya parmak basıyor:

“De ki, Allah’a ve Peygambere itaat edin, eğer yüz çevirirlerse şüphe yok
ki, Allah kâfirleri sevmez.”[11]
“Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye
muhalefet ederse mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü
şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!”[12]

***

“Bana Kur’ân ve Onun Bir Misli Daha Verildi.”


Nazil olan Kur’ân ayetlerini Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm okur,
sahabeye yazdırır ve ezberlemeleri için öğretirdi. İnen her ayet neyi
emrediyor, neleri yasaklıyorsa Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm onu
aynen hayatına geçirir ve uygulardı; böylece ayetleri bizzat yaşayarak
gösterirdi. Bazen de sahabenin sorusu üzerine ayetleri açıklar ve bilgiler
verirdi. Sonunda ayetler hadislerle açıklanıyor, sünnet ile tam olarak
anlaşılır hâle geliyordu. Bu gerçeği Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm
şu ifadeleriyle dile getiriyor.

Mikdam bin Ma’dikerib radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur’ân ve onun bir misli daha
verilmiştir. Karnı tok bir hâlde rahat koltuğuna kurularak:

‘Sadece şu Kur’ân’a sarılınız! Onda helal olarak ne görmüşseniz onu helal


olarak kabul ediniz; neyi de haram görmüşseniz onu da haram biliniz!’
diyecek kimseler çok geçmeden gelecektir.”[13]

Her vesileyle, her durumda ve ihtiyaç duyulan her vakitte, hangi hâlde
olursa olsun Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm sahabiye sünneti öğretir
ve ders verirdi. Sahabilerden bazıları da Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselâm’dan duydukları ve öğrendikleri her hadisi yazarak kayıt altına
alırlar, daha sonra da ezberlerlerdi. Bu esnada birtakım itirazlar söz konusu
olunca da, durumu bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm’a arz
ederek cevap verirlerdi.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhüma anlatıyor:


“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan duyduğum her şeyi ezberlemek
niyetiyle yazıyordum. Kureyşliler:

‘Sen de Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan duyduğun her şeyi


yazıyorsun. Hâlbuki o da bir beşerdir. Kızgın olduğu zaman da konuşur,
memnun olduğu zaman da.’ diyerek yazmamı engellediler. Ben de yazmayı
bıraktım ve bu durumu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a anlattım. O da
parmağıyla dudağını göstererek:

‘Sen yazmaya bak! Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki,
buradan ancak hak söz çıkar.’ buyurdu.”[14]

Gecesi Gündüzü Gibi Apaydınlık Bir Din


Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm, dinde hiçbir açıklık ve eksiklik
bırakmamış, Rabbinden aldığı vahiy ve emirler istikametinde dini
konularda gereken her bilgiyi vermiş, dini tamamlayarak bize apaydınlık bir
din bırakmıştır. Sünnet bu özelliğiyle kıyamete kadar dini tedvin etmiş,
kalıcı bir hâle getirmiştir. Bu hakikati Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselâm çok etkili bir konuşmasıyla ders vermiştir.

İrbad bin Sariye radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bize öyle bir vaaz etti ki, ondan
gözlerimiz yaşardı, kalplerimiz titredi. Bunun üzerine biz dedik ki:

‘Ya Resûlullah! Bu vaazınız veda eden bir kimsenin vaazına benziyor, bize
neleri tavsiye edersiniz?’

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

‘Ben, sizi gecesi gündüzü gibi apaydınlık bir din üzerinde bıraktım. Benden
sonra ancak helak olanlar o dinden sapar. Sizden kim yaşarsa birçok
ayrılıklar görecektir. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete
erdirilmiş olan hulefa-i râşidinin sünnetlerine yapışınız, bunlara sımsıkı
sarılınız!’”[15]
Sünnetin bize kadar gelmesine vesile olan her sahabenin Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselâm ile sürekli birlikte olamazlardı, olmaları da mümkün
değildi. Bunun için sahabilerden vakitleri ve işleri müsait olanlar,
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında bulunurlar. Duyduklarını
ve öğrendiklerini daha sonra birbirlerine anlatırlardı. Böylece bir veya
birkaç Sahabenin bildiği bir sünnet bütün sahabe tarafından paylaşılarak
ortak bir hâle gelirdi. Bu konuda Enes bin Malik’in anlattıkları önemli bir
gerçeği ortaya koyuyor.

Humeyd radıyallahu anh anlatıyor:

“Enes bin Malik’in yanındaydık. Dedi ki:

‘Vallahi size Allah Resûlü aleyhissalatu vesselam’dan naklettiğimiz her şeyi


bizzat kendisinden işitmiş değiliz. Fakat bizler birbirimize yalan
söylemezdik.’”[16]

***

Sahabiler Sünneti Birebir Uygulardı


Sünneti ilk öğrenen ve ilk uygulayan Sahabiler, sünnetin en ince noktalarına
kadar dikkat eder, Peygamber aleyhissalâtü vesselâm’dan gördükleri
şekliyle aynen yaparlardı. Bu konuda o kadar merak sahibi idiler ki,
Peygamber aleyhissalâtü vesselâm bir sünneti hangi mekânda nasıl
yapmışsa, ondan gördükleri şekliyle, herhangi bir sebep ve bir gerekçe
aramadan birebir kendileri de yaparlardı.

Bu hususta çok misaller ve örnekler vardır. Bir ölçü olmasıyla birlikte


sahabilerin sünnete olan bağlılıklarını anlama açısından ve aynı zamanda
sünnetle olan yakınlığımıza ayrı bir bakış açısı getirmesi bağlamında bu
örnekler çok büyük bir önem arz etmektedir.

Bir yolculuk esnasında Abdullah bin Ömer radıyallâhü anh bir yere gelince
orada hemen bir kavis yapar. Yanında bulunanlar sebebini sorunca,
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da burada böyle yaptı.” diye cevap verir.
[17]
İbn Ömer, bu sünneti uygularken herhangi bir açıklama getirmemekte, bir
delil belirtmemekte, olayı ispat etme gibi bir şey söylemeye gerek
duymamaktadır. Vermek istediği tek mesaj Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’dan gördüğü davranışın aynısını yapmaktır.

Sahabenin sünnete olan bağlılığını tam olarak kavramak için Abdullah bin
Ömer’de üç örnek daha görüyoruz.

En çok hadis rivayet eden sahabiler arasında ikinci sırada yer alan Hz.
Abdullah bir seferinde Mekke ile Medine arasında bir ağacın yanına gelir
ve orada biraz dinlenir, uyur. Daha sonra Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’ın da aynı şekilde yaptığını söyler.[18]

Bir başka zaman da kendi işi için bir kişiyi bir yere gönderirken ona, “Gel,
seni Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın beni uğurladığı gibi
uğurlayayım.” der, daha sonra da, “Resûlullah beni bir ihtiyacı için bir yere
gönderdiğinde şöyle buyurdu.” diyerek Peygamber aleyhissalâtü
vesselâm’ın söylediği aynı sözleri tekrar eder.[19]

Hac mevsiminde ise, Kurban Bayramı’nın ikinci gününde şeytan taşlamaya


yaya olarak gider gelir. Etrafındakilere de, “Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm da böyle yapardı.” der.[20]

Sünnetin dini bir meselede esas alınan ve bir hükme kaynaklık eden
yönlerinin dışında, sahabiler, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan
gördükleri bazı özelliklere kendileri de ilgi duyar ve onun gibi olmayı arzu
ederek, her meselede Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a benzemeye
gayret ederlerdi.

Mesela, Hz. Ebu Bekir radıyallâhü anh, “Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm


pazartesi günü vefat etti.” diyerek kendisi de pazartesi günü ölmeyi arzu
ederdi.[21]

Hz. Ömer radıyallâhü anh’ta da benzer bir durumu görüyoruz. Medine’nin


faziletini anlatan hadisler sebebiyle Hz. Ömer, “Allah’ım! Benim ölümümü
Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ın beldesinde nasip et.” diye dua ederdi.
[22]
Hz. Ali radıyallâhü anh kendi özel hayatında sünnetin en ince taraflarını
ihmal etmeden uygulamaya çalışırdı. Bir gün deveye binerken bazı dua ve
ayetleri okuduktan sonra tebessüm eder. Tebessüm etmesinin sebebi
sorulduğunda da, “Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da benim yaptığım
gibi yaptı, benim dediğim gibi dedi ve sonra tebessüm etti.” der ve hadisin
devamını nakleder.[23]

Sünnete gösterilen hassasiyeti anlama bakımından sahabenin yetiştirdiği


âlimler olarak bilinen Tabiinden benzer örnekleri fark ediyoruz.

Hasan Basri hasta iken evi ziyaretçilerle dolunca ayaklarını kendine doğru
çektikten sonra, “Biz, Ebu Hüreyre hastalanınca ziyaretine gidip evini
doldurduk. Ebu Hüreyre ayaklarını kendine doğru çekti, sonra da, “Biz bir
defa Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına girerek evini ziyaretçilerle
doldurduk. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm yanı üzerine yatıyordu. Bizi
görünce ayaklarını kendisine doğru çekti.” diye anlatır.[24]

Tabiin neslinin önemli âlimlerinden birisi olan Abdullah bin Samit’ten de


sünnetin bir değişik örneğini görüyoruz.

Ebu Âliye el-Berra anlatıyor:

Ubeydullah bin Ziyad namazı geciktiriyordu. O sırada Abdullah bin Samit


bana gelmişti. Kendisine bir sandalye takdim ettim. Ubeydullah bin
Ziyad’ın namazı geciktirdiğini söyledim. Hz. Abdullah dudağını ısırdı ve
dizime vurarak dedi ki:

“Bana sorduğun bu konuyu ben de dostum Ebu Zerr’e sormuştum. O da


şimdi sana yaptığım gibi benim dizime vurdu ve şöyle dedi:

‘Ben de senin sorduğun soruyu dostuma, yani Peygamber aleyhissalâtü


vesselâm’a sormuştum. Peygamber aleyhissalâtü vesselâm da senin dizine
vurduğum gibi benim dizime vurdu ve şöyle buyurdu: ‘Namazı vaktinde
kıl! Cemaatle beraberken namaz vakti gelirse yine kıl! Ben bu namazı
kıldım, tekrar kılmam deme.’”[25]

[2] Muhammed, 47:33.


[3] Enfal, 8:24.

[4] Hucurât, 49:1.

[5] Nisâ, 4:65.

[6] Nisâ, 4:59.

[7] Nur, 24:51.

[8] Enfal, 8:46.

[9] Ahzab, 33:31.

[10] Enfal, 8:13.

[11] Âl-i İmran, 3:32.

[12] Nisâ, 4:115.

[13] Ebû Dâvud, Sünnet:5 (4604).

[14] Ebû Dâvûd, İlim:3; Dârimi, Mukaddime:43; Müsned, 2:162,192.

[15] Dârimî, Mukaddime:16; İbn Mâce, Mukaddime:6.

[16] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:690.

[17] Müsned, 2:32.

[18] Suyuti, Miftahü’l-Cenne, s.157.

[19] Müsned, 2:38.

[20] Ebû Dâvud, Menasik:77.

[21] Buharî, Cenaiz:294.

[22] Buharî, Fedâilu’l-Medine:12, Cihad:3.


[23] Aburrezzak, Musannaf, 10:396-397.

[24] İbn Mâce, Mukaddime:22.

[25] Müslim, Mesacid:242.

“Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda senin
hükmüne müracaat edip sonra da verdiğin hükümden, içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe hakkıyla iman
etmiş olmazlar.”[5]

Hasan Basri hasta iken evi ziyaretçilerle dolunca ayaklarını kendine doğru
çektikten sonra, “Biz, Ebu Hüreyre hastalanınca ziyaretine gidip evini
doldurduk. Ebu Hüreyre ayaklarını kendine doğru çekti, sonra da, “Biz bir
defa Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına girerek evini ziyaretçilerle
doldurduk. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm yanı üzerine yatıyordu. Bizi
görünce ayaklarını kendisine doğru çekti.” diye anlatır.[24]

‘Ben, sizi gecesi gündüzü gibi apaydınlık bir din üzerinde bıraktım. Benden
sonra ancak helak olanlar o dinden sapar. Sizden kim yaşarsa birçok
ayrılıklar görecektir. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete
erdirilmiş olan hulefa-i râşidinin sünnetlerine yapışınız, bunlara sımsıkı
sarılınız!’”[15]

Bir başka zaman da kendi işi için bir kişiyi bir yere gönderirken ona, “Gel,
seni Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın beni uğurladığı gibi
uğurlayayım.” der, daha sonra da, “Resûlullah beni bir ihtiyacı için bir yere
gönderdiğinde şöyle buyurdu.” diyerek Peygamber aleyhissalâtü
vesselâm’ın söylediği aynı sözleri tekrar eder.[19]

“İçinizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih amel işlerse, ona
mükâfatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.”[9]

“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya


kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.”[8]
Hac mevsiminde ise, Kurban Bayramı’nın ikinci gününde şeytan taşlamaya
yaya olarak gider gelir. Etrafındakilere de, “Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm da böyle yapardı.” der.[20]

“De ki, Allah’a ve Peygambere itaat edin, eğer yüz çevirirlerse şüphe yok
ki, Allah kâfirleri sevmez.”[11]

“Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -eğer gerçekten Allah’a ve


ahiret gününe iman ediyorsanız- onu Allah’a ve Resûlüne götürün.”[6]

Bir yolculuk esnasında Abdullah bin Ömer radıyallâhü anh bir yere gelince
orada hemen bir kavis yapar. Yanında bulunanlar sebebini sorunca,
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da burada böyle yaptı.” diye cevap verir.
[17]

‘Sen yazmaya bak! Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki,
buradan ancak hak söz çıkar.’ buyurdu.”[14]

Hz. Ali radıyallâhü anh kendi özel hayatında sünnetin en ince taraflarını
ihmal etmeden uygulamaya çalışırdı. Bir gün deveye binerken bazı dua ve
ayetleri okuduktan sonra tebessüm eder. Tebessüm etmesinin sebebi
sorulduğunda da, “Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da benim yaptığım
gibi yaptı, benim dediğim gibi dedi ve sonra tebessüm etti.” der ve hadisin
devamını nakleder.[23]

“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Resûlüne çağırıldıkları zaman,


mü’min olanların sözü, ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felaha
kavuşanlar bunlardır.”[7]

“Ey iman edenler! Peygamberiniz sizi din ve dünyanıza hayat verecek


şeylere davet ettiğinde, Allah’a ve Resûlüne uyun!”[3]

Mesela, Hz. Ebu Bekir radıyallâhü anh, “Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm


pazartesi günü vefat etti.” diyerek kendisi de pazartesi günü ölmeyi arzu
ederdi.[21]

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ki, amellerinizi
boşa çıkarmış kılmayın.”[2]
[25] Müslim, Mesacid:242.

[17] Müsned, 2:32.

[18] Suyuti, Miftahü’l-Cenne, s.157.

[19] Müsned, 2:38.

[20] Ebû Dâvud, Menasik:77.

[21] Buharî, Cenaiz:294.

[22] Buharî, Fedâilu’l-Medine:12, Cihad:3.

[23] Aburrezzak, Musannaf, 10:396-397.

[24] İbn Mâce, Mukaddime:22.

Hz. Ömer radıyallâhü anh’ta da benzer bir durumu görüyoruz. Medine’nin


faziletini anlatan hadisler sebebiyle Hz. Ömer, “Allah’ım! Benim ölümümü
Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ın beldesinde nasip et.” diye dua ederdi.
[22]

[14] Ebû Dâvûd, İlim:3; Dârimi, Mukaddime:43; Müsned, 2:162,192.

[15] Dârimî, Mukaddime:16; İbn Mâce, Mukaddime:6.

[16] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:690.

[7] Nur, 24:51.

[8] Enfal, 8:46.

[9] Ahzab, 33:31.

[10] Enfal, 8:13.

[11] Âl-i İmran, 3:32.

[12] Nisâ, 4:115.


[13] Ebû Dâvud, Sünnet:5 (4604).

[3] Enfal, 8:24.

[4] Hucurât, 49:1.

[5] Nisâ, 4:65.

[6] Nisâ, 4:59.

[2] Muhammed, 47:33.

“Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye


muhalefet ederse mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü
şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!”[12]

‘Ben de senin sorduğun soruyu dostuma, yani Peygamber aleyhissalâtü


vesselâm’a sormuştum. Peygamber aleyhissalâtü vesselâm da senin dizine
vurduğum gibi benim dizime vurdu ve şöyle buyurdu: ‘Namazı vaktinde
kıl! Cemaatle beraberken namaz vakti gelirse yine kıl! Ben bu namazı
kıldım, tekrar kılmam deme.’”[25]

‘Sadece şu Kur’ân’a sarılınız! Onda helal olarak ne görmüşseniz onu helal


olarak kabul ediniz; neyi de haram görmüşseniz onu da haram biliniz!’
diyecek kimseler çok geçmeden gelecektir.”[13]

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlü’nün huzurunda öne geçmeyin.


Onların önüne kendiniz geçmediğiniz gibi, onlardan önce konuşmaya, bir iş
hakkında hüküm vermeye de kalkmayın!”[4]

‘Vallahi size Allah Resûlü aleyhissalatu vesselam’dan naklettiğimiz her şeyi


bizzat kendisinden işitmiş değiliz. Fakat bizler birbirimize yalan
söylemezdik.’”[16]

En çok hadis rivayet eden sahabiler arasında ikinci sırada yer alan Hz.
Abdullah bir seferinde Mekke ile Medine arasında bir ağacın yanına gelir
ve orada biraz dinlenir, uyur. Daha sonra Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’ın da aynı şekilde yaptığını söyler.[18]
“Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah ve Resûlüne karşı çıktılar. Allah ve
Resûlüne de kim karşı çıkarsa muhakkak ki, Allah’ın cezası çetin olur.”[10]
SÜNNETE GÖRE İMAN VE
İSLÂM
İMAN EN BÜYÜK NİMET, EN BÜYÜK servet ve en büyük güçtür.
Çünkü “İman, hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden
adam kâinata meydan okuyabilir.”

İnsan, imanı sayesinde gerçek insanlığı öğrenir, anlar ve tadar. İman, insanı
çok üstün mertebelere ulaştırır. Çünkü “İman insanı insan eder, belki insanı
sultan eder.”

İslâm sarayına iman kapısından girilir. Bu kapıdan girince kul, her an Allah
ile beraber olur. Her şeye Allah adına bakar, her şeyde Allah’ı görür, her
şeyden Allah’a ulaşır, her şeyi Allah’ın isimleriyle değerlendirir.

Her varlığın yaratılışında Allah’ın Hâlık ismini görür, canlıların


rızıklandırılmasında Rezzak ismini okur, canlılarda, özellikle insanın
simasında Musavvir ismini seyreder, varlıklar ve insanlar arasındaki sevgi,
şefkat ve merhamette Rahim ismini müşahede eder. Hâsılı kelam, bütün bir
kâinata Allah’ın güzel isimleri olan Esmâ-i Hüsna ile bakar. Böylece
imanını taklitten tahkike çıkarır, her şeyde Allah’a giden bir yol bulur,
hakiki bir imanı elde eder.

Mü’min, ibadetlerini de Allah’ı görür gibi yerine getirir. Böylece imanın en


üstün mertebesi olan “ihsan” mertebesine yücelir.

İman bir bütündür. İmanın esaslarından birine iman eden, hepsine iman
etmiş olur. Allah’a iman eden, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe ve kadere de iman etmiş olur. Çünkü hiçbiri diğersiz olmaz.

Mesela Lâ ilahe illallah Muhammedü’r-Resûlullah Kelime-i Tevhidi ile


Eşhedü enlâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü
Kelime-i Şehadeti tek bir cümledir, ikisi birdir. Yani Lâ lilâhe illallah,
Muhammedü’r-Resûlullah’sız olmaz. Çünkü Allah varsa, Peygamberi de
vardır. Peygamberimiz varsa, onu gönderen bir Allah vardır. Allah,
emirlerini melekler vasıtasıyla gönderir, kitabı melekler getirir, kitaplar
âhireti ve kaderi anlatır.

Özetle, imanın şartlarından her biri diğerinin delili olduğu gibi, aynı
zamanda diğerinin ispatıdır.

Mesela, Allah’ın varlığı nereden bellidir; peygamberlerden bellidir.


Peygamberlerin varlığı nereden bellidir, kitaplardan... Hepsi de bu şekilde
birbirleriyle irtibatlıdır, kopmaz bir yapıdadır.

Bu açıdan Kur’ân-ı Kerimin dört esası, dört hedefi vardır. (1) Tevhid,
Allah’ın birliği; (2) nübüvvet, peygamberlik gerçeği; (3) haşir, âhiret hayatı
ve (4) adalet/ibadet.

İman, bütün ibadetlerin başı ve özüdür. Önce iman, sonra amel ve ibadet
gelir. Bir insanda iman ne kadar mükemmel ve kuvvetli olursa, ibadetleri de
o kadar sağlam ve devamlı olur.

Bunun için iman, ibadeti ve duayı gerekli kılar. İmanla ilgili Kur’ân’da bin
kadar ayet vardır ve Kur’ân öncelikle ve her zaman iman dersini verir.
İmanı kalbe, ruha ve insanın bütün hücrelerine ve duygularına yerleştirir.

Kur’ân, gökleri, bulutu, şimşeği, rüzgârı ve yağmuru, hesaba gelmez


sayıdaki yıldızları hep Allah’ın varlık ve birliğine delil olarak sıralar. Bütün
canlıları, bitkileri, sebzeleri, meyveleri Allah’ı tanıtmak için anlatır. Onun
için incirden, zeytinden, hurmadan, üzümden ve nardan sıkça bahsetmesi
Allah adınadır. Bu şekliyle Kur’ân, insanları hep tefekküre davet eder.

“Onlar ayaktayken de, otururken de, yatarken de Allah’ı anarlar ve göklerin


ve yerin yaratılışını tefekkür ederler: ‘Bunları boşuna yaratmadın, ey
Rabbimiz! Seni bütün noksanlardan uzak tutarız. Sen de bizi ateş azabından
koru.“[26]

“Yeri yayan ve onda dağlar ve ırmaklar yaratan da O’dur. O, her üründen


ikişer eş yaratır; geceyi gündüzün üstüne örter. Tefekkür eden bir topluluk
için bunda âyetler vardır.”[27]
“Gökten yağmur indiren de O’dur. O sudan hem bir içecek olur, hem de
hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler çıkar.

O suyla Allah, sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve her türden
ürünler bitirir. Tefekkür eden bir topluluk için bunda bir âyet vardır.

Geceyi ve gündüzü, Güneşi ve Ayı O sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da


Onun emriyle size hizmet eder. Akıl eden bir topluluk için bunda âyetler
vardır.”[28]

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak
sizin hizmetinize verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler
vardır.”[29]

Nimetleri Tefekkür Et!


1. Âyetlerde geçen tefekkür ibadetini hadislerde de görüyoruz. Kur’ân’ın
gösterdiği imanî tefekkürü Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam
hadislerde de tavsiye eder. En hayırlı ve en şerli insan tefekkür ile ayırt
edilir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın azameti, cenneti ve cehennemi hakkında bir saat tefekkür etmek,


bir geceyi ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır.

İnsanların en hayırlısı Allah’ın nimetleri üzerinde tefekkür edenlerdir,


insanların en şerlisi de Allah’ın nimetleri üzerinde tefekkür
etmeyenlerdir.”[30]

İbadetin Tefekkür Olsun!


2. Kevnî âyetleri kâinat kitabı üzerinden tefekkür etmek, varlıklar üzerinde
Allah’ın isimlerini okumak, her varlık üzerinde İlâhi isimlerin tecellisini
düşünmek bir Kur’ân eğitimidir, bir marifetullah dersidir.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir saat tefekkür, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır.”[31]

Allah’ın Yarattıklarını Tefekkür Et!


3. Tefekkür sadece düşünmek değildir. İnceden inceye araştırmak, kalpteki
iman nurunu artırmaktır. Fakat tefekkür varlıklar üzerinde olursa imana
kuvvet verir. Allah’ın zatı ve niceliği konusunda tefekkür etmek kimseyi bir
yere götüremeyeceği gibi, çok da zararlıdır. Çünkü insanın Allah’ı
kavraması, ona bir şekil vermesi mümkün değildir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür edin, Yaratıcı hakkında


tefekkür etmeyin. Çünkü siz Allah’ı, şanına uygun şekilde
kavrayamazsınız.”[32]

Her Şey Üzerinde Tefekkür Et!


4. Gökteki ve yeryüzündeki varlıklar üzerinde tefekkür etmek imanı
kuvvetlendirir. Sema ötesi âlemleri Allah’ın nuru kaplamıştır ve oraları
insanın aklına sığıştırması mümkün değildir. Kur’ân’ın ifadesiyle “Allah
göklerin ve yerin nurudur.”[33]

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her şey hakkında tefekkür edin, fakat Allahü Teâlâ’nın zatı hakkında
tefekkür etmeyin. Çünkü yedi kat sema ile Kürsi arasında yedi bin perde
vardır, Allah’ın nuru ise hepsinin yücesindedir.”[34]
Allah Hakkında Tefekkür Etme!
5. Yüce Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, “Allah nasıldır, nicedir” gibi
düşünceler insanı yanlışa, felakete ve tehlikeye götürür. Çünkü Kur’ân’ın
anlattığı gibi, ”Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”[35] İhlas Sûresi’nde de
bildirildiği gibi, ”Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[36]

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür edin, fakat Allah’ın zatı


hakkında tefekkür etmeyin, helak olursunuz.”[37]

Tefekkürün Çok Olsun!


6. Sıkça ve çokça tefekkür etmek, insanın Allah hakkındaki bilgisini artırır,
kişiyi marifet derinliğine götürür. Çünkü Allah, her varlığı kendini
bildirmek, tanıtmak ve sevdirmek için yaratmıştır. Bunun için insan Allah’ı
tanıdıkça daha çok sever, Allah’a daha çok yakın olur.

Hakem bin Umeyr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dünyada misafir gibi olun.

Camileri ev edinin.

Kalplerinizi inceliğe ve yumuşaklığa alıştırın.

Çokça tefekkür edin ve ağlayın.

Nefsin kötü arzuları sizi ayrılığa düşürmesin.

İçinde oturamayacağınız binalar yapıyorsunuz.


Yiyemeyeceğiniz şeyler topluyorsunuz.

Ulaşamayacağınız arzular besliyorsunuz.”[38]

Kabirlere Tefekkürle Bak!


7. Tefekkürün bir başka tarzı da ölüm ve âhiret hakkında yapılan
tefekkürdür. Ölüm ve kabir tam bir tefekkür alanıdır. Bir gün gelecek,
hepimiz ölümü tadacak, kabre gireceğiz. Kabrin arkasını düşünmek, insana
âhireti yaşatır ve ona göre hazırlanmasını sağlar.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kabirlere tefekkürle bak ve öldükten sonra dirilmekten ibret al!”[39]

Her An Allah ile Beraber Ol!


8. En büyük hakikat, mü’minin Rabbi ile beraber olması, Allah’ı her an
içinde hissetmesidir. İmanımızın farkına varmamız ancak Allah ile beraber
olduğumuzu bilmemizle mümkündür. Bu da imanın en üstün mertebesidir.
Çünkü her an Allah ile birlikte olduğunu bilen insan sürekli imanının
kontrolü altında yaşar.

Ubade bin Sâmit radıyallâhü anh ahlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişinin nerede olursa olsun, Allah’ın kendisiyle beraber oluğunu bilmesi,


imanın en üstün mertebesidir.”[40]

“Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”[41]

“Nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir.”[42]


En Faziletli Amelin, İman Olsun!
9. İnsanın en önemli ameli, yani işi ve meşguliyeti, en sevaplı, faziletli ilgi
alanı imanıdır ve imanına uygun bir ömür geçirmesidir. Diğer bütün
ibadetler iman temeli üzerine kurulur, ona göre devam eder, kalite kazanır.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

“Yâ Resûlallah, amellerin hangisi daha faziletlidir?” dedim. Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’a iman etmekle O’nun yolunda cihad etmektir.”[43]

İman Elbise Gibi Eskir, Yenileyin!


10. İman yıpranır, zayıflar ve eskir. Zaman içinde varlığını ve etkisini
azaltır. Bir taraftan şeytan vesvese verir, imana saldırır, diğer yandan, akla
gelen şüpheler ve evhamlar sürekli imanı zedeler. Bunun için imanı
kuvvetlendirmeli, yenilemeli ve tazelemelidir. Tazelemenin nasıl olacağını
hadisten öğreniyoruz.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Muhakkak ki, iman sizden birinizin kalbinde, elbisenin eskimesi gibi eskir.
Öyleyse Yüce Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyiniz.”[44]

İmanını “Lâ İlahe İllallah” ile Yenile!


11. İmanı yenilemenin en kestirme ve en kalıcı yolu Kelime-i Tevhidi sık
söylemektir. Bu, dille zikir olduğu gibi, gözle, kalple her şeye Allah adına
bakmaktır. Her şeyin üzerinde “Lâ ilahe illallah”ı okumaktır. Göz kalbe
iman nuru taşır. Bir bulut parçasında, bir elmada, bir damla suda “Lâ ilâhe
illallah” yazılı olduğunu görmektir. Bu bakışı insan alışkanlık hâline
getirmeli.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İmanınızı yenileyiniz. Çokça Lâ ilâhe illallah deyiniz!”[45]

İman Merteben Üstün Olsun


12. İman her an, her yerde yaşanmalı ve etkisi artırılmalıdır. Yol üzerindeki
bir taş parçasını kaldırmak da imandan gelmeli, bir insana selam verip
hâlini, hatırını sormak da bir iman alameti olmalıdır. Acaba Allah’ın rızası
nerede gizli, nerede mevcut, ona göre hareket edilmelidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İmanın en üst seviyesi, Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)


sözüdür, en alt seviyesi ise, eziyet verecek şeyi yoldan kaldırmaktır.”[46]

Kur’ân’dan Önce İmanı Öğren!


13. Çocukluktan gençliğe geçerken Peygamberimiz, sahabi çocuklarına,
gençlere imanı öğretirdi, imanı tattırır, imanı sevdirirdi. Başta Allah’a iman
olmak üzere bütün iman esaslarını anlatırdı. Allah’ı tanımadan Kur’ân’a
geçilmez. Çünkü Kur’ân Allah’ın kelamıdır, Allah’ın sözleridir. Allah’ı
tanıtmanın en kestirme yolu da her varlık ile Allah arasında bir yakınlık ve
ilişki kurmaktır. Her varlığın, Allah’ın eseri ve sanatı olduğunu öğretmektir.
Allah’a iman sağlamlaştıktan sonra Kur’ân’a çok rahat geçilir. Bugün
eksikliğimiz, önce Kur’ân okumayı öğretmek, sonra iman bilgisi vermektir.

Cündüb bin Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:

“Biz ergenlik çağına ermek üzere birer genç iken Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm ile beraber idik. Biz Kur’ân-ı Kerimi öğrenmeden önce imanı
öğrendik. Ondan sonra Kur’ân’ı öğrendik. Kur’ân sayesinde de imanımız
arttı, (daha da kuvvetlendi).”[47]
Allah Hakkında Olumlu Düşün!
14. İnsan Allah hakkında olumlu ve iyi düşünmeli, yanlış bir düşünceye ve
kanaate varmamalıdır. Allah bizi yaratmış, sevmiş, yaşatıyor ve büyütüyor.
Dünyayı ve içindekileri emrimize, hizmetimize vermiştir. Allah Rahim’dir
bize rahmet-merhamet eder, Allah Gafur’dur bizi bağışlar ve affeder. Allah
bizim için hep iyilik takdir eder, güzellikleri ilham eder, imanlı yaşarsak
bizi ebedî cennetine alır.

Câbir bin Abdullah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Vefatından üç gün önce Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ı şöyle


buyururken dinledim:

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek (iyi
düşünerek) ölsün.”[48]

İyiliğin Seni Sevindirsin!


15. İman hayata geçmeli, hayata anlam katmalı ve hayata kalite
kazandırmalıdır. İman bizi canlandırmalı, heyecanlandırmalı, aşkımızı ve
şevkimizi artırmalıdır. Bunu anlamak için de yaptığımız iyiliklerimiz bizi
sevindiriyor, mutlu ediyorsa; kötülüklerimiz, günahlarımız da içimizi
sıkıyorsa imanımızın farkına varıyoruz demektir.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Adamın biri Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a,

“İman nedir?” diye sorunca, Hz. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam,


“Yaptığın iyilik seni sevindiriyor, yaptığın kötülük de üzüyorsa sen Mü’min
birisindir” buyurdu.

Adam, “Günah nedir?” diye sorunca da, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“Bir şey içine sinmiyorsa onu bırak” buyurdu.[49]


Dosdoğru Ol!
16. İmanımız bizi yönlendirmeli, bize yön vermelidir; hayatın bütününe
hâkim olmalı, istikamet kazandırmalıdır. Mü’min doğru insandır. “İman
ettim” diyorsa, hareket ve çizgisini inancına göre belirlemelidir. Bunun da
yolu dürüstlüğü ve düzgünlüğüdür. Kur’ân’ın dediği gibi olmaktır:
“Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler iner.”[50]

Süfyan bin Abdullah es-Sekafi radıyallâhü anh anlatıyor:

“Dedim ki Yâ Resûlallah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu
senden sonra hiç bir kimseye sormayayım.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol!”[51]

Güvenilir İnsan Ol!


17. Mü’minden, Müslümandan kimse çekinmemeli, korkmamalı,
güvensizlik duymamalı; hiç kimse zarar görmemelidir. Bediüzzaman’ın
dediği gibi “Doğru İslâmiyet’i, İslâmiyet’e layık doğruluğu” temsil etmeli,
göstermelidir. Peygamberimiz’in en çok bilinen ve düşmanları tarafından da
takdir edilen ahlâki emîn/güvenilir bir insan olmasıdır.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

“Bir adam Resûlullah aleyhissalatü vesselam’a, ‘Müslümanların hangisi


daha hayırlıdır?” diye sordu.

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle buyurdu:

“Elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir. Muhacir de


Allah’ın yasakladığını terk edendir.”[52]

İmanın Lezzetini Tat!


18. İman çok tatlı, çok lezzetli bir nimettir. Bu tadı her an hissetmenin bir
yolu vardır. Allah ve Resûlünün sevgisi hep öncelikli olmalı, her şeyde
Allah’ın ve Resûlullah’ın sevgisine taşımalıdır. Küfre düşmeyi, imanını
kaybetmeyi de en büyük bir felaket ve en acıklı bir azap olarak bilmelidir.
Peygamberimiz’in verdiği bu ölçü hep gözümüzün önünde durmalıdır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlüllah Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle buyurdu:

“Üç şey vardır, bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur:

1. Bir kimseye Allah ve Resûlü, başkalarından daha sevgili olmak.

2. Bir kimse sevdiğini yalnız Allah için sevmek.

3. Bir kimseyi, Allah küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten


ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmektir.”[53]

İmanın Tadını Böyle Al!


19. Yemeğin tadını alamayacak olsak yiyemeyiz, yaşamanın tadını
duyamasak hayat işkence olur. İman da böyledir. İman bize büyük bir lezzet
vermelidir. Bunun tek yolu varsa, o da şu üç hakikate göre hayatı
güzelleştirmektir.

Abbas bin Abdulmuttalib radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve Resûlullah olarak da Muhammed


aleyhissalâtü vesselamı seçen kimse, imanın tadını almıştır.”[54]

En Sevaplı Amelin İman Olsun!


20. Amel, iş ve davranış demektir. Allah için yapılan kulluk ve sevaplı
ibadetlerdir. Buna sâlih amel de denir. Allah ve Resûlüne hakiki anlamda
bir iman olunca diğer ameller de bir değer kazanır. Çünkü iman bir binanın
temelidir, bir ağacın köküdür. Temel, kök sağlam olacak ki, bina ve ağaç
sağlam/güçlü olsun.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a,

“En sevaplı amel hangisidir? diye soruldu. Resûlullah aleyhissalatü


vesselam:

Allah’a ve Resûlüne iman etmektir, buyurdu.

Ondan sonra hangisi? diye soruldu.

Allah yolunda cihaddır, buyurdu.

Ondan sonra hangisi? denildi.

Makbul olmuş hacdır, cevabını verdi.”[55]

Çok Selam Ver!


21. İslâm’ın şartları bellidir ve biliyoruz. Bir de Müslüman ve Müslümanlık
vardır. Müslümanlığın en önemli şartı, Müslümanın yaşantısından belli olur.
İlk öne çıkanları Peygamberimiz bildiriyor. Bu aynı zamanda en hayırlı
Müslüman anlamına da geliyor. İki kelimeyle özetlersek: Selam ve ikram.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Bir kimse Resûlullah aleyhissalatü vesselam’a:

“İslâm’ın en hayırlısı nedir?” diye sordu.

Resûlullah aleyhissalatü vesselam:

“Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir” buyurdu.


[56]
Allah’ı Hiçbir Şeye Benzetme!
22. Allah hiçbir şeye benzemez. O’nun dengi, eşi ve benzeri yoktur, olamaz
da. Çünkü Allah, yarattıkları varlık cinsinden değildir. İnsanın aklına ne
gelirse gelsin, Allah onların hiçbirisi değildir. İnsan kendi ruhunu bile bir
şeye benzetemezken, ruhu yaratan Allah’ı neye benzetebilir? Böyle bir şey
mümkün olmadığı hâlde, insanın Allah’ı bir şeye benzetmesi çok büyük bir
günahtır.

Abdullah bin Amr bin Şurahbil radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam:

“Yâ Resûlallah! Allah katında hangi günah en büyüktür?” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Seni yaratmış olduğu hâlde, Allah’ın bir benzerinin olduğuna inanmandır”


buyurdu.[57]

Zerre Kadar İmanın Varsa Cehennemde


Kalmazsın
23. İman bir nurdur. Bu nurun en küçük bir parçası bile insanı kurtarır.
Bunun için zayıf bile olsa, iman sahibi bir mü’min, o imanı sayesinde
cehennem azabından azat olur. Allah, o imanı taşıyan kulu ebedî olarak
cehennemde bırakmaz. Bu hadis, imanın çok büyük bir kıymet olduğuna
işaret eder.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (iman)
bulunan kimse cehennem‘den çıkacaktır.
Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır (iman)
bulunan kimse cehennem‘den çıkacaktır.

Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse


cehennemden çıkacaktır.”[58]

Cenazeye Katılmak Bir İman İşidir


24. İnsan imanını yaşamalı ve imanın etkisini üzerinde göstermelidir.
Mesela cenaze namazı farz-ı kifaye bir ibadet olduğu hâlde bir iman işidir.
Bir insan, hiçbir dünyevi düşüncesi olmadan bir din kardeşinin cenaze
merasimine katılıyorsa, bu hareketin itici gücü, sağlam bir imana sahip
olmasıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Her kim imanı sebebiyle ve sevabını yalnız Allah’tan umarak bir


müslümanın cenazesine katılır, üzerine namaz kılıp defnedilmesini
bitirinceye kadar beraber bulunursa, iki kırat sevapla döner. Kıratların her
biri Uhud dağı gibidir.

Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defin işlemi bitmeden önce
dönerse, bir kırat sevapla dönmüş olur.”[59]

Evden İmanlı Olarak Çık!


25. Bir mü’minin, en küçük günlük işlerinin dahi altında bir iman alameti
yatar. Günün bir saatinde evinde çıkarken, Rabbine olan imanını dile getirir,
Allah’ın adını anar ve Allah’a tevekkülünü dile getirirse, bu da bir iman
işine girer.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Kim evinden çıkarken, Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’a güveniyorum.
Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak
Allah’ın tevfik ve yardımıyladır” derse, kendisine:

“Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun, diye


cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.”[60]

İmanlı Kişinin Kalbi İncedir


26. İmanın yeri kalptir ve iman kalben tasdik edilerek elde edilir. İman
kalpte bulunduğu süre içinde kalp incelir ve canlanır. Mü’min, imanı
sayesinde ince ruhludur, narindir, zariftir ve naziktir. Çevresine sevgiyle ve
şefkatle davranır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi
(ince ve güven içinde)dir.”[61]

Peygamberimiz’in İman Duası


27. İnsan imanını dile getirmeli, seslendirmeli ve ortaya çıkarmalı, duasıyla
da bu hâli ifade etmelidir. Peygamberimiz imanın en üstün mertebesinde
olduğu için dualarında sürekli imanını seslendirirdi. Bizim ise buna daha
çok ihtiyacımız vardır.

Abdullah bin Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şu duayı çok sık yapardı:

“Allah’ım! Sana teslim oldum, Sana inandım, Sana dayandım. Yüzümü,


gönlümü Sana çevirdim, Senin yardımınla düşmanlara karşı mücadele
ettim.
“Allah’ım! Beni saptırmandan yine Sana, Senin büyüklüğüne sığınırım.
Senden başka ilah yoktur. Ölmeyecek diri olan yalnız sensin. Cinler ve
insanlar ise hep ölümlüdürler.”[62]

En Mükemmel İman Peygamberimizi Sevmektir


28. Sağlam imanın en büyük ve kalıcı ölçüsü, Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’ı her şeyden çok sevmektir. Çünkü iman nimetini getiren, iman
etmeyi öğreten, mü’min olmayı anlatan ve imanımızı nasıl koruyacağımızı
ders veren odur. O Allah’ın yanımızdaki elçisi olması dolayısıyla da bize
Allah’ı tanıtan, bildiren ve sevdirendir. Ona her zaman minnet borcumuz
vardır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hiç bir kul, ben kendisine çoluğundan çocuğundan, malından ve bütün


insanlardan daha sevgili olmadıkça (kâmil) iman etmiş sayılamaz.”[63]

İman, Din Kardeşini Düşünmektir


29. İmanın mü’minler arasında bir alameti olmalıdır. Mü’min bencillik
yaparak kendini düşünemez, aynı imanı paylaştığı diğer mü’min
kardeşlerini de düşünmeli, onların da faydasına çalışmalıdır.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hiçbiriniz kendiniz için arzu ettiğinizi, kardeşiniz için de arzu etmedikçe


tam iman etmiş olmaz.”[64]

İman Hayırlı Söz Söylemektir


30. Mü’minin her hâli imanından kaynaklanmalı, imanından belli olmalıdır.
Konuşurken hiçbir zaman yalana tevessül etmemelidir. Komşusuna ikram
etmeli, aksini düşünmemeli ve yapmamalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin yahut
sussun!

Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa komşusuna ikram etsin.

Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikram etsin.”[65]

İman Kötülüğe Engel Olmaktır


31. İmanımız ne kadar zayıftır, ne kadar sağlamdır ve kuvvetlidir? Bunun
en önemli ölçülerinden birisi de, insanın bir zulüm ve kötülük karşısındaki
duruşu ve tutumudur. Mü’min, imanının kuvvetine göre haramlar ve
günahlar karşısında tavır koyar. Elinden hiçbir şey gelmiyor ve sadece
kalbiyle nefret ediyorsa, işte bu, zayıf bir imanın var oldğunu gösterir.

Ebû Bekir bin Ebî Şeybe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin.

Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin.

Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıfı budur.”[66]

İmanın Dört Zirve Özelliği


32. İman bir şuur, bir bilinç ve bir irfan işidir. İmanlı insan, olaylar
karşısında hep imanına göre hareket eder. Allah’tan gelene sabrıyla karşılık
verir, kendisi için çizilen ilâhi programa razı olur, gerçek anlamda Allah’a
dayanır, güvenir ve Allah’a teslim olur.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İmanın dört zirvesi vardır:

1. Allah’ın hükmüne sabretmek.

2. Kadere razı olmak.

3. İhlasla tevekkül etmek.

4. Allah’a teslim olmaktır.”[67]

Mü’min Arıya Benzer


33. Mü’min örnek kişidir, taklit edilecek insandır. Her hâli iyidir, her
yaptığı güzeldir, her davranışı faydalıdır. Hiçbir yanı ve yönü kimseyi
rahatsız etmez. Peygamberimiz’in mü’mini bal arısına benzetmesi, bu
açıdan çok anlamlıdır.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min bal arısına
benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu
yeri de) kırmaz ve bozmaz.”[68]

Mü’min Altına Benzer


34. Mü’min hiçbir zaman değer kaybetmez, değerden düşmez. Çünkü imanı
sayesinde değişmez bir kıymet kazanmıştır. Her zaman da aranan bir
insandır. Bundan dolayı Peygamberimiz mü’mini altına benzetir.
Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min altın
parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.”[69]

Mü’min Güzel Koku Satana Benzer


35. Elinden geldiği kadarıyla imanını hayatına geçirmeye çalışan bir
mü’min, etrafına faydalı olmalı, kimseye rahatsızlık vermemeli, kimseyi
incitmemeli, kimsenin üzerinde olumsuz bir etki bırakmamalıdır.
Peygamberimiz bu örnekliliği temiz koku satan kokucuya benzetir.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’min güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana
faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan sana
faydası olur.”[70]

Mü’min Sıkıntıdan Kurtulamaz


36. İmanını hep önde tutan, mü’mince yaşamaya çalışan bir Müslümanın
imtihanı bitmez, sıkıntıları azalmaz. Birisi biter, diğeri başlar. Çektiği her
sıkıntı, katlandığı her imtihan, onu daha çok Rabbine yaklaştırır. Ne kadar
kaçsa da onu bir dert ve acı karşılar. Fakat önemli olan, acıyı gönderenden
bilmektir, tatlıya çevirmektir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min keler (kertenkele) deliğine bile girse, Allah orada ona sıkıntı
verecek birini veya bir münafığı musallat eder.”[71]
Sade Yaşamak İmandandır
37. Lüks ve şatafat mü’minin ruhunu sıkar. Onu sadelik ve gösterişsiz bir
hayat rahat ettirir. Bir Peygamber sünneti olan sade hayat, imrenilmesi
gereken bir hayat tarzıdır. Üstelik başkalarının gözünün kaldığı bir yaşantı
makbul de değildir.

Abdullah bin Ebi Ümame’nin babasından bildirdiğine göre Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sade ve gösterişsiz olmak imandandır, sade ve gösterişsiz olmak


imandandır.”[72]

İnsanlarla İyi Geçin!


38. Mü’miniz elhamdülillah, Müslümanız çok şükür. Ama insanlarla
geçimimiz nasıl? Çevremizle iyi ve hoş geçinmeye çalışıyor muyuz? Hiç
kimseyi kırmadan, üzmeden, canını sıkmadan birarada bulunabiliyor
muyuz? İşte ancak imanımızı bu hâlde oraya koymuş, imanımızı bu şekilde
hayata geçirmiş oluruz.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Size imanı en mükemmel olanınızı bildireyim mi? Ahlâk olarak en güzel


ve mütevazı olanlarınız; insanlarla iyi geçinen, onları seven ve onlar
tarafından sevilenlerinizdir.”[73]

En Akıllı Kişi İnsanlarla İyi Geçinendir


39. Herkes aklından memnundur, kimse aklını şikâyet etmez. Önemli olan
aklı yerinde ve zamanında kullanmaktır. Bunun da en ideal yolu, aklımızı
imanımızın emrine ve kontrolüne vermektir.

İbnu’l-Müseyyeb radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’a imandan sonra kişinin yapacağı en akıllıca iş, insanlarla iyi
geçinmektir.”[74]

Seven ve Sevilen İnsan Ol!


40. İmanı yaşamanın en açık hâli insanları sevmek ve insanlar tarafından
sevilmektir. Bu açıdan mü’minleri sevmek bir iman işi olduğu gibi,
mü’minler tarafından sevilmek de bir iman işidir. Sevilmek, sevmekten
geçer. Bir de-Allah korusun-her ikisi de yoksa bu ciddi bir kayıptır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min hem seven, hem de sevilendir. Sevmeyen ve sevilmeyen kişide


hayır yoktur.”[75]

Uyumlu Ol!
41. Mü’minler olarak birbirimize destek olmak, birbirimizle uyumlu olmak,
birbirimizden nefret etmemek, aramızda güzel ve müjdeli haberleri yaymak
bugünkü kadar hiçbir zaman hayatî bir önem taşımamıştır. Sadece bu hadisi
yaşasak bile birçok sorunu aşarız.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, Muaz bin Cebel ve Ebû Musa’yı


Yemen’e gönderirken onlara şöyle nasihatte bulundu:

“Birbirinize destek olun. Birbirinizle uyumlu olun. Müjdeleyin, nefret


ettirmeyin.”

Muaz insanlara hitap edip onları İslâm’a ve Kur’ân bilgisine sahip olmaya
teşvik etti. Dedi ki: “Size cennetlikleri ve cehennemlikleri haber vereyim
mi? Eğer bir adam hayırla anılıyorsa o cennetliktir. Eğer kötülükle
anılıyorsa o da cehennemliktir.”[76]

Günahlarını Dağ Gibi Gör!


42. Günah işlemeyen bir kişi olmaz. Hepimiz şu veya bu şekilde günahlara
gireriz. Ama günahlar büyük de olsa, küçük de olsa ağırlığından belimizi
bükmeli, dizimizi kırmalıdır. Bir de günahlar küçük de olsa, başımıza
düşecek dağ gibi olmalı ki, imanımız sağlam kalsın. Mü’minle münafıkın
farkı bu hadisten anlaşılır.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’min, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Facir
(utanmadan günah işleyen) kimse ise günahlarını burnunun üzerine konan
ve kovalayınca kaçacak olan bir sinek gibi görür.”[77]

Niyetine Göre Karşılık Görürsün


43. Bütün seferler, seyahatler, göçler ve hicretler Allah’a ve Resûlüne,
Allah ve Resûlü için olmalıdır. Hareketlerimizi imanımız ve niyetlerimiz
belirlemelidir. Çünkü amelden ve ibadetten önce halis ve temiz bir niyet
taşımak gerektir. Bunun için şu üçlü sıralama, hep göz önünde tutulmalıdır:
İman, niyet ve amel...

Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ameller niyete göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır.

Bunun için kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne yönelmişse, onun hicreti


Allah’a ve Resûlünedir.
Artık kavuşacağı bir dünya veya evleneceği bir kadından dolayı hicret
etmişse, onun hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.”[78]

Farz İbadetler Kurtarır


44. Farzları yapan, büyük günahları işlemeyen yakayı kurtarır, kurtuluşa
erer. Çünkü imandan sonra bu iki esasın yaşanması gerekir. Sadece farzların
insanı kurtaracağını bildiren bu hadis-i şerif zamanımız insanı için o kadar
bir rahatlık ve kolaylıktır ki, dini zorlaştırmaya hiç gerek kalmamaktadır.

Bu hadis, aynı zamanda şu âyetin tefsiri mahiyetindedir. “Şüphesiz iman


edip sâlih ameller işleyenler, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin
mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da
olmayacaklardır.“[79]

Talha bin Ubeydullah radıyallâhü anh anlatıyor:

Necd halkından saçı darmadağınık (fakir) bir kimse Resûlullah


aleyhissalatü vesselam’a geldi. Uzaktan sesini karmakarışık duyuyor, fakat
ne söylediğini anlayamıyorduk. Sonunda yaklaştı, meğer İslâm’ın ne
olduğunu soruyormuş. Bu suale karşı Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm
şöyle buyurdu:

“Bir gün, bir gece içinde beş namazdır.” O zât:

“Üzerimde bu namazlardan başkası da olacak mı?” diye sordu.

“Hayır, meğerki kendiliğinden kılasın.” buyurdu.

Ondan sonra Resûlullah aleyhissalatü vesselam:

“Bir de Ramazan orucu.” buyurdu. O zât:

“Üzerimde bundan başkası da olacak mı?” diye sordu. O da:

“Hayır, meğerki kendiliğinden tutasın.” cevabını verdi.


Talha der ki: Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm zekâtı da ona söyledi. O zât
yine:

“Üzerimde bundan başkası da olacak mı?” diye sordu. Yine Resûlullah


aleyhissalatü vesselam:

“Hayır, meğerki kendiliğinden veresin.” cevabını verdi. Bunun üzerine (o


Necdli fakir zât):

“Vallahi bundan ne fazla, ne eksik bir şey yapacak değilim.” diyerek


arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Resûlullah aleyhissalatü vesselam:

“Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu gitti.” buyurdu.[80]

İslâm’a Girenin Bütün Günahları Silinir


45. Bir insan İslâm’a girdikten ve İslâm’ı kabul ettikten ve İslâm’ı
yaşadıktan sonra daha önce işlemiş olduğu bütün günahları affedilir,
sıfırlanır, yeni dünyaya gelmiş gibi olur, hayatında tertemiz bir sayfa açılır.

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir kul Müslüman olur ve Müslümanlığı da güzel olursa, Allah onun daha
önce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter.”[81]

İbadette Elinden Geleni Yap!


46. Biz kuluz, herşeyden olduğu gibi ibadetten de çabuk usanabiliriz. Aynı
şevkimizi, aynı hızımızı devam ettiremeyebiliriz. Bunun için başta farz
ibadetler olmak üzere elimizden gelenleri yapalım, kendimizi sıkmayalım,
zorlama yoluna gitmeyelim.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalatü vesselam, Âişe’nin yanında bir kadın varken
yanlarına girdi.

“Bu kadın kimdir?” diye sordu. Âişe:

“Falanca kadındır” dedi ve o kadının kıldığı namazları anlatmaya başladı.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ise:

“Bu sözü bırak. Devamlı olarak elinizden gelen şeyleri yapınız. Yoksa,
Allah’a yemin olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz” buyurdu.[82]

Münafıklığın Dört Özelliği


47. İmanı tehlikeye atan en büyük yanlışlardan biri de, kalpte nifakın
yeşermesi veya nifak alametlerinin bulunmasıdır. Nifak alametlerinin neler
olduğunu Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bildiriyor ve buna göre
ayağımızı denk almamızı ders veriyor.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Dört şey her kimde bulunursa tam bir münafık olur; her kimde bunların bir
parçası bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir huy
kalmış olur. Bunlar şunlardır:

“Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ihanet etmek,

Söz söylerken yalan söylemek,

Söz verdiği zaman sözünden dönmek,

Düşmanlık ettiği zaman aşırı gidip haktan ayrılmaktır.”[83]

[26] Âl-i İmran, 3:191.


[27] Ra’d, 13:3.

[28] Nahl, 16:10,11,12.

[29] Câsiye, 45:13.

[30] el-Heysemî, Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:10716.

[31] Kenzü’l-Ummâl, Hadis No:5710.

[32] el-Heysemî, Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:10505.

[33] Nur, 24:35.

[34] Kenzü’l-Ummâl, Hadis No:5704; el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis


No:10507; el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis No:3345.

[35] Şûra, 42:11.

[36] İhlas, 112:4.

[37] Kenzü’l-Ummâl, Hadis No:5705; el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis


No:10506.

[38] es-Suyûtî. el-Mûcemu’s-Sağîr, Hadis No:6433.

[39] es-Suyûtî. el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis No:1116.

[40] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:204.

[41] Hadid, 57:4.

[42] Mücadele,58:7.

[43] Müslim, İman:136.

[44] Feyzü’l-Kadir, 2:324; el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:158.

[45] Müsned, 2:359; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:256.


[46] Müslim, İman:58.

[47] İbni Mâce, Mukaddime, iman:61.

[48] Müslim, Cennet:81,82; Ebû Dâvûd, Cenâiz:13.

[49] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6594.

[50] Fussilet, 41:30.

[51] Müslim, İman:62.

[52] Müslim, İman 64; Buharî, İman:3.

[53] Müslim, İman:67; Buharî, İman:8.

[54] Müslim, İman:56.

[55] Buharî, İman:17.

[56] Buharî, İman:19.

[57] Müslim, İman:142.

[58] Buharî, İman:33.

[59] Buharî, İman:35.

[60] Ebû Dâvûd, Edeb:103; Tirmizî, Daavât:34.

[61] Müslim, Cennet:27; Müsned, 2:331.

[62] Müslim, Zikir:67. Ayrıca bakınız: Buharî, Teheccüd:1, Tevhîd:7, 8, 24,


35; Müslim, Müsâfirîn:199; Ebû Dâvûd, Salât:119; Tirmizî, Daavât:29;
Nesâî, Kıyâmü’l–leyl:9; İbni Mâce, İkâmet:180.

[63] Müslim, İman:69; Buharî, İman:7.

[64] Müslim, İman:71; Buharî, İman:6.


[65] Müslim, İman:74.

[66] Müslim, İman:79.

[67] Feyzü’l-Kadir, 3:561.

[68] Müsned, 2:199; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:110;1:76; Beyhakî,


Şuabu’l-Îman, Hadis No:5382.

[69] Müsned, 2:199; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:110;1:176; Beyhakî,


Şuabu’l-Îman, Hadis No:5382.

[70] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 12:319.

[71] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12237.

[72] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7785.

[73] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7765.

[74] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8089.

[75] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7766.

[76] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:756

[77] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame:49; Müsned, 1:382.

[78] Buharî, İman:41.

[79] Bakara, 2:277.

[80] Buharî, İman:34.

[81] Buharî, İman:31.

[82] Buharî, İman:32.

[83] Buharî, İman:24.


“Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür edin, fakat Allah’ın zatı
hakkında tefekkür etmeyin, helak olursunuz.”[37]

“Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür edin, Yaratıcı hakkında


tefekkür etmeyin. Çünkü siz Allah’ı, şanına uygun şekilde
kavrayamazsınız.”[32]

Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikram etsin.”[65]

“Yüce Allah’a imandan sonra kişinin yapacağı en akıllıca iş, insanlarla iyi
geçinmektir.”[74]

“İmanın en üst seviyesi, Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)


sözüdür, en alt seviyesi ise, eziyet verecek şeyi yoldan kaldırmaktır.”[46]

Geceyi ve gündüzü, Güneşi ve Ayı O sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da


Onun emriyle size hizmet eder. Akıl eden bir topluluk için bunda âyetler
vardır.”[28]

“Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir” buyurdu.


[56]

“Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun, diye


cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.”[60]

16. İmanımız bizi yönlendirmeli, bize yön vermelidir; hayatın bütününe


hâkim olmalı, istikamet kazandırmalıdır. Mü’min doğru insandır. “İman
ettim” diyorsa, hareket ve çizgisini inancına göre belirlemelidir. Bunun da
yolu dürüstlüğü ve düzgünlüğüdür. Kur’ân’ın dediği gibi olmaktır:
“Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler iner.”[50]

Bu hadis, aynı zamanda şu âyetin tefsiri mahiyetindedir. “Şüphesiz iman


edip sâlih ameller işleyenler, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin
mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da
olmayacaklardır.“[79]

“Nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir.”[42]


Makbul olmuş hacdır, cevabını verdi.”[55]

5. Yüce Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, “Allah nasıldır, nicedir” gibi
düşünceler insanı yanlışa, felakete ve tehlikeye götürür. Çünkü Kur’ân’ın
anlattığı gibi, ”Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”[35] İhlas Sûresi’nde de
bildirildiği gibi, ”Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[36]

“Mü’min hem seven, hem de sevilendir. Sevmeyen ve sevilmeyen kişide


hayır yoktur.”[75]

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min altın
parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.”[69]

Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defin işlemi bitmeden önce
dönerse, bir kırat sevapla dönmüş olur.”[59]

Artık kavuşacağı bir dünya veya evleneceği bir kadından dolayı hicret
etmişse, onun hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.”[78]

“Size imanı en mükemmel olanınızı bildireyim mi? Ahlâk olarak en güzel


ve mütevazı olanlarınız; insanlarla iyi geçinen, onları seven ve onlar
tarafından sevilenlerinizdir.”[73]

“Elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir. Muhacir de


Allah’ın yasakladığını terk edendir.”[52]

“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi
(ince ve güven içinde)dir.”[61]

4. Gökteki ve yeryüzündeki varlıklar üzerinde tefekkür etmek imanı


kuvvetlendirir. Sema ötesi âlemleri Allah’ın nuru kaplamıştır ve oraları
insanın aklına sığıştırması mümkün değildir. Kur’ân’ın ifadesiyle “Allah
göklerin ve yerin nurudur.”[33]

[28] Nahl, 16:10,11,12.

[26] Âl-i İmran, 3:191.


[27] Ra’d, 13:3.

[35] Şûra, 42:11.

[36] İhlas, 112:4.

[33] Nur, 24:35.

[34] Kenzü’l-Ummâl, Hadis No:5704; el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis


No:10507; el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis No:3345.

[31] Kenzü’l-Ummâl, Hadis No:5710.

[32] el-Heysemî, Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:10505.

[29] Câsiye, 45:13.

[30] el-Heysemî, Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:10716.

[37] Kenzü’l-Ummâl, Hadis No:5705; el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis


No:10506.

[38] es-Suyûtî. el-Mûcemu’s-Sağîr, Hadis No:6433.

[39] es-Suyûtî. el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis No:1116.

[46] Müslim, İman:58.

[47] İbni Mâce, Mukaddime, iman:61.

[44] Feyzü’l-Kadir, 2:324; el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:158.

[45] Müsned, 2:359; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:256.

[42] Mücadele,58:7.

[43] Müslim, İman:136.

[40] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:204.


[41] Hadid, 57:4.

[71] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12237.

[72] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7785.

[69] Müsned, 2:199; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:110;1:176; Beyhakî,


Şuabu’l-Îman, Hadis No:5382.

[70] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 12:319.

[77] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame:49; Müsned, 1:382.

[78] Buharî, İman:41.

[75] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7766.

[76] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:756

[73] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7765.

[74] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8089.

[82] Buharî, İman:32.

[83] Buharî, İman:24.

[80] Buharî, İman:34.

[81] Buharî, İman:31.

[79] Bakara, 2:277.

Muaz insanlara hitap edip onları İslâm’a ve Kur’ân bilgisine sahip olmaya
teşvik etti. Dedi ki: “Size cennetlikleri ve cehennemlikleri haber vereyim
mi? Eğer bir adam hayırla anılıyorsa o cennetliktir. Eğer kötülükle
anılıyorsa o da cehennemliktir.”[76]

[48] Müslim, Cennet:81,82; Ebû Dâvûd, Cenâiz:13.


[49] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6594.

[50] Fussilet, 41:30.

[57] Müslim, İman:142.

[58] Buharî, İman:33.

[55] Buharî, İman:17.

[56] Buharî, İman:19.

[53] Müslim, İman:67; Buharî, İman:8.

[54] Müslim, İman:56.

[51] Müslim, İman:62.

[52] Müslim, İman 64; Buharî, İman:3.

Ulaşamayacağınız arzular besliyorsunuz.”[38]

[60] Ebû Dâvûd, Edeb:103; Tirmizî, Daavât:34.

[61] Müslim, Cennet:27; Müsned, 2:331.

[59] Buharî, İman:35.

[68] Müsned, 2:199; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:110;1:76; Beyhakî,


Şuabu’l-Îman, Hadis No:5382.

[66] Müslim, İman:79.

[67] Feyzü’l-Kadir, 3:561.

[64] Müslim, İman:71; Buharî, İman:6.

[65] Müslim, İman:74.


[62] Müslim, Zikir:67. Ayrıca bakınız: Buharî, Teheccüd:1, Tevhîd:7, 8, 24,
35; Müslim, Müsâfirîn:199; Ebû Dâvûd, Salât:119; Tirmizî, Daavât:29;
Nesâî, Kıyâmü’l–leyl:9; İbni Mâce, İkâmet:180.

[63] Müslim, İman:69; Buharî, İman:7.

“Mü’min güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana
faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan sana
faydası olur.”[70]

“Yeri yayan ve onda dağlar ve ırmaklar yaratan da O’dur. O, her üründen


ikişer eş yaratır; geceyi gündüzün üstüne örter. Tefekkür eden bir topluluk
için bunda âyetler vardır.”[27]

“Hiçbiriniz kendiniz için arzu ettiğinizi, kardeşiniz için de arzu etmedikçe


tam iman etmiş olmaz.”[64]

4. Allah’a teslim olmaktır.”[67]

“Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”[41]

“Biz ergenlik çağına ermek üzere birer genç iken Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm ile beraber idik. Biz Kur’ân-ı Kerimi öğrenmeden önce imanı
öğrendik. Ondan sonra Kur’ân’ı öğrendik. Kur’ân sayesinde de imanımız
arttı, (daha da kuvvetlendi).”[47]

“Muhakkak ki, iman sizden birinizin kalbinde, elbisenin eskimesi gibi eskir.
Öyleyse Yüce Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyiniz.”[44]

“Bir kul Müslüman olur ve Müslümanlığı da güzel olursa, Allah onun daha
önce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter.”[81]

3. Bir kimseyi, Allah küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten


ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmektir.”[53]

Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse


cehennemden çıkacaktır.”[58]
“Mü’min, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Facir
(utanmadan günah işleyen) kimse ise günahlarını burnunun üzerine konan
ve kovalayınca kaçacak olan bir sinek gibi görür.”[77]

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak
sizin hizmetinize verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler
vardır.”[29]

5. Yüce Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, “Allah nasıldır, nicedir” gibi
düşünceler insanı yanlışa, felakete ve tehlikeye götürür. Çünkü Kur’ân’ın
anlattığı gibi, ”Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”[35] İhlas Sûresi’nde de
bildirildiği gibi, ”Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[36]

İnsanların en hayırlısı Allah’ın nimetleri üzerinde tefekkür edenlerdir,


insanların en şerlisi de Allah’ın nimetleri üzerinde tefekkür
etmeyenlerdir.”[30]

“Allah’a iman etmekle O’nun yolunda cihad etmektir.”[43]

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min bal arısına
benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu
yeri de) kırmaz ve bozmaz.”[68]

“Kabirlere tefekkürle bak ve öldükten sonra dirilmekten ibret al!”[39]

“Sade ve gösterişsiz olmak imandandır, sade ve gösterişsiz olmak


imandandır.”[72]

“Bu sözü bırak. Devamlı olarak elinizden gelen şeyleri yapınız. Yoksa,
Allah’a yemin olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz” buyurdu.[82]

“Bir şey içine sinmiyorsa onu bırak” buyurdu.[49]

“Onlar ayaktayken de, otururken de, yatarken de Allah’ı anarlar ve göklerin


ve yerin yaratılışını tefekkür ederler: ‘Bunları boşuna yaratmadın, ey
Rabbimiz! Seni bütün noksanlardan uzak tutarız. Sen de bizi ateş azabından
koru.“[26]
“Allah’ım! Beni saptırmandan yine Sana, Senin büyüklüğüne sığınırım.
Senden başka ilah yoktur. Ölmeyecek diri olan yalnız sensin. Cinler ve
insanlar ise hep ölümlüdürler.”[62]

“İmanınızı yenileyiniz. Çokça Lâ ilâhe illallah deyiniz!”[45]

“Kişinin nerede olursa olsun, Allah’ın kendisiyle beraber oluğunu bilmesi,


imanın en üstün mertebesidir.”[40]

“Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu gitti.” buyurdu.[80]

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek (iyi
düşünerek) ölsün.”[48]

Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıfı budur.”[66]

“Hiç bir kul, ben kendisine çoluğundan çocuğundan, malından ve bütün


insanlardan daha sevgili olmadıkça (kâmil) iman etmiş sayılamaz.”[63]

“Mü’min keler (kertenkele) deliğine bile girse, Allah orada ona sıkıntı
verecek birini veya bir münafığı musallat eder.”[71]

“Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol!”[51]

Düşmanlık ettiği zaman aşırı gidip haktan ayrılmaktır.”[83]

“Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve Resûlullah olarak da Muhammed


aleyhissalâtü vesselamı seçen kimse, imanın tadını almıştır.”[54]

“Her şey hakkında tefekkür edin, fakat Allahü Teâlâ’nın zatı hakkında
tefekkür etmeyin. Çünkü yedi kat sema ile Kürsi arasında yedi bin perde
vardır, Allah’ın nuru ise hepsinin yücesindedir.”[34]

“Seni yaratmış olduğu hâlde, Allah’ın bir benzerinin olduğuna inanmandır”


buyurdu.[57]

“Bir saat tefekkür, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır.”[31]


SÜNNETE GÖRE VESVESE
“VESVESE” BİR KUR’ÂN KELİMESİDİR. Âraf Sûresi 20. ve Taha
Sûresi 120. ayetlerde açıkça, “Şeytan onlara vesvese verdi” deniliyor.
Şeytan en başta şerri, kötülüğü, günahı, haramı; daha açıkçası Allah’ın
yasakladığı şeyleri yapmamızı ister. Bütün bu yanlışları vesvese vererek
telkin eder.

Şeytan sinsi bir şekilde, fark ettirmeden insanın kalbine kötülükleri,


yanlışlıkları, insanın zararına olan şeyleri fısıldar.

Şeytan, insanın ilgi alanına giren her konuda, her meselede vesvese verir, o
konularda insanı yanıltır, saptırır, kandırmaya, kontrolü altına almaya
çalışır.

Bir insan hangi konuda titizse, hangi konu üzerinde çok duruyor, hangi
konuyu önemsiyorsa, hangi meselenin üzerinde kafa yoruyorsa, şeytan o
konuda insanın üstüne gelir, insanın açıklarını yakalar, aklını çelmeye,
kalbini bozmaya, hayâlini ifsat etmeye gayret eder.

İmanî meselelerde mi hassas, itikadi konularda mı titizliği var, hemen


şeytan araya girer, en olmadık şeylerde şüpheler, tereddütler verir. Allah’ın
varlığını sorgulatır.

Adam yanılmış bir günah işlemiştir. Sonra işlediği günahın sıkıntısını


çekmiş, pişman olmuş, tevbe istiğfar etmiştir. Fakat şeytan o günahı o
kişinin gözünde öyle büyütür, öyle şişirir, öyle kabartır ki, nasıl bir tevbe
ederse etsin, hiçbir şekilde günahlarından temizlenemeyeceğini telkin eder.
Sonunda o insan her şeyden elini eteğini çeker, kendini bir boşluğa atar,
ümitsiz ve karamsar bir psikoloji içine girer.

Hangi konuda olursa olsun vesvese ile uğraşıp durmamalı. Çünkü vesvese
belası öyle bir anda defolup gitmez. Bunun bir temizlenme zamanı vardır.

Vesvese hayâlî bir hastalık olduğu için, hayâle gelen görüntüleri


önemsememeli. Ciddiye alıp üzerinde durmamalı, kafaya takıp meşgul
olmamalıdır.

Hiçbir vesveseyi gözde büyütüp şişirmemelidir. Çünkü şeytanın işi yakıp


yıkmak, tahrip etmek olduğu için, çok küçük şeyleri insanın gözünde
büyütür, şişirir, kabartır. Zaten vesvesenin kendisi elle tutulur, gözle görülür
bir şey değildir. İçeriği, özü ve esası zayıftır.

Vesveseden kurtulmanın en kestirme üç yolu:

İstiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek.

İstiaze: Şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak, sık sık Eûzü Besmele


okumak.

Kur’ân’a ve Sünnete sarılmaktır.

Şeytan Böyle Vesvese Verir


48. Şeytan insana her konuda vesvese verir. Hangi konuda hassas ise, hangi
konuda sıkıntıları varsa, hangi konuda bilgisi az ise o konularda vesvese
verir. Birisinde başarılı olamazsa, sözünü geçiremez, etki edemezse, onu
bırakır, bir başka konuda kafasını karıştırmaya çalışır. Huzurunu, rahatını ve
keyfini kaçırır.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Her sabah şeytan yardımcılarını etrafa yayarken onlara, ‘Müslümana


vesvese verip onu doğru yoldan çevirene taç giydiririm’ der.

“Sonra bir Müslümana gelerek, ‘Bunu karısından boşanıncaya kadar


vesvese vererek yeniden evlenmesine çalışacağım’ diye mırıldanır.

“Sonra bir başkasına gelerek, ‘Onu anne babasına isyan ettirip, yakında
onlara iyilik yaparım şeklinde vesveseyi sürdürürüm’ diye mırıldanır.
“Sonra diğerine gelerek, ‘Onu Allah’a şirk koşuncaya kadar sensin, sensin
(Senden büyük yok) diye vesveseyi sürdürürüm.’ şeklinde mırıldanır.

“Sonra diğer birisine gelerek, ‘Birisini öldürünceye kadar sen haklısın, sen
haklısın, diyerek ona vesveseyi sürdürürüm’ diye mırıldanır. Sonunda
başlarına tacı giydirir (başlarına belayı açar.)”[84]

Vesvese Gelince “Allah’a ve Resûlüne İnandım”


de!
49. Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Vesvese, şeytanın insanın içine attığı şüpheler, vehimler ve tereddütlerdir.


Vesvese bir musibettir, bir derttir ve bir hastalıktır.

Şeytanın verdiği vesveselerin en tehlikelisi de imana, özellikle Allah’a iman


hakkında gelen vesveselerdir. Çünkü şeytan birinci derecede insanın
imanına musallat olur, imanına saldırır, imanına zarar vermek ister.

Bu tür vesveseleri insan hiçbir zaman kendinden bilmemeli, kendi


düşüncesi olarak kabul etmemeli, sahiplenmemeli, benimsememelidir.

Vesvese şeytanın hayâlimize attığı virüslerdir ve mikroplardır. Bunun için


vesveseyi şeytandan bilmeli, üzerinde durmamalı, büyütmemeli,
önemsememeli ve korkmamalı, herhangi bir endişeye kapılmamalıdır.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden birinize şeytan gelerek ‘Seni kim yarattı?’ diye sorar.

O da ‘Allah’ der.

‘Peki, Allah’ı kim yarattı?’ diye sorar.


“Eğer sizden biriniz böyle bir şey hissederse, hemen ‘Ben Allah’a ve
Resûlüne inandım’ desin. Zira bu söz o vesveseyi kendisinden giderir.”[85]

Şeytan Bu Topraklardan Ümidini Kesti


50. Mü’min, dinine, imanına ve İslâmî değerlerine ciddi olarak sarıldığı için
hiçbir şekilde bu nimetlere zarar vermez, zarar vermeye razı olmaz. Tek bir
Allah’a inanır, tek bir kudrete güvenir, tek bir Rabbe ibadet eder. Hiçbir
şekilde kulluğunu zedelemez ve şeytana taviz vermez. Şeytan da bir ümide
kapılmaz, mü’mine, kendine ibadet etme noktasında bir hevese kapılmaz.

Şeytan başta Mekke ve Medine olmak üzere İslâm topraklarında yaşayan ve


Kur’ân’a dayalı sarsılmaz bir imana sahip olan Müslümanları kendine
kulluk etmeleri açısından bir güce kavuşmaz. Yeter ki, mü’minler
imanlarına sahip çıksınlar, ibadetlerle imanlarını sürekli beslesinler.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Seni hak ile gönderene yemin ederim ki,
kalbime öyle bir şey doğuyor ki, onu dile getirmektense, yanıp kül olmayı
tercih ederim.”

Bunun üzerine Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam,

“Allah’a hamdolsun! Şüphesiz ki şeytan bu topraklar üzerinde kendisine


ibadet edilmesinden umudunu kesti. Fakat hafife alınıp basit görülen
amellere razı oldu” buyurdu.[86]

Vesvese İmanın Kendisidir


51. Şeytan hırsızdır. Nasıl ki, hırsız boş eve girmezse, şeytan da imandan
mahrum, dinden uzak insanlara gelmez. İman, insanın maddi değeri
bakımından elmastan daha kıymetli, ebedî bir hazinesidir.

Eğer şeytan iman noktasından vesvese veriyorsa, bilinmelidir ki, kişinin


imanını kıskanıyor, vesveseler vererek imanını tehlikeye atmaya çalışıyor
demektir.
Mü’min bunu bildiğinden dolayı imanını korumak için vesveselere karşı
dikkatli, uyanık ve tedbirli olur. Ne zaman vesvese gelecek olsa, hemen
Tevhide yanaşır, marifetullah bilgisini artırır, ihlasını artırır, taat ve
ibadetlerine daha dikkatli ve şuurlu yapmaya yönelir.

Bunun için sağlam ve hakiki imana sahip olan mü’min, imanına saldıran
şeytanı, eli boş çevirmeye çalışır, canını ve aklını koruduğu gibi imanını da
korumaya özen gösterir.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

İnsanlar, Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam’a kalplerinde hissettikleri


vesveselerden yakınarak şöyle dediler:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bizler kalbimizde öyle bir şey hissediyoruz ki,
herhangi birimiz o hissettiğini dile getirmektense, gökten tepesi üstü
düşmeyi tercih eder.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “İşte o imanın ta kendisidir” buyurdu.[87]

Mü’min Şeytanı Dinlemezse, Şeytan Vesvese Verir


52. Şeytan insana günahı, haram şeyleri, şerleri ve kötülükleri cazip ve
çekici gösterir, bu yanlışların içindeki keyif ve lezzetleri önüne sürer,
ibadetlerden ve namazdan uzaklaştırmaya çalışır.

Mü’min bu konularda kararlı olur, sebat gösterir, taviz vermeye yanaşmaz,


her vesile ile Rabbine yaklaşmaya gayret eder de, ihlasını artırırsa şeytan
buradan girecek kapı bulamayınca bu sefer onun imanına ve itikadına
yönelik vesvese oklarını atmayı dener, kalbinde bir iz ve bir toz bulundurma
yoluna tevessül eder. Fakat mü’min bütün oyunların şeytan tarafından
kurgulandığını bildiği için imanına daha sağlam bir elle sarılır; imanî
meselelerde zayıf ve eksik olduğu noktaları sağlamlaştırma ve
kuvvetlendirme cehdini gösterir.

Umare bin Ebi’l-Hasan radıyallâhü anh amcasına dayanarak anlatıyor:


İnsanlar Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a, onlardan birinin kalbinde
hissettiği ve onu dile getirmektense, ülker yıldızından düşmeyi tercih ettiği
vesvesenin hükmünü sordular.

Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam da, “O apaçık imandır. Kuşkusuz


şeytan kula önce başka konularla yaklaşır. Eğer kul kendisinden korunursa,
kalbine vesvese vermeye çalışır” buyurdu.[88]

Vesvese Böyle Gelir


53. Kur’ân “Allah’ı çok çok zikretmeyi” emreder, birçok dua öğreterek
duaya teşvikte bulunur, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayı tavsiye eder.
Hadislerde Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam zikirle kalbi beslemeyi,
tevbe ve istiğfarla kalbi korumayı sürekli hatırlatır.

Bütün bu ibadetler, şeytanın bizden bir şeyler koparmasına, çalıp


çırpmasına en kalıcı engellerdir. Şeytan bu engellere takıldığından dolayıdır
ki, insana zarar veremez, imanına leke süremez, ibadetlerden soğutamaz.

Fakat kişi şeytana hazırlıksız yakalanırsa, zikri, şükrü ve tefekkür ibadetini


ihmal ederse, Allah korusun, kalbi şeytanın eline geçer. İşte ondan sonra
tehlikeler peşpeşe sıralanır.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kuşkusuz şeytan ağzını Âdemoğlunun kalbi üzerine koyar. Âdemoğlu


zikredince, Allah’ı anınca sıvışıp kaçar, fakat (Allah’ı anmayı) unutunca,
onun kalbini yutar. İşte ‘Vesvasi’l-hannas (sinsi vesveseci)den maksat
budur.”[89]

Kalpte Vesvese mi Var, İlham mı Var?


54.Vesvesenin de, ilhamın da yeri kalptir. Kalpte ya vesvese hâkimdir veya
ilham. Yani kalbe ya şeytan hâkim olmaya çalışır yahut melekler kalbi
hayırlı şeyleri ilham ederek nurlandırır. Melek ilhamına hamd etmeli,
şeytana karşı da euzü okuyarak korunmalıdır.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Âdemoğlunda bir şeytanın lemmesi vardır, bir de meleğin lemmesi vardır.


Şeytanın lemmesi, şerre (küfür, günah ve zulme) teşvik etmek ve hakkı
yalanlamaktır; meleğin lemmesi ise iyiliği ilham etmek ve hakkı tasdik
etmektir. Bunu her kim vicdanında hissederse, Allah’tan olduğunu bilsin ve
Allah’a hamdetsin. Öbürünü hisseden de şeytandan Allah’a sığınsın. Daha
sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şu âyeti okudu:

“Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da, cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder.
Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor.”[90]

Abdest ve Gusül Vesvesesinden Nasıl Korunmalı?


55. Abdest alırken veya guslederken insana su vesvesesi gelir. Kişi ne kadar
yıkansa da bir tarafının kuru kaldığını sanır. Öyle ki bazen saatlerce
musluğun başından ayrılamaz, duşun altından çıkamaz. Buna karşı şeytanın
şerrinden Allah’a sığınmalı, vesveseye karşı yenik düşmemelidir.

Ubey bin Ka’b radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Abdeste musallat olan bir şeytan vardır ki, ona velehan (şaşkınlık veren)
derler. Onun için abdest ve gusülde su vesvesesinden korunun!”[91]

Abdest Vesvesesine Karşı Sünnete Uymalı


56. Abdest vesvesesinden kurtulmanın en etkili çaresi, sünnete göre doğru
abdest almaktır. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam sahabeye sağlam
abdest almayı öğreterek vesveseye düşmemelerini öğretmiştir.
Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Bedevinin birisi Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gelerek nasıl abdest


alınacağını sordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam azalarını üçer defa yıkayarak ona abdest


almayı gösterdi. Sonra da şöyle buyurdu:

“İşte abdest budur. Bundan fazla yapan sünneti terk ederek hata yaptı, sınırı
aştı ve nefsine zulmetti demektir.”[92]

Bu hadisin açıklamasında hadis âlimi İbni Hacer der ki:

“Elini yüzlerce defa yıkadığı hâlde abdestsizliğinin kalkmadığına inanan


çok vesveseli insan gördük.”

Şeytan Namaza Durunca Vesvese Verir


57. Şeytan abdestte vesvese verdiği gibi, namazda da vesvese verir. Namaza
başlamadan önce, namaza durunca, namaz kılarken şeytan sürekli uğraşır.
Namazdan soğutuncaya kadar şeytan çalışır durur. Bu vesveseye karşı
ilgisiz durmalı, ciddiye almamalı, vesvesenin namaza bir zarar vermediğine
inanmalıdır.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Herhangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek, ‘Falan şeyi ve şu şeyi
hatırla’ der. Ta ki, kul gafletle namazdan çıkıp gitsin. Ve herhangi biriniz
yatağında uzanmış iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar
şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.”[93]

Namazda Kaç Rekât Kılındığı Bilinmezse Ne


Yapmalı?
58. Namazdaki şaşırmalarda da şeytanın parmağı vardır. Özellikle kaç rekât
kılıp kılmadığımız hususunda tereddüde düşmemizin altında şeytanın
vesvesesi vardır. Bu vesveseye karşı tek çare sehiv secdesidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz namaza durunca şeytan yanına gelir, onu şaşırtır. Kaç rekât
kıldığını bilemez. Hanginiz böyle bir şeyle karşılaşırsa oturduğu yerde
sehiv secdesi etsin.”[94]

Sehiv secdesi, yanılmayı sonlandıran bir secdedir, şeytanı reddetmektir.


Şeytanın hiç sevmediği secde ibadetini yaparak, onun burnunu yere
sürtmektir.

Bu hadisten şu mana da çıkıyor: Namazda yanılınca çareyi namazın içinde


bulup düzeltmektir.

Şeytan Namazda Yanıltınca Ne Yapmalı?


59. Şeytanın tek isteği ve görevi vardır, o da insanı ibadetten, özellikle
namazdan alıkoymaktır. Kendisi namazdan ve secdeden mahrum kaldığı
gibi, insanlığı da bu nimetten mahrum etmek ve uzak tutmaktır. Efendimiz
Aleyhissalâtü Vesselâm İblis’in bu hedefini açığa çıkarıyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şüphesiz şeytan âdemoğlu ile kalbi arasına girer, hedefinden uzaklaştırır.


Kişi kaç rekât kıldığını bilemez olur. Bu hâl o kişinin başına geleceği
zaman, selam vermeden önce iki secde etsin.”[95]

Vesveseye Karşı Allah’a Sığın!


60. Namazda vesvese ile görevli şeytanın özel bir ismi vardır. Bu özel ismin
ona verilmesinin en önemli hikmeti, yaptığı işin şeytanca büyük bir iş
olmasının yanında, mü’minin uyanık olması, düşmanını çok iyi tanımasıdır.
Çünkü düşman hem özellikleri, hem de adıyla sanıyla bilinirse, kişi ona
göre daha iyi tedbir almaya çalışır.

Osman bin Ebi’l-Âs radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yâ Resûlallah! Şeytan benimle namazımın ve namazda okuyuşumun


arasına giriyor, namazımı karıştırıyor.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle cevap verdi:

“Bu Hinzeb denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin zaman, Allah’a sığın ve
sol tarafına üç defa tükür.”

“Ben bunu yaptım, Allah da onu benden giderdi.”[96]

Vesveseye Sebep Olan Şeyden Uzak Dur!


61. Vesvese, şeytanın insanı meşgul etmesi, özellikle namazda iken
dikkatini dağıtması, onu namazın zevkinden alıkoymaya çalışmasıdır.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın de başına böyle bir hâl gelince,
vesveseye sebep olan şeyi kendinden uzaklaştırdı.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Rasûlullah aleyhissalâtü vesselam, desenli bir elbiseyle namaz kıldı ve


şöyle buyurdu:

“Şu kumaştaki desenler namazda beni meşgul etti. Bu elbiseyi bana hediye
eden Ebû Cehm’e götürün, onun giydiği Enbicaniyye isimli (desensiz, düz)
elbiseyi bana getirin.”[97]

Kalpten Geçenlerden Sorumlu Değilsin


62. Vesvese hayalî bir hastalıktır. Onun için önce hayale gelir, sonra
hayalden kalbe geçer. Fakat vesvese insanın elinde olmadan hayalden ve
kalpten geçen bir düşünce olduğu için, insan vesvesesinden dolayı sorumlu
değildir, bunun içindir ki, günaha girmez.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şüphesiz, dilleri ile söylemedikçe veya fiilen yapmadıkça Allah,


ümmetimin gönüllerinden geçirdikleri şeyleri bağışlamıştır.”[98]

[84] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:81, Hadis No:20.

[85] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:82.

[86] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:91.

[87] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:83.

[88] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:92.

[89] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11560.

[90] (Bakara, 2:268) Tirmizî, Tefsîrü’l-Kurân:3, Hadis No:2988.

[91] Tirmizî, Taharet:43; İbni Mâce, Taharet:48.

[92] İbni Mâce, İkame:48.

[93] İbn Mâce, İkame:32.

[94] Muvatta, Sehiv:1.

[95] İbni Mâce, İkame:135.

[96] Müslim, Selâm:38.


[97] Buharî, Salat:14, Ezan:93; Libas:19; Müslim, Mesacid:61-62; Nesai,
Kıble:20.

[98] Müslim, İman:201.

“İşte abdest budur. Bundan fazla yapan sünneti terk ederek hata yaptı, sınırı
aştı ve nefsine zulmetti demektir.”[92]

“Şu kumaştaki desenler namazda beni meşgul etti. Bu elbiseyi bana hediye
eden Ebû Cehm’e götürün, onun giydiği Enbicaniyye isimli (desensiz, düz)
elbiseyi bana getirin.”[97]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “İşte o imanın ta kendisidir” buyurdu.[87]

[84] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:81, Hadis No:20.

[86] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:91.

[85] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:82.

[98] Müslim, İman:201.

[91] Tirmizî, Taharet:43; İbni Mâce, Taharet:48.

[88] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:92.

[87] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:83.

[90] (Bakara, 2:268) Tirmizî, Tefsîrü’l-Kurân:3, Hadis No:2988.

[89] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11560.

[95] İbni Mâce, İkame:135.

[94] Muvatta, Sehiv:1.

[97] Buharî, Salat:14, Ezan:93; Libas:19; Müslim, Mesacid:61-62; Nesai,


Kıble:20.
[96] Müslim, Selâm:38.

[93] İbn Mâce, İkame:32.

[92] İbni Mâce, İkame:48.

“Herhangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek, ‘Falan şeyi ve şu şeyi
hatırla’ der. Ta ki, kul gafletle namazdan çıkıp gitsin. Ve herhangi biriniz
yatağında uzanmış iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar
şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.”[93]

“Ben bunu yaptım, Allah da onu benden giderdi.”[96]

“Abdeste musallat olan bir şeytan vardır ki, ona velehan (şaşkınlık veren)
derler. Onun için abdest ve gusülde su vesvesesinden korunun!”[91]

“Eğer sizden biriniz böyle bir şey hissederse, hemen ‘Ben Allah’a ve
Resûlüne inandım’ desin. Zira bu söz o vesveseyi kendisinden giderir.”[85]

Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam da, “O apaçık imandır. Kuşkusuz


şeytan kula önce başka konularla yaklaşır. Eğer kul kendisinden korunursa,
kalbine vesvese vermeye çalışır” buyurdu.[88]

“Sizden biriniz namaza durunca şeytan yanına gelir, onu şaşırtır. Kaç rekât
kıldığını bilemez. Hanginiz böyle bir şeyle karşılaşırsa oturduğu yerde
sehiv secdesi etsin.”[94]

“Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da, cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder.
Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor.”[90]

“Kuşkusuz şeytan ağzını Âdemoğlunun kalbi üzerine koyar. Âdemoğlu


zikredince, Allah’ı anınca sıvışıp kaçar, fakat (Allah’ı anmayı) unutunca,
onun kalbini yutar. İşte ‘Vesvasi’l-hannas (sinsi vesveseci)den maksat
budur.”[89]

“Sonra diğer birisine gelerek, ‘Birisini öldürünceye kadar sen haklısın, sen
haklısın, diyerek ona vesveseyi sürdürürüm’ diye mırıldanır. Sonunda
başlarına tacı giydirir (başlarına belayı açar.)”[84]
“Allah’a hamdolsun! Şüphesiz ki şeytan bu topraklar üzerinde kendisine
ibadet edilmesinden umudunu kesti. Fakat hafife alınıp basit görülen
amellere razı oldu” buyurdu.[86]

“Şüphesiz, dilleri ile söylemedikçe veya fiilen yapmadıkça Allah,


ümmetimin gönüllerinden geçirdikleri şeyleri bağışlamıştır.”[98]

“Şüphesiz şeytan âdemoğlu ile kalbi arasına girer, hedefinden uzaklaştırır.


Kişi kaç rekât kıldığını bilemez olur. Bu hâl o kişinin başına geleceği
zaman, selam vermeden önce iki secde etsin.”[95]
SÜNNETE GÖRE ŞAKA
SÜNNET, KIRICI, ÜZÜCÜ VE MORAL bozucu olmamak şartıyla belli
ölçülerde şakaya, diğer bir ifadeyle mizaha ve latifeye yer vermiş, müsaade
etmiştir.

Şaka ve mizah hem dinlendirici bir özellik taşır, hem de insanlar arasında
yakınlığın, samimiyetin ve sevginin artmasına vesile olur. ‘Her şeyin çoğu
zarar, azı karar!’ kuralına göre, aşırıya kaçmadan, birbirini seven insanlar
arasında şakalar yapılır. Çünkü sürekli ciddi, somurtkan insanlar ortamı
sıkar ve çekilmez hâle getirirler. Yani somurtkan kişiler fazla sevilmez.

Yâsin Sûresinin 55. âyetinde cennetliklerin sevinç ve neşe içinde birbiriyle


konuşup şakalaşmaları imrendirici bir dille anlatılır. Bu ayetlerden dostluğu
pekiştirecek, ruhu ferahlatacak tarzda uygun olarak yapılan eğlence ve
şakanın tasvip edildiği anlaşılmaktadır.

Yapılan şakalar dikkatleri toplamak, çevredekilerin usançlarını gidermek,


sevgiyi perçinleştirmek için belli ölçüde yapılır.

Sünnet, mü’minler arasında kardeşliğin gelişmesine, muhabbetin,


hoşgörünün, müsamaha ve affetmenin pekişmesine vesile olduğu için
şakaya, şakalaşmaya, tatlı latifeler yapmaya ve mizaha müsaade etmiştir.

Günümüzde pek çok sünnetle birlikte güzel şakalar ve latifeler de ihmal


edilmiş ve unutulmuştur.

Olur olmaz her yerde, işin tadını kaçırır şekilde her şeyi şakaya vurmayı,
gırgıra almayı, komiklik yapmayı, birtakım sulu ve tatsız şakaları bir tarafa
bırakacak olursak; insanlar asık suratlı olmayı, karamsar, itici, sıkıcı tavırlar
sergilemeyi, resmî ilişkiler, beylik konuşmalar, samimiyetten uzak yapay
davranışlar sergilemeyi bir maharet olarak görüyorlar.

Ama bize her konuda örnek ve önder olan Sevgili Peygamberimiz’in


hayatında şakalara, latifelere sıkça rastlarız.
Hadis kitaplarımızın hepsinde müstakil bir bölüm veya alt başlıklar hâlinde
şaka ve mizaha yer verilir. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Efendimiz
devamlı güler yüzlü idi. Asık suratlı hiç değildi.

Çektiği o kadar zulümlere, işkencelere, açlıklara, Yahudilerin hainliklerine,


münafıkların nifak hareketlerine dağların taşıyamayacağı büyüklükte ağır
yüklere rağmen, mübarek yüzünden hiç tebessüm eksik olmamıştır.
Özellikle kendi hane-i saadetlerinde tatlı şakalar yapar, sahabiler arasında
ferahlatıcı ve sevimli latifelere yer verirdi.

Şaka Yaparken Doğru Konuşmalı


63. Sünnette şaka vardır, ama şakada dikkat edilmesi gereken bir husus,
gerçeklerden ve doğrudan ayrılmamaktır.

Çünkü Müslümanın her sözü doğru olduğu gibi şakaları, nükteleri ve


latifeleri de hoş, tatlı ve güzel olmalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

“Ey Allah’ın Resûlü! Sen bizimle şakalaşıyorsun, bu nasıl oluyor!” dedik.

Bunun üzerine buyurdular ki:

“Ben şakalaşırken bile ancak gerçekleri ve doğruları söylerim.”[99]

Şakada Ölçüyü Kaçırmamalı


64. Sünnet-i seniyye her şeyde dengeyi, ölçüyü, sağlam çizgiyi ve
hakkaniyeti tavsiye eder. Şakada da işin tadını kaçırmamaya dikkat
etmelidir. Çünkü ölçüsüz şaka yapanlar gözden düşer, ciddiyetini kaybeder,
saygınlığını yitirir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Susmak, ahlâkın efendisidir. Ölçüsüz şaka yapan hafife alınır.”[100]

Şakada Doğrudan Ayrılma!


65. Mü’minin her konuşması imanına uygun olmalıdır. Yalan söylememek
imanın bir esası olduğuna göre, konuşulanlar ve yapılanlar şaka olduğu
zaman da aynı şekilde yalana tevessül edilmemeli, doğrudan
ayrılmamalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kul, şaka yaparken yalan söylemeyi ve doğru da olsa gösterişi terk


etmedikçe, gerçekten iman etmiş olmaz.”[101]

Kırıcı Şakalardan Uzak Dur!


66. “Latife latif gerektir” diye güzel bir atasözümüz vardır. Yapılan şakalar
ince espriler şeklinde olmalı, kırıcı ve can sıkıcı olmamalıdır. Çünkü soğuk
şakalar ortamı buza kestirir, dostlukları yaralar, muhabbeti bitirir, sohbetin
tadını tuzunu kaçırır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kardeşinle tartışmaya girme, onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve ona yerine


getiremeyeceğin sözü verme!”[102]

Komiklik Yaparken Yalan Söyleme!


67. Bugün değişik sıfatlar altında, rahatlıkla yalan yanlış demeden espriler
yapıp, insanları güldürmek komiklik yapan az değildir. Maalesef bunlar
sanat adı altında öne çıkarılıyor. Sünnet şaka da olsa, yalana müsaade
etmiyor, göz yummuyor.
Behz bin Hakîm radıyallâhü anh babasından bildirdiğine göre dedesi şöyle
anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sözleriyle bir toplumu güldürmek için yalan konuşanların vay hâline, vay
hâline, vay hâline!”[103]

Şakayla Kimsenin Bir Şeyini Alma!


68. Her şeyin bir tadı olduğu gibi şakanın bir tadı vardır. Tatsız ve üzücü
şakalar, aradaki samimiyeti giderir, insanları endişeye ve korkuya sevk eder.
Her ne adla olursa olsun, kimsenin malına, eşyasına el koymamalıdır.

Abdullah bin es-Saib bin Zeyd bin Said radıyallâhü anhüm dedesinden
rivayet ediyor:

Kendisi (bir gün) Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı şöyle buyururken


işitmişti:

“Sizden biriniz (din) kardeşinin herhangi bir malını şaka ve ciddi olarak
almasın!”

Süleyman (bin Abdurrahman bu hadisi), “şaka olsun diye de almasın,


ciddiyetle de (almasın)” şeklinde yukarıdaki metnin manasına uygun
olarak) rivayet etti. (Hadisin kalan kısmı şöyledir):

“Kim (din) kardeşinin bastonunu (bile haberli veya habersiz olarak) almışsa
onu derhâl geri versin.”[104]

Şakayla Kimseyi Korkutma!


69. İnsanların çok önem verdiği, üzerinde titrediği, elinden kaçırmamak için
hassas davrandıkları eşyaları vardır. Şaka yapayım diyerek insanların
korkuya kapılmasına meydan vermemelidir.

İbni Ebî Leylâ radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın sahabilerinin bize anlattıklarına göre,
onlar bir sefer yürüyüşünde idiler.

(Bir konaklama sırasında) içlerinden biri uyurken, arkadaşı gidip onun ipini
aldı. Uyanınca ipini bulamayan zat (kaybettim diye) korktu. (Durumu
öğrenen) Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Bir Müslümanın bir başka Müslümanı korkutması helâl olmaz!”


buyurdular.[105]

Şakalar Gönülleri Açmalı


70. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın şakaları sevimli ve çok tatlıydı.
Şaka yaptığı kişiler onun şakalarından çok büyük sevinç duyar, kendisi
hakkında söylenenleri bir iltifat olarak görürlerdi.

Sefîne radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir yolculukta Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile beraberdik. Yanımızda


bulunanlardan yorgunluk hissedenler bana kılıcını, kalkanını ve mızrağını
veriyordu. Bu şekilde çok fazla yük taşıyınca Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam bana, “Sen Sefine’sin (gemisin)” buyurdu.[106]

Şakalar Bir Anlam Taşımalı


71. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yaptığı şakalar boş sözler değildi,
anlamlıydı, içinde ince nükteler bulunurdu. Onun yaptığı şakaları insanlar
önce anlayamazlar, açıklamayı işitince rahatlar ve içlerine ferahlık dolardı.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Adamın biri:

“Ey Allah’ın Resûlü, beni bir binek hayvanına bindir!” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam,


“Biz seni bir dişi devenin yavrusuna bindireceğiz” cevabını verdi.

“Ey Allah’ın Resûlü, ben dişi devenin yavrusunu ne yapacağım?” deyince


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam,

“Her deveyi bir dişi deve doğurmuş değil mi?” buyurarak şaka yaptı.[107]

Aile İçinde Şakalar


72. Efendimizin aile hayatı her konuda bize örnektir. Onun eşleriyle olan
beraberliklerinde bazen tatsız şeyler de olurdu. Ancak Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam bu tatsızlıkları hep tatlı hâle getirir, evdeki bir anlık
soğukluğu hemen ısıtır, normale çevirirdi.

Numan bin Beşîr radıyallâhü anh anlatıyor:

Hz. Ebû Bekir, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın huzuruna girmek üzere


izin istedi. Hemen arkasından (kızı) Âişe’nin yükselen sesini işitti. Bunun
üzerine, içeri girince hemen yüzüne tokat atmak için Âişe’yi yakaladı ve:

“Bir daha seni, sesini Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın sesinden daha


fazla çıkarırken görmeyeyim?” dedi.

O sırada Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kendisine engel oldu (da Âişe’yi


dövülmekten kurtardı). Hz. Ebû Bekir de öfkeli olarak çıkıp gitti.

Hz. Ebû Bekir çıkınca Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (Hz. Âişe’ye):

“Adam (ın dayağın)dan seni nasıl kurtardım, gördün mü?” diye şaka yaptı.

Hz. Ebû Bekir, günlerce durduktan sonra (tekrar gelip) Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam’ın huzuruna girmek için izin istedi. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam ile Hz. Âişe’yi barışmış olarak buldu. Bunun üzerine
onlara:

“Beni kavganızın arasına aldığınız gibi şimdi de barışınızın arasına alınız!”


diye şaka yaptı, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da:
“(Gel istediğin gibi) yaptık, (kavgamızın içine aldığımız gibi, barışımızın
içine alma işini de) yaptık” cevabını verdi.[108]

Şakaya Şakayla Karşılık Vermeli


73. Bize birisi şaka yapıyorsa, ona da aynı tarzda şakayla karşılık cevap
vermelidir. Çünkü şaka yapan kişi bizi kendisine yakın hissettiği için
samimiyetinden dolayı espirili konuşur. Onun da bu samimiyetini anlayışla
karşılayıp gönlünü okşamalı ve neşesine katılmalıdır.

Avf bin Malik el Eşcaî radıyallâhü anh anlatıyor:

Tebük Seferinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın huzuruna vardım,


deriden (yapılmış) bir çadırda (bulunuyor) idi. (Kendisine) selam verdim.
(Selâmımı) aldı ve: “Gir” dedi. (Ben de):

“Her tarafım(la mı gireyim) ey Allah’ın Resûlü?” dedim.

“Her tarafınla” cevabını verdi.[109]

Osman bin Ebi’l-Âtike radıyallâhü anh diyor ki:

(Avf bin Malik, “Her tarafımla mı gireyim?” sözünü, sırf çadırın


küçüklüğünden dolayı (şaka olsun diye) söyledi.

Şaka Zarif Olmalı


74. Sünnette var olan şakalar, her yönüyle bize samimiyeti ifade etmenin de
bir edep ve nezaket içinde olmasını ders veriyor. Şakada hem doğru
söyleniyor, hem de tatlı takılmalarla karşıdakinin sevinmesine vesile
olunuyor.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (bir gün) bana: “Ey iki kulaklı!” diye
şaka yaptı.[110]
Çocuklara Tatlı Şakalar Yapmalı
75. Sünnetin eğitim metodunda, çocuklarla ilgilenmek, onların seviyelerine
inerek konuşmak, dünyalarına girmek, onların üzüntüsünü paylaşmak
büyük önem taşıyor. Çünkü bizim için önemsiz olan bir şey, çocuk için çok
şey ifade eder.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, bir gün Ebû Talha’nın evine geldiğinde


onun Ebû Umeyr adındaki oğlunu üzüntülü gördü.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam onu her gördüğünde kendisiyle


şakalaşırdı.

“Ey Ebû Umeyr, niçin seni böyle üzüntülü görüyorum?” diye sordu.

“Yâ Resûlallah, onun oynadığı nugayr isimli bir kuşu vardı, öldü” dediler.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, bundan sonra, “Ey Ebû Umeyr, ne oldu


nugayr?” diye zaman zaman söyler, onunla şakalaşırdı.[111]

Çocukları Sevindirici Şaka Yapmalı


76. Çocukların yüzüne su püskürtmek Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam’ın yaptığı tatlı şakalardan biriydi. Bu şaka çocukları sevindirdiği
gibi, onlarla oynamanın bir yoludur.

Mahmûd bin Rabî radıyallâhü anh anlatıyor.

“Ben beş yaşımda iken Resûlullah aleyhissalatü vesselam‘ın bir kere, bir
kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.”[112]

Şakalar Sevgiyi Artırmalı


77. Güzel yapılan her şaka karşı tarafı sevindirir, içini serinletir, yüzünde
bahar çiçekleri açtırır. Bu şakayı yapan bir de İki Cihan Serveri
aleyhissalâtü vesselam olunca, sevinç çok daha katlanır, insana bayram
neşesi verir.

Sâlim bin Ebi’l-Ca’d radıyallâhü anh anlatıyor:

Zahir bin Harun adlı bir zat, çölden hediyelerle birlikte Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’a gelirdi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da
ayrılacağı zaman Zahir’in ihtiyaçlarını tedarik eder gönderirdi. Resûlullah
aleyhissalâtü vassalam:

“Zahir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, biz de onun şehirde


yaşayanını temsil ederiz” buyururdu.

Sert yapılı ve biraz da yakışıklı olmayan bir adam olmasına rağmen onu
severdi.

Bir keresinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam onu Medine çarşısında mal


satarken gördü. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam o vakitlerde hiç orada
olmazdı ve arkasından onu tuttu.

Adam geri dönüp bakınca Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı gördü.


Şaşırmıştı, hemen elini öptü, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da
(şakadan) seslendi:

“Bu köleyi kim satın alacak?”

Adam şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben para etmem ki! Çünkü ben değersiz biri
adamım.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ”Fakat sen, Allah katında çok


değerlisin” buyurdu.

Sonra şöyle dedi: “Her şehirlinin bir köylü arkadaşı vardır. Muhammed
ailesinin dostu ve alış veriş yaptığı köylü de hiç şüphe yok ki Zahir bin
Haram’dır.”[113]
Ailede Şaka Yapmalı
78. Aile içinde yapılan şakalara aile fertleri katılmalı, birbirlerinin
sevincine, neşesine ortak olmalıdır. Ölçüyü aşmadan belli seviyede yapılan
şakalar, ailenin mutluluğuna mutluluk katar, aradaki sevgiyi ve şefkati
güçlendirir.

Sünnetin bu konuda verdiği ölçü aynı zamanda Efendimiz aleyhissalâtü


vesselam’ın kendisini aileden bir fert olarak görmesi ve göstermesi
açısından çok ayrı bir anlam katıyor.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bizim evde olduğu sırada Hz. Sevde


geldi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm benimle onun arasında oturuyordu.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın ayağının biri bana, biri de ona
değiyordu. Ben kalktım, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm için bulamaç
yaptım. Sofraya koyunca Sevde’ye:

‘Buyur gel’ dedim.

O kadar ısrar etmeme rağmen sofraya gelmedi. Ben:

‘Ya gelip yersin ya da onu yüzüne sürerim’ dedim.

Yine gelmedi. Kalktım, tabaktan bir parça bulamaç aldım, gittim yüzüne
sürdüm. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm gülümseyerek bizi izliyordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, Sevde’nin kendini benden koruması için


ona yasladığı dizini geri çekti ve bizzat eliyle onun eline koyarak Sevde’ye:

‘Sen de onun yüzüne sür’ buyurdu.

O da tabaktan bir parça bulamaç aldı, benim yüzüme sürdü.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bize bakıp gülüyordu.


Oradan Hz. Ömer geçiyordu. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (latife
ederek) ‘Yâ Abdullah, yâ Abdullah!’ diye Hz. Ömer’e seslendi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, Hz. Ömer’in içeriye gireceğini zannetti.


Hemen, ‘Kalkın, yüzlerinizi yıkayın!’ diye emir buyurdu.”[114]

Yaşlı Kadınlara Şaka Yaparak Sevindirmeli


79. Sünnette gördüğümüz şakalar, hakikati farklı bir açıdan anlatır, insanları
düşünmeye sevk eder. İnsan şakadaki gerçeği ilk anda anlamasa da, konuya
açıklık getirilince rahatlar ve sevinir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Bir gün Ensar kadınlarından yaşlı bir kadın Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam’ın yanına geldi ve “Yâ Resûlallah! Allah’ın beni cennete koyması
için dua buyur!” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Şu bir gerçek ki, yaşlılar cennete


girmezler.” buyurdu ve (namaz vakti olduğu için) namaz kılmak için
mescide gitti.

Hz. Âişe’nin yanına döndüğünde Hz. Âişe:

“Yâ Resûlallah! Senin o sözünden dolayı gerçekten büyük bir sıkıntı ve


dehşet aldım.” dedi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki. Yüce Allah: ‘Biz onları yeniden inşa
etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır’ (Vâkıa, 56:35-36) buyurmuştur.”[115]

Şakalar Zekice Yapılmalı


80. Şakalara anlamlı biçimde cevap vermek de ayrı bir zekâyı ve olgunluğu
gösterir. Birisi bize şaka yollu takıldığında bizim de o kişiye daha değişik
şekilde cevap vermemiz gerekir. Şakayı yapan kişi konumu ve durumu
yönüyle saygın birisiyse, cevap daha akıllıca ve ustaca verilmelidir.
Hz. Süheyb radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanına vardım. Önünde


ekmek ve hurma vardı. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Yaklaş ve ye”
buyurdu.

Ben de hurmadan yemeye başladım. Bunun üzerine Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam:

“Senin gözün ağrıdığı hâlde hurma yiyorsun” buyurdu. Ben:

“Diğer bir kenardan çiğniyorum, dedim. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam


da gülümsedi.”[116]

Çocuklara Şaka ile Değer Vermeli


81. Çocukla çocuk olmak sünnetin bize öğrettiği en güzel bir terbiye
usulüdür. Özellikle küçük yaştaki çocukları anlayacağı tarzda sevindirmek
ve onların neşesine neşe katmak, oyunlarına katılmak çok önem kazanıyor.

Çocuklarla ilgilenmemiz hâlinde bize esprili bir şekilde takılanlara da aynı


tonda cevaplar vermek sünnetin bir başka öğretisidir.

Ebû Cafer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bir gün Hasan ve Hüseyin’i iki omuzuna


oturtmuş hâlde Ensar’dan bir topluluğun sohbet meclisine girdiğinde, onu
bu hâlde görenler “Bineğiniz de ne kadar güzelmiş!” diye şaka yaptılar.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Onlar da ne iyi binicidirler” diye


şakayla karşılık verdi.[117]

Karşılıklı Bir Şeyler Atarak Yapılan Şaka


82. Sahabiler Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın özel olarak
yetiştirdiği en sağlam ve en ciddi insanlardı. Bize kadar Kur’ân’ı ve sünneti
taşımışlar, en güzel şekilde İslâm’ı yaşamışlardı ve davaları uğrunda seve
seve canlarını vermekten tereddüt etmemişlerdi.

Sahabiler de kendi aralarında şakalar yaparlar, ancak iş ve hizmet


zamanında en güzlelini yaparlardı.

Bekir bin Abdillah radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın sahabileri birbirlerine karpuz atıp


şakalaşırdı. Ciddi meselelerde ise, işlerinin adamı olurlardı.[118]

Şakalar Ustalıkla Yapılmalı


83. Sünnette birer örnek olarak gördüğümüz şakalar hep önemli mesajlar
içermektedir. Ümmü Eymen annemiz, Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam’ın dadısı ve “annem” diye sevdiği mübarek bir hanımdı.

Efendimiz aleyhissalâtü vesselam, üzerinde çok emeği olan bu safi kalpli


kadının gönlüne girer ve onun sevinçler içinde kalmasına vesile olurdu.

Bu sünnet de bize aynı zamanda yaşlı kadınlarla nasıl bir ilişki kurmamız
gerektiği dersini veriyor.

Zeyd bin Eslem radıyallâhü anh anlatıyor:

Ümmü Eymen radıyallah anhâ Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a geldi ve


“Kocam sizi davet ediyor” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm: “Senin kocan kim? Şu gözünde beyazlık


olan adam mı?” dedi.

Ümmü Eymen, “Vallahi benim kocamın gözlerinde beyazlık yoktur yâ


Resûlallah!” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm: “Evet, gözlerinde beyazlık var”


buyurdu.

Ümmü Eymen, “Vallahi yoktur yâ Resûlullah!” diye ısrar etti.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm “Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde
beyazlık bulunmasın” buyurdu.[119]

Şakaları Anlayışla Karşılamalı


84. Zamanımızda olduğu gibi, Saadet Asrında da şakacı insanlar vardı.
Herkes o kişiyi şakacı birisi olarak bildikleri için, onu fazla yadırgamaz,
üzerine gitmezlerdi.

Hadiste geçen bu zat, Sahabilere şaka yaptığı gibi, bazen de Efendimiz


aleyhissalâtü vesselam’a bile şaka yapardı. Fakat Efendimiz her seferinde
onu anlayışla karşılar, gönlünü kırmazdı.

Bu zat aynı zamanda Bedir ashabından olduğu için Peygamberimiz, onun


yaptıklarına ses çıkarmazdı.

Bu sahabinin yaptığı şakalardan birisi şöyleydi.

Nuayman bin Amr, çarşıda, satıcıda gördüğü güzel bir balı aldı, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’a getirdi ve hediye etti.

Biraz sonra satıcı parayı isteyince Nuayman, adamı Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam’a getirdi ve balın parasını Resûllulah aleyhissalâtü vesselam’dan
almasını söyledi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Hani hediye etmiştin” deyince “Yâ


Resûlallah! Bu güzel balı senin yemeni çok istedim, param olmadığı için de
böyle yaptım” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da gülümsedi ve adamın parasını ödedi.


[120]

Şakalar Gönül Alıcı Olmalı


85. Sahabiler Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın dizi dibinde
yetiştikleri için, onların şakaları da kendi konumlarına uygun olurdu.
Ciddiyeti, vakarı ve ağırlığı herkes tarafından çok iyi bilinen Hz. Ömer bile
çok az da olsa şakalar yapar, gerçekleri bu yolla ders verirdi.

Hz. Ömer radıyallâhü anh, çok hızlı ve kısa namaz kılan bir bedevinin
namazdan sonra yaptığı duasında:

“Ya Rabbi, beni cennette hurilerle evlendir” dediğini duyunca:

“Ey adam, parayı az ödedin, karşılığını çok istiyorsun” diye onunla


şakalaştı.[121]

El Şakası Yapma!
86. Herkes şakayı kaldıramaz, özellikle el şakaları çok zaman yanlış
anlamalara sebep olabilir. Bu tür şakalarda art niyet yoktur, ama o anda şaka
yapılan kişi buna ani bir tepki gösterebilir ve olay istenmeyen bir şekil
alabilir.

Böyle bir şaka Saadet Asrında yapılır ve şaka sonrası olumsuz gelişmeye
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam engel olur.

Câbir radıyallâhü anh anlatıyor:

“Biz Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile beraber bir gazveye (Mureysî


seferine) çıkmıştık. Muhacirlerden birtakım insanlar toplanmış, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam ile sefere katılmıştı. Hattâ Muhacirler (Ensâr’dan)
çok oldu.

Muhacirlerden birisi sürekli şaka yapıyordu. Derken bu Muhacir şaka olsun


diye Ensâr’dan birisinin arkasına vurdu. Ensarî bundan aşırı derecede
öfkelendi. Öyle ki, iş karşılıklı meydan okumaya kadar vardı. Ensâr’dan
olan kimse:

‘Yetişin ey Ensar!’ diye feryat etti. Muhacir şakacı da:

‘Ey Muhacirler, imdadıma geliniz!’ diye bağırdı.

Bu sesler üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam çıkageldi ve:


‘Câhiliye ahâlisinin çığlığı ile bağırmak ne oluyor?’ buyurdu. Sonra da:

‘Onların işi nedir (neden câhiliye âdetiyle çağırışıyorlar)?’ diye sordu.

Bir Muhâcir’in Ensâr’dan birisine şaka ile arkasına vurduğu kendisine


haber verildi.

Râvî dedi ki: Bunun üzerine Peygamber:

‘O Câhiliye çığlığını bırakınız! Soyunu çağırmak (onunla hak kazanmak)


kötü bir şeydir’ buyurdu.”[122]

Ev İçi Şakaları Eve Neşe Katmalı


87. Ev içinde, aile arasında veya karı koca arasında yapılan şakalar kırıcı
olmamak kaydıyla ara sıra yapılması hâlinde muhabbete muhabbet katar.

Bu konuda Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın annelerimizden birisine


şöyle bir şaka yaptığını biliyoruz.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Bir zat İbn Abbas’a, “Resûlullah aleyhissalâtü vesselam hanımlarıyla


şakalaşır mıydı?” diye sordu.

O da, “Evet” dedi.

“Onun şakası nasıldı?”

İbn Abbas:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam hanımlarından birisine geniş bir elbise


giydirerek ‘Onu giy, Allah’a hamdet, elbiseni gelinler gibi yerde sürü” diye
şaka yaptı.[123]

Şakalar Zarif Olmalı


88. Özellikle kadınlarla ilgili şakalar çok ince ve zarif olmalı. Onların nazik
ve ince ruh hâlleri hesaba katılmalı. Sünnette bu konuda meşhur bir örnek
vardır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın (kafilenin yürüyüş temposunu


ezgileriyle) canlı tutan bir hizmetçisi vardı. Adı Enceşe idi. Bu zat güzel
sesli birisiydi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ona:

“Ey Enceşe, ağır ol! Billurları kırmayasın-veya billurları sevkederken ağır


ol-dedi. Billur ile kadınları kastediyordu.”[124]

Peygamberimiz’in Evinde Şaka Yapılırdı


89. Efendimiz evde asık yüzlü, sert ve kaba davranışlı değildi. Evde
ailesiyle her zaman çok tatlı, çok anlayışlı, çok sevimli ve çok güzeldi.
Yakınlarıyla şaka yaptığı gibi, yakınlarının kendisiyle şaka yapmasına da
fırsat verirdi, şakalarına şakayla mukabele ederdi.

İbni Ebi Müleyke radıyallâhü anh anlatıyor:

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında


şaka yaptı.

Hz. Âişe’nin annesi, “Yâ Resûlullah, bu evin şakacılığının bir kısmı (bağlı
olduğumuz) Kinane’den geliyor” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle cevap verdi:

“Hayır, bu ev, şakacılığının bir kısmını bizden almıştır.”[125]

Aile İçinde Tatlı Bir Şaka


90. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın eşi Sevde annemiz çok güzel
giyinmiş olarak Hz. Hafsa annemizin de hazır bulunduğu bir sırada Hz.
Âişe’nin evine gelince, ikisi birlikte ona bir şaka yaptı. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam da yapılan bu şakayı tebessümle karşıladı.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın azatlısı Ruzeyne radıyallâhü anhâ


anlatıyor:

“Yemen’li Sevde, Hz. Âişe’nin ziyaretine geldi. O sırada Ömer’in kızı Hz.
Hafsa da oradaydı. Sevde çok süslü giyinmişti. Üzerine Yemen işi bir hırka,
başında da yine Yemen yapısı bir başörtüsü vardı. Bu başörtüsü onun alnına
kadar inmekteydi.

“Hz. Hafsa, Hz. Âişe’ye yavaşça, ‘Ey mü’minlerin annesi! Birazdan


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam gelecek; bu kadınsa aramızda pırıl pırıl
parlamaktadır’ dedi.

“Âişe; ‘Hafsa! Allah’tan kork, bir şey yapayım deme!’ dediyse de Hz.
Hafsa, ‘Vallahi, ben onun süsünü bozacağım’ dedi.

“Sevde’nin kulakları pekiyi işitmiyordu. Bu yüzden onların konuşmalarını


duyamadı ve onlara ne konuştuklarını sordu. Hafsa, ‘Tek gözlü adam
(deccal) çıkmış da onun hakkında konuşuyorduk’ diye cevap verdi.

“Bunun üzerine Sevde ‘Ya demek öyle!’ diyerek çok korktu. Öyle ki, tir tir
titreyerek ‘Şimdi nereye saklanacağım?’ dedi. Hafsa ona ‘İşte şu odaya
gir!” dedi. Gösterdiği oda hurma dalları ve yapraklarının konulduğu bir oda
olup toz toprak içerisindeydi ve her tarafını örümcek ağları kaplamıştı.
Sevde oraya gizlendi.

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam geldiğinde Hafsa ve Âişe’nin gülmekte


olduklarını gördü. Hem de o kadar gülüyorlardı ki, gülmekten
konuşamıyorlardı. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam onlara, ‘Bu kadar
gülecek ne var? Niçin gülüyorsunuz?’ diye sordu ve bu soruyu üç kez
tekrarladı.

“Nihayet biraz kendilerini toparlayan Hafsa ve Âişe, elleriyle Sevde’nin


saklanmakta olduğu odayı gösterdiler. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam
oraya baktığında korkudan titremekte olan Sevde’yi gördü. Ona ‘Burada ne
yapıyorsun? Sana ne oldu böyle?’ buyurdu.
“Sevde, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Tek gözlü adam (deccal) çıkmış; onun için
buraya saklandım’ dedi.

“Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam iki kez “O henüz


çıkmadı, fakat ileride çıkacaktır” buyurdular.

“Sonra da Sevde’yi oradan çıkarıp elbiselerine bulaşan tozu, toprağı ve


örümcek ağlarını bizzat elleriyle temizledi.”[126]

[99] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla:57; Ebû Dâvûd, Edeb:64 (1990).

[100] Süyûtî, el-Camiü’s-Sağîr, Hadis No:5160.

[101] Müsned, 2.364; el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:325.

[102] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla:58 (1995).

[103] Müsned, 5:5; Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Zühd:8.

[104] Ebû Dâvûd, Edeb:85 (5003).

[105] Ebû Dâvud, Edeb:93 (5004).

[106] Müsned, 5:222.

[107] Ebû Dâvûd, Edeb:84.

[108] Ebû Dâvûd, Edeb:84 (4999).

[109] Ebû Dâvûd, Edeb:84 (5000).

[110] Ebû Dâvûd, Edeb:84 (5002).

[111] İbn Sa’d, 3:506; Tirmizî, Birr ve’s-sıla:57; Ebû Dâvûd, Edeb:64
(1989).

[112] Buharî, İlim:18.


[113] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:15979-80; İbni Abdilberr,
el-İstiâb, 1:575; İbni Hacer, el-İsâbe, 1:542; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gabe,
2:193.

[114] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:7683; Kenzu’l-Ummal,


Hadis No:35843.

[115] Taberanî, Evsat, 5:357; Tirmizî, eş-Şemâil, s.144. Beyrut.

[116] İbn Mâce, Tıb:3 (3443); Müsned, 4:61.

[117] İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fedail:23, Hadis No:12243.

[118] Buharî, Edebü’l-Müfred Bab:133, Hadis No:226.

[119] İbnü’l-Esîr, en-Nihaye, 1:34; Gazalî, İhyâ, 3:129.

[120] İbni Abdilberr, el-İstiâb, 4:1529; İbni Hacer, el-İsabe, 6:464.

[121] en-Nüveyrî, Şihabuddin Ahmed bin Abdülvehhab, Nihâyetü’l-Ereb fî


Fünuni’l-Edeb, 4:3.

[122] Buharî, Menakıb:8.

[123] Kenzu’l-Ummal, 4:60.

[124] Buharî, Edeb:90, 95, 111, 116; Müslim, Fezâil:70 (2323).

[125] Buharî, Edebü’l-Müfred, Bab:133, Hadis No:267.

[126] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:7684.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Onlar da ne iyi binicidirler” diye


şakayla karşılık verdi.[117]

“Sözleriyle bir toplumu güldürmek için yalan konuşanların vay hâline, vay
hâline, vay hâline!”[103]
Sonra şöyle dedi: “Her şehirlinin bir köylü arkadaşı vardır. Muhammed
ailesinin dostu ve alış veriş yaptığı köylü de hiç şüphe yok ki Zahir bin
Haram’dır.”[113]

“Her deveyi bir dişi deve doğurmuş değil mi?” buyurarak şaka yaptı.[107]

“Kim (din) kardeşinin bastonunu (bile haberli veya habersiz olarak) almışsa
onu derhâl geri versin.”[104]

“(Gel istediğin gibi) yaptık, (kavgamızın içine aldığımız gibi, barışımızın


içine alma işini de) yaptık” cevabını verdi.[108]

“Kardeşinle tartışmaya girme, onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve ona yerine


getiremeyeceğin sözü verme!”[102]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, Hz. Ömer’in içeriye gireceğini zannetti.


Hemen, ‘Kalkın, yüzlerinizi yıkayın!’ diye emir buyurdu.”[114]

[126] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:7684.

[125] Buharî, Edebü’l-Müfred, Bab:133, Hadis No:267.

[102] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla:58 (1995).

[101] Müsned, 2.364; el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:325.

[100] Süyûtî, el-Camiü’s-Sağîr, Hadis No:5160.

[99] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla:57; Ebû Dâvûd, Edeb:64 (1990).

[104] Ebû Dâvûd, Edeb:85 (5003).

“Ben şakalaşırken bile ancak gerçekleri ve doğruları söylerim.”[99]

[103] Müsned, 5:5; Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Zühd:8.

[105] Ebû Dâvud, Edeb:93 (5004).

[109] Ebû Dâvûd, Edeb:84 (5000).


[108] Ebû Dâvûd, Edeb:84 (4999).

[107] Ebû Dâvûd, Edeb:84.

[106] Müsned, 5:222.

[113] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:15979-80; İbni Abdilberr,


el-İstiâb, 1:575; İbni Hacer, el-İsâbe, 1:542; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gabe,
2:193.

[112] Buharî, İlim:18.

[111] İbn Sa’d, 3:506; Tirmizî, Birr ve’s-sıla:57; Ebû Dâvûd, Edeb:64
(1989).

[110] Ebû Dâvûd, Edeb:84 (5002).

[114] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:7683; Kenzu’l-Ummal,


Hadis No:35843.

[116] İbn Mâce, Tıb:3 (3443); Müsned, 4:61.

[115] Taberanî, Evsat, 5:357; Tirmizî, eş-Şemâil, s.144. Beyrut.

[120] İbni Abdilberr, el-İstiâb, 4:1529; İbni Hacer, el-İsabe, 6:464.

[119] İbnü’l-Esîr, en-Nihaye, 1:34; Gazalî, İhyâ, 3:129.

[118] Buharî, Edebü’l-Müfred Bab:133, Hadis No:226.

[117] İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fedail:23, Hadis No:12243.

[124] Buharî, Edeb:90, 95, 111, 116; Müslim, Fezâil:70 (2323).

[123] Kenzu’l-Ummal, 4:60.

[122] Buharî, Menakıb:8.


[121] en-Nüveyrî, Şihabuddin Ahmed bin Abdülvehhab, Nihâyetü’l-Ereb fî
Fünuni’l-Edeb, 4:3.

“Diğer bir kenardan çiğniyorum, dedim. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam


da gülümsedi.”[116]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm “Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde


beyazlık bulunmasın” buyurdu.[119]

‘O Câhiliye çığlığını bırakınız! Soyunu çağırmak (onunla hak kazanmak)


kötü bir şeydir’ buyurdu.”[122]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (bir gün) bana: “Ey iki kulaklı!” diye
şaka yaptı.[110]

“Bir Müslümanın bir başka Müslümanı korkutması helâl olmaz!”


buyurdular.[105]

“Kul, şaka yaparken yalan söylemeyi ve doğru da olsa gösterişi terk


etmedikçe, gerçekten iman etmiş olmaz.”[101]

“Hayır, bu ev, şakacılığının bir kısmını bizden almıştır.”[125]

“O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki. Yüce Allah: ‘Biz onları yeniden inşa
etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır’ (Vâkıa, 56:35-36) buyurmuştur.”[115]

“Ey Enceşe, ağır ol! Billurları kırmayasın-veya billurları sevkederken ağır


ol-dedi. Billur ile kadınları kastediyordu.”[124]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da gülümsedi ve adamın parasını ödedi.


[120]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, bundan sonra, “Ey Ebû Umeyr, ne oldu


nugayr?” diye zaman zaman söyler, onunla şakalaşırdı.[111]

“Sonra da Sevde’yi oradan çıkarıp elbiselerine bulaşan tozu, toprağı ve


örümcek ağlarını bizzat elleriyle temizledi.”[126]
“Ey adam, parayı az ödedin, karşılığını çok istiyorsun” diye onunla
şakalaştı.[121]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam hanımlarından birisine geniş bir elbise


giydirerek ‘Onu giy, Allah’a hamdet, elbiseni gelinler gibi yerde sürü” diye
şaka yaptı.[123]

“Susmak, ahlâkın efendisidir. Ölçüsüz şaka yapan hafife alınır.”[100]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın sahabileri birbirlerine karpuz atıp


şakalaşırdı. Ciddi meselelerde ise, işlerinin adamı olurlardı.[118]

“Ben beş yaşımda iken Resûlullah aleyhissalatü vesselam‘ın bir kere, bir
kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.”[112]

Bir yolculukta Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile beraberdik. Yanımızda


bulunanlardan yorgunluk hissedenler bana kılıcını, kalkanını ve mızrağını
veriyordu. Bu şekilde çok fazla yük taşıyınca Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam bana, “Sen Sefine’sin (gemisin)” buyurdu.[106]

“Her tarafınla” cevabını verdi.[109]


SÜNNETE GÖRE EĞLENCE
EĞLENCE DENİNCE İLK AKLA GELENLER, neşeli ve hoş vakit
geçirmeye, gönül eğlendirmeye yarayan oyun, yarış ve müzik gibi şeylerdir

Eğlenceyi meşru ve gayrimeşru olarak ikiye ayırmak mümkündür. Meşru


eğlence, hem nefsin, hem de kalbin ve ruhun zevk aldıkları şeylerdir. Meşru
olmayan eğlence ise Allah’ın emirlerine aykırı, kalbin ve ruhun rağmına
sadece nefsin zevk aldığı eğlence türleridir.

Sünnette meşru olan eğlencenin belli başlı üç kısımda anlatıldığını görürüz:

Birincisi: Bir gayeye ve bir ihtiyaca yönelik olanlar.

İkincisi: Örf, âdet tören türünden eğlenceler.

Üçüncüsü de, yorulan ve usanan duyguların meşru yoldan dinlenmesini


temin eden eğlenceler.

Birinci kısma örnek olarak, “Sünnette Spor” bölümünde yer alan


eğlencelerin yanında bu bölümde Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın
izin verdiği eğlencelerdir.

Düğünlerde def çalarak eğlenme sünneti, Dört Halife döneminde de devam


etti. Hz. Ömer, kulağına gelen bir şarkı ve def sesinin düğün veya sünnet
merasimine ait olduğunu öğrenince engel olmazdı.[127]

Eğlencenin üçüncü şekli ise, yorulan duyguların meşru yolla


dinlendirilmesidir.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam seferlerde günlerce süren yorucu


yolculuklarda monotonluktan kaynaklanan sıkıntıyı gidermek için gençler
arasında yarışlar düzenler, böylece kafileye bir rahatlık ve ferahlık temin
ederdi.[128]
Ebû’d-Derdâ radıyallahü anh “Hak şeylerin talebinde daha şevkli, daha
gayretli olabilmek için kalbimi hak olmayan şeyle dinlendiriyorum” derdi.

Bu konuda İmam Gazalî, eğlenceyi yorgunluk ve tembellik hastalığına karşı


kalbin ilacı olarak görürken, “Ne var ki” der, “Bütün şakalar, oyun ve
eğlenceler ölçülü ve mubah olmalı; ifrata, aşırıya kaçmamalıdır.
Hastalıkların tedavisinde ilaçların fazlası zararlı olduğu gibi, oyun ve
eğlencelerin fazlası da zararlıdır. Ölçüye uyularak yapılan eğlenceler,
ibadetlerin yerine getirilmesi için vücuda dinçlik, ruha şevk
kazandıracağından nafile ibadettir.”[129]

Bediüzzaman’da ise eğlence konusunda geniş kitleleri rahatlatan bir


açıklamayı görüyoruz:

Beşer hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı vardır.
Fakat bu keyifli hevesler beşte bir olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo
dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin
tembelleşmesine, sefahete düşmesine ve mühim vazifelerin noksan
bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken,
büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar.[130]

Düğünde Def Çalın!


91. Düğünler neşe ve sevinç anları olduğu için burada meşru ve helal
dairede eğlenmeye izin verilerek insanların eğlenme ihtiyaçları sağlanmış
olur

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Nikâhı duyurun, onu mescidlerde yapın, üzerine de def çalın!”[131]

Evliliği Müzikle Duyurun!


92. Evlilikle, evlilik dışı beraberliği ayırt eden unsurlardan birisi de,
düğünlerde def ve benzeri enstrümanları çalınarak duyurulmasıdır.
Muhammed bin Hatîb radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Haram beraberlikle helâl beraberlik arasındaki fark; evlenmek, def çalmak


ve duyurmaktır.”[132]

Sünnet Eğlenceyi Teşvik Eder


93. Sünnette düğün esnasında belli ölçüler çerçevesinde, harama ve günaha
girmeden yapılacak eğlencelere izin verdildiği gibi, teşvik de edilir.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Bir kadını Ensârdan bir erkekle evlendirmiştik. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm:

“Ey Âişe! Eğlenceniz yok mu? Zira Ensar eğlenceyi sever!” buyurdular.[133]

Düğünlerde Şiir Okunmalı


94. Düğünlerde neşeyi, sevinci artıran musikinin yanında şevk ve heyecan
veren şiirler de okunabilir. Burada kahramanlık türküleri de söylenebilir.

Halid bin Zekvan rivayet ediyor:

“Rubeyye binti Muavviz bin Afrâ radıyallâhü anhâ anlatıyor:

‘Ben evlendiğim zaman Resûlullah aleyhissalâtü vesselam geldi ve senin şu


oturduğun gibi yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyelerimiz def çalıp
Bedir günü şehit olan atalarımız hakkında mersiyeler okumaya başladılar. O
anda cariyelerden birisi:

“Bizim aramızda yarın olacakları bilen bir Peygamber var’ mealinde bir
mısra okudu.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:


“Hayır, bunu söylemeyiniz. Yarın olacakları bilen Allah’tır, deyiniz’
buyurdu.”[134]

Gençlerin Eğlenmesine İzin Verin!


95. Gençlerin kendi aralarında eğlenmesine sünnet-i seniyye izin veriyor.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam onlara ses çıkarmadığı gibi,
sözleriyle onların neşesine de katkıda bulunurdu.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir defasında Medine’nin bazı


yerlerinden geçti de, aniden birkaç kızcağızla karşılaştı. Kızlar def çalıyor,
makamla şiirler okuyor ve:

“Biz Neccâr oğullarının kızlarıyız.

“Muhammed ne iyi komşudur!” diyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam o kızcağızlara:

“Allah biliyor ki, cidden ben de sizleri seviyorum” buyurdu.”[135]

Eğlence Harama, Günaha Götürmemeli


96. Her konuda olduğu gibi eğlencede de helal daire aşılmamalıdır. Kişiyi
harama ve günaha taşıyan eğlencelere girilmemelidir. Çünkü burada
şeytanın ve nefsin payı söz konusudur.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden bir
topluluk aşırı şımarıklık içinde oyun ve eğlenceye dalmaları, haram şeyleri
helal kılmaları, şarkıcı kadınlar edinmeleri, içki içip faiz yemeleri, ipek
elbiseler giymeleri dolayısıyla sabaha maymun ve domuz suretine
döndürülmüş olarak çıkacaklardır.”[136]
Meşru Eğlenceye Engel Olmayın!
97. Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Bir defa Ensâr kızlarından iki kızcağız (def eşliğinde) Buâs savaşında
Ensârın yekdiğeri hakkında söyledikleri şiirleri nağme ile ve yüksek sesle
benim yanımda okurlarken (Babam) Ebû Bekir radıyallâhü anh odama girdi
ve “(Bu ne hâl?) Resûlullah aleyhissalatü vesselâm’ın odasında şeytan
çalgısı ha!’ diyerek beni azarladı.

Bu iş Ramazan Bayramı gününde idi. (Odamdaki yatağına uzanıp mübarek


yüzünü çevirmiş vaziyette bulunan) Resûlullah aleyhissalâtü vesselam
bunun üzerine Ebû Bekir radıyallâhü anh’a dönerek:

“Yâ Ebâ Bekir! (Onlara ilişme!) Şüphesiz her kavmin bir bayramı vardır.
Bu da bizim bayramımızdır.

(Yine) “O gün bayram idi. Sudanlılar kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı.


Ya ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan, bakmak için izin istedim
veya o (kendiliğinden):

“Bakmak ister misin?” dedi. Ben:

“Evet...” cevabını verdim.

“Bunun üzerine benim yanağım onun yanağına değecek şekilde arkasına


durdurdu. Sudanlılara da:

“Haydi bakalım, Erfide oğulları (oynayın!)” diyordu. Nihayet ben bıkınca:

“Artık yeter mi?” diye sordu.

“Evet” dedim.

“Öyle ise haydi git!” buyurdu.

Bu hadisin bir başka rivayetinde Ebû Hüreyre radıyallâhü anh diyor ki:
“Habeşliler Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında mızraklarıyla
oynarken içeri Ömer bin Hattab radıyallâhü anh girdi. Hemen onları
taşlamak için taşlara uzandı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam:

“Bırak onları ya Ömer” buyurdu.[137]

Sevgi Gösterilerine İmkân Tanıyın!


98. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam, eğlence ve spor yapan
insanların kendisine sevgi gösterisinde bulunmalarına bir şey demez, engel
olmazdı.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Habeşliler mızraklarıyla Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın önünde


gösteri yapıp oynuyorlar ve:

“Muhammed sâlih bir kuldur!” diye tempo tutuyorlardı.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Ne diyorlar?” diye sorunca,


“Muhammed sâlih bir kuldur, diyorlar” dediler.[138]

Yolculukta Şiir Okuyun!


99. Uzun yolculuklarda toplu hâlde giderken yolcuların bıkkınlık
duymaması, şevklerinin artması ve rahatlamaları için şiir ve benzeri
şeylerin okunması ve söylenmesi faydalı olur.

Seleme bin Ekva’ radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile beraber Hayber gazasına çıktık.


Geceleyin yürüdük. Topluluktan birisi Âmir bin Ekva’ya, ‘Şiirlerini bize
dinletsen olmaz mı?’ dedi. Âmir şairdi ve develeri nağmeler söyleyerek
süren birisiydi. Devesinden indi ve o topluluğa şu şiiri makamla okudu:

“Allah’ım! Şayet Sen olmasaydın biz hidayete eremezdik.


“Sadaka da vermez, namaz da kılmazdık.

“O hâlde can Sana feda, biz günah işledikçe affet.

“Düşmanla karşılaşınca ayaklarımızı sabit kıl.

“Üzerimize sükûnet indir.

“Çünkü biz, cihada çağrıldığımız zaman ona icabet ederiz.

“Düşman ise yaygara ile aleyhimize yardım topladı.’

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ‘Develeri süren bu adam kim?’ diye


sordu.

“Âmir bin Ekva’dır’ dediler.

“Allah ona rahmet etsin’ diye dua etti.

“Topluluktan birisi, ‘Duanız sebebiyle (şehid olmak ona) vacip oldu ey


Allah’ın Resûlü! Bizi de bundan faydalandırsaydınız’ dedi.”[139]

Gençlerin Oynamasına ve Eğlenmesine Fırsat


Verin!
100. Genç yaştaki insanların kendi aralarında oynamalarına, eğlenmelerine
ve güzel vakit geçirmelerine fırsat tanınmalıdır. Çünkü onlar için bu
eğlenceler birer ihtiyaçtır.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında oynardım. Arkadaşlarım


yanıma gelirlerdi. Onlar Peygamber aleyhissalâtü vesselam’dan
çekinirlerdi. Fakat o, onların benimle oynamalarına ses çıkarmazdı, onlar da
benimle oynarlardı.”[140]

Kız Çocuklarının Oyuncaklarına Engel Olmayın!


101. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam çocukların ve gençlerin
oyunlarına ve oyuncaklarına ses çıkarmaz, engel olmazdı. Yeri geldiğinde
onların oyunlarına katılır, sevinçlerine ortak olurdu.

Hz. Âişe radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Tebûk ya da Hayber gazvesinden


döndü. Sofasında bir perde vardı. Rüzgâr esti ve perdenin bir kısmını
kaldırdı. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, bu esnada Âişe’nin oyuncak kız
bebeklerini gördü ve sordu:

‘Âişe bu nedir?’

‘Bunlar benim bebeklerimdir’ dedim. Sonra aralarında iki kanatlı bir at


gördü ve sordu:

‘Ya bu nedir ey Âişe?’

‘Attır!’

‘Pekiyi üstündeki nedir?’

‘İki kanat?’

‘Atın kanadı olur mu?’

‘Sen duymadın mı, Hz. Süleyman’ın kanatlı atları olduğunu?’ diye cevap
verdim.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam mübarek azı dişleri


görününceye kadar güldü.”[141]

[127] Abdürrezzak es-San’anî, el-Musannef, 11:5.

[128] İbn Hacer, el-İsâbe, 3:311.

[129] İhyâ Trc., c. II, s. 710.


[130] Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 439.

[131] Tirmizî, Nikâh:6, (1089); İbn Mâce, Nikâh: 20.

[132] İbni Mâce, Nikâh:20.

[133] Buharî, Nikâh:63.

[134] İbn Mâce, Nikâh:21.

[135] İbni Mâce, Nikâh:21.

[136] Müsned, 5:329.

[137] Buharî, Salât:69, İydeyn:2, 3, 25, Cihâd:81, Menâkıb:15, Fezâilu’l-


Ashab:46, Nikâh:82, 114; Müslim, İydeyn:18-22; Nesâî, İydeyn:35.

[138] Müsned, 3:152.

[139] Müslim, Cihad:23.

[140] Buharî, Edeb.81, 2; Müslim Fedâilu’s-Sahâbe:81.

[141] Ebû Dâvûd, Edeb:54.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Ne diyorlar?” diye sorunca,


“Muhammed sâlih bir kuldur, diyorlar” dediler.[138]

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam seferlerde günlerce süren yorucu


yolculuklarda monotonluktan kaynaklanan sıkıntıyı gidermek için gençler
arasında yarışlar düzenler, böylece kafileye bir rahatlık ve ferahlık temin
ederdi.[128]

“Hayır, bunu söylemeyiniz. Yarın olacakları bilen Allah’tır, deyiniz’


buyurdu.”[134]

Bu konuda İmam Gazalî, eğlenceyi yorgunluk ve tembellik hastalığına karşı


kalbin ilacı olarak görürken, “Ne var ki” der, “Bütün şakalar, oyun ve
eğlenceler ölçülü ve mubah olmalı; ifrata, aşırıya kaçmamalıdır.
Hastalıkların tedavisinde ilaçların fazlası zararlı olduğu gibi, oyun ve
eğlencelerin fazlası da zararlıdır. Ölçüye uyularak yapılan eğlenceler,
ibadetlerin yerine getirilmesi için vücuda dinçlik, ruha şevk
kazandıracağından nafile ibadettir.”[129]

“Topluluktan birisi, ‘Duanız sebebiyle (şehid olmak ona) vacip oldu ey


Allah’ın Resûlü! Bizi de bundan faydalandırsaydınız’ dedi.”[139]

[138] Müsned, 3:152.

[140] Buharî, Edeb.81, 2; Müslim Fedâilu’s-Sahâbe:81.

[139] Müslim, Cihad:23.

[141] Ebû Dâvûd, Edeb:54.

Beşer hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı vardır.
Fakat bu keyifli hevesler beşte bir olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo
dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin
tembelleşmesine, sefahete düşmesine ve mühim vazifelerin noksan
bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken,
büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar.[130]

[127] Abdürrezzak es-San’anî, el-Musannef, 11:5.

“Ey Âişe! Eğlenceniz yok mu? Zira Ensar eğlenceyi sever!” buyurdular.[133]

[129] İhyâ Trc., c. II, s. 710.

[128] İbn Hacer, el-İsâbe, 3:311.

[131] Tirmizî, Nikâh:6, (1089); İbn Mâce, Nikâh: 20.

[130] Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 439.

[133] Buharî, Nikâh:63.

[132] İbni Mâce, Nikâh:20.


[135] İbni Mâce, Nikâh:21.

[134] İbn Mâce, Nikâh:21.

[137] Buharî, Salât:69, İydeyn:2, 3, 25, Cihâd:81, Menâkıb:15, Fezâilu’l-


Ashab:46, Nikâh:82, 114; Müslim, İydeyn:18-22; Nesâî, İydeyn:35.

[136] Müsned, 5:329.

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden bir
topluluk aşırı şımarıklık içinde oyun ve eğlenceye dalmaları, haram şeyleri
helal kılmaları, şarkıcı kadınlar edinmeleri, içki içip faiz yemeleri, ipek
elbiseler giymeleri dolayısıyla sabaha maymun ve domuz suretine
döndürülmüş olarak çıkacaklardır.”[136]

“Nikâhı duyurun, onu mescidlerde yapın, üzerine de def çalın!”[131]

Düğünlerde def çalarak eğlenme sünneti, Dört Halife döneminde de devam


etti. Hz. Ömer, kulağına gelen bir şarkı ve def sesinin düğün veya sünnet
merasimine ait olduğunu öğrenince engel olmazdı.[127]

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam mübarek azı dişleri


görününceye kadar güldü.”[141]

“Allah biliyor ki, cidden ben de sizleri seviyorum” buyurdu.”[135]

“Haram beraberlikle helâl beraberlik arasındaki fark; evlenmek, def çalmak


ve duyurmaktır.”[132]

“Bırak onları ya Ömer” buyurdu.[137]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında oynardım. Arkadaşlarım


yanıma gelirlerdi. Onlar Peygamber aleyhissalâtü vesselam’dan
çekinirlerdi. Fakat o, onların benimle oynamalarına ses çıkarmazdı, onlar da
benimle oynarlardı.”[140]
SÜNNETE GÖRE SPOR
İDMAN, BUGÜNKÜ İFADESİYLE ANTRENMAN ve spor sünnette
önemli yer alan bir etkinliktir.

Sünnetteki spor etkinliklerinin neredeyse tamamı cihada hazırlık amacını


taşımaktadır. Vücudu zinde tutmak, hareketli ve dinç kalarak her an cihada
hazır olarak aktif hâlde bulunmaktır.

Saadet Asrının kendine özgü ölçüleri içinde sporun belli başlı türlerini
görüyoruz. İşin güzel ve ilginç yanı, o zamanlarda var olan spor türlerinin
hemen hepsi bugün de kısmen değişmiş olsa da aynen yaşıyor.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın bizzat meşgul olduğu, teşvik ettiği ve


esaslarını belirlediği spor türlerinin belli başlıları şunlardır:

Güreş, koşu, müsabaka, at ve deve yarışları, yüzmek, ok atmak, avlanmak


ve bu spor faaliyetlerini bireysel anlamda veya toplu hâlde seyretmek,
kazananları ödüllendirmektir.

Bir savaş sporu ve cihad aracı olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir
yeri vardır. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir hadislerinde, “Sizden hiç
kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın” buyuruyor.[142]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam iyi ok atan sahabilere iltifatlarda


bulunurdu. Uhud Savaşında, hedefe isabetli atışları sebebiyle, başka hiç
kimseye kullanmadığı “Annem babam sana feda olsun” sözlerini Sa’d bin
Ebi Vakkas için kullanmıştı.[143]

Bütün bu teşviklerden dolayıdır ki, sahabe atıcılığa önem vermiş, her


fırsatta, hatta akşam namazından sonra hava kararıncaya kadar ok atışları
yapmışlardı.[144]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ata çok önem verir, at yetiştirilmesine


ayrı bir özen gösterir ve teşvik ederdi. Rivayetlere göre belli zamanlar
içinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın 19 kadar atı olmuştu.

İbn Ömer’in ifadesine göre, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, atını


antrenmana tâbi tutar, sonra da onunla yarışa katılırdı.[145]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam çocukluk döneminde Medine’de yüzmeyi


öğrenmiş, Mekke döneminde Habeşistan’a hicret eden sahabilerine
yüzmeyi öğrenmeleri konusunda teşvikte bulunmuş, yüzmeyi bilenlerden
memnun olduğunu ifade etmiştir.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın bizzat kendileri Hz. Âişe annemizle


birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Âişe kazanmış, ikincide ise kilo
alması sebebiyle Hz. Âişe kaybetmiş ve koşuyu kazanan Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam olmuş ve şöyle buyurmuştu: “Bu, önceki koşuya
bedeldir; ödeştik.”

Sünnette var olan bu örneklerde öne çıkan ölçü ve prensip; insanın kendi
fiziksel kondisyonunu koruması yanında, asıl olarak hayatını, hayatiyetini,
şerefini ve inancını koruması için, yaşadığı çağı itibariyle bedenen güç
kazanmak, güçlü olmak, savunma ve dış düşmana karşı gücünü kullanma
zarureti söz konusu olduğunda buna önceden hazırlıklı olmaktır.

Yani, sünnette yer alan spor çeşitleri gayeli, faydalı, hedefi belli oyunlardır.
Bu arada kişi bundan hem zevk alıyor, hem sağlıklı kalıyor, hem de bir
sünneti işleyerek sevap kazanıyor.

Yine, sünnette yer alan bütün bu spor çeşitlerinde genel İslâmî ölçüler yer
alıyordu. Yarış ve müsabakalarda taraflar arasında kine, nefrete ve
düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmiyordu. Ok atışı ve at
yarışlarında kazanan ve kaybedenler birlikte gözetilerek dereceye girene
teşvik şeklinde ödüller veriliyor, yarışı kaybedenlerin de kazanma gayreti
içine girmeleri isteniyordu.

Güreş Fiili Bir Sünnettir


102. Güreş sporu Araplarda eskiden beri vardı. Efendimiz aleyhissalâtü
vesselam Peygamber olmadan önce Mekke’nin meşhur pehlivanı Rukane
ile güreş tutmuş ve onu her defasında yenmişti. Peygamber olduktan sonra
da yine aynı kişi ile güreşmiş, mağlup etmiş ve Müslüman olmasına vesile
olmuştu.

Muhammed bin Ali bin Rükane (babasından) radıyallâhü anh anlatıyor:

“Rükane, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile güreşmiş, Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm onu yenmiş.”[146]

(Mekke’nin ünlü pehlivanlarından Rükâne bin Abdülyezid, İslâm’a girmek


için Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın kendisini güreşte yenmesini
şart koştu ve yapılan karşılaşmada Resûlullah aleyhissalâtü vesselam
Rükane’yi birkaç defa yendi. Rükâne de bunun üzerine Müslüman oldu.)
[147]

İki Hedef Arasında Yürüyün


103. Yürümek sünnette en çok teşvik edilen spor türlerinden biridir.
Yürümek başlı başına bir idman olmanın yanında, cihad için de bir hazırlık
sayılmaktadır.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim iki hedef arasında yürürse, her adımına bir sevap yazılır.”[148]

Ailece Koşu Yapın!


104. Koşmak sünnette yer alan en önemli bir spordur. Koşu sporunu
Peygamber aleyhissalâtü vesselam eşiyle birlikte yaparak onu bir aile sporu
şekline getirmişti.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile koşu yaptım ve onu geçtim. Bir
süre sonra kilo alınca onunla bir yarış daha yaptım, bu sefer de o beni geçti
ve Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “İşte bu, (benim seni geçmem) şu
(daha önceki senin beni) geçme(nin) karşılığıdır” buyurdu.[149]

Yarış Üç Şeyde Yapılır


105. O dönemde yarışlar genellikle üç şekilde yapılırdı. Ya ok atma
yarışması yapılırdı veya at yarışı yapılırdı, bazen de deve yarışları yapılırdı.
Her üç yarışta da cihada hazırlık amacı hâkimdi.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Yarış ancak üç şeyle yapılır:

1. Ok atmakla.

2. At ile.

3. Deve ile.”[150]

Yarışta Peygamberimizin Devesi Geride Kalınca...


106. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam deve yarışlarına kendi devesini
çıkarırdı. Bir yarış esnasında devesi yenilince, yükselen bir şeyin mutlaka
aşağıya ineceği hakikatini dile getirdi.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın Adba isimli bir devesi vardı. Deve


yarışlarında onu kimse geçemezdi.

Bedevinin biri genç bir deve getirdi ve bu deve yarışta Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm’ın devesini geçti.

Bu durum Müslümanlara ağır geldi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm


onların yüzündeki üzüntüyü görünce, bu üzüntünün sebebini sordu.
Müslümanlar şöyle dediler:

“Yâ Resûlallah! Yarışmada Adba’yı geçtiler.” Bunun üzerine Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm:

“Bu Allah’ın kanunudur, dünyada (insanların gözünde) yükselen hiçbir şey


yoktur ki, Allah onu aşağı indirmesin.”[151]

Ok Atmayı Unutma!
107. Ok atmak ve okçuluk sünnette en öne çıkan bir spor türüdür ve aynı
şekilde bir cihad aracıdır. Çünkü o devrin en önemli savaş aleti kılıç ve
oktur. Oku hedefine isabet ettirmenin tek yolu da devamlı ok atma eğitimi
yapmaktır. Okçuluk sporu hâlen ülkemizde ve dünyada yaşayan bir spor
türüdür.

Fukaym el-Lahmî radyallahü anh anlatıyor:

“Ukbe bin Âmir radıyallâhü anh’a dedim ki:

“Sen yaşlanmış bir insan olarak bu iki hedef arasında gidip geliyorsun, bu
sana zor geliyor olmalı.”

Bana şu cevabı verdi:

“Eğer Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan işittiğim bir söz olmasaydı


kendimi bu sıkıntıya atmazdım. Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın
şöyle buyurduğunu işittim:

“Kim atıcılığı öğrenir, sonra da bırakırsa, o bizden değildir –veya âsi


olmuştur.–”[152]

Bir Ok Üç Kişiyi Cennete Götürür


108. Bir okun hedefe varmasında üç kişinin emeği ve katkısı vardır. Sevapta
her üç kişi de hissedardır. Çünkü okun okçunun eline kadar ulaşmasında iki
kişinin daha payı vardır.
Bütün hizmetler de böyledir. Bir hizmetten sonuç alınması için, önde olanın
gayreti kâfi değil, görünmeyen kişilerin de gayreti mevcuttur.

Ukbe bin Âmir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyar:

1. Onu yapan; yeter ki bunu hayır amacıyla yapsın.

2. Oku atan.

3. Oku atana ulaştıran.”[153]

Ok Atışı Yapın!
109. Sünnet, ok yarışmalarına teşvik ediyor. Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam yapılan yarışlarda tek tarafı tutmuyor, her iki tarafa da aynı
yakınlığı ve teşviki yapıyordu.

Seleme bin Ekvâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem’den


bir grupla karşılaştı. Onlara:

“Ey İsmailoğulları! Atınız, zira atalarınız atıcı idi. Atınız! Ben falan
kabileyi tutuyorum” dedi.

Bu söz üzerine bir grup insan atıştan vazgeçti. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm, “Ne oldu, niye atmıyorsunuz?” diye sordu. Şöyle cevap verdiler:

“Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz.” Bunun üzerine Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm:

“Atın!” dedi, “ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum” buyurdular.[154]

Ok Atmak Çok Hayırlıdır


110. Sünnet, okçuluğu meşru bir oyun ve eğlence olarak belirtiyor.
Günümüzde aynı sünneti işlemek için imkânlar mevcuttur.

Sa’d radıyallâhü anh anlatıyor.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ok atışına devam edin. Ok atışı sizin en hayırlı oyunlarınızdan biridir.”[155]

Sıkıntı Basınca Ok At!


111. Ok atmak şimdiki deyimle “stres atma” vesilesi olarak
değerlendirilebilir. Sünnet de, sıkıntı basınca ok atmakla meşgul olmayı
tavsiye ediyor.

Hamza bin Üseyd radıyallâhü anh anlatıyor.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden birinizi üzüntü ve sıkıntı bastığı zaman, yayını kuşanıp üzüntüsünü


onunla dağıtmaktan başka yapacak bir şey yoktur.”[156]

“Babam Anam Feda Olsun, At!”


112. Bir cihad/savaş sporu olduğu için Allah Resûlü ok atmada usta olanları
olanca imkânıyla teşvik ediyor ve fiilen destek veriyordu.

Said bin Müseyyeb radıyallâhü anh anlatıyor:

“Ben Sa’d bin Ebî Vakkas’tan işittim, şöyle diyordu:

“Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam Uhud günü ok kabındaki oklarını


çıkarıp bana verdi:

“At (yâ Sa’d)! Anam babam sana feda olsun!” dedi.[157]

Akşamdan Sonra Ok Atın!


113. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam ok atmayı sadece teşvik
etmekle kalmıyor, kendisi de bizzat sahabeyle birlikte ok atıyordu.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

“Biz Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile birlikte akşam namazını kılar,


sonra da ok atardık. Her birimiz okunun düştüğü yeri görürdü.”[158]

Yüzme Öğrenin!
114. Sünnette var olan, teşvik ve tavsiye edilen sporlardan biri de yüzmedir.
Yüzme hem başlı başına bir spordur, hem de savaş esnasında ihtiyaç
duyulan askeri bir eğitim şeklidir.

Atâ bin Ebî Ribah radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Dört şey dışında her şey oyundur ve hatadır, Allah’ı zikir değildir:

“İki hedef arasında yürümek, atını eğitmek, eşiyle eğlenmek ve yüzme


öğrenmek.”[159]

Çocuklarınıza Yüzmeyi Öğretin!


115. Sünnetin çocuk eğitiminde bulunmasını istediği bir spor etkinliği de
yüzmedir. Yüzücülük her çocuğa öğretilmeli ki, ihtiyaç duyulduğunda
sıkıntı yaşanmasın.

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz”[160]

Oynayın, Eğlenin!
116. Meşru ve helal dairede oyuna ve eğlenceye sünnet izin veriyor. Çünkü
insan, yaratılışı gereği vaktinin bir kısmını oyuna ve eğlenceye ayırma
ihtiyacını duyar.

Muttallib bin Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Eğlenin ve oynayın. Çünkü ben dininizde ağırlık ve baskı görmekten


hoşlanmıyorum.”[161]

(İbn Hacer el-Heytemî bu hadisi açıklarken der ki: Allah Resûlünün,


‘Eğlenin ve oynayın’ sözü, nefis sıkıldığında mubah oyun ve eğlenceyle
onu ferahlatmaya, vücut paslanınca onu cilalamaya çalışmaya delildir.)

[142] Müslim, İmaret:168.

[143] Buharî, Megazi:18.

[144] Ebû Dâvûd, Salâ:6.

[145] Ebû Dâvûd, Cihad:67.

[146] Ebû Dâvûd, Libas:21.

[147] Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 1:104.

[148] Kenzü’l-Ummal, 4:10836.

[149] Ebû Dâvûd, Cihad:61.

[150] Tirmizî, Cihad:22; İbni Mâce, Cihad:44.

[151] Buharî, Cihâd:59, Rikâk:38; Ebû Dâvud, Edeb: 9; Nesâî, Hayl:14.

[152] Müslim, İmâret:169.


[153] Ebû Dâvud, Cihâd:24; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd:11, (1637); Nesâî,
Cihâd: 26, Hayl:8.

[154] Buharî, Cihâd: 78, Enbiyâ: 12, Menâkıb: 4.

[155] Kenzü’l-Ummal, 4:10842.

[156] Kenzü’l-Ummal, 4:10875.

[157] Buharî, Megazi:18.

[158] Ebû Dâvûd, Salat:6.

[159] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9390.

[160] Tayalisî, Müsned, Hadis No:2096.

[161] Kenzu’l-Ummâl, Hadis No:40616.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam iyi ok atan sahabilere iltifatlarda


bulunurdu. Uhud Savaşında, hedefe isabetli atışları sebebiyle, başka hiç
kimseye kullanmadığı “Annem babam sana feda olsun” sözlerini Sa’d bin
Ebi Vakkas için kullanmıştı.[143]

“Biz Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile birlikte akşam namazını kılar,


sonra da ok atardık. Her birimiz okunun düştüğü yeri görürdü.”[158]

“Kim iki hedef arasında yürürse, her adımına bir sevap yazılır.”[148]

“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile koşu yaptım ve onu geçtim. Bir
süre sonra kilo alınca onunla bir yarış daha yaptım, bu sefer de o beni geçti
ve Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “İşte bu, (benim seni geçmem) şu
(daha önceki senin beni) geçme(nin) karşılığıdır” buyurdu.[149]

[156] Kenzü’l-Ummal, 4:10875.

[157] Buharî, Megazi:18.

[158] Ebû Dâvûd, Salat:6.


[159] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9390.

[153] Ebû Dâvud, Cihâd:24; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd:11, (1637); Nesâî,


Cihâd: 26, Hayl:8.

[154] Buharî, Cihâd: 78, Enbiyâ: 12, Menâkıb: 4.

[155] Kenzü’l-Ummal, 4:10842.

[160] Tayalisî, Müsned, Hadis No:2096.

[161] Kenzu’l-Ummâl, Hadis No:40616.

3. Oku atana ulaştıran.”[153]

[145] Ebû Dâvûd, Cihad:67.

[146] Ebû Dâvûd, Libas:21.

[147] Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 1:104.

[148] Kenzü’l-Ummal, 4:10836.

[143] Buharî, Megazi:18.

[144] Ebû Dâvûd, Salâ:6.

[149] Ebû Dâvûd, Cihad:61.

[150] Tirmizî, Cihad:22; İbni Mâce, Cihad:44.

[151] Buharî, Cihâd:59, Rikâk:38; Ebû Dâvud, Edeb: 9; Nesâî, Hayl:14.

[152] Müslim, İmâret:169.

[142] Müslim, İmaret:168.

(Mekke’nin ünlü pehlivanlarından Rükâne bin Abdülyezid, İslâm’a girmek


için Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın kendisini güreşte yenmesini
şart koştu ve yapılan karşılaşmada Resûlullah aleyhissalâtü vesselam
Rükane’yi birkaç defa yendi. Rükâne de bunun üzerine Müslüman oldu.)
[147]

“İki hedef arasında yürümek, atını eğitmek, eşiyle eğlenmek ve yüzme


öğrenmek.”[159]

“Sizden birinizi üzüntü ve sıkıntı bastığı zaman, yayını kuşanıp üzüntüsünü


onunla dağıtmaktan başka yapacak bir şey yoktur.”[156]

“Eğlenin ve oynayın. Çünkü ben dininizde ağırlık ve baskı görmekten


hoşlanmıyorum.”[161]

3. Deve ile.”[150]

Bütün bu teşviklerden dolayıdır ki, sahabe atıcılığa önem vermiş, her


fırsatta, hatta akşam namazından sonra hava kararıncaya kadar ok atışları
yapmışlardı.[144]

“Ok atışına devam edin. Ok atışı sizin en hayırlı oyunlarınızdan biridir.”[155]

“Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz”[160]

“Rükane, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile güreşmiş, Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm onu yenmiş.”[146]

“Bu Allah’ın kanunudur, dünyada (insanların gözünde) yükselen hiçbir şey


yoktur ki, Allah onu aşağı indirmesin.”[151]

Bir savaş sporu ve cihad aracı olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir
yeri vardır. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir hadislerinde, “Sizden hiç
kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın” buyuruyor.[142]

“Kim atıcılığı öğrenir, sonra da bırakırsa, o bizden değildir –veya âsi


olmuştur.–”[152]

İbn Ömer’in ifadesine göre, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, atını


antrenmana tâbi tutar, sonra da onunla yarışa katılırdı.[145]
“At (yâ Sa’d)! Anam babam sana feda olsun!” dedi.[157]

“Atın!” dedi, “ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum” buyurdular.[154]


Menkıbe

İftarlıklarını Muhtaçlara Veren Aile

“Cennet gençlerinin efendisi” olarak makamları dedeleri tarafından


belirlenen Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin hastalandılar. Onların rahatsızlığını
duyan Efendimiz aleyhissalâtü vesselam yanına dostları Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer ve bazı sahabileri alarak ziyaretine gittiler.

Hz. Ali, Hz. Fatıma ve hizmetçileri Hz. Fıdda’nın bulunduğu evde,


sahabiler Hz. Ali’ye bir teklifte bulundular:

“Ey Hasan’ın babası, çocukların iyileşirse Allah rızası için bir vaadin var
mı? Onlar için bir adak düşünmüyor musun?”

Allah’ın Aslanı, büyük insan şöyle dedi:

“Evet, yavrularıma Allah şifa verirse Allah rızası için üç gün oruç
tutacağım.”

Kocası Hz. Ali’nin adağını duyan şefkat örneği anneleri Hz. Fatıma da:

“Eğer gözümün nurları iyileşirse ben de Allah rızası için üç gün oruç
tutacağım.” dedi.

Hizmetçileri Hz. Fıdda da aynı fedakârlıkta bulunarak efendilerinin


adaklarına katıldı.

Duaları kabul olmuştu. Kısa zamanda iki asil yavru sağlıklarına kavuştular.
Ailece adaklarını yerine getirmeye başladılar. Sahura kalkıp oruç tuttular.
Fakat ehl-i beytin evinde akşama iftarlarını açacakları bir parça kuru
ekmekleri dahi bulunmuyordu.

Hz. Ali bir Yahudi tüccarı olan Şem’ın-el Hayberi’ye giderek dört kilogram
kadar arpa ödünç aldı. Eve getirdi, hanımı Hz. Fatıma’ya teslim etti. Ekmek
yapmasını söyledi.
Hz. Fatıma, arpanın bir kısmından ekmek yaparak sofraya koydu. Tam
yemeğe başlayacakları sırada kapı vuruldu. Kapıya gelen, bir fakirdi:

“Ey Muhammed’in evlatları, ben Müslüman bir fakirim. Çocuklarıma


yedirecek bir şeyim yok. Bir parça yiyecek verin de Allah da sizlere cennet
nimetlerinden versin.”

Fakirin bu sözlerini duyan Hz. Ali sofradaki ekmeklerin fakire verilmesini


söyledi. Hepsi de gönül rızasıyla aynı teklife katıldılar. Ekmekleri sadaka
olarak verdiler. Kendileri de iftarlarını suyla yaptılar.

Ertesi gün Hz. Fatıma geriye kalan arpanın bir kısmından daha ekmek yaptı.
Sofraya getirdi. Yine tam yiyecekleri sırada kapı vuruldu. Bu sefer gelen bir
yetimdi:

“Ben muhacirlerden babası şehit düşmüş bir yetimim. Ne olur, bir parça
ekmek verin.” Aynı tarzda önlerindeki ekmekleri bu sefer de yetime
verdiler. Kendileri oruçlarını suyla açtılar.

Üçüncü günün akşamında Hz. Fatıma geriye kalan arpadan ekmek pişirerek
önlerine getirdi. Bu defasında kapıyı çalan müşrik bir esirdi:

“Ey Müslümanlar çok açım, bana bir parça yiyecek verin.” diyordu. Hakiki
imanın zirvesinde taht kuran bu gönül erleri, önlerindeki ekmekleri bu defa
da ona sadaka olarak verdiler. Kendileri iftarlarını o gün de suyla yaptılar.

Dördüncü günün sabahı olmuştu. Hz. Ali ciğerparelerinin ellerinden tutarak


bahtiyar dedelerinin yanına götürdü. Resûlullah’ın huzuruna vardılar.
Peygamber Efendimiz canı kadar sevdiği “gözbebeklerinin” hâlsiz,
mecalsiz vaziyetlerini görünce gözleri dolu dolu oldu. Açlığın şiddetinden
güvercin yavruları gibi titriyorlardı:

“Ya Ali, nedir bu hâliniz, beni bu kadar üzen şey nedir?” diye sorduğunda
Hz. Ali olayı anlattı.

Evdekilerin aynı durumda olduklarını öğrenen Resûlullah Efendimiz


kalkarak kızının evine gitmek için hazırlandı. Eve geldiklerinde Hz.
Fatıma’nın karnının sırtına geçtiğini gördü. Üzüntüsü daha da artmıştı.
Fakat öbür taraftan da onların manevi mertebelerini düşünüyordu.

Tam bu hâldeyken Hz. Cebrail gelerek Peygamberimizin yanına yaklaştı.


Bir İlahî müjde takdim etti:

“Onlar kendi canlarının çekmesine rağmen yemeği fakire, yetime ve esire


yedirdiler.”[162] Bu fedakârlıklarını Cenâb-ı Hak övüyordu.

[162] İnsan, 76:8.

[162] İnsan, 76:8.

“Onlar kendi canlarının çekmesine rağmen yemeği fakire, yetime ve esire


yedirdiler.”[162] Bu fedakârlıklarını Cenâb-ı Hak övüyordu.
SÜNNETE GÖRE RÜYALAR
“RÜYA” KELİMESİ “RÜ’YET” KÖKÜNDEN gelir ve Arapça bir
kelimedir, Türkçede “düş” olarak bilinir. “Rü’yet” gözle görmek, “rüya”
beyinle görmektir. Beyin, ruhun gözü ve dürbünü gibidir. Ruh, gördüklerini
beyin aracılığıyla uykuda hayâle gösterir.

Rüya, şuuraltına yerleşen birtakım düşünceler biçiminde tanımlanır. Rüya,


Allah’ın melek vasıtasıyla açık veya örtülü olarak insanın şuurunda
uyandırdığı sübjektif algılar, vicdanî duygular veya şeytanî telkinler, karışık
hayâllerdir.

Rüyalar bir yerde, geleceği önceden bildiren vasıtalardır. Rüyadaki mesajlar


pek çok keşiflere ilham kaynağı olmuştur.

Peygamberlerin rüyası vasıtasızdır ve doğrudan Allah’tan gelir, Rahmanîdir.


Mü’minin rüyası melek ilhamıdır, fasıkın rüyası ise şeytandandır.

Rüyadaki işaretler şifredir. Şifreleri herkes çözemez. Rast gele herkesin


deşifre etmesi mümkün değildir.

Rüyadaki işaretler ve ipuçları kaderin habercisidir. Mü’minin rüyası,


görmeden iman ettiği cennetin delili ve tasdikidir. Her mü’min kabiliyetine
göre rüya asansörüyle yücelere çıkıp gezinti yapabilir. Sonsuzluk âlemine
açılan pencereden gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insan kalbinin
tasavvur edemediği manzaraları seyredebilir.

Resûlullah Efendimiz aleyhissalâtü vesselam vahiy iklimine rüya yoluyla


girmiş, zaman zaman sahabeye rüyasını anlattığı gibi, onların rüyasını da
tabir etmiştir.

Rüyalar bazen örtülü, bazen de açık olarak gelecekten haber verirler. Bu


rüyalar bazı şekillere bürünerek gizlenirler. Rüyalar şuuraltından geçerken
aldığı fotoğraflardan meydana gelen karışık hâllerdir. Rüya yorumu, bu
karışık şekilleri ayırt etmektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrâhim, Yûsuf aleyhisselam ve Mısır hükümdarının
gördüğü rüyalardan söz edilir.[163] Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam’ın
gördüğü bir rüyanın doğru çıktığı Allah tarafından bildirilir.[164]

Kur’ân’da Hz. Yûsuf’a rüyaların yorumunun öğretildiği,[165] Hz. İbrâhim,


Hz. Yakub ve Hz. Yûsuf’un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum
ışığında hareket ettikleri belirtilir. Cenâb-ı Hak, Bedir Savaşı öncesinde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a düşmanlarının sayısını rüyasında az
göstermiş, Hudeybiye öncesinde Müslümanlarla birlikte Mekke’ye
gireceğine dair gördüğü rüya iki yıl sonra gerçekleşir.[166]

Hadislerde rüyanın insan hayatındaki yerine ve önemine defalarca değinilir.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a ilk vahiy sâlih ve sâdık rüya şeklinde
gelmiş, altı ay süreyle vahiy bu şekilde devam etmiştir. Bir hadiste yirmi üç
yıllık vahiy süresi içerisindeki bu altı aylık zaman dilimi kastedilerek,
“Mü’minin sâdık rüyası nübüvvetin kırk altıda biridir” buyurulmuş,[167]
vahyin kesilmesine karşılık müjdeli haberlerin devam ettiği bildirilmiştir.
[168]

Hadis kitaplarında “Kitâbü’r-Rü’yâ” ve “Kitâbü Ta‘bîri’r-rü’yâ” başlığı


altında Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın rüyalarına ve yorumlarına yer
verilir. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın sabah namazından sonra
sahabilere, “İçinizde rüya gören var mı?” diye sorduğu, varsa tabir ettiği
anlatılır.[169]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın zaman zaman kendi rüyalarını da


anlattığı ve tabir ettiği yahut sahabilerden birine tabir ettirdiği, güzel
rüyaların anlatılıp tabir edilmesini hoş karşıladığı, kötü rüyaların
anlatılmasını ve tabir edilmesini istemediği belirtilir.

Mü’minin Rüyası Rabbinin Kelamıdır


117. Özellikle sâdık ve sâlih rüyalar mü’min için hayra alamettir. Sünnette
belirtildiği gibi mü’minin Rabbiyle konuşması anlamına gelmektedir.

“Mü’minin rüyası, Rabbi ile uykuda konuştuğu bir (çeşit) kelâmdır.”[170]


Allah, Sevdiği Kulunu Rüyada Uyarır
118. Rüyalar bir müjde olduğu için, mü’minin gördüğü sâdık ve sâlih
rüyalar onu hatalarından, yanlışlarından kurtarır. Bu, Allah’ın bir ikramıdır,
kuluna bir nimetidir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, bir kulu hakkında hayır dilerse rüyasında hata ve kusurlarından


dolayı ikaz eder.[171]

Resûlullah’ın Rüyası Aynen Çıkardı


119. Rüyanın peygamberlikle ve vahiyle çok yakın ilişkisi vardır.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam sâdık rüyalar ile vahiy almaya
başlamıştır.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ilk vahiy almaya başlaması, uykuda


doğru rüya (rüya-yı sâdıka) görmekle olmuştur. Onun istisnasız bütün
rüyaları gün gibi gerçek çıkardı.”[172]

Güzel Rüya Görürsen Hamdet!


120. Güzel rüyalar rahmettir ve bir nimettir. Böyle bir nimeti nasip ettiği
için Allah’a hamdetmelidir. Kötü rüyalar görünce de, bunun şeytandan
olduğunu bilmeli ve rüyanın kötü tevilinden Allah’a sığınmalıdır.

Ebû Said el-Hudri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden biri hoşlandığı bir rüya görürse bilsin ki, bu Allah’tandır. O kişi bu
rüyadan dolayı Allah’a hamd etsin ve onu anlatsın. Bunun dışında hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse, bu da şeytandandır. Rüyanın kötü etkisinden
Allah’a sığınsın ve ondan kimseye söz etmesin. Böyle yaparsa, o rüya
kendisine zarar vermez.”[173]

Görmediğin Rüyayı Gördüm Deme!


121. İnsan gördüğü rüyayı anlatmalı, görmediği rüyayı görmüş gibi
konuşup buradan kendine bir pay çıkarmamalı, kimseyi aldatmamalıdır.

Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“En büyük iftira, kişinin görmediği rüyayı gördüğünü söylemesidir.”[174]

Görmediğin Rüyayı Anlatma!


122. Böyle bir yanlışı kendine alışkanlık hâline getiren insanlar, bunun çok
acı cezasını çekeceklerdir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söylerse, (kıyamet
günü) ona iki arpa tanesini birbirine düğümlemesi teklif edilir ve bunu
yapamamasından dolayı azap verilir.”[175]

Doğru Sözlünün Rüyası da Doğrudur


123. Doğruluğu esas alan insanın hayatı doğru olduğu gibi, rüyası da doğru
çıkar ve huzur bulur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Rüyası en doğru olanınız, en doğru sözlünüzdür.”[176]

Kötü Rüya Görünce Soluna Tükür!


124. Kâbus derecesinde korkulu bir rüya görünce, bunu şeytandan bilmeli
ve sol tarafına üç defa tükürerek rüyanın etkisinden kurtulmalıdır.

Ebû Katâde radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sâlih Rüya Allah’tan, kâbuslu rüya ise şeytandandır. Sizden biri hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse sol tarafına üç sefer tükürsün ve o rüyanın
şerrinden Allah’a sığınsın. O zaman o kâbus kendisine zarar vermez.”[177]

Rüya Müjdedir
125. Güzel ve sâlih rüyalar Müslümanlar için müjdedir, sevindirici bir
gelişmedir ve Allah’ın bir ikramıdır.

Âta bin Yesâr radıyallâhü anh Mısırlı bir adamın şöyle söylediğini
anlatıyor:

Ebû’d-Derdâ’ya “Dünya hayatında onlara müjdeler vardır.”[178] ayetinin


manasını sordum. Dedi ki:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a sorduğum günden beri bunu bana


senden başka sadece bir kişi sormuştu. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a
sormuştum. Şöyle demişti:

“Bu âyeti, bana indirildiği günden beri senden başkası sormadı. O,


Müslümanın gördüğü veya Müslümana görülen iyi rüyadır.”[179]

Güzel Rüya Peygamberliğin Bir Parçasıdır


126. Güzel rüyalar, sıradan ve değersiz bir mesele değildir. Peygamberlik
gibi mukaddes bir vazifenin bir parçasıdır. Sâdık rüyalara bu ölçüyle
bakmak gerekir.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a şöyle buyurdu:

“Sâlih kişi tarafından görülen güzel rüya, peygamberliğin kırk altı


parçasından bir parçadır.”[180]

Peygamberlik Bitti, Rüyalar Kaldı


127. Güzel rüyalar bu hadis-i şerife göre peygamberlik ile yanyana
tutuluyor; peygamberliğin hemen ardından sâdık rüyalar geliyor. Sünnette
bu yönüyle sâdık rüyaya çok değer veriliyor.

Ümmü Kürz el-Ka’biyye radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a şöyle buyurdu:

“Peygamberlik gitti (yani O’ndan sonra peygamber gönderilmeyecek) ve


mübeşşirât (yani mü’minin göreceği güzel rüyalar) kaldı.”[181]

Peygamberimizi Rüyada Gören Doğru Görmüştür


128. Rüyaların en güzeli, en önemlisi ve en müjdeli olanı Sevgili
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın rüyada görülmesidir.

Abdullah bin Mesud Radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim


şeklime giremez.”[182]

Rüya Üç Türlüdür
129. Gerçek rüya sâdık rüyadır. Kötü rüya görünce, sünnette namaz
kılınması tavsiye edilir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüya üç kısımdır:

“Biri, hak ve gerçek rüyalardır.

“Biri, kişinin günlük yaşantısında kendisini meşgul eden şeylerden


kaynaklanan rüyalardır.

“Üçüncüsü, şeytanın üzüntü vermek için gösterdiği kabûslardır.

“Kim hoşuna gitmeyen bir rüya görürse kalkıp namaz kılsın.”[183]

Rüyanı İyi İnsanlara Anlat!


130. Rüyayı herkese anlatmamalı; âlim, sâlih ve iyi tabir eden insanlara
anlatmalı ki, rüya insana zarar vermesin.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm rüya konusunda şöyle derdi:

“Rüyayı âlim bir kimseye veya sâlih ve nasihat edici birisine anlatın.”[184]

Kötü Rüyayı Kimseye Anlatma!


131. Kötü ve korkulu rüyayı kimseye anlatmamalı, kimseyle paylaşmamalı,
rastgele kişilere yorum yaptırmamalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:


Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm hutbe okurken bir adam ona
geldi ve:

“Yâ Resûlallah! Dün gece rüyamda gördüm ki, sanki benim boynum
vurulmuş ve başım yere düşmüş. Ben de başımın arkasında gidip onu aldım
ve tekrar yerine koydum, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şeytan birinizle uykusunda oynadığı zaman o kimse o rüyayı sakın


insanlara anlatmasın.”[185]

Rüya, Tabir Edilmeden Çıkmaz


132. Rüya, tabire bağlıdır. Nasıl tabir edilirse öyle çıkar. Bunun için rüyayı
ehline anlatmalıdır. Rüya, kuşun ayağı üzerinde duran bir özellik taşıyor. Ne
şekilde anlatılırsa ona göre hüküm alır.

Ebû Rezîn (Lakît bin Âmir) radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüya tabir edilmedikçe bir kuşun ayağı üzerinde (yani istikrarsız ve


askıda)dır. Tabir edilince çıkar.”[186]

Rüya İlk Tabir Edilen Şeye Göre Çıkar


133. Rüya tabiri bir ilim ve bir tecrübe işidir. Bazı rüyalar görüldüğü gibi
çıkar, bazıları ince bir perde ile, bazıları da kalın bir perde ile örtülüdür.
Rüya ilk tabire göre çıkacağına göre, dikkat edilmelidir.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüyada gördüğünüz şeylerin isimlerini o rüyanın tabir edilmesine esas


alınız. Rüyada gördüğünüz şeylerin künyelerini (veya) kinaye mânâlarını da
tabir etmede esas alınız. (Birden fazla tabire muhtemel) rüya, ilk tabir
edenedir (ona göre çıkar)”[187]

En Güzel Rüyalar Seher Vakti Görülür


134. En güzel ve müjdeli rüyaların görülme zamanı, sabaha karşı seher
vaktidir. Bu anlarda görülen rüyalar sâlih rüyalardır.

Ebû Saîd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüyaların en doğrusu, seher vakitlerinde görülen rüyalardır.”[188]

Rüyada Süt Görmek İlimdir


135. Rüyaların büyük bir kısmı işaretler şeklinde görülür. Bu işaretlerin
mutlaka bir anlamı ve tabiri vardır. Bunları da rüya tabirinde yetkili insanlar
bilir, rüyalar onlara tabir ettirilmelidir.

İbn Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Uyurken rüyamda bana süt getirildi, ondan içtim, fazlasını Ömer bin
Hattab’a verdim.”

Ashab: “Bunun tabirini nasıl yaptınız?” dediler.

“İlim”dir buyurdu.[189]

Rüyada Uzun Etek Giymek Neye İşarettir?


136. Görülen rüya ile tabiri arasında ilk anda hiçbir alaka kurulamayabilir.
Mesela hadiste geçtiği gibi uzun etek dindarlığa alamettir.

Sehl bin Huneyf radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüyamda insanların bana arz edildiklerini gördüm. Üzerlerinde gömlekler


vardı. Kiminin gömleği memelerine kadar, kimisi de daha aşağılara kadardı.
Ömer’in gömleği ise çok uzun olup eteklerini yere değmemesi için
çekiyordu.”

Ashab: “Bunun tabiri nasıldır?” dediler.

Buyurdu ki: “Bu dindarlıktır.”[190]

Rüyada Altın Görmek Neye İşaret Eder?


137. Bazı rüyaların görüntüsü, zahiri güzeldir, fakat tabiri kötü çıkar,
bazıları da güzel görülür, ama tabiri çirkindir. Bunun için acele edip rüya
hemen tabir edilmemeli, uzmanına sorulmalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rüyada iki kolumda iki altın bilezik gördüm. Altın bilezik takınmam beni
üzdü derken bana, ‘o iki bileziği üfle’ diye vahyedildi. Ben de üfleyince
uçup gittiler. Bu iki bileziği benim peygamberliğimden sonra ortaya çıkacak
iki yalancı peygamberle yorumladım. Biri Yemame’den çıkan Müseylime,
diğeri de San’a’dan çıkan Ansî’dir.”[191]

Rüyada Kılıcın Kırılması Neye İşarettir?


138. Bazı rüyalar geleceğe dair şifreler verir. Bunun için rüyada her imajın
ayrı bir tabiri ve anlamı vardır. Bir başka yönüyle rüyanın kaderle de bir
ilişkisi vardır ve rüya kaderin varlığının ayrıca bir delilidir.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Rüyamda Mekke’den, hurmalıklı bir yere hicret ettiğimi gördüm. İlk anda
aklıma onun Yemame yahut Hecer olduğu geldi. Baktım ki orası Yesrib
şehri imiş.

“Bu rüyamda bir kılıcı salladığımı gördüm. Ağzı kırıldı. Baktım ki, bu da
Bedir’de mü’minlerin maruz kaldığı durumdur.

“Sonra onu bir daha salladım, eskisinden daha güzel oldu. Bu da Allah’ın
ihsan ettiği fetihler ve mü’minlerin birleşmesidir.

“Onda bir sığır gördüm. Allah hayra tebdil etsin. Onlar da Uhud’da zayiat
verdiğimiz mü’minlerdir. Hayır da, Allah’ın getirdiği hayır ile Allah’ın bize
Bedir Savaşı’ndan sonra gösterdiğimiz doğruluktan dolayı verdiği
sevabıdır.”[192]

Rüyada Taze Hurma Neye İşarettir?


139. Asr-ı Saadette hurma, hayatın bütününde yer almıştır. Hurma hem
meyvedir, hem tatlıdır, hem de gıda ve katıktır. Efendimiz aleyhissalâtü
vesselam hurmayı hep hayra yormuştur.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Gece (rüyamda) şöyle gördüm: Sanki biz Ukbe bin Râfi’in evindeymişiz.
Bize İbni Tab hurmasından taze hurma getirildi. Bu rüyamı, yücelmenin
dünyada, güzel sonucun âhirette bize mahsus olduğu ve dinimizin tamam
olduğu manâsı ile tabir ettim.”[193]

Görülene Göre Rüya Tabiri


140. Rüyalar kaderin cilvelerini gösterdiği ve anlattığı için, sünnete göre
rüyada görülen bazı semboller kalıcı tabirlere işaret etmektedir.

Peygamber aleyhissalâtü vesselam’ın Ashabından bazısı anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“(Rüyada görülen) süt hak din (fıtrat üzere olmak); gemi kurtuluş, deve
üzüntü; yeşillik, cennet; kadın iyilik (demektir).”[194]

Sevindiren ve Üzen Rüyalar Hangileridir?


141. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam rüyaların geleceğe işaret
ettiğini, gelecekle ilgili haber verdiğini bildiği için, bazı rüyalar anlatılınca
seviniyor, bazı rüyalar anlatılınca da üzülüyordu.

Ebû Bekre radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, ‘rüya göreniniz var mı?’ diye
sordu. Bir adam ‘ben gördüm’ dedi ve şöyle anlattı:

“Sanki bir terazi gökten indi. Siz ve Ebû Bekir tartıldınız, siz Ebû Bekir’den
ağır geldiniz. Sonra Ebû Bekir ile Ömer tartıldı. Ebû Bekir ağır geldi. Ömer
ve Osman tartıldılar, Ömer ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı.”

“Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yüzünde hoşnutsuzluk


eseri gördük.”[195]

Rüyalar İnsanın Cennete Gideceğine Nasıl İşaret


Eder?
142. Rüyalar insanın dünya hayatıyla ilgili bazı işaretler ve müjdeler verdiği
gibi, âhiret hayatıyla, yani cennete gidip gidemeyeceği hakkında da bazı
müjdeler verebilir. Sahabe-i Kiram böyle rüyalar görürdü.

Hareşe bin el-Hürr radıyallâhü anh anlatıyor:

“Ben, Medine-i Münevvere’ye gittim ve Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm’ın Mescidinde yaşlı bir grup insanın yanına oturdum. Sonra yaşlı
bir zât bir bastona dayanarak geldi. Yanlarında oturduğum cemaat:
‘Kim cennet ehlinden bir adama bakmakla sevinmek isterse bu (gelen) zata
baksın’ dediler. Bu zât bir sütunun arkasında durdu, iki rekât namaz kıldı.
Sonra ben kalktım, onun yanma vardım ve ona: ‘Cemaatin bazısı (senin
hakkında) şöyle şöyle söyledi, dedim.

“Bu yaşlı zât: Hamd Allah’adır. Cennet Allah’ındır, dilediğini ona koyar.
(Cemaatin benim hakkımda söylediği sözün sebebine gelince) Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm hayatta iken ben bir rüya gördüm.

“Rüyamda şunu gördüm: Sanki bir adam bana gelerek ‘Yürü!’ dedi. Ben de
onunla beraber gittim. Beni büyük bir yola götürdü. Sonra sol tarafımda
kalan bir yol bana gösterildi. Ben de o yola gitmek istedim. Fakat adam:
‘Sen bu yolun hâlkından değilsin’ dedi. Daha sonra sağımdaki bir yol bana
gösterildi. Ben de o yola girdim. Nihayet kaygan bir dağa vardım. Adam
elimi tutup beni (yukarıya doğru) fırlattı. Ben o anda dağın zirvesinde
oldum. Fakat (kaygan dağın tepesinde) durup tutunamadım. O esnada
tepesinde, altından bir kulp bulunan demirden bir direk göründü. Adam
(tekrar) elimden tutup beni fırlattı. Nihayet ben o kulpu tuttum. Adam:
‘(Kulpa) sarıldın mı?’ dedi. Ben de ‘Evet’ dedim. Sonra adam ayağıyla
direğe vurup devirdi. Ben de kulpa sarılı kaldım.

Yaşlı zât (sözüne devamla) dedi ki:

“Ben rüyamı Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a anlattım. Buyurdu ki:

“Sen hayırlı bir rüya gördün. (Karşına ilk çıkan) büyük yol mahşerdir.
(Sonra) senin sol tarafında gösterilen yol cehennem hâlkının yoludur. Sen o
yolun ehlinden değilsin. (Sonra) senin sağ tarafında gösterilen yol cennet
ehlinin yoludur. Kaygan dağa gelince, o şehidlerin makamıdır. (Sen şehid
olmak suretiyle bu mertebeye erişemeyeceksin) Tuttuğun kulp ise İslâm
kulpudur. Bu itibarla sen ölünceye kadar bu kulpa sarılmaya devam et.”

“(İşte) ben bundan dolayı cennet ehlinden olmayı umarım (yani kesin bilgi
ise ancak Allah katındadır.)

(Hareşe demiştir ki) “Sonra bu yaşlı zatın Abdullah bin Selâm olduğunu
öğrendim.”[196]
Rüyada Resûlullah’ın Bir Azasını Görmek
143. İnsan ne kadar ibadet ve ihlas sahibi ise göreceği rüyalar da ona göre
anlam kazanır, değerlenir. Rüyayı gören insanın halis bir niyet sahibi olması
bu açıdan çok önemlidir

Ümmü’l-Fadl radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Kendisi (bir gün): “Ey Allah’ın Resûlü! Rüyamda sanki sizin


uzuvlarınızdan birinin evimde olduğunu gördüm” demiş.

Aleyhissalâtu vesselam da: “Hayır görmüşsün. Kızım Fâtıma bir oğlan


çocuğu dünyaya getirir, sen de onu emzirirsin” buyurdu.

“Gerçekten de Fâtıma radıyallâhü anhâ (bir müddet sonra) Hz. Hüseyin


veya Hasan radıyallâhü anhümâ’yı doğurdu. Ümmü’l-Fadl da (kendi
bebeği) Kusam’ın sütüyle onu emzirdi.”[197]

Rüya Tabirinde Doğrular da Olur, Yanlışlar Da


144. Rüyayı kim tabir ederse etsin, isabet ettikleri de olur, yanıldıkları olur.
Bunun için her tabiri tamamıyla doğru olarak kabul etmemelidir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh şöyle bir hadis anlatırdı:

“Adamın biri Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a gelerek dedi ki:

“Bu gece rüyamda bir bulut gördüm. Ondan bal ve yağ akıyordu. İnsanlar
da o baldan ve yağdan alıyorlardı; Kimisi çok alıyor, kimisi de az alıyordu.

“Gökten yere uzatılmış bir ip gördüm. Ey Allah’ın Resûlü! Baktım ki, siz o
ipe tutundunuz ve yükseldiniz, sonra başka bir kimse daha o ipi tuttu ve o
da yükseldi. Ondan sonra bir kimse daha o ipi tuttu, o da yükseldi. Sonra bir
adam daha o ipi tuttu, fakat ip koptu, ip bağlandı o da yükseldi. Bunun
üzerine Ebû Bekir dedi ki:
“Ey Allah’ın Resûlü! Anam babam sana feda olsun! Müsaade ediniz de, bu
rüyayı ben yorumlayayım. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Tabir et bakalım” dedi ve Ebû Bekir şöyle yorumladı: “Gölgelik yapan


bulut İslâm’dır, akan yağ ve bal Kur’ân’ın yumuşaklığı ve tadıdır. Çok veya
az alanlar ise Kur’ân’dan nasibini az veya çok almış kimselerdir. Gökten
yere doğru uzatılan ip ise üzerinde bulunduğun hak olan İslâm’dır. Siz onu
tutmuşsunuz, Allah da sizi yükseltecektir. Sizden sonra o hakkı başka bir
kimse tutacak ve onunla yükselecektir. Onun peşinden başka biri tutacak, o
da onunla yükselecektir. Sonra başka biri tutacak, onun yüzünden ip
kopacak sonra bağlanacak ve o da onunla yükselecektir.

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu yorumda doğru mu, yoksa yanlış mı yaptım.”


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Bir kısmını doğru, bir kısmını yanlış yorumladın” buyurdular. Bunun


üzerine Ebû Bekir:

“Ey Allah’ın Resûlü, anam babam sana feda olsun! Yemin ederim ki,
yanıldığım tarafı bana söyleyin.

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Yemin etme” buyurdular.[198]

Rüya Tabiri Sabah Namazından Sonra Yapılmalı


145. Her şeyin bir vakti olduğu gibi, rüya tabirinin de belli bir vakti vardır.
Rüyalar genellikle gece görüldüğü için, tabirinin de sabah namazından
sonra yapılması daha doğru olur. Sünnetten bu usulü öğreniyoruz.

Semure bin Cündüp radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, sabah namazını kıldırdıktan sonra


yüzünü cemaate çevirir ve bu gece rüya göreniniz var mı?” diye
sorardı.”[199]
Rüyalar Tabir Edildiği Gibi Çıkar
146. Rüyalar nasıl tabir edilirse öyle çıkar. Sünnet bu konuda bize çok net
bilgiler veriyor. Aynı rüyayı Efendimiz aleyhissalâtü vesselam güzel tabir
ediyor, sonucu güzel çıkıyordu. Benzer rüyayı Hz. Âişe kötüye tabir ediyor,
sonuç kötü çıkıyordu.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Medineli bir kadın vardı. Kocası ticaretle uğraşırdı. Kocası kendisinden


uzaklaştıkça (kötü) rüya(lar) görürdü. Kocası gurbete çıkarken çok defa
hanımı hamile iken çıkardı. O kadın da gördüğü rüyaları gelip Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’a anlatırdı. Bir keresinde geldi, şöyle bir rüya
anlattı:

“Kocam gurbete, ticarete çıktı. Giderken ben hamile idim. Herkesin


gördüğü gibi ben de rüya gördüm. Rüyamda evimin bir duvarı yıkıldı,
çocuğumu da tek gözlü doğurdum.’

Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselâm onun rüyasını şöyle tabir etti:

“İnşaallah kocan sağ sâlim döner, çocuğun da kusursuz doğar.”

“Bu kadın çok kere aynı rüyayı iki veya üç kere görür, Allah Resûlü
aleyhissalâtü vesselâm’a gelir, anlatırdı. Allah Resûlü aleyhissalâtü
vesselâm da ona rüyasını tabir ederdi. Kocasının sağ sâlim döneceğini ve
çocuğunu da kusursuz doğuracağını söylerdi.

“Bir keresinde benzer bir rüyayı yine görmüş, Allah Resûlü aleyhissalâtü
vesselâm’a tabir ettirmek için gelmişti. Fakat Allah Resûlü aleyhissalâtü
vesselâm evde yoktu. Bunun üzerine ben ona sordum:

“Ey Allah’ın kadın kulu! Allah Resûlünü neden soruyorsun?”

“Rüya gördüğümde, gelip Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselâm’a tabir


ettiriyorum. O rüyamı hayra yoruyor ve tabir ettiği gibi çıkıyordu.’ dedi.

“Peki, o gördüğün rüyayı bana anlatır mısın?’ dedim.


“Hayır, olmaz; Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselâm gelince tekrar gelir, ona
anlatırım’ dedi.

“Ben de kadını, rüyasını bana anlatıncaya kadar bırakmadım. Bana rüyasını


anlatınca, ben şöyle yorumladım:

“Rüyan doğru çıkacak olursa, kocan ölecek. Çocuğun çok kötü bir çocuk
olacak.”

Oturup ağlamaya başladı.

“Neden ben sana rüyamı anlattım ki?” dedi.

“Tam o sırada Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselâm içeriye girdi. Onu


ağlarken görünce, sordu:

“Ey Âişe, bu kadının nesi var, neden ağlıyor?”

“Ona durumu bildirdim. Rüya gördüğünü ve ben de onun rüyasını tabir


ettiğimi söyledim. O zaman şöyle buyurdu:

“Ey Âişe! Yavaş ol! Müslümanlara, gördükleri rüyaları tabir ederken iyi
söyle, hayıra yorumla. Çünkü rüyalar yoruma göre çıkar.”

“Vallahi kocası öldü ve çok fena bir çocuk doğurdu.”[200]

Resûlullah Hz. Ömer’i Nasıl Gördü?


147. Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“‘Bir defasında rüyamda kendimi cennette görmüştüm. Bir de baktım ki, bir
kadın bir köşkün yanında abdest alıyor.

“Bu köşk kime aittir?” diye sordum.


“Ömer’indir’ dediler. ‘Ömer’in kıskançlığını hatırlayıp hemen yönümü
başka tarafa çevirdim.

Ömer, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın bu tatlı müjdesini işitince


ağladı ve “Ey Allah’ın Resûlü, sizi de mi kıskanacağım?” dedi.[201]

[163] Yûsuf 12:4-5, 43, 100; Sâffât 37:105.

[164] Fetih 48:27.

[165] Yûsuf 12:6, 21.

[166] Feth 48:27.

[167] Buharî, Tabîr:5; İbn Mâce, Tabîr:1; Tirmizî, Rüyâ:2-3.

[168] Buharî, Tabîr:6.

[169] Buharî, Tabîr:47; Ebû Dâvûd, İman:10.

[170] Feyzü’l-Kadir, 4:12.

[171] Câmiu’s-Sağîr, 1:257, Hadis No:384.

[172] Buharî, Tabîr:1.

[173] Buharî, Tabîr:3.

[174] Buharî, Tabîr:45.

[175] İbni Mâce, Rüya:8.

[176] Müslim, Rüya:6.

[177] Buharî, Tabîr:3; Müslim, Rüya:1; Dârimî: Rüya:5, Tirmizî, Rüya:4;


İbni Mâce, Rüya:3.

[178] Yunus, 10:64.


[179] Muvatta, Rüya:1; Tirmizî, Rüya:3.

[180] İbni Mâce, Rüya:1.

[181] İbni Mâce, Rüya:1.

[182] Buharî, Ta’bir:10, Tirmizî, Rüya:4, İbni Mâce, Rüya:2.

[183] Buharî, Ta’bir:3; Müslim, Rüya:1; Tirmizî, Rüya:7; İbni Mâce,


Rüya:3; Dârimî, Rüya:5.

[184] Buharî, Ta’bir:3; Müslim, Rüya:1; Tirmizî, rüya:7; İbni Mâce,


Rüya:3; Dârimî, Rüya:5.

[185] İbni Mâce, Rüya:5.

[186] İbni Mâce, Rüya:6.

[187] İbni Mâce, Rüya:7.

[188] Dârimî, Rüya: 8, Tirmizî, Rüya:3.

[189] Dârimî, Rüya:13; Buharî, Ta’bir:7; Tirmizî, Rüya:9.

[190] Dârimî, Rüya: 13; Buharî, Tabir: 17; Tirmizî, Rüya:9.

[191] Tirmizî, Rüya:10.

[192] Müslim, Rüya:20.

[193] Ebû Dâvûd, Edeb:88 (5025).

[194] Dârimî, Rüya:13.

[195] İbni Mâce: Rüya: 7; Müslim, Rüya: 3; Tirmizî, Rüya:10.

[196] İbni Mâce, Rüya:10.

[197] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7134.


[198] Müslim, Rüya:3; İbni Mâce: Rüya:10; Tirmizî, Rüya:10.

[199] Buharî, Ta’bir: 48; Tirmizî, Rüya:10.

[200] Darimi, 2:130; Rudani, Hadis No:7452.

[201] Buharî, Bedü’l-Halk:100; Müslim, Fedâilü’s-Sahabe:20.

“Mü’minin rüyası, Rabbi ile uykuda konuştuğu bir (çeşit) kelâmdır.”[170]

“Yemin etme” buyurdular.[198]

[163] Yûsuf 12:4-5, 43, 100; Sâffât 37:105.

Kur’ân’da Hz. Yûsuf’a rüyaların yorumunun öğretildiği,[165] Hz. İbrâhim,


Hz. Yakub ve Hz. Yûsuf’un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum
ışığında hareket ettikleri belirtilir. Cenâb-ı Hak, Bedir Savaşı öncesinde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a düşmanlarının sayısını rüyasında az
göstermiş, Hudeybiye öncesinde Müslümanlarla birlikte Mekke’ye
gireceğine dair gördüğü rüya iki yıl sonra gerçekleşir.[166]

“Rüyaların en doğrusu, seher vakitlerinde görülen rüyalardır.”[188]

“İlim”dir buyurdu.[189]

Hadis kitaplarında “Kitâbü’r-Rü’yâ” ve “Kitâbü Ta‘bîri’r-rü’yâ” başlığı


altında Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın rüyalarına ve yorumlarına yer
verilir. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın sabah namazından sonra
sahabilere, “İçinizde rüya gören var mı?” diye sorduğu, varsa tabir ettiği
anlatılır.[169]

“Bu âyeti, bana indirildiği günden beri senden başkası sormadı. O,


Müslümanın gördüğü veya Müslümana görülen iyi rüyadır.”[179]

Kur’ân’da Hz. Yûsuf’a rüyaların yorumunun öğretildiği,[165] Hz. İbrâhim,


Hz. Yakub ve Hz. Yûsuf’un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum
ışığında hareket ettikleri belirtilir. Cenâb-ı Hak, Bedir Savaşı öncesinde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a düşmanlarının sayısını rüyasında az
göstermiş, Hudeybiye öncesinde Müslümanlarla birlikte Mekke’ye
gireceğine dair gördüğü rüya iki yıl sonra gerçekleşir.[166]

[194] Dârimî, Rüya:13.

[196] İbni Mâce, Rüya:10.

[195] İbni Mâce: Rüya: 7; Müslim, Rüya: 3; Tirmizî, Rüya:10.

[198] Müslim, Rüya:3; İbni Mâce: Rüya:10; Tirmizî, Rüya:10.

[197] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7134.

[200] Darimi, 2:130; Rudani, Hadis No:7452.

[199] Buharî, Ta’bir: 48; Tirmizî, Rüya:10.

[201] Buharî, Bedü’l-Halk:100; Müslim, Fedâilü’s-Sahabe:20.

Buyurdu ki: “Bu dindarlıktır.”[190]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, sabah namazını kıldırdıktan sonra


yüzünü cemaate çevirir ve bu gece rüya göreniniz var mı?” diye
sorardı.”[199]

“Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söylerse, (kıyamet
günü) ona iki arpa tanesini birbirine düğümlemesi teklif edilir ve bunu
yapamamasından dolayı azap verilir.”[175]

“Peygamberlik gitti (yani O’ndan sonra peygamber gönderilmeyecek) ve


mübeşşirât (yani mü’minin göreceği güzel rüyalar) kaldı.”[181]

Ebû’d-Derdâ’ya “Dünya hayatında onlara müjdeler vardır.”[178] ayetinin


manasını sordum. Dedi ki:

“Gece (rüyamda) şöyle gördüm: Sanki biz Ukbe bin Râfi’in evindeymişiz.
Bize İbni Tab hurmasından taze hurma getirildi. Bu rüyamı, yücelmenin
dünyada, güzel sonucun âhirette bize mahsus olduğu ve dinimizin tamam
olduğu manâsı ile tabir ettim.”[193]

“Sizden biri hoşlandığı bir rüya görürse bilsin ki, bu Allah’tandır. O kişi bu
rüyadan dolayı Allah’a hamd etsin ve onu anlatsın. Bunun dışında hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse, bu da şeytandandır. Rüyanın kötü etkisinden
Allah’a sığınsın ve ondan kimseye söz etmesin. Böyle yaparsa, o rüya
kendisine zarar vermez.”[173]

Hadislerde rüyanın insan hayatındaki yerine ve önemine defalarca değinilir.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a ilk vahiy sâlih ve sâdık rüya şeklinde
gelmiş, altı ay süreyle vahiy bu şekilde devam etmiştir. Bir hadiste yirmi üç
yıllık vahiy süresi içerisindeki bu altı aylık zaman dilimi kastedilerek,
“Mü’minin sâdık rüyası nübüvvetin kırk altıda biridir” buyurulmuş,[167]
vahyin kesilmesine karşılık müjdeli haberlerin devam ettiği bildirilmiştir.
[168]

“Rüyada gördüğünüz şeylerin isimlerini o rüyanın tabir edilmesine esas


alınız. Rüyada gördüğünüz şeylerin künyelerini (veya) kinaye mânâlarını da
tabir etmede esas alınız. (Birden fazla tabire muhtemel) rüya, ilk tabir
edenedir (ona göre çıkar)”[187]

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrâhim, Yûsuf aleyhisselam ve Mısır hükümdarının


gördüğü rüyalardan söz edilir.[163] Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam’ın
gördüğü bir rüyanın doğru çıktığı Allah tarafından bildirilir.[164]

[165] Yûsuf 12:6, 21.

[164] Fetih 48:27.

[167] Buharî, Tabîr:5; İbn Mâce, Tabîr:1; Tirmizî, Rüyâ:2-3.

[166] Feth 48:27.

[169] Buharî, Tabîr:47; Ebû Dâvûd, İman:10.

[168] Buharî, Tabîr:6.


[171] Câmiu’s-Sağîr, 1:257, Hadis No:384.

[170] Feyzü’l-Kadir, 4:12.

[183] Buharî, Ta’bir:3; Müslim, Rüya:1; Tirmizî, Rüya:7; İbni Mâce,


Rüya:3; Dârimî, Rüya:5.

[185] İbni Mâce, Rüya:5.

[184] Buharî, Ta’bir:3; Müslim, Rüya:1; Tirmizî, rüya:7; İbni Mâce,


Rüya:3; Dârimî, Rüya:5.

[187] İbni Mâce, Rüya:7.

[186] İbni Mâce, Rüya:6.

[189] Dârimî, Rüya:13; Buharî, Ta’bir:7; Tirmizî, Rüya:9.

[188] Dârimî, Rüya: 8, Tirmizî, Rüya:3.

[191] Tirmizî, Rüya:10.

[190] Dârimî, Rüya: 13; Buharî, Tabir: 17; Tirmizî, Rüya:9.

[193] Ebû Dâvûd, Edeb:88 (5025).

[192] Müslim, Rüya:20.

[173] Buharî, Tabîr:3.

[172] Buharî, Tabîr:1.

“Rüyayı âlim bir kimseye veya sâlih ve nasihat edici birisine anlatın.”[184]

[174] Buharî, Tabîr:45.

[176] Müslim, Rüya:6.

[175] İbni Mâce, Rüya:8.


[178] Yunus, 10:64.

[177] Buharî, Tabîr:3; Müslim, Rüya:1; Dârimî: Rüya:5, Tirmizî, Rüya:4;


İbni Mâce, Rüya:3.

[180] İbni Mâce, Rüya:1.

[179] Muvatta, Rüya:1; Tirmizî, Rüya:3.

[182] Buharî, Ta’bir:10, Tirmizî, Rüya:4, İbni Mâce, Rüya:2.

[181] İbni Mâce, Rüya:1.

“Rüya tabir edilmedikçe bir kuşun ayağı üzerinde (yani istikrarsız ve


askıda)dır. Tabir edilince çıkar.”[186]

“Rüyada iki kolumda iki altın bilezik gördüm. Altın bilezik takınmam beni
üzdü derken bana, ‘o iki bileziği üfle’ diye vahyedildi. Ben de üfleyince
uçup gittiler. Bu iki bileziği benim peygamberliğimden sonra ortaya çıkacak
iki yalancı peygamberle yorumladım. Biri Yemame’den çıkan Müseylime,
diğeri de San’a’dan çıkan Ansî’dir.”[191]

Ömer, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın bu tatlı müjdesini işitince


ağladı ve “Ey Allah’ın Resûlü, sizi de mi kıskanacağım?” dedi.[201]

(Hareşe demiştir ki) “Sonra bu yaşlı zatın Abdullah bin Selâm olduğunu
öğrendim.”[196]

“Rüyası en doğru olanınız, en doğru sözlünüzdür.”[176]

“Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yüzünde hoşnutsuzluk


eseri gördük.”[195]

“Onda bir sığır gördüm. Allah hayra tebdil etsin. Onlar da Uhud’da zayiat
verdiğimiz mü’minlerdir. Hayır da, Allah’ın getirdiği hayır ile Allah’ın bize
Bedir Savaşı’ndan sonra gösterdiğimiz doğruluktan dolayı verdiği
sevabıdır.”[192]
“Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim
şeklime giremez.”[182]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ilk vahiy almaya başlaması, uykuda


doğru rüya (rüya-yı sâdıka) görmekle olmuştur. Onun istisnasız bütün
rüyaları gün gibi gerçek çıkardı.”[172]

“Kim hoşuna gitmeyen bir rüya görürse kalkıp namaz kılsın.”[183]

“Allah, bir kulu hakkında hayır dilerse rüyasında hata ve kusurlarından


dolayı ikaz eder.[171]

“Şeytan birinizle uykusunda oynadığı zaman o kimse o rüyayı sakın


insanlara anlatmasın.”[185]

Hadislerde rüyanın insan hayatındaki yerine ve önemine defalarca değinilir.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a ilk vahiy sâlih ve sâdık rüya şeklinde
gelmiş, altı ay süreyle vahiy bu şekilde devam etmiştir. Bir hadiste yirmi üç
yıllık vahiy süresi içerisindeki bu altı aylık zaman dilimi kastedilerek,
“Mü’minin sâdık rüyası nübüvvetin kırk altıda biridir” buyurulmuş,[167]
vahyin kesilmesine karşılık müjdeli haberlerin devam ettiği bildirilmiştir.
[168]

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrâhim, Yûsuf aleyhisselam ve Mısır hükümdarının


gördüğü rüyalardan söz edilir.[163] Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam’ın
gördüğü bir rüyanın doğru çıktığı Allah tarafından bildirilir.[164]

“Sâlih kişi tarafından görülen güzel rüya, peygamberliğin kırk altı


parçasından bir parçadır.”[180]

“Gerçekten de Fâtıma radıyallâhü anhâ (bir müddet sonra) Hz. Hüseyin


veya Hasan radıyallâhü anhümâ’yı doğurdu. Ümmü’l-Fadl da (kendi
bebeği) Kusam’ın sütüyle onu emzirdi.”[197]

“En büyük iftira, kişinin görmediği rüyayı gördüğünü söylemesidir.”[174]

“Sâlih Rüya Allah’tan, kâbuslu rüya ise şeytandandır. Sizden biri hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse sol tarafına üç sefer tükürsün ve o rüyanın
şerrinden Allah’a sığınsın. O zaman o kâbus kendisine zarar vermez.”[177]

“(Rüyada görülen) süt hak din (fıtrat üzere olmak); gemi kurtuluş, deve
üzüntü; yeşillik, cennet; kadın iyilik (demektir).”[194]

“Vallahi kocası öldü ve çok fena bir çocuk doğurdu.”[200]


SÜNNETE GÖRE NAZAR,
BÜYÜ, KEHANET VE
UĞURSUZLUK
SAF VE NEZİH İSLÂM İNANCI, FAL, kehanet, uğursuzluk gibi her türlü
hurafe ve boş âdetlerden uzaktır. Hiçbir faydası olmayan, aksine,
Müslümanların sağlam itikatlarına zarar veren, kişinin hak ve hakikate olan
bağlılığını zedeleyen inançlar, hiçbir şekilde müsamaha ile karşılanamaz,
onların yayılmasına göz yumulamaz.

İslâm nuru doğmadan önce bilhassa Araplar arasında o kadar hurafe ve


mânâsız, batıl inançlar kol geziyordu ki, insanlar en ciddî ve hayatî
meselelerini bile uydurdukları şeylere göre düzenlerdi.

Mesela Cahiliye devrinde Araplar kuşları ve geyikleri ürkütürler, hayvan


sağ tarafa giderse işlerine güçlerine veya yollarına devam ederler, sol tarafa
giderse yapacakları şeyden vazgeçer, dönerler, uğursuzluk yorumunda
bulunurlardı. Böylece, yapacakları birçok işten geri kalırlardı.

İşte böyle şaşkın bir millet içinde çıkan Resûl-i Ekrem Efendimiz
aleyhissalâtü vesselam Araplar tarafından “nass/dogma” gibi kabul edilen
her türlü boş ve mânâsız alışkanlık ve inançlarla mücadele etti, insanları
onlardan vazgeçirmeye çalıştı.

Diğer yandan gelecekte olacak hadiseler öteden beri insanların zihinlerini


meşgul etmiştir. Sosyal çalkantıların yoğun olduğu buhranlı zamanlarda
insanlar gelecekte neler olacağını kestirebilmek maksadıyla çeşitli yollara
başvururlar. Burçlara göre talih tayini, kâhinlik, çeşitli fal oyunları gibi
hurafeler bunlardan sadece bazılarıdır.

İslâm’dan önce Araplar arasında birçok hurafelerle birlikte kehanet de fazla


revaç bulmuştu. Kâhinler arasında cinlerle irtibat hâlinde bulunanlar,
kendilerine cinler tarafından haber geldiğini iddia edenler olduğu gibi, bazı
işaretlerden ileride meydana gelecek hadiseleri çıkardığını ileri sürenler de
vardı.

Ayrıca çalınan malın veya yitik bir eşyanın kim tarafından alındığını ve
hâlen nerede olduğunu bildiğini söyleyenlerle birlikte; gelecekte kimin ne
yapacağını, dünyada ne gibi hadiselerin meydana geleceğini bildiklerini
zanneden kâhinler de mevcuttu.

Bunların içinde cinlerin getirdiği haberlere dayanarak ahkâm kesen


kâhinler, bazı hususlarda bir nebze doğru olsalar da genelde gerçekten çok
uzak bulunmaktadırlar.

Kur’ân-ı Kerim, istikbalde olacakları hiçbir kimsenin bilemeyeceğini şu


âyetlerle haber vererek kehâneti reddeder:

“Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır. Onları ancak O bilir.”[202] “Hiçbir


kimse yarın ne kazanacağını bilemez.”[203] “De ki: Göklerde ve yerde
Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.”[204]

Bunun yanında insanı etkisi altına alan, hasta eden bazı olaylar vardır ki,
Tıb ilmi bunlar için kesin teşhise varamıyor. Gerçek sebebi hakkında da
açık bir bilgi veremiyor. İşte bunlardan birisi de “nazar etme,” “göz
değme”dir. Nazarın gerçek olduğu, nazar edilen kimsenin hastalanmasına,
hattâ ölümüne sebep olduğu da bilinen ve kabul edilen bir gerçektir.

Nazar gerçektir ve insanın kaderiyle yakından ilgilidir. Ve nazar kişinin


helâkine ve ölümüne bile sebep olabilmektedir.

Asr-ı Saadette geçen, nazarla ilgili bir hadiseden, mü’minin beğendiği bir
şey karşısında nasıl davranması, neler söylemesi gerektiği, nazar etmenin
din kardeşini öldürme sayılacağı, nazara uğrayan ve nazar eden kimsenin
neler yapması gerektiği hususunda geniş bilgiler mevcuttur.

Sünneti incelediğimizde bunlara nasıl bakacağımızı, nasıl önlemler


alacağımızı, ne gibi değerlendirmelere tabi tutacağımızı öğreniyoruz.
Böylece bu hatalardan ve yanlışlardan kurtulduğumuz gibi, işin doğrusunu
ve hakikatini de anlamış oluyoruz.
Nazar Haktır
148. Nazar, göz değmesi vardır, gerçektir ve hakikattir. Etkisi ve zararı
kabul edilmektedir. Nazarı inkâr etmek, reddetmek mümkün değildir.
Yapılacak şey, nazara karşı tedbir almaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Göz değmesi haktır, sabittir.”[205]

Nazardan Allah’a Sığın!


149. Zarar veren bütün tehlikelerden Allah’a sığınmak gerektiği gibi,
nazardan da Allah’a sığınmalı, iltica etmeli, Allah’tan yardım istemelidir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“(Nazar’dan) Allah’a sığınınız. Çünkü göz (değme işi) gerçektir.”[206]

Nazar Mezara Götürür


150. Nazarın etkisi o kadar gerçektir ki, ayakta duran deveyi yıktığı ve
kazana koyduğu gibi, insanın da ölümüne sebep olabilir.

Câbir bin Abdullah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Göz değmesi haktır. Deveyi kazana, insanı da mezara götürür.”[207]

Nazar Dağı Devirir


151. İnsanın gözünde öyle bir tesir gücü vardır ki, nazarı keskin olan bir
kişi dikkatle dağa baksa, Allah korusun dağı devirebilir.

Abdullah bin Abbas radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Göz değmesi haktır, yüksek bir dağı bile baş aşağı eder.”[208]

Nazara Karşı Okuyun!


152. Nazar değmesini gideren, zararını engelleyen en etkili çare, nazara
uğrayan kişiye okumak ve ona nefes etmektir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam, ona, nazardan dolayı kendine nefes


ettirmesini emretti.[209]

Nazar Değen Kişiye Okuyun!


153. Bazı insanların nazarı keskin olduğu gibi, bazı insanlara da çabuk
nazar değer, nazardan kolay etkilenebilirler. Buna karşı dualar okunmalıdır.

Esma binti Umeys radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Ey Allah’ın Resûlü! Cafer’in çocuklarına çabuk nazar değiyor, onlara


tedavi için okuyalım mı?

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm “Evet” dedi.

“Kaderi geçip değiştirebilecek bir şey olsaydı, bu göz değmesi olabilirdi”


buyurdular.[210]

Nazara Karşı “Kul Eûzü”leri Okuyun!


154. Nazarın tehlikesini gidermek için nelerin okunacağını sünnetten
öğreniyoruz. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam, nazar değmesine karşı
Felak ve Nas sûrelerinin okunmasını tavsiye ediyor.

Ebû Saîd radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam, göz değmesinden ve cinlerin


şerlerinden dolayı Allah’a sığınır ve dualar okurdu. Muavvizeteyn sûreleri
(denilen Nas ve Felak sûreleri) nazil olunca, diğer okuduğu şeyleri bıraktı
ve bu iki sûreyi okumaya başladı.”[211]

Nazara Karşı Rukye Yapın!


155. Nazardan etkilenen insanlara karşı sünnette rukye tedavisi tavsiye
edilmektedir. Rukye ise, dualar okumaktır.

Zeyneb binti Ümmü Seleme adıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam, hanımı Ümmü Seleme’nin evinde bir


cariyenin yüzünde sarılık görerek:

“Bu cariyeye nazar değmiş, ona hemen rukye yapın!” buyurdu.[212]

Nazara ve Zehirli Hayvan Sokmasına Karşı


Okuyun!
156. Sünnette her vesileyle nazardan korunmak için dualar okuyup
rahatsızlanan kişiye nefes edilmesi tavsiye edilir. En etkili olanı da budur.

Büreyde radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“(En faydalı) nefes etmek, ancak nazar değmesi veya zehirli hayvanın
sokmasından dolayı olanıdır.”[213]
Nazarı Geçen Kişiye Abdest Aldırın!
157. Bazı insanların gözünde aşırı bir etki gücü vardır. Bu insanlar
toplumda bilinir ve tanınır. Sünnette onların bakışlarının tesirini azaltmak
için o kişilere abdest aldırılması tavsiye edilir.

Sehl bin Huneyf’in oğlu Ebû Ümâme Radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

“(Babam) Sehl bin Huneyf yıkanırken yanından Âmir bin Rebia geçti ve
(onun vücudunun güzelliğini kastederek):

“Henüz evlenmemiş örtülü genç kızın cildi dâhil bugünkü gibi (hiç bir
güzel) görmedim” dedi.

Bu söz üzerine Sehl bin Huneyf yere yığıldı. Sehl’i, Resûlullah


aleyhissalatü vesselam’a götürdüler ve:

“Yâ Resûlallah! Nazara geldiği için yere yığılmış olan Sehl’in imdadına
yetişin” denildi. Resûlullah aleyhissalatü vesselam:

“Kimden şüpheleniyorsunuz?” buyurdu. Onlar:

“Âmir bin Rebia” dediler. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm (Âmir’i


azarlayarak):

“Niçin biriniz, kardeşini (nazarıyla) öldürüyor? Biriniz, kardeşinden


beğendiği, hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona mübarek olması için
dua etsin. Çünkü göz değmesi haktır” buyurdu.

Sonra bir miktar su istedi ve Âmir’e abdest almasını emretti. Âmir de


yüzünü dirseklerine kadar, kollarını dizlerini ve peştemalinin içini yıkadı ve
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm (bir kapta biriken bu suyu nazar ettiği
kişinin) başına dökmesini Âmir’e emretti.[214]

Nazar Boncuğu Takmayın!


158. Nazar boncuğu toplumlarda çok yaygındır. Öyle ki, artık önü
alınamayacak kadar her tarafta görünür olmuş ve normal karşılanmaktadır.
Oysa sünnet, nazar boncuğunu yasaklıyor ve bu batıl inancın ortadan
kalkmasını emrediyor.

İsa radıyallâhü anh’ın kardeşi anlatıyor:

“Humre (denilen bir çeşit veba) hastalığına yakalanan Abdullah bin Ukeym
Ebû Ma’bed el-Cühenî’nin yanına vardık ve şöyle dedik:

“Bu hastalığın geçmesi için muska, boncuk gibi şeyler takmaz mısın?”

Şöyle cevap verdi. “Ölüm, o takınacağın şeyden daha yakındır. Çünkü


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim bazı şeylerden korunmak için bir şey takınırsa, o takındığı şeyin
korumasına terk edilir.”[215]

Nazarlık Takmayın!
159. Başta nazar boncuğu olmak üzere, nazar değmesine bir önlem olarak
kullanılan değişik türdeki nazarlıkları takınmayı sünnet kabul etmiyor,
reddediyor.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor; “Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm on şeyi hoş görmezdi:

1. Safran ve halûk (Bir tür esans) ile saçı, sakalı boyamayı,

2. Beyaz kılları değiştirmeyi,

3. Etekleri yerde sürüyecek şekilde uzun giyinmeyi,

4. Altın yüzük kullanmayı,

5. Tavla oynamayı,

6. Kadınların süslenerek sokağa çıkmalarını,


7. Nâs, Felâk vb. sûreler dışında rukye yapmayı (hastaya okumayı)

8. Nazar boncuğu takmayı,

9. Azil yapmayı, (cinsel ilişkide erkeğin menisini dışarı akıtmasını)

10. Bebek emziren anneyle cinsel ilişkide bulunup çocuğun sağlığına zarar
vermesidir ki, bu haram değildir.”[216]

Nazarlık Takmak ve Büyü Yapmak Şirktir


160. Nazarlıklar sünnette büyü ile birlikte değerlendiriliyor. Her ikisi de
şirk gibi görülmektedir. Nazarın zararlarına karşı Allah’tan yardım istenir
ve Allah da yapılan duaları kabul ederek nazarı etkisiz kılar. Ancak nazarlık
takınca ondan fayda beklendiği için bu davranış bir çeşit şirke girmektedir.

Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Rukyeler (anlamı bilinmeyen dualar okumak), nazarlıklar ve büyü


şüphesiz bir şirktir.”[217]

Peygamberimiz’in Okuduğu Nazar Duası


161. Sünnette ayrıca nazar değmesine karşı bu duanın okunması da tavsiye
edilir ve bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam kendi torunlarına bu
duayı okumuştur.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Hasan ile Hüseyin için dua eder ve şu


sözlerle Allah’a sığınırdı:
“Eüzü bi-kelimâtillahi’t-tâmmeti min külli şeytânin ve hâmmetin ve min
külli aynin lâmmetin. (Her tür şeytandan, haşereden, kötü nazardan Allah’ın
tam kelimelerine-sonsuz iradesine ve hükmüne-sığınırım.) Sonra da,
“Atanız İbrahim de bu duayı oğulları İsmail ile İshak için yapardı” derdi.
[218]

Nazar Boncuğu, İp Bağlamak, Muhabbet Muskası


Caiz Değildir
162. Sünnetin izin verdiği duaların ve tedavilerin dışında başka batıl ve
hurafe şeyleri takmak ve kullanmak yasaklanmıştır. Çünkü bu tür şeyler ya
Yahudilerden gelmedir veya İslâm öncesi Cahiliye Araplarından kalmadır.

Zeynep radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“(Eşim) Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh (çarşıda) işini hallettikten


sonra evinin kapısına gelince, yanımızda hoşlanmayacağı bir şeyle aniden
karşılaşmamak için öksürürdü.

Bir gün Abdullah aynı şekilde eve geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu
sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı, bana humre (denilen bir veba çeşidine)
karşı rukye yapardı. Yaşlı kadın Abdullah’ın sesini duyunca korkusundan
sedirin altına gizlendi.

Abdullah gelip yanıma oturdu. Bu sırada boynumdaki ipi görünce, bana:

“Bu ip nedir?” dedi.

Ben de:

“Humreden dolayı onunla bana rukye yapılan bir iptir” dedim.

Abdullah hemen ipi çekti, koparıp attı. Sonra şöyle dedi:

“And olsun ki, Abdullah’ın ailesi şirkten uzaktır. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm’ı şöyle buyururken işittim:
“Şüphesiz temaim (nazar boncuğu ve içinde sihir veya küfür ihtimali
bulunan anlaşılmaz sözler) ve tivele (karı koca arasında muhabbeti artırmak
veya karı kocayı ayırmak için yapılan şeyler) şirktir.”

Zeynep radıyallâhü anhâ şöyle dedi:

“Allah’a yemin ederim ki, bir gün dışarı çıktım. Biri bana baktı ve
gözümden yaş aktı. Gözümü Yahudi bir kadına okuttuğum vakit yaş akması
kesildi. Okutmayı terk edince gözümden yine yaş akmaya başladı.”

Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh şöyle dedi:

“O ancak şeytanın işidir. Yahudi sana rukye yapıyor, sen şeytana itaat
ettiğin vakit seni bırakıyor, sen ona âsi olduğun vakit parmağını gözüne
sokuyor. Eğer sen Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yaptığı gibi
yapsaydın daha hayırlı ve şifa bulmaya daha layık olurdun. Gözün ağrıdığı
zaman gözüne suyu serpersin ve şöyle dersin:

(Ey İnsanların Rabbi! Bunun hastalığını gider, şifa ver. Şifa veren ancak
Sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık
bırakmayacak şekilde şifa ver!)[219]

Kolunuza Bakır Halka Takmayın!


163. Kola bakır halka takmayı sünnet yasaklıyor. Halkanın bir faydasından
çok, rahatsızlığı artırdığı ifade ediliyor.

İmrân bin Husayn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm kolunda bakırdan bir halka bulunan bir


adam gördü ve:

“Bu halka nedir?” buyurdu. Adam:

“Bu, vahine (denilen kol ağrısın)dan dolayıdır” dedi.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Onu çıkart! Çünkü o, rahatsızlığını artırır” buyurdu.[220]

Uğursuzluk İmana Aykırıdır


164. Bir şeyi, bir olayı veya bir insanı uğursuz saymanın sünnette yeri
yoktur. Çünkü uğursuzluk inancı, bir saplantıdan ibarettir.

Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Uğursuzluk inancı insanı şirke götürür. Bizden hiç kimsede böyle


saplantılar olmamalıdır. Allah böyle saplantıları, kendisine güzelce tevekkül
edilirse, giderir.[221]

Kâhinlere, Büyücülere Gitmeyin!


165. Gaybdan, gelecekten haber verenlerin nasıl çalıştıklarını, nasıl bilgi
verdiklerini, bu bilgilerin ne kadarının doğru olup olmadığını sünnetten
öğreniyoruz.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Bazı insanlar Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a kâhinleri sordular.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da onlara:

“Kâhinler bir şey değildir” cevabını verdi.

“Yâ Resûlallah! Onlar bazen bir şey söylüyor da doğru çıkıyor” dediler.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Bu söz cinlerdendir. Cin onu kapar, dostunun kulağına tavuğun


gıdaklaması gibi gıdaklar. Bu şekilde ona yüz yalandan daha fazlasını
karıştırır” buyurdu.[222]
Büyücüler, Bilgiyi Cinlerden Alırlar
166. Büyücüler, cinciler, medyumlar ve tarot falcıları sağlıklı bir bilgi
veremezler. Çünkü aldıkları bilginin kaynağı güvenilir ve sağlam değildir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Melekler bulutlara binerler ve gökyüzünde, gelecekte gerçekleşecek olan


bazı şeyleri aralarında konuşurlarken şeytanlar onlardan bir haber kaparlar,
aldıkları haberleri kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle beraber üstüne
yüz de yalan uydururlar.”[223]

Büyücüye Gidenin Namazı Kabul Olmaz


167. Büyücü, bakımcı olarak tanınan kişilere bir mü’minin değer
vermemesi, gitmemesi, bir şey sormaması gerekir. Gidenin ise kırk vakit
namazı kabul edilmiyor.

Ebû Ubeyd’in kızı Safiyye’nin, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın


hanımlarının bazılarından rivayetine göre Resûlullah Aleyhissalâtü
vesselâm şöyle buyurdu:

“Arrâfa (kayıp ya da çalıntının yerini haber veren kimseye) bir şey sorup da
onu tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olunmaz.”[224]

Fal Açtırmak Büyücülüktür


168. “Fala inanma, falsız da kalma” sözü çok yanlış ve saçma bir sözdür.
Ne falın bir değeri vardır, ne de fala bakan insanların bir kıymeti. Mü’min
bu tür batıl inançlara karşı mesafeli durmalıdır.

Kabîsa bin Muhârik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Kuşun ötmesini, uçmasını uğursuzluk saymak, ufak taşlar atarak veya kum
üzerine çizgiler çizerek fal açmak, sihir ve kehanet çeşitlerindendir.”[225]

Uğursuzluğa İnanıp İşinizden Olmayın!


169. Bazı günleri, ayları ve zamanları uğursuz sayarak iş yapmaktan
çekinen kimseler vardır. Sünnet bu kişilere bu uyarıyı yapıyor.

Muâviye bin Hakem es-Sülemî radıyallâhü anh anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Bir takım şeyleri biz cahiliye devrinde yapıyorduk,


kâhinlere gidiyorduk” dedim.

“Artık kâhinlere gitmeyin!” buyurdu. Ben:

“Teşe’ümde (bir şeyi uğursuz saymada) bulunuyorduk” dedim.

“Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın size (iş yapmakta)
engel olmasın! Âdete göre sizin içinize uğursuzluk diye bir şey siner. Ama
siz buna bakmayın, niyet ettiğiniz işten geri kalmayın!” buyurdu.[226]

Uğursuzluğun Aslı Yoktur


170. Uğursuzluk inancının, bir şeyin uğursuz olduğunu kabul etmenin aslı
yoktur. Bir şeyin uğursuzluğuna inanan insanlara da iltifat etmemek gerekir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hastalığın bir başkasına (Allah’ın takdiri olmaksızın) geçmesi, uğursuzluk,


baykuş (un ötmesi), karındaki yılan diye bir şey yoktur.”[227]

Uğursuzluk Yoktur, Hayra Yormak Vardır


171. Sünnette haram ve günah olan bir şeyin helali ve sevaplısı da vardır.
Bunun için “Meşru/helal daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur”
kuralı söz konusudur. Buna göre teşeüm denen uğursuzluk yoktur, bunun
yerine tefe’ül denen bir şeyi uğurlu/hayırlı saymak vardır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan şöyle işittim:

“Eşyada uğursuzluk yoktur; tıyerenin hayırlısı tefe’üldür.”

Orada bulunanlar:

“Tefe’ül nedir yâ Resûlallah?” diye sordular

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizin birinizin işiteceği güzel sözdür.”[228]

Uğursuzluk Yoktur, Faydalı Olan Şey Uğurludur


172. Bir şeyi uğursuz saymak, uğursuzluğa inanmak, bir inanç problemidir.
İnsanın canını sıkar, içini daraltır. Oysa her şeyi hayra yormak, güzel ve
olumlu düşünmek imandan gelen bir özelliktir. Sünnet de bizi hep güzel
düşünmeye teşvik ediyor.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hastalığın bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Ben faydalı olanı,


hayırlı ve uğurlu saymadan hoşlanırım. Faydalı olanı, hayırlı ve uğurlu
saymak ise, güzel söz(lerle yapılan hayırlı yorumlar)dür.”[229]

Bir Şeyi Kötüye Değil, İyiye Yorun!


173. Bir mü’min, imanı gereği bir şeyi, bir olayı kötüye yormamalı; elinden
geldiği kadar iyiye ve hayra yormalıdır. Çünkü “Güzel gören güzel düşünür,
güzel düşünen hayatından lezzet alır.”

Urve bin Amr el-Kureşî radıyallâhü ah anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında (bir şeyle karşılaşmayı iyiye


veya) kötüye yorma(nın hükmünden) söz edildi de Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm şöyle buyurdu:

“Bu yorumların en iyisi, iyiye yormaktır. (Aslında bir şeyi kötüye yormak
bile) bir Müslümanı (yapılması gereken bir işi yapmaktan) geri çeviremez.
Sizden biriniz hoşlanmadığı bir şeyi görünce;

‘Ey Allah’ım, güzellikleri Senden başkası veremez. Kötülükleri de Senden


başkası önleyemez. Bundan dolayı (kötülüğü önlemek için gerekli olan) güç
de (güzelliği elde etmek için gerekli olan) kuvvet de ancak Senindir’ diye
dua ediniz!”[230]

Safer Ayında Uğursuzluk Yoktur


174. Safer ayı gibi bütün ayları da yaratan Allah’tır ve Safer ayının diğer
aylardan farkı yoktur. Safer ayı dâhil hiçbir ayın ve günün uğursuzluğu
yoktur. Bu hadisleri görmezden gelerek Safer ayında afetlerin ve
felaketlerin artacağını düşünmenin ve buna karşı birtakım tedbirler almanın
dinle ve sünnetle bir ilgisi yoktur.

Hz. Bakiyye anlatıyor:

Ben Muhammed bin Râşid’e hadiste geçen “hâm (baykuş)” kelimesini


sordum. O da:

“Cahiliye dönemi (halkı), ‘ölüp de defnedildikten sonra bir baykuş olarak


mezarından çıkmayan kimse yoktur’ derlerdi, (işte hâm budur)” diye cevap
verdi.

(Bunun üzerine): “Pekâlâ Safer nedir?” dedim.


“Duyduğuma göre, cahiliye halkı Safer ayını uğursuz sayarmış. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm: “Safer ayında (bir uğursuzluk) yoktur”
buyurmuştur, dedi.

“Biz ‘Safer, karında tutan bir ağrıdır’ diyeni de işittik. (Bu görüşte olan
cahiliye halkı) ‘bu ağrı (başkasına da) bulaşır’ derlerdi.

“Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Safer (denilen böyle


bir ağrı) yoktur” buyurdu.[231]

Astroloji ve Yıldızname Sihirdir


175. Gaybı ve geleceği Allah’tan başka kimse bilmez. Peygamberler bile
Allah gaybı bildirmezse bilmezler. Bunun için bir kişi gaybdan, gelecekten
haber verir, ahkâm keser ve söz ederse, bu kişi sihir yapmış gibi vebale
girer. Astroloji ile uğraşıp gelecekten haber verenler de bir çeşit sihir
yapmış olurlar. Sihir ise şirkten sonra en büyük günahtır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Yıldızlardan bir ilim alan kimse sihirden bir bölüm almış olur.

(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur.”[232]

Burçlara Bakarak Gaybdan Haber Vermeyin!


176. Yıldızlara, gezegenlere ve burçlara bakarak gaybdan, olacaktan,
gelecekten haberler vermek, hüküm çıkarmak sihir kadar büyük günahtır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yıldızlara bakarak gaybdan haber vermek gayesini güderek gökbilimi


(astronomi) ile uğraşan kimse, sihirle uğraşmışçasına günaha girer. Bununla
ne kadar uğraşırsa, günahı da o kadar çoğalır.”[233]

Yıldızlara, Burçlara İnananlar Küfre Girer


177. Bugün astroloji ve burçlar olarak bilinen şeyler hadislerde yıldız olarak
geçer. “Yıldızlara inanmak” deyince, burçlara inanmak, burçlara göre
kaderi ve karakteri okumak aynıdır ve aynı derecede sünnet tarafından
yasaklanmıştır.

Zeyd bin Halid el-Cühenî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm Hudeybiye’de, geceleyin (yağan) bir


yağmurdan sonra, bize sabah namazını kıldırdı. (Namaz) bitince halka
dönüp:

“Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?” dedi. (Orada bulunan halk):

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler. (Bunun üzerine şöyle) buyurdu:

“(Rabbiniz buyuruyor ki:) Kullarımdan bir kısmı bana iman edici, bir kısmı
da inkâr edici olarak sabahladı. ‘Allah’ın fazlı ve rahmetiyle (bu gece) bize
yağmur yağdı’ diyenler bana inanmıştır, yıldızlar(ın yaratıcılığını) da inkâr
etmişledir. Fakat ‘şu veya bu yıldızın hareketi sayesinde bize yağmur yağdı’
diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldızlara inanmıştır.”[234]

Güzel İsim Taşıyanların Yaptığı İşleri Hayra


Yorun!
178. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam her şeyi iyiye, güzele ve hayra
tevil ettiği ve yorduğu gibi, bir insanın ismini duyunca; o isim iyiyse, o
olayı da hayra yorar ve iyi sonuçlar çıkarırdı.

İbn Abbas radıyallâhü anhüma’nın âzâdlısı İkrime radıyallâhü anh


anlatıyor:
(Hudeybiye antlaşması sırasında, Mekke müşriklerinden) Süheyl bin
Amr’ın başkanlığında bir heyetin gelmekte olduğu duyulunca, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm kolaylık ve yumuşaklık ifade eden “Süheyl” adıyla
tefeül ederek Ashabına “Artık işimiz kolaylaştı” buyurdu.[235]

Şehir İsimleri Mutluluk Verir


179. Yer, belde ve şehir isimlerinin güzel oluşu da Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ı memnun ve mutlu ederdi. İsmi güzel olan bir
beldeyi görünce sevinç duyar, hoşuna gitmeyen bir belde ismi görünce
hoşnutsuzluğunu gizlemezdi, ama kötüye de yormazdı.

Ebû Büreyde radıyallâhü anh babasından anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm hiçbir şeyi uğursuz saymazdı. (Bir yere)


bir zekât memuru göndereceği zaman (önce) ismini sorardı, eğer ismini
beğenirse, bu isimden memnun olurdu. Bu sevinç yüzünde görülürdü. Eğer
beğenmezse bu hoşnutsuzluk da yüzünde görülürdü, (fakat böyle hoşa
gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye yormazdı)

“Bir beldeye girdiği zaman da (yine beldenin ismini sorardı, eğer (beldenin)
ismini beğenirse sevinirdi ve bu sevinç(in belirtileri yüzünde görülürdü).
Eğer (beldenin) ismini beğenmezse, bu hoşnutsuzluk yüzünde görülürdü,
(fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye yormazdı).[236]

[202] En’âm, 6:73.

[203] Lokman, 31:34.

[204] Neml, 27:65.

[205] Ebû Dâvûd, Tıb:32.

[206] İbni Mâce, Tıb:32; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.

[207] Keşfü’l-Hafâ, 2:76 (Ebû Naim’den naklen).


[208] el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.

[209] İbni Mâce, Tıb:33.

[210] Müslim, Selâm:42; İbn Mâce: Tıb:33; Ebû Dâvûd, Tıb:18; Tirmizî,
Tıb:17.

[211] Nesâî, İstişare:37; Ebû Dâvûd, Tıb:19; Tirmizî, Tıb:16.

[212] Müslim, Selâm:59.

[213] İbni Mâce, Tıb:34.

[214] İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.

[215] Tirmizî, Tıb:24; Ebû Dâvûd, Tıb: 17; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:216.

[216] Ebû Davud, Hâtem:2; Nesâî, Zînet:17.

[217] Hâkim, el-Müstedrek, 4:216.

[218] Buharî, Enbiya:10.

[219] İbni Mâce Tıb:39 Ebû Dâvûd, Tıb:17; Câmiü’s-Sağir. Hadis No:2002.

[220] İbni Mâce,Tıb:39.

[221] Ebû Dâvûd, Tıb:21; Tirmizî, Siyer:47; İbni Mâce, Tıb: 43.

[222] Müslim, Selam:123.

[223] Buharî, Tıb:46; Bed’ül-Halk:6.

[224] Buharî, Selam:125.

[225] Ebû Dâvûd, Tıb:23.

[226] Müslim, Selam:12.

[227] Buharî, Tıb:19; Müslim, Selâm:102.


[228] Buharî, Tıb:43.

[229] Buharî, Tıb:44, 54; Müslim Selâm:111,112; Ebû Dâvûd, Tıb:24;


Tirmizî, Siyer:47; İbni Mâce, Tıb:43; Müsned, 2:507.

[230] Ebû Dâvûd, Tıb:24.

[231] Buharî, Hac:34; Ebû Dâvûd, Tıb:24; Müsned, 1:269, 3:382.

[232] Ebû Dâvûd, Tıb:22.

[233] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 6:57.

[234] Buharî, İstiska:28; Müslim, İman:125; Ebû Dâvûd, Tıb:22.

[235] Buharî, Şurût:15;Tecrid Tercemesi, 12:93.

[236] Ebû Dâvûd, Tıb:24.

‘Ey Allah’ım, güzellikleri Senden başkası veremez. Kötülükleri de Senden


başkası önleyemez. Bundan dolayı (kötülüğü önlemek için gerekli olan) güç
de (güzelliği elde etmek için gerekli olan) kuvvet de ancak Senindir’ diye
dua ediniz!”[230]

“Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır. Onları ancak O bilir.”[202] “Hiçbir


kimse yarın ne kazanacağını bilemez.”[203] “De ki: Göklerde ve yerde
Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.”[204]

“Uğursuzluk inancı insanı şirke götürür. Bizden hiç kimsede böyle


saplantılar olmamalıdır. Allah böyle saplantıları, kendisine güzelce tevekkül
edilirse, giderir.[221]

“Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın size (iş yapmakta)
engel olmasın! Âdete göre sizin içinize uğursuzluk diye bir şey siner. Ama
siz buna bakmayın, niyet ettiğiniz işten geri kalmayın!” buyurdu.[226]

“Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Safer (denilen böyle


bir ağrı) yoktur” buyurdu.[231]
“Göz değmesi haktır. Deveyi kazana, insanı da mezara götürür.”[207]

“Rukyeler (anlamı bilinmeyen dualar okumak), nazarlıklar ve büyü


şüphesiz bir şirktir.”[217]

“Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam, göz değmesinden ve cinlerin


şerlerinden dolayı Allah’a sığınır ve dualar okurdu. Muavvizeteyn sûreleri
(denilen Nas ve Felak sûreleri) nazil olunca, diğer okuduğu şeyleri bıraktı
ve bu iki sûreyi okumaya başladı.”[211]

“Hastalığın bir başkasına (Allah’ın takdiri olmaksızın) geçmesi, uğursuzluk,


baykuş (un ötmesi), karındaki yılan diye bir şey yoktur.”[227]

“(Nazar’dan) Allah’a sığınınız. Çünkü göz (değme işi) gerçektir.”[206]

“Kim bazı şeylerden korunmak için bir şey takınırsa, o takındığı şeyin
korumasına terk edilir.”[215]

“Onu çıkart! Çünkü o, rahatsızlığını artırır” buyurdu.[220]

[217] Hâkim, el-Müstedrek, 4:216.

[216] Ebû Davud, Hâtem:2; Nesâî, Zînet:17.

[215] Tirmizî, Tıb:24; Ebû Dâvûd, Tıb: 17; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:216.

[214] İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.

[213] İbni Mâce, Tıb:34.

[212] Müslim, Selâm:59.

[211] Nesâî, İstişare:37; Ebû Dâvûd, Tıb:19; Tirmizî, Tıb:16.

[210] Müslim, Selâm:42; İbn Mâce: Tıb:33; Ebû Dâvûd, Tıb:18; Tirmizî,
Tıb:17.

[209] İbni Mâce, Tıb:33.


[208] el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.

(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur.”[232]

[207] Keşfü’l-Hafâ, 2:76 (Ebû Naim’den naklen).

[206] İbni Mâce, Tıb:32; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.

[205] Ebû Dâvûd, Tıb:32.

[204] Neml, 27:65.

[203] Lokman, 31:34.

[202] En’âm, 6:73.

“Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır. Onları ancak O bilir.”[202] “Hiçbir


kimse yarın ne kazanacağını bilemez.”[203] “De ki: Göklerde ve yerde
Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.”[204]

[236] Ebû Dâvûd, Tıb:24.

[235] Buharî, Şurût:15;Tecrid Tercemesi, 12:93.

[234] Buharî, İstiska:28; Müslim, İman:125; Ebû Dâvûd, Tıb:22.

[233] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 6:57.

[232] Ebû Dâvûd, Tıb:22.

[231] Buharî, Hac:34; Ebû Dâvûd, Tıb:24; Müsned, 1:269, 3:382.

[230] Ebû Dâvûd, Tıb:24.

[229] Buharî, Tıb:44, 54; Müslim Selâm:111,112; Ebû Dâvûd, Tıb:24;


Tirmizî, Siyer:47; İbni Mâce, Tıb:43; Müsned, 2:507.

[228] Buharî, Tıb:43.


[227] Buharî, Tıb:19; Müslim, Selâm:102.

[226] Müslim, Selam:12.

[225] Ebû Dâvûd, Tıb:23.

[224] Buharî, Selam:125.

“Bu cariyeye nazar değmiş, ona hemen rukye yapın!” buyurdu.[212]

[223] Buharî, Tıb:46; Bed’ül-Halk:6.

[222] Müslim, Selam:123.

[221] Ebû Dâvûd, Tıb:21; Tirmizî, Siyer:47; İbni Mâce, Tıb: 43.

[220] İbni Mâce,Tıb:39.

[219] İbni Mâce Tıb:39 Ebû Dâvûd, Tıb:17; Câmiü’s-Sağir. Hadis No:2002.

[218] Buharî, Enbiya:10.

(Hudeybiye antlaşması sırasında, Mekke müşriklerinden) Süheyl bin


Amr’ın başkanlığında bir heyetin gelmekte olduğu duyulunca, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm kolaylık ve yumuşaklık ifade eden “Süheyl” adıyla
tefeül ederek Ashabına “Artık işimiz kolaylaştı” buyurdu.[235]

“Hastalığın bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Ben faydalı olanı,


hayırlı ve uğurlu saymadan hoşlanırım. Faydalı olanı, hayırlı ve uğurlu
saymak ise, güzel söz(lerle yapılan hayırlı yorumlar)dür.”[229]

Sonra bir miktar su istedi ve Âmir’e abdest almasını emretti. Âmir de


yüzünü dirseklerine kadar, kollarını dizlerini ve peştemalinin içini yıkadı ve
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm (bir kapta biriken bu suyu nazar ettiği
kişinin) başına dökmesini Âmir’e emretti.[214]

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam, ona, nazardan dolayı kendine nefes


ettirmesini emretti.[209]
“Melekler bulutlara binerler ve gökyüzünde, gelecekte gerçekleşecek olan
bazı şeyleri aralarında konuşurlarken şeytanlar onlardan bir haber kaparlar,
aldıkları haberleri kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle beraber üstüne
yüz de yalan uydururlar.”[223]

“Göz değmesi haktır, sabittir.”[205]

“Sizin birinizin işiteceği güzel sözdür.”[228]

“Yıldızlara bakarak gaybdan haber vermek gayesini güderek gökbilimi


(astronomi) ile uğraşan kimse, sihirle uğraşmışçasına günaha girer. Bununla
ne kadar uğraşırsa, günahı da o kadar çoğalır.”[233]

“Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır. Onları ancak O bilir.”[202] “Hiçbir


kimse yarın ne kazanacağını bilemez.”[203] “De ki: Göklerde ve yerde
Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.”[204]

“Arrâfa (kayıp ya da çalıntının yerini haber veren kimseye) bir şey sorup da
onu tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olunmaz.”[224]

“Eüzü bi-kelimâtillahi’t-tâmmeti min külli şeytânin ve hâmmetin ve min


külli aynin lâmmetin. (Her tür şeytandan, haşereden, kötü nazardan Allah’ın
tam kelimelerine-sonsuz iradesine ve hükmüne-sığınırım.) Sonra da,
“Atanız İbrahim de bu duayı oğulları İsmail ile İshak için yapardı” derdi.
[218]

“Göz değmesi haktır, yüksek bir dağı bile baş aşağı eder.”[208]

“Bu söz cinlerdendir. Cin onu kapar, dostunun kulağına tavuğun


gıdaklaması gibi gıdaklar. Bu şekilde ona yüz yalandan daha fazlasını
karıştırır” buyurdu.[222]

“(Rabbiniz buyuruyor ki:) Kullarımdan bir kısmı bana iman edici, bir kısmı
da inkâr edici olarak sabahladı. ‘Allah’ın fazlı ve rahmetiyle (bu gece) bize
yağmur yağdı’ diyenler bana inanmıştır, yıldızlar(ın yaratıcılığını) da inkâr
etmişledir. Fakat ‘şu veya bu yıldızın hareketi sayesinde bize yağmur yağdı’
diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldızlara inanmıştır.”[234]
“(En faydalı) nefes etmek, ancak nazar değmesi veya zehirli hayvanın
sokmasından dolayı olanıdır.”[213]

“Kaderi geçip değiştirebilecek bir şey olsaydı, bu göz değmesi olabilirdi”


buyurdular.[210]

“Bir beldeye girdiği zaman da (yine beldenin ismini sorardı, eğer (beldenin)
ismini beğenirse sevinirdi ve bu sevinç(in belirtileri yüzünde görülürdü).
Eğer (beldenin) ismini beğenmezse, bu hoşnutsuzluk yüzünde görülürdü,
(fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye yormazdı).[236]

(Ey İnsanların Rabbi! Bunun hastalığını gider, şifa ver. Şifa veren ancak
Sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık
bırakmayacak şekilde şifa ver!)[219]

10. Bebek emziren anneyle cinsel ilişkide bulunup çocuğun sağlığına zarar
vermesidir ki, bu haram değildir.”[216]

“Kuşun ötmesini, uçmasını uğursuzluk saymak, ufak taşlar atarak veya kum
üzerine çizgiler çizerek fal açmak, sihir ve kehanet çeşitlerindendir.”[225]
SÜNNETE GÖRE ŞEFAAT
KELİME ANLAMIYLA ŞEFAAT, birinin önüne düşüp işini görmeye
çalışmak, işinin görülmesi için birinin aracılığını istemektir. Başka bir
ifadeyle şefaat, suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için
birine aracılık etmek demektir.

Dini bir terim olarak da şefaat, âhirette peygamberlerin ve kendilerine izin


verilen kimselerin mü’minlerin bağışlanması için Allah katında niyazda
bulunmalarıdır.

Başta Resûlullah aleyhissalâtü vesselam olmak üzere bütün peygamberler,


melekler ve sâlih kullar büyük günah işleyen mü’minlere şefaat edecektir.
[237]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın âhiretteki ilk şefaati mahşerde


gerçekleşecektir. Hesaba çekilmek üzere orada uzun süre bekleyen insanlar
hesabın başlatılmasını sağlamak için Hz. Âdem, Nûh, İbrahim, Musa ve
İsa’dan şefaat isteyecek, fakat o günün dehşeti karşısında kimse buna
cesaret edemeyecek, sonunda İsa aleyhisselam bunu Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’dan istemelerini tavsiye edecek ve Resûl-i Ekrem’in
yapacağı şefaati Cenâb-ı Hak kabul edip hesabı başlatacaktır.”[238]

Kur’ân okuyan ve oruç tutan kimseler hakkında bu ibadetler şefaatçi


olacaktır.[239]

Hadislerde belirtildiğine göre, bütün şefaatçilerin şefaat etmesinden sonra,


hayırlı hiçbir ameli bulunmayan cehennemdeki mü’minlere de, kullarına
karşı çok merhametli olan Allah şefaat edecek, böylece “Rahmân’ın
âzatlıları” adı verilen bu grup da cennete girecektir.[240]

İslâm âlimleri Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın mahşer meydanında


uzun bekleyiş sıkıntısı içindeki insanların hesaba çekilmesini sağlamak,
ayrıca mü’minlerin cennetteki derecelerini yükseltmek amacıyla Allah
katında şefaat edeceği, buna karşılık kâfirler hakkında şefaatin
gerçekleşmeyeceği konusunda görüş birliği içindedirler.

Peygamberimiz Şefaat Sahibidir


180. Mü’min olarak âhirete geçen ümmetini şefaat ederek cehennem
azabından kurtarmasına Cenâb-ı Hak Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam’ı vesile edecektir. Bu da Yüce Allah’ın Peygamberimize özel
olarak verdiği bir nimettir.

Ubey bin Ka’b radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar


arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme
yoktur.”[241]

Büyük Günah İşleyenlere Şefaat Edilecek


181. Boğulmak üzere olan ve yangının alevleri içinde kalan insanlar ilk
kurtarılacak arasında yer alır. Bunun gibi büyük günahları yüzünden
cehenneme gidecek olanlar da kıyamette ilk şefaat edilecek insanlardır.

Câbir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”[242]

Tirmizî, şu ziyadeyi kaydeder: “Hz. Câbir radıyallâhü anh dedi ki: “Kebâir
(büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı vardır!”

Şefaat, Günahkâr İnsanlar İçindir


182. Ölümcül derecede hasta olan bir insanı sağlığına kavuşturmak mı
önceliklidir, yoksa böyle bir insana dayalı döşeli bir ev bağışlamak mı
önemlidir? Aynen bunun gibi insanların cennete girmesinden ziyade
cehennemden kurtarılması önemlidir. Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam bunu tercih etmiştir.

Ebû Musa el-Eş’ari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle buyurdu:

“Ben, ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaat (sahibi olmam)


arasında serbest bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha
geniş ve ümmetimin (toptan kurtuluşuna) daha yeterlidir.

“Şefaati siz takva sahibi insanlara mahsus mu biliyorsunuz? Hayır! O takva


sahipleri için değil, günahkârlar, hatalılar ve pis işlere karışan
(Müslüman)lar içindir.”[243]

Peygamberimiz’in Şefaat Duası


183. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam ümmetine dua etmiştir, ama
bundan daha fazla olarak duasını âhirete bırakmış, Allah’tan ümmetine
şefaat etme yetkisini istemiş, Allah da bu isteğini kabul etmiştir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Her peygamberin müstecap (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her
peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde
ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete
bıraktım). Şefaatime inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail
olacaktır.”[244]

Allah’a Ortak Koşmayanlara Şefaat Edilecek


184. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın şefaatini hak etmenin tek
şartı, şirke girmeden, Allah’a ortak koşmadan ölmektir. Önemli olan son
nefesi imanlı olarak vermektir.

Muaz bin Cebel ve Ebû Musa radıyallâhü anhümâ şöyle dediler:

“Yâ Resûlallah! Bizi de şefaatine dâhil etmesi için Allah’a dua et.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Siz ve Allah’a ortak koşmadan ölen herkes şefaatime dâhildir.”[245]

Peygamberimiz Allah’tan Şefaat Hakkı İstedi


185. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam ümmetini çok seviyor ve
ümmetinin üzerinde titriyor ve Allah’tan şefaat etme hakkı istiyor. Tevbe
Sûresi’nde Allah, Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ı bize şöyle
anlatıyor: “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya
uğramanız ona ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok
merhametlidir.”[246]

Ümmü Habibe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Benden sonra ümmetimin karşılaşacağı felaketler ve birbirlerinin kanlarını


dökecekleri bana gösterildi. Bu hâl beni üzdü. Daha önce geçen ümmetlerde
olduğu gibi, ümmetimin başına gelecekler de Allah’ın takdiridir. Allah’tan
kıyamet gününde ümmetime şefaat etme mi istedim. Allah da kabul
etti.”[247]

Peygamberimize Verilen Beş Nimet ve Şefaat


186. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’a şefaat etme yetkisi sahih
hadis kaynaklarında mevcuttur ve haktır. Başta Buharî ve Müslim olarak
birçok hadis kitabında şefaat ile ilgili çok sayıda hadis vardır. Bu hadis de
onlardan biridir. Bunun için şefaati inkâr edenlerin söyleyecekleri hiçbir
sözü yoktur.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm


buyurdular ki:

“Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden


hiçbirine verilmemiştir.

“Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Ben ise kırmızılara


ve siyahlara da gönderildim.

“Bana ganimetler helal kılındı. Hâlbuki benden öncekilerden kimseye helal


değildi.

“Yer bana tahir, pak ve mescid kılındı. Her kim namaz vaktine girerse,
nerede olursa olsun namazını kılar.

“Ben, bir aylık mesafede olan düşmanımın içine düşen bir korku ile
yardıma mazhar oldum.

“Bana şefaat (etme yetkisi) verildi.”[248]

“Dilediğine Şefaat Et, Kabul Edilecektir”


187. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam şefaat etme yetkisini Kıyamet
gününde Mahşer meydanında ayrıca alacak ve ümmetine manevi bir yardım
sayılan şefaatini edecektir.

Selman radıyallâhü anh anlatıyor:

“Kıyamet gününde güneşin ısısı on yılın sıcaklığı birleşmişçesine artar.


Daha sonra insanların tepesine iner, yaklaşır. Bu öldürücü sıcaktan şaşkına
dönen insanlar Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a gelerek:

“Ey Allah’ın Nebisi! Sen öyle yüce bir insansın ki, Allah sana bütün
kapıları açmıştır. Geçmiş, gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. Perişan
hâlimizi görüyorsun. Bize şefaat et. Bizim için Rabbine yalvar.” derler.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Peki, size şefaat edeceğim” der. Hemen çıkar, insanların arasından geçerek
gider. Cennetin kapısına varır. Altından olan halkasını tutar, kapıyı çalar.
İçerden:

“Kimsin?” diye ses gelir. O da:

“Muhammed!” deyince, hemen kapı açılır. İçeri girer, Allah’ın huzurunda


secdeye varır, yalvarmaya başlar. Bunun üzerine şöyle bir ses gelir:

“Başını kaldır, bütün dileklerin sana verilecektir. Dilediğine şefaat et.


Şefaatin kabul olunacaktır.”

İşte Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a verilmesi vaad olunan Makam-ı


Mahmud budur.”[249]

Şefaat Hakkı Olan Tek Peygamber


Peygamberimiz’dir
188. Kıyametin dehşetinde, mahşerin sıcaklığında, cehennemin hazırlanıp
insanlara göründüğü bir anda insanlar şefaat talebinde bulunmak üzere
öncelikli olarak peygamberleri arayıp bulacaklar, ama Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’dan başka bir peygamber bulamayacaklardır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Âdem aleyhisselam’a


gelip: “Evlatlarına şefaat et!” diye talepte bulunacaklar. O ise:

“Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam’a gidin! Çünkü o


Halilullah’tır” diyecek.

“İnsanlar İbrahim Aleyhisselam’a gidecekler. Ancak o da:


“Ben yetkili değilim! Ancak İsa’ya gidin. Çünkü o Ruhullah’tır ve O’nun
kelamıdır!” diyecek. Bunun üzerine O’na gidecekler. O da:

“Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’a


gidin!” diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:

“Ben şefaate yetkiliyim!” diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için


izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah’ın ilham
edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medh u
senâda bulunacağım, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rab Teâlâ:

“Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğin dinlenecek. Ne


arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir. Şefaatte bulun, şefaatin
kabul edilecektir!” buyuracak. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!” diyeceğim. Rab Teâlâ:


“(çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa tanesi
kadar iman varsa onları ateşten çıkar!” diyecek. Ben de gidip bunu
yapacağım. Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd ü senâlarla hamd ü
senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı
söylenecek. Ben de: “Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana
yine:

“Var, kimlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa onları da ateşten
çıkar!” denilecek. Ben derhâl gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına
döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:

“Başını kaldır!” denilecek. Ben de kaldırıp:

“Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine:

“Var, kalbinde hardal tanesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten


çıkar!” denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer
Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd ü senâda bulunacağım, sonra secdeye
kapanacağım. Bana: “Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle,
sen dinleneceksin! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul
edilecektir!” denilecek. Ben de: “Ey Rabbim! Bana Lailâhe illallah
diyenlere şefaat etmem için izin ver!” diyeceğim. Rab Teâlâ:
“Bu hususta yetkin yok! -veya: “Bu hususta sana izin yok!- Lâkin izzetim,
celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için Lâ ilâhe illallah Tevhid ehlini
ateşten çıkaracağım!” buyuracak.[250]

Makam-ı Mahmud Şefaat Makamıdır


189. Cenâb-ı Hak şefaat makamı olan Makam-ı Mahmud’u Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’a verecek ve ümmet-i Muhammed’e Peygamberimiz
şefaat edecektir.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İnsanlar kıyamet günü cemaatler hâlinde olacaklar. Her ümmet kendi


peygamberini takip edip: ‘Ey falan! Bize şefaat et, ey falan bize şefaat et!’
diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud
budur.”[251]

“Lâ İlâhe İllallah” Diyen Herkese Şefaat Vardır


190. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın şefaati çok geniş ve çok
kapsamlıdır. Kelime-i Tevhidi söyleyen herkes bu şefaat nimetinden istifade
edecek, Allah’ın rahmetine ve mağfiretine erecektir inşaallah.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Kıyamet gününde senin şefaatin en çok kime olacaktır?


diye sordum.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yâ Ebâ Hüreyre! Hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre, bu
hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum.
Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en çok erecek olan kimse,
kalbinden ve gönlünden hâlis ve samimi olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen
kimsedir” buyurdu.[252]
Kur’ân, Okuyanlara Şefaat Edecek
191. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam şefaat edeceği gibi Allah,
Kur’ân’a da şefaat etme yetkisi verecektir. Kur’ân da kendisini okuyanların
cehennemden kurtulmaları için yardımcı olacaktır.

Ebû Ümâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kur’ân-ı Kerim’i okuyun. Zira Kur’ân, kendini okuyanlara kıyamet günü


şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâveyn’i, yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini
okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş
iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını savunacaktır. Bakara Sûresi’ni
okuyun! Zira onu okumak berekettir, terk edilmesi ise pişmanlıktır.
Sihirbazlar onu öğrenmeye güç yetiremezler.”[253]

Hafız, Ailesinden On Kişiye Şefaat Edecek


192. Kur’ân şefaat ettiği gibi Kur’ân ehline de Cenâb-ı Hak şefaat etme
yetkisi verecek ve hafızlar kendi yakınlarından on kişinin cehennemden
kurtulmasına vesile olacaktır.

Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram
kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca
hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi
kılınır.”[254]

Mülk Sûresi Şefaat Edecek


193. Kur’ân bütün olarak mü’mine şefaat edeceği gibi, bazı Kur’ân sûreleri
de ayrıca şefaat ederek, o kişinin kurtuluşu için Allah’a şefaatte
bulunacaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kur’ân-ı Kerim’de otuz âyetlik bir sûre vardır. Bu sûre (kendisini okuyan)
kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah’ın onu affetmesini sağlar. Bu
sûre Tebârekellezî bi-yedihi’l-mülk’dür.”[255]

Vesile Duasını Okuyan Şefaati Hak Eder


194. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın şefaatine ermenin en kolay
yollarından biri de ezan okunduktan sonra vesile duasını okumaktır. Vesile
duasında Peygamberimiz’in makam-ı Mahmud’a ermesi için dua ederken,
bu duanın bize dönmesini istemiş oluyoruz.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime)


tekrar edin. Sonra bana salât ü selâm okuyun. Zira kim bana salât ü selâm
okursa, Allah da ona on misliyle rahmet eder. Sonra benim için el-vesîle’yi
isteyin. Zira o, cennette bir makamdır ki, mutlaka Allah’ın kullarından
birinin olacaktır. Ona sahip olacak kimsenin ben olmamı ümit ediyorum.
Kim benim için Allah’tan el-Vesîle’yi isterse, şefaat kendisine vacip
olur.”[256]

Âlim, İlim Öğrettiği Kişilere Şefaat Eder


195. Allah, âlimlere şefaat etme hakkı veriyor, günahkâr Müslümanları
cehennem azabından kurtarmaya vesile yapıyor. Bu nimet, ilmin âhiretteki
karşılığı olarak sünnette yer alıyor.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir âlimle bir âbid (çok ibadet eden) bir kişi, kabrinden kaldırılır, âbide
‘Cennete gir!’ denilir. Âlime de, ‘ilim öğreterek güzelleştirdiğin insanlara
şefaat etmek için sen burada biraz bekle’ denilir.”[257]

Kimin Cenaze Namazına Kırk Kişi Katılırsa


Şefaati Hak Eder
196. Kırk kişi bir Müslümanın cenaze namazını kılar, onun için şefaat
etmeyi isterlerse, Allah da onlara şefaat izni verir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir Müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a şirk koşmayan kırk kişi
katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.”[258]

Kimin Cenaze Namazında Üç Saf Olursa Ona


Şefaat Vacip Olur
197. Üç saflık bir cemaat bir Müslümanın cenaze namazını kılarsa, onlara o
kişi için şefaat etme izni verilir.

Mâlik bin Hübeyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir Müslüman ölür ve üzerine Müslümanlardan üç saf namaz kılarsa,


(Allah şefaati) mutlaka vacip kılar.”

(Hadisi rivayet eden) Mâlik (radıyallâhü anh), cenazeye katılanlar az olursa,


bu hadis sebebiyle cemaati üç safa taksim ederdi.”[259]

Kimler Şefaat Edecek?


198. Âlimler ve şehidler gibi iyi amel sahibi kişilere Cenâb-ı Hak şefaat
etme izni verecektir. Onlar da kendilerine verilen bu şefaat hakkını
istedikleri gibi kullanacaklar.

Ebû Said radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ümmetimden (âlim, şehid ve sâlihlerden) bazı kimseler vardır; bir (çok


kabileleri kapsayan bir) cemaate şefaat eder; bazıları bir kabileye şefaat
eder; bazıları da bir bölüğe şefaat eder; bir kısmı da tek bir kişiye şefaat
eder ve cennete girmelerini sağlarlar.”[260]

“Benim İçin Şefaat Etmeyecek misin?”


199. Muhtaç bir mü’mine yardım edip ihtiyaçlarını karşılayan Müslümana
Cenâb-ı Hak o kişi için şefaat etme yetkisi verecektir.

Ebû Said radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.

“Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı
zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona:

“Benim için şefaat etmeyecek misin?” der. Adam:

“Sen de kimsin?” diye sorunca:

“Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve
(Allah katında) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri
çevrilir ve cennete gider.”[261]

Peygamberimiz Kıyamet Günü Nerede


Bulunacak?
200. Kıyamet gününde Mahşerin o dehşeti içinde Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam üç yerde bulunacak, Müslümanlar yanına gelecekler
ve ondan şefaat isteyecekler. Allah da Peygamberimiz’e onlar için şefaat
hakkı verecektir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

“(Bir gün), ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet günü bana şefaat edin!” dedim.

“İnşallah yapacağım!” buyurdular. Ben tekrar:

“Sizi nerede arayıp bulayım?” dedim.

“Beni ilk aradığın zaman Sırat üzerinde ara!” buyurdular.

“Size (orada) rastlayamazsam?” dedim.

“Mizan’ın yanında beni ara!” buyurdular.

“Orada da size rastlayamazsam?” dedim.

“Öyleyse beni Havz’ın yanında ara! Zira ben üç mevkiin dışına çıkmam”
buyurdular.[262]

Günahı Kadar Yananlara Şefaat Edilir


201. Cenâb-ı Hakkın rahmeti cehennem ehline de ulaşacaktır. Rabbimiz bu
insanların kurtulması için yardım edecektir. Şefaati hak edecek olan bu
insanlar, mü’min olarak ölen, ancak büyük günahlarından dolayı
cehenneme giren kişilerdir. Yoksa kâfirin azabı ebedidir, onlara hiçbir
şekilde şefaat söz konusu olmaz.

Ebû Said radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne


ölürler, ne de yaşarlar. Lâkin günahları-yahut hataları denmiştir-sebebiyle
ateşi hak eden bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür.
Yanıp kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece
grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:

“Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün” denilir. Bunlar, sel


yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler.[263]

[237] Buharî, Tevhid:24; Müslim, İmân:302.

[238] Buharî, Tevhid, 19; Rikak:51; Tefsîrü’l-Ķur’ân:17:5.

[239] Buharî, Tevhid:24; Müslim, İmân:47, 302.

[240] Buharî, Tevhid:24; Müslim, İmân:302.

[241] Tirmizî, Menakıb:3 (3617).

[242] Tirmizî, Kıyamet:12, (2437); Ebû Dâvûd, Sünnet:23, (4739); İbni


Mâce, zühd:37, (4310).

[243] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:202, Hadis No: 111; Kütüb-i Sitte, Hadis
No:7290.

[244] Buharî, Daavat:1, Tevhid:31; Müslim, İmân:334; Muvatta,


Kur’ân:26; Tirmizî, Daavat:141.

[245] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18489.

[246] Tevbe, 9:128.

[247] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:174, Hadis No:90.

[248] Buharî, Teyemmüm:3, Salat:56, humus:8; Müslim, Mesacid:3; Nesâî,


Gusl:26.

[249] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:180, Hadis No:95.


[250] Buharî, Tevhid:36, 19, 37, Tefsir, Bakara:1, Rikak:51; Müslim,
İmân:322.

[251] Buharî, Tefsir, Benû İsrail:11, Zekât:52.

[252] Buharî, Rikak:51.

[253] Müslim, Müsâfirin:252.

[254] Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân:13.

[255] Ebû Dâvud, Salat:327; Tirmizî Sevâbu’l-Kur’ân:9.

[256] Müslim, Salât:11; Ebû Dâvud, Salât:36; Nesâî, Ezan:33; Tirmizî,


Salât:154; İbni Mâce, Ezân:4. Buharî, Ezân:7.

[257] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:102.

[258] Müslim, Cenâiz:59; Ebû Dâvud, Cenâiz:45.

[259] Ebû Dâvud, Cenaiz:43; Tirmizî, Cenâiz:40.

[260] Tirmizî, Kıyamet:11.

[261] Tirmizî, Kıyamet 11.

[262] Tirmizî, Kıyamet:10.

[263] Müslim, İmân:306.

“Benden sonra ümmetimin karşılaşacağı felaketler ve birbirlerinin kanlarını


dökecekleri bana gösterildi. Bu hâl beni üzdü. Daha önce geçen ümmetlerde
olduğu gibi, ümmetimin başına gelecekler de Allah’ın takdiridir. Allah’tan
kıyamet gününde ümmetime şefaat etme mi istedim. Allah da kabul
etti.”[247]

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”[242]


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın âhiretteki ilk şefaati mahşerde
gerçekleşecektir. Hesaba çekilmek üzere orada uzun süre bekleyen insanlar
hesabın başlatılmasını sağlamak için Hz. Âdem, Nûh, İbrahim, Musa ve
İsa’dan şefaat isteyecek, fakat o günün dehşeti karşısında kimse buna
cesaret edemeyecek, sonunda İsa aleyhisselam bunu Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’dan istemelerini tavsiye edecek ve Resûl-i Ekrem’in
yapacağı şefaati Cenâb-ı Hak kabul edip hesabı başlatacaktır.”[238]

“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime)


tekrar edin. Sonra bana salât ü selâm okuyun. Zira kim bana salât ü selâm
okursa, Allah da ona on misliyle rahmet eder. Sonra benim için el-vesîle’yi
isteyin. Zira o, cennette bir makamdır ki, mutlaka Allah’ın kullarından
birinin olacaktır. Ona sahip olacak kimsenin ben olmamı ümit ediyorum.
Kim benim için Allah’tan el-Vesîle’yi isterse, şefaat kendisine vacip
olur.”[256]

“Bir âlimle bir âbid (çok ibadet eden) bir kişi, kabrinden kaldırılır, âbide
‘Cennete gir!’ denilir. Âlime de, ‘ilim öğreterek güzelleştirdiğin insanlara
şefaat etmek için sen burada biraz bekle’ denilir.”[257]

“Ümmetimden (âlim, şehid ve sâlihlerden) bazı kimseler vardır; bir (çok


kabileleri kapsayan bir) cemaate şefaat eder; bazıları bir kabileye şefaat
eder; bazıları da bir bölüğe şefaat eder; bir kısmı da tek bir kişiye şefaat
eder ve cennete girmelerini sağlarlar.”[260]

Başta Resûlullah aleyhissalâtü vesselam olmak üzere bütün peygamberler,


melekler ve sâlih kullar büyük günah işleyen mü’minlere şefaat edecektir.
[237]

“İnsanlar kıyamet günü cemaatler hâlinde olacaklar. Her ümmet kendi


peygamberini takip edip: ‘Ey falan! Bize şefaat et, ey falan bize şefaat et!’
diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud
budur.”[251]

“Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve
(Allah katında) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri
çevrilir ve cennete gider.”[261]
“Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar
arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme
yoktur.”[241]

Kur’ân okuyan ve oruç tutan kimseler hakkında bu ibadetler şefaatçi


olacaktır.[239]

“Bu hususta yetkin yok! -veya: “Bu hususta sana izin yok!- Lâkin izzetim,
celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için Lâ ilâhe illallah Tevhid ehlini
ateşten çıkaracağım!” buyuracak.[250]

“Öyleyse beni Havz’ın yanında ara! Zira ben üç mevkiin dışına çıkmam”
buyurdular.[262]

“Bana şefaat (etme yetkisi) verildi.”[248]

“Kur’ân-ı Kerim’i okuyun. Zira Kur’ân, kendini okuyanlara kıyamet günü


şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâveyn’i, yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini
okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş
iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını savunacaktır. Bakara Sûresi’ni
okuyun! Zira onu okumak berekettir, terk edilmesi ise pişmanlıktır.
Sihirbazlar onu öğrenmeye güç yetiremezler.”[253]

[259] Ebû Dâvud, Cenaiz:43; Tirmizî, Cenâiz:40.

[258] Müslim, Cenâiz:59; Ebû Dâvud, Cenâiz:45.

[255] Ebû Dâvud, Salat:327; Tirmizî Sevâbu’l-Kur’ân:9.

[254] Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân:13.

[257] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:102.

[256] Müslim, Salât:11; Ebû Dâvud, Salât:36; Nesâî, Ezan:33; Tirmizî,


Salât:154; İbni Mâce, Ezân:4. Buharî, Ezân:7.

[251] Buharî, Tefsir, Benû İsrail:11, Zekât:52.


[250] Buharî, Tevhid:36, 19, 37, Tefsir, Bakara:1, Rikak:51; Müslim,
İmân:322.

[253] Müslim, Müsâfirin:252.

[252] Buharî, Rikak:51.

[262] Tirmizî, Kıyamet:10.

[261] Tirmizî, Kıyamet 11.

[263] Müslim, İmân:306.

[260] Tirmizî, Kıyamet:11.

[237] Buharî, Tevhid:24; Müslim, İmân:302.

[239] Buharî, Tevhid:24; Müslim, İmân:47, 302.

[238] Buharî, Tevhid, 19; Rikak:51; Tefsîrü’l-Ķur’ân:17:5.

[248] Buharî, Teyemmüm:3, Salat:56, humus:8; Müslim, Mesacid:3; Nesâî,


Gusl:26.

[247] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:174, Hadis No:90.

[249] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:180, Hadis No:95.

[244] Buharî, Daavat:1, Tevhid:31; Müslim, İmân:334; Muvatta,


Kur’ân:26; Tirmizî, Daavat:141.

[243] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:202, Hadis No: 111; Kütüb-i Sitte, Hadis
No:7290.

[246] Tevbe, 9:128.

[245] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18489.

[240] Buharî, Tevhid:24; Müslim, İmân:302.


[242] Tirmizî, Kıyamet:12, (2437); Ebû Dâvûd, Sünnet:23, (4739); İbni
Mâce, zühd:37, (4310).

[241] Tirmizî, Menakıb:3 (3617).

(Hadisi rivayet eden) Mâlik (radıyallâhü anh), cenazeye katılanlar az olursa,


bu hadis sebebiyle cemaati üç safa taksim ederdi.”[259]

“Siz ve Allah’a ortak koşmadan ölen herkes şefaatime dâhildir.”[245]

“Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün” denilir. Bunlar, sel


yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler.[263]

“Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram
kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca
hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi
kılınır.”[254]

“Her peygamberin müstecap (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her
peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde
ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete
bıraktım). Şefaatime inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail
olacaktır.”[244]

“Kur’ân-ı Kerim’de otuz âyetlik bir sûre vardır. Bu sûre (kendisini okuyan)
kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah’ın onu affetmesini sağlar. Bu
sûre Tebârekellezî bi-yedihi’l-mülk’dür.”[255]

185. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam ümmetini çok seviyor ve


ümmetinin üzerinde titriyor ve Allah’tan şefaat etme hakkı istiyor. Tevbe
Sûresi’nde Allah, Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ı bize şöyle
anlatıyor: “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya
uğramanız ona ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok
merhametlidir.”[246]

“Şefaati siz takva sahibi insanlara mahsus mu biliyorsunuz? Hayır! O takva


sahipleri için değil, günahkârlar, hatalılar ve pis işlere karışan
(Müslüman)lar içindir.”[243]
“Bir Müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a şirk koşmayan kırk kişi
katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.”[258]

Hadislerde belirtildiğine göre, bütün şefaatçilerin şefaat etmesinden sonra,


hayırlı hiçbir ameli bulunmayan cehennemdeki mü’minlere de, kullarına
karşı çok merhametli olan Allah şefaat edecek, böylece “Rahmân’ın
âzatlıları” adı verilen bu grup da cennete girecektir.[240]

İşte Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a verilmesi vaad olunan Makam-ı


Mahmud budur.”[249]

“Yâ Ebâ Hüreyre! Hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre, bu
hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum.
Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en çok erecek olan kimse,
kalbinden ve gönlünden hâlis ve samimi olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen
kimsedir” buyurdu.[252]
Menkıbe

Halife Yarın İçin Senet Yazamadı

Emevi halifelerinin en adaletlisi Hz. Ömer’in torunu Ömer bin Abdülaziz,


takvasıyla da meşhurdu. Her hâliyle örnek bir devlet adamı ve eşsiz bir
rehberdi.

Bir gece evde bulunurken kapısı çalınır. İçeri vezirlerinden birisi girer.
Vakitsiz ziyaretinin sebebini sorunca vezir, görüşülmesi ve karara
bağlanması çok acil bir mesele için geldiğini söyler.

Yüce Halife, mevcut şartlar içinde bir meselenin görüşülmesine engel olan
durumu şöyle açıklar:

“Biliyorsunuz, devlet hazinesinden ancak bir kandile yetecek kadar yağ


almaktayım. Onu da ailemle birlikte oturduğumuz bu odada yakıyoruz.
Görüşmeyi yapmak için bir kandile yetecek kadar yağa ihtiyaç vardır. Fakat
şimdilik bu mümkün değil.” der.

Vezir ısrar eder:

“Yarınki hakkınız olan yağı devlet hazinesinden şimdi alsak olmaz mı?”
diye bir teklifte bulunur.

Veziri kırmayan Halife, teklifi kabul eder. Bir senet yazarak vezire verir.
Hazine eminine gider. Halifenin istediğini söyler. Hazine emini senedi alıp
okuduktan sonra:

“Bu senet yarınki hakka aittir. Bu yeterli değildir. Buna ilave olarak Halife
hazretlerinin yarına çıkabileceğine dair bir senet imzalaması daha gerekir. O
senedi de getirmeniz lazım.” der.

Feraset ve basiret sahibi bir zatla yüz yüze geldiğini anlayan vezir çok
duygulanır. Hiçbir şey söylemeden mahcup bir şekilde oradan ayrılır. Kendi
evinden bir miktar yağ alarak Halifenin huzuruna gider.
Konuşulması gereken mesele görüşülüp karara varıldıktan sonra Halifenin
bu durumuna acır. Kendisine göre bir çare düşünür. Halifenin hazineden
hakkını ancak bir gün yetecek kadar almasına anlam veremez.

Halifeye bu düşüncesini şöyle açıklar:

“Ey müminlerin emiri, hazineden aldığınızın ihtiyaçlarınıza yeterli


gelmediği görülüyor. Size yetecek miktarda biraz daha fazla alsanız da her
ihtimale karşı bir kısmını biriktirip vefatınızdan sonra çocuklarınıza da
bıraksanız. Hem siz daha rahat edersiniz hem de çocuklarınızın geleceğini
hazırlamış olursunuz.”

Vezirin bu sözlerini dinleyen Ömer bin Abdülaziz hazretleri tarihe şu altın


sözleri armağan eder:

“Benim mirasçım olacak çocuklarım salih kişilerden ise onlar sıkıntıya


düşmezler. Çünkü Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de:

‘Allah, salih kulların vesayetini üzerine alır (onların geçimlerine vasıta


olacak kapıları açar).’ buyurmaktadır. Allah’ın veli ve vasileri olduktan
sonra onların istikbaldeki durumlarından hiç endişe etmem. Yok, eğer salih
kimselerden olmayıp sefih ve şuursuz olacaklarsa böyleleri hakkında yine
Kur’ân-ı Kerim’de:

‘Aklı ermezlere mallarınızı vermeyin.’ buyrulmaktadır. Allah’ın bu


emirlerine karşı çıkarak sefih olabilecek çocuklarıma mı miras
biriktireceğim?”
SÜNNETE GÖRE KIYAMET
ALAMETLERİ
KIYAMET GÜNÜ, ÂYETLERDE âhiret âlemi olarak zikredilir. Yine
Kur’ân’ın bildirdiğine göre kıyametin bir başka anlamı da dünyanın
sonunun gelmesidir. Kıyametin ne zaman kopacağını da Allah’tan başka
kimse bilmez. Bu bilgi de yine âyetlerle sabittir.

Kıyamet kopmadan önce onun bazı alametleri ve belirtileri meydana


gelecektir. Bu alametlerin büyüklerinin bir kısmı Kur’ân’da bildirildiği gibi,
geriye kalan alâmetler hadislerde bildirilir. Bu hadislerde Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam kıyametin kopmasından önce meydana gelecek bazı
olayları, kıyametin alâmetleri olarak haber vermiştir.[264]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, peygamber olarak kıyamete yakın bir


zaman diliminde gönderildiği için, âhirzaman peygamberidir.[265]

Kıyametin, biri büyük alametler, diğeri de küçük alametler olmak üzere iki
çeşit alametleri vardır.

Büyük ve küçük alametlerin hangileri olduğu hadislerde toplu olarak şöyle


belirtilir:

İlmin ortadan kalkıp cehaletin yerleşmesi, sarhoşluk veren içkilerin


yaygınlaşması, zinanın açıkça işlenmesi, çobanların zenginleşerek bina
yapmakta yarışması, aynı davayı güden iki büyük topluluğun birbiriyle
savaşması, adam öldürme olaylarının ve fitnelerin fazlalaşması, elli kadına
bir erkek düşecek şekilde kadın nüfusunun artması, insanların hayatlarından
bıkarak ölülere gıpta etmesi, yeryüzünde Allah veya lâ ilâhe illallah diyen
bir kimsenin kalmaması, Ye’cûc ve Me’cûc Seddi’nin açılması, depremlerin
sıklaşması, güneşin batıdan doğması, dâbbetü’l-arzın ortaya çıkması...[266]

Bu alametler ile birlikte şu alametler de yine hadislerde yer alır:


Kur’ân’ın önemi insanlar tarafından unutulacak, namaz kılınmayacak,
emanete riayet edilmeyecek, faiz helâl sayılacak, seviyesiz ve şahsiyetsiz
kişiler yönetici olacak, ebeveyne isyan edilip beyler hanımların emrine
girecek, toplumlar geçmişlerine lânet okuyacak, akşam mü’min olarak
yatan kişi sabah kâfir olarak kalkacak, yöneticiler insanlara zulmedecek.

Şerrinden korkulan kimselere itibar edilecek, ticareti dürüst olmayan


gruplar ele geçirecek, mescidler süslenmekle birlikte ibadete önem
verilmeyecek, erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla yetinecek, kadınlar
sosyal konum açısından ön plana çıkarılacak ve erkekler kadınlara
benzemeye çalışacak, açıklık yayılacak, hayâsızlık çoğalacak.

Cihad ve irşad faaliyetleri terk edilecek, sadece din dışı ilimler öğrenilecek,
kader inkâr edilecek ve yıldız falına inanılacak, liderliğe ehil olan kimseler
azalacak, âni ölümler çoğalacak, akrabalık bağları kesilecek, yalancılar
tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek, kitapların sayısı artacak,
yağmurlar ve yıldırımlar çoğalacak, madenler yok olacaktır.

Kıyamet alametlerinin bu şekilde bildirilmesinin asıl sebebi, bu alametler


görülmeye, yaşanmaya başlayınca mü’minlerin olayların farkına vararak
ona tedbir almaları, hazırlıklı olmaları, sorumluluk ve hizmet alanlarını
arttırmaları gerekecektir. Yani bu alametler, mü’minlere daha büyük
vazifeler ve görevler yüklemektedir ki, olumsuzluklara karşı mücadele
etsinler, bu imtihanları kolay ve ucuz atlatsınlar.

Bu bölümde kıyamet alametleri ile alakalı hadisleri, açıklamalarıyla birlikte


verirken, kıyamet alametlerini bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam’ın kendi mübarek lisanından okumuş oluruz.

Kıyamet Kopmadan Önce Her Şey Bozulur


202. Dünyanın sonu anlamına gelen kıyametin bir küçük alametleri vardır,
bir de büyük alametleri. Küçük alametlerinin en önemlileri, zamanın,
ürünlerin ve insanların bozulmasıdır.

Günümüzde yaşandığı gibi bu bozulmalar ortaya çıkınca daha bir dikkat


etmeli, imanımızı ve ihlasımızı korumak için daha titiz davranmalı,
tehlikelere karşı önlemler almalıyız.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın kitabı (utanılacak bir) ar olarak kabul edilmedikçe, zaman (uzun


mesafeler) kısalmadıkça ve yıllar (insan ömrü) kısalmadıkça, meyveler
bozulmadıkça, sahtekârlara güvenilirken, asıl güvenilir kimseler
suçlanmadıkça, yalancı kişiler doğrulanırken gerçek dürüst kişiler
yalanlanmadıkça ve bir de herc çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.”

“Yâ Resûlallah! Herc ne demektir?” diye sordular.

“Öldürme, demektir. Sonra azgınlık, haset ve cimrilik yaygınlaşır. Halk


arasında ayrılıklar ortaya çıkar. Kişisel arzuların peşine düşülür ve zanna
göre hüküm verilir. İlim kaldırılır ve cehalet yaygınlaşır. Çocuklar öfkeli
olur, kışlar sıcak olur. Çirkin günahlar açıktan işlenir, yeryüzü kana bulanır”
buyurdu.[267]

Kıyamet Öncesi Ölümler Çoğalacak


203. Kıyametin alametlerinin en dehşetlisinden birisi de, insanların kardeşi
ve amcası gibi en yakınlarını öldürecek derecede ölümlerin artmasıdır.
Günümüz ifadesiyle terörün her tarafı sarması, işlenen katillerin yakın
akrabalar arasında da artış göstermesidir.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bize kıyamet kopmadan önce herc’in


başgöstereceğini söyledi. Kendisine, “Herc nedir?” diye sorulunca, “Yalan
ve öldürmelerdir” buyurdu.

Müslümanlar, “Şimdiki öldürüldüğümüzden daha mı fazlası olacak?”


deyince Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kâfirleri öldürmeniz değil, sizlerin birbirinizi öldürmenizdir. Hatta kişi


komşusunu, kardeşini, amcasını ve amca oğlunu öldürecektir” buyurdu.
Müslümanlar, “Sübhanallah! O gün aklımız başımızda mı olacak?” deyince,
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“O zamankilerin aklı başlarından alınmış olacaktır. Sizden biri bir şey üzere
olduğunu zanneder. Oysa bir şey üzere değildir.”[268]

Çirkin Sözler ve Cimrilik Yayılmadıkça Kıyamet


Kopmaz
204. Kıyamet alametlerini yaşayan bir toplum olarak gittikçe işlerimiz
zorlaşıyor, dertlerimiz artıyor, dini görevlerimiz daha bir önem taşıyor,
Allah rızası için çalışmak öne çıkıyor.

Toplumun ağzı ve konuşması bozuluyor, insanlar sadece kendine çalışıyor,


fakir fukara, yetimler, zayıflar, düşkünler kendi hâllerine bırakılıyor,
cimrilikler yayılıyor. Düşük insanlar itibar görüyor, saygın insanlar gözden
düşürülüyor; değerler alt üst oluyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, çirkin söz ve
davranışlar ile cimrilik yayılmadıkça, güvenilir kimse hain ilan edilirken,
hainlere güvenilmedikçe, eşref (vuul) ölüp giderken eşrar (tuhut) hâkim
duruma gelmedikçe, kıyamet kopmaz.”

“Yâ Resûlallah! Vull ve tuhut ne demektir?” diye sordular.

“Vuul, insanların şerefli olanlarıdır. Tuhut ise insanların ayak takımı olup
onları kimse tanımaz” buyurdu.[269]

Kurt Gibi İnsanlar Kuzu Postuna Bürünmedikçe


Kıyamet Kopmaz
205. Her alanda kötülükler, çirkin hareketler, olumsuz davranışlar,
sevgisizlik ve saygısızlıklar, çıkarcılar artmadıkça kıyamet kopmaz.

Bu durumlara şahit olan mü’minler kötülüklerle mücadele etmeli, iyilikleri


yaygın hâle getirmeli, bozulmalara karşı toplumu düzeltmeye çalışmalı ki,
huzur temin edilsin.

Nemelazımcılık boy gösterir de, insanlar kendilerini kurtarmaya çalışırlarsa,


gelecek belalardan yakalarını kurtaramazlar.

Ebû Zerr el-Gıfari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Zaman kısaldığında sarık sarma âdeti yayılır, ticaret gelişir, zenginlik artar
ve sermaye sahibi saygı görür, çirkin davranışlar çoğalır.

“Çoluk çocuk iş başına geçer, kadınların sayısı artar, yöneticiler zulmeder,


ölçü ve tartılar eksik yapılır.

“Kişinin bir köpek eniği beslemesi kendisi için bir çocuk yetiştirmekten
daha hayırlı olur.

“Ne büyükler sayılır, ne de küçüklere merhamet edilir.

“Zinadan doğan çocukların sayısı artar. Öyle ki erkek yol ortasında kadının
üzerine atlar. Onları bu hâlde gören zamanın en önemlisi, ‘Yolun kenarına
çekilseniz ya!’ der.

“İnsanlar kuzu postu giyerler, fakat kurt kalbi taşırlar. O zaman da onların
en gözde olanı, yalakalık yapanlardır.”[270]

Kötüler Yüceltilmedikçe Kıyamet Kopmaz


206. Dünyanın sonuna yaklaşıldığında kıyamet alametleri birbiri peşi sıra
ortaya çıktığında dikkatler Kur’ân’dan uzaklaşmaya başlayıp başka kitaplar
itibar gördüğünde, her vesileyle dikkatleri Kur’ân’a çekmeli, Kur’ân’ı
gündemde tutmalıdır.
Aksi durumda kuruyla birlikte yaş da yanar, zâlimlerle beraber zulme sessiz
ve tepkisiz kalanlar da belaya uğrar.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kötülerin yüceltilip iyilerin hor görülmesi ve sözlerin çirkinleştirilmesi


kıyametin yaklaştığını gösteren alametlerdendir. O zaman amel terk edilir
ve toplumda mesna okunur.

“Mesna nedir?” diye sordum.

“Allah’ın kitabı dışındaki yazılanlar” buyurdu.[271]

Akrabalık İlişkileri Bozulmadıkça Kıyamet


Kopmaz
207. Günden güne kıyamet alametlerini canlı olarak görüyoruz, yaşıyoruz.
Efendimiz aleyhissalâtü vesselam’ın birer mucize olarak haber verdiği
alametler günümüzde sıcaklığını koruyor.

Akrabalıklar büyük yara aldı, gidip gelmeler azaldı, komşuluk ilişkileri


durma noktasına geldi, herkes kendi dar dünyasına hapsoldu, bireysellik
yaygın hâl aldı.

Bunlara karşı bizim yapacağımız dini hizmetler daha önem kazanır oldu.
Bozulmaları düzeltmek, sıkıntıları gidermek mü’minler için öncelik ve hız
kazandı.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Çirkin söz ve davranışlar, akrabalık ilişkilerinin kopması, kötü komşuluk


yaygınlaşmadıkça ve güvenilir kimse hain ilan edilmedikçe kıyamet
kopmaz.
“Yâ Resûlallah! O gün mü’min nasıl olur?” diye soruldu.

“Arı gibidir. Bir şeyin üzerine düşse bozmaz. Bir şey yese kırmaz. Yediğini
çıkarsa tatlı/bal çıkarır. Yine ateşe sokulan ve ancak kalitesi daha da
arttırılmış olarak çıkan altın filizi gibidir.”[272]

Sadece Belli Kişilere Selam Verilmedikçe Kıyamet


Kopmaz
208. Müslümanlar arasında en önemli iletişim vasıtası selamlaşmadır.
Selamlaşma sünnet olmakla birlikte bir iman alameti, mü’mince bir
davranıştır.

Hadislerde selamlaşmanın yayılması teşvik edilir ve selam alıp vermenin


şekli öğretilir. Zamanımızda selamlaşma azalmaya yüz tuttuğu gibi,
selamlaşmadaki ifadeler ve lafızlar da değişiklikler gösterdi.

Neredeyse birbirlerini tanımayanlar selamlaşmamaya başladı. Birisine


selam verince “Nereden tanışıyoruz” gibi anlamlı bakışlarla
karşılaşabiliyoruz. Bu sünnetin terk edilmesine, ihmaline meydan
vermemek için ihya etmeli, yaşatmalı ve yaygınlaştırmalıdır.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kıyametten önce belli, özel kişilere selam verilir ve ticaret yaygınlaşır. O


derece ki, kadın bile kocasının ticaretine yardımcı olur. Akrabalık ilişkileri
kesilir, yalan şahitlik çoğalırken doğru şahitlik gizlenir.”[273]

Bereket Yok Olmadıkça Kıyamet Kopmaz


209. Müslümanca hayat ancak bereketin yaşamasıyla, artmasıyla, her yerde
bilinmesi ve görünmesiyle mümkün olur.
İsrafın arttığı ve çoğaldığı bir zamanda her konuda bereket zayıflar ve bitme
noktasına gelir. Böylece İslâmî yaşantının tadı kaçar, her şey maddeye ve
çıkara bağlı hâle gelir. Akıllar tutulur, basiretler bağlanır, cinayetler
sıradanlaşır.

Buna karşı yapılacak en kalıcı çözüm, nerede bir azalma ve sapma varsa
orada bir etkinlik göstermeli, yanlışların önüne geçmeli, sorumluluk bilinci
aşılanmalıdır.

İbn Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Akılların gitmesi, basiretlerin eksilmesi, cinayetlerin artması, bereket


izlerinin yok olması ve fitnelerin yaygınlaşması gelecek belaların
işaretlerinden ve kıyamet alametlerindendir.”[274]

Sapkın İlişkiler Artmadıkça Kıyamet Kopmaz


210. İslâm toplumunun ayakta kalması, hayânın, iffetin korunması, aile
mahremiyetinin yara almaması, günahların ve haramların normalleşmemesi
için mü’mince bir duyarlılık gösterilmelidir.

Batıda sıradan beraberlikler hâline gelen gayr-ı meşru ilişkiler ve evlilikler,


ülkemizde de çevre edinmemesi için bu tür birlikteliklere göz
yumulmamalıdır.

İslâm toplumunun hassasiyetlerine darbe vuran böylesi sapkınlıkların önü


alınmazsa, hiç kimse bundan masun ve mahfuz kalmayacaktır, Allah
korusun, gün gelecek bu musibet kapımıza kadar gelip dayanabilecektir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ümmetim, şu altı şeyi helal görmeye başladığında helâk olurlar:

“Birbirlerine lânet okumaları,


“İçki içmeleri,

“İpek elbiseler giymeleri,

“Kendilerini eğlendirmek için şarkıcılar tutmaları,

“Erkeklerin erkeklerle (homoseksüellik), kadınların da kadınlarla


(lezbiyenlik) yetinmeleri.”[275]

Müslümanlar Yahudileri Öldürecek


211. Kıyamet alametlerinin en dikkat çekici olanlarından birisi, taşların ve
ağaçların Yahudilerin saklandıkları yeri haber vermesidir. Sadece gargad
ağacı Yahudileri saklayacaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır.


Müslümanlar Yahudileri öldürecek, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına
saklanacaktır. Taşlar veya ağaçlar, ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Şu
arkamdaki Yahudidir, gel, onu öldür’ diyecektir. Ancak gargad ağacı bunun
dışındadır. (arkasındakini ele vermeyecektir). Çünkü o Yahudilerin
ağacıdır.”[276]

[264] Buharî, İman:37.

[265] Buharî, Talâk:25, Rikak:39; Müslim, Fiten:132-135.

[266] Buharî, Fiten:4-5, 22, 24 Cihâd:95, Nikâh, 110; Müslim, ilim:8-10;


İbn Mâce, Fiten:25-36; Tirmizî, Fiten:35, 42-43.

[267] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12437.

[268] Müsned, 4:406 Hadis No:2899.


[269] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12438.

[270] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12440.

[271] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12446.

[272] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12451.

[273] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12459.

[274] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12464.

[275] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12479.

[276] Müsned, 2:417 Hadis No:28471.

“İnsanlar kuzu postu giyerler, fakat kurt kalbi taşırlar. O zaman da onların
en gözde olanı, yalakalık yapanlardır.”[270]

“Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır.


Müslümanlar Yahudileri öldürecek, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına
saklanacaktır. Taşlar veya ağaçlar, ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Şu
arkamdaki Yahudidir, gel, onu öldür’ diyecektir. Ancak gargad ağacı bunun
dışındadır. (arkasındakini ele vermeyecektir). Çünkü o Yahudilerin
ağacıdır.”[276]

İlmin ortadan kalkıp cehaletin yerleşmesi, sarhoşluk veren içkilerin


yaygınlaşması, zinanın açıkça işlenmesi, çobanların zenginleşerek bina
yapmakta yarışması, aynı davayı güden iki büyük topluluğun birbiriyle
savaşması, adam öldürme olaylarının ve fitnelerin fazlalaşması, elli kadına
bir erkek düşecek şekilde kadın nüfusunun artması, insanların hayatlarından
bıkarak ölülere gıpta etmesi, yeryüzünde Allah veya lâ ilâhe illallah diyen
bir kimsenin kalmaması, Ye’cûc ve Me’cûc Seddi’nin açılması, depremlerin
sıklaşması, güneşin batıdan doğması, dâbbetü’l-arzın ortaya çıkması...[266]

“Arı gibidir. Bir şeyin üzerine düşse bozmaz. Bir şey yese kırmaz. Yediğini
çıkarsa tatlı/bal çıkarır. Yine ateşe sokulan ve ancak kalitesi daha da
arttırılmış olarak çıkan altın filizi gibidir.”[272]
“Öldürme, demektir. Sonra azgınlık, haset ve cimrilik yaygınlaşır. Halk
arasında ayrılıklar ortaya çıkar. Kişisel arzuların peşine düşülür ve zanna
göre hüküm verilir. İlim kaldırılır ve cehalet yaygınlaşır. Çocuklar öfkeli
olur, kışlar sıcak olur. Çirkin günahlar açıktan işlenir, yeryüzü kana bulanır”
buyurdu.[267]

“Erkeklerin erkeklerle (homoseksüellik), kadınların da kadınlarla


(lezbiyenlik) yetinmeleri.”[275]

“Vuul, insanların şerefli olanlarıdır. Tuhut ise insanların ayak takımı olup
onları kimse tanımaz” buyurdu.[269]

Kıyamet kopmadan önce onun bazı alametleri ve belirtileri meydana


gelecektir. Bu alametlerin büyüklerinin bir kısmı Kur’ân’da bildirildiği gibi,
geriye kalan alâmetler hadislerde bildirilir. Bu hadislerde Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam kıyametin kopmasından önce meydana gelecek bazı
olayları, kıyametin alâmetleri olarak haber vermiştir.[264]

[264] Buharî, İman:37.

[266] Buharî, Fiten:4-5, 22, 24 Cihâd:95, Nikâh, 110; Müslim, ilim:8-10;


İbn Mâce, Fiten:25-36; Tirmizî, Fiten:35, 42-43.

[265] Buharî, Talâk:25, Rikak:39; Müslim, Fiten:132-135.

[271] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12446.

[270] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12440.

[273] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12459.

[272] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12451.

[275] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12479.

[274] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12464.

[276] Müsned, 2:417 Hadis No:28471.


[268] Müsned, 4:406 Hadis No:2899.

[267] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12437.

[269] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12438.

“Kıyametten önce belli, özel kişilere selam verilir ve ticaret yaygınlaşır. O


derece ki, kadın bile kocasının ticaretine yardımcı olur. Akrabalık ilişkileri
kesilir, yalan şahitlik çoğalırken doğru şahitlik gizlenir.”[273]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, peygamber olarak kıyamete yakın bir


zaman diliminde gönderildiği için, âhirzaman peygamberidir.[265]

“Akılların gitmesi, basiretlerin eksilmesi, cinayetlerin artması, bereket


izlerinin yok olması ve fitnelerin yaygınlaşması gelecek belaların
işaretlerinden ve kıyamet alametlerindendir.”[274]

“O zamankilerin aklı başlarından alınmış olacaktır. Sizden biri bir şey üzere
olduğunu zanneder. Oysa bir şey üzere değildir.”[268]

“Allah’ın kitabı dışındaki yazılanlar” buyurdu.[271]


SÜNNETE GÖRE HAYVAN
HAKLARI VE HAYVAN SEVGİSİ
CENÂB-I HAK, BÜTÜN HAYVANLARI insanın emrine, istifadesine ve
hizmetine vermiştir. Kimisinin etinden, sütünden, derisinden istifade
ettiğimiz gibi, kimisinin de gücünden, tüyünden, sesinden ve birçok
özelliklerinden istifade ederiz.

Kur’ân şu âyetlerde özet olarak hayvanlardan nasıl istifade ettiğimizi


anlatır:

“Davarları da O yarattı. Onlarda sizin için soğuktan koruyan elbiseler ve


daha başka yararlar vardır; ayrıca onlardan yersiniz.

“Onları akşam ağıla getirirken ve sabah çayıra salarken seyretmek size haz
verir.

“Onlar, kendinizi zora sokmadan ulaşamayacağınız uzak beldelere


yüklerinizi de taşırlar. Hiç şüphe yok ki Rabbiniz çok şefkatli, çok
merhametlidir.

“O, hem binmeniz için, hem de size bir ziynet olsun diye, atları, katırları,
merkepleri de yarattı. O, bundan başka sizin bilmediğiniz şeyleri de
yaratıyor.[277]

Kur’ân’da bir sûreye isim olan ve nimetler anlamına gelen “En’âm” keçi,
koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar her şeyiyle insanın zaruri ihtiyaçlarını
karşılıyorlar. Ayrıca Kur’ân, Neml (karınca), Nahl (balarısı), Ankebût
(örümcek), Fil gibi sûrelere isim olan hayvanlardan bahsederken, bu
varlıkları aynı zamanda Allah’ın varlık ve birliğine delil olarak gösterir.

Hayvanları insanların hizmetine veren ve çeşitli şekillerde onlardan


faydalanılmasını helâl kılan Allah Teâlâ buna karşılık hayvanlara merhamet
ve şefkat gösterilmesini emreder.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam “Merhamet edene Allah da merhamet
eder; yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin”[278]
meâlindeki hadisiyle insanları hayvanlara karşı iyi davranmaya
yönlendirdiği; aç veya susuz bırakılmaları, dövülmeleri, yavrularının
alınması, yarışma düzenlenerek dövüştürülmeleri, güçlerini aşan ölçüde yük
taşıtılması gibi kötü muamele yapılmasını görünce de müdahalede
bulunarak ilgilileri uyardığı görülmektedir.

“Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkun” buyuran Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam,[279] bindiği deveye beddua eden bir kadının
hayvandan aşağı indirilmesini istemiştir.[280]

Diğer yandan, hayvanlara hakaret edilmesini de hoş karşılamayan, onların


özellikle başlarına vurularak dövülmelerini, yüzlerine damga
basılmasını[281] yasaklayan Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz, hayvan
haklarının gözetilmesine her vesileyle özen göstermiştir.

Hz. Ömer de, devesine gücünün üzerinde yük yükleyen bir kişiyi
cezalandırır, bir devenin palan sürtmesinden meydana gelen yarasına elini
sürüp, “Senin başına gelen şeyden de sorguya çekilmekten korkarım”
diyerek insanların istifade ettiği hayvanlara iyi davranmalarını tenbih
ederdi.

Bu âyetler ve hadisler hayvan hakları savunucularını geride bırakacak


derecede hayvanların konumlarını ve durumlarını tespit ederken,
mü’minlere de çok büyük sorumluluklar ve görevler yüklemektedir.

Koyun Beslemek Berekettir


212. Sünnete göre bazı hayvanlar rızkın bereketlenmesine sebeptir. Bu
hayvanlardan birisi de koyundur. Koyunun her şeyi değerlendirir, hiçbir
şeyi israf edilmez,

Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Koyun evin içinde berekettir. İki koyun iki berekettir, üç koyun üç
berekettir.”[282]

Tavuk Beslemek Berekettir


213. Kümes hayvanları kadar bereketli bir hayvan yoktur. Yumurtası,
civcivleri ve eti hep berekete vesiledir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Koyun ev için berekettir, tavuk da ev için berekettir.”[283]

Deve Şereftir
214. Sünnete göre koyunun, devenin ve atın hayatımızda önemli bir yeri
vardır. Özellikle deve, beslenebilen yerler için tam bir nimettir. Etiyle, çift
sürmesiyle, yük taşıması ve daha benzeri işler görmesiyle bir bereket
kaynağıdır.

Urvetü’l-Bâriki radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Deve, sahibi için şereftir, koyun ise berekettir. Kıyamete kadar hayır atın
yelesine bağlanmıştır.”[284]

At Hayırdır
215. Vel-âdiyâti Sûresi’ndeki ayetlerde at, cihad aracı olarak anlatıldığı
gibi, birçok hadiste de attan övgüyle söz edilmektedir. Bugün atın yerini
zırhlı araçlar ve tanklar gibi modern silâhlar alsa da, at hiçbir zaman
değerini kaybetmemiştir.

Urvetü’l-Bârıkî radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hayır atların alınlarına düğümlenmiştir.” Kendilerine:

“Yâ Resûlallah! Bu ne iledir?” denildi.

“Kıyamet gününe kadar ecir ve ganimettir” buyurdu.[285]

Beyaz Horoz Edin!


216. Sünnette beyaz horozun bu şekilde methedilmesi, hadiste de yer aldığı
gibi birçok hikmeti ve faydası vardır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Beyaz horoz edininiz! Zira beyaz horozun bulunduğu eve şeytan ve


büyücü yaklaşamaz. O şeytan evin etrafındaki evlere de yanaşmaz.”[286]

Horoza Sövmeyin!
217. Hiçbir hayvana sövülmemesi lazım, ama özellikle horoza
sövülmesinin yasaklaması, namazla ilgili olduğu içindir. Cenâb-ı Hak horoz
gibi hayvanlara ibadetle ilgili böyle özel görevler vermiştir.

Zeyd bin Halid radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Horoza sövmeyiniz. Zira o sizi namaza uyandırıyor.”[287]

Kedi Ailedendir
218. Kedi edinmenin, kedi beslemenin sünnete yer alması, insanda
merhamet ve şefkat duygusunun öne çıkmasına vesile olduğu gibi, özellikle
kırsal kesimde kedi, başta fare olmak üzere benzeri haşerenin zararını
defetmektedir.

Ebû Katade radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kedi ev halkındandır. O size (hizmet için) dolaşanlardandır.”[288]

Kafeste Kuş Besleyebilirsin


219. Kur’ân’da hayvanların insanlara faydası anlatılırken, onların aynı
zamanda zevk ve süs unsuru olduklarından da söz edilir. Bunun için
muhabbet kuşu, kanarya ve papağan gibi kuşların beslenmesine sünnet bu
hadislerle izin veriyor.

Hişam bin Urve radıyallâhü anh anlatıyor:

“İbni Zübeyr Mekke’de idi ve Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın


sahabileri, kafeslerde kuş taşırlardı.”[289]

Küçük Kuş Besleyebilirsin


220. Serçe insana çok yakın bir kuş olsa da, ülkemizde kafes kuşu olarak
kullanılmıyor. Fakat serçeye benzer küçük kuşlar da serçe sınıfına girebilir.
Hadisteki nugayr türü kuşlar da, serçeye dâhil edilebilir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm eve geldi, (benim anadan kardeşim olan)


Ebû Talha’nın oğlunu gördü. Bu çocuğa Ebû Umeyr denirdi. Bu çocuğun
(daha önce) küçük bir serçesi vardı, onunla oynardı. (Sonra bu serçe öldü).
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm çocuğa şöyle dedi:

“Ey Ebû Umeyr, ne oldu nugayr (serçecik)?”[290]


Koyunları Sağmadan Önce Tırnaklarını Kes!
221. Sünnet her konuda şefkat dersi veriyor, özellikle beslenip etlerinden ve
sütlerinden istifade edilen hayvanlara eziyet edilmemesini tavsiye ediyor.

Sevade bin Rebi radıyallâhü anh anlatıyor:

“Annemle birlikte Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’a geldim, bize koyun


kesip beslenmemizi emretti ve anneme de şöyle buyurdu:

“Çocuklarına söyle, tırnaklarını kessinler. Eğer böyle yapmazlarsa,


koyunların memelerini acıtırlar veya yaralarlar.

“Yine çocuklarına söyle, hayvanların yemlerine de dikkat etsinler ve bu işi


güzel yapsınlar.”[291]

Hayvanları Amacı Dışında Kullanma!


222. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam, hangi hayvan hangi amaç için
yaratmışsa o doğrultuda kullanılmasını emretmektedir. Eskiden Araplar,
hayvanları konuşma kürsüsü olarak kullanırlarmış. Günümüzde de
hayvanların hangi iş için yaratılmışsa o işte kullanılması gerekmektedir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hayvanlarınızın sırtını minber (hitap kürsüsü) edinmekten sakının! Çünkü


Allah, sadece zorlukla varabileceğiniz yerlere sizi iletmeleri için onları sizin
emrinize verdi. Yeryüzünü de sizin için yarattı. Bunun için ihtiyaçlarınızı
(yere ayak basarak) yerin üzerinde karşılayınız!”[292]

Hayvanları Dövüştürmeyin!
223. Eskiden olduğu gibi zamanımızda da bazı yörelerde horoz ve köpek
dövüşü, boğa ve deve güreşi gibi turnuvalarla hayvanlar amaçları dışında
kullanılıyor. Sünnet, bu uygulamaları yasaklıyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, hayvanları biribirine kışkırtmayı


(dövüştürmeyi) yasakladı.”[293]

Hayvanların Yüzüne Vurmayın!


224. Ülkemizde hayvanların yüzü damgalanmasa da, koyun, keçi ve köpek
gibi bazı hayvanların kulakları kesilmekte, bazı hayvanların da kuyrukları
kısaltılmaktadır. Sünnet, bu işlemleri de yasaklıyor.

Câbir radıyallahü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına, yüzüne damga vurulmuş bir


merkep getirilmişti. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm:

“Benim, hayvanların yüzünü (ateşle) damgalayan ve onların yüzüne


(sopayla) vuran kimselere lânet ettiğim hakkındaki haber size erişmedi mi?”
dedi ve bunu yasakladı.[294]

Hayvanları Hızlı Sürmeyin!


225. Özellikle at ve eşek gibi bazı hayvanların gücünün dışında zorlanarak
hızlı sürülmesi o hayvanlara bir eziyet olduğundan sünnetin buna müsaade
etmediğini öğreniyoruz.

Amr bin Âs radıyallahü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden biri, bir hayvana bindiğinde o hayvanı hızlıya yakın orta bir hızla
yürütsün-Yahut şöyle buyurdu-hayvanı yormadan, kolay ve hızlı bir tarzda
yürütsün. Muhakkak ki, Allah Teâlâ kulunu güçlü ile zayıf arasında bir
ortamda taşıtır.”[295]
Hayvanları Aç Susuz Bırakmayın!
226. Hayvanın, sahibi üzerindeki en önemli hakkı, onları aç, susuz ve
bakımsız bırakmamasıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şu hayvanlara bindiğinizde konak yerlerinde onların nasiplerini verin,


onların üzerinde şeytanlar olmayın!”[296]

İhtiyaç Dışında Köpek Beslemeyin!


227. Sünnet-i seniyye köpek beslemeye üç konuda izin veriyor. Bunların
dışında köpek edinmeye, köpek beslemeye müsaade etmiyor. Bu hayvanları
besleyenlerin sevaplarındaki kayba işaret ediyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Davar, av veya bağ/bahçe köpeği dışında bir köpek besleyen kimsenin


sevabından her gün bir kırat eksilir.”[297]

Susuz Köpeğe Su Veren Bağışlandı


228. İslâm’ın hayvan haklarına verdiği önemi bu hadis çok açık olarak
gözler önüne seriyor. Susuz kalmış bir köpeğin susuzluğunu gideren bir
insan bu sayede bağışlanıyor ve Allah’ın razı olduğu kullar arasına giriyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve oraya indi. Suyunu
içtikten sonra kuyudan çıktı. Bir de baktı ki, susuzluktan dilini çıkarmış
soluyan bir köpek, ıslak toprak yiyor. Bunu gören adam (kendi kendine)
dedi ki:

“Bana gelen susuzluğun aynısı bu köpeğe de gelmiştir. Sonra kuyuya indi,


ayakkabısına su doldurdu. Sonra ayakkabısını ağzıyla tuttu (elleriyle
kuyunun duvarına tutunarak yukarı çıktı) da köpeğe su verdi. Bundan
dolayı Allah, onun amelini kabul etti ve günahlarını bağışladı.”

Sahabiler dedi ki:

“Ey Allah’ın Resûlü! Hayvanlara iyi davranmada bize de mükâfat var mı?”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Canlı her hayvan için (yapılacak iyilikte) bir mükâfat vardır.”[298]

Kediyi Hapseden Kadın Cehennemlik Oldu


229. İslâm’ın hayvan haklarına verdiği en önemli delillerinden biri de bu
hadistir. Bir kadın, bir kediyi hapsederek aç bırakıp ölümüne sebep olduğu
için cehennemlik oluyor, ebedî saadetini kaybediyor.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir kedi yüzünden bir kadına azap edildi. Kadın, kediyi açlıktan ölünceye
kadar hapsetmişti. Bu yüzden cehenneme girdi. Ona (Melek tarafından)
şöyle denildi:

“Sen o kediyi hapsettiğin zaman ona yiyecek vermedin, su içirmedin, bir de


yeryüzünün haşaratından yesin diye onu salıvermedin.”[299]

Kuş Yumurtasını Yuvasından Almayın!


230. Bir sahabi gidiyor, yuvasından bir kuşun yumurtasını alıyor.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam kuşun hareketlerinden durumu
anlayınca sahabiyi uyarıyor.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bir yerde konakladı. Adamın biri de gitti,


kaya kuşunun yumurtasını aldı. Bunun üzerine kuş Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’ın başı üzerinde çırpınmaya başladı. Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm:

“Bu kuşu yumurtası yüzünden kim rahatsız etti?”

Adamın biri dedi ki:

“Ey Allah’ın Resûlü! Onun yumurtasını ben aldım.”

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kuşa merhamet et, o yumurtayı yerine bırak.”[300]

Kuşun Yavrusunu Almayın!


231. İslâm Peygamberi aleyhissalâtü vesselam her canlının yaşama hakkını
koruyor, kuş yavrularının bile zarar görmesine razı olmuyordu. Karınca
yuvasının yakılmasının da doğru olmadığı dersini veriyor ve insanları ciddi
olarak ikaz ediyordu.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile birlikte bir seferde idik. Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm ihtiyacını gidermeye gitti. O sırada iki yavrusuyla
beraber bir kuş gördük. Anaları ayrılınca yavrularını aldık. Kuş gelip
yavrularını göremeyince çırpınmaya başladı. O sırada gelen Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm:

“Bunun yavrularını kim aldı? Hemen onları anasına götürün” dedi.

“Orada bir de karınca yuvası yakmıştık. Onu da görünce:


“Bu karıncaları kim yaktı?” dedi.

“Biz yaktık” deyince, (kızarak):

“(Canlı bir hayvana) Ancak ateşi yaratan Allah, ateşle azap eder” buyurdu.
[301]

Zevk İçin Serçeyi Öldürme!


232. Hâlen bazı yörelerimizde, özellikle serçeler sırf keyif ve zevk için
sapan ve benzeri yollarla öldürülüyor. Sünnet bu alışkanlıkları yasaklıyor.
Ayrıca bu hayvanların neslinin devamı sağlanmalı, yeryüzündeki İlahî ve
ekolojik denge bozulmamalıdır.

Şureyd bin Süveyd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim sırf eğlence olsun diye keyif için bir serçeyi öldürürse, kıyamet
gününde o serçe:

“Rabbim! Bu adam, beni yemek ve yararlanmak için değil, sırf zevki için
boşu boşuna öldürdü” diye onu Allah’a şikâyet eder.”[302]

Eti Yenen Kuşları Boş Yere Öldürme!


233. Maide Sûresi 2. âyetinde bildirildiği gibi, İslâm, eti yenen hayvanların
avlanmasını helal kılıyor. Fakat av hayvanlarını öldürüp bırakmaya İslâm’ın
ikinci kaynağı olan sünnet izin vermiyor.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir adam, bir serçeyi veya bir av hayvanını öldürür de hakkını vermezse,
Allah kıyamet gününde mutlaka ona sorar.”
“Yâ Resûlallah onun hakkı nedir?”

“Onun hakkı kesip yemendir, başını koparıp atman değildir.”[303]

Serçeyi Keserken Merhametli Ol


234. Bir serçenin etini yemek isteyenden, sünnetin beklediği ilk şart, ona
merhamet etmesi, şefkatle muamele etmesidir. Çünkü insanlar bilmeyerek
serçeyi, başını çekip kopararak öldürüyorlar. Bu ise şefkatle bağdaşır bir
davranış değildir.

Ebû Umâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir serçeyi keserken merhametli olana, Allah da kıyamet günü merhamet


eder.”[304]

Oğlağı Keserken Şefkat Göster


235. Serçe de olsa, bir oğlak da olsa, etinden istifade edilen her hayvana
gösterilmesi gereken tek duygu merhamettir.

Muâviye bin Kurre radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü! Oğlağı alıp keserken ona merhamet edeyim
mi?” deyince Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Eğer ona merhamet edersen, Allah da sana merhamet eder.”[305]

Kesilecek Koyunu İncitme!


236. Sünnet, sadece insanlara nazik ve anlayışlı davranmasını değil, etinden
istifade edilen hayvanlara da yumuşaklıkla davranmayı tavsiye ediyor.

Vadîn bin Atâ radıyallâhü anh anlatıyor:


“Bir kasap, kesmek istediği koyunun bulunduğu yerin kapısını açınca
koyun kaçtı. Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm koyunun yanına gitti.
Kasap da peşinden gitti. Kasap koyunu tuttu, ayağından sürüklemeye
başladı. Bunu gören Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm koyuna:

“Allah’ın emrine razı ol, sabret!” dedi. Kasaba da:

“Ey Kasap! Onu incitmeden götür” dedi.[306]

Koyunun Karşısında Bıçak Bileme!


237. Sünnetten, hayvanın da kendine göre bir duygusunun olduğunu
öğreniyoruz. Kesilecek koyunun karşısında bıçak bilememek gerekiyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Bir adam, kesmek üzere koyunu yatırdı. Daha sonra bıçağını bilemeye
başladı.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Karşısında bıçağını bileyerek koyunu iki defa mı öldürmek istiyorsun?


Bıçağı koyunu yatırmadan önce bilesene!”[307]

Güvercin Uçurtmak Şeytan İşi


238. Güvercin uçurmayı, bilinen kadarıyla kuşçuluk yapmayı sünnet uygun
görmüyor, yapılmamasını istiyor. Böyle bir meşguliyetten uzak durulmasını
tavsiye ediyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm güvercinin peşine düşerek eğlenen bir


adam gördü ve şöyle buyurdu:

“Şeytan (yani adam, başka) bir (dişi) şeytanı kovalıyor’.”[308]


Büyük hadis âlim İmam Nevevî bu hadisi açıklarken der ki:

“Güvercin uçurmak, güvercinle oynamak, sağlam görüşe göre mekruhtur.


Kumar oynamak için güvercin beslemek ise haramdır, bunu yapanların da
şahitliği kabul olunmaz. Fakat yumurtasından ve yavrularından istifade
etme gibi meşru bir amaç için beslerse, bu caizdir.”

Deveye Eziyet Etme!


239. Sünnet dilsiz devenin derdini dinliyor, hakkını koruyor, eziyet
edilmesine engel oluyor. Ümmete de bu konuda dersler veriyor.

Abdullah bin Cafer radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm beni terkisine aldı. Bana


gizlice-kimseye söylemeyeceğim-bir hadis söyledi.

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ihtiyacını gidermek için


görünemeyeceği bir siperin arkasına yahut bahçe duvarının ardına geçti. O
gün Ensar’dan birinin bahçesine girdi. Bir de ne görsün, orada bir deve,
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ı görünce boynunu büktü, inledi ve
gözlerinden yaş döküldü. Bunu gören Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm
hemen devenin yanına vardı, kulaklarının arkasını sıvazladı. Bunun üzerine
deve sakinleşince:

“Bu devenin sahibi kim, bu deve kimin?” dedi. Bir genç gelerek:

“Benim yâ Resûlallah” dedi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Bu hayvanı sana veren Allah’ın azabından korkmuyor musun? Bak, bu


deve seni bana şikâyet ediyor. Onu aç bırakıyormuşsun ve çok
yoruyormuşsun” buyurdu.[309]

Hayvanlara Şefkatli Ol!


240. Bir önceki hadiste de bildirildiği üzere, bu hadiste bahsedilen deve
aynı şekilde gördüğü eziyetten dolayı Resûlullah aleyhissalâtü vesselama
şikâyet ediyor. O’nun yüce şefkatine sığınıyor ve kurtuluyor.

Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile beraber oturuyordum. Bir


deve koşarak geldi, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın önüne çöktü.
Boynunu yere sürdü, gözlerinden yaşlar aktı. Bunu gören Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm:

“Çok yazık! Bu hayvanın mutlaka bir derdi vardır. Bak, bu devenin sahibi
kimdir?” dedi. Hemen çıktım, sahibini buldum. Ensar’dan bir adammış.
Onu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına götürünce Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm ona:

“Bu deveye ne yaptın, derdi nedir?” dedi. Adam:

“Nesi var? Vallahi bilmiyorum, nesi olabilir? Ona yük vuruyorduk, üzerinde
su taşıyorduk. Su taşıyamaz duruma gelince, dün aramızda konuştuk, onu
kesip etini bölüştürmeyi kararlaştırdık” deyince:

“Böyle yapma! Onu bana hediye et yahut bana sat!” dedi. Adam:

“Onu size verdim yâ Resûlallah!” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm deveyi zekât olarak alınan develerin


damgası ile damgaladıktan sonra diğer develerin yanına gönderdi.”[310]

Karıncayı ve Arıyı Öldürme!


241. Bir şeyinden istifade edilmese de bazı böceklerin ve kuşların
öldürülmesine sünnet izin vermiyor, razı olmuyor, yasaklıyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şu dört hayvanın öldürülmesini


yasakladı:

“Karınca, arı, hüdhüd kuşu (çavuş kuşu), göçeğen kuşu.”[311]


Karınca Yuvasını Ateşe Verme!
242. Merhametli bir insanı tanıtırken “karıncaya bile ayak basmaz” sözü
söylenirken bu deyimin asıl kaynağının sünnet olduğunu öğreniyoruz.
Cenâb-ı Hak, bir peygamberini karıncaya eziyet ettiği için uyarıyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir karınca peygamberlerden birini ısırdı. O peygamber de karınca


ocağının yakılmasını emretti ve o ocak yakıldı. Bunun üzerine Allah, o
peygambere, ‘Seni bir karınca ısırdı, sen ise Allah’ı tesbih etmekte olan
ümmetlerden bir ümmeti yaktın’ diye uyardı.”[312]

Hayvanların Zikri Bitince Ecelleri Gelir


243. Kur’ân’ın işaret ettiği gibi “Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık
yoktur.”[313] Ancak bu varlıkların ne zaman Allah’ı zikretmeleri ve
tesbihleri biterse ölüyorlar.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bütün evcil hayvanların ecelleri, yeryüzündeki bütün böcekler, pireler,


çekirgeler, atlar, katırlar bütün sürüngenler, sığırlar ve bunların dışındaki
diğer bütün hayvanların ecelleri tesbihlerindedir. Tesbihleri bitip sona
erdiğinde Allah Teâlâ bunların ruhunu alır.”[314]

[277] Nahl, 16:5-8.

[278] Ebû Dâvûd, Edeb:58.

[279] Ebû Dâvûd, Cihâd:44.


[280] Müslim, Birr:80.

[281] Müslim, Libâs:106-112.

[282] el-Münavi, Feyzü’l-Kadîr, 4:170; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:35224.

[283] Kenzü’l-Ummal, Hadis No:35237.

[284] el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:171.

[285] Müslim, İmare:99.

[286] Kenzü’l-Ummal, 12:35267.

[287] el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:399; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:35271.

[288] el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 4:146; Kenzü’l-Ummal, 9:26679.

[289] Buharî, Edebü’l-Müfred, 1:396.

[290] Buharî, Edeb:18, 112; Müslim, Âdab:30; Tirmizî, Birr:57; İbni Mâce,
Edeb:24.

[291] İbni Sa’d, Tabakat, 7:48.

[292] Ebû Dâvûd, Cihad:55.

[293] Ebû Dâvûd, Cihad:51.

[294] Ebû Dâvûd, Cihad:52.

[295] Râmuzü’l-Ehâdîs, 48.9.

[296] Râmuzü’l-Ehâdîs, 48.1.

[297] Buharî, Hars:3; Bed’ü’l-Halk:14; Müslim, Müsâkât:58; Ebû Dâvud,


Sayd:1; Tirmizî, Ahkâm:4; Nesâi, Sayd:14.

[298] Buhâri, Müsakat:9; Müslim, Selâm:53.


[299] Buharî, Müsakat:9; Müslim, Selâm:151.

[300] Ebû Dâvûd, Cihad:112.

[301] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:471, Hadis No:21.

[302] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:470, Hadis No: 17; Kenzü’l-Ummal, Hadis


No:39971.

[303] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:469.

[304] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10486.

[305] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10556.

[306] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:470, Hadis No:18.

[307] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:469.

[308] İbni Mâce, Edeb:44.

[309] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:472, Hadis No:22.

[310] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:472, Hadis No:23.

[311] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:540, Hadis No:22.

[312] Buharî, Cihad:152.

[313] İsra, 17:44.

[314] Sünen-i Evzaî, Hadis No:1864.

“Ey Ebû Umeyr, ne oldu nugayr (serçecik)?”[290]

“Bütün evcil hayvanların ecelleri, yeryüzündeki bütün böcekler, pireler,


çekirgeler, atlar, katırlar bütün sürüngenler, sığırlar ve bunların dışındaki
diğer bütün hayvanların ecelleri tesbihlerindedir. Tesbihleri bitip sona
erdiğinde Allah Teâlâ bunların ruhunu alır.”[314]
“Eğer ona merhamet edersen, Allah da sana merhamet eder.”[305]

“Sizden biri, bir hayvana bindiğinde o hayvanı hızlıya yakın orta bir hızla
yürütsün-Yahut şöyle buyurdu-hayvanı yormadan, kolay ve hızlı bir tarzda
yürütsün. Muhakkak ki, Allah Teâlâ kulunu güçlü ile zayıf arasında bir
ortamda taşıtır.”[295]

“Kıyamet gününe kadar ecir ve ganimettir” buyurdu.[285]

[286] Kenzü’l-Ummal, 12:35267.

[285] Müslim, İmare:99.

[284] el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:171.

[283] Kenzü’l-Ummal, Hadis No:35237.

[282] el-Münavi, Feyzü’l-Kadîr, 4:170; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:35224.

[281] Müslim, Libâs:106-112.

[290] Buharî, Edeb:18, 112; Müslim, Âdab:30; Tirmizî, Birr:57; İbni Mâce,
Edeb:24.

[289] Buharî, Edebü’l-Müfred, 1:396.

“Beyaz horoz edininiz! Zira beyaz horozun bulunduğu eve şeytan ve


büyücü yaklaşamaz. O şeytan evin etrafındaki evlere de yanaşmaz.”[286]

[288] el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 4:146; Kenzü’l-Ummal, 9:26679.

“O, hem binmeniz için, hem de size bir ziynet olsun diye, atları, katırları,
merkepleri de yarattı. O, bundan başka sizin bilmediğiniz şeyleri de
yaratıyor.[277]

[287] el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:399; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:35271.

[280] Müslim, Birr:80.


[279] Ebû Dâvûd, Cihâd:44.

[278] Ebû Dâvûd, Edeb:58.

[277] Nahl, 16:5-8.

“Onun hakkı kesip yemendir, başını koparıp atman değildir.”[303]

“Benim, hayvanların yüzünü (ateşle) damgalayan ve onların yüzüne


(sopayla) vuran kimselere lânet ettiğim hakkındaki haber size erişmedi mi?”
dedi ve bunu yasakladı.[294]

“İbni Zübeyr Mekke’de idi ve Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın


sahabileri, kafeslerde kuş taşırlardı.”[289]

“Ey Kasap! Onu incitmeden götür” dedi.[306]

“Yine çocuklarına söyle, hayvanların yemlerine de dikkat etsinler ve bu işi


güzel yapsınlar.”[291]

“Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkun” buyuran Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam,[279] bindiği deveye beddua eden bir kadının
hayvandan aşağı indirilmesini istemiştir.[280]

“Koyun ev için berekettir, tavuk da ev için berekettir.”[283]

“Bu hayvanı sana veren Allah’ın azabından korkmuyor musun? Bak, bu


deve seni bana şikâyet ediyor. Onu aç bırakıyormuşsun ve çok
yoruyormuşsun” buyurdu.[309]

“Davar, av veya bağ/bahçe köpeği dışında bir köpek besleyen kimsenin


sevabından her gün bir kırat eksilir.”[297]

“Kuşa merhamet et, o yumurtayı yerine bırak.”[300]

“Rabbim! Bu adam, beni yemek ve yararlanmak için değil, sırf zevki için
boşu boşuna öldürdü” diye onu Allah’a şikâyet eder.”[302]
“Karşısında bıçağını bileyerek koyunu iki defa mı öldürmek istiyorsun?
Bıçağı koyunu yatırmadan önce bilesene!”[307]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam “Merhamet edene Allah da merhamet


eder; yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin”[278]
meâlindeki hadisiyle insanları hayvanlara karşı iyi davranmaya
yönlendirdiği; aç veya susuz bırakılmaları, dövülmeleri, yavrularının
alınması, yarışma düzenlenerek dövüştürülmeleri, güçlerini aşan ölçüde yük
taşıtılması gibi kötü muamele yapılmasını görünce de müdahalede
bulunarak ilgilileri uyardığı görülmektedir.

“Karınca, arı, hüdhüd kuşu (çavuş kuşu), göçeğen kuşu.”[311]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, hayvanları biribirine kışkırtmayı


(dövüştürmeyi) yasakladı.”[293]

[314] Sünen-i Evzaî, Hadis No:1864.

[313] İsra, 17:44.

[312] Buharî, Cihad:152.

[311] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:540, Hadis No:22.

[310] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:472, Hadis No:23.

[309] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:472, Hadis No:22.

[308] İbni Mâce, Edeb:44.

[307] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:469.

[306] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:470, Hadis No:18.

[305] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10556.

[304] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10486.

[303] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:469.


[302] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:470, Hadis No: 17; Kenzü’l-Ummal, Hadis
No:39971.

[301] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:471, Hadis No:21.

[300] Ebû Dâvûd, Cihad:112.

[299] Buharî, Müsakat:9; Müslim, Selâm:151.

[298] Buhâri, Müsakat:9; Müslim, Selâm:53.

[297] Buharî, Hars:3; Bed’ü’l-Halk:14; Müslim, Müsâkât:58; Ebû Dâvud,


Sayd:1; Tirmizî, Ahkâm:4; Nesâi, Sayd:14.

[296] Râmuzü’l-Ehâdîs, 48.1.

[295] Râmuzü’l-Ehâdîs, 48.9.

[294] Ebû Dâvûd, Cihad:52.

[293] Ebû Dâvûd, Cihad:51.

[292] Ebû Dâvûd, Cihad:55.

[291] İbni Sa’d, Tabakat, 7:48.

“Bir karınca peygamberlerden birini ısırdı. O peygamber de karınca


ocağının yakılmasını emretti ve o ocak yakıldı. Bunun üzerine Allah, o
peygambere, ‘Seni bir karınca ısırdı, sen ise Allah’ı tesbih etmekte olan
ümmetlerden bir ümmeti yaktın’ diye uyardı.”[312]

“Kedi ev halkındandır. O size (hizmet için) dolaşanlardandır.”[288]

“Şeytan (yani adam, başka) bir (dişi) şeytanı kovalıyor’.”[308]

“Koyun evin içinde berekettir. İki koyun iki berekettir, üç koyun üç


berekettir.”[282]

“Canlı her hayvan için (yapılacak iyilikte) bir mükâfat vardır.”[298]


“Hayvanlarınızın sırtını minber (hitap kürsüsü) edinmekten sakının! Çünkü
Allah, sadece zorlukla varabileceğiniz yerlere sizi iletmeleri için onları sizin
emrinize verdi. Yeryüzünü de sizin için yarattı. Bunun için ihtiyaçlarınızı
(yere ayak basarak) yerin üzerinde karşılayınız!”[292]

“Sen o kediyi hapsettiğin zaman ona yiyecek vermedin, su içirmedin, bir de


yeryüzünün haşaratından yesin diye onu salıvermedin.”[299]

Diğer yandan, hayvanlara hakaret edilmesini de hoş karşılamayan, onların


özellikle başlarına vurularak dövülmelerini, yüzlerine damga
basılmasını[281] yasaklayan Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz, hayvan
haklarının gözetilmesine her vesileyle özen göstermiştir.

“(Canlı bir hayvana) Ancak ateşi yaratan Allah, ateşle azap eder” buyurdu.
[301]

“Deve, sahibi için şereftir, koyun ise berekettir. Kıyamete kadar hayır atın
yelesine bağlanmıştır.”[284]

“Şu hayvanlara bindiğinizde konak yerlerinde onların nasiplerini verin,


onların üzerinde şeytanlar olmayın!”[296]

“Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkun” buyuran Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam,[279] bindiği deveye beddua eden bir kadının
hayvandan aşağı indirilmesini istemiştir.[280]

“Bir serçeyi keserken merhametli olana, Allah da kıyamet günü merhamet


eder.”[304]

“Horoza sövmeyiniz. Zira o sizi namaza uyandırıyor.”[287]

243. Kur’ân’ın işaret ettiği gibi “Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık
yoktur.”[313] Ancak bu varlıkların ne zaman Allah’ı zikretmeleri ve
tesbihleri biterse ölüyorlar.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm deveyi zekât olarak alınan develerin


damgası ile damgaladıktan sonra diğer develerin yanına gönderdi.”[310]
SÜNNETE GÖRE YASAKLAR
SÜNNETİN EMİRLERİ, TEŞVİKLERİ, tavsiyeleri ve müjdeleri olduğu
gibi, yasakları, caiz görmedikleri, günah saydığı, haram olarak kabul
ettikleri ve “yapmayın” dedikleri vardır.

Yasakları Kur’ân koyduğu gibi, sünnet/hadis de koyar. Yüce Allah bir şeyi
Kur’an’la emredip yasakladığı gibi, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın
diliyle de emreder veya yasaklar.

Kur’ân bu yetkiyi ve yaptırımı Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a


vermiştir:

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan
kaçının!”[315]

“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne hıyanet etmeyin!”[316]

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûlüne itaat edin; amellerinizi boşa
çıkarmayın!”[317] Çünkü İslâm’ın iki kaynağı, iki kanun koyucusu vardır.
Allah ve Resûlü... Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kendi adına hareket
etmez, onun her söylediği, kendisine Allah’ın bildirdikleridir.

“O, keyfine göre konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.”[318]

Bunun için bir mü’min Kur’ân ile sünneti, ayet ile hadisi birbirinden
ayırmaz, birine inandığı gibi, diğerine de inanır, birini kabul ettiği gibi,
diğerini de kabul eder. Allah’ın emirlerini de tereddütsüz kabul eder,
Resûlünün emirlerini, Allah’ın yasakladıklarıyla Resûlünün
yasakladıklarını aynı görür, her ikisine de uyar.

Kur’ân açık ve net bir şekilde Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın helali ve


haramı belirlediğini bildirirken, mü’minlerin de bu emir ve yasaklara dikkat
etmelerini, ona saygı göstermelerini emreder.
“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmi
Peygambere uyarlar. O, onlara iyiliği emreder, kötülükleri yasaklar. Onlara
iyi ve güzel şeyleri helal; kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır
yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona
yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.”[319]

Bu hadislerde yer alan dinin yasakladığı şeyleri aynı zamanda Kur’ân da


yasaklamıştır. Bu yönüyle hadisler Kur’ân’ın tefsiri ve açıklamasıdır. Başka
bir açıdan bakıldığında da, ayetlerin kapalı, kısa ve öz hâlinde
bildirdiklerini, hadisler daha geniş bir şekilde açıklar; uygulamasını ve
hayata geçmiş hâlini ortaya koyar.

Gıybet Nedir?
244. Bir yasaktan kaçınmak için, o yasağın mahiyetini, tanımını yapmalı,
adını koymalıdır. Hangi söz gıybettir, hangi konuşma gıybet sayılmaz.
Sünnetten bu bilgiyi alıyoruz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Gıybet nedir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabiler:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dediler. Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm:

“Kardeşini, hoşlanmadığı şeylerle nitelemendir” diye tarif etti.

“Peki ya kardeşimde dediğim özellik varsa ne dersiniz?” denilmesi üzerine:

“Eğer dediğin özellik kardeşinde varsa, onun gıybetini etmiş olursun. Şayet
yoksa, işte o zaman ona iftira atmış olursun” buyurdu.[320]

Müslümanın Gıybetini Yapma!


245. Gıybet, Müslümanlar arasında işlenen bir gühahtır. Kur’ân’da
“Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” ifadesiyle bu
gerçeği anlatıyor. Bu tanımıyla gıybet, vahşice bir davranıştır.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Müslümanların gıybetini yapmayın. Size verilen hediyeyi geri çevirmeyin


ve Müslümanlara vurmayın.”[321]

Gıybet, Cehennem Azabıdır


246. Edilen gıybetten helallik alınmaz, bağışlanma dilenmez, tevbe istiğfar
edilmezse cezası cehennem ateşidir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ben miraca çıkarıldığımda bir topluluğun yanından geçtim. Bunlar,


bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Bunun
üzerine:

“Ya Cibril, bunlar kimdir?” dedim.

“Bunlar, insanların etini yiyen (gıybet eden)ler, onların şeref ve onurlarına


ilişenlerdir” Cevabını verdi.[322]

Allah, Etçil Evleri Sevmez


247. Kur’ân, gıybet etmeyi “ölü kardeşin etini dişlemek” şeklinde tarif
ettiği için, sünnet de gıybetin konuşulduğu evleri “etçil evler” olarak
tanıtıyor. Etçil evlerde yenen bu et, yemeği yapılan bir et değil, ölü bir
hayvanın eti de değil, vefat etmiş bir mü’minin etidir.
Mutarrif bin Semure bin Cündüb’ün babasından bildirdiğine göre
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam,

“Allah etçil evleri sevmez” buyurmuştur.

Gıyas der ki: Mutarrif’e, “Etçil evler ne demek?” diye sorduğumda, “İçinde
gıybet yapılan evlerdir” dedi.[323]

“Falan Kişi Ne Kadar Tembel!” Demek Gıybettir


248. Günlük konuşmalarımızda sıradan gibi söylediğimiz bazı sözler gıybet
sayılıyor. Bu tür sözleri bir uyarı, bir ders verme gibi kullandığımız da
oluyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Biz Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanındayken, bir adam, “Yâ


Resûlallah! Filan ne kadar tembel veya ne kadar zayıf” dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kardeşinizin gıybetini yaptınız ve onun etini yediniz.”[324]

“Önce Kendi Gözündeki Çöpü Gör!”


249. Bazı atasözlerimizin hadis-i şerif olduğunu bu hadisleri okuyunca
öğreniyoruz. Başkalarının günahını, hatasını araştırmadan önce, kendi
kusurlarımızı görmemiz gerekiyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden biri kardeşinin gözündeki çöpü görüyor, fakat kendi gözündeki


(merteği) unutuyor.”[325]

Gıybet Edince Helallik İste!


250. Normal konuşmalarımızda ne kadar da gıybete giren çok sözler
varmış. Meğer “kısa boylu”, “eteği uzun” demek de gıybetmiş. Çare nedir?
Sünnetin tek gösterdiği çare, helalleşmek, eti yenilen kişiden helallik
istemektir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Yanıma bir kadın girdi. Kadın gittikten sonra elimle işaret ederek:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ne kadar kısa bir kadınmış” dedim. Allah Resûlü
aleyhissalâtü vesselam,

“Onun hakkında gıybette bulundun. Kalk onunla helalleş” buyurdu.

Yine yanımıza bir kadın girdi. Kadın çıkıp gittikten sonra:

“Ey Allah’ın Resûlü! Eteği ne kadar da uzunmuş” dedim. Allah Resûlü


aleyhissalâtü vesselam,

“Onun hakkında gıybette bulundun. Kalk onunla helalleş” buyurdu.[326]

Gıybetini Ettiğin Kişiye Dua Et!


251. Gıybetini ettiğimiz kardeşimizden helallik isteyemiyorsak veya buna
imkân yoksa, tek yol kalıyor, o da ona dua etmek, onun için Allah’tan
mağfiret istemektir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gıybet etmenin kefareti, gıybet ettiğin kimse için Allah’tan bağışlama


dilemendir.” Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6368

Gıybeti edilen kişiye şöyle dua edilmeli:

“Allâhümma’ğfir lî ve li-meni’ğtebnâhü (Allah’ım, bizi ve gıybetini


ettiğimiz kardeşimizi mağfiret eyle!)”[327]
“Gıybet Edene Engel Ol!”
252. Birisi gıybet ediliyorsa, onun iyi ve güzel taraflarını söyleyerek gıybet
edilmesine engel olunmalıdır.

İtbân bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm namaza kalkmıştı. Birden, “Malik bin


Duhşum nerede?” diye sordu. Oradakilerden biri:

“O, Allah’ı ve Resûlünü sevmeyen bir münafıktır” dedi. Resûl-i Ekrem ona:

“Öyle deme. Görmüyor musun o, Allah’ın rızasını isteyerek ‘La ilahe


illallah’ diyor. Allah’ın rızasını isteyerek ‘La ilahe illallah’ diyen kimseye
Allah cehennemi haram kılmıştır” buyurdu.[328]

“Gıybet Sözü, Denize Karışsa Kirletir”


253. Gıybet sözü denize düşse denizi bulandırır ve kirletir. Acaba gıybet
edeni ne kadar kirletmektedir?

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a:

“Ey Allah’ın Resûlü, şöyle şöyle olan Safiyye sana yeter.” demiştim.

Ravilerden bazılarının dediğine göre, Hz. Âişe bu sözüyle Hz. Safiyye’nin


kısa boylu olduğunu söylemek istemişti.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“(Ey Âişe), öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz deniz suyuna karışsaydı, onu
dahi bozardı” buyurdu.[329]

Kimsenin Taklidini Yapma!


254. İnsanların taklidini yapmak onu küçük düşürmektir, onun değerini
azaltmaktır. Bu da onun şeref ve haysiyetine yönelik bir haksızlıktır.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Ben bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında bir kimsenin hâl
ve hareketini taklit etmiştim. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam:

“Karşılığında bana şunu şunu verseler dahi, bir insanın taklidini yapmayı
istemem” buyurdu.[330]

Gösteriş Meraklısı Olma!


255. Gösteriş düşkünü ve şöhret müptelası olmak, sürekli kendinden söz
edilmesini istemek ve böyle bir beklenti içinde bulunmak, sünnetin hoş
görmediği bir davranıştır.

Seleme bin Kuheyl anlatıyor:

Cündüb’ü işittim: Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şöhret niyetiyle amelde bulunan kişiyi yüce Allah (kötülerin içinde) teşhir
eder. Riya (gösteriş) için amelde bulunan kişiyi de yüce Allah ifşa
eder.”[331]

Gösteriş Küçük Şirktir


256. Gösterişin küçük şirk olmasının asıl sebebi, yaptığın iyiliğin ve amelin
sevabını gösteriş yaptığı insanlardan beklemektir. Oysa hiçbir amelin
sevabını insanlar veremez, amellerin sevabını verecek olan sadece Allah’tır.
Bu durumda yapılan iyilik ve ameller boşa gitmektedir.

Mahmud bin Lebid radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizin hakkınızda en fazla endişe ettiğim şey küçük şirktir.”


Mahmud, “Ey Allah’ın Resûlü! Küçük şirk nedir?” diye sordu. Cevaben
şöyle buyurdu:

“Riyadır/gösteriştir. Aziz ve Celil olan Allah insanların yaptıklarının


karşılığını verirken buyurur ki: ‘Dünyada iken kendilerine gösteriş
yaptıklarınızın yanına gidiniz. Bir bakın, onların yanında bir karşılık/sevap
bulabilecek misiniz?”[332]

Gösteriş Yapmak Şirke Götürür


257. Başkalarının dikkatini çekmek için namaz kılmak, tuttuğu orucu
başkalarına anlatıp durmak, “ne kadar cömert” dedirtmek için sadaka
vermek hep birer gösteriş olduğu için gizliden de olsa Allah’a ortak koşma
anlamına gelmektedir.

Şeddad bin Evs radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gösteriş için oruç tutan şirk koşmuştur. Gösteriş için namaz kılan şirk
koşmuştur. Gösteriş için sadaka veren şirk koşmuştur.”[333]

İbadetini Başkasının Görmesini İsteme!


258. Yaptığın ibadetleri Allah için yap, başkalarına göstermeye kalkışma,
böyle bir niyete girme; aksi hâlde elin boş dönersin, ebedî hayatını
tehlikeye atarsın.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Adamın biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Bir ameli yaparken Allah’ın rızası için
yapıyorum. Ancak insanların da, o ameli yaparken beni görmelerini
istiyorum” deyince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam adama bir cevap
vermedi.

“Bu sorunun sonrasında, ‘Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş


yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın’[334] ayeti nazil oldu.
[335]

Gösteriş İçin İyilik Yapma!


259. Yaptığın iyiliğin duyulmasını istiyorsan, Allah duyurur, başkalarına
gösterir, ama elin de boş kalır, sevabını kaybedersin, bir de gösteriş yaptığın
için günaha girersin.

Cündüb bin Abdullah bin Süfyan radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim, duyulsun diye iyilik yaparsa, Allah (onun bu niyetini herkese)


duyurur. Kim, gösteriş için iyilik yaparsa, Allah da (onun bu riyakârlığını
herkese) gösterir.[336]

Âhiret Amelini Dünyada Harcama!


260. Âhiretini dünyasına alet eden, âhiret amellerini dünyalık için yapan,
dünyada kazansa da, âhirette kaybeder. Çünkü dünya için çok değerli olan
şeyler âhiret adına bir hiçtir, bir değer taşımaz.

Übey bin Ka’b radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bu ümmete, yüksek mertebelere geleceği, itibarlarının artacağı,


düşmanlara karşı kendilerine yardım edileceği ve yeryüzünde hâkim
olacakları müjdesini ver. Ancak onlardan âhiret amelini dünyalık için
yapanların âhirette herhangi bir nasibi olmayacaktır.”[337]

Kötü İnsanlara Yumuşak Davran!


261. Bir insan kötü birisiyse, insanların ondan zarar görmemeleri için, o
kişiyi kötü olarak tanıtmaya sünnet izin veriyor. Ona iyi davranmak da,
daha kötü olmaması için bir önlem anlamını taşıyor.
Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Bir adam, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın huzuruna girmek için izin


istedi. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam da:

“Ona izin verin. Bu aşiretin oğlu ne fenadır-Yahut-bu aşiretin adamı ne


fenadır!” buyurdu.

“Adam yanına girince Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm onunla yumuşak


konuştu. Ben:

“Yâ Resûlallah! Biraz önce onun hakkında o sözleri söyledin. Sonra da ona
yumuşak konuştun’ diyerek bunun sebebini sordum. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm:

“Ey Âişe! İnsanların en kötüsü, çirkin hareketlerinden korunmak için


insanların kendisini (uyarmayı) terk ettikleri-yahut-karşılaşmak istemeyip
yalnız bıraktıkları kişidir” buyurdu.[338]

Evlenecek Kişiye Yanlış Bilgi Verme!


262. Evleneceği kişi hakkında bilgi almak isteyen birisine, o kişinin ahlâkî
yönünü ve zaaflarını söylemek, istişarenin hakkını vermektir. Çünkü
danışılan insan, güven duyulan insandır.

Fatıma binti Kays radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a geldim. Ebû’l-Cehm ve


Muaviye bin Ebî Süfyan bana evlenmek için dünür geliyorlar (hangisini
tercih edeyim), dedim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Ebû Cehm sopasını boynundan bırakmaz; Muâviye’ye gelince, o da


yoksuldur, hiç malı yoktur. Sen Üsâme bin Zeyd ile evlen!”

Ben buna razı olmadım. Sonra (tekrar):


“Sen Usâme bin Zeyd ile evlen!” buyurdular. Bunun üzerine onunla
evlendim. Allah onda hayır yarattı; ben de gıbta ettim.”[339]

Cimri Adama Cimri Diyebilirsin


263. Bir insanın cimri olarak bilinmesi, diğer insanların onunla iş yaparken
dikkatli ve tedbirli hareket etmelerine yardımcı olur. Yoksa o adamı
kötülemek, teşhir etmek için değildir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Ebû Süfyan’ın hanımı Hind, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a:

“Ey Allah’ın Resûlü, Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Haberi olmadan
aldığımın dışında bana ve çocuğuma yeterli derecede bir şey vermiyor
(Habersiz olmanın bir sakıncası var mı?), diye sordu. Resûlüllah
aleyhissalâtü vesselâm:

“Sana ve evladına yetecek kadarını örfe, âdete göre al!” buyurdu.[340]

Her Duyduğunu Söyleme!


264. İnsan gözüyle görmediği, sağlam bir kaynağa dayanmayan sözleri
başkasına aktarmamalı, başkasıyla paylaşmamalıdır. Zaten Kur’ân da bize
bu dersi veriyor:

“Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu
araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman
olursunuz.”[341]

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Her duyduğunu söylemesi, kişiye yalan olarak yeter.”[342]


Mü’minsen Çirkin Konuşma!
265. İnsan lafına, sözüne dikkat etmeli. Çirkin konuşmalardan, kötü
sözlerden uzak durmalı. Beddua etmemeli ve lânette bulunmamalı, kimseyi
kınayıp yaptıklarını başına kakmamalıdır.

İbn Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’min, (ona buna) dil uzatan (kınayan), lânetleyen ve çirkin sözler


söyleyen kimse değildir.”[343]

Kimseye Çakıl Taşı Atma!


266. Birisini ikaz etmek, uyarmak veya bir mesaj vermek için çakıl taşı ve
benzeri şeyler atmayı sünnet yasaklamıştır. Çünkü böyle bir hareket, karşı
tarafa zarar verebilir.

Said bin Cübeyr radıyallâhü anh anlatıyor:

Abdullah bin Muğaffel’in yanındayken, kabilesinden bir adam (iki


parmağıyla) birine bir çakıl attı. Abdullah adama, “Çakıl taşı atma!
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam böyle yapmayı yasakladı ve ‘Bununla ne
bir şey avlayabilir, ne de bir düşmanı öldürebilirsin. Ama onunla bir dişi
kırar, bir gözü çıkarabilirsin’ buyurdu.” dedi.[344]

Ölü Hakkında Kötü Konuşma!


267. Özellikle mü’min ölüler hakkında kötü konuşmamalı, sövüp
saymamalıdır. Çünkü onların dünya ile alakaları kesilmiştir. Sevaplarıyla,
günahlarıyla öbür âleme geçmişlerdir. Ayrıca ölülere sövüp saymak, hayatta
olan yakınlarını rahatsız eder. Fakat İslâm düşmanlarının zulümlerini dile
getirmek yasaklanmamıştır. Tebbet Sûresi’nde Ebû Leheb’e beddua
edilmektedir.
Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ölülere sövmeyin! Çünkü onlar, önden göndermiş oldukları amellerinin


karşılıklarına ulaşmışlardır.”[345]

Kimseye Kin Tutma!


268. Mü’min mü’minin kusurunu araştırmamalı, böbürlenmemeli, kin
tutmamalı, sırt çevirmemelidir. Kardeşliğini artırmalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Zan (ile konuşmak)tan sakının; çünkü zan, sözlerin en yalanıdır.


Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Birbirinize karşı böbürlenmeyin.
Birbirinizi kıskanmayın. Birbirinize kin tutmayın, birbirinize sırt
çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği gibi kardeş olun.
Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu yalnız ve
yardımsız bırakmaz, onu küçük görmez.”

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam eliyle göğsüne işaret ederek:

“Takva (Allah korkusu) işte buradadır. Takva buradadır. Müslüman


kardeşini hor görmesi, kişiye kötülük olarak yeter. Müslümanın,
Müslümana kanı, şerefi, malı haramdır (saygın ve dokunulmazdır). Allah
sizin görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, ama kalplerinize ve
amellerinize bakar” buyurdu.[346]

Müslümanın Ayıbını Araştırma


269. Kimse Müslümanların ayıplarını, kusurlarını araştırmamalı, sağda
solda anlatmamalıdır. Aksi durumda Allah da o kişinin ayıplarını ortaya
döker, rezil eder.
Ebû Berze radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey dilleriyle Müslüman olup da henüz kalplerine iman girmeyenler!


Müslümanların gıybetini yapmayın. Onların ayıplarını araştırmayın. Zira bir
kişi Müslümanın ayıbının peşine düşerse, Allah da onun ayıbının peşine
düşer. Yüce Allah birinin ayıbının peşine düştüğü zaman, evinde de olsa
onu rezil eder.”[347]

Kimsenin Gizli Hâlini Araştırma!


270. Din kardeşinin gizli hâllerini araştırmaya kalkma, fesatçılık yapma!
Bunun yerine, gizli hâlini bilsen bile gizlemeye çalış. Çünkü mü’minler bir
vücudun azaları gibidirler.

Muaviye radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslümanların gizli hâllerini araştırmaya kalkışırsan, aralarına fesat


sokmuş olursun veya aralarında neredeyse fesat çıkmasına sebep
olursun.”[348]

Kardeşinin Başına Gelene Sevinme!


271. İşlenen bazı günahların cezası dünyada verilir. Bunlardan birisi de bir
mü’min kardeşimizin başına gelen bir musibete sevinmek ve onu
kınamaktır. “Gülme komşuna, gelir başına” sözü yaşayan bir gerçektir.

Vâsile bin Eska radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kardeşinin başına gelene sevinme. Çünkü Allah ona acır, seni de benzer
bir musibet ile imtihan eder.”[349]
Yaptığın İyiliği Başa Kakma!
272. İyilikler Allah için yapılır, karşılığı da Allah’tan beklenir. Birisine bir
iyilikte bulunmuşsak, onu boşa çıkartacak şekilde, başına kakar hâlde
dillendirmek o iyiliği boşa çıkardığı gibi, o kişiyi de rencide eder.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, kıyamet gününde şu üç kişi ile ne konuşur, ne onların


yüzlerine bakar, ne de onları temize çıkarır. Onlar için can yakıcı bir azap
vardır.”

Hadisi nakleden sahabe diyor ki: Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam, bu


sözü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Ebû Zerr:

“Onlar rezil rüsva oldular. Kimdir onlar Ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam:

“(Elbisesini kibirle) yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan


yere yemin ederek sattığı malın değerini artıran kimselerdir” cevabını verdi.
[350]

Alkol Bağımlıları Rahmetten Uzak Olur


273. Alkol bağımlıları, içkiye düşkün olanlar, bu yaptığından pişmanlık
duymuyor, tevbe istiğfar etmiyorsa, Allah’ın rahmetini kendi eliyle
reddediyor demektir.

Ebû Umâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şu dört sınıf insana Allah kıyamet günü rahmet nazarıyla bakmaz:
“Anne babasına saygısızlık eden, yaptığı iyiliği başa kakan, içki düşkünü
(alkolik) ve bir de kaderi yalanlayan.”[351]

Küs Olduğun Kişiye İlk Selamı Sen Ver!


274. İnsan küs kalmayı, dargınlığı ve kırgınlığı sürekli hâle getirmemeli; bir
fırsatını bulup sonlandırmalı, barışmalıdır. Bunun da birinci adımı selam
vermekle başlar, ama burada önemli olan ilk selamı veren olmaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir Mü’minin, Mü’min kardeşiyle üç günden fazla küs durması helal


olmaz. Üç gün geçmişse karşılığında ona selam versin. Eğer o kimse
selamını alırsa, her ikisi de sevapta ortaktır. Şayet selamını almazsa, o
günaha girmiş, selam veren kişi küs olma vebalinden kurtulmuştur.”

Ebû Dâvûd der ki: “Eğer dargınlığın sebebi Allah içinse, bunda bir
sorumluluk yoktur.”[352]

Aranızda Fısıldaşmayın!
275. Üçüncü şahsı ayrı tutarak iki kişinin kendi arasında fısıltıyla
konuşması o kişiyi rahatsız eder, kendi hakkında konuşulduğunu sanır ve
husumete kapı açılmış olur.

İbn Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Üç kişi iseniz ikiniz diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu, onu
üzer.”[353]

Borcunu Geciktirme!
276. Alacaklının mağdur edilmesi, borcun geciktirilmesi, ödeme imkânı
olduğu hâlde ağırdan alınması kul hakka girilmiş olacağından ciddi bir
vebal işlenmiş olur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz, (alacağının ödenmesi


için) durumu iyi olan birine havale edildiğinde, ona başvursun.”[354]

Kötülük, Kalbini Sıkan Şeydir


277. İyiliğin ve kötülüğün tanımı sünnette çok veciz bir şekilde yapılmıştır.
Yaptığından bir şeyden dolayı için rahat mı, değil mi? Rahatsa mesele yok,
rahatsız ediyorsa uzak dur.

Vabise bin Mabed el-Esedi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İyilik, kişinin içine sinen ve gönlüne rahatlık veren şeydir. Kötülük ise,
insanlar, yapman konusunda sana fetva verseler de içinde bir sıkıntı yaratan
ve seni tereddütte bırakan şeydir.”[355]

Haramla Beslenme!
278. Haram kazancın neler olduğu bellidir. Haram lokma hem vücuda yük,
hem de kalbe ve ruha yüktür. Haramdan beslenmek, insanı cennetten
uzaklaştırır, cehenneme yakın eder.

Huzeyfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Haramla beslenen et (vücut) cennete giremez. Cehennem onun için daha


uygundur.”[356]
Çalıntı Malı Ağzına Alma!
279. Hırsızlık malını, çalınmış, gasbedilmiş bir şeyi bile bile alıp yemek
hırsızlığa ortak olma anlamını taşıdığı gibi, hırsızlığa da göz yumma sayılır.

Meymune binti Sa’d radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a “Yâ Resûlallah! Bize hırsızlık


hakkındaki hükmü söyle.” dedim.

Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim çalıntı olduğunu bildiği hâlde o şeyi yerse, onun çalınmasındaki


günaha ortak olmuş olur.”[357]

Kibirli Davranma!
280. Kibirli olmak bir ahlâk zayıflığıdır, bir inanç düşüklüğüdür. Sahip
olduğu nimetleri Allah’tan bilmeyip kendinden bilmek kibirli olmaktır. Bu
davranış insanın âhiret hayatını tehlikeye atar.

İbn Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” Birisi:

“Ey Allah’ın Resûlü, kişi, elbise ve ayakkabısının güzel olmasını sever. (bu
da kibir sayılır mı?)” dedi. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam:

“Allah güzeldir, güzelliği sever. (Söz konusu) kibir ise, hakkı tanımamak ve
insanları küçük görmektir” buyurdu.[358]

Sokaklarda Oturma!
281. İnsanların gelip geçtiği, uğrak yeri olan sokaklarda, cadde ve
mekânlarda oturmanın sakıncası ve vebali vardır. Fakat sünnet, hakkını
verme kaydıyla buna müsaade ediyor.

Ebû Talha Zeyd bin Sehl radıyallâhü anh anlatıyor:

Biz evlerin önünde oturur, orada konuşurduk. Bir gün Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm yanımıza geldi ve:

“Siz neden bu sokaklarda oturuyorsunuz? Buralarda oturmaktan kaçının”


dedi. Biz de:

“Sakıncalı bir şey için değil, çeşitli konuları görüşüp konuşmak için
oturuyoruz” deyince:

“Madem oturacaksınız, bari yolun hakkını verin: O da harama bakmamak,


gelip geçenlerin selamını almak ve güzel şeyler konuşmaktır” buyurdu.[359]

Kadınlarla Baş Başa Kalma!


282. Birbirlerine nikâhları düşen bir kadınla bir erkeğin yalnız başlarına bir
mekânda bulunmaları ciddi sakıncalar oluşturduğu için sünnet bu davranışa
izin vermiyor, “halvet” denen bu davranışı yasaklıyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, yanında mahremi bulunmayan (yabancı) bir kadınla yalnız


başına kalmasın.”[360]

Dövme Yaptırma!
283. Sünnet-i Seniyye başına saç ilave etmeyi, günümüz uygulamasıyla
peruk takmayı, vücuda dövme yaptırmayı yasaklıyor. Bu yasaklar âyette de
geçtiği gibi, “Allah’ın yarattığını değiştirmek”tir.[361] Bu yasak, hadiste her
ne kadar kadınlar için söylenmiş olsa da, hüküm erkekler için de söz
konusudur.
Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalatü vesselam, saçına saç ilave eden (peruk takan) ve


saç ilave ettiren (peruk taktıran), dövme yapan ve yaptıran kadınlara lânet
etti.”[362]

Birbirinize Karşı Övünmeyin!


284. İnsanların birbirlerine karşı övünmeleri, kendilerini methetmeleri,
üstünlük taslamaları yasaklanmış ve hiç hoş karşılanmamıştır.

İyad bin Himar radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bize hutbe vermek için kalktı”
deyip hadisi aktardı ve sonunda Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın şöyle
buyurduğunu söyledi:

“Yüce Allah, bana, birbirinize tevazu göstermenizi, hatta hiç kimsenin


başka birine karşı övünmemesini vahyetti.”[363]

Övmede Aşırıya Kaçma!


285. Bir kişiyi onda olan şeyleri abartarak methetmek, göklere
çıkartırcasına övmek, sünnet tarafından yasaklanmıştır.

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve


övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine:

“Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)” buyurdu.[364]

Övgücülerin Yüzüne Toprak Saç!


286. Dalkavukluk yaparcasına insanları övüp duran meddahlar sünnet
tarafından hoş karşılanmamış ve yerilmiştir. Yüzlerine toz toprak saçılması
istenmiştir.

Hemmam bin Haris, Mikdâd radıyallâhü anh’tan rivayet ediyor:

“Bir gün bir adam Hz. Osman’ı övmeye başlayınca, orada bulunan Mikdad,
diz çökerek onu öven kişinin yüzüne ufacık taşlar atmaya başladı. Bunun
üzerine Hz. Osman:

“Ne yapıyorsun?” deyince o da:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm, “İnsanları övüp duranları gördüğünüz


zaman yüzlerine toprak saçın” buyurdu, dedi.[365]

Zehirli Oktan Uzak Dur!


287. Kendine nikâhı düşen bir kadına şehvetle bakmak, sünnette zehirli ok
olarak tanımlanmıştır. Bu bakıştan vazgeçenlere, Allah onun kalbine iman
nuru bahşedecektir.

Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, Aziz ve Celil olan Rabbi’nden şöyle


rivayet ettiğini anlattı:

“Yabancı bir kadına bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Her kim
benden korkarak bir kadına bakmazsa, ben ona, karşılık olarak tadını
kalbinde hissedeceği bir iman bahşederim.”[366]

Zina Eden Kimseden İman Gömleği Çıkar


288. Zina eden kişiden iman gömleği çıkartılır, o fiil esnasında o kişi
imandan soyutlanır. Çünkü bir mü’min, kalbinde sağlam bir iman olduğu
hâlde zinaya düşmez.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“İman bir gömlek gibidir. Allah onu isteyene giydirir. Bir kimse zina
ederse, Allah iman gömleğini ondan çeker, alır. Eğer tövbe ederse, iman
kendisine geri verilir.”[367]

Gizli Günahlardan Uzak Dur!


289. Açıktan işlenen günahlar vardır, gizlice, kimsenin görmeyeceği
yerlerde işlenen günahlar vardır. Mü’min açıkça günahlardan uzak durduğu
gibi, gizli işlenen günahlardan da uzuk durmalıdır ki, takvaya erişsin,
Allah’a yakınlaşsın.

Sevban radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu;

“Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihâme Dağları
benzeri bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Azîz ve Celîl olan Allah
Teâlâ o sevapları saçılmış toz hâline getirir (değersiz kılar, kabul etmez).”

Sevban radıyallâhü anh dedi ki:

“Ey Allah’ın Resulü! Onları bize bildir, durumlarını açıkla da, bilmeyerek
biz de onlardan olmayalım!”

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm açıkladılar:

“Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin


aldığınız gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak onlar,
Allah’ın yasaklarıyla tenhâda baş başa kalınca, o yasakları ihlâl ederler,
çiğnerler.”[368]

Mü’mini Öldürmek Dünyayı Yıkmaktır


290. Suçsuz, masum bir mü’mini haksız yere öldürmek dünyayı yıkmakla
aynıdır. Bir mü’minin kanına girilmesiyle, dünyanın altını üstüne getirmek
aynı büyüklükte bir cinayettir.
Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’minin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok edilmesinden daha


büyüktür.”[369]

Müslümanı Korkutma!
291. Bir Müslümanı korkutmak çok yanlış ve çok tehlikeli bir fiildir.
Korkutulan bir insan psikolojik bir yıkıma uğrayabileceği gibi, fiziksel
olarak da bir etki altında kalabilir.

Âmir bin Rabia radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam, şakadan bir kişinin ayakkabısını aldı ve sakladı. Bunu Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’a anlattı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslümanı korkutmayın. Çünkü Müslümanı korkutmak, büyük bir


zulümdür.”[370]

İftira Faizden Daha Kötüdür


292. Bir hadiste zikredildiği gibi, şirkin de içinde bulunduğu yedi büyük
günahtan birisi de namuslu bir kadına iftira atmaktır.

Sa’d bin Zeyd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Faizden daha büyük günah, haksız yere bir Müslümana iftira ederek
namusuyla oynamaktır.”[371]

Çıkar Sağlayan Borç Faizdir


293. Birsine borç veriliyor, karşılığında da bir menfaat temin ediliyorsa, bu
borca faiz karışmış demektir.

Hz. Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her menfaat sağlayan borç faizdir.”[372]

Müslümanı İncitme!
294. Müslümanı incitmemek, vaktinde kılınan namazdan sonra gelen
sevaplı bir ameldir. Özellikle bir Müslümanı diline dolayarak
incitmemektir.

Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a, “Hangi amel daha faziletlidir?” diye


sorduğumda, “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu.

“Daha sonra hangisidir Ya Resûlallah?” dedim. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm, “Dilinle Müslümanları incitmemendir.” buyurdu.[373]

Yalan Söylersen Rızkın Azalır


295. Yalan insanın âhiretini yıktığı gibi dünyasını da dara sokar. Yalan
söylemeyi bir alışkanlık hâline getiren kişi, kendi eliyle rızkını daraltmış
olur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ana babaya iyilik etmek ömrü arttırır; yalan söylemek rızkı azaltır; dua da
kazayı önler.”[374]

Eşcinsellik Belayı Çeker


296. Kur’ân’ın da bildirdiği gibi, insan bir erkekle bir kadından
yaratılmıştır. Ayrıca evliliklerin kadınla erkek arasında yapılması
emredilmiştir. Bunun dışındaki birleşmelere ve evliliklere müsaade
edilmemiştir. Sünnette de aynı gerçeği görüyoruz.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ümmetim beş şeyi helal (yapılabilir) gördüğü zaman, onlara belalar ve


musibetler gelir:

1. Birbirlerine lânet okurlarsa.

2. Haram içkileri içerlerse.

3. (Erkekler) ipek elbise giyerlerse.

4. Kötü (yoldaki) kadınlarla evlenirlerse.

5. Erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla tatmin olurlarsa. (Birbirleriyle


ilişkide bulunurlarsa, çeşitli belalar onları yakalar.)”[375]

Namusunu Kıskanmayan Cennete Giremez


297. İnsanın en kutsal değerlerinden biri de namusudur. Mü’min namusunu
kıskanır ve onu kem gözlerden korur. Bu konuda hassasiyeti olmayan insan
cennetten uzaktır.

Ammar bin Yasir radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Üç kişi asla cennete giremez: Deyyus, erkekliğe özenen kadınlar ve içki
tiryakisi.”

“Ya Resûlallah! İçki içeni biliyoruz; fakat deyyus nedir?” diye sordular.
“Evine (çirkin işler için) girip çıkan erkeklere aldırmayan (onun bu
hareketini hoş görendir.)”

“Pekiyi, kadınların erkeklere özenmesi ne demek?”

“(Giyim ve hareketleriyle) erkeklere benzemek isteyen kadınlar” diye cevap


verdi.[376]

Adı Değişse de İçki, İçkidir


298. Nasıl bir isim verilirse verilsin, bir başka hadiste de bildirildiği üzere
sarhoşluk veren her içecek haramdır. Günahları yüzünden insanların değişik
hayvan suretine bürünmeleri ise, içlerinin ve ruhlarının o hayvan gibi
olmasıdır.

Ebû Malik el-Eş’ari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ümmetimden bazı kimseler şaraba başka isim takarak içerler. Çalgı ve


şarkıcı kadınlarla eğlenirler. Allah onları yere geçirir, onlardan bazılarını ise
maymun ve domuz kılığına döndürür.”[377]

İçki Bütün Kötülüklerin Anahtarıdır


299. İçki, kişiyi diğer büyük günahlara sürükler, diğer haramları işlemeye
yol açar, diğer kötülükleri de tetikler.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şaraptan (ve diğer içkilerden) uzak durun. Çünkü o bütün kötülüklerin


anahtarıdır.”[378]

İçkiyi Bırakan Cennete Girer


300. Nefsine uyarak yıllarca alkolsüz yaşayamayan insanlar, imanın sesine
kulak verip iradesine hâkim olur içkiyi bırakırsa, Allah o kişiyi cennetine
alacağına söz veriyor.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Tiryakisi olmasına rağmen şarabı (ve diğer içkileri) bırakan kimseye


cennet nimetlerinden içireceğim. Elinde imkânı olduğu hâlde ipek
giymeyen (erkeğe) de cennet nimetlerinden giydireceğim.”[379]

İçkili Sofraya Oturma!


301. Hangi vesile ile olursa olsun, kendisi kullanmasa da bir mü’min içkili
sofraya oturmamalı, orada hazır bulunmamalıdır. Küfre rıza küfür olduğu
gibi, harama rıza göstermek de haramdır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden şarabı (ve diğer içkileri) içmesin.

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden şarap (ve diğer içkiler) içilen masaya
oturmasın.”[380]

İçkiden Dolayı On Kişiye Lânet Edilir


302. İçkiyi sadece içen değil, o içkinin üretiminden servis edilmesine
varıncaya kadar bütün hazırlık aşamalarında görev alan herkes aynı günaha
ortaktır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şarap konusunda şu on kişiye lânet etti:


“Şarabı yapana, yaptırana, içene, taşıyana, kendisine götürülene (içkiyi
dağıtana), satana, ondan kazanılan parayı yiyene, satın alana ve kendisi için
satın alınana.”[381]

Mezarların Üzerine Oturmayın!


303. Mezarlık ziyaretinde ve mevtanın defni esnasında mezarların üzerine
oturmamalıdır. Sünnet canlı insanla, ölmüş insanı değer bakımından aynı
derecede görmektedir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden birinizin bir kor üzerine oturup elbisesini ateşin yakması ve


vücuduna işlemesi, bir kabrin üzerine oturmasından daha iyidir.”[382]

Hutbe Dinlerken Dizlerini Dikme!


304. Hutbe okumanın bir adabı ve usulü olduğu gibi, hutbeyi dinlemenin de
bir sünneti vardır. Buna riayet ederek hutbeye kulak verilmelidir.

Muâz bin Enes el-Cühenî babası Hz. Enes radıyallâhü anh’tan rivayet
ediyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, Cuma günü imam hutbe okurken,


dizleri dikip oturmayı yasakladı.”[383]

“İslâm’a Uzak Olayım” Diye Yemin Etme


305. Yeminin de bir şekli, bir tarzı ve bir söylemi vardır. Öyle her akla
gelen sözlerle yemin edilmemelidir. Aksi durumda insan dinini
kaybedebilir.

Büreyde radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ben İslâm’dan uzağım’ diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde yalancı
ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir şey
kaybetmeden İslâm’a dönemez.”[384]

Yalan Yere Yemin Etme!


306. İhtiyaç olmadan yemin edilmemesi gerektiği gibi, ihtiyaç hasıl
olduğunda da yemin edilecekse yalan söylenmemelidir. Çünkü yalan yere
yemin etmek büyük günahlardandır.

Ebû Ümâme İyâs bin Sa’lebe el-Hârisî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Yalan yere yemin ederek bir Müslümanın hakkını gasp eden kimseye
Allah cehennemi vacip, cenneti de haram kılar.” Bunun üzerine bir kişi:

“Eğer o hak önemsiz bir şey ise yine böyle midir, yâ Resûlallah?” diye
sordu. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir” buyurdu.[385]

Tavla Domuz Eti Gibidir


307. Tavlayı bir oyun, bir eğlence gibi görmek doğru değildir. Çünkü tavla
bir kumar aletidir. Kumar da haram olduğu için, günahının büyüklüğü
sünnette domuzla karşılaştırılmıştır.

Süleyman bin Büreyde radıyallâhü anh’ın babasından bildirdiğine göre,


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Tavla oynayan kişi, elini domuz etine ve kanına bulamış gibidir.”[386]

Zar Oynamak Allah’a İsyandır


308. Tavla zarla oynansa da, müstakil olarak zarın kullanıldığı oyunlar
olduğu gibi zara benzer değişik biçimde oyunlar da vardır. Hepsi de aynı
anlama gelmektedir.

Ebû Musa el-Eş’ari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Zarla oynayan, Allah’a ve Resûlüne isyan etmiştir.”[387]

Zar Kumardır
309. Zar çok eski bir kumar türü olduğu içindir ki, sünnet hem zarı tarif
ediyor, hem de zar oynamanın hükmünü veriyor.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şu küp şeklinde, işaretli olan ve atılan iki zardan uzak durun! Zira bunlar
kumardandır.”[388]

Dedikoducu Kötü Adamdır


310. Bu hadiste kimin iyi bir insan, kimin kötü bir insan olduğu çok veciz
bir şekilde anlatılıyor. Dedikodu yapmak, kötülerin vasfı olarak
tanımlanıyor.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“En hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan kişilerdir. En


kötüleriniz de birbirlerini seven kişileri ayırmak için dedikodu
yapanlardır.”[389]

Şüpheli Şeylerden Uzak Dur!


311. Helal belli, haram bellidir. Bu ikisinin arasında helalliği ve haramlığı
konusunda tereddüt edilenler vardır, bunlara da şüpheli şeyler denir. Şüpheli
şeylere karşı nasıl hareket edeceğimizi sünnet bildiriyor.

Hasan bin Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın, yanına gelen bir adama şöyle


buyurduğunu işittim:

“Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye bak.


Muhakkak ki, kötülük şüpheden, iyilik ise gönül rahatlığından
ibarettir.”[390]

Parmakla Gösterilir Olma!


312. Şöhret, riyanın, gösterişin ta kendisidir, kalbi öldüren zehirli bir baldır.
Şöhret, taşınması çok güç bir musibettir, faydası bir ise zararı yüzdür.
Bunun için şöhret istenmemeli, kabul edilmemelidir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’ın koruduğu kişiler hariç, kişi için dini veya dünyası
konusunda insanlar içinde parmakla gösterilen biri olması kötülük olarak
yeterlidir.”[391]

Ailene Sıkıntı Verme!


313. Akşam işten döndüğünüzde eşiniz ve çocuklarınız sizi hasretle
bekliyorlar mı, yoksa ne kadar geç gelirseniz, o kadar seviniyorlar mı?
Sünnet, aile mutluluğunun sırrını buna göre belirliyor.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“İnsanların en kötüsü, ailesine sıkıntı verendir.”

Ashab-ı Kiram, “Yâ Resûlallah! İnsan ailesine nasıl sıkıntı verir?” diye
sordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi evine girdiğinde karısı korkar, çocuğu da arkasına bakmadan kaçar.


Evden çıktığında ise karısının yüzü güler, ev halkı birbirine karşı samimi ve
sıcak olur.”[392]

Yalancının Yüzü Kara Olur


314. Yalan, karanlık bir söz olduğu için, söyleyeni de karartır. Çünkü yalanı
bir alışkanlık hâline getiren insanın çok geçmeden yalanı açığa çıkar,
insanlara karşı yüzü kara olur.

Ebû Berze radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dikkat edin! Muhakkak ki, yalan yüzü karartır, koğuculuk da kabir


azabın(a sebep olur)”[393]

Mü’min Yalancı ve Hain Olamaz


315. Yalanın hiçbir şekli mü’minde bulunmamalı, onun semtine
uğramamalıdır. Çünkü imanın olduğu yerde yalan olmaz.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min her türlü özelliğe sahip olabilir, ama hainlik ve yalana asla!”[394]

Yalanın Küçüğü Olmaz


316. Büyük yalan, küçük yalan diye bir şey söz konusu değildir. Yalanın
küçüğü, büyüğü olmaz. Bir söz ya doğrudur, ya yalandır; üçüncü bir şekli
yoktur. Amel defterinde iki söz bulunur: Doğru ve yalan. Biri sevap, diğeri
günah.

Esma binti Yezid radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Bizden biri içinin çektiği bir şey için, ‘İçim çekmiyor’
derse, bu yalan sayılır mı?” diye sordum. Buyurdular ki:

“Muhakkak ki yalan, yalan olarak yazılır. Hatta yalancık (küçük yalan) bile
yalancık olarak yazılır.”[395]

Sana İnanana Yalan Söyleme!


317. Senin yalan söyleyeceğine ihtimal vermeyen bir kardeşine yalan
söylemeye kalkarsan, onun itimadını sarstığın gibi, ona ihanet etmiş
olursun.

Süfyan bin Esîd el-Hadramî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kardeşine söylediğin bir sözde o seni tasdik ederken, senin ona yalan
söylemen büyük bir ihanettir.”[396]

Mü’min Yalancı Olamaz


318. Mü’min hatadan, kusurdan uzak değildir. Korkak olabilir, cimrilik
yapabilir, fakat yalana tevessül edemez. Çünkü yalan, imana aykırıdır.

Safvan bin Süleym radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a, “Yâ Resûlallah! Mü’min korkak olur


mu?” denildi.

“Evet, olabilir” buyurdu.


“Mü’min cimri olur mu?” denildi.

Yine “Evet, olabilir” buyurdu.”

“Mü’min yalancı olur mu?” denildi.

“Hayır, olmaz” buyurdu.[397]

Veremeyeceğin Şeyi Söz Verme!


319. İnsan sözünde durmalı, söz verip de yerine getiremeyeceği bir vaatte
bulunmamalıdır. Böyle bir davranış yalana girer.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir çocuğa, ‘Gel, al!’ der de, sonra ona o şeyi vermezse, bu bir
yalandır.”[398]

Yalan ve Doğru Yan Yana Olmaz


320. Bir insan hem doğru sözlü, hem de yalancı olamaz. İman ile küfür bir
kalpte bulunamayacağı gibi, doğrulukla yalancılık da bir insanda
bulunamaz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir kişinin kalbinde küfür ile iman birleşmez. Doğruluk ile yalan bir arada
bulunmaz. Yine hainlik ile emanete riayet duygusu bir arada
bulunmaz.”[399]

Dilini Tut!
321. İnsanın gerçek bir imana sahip olabilmesi için dilini yalandan,
gıybetten, kötü sözden, küfürden uzak tutması gerekir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kul, dilini korumadıkça hakiki imana sahip olamaz.”[400]

Altı Konuda Söz Ver, Cennete Gir!


322. Cennete girmenin iki yolu vardır. Biri, namaz, oruç gibi müsbet
ibadetleri yapmaktır. Diğeri de günahlardan uzak durup menfi ibadetleri
yapmaktır. “Menfi” derken, günahları terk etmek anlamındadır.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bana şu altı şey için kefil olunuz; ben de sizin cennete girmenize kefil
olayım.

“Biriniz konuştuğu zaman yalan söylemesin.

“Söz verdiğinde sözünden dönmesin.

“Emanet edildiği zaman emanete ihanet etmesin.

“Gözünüzü haramdan sakınınız.

“Cinsel organınıza sahip çıkınız,

“Elinizi haramdan koruyunuz.”[401]

Gözünü, Kulağını Harama Bulaştırma!


323. Dil, göz ve kulak gibi azalarımız sürekli dışarıya açık, günahlara
müsaittir. Hayâ duygusu bütün bu azaları günahlara karşı korur.

Hakem bin Umeyr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’tan gerektiği gibi hayâ ediniz.

“Dilinizi, gözünüzü ve kulağınızı haramdan koruyunuz.

“Karnınızı haram lokmadan koruyunuz.

“Ölümü ve öldükten sonra çürüyeceğinizi düşününüz. Kim böyle yaparsa,


onun karşılığı Me’vâ cennetidir.”[402]

Kötü Konuşma!
324. Müslüman hep iyi konuşmalı, güzel söz söylemeli, çirkin ve kötü
sözlerden uzak kalmalı, ağzını bozmamalı, diline hâkim olmalıdır.

Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’a ve âhiret gününe iman edip benim de Allah’ın Resûlü olduğuma


şehadet eden; evine bağlı kalsın ve günahına ağlasın.

“Allah’a ve âhiret gününe iman edip benim de Allah’ın Resûlü olduğuma


şehadet eden, kazançlı çıkması için hayırlı söz söylesin veya kötü söz
söylemeyi bırakıp selamette olsun.”[403]

Müslüman Vefasız Olmamalı


325. Enes radıyallâhü anh anlatıyor:
Emanete riayet etmesi, kendisine emanet edilen bir şeye sahip çıkması,
ayrıca ahdine vefa göstermesi, verdiği sözde durması Müslümanın en
önemli vasıflarındandır. Vefasız insan, karakter eğitiminden yara almış
demektir.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ne zaman bize hutbe okumuşsa mutlaka


şu sözlere yer vermiştir:

“Emanet duygusu olmayanın imanı olmaz. Ahde vefa göstermeyenin de


(sözünde durmayanın) dini olmaz.”[404]

Kur’ân Üzerinde Polemik Yapma!


326. Kur’ân-ı Kerim üzerinde bilir bilmez rastgele konuşmak, polemik
yapmak Müslümana yakışmayan bir hâldir. Kur’ân, anlamak için, üzerinde
düşünmek ve öğrendiklerini yaşamak için gönderilmiş bir kitaptır.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ümmetim hakkında üç şeyden endişe etmekteyim:

“Âlimin ayağının sürçmesi,

“Münafığın Kur’ân üzerinden cidal (polemik) yapması,

“Kaderin yalanlanması.”[405]

Açgözlü Olma!
327. Açgözlülük, tamahkârlık ve ihtiraslı olmak Allah’a olan tevekküle
aykırıdır. Kadere rıza göstermemek ve nasibine karşı çıkmak, mü’mince bir
tavır değildir.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Tamahkârlıktan (açgözlü olmaktan) sakınınız. Çünkü tamah, fakirliğin ta


kendisidir. Özür dileyeceğiniz şeyleri yapmaktan da sakınınız.”[406]

[315] Haşr, 59:7.

[316] Enfal, 8:27.

[317] Muhammed, 47:33.

[318] Necm, 53:4,5.

[319] Âraf, 7:157.

[320] Müslim, Birr:70.

[321] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6279; Müsned 1:404.

[322] Ebû Dâvûd, Edeb:35.

[323] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6317.

[324] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13144.

[325] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6337.

[326] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6343.

[327] Suyûtî, et-Fethü’l-Kebîr, 1:87.

[328] Buharî, Salat:46; Et’ime:15; Müslim, Mesacid:263, 264.

[329] Ebû Dâvûd, Edeb:35; Tirmizî, Sıfatu’l-kıyame:51.

[330] Ebû Dâvûd, Edeb:35; Tirmizî, Sıfatu’l-kıyame:51. Beyhakî, Şuabu’l-


Îman, Hadis No:6294.
[331] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6399.

[332] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:375; Beyhakî, Şuabu’l-


Îman, Hadis No:6412; Müsned 5:428, 429.

[333] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6427; Müsned 4:125, 126.

[334] Kehf, 18:110.

[335] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6438.

[336] Buharî, Rikak:36; Müslim, Zühd:48.

[337] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6414.

[338] Buharî, Edeb:48; Müslim, Birr:73.

[339] Müslim, Talak:36.

[340] Buharî, Nafakat:4; Müslim, Akdiye:8,9.

[341] Hucurat, 49:6.

[342] Müslim, Mukaddime:5.

[343] Tirmizî, Birr:48.

[344] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1444.

[345] Buharî, Cenaiz:97.

[346] Müslim, Birr:32-34; Buharî, Edeb:58.

[347] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:5334.

[348] Ebû Dâvûd, Edeb:37.

[349] Tirmizî, Kıyamet:54.

[350] Müslim, İman:171.


[351] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11883.

[352] Ebû Dâvûd, Edeb:47.

[353] Buharî, İsti’zan:47; Müslim, Selam:37.

[354] Buharî, Havalat:1.

[355] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18117.

[356] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18110.

[357] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18107.

[358] Müslim, İman:147; Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7803.

[359] Müslim, Selam:2.

[360] Buharî, Nikâh:111; Müslim, Hac:424.

[361] Nisa, 4:119.

[362] Buharî, Libas:85; Müslim, Libas:119.

[363] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7781.

[364] Buharî, Şehâdât:17, Edeb:54; Müslim, Zühd:67.

[365] Müslim, Zühd:69.

[366] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:188, Hadis No:1.

[367] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:43, Hadis No:13.

[368] İbni Mâce, Zühd:29.

[369] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:75, Hadis No:8.

[370] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:375, Hadis No:4.


[371] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:395, Hadis No:8.

[372] el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:15820.

[373] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:418, Hadis No:3.

[374] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:501, Hadis No:29.

[375] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:36, Hadis No:57.

[376] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:17, Hadis No:24.

[377] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:28, Hadis No:43.

[378] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:17, Hadis No:25.

[379] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:26, Hadis No:39.

[380] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:11, Hadis No:11.

[381] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:7, Hadis No:4.

[382] Müslim, Cenâiz:96; Ebû Dâvûd, Cenâiz:73; Nesâî, Cenâiz:105; İbni


Mâce, Cenâiz:45.

[383] Ebû Dâvûd, Salât:228; Tirmizî, Cum’a:18.

[384] Ebû Dâvûd, Eymân:9; Nesâî, Eymân:8; İbni Mâce, Keffârât:3.

[385] Müslim, iman:218; Nesâî, Âdâbü’l-kudât:30; İbni Mâce, Ahkâm:9

[386] Müslim, Şi’r:10. Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6077.

[387] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6078.

[388] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6080; Müsned, 1:446.

[389] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6282.


[390] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:5363; Taberani, el-Mucemu’l-
Kebir, 3:75, 76.

[391] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6579; Suyuti, el-Camiu’s-Sağir


Hadis No:7927.

[392] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12700.

[393] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13127.

[394] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:327.

[395] Müsned, 6:438.

[396] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 3:596, Hadis No:27.

[397] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 3:595, Hadis No:24.

[398] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:613.

[399] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 3:595, Hadis No:25.

[400] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18177.

[401] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18170.

[402] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18042.

[403] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18150.

[404] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:341.

[405] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11864.

[406] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17823.

“Ölümü ve öldükten sonra çürüyeceğinizi düşününüz. Kim böyle yaparsa,


onun karşılığı Me’vâ cennetidir.”[402]
“Tiryakisi olmasına rağmen şarabı (ve diğer içkileri) bırakan kimseye
cennet nimetlerinden içireceğim. Elinde imkânı olduğu hâlde ipek
giymeyen (erkeğe) de cennet nimetlerinden giydireceğim.”[379]

“Kim bir çocuğa, ‘Gel, al!’ der de, sonra ona o şeyi vermezse, bu bir
yalandır.”[398]

“Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu
araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman
olursunuz.”[341]

“Müslümanı korkutmayın. Çünkü Müslümanı korkutmak, büyük bir


zulümdür.”[370]

[315] Haşr, 59:7.

[316] Enfal, 8:27.

[319] Âraf, 7:157.

[320] Müslim, Birr:70.

[317] Muhammed, 47:33.

[318] Necm, 53:4,5.

“Ana babaya iyilik etmek ömrü arttırır; yalan söylemek rızkı azaltır; dua da
kazayı önler.”[374]

“Takva (Allah korkusu) işte buradadır. Takva buradadır. Müslüman


kardeşini hor görmesi, kişiye kötülük olarak yeter. Müslümanın,
Müslümana kanı, şerefi, malı haramdır (saygın ve dokunulmazdır). Allah
sizin görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, ama kalplerinize ve
amellerinize bakar” buyurdu.[346]

“Anne babasına saygısızlık eden, yaptığı iyiliği başa kakan, içki düşkünü
(alkolik) ve bir de kaderi yalanlayan.”[351]
“Haramla beslenen et (vücut) cennete giremez. Cehennem onun için daha
uygundur.”[356]

“Şöhret niyetiyle amelde bulunan kişiyi yüce Allah (kötülerin içinde) teşhir
eder. Riya (gösteriş) için amelde bulunan kişiyi de yüce Allah ifşa
eder.”[331]

“Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)” buyurdu.[364]

“Sizden biriniz, yanında mahremi bulunmayan (yabancı) bir kadınla yalnız


başına kalmasın.”[360]

“En hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan kişilerdir. En


kötüleriniz de birbirlerini seven kişileri ayırmak için dedikodu
yapanlardır.”[389]

“Allah’a ve âhiret gününe iman edip benim de Allah’ın Resûlü olduğuma


şehadet eden, kazançlı çıkması için hayırlı söz söylesin veya kötü söz
söylemeyi bırakıp selamette olsun.”[403]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, Cuma günü imam hutbe okurken,


dizleri dikip oturmayı yasakladı.”[383]

“Ey dilleriyle Müslüman olup da henüz kalplerine iman girmeyenler!


Müslümanların gıybetini yapmayın. Onların ayıplarını araştırmayın. Zira bir
kişi Müslümanın ayıbının peşine düşerse, Allah da onun ayıbının peşine
düşer. Yüce Allah birinin ayıbının peşine düştüğü zaman, evinde de olsa
onu rezil eder.”[347]

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûlüne itaat edin; amellerinizi boşa
çıkarmayın!”[317] Çünkü İslâm’ın iki kaynağı, iki kanun koyucusu vardır.
Allah ve Resûlü... Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kendi adına hareket
etmez, onun her söylediği, kendisine Allah’ın bildirdikleridir.

“Tamahkârlıktan (açgözlü olmaktan) sakınınız. Çünkü tamah, fakirliğin ta


kendisidir. Özür dileyeceğiniz şeyleri yapmaktan da sakınınız.”[406]
“(Elbisesini kibirle) yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan
yere yemin ederek sattığı malın değerini artıran kimselerdir” cevabını verdi.
[350]

[323] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6317.

[324] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13144.

[321] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6279; Müsned 1:404.

[322] Ebû Dâvûd, Edeb:35.

“Allâhümma’ğfir lî ve li-meni’ğtebnâhü (Allah’ım, bizi ve gıybetini


ettiğimiz kardeşimizi mağfiret eyle!)”[327]

“Bu ümmete, yüksek mertebelere geleceği, itibarlarının artacağı,


düşmanlara karşı kendilerine yardım edileceği ve yeryüzünde hâkim
olacakları müjdesini ver. Ancak onlardan âhiret amelini dünyalık için
yapanların âhirette herhangi bir nasibi olmayacaktır.”[337]

“Dikkat edin! Muhakkak ki, yalan yüzü karartır, koğuculuk da kabir


azabın(a sebep olur)”[393]

“Yabancı bir kadına bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Her kim
benden korkarak bir kadına bakmazsa, ben ona, karşılık olarak tadını
kalbinde hissedeceği bir iman bahşederim.”[366]

283. Sünnet-i Seniyye başına saç ilave etmeyi, günümüz uygulamasıyla


peruk takmayı, vücuda dövme yaptırmayı yasaklıyor. Bu yasaklar âyette de
geçtiği gibi, “Allah’ın yarattığını değiştirmek”tir.[361] Bu yasak, hadiste her
ne kadar kadınlar için söylenmiş olsa da, hüküm erkekler için de söz
konusudur.

“Ey Âişe! İnsanların en kötüsü, çirkin hareketlerinden korunmak için


insanların kendisini (uyarmayı) terk ettikleri-yahut-karşılaşmak istemeyip
yalnız bıraktıkları kişidir” buyurdu.[338]

“Onun hakkında gıybette bulundun. Kalk onunla helalleş” buyurdu.[326]


“Elinizi haramdan koruyunuz.”[401]

“(Ey Âişe), öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz deniz suyuna karışsaydı, onu
dahi bozardı” buyurdu.[329]

“Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye bak.


Muhakkak ki, kötülük şüpheden, iyilik ise gönül rahatlığından
ibarettir.”[390]

“O, keyfine göre konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.”[318]

“Mü’minin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok edilmesinden daha


büyüktür.”[369]

“Zarla oynayan, Allah’a ve Resûlüne isyan etmiştir.”[387]

“Ben İslâm’dan uzağım’ diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde yalancı
ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir şey
kaybetmeden İslâm’a dönemez.”[384]

“Kişi evine girdiğinde karısı korkar, çocuğu da arkasına bakmadan kaçar.


Evden çıktığında ise karısının yüzü güler, ev halkı birbirine karşı samimi ve
sıcak olur.”[392]

Gıyas der ki: Mutarrif’e, “Etçil evler ne demek?” diye sorduğumda, “İçinde
gıybet yapılan evlerdir” dedi.[323]

“Her menfaat sağlayan borç faizdir.”[372]

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan
kaçının!”[315]

“Emanet duygusu olmayanın imanı olmaz. Ahde vefa göstermeyenin de


(sözünde durmayanın) dini olmaz.”[404]

“Bu sorunun sonrasında, ‘Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş


yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın’[334] ayeti nazil oldu.
[335]
5. Erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla tatmin olurlarsa. (Birbirleriyle
ilişkide bulunurlarsa, çeşitli belalar onları yakalar.)”[375]

“Riyadır/gösteriştir. Aziz ve Celil olan Allah insanların yaptıklarının


karşılığını verirken buyurur ki: ‘Dünyada iken kendilerine gösteriş
yaptıklarınızın yanına gidiniz. Bir bakın, onların yanında bir karşılık/sevap
bulabilecek misiniz?”[332]

“Şaraptan (ve diğer içkilerden) uzak durun. Çünkü o bütün kötülüklerin


anahtarıdır.”[378]

“İyilik, kişinin içine sinen ve gönlüne rahatlık veren şeydir. Kötülük ise,
insanlar, yapman konusunda sana fetva verseler de içinde bir sıkıntı yaratan
ve seni tereddütte bırakan şeydir.”[355]

Ebû Dâvûd der ki: “Eğer dargınlığın sebebi Allah içinse, bunda bir
sorumluluk yoktur.”[352]

“Sizden biri kardeşinin gözündeki çöpü görüyor, fakat kendi gözündeki


(merteği) unutuyor.”[325]

“Tavla oynayan kişi, elini domuz etine ve kanına bulamış gibidir.”[386]

“Karşılığında bana şunu şunu verseler dahi, bir insanın taklidini yapmayı
istemem” buyurdu.[330]

“Allah güzeldir, güzelliği sever. (Söz konusu) kibir ise, hakkı tanımamak ve
insanları küçük görmektir” buyurdu.[358]

“Üç kişi iseniz ikiniz diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu, onu
üzer.”[353]

“Muhakkak ki yalan, yalan olarak yazılır. Hatta yalancık (küçük yalan) bile
yalancık olarak yazılır.”[395]

“Sen Usâme bin Zeyd ile evlen!” buyurdular. Bunun üzerine onunla
evlendim. Allah onda hayır yarattı; ben de gıbta ettim.”[339]
“İman bir gömlek gibidir. Allah onu isteyene giydirir. Bir kimse zina
ederse, Allah iman gömleğini ondan çeker, alır. Eğer tövbe ederse, iman
kendisine geri verilir.”[367]

“Ümmetimden bazı kimseler şaraba başka isim takarak içerler. Çalgı ve


şarkıcı kadınlarla eğlenirler. Allah onları yere geçirir, onlardan bazılarını ise
maymun ve domuz kılığına döndürür.”[377]

“Kardeşinin başına gelene sevinme. Çünkü Allah ona acır, seni de benzer
bir musibet ile imtihan eder.”[349]

“Kaderin yalanlanması.”[405]

“Şarabı yapana, yaptırana, içene, taşıyana, kendisine götürülene (içkiyi


dağıtana), satana, ondan kazanılan parayı yiyene, satın alana ve kendisi için
satın alınana.”[381]

“Mü’min, (ona buna) dil uzatan (kınayan), lânetleyen ve çirkin sözler


söyleyen kimse değildir.”[343]

“Kul, dilini korumadıkça hakiki imana sahip olamaz.”[400]

“Faizden daha büyük günah, haksız yere bir Müslümana iftira ederek
namusuyla oynamaktır.”[371]

“Yüce Allah, bana, birbirinize tevazu göstermenizi, hatta hiç kimsenin


başka birine karşı övünmemesini vahyetti.”[363]

Abdullah bin Muğaffel’in yanındayken, kabilesinden bir adam (iki


parmağıyla) birine bir çakıl attı. Abdullah adama, “Çakıl taşı atma!
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam böyle yapmayı yasakladı ve ‘Bununla ne
bir şey avlayabilir, ne de bir düşmanı öldürebilirsin. Ama onunla bir dişi
kırar, bir gözü çıkarabilirsin’ buyurdu.” dedi.[344]

“(Giyim ve hareketleriyle) erkeklere benzemek isteyen kadınlar” diye cevap


verdi.[376]
“Kim çalıntı olduğunu bildiği hâlde o şeyi yerse, onun çalınmasındaki
günaha ortak olmuş olur.”[357]

“Eğer dediğin özellik kardeşinde varsa, onun gıybetini etmiş olursun. Şayet
yoksa, işte o zaman ona iftira atmış olursun” buyurdu.[320]

“Bu sorunun sonrasında, ‘Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş


yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın’[334] ayeti nazil oldu.
[335]

“Kardeşine söylediğin bir sözde o seni tasdik ederken, senin ona yalan
söylemen büyük bir ihanettir.”[396]

“Müslümanların gıybetini yapmayın. Size verilen hediyeyi geri çevirmeyin


ve Müslümanlara vurmayın.”[321]

“Sana ve evladına yetecek kadarını örfe, âdete göre al!” buyurdu.[340]

“Kardeşinizin gıybetini yaptınız ve onun etini yediniz.”[324]

[356] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18110.

[357] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18107.

[354] Buharî, Havalat:1.

[355] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18117.

[352] Ebû Dâvûd, Edeb:47.

[353] Buharî, İsti’zan:47; Müslim, Selam:37.

[351] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11883.

[349] Tirmizî, Kıyamet:54.

[350] Müslim, İman:171.

[347] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:5334.


[348] Ebû Dâvûd, Edeb:37.

[367] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:43, Hadis No:13.

[368] İbni Mâce, Zühd:29.

[365] Müslim, Zühd:69.

[366] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:188, Hadis No:1.

[363] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7781.

[364] Buharî, Şehâdât:17, Edeb:54; Müslim, Zühd:67.

[361] Nisa, 4:119.

[362] Buharî, Libas:85; Müslim, Libas:119.

“Gösteriş için oruç tutan şirk koşmuştur. Gösteriş için namaz kılan şirk
koşmuştur. Gösteriş için sadaka veren şirk koşmuştur.”[333]

[360] Buharî, Nikâh:111; Müslim, Hac:424.

[358] Müslim, İman:147; Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7803.

[359] Müslim, Selam:2.

[334] Kehf, 18:110.

[335] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6438.

[332] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:375; Beyhakî, Şuabu’l-


Îman, Hadis No:6412; Müsned 5:428, 429.

[333] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6427; Müsned 4:125, 126.

[331] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6399.

[329] Ebû Dâvûd, Edeb:35; Tirmizî, Sıfatu’l-kıyame:51.


[330] Ebû Dâvûd, Edeb:35; Tirmizî, Sıfatu’l-kıyame:51. Beyhakî, Şuabu’l-
Îman, Hadis No:6294.

[327] Suyûtî, et-Fethü’l-Kebîr, 1:87.

[328] Buharî, Salat:46; Et’ime:15; Müslim, Mesacid:263, 264.

[325] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6337.

[326] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6343.

“Bir kişinin kalbinde küfür ile iman birleşmez. Doğruluk ile yalan bir arada
bulunmaz. Yine hainlik ile emanete riayet duygusu bir arada
bulunmaz.”[399]

[345] Buharî, Cenaiz:97.

[346] Müslim, Birr:32-34; Buharî, Edeb:58.

[343] Tirmizî, Birr:48.

“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne hıyanet etmeyin!”[316]

[344] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1444.

[341] Hucurat, 49:6.

[342] Müslim, Mukaddime:5.

“Mü’min her türlü özelliğe sahip olabilir, ama hainlik ve yalana asla!”[394]

[340] Buharî, Nafakat:4; Müslim, Akdiye:8,9.

[338] Buharî, Edeb:48; Müslim, Birr:73.

[339] Müslim, Talak:36.

[336] Buharî, Rikak:36; Müslim, Zühd:48.


[337] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6414.

[392] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12700.

[393] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13127.

“Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz, (alacağının ödenmesi


için) durumu iyi olan birine havale edildiğinde, ona başvursun.”[354]

[391] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6579; Suyuti, el-Camiu’s-Sağir


Hadis No:7927.

[400] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18177.

“Ölülere sövmeyin! Çünkü onlar, önden göndermiş oldukları amellerinin


karşılıklarına ulaşmışlardır.”[345]

[398] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:613.

[399] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 3:595, Hadis No:25.

[396] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 3:596, Hadis No:27.

[397] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 3:595, Hadis No:24.

[394] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:327.

[395] Müsned, 6:438.

[403] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18150.

[404] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:341.

[401] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18170.

“Daha sonra hangisidir Ya Resûlallah?” dedim. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm, “Dilinle Müslümanları incitmemendir.” buyurdu.[373]

[402] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18042.


[405] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11864.

[406] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17823.

[371] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:395, Hadis No:8.

[378] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:17, Hadis No:25.

[379] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:26, Hadis No:39.

[376] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:17, Hadis No:24.

[377] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:28, Hadis No:43.

[374] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:501, Hadis No:29.

[375] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:36, Hadis No:57.

[372] el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:15820.

[373] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:418, Hadis No:3.

[369] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:75, Hadis No:8.

[370] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:375, Hadis No:4.

[381] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:7, Hadis No:4.

[382] Müslim, Cenâiz:96; Ebû Dâvûd, Cenâiz:73; Nesâî, Cenâiz:105; İbni


Mâce, Cenâiz:45.

[389] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6282.

[390] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:5363; Taberani, el-Mucemu’l-


Kebir, 3:75, 76.

“Sizden birinizin bir kor üzerine oturup elbisesini ateşin yakması ve


vücuduna işlemesi, bir kabrin üzerine oturmasından daha iyidir.”[382]
[387] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6078.

[388] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6080; Müsned, 1:446.

[385] Müslim, iman:218; Nesâî, Âdâbü’l-kudât:30; İbni Mâce, Ahkâm:9

[386] Müslim, Şi’r:10. Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6077.

[383] Ebû Dâvûd, Salât:228; Tirmizî, Cum’a:18.

[384] Ebû Dâvûd, Eymân:9; Nesâî, Eymân:8; İbni Mâce, Keffârât:3.

[380] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:11, Hadis No:11.

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden şarap (ve diğer içkiler) içilen masaya
oturmasın.”[380]

“Kim, duyulsun diye iyilik yaparsa, Allah (onun bu niyetini herkese)


duyurur. Kim, gösteriş için iyilik yaparsa, Allah da (onun bu riyakârlığını
herkese) gösterir.[336]

“Hayır, olmaz” buyurdu.[397]

“Madem oturacaksınız, bari yolun hakkını verin: O da harama bakmamak,


gelip geçenlerin selamını almak ve güzel şeyler konuşmaktır” buyurdu.[359]

“Müslümanların gizli hâllerini araştırmaya kalkışırsan, aralarına fesat


sokmuş olursun veya aralarında neredeyse fesat çıkmasına sebep
olursun.”[348]

“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmi


Peygambere uyarlar. O, onlara iyiliği emreder, kötülükleri yasaklar. Onlara
iyi ve güzel şeyleri helal; kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır
yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona
yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.”[319]
“Öyle deme. Görmüyor musun o, Allah’ın rızasını isteyerek ‘La ilahe
illallah’ diyor. Allah’ın rızasını isteyerek ‘La ilahe illallah’ diyen kimseye
Allah cehennemi haram kılmıştır” buyurdu.[328]

“Yüce Allah’ın koruduğu kişiler hariç, kişi için dini veya dünyası
konusunda insanlar içinde parmakla gösterilen biri olması kötülük olarak
yeterlidir.”[391]

“Bunlar, insanların etini yiyen (gıybet eden)ler, onların şeref ve onurlarına


ilişenlerdir” Cevabını verdi.[322]

“Her duyduğunu söylemesi, kişiye yalan olarak yeter.”[342]

“Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir” buyurdu.[385]

“Şu küp şeklinde, işaretli olan ve atılan iki zardan uzak durun! Zira bunlar
kumardandır.”[388]

“Resûlullah aleyhissalatü vesselam, saçına saç ilave eden (peruk takan) ve


saç ilave ettiren (peruk taktıran), dövme yapan ve yaptıran kadınlara lânet
etti.”[362]

“Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin


aldığınız gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak onlar,
Allah’ın yasaklarıyla tenhâda baş başa kalınca, o yasakları ihlâl ederler,
çiğnerler.”[368]

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm, “İnsanları övüp duranları gördüğünüz


zaman yüzlerine toprak saçın” buyurdu, dedi.[365]
Menkıbe

Dünyada İnsanlık Nasıl Yaşar?

Adalet güneşi Hz. Ömer radıyallahu anh bazı sahabilerle sohbet ediyordu.
O anda huzuruna iki genç girdi. Temiz giyimli, ağırbaşlı ve mert tavırlı bir
genci de beraberinde getirdiler. Geliş amaçlarını da şöyle anlattılar:

“Biz iki kardeşiz. Herkes tarafından sevilen ve sayılan babamız, bahçesinde


meyve toplamaktayken bu genç tarafından bugün öldürüldü. Kendimiz bir
ceza vermedik. Adaletin eline teslim etmek için size getirdik.”

Hz. Ömer davacıları dinledikten sonra getirilen gence:

“Bu söylenenler hakkında ne diyorsun? Doğru mu konuşuyorlar?” diye


sordu.

Genç hiç telaşlanmadan, soğukkanlılık içinde başından geçenleri anlatmaya


başladı:

“Ey müminlerin emiri, evet, bunlar doğru söylediler. Fakat olayı daha geniş
olarak ben anlatayım.

Ben bir çölün ortasında vahada yaşayan bir insanım. Ailemi alarak buralara
kadar gezmeye geldim. Yolum bahçelerin arasından geçiyordu. Atım ve
kısraklarım da yanımdaydı. İçlerinden birisi vardı ki bakmaya
kıyamazdınız. Yanımda çok kıymetliydi. Yürüyüşüne hayran olmamak
mümkün değildi.

Bir bahçenin duvarından sarkan bir dal hayvanın içini çekmiş ki boynunu
uzattı, daldan kopardı. Bunu görür görmez, atın yularını hemen çektim. İşte
tam bu sırada bahçeden sinirli ve öfkeli bir ihtiyar belirdi. Üzerime doğru
geliyordu. Elinde de bir taş vardı. Hiçbir şey demeden elindeki taşı ata
fırlattı. Ne olduğunu anlamadan bir de baktım ki atım yerlere serilmiş. O
anda öldü.

“Canım kadar sevdiğim atın bu hâlini görünce, ben de yerdeki taşı aldığım
gibi adama attım. Adamcağız bir feryat kopararak o anda can verdi. Ben bu
hâldeyken, bu iki genç kolumdan tuttular. İşte gördüğünüz gibi beni
huzurunuza getirdiler.”

Gencin böyle mertçe yaptığını itiraf etmesi Hz. Ömer’in hoşuna gitti. Fakat
adalet tecelli etmeliydi. Hükmünü verdi:

“Suçunu itiraf ettin. Kısas lazım.”

Genç verilen hükmü itiraz etmeden kabul etti. Fakat bir mazereti olduğunu
belirterek şöyle konuştu:

“Mademki dinin hükmü budur. Verilen kararı kabul ediyorum. Yalnız benim
küçük bir kardeşim var. Babam daha önce ölmüştü. Ona da biraz para
bırakmış, ‘Oğlum, bunlar kardeşinindir. Büyüyünceye kadar bunun
koruması sana aittir.’ demişti. Ben de bu paraları bir yere sakladım. Yerini
benden başka kimse bilmiyor. Eğer hemen kısası yerine getirirseniz para
sakladığım yerde kalır, yetimin de hakkı ziyan olur. Eğer müsaade
buyurursanız gideyim, o emaneti güvenilir bir adama teslim ettikten sonra
dönüp geleyim. Ondan sonra cezamı çekmek için canımı teslim ederim. Bu
hususta bana kefil de bulunur.”

Genci dinleyen Hz. Ömer biraz düşündükten sonra:

“Bu gence kim kefalet eder?” dedi.

Genç, mecliste bulunan sahabilere göz gezdirdi. Biraz sonra Ebû Zerr el-
Gıfarî hazretlerini işaret ederek:

“İşte bu zat,” dedi, “bana kefil olur.”

Hz. Ömer, Ebû Zerr’e dönerek:

“Ey Ebû Zerr, bu gence kefil olur musun?” diye sordu.

Hz. Ebû Zerr, gencin mertçe davranışı karşısında hiç tereddüt etmeden:

“Evet.” dedi. “Üç güne kadar döneceğine kefil olurum.”


Sahabiler arasında yüksek mertebesi ve mevkii bulunan Hz. Ebû Zerr’in
kefaleti, davacı olan gençlere de yeterli geldi.

Kefaleti kabul edilen genç bırakıldı. Evine gitti. Aradan üç gün geçti.
Verilen süre bitmek üzereyken davacılar Hz. Ömer’e geldi. Hz. Ebû Zerr de
orada hazırdı. Fakat suçlu olan genç henüz gelmemişti.

Davacı gençler Hz. Ebû Zerr’e:

“Ey Ebû Zerr, kefil olduğun adam nerede kaldı? Böyle durumlarda giden
geri gelir mi hiç? Biz kısasın senin üzerinde yapılmasını istiyoruz.
Kefilliğin gereği budur.” dediler.

Verdiği sözden dönmek bilmeyen Ebû Zerr hazretleri de:

“Acele etmeyin, daha vakit var. Hele verilen müddet tamamlansın. Eğer
dönmezse kefalet hükmünün yerine getirilmesine razıyım.” dedi.

Bu konuşmaları dinleyen Hz. Ömer davacılara ve Hz. Ebû Zerr’e:

“Eğer genç gelmezse Allah şahit olsun ki kısasın hükmünü infaz ederim.”
buyurdu.

Hz. Ebû Zerr güzel ahlakı ve takvasıyla sahabilerin en çok sevdiği bir
kimseydi. Bu manzara karşısında hazırda bulunan sahabiler ümitsizlik
içinde ağlıyorlardı. Davacı gençlere diyet, yani kan parası teklif ettilerse de
kabul etmediler. Kısasta ısrar ediyorlardı.

Sonunda zaman dolmuş, ashabın heyecanı son raddeye gelmişti. Hz. Ebû
Zerr’in gözlerinin önünde kısas edilmesini o an için düşünmek bile
istemiyorlardı. Tam bu sırada genç çıkageldi. Yorgun ve bitkin bir hâldeydi.
Ter içinde kalmıştı. Konuşmaya hâli kalmamıştı. Nefes nefese geç kalışının
sebebini anlatmaya başladı.

“Kardeşimi dayısına teslim ettim. Ona paraları sakladığım yeri de


gösterdim. Fakat ancak şimdi gelebildim. Bulunduğumuz yer çok uzak
olduğu için biraz geciktim. Verilen hükmü yerine getirebilirsiniz.”
Genci pür dikkat dinleyen sahabiler, verdiği sözde durduğundan dolayı
tebrik ettiler.

Sahabiler Ebû Zerr’e mertliğin en canlı örneğini veren genci nereden


tanıdığını ve ne maksatla kefil olduğunu sordular. Yüce sahabi şöyle cevap
verdi:

“Bu genci sizin gibi ben de ilk defa gördüm. Daha önceden hiç tanımam.
Ama sizlerin huzurunda yaptığı teklifi reddetmeyi mürüvvete uygun
görmedim. ‘Âlemde insanlık kalmamış’ mı denilsin?”

Gördükleri bu manzara karşısında duygulanan davacı gençler de


dayanamayarak davalarından oracıkta vazgeçtiler. Kendilerine babalarının
kan parası teklif edildiğinde de:

“Biz de âlemde ikram sahipleri kalmamış denilmemesi için sadece Allah


rızası için davamızdan vazgeçiyoruz.” dediler.
SÜNNETE GÖRE
RESÛLULLAH’A İMAN VE
İTAAT
KÂİNAT BİR OKULDUR, İNSANLAR bu okulun öğrencileridir, Kur’ân-ı
Kerim de bu okulun kitabıdır. Kâinat okulunun öğretmeni de
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’dır.

Peygamber, Allah’ın kendisine bildirdiği hakikatleri insanlara öğreten ve


onları Yaratıcının istediği bir kul olarak eğitmeye ve yetiştirmeye çalışan
insandır.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam geldiği zaman Mekke halkı Araplar,


cahil, vahşi, kaba saba, inatçı, bağnaz, ahlâksız, vicdansız ve inançsız
insanlardı. Her türlü kötülük onlarda vardı. Kendi batıl inançlarına öyle
körü körüne bağlıydılar ki, hiçbir güç onları vazgeçiremezdi.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam işte bu insanlara Allah’ı tanıttı,


onları iman etmeye çağırdı, âhirette sonsuz yaşama müjdesini verdi. Cansız,
ruhsuz, taştan, ağaçtan yapılmış putlara tapmaktan vazgeçirdi, Allah’a kul
olmaya davet etti.

Peygamber okuluna birer birer kaydolan bu insanlar huzura, mutluluğa,


insanlığa ve ahlâka yöneldiler. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın
eğitiminde yetişen bu insanlar fazla bir zaman geçmeden mükemmel birer
insan oldular.

Kız çocuklarını evlattan saymayan, kız babası olarak tanınmak istemeyen,


onları diri diri toprağa gömen bu insanları Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam öyle bir şefkat ve merhamet duygularıyla yetiştirdi ki, karıncaya
basamayacak hâle geldiler.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam insanlara öyle bir müjde, öyle
sevindirici haberler verdi ki, birden bire o insanların âlemleri değişti:

“Müjdeler olsun size! Dirilmemek üzere ölmeyeceksiniz. Tekrar


dirileceksiniz. Sonsuz bir hayat sizi bekliyor. Cennete gideceksiniz.
Ettiğiniz iman, yaptığınız ibadet boşa çıkmayacak, ebedî bir saadet sizi
bekliyor. Sizler başıboş değilsiniz, bir göreviniz var.”

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam insanlık tarihinde çok büyük ve


kalıcı inkılâplar, değişimler yaptı.

Mesela, büyük bir devlet başkanı, kendi ülkesinde sigara gibi basit bir
alışkanlığı bütünüyle kaldıramaz. Ne kadar ağır kanunlar çıkarırsa çıkarsın,
bu alışkanlığa kökten çözemez.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam ise az bir kuvvetle, çok az bir


zamanda inatçı, tutucu, âdetlerine körü körüne bağlı bu insanlardan birçok
alışkanlığı çok kısa süre içinde kaldırdı ve yerlerine kıyamete kadar devam
edecek olan iman, ahlâk, ibadet ve itaat gibi güzellikler getirdi.

Araplar içkici, faizci, tefeci, kumarbaz bir milletti. Merhametten ve vicdan


yoksundular. Öyle ki, hayvanları hedef tahtası yaparlar, kadınları insandan
saymazlar, kimsesizleri ve fakirleri köleleştirirler, sonra da her türlü
işkenceyi yaparlardı.

Öyle cehaletleri vardı ki, helvadan put yaparlar, karşısına geçer tapınırlar,
acıkınca da oturup yerlerdi. İşte Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam
böyle bir toplumu ıslah etti, yola getirdi, bütün kötü alışkanlıklardan
vazgeçirdi.

Böylesine azgın, âsi, zâlim ve ahlâksız bir toplumdan imanlı, ahlâklı,


merhametli, vicdanlı, temiz ve kahraman insanlar çıkardı.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın ilk ve son haccı olan Veda


haccında ona inanmış ve sahabe olmuş, tek yürek hâline gelmiş 120 bin
sahabisi vardı. Kısa zamanda dünyanın yarısı, insanların beşte biri Onun
getirdiği hakikatlere sahip çıktı, hak din olan İslâm dinine girdi. Şimdi ise
iki milyar Müslüman insan onun yolundan gidiyor.
İşte Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam olmasaydı, dünya yaşanmaz
olurdu, hiçbir şeyin anlamı kalmaz ve cehenneme dönerdi. Onun gelmesiyle
dünya cennete döndü, insanların yüzü gözü güldü.

Resûlullah’a İtaat Eden Allah’a İtaat Etmiş Olur


328. Allah’a inanmakla Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a inanmak
arasında bir fark olmadığı gibi, Allah’ın emriyle Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’ın emri arasında da bir fark yoktur. Dolayısıyla Allah’a itaat
etmekle Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a itaat etmek arasında bir fark
yoktur. Çünkü Allah’a inanan, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a da
inanmak zorundadır. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a inanmayan
Allah’a inanmış olmaz. Bu yönüyle Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın
emriyle Allah’ın emri aynıdır. Çünkü Resûlullah aleyhissalâtü vesselam
Allah adına konuştuğu için Allah’a itaat ettiğimiz gibi Resûlullah’a da itaat
etmemiz gerekir. Resûlullah’a isyan etmek ise Allah’a isyan etmekle
ayındır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah’a isyan
etmiştir.”[407]

Allah’a ve Resûlüne İman Eden Doğru Yoldadır


329. Doğru yolun tanımı bir tanedir, hiçbir şekilde değişmez. Çünkü doğru
yolun ne olduğunu Allah’tan ve Resûlullah’tan öğreniyoruz. Din adına
hiçbir kimse bir yol belirleyemez, bu konuda söz sahibi değildir. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam, Allah adına doğru yolu tayin eder ve insanlara
bildirir. Allah’a ve Resûlullah’a isyan eden kimse sadece kendisine zarar
verir, kendisine yazık eder. Bu sebeple, akıl için tek çıkar yol budur.

İbn Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir hutbesinde şöyle buyurdu:


“Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara
isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar
veremez.”[408]

Resûlullah’ın Emrettiğini Yap, Yasakladığından


Uzak Dur!
330. Bu hadis aynı zamanda şu âyetin tefsiri ve açıklamasıdır. “Peygamber
size neyi emrettiyse onu tutun, size neyi yasak ettiyse ondan da
sakının.”[409] Dinî bir emri Allah da verir, Resûlü de verir. Bir şeyden Allah
da yasaklar, peygamberi de yasaklar. Bu açıdan Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ın her emri ve her yasağı, Allah’ın istediği
doğrultusundadır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının, bir şeyi emrettiğim
zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.”[410]

Resûlullah’a İtaat Eden Cennettedir


331. Allah Resûlün’e itaat etmek mü’minin imanından kaynaklanır ve
cennete gitme vesile olur. Allah’ı tanıyıp Allah’ın Resûlünü tanımayanların
imanı geçerli olmadığı gibi, cennet nimetine de kavuşamazlar. Bu durumda
cennete gitmenin yolu Peygamberimiz’e uymaktan geçmektedir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ümmetimin hepsi cennete girecektir, yüz çeviren müstesna!”

Orada bulunanlar, “Ey Allah’ın Resûlü! Yüz çeviren kim?” diye sorunca,
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
“Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiş demektir.”[411]

Resûlullah’a Dini Konuda İtaat Edin!


332. Peygamber aleyhissalâtü vesselâm insanlara dinî konularda rehberdir,
Allah ile kulu arasında olması gereken şeyleri öğretir. Peygamber
aleyhissalâtü vesselam bazı dünyevi konularda örnek olmayabilir. Mesela
çiftçiliği bilmeyebilir, ticaretten anlamayabilir, bunları bilmemesi onun için
bir eksiklik değildir. Hadis bu meseleye ışık tutuyor.

Rafi’ bin Hadic radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm Medine’ye geldiğinde Medineliler hurma


ağaçlarını aşılıyorlardı. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam,

“Ne yapıyorsunuz?” diye sorunca onlar da, “Bunu öteden beri yaparız”
dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü,

“Sanırım bunu yapmazsanız daha hayırlı olur” buyurdu. Onlar da aşılamayı


bıraktılar. Sonrasında (o sene) hurmalar az ürün verdi. Bu durumu
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a bildirdiklerinde şöyle buyurdu:

“Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın.
Kendi görüşüme göre (dünyevi) bir şey emredersem (unutmayın ki) ben
ancak bir insanım.”[412]

Dinlediğiniz Hadisleri Anlatın ve Yayın!


333. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın hadislerinden
öğrendiklerimizi başkalarına ulaştırmamız ve anlatmamız gerekir. Saadet
Asrı’ndan günümüze kadar gelen hadisler ve sünnetler bu şekilde yayılmış
ve paylaşılmıştır. Bazen bir tek hadis bir insanın hayatına ışık tutabiliyor,
onu yanlışlarından kurtarabiliyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Siz benden dinlersiniz, sizden de başkaları dinler. Sizi dinleyenlerden de
başkaları dinler.”[413]

Hadisleri Sizden Duyanlar Daha İyi Anlar!


334. “Akıl, akıldan üstündür” derler. Bazen bir hadisteki hakikate o anda
bizim ihtiyacımız olmayabilir, fakat başkalar için öyle değildir. Mesela siz
zekât verecek durumda değilseniz, zekâtla ilgili bir hadis size hitap
etmeyebilir, ama aynı hadis varlıklı bir insan için çok önemli ve faydalı
olur.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bizden bir söz işitip de başkalarına aktarmak için hafızasında tutan ve


duyduğu şekliyle aktaran kişinin yüce Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine
aktarılan nice kişi var ki bu sözü, bizzat duyan kişiden daha iyi anlar.”[414]

Resûlullah’tan Öğrendiğinizi Başkasına Aktarın!


335. İslâm’ın ikinci ana kaynağı hadislerdir, Peygamberimiz’in sünnetidir.
Bunun için sünnetin yayılmasına çalışılması ve gayret gösterilmesi gerekir.
Bu hizmeti yapanlara Peygamberimiz’in özel duası vardır.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, bizden bir söz işitip onu işittiği gibi (başkasına) ulaştıran kişinin
yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki (onu
işiten ve kendisine aktaran) kimseden daha kavrayışlıdır.”[415]

Resûlullah’ı Duanızda Mutlaka Anın!


336. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam “es-sebebü ke’l-fâil/Bir şeye
sebep olan yapan gibidir” sırrıyla bütün hayırların ve güzelliklerin kaynağı
ve vesilesidir. Bize her şeyi öğreten, her şeyi ders veren odur. Ona sürekli
minnet ve şükran borçluyuz. Onun için Peygamberimiz’i bütün
dualarımızda anmamız, her duamızda ona yer vermemiz gerekir.

Cabir bin Abdillah el-Ensari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bana yolcu matarası muamelesi yapmayın! Zira yolcu, yola çıkarken


matarasını doldurup asar. İşi bitip binekten inince matarayı eline alır,
susamışsa içer, susamamışsa abdest alır, abdest de almayacaksa bu suyu
döker. Siz beni duanızın başında, ortasında ve sonunda anın.”[416]

“Resûlullah’ın Sözünün Yanında Benim Görüşüm


Olmaz”
337. Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse, bize düşen o hükmü ve o
emri yerine getirmektir. Onun üzerine bir söz söylemek, farklı bir hükme
varmak hiç kimsenin hakkı değildir. Çünkü dini konularda söz ve hüküm
sahibi sadece Allah ve Resûlü’dür.

Muhammed bin Yahya radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir defasında Ebû’l-Velid, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan bir hadis


aktardı.

Ona, “Senin bu konuda görüşün nedir?” diye sorduğumda,

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın sözünün yanında benim görüşüm


olamaz.” dedi.[417]

Kıyamet İçin Resûlullah’ın Sevgisini Hazırlayın


338. Her mü’minin kalbinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın azalmaz
ve değişmez bir sevgisi olmalıdır. Çünkü Resûlullah’ı, Allah’ın sevgisine
vesile ve vasıta olduğu için seviyoruz. Bu da bizim imanımızın bir
gereğidir. Zaten Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı anamızdan,
babamızdan, çoluk çocuğumuzdan ve bütün insanlardan daha çok
sevmedikçe hakiki iman etmiş olmuyoruz.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Adamın biri Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldi ve “Ey Allah’ın


Resûlü! Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Kıyamet (sonrası) için ne hazırladın?”


diye sorunca, adam, “Allah ve Resûlüne olan sevgimi” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Sevdiklerinle beraber


olacaksın.” buyurdu.

Adam dedi ki: “Müslüman olduğuma sevinmemden sonra en çok


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ‘Sevdiklerinle beraber olacaksın’
sözüne sevinmişimdir. Zira ben de Allah’ı, Resûlü’nü, Ebû Bekr’i ve
Ömer’i seviyorum. Onlar gibi amelde bulunmamış olsam da (kıyamet
gününde) onlarla birlikte olmayı umuyorum.”[418]

Sahabileri Resûlullah İçin Sevin!


339. Sahabe-i Kiram bize Kur’ân’ı ve sünneti taşıyan, öğreten ve nakleden
nurlu bir nesildir. Sahabe olmasaydı bize ne din gelirdi, ne de Kur’ân ve
sünnet. Onun için biz Sahabeye çok şey borçluyuz. Sahabeyi sevmemiz
kadar, onlara dil uzatmamamız da imanımızın gereğidir.

Abdullah bin Muğaffel el-Müzeni radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ashabım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onları hedef alıp
dil uzatmayın. Her kim onları severse beni sevdiği için sever. Kim de onlara
kin tutarsa bana kin tuttuğu için kin tutmuş olur. Onlara eziyet eden, bana
eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de yüce Allah’a eziyet etmiş olur. Yüce
Allah’ın da kendisine eziyet edeni cezalandırması pek yakın olur.”[419]

Peygamberimiz Peygamberlik Binasının Son


Kerpicidir
340. Peygamberler nurlu bir ağaç ise, Peygamberimiz o ağacın en son ve
mükemmel bir meyvesidir. Peygamberler bir saraysa Peygamberimiz bu
sarayın en son taşıdır. Peygamberimiz peygamberlik zincirinin en son ve en
seçkin bir halkasıdır.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Benimle benden önceki diğer peygamberler bir adamın inşa ettiği bir
binaya benzeriz. Adam, binayı sağlam bir şekilde yapmıştır, ama bir tek
kerpicin yerini boş bırakmıştır. Biri bu binaya girince, ‘Şu bir kerpiçlik boş
yer olmasaydı, bina çok sağlam olurdu’ diyebilir. İşte o (boş) kerpicin
yerine ben geldim ve peygamberlerin sonuncusu oldum.”[420]

Peygamberimiz Hep Başkalarını Kendine Tercih


Ederdi
341. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam hep ümmetini düşünür,
muhtaçları ve fakirleri kendine tercih ederdi. Yemez yedirir, içmez içirir,
giyinmez giydirirdi. Ümmeti, onun için sürekli bir öncelik taşırdı.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Şayet doymak isteseydik, doyardık. Ancak Muhammed aleyhissalâtü


vesselam başkalarını kendine tercih ederdi.”[421]

Peygamberimiz Lüks Yaşamadı


342. Örnek bir insan olması dolayısıyla Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam hiçbir zaman lükse ve şatafata girmemiş, hep sade ve sıradan bir
insan gibi ömür geçirmiştir. Yiyip içmesinde olduğu kadar ev eşyalarında da
hep sadeliği tercih etmiştir.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Ensar’dan bir kadın yanıma girdiğinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın


yatağının ikiye katlanmış bir kumaş parçasından ibaret olduğunu gördü.
Geri gidip içi yünle doldurulmuş bir yatak getirdi. Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam yanıma girince yatağı gördü ve “Ey Âişe! Bu ne?” diye sordu.

Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Ensar’dan bir kadın yanıma gelmişti. Senin eski
yatağını görünce gidip bunu bize getirdi” dediğimde, “Ey Âişe! Bunu geri
gönder! Vallahi şayet isteseydim Yüce Allah, altından ve gümüşten dağları
yanımda yürütürdü” buyurdu.[422]

Resûlullah Vefatına Kadar Mükellef Sofra


Kurmadı
343. Peygamberimiz’in kendisi ilâhi bir mucize olduğu gibi, ahlâkı ve
hayatı da bir mucizeydi. Hiçbir insanın ulaşamayacağı mükemmel bir
ahlâkı vardı.

Düşünebiliyor musunuz, Peygamberimiz son anına kadar mükellef bir sofra


kurmamış, acıktığında evde ne varsa onunla yetinmiştir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam vefat edene kadar sofra kurup yemek


yemiş değildir. Yine vefat edene kadar da halis undan yapılmış ekmek
yemiş değildir.”[423]

Resûlullah Vefatına Kadar Buğday Ekmeğine


Doymadı
344. Bizim için buğday ekmeği ne kadar sıradan bir nimet ise ve herkesin
rahatlıkla bulabileceği bir gıda ise, Peygamberimiz hayatı boyu bir buğday
ekmeğini bile doyasıya yememiştir. O, çok zaman arpa ekmeğiyle
yetinmiştir. Arpa ekmeği o zamanlar çok ucuzdu fakat boğazdan zor
geçerdi.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ailesi, Medine’ye hicretinden vefat


edene kadar üç gün arka arkaya buğday yemeğine (ekmeğine) doymuş
değildir.”[424]

Resûlullah’ın Rızkı Yetecek Kadardı


345. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın evinde günlük değil, sürekli
bir öğünlük yiyecek bulunurdu, ertesi günün sabahına yiyecek bir şey
kalmazdı. Olanları fakirlere ve muhtaçlara verir, evde bırakmazdı. Duası da
hep böyleydi.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ver!”[425]

Resûlullah Hiçbir Kadına El Kaldırmadı


346. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam her konuda şefkatli olduğu
gibi, özellikle kadınlara karşı daha fazla şefkat ve merhamet doluydu.
Ondan hiçbir kadın incinmemiştir. Peygamberimiz hiçbir kadına el
kaldırmamış, hiçbir kadına şiddet kullanmamıştır. Neredeyse hergün birkaç
kadının öldürüldüğü günümüzde Peygamberimiz’in şefkatine o kadar
muhtacız ki...

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:


“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın hiçbir zaman bir hizmetçisine veya
eşlerinden birine vurduğunu görmedim. Allah yolunda cihad dışında da
(canlı) bir şeye vurmuş değildir.

Allah için olmadıktan sonra kendisine dil uzatan birinden intikam almaya
çalışmamıştır. Ancak Allah için ise bunun karşılığını verirdi.

Farklı durumlarla karşı karşıya geldiği zaman da günah olmadıktan sonra


mutlaka en kolayını seçerdi. O şey günah ise, insanlar içinde ondan en çok
uzak duran kendisi olurdu.”[426]

Resûlullah’ın Eli İpek Gibi Yumuşaktı


347. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam çok tatlı, çok yumuşak bir
insandı. Eli de öyleydi, ipek gibiydi. Çok güzel kokardı, kendinizi gül
bahçesinde sanırdınız. Her hâli, her hareketi ve her davranışı sevimliydi ve
mükemmeldi. Her meselede bizim için şaşmaz bir örnekti.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam parlak bir tene sahipti. Teri inci gibiydi.
Yürüdüğü zaman sağa sola meylederek yürürdü.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın avuçlarından daha yumuşak ne bir


ipeğe dokundum, ne de atlas bir kumaşa el sürdüm.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın kokusundan daha hoş kokulu ne bir


misk, ne de bir anber, ne de başka bir şey kokladım.”[427]

[407] Müslim, İmare:33.

[408] Ebû Dâvûd, Salat:221, 223.

[409] Haşir, 59:7.

[410] Buharî, İ’tisam:2.


[411] Buharî, İ’tisam:2.

[412] Müslim, Fedail:140.

[413] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1609.

[414] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1607.

[415] Darimi, Mukaddime:24; Tirmizî, İlim:7.

[416] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1476.

[417] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1449.

[418] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1425.

[419] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1424.

[420] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1405.

[421] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1396.

[422] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1395.

[423] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:1384.

[424] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1382.

[425] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1381.

[426] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1358.

[427] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1355.

“Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiş demektir.”[411]

“Benimle benden önceki diğer peygamberler bir adamın inşa ettiği bir
binaya benzeriz. Adam, binayı sağlam bir şekilde yapmıştır, ama bir tek
kerpicin yerini boş bırakmıştır. Biri bu binaya girince, ‘Şu bir kerpiçlik boş
yer olmasaydı, bina çok sağlam olurdu’ diyebilir. İşte o (boş) kerpicin
yerine ben geldim ve peygamberlerin sonuncusu oldum.”[420]

“Şayet doymak isteseydik, doyardık. Ancak Muhammed aleyhissalâtü


vesselam başkalarını kendine tercih ederdi.”[421]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ailesi, Medine’ye hicretinden vefat


edene kadar üç gün arka arkaya buğday yemeğine (ekmeğine) doymuş
değildir.”[424]

“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ver!”[425]

“Allah, bizden bir söz işitip onu işittiği gibi (başkasına) ulaştıran kişinin
yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki (onu
işiten ve kendisine aktaran) kimseden daha kavrayışlıdır.”[415]

“Ashabım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onları hedef alıp
dil uzatmayın. Her kim onları severse beni sevdiği için sever. Kim de onlara
kin tutarsa bana kin tuttuğu için kin tutmuş olur. Onlara eziyet eden, bana
eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de yüce Allah’a eziyet etmiş olur. Yüce
Allah’ın da kendisine eziyet edeni cezalandırması pek yakın olur.”[419]

“Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının, bir şeyi emrettiğim
zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.”[410]

Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Ensar’dan bir kadın yanıma gelmişti. Senin eski
yatağını görünce gidip bunu bize getirdi” dediğimde, “Ey Âişe! Bunu geri
gönder! Vallahi şayet isteseydim Yüce Allah, altından ve gümüşten dağları
yanımda yürütürdü” buyurdu.[422]

“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah’a isyan
etmiştir.”[407]

[426] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1358.

[425] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1381.

[424] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1382.


[427] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1355.

[408] Ebû Dâvûd, Salat:221, 223.

[407] Müslim, İmare:33.

[412] Müslim, Fedail:140.

[411] Buharî, İ’tisam:2.

[410] Buharî, İ’tisam:2.

[409] Haşir, 59:7.

[413] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1609.

[415] Darimi, Mukaddime:24; Tirmizî, İlim:7.

[414] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1607.

[419] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1424.

[418] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1425.

[417] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1449.

[416] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1476.

[423] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:1384.

[422] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1395.

[421] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1396.

[420] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1405.

“Siz benden dinlersiniz, sizden de başkaları dinler. Sizi dinleyenlerden de


başkaları dinler.”[413]
“Bana yolcu matarası muamelesi yapmayın! Zira yolcu, yola çıkarken
matarasını doldurup asar. İşi bitip binekten inince matarayı eline alır,
susamışsa içer, susamamışsa abdest alır, abdest de almayacaksa bu suyu
döker. Siz beni duanızın başında, ortasında ve sonunda anın.”[416]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam vefat edene kadar sofra kurup yemek


yemiş değildir. Yine vefat edene kadar da halis undan yapılmış ekmek
yemiş değildir.”[423]

330. Bu hadis aynı zamanda şu âyetin tefsiri ve açıklamasıdır. “Peygamber


size neyi emrettiyse onu tutun, size neyi yasak ettiyse ondan da
sakının.”[409] Dinî bir emri Allah da verir, Resûlü de verir. Bir şeyden Allah
da yasaklar, peygamberi de yasaklar. Bu açıdan Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ın her emri ve her yasağı, Allah’ın istediği
doğrultusundadır.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın kokusundan daha hoş kokulu ne bir


misk, ne de bir anber, ne de başka bir şey kokladım.”[427]

Adam dedi ki: “Müslüman olduğuma sevinmemden sonra en çok


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ‘Sevdiklerinle beraber olacaksın’
sözüne sevinmişimdir. Zira ben de Allah’ı, Resûlü’nü, Ebû Bekr’i ve
Ömer’i seviyorum. Onlar gibi amelde bulunmamış olsam da (kıyamet
gününde) onlarla birlikte olmayı umuyorum.”[418]

“Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara
isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar
veremez.”[408]

Farklı durumlarla karşı karşıya geldiği zaman da günah olmadıktan sonra


mutlaka en kolayını seçerdi. O şey günah ise, insanlar içinde ondan en çok
uzak duran kendisi olurdu.”[426]

“Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın.
Kendi görüşüme göre (dünyevi) bir şey emredersem (unutmayın ki) ben
ancak bir insanım.”[412]
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın sözünün yanında benim görüşüm
olamaz.” dedi.[417]

“Bizden bir söz işitip de başkalarına aktarmak için hafızasında tutan ve


duyduğu şekliyle aktaran kişinin yüce Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine
aktarılan nice kişi var ki bu sözü, bizzat duyan kişiden daha iyi anlar.”[414]
SÜNNETE GÖRE MELEKLERE
İMAN
MELEKLER RUHANÎ VARLIKLARDIR. İnsan gibi gözle görülebilen bir
vücutları yoktur. Bunun için sadece maddî şeyleri görebilen gözümüz
melekleri göremez. Çünkü gözümüzün yapısı melek gibi ruhanî varlıkları
görmeye müsait değildir.

Meleklerin çeşitli türleri vardır. Mesela bir damla yağmuru yeryüzüne


indirmekle görevli melekle, güneş gibi koca bir cisimde görevli melek aynı
değildir.

İşte ruhanî cisimler ve melekler, nurlu varlıklar olarak bu âlem sarayının


seyircileri ve İlahî sanat inceliklerinin takdir edicileridir.

İnsanlık semasının güneşleri, yıldızları ve ayları hükmünde olan


peygamberler ve veliler birbirlerine kuvvet verecek şekilde meleklerin
varlığından haber verirler ve onları gördüklerini bildirirler. Peygamberler bu
meselede söz ve yetki sahibidirler.

Melekler hep hayır ve iyiliği temsil ederler. Nuranî olduklarından, sayısız


aynalarda yansıyabilirler. O aynalar aracılığıyla pek çok yerde bizzat
bulunabilirler. Nuranî bir varlığın yansıması o varlığın özelliğine sahiptir.
Hatta onun aynısı sayılır. Tıpkı güneşin aynalardaki görüntüsü, güneşin ışık
ve ısısını gösterdiği gibi...

Melekler, Cenâb-ı Hakk’ın itaatli kullarıdırlar, Allah’ın emrine karşı


gelmezler. Allah ne emretmişse onu yaparlar. Meleklerin maddî cisimleri
yoktur, fakat insan gibi akıl ve şuur sahibidirler. Ne yaptıklarını, niçin
yaptıklarını bilirler.

İnsanın meleklerle ilişkisi dünyaya gelmeden önce başlar, hayatı boyu


devam eder, ölümle başka bir âleme geçip kabir hayatında değişik bir
aşamaya girerek öbür âlemde de sürüp gider.
Allah’ın izni ile melekler insanların hep imdadına koşmuşlar, onlara dar
zamanlarında yardım etmişlerdir. Bu yardımın en güzeli cihad
meydanlarında görülmüştür. Mesela, Bedir Savaşı’nda sekiz bin melek
mü’minlere yardımcı olarak gönderilmiş ve mü’minlerin zafer
kazanmalarına vesile olmuşlardır.

Melekler Nurdan Yaratıldı


348. Cinlerin ilk yaratılış maddesi olan alevli ateşi, insanın da yaratılış
maddesi olan balçığı biliyoruz, ama nuru göremiyoruz, sadece var olduğuna
inanıyoruz. Cenâb-ı Hak inandığımız bir şeyden melekleri yaratmıştır.
Bunun için melekler her yere girer, her yerde bulunurlar. Onlar için uzaklık,
yakınlık olmadığı gibi, zaman kavramı da yoktur.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Melekler nurdan, cinler alevli ateşten, Âdem ise size Kur’ân’da tarif
edildiği üzere balçıktan yaratılmıştır.”[428]

Melekler Ne Kadar Büyük?


349. Meleklerin büyüklüğünü anlamak, akılla kavramak, tahmin etmek
mümkün değildir. Bunu sadece kabul ederiz ve inanırız. Meleklerin
azametini ve büyüklüğünü dünya ölçüleriyle kıyaslamak çok zordur. Bu
bilgiler akılla değil, inançla anlaşılır.

Cabir bin Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’ın Arşını taşıyan meleklerinden birini anlatmam için bana izin
verildi. (Bu meleklerden birinin) kulak memesi ile omuzu arasındaki
mesafe) yediyüz senelik bir yoldur.”[429]
Melekler Nöbetleşe Aramızda Bulunur
350. Meleklerin en önemli ve en büyük işi, bizim işlediğimiz ibadetle
meşgul olmalarıdır. Özellikle namazımızla çok yakından ilgilenirler. Onlar
nuranî varlık oldukları için, ibadetlerimiz aynı zamanda onların gıdasıdır.
İbadetlerimizi de Allah’a onlar takdim ederler.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Gece ve gündüzde bir kısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar.


Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizi geceleyin
takip eden melekler (hesabınızı vermek üzere Allah’ın huzuruna) yükselir.
Sizi çok iyi bilen Allah, bu meleklere sorar:

“Kullarımı nasıl bıraktınız?”

“Biz onları namaz kılarlarken bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken


vardık!” derler.[430]

Melekler Hastayı Ziyaret Edenlere Dua Eder


351. Meleklerin bizimle olan ilişkilerinden birisi de bir iyilik ve sevaplı bir
amel yapınca, bize dua ve istiğfarda bulunmalarıdır. Bu meseleye
Kur’ân’da, “Melekler, mü’minler için istiğfar ederler.”[431] ayetiyle işaret
edilir.

Hz. Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hasta olan Müslüman kardeşini ziyarete giden kimse, onun yanında


oturuncaya kadar (âdeta) cennet meyveleri içinde yürümüş gibi olur.
Oturduğu zaman onu rahmet kaplar.
“Eğer ziyareti sabahleyin olursa, akşama kadar yetmiş bin melek onun için
dua ve istiğfar eder. Ziyareti akşam olursa, sabaha kadar yetmiş bin melek
onun için dua ve istiğfar eder.”[432]

Evden Çıkarken Meleklerin Bayrağı Altında


Yürü
352. Evden çıkarken ya meleklerin tuttuğu bir bayrağın altında oluruz veya
Allah korusun bir şeytan bayrağının altında yol alırız. Burada niyetimiz ve
yaptığımız amelimizin rengi önemlidir. Ya hayır veya şer...

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim bir iş için evinden çıkarsa muhakkak onun kapısının önünde biri,
bir meleğin elinde, diğeri de, bir şeytanın elinde iki bayrak olur.

Eğer kişi Allah’ın sevdiği bir iş için evden çıkmışsa, melek, bayrağı ile onu
takip eder ve bu kişi evine dönünceye kadar o meleğin bayrağı altında
kalmaya devam eder.

Eğer kişi Allah’ı kızdıracak bir iş için çıkmışsa, bu sefer şeytan, bayrağı ile
onu takip eder ve evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında kalmaya
devam eder.”[433]

Melekler, Allah’ı Zikredenlerin Etrafını Sarar


353. Meleklerin en çok aradığı kişiler, Allah’ı zikredenlerdir. Onları
bulunca birbirlerine haber verirler, gökleri dolduracak kadar toplanırlar.
Zikredenlerin arasında günahkârlar bile bulunsa, onlar da nasipsiz kalmaz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Allah’ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allah’ı
zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini ‘Aradığınıza gelin!’ diye
çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar
arayı doldururlar. Allah,-onları en iyi bilen olduğu hâlde-meleklere sorar:

“Kullarım ne diyorlar?”

“Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana
tâzim (temcid) ediyorlar” derler.

Allah Teâlâ sormaya devam eder:

“Onlar beni gördüler mi?”

“Hayır!” derler.

“Ya görselerdi ne yaparlardı?”

“Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla tâzim,
çok daha fazla tesbihde bulunurlardı” derler.

Allah tekrar sorar:

“Onlar ne istiyorlar?”

“Senden” derler, “Cenneti istiyorlar.”

“Cenneti gördüler mi?” der.

“Hayır, ey Rabbimiz!” derler.

“Ya görselerdi ne yaparlardı?” der.

“Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu ısrarla
isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi.”

Allah Teâlâ sormaya devam eder:

“Neden istiaze ediyorlar?”


“Cehennemden istiaze ediyorlar” derler.

“Onu gördüler mi?” der.

“Hayır, Rabbimiz, görmediler!” derler.

“Ya görselerdi ne yaparlardı?” der.

“Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli


korkarlardı” derler.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şunu söyler:

“Sizi şahid kılıyorum, onları affettim!”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm sözüne devamla şunu anlattı:

“Onlardan bir melek der ki:

“Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi vardır. Bu onlardan değil. O


başka bir maksatla uğramıştı, oturuverdi.”

Allah Teâlâ, “Onu da affettim, onlar öyle bir cemaattir ki, onlarla oturanlar
da, onlar sayesinde bedbaht olmazlar’ buyurur.”[434]

Melekler İlim Öğrenenin Ayakları Altına


Kanatlarını Sererler
354. Kendilerini ilme vermiş olanların, ilim yolunda çalışanların, ilmi
imanının hizmetine verenlerin, ilmi sadece ve sadece Allah rızası için
öğrenenlerin ayaklarını melekler yerlere bastırmazlar, kanatlarını ilim
ehlinin ayaklarının altına sererler. İlme ve âlime saygılarını bu şekilde
gösterirler.

Safvân bin Assâl el-Mürâdi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“İlim öğrenmek için evinden çıkan kişinin bu davranışından dolayı,
melekler ondan razı olduklarını ve hoşnutluklarını göstermek için
kanatlarını onların ayakları altına sererler.”[435]

Yalan Söyleyenden Melekler Uzaklaşır


355. Melekler insanların ibadetlerinden ve zikirlerinden istifade ettikleri,
sevdikleri gibi, işlemiş oldukları günahlardan da o derece rahatsız olurlar.
Meleklerin en çok rahatsız oldukları günah yalan söylemektir.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kul yalan söylediği zaman, melek onun pis kokusundan dolayı ondan bir
mil uzaklaşır.”[436]

Melekler Düzgün Yere Gelir


356. Çevremizi sürekli temiz ve düzenli tutmamız gerekir. Çünkü melekler
temiz varlıklar oldukları için temiz mekânlara, düzenli yerlere uğrarlar,
oralarda bulunurlar.

Ümmü Seleme radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana şöyle dedi:

“Oturacağınız yeri gözden geçirin, düzeltin. Zira yeryüzüne, bu zamana


kadar hiç inmemiş melekler inecek.”[437]

Melekler Cömertlere Dua Eder


357. Melekler iyi yönlerimizi beğenip dua ettikleri gibi, kötü yanlarımızdan
dolayı rahatsız olurlar ve beddua ederler. Bu yönüyle melekler cömert
insanlara dua ederler, cimrileri de beddua ile anarlar.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kulların sabahladığı her gün iki melek iner, biri: ‘Allah’ım! Senin yolunda
harcayana, harcadığının yerine yenilerini ver!’ Diğeri ise, ‘Allah’ım!
Cimrilik yapıp vermeyenlerin mallarını telef et’ diye dua eder.”[438]

Salavatı Melekler Resûlullah’a Ulaştırır


358. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’a getirdiğimiz salavatları
melekler özel olarak bizzat Peygamberimize ulaştırırlar, babasının adıyla
ismen bildirirler.

Ammar bin Yasir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah kabrimde bana bütün yaratılmışların sesini duyan bir meleği


görevlendirdi. Kıyamet gününe kadar kim bana salavat getirirse, bu melek
bana bu kişinin ismini, babasının ismi ile birlikte bildirir ve ‘Bu falan oğlu
falandır. Sana salavat getirdi’ der.”[439]

Kardeşine Dua Edersen Melekler de Sana Dua


Eder
359. Dua ettiğimizden haberi olmayan bir kardeşimize yaptığımız duayı
melekler işitirler ve bize dua ederler, duamıza dualarıyla mukabelede
bulunurlar.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi, kardeşine gıyabında dua ettiği zaman, melekler ona, ‘Yaptığın duanın
aynısını Allah sana da versin’ derler.”[440]
Allah’a Sığınırsan Melekler Seni Şeytandan
Korur
360. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırsak, melekler de bize destek vererek
dua ederler, şeytandan korunmamıza yardım ederler.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim günde on defa şeytandan Allah’a sığınırsa, Allah, şeytanı o kişiden


uzaklaştıracak bir melek görevlendirir.”[441]

Zorda Kalınca Melekleri Çağır!


361. Melekler her zaman ve her vesileyle insanın yardımına koşarlar. İnsan
ıssız bir yerde, yalnız kalabilir, başına her şey gelebilir. İşte böyle bir
durumda meleklerden yardım istenebilir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yeryüzünde Allah’ın koruyucu melekleri dışında ağaçlardan düşen


yaprakları yazan melekleri vardır. Issız bir yerde birinizin başına bir şey
gelirse, ‘Bana yardım edin Ey Allah’ın kulları!’ diye seslenin!”[442]

Kur’ân’dan Sûre Okuyarak Yatarsan


Melekler Seni Korur
362. Her gün uykuya geçmeden önce ya bir dua ya da Kur’ân’dan bir sûre
okuruz. İşte yatağa girerken bir sûre okuyunca şeytanların şerrinden
korunmamız için Allah bir melek görevlendiriyor.

Şeddâd bin Evs radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın kitabından bir sûre okuyup yatağına giren hiç kimse yoktur ki
Allah, uyanana kadar ona eziyet verecek şeylerden koruması için bir melek
göndermesin.”[443]

Horozlar Melekleri Görür


363. Bazı hayvanlar melekleri görürler. Bunlardan biri de horozlardır.
Horozların ötmesi rastgele bir ses değildir. Horozlar özellikle namaz
vakitlerini bildirirler. Bunun için horoz sesini duyunca, insan Allah’ın
fazlını istemelidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Horoz sesini duyunca Allah’ın fazlını isteyin, çünkü o bir melek


görmüştür. Eşek sesini duyunca da şeytanın şerrinden Allah’a sığının,
çünkü o bir şeytan görmüştür.”[444]

Melekler Rüyada Görülür


364. İnsan melekleri açıktan göremese de, rüyada görebilir. Melekler
insanın rüyasına girebilir. Böyle bir rüyayı başta sahabiler olmak üzere sâlih
insanlar görebilir. Bu tür bir rüyayı gören sahabilerden birisi de Abdullah
bin Ömer’dir.

İbn Ömer radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın hayatta olduğu zaman ben bekâr bir


gençtim. Bu sebeple gece Mescid-i Nebevî’de kalırdım. Bizden biri, bir
rüya gördüğü zaman, onu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a anlatırdı.
Ben de bir defa:

“Allah’ım! Eğer senin katında benim için bir hayır varsa, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın yorumlayacağı bir rüyayı bana göster,” diye duâ
ettim. Sonra uyudum ve rüyamda gördüm ki:

“İki melek bana geldi ve beni alıp götürdüler. Sonra (yolda) başka bir melek
onlara rastladı ve bana: ‘Korkulacak bir şey yok’ dedi. Sonra o iki melek
beni cehenneme götürdüler. Baktım ki, cehennem kuyu duvarı gibi (taş ile)
örülmüş vaziyettedir ve içinde bazısını tanıdığım insanlar vardır. Sonra aynı
melekler beni alıp sağ tarafa giden bir yola götürdüler (yani cehennemden
uzaklaştırdılar).

“Sonra sabah olunca ben bu rüyayı (kız kardeşim Ümmü’l-Mü’minin)


Hafsa radıyallâhü anhâ’ya anlattım. O da rüyamı Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’a anlattığını ve Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm’ın şöyle
buyurduğunu söyledi:

“Abdullah, şüphesiz sâlih (iyi) bir adamdır. Fakat keşke gece namazını çok
kılsaydı.”

Râvi demiştir ki: Abdullah bin Ömer bundan sonra geceleyin çok namaz
kılardı.”[445]

[428] Müslim, Zühd:60.

[429] Ebû Dâvûd, Sünnet:18.

[430] Buharî, Mevakitu’s-Salat:16, Bed’ü’l-Halk:6, Tevhid:23, 33; Müslim,


Mesacid:210, (632); Muvatta, Kâsru’s-Salat:82, (1, 170); Nesâî, Salat:21.

[431] Mü’min, 40:70.

[432] İbni Mâce, Cenaiz:2.

[433] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:556.

[434] Buhâri, Daavât:66; Müslim, Zikr:25; Tirmizî, Daavât:140.

[435] İbni Mâce, Mukaddime:17.

[436] Tirmizî, Birr ve Sıla:46 (1978).


[437] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:203, Hadis No:13.

[438] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10334.

[439] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17291.

[440] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17236.

[441] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17169.

[442] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17104.

[443] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17027.

[444] Kenzü’l-Ummal, 12:35272.

[445] İbni Mâce, Rüya:10.

[444] Kenzü’l-Ummal, 12:35272.

[443] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17027.

[445] İbni Mâce, Rüya:10.

[433] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:556.

[435] İbni Mâce, Mukaddime:17.

[434] Buhâri, Daavât:66; Müslim, Zikr:25; Tirmizî, Daavât:140.

[437] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:203, Hadis No:13.

[436] Tirmizî, Birr ve Sıla:46 (1978).

[439] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17291.

[438] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10334.

[441] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17169.


[440] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17236.

[442] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17104.

“Yeryüzünde Allah’ın koruyucu melekleri dışında ağaçlardan düşen


yaprakları yazan melekleri vardır. Issız bir yerde birinizin başına bir şey
gelirse, ‘Bana yardım edin Ey Allah’ın kulları!’ diye seslenin!”[442]

“Oturacağınız yeri gözden geçirin, düzeltin. Zira yeryüzüne, bu zamana


kadar hiç inmemiş melekler inecek.”[437]

“Melekler nurdan, cinler alevli ateşten, Âdem ise size Kur’ân’da tarif
edildiği üzere balçıktan yaratılmıştır.”[428]

“Kulların sabahladığı her gün iki melek iner, biri: ‘Allah’ım! Senin yolunda
harcayana, harcadığının yerine yenilerini ver!’ Diğeri ise, ‘Allah’ım!
Cimrilik yapıp vermeyenlerin mallarını telef et’ diye dua eder.”[438]

“Yüce Allah’ın Arşını taşıyan meleklerinden birini anlatmam için bana izin
verildi. (Bu meleklerden birinin) kulak memesi ile omuzu arasındaki
mesafe) yediyüz senelik bir yoldur.”[429]

“Eğer ziyareti sabahleyin olursa, akşama kadar yetmiş bin melek onun için
dua ve istiğfar eder. Ziyareti akşam olursa, sabaha kadar yetmiş bin melek
onun için dua ve istiğfar eder.”[432]

Allah Teâlâ, “Onu da affettim, onlar öyle bir cemaattir ki, onlarla oturanlar
da, onlar sayesinde bedbaht olmazlar’ buyurur.”[434]

[428] Müslim, Zühd:60.

[430] Buharî, Mevakitu’s-Salat:16, Bed’ü’l-Halk:6, Tevhid:23, 33; Müslim,


Mesacid:210, (632); Muvatta, Kâsru’s-Salat:82, (1, 170); Nesâî, Salat:21.

[429] Ebû Dâvûd, Sünnet:18.

[432] İbni Mâce, Cenaiz:2.


[431] Mü’min, 40:70.

“Allah’ın kitabından bir sûre okuyup yatağına giren hiç kimse yoktur ki
Allah, uyanana kadar ona eziyet verecek şeylerden koruması için bir melek
göndermesin.”[443]

“Horoz sesini duyunca Allah’ın fazlını isteyin, çünkü o bir melek


görmüştür. Eşek sesini duyunca da şeytanın şerrinden Allah’a sığının,
çünkü o bir şeytan görmüştür.”[444]

“Kişi, kardeşine gıyabında dua ettiği zaman, melekler ona, ‘Yaptığın duanın
aynısını Allah sana da versin’ derler.”[440]

351. Meleklerin bizimle olan ilişkilerinden birisi de bir iyilik ve sevaplı bir
amel yapınca, bize dua ve istiğfarda bulunmalarıdır. Bu meseleye
Kur’ân’da, “Melekler, mü’minler için istiğfar ederler.”[431] ayetiyle işaret
edilir.

“İlim öğrenmek için evinden çıkan kişinin bu davranışından dolayı,


melekler ondan razı olduklarını ve hoşnutluklarını göstermek için
kanatlarını onların ayakları altına sererler.”[435]

Râvi demiştir ki: Abdullah bin Ömer bundan sonra geceleyin çok namaz
kılardı.”[445]

“Kul yalan söylediği zaman, melek onun pis kokusundan dolayı ondan bir
mil uzaklaşır.”[436]

“Kim günde on defa şeytandan Allah’a sığınırsa, Allah, şeytanı o kişiden


uzaklaştıracak bir melek görevlendirir.”[441]

“Allah kabrimde bana bütün yaratılmışların sesini duyan bir meleği


görevlendirdi. Kıyamet gününe kadar kim bana salavat getirirse, bu melek
bana bu kişinin ismini, babasının ismi ile birlikte bildirir ve ‘Bu falan oğlu
falandır. Sana salavat getirdi’ der.”[439]

“Biz onları namaz kılarlarken bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken


vardık!” derler.[430]
Eğer kişi Allah’ı kızdıracak bir iş için çıkmışsa, bu sefer şeytan, bayrağı ile
onu takip eder ve evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında kalmaya
devam eder.”[433]
Menkıbe

Allah Şimdi Ne Yapıyor?

Bugünkü ateistler gibi o zamanda da “Dehriler” olarak bilinen dinsizler bir


mezhep sayarak etkinliklerini Müslümanlar arasında yaymaya
çalışıyorlardı.

Emeviler döneminde yaşayan böyle birisi Bağdat’a gelir. Müslümanların


imanlarını sarsmak için âlimlerle tartışma yapmak ister.

Bağdat âlimlerinden Dehrî’nin görüşmediği, bir tek İmam-ı Âzam’ın hocası


Hammad kalır. İmam Hammad ise görüşmek istemez.

“Ben de münazarada cevap vermeyip aciz kalırsam insanlar arasında İslâm


inancı sarsılır.” endişesiyle münazaraya yanaşmaz.

İmam Hammad, o gece bu düşünceyle üzüntülü bir hâldeyken uykuya dalar.


Bir rüya görür.

Rüyasında bir domuz gelir, bir ağacın dallarını ve gövdesini yer, sadece
kökleri kalır. Tam bu esnada o civardan bir aslan yavrusu çıkar domuzu
parçalayıp öldürür.

İmam Hammad telaş içinde uykudan uyanır. Sabahleyin medreseye gelir.


Üzgün bir hâlde düşünmeye başlar. Hocasının üzüntüsünü merak eden
talebesi Numan, sebebini sorar. İmam Hammad rüyasını olduğu gibi anlatır.

On üç yaşında zeki bir talebe olan küçük Numan rüyayı şöyle yorumlar:

“O gördüğünüz ağaç ilimdir. Dalları ise diğer âlimlerdir. Kökü, zat-ı


âlinizdir, aslan yavrusu ise benim, o domuz da Dehrî’dir. İnşallah o domuzu
ben öldüreceğim.”

İlerinin İmam-ı Âzam’ı Numan ile hocası camiye giderler. Daha önce
camiye giden Dehrî, minbere çıkarak karşısına çıkacak birisini bekler.
Camiyi ağzına kadar dolduran âlimlerin içinden Numan ayağa kalkar.
Karşısına bir çocuğun çıktığını gören Dehrî, küçümser bir bakıştan sonra bir
başkasının çıkmasını talep eder. Fakat Ebû Hanife hiç aldırmayarak:

“İstediğini sor, cevap vereceğim.” der.

Bunun üzerine Dehrî, Numan’a ilk sorusunu sorar:

“Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığın bulunması mümkün mü?”

Numan:

“Sen sayı bilir misin?” diye kendisine bir soru yöneltir. Dehrî:

“Evet, bilirim.” dedikten sonra Numan:

“Bir sayısından önce bir rakam var mıdır?” der. Dehrî:

“Bir, ilk rakamdır, ondan önce sayı yoktur” der. Numan ilk susturucu cevabı
verir:

“Bir rakamından önce sayı olmaz da bir olan Allah’tan önce nasıl başka bir
varlık bulunabilir?”

Ummadığı şekilde cevabını alan Dehrî, ikinci soruyu yöneltir:

“Allah’ın yönü hangi tarafadır?” Numan:

“Bir mum yanınca ışığı hangi tarafa döner?” deyince Dehrî:

“Her tarafa yayılır” der. Bunun üzerine Numan:

“Mecazî bir nur olan bir mumun ışığı her tarafı kaplar da, göklerin ve yerin
nuru olan Allah isim ve sıfatlarıyla her tarafı kaplamaz mı? Bunun
doğruluğu güneşten daha açıktır.” der.

Dehrî üçüncü sorusunu şöyle sorar:

“Var olan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah nerededir?”
Numan hiçbir şey söylemeden bir kâse süt getirir. Dehrî’ye:
“Bunun içinde yağ var mıdır?” diye sorar. Dehrî:

“Evet.” deyince Numan:

“Neresindedir?” der. Dehrî:

“Sütün içinde yağın belli bir yeri yoktur, sütün her tarafında yağ vardır.”
demek zorunda kalır. İstediği cevabı alan Numan taşı gediğine koyar:

“Fâni ve süreli olan bir varlığın belli bir mekânı olmuyor da, Allah için
nasıl bir mekân düşünülebilir? Allah vardır, O’nun varlığı her yeri
kaplamıştır.”

Bundan sonra Dehrî dördüncü ve son sorusunu sorar:

“Senin Rabb’in şimdi ne işle meşguldür?” Numan’ın soru şekli değişir:

“Sen birkaç soru sordun, ben de sana cevap verdim. Soru soranın aşağıda,
cevap verenin yüksekte olması yakışmaz. Şimdi sen minberden in de, ben
çıkayım.” der. Bu teklif üzerine Dehrî minberden iner, yerine Numan çıkar.
Dehrî’nin sorusuna da cevap olarak şöyle der:

“Şimdi benim Rabb’im senin gibi bir kâfiri minber üzerine layık görmeyip
aşağı indirdi, benim gibi bir mümini de minbere çıkardı.”

Beklemediği cevapları alan Dehrî kızarıp bozararak sesini keser. Kimseyle


tartışmamak üzere oradan ayrılır. Böylece İmam Hammad’ın rüyasının
tabiri tamamıyla gerçekleşmiş, bir aslan yavrusu bir domuzu öldürmüş olur.
SÜNNETE GÖRE KADERE
İMAN
CENÂB-I HAK NEYİN, NEREDE, NASIL meydana geleceğini bir ölçü ve
esasa göre takdir buyurmuş, programlamıştır. Bir çekirdeğin hayatını
çekirdeğinde takdir ettiği gibi, bitkilerin, hayvanların ve insanın; hatta
bütün kâinatın hayatını bir esasa göre takdir etmiştir. İşte bu takdir ve
program kaderdir.

Kur’ân-ı Kerim’de bu meseleye pek çok yerde işaret edilir. Mesela Furkan
Sûresi’nin 2. ayetinde mealen şöyle buyurulur: “O Allah ki göklerin ve
yerin mülkü O’nundur. O evlat edinmemiştir. Mülkünde bir ortağı da
yoktur. Her şeyi O yaratmış ve her yarattığına bir ölçü ve düzen vererek
onun kaderini belirlemiştir.”

İki tür kader vardır:

Birincisi, insanın isteğine bağlı olmayan olaylardır. İnsan hangi ırktan


geleceğini, erkek mi kadın mı olacağını, anne ve babasının kim olacağını,
vücudunun nasıl bir şekil alacağını, dünyaya gelmeden önce bilemediği
gibi, bunlar hakkında herhangi bir tercih sahibi de değildir. Bunlar tamamen
insanın isteği dışında olup biten hâllerdir ve bütünüyle Cenâb-ı Hakk’ın
takdiri, iradesi iledir. İnsan hayatında hazır bulduğu bu şeyler karşısında
sorumlu olmaz.

Kaderin ikinci kısmı da, insanın iradesiyle ve isteğiyle giriştiği hareketlere


bağlıdır. Bunun meydana gelmesine insan sebep olmaktadır. Cenâb-ı Hak,
insanın dünya ve âhiret saadeti için takip etmeleri gereken yolu ezelde
takdir etmiş ve bunların meydana gelmesini bir sebebe bağlamıştır. Bunun
için Allah’tan çocuk istemenin yolu evlenmek, meyve istemenin yolu da
ağaç dikmek olduğu gibi, cenneti istemenin yolu da Allah’ın emirlerine
uymak, yasaklarından kaçınmaktır. İşte insanı doğrudan alakadar eden,
kaderin bu ikinci yönüdür. Bunda da insanın cüz’î iradesi, tercihi ve seçimi
söz konusudur.
Kader Altı İman Şartından Biridir
365. Kader, imandan ayrılmaz bir esastır. Allah’a iman edenin kadere de
iman etmesi gerekir. Bütün hadis kitaplarında Peygamberimiz kadere imanı,
imanın şartları arasında belirlemiştir. Diğer iman esaslarından ayrılmamıştır.
Bunun için kaderi, imanın şartlarından saymamak, imanın eksikliğini
gösterir.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Babam Ömer bin Hattâb radıyallâhü anh bana şunu anlattı:

“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında oturuyordum. Derken


elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde,
yolculuğunu gösteren hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden hiç kimse onu
tanımıyordu. Gelip Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın önüne oturdu,
dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan
sonra sormaya başladı:

‘Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver!’ Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm şöyle açıkladı:

‘İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve


elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan
orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a haccetmendir.’ Yabancı:

‘Doğru söyledi’ diye tasdik etti.

Biz hem sorup, hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik.

Sonra tekrar sordu: ‘Bana iman hakkında bilgi ver?’

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm açıkladı: ‘Allah’a, meleklerine,


kitaplarına, Resûllerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere, yani hayır ve
şerrin Allah’tan olduğuna da inanmandır.’ Yabancı yine:

‘Doğru söyledin!’ diye tasdik etti.”[446]


Kadere İman Tevhid’in Düzenidir
366. Kadere iman Tevhid inancının düzeni içinde yer alır. Bu yönüyle
kader, altılı iman zincirinin kopmaz bir parçasıdır. Allah’ın varlığına ve
birliğine inanan insanın kadere de inanması gerekir ve inanmak zorundadır.
Aksi hâlde sağlam bir imandan söz edilmez.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kader Tevhidin nizamıdır(düzenidir). Kim Allah’ı birler ve kadere iman


ederse sağlam bir ipe tutunmuş olur.”[447]

Kader, İmanın Aslıdır


367. Kadere imanın, imanın aslından ve temel esaslarından birisi olduğunu
bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam haber veriyor. Yani iman bir
bütündür, insanın başı ve başındaki gözü, kulağı gibi azalarından biridir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Üç şey vardır ki imanın aslındandır:

1. Lâilâhe illallah diyene saldırmamak: İşlediği herhangi bir günahı


sebebiyle bu kimseyi küfürle suçlama, herhangi bir ameli sebebiyle de
İslâm’dan dışarı atma!

2. Cihad. Bu Allah’ın beni Resûlullah olarak gönderdiği günden, bu


ümmetin Deccâl’e karşı savaşacak en son ferdine kadar devam edecektir.
Cihadı, ne imamın zâlim olması, ne de âdil olması ortadan
kaldıramayacaktır.

3. Kadere iman.”[448]
Kadere İnanmayan Mü’min Olamaz
368. İnsan, imanın beş şartına inanıp kadere inanmazsa bu insan mü’min
olmaz, mü’min sayılmaz, mü’min olarak kabul edilmez. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam bu şartı kesin olarak bildiriyor.

Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kişi şu dört şeye iman etmedikçe mü’min olamaz.

1. Allah’tan başka hiçbir ilahın ve otoritenin olmadığına,

2. Benim Allah’ın Rasûlü olduğuma ve beni hak ile gönderdiğine,

3. Ölüme ve ölümden sonraki dirilmeye inanacak,

4. Kadere de mutlaka iman edecektir.” Tirmizî, Kader:10; İbni Mâce,


Mukaddime:10.

Kadere İnanmadıkça İman Edilmiş Olmaz


369. Kadere iman bir bütündür. Başımıza hayırlı, iyi bir şey de gelse, şerli
ve kötü bir şey de gelse hepsinin Allah’ın bilgisi ve takdiri ile olduğunu
bilmek ve inanmak gerekir. İnsanın başına Allah’ın bilgisi dışında bir şey
gelmez.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden)


dokunacak bir şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan bir şeyi
de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz.” Tirmizî, Kader:10.

Kaderimiz Her Şeyden Önce Yaratıldı


370. Kader kâinatın ve kâinatta var olan her şeyin bir planı ve bir
programdır. Herşeyden önce plan/program yapılır. Ondan sonra takdir
edilen şeyler var edilir. Kader, Allah’ın ilmi türünden olduğu için önce
kader tespit edilmiştir.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ’ın babası anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah her şeyi ve herkesin kaderini gökler ve yeryüzü yaratılmadan elli bin
sene önce yazıp takdir etmiştir.”[449]

Kaderinde Yazılan Başına Gelir


371. Kalem, kader ve yazılması, bütünüyle bizim anlamamız için
kullanılmış kavramlardır. Allah’ın kalemi ve yazması hiçbir şekilde insanın
kalemine ve yazmasına benzemez. Allah’ın yazması; yaratması ve takdir
etmesidir. Bunun için kaderin bir ismi de alın yazısıdır. Bugün bilgisayar
yazılımı örneğinden yola çıkarak kader yazısını anlamak daha kolay hâle
gelmiştir.

Ubâde bin Samit radıyallâhü anh anlatıyor:

“O, ölürken oğluna dedi ki: ‘Yavrum! Eğer sen başına gelmesi takdir
olunanın mutlaka geleceğini, gelmemesi takdir olunanın da mutlaka başına
gelmeyeceğini bilmedikçe imanın hakikatini tadamazsın.’ Ben Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın şöyle buyurduğunu duydum:

‘Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona: ‘Yaz!’ dedi.

‘Yâ Rabbi ne yazayım?’ dedi.

‘Kıyamete kadar olacak olan her şeyin kaderini yaz!’

‘Yavrum! Ben yine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan şöyle duydum:

‘Kim bu inanç dışında ölürse, o benden değildir.’”[450]


Bahtiyar Kim, Bedbaht Kim?
372. Kadere imanın bir şartı, bir belirtisi, bir esası da kadere rıza
göstermektir, senin hakkında Allah’ın takdirine boyun eğmek, hayat boyu
nelerle karşılaşacağına razı olmaktır.

Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’ın kendisi için takdir ettiği şeye razı olması Âdemoğlunun


bahtiyarlığındandır, Allah’ın kendisine takdir ettiği şeye razı olmaması da
onun bahtsızlığındandır.”[451]

Yapacağımız İşler Önceden Kaderimizde Var


mıydı?
373. Her insan kaderinde ne varsa, ne yazılmışsa, kendisi için ne takdir
edilmişse onu yapar, onun için çalışır, o yolda gayret gösterir. İradesini,
tercihini ve aklını o yolda kullanır. Yani kader kişiyi mecbur tutmaz,
zorlamaz.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

“Ömer radıyallâhü anh, ‘Ey Allah’ın Resûlü!’ dedi, ‘yapmakta olduğumuz


işler, yeni meydana gelmiş bir iş midir, yoksa önceden takdir edilip, bizim
de onu şimdi yaşadığımız kanaatinde misiniz?”

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ey Hattâb oğlu Ömer! Önceden takdir edilip tamamlanan bir iş için çalışıp
çabalıyoruz. Herkes kendisine takdir edilen işi kolaylıkla başaracaktır. Ne
var ki, saadet (cennet) ehlinden olan şüphesiz saadet için çalışıp
çabalayacaktır. Şekavet (cehennem) ehlinden olanlar ise şekavet için çalışıp
çabalayacaktır.”[452]
Kaderimiz Belliyse Niçin Amel Edelim?
374. İnsan dünyaya gelmeden önce her şeyi, hayatının bütün saniyeleri
belirlenmiş ve yazılmıştır. İnsanın nasıl bir aileden geleceği, hangi milletten
olacağı, hangi dili konuşacağı, erkek veya kadın mı olacağı kader
programında tespit edilmiştir.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kuşkusuz nutfe (sperm) rahimde kırk gün olduğu gibi kalır, değişmez.
Kırk gün geçince döllenmiş yumurtaya dönüşür. Sonra aynı şekilde et
parçasına dönüşür. Sonra aynı şekilde kemikler oluşur. Sonra yüce Allah
onun yaratılışına düzgün bir şekil vermek isterse ona bir melek gönderir.

Melek, “Ya Rabbi erkek mi, kız mı, bahtsız mı, bahtlı mı, kısa mı, uzun mu,
eksik mi, fazla mı olacak? Rızkı nedir? Eceli ne kadardır? Sağlıklı mı,
hastalıklı mı?” diye sorar ve bütün bu hususlar yazılır.

Topluluktan bir adam, “Her şey tespit edilip belirlenmişse niçin amel
edilir?” diye sordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da, “Amel etmeye devam edin. Zira


herkes yaratıldığı amaç doğrultusunda yönlendirilecektir” buyurdu.[453]

Cennete veya Cehenneme Gideceğimiz Belliyse,


Neden İbadet Yapalım?
375. Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

“Biz Bakiu’l-Garkad (denilen Medine mezarlığın)’da Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm’ın da bulunduğu bir cenazede idik. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm (yanımıza) gelip oturdu. Yanında bir de baston vardı.
Bastonla yeri çizmeye başladı. Sonra başını kaldırıp:
“Sizden hiçbir kimse ve dünyaya gelen hiçbir nefis yoktur ki, Allah onun
cehennemden, ya da cennetten yerini yazmamış olsun; şaki veya said olarak
yazılmamış olsun” buyurdu.

Bunun üzerine (orada bulunan) cemaatten bir adam:

“Ya Resûlallah! Kaderimiz üzerinde durup ameli(mizi) bırakmayalım mı?


(Çünkü nasıl olsa kaderinde) saadet ehlinden olan cennete gidecek, şekavet
ehlinden olan da cehenneme gidecektir” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da: “Çalışınız, herkes (ne için yaratıldı


ise ona) kolayca eriştirilecektir. Saadet ehline saadet ehlinin ameli, şekavet
ehline de şekavet (ehlinin ameli) kolaylaştırılacaktır” buyurdu. Sonra (şu
ayet-i kerimeyi) okudu:

“Bundan dolayı kim (fakirlere) verir (günahlarından) korunursa ve en güzel


(söz)ü doğrularsa, ona en kolay (en rahat şeylerin yolun)u kolaylaştırırız.
Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp (Allah’a kulluğa) tenezzül
etmezse ve en güzel sözü de yalanlarsa, ona en güç şeylerin yolunu
kolaylaştırırız.”[454]

Başına Gelene ve Gelmeyene İnanmadıkça Hakiki


İmana Ulaşamazsın
376. Kadere iman, mü’minin âhiret hayatının nasıl olacağını
belirlemektedir. Kadere inanan kişi için cennet vaad edilirken, kaderi
reddedenin ve inanmayanın da cehenneme gideceği bildirilmiştir.

Velîd bin Ubâde radıyallâhü anh anlatıyor:

Ubâde bin es-Sâmit radıyallâhü anh ölüm döşeğine yatınca oğlu


Abdurrahman kendisine, “Babacığım! Bana tavsiyede/vasiyette bulun”
dedi.

O da “Beni oturtun” dedi ve oturttular. Sonra dedi ki:


“Oğlum! Allah’ın azabından sakın! (Bil ki) sen Allah’a inanmadıkça
Allah’ın azabından sakınmış olamazsın.

“Hayrıyla ve şerriyle kadere, başına gelenin zaten başına geleceğine, başına


gelmeyenin de zaten başına gelmeyecek olduğuna inanmadıkça da Allah’a
inanmış olmazsın. Zira ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı şöyle
buyururken işittim:

“Kadere iman böyle olur. Kim bu imana sahip olmadan ölürse cehenneme
gider.”[455]

Kaderin Belirlediği Dört Konu


377. Kaderle doğrudan ilişkili olan dört şey birbiriyle ilgilidir. Rızık ve ecel
kadere iman içinde yer alır; kader çizgisinde bulunur.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ademoğlu için şu dört konu kesin olarak kararlaştırılıp sonuçlandırılmıştır:

Yaratılışı, ahlâkı, rızkı ve eceli...”[456]

Kaderinde Varsa, Mutlaka Başına Gelir


378. Kader hiçbir şeyde şaşırmaz, hiçbir olayı atlamaz. Bizim hakkımızda
ezelde ne yazılmışsa mutlaka başımıza o gelir, yazılmayan da gelmez.
Çünkü Allah bir konuda karar vermiştir, hükmünü takdir etmişse onun başa
gelmemesi mümkün değildir.

Câbir bin Abdullah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir kul hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe; hatta başına
gelen bir şeyin kendisinden şaşırıp başka bir tarafa gitmeyeceğini, kendisini
atlayan bir şeyin de kendisine dönüp gelmesine imkân olmadığını kesinlikle
bilmedikçe gerçek imana erişmiş olamaz.”[457]

Allah Dilemedikçe Hiçbir Şey Olmaz


379. Kadere imanın en önemli yönü, başımıza gelen iyiliklerin ve
musibetlerin Allah’ın izni ve müsaadesi sayesinde gelmesidir. Gerçek
anlamda insanın iyilik ve kötülükte bir yaptırım gücü yoktur, her şey
Allah’a aittir.

Abdullah bin Abbas radıyallâhü anhüma, bir gün aynı binek üzerinde Allah
Resûlü aleyhissalâtü vesselam’ın arkasında otururken, Resûlullah’ın
kendisine şöyle buyurduğunu anlatıyor:

“Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim:

Allah’ı gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima)
yanında bulasın.

Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste. Yardıma muhtaç olduğunda,


Allah’tan yardım dile.

Şunu bil ki, bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa, Allah’ın takdiri
olmadan sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek
için toplansa, Allah’ın takdiri olmadan sana hiçbir şekilde zarar veremezler.

Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur


(hüküm kesinleşmiştir).”[458]

Cennet Ehli Cennetlik, Cehennem Ehli de


Cehennemlik İşler Yapar
380. Kimin cennete, kimin cehenneme gideceğini Allah biliyor ve kader
programına yazmıştır. Cennetlik insanları cennete götürecek amellerde
kullandığı gibi, cehennemlik insanları da cehenneme götürecek işlerde
kullanır. Hâliyle burada kişinin kendi iradesini kullanması söz konusudur.
Müslim bin Yesâr el-Cühenî radıyallâhü anh anlatıyor:

Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Cemaatten bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü! (kaderimiz ezelden yazılmış ise)
niye amel ediyoruz?” diye sordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şu açıklamayı yaptı:

“Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa, onu cennet ehlinin amelinde
çalıştırır. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu
cennetine koyar. Aksine, bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu
da cehennemliklerin amelinde kullanır. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir
ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.”[459]

Kaderi, Göz Değmesi Geçebilir


381. Kaderle nazar arasında sıkı bir ilişki vardır. Aslında kaderi hiçbir şey
geçemez, kaderde olacakları hiçbir olay değiştiremez. Değiştirecek olsaydı
bu olay göz değmesi olurdu. Bunun için nazardan sürekli Allah’a sığınmak
lazımdır.

Abdullah bin Abbas radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Göz değmesi haktır. Eğer kaderi (delip) geçecek bir şey olsaydı, bu, göz
değmesi olurdu. Yıkanmanız istenirse, yıkanın.”[460]

Kadere İman Eden, Kederden Kurtulur


382. Kadere imanın dünyada çok büyük faydaları vardır. Bir kere kadere
inanan, her şeyin Allah’ın takdiri ve izniyle olduğunu kabul eden insan
rahatlar, huzur kazanır, mutlu olur. Çünkü bilir ki, her şey kendisini yaratan
ve yaşatan Rabbinin bilgisi ve kontrolü altında bulunmaktadır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kadere iman eden, kederden ve üzüntüden kurtulur.”[461]

Kişinin Öleceği Yer Değişmez


383. Kur’ân’ın açıkça bildirdiği gibi, “Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.”
(Lokman, 31:34) Bu değişmez bir gerçektir, ama Cenâb-ı Hak da kişiye
öleceği yerde bir meşguliyet çıkarır, insan da ölümünden önce orada hazır
bulunur.

Matar bin Ukâmis radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah bir kulun belli bir yerde ölmesini takdir etmişse, oraya gitmesi için
ona bir iş yaratır.”[462]

Kaderi Ancak Dua Önler


384. Kaza, kaderde yazılmış olanların uygulamaya geçmesidir. Kaderde var
olan şeyler kaza edilmezse yaşanmamış olur. Dua bu yönüyle kaderde yazılı
şeylerin uygulanmasını durdurabilir. Bunun için her vesileyle duayı
arttırmalıdır, sık sık duaya başvurmalıdır.

Süleyman radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kazayı ancak dua önler, ömrü ise ancak iyilik artırır.”[463]

İlaç Kullanmak da Kaderdir


385. Hastalanınca perhiz yaparız, ilaç kullanırız. Acaba bu tedavi şekilleri
kaderi değiştirir mi, kaderde var olanları geri çevirir mi? Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ın verdiği cevap, bunların da bir kader olduğudur.
Yani kader hayatın bütününü içine alır, kaderden hiçbir şey kaçmaz.

Ebû Huzâme radıyallâhü anh’ın babası anlatıyor:

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a geldi ve şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Resûlü! Hastaya okumak ve ilaç kullanmak şeklindeki


tedaviler ve yaptığımız perhizler Allah’ın kaderinden bir şeyi önleyebilir
mi?”

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Onlar da Allah’ın kaderindendir.”[464]

Kaderi İnkâr, Belalara Sebep Olur


386. Kadere iman mutluluğun, huzurun ve hakiki bir imanın belirtisi olduğu
gibi, kaderi reddetmek ve inanmamak çeşitli belalaların ve musibetlerin
gelmesine sebep olur.

Nafi’ radıyallâhü anh anlatıyor:

“Abdullah bin Ömer’e bir adam gelerek ‘falan kimsenin sana selamı var’
dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şöyle dedi:

“Bana gelen bilgilere göre o kimse dine bid’at sokarak kaderi inkâr etmiş
biridir. Eğer gerçekten dine bid’at sokmuş biri ise benden ona selam
söyleme. Çünkü ben Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın şöyle
buyurduğunu işittim:

“Bu ümmette-veya ümmetimde-kaderi inkâr edenler yüzünden topluca yere


batma olayları, şekil-sima değişmesi şeklindeki belalar ve taşlar altında
kalmak gibi felaketler ve yıkıntılar altında kalmak şeklinde toplu ölümler
olacaktır.”[465]

Kader Üzerinde Tartışma!


387. Kader hakkında tartışılmamalıdır. Çünkü kaderi belirleyen, kaderde
olanları yazan Allahü Teâlâ’dır. Kaderi tenkit etmek, eleştiriye açmak,
Allah’ın takdirine karşı gelmektir. Oysa “Kaderi tenkit eden, başını örse
vurur, kırar.”

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Kureyş müşrikleri Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına gelerek


kader konusunda tartışmaya girdiler de şu ayetler nazil oldu:

“Yüzükoyun ateşe sürüklenecekleri o gün onlara şöyle denilecektir:


Cehennem ateşinin yakışını tadın bakalım! Şüphesiz biz her şeyi belli bir
plan ve ölçüye göre yarattık.”[466]

Kaderi Tartışanlarla Oturma!


388. Kaderin tartışıldığı meclislerde bulunmamalı, böyle bir mecliste yer
almamalıdır. Kader hakkında ileri geri konuşanlara da itibar etmemelidir.
Çünkü kader gibi konularda tartışma yapılmaz. Bilenlere sorulur, öğrenilir.

Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kaderi tartışma konusu yapanlarla ne oturun; ne de onlarla bu konuyu


konuşun!”[467]

Kaderi İnkâr Edenler Deccâl’in Ordusudur


389. Kadere inanmayanlar hakkında Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam’ın çok etkili sözleri vardır. Onları mü’min saymadığı için Mecusi
olduklarını söylemekte, öldüklerinde cenaze namazlarına gidilmemesini
tenbih etmektedir.

Huzeyfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Her ümmetin bir mecusisi vardır. Bu ümmetin mecusisi de ‘kader yoktur’
diyenlerdir. Onlardan kim ölürse cenazelerinde bulunmayın, onlardan kim
hastalanırsa onu ziyaret etmeyin. Çünkü onlar Deccalin ordularıdır. Allah
kesinlikle onları Deccale kavuşturacaktır.”[468]

“Keşke” Demek Şeytandandır


390. Bu kelime çok kullanılır. Oysa ne kadar yanlış ve hatalıdır. “Keşke”
demek, kaderi tenkit, takdire karşı gelmek, Allah’ın iradesini beğenmemek
anlamlarına geliyor. Bu kelimeyi şeytan söyletiyor. Ağza alınmamalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kuvvetli mü’min, Allah katında zayıf mü’minden daha sevgili ve daha


hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye
karşı gayret göster, Allah’tan yardım dile, acizlik gösterme. Bir musibet
başına gelirse: ‘Keşke şöyle yapsaydım, bu başıma gelmezdi!’ deme. ‘Allah
takdir etmiştir. Onun dilediği olur!’ de! Zira ‘Keşke’ kelimesi şeytanın işine
kapı açar.”[469]

Kader Hakkında Konuşmak Şerli İnsanların


İşidir
391. Kaderi tartışma, kaderi eleştirme, kadere suç atma gibi konuşmalar
mü’mince bir tavır değildir. Çünkü kaderle cedelleşmek şerli insanların
işidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kader hakkında konuşmak, bu ümmetin şerlilerine yasaklandı.”[470]

Kuşlar Kaderle Hareket Eder


392. Kader sadece insanla ilgili bir mesele değildir. Kâinat, çok hassas bir
kader kalemiyle çizilmiştir, içindeki her şey belli bir ölçüye göre
yaratılmıştır. Kur’ân’ın verdiği habere göre, bir yaprak dahi ancak Allah’ın
bilgisiyle ağaçtan kopup yere düşer. Buna göre kuşlar da kadere göre
hareket eder.

Hz. Âişe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kuşlar kaderle hareket ederler.”[471]

İnsanın Fıtratı Değişmez


393. Her şey kaderle bağlı olduğu gibi, insanın yaratılışı ve yapısı anlamına
gelen fıtrat da kaderle bağlıdır. İnsan hangi hâl üzere yaratılmışsa ona göre
hayatını devam ettirir. İnsanın huyu değişmese de, müsbete, olumlu hâle
çevrilebilir.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Bizler Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında, istikbalde alacakları


kendi aramızda konuşurken, birden Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle
buyurdu:

“Bir dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın. Ama bir adamın


huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın. Çünkü kişi hangi fıtratta
yaratılmışsa, neticede ona döner.”[472]

Her Şey Allah Dilediği İçin Olur


394. Yahudinin biri Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gelerek iradeyi
(dilemeyi) sordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam “Dileme yalnızca Allah’a mahsustur”


buyurdu. Yahudi:
“Ben şu anda kalkmak istersem, buradaki irade bana ait olmaz mı?” diye
sordu. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“Senin kalkmanı Allah dilemiştir” buyurdu. Yahudi bu kez:

“Pekiyi, ben oturmak istiyorum. Buna ne buyurursunuz?” deyince


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“Allah senin oturmanı dilemiştir” buyurdu. Yahudi:

“Ben şu hurma ağacını kesmek istiyorum” dedi. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam buna da:

“Eğer Allah kesmeni dilemişse onu kesebilirsin” karşılığını verdiler.


Yahudi:

“Ben istersem o ağacı kesmekten vazgeçebilirim” dediğinde de:

“Bu, Allah’ın senin vazgeçmeni takdir etmesidir” dediler. Bu sırada Cebrail


aleyhisselam inerek:

“İbrahim’e delil getirmesi ve cevap vermesi telkin edildiği gibi sana da


telkin edilmiştir” dedi.

Bu olay üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu: “(Ey mü’minler! Kâfirlerin


kinini artırmak için) hurma ağaçlarından kesmeniz veya kökleri üzerinde
dikili bırakmanız hep Allah’ın izniyledir. Bu (O’nun) fâsıkları rezil etmesi
içindir.”[473]

[446] Müslim, İman:1; Nesâî, İman:6; Ebû Dâvud, Sünnet:17; Tirmizî,


İman:4.

[447] el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:15493.

[448] Ebû Dâvud, Cihad:35.

[449] Tirmizî, Kader:18; Müslim, Kader:4.


[450] Tirmizî, Tefsirü Kur’ân: Ebû Dâvud, Sünnet:16.

[451] Tirmizî, Kader:15.

[452] Tirmizî, Kader:3; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11816.

[453] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11807.

[454] Ebû Dâvûd, Sünnet:16.

[455] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11837-8.

[456] Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat Hadis No:1573; el-Heysemî,


Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11825.

[457] Tirmizî, Kader:10.

[458] Müsned, 1:293; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:59.

[459] Muvatta, Kader 2; Tirmizî, Tefsirü Sûre-i A’raf; Ebû Dâvud,


Sünnet:17.

[460] Müslim, Selam:42; Tirmizî, Tıb:19.

[461] Mucemu’s-Sağîr, 1682, Hadis No:3101.

[462] Tirmizî, Kader:11.

[463] Tirimizi, Kader:6; İbni Mâce, Mukaddime:10.

[464] Müslim, Kader:4; Tirmizî, Tıb:21; Kader:12.

[465] Tirmizî, Kader:16; Müslim, Kader: 7; İbn Mâce, Fiten:29.

[466] Kamer Sûresi: 48-49; Tirmizî Kader:19; Müslim, Kader:4; İbn Mâce,
Mukaddime:10.

[467] Ebû Davud, Kader:20.


[468] Ebû Dâvûd, Sünnet:16.

[469] Müslim, Kader:34.

[470] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11855.

[471] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11902.

[472] Müsned, 6:443; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11827.

[473] (Haşr, 59:5; Beyhakî, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât s. 111 (Evzâi’den).


Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe Tercümesi, 3:298-299.

Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur


(hüküm kesinleşmiştir).”[458]

“Bir dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın. Ama bir adamın


huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın. Çünkü kişi hangi fıtratta
yaratılmışsa, neticede ona döner.”[472]

“Allah bir kulun belli bir yerde ölmesini takdir etmişse, oraya gitmesi için
ona bir iş yaratır.”[462]

[473] (Haşr, 59:5; Beyhakî, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât s. 111 (Evzâi’den).


Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe Tercümesi, 3:298-299.

[471] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11902.

[472] Müsned, 6:443; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11827.

[469] Müslim, Kader:34.

[470] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11855.

[464] Müslim, Kader:4; Tirmizî, Tıb:21; Kader:12.

[465] Tirmizî, Kader:16; Müslim, Kader: 7; İbn Mâce, Fiten:29.

[462] Tirmizî, Kader:11.


[463] Tirimizi, Kader:6; İbni Mâce, Mukaddime:10.

[460] Müslim, Selam:42; Tirmizî, Tıb:19.

[461] Mucemu’s-Sağîr, 1682, Hadis No:3101.

[459] Muvatta, Kader 2; Tirmizî, Tefsirü Sûre-i A’raf; Ebû Dâvud,


Sünnet:17.

[468] Ebû Dâvûd, Sünnet:16.

[466] Kamer Sûresi: 48-49; Tirmizî Kader:19; Müslim, Kader:4; İbn Mâce,
Mukaddime:10.

[467] Ebû Davud, Kader:20.

[453] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11807.

[454] Ebû Dâvûd, Sünnet:16.

[451] Tirmizî, Kader:15.

[452] Tirmizî, Kader:3; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11816.

[449] Tirmizî, Kader:18; Müslim, Kader:4.

[450] Tirmizî, Tefsirü Kur’ân: Ebû Dâvud, Sünnet:16.

[457] Tirmizî, Kader:10.

[458] Müsned, 1:293; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:59.

[455] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11837-8.

[456] Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat Hadis No:1573; el-Heysemî,


Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11825.

[448] Ebû Dâvud, Cihad:35.


[446] Müslim, İman:1; Nesâî, İman:6; Ebû Dâvud, Sünnet:17; Tirmizî,
İman:4.

[447] el-Heysemî. Câmiü’l-Ehâdîs, Hadis No:15493.

“Kazayı ancak dua önler, ömrü ise ancak iyilik artırır.”[463]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da, “Amel etmeye devam edin. Zira


herkes yaratıldığı amaç doğrultusunda yönlendirilecektir” buyurdu.[453]

“Bir kul hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe; hatta başına
gelen bir şeyin kendisinden şaşırıp başka bir tarafa gitmeyeceğini, kendisini
atlayan bir şeyin de kendisine dönüp gelmesine imkân olmadığını kesinlikle
bilmedikçe gerçek imana erişmiş olamaz.”[457]

“Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa, onu cennet ehlinin amelinde
çalıştırır. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu
cennetine koyar. Aksine, bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu
da cehennemliklerin amelinde kullanır. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir
ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.”[459]

“Bundan dolayı kim (fakirlere) verir (günahlarından) korunursa ve en güzel


(söz)ü doğrularsa, ona en kolay (en rahat şeylerin yolun)u kolaylaştırırız.
Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp (Allah’a kulluğa) tenezzül
etmezse ve en güzel sözü de yalanlarsa, ona en güç şeylerin yolunu
kolaylaştırırız.”[454]

“Her ümmetin bir mecusisi vardır. Bu ümmetin mecusisi de ‘kader yoktur’


diyenlerdir. Onlardan kim ölürse cenazelerinde bulunmayın, onlardan kim
hastalanırsa onu ziyaret etmeyin. Çünkü onlar Deccalin ordularıdır. Allah
kesinlikle onları Deccale kavuşturacaktır.”[468]

3. Kadere iman.”[448]

“Kuşlar kaderle hareket ederler.”[471]

“Göz değmesi haktır. Eğer kaderi (delip) geçecek bir şey olsaydı, bu, göz
değmesi olurdu. Yıkanmanız istenirse, yıkanın.”[460]
“Bu ümmette-veya ümmetimde-kaderi inkâr edenler yüzünden topluca yere
batma olayları, şekil-sima değişmesi şeklindeki belalar ve taşlar altında
kalmak gibi felaketler ve yıkıntılar altında kalmak şeklinde toplu ölümler
olacaktır.”[465]

“Allah’ın kendisi için takdir ettiği şeye razı olması Âdemoğlunun


bahtiyarlığındandır, Allah’ın kendisine takdir ettiği şeye razı olmaması da
onun bahtsızlığındandır.”[451]

“Kuvvetli mü’min, Allah katında zayıf mü’minden daha sevgili ve daha


hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye
karşı gayret göster, Allah’tan yardım dile, acizlik gösterme. Bir musibet
başına gelirse: ‘Keşke şöyle yapsaydım, bu başıma gelmezdi!’ deme. ‘Allah
takdir etmiştir. Onun dilediği olur!’ de! Zira ‘Keşke’ kelimesi şeytanın işine
kapı açar.”[469]

“Kader Tevhidin nizamıdır(düzenidir). Kim Allah’ı birler ve kadere iman


ederse sağlam bir ipe tutunmuş olur.”[447]

‘Kim bu inanç dışında ölürse, o benden değildir.’”[450]

“Kader hakkında konuşmak, bu ümmetin şerlilerine yasaklandı.”[470]

“Yüzükoyun ateşe sürüklenecekleri o gün onlara şöyle denilecektir:


Cehennem ateşinin yakışını tadın bakalım! Şüphesiz biz her şeyi belli bir
plan ve ölçüye göre yarattık.”[466]

Yaratılışı, ahlâkı, rızkı ve eceli...”[456]

‘Doğru söyledin!’ diye tasdik etti.”[446]

“Ey Hattâb oğlu Ömer! Önceden takdir edilip tamamlanan bir iş için çalışıp
çabalıyoruz. Herkes kendisine takdir edilen işi kolaylıkla başaracaktır. Ne
var ki, saadet (cennet) ehlinden olan şüphesiz saadet için çalışıp
çabalayacaktır. Şekavet (cehennem) ehlinden olanlar ise şekavet için çalışıp
çabalayacaktır.”[452]
Bu olay üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu: “(Ey mü’minler! Kâfirlerin
kinini artırmak için) hurma ağaçlarından kesmeniz veya kökleri üzerinde
dikili bırakmanız hep Allah’ın izniyledir. Bu (O’nun) fâsıkları rezil etmesi
içindir.”[473]

“Kadere iman eden, kederden ve üzüntüden kurtulur.”[461]

“Onlar da Allah’ın kaderindendir.”[464]

“Allah her şeyi ve herkesin kaderini gökler ve yeryüzü yaratılmadan elli bin
sene önce yazıp takdir etmiştir.”[449]

“Kaderi tartışma konusu yapanlarla ne oturun; ne de onlarla bu konuyu


konuşun!”[467]

“Kadere iman böyle olur. Kim bu imana sahip olmadan ölürse cehenneme
gider.”[455]
SÜNNETE GÖRE GÜZEL
AHLÂK
AHLÂK, İNSANIN İNSAN OLMA ÖZELLİĞİDİR, imanının hayata
geçmesi, inandığı gibi hareket etmesidir.

Ahlâk Müslümanca davranıştır, Müslümanca yaşamaktır, İslâm’a göre bir


hayat geçirmektir.

Mü’min ahlâkıyla değer kazanır, ahlâkıyla yücelir, ahlâkıyla anlam taşır,


ahlâkıyla tanınır, sevilir.

Ahlâkta en mükemmel örnek, şaşmayan rehber, Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam’dır. Ahlâkın bütün güzellikleri Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam’ın kişiliğinde toplanmış, dünyaya, insanlığa ondan yayılmıştır.

Çünkü Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam güzel ahlâkın menbaı,


kaynağı ve güneşidir. Peygamberimiz’e güzel ahlâkı doğrudan Cenâb-ı Hak
öğretmiş, “Sen hiç şüphesiz yüce bir ahlâk üzeresin”[474] buyurarak onun
ahlâkını methetmiştir.

Bu bölümde yer alan hadisler, Peygamberimiz’in bu eşssiz, güzel ahlâkını


anlatan hadislerdir. Bu hadisler sadece birer örnek ve nümunedir, bu konuda
yazılmış binlerce cilt kitap mevcuttur.

Bu hadislerden herbirini okudukça kendimizi o aynaya karşı tutacak ve


hayatımıza geçireceğiz.

En Mükemmel Mü’min, Ahlâkı Güzel Olandır


395. Ahlâk bir iman işidir, imanın bir yansımasıdır, imanın gözle görülür
hâle gelmesidir. Ahlâkımız ne kadar güzelse o kadar mükemmel bir imana
sahibiz demektir. Bu yönüyle ahlâkî özelliğimiz, imanımızın teste tabi
tutulmasıdır. İman puanımızla ahlâkımız derece kazanacaktır.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanıdır.


Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.”[475]

Resûlullah’ın Ahlâkı Kur’ân Ahlâkıydı


396. En güzel ahlâk Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın ahlâkıdır.
Peygamberimiz’in ahlâkının kaynağı da Kur’ân’dır. Kur’ân ise Allah’ın
kelamı olduğuna göre, Peygamberimiz’in ahlâkı da İlâhî’dir,
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam özel olarak Allah tarafından
yetiştirilmiştir, eğitilmiştir. Bunun için ahlâkta Peygamberimiz’i takip
ediyoruz.

Sa’d bin Hişam radıyallâhü anh anlatıyor:

Hz. Âişe’ye, “Resûlullah’ın ahlâkı nasıldı?” diye sorduğumda, “Yüce Allah


onun için ‘Sen hiç şüphesiz yüce bir ahlâk üzeresin’ buyurmuştur. Onun
ahlâkı Kur’ân ahlâkıydı” buyurdu.[476]

Resûlullah’ın Ahlâkı Mü’minûn Sûresi’ydi


397. Mü’minûn Sûresi’nin ilk on ayeti Peygamberimiz’in ahlâkının
kaynağını bilidiriyor:

“Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Onlar namazlarında derin bir saygı ve tevazu içindedirler.

Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.

Onlar zekât için çalışırlar.

Onlar iffetlerini korurlar. Ancak eşlerine ve ellerinin altındakilere karşı


müstesna bunlar kınanmazlar.
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar hadlerini aşmış olanlardır.

O mü’minler, emanete ve verdikleri söze uyarlar.

Onlar namazlarını gözetir ve korurlar.

İşte onlar gerçek mirasçıların tâ kendileridir.

Onlar Firdevs cennetine mirasçı olacaklardır.”

Yezid bin Babenus radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ahlâkını Hz. Âişe’ye sorunca,


“Mü’minun Sûresi’ni oku, işte ahlâkı böyleydi.” buyurdu.[477]

Mü’minûn Sûresi İnince Peygamberimiz’in


Okuduğu Dua
398. Hz. Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a vahiy geldiği zaman başının ucunda arı


uğuldamasına benzeyen bir ses işitilirdi. Bir gün kendisine vahiy gelmişti.
Bir süre bekledik, sonra vahiy durumu ondan kaldırıldı. Sonra Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam kıbleye karşı durdu, ellerini kaldırdı ve şöyle
buyurdu:

“Allahım, bizi eksiltme, arttır; bizi hor kılma, şereflendir; bizi mahrum
etme, bize ihsan et; başkalarını bize değil, bizi başkalarına üstün kıl; bizden
razı ol, bizi de hoşnut kıl.” Sonra da, “Bana on âyet indirildi; kim bu
âyetlerin hakkını verirse cennete girer” buyurdu.[478]

Kur’ân Neye Razı Olursa Peygamberimiz Ona


Razı Olurdu
399. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın ahlâkı Kur’ân’ın birebir
kendisiydi. Kur’ân neyi kabul ediyorsa, neyi beğeniyorsa, neye önem
veriyorsa ve neye razı oluyorsa Peygamberimiz de onlara uyuyor ve razı
oluyordu.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Hz. Âişe’ye Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ahlâkı sorulunca, “Ahlâkı,


Kur’ân ahlâkıydı. Kur’ân’ın razı olduğuna razı olur, Kur’ân’ın öfke
duyduğuna öfke duyardı” buyurdu.[479]

Resûlullah’ın Güzel Ahlâk Duası


400. Güzel ahlâkın tamamına sahip olan Sevgili Peygamberimiz sahip
olduğu güzel ahlâkın bir Allah vergisi olduğunu dile getirmekle birlikte,
aynı ahlâk üzere sabit kalmayı da istiyordu. Asıl bu duaya bizim çok
ihtiyacımız vardır.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam çokça şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Beni sıhhatli, iffetli, güvenli, güzel ahlâklı ve takdire razı olan
biri kıl.”[480]

Güzel Ahlâk Duası Yapmalı


401. Peygamberimiz’in sürekli yaptığı bir güzel ahlâk duası vardır. Bu dua
çok meşhurdur ve bütün dua kitaplarında yer alır. Bu duayı ezberleyip
okumak daha kolaydır.

Hz. Âişe radyallahu anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle dua ederdi:

“Allah’ım yaratılışımı güzel yaptın, aynı şekilde ahlâkımı da


güzelleştir.”[481]
Resûlullah Kötü Ahlâktan Allah’a Sığınırdı
402. Güzel ahlâk edinme duası olduğu gibi, kötü ve çirkin ahlâktan Allah’a
sığınma duası da vardır. Her iki duayı da yapmak önemlidir. Birini isterken,
diğerini istemiyoruz.

Kutbe bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Beni amellerin, ahlâkın, arzuların ve hastalıkların kötü


olanlarından uzak tut.”[482]

Güzel Ahlâk, Namaz ve Oruç Gibidir


403. Güzel ahlâk, namaz ve oruç gibi önemlidir ve bir ibadettir. Bir mü’min
için namaz ne kadar lazımsa ve imanın bir gereği ise, güzel ahlâk da
öyledir. Bunun için güzel ahlâkı, namazdan ve oruçtan ayrı görmemelidir.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min güzel ahlâkı sebebiyle (gündüzlerini) oruçla, (gecelerini) namazla


geçiren kişinin derecesine ulaşır.”[483]

En Sevimli İnsan Ahlâkı Güzel Olandır


404. Allah’ın en çok sevdiği insan ahlâkı güzel olan insandır. Allah’ın
sevimli ve sevgili kulu olmanın tek yolu budur. Bunun için özel bir çaba
içine girmek lazım.

Üsame Bin Şerik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında oturuyorduk. Sanki başımızın


üstünde kuş varmış gibi sessiz ve hareketsiz duruyorduk. O sırada bir grup
insan gelerek Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a, “Allah’a kullarından en
sevgili olanı hangisidir?” dediler. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:
“Ahlâkı en güzel olanıdır.” buyurdu.[484]

Güzel Ahlâk Günahları Eritir


405. Hepimizin bildiği şey, bir günah işleyince tevbe ve istiğfar etmektir.
Oysa günahları eriten ve temizleyen bir başka yol da güzel ahlâka sahip
olmaktır. Zaten güzel ahlâka sahip olan insan büyük günahlardan uzak
durmaya çalışır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. Kötü ahlâk da
sirkenin balı bozduğu gibi amelleri bozar.”[485]

Allah’tan Gereği Gibi Hayâ Et


406. Hayâ, güzel ahlâk denince ilk akla gelen vasıflardan birisidir. Çünkü
hayâ, güzel ahlâkın en önemli özelliğidir. Hayâ olmazsa, güzel ahlâktan söz
edilmez. Bunun için Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam gerçek anlamda
bir hayâya sahip olmayı tavsiye eder.

İbn Mes’ûd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’tan gerektiği gibi hayâ edin!”

“Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a hamdolsun, O’na karşı hayâlı davranıyoruz”


dediğimizde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’tan hakkıyla hayâ eden kişi, başı ile düşüncelerini, midesi ile
içindekileri haram olan şeylerden uzak tutsun.

“Ölümü ve kabirde çürüyeceğini her an hatırlasın.


“Âhireti arzulayan kişi, dünya süsünü bırakır.

“İşte bunu yapan kişi, Yüce Allah’tan gereği gibi hayâ etmiş olur.”[486]

Hayâya Sahip Çık


407. Günümüzde hayânın ne kadar büyük bir önem taşıdığını daha
yakından görüyoruz. Toplumda ve bireylerde hayâ gittikçe azalmaya ve
kalkmaya yüz tutmuş. Elimizden çıkmak üzere olan bu hayâ nimetine bir an
önce sahip çıkmalıyız.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bu ümmetten ilk kalkacak olan şey, hayâ ve emanet duygusudur. En sona
kalacak olan ise namazdır.”[487]

Hayâ İmandandır
408. İman denince, hemen peşinden hayâ gelir. Bir insanın, imanının
derecesi hayâsından belli olur. Ne kadar hayâlıysa o kadar imanlıdır. Çünkü
hayâ imanın şaşmaz bir ölçüsüdür.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bir gün Ensâr’dan bir kimsenin yanından


geçiyordu. Ensârlı olan kişi, kardeşine hayâsından dolayı sitem ediyordu.
Resûlullah aleyhissalatü vesselam, “Ona ilişme, çünkü hayâ imandandır”
buyurdu.[488]

İman ile Hayâ Beraberdir


409. İmanla hayâ, insandaki bedenle ruh gibidir. Beden ruhla ayakta olduğu
gibi, iman da hayâ ile ayaktadır. Hayâ gittikten sonra artık imanın
varlığından söz edilmez.
İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hayâ ve iman birbirinden ayrılmaz iki dosttur. Biri gidince, öbürü de


gider.”[489]

Hayâ İnsanı Süsler


410. Mü’minin süsü ve ziyneti vardır. En parlak süsü ve güzelliği ise
hayâsı, utanması ve utangaçlığıdır. Hayânın yerine bir insanda çirkinlikler
varsa, üzerinden hiç leke eksik olmaz.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kötülük ve çirkin hareketler kimde varsa ve nerede olursa, onu mutlaka


lekeler. Hayâ da kimde varsa ve nerede olursa, onu mutlaka süsler.”[490]

Nezakette Bereket Vardır


411. Nezaket, incelik, kibarlık ve saygılı olmaktır. Tersi sertlik, terslik ve
kabalıktır. Nazik insanlar bereketli, verimli insanlardır, herkes onlardan
yararlanır. Bir insanda naziklik yoksa o her şeyden yoksun kalmıştır.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Nezaket öyle bir şeydir ki onda artış ve bereket vardır. Nezaketten mahrum
olan, hayırlardan mahrum olur.”[491]

Ev Halkının Nazik Olması Allah’ın Lütfudur


412. Bir evde, bir ailede olması gereken en güzel alışkanlık, bireylerin
nezaketleri ve kibarlıklarıdır. Bu güzellik aynı zamanda Allah’ın o aileye
çok özel bir lütfudur.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ey Âişe, nazik ol! Zira Allah bir ev halkına hayır dilerse, onları nezaket
kapısına yönlendirir.”[492]

Sade Yaşamak İmandandır


413. İman sade yaşamayı gerektirir. Sadelik imani bir özelliktir. Mü’min
lüksten, israftan ve şatafattan uzak durur. Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam kendisi çok sade ve gösterişsiz yaşadığı gibi, Sahabiler de
öyleydi. Bizim de sadeliği tercih etmemizi tavsiye eder.

Ebû Ümâme İyâs bin Sa’lebe el-Ensârî el-Hârisî radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir gün Sahabiler Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın huzurunda


dünyadan bahsettiler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm
şöyle buyurdu:

“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır;


sade hayat sürmek imandandır.”[493]

“Allah’a İnandım” de, Dosdoğru Ol!


414. Her işin başı doğruluk ve doğru yaşamaktır. Kur’ân, “Emrolunduğun
gibi dosdoğru ol!”[494] emriyle bu hakikatin temelini belirler. Mü’min doğru
olmalı ve doğru durmalıdır; “Doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e layık
doğruluğu ve istikameti” esas almalıdır.

Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân bin Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:
“Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden
başkasına sormaya ihtiyaç duymayayım, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem:

“Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu.[495]

Rabbinize Kavuşana Kadar Sabredin!


415. Sabır en büyük sermayedir, yerinde ve zamanında kullanılmalı, bir
çırpıda tüketilmemelidir. Geçmişe ve geleceğe dağıtılmamalı, yaşanan an
için harcanmalıdır. Özellikle zaman kötüye gittikçe sabır nimeti daha
dikkatli kullanılmalıdır.

Zübeyr bin Adî radıyallâhü anh anlatıyor:

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh’a gittik ve Haccac’ın zulmünden şikâyet


ettik. Enes şöyle dedi:

“Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün, geçen günden daha
kötü olacaktır. Ben bunu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan
duydum.”[496]

Hiçbir İyiliği Küçük Görme!


416. İnsan çok küçük ve çok basit bir şeyle sevinebiliyor. Küçük bir hediye
ile gönlü alınabiliyor. Bazen bir gülücük bile yetebiliyor. Maksat Allah
rızası ise, Allah’ın rızasının nerede gizli olduğunu bilemeyiz.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana (hitaben) şöyle buyurdu:

“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi bir iyiliği bile sakın küçük
görme!”[497]

Din Kardeşini Hor Görme!


417. İnsan, kâinatın küçük bir örneğidir. Allah herşeyi insan için
yaratılmıştır. Osmanlı “Hazret-i insan” sözüyle insana büyük bir değer
vermiştir. Bunun için hiç kimseyi küçümsememelidir. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam de bu gerçeği hatırlatmaktadır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hiyanet etmez, yalan söylemez ve


onu yardımsız bırakmaz.

“Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ


buradadır.

“Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi


yeter.”[498]

Mü’minleri Sevmeli ve Acımalı


418. Mü’minler birbirlerini sevip tek vücut oldukça imanın hazzını alırlar.
Çünkü sevgi ilaç gibidir. Mü’minler birbirlerini sevdikçe de dünyayı
cennete çevirirler. Bunun için sevgiyi hep öne çıkarmalıdır.

Numân bin Beşir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini


korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman,
diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[499]

Kendin İçin İstediğini Din Kardeşin İçin de İste


419. İnsan diğergâm yaratılmıştır, kendinden çok başkasını düşünmeli,
duygu paylaşımına gitmelidir. Yaşamayı değil de, yaşatmayı öne
çıkarmalıdır.
Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip
arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[500]

Din Kardeşin Zâlim de Olsa Yardım Et!


420. Amaç mü’min kardeşini yanlışlarından kurtarmaktır. Zulme uğrayanı
kurtarmak kadar, zulmedeni zulmünden çevirmek, zulmünü engellemek de
önemlidir. Böylece o kişi zulmünden vazgeçebilir

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Din kardeşin zalim de olsa, mazlum da olsa ona yardım et.” Bir adam:

“Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse


nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm:

“Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona


yardım etmektir” buyurdu.[501]

Ayıpları Ört Ki, Ayıbın Örtülsün


421. Bir ayıbımızın, hatamızın açığa çıkmasını, konuşulmasını istemeyiz.
Aynı şekilde bir kardeşimizin ayıplarını görmezden gelir, örtersek, Allah da
âhirette bizim kusurlarımızı kimseye göstermez.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde
Allah da onun ayıbını örter.”[502]

Hoşgörülü Ol!
422. Hoşgörülü olmak insaflı olmaktır, insanları bir kaşık suda
boğmamaktır. İnsan hatasız olmaz, hatasız dost arayan dostsuz kalır. Biz
başkasına hoşgörülü olursak, başkası da bize hoşgörü gösterir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hoşgörülü ol ki, sana da hoşgörülü olarak davranılsın.”[503]

Cömert ve Hoşgörülü Ol!


423. Cömertlik de, hoşgörülü olmak da bir kalite meselesidir. Önemli olan
Allah’ın sevdiği huyları elde etmektir. Böylece Allah’a olan yakınlığımız
artar. Tersi ise, insana değer kaybettirir.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah iki huyu sever, iki huyu da sevmez: Allah’ın sevdiği huylar,
cömertlik ve hoşgörülü olmaktır. Sevmediği huylar ise kötü ahlâk ve
cimriliktir.

“Allah bir kul hakkında hayır dilerse, onu insanların ihtiyacını gidermede
kullanır.”[504]

Cimri ve Korkak Olma!


424. Mü’mine ne cimrilik yakışır, ne de korkaklık. Her ikisi de insanı yalnız
bırakır, içine kapanık yapar. Oysa insan imanın verdiği enerjiyle
yaşamalıdır. Böylece şevkli olur ve kendini yeniler.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir adamdaki en kötü şey, aşırı cimrilik ve korkaklıktır.”[505]

Zekât Veren Cimri Olmaz


425. Cömertliğin bir ölçüsü olduğu gibi, cimiriliğin de bir ölçüsü vardır.
Her sene malının zekâtını veren, misafirini ağırlayan ve insanlara yardım
eden cimri sayılmaz.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Zekâtı veren, misafiri ağırlayan ve felaket anında başkalarına yardım eden


kimsenin cimrilikle bir ilgisi yoktur.”[506]

Cömert Olarak Dine Yardım Edin!


426. Dine hizmetin bir yolu, bir şekli de cömertlik ve güzel ahlâk sahibi
olmaktır. Bu davranışlar söz dili değil, hâl dilidir. İnsan böylece lisân-ı
hâliyle dinine hizmet eder.

Ebû Sehl el-Vâsıt radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah bu dini kendisi için seçmiştir. Bu dini ıslah etmek, cömertlik ve iyi
ahlâk sayesinde olur. Bu sebeple bunlarla bu dine ikramda bulunun.”[507]

Resûlullah İnsanların En Cömerdi İdi


427. Cömertlikte örnek alacağımız bir tek insan varsa, o da Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’dır. O her zaman cömertti, cömertlikte zirvede ve en
üst derecedeydi. Cömert olmakta Peygamberimiz’i ne kadar taklit edersek o
kadar cömertliği yaşarız.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, insanların en güzeli, en cömerdi ve en


yiğidi idi.”[508]

Resûlullah Bir Şey İsteyene Hayır Demezdi


428. İsteyeni boş çevirmemek çok üstün bir ahlâk olduğu kadar, her zaman
yapabilmek de çok sağlam bir iman gerektirir. İşte bu ahlâk ve iman
Peygamberimiz’de mevcuttu.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan bir şey istenip de, onun ‘hayır’


dediği olmamıştır.”[509]

Küçüklere Acıyın, Büyüklere Hürmet Edin!


429. İmanı sürekli yüreğinde hissetmenin en önemli bir yönü de şefkatli ve
saygılı olmaktır. Bu duyguya gittikçe ihtiyacımız artıyor.

Amr bin Şuayb radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Küçüklerimize acımayan, büyüklerimizin (büyüklük) şerefini tanımayan


bizden değildir.”[510]

Yaşlıya, Hafıza ve Devlet Başkanına Saygı Göster!


430. Yaşlı insanlar, hafızlar ve adaletli devlet büyükleri saygıyı hak eden
insanlardır. Her üçü de ömürlerini Allah yolunda geçirmişlerdir, bunlara
saygı, Allah’a saygı anlamına gelir.

Ebû Mûsâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Saçı-sakalı ağarmış Müslümana, aşırı gitmeyip ahkâmıyla amel etmekten


kaçınmayan Kur’ân hâfızına ve âdil hükümdara saygı göstermek, Allah
Teâlâ’ya duyulan saygı ve ta’zimden ileri gelir.”[511]

Yaşlıya Saygı Göster, Cennette Resûlullah ile Ol!


431. Mü’minin hedefi, cennette Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile
beraber olmaktır. Bu nimetin bir yolu da yaşlı mü’minlere saygı göstermek,
onlara yardımcı olmaktır. İkincisi de, küçüklere şefkatli ve merhametli
olmaktır. Her ikisi de elimizden gelir ve zaten insanî bir görevdir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey Enes, yaşlılara saygı göster, küçüklere de merhamet et ki, cennette bana
arkadaş olasın.”[512]

Âlime İlminden Dolayı Yer Ver


432. Bir mecliste yaşlı büyüklerimize, âlimlere ve devlet başkanlarına yer
göstermek bir iman alametidir, bir İslâm ahlâkıdır, aynı zamanda bir
ibadettir. Zaten bunlar bizim örf ve adetlerimizde de mevcuttur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sadece şu üç kişiye mecliste yer açılır:


“Yaşlı kişiye yaşından dolayı,

“Âlime ilminden dolayı,

“Devlet başkanına makamından dolayı...”[513]

Sözü Büyüklere Verin


433. Yaşlı insanlara söz vermek, onların sözünü dinlemek, konuşmalarına
fırsat tanımak önemli bir sünnettir. Gençleri kırmadan bu sünneti yaşatmaya
çalışmalıdır.

Câbir radıyallâhü anh anlatıyor:

Cüheyne heyeti Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldiğinde bir genç


konuşmak için kalkınca Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yavaş ol! Büyükler nerede?”[514]

Bereket Büyüklerinizin Yanındadır


434. Bereket Allah’ın mü’minlere özel bir ikramıdır. Bu özelliği hayata
geçirmeyi ihmal etmemeli, canlı hâle getirmelidir. Büyüklerimizin hatırını
saymalı, gönüllerini kazanmalıyız. Kuşak çatışmasının önünü almanın yolu
da bu anlayıştır.

İbn Abbâs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bereket büyüklerinizle beraberdir.”[515]

Gençken Yaşlıya Saygı Göster Ki, İleride Saygı


Göresin!
435. “Ne ekersen, onu biçersin” derler. Bir de “Kendine yatırım yap” denir
ya! İşte en güzel yatırımlardan biri de “Saygı göster ki, saygı göresin!” Bu
alışkanlığı, yaşayarak gençlere anlatmak gerekir.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında
hizmet edecek kimseler lütfeder.”[516]

Bütün İnsanlara Merhamet Et!


436. İnsan olması hasebiyle herkes merhameti hak eder ve merhamete
ihtiyacı vardır. Layık ve muhtaç olmaları hâlinde merhameti hiçbir insandan
esirgememelidir. Bu hadis, Peygamberimiz’in hangi inançtan olursa olsun
insana verdiği değeri gösteriyor.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden sadece merhametli olanlar cennete girer.”

“Ey Allah’ın Resûlü! Hepimiz merhametliyiz” dediler.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kastedilen, kişinin sadece kendine ve ailesine merhamet etmesi değil,


bütün insanlara merhamet etmesidir.”[517]

Çocuk Göz Nurudur


437. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın yanında çocukların çok ayrı
bir yeri vardı. Peygamberimiz çocukları çok severdi, sevilmelerini de
isterdi. Çünkü sevgi, çocuğun çok özel bir gıdasıdır. Bu açıdan çocukları,
gönül meyvesi olarak belirtirdi.
Eş’as bin radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a uğradığımda onun ve ashabının


yüzünden, aç olduklarını anladım.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bana: “Amcan kızı (eşin) ne yaptı?” diye


sorunca:

“Bir çocuk dünyaya getirdi, ey Allah’ın Resûlü! Keşke onun yerine sizi
doyurabilecek yiyeceğim olsaydı” cevabını verdim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Böyle diyorsun, ancak çocuklar korkaklık ve cimrilik sebebidir. Onlar, göz


nuru ve gönül meyvesidir.”[518]

Çocuklarınızı Öpün!
438. Çocuklara sevgimizi göstermemizin en önemli şekli, onları severek
öpmektir. Arap toplumu çocukları pek öpmezdi. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam onlara bu konuda da örnek oldu, yol gösterdi. Çünkü
çocukları öpmek, bir merhamet hâlidir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Çölde yaşayan bedevilerden bir grup Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın


huzuruna geldiler ve:

“Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm:

“Evet” buyurdu. Onlar:

“Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz” dediler. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm:

“Allah sizin kalplerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne


yapabilirim ki!” buyurdu.[519]
İki Kişinin Arasını Bulmak Namaz Kılmak,
Oruç Tutmak Kadar Sevaplıdır
439. Dargınları buluşturmak, küsleri barıştırmak çok önemli bir İslâmî
vazifedir. Bu işi yapmak, namaz ve oruç kadar, hatta daha ileri bir ibadettir.
Çünkü bu görevi yapmak oldukça zordur, herkesin elinden gelmez.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Size orucun, namazın ve sadakanın


sevabından daha üstününü haber vereyim mi?” dedi.

“Evet, yâ Resûlallah” dediler.

O da, “İnsanların arasını bulmaktır. Çünkü ara bozmak (insanın sevaplarını,


dinini) kazıyıcıdır” buyurdu.[520]

Fitneler Artınca İnsanların Arasını Düzeltin!


440. Her türlü fitnenin, fesadın kol gezdiği zamanımızda kırgınlıklar ve
dargınlar gün geçtikçe artıyor. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Bu
açıdan insanların arasını bulmak, barıştırmak çok büyük bir önem
kazanıyor. Bu sünneti yaşatmak için bu hizmette yer almak gerekiyor.

Ebû Eyyub radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kendisine:

“Ey Ebû Eyyûb! Yüce Allah’ın sevabı ne ile artırdığını ve ne ile günahları
sildiğini haber vereyim mi?” diye sordu.

Ebû Eyyûb: “Evet” cevabını verince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam


şöyle buyurdu:

“İnsanların arasında fitne ve fesat meydana gelince onların aralarını


düzeltmen, birbirlerinden uzaklaşınca yakınlaştırmandır.”[521]
İki Kişinin Arasını Düzeltirken Yalan Söylenir
441. Birbirine dargın iki Müslümanın veya karı kocanın arasını bulmak,
barıştırmak için ihtiyaç hâlinde, zaruri durumlarda yalan söylenebileceğine
izin verildiğini görüyoruz. Ancak bu konuyu da istismar etmemek gerekir.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe bin Ebî Muayt radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın,

“Kişinin, insanların arasını düzeltmek için (yalan olan) hayırlı bir sözü
söylemesi veya içine hayırlı başka şeyler de ekleyerek aktarması yalan
olmaz” buyurduğunu işittim.

“Sadece şu üç yerde yalan söylenmesine ruhsat verdiğini işittim:

“Savaşta, insanların arasını düzeltmede ve erkek hanımıyla ve kadın


kocasıyla konuşurken...”[522]

Mü’min Güvenilir İnsandır


442. Güvenilir olmak çok açık bir iman alametidir. İman, emin ve mü’min
kelimesi “emn/güven” kökünden geliyor. Mü’min, iman sahibi olduğu için
emin/güvenilir insandır. Bu açıdan mü’min, elinden ve dilinden güven
duyulan kişidir.

Fadâle bin Ubeyd radıyallâhü anh anlatıyor:

Vedâ haccında Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’minin kim olduğunu size söyleyeyim mi?

“Mü’min kişi, insanların malları ve canları konusunda kendisine güvendiği


kişidir.

“Müslüman kişi, insanların dilinden ve elinden yana selamette oldukları


kişidir.
“Mücahid kişi, Yüce Allah’a itaat yolunda kendi nefsiyle mücadele eden
kişidir.

“Muhacir kişi de hata ve günahlardan uzak duran kişidir.”[523]

Yol Göstermek Sadakadır


443. Sadaka paraya, pula bağlı bir ibadet değildir. Her şeyde bir sadaka
vardır. Sadaka çok çeşitlidir. Öyle ki, her iyilik sadakadır. Bunun için
yaptığımız bütün iyilikleri sadaka niyetiyle yapmalıyız.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Her Müslümanın her gün sadaka


vermesi gerekir” buyurdu.

Sahabe: “Ey Allah’ın Resûlü! Buna kimin gücü yeter?” dediklerinde:

“Birine selam vermen sadakadır.

“Yoldan eziyet verici bir şeyi kaldırman sadakadır.

“Hasta birini ziyaret etmen sadakadır.

“İhtiyaç sahibi olan birine yardım etmen sadakadır.

“Yolu bilmeyene yol göstermen sadakadır ve her iyilik bir sadakadır”


buyurdu.[524]

Zayıflar Sayesinde Yardım Görürüz


444. Fakirlere, muhtaç kimselere ve zayıf insanlara destek oldukça ve
yardım ettikçe Allah’ın yardımını görürüz, o nisbette rızkımız artar.

Ebû’d-Derdâ Uveymir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan
yardım görüp rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.”[525]

Sözünde Durmak İçin Üç Gün Bekledi


445. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın zatı kadar ahlâkı da mucize
idi. Bu ahlâk ona Allah vergisiydi. Henüz Peygamber olmadan önce de aynı
üstün ahlâk üzerindeydi.

Abdullah bin Ebi’l-Hamsa radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, peygamber olarak gönderilmeden önce


onunla bir alışveriş yaptım. Bende bir alacağı vardı. Ona bir yerde
ödeyeceğimi vaat ettim, fakat unuttum. Üç gün sonra hatırladım. Geldim ki,
buluşacağımız yerde hâlâ bekliyor:

“Delikanlı, beni zora soktun. Seni burada üç gündür bekliyorum’ dedi.”[526]

Mazeretin Varsa Sözünden Cayabilirsin


446. Bazen söz verildiği hâlde, haklı sebepler ve makul gerekçelerle verilen
söz yerine getirilemeyebilir. Bu durumda insan sözünden vazgeçebilir.

Zeyd bin Erkam radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi söz verdiği ve sözünü yerine getirmeye niyet ettiği hâlde, elinde
olmayan sebepler dolayısıyla sözünü yerine getiremezse günahkâr
olmaz.”[527]

Acele Etmek Şeytandandır


447. Hiçbir işi aceleye getirmemelidir. “Acele işe şeytan karışır” derler.
Teenni ve sükûnet ile o işin hakkını vererek yapmalıdır. Sünnet bize
teenniyi tavsiye eder.
Sehl bin Sa’d radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Düşünerek ölçülü hareket etmek Allah’tan, acele etmek şeytandandır.”[528]

Dünya İçin Değil, Âhiret İçin Acele Et!


448. Sünnette acele etmek tavsiye edilmez, sakinlik ve yavaşlık teşvik
edilir. Ama âhiretle ilgili bir iş/hizmet söz konusu ise acele etmekte sakınca
olmaz.

Musab bin Sa’d radıyallâhü anh babasından anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Acele etmemek her şeyde hayırlıdır. Ancak âhiret işlerinde değil...”[529]

Allah’a Karşı Mütevazı Ol!


449. Mü’min, engin gönüllü bir insandır, kimsenin üzerinde bir baskı
kurmaz, küçük görmez. Bütün işlerinde tevazuya dikkat eder. Bu aynı
zamanda bir Kur’ân ahlâkıdır.

İyad bin Himar radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah bana mütevazı olmanızı, öyle ki, kimsenin kimseye zulmetmemesini


ve kimsenin kimseye karşı övünmemesini vahyetti.”[530]

Hayırlı İş Yapanları Övmek Sünnettir


450. Hayırlı bir iş yapanı teşvik amaçlı övmeye sünnet müsaade ediyor.
Çünkü böyle bir iş yapan kişi Allah rızasından başka bir beklenti içinde
olmaz.
Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a, “Ne dersiniz, bir adam hayır işliyor,


insanlar da onu bu yüzden övüyorlar” dediler.

O da, “O Mü’mine verilen müjdenin peşin kısmıdır” dedi.[531]

Danışırsan Doğruyu Bulursun


451. “Danışan dağlar aşar, danışmayan doğru yolda şaşar” demiş atalarımız.
Kur’ân da bize “Her bilenin üstünde başka bir bilen vardır”[532] dersini
verir. Danışan kişiye zaten Allah yardım eder.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir iş yapmayı düşünür de o konuda Müslüman kardeşine danışırsa,


Allah onu işlerin en doğrusuna ulaştırıp başarılı kılar.”[533]

Takva Kalptedir
452. İslâm, dinin toplumda canlanması, iman da kalbin nurlanmasıdır.
Takva, imanın kalpte yaşaması, hayata yansımasıdır. Takva, ihlasın tâ
kendisidir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “İslâm âşikâr (açıktan) olandır. İman


kalptedir” dedikten sonra üç kere kalbine işaret ederek, “Takva burada
saklıdır. Takva burada saklıdır” buyurdu.[534]

Allah Malı Herkese Verir, Dini İse Sevdiklerine


Verir
453. Allah bir insanı ne kadar seviyor, ne kadar sevmiyor buradan bellidir.
Sırf dünya ile meşgul isen sevgi dışı kalmışsındır, önceliğin din ise Allah’ın
sevdikleri arasında yer almışsın demektir.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Muhakkak ki, Aziz ve Celil olan Allah, rızkınızı aranızda pay ettiği gibi,
ahlâkınızı da pay etmiştir.

“Muhakkak ki, Aziz ve Celil olan Allah, sevdiğine de, sevmediğine de


dünya malından verir. Ama dini yalnız sevdiklerine verir. Kime din
vermişse, onu muhakkak sevmiştir.

“Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, kulun kalbi ve dili Müslüman
olmadıkça gerçek bir Müslüman olamaz. Komşusu kötülüklerinden emin
olmadıkça da iman etmiş olamaz.”

“Ey Allah’ın Nebisi! Kötülükleri nelerdir?” diye sorduğumda şöyle


buyurdu:

“Aldatması ve zulmetmesidir. Kişi bir haram mal kazanıp ondan harcama


yaparsa, o mal kendisine bereket getirmez. Ondan sadaka verse, kabul
edilmez. Geride bıraksa, bu onun için sadece cehenneme azık olur.

“Şüphesiz ki, Allah kötülüğü kötülükle yok etmez, fakat kötüyü iyi ile yok
eder. Zira pisliği pislik temizlemez.”[535]

Kalp İstikamette İse Dil de İstikamettedir


454. Kalp imanın, dil de imanın tercümanıdır. Bir insanın dilinden çıkanlar,
kalbinden geçenlerdir. Ancak insanı, her ikisinin de istikametli olması
kurtarır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Kulun kalbi istikamet üzere olmadıkça, imanı istikamet üzere olmaz.

“Dili istikamet üzere olmadıkça da kalbi istikamet üzere olmaz.

“Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez.”[536]

Kendine İnsaflı Davran!


455. İnsaf, imanın üçte biridir. Hayatın içinde ne kadar insaf varsa, hayat o
kadar dengeli olur. En mükemmel insaf da, insanın kendine insafıdır. Bunun
için sünnet bize sürekli insaflı olmayı tavsiye eder.

Ammar radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şu üç şey imandandır:

Mal azlığında infakta bulunmak.

Herkese selam vermek.

Kendine insaf etmen (dengeli davranman, ne başkasına zarar vermen, ne de


zulme uğramandır.)”[537]

Allah’tan Kork, Güvende Ol!


456. Korku da Allah’tandır, güven de. Gerçek mü’min hem Allah’tan
korkar, hem de imanının verdiği bir güvenlik içinde yaşar. Her iki konuda
da dünya ve âhiretin ölçüleri farklıdır.

Hasan-ı Basri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kulumda iki korku ve iki güveni bir arada bulundurmam. Eğer dünyada
benden korkarsa, âhirette onu güvende kılarım. Dünyadayken âhiret
hususunda güvende ise, onu âhirette korkuturum.”[538]

Çevrendeki İnsanlara İyi Davran!


457. Işık gibi olmalı insan, çevresini aydınlatmalı. Hem kendine faydası
dokunmalı, hem de yakınında bulunanlara... Sünnetin ölçüleri, hayatı
renklendirir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Hüreyre! Sana verilene razı ol ki, varlıklı olasın.

“Vera sahibi ol ki (Harama götürme şüphesi olan şeylerden kaçın ki),


insanların en çok ibadet edeni olasın.

“Kendin için sevdiğini insanlar için de sev ki, iyi bir mü’min olasın.

“Etrafındakilere iyi davran ki, iyi bir Müslüman olasın!

“Çok gülmekten sakın. Çünkü bu, kalbi öldürür.

“Kahkaha şeytandandır, tebessüm ise Allah’tandır.”[539]

Temiz ve Helal Lokma Ye!


458. Her şeyin başı, mazbut, düzgün ve duyarlı bir ruh taşımaktır. Hepsi
birbirini destekleyen bu dört özellik, sünnetin bize gösterdiği yol haritasıdır.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şu dört şey sende bulunursa, dünyada elinden kaçanları umursama.

Emanete sahip çıkmak.


Doğru konuşmak.

Güzel ahlâk sahibi olmak.

Temiz ve helal lokma yemek.”[540]

Herkesin Yanında Yaptıklarını Tek Başına da Yap


459. Riyadan, gösterişten, başkalarına beğendirme duygusu ve insanların
takdirini kazanma hissi dünyevi bir bakıştır. Sünnete göre insan dışarıda da,
içeride de aynı olmalıdır.

Ebû Malik el-Eş’ari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a, “Yâ Resûlallah! İyiliğin mükemmel


olanı nedir?” diye sordum.

Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Herkesin içinde yaptığın ameli, tek başına kaldığın zaman da


yapmandır.”[541]

Hepiniz Çobansınız ve Sorumlusunuz!


460. Bir insan hangi konumda ve durumda olursa olsun bir sorumluluğu
vardır. Bu sorumluluk hadisin dilinde “çoban” olarak geçer. Bu yönüyle
herkes az çok yöneticidir, idarecidir. Önemli olan sorumluluğunun farkında
olmaktır.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet


reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden
sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden
sorumludur. Netice itibariyle hepiniz birer çobandır ve güttüğü sürüden
sorumludur.”[542]

Hoş Olmayan Şeylerin Konuşulduğu Yerde


Durma!
461. İnsan rahat ettiği ortamda oturur, rahatsız olduğu yerde duramaz.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam verdiği öğütlerde hayatın pratik
yönlerini ders verir. Bunlardan birisi de bulunacağımız ortamı seçmekle
alakalıdır.

Harmele el-Anberi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldim ve “Bana nasihatte bulun”


dedim.

Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’a karşı takvalı ol. Bir meclise gelip yanında durduğunda beğendiğin
şeylerden konuştuklarını işitirsen orada otur. Hoşuna gitmeyecek şeyler
konuştuklarını işitirsen orayı terk et” buyurdu.[543]

Ehl-i Beyt’e Saygılı Davran!


462. Ehl-i Beyt, Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın bıraktığı manevi
mirası günümüze kadar taşıyan altın nesildir, Peygamberimiz’in mübarek
nesli ve evlatlarıdır. Bu insanların en önemli görevi, İslâm’a gerçek
anlamda kıyamete kadar sürecek tazelikte sahip çıkmalarıdır. Ehl-i Beyt’i
sevmek bu açıdan bir iman işidir.

Zeyd bin Erkam radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve
nur olan Allah’ın Kitâbı Kur’ân’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!
“Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allah’tan korkun da, Ehl-i
Beyt’ime saygılı davranın! Allah’tan korkun ve Ehl-i beyt’ime saygılı
davranın!”[544]

İnsanlara Seviyelerine Göre Davran!


463. Toplumda her seviyeden insan vardır. Konumları, durumları,
yaşantıları itibariyle insanlar çok çeşitlidir. Bunun için her insana eğitim,
bilgi ve kültür seviyesine göre davranmak gerekiyor. Sünnetten bunu
öğreniyoruz.

Meymûn bin Ebû Şebîb rahimehullah anlatıyor:

Bir gün Âişe radıyallâhü anhâ’ya bir dilenci geldi. Hz. Âişe ona bir parça
ekmek verdi. Kılığı kıyafeti düzgün bir başka adam geldi. Onu da sofraya
oturtarak yemek ikram etti. Bu (farklı) davranışının sebebini soranlara Hz.
Âişe şöyle cevap verdi:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ‘İnsanlara mevki, makam ve


seviyelerine göre davranın!” buyururdu.[545]

Dost Seçerken Dikkat Et!


464. Dost ve arkadaşlarımızı bize benzedikleri için seçeriz. Onları, ortak
yönlerimiz belirler. Bu yönüyle dostlarımız bizi tanımlar. Bunun için
arkadaş ve çevremizin bize uygun olması gerekir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İnsan, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O hâlde her biriniz dost


edineceği kişiye dikkat etsin!”[546]

Her Yerde Sevdiğinle Berabersin


465. Dünyada kiminle oturup kalkıyorsan, kiminle dostluk ve arkadaşlık
kuruyorsan, kimin fikirlerini ve düşüncelerini paylaşıyorsan, âhirette de
onunla berabersin, onunla birlikte haşrolacak ve cennette ona komşu
olacaksın. En güzel insan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam olduğuna
ve en çok onu sevmemiz gerektiğine göre, dünyada onun sevgisiyle
yaşayanlar, âhirette de onunla birlikte olacaklardır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir bedevi Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a:

“Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Efendimiz:

“Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu.

“Allah ve Resûlünün sevgisini” dedi. Bunun üzerine Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm:

“O hâlde sen, sevdiğinle berabersin” buyurdu.[547]

Kardeşinden Dua İste!


466. Din kardeşliği Allah’ın ihsan ettiği bir nimettir. Kur’ân, “Mü’minler
ancak kardeştirler”[548] âyetiyle bu kardeşliği belirlemiştir. Peygamberimiz
de Hz. Ömer’den dua isterken, kardeşlik özelliğini dile getiriyor.

Ömer bin Hattâb radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan umre yapmak için izin istedim, izni


verdi ve:

“Sevgili kardeşim, bizi de duadan unutma!” buyurdu.

“Bu sözüyle Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana öyle bir şey söylemiş
oldu ki, benim için dünyaya bedeldir.”[549]

Mala, Makama Düşkün Olma!


467. Mal, mülk ve makam Allah’ın rızasını elde etmek için geçici olarak
verilmiş birer imkândır. Bu imkânları dini ayakta tutmak için kullanmalıyız
ki, başımıza dert açmasın.

Kâ’b bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği


zarar, mala ve makama düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha
büyük değildir.”[550]

Nimete Kanaat Et!


468. O kadar çok nimete ve imkâna sahibiz ki, çoğu zaman bu nimetlerin
farkına bile varamıyoruz. Fakat bu nimetler sayesinde mutluluk ve huzur
buluyoruz.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine


verdiği nimete kanaat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”[551]

Kanaat Ehli Ol!


469. Genellikle zenginlik çok mala, çok paraya sahip olmak şeklinde bilinir.
Ama gerçek zenginliğin nerede saklı olduğunu pek bilemiyoruz. İşte bunu
sünnetten öğreniyoruz.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kanaat ehli olun. Çünkü kanaat, tükenmez bir servettir.”[552]


Kısmetine Razı Olursan Genişlik Görürsün
470. Allah’ın verdiklerine razı olmak, hem dünyada kazandırır, hem de
âhirette kazandırır. Ama bir kimse kısmetine razı değilse, hayatın bereketini
kaçırır.

Ebû’l-Alâ bin eş-Şihhîr, Süleym kabilesinden bir kişiden naklediyor.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, kulunu verdikleriyle imtihan eder. Allah, verdiğine razı olan kişiye
genişlik verir. Kısmetine razı olmayan kişiye ise bahşettiği şeyde bereket
vermez.”[553]

Kimseden Bir Şey İsteme!


471. Sünnetin bize öğrettiği ölçülerden birisi de, kimseden bir şey
istemeden yaşamaktır. Böyle bir şey çok zor olsa da, alışkanlık hâline
getirmek büyük bir kazançtır.

Ebû Abdurrahman Avf bin Mâlik el-Eşca’î radıyallah anh anlatıyor:

“Biz dokuz yahut sekiz veya yedi kişilik bir heyet olarak Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın huzurunda oturuyorduk. Bize:

“Allah’ın elçisine biat etmez misiniz?” buyurdu. Oysa biz, yeni biat
etmiştik. Bu sebeple:

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana biat ettik ya! dedik. Sonra tekrar:

“Allah’ın elçisine biat etmeyecek misiniz?” buyurdu. Bu defa biat için


ellerimizi uzatarak:

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana biat etmiştik. Şimdi ne üzerine biat
edeceğiz? dedik.
“Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı
kılmak, itaat etmek-sesini alçaltarak bir cümle söyledi ve-kimseden bir şey
istememek üzere biat edeceksiniz!” buyurdu.

Avf bin Mâlik radıyallâhü anh diyor ki:

“Yemin ederim ki, bu gruptan bazılarını görürdüm; kamçısı yere düşerdi de


kimseden onu kendisine vermesini istemezdi.”[554]

İhtiyacını Allah’tan İste!


472. Allah’ın bir ismi de Kadiyü’l-hâcat, yani ihtiyaçları karşılayan,
kullarının muhtaç olduğu şeyleri veren demektir. Bir şeye ihtiyaç
duyduğumuzda öncelikle ve her zaman o ihtiyaçlarımızı Rabbimize açmalı
ve O’ndan istemeliyiz. Çünkü insanlar da bizim gibi Allah’a muhtaçtır ve
onlara da Allah veriyor.

İbni Mes’ûd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim ihtiyaç içine düşer de bunu insanlara açarsa, ihtiyacı kapanmaz.

“Kim de ihtiyacını Allah’a arz ederse, Allah’ın, hemen veya ileride o


kimseye rızık vermesi umulur.”[555]

Sana Yardım Etmeyene Yardım Et!


473. Sünnetten nefsimize zor gelen ve bir türlü nefsimize kabul
ettiremediğimiz ölçüler öğreniyoruz. Oysa işlerin en hayırlısı ve en
sevaplısı, nefsimizi zorlayarak yaptığımız işlerdir.

Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Dünya ve âhirette yapılacak davranışların en üstününü haber vereyim mi?


“Seninle ilişkisini kesen kimseyle ilişki kurman, senden yardımını
esirgeyen kimseye yardımda bulunman ve sana zulmedeni bağışlaman (en
üstün davranışlar)dır.”[556]

Kınadığın Şey, Sen Ölmeden Başına Gelir


474. Başkasında görüp kınadığımız bir şeyi, o kişi isteyerek yapmamış
olabilir. Bunun için onu suçlamaya hakkımız yoktur. Bu hadis şaşmaz bir
kanundur: Kınarsan aynısı başına gelir. “Gülme komşuna, gelir başına”
demişler ya!

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim Mü’min kardeşini işlediği günahtan dolayı kınarsa, kendisi o günahı


işlemeden ölmez.”[557]

Din Kardeşine Karşı Mütevazı Ol!


475. Tevazu bir iman alametidir. Din kardeşimize karşı sürekli mütevazı
olmamız gerekir. Bizde var olan bütün nimetler Allah’ın ikramıdır, Allah’a
aittir. Mü’min o nimetleri din kardeşi için bir üstünlük vesilesi olarak
göremez, kullanamaz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim Müslüman kardeşine karşı mütevazı olursa, Allah onu yükseltir. Kim
Müslüman kardeşine karşı kibirli olursa, Allah da onu alçaltır.”[558]

Doğru Sözlü ve Merhametli Ol!


476. Doğru sözlülük ve merhametli olmak bu ümmetin en önemli vasfıdır.
Çünkü bu iki özellik, insanların imanlarına hizmet eden mü’minde mutlaka
bulunması gerekir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bu ümmet konuştuğunda doğru söylediği müddetçe; merhametli olması


istendiğinde merhametli olduğu sürece hayır içerisinde olmaya devam
edecektir.”[559]

Doğruluktan Ayrılma, Yalandan Sakın!


477. İnsanoğlu doğruluk ve iyilik için vardır. Dağruluk imanın alametidir,
iyilik de sâlih amelin. Kur’ân’ın sıkça bahsettiğ “iman ve amel-i sâlih”
ancak böyle yaşanır.

Ebû Bekir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Doğruluktan ayrılmayın! Çünkü doğruluk iyilikle beraberdir, o ikisi ise


cennettedir. Yalandan sakınınız! Çünkü yalan günahla beraberdir, bu ikisi
de cehennemdedir.”[560]

Kalbini Kinden ve Kötülükten Temizle!


478. Kalp temizliği her zaman öncelik kazanmalı. Kalp Allah’ın aynasıdır,
orada kirli duygular bulunmamalıdır. İşte o zaman takvaya ulaşılır.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Hangi insan daha faziletlidir?” diye soruldu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Temiz kalpli ve doğru sözlü olanlar”


buyurdu.

Ashab, “Doğru sözlülüğü biliyoruz. Temiz kalpli nasıl olur?” dediler.


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Kalbi kıskançlık, kin, kötülük ve
günahtan temiz olup Allah’tan korkan kişidir” buyurdu.[561]

Özür Dileyenin Özrünü Kabul Et!


479. İffetli olmak, iyilik yapmak insanın kendisine yaptığı yatırımdır.
İnsana çabuk döner. Özür dileyenin özrünü kabul etmek ise kişiyi
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a yaklaştırır.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İffetli ol ki, kadınlarınız da iffetli olsun!

“Ana babanıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsin.

“Müslüman kardeşi kendisinden özür dilediğinde kabul etmeyen kişi benim


kevser havuzuma gelemez.”[562]

İffette Hz. Âişe’yi Örnek Al!


480. Peygamber aleyhissalâtü vesselam vefat edince Hz. Âişe’nin odasına
defnedildi. Babası Hz. Ebû Bekir de aynı mekâna defnedildi. Daha sonra
Hz. Ömer vefat edince onun da defni oraya yapıldı. Hz. Âişe kırk küsur
sene vefatına kadar bu odada yaşadı.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“(Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ve babam Ebû Bekir vefat ettikten


sonra) Evime girerdim, ‘burada yatan eşim (Resûlullah) ve babamdır’
diyerek soyunurdum. Fakat Ömer oraya defnedildikten sonra Ömer’den
hayâ ederek asla soyunmadım, hep giyinik kaldım.”[563]

Küçük Günahlardan Sakın!


481. Hiç kimse günahı küçümsememeli, basite almamalıdır. Zerre kadar
şerrin de karşılığı vardır. Küçük günahlar tevbe ve istiğfarla temizlenmezse,
manevi bir yılan olarak kalbi ısırır, imanı zedeler.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ya Âişe! Küçük günahlardan sakın. Çünkü Allah onlardan da sorar.”[564]

Müslümanı Sevindir!
482. Bir kardeşimizi sevindirmek, memnun etmek, gönlünü almak bizi
doğrudan Allah’ın sevgisine götürür. Bu da aynı zamanda bir ibadet sayılır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Amellerin farzlardan sonra Allah’a en sevimlisi, Müslümanı


sevindirmektir.”[565]

Doğru Konuş, Sözünde Dur, Elini Haramdan Çek!


483. Hedefimiz cennet ise, bunun yolları vardır. Bu yollarda dikkatli
yürüyünce cennet önümüze çıkar. Bu altı konuda söz verince,
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam de bize sahip çıkacaktır inşaallah...

Ubade bin Samit radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Altı şeyi yapmaya söz verin; size cenneti söz vereyim:

1. Konuştuğunuz zaman doğruyu konuşun.

2. Söz verdiğiniz zaman sözünüzde durun.


3. Emanet bırakıldığı zaman ona sahip çıkın.

4. Namusunuzu koruyun.

5. Gözlerinizi haramdan sakının.

6. Ellerinizi haramdan çekin.”[566]

Sağlığın Yerindeyse Bütün Dünya Senindir


484. Yükü hafif tutmalı, yaşamayı ağırlaştırmamalı, dünyayı gözümüzde
büyütmemeliyiz. Çünkü sünnetin gösterdiği gibi sağlık ve güven içinde
olmak, hazinelerden daha kıymetlidir.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim, vücudu sıhhat ve afiyette, canı emniyet içinde, günlük azığı da


yanında olduğu hâlde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş
gibidir.”[567]

Sevdiğini, Sevdiğine Bildir!


485. Sevdiğimiz bir insana, kendisini sevdiğimizi söylememiz, aradaki
muhabbeti ve yakınlığı artırır. Sünnet, sevginin açığa vurulmasını tavsiye
ediyor.

Yezid bin Ebi Habib radıyallâhü anh anlatıyor:

Ebû Sâlim el-Ceyşani, Ebû Umeyye’yi evinde ziyaret ederek ona şöyle
dedi: Ebû Zerr’in Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan şöyle naklettiğini
duydum:

“Sizden biriniz, bir kardeşini sevdiği zaman, evine gidip ona, kendisini
Allah için sevdiğini bildirsin.”[568]
Allah, Sevdiği Kuluna Kusurlarını Gösterir
486. Bazı zenginlikler dünya ile aynı teraziye konmaz. Müstağni bir hayat
yaşayan, kimsenin varlığında gözü olmayan, bir de kendi yanlışlarını kabul
eden, kusurlarının farkında olan kişi, sünnete göre büyük servet sahibidir.

Muhammed bin Ka’b el-Kurazî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah bir kula hayır dilediği zaman ona üç haslet verir:

“Birincisi, onu dinde anlayış sahibi kılar.

“İkincisi, ona dünyaya karşı gönül zenginliği verir.

“Üçüncüsü, kendi kusurlarını ona gösterir.”[569]

Gençler İhtiyarlara Benzesin!


487. Gençlik nimetini mü’min nefsine ve heveslerine esir etmemeli, yaşlı
bir insan gibi ölümü düşünmelidir. Yaşlılar da gençler gibi olmamalı ki,
âhiretlerini yıkmasınlar.

Vasile bin el-Eska’ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümünü düşünüp âhiretine çalışan,
gençlik heveslerine esir olmayıp gaflette boğulmayandır.

“İhtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve heveslerinde gençlere


benzemek ister, çocukçasına nefsinin heveslerine uyar.”[570]

Şerefin Dininde, Kişiliğin Aklındadır


488. Manevi değerler insanın şahsiyetini oluşturur. Dünyalıklar geçicidir,
insan kalıcı olan şeylere talip olmalıdır. Bu yönüyle sünnet insanın onurunu
ve kişiliğini korumayı tavsiye eder.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişinin şerefi dininde, kişiliği aklında, saygınlığı ise ahlâkındadır.”[571]

İnsanları İdare Etmek Sadakadır


489. İnsanın ailesini, çocuklarını, birlikte bulunduğu kişileri idare etmesi,
onlara anlayış göstermesi, sünnetin önemli ölçülerinden birisidir.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İnsanları idare etmek (onlarla iyi geçinmek) sadakadır.”[572]

Unutmamak İçin Parmağına İp Bağla!


490. İnsan unutkan bir varlıktır. “İnsan, nisyandan alınmıştır” denir.
Unutmamanın, yeri geldikçe hatırlamanın birçok yolu vardır. Sünnet,
unutkanlığın önüne geçmek için güzel bir yol göstermektir.

Rafi bin Hadic radıyallâhü anh anlatıyor:

Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam’ın elinde bir ip gördüm. “Bu nedir?”


diye sordum. “Onunla hatırlamamı sağlıyorum” buyurdu.[573]

Ağaç Dikmek Sadakadır


491. Sünnet çevre duyarlılığına çok önem verir. Çevreyi yeşillendirmek,
çevreyi muhafaza etmenin en güzel bir vesilesidir. Bu açıdan sünnet, ağaç
dikmeyi bir ibadet olarak gösterir.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Herhangi bir Müslüman bir ağaç dikerse, ondan yenilen her şey kendisi
için bir sadaka olduğu gibi, çalınan da bir sadaka olur. Hatta ona birisi bir
zarar verse, o da kıyamete kadar (diken) kişi için sadakadır.”[574]

Aldansan da Aldatma!
492. Mü’min aldanabilir, ama aldatamaz. Aldanmak masum bir hâl iken,
aldatmak bir zulümdür. “Bizi aldatan bizden değildir” (Müslim, İman:64,
Fiten:16) hadisi bu gerçeğin bir değişik ifadesidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Mü’min kerimdir-yumuşaklığından dolayı- aldanır, facir ise aldatıcı ve


alçaktır.”[575]

Hile ve Aldatmak Cehennemdedir


493. Sünnetler hayatın içine sinmeli, kalbin derinliklerinde yer etmelidir.
Hiç kimseyi aldatmamak da bunlardan biridir. İnsanlara hile yapmak,
kandırmak ve aldatmak mü’minde olmaması gerekir bir şeydir. Aksi hâlde
aldatmanın vebali ağırdır ve sonucu cehennem azabıdır.

Kays bin Sa’d radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın, “Hile ve aldatmak cehennemdedir”


buyurmuş olduğunu işitmeseydim, insanların en hilecisi olurdum.[576]

Hiçbir İyiliği Küçümseme!


494. Yapılan iyiliğin hiçbiri küçük değildir. Bir iyilik Allah için yapılıyorsa
o küçük değil büyüktür, az değil çoktur. Bir gülümsemenin ne kadar önemli
olduğunu, birisi bize gülümseyince fark ederiz.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İyiliğin hiçbir çeşidini küçümseme. Mü’min kardeşine gülümsemen de


iyiliktir.”[577]

Öfkeni Yut!
495. Sinirlerine hâkim olmak, öfkesini yutmak insanı o kadar kayıplardan
kurtarır, o kadar şey kazandırır ki, tahmin etmek mümkün değildir. Çünkü
en büyük zararlar, bir öfke kıvılcımıyla ortaya çıkar.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah katında kulun içebileceği en değerli yudum, öfke anında Allah rızası
için öfkesini yudumlayıp içine atmasıdır.”[578]

Öfkelenince Abdest Al!


496. Öfkelenmenin bir şeytan hilesi olduğunu bilmek önemlidir. İkinci
önemli olan da, öfkeyi gidermenin, kızgınlığı söndürmenin abdest gibi bir
ibadetten geçtiğini bilmektir.

Ebû Vail el-Muradi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateşi de su söndürür.


Sizden biri öfkelenince abdest alsın.”[579]
Öfkene Hâkim Ol, Azaptan Kurtul!
497. Meğer bir öfke nelere mal oluyormuş? Dünyada da zarar, âhirette de
zararmış. Dünyada da kaybettiriyor, âhirette de kaybettiriyormuş. Öfkeden
kurtulmanın tek çaresi, aklı ve imanı devreye sokmaktır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim diline sahip olursa Allah onun ayıbını örter.

“Kim öfkesine hâkim olursa, kıyamet günü Allah onu azabından korur.

“Kim Allah’a mazeretini arz ederse, Allah özrünü kabul eder.”[580]

Allah İçin Sev, Allah İçin Öfke Duy!


498. Öfke Allah’ın insana verdiği bir duygudur. Bu duygu yerinde
kullanılırsa kabahat olmaktan çıkar, ibadet olur. Allah ve Resûlünün razı
olmadığı bir şeye öfke duymak güzel ahlâk olur. Bunun nasıl olacağını da
sünnetten öğreniyoruz.

Ebû Ümame el-Bahili radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah için seven, Allah için öfke duyan, bir şeyi Allah için veren ve Allah
için vermeyen kişinin imanı kemale ermiş demektir.

“(Kıyamet gününde) bana en yakın olanlarınız, ahlâkı en iyi


olanlarınızdır.”[581]

Yumuşak Huylu Olursan Bereket Görürsün


499. Sakin ve yumuşak olmak ömrü bereketlendirir, yaşamayı kolaylaştırır,
Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yumuşak huyluluk berekettir, sertlik ise yoksulluktur.

“Yüce Allah bir aileye hayır dilediği zaman onlara yumuşak huylu olmayı
bahşeder.

“Yumuşak huy bulunduğu yeri güzelleştirirken, kabalık ve sertlik


bulunduğu yeri bereketsiz kılar.

“Hayâ imandandır ve imanın kişiyi götüreceği yer cennettir.

“Şayet hayâ bir adam olsaydı, sâlih bir kişi olurdu.

“Hayâsızlık günahtandır ve günahın kişiyi götüreceği yer cehennemdir.

“Şayet hayâsızlık bir adam olsaydı kötü bir kişi olurdu.

“Yüce Allah, beni çirkin şeyler yapmak için göndermemiştir.”[582]

Düşmanlıkta Aşırıya Gitme!


500. Aşırılık her yerde tehlikelidir. Özellikle düşmanlıkta. Bir başka hadiste
ifade edildiği gibi, düşmanlıkta da, dostlukta da çok aşırıya kaçmamalı. Gün
gelir, düşmanımız olan bir kişi dostumuz olabilir, dostumuz da başımıza
düşman kesilebilir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah düşmanlıkta aşırıya gidenleri sevmez.”[583]

Kardeşinle Tartışma, Kırıcı Şaka Yapma!


501. Çok zaman şaka yapayım derken, telafisi mümkün olmayan yaralar
açabiliyoruz. “Latife latif olmak gerektir” sözü bir ölçü olarak
benimsenmeli ki, şakanın tadını kaçırmayalım.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kardeşinle tartışma, onunla kırıcı bir şekilde şakalaşma ve ona


tutmayacağın sözler verme.”[584]

Haklı da Olsan Tartışmayı Bırak!


502. Yapılan tartışmalar hiçbir zaman olumlu bir sonuç getirmez.
Çoğunlukla yara açar, kırgınlıkları ve dargınlıkları netice verir. Tartışmayı
bırakana Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam cenneti vaad ediyor.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ben, haklı olsa bile tartışmayı bırakan, şaka da olsa yalan söylemeyen ve
ahlâkını güzelleştiren kimse için cennetin aşağısında bir köşke, cennetin
ortasında bir köşke ve bir de cennetin en yukarısında bir köşke kefilim.”[585]

Kimseyle Tartışma!
503. Tartışmak hiç kimseye bir şey kazandırmaz. İki tarafı da kıran ve üzen
bir konuşma tarzıdır. Tartışan insanlar vakarını, ağırlığını, izzetini ve
şerefini kaybeder. Bunun için hiçbir konuda tartışmaya girmemelidir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sakın insanlarla tartışma. Zira tartışma şerefi giderir, ayıbı da ortaya


döker.”[586]
Düşmanlığı Devam Ettirme!
504. İnsan barış gönüllüsü olmalı, insanlarla iyi geçinmeli, dövüşe, kavgaya
girmemelidir ki, düşmanlıklar artmasın. Düşmanca hareket etmek kişiyi
devamlı günaha sürükler.

İbn Abbasa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Düşmanlığı devam ettirmek suretiyle hayatı sürdürmek günah yönünden


sana yeter.”[587]

Kavgacı Olursan Doğru Yoldan Saparsın


505. Kavga yapmak, insanlarla didişip durmak insanı doğru yoldan saptırır;
haktan, hakikatten uzaklaştırır. Bir de kavgacı tanınırsan, hayatın zehire
döner.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Doğru yolda iken sonradan sapıtıp yoldan çıkan hiçbir topluluk yoktur ki
kavga ve çekişmenin içine düşmüş olmasın.”

Ve “Bunu sadece seninle tartışmak için ortaya attılar. Şüphesiz onlar


kavgacı bir toplumdur”[588]

İnsanlarla Çekişirsen Saygınlığın Gider


506. İnsan izzetini, saygınlığını korumalı, kendini harcamamalı, ucuza
satmamalıdır; saygınlığını yitirmemeli, bu konuda hassas ve titiz
davranmalıdır. Çünkü insanlarla çekişenler bu özelliklerini kaybediyorlar.

Hz. Ali radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Derdi çok olanın vücudu hasta düşer.

“Ahlâkı kötü olanın eziyeti kendine olur.

“İnsanlarla çekişenin saygınlığı gidip değeri düşer.”[589]

Münakaşa Edersen Çirkin Yönlerin Ortaya Çıkar


507. Münakaşa insanın mehabetini, ağırlığını, vakarını azaltır; hafifleştirir,
küçültür. Bunun için münakaşadan uzak durmalı, böyle bir ortamı terk
etmelidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İnsanlarla münakaşadan uzak durun! Zira münakaşa kişinin güzel


yönlerini yok eder, çirkin yönlerini ortaya çıkarır.”[590]

Kabalık Yapana İyi Davran!


508. Kaba ve sert davranışlara karşı nasıl karşılık vereceğimizi
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’dan öğreniyoruz. O bütün
kabalıklara karşı anlayışla hareket eder, misliyle karşılık vermez, sabır ve
sükûnet gösterirdi.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile birlikte yürüyorduk. Allah Resûlü


aleyhissalâtü vesselam’ın üzerinde Necran yapımı kenarları sert ve kalın bir
cübbe vardı.

Bedevinin biri arkamızdan bize yetişti ve arkadan Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam’ı cübbesinden çekti. O kadar sert çekti ki baktığımda Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’ın boynunda cübbenin kenarının izlerini gördüm.
Ardından, “Ey Muhammed! Allah’ın sende bulunan malından bana da ver
dedi.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, adama doğru dönüp güldü ve ona bir


şeyler verilmesini emretti.[591]

Hizmetçiye Yediklerinizden Verin!


509. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam her vesileyle sürekli nezaket
kurallarını ders veriyor, bizlere edebi ve erkânı öğretiyor. Yemek getirenlere
yemekten tattırmak da güzel bir davranıştır, anlamlı bir sünnettir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden birinize hizmetçisi yemek yapıp getirdiği zaman, eğer hizmetçi o


yemeğin sıcaklığını ve kokusunu duymuşsa sizinle yemesi için davet edin.
Etmeyecekseniz de, eline o yemekten birazını verin.”[592]

Kız Çocuğunu Küçük Görmezsen Cennete


Girersin
510. İslâm öncesinden kalma kötü âdetlerden birisi de kız çocuklarını
aşağılamak, hor görmektir. Bu yanlışın hâlen bazı yerlerde yaşandığını
görmekten utanç duyuyoruz. Evladın kızı, erkeği olmamalı. Her ikisine de
eşit davranmalıyız, erkeği kıza üstün tutmamalıyız. Çünkü hangisinin
hayırlı olacağını bilemeyiz.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kız çocuğu olduğu zaman onu toprağa gömmeyen, onu küçük görmeyen
ve erkek çocuğunu ona tercih etmeyen kişiyi yüce Allah cennete sokar.”[593]
Ailen İçin Çalışırsan Allah Yolundasın
511. Şehitlikten başka, şehitlik kadar önemli bazı iyilikler vardır. İnsanın
helal dairede, anne babası, ailesi ve kendi geçimi için çalışması da şehitliğe
eşdeğer bir iştir. Yeterki niyet sağlam olsun.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında toplanmışken tepeden bir


genç göründü. Onu görür görmez aramızda, “Keşke bu genç gençliğini,
gücünü, kuvvetini Allah yolunda kullansa” demeye başladık.

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bu konuşmalarımızı duyunca şöyle


buyurdu:

“Allah yolunda öldürülenler mi sadece Allah yolunda sayılıyor?

“Anne babası için çalışan kişi Allah yolunda sayılır.

“Ailesi için çalışan kişi Allah yolunda sayılır.

“Başkalarına muhtaç olmamak için kendisi için çalışan kişi de Allah


yolunda sayılır.”[594]

Hastanın Günahları Ağacın Yaprakları Gibi


Dökülür
512. Hastalıklara ve musibetlere sabredilir ve şükürle karşılanırsa
günahların dökülmesine vesile olur; insanı günahsız hâle getirir. Böylece
acılar tatlıya dönüşür.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanına girdim, şiddetli bir ateş içinde


olduğunu gördüm. Elimi üzerine koyup, “Ey Allah’ın Resûlü! Şiddetli bir
ateş içerisindesin” dediğimde, “Ben sizden iki adamın ateş nöbeti geçirdiği
kadar ateş nöbeti geçiririm” buyurdu.
Kendisine, “Bundan dolayı sana iki ecir mi vardır?” dediğimde, “Evet,
hiçbir Müslüman yoktur ki, kendisine bir hastalıktan veya buna benzer bir
şeyden dolayı bir rahatsızlık geldiği zaman Yüce Allah o kimsenin
günahlarını ağacın yapraklarını dökmesi gibi dökmesin” karşılığını verdi.
[595]

Sabrı, Musibet İlk Çarptığında Göster


513. Musibetler insana Allah’ın izniyle gelir, O’ndan habersiz gelmez.
Allah’tan geldiğine göre musibete uğrayan kişi mükâfatı hak eder. Bunun
için musibetler rıza ile karşılanmalı ve musibetle ilk karşılaşıldığında güzel
bir sabır gösterilmelidir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sevabın büyüklüğü, belanın büyüklüğüne göredir. Gerçek sabır, musibetle


ilk karşılaşıldığında gösterilmesi gereken sabırdır. Allah, bir kavmi sevdiği
zaman onları (belalarla) imtihan eder. Kim buna (karşılaştığı musibetlere)
rıza gösterirse, Allah’ın rızasını kazanır. Kim de öfkelenirse, Allah’ın
gazabını kazanır.”[596]

Başına Gelen Musibetler Günahlarına Kefarettir


514. Başa gelen bütün sıkıntılar ve dertler görevli olarak gelir. Görev
bitince de geride sevaplar bırakır, günahları temizler. Yoksa Allah,
musibetleri bir eziyet olsun diye vermez.

Ebû Said el-Hudri ile Ebû Hüreyre’nin bildirdiğine göre Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslümanın başına gelen bir meşakkat, bir sızı, bir hüzün, bir keder, bir
eziyet, hatta ayağına batan bir diken bile olmasın ki, Allah onun
günahlarından bir kısmına kefaret kılmış olmasın.”[597]
Belalar En Çok Peygamberlere Gelir
515. Bela ve musibetler insana imanının kuvvetine göre gelir. İmanı ne
kadar güçlüyse o nispette ağır musibetlere uğrar. En ağır musibetler önce
peygamberlere, sonra da iman derecesine göre evliyalara ve diğer
mü’minlere gelir.

Ebû Ubeyde radıyallâhü ahn, halası Fatıma’dan bildiriyor:

Bazı kadınlarla birlikte, hasta olan Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı


ziyarete gittik. Bir de baktık ki ateşinin şiddetinden dolayı (asılı) bir su
kabından üzerine su damlamaktaydı.

Kendisine “Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a dua etsen de bu rahatsızlığı


üzerinden kaldırsa” dediğimde,

“İnsanlar içinde en fazla belaya uğrayanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla


onlara yakın olanlar ve sonra onlara yakın olanlardır” buyurdu.[598]

Müslüman Yeşil Ekin Gibidir


516. Başa gelen musibetler mü’mini bitirmemeli ve tüketmemelidir.
Musibet, mü’mini birazcık eğecek olsa da yere yatırmaz, olgunlaştırır,
sabrını bereketlendirir.

İbn Ka’b bin Malik radıyallâhü anhümâ babasından bildiriyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Müslüman kişi, rüzgârın bir yatırıp, bir kaldırdığı yeşil ekin gibidir.
Münafık ise dik duran çam ağacı gibidir ve onu bir şey bükmez. Bir defada
kesilinceye kadar sabit bir şekilde kalır.”[599]

Günahından Arınıncaya Kadar Çocuklarından


Sıkıntı Çekersin
517. İster baba olun, isterseniz anne; çocuklarınızdan gelen sıkıntılar
bitmez, imtihan devam eder. Kur’ân’ın ifadesiyle “Mallarınız ve
çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir.”[600]

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min kimse Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar çocuklarından


ve yakınlarından dolayı sıkıntısı eksik olmaz.”[601]

Çektiğin Sıkıntılar Günahların Yüzündendir


518. Mü’minin çektiği bütün sıkıntılar az veya çok işlemiş olduğu günahları
yüzündendir. Böylece o günahlar bağışlanır, mü’min âhirete temiz olarak
geçer.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Ebû Bekir es-Sıddîk radıyallâhü anh Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile


birlikte yemek yiyordu. O sırada, “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu
görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onu görür”[602] ayeti indi.

Ebû Bekir elini kaldırarak, “Yâ Resûlallah! Ben zerre miktarı bile olsa
işlediğim kötülüğü(n cezasını) görecek miyim?” diye sordu.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Bekir! Zaten senin dünyada çekmiş olduğun sıkıntılar, zerre
miktarınca işlemiş olduğun günahlar sebebiyledir. Zerre miktarınca işlemiş
olduğun hayırlar ise senin için saklanmaktadır ve sen onları kıyamet günü
eksiksiz olarak göreceksin.”[603]

Başına Gelen Belalar Dereceni Yükseltir


519. Çekilen belalar, karşılaşılan musibetler sabredilirse kişiyi yüksek
makamlara çıkarır. Böylece ibadetleriyle ulaşamadığı o makamlara sabrıyla
ulaşır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kulun Allah katında öyle bir derecesi vardır ki, bu makama ibadetleriyle
ulaşamaz; ancak yüksek makama erişinceye kadar Allah o kulu hoşuna
gitmeyen şeylere maruz bırakır.”[604]

Kötülüğe Karşı Kötülük Etme!


520. “İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır, kötülüğe karşı iyilik er kişinin
kârıdır” sözü tam bu sünneti açıklıyor. Sünnetler içinde en çok
zorlandıklarımızdan birisi de bu sünnettir.

Huzeyfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kalabalığa uymayın. Yani insanlar iyilik ederlerse, ben de ederim, kötülük


ederse ben de ederim, demeyin. Fakat insanlar iyilik ederse, sizin de iyilik
edeceğinizi ve kötülük ederlerse kötülük etmeyeceğinizi içinize
yerleştirin.”[605]

Müslümanın Namusuna Dil Uzatma!


521. İnsan dini ve namusu için yaşar. Bu iki kutsalını korumak için canını
bile vermekten çekinmez. Bunun için böyle bir günaha girmemek için çok
hassas olmak gerekir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“En büyük günahlardan biri de, Müslüman bir kişinin namusuna haksız yere
dil uzatmaktır. Bir sövmeye iki sövme ile karşılık vermek de büyük
günahlardandır.”[606]

Müslümanı Arkadan Çekiştirme!


522. Kimseyi arkadan çekiştirmemeli, ayıbını ve kusurunu araştırmamalıdır.
Aksi durumda Allah cezayı dünyada iken verir.

Ebû Berze el-Eslemi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey diliyle iman edip de iman kalplerine girmeyenler!

“Müslümanları arkadan çekiştirmeyin ve ayıplarını araştırmayın!

“Kim onların ayıplarını araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır.

“Allah kimin ayıbını araştırırsa, onu evinin içinde de olsa rezil eder.”[607]

Kendi Güzel Yönlerini Beğenebilirsin


523. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği nimetleri, güzellikleri sevebilir, güzel
yaşamaya önem verebilir. Bu, kişiyi şükre götürüyorsa, kibir sayılmaz.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam geldi:

“Ya Resûlallah! Ben kendisine güzellik sevdirilen ve gördüğünüz gibi,


kendisine güzellik verilenlerdenim. Öyle ki, bir kimsenin beni, ayakkabımın
bağcığında bile güzellikte geçmesini istemiyorum. Bu kibir midir?” dedi.

O da, “Hayır, ancak kibir, hakkı tanımamak ve insanları hor görmektir”


buyurdu.[608]

Yalanı Terk Edersen Cennet Evin Olur


524. İnsan bir haksızlığa uğrayabilir, zor durumda kalabilir, fakat hiçbir
şekilde yalanı çıkar bir yol olarak görmemelidir. Çünkü yalanı terk etmenin
çok büyük mükâfatı vardır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Geçersiz ve boş olan yalan söylemeyi kim terk ederse, cennetin etrafında
bir köşk yaptırılır.

“Kim de haklı olduğu hâlde münakaşayı ve tartışmayı terk ederse, cennetin


ortasında bir köşk yaptırılır.

“Kim de ahlakını güzelleştirirse, ona da cennetin en yüksek bölgesinde bir


köşk yaptırılır.”[609]

Mü’min Saftır, Fasık Bozguncudur


525. Mü’min temiz kalpli, engin ruhlu ve iyi niyetli olduğu için imanını
zedeleyecek bir yanlışa girmemeli, bozguncu biri olmamalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min saftır, değerlidir. Fasık ise bozguncu ve adidir.”[610]

Kötü Sözlere Sabret!


526. Kötü sözlere hemen karşılık vermeye kalkışmamalı, sabretmeye
çalışmalıdır. Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmalıdır.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kötü sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Kulları, O’na şirk
koşarlar ve evlat isnadında bile bulunurlar, yine de Allah onlara rızık ve
afiyet verir.”[611]

Mü’min Kardeşini İftiraya Karşı Savun!


527. Din kardeşimizin haklı olduğu her meselede yanında yer almalı,
gerektiğinde onu savunmalı ve onun şerefini kendi şerefimiz gibi
görmeliyiz.

Muaz bin Enes el-Cüheni radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir Müslümanı bir münafığa karşı savunursa, Allah onun için bir
melek yaratır. O melek kıyamet gününde o kimsenin vücudunu cehennem
ateşinden korur.

“Kim de bir Müslümana iftira atarsa, Allah o kimseyi bu söylediği sözlerin


vebâlinden tamamen temize çıkıncaya kadar cehennem köprüsü (sırat)
üzerinde bekletir.”[612]

Müslümanın Şerefini Korursan, Allah da Sana


Yardım Eder
528. Biz kardeşimizin şerefini, onurunu ve haysiyetini korursak, doğrudan
Allah’ın yardımını görür ve Allah’ı yanımızda buluruz.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim bir Müslümanı, saygınlığının kaybolması, şerefinin elden gitmesi


söz konusu olan bir yerde yardımsız bırakırsa, Allah da onu kendisine
yardım edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yalnız bırakır.

“Kim de bir Müslümana şerefinin elden gitmesi ve saygınlığının yitirilmesi


söz konusu olan bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım
edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yardım eder.”[613]

Yalan Söylememek İçin Kaçamak Konuşabilirsin


529. Yalandan kaçmak için, bazen dolaylı bir şekilde konuşmak gerekebilir.
Böylece karşı taraf geçiştirilir ve yalana da girilmemiş olunur.

İmran bin Husayn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Tevriyeli, kinâî ifadelerle (kaçamak sözler söyleyerek) yalandan kurtuluş


vardır.”[614]

Hayra Öncülük Eden Aynı Sevabı Alır


530. Hayırlı bir işi bizzat yapmak kadar, o hayra vesile olmak da aynı
değerdedir. Sünnet-i seniyye, bizi hayırlı hizmetlere vesile olmaya teşvik
ediyor.

Mes’ûd el Bedrî radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldi, kendisinden bir binek


hayvanı istedi ve şöyle dedi:

“Hiç bir şeyim kalmadı, ne yaparsan yap!”

Bunun üzerine Rasûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Falana git!” buyurdu.


Adam o kimseye gitti, O da ona bir binek temin etti. Sonra Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir hayır işe sebep olursa, ona o hayrı yapanın-veya yerine getirenin-
sevabı kadar sevap vardır.”[615]

Asr Sûresi’ni Okumadan Ayrılma!


531. Asr Sûresi, imanı, sâlih ameli, hakkı ve sabrı tavsiye eden bir sûredir.
Mü’minler de birbirlerine bu güzellikleri tavsiye ederek ayrılırlarsa
hayatlarında bereket bulurlar.

Ebû Medine ed-Darimi radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ashabından iki kişi biraraya


geldiklerinde, biri diğerine Asr Sûresi’ni okumadan ayrılmazlardı.”[616]

Yasakları Allah İçin Terk Edersen Hayırlısını


Bulursun
532. Allah’ın yasakladığı bir şeyi Allah rızasını gözeterek terk etmek güzel
bir ihlasın neticesidir. Allah bu hayırlı niyeti boşa çıkarmaz, sonuçsuz
bırakmaz.

Ebû Katade ile Ebû’d-Dehma şöyle naklettiler:

Bir bedeviye gittik ve “Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan bir şey


duydun mu?” diye sorduk.

Adam, “Evet, şöyle dediğini duydum: Allah için bir şeyi terk ettiğinde,
Allah o şeyi senin için daha hayırlı olan bir şeyle değiştirir.”[617]

İstişare Et, Sonucuna Uy!


533. Bir konuda karar vermeden önce istişare yapmak kuvvetli bir sünnettir.
Peygamberimiz her meselede istişare ettiği gibi, sahabilere de mutlaka
istişare etmelerini tavsiye ederdi. Ama istişarede önemli olan, alınan karara
herkesin sahip çıkması ve uymasıdır.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Muaz ile Ebû Musa’yı bir sefere


gönderdi, daha sonra onlara şöyle buyurdu:
“İstişare yapın ve neticesine uyun. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.
Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”[618]

[474] Kalem, 68:4.

[475] Tirmizî, Radâ:11; Ebû Dâvûd, Sünnet:15; İbni Mâce, Nikâh:50.

[476] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1360.

[477] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1360.

[478] Tirmizî, Tefsir, 23:1.

[479] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1360.

[480] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8181.

[481] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8184.

[482] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8182.

[483] Ebû Dâvûd, Edeb:7.

[484] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:264, Hadis No:25.

[485] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:268, Hadis No:35.

[486] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:23; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:10077.

[487] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12428.

[488] Buharî, İman:15; Ebû Dâvûd, Edeb:6 (4795).

[489] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:250, Hadis No:11.

[490] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:250, Hadis No:10.


[491] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12644.

[492] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12648.

[493] Ebû Dâvûd, Tereccül:2; İbni Mâce, Zühd:4.

[494] Hûd, 11:112.

[495] Müslim, İmân:62. Ayrıca bakınız: Tirmizî, Zühd:61; İbni Mâce,


Fiten:12.

[496] Buharî, Fiten:6.

[497] Müslim, Birr:144; Ebû Dâvûd, Libâs:24; Tirmizî, Et’ime:30.

[498] Tirmizî, Birr:18.

[499] Buharî, Edeb:27; Müslim, Birr:66.

[500] Buharî, Îmân:7; Müslim, Îmân:71-72; Tirmizî, Kıyâmet:59; Nesâî,


Îmân:19, 33; İbni Mâce, Mukaddime:9.

[501] Buharî, Mezâlim:4; İkrâh:6, Tirmizî, Fiten:68.

[502] Müslim, Birr:72; Buharî, Mezâlim:3; Ebû Dâvûd, Edeb:38; Tirmizî,


Birr:19; İbni Mâce, Mukaddime:17.

[503] Müsned, 1:248; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10745.

[504] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10345.

[505] Ebû Dâvûd, Cihad:21 (2511).

[506] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10348.

[507] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10365.

[508] Müslim, Fedail:48 (2307).


[509] Buharî, Edeb:39; Müslim, Fedial:14 (2311).

[510] Ebû Dâvûd, Edeb:58; Tirmizî, Birr:15.

[511] Ebû Dâvûd, Edeb:20.

[512] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, 7:458.

[513] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10483.

[514] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10486.

[515] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10493.

[516] Tirmizî, Birr:75.

[517] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10548.

[518] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10551.

[519] Buharî, Edeb:18; Müslim, Fezâil:164; İbni Mâce, Edeb:3.

[520] Ebû Dâvûd, Edeb:50 (4919).

[521] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10583.

[522] Müslim, Sıla:101; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10585.

[523] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10611.

[524] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10658.

[525] Ebû Dâvûd, Cihâd:70; Tirmizî, Cihâd:24; Nesâî, Cihâd:43.

[526] Ebû Dâvûd, Edeb:82.

[527] Ebû Dâvûd, Edeb:82; Tirmizî, İman:14 (2633).

[528] Tirmizî, Birr ve Sıla:66 (2013).


[529] Ebû Dâvûd, Edeb:10 (4810); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:64.

[530] Müslim, Cennet:64; Ebû Dâvûd, Edeb:40 (4895); İbn Mâce, Zühd:16.

[531] Müslim, Birr ve Sıla:51 (2642).

[532] Yusuf, 12:76.

[533] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13158.

[534] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:160.

[535] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:164.

[536] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:165.

[537] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:183.

[538] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18200.

[539] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18127.

[540] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18123.

[541] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18089.

[542] Buharî, Cum`a:11, İstikrâz:20, İtk:17, 19, Vesâyâ:9, Nikâh:81, 90,


Ahkâm:1; Müslim, İmâre:20; Ebû Dâvûd, İmâre:1, 13; Tirmizî, Cihâd:27.

[543] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:9004.

[544] Müslim, Fezâilü’s-sahâbe:36.

[545] Ebû Dâvûd, Edeb:20.

[546] Ebû Dâvûd, Edeb:16; Tirmizî, Zühd:45.

[547] Buharî, Edeb:96; Müslim, Birr:163.

[548] Hucurat, 40:10.


[549] Ebû Dâvûd, Vitr:23; Tirmizî, Daavât:109.

[550] Tirmizî, Zühd:43.

[551] Müslim, Zekât:125; Tirmizî, Zühd:35; İbni Mâce, Zühd:9.

[552] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17869.

[553] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17875.

[554] Müslim, Zekât:108; Ebû Dâvûd, Zekât:27; Nesâî, Salât:5; Bîat:18;


İbni Mâce, Cihâd:41.

[555] Ebû Dâvûd, Zekât:28; Tirmizî, Zühd:18.

[556] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:99, Hadis No:12.

[557] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:104, Hadis No:20.

[558] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:460, Hadis No:9.

[559] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9000.

[560] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:495, Hadis No:11.

[561] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:453, Hadis No:12.

[562] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:385, Hadis No:4.

[563] Müsned, 6:202.

[564] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:107, Hadis No:5.

[565] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:243, Hadis No:20.

[566] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:61, Hadis No:48.

[567] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18085.

[568] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18033.


[569] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10053.

[570] Munavî, Feyzü’l-Kadîr, 3:487; el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:17956.

[571] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17848.

[572] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12630.

[573] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:757.

[574] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:455, Hadis No:1.

[575] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:227, Hadis No:16.

[576] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10595.

[577] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:283, Hadis No:1.

[578] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7954; et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:332,


Hadis No:14.

[579] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7938.

[580] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7958.

[581] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8605.

[582] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8060.

[583] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8072.

[584] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8073.

[585] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:707.

[586] Taberani, el-Mu’cemu’s-sağir, Hadis No:1055; el-Heysemî,


Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11963.
[587] Tirmizî, Birr ve Sıla:58 (1994).

[588] Zuhruf, 58. âyetini okudu. Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8080.

[589] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8081.

[590] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8085.

[591] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8114.

[592] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8204.

[593] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8326.

[594] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8338.

[595] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:9315.

[596] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9325.

[597] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9371.

[598] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:9319.

[599] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:9322.

[600] Teğabün, 64:15.

[601] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9376.

[602] Zilzal, 100:7-8.

[603] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11514.

[604] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9392.

[605] Tirmizî, Birr ve Sıla:63 (2008).

[606] Ebû Dâvûd, Edeb:35 (4877).


[607] Ebû Dâvûd, Edeb:35 (4880).

[608] Müslim, Zühd:65, 66.

[609] Tirmizî, Birr ve Sıla:58 (1994). S

[610] Ebû Dâvûd, Edeb:5; Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7762.

[611] Müslim, Sıfatü’n-Nar:50.

[612] Ebû Dâvûd, Edeb:36 (4883).

[613] Ebû Dâvûd, Edeb:36 (4884).

[614] et-Tâc, 5:55; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübra, 10:199.

[615] Tirmizî, İlim:14 (2671); Müslim, İmare:27; Ebû Dâvûd, Edep:17.

[616] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18189.

[617] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18128.

[618] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9313.

“Kulun Allah katında öyle bir derecesi vardır ki, bu makama ibadetleriyle
ulaşamaz; ancak yüksek makama erişinceye kadar Allah o kulu hoşuna
gitmeyen şeylere maruz bırakır.”[604]

“Yavaş ol! Büyükler nerede?”[514]

“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. Kötü ahlâk da
sirkenin balı bozduğu gibi amelleri bozar.”[485]

“Allah’ım yaratılışımı güzel yaptın, aynı şekilde ahlâkımı da


güzelleştir.”[481]

“Kişinin şerefi dininde, kişiliği aklında, saygınlığı ise ahlâkındadır.”[571]


517. İster baba olun, isterseniz anne; çocuklarınızdan gelen sıkıntılar
bitmez, imtihan devam eder. Kur’ân’ın ifadesiyle “Mallarınız ve
çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir.”[600]

“Kim de ahlakını güzelleştirirse, ona da cennetin en yüksek bölgesinde bir


köşk yaptırılır.”[609]

“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet


reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden
sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden
sorumludur. Netice itibariyle hepiniz birer çobandır ve güttüğü sürüden
sorumludur.”[542]

“Kim Allah’a mazeretini arz ederse, Allah özrünü kabul eder.”[580]

Kendisine, “Bundan dolayı sana iki ecir mi vardır?” dediğimde, “Evet,


hiçbir Müslüman yoktur ki, kendisine bir hastalıktan veya buna benzer bir
şeyden dolayı bir rahatsızlık geldiği zaman Yüce Allah o kimsenin
günahlarını ağacın yapraklarını dökmesi gibi dökmesin” karşılığını verdi.
[595]

“Kim de bir Müslümana şerefinin elden gitmesi ve saygınlığının yitirilmesi


söz konusu olan bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım
edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yardım eder.”[613]

“İstişare yapın ve neticesine uyun. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.


Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”[618]

Hz. Âişe’ye, “Resûlullah’ın ahlâkı nasıldı?” diye sorduğumda, “Yüce Allah


onun için ‘Sen hiç şüphesiz yüce bir ahlâk üzeresin’ buyurmuştur. Onun
ahlâkı Kur’ân ahlâkıydı” buyurdu.[476]

“Allah sizin kalplerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne


yapabilirim ki!” buyurdu.[519]

“O hâlde sen, sevdiğinle berabersin” buyurdu.[547]


“Mü’min kerimdir-yumuşaklığından dolayı- aldanır, facir ise aldatıcı ve
alçaktır.”[575]

[492] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12648.

[493] Ebû Dâvûd, Tereccül:2; İbni Mâce, Zühd:4.

“Tevriyeli, kinâî ifadelerle (kaçamak sözler söyleyerek) yalandan kurtuluş


vardır.”[614]

[494] Hûd, 11:112.

“Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün, geçen günden daha
kötü olacaktır. Ben bunu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan
duydum.”[496]

[499] Buharî, Edeb:27; Müslim, Birr:66.

[500] Buharî, Îmân:7; Müslim, Îmân:71-72; Tirmizî, Kıyâmet:59; Nesâî,


Îmân:19, 33; İbni Mâce, Mukaddime:9.

[501] Buharî, Mezâlim:4; İkrâh:6, Tirmizî, Fiten:68.

[495] Müslim, İmân:62. Ayrıca bakınız: Tirmizî, Zühd:61; İbni Mâce,


Fiten:12.

[496] Buharî, Fiten:6.

[497] Müslim, Birr:144; Ebû Dâvûd, Libâs:24; Tirmizî, Et’ime:30.

[498] Tirmizî, Birr:18.

“Başkalarına muhtaç olmamak için kendisi için çalışan kişi de Allah


yolunda sayılır.”[594]

“İnsanlarla münakaşadan uzak durun! Zira münakaşa kişinin güzel


yönlerini yok eder, çirkin yönlerini ortaya çıkarır.”[590]

“Kanaat ehli olun. Çünkü kanaat, tükenmez bir servettir.”[552]


“Kim Mü’min kardeşini işlediği günahtan dolayı kınarsa, kendisi o günahı
işlemeden ölmez.”[557]

[524] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10658.

[525] Ebû Dâvûd, Cihâd:70; Tirmizî, Cihâd:24; Nesâî, Cihâd:43.

[526] Ebû Dâvûd, Edeb:82.

[527] Ebû Dâvûd, Edeb:82; Tirmizî, İman:14 (2633).

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “Kalbi kıskançlık, kin, kötülük ve


günahtan temiz olup Allah’tan korkan kişidir” buyurdu.[561]

[522] Müslim, Sıla:101; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10585.

[523] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10611.

[528] Tirmizî, Birr ve Sıla:66 (2013).

[529] Ebû Dâvûd, Edeb:10 (4810); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:64.

“İhtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve heveslerinde gençlere


benzemek ister, çocukçasına nefsinin heveslerine uyar.”[570]

[530] Müslim, Cennet:64; Ebû Dâvûd, Edeb:40 (4895); İbn Mâce, Zühd:16.

[531] Müslim, Birr ve Sıla:51 (2642).

“Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu.[495]

[535] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:164.

[536] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:165.

[537] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:183.

[538] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18200.


[532] Yusuf, 12:76.

[533] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13158.

[534] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:160.

[539] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18127.

[540] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18123.

“Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona


yardım etmektir” buyurdu.[501]

[541] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18089.

[502] Müslim, Birr:72; Buharî, Mezâlim:3; Ebû Dâvûd, Edeb:38; Tirmizî,


Birr:19; İbni Mâce, Mukaddime:17.

[503] Müsned, 1:248; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10745.

[504] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10345.

451. “Danışan dağlar aşar, danışmayan doğru yolda şaşar” demiş atalarımız.
Kur’ân da bize “Her bilenin üstünde başka bir bilen vardır”[532] dersini
verir. Danışan kişiye zaten Allah yardım eder.

[505] Ebû Dâvûd, Cihad:21 (2511).

[510] Ebû Dâvûd, Edeb:58; Tirmizî, Birr:15.

[511] Ebû Dâvûd, Edeb:20.

[506] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10348.

[507] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10365.

[508] Müslim, Fedail:48 (2307).

[509] Buharî, Edeb:39; Müslim, Fedial:14 (2311).


“Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanıdır.
Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.”[475]

[513] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10483.

[514] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10486.

[515] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10493.

[516] Tirmizî, Birr:75.

“Nezaket öyle bir şeydir ki onda artış ve bereket vardır. Nezaketten mahrum
olan, hayırlardan mahrum olur.”[491]

[512] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, 7:458.

[521] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10583.

[517] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10548.

[518] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10551.

[519] Buharî, Edeb:18; Müslim, Fezâil:164; İbni Mâce, Edeb:3.

[520] Ebû Dâvûd, Edeb:50 (4919).

[562] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:385, Hadis No:4.

[563] Müsned, 6:202.

[568] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18033.

[569] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10053.

[570] Munavî, Feyzü’l-Kadîr, 3:487; el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:17956.

[571] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17848.


[564] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:107, Hadis No:5.

[565] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:243, Hadis No:20.

[566] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:61, Hadis No:48.

[567] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18085.

“Bereket büyüklerinizle beraberdir.”[515]

[572] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12630.

[573] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:757.

[574] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:455, Hadis No:1.

[579] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7938.

466. Din kardeşliği Allah’ın ihsan ettiği bir nimettir. Kur’ân, “Mü’minler
ancak kardeştirler”[548] âyetiyle bu kardeşliği belirlemiştir. Peygamberimiz
de Hz. Ömer’den dua isterken, kardeşlik özelliğini dile getiriyor.

[580] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7958.

[581] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8605.

[575] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:227, Hadis No:16.

[576] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10595.

[577] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:283, Hadis No:1.

[578] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7954; et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:332,


Hadis No:14.

“Bir adamdaki en kötü şey, aşırı cimrilik ve korkaklıktır.”[505]

[546] Ebû Dâvûd, Edeb:16; Tirmizî, Zühd:45.


[547] Buharî, Edeb:96; Müslim, Birr:163.

[548] Hucurat, 40:10.

[549] Ebû Dâvûd, Vitr:23; Tirmizî, Daavât:109.

[542] Buharî, Cum`a:11, İstikrâz:20, İtk:17, 19, Vesâyâ:9, Nikâh:81, 90,


Ahkâm:1; Müslim, İmâre:20; Ebû Dâvûd, İmâre:1, 13; Tirmizî, Cihâd:27.

[543] Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:9004.

[544] Müslim, Fezâilü’s-sahâbe:36.

[545] Ebû Dâvûd, Edeb:20.

[550] Tirmizî, Zühd:43.

[551] Müslim, Zekât:125; Tirmizî, Zühd:35; İbni Mâce, Zühd:9.

“Kulumda iki korku ve iki güveni bir arada bulundurmam. Eğer dünyada
benden korkarsa, âhirette onu güvende kılarım. Dünyadayken âhiret
hususunda güvende ise, onu âhirette korkuturum.”[538]

[552] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17869.

“Mü’min saftır, değerlidir. Fasık ise bozguncu ve adidir.”[610]

[557] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:104, Hadis No:20.

[558] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:460, Hadis No:9.

[559] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9000.

[560] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:495, Hadis No:11.

[553] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17875.

[554] Müslim, Zekât:108; Ebû Dâvûd, Zekât:27; Nesâî, Salât:5; Bîat:18;


İbni Mâce, Cihâd:41.
[555] Ebû Dâvûd, Zekât:28; Tirmizî, Zühd:18.

[556] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:99, Hadis No:12.

[561] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:453, Hadis No:12.

“Böyle diyorsun, ancak çocuklar korkaklık ve cimrilik sebebidir. Onlar, göz


nuru ve gönül meyvesidir.”[518]

“Kardeşinle tartışma, onunla kırıcı bir şekilde şakalaşma ve ona


tutmayacağın sözler verme.”[584]

[582] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8060.

[583] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8072.

[584] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8073.

[585] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:707.

[590] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8085.

[591] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8114.

[586] Taberani, el-Mu’cemu’s-sağir, Hadis No:1055; el-Heysemî,


Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11963.

[587] Tirmizî, Birr ve Sıla:58 (1994).

[588] Zuhruf, 58. âyetini okudu. Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8080.

[589] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8081.

“Düşünerek ölçülü hareket etmek Allah’tan, acele etmek şeytandandır.”[528]

“Mü’min kimse Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar çocuklarından


ve yakınlarından dolayı sıkıntısı eksik olmaz.”[601]
“Zekâtı veren, misafiri ağırlayan ve felaket anında başkalarına yardım eden
kimsenin cimrilikle bir ilgisi yoktur.”[506]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ahlâkını Hz. Âişe’ye sorunca,


“Mü’minun Sûresi’ni oku, işte ahlâkı böyleydi.” buyurdu.[477]

“Kim de ihtiyacını Allah’a arz ederse, Allah’ın, hemen veya ileride o


kimseye rızık vermesi umulur.”[555]

“Yüce Allah düşmanlıkta aşırıya gidenleri sevmez.”[583]

“Herhangi bir Müslüman bir ağaç dikerse, ondan yenilen her şey kendisi
için bir sadaka olduğu gibi, çalınan da bir sadaka olur. Hatta ona birisi bir
zarar verse, o da kıyamete kadar (diken) kişi için sadakadır.”[574]

414. Her işin başı doğruluk ve doğru yaşamaktır. Kur’ân, “Emrolunduğun


gibi dosdoğru ol!”[494] emriyle bu hakikatin temelini belirler. Mü’min doğru
olmalı ve doğru durmalıdır; “Doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e layık
doğruluğu ve istikameti” esas almalıdır.

“Saçı-sakalı ağarmış Müslümana, aşırı gitmeyip ahkâmıyla amel etmekten


kaçınmayan Kur’ân hâfızına ve âdil hükümdara saygı göstermek, Allah
Teâlâ’ya duyulan saygı ve ta’zimden ileri gelir.”[511]

“Kim de bir Müslümana iftira atarsa, Allah o kimseyi bu söylediği sözlerin


vebâlinden tamamen temize çıkıncaya kadar cehennem köprüsü (sırat)
üzerinde bekletir.”[612]

“Kim Müslüman kardeşine karşı mütevazı olursa, Allah onu yükseltir. Kim
Müslüman kardeşine karşı kibirli olursa, Allah da onu alçaltır.”[558]

“Ey Ebû Bekir! Zaten senin dünyada çekmiş olduğun sıkıntılar, zerre
miktarınca işlemiş olduğun günahlar sebebiyledir. Zerre miktarınca işlemiş
olduğun hayırlar ise senin için saklanmaktadır ve sen onları kıyamet günü
eksiksiz olarak göreceksin.”[603]
“(Kıyamet gününde) bana en yakın olanlarınız, ahlâkı en iyi
olanlarınızdır.”[581]

Kendine insaf etmen (dengeli davranman, ne başkasına zarar vermen, ne de


zulme uğramandır.)”[537]

“İnsanlar içinde en fazla belaya uğrayanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla


onlara yakın olanlar ve sonra onlara yakın olanlardır” buyurdu.[598]

“Hoşgörülü ol ki, sana da hoşgörülü olarak davranılsın.”[503]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan bir şey istenip de, onun ‘hayır’


dediği olmamıştır.”[509]

“Doğruluktan ayrılmayın! Çünkü doğruluk iyilikle beraberdir, o ikisi ise


cennettedir. Yalandan sakınınız! Çünkü yalan günahla beraberdir, bu ikisi
de cehennemdedir.”[560]

“Hayâ ve iman birbirinden ayrılmaz iki dosttur. Biri gidince, öbürü de


gider.”[489]

“İşte bunu yapan kişi, Yüce Allah’tan gereği gibi hayâ etmiş olur.”[486]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “İslâm âşikâr (açıktan) olandır. İman


kalptedir” dedikten sonra üç kere kalbine işaret ederek, “Takva burada
saklıdır. Takva burada saklıdır” buyurdu.[534]

“Bu sözüyle Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana öyle bir şey söylemiş
oldu ki, benim için dünyaya bedeldir.”[549]

Çünkü Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam güzel ahlâkın menbaı,


kaynağı ve güneşidir. Peygamberimiz’e güzel ahlâkı doğrudan Cenâb-ı Hak
öğretmiş, “Sen hiç şüphesiz yüce bir ahlâk üzeresin”[474] buyurarak onun
ahlâkını methetmiştir.

“Acele etmemek her şeyde hayırlıdır. Ancak âhiret işlerinde değil...”[529]

“İnsanlarla çekişenin saygınlığı gidip değeri düşer.”[589]


“En büyük günahlardan biri de, Müslüman bir kişinin namusuna haksız yere
dil uzatmaktır. Bir sövmeye iki sövme ile karşılık vermek de büyük
günahlardandır.”[606]

“Kastedilen, kişinin sadece kendine ve ailesine merhamet etmesi değil,


bütün insanlara merhamet etmesidir.”[517]

“Kim bir hayır işe sebep olursa, ona o hayrı yapanın-veya yerine getirenin-
sevabı kadar sevap vardır.”[615]

“Muhacir kişi de hata ve günahlardan uzak duran kişidir.”[523]

O da, “İnsanların arasını bulmaktır. Çünkü ara bozmak (insanın sevaplarını,


dinini) kazıyıcıdır” buyurdu.[520]

“Allah’a karşı takvalı ol. Bir meclise gelip yanında durduğunda beğendiğin
şeylerden konuştuklarını işitirsen orada otur. Hoşuna gitmeyecek şeyler
konuştuklarını işitirsen orayı terk et” buyurdu.[543]

“Sakın insanlarla tartışma. Zira tartışma şerefi giderir, ayıbı da ortaya


döker.”[586]

“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi bir iyiliği bile sakın küçük
görme!”[497]

6. Ellerinizi haramdan çekin.”[566]

“(Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ve babam Ebû Bekir vefat ettikten


sonra) Evime girerdim, ‘burada yatan eşim (Resûlullah) ve babamdır’
diyerek soyunurdum. Fakat Ömer oraya defnedildikten sonra Ömer’den
hayâ ederek asla soyunmadım, hep giyinik kaldım.”[563]

“İnsan, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O hâlde her biriniz dost


edineceği kişiye dikkat etsin!”[546]

[483] Ebû Dâvûd, Edeb:7.

[484] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:264, Hadis No:25.


[485] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:268, Hadis No:35.

[486] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:23; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:10077.

[482] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8182.

[491] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12644.

[487] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12428.

[488] Buharî, İman:15; Ebû Dâvûd, Edeb:6 (4795).

“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip
arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[500]

[489] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:250, Hadis No:11.

[490] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 5:250, Hadis No:10.

“Allah’ım! Beni sıhhatli, iffetli, güvenli, güzel ahlâklı ve takdire razı olan
biri kıl.”[480]

“Üçüncüsü, kendi kusurlarını ona gösterir.”[569]

[474] Kalem, 68:4.

[475] Tirmizî, Radâ:11; Ebû Dâvûd, Sünnet:15; İbni Mâce, Nikâh:50.

[480] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8181.

[481] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8184.

[476] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1360.

[477] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1360.

[478] Tirmizî, Tefsir, 23:1.


[479] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1360.

O da, “O Mü’mine verilen müjdenin peşin kısmıdır” dedi.[531]

“Bu ümmet konuştuğunda doğru söylediği müddetçe; merhametli olması


istendiğinde merhametli olduğu sürece hayır içerisinde olmaya devam
edecektir.”[559]

“Düşmanlığı devam ettirmek suretiyle hayatı sürdürmek günah yönünden


sana yeter.”[587]

“Yüce Allah, beni çirkin şeyler yapmak için göndermemiştir.”[582]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ashabından iki kişi biraraya


geldiklerinde, biri diğerine Asr Sûresi’ni okumadan ayrılmazlardı.”[616]

“Yemin ederim ki, bu gruptan bazılarını görürdüm; kamçısı yere düşerdi de


kimseden onu kendisine vermesini istemezdi.”[554]

“Delikanlı, beni zora soktun. Seni burada üç gündür bekliyorum’ dedi.”[526]

“Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi


yeter.”[498]

Temiz ve helal lokma yemek.”[540]

“Allahım, bizi eksiltme, arttır; bizi hor kılma, şereflendir; bizi mahrum
etme, bize ihsan et; başkalarını bize değil, bizi başkalarına üstün kıl; bizden
razı ol, bizi de hoşnut kıl.” Sonra da, “Bana on âyet indirildi; kim bu
âyetlerin hakkını verirse cennete girer” buyurdu.[478]

“Mü’min güzel ahlâkı sebebiyle (gündüzlerini) oruçla, (gecelerini) namazla


geçiren kişinin derecesine ulaşır.”[483]

“Sizden biriniz, bir kardeşini sevdiği zaman, evine gidip ona, kendisini
Allah için sevdiğini bildirsin.”[568]
“Sizden birinize hizmetçisi yemek yapıp getirdiği zaman, eğer hizmetçi o
yemeğin sıcaklığını ve kokusunu duymuşsa sizinle yemesi için davet edin.
Etmeyecekseniz de, eline o yemekten birazını verin.”[592]

“İnsanları idare etmek (onlarla iyi geçinmek) sadakadır.”[572]

“Allah katında kulun içebileceği en değerli yudum, öfke anında Allah rızası
için öfkesini yudumlayıp içine atmasıdır.”[578]

“Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği


zarar, mala ve makama düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha
büyük değildir.”[550]

“Kötü sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Kulları, O’na şirk
koşarlar ve evlat isnadında bile bulunurlar, yine de Allah onlara rızık ve
afiyet verir.”[611]

“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır;


sade hayat sürmek imandandır.”[493]

“Allah’ım! Beni amellerin, ahlâkın, arzuların ve hastalıkların kötü


olanlarından uzak tut.”[482]

“İyiliğin hiçbir çeşidini küçümseme. Mü’min kardeşine gülümsemen de


iyiliktir.”[577]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, insanların en güzeli, en cömerdi ve en


yiğidi idi.”[508]

“Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allah’tan korkun da, Ehl-i


Beyt’ime saygılı davranın! Allah’tan korkun ve Ehl-i beyt’ime saygılı
davranın!”[544]

Hz. Âişe’ye Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ahlâkı sorulunca, “Ahlâkı,


Kur’ân ahlâkıydı. Kur’ân’ın razı olduğuna razı olur, Kur’ân’ın öfke
duyduğuna öfke duyardı” buyurdu.[479]
“İnsanların arasında fitne ve fesat meydana gelince onların aralarını
düzeltmen, birbirlerinden uzaklaşınca yakınlaştırmandır.”[521]

“Ya Âişe! Küçük günahlardan sakın. Çünkü Allah onlardan da sorar.”[564]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ‘İnsanlara mevki, makam ve


seviyelerine göre davranın!” buyururdu.[545]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bir gün Ensâr’dan bir kimsenin yanından


geçiyordu. Ensârlı olan kişi, kardeşine hayâsından dolayı sitem ediyordu.
Resûlullah aleyhissalatü vesselam, “Ona ilişme, çünkü hayâ imandandır”
buyurdu.[488]

“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan


yardım görüp rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.”[525]

“Müslümanın başına gelen bir meşakkat, bir sızı, bir hüzün, bir keder, bir
eziyet, hatta ayağına batan bir diken bile olmasın ki, Allah onun
günahlarından bir kısmına kefaret kılmış olmasın.”[597]

“Şüphesiz ki, Allah kötülüğü kötülükle yok etmez, fakat kötüyü iyi ile yok
eder. Zira pisliği pislik temizlemez.”[535]

“Ey Âişe, nazik ol! Zira Allah bir ev halkına hayır dilerse, onları nezaket
kapısına yönlendirir.”[492]

“Allah kimin ayıbını araştırırsa, onu evinin içinde de olsa rezil eder.”[607]

“Ey Enes, yaşlılara saygı göster, küçüklere de merhamet et ki, cennette bana
arkadaş olasın.”[512]

“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde
Allah da onun ayıbını örter.”[502]

“Herkesin içinde yaptığın ameli, tek başına kaldığın zaman da


yapmandır.”[541]
Adam, “Evet, şöyle dediğini duydum: Allah için bir şeyi terk ettiğinde,
Allah o şeyi senin için daha hayırlı olan bir şeyle değiştirir.”[617]

“Kim, vücudu sıhhat ve afiyette, canı emniyet içinde, günlük azığı da


yanında olduğu hâlde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş
gibidir.”[567]

“Müslüman kardeşi kendisinden özür dilediğinde kabul etmeyen kişi benim


kevser havuzuma gelemez.”[562]

“Sevabın büyüklüğü, belanın büyüklüğüne göredir. Gerçek sabır, musibetle


ilk karşılaşıldığında gösterilmesi gereken sabırdır. Allah, bir kavmi sevdiği
zaman onları (belalarla) imtihan eder. Kim buna (karşılaştığı musibetlere)
rıza gösterirse, Allah’ın rızasını kazanır. Kim de öfkelenirse, Allah’ın
gazabını kazanır.”[596]

“Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine


verdiği nimete kanaat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”[551]

“Savaşta, insanların arasını düzeltmede ve erkek hanımıyla ve kadın


kocasıyla konuşurken...”[522]

“Ahlâkı en güzel olanıdır.” buyurdu.[484]

“Devlet başkanına makamından dolayı...”[513]

“Kahkaha şeytandandır, tebessüm ise Allah’tandır.”[539]

“Allah bana mütevazı olmanızı, öyle ki, kimsenin kimseye zulmetmemesini


ve kimsenin kimseye karşı övünmemesini vahyetti.”[530]

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini


korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman,
diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[499]

“Kişi söz verdiği ve sözünü yerine getirmeye niyet ettiği hâlde, elinde
olmayan sebepler dolayısıyla sözünü yerine getiremezse günahkâr
olmaz.”[527]

“Kalabalığa uymayın. Yani insanlar iyilik ederlerse, ben de ederim, kötülük


ederse ben de ederim, demeyin. Fakat insanlar iyilik ederse, sizin de iyilik
edeceğinizi ve kötülük ederlerse kötülük etmeyeceğinizi içinize
yerleştirin.”[605]

Ve “Bunu sadece seninle tartışmak için ortaya attılar. Şüphesiz onlar


kavgacı bir toplumdur”[588]

“Amellerin farzlardan sonra Allah’a en sevimlisi, Müslümanı


sevindirmektir.”[565]

O da, “Hayır, ancak kibir, hakkı tanımamak ve insanları hor görmektir”


buyurdu.[608]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, adama doğru dönüp güldü ve ona bir


şeyler verilmesini emretti.[591]

[602] Zilzal, 100:7-8.

[603] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11514.

[604] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9392.

[609] Tirmizî, Birr ve Sıla:58 (1994). S

[610] Ebû Dâvûd, Edeb:5; Beyhakî, Şuabu’l-İman, Hadis No:7762.

[611] Müslim, Sıfatü’n-Nar:50.

[605] Tirmizî, Birr ve Sıla:63 (2008).

[606] Ebû Dâvûd, Edeb:35 (4877).

[607] Ebû Dâvûd, Edeb:35 (4880).

[608] Müslim, Zühd:65, 66.


“Ben, haklı olsa bile tartışmayı bırakan, şaka da olsa yalan söylemeyen ve
ahlâkını güzelleştiren kimse için cennetin aşağısında bir köşke, cennetin
ortasında bir köşke ve bir de cennetin en yukarısında bir köşke kefilim.”[585]

“Yolu bilmeyene yol göstermen sadakadır ve her iyilik bir sadakadır”


buyurdu.[524]

[612] Ebû Dâvûd, Edeb:36 (4883).

[613] Ebû Dâvûd, Edeb:36 (4884).

[614] et-Tâc, 5:55; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübra, 10:199.

[615] Tirmizî, İlim:14 (2671); Müslim, İmare:27; Ebû Dâvûd, Edep:17.

[616] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18189.

[617] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18128.

[618] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9313.

“Bu ümmetten ilk kalkacak olan şey, hayâ ve emanet duygusudur. En sona
kalacak olan ise namazdır.”[487]

“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında
hizmet edecek kimseler lütfeder.”[516]

[592] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8204.

[593] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8326.

[598] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:9319.

[599] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:9322.

[600] Teğabün, 64:15.

[601] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9376.


[594] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8338.

[595] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:9315.

“Müslüman kişi, rüzgârın bir yatırıp, bir kaldırdığı yeşil ekin gibidir.
Münafık ise dik duran çam ağacı gibidir ve onu bir şey bükmez. Bir defada
kesilinceye kadar sabit bir şekilde kalır.”[599]

[596] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9325.

[597] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9371.

“Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez.”[536]

Ebû Bekir es-Sıddîk radıyallâhü anh Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile


birlikte yemek yiyordu. O sırada, “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu
görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onu görür”[602] ayeti indi.

Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam’ın elinde bir ip gördüm. “Bu nedir?”


diye sordum. “Onunla hatırlamamı sağlıyorum” buyurdu.[573]

“Allah bir kul hakkında hayır dilerse, onu insanların ihtiyacını gidermede
kullanır.”[504]

“Kız çocuğu olduğu zaman onu toprağa gömmeyen, onu küçük görmeyen
ve erkek çocuğunu ona tercih etmeyen kişiyi yüce Allah cennete sokar.”[593]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın, “Hile ve aldatmak cehennemdedir”


buyurmuş olduğunu işitmeseydim, insanların en hilecisi olurdum.[576]

“Allah bu dini kendisi için seçmiştir. Bu dini ıslah etmek, cömertlik ve iyi
ahlâk sayesinde olur. Bu sebeple bunlarla bu dine ikramda bulunun.”[507]

“Kötülük ve çirkin hareketler kimde varsa ve nerede olursa, onu mutlaka


lekeler. Hayâ da kimde varsa ve nerede olursa, onu mutlaka süsler.”[490]

“Kim bir iş yapmayı düşünür de o konuda Müslüman kardeşine danışırsa,


Allah onu işlerin en doğrusuna ulaştırıp başarılı kılar.”[533]
“Küçüklerimize acımayan, büyüklerimizin (büyüklük) şerefini tanımayan
bizden değildir.”[510]

“Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateşi de su söndürür.


Sizden biri öfkelenince abdest alsın.”[579]

“Allah, kulunu verdikleriyle imtihan eder. Allah, verdiğine razı olan kişiye
genişlik verir. Kısmetine razı olmayan kişiye ise bahşettiği şeyde bereket
vermez.”[553]

“Seninle ilişkisini kesen kimseyle ilişki kurman, senden yardımını


esirgeyen kimseye yardımda bulunman ve sana zulmedeni bağışlaman (en
üstün davranışlar)dır.”[556]
SÜNNETE GÖRE İLİM
HER ŞEY İLME BAĞLIDIR, İLİMSİZ hiçbir şey olmaz. Kur’ân bize
bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını bildirirken, bilenlerin bir adım
önde olduğu dersini verir. Ayrıca Allah’tan ancak âlimlerin, bilenlerin
korkacağını söyler.

İman da ilimle olur, ibadet ve zikir de. Bilmeyen insanın ahlâkı da güzel
olmaz. İslâm’ın ilk emrinin “ikra’/oku” olması, İslâm’ın ilme verdiği değeri
gösterir.

Okumayan bir toplum ne dünyayı tanır, ne de âhireti. Her iki âlemin de yolu
ilimden, bilgiden geçer.

Öncelikle ve her şeyden önce iman, bilgiden sonra varılan bir karardır.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra onu bilgiyle donattı, ilimle
zenginleştirdi. Âyetin ifadesiyle “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.”[619]

İsimlerden birinci maksat, Allah’ın isimleridir, ikinci anlam da, her varlığın
ne işe yaradığını, bütün ilimlerin esasını, konuşulan dillerin temelini, bir
insana dünyada ve âhirette yarayacak bütün bilgileri öğretmesidir.

Yüce Allah, Peygamberimize de bizzat her şeyin ilmini, bilgisini verdi, onu
eğitti. Ona Kur’ân’ı Allah öğretti; şehadet ve gayb âlemini Allah bildirdi.
Bu bilginin kaynağı vahiydir, yani doğrudan Allah’tan gelen bilgidir.

Peygamberimiz de kendisine inanan Müslümanlara, kadın erkek bütün


sahabilere her şeyin bilgisini verdi. Bu yönüyle Sahabiler
Peygamberimiz’in özem talebeleriydi.

Hadislere baktığımızda Peygamberimiz’in ümmetini ilme çok teşvik ettiğini


görüyoruz. İlmin önemini, değerini; öğrenmenin, bilmenin üstünlüğünü,
faziletini, sevabını anlattığını okuyoruz.

Bugün dünya Müslümanlarının en büyük ihtiyaçlarının ilim olduğu ve her


şeyin ilimden, bilgiden geçtiği de tartışmasız bir gerçektir.
Peygamberimiz’in kadın erkek herkese ilmin farz olduğunu bildirmesi,
sünnetin ilme verdiği önemi göstermesi bakımından temel bir hakikattir.
Çektiğimiz bütün sıkıntıların ilme uzaklıktan, bilgisizlikten kaynaklandığını
bilmeyenimiz yoktur.

Sözün özü: Dünya için de ilim lazım, âhiret için de...

İlim İbadetten Daha Faziletlidir


534. İlim mi üstün, ibadet mi üstün sorusuna bu hadis güzel cevap veriyor.
Bu hadiste ibadetin değersiz olduğu söylenmiyor, ibadet için öncelikle ilmin
olmasının zarureti dile getiriliyor. Çünkü ilimsiz hiçbir şey olmadığı gibi,
ibabetin de ilimsiz olmadığı açıktır.

Ebû Saîd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İlmin fazileti ibadetin faziletinden daha hayırlıdır. Dininizin en hayırlı


(vazife)si, verâ (takvâ)dır.”[620]

İlim Mertebesi Peygamberlikten Sonra Gelir


535. İlim hem dünyevi açıdan yüksek bir makamdır, hem de manevi açıdan
üstün bir derecedir. Peygamberlerin ilmi, Allah’ın bir ihsanıdır, fakat diğer
insanlar ilmi çalışarak elde ederler. İşte çalışarak kazanılan ilim, özellikle
dinî ilim sahipleri peygamberlerin mirasçılarıdır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kimin eceli ilim öğrenirken gelirse, kendisiyle peygamberlik arasında


peygamberlik rütbesinden başka bir derece bulunmadığı hâlde Allah’a
kavuşur.”[621]
İlim Öğrenen Şehid Olarak Ölür
536. Şehid, hayatını Allah yolunda verirken, ilim adamı da hayatının
tamamını ilim yolunda harcamıştır. Marifetullah’a götüren ilme çalışırken
vefat edenler manevi şehitlik mertebesi kazanıyorlar. Ayrıca şehitlik
mertebesini insanlara öğreten de âlimlerdir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İlim öğrenene, ilim öğrenirken ölüm gelecek olsa şehid olarak vefat
eder.”[622]

İlim Öğrenene Hac Sevabı Verilir


537. Mescitler, camiler İslâm’ın ilk yıllarından bu yana sürekli ilim
merkezleri olmuştur. Camiye devam eden insan hem ibadet eder, hem de
ilim öğrenecek fırsatlar bulur. İlim öğrenmek amacıyla camiye giden de hac
sevabını alır.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir hayrı öğrenmek veya öğretmekten başka bir niyeti olmadan bir
mescide giderse, kendisine kabul edilmiş bir hac sevabı verilir.”[623]

İlmini Gizleme, Anlat!


538. İnsan bildiğini gizlememeli, ilmini herkesle paylaşmalı, insanları
bilgilendirmeye çalışmalıdır. Bildiğini kendine saklamak, sorular sorulara
cevap vermemek, sessiz ve suskun kalmak bir âlimin yapacağı en büyük
yanlıştır ve bir vebaldir. Ayrıca bunun bir de âhiret cezası vardır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kime ilminden (bir mesele) sorulur da, onun cevabını gizlerse, Allah
kıyamet günü onun ağzına ateşten bir gem vurur.”[624]

Tartışma Yapmak İçin İlim Öğrenme!


539. İlim öğrenmenin tek amacı Allah rızasını kazanmaktır, imanını
kuvvetlendirmek, ibadetlerini bilerek yapmak ve insanlara faydalı olmaktır.
Bunların dışında, ilmi bir tartışma aracı yapmak, bilgiçlik taslamak gibi bir
niyetle öğrenmek, sünnetin hiç kabul etmediği bir alışkanlıktır.

Ka’b bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim ilim adamlarıyla tartışmaya girmek veya beyinsizleri şüpheye


düşürmek ve halkı kendi tarafına çekmek düşüncesiyle ilim öğrenirse Allah
onu ateşe atar.”[625]

İlim Cennet Yolunu Kolaylaştırır


540. Rabbini tanımak, hakiki imanı elde etmek, ibadet hayatını bilinçli ve
kaliteli hâle getirmek, insanlara faydalı olmak için öğrenilen ilim, insanı
cennete taşır ve cennet yolunu kolaylaştırır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim ilim (öğrenmek) için bir yola koyulursa, Allah da ona, kendini
cennete (götürecek) yolu (bulmayı) kolaylaştırır.”[626]

Başkasına Öğretmek İçin İlim Öğren!


541. Her şeyin bir zekâtı olduğu gibi, ilmin de bir zekâtı vardır. İlmin
zekâtı, bildiğini başkasına öğretmek, bilgisini paylaşmaktır. Bu niyetle ilim
öğrenmek kişiye manevi dereceler kazandırır. Sıddîkiyet, Hz. Ebû
Bekir’den bize miras kalan makamdır. Bu makama ulaşmayı âlimler
üstleniyor.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim insanlara öğretmek için ilimden bir kapı açarsa, kendisine yetmiş
sıddîkın sevabı verilir.”[627]

En Sevaplı Sadaka İlim Öğretmektir


542. Bilgiye herkes muhtaçtır. Ve bilgi başkasıyla paylaşıldıkça artar.
Bildiğini öğretmek bir sadakadır ve büyük bir hayırdır. Bu sadakayı bilgi
sahipleri çokça vermeli ve kimseden esirgememelidirler.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sadakanın en faziletlisi, bir Müslümanın ilim öğrenmesi, sonra da o ilmi


bir Müslüman kardeşine öğretmesidir.”[628]

İlim Öğrettiğin Kişilerin Sayısınca Sevap Alırsın


543. En büyük öğretici, en mükemmel öğretmen Peygamberimiz’dir.
Hadiste bu sünnet hatırlatılıyor. Herkes bildiğinin âlimi olduğuna göre,
öğrendiklerimizi bir başkasıyla paylaştıkça onların kazandığı sevaba bizler
de ortak oluruz.

Muâz bin Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“İlim öğreten kimseye, öğrettiği ilimle amel edenlerin kazandıkları sevaptan
bir şey eksilmeden o kişiye bir kat sevap verilir.”[629]

Âlimler Yıldızlar Gibidir


544. “İnsanlar yıldızlarla yollarını bulur”[630] ayetinde geçtiği gibi, âlimler
de manevi yıldızdır, rehberdir ve yol göstericidirler. İnsanlar bilmediklerini,
bilenlere sorarak yollarına devam ederler. Cehalet pusları çevreyi kaplar da,
âlimler sönük kalırsa, toplumun sapkınlığa uğraması kaçınılmaz olur.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Yeryüzünde âlimler yıldızlara benzer. Karanın ve denizin karanlıklarında


onlarla yol bulunur. Yıldızlar sönerse, hidayette olanların sapıtması
çabuklaşır.”[631]

Âlimlere Her Şey Dua Eder


545. Âlimler insanları cehalet karanlığından kurtarır, dünyayı âhiretin bir
tarlası olarak gösterirler, her şeyin Allah’ın varlık ve birliğine delil
olduğunu anlatırlar. Böylece insanlar dünya ile barışık yaşar, varlıkların
değerini bilirler. Bunun için her varlık âlimlerin bağışlanması için dua
ederler.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şüphesiz göktekiler, yerdekiler, hatta denizdeki balıklar bile âlimler için


istiğfar ederler.”[632]

İlim Ya Doğruya Götürür veya Yanlıştan Kurtarır


546. İlim insana her zaman kazandırır ve hep kurtarır. Bütün doğrular ilim
sayesinde öğrenilir, bütün yanlışlardan da ilim sayesinde kurtulmak
mümkün olur. İlim olmazsa insan yanlıştan ve hatalardan kendini
kurtaramaz.

Ömer bin Hattab radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Çalışan bir kimse, ilim gibi değerli bir şey kazanmamıştır. Zira ilim,
sahibini ya bir doğruya götürür ya da bir yanlıştan kurtarır. Kişinin ameli
düzgün olmadıkça dini de düzgün olmaz.”[633]

İlim Yolunda Olmak Cihad Gibidir


547. Âlimler sürekli meleklerin manevi yardımları altındadır, rahmet
melekleri onları hiç yalnız bırakmaz. İlimle meşgul olmak aynı zamanda bir
cihaddır, Allah yolunda bir çalışmadır, çok üstün bir hizmettir. Özellikle
yok olmaya yüz tutan ilimleri elde etmek daha sevaplıdır.

Ebû’r-Rudayn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Aralarında Allah’ın kitabını müzakere etmek üzere toplanmış hiçbir


topluluk yoktur ki, onlar Allah’ın misafirleri olmasınlar. Muhakkak ki,
onlar yerlerinden kalkıncaya veya başka bir söze dalıncaya kadar melekler
onları rahmet kanatlarıyla kuşatırlar.

“Kim ölmesinden korkarak bir ilmi öğrenmek veya yok olmasından


korkarak onu kaydetmek üzere bir yolculuğa çıkarsa, muhakkak ki o kimse
Allah yolunda savaşa çıkan mücahid gibi olur. Amelde geri kalanı, soyu
ileri geçirmez.”[634]

İlim Ehlinin Meclisinden Ayrılma!


548. Her vesileyle ilmin konuşulduğu yerlere gitmeli, ilmin ders verildiği
ortamları takip etmelidir. Hayatın anlamını anlatan hikmet ancak ilimle
öğrenilir. Aksi hâlde hayat boşlukta kalır, insanlar dünyaya gönderiliş
hikmetini kaybederler.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Lokman oğluna söyle nasihat etti:

“Ey oğulcuğum! İlim ehlinin meclislerinden ayrılma. Hikmet ehlinin


sözlerini dinle. Zira Allah ölü toprağı yağmur bereketiyle dirilttiği gibi, ölü
kalbi de hikmet nuru ile diriltir.”[635]

İlmi Kalbine Yerleştir


549. İlim insanı marifetullaha götürmeli, Allah’ı tanıtmalı, Tevhide taşımalı,
imanla bütünleştirmeli, imanına takviye etmeli, kuvvetlendirmelidir.

Yusuf bin Atiyye radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“İlim iki çeşittir. Biri, kalbe yerleşen ilimdir. Bu, sahibi için faydalı bir
ilimdir. Diğeri de, sadece dilde dolaşan ilimdir ki, bu ilim, âdemoğlunun
aleyhine Allah’ın bir hüccetidir.”[636]

İlmi Allah İçin Öğren!


550. İlim öğrenmede gerçek niyet ve asıl amaç Allah rızası olmalıdır. Hangi
ilim dalı olursa olsun, o ilmi elde eden kişi Allah’ın rızasıyla hareket
etmelidir.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Kim Allah rızasından başka bir şey için ilim öğrenirse veya o ilimle Allah
rızasının dışında bir amaç taşırsa, cehennemdeki yerine hazırlansın.”[637]

İlim Çin’de de Olsa Gidin, Öğrenin!


551. İlmin yeri, yurdu, ülkesi, vatanı olmaz. Nerede ilim öğrenecek bir
mekân ve merkez varsa, insan oraya gitmenin yollarını aramalıdır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İlim Çin’de de olsa gidip öğrenin. Zira ilim öğrenme gayreti, her
Müslümana farzdır.”[638]

İlim Öğrenirsen Günahların Temizlenir


552. İlim aklı aydınlattığı, kalbi nurlandırdığı, vicdanı beslediği için
duyguları da ıslah eder. Böylece ne kadar günah ve hata varsa hepsi
temizlenir, paklanır.

Sahbara el-Ezdi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim ilim öğrenmek isterse, bu davranışı, geçmiş (günâhın)a keffâret


olur.”[639]

Âlimler Cennete Girer


553. Âlim insanlar ilimlerini Allah’ı tanıtmak, Allah’a ulaşmak ve Allah’ı
sevdirmek için kullanır ve anlatırlarsa Allah da onları cezalandırmaz,
cehennemden uzak tutar.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah, kıyamet günü kullarını diriltip (mahşere) gönderir. Sonra âlimleri


ayırır: “Ey âlimler! Ben ilmimi, size azap edeyim diye içinize koymadım.
Haydi (cennete) giriniz! Ben sizleri bağışladım’ buyuracaktır.”[640]

İlim İçin Yola Çıkarsan Allah Yolundasın


554. Allah’ın bir ismi Alîm’dir. İlim tahsilini yapan, eğitimle meşgul olan
kişi Allah’ın bu ismine mazhar olur. Allah’ın yeryüzüne yaydığı ilmi
öğrenir, Allah’ın yolunda olduğunu fiilen gösterir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim ilim öğrenmek uğrunda (yurdundan) çıkarsa, o (evine) dönünceye


kadar Allah yolundadır.”[641]

İlim Öğrenirsen Allah Rızkına Kefil Olur


555. İlim yolunda olan, öğrencilik yapan kişi rızık endişesine
kapılmamalıdır. O bu yolda oldukça, bir vesile yaratarak Allah onun rızkını
verir. Çünkü ilmin, rızkı çeken bir özelliği vardır.

Ziyad bin el-Hars es-Sudai radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim ilim öğrenmek isterse, Allah onun rızkına kefil olur.”[642]

Allah’tan Faydalı İlim İste!


556. Peygamberimiz bir duasında Allah’tan faydalı ilim ister. İlmin faydasız
olanı da vardır. İnsanın ne dinine, ne de dünyasına yaramayan bilgi edinme
adına o kadar bilgiler vardır ki, bunlarla vakit geçirilmemeli, ömür telef
edilmemelidir.

Câbir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’tan faydalı ilim isteyiniz. Faydası olmayacak ilimden Allah’a


sığının.”[643]

İlmi Öğrenen veya Öğreten Ol!


557. Mü’min ilimle hayat bulur, ilimle kendini ve Rabbini tanır, ilimle
ebedî hayatını kazanır. Bunun için ilmi elde etmenin yollarını aramalı ki,
cahil kalmamalı, kendini felakete sürüklememelidir.

Abdurrahman bin Ebi Bekre radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Güne ilim öğreten veya ilim öğrenen veya ilim dinleyen veya ilmi seven
biri olarak başla. Beşincisi (bunlar dışında biri) olma ki helak olursun.”[644]

Dostun İlim Olsun!


558. İnsan bu dünyaya ilim öğrenmekle yücelmek, marifet elde etmekle
ilerlemek için gelmiştir. İnsanın hayvandan en büyük farkı budur. Hayvan
başka bir âlemde hazırlanmış, dünyaya öyle gönderilmiştir. Bir serçe yirmi
günde hayat şartlarını öğrenirken, bir insan ancak yirmi yaşına gelince
hayatına lazım olacak şeyleri tanıyabilir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sana ilim lâzımdır. Zira ilim mü’minin dostudur; vakar veziridir; akıl
delilidir; amel yardımcısıdır; rıfk babasıdır; yumuşaklık kardeşidir; sabır
emîridir.”[645]

İlmi Yazıyla Koruyun


559. Sünnette okumaya çok önem verildiği gibi, yazmaya, ilmi yazıyla
kalıcı hâle getirmeye de çok ehemmiyet verilmiştir. Bu anlamda Kur’ân
hem ezberleniyor, hem de yazıya geçiriliyordu. Hadisler de aynı şekilde
ezbere alındığı kadar yazılarak da muhafaza ediliyordu. Bu işlem
Peygamberimiz’in bu gibi teşvikleriyle yapılıyordu.

Sümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Enes radıyallâhü anh, “İlmi yazı ile kaydedin” demiştir.[646]

***

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam’a hafızasının zayıflığından


yakındı. O da “Sağ elinden destek al” buyurdu.[647]

Resûlullah’ın Mirası Neydi?


560. Peygamberler kendi evlatlarına bile dünya malı adına bir miras
bırakmazlar. Onların geriye bıraktıkları tek miras ilim mirasıdır. Bu miras
da bütün ümmete aittir. Peygamberimiz Kitab ve Sünneti bizlere miras
olarak bırakarak kurtuluşun yollarını göstermiştir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh’dan nakledildiğine göre kendisi Medine


çarşısına uğradı:

“Ey çarşı halkı! Size engel olan nedir?” diye seslendi.

“Hangi konuda Ey Ebû Hüreyre?” diye sordular.

“Orada Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam’ın mirası dağıtılırken siz


buradasınız. Gidip ondan nasibinizi almaz mısınız?” dedi.
“Nerede?” diye sordular.

“Mescidde” dedi.

İnsanlar süratle çıkıp mescide gittiler. Ebû Hüreyre ise onları bekledi.

Döndüklerinde kendilerine “Ne oldu?” diye sordu.

“Ey Ebû Hüreyre, mescide gittik. İçeri girdik, ama orada dağıtılan bir şey
görmedik” dediler.

Ebû Hüreyre, “Mescidde kimseyi görmediniz mi?” dedi.

“Evet, gördük. Cemaatin bir kısmının namaz kıldığını, bir kısmının Kur’ân
okuduğunu, bir kısmının da helal ve haram meselelerini müzakere
ettiklerini gördük” dediler.

Bunun üzerine Ebû Hüreyre, “Yazıklar olsun size! İşte Muhammed


aleyhissalâtü vesselam’ın mirası odur” diye karşılık verdi.[648]

İlim Nasıl Kalkar?


561. Bir toplum, ilmin ve âlimlerin varlığıyla ayakta kalır ve devam eder.
Ama ne zaman ki gerçek âlimler ortadan kalkmaya başlayınca, bunların
yerine ilim kıyafetine bürünmüş cahiller gelir ve verdikleri yanlış fetvalarla
toplumu yanlışa sürüklerler.

Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şüphesiz, Allah ilmi insanlardan çekip almaz. Âlimleri insanların içinden


alarak ilmi ortadan kaldırır. Sonunda hiçbir âlim bırakmadığı zaman,
insanlar birtakım cahilleri baş edinir, onlara soru sorarlar. Onlar da ilimsiz
fetva verirler; böylece hem saparlar, hem saptırırlar.”[649]

[619] Bakara, 2:31.


[620] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:93, Kenzü’l-Ummal, 28799.

[621] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:93 Kenzü’l-Ummal, 28831.

[622] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:97; Kenzü’l-Ummal, 10:28693.

[623] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:104 Kenzü’l-Ummal, Hadis No:28859.

[624] Feyzü’l-Kadîr, 5:146. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8832.

[625] Feyzü’l-Kadîr, 5:176. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8840.

[626] Feyzü’l-Kadir 6:154.

[627] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:98.

[628] İbni Mâce, Mukaddime:20.

[629] İbni Mâce, Mukaddime:20.

[630] Nahl, 16:18.

[631] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:100.

[632] İbni Mâce, Mukaddime:20.

[633] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:483.

[634] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:497.

[635] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:518.

[636] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:103 Kenzü’l-Ummal, Hadis No:28946-7.

[637] İbni Mâce, Mukaddime:23.

[638] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1543.

[639] Feyzü’l-Kadîr, 6:175. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8837.


[640] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:101.

[641] Tirmizî, İlim:2; Feyzü’l-Kadîr, 5:175. Kenzü’l-Ummal, Hadis


No:8839.

[642] Feyzü’l-Kadîr, 5:175. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8838.

[643] Feyzü’l-Kadir, 4:108; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:3226.

[644] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1581; Feyzü’l-Kadir, 2:17.

[645] Feyzü’l-Kadir, 4:331; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:28790.

[646] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:681; Feyzü’l-Kadir, 4:530


Kenzü’l-Ummal, 29332.

[647] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:682.

[648] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:505.

[649] Müslim, İlim:13.

“Güne ilim öğreten veya ilim öğrenen veya ilim dinleyen veya ilmi seven
biri olarak başla. Beşincisi (bunlar dışında biri) olma ki helak olursun.”[644]

“Kim ilim öğrenmek isterse, bu davranışı, geçmiş (günâhın)a keffâret


olur.”[639]

“Ey oğulcuğum! İlim ehlinin meclislerinden ayrılma. Hikmet ehlinin


sözlerini dinle. Zira Allah ölü toprağı yağmur bereketiyle dirilttiği gibi, ölü
kalbi de hikmet nuru ile diriltir.”[635]

Bunun üzerine Ebû Hüreyre, “Yazıklar olsun size! İşte Muhammed


aleyhissalâtü vesselam’ın mirası odur” diye karşılık verdi.[648]

“Kim ilim adamlarıyla tartışmaya girmek veya beyinsizleri şüpheye


düşürmek ve halkı kendi tarafına çekmek düşüncesiyle ilim öğrenirse Allah
onu ateşe atar.”[625]
“İlmin fazileti ibadetin faziletinden daha hayırlıdır. Dininizin en hayırlı
(vazife)si, verâ (takvâ)dır.”[620]

544. “İnsanlar yıldızlarla yollarını bulur”[630] ayetinde geçtiği gibi, âlimler


de manevi yıldızdır, rehberdir ve yol göstericidirler. İnsanlar bilmediklerini,
bilenlere sorarak yollarına devam ederler. Cehalet pusları çevreyi kaplar da,
âlimler sönük kalırsa, toplumun sapkınlığa uğraması kaçınılmaz olur.

“Kim ilim (öğrenmek) için bir yola koyulursa, Allah da ona, kendini
cennete (götürecek) yolu (bulmayı) kolaylaştırır.”[626]

“Şüphesiz, Allah ilmi insanlardan çekip almaz. Âlimleri insanların içinden


alarak ilmi ortadan kaldırır. Sonunda hiçbir âlim bırakmadığı zaman,
insanlar birtakım cahilleri baş edinir, onlara soru sorarlar. Onlar da ilimsiz
fetva verirler; böylece hem saparlar, hem saptırırlar.”[649]

“İlim öğreten kimseye, öğrettiği ilimle amel edenlerin kazandıkları sevaptan


bir şey eksilmeden o kişiye bir kat sevap verilir.”[629]

[620] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:93, Kenzü’l-Ummal, 28799.

[621] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:93 Kenzü’l-Ummal, 28831.

[619] Bakara, 2:31.

“Kime ilminden (bir mesele) sorulur da, onun cevabını gizlerse, Allah
kıyamet günü onun ağzına ateşten bir gem vurur.”[624]

[624] Feyzü’l-Kadîr, 5:146. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8832.

[625] Feyzü’l-Kadîr, 5:176. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8840.

[622] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:97; Kenzü’l-Ummal, 10:28693.

[623] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:104 Kenzü’l-Ummal, Hadis No:28859.

[626] Feyzü’l-Kadir 6:154.


[627] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:98.

“İlim iki çeşittir. Biri, kalbe yerleşen ilimdir. Bu, sahibi için faydalı bir
ilimdir. Diğeri de, sadece dilde dolaşan ilimdir ki, bu ilim, âdemoğlunun
aleyhine Allah’ın bir hüccetidir.”[636]

“Çalışan bir kimse, ilim gibi değerli bir şey kazanmamıştır. Zira ilim,
sahibini ya bir doğruya götürür ya da bir yanlıştan kurtarır. Kişinin ameli
düzgün olmadıkça dini de düzgün olmaz.”[633]

[638] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1543.

[639] Feyzü’l-Kadîr, 6:175. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8837.

[642] Feyzü’l-Kadîr, 5:175. Kenzü’l-Ummal, Hadis No:8838.

[643] Feyzü’l-Kadir, 4:108; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:3226.

[640] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:101.

[641] Tirmizî, İlim:2; Feyzü’l-Kadîr, 5:175. Kenzü’l-Ummal, Hadis


No:8839.

[646] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:681; Feyzü’l-Kadir, 4:530


Kenzü’l-Ummal, 29332.

[647] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:682.

[644] Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:1581; Feyzü’l-Kadir, 2:17.

[645] Feyzü’l-Kadir, 4:331; Kenzü’l-Ummal, Hadis No:28790.

[628] İbni Mâce, Mukaddime:20.

[631] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:100.

[632] İbni Mâce, Mukaddime:20.

[629] İbni Mâce, Mukaddime:20.


[630] Nahl, 16:18.

[635] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:518.

[636] et-Tergîb ve’t-Terhib, 1:103 Kenzü’l-Ummal, Hadis No:28946-7.

[633] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:483.

[634] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:497.

[637] İbni Mâce, Mukaddime:23.

[649] Müslim, İlim:13.

[648] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:505.

“Kim ilim öğrenmek uğrunda (yurdundan) çıkarsa, o (evine) dönünceye


kadar Allah yolundadır.”[641]

“İlim Çin’de de olsa gidip öğrenin. Zira ilim öğrenme gayreti, her
Müslümana farzdır.”[638]

“Kim insanlara öğretmek için ilimden bir kapı açarsa, kendisine yetmiş
sıddîkın sevabı verilir.”[627]

Bir adam Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam’a hafızasının zayıflığından


yakındı. O da “Sağ elinden destek al” buyurdu.[647]

“Kimin eceli ilim öğrenirken gelirse, kendisiyle peygamberlik arasında


peygamberlik rütbesinden başka bir derece bulunmadığı hâlde Allah’a
kavuşur.”[621]

“Kim bir hayrı öğrenmek veya öğretmekten başka bir niyeti olmadan bir
mescide giderse, kendisine kabul edilmiş bir hac sevabı verilir.”[623]

“Şüphesiz göktekiler, yerdekiler, hatta denizdeki balıklar bile âlimler için


istiğfar ederler.”[632]
Enes radıyallâhü anh, “İlmi yazı ile kaydedin” demiştir.[646]

“Kim ilim öğrenmek isterse, Allah onun rızkına kefil olur.”[642]

Öncelikle ve her şeyden önce iman, bilgiden sonra varılan bir karardır.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra onu bilgiyle donattı, ilimle
zenginleştirdi. Âyetin ifadesiyle “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.”[619]

“Sana ilim lâzımdır. Zira ilim mü’minin dostudur; vakar veziridir; akıl
delilidir; amel yardımcısıdır; rıfk babasıdır; yumuşaklık kardeşidir; sabır
emîridir.”[645]

“Allah’tan faydalı ilim isteyiniz. Faydası olmayacak ilimden Allah’a


sığının.”[643]

“İlim öğrenene, ilim öğrenirken ölüm gelecek olsa şehid olarak vefat
eder.”[622]

“Allah, kıyamet günü kullarını diriltip (mahşere) gönderir. Sonra âlimleri


ayırır: “Ey âlimler! Ben ilmimi, size azap edeyim diye içinize koymadım.
Haydi (cennete) giriniz! Ben sizleri bağışladım’ buyuracaktır.”[640]

“Sadakanın en faziletlisi, bir Müslümanın ilim öğrenmesi, sonra da o ilmi


bir Müslüman kardeşine öğretmesidir.”[628]

“Yeryüzünde âlimler yıldızlara benzer. Karanın ve denizin karanlıklarında


onlarla yol bulunur. Yıldızlar sönerse, hidayette olanların sapıtması
çabuklaşır.”[631]

“Kim Allah rızasından başka bir şey için ilim öğrenirse veya o ilimle Allah
rızasının dışında bir amaç taşırsa, cehennemdeki yerine hazırlansın.”[637]

“Kim ölmesinden korkarak bir ilmi öğrenmek veya yok olmasından


korkarak onu kaydetmek üzere bir yolculuğa çıkarsa, muhakkak ki o kimse
Allah yolunda savaşa çıkan mücahid gibi olur. Amelde geri kalanı, soyu
ileri geçirmez.”[634]
Menkıbe

Ticaret İçinde Ahiret Kârı

İmam-ı Âzam, ilminin edebini ve ticaret ahlakını bizzat şahsında gösterirdi.


Ulema arasındaki yeri diğerlerine üstün geldiği gibi, tüccar arasında da
dürüstlüğü ve cömertliğiyle de tanınmıştı. Onun asıl zenginliği gönül
zenginliğiydi. Onda açgözlülükten, dünya hırsından eser yoktu. Son derece
de kanaat sahibiydi.

Devrinin belli zenginlerindendi. Helal kazanca yetinmekle birlikte,


ticaretten çok gelir elde ediyordu.

Emanet konusunda çok dikkatliydi. Kendisine emanet edilen şeyleri çok


titiz bir şekilde korurdu. İhanet denilen kötü huyun onda zerresi
görülmemişti. Bütün bunlarla birlikte, son derece muttaki bir insandı. Bir
günde Kur’ân’ı hatmettiği çok olurdu.

Tüccarlar onun bu özelliklerine imrenirlerdi. Çokları onu ticaret ahlakına


uymakta Hz. Ebu Bekir’e benzetirlerdi. Gerçekten de İmam-ı Âzam, o
fedakâr sahabiyi kendisine örnek almıştı. Satın aldığı malları gerçek
değeriyle alırdı. Fiyatını düşürerek satıcıyı zor durumda bırakmazdı.

Bir gün kadının birisi kendisine satmak için ipek bir elbise getirdi. İmam-ı
Âzam:

“Daha fazla yapar.” deyince kadın:

“Benimle alay etmiyorsunuz, değil mi?” diye çıkıştı. İmam-ı Âzam:

“Ne münasebet, bir adam getirin, değer biçsin.” dedi.

Kadın bir adam çağırdı. Elbiseye fiyat biçti. İmam-ı Âzam elbiseyi beş yüz
dirheme satın aldı.

Büyük İmam bu hareketiyle satıcının dikkatsizliğinden ve bilgisizliğinden


istifade ederek onu aldatma yoluna girişmemişti. Satıcının menfaatini
koruyor, ona doğruyu gösteriyordu.
Bu arada fakirleri ve yakınlarını da korur, ihtiyaçlarını ön plana alırdı.
Müşterisi fakir birisi ise satacağı malı maliyetine verdiği çok olurdu.

Bir seferinde bir kadın gelerek:

“Ben fakirim, fazla param yoktur, şu elbiseyi bana alış fiyatına sat.” dedi.

İmam-ı Âzam:

“Dört dirhem ver, al götür.” dedi.

Kadın, elbiseyi bu kadar ucuz verdiğine inanamadı:

“Ya İmam, ben ihtiyar bir kadınım, benimle alay etme.”

“Hayır, bunda alay edecek bir durum yoktur. Elimde bulunan bir elbise iki
takımdı. Bir takımını ikisine ödediğim paranın dört dirhem eksiğine sattım,
bu elbise de bana dört dirheme kalmış oldu. Bunu da sana veriyorum.”

Elbisenin parasını veren kadın, bin dua ederek sevine sevine oradan ayrıldı.
İmam-ı Âzam da bir fakirin gönlünü almanın sevincini yaşıyordu.
SÜNNETE GÖRE CİHAD
CİHADIN KELİME ANLAMI, GÜÇ HARCAMAK, gayret göstermek, bir
işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmaktır.

İslâmî bir terim olarak da, cihad dinin emirlerini öğrenip ona göre yaşamak
ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak,
İslâm’ı tebliğ etmektir, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermektir.

Hadis kitaplarında cihad hakikati, “kitâbü’l-cihâd”, “fezâilü’l-cihâd”


başlıkları altında toplanmıştır.

Genel anlamda cihaddan ve faziletinden bahseden hadislerin yanında, kime


karşı, nasıl cihad yapılacağına dair birçok hadis vardır. “Mücahid nefsiyle
cihad edendir.”[650]

“Mü’min, kılıcı ve diliyle cihad eder.”[651]

“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin.”[652]


“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[653]
meâlindeki hadislerle Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ümmetin içinde
yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolundukları şeyleri yapmayan
nesiller ortaya çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad ederse o
mü’mindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla
kalbiyle cihad ederse o mü’mindir”[654] buyurur.

Savaşa çıkmakta olan İslâm ordusuna katılmak için gelen birine annesinin
ve babasının hayatta olup olmadığını sorarak hayatta olduklarını öğrenmesi
üzerine, “O hâlde onlara hizmet yolunda -nefsinle- cihad et”[655]
tavsiyesinde bulunur.

Hz. Âişe’nin, “Ey Allah’ın Resûlü! Görüyoruz ki, cihad, amellerin en


faziletlisidir; öyleyse biz de cihad etmeli değil miyiz?” diye sorması
üzerine, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Sizin için cihadın en faziletlisi
makbul hacdır”[656] şeklinde cevap vererek cihadın gerek kapsamını,
gerekse yöntemlerini göstermesi bakımından önemlidir.

Buna göre cihad, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve
Resûlü’nün koyduğu ölçülerin kişi ve toplum hayatına uygulanmasına
çalışmaktan İslâm’ı diğer insanlara tebliğe, İslâm ülkesini ve Müslümanları
her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde
savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşır.

Böylece cihad, başta kalp ve dil olarak, el ve silâh gibi beşerî aksiyonun
ortaya konulduğu her vasıta ile yapılır.

Cihad hakkındaki âyet ve hadislere baktığımızda çoğunun manevi cihadla


ilgili olduğunu görürüz. Maddi cihadla ile ilgili olanlar da hep savunmaya
yöneliktir.

Yapılan bilimsel bir araştırmaya göre, Kur’ân-ı Kerimde 14 çeşit cihad


vardır. Bunlardan sadece bir tanesi savaş anlamındadır, diğerleri “müsbet
hareket” anlamında manevi mücahededir.

Zaten bu zamanın asıl cihadı, manevi cihaddır. Manevi yıkıma karşı manevi
olarak tamirdir, irşaddır ve inşadır. Yani ilimle cihaddır, kendi imanını
kurtarmak, sonra da başkalarının imanlarını kurtarmak için olanca gücüyle
çalışmaktır.

“Müsbet hareket” olarak bilinen cihadın bu şekli, menfi hareket


etmemektir; insanların kafalarındaki ve kalplerindeki inançsızlıklara,
şüphelere ve ahlâk dışı söylem ve davranışlara karşı ilimle, ikna yoluyla ve
telkini esas alan anlatımlarla gayret göstermektir.

Cihad Görevi Al!


562. Cihad her mü’minin ortak görevidir. Allah’ın dinini anlatmak, İslâm’ın
hakikatlerini muhtaç gönüllere ulaştırmak, karşılaşılan engellerle mücadele
etmek aynı zamanda bir tebliğdir.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İslâm’ın en yüce vazifesi, Allah yolunda cihad etmektir. Ona


Müslümanların faziletçe en üstün olanları ulaşır.”[657]

Malınla ve Canınla Cihad Et!


563. Cihad iki tarafla yapılmalıdır. Mü’min hem canını ortaya koymalı, hem
de malını. Yeri geldiğinde her ikisinden de vazgeçebilmelidir. Allah
yolunda harcanan malın ve çekinmeden verilen canın mükâfatı da o nisbette
büyüktür.

Ebû Said el-Hudrî radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a sordu:

“İnsanların faziletçe hangisi daha üstündür?” dedi.

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah yolunda malıyla ve canıyla cihad eden adamdır.”[658]

Allah’ın Dinine Çalış!


564. Cenâb-ı Hak kendi dinini ayakta tutmak için ümmet-i Muhammed’den
bir cemaati muhafaza edecek ve kendi yolunda çalıştıracaktır. Böylece
İslâm batıla üstün gelecek, o yolda çalışanlar da yardımsız ve desteksiz
kalmayacaktır. Bu hizmet kıyamete kadar devam edecektir.

İmran bin Husayn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ümmetimden bir cemaat Allah’ın emri gerçekleşinceye kadar bâtıla üstün


gelerek hak üzere devam edeceklerdir. Onları yardımsız bırakanlar onlara
zarar veremeyeceklerdir.”[659]
Gerçek Mücahid Nefsiyle Cihad Edendir
565. “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” sözünde ifade edildiği
gibi, insan önce kendini düzeltmeye çalışmalı, ondan sonra başkalarına
faydalı olabilir. Kur’ân-ı Kerim, “Nefsinizi ateşten koruyun![660] “Siz
nefsinizi düzeltmeye bakın!”[661] ayetleriyle önce ve her zaman en büyük
cihadın nefisle yapılan cihad olduğunu bildirir.

Fedale bin Ubeyd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir.”[662]

İslâm’ın Hâkim Olması İçin Çalış!


566. Cihaddaki asıl maksat, İslâm’ı kalplerde ve toplumda hâkim kılmak;
Hak dinin güzelliklerini dünyanın her tarafına ulaştırmak ve yaymaktır. Bu
niyetle hizmet edenler Allah yolundadırlar. Bu cihada aynı zamanda îlâ-i
kelimetullah, Allah’ın ismini yüceltmek adı da verilir.

Ebû Mûsâ Abdullah bin Kays el-Eş`arî radıyallâhü anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a:

“Biri kahramanlık taslamak, biri kabilecilik yapmak ve biri kendine yiğit


adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır?” diye
soruldu. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şu cevabı verdi:

“Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye cihad ederse, o Allah


yolundadır.”[663]

Cihada Ara Verme!


567. Cihad belli bir dönemde, belli bir süreyle yapılan bir amel/iş değildir.
Namaz ve oruç gibi ölünceye kadar devam eden bir ibadettir.
Peygamberimiz de son nefesine kadar cihada devam edeceğini bildiriyor.

Ammar Ebû hafs, babalarından, babaları da dedelerinden naklediyor:

Hz. Bilal, Hz. Ebû Bekir’e gelerek, “Ey Allah’ın halifesi! Ben Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Mü’minin en üstün ameli, Allah yolunda cihaddır. Ben ölünceye kadar


canımı Allah yoluna bağışlamayı arzuladım” deyince, Hz. Ebû Bekir,
Bilal’e “Allah aşkına ey Bilal! Benim hakkım için burada kal. Vallahi zaten
yaşım da ilerledi. Güçten, takatten kesildim, ecelim yaklaştı.” karşılığını
verdi.

Bilal bu sözleri duyunca Hz. Ebû Bekir’in vefatına kadar yanında kaldı.[664]

Kalbin Cihad Aşkıyla Çarpsın!


568. Cihad bir ibadettir, dini bir hizmettir. Bu hizmeti yapan insan heyecan
içinde çalıştığı gibi günahlarından da arınır.

Selman radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’minin kalbi Allah yolunda heyecanlanıp çarptığında, hurma salkımının


döküldüğü gibi günahları dökülür.”[665]

Cihad Etmek İçin Yola Çıkan Cennettedir


569. Cihad etmek yola çıkan kişi, bu yolda hayatını kaybederse şehid olur
ve Yüce Allah ona cenneti nasip eder.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Altı şey vardır ki, bunlardan biri içerisinde ölen Müslümanı cennette
sokmak, Allah’ın güvencesi altında olur:

1. Cihad etmek üzere yola çıkan kişi. Şayet o yolda ölürse, onu cennete
sokmak Allah’ın güvencesi altında olur.

2. Cenazenin peşinden giden kişi. Şayet o yolda ölürse, Allah’ın güvencesi


altında olur.

3. Hasta ziyareti yapan kişi. Şayet o yolda ölürse, Allah’ın güvencesi


altında olur.

4. Mükemmel bir şekilde abdest alıp sonra namaz kılmak için mescide
giden kişi. Şayet bu yolda ölürse, Allah’ın güvencesi altında olur.

5. Devlet başkanının yanına sadece onu tazim etmek için veya azarlamak
(uyarmak) için gelen kişi. Şayet o yolda ölürse, Allah’ın güvencesi altında
olur.

6. Evinde hiçbir Müslümanı gıybet etmeyen, ona öfkelenmeyen ve onu


ayıplamayan kişi. Şayet o yolda ölürse, Allah’ın güvencesi altında
olur.”[666]

Evde Oturmayın, Allah Yolunda Cihad Edin!


570. Kısa sürelik bir zaman diliminde de olsa, cihad eden kimse, cennet
nimetini hak eder. Bunun için evde oturmayıp cihada gitmeye çalışmalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ashabından bir adam su bulunan bir


vadiden geçti. Oranın güzelliği hoşuna gidince, “İnsanlardan uzaklaşsam da
bu vadide kalsam. Ama Resûlullah aleyhissalâtü vesselam izin vermedikçe
asla bunu yapmam” dedi. Bu düşüncesini Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’a anlatınca, Efendimiz aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hayır, öyle yapma! Çünkü sizden birinizin Allah yolunda (faaliyet


hâlinde) kalması, onun evinde altmış sene (ibadet hâlinde) kalmasından-ya
da şu kadar sene kalmasından-daha hayırlıdır.

“Kim devenin sütünü bir kere sağma vakti kadar Allah yolunda cihad
ederse, cennet ona vacip olur.”[667]

Peygamberimiz’in Cihad Şevki


571. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam cihada o kadar önem veriyor,
cihada o kadar teşvik ediyordu ki, bu konuda her zaman maddi bir imkân
bulamadığını da ifade ediyordu. Öyle ki, cihad yolunda ölüp ölüp
diriltilmeyi istiyordu.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ümmetim üzerine meşakkat verecek olmayaydım, ben hiçbir cihad


birliğinden geri kalmazdım. Fakat ben binek devesi bulamıyorum. Mücahid
sahabileri, üzerine bindirip taşıyabileceğim binekleri de bulamıyorum.
Bineksiz sahabilerin benden geri kalmaları da bana meşakkat veriyor.
Yemin olsun ki ben, Allah yolunda cihad edip de öldürülmemi, sonra
diriltilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra yine diriltilmemi çok arzu
ederdim.”[668]

Cihad En Sevaplı Ameldir


572. Cihad hizmeti, ibadet sıralamasında üçüncü sırayı alıyor. Cihad,
namazdan ve anne babaya itaatten sonra geliyor. Sünnette cihadın önemli
bir yer aldığını öğreniyoruz.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Amelin hangisi daha faziletlidir? dedim.

“Vaktinde kılınan namazdır” buyurdu. Ben:

“Sonra hangi amel?” dedim. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:


“Sonra ana babaya itaat ve onlara iyi muamele etmektir” buyurdu. Ben:

“Sonra hangi iş?” dedim. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Allah yolunda cihad etmektir” buyurdu.[669]

Cihad, Namazdan ve Oruçtan Farklı Değil


573. Cihadla namazın ve orucun farkı yoktur. Bir mücahid cihadla meşgul
olduğu süre içinde namaz kılan ve oruç tutan mü’min gibi ibadet hâlindedir.

Hz. Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah yolundaki mücahid, cihaddan dönünceye kadar namaz ve oruçtan


hiç gevşemeyen kimse gibidir.”[670]

Cihad İbadetten Üstündür


574. Cihad o kadar önemli, o kadar hayatî bir özellik taşıyor ki, gün
geçtikçe değeri daha artıyor. Çünkü cihad olmazsa ibadet hayatı da
tehlikeye girer.

İmran bin Husayn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Aziz ve Celil olan Allah yolunda (düşmana karşı oluşan bir safta) bir saat
durmak, altmış sene ibadetten üstündür.”[671]

Cihada Zaman Ayır!


575. Günün belli bir vaktinde Allah yolunda olmak, cihad etmek, dünyada
en hayırlı iştir. Bir öğle sonrası olsa bile...

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Öğleden önce veya öğleden sonra bir defa Allah için yola çıkmak, dünya
ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”[672]

Nöbet Tutmak Bin Kat Sevaptır


576. Sınırda, cephede, stratejik bölgelerde nöbet tutmak hayatî önem taşır.
Böyle yerlerde nöbet beklemek çok sevaplı bir amel, çok hayırlı bir
hizmettir.

Hz. Osman radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, diğer yerlerde bin günden daha
hayırlıdır.”[673]

Vatan Bekçisinin Gözü Ateş Görmez


577. Kişinin dinini, vatanını ve miletini korumak için muhafızlık yapar,
günümüzdeki ifadesiyle devletin güvenlik hizmetinde görev alırsa, Cenâb-ı
Hak onun gözünü cehennemden uzak tutar.

Behz bin Hâkim, babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Üç kişi vardır ki gözleri ateş görmez:

“Allah yolunda muhafızlık yapan göz.

“Allah yolunda ağlayan göz.

“Allah’ın haram kıldığı şeylere kapanan göz.”[674]

Denizde Nöbet Tutmanın Sevabı Daha Çoktur


578. Deniz kuvvetlerinde görev yaparak veya deniz güvenliğinde çalışarak
milleti, Müslümanları korumaya çalışan kişilerin sevabı deniz damlaları
kadar artar.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim sevabını Allah’tan umarak ve niyet ederek Müslümanları muhafaza


etmek için deniz üzerinde nöbet tutarsa, Allah denizdeki her bir damlaya
karşılık ona iyilik yazar.”[675]

Sahilde Nöbet Tutmanın Sevabı


579. Ülkemiz gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir memlekette sahil
güvenliğinde görev yapan askerler veya diğer görevliler yaptıkları hizmetin
karşılığını âhirette fazlasıyla alacaklar.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir gece denizin sahilinde nöbet tutan kimsenin bu ameli, bir adamın kendi
ailesinde işlediği bin senelik bir ibadetten daha hayırlıdır. Bir sene üç yüz
altmış gündür. Her gün bin senedir.”[676]

Allah Yolunda Ayağın Tozlanırsa Cehennemden


Uzak Olursun
580. Dinin, vatanın savunması için, Allah yolunda hizmet için ayakların
tozlanması, ebedî hayatı kurtarır, cehennemden uzak tutar.

Yezid bin Ebî Meryem radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Allah rızasını kazanma yolunda kimin ayakları tozlanırsa, o ayaklara
cehennem ateşi haramdır.”[677]

Üzerinde Cihad Tozları Bulunsun


581. Allah’ın rızasını elde etmeye çalışmak; dine, vatana hizmet için toza,
toprağa bulanmak, bir cihad hareketidir. Cihad tozuyla cehennem ateşi aynı
yerde bulunmaz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah korkusuyla gözyaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe
girmez. Bir kul, üzerinde Allah yolunda yapışan toz ile cehennemin dumanı
bir araya gelmez.”[678]

Düşmanla Karşılaşmayı İstemeyin!


582. Göz göre göre tehlikeye girilmez, fakat mecbur kalınca geri çekilmek
olmaz. Düşmanla yüz yüze gelince de, sabırla harekete geçilir.

İmran bin Husayn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam düşmanla karşılaştığı günlerin birinde


güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalktı, yanındakilere şöyle dedi:

“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan afiyet dileyin.


Ancak düşmanla karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların
gölgesi altındadır.”

Sonunda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözlerini şöyle tamamladı:

“Ey Kitab’ı indiren, bulutları yürüten, düşmanları yenilgiye uğratan


Rabbimiz, bunları da yenilgiye uğrat ve onlara karşı bize yardım et!”[679]
Savaşta Kadınları ve Çocukları Öldürmeyin!
583. İslâm, eli silâhlı insanların dışında sivillere, özellikle kadınlara ve
çocuklara zarar vermeyi yasaklar. Saldırmayana saldırmamak esastır.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam katıldığı savaşların birinde öldürülmüş


bir kadın bulundu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine
kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı.”[680]

Cihada Giden Askeri Donatın!


584. Vatanı korumak için cepheye koşan askerin ihtiyaçlarının karşılanması
gerekir. Şimdi bu vazifeyi devlet görüyor. Bu konuda da devlete destek
verilmesi lazımdır.

Ebû Ümâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bizzat cihada katılmaz veya bir askeri techiz etmez veya bir askerin
ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmezse, Allah onu kıyamet gününden
önce, hiç beklemediği bir musibete uğratır.”[681]

Cihad İçin Maddi Yardım Edin!


585. İster savaş sırasında, isterse barış zamanında Allah yolunda
çalışanların, hizmet edenlerin ihtiyaçları ihmal edilmemelidir. O esnada
ihtiyaç ne ise o açığın giderilmesi lazımdır ki, sonuç alınsın.

Hureym bin Fâtik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah yolunda malını harcayan kimseye yedi yüz kat sevap verilir.”[682]
Cihadın Karşılığı Cennettir
586. Sonsuz saadete kavuşmanın, cennete girmenin en önemli vesilesi cihad
etmektir, Allah rızası için Allah’ın dinini muhtaç yerlere ve gönüllere
ulaştırmaktır.

Ebû Saîd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Resûlullah olarak


Muhammed’den razı ise ona cennet vacip olmuştur.” Bu söz hayretime gitti
ve:

“Ey Allah’ın Resûlü, bir kere daha tekrar eder misiniz?” dedim. Aynen
tekrar etti ve arkadan da şunu söyledi.

“Bir başka şey daha var ki, Allah, onun sebebiyle, kulun cennetteki
makamını yüz derece yüceltir. Bu derecelerden ikisi arasındaki uzaklık,
yerle gök arasındaki mesafe gibidir.” Ben:

“Öyleyse bu nedir?” dedim. Şu cevabı verdi:

“Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad!”[683]

Okun Hedefe Ulaşmasında Gayretin Olsun


587. Cennete götüren cihad hizmetlerinde en önde olanla, geride duran
arasında fark yoktur. Mühim olan, cihadın içinde yer almaktır. Bir hizmete
bir şekilde vesile olan, o hizmetin hedefe ulaşmasına katkı sağlamış
olacağından sevaptan aynı hisseyi alır.

Ukbe bin Âmir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar:


“Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, oku Allah yolunda atanı,
oku atana yardımcı olanı.

“Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz, binicilik


öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık
öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse, Allah’ın kendisine ihsan ettiği
nimete karşı şükrünü terk etmiş veya nankörlük etmiş olur.”[684]

Kısa Bir An İçin de Olsa Cihadda Yer Al!


588. Allah yolunda bulunmak, Allah için cihad etmek, Allah için savaş
yapmak kısa süreliğine de olsa, sonucu yine cennettir. Yeter ki, niyet halis,
çalışma ihlaslı olsun.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim devenin iki sağımı arasındaki süre kadar Allah yolunda savaşırsa,
onun için cennet(e girmek) kesinleşir. Kim de içinden gelerek, sadakatle
Allah yolunda şehid olmak ister de sonra (yatağında) ölür veya öldürülürse,
ona şehid sevabı vardır.”[685]

Az Bir Amel de Cennete Götürür


589. Saadet Asrı o kadar enteresan olaylarla dolu ki, bazen bir vakit namaz
kılmaya fırsat bulamadan da kişi yakasını kurtarabiliyor, imanla kabre
girebiliyor. Benzer olaylar az da olsa günümüzde de yaşanmıyor değil...

Berâ bin Âzib radıyallâhü anh anlatıyor:

“Zırh giyinmiş bir adam gelerek:

“Yâ Resûlullah! Hemen savaşa mı katılayım, Müslüman mı olayım?” diye


sordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Müslüman ol, sonra savaşa katıl!” dedi. Adam Müslüman oldu, savaşa
katıldı ve öldürüldü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onun hakkında:

“Az bir amelde bulundu, fakat çok şey kazandı!” buyurdu.[686]

Kadının Cihadı Hacdır


590. Cihad ibadetinden, düşman karşısında çarpışmış gibi ecir ve sevap
almakta kadınlar da nasipsiz kalmamış, onlar da başka bir amel yaparak
mücahidler arasına katılmışlardır. Bu amellerin başında hac gelir.

Âişe radıyallâhü anhâ, Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâma sordu:

“Yâ Resûlallah! Biz (Kur’ân’da) cihadı en faziletli amel olarak görüyoruz.


Biz cihada çıkamaz mıyız? diye sordu.

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm:

“Fakat (siz kadınlar için) cihadın en faziletlisi mebrûr (makbul) haccdır”


buyurdu.[687]

Kadın da Savaşta Yer Alır


591. Cihadda kadın erkek ayrımı olmaz. Erkekler ağır silâhlarla düşmana
karşı mücadele ederken, kadınlar da cephe gerisinde savaşta yerlerini alırlar.
Bunun en açık örneği Saadet Asrında yer almıştır.

Ümmü Atiyye radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile birlikte yedi ayrı savaşa çıktım.
Ordugâhlarda ben geride kalır, askerlere yemek yapar, yaralıları tedavi eder,
hastalara bakardım.”[688]

Peygamberimiz Cephede Kadınlara Görev Verdi


592. Erkek sahabiler cihad meydanlarında çarpışırken, Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam hanım sahabilere de cephe gerisinde askerlere
yardımcı olmaları için görev verirdi.

Hizmette kadın erkek ayırımı olmamalıdır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, su taşımaları ve yaralıları tedavi etmeleri


için Ümmü Süleym’i ve Ensar’dan kadınları savaşa götürmüştür.”[689]

Cihad İçin Allah Yolunda Yürü


593. Cihad bir idman ve antrenmandır. Savaş esnasında özellikle kara
hareketlerinde piyade olan asker uzun süre yürüme ihtiyacı duyar. Bunun
için askeri eğitimde yürümenin çok önemli bir yeri vardır. Bu açıdan
yürümek cihadın bir parçasıdır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah yolunda yapılan sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan


ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır.”[690]

Düşmana Karşı Kuvvet Hazırlayın!


594. Müslüman düşmana karşı güçlü, donanımlı ve hazırlıklı olmalıdır.
Silâhların da en modernini, en etkilisini, en güçlüsünü elde etmelidir. Başka
türlü din ve vatan tehlikeye girer.

Ukbe bin Âmir el-Cühenî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet


hazırlayınız. Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet
atmaktır.”[691]

Cihadı Malla, Canla, Dille Yapmalı


595. Cihad çok taraflı, çok yönlü ve çok çeşitli bir hizmettir. Malı olan
malıyla, sağlığı yerinde olan bizzat katılarak, konuşması ve hitabeti yerinde
olan da konuşarak, anlatarak diliyle cihad eder. Önemli olan cihadın
herhangi bir tarafında yer almaktır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.”[692]

Savaş Taktiktir
596. Hakkın savunulması için yapılan savaşta her türlü tedbire, taktiklere ve
ustalıklara dikkat edilir. Düşmanı etkisiz hâle getirmek için bütün
çalışmalar yapılır, istihbarat alınır, bilgiler toplanır, ona göre savaş planı
hazırlanır.

Ebû Hüreyre ve Câbir radıyallâhü anhümâ anlatıyorlar:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Harp hileden (strateji ve taktikten) ibarettir.”[693]

Sınırda Nöbet Tutmak Sevaptır


597. Askerlikte ve savaşta nöbet tutmak, cihadın en önemli yollarından
biridir. Nöbetçi olan asker, birliğin hayatî sorumluluğunu üstüne almıştır,
bunun için yaptığı görev bir ibadet ve sevaplı bir ameldir.

Selmân radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir gün ve bir gece sınır nöbeti tutmak, gündüzü oruçla, gecesi ibadetle
geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında ölürse,
yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar kaydedilir, şehid olarak
rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde
olur.”[694]

Cihaddan Ayrı Durmak Münafıklığa Götürür


598. Cihad dinin, vatanın, milletin ve memleketin korunması için yapılan
hizmetler ve çalışmalardır. Bu hizmetin hiçbir yerinde görev almayan, kendi
hayatını yaşayan insan, nifaktan kurtulamaz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim cihad etmeden ve gönlünde cihad arzusu taşımadan vefat ederse, bir
tür münafıklık üzere ölür.”[695]

Savaşta Parola Kullan!


599. Savaş sırasında nöbet tutarken ve çatışmalar esnasında parola
kullanmak askerliğin en büyük iletişim yollarından biridir. Başka türlü
düşman fark edilemez, tuzağa düşülebilir.

Semüre bin Cündüb radıyallâhü anh anlatıyor:

“Muhacirlerin parolası Abdullah, Ensâr’ın parolası ise Abdurrahman


idi.”[696]

Savaşta Korkunca Topluca Sabredin


600. Maddi bir cihad olan savaşın kızıştığı, tehlikeli anların yaşandığı
zamanlarda sakin hareket etmek, korkuya ve ümitsizliğe kapılmamak, başa
gelenleri sabırla karşılamak morali ve motivasyonu canlı tutar.

Semûre bin Cündüb radıyallâhü anh anlatıyor:

“Biz (düşman tehlikesinden) korktuğumuzda Resûlullah aleyhissalâtü


vesselâm süvarilerimizi:

“‘Ey Allah’ın süvarileri!’ diyerek çağırırdı.

“Korkuya kapıldığımız zaman, bizden toplu hâlde sabırlı ve sakin olmamızı


isterdi. Savaşa çıktığımız zaman da (aynı şeyleri emrederdi).”[697]

Saçını Cihadda Ağart!


601. Müslümanın saçı başı Allah yolunda aklaşmalı, cihad ve hizmet içinde
beyazlaşmalı ki, kıyamette nurlar içinde kalsın, Allah’ın rahmetine ersin.

Muaz radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim saçını İslâm yolunda ağartırsa, bu onun için kıyamet gününde bir nur
olur. Kim, Allah yolunda bir ok atarsa, bu sebeple kendisinin (cennetteki)
derecesi yükseltilir.”[698]

Cihad Kederden Kurtarır


602. Cihad yolunda gösterilen cesaret ve yiğitlik insanı maddi ve manevi
canlı tutar. İnsana bir güven duygusu gelir, Allah’a olan tevekkülü artar.
Birçok sıkıntıdan ve üzüntülü hâllerden kurtulur.

Ubade bin es-Samit radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah yolunda cihad edin. Çünkü yüce Allah yolunda cihad etmek, cennet
kapılarından bir kapıdır. Yüce Allah bu sebeple cihad eden kişiyi üzüntü ve
kederden kurtarır.”[699]

Mücahidin Ailesine İyilik Edin


603. Dinini ve vatanını korumak için çarpışan mücahid şehid olunca geride
kalan ailesine ve çocuklarına bakılması sünnetin üzerinde durduğu
vazgeçilmez bir görevdir.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir mücahidi donatan veya geride bıraktığı ailesine iyilikle bakan kişi
bizimle beraberdir.”[700]

Cihad Terk Edilirse Toplu Azap Gelir


604. Maddi ve manevi cihadın devam ettirilmesi bütün Müslümanların
ihmal etmemeleri gereken bir hizmettir. Cihad berekete vesile olur. İslâm,
düşman baskısından emin olunur, hem de bağımsızlık ve özgürlük devam
eder. Cihad terk edildiğinde ise millet perişan olur, felaketler üst üste gelir.

Ebû Bekir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir kavim (millet) cihadı terk ettiğinde, Allah mutlaka onlara, hepsini
etkileyen bir azap gönderir.”[701]

Evlenmeyen Şehid Hanımının Sevabı


605. Eşi şehid olan kadın evlenmeyi düşünmeyip, çocuklarının başında
bekler, hayatını onların yetişmesine ayırırsa, ahirette Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’ın yakını olmakla hizmetinin karşılığını görecektir.
Selma Binti Cabir radıyallâhü anhâ’dan rivayet edildiğine göre, kendisinin
kocası şehid edilince, Abdullah bin Mes’ud’a gelerek, “Benim kocam şehid
edildi. Erkekler bana talip oldu. Kocama kavuşuncaya kadar evlenmeyi
kabul etmedim. Ben ve o bir araya geldiğimizde benim onun eşlerinden biri
olmamı ümid ediyor musun?” diye sorunca, İbn Mes’ud, “Evet” karşılığını
verdi.

Bunun üzerine yanındaki bir adam ona, “Seninle oturduğumuz günden beri
böyle bir şey dediğini görmedik” deyince, İbn Mes’ud şu karşılığı verdi:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Ümmetimden cennette bana en çabuk kavuşacak olan kadın, Ahmes’ten


bir kadındır.”[702]

Şehid, Sabah Akşam Rızıklandırılır


606. Şehidin hayatı kabrinde de devam eder. Orada rızıklandırılır. Kur’ân
bu gerçeği daha açık anlatır: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma,
onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar.”[703]

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şehidler cennetin kapısındaki bir nehrin kaynağında yeşil bir kubbe


içerisindedirler. Onlara rızıkları cennetten sabah akşam çıkarılır.”[704]

Allah, İslâm’ı Facir/Günahkâr Bir Adamla da


Güçlendirir
607. İslâm’ın tanınmasında, yayılmasında, muhtaç gönüllere ulaşmasında
çalışan takva sahibi mü’minlerdir. Fakat Allah kendi dinini bazen fasık,
facir olarak bilinen İslâmî hayattan uzak kişilerin eliyle de güçlendirebilir.

Numan bin Amr bin Mukrin radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hiç şüphesiz, yüce Allah, dini günahkâr adamla kuvvetlendirir.”[705]

Anne Babaya Hizmet Cihaddır


608. Cihad sadece Allah yolunda çarpışmaktan ibaret değildir. Anne babaya
bakmak ve onların ihtiyaçlarını görmek gibi hizmetler de cihadın içine
giriyor, cihaddan sayılıyor.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek, “Ben cihad etmek


istiyorum” deyince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Annen-baban
hayatta mıdır?” diye sordu.

Adam, “Evet.” karşılığını verince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Öyle


ise onlara hizmet etmek suretiyle de cihad et” buyurdu.[706]

Mücahid Kabir Azabı Çekmez


609. Canını Allah yolunda vererek şehid düşen veya bir düşman askerini
öldürerek gazi olan mücahidleri Cenâb-ı Hak kabir azabından muhfaza
ediyor.

Ebû Eyyub el-Ensari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Düşmanla karşılaşıp da öldürülünceye veya düşmanı öldürünceye kadar


sabreden kişi, kabir azabına maruz kalmaz.”[707]

Allah’ın Yardımı Zayıfların Duasına Bağlıdır


610. Cihadda, dinî hizmetlerde bulunanların, zayıfların, düşkünlerin,
yaşlıların ve yoksulların duasını alması lazımdır. Çünkü Allah, yardımını
onların duasıyla gönderiyor.

Mus’ab bin Sa’d’ın, babasından bildirdiğine göre Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, Müslümanlara sadece zayıfların duasıyla yardım eder.”[708]

Ölümü, Hayattan Çok Severiz


611. Kur’ân’ın bildirdiği gibi, “Gerçek hayat âhiret hayatıdır.”[709] ve
“Âhiret daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır.”[710] Bunun için mü’min ölümü
ebedî hayatın başlangıcı olarak görür, inanır ve daha çok sever.

Muğîre bin Şube radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, Rabbimizin risaletini getirmiştir. Bir de


bize bildirdi ki, bizden kim öldürülürse cennetlik olacaktır. Bu sebeple biz
ölümü, sizin hayatı sevdiğinizden daha çok seviyoruz.”[711]

Kimler Şehiddir
612. Dünya ve âhiret şehidleri olarak bilinenler cihad meydanlarında
hayatını kaybeden mü’minlerdir. Fakat bunların dışında Peygamberimiz’in
aleyhissalâtü vesselâm şehid olarak bildirdiği âhiret şehidleri de vardır.

Abdülmelik bin Harun radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir gün bize “Kendinize göre kimleri


şehid sayıyorsunuz?” diye sorunca biz, “Ya Resûlullah, Allah yolunda
öldürülenlerdir” karşılığını verdik. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

“Ümmetimin şehidleri o zaman az olur.

Allah yolunda öldürülen şehiddir.

Karın ağrısından ölen şehiddir.


Düşerek ölen şehiddir.

Lohusa hâlinde ölen şehiddir.

Suda boğularak ölen şehiddir.”

Halvanî’nin rivayetine göre:

“Veremden ölen şehiddir.

Yanarak ölen şehiddir.

Gurbette ölen şehiddir.”[712]

***

Beş çeşit şehid vardır

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şehidler beş kısımdır:

“Bulaşıcı hastalığa yakalanan.

İshale tutulan.

Suda boğulan.

Göçük altında kalan.

Allah yolunda savaşırken ölen.”[713]

Beş Yolda Öldürülen Şehiddir


613. Gerektiği durumlarda, insanın çekinmeden uğrunda canını verdiği
değerleri vardır. Bu yolda ölenler de şehidlik mertebesine kavuşurlar.
Said bin Zeyd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Malı uğrunda öldürülen şehiddir.

“Canı uğrunda öldürülen şehiddir.

“Dini uğrunda öldürülen şehiddir.

“Ailesi (namusu) uğrunda öldürülen şehiddir.”[714]

Şehidliğin Dört Derecesi Vardır


614. Allah yolunda canını verip şehid düşen mü’minin ulaştığı bu manevi
mertebenin dört derecesi vardır. Bu da ondaki iman derecesine göre
değişiklik gösterir.

Fedale bin Ubeyd anlatıyor:

“Ömer radıyallâhü anh’ı dinledim: Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan


işittim” diyerek şu hadisi rivayet etti:

“Dört çeşit şehid vardır:

1. İmanı kuvvetli bir mü’min düşmanla karşılaşır, öldürülünceye kadar


Allah’a sâdık kalır. İşte bu kıyamet günü, insanların imrenerek başlarını
kaldırıp bakacakları gerçek şehiddir. Bunu yaparken başını kaldırır ve
takkesi yere düşer-(Fedâle der ki:) “Bu, Hz. Ömer’in takkesi miydi, yoksa
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın takkesi miydi anlayamadım.

2. İmanı sağlam (ancak önceki kadar cesareti olmayan) bir mü’min


düşmanla karşılaşır. Korkudan vücudu-talh ağacının dikeni batmış gibi-
titrer. Bu sırada gelen serseri bir ok darbesiyle hayatını kaybeder. Bu, ikinci
derecede bir şehiddir.

3. İyi amelle kötü ameli karışmış bir mü’min, düşmanla karşılaşır. Bu


karşılaşma esnasında (sabır ve cesarette, şehidliğin mükâfatını beklemekte)
Allah’a sâdık kalır. Öldürülünce bu üçüncü mertebede bir şehid olur.

4. Günahkâr bir mü’min düşmanla karşılaşır, ölünceye kadar Allah’a sâdık


kalır. Bu da dördüncü derecede bir şehid olur.”[715]

Şehid, Yakınlarına Şefaat Eder


615. İmanlı olarak Allah için ruhunu teslim eden şehid sadece kendini
kurtarmakla kalmaz; yakınlarını, ailesini ve sevdiklerini de kurtarır. Onlara
da şefaat ederek cehennem ateşinde yanmalarına engel olur.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir.”[716]

Şehide Verilen Altı Mükâfat


616. Şehidlik, peygamberlikten sonra gelen en yüce mertebedir. Bununla
beraber şehid düşmesinden itibaren peşpeşe mükâfatlarla taltif edilir.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Şehid için Allah katında 6 mükâfatı vardır:

1. İlk seferde günahı bağışlanır.

2. Cennetteki yerini görür.

3. Kabir azabından kurtarılır.

4. En büyük korkudan (Kıyamet) emin olur.


5. Başına vakar tacı giydirilir ki, bu tacın bir yakutu dünyadan ve
dünyadakilerden daha hayırlıdır.

6. Yetmiş iki huri ile evlendirilir.

Akrabalarından yetmiş kişiye de şefaat eder.”[717]

Şehid Tekrar Dünyaya Dönmek İster


617. Allah yolunda ruhunu teslim eden mü’minler, şehidliğin tadını
aldıkları için, dünyaya dönüp üst üste şehadet şerbetini içmek isterler.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile
dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü yüksek itibar ve
ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.”[718]

Şehid Ölüm Acısını Çekmez


618. Şehid paramparça olsa da ölüm acısını çekmez, ıstırap duymaz. Allah,
kendi yolunda kanını sebil eden şehide bir ikram olarak ona ölüm acısını
tattırmaz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid de


ölümden ancak o kadar acı duyar.”[719]

Cihadda Yaralanan Ölünce Şehid Olur


619. Allah yolunda cihad eden bir mü’min yaralanıp gazi olsa, daha sonra
ölecek olsa, yine de Allah onu şehidler arasında kabul ediyor.

Muâz İbnu Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihad etmeyi arzu eden bir kimse,
sonradan ölse yahut öldürülse şehid sevabı kazanır.

“Bir kimse Allah yolunda cihad ederken yaralanırsa-Kendi yolunda kimin


yara aldığını Allah daha iyi bilir-Kıyamet günü Allah’ın huzuruna aldığı
yaranın rengi kan rengi, kokusu da misk kokusu olduğu hâlde gelecektir.

“Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan iltihap gibi bir yara açılacak
olsa, bu da onun için şehidlik mührü olur.”[720]

Şehidin Kul Hakkı Affedilmez


620. Allah şehidin bütün günahlarını affediyor, onu yüce bir mertebeye
çıkarıyor, yüksek dereceler veriyor, ama bir hatasını affetmeyip bekletiyor.
O da kul hakkıdır. Bunun için şehidin yakınları onun bütün borçlarını
ödemeli, küs ve dargın olduğu insanlar varsa, onlardan helallik istemeliler.

Ebû Katâde radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bir adam sordu:

“Ey Allah’ın Resûlü, Allah yolunda öldürüldüğüm takdirde bütün hatalarım


örtülecek mi?”

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Evet, sen sabreder, mükâfat bekler, geri kaçmadan ileri atılır vaziyette
olduğun hâlde öldürülürsen!” diye cevap verdi. Ve adama sordu:

“Nasıl sormuştun?”
Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu Vesselâm
Efendimiz sözlerini şöyle tamamladı:

“Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahları affedilecek. Zira Cebrâil bu


hususu bana şimdi haber verdi!”[721]

Mü’minin Seyahati Cihaddır


621. Seyahatler ve geziler cihada/dine hizmet niyetiyle yapılırsa bir ibadet
olur. Bu esnada insanlarla yakın ilişkiler kurulur, dostluklar oluşturulur,
güzellikler paylaşılır, insanların imanlarına yardımcı olunur.

Ebû Ümâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Sahâbeden bir adam:

“Yâ Resûlallah! Seyahate çıkmam için bana izin verin!” dedi. Bunun
üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki ümmetimin seyahati, Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihada


çıkmaktır.”[722]

Seyahat Edin, Zengin Olursunuz


622. Seyahate çıkan bir mü’min, hem bilmediği, görmediği yerleri keşfeder,
hem dinini başkalarına anlatma fırsatını bulur, hem de ticaret yaparak
kârını, kazancını artırır, diğer yandan hem de sağlıklı olur. Bunun için
seyahat cihadın içinde yer almıştır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Savaşın, ganimet elde edersiniz. Oruç tutun, sıhhat bulursunuz. Seyahat


yapın, zengin olursunuz.”[723]
Seyahatte Başkan Seçin
623. Seyahate, sefere ve yolculuğa çıkanlar üç kişi olunca kendi aralarında
birini başkan seçerlerse, kolay karar verirler, aralarında disiplin olur,
birbirlerine daha çok güven duymuş olurlar. Sünnetin bunlara benzer daha
pek çok faydaları vardır.

Ömer bin Hattab radıyallâhü anh diyor ki:

“Üç kişi seyahatte olduğunuz zaman, başınıza bir başkan seçin. O seçilen
başkan, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın tayin ettiği olduğu bir başkan
hükmündedir.”[724]

Seyahatte Kur’ân’ı En İyi Bilen Başkan Olsun


624. Sünnette, her seferinde Kur’ân’ın ve Kur’ân ehlinin öne çıktığını
görüyoruz. Çünkü Kur’ân insana hem ilmi bir makam verir, hem de
arkadaşları arasında saygı ve itibarının güçleşmesine vesile olur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Seyahate çıktığınızda başınıza en küçüğünüz olsa bile Kur’ân’ı en iyi


bileni önder seçin. Size imamlık yaptığı takdirde o sizin önderinizdir.”[725]

Seyahatte Şeytan Üç Kişiye Kötülük Yapamaz


625. Sünnet, tek başına seyahate çıkılmamasını tavsiye eder. İki kişiyi bile
yeterli görmemektedir. Sünnetin tavsiye ettiği seyahat arkadaşlığı üç kişidir.
Sebebini de hadisten öğreniyoruz.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Seyahate çıkanlar bir ve iki kişi oldukları zaman şeytan kötülük yapmayı
aklından geçirir, ama üç kişi oldukları zaman kötülük yapmayı aklından
geçirmez.”[726]

[650] Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd:2.

[651] Müsned, 3:456.

[652] Müsned, 3:124; Ebû Dâvûd, Cihâd:17.

[653] Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten:13.

[654] Müslim, Îmân:80.

[655] Buharî, Cihâd:138; Müslim, Birr:5.

[656] Buharî, Cihâd:1.

[657] Feyzü’l-Kadîr, 3:551; Kenzü’l-Ummal, 4:10577.

[658] Ebû Dâvûd, Cihad:4.

[659] Müslim, İmare:44; Ebû Dâvûd, Cihad:4.

[660] Tahrim, 66:6.

[661] Maide, 5:105.

[662] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihad:2.

[663] Buharî, İlim:45, Cihad:15, Farzu’l-humüs:10, Tevhîd:28; Müslim,


İmâre:150, 151; Tirmizî, Fezâilü’l-cihad:16; Ebû Dâvûd, Cihad:24; Nesâî,
Cihad:21; İbni Mâce, Cihad:13.

[664] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9415.

[665] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9422.


[666] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9429.

[667] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9442.

[668] Buharî, Cihad:118.

[669] Buharî, Cihad:1.

[670] Buharî, Cihad:2; Müslim, İmâret:110; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:1;


Nesâî, Cihâd:17; Muvatta, Cihâd:1.

[671] Feyzü’l-Kadîr, 5:282.

[672] Buharî, Cihad:5, 6, 73, Rikak:2, 51; Müslim, İmâre:112-115; Tirmizî,


Fedâilu’l-Cihâd:17; Nesâî, Cihâd:11, 12; İbnu Mâce, Cihad:2.

[673] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:26; Buharî, Cihâd:73; Müslim, İmare:163;


İbni Mâce, Cihâd:7, Nesaî, Cihâd:39.

[674] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9490.

[675] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9491.

[676] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9497.

[677] Tirimizi, Cihad:7; Nesâî, Cihâd:9.

[678] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:8; Zühd:37; Nesâî, Cihâd:8.

[679] Buharî, Cihâd:156, 22, 32,112, Temennî:8; Müslim, Cihâd:20; Ebû


Dâvud, Cihâd:98.

[680] Buharî, Cihâd:147,148; Müslim, Cihâd:24; Tirmizî, Cihâd:19; Ebû


Dâvud, Cihâd:34.

[681] Ebû Dâvud, Cihâd:18.

[682] Tirmizî, Fedailü’l-Cihad:4.


[683] Müslim, İmâre:116; Nesâî, Cihâd:18.

[684] Ebû Dâvûd, Cihâd:23; Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd:11; Nesâî, Hayl:8.

[685] Ebû Dâvûd, Cihad:40.

[686] Buharî, Cihâd:13; Müslim, İmâre:144.

[687] Buharî, Cihad:1.

[688] Müslim, Cihâd:142.

[689] Ebû Dâvûd, Cihad:32.

[690] Buharî, Cihâd:5, Rikâk:2; Müslim, İmâre:112-115. Ayrıca bk.


Tirmizî, Fedâilu’l-cihâd:17, 26; Nesâî, Cihâd:11, 12.

[691] Müslim, İmâre:167. Ebû Dâvûd, Cihâd:23; Tirmizî, Tefsîru sûre(8) 5;


İbni Mâce, Cihâd:19.

[692] Ebû Dâvûd, Cihâd:18; Nesâî, Cihâd:2, 48.

[693] Buharî, Cihâd:157, Menâkıb:25, İstitâbe:6; Müslim, Cihâd:17, 18.


Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd:92, Sünnet:28; Tirmizî, Cihâd:5; İbni Mâce,
Cihâd:28.

[694] Müslim, İmâre:163. Ayrıca bk. Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd:2; Nesâî,


Cihâd:39; İbni Mâce, Cihâd:7.

[695] Müslim, İmâre:158.Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd:18; Nesâî, Cihâd:2.

[696] Ebû Dâvûd Cihad:71.

[697] Ebû Dâvud, Cihâd:49.

[698] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9402.

[699] Müsned, 5:314, 316, 326; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:9409.
[700] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9458.

[701] Müsned, 3:438; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9468.

[702] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9532.

[703] Âl-I İmran, 3:169.

[704] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9541.

[705] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9568.

[706] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9649.

[707] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9676.

[708] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9682.

[709] Ankebût, 29:64.

[710] Leyl, 87:17.

[711] Buharî, Cizye:1, Tevhid:46.

[712] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No: 9554.

[713] Buharî, Cihâd:30; Müslim, İmâre:164; Tirmizî, Cenâiz:65.

[714] Tirmizî, Diyât:22; Ebû Dâvud, Sünnet:32; Nesâî, Tahrim:22; İbni


Mâce, Hudud:21.

[715] Tirmizî, Fedailu’l-Cihad:14.

[716] Ebû Dâvûd, Cihad:26.

[717] İbni Mâce, Cihad:16 (2799).

[718] Buharî, Cihâd:21; Müslim, İmâre:109; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd:13,


25.
[719] Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd:26, Nesâî, Cihâd:35; İbni Mâce, Cihâd:16.

[720] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:21; Ebû Dâvud, Cihâd:42; Nesâî, Cihâd:25.

[721] Müslim, İmâret:117; Muvatta, Cihad:31; Nesâî, Cihâd:32.

[722] Ebû Dâvûd, Cihâd:6.

[723] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9657.

[724] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9305.

[725] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9306.

[726] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9317.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, su taşımaları ve yaralıları tedavi etmeleri


için Ümmü Süleym’i ve Ensar’dan kadınları savaşa götürmüştür.”[689]

“Şüphesiz ki ümmetimin seyahati, Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihada


çıkmaktır.”[722]

565. “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” sözünde ifade edildiği
gibi, insan önce kendini düzeltmeye çalışmalı, ondan sonra başkalarına
faydalı olabilir. Kur’ân-ı Kerim, “Nefsinizi ateşten koruyun![660] “Siz
nefsinizi düzeltmeye bakın!”[661] ayetleriyle önce ve her zaman en büyük
cihadın nefisle yapılan cihad olduğunu bildirir.

“Mü’minin kalbi Allah yolunda heyecanlanıp çarptığında, hurma salkımının


döküldüğü gibi günahları dökülür.”[665]

“Bir gün ve bir gece sınır nöbeti tutmak, gündüzü oruçla, gecesi ibadetle
geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında ölürse,
yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar kaydedilir, şehid olarak
rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde
olur.”[694]

Allah yolunda savaşırken ölen.”[713]


“Kim devenin iki sağımı arasındaki süre kadar Allah yolunda savaşırsa,
onun için cennet(e girmek) kesinleşir. Kim de içinden gelerek, sadakatle
Allah yolunda şehid olmak ister de sonra (yatağında) ölür veya öldürülürse,
ona şehid sevabı vardır.”[685]

[725] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9306.

[723] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9657.

[724] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9305.

[721] Müslim, İmâret:117; Muvatta, Cihad:31; Nesâî, Cihâd:32.

[722] Ebû Dâvûd, Cihâd:6.

[719] Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd:26, Nesâî, Cihâd:35; İbni Mâce, Cihâd:16.

[720] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:21; Ebû Dâvud, Cihâd:42; Nesâî, Cihâd:25.

[717] İbni Mâce, Cihad:16 (2799).

[718] Buharî, Cihâd:21; Müslim, İmâre:109; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd:13,


25.

[716] Ebû Dâvûd, Cihad:26.

“Mü’min, kılıcı ve diliyle cihad eder.”[651]

[726] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9317.

“Allah yolunda cihad etmektir” buyurdu.[669]

Akrabalarından yetmiş kişiye de şefaat eder.”[717]

“Allah yolundaki mücahid, cihaddan dönünceye kadar namaz ve oruçtan


hiç gevşemeyen kimse gibidir.”[670]

“Düşmanla karşılaşıp da öldürülünceye veya düşmanı öldürünceye kadar


sabreden kişi, kabir azabına maruz kalmaz.”[707]
“Allah yolunda cihad edin. Çünkü yüce Allah yolunda cihad etmek, cennet
kapılarından bir kapıdır. Yüce Allah bu sebeple cihad eden kişiyi üzüntü ve
kederden kurtarır.”[699]

Gurbette ölen şehiddir.”[712]

[705] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9568.

[703] Âl-I İmran, 3:169.

[704] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9541.

[701] Müsned, 3:438; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9468.

[702] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9532.

[699] Müsned, 5:314, 316, 326; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:9409.

[700] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9458.

[697] Ebû Dâvud, Cihâd:49.

[698] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9402.

[696] Ebû Dâvûd Cihad:71.

[714] Tirmizî, Diyât:22; Ebû Dâvud, Sünnet:32; Nesâî, Tahrim:22; İbni


Mâce, Hudud:21.

[715] Tirmizî, Fedailu’l-Cihad:14.

[712] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No: 9554.

[713] Buharî, Cihâd:30; Müslim, İmâre:164; Tirmizî, Cenâiz:65.

[710] Leyl, 87:17.

[711] Buharî, Cizye:1, Tevhid:46.


[708] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9682.

[709] Ankebût, 29:64.

[706] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9649.

[707] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9676.

[683] Müslim, İmâre:116; Nesâî, Cihâd:18.

[684] Ebû Dâvûd, Cihâd:23; Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd:11; Nesâî, Hayl:8.

[681] Ebû Dâvud, Cihâd:18.

[682] Tirmizî, Fedailü’l-Cihad:4.

[679] Buharî, Cihâd:156, 22, 32,112, Temennî:8; Müslim, Cihâd:20; Ebû


Dâvud, Cihâd:98.

[680] Buharî, Cihâd:147,148; Müslim, Cihâd:24; Tirmizî, Cihâd:19; Ebû


Dâvud, Cihâd:34.

[677] Tirimizi, Cihad:7; Nesâî, Cihâd:9.

[678] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:8; Zühd:37; Nesâî, Cihâd:8.

[676] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9497.

[694] Müslim, İmâre:163. Ayrıca bk. Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd:2; Nesâî,


Cihâd:39; İbni Mâce, Cihâd:7.

[695] Müslim, İmâre:158.Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd:18; Nesâî, Cihâd:2.

[692] Ebû Dâvûd, Cihâd:18; Nesâî, Cihâd:2, 48.

[693] Buharî, Cihâd:157, Menâkıb:25, İstitâbe:6; Müslim, Cihâd:17, 18.


Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd:92, Sünnet:28; Tirmizî, Cihâd:5; İbni Mâce,
Cihâd:28.
[690] Buharî, Cihâd:5, Rikâk:2; Müslim, İmâre:112-115. Ayrıca bk.
Tirmizî, Fedâilu’l-cihâd:17, 26; Nesâî, Cihâd:11, 12.

[691] Müslim, İmâre:167. Ebû Dâvûd, Cihâd:23; Tirmizî, Tefsîru sûre(8) 5;


İbni Mâce, Cihâd:19.

[688] Müslim, Cihâd:142.

[689] Ebû Dâvûd, Cihad:32.

[686] Buharî, Cihâd:13; Müslim, İmâre:144.

[687] Buharî, Cihad:1.

[685] Ebû Dâvûd, Cihad:40.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam katıldığı savaşların birinde öldürülmüş


bir kadın bulundu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine
kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı.”[680]

“Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir.”[716]

“Seyahate çıkanlar bir ve iki kişi oldukları zaman şeytan kötülük yapmayı
aklından geçirir, ama üç kişi oldukları zaman kötülük yapmayı aklından
geçirmez.”[726]

606. Şehidin hayatı kabrinde de devam eder. Orada rızıklandırılır. Kur’ân


bu gerçeği daha açık anlatır: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma,
onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar.”[703]

“Harp hileden (strateji ve taktikten) ibarettir.”[693]

“Allah yolunda yapılan sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan


ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır.”[690]

Genel anlamda cihaddan ve faziletinden bahseden hadislerin yanında, kime


karşı, nasıl cihad yapılacağına dair birçok hadis vardır. “Mücahid nefsiyle
cihad edendir.”[650]
“Ailesi (namusu) uğrunda öldürülen şehiddir.”[714]

“Korkuya kapıldığımız zaman, bizden toplu hâlde sabırlı ve sakin olmamızı


isterdi. Savaşa çıktığımız zaman da (aynı şeyleri emrederdi).”[697]

“Ümmetim üzerine meşakkat verecek olmayaydım, ben hiçbir cihad


birliğinden geri kalmazdım. Fakat ben binek devesi bulamıyorum. Mücahid
sahabileri, üzerine bindirip taşıyabileceğim binekleri de bulamıyorum.
Bineksiz sahabilerin benden geri kalmaları da bana meşakkat veriyor.
Yemin olsun ki ben, Allah yolunda cihad edip de öldürülmemi, sonra
diriltilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra yine diriltilmemi çok arzu
ederdim.”[668]

Hz. Âişe’nin, “Ey Allah’ın Resûlü! Görüyoruz ki, cihad, amellerin en


faziletlisidir; öyleyse biz de cihad etmeli değil miyiz?” diye sorması
üzerine, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Sizin için cihadın en faziletlisi
makbul hacdır”[656] şeklinde cevap vererek cihadın gerek kapsamını,
gerekse yöntemlerini göstermesi bakımından önemlidir.

“Ümmetimden bir cemaat Allah’ın emri gerçekleşinceye kadar bâtıla üstün


gelerek hak üzere devam edeceklerdir. Onları yardımsız bırakanlar onlara
zarar veremeyeceklerdir.”[659]

“Savaşın, ganimet elde edersiniz. Oruç tutun, sıhhat bulursunuz. Seyahat


yapın, zengin olursunuz.”[723]

[664] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9415.

[665] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9422.

[662] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihad:2.

[663] Buharî, İlim:45, Cihad:15, Farzu’l-humüs:10, Tevhîd:28; Müslim,


İmâre:150, 151; Tirmizî, Fezâilü’l-cihad:16; Ebû Dâvûd, Cihad:24; Nesâî,
Cihad:21; İbni Mâce, Cihad:13.

[660] Tahrim, 66:6.


[661] Maide, 5:105.

[658] Ebû Dâvûd, Cihad:4.

[659] Müslim, İmare:44; Ebû Dâvûd, Cihad:4.

[656] Buharî, Cihâd:1.

[657] Feyzü’l-Kadîr, 3:551; Kenzü’l-Ummal, 4:10577.

[675] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9491.

[673] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:26; Buharî, Cihâd:73; Müslim, İmare:163;


İbni Mâce, Cihâd:7, Nesaî, Cihâd:39.

[674] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9490.

[671] Feyzü’l-Kadîr, 5:282.

[672] Buharî, Cihad:5, 6, 73, Rikak:2, 51; Müslim, İmâre:112-115; Tirmizî,


Fedâilu’l-Cihâd:17; Nesâî, Cihâd:11, 12; İbnu Mâce, Cihad:2.

“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin.”[652]


“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[653]
meâlindeki hadislerle Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ümmetin içinde
yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolundukları şeyleri yapmayan
nesiller ortaya çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad ederse o
mü’mindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla
kalbiyle cihad ederse o mü’mindir”[654] buyurur.

[669] Buharî, Cihad:1.

“Ümmetimden cennette bana en çabuk kavuşacak olan kadın, Ahmes’ten


bir kadındır.”[702]

[670] Buharî, Cihad:2; Müslim, İmâret:110; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd:1;


Nesâî, Cihâd:17; Muvatta, Cihâd:1.

[667] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9442.


[668] Buharî, Cihad:118.

[666] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9429.

“Bir gece denizin sahilinde nöbet tutan kimsenin bu ameli, bir adamın kendi
ailesinde işlediği bin senelik bir ibadetten daha hayırlıdır. Bir sene üç yüz
altmış gündür. Her gün bin senedir.”[676]

“Hiç şüphesiz, yüce Allah, dini günahkâr adamla kuvvetlendirir.”[705]

[655] Buharî, Cihâd:138; Müslim, Birr:5.

[653] Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten:13.

[654] Müslim, Îmân:80.

[651] Müsned, 3:456.

[652] Müsned, 3:124; Ebû Dâvûd, Cihâd:17.

[650] Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd:2.

“Ey Kitab’ı indiren, bulutları yürüten, düşmanları yenilgiye uğratan


Rabbimiz, bunları da yenilgiye uğrat ve onlara karşı bize yardım et!”[679]

“Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir.”[662]

“Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet


hazırlayınız. Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet
atmaktır.”[691]

“Aziz ve Celil olan Allah yolunda (düşmana karşı oluşan bir safta) bir saat
durmak, altmış sene ibadetten üstündür.”[671]

“Allah’ın haram kıldığı şeylere kapanan göz.”[674]

“Allah, Müslümanlara sadece zayıfların duasıyla yardım eder.”[708]


“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile birlikte yedi ayrı savaşa çıktım.
Ordugâhlarda ben geride kalır, askerlere yemek yapar, yaralıları tedavi eder,
hastalara bakardım.”[688]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, Rabbimizin risaletini getirmiştir. Bir de


bize bildirdi ki, bizden kim öldürülürse cennetlik olacaktır. Bu sebeple biz
ölümü, sizin hayatı sevdiğinizden daha çok seviyoruz.”[711]

“Allah rızasını kazanma yolunda kimin ayakları tozlanırsa, o ayaklara


cehennem ateşi haramdır.”[677]

611. Kur’ân’ın bildirdiği gibi, “Gerçek hayat âhiret hayatıdır.”[709] ve


“Âhiret daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır.”[710] Bunun için mü’min ölümü
ebedî hayatın başlangıcı olarak görür, inanır ve daha çok sever.

“Kim devenin sütünü bir kere sağma vakti kadar Allah yolunda cihad
ederse, cennet ona vacip olur.”[667]

4. Günahkâr bir mü’min düşmanla karşılaşır, ölünceye kadar Allah’a sâdık


kalır. Bu da dördüncü derecede bir şehid olur.”[715]

“Muhacirlerin parolası Abdullah, Ensâr’ın parolası ise Abdurrahman


idi.”[696]

“Allah yolunda malını harcayan kimseye yedi yüz kat sevap verilir.”[682]

“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.”[692]

“Az bir amelde bulundu, fakat çok şey kazandı!” buyurdu.[686]

“Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan iltihap gibi bir yara açılacak
olsa, bu da onun için şehidlik mührü olur.”[720]

“Öğleden önce veya öğleden sonra bir defa Allah için yola çıkmak, dünya
ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”[672]
“İslâm’ın en yüce vazifesi, Allah yolunda cihad etmektir. Ona
Müslümanların faziletçe en üstün olanları ulaşır.”[657]

“Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid de


ölümden ancak o kadar acı duyar.”[719]

“Seyahate çıktığınızda başınıza en küçüğünüz olsa bile Kur’ân’ı en iyi


bileni önder seçin. Size imamlık yaptığı takdirde o sizin önderinizdir.”[725]

“Fakat (siz kadınlar için) cihadın en faziletlisi mebrûr (makbul) haccdır”


buyurdu.[687]

Adam, “Evet.” karşılığını verince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Öyle


ise onlara hizmet etmek suretiyle de cihad et” buyurdu.[706]

“Bir mücahidi donatan veya geride bıraktığı ailesine iyilikle bakan kişi
bizimle beraberdir.”[700]

“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin.”[652]


“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[653]
meâlindeki hadislerle Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ümmetin içinde
yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolundukları şeyleri yapmayan
nesiller ortaya çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad ederse o
mü’mindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla
kalbiyle cihad ederse o mü’mindir”[654] buyurur.

“Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, diğer yerlerde bin günden daha
hayırlıdır.”[673]

“Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad!”[683]

“Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye cihad ederse, o Allah


yolundadır.”[663]

Bilal bu sözleri duyunca Hz. Ebû Bekir’in vefatına kadar yanında kaldı.[664]
611. Kur’ân’ın bildirdiği gibi, “Gerçek hayat âhiret hayatıdır.”[709] ve
“Âhiret daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır.”[710] Bunun için mü’min ölümü
ebedî hayatın başlangıcı olarak görür, inanır ve daha çok sever.

“Kim bizzat cihada katılmaz veya bir askeri techiz etmez veya bir askerin
ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmezse, Allah onu kıyamet gününden
önce, hiç beklemediği bir musibete uğratır.”[681]

“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin.”[652]


“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[653]
meâlindeki hadislerle Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ümmetin içinde
yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolundukları şeyleri yapmayan
nesiller ortaya çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad ederse o
mü’mindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla
kalbiyle cihad ederse o mü’mindir”[654] buyurur.

565. “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” sözünde ifade edildiği
gibi, insan önce kendini düzeltmeye çalışmalı, ondan sonra başkalarına
faydalı olabilir. Kur’ân-ı Kerim, “Nefsinizi ateşten koruyun![660] “Siz
nefsinizi düzeltmeye bakın!”[661] ayetleriyle önce ve her zaman en büyük
cihadın nefisle yapılan cihad olduğunu bildirir.

“Kim cihad etmeden ve gönlünde cihad arzusu taşımadan vefat ederse, bir
tür münafıklık üzere ölür.”[695]

6. Evinde hiçbir Müslümanı gıybet etmeyen, ona öfkelenmeyen ve onu


ayıplamayan kişi. Şayet o yolda ölürse, Allah’ın güvencesi altında
olur.”[666]

“Şehidler cennetin kapısındaki bir nehrin kaynağında yeşil bir kubbe


içerisindedirler. Onlara rızıkları cennetten sabah akşam çıkarılır.”[704]

“Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz, binicilik


öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık
öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse, Allah’ın kendisine ihsan ettiği
nimete karşı şükrünü terk etmiş veya nankörlük etmiş olur.”[684]
“Kim sevabını Allah’tan umarak ve niyet ederek Müslümanları muhafaza
etmek için deniz üzerinde nöbet tutarsa, Allah denizdeki her bir damlaya
karşılık ona iyilik yazar.”[675]

“Allah yolunda malıyla ve canıyla cihad eden adamdır.”[658]

Savaşa çıkmakta olan İslâm ordusuna katılmak için gelen birine annesinin
ve babasının hayatta olup olmadığını sorarak hayatta olduklarını öğrenmesi
üzerine, “O hâlde onlara hizmet yolunda -nefsinle- cihad et”[655]
tavsiyesinde bulunur.

“Allah korkusuyla gözyaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe
girmez. Bir kul, üzerinde Allah yolunda yapışan toz ile cehennemin dumanı
bir araya gelmez.”[678]

“Kim saçını İslâm yolunda ağartırsa, bu onun için kıyamet gününde bir nur
olur. Kim, Allah yolunda bir ok atarsa, bu sebeple kendisinin (cennetteki)
derecesi yükseltilir.”[698]

“Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahları affedilecek. Zira Cebrâil bu


hususu bana şimdi haber verdi!”[721]

“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile
dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü yüksek itibar ve
ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.”[718]

“Bir kavim (millet) cihadı terk ettiğinde, Allah mutlaka onlara, hepsini
etkileyen bir azap gönderir.”[701]

“Üç kişi seyahatte olduğunuz zaman, başınıza bir başkan seçin. O seçilen
başkan, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın tayin ettiği olduğu bir başkan
hükmündedir.”[724]
SÜNNETE GÖRE TEVBE,
İSTİĞFAR
İNSAN GÜNAH İŞLEYEBİLEN BİR VARLIKTIR. Hiç kimse “Ben
günah işlemem”, “Günah işlemem mümkün değil” diyemez. Herkes şu veya
bu şekilde, az veya çok günah çukuruna yaklaşır, bazen de içine düşer.

Bizler akıl ve kalp dengesi içinde hayatımızı sürdürüyoruz. Fakat insan


sadece akıl ve kalpten ibaret değildir. Başta nefis olmak üzere öyle baskın
duygular, öyle söz dinlemez hisler, öyle önü alınmaz hevesler ve öyle karşı
konulmaz vehimler içindeyiz ki, bazen farkında olarak veya olmayarak
irademize söz geçiremiyor ve günaha giriyoruz, sonuçta günahkâr oluyoruz.

Daha açık söylemek gerekirse, nasıl acıkıyor, yoruluyor ve hastalanıyorsak,


aynı şekilde günahla yüz yüze, göz göze geliyoruz, günah işliyoruz. Bu
durumu hepimiz kabul etmeliyiz.

İşin aslına bakılırsa, Yüce Allah bizi kendisine yaklaştırmak, bizi kendisine
muhtaç etmek, bizi kendisine çekmek için birbirinden farklı, değişik
vesileler yaratmış.

Allah acıkma gibi bir duygu vermiş, bizi rızka muhtaç etmiş, Rezzak
olduğunu göstermiş ve bizi kendisine bu yolla bağlamış. Biz de kul olarak
bütün ihtiyaçlarımızı O’ndan istemişiz, O’nu Rezzak olarak bilmiş, gerçek
anlamda rızık verici olarak tanımışız. Demek ki, Rezzak ismi acıkmamızı
gerektiriyor.

İnsan olarak gücümüz, kudretimiz sınırlıdır. Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz,


ama bir yere kadar. Olanca imkânımızı kullanıyoruz, ama bir yere geliyor,
tıkanıyoruz. Başkaları yardımımıza geliyor, yine de istediğimizi elde
edemiyoruz. Sonunda “Ve hüve alâ külli şey’in Kadîr”e, “Her şeye gücü
yetene” dayanıyoruz.
İnsanız, can taşıyoruz, hastalanıyoruz. Hemen tedavi yollarını arıyoruz, şifa
kapılarını çalıyoruz. Doktordu, ilaçtı, perhizdi derken, bir de bakıyoruz ki,
hepsi araç ve vesiledir. Gerçek şifayı verecek olan O’dur. Çünkü O Şâfî’dir,
şifa verendir, şifayı O’ndan başka kimse veremez. Yüce Allah, Şâfî
olduğunu tanıtmak için bize hastalığı vermiştir. Demek ki, Şâfî ismi
hastalıkları istiyor, hasta olmamızı gerektiriyor.

Yanımızda, yöremizde şeytan dolaşıyor, içimizde nefis çalışıyor, gel zaman,


git zaman bir de bakıyoruz ki, günahın içindeyiz. “Aman yâ Rabbi, ne
yaptım, ne ettim” demeye kalmıyor, “Affet Allah’ım, bağışla yâ Rabbi, bir
daha yapmayacağım, özür dilerim” diye yalvarıyor, yakarıyor, dua
ediyoruz. Biz günahkârız, Allah bağışlayandır. Biz hata işliyoruz, Allah
affedendir. Biz isyana kapılıyoruz, Allah mağfiret edendir. Biz tevbe
ediyoruz, Allah tevbemizi kabul edendir.

Allah Gafûr’dur, Afuvv’dur, Gaffâr’dır, Tevvâb’dır. İşlediğimiz günahlar,


bizi Allah’ın bu isimlerine götürüyor, bizi O’na yöneltiyor. Böylece
Allah’ın Gafûr ve Gaffâr olduğunu öğreniyoruz, tanımış oluyoruz.

“Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusûrâtın bulunmasını


iktiza” ediyor. Yani Gaffâr ismi günahların olmasını gerektiriyor, Settâr
(gizleyen, örten, kapatan) ismi de kusur ve hataların bulunmasını icap
ettiriyor. Açıkçası, günah işlensin ki, Allah’ın Gaffâr ismi tecelli etsin,
kusur edilsin, hata yapılsın ki, Allah da onun kusurunu yüzüne vurmasın,
örtsün.

Günah işleyenlerin en hayırlısı

“Günah işleyenlerin hayırlısı mı olur?” demeyelim. Bir kişi günahlarından


pişmanlık duyuyor, tevbe istiğfar ediyorsa, hayırlı bir iş yapmıştır ve hayırlı
bir insan olmuştur.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Âdemoğullarının hepsi çok günah işler. Çok günah işleyenlerin en hayırlısı


çokça tevbe edenlerdir.”[727]
Günah Kalpte Siyah Nokta Bırakır
626. Asıl mesele kalbin temiz olması ve beyaz kalmasıdır. Bu da her zaman
mümkün olmadığına göre, her bir şüphe, her bir vesvese ve işlenen her bir
günah kalbi kirletir ve yaralar açar. Tevbe istiğfar edilmezse, o günahlar
küçük bir yılan olarak kalbi ısırmaya başlar.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe
edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah’tan) mağfiret dilerse kalbi
(o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü’min günahı fazlalaştırırsa
kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah’ın, Kitâb’ında, ‘Hayır,
(onların sandıkları gibi değil) onların kazandıkları günahlar, kalplerini
paslandırıp karartmıştır.”[728] âyetinde buyurduğu rân budur.”[729]

Pişmanlık Tevbedir
627. Bu ifade o kadar pratik ve kolay bir tedavi şeklidir ki, insan her zaman
ve her an bu duygu içinde oldukça otomatik bir tevbe etmiş olur.

Abdullah bin Mes’ûd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“(Günahtan) pişmanlık duymak, bir tevbedir.”[730]

Günahını Kötü de Görsen Allah Onu Bağışlar


628. Günahlar bizim için birer sermaye, onlarla Allah’a yaklaşıyor, iltica
ediyor, yalvarıyor, yakarıyoruz. Allah ile münasebet kuruyoruz, hatalarımızı
itiraf ediyoruz. Rabbimiz de bizi kabul ediyor. Bunun için günahların kötü
bir şey olduğunu bilmek bile rahmeti celbetmeye yetiyor. Bu bakış, bir
yerde pişmanlık sayılıyor.
Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir kul günah işler ve bu yaptığını da kötü bir şey olarak görürse, işlediği
günahından istiğfar etmese bile Allah onu bağışlar.”[731]

Tevbe Edersen Günahı İşlememiş Gibi Olursun


629. Allah’ın affı ve bağışlaması o kadar geniştir ki, ettiğimiz bir tevbe,
işlediğimiz bütün günahları silip süpürüyor, o günah işlememiş gibi kabul
ediyor. Bu da bize tevbe kapısının sürekli açık olduğunu gösteriyor.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.”[732]

Aynı Günaha Dönmedikçe Tevben Kabul Edilir


630. Tevbenin kabul edilmesinin bir tek şartı varsa, o da aynı günaha
dönmemektir, aynı günahı işlememektir. Edilen bu tevbe, bir samimiyetin,
verilen sözde durmanın bir belirtisidir.

Ebû’l-Cûn radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah tevbe edenin tevbesinden dolayı, susamış kimsenin suya


kavuşmasından, çocuğu olmayan birisinin baba olmasından ve bir şeyini
kaybedenin yitiğini bulunmasından daha çok sevinir.

“Her kim, içten bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse,
Allah onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve üzerinde
günah işlediği yere, bütün bunlara hata ve günahlarını unutturur.”[733]
Tevbe Etmenden Dolayı Allah Sevinç Duyar
631. Allah kullarının iyi davranışlarından memnun olur, hoşnut olur ve
sevinç duyar. Fakat Allah’ın sevinmesi ve sevinç duyması kendi zatına
mahsustur, insanlara benzemez. Bu meselede asıl konu, Allah’ın rızasını
kazanmak, tevbe etme fırsatını yakalamaktır.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir:

“Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde
yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat
etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman
görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz.
Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: “Hayvanımın kaybolduğu yere
dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım” der. Gelip ölüm uykusuna yatmak
üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne
görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve
içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç,
kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır.

“Sonra adam sevincinin şiddetinden (dili dolaşır) şaşırarak şöyle der:

“Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.”[734]

Tevbe Kapısı Hep Açıktır


632. Güneş batıdan doğuncaya, yani kıyamet kopuncaya kadar yapılan
tevbe kabul edilir. Buna göre tevbeyi ileriye atmamalı, ihmal etmemelidir.
Tevbenin aynı zamanda bir ibadet olduğunu da unutmamalıdır.

Safvân bin Assâl radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Batı yönünde bir kapı vardır. Enine bir süvari kırk ya da yetmiş yıl yürür
de, yine (o mesafeyi) zor kat eder. İşte Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, o
kapıyı da yaratmış ve tevbe için devamlı olarak açık bırakmıştır. Güneş
ondan (batıdan) doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.”[735]

Son Nefesten Önce Tevbe Kabul Edilir


633. Kıyamet, mü’minin başına kopmayacak, kıyametin dehşetini kâfirler
yaşayacaktır. Ancak mü’minin kıyameti kendi ölümüdür. Bunun için can
tende iken, ölüm gelip çatmadan, işlenen günahın peşinden hemen tevbe
yapmalıdır.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder.”[736]

Tevbe Etmekten Ümidini Kesme


634. Kul ne kadar günah işlerse işlesin, hiçbir zaman aklından “Tevbemi
kabul eden bir Rabbim vardır” inancını yitirmemeli, tevbe niyetini hiç
kaybetmemelidir. Çünkü gidecek başka bir tevbe kapısı yoktur.

Ebû Said radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam
vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhip tarif
edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir
tevbe imkânının olup olmadığını sordu. Râhib: “Hayır yoktur!” dedi. Adam
onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.

“Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim


bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe
imkânı olup olmadığını sordu. Âlim: “Evet, vardır, seninle tevben arasına
kim perde olabilir?” dedi. Ve ilâve etti:

“Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah’a ibadet eden


kimseler vardır. Sen de onlarla Allah’a ibadet edeceksin ve bir daha kendi
memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yerdir.”

“Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip
ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler.
Rahmet melekleri: “Bu adam tevbe etmiş olarak geldi. Kalben Allah’a
yönelmişti” dediler. Azab melekleri de: “Bu adam hiçbir hayır işlemedi”
dediler.

“Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi.
Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara:

“Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha
yakınsa ona teslim edin” dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği
(iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.”

“Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü sâlih köye
doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı.”[737]

Tevbe Etmen İçin Allah Rahmet Elini Açar


635. Öyle Rahim, öyle Gafur, öyle affedici bir Rabbimiz vardır ki, kulun
tevbe etmesini bekliyor, gece gündüz değişik şekillerde fırsatlar sunuyor.
Yeter ki, tevbeye zaman ayıralım.

Ebû Musa Abdullah bin Kays el-Eş’arî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar
(onların gece tevbe etmelerini ister). Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri
için de gündüz elini açar (onların kendisine gündüz tevbe etmelerini ister).
Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına (Kıyamete) kadar devam
eder.”[738]

Kalbinin Cilası İstiğfardır


636. İstiğfar, Allah’tan bağışlanmayı istemek, günahlarının temizlenmesini
dilemek, kalbin günahlardan arınması niyazında bulunmaktır. Allah’ın
Gafur ve Gaffar gibi bağışlayıcı anlamına gelen isimlerine mazhar olma
duasını etmektir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Demirin pası olduğu gibi kalplerin de pası vardır. Kalbin cilası ise
istiğfardır.”[739]

Kalbin Puslanınca Yüz Defa İstiğfar Et!


637. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın günah işlemesi mümkün
değil, günahtan korunmuştur, ama insan olması dolayısıyla mübarek
kalbinde bazı bulutlanmalar oluyor ki, sıkça ve çokça istiğfarda bulunuyor.

Eğar bin Yesar el-Müzenî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bazen kalbimin perdelendiği oluyor. Ama ben Allah’a günde yüz defa
istiğfâr ediyorum.”[740]

İstiğfar Ettikçe Allah Affeder


638. Şeytan insanı günaha sürükledikçe, Cenâb-ı Hak kulunu kendine
çekiyor, bağışlayacağını söz veriyor, kulu şeytanın eline bırakmıyor. Yeter
ki, kul istiğfardan elini çekmesin.
Ebû Said el-Hudri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İblis Rabbine, ‘İzzetine ve Celaline yemin ederim ki, canları bedenlerinde


olduğu müddetçe âdemoğullarını saptırmaya devam edeceğim” dedi.

“Rabbi İblis’e ‘İzzetime ve Celâlime yemin ederim ki, bana istiğfar ettikleri
müddetçe onları affedeceğim” buyurdu.[741]

Günde 70 Defa İstiğfar Et!


639. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bazı zikirleri belli sayıda
yapardı. Tevbe, istiğfar da bu sayılı zikirlerinden birisidir. Bunda mutlaka
bazı hikmetler ve sırlar vardır. Sünnette yer alan bu bilgi hepimiz için güzel
ve şaşmaz bir örnektir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler,
tevbe ederim.”[742]

Günde 100 Defa İstiğfar Et!


640. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bazı zamanlar 100 istiğfar
okurdu. Bu da sünnetin bir başka güzelliğini gösteriyor. Sünnet her iki
sayıyı da bildirmekle uygulamayı bize bırakıyor. Dileyen 70, dileyen 100
istiğfar okur.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ben günde Allah’a yüz defa istiğfar edip tevbe ediyorum.”[743]


Resûlullah’ın Okuduğu 100 İstiğfar
641. İstiğfarda hangi sözlerin söyleneceğini sünnetten öğreniyoruz.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bazen bu istiğfarı yapardı. Bu duada
hem istiğfar, hem de tevbe vardır. Ayrıca Allah’ın Tevvab ve Rahîm isimleri
de bulunuyor. Böylece tam bir tevbe, istiğfar yapılmış oluyor.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın bir yerde yüz defa:

“Rabbiğfirlî ve tüb aleyye, inneke ente’t-tevvâbü’r-rahîm (Rabbim! Beni


bağışla ve tevbemi kabul eyle. Çünkü sen tevbeleri çok kabul eden ve çok
merhamet edensin) dediğini sayardık.[744]

İstiğfar Savaştan Kaçmayı Bile Affettirir


642. Çoğumuzun bildiği bu istiğfar o kadar günahları affettiriyor ki, cihadın
farz olduğu bir zamanda savaştan kaçanlar bile affedilebiliyor.

İbni Mes’ûd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim ‘estağfirullâh’ellezî lâ ilâhe illâ hû, el–Hayye’l–Kayyûme ve


etûbü ileyh: (Kendisinden başka ilâh bulunmayan, ebedî hayatla daima diri
olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı yöneten Allah’tan beni
bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim) diye yalvarırsa, savaştan
kaçmış bile olsa günahları bağışlanır.”[745]

Şöyle İstiğfar Et!


643. Bu istiğfar şekli Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’dan
öğrendiğimiz bir başka istiğfar çeşididir. Bu duanın öncekine göre daha
geniş ve kapsamlıdır, içeriği daha zengindir.
Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Yaptığım ve yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum şeyler


için Sana istiğfar ediyorum. Öne geçiren de, geride bırakan da Sensin.
Senin gücün her şeye yeter.”[746]

Güzel Bir İstiğfar Örneği


644. Bu istiğfar duasında kulun kendi acizliğini öne çıkarması, hatalarını
itiraf etmesi ve Allah’ın mağfiretine mazhar olmayı talep etmesi vardır.

Ebû Malik el-Eş’ari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah katında en faziletli söz, kulun, ‘Allah’ım! Ben Senin kulunum. Sen
de benim Rabbimsin. Ben nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ettim.
Günahları da Senden başkası bağışlamaz. Ey Rabbim! günahımı bağışla’
demesidir.”[747]

İstiğfarın Efendisi
645. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın sıkça yaptığı bu istiğfar,
hepsine göre çok kapsamlı ve çok muhtevalıdır. Daha içten bir yakarış, bir
yalvarış mevcuttur. Bu duayı ezberlemek en güzelidir, ezberleyemesek dahi
yanımızda yazılı olarak bulundurmaya çalışmalıyız.

Şeddâd bin Evs radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allâhümme ente rabbî, lâ ilâhe
illâ ente halaktenî ve ene ‘abdüke, ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike
m’esteta‘tü. Eûzü bike min şerri mâ sana‘tü, ebûu leke bi-ni‘metike ‘aleyye
ve ebûu bi-zenbî, fağfir lî fe-innehû lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente:

(Allahım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık Senden başka mabud yoktur.
Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve
vadimde gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden
Sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle
anıyorum ve günahımı itiraf ediyorum. Beni affet; şüphe yok ki günahları
Senden başka affedecek kimse yoktur.”

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam sözüne şöyle devam etti:

“Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle


inanarak gündüz okur da, o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine
her kim sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da, sabah
olmadan ölürse cennetlik olur.”[748]

Namazdan Sonra Üç İstiğfar


646. Sevbân radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam selâm verip namazdan çıkınca üç defa


istiğfâr eder ve “Allâhümme ente’s-selâmü ve minke’s-selâm tebârakte yâ
ze’l-celâli ve’l-ikrâm:

(Allah’ım! Selâm Sensin. Selâmet ve esenlik Sendendir. Ey azamet ve


kerem sahibi Allah’ım! Sen hayır ve bereketi çok olansın” derdi.[749]

İstiğfarı Dilinden Düşürme!


647. İstiğfara devam etmek hayatımızı rahata ve rahmete kavuşturur.
Darlıktan ve sıkıntıdan kurtarır. Nuh Sûresi 10. 11. ve 12. âyetlerde istiğfar
okununca Cenâb-ı Hakkın bol yağmur, nimet ve rızıklar göndereceği
müjdesi verilmektedir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona:

“Her darlıktan bir çıkış,

“Her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir

“ve ona beklemediği yerden rızık verir.”[750]

Ölümden Önce İstiğfar Et!


648. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam son nefesini vermeden önce
Allah’ın huzuruna tevbe ve istiğfarla çıktı. Hem tesbih, hem hamd, hem de
tevbe ve istiğfarda bulundu.

Âişe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam vefatından önce sık sık “Sübhânallahi ve


bi-hamdihî, estağfirullâhe ve etûbü ileyh:

(Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve


O’na hamd ederim. Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe
ederim” derdi.[751]

Amel Defterinde İstiğfarı Çoğalt!


649. İstiğfar, âhirette kurtuluşumuza vesile olacak bir zikirdir. Fırsat
buldukça, aklımıza geldikçe bolca istiğfar okumalıyız ki, amel defterimiz
bizi sevindirsin.

Zübeyr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Amel defterinin kendisini sevindirmesini isteyen, ondaki istiğfarları


çoğaltsın.”[752]

Amel Defterinde İstiğfarın Varsa Kurtulursun


650. İstiğfar günahların temizlenmesine, Allah’ın mağfiret ve bağışlamasına
vesile olan bir duadır. Âyette de, “İstiğfar edin, Allah’tan bağışlanma
dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”
buyurulur.[753]

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yazdıklarını her gün Allah’a arz eden hiçbir hafaza meleği yoktur ki, Allah
ilk ve son sayfasında istiğfar gördüğü amel defterinin sahibi için ‘Kulumun
bu iki sayfa arasında yazılmış olan günahlarını bağışladım’ demesin.”[754]

Amel Defterinde Ne Kadar İstiğfarın Var?


651. Âhiret mutluluğunun önemli bir sebebi de istiğfarı bir alışkanlık hâline
getirmek ve sıkça tevbe, istiğfara devam etmektir.

Abdullah bin Büsr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Amel defterinde çok istiğfar bulan kimseye ne mutlu!”[755]


Evladın Senin İçin İstiğfar Ederse Derecen
Yükseltilir
652. Sadece kendimizin istiğfarı yeterli değildir, çocuklarımızın bizim için
istiğfar etmesi de kurtuluşumuza vesile olacak, Allah’ın affına ve
bağışlamasına sebep olacaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah cennette sâlih kulun derecesini yükseltir.

“Kul, ‘Ey Rabbim! Neden derecem yükseldi?’ deyince, Allah, ‘Çocuğunun


senin için istiğfar etmesi sebebiyle derecen yükseltildi’ buyurur.”[756]

Sadaka Verecek İmkânın Yoksa İstiğfar Et


653. İstiğfar bir yönüyle alternatif bir ibadet olan sadakadır. Mali durumu
yeterli olmadığı için sadaka veremeyenler, bunun yerine istiğfar okurlarsa,
aynı sevabı daha kolayca alabiliyorlar.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sadaka verecek malı olmayan kişi, mü’min erkek ve kadınlar için istiğfar
etsin. Bu, onun için sadakadır.”[757]

Günahların Gökleri Dolduracak Kadar da Olsa


Affedilirsin
654. İşlenen günahlar, hiçbir zaman bağışlanma ümidini yitirmemelidir.
Kul, istiğfar ettikçe Allah’ın kendisini bağışlayacağına inanmalıdır. Hangi
günah işlenirse işlensin, Allah o günahı affedecek ve kulu günahlarıyla baş
başa bırakmayacak, ümitsiz etmeyecektir.
Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece,
işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne
bakmadan seni bağışlarım.

“Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da


benden affını dilesen, seni affederim.

“Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen;


fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü
dolusu bağışla karşılarım.”[758]

Günah İşlemeseydiniz Allah Günah İşleyen Başka


Varlık Yaratırdı
655. Allah’ın bağışlayıcı manasına gelen Gafur ve Gaffar gibi isimleri
vardır. Bu isimler günahların ve günah işleyenlerin var olmasını gerekli
kılıyor. Eğer insan günah işlemeseydi, Allah günah işleyebilecek başka
varlıklar yaratırdı.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah
işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra
Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”[759]

Günah İşleyenlere Allah Sahip Çıkar


656. Günah işleyen hiçbir kulunu Allah kendi başına bırakmıyor. Günahının
farkına vardıkça, tevbe ve istiğfar ettikçe Allah onu kabul ediyor ve her
seferinde bağışlıyor. Bunun için ümitsizliğe düşmemelidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir kul günah işler ve: ‘Allah’ım! Benim günahımı bağışla!’ der.

“Allah da şöyle buyurur: ‘Kulum günah işledi. Kendisini hem affedecek,


hem de sorumlu tutacak bir Rabbinin bulunduğunu bildi.’

“Kul dönüp tekrar günah işler ve: ‘Allah’ım! Beni bağışla!’ der.

“Allah da: ‘Kulum günah işledi. Hem affedecek, hem de sorumlu tutacak
bir Rabbinin bulunduğunu bildi’ der.

“Kul tekrar dönüp günah işler ve: ‘Rabbim günahımı bağışla!’ der.

“Allah da: ‘Kulum günah işledi, affedecek ya da sorumlu tutacak bir


Rabbinin bulunduğunu bildi.

“Haydi, istediğini yap! Ben seni bağışladım’ buyurur.”[760]

Allah’ın Rahmeti Gazabını Geçer


657. Allah, bize Kendisini başta Besmele olmak üzere yüzlerce ayette
Rahman ve Rahim olarak bildiriyor, sürekli rahmetine güvenmemizi istiyor.
Bunun için Allah’ın rahmeti hep gazabını geçiyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah yaratmaya karar verdiğinde, Arş’ın üzerinde bulunan kitabına


‘Şüphesiz merhametim gazabıma üstün gelmiştir’ diye yazdı.”[761]

Başa Gelen Bela Günahlara Kefarettir


658. Başa gelen bela ve musibetler başlı başına günahların affedilmesine
vesile olur. Allah musibet verdikçe onu hafifletecek yollar da yaratır ki, kul
Allah’a olan tevekkülünü yitirmesin, Allah’tan başka bir güç aramasın.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kulun günahları çoğaldığı ve onları silecek ameli olmadığı zaman, Allah o


kişinin günahlarına kefaret olması için başına bela verir.”[762]

İşlediğin Günahı Kimseye Anlatma!


659. Yalnız başına veya kimsenin fark etmediği bir yerde günahlar
işleyenler, o günahları başkasına anlatarak günahına şahit tutmamalı, geride
delil ve suç unsuru bırakmamalıdır. Ta ki istiğfar ettikçe Allah o günahları
bağışlasın.

Ebû Katade el-Ensari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Açıklayanlar dışında ümmetimin hepsi affedilecektir.”

“Yâ Resûlallah! Açıklayanlar kimdir?” diye sorulunca, Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gece işlediği günahı Allah örttüğü hâlde sabahleyin kalkıp, ‘Ey falan! Dün
gece şöyle yaptım’ diyerek Allah’ın örtmüş olduğu günahını
açıklayanlardır.”[763]

Affet Ki Affedilesin
660. Bir hata yapınca, bir yanlışa düşünce, bir suç işleyince affedilmeyi
istiyorsan, sen affet ki, başkaları da seni affetsin, kusurlarını başına
kakmasın.
İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Affet ki, affedilesin.”[764]

Allah’ın Affı Senin Günahlarından Büyüktür


661. Allah’ın affı mı büyük, kulun günahları mı büyüktür? Tabii ki,
Allah’ın affı büyüktür ve mağfireti geniştir. Bunun için kul ne kadar günah
işlerse işlesin kendi günahlarını Allah’ın rahmet ve mağfiretinden büyük
görmemeli, böyle bir hataya kapılmamalıdır.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Habib bin el-Haris, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gelerek, “Yâ


Resûlallah! Ben günah işleyen biriyim” deyince, Peygamber aleyhissalâtü
vesselam, “Ey Habib! Allah’a tevbe et” dedi.

Habib, “Yâ Resûlallah! Tevbe ediyorum, ama yine de aynı günaha


dönüyorum” dedi.

Peygamber aleyhissalâtü vesselam “Her günahtan sonra tevbe et” buyurdu.

Habib, “O zaman günahlarım çoğalır” deyince, Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın affı, senin günahlarından daha büyüktür, Ey Haris’in oğlu


Habib!”[765]

İnsanların En İyisi Ömrü Uzun, Ameli Güzel


Olandır
662. Kimin hayırlı, kimin kötü olduğunu Allah ve Resûlü bilir. Kur’ân ve
sünnet bu ölçüleri bize veriyor ve öğretiyor. Bu ölçüyü öğrendikten sonra
itimat etmeli ve ona göre güven duymalıdır.
Ebû Bekre radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir kişi, “Yâ Resûlallah! İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sorunca,


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ömrü uzun olup ameli güzel olandır.”

Adam, “İnsanların en kötüsü kimdir?” diye sordu, Peygamber aleyhissalâtü


vesselam şöyle buyurdu:

“Ömrü uzun olup ameli kötü olandır.”[766]

Yaşın İlerledikçe Sevabın Artar


663. Mü’minin yaşı ilerledikçe Yüce Allah ona rahmetini artırır. Özellikle
40 yaşından sonra 90 yaşına kadar sürekli İlahi bir lütuf ve koruma altında
ömür geçirir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dünyaya gelen kişi ergenlik yaşına gelinceye kadar yaptığı iyilikler


babasına veya anne babasına yazılır. Kötülük yaptığı zaman ise ne
kendisine, ne de anne babasına yazılır. Ergenlik çağına erişince, artık
yaptıkları yazılır ve onunla olan iki meleğe, onu korumaları ve yardım
etmeleri emredilir.

“İslâm üzere kırk yaşına girince, Allah onu delilik, cüzzam ve alaca
hastalığından emin kılar.

“Elli yaşına girince, Allah hesabını kolaylaştırır.

“Altmış yaşına girdiğinde Allah ona, sevdiği şeylere yönelmeyi nasip eder.

“Yetmiş yaşına geldiğinde, gökyüzü ahalisi onu sever.

“Seksen yaşına geldiğinde, Allah sevaplarını yazar, günahlarını bağışlar.


“Doksan yaşına geldiğinde Allah geçmiş ve gelecek günahlarını affeder,
ailesine onu şefaatçi kılar ve o artık Allah’ın esiri (gözetimi altında) olur.

“Ömrünün en kötü çağına yetişip hiçbir şeyi hatırlamaz duruma düşünce,


Allah kendisine sağlıklı iken yaptığı hayırlar gibi hayır yapmış gibi sevap
yazar, kötülük yaptığında ise ona bir şey yazılmaz.”[767]

Allah Bir Anneden Daha Merhametlidir


664. Allah’ın merhameti kıyas kabul etmez. Çünkü insanın merhameti
süreli ve sınırlıdır. Fakat Allah’ın rahmetine ve merhametine ne sınır vardır,
ne de sayı vardır. Ancak sünnete baktığımızda bir örnekle İlahi merhametin
sonsuz olduğunu görüyoruz.

Abdullah bin Ebi Evfa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir gün evinden çıktığında ağlamakta


olan bir çocukla karşılaştı ve “Ey Ömer! Bu çocuğu kucağına al. Bu yolunu
kaybetmiş” buyurdu.

“Çocuğun annesi gelip oğlunu alarak bağrına bastı ve ağlayarak emzirmeye


başladı. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Sizce bu kadın oğluna karşı
merhametli midir?” diye sorunca, sahabe, “Evet” cevabını verdi.

“Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah Müslümanlara, bu annenin çocuğuna olan merhametinden daha


merhametlidir.”[768]

Allah Mahşer Gününde Bütün Günahları Bağışlar


665. Allah mü’minin günahlarını gizler ve onu insanların gözüne
göstermez. Aynı şekilde mahşerde de onu mahcup etmez. Kul itiraf etse de,
Allah onu insanlara karşı korur.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:


“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan işittim, şöyle buyurdu:

“Muhakkak Allah, kıyamet günü mü’mini yaklaştırır ve onun üstüne


merhamet kanadını ve koruma perdesini koyar da onu (mahşer halkının
gözünden) örter ve:

“(Ey kulum, işlediğin) filan günahı biliyor musun? Filan günahı biliyor
musun?” diye sorar.

Mü’min de, “Evet, Rabbim!” diye tâ bütün günahlarını ikrar ve itiraf ettiği
ve içinde helâk olduğuna kanaat geldiği zaman Allah:

“(Ey kulum) aleyhindeki bu günahları dünyada halktan gizledim. Bu gün de


senin lehine bunları mağfiret ediyorum!” buyurur.

“Ve mü’minin sevap defteri (sağından) kendisine verilir.

“Kâfirlere, münafıklara gelince (onlar için de peygamberlerden,


meleklerden birçok) şahidler: İşte bunlar Rabblerine karşı (ortak uydurarak)
yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun ki, Allah’ın lâneti (o) zâlimlerin
üzerine olsun derler.”[769]

[727] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:49; İbn Mâce, Zühd:30; Dârimî, Rikak:7.

[728] Mutaffıfin, 83:14.

[729] İbni Mâce, Zühd:29 (4244).

[730] İbni Mâce, Zühd:30 (4252).

[731] Sünen-i Evzaî, Hadis No:1869.

[732] İbni Mâce, Zühd:30 (4250).

[733] es-Suyûtî, Câmiu’s-Sağir, Hadis No:7194.

[734] Buharî, Da’avât:4; Müslim, 3; Tirmizî, Kıyâmet:50.


[735] Tirmizî, Da’avât:102.

[736] Tirmizî, Da’avât:103; İbnu Mâce, Zühd:30.

[737] Buharî, Enbiya:50; Müslim, Tevbe:46; İbnu Mâce, Diyât:2.

[738] Müslim, Tevbe:27.

[739] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17575.

[740] Müslim, Zikir:4; Ebû Dâvûd, Vitir:26.

[741] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17573.

[742] Buharî, Daavât:3; Tirmizî, Tefsîr:47; İbni Mâce, Edeb:57.

[743] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17587.

[744] Ebû Dâvûd, Vitir:26; Tirmizî, Daavât:39; İbni Mâce, Edeb:57.

[745] Ebû Dâvûd, Vitir:26; Tirmizî, Daavât 118; İbni Mâce, Edeb:57.

[746] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17591.

[747] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17593.

[748] Buharî, Daavât:2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb:100–101; Tirmizî, Daavât:15;


Nesâî, İstiâze:57.

[749] Müslim, Mesâcid:135; Ebû Dâvûd, Vitir:25; Tirmizî, Salât:108;


Nesâî, Sehv:81, 82; İbni Mâce, İkâme:32.

[750] Ebû Dâvûd, Vitir:26; İbni Mâce, Edeb:57.

[751] Buharî, Ezân:123, 139; Müslim, Salât:218–220.

[752] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17579.

[753] Bakara, 2:199.


[754] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17580.

[755] İbni Mâce, Et’ime:57 (3818).

[756] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17595.

[757] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17597.

[758] Tirmizî, Daavât:98; Müsned, 5:172.

[759] Müslim, Tevbe:11.

[760] Buharî, Tevhîd:35; Müslim, Tevbe:29-30.

[761] Buharî, Tevhid, 15; Müslim, Tevbe:17.

[762] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17474.

[763] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17475.

[764] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17480.

[765] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17531.

[766] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17548.

[767] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17555.

[768] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17610.

[769] Buharî, Mezâlim:2.

“Batı yönünde bir kapı vardır. Enine bir süvari kırk ya da yetmiş yıl yürür
de, yine (o mesafeyi) zor kat eder. İşte Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, o
kapıyı da yaratmış ve tevbe için devamlı olarak açık bırakmıştır. Güneş
ondan (batıdan) doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.”[735]

“Gece işlediği günahı Allah örttüğü hâlde sabahleyin kalkıp, ‘Ey falan! Dün
gece şöyle yaptım’ diyerek Allah’ın örtmüş olduğu günahını
açıklayanlardır.”[763]

“Rabbiğfirlî ve tüb aleyye, inneke ente’t-tevvâbü’r-rahîm (Rabbim! Beni


bağışla ve tevbemi kabul eyle. Çünkü sen tevbeleri çok kabul eden ve çok
merhamet edensin) dediğini sayardık.[744]

(Allah’ım! Selâm Sensin. Selâmet ve esenlik Sendendir. Ey azamet ve


kerem sahibi Allah’ım! Sen hayır ve bereketi çok olansın” derdi.[749]

“Ömrünün en kötü çağına yetişip hiçbir şeyi hatırlamaz duruma düşünce,


Allah kendisine sağlıklı iken yaptığı hayırlar gibi hayır yapmış gibi sevap
yazar, kötülük yaptığında ise ona bir şey yazılmaz.”[767]

“Demirin pası olduğu gibi kalplerin de pası vardır. Kalbin cilası ise
istiğfardır.”[739]

“Her kim ‘estağfirullâh’ellezî lâ ilâhe illâ hû, el–Hayye’l–Kayyûme ve


etûbü ileyh: (Kendisinden başka ilâh bulunmayan, ebedî hayatla daima diri
olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı yöneten Allah’tan beni
bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim) diye yalvarırsa, savaştan
kaçmış bile olsa günahları bağışlanır.”[745]

“Yazdıklarını her gün Allah’a arz eden hiçbir hafaza meleği yoktur ki, Allah
ilk ve son sayfasında istiğfar gördüğü amel defterinin sahibi için ‘Kulumun
bu iki sayfa arasında yazılmış olan günahlarını bağışladım’ demesin.”[754]

“Allah Müslümanlara, bu annenin çocuğuna olan merhametinden daha


merhametlidir.”[768]

[764] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17480.

[763] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17475.

[765] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17531.

[760] Buharî, Tevhîd:35; Müslim, Tevbe:29-30.

[759] Müslim, Tevbe:11.


[762] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17474.

[761] Buharî, Tevhid, 15; Müslim, Tevbe:17.

[756] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17595.

[758] Tirmizî, Daavât:98; Müsned, 5:172.

[757] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17597.

“Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen;


fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü
dolusu bağışla karşılarım.”[758]

[753] Bakara, 2:199.

[752] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17579.

[755] İbni Mâce, Et’ime:57 (3818).

[754] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17580.

[749] Müslim, Mesâcid:135; Ebû Dâvûd, Vitir:25; Tirmizî, Salât:108;


Nesâî, Sehv:81, 82; İbni Mâce, İkâme:32.

“Affet ki, affedilesin.”[764]

[748] Buharî, Daavât:2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb:100–101; Tirmizî, Daavât:15;


Nesâî, İstiâze:57.

[751] Buharî, Ezân:123, 139; Müslim, Salât:218–220.

[750] Ebû Dâvûd, Vitir:26; İbni Mâce, Edeb:57.

[747] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17593.

[746] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17591.


“Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle
inanarak gündüz okur da, o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine
her kim sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da, sabah
olmadan ölürse cennetlik olur.”[748]

[767] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17555.

[766] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17548.

[769] Buharî, Mezâlim:2.

[768] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17610.

[745] Ebû Dâvûd, Vitir:26; Tirmizî, Daavât 118; İbni Mâce, Edeb:57.

[742] Buharî, Daavât:3; Tirmizî, Tefsîr:47; İbni Mâce, Edeb:57.

[741] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17573.

[744] Ebû Dâvûd, Vitir:26; Tirmizî, Daavât:39; İbni Mâce, Edeb:57.

[743] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17587.

[738] Müslim, Tevbe:27.

[737] Buharî, Enbiya:50; Müslim, Tevbe:46; İbnu Mâce, Diyât:2.

[740] Müslim, Zikir:4; Ebû Dâvûd, Vitir:26.

[739] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17575.

[736] Tirmizî, Da’avât:103; İbnu Mâce, Zühd:30.

[735] Tirmizî, Da’avât:102.

[734] Buharî, Da’avât:4; Müslim, 3; Tirmizî, Kıyâmet:50.

[731] Sünen-i Evzaî, Hadis No:1869.


[730] İbni Mâce, Zühd:30 (4252).

[733] es-Suyûtî, Câmiu’s-Sağir, Hadis No:7194.

“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar
(onların gece tevbe etmelerini ister). Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri
için de gündüz elini açar (onların kendisine gündüz tevbe etmelerini ister).
Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına (Kıyamete) kadar devam
eder.”[738]

[732] İbni Mâce, Zühd:30 (4250).

[727] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:49; İbn Mâce, Zühd:30; Dârimî, Rikak:7.

[729] İbni Mâce, Zühd:29 (4244).

[728] Mutaffıfin, 83:14.

“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah
işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra
Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”[759]

“ve ona beklemediği yerden rızık verir.”[750]

“Allah katında en faziletli söz, kulun, ‘Allah’ım! Ben Senin kulunum. Sen
de benim Rabbimsin. Ben nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ettim.
Günahları da Senden başkası bağışlamaz. Ey Rabbim! günahımı bağışla’
demesidir.”[747]

“Kulun günahları çoğaldığı ve onları silecek ameli olmadığı zaman, Allah o


kişinin günahlarına kefaret olması için başına bela verir.”[762]

650. İstiğfar günahların temizlenmesine, Allah’ın mağfiret ve bağışlamasına


vesile olan bir duadır. Âyette de, “İstiğfar edin, Allah’tan bağışlanma
dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”
buyurulur.[753]

“Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder.”[736]


“Kul, ‘Ey Rabbim! Neden derecem yükseldi?’ deyince, Allah, ‘Çocuğunun
senin için istiğfar etmesi sebebiyle derecen yükseltildi’ buyurur.”[756]

“Âdemoğullarının hepsi çok günah işler. Çok günah işleyenlerin en hayırlısı


çokça tevbe edenlerdir.”[727]

“(Günahtan) pişmanlık duymak, bir tevbedir.”[730]

“Her kim, içten bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse,
Allah onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve üzerinde
günah işlediği yere, bütün bunlara hata ve günahlarını unutturur.”[733]

“Allah’ım! Yaptığım ve yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum şeyler


için Sana istiğfar ediyorum. Öne geçiren de, geride bırakan da Sensin.
Senin gücün her şeye yeter.”[746]

(Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve


O’na hamd ederim. Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe
ederim” derdi.[751]

“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler,
tevbe ederim.”[742]

“Haydi, istediğini yap! Ben seni bağışladım’ buyurur.”[760]

“Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.”[732]

“Allah’ın affı, senin günahlarından daha büyüktür, Ey Haris’in oğlu


Habib!”[765]

“Mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe
edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah’tan) mağfiret dilerse kalbi
(o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü’min günahı fazlalaştırırsa
kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah’ın, Kitâb’ında, ‘Hayır,
(onların sandıkları gibi değil) onların kazandıkları günahlar, kalplerini
paslandırıp karartmıştır.”[728] âyetinde buyurduğu rân budur.”[729]
“Allah yaratmaya karar verdiğinde, Arş’ın üzerinde bulunan kitabına
‘Şüphesiz merhametim gazabıma üstün gelmiştir’ diye yazdı.”[761]

“Rabbi İblis’e ‘İzzetime ve Celâlime yemin ederim ki, bana istiğfar ettikleri
müddetçe onları affedeceğim” buyurdu.[741]

“Ben günde Allah’a yüz defa istiğfar edip tevbe ediyorum.”[743]

“Ömrü uzun olup ameli kötü olandır.”[766]

“Bir kul günah işler ve bu yaptığını da kötü bir şey olarak görürse, işlediği
günahından istiğfar etmese bile Allah onu bağışlar.”[731]

“Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.”[734]

“Amel defterinin kendisini sevindirmesini isteyen, ondaki istiğfarları


çoğaltsın.”[752]

“Sadaka verecek malı olmayan kişi, mü’min erkek ve kadınlar için istiğfar
etsin. Bu, onun için sadakadır.”[757]

“Mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe
edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah’tan) mağfiret dilerse kalbi
(o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü’min günahı fazlalaştırırsa
kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah’ın, Kitâb’ında, ‘Hayır,
(onların sandıkları gibi değil) onların kazandıkları günahlar, kalplerini
paslandırıp karartmıştır.”[728] âyetinde buyurduğu rân budur.”[729]

“Amel defterinde çok istiğfar bulan kimseye ne mutlu!”[755]

“Bazen kalbimin perdelendiği oluyor. Ama ben Allah’a günde yüz defa
istiğfâr ediyorum.”[740]

“Kâfirlere, münafıklara gelince (onlar için de peygamberlerden,


meleklerden birçok) şahidler: İşte bunlar Rabblerine karşı (ortak uydurarak)
yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun ki, Allah’ın lâneti (o) zâlimlerin
üzerine olsun derler.”[769]
“Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü sâlih köye
doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı.”[737]
SÜNNETE GÖRE ZİKİR
ZİKİR, BİR ŞEYİ ANMAK VE HATIRLAMAK anlamına gelir. Dini terim
olarak da, Allah’ı anmak ve unutmamak üzere gafletten ve unutmaktan
kurtulmak demektir.

Zikir dille yapıldığı gibi kalple de yapılır veya her ikisiyle beraber yapılır.

Kur’ân’da birçok âyette geçen zikir, Allah’ı hamd etmek, tesbih ve tekbir
şekliyle övmek; Allah’ın ihsan ettiği nimetleri anmak, bunları kalple
hissetmek ve tefekkür etmektir.

Zikir, kulluğun gereklerini akıl, beden ve malla yerine getirmektir.

Zikir, namaz kılmak, dua ve istiğfarda bulunmak, varlıklar üzerinde


düşünmektir.

Kur’ân’da, Allah, içten yalvararak ve korkarak kısık sesle sabah akşam


çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş,[770] Allah’ı zikretmenin her
şeyden üstün olduğu bildirilmiş,[771] Allah’ı anmanın bütün ibadet ve
itaatlerden önemli sayıldığı ifade edilmiştir.

Allah’ı anma, sığınma (istiâze), besmele, takdis, tesbih (sübhanallah), hamd


(elhamdülillâh), tekbir (Allahüekber), tehlil (lâ ilâhe illallah), (lâ havle velâ
kuvvete illâ billâh), istiğfar, salavât şeklindeki ifadelerle yapılır.

İbadetlerin yapılması için belli şartlar gerektiği hâlde, zikir için hiçbir şart
gerekmiyor. Gece gündüz, ayakta, oturarak, yatarak, abdestli abdestsiz zikir
yapılabilir.

En faziletli zikir, kalp ve dille birlikte yapılan zikirdir, yani dilin kalpte
olanı ortaya koymasıdır. Daha sonra kalp ile ardından da dil ile yapılan zikir
gelir.

Ayrıca Allah’ı tesbih ve tâzime, hamd ve şükre dair sözleri söylemek dilin
zikri, Allah’a inanmak, O’nun zât ve sıfatlarını gösteren delilleri, emir ve
yasaklarının mâna ve hikmetlerini, yaratıklarının sırlarını düşünmek kalbin
zikri, emredileni yerine getirip yasaklardan kaçınmak da organların zikridir.

Hasan-ı Basrî, kimseye hissettirmeden Allah’ı anmanın sevabının çok


büyük olacağını, ancak haram karşısında Allah’ı hatırlayıp haramdan
kaçınmanın daha da üstün olduğunu belirtmiştir.

Kur’ân’da Allah’ın içten yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle


tesbih edilmesi emredilmiştir,[772] Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yüksek
sesle tekbir getiren bir cemaati, “Siz ne sağıra sesleniyorsunuz, ne de gaibe”
sözleriyle uyarmıştı.[773]

Öte yandan bir kudsî hadiste, “Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu
daha hayırlı bir toplulukta anarım” buyuruluyor.[774]

Resûlullah, sahabeden bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe
illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırmıştı.[775] Mescidde yüksek sesle zikir
yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” buyurarak
onu engellememiştir.[776]

En Üstün Amel Zikirdir


666. Zikir, Allah’ı anmaktır, diliyle, kalbiyle ve her hâliyle Allah ile beraber
olmaktır. Zikir, bu yönüyle en iyi ibadet, en üstün sadaka, en iyi cihaddır.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Size amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en temizini ve yücesini,


derecenizi yükselteni, altın ve para infak etmekten üstün, düşmanınızla
karşılaşıp onların sizin boynunuzu vurup, sizin de onların boynunu
vurmanızdan daha iyi olanı haber vereyim mi? Allah’ı zikretmektir.”[777]

Cennet Bahçelerinde Eğlenmek İsteyen Allah’ı


Zikretsin
667. Mü’min her an ve her zaman Allah’ı anar, zikreder, O’nu aklından
çıkarmaz. Bu durumda zikir imanın dile gelişi, kalpte varlığını
hissettirmesidir. Böyle bir zikirle meşgul olanlar önde gidenlerdir ve
dünyada iken cennet bahçelerinde eğlenenlerdir.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Biz Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile yürürken, “İleri gidenler nerede?”


diye sorunca, halk, “Bazıları gitti, bazıları ise geride kaldı” dediler.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İleri gidenler, Allah’ın zikrinden başka önemsedikleri bir şey


olmayanlardır. Kim cennet bahçelerinde eğlenmek isterse Allah’ı çokça
zikretsin.”[778]

Bu Zikri Bir Kere Söylersen Bir Milyon Günahın


Silinir
668. Okunan zikir kelimeleri insanı her türlü manevi tuzaktan korur, bir de
çok büyük sevaplar kazanmasına vesile olur. Bu kelimeler Kelime-i Tevhid
olunca etkisi daha yüksek olur.

Muhammed bin Vâsi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim çarşıya girdiğinde ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-
mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâyemut bi-
yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ (Allah’tan başka ilah yoktur, O
tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur ve hamd O’na aittir. Hayatı da,
ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O’nun elindedir. O her
şeye kadirdir” derse, Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir
milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.”[779]

Sabah Namazından Sonra Bu Zikri Terk Etme!


669. Güne Kelime-i Tevhid ile başlamak, o günü huzurlu, bereketli ve
feyizli kılar. Özellikle her sabah namazından sonra hareket etmeden
okumalıdır.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim, sabah namazından sonra diz çökmüş olarak, konuşmadan önce
on defa “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-
hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr. (Allah’tan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk
Ona ait, hamd O’na mahsustur. Hayatı veren de O’dur, ölümü veren de
O’dur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. O her şeye
hakkıyla kàdirdir) derse, kendisine on sevap yazılır, on günahı silinir, on
derece yükseltilir. O gün boyunca her türlü kötülüklerden korunur.
Şeytandan korunur. Allah’a ortak koşmazsa, işleyeceği hiçbir günah ona
zarar vermez, günahları silinmiş olur.”[780]

Mahşerde İmrenilen İnsan Olmak İstiyorsan Çok


Zikret!
670. Allah’ı zikretmek, O’nu anmak, imanını kuvvetlendirmek, kalbini
nurlandırmak için zikir ve iman meclislerinde bulunmak gerekir. Bu iman
paylaşımı kişiyi Allah’a yaklaştırır.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Allah, kıyamet gününde peygamber ve şehitlerin dışında bir grubu
yüzlerinde bir nur olduğu hâlde önceden yapılmış minberler üzerine oturtur.
Bütün mahşer halkı onlara gıpta eder.”

Bunun üzerine orada bulunanlardan bir Bedevi dizleri üzerine kalkarak,


“Yâ Resûlallah! Onları tanımamız için bize tarif et” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Onlar, birbirlerini Allah için seven, değişik kabilelerden ve


memleketlerden bir araya gelerek Allah’ı zikreden kişilerdir.”[781]

Ölürken Dilin Zikirde Olsun!


671. Son nefese kadar zikirle meşgul olan, günün bütün saatlerini Allah’ı
anarak geçiren bir mü’min son nefesini bu hâldeyken verirse, âhiret
saadetine kavuşur.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Ben “Allah’ın en çok sevdiği ameller hangisidir?” diye sorduğumda,


Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dilin Allah’ı zikirle meşgul iken vefat etmendir.”[782]

Her Taşın ve Ağacın Yanında Allah’ı Zikret


672. Yüce Allah, yarattığı her varlığı kendi varlık ve birliğini göstermek
için yaratmıştır. Mü’min de hangi varlığa baksa Allah’ı anar, Allah’ı
zikreder. Böylece hakiki bir imanı elde eder.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a “Yâ Resûlallah! Bana tavsiyede bulun”


dedim.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Gücün yettiğince Allah’tan korkmaya
bak.

“Allah’ı her taşın ve ağacın yanında (her yerde) zikret.

“Bir kötülük yaptığın zaman, gizli yaptığın kötülüğe gizlice, açıktan


yaptığın kötülüğe de açıktan tevbe et” buyurdu.[783]

Abdestten Sonra Kelime-i Şehadeti Oku


673. Abdest ibadetlerin başıdır, abdestsiz ibadet olmaz. Abdest aldıktan
sonra imanın bir ifadesi olan Kelime-i Tevhid söylenirse mükâfat olarak
Allah, cenneti ihsan edecektir.

Hz. Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim güzelce abdest alır, sonra ‘Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhu vahdehu lâ
şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh’ derse, ona
sekiz cennet kapısı açılır ve dilediği kapıdan cennete girer.”[784]

Kelime-i Şehadeti Okuyana Cehennem Haram


Olur
674. Kelime-i Şehadet insana cenneti nasip ettiği gibi, cehennemden uzak
tutmaya da vesiledir. Bunun için her fırsatta bu nurlu kelimeyi okumayı bir
alışkanlık hâline getirmelidir.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet ederse, Allah onu
cehenneme haram kılar.”[785]

“Lâ İlahe İllallah” Kelimesini 100 Defa Söyle!


675. Kelime-i Tevhid tekrar edildiği vakit imanımızı tazeleyip yenilediği
gibi, kıyamet gününde de yüzümüzü ak eder, nurlandırır, ay gibi parlatır.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüz defa ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyen hiçbir kul yoktur ki, Allah onu kıyamet
günü, yüzü Ay’ın on dördü gibi parlak haşretmesin. O gün onun gibi
söyleyenler veya daha fazlasını yapanlar hariç, hiç kimsenin onun
amelinden daha üstün bir ameli olmaz.”[786]

Bâki Kalacak Zikirleri Çok Yap!


676. Bakiyât-ı sâlihat olarak bilinen, dört bâki zikir kelimesini söylemek,
yapılacak en sâlih amellerdir. Bu kelimeleri namaz sonrasi tesbihatta
yaptığımız gibi, başka zamanlarda da tekrar etmek, imanımızı canlı tutar.

Ebû Said el-Hudri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Baki kalacak sâlih ameli çokça yapınız.”

Sahabe, “Yâ Resûlallah! Onlar nedir?” diye sorunca, Hz. Peygamber


aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Tekbir (Allahü Ekber), tehlil (Lâ ilâhe illallah), tahmid (Elhamdülillah),


tesbih (Sübhanallah) ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözleridir.”[787]
“Lâ Havle...” Zikri 99 Hastalığa Şifadır
677. İhlasla, sadece Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle bu zikri okumak,
insanın maddi ve manevi dertlerine şifa olur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözü, en basiti üzüntü olan doksan dokuz
hastalığa devadır.”[788]

Resûlullah Sürekli Zikrederdi


678. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın her anı, her hâli, gecesi,
gündüzü her vakti Rabbini anmakla geçerdi, yani Allah’ı çokça zikrederdi.
Allah’a en yakın bir insan olmasıyla birlikte zikirle kendisini Rabbine
devamlı arz ederdi.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Allah’ı sürekli zikrederdi.”[789]

Zikreden Diridir, Zikretmeyen Ölü Gibidir


679. İnsanın gerçek değeri, Allah katındaki yeri, zikriyle ortaya çıkar.
Yaşayıp yaşamadığının ölçüsü de zikir sayesinde belli olur. Sonsuz hayatta,
sonsuz saadete kavuşmak, zikirle yaşamakla mümkündür.

Ebû Musa el-Eş’arî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün
misali gibidir.”[790]
Sen Allah’ı Anarsan, Allah da Seni Anar
680. Kul Allah’ı zikredince, Allah da o kulu zikretmektedir. Kul Allah’ı
nerede anarsa, Allah da kulu orada anar. Bu anma meselesi insan aklının
anlayamayacağı kadar yüce bir nimettir. Kur’ân da, “Siz Beni anın ki, Ben
de sizi anayım”[791] âyetiyle bu sünnete kaynaklık etmektedir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah buyuruyor ki: Kulum beni nasıl düşünüyorsa, ben öyleyim.

“O beni anarken, ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de
onu Kendim anarım.

“O beni bir topluluk içinde anarsa,

Ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”[792]

Yüz Kere “Sübhanallah” Diyene Bin Sevap Yazılır


681. Bazı zikirlerin belli sayıda olması sevabının fazla olmasının yanında,
bu sayılarda çok anlamlı bazı sırlar ve hikmetler de vardır. Ama ibadeti, sırf
emredildiği için yapmak, insanı hakiki bir ihlasa götürür.

Mus’ab bin Sa’d radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, bir gün Sahabilerle birlikte otururken


onlara şöyle bir soru yöneltti:

“Sizden herhangi biriniz her gün bin sevap kazanmaktan aciz midir?”

Orada oturan sahabilerden biri merakla sordu:

“Bizden biri bin sevabı nasıl kazanabilir?”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam cevap verdi:


“Allah’ı yüz kere tesbih eder, Sübhanallah der ve (buna karşılık) kendisine
bin sevap yazılır veya bin günahı silinir.”[793]

Gün Boyu Zikretmekten Daha Sevaplı Kelimeler


682. Bazı tesbihler anlamları ve faziletleri bakımından farklılık arz eder. Bu
zikirlerden birisi de hadiste geçen bu tesbihtir. Bu tesbihin sevabı sayıya
gelmeyecek kadar bereketlidir.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir gün sabah namazını kıldığında,


namaz kıldığı yerde zikirle meşgul olan Hz. Cüveyriye’nin yanından
ayrıldı. Kuşluk vaktinden sonra döndüğünde, Hz. Cüveyriye’nin hâlâ
oturduğunu görünce, “Seni bıraktığımdan beri hâlâ aynı şeyi mi
yapıyorsun?” diye sordu. Hz. Cüveyriye:

“Evet” cevabını verince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yanından ayrıldıktan sonra üç defa şu dört cümleyi söyledim: Bunlar senin


gün boyunca söylediğin zikirlerle tartılacak olsa (sevap bakımından) onlara
eşit olur:

“Sübhânallâhi ve bi-hamdihî adede halkıhî ve rıdâe nefsihî ve zinete arşihî


ve midâde kelimâtih.

(Varlıklar sayısınca, kendisinin razı olacağı kadar, arşının ağırlığınca ve


bitip tükenmeyen kelimeleri sayısınca ben Allah’ı O’na yakışmayan
sıfatlardan tenzih eder ve ona hamd ederim.)[794]

Her Zikir İçin Cennette Bir Ağaç Vardır


683. Her zikir kelimesi bir saadet yatırımıdır, bir cennet ağacıdır. Âhiret bu
dünyada şekilleniyor, cennet bu dünyada genişletiliyor. Ne kadar cennet
istiyorsan, o kadar zikir yap!

Bir gün Ebû Hüreyre radıyallâhü anh fidan dikerken Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam yanına geldi ve “Ebû Hüreyre, o diktiğin nedir?”
diye sordu.
Ebû Hüreyre, “Kendim için bir fidan dikiyorum” deyince, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam, “Senin için daha hayırlı bir fidan göstereyim mi?”
buyurdu.

Ebû Hüreyre’nin, “Göster yâ Resûlallah!” cevabı üzerine, Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam ona şu müjdeyi verdi:

“Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. (Allah’ı


bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah’adır, Allah’tan başka ilah
yoktur ve Allah en büyük olandır) de. Böyle söylersen her kelimeye karşılık
cennette senin için bir ağaç dikilir.”[795]

Dilin Allah’ın Zikriyle Islansın


684. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın zikrimizi artırmamız
konusunda çok güzel teşvikleri vardır. Dilimizi başka şeylerle değil de, zikir
kelimeleriyle meşgul eder, ıslatırsak, geleceğimiz aydınlık ve feyizli,
âhiretimiz de huzurlu ve mesut olur.

Abdullah bin Büsr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına çöl halkından biri gelerek,

“Yâ Resûlallah! İslâm’ın hükümleri bana ağır geldi (yapamıyorum). Bana


(sevabı çok, yapması kolay) bir şey söyle de, ona sımsıkı yapışayım”
deyince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ona şu tavsiyede bulundu:

“Dilin sürekli Allah’ın zikriyle ıslansın (meşgul olsun)!”[796]

[770] A‘râf, 7:205; Ahzâb, 33:41-42.

[771] Ankebût, 29:45.

[772] A‘râf, 7:205.

[773] Buharî, Daavât :50, 67; Müslim, Zikir:44.


[774] Buharî, Tevhid:15, 43; Müslim, Zikir:18, 19.

[775] Müsned, 6:124.

[776] Müsned, 6:159.

[777] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16743.

[778] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16758.

[779] Tirmizî, Daavat:36; İbn Mâce, Ticaret:40.

[780] Tirmizî, Dua:63.

[781] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16770.

[782] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16747.

[783] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16753.

[784] Müslim, Taharet:17; Darimi, Taharet:43.

[785] Buharî, İlim:49; Müslim, İman:53.

[786] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16830.

[787] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16836.

[788] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16901.

[789] Müslim, Hayız:117.

[790] Buharî, Daavat:66.

[791] Bakara, 2:152.

[792] Müslim, Zikir:2; Buharî, Tevhid:15.

[793] Müslim, Zikir:37.


[794] Müslim, Zikir:79.

[795] İbni Mâce, Edeb:56.

[796] Tirmizî, Daavat:4; İbni Mâce, Edeb:53.

“Bir kötülük yaptığın zaman, gizli yaptığın kötülüğe gizlice, açıktan


yaptığın kötülüğe de açıktan tevbe et” buyurdu.[783]

Ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”[792]

“Tekbir (Allahü Ekber), tehlil (Lâ ilâhe illallah), tahmid (Elhamdülillah),


tesbih (Sübhanallah) ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözleridir.”[787]

“Size amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en temizini ve yücesini,


derecenizi yükselteni, altın ve para infak etmekten üstün, düşmanınızla
karşılaşıp onların sizin boynunuzu vurup, sizin de onların boynunu
vurmanızdan daha iyi olanı haber vereyim mi? Allah’ı zikretmektir.”[777]

“Dilin Allah’ı zikirle meşgul iken vefat etmendir.”[782]

Kur’ân’da Allah’ın içten yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle


tesbih edilmesi emredilmiştir,[772] Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yüksek
sesle tekbir getiren bir cemaati, “Siz ne sağıra sesleniyorsunuz, ne de gaibe”
sözleriyle uyarmıştı.[773]

“Dilin sürekli Allah’ın zikriyle ıslansın (meşgul olsun)!”[796]

“Yüz defa ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyen hiçbir kul yoktur ki, Allah onu kıyamet
günü, yüzü Ay’ın on dördü gibi parlak haşretmesin. O gün onun gibi
söyleyenler veya daha fazlasını yapanlar hariç, hiç kimsenin onun
amelinden daha üstün bir ameli olmaz.”[786]

“Her kim çarşıya girdiğinde ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-
mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâyemut bi-
yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ (Allah’tan başka ilah yoktur, O
tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur ve hamd O’na aittir. Hayatı da,
ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O’nun elindedir. O her
şeye kadirdir” derse, Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir
milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.”[779]

(Varlıklar sayısınca, kendisinin razı olacağı kadar, arşının ağırlığınca ve


bitip tükenmeyen kelimeleri sayısınca ben Allah’ı O’na yakışmayan
sıfatlardan tenzih eder ve ona hamd ederim.)[794]

Öte yandan bir kudsî hadiste, “Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu
daha hayırlı bir toplulukta anarım” buyuruluyor.[774]

“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözü, en basiti üzüntü olan doksan dokuz
hastalığa devadır.”[788]

680. Kul Allah’ı zikredince, Allah da o kulu zikretmektedir. Kul Allah’ı


nerede anarsa, Allah da kulu orada anar. Bu anma meselesi insan aklının
anlayamayacağı kadar yüce bir nimettir. Kur’ân da, “Siz Beni anın ki, Ben
de sizi anayım”[791] âyetiyle bu sünnete kaynaklık etmektedir.

Kur’ân’da, Allah, içten yalvararak ve korkarak kısık sesle sabah akşam


çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş,[770] Allah’ı zikretmenin her
şeyden üstün olduğu bildirilmiş,[771] Allah’ı anmanın bütün ibadet ve
itaatlerden önemli sayıldığı ifade edilmiştir.

“Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve


Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet ederse, Allah onu
cehenneme haram kılar.”[785]

“Her kim, sabah namazından sonra diz çökmüş olarak, konuşmadan önce
on defa “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-
hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr. (Allah’tan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk
Ona ait, hamd O’na mahsustur. Hayatı veren de O’dur, ölümü veren de
O’dur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. O her şeye
hakkıyla kàdirdir) derse, kendisine on sevap yazılır, on günahı silinir, on
derece yükseltilir. O gün boyunca her türlü kötülüklerden korunur.
Şeytandan korunur. Allah’a ortak koşmazsa, işleyeceği hiçbir günah ona
zarar vermez, günahları silinmiş olur.”[780]
“Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. (Allah’ı
bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah’adır, Allah’tan başka ilah
yoktur ve Allah en büyük olandır) de. Böyle söylersen her kelimeye karşılık
cennette senin için bir ağaç dikilir.”[795]

“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün
misali gibidir.”[790]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Allah’ı sürekli zikrederdi.”[789]

Resûlullah, sahabeden bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe
illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırmıştı.[775] Mescidde yüksek sesle zikir
yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” buyurarak
onu engellememiştir.[776]

Kur’ân’da, Allah, içten yalvararak ve korkarak kısık sesle sabah akşam


çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş,[770] Allah’ı zikretmenin her
şeyden üstün olduğu bildirilmiş,[771] Allah’ı anmanın bütün ibadet ve
itaatlerden önemli sayıldığı ifade edilmiştir.

“Her kim güzelce abdest alır, sonra ‘Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhu vahdehu lâ
şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh’ derse, ona
sekiz cennet kapısı açılır ve dilediği kapıdan cennete girer.”[784]

[773] Buharî, Daavât :50, 67; Müslim, Zikir:44.

[772] A‘râf, 7:205.

[771] Ankebût, 29:45.

[770] A‘râf, 7:205; Ahzâb, 33:41-42.

[780] Tirmizî, Dua:63.

[779] Tirmizî, Daavat:36; İbn Mâce, Ticaret:40.

[778] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16758.


[777] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16743.

[784] Müslim, Taharet:17; Darimi, Taharet:43.

[783] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16753.

[782] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16747.

[781] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16770.

[776] Müsned, 6:159.

[775] Müsned, 6:124.

[774] Buharî, Tevhid:15, 43; Müslim, Zikir:18, 19.

[791] Bakara, 2:152.

[790] Buharî, Daavat:66.

[789] Müslim, Hayız:117.

[788] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16901.

[795] İbni Mâce, Edeb:56.

[794] Müslim, Zikir:79.

[793] Müslim, Zikir:37.

[792] Müslim, Zikir:2; Buharî, Tevhid:15.

[787] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16836.

[786] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16830.

[785] Buharî, İlim:49; Müslim, İman:53.


“Allah’ı yüz kere tesbih eder, Sübhanallah der ve (buna karşılık) kendisine
bin sevap yazılır veya bin günahı silinir.”[793]

[796] Tirmizî, Daavat:4; İbni Mâce, Edeb:53.

Kur’ân’da Allah’ın içten yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle


tesbih edilmesi emredilmiştir,[772] Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yüksek
sesle tekbir getiren bir cemaati, “Siz ne sağıra sesleniyorsunuz, ne de gaibe”
sözleriyle uyarmıştı.[773]

Resûlullah, sahabeden bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe
illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırmıştı.[775] Mescidde yüksek sesle zikir
yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” buyurarak
onu engellememiştir.[776]

“İleri gidenler, Allah’ın zikrinden başka önemsedikleri bir şey


olmayanlardır. Kim cennet bahçelerinde eğlenmek isterse Allah’ı çokça
zikretsin.”[778]

“Onlar, birbirlerini Allah için seven, değişik kabilelerden ve


memleketlerden bir araya gelerek Allah’ı zikreden kişilerdir.”[781]
Menkıbe

“Sabret, Çünkü Hak Üzeresin!”

Saadet asrının çilekeş fedailerinden Suheyb bin Sinan, Sevgili


Peygamberimizden duyduğu bir kahramanlık destanını nakleder.

Peygamberimiz olayı şöyle anlatmaktadır.

“Sizden öncekiler arasında bir hükümdar, onun da bir sihirbazı vardı.


Sihirbaz yaşlanıp ömrünün azaldığını anlayınca hükümdara:

‘Ben artık yaşlandım. Bana bir çocuk gönder de ona mesleğimi, sihri
öğreteyim.’ demişti. O da öğretmesi için bir çocuk gönderdi.

Çocuk sihirbaza gidip gelmeye başladı. Yolunun üzerinde de bir rahip


bulunuyordu. Ona rastlayınca yanına oturdu, konuşmalarını dinledi, çok
hoşuna gitti.

Artık sihirbazın yanına giderken, rahibe de uğruyor, oturuyor, sohbetini


dinliyordu. Çoğu zaman geç kaldığı için sihirbaz kendisini döverdi. Çocuk
sihirbazın yaptıklarını rahibe şikâyet etti. Rahip kendisine şu yolu gösterdi.

‘Sihirbazdan korktuğun zaman beni ailem salmadı; ailenden çekindiğin


vakit de beni sihirbaz alıkoydu dersin.’

Çocuk bu şekilde eğitimine devam ederken, bir gün yolun üzerinde büyük
bir hayvana rastladı. Canavar insanları yerlerinden kımıldatmıyordu. Onları
hapsetmişti.

Kendi kendine:

‘Şimdi sihirbaz mı doğru yolda, rahip mi hak üzere olduğunu anlayacağım.’


dedi ve yerden bir taş alarak:

‘Allah’ım, eğer rahibin işi Sen’in yanında sihirbazın işinden daha makbul
ise bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsin.’ dedi ve taşı attı. Taştan
aldığı yara ile canavar öldü, insanlar da rahatça işlerine gidip gelmeye
başladılar.

Bu olaydan sonra rahibe gelerek durumu anlattı. Rahip ona:

‘Ey oğlum, sen bugün benden daha faziletlisin. Senin hâlin, görmekte
olduğum bu yüksek dereceye ulaşmıştır. Sen yakında çetin bela ve
imtihanla karşılaşacaksın. Bu imtihan ve baskılara uğratıldığında sakın
kimseye bulunduğum yeri söyleme.’ dedi.

Artık çocuk anadan doğma kör olanların gözlerini açıyor, alaca hastalığına
tutulanları da iyileştiriyordu. Başka hastalığa ve dertlere yakalananları da
tedavi ediyordu.

Derken hükümdarın kör olan bir arkadaşı çocuğun bu özelliğini duydu.


Birçok hediye ile birlikte çocuğun yanına geldi, şu teklifte bulundu:

‘Eğer benim gözümü açar, şifa verirsen burada bulunan bu eşyanın hepsini
sana veririm.’

Çocuk:

‘Ben hiçbir kimseyi düzeltemem, şifa veremem. Şifayı ancak Allah ihsan
eder. Eğer sen Allah’a iman edersen, ben de dua ederim, Allah da sana şifa
verir.’ dedi.

Bunun üzerine, kör olan o zat şehadet getirip Allah’a iman etti. Allah da
ona şifa verdi. Bundan sonra gözü açılan adam, hükümdarın yanına vardı,
her zamanki yerine oturdu. Hükümdar ona:

‘Gözlerini sana kim iade etti?’ diye sordu. Adam:

‘Benim de senin de Rabbimiz Allah’tır.’ cevabını verdi.

Bunun üzerine hükümdar adamı tutuklattı. Ardından çocuğu yanına getirtti


ve ona da eziyet ve işkence etmeye başladı. Çocuk işkenceye daha fazla
dayanamayıp rahibin yerini söyledi. Rahibi getirttiler.
‘Dininden dön.’ denildi, fakat rahip bu teklife hiç yanaşmadı. Hükümdar bir
ağaç testeresi getirtti. Rahibin başını kesti. Hatta iki parçası da yere düştü.

Sonra hükümdar, iman eden kendi arkadaşını getirtti. Ona:

‘Dininden dön.’ dedi. O da razı olmadı. Testereyi başının ortasına koyarak


başını ikiye yardı. Parçaları yere düştü.

Sonra çocuk getirildi. Ona da:

‘Dininden dön.’ teklifi yapıldı. Fakat o da kabul etmedi. Bunun üzerine,


hükümdar çocuğu adamlarından bir topluluğa teslim etti.

‘Bunu falan dağa götürün, üzerine çıkarın. Zirvesine ulaştığınızda dininden


dönerse ne ala, yok eğer diretirse onu dağdan aşağı atın’ dedi.

Çocuğu götürdüler, dağa çıkardılar. Zirve noktasına varınca çocuk:

‘Allah’ım dilediğin herhangi bir şeyle beni bunlardan kurtar.’ diye dua etti.
Bunun üzerine dağ şiddetli bir şekilde sarsılıp hareket etti. Böylece onların
hepsi aşağı yuvarlandılar.

Daha sonra çocuk yürüyerek hükümdarın huzuruna geldi. Hükümdar ona:

‘Arkadaşların sana ne yaptı?’ diye sorunca çocuk:

‘Allah, beni onlardan kurtardı.’ dedi.

Bu sefer hükümdar onu yine adamlarından bir gruba vererek:

‘Bunu götürün, bir gemiye bindirerek denizin ortasına varın. Eğer dininden
dönerse ne ala, aksi takdirde denize fırlatıp atın.’ emrini verdi.

Adamlar hükümdarın dediği gibi yapıp onu denizin ortasına götürdüler.


Çocuk orada da:

‘Allah’ım, dilediğin bir şeyle beni bunların elinden kurtar.’ diye dua etti.
Gemi hemen içindekilerle birlikte alabora oldu. Böylece adamların hepsi
boğuldu, çocuk dışında.
Çocuk yine yürüyerek hükümdarın yanına geldi. Hükümdar ona:

‘Arkadaşların ne yaptılar?’ diye sorunca:

‘Allah beni onlardan kurtardı.’ diye cevap verdi.

Daha sonra hükümdara:

‘Sana söyleyeceğim şeyi yapmadıkça beni öldüremezsin.’ dedi. Hükümdar:

‘Nedir o?’ diye sorunca çocuk şöyle konuştu:

‘Halkı geniş bir meydana topla. Beni de bir ağaca as. Sonra ok torbamdan
bir ok al, bu oku yayın ortasına yerleştir. Sonra:

‘Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle.’ diyerek oku bana at. Sen bunu
yaptığın zaman ancak beni öldürebilirsin.’ dedi.

Bu tavsiye üzerine hükümdar, halkı geniş bir meydanda topladı. Çocuğu da


bir hurma ağacına bağlayıp astı. Sonra ok torbasından bir ok aldı. Oku
yayın ortasına yerleştirdi. Sonra:

‘Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle.’ diyerek oku fırlattı. Ok çocuğun
şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve
öldü.

Bu olaydan sonra halk hep birden:

‘Biz çocuğun Rabbine iman ettik. Çocuğun Rabbine iman ettik. Çocuğun
Rabbine iman ettik’ diye bağırıştılar.

Hemen hükümdara gidildi. Adamları ona:

‘Gördün mü sakınıp durduğun şeyi? Gerçekleşti. Vallahi sakınıp durduğun


ve korktuğun şey başına geldi. İnsanların hepsi iman etti.’ dediler.

Bunun üzerine hükümdar yolların başlarına hendek kazılmasını emretti.


Hendekler kazılıp açıldı. İçinde büyük ateşler yakıldı.
Daha sonra hükümdar şu emri verdi:

‘Kim dininden dönmezse onu bu ateşin içine atın.’

Bu işi yapmaya koyuldular. Hükümdarın askerleri faaliyete geçerek


imanında kararlılık gösteren müminleri o ateş çukurlarına atıp yaktılar.

Sonunda sıra beraberinde küçük çocuğu bulunan bir kadına geldi. Kadın
ateş çukuruna düşmekten irkildi geri çekildi.

Bunun üzerine çocuğu dile gelip annesine cesaret vererek şöyle dedi:

‘Ey anneciğim, sabret, çünkü sen hak üzeresin.’”


SÜNNETE GÖRE DUA
DUA, ÇAĞIRMAKTIR, DİLEKTİR, İSTEKTİR, yalvarmaktır,
yakarmaktır; niyazdır, ilticadır, münâcattır.

Dua, varlıkların Yaratıcısıyla ilişki kurmasıdır, O’nunla olan bağlılığıdır.


Dua olmasa, insanlığın anlamı olmazdı, değeri kalmazdı. “Ey insanlar!
Duanız olmazsa Rabbim katında ne öneminiz var”[797] âyeti bu mesajı verir

Dua bir var oluş sebebidir. En güzel insanın, en büyük duasıdır ki, bu kâinat
var edilmiş; ebedî saadet hazırlanmıştır. Sevgili Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam olmasaydı ve dua etmeseydi, ne kâinat olurdu, ne
biz olurduk.

Duayı da, istemeyi de, nasıl dua edeceğimizi de bildiren Yüce Allah, en
güzel duaları Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’a öğretmiştir. Öyle ise
dua kaynağımız Kur’ân ve Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dır.

Ettiğimiz her bir dua, namaz gibi, oruç gibi birer ibadettir, bir kulluk
görevidir. Hiçbirimiz namazı işimiz rast gitsin diye kılmıyoruz, orucu da
sağlıklı olalım diye tutmuyoruz. Sadece ve sadece Allah emrettiği için dua
ediyoruz, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak için elimizi duaya
açıyoruz.

Dualarımızı bir çıkar sağlamak, bir menfaat elde etmek, maddi bir beklenti
için yapmıyoruz. Çünkü her ibadetin ve her duanın sonunda sevap vardır.
Sevabın verileceği, ücrete dönüşeceği yer ise âhirettir.

İnsan olarak bir sebep ve bir beklenti içinde olmadan dilimiz duaya
dönmüyor. Öyle ise dua etmemize sebep olan şeyler o duanın yapılma
vaktidir. Sebepler asıl amaç olamazlar.

Yağmur yağmadığı zaman yağmur duasına çıkarız. Şehrin dışında, geniş bir
alanda dua ederiz. Yağmur duası yağmuru yağdırmak için değildir.
Yağmursuzluk ve kuraklık o duanın yapılma vaktidir. Yağmur duası,
yağmurun yağması için yapılırsa, bu iş ibadet olmaktan çıkar. Cenâb-ı Hak
yağmuru gönderirse, dua aynen kabul edilmiş demektir. Böylece dua
etmenin de vakti bitmiştir.

İstediğimiz şey yerine gelmişse, artık aynı duayı yapmaya gerek kalmaz.
Fakat yağmur duası yapıldığı hâlde hâlâ yağmur yağmıyorsa, demek ki,
duanın vakti bitmemiştir. Duaya devam etmelidir.

Başımıza gelen bela ve hastalıklar da bazı özel duaların vaktidir. İnsan ne


yapar? Çaresizliğini ve güçsüzlüğünü dile getirir. Her şeye gücü yeten, her
şeyin dizgini ve anahtarı yanında olan Rabbine yönelir, şifayı ve huzuru
ondan ister. Zaten asıl maksat da budur. Bu vesileyle insan Allah’a yönelir.

O kadar dua edildiği hâlde bela gitmez, musibetler kalkmaz, hastalıklar


geçmezse ne yapılır? Duaya devam edilir. Musibet geçinceye, dertler
bitinceye kadar eller duaya kalkar.

Kabul Edileceğine İnanarak Dua Et


685. Duanın en güzel tarafı, kabul edileceğine dair bir inanca sahip
olmamızdır. “Kabul edilse de olur, edilmese de olur” dercesine umursamaz
bir şekilde yapılan duaların bir anlamı yoktur, bir değeri söz konusu
değildir.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kalpler tıpkı kaplar gibidir. Bazısı bazısından daha büyüktür.

“Ey insanlar! Allah’tan bir şey istediğiniz zaman, kabul edileceğine


inanarak isteyiniz. Zira Allah gönülden gelmeyen, gaflet içindeki bir
kalpten çıkan duayı kabul etmez.”[798]

Dua Edersen Rabbinle Beraber Olursun


686. Kul olarak hedefimiz her vesile ile Rabbimize yakın olmaktır. Bu
yakınlığın en tatlı hâli ettiğimiz dualardır. Ettiğimiz her bir dua ile
Rabbimize daha da yakınlaşıyoruz, Rabbimizle birlikte oluyoruz.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, ‘Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim. Bana dua
ettiği zaman onunla beraber olurum’ buyurur.”[799]

Gece Vakti Duanı Artır!


687. Her gece dua vaktidir. Neye ihtiyacımız varsa, onları doğrudan
Allah’tan istemektir, Allah’tan beklemektir. Bizi bizden daha iyi bilen
Rabbimiz dua etmemiz için bize teşvikte bulunuyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gecenin son üçte birinde Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve
şöyle buyurur:

‘Kim bana dua eder, duasını kabul edeyim.

“Kim bana istiğfar eder, onu mağfiret edeyim.

“Kim benden rızık ister, ona rızık vereyim.

“Kim sıkıntısını gidermemi ister, sıkıntısını gidereyim.

“Bu durum tan yerinin ağarmasına kadar devam eder.”[800]

Sürekli Allah’tan İste!


688. Her şeyin sahibi Allah’tır, her şey Allah’ın mülküdür, bütün nimetler
Allah’ın elindedir ve Allah’tan gelir. Allah müsaade etmezse, elimize hiçbir
şey geçmez. Bundan dolayı dua ettiğimizde, ne kadar güç ve imkân sahibi
olursa olsun bir insandan istemiyoruz; her şeye gücü yeten, istediğimiz her
şeyi verebilecek bir kudrete sahip olan Allah’tan istiyoruz.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Biriniz Allah’tan bir şey istediğinde onu çok, yani devamlı istesin. Çünkü
o kişi Rabbinden istiyor.”[801]

Ayakkabı Bağını da Allah’tan İste


689. En küçük, en basit, en sıradan bir şeyi Allah’tan istemek, tam bir
Tevhid’i, gerçek bir imanı gösterir. Buna bir parça tuz da dâhildir, basit bir
ayakkabı bağı da. Bu duanın manası, her şeyin O’nun hazinesinden
geldiğine inanmaktır.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi bütün ihtiyacını veya ihtiyaçlarını Rabbinden istesin. Hatta


ayakkabısının bağını ve ihtiyacı olan tuzu bile Allah’tan istesin.”[802]

“Ya Rab!” Dersen, Allah da “Buyur Kulum” der


690. Ne güzel bir Rabbimiz var, ne cömert bir Yaratıcımız var, ne
mükemmel bir Mevlamız var. Ağzımızı açtığımız an, anında işitiyor, cevap
veriyor ve istediğimizi lütfediyor. Duanın en tatlı hâli, bizi ciddiye alan bir
Rabbimizin var olmasıdır.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Kul dört defa ‘Yâ Rab!’ derse, Allah ‘Buyur kulum. İstediğini iste,
istediğin sana verilecektir’ buyurur.”[803]

Allah Hiçbir Duayı Geri Çevirmez


691. Allah ettiğimiz hiçbir duayı karşılıksız bırakmaz, mutlaka verir.
Bizden istemek, Allah’tan vermektir. Nasıl, ne şekilde ve neyi vereceğini
O’na bırakmalıdır. Hakkımızda hayırlı olan ne ise onu verir. “Biz bilmeyiz,
O bilir” inancını taşımalıyız.

Ebû Said el-Hudri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Günah olan bir şeyi istemedikçe yahut akrabayla ilişkiyi kesmeyi


dilemedikçe, Allah dua eden hiçbir Müslümanın isteğini geri çevirmez ve
muhakkak şu üç şekilden biriyle duasına karşılık verir:

“Ya istediğini verir, ya isteğinin karşılığını âhirete saklar veya istediğinin


karşılığı kadar bir kötülüğü kendisinden kaldırır.”

Sahabe, “O zaman biz çok dua ederiz” deyince, Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın ihsanı çok daha fazladır.”[804]

Allah, Dua Edenin Duasını Geri Çevirmekten


Utanır
692. Kul olarak Allah’ı gerçek anlamda tanımıyoruz, bilemiyoruz ve idrak
edemiyoruz. Bu yönüyle Allah’ın hakkını veremiyoruz, Allah’ın kadrini
bilemiyoruz. Düşünebiliyor musunuz, istediğimizi reddetmekten utanan bir
Rabbimiz var.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Allah hayiy (utangaç) ve Kerim (cömert)’tir. Elini açıp kendisine dua eden
kulun elini boş çevirmekten utanır.”[805]

Dua Etmek Kuldan, Kabul Etmek Allah’tan


693. Bütün mesele, Allah’a tam anlamıyla güven duymaktır. Dualarımızın
karşılıksız kalmayacağına kesin olarak inanmak, zerre kadar bir şüpheye
düşmemektir. Kul olarak bizim görevimiz dua etmek, Allah’ın takdiri de
onu dilediği şekilde kabul etmektir. Allah’ın işine karışmayalım.

Selman radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah Âdemoğluna der ki:

“Ey Âdemoğlu! Şu üç şeyden birisi benim, birisi senindir. Birisi de benimle


senin arandadır.

“Benim olan, bana ibadet edip bana hiçbir şeyi ortak koşmamandır.

“Senin olana gelince, yaptığın her amelin karşılığını veririm. Eğer


affedersem, zaten Ben affeden ve merhametli olanım.

“Benimle senin aramızda olan ise; dua edip istemek senden, duaya cevap
verip istediğini vermek de Bana aittir.”[806]

Duaya Hamd ve Salavat ile Başla


694. Her şeyin kapısı ve girişi olduğu gibi, duanın da bir kapısı vardır.
Duanın kapısı da, duaya hamd ve salavat ile başlamaktır. Önce Allah’a
hamd etmeli, ardından Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a salavat getirmeli
ve peşinden isteklerimizi sıralamalıdır.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:


“Ben namaz kılıyordum. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında Ebû
Bekir vardı. Ben oturunca Allah’a hamd ve sena ettim. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’a salavat okudum. Sonra kendim için dua ettim.

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ‘İste, sana verilecektir. İste, sana


verilecektir’ buyurdu.”[807]

Ettiğin Duaya Âmin Dersen, Dua Kabul Edilir


695. Duanın girişinde bir adab olduğu gibi, sonunda da bir adab vardır.
Duanın sonunu âmin ile bağlamalıdır. Âmin, dua dilekçesini, dua
mektubunu mühürleyerek, Allah’a arz etmektir.

İbn Hubeyre radıyallâhü anh anlatıyor:

“Duası kabul edilenlerden olan Habib bin Mesleme el-Fihri, bir orduya
komutan tayin edildi. Yola çıkıp düşmanla karşılaşınca, halka şöyle dedi:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın; ‘bir topluluk bir araya gelir, bazıları


dua edip diğerleri âmin derse, Allah dualarına icabet eder’ dediğini
duydum.”[808]

Duayı ve İstiğfarı Üç Defa Yap!


696. Duanın en önemli sünnetlerinden biri de duayı üç defa tekrar etmektir.
Duayı üç defa yapmak, duaya bereket getirir ve dua eden kişi isteklerini
teyit etmiş, isteklerini ciddiyetle Allah’a arz etmiş sayılır.

Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm duayı üç defa etmeyi ve istiğfarı da üç


defa etmeyi severdi.”[809]

Dua Ederken Önce Kendinden Başla!


697. Kur’ân’daki dualara baktığımız zaman, önce kişinin kendine, ardından
anne babasına, devamında da mü’minlere dua etmesi gerektiğini fark
ediyoruz. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bize bu sünneti
hatırlatıyor.

Ebû Eyyub radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam dua ederken kendinden başlardı.”[810]

Kendin İçin Yaptığın Dua Daha Faziletlidir


698. En sevaplı, en değerli ve en önemli dua, insanın kendisine yaptığı
duadır. Kendi isteklerimiz yerine gelecek, kendi dertlerimize derman
bulacağız ki, başkalarına yardımcı olalım. “Kendisi muhtaç-ı himmet bir
dede/nerde kaldı gayrıya himmet ede” deyiminde yer aldığı gibi, duayı önce
kendimize yapmalıyız.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a, “Yâ Resûlallah! Hangi dua daha


faziletlidir?” diye sorduğumda, Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam
şöyle buyurdu:

“Kişinin kendisi için yaptığı duadır.”[811]

Israrla Dua Etmenin Yolu


699. Duada ısrar etmek, bir şeyi sürekli ve çok sık istemek duanın bir
adabıdır. Bu tavır, kişinin isteğinde samimi oluşunu ve ciddiyetini gösterir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Duada ısrarcı olmak istiyor musunuz? O zaman ‘Allah’ım! Seni


zikretmek, sana şükretmek ve güzelce Sana ibadet etmek için bana yardım
et’ deyiniz.”[812]
Kadere Razı Olmak İçin Dua Et!
700. Kadere razı olma konusunda sıkıntılarımız vardır. Yaptığımız dua ile
sıkıntılarımızın giderilmesini Rabbimizden istersek, duamız kabul edilir.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Senden sıhhat, iffet, emanet, güzel ahlâk ve kadere rızayı


istiyorum.”[813]

Âfiyet İçin Çok Dua Et


701. Âfiyet, içinde sağlık, selamet, huzur, mutluluk, şifa ve sevinç gibi her
türlü nimetin bulunduğu çok geniş bir ihsandır. Bir yerde Allah’tan afiyeti
isteyince her şeyi istemiş oluyoruz.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (amcası Abbas’a) şöyle buyurdu:

“Ey amca! Allah’a afiyet için çokça dua et.”[814]

Gelmiş ve Gelecek Belaları Dua ile Karşıla!


702. Rahmet kapısı dua ile açılır. Afiyet için de dua etmeli, gelen ve
gelmesi muhtemel belalara karşı dua etmelidir. Her vesile ile Allah ile
irtibat kurmalıdır ki, imanımız canlı kalsın.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kime dua kapısı açılmışsa ona rahmet kapıları açılmıştır.

“Allah’tan afiyet istenilmesinden daha sevimli bir şey istenilmemiştir.”


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam konuşmasına şöyle devam etti:

“Dua, inen belaya ve inmeyen belaya karşı faydalıdır. Ey Allah’ın kulları


duaya sarılınız.”[815]

Gıyabî Dua Çabuk Kabul Edilir


703. Gıyabî dua, dua edilen kişinin haberinin olmadığı ihlaslı bir duadır. Bu
duanın hem duayı edene, hem de dua edilene faydası vardır.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“En çabuk kabul olunan dua, gıyabî duadır.”[816]

Gıyabi Duaya Melekler Âmin Der


704. Bir mü’min kardeşimize, onun haberi, bilgisi olmadan ona yaptığımız
dua makbul bir duadır ve melekler yapılan bu duaya âmin diyerek katılırlar.
İmam-ı Nevevi bu konuda şu açıklamayı yapar: “Bir Müslüman kendisine
dua edeceği zaman, aynı duayı bir kardeşine yapsın, ona yapacağı dua kabul
edileceği için, kendi duası da makbul olur” der.

Hz. Safvan radıyallâhü anh anlatıyor:

Şam’a geldim, Ebû’d-Derda’nın evine gittim, fakat onu evde bulamadım,


Ümmü Derdâ evdeydi.

“Bu sene hacca gidecek misin? dedi.

“Evet!” dedim.

“Öyle ise Allah’a bizim için hayır duada bulun! Çünkü Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir Müslümanın, din kardeşine gıyabında yaptığı duası makbuldür. Onun


başında görevli bir melek vardır. Din kardeşi için hayır dua ettikçe, görevli
melek, ‘Âmin! Senin için de bir misli vardır’ der.”[817]
Evladının Yaptığı Dua ile Derecen Yükselir
705. Evladının anne babasına yaptığı duası sebebiyle Yüce Allah anne-
babanın derecesini yükseltiyor. Bu duayı her namazda yapıyoruz.
“Rabbena’ğfirlî ve-livâliddeye ve-li’l-mü’minîne yevme yegûmü’l-hisâb
(Rabbim, beni, anne-babamı ve mü’minleri hesabın görüleceği gün
bağışla!”

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah, kişinin derecesini yükseltir. Kişi ‘Hangi sebeple derecem


yükseltildi’ diye sorar. Allah, ‘Oğlunun sana olan duası sebebiyle’ buyurur.
[818]

Rükûda ve Secdede Şu Duayı Oku


706. Rükûa ve secdeye varınca sübhane Rabbiye’l-azîm ve sübhane
Rabbiye’l-âlâ’dan ayrı olarak şu duayı da okumak sünnettir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Peygamber aleyhissalâtü vesselâm rükû ve secdesinde şöyle derdi:

“Subbûhun, Kuddûsun, Rabbü’l-melâiketi ve’r-rûhu (Münezzehsin,


mukaddessin, meleklerin ve ruhun Rabbisin).”[819]

Rükûdan Kalkınca Şu Duayı Oku


707. Rükûdan doğrulunca Rabbena veleke’l-hamd dedikten sonra ayrıca şu
duayı okumak da sünnettir. Böylece vacip olan tadil-i erkân tam olarak
yerine getirilmiş olur.

Rifaa bin Rafi radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın arkasında namaz kılıyorduk.


Rükûdan başını kaldırdığında “Semiallahü limen hamideh” dedi.

Ardından namaz kılanlardan biri ise: “Rabbena ve leke’lhamdü, hamden


kesîran, tayyıben, mübareken fîh (Rabbimiz hamd sana mahsustur. Çokça
güzel ve mübarek hamdler sana aittir. ” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam namazı bitirince: “Az önce şu sözü


söyleyen kimdi?” diye sordu.

Bir adam da: “Benim ey Allah’ın Resûlü” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Vallahi otuzdan fazla


melek gördüm, bu sözü hangimiz önce sevap yazacak diye yarış
ediyorlardı” buyurdu.[820]

Rükûdan Doğrulunca Şu Duayı Oku!


708. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam rükûdan doğrulunca şu duayı
da okur ve okunmasını tavsiye ederdi. Özellikle sünnet ve nafile
namazlarda tek başına kılındığında okunursa daha yerinde olur.

Ebû Saîd radıyallâhü anh anlatıyor:

Peygamber aleyhissalâtü vesselâm rükûdan başını kaldırdığında şöyle derdi:


“Allahümme Rabbenâ leke’l-hamdü, mil’es-semavâti ve’l-ardı ve mil’e mâ
şi’te min şey’in ba’du. Ehlü’s-senâi ve’l-mecdi, ehakku mâ kale’l-abdü ve
küllünâ leke abdun. Allahümme lâ mânia limâ a’tayte velâ mu’tiye limâ
mena’te velâ yenfe’u ze’l-ceddi minke’l-ceddü.

(Ey Rabbimiz! Hamd Sana mahsustur. Gökler dolusu, yerler dolusu ve


bunlardan öte neyi yaratmayı dilediysen hepsinin dolusu hamd, sena ve
şerefe lâyık olan Allah’ım! Hepimiz Senin kullarınız, en lâyık olan
sözümüz: Allah’ım! Verdiğine engel olacak yoktur, vermediğini de verecek
yoktur. Senin katında hiçbir varlık sahibine varlığı fayda vermez.”[821]

İki Secde Arasında Şu Duayı Oku!


709. Birinci secdeden doğrulup oturunca, ikinci secdeye varmadan bu duayı
okumak sünnet olmakla birlikte, aynı zamanda tadil-i erkân da yerine
getirilmiş olur.

Abdullah bin Abbas radıyallâhü anhüma anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam iki secde arasında şöyle derdi:

“Rabbiğfir lî ver’hamnî vec’burnî vehdinî ve âfinî ver’zuknî ver’fa’nî”

(Rabbim! Günahlarımı bağışla, bana rahmet et, kırıklarımı/kusurlarımı


düzelt, beni hidayete erdir, beni rızıklandır, bana afiyet ver, derecelerimi
yükselt.)[822]

Namazdan Sonra İstiğfar Oku!


710. Namazın farzını kıldıktan ve selam verdikten sonra hemen istiğfar
okumak sünnettir. Bu istiğfarı ihmal etmemelidir.

Bera bin Âzib radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim namazdan sonra ‘Estağfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüve’l-Hayyü’l-


Kayyumü ve etûbü ileyh’ (Kendisinden başka ilah olmayan, ezelî ve ebedî
olan, Hayy ve Kayyum olan Allah’tan günahlarımı örtmesini diler, ona
tevbe ederim) derse, savaş meydanından kaçmış olsa bile günahları
affedilir.”[823]

Sabah Namazından Sonra 100 İhlas Oku!


711. Sabah namazını kıldıktan sonra hiç konuşmadan zikre devam etmeli.
Bunun için mümkün oldukça, fırsat buldukça yüz adet ihlas okumak, güne
ihlasla ve temiz bir kalple başlamaya vesile olur.

Esmâ binti Vâsile bin el-Eska radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Babam sabah namazını kıldıktan sonra kıbleye döner ve güneş doğuncaya


kadar konuşmazdı. Bana sadece ihtiyacı olunca bir şey söylerdi. Ona
sebebini sorduğumda, dedi ki:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim sabah namazını kıldıktan sonra konuşmadan önce yüz defa İhlas
Sûresi’ni okursa, İhlas Sûresi’ni her okuyuşunda, bir yıllık günahı
bağışlanır.”[824]

Namazdan Sonra 100 Defa Tevbe Et!


712. Namazlardan sonra tevbe istiğfar ile meşgul olmak, iki vakit arasında
yapılan günahların affına vesile olduğu kadar, ömürde ve rızıkta bereketin
artmasına da sebep olur.

Zâdân radıyallâhü anh, Ensar’dan birisinden, Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam’ın namazda yüz defa şöyle dediğini nakleder:

“Allah’ım! Beni affet ve tevbemi kabul et. Sen tevbeleri kabul eden ve
mağfiret sahibisin.”[825]
Namazların Arkasından Dua Et!
713. Duaların kabul edildiği en önemli zamanlardan birisi de farz
namazların ardından yapılan dualardır. Çünkü bu vakitlerde kişi
günahlarından arınmıştır, temiz bir ağız ve huzurlu bir kalple dua etme
fırsatını bulmuştur.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Hangi dua daha çok kabul edilir?”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Gece yarısından sonra ve farz


namazların arkasından yapılan dualar” diye cevap verdi.[826]

Her Namazdan Sonra Şu Duayı Oku!


714. Namazlardan sonra yapması gereken dualardan biri de bu duadır. Bu
dua ile Allah’ın azabından ve gazabından kurtuluş istenir ki, Rabbim bizi
cehenneminden korusun.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam her namazın ardından şöyle derdi:

“Cibrîl’in, Mîkâîl’in ve İsrâfîl’in Rabbi olan Allah’ım! Beni cehennem


ateşinden ve kabir azabından koru!”[827]

Sabah Namazından Sonra Şu Duayı Oku!


715. Sabah namazlarının ardından yapılan dualar günün ilk saatlerinde
yapıldığı için manevi bir yatırım anlamını taşır ve kabule yakın olur.

Ümmü Seleme radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam sabah namazından sonra şöyle derdi:


“Allah’ım! Senden temiz rızık, faydalı ilim ve kabul edilmiş amel
istiyorum.”[828]

Sabah Namazından Sonra 100 Defa Şu Tesbihi


Oku!
716. Bazı dualar çok kısadır, iki veya üç kelimedir, ama içinde çok derin
manaları barındırmakta, akıl ve kalbin gıdası hükmüne geçmektedir. Bu dua
onlardan biridir.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim sabahladığı zaman yüz defa ‘Sübhânallahi ve bi-hamdihî’ derse,


nefsini Allah’tan satın almış olur ve günün sonunda Allah’ın affettiği
kişilerden olur.”[829]

Sabah, Akşam On Defa Salavat Oku!


717. Salavat hem birer makbul dualardır, hem de Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ın şefaatine ermeye vesiledir. Bunun için günün
başında ve sonunda salavat okumayı bir alışkanlık hâline getirmelidir.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim sabahladığında on defa, akşamladığında da on defa bana salavat


getirirse, kıyamet günü şefaatim ona isabet eder.”[830]

Şu Duayı Okursan Hiçbir Şey Sana Zarar Vermez


718. Zararlı şeylerin şerrinden korunmak ve kötülüklerden uzak kalmak için
şu duayı okumaya çalışmalıdır. Çünkü insanın tehlike ve kötülüklerle
karşılaşması ihtimal dâhilindedir. Bunun için Allah’ın himayesine girmeye
çalışmalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim sabahladığında ve akşamladığında ‘Eûzu bi-kelimâtillahi’t-tâmmâti


min şerri mâ halaka (Allah’ın eksiksiz, mükemmel kelimeleri ile
yarattıklarının şerrinden Allah’a sığınıyorum) derse, ona hiçbir şey zarar
vermez.”[831]

Yatmadan Önce İhlas’ı ve Fatiha’yı Oku!


719. Bu her iki sûre hepimizin bildiği ve rahatça okuyabileceği dualardır.
Yatağa girmeden önce bu dualar okunursa, Allah’ın güveni altına girilmiş
olur.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yatağa girdiğinde Fatiha ve İhlas Sûresi’ni okursan, ölümden başka her


şeyden emin olursun.”[832]

Yatmadan Önce Şu Duayı Oku!


720. Peygamberimiz’ aleyhissalâtü vesselam’ın sürekli okuduğu dualardan
birisi de bu duadır. Uyuyup da uyanamamak, yatıp da kalkamamak vardır.
Bu açıdan sünnetteki dua ile uykuya geçmelidir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yatmak istediği zaman, “Allâhümme kınî


azâbeke yevme teb’asü ibâdeke (Allah’ım! Kullarını dirilteceğin gün, beni
azabından koru)” derdi.[833]

Uyanınca Şu Duayı Oku


721. Gecenin bir saatinde uyanınca veya sabah namazına kalkınca bu duayı
okumak, Allah’ın elinde olan ruhumuzu tekrar bize iade ettiği için hem
O’na şükretmiş oluruz, hem de yaratılış gayemiz istikametinde
yaşadığımızın farkına varırız.

Ebû Cuhayfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz uyandığı zaman şöyle desin: Ölmüşken bize ruhlarımızı geri
veren Allah’a hamdolsun.”[834]

Kâbus Görünce Şu Duayı Oku


722. Şeytan gündüz vakti insana vesvese verdiği gibi, gecelerde ve uyku
esnasında korku ve kâbus verebilir. Bu hâllere düşmemek için sünnetin
tavsiye ettiği şu duayı okumalıdır.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Halid bin Velid, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gece gördüğü


kâbusları anlattı ve bu durumun gece ibadetine engel olduğunu söyledi. Hz.
Peygamber aleyhissalâtü vesselam ona, “Ey Halid bin Velid! Sana üç defa
okuduğun zaman Allah’ın senden bu hâli gidereceği sözleri öğreteyim mi?”
buyurdu.

Halid, “Anam babam sana feda olsun Yâ Resûlallah! Sana bu sebeple


hâlimi anlattım.” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ın gazabından ve cezalandırmasından, kullarının şerrinden, şeytanın


kalbime getirdiği kötülükten ve bana musallat olmasından Allah’ın
mükemmel ve eksiksiz kelimelerine sığınırım.”

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Birkaç gece geçmeden Halid bin Velid gelip, “Yâ Resûlallah! Anam babam
sana feda olsun. Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, daha bana
öğrettiğin sözleri üç defaya tamamlamadan Allah beni bulunduğum hâlden
kurtardı. Şimdi gece vakti aslanın inine girmekten bile korkmam” dedi.[835]

Uyuyamayınca Şu Duayı Oku!


723. Uykusuzluk sıkıntısı çeken, uyuyamayan insanların bu dertten
kurtulması için sünnette bir çare vardır. Bu çareyi bizzat Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam gösteriyor.

Zeyd bin Sabit radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gece uyuyamadığımdan şikâyet ettim.


Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Yıldızlar çekildi, gözler sükûnet buldu. Sen ise, hayat sahibisin
ve yarattıklarının işini gören, her işleneni bilensin. Ey Hayy ve Kayyum
olan! Gözümü uyut ve gecemi sükûnete erdir.”[836]

Eve Girince İhlas’ı Oku!


724. İhlas Sûresi pek çok sırları içinde bulunduran bir özellik taşıyor. Sevap
bakımından Kur’ân’ın üçte birine dek gelen bu sûrenin bir özelliği de
maddi fakirliğe çare olmasıdır.

Cerir bin Abdillah radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim evine girdiği zaman İhlas Sûresi’ni okursa, bu sûre ev halkından ve


komşularından fakirliği yok eder.”[837]
Bineğin Tökezleyince Bismillah De!
725. Karşılaştığımız olumsuzluklar, terslikler karşısında sabır ve sükûnetle
hareket etmeli, şeytanı suçlayıcı laf etmemelidir. Bunun yerine zikir ve
duaya sığınarak Allah’tan yardım istemelidir.

Ebû’l-Melih radıyallâhü anh babası Usame’den naklediyor:

Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın bindiği bir devenin terkisinde


iken deve tökezledi. Ben, “Şeytanın uğursuzluğu bu” dedim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Öyle deme, buna şeytanın uğursuzluğu dersen, şeytan büyüklenip bir ev


kadar olur ve ‘Gücümle onu yendim’ der. Ama ‘Bismillah’ dersen, bir sinek
kadar kalıncaya kadar küçülür.”[838]

Gemiye Binince Şu Duayı Oku!


726. Deniz araçlarına binerken dua etmeli, Allah’ın himayesine sığınmalı,
güven içinde hareket etmelidir. Sünnet, boğulmaya karşı bir tedbir olarak bu
âyeti tavsiye ediyor.

Hüseyin bin Ali radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ümmetimin gemiye bindiği zaman boğulmaya karşı güvenceleri, ‘Gemiye


binin! O’nun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki
Rabb’in çok bağışlayan, pek esirgeyendir.’[839] ‘Onlar Allah’ı gereği gibi
değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır.’[840]
ayetlerini okumalarıdır.”[841]

Bir Şeyini Kaybedince Şu Duayı Oku!


727. Kaybettiğimiz bir şeyi ararken bu duayı okuyunca Cenâb-ı Hakkın
lütfuna müracaat etmiş oluruz. Nasibimizde varsa Rabbimiz bize iade ettirir.

İbn Ömer radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kaybolan bir şey için şöyle buyurdu:

“Ey insana kaybettiğini bulduran, şaşkın kimselere yol gösteren Allah’ım!


Kaybolan şeyin geri dönmesi için yardım eden Sensin. İzzet ve
hâkimiyetinle kaybettiğim şeyi bana geri gönder. Şüphesiz kaybettiğim
şeyler, senin lütuf ve fazlındandır (daha önce onu bana sen vermiştin).”[842]

Fırtınaya Karşı Şu Duayı Oku!


728. Rüzgâr da Allah’ın emrindedir, fırtına da. Bu semavi hadiselerin
zararlarından korunmak için Allah’a el açmak, dua ve niyazda bulunmak
lazımdır. Bu dua ile aynı zamanda içimize huzur ve güven dolar.

Seleme bin el-Ekva’ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam sert rüzgâr estiği zaman şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Bu rüzgârı aşılayıcı bir rüzgâr yap! Her şeyi yok eden (yıkıcı)
bir rüzgâr yapma!”[843]

Yıldırımdan Korunmak İçin Allah’ı Zikret!


729. Semavi her bir hadise, başımıza gelen her bir olay dua etmenin
vaktidir. Yüce Allah bu olayları yaratarak bizi dua etmeye davet ediyor.
Kuraklık hâli yağmur duasının vakti olduğu gibi...

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gök gürültüsünü duyduğunuz zaman Allah’ı zikrediniz. Çünkü o


(yıldırım), zikreden kişiye isabet etmez.”[844]
Düşman Korkusuna Karşı Şu Duayı Oku!
730. Hücum eden, zarar vermeye kalkan düşmanın şerrinden korunmak ve
kurtulmak için Allah’ın rahmetinden medet istemelidir. Çünkü düşmanı
Allah’a havale etmek bir kulluk görevi olduğu gibi, sonucu Allah’a
bırakmak da bir ibadettir.

Ebû Said el-Hudrî radıyallâhü anh anlatıyor:

Hendek günü Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a “Yâ Resûlallah!


Korkudan yüreğimiz ağzımıza geldi. Söyleyeceğimiz bir şey var mı?” diye
sorduğumuzda, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam;

“Evet. ‘Allah’ım! Ayıplarımızı ört ve korkularımızı gider’ deyiniz.”

Ebû Said, “Bunun üzerine Allah Teâlâ düşmanın yüzüne rüzgârla vurdu ve
onları mağlup etti” dedi.[845]

Üzüntüye Karşı Şu Duayı Oku!


731. Üzülünce, canımız sıkılınca, içimiz daralınca her zaman ve her yerde
derdimizi Allah’a açarız, rahatı ve ferahı O’ndan isteriz. Çünkü Allah’ın bir
ismi de el-Vâsî’dir, Allah’tan genişlik ve huzur isteriz.

Ebû Bekre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Üzüntülü olan kişinin söyleyeceği dua şudur: Allah’ım! Rahmetini


diliyorum. Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa beni nefsime bırakma.
Bütün işlerimi yoluna koy.”[846]

Dertlerden Kurtulmak İçin Şu Duayı Oku!


732. Derdi de, dermanı da Allah verir. Böylece Allah kendisine
yaklaşmamızı ister. Kelime-i Tevhid bizi doğrudan Allah’a ulaştıran, Allah
ile buluşturan bir hakikattir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim ‘Her şeyden önce Lâ ilâhe illallah, her şeyden sonra Lâ ilâhe illallah,
her şey yok olur Lâ ilâhe illallah kalır’ derse, her türlü dertten ve üzüntüden
kurtulur.”[847]

Musibete Karşı Tekbir Getir!


733. Başımıza gelen musibetler ve sıkıntılar ne kadar büyük olursa olsun,
onu küçültecek olan zikir ve Tekbirdir. Tekbirle Allah’ın büyüklüğüne ve
azametine sığınıyoruz, o musibeti Allah’ın hafifleştirmesini istiyoruz.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Büyük bir musibet ile karşılaştığınızda veya karanlık (şiddetli) bir rüzgâr
olduğunda, Tekbir getiriniz. Çünkü Tekbir getirmek, rüzgârın oluşturduğu
siyah toz bulutunu giderir.”[848]

Yangını Tekbirle Söndür!


734. Yangın korkunç bir afettir. Çıkan bir yangını söndürmek için maddi
çarelere başvurmayı ihmal etmediğimiz gibi, yangının büyümesini
engellemek için, manevi bir tedbir olan Tekbir getirilmelidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yangını tekbirle söndürünüz.”[849]

Yıldız Kaymasını Görünce Şöyle De!


735. Geceleri bazen yıldız kaymalarını görürüz. Atmosfere çarpan
göktaşlarının yere doğru inmesi olan bu taşların bir felakete yol açmaması
için Allah’ın azametine iltica etmek gerekir.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yıldız kaydığı zaman ona bakmamızı


yasaklayarak şöyle dememizi emretti:

“Allah’ın dilediği olur. O’ndan başka güç sahibi yoktur.”[850]

Kulağın Çınlayınca Salavat Getir!


736. Kulak çınlaması elimizde olan bir şey değildir. Bundan bir endişeye
kapılmamak gerekir. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’a salavat
getirmeli ve ayrıca şu dua okunmalıdır.

Ebû Râfi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kulağı çınlayan kişi beni hatırlasın. Bana salavat getirsin. Sonra da


‘Üzkürü’llâhe men zekeranî bi’l-hayr (Beni hayırla anana Allah rahmet
etsin) desin.”[851]

Aynaya Bakarken Şu Duayı Oku!


737. Aynaya bakmak bir sünnettir. Bu sünneti işlerken simamızı var eden
Allah’ı anmak ve O’ndan ahlâkımızı güzelleştirmesini isteme duasını da
yapmaya çalışmalıyız.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam aynaya baktığı zaman şöyle derdi:

“Beni en güzel şekilde yaratıp yüzümü güzelleştiren ve beni


Müslümanlardan kılan Allah’a hamd ederim.”[852]
Hilali Görünce Şu Duayı Oku
738. Yüce Kudretin her ay semamıza bir kandil olarak astığı hilali
müşahede ederiz. Bu esnada yeni girdiğimiz o ayın da hakkımızda hayırlı
olmasını diler, şerlerden uzak kalmayı Allah’tan isteriz.

Ubade bin Samit radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam hilali gördüğü zaman şöyle derdi:

“Allah en büyüktür. Allah’a hamd olsun. Allah’tan başka kudret ve kuvvet


sahibi yoktur. Allah’ım! Senden bu Ay’ın hayrını istiyorum ve kaderin
şerrinden ve mahşer gününün şerrinden sana sığınıyorum.”[853]

Maşallah Demeyi İhmal Etme


739. Sünnetin günlük konuşmalarımıza getirdiği bir âdap vardır. Bu
âdaplardan birisi de Allah’ın bir nimetine kavuşunca, o nimetlerin devamı
ve muhtemel tehlikelerden korunması için “Maşallah” demeyi bir alışkanlık
hâline getirmelidir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah kime aile, mal veya çocuk nimeti verir, kişi de ‘Maşallahu, Lâ
kuvvete illâ billah’ derse, o nimetler ölümden başka her afetten
korunur.”[854]

Sabah Kalkınca Elhamdülillah De


740. Akşama erdiren, sabaha çıkaran, gece uyutan, sabahleyin uyandıran
Allah’tır. Bu nimetlere kavuştuğumuz için Allah’a hamdimizi ve
şükrümüzü dile getirmemiz gerekir.
Abdullah bin Amr bin Âs radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir adama, “Nasıl sabahladın (Nasılsın)


ey falan?” diye sorunca, Adam, “Allah’a hamd ederek Yâ Resûlallah” dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhissalâtü vesselam, “Senden bu cevabı
bekliyordum” buyurdu.[855]

Toplantıdan Kalkınca Şu Duayı Oku!


741. Küçük veya büyük bir toplantıya katılıp kalktığımızda bu duayı
okumak, hem verilen nimetlere bir şükür anlamına gelir, hem de bir yanlış
yapılmışsa tevbe istiğfar edilmiş olur.

Râfî bin Hadîc radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam meclisten şöyle demeden ayrılmazdı:

“Sübhâneke Allahumme ve bihamdike ve estağfiruke ve etûbü ileyke (Ey


Allah’ım! Seni Noksanlıklardan tenzih eder, bütün kemal sıfatlarla tavsif
ederim. Sana hamd ederim. Senden mağfiret dilerim ve tevbe ederim).”

Sonra şöyle derdi: “Bu söz mecliste işlenen günahlara kefarettir.”[856]

Zafer İçin “Yâ Hayyü, Yâ Kayyum” De!


742. Çalışmak, gayret göstermek, elinden geleni yapmak, görevini yerine
getirmek kuldandır, başarı, sonuç ve zafer Allah’tandır. Zaferi ve başarıyı
nasip etmesi için Allah’ın isimlerine müracaat etmek gerekir. Sünnette bu
hususu öğreniyoruz.

Ali bin Ebi Talib radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bedir (savaşı) günü bir süre savaştıktan sonra Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam’ın ne yaptığını görmek için hızlıca yanına geldim. Geldiğimde
secdeye varmış, “Yâ Hayyü, yâ Kayyum!” diyor, bunlara hiçbir şey
eklemiyordu.

“Ben savaşa geri döndüm. Bir süre savaştıktan sonra yine geldiğimde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın secdede aynı sözleri söylediğini
gördüm.

“Sonra yine gidip savaştım ve geri döndüm. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam hâlâ aynı sözleri söylüyordu. Sonunda Allah ona zaferi nasip
etti.”[857]

Borç Ödeme Duası


743. Ödeme niyeti olduğu hâlde borcunu ödeyemeyen, borç baskısı altında
kalan bir mü’min bu duayı okursa, Peygamberimiz’in müjdelediği gibi,
Allah ona borcunu ödeyebilmesi için yardım eder.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Cuma günü Muaz’ı mescidde


göremeyince, namazdan sonra yanına gitti ve “Ey Muaz! Neden seni
mescitte göremiyorum?” diye sordu.

Muaz, “Yâ Resûlallah! Bir Yahudi’ye bir ukiye altın (veya gümüş) borcum
var. Bu borç senin yanına gelmeme mani oldu” dedi.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey Muaz! Sana bir dua öğreteyim mi? Eğer üzerinde Sabir Dağı kadar
borç olsa, Allah onu ödemeni nasip eder. Ey Muaz! Allah’a şöyle dua et:

“Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden


de mülkü çeker alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Hayır
yalnız senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye gücü yetensin. Geceyi
gündüze, gündüzü geceye geçirirsin. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarırsın.
Dilediğini rızıklandırırsın. Sen dünyanın ve âhiretin Rahman ve Rahim’isin.
Bunları dilediğine verir, dilediğine vermezsin. Bana senden başkasının
rahmetine ihtiyaç duymayacağım şekilde rahmet et.”[858]

Belalara Karşı Şu Duayı Oku!


744. Başa gelecek belalardan korunmak, muhtemel belaları defetmek,
belalara karşı tedir almak için bu dua çok etkilidir.

Ebân bin Osman (bin Affân), babasından radıyallâhü anh anlatıyor:

Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim sabahleyin üç kere ‘Bismillahillezî lâ yedurru mea ismihî şey’un fi’l-


ardı velâ fi’s-semâi ve huve’s-Semîu’l-Alîm (Allah’ın yüce ismine sığınana,
yerde ve gökte hiçbir şey zarar veremez! O, her şeyi işitir ve her şeyi bilir.)’
derse, o gün ona ani bir belâ isabet etmez. Kim de akşamleyin bunu okursa,
gece ona aniden bir belâ isabet etmez.”[859]

Kalbini Korumak İçin Şu Duayı Oku!


745. Kalbin selameti, rahat bulması, huzura kavuşması ve hakta sebat
bulması için bu duayı okumalıdır.

Ümmü Seleme radıyallâhü anhâ annemiz anlatıyor:

“Yanımda olduğu zaman Peygamber aleyhissalâtü vesselâm’ın en çok


yaptığı dua şu olurdu:

“Yâ Mukallibe’l-Kulûb, sebbit kalbî alâ dînike (Ey kalpleri evirip çeviren!
Kalbimi dinin üzerinde sabit kıl!’
Dedim ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Neden hep bu duayı yapıyorsun?” Cevap
verdi:

“Ey Ümmü Seleme! Kalbi Allah’ın parmaklarından iki parmak arasında


olmayan hiç kimse yoktur. İsterse durdurup sabit kılar, isterse yerinden
kaydırır.”[860]

[797] Furkan, 25:77.

[798] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17203.

[799] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17204.

[800] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17248.

[801] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17220.

[802] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17221.

[803] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17273.

[804] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17210.

[805] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17212.

[806] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17211.

[807] Tirmizî, Salat:48.

[808] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17347.

[809] Ebû Dâvûd, Salat (Vitr):26 (1524).

[810] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17238.

[811] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17239.

[812] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17352.


[813] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17367.

[814] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17374.

[815] Tirmizî, Daavât:102 (3542).

[816] Ebû Dâvûd, Salat:26 (1535).

[817] Müslim, Zikir:88.

[818] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17240.

[819] Müslim, Salat:223.

[820] Nesâi, Tatbik:12; Müslim, Mesacid:149.

[821] Müslim, Salat:205.

[822] İbni Mâce, Salat:23; (898); Ebû Dâvûd, Salat:141 (850); Tirmizî,
Salat:211 (283); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:271.

[823] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16934.

[824] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16962.

[825] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16966.

[826] Tirmizî, Daavat:79.

[827] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16969.

[828] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16976.

[829] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16991.

[830] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17022.

[831] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17023.

[832] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17030.


[833] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17049.

[834] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17057.

[835] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17067.

[836] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17071.

[837] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17075.

[838] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17100.

[839] Hud, 11:41.

[840] Zümer, 39:67.

[841] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No: 17101.

[842] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17106.

[843] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17124.

[844] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17127.

[845] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17128.

[846] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17131.

[847] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17134.

[848] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17137.

[849] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17141.

[850] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17140.

[851] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17142.

[852] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17145.


[853] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17146.

[854] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17151.

[855] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17154.

[856] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17161.

[857] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17197.

[858] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17441.

[859] Tirmizî, Daavat:13.

[860] Tirmizî, Daavat:90.

“Kim sabahladığında on defa, akşamladığında da on defa bana salavat


getirirse, kıyamet günü şefaatim ona isabet eder.”[830]

Dua, varlıkların Yaratıcısıyla ilişki kurmasıdır, O’nunla olan bağlılığıdır.


Dua olmasa, insanlığın anlamı olmazdı, değeri kalmazdı. “Ey insanlar!
Duanız olmazsa Rabbim katında ne öneminiz var”[797] âyeti bu mesajı verir

“Kişi bütün ihtiyacını veya ihtiyaçlarını Rabbinden istesin. Hatta


ayakkabısının bağını ve ihtiyacı olan tuzu bile Allah’tan istesin.”[802]

“Kim sabahleyin üç kere ‘Bismillahillezî lâ yedurru mea ismihî şey’un fi’l-


ardı velâ fi’s-semâi ve huve’s-Semîu’l-Alîm (Allah’ın yüce ismine sığınana,
yerde ve gökte hiçbir şey zarar veremez! O, her şeyi işitir ve her şeyi bilir.)’
derse, o gün ona ani bir belâ isabet etmez. Kim de akşamleyin bunu okursa,
gece ona aniden bir belâ isabet etmez.”[859]

Birkaç gece geçmeden Halid bin Velid gelip, “Yâ Resûlallah! Anam babam
sana feda olsun. Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, daha bana
öğrettiğin sözleri üç defaya tamamlamadan Allah beni bulunduğum hâlden
kurtardı. Şimdi gece vakti aslanın inine girmekten bile korkmam” dedi.[835]
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Gece yarısından sonra ve farz
namazların arkasından yapılan dualar” diye cevap verdi.[826]

“Ümmetimin gemiye bindiği zaman boğulmaya karşı güvenceleri, ‘Gemiye


binin! O’nun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki
Rabb’in çok bağışlayan, pek esirgeyendir.’[839] ‘Onlar Allah’ı gereği gibi
değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır.’[840]
ayetlerini okumalarıdır.”[841]

(Ey Rabbimiz! Hamd Sana mahsustur. Gökler dolusu, yerler dolusu ve


bunlardan öte neyi yaratmayı dilediysen hepsinin dolusu hamd, sena ve
şerefe lâyık olan Allah’ım! Hepimiz Senin kullarınız, en lâyık olan
sözümüz: Allah’ım! Verdiğine engel olacak yoktur, vermediğini de verecek
yoktur. Senin katında hiçbir varlık sahibine varlığı fayda vermez.”[821]

“Yangını tekbirle söndürünüz.”[849]

“Allah kime aile, mal veya çocuk nimeti verir, kişi de ‘Maşallahu, Lâ
kuvvete illâ billah’ derse, o nimetler ölümden başka her afetten
korunur.”[854]

“En çabuk kabul olunan dua, gıyabî duadır.”[816]

“Gök gürültüsünü duyduğunuz zaman Allah’ı zikrediniz. Çünkü o


(yıldırım), zikreden kişiye isabet etmez.”[844]

“Kişinin kendisi için yaptığı duadır.”[811]

“Duada ısrarcı olmak istiyor musunuz? O zaman ‘Allah’ım! Seni


zikretmek, sana şükretmek ve güzelce Sana ibadet etmek için bana yardım
et’ deyiniz.”[812]

“Büyük bir musibet ile karşılaştığınızda veya karanlık (şiddetli) bir rüzgâr
olduğunda, Tekbir getiriniz. Çünkü Tekbir getirmek, rüzgârın oluşturduğu
siyah toz bulutunu giderir.”[848]
Ebû Said, “Bunun üzerine Allah Teâlâ düşmanın yüzüne rüzgârla vurdu ve
onları mağlup etti” dedi.[845]

“Allah’ım! Beni affet ve tevbemi kabul et. Sen tevbeleri kabul eden ve
mağfiret sahibisin.”[825]

“Allah’ın dilediği olur. O’ndan başka güç sahibi yoktur.”[850]

(Rabbim! Günahlarımı bağışla, bana rahmet et, kırıklarımı/kusurlarımı


düzelt, beni hidayete erdir, beni rızıklandır, bana afiyet ver, derecelerimi
yükselt.)[822]

“Biriniz Allah’tan bir şey istediğinde onu çok, yani devamlı istesin. Çünkü
o kişi Rabbinden istiyor.”[801]

“Öyle deme, buna şeytanın uğursuzluğu dersen, şeytan büyüklenip bir ev


kadar olur ve ‘Gücümle onu yendim’ der. Ama ‘Bismillah’ dersen, bir sinek
kadar kalıncaya kadar küçülür.”[838]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam dua ederken kendinden başlardı.”[810]

“Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden


de mülkü çeker alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Hayır
yalnız senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye gücü yetensin. Geceyi
gündüze, gündüzü geceye geçirirsin. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarırsın.
Dilediğini rızıklandırırsın. Sen dünyanın ve âhiretin Rahman ve Rahim’isin.
Bunları dilediğine verir, dilediğine vermezsin. Bana senden başkasının
rahmetine ihtiyaç duymayacağım şekilde rahmet et.”[858]

“Allah’ım! Senden sıhhat, iffet, emanet, güzel ahlâk ve kadere rızayı


istiyorum.”[813]

“Ey insanlar! Allah’tan bir şey istediğiniz zaman, kabul edileceğine


inanarak isteyiniz. Zira Allah gönülden gelmeyen, gaflet içindeki bir
kalpten çıkan duayı kabul etmez.”[798]

“Ümmetimin gemiye bindiği zaman boğulmaya karşı güvenceleri, ‘Gemiye


binin! O’nun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki
Rabb’in çok bağışlayan, pek esirgeyendir.’[839] ‘Onlar Allah’ı gereği gibi
değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır.’[840]
ayetlerini okumalarıdır.”[841]

“Kim sabah namazını kıldıktan sonra konuşmadan önce yüz defa İhlas
Sûresi’ni okursa, İhlas Sûresi’ni her okuyuşunda, bir yıllık günahı
bağışlanır.”[824]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yatmak istediği zaman, “Allâhümme kınî


azâbeke yevme teb’asü ibâdeke (Allah’ım! Kullarını dirilteceğin gün, beni
azabından koru)” derdi.[833]

“Allah’ın ihsanı çok daha fazladır.”[804]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ‘İste, sana verilecektir. İste, sana


verilecektir’ buyurdu.”[807]

[825] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16966.

[826] Tirmizî, Daavat:79.

[817] Müslim, Zikir:88.

[818] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17240.

[819] Müslim, Salat:223.

[820] Nesâi, Tatbik:12; Müslim, Mesacid:149.

[821] Müslim, Salat:205.

[822] İbni Mâce, Salat:23; (898); Ebû Dâvûd, Salat:141 (850); Tirmizî,
Salat:211 (283); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:271.

[823] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16934.

[824] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16962.


[836] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17071.

[827] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16969.

[828] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16976.

[829] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:16991.

[830] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17022.

[831] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17023.

[832] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17030.

[833] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17049.

[834] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17057.

“Allah’ım! Yıldızlar çekildi, gözler sükûnet buldu. Sen ise, hayat sahibisin
ve yarattıklarının işini gören, her işleneni bilensin. Ey Hayy ve Kayyum
olan! Gözümü uyut ve gecemi sükûnete erdir.”[836]

[835] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17067.

[837] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17075.

[838] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17100.

[839] Hud, 11:41.

“Kim ‘Her şeyden önce Lâ ilâhe illallah, her şeyden sonra Lâ ilâhe illallah,
her şey yok olur Lâ ilâhe illallah kalır’ derse, her türlü dertten ve üzüntüden
kurtulur.”[847]

[840] Zümer, 39:67.

[841] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No: 17101.

[842] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17106.


[843] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17124.

[844] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17127.

[845] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17128.

[846] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17131.

[847] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17134.

[848] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17137.

[849] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17141.

[850] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17140.

[851] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17142.

[852] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17145.

[853] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17146.

[854] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17151.

[855] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17154.

[856] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17161.

“Cibrîl’in, Mîkâîl’in ve İsrâfîl’in Rabbi olan Allah’ım! Beni cehennem


ateşinden ve kabir azabından koru!”[827]

[803] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17273.

[804] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17210.

[805] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17212.

[806] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17211.


Sonra şöyle derdi: “Bu söz mecliste işlenen günahlara kefarettir.”[856]

“Allah en büyüktür. Allah’a hamd olsun. Allah’tan başka kudret ve kuvvet


sahibi yoktur. Allah’ım! Senden bu Ay’ın hayrını istiyorum ve kaderin
şerrinden ve mahşer gününün şerrinden sana sığınıyorum.”[853]

[797] Furkan, 25:77.

[798] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17203.

[799] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17204.

[800] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17248.

[801] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17220.

[802] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17221.

[814] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17374.

[815] Tirmizî, Daavât:102 (3542).

[816] Ebû Dâvûd, Salat:26 (1535).

[807] Tirmizî, Salat:48.

[808] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17347.

[809] Ebû Dâvûd, Salat (Vitr):26 (1524).

[810] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17238.

[811] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17239.

[812] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17352.

[813] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17367.

“Ey amca! Allah’a afiyet için çokça dua et.”[814]


“Ey insana kaybettiğini bulduran, şaşkın kimselere yol gösteren Allah’ım!
Kaybolan şeyin geri dönmesi için yardım eden Sensin. İzzet ve
hâkimiyetinle kaybettiğim şeyi bana geri gönder. Şüphesiz kaybettiğim
şeyler, senin lütuf ve fazlındandır (daha önce onu bana sen vermiştin).”[842]

“Kim namazdan sonra ‘Estağfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüve’l-Hayyü’l-


Kayyumü ve etûbü ileyh’ (Kendisinden başka ilah olmayan, ezelî ve ebedî
olan, Hayy ve Kayyum olan Allah’tan günahlarımı örtmesini diler, ona
tevbe ederim) derse, savaş meydanından kaçmış olsa bile günahları
affedilir.”[823]

“Kulağı çınlayan kişi beni hatırlasın. Bana salavat getirsin. Sonra da


‘Üzkürü’llâhe men zekeranî bi’l-hayr (Beni hayırla anana Allah rahmet
etsin) desin.”[851]

“Allah, kişinin derecesini yükseltir. Kişi ‘Hangi sebeple derecem


yükseltildi’ diye sorar. Allah, ‘Oğlunun sana olan duası sebebiyle’ buyurur.
[818]

[858] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17441.

[859] Tirmizî, Daavat:13.

[860] Tirmizî, Daavat:90.

[857] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17197.

“Allah’ım! Senden temiz rızık, faydalı ilim ve kabul edilmiş amel


istiyorum.”[828]

“Subbûhun, Kuddûsun, Rabbü’l-melâiketi ve’r-rûhu (Münezzehsin,


mukaddessin, meleklerin ve ruhun Rabbisin).”[819]

“Yatağa girdiğinde Fatiha ve İhlas Sûresi’ni okursan, ölümden başka her


şeyden emin olursun.”[832]

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm duayı üç defa etmeyi ve istiğfarı da üç


defa etmeyi severdi.”[809]
“Allah hayiy (utangaç) ve Kerim (cömert)’tir. Elini açıp kendisine dua eden
kulun elini boş çevirmekten utanır.”[805]

“Yüce Allah, ‘Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim. Bana dua
ettiği zaman onunla beraber olurum’ buyurur.”[799]

“Dua, inen belaya ve inmeyen belaya karşı faydalıdır. Ey Allah’ın kulları


duaya sarılınız.”[815]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir adama, “Nasıl sabahladın (Nasılsın)


ey falan?” diye sorunca, Adam, “Allah’a hamd ederek Yâ Resûlallah” dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhissalâtü vesselam, “Senden bu cevabı
bekliyordum” buyurdu.[855]

“Bir Müslümanın, din kardeşine gıyabında yaptığı duası makbuldür. Onun


başında görevli bir melek vardır. Din kardeşi için hayır dua ettikçe, görevli
melek, ‘Âmin! Senin için de bir misli vardır’ der.”[817]

“Kim sabahladığı zaman yüz defa ‘Sübhânallahi ve bi-hamdihî’ derse,


nefsini Allah’tan satın almış olur ve günün sonunda Allah’ın affettiği
kişilerden olur.”[829]

“Kul dört defa ‘Yâ Rab!’ derse, Allah ‘Buyur kulum. İstediğini iste,
istediğin sana verilecektir’ buyurur.”[803]

“Kim sabahladığında ve akşamladığında ‘Eûzu bi-kelimâtillahi’t-tâmmâti


min şerri mâ halaka (Allah’ın eksiksiz, mükemmel kelimeleri ile
yarattıklarının şerrinden Allah’a sığınıyorum) derse, ona hiçbir şey zarar
vermez.”[831]

“Beni en güzel şekilde yaratıp yüzümü güzelleştiren ve beni


Müslümanlardan kılan Allah’a hamd ederim.”[852]

“Benimle senin aramızda olan ise; dua edip istemek senden, duaya cevap
verip istediğini vermek de Bana aittir.”[806]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın; ‘bir topluluk bir araya gelir, bazıları


dua edip diğerleri âmin derse, Allah dualarına icabet eder’ dediğini
duydum.”[808]

“Sizden biriniz uyandığı zaman şöyle desin: Ölmüşken bize ruhlarımızı geri
veren Allah’a hamdolsun.”[834]

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Vallahi otuzdan fazla


melek gördüm, bu sözü hangimiz önce sevap yazacak diye yarış
ediyorlardı” buyurdu.[820]

“Sonra yine gidip savaştım ve geri döndüm. Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam hâlâ aynı sözleri söylüyordu. Sonunda Allah ona zaferi nasip
etti.”[857]

“Bu durum tan yerinin ağarmasına kadar devam eder.”[800]

“Üzüntülü olan kişinin söyleyeceği dua şudur: Allah’ım! Rahmetini


diliyorum. Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa beni nefsime bırakma.
Bütün işlerimi yoluna koy.”[846]

“Allah’ım! Bu rüzgârı aşılayıcı bir rüzgâr yap! Her şeyi yok eden (yıkıcı)
bir rüzgâr yapma!”[843]

“Kim evine girdiği zaman İhlas Sûresi’ni okursa, bu sûre ev halkından ve


komşularından fakirliği yok eder.”[837]

“Ey Ümmü Seleme! Kalbi Allah’ın parmaklarından iki parmak arasında


olmayan hiç kimse yoktur. İsterse durdurup sabit kılar, isterse yerinden
kaydırır.”[860]

“Ümmetimin gemiye bindiği zaman boğulmaya karşı güvenceleri, ‘Gemiye


binin! O’nun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki
Rabb’in çok bağışlayan, pek esirgeyendir.’[839] ‘Onlar Allah’ı gereği gibi
değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır.’[840]
ayetlerini okumalarıdır.”[841]
SÜNNETE GÖRE İSTİÂZE,
ALLAH’A SIĞINMA
İSTİAZE, KÖTÜLÜKLERDEN ALLAH’A sığınıp Allah’tan yardım
istemektir. Bir başka ifade ile her türlü kötülükten korunabilmek için sözle
Allah’ın yardım ve himayesini dilemektir.

Kur’ân-ı Kerim’de istiâze on yedi âyette geçer. Bu âyetlerde belirtildiği


üzere Nûh aleyhisselam bilmediği şeyi istemekten,[861] Yûsuf aleyhisselam
kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında geçen
olaylarda hata yapmaktan,[862] Mûsâ aleyhisselam kavmine karşı alaycı
tavır takınmaktan[863] ve âhirete inanmayan kibirli insanlarla[864] onların
düşmanlıklarından[865] Allah’a sığınmışlar ve Allah’ın yardımını
istemişlerdir.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, şeytanların vesveseleriyle kalpleri kin


dolu olanların ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın âyetleri hakkında
tartışanların kötü niyet ve davranışları olmak üzere çeşitli şerlerinden
Allah’a sığınmayı emretmiştir.

Şeytandan ve şeytanın işlerinden Allah’a sığındığımız gibi bütün kötü


hâllerden, fayda vermeyen işlerden, dünya ve âhirette insana eziyet veren
şeylerden Allah’a sığınırız.

Bunlara ilave olarak Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın dualarında,


insana sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünya ve âhirette
zillete düşürecek birçok hâlden Allah’a sığındığını görmekteyiz.

Özellikle cehennem ateşinden, kabir fitnesinden; her şeyin ve her canlının


şerrinden, nefsinin şerrinden, yoksulluk ve borcun galebe çalmasından;
tembellikten, küfürden, kötü ahlâktan, iş ve heveslerden; kederden ve ileri
yaşlılıktan; yangın ve sel felaketinden Allah’a sığınmıştır.
Bu yönüyle istiaze, bir zikir olmakla beraber, bir ibadettir, bir kulluk
görevidir, sevaplı bir ameldir.

Dört Şeyden Allah’a Sığın!


746. Bu dört husus en çok sığınmamız gereken şeylerdir. Her an bu hâllerle
karşı karşıyayız. Bunlardan Allah’a sığınırken, aynı zamanda bir dua da
etmiş oluyoruz.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Faydası olmayan ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak


bilmeyen nefisten ve gerçekleşmeyecek duadan (bu dört şeyden) sana
sığınırım.”[866]

Onaltı Şeyden Allah’a Sığın


747. Sığınılacak olan bu hâller insanın aleyhine ve zararına olan şeylerdir.
Bunlar aynı zamanda birer musibettir. Bu hâllerden korunmak için Allah’a
sığınmak gerekir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten sana sığınırım.

“Allah’ım! Katı yürekli olmaktan, gafletten, darlıktan, zilletten ve


yoksulluktan, açıkça isyan etmekten ve haktan ayrılmaktan, nifaktan,
riyadan ve gösterişten, sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan ve
buna benzer kötü hastalıklardan sana sığınırım.”[867]

Deccal’den Allah’a Sığın!


748. Bazı sosyal musibetler insanın hem dini hayatını alakadar eder, hem de
iffet ve namusunu ilgilendirir. İnsan bunlardan baş edemeyebilir. Bunlardan
korunmak için Allah’a yönelmek gerekir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Borç altında ezilmekten, düşmanın üstün gelmesinden, kocasız


kadının kısmetsizliğinden ve Deccal’ın fitnesinden sana sığınırım.”[868]

Zulme Uğramaktan Allah’a Sığın!


749. Mazlum olmak bir masumluktur, ama zâlim olmak, zulmetmek
tehlikeli bir durumdur. Her iki hâlden de korumak için Allah’ın yardımına
ihtiyaç duyarız.

Ubade bin Sâmit radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Fakirlikten ve darlıktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allah’a


sığınınız.”[869]

Kötü Günden ve Geceden Allah’a Sığın!


750. Zamanı kötüsü, iyisi olmaz, ancak yaşadığımız gece ve gündüzde
başımıza gelecek tehlikelerden Allah sığınmalıdır.

Ukbe bin Âmir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Kötü günden, kötü geceden, kötü saatten, kötü dosttan ve daimi
ikametgâhımda kötü komşudan sana sığınırım.”[870]

Tehlikeli Ölümlerden Allah’a Sığın!


751. Ağır, tehlikeli ve dehşetli ölümlerden Allah’a sığınmalıdır. Allah’tan
hayırlı, yüzü örtülü ölüm istemek gerekir.

Ebû’l-Yeser es-Sülemî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Göçük altında kalmaktan, bir yerden düşmekten, düşkünlük


derecesine varan ihtiyarlıktan, suda boğulmaktan ve yangından Sana
sığınırım. Ölüm anında şeytanın beni çarpmasından, Senin yolunda
savaşırken savaş meydanından kaçarken ölmekten ve bir şey tarafından
sokularak ölmekten Sana sığınırım.”[871]

Kötü Hastalıktan Allah’a Sığın!


752. Tehlikeli, ölümcül hastalıklardan, hayatı zehirleyen dertlerden Allah’a
sığınmalı. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam özellikle bu duaları
ederek Allah’a iltica ederdi.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Alaca hastalığından, delilikten, cüzzamdan ve kötü (ölümcül)


hastalıklardan Sana sığınırım.”[872]

Azalarının Şerrinden Allah’a Sığın!


753. Azalarımızla işleyebileceğimiz günahlardan Allah’a sığınmamız
gerekir. Çünkü insan en çok bu organlarıyla günaha girebilmektedir.

Şuteyr bin Şekel radıyallâhü anh babasından bildiriyor:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bana faydası olacak bir dua öğret!” dediğimde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin ve tenasül uzvumun
şerrinden Sana sığınırım.”[873]

[861] Hûd, 11:47.

[862] Yûsuf, 12:23, 79.

[863] Bakara, 2:67.

[864] Mü’min, 40:27.

[865] Duhân, 44:20.

[866] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17171.

[867] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17172.

[868] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17174.

[869] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17177.

[870] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17179.

[871] Müsned, 3:427.

[872] Müsned, 3:192.

[873] Müsned, 3:429.

Kur’ân-ı Kerim’de istiâze on yedi âyette geçer. Bu âyetlerde belirtildiği


üzere Nûh aleyhisselam bilmediği şeyi istemekten,[861] Yûsuf aleyhisselam
kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında geçen
olaylarda hata yapmaktan,[862] Mûsâ aleyhisselam kavmine karşı alaycı
tavır takınmaktan[863] ve âhirete inanmayan kibirli insanlarla[864] onların
düşmanlıklarından[865] Allah’a sığınmışlar ve Allah’ın yardımını
istemişlerdir.
“Allah’ım! Göçük altında kalmaktan, bir yerden düşmekten, düşkünlük
derecesine varan ihtiyarlıktan, suda boğulmaktan ve yangından Sana
sığınırım. Ölüm anında şeytanın beni çarpmasından, Senin yolunda
savaşırken savaş meydanından kaçarken ölmekten ve bir şey tarafından
sokularak ölmekten Sana sığınırım.”[871]

“Allah’ım! Faydası olmayan ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak


bilmeyen nefisten ve gerçekleşmeyecek duadan (bu dört şeyden) sana
sığınırım.”[866]

“Allah’ım! Kötü günden, kötü geceden, kötü saatten, kötü dosttan ve daimi
ikametgâhımda kötü komşudan sana sığınırım.”[870]

“Allah’ım! Katı yürekli olmaktan, gafletten, darlıktan, zilletten ve


yoksulluktan, açıkça isyan etmekten ve haktan ayrılmaktan, nifaktan,
riyadan ve gösterişten, sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan ve
buna benzer kötü hastalıklardan sana sığınırım.”[867]

Kur’ân-ı Kerim’de istiâze on yedi âyette geçer. Bu âyetlerde belirtildiği


üzere Nûh aleyhisselam bilmediği şeyi istemekten,[861] Yûsuf aleyhisselam
kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında geçen
olaylarda hata yapmaktan,[862] Mûsâ aleyhisselam kavmine karşı alaycı
tavır takınmaktan[863] ve âhirete inanmayan kibirli insanlarla[864] onların
düşmanlıklarından[865] Allah’a sığınmışlar ve Allah’ın yardımını
istemişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’de istiâze on yedi âyette geçer. Bu âyetlerde belirtildiği


üzere Nûh aleyhisselam bilmediği şeyi istemekten,[861] Yûsuf aleyhisselam
kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında geçen
olaylarda hata yapmaktan,[862] Mûsâ aleyhisselam kavmine karşı alaycı
tavır takınmaktan[863] ve âhirete inanmayan kibirli insanlarla[864] onların
düşmanlıklarından[865] Allah’a sığınmışlar ve Allah’ın yardımını
istemişlerdir.

“Allah’ım! Alaca hastalığından, delilikten, cüzzamdan ve kötü (ölümcül)


hastalıklardan Sana sığınırım.”[872]
[867] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17172.

[866] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17171.

[865] Duhân, 44:20.

[864] Mü’min, 40:27.

[873] Müsned, 3:429.

[872] Müsned, 3:192.

[871] Müsned, 3:427.

[870] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17179.

[869] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17177.

[868] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17174.

[863] Bakara, 2:67.

[862] Yûsuf, 12:23, 79.

[861] Hûd, 11:47.

“Fakirlikten ve darlıktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allah’a


sığınınız.”[869]

Kur’ân-ı Kerim’de istiâze on yedi âyette geçer. Bu âyetlerde belirtildiği


üzere Nûh aleyhisselam bilmediği şeyi istemekten,[861] Yûsuf aleyhisselam
kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında geçen
olaylarda hata yapmaktan,[862] Mûsâ aleyhisselam kavmine karşı alaycı
tavır takınmaktan[863] ve âhirete inanmayan kibirli insanlarla[864] onların
düşmanlıklarından[865] Allah’a sığınmışlar ve Allah’ın yardımını
istemişlerdir.

“Allah’ım! Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin ve tenasül uzvumun


şerrinden Sana sığınırım.”[873]
Kur’ân-ı Kerim’de istiâze on yedi âyette geçer. Bu âyetlerde belirtildiği
üzere Nûh aleyhisselam bilmediği şeyi istemekten,[861] Yûsuf aleyhisselam
kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında geçen
olaylarda hata yapmaktan,[862] Mûsâ aleyhisselam kavmine karşı alaycı
tavır takınmaktan[863] ve âhirete inanmayan kibirli insanlarla[864] onların
düşmanlıklarından[865] Allah’a sığınmışlar ve Allah’ın yardımını
istemişlerdir.

“Allah’ım! Borç altında ezilmekten, düşmanın üstün gelmesinden, kocasız


kadının kısmetsizliğinden ve Deccal’ın fitnesinden sana sığınırım.”[868]
SÜNNETE GÖRE FİTNE
FİTNE KELİMESİ, İMTİHAN, İYİ VEYA kötü şeylerle deneme; mânevî
çöküntü; dinî, sosyal ve siyasi kargaşa anlamlarında kullanılan geniş
kapsamlı bir terimdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de 34 âyette fitne kelimesi geçer; sınama, deneme, imtihan,


sapma, saptırma, düşman saldırısı, şeytanın zayıf ruhlu kişilere aşıladığı
batıl inanç, vesvese ve nifak anlamlarına gelir.

“Sizi bir fitne olmak üzere şerle de, hayırla da deneyip sınarız” meâlindeki
âyette[874] açıkça belirtilmiştir.

“İnsana bir hayır dokunursa, bundan pek memnun olur; bir de fitneye mâruz
kalırsa çehresi değişir -dinden yüz çevirir-.”[875] meâlindeki âyette ise fitne,
hayrın zıddı olarak kullanılır.

Fitne, Allah tarafından kullarına yöneltilen bir imtihandır. Allah, insanların


iman ve ahlâktaki samimiyetlerini kanıtlamaları için bir imtihan olmak
üzere onları hayırla da, şerle de deneyip sınar.[876]

İnsanlar dünya hayatının geçici güzellikleriyle imtihan edilirler.[877] Mal ve


evlat birer imtihan vasıtasıdır.[878]

Buna karşılık insanlar sıkıntılarla,[879] çeşitli belâlarla da[880] imtihan


edilirler. Kâfirlerin Müslümanlara karşı taarruzları Müslümanlar için bir
fitnedir. Çünkü böylece Müslümanların sabırları ve İslâm’a bağlılıkları
denemeden geçirilmiş olur.[881]

Öte yandan Müslümanların mâruz kaldıkları herhangi bir sıkıntıda,


kâfirlerin bundan yanlış sonuçlar çıkarmasına yol açan fitneler de vardır.
Bazı âlimler, “Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir fitne konusu
yapma”[882] meâlindeki âyeti, “Bizi onların eliyle veya başka bir şekilde
eziyete ve sıkıntıya uğratma; aksi hâlde kâfirler bizim hakkımızda, ‘Eğer
bunlar doğru yolda olsalardı böyle sıkıntılara mâruz kalmazlardı’ diyerek
yanlış düşüncelere kapılırlar” tarzında açıklamışlardır.

Medine döneminde inen bazı âyetlerde, “Fitne, katilden daha şiddetli bir
suçtur.”[883] “Fitne öldürmekten daha büyük bir suçtur.”[884] şeklindeki
açıklamalarla, kâfirler tarafından Müslümanların inançlarına yöneltilen
fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü vurgulanmıştır.

Hadislerde “deccâl fitnesi”, “mesih fitnesi” şeklindeki tabirlerle kıyamet


alâmetleri diye bilinen gelişmelere de fitne denildiği görülür.

Bazı hadislerde fitne, İslâm’ın ilk asırlarından itibaren ortaya çıkan dinî ve
siyasi çalkantıları, sosyal huzursuzlukları haber veren ifadeler içinde yer
almıştır.

Bu hadislerde fitne genellikle, İslâm ümmetinin birlik ve bütünlüğünü


bozan bir komployu veya her türlü yıkıcı faaliyeti ifade eder.

Bunların birinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Birtakım fitnelerin


yağmur selleri gibi evlerinizin arasında aktığını görüyorum” buyurmuştur.
[885]

Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste, “Zaman yaklaşacak (zamanın


bereketi kalmayacak), ameller azalacak, aç gözlülük yayılacak, fitneler
açığa çıkacak ve adam öldürme olayları artacak” buyurulmaktadır.[886]

İmam Buharî, fitnenin çoğalması, öldürme olaylarının artması, can


güvenliğinin ortadan kalkması gibi olumsuz gelişmelerin meydana
geleceğini haber veren hadisleri “Fitnelerin Zuhuru” adını taşıyan bölümde
toplayarak, fitne kavramının kapsamını dinî, ahlâkî, ilmî ve sosyal çöküşü
içine alacak şekilde geniş tutmuştur.[887]

Bu bölümde yer alan hadisleri okuyunca, ne kadar büyük bir imtihan içinde
olduğumuzu fark edeceğiz. Ortaya çıkan fitnelere karşı neler yapacağımızı,
nasıl mücadele edeceğimizi, hangi görevleri üstleneceğimizi, fitnelerin
içinde yer almamak için ne gibi tedbirleri düşüneceğimizi de öğrenmiş
olacağız.
Fitneler Evlerin Arasına Dökülür
754. Ümmetin başına gelecek fitneleri Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam peygamberlik gözüyle görmüş ve haber vermiştir. Böylece hem
uyarıda bulunmuş, hem de fitnelere karşı hazırlıklı olunmasını ve dikkat
edilmesini istemiştir.

Üsâme bin Zeyd radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm yüksek bir yerden Medine evleri


arasından yükselen köşklere baktı da:

“Benim gördüğüm fitneleri sizler de görebiliyor musunuz?” buyurdu.

Sahabiler:

“Hayır, dediler. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“Şüphesiz, ben evlerinizin aralarına dökülen fitne ve felâket yerlerini,


şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle) görüyorum” buyurdu.
[888]

Fitneler Ortaya Çıkacak, Ölümler Artacak


755. En büyük ve en tehlikeli fitne ölüm olaylarının artması, haksız yere
cana kıyılması, günümüz ifadesiyle terörün yayılması ve can güvenliğinin
ortadan kalkmasıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Zaman yaklaşıp (kısalacak), ilim (ehli) azalacak, fitneler ortaya çıkacak,


(insanların içine) cimrilik atılacak ve herc çoğalacak”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a:

“Herc nedir, yâ Resûlallah?” denildi.


“Katil, katil (Adam öldürme, adam öldürme)!” buyurdu.[889]

Bütün Milletler Üzerinize Çullanacak


756. Dünya devletlerin Müslümanların üzerine gelmesi, Müslümanların
aleyhinde birleşmeleri, bütün oyunlarını İslâm’ın aleyhine kurmaları, her
türlü baskıyı ve zulmü Müslümanlara karşı kullanmaları zaman içinde
artacak. Hadisler, bu tehlikelere karşı dikkatimizi çekiyor.

Sevban radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yakında bütün ümmetler (milletler) üzerinize çullanırlar. Tıpkı yemek


yiyenlerin, tabağın üzerine çullanması gibi...”

Biri, “Yâ Resûlallah! Bu bizim azlığımızdan mı olacaktır?” dedi.

O da, “Hayır, siz o gün çok olacaksınız, fakat selin üzerindeki köpük gibi
kalacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden korkunuzu çekip alacak.
Allah kalplerinize vehn verecektir.”

Biri, “Vehn nedir yâ Resûlallah? dedi.

O da, “Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmamaktır” dedi.[890]

Şımarıklık ve Taşkınlık Artacak


757. Müslümanlar arasında dünya menfaati ve çıkar ilişkileri arttıkça
taşkınlıklar ve haksızlıklar da artış gösterecektir. Bencilce hareket edildikçe
Müslümanlar arasında nefret ve sevgisizlikte artış görülecektir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın “Benim ümmetime de geçmiş


ümmetlerin hastalığı bulaşacaktır” buyurduğunu işittim.
Sahabiler: “Yâ Resûlullah! Geçmiş ümmetlerin hastalığı neydi?” diye
sordular.

“Şımarıklık, taşkınlık, birbirine sırt dönme, birbirinden nefret etme ve


bencilliktir. Sonunda bu huylar azgınlık ve katliama dönüşür.”[891]

Kabul Olmayan Dua


758. “Beşer zulmeder, kader adalet eder” kuralınca, insanlar kendi
görüşlerinden başka görüş ve düşünceleri kabul etmeyince Müslümanlar
arasında ayrılıklar artacak; birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları
azalacak; sonunda düşmanca davranışlar çoğalacaktır.

Ebû Basra el-Gıfari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Yüce Rabbimden dört şey istedim; üçünü verdi, birini vermedi.

“Allah’tan ümmetimi topyekûn sapıklık üzere birleştirmemesini istedim,


kabul etti.

“Allah’tan önceki milletleri helak ettiği gibi ümmetimi de kıtlıkla helak


etmemesini diledim, kabul etti.

“Allah’tan ümmetime düşmanları musallat etmemesini diledim, kabul etti.

“Allah’tan ümmetimi fırkalara ayırarak onları birbirlerine düşürmemesini


diledim, kabul etmedi.”[892]

Kadınlarınız Azgınlaşacak, Gençleriniz Yoldan


Çıkacak
759. Kadınların ve gençlerin nefislerine uymaları sonunda toplumda
bozulmalar görülecek. Kötülük yapanlara ses çıkarılmayıp, nemelazım
anlayışı yaygın hâle gelince zulümler ve hayâsızlıklar artış gösterecektir.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Kadınların azgınlaşıp gençleriniz bozulduğu zaman hâliniz


nice olur?”

Sahabiler, “Yâ Resûlullah! Böyle bir şey olur mu?” deyince, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam:

“Evet, daha da kötüsü olacak. Ya iyiliği emretmeyi ve kötülükten


sakındırmayı terk ettiğinizde hâliniz nice olur?”

Sahabiler: “Yâ Resûlullah! Böyle bir şey olur mu?” deyince, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Evet, daha da kötüsü olacak. Ya kötülüğü iyilik, iyiliği de kötülük olarak


gördüğünüzde hâliniz nice olur?”[893]

Fitne Şam’dan ve Yemen’den Çıkacak


760. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam özellikle iki bölgeye dikkat
çekmiştir: Biri Şam, diğeri de Yemen’dir. Tarih boyu bu bölgeler çok büyük
sıkıntılar yaşadı, mazlumlar büyük acılar çekti.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Şam’ımızda bize bereket ihsan et! Allah’ım! Yemen’imizde bize


bereket ihsan et!” diye duâ etti.

Sahabiler:

Yâ Resûlallah, Necid’imizde de! diye niyaz ettiler. Resûlullah yine:

“Allah’ım! Bize Şam’ımızda bereket ihsan eyle! Allah’ım! Bize


Yemen’imizde bereket ihsan eyle!” diye dua etti.
Sahabiler:

“Yâ Resûlallah, Necid’imizde de! dediler.

İbn Ömer dedi ki: Zannediyorum Resûlullah, üçüncü defasında:

“Zelzeleler ve fitneler işte oradadır. Şeytanın karn’ı (taraftarı) da orada


çıkacaktır!” buyurdu.[894]

Bize Silâh Çeken Bizden Değildir


761. Bir Müslüman din kardeşine silâh çekmemeli, hayatına kastetmemeli,
ölümüne sebep olmamalıdır. Çünkü Müslümanın kanı, canı ve malı
dokunulmazdır.

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Her kim bize silâh çekerse, artık o bizden değildir.”[895]

İyiliği Anlatıp Yapmayan Cehennemdedir


762. Başkalarına nasihat edip de kendileri yapmayanlar büyük bir vebal
altına girerler. Kur’ân böyle bir hareketin büyük bir günah olduğuna işaret
eder: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap
nedenidir.”[896]

Üsâme bin Zeyd radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde bir adam getirilir ve cehenneme atılır. Cehennem o


kişiyi değirmen eşeğinin, değirmen taşlarıyla öğütmesi gibi öğütür. Bunun
üzerine cehennem halkı onun başına toplanırlar da:
“Ey Falân! Sen iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmaz mıydın?’ derler.

O da: “Evet, ben iyiliği tavsiye ederdim de onu kendim yapmazdım ve yine
ben kötülükten sakındırırdım da onu kendim işlerdim, der.”[897]

Münafıklar Açıktan Çalışıyor


763. İslâm’ın ve Müslümanların aleyhinde çalışan münafıklar ilk
zamanlarda gizli çalışırken, günümüz münafıkları gizlenme ihtiyacı
duymadan faaliyetlerini çekinmeden, açıktan yapıyorlar. Bunun için dostu
düşmanı ayırt etmek lazım.

Huzeyfe bin Yemân radıyallâhü anh anlatıyor:

“Günümüz münafıkları, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın zamanındaki


münafıklardan daha şerlidirler. Çünkü saadet asrındaki münafıklar
nifaklarını gizlerlerdi. Bugünküler bütün bütün açığa vuruyorlar.”[898]

Fitnelerin Başı Şeytandır


764. Fitne çıkaranların, toplumu birbirine kırdıranların, ortalığı
karıştıranların tamamının akıl hocası şeytandır. Şeytandan daha büyük bir
fitneci ve bozguncu yoktur.

Cabir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İblis’in tahtı deniz üzerindedir. Oradan askerlerini gönderip insanları


fitneye atar. Bunlardan, İblis’in yanında mertebece en yüksek olanı, en
büyük fitneyi çıkarandır. Askerlerinden biri gelip: “Şunu şunu yaptım!” der.

İblis: “Hiçbir şey yapmamışsın!” der. Sonra bir diğeri gelip: “Ben falanı(n
peşini) hanımıyla arasını açıncaya kadar bırakmadım!” der.

İblis onu kendisine yaklaştırıp: “sen ne iyisin!” der.”[899]


Mezardakilerin Yerinde Olmayı İsteyeceksiniz
765. Fitnelerin her tarafı sardığı, ahlâksızlığın toplumu ablukası altına
aldığı, sünnetin unutulduğu ve terk edildiği zamanlarda mü’min çaresizlik
içinde kalınca mezardakilerin yerinde olmayı arzu edecektir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hayattaki olan bir kişi, kabirdeki bir adamın yanından geçerken: ‘Keşke şu
ölünün yerinde ben olaydım’ diye ölümü temenni etmedikçe kıyamet
kopmaz.”[900]

Müslümana Sövmeyin, Savaşmayın!


766. Müslümana sövüp saymak, can ve mal güvenliğini zora sokmak, ona
silâh çekip Hayatını tehlikeye atmak, savaş açmak insanın ebedî hayatını
kaybettirir.

Abdullah bin Mesud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslümana sövmek fasıklıktır, onunla savaşmak küfürdür.”[901]

Fitne Zamanında Bozgunculara Karışma!


767. Mü’min, fitneden uzak durmalı, fitneye bulaşmamalı, fitne çıkaran
insanlara yanaşmamalı, kendini korumalıdır. O anda kendini kurtarmak için
eline, diline ve hareketlerine dikkat etmelidir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Yakın gelecekte birtakım fitneler olacaktır. Fitne zamanında (ona
karışmayıp) oturan kişi, ayakta durandan hayırlıdır. O zaman ayakta duran
(fitne sebeplerini hazırlamaya) gidenden hayırlıdır. Bu yolda yürüyen de
fiilen fesada çalışandan hayırlıdır.

“Her kim fitne olacağını bilip de onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun
kahrına uğrar. Her kim fitne zamanında iltica edecek veya sığınacak bir yer
bulursa, hemen sığınsın (fesatçılara karışmasın)”[902]

Fitne Zamanında Ayrılıktan Uzak Dur!


768. Fitneler yoğunlaştığı, mü’minler arasında fesat tohumlarının ekildiği
zamanlarda ayrılıktan, gayrılıktan uzak durmalı, fitne ateşini söndürmeye
çalışmalıdır.

Kays bin Yesir bin Amr, babasından naklediyor:

“Hazret-i Ali öldürüldüğü zaman İbn Mes’ud ile karşılaştım. Peşinden gidip
kendisine, “Allah için söyle! Fitneler hakkında Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’dan ne işittin?” diye sorunca, “Biz hiçbir şeyi gizlemeyiz.
Allah’tan sakınmaya çalış ve cemaate sarıl. Ayrılıktan uzak dur. Çünkü
ayrılık sapıklığın ta kendisidir. Hiç şüphesiz Allah, ümmet-i Muhammed’i
sapıklık üzerinde bir araya getirmez” karşılığını verdi.[903]

Fitnelere Karşı Kur’ân’a Sarılın!


769. Kur’ân her türlü fitneye karşı koruma kalkanı oluşturan bir özelliğe
sahiptir. Mü’minin başı daraldıkça, önü tıkandıkça, ruhu ve kalbi
bunaldıkça tek dayanacağı kaynak, Kur’ân’dır. Çünkü Kur’ân kendine
açılan eli dolu gönderir.

Hâris bin el-A’ver radıyallâhü anh anlatıyor:

Mescide uğramıştım. Baktım ki, insanlar birtakım meselelere dalmış


konuşuyorlar. Hemen Ali’nin yanına vardım ve “Ey Mü’minlerin Emiri,
görmüyor musun? İnsanlar dedikoduya dalmışlar” dedim.
Ali radıyallâhü anh, “Gerçekten öyle mi?” dedi.

“Evet” dedim.

Ali radıyallâhü anh, “Ben Resûlullah’ın Aleyhissalâtü vesselâm şöyle


buyurduğunu işittim:

“‘Dikkat ediniz! Bir fitne meydana gelecektir.’

“Ben, ‘Yâ Resûlallah! Bu fitneden kurtuluş yolu nedir?’ dedim.

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, ‘Allah’ın kitabına sarılmaktır. O kitapta


sizden öncekilerle sonrakiler hakkında bilgiler vardır. Aranızdaki
meselelerle ilgili hükümler vardır. O, hakla batılı, doğru ile yanlışı ayıran
bir hakemdir. Onda boş söz yoktur. Kim, onun hükümlerine karşı gelerek
terk ederse, Allah o kimsenin boynunu kırar, perişan eder. Kim ondan başka
bir kurtuluş yolu ararsa, Allah onu saptırır. O, Allah’ın sağlam bir ipidir. O,
hikmet dolu sözlerdir. Dosdoğru bir yoldur. O, hevâ ve heveslerin
hakikatten saptıramadığı, dillerin onu karıştırmadığı, ilim adamlarının
doymadığı fazla tekrarlanmakla usandırmayan ve insanı, hayrete düşüren
yönleri bitip tükenmeyen bir kitaptır. O, öyle bir kitaptır ki, cinler onu
dinledikleri zaman, “Biz doğruluğu gösteren, hayret verici mucizeler,
hakikatlerle dolu bir kitabı dinledik ve iman ettik” derler.

“Kim ona dayanarak konuşursa doğruyu bulur. Kim onunla amel ederse
mükâfatını, görür. Kim ona dayanarak hükmederse adaleti bulur. Kim ona
çağrılırsa kendine doğru yol gösterilmiş olur.’”

Ali radıyallâhü anh: “Ey A’ver, bu sözleri al ve sahib ol” dedi.[904]

İlk Fitne Kadın Yüzünden Çıkacak


770. Aklı, kalbi ve ruhu çalınan, hayâdan ve iffetten soyutlanan kadınlar
çekiciliğini ve güzelliğini nefsinin emrine verince fitneye alet olmakta,
günahların artmasına sebep olmaktadır.

Ebû Said radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona mirasçı kılacak ve nasıl hareket
edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının!
Zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.”[905]

Dinini Dünyana Alet Etme!


771. Müslümanlar bilerek dinlerini dünyayı elde etmek için kullanırlarsa,
çok tehlikeli yollara girerler. Çünkü Müslümanın bozulması tereyağının
bozulmasına benzer, zehire döner, kime bulaşırsa zehirler.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Âhir zamanda, din ile dünyayı talep eden insanlar ortaya çıkacak. Bunlar,
insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa
bürünürler ki, koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri baldan daha
tatlıdır, ancak kalpleri kurtlarınkinden daha vahşidir. Cenâb-ı Hak (bunlar
için) şöyle diyecektir:

“Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cür’ete mi


yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun ki, bunların üzerine,
kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde çok sakin
olanlar bile şaşkına döneceklerdir.”[906]

Fitneler Müslümanın Dünyadaki Azabıdır


772. Fitnelerden en çok Müslümanlar zarar görür. Çünkü bütün fitneler
Müslümanların üzerine oynanan şeytani oyunlardır. Gerek dinine, gerekse
ailesine ve ahlâkına gelen fitneler yüzünden Müslümanlar çok sıkıntı çeker.
Bu sıkıntılar da onun âhiret azabına çarpılmasına engel olur.

Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Şu ümmetim rahmete ermiş bir ümmettir. Âhirette azaba uğramayacaktır.
Onun azabı dünyadadır: Fitneler, zelzeleler ve katl.”[907]

Dünya Dine Tercih Edildiğinde Nasıl Hareket


Etmeli?
773. Maddi çıkarlar dine tercih edildiği ve insanların bencilleştikleri
zamanlarda, dinini yaşamak elinde kor ateşi tutmak kadar zor olacaktır.
Ama ona göre de sevabı artacaktır.

Ebû Sa’lebe el Huşenî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Birbirinize iyilikleri emredin, kötülüklerden sakındırın!

“Ancak cimriliğe boyun eğildiğini gördüğünde, insanların arzu ve hevesleri


peşinde gittiklerini gördüğünde, dünyanın dine tercih edilip herkesin kendi
görüşünü beğendiği dönemlerde, sadece kendi başının çaresine bak ve halkı
bırak!

“Ondan sonra öyle günler gelecek ki, o günlerde dinin emirlerine uymak
için gösterilecek sabır, kor ateşi elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde
Müslüman olarak yaşamaya çalışanlara, bugün sizin elli kişinin amelini
işleyen kimselerin sevabı kadar sevap yazılacaktır.”[908]

Fitnelerden Uzak Dur!


774. Ebû Musa radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler çıkacaktır.

“Kişi, o fitnelerde mü’min olarak sabahlayacak, akşam kâfir olacaktır;


mü’min olarak geceleyecek, kâfir olarak sabahlayacaktır.
“O fitne zamanlarında oturan kişi, ayakta durandan; yürüyen kişi koşan
kişiden hayırlı olacaktır.

“Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa


vurun. (O fitneciler) sizden birinin evine girerlerse, Hz. Âdem’in iki
oğlundan hayırlısı olsun (mazlum olsun, zâlim olmasın.)”[909]

Fitnelere Karşı Sabret!


775. Nerede bir fitne tohumu yeşeriyorsa, nerede bir fitne ateşi
tutuşturuluyorsa, hemen oradan kaçmalıdır. Fitne ateşinin içinde kalan
kişiler de sabır kalkanını akıllıca kullanmalıdır.

Mikdad bin Esved radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“En bahtiyar kişi, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden
kimsedir. Ne mutlu ona!”[910]

Ailedeki Fitneye Karşı İbadetlerinizi Artırın


776. Hemen herkes bir fitne ile karşı karşıyadır, yüzyüzedir. Bütün bu
fitnelere karşı koyacak tek çare, ibadetlerimizi ve dualarımızı artırmaktır.

Huzeyfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişinin fitnesi ailesinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır.


Oruç, namaz, sadaka, iyiliği tavsiye etme, kötülükten sakındırma bu fitneye
kefaret olur!”[911]

Fitne Zamanında Dilini Tut!


777. Fitne zamanında insan diline, sözüne dikkat etmeli. Dilini tutmalı,
sözüne hâkim olmalıdır. Çünkü fitne ateşini alevlendiren dilin kılıç gibi
kullanılmasıdır.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi


gibidir.”[912]

Büyük Günahlar Açıkça İşlenirse Felaketler


Artar
778. Başta fuhuş, zina ve faiz gibi günahlar artar, iyi ve sâlih kimseler de
seslerini çıkarmaz, engel olmaya çalışmazlarsa fitneler ve felaketler peşpeşe
gelir.

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselam’ın zevcesi Zeyneb binti Cahş radıyallâhü


anhâ şöyle anlatıyor:

Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselam korkarak yüzü kızarmış olduğu


hâlde dışarı çıktı:

“Allah’tan başka İlâh yoktur! Yaklaşan şerden vay Arab’ın hâline! Bugün
Ye’cüc Me’cüc seddinden şunun kadarı açıldı.” diyordu.

Hadisi rivayet eden sahabe, başparmağı ile ondan sonra gelen parmağını
halka yapmıştır. Zeyneb radıyallâhü anhâ:

“Yâ Resûlallah! Aramızda sâlih insanlar varken, biz yine de helâk mi


olacağız? dedim.

“Evet! Fısk u fücur (büyük günahlar) çoğaldığı vakit” buyurdular.[913]

Deccal Fitnesine Karşı Kehf Sûresi’ni Okuyun!


779. Bütün fitneler Deccalin başının altından çıkacaktır. Çünkü Deccalin
bütün işleri fitne ve fesat iledir. Ahirzamanın bu dehşetli şahsına karşı
Kur’ân ile çıkmalıdır.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim Kehf sûresinin başından-bir rivayette sonundan-on âyet ezberlerse,


Mesih Deccâl’in şerrinden emin olur.”[914]

Ehl-i Beytten Birisi Dünyaya Adalet Getirecek


780. Deccalin karşısına Yüce Allah, Mehdi denen Ehl-i Beytten bir zatı
gönderecek. Onun yanında yer alan mü’minler fitnelere, zulme ve
haksızlıklara karşı mücadele edeceklerdir.

İbn Mesud radıyallâhü anh anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa, Allah, o günü uzatıp benden
bir kimseyi o günde gönderecektir.

“Bu zat yeryüzünü, eskiden zulümle dolu olmasının aksine, adalet ve


hakkaniyetle doldurur.”[915]

Azap Herkese İner


781. Musibetler ve felaketler sadece suç işleyenlere, zâlimlere gelmez.
“Kuru ile beraber yaş da yanar” misali, azap herkese gelir

Kur’ân’da da açıkça ifade edildiği gibi: “Öyle bir fitneden sakının ki,
içinizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmaz. Şunu da bilin ki,
Allah’ın cezası pek çetindir. (Enfal, 8:25) Bu âyeti, şu hadis-i şerif tefsir
ediyor.
İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah bir topluma azap indirdiği zaman, azap içlerindeki herkese dokunur.
Sonra amellerine göre diriltilirler.”[916]

Kendinizi Zora Sokmayın!


782. “İnsanın kendine yaptığını, hiç kimse yapmaz” sözünde yer aldığı gibi,
insan kendi eliyle başına iş açmamalıdır. Aklını ve iradesini kullanmalı, bile
bile kendini tehlikeye atmamalıdır.

Huzeyfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’minin kendini zor duruma düşürmesi uygun değildir.

“Kendini nasıl zor duruma düşürür?’ dediler. O da:

“Başını altından kalkamayacağı belaya sokar’ buyurdu.[917]

Fitneden Uzak Durun!


783. Fitneden uzak durmak ne kadar önemli ise, uyuyan fitneyi uyandırmak
da o kadar tehlikelidir. Fitne üzerimize gelecek olursa da, kendimizi fitneye
kaptırmamalıyız.

Ebû’d-Derda radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Fitne etrafı kasıp kavurursa, ondan uzak durun. Sönerse, onu


uyandırmayın. O üzerinize gelirse, siz geri çekilin.”[918]

Saptıran Fitneden Uzak Ol!


784. Bazen fitneler o kadar tehlikeli boyutlara varır ki, insanı hak yoldan
saptırır, doğru düşünmeye fırsat vermez, yanlışta ısrar etmeye götürür.

Ebû Berze el-Eslemi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sizin hakkınızdaki tek endişem, midelerinize ve cinsel organlarınıza olan


aşırı düşkünlük ve bir de haktan saptırıcı fitne olaylarıdır.”[919]

Hainlere Güvenme!
785. Öyle fitneler kol geziyor, öyle felaketler kapımızı çalıyor ki, bazen
güvendiğimiz dağlara kar yağdığı gibi, bazen hain adamlar güvenilir şekilde
görülebiliyorlar. Çare: İmanımızın, vicdanımızın sesine kulak vermektir.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Çirkin söz ve davranışların yayılması, akrabalık ilişkilerinin kopması,


güvenilir kimsenin hain görülmesine karşın, hain kimseye itimat edilmesi
kıyamet alametlerindendir.”[920]

Sizden Öncekilerin Geleneklerine Uymayın


786. Gelenek ve görenek belası insanı çok hayati tehlikelere atıyor. Çünkü
başkasının yaptığını kendisi de yapmayınca, başkasında olmayan kendinde
olmayınca, insan yalnız kalacağını, dışlanacağını ve yadırganacağını
sanıyor. Oysa ilim, iman ve hakikat, kişinin sağlıklı hareket etmesini
sağlıyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Kesinlikle sizden öncekilerin geleneklerini karış karış, arşın arşın, kulaç
kulaç takip edeceksiniz. Öyle ki onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de
gireceksiniz. Dahası, onlardan biri annesiyle cinsel ilişkiye girecek olsa,
aynısını siz de yapacaksınız.”[921]

Hainlere Güvenmeyin!
787. Toplumun bozulmasının en açık belirtisi, güven unsurunun azalması,
yalancıların değer görmesi, hainlerin itibar edilir hâle gelmiş olmasıdır.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Deccal çıkmadan önce aldatıcı yıllar gelecektir. O yıllarda doğru sözlü


olan yalanlanırken, yalancılar doğrulanır. Güvenilir kimse hain ilan
edilirken, hainlere güven beslenir. O dönemde facir rüveybida olur.”

“Rüveybida nedir?” diye sordular.

“Halkın işlerinde söz sahibi (yönetici) olan fasık kişiler” buyurdu.[922]

Fitneler Çıkınca İslâm Cemaatine Uy!


788. Fitneler çıkıp da kötülükler yayılınca, insanlar ne yapacaklarını
şaşırdıkları zamanlarda yapılması gereken tek çare, İslâm cemaatiyle
birlikte hareket etmek, devlet başkanına itaat etmektir. Böylece
bozgunculara fırsat verilmemiş olur.

Huzeyfe bin Yemân radıyallâhü anh anlatıyor:

“İnsanlar Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a (gelecekle ilgili) hayırdan


sorarlardı. Ben de (İslâm ümmetine gelecek) şerden-o şerrin bana
erişmesinden korkarak-sorardım. Bu endişe ile bir defasında:

“Yâ Resûlallah! Biz daha önce Cahiliye döneminde şirk ve küfür


içindeydik. Sonra Allah bize şu büyük İslâm hayrını getirdi. Bu hayır ve
saadetten sonra gelecek bir şer ve fitne var mıdır? diye sordum.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Evet, vardır” buyurdu. Ben:

“O şerden ve fitneden sonra bir hayır ve düzelme var mıdır?” dedim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Evet, bir hayır ve düzelme vardır. Fakat onun içinde bazı şer ve
bozgunculuk bulunacak (hayrı bulandıracak, duruluğunu bozacak)”
buyurdu.

Ben:

“O hayrın (temizliğini bulandıracak) kiri nedir? diye sordum. Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm:

“O devrin yöneticilerinden bir grup, ümmeti benim sünnetimin ve yolumun


aksine idare edecekler. Sen o dönemin âmir ve valilerinden bazılarının
hareketlerini (doğru bulup) tasvip edeceksin, bazılarının hareketlerini de
(çirkin bulup) reddedeceksin!” buyurdu.

Ben:

“Yâ Resûlallah! Bu karışık hayır döneminden sonra, yine bir şer ve


bozgunculuk dönemi gelecek midir?” dedim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Evet gelecektir. O dönemde birtakım davetçiler (propagandacılar) halkı


cehennem kapıları üzerine çağıracaklar. Her kim onların davetine giderse,
onu cehenneme atacaklar” buyurdu.

Ben:

“Yâ Resûlallah! Bu davetçileri bize bildirseniz!” dedim. Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm:
“Onlar bizim milletimizden insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar (hâlbuki
gönüllerinde hayırdan eser yoktur)” buyurdu. Ben:

“Yâ Resûlallah! O dönem bana yetişirse (yani ben o dönemde yaşarsam)


nasıl hareket etmemi emredersiniz? dedim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“İslâm cemaatine uy ve onların devlet başkanlarına itaat eyle!” buyurdu.

Ben:

“Yâ Resûlallah! Onların bir cemaati yoksa, başlarında devlet başkanları da


yoksa?” dedim.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“O takdirde sen bu grupların hepsinden ayrıl (evine çekil). Velev ki, bu


ayrılman bir ağaç kökünü ısırman suretiyle (meşakkatli) olsa bile. Artık
ölüm sana erişinceye kadar, sen bu ayrılık üzere bulun!” buyurdu.[923]

İslâm Cemaatinden Ayrılan İslâmla Bağını


Koparır
789. Kur’ân ve Sünnet çatısı altında yaşayan Müslümanlara “cemaat”
deniyor, buna ehl-i sünnet ve cemaat adı da veriliyor. Böyle bir cemaatten
ayrılan insan, İslâm’ı reddetmiş, kendini İslâm’ın dışına atmış olur.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, İslâm bağını boynundan atmıştır.”[924]

Ayrılıktan Sakının!
790. İslâm cemaatin önderleri, Sahabiler ve onları takip eden nesillerdir.
Zaman geçtikçe bozulmalar artacak ve günahlar yaygın hâle gelecektir.
Bütün bu bozulmalara karşı tutunulacak tek şey, kişinin İslâm cemaatiyle
birlikte hareket etmesidir. Yoksa şeytan araya girer.

Ömer radıyallâhü anh bir hutbe okudu ve şöyle dedi:

“Ey insanlar! Ben şimdi Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın bizim


aramızda durduğu gibi sizin aranızda duruyorum. Buyurdular ki:

“Size ashabımı, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden


gelenlerin yaşantılarını tavsiye ederim. Bunlardan sonraki nesillerde yalan
yayılacaktır. O derece ki, kendisinden yemin etmesi istenmediği hâlde
insanlar yemin edecekler, şâhitlikleri istenmediği hâlde, insanlar yalancı
şâhitliği yapacaklardır.

“Dikkat edin, bir erkek bir kadınla tek başına kalmasın; üçüncüleri
şeytandır.

“İslâm cemaatinden ayrılmayın, ayrılıklardan sakının! Çünkü şeytan


cemaate katılmayıp tek kalanlarla beraberdir. Şeytan cemaatten olan iki
kişiden uzaktır.

“Kim cennetin en güzel yerlerinden köşk sahibi olmak isterse, İslâm


cemaatinden ayrılmasın. Kimi, yaptığı iyilik sevindiriyor ve kötülükleri de
üzüyorsa o kimse mü’mindir.”[925]

[874] Enbiyâ, 21:35.

[875] Hac, 22:11.

[876] Enbiyâ, 21:35.

[877] Tâhâ, 20:131.

[878] Tegâbün, 64:15.

[879] Tâhâ, 20:40.


[880] Tevbe, 9:126.

[881] Furkân, 25:20.

[882] Mümtehine, 60:5.

[883] Bakara, 2:191.

[884] Bakara, 2:217.

[885] Buharî, Fiten:4.

[886] Buharî, İlim:24.

[887] Buharî, Fiten:5.

[888] Buharî, Fiten:4.

[889] Ebû Dâvûd, Fiten:1.

[890] Ebû Dâvûd, Melahim:5 (4297).

[891] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12362.

[892] Müsned, 6:396; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11966;


Müslim, Fiten:21.

[893] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12210.

[894] Buharî, Fitne:16.

[895] Buharî, Fiten:7.

[896] Saf, 61:2-3.

[897] Buharî, Fitne:17.

[898] Buharî, Fitne:22.

[899] Müslim, Münafikûn, 66-67.


[900] Buharî, Fitne:23.

[901] Buharî, Fiten:8.

[902] Buharî, Fiten:9.

[903] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9107.

[904] Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân:14.

[905] Müslim, Zikr:99; Tirmizî, Fiten:26; İbn Mâce, Fiten:19.

[906] Tirmizî, Zühd:60.

[907] Ebû Dâvûd, Fiten:7 (4278) Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9342.

[908] Ebû Dâvûd, Melahim:17; Tirmizî, Tefsir, Maide:6; İbn Mâce,


Fiten:21.

[909] Ebû Dâvûd, Fiten:2; Tirmizî, Fiten:33.

[910] Ebû Dâvûd, Fiten:2.

[911] Buharî, Fiten:17, Müslim, Fiten:17; Tirmizî, Fiten:71.

[912] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7154.

[913] Müslim, Fiten:1.

[914] Müslim, Salatu’l-Müsâfirin:257; Ebû Dâvûd, Melahim:14; Tirmizî,


Fedailu’l-Kur’ân:6.

[915] Ebû Dâvûd, Mehdi:1; Tirmizî, Fiten:52.

[916] Buharî, Fiten:21.

[917] Tirmizî, Fiten:67; İbni Mâce, Fiten:21 (4016).

[918] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12344.


[919] Müsned, 4:420; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12347.

[920] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:1229.

[921] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12105.

[922] Müsned, 3:220; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12226.

[923] Buharî, Fiten:11; Müslim, Emarat:47 (1847).

[924] Ebû Dâvûd, Sünnet:26 (4758).

[925] Tirmizî, Fiten:7 (2165).

“Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa


vurun. (O fitneciler) sizden birinin evine girerlerse, Hz. Âdem’in iki
oğlundan hayırlısı olsun (mazlum olsun, zâlim olmasın.)”[909]

“Kim Kehf sûresinin başından-bir rivayette sonundan-on âyet ezberlerse,


Mesih Deccâl’in şerrinden emin olur.”[914]

Buna karşılık insanlar sıkıntılarla,[879] çeşitli belâlarla da[880] imtihan


edilirler. Kâfirlerin Müslümanlara karşı taarruzları Müslümanlar için bir
fitnedir. Çünkü böylece Müslümanların sabırları ve İslâm’a bağlılıkları
denemeden geçirilmiş olur.[881]

Bunların birinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Birtakım fitnelerin


yağmur selleri gibi evlerinizin arasında aktığını görüyorum” buyurmuştur.
[885]

Fitne, Allah tarafından kullarına yöneltilen bir imtihandır. Allah, insanların


iman ve ahlâktaki samimiyetlerini kanıtlamaları için bir imtihan olmak
üzere onları hayırla da, şerle de deneyip sınar.[876]

“Katil, katil (Adam öldürme, adam öldürme)!” buyurdu.[889]

“Zelzeleler ve fitneler işte oradadır. Şeytanın karn’ı (taraftarı) da orada


çıkacaktır!” buyurdu.[894]
O da, “Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmamaktır” dedi.[890]

Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste, “Zaman yaklaşacak (zamanın


bereketi kalmayacak), ameller azalacak, aç gözlülük yayılacak, fitneler
açığa çıkacak ve adam öldürme olayları artacak” buyurulmaktadır.[886]

“O takdirde sen bu grupların hepsinden ayrıl (evine çekil). Velev ki, bu


ayrılman bir ağaç kökünü ısırman suretiyle (meşakkatli) olsa bile. Artık
ölüm sana erişinceye kadar, sen bu ayrılık üzere bulun!” buyurdu.[923]

“Hayattaki olan bir kişi, kabirdeki bir adamın yanından geçerken: ‘Keşke şu
ölünün yerinde ben olaydım’ diye ölümü temenni etmedikçe kıyamet
kopmaz.”[900]

“Evet! Fısk u fücur (büyük günahlar) çoğaldığı vakit” buyurdular.[913]

“En bahtiyar kişi, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden
kimsedir. Ne mutlu ona!”[910]

İnsanlar dünya hayatının geçici güzellikleriyle imtihan edilirler.[877] Mal ve


evlat birer imtihan vasıtasıdır.[878]

“Halkın işlerinde söz sahibi (yönetici) olan fasık kişiler” buyurdu.[922]

Buna karşılık insanlar sıkıntılarla,[879] çeşitli belâlarla da[880] imtihan


edilirler. Kâfirlerin Müslümanlara karşı taarruzları Müslümanlar için bir
fitnedir. Çünkü böylece Müslümanların sabırları ve İslâm’a bağlılıkları
denemeden geçirilmiş olur.[881]

“Kim cennetin en güzel yerlerinden köşk sahibi olmak isterse, İslâm


cemaatinden ayrılmasın. Kimi, yaptığı iyilik sevindiriyor ve kötülükleri de
üzüyorsa o kimse mü’mindir.”[925]

“Şımarıklık, taşkınlık, birbirine sırt dönme, birbirinden nefret etme ve


bencilliktir. Sonunda bu huylar azgınlık ve katliama dönüşür.”[891]

[885] Buharî, Fiten:4.


[884] Bakara, 2:217.

[887] Buharî, Fiten:5.

[886] Buharî, İlim:24.

[881] Furkân, 25:20.

[880] Tevbe, 9:126.

[883] Bakara, 2:191.

[882] Mümtehine, 60:5.

[879] Tâhâ, 20:40.

[888] Buharî, Fiten:4.

[896] Saf, 61:2-3.

[895] Buharî, Fiten:7.

[898] Buharî, Fitne:22.

[897] Buharî, Fitne:17.

[892] Müsned, 6:396; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11966;


Müslim, Fiten:21.

[891] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12362.

[894] Buharî, Fitne:16.

[893] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12210.

[890] Ebû Dâvûd, Melahim:5 (4297).

[889] Ebû Dâvûd, Fiten:1.


“Sizin hakkınızdaki tek endişem, midelerinize ve cinsel organlarınıza olan
aşırı düşkünlük ve bir de haktan saptırıcı fitne olaylarıdır.”[919]

Öte yandan Müslümanların mâruz kaldıkları herhangi bir sıkıntıda,


kâfirlerin bundan yanlış sonuçlar çıkarmasına yol açan fitneler de vardır.
Bazı âlimler, “Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir fitne konusu
yapma”[882] meâlindeki âyeti, “Bizi onların eliyle veya başka bir şekilde
eziyete ve sıkıntıya uğratma; aksi hâlde kâfirler bizim hakkımızda, ‘Eğer
bunlar doğru yolda olsalardı böyle sıkıntılara mâruz kalmazlardı’ diyerek
yanlış düşüncelere kapılırlar” tarzında açıklamışlardır.

[874] Enbiyâ, 21:35.

[876] Enbiyâ, 21:35.

[875] Hac, 22:11.

“Ondan sonra öyle günler gelecek ki, o günlerde dinin emirlerine uymak
için gösterilecek sabır, kor ateşi elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde
Müslüman olarak yaşamaya çalışanlara, bugün sizin elli kişinin amelini
işleyen kimselerin sevabı kadar sevap yazılacaktır.”[908]

[878] Tegâbün, 64:15.

[877] Tâhâ, 20:131.

“Kişinin fitnesi ailesinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır.


Oruç, namaz, sadaka, iyiliği tavsiye etme, kötülükten sakındırma bu fitneye
kefaret olur!”[911]

İblis onu kendisine yaklaştırıp: “sen ne iyisin!” der.”[899]

“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona mirasçı kılacak ve nasıl hareket
edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının!
Zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.”[905]

“Şüphesiz, ben evlerinizin aralarına dökülen fitne ve felâket yerlerini,


şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle) görüyorum” buyurdu.
[888]

“Kesinlikle sizden öncekilerin geleneklerini karış karış, arşın arşın, kulaç


kulaç takip edeceksiniz. Öyle ki onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de
gireceksiniz. Dahası, onlardan biri annesiyle cinsel ilişkiye girecek olsa,
aynısını siz de yapacaksınız.”[921]

“Her kim fitne olacağını bilip de onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun
kahrına uğrar. Her kim fitne zamanında iltica edecek veya sığınacak bir yer
bulursa, hemen sığınsın (fesatçılara karışmasın)”[902]

“Allah’tan ümmetimi fırkalara ayırarak onları birbirlerine düşürmemesini


diledim, kabul etmedi.”[892]

“Başını altından kalkamayacağı belaya sokar’ buyurdu.[917]

“Şu ümmetim rahmete ermiş bir ümmettir. Âhirette azaba uğramayacaktır.


Onun azabı dünyadadır: Fitneler, zelzeleler ve katl.”[907]

O da: “Evet, ben iyiliği tavsiye ederdim de onu kendim yapmazdım ve yine
ben kötülükten sakındırırdım da onu kendim işlerdim, der.”[897]

İmam Buharî, fitnenin çoğalması, öldürme olaylarının artması, can


güvenliğinin ortadan kalkması gibi olumsuz gelişmelerin meydana
geleceğini haber veren hadisleri “Fitnelerin Zuhuru” adını taşıyan bölümde
toplayarak, fitne kavramının kapsamını dinî, ahlâkî, ilmî ve sosyal çöküşü
içine alacak şekilde geniş tutmuştur.[887]

“Allah bir topluma azap indirdiği zaman, azap içlerindeki herkese dokunur.
Sonra amellerine göre diriltilirler.”[916]

“Sizi bir fitne olmak üzere şerle de, hayırla da deneyip sınarız” meâlindeki
âyette[874] açıkça belirtilmiştir.

Medine döneminde inen bazı âyetlerde, “Fitne, katilden daha şiddetli bir
suçtur.”[883] “Fitne öldürmekten daha büyük bir suçtur.”[884] şeklindeki
açıklamalarla, kâfirler tarafından Müslümanların inançlarına yöneltilen
fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü vurgulanmıştır.
762. Başkalarına nasihat edip de kendileri yapmayanlar büyük bir vebal
altına girerler. Kur’ân böyle bir hareketin büyük bir günah olduğuna işaret
eder: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap
nedenidir.”[896]

[920] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:1229.

[919] Müsned, 4:420; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12347.

[925] Tirmizî, Fiten:7 (2165).

[922] Müsned, 3:220; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12226.

[921] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12105.

[924] Ebû Dâvûd, Sünnet:26 (4758).

[923] Buharî, Fiten:11; Müslim, Emarat:47 (1847).

[908] Ebû Dâvûd, Melahim:17; Tirmizî, Tefsir, Maide:6; İbn Mâce,


Fiten:21.

[907] Ebû Dâvûd, Fiten:7 (4278) Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9342.

[904] Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân:14.

[903] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9107.

[906] Tirmizî, Zühd:60.

“Çirkin söz ve davranışların yayılması, akrabalık ilişkilerinin kopması,


güvenilir kimsenin hain görülmesine karşın, hain kimseye itimat edilmesi
kıyamet alametlerindendir.”[920]

[905] Müslim, Zikr:99; Tirmizî, Fiten:26; İbn Mâce, Fiten:19.

[900] Buharî, Fitne:23.


[899] Müslim, Münafikûn, 66-67.

[902] Buharî, Fiten:9.

[901] Buharî, Fiten:8.

[909] Ebû Dâvûd, Fiten:2; Tirmizî, Fiten:33.

“Hazret-i Ali öldürüldüğü zaman İbn Mes’ud ile karşılaştım. Peşinden gidip
kendisine, “Allah için söyle! Fitneler hakkında Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’dan ne işittin?” diye sorunca, “Biz hiçbir şeyi gizlemeyiz.
Allah’tan sakınmaya çalış ve cemaate sarıl. Ayrılıktan uzak dur. Çünkü
ayrılık sapıklığın ta kendisidir. Hiç şüphesiz Allah, ümmet-i Muhammed’i
sapıklık üzerinde bir araya getirmez” karşılığını verdi.[903]

[918] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:12344.

[915] Ebû Dâvûd, Mehdi:1; Tirmizî, Fiten:52.

[914] Müslim, Salatu’l-Müsâfirin:257; Ebû Dâvûd, Melahim:14; Tirmizî,


Fedailu’l-Kur’ân:6.

[917] Tirmizî, Fiten:67; İbni Mâce, Fiten:21 (4016).

[916] Buharî, Fiten:21.

[911] Buharî, Fiten:17, Müslim, Fiten:17; Tirmizî, Fiten:71.

[910] Ebû Dâvûd, Fiten:2.

[913] Müslim, Fiten:1.

[912] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7154.

“Evet, daha da kötüsü olacak. Ya kötülüğü iyilik, iyiliği de kötülük olarak


gördüğünüzde hâliniz nice olur?”[893]

“Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cür’ete mi


yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun ki, bunların üzerine,
kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde çok sakin
olanlar bile şaşkına döneceklerdir.”[906]

“Müslümana sövmek fasıklıktır, onunla savaşmak küfürdür.”[901]

“Fitne etrafı kasıp kavurursa, ondan uzak durun. Sönerse, onu


uyandırmayın. O üzerinize gelirse, siz geri çekilin.”[918]

“Bu zat yeryüzünü, eskiden zulümle dolu olmasının aksine, adalet ve


hakkaniyetle doldurur.”[915]

Buna karşılık insanlar sıkıntılarla,[879] çeşitli belâlarla da[880] imtihan


edilirler. Kâfirlerin Müslümanlara karşı taarruzları Müslümanlar için bir
fitnedir. Çünkü böylece Müslümanların sabırları ve İslâm’a bağlılıkları
denemeden geçirilmiş olur.[881]

Medine döneminde inen bazı âyetlerde, “Fitne, katilden daha şiddetli bir
suçtur.”[883] “Fitne öldürmekten daha büyük bir suçtur.”[884] şeklindeki
açıklamalarla, kâfirler tarafından Müslümanların inançlarına yöneltilen
fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü vurgulanmıştır.

Ali radıyallâhü anh: “Ey A’ver, bu sözleri al ve sahib ol” dedi.[904]

“Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, İslâm bağını boynundan atmıştır.”[924]

“Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi


gibidir.”[912]

“Her kim bize silâh çekerse, artık o bizden değildir.”[895]

“Günümüz münafıkları, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın zamanındaki


münafıklardan daha şerlidirler. Çünkü saadet asrındaki münafıklar
nifaklarını gizlerlerdi. Bugünküler bütün bütün açığa vuruyorlar.”[898]

“İnsana bir hayır dokunursa, bundan pek memnun olur; bir de fitneye mâruz
kalırsa çehresi değişir -dinden yüz çevirir-.”[875] meâlindeki âyette ise fitne,
hayrın zıddı olarak kullanılır.
İnsanlar dünya hayatının geçici güzellikleriyle imtihan edilirler.[877] Mal ve
evlat birer imtihan vasıtasıdır.[878]
Menkıbe

Adalet Hiç Şaşmaz

Bir gün Hz. Musa (a.s.) Allah’a yalvararak İlahî adaletin tecellisini gözüyle
görmek ister. Allah’a dua ederek böyle bir olaya şahit olmak ister.

Duasını kabul eden Cenâb-ı Hak, Hz. Musa’ya:

“Falan sahradaki çeşmenin yanına git, bir tarafa gizlen, hikmet ve adaletimi
seyret.” buyurur.

Hz. Musa, sahraya varır, çeşmenin bulunduğu yerde bir ağacın arkasına
gizlenir, beklemeye başlar. Sahranın bir ucundan genç bir atlı çeşmenin
başına gelir. Atından iner, suyunu içer, koynundan bir kese altın çıkararak
çeşmenin başına bırakır. Biraz dinlendikten sonra atına atlayarak yoluna
devam eder, fakat altın kesesini koyduğu yerden almayı unutur.

Biraz sonra suyun başına bir delikanlı gelir. Suyunu içip dinlendiği sırada
çeşmenin yanında bir kese altın görür. Keseyi alır, oradan ayrılarak
kaybolur. Yoluna koyulur.

Bir müddet sonra çeşme başına bu defa da kör bir adam gelir. Abdest alarak
namaz kılar, yorgunluğunu çıkarmak için bir tarafa oturur. İşte tam bu
sırada altın kesesini unutan genç gelir. Bıraktığı yerde keseyi görmeyince
kör adama çıkışır.

“Altınlar nerede, ne yaptın?” der ve keseyi adamın aldığını düşünerek onu


sıkıştırır. Adam almadığına dair her ne kadar yemin ettiyse de inandıramaz.

Sonunda delikanlı belinden kılıcını sıyırdığı gibi kör adamın başını


gövdesinden ayırır. Adamın üzerini ararsa da bir şey bulamaz ve çekilir,
gider.

Hz. Musa, gördüğü ürkütücü manzara karşısında hayrete düşer. Olayların


gerçek hikmetini öğrenmek için Allah’a duada bulunur:
“Allah’ım,” der, “azamet ve kibriyan hakkı için beni bu hikmet ve ibretten
haberdar et.”

O sırada Cenâb-ı Hak, Hz. Cebrail’i gönderir. İlahî fermanı açıklamasını


emreder. Olayların gerçek sebebini ve hikmetini Hz. Cebrail teker teker
anlatır:

“Ya Musa gözlerinle görüp de bir mana veremediğin olayın hikmeti şudur:
Çeşme başında altınları görüp de alan gencin babası, altını bırakan gencin
babasının yanında birkaç sene işçi olarak çalışmıştı. Fakat haksızlık ederek
ücretini vermemişti. Adam hakkını ne kadar istediyse de alamamıştı. İşini
yaptıran adam bir Müslüman’a zulmederek hakkını zimmetine geçirdi.
Öldükten sonra da işçinin hakkı olan para oğluna miras kaldı. İşte, çeşme
başında gencin aldığı bir kese dolusu altın, babasının hakkı olup da
alamadığı altın kadardı. Bu suretle Cenâb-ı Hak seneler sonra hak sahibine
hakkını vermiş oldu.

O kör adam ise gözleri varken, altınları çeşme başında unutan gencin
babasını öldürmüştü. O zamanlar bu genç, çocuk yaştaydı. İşte babasının
katilini öldürmek kısası yerine getirmiş oldu. Allah’ın takdiri de zaten bu
şekildedir.”

Böylece bir nesil sonra kaderin adaleti tecelli etmiş oldu. Zalim cezasını
çekti, hak sahibi de hakkına kavuşmuş oldu.
SÜNNETE GÖRE YÖNETİCİLİK
HALİFE, İMAM, PADİŞAH, DEVLET BAŞKANI, vali, belediye başkanı,
idareci; hangi adı taşımış olursa olsun, Müslümanların idaresini, işlerini ve
hizmetlerini üstlenen yöneticiler çok ağır sorumluluklar, çok önemli
görevler, çok üstün hizmetler yapmak üzere vazife üstlenmişlerdir.

Bu yöneticiler Müslümanların seçimi, tercihi sonucu göreve başladıkları


gibi, devlet içinde de görevlendirilmiş olurlar. Bütün yöneticiler devlet
adına, idaresi altında yaşayan Müslümanlar adına görev yaparlar ve
Müslümanların güvenliğini, iş hayatını, eğitimini ve bütün hizmetlerini
yapmaya çalışırlar.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bir peygamber olmasının yanında


Müslümanların lideri, devlet başkanı ve sorumluluk mevkiini üzerine
almıştı. 10 yıl süren Medine hayatında idareciliğin nasıl olması gerektiğini,
hem bizzat ve fiili olarak göstermesiyle, hem de sözleri ve beyanlarıyla
örneklik etmiştir.

Yeni kurulan İslâm devletinin bütün kademelerinde sahabilerine görev


vermiş, hem takip etmiş, hem de aksayan hizmetleri ve işleri değişik şekilde
ikazlarla, yol ve yön göstermekle idare etmiştir.

Adalet, hakkaniyet ve eşitlik üzerine kurulan bu yapı çok kısa bir süre
içinde Arap Yarımadasının tamamına İslâm’ın şefkat elinin ulaşmasına
vesile olmuştur. İnsanlar İslâm adaletini görünce kabileler ve topluluklar
hâlinde İslâmla müşerref olmuşlardır.

Efendimizin dünyasını değiştirmesinden sonra dört halife döneminde,


özellikle Hz. Ömer’in halifeliği zamanında İslâm adaleti bütün dünyaya
yayılmış ve insanlar rahatın, huzurun ve mutluluğun zevkini tatmışlardır.

Daha sonraki dönemlerde bu adalet hakikati yaralar almış, keyfi icraatlarla


yöneticiler zulme ve haksızlığa başlamışlardır. Sünnet-i seniyye hangi
konumda ve seviyede olursa olsun, hatta iki kişiye başkanlık eden kişinin
dahi bu görevi nasıl yapacağının temellerini, prensiplerini ve esaslarını
belirlemiş, bütün örnekleriyle gözler önüne sermiştir.

Sünnetin gösterdiği bu esaslara bakarak, idarecinin nasıl bir yol çizeceği,


nelere dikkat edeceği, hangi kurallara göre hareket edeceği bellidir.
Bunlarda göstereceği hassasiyet sonucu hem kendisi sorumluluğunun
gereğini yerine getirmekle rahatlayacak, hem de idaresi altındaki
insanlardan dua alacak, onların memnuniyetinden mutlu olacaktır.

Âdil Devlet Başkanı Cennetliktir


791. Devlet başkanında ilk aranan vasıf adaletle hareket etmesi, adaleti esas
alması ve her konuda âdil olmasıdır. Bu davranışı, onu cennetlik ediyor.

İyâz bin Himâr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı.


Yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi.
Ailesi kalabalık olduğu hâlde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey
istemeyen adamdır.”[926]

Adaletli Devlet Başkanının Derecesi


792. Devlet başkanı, Allah’ın yarattığı ve yaşattığı kulları idare ederken
adaletli hareket eden ve onlara merhametli davranandır. Bu özelliğiyle de
yüksek dereceye sahiptir. Zâlim devlet başkanı da alçak bir derecededir.

Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde Allah katındaki derecesi bakımından insanların en


faziletlisi, adaletli ve merhametli devlet başkanıdır. Kıyamet gününde Allah
katındaki derecesi bakımından insanların en kötüsü, zâlim ve kötülüğü
alışkanlık hâline getirmiş olan devlet başkanıdır.”[927]
Âdil Devlet Adamı Allah’ın Gölgesindedir
793. Adaletli, dengeli bir şekilde halkına hizmet eden devlet başkanı
kıyamet gününde Allah’ın özel lütfuna erecek, Arş-ı Âlâ’nın gölgesi altında
kalacaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde, şu


yedi sınıf insanı gölgelendirir:

1. Âdil devlet başkanı,

2. Allah’a ibadetle yetişen genç,

3. Kalbi mescitlere bağlı olan kişi

4. Allah için birbirini seven, bu sevgi ile bir araya gelen ve bu sevgi ile
ayrılan iki kişi,

5. Kendisini güzel ve soylu bir kadın davet edince, “Ben Allah’tan


korkarım” diyen kişi,

6. Sadaka verip, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kişi,

7. Yalnız başına Allah’ı zikredip gözlerinden yaş akan kimse.”[928]

Âdil Devlet Adamının Duası Reddedilmez


794. Devlet başkanı ne kadar ağır bir sorumluluk altında ise, adaleti esas
aldığı sürece, Allah onun ettiği duaları geri çevirmeyecek, kabul edecektir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Üç sınıf insan vardır ki, onların duaları geri çevrilmez:

1. İftar edinceye kadar oruçlunun,

2. Adaletli devlet başkanının,

3. Mazlumun.

“Allah bu duaları bulutların üstüne yükseltir–kabul eder-ve ona semânın


kapılarını açar. Cenâb-ı Hak, ‘İzzetim hakkı için bir müddet sonra da olsa
sana mutlaka yardım edeceğim’ buyurur.”[929]

Âdil Devlet Adamının Bir Günü Altmış Yıl İbadet


Gibidir
795. Müslümanları Allah adına idare eden ve onların her türlü ihtiyacını
karşılamaya çalışan bir devlet başkanı, yaptığı hizmetlerinin mükâfatını kat
kat alacaktır.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Adaletli devlet başkanının bir günü, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır.
Ve yeryüzünde haklı olarak tatbik edilecek bir ceza, orayı kırk sabah yağan
yağmurdan daha iyi temizler.”[930]

Yöneticiyi Adaleti Kurtarır


796. Az sayıda da olsa Müslümanlardan bir grubun idareciliği üstlenen bir
yönetici adalet üzere hareket ettiği zaman kıyametin dehşetinden
kurtulacaktır.

Sa’d bin Ubade radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“On kişiye başkan olan her idareci, kıyamet günü eli boynuna kelepçeli
olarak getirilir. Onu bu kelepçeden ancak adaleti kurtarır.”[931]

Peygamberimiz’in Yöneticiye Yaptığı Dua


797. Ümmetin idaresini üstlenen, onlara hizmet eden, dertlerine derman
olan, ihtiyaçlarını gideren bir yönetici, özel olarak Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ın duasına mazhar olacaktır.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Benim şu evimde, Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın şöyle buyurduğunu


işittim:

“Allah’ım! Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara zorluk çıkaran


kimseye sen de zorluk çıkar. Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara
yumuşak davrananlara sen de yumuşaklık göster.”[932]

Allah, Sevdiği Devlet Başkanına Yardımcı Nasip


Eder
798. Devlet başkanı, devletin her işine yetişemez, ancak yardımcıları
aracılığıyla halkın hizmetinde bulunur. Adalete dikkat ederse Allah ona
hayırlı yardımcı verir.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, bir devlet başkanı hakkında hayır dilediği zaman ona
unuttuğunu hatırlatan, hatırladığını yapmaya yardım eden doğru sözlü bir
yardımcı verir.

“Allah Teâlâ, o devlet başkanı için hayır dilemezse, ona unuttuğunu


hatırlatmayan, hatırladığını yapmaya yardım etmeyen kötü bir yardımcı
verir.”[933]
Halkına Yardım Eden Yöneticiye Allah da Yardım
Eder
799. Yönetici, yaptığı hayırlı hizmetlerinin karşılığını dünyada halkından
dua alarak göreceği gibi, âhirette Allah’ın özel yardımına erer.

Ebû Meryem el-Ezdî radıyallâhü anh, Muâviye radıyallâhü anh’a şöyle


dedi:

“Ben Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ı şöyle buyururken dinledim:

“Allah Teâlâ bir kimseyi Müslümanların başına idareci yapar, o da halkın


işlerinin bitirilmesine, ihtiyaçlarının ve sıkıntılarının giderilmesine engel
olmaya kalkarsa, kıyamet gününde Allah Teâlâ da onun işlerinin
bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olur.”

Bunun üzerine Muâviye, halkın ihtiyaçları karşılamak için bir adam


görevlendirdi.[934]

En Hayırlı ve En Kötü Devlet Başkanı


800. Biz devlet başkanına, devlet başkanı da bize dua ediyorsa; biz onu
seviyor, o da bizi seviyorsa hayırlı bir adamdır. Aksi durumda kötü kişidir.

Avf bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Devlet başkanlarınızın en hayırlısı, sizi seven ve sizin tarafınızdan sevilen,


size dua eden ve sizin duanızı alan kimselerdir. Devlet başkanlarınızın en
kötüsü de, sizden nefret eden ve sizin nefretinize hedef olan, size lânet eden
ve lânetinizi alan kimselerdir.” Bunun üzerine:

“Yâ Resûlallah! Onlara karşı tavır alalım mı?’ diye sorduk. Bize şu cevabı
verdi:
“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır. Aranızda namaz kıldıkları sürece
hayır.”[935]

Adil İdareci Kim, Zâlim İdareci Kim?


801. Bir idareciyi Allah sevmişse her şey yolundadır, ama Allah’ın gazabını
kazanmışsa dünyası da, âhireti de yıkılmıştır.

Ebû Said el-Hudri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü yüce Allah’ın en çok sevdiği ve bana en yakın duracak olan
kişi, âdil olan yöneticidir.

“Yüce Allah’ın kıyamet gününde insanlar içinde en nefret ettiği ve en ağır


cezaya çarptıracağı kişi de, zâlim olan yöneticidir.”[936]

Yöneticiliğin Hakkını Verin!


802. Yöneticilik, hakkı verildiği sürece hayırlı ve sevaplı bir iştir. Ama
hakkı verilmez de adaletli yapılmazsa dünyada ve âhiret pişmanlıklara
sebep olur. Hayırlı bir işken şerli hâle döner.

Zeyd bin Sabit radıyallâhü anh’ın anlattığına göre, kendisi Resûlullah


aleyhissalâtü vesselam’ın yanındayken, “Emirlik ne kötü şeydir” deyince,
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Helâliyle ve hakkıyla yerine getiren için, yöneticilik ne güzel şeydir!


Yöneticiliği hakkıyla yerine getirmeyen için yöneticilik ne kötü şeydir.
Yöneticilik, bu kişi için kıyamet gününde pişmanlık olacaktır.”[937]

Yöneticilerinizin Değerini Düşürmeyin!


803. Bir yönetici Müslümanların başına geçtiği ve yönetmeye devam ettiği
sürece, halk onu değersiz hâle getirmemeli, aleyhine geçin onu gözden
düşürmemelidirler.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Benden sonra sizin başınıza yöneticiler geçecektir. Sakın başınıza geçen


kişinin değerini düşürmeyin. Zira onun değerini düşürmek isteyen kişi,
İslâm boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur. Yönetici de, açtığı bu
yarayı tekrar kapatana ve ona gereken değeri verene kadar da tevbesi kabul
görmez.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam üç şeyden hiçbir zaman geri


durmamamızı emretti:

“Bunlardan biri, iyiliği emretmektir. Diğeri, kötülükten alıkoymaktır. Bir


diğeri de, insanlara sünnetleri öğretmektir.”[938]

Fakirlere ve Mazlumlara Kapınızı Kapatmayın!


804. Müslüman idarecinin kapısı herkese açık olmalıdır. Özellikle muhtaç,
fakir ve kimsesiz insanlara... Aksi hâlde Allah’ın yardımından mahrum
kalır.

Ebû’ş-Şemmah el-Ezdi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ashabından biri olan amcamın oğlu,


Muaviye’nin yanına girdi ve dedi ki:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir konuda insanların idarecisi yapılan kişi, yoksullara, mazlumlara ve


ihtiyaç sahiplerine kapısını kapatırsa, merhamete en çok muhtaç olduğu bir
zamanda Yüce Allah ona rahmet kapılarını kapatır.”[939]

Siz Nasılsanız Yöneticileriniz de Öyle Olur


805. Yöneticiden şikâyet etmenin pratikte bir faydası yoktur. Çünkü Allah
dağına göre duman veriyor. Biz nasılsak yöneticilerimiz de öyle olur.

Yunus bin Ebi İshak radıyallâhü anh’ın babasından bildirdiğine göre


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Siz nasılsanız yöneticiniz de öyle olur.”[940]

Devlet Başkanına İtaat Eden Resûlullah’a İtaat


Etmiş Olur
806. Müslümanların başında bulunan, onların idaresini üstlenen, özellikle
seçimle iktidar olan bir devlet başkanına halkın itaat etmesi gerekir. Çünkü
o, kendisini seçen Müslümanları temsil ettiği için, icraatlarını da İslâm’ı
dikkate alarak yapacaktır. Böylece ona itaat eden Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’a itaat etmiş, ona isyan eden de Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’a isyan etmiş olur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden Allah’a isyan
etmiştir. Devlet başkanına isyan eden bana isyan etmiştir.

“Devlet başkanı (millet için) bir kalkandır. Onun ardında, onun emrinde
savaş yapılır. Onunla (düşmandan) korunulur.

“Eğer o, millete Allah’a takva ile emrederse ve adaletle hareket ederse, bu


emri ve adaleti sebebiyle onun için sevap vardır. Eğer takva ve adaletten
başkasıyla emir ve hükmederse, bundan meydana gelen günah onun üzerine
döner.”[941]

İdarecilere Uymada Ölçü


807. Ülke yönetimini elinde bulunduran bir devlet başkanı takvayı da esas
alsa, günahlara da girse, ona itaat etmek esas olduğu gibi, isyan etmemek de
esastır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Benden sonra size bir takım kimseler idareci olacak. Takva olan takvası
ile, fâcir olan fâcirliği ile size idarecilik yapacaktır. Hakka uyun, her şeyde
onları dinleyin ve onlara itaat edin. Arkalarında namaz kılın. İyilik
yaparlarsa, bu hem sizin, hem de onların lehine olur. Kötülük yaparlarsa, bu
sizin lehinize, fakat onların aleyhine olur.”[942]

Yönetici Günahı Emrediyorsa İtaat Etme!


808. Bir devlet başkanının icraatları hoşumuza gitse de, gitmese de itaat
etmek gerekir. Fakat günaha girmeyi, haram işlemeyi emrediyorsa
dinlememelidir, o konuda itaat etmemelidir. Çünkü yanlışları yapmamak
ayrıdır, isyana kalkışmak ayrıdır.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir Müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece hoşuna giden veya


gitmeyen bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi şarttır. Bir
günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.”[943]

İdareciye Ne Zaman İtaat Edilmez?


809. Devlet başkanına her durumda itaat etmek gerekir. Çünkü otorite
bozulursa Müslümanlar zarar görür. Fakat Allah’ın yasakladığı bir işi
yapmaya zorlarsa, ona sessiz kalmamalı, o konuda boyun eğmemelidir.

Sa’d bin Ubade radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey Sa’d! İyi durumunda, kötü durumunda, neşeli zamanında, neşesiz


zamanında senin hakkını gaspetse bile yine de idareciyi dinleyip itaat
etmeye çalış. İşin ehli (uzmanı) ile tartışma!

“Ancak seni Allah’ın kitabındaki hükme aykırı bir hükme çağırmaları


müstesna. Seni Allah’ın kitabındaki hükme aykırı bir hükme çağırırlarsa,
Allah’ın kitabına tâbi ol.”[944]

İdareciye Karşı Koyun Gibi Olmayın!


810. Devlet başkanı veya bir idareci doğru da söylese, yanlış da söylese
tereddütsüz kabul etmek doğru bir hareket değildir. Bu davranışı sünnet,
koyun gibi olma şeklinde tarif ediyor.

İbn Ömer radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Koyun gibi olanların vay hâline!”


buyurdu.

“Oradakiler ‘Ey Allah’ın Resûlü! Koyun gibi olanlar kimlerdir?” diye


sordular.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam “Vali doğru söylediği zaman ‘doğru


söylüyor’ diyen ve vali yalan söylediği zaman yine ‘doğru söylüyor’
diyenlerdir” buyurdu.[945]

Başkası Sana Tercih Edilse de İtaatten Çıkma!


811. Devlet başkanına itaat etmek, her yaptığını kabul etme anlamına
gelmemelidir. İtaat ayrı, her icraatını isabetli görmek ayrıdır. Sünnet, itaatı
esas alırken, başkaldırının da önünü kesiyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Zenginken, fakirken, neşeliyken, kederliyken ve başkası sana tercih
edilirken bile söz dinleyip itaat etmen şarttır.”[946]

İdareciler Haklarımızı Vermeseler Ne Yapalım?


812. Müslümanlar, devlet başkanına itaat etmekle mükelleftirler. Haklarını
alamasalar dahi isyana kalkışmamalılar. Başkan kendi yaptıklarından
sorumludur, halk da kendi yaptıklarından sorumludur.

Yönetici kendisinden sorumludur, siz de kendinizden sorumlusunuz.

Ebû Hüneyde Vâil bin Hucr radıyallâhü anh şöyle dedi:

Seleme bin Yezîd el-Cu’fî Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a:

“Yâ Nebiyyallah! Başımıza kendi haklarını bizden isteyen, fakat bizim


hakkımızı bize vermeyen yöneticiler tayin edilirse, bize ne yapmamızı
emredersin?’ diye sordu. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam onun bu
sorusuna cevap vermedi. Bir daha sorunca Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm şöyle buyurdu:

“Onların sözünü dinleyip kendilerine itaat edin. Onlar yapmaları


gerekenden, siz de yapmanız gerekenden sorumlusunuz.”[947]

Siz Görevinizi Yapın, Hakkınızı Allah’tan İsteyin!


813. Yöneticiler isteklerimizi karşılamıyor, ihtiyaçlarımızı görmüyor,
görevlerini getirmiyorlarsa, yapılması gereken şey, isteklerimizi Allah’tan
istemektir, O’na el açıp yalvarmaktır.

Abdullah bin Mes’ûd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Benden sonra adam kayırma olayları ve görmeye alışmadığınız işler


meydana gelecektir” buyurdu. Bunun üzerine Ashâb-ı Kirâm:
“Yâ Resûlallah! Bizden o günleri görenlere ne emredersiniz?’ diye sordular.
Şöyle cevap verdi:

“Yapmanız gereken görevleri yaparsınız, hakkınız olan şeyin size


verilmesini Allah’tan niyaz edersiniz.”[948]

Namaz Kıldıkları Sürece Başınızdakilerle


Savaşmayın!
814. Sünnete göre, idareci namaz kılıyorsa prensip olarak ona karşı
gelmemek, savaş açmamak gerekir. İslâm tarihinde başta Emeviler olmak
üzere bunun çok örnekleri mevcuttur. İmam Azam ve Ahmed bin Hanbel
gibi zatlar, başlarındaki bazı idareciler zâlim oldukları hâlde onlara karşı bir
isyan başlatmamışlar, kamu düzenini bozmamışlardır.

Ebû Said el-Hudrî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Başınıza gönülden sevdiğiniz ve gördüğünüzde size huzur veren


yöneticiler gelecektir. Yine sevmediğiniz ve gördüğünüzde tüylerinizi diken
diken eden yöneticiler de gelecektir.”

Adamın biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlarla savaşalım mı?” diye sorunca,
Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam, “Namaz kıldıkları sürece
savaşmayın!” karşılığını verdi.[949]

Halkı İçin Çalışmayan Yönetici Cennete Giremez


815. Sünnet, idarecinin sorumluluklarını bildiriyor. Müslümanların
yönetimini üstlendikleri hâlde onların işlerini görmezlerse, onlarla birlikte
cennete giremeyeceklerini haber veriyor.

Ebû Ya’lâ Ma’kıl bin Yesâr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Müslümanların işlerini üstlenip de onlar için çalışıp çabalamayan hiçbir
yönetici, onlarla birlikte cennete giremez.”[950]

Yönetici İnsafsız Olmamalı


816. Halk, yöneticisinden her zaman insaf, merhamet ve şefkat bekler,
vicdanlı hareket etmesini ister. İnsaftan ve merhametten mahrum olan bir
yöneticiden her türlü kötülük beklenir.

Âiz bin Amr radıyallâhü anh, Ubeydullah bin Ziyâd’ın yanına girmiş ve ona
şunları söylemiştir:

“Oğlum! Ben Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ı ‘Yöneticilerin en kötüsü


insafsız ve katı kalbli olanlardır’ buyururken dinledim. Sakın, sen o
yöneticilerden olma!”[951]

Layık Olmayanı Yönetime Getirmeyin!


817. İdareci, yapacağı işin ehli olmalı, üstlendiği görevin hakkını
vermelidir. Hem de Allah’tan korkan biri olmalıdır. Bunlar esas alınmaz da,
rastgele biri başa getirilirse, Allah’a ve Resûlüne ihanet edilmiş olur.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kim, aralarında Allah için daha layık olan varken halktan birini göreve
getirirse, Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere hiyanet etmiş olur.”[952]

Yöneticilik İstemeyin!
818. Yöneticiliğe talip olmamalı, ısrarla istememelidir. Zaten kişi layıksa o
aranır, bulunur ve teklif edilir. O zaman da Allah ona yardım eder. Aksi
durumda Allah’ın yardımını kaybeder.

Ebû Saîd Abdurrahman bin Semüre radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana şöyle buyurdu:

“Ey Abdurrahman bin Semüre! Kimseden yöneticilik görevi isteme! Zira bu


görev sen istemeden verilirse, Allah yardımcın olur. Eğer sen istediğin için
verilirse, Allah’tan yardım göremezsin.”[953]

Zayıfsın, Yöneticilik İsteme!


819. Kimin yönetici olacağı, kimin olamayacağı uzmanı tarafından bilinir.
İnsanları idare etmede zaafları olan, bu konuda ehil olmayan kişilerin
yönetime getirilmesi doğru olmaz.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Ebû Zerr! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne


istiyorsam, senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan olma!
Yetim malına da yöneticilik yapma!”[954]

Kamu Görevi İsteme!


820. Göreve talip olmamalı, görevi istememeli; zaten liyakatı varsa, hak
ettiği görev kendisine verilir. Görev verilmiyorsa, bilinmelidir ki, görevin
sorumluluğunu kaldıracak güçte değildir.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

“Yâ Resûlallah! Bana bir görev vermez misiniz?” dedim.

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam eliyle omzuma vurdu. Sonra:

“Ey Ebû Zerr! Sen zayıfsın. Görev bir emanettir; Kıyamet günü rezil olmak
ve pişman olmaktır. Ancak görevin hakkını verenler ve görevini yapanlar
müstesna” buyurdu.[955]
Görev İhtirası Olanı Yönetici Yapmayın!
821. Görevi almada aşırı istekli olanlar, her ne pahasına olursa olsun göreve
talip olanlar hiçbir şekilde başa getirilmemelidir. Çünkü üstesinden
gelemeyecekleri kesindir.

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallâhü anh şöyle dedi:

“Amcamın oğullarından ikisiyle Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın


huzuruna girmiştim. Onlardan biri:

“Yâ Resûlallah! İdaresini Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği görevlerden birine


bizi âmir tayin et!’ dedi.

“Öteki amcaoğlu da benzer bir şey söyledi. Bunun üzerine Resûlullah


aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Vallahi biz isteyeni veya görev ihtirası olanı yönetici yapmıyoruz.”[956]

İdareye El Koymaya Kalkışanın Boynunu Vurun!


822. Müslümanların seçip başlarına getirdikleri idareciye karşı başkaldıran,
onu devirmeye kalkışan, onu idareden uzaklaştırarak kendisi başa geçmeye
kalkışan kişi/kişileri bertaraf etmelidir.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Bir seferde Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile beraberdik. Bir yerde


konakladık. Kimimiz çadırını düzeltiyor, kimimiz ok eğitimi yapıyor,
kimimiz de otlayan hayvanların başında bulunuyorduk. Derken Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın müezzini “Haydin namaza!” diye seslendi.

Biz de Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında toplandık. Resûl-i


Ekrem aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Benden önceki bütün peygamberlerin görevi, ümmetlerini iyi olduğunu


bildikleri şeye dâvet etmek, kötü olduğunu bildikleri şeyden de
sakındırmaktı. Sizin içinde bulunduğunuz ümmetin huzur ve sükûnu,
önceki gelenler zamanında olacaktır. Daha sonrakilerin başına çeşitli belâlar
ve bilmediğiniz kötülükler gelecektir.

“Öyle fitneler çıkacak ki, bu fitnelerin bir kısmı diğerinden daha hafif
olacaktır. Yine öyle fitne ve kargaşa çıkacak ki, onu gören mü’min, işte beni
bu mahveder diyecektir. Sonra ortalık sakinleşecek; arkasından öyle müthiş
bir fitne çıkacak ki, mü’min, işte bundan kurtuluş yok, diyecektir.”

“Bir kimse cehennemden kurtulup cennete girmeyi istiyorsa, Allah’a ve


âhiret gününe iman etmiş olarak ölmelidir. Kendine yapılmasını istediği
şeyleri o da başkalarına yapmalıdır. Bir kimse devlet başkanına bîat eder,
elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa, elinden geldiği kadar ona itaat
etmelidir. Bu arada bir başkası ortaya çıkarak yönetimi ele geçirmeye
çalışırsa, derhâl onun boynunu vurunuz!”[957]

Devlet Başkanında Yanlış Bir Şey Görürseniz


Sabredin!
823. Devlet başkanından hoşumuza gitmeyen, kabul etmediğimiz, razı
olmadığımız bir icraat görünce, en iyisi sabretmektir. İtaatsizliğe teşebbüs
etmemektir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey gören kimse sabretsin. Zira
kim devlet başkanına itaatten bir karış dışarı çıkarsa, Câhiliye devrinde
ölmüş gibi olur.”[958]

Devlet Başkanına İhanet Edenin Cezasını Allah


Verir
824. Müslümanların başında bulunan devlet başkanına ihanet edenler art
niyetlidir, vatanın ve milletin iyiliği isteyenler değildir. İhanet ederlerse
cezalarını Allah verir.

Ebû Bekre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim devlet başkanına ihanet ederse, Allah da ona ihanetinin cezasını


verir.”[959]

Kamu Malına İhanet Eden Şefaatten Mahrum


Kalır
825. Devlet malından çalan çırpan, kamu malını kendi mülkiyeti içine alan
kimselerin âhirette karşılaşacakları ceza o kadar acıdır ki, Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam’ın şefaatinden bile mahrum olacaklardır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir keresinde Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ayağa kalktı, ganimet ve


millet malına hainlik hakkında söz söyledi. Ve hainliğin günahını büyüttü,
hainlik işinin ve hükmünün büyüklüğünü belirtti, şöyle buyurdu:

“Sakın sizden birinizi, kıyamet gününde omuzunda meleyen bir koyunla,


öbür omuzunda homurdayan bir atla bulmayayım. O sırada o kimse bana:

– Yâ Resûlallah! Bana yardım et, der. Ben de ona:

– Sana hiçbir şey yapmaya (yani şefaat etmeye) mâlik değilim. Ben sana
(dünyada iken Allah’ın hükmünü) tebliğ ettim, diye cevap vereceğim.

“Birine de, omuzunda böğüren bir sığır olduğu hâlde rastgelmeyeyim.


Öylesi de:

– Yâ Resûlallah, bana imdat eyle! der. Ben ona da:

– Sana hiçbir şefaat etmeye mâlik değilim. Ben sana (dünyada) Allah’ın
hükmünü tebliğ ettim, derim.
“Bir başkasını da omuzunda altın, gümüş yüklü bulmayayım. Öylesi de:

– Yâ Resûlallah! Bana yardım et, der. Ben de ona:

– Sana hiçbir yardım yapmaya mâlik değilim. Ben sana dünyada iken
Allah’ın hükmünü tebliğ ettim, derim.

“Bir diğerini üzerinde ganimet elbisesini yeldirir hâlde (estirip sallayarak)


bulmayayım. O da:

– Yâ Resûlallah, bana yardım et, der. Ben ona da:

– Sana hiçbir yardım yapmaya mâlik değilim. Ben sana tebliğ etmiştim,
derim.”[960]

Kamu Malını Almak Cehenneme Götürür


826. Kamu malı, devlet malı olmakla beraber aynı zamanda millet malıdır.
Devletin tek kuruşunda bile bütün bir milletin payı ve hakkı vardır. Kamu
malına göz diken milletin tamamının hakkına girmiş olur.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yol ağırlığı olan eşyası üzerinde


bekçilik yapan (siyah) bir adam vardı. Ona Kirkire denilirdi. Kirkire (bir
gün) öldü. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:

“Bu adam cehennemdedir” buyurdu.

“Sahabiler (acaba neden cehennemdedir diye) ona bakmaya gittiler. Ve


onun geride bıraktığı miras malında millet malından çalmış olduğu bir aba
buldular.”[961]

Devlet Başkanlarına Açık Uyarı


827. Devlet başkanları ve yardımcıları çok büyük sorumluluk
üstenmişlerdir. Bunların altından kalkmak çok zordur. Sorumluluğunun
altından kalkamayınca bu sefer de çaresiz kalacaktır.

Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Devlet başkanlarının vay hâline! Vezirlerin vay hâline! Devlet


başkanlarının vay hâline! Üzerlerine öyle bir gün gelecek ki, yıldızlara asılı
olmayı ve hiçbir iş üstlenmemiş olmayı isteyeceklerdir.”[962]

Akrabasını Kayıran Yönetici Adaletli Olamaz


828. Yönetici akrabalarını, yakınlarını liyakatları olmadığı hâlde
kayırmamalı, kilit görevleri onlara vermekle adaletsizlik yapmamalıdır.

Avf bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dilerseniz yöneticiliğin nasıl bir şey olduğunu size haber vereyim.”

Bunun üzerine ben kalkarak yüksek sesle üç kere, “Yöneticilik nedir Yâ


Resûlallah!” diye seslenince:

“Birincisi kınama, ikincisi pişmanlık, üçüncüsü ise kıyamet gününde


azaptır. Ancak adaletle hükmeden müstesna. Akrabaları varken onları
kayırmak suretiyle nasıl adaletli davransın ki?” buyurdu.”[963]

Yöneticiyi Bitiren ve Yücelten İki Yakını


829. Yönetici, yakınlarından kendisine Allah’ın emrini telkin edene kulak
vermeli, onu dinlemelidir. Kendisini Allah’tan uzaklaştıranı dinlememelidir.

Abdullah bin Mes’ud radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Yöneticinin ailesinden iki yakını vardır. Biri, ona Allah’a itaat etmeyi
emreden yakını, diğeri ise ona Allah’a isyanı emreden yakınıdır. Yönetici
hangisine itaat ederse onunladır.”[964]

İhtiyaç Sahiplerine Kapısını Kapatan Yöneticinin


Hâli
830. Yönetici muhtaç insanların derdine derman olmalı, ihtiyaçlarını
karşılamalı, onların perişan olmasına meydan vermemelidir.

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim insanların başına yönetici olarak getirilir de ihtiyaç sahiplerinin


ihtiyaçlarına kapısını kapatırsa, Allah da kıyamet gününde onun
ihtiyaçlarına kapıyı kapatır.”[965]

Yöneticiye Saygı, Allah’a Saygıdır


831. Adaletli yönetici Allah adına hareket ettiği için ona gösterilen saygı
Allah’a gösterilen saygı anlamına gelmektedir.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yaşlı Müslümana, adaletli yöneticiye, Kur’ân’dan uzaklaşmayan ve onda


aşırı gitmeyen, Kur’ân’ı ezberleyip onunla amel edene gösterilen saygı,
Allah’ın azametine saygıdan sayılır.”[966]

Sultana Yakın Olan Allah’tan Uzaktır


832. “Kurb-i sultan âteş-i sûzandır” sözünde geçtiği gibi, sultana yakınlık,
yakıcı ateştir. Sultana yakın olan kişi sultanın yanlışlarına ses çıkaramadığı
gibi, hakkı olmadığı hâlde devlet malından istifade edebilir, bir de kendinde
benlik ve gurur artar.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Çölde yaşayan kaba olur. Av peşinden giden gafil olur. Sultanın kapısına
giden fitneye düşer. Bir kulun sultana olan yakınlığı ne derece artarsa, o
nispette Allah’a olan uzaklığı artar.”[967]

İdareciye Yakın Olan Fitneye Düşer


833. İdareciye yakın olmak, adalet üzere hareket etmeye engel olduğu gibi,
böyle kişiler dedikodulara kapılır, fitnelerle karşı karşıya kalır, kalbinin
safiyetini muhafaza edemez.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Sürekli idarecinin yanına giden kimse fitneye düşer. Kişi idareciye


yakınlığını arttırdıkça Allah’tan uzaklaşır.”[968]

Başında İdarecisi Olmayan Kişi Cahiliye


Ölümüyle Ölür
834. İslâm toplumun başında mutlaka bir devlet başkanı olmalı, onlar başsız
kalmamalı, bir idarecinin yönetimi altında olmalıdır.

Muaviye radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Başında devlet başkanı olmadan ölen kişi, cahiliyet ölümü üzere


ölmüştür.”[969]
İdarecilere Sövmeyin, Dua Edin!
835. Müslümanlar başlarındaki idarecilere sövüp saymamalıdır, kötü
konuşmamalıdır. Sürekli aleyhlerinde konuşup durmamalıdır. Bunun yerine
dua etmeli ki, ıslah olsunlar, düzelsinler.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İdarecilere sövmeyin. Onların ıslah olması için dua edin. Çünkü onların
ıslah olması sizin de durumunuzun iyi olmasını sağlar.”[970]

İdarecilerin Aleyhinde İleri Geri Konuşmayın!


836. İdareciler hakkında araştırmadan, sorup öğrenmeden hemen kanaat
belirtip rastgele ileri geri konuşmak onu nifaka götürebilir.

Ebû Musabbah el-Hımsi radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın ashabından bir grupla beraber


oturdum. İçlerinde Şeddad bin Evs ve Efendimiz aleyhissalâtü vesselam’ın
azatlısı Sevban da vardı. Aralarında bir meseleyi müzakere ediyorlardı.
Dediler ki, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi şöyle şöyle hayırlı ameller işler, ama münafıktır.”

İnsanlar, “Yâ Resûlallah! Sana inandığı hâlde nasıl münafık olur?” diye
sorduklarında Resûlullah aleyhissalâtü vesselam buyurdular ki:

“İdarecilere söver ve onların aleyhine ileri geri konuşur.”[971]

Devlet Başkanına Sövmeyin!


837. Devlet başkanına küfretmek, sövmek sünnet tarafından yasaklanıyor.
Çünkü namazı, zekâtı ve cihadı da emrediyorsa, onun hakkında kötü
konuşmak reddedilmiştir.
Amr el-Bikali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Başınızda size namazı, zekâtı ve cihadı emreden devlet başkanları


bulunduğunda onlara sövmeyi Allah size haram kılmıştır. Arkalarında size
namaz kılmak helaldir.”[972]

Yöneticiye Karşı İkiyüzlü Olmayın!


838. Sünnette yöneticinin arkasından farklı, yanında farklı konuşmak
ikiyüzlülük olarak görülmüştür. Bu bir karakter eksikliğidir.

(Abdullah bin Ömer’in torunu) Muhammed bin Zeyd radıyallâhü anh


anlatıyor:

Bir gün bazı kimseler, dedesi Abdullah’a; “Biz yöneticilerimizin yanına


girdiğimizde onlara dışarıda söylediklerimizin tersini söylüyoruz” dediler.
Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ:

“Biz bunu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın zamanında ikiyüzlülük


sayardık” dedi.[973]

İdareci Taraf Tutmasın!


839. Bir makamda bulunan, Müslümanların idaresini üstlenen idareciler
hiçbir zaman taraf tutmamalı, yakınlarını kayırmamalı ki, Allah’ın lânetine
muhatap olmasın!

Yezid bin Ebi Süfyan anlatıyor:

Ebû Bekir beni Şam’a gönderdiği zaman bana. “Ey Yezid! Hiç şüphesiz
senin idareciliğe getirmek için kendilerini tercih edeceğin akrabaların var.
Bu, senin hakkında en çok korktuğum şeydir. Çünkü Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurmuştur:
“Her kim Müslümanların işlerinden bir göreve getirilir, o da birini taraf
tutarak Müslümanların başına idareci olarak getirirse, Allah’ın lâneti o
kişinin üzerine olur. Allah ondan ne bir farz, ne de bir nafile kabul etmez.
Nihayet onu cehenneme sokar.

“Kim Allah’ın haram kıldıklarından bir kimseye bir şey verirse, hiç
şüphesiz Allah’ın koruluğundan bir şeyi hakkı olmadığı hâlde çiğnemiş
olur. Allah’ın lâneti onun üzerinedir.” Ya da şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’ın zimmeti, o kimseden uzak olmuştur.”[974]

Zâlim İdarecilere Danışman Olma!


840. Zâlim ve fasık idarecilerin yanında görev almamalı ki, onların
zulmüne ortak olunmasın. Çünkü zulme rıza zulümdür.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ahirzamanda zâlim idareciler, fasık vezirler, hain kadılar ve yalancı


fakihler olacak. Sizden kim bu zamana yetişirse, asla onlara ne zekât
toplayıcı, ne arif (danışman, yardımcı) ve ne de polis olmasın.”[975]

Allah’tan Korkan İdareciler Hariç...


841. Bir idareci Allah’tan korkuyor, emanete riayet ediyorsa cehennemden
kurtulur.

Mes’ud bin Kabisa ya da Kabisa bin Mes’ud anlatıyor:

Muharib’den olan şu kabile sabah namazını kıldı. Namaz kıldıktan sonra


içlerinden bir genç şöyle dedi: “Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın şöyle
buyurduğunu işittim:

“Size yeryüzünün doğusunun ve batısının kapıları açılacak. Allah’tan


korkanlar ve emaneti ehline veren müstesna, idarecilerin hepsi
cehennemdedir.”[976]

Hainlikten ve Zulümden Sakının!


842. İnsan hangi konumda olursa olsun, hangi makamda bulunursa
bulunsun ne ihanete girmeli, ne de zulme taraftar olmamalıdır.

Hirmas bin Ziyad radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı devesinin üzerinde hutbe verirken


gördüm, şöyle buyuruyordu:

“Hainlikten sakının. Çünkü hainlik gizli bir haslettir.

“Zulümden sakının. Çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıklardır.

“Cimrilikten sakının. Çünkü sizden önceki kavimleri helak eden şey


cimriliktir. Bu sebeple insanların kanlarını döktüler ve akrabalık bağlarını
kestiler.”[977]

Birbirinize Zulmetmeyin!
843. Zulüm bilerek, kasten yapılan bir kötülüktür. Özellikle bir Müslümanın
diğer Müslümana zulmetmesi, haram olduğu kadar, çirkin bir davranıştır da.
Bir insan hangi görevi üstlenmiş olursa olsun zulmetmemeli, zulme taraftar
olmamalıdır.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ buyurdu:

“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da
haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.”[978]

Muzlumun Bedduası Semaya Yükselir


844. Bir idareci, sorumluluk mevkiinde bulunan bir insan mazlumları
koruyup kollamalı, onlara yardımcı olmalı, beddualarını değil, dualarını
almalıdır.

İbn Ömer radıyallâhü anhüma anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mazlumun duasından korkunuz. Çünkü o kıvılcım gibi anında semaya


yükselir.”[979]

Mazlum Günahkâr da Olsa Bedduası Kabul


Edilir
845. Mazlumun masum veya günahkâr olması fark etmez. Zulme uğrayan
bir insan her zaman mağdurdur ve birtakım imkânlardan mahrum edilmiştir.
Onun için onun da bedduasından sakınmalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mazlumun duası, günahkâr bile olsa kabul edilir. Günahı da kendi


boynunadır.”[980]

Zâlim İdarecilere Bedeninizle Karışın!


846. Zaman bozuldukça, devletin başına geçecek olan bazı idareciler
Müslüman hâlkın iyiliğine çalışmayacaklar. Bunların icraatlarına bedenen
katılmak gerekse bile onların yaptıklarını hoş görerek fiilen ve amelen
katılmamak gerekir.

Ebû Said el-Hudri radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bize bir konuşma yaptı. Konuşmasında


şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! Benim davet edilip de, davete icabet etmem (vefatım)
yakındır.

“Benden sonra sizin başınıza bir takım idareciler geçecek. Sizin


yaptıklarınızı yapacak, iyi bildiğiniz şeyleri yapacaklar. Onlara itaat etmek,
itaattir. Onlar bu şekilde bir süre devam edecekler.

“Daha sonra başınıza onlardan bazı idareciler geçecek. Bilmediğiniz şeyler


yapacaklar. İyi bilmediğiniz şeyleri yapacaklar. Onlara katılıp onlarla
samimi olanlar, hiç şüphesiz hem helâk olmuşlardır, hem de helak
etmişlerdir. Onlara bedeninizle karışın, ama amellerinizle onları terk edin.

“İyilik eden hakkında iyilik eden biri olduğuna dair, kötülük eden hakkında
da kötülük eden biri olduğuna dair şahitlik edin.”[981]

Sefih Devlet Başkanına Memur Olmayın!


847. Müslümanların başına geçen devlet başkanı, sefih, nefsine düşkün
birisi olunca, hiçbir şekilde onun emrinde çalışmamalı, ona memur
olmamalı, onun işlerine yardımcı olmamalıdır.

Ebû Said radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, başınıza sefih idareciler
geçecek, insanların kötülerini önde tutup görev verecek, iyilerinden uzak
duracaktır. Namazı vakitlerinden geciktirerek kılacaklardır. Sizlerden bu
zamana yetişecek kimse, onlara ne danışman, ne güvenlikçi, ne zekât
tahsildarı, ne hazinedar olmasın.”[982]

Cemaate Sarılın, Ayrılıktan Sakının!


848. Müslümanlar, fitne fesat zamanlarında zorda, darda kaldıkları zaman
birlik ve beraberlik içinde olmalı, ortak hareket etmeli, bölük pörçük
olmamalı, ayrılığa düşmemeliler. Tek yürek hâlinde hareket etmeliler ki,
varlıklarını, mukaddeslerini korusunlar.
İshak bin Süleyman er-Râzî radıyallâhü anh anlatıyor.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Cemaate sarılın! Ayrılıktan sakının! Ey insanlar! Cemaate


sarılın! Ayrılıktan sakının!”[983]

Cemaatten Ayrılmayın!
849. Her Müslümanın dikkat etmesi gereken şey, İslâm cemaatinden
ayrılmamaktır. Cemaat hâlinde hareket etmek, İslâm düşmanlarına verilecek
olan en etkili derstir. Birlik olmak, duaların kabulüne de vesiledir.

Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor;

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Üç durumda Müslümanın kalben samimi olması gerekir:

“Biri, amellerini sadece Allah rızası için yapmasıdır.

“Diğeri, yöneticilerle karşılıklı nasihatlerde bulunmasıdır,

“Diğeri de, Müslümanların cemaatinden ayrılmamasıdır. Zira cemaatin


duası Müslümanları bir arada tutar.”[984]

Cemaate Sarılın!
850. Cemaat şuuru, birlik olma bilinci Müslümanlarda öncelikli olmalı ki,
Allah’ın rahmeti imdadımıza gelsin. Aksi durumda hidayetten mahrum
kalırız.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“İki kişi bir kişiden daha hayırlıdır. Üç kişi, iki kişiden daha hayırlıdır. Dört
kişi, üç kişiden daha hayırlıdır. Öyleyse cemaate sarılın! Çünkü Yüce Allah,
ümmetimi sadece hidayet üzerinde bir araya getirir.”[985]

Cemaate ve Mescide Sarılın!


851. “Sürüden ayrılanı kurt kapar” atasözünü bu hadisten öğreniyoruz.
Düşman “parçala yut” sistemini işlettiği için, Müslümanların bu zaafını
acımasızca kullanıyor. Çare bellidir: Cemaat ve camiye sarılmak...

Muaz bin Cebel radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hiç şüphesiz şeytan, sürünün kurdu gibi insanın kurdudur. Kurt sürüden
ayrılanı (uzaklaşanı) kapar. Öyleyse ayrılıktan uzak durum! Cemaate,
çoğunluğa ve mescide sarılın!”[986]

Allah’ın Kudret Eli Cemaatle Beraberdir


852. Allah, cemaat hâlinde olduğumuz sürece yardımını gönderir. Parça
bölük olunca ne rahmet gelir, ne ilahi yardım...

Abdullah bin Malik bin İbrahim bin el-Eşter’in, babasından, onun da


dedesinden rivayet ettiğine göre Hazret-i Ömer, Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’ı anmış, sonra insanlara, “Hiç şüphesiz Allah’ın kudret eli
cemaatle beraberdir. Ayrılık ise şeytanla beraberdir. Hak, cennette bir
temeldir, batıl da cehennemde bir temeldir” demiştir.[987]

Ehil Olmayan İnsanlar Dine Sahip Çıkınca


Ağlayın!
853. Hak dine layık olanlar sahip çıkarsa, Müslümanlar rahat eder, ancak
layık olmayanlar işlerin başına geçerse Müslümanların huzuru ve rahatı
kaçar.
Davut bin Ebi Sâlih radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir gün Mervan gelirken bir adamın yüzünü kabr-i saadete koyduğunu
görünce, “Ne yaptığının farkında mısın?” diye çıkıştı.

Adam ona yüzünü döndüğünde Ebû Eyyub el-Ensari olduğunu gördü. Ebû
Eyyub ona, “Evet, ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanına geldim,
taşın yanına gelmedim. Resûlullah Efendimiz aleyhissalâtü vesselam’ın
şöyle buyurduğunu işittim:

“Dine, ehil insanlar sahip olduğunda ağlamayın. Ancak ehil olmayan


insanlar dine sahip çıktığında, işte o zaman dine ağlayın” karşılığını verdi.
[988]

Sahabenin Arasında da Münafıklar Vardı


854. İslâm toplumunun her kesiminde hainler, münafıklar ve fitneciler
bulunur. Bu kişilere karşı mü’minlerin uyanık, dikkatli ve ferasetli olmaları
gerekir.

Cübeyr bin Mut’im radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a “Yâ Resûlallah! Hicret edince onlar


(Müşrikler) bizim için Mekke’de bir sevabın olmadığını düşünüyorlar.”
diye sorduğumda:

“Merak etmeyin. Siz tilkinin ininde bile olsanız, sevaplarınız yine de size
mutlaka ulaşır” buyurdu.

Bu sözünden sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam başıyla bana doğru


yönelip dikkat kesilerek şöyle buyurdu:

“Ashabım arasında münafıklar vardır.”[989]

Bulunduğun Makam Dinine Zarar Vermesin!


855. Din Müslümanların ortak değeri, ortak kutsalıdır. Onu hiçbir zaman
dünyaya ve çıkar hesaplarına alet etmemelidir. Makam ve servet, dinin
hizmetinde kullanılmalı, dinin zayıflamasında değil...

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Aç olan iki kurdun, dağılmış olan koyunların biri önüne, biri arkasına
geçerek verdiği zarar, makam ve mal peşinden koşan Müslümanın dinine
vereceği zarardan daha çok değildir.”[990]

Hâkimlerin Biri Cennette, İkisi Cehennemdedir


856. Adalete ve hakkaniyete dikkat eden hâkimler ile zulmeden veya zulme
taraftar olan, haklıya değil de, haksıza yardım eden hâkimlerin dünyada
iken âhirette nasıl bir akıbetle karşılaşacakları belli oluyor.

Büreyde radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Hâkimler üç kısımdır. Biri cennette, ikisi cehennemdedir. cennete giden,


hakkı öğrenip ona göre hüküm verendir. Hakkı öğrendiği hâlde hükmünde
zulmedenler ile insanlar için hakkı bilmeden hüküm verenler
cehennemdedirler.”[991]

Hâkim Zulmetmedikçe Allah ile Beraberdir


857. Hâkim verdiği hükme göre ya Allah ile beraberdir veya şeytan ile
beraberdir. Adaleti esas alırsa Allah ile zulmü tercih ederse şeytan ile
beraber olur.

İbn Ebi Evfâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:


“Cenâb-ı Hak, zulmetmediği sürece hâkimle beraberdir. Haksızlık ettiği
zaman, Allah onu yalnız bırakır ve şeytan onunla birlikte olur.”[992]

Hüküm Verirken Adaletli Olun!


858. Enes bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hüküm verdiğinizde adaletli olun. Savaşırken bile öldürdüğünüzde


düşmanınıza iyi davranın. Çünkü yüce Allah Muhsin’dir. Muhsinleri (iyilik
yapanları) sever.”[993]

[926] Müslim, Cennet:63.

[927] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9006; Taberani, Mucemu’l-


Evsat Hadis No:350.

[928] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:404, Hadis No:1.

[929] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:404, Hadis No:2.

[930] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:406, Hadis No:5; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9002;Taberani, Mucemu’l-Kebir Hadis No:11932.

[931] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:418, Hadis No:28.

[932] Müslim, İmâre:19; Müsned, 6:93.

[933] Ebû Dâvûd, İmâre:4; Nesâî, Bey’at:33.

[934] Ebû Dâvûd, İmâre:13; Tirmizî, Ahkâm:6.

[935] Müslim, İmâre:65,66.

[936] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6981.


[937] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9020; Taberani, Mucemu’l-
Kebir, Hadis No:4831.

[938] Müsned, 5:165; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6989.

[939] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6999; Müsned 3:441.

[940] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7006.

[941] Buharî, Cihad:108.

[942] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9105.

[943] Buharî, Ahkâm:4, Cihâd:108; Müslim, İmâre:38. Ayrıca bk. Ebû


Dâvûd, Cihâd:87; Tirmizî, Cihâd:29; Nesâî, Bey’at:34; İbni Mâce,
Cihâd:40.

[944] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9150.

[945] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8953.

[946] Müslim, İmâre:35, 41, 42. Ayrıca bk. Buharî, Fiten:2; Nesâî,
Bey’at:1-5; İbni Mâce, Cihâd:41.

[947] Müslim, İmâre:49-50. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten:30.

[948] Buharî, Fiten:2, Müslim, İmâre:45. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten:25.

[949] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7100; Müsned 3:28, 209.

[950] Müslim, Îmân:229, İmâre:22.

[951] Müslim, İmâre:23.

[952] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:426, Hadis No:1.

[953] Buharî, Ahkâm:5, 6, Eymân:1, Keffârât10; Müslim, Eymân:19,


İmâre:13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre:2; Tirmizî, Nüzûr:5; Nesâî,
Âdâbü’l-kudât:5.
[954] Müslim, İmâre:7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ:4; Nesâî, Vesâyâ:10.

[955] Müslim, İmâret:16.

[956] Buharî, Ahkâm:7, İcâre:1, İstitâbetü’l-mürteddîn:2; Müslim,


İmâre:15.

[957] Müslim, İmâre:46; Nesâî, Bey’at:25; İbni Mâce, Fiten:9.

[958] Buharî, Fiten:2; Müslim, İmâre:56.

[959] Tirmizî, Fiten:47; Müsned, 5:42, 49.

[960] Buharî, Cihad:188.

[961] Buharî, Cihad:189.

[962] Müsned, 2:352; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9016.

[963] Taberani, Mucemu’l-Kebir Hadis No:1214; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9022.

[964] Taberani, Mucemu’l-Kebir, Hadis No:8928; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9062.

[965] Müsned, 5:238-9; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9065.

[966] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9068.

[967] Müsned, 2:371-440; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9256.

[968] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8957.

[969] Müsned, 4:6; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9102.

[970] Taberani, Mucemu’l-Kebir, Hadis No:7609; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9270.
[971] Taberani, Mucemu’l-Kebir, Hadis No:7159; el-Heysemî, Mecmau’z-
Zevâid, Hadis No:9271.

[972] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9120.

[973] Buharî, Ahkam:27.

[974] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9175.

[975] Taberani, Mucemu’s-Sağir, Hadis No:564; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9177.

[976] Müsned, 5:366-7; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9179.

[977] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9189.

[978] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:431, Hadis No:1.

[979] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:438, Hadis No:17.

[980] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:438, Hadis No:18.

[981] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9201.

[982] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9225.

[983] Müsned, 5:370; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9096.

[984] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7108.

[985] Müsned, 5:145; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9099.

[986] Müsned, 5:232-3; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9108.

[987] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9139.

[988] Müsned, 5:422; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9252.

[989] Müsned, 5:82-5; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9287.


[990] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17829.

[991] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:393, Hadis No:4.

[992] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:414, Hadis No:21.

[993] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9001.

“Benden sonra size bir takım kimseler idareci olacak. Takva olan takvası
ile, fâcir olan fâcirliği ile size idarecilik yapacaktır. Hakka uyun, her şeyde
onları dinleyin ve onlara itaat edin. Arkalarında namaz kılın. İyilik
yaparlarsa, bu hem sizin, hem de onların lehine olur. Kötülük yaparlarsa, bu
sizin lehinize, fakat onların aleyhine olur.”[942]

“Onların sözünü dinleyip kendilerine itaat edin. Onlar yapmaları


gerekenden, siz de yapmanız gerekenden sorumlusunuz.”[947]

“Ahirzamanda zâlim idareciler, fasık vezirler, hain kadılar ve yalancı


fakihler olacak. Sizden kim bu zamana yetişirse, asla onlara ne zekât
toplayıcı, ne arif (danışman, yardımcı) ve ne de polis olmasın.”[975]

“Yaşlı Müslümana, adaletli yöneticiye, Kur’ân’dan uzaklaşmayan ve onda


aşırı gitmeyen, Kur’ân’ı ezberleyip onunla amel edene gösterilen saygı,
Allah’ın azametine saygıdan sayılır.”[966]

“Bunlardan biri, iyiliği emretmektir. Diğeri, kötülükten alıkoymaktır. Bir


diğeri de, insanlara sünnetleri öğretmektir.”[938]

“İdarecilere sövmeyin. Onların ıslah olması için dua edin. Çünkü onların
ıslah olması sizin de durumunuzun iyi olmasını sağlar.”[970]

“Her kim, aralarında Allah için daha layık olan varken halktan birini göreve
getirirse, Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere hiyanet etmiş olur.”[952]

“İki kişi bir kişiden daha hayırlıdır. Üç kişi, iki kişiden daha hayırlıdır. Dört
kişi, üç kişiden daha hayırlıdır. Öyleyse cemaate sarılın! Çünkü Yüce Allah,
ümmetimi sadece hidayet üzerinde bir araya getirir.”[985]
“Kim insanların başına yönetici olarak getirilir de ihtiyaç sahiplerinin
ihtiyaçlarına kapısını kapatırsa, Allah da kıyamet gününde onun
ihtiyaçlarına kapıyı kapatır.”[965]

“Vallahi biz isteyeni veya görev ihtirası olanı yönetici yapmıyoruz.”[956]

“Bir Müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece hoşuna giden veya


gitmeyen bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi şarttır. Bir
günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.”[943]

“Ashabım arasında münafıklar vardır.”[989]

“Başında devlet başkanı olmadan ölen kişi, cahiliyet ölümü üzere


ölmüştür.”[969]

“Allah Teâlâ, o devlet başkanı için hayır dilemezse, ona unuttuğunu


hatırlatmayan, hatırladığını yapmaya yardım etmeyen kötü bir yardımcı
verir.”[933]

“Mazlumun duasından korkunuz. Çünkü o kıvılcım gibi anında semaya


yükselir.”[979]

“Allah bu duaları bulutların üstüne yükseltir–kabul eder-ve ona semânın


kapılarını açar. Cenâb-ı Hak, ‘İzzetim hakkı için bir müddet sonra da olsa
sana mutlaka yardım edeceğim’ buyurur.”[929]

“Aç olan iki kurdun, dağılmış olan koyunların biri önüne, biri arkasına
geçerek verdiği zarar, makam ve mal peşinden koşan Müslümanın dinine
vereceği zarardan daha çok değildir.”[990]

“Müslümanların işlerini üstlenip de onlar için çalışıp çabalamayan hiçbir


yönetici, onlarla birlikte cennete giremez.”[950]

“Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey gören kimse sabretsin. Zira
kim devlet başkanına itaatten bir karış dışarı çıkarsa, Câhiliye devrinde
ölmüş gibi olur.”[958]
“Size yeryüzünün doğusunun ve batısının kapıları açılacak. Allah’tan
korkanlar ve emaneti ehline veren müstesna, idarecilerin hepsi
cehennemdedir.”[976]

“Ey Abdurrahman bin Semüre! Kimseden yöneticilik görevi isteme! Zira bu


görev sen istemeden verilirse, Allah yardımcın olur. Eğer sen istediğin için
verilirse, Allah’tan yardım göremezsin.”[953]

“Ey Ebû Zerr! Sen zayıfsın. Görev bir emanettir; Kıyamet günü rezil olmak
ve pişman olmaktır. Ancak görevin hakkını verenler ve görevini yapanlar
müstesna” buyurdu.[955]

“Kıyamet gününde Allah katındaki derecesi bakımından insanların en


faziletlisi, adaletli ve merhametli devlet başkanıdır. Kıyamet gününde Allah
katındaki derecesi bakımından insanların en kötüsü, zâlim ve kötülüğü
alışkanlık hâline getirmiş olan devlet başkanıdır.”[927]

“Allah’ım! Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara zorluk çıkaran


kimseye sen de zorluk çıkar. Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara
yumuşak davrananlara sen de yumuşaklık göster.”[932]

“Ancak seni Allah’ın kitabındaki hükme aykırı bir hükme çağırmaları


müstesna. Seni Allah’ın kitabındaki hükme aykırı bir hükme çağırırlarsa,
Allah’ın kitabına tâbi ol.”[944]

“Hüküm verdiğinizde adaletli olun. Savaşırken bile öldürdüğünüzde


düşmanınıza iyi davranın. Çünkü yüce Allah Muhsin’dir. Muhsinleri (iyilik
yapanları) sever.”[993]

“Diğeri de, Müslümanların cemaatinden ayrılmamasıdır. Zira cemaatin


duası Müslümanları bir arada tutar.”[984]

“İyilik eden hakkında iyilik eden biri olduğuna dair, kötülük eden hakkında
da kötülük eden biri olduğuna dair şahitlik edin.”[981]

“Sahabiler (acaba neden cehennemdedir diye) ona bakmaya gittiler. Ve


onun geride bıraktığı miras malında millet malından çalmış olduğu bir aba
buldular.”[961]

“Yöneticinin ailesinden iki yakını vardır. Biri, ona Allah’a itaat etmeyi
emreden yakını, diğeri ise ona Allah’a isyanı emreden yakınıdır. Yönetici
hangisine itaat ederse onunladır.”[964]

“Eğer o, millete Allah’a takva ile emrederse ve adaletle hareket ederse, bu


emri ve adaleti sebebiyle onun için sevap vardır. Eğer takva ve adaletten
başkasıyla emir ve hükmederse, bundan meydana gelen günah onun üzerine
döner.”[941]

“Çölde yaşayan kaba olur. Av peşinden giden gafil olur. Sultanın kapısına
giden fitneye düşer. Bir kulun sultana olan yakınlığı ne derece artarsa, o
nispette Allah’a olan uzaklığı artar.”[967]

[959] Tirmizî, Fiten:47; Müsned, 5:42, 49.

[961] Buharî, Cihad:189.

[960] Buharî, Cihad:188.

[963] Taberani, Mucemu’l-Kebir Hadis No:1214; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9022.

[962] Müsned, 2:352; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9016.

[965] Müsned, 5:238-9; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9065.

[964] Taberani, Mucemu’l-Kebir, Hadis No:8928; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9062.

[967] Müsned, 2:371-440; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9256.

[966] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9068.

[968] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8957.

Abdullah bin Malik bin İbrahim bin el-Eşter’in, babasından, onun da


dedesinden rivayet ettiğine göre Hazret-i Ömer, Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’ı anmış, sonra insanlara, “Hiç şüphesiz Allah’ın kudret eli
cemaatle beraberdir. Ayrılık ise şeytanla beraberdir. Hak, cennette bir
temeldir, batıl da cehennemde bir temeldir” demiştir.[987]

[970] Taberani, Mucemu’l-Kebir, Hadis No:7609; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9270.

[969] Müsned, 4:6; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9102.

[972] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9120.

[971] Taberani, Mucemu’l-Kebir, Hadis No:7159; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9271.

[974] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9175.

[973] Buharî, Ahkam:27.

[976] Müsned, 5:366-7; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9179.

[975] Taberani, Mucemu’s-Sağir, Hadis No:564; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9177.

[978] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:431, Hadis No:1.

[977] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9189.

[979] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:438, Hadis No:17.

[981] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9201.

[980] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:438, Hadis No:18.

[983] Müsned, 5:370; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9096.

[982] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9225.

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, başınıza sefih idareciler
geçecek, insanların kötülerini önde tutup görev verecek, iyilerinden uzak
duracaktır. Namazı vakitlerinden geciktirerek kılacaklardır. Sizlerden bu
zamana yetişecek kimse, onlara ne danışman, ne güvenlikçi, ne zekât
tahsildarı, ne hazinedar olmasın.”[982]

[985] Müsned, 5:145; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9099.

[984] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7108.

[987] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9139.

[986] Müsned, 5:232-3; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9108.

[988] Müsned, 5:422; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9252.

[990] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17829.

[989] Müsned, 5:82-5; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9287.

[992] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:414, Hadis No:21.

[991] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:393, Hadis No:4.

[993] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9001.

Adamın biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlarla savaşalım mı?” diye sorunca,
Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam, “Namaz kıldıkları sürece
savaşmayın!” karşılığını verdi.[949]

“Adaletli devlet başkanının bir günü, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır.
Ve yeryüzünde haklı olarak tatbik edilecek bir ceza, orayı kırk sabah yağan
yağmurdan daha iyi temizler.”[930]

“Sürekli idarecinin yanına giden kimse fitneye düşer. Kişi idareciye


yakınlığını arttırdıkça Allah’tan uzaklaşır.”[968]

“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır. Aranızda namaz kıldıkları sürece


hayır.”[935]
“Birincisi kınama, ikincisi pişmanlık, üçüncüsü ise kıyamet gününde
azaptır. Ancak adaletle hükmeden müstesna. Akrabaları varken onları
kayırmak suretiyle nasıl adaletli davransın ki?” buyurdu.”[963]

“Hâkimler üç kısımdır. Biri cennette, ikisi cehennemdedir. cennete giden,


hakkı öğrenip ona göre hüküm verendir. Hakkı öğrendiği hâlde hükmünde
zulmedenler ile insanlar için hakkı bilmeden hüküm verenler
cehennemdedirler.”[991]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam “Vali doğru söylediği zaman ‘doğru


söylüyor’ diyen ve vali yalan söylediği zaman yine ‘doğru söylüyor’
diyenlerdir” buyurdu.[945]

“Biz bunu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın zamanında ikiyüzlülük


sayardık” dedi.[973]

“Başınızda size namazı, zekâtı ve cihadı emreden devlet başkanları


bulunduğunda onlara sövmeyi Allah size haram kılmıştır. Arkalarında size
namaz kılmak helaldir.”[972]

“Bir konuda insanların idarecisi yapılan kişi, yoksullara, mazlumlara ve


ihtiyaç sahiplerine kapısını kapatırsa, merhamete en çok muhtaç olduğu bir
zamanda Yüce Allah ona rahmet kapılarını kapatır.”[939]

“Yüce Allah’ın kıyamet gününde insanlar içinde en nefret ettiği ve en ağır


cezaya çarptıracağı kişi de, zâlim olan yöneticidir.”[936]

“Kim devlet başkanına ihanet ederse, Allah da ona ihanetinin cezasını


verir.”[959]

“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da
haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.”[978]

“Siz nasılsanız yöneticiniz de öyle olur.”[940]

[927] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9006; Taberani, Mucemu’l-


Evsat Hadis No:350.
[926] Müslim, Cennet:63.

[928] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:404, Hadis No:1.

[938] Müsned, 5:165; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6989.

[937] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9020; Taberani, Mucemu’l-


Kebir, Hadis No:4831.

[930] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:406, Hadis No:5; el-Heysemî, Mecmau’z-


Zevâid, Hadis No:9002;Taberani, Mucemu’l-Kebir Hadis No:11932.

[929] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:404, Hadis No:2.

[932] Müslim, İmâre:19; Müsned, 6:93.

[931] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:418, Hadis No:28.

[934] Ebû Dâvûd, İmâre:13; Tirmizî, Ahkâm:6.

[933] Ebû Dâvûd, İmâre:4; Nesâî, Bey’at:33.

[936] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6981.

[935] Müslim, İmâre:65,66.

[939] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:6999; Müsned 3:441.

[948] Buharî, Fiten:2, Müslim, İmâre:45. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten:25.

[941] Buharî, Cihad:108.

[940] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7006.

[943] Buharî, Ahkâm:4, Cihâd:108; Müslim, İmâre:38. Ayrıca bk. Ebû


Dâvûd, Cihâd:87; Tirmizî, Cihâd:29; Nesâî, Bey’at:34; İbni Mâce,
Cihâd:40.

[942] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9105.


[945] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:8953.

[944] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:9150.

[947] Müslim, İmâre:49-50. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten:30.

[946] Müslim, İmâre:35, 41, 42. Ayrıca bk. Buharî, Fiten:2; Nesâî,
Bey’at:1-5; İbni Mâce, Cihâd:41.

“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı.


Yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi.
Ailesi kalabalık olduğu hâlde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey
istemeyen adamdır.”[926]

[950] Müslim, Îmân:229, İmâre:22.

[949] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:7100; Müsned 3:28, 209.

“Cenâb-ı Hak, zulmetmediği sürece hâkimle beraberdir. Haksızlık ettiği


zaman, Allah onu yalnız bırakır ve şeytan onunla birlikte olur.”[992]

[952] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4:426, Hadis No:1.

[951] Müslim, İmâre:23.

[954] Müslim, İmâre:7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ:4; Nesâî, Vesâyâ:10.

[953] Buharî, Ahkâm:5, 6, Eymân:1, Keffârât10; Müslim, Eymân:19,


İmâre:13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre:2; Tirmizî, Nüzûr:5; Nesâî,
Âdâbü’l-kudât:5.

[956] Buharî, Ahkâm:7, İcâre:1, İstitâbetü’l-mürteddîn:2; Müslim,


İmâre:15.

[955] Müslim, İmâret:16.

[958] Buharî, Fiten:2; Müslim, İmâre:56.

[957] Müslim, İmâre:46; Nesâî, Bey’at:25; İbni Mâce, Fiten:9.


“Devlet başkanlarının vay hâline! Vezirlerin vay hâline! Devlet
başkanlarının vay hâline! Üzerlerine öyle bir gün gelecek ki, yıldızlara asılı
olmayı ve hiçbir iş üstlenmemiş olmayı isteyeceklerdir.”[962]

Bunun üzerine Muâviye, halkın ihtiyaçları karşılamak için bir adam


görevlendirdi.[934]

“Yüce Allah’ın zimmeti, o kimseden uzak olmuştur.”[974]

“Zenginken, fakirken, neşeliyken, kederliyken ve başkası sana tercih


edilirken bile söz dinleyip itaat etmen şarttır.”[946]

“Dine, ehil insanlar sahip olduğunda ağlamayın. Ancak ehil olmayan


insanlar dine sahip çıktığında, işte o zaman dine ağlayın” karşılığını verdi.
[988]

“Hiç şüphesiz şeytan, sürünün kurdu gibi insanın kurdudur. Kurt sürüden
ayrılanı (uzaklaşanı) kapar. Öyleyse ayrılıktan uzak durum! Cemaate,
çoğunluğa ve mescide sarılın!”[986]

– Sana hiçbir yardım yapmaya mâlik değilim. Ben sana tebliğ etmiştim,
derim.”[960]

“Ey insanlar! Cemaate sarılın! Ayrılıktan sakının! Ey insanlar! Cemaate


sarılın! Ayrılıktan sakının!”[983]

“Yapmanız gereken görevleri yaparsınız, hakkınız olan şeyin size


verilmesini Allah’tan niyaz edersiniz.”[948]

“Cimrilikten sakının. Çünkü sizden önceki kavimleri helak eden şey


cimriliktir. Bu sebeple insanların kanlarını döktüler ve akrabalık bağlarını
kestiler.”[977]

“Bir kimse cehennemden kurtulup cennete girmeyi istiyorsa, Allah’a ve


âhiret gününe iman etmiş olarak ölmelidir. Kendine yapılmasını istediği
şeyleri o da başkalarına yapmalıdır. Bir kimse devlet başkanına bîat eder,
elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa, elinden geldiği kadar ona itaat
etmelidir. Bu arada bir başkası ortaya çıkarak yönetimi ele geçirmeye
çalışırsa, derhâl onun boynunu vurunuz!”[957]

“Mazlumun duası, günahkâr bile olsa kabul edilir. Günahı da kendi


boynunadır.”[980]

“On kişiye başkan olan her idareci, kıyamet günü eli boynuna kelepçeli
olarak getirilir. Onu bu kelepçeden ancak adaleti kurtarır.”[931]

7. Yalnız başına Allah’ı zikredip gözlerinden yaş akan kimse.”[928]

“Helâliyle ve hakkıyla yerine getiren için, yöneticilik ne güzel şeydir!


Yöneticiliği hakkıyla yerine getirmeyen için yöneticilik ne kötü şeydir.
Yöneticilik, bu kişi için kıyamet gününde pişmanlık olacaktır.”[937]

“İdarecilere söver ve onların aleyhine ileri geri konuşur.”[971]

“Ebû Zerr! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne


istiyorsam, senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan olma!
Yetim malına da yöneticilik yapma!”[954]

“Oğlum! Ben Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ı ‘Yöneticilerin en kötüsü


insafsız ve katı kalbli olanlardır’ buyururken dinledim. Sakın, sen o
yöneticilerden olma!”[951]
SÜNNETE GÖRE YETİME
BAKMAK
YETİM, KELİME OLARAK “yalnız olmak, tek başına kalmak” anlamına
gelir ve babası ölmüş çocuğa denir.

Bir hadiste yetimin zayıflığına işaret edilmiştir.[994] Babasını kaybeden


küçük büyük herkese yetim denilebilirse de, fıkıhta yetim, henüz ergenlik
çağına ermemiş çocuklar hakkında kullanılır.

Bir hadiste de ergenlik çağından sonra yetimliğin kalkacağı belirtilmiştir.


[995]

Çocuğun nafakasını temin etme, haklarını koruma ve onu yetiştirmede


babanın daha büyük rolü olduğundan yetimlik özellikle babaya
bağlanmıştır.

Kur’ân’da 22 âyette yetimlerle ilgili meselelere temas edilmiş ve yetimlere


karşı iyi davranılması emredilmiştir. Bu husus Allah’a iman ve ibadet
yanında anılmıştır.[996]

Yetimlerin itilip kakılması ve onlara karşı ilgisiz davranılması kınanmıştır.


[997] Yetimlerin küçümsenip kötü muamelede bulunulması yasaklanmıştır.
[998]

Mü’minler muhtaç durumdaki yetimleri doyurmaya, onları malî yönden


desteklemeye ve hayat şartlarını düzeltmeye teşvik edilmiştir.[999]

Yetimlere adaletle davranılması, özellikle mallarını ele geçirmek amacıyla


yetim kızlarla evlenip haksızlık yapılmaması, evlendirilen yetim kızların
mehirlerine el konulmaması istenmiştir.[1000]

Yetimlerin mallarının en güzel şekilde korunup yönetilmesi,[1001]


büyüdüklerinde mallarının geciktirilmeden kendilerine teslim edilmesi ve
teslim sırasında şahit bulundurulması hususu[1002] Kur’ân’da yetim
haklarına dair temel prensiplerdir.

Yetim malı yemek büyük günahlardan sayılmış, haksız yere yetim malı
yiyenlerin şiddetli azap görecekleri bildirilmiş, yetimin veli ve vasîlerine
ancak fakir olmaları durumunda onun malından belli ölçüde faydalanma
izni verilmiştir.[1003]

Yetimliği bizzat yaşamış olan Resûlullah aleyhissalâtü vesselam birçok


hadiste yetimlerin hukuku üzerinde hassasiyetle durmuştur.

Resûl-i Ekrem’ aleyhissalâtü vesselam’ın, “Allahım! Ben yetimin ve


kadının, bu iki zayıf insanın hakkını ihlâl etmekten insanları şiddetle
sakındırıyorum” dediği,[1004] bir defasında şahadet parmağı ile orta
parmağını birleştirerek, “Yetimi koruyup gözetenle cennette böyle yan yana
olacağız” buyurduğu nakledilir.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ayrıca Allah rızası için yetimin başını


okşayan kimseye elinin dokunduğu her saç teli kadar sevap verileceğini
bildirmiştir.[1005]

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam yetimlere ait malların ticaret yoluyla


arttırılmasını istemiştir.[1006] Öte yandan yetim malı yemenin insanı helâk
eden yedi büyük günahtan biri olduğu belirtilmiş, mü’minlerin bundan
şiddetle kaçınması gerektiği vurgulanmıştır.[1007]

Yetim malının idaresi, kişiye ağır bir sorumluluk yüklediğinden, Hz.


Peygamber aleyhissalâtü vesselam’ın bu sorumluluğu taşımaya ehil
görmediği Ebû Zerr’e yetim malının idaresini üstlenmemesini tavsiye ettiği
nakledilir.[1008]

Yetimi Sofrasına Alan Cennete Girer


859. Yetimin aç susuz kalmaması lazım. Mümkünse ya soframıza alalım,
değilse sofrasına yiyecek içecek gönderelim. Bu bizim hem dünyadaki
cennetimizi, hem de âhiretteki cennetimizi hazırlamış olur.
İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim Müslümanlar arasından bir yetim alarak yiyecek ve içeceğine


(sofrasına) dâhil ederse, affedilmez bir günah (şirk) işlememişse, Allah onu
mutlaka cennete koyacaktır.”[1009]

Yetimin Malına Veli Ol


860. Yetim, çocuk olduğundan kendine miras olarak kalan malını, servetini
değerlendiremez, ticaretini yapamaz, değerlendirip elinde tutamaz. Bu işten
anlayan bir Müslüman, yetimin malının ticaretini yapmalı, değerini
muhafaza etmeli ki, yetim büyüyünce yoksul düşmesin.

Amr bin Şuayb babasından, dedesinden radıyallâhu anhüm anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Kim malı olan bir yetime veli olursa, bu malla ticaret yapsın, malın
zekâtını yiyip bitirmesine terk etmesin.”[1010]

Ticaretten Anlamayanlar Yetimin Malına Veli


Olmasın!
861. Yetimin canı da, malı da ümmetin emanetidir. Onu hayata hazırlamak,
varsa malını mülkünü muhafaza etmek, değerini korumak veya kâr etmesini
temin etmek büyük bir mesuliyettir. Ama bu işi yapamayan, yürütemeyen
kimselerin üstlenmemesi gerekir. Çünkü faydalı olacağım derken zarar
verebilirler.

Ebû Zerr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Zerr! Ben seni zayıf bir kimse görüyorum. Ben kendim için
sevdiğim şeyi senin için de aynen severim. Öyleyse iki kişi üzerine başkan
olma, yetim malına da velilik yapma!”[1011]

Yetimin Malından Yiyebilirsin


862. Yanında yetim bulunan kimseler, onun malının bakımını yapar,
değerlendirir, korur, ticaretini yapar. Bu arada kendi de belli bir oranda
verdiği emeğin karşılığını alabilir. Böylece hem bir sevap kazanır, hem de
ihtiyacını karşılar.

Amr bin Şuayb babasından, dedesinden radıyallâhü anhü anlatıyor:

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a gelerek: “Ben fakirim, hiçbir


şeyim yok, üstelik bir de yetimim var!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Yetimin malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne
de kendine mal et” buyurdular.[1012]

Ergen Olunca Yetimlik Biter


863. Sünnet-i seniyye yetimliğin yaşını belirliyor. Bir yetim, ergenlik çağına
gelip, kendi işini görebilecek, hayata tutunabilecek, malını mülkünü eline
alabilecek yaşa gelince yetimlik biter, diğer insanlar gibi artık ayaklarının
üzerine durabilir. Yani ergen yaşına gelen insana yetim denmez, ona yetim
muamelesi yapılmaz. Ancak eğitimi devam ediyorsa, yardımcı olunur.

Hz. Ali radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan iki şey öğrendim:

“İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik kalmaz, geceye kadar gün boyu


sessiz durmak yoktur.”[1013]

Yoksul Yetime Sadaka Ver!


864. Yetim bakıma muhtaçsa ve yoksul ise ona sadaka verilir, yardım
yapılır, ihtiyaçları karşılanır. Bu yapılan hayırdan iki sevap alınır: Birisi, o
kişi yetim olduğu için, diğeri de fakir olduğu için...

Ümmü Seleme radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bize sadaka vermemizi emretmişti.


Abdullah bin Mesud’un hanımı Zeyneb radıyallâhü anhüma, “Kardeşimin
yetim çocuklarıyla fakir olan kocama versem, bu beni sadaka
yükümlülüğünden kurtarır mı? Ben onlara şöyle şöyle infak ediyorum!”
dedi.

Aleyhissalâtü vesselam: “Evet!” buyurdular.

Ravi der ki : “Zeyneb sanatkâr bir kadındı, el işi yapardı.”[1014]

Yetimin ve Kadının Hakkını Çiğneme!


865. Yetim, hakkı hukuku korunması gereken en önemli insanlardan
birisidir. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın bu konudaki hassasiyeti
ve uyarısı, mü’minlere hayatî bir görevi hatırlatıyor. Bu meselede
gösterilecek ihmaller çok büyük veballere sebep olacaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle buyurdu:

“Allahım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden insanları cidden


sakındırırım: Yetim ve kadın.”[1015]

En Hayırlı Ev Yetimin Bulunduğu Evdir


866. Yetim insana hayırlar, sevaplar kazandırdığı gibi, şer ve günahlar da
kazandırır. Yaşanan bir evin hayırlı olabilmesi, o evdeki yetimin rahatının
ve ihtiyaçlarının giderilmesine bağlıdır. Allah korusun, bunun tersi
yapılırsa, o ev şerli bir mekân olmaya mahkûmdur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin


bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük
yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”[1016]

Yetime Bakmak İbadettir


867. Yetim çocuklara bakmak ne kadar ağır ve sorumluluk isteyen bir
görevse, karşılığında alınan sevaplar da o nispetti büyüktür. Bir evi
düşünün, bir yetime değil de, zaman ayırıp üç yetimin bakımını üstleniyor,
onları evladı gibi yetiştiriyorsa, gecesi gündüzü ibadetle doluyor, her anı
sevaplı amellerle bereketleniyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, “Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını


temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç
tutmuş ve sabahtan akşama kadar yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi
sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki kardeş (parmak) gibi cennette kardeş
oluruz” buyurdu ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine
yapıştırdı.”[1017]

Yetimi Çocuklarınızdan Ayırt Etmeyin!


868. Yetim, anneden babadan yoksun olduğu için kalbi kırık, yüzü hüzünlü,
acınacak durumdadır. Bir mü’min, çocuklarıyla birlikte bir yetime de
bakıyorsa, o yetimi kendi çocukları gibi görmeli, bir ayırıma gitmemeli, eşit
ve dengeli muamele yapmalıdır. Bu, onun hem imanının bir gereğidir, hem
de üstlendiği sorumluluğun bir gereğidir.

Ebû Bekr radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm (bir defasında): “Mülkiyeti altında


bulunan (köle ve cariye)lere kötü muamele eden kimse cennete
girmeyecektir” demişti.
“Ey Allah’ın Resûlü! Siz bize: ‘Bu ümmet, köle ve yetimi en çok olan
ümmettir, diye haber vermediniz mi?” dediler.

Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet! Öyleyse onlara, çocuklarınıza verdiğiniz


değer gibi değer verin ve yediklerinizden yedirin!” buyurdu.”[1018]

Yetimin Başını Okşa!


869. Yetime gösterilen merhamet ve şefkat insanı mutlu ettiği kadar kalp
huzurunu da verir. Özellikle kalplerin çok yara aldığı, katılaştığı ve
karardığı bu zamanda bir yetimin başını okşamak, yani ihtiyacını
karşılamak, sevindirmek, yetimlik yalnızlığını paylaşmak, insanın hem
dünyasını rahatlatır, hem de âhiretini mamur eder.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam’a kalbinin katılığından


yakındı. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ona şunu tavsiye etti:

“Yetimin başını okşa, yoksulu doyur.”[1019]

Yetime Bakan Cennettedir


870. Sünnet, cennette Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam ile birlikte
olmanın, ona komşu olmanın, onun cennetini paylaşmanın şifresini veriyor.
Yetimi gözetip kollamak, bakımını üstlenmek, eğitimini ve hayata
hazırlanmasına yardımcı olmak, bir cennet yatırımıdır. Allah için bu hizmeti
yapanları Cenâb-ı Hak, Peygamber’i ile birlikte cennetine alacaktır.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam işaret parmağı ile orta parmağını


birleştirerek şöyle buyurdu:

“Yetimin bakımını üstlenen kimse ve ben cennette işte böyle olacağız.


“Yetim, dul ve yoksulun ihtiyacına koşan kimse, Allah yolunda cihad eden
ve bıkmadan gündüzün oruç tutup geceyi ibadetle geçiren kimse
gibidir.”[1020]

Yetime Bakan Peygamberimizle Beraberdir


871. Cennetin en büyük mutluluğu, en büyük nimeti, en büyük lezzeti ve
keyfi, cennette Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’a yakın olmak,
onunla birlikte cennet nimetlerini paylaşmak, onun yanında hazır olmaktır.
Bunun da tek yolu yetime sahip çıkmaktır, yetimi desteklemek, imkânlarını
onunla paylaşmaktır.

Sehl bin Sa’d radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,

“Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz’ buyurdu ve orta parmağı ile
başparmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti.”[1021]

Yetimin Oturduğu Sofraya Şeytan Yaklaşmaz


872. Rızkımızda bereket mi arıyoruz, soframızda huzurun bulunmasını mı
istiyoruz, hayatımızın helal bir şekilde mutlu geçmesini mi merak ediyoruz,
bunun çaresi soframızda yetime yer ayırmaktır. Böylece şeytanlardan uzak
bir ömür süreriz, rızkımıza şeytanın ortak olmasına engel oluruz.

Ebû Musa el-Eş’ari radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir yetim, bir toplulukla sofraya oturursa, onların tabağına şeytan


yaklaşamaz.”[1022]

Yetimin Başını Okşayan, Saçının Sayısı Kadar


Sevap Alır
873. Yetimler, biz mü’minler için başlı başına bir sevap kaynağıdır. Amel
defterimizin sürekli sevaplarla dolması, yetime sahip çıkmakla, onun başını
okşayarak şefkat göstermekle mümkündür. Ondan göreceğimiz eziyetlere,
sıkıntılara katlanmak da ayrı bir âhiret kazancıdır. Çünkü yetim çocuklar
hep bir eksiklik ve yalnızlık yaşarlar, bir boşluk içinde bulunurlar.

Ebû Ümame radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir yetimin başını sadece Allah rızası için okşarsa, elinin değdiği her
kılda ona sevaplar verilir.

“Kim yanında bulunan bir yetim çocuğa veya yetim kıza iyi davranırsa, ben
onunla cennette böyle olacağım.”

Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam bunu derken işaret parmağı ile orta
parmağını ayırdı.[1023]

Bir Yetimin İhtiyacını Karşılamadan Ölme!


874. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın son nefesini vermekte olan
bir insana bile en önemli tavsiyesi, yetime sahip çıkması, ihtiyacını
karşılaması ve bakımını üstlenmesidir.

Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, Has’am kabilesinden hasta bir kadını


ziyaret etti ve “Nasılsın?” diye sorunca, kadın, “Zannedersem bu hastalıktan
öleceğim” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir yetimin ihtiyacını gidermeden veya bir gaziyi cihad için donatmadan
dünyadan ayrılmamanı isterdim.”[1024]
Kalbinin Yumuşamasını İstiyorsan Yetimin Başını
Okşa!
875. İnsanı en çok huzursuz kılan, moralini bozan, ona dünyayı dar getiren
şey, kalbinin rahat olmaması, bunalım geçirmesidir. Bunu gidermenin en
kestirme yolu da yetimin elinden tutmak, başını sıvazlamak, onun gönlünü
kazanmaktır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a kalbinin katılığını şikâyet


edince Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksullara yemek yedir ve yetimin


başını sıvazla.”[1025]

Yetimin Saçının Teli Kadar Günahın Bağışlanır


876. Yetimler, mü’minler için bir kurtuluş ve saadet kaynağıdır. Yetime
sahip çıkan insan hem sevap kazanıyor, hem günah yükünden kurtuluyor,
hem de manevi derecesi yükseliyor. Bir amelle üç işi, üç kârı bir anda
yapmış oluyor.

Abdullah bin Ebî Evfâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında otururken bir çocuk geldi ve


şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben yetimim, bir kız kardeşim, bir de annem var. Bize
yiyecek ver ki, sen hoşnut olana kadar Allah sana kendi katından yedirsin.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yirmi bir hurma getirdi ve:

“Bunların yedisi senin, yedisi kız kardeşinin, yedisi de annenindir”


buyurdu.

Muâz bin Cebel çocuğun yanına vardı ve başını okşayarak dedi ki:
“Ey çocuk! Allah sana yetimlik sefaleti yaşatmasın ve seninle, babanın
yerini doldursun!”

Çocuk Muhacirlerden birinin oğluydu. O zaman Resûlullah aleyhissalâtü


vesselam şöyle buyurdu:

“Ey Muâz! Yetime yaptığın duayı ve ona merhamet ettiğini gördüm. Sizden
biri bir yetimin sorumluluğunu alır ve bu sorumluluğu hakkıyla yerine
getirir, sonra da elini onun başına koyarsa, Allah ona elinin değdiği her saç
teli için on sevap verir, on günahını siler, her saç teline karşılık onu bir
derece yükseltir.”[1026]

Yetime Baba Ol!


877. Yetimler sultanı Sevgili Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam
iliklerine kadar bizzat yetimliği yaşadığı için yetimliğin ne demek olduğunu
çok iyi biliyordu. Bir yetimi görünce onun en büyük ihtiyacının ona babalık
ve analık yapacak bir insanın olması kabul ettiğinden yetimin yaşadığı bu
boşluğu hemen üstlenerek doldurdu ve ömrü boyunca o yetime gerçek bir
babalık yaptı.

Beşir bin Akrabe el-Cüheni radıyallâhü anh anlatıyor:

Uhud günü Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ile karşılaştım, “Babama ne


oldu?” diye sordum.

“O şehid oldu. Allah rahmet eylesin” dedi.

Bunun üzerine ben ağladım. Beni tutup başımı okşadı, yanına aldı ve
“İstemez misin, ben baban olayım, Âişe de annen olsun” dedi.[1027]

Yetimler Hakkında İnen Ayetler


878. Yüce Allah, yetimler hakkında özel ayetler indirerek, mü’minlere hem
onların haklarını öğretti, hem de yetimlere nasıl bakılmasını bildirdi. Bu
açıdan yetimlere bakmak aynı zamanda İlahi bir emrin yanında, İslâmi bir
görevdir. Bu ayetler bize yetimler hakkında ne kadar titiz ve sorumlu
davranmamızı gösteriyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhüma anlatıyor:

“Cenâb-ı Hakk’ın şu sözleri nazil olduğu zaman ‘Yetim ergenliğine


ulaşıncaya kadar onun malına, en güzel olanından başka bir suretle
yaklaşmayın’; keza ‘Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler,
karınlarına ancak bir ateş doldurmuş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe
gireceklerdir’,[1028] kendi yanında yetim bulunanlar hemen gittiler,
yetimlerin yiyeceğini ve içeceğini kendi yiyecek ve içeceklerinden ayırdılar.
Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa da ona dokunulmuyor,
yetim onu yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hâl,
bir kısım sıkıntılara sebep oldu.

“Durum Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a arzedildi. Bunun üzerine şu


ayet nazil oldu: “Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları faydalı ve iyi bir hâle
getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin
kardeşlerinizdir.”[1029]

“Bu ayet üzerine yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve


içeceklerine karıştırdılar.”[1030]

Ömrünü Yetimlerine Adayan Cennetin Kapısını


Açar
879. Eşi vefat ettikten sonra evlenmeyip, geriye kalan hayatını yetim kalan
çocuklarının bakımına, yetişmesine, eğitimlerine ve hayata hazırlanmasına
ayıran anne, cennetin kapısını açma gibi bir lütfa erecek, Allah onun
derecesini yüceltecektir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Cennetin kapısını ilk açan ben olacağım. Bununla birlikte bir kadının,
cennetin kapısını açmak üzere beni geçmeye çalıştığını görünce, ona ‘Ne
oluyor, sen kimsin?’ diye soracağım. O da, ‘Dünyada iken yetim kalan
çocuklarımın başını bekleyen bir kadınım’ diye cevap verecek.”[1031]

Yetimlerinin Başında Duran Kadının Fazileti


880. Yetim, babasını kaybetmiş, annesi hayatta iken annesinin himayesinde
kalmış, annesiyle hayata tutunan çocuk demektir. Özellikle genç yaşta dul
kalmış bu anne, çocuğunun veya çocuklarının bakımı ve yetişmesi için
üstün fedakârlıklar göstermiş, kendi hayatını çocuklarının hayatının
hizmetine vermiştir. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bu şefkatli anneyi
övüyor.

Avf bin Mâlik el-Eşcai radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, “Ben ve yanakları kararmış kadın


kıyamet günü şu iki şey gibi yan yanayız. -Hadisi rivayet eden Yezid bin
Zürey, baş ve orta parmaklarıyla işaret yaptı-O kadın ki, mevkii, makamı
bulunan kocasından dul kalmıştır, (maddi imkânlarından başka) nesep ve
güzelliği yerindedir. Bütün bunlara rağmen (evlenmez) ve yetimler
büyüyünceye veya ölünceye kadar kendini onların hizmetine verir.”

Hadiste geçen “yanakları kararmış kadın” tabiriyle Peygamber aleyhissalâtu


vesselâm yetimlerini büyütmek gayesiyle süslenmeyi ve rahat yaşamayı
terk eden, çektiği sıkıntılar sebebiyle cildi kararan dul kadını ifade
buyurmuştur.[1032]

Yetimin Bakımını Üstlenen Cennetliktir


881. Yetim, kişinin bir akrabası olabileceği gibi, yabancı birisi de olabilir.
Akrabadan olan yetime bakmak iki katlı sevaptır. O çocuk hem akrabadır,
hem de yetimdir. Bir de yetim kalan çocuk, kardeşinin çocuğu ise kişi
erkekse amcalık, dayılık görevini yaparken, babalığını da üstlenir; şayet
kadınsa bu sefer de teyzelik ve halalığının yanında bir de annelik vazifesini
üstlenmiş olur.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bir kimse akrabasından veya başkasından olan bir yetimin bakımını


üstlenirse, ben onunla cennette şu şekilde olurum.”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bunu söylerken iki parmağını birleştirdi.


[1033]

Yetime Bakan Resûlullah ile Beraberdir


882. Yetime bakmak, ondan gelene eziyet ve sıkıntılara sabretmektir; onu
üzmemek ve darıltmamaktır. Böylece kişi yetime bakmakla hem sabır, hem
de yetimlik sevabını birlikte almış oluyor.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bir veya iki yetimi barındırır, sabreder ve sevabını da ümit ederse, ben
onunla cennette şu iki parmak gibi olurum.”

Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam bunu söylerken şehadet parmağı ile


orta parmağını çevirdi.[1034]

Yetimini Başı Nasıl Okşanır?


883. Sünnet sürekli yetimin başının okşanmasını tavsiye ederken, bu işin
nasıl yapılacağını, usulünü ve adabını da öğretiyor. Buradan yetime
yaklaşımın, onu sevindirmenin yolunu, yordamını da tarif etmiş oluyoruz.

Abdullah bin Abbas radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Yetimin başı şöyle okşanır” diyerek


tarif etti:

“Avucunu başının ön tarafına koydu. Sonra başının ortasına doğru çıkardı.


Ardından da başının ön tarafına veya alnına doğru indirdi.”[1035]
Yetimi Himaye Et!
884. Yetimi himayet etmek, ona rahat edeceği, huzur içinde yaşayabileceği
ortam ve çevre hazırlamaktır. Ona annelik, babalık, kardeşlik gibi bir
yakınlık göstermek, karnını doyururken, kalbini de ihmal etmemektir.

Sehl bin Sa’d radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Ben ve yetimi himaye eden kimse, cennette şöylece beraber bulunacağız”


buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak,
gösterdi.[1036]

Yetimle Kadının Hakkını Yemeyin!


885. Sünnet, zayıf, yalnız, kimsesiz ve himayeye muhtaç insanların yanında
olmayı esas alır. Yetim ve kadın sürekli himaye edilmesi, sahip çıkılması ve
yalnızlığının paylaşılması gereken iki zayıf insandır. Bu insanlar bir
yönüyle de toplumda huzurun sigortasıdır.

Ebû Şüreyh Huveylid bin Amr el-Huzâ`î radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Allah’ım! (Sen şahid ol) Ben şu iki zayıf kimsenin; yetimle, kadının
hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.”[1037]

Yetimi Ağlatmayın!
886. Yetim, hem çocuk, hem de kimsesiz, sahipsiz olduğu için Allah’a çok
yakın olan bir insandır. Bunun için yetim ihmal edilmemeli, bir tarafa terk
edilmemeli, kendi hâline bırakılmamalıdır. Aksi hâlde ümmetin musibetlere
uğramasına sebep olurlar. Bugün çektiğimiz sıkıntıların bir sebebi de bu
ihmâlimiz ve nemelazımcılığımızdır.
Ebû Said el-Hudrî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yetimin ağlamasından sakının! Zira insanlar uykudayken onlar yürür


(Yetim seher vakti Rabbine yükselir ve kendisini ağlatanları Allah’a şikâyet
eder).”[1038]

Yetime Güler Yüz Gösterene Allah Azap Etmez


887. Yetime bakmak, sadece onun karnını doyurmak, sırtını giydirmek,
barındırmak ve bakımını üstüne almak değildir. Yetimin en çok muhtaç
olduğu bir önemli hizmet de, ona güzel sözler söylemek, hareketlerini
anlayışla karşılamak, öğütler vererek manevi açığını gidermektir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Beni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, yetime merhamet
eden, ona güler yüz gösterip tatlı sözler söyleyip öğüt veren, yetimliğine ve
zayıflığına acıyan ve Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlerle komşusuna
çalım atmayana kıyamet gününde Allah azap etmeyecektir.”[1039]

Yetime merhamet edersen ihtiyacın görülür


888. Yetime yapılacak hizmetlerin karşılığını Yüce Allah dünyada peşin
olarak veriyor. Kalbini yumuşatıyor, ihtiyaçlarını gideriyor, ona merhamet
ve şefkatle muamele ediyor.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh anlatıyor:

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gelerek kalbinin katılığından


şikâyet etti. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ona, “Kalbinin
yumuşamasını ve ihtiyacının görülmesini ister misin? Yetime merhamet et,
onun başını okşa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar ve ihtiyacın
görülür.”[1040]
Dul Kadınlara Yardım Et!
889. Yetimlere bakmak kadar, dul kalmış, zaruret içinde yaşayan, bir
gelirden mahrum kalan kadınlara bakmak, özellikle yaşlıysa ihtiyaçlarını
gidermek de sünnetin üzerinde durduğu önemli bir İslâmi görevdir.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda


cihad etmiş gibi sevap kazanır.”[1041]

[994] İbn Mâce, Edeb:6.

[995] Ebû Dâvûd, Vesâyâ:9.

[996] Bakara, 2:177; Nisâ, 4:36.

[997] Fecr, 89:17; Mâûn, 107:2.

[998] Duhâ 93:9.

[999] Bakara 2:215, 220; Nisâ 4:8; İnsan, 76:8; Beled, 90:15.

[1000] Nisâ, 4:3, 127.

[1001] En‘âm, 6:152; İsrâ 17:34.

[1002] Nisâ, 4:6.

[1003] Nisâ, 4:2, 6, 10.

[1004] İbn Mâce, Edeb:6.

[1005] Ebû Dâvûd, Edeb:121.

[1006] Tirmizî, Zekât:15.


[1007] Buharî, Vesâyâ:23.

[1008] Nesâî, Vesâyâ:10.

[1009] Tirmizî, Birr:14 (1918).

[1010] Tirmizî, Zekât:15 (641).

[1011] Ebû Dâvud, Vesâya:4, (2868); Nesâi, Vesâya:10.

[1012] Ebû Dâvud, Vesâya:8, (2872); Nesâî, Vesaya:11.

[1013] Ebû Dâvud, Vesâya:9 (2873).

[1014] Kütüb-i Sitte, Hadis No:6526.

[1015] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7055.

[1016] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7056.

[1017] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7057.

[1018] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7060.

[1019] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13508.

[1020] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13511.

[1021] Buharî, Talak:14, Edeb 24; Tirmizî, Birr:14, (1919); Ebû Dâvud,
Edeb:131 (5150).

[1022] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:127; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:3512.

[1023] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13514.

[1024] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10521.

[1025] Müsned, 2:263; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10523.


[1026] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10531.

[1027] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13517.

[1028] Nisa, 4:10.

[1029] Bakara, 2:220.

[1030] Ebû Dâvûd, Vesâya:7, (2871); Nesâî, Vesâya:11, (6:256-257).

[1031] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13519.

[1032] Ebû Dâvud, Edeb:130, (5149).

[1033] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:127; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:13520.

[1034] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13522.

[1035] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13530.

[1036] Buharî, Talâk:25, Edeb:24; Ebû Dâvûd, Edeb:123; Tirmizî, Birr:14.

[1037] Nesâî, İşretü’n-nisâ:64; İbni Mâce, Edeb:6.

[1038] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:128.

[1039] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:128.

[1040] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:23509.

[1041] Buharî, Nafakât:1, Edeb:25, 26; Müslim, Zühd:41.

“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda


cihad etmiş gibi sevap kazanır.”[1041]

Bir hadiste de ergenlik çağından sonra yetimliğin kalkacağı belirtilmiştir.


[995]
“Bir yetimin ihtiyacını gidermeden veya bir gaziyi cihad için donatmadan
dünyadan ayrılmamanı isterdim.”[1024]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bunu söylerken iki parmağını birleştirdi.


[1033]

“Cenâb-ı Hakk’ın şu sözleri nazil olduğu zaman ‘Yetim ergenliğine


ulaşıncaya kadar onun malına, en güzel olanından başka bir suretle
yaklaşmayın’; keza ‘Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler,
karınlarına ancak bir ateş doldurmuş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe
gireceklerdir’,[1028] kendi yanında yetim bulunanlar hemen gittiler,
yetimlerin yiyeceğini ve içeceğini kendi yiyecek ve içeceklerinden ayırdılar.
Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa da ona dokunulmuyor,
yetim onu yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hâl,
bir kısım sıkıntılara sebep oldu.

“Ben ve yetimi himaye eden kimse, cennette şöylece beraber bulunacağız”


buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak,
gösterdi.[1036]

“Kim malı olan bir yetime veli olursa, bu malla ticaret yapsın, malın
zekâtını yiyip bitirmesine terk etmesin.”[1010]

Yetimlere adaletle davranılması, özellikle mallarını ele geçirmek amacıyla


yetim kızlarla evlenip haksızlık yapılmaması, evlendirilen yetim kızların
mehirlerine el konulmaması istenmiştir.[1000]

“Kim Müslümanlar arasından bir yetim alarak yiyecek ve içeceğine


(sofrasına) dâhil ederse, affedilmez bir günah (şirk) işlememişse, Allah onu
mutlaka cennete koyacaktır.”[1009]

Kur’ân’da 22 âyette yetimlerle ilgili meselelere temas edilmiş ve yetimlere


karşı iyi davranılması emredilmiştir. Bu husus Allah’a iman ve ibadet
yanında anılmıştır.[996]

Bir adam Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a gelerek kalbinin katılığından


şikâyet etti. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ona, “Kalbinin
yumuşamasını ve ihtiyacının görülmesini ister misin? Yetime merhamet et,
onun başını okşa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar ve ihtiyacın
görülür.”[1040]

“Durum Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a arzedildi. Bunun üzerine şu


ayet nazil oldu: “Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları faydalı ve iyi bir hâle
getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin
kardeşlerinizdir.”[1029]

“Yetimin başını okşa, yoksulu doyur.”[1019]

Hadiste geçen “yanakları kararmış kadın” tabiriyle Peygamber aleyhissalâtu


vesselâm yetimlerini büyütmek gayesiyle süslenmeyi ve rahat yaşamayı
terk eden, çektiği sıkıntılar sebebiyle cildi kararan dul kadını ifade
buyurmuştur.[1032]

Mü’minler muhtaç durumdaki yetimleri doyurmaya, onları malî yönden


desteklemeye ve hayat şartlarını düzeltmeye teşvik edilmiştir.[999]

“Ey Ebû Zerr! Ben seni zayıf bir kimse görüyorum. Ben kendim için
sevdiğim şeyi senin için de aynen severim. Öyleyse iki kişi üzerine başkan
olma, yetim malına da velilik yapma!”[1011]

“Allah’ım! (Sen şahid ol) Ben şu iki zayıf kimsenin; yetimle, kadının
hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.”[1037]

“Yetim, dul ve yoksulun ihtiyacına koşan kimse, Allah yolunda cihad eden
ve bıkmadan gündüzün oruç tutup geceyi ibadetle geçiren kimse
gibidir.”[1020]

Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam bunu derken işaret parmağı ile orta
parmağını ayırdı.[1023]

“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksullara yemek yedir ve yetimin


başını sıvazla.”[1025]

Yetimlerin itilip kakılması ve onlara karşı ilgisiz davranılması kınanmıştır.


[997] Yetimlerin küçümsenip kötü muamelede bulunulması yasaklanmıştır.
[998]
Ravi der ki : “Zeyneb sanatkâr bir kadındı, el işi yapardı.”[1014]

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, “Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını


temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç
tutmuş ve sabahtan akşama kadar yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi
sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki kardeş (parmak) gibi cennette kardeş
oluruz” buyurdu ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine
yapıştırdı.”[1017]

Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam bunu söylerken şehadet parmağı ile


orta parmağını çevirdi.[1034]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam ayrıca Allah rızası için yetimin başını


okşayan kimseye elinin dokunduğu her saç teli kadar sevap verileceğini
bildirmiştir.[1005]

Yetim malının idaresi, kişiye ağır bir sorumluluk yüklediğinden, Hz.


Peygamber aleyhissalâtü vesselam’ın bu sorumluluğu taşımaya ehil
görmediği Ebû Zerr’e yetim malının idaresini üstlenmemesini tavsiye ettiği
nakledilir.[1008]

Bir hadiste yetimin zayıflığına işaret edilmiştir.[994] Babasını kaybeden


küçük büyük herkese yetim denilebilirse de, fıkıhta yetim, henüz ergenlik
çağına ermemiş çocuklar hakkında kullanılır.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam yetimlere ait malların ticaret yoluyla


arttırılmasını istemiştir.[1006] Öte yandan yetim malı yemenin insanı helâk
eden yedi büyük günahtan biri olduğu belirtilmiş, mü’minlerin bundan
şiddetle kaçınması gerektiği vurgulanmıştır.[1007]

“Yetimin malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne
de kendine mal et” buyurdular.[1012]

[1040] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:23509.

[1039] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:128.

[1038] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:128.


[1037] Nesâî, İşretü’n-nisâ:64; İbni Mâce, Edeb:6.

[1036] Buharî, Talâk:25, Edeb:24; Ebû Dâvûd, Edeb:123; Tirmizî, Birr:14.

[1035] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13530.

Yetim malı yemek büyük günahlardan sayılmış, haksız yere yetim malı
yiyenlerin şiddetli azap görecekleri bildirilmiş, yetimin veli ve vasîlerine
ancak fakir olmaları durumunda onun malından belli ölçüde faydalanma
izni verilmiştir.[1003]

[1041] Buharî, Nafakât:1, Edeb:25, 26; Müslim, Zühd:41.

“Cennetin kapısını ilk açan ben olacağım. Bununla birlikte bir kadının,
cennetin kapısını açmak üzere beni geçmeye çalıştığını görünce, ona ‘Ne
oluyor, sen kimsin?’ diye soracağım. O da, ‘Dünyada iken yetim kalan
çocuklarımın başını bekleyen bir kadınım’ diye cevap verecek.”[1031]

“Beni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, yetime merhamet
eden, ona güler yüz gösterip tatlı sözler söyleyip öğüt veren, yetimliğine ve
zayıflığına acıyan ve Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlerle komşusuna
çalım atmayana kıyamet gününde Allah azap etmeyecektir.”[1039]

[1012] Ebû Dâvud, Vesâya:8, (2872); Nesâî, Vesaya:11.

[1013] Ebû Dâvud, Vesâya:9 (2873).

[1014] Kütüb-i Sitte, Hadis No:6526.

[1008] Nesâî, Vesâyâ:10.

[1009] Tirmizî, Birr:14 (1918).

[1010] Tirmizî, Zekât:15 (641).

[1011] Ebû Dâvud, Vesâya:4, (2868); Nesâi, Vesâya:10.

[1005] Ebû Dâvûd, Edeb:121.


[1006] Tirmizî, Zekât:15.

[1007] Buharî, Vesâyâ:23.

[1023] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13514.

[1024] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10521.

[1019] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13508.

[1020] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13511.

[1021] Buharî, Talak:14, Edeb 24; Tirmizî, Birr:14, (1919); Ebû Dâvud,
Edeb:131 (5150).

[1022] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:127; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:3512.

[1015] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7055.

[1016] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7056.

[1017] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7057.

[1018] Kütüb-i Sitte, Hadis No:7060.

“Bir yetim, bir toplulukla sofraya oturursa, onların tabağına şeytan


yaklaşamaz.”[1022]

[1034] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13522.

[1030] Ebû Dâvûd, Vesâya:7, (2871); Nesâî, Vesâya:11, (6:256-257).

[1031] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13519.

[1032] Ebû Dâvud, Edeb:130, (5149).

[1033] et-Tergîb ve’t-Terhîb,4:127; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis


No:13520.
[1026] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10531.

[1027] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13517.

[1028] Nisa, 4:10.

[1029] Bakara, 2:220.

[1025] Müsned, 2:263; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10523.

Yetimlerin mallarının en güzel şekilde korunup yönetilmesi,[1001]


büyüdüklerinde mallarının geciktirilmeden kendilerine teslim edilmesi ve
teslim sırasında şahit bulundurulması hususu[1002] Kur’ân’da yetim
haklarına dair temel prensiplerdir.

[994] İbn Mâce, Edeb:6.

[1001] En‘âm, 6:152; İsrâ 17:34.

[1002] Nisâ, 4:6.

[1003] Nisâ, 4:2, 6, 10.

[1004] İbn Mâce, Edeb:6.

[997] Fecr, 89:17; Mâûn, 107:2.

[998] Duhâ 93:9.

[999] Bakara 2:215, 220; Nisâ 4:8; İnsan, 76:8; Beled, 90:15.

[1000] Nisâ, 4:3, 127.

[995] Ebû Dâvûd, Vesâyâ:9.

[996] Bakara, 2:177; Nisâ, 4:36.

“Ey Muâz! Yetime yaptığın duayı ve ona merhamet ettiğini gördüm. Sizden
biri bir yetimin sorumluluğunu alır ve bu sorumluluğu hakkıyla yerine
getirir, sonra da elini onun başına koyarsa, Allah ona elinin değdiği her saç
teli için on sevap verir, on günahını siler, her saç teline karşılık onu bir
derece yükseltir.”[1026]

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam yetimlere ait malların ticaret yoluyla


arttırılmasını istemiştir.[1006] Öte yandan yetim malı yemenin insanı helâk
eden yedi büyük günahtan biri olduğu belirtilmiş, mü’minlerin bundan
şiddetle kaçınması gerektiği vurgulanmıştır.[1007]

“Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin


bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük
yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”[1016]

Bunun üzerine ben ağladım. Beni tutup başımı okşadı, yanına aldı ve
“İstemez misin, ben baban olayım, Âişe de annen olsun” dedi.[1027]

Resûl-i Ekrem’ aleyhissalâtü vesselam’ın, “Allahım! Ben yetimin ve


kadının, bu iki zayıf insanın hakkını ihlâl etmekten insanları şiddetle
sakındırıyorum” dediği,[1004] bir defasında şahadet parmağı ile orta
parmağını birleştirerek, “Yetimi koruyup gözetenle cennette böyle yan yana
olacağız” buyurduğu nakledilir.

“Allahım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden insanları cidden


sakındırırım: Yetim ve kadın.”[1015]

Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet! Öyleyse onlara, çocuklarınıza verdiğiniz


değer gibi değer verin ve yediklerinizden yedirin!” buyurdu.”[1018]

“İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik kalmaz, geceye kadar gün boyu


sessiz durmak yoktur.”[1013]

Yetimlerin mallarının en güzel şekilde korunup yönetilmesi,[1001]


büyüdüklerinde mallarının geciktirilmeden kendilerine teslim edilmesi ve
teslim sırasında şahit bulundurulması hususu[1002] Kur’ân’da yetim
haklarına dair temel prensiplerdir.
“Bu ayet üzerine yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve
içeceklerine karıştırdılar.”[1030]

“Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz’ buyurdu ve orta parmağı ile
başparmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti.”[1021]

Yetimlerin itilip kakılması ve onlara karşı ilgisiz davranılması kınanmıştır.


[997] Yetimlerin küçümsenip kötü muamelede bulunulması yasaklanmıştır.
[998]

“Avucunu başının ön tarafına koydu. Sonra başının ortasına doğru çıkardı.


Ardından da başının ön tarafına veya alnına doğru indirdi.”[1035]

“Yetimin ağlamasından sakının! Zira insanlar uykudayken onlar yürür


(Yetim seher vakti Rabbine yükselir ve kendisini ağlatanları Allah’a şikâyet
eder).”[1038]
Menkıbe

İyi Niyet Her Zaman Kurtarır

Sahabenin âlimlerinden Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın rivayetine göre,


Peygamber Efendimiz şöyle anlatmaktadır:

“Sizden önceki ümmetlerden üç kişi yola çıktılar. Geceyi geçirmek için bir
mağaraya girdiler. Derken dağdan bir kaya parçası düştü ve mağaranın
ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:

‘İyi amellerinizle Allah’a yalvarmaktan başka sizi buradan hiçbir şey


kurtaramaz.’ dediler.

İçlerinden birisi salih bir amelini anlatmaya başladı:

‘Allah’ım, benim çok ihtiyar bir annem, bir de babam vardı. Onlardan önce
ne çocuklarıma ne de hayvanlarıma bir şey yedirip içirmezdim. (Önce
onların ihtiyacını görürdüm.) Günün birinde odun toplamak için uzak
yerlere gitmiştim. Onlar uyuyuncaya kadar dönemedim. Akşam yemeklerini
hazırladım. Fakat onları uyumuş buldum.

Uyandırmaya, onlardan önce akşam sütü içmemize razı olmadım. Çanak


elimde olduğu hâlde uyanmalarını bekledim. Nihayet sabah aydınlandı.
Çocuklarım ayaklarımın altında dolaşarak açlıktan sızlıyorlardı. Derken
annemle babam uyandı ve akşam sütlerini içtiler. Allah’ım, eğer bu işi
Sen’in rızan için yapmışsam, bu kayadan çektiğimiz belayı bizden gider.”
dedi.

Kaya parçası biraz açıldı fakat çıkılacak kadar olmadı. İkincisi şöyle
yakardı:

‘Yüce Allah’ım, benim amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok
seviyordum. Bir erkek bir kadını ne kadar çok seviyorsa ben de onu o kadar
seviyordum. Onunla birleşmek istedim. Fakat teklifimi kabul etmedi.
Birkaç sene sonra bir kıtlık baş gösterdi. Yanıma geldi, kendisini bana
teslim etmesi şartıyla yüz yirmi altın vaat ettim. Parayı götürüp önüne
koyunca bana, ‘Allah’tan kork, haksız yere mührümü bozma.’ dedi. Ben de
Allah’tan korkarak bu çok sevdiğim kadından uzak durdum. Verdiğim
altınları da kendisine bıraktım. Allah’ım, eğer bu işi yalnız Sen’in rızanı
kazanmak için yapmışsam içinde bulunduğumuz şu belayı gider.’

Bunun üzerine kaya parçası biraz daha kımıldadı ve mağaranın kapısı biraz
daha aralandı. Ama yine çıkılacak hâle gelmedi. Üçüncü adam da şöyle
yalvardı:

‘Allah’ım, ben ücretiyle işçi tuttum, çalıştırdım, sonunda hepsinin ücretini


verdim. Yalnız bir tanesi ücretini almadan bıraktı, gitti. Onun hakkını kendi
malıma katmadım ayrı tutum, çalıştırdım. Onun hesabına mal çoğaldı. Bir
zaman sonra o adam yanıma geldi.

‘Ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Şu gördüğün vadide ne kadar deve, öküz ve
koyun varsa hepsi senin kalan ücretinden çoğalan mallardır. Al, götür; senin
olsun.’ dedim. O da:

‘Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme.’ dedi. Ben:

‘Seninle alay etmiyorum, doğru söylüyorum.’ dedim. Bundan sonra malları


aldı ve hepsini önüne katıp götürdü. Hiçbir şey bırakmadı. Allah’ım eğer bu
işi Sen’in rızanı düşünerek yapmışsam içine düştüğümüz şu belayı
üzerimizden kaldır.” dedi.

Bu halisane niyetleri ve duaları sonunda kaya parçası mağaranın ağzından


kaydı ve mağaranın kapısı açıldı. Onlar da içinden çıkarak kurtuldular.”
SÜNNETE GÖRE ÖLÜM
GERÇEĞİ VE DÜNYANIN
FÂNİLİĞİ
DÜNYAYA GELMEK KENDİ ELİMİZDE olmadığı gibi, gitmek de kendi
elimizde değildir. Bu âlemin sahibi ne zaman dilerse, o vakit emaneti teslim
alır.

Onun için mü’minin gözünde ölüm bir yeniliktir, bir tazelenmektir. Sonsuza
kadar yaşayacağı âleme bir geçiştir. Daha önce giden sevdiklerine ve
dostlarına bir kavuşmaktır. Ölüm sonrası başlayan bu uzun seyahat;
korkulu, sıkıntılı ve kasvetli bir hâl değil, ferahlı, rahat ve lezzetli bir
seyahattir.

Ölüm, kendi kendine meydana gelen, rastgele bir olay değildir. Varlıkların
meydana gelmesi, canlıların yaratılması, insanın dünyaya ayak basması
nasıl kendi kendine değilse, onların varlık âleminden çıkarılması, ölmeleri
de rastgele değildir.

İlk bakışta ölüm soğuktur, korkunçtur ve ürkütücüdür. Peçesi karanlık, yüzü


siyah ve çirkindir. Fakat mü’min için ölümün siması nurludur, güzeldir ve
sevimlidir.

Ölüm bir an için yok olmak, idam olmak, hiçliğe gitmek, fena bulmak,
dağılıp bozulmak, sönmek ve kaybolmak gibi görünse de, mü’min için
hayat yükünden bir terhistir, imtihan meydanından bir paydostur, ölümsüz
hayata bir geçiştir, dünya zindanından cennet bahçelerine bir davettir, yüzde
doksan dokuz sevdiklerimizin toplanmış olduğu berzah âlemine bir varıştır.

Hadislerde ölümün hatırlanması, unutulmaması tavsiye edilir. Ölümü


hatırlamak için yaşıtlarının ve yakınlarının ölümlerini düşünmekten daha iyi
bir çare yoktur. Ummadıkları bir zamanda onların nasıl öldüklerini
düşünmelidir. Fakat ölüme hazırlıklı olan, o büyük kurtuluşa ulaşmıştır.
Bunun aksine dünyaya aldanan ise büyük hüsran ve zarar içindedir.

Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselam, Allah katında en üstün insan,


kâinatın efendisidir. Allah varlıkları onun yüzü suyu hürmetine yaratmış,
onu kendisine bir elçi, bir dost ve bir peygamber olarak seçmiştir. Miraçta
onu huzuruna almış, arada hiçbir vasıta olmadan onunla konuşmuş. Fakat o
kadar sevdiği bir insana bakınız ne buyuruyor?

“Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecek.”[1042]

Ölüm insan için bir nimettir, Allah’ın bir ihsanıdır.

Şöyle ki: Dünya hayatı sıkıntılı, problemli, dert ve ıstıraplarla doludur.


Bazen bir zindan oluverir, insanı boğmaya çalışır, hayat çekilmez bir hâl
alır. Fakat ölüm geldiği zaman bütün bu sıkıntıları ve dertleri silip süpürür.
Ondan sonra sürurlu, geniş, ıstırapsız, sonsuz, dertsiz ve gamsız bir hayat
başlar. Zaten hadiste “Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir”[1043]
buyrulmuyor mu? Yani bu dünya âhirete nispetle mü’min için bir zindan,
kâfir için de bir cennettir. Çünkü mü’min, imanı sayesinde âhirette daha
geniş nimetlere kavuşacak, âhiretin yanında dünya hayatı bir zindan gibi
kalacaktır. Kâfir de dünyadaki rahatlığı ve nimetleri âhirette bulamadığı
için, âhiretine nispetle bu dünya ona cennet gibidir.

Ölümün nimet oluşunun üçüncü yönü:

İnsanın yaşı ilerledikçe, yetmişi, sekseni geçtikçe hayat ağırlaşır, yaşamak


zorlaşır. Kulağı az duyar, göze az görür. Hastalıklar, ağrılar, sızılar birbiri
peşi sıra gelir. Bütün bu dertler insanı ölüme biraz daha yaklaştırır. Ve insan
bu dertlerden ancak ölüm sayesinde kurtulacağını bilir. Ölümün kendisi için
bir nimet olduğuna iyice inanır ve kabul eder.

Bir an için ölümün olmadığını düşünelim. Bir tarafta dedemiz, dedemizin


dedesi, onun dedesi ve sayısız dedeler... Öbür tarafta ninemiz, ninemizin
ninesi, onun ninesi ve sayısız nineler... Her biri ayrı bir dert ve hastalık
içinde inleyip dursalar, hayat onlar için, hem de bizim için ne kadar ağır ve
çekilmez olacaktı, ölüm ne kadar arzu edilecekti! İşte sadece bu cihetten
bakılsa bile ölümün büyük bir nimettir.
Ölümü Kendine Yakın Hisset!
890. Ölüm, hayat kadar önemli bir gerçektir. Hatta ölüm sürekli hayatın
önünde durmaktadır. Ölüm hakikatini gündeminde tutanlar hayatlarını da
anlamlı ve verimli geçirirler.

Ölüm her an kapımızı çalacağına ve hiç sormadan, hiç beklemediğimiz bir


anda geleceğine göre, ona hazırlıklı olmak hepimizin en önemli meselesidir.

Ebû İshâk, Neha’ kabilesinden bir adamdan bildiriyor:

Vefatı anında Ebû’d-Derdâ radıyallâhü anh’ın yanında bulundum, bize


şöyle dedi:

“Size Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan işittiğim bir hadisi aktarayım


mı?

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah’ı görüyormuşçasına ibadet et! Her ne kadar sen onu


göremesen de o seni görür.

“Kendini ölülerden biri say ve mazlumun bedduasından sakın. Zira onun


duası kabul edilir.

“Emekleyerek gelecek olsanız dahi, yatsı ile sabah namazlarını cemaatle


kılmaya çalışın.”[1044]

Ölüm İçin Hazırlık Yap!


891. Ölümün ne zaman geleceği bilinmez; çünkü bildirilmemiştir. Yoksa
insanlar ölecekleri zamanı bilselerdi, yarı ömürlerini sefahat içinde
geçirirler, geri kalan zamanlarını da her an darağacına yanaşır gibi azap
içinde yaşarlardı.

Bu hikmete göre, Cenâb-ı Hak ölüm vaktini gizlemiştir ki, insan hep ölüme
hazırlıklı olsun, kendisini her an ölecekmiş gibi bilsin.
Târık bin Abdillah el-Muhâribî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bana şöyle buyurdu:

“Ey Târık! Ölmeden önce, ölüm(den sonrası) için hazırlığını yap!” buyurdu.
[1045]

Lezzetleri Yok Eden Ölümü Çok Hatırlayın!


892. Ölümü hatırında tutmak, ölümü düşünmek, insana bu hayatın fâniliğini
hatırlatır, bu dünyanın geçici lezzetlerinden âhiretin kalıcı, baki lezzetlerine
yöneltir.

Ölümü hatırlamanın bir yolu da rabıta-i mevt denilen ölümle bağ kurmaktır.

Şöyle ki, insan kendi ömür ağacının tek meyvesi olan cenazesine baksa,
kendi ölümünü gördüğü gibi, bir parça ileriye gitse, asrının ölümünü görür;
biraz daha ileriye bakacak olsa dünyanın ölümünü de görür, böylece tam bir
ihlası kazanır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Lezzetleri yerle bir edeni çokça hatırlayın!”

“Lezzetleri yerle bir eden nedir?” diye sorduklarında ise: “Ölümdür”


buyurdu.[1046]

Ölümü Çok Sık Hatırla!


893. Ölümü hatırlamak, hayatı kolaylaştırır. Çünkü her şey çok çabuk
geçtiği için ona bağlanıp kalmaz.

Sıkıntılı anlarda ölümü hatırlamak o sıkıntıları giderir. Çünkü sıkıntı ne


kadar büyük olursa olsun devam etmeyecektir ve bitecektir.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bütün zevkleri yok eden ölümü çokça hatırlayınız.

“Hayatının sıkıntılı anlarında ölümü hatırlayan hiç kimse yoktur ki, hayatı
ona kolaylaşmasın.

“Bolluk anında ölümü hatırlayan hiç kimse yoktur ki, hayatı ona sıkıntı
vermesin.”[1047]

Ölümü Atlatsan da İhtiyarlık Yakalar


894. Ölümden kaçış yoktur. Hiçbir ölümden yakasını kurtaramaz, bir gün
gelir, ölüm hakikatiyle buluşur. Hayatı boyu bütün ölümcül tehlikeleri
atlatsa bile ihtiyarlıkla buluşacaktır.

İhtiyarlık ölümle bitince de sonsuz bir hayata adım atacaktır.

Abdullah bin Şıhhîr radıyallâhü anh’ın babası anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Âdemoğlunun her birinin çevresini doksan dokuz ölüm tehlikesi kuşatmış


durumdadır. Bu tehlikeleri atlatmış olsa bile ihtiyarlık tehlikesiyle karşı
karşıya kalır ve neticede ölür.”[1048]

Nasihat İstersen Ölüm Yeter


895. Ölüm çok etkili bir nasihatçidir. Bir cenaze merasimine katılmak, bir
defin işleminde bulunmak veya zaman zaman mezar ziyaretine gitmek
insana çok kalıcı dersler verir.

Peygamber aleyhissalâtü vesselam da bazı zamanlar Baki mezarlığına gider,


uzun süre orada kalır, dualar eder, kabir ehline istiğfarda bulunurdu.
Ammar radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Nasihat istersen ölüm yeter.

“Zenginlik istersen yakîn yeter.

“İbadet istersen meşguliyet yeter.”[1049]

İhtiyarlık ve Ölüm Gelmeden Önce Amelde


Bulun!
896. İnsan her zaman aynı hâlde kalmaz. Hayat inişli çıkışlıdır. Bugün
sevinçli olan yarın sıkıntı yaşayabilir. Sağlıklı bir ömür geçirirken
hastalıklar kapısını çalabilir. Gençken dinçtir, ama gün gelir ihtiyarlık
karşısına çıkar. Böyle beklemediği şeylerle karşılaşmamak için insan
fırsatları iyi değerlendirmelidir.

Ebû Umâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Hayatı zorlaştıran ihtiyarlık, ansızın gelen ölüm, amel yapmaya engel olan
hastalık ve ertelemekten dolayı pişmanlık zamanı gelmeden önce amel
yapmaya bakınız!”[1050]

Ölüm Duası Şöyle Olmalı


897. Yaşamak bir kader olduğu gibi, ölüm de bir kaderdir, bir takdirdir. Her
ikisi de Allah’ın elindedir. Bunun için yaşamak da, ölüm de insanın elinde
değildir. Bundan dolayı ölümü istemenin bir anlamı yoktur.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam, Allah’tan ölümü istemeyi uygun


görmemiştir. Hangisi hayırlıysa onu istemeli, duamızı da ona göre
yapmalıyız.
Enes bin Mâlik radıyallâhü anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:

“Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka
böyle bir şey istemek zorunda kalırsa da:

“Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda
ölüm hayırlı olduğu zaman da bana ölümü nasip et’ desin.”[1051]

Ölümü İstemeyin!
898. Ölümü isteyip durmamalıdır. Hayatta kalıp bir kere olsun “Lâilahe
illallah” demek, ölüp gitmekten hayırlıdır. Çünkü ölümün nasıl geleceğini,
hangi hâldeyken öleceğimizi bilemeyiz, tahmin bile edemeyiz. Üstelik ölüm
anı zordur ve çetindir. Bunun için Allah’tan hayırlı ve bereketli bir ömür
istemek lazımdır.

Câbir bin Abdillah radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Ölümü istemeyin, zira ölüm anı çok çetindir. Yüce Allah’ın, ömrünü
uzatması ve kendisine yönelmesini nasip etmesi, kişinin
bahtiyarlığındandır.”[1052]

Ölüm Çabuk Gelir


899. Ölüm her şeyden önceliklidir, her şeyin önündedir. Geldiği zaman da
her şeyi sonlandırır, bitirir. Çadır da kursan, saraylar da yaptırsan, ölüm
geldiği zaman hepsinin önüne geçer. Bu açıdan ölümü kendimiz için sıcak
tuttuğumuz gibi, yakın dostlarımıza, başkalarına da hatırlatmaya
çalışmalıyız. Böylece bir sünneti de yaşamış, yaşatmış oluruz.

Abdullah bin Amr radıyallâhü anhümâ anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam yanımıza uğradığında kamıştan olan
evimizi onarıyorduk. “Ey Abdullah! Ne yapıyorsunuz?” diye sorunca, “Ey
Allah’ın Resûlü! Kamıştan olan evimiz çökmek üzere, onu onarıyoruz”
dedik.

Bunun üzerine: “Ölümün (çökme işinden) daha hızlı geleceğini


düşünüyorum” buyurdu.[1053]

Kaygınız Âhiret Olsun


900. Üç günlük dünya için çok büyük kaygılara girmemeli. Yirmi otuz sene
yaşayanlar da dertlerini dünyada bırakıp gitmişler, doksan, yüz sene
yaşayanlar da dertlerini burada bırakıp göçüp gitmişler.

Bunun için mü’minin kaygısı, endişesi ve merakı dünya olmamalı;


gündeminde hep âhiret olmalıdır, âhiret âlemi onu meraklandırmalıdır.

Zeyd bin Sâbit radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Her kimin asıl kaygısı dünya olursa, Yüce Allah onun iki yakasını bir
araya getirmez, fakirliği alın yazısı yapar ve dünyalık olarak ancak
kendisine takdir edildiği kadarı verilir.

“Asıl gayesi âhireti olan kişinin ise, Yüce Allah zenginliğini gönlünde kılar,
işlerini düzeltir ve zorla da olsa dünyayı ayaklarına getirir.”[1054]

Âhiret Kazancını İste!


901. Allah’tan en çok âhiret saadetini istemeliyiz. Çünkü ne yaparsak
yapalım, dünya hayatı şu veya bu şekilde geçiyor. Herkes bu dünyadan
nasibi kadarını alıyor. Nasipten fazlası olmuyor. Olsa bile dünya nimetleri
tek başına mutluluk getirmiyor. Âhiret için çalışılır, âhiret kazancı elde
edilirse peşinden dünya da geliyor. Bunun için Peyamberimiz aleyhissalâtü
vesselam âhiret kazancına teşvik ediyor.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Kim âhiret kazancını isterse, onun


kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden
veririz, fakat onun âhirette hiçbir payı yoktur”[1055] âyetini okudu ve şöyle
buyurdu:

“Yüce Allah burada: ‘Ey Âdemoğlu! Bana ibadetle meşgul ol ki, gönlünü
zengin kılayım, ihtiyaçlarını da gidereyim. Böyle yapmazsan, kalbini
meşgul bırakırım, ihtiyaçlarını da gidermem’ buyurur.”[1056]

Derdin Âhiret Olsun!


902. Dünyayı fazla dert edinmemeliyiz. Çünkü dünya gidiyor, insan da
birlikte gidiyor. Dünya bir üzüm yedirse peşinden yüz tokat vururcasına
hayatı acılaştırıyor. Zaten derdi dünya olanın, dünya kadar derdi oluyor.
Derdin biri bitse, peşinden bir başka dert geliyor.

Bunun için dünyayı değil de, âhireti dert edinenler kazanıyor, mutlu oluyor.
Üstelik âhiret derdi saadettir, dünya derdi felakettir.

İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi bütün dertlerini tek bir dert (âhiret derdi) yaparsa, Yüce Allah onu
dünya dertlerinden yana rahatlatır.

“Ancak Yüce Allah, dertlerini çoğaltan kişinin, dünya vadilerinden


hangisinde kaybolup heba olduğuna aldırmaz.”[1057]

Derdin Dünya İse Allah Dünya ile Meşgul Eder


903. Sünnet-i seniyye bize hep ebedî âhiret hayatını cazip gösterir, bütün
emeğimizi, enerjimizi âhiret için harcamamızı tavsiye eder.
İnsanlar zaten her vesileyle dünyayı dert ediniyorlar, dünya derdiyle yatıp
kalkıyorlar, konuşmaları sürekli dünya üzerinde oluyor.

Bir de dünyaya çağıranlar o kadar çok olmakla beraber, âhirete davet


edenler o kadar azınlıktadır.

Enes bin Mâlik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, en büyük derdi dünya olan kişiyi, dünya işleriyle daha çok
meşgul kılar ve fakirliği alın yazısı yapar. Böyle olunca kişi sabah akşam
kendini fakirlik içinde görür.

“En büyük derdi âhiret olan kişiyi ise Yüce Allah dünya meşgalelerinden
kurtarır ve zenginliğini kalbinde kılar. Böyle olunca kişi sabah akşam
kendini bir zenginlik içinde görür.”[1058]

Hedefin Âhiret Olursa Dünya Ardından Gelir


904. Gaye âhiret olmalı. Zaten dünyanın gaye edinilecek bir yanı yoktur.
Kendisi de fânidir, içindekiler de fânidir. Cenâb-ı Hak kalp, hayâl gibi
latifelerimizi bu dünyaya bağlamak için vermemiştir. Her iki duygu da
ancak ebedî hayatla tatmin olur.

Bunun için hedefe âhireti koymalı ki, dünya peşinden gelsin. Dünyayı gaye
edinenler ise her ikisinden de eli boş dönüyor.

Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Gayesi âhiret olan kişiye, Allah gönül zenginliği verir, işlerini toparlar,
fakirliği iki gözünün arasından çekip alır. İstemediği hâlde dünya kendisine
gelir, varlıklı bir şekilde sabahlayıp akşamlar.

“Gayesi sadece dünya olan kişiye ise, fakirliği iki gözünün arasına
yerleştirir. Muhtaç olarak sabahlayıp akşamlar.”[1059]
En Hayırlı Rızık Yetecek Kadar Olandır
905. Efendimiz aleyhissalâtü vesselam şayet isteseydi Yüce Allah dünyayı
onu önüne yığardı, dağ ve taş onun için altına çevrilirdi. Fakat o hep ebedî
yurdu istedi ve Allah’tan yetecek kadar rızık talebinde bulundu, dünyadan
yarı aç, yarı tok gitti. Dünyaya sırtını döndüğü için, dünya da onun emrine
girdi, âhiret de onun için hazırlandı.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar


kıl!”[1060]

En Hayırlınız Dünya Yükü Az Olandır


906. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam dünya servetinin, çoluk
çocuğun insanı ağır imtihanlara tabi tutacağını bildiği için, böyle bir
hakikati ifade ediyor.

Bu imtihanda ümmet çok zorlanacak, bir kısmı sınıfta kalacaktır. Zaten


Kur’ân da, “Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır” (Teğabün,
64:15) diyerek, bu konudaki yükün çok ağır olacağını bildiriyor.

Huzeyfe radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“İki yüz yıla kadar en hayırlınız, yükü en az olanlar olacaktır.”

“Ey Allah’ın Resûlü! Yükü az olanlar kimlerdir?”

“Ailesi ve malı olmayanlardır.”[1061]

Rızkı Kendisine Yetecek Kadar Olana İmrenin!


907. Makam, mevki, mal mülk, servet varlık mü’minin aklını, kalbini ve
fikrini çok yorar. Bütün zamanını ve ömrünü dünyaya verince de en
lüzumlu vazifelerini ihmal eder, öteler.

Bunun için geçimine yetecek kadar geliri olan, aile yükü hafif olanlara
imrenileceği haber verilmiş, o insanlara dikkat çekilmiştir.

Ebû Umâme radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Bana göre en çok imrenilmesi gereken kişi, malı ve ailesi az, namazdan
nasibi çok, rızkı kendisine yetecek kadar olmasına rağmen Yüce Allah’a
kavuşuncaya kadar buna sabredip Rabbine en güzel şekilde ibadetini yapan,
insanlar arasında fazla tanınmayan mü’mindir. Böylesi kişinin ölümü
çabuk, mirası ve arkasından ağlayanı az olur.”[1062]

Başını Sokacağın Evin Varsa, En Mutlu Sensin


908. Allah’ın kime ne kadar dünyalık vereceğini bilemeyiz. Allah bazı
kullarını varlıkla imtihan ederken, bazılarını da darlıkla imtihan eder.

Hadiste verilen ölçü, huzurun, refahın ve saadetin temini için yeterli


görülmüştür. Fazlası mü’minin taşımasını, kaldırmasını, muhafaza etmesini
zorlaştırır.

Burada mutluluğun nerede saklı olduğunu da görmüş oluyoruz.

Sevbân radıyallâhü anh anlatıyor:

“Ey Allah’ın Resûlü! Dünyalık olarak bana yetecek miktar nedir?”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Açlığını giderecek, avret yerini örtecek kadarı yeterlidir. Başını sokacağın


bir evin de olursa tamam olur. Üzerine bineceğin bir bineğin de varsa ne
güzeldir.”[1063]
Dünya Malını Helal Yoldan Kazan
909. Dünyalığı kazanmada taşınan niyet çok önemlidir. Sırf dünya için
yaşayan, dünyalık için çalışır, fakat dünyayı Allah’ın isimlerini okumak ve
âhiretine malzeme tedarik etmek için çalışanlar dünyayı Allah için sevmiş
olurlar

Bunun için dünyadan daha çok âhiret mü’mine gülmeli, onun ilgi alanına
girmelidir. Dünyanın nefse ve günahlara bakan yüzü/yönü mü’mini
aldatmamalıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dünya malını, helal olan yoldan övünmek, mal biriktirmek ve gösteriş


yapmak için isteyen kişi (kıyamet gününde) huzura çıktığında Allah’ın
gazabıyla karşılaşır.

“Dünya malını helal yoldan, başkalarına el açmamak, ailesi için çalışmak


ve komşusuna iyilik etmek için isteyen kişi ise Yüce Allah’ın huzuruna
yüzü Ay’ın on dördü gibi (parlak bir şekilde) çıkar.”[1064]

Dünyada Bir Yolcu Gibi Ol!


910. Uyanık mü’min dünyaya kalbini bağlamaz, dünyanın keyfine dalmaz,
lezzetin peşine düşmez, hazzı için yaşamaz, gününü gün etmeye çalışmaz.

Onun için dünya bir konak yeridir, bir günlük misafirliktir, yorulan bir
yolcunun bir ağaç altında gölgelenmesi gibidir.

Dünya bizi kendine celbetmemeli, aklımızı çelmemeli, kalbimizi


sarmamalı, hayâlimizi doldurmamalı, rüyamızı süslememelidir.

Alkame bin Kays radıyallâhü anh anlatıyor:


Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir hasırın üzerinde uyudu. Kalktığında
hasırın, vücudunda izler bıraktığını gören İbn Mes’ûd, “Ey Allah’ın Resûlü!
Emretseniz de altınıza bir şeyler sersek” deyince, Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam şöyle buyurdu:

“Benim dünya (rahatlığı) ile ne işim olabilir? Dünyadaki durumum, bir


ağacın altında gölgelendikten sonra oradan ayrılıp yoluna devam eden
yolcunun durumu gibidir.”[1065]

Resûlullah, Yumuşak Yatağı İstemedi


911. Can Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam mübarek bedenine
yumuşak bir yatağı bile çok görüyor. Dünya ondan ne kadar uzak, o
dünyaya ne kadar yabancı! Ve onun gözünde âhiret ne kadar canlı ve
parlak!

Bu konularda her ne kadar onu taklit edemesek de, lüksten ve israftan


kaçınmak elimizde ve imkânımız dâhilindedir. Sünnetin bu yönü en azından
hayatımıza bir düzen getirmeli, bizleri dikkate sevketmelidir.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın eski ve sert bir yatağı vardı. Daha


rahat uyuyabilmesi için ona yeni bir yatak yaptım. Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam gelip onu görünce, “Ey Âişe! Bu ne?” diye sordu.

“Yatağınızın eski ve sert olduğunu gördüm. Daha rahat uyumanız için de


bunu yaptım” dediğimde şöyle buyurdu:

“Bunu benden uzak tut! Vallahi, bunu kaldırmadan oturmam!”

“Bunun üzerine yeni yaptığım yatağı kaldırdım.”[1066]

Resûlullah, Bazı Geceleri Aç Geçirirdi


912. Sofrasını yoksullara açtığı, yiyeceklerini tadamadan açlara yolladığı
için üst üste aç sabahlayan bir Peygamberin ümmeti olarak ne kadar büyük
bir sorumluluk içinde olduğumuzu fark ettiğimiz an hesabımız
kolaylaşacaktır. İki Cihan Serveri’nin şefaatine erecek, yakınında yer
alacak, huzuruna çıkabileceğiz. Böylece ona olan sevgimiz sözde
kalmayacak, öze geçecek ve özne hâline gelecektir.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ailesiyle birlikte akşam yemeği olarak


bir şey bulamadan peş peşe birkaç geceyi aç bir şekilde geçirdiği olurdu. O
zamanlarda ekmekleri genellikle arpa unundandı.”[1067]

Resûlullah’ın Evinde Günlerce Ateş Yanmazdı


913. Sofrasında hurmadan ve sudan başka yiyecek içecek olmayan bir
Peygamber ne kadar gözümüzün önünde durursa, kalbimizde yer ederse, o
nispette onu anlamış olacak, onun dava mirasına sahip olmanın hazzını
yaşayacağız. Sünnette yer alan bu örnekler, kanaat anlayışımızı yeniden
gözden geçirmemize vesile olmalı ve ona göre hayata anlam katmalıdır.

Urve bin Zübeyr radıyallâhü anh anlatıyor:

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ, “Bazen bir, iki, üç hilal (gece) geçerdi de
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın evlerinden hiçbirinde (yemek için)
ateş yandığı olmazdı” dedi.

Ona: “Teyzeciğim! O zaman ne yiyordunuz?” diye sorduğumda, “İki siyah


olan hurma ve su” dedi.[1068]

Âhirete Göre Dünya Parmak Islaklığı Kadardır


914. Âhiretin zerre kadar bir nuru baki olduğu için dünyanın bütününden
daha çoktur. Yoksa dünya değersiz, kıymetsiz değildir, abes ve boş yere de
yaratılmamıştır.

Dünyada her varlık Allah’ı tanıttığı, zikir ve tesbih ettiği için âhiret
yurdunun bir tarlasıdır. Fakat dünyanın fâni yüzüne, günahlara götüren
hâline bakınca, bir damla bile kıymet taşımaz.
Fihr oğullarından Müstevrid radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Vallahi âhirete göre dünyanın değeri, birinizin parmağını denize sokup


çıkarması gibidir. Kişi parmağıyla (denizden) ne kadar su alabildiğine bir
baksın.”[1069]

Dünyanın Allah Katındaki Değeri


915. Âhiret açısından bakıldığında dünyanın Allah katındaki değeri, bir
sinek kadarı kadar bir anlam taşımaz, bir kıymet etmez.

Bunun için dünyaya bel bağlamamalı, süslü yüzüne aldanmamalı, bu


değerli hayatı dünyaya harcamamalıdır. Dünyayı âhirete çevirerek
âhiretleştirmelidir.

Said el-Makburî radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah katında dünyanın bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire
ondan bir yudum su dahi içirmezdi.”[1070]

Bu hadisi Bediüzzaman şöyle açıklar:

“Hakikati şudur ki: “inşallah-Allah katında” tabiri “âlem-i bekadan”


demektir. Evet, âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur madem
ebedidir, yeryüzünü dolduracak muvakkat (geçici) bir nurdan daha çok
demektir.

“Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla muvazene değil, belki herkesin
kısacık ömrüne yerleşen hususi dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı
kadar daimi bir feyz-i İlahiye ve bir ihsan-ı İlahiye muvazeneye gelmediği
demektir.”[1071]

İlerisi İçin Neler Yaptın?


916. Geleceğimiz hakkında meleklerin teşhisi ve tesbiti mi önemli, yoksa
insanların mı? Melekler dünyadan âhirete neler gönderdiğimizi sorarlarken,
insanlar geride kalan mirasçılara ne kadar mal mülk bıraktı, diye merak
ederler.

Dünyada bıraktıklarımız âhirete geçmemişlerse bir fayda sağlamaz. Çünkü


“Dünya ehlince güzel addedilen şey orada çirkindir.”

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Kişi öldüğü zaman melekler ‘İlerisi (âhireti) için neler yaptı?’ diye sorar.
İnsanlar ise: ‘Geriye ne bıraktı?’ diye sorarlar.”[1072]

Allah Dışınıza Bakmaz, Kalbinize Bakar


917. Allah katında değerli olan dış görünüş değil, iç zenginliğidir. Allah
için makbul olan dünya malı değil, kalplerimizdeki iman ve taşıdığımız
niyetimizdir.

Bunun için dışımızı süslerken, ruhumuzu ihmal etmemeli, görünüşümüze


önem verirken, amel ve ibadetlerimizi ihmal etmememiz gerekiyor.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Yüce Allah sizin dış görüşünüze ve mal varlığınıza bakmaz. Sadece


kalplerinizde olana ve amellerinize bakar.”[1073]

Cennetlikler Yoksullardır, Cehennemlikler


Kibirlilerdir
918. Bir insanın değeri Allah katındaki değeriyle ölçülür. Allah, değer
verdiği kullarını da cennetine alır. Bu kişiler, öyle herkesin önemsemediği,
değersiz gördüğü zayıf ve sıradan mü’minlerdir.
Kibirli, gururlu, burnu havada olanlar Allah katında bir kıymet taşımazlar,
onları ancak cehennem kabul edecektir.

Hârise bin Vehb radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Cennet ahalisinin kimlerden oluştuğunu size söyleyeyim mi? Onlar güçsüz


ve zayıf görülen kişilerdir ki, bunlardan biri, Allah adına yemin (ile dua)
edecek olsa, Yüce Allah onun yeminini boşa çıkarmaz.

“Cehennem ahalisi de kibirli, kaba ve kendini beğenmiş


kimselerdendir.”[1074]

Yoksullar Yüzünden Rızkınız Veriliyor


919. Biz rızkı kendi kazandığımızı sanıyoruz. Fakat aldanıyoruz. Rızkı
veren Allah, onu zayıf ve yoksul insanların yüzünden veriyor.

Çünkü herkesin rızkı yoktan ve gaybdan gönderiliyor. Hayatın can damarı


olan yağmur gayb âleminden sebepsiz olarak ihsan ediliyor.

Bu rızkı da Allah, çok zaman bizim değer vermediğimiz insanların bereketi


şeklinde gönderiyor.

Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Canım elinde olana yemin olsun ki, içinizdeki zayıflar (fakirler) yüzünden
yardım görür ve rızıklandırılırsınız.”[1075]

Her Günahın Başı Dünya Sevgisidir


920. Dünyanın üç yüzü vardır. Biri, Allah’ın güzel isimlerinin aynasıdır;
dünyanın bu yüzü Allah’ı tanımaya vesile olduğu için sevilir.
İkinci yüzü, âhiretin tarlasıdır; âhiret bu dünyada kazanılır.

Üçüncü yüzü de dalalet ehlinin ve günahkârların dünyasıdır; işte dünyanın


bu yüzü bütün hataların kaynağıdır. Dünyanın bu yüzünü sevenler âhireti
düşünmezler ve hesaba katmazlar.

Hasan(-ı Basrî) radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dünya sevgisi, her günahın başıdır.”[1076]

Çok Değer Verdiğin Şeyi Allah Düşürür


921. Her şeyin bir değeri, bir kıymeti vardır. Bunun için bir şeyi değerinden
fazla abartmamalı, yüceltmemeli, gözde büyütmemelidir. Ne zaman ki, bir
şeyi vazgeçilmez görür, değerinin üstünde bir anlam yüklersek, Yüce Allah
onu alçaltır, değersiz hâle getirir.

Bunun için bir şeye, Allah katındaki değerine göre kıymet biçmelidir, onu
göklere çıkarırcasına yüceltmemelidir.

Said bin Müseyyeb radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam(’ın devesi) Kasvâ girdiği her yarışta


diğerlerini geçerdi. Bir defasında bazı develerle yarışa sokulunca yenildi.
Yenilmesi Müslümanları üzdü. Bunu gören Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam şöyle buyurdu:

“İnsanlar ne zaman bir şeye gereğinden fazla değer verirse, Yüce Allah
onun değerini düşürür.”[1077]

Derdin Allah Rızası Olsun


922. Her şeyde Allah’ın rızası ölçü olmalı, Allah’ın rızasına göre hareket
etmelidir. Bir şeyde Allah rızası yoksa, o şeyin hiçbir değeri ve anlamı
yoktur.
Yani, “Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı. Eğer o razı olsa bütün dünya küsse
ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.”

Zaten “Kimin için Allah var, ona her şey var ve kimin için yoksa, her şey
ona yoktur, hiçtir.”

Huzeyfe bin el-Yemân radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam her sabah şöyle buyururdu:

“Derdi Allah (rızası) olmayan kişinin, Yüce Allah’ın rızasından nasibi


olmaz.”[1078]

En Çok Âhirete Yönel!


923. En hayırlı insanı insanlar belirlemez, insanlar tanımlamaz, insanlar
ortaya koymaz. En hayırlı insanı belirleyen Allah ve Resûlüdür.

Bu da insanın dünyaya ve âhirete bakışı ile alakalıdır. Kimin için dünya


öncelikli ise onun için âhiret ikinci plandadır. Kimin için âhiret öncelikli ise
onun için dünya geride kalmıştır.

Hasan radıyallâhü anh sordu:

“Ey Allah’ın Resûlü! En hayırlımız kimdir?”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Dünyadan en fazla yüz çevirip âhirete en fazla yönelenlerdir.”[1079]

İstediğini Sev, Sonunda Ayrılacaksın!


924. İnsan bir gün gelip ayrılacağı şeye kalbini fazla bağlamamalı, sevgide
ölçüyü kaçırıp aşırıya gitmemelidir. Hayır ve şer neyi yapmışsa, bir gün
gelecek onun karşılığını göreceğini bilmelidir. “Ne kadar emek, o kadar
yemek.”
Câbir radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Cebrâil bana: ‘Ey Muhammed! İstediğin şeyi sev, sonunda ondan


ayrılacaksın!

“İstediğin şeyi yap, yaptığının karşılığını bulacaksın!’ dedi.”[1080]

Zorluk Kolaylığı Çıkarır


925. Bir yerde zorluk varsa, Yüce Allah mutlaka onun ardından bir kolaylık
yaratır. Bir sıkıntı verirse, ardından bir ferahlık verir. Bir musibet verirse,
ardından bir saadet gönderir. Her şey zıddıyla bilinir. Bunun için ümitsizliğe
kapılmamalıdır.

Abdullah bin Mesûd radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Zorluk bir deliğe girse, muhakkak kolaylık da ardından girerek onu oradan
çıkarır.”

Sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Elbette zorluğun yanında bir


kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır”[1081] ayetini
okudu.[1082]

İnsanın Gözünü Toprak Doyurur


926. İnsanda doymak bilmeyen arzular, bitip tükenmeyen istekler vardır.
Eline ne geçse “daha yok mu” der.

İnsan her şeyde sonsuzluk arar, her şeye sahip olmak, her şeyi elde etmek
ister. Ama her şeye ulaşamaz, sonunda bir avuç toprak gözünü doyurur.

Ebû Vâkıd el-Leysî radıyallâhü anh anlatıyor:


Bizler vahiy aldığı sırada Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanına
giderdik ve o bizimle konuşurdu. Bir gün bize dedi ki:

“Yüce Allah buyurdu ki: Biz malı, namaz kılınması ve zekât verilmesi için
indirdik. Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu daha
olmasını ister. İki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünün olmasını ister.
Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Sonra Allah tövbe edenlerin
tövbesini kabul eder.”[1083]

[1042] Zümer, 39:30.

[1043] Müslim, Zühd:1; Tirmizi, Zühd:16

[1044] el-Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:10060.

[1045] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10067.

[1046] Tirmizî, Zühd:1; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10075.

[1047] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18212.

[1048] Tirmizî, Kader:14.

[1049] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18204.

[1050] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10090.

[1051] Buharî, Merdâ:19; Daavât:30; Müslim, Zikir:10, 13; Ebû Dâvûd,


Cenâiz:9; Nesâî, Cenâiz:1; İbni Mâce, Zühd:31.

[1052] Müsned, 2:332; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10105.

[1053] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10122.

[1054] İbni Mâce, Zühd:2; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9855.

[1055] Şûra, 42:20.


[1056] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:30; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis
No:9856.

[1057] el-Hâkim, el-Müstedrek, 2.443; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:9857.

[1058] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9858.

[1059] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17813.

[1060] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9866.

[1061] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9867.

[1062] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9868.

[1063] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9869.

[1064] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9889.

[1065] Tirmizî, Zühd:44; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9930.

[1066] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9933.

[1067] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9934.

[1068] Müslim, Zühd:28; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9939.

[1069] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9975.

[1070] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9987.

[1071] Sözler, s.463. “24. Söz, 8. Asıl”

[1072] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9992.

[1073] Müslim, Birr:34; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9994.

[1074] Müslim, Cennet:46; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10002.


[1075] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10013.

[1076] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10019.

[1077] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10030.

[1078] el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:317; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:10038.

[1079] İbni Mâce, Zühd:1; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10042.

[1080] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10057.

[1081] İnşirah, 94:5-6.

[1082] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11500.

[1083] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11507.

“Lezzetleri yerle bir eden nedir?” diye sorduklarında ise: “Ölümdür”


buyurdu.[1046]

“Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda
ölüm hayırlı olduğu zaman da bana ölümü nasip et’ desin.”[1051]

“Dünyadan en fazla yüz çevirip âhirete en fazla yönelenlerdir.”[1079]

“Yüce Allah katında dünyanın bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire
ondan bir yudum su dahi içirmezdi.”[1070]

“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar


kıl!”[1060]

“Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecek.”[1042]

“Vallahi âhirete göre dünyanın değeri, birinizin parmağını denize sokup


çıkarması gibidir. Kişi parmağıyla (denizden) ne kadar su alabildiğine bir
baksın.”[1069]
“Yüce Allah burada: ‘Ey Âdemoğlu! Bana ibadetle meşgul ol ki, gönlünü
zengin kılayım, ihtiyaçlarını da gidereyim. Böyle yapmazsan, kalbini
meşgul bırakırım, ihtiyaçlarını da gidermem’ buyurur.”[1056]

“Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla muvazene değil, belki herkesin
kısacık ömrüne yerleşen hususi dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı
kadar daimi bir feyz-i İlahiye ve bir ihsan-ı İlahiye muvazeneye gelmediği
demektir.”[1071]

[1076] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10019.

[1077] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10030.

[1075] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10013.

[1080] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10057.

[1081] İnşirah, 94:5-6.

[1078] el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:317; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:10038.

[1079] İbni Mâce, Zühd:1; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10042.

[1082] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11500.

[1083] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:11507.

[1065] Tirmizî, Zühd:44; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9930.

[1066] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9933.

[1069] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9975.

[1070] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9987.

[1067] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9934.

[1068] Müslim, Zühd:28; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9939.


[1073] Müslim, Birr:34; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9994.

[1074] Müslim, Cennet:46; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10002.

[1071] Sözler, s.463. “24. Söz, 8. Asıl”

[1072] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9992.

Şöyle ki: Dünya hayatı sıkıntılı, problemli, dert ve ıstıraplarla doludur.


Bazen bir zindan oluverir, insanı boğmaya çalışır, hayat çekilmez bir hâl
alır. Fakat ölüm geldiği zaman bütün bu sıkıntıları ve dertleri silip süpürür.
Ondan sonra sürurlu, geniş, ıstırapsız, sonsuz, dertsiz ve gamsız bir hayat
başlar. Zaten hadiste “Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir”[1043]
buyrulmuyor mu? Yani bu dünya âhirete nispetle mü’min için bir zindan,
kâfir için de bir cennettir. Çünkü mü’min, imanı sayesinde âhirette daha
geniş nimetlere kavuşacak, âhiretin yanında dünya hayatı bir zindan gibi
kalacaktır. Kâfir de dünyadaki rahatlığı ve nimetleri âhirette bulamadığı
için, âhiretine nispetle bu dünya ona cennet gibidir.

[1055] Şûra, 42:20.

[1058] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9858.

[1059] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:17813.

[1056] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame:30; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:9856.

[1057] el-Hâkim, el-Müstedrek, 2.443; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis


No:9857.

[1062] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9868.

[1063] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9869.

[1060] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9866.

[1061] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9867.


[1064] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9889.

“Gayesi sadece dünya olan kişiye ise, fakirliği iki gözünün arasına
yerleştirir. Muhtaç olarak sabahlayıp akşamlar.”[1059]

“Bana göre en çok imrenilmesi gereken kişi, malı ve ailesi az, namazdan
nasibi çok, rızkı kendisine yetecek kadar olmasına rağmen Yüce Allah’a
kavuşuncaya kadar buna sabredip Rabbine en güzel şekilde ibadetini yapan,
insanlar arasında fazla tanınmayan mü’mindir. Böylesi kişinin ölümü
çabuk, mirası ve arkasından ağlayanı az olur.”[1062]

“İstediğin şeyi yap, yaptığının karşılığını bulacaksın!’ dedi.”[1080]

“Ancak Yüce Allah, dertlerini çoğaltan kişinin, dünya vadilerinden


hangisinde kaybolup heba olduğuna aldırmaz.”[1057]

[1047] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18212.

[1048] Tirmizî, Kader:14.

[1045] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10067.

[1046] Tirmizî, Zühd:1; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10075.

“Yüce Allah buyurdu ki: Biz malı, namaz kılınması ve zekât verilmesi için
indirdik. Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu daha
olmasını ister. İki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünün olmasını ister.
Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Sonra Allah tövbe edenlerin
tövbesini kabul eder.”[1083]

[1051] Buharî, Merdâ:19; Daavât:30; Müslim, Zikir:10, 13; Ebû Dâvûd,


Cenâiz:9; Nesâî, Cenâiz:1; İbni Mâce, Zühd:31.

[1052] Müsned, 2:332; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10105.

[1049] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:18204.

[1050] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10090.


[1053] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:10122.

[1054] İbni Mâce, Zühd:2; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, Hadis No:9855.

[1044] el-Beyhakî, Şuabü’l-Îman, Hadis No:10060.

[1042] Zümer, 39:30.

[1043] Müslim, Zühd:1; Tirmizi, Zühd:16

Ona: “Teyzeciğim! O zaman ne yiyordunuz?” diye sorduğumda, “İki siyah


olan hurma ve su” dedi.[1068]

“Benim dünya (rahatlığı) ile ne işim olabilir? Dünyadaki durumum, bir


ağacın altında gölgelendikten sonra oradan ayrılıp yoluna devam eden
yolcunun durumu gibidir.”[1065]

“Asıl gayesi âhireti olan kişinin ise, Yüce Allah zenginliğini gönlünde kılar,
işlerini düzeltir ve zorla da olsa dünyayı ayaklarına getirir.”[1054]

“Cehennem ahalisi de kibirli, kaba ve kendini beğenmiş


kimselerdendir.”[1074]

“Âdemoğlunun her birinin çevresini doksan dokuz ölüm tehlikesi kuşatmış


durumdadır. Bu tehlikeleri atlatmış olsa bile ihtiyarlık tehlikesiyle karşı
karşıya kalır ve neticede ölür.”[1048]

“Ey Târık! Ölmeden önce, ölüm(den sonrası) için hazırlığını yap!” buyurdu.
[1045]

“Açlığını giderecek, avret yerini örtecek kadarı yeterlidir. Başını sokacağın


bir evin de olursa tamam olur. Üzerine bineceğin bir bineğin de varsa ne
güzeldir.”[1063]

“Kişi öldüğü zaman melekler ‘İlerisi (âhireti) için neler yaptı?’ diye sorar.
İnsanlar ise: ‘Geriye ne bıraktı?’ diye sorarlar.”[1072]

“İbadet istersen meşguliyet yeter.”[1049]


“İnsanlar ne zaman bir şeye gereğinden fazla değer verirse, Yüce Allah
onun değerini düşürür.”[1077]

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, ailesiyle birlikte akşam yemeği olarak


bir şey bulamadan peş peşe birkaç geceyi aç bir şekilde geçirdiği olurdu. O
zamanlarda ekmekleri genellikle arpa unundandı.”[1067]

Bunun üzerine: “Ölümün (çökme işinden) daha hızlı geleceğini


düşünüyorum” buyurdu.[1053]

“Dünya sevgisi, her günahın başıdır.”[1076]

“Yüce Allah sizin dış görüşünüze ve mal varlığınıza bakmaz. Sadece


kalplerinizde olana ve amellerinize bakar.”[1073]

Sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Elbette zorluğun yanında bir


kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır”[1081] ayetini
okudu.[1082]

“Bunun üzerine yeni yaptığım yatağı kaldırdım.”[1066]

“Hayatı zorlaştıran ihtiyarlık, ansızın gelen ölüm, amel yapmaya engel olan
hastalık ve ertelemekten dolayı pişmanlık zamanı gelmeden önce amel
yapmaya bakınız!”[1050]

“Derdi Allah (rızası) olmayan kişinin, Yüce Allah’ın rızasından nasibi


olmaz.”[1078]

“Canım elinde olana yemin olsun ki, içinizdeki zayıflar (fakirler) yüzünden
yardım görür ve rızıklandırılırsınız.”[1075]

“Ölümü istemeyin, zira ölüm anı çok çetindir. Yüce Allah’ın, ömrünü
uzatması ve kendisine yönelmesini nasip etmesi, kişinin
bahtiyarlığındandır.”[1052]

“Bolluk anında ölümü hatırlayan hiç kimse yoktur ki, hayatı ona sıkıntı
vermesin.”[1047]
Sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Elbette zorluğun yanında bir
kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır”[1081] ayetini
okudu.[1082]

“Emekleyerek gelecek olsanız dahi, yatsı ile sabah namazlarını cemaatle


kılmaya çalışın.”[1044]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Kim âhiret kazancını isterse, onun


kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden
veririz, fakat onun âhirette hiçbir payı yoktur”[1055] âyetini okudu ve şöyle
buyurdu:

“En büyük derdi âhiret olan kişiyi ise Yüce Allah dünya meşgalelerinden
kurtarır ve zenginliğini kalbinde kılar. Böyle olunca kişi sabah akşam
kendini bir zenginlik içinde görür.”[1058]

“Dünya malını helal yoldan, başkalarına el açmamak, ailesi için çalışmak


ve komşusuna iyilik etmek için isteyen kişi ise Yüce Allah’ın huzuruna
yüzü Ay’ın on dördü gibi (parlak bir şekilde) çıkar.”[1064]

“Ailesi ve malı olmayanlardır.”[1061]


SÜNNETE GÖRE ŞİİR
İSLÂM ÖNCESİ CAHİLİYE ARAPLARINDA ŞİİR, hitabet ve güzel söz
söyleme, kavimlerin hem bir iftihar ve övünç kaynağıydı, hem de bir
kahramanlık vesilesiydi. O zamanın güçlü ve etkili şairleri halkın gözünde
bir pehlivan kadar, bir kabile reisi kadar öneme sahipti. Hatta öyle ki, bir
şairin etkili bir şiiriyle savaşlar başlar, barışlar yapılırdı.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın gençlik yıllarında da şairler


arasında yarışmalar, müsabakalar yapılırdı. Şiirde birincilik kazanıp ilk
sıraya girenlerin şiirleri altın levhalara yazılır, Kâbe’nin duvarına asılır,
uzun süre orada kalırdı.

Arap toplumu, özellikle Kureyşliler edebi şiirlerde uzmanlaşmışlardı. Edebi


sözlerden iyi anlarlardı. Okunan şiirler arasında tasnifler yaparlar, ona göre
değer verirler veya değersiz görürlerdi.

İşte Kur’ân, belağatın, edebiyatın, hitabetin ve şiirin zirveye ulaştığı bir


dönemde nazil olmaya başladı, en kudretli şairlerin şiirleri Kur’ân
karşısında değerini kaybetti, anlamsız ve sönük kaldı.

O sıralar şairler hep azgın ve asi insanlar oldukları, şiirlerinde her türlü
ahlâka ve edebe aykırı konuları dile getirdikleri, putlarını övdükleri,
insanları şirke ve küfre sürükledikleri için Kur’ân, şairlere ancak azgınların
uyduklarını ifade ederek, bu çeşit şiirlere karşı çıktı.

Ama ne zaman ki, Müslümanlara Medine yolu açıldı, bazı şairler İslâm’a
girdi, bu sefer şiirlerinde Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ı, Kur’ân’ı
ve İslâm’ı övmeye başlayınca Peygamber aleyhissalâtü vesselam müşrik
şairlerden gelen hücumlara cevap vermeleri için Müslüman şairleri teşvik
etti, onlara iltifatlarda bulundu.

Hassan bin Sabit, Abdullah bin Revaha ve Nâbiğa gibi şairler, “Peygamber
şairleri” olarak toplum içinde tanınmaya başladılar. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam da bu şairlere sahip çıkınca, onları şiir okumaya
teşvik edince, Müslümanlar arasında da şiir yazanlar ve güzel şiir okuyanlar
artış gösterdi.

Günümüzde de her zaman olduğu gibi, şiir de vaz geçilmez yerini aldı.
Mehmed Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Sezai Karakoç gibi şairler
kalemlerini hakkın ve hakikatin hizmetinde kullanarak hakikatin sesi
oldular.

Şiirde Hikmet Vardır


927. Şiirde anlamlı, faydalı ve hikmetli hakikatler vardır. Eğer şiir, hakikati
dile getiriyorsa, çok büyük tesir yapar. Okuyanın ve dinleyenin üzerinde
etkiler bırakır. Bu durum şairin bilgisine, inancına ve sanatına göre
değişiklik arz eder.

Ubey bin Ka’b radıyallâhu anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Şiirde hikmet vardır.”[1084]

Güzel Şiir Büyüler


928. Güzel söz etki gücüne göre, okuyan ve dinleyen üzerinde büyüleyici
tesirler bırakır. Şiir de öyledir. Güçlü bir şair bir milletin ortak duygusunu
ve heyecanını dile getirir, kelimelere döktüğü mısralarıyla asırlar boyu
gönüllerde yerini alır.

İbn Abbas radıyalâhu anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir bedevi geldi. (Dikkat çekici bir


üslupla) konuşmaya başladı. Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm:

“Şurası muhakkak ki, beyanda sihir vardır, şurası da muhakkak ki şiirde de


hikmetler vardır” buyurdu.[1085]
Şiirin Güzeli de Vardır, Kötüsü de
929. Güzel şiir güzeldir, kötü şiir de kötüdür. Yazılan bir şiirde inanca,
ahlâka ve kutsal değerlere hücum varsa, bu şiir kötüdür. Özellikle İslâm’ın
kötülendiği şiirlerin yazılması, ezberlenmesi ve okunması başlı başına bir
felakettir.

Ebû Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:

“Sizden birinin içine irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır.”[1086]

Mescid-i Nebevi’de Şaire Özel Kürsü


930. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam güzel söze ve etkili şiire önem
verirdi. Şairleri şiir okumaları için teşvik eder, onlara kendi mescidinde özel
şiir okuma kürsüsü yaptırırdı.

Hz. Âişe radıyallâhu anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, şair Hassan bin Sâbit radıyallâhu anh


için mescitte özel bir minber koydurdu.

Hassan orada oturur, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ı metheden şiirler


okur veya Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ı düşmanlarına karşı
savunurdu.

Aleyhissalâtu vesselâm:

“Allah Hassan’ı, Resûlullah’ı savunduğu veya onun hakkında övücü şiirler


söylediği sürece Ruhu’l-Kudüs’le güçlendirmektedir” derdi.[1087]

Peygamberimiz Şiir Dinlemeyi Severdi


931. Sünnette şiir dinlemek önemli bir yer tutar. Sevgili Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam güzel şiir okuyan şairlerin şiir okumalarını ister,
kendisini de uzun süre bu şiirleri dinlerdi.

Amr İbnu’ş-Şerrîd, babasından (Şerrîd’den naklen radıyallâhu anh)


anlatıyor:

“Bir gün ben Resûlullah’ın bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara bana:
‘Hafızanda Ümeyye bin Ebi’s-Salt’ın şiirinden bir şeyler var mı?” diye
sordu. Ben: “Evet!” deyince:

“Oku!” dedi. Ben kendisine bir beyt okudum. O yine:

“Devam et!” dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine, “Oku!” emretti.
Böylece kendisine yüz beyit okudum.”[1088]

Şiir Okuyanlara Engel Olma!


932. Sahabiler kendi aralarında şiir okurlar, İslâm öncesi olayları
birbirlerine anlatırlardı. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam da bu
meclislerde hazır bulunur, konuşulanları tebessümle karşılardı.

Câbir bin Semure radıyallâhu anh anlatıyor:

“Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la yüz defadan fazla birlikte


oturdum. Ashâbı ona şiir okuyor, cahiliye zamanı ilgili eski olayları
anlatırlardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da sessizce onları dinlerdi.
Bazan (anlatılanlara) onlarla birlikte tebessüm buyurduğu olurdu.”[1089]

Şiir, Düşmana Ok Gibi Batar!


933. Şiir bazen düşmana ok gibi etki eder. Şairlerin okudukları şiirler,
Müslümanları heyecana getirir, onların üstünlüklerini düşmana hissettirir,
İslâm’ın haysiyet ve şerefini seslendirir.

Hz. Enes radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Umretu’l-kazâ sırasında Mekke’ye


girdiği zaman şâiri Abdullah bin Ravâha önünde yürüyor ve şu şiiri
okuyordu:

“Ey kâfir çocukları (Resûlullah’a) yol açın!

“Bugün ona gelen vahiy adına, size,

“Öyle bir vururuz ki, tepenizi yerinden uçurur,

“Ve dostu dostuna unutturur.”

Bunu gören Hz. Ömer radıyallâhü anh:

“Ey İbni Ravâha! Sen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın önünde ve


Allah’ın Harem bölgesinde şiir mi okuyorsun?” dedi. Ancak Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam:

“Ey Ömer, bırak onu! Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere oktan daha çabuk
tesir eder” diyerek müdahale etti.[1090]

İslâm Şairleri Kahraman İnsanlardır


934. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam özellikle Medine döneminde
şairleri önde tutar, onlara destek olur, başkaları onları susturmaya
yeltendikleri zaman, engel olur ve şairlere cesaret verirdi.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“0 sizin bir kardeşinizdir, uygunsuz bir söz söylemez.”

(Bu hadisi rivayet eden Zührî diyor ki):

“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, burada Abdullah bin Revâha’yı


kastetmiştir.” (Abdullah bin Ravâha, Efendimiz hakkında şu medhiyede
bulunmuştu:)
“Tan yeri ağarıp fecr-i sâdık yükseldiği sırada Resûlullah bize Kitabını
okuyarak geldi.

“0 bize körlükten (dalaletten) sonra hidayeti gösterdi.

“Kalplerimiz onun söylediklerinin hak olduğuna inanmıştır.

“Kâfirlere yatakları ağırlık verirken, Peygamberimiz geceyi uyanık


geçirir.”[1091]

Hiciv Şiirleri Top Gibi Etkiliydi


935. İslâm öncesi Arap toplumunda şiir sözleri birer mermi gibiydi. Şairler
bir ordu komutanı gibiydi. Her kabilenin büyük şairleri vardı. Halk şairlerin
sözlerine çok değer verir. Şairlerin övdükleri ve yerdikleri insanlar halkın
gözünde ya yükselir veya değersiz hâle gelirdi. Bunun için Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam da şairleri, müşrikleri hicvetmeleri için teşvik
ederdi.

Berâ radıyallâhu anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Kureyza günü, (şâiri) Hassân bin


Sâbit’e:

“Müşrikleri hicvet, zira Cebrâil seninle beraberdir!” dedi.[1092]

Hiciv Şiirleri Düşmanı Şaşkına Çevirirdi


936. Mekke müşrikleri içinde Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın
kabilesi olan Kureşliler de vardı. Kureyşlilerin bir kolu da Beni Haşim’di.
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam‘ın şairi, müşrikleri hicvederken
Beni Haşim kabilesine toz kondurmazdı.

Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:

Hassân bin Sâbit, (Mekkeli) müşrikleri hicvetmek için Resûlullah


aleyhissalâtu vesselâm’dan izin istedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Benim nesebimi (soyumu) nasıl hariç tutacaksın?” dedi. Hassân
radıyallâhu anh:

“Senin (nesebini) tereyağından kıl çeker gibi çekip çıkaracağım!” cevabını


verdi.[1093]

Sünnet Şairlere Değer Verir


937. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam İslâm öncesi şiirde zirveye
ulaşan şairler arasında Lebid’i takdir eder, özellikle Müslüman olduktan
sonra onun söylediği şiirlere dikkat çekerdi. Lebid Cahiliye döneminde çok
meşhur bin şairdi. Hadiste geçen Umeyye bin Ebi’s-Salt Müslüman
olmamıştı.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:

“Bir şairin söylediği en doğru söz Lebîd’in söylediği şu sözdür:

“Haberiniz olsun, Allah’tan başka her şey bâtıldır.”

Sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu: “Ümeyye bin


Ebi’s-Salt neredeyse Müslüman oluyormuş.”[1094]

Peygamberimiz de Şiir Okurdu


938. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın çok az da olsa bazı şiirleri
okuduğu bilinmektedir. Bu şiirler, Müslüman şairlere aitti. Zaten bu şairler
Sahabe oldukları için yazdıkları şiirler İslâmi hakikatleri dile getiren
sözlerdi.

Hz. Âişe radıyallâhu anhâ’nin anlattığına göre, kendisinden, Resûlullah


aleyhissalâtu vesselam’ın bir şiir okuyup okumadığı sorulmuştu da şu
cevabı vermişti:
“Evet, İbn Ravâha’nın şiirini okur ve şu mısraı söylerdi: “Kendilerine azık
vermediğin kimseler, sana haber getirirler.”[1095]

Şiir ile Cihad Edilir


939. Allah yolunda silâhla cihad edildiği gibi, elle ve dille de cihad edilir.
Meşhur şairler sözleriyle, şiirleriyle, güçlü ifadeleriyle de imansızlığa ve
küfre karşı cihad ederler. Söz sanatını kullanarak silâh gibi etki gösterirler.

Abdurrahman bin Abdullah bin Ka’b bin Malik radıyallâhü anhüm


anlatıyor:

Allah şiir hakkında indirdiğini indirdiği zaman Ka’b bin Malik radıyallâhü
anh, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldi. “Bildiğiniz gibi, Allah şiir
hakkında indirdiğini indirmiştir. Bu konuda ne dersiniz?” diye sordu.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:

“Mü’min olan kişi, kılıcıyla ve diliyle cihad eder.”[1096]

İslâm Düşmanlarına Kullandıkları Dilden Cevap


Vermeli
940. İslâm düşmanları günümüzde de Peygamber aleyhissalâtü vesselam’a
her vesileyle hücum ediyor, onun şahsiyetini kötü göstermek için her yolu
deniyorlar. Yazdıkları kitaplar, çizdikleri resimler ve karikatürlerle Allah
Resûlü üzerinde menfi propaganda yapmaya devam ediyorlar. İslâm’ın ilk
yıllarında müşrik şairler şiirleriyle hucüm ettikleri gibi, şimdi de daha geniş
cepheden bu düşmanlıklarını sürdürüyorlar. Hadiste yer alan hiciv şiirleri,
bu anlama geliyor. Bunun için düşmanın kullandığı aynı silâhla mubabele
edilmesi gerekiyor

Ka’b bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:


“Şiirle hicvedin! Zira mü’min canıyla ve malıyla cihad eder. Muhammed’in
canı elinde olana yemin olsun ki, (mü’minler, kâfirleri şiirle) oklarla yaralar
gibi yaralamaktadırlar.”[1097]

Peygamberimiz Şiirleri Tenkit Ederdi


941. Peygamberimiz güzel ve anlamlı şiirleri tasdik ettiği ve onayladığı
gibi, eksik bulduğu, yanlış gördüğü bazı şiirleri de eleştirir ve
düzeltilmesini isterdi.

İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Umeyye’nin şiirlerinden bazı sözleri


tasdik etti.

Biri Umeyye’nin şu beytini okudu:

“Bir adam ki, sağ ayağının altında bir öküz vardır

“Diğerinde ise bir kartal ve dikili bir arslan vardır.”

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü vesselam “Doğru söylemiş”


buyurdu.

Sonra:

“Her gecenin sonunda kızıl şekilde doğar güneş ve renkten renge bürünür.

“O bize yavaş değil, ancak azap vererek çıkmak ister, yoksa o kamçı ile
dövülür” şiiri okununca, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, yine: “Doğru
söylemiş” buyurdu.[1098]

Peygamberimiz Şiirleri Dinler ve Düzeltirdi


942. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın şairlerinden birisi de Ka’b
bin Malik’tir. Hz. Ka’b’ı Peygamberimiz şiir okumaya teşvik ederdi, bazen
de okuduğu şiirlerde hatalı bir ifade görürse onu eleştirir, düzeltmesini ister,
düzeltilince de kabul ederdi.

Ka’b bin Malik radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam onun yanına uğradığında Ka’b ona şu


şiiri okuyordu:

“Dikkat edin! Gassan’a ve onların aşağısındaki topraklarda oturanlara,

“Bizden bir yangın gelmedi mi ki, etrafını harekete geçirsin?

“Her zifiri akşam karanlığı, hanımlarımızı bizden ayırmak için bizimle


dövüşüyor.

“Meş’aleler de onun eşiymiş gibi o karanlıkta parlıyor.”

Bunu işiten Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Hayır, ey Ka’b bin Malik!”


diye itiraz edince, Ka’b, “Her akşam karanlığı bizi dinimizden ayırmak için
bizimle mücadele ediyor” dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam, “Evet, şimdi oldu ey Ka’b” buyurdu.[1099]

Peygamberimiz Şairlere İltifat Ederdi


943. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam güzel şiir söyleyen, özellikle
İslâm’ı öven şairlerle sohbet eder, şiirlerine sahip çıkar, iltifatlar ederek
onları teşvik ederek daha güzel ve anlamlı şiirler yazmalarına destek olurdu.

Nâbiğa radıyallâhü anha anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldim ve şu şiiri okudum:

“İzzetçe ve şerefçe kulların üzerinde olduk.

“Hatta bunun üstüne bile çıkmaya umudumuz vardır.”

Bunun üzerine “Ey Ebî Leyla! Bundan daha üstü nedir?” diye sorunca,
“Cennet” diye cevap verdim.
“Evet, inşallah, haydi biraz daha şiir oku” buyurdu.

Bunun üzerine şu beytleri okudum:

“Temizliğini kirletecek şeyden koruyacak işaretleri yoksa hilmde hayır


olmaz.

“Gerektiği zaman kendisini düzeltecek bir hilmi yoksa cehalet neye yarar?”

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Allah diline kuvvet versin, güzel


söyledin” buyurdu.[1100]

Peygamberimiz Şairlere Şiir Okuturdu


944. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam bazı şairleri yanına çağırtır,
onlara şiir okutur, dinlerdi. Onlar da şiirlerini inşad ederler, okurlar,
Peygamberimiz’in methine mazhar olurlar, beğenisini kazanırlardı.

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Âmir bin el-Ekva’ya, “Şu senin şiirinden


oku bakalım” deyince o şu beyti okudu:

“Vallâhi, levl’allahü mehtedeynâ/Velâ tasaddaknâ velâ sallaynâ (Vallahi,


Allah olmasaydı, biz doğru yolu bulamazdık, sadaka vermez, namaz
kılmazdık).”[1101]

[1084] Buharî, Edeb:90; Ebû Dâvud, Edeb:95, (5010); Tirmizî, Edeb:69,


(2847); İbnu Mâce, Edeb:41 (3755).

[1085] Ebû Dâvud, Edeb:95, (5011); Tirmizî, Edeb:63, (2848).

[1086] Buharî, Edeb:92; Müslim, Şiir:7, (2257); Ebü Dâvud, Edeb:95,


(5009); Tirmizî, Edeb:71, (2855).
[1087] Buharî, Edeb:91; Ebû Dâvud, Edeb:95, (5015); Tirmizî, Edeb:70,
(2849).

[1088] Müslim, Şiir:1, (2255).

[1089] Tirmizî, Edeb:70, (2854).

[1090] Kütüb-i Sitte, Hadis No:2284.

[1091] Buharî, Edeb 91, Teheccüd 21.

[1092] Buharî, Edeb:91, Bed’u’l-Halk:6, Megâzi:30; Müslim, Fezâilu’s-


Sahâbe:153 (2486).

[1093] Buharî, Edeb:91, Menâkıb:16, Megâzi:33; Müslim, Fedâilu’s-


Sahâbe:156-157 (2489-2490).

[1094] Müslim, Şi’r:3, (2256).

[1095] Tirmizî, Edeb:70 (2852).

[1096] Müsned, 3:456.

[1097] Müsned, 6:387.

[1098] Müsned, 1:256.

[1099] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13333.

[1100] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13338.

[1101] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13351.

“Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la yüz defadan fazla birlikte


oturdum. Ashâbı ona şiir okuyor, cahiliye zamanı ilgili eski olayları
anlatırlardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da sessizce onları dinlerdi.
Bazan (anlatılanlara) onlarla birlikte tebessüm buyurduğu olurdu.”[1089]

“Şiirde hikmet vardır.”[1084]


Sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu: “Ümeyye bin
Ebi’s-Salt neredeyse Müslüman oluyormuş.”[1094]

“O bize yavaş değil, ancak azap vererek çıkmak ister, yoksa o kamçı ile
dövülür” şiiri okununca, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, yine: “Doğru
söylemiş” buyurdu.[1098]

“Devam et!” dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine, “Oku!” emretti.
Böylece kendisine yüz beyit okudum.”[1088]

“Şurası muhakkak ki, beyanda sihir vardır, şurası da muhakkak ki şiirde de


hikmetler vardır” buyurdu.[1085]

Bunu işiten Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Hayır, ey Ka’b bin Malik!”


diye itiraz edince, Ka’b, “Her akşam karanlığı bizi dinimizden ayırmak için
bizimle mücadele ediyor” dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam, “Evet, şimdi oldu ey Ka’b” buyurdu.[1099]

“Allah Hassan’ı, Resûlullah’ı savunduğu veya onun hakkında övücü şiirler


söylediği sürece Ruhu’l-Kudüs’le güçlendirmektedir” derdi.[1087]

“Ey Ömer, bırak onu! Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere oktan daha çabuk
tesir eder” diyerek müdahale etti.[1090]

“Senin (nesebini) tereyağından kıl çeker gibi çekip çıkaracağım!” cevabını


verdi.[1093]

[1084] Buharî, Edeb:90; Ebû Dâvud, Edeb:95, (5010); Tirmizî, Edeb:69,


(2847); İbnu Mâce, Edeb:41 (3755).

“Mü’min olan kişi, kılıcıyla ve diliyle cihad eder.”[1096]

“Müşrikleri hicvet, zira Cebrâil seninle beraberdir!” dedi.[1092]

“Sizden birinin içine irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır.”[1086]

“Kâfirlere yatakları ağırlık verirken, Peygamberimiz geceyi uyanık


geçirir.”[1091]
“Vallâhi, levl’allahü mehtedeynâ/Velâ tasaddaknâ velâ sallaynâ (Vallahi,
Allah olmasaydı, biz doğru yolu bulamazdık, sadaka vermez, namaz
kılmazdık).”[1101]

[1096] Müsned, 3:456.

[1095] Tirmizî, Edeb:70 (2852).

[1098] Müsned, 1:256.

[1097] Müsned, 6:387.

[1100] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13338.

[1099] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13333.

[1101] el-Heysemî. Mecmau’z-Zevâid, Hadis No:13351.

[1093] Buharî, Edeb:91, Menâkıb:16, Megâzi:33; Müslim, Fedâilu’s-


Sahâbe:156-157 (2489-2490).

[1092] Buharî, Edeb:91, Bed’u’l-Halk:6, Megâzi:30; Müslim, Fezâilu’s-


Sahâbe:153 (2486).

[1094] Müslim, Şi’r:3, (2256).

[1085] Ebû Dâvud, Edeb:95, (5011); Tirmizî, Edeb:63, (2848).

[1087] Buharî, Edeb:91; Ebû Dâvud, Edeb:95, (5015); Tirmizî, Edeb:70,


(2849).

[1086] Buharî, Edeb:92; Müslim, Şiir:7, (2257); Ebü Dâvud, Edeb:95,


(5009); Tirmizî, Edeb:71, (2855).

[1089] Tirmizî, Edeb:70, (2854).

[1088] Müslim, Şiir:1, (2255).


“Evet, İbn Ravâha’nın şiirini okur ve şu mısraı söylerdi: “Kendilerine azık
vermediğin kimseler, sana haber getirirler.”[1095]

[1091] Buharî, Edeb 91, Teheccüd 21.

[1090] Kütüb-i Sitte, Hadis No:2284.

“Şiirle hicvedin! Zira mü’min canıyla ve malıyla cihad eder. Muhammed’in


canı elinde olana yemin olsun ki, (mü’minler, kâfirleri şiirle) oklarla yaralar
gibi yaralamaktadırlar.”[1097]

Resûlullah aleyhissalâtü vesselam: “Allah diline kuvvet versin, güzel


söyledin” buyurdu.[1100]
HAYATIMIZDA SÜNNETLER
1. Esselamü aleyküm diye selam vermek

2. “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullah” diyerek selam almak

3. Çok selam vermek

4. Din kardeşimize sevdiği ismiyle hitap etmek

5. Selam vermeyi ve almayı ihmal etmemek

6. Konuşmaya selamla başlamak

7. Selamı ilk veren olmak

8. Ayrılırken selam vermek

9. Gerektiğinde selamı tekrarlamak

10. Yürüyenin oturana selam vermesi

11. Selam verirken eğilmemek

12. Uyumayana selam vermek

13. Selamdan sonra musâfaha yapmak, tokalaşmak

14. Kendi evine girince aileye selam vermek

15. Bir eve girerken selam vermek

16. Herkese selam vermek

17. Selam vermek için fırsat aramak

18. Araya bir ağaç da girse, karşılaşınca tekrar selam vermek


19. Verdiğin selamı duyurmak

20. Verilip de alınmayan selamların meleklerin aldığını bilmek

21. Birisi tarafından gönderilen selamı almak

22. Erkeğin kadına selam vermesi

23. Kadının erkeğe selam vermesi

24. Çocuğa selam vermek

25. Gayr-i müslimin verdiği selamı sadece “aleyke” diyerek almak

26. Önce gayr-i müslimin selam vermesini beklenmek

27. Selam verdikten sonra merhaba demek

28. Misafirlere ‘merhaba’ diyerek güven vermek

29. Misafire “merhaba, hoş geldin” demek

30. Merhabalaştıktan sonra “Nasılsın?” diye misafirin hatırını sormak

31. Tokalaşmaya selamla başlamak

32. Tokalaşmada hemen elini çekmemek

33. Tokalaşırken bir şeyler söylemek

34. Tokalaştığımız kişiye güleryüz göstermek

35. Tokalaşırken salavat getirmek

36. Uzaktan gelenle öpüşmek

37. Tokalaşmayı tek elle de, çift elle de yapmak

38. Nikâhı düşen kadınla tokalaşmamak


39. Uzaktan gelenle kucaklaşmak

40. Uzaktan gelenin elinden veya alnından öpmek

41. Toplantıda nezaket kuralına uymak

42. Kimseyi oturduğu yerden kaldırmamak

43. Oturduğu yerden kalkan kimsenin tekrar aynı yere oturması

44. Toplantıda gizli konuşmamak

45. Oturacak yeri seçmemek, uygun yere oturmak

46. Toplantıda konuşulanları saklı tutmak

47. Toplantı bitince dua etmek

48. Toplantıyı salavatla bitirmek

49. Köyde yaşayanları ziyarete gitmek

50. Ziyarete gelene iltifat etmek

51. Ziyaretleri sık yapmamak

52. Üzerimizde hakkı olanlara yakınlık göstermek

53. İslâm’a hizmeti geçenleri ziyaret etmek

54. Bir eve girmeden önce kapıyı çalmak, kendini tanıtmak

55. Bir eve girmek için izin istemek

56. İzni üç defa istemek

57. İzin verilmezse geri dönmek

58. Çadıra da girilse izin istemek


59. Kapının tam karşısında durmamak, yanda tarafta durmak

60. Annemiz de olsa odasına girmek için izin istemek

61. İzin isteyerek gelene, izin verdiğimizi belli etmek

62. Girmeye izin verilen evin kusurlarını görmemek

63. Kıbleye dönerek oturmak

64. Diz üstü oturmaya çalışmak

65. Dizleri dikerek oturmak

66. Çömelip oturmak

67. Tekrar dönülecekse oturduğu yere bir eşya koymak

68. Oturuşlarda mütevazı olmak

69. Meclislerde müsait olan yere hemen oturmak

70. Kimseden yer vermesini beklememek

71. İki kişinin arasına oturmamak

72. Orta yere oturmamak

73. Baba ile oğul arasına oturmamak

74. Birisini kaldırıp yerine oturmamak

75. Dağınık şekilde oturmamak, toplu hâlde oturmak

76. Yollara oturmamak, yolun hakkını vermek

77. Gözüne ve diline sahip olmak

78. Yarı güneşte, yarı gölgede oturmamak


79. Elleri arkaya atarak oturmamak

80. Uyumadan önce abdest almak

81. Yatarken sağ elini başının altına koymak

82. Sağ yanı üzerine yatmak

83. Uyumadan önce İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini okumak

84. Uyku gelinceye kadar Allah’ı zikretmek

85. Yatsı öncesi uyumamak

86. Yatağa girmeden önce yatağın içini kontrol etmek

87. Yüzüstü yatmamak

88. Sırtüstü yatmak

89. Geceyi uykuyla geçirmemek, ibadet de yapmak

90. Gece teheccüd namazı kılmak

91. Cinsel ilişki sonrası uyumak

92. Konuşmaya Allah’a hamd ederek başlamak

93. Sözlerine besmele ile başlamak

94. Öz ve özet konuşmak

95. Herkesin seviyesine göre konuşmak

96. Hızlı konuşmamak

97. Çok açık ve seçik konuşmak

98. Önemli cümleleri üç kere tekrarlamak


99. Kişinin yüzüne dönük konuşmak

100. Konuştuğumuz dilin lehçe farkını bilmek

101. Bilinmeyen kavramaları açıklamak

102. Boş ve faydasız şeyler konuşmamak

103. Konuşurken lafı eğip bükmemek

104. Kibirli konuşmamak

105. Abartılı konuşmamak

106. Gereksiz, anlamsız soru sormamak

107. Sürekli soru sormamak

108. Mutluluk veren konuşmalar yapmak

109. Konuşmalarda kişi ayırım yapmamak

110. Konuşmalarda kimsenin kalbini kırmamak

111. Yerine göre susmayı bilmek

112. Hayırlı şeylerin dışında az konuşmak

113. Konuşurken beden dilini kullanmak

114. Konuşurken zekâyı çalıştırmak

115. İslâm düşmanlarına karşı yerine göre sert konuşmak

116. Diline sahip olmayı bilmek

117. Konuşurken yüksek bir yere oturmak

118. Yanlış konuşmaları hemen düzeltmek


119. Moral bozucu konuşmamak

120. Konuşmalarda büyüklere söz vermek

121. Konuşulan kişiyle önce tanışmak

122. “Sübhanallah” diyerek hayretini ifade etmek

123. Güzel şeyleri konuşmak, kırıcı olmamak

124. Şaka da olsa yalan söylememek

125. Kalıcı ve etkileyici sözler söylemek

126. İki kişinin arasında olan konuşmayı yaymamak

127. Tartışmadan uzak durmak

128. Konuşanın sözünü kesmemek

129. İkna edici konuşmak

130. Kırıcı, ayıplayıcı dil kullanmamak

131. Her duyduğunu anlatmamak

132. Hakkı gizlememek, hakikati haykırmak

133. Faydalı iş yapanları takdir ve iltifat etmek

134. Dostlarımızın sevinçlerine ortak olmak

135. Hizmet edenleri takdir etmek

136. İşini iyi yapanı tebrik etmek

137. Herkese eşit davranmak

138. Kimseye yük olmamak, işimizi kendimiz yapmak


139. İnsanların iyi yönlerini dillendirmek

140. Bir hizmeti üstleneni teşvik etmek

141. İnsanların gönlünü almak

142. Yakın çalışma/hizmet arkadaşlarımızı kollamak

143. Yakın dostlarımızı anlayışla karşılamak

144. Sevdiğimiz insanlara sevecekleri sözle hitap etmek

145. Yapılan hizmete teşekkür etmek

146. Yapılan iyiliğe karşılık vermek

147. Teşekkürü ihmal etmemek

148. Borç alınca teşekkürle karşılık vermek

149. İdareciye teşekkür etmek

150. Hapşırana dua etmek

151. Hapşırınca elhamdülillah demek

152. Hapşıran elhamdülillah derse yerhamükâllah demek

153. Yerhamükâllah diyene yehdînâ ve yehdiyekümüllah demek

154. Üçten fazla hapşırana bir şey dememek

155. Gücü yettiğince esnemeyi durdurmak

156. Sesli esnememek

157. Küçük dili görünecek kadar gülmemek

158. Evde güler yüzlü olmak


159. Güleç yüzlü olmak

160. Çevreye neşe katmak

161. Anlatılanları tebessüm ederek karşılamak

162. Çok gülmemek

163. Başkasını güldürmek için yalan söylememek

164. Az gülmek, çok ağlamak

165. Peygamberimiz neye gülmüşse ona gülmek

166. Hediyeleşmek

167. Alınan hediyeye karşılık vermek

168. Büyüklerden hediye istemek

169. Komşuya hediye vermek

170. Hediyeyi küçük görmemek

171. Gayr-i müslim komşuya da hediye vermek

172. Müşriklerin hediyesini almamak

173. Emanet hediyeyi, sahibine ulaştırmak

174. Verilen hediyeyi başkasına vermek

175. Yenecek şeyleri hediye olarak almak

176. Canlı hediye verip, almak

177. Çocuklara hediye vermede eşit ve adil olmak

178. Verilen hediyeyi kabul etmek


179. Devlet başkanı hediye verince almak

180. Hediye karşılığında bir şey istenilse vermek

181. Görev karşılığında hediye almamak

182. Aracılık karşılığında hediye almamak

183. Borçludan hediye almamak

184. Verilen hediye işine yaramıyorsa başkasına vermek

185. Kullanılması haram olan bir hediye gelirse onu elde tutmamak

186. Kadının eşinden habersiz hediye vermemesi

187. Ticari amaçlı hediyeleri kabul etmemek

188. Verilen hediyeyi geri istememek

189. Çok pahalı hediyeyi kullanmamak

190. Yemek yemeye besmele ile başlamak

191. Yemek yemeden önce ve yedikten sonra elleri yıkamak

192. Etli yemeği elle yiyince mutlaka elleri yıkamak

193. Yemeği sağ elle yemek

194. Sol elle bir şey yiyip içmemek

195. Yemeği toplu hâlde yemek

196. Misafirle birlikte yemek yemek, sofradan birlikte kalkmak

197. Yemeği önünden yemek

198. Yemeği ortasından yememek


199. Yemeğe kusur bulmamak

200. Mideyi üçe ayırmak

201. Doyduktan sonra sofradan kalkmak

202. Acıkmadan yemek yememek

203. Tabakta yemek bırakmamak

204. Tabağı iyice sıyırmak

205. Yemek hazırsa, yemeği namazdan önce yemek

206. Yemek esnasında geğirmemek

207. Dizüstü oturarak yemek yemek

208. Hizmet edenlere sofradaki yemekten vermek

209. Hazır olanları sofraya davet etmek

210. Bir yere yaslanarak yemek yememek

211. Ekmek kırıntılarını yemek

212. Çok yiyip içmemek

213. Yemeği çok sıcakken yememek

214. Tok karnına uyumamak

215. Suyu dinlene dinlene içmek

216. Su içerken bardağa solumamak

217. Suyu oturarak içmek

218. Akarsudan ve göletten eğilerek su içmemek


219. Cam bardakla su içmek

220. Suya yaşça küçük olandan başlamak

221. Su dağıtmaya sağdan başlamak

222. Suyu dağıtan kimse en son içmek

223. Su hayratı, su sebili yapmak

224. Dinlenmiş sudan içmek

225. İmkânına göre giyinmek

226. İmkân ölçüsünde kaliteli elbise giymek

227. Fark edilecek biçimde güzel giyinmek

228. Giyim eşyasının kalitelisini satın almak

229. İş elbisesiyle dolaşmamak

230. Eski püskü elbise giymemek

231. Övünmek için giyinmemek

232. Tevazu niyetiyle sade giyinmek

233. Beyaz giyinmek

234. Kırmızı renkli elbise giymek

235. Yeşil renkli elbise giymek

236. Siyah çizgili elbise giymek

237. Sarı renkli elbise giymemek

238. Yün kumaştan yapılmış elbise giymek


239. Gömlek giymek

240. Gömleğin bileğe kadar olması

241. Gömleği düğmeleri ilikli olmadan da giymek

242. Yeni bir şey giyince dua etmek

243. Yeni bir elbise alana ‘üstünde eskisin’ diye dua etmek

244. Elbiseyi uzun diktirip yere değdirmemek

245. Hanımların elbisesi erkeklerin elbisesinden uzun olması

246. Elbiseyi kemerle bağlamak

247. Şalvar (pantolon) giymek

248. Erkeklerin ipek elbise giymemesi

249. Altın ve gümüş kaplarda yemek yememek

250. Ayakkabıyı giyerken önce sağdan başlamak

251. Ayakkabıyı çıkarırken önce solu çıkarmak

252. Ayakkabıyı çıkarınca sol tarafa koymak

253. Birden fazla ayakkabı edinmek

254. Evde ihtiyaçtan fazla yatak bulundurmamak

255. Otururken yastığa yaslanmak

256. Sarık sarmak

257. Takke giymek

258. Takke üzerine sarık sarmak


259. Siyah sarık sarmak

260. Sarığın ucunu arkaya sarkıtmak

261. Kırmızı çizgili sarık sarmak

262. Bıyıkları kısaltmak, sakalı uzatmak

263. Erkeklerin saçlarını omuzlarına kadar uzatması

264. Uzatılan saçı ortadan ikiye ayırmak

265. Erkeklerin saçlarını tamamen kesmesi

266. Ağaran saç tellerini yolmamak

267. Saçın yarısını kesip yarısını bırakmamak

268. Sürekli saç taramamak

269. Saça kına yakmak

270. Kadınların ellerine kına yakması

271. Peruk takmamak

272. İnceltmek için kaşları yolmamak

273. Göze sürme çekmek

274. Güzel koku kullanmak

275. Erkekler ile kadınların kokularının farklı olması

276. Kadınların kokusunun erkekler tarafından hissedilmemesi

277. Kadının mescitlere giderken koku kullanmaması

278. Sandalyede oturmak


279. Erkeklerin altın yüzük takmaması

280. Altın yüzüğü hediye etmek

281. Erkeklerin gümüş yüzük takması

282. Kaşlı yüzük takmak

283. Erkeklerin gümüşün dışında yüzük kullanmaması

284. Yüzüğü sol elin küçük parmağına takmak

285. Yüzüğü sağ ele takmak

286. Orta ve işaret parmaklarına yüzük takmamak

287. Yüzüğü sağ ve sol parmağa takmak

288. Tuvalete girerken yüzüğü çıkarmak

289. Abdest alırken yüzüğün altını yıkamak

290. Evliliği kolaylaştırmak

291. Zamanı gelince evlenmek

292. Gençlerin evlenmesine yardımcı olmak

293. Evlilikte doğru bilgi vermek

294. Dindar eş seçmek

295. Evlenecek kızın rızasını almak

296. Bakireyle evlenmek

297. Dul kadınla da evlenmek

298. Evlilik öncesi görüşmek


299. Anne adayını seçmede dikkatli olmak

300. Mehir vermek

301. Mehir vermede aşırıya gitmemek

302. Müslüman olma karşılığında mehir almak

303. Mehir bir çift ayakkabı da olabilir

304. Fazla çeyiz almamak

305. Nikâhı duyurmak ve camide yapmak

306. Düğünde eğlence yapmak

307. Düğünde müzik yapmak

308. Düğünde yemek vermek

309. Düğünde yemeği ilk gün vermek

310. Düğün davetine katılmak

311. Düğün davetinde ayırım gözetmemek

312. Evlenince damadın üç-yedi gün gelinin yanında kalması

313. Evlenenleri tebrik etmek

314. Evlenene dua etmek

315. Evlenenlerin birbirlerine dinî yönden yardım etmesi

316. Evlenilecek erkeğin dinî hayatının yeterli olması

317. Aile hayatında israfa girmemek

318. Zifaf öncesi iki rekât namaz kılmak


319. Cinsel ilişki öncesi dua etmek

320. Cinsel ilişki sırasında örtünmek

321. Kadının, erkeğin cinsel ilişki isteğini reddetmemesi

322. Erkek, eşinin cinsel ilişki isteğini reddetmemesi

323. Kişinin ailesine yumuşak davranması

324. Ailede sorun çözümünde erkeğin sorumlu olması

325. Erkeğin eşine anlayışlı davranması

326. Erkeğin şiddete yönelmemesi

327. Kadının kocasına karşı gelmemesi

328. Kadının eşinin namusunu ve malını koruması

329. Erkeğin eşi hakkında hemen şüpheye düşmemesi

330. Karı koca arasını dua ederek bulmak

331. Karı kocanın birbirlerini ibadete teşvik etmesi

332. Eşlerin birbirinin sırrını saklaması

333. Erkeğin eşine olan sevgisini dile getirmesi

334. Erkeğin davete giderken eşini de götürmesi

335. Eşlerin birbirlerine harcama yapması

336. Yabancı kadına ilk bakıştan sonra bakmamak

337. Erkek âmâ da olsa kadının dikkat etmesi

338. Erkeğin iki kadın arasında yürümemesi


339. Kadın erkek karışık yürümemek

340. Kadınla erkeğin baş başa kalmaması

341. Evde kocası yoksa kadının yanına girmemek

342. Doğar doğmaz çocuğa isim vermek

343. Erkek çocuklara Abdullah ismini vermek

344. Çocuklara peygamber isimleri vermek

345. İbrahim ismini çokça koymak

346. İsim koyduktan sonra çocuğa dua etmek

347. Çocuklara güzel anlama gelen isimleri vermek

348. Çocuğa birden fazla isim vermek

349. Çocuklara lakap vermek

350. Çocuğa Muhammed ismini koyunca ona iyi davranmak

351. Çocuklara kötü anlam taşıyan isim vermemek

352. Tanıştığımız kimsenin ismini öğrenmek

353. Çirkin isimleri değiştirmek

354. Yanlış isimlerin yerine güzel isim koymak

355. İnsanları sevmediği isimle çağırmamak

356. Anne babayla sohbet etmek

357. Anne babaya iyi davranmak

358. Anne babaya şefkat göstermek


359. Anne babaya ikramda bulunmak

360. Babanın önünde yürümemek, ondan önce oturmamak

361. Anne baba Müslüman olmasa da hizmet etmek

362. Anne baba ölmüşse, dostlarına iyilik yapmak

363. Baba dostlarını ziyaret etmek

364. Çocuk doğunca hurma ile tahnik yapmak

365. Çocuk için akika kurbanı kesmek

366. Erkek çocuk için iki, kız çocuk için bir kurban kesmek

367. Çocuğa ibadet alışkanlığı kazandırmak

368. Çocuk yedi yaşına girince namaza alıştırmak

369. Çocuklar yedi yaşına gelince yataklarını ayırmak

370. Çocukla çocuklaşmak

371. Çocuğu iyi terbiye etmek

372. Çocuğu yalana alıştırmamak

373. Çocuklar arasında eşit davranmak

374. Çocuklara sevgide dengeli olmak

375. Çocuklara beddua etmemek

376. Çocuk için ayağa kalkmak

377. Kişinin kızı büyük de olsa yanağından öpmesi

378. Harcamaya aileden başlamak


379. İnancı farklı da olsa akrabaya iyilik yapmak

380. Akraba ile aradaki bağları koparmamak

381. Akrabalar ilişkiyi kesse de devam ettirmek

382. Kaba davranan akrabalara yumuşak davranmak

383. Komşuya iyi davranmak

384. Komşuyu rahatsız etmemek

385. Hediyeyi en yakın komşuya vermek

386. Yakın komşunun davetini kabul etmek

387. Pişirilen çorbadan komşuya vermek

388. Küçük de olsa komşunun hediyesini kabul etmek

389. Komşu ayrımı yapmamak

390. Komşunun eziyetine karşı dua etmek

391. Komşu hakkını ahirete bırakmamak

392. Komşunun hayvanına zarar vermemek

393. Misafire ikram etmek

394. Sofrada misafiri eksik etmemek

395. Misafire hizmet etmek

396. Misafirin evde ne varsa onu yemesi, yiyecek istememesi

397. Sofraya misafirle oturmak, misafirle kalkmak

398. Misafirliğe gidince kapıyı çaldıktan sonra yan tarafta beklemek


399. Misafirliğe gidince kapıyı üç kere çalmak

400. Kapı açılmadıysa geri dönmek

401. Misafiri kapıya kadar uğurlamak

402. Misafire namaz kılmasını hatırlatmak

403. Misafirin ev sahibine dua etmesi

404. Yatağa girince dua etmek

405. Uyumadan önce Secde ve Mülk sûrelerini okumak

406. Gece uyanınca dua etmek

407. Uykuda korkunca dua etmek

408. Her iş için istihare yapmak

409. Evlilik öncesi istihare yapmak

410. İstihare öncesi iki rekât namaz kılmak

411. İhtiyaç hâlinde istihareyi 7 sefer yapmak

412. Tuvalete girmeden önce euzü okumak

413. Tuvalette iken kıbleyi öne veya arkaya almamak

414. Tuvalette kıbleye dönmemek

415. Ayakta idrar yapmamak

416. Tuvalete girerken yüzüğü çıkarmak

417. Tenasül uzvunu sağ elle tutmamak

418. Tuvaletten sonra erkeklerin istibra yapması


419. Soğuk su ile taharetlenmek

420. Sağ elle taharetlenmemek

421. Yol üzerine ihtiyaç gidermemek

422. Durgun suya ihtiyaç gidermemek

423. İdrar yapana selam vermemek

424. Üzerine idrar sıçratmamak

425. Abdestli olmaya çalışmak

426. Güne abdestle başlamak

427. Abdeste besmele ile başlamak

428. Abdest alırken ve sonrasında dua etmek

429. Abdestten sonra kelime-i şehadet getirmek

430. Abdest alırken, ‘bismillâh ve’lhamdülillah’ demek

431. Abdest alırken kulağın içini ve dışını meshetmek

432. Abdest alırken parmakları kulak deliklerine sokmak

433. Abdestte başın tamamını meshetmek

434. Abdestte kuru yer bırakmamak

435. Abdest alırken sol elle burnu temizlemek

436. Abdest alırken sakalı ve parmak aralarını ovmak

437. Abdest alırken ayak parmaklarını ovmak

438. Parmak aralarını ovmam


439. Abdest alırken misvak kullanmak

440. Abdest aldıktan sonra kurulanmak

441. Abdest azalarını 3 defa yıkamak

442. Suyu israf etmemek

443. Akarsudan dahi abdest alınsa israf etmemek

444. Abdest üzerine abdest almak

445. Bir abdestle birkaç vakit namaz kılmak

446. Deniz suyu ile abdest almak

447. Hasta ziyaretine giderken abdest almak

448. Ezan okumak için abdest almak

449. Abdestli uyumak

450. Cünüp olunca abdest alıp yatmak

451. Abdestte vesveseye kapılmamak

452. Abdesti daralmışsa namaz kılmamak

453. Abdestten sonra iki rekât namaz kılmak

454. Abdestte kimseden yardım almamak

455. Sıcak suyla abdest almak

456. Gusülden önce abdest almak

457. Cuma günü gusletmek

458. Yeni Müslüman olanın gusletmesi


459. Terleyince duş almak

460. Hamamda peştamalsız gusletmemek

461. Misvak kullanmak

462. Misvakı kulak arkasında taşımak

463. Gece kalkınca misvak kullanmak

464. Abdest öncesi misvak kullanmak

465. Kur’ân okumadan önce misvak kullanmak

466. Kameti ezandan farklı olarak ağır ağır ve yavaş okunmak

467. Ezan okurken kulakları parmaklarla kapamak

468. Ezan okurken sağa, sola dönmek

469. Ezan okunurken müezzinin söylediklerini tekrar etmek

470. Ezan ile kamet arasında dua etmek

471. Ezanı abdestli okumak

472. Cuma günü dış ve iç ezan okumak

473. Yeni doğan çocuğun kulağına ezan okumak

474. Ezanın okunmadığı yerde ezan okumak

475. Namazı vaktinde kılmak

476. Namaz için sütre edinmek

477. Namaz kılanın önünden geçmemek

478. Namazda önünden geçene engel olmak


479. Tekbir alırken elleri kulakların yumuşağına götürmek

480. Tekbirde parmakları bitiştirmemek

481. Namazda elleri bağlamak

482. Fatiha’dan sonra “âmin” demek

483. Tâdil-i erkâna uymak

484. Namazda ayaklar birleştirmemek

485. Rükûda elleriyle diz kapaklarını tutmak

486. Rükûda çok düzgün durmak

487. Secdede elleri açmak

488. Secdede erkeklerin dirseklerinin yere değmemesi

489. İki secde arasında otururken erkeklerin sağ ayağını dikmesi

490. Secdede alnı ve burnu yere koymak

491. Secdede ayakları yere değdirmek

492. Secdeye varırken önce dizleri yere koymak

493. Rükûda başı fazla eğmemek

494. Secdeyi yedi âzâ üzerine yapmak

495. Secdede sübhane Rabbiye’l-âlâ demek

496. Namazı hızlı kılmamak

497. Namazı beli eğerek kılmamak

498. Namazda etrafa bakmamak


499. Teravih namazı kılmak

500. Farz namazları cemaatle kılmak

501. İmamın namazı uzatmaması

502. Cemaatin çoğalmasını beklemek

503. Cemaate yetişmek için koşmamak

504. Cemaatle namazda saffı düzgün tutmak

505. Kuşluk namazı kılmak

506. Tahiyyetü’l-mescid namazı kılmak

507. Şükür namazı kılmak

508. Seferden dönünce namaz kılmak

509. (Küsuf) güneş tutulması namazı kılmak

510. (Husuf) ay tutulması namazı kılmak

511. Evvabın namazı kılmak

512. Hacet namazı kılmak

513. Tesbih namazı kılmak

514. Cuma günü özel elbise giymek

515. Hutbeyi kısa tutmak

516. Hutbeyi dinlerken imama dönük oturmak

517. Cumada uyku gelince yer değiştirmek

518. Hutbe okunurken konuşmamak


519. Hastalanınca oturarak veya yatarak imâ ile namaz kılmak

520. Şükür secdesi yapmak

521. Namazlardan sonra tesbihat yapmak

522. Tesbih çekmeden önce Âyetü’l-Kürsî’den sonra İhlas, Felak ve Nas


sûrelerini okumak

523. Tesbihleri 33 defa okumak

524. Tesbihatı parmak boğumlarıyla yapmak

525. Tesbihatı tesbihle de yapmak

526. Çok sık dua etmek

527. Bela gelmeden önce dua etmek

528. Duaya hamd ve salavat ile başlamak

529. Çok yüksek sesle dua etmemek

530. Duada Allah’tan bir şey isterken avuç içlerini açmak, bir şeyden
sığınırken de avuç içlerini aşağı çevirmek

531. Yağmur duasında elleri tersine çevirmek

532. İstiğfar etmek

533. Peygamberimizin adını anar anmaz salavat getirmek

534. Hastalıklara karşı Felâk ve Nas sûrelerini okumak

535. Hastaları ziyaret etmek

536. Hasta ziyaretinde

1) Geçmiş olsun demek


2) Hastanın gönlünü almak

3) Ziyareti kısa tutmak

4) Hasta ziyaretine giderken abdestli olmak

5) Hastanın hâlini yakınlarından sormak

6) Hastayı teselli etmek

7) Hastanın eline ve yüzüne elini koyarak teselli etmek

8) Hastaya dua etmek

9) Hastadan dua istemek

537. Yürürken;

1) Başını hafifçe eğerek yürümek

2) Yüksek bir yerden iner gibi yürümek

3) Öne doğru eğilir gibi yürümek

4) Hızlı yürümek

5) Bitkin ve bezgin olmadığını göstererek yürümek

6) Yürürken arkasına dönüp bakmamak

8) Yürürken ayağını yerde sürümemek

538. Yolda insanlara zarar verecek şeyleri kenara koymak

539. Çalımlı ve kibirli biçimde yürümemek

540. Mümkünse cenazenin önünde yürümek

541. Değilse cenazenin dört bir tarafından yürümek


542. Bir arkadaşla birlikte yürürken, onun ihtiyacı varsa beklemek

543. Oruç tutmak için sahura kalkmak

544. İftarı hurma ile açmak

545. İftarı geciktirmemek

546. İftar vaktinde dua etmek

547. Ramazan’da iftar vermek

548. İftar davetine gitmek

549. Ramazan’da umreye gitmek

550. Teravih namazını kılmak

551. Kadir Gecesi’ni ihya etmek

552. Ramazan’ın son on gününü ihya etmek

553. İtikâfa girmek

554. Fitre vermek

555. Bayram gününe yemeğe hurma ile başlamak

556. Hilale göre oruca ve bayrama başlamak

557. Bayramda Müslümanlarla ortak hareket etmek

558. Bayram hilalinin tespitini takvim hesabına göre yapmak

559. Şevval orucu tutmak

560. Zilhicce orucu tutmak

561. Arefe orucu tutmak


562. Muharrem orucu tutmak

563. Receb orucu tutmak

564. Şaban orucu tutmak

565. Bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şekilde Hz. Davud orucu tutmak

566. Pazartesi-Perşembe orucu tutmak

567. Her Hicri ayın ortasından üç gün oruç tutmak

568. Cuma-Cumartesi oruç tutmamak

569. Nafile oruç tutarken davet edildiğinde orucu bozmamak

570. Nafile oruçta kadının kocasından izin alması

571. Haccı Peygamberimizin yaptığı gibi yapmak

572. Hacca giderken dua etmek

573. Haccı geciktirmemek

574. Hacda harcama yapmak

575. Hacda mütevazı olmak

576. Hacca gidenden dua istemek

577. Hacıyı yolcu etmek ve karşılamak

578. Telbiye getirmek

579. Tavafa ve sa’ye başlarken Kâbe’ye karşı elleri kaldırmak

580. İhrama girmek

581. İhram öncesi güzel koku kullanmak


582. Mekke’ye gündüz girmek

583. Beytullah’ı gece ziyaret etmek

584. Kâbe’yi ilk görünce dua etmek

585. Kâbe’nin dört duvarına yüz sürmek

586. Mültezem’de dua etmek

587. Kâbe’nin içinde namaz kılmak

588. Telbiye’yi gür sesle okumak

589. Tavafı yalın ayakla yapmak

590. İki rüknü (Rükn-ü Yemânî’yi ve Hacerü’l-Esved’i) selamlamak

591. Tavafta remel yapmak (erkeklerin çalımlı yürümesi)

592. Remeli ilk üç şavtta yapmak

593. Tavaf esnasında az konuşmak

594. Tavafta dualar okumak

595. Tavaftan sonra iki rekât namaz kılmak

596. Binekli (tekerlekli sandalye ile) tavaf yapmak

597. Sa’y yaparken dua okumak

598. Sa’yde hervele (iki yeşil ışık arasında erkeklerin koşması) yapmak

599. Tavafa girerken Hacerü’l-Esved’i selamlayıp sağ avucun içini öpmek

600. Rükn-ü Yemânî’ye el sürmek

601. Hacerü’l-Esved’i öpüp ağlamak


602. Tavafın her şavtında her iki rüknü selamlamak

603. Hacerü’l-Esved’i sakinken öpmek

604. İki rükün arasında ‘Rabbenâ âtina’ duasını okumak

605. Arafat’ta dua etmek

606. Arafat’ta Kelime-i Tevhidi çok okumak

607. Müzdelife’de akşam ile yatsı namazını birlikte kılmak

608. Müzdelife’de akşam ile yatsı namazını kısaltmak

609. Akşam ile yatsı namazını tek kametle kılmak

610. Şeytan taşlamak için taş toplamak

611. Mümkünse hacca ve umreye Kudüs’ten başlamak

612. Zemzemi ayakta içmek

613. Hacılara zemzem dağıtmak

614. Medine’de Peygamberimizi ziyaret etmek

615. Medine’yi çok sevmek

616. Ramazan’ı Medine’de geçirmek

617. Peygamberimizin kabrini ziyaret etmek

618. Ravza’yı (Cennet Bahçesini) ziyaret etmek

619. Kuba Camii’ni ziyaret etmek

620. Hendek’te Fetih Mesci’dini ziyaret etmek

621. Uhud Dağı’nı sevmek


622. Kur’ân’ı dura dura, sakin bir şekilde okumak

623. Kur’ân’ı sesimizle güzelleştirmek

624. Kur’ân dinlemek

625. Kur’ân okurken ağlamak veya ağlamaklı okumak

626. Kur’ân’ı şarkı gibi okumamak

627. Kur’ân’ı çok yüksek sesle okumamak

628. Kur’ân’ı tefekkür ederek okumak

629. Günde en az on âyet okumak

630. Kur’ân’ı uykulu iken okumamak

631. Evlerimizi Kur’ân okuyarak nurlandırmak

632. Kur’ân’ı yüzünden okumak

633. Kur’ân’ı en az haftada bir kere hatmetmek

634. Kur’ân okumak için ‘eûzü besmele’ okumak

635. Fâtiha’yı okuduktan sonra ‘âmin’ demek

636. Kehf sûresinin ilk on veya son on ayetini Cuma günü okumak

637. Yoksulluk çekince Vâkıa sûresini okumak

638. Haşir sûresinin son âyetlerini sabah ve akşam namazından sonra


okumak

639. Sadaka vermeyi alışkanlık hâline getirmek

640. Bolca sadaka vermek

641. Sadakayı geciktirmemek


642. Sadakada israfa girmemek

643. Sadaka vermeye yakınlarımızdan başlamak

644. Anne baba adına sadaka vermek

645. Az da olsa sadaka vermek

646. Her işe sabah erken başlamak

647. Alışverişte cömert olmak

648. Satışları yazıya dökmek, kayda geçirmek

649. Açık artırma ile satış yapmak

650. Ölçüde ve tartıda müşteriden yana fazla koymak

651. Alışverişte yumuşak davranmak

652. Borçluya yardım etmek

653. Alacaklıların arasını bulmak

654. İflas edene yardım etmek

655. Ödemeyi güzel yapmak

656. Satışta komşuya öncelik tanımak

657. Pazarda fiyatı sabitlememek

658. Borcu iyi ödemek

659. Alacağımızı nezaketle istemek

660. Sözleşmeyi karşının lehine değiştirmek

661. Satılan malın kusurunu söylemek


662. İhtiyaç hâlinde pazarlık yapmak

663. Gayr-i Müslimlerle alışveriş yapmak

664. Çalışana ücretini hemen vermek

665. İşçinin ücretini tam olarak vermek

666. Çarşıya, pazara fazla çıkmamak

667. Hacamat yaptırmak

668. Son anını yaşayana iman telkini yapmak

669. Ölen kişinin gözünü kapatmak

670. Ölen kişiyi öpmek

671. Ölüm haberi alınca “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” duasını okumak

672. Cenazede özel kıyafet giymemek

673. Cenaze merasimine katılmak

674. Cenazede görülen olumsuz hâlleri anlatmamak

675. Cenazede gürültü yapmamak

676. Kadınların cenazeye katılmaması

677. Cenazeye koku sürmek

678. Cenazeyi beyaz kefenle sarmak

679. Cenaze namazını en az üç saf yapmak

680. Gıyabi cenaze namazı kılmak

681. Cenaze hazır olunca bekletmemek


682. Cenaze evine yemek götürmek

683. Ölüye sessizce ağlamak

684. Cenazeyi taşımak

685. Cenaze geçerken ayağa kalkmak

686. Kabri lahit şeklinde yapmak

687. Defin sırasında Allah ve Resûlünün adını anmak

688. Cenaze işlerini hızla yapmak

689. Mezara ağaç dikmek

690. Kabir ziyareti yapmak

691. Kadınların kabir ziyareti yapması

692. Kabir ziyaretinde Yâsin sûresi okumak

693. Kabir ziyaretinde Fatiha okumak

694. Ölü hakkında hayır yapmak

695. Ölen mü’min hakkında hayır konuşmak

696. Kabir azabından Allah’a sığınmak

697. Kabrin başına taş dikmek

698. Defin sonrası mezarın başında konuşmak

699. Yas tutmamak

700. Ölüm haberi vermek

701. Taziyeye gitmek


702. Cenaze sahiplerine yemek götürmek

703. Taziyeyi ilk üç günde yapmak

704. Nimetleri tefekkür etmek

705. Allah’ın yarattıklarını tefekkür etmek

706. Allah hakkında tefekkür etmek

707. Kabirlere tefekkürle bakmak

708. İmanı “Lâ ilahe illallah” ile yenilemek

709. Kur’ân’dan önce imanı öğrenmek

710. Allah hakkında olumlu düşünmek

711. Dosdoğru olmak

712. Güvenilir insan olmak

713. İnsanlarla iyi geçinmek

714. Seven ve sevilen insan olmak

715. Uyumlu olmak

716. Günahları dağ gibi görmek

717. İbadette elinden geleni yapmak

718. Resûlullah’ın emrettiğini yapmak, yasakladığından uzak durmak

719. Dinlediğimiz hadisleri anlatmak ve yaymak

720. Resûlullah’ı duamızda mutlaka anmak

721. Sahabileri Resûlullah için sevmek


722. Başkalarını kendine tercih etmek

723. Lüks yaşamamak

724. Ekmeği çok yememek

725. Hiçbir kadına el kaldırmamak

726. Yalan söylememek

727. Düzenli olmak

728. Cömert olmak

729. Kardeşine dua etmek

730. Zorda kalınca melekleri çağırmak

731. Kur’ân’dan bir sûre okuyarak yatmak

732. Kader üzerinde tartışmamak

733. Kaderi tartışanlarla oturmamak

734. Keşke dememek

735. Güzel ahlâk duası yapmak

736. Kötü ahlâktan Allah’a sığınmak

737. Hayâ etmek

738. Hayâya sahip çıkmak

739. Nezaketli olmak

740. Sade yaşamak

741. “Allah’a inandım” deyip, dosdoğru olmak


742. Sabretmek

743. İyilikleri küçük görmemek

744. Din kardeşini hor görmemek

745. Mü’minleri sevmek ve acımak

746. Kendin için istediğini din kardeşin için de istemek

747. Din kardeşin zalim de olsa yardım etmek

748. Ayıpları örtmek

749. Hoşgörülü olmak

750. Cimri ve korkak olmamak

751. Bir şey isteyene hayır dememek

752. Küçüklere acımak, büyüklere hürmet etmek

753. Yaşlıya, hafıza ve devlet başkanına saygı göstermek

754. Âlime ilminden dolayı yer vermek

755. Sözü büyüklere vermek

756. Bütün insanlara merhamet etmek

757. Çocuklarınızı öpmek

758. İki kişinin arasını bulmak

759. Güvenilir olmak

760. Yol göstermek

761. Sözünde durmak


762. Acele etmemek

763. Allah’a karşı mütevazı olmak

764. Hayırlı iş yapanları övmek

765. Danışmak

766. Kendine insaflı davranmak

767. Temiz ve helal lokma yemek

768. Herkesin yanında yaptıklarını tek başına da yapmak

769. Hoş olmayan şeylerin konuşulduğu yerde durmamak

770. Ehl-i Beyt’e saygılı davranmak

771. İnsanlara seviyelerine göre davranmak

772. Dost seçerken dikkat etmek

773. Din kardeşinden dua istemek

774. Mala, makama düşkün olmamak

775. Nimete kanaat etmek

776. Kimseden bir şey istememek

777. İhtiyacını Allah’tan istemek

778. Sana yardım etmeyene yardım etmek

779. Kimseyi kınamamak

780. Din kardeşine karşı mütevazı olmak

781. Doğru sözlü ve merhametli olmak


782. Kalbi kinden ve kötülükten temizlemek

783. Özür dileyenin özrünü kabul etmek

784. Küçük günahlardan sakınmak

785. Müslümanı sevindirmek

786. Doğru konuşmak, sözünde durmak, elini haramdan çekmek

787. Sevdiğini, sevdiğine bildirmek

788. İnsanları idare etmek

789. Unutmamak için parmağına ip bağlamak

790. Ağaç dikmek

791. Aldansa da aldatmamak

792. Hiçbir iyiliği küçümsememek

793. Öfkeyi yutmak

794. Öfkelenince abdest almak

795. Allah için sevmek, Allah için öfke duymak

796. Yumuşak huylu olmak

797. Düşmanlıkta aşırıya gitmemek

798. Din kardeşinle tartışmamak, kırıcı şaka yapmamak

799. Haklı da olsa tartışmayı bırakmak

800. Kimseyle tartışmamak

801. Düşmanlığı devam ettirmemek


802. Kabalık yapana iyi davranmak

803. Kız çocuğunu küçük görmemek

804. Ailen için çalışmak

805. Kötülüğe karşı kötülük etmemek

806. Müslümanın namusuna dil uzatmamak

807. Müslümanı arkadan çekiştirmemek

808. Kendi güzel yönlerini beğenmek

809. Yalanı terk etmek

810. Kötü sözlere sabretmek

811. Mü’min kardeşini iftiraya karşı savunmak

812. Müslümanın şerefini korumak

813. Yalan söylememek için kaçamak konuşmak

814. Hayra öncülük etmek

815. İki kişi bir araya gelince Asr Suresin okumadan ayrılmamak

816. Yasakları Allah için terk etmek

817. İstişare edip sonucuna uymak

818. İlmini gizlememek, anlatmak

819. Tartışma yapmak için ilim öğrenmemek

820. Başkasına öğretmek için ilim öğrenmek

821. İlim ehlinin meclisinden ayrılmamak


822. İlmi kalbine yerleştirmek

823. İlmi Allah için öğrenmek

824. İlim Çin’de de olsa gitmek, öğrenmek

825. Allah’tan faydalı ilim istemek

826. İlmi öğrenen veya öğreten olmak

827. İlmi yazıyla korumak

828. Cihad görevi almak

829. Malınla ve canınla cihad etmek

830. Allah’ın dinine çalışmak

831. Cihada ara vermemek

832. Cihada zaman ayırmak

833. Sınırda, cephede nöbet tutmak

834. Düşmanla karşılaşmayı istememek

835. Savaşta kadınları ve çocukları öldürmemek

836. Cihada giden askeri donatmak

837. Cihad için maddi yardım etmek

838. Cephede kadınlara görev vermek

839. Düşmana karşı kuvvet hazırlamak

840. Cihadı malla, canla, dille yapmak

841. Savaşta parola kullanmak


842. Saçını cihadda ağartmak

843. Mücahidin ailesine iyilik etmek

844. Seyahat etmek

845. Seyahatte başkan seçmek

846. Tevbe etmek

847. Tevbe etmekten ümidi kesmemek

848. İstiğfar etmek

849. Günde 70 defa istiğfar etmek

850. Ölümden önce istiğfar etmek

851. Amel defterinde istiğfarı çoğaltmak

852. İşlediğin günahı kimseye anlatmamak

853. Affetmek

854. Her taşın ve ağacın yanında Allah’ı zikretmek

855. “Lâ ilahe illallah” kelimesini 100 defa söylemek

856. Bâki kalacak zikirleri çok yapmak

857. Kabul edileceğine inanarak dua etmek

858. Geve vakti duayı artırmak

859. Ayakkabı bağını da Allah’tan istemek

860. Duaya hamd ve salavat ile başlamak

861. Duayı ve istiğfarı üç defa yapmak


862. Dua ederken önce kendinden başlamak

863. Kadere razı olmak için dua etmek

864. Afiyet için çok dua etmek

865. Namazdan sonra istiğfar okumak

866. Sabah namazından sonra 100 İhlas okumak

867. Namazdan sonra 100 defa tevbe etmek

868. Namazların arkasından dua etmek

869. Sabah, akşam on defa salavat okumak

870. Eve girince İhlas’ı okumak

871. Bineğin tökezleyince Bismillah demek

872. Gemiye binince dua etmek

873. Bir şeyini kaybedince dua etmek

874. Fırtınaya karşı dua okumak

875. Yıldırımdan korunmak için Allah’ı zikretmek

876. Düşman korkusuna karşı dua okumak

877. Üzüntüye karşı dua okumak

878. Dertlerden kurtulmak için dua okumak

879. Musibete karşı tekbir getirmek

880. Yangını tekbirle söndürmek

881. Kulağın çınlayınca salavat getirmek


882. Maşallah demeyi ihmal etmemek

883. Sabah kalkınca elhamdülillah demek

884. Zafer için “Yâ Hayyü, yâ Kayyum” demek

885. Belalara karşı dua okumak

886. Kalbini korumak için dua okumak

887. Deccal’den, Allah’a sığınmak

888. Zulme uğramaktan Allah’a sığınmak

889. Kötü günden ve geceden Allah’a sığınmak

890. Tehlikeli ölümlerden Allah’a sığınmak

891. Kötü hastalıktan Allah’a sığınmak

892. Azalarının şerrinden Allah’a sığınmak

893. Nazardan Allah’a sığınmak

894. Nazar değen kişiye okumak

895. Nazara karşı “Kul Eûzü”leri okumak

896. Nazara karşı rukye yapmak

897. Nazarı geçen kişiye abdest aldırmak

898. Nazar boncuğu takmamak

899. Kola bakır halka takmamak

900. Kahinlere, büyücülere gitmemek

901. Uğursuzluğa inanmamak


902. Bir şeyi kötüye değil iyiye yormak

903. Burçlara bakarak gaybdan haber vermek

904. Güzel isim taşıyanların yaptığı işleri hayra yormak

905. Müslümana sövmemek, savaşmamak

906. Fitne zamanında bozgunculara karışmamak

907. Fitne zamanında ayrılıktan uzak durmak

908. Fitnelere karşı Kur’ân okumak

909. Fitneden uzak durmak

910. Fitnelere karşı sabretmek

911. Fitne zamanından dilini tutmak

912. Deccal fitnesine karşı Kehf suresini okumak

913. Hainlere güvenmemek

914. Fitneler çıkınca İslâm cemaatine uymak

915. Ayrılıktan sakınmak

916. Müslümanın gıybetini yapmamak

917. Gıybet edince helallik istemek

918. Gıybetini ettiğin kişiye dua etmek

919. Gıybet edene engel olmak

920. Kimsenin taklidini yapmamak

921. Gösteriş meraklısı olmamak


922. İbadetini başkasının görmesini istememek

923. Gösteriş için iyilik yapmamak

924. Ahiret amelini dünyada harcamamak

925. Kötü insanlara iyi davranmak

926. Evlenecek kişiye yanlış bilgi vermemek

927. Her duyduğunu söylememek

928. Çirkin konuşmamak

929. Uyarmak için kimseye çakıl taşı atmamak

930. Ölü hakkında kötü konuşmamak

931. Kimseye kin tutmamak

932. Müslümanın ayıbını araştırmamak

933. Kimsenin gizli halini araştırmamak

934. Din kardeşinin başına gelene sevinmemek

935. Yaptığın iyiliği başa kakmamak

936. Küs olduğun kişiye ilk selamı vermek

937. Aramızda fısıldaşmamak

938. Borcu geciktirmemek

939. Çalıntı malı ağza almamak

940. Kibirli davranmamak

941. Sokaklarda oturmamak


942. Dövme yaptırmamak

943. Birbirimize karşı övünmemek

944. Övgücülerin yüzüne toprak saçmak

945. Zehirli oktan uzak durmak

946. Gizli günahlardan uzak durmak

947. Müslümanı korkutmamak

948. Müslümanı incitmemek

949. İçkili sofraya oturmamak

950. Mezarların üzerine oturmamak

951. Hutbe dinlerken dizlerini dikmemek

952. “İslâm’a uzak olayım” diye yemin etmemek

953. Yalan yere yemin etmemek

954. Şüpheli şeylerden uzak durmak

955. Parmakla gösterilir olmamak

956. Ailene sıkıntı vermemek

957. Sana inanana yalan söylememek

958. Veremeyeceği şeyi söz vermemek

959. Gözü, kulağı harama bulaştırmamak

960. Kötü konuşmamak

961. Kur’ân üzerinde polemik yapmamak


962. Açgözlü olmamak

963. Güzel rüya görülürse hamdetmek

964. Görmediğin rüyayı anlatmamak

965. Kötü rüya görünce sola tükürmek

966. Rüyayı iyi insanlara anlatmak

967. Kötü rüyayı kimseye anlatmamak

968. Koyun beslemek

969. Tavuk beslemek

970. Horoza sövmemek

971. Koyunları sağmadan önce tırnakları kesmek

972. Hayvanları amacı dışında kullanmamak

973. Hayvanları dövüştürmemek

974. Hayvanların yüzüne vurmamak

975. Hayvanları hızlı sürmemek

976. Hayvanları aç susuz bırakmamak

977. İhtiyaç dışında köpek beslememek

978. Kuş yumurtasını yuvasından almamak

979. Kuşun yavrusunu almamak

980. Zevk için serçe öldürmemek

981. Eti yenen kuşları boş yere öldürmemek


982. Serçeyi keserken merhametli olmak

983. Oğlağı keserken şefkat göstermek

984. Kesilecek koyunu incitmemek

985. Koyun karşısında bıçak bilememek

986. Deveye eziyet etmemek

987. Hayvanlara şefkatli olmak

988. Karıncayı ve arıyı öldürmemek

989. Karınca yuvasını ateşe vermemek

990. Ailecek koşu yapmak

991. Ok atmak

992. Sıkıntı basınca ok atmak

993. Akşamdan sonra ok atmak

994. Yüzme öğrenmek

995. Çocuklarımıza yüzmeyi öğretmek

996. Yöneticiliğin hakkını vermek

997. Yöneticilerimizin değerini düşürmemek

998. Fakirlere ve mazlumlara kapımızı kapamamak

999. Yönetici günahı emrediyorsa itaat etmemek

1000. Başkası sana tercih edilse de idareciye itaatten çıkmamak

1001. Layık olmayanı yönetime getirmemek


1002. Kamu görevi istememek

1003. İdareye el koymaya kalkışanın boynunu vurmak

1004. Devlet başkanında yanlış bir şey görünce sabretmek

1005. İdarecilere sövmemek, dua etmek

1006. Yöneticiye karşı ikiyüzlü olmamak

1007. Zalim idarecilere danışman olmamak

1008. Hainlikten ve zulümden sakınmak

1009. Zalim idarecilere bedeninizle karışmak

1010. Cemaatten ayrılmamak

1011. Ehil olmayan insanlar dine sahip çıkınca ağlamak

1012. Hüküm verirken adaletli olmak

1013. Yetimin malına veli olmak

1014. Yoksul yetime sadaka vermek

1015. Yetimin ve kadının hakkını çiğnememek

1016. Yetimin başını okumak

1017. Yetime baba olmak

1018. Yetimi himaye etmek

1019. Yetimi ağlatmamak

1020. Dul kadınlara yardım etmek

1021. Vesvese gelince “Allah’a ve Resûlüne inandım” demek


1022. Vesveseye karşı Allah’a sığınmak

1023. Vesveseye sebep olan şeyden uzak durmak

1024. Ölümü kendine yakın hissetmek

1025. Ölüm için hazırlık yapmak

1026. Ölümü çokça hatırlamak

1027. Ölümü istememek

1028. Ahiret kazancını istemek

1029. Dünya malını helal yoldan kazanmak

1030. Dünyada bir yolcu gibi olmak

1031. En çok ahirete yönelmek

1032. Şaka yaparken doğru konuşmak

1033. Şakada ölçüyü kaçırmamak

1034. Kırıcı şakalardan uzak durmak

1035. Şakayla kimsenin bir şeyini almamak

1036. Şakayla kimseyi korkutmamak

1037. Şakaya şakayla karşılık vermek

1038. Çocuklara tatlı şakalar yapmak

1039. Ailede şaka yapmak

1040. Yaşlı kadınlara şaka yaparak sevindirmek

1041. Zekice şakalar yapmak


1042. Şakaları anlayışla karşılamak

1043. El şakası yapmamak

1044. Düğünde def çalmak

1045. Düğünlerde şiir okumak

1046. Gençlerin eğlenmesine izin vermek

1047. Eğlence harama, günaha götürmemeli

1048. Meşru eğlenceye engel olmamak

1049. Yolculukta şiir okumak

1050. Şiir okuyanlara engel olmamak


KAYNAKÇA
Abdurrezzak es-San’anî, el-Musannaf. I-XI (Nşr. Habiburrahman el-
A’zamî) Beyrut 1390-92 (1971-72).

Aclûnî, İsmâil bin Muhammed, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1351.

Ahmed bin Hanbel, Müsned, Beyrut 1978.

Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Râmuzu’l-Ehâdis, Müt: Naim Erdoğan,


Pamuk Yayınları, İstanbul.

Alâaddin Ali el-Mûttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummal, Müessesetü’r-Risâle,


Beyrut 1989.

Babanzâde Ahmed Naim, Kâmil Miras, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i


Sarih Tercemesi, Ankara 1982.

Buharî, Ebû Abdullah Muhammed bin İsmail, el-Edebü’l-Müfred 1-2


(Ahlâk Hadisleri), Müt: A. Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1974.

Buharî, Ebû Abdullah Muhammed bin İsmail, es-Sahihu’l-Buharî, Beyrut.

Canan, İbrahim Prof. Dr. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları, Ankara.

Ebû Abdullah Mâlik bin Enes, Muvattau’l-İmam Mâlik, el-Mektebetü’l-


İlmiyye, 1979.

Ebû Abdurrahman Ahmed bin Şuayb bin Ali bin Bahr bin Sinan bin Dinar,
en-Nesaî.

Ebû Davud, Süleyman bin Eş’as Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen; Dârü İhyai’s-
Sünneti’n-Nebeviyye.

Ebû Hâmid, İmam Gazalî, İhyâu Ulûmiddin, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabî.


Ebû’l-Hüseyn Müslim bin el-Haccac, es-Sahihü’l-Müslim.

ed-Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah, Sünenü’d-Dârimî, Dârü İhyai’s-


Sünneti’n-Nebeviyye.

el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed bin Hüseyin bin Ali, Sünenü’l-Kebîr, Buhûs
ve’d-Dirâsatü’l-Arabiyye, Kahire 1432/2011. Türkçe Terc: Hüseyin Yıldız,
Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2017.

el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed bin Hüseyin bin Ali. Şuabu’l-Îman.


Mektebetü’r-Rüşd. 1423/2003. Türkçe Terc: Hüseyin Yıldız, Hasan Yıldız,
Zekeriya Yıldız. Ocak Yayıncılık, İstanbul 2015.

el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed bin Hüseyin bin Ali, Delailü’n-Nübüvve I-


VII, Beyrut 1985.

el-Emîr Alâeddin el-Farisî, Sahihu İbni Hibban. Dârü’l-Hütübi’l-İlmiyye,


Beyrut 1987.

el-Hâkim en-Nisâbûrî. el-Müstedrek. Darü’l-Marife, Beyrut.

el-Heysemî. Ebu’l-Hasan Ali b. Ebû Bekir b. Süleyman. Mecmau’z-Zevâid


ve Menbau’l-Fevâid I-X. Dâru’l-Fikr, Beyrut 1999. Türkçe Ter. 1-XX.
Adem Yerinde, Ocak Yayınları, İstanbul 2007.

el-Münzirî, Zekiyüddin, et-Tergîb ve’t-Terhîb I-IV. İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî,


Beyrut 1968, Türkçe Ter. I-IV. Ahmed Muhtar Büyükçınar vd., Huzur
Yayınevi, İstanbul.

er-Rûdânî, Cemu’l-Fevâid min Câmii’l-Usûl ve Mecmai’z-Zevâid, İz


Yayınları, İstanbul 2006.

eş-Şeyh Mansur Ali Nasif, et-Tâcü’l-Câmiu lil-Usûl fî-Ehâdîsi’r-Resûl,


Dârü İhyâi’l-Kütübi’l-Arabî, 1961.

es-Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman (Nşr. Yusuf en-Nebhâni) el-Fethu’l-


Kebîr fi Dammi’z-Ziyâdât ile’l-Câmi’i-s-Sağîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut
1423/2003.
es-Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman, Feyzü’l-Kadîr Şerhu Câmiu’s-Sağîr,
1972.

es-Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman, Câmiu’l-Ehâdîs I-IX, Matbaatü


Hattab, Kasru’n-Nîl 1984.

Görmez, Mehmet Prof. Dr. vd. Hadislerle İslam I-VII. Diyanet İşleri
Başkanlığı, Ankara 2015.

İbni Ebî Şeybe. el-Musannaf, el-Hind tab’ı.

İbnu’l-Esîr, Muhammed bin Abdilkerîm, Üsdü’l-Gâbe fî-Mârifeti’s-Sahabe.


Mısır 1386.

İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, I-V. el-Mektebetu’l-


İslâmiyye, Kahire 1963.

İbnü’l-Hacer, Şihâbaddin Ebi’l-Fadl Ahmed bin Ali, el-İsâbe fî Temyîzi’s-


Sahabe. Mısır 1387

İbni Abdi’l-Ber, İstiâb, Beyrut İhyâu’t-Turâsu’l-Arabî.

İbni Mâce, Ebû Abdullah Muhammed bin Yezîd el-Kazvînî, Sünen, Beyrut:
İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî.

İbni Sa’d, Tabakâtu’l-Kubrâ, Beyrut, Dâru’l-Beyrut, 1398.

İmam Evzaî, Ebû Amr Abdurrahman bin Amr bin Muhammed, Sünen-i
Evza, Türkçe Ter. Dr. Ali Pekcan, Armağan Kitaplar, İstanbul 2012.

Kandehlevi, Muhammed Yusuf, Hayatü’s-Sahâbe Tercümesi, Yaylacık


Matbaası 1980.

Mansur, Ali Nasif, et-Tâcü’l-Camiu li’l-Usûl fî Ehâhîsi’r-Resûl, Dârü


İhyâi’l-Kütübi’l-Arabî, 1961.

Muhammed Hamîdullah. İslâm Peygamberi 1-2 Müt: Prof. Dr. Salih Tuğ.
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Ankara 2003.
en-Nuveyrî, Şehabeddin Ahmed b. Abdülvehhab b. Muhammed,
Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, I-XXVII. en-Nahdatü’l-Mısriyyeti’l-
Amme, Kahire 1985/1405.

Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, Söz Basım Yayın, İstanbul 2003.

Nursî, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası 1-2, Söz Basım Yayın, İstanbul
2004.

Nursî, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Söz Basım Yayın, İstanbul 2005.

et-Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman bin Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebîr, Dâru


İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî.

et-Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman bin Ahmed, el-Mucemu’l-Evsat, Dâr’l-


Haremeyn, Kahire 1415/1995.

et-Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman bin Ahmed, el-Mucemu’s-Sağîr, el-


Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1405/1985.

et-Tayalisî, Süleyman bin Davud bin el-Cârud, Müsned, Dârü’l-Kütübi’l-


İlmiyye, Beyrut 2004.

Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed bin İsâ bin Sevre, es-Sahih, Mısır 1978.

You might also like