Professional Documents
Culture Documents
HAYAT
Mehmed Paksu
Cilt 2
Yayın Yönetmeni
İkram Arslan
Editör
Mehmed Dikmen
Tashih
Kapak Tasarımı
Ersin Yılmaz
İç Tasarım
Said Demirtaş
ISBN
978-605-183-377-4
Yayıncı Sertifika No
12403
Baskı Tarihi
Haziran 2018
Baskı ve Cilt
Eskişehir Yolu 40. Km. Başkent Organize Sanayi Bölgesi 22. Cad. No: 6
Sincan/Ankara
Tel: (0312) 640 16 23
Matbaa Sertifika No
16031
www.nesilyayinlari.com bilgi@nesilyayinlari.com
Mehmed Paksu
1992-Moral FM’de hafta içi her gün yayınlanan Dini Hayatımız isimli
programına başladı. Kesintisiz canlı yayınla devam eden programda, iman,
ibadet, aile hayatı gibi başlıklar altında dinleyicilerden gelen dinî sorulara
cevap veriyor.
Yurt içi ve yurt dışında çeşitli konularda yüzlerce konferans verdi. 2010 yılı
Köşe Yazarı Medya Etik Ödülü aldı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
@mehmetpaksu
@yazarmehmetpaksu
www.mehmedpaksu.com
mehmetpaksu@gmail.com
• Nur Dede
• Cep İlmihali
• Gençlik İlmihali
Sünnete göre ilimsiz bir şey olmayacağını, her şeyin ilme bağlı olduğunu,
ilmin hem dünyevi hem de uhrevi karşılıklarının neler olduğunu, ilmi elde
etmek için nasıl bir yol tutulacağı konularına ağırlık verdik.
Cihad hakkında ne kadar yazılıp çizilmiş olsa da, hâlen cihadı yanlış yollara
çekerek “kafa kesme, ülke içinde silahlı mücadeleye girmek” gibi
anlatanlara karşı sünnetin cihada getirdiği tanımları, tarzları ve usulleri
hadisler ışığında anlattık.
Bu arada hayatımızda önemli bir yer tutan şakaya, eğlenceye, spora ve şiire
sünnet hangi ölçüleri getiriyor, ne kadarına izin veriyor, ne kadarına
müsaade etmiyor, bu hususlara da açıklık getirdik.
Gün geçmiyor ki, bir fitne ile karşılaşmayalım, bir ihanete şahit olmayalım,
bir fesada alet olanları görmeyelim. Toplumu içten kemiren, başımıza ciddi
tehlikeler açan, belalar getiren fitne olaylarına sünnet nasıl bakıyor, bu
tehlikelere karşı neler yapılması gerekiyor, hangi önlemleri almak lazım?
Kitapta bu konu da önemli bir yer tutuyor.
Günümüzün önemli bir bölümü uyku ile geçiyor. Her gece az veya çok
çeşitli rüyalar görüyoruz. Uyanınca rüyaların tabirini merak ediyoruz.
Çünkü rüyalar geleceğimiz hakkında önemli işaretler ve ipuçları veriyor.
Sünnet, rüyaları nasıl değerlendiriyor, rüya tabirinde nasıl bir yol
izlememizi tavsiye ediyor? Rüyayı kime anlatmalı, kimlere anlatmamalı?
Kitapta önemli bir bölümü da rüyalara ayırdık.
Bu kitap sünnete göre önemli konulara yer verdiği gibi, ilk kitapla birlikte
değerlendirildiğinde anlaşılacaktır ki, sünnetsiz bir İslâm anlaşılamaz, dini
bir hayat yaşanamaz ve Kur’ânî bir istikamet muhafaza edilemez.
Yüce Rabbim bizleri “Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur.
Kim beni de severse cennette benimle beraber olur.”[1] hadisinin ışığında
yaşamayı nasip etsin.
MEHMED PAKSU
2018/Bahçelievler
Yüce Rabbim bizleri “Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur.
Kim beni de severse cennette benimle beraber olur.”[1] hadisinin ışığında
yaşamayı nasip etsin.
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ki, amellerinizi
boşa çıkarmış kılmayın.”[2]
“Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda senin
hükmüne müracaat edip sonra da verdiğin hükümden, içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe hakkıyla iman
etmiş olmazlar.”[5]
Hangi konuda olursa olsun, nasıl bir mesele ile karşılaşılırsa karşılaşılsın,
Allah’ın ve Resûlü’nün verdiği hükümler esas alınmalı, kesin bir şekilde o
hükme kanaat edilmeli ve itaat edilmelidir. Bunların dışında bir seçenek
düşünülmemeli, Allah ve Resûlü ne diyorsa onlar aynen yapılmalıdır.
“İçinizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih amel işlerse, ona
mükâfatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.”[9]
“De ki, Allah’a ve Peygambere itaat edin, eğer yüz çevirirlerse şüphe yok
ki, Allah kâfirleri sevmez.”[11]
“Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye
muhalefet ederse mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü
şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!”[12]
***
“Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur’ân ve onun bir misli daha
verilmiştir. Karnı tok bir hâlde rahat koltuğuna kurularak:
Her vesileyle, her durumda ve ihtiyaç duyulan her vakitte, hangi hâlde
olursa olsun Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm sahabiye sünneti öğretir
ve ders verirdi. Sahabilerden bazıları da Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselâm’dan duydukları ve öğrendikleri her hadisi yazarak kayıt altına
alırlar, daha sonra da ezberlerlerdi. Bu esnada birtakım itirazlar söz konusu
olunca da, durumu bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm’a arz
ederek cevap verirlerdi.
‘Sen yazmaya bak! Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki,
buradan ancak hak söz çıkar.’ buyurdu.”[14]
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bize öyle bir vaaz etti ki, ondan
gözlerimiz yaşardı, kalplerimiz titredi. Bunun üzerine biz dedik ki:
‘Ya Resûlullah! Bu vaazınız veda eden bir kimsenin vaazına benziyor, bize
neleri tavsiye edersiniz?’
‘Ben, sizi gecesi gündüzü gibi apaydınlık bir din üzerinde bıraktım. Benden
sonra ancak helak olanlar o dinden sapar. Sizden kim yaşarsa birçok
ayrılıklar görecektir. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete
erdirilmiş olan hulefa-i râşidinin sünnetlerine yapışınız, bunlara sımsıkı
sarılınız!’”[15]
Sünnetin bize kadar gelmesine vesile olan her sahabenin Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselâm ile sürekli birlikte olamazlardı, olmaları da mümkün
değildi. Bunun için sahabilerden vakitleri ve işleri müsait olanlar,
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında bulunurlar. Duyduklarını
ve öğrendiklerini daha sonra birbirlerine anlatırlardı. Böylece bir veya
birkaç Sahabenin bildiği bir sünnet bütün sahabe tarafından paylaşılarak
ortak bir hâle gelirdi. Bu konuda Enes bin Malik’in anlattıkları önemli bir
gerçeği ortaya koyuyor.
***
Bir yolculuk esnasında Abdullah bin Ömer radıyallâhü anh bir yere gelince
orada hemen bir kavis yapar. Yanında bulunanlar sebebini sorunca,
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da burada böyle yaptı.” diye cevap verir.
[17]
İbn Ömer, bu sünneti uygularken herhangi bir açıklama getirmemekte, bir
delil belirtmemekte, olayı ispat etme gibi bir şey söylemeye gerek
duymamaktadır. Vermek istediği tek mesaj Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’dan gördüğü davranışın aynısını yapmaktır.
Sahabenin sünnete olan bağlılığını tam olarak kavramak için Abdullah bin
Ömer’de üç örnek daha görüyoruz.
En çok hadis rivayet eden sahabiler arasında ikinci sırada yer alan Hz.
Abdullah bir seferinde Mekke ile Medine arasında bir ağacın yanına gelir
ve orada biraz dinlenir, uyur. Daha sonra Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’ın da aynı şekilde yaptığını söyler.[18]
Bir başka zaman da kendi işi için bir kişiyi bir yere gönderirken ona, “Gel,
seni Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın beni uğurladığı gibi
uğurlayayım.” der, daha sonra da, “Resûlullah beni bir ihtiyacı için bir yere
gönderdiğinde şöyle buyurdu.” diyerek Peygamber aleyhissalâtü
vesselâm’ın söylediği aynı sözleri tekrar eder.[19]
Sünnetin dini bir meselede esas alınan ve bir hükme kaynaklık eden
yönlerinin dışında, sahabiler, Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan
gördükleri bazı özelliklere kendileri de ilgi duyar ve onun gibi olmayı arzu
ederek, her meselede Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’a benzemeye
gayret ederlerdi.
Hasan Basri hasta iken evi ziyaretçilerle dolunca ayaklarını kendine doğru
çektikten sonra, “Biz, Ebu Hüreyre hastalanınca ziyaretine gidip evini
doldurduk. Ebu Hüreyre ayaklarını kendine doğru çekti, sonra da, “Biz bir
defa Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına girerek evini ziyaretçilerle
doldurduk. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm yanı üzerine yatıyordu. Bizi
görünce ayaklarını kendisine doğru çekti.” diye anlatır.[24]
“Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda senin
hükmüne müracaat edip sonra da verdiğin hükümden, içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe hakkıyla iman
etmiş olmazlar.”[5]
Hasan Basri hasta iken evi ziyaretçilerle dolunca ayaklarını kendine doğru
çektikten sonra, “Biz, Ebu Hüreyre hastalanınca ziyaretine gidip evini
doldurduk. Ebu Hüreyre ayaklarını kendine doğru çekti, sonra da, “Biz bir
defa Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına girerek evini ziyaretçilerle
doldurduk. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm yanı üzerine yatıyordu. Bizi
görünce ayaklarını kendisine doğru çekti.” diye anlatır.[24]
‘Ben, sizi gecesi gündüzü gibi apaydınlık bir din üzerinde bıraktım. Benden
sonra ancak helak olanlar o dinden sapar. Sizden kim yaşarsa birçok
ayrılıklar görecektir. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete
erdirilmiş olan hulefa-i râşidinin sünnetlerine yapışınız, bunlara sımsıkı
sarılınız!’”[15]
Bir başka zaman da kendi işi için bir kişiyi bir yere gönderirken ona, “Gel,
seni Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın beni uğurladığı gibi
uğurlayayım.” der, daha sonra da, “Resûlullah beni bir ihtiyacı için bir yere
gönderdiğinde şöyle buyurdu.” diyerek Peygamber aleyhissalâtü
vesselâm’ın söylediği aynı sözleri tekrar eder.[19]
“İçinizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih amel işlerse, ona
mükâfatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.”[9]
“De ki, Allah’a ve Peygambere itaat edin, eğer yüz çevirirlerse şüphe yok
ki, Allah kâfirleri sevmez.”[11]
Bir yolculuk esnasında Abdullah bin Ömer radıyallâhü anh bir yere gelince
orada hemen bir kavis yapar. Yanında bulunanlar sebebini sorunca,
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da burada böyle yaptı.” diye cevap verir.
[17]
‘Sen yazmaya bak! Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki,
buradan ancak hak söz çıkar.’ buyurdu.”[14]
Hz. Ali radıyallâhü anh kendi özel hayatında sünnetin en ince taraflarını
ihmal etmeden uygulamaya çalışırdı. Bir gün deveye binerken bazı dua ve
ayetleri okuduktan sonra tebessüm eder. Tebessüm etmesinin sebebi
sorulduğunda da, “Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm da benim yaptığım
gibi yaptı, benim dediğim gibi dedi ve sonra tebessüm etti.” der ve hadisin
devamını nakleder.[23]
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ki, amellerinizi
boşa çıkarmış kılmayın.”[2]
[25] Müslim, Mesacid:242.
En çok hadis rivayet eden sahabiler arasında ikinci sırada yer alan Hz.
Abdullah bir seferinde Mekke ile Medine arasında bir ağacın yanına gelir
ve orada biraz dinlenir, uyur. Daha sonra Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm’ın da aynı şekilde yaptığını söyler.[18]
“Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah ve Resûlüne karşı çıktılar. Allah ve
Resûlüne de kim karşı çıkarsa muhakkak ki, Allah’ın cezası çetin olur.”[10]
SÜNNETE GÖRE İMAN VE
İSLÂM
İMAN EN BÜYÜK NİMET, EN BÜYÜK servet ve en büyük güçtür.
Çünkü “İman, hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden
adam kâinata meydan okuyabilir.”
İnsan, imanı sayesinde gerçek insanlığı öğrenir, anlar ve tadar. İman, insanı
çok üstün mertebelere ulaştırır. Çünkü “İman insanı insan eder, belki insanı
sultan eder.”
İslâm sarayına iman kapısından girilir. Bu kapıdan girince kul, her an Allah
ile beraber olur. Her şeye Allah adına bakar, her şeyde Allah’ı görür, her
şeyden Allah’a ulaşır, her şeyi Allah’ın isimleriyle değerlendirir.
İman bir bütündür. İmanın esaslarından birine iman eden, hepsine iman
etmiş olur. Allah’a iman eden, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe ve kadere de iman etmiş olur. Çünkü hiçbiri diğersiz olmaz.
Özetle, imanın şartlarından her biri diğerinin delili olduğu gibi, aynı
zamanda diğerinin ispatıdır.
Bu açıdan Kur’ân-ı Kerimin dört esası, dört hedefi vardır. (1) Tevhid,
Allah’ın birliği; (2) nübüvvet, peygamberlik gerçeği; (3) haşir, âhiret hayatı
ve (4) adalet/ibadet.
İman, bütün ibadetlerin başı ve özüdür. Önce iman, sonra amel ve ibadet
gelir. Bir insanda iman ne kadar mükemmel ve kuvvetli olursa, ibadetleri de
o kadar sağlam ve devamlı olur.
Bunun için iman, ibadeti ve duayı gerekli kılar. İmanla ilgili Kur’ân’da bin
kadar ayet vardır ve Kur’ân öncelikle ve her zaman iman dersini verir.
İmanı kalbe, ruha ve insanın bütün hücrelerine ve duygularına yerleştirir.
O suyla Allah, sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve her türden
ürünler bitirir. Tefekkür eden bir topluluk için bunda bir âyet vardır.
“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak
sizin hizmetinize verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler
vardır.”[29]
“Her şey hakkında tefekkür edin, fakat Allahü Teâlâ’nın zatı hakkında
tefekkür etmeyin. Çünkü yedi kat sema ile Kürsi arasında yedi bin perde
vardır, Allah’ın nuru ise hepsinin yücesindedir.”[34]
Allah Hakkında Tefekkür Etme!
5. Yüce Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, “Allah nasıldır, nicedir” gibi
düşünceler insanı yanlışa, felakete ve tehlikeye götürür. Çünkü Kur’ân’ın
anlattığı gibi, ”Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”[35] İhlas Sûresi’nde de
bildirildiği gibi, ”Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[36]
Camileri ev edinin.
“Muhakkak ki, iman sizden birinizin kalbinde, elbisenin eskimesi gibi eskir.
Öyleyse Yüce Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyiniz.”[44]
“Biz ergenlik çağına ermek üzere birer genç iken Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm ile beraber idik. Biz Kur’ân-ı Kerimi öğrenmeden önce imanı
öğrendik. Ondan sonra Kur’ân’ı öğrendik. Kur’ân sayesinde de imanımız
arttı, (daha da kuvvetlendi).”[47]
Allah Hakkında Olumlu Düşün!
14. İnsan Allah hakkında olumlu ve iyi düşünmeli, yanlış bir düşünceye ve
kanaate varmamalıdır. Allah bizi yaratmış, sevmiş, yaşatıyor ve büyütüyor.
Dünyayı ve içindekileri emrimize, hizmetimize vermiştir. Allah Rahim’dir
bize rahmet-merhamet eder, Allah Gafur’dur bizi bağışlar ve affeder. Allah
bizim için hep iyilik takdir eder, güzellikleri ilham eder, imanlı yaşarsak
bizi ebedî cennetine alır.
“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek (iyi
düşünerek) ölsün.”[48]
“Dedim ki Yâ Resûlallah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu
senden sonra hiç bir kimseye sormayayım.”
“Üç şey vardır, bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur:
Bir adam:
“Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (iman)
bulunan kimse cehennem‘den çıkacaktır.
Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır (iman)
bulunan kimse cehennem‘den çıkacaktır.
Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defin işlemi bitmeden önce
dönerse, bir kırat sevapla dönmüş olur.”[59]
“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi
(ince ve güven içinde)dir.”[61]
“Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin yahut
sussun!
Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa komşusuna ikram etsin.
Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikram etsin.”[65]
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min bal arısına
benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu
yeri de) kırmaz ve bozmaz.”[68]
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min altın
parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.”[69]
“Mü’min güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana
faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan sana
faydası olur.”[70]
“Mü’min keler (kertenkele) deliğine bile girse, Allah orada ona sıkıntı
verecek birini veya bir münafığı musallat eder.”[71]
Sade Yaşamak İmandandır
37. Lüks ve şatafat mü’minin ruhunu sıkar. Onu sadelik ve gösterişsiz bir
hayat rahat ettirir. Bir Peygamber sünneti olan sade hayat, imrenilmesi
gereken bir hayat tarzıdır. Üstelik başkalarının gözünün kaldığı bir yaşantı
makbul de değildir.
“Yüce Allah’a imandan sonra kişinin yapacağı en akıllıca iş, insanlarla iyi
geçinmektir.”[74]
Uyumlu Ol!
41. Mü’minler olarak birbirimize destek olmak, birbirimizle uyumlu olmak,
birbirimizden nefret etmemek, aramızda güzel ve müjdeli haberleri yaymak
bugünkü kadar hiçbir zaman hayatî bir önem taşımamıştır. Sadece bu hadisi
yaşasak bile birçok sorunu aşarız.
Muaz insanlara hitap edip onları İslâm’a ve Kur’ân bilgisine sahip olmaya
teşvik etti. Dedi ki: “Size cennetlikleri ve cehennemlikleri haber vereyim
mi? Eğer bir adam hayırla anılıyorsa o cennetliktir. Eğer kötülükle
anılıyorsa o da cehennemliktir.”[76]
“Mü’min, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Facir
(utanmadan günah işleyen) kimse ise günahlarını burnunun üzerine konan
ve kovalayınca kaçacak olan bir sinek gibi görür.”[77]
“Ameller niyete göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır.
“Bir kul Müslüman olur ve Müslümanlığı da güzel olursa, Allah onun daha
önce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter.”[81]
“Bu sözü bırak. Devamlı olarak elinizden gelen şeyleri yapınız. Yoksa,
Allah’a yemin olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz” buyurdu.[82]
“Dört şey her kimde bulunursa tam bir münafık olur; her kimde bunların bir
parçası bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir huy
kalmış olur. Bunlar şunlardır:
[42] Mücadele,58:7.
Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikram etsin.”[65]
“Yüce Allah’a imandan sonra kişinin yapacağı en akıllıca iş, insanlarla iyi
geçinmektir.”[74]
5. Yüce Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, “Allah nasıldır, nicedir” gibi
düşünceler insanı yanlışa, felakete ve tehlikeye götürür. Çünkü Kur’ân’ın
anlattığı gibi, ”Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”[35] İhlas Sûresi’nde de
bildirildiği gibi, ”Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[36]
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min altın
parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.”[69]
Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defin işlemi bitmeden önce
dönerse, bir kırat sevapla dönmüş olur.”[59]
Artık kavuşacağı bir dünya veya evleneceği bir kadından dolayı hicret
etmişse, onun hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.”[78]
“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi
(ince ve güven içinde)dir.”[61]
[42] Mücadele,58:7.
Muaz insanlara hitap edip onları İslâm’a ve Kur’ân bilgisine sahip olmaya
teşvik etti. Dedi ki: “Size cennetlikleri ve cehennemlikleri haber vereyim
mi? Eğer bir adam hayırla anılıyorsa o cennetliktir. Eğer kötülükle
anılıyorsa o da cehennemliktir.”[76]
“Mü’min güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana
faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan sana
faydası olur.”[70]
“Biz ergenlik çağına ermek üzere birer genç iken Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm ile beraber idik. Biz Kur’ân-ı Kerimi öğrenmeden önce imanı
öğrendik. Ondan sonra Kur’ân’ı öğrendik. Kur’ân sayesinde de imanımız
arttı, (daha da kuvvetlendi).”[47]
“Muhakkak ki, iman sizden birinizin kalbinde, elbisenin eskimesi gibi eskir.
Öyleyse Yüce Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyiniz.”[44]
“Bir kul Müslüman olur ve Müslümanlığı da güzel olursa, Allah onun daha
önce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter.”[81]
“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak
sizin hizmetinize verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler
vardır.”[29]
5. Yüce Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, “Allah nasıldır, nicedir” gibi
düşünceler insanı yanlışa, felakete ve tehlikeye götürür. Çünkü Kur’ân’ın
anlattığı gibi, ”Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”[35] İhlas Sûresi’nde de
bildirildiği gibi, ”Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[36]
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mü’min bal arısına
benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu
yeri de) kırmaz ve bozmaz.”[68]
“Bu sözü bırak. Devamlı olarak elinizden gelen şeyleri yapınız. Yoksa,
Allah’a yemin olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz” buyurdu.[82]
“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek (iyi
düşünerek) ölsün.”[48]
“Mü’min keler (kertenkele) deliğine bile girse, Allah orada ona sıkıntı
verecek birini veya bir münafığı musallat eder.”[71]
“Her şey hakkında tefekkür edin, fakat Allahü Teâlâ’nın zatı hakkında
tefekkür etmeyin. Çünkü yedi kat sema ile Kürsi arasında yedi bin perde
vardır, Allah’ın nuru ise hepsinin yücesindedir.”[34]
Şeytan, insanın ilgi alanına giren her konuda, her meselede vesvese verir, o
konularda insanı yanıltır, saptırır, kandırmaya, kontrolü altına almaya
çalışır.
Bir insan hangi konuda titizse, hangi konu üzerinde çok duruyor, hangi
konuyu önemsiyorsa, hangi meselenin üzerinde kafa yoruyorsa, şeytan o
konuda insanın üstüne gelir, insanın açıklarını yakalar, aklını çelmeye,
kalbini bozmaya, hayâlini ifsat etmeye gayret eder.
Hangi konuda olursa olsun vesvese ile uğraşıp durmamalı. Çünkü vesvese
belası öyle bir anda defolup gitmez. Bunun bir temizlenme zamanı vardır.
“Sonra bir başkasına gelerek, ‘Onu anne babasına isyan ettirip, yakında
onlara iyilik yaparım şeklinde vesveseyi sürdürürüm’ diye mırıldanır.
“Sonra diğerine gelerek, ‘Onu Allah’a şirk koşuncaya kadar sensin, sensin
(Senden büyük yok) diye vesveseyi sürdürürüm.’ şeklinde mırıldanır.
“Sonra diğer birisine gelerek, ‘Birisini öldürünceye kadar sen haklısın, sen
haklısın, diyerek ona vesveseyi sürdürürüm’ diye mırıldanır. Sonunda
başlarına tacı giydirir (başlarına belayı açar.)”[84]
O da ‘Allah’ der.
Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Seni hak ile gönderene yemin ederim ki,
kalbime öyle bir şey doğuyor ki, onu dile getirmektense, yanıp kül olmayı
tercih ederim.”
Bunun için sağlam ve hakiki imana sahip olan mü’min, imanına saldıran
şeytanı, eli boş çevirmeye çalışır, canını ve aklını koruduğu gibi imanını da
korumaya özen gösterir.
“Ey Allah’ın Resûlü! Bizler kalbimizde öyle bir şey hissediyoruz ki,
herhangi birimiz o hissettiğini dile getirmektense, gökten tepesi üstü
düşmeyi tercih eder.”
“Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da, cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder.
Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor.”[90]
“Abdeste musallat olan bir şeytan vardır ki, ona velehan (şaşkınlık veren)
derler. Onun için abdest ve gusülde su vesvesesinden korunun!”[91]
“İşte abdest budur. Bundan fazla yapan sünneti terk ederek hata yaptı, sınırı
aştı ve nefsine zulmetti demektir.”[92]
“Herhangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek, ‘Falan şeyi ve şu şeyi
hatırla’ der. Ta ki, kul gafletle namazdan çıkıp gitsin. Ve herhangi biriniz
yatağında uzanmış iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar
şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.”[93]
“Sizden biriniz namaza durunca şeytan yanına gelir, onu şaşırtır. Kaç rekât
kıldığını bilemez. Hanginiz böyle bir şeyle karşılaşırsa oturduğu yerde
sehiv secdesi etsin.”[94]
“Bu Hinzeb denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin zaman, Allah’a sığın ve
sol tarafına üç defa tükür.”
“Şu kumaştaki desenler namazda beni meşgul etti. Bu elbiseyi bana hediye
eden Ebû Cehm’e götürün, onun giydiği Enbicaniyye isimli (desensiz, düz)
elbiseyi bana getirin.”[97]
“İşte abdest budur. Bundan fazla yapan sünneti terk ederek hata yaptı, sınırı
aştı ve nefsine zulmetti demektir.”[92]
“Şu kumaştaki desenler namazda beni meşgul etti. Bu elbiseyi bana hediye
eden Ebû Cehm’e götürün, onun giydiği Enbicaniyye isimli (desensiz, düz)
elbiseyi bana getirin.”[97]
“Herhangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek, ‘Falan şeyi ve şu şeyi
hatırla’ der. Ta ki, kul gafletle namazdan çıkıp gitsin. Ve herhangi biriniz
yatağında uzanmış iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar
şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.”[93]
“Abdeste musallat olan bir şeytan vardır ki, ona velehan (şaşkınlık veren)
derler. Onun için abdest ve gusülde su vesvesesinden korunun!”[91]
“Eğer sizden biriniz böyle bir şey hissederse, hemen ‘Ben Allah’a ve
Resûlüne inandım’ desin. Zira bu söz o vesveseyi kendisinden giderir.”[85]
“Sizden biriniz namaza durunca şeytan yanına gelir, onu şaşırtır. Kaç rekât
kıldığını bilemez. Hanginiz böyle bir şeyle karşılaşırsa oturduğu yerde
sehiv secdesi etsin.”[94]
“Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da, cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder.
Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor.”[90]
“Sonra diğer birisine gelerek, ‘Birisini öldürünceye kadar sen haklısın, sen
haklısın, diyerek ona vesveseyi sürdürürüm’ diye mırıldanır. Sonunda
başlarına tacı giydirir (başlarına belayı açar.)”[84]
“Allah’a hamdolsun! Şüphesiz ki şeytan bu topraklar üzerinde kendisine
ibadet edilmesinden umudunu kesti. Fakat hafife alınıp basit görülen
amellere razı oldu” buyurdu.[86]
Şaka ve mizah hem dinlendirici bir özellik taşır, hem de insanlar arasında
yakınlığın, samimiyetin ve sevginin artmasına vesile olur. ‘Her şeyin çoğu
zarar, azı karar!’ kuralına göre, aşırıya kaçmadan, birbirini seven insanlar
arasında şakalar yapılır. Çünkü sürekli ciddi, somurtkan insanlar ortamı
sıkar ve çekilmez hâle getirirler. Yani somurtkan kişiler fazla sevilmez.
Olur olmaz her yerde, işin tadını kaçırır şekilde her şeyi şakaya vurmayı,
gırgıra almayı, komiklik yapmayı, birtakım sulu ve tatsız şakaları bir tarafa
bırakacak olursak; insanlar asık suratlı olmayı, karamsar, itici, sıkıcı tavırlar
sergilemeyi, resmî ilişkiler, beylik konuşmalar, samimiyetten uzak yapay
davranışlar sergilemeyi bir maharet olarak görüyorlar.
“Sözleriyle bir toplumu güldürmek için yalan konuşanların vay hâline, vay
hâline, vay hâline!”[103]
Abdullah bin es-Saib bin Zeyd bin Said radıyallâhü anhüm dedesinden
rivayet ediyor:
“Sizden biriniz (din) kardeşinin herhangi bir malını şaka ve ciddi olarak
almasın!”
“Kim (din) kardeşinin bastonunu (bile haberli veya habersiz olarak) almışsa
onu derhâl geri versin.”[104]
(Bir konaklama sırasında) içlerinden biri uyurken, arkadaşı gidip onun ipini
aldı. Uyanınca ipini bulamayan zat (kaybettim diye) korktu. (Durumu
öğrenen) Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:
Adamın biri:
“Her deveyi bir dişi deve doğurmuş değil mi?” buyurarak şaka yaptı.[107]
“Adam (ın dayağın)dan seni nasıl kurtardım, gördün mü?” diye şaka yaptı.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (bir gün) bana: “Ey iki kulaklı!” diye
şaka yaptı.[110]
Çocuklara Tatlı Şakalar Yapmalı
75. Sünnetin eğitim metodunda, çocuklarla ilgilenmek, onların seviyelerine
inerek konuşmak, dünyalarına girmek, onların üzüntüsünü paylaşmak
büyük önem taşıyor. Çünkü bizim için önemsiz olan bir şey, çocuk için çok
şey ifade eder.
“Ey Ebû Umeyr, niçin seni böyle üzüntülü görüyorum?” diye sordu.
“Yâ Resûlallah, onun oynadığı nugayr isimli bir kuşu vardı, öldü” dediler.
“Ben beş yaşımda iken Resûlullah aleyhissalatü vesselam‘ın bir kere, bir
kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.”[112]
Zahir bin Harun adlı bir zat, çölden hediyelerle birlikte Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’a gelirdi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam da
ayrılacağı zaman Zahir’in ihtiyaçlarını tedarik eder gönderirdi. Resûlullah
aleyhissalâtü vassalam:
Sert yapılı ve biraz da yakışıklı olmayan bir adam olmasına rağmen onu
severdi.
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben para etmem ki! Çünkü ben değersiz biri
adamım.”
Sonra şöyle dedi: “Her şehirlinin bir köylü arkadaşı vardır. Muhammed
ailesinin dostu ve alış veriş yaptığı köylü de hiç şüphe yok ki Zahir bin
Haram’dır.”[113]
Ailede Şaka Yapmalı
78. Aile içinde yapılan şakalara aile fertleri katılmalı, birbirlerinin
sevincine, neşesine ortak olmalıdır. Ölçüyü aşmadan belli seviyede yapılan
şakalar, ailenin mutluluğuna mutluluk katar, aradaki sevgiyi ve şefkati
güçlendirir.
Yine gelmedi. Kalktım, tabaktan bir parça bulamaç aldım, gittim yüzüne
sürdüm. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm gülümseyerek bizi izliyordu.
“O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki. Yüce Allah: ‘Biz onları yeniden inşa
etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır’ (Vâkıa, 56:35-36) buyurmuştur.”[115]
Bu sünnet de bize aynı zamanda yaşlı kadınlarla nasıl bir ilişki kurmamız
gerektiği dersini veriyor.
Nuayman bin Amr, çarşıda, satıcıda gördüğü güzel bir balı aldı, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’a getirdi ve hediye etti.
Hz. Ömer radıyallâhü anh, çok hızlı ve kısa namaz kılan bir bedevinin
namazdan sonra yaptığı duasında:
El Şakası Yapma!
86. Herkes şakayı kaldıramaz, özellikle el şakaları çok zaman yanlış
anlamalara sebep olabilir. Bu tür şakalarda art niyet yoktur, ama o anda şaka
yapılan kişi buna ani bir tepki gösterebilir ve olay istenmeyen bir şekil
alabilir.
Böyle bir şaka Saadet Asrında yapılır ve şaka sonrası olumsuz gelişmeye
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam engel olur.
İbn Abbas:
Hz. Âişe’nin annesi, “Yâ Resûlullah, bu evin şakacılığının bir kısmı (bağlı
olduğumuz) Kinane’den geliyor” dedi.
“Yemen’li Sevde, Hz. Âişe’nin ziyaretine geldi. O sırada Ömer’in kızı Hz.
Hafsa da oradaydı. Sevde çok süslü giyinmişti. Üzerine Yemen işi bir hırka,
başında da yine Yemen yapısı bir başörtüsü vardı. Bu başörtüsü onun alnına
kadar inmekteydi.
“Âişe; ‘Hafsa! Allah’tan kork, bir şey yapayım deme!’ dediyse de Hz.
Hafsa, ‘Vallahi, ben onun süsünü bozacağım’ dedi.
“Bunun üzerine Sevde ‘Ya demek öyle!’ diyerek çok korktu. Öyle ki, tir tir
titreyerek ‘Şimdi nereye saklanacağım?’ dedi. Hafsa ona ‘İşte şu odaya
gir!” dedi. Gösterdiği oda hurma dalları ve yapraklarının konulduğu bir oda
olup toz toprak içerisindeydi ve her tarafını örümcek ağları kaplamıştı.
Sevde oraya gizlendi.
[111] İbn Sa’d, 3:506; Tirmizî, Birr ve’s-sıla:57; Ebû Dâvûd, Edeb:64
(1989).
“Sözleriyle bir toplumu güldürmek için yalan konuşanların vay hâline, vay
hâline, vay hâline!”[103]
Sonra şöyle dedi: “Her şehirlinin bir köylü arkadaşı vardır. Muhammed
ailesinin dostu ve alış veriş yaptığı köylü de hiç şüphe yok ki Zahir bin
Haram’dır.”[113]
“Her deveyi bir dişi deve doğurmuş değil mi?” buyurarak şaka yaptı.[107]
“Kim (din) kardeşinin bastonunu (bile haberli veya habersiz olarak) almışsa
onu derhâl geri versin.”[104]
[111] İbn Sa’d, 3:506; Tirmizî, Birr ve’s-sıla:57; Ebû Dâvûd, Edeb:64
(1989).
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam (bir gün) bana: “Ey iki kulaklı!” diye
şaka yaptı.[110]
“O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki. Yüce Allah: ‘Biz onları yeniden inşa
etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır’ (Vâkıa, 56:35-36) buyurmuştur.”[115]
“Ben beş yaşımda iken Resûlullah aleyhissalatü vesselam‘ın bir kere, bir
kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.”[112]
Beşer hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı vardır.
Fakat bu keyifli hevesler beşte bir olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo
dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin
tembelleşmesine, sefahete düşmesine ve mühim vazifelerin noksan
bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken,
büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar.[130]
“Ey Âişe! Eğlenceniz yok mu? Zira Ensar eğlenceyi sever!” buyurdular.[133]
“Bizim aramızda yarın olacakları bilen bir Peygamber var’ mealinde bir
mısra okudu.
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden bir
topluluk aşırı şımarıklık içinde oyun ve eğlenceye dalmaları, haram şeyleri
helal kılmaları, şarkıcı kadınlar edinmeleri, içki içip faiz yemeleri, ipek
elbiseler giymeleri dolayısıyla sabaha maymun ve domuz suretine
döndürülmüş olarak çıkacaklardır.”[136]
Meşru Eğlenceye Engel Olmayın!
97. Hz. Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor:
Bir defa Ensâr kızlarından iki kızcağız (def eşliğinde) Buâs savaşında
Ensârın yekdiğeri hakkında söyledikleri şiirleri nağme ile ve yüksek sesle
benim yanımda okurlarken (Babam) Ebû Bekir radıyallâhü anh odama girdi
ve “(Bu ne hâl?) Resûlullah aleyhissalatü vesselâm’ın odasında şeytan
çalgısı ha!’ diyerek beni azarladı.
“Yâ Ebâ Bekir! (Onlara ilişme!) Şüphesiz her kavmin bir bayramı vardır.
Bu da bizim bayramımızdır.
“Evet” dedim.
Bu hadisin bir başka rivayetinde Ebû Hüreyre radıyallâhü anh diyor ki:
“Habeşliler Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanında mızraklarıyla
oynarken içeri Ömer bin Hattab radıyallâhü anh girdi. Hemen onları
taşlamak için taşlara uzandı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam:
‘Âişe bu nedir?’
‘Attır!’
‘İki kanat?’
‘Sen duymadın mı, Hz. Süleyman’ın kanatlı atları olduğunu?’ diye cevap
verdim.
Beşer hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı vardır.
Fakat bu keyifli hevesler beşte bir olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo
dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin
tembelleşmesine, sefahete düşmesine ve mühim vazifelerin noksan
bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken,
büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar.[130]
“Ey Âişe! Eğlenceniz yok mu? Zira Ensar eğlenceyi sever!” buyurdular.[133]
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden bir
topluluk aşırı şımarıklık içinde oyun ve eğlenceye dalmaları, haram şeyleri
helal kılmaları, şarkıcı kadınlar edinmeleri, içki içip faiz yemeleri, ipek
elbiseler giymeleri dolayısıyla sabaha maymun ve domuz suretine
döndürülmüş olarak çıkacaklardır.”[136]
Saadet Asrının kendine özgü ölçüleri içinde sporun belli başlı türlerini
görüyoruz. İşin güzel ve ilginç yanı, o zamanlarda var olan spor türlerinin
hemen hepsi bugün de kısmen değişmiş olsa da aynen yaşıyor.
Bir savaş sporu ve cihad aracı olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir
yeri vardır. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir hadislerinde, “Sizden hiç
kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın” buyuruyor.[142]
Sünnette var olan bu örneklerde öne çıkan ölçü ve prensip; insanın kendi
fiziksel kondisyonunu koruması yanında, asıl olarak hayatını, hayatiyetini,
şerefini ve inancını koruması için, yaşadığı çağı itibariyle bedenen güç
kazanmak, güçlü olmak, savunma ve dış düşmana karşı gücünü kullanma
zarureti söz konusu olduğunda buna önceden hazırlıklı olmaktır.
Yani, sünnette yer alan spor çeşitleri gayeli, faydalı, hedefi belli oyunlardır.
Bu arada kişi bundan hem zevk alıyor, hem sağlıklı kalıyor, hem de bir
sünneti işleyerek sevap kazanıyor.
Yine, sünnette yer alan bütün bu spor çeşitlerinde genel İslâmî ölçüler yer
alıyordu. Yarış ve müsabakalarda taraflar arasında kine, nefrete ve
düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmiyordu. Ok atışı ve at
yarışlarında kazanan ve kaybedenler birlikte gözetilerek dereceye girene
teşvik şeklinde ödüller veriliyor, yarışı kaybedenlerin de kazanma gayreti
içine girmeleri isteniyordu.
“Kim iki hedef arasında yürürse, her adımına bir sevap yazılır.”[148]
“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile koşu yaptım ve onu geçtim. Bir
süre sonra kilo alınca onunla bir yarış daha yaptım, bu sefer de o beni geçti
ve Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “İşte bu, (benim seni geçmem) şu
(daha önceki senin beni) geçme(nin) karşılığıdır” buyurdu.[149]
1. Ok atmakla.
2. At ile.
3. Deve ile.”[150]
Ok Atmayı Unutma!
107. Ok atmak ve okçuluk sünnette en öne çıkan bir spor türüdür ve aynı
şekilde bir cihad aracıdır. Çünkü o devrin en önemli savaş aleti kılıç ve
oktur. Oku hedefine isabet ettirmenin tek yolu da devamlı ok atma eğitimi
yapmaktır. Okçuluk sporu hâlen ülkemizde ve dünyada yaşayan bir spor
türüdür.
“Sen yaşlanmış bir insan olarak bu iki hedef arasında gidip geliyorsun, bu
sana zor geliyor olmalı.”
2. Oku atan.
Ok Atışı Yapın!
109. Sünnet, ok yarışmalarına teşvik ediyor. Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam yapılan yarışlarda tek tarafı tutmuyor, her iki tarafa da aynı
yakınlığı ve teşviki yapıyordu.
“Ey İsmailoğulları! Atınız, zira atalarınız atıcı idi. Atınız! Ben falan
kabileyi tutuyorum” dedi.
Yüzme Öğrenin!
114. Sünnette var olan, teşvik ve tavsiye edilen sporlardan biri de yüzmedir.
Yüzme hem başlı başına bir spordur, hem de savaş esnasında ihtiyaç
duyulan askeri bir eğitim şeklidir.
“Dört şey dışında her şey oyundur ve hatadır, Allah’ı zikir değildir:
Oynayın, Eğlenin!
116. Meşru ve helal dairede oyuna ve eğlenceye sünnet izin veriyor. Çünkü
insan, yaratılışı gereği vaktinin bir kısmını oyuna ve eğlenceye ayırma
ihtiyacını duyar.
“Kim iki hedef arasında yürürse, her adımına bir sevap yazılır.”[148]
“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile koşu yaptım ve onu geçtim. Bir
süre sonra kilo alınca onunla bir yarış daha yaptım, bu sefer de o beni geçti
ve Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, “İşte bu, (benim seni geçmem) şu
(daha önceki senin beni) geçme(nin) karşılığıdır” buyurdu.[149]
3. Deve ile.”[150]
Bir savaş sporu ve cihad aracı olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir
yeri vardır. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bir hadislerinde, “Sizden hiç
kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın” buyuruyor.[142]
“Ey Hasan’ın babası, çocukların iyileşirse Allah rızası için bir vaadin var
mı? Onlar için bir adak düşünmüyor musun?”
“Evet, yavrularıma Allah şifa verirse Allah rızası için üç gün oruç
tutacağım.”
Kocası Hz. Ali’nin adağını duyan şefkat örneği anneleri Hz. Fatıma da:
“Eğer gözümün nurları iyileşirse ben de Allah rızası için üç gün oruç
tutacağım.” dedi.
Duaları kabul olmuştu. Kısa zamanda iki asil yavru sağlıklarına kavuştular.
Ailece adaklarını yerine getirmeye başladılar. Sahura kalkıp oruç tuttular.
Fakat ehl-i beytin evinde akşama iftarlarını açacakları bir parça kuru
ekmekleri dahi bulunmuyordu.
Hz. Ali bir Yahudi tüccarı olan Şem’ın-el Hayberi’ye giderek dört kilogram
kadar arpa ödünç aldı. Eve getirdi, hanımı Hz. Fatıma’ya teslim etti. Ekmek
yapmasını söyledi.
Hz. Fatıma, arpanın bir kısmından ekmek yaparak sofraya koydu. Tam
yemeğe başlayacakları sırada kapı vuruldu. Kapıya gelen, bir fakirdi:
Ertesi gün Hz. Fatıma geriye kalan arpanın bir kısmından daha ekmek yaptı.
Sofraya getirdi. Yine tam yiyecekleri sırada kapı vuruldu. Bu sefer gelen bir
yetimdi:
“Ben muhacirlerden babası şehit düşmüş bir yetimim. Ne olur, bir parça
ekmek verin.” Aynı tarzda önlerindeki ekmekleri bu sefer de yetime
verdiler. Kendileri oruçlarını suyla açtılar.
Üçüncü günün akşamında Hz. Fatıma geriye kalan arpadan ekmek pişirerek
önlerine getirdi. Bu defasında kapıyı çalan müşrik bir esirdi:
“Ey Müslümanlar çok açım, bana bir parça yiyecek verin.” diyordu. Hakiki
imanın zirvesinde taht kuran bu gönül erleri, önlerindeki ekmekleri bu defa
da ona sadaka olarak verdiler. Kendileri iftarlarını o gün de suyla yaptılar.
“Ya Ali, nedir bu hâliniz, beni bu kadar üzen şey nedir?” diye sorduğunda
Hz. Ali olayı anlattı.
“Sizden biri hoşlandığı bir rüya görürse bilsin ki, bu Allah’tandır. O kişi bu
rüyadan dolayı Allah’a hamd etsin ve onu anlatsın. Bunun dışında hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse, bu da şeytandandır. Rüyanın kötü etkisinden
Allah’a sığınsın ve ondan kimseye söz etmesin. Böyle yaparsa, o rüya
kendisine zarar vermez.”[173]
“Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söylerse, (kıyamet
günü) ona iki arpa tanesini birbirine düğümlemesi teklif edilir ve bunu
yapamamasından dolayı azap verilir.”[175]
“Sâlih Rüya Allah’tan, kâbuslu rüya ise şeytandandır. Sizden biri hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse sol tarafına üç sefer tükürsün ve o rüyanın
şerrinden Allah’a sığınsın. O zaman o kâbus kendisine zarar vermez.”[177]
Rüya Müjdedir
125. Güzel ve sâlih rüyalar Müslümanlar için müjdedir, sevindirici bir
gelişmedir ve Allah’ın bir ikramıdır.
Âta bin Yesâr radıyallâhü anh Mısırlı bir adamın şöyle söylediğini
anlatıyor:
Rüya Üç Türlüdür
129. Gerçek rüya sâdık rüyadır. Kötü rüya görünce, sünnette namaz
kılınması tavsiye edilir.
“Rüya üç kısımdır:
“Rüyayı âlim bir kimseye veya sâlih ve nasihat edici birisine anlatın.”[184]
“Yâ Resûlallah! Dün gece rüyamda gördüm ki, sanki benim boynum
vurulmuş ve başım yere düşmüş. Ben de başımın arkasında gidip onu aldım
ve tekrar yerine koydum, dedi.
“Uyurken rüyamda bana süt getirildi, ondan içtim, fazlasını Ömer bin
Hattab’a verdim.”
“İlim”dir buyurdu.[189]
“Rüyada iki kolumda iki altın bilezik gördüm. Altın bilezik takınmam beni
üzdü derken bana, ‘o iki bileziği üfle’ diye vahyedildi. Ben de üfleyince
uçup gittiler. Bu iki bileziği benim peygamberliğimden sonra ortaya çıkacak
iki yalancı peygamberle yorumladım. Biri Yemame’den çıkan Müseylime,
diğeri de San’a’dan çıkan Ansî’dir.”[191]
“Bu rüyamda bir kılıcı salladığımı gördüm. Ağzı kırıldı. Baktım ki, bu da
Bedir’de mü’minlerin maruz kaldığı durumdur.
“Sonra onu bir daha salladım, eskisinden daha güzel oldu. Bu da Allah’ın
ihsan ettiği fetihler ve mü’minlerin birleşmesidir.
“Onda bir sığır gördüm. Allah hayra tebdil etsin. Onlar da Uhud’da zayiat
verdiğimiz mü’minlerdir. Hayır da, Allah’ın getirdiği hayır ile Allah’ın bize
Bedir Savaşı’ndan sonra gösterdiğimiz doğruluktan dolayı verdiği
sevabıdır.”[192]
“Gece (rüyamda) şöyle gördüm: Sanki biz Ukbe bin Râfi’in evindeymişiz.
Bize İbni Tab hurmasından taze hurma getirildi. Bu rüyamı, yücelmenin
dünyada, güzel sonucun âhirette bize mahsus olduğu ve dinimizin tamam
olduğu manâsı ile tabir ettim.”[193]
“(Rüyada görülen) süt hak din (fıtrat üzere olmak); gemi kurtuluş, deve
üzüntü; yeşillik, cennet; kadın iyilik (demektir).”[194]
“Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, ‘rüya göreniniz var mı?’ diye
sordu. Bir adam ‘ben gördüm’ dedi ve şöyle anlattı:
“Sanki bir terazi gökten indi. Siz ve Ebû Bekir tartıldınız, siz Ebû Bekir’den
ağır geldiniz. Sonra Ebû Bekir ile Ömer tartıldı. Ebû Bekir ağır geldi. Ömer
ve Osman tartıldılar, Ömer ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı.”
“Bu yaşlı zât: Hamd Allah’adır. Cennet Allah’ındır, dilediğini ona koyar.
(Cemaatin benim hakkımda söylediği sözün sebebine gelince) Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm hayatta iken ben bir rüya gördüm.
“Rüyamda şunu gördüm: Sanki bir adam bana gelerek ‘Yürü!’ dedi. Ben de
onunla beraber gittim. Beni büyük bir yola götürdü. Sonra sol tarafımda
kalan bir yol bana gösterildi. Ben de o yola gitmek istedim. Fakat adam:
‘Sen bu yolun hâlkından değilsin’ dedi. Daha sonra sağımdaki bir yol bana
gösterildi. Ben de o yola girdim. Nihayet kaygan bir dağa vardım. Adam
elimi tutup beni (yukarıya doğru) fırlattı. Ben o anda dağın zirvesinde
oldum. Fakat (kaygan dağın tepesinde) durup tutunamadım. O esnada
tepesinde, altından bir kulp bulunan demirden bir direk göründü. Adam
(tekrar) elimden tutup beni fırlattı. Nihayet ben o kulpu tuttum. Adam:
‘(Kulpa) sarıldın mı?’ dedi. Ben de ‘Evet’ dedim. Sonra adam ayağıyla
direğe vurup devirdi. Ben de kulpa sarılı kaldım.
“Sen hayırlı bir rüya gördün. (Karşına ilk çıkan) büyük yol mahşerdir.
(Sonra) senin sol tarafında gösterilen yol cehennem hâlkının yoludur. Sen o
yolun ehlinden değilsin. (Sonra) senin sağ tarafında gösterilen yol cennet
ehlinin yoludur. Kaygan dağa gelince, o şehidlerin makamıdır. (Sen şehid
olmak suretiyle bu mertebeye erişemeyeceksin) Tuttuğun kulp ise İslâm
kulpudur. Bu itibarla sen ölünceye kadar bu kulpa sarılmaya devam et.”
“(İşte) ben bundan dolayı cennet ehlinden olmayı umarım (yani kesin bilgi
ise ancak Allah katındadır.)
(Hareşe demiştir ki) “Sonra bu yaşlı zatın Abdullah bin Selâm olduğunu
öğrendim.”[196]
Rüyada Resûlullah’ın Bir Azasını Görmek
143. İnsan ne kadar ibadet ve ihlas sahibi ise göreceği rüyalar da ona göre
anlam kazanır, değerlenir. Rüyayı gören insanın halis bir niyet sahibi olması
bu açıdan çok önemlidir
“Bu gece rüyamda bir bulut gördüm. Ondan bal ve yağ akıyordu. İnsanlar
da o baldan ve yağdan alıyorlardı; Kimisi çok alıyor, kimisi de az alıyordu.
“Gökten yere uzatılmış bir ip gördüm. Ey Allah’ın Resûlü! Baktım ki, siz o
ipe tutundunuz ve yükseldiniz, sonra başka bir kimse daha o ipi tuttu ve o
da yükseldi. Ondan sonra bir kimse daha o ipi tuttu, o da yükseldi. Sonra bir
adam daha o ipi tuttu, fakat ip koptu, ip bağlandı o da yükseldi. Bunun
üzerine Ebû Bekir dedi ki:
“Ey Allah’ın Resûlü! Anam babam sana feda olsun! Müsaade ediniz de, bu
rüyayı ben yorumlayayım. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:
“Ey Allah’ın Resûlü, anam babam sana feda olsun! Yemin ederim ki,
yanıldığım tarafı bana söyleyin.
“Bu kadın çok kere aynı rüyayı iki veya üç kere görür, Allah Resûlü
aleyhissalâtü vesselâm’a gelir, anlatırdı. Allah Resûlü aleyhissalâtü
vesselâm da ona rüyasını tabir ederdi. Kocasının sağ sâlim döneceğini ve
çocuğunu da kusursuz doğuracağını söylerdi.
“Bir keresinde benzer bir rüyayı yine görmüş, Allah Resûlü aleyhissalâtü
vesselâm’a tabir ettirmek için gelmişti. Fakat Allah Resûlü aleyhissalâtü
vesselâm evde yoktu. Bunun üzerine ben ona sordum:
“Rüyan doğru çıkacak olursa, kocan ölecek. Çocuğun çok kötü bir çocuk
olacak.”
“Ey Âişe! Yavaş ol! Müslümanlara, gördükleri rüyaları tabir ederken iyi
söyle, hayıra yorumla. Çünkü rüyalar yoruma göre çıkar.”
“‘Bir defasında rüyamda kendimi cennette görmüştüm. Bir de baktım ki, bir
kadın bir köşkün yanında abdest alıyor.
“İlim”dir buyurdu.[189]
“Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söylerse, (kıyamet
günü) ona iki arpa tanesini birbirine düğümlemesi teklif edilir ve bunu
yapamamasından dolayı azap verilir.”[175]
“Gece (rüyamda) şöyle gördüm: Sanki biz Ukbe bin Râfi’in evindeymişiz.
Bize İbni Tab hurmasından taze hurma getirildi. Bu rüyamı, yücelmenin
dünyada, güzel sonucun âhirette bize mahsus olduğu ve dinimizin tamam
olduğu manâsı ile tabir ettim.”[193]
“Sizden biri hoşlandığı bir rüya görürse bilsin ki, bu Allah’tandır. O kişi bu
rüyadan dolayı Allah’a hamd etsin ve onu anlatsın. Bunun dışında hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse, bu da şeytandandır. Rüyanın kötü etkisinden
Allah’a sığınsın ve ondan kimseye söz etmesin. Böyle yaparsa, o rüya
kendisine zarar vermez.”[173]
“Rüyayı âlim bir kimseye veya sâlih ve nasihat edici birisine anlatın.”[184]
“Rüyada iki kolumda iki altın bilezik gördüm. Altın bilezik takınmam beni
üzdü derken bana, ‘o iki bileziği üfle’ diye vahyedildi. Ben de üfleyince
uçup gittiler. Bu iki bileziği benim peygamberliğimden sonra ortaya çıkacak
iki yalancı peygamberle yorumladım. Biri Yemame’den çıkan Müseylime,
diğeri de San’a’dan çıkan Ansî’dir.”[191]
(Hareşe demiştir ki) “Sonra bu yaşlı zatın Abdullah bin Selâm olduğunu
öğrendim.”[196]
“Onda bir sığır gördüm. Allah hayra tebdil etsin. Onlar da Uhud’da zayiat
verdiğimiz mü’minlerdir. Hayır da, Allah’ın getirdiği hayır ile Allah’ın bize
Bedir Savaşı’ndan sonra gösterdiğimiz doğruluktan dolayı verdiği
sevabıdır.”[192]
“Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim
şeklime giremez.”[182]
“Sâlih Rüya Allah’tan, kâbuslu rüya ise şeytandandır. Sizden biri hoşuna
gitmeyen bir rüya görürse sol tarafına üç sefer tükürsün ve o rüyanın
şerrinden Allah’a sığınsın. O zaman o kâbus kendisine zarar vermez.”[177]
“(Rüyada görülen) süt hak din (fıtrat üzere olmak); gemi kurtuluş, deve
üzüntü; yeşillik, cennet; kadın iyilik (demektir).”[194]
İşte böyle şaşkın bir millet içinde çıkan Resûl-i Ekrem Efendimiz
aleyhissalâtü vesselam Araplar tarafından “nass/dogma” gibi kabul edilen
her türlü boş ve mânâsız alışkanlık ve inançlarla mücadele etti, insanları
onlardan vazgeçirmeye çalıştı.
Ayrıca çalınan malın veya yitik bir eşyanın kim tarafından alındığını ve
hâlen nerede olduğunu bildiğini söyleyenlerle birlikte; gelecekte kimin ne
yapacağını, dünyada ne gibi hadiselerin meydana geleceğini bildiklerini
zanneden kâhinler de mevcuttu.
Bunun yanında insanı etkisi altına alan, hasta eden bazı olaylar vardır ki,
Tıb ilmi bunlar için kesin teşhise varamıyor. Gerçek sebebi hakkında da
açık bir bilgi veremiyor. İşte bunlardan birisi de “nazar etme,” “göz
değme”dir. Nazarın gerçek olduğu, nazar edilen kimsenin hastalanmasına,
hattâ ölümüne sebep olduğu da bilinen ve kabul edilen bir gerçektir.
Asr-ı Saadette geçen, nazarla ilgili bir hadiseden, mü’minin beğendiği bir
şey karşısında nasıl davranması, neler söylemesi gerektiği, nazar etmenin
din kardeşini öldürme sayılacağı, nazara uğrayan ve nazar eden kimsenin
neler yapması gerektiği hususunda geniş bilgiler mevcuttur.
“Göz değmesi haktır, yüksek bir dağı bile baş aşağı eder.”[208]
“(En faydalı) nefes etmek, ancak nazar değmesi veya zehirli hayvanın
sokmasından dolayı olanıdır.”[213]
Nazarı Geçen Kişiye Abdest Aldırın!
157. Bazı insanların gözünde aşırı bir etki gücü vardır. Bu insanlar
toplumda bilinir ve tanınır. Sünnette onların bakışlarının tesirini azaltmak
için o kişilere abdest aldırılması tavsiye edilir.
“(Babam) Sehl bin Huneyf yıkanırken yanından Âmir bin Rebia geçti ve
(onun vücudunun güzelliğini kastederek):
“Henüz evlenmemiş örtülü genç kızın cildi dâhil bugünkü gibi (hiç bir
güzel) görmedim” dedi.
“Yâ Resûlallah! Nazara geldiği için yere yığılmış olan Sehl’in imdadına
yetişin” denildi. Resûlullah aleyhissalatü vesselam:
“Humre (denilen bir çeşit veba) hastalığına yakalanan Abdullah bin Ukeym
Ebû Ma’bed el-Cühenî’nin yanına vardık ve şöyle dedik:
“Bu hastalığın geçmesi için muska, boncuk gibi şeyler takmaz mısın?”
“Kim bazı şeylerden korunmak için bir şey takınırsa, o takındığı şeyin
korumasına terk edilir.”[215]
Nazarlık Takmayın!
159. Başta nazar boncuğu olmak üzere, nazar değmesine bir önlem olarak
kullanılan değişik türdeki nazarlıkları takınmayı sünnet kabul etmiyor,
reddediyor.
5. Tavla oynamayı,
10. Bebek emziren anneyle cinsel ilişkide bulunup çocuğun sağlığına zarar
vermesidir ki, bu haram değildir.”[216]
Bir gün Abdullah aynı şekilde eve geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu
sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı, bana humre (denilen bir veba çeşidine)
karşı rukye yapardı. Yaşlı kadın Abdullah’ın sesini duyunca korkusundan
sedirin altına gizlendi.
Ben de:
“Allah’a yemin ederim ki, bir gün dışarı çıktım. Biri bana baktı ve
gözümden yaş aktı. Gözümü Yahudi bir kadına okuttuğum vakit yaş akması
kesildi. Okutmayı terk edince gözümden yine yaş akmaya başladı.”
“O ancak şeytanın işidir. Yahudi sana rukye yapıyor, sen şeytana itaat
ettiğin vakit seni bırakıyor, sen ona âsi olduğun vakit parmağını gözüne
sokuyor. Eğer sen Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yaptığı gibi
yapsaydın daha hayırlı ve şifa bulmaya daha layık olurdun. Gözün ağrıdığı
zaman gözüne suyu serpersin ve şöyle dersin:
(Ey İnsanların Rabbi! Bunun hastalığını gider, şifa ver. Şifa veren ancak
Sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık
bırakmayacak şekilde şifa ver!)[219]
“Yâ Resûlallah! Onlar bazen bir şey söylüyor da doğru çıkıyor” dediler.
“Arrâfa (kayıp ya da çalıntının yerini haber veren kimseye) bir şey sorup da
onu tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olunmaz.”[224]
“Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın size (iş yapmakta)
engel olmasın! Âdete göre sizin içinize uğursuzluk diye bir şey siner. Ama
siz buna bakmayın, niyet ettiğiniz işten geri kalmayın!” buyurdu.[226]
Orada bulunanlar:
“Bu yorumların en iyisi, iyiye yormaktır. (Aslında bir şeyi kötüye yormak
bile) bir Müslümanı (yapılması gereken bir işi yapmaktan) geri çeviremez.
Sizden biriniz hoşlanmadığı bir şeyi görünce;
“Biz ‘Safer, karında tutan bir ağrıdır’ diyeni de işittik. (Bu görüşte olan
cahiliye halkı) ‘bu ağrı (başkasına da) bulaşır’ derlerdi.
“Yıldızlardan bir ilim alan kimse sihirden bir bölüm almış olur.
(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur.”[232]
“Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler. (Bunun üzerine şöyle) buyurdu:
“(Rabbiniz buyuruyor ki:) Kullarımdan bir kısmı bana iman edici, bir kısmı
da inkâr edici olarak sabahladı. ‘Allah’ın fazlı ve rahmetiyle (bu gece) bize
yağmur yağdı’ diyenler bana inanmıştır, yıldızlar(ın yaratıcılığını) da inkâr
etmişledir. Fakat ‘şu veya bu yıldızın hareketi sayesinde bize yağmur yağdı’
diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldızlara inanmıştır.”[234]
“Bir beldeye girdiği zaman da (yine beldenin ismini sorardı, eğer (beldenin)
ismini beğenirse sevinirdi ve bu sevinç(in belirtileri yüzünde görülürdü).
Eğer (beldenin) ismini beğenmezse, bu hoşnutsuzluk yüzünde görülürdü,
(fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye yormazdı).[236]
[210] Müslim, Selâm:42; İbn Mâce: Tıb:33; Ebû Dâvûd, Tıb:18; Tirmizî,
Tıb:17.
[214] İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.
[215] Tirmizî, Tıb:24; Ebû Dâvûd, Tıb: 17; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:216.
[219] İbni Mâce Tıb:39 Ebû Dâvûd, Tıb:17; Câmiü’s-Sağir. Hadis No:2002.
[221] Ebû Dâvûd, Tıb:21; Tirmizî, Siyer:47; İbni Mâce, Tıb: 43.
“Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın size (iş yapmakta)
engel olmasın! Âdete göre sizin içinize uğursuzluk diye bir şey siner. Ama
siz buna bakmayın, niyet ettiğiniz işten geri kalmayın!” buyurdu.[226]
“Kim bazı şeylerden korunmak için bir şey takınırsa, o takındığı şeyin
korumasına terk edilir.”[215]
[215] Tirmizî, Tıb:24; Ebû Dâvûd, Tıb: 17; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:216.
[214] İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:215.
[210] Müslim, Selâm:42; İbn Mâce: Tıb:33; Ebû Dâvûd, Tıb:18; Tirmizî,
Tıb:17.
(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur.”[232]
[221] Ebû Dâvûd, Tıb:21; Tirmizî, Siyer:47; İbni Mâce, Tıb: 43.
[219] İbni Mâce Tıb:39 Ebû Dâvûd, Tıb:17; Câmiü’s-Sağir. Hadis No:2002.
“Arrâfa (kayıp ya da çalıntının yerini haber veren kimseye) bir şey sorup da
onu tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olunmaz.”[224]
“Göz değmesi haktır, yüksek bir dağı bile baş aşağı eder.”[208]
“(Rabbiniz buyuruyor ki:) Kullarımdan bir kısmı bana iman edici, bir kısmı
da inkâr edici olarak sabahladı. ‘Allah’ın fazlı ve rahmetiyle (bu gece) bize
yağmur yağdı’ diyenler bana inanmıştır, yıldızlar(ın yaratıcılığını) da inkâr
etmişledir. Fakat ‘şu veya bu yıldızın hareketi sayesinde bize yağmur yağdı’
diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldızlara inanmıştır.”[234]
“(En faydalı) nefes etmek, ancak nazar değmesi veya zehirli hayvanın
sokmasından dolayı olanıdır.”[213]
“Bir beldeye girdiği zaman da (yine beldenin ismini sorardı, eğer (beldenin)
ismini beğenirse sevinirdi ve bu sevinç(in belirtileri yüzünde görülürdü).
Eğer (beldenin) ismini beğenmezse, bu hoşnutsuzluk yüzünde görülürdü,
(fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye yormazdı).[236]
(Ey İnsanların Rabbi! Bunun hastalığını gider, şifa ver. Şifa veren ancak
Sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık
bırakmayacak şekilde şifa ver!)[219]
10. Bebek emziren anneyle cinsel ilişkide bulunup çocuğun sağlığına zarar
vermesidir ki, bu haram değildir.”[216]
“Kuşun ötmesini, uçmasını uğursuzluk saymak, ufak taşlar atarak veya kum
üzerine çizgiler çizerek fal açmak, sihir ve kehanet çeşitlerindendir.”[225]
SÜNNETE GÖRE ŞEFAAT
KELİME ANLAMIYLA ŞEFAAT, birinin önüne düşüp işini görmeye
çalışmak, işinin görülmesi için birinin aracılığını istemektir. Başka bir
ifadeyle şefaat, suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için
birine aracılık etmek demektir.
Tirmizî, şu ziyadeyi kaydeder: “Hz. Câbir radıyallâhü anh dedi ki: “Kebâir
(büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı vardır!”
“Her peygamberin müstecap (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her
peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde
ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete
bıraktım). Şefaatime inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail
olacaktır.”[244]
“Yâ Resûlallah! Bizi de şefaatine dâhil etmesi için Allah’a dua et.”
“Yer bana tahir, pak ve mescid kılındı. Her kim namaz vaktine girerse,
nerede olursa olsun namazını kılar.
“Ben, bir aylık mesafede olan düşmanımın içine düşen bir korku ile
yardıma mazhar oldum.
“Ey Allah’ın Nebisi! Sen öyle yüce bir insansın ki, Allah sana bütün
kapıları açmıştır. Geçmiş, gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. Perişan
hâlimizi görüyorsun. Bize şefaat et. Bizim için Rabbine yalvar.” derler.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm:
“Peki, size şefaat edeceğim” der. Hemen çıkar, insanların arasından geçerek
gider. Cennetin kapısına varır. Altından olan halkasını tutar, kapıyı çalar.
İçerden:
“Var, kimlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa onları da ateşten
çıkar!” denilecek. Ben derhâl gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına
döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:
“Yâ Ebâ Hüreyre! Hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre, bu
hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum.
Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en çok erecek olan kimse,
kalbinden ve gönlünden hâlis ve samimi olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen
kimsedir” buyurdu.[252]
Kur’ân, Okuyanlara Şefaat Edecek
191. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam şefaat edeceği gibi Allah,
Kur’ân’a da şefaat etme yetkisi verecektir. Kur’ân da kendisini okuyanların
cehennemden kurtulmaları için yardımcı olacaktır.
“Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram
kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca
hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi
kılınır.”[254]
“Kur’ân-ı Kerim’de otuz âyetlik bir sûre vardır. Bu sûre (kendisini okuyan)
kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah’ın onu affetmesini sağlar. Bu
sûre Tebârekellezî bi-yedihi’l-mülk’dür.”[255]
“Bir âlimle bir âbid (çok ibadet eden) bir kişi, kabrinden kaldırılır, âbide
‘Cennete gir!’ denilir. Âlime de, ‘ilim öğreterek güzelleştirdiğin insanlara
şefaat etmek için sen burada biraz bekle’ denilir.”[257]
“Bir Müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a şirk koşmayan kırk kişi
katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.”[258]
“Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı
zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona:
“Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve
(Allah katında) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri
çevrilir ve cennete gider.”[261]
“(Bir gün), ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet günü bana şefaat edin!” dedim.
“Öyleyse beni Havz’ın yanında ara! Zira ben üç mevkiin dışına çıkmam”
buyurdular.[262]
[243] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:202, Hadis No: 111; Kütüb-i Sitte, Hadis
No:7290.
“Bir âlimle bir âbid (çok ibadet eden) bir kişi, kabrinden kaldırılır, âbide
‘Cennete gir!’ denilir. Âlime de, ‘ilim öğreterek güzelleştirdiğin insanlara
şefaat etmek için sen burada biraz bekle’ denilir.”[257]
“Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve
(Allah katında) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri
çevrilir ve cennete gider.”[261]
“Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar
arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme
yoktur.”[241]
“Bu hususta yetkin yok! -veya: “Bu hususta sana izin yok!- Lâkin izzetim,
celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için Lâ ilâhe illallah Tevhid ehlini
ateşten çıkaracağım!” buyuracak.[250]
“Öyleyse beni Havz’ın yanında ara! Zira ben üç mevkiin dışına çıkmam”
buyurdular.[262]
[243] et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7:202, Hadis No: 111; Kütüb-i Sitte, Hadis
No:7290.
“Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram
kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca
hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi
kılınır.”[254]
“Her peygamberin müstecap (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her
peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde
ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete
bıraktım). Şefaatime inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail
olacaktır.”[244]
“Kur’ân-ı Kerim’de otuz âyetlik bir sûre vardır. Bu sûre (kendisini okuyan)
kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah’ın onu affetmesini sağlar. Bu
sûre Tebârekellezî bi-yedihi’l-mülk’dür.”[255]
“Yâ Ebâ Hüreyre! Hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre, bu
hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum.
Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en çok erecek olan kimse,
kalbinden ve gönlünden hâlis ve samimi olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen
kimsedir” buyurdu.[252]
Menkıbe
Bir gece evde bulunurken kapısı çalınır. İçeri vezirlerinden birisi girer.
Vakitsiz ziyaretinin sebebini sorunca vezir, görüşülmesi ve karara
bağlanması çok acil bir mesele için geldiğini söyler.
Yüce Halife, mevcut şartlar içinde bir meselenin görüşülmesine engel olan
durumu şöyle açıklar:
“Yarınki hakkınız olan yağı devlet hazinesinden şimdi alsak olmaz mı?”
diye bir teklifte bulunur.
Veziri kırmayan Halife, teklifi kabul eder. Bir senet yazarak vezire verir.
Hazine eminine gider. Halifenin istediğini söyler. Hazine emini senedi alıp
okuduktan sonra:
“Bu senet yarınki hakka aittir. Bu yeterli değildir. Buna ilave olarak Halife
hazretlerinin yarına çıkabileceğine dair bir senet imzalaması daha gerekir. O
senedi de getirmeniz lazım.” der.
Feraset ve basiret sahibi bir zatla yüz yüze geldiğini anlayan vezir çok
duygulanır. Hiçbir şey söylemeden mahcup bir şekilde oradan ayrılır. Kendi
evinden bir miktar yağ alarak Halifenin huzuruna gider.
Konuşulması gereken mesele görüşülüp karara varıldıktan sonra Halifenin
bu durumuna acır. Kendisine göre bir çare düşünür. Halifenin hazineden
hakkını ancak bir gün yetecek kadar almasına anlam veremez.
Kıyametin, biri büyük alametler, diğeri de küçük alametler olmak üzere iki
çeşit alametleri vardır.
Cihad ve irşad faaliyetleri terk edilecek, sadece din dışı ilimler öğrenilecek,
kader inkâr edilecek ve yıldız falına inanılacak, liderliğe ehil olan kimseler
azalacak, âni ölümler çoğalacak, akrabalık bağları kesilecek, yalancılar
tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek, kitapların sayısı artacak,
yağmurlar ve yıldırımlar çoğalacak, madenler yok olacaktır.
“O zamankilerin aklı başlarından alınmış olacaktır. Sizden biri bir şey üzere
olduğunu zanneder. Oysa bir şey üzere değildir.”[268]
“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, çirkin söz ve
davranışlar ile cimrilik yayılmadıkça, güvenilir kimse hain ilan edilirken,
hainlere güvenilmedikçe, eşref (vuul) ölüp giderken eşrar (tuhut) hâkim
duruma gelmedikçe, kıyamet kopmaz.”
“Vuul, insanların şerefli olanlarıdır. Tuhut ise insanların ayak takımı olup
onları kimse tanımaz” buyurdu.[269]
“Zaman kısaldığında sarık sarma âdeti yayılır, ticaret gelişir, zenginlik artar
ve sermaye sahibi saygı görür, çirkin davranışlar çoğalır.
“Kişinin bir köpek eniği beslemesi kendisi için bir çocuk yetiştirmekten
daha hayırlı olur.
“Zinadan doğan çocukların sayısı artar. Öyle ki erkek yol ortasında kadının
üzerine atlar. Onları bu hâlde gören zamanın en önemlisi, ‘Yolun kenarına
çekilseniz ya!’ der.
“İnsanlar kuzu postu giyerler, fakat kurt kalbi taşırlar. O zaman da onların
en gözde olanı, yalakalık yapanlardır.”[270]
Bunlara karşı bizim yapacağımız dini hizmetler daha önem kazanır oldu.
Bozulmaları düzeltmek, sıkıntıları gidermek mü’minler için öncelik ve hız
kazandı.
“Arı gibidir. Bir şeyin üzerine düşse bozmaz. Bir şey yese kırmaz. Yediğini
çıkarsa tatlı/bal çıkarır. Yine ateşe sokulan ve ancak kalitesi daha da
arttırılmış olarak çıkan altın filizi gibidir.”[272]
Buna karşı yapılacak en kalıcı çözüm, nerede bir azalma ve sapma varsa
orada bir etkinlik göstermeli, yanlışların önüne geçmeli, sorumluluk bilinci
aşılanmalıdır.
“İnsanlar kuzu postu giyerler, fakat kurt kalbi taşırlar. O zaman da onların
en gözde olanı, yalakalık yapanlardır.”[270]
“Arı gibidir. Bir şeyin üzerine düşse bozmaz. Bir şey yese kırmaz. Yediğini
çıkarsa tatlı/bal çıkarır. Yine ateşe sokulan ve ancak kalitesi daha da
arttırılmış olarak çıkan altın filizi gibidir.”[272]
“Öldürme, demektir. Sonra azgınlık, haset ve cimrilik yaygınlaşır. Halk
arasında ayrılıklar ortaya çıkar. Kişisel arzuların peşine düşülür ve zanna
göre hüküm verilir. İlim kaldırılır ve cehalet yaygınlaşır. Çocuklar öfkeli
olur, kışlar sıcak olur. Çirkin günahlar açıktan işlenir, yeryüzü kana bulanır”
buyurdu.[267]
“Vuul, insanların şerefli olanlarıdır. Tuhut ise insanların ayak takımı olup
onları kimse tanımaz” buyurdu.[269]
“O zamankilerin aklı başlarından alınmış olacaktır. Sizden biri bir şey üzere
olduğunu zanneder. Oysa bir şey üzere değildir.”[268]
“Onları akşam ağıla getirirken ve sabah çayıra salarken seyretmek size haz
verir.
“O, hem binmeniz için, hem de size bir ziynet olsun diye, atları, katırları,
merkepleri de yarattı. O, bundan başka sizin bilmediğiniz şeyleri de
yaratıyor.[277]
Kur’ân’da bir sûreye isim olan ve nimetler anlamına gelen “En’âm” keçi,
koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar her şeyiyle insanın zaruri ihtiyaçlarını
karşılıyorlar. Ayrıca Kur’ân, Neml (karınca), Nahl (balarısı), Ankebût
(örümcek), Fil gibi sûrelere isim olan hayvanlardan bahsederken, bu
varlıkları aynı zamanda Allah’ın varlık ve birliğine delil olarak gösterir.
Hz. Ömer de, devesine gücünün üzerinde yük yükleyen bir kişiyi
cezalandırır, bir devenin palan sürtmesinden meydana gelen yarasına elini
sürüp, “Senin başına gelen şeyden de sorguya çekilmekten korkarım”
diyerek insanların istifade ettiği hayvanlara iyi davranmalarını tenbih
ederdi.
Deve Şereftir
214. Sünnete göre koyunun, devenin ve atın hayatımızda önemli bir yeri
vardır. Özellikle deve, beslenebilen yerler için tam bir nimettir. Etiyle, çift
sürmesiyle, yük taşıması ve daha benzeri işler görmesiyle bir bereket
kaynağıdır.
“Deve, sahibi için şereftir, koyun ise berekettir. Kıyamete kadar hayır atın
yelesine bağlanmıştır.”[284]
At Hayırdır
215. Vel-âdiyâti Sûresi’ndeki ayetlerde at, cihad aracı olarak anlatıldığı
gibi, birçok hadiste de attan övgüyle söz edilmektedir. Bugün atın yerini
zırhlı araçlar ve tanklar gibi modern silâhlar alsa da, at hiçbir zaman
değerini kaybetmemiştir.
Horoza Sövmeyin!
217. Hiçbir hayvana sövülmemesi lazım, ama özellikle horoza
sövülmesinin yasaklaması, namazla ilgili olduğu içindir. Cenâb-ı Hak horoz
gibi hayvanlara ibadetle ilgili böyle özel görevler vermiştir.
Kedi Ailedendir
218. Kedi edinmenin, kedi beslemenin sünnete yer alması, insanda
merhamet ve şefkat duygusunun öne çıkmasına vesile olduğu gibi, özellikle
kırsal kesimde kedi, başta fare olmak üzere benzeri haşerenin zararını
defetmektedir.
Hayvanları Dövüştürmeyin!
223. Eskiden olduğu gibi zamanımızda da bazı yörelerde horoz ve köpek
dövüşü, boğa ve deve güreşi gibi turnuvalarla hayvanlar amaçları dışında
kullanılıyor. Sünnet, bu uygulamaları yasaklıyor.
“Sizden biri, bir hayvana bindiğinde o hayvanı hızlıya yakın orta bir hızla
yürütsün-Yahut şöyle buyurdu-hayvanı yormadan, kolay ve hızlı bir tarzda
yürütsün. Muhakkak ki, Allah Teâlâ kulunu güçlü ile zayıf arasında bir
ortamda taşıtır.”[295]
Hayvanları Aç Susuz Bırakmayın!
226. Hayvanın, sahibi üzerindeki en önemli hakkı, onları aç, susuz ve
bakımsız bırakmamasıdır.
“Bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve oraya indi. Suyunu
içtikten sonra kuyudan çıktı. Bir de baktı ki, susuzluktan dilini çıkarmış
soluyan bir köpek, ıslak toprak yiyor. Bunu gören adam (kendi kendine)
dedi ki:
“Ey Allah’ın Resûlü! Hayvanlara iyi davranmada bize de mükâfat var mı?”
“Bir kedi yüzünden bir kadına azap edildi. Kadın, kediyi açlıktan ölünceye
kadar hapsetmişti. Bu yüzden cehenneme girdi. Ona (Melek tarafından)
şöyle denildi:
“(Canlı bir hayvana) Ancak ateşi yaratan Allah, ateşle azap eder” buyurdu.
[301]
“Kim sırf eğlence olsun diye keyif için bir serçeyi öldürürse, kıyamet
gününde o serçe:
“Rabbim! Bu adam, beni yemek ve yararlanmak için değil, sırf zevki için
boşu boşuna öldürdü” diye onu Allah’a şikâyet eder.”[302]
“Bir adam, bir serçeyi veya bir av hayvanını öldürür de hakkını vermezse,
Allah kıyamet gününde mutlaka ona sorar.”
“Yâ Resûlallah onun hakkı nedir?”
Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü! Oğlağı alıp keserken ona merhamet edeyim
mi?” deyince Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
Bir adam, kesmek üzere koyunu yatırdı. Daha sonra bıçağını bilemeye
başladı.
“Bu devenin sahibi kim, bu deve kimin?” dedi. Bir genç gelerek:
“Çok yazık! Bu hayvanın mutlaka bir derdi vardır. Bak, bu devenin sahibi
kimdir?” dedi. Hemen çıktım, sahibini buldum. Ensar’dan bir adammış.
Onu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanına götürünce Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm ona:
“Nesi var? Vallahi bilmiyorum, nesi olabilir? Ona yük vuruyorduk, üzerinde
su taşıyorduk. Su taşıyamaz duruma gelince, dün aramızda konuştuk, onu
kesip etini bölüştürmeyi kararlaştırdık” deyince:
“Böyle yapma! Onu bana hediye et yahut bana sat!” dedi. Adam:
[290] Buharî, Edeb:18, 112; Müslim, Âdab:30; Tirmizî, Birr:57; İbni Mâce,
Edeb:24.
“Sizden biri, bir hayvana bindiğinde o hayvanı hızlıya yakın orta bir hızla
yürütsün-Yahut şöyle buyurdu-hayvanı yormadan, kolay ve hızlı bir tarzda
yürütsün. Muhakkak ki, Allah Teâlâ kulunu güçlü ile zayıf arasında bir
ortamda taşıtır.”[295]
[290] Buharî, Edeb:18, 112; Müslim, Âdab:30; Tirmizî, Birr:57; İbni Mâce,
Edeb:24.
“O, hem binmeniz için, hem de size bir ziynet olsun diye, atları, katırları,
merkepleri de yarattı. O, bundan başka sizin bilmediğiniz şeyleri de
yaratıyor.[277]
“Rabbim! Bu adam, beni yemek ve yararlanmak için değil, sırf zevki için
boşu boşuna öldürdü” diye onu Allah’a şikâyet eder.”[302]
“Karşısında bıçağını bileyerek koyunu iki defa mı öldürmek istiyorsun?
Bıçağı koyunu yatırmadan önce bilesene!”[307]
“(Canlı bir hayvana) Ancak ateşi yaratan Allah, ateşle azap eder” buyurdu.
[301]
“Deve, sahibi için şereftir, koyun ise berekettir. Kıyamete kadar hayır atın
yelesine bağlanmıştır.”[284]
243. Kur’ân’ın işaret ettiği gibi “Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık
yoktur.”[313] Ancak bu varlıkların ne zaman Allah’ı zikretmeleri ve
tesbihleri biterse ölüyorlar.
Yasakları Kur’ân koyduğu gibi, sünnet/hadis de koyar. Yüce Allah bir şeyi
Kur’an’la emredip yasakladığı gibi, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın
diliyle de emreder veya yasaklar.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan
kaçının!”[315]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûlüne itaat edin; amellerinizi boşa
çıkarmayın!”[317] Çünkü İslâm’ın iki kaynağı, iki kanun koyucusu vardır.
Allah ve Resûlü... Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kendi adına hareket
etmez, onun her söylediği, kendisine Allah’ın bildirdikleridir.
Bunun için bir mü’min Kur’ân ile sünneti, ayet ile hadisi birbirinden
ayırmaz, birine inandığı gibi, diğerine de inanır, birini kabul ettiği gibi,
diğerini de kabul eder. Allah’ın emirlerini de tereddütsüz kabul eder,
Resûlünün emirlerini, Allah’ın yasakladıklarıyla Resûlünün
yasakladıklarını aynı görür, her ikisine de uyar.
Gıybet Nedir?
244. Bir yasaktan kaçınmak için, o yasağın mahiyetini, tanımını yapmalı,
adını koymalıdır. Hangi söz gıybettir, hangi konuşma gıybet sayılmaz.
Sünnetten bu bilgiyi alıyoruz.
“Eğer dediğin özellik kardeşinde varsa, onun gıybetini etmiş olursun. Şayet
yoksa, işte o zaman ona iftira atmış olursun” buyurdu.[320]
Gıyas der ki: Mutarrif’e, “Etçil evler ne demek?” diye sorduğumda, “İçinde
gıybet yapılan evlerdir” dedi.[323]
“Yanıma bir kadın girdi. Kadın gittikten sonra elimle işaret ederek:
“Ey Allah’ın Resûlü! Ne kadar kısa bir kadınmış” dedim. Allah Resûlü
aleyhissalâtü vesselam,
“O, Allah’ı ve Resûlünü sevmeyen bir münafıktır” dedi. Resûl-i Ekrem ona:
“Ey Allah’ın Resûlü, şöyle şöyle olan Safiyye sana yeter.” demiştim.
“(Ey Âişe), öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz deniz suyuna karışsaydı, onu
dahi bozardı” buyurdu.[329]
“Ben bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında bir kimsenin hâl
ve hareketini taklit etmiştim. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam:
“Karşılığında bana şunu şunu verseler dahi, bir insanın taklidini yapmayı
istemem” buyurdu.[330]
“Şöhret niyetiyle amelde bulunan kişiyi yüce Allah (kötülerin içinde) teşhir
eder. Riya (gösteriş) için amelde bulunan kişiyi de yüce Allah ifşa
eder.”[331]
“Gösteriş için oruç tutan şirk koşmuştur. Gösteriş için namaz kılan şirk
koşmuştur. Gösteriş için sadaka veren şirk koşmuştur.”[333]
Adamın biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Bir ameli yaparken Allah’ın rızası için
yapıyorum. Ancak insanların da, o ameli yaparken beni görmelerini
istiyorum” deyince, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam adama bir cevap
vermedi.
“Yâ Resûlallah! Biraz önce onun hakkında o sözleri söyledin. Sonra da ona
yumuşak konuştun’ diyerek bunun sebebini sordum. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm:
“Ey Allah’ın Resûlü, Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Haberi olmadan
aldığımın dışında bana ve çocuğuma yeterli derecede bir şey vermiyor
(Habersiz olmanın bir sakıncası var mı?), diye sordu. Resûlüllah
aleyhissalâtü vesselâm:
“Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu
araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman
olursunuz.”[341]
“Kardeşinin başına gelene sevinme. Çünkü Allah ona acır, seni de benzer
bir musibet ile imtihan eder.”[349]
Yaptığın İyiliği Başa Kakma!
272. İyilikler Allah için yapılır, karşılığı da Allah’tan beklenir. Birisine bir
iyilikte bulunmuşsak, onu boşa çıkartacak şekilde, başına kakar hâlde
dillendirmek o iyiliği boşa çıkardığı gibi, o kişiyi de rencide eder.
“Onlar rezil rüsva oldular. Kimdir onlar Ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam:
“Şu dört sınıf insana Allah kıyamet günü rahmet nazarıyla bakmaz:
“Anne babasına saygısızlık eden, yaptığı iyiliği başa kakan, içki düşkünü
(alkolik) ve bir de kaderi yalanlayan.”[351]
Ebû Dâvûd der ki: “Eğer dargınlığın sebebi Allah içinse, bunda bir
sorumluluk yoktur.”[352]
Aranızda Fısıldaşmayın!
275. Üçüncü şahsı ayrı tutarak iki kişinin kendi arasında fısıltıyla
konuşması o kişiyi rahatsız eder, kendi hakkında konuşulduğunu sanır ve
husumete kapı açılmış olur.
“Üç kişi iseniz ikiniz diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu, onu
üzer.”[353]
Borcunu Geciktirme!
276. Alacaklının mağdur edilmesi, borcun geciktirilmesi, ödeme imkânı
olduğu hâlde ağırdan alınması kul hakka girilmiş olacağından ciddi bir
vebal işlenmiş olur.
“İyilik, kişinin içine sinen ve gönlüne rahatlık veren şeydir. Kötülük ise,
insanlar, yapman konusunda sana fetva verseler de içinde bir sıkıntı yaratan
ve seni tereddütte bırakan şeydir.”[355]
Haramla Beslenme!
278. Haram kazancın neler olduğu bellidir. Haram lokma hem vücuda yük,
hem de kalbe ve ruha yüktür. Haramdan beslenmek, insanı cennetten
uzaklaştırır, cehenneme yakın eder.
Kibirli Davranma!
280. Kibirli olmak bir ahlâk zayıflığıdır, bir inanç düşüklüğüdür. Sahip
olduğu nimetleri Allah’tan bilmeyip kendinden bilmek kibirli olmaktır. Bu
davranış insanın âhiret hayatını tehlikeye atar.
“Ey Allah’ın Resûlü, kişi, elbise ve ayakkabısının güzel olmasını sever. (bu
da kibir sayılır mı?)” dedi. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam:
“Allah güzeldir, güzelliği sever. (Söz konusu) kibir ise, hakkı tanımamak ve
insanları küçük görmektir” buyurdu.[358]
Sokaklarda Oturma!
281. İnsanların gelip geçtiği, uğrak yeri olan sokaklarda, cadde ve
mekânlarda oturmanın sakıncası ve vebali vardır. Fakat sünnet, hakkını
verme kaydıyla buna müsaade ediyor.
“Sakıncalı bir şey için değil, çeşitli konuları görüşüp konuşmak için
oturuyoruz” deyince:
Dövme Yaptırma!
283. Sünnet-i Seniyye başına saç ilave etmeyi, günümüz uygulamasıyla
peruk takmayı, vücuda dövme yaptırmayı yasaklıyor. Bu yasaklar âyette de
geçtiği gibi, “Allah’ın yarattığını değiştirmek”tir.[361] Bu yasak, hadiste her
ne kadar kadınlar için söylenmiş olsa da, hüküm erkekler için de söz
konusudur.
Abdullah bin Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:
“Bir gün Resûlullah aleyhissalâtü vesselam bize hutbe vermek için kalktı”
deyip hadisi aktardı ve sonunda Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın şöyle
buyurduğunu söyledi:
“Bir gün bir adam Hz. Osman’ı övmeye başlayınca, orada bulunan Mikdad,
diz çökerek onu öven kişinin yüzüne ufacık taşlar atmaya başladı. Bunun
üzerine Hz. Osman:
“Yabancı bir kadına bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Her kim
benden korkarak bir kadına bakmazsa, ben ona, karşılık olarak tadını
kalbinde hissedeceği bir iman bahşederim.”[366]
“Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihâme Dağları
benzeri bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Azîz ve Celîl olan Allah
Teâlâ o sevapları saçılmış toz hâline getirir (değersiz kılar, kabul etmez).”
“Ey Allah’ın Resulü! Onları bize bildir, durumlarını açıkla da, bilmeyerek
biz de onlardan olmayalım!”
Müslümanı Korkutma!
291. Bir Müslümanı korkutmak çok yanlış ve çok tehlikeli bir fiildir.
Korkutulan bir insan psikolojik bir yıkıma uğrayabileceği gibi, fiziksel
olarak da bir etki altında kalabilir.
Bir adam, şakadan bir kişinin ayakkabısını aldı ve sakladı. Bunu Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’a anlattı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm şöyle buyurdu:
“Faizden daha büyük günah, haksız yere bir Müslümana iftira ederek
namusuyla oynamaktır.”[371]
Müslümanı İncitme!
294. Müslümanı incitmemek, vaktinde kılınan namazdan sonra gelen
sevaplı bir ameldir. Özellikle bir Müslümanı diline dolayarak
incitmemektir.
“Ana babaya iyilik etmek ömrü arttırır; yalan söylemek rızkı azaltır; dua da
kazayı önler.”[374]
“Üç kişi asla cennete giremez: Deyyus, erkekliğe özenen kadınlar ve içki
tiryakisi.”
“Ya Resûlallah! İçki içeni biliyoruz; fakat deyyus nedir?” diye sordular.
“Evine (çirkin işler için) girip çıkan erkeklere aldırmayan (onun bu
hareketini hoş görendir.)”
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden şarabı (ve diğer içkileri) içmesin.
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden şarap (ve diğer içkiler) içilen masaya
oturmasın.”[380]
Muâz bin Enes el-Cühenî babası Hz. Enes radıyallâhü anh’tan rivayet
ediyor:
“Ben İslâm’dan uzağım’ diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde yalancı
ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir şey
kaybetmeden İslâm’a dönemez.”[384]
“Yalan yere yemin ederek bir Müslümanın hakkını gasp eden kimseye
Allah cehennemi vacip, cenneti de haram kılar.” Bunun üzerine bir kişi:
“Eğer o hak önemsiz bir şey ise yine böyle midir, yâ Resûlallah?” diye
sordu. Resûlullah aleyhissalâtü vesselam:
Zar Kumardır
309. Zar çok eski bir kumar türü olduğu içindir ki, sünnet hem zarı tarif
ediyor, hem de zar oynamanın hükmünü veriyor.
“Şu küp şeklinde, işaretli olan ve atılan iki zardan uzak durun! Zira bunlar
kumardandır.”[388]
“Yüce Allah’ın koruduğu kişiler hariç, kişi için dini veya dünyası
konusunda insanlar içinde parmakla gösterilen biri olması kötülük olarak
yeterlidir.”[391]
Ashab-ı Kiram, “Yâ Resûlallah! İnsan ailesine nasıl sıkıntı verir?” diye
sordu.
“Mü’min her türlü özelliğe sahip olabilir, ama hainlik ve yalana asla!”[394]
“Yâ Resûlallah! Bizden biri içinin çektiği bir şey için, ‘İçim çekmiyor’
derse, bu yalan sayılır mı?” diye sordum. Buyurdular ki:
“Muhakkak ki yalan, yalan olarak yazılır. Hatta yalancık (küçük yalan) bile
yalancık olarak yazılır.”[395]
“Kardeşine söylediğin bir sözde o seni tasdik ederken, senin ona yalan
söylemen büyük bir ihanettir.”[396]
“Kim bir çocuğa, ‘Gel, al!’ der de, sonra ona o şeyi vermezse, bu bir
yalandır.”[398]
“Bir kişinin kalbinde küfür ile iman birleşmez. Doğruluk ile yalan bir arada
bulunmaz. Yine hainlik ile emanete riayet duygusu bir arada
bulunmaz.”[399]
Dilini Tut!
321. İnsanın gerçek bir imana sahip olabilmesi için dilini yalandan,
gıybetten, kötü sözden, küfürden uzak tutması gerekir.
“Bana şu altı şey için kefil olunuz; ben de sizin cennete girmenize kefil
olayım.
Kötü Konuşma!
324. Müslüman hep iyi konuşmalı, güzel söz söylemeli, çirkin ve kötü
sözlerden uzak kalmalı, ağzını bozmamalı, diline hâkim olmalıdır.
“Kaderin yalanlanması.”[405]
Açgözlü Olma!
327. Açgözlülük, tamahkârlık ve ihtiraslı olmak Allah’a olan tevekküle
aykırıdır. Kadere rıza göstermemek ve nasibine karşı çıkmak, mü’mince bir
tavır değildir.
“Kim bir çocuğa, ‘Gel, al!’ der de, sonra ona o şeyi vermezse, bu bir
yalandır.”[398]
“Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu
araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman
olursunuz.”[341]
“Ana babaya iyilik etmek ömrü arttırır; yalan söylemek rızkı azaltır; dua da
kazayı önler.”[374]
“Anne babasına saygısızlık eden, yaptığı iyiliği başa kakan, içki düşkünü
(alkolik) ve bir de kaderi yalanlayan.”[351]
“Haramla beslenen et (vücut) cennete giremez. Cehennem onun için daha
uygundur.”[356]
“Şöhret niyetiyle amelde bulunan kişiyi yüce Allah (kötülerin içinde) teşhir
eder. Riya (gösteriş) için amelde bulunan kişiyi de yüce Allah ifşa
eder.”[331]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûlüne itaat edin; amellerinizi boşa
çıkarmayın!”[317] Çünkü İslâm’ın iki kaynağı, iki kanun koyucusu vardır.
Allah ve Resûlü... Resûlullah aleyhissalâtü vesselam kendi adına hareket
etmez, onun her söylediği, kendisine Allah’ın bildirdikleridir.
“Yabancı bir kadına bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Her kim
benden korkarak bir kadına bakmazsa, ben ona, karşılık olarak tadını
kalbinde hissedeceği bir iman bahşederim.”[366]
“(Ey Âişe), öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz deniz suyuna karışsaydı, onu
dahi bozardı” buyurdu.[329]
“Ben İslâm’dan uzağım’ diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde yalancı
ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir şey
kaybetmeden İslâm’a dönemez.”[384]
Gıyas der ki: Mutarrif’e, “Etçil evler ne demek?” diye sorduğumda, “İçinde
gıybet yapılan evlerdir” dedi.[323]
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan
kaçının!”[315]
“İyilik, kişinin içine sinen ve gönlüne rahatlık veren şeydir. Kötülük ise,
insanlar, yapman konusunda sana fetva verseler de içinde bir sıkıntı yaratan
ve seni tereddütte bırakan şeydir.”[355]
Ebû Dâvûd der ki: “Eğer dargınlığın sebebi Allah içinse, bunda bir
sorumluluk yoktur.”[352]
“Karşılığında bana şunu şunu verseler dahi, bir insanın taklidini yapmayı
istemem” buyurdu.[330]
“Allah güzeldir, güzelliği sever. (Söz konusu) kibir ise, hakkı tanımamak ve
insanları küçük görmektir” buyurdu.[358]
“Üç kişi iseniz ikiniz diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu, onu
üzer.”[353]
“Muhakkak ki yalan, yalan olarak yazılır. Hatta yalancık (küçük yalan) bile
yalancık olarak yazılır.”[395]
“Sen Usâme bin Zeyd ile evlen!” buyurdular. Bunun üzerine onunla
evlendim. Allah onda hayır yarattı; ben de gıbta ettim.”[339]
“İman bir gömlek gibidir. Allah onu isteyene giydirir. Bir kimse zina
ederse, Allah iman gömleğini ondan çeker, alır. Eğer tövbe ederse, iman
kendisine geri verilir.”[367]
“Kardeşinin başına gelene sevinme. Çünkü Allah ona acır, seni de benzer
bir musibet ile imtihan eder.”[349]
“Kaderin yalanlanması.”[405]
“Faizden daha büyük günah, haksız yere bir Müslümana iftira ederek
namusuyla oynamaktır.”[371]
“Eğer dediğin özellik kardeşinde varsa, onun gıybetini etmiş olursun. Şayet
yoksa, işte o zaman ona iftira atmış olursun” buyurdu.[320]
“Kardeşine söylediğin bir sözde o seni tasdik ederken, senin ona yalan
söylemen büyük bir ihanettir.”[396]
“Gösteriş için oruç tutan şirk koşmuştur. Gösteriş için namaz kılan şirk
koşmuştur. Gösteriş için sadaka veren şirk koşmuştur.”[333]
“Bir kişinin kalbinde küfür ile iman birleşmez. Doğruluk ile yalan bir arada
bulunmaz. Yine hainlik ile emanete riayet duygusu bir arada
bulunmaz.”[399]
“Mü’min her türlü özelliğe sahip olabilir, ama hainlik ve yalana asla!”[394]
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden şarap (ve diğer içkiler) içilen masaya
oturmasın.”[380]
“Yüce Allah’ın koruduğu kişiler hariç, kişi için dini veya dünyası
konusunda insanlar içinde parmakla gösterilen biri olması kötülük olarak
yeterlidir.”[391]
“Şu küp şeklinde, işaretli olan ve atılan iki zardan uzak durun! Zira bunlar
kumardandır.”[388]
Adalet güneşi Hz. Ömer radıyallahu anh bazı sahabilerle sohbet ediyordu.
O anda huzuruna iki genç girdi. Temiz giyimli, ağırbaşlı ve mert tavırlı bir
genci de beraberinde getirdiler. Geliş amaçlarını da şöyle anlattılar:
“Ey müminlerin emiri, evet, bunlar doğru söylediler. Fakat olayı daha geniş
olarak ben anlatayım.
Ben bir çölün ortasında vahada yaşayan bir insanım. Ailemi alarak buralara
kadar gezmeye geldim. Yolum bahçelerin arasından geçiyordu. Atım ve
kısraklarım da yanımdaydı. İçlerinden birisi vardı ki bakmaya
kıyamazdınız. Yanımda çok kıymetliydi. Yürüyüşüne hayran olmamak
mümkün değildi.
Bir bahçenin duvarından sarkan bir dal hayvanın içini çekmiş ki boynunu
uzattı, daldan kopardı. Bunu görür görmez, atın yularını hemen çektim. İşte
tam bu sırada bahçeden sinirli ve öfkeli bir ihtiyar belirdi. Üzerime doğru
geliyordu. Elinde de bir taş vardı. Hiçbir şey demeden elindeki taşı ata
fırlattı. Ne olduğunu anlamadan bir de baktım ki atım yerlere serilmiş. O
anda öldü.
“Canım kadar sevdiğim atın bu hâlini görünce, ben de yerdeki taşı aldığım
gibi adama attım. Adamcağız bir feryat kopararak o anda can verdi. Ben bu
hâldeyken, bu iki genç kolumdan tuttular. İşte gördüğünüz gibi beni
huzurunuza getirdiler.”
Gencin böyle mertçe yaptığını itiraf etmesi Hz. Ömer’in hoşuna gitti. Fakat
adalet tecelli etmeliydi. Hükmünü verdi:
Genç verilen hükmü itiraz etmeden kabul etti. Fakat bir mazereti olduğunu
belirterek şöyle konuştu:
“Mademki dinin hükmü budur. Verilen kararı kabul ediyorum. Yalnız benim
küçük bir kardeşim var. Babam daha önce ölmüştü. Ona da biraz para
bırakmış, ‘Oğlum, bunlar kardeşinindir. Büyüyünceye kadar bunun
koruması sana aittir.’ demişti. Ben de bu paraları bir yere sakladım. Yerini
benden başka kimse bilmiyor. Eğer hemen kısası yerine getirirseniz para
sakladığım yerde kalır, yetimin de hakkı ziyan olur. Eğer müsaade
buyurursanız gideyim, o emaneti güvenilir bir adama teslim ettikten sonra
dönüp geleyim. Ondan sonra cezamı çekmek için canımı teslim ederim. Bu
hususta bana kefil de bulunur.”
Genç, mecliste bulunan sahabilere göz gezdirdi. Biraz sonra Ebû Zerr el-
Gıfarî hazretlerini işaret ederek:
Hz. Ebû Zerr, gencin mertçe davranışı karşısında hiç tereddüt etmeden:
Kefaleti kabul edilen genç bırakıldı. Evine gitti. Aradan üç gün geçti.
Verilen süre bitmek üzereyken davacılar Hz. Ömer’e geldi. Hz. Ebû Zerr de
orada hazırdı. Fakat suçlu olan genç henüz gelmemişti.
“Ey Ebû Zerr, kefil olduğun adam nerede kaldı? Böyle durumlarda giden
geri gelir mi hiç? Biz kısasın senin üzerinde yapılmasını istiyoruz.
Kefilliğin gereği budur.” dediler.
“Acele etmeyin, daha vakit var. Hele verilen müddet tamamlansın. Eğer
dönmezse kefalet hükmünün yerine getirilmesine razıyım.” dedi.
“Eğer genç gelmezse Allah şahit olsun ki kısasın hükmünü infaz ederim.”
buyurdu.
Hz. Ebû Zerr güzel ahlakı ve takvasıyla sahabilerin en çok sevdiği bir
kimseydi. Bu manzara karşısında hazırda bulunan sahabiler ümitsizlik
içinde ağlıyorlardı. Davacı gençlere diyet, yani kan parası teklif ettilerse de
kabul etmediler. Kısasta ısrar ediyorlardı.
Sonunda zaman dolmuş, ashabın heyecanı son raddeye gelmişti. Hz. Ebû
Zerr’in gözlerinin önünde kısas edilmesini o an için düşünmek bile
istemiyorlardı. Tam bu sırada genç çıkageldi. Yorgun ve bitkin bir hâldeydi.
Ter içinde kalmıştı. Konuşmaya hâli kalmamıştı. Nefes nefese geç kalışının
sebebini anlatmaya başladı.
“Bu genci sizin gibi ben de ilk defa gördüm. Daha önceden hiç tanımam.
Ama sizlerin huzurunda yaptığı teklifi reddetmeyi mürüvvete uygun
görmedim. ‘Âlemde insanlık kalmamış’ mı denilsin?”
Mesela, büyük bir devlet başkanı, kendi ülkesinde sigara gibi basit bir
alışkanlığı bütünüyle kaldıramaz. Ne kadar ağır kanunlar çıkarırsa çıkarsın,
bu alışkanlığa kökten çözemez.
Öyle cehaletleri vardı ki, helvadan put yaparlar, karşısına geçer tapınırlar,
acıkınca da oturup yerlerdi. İşte Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam
böyle bir toplumu ıslah etti, yola getirdi, bütün kötü alışkanlıklardan
vazgeçirdi.
“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah’a isyan
etmiştir.”[407]
“Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının, bir şeyi emrettiğim
zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.”[410]
Orada bulunanlar, “Ey Allah’ın Resûlü! Yüz çeviren kim?” diye sorunca,
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
“Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiş demektir.”[411]
“Ne yapıyorsunuz?” diye sorunca onlar da, “Bunu öteden beri yaparız”
dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü,
“Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın.
Kendi görüşüme göre (dünyevi) bir şey emredersem (unutmayın ki) ben
ancak bir insanım.”[412]
“Allah, bizden bir söz işitip onu işittiği gibi (başkasına) ulaştıran kişinin
yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki (onu
işiten ve kendisine aktaran) kimseden daha kavrayışlıdır.”[415]
“Ashabım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onları hedef alıp
dil uzatmayın. Her kim onları severse beni sevdiği için sever. Kim de onlara
kin tutarsa bana kin tuttuğu için kin tutmuş olur. Onlara eziyet eden, bana
eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de yüce Allah’a eziyet etmiş olur. Yüce
Allah’ın da kendisine eziyet edeni cezalandırması pek yakın olur.”[419]
“Benimle benden önceki diğer peygamberler bir adamın inşa ettiği bir
binaya benzeriz. Adam, binayı sağlam bir şekilde yapmıştır, ama bir tek
kerpicin yerini boş bırakmıştır. Biri bu binaya girince, ‘Şu bir kerpiçlik boş
yer olmasaydı, bina çok sağlam olurdu’ diyebilir. İşte o (boş) kerpicin
yerine ben geldim ve peygamberlerin sonuncusu oldum.”[420]
Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Ensar’dan bir kadın yanıma gelmişti. Senin eski
yatağını görünce gidip bunu bize getirdi” dediğimde, “Ey Âişe! Bunu geri
gönder! Vallahi şayet isteseydim Yüce Allah, altından ve gümüşten dağları
yanımda yürütürdü” buyurdu.[422]
Allah için olmadıktan sonra kendisine dil uzatan birinden intikam almaya
çalışmamıştır. Ancak Allah için ise bunun karşılığını verirdi.
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam parlak bir tene sahipti. Teri inci gibiydi.
Yürüdüğü zaman sağa sola meylederek yürürdü.
“Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiş demektir.”[411]
“Benimle benden önceki diğer peygamberler bir adamın inşa ettiği bir
binaya benzeriz. Adam, binayı sağlam bir şekilde yapmıştır, ama bir tek
kerpicin yerini boş bırakmıştır. Biri bu binaya girince, ‘Şu bir kerpiçlik boş
yer olmasaydı, bina çok sağlam olurdu’ diyebilir. İşte o (boş) kerpicin
yerine ben geldim ve peygamberlerin sonuncusu oldum.”[420]
“Allah, bizden bir söz işitip onu işittiği gibi (başkasına) ulaştıran kişinin
yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki (onu
işiten ve kendisine aktaran) kimseden daha kavrayışlıdır.”[415]
“Ashabım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onları hedef alıp
dil uzatmayın. Her kim onları severse beni sevdiği için sever. Kim de onlara
kin tutarsa bana kin tuttuğu için kin tutmuş olur. Onlara eziyet eden, bana
eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de yüce Allah’a eziyet etmiş olur. Yüce
Allah’ın da kendisine eziyet edeni cezalandırması pek yakın olur.”[419]
“Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının, bir şeyi emrettiğim
zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.”[410]
Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Ensar’dan bir kadın yanıma gelmişti. Senin eski
yatağını görünce gidip bunu bize getirdi” dediğimde, “Ey Âişe! Bunu geri
gönder! Vallahi şayet isteseydim Yüce Allah, altından ve gümüşten dağları
yanımda yürütürdü” buyurdu.[422]
“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah’a isyan
etmiştir.”[407]
“Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara
isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar
veremez.”[408]
“Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın.
Kendi görüşüme göre (dünyevi) bir şey emredersem (unutmayın ki) ben
ancak bir insanım.”[412]
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın sözünün yanında benim görüşüm
olamaz.” dedi.[417]
“Melekler nurdan, cinler alevli ateşten, Âdem ise size Kur’ân’da tarif
edildiği üzere balçıktan yaratılmıştır.”[428]
“Yüce Allah’ın Arşını taşıyan meleklerinden birini anlatmam için bana izin
verildi. (Bu meleklerden birinin) kulak memesi ile omuzu arasındaki
mesafe) yediyüz senelik bir yoldur.”[429]
Melekler Nöbetleşe Aramızda Bulunur
350. Meleklerin en önemli ve en büyük işi, bizim işlediğimiz ibadetle
meşgul olmalarıdır. Özellikle namazımızla çok yakından ilgilenirler. Onlar
nuranî varlık oldukları için, ibadetlerimiz aynı zamanda onların gıdasıdır.
İbadetlerimizi de Allah’a onlar takdim ederler.
“Her kim bir iş için evinden çıkarsa muhakkak onun kapısının önünde biri,
bir meleğin elinde, diğeri de, bir şeytanın elinde iki bayrak olur.
Eğer kişi Allah’ın sevdiği bir iş için evden çıkmışsa, melek, bayrağı ile onu
takip eder ve bu kişi evine dönünceye kadar o meleğin bayrağı altında
kalmaya devam eder.
Eğer kişi Allah’ı kızdıracak bir iş için çıkmışsa, bu sefer şeytan, bayrağı ile
onu takip eder ve evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında kalmaya
devam eder.”[433]
“Kullarım ne diyorlar?”
“Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana
tâzim (temcid) ediyorlar” derler.
“Hayır!” derler.
“Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla tâzim,
çok daha fazla tesbihde bulunurlardı” derler.
“Onlar ne istiyorlar?”
“Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu ısrarla
isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi.”
Allah Teâlâ, “Onu da affettim, onlar öyle bir cemaattir ki, onlarla oturanlar
da, onlar sayesinde bedbaht olmazlar’ buyurur.”[434]
“Kul yalan söylediği zaman, melek onun pis kokusundan dolayı ondan bir
mil uzaklaşır.”[436]
“Kulların sabahladığı her gün iki melek iner, biri: ‘Allah’ım! Senin yolunda
harcayana, harcadığının yerine yenilerini ver!’ Diğeri ise, ‘Allah’ım!
Cimrilik yapıp vermeyenlerin mallarını telef et’ diye dua eder.”[438]
“Kişi, kardeşine gıyabında dua ettiği zaman, melekler ona, ‘Yaptığın duanın
aynısını Allah sana da versin’ derler.”[440]
Allah’a Sığınırsan Melekler Seni Şeytandan
Korur
360. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırsak, melekler de bize destek vererek
dua ederler, şeytandan korunmamıza yardım ederler.
“Allah’ın kitabından bir sûre okuyup yatağına giren hiç kimse yoktur ki
Allah, uyanana kadar ona eziyet verecek şeylerden koruması için bir melek
göndermesin.”[443]
“Allah’ım! Eğer senin katında benim için bir hayır varsa, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın yorumlayacağı bir rüyayı bana göster,” diye duâ
ettim. Sonra uyudum ve rüyamda gördüm ki:
“İki melek bana geldi ve beni alıp götürdüler. Sonra (yolda) başka bir melek
onlara rastladı ve bana: ‘Korkulacak bir şey yok’ dedi. Sonra o iki melek
beni cehenneme götürdüler. Baktım ki, cehennem kuyu duvarı gibi (taş ile)
örülmüş vaziyettedir ve içinde bazısını tanıdığım insanlar vardır. Sonra aynı
melekler beni alıp sağ tarafa giden bir yola götürdüler (yani cehennemden
uzaklaştırdılar).
“Abdullah, şüphesiz sâlih (iyi) bir adamdır. Fakat keşke gece namazını çok
kılsaydı.”
Râvi demiştir ki: Abdullah bin Ömer bundan sonra geceleyin çok namaz
kılardı.”[445]
“Melekler nurdan, cinler alevli ateşten, Âdem ise size Kur’ân’da tarif
edildiği üzere balçıktan yaratılmıştır.”[428]
“Kulların sabahladığı her gün iki melek iner, biri: ‘Allah’ım! Senin yolunda
harcayana, harcadığının yerine yenilerini ver!’ Diğeri ise, ‘Allah’ım!
Cimrilik yapıp vermeyenlerin mallarını telef et’ diye dua eder.”[438]
“Yüce Allah’ın Arşını taşıyan meleklerinden birini anlatmam için bana izin
verildi. (Bu meleklerden birinin) kulak memesi ile omuzu arasındaki
mesafe) yediyüz senelik bir yoldur.”[429]
“Eğer ziyareti sabahleyin olursa, akşama kadar yetmiş bin melek onun için
dua ve istiğfar eder. Ziyareti akşam olursa, sabaha kadar yetmiş bin melek
onun için dua ve istiğfar eder.”[432]
Allah Teâlâ, “Onu da affettim, onlar öyle bir cemaattir ki, onlarla oturanlar
da, onlar sayesinde bedbaht olmazlar’ buyurur.”[434]
“Allah’ın kitabından bir sûre okuyup yatağına giren hiç kimse yoktur ki
Allah, uyanana kadar ona eziyet verecek şeylerden koruması için bir melek
göndermesin.”[443]
“Kişi, kardeşine gıyabında dua ettiği zaman, melekler ona, ‘Yaptığın duanın
aynısını Allah sana da versin’ derler.”[440]
351. Meleklerin bizimle olan ilişkilerinden birisi de bir iyilik ve sevaplı bir
amel yapınca, bize dua ve istiğfarda bulunmalarıdır. Bu meseleye
Kur’ân’da, “Melekler, mü’minler için istiğfar ederler.”[431] ayetiyle işaret
edilir.
Râvi demiştir ki: Abdullah bin Ömer bundan sonra geceleyin çok namaz
kılardı.”[445]
“Kul yalan söylediği zaman, melek onun pis kokusundan dolayı ondan bir
mil uzaklaşır.”[436]
Rüyasında bir domuz gelir, bir ağacın dallarını ve gövdesini yer, sadece
kökleri kalır. Tam bu esnada o civardan bir aslan yavrusu çıkar domuzu
parçalayıp öldürür.
On üç yaşında zeki bir talebe olan küçük Numan rüyayı şöyle yorumlar:
İlerinin İmam-ı Âzam’ı Numan ile hocası camiye giderler. Daha önce
camiye giden Dehrî, minbere çıkarak karşısına çıkacak birisini bekler.
Camiyi ağzına kadar dolduran âlimlerin içinden Numan ayağa kalkar.
Karşısına bir çocuğun çıktığını gören Dehrî, küçümser bir bakıştan sonra bir
başkasının çıkmasını talep eder. Fakat Ebû Hanife hiç aldırmayarak:
Numan:
“Sen sayı bilir misin?” diye kendisine bir soru yöneltir. Dehrî:
“Bir, ilk rakamdır, ondan önce sayı yoktur” der. Numan ilk susturucu cevabı
verir:
“Bir rakamından önce sayı olmaz da bir olan Allah’tan önce nasıl başka bir
varlık bulunabilir?”
“Mecazî bir nur olan bir mumun ışığı her tarafı kaplar da, göklerin ve yerin
nuru olan Allah isim ve sıfatlarıyla her tarafı kaplamaz mı? Bunun
doğruluğu güneşten daha açıktır.” der.
“Var olan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah nerededir?”
Numan hiçbir şey söylemeden bir kâse süt getirir. Dehrî’ye:
“Bunun içinde yağ var mıdır?” diye sorar. Dehrî:
“Sütün içinde yağın belli bir yeri yoktur, sütün her tarafında yağ vardır.”
demek zorunda kalır. İstediği cevabı alan Numan taşı gediğine koyar:
“Fâni ve süreli olan bir varlığın belli bir mekânı olmuyor da, Allah için
nasıl bir mekân düşünülebilir? Allah vardır, O’nun varlığı her yeri
kaplamıştır.”
“Sen birkaç soru sordun, ben de sana cevap verdim. Soru soranın aşağıda,
cevap verenin yüksekte olması yakışmaz. Şimdi sen minberden in de, ben
çıkayım.” der. Bu teklif üzerine Dehrî minberden iner, yerine Numan çıkar.
Dehrî’nin sorusuna da cevap olarak şöyle der:
“Şimdi benim Rabb’im senin gibi bir kâfiri minber üzerine layık görmeyip
aşağı indirdi, benim gibi bir mümini de minbere çıkardı.”
Kur’ân-ı Kerim’de bu meseleye pek çok yerde işaret edilir. Mesela Furkan
Sûresi’nin 2. ayetinde mealen şöyle buyurulur: “O Allah ki göklerin ve
yerin mülkü O’nundur. O evlat edinmemiştir. Mülkünde bir ortağı da
yoktur. Her şeyi O yaratmış ve her yarattığına bir ölçü ve düzen vererek
onun kaderini belirlemiştir.”
3. Kadere iman.”[448]
Kadere İnanmayan Mü’min Olamaz
368. İnsan, imanın beş şartına inanıp kadere inanmazsa bu insan mü’min
olmaz, mü’min sayılmaz, mü’min olarak kabul edilmez. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam bu şartı kesin olarak bildiriyor.
“Allah her şeyi ve herkesin kaderini gökler ve yeryüzü yaratılmadan elli bin
sene önce yazıp takdir etmiştir.”[449]
“O, ölürken oğluna dedi ki: ‘Yavrum! Eğer sen başına gelmesi takdir
olunanın mutlaka geleceğini, gelmemesi takdir olunanın da mutlaka başına
gelmeyeceğini bilmedikçe imanın hakikatini tadamazsın.’ Ben Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Ey Hattâb oğlu Ömer! Önceden takdir edilip tamamlanan bir iş için çalışıp
çabalıyoruz. Herkes kendisine takdir edilen işi kolaylıkla başaracaktır. Ne
var ki, saadet (cennet) ehlinden olan şüphesiz saadet için çalışıp
çabalayacaktır. Şekavet (cehennem) ehlinden olanlar ise şekavet için çalışıp
çabalayacaktır.”[452]
Kaderimiz Belliyse Niçin Amel Edelim?
374. İnsan dünyaya gelmeden önce her şeyi, hayatının bütün saniyeleri
belirlenmiş ve yazılmıştır. İnsanın nasıl bir aileden geleceği, hangi milletten
olacağı, hangi dili konuşacağı, erkek veya kadın mı olacağı kader
programında tespit edilmiştir.
“Kuşkusuz nutfe (sperm) rahimde kırk gün olduğu gibi kalır, değişmez.
Kırk gün geçince döllenmiş yumurtaya dönüşür. Sonra aynı şekilde et
parçasına dönüşür. Sonra aynı şekilde kemikler oluşur. Sonra yüce Allah
onun yaratılışına düzgün bir şekil vermek isterse ona bir melek gönderir.
Melek, “Ya Rabbi erkek mi, kız mı, bahtsız mı, bahtlı mı, kısa mı, uzun mu,
eksik mi, fazla mı olacak? Rızkı nedir? Eceli ne kadardır? Sağlıklı mı,
hastalıklı mı?” diye sorar ve bütün bu hususlar yazılır.
Topluluktan bir adam, “Her şey tespit edilip belirlenmişse niçin amel
edilir?” diye sordu.
“Kadere iman böyle olur. Kim bu imana sahip olmadan ölürse cehenneme
gider.”[455]
“Bir kul hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe; hatta başına
gelen bir şeyin kendisinden şaşırıp başka bir tarafa gitmeyeceğini, kendisini
atlayan bir şeyin de kendisine dönüp gelmesine imkân olmadığını kesinlikle
bilmedikçe gerçek imana erişmiş olamaz.”[457]
Abdullah bin Abbas radıyallâhü anhüma, bir gün aynı binek üzerinde Allah
Resûlü aleyhissalâtü vesselam’ın arkasında otururken, Resûlullah’ın
kendisine şöyle buyurduğunu anlatıyor:
Allah’ı gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima)
yanında bulasın.
Şunu bil ki, bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa, Allah’ın takdiri
olmadan sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek
için toplansa, Allah’ın takdiri olmadan sana hiçbir şekilde zarar veremezler.
Cemaatten bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü! (kaderimiz ezelden yazılmış ise)
niye amel ediyoruz?” diye sordu.
“Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa, onu cennet ehlinin amelinde
çalıştırır. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu
cennetine koyar. Aksine, bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu
da cehennemliklerin amelinde kullanır. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir
ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.”[459]
“Göz değmesi haktır. Eğer kaderi (delip) geçecek bir şey olsaydı, bu, göz
değmesi olurdu. Yıkanmanız istenirse, yıkanın.”[460]
“Allah bir kulun belli bir yerde ölmesini takdir etmişse, oraya gitmesi için
ona bir iş yaratır.”[462]
“Abdullah bin Ömer’e bir adam gelerek ‘falan kimsenin sana selamı var’
dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şöyle dedi:
“Bana gelen bilgilere göre o kimse dine bid’at sokarak kaderi inkâr etmiş
biridir. Eğer gerçekten dine bid’at sokmuş biri ise benden ona selam
söyleme. Çünkü ben Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın şöyle
buyurduğunu işittim:
[466] Kamer Sûresi: 48-49; Tirmizî Kader:19; Müslim, Kader:4; İbn Mâce,
Mukaddime:10.
“Allah bir kulun belli bir yerde ölmesini takdir etmişse, oraya gitmesi için
ona bir iş yaratır.”[462]
[466] Kamer Sûresi: 48-49; Tirmizî Kader:19; Müslim, Kader:4; İbn Mâce,
Mukaddime:10.
“Bir kul hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe; hatta başına
gelen bir şeyin kendisinden şaşırıp başka bir tarafa gitmeyeceğini, kendisini
atlayan bir şeyin de kendisine dönüp gelmesine imkân olmadığını kesinlikle
bilmedikçe gerçek imana erişmiş olamaz.”[457]
“Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa, onu cennet ehlinin amelinde
çalıştırır. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu
cennetine koyar. Aksine, bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu
da cehennemliklerin amelinde kullanır. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir
ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.”[459]
3. Kadere iman.”[448]
“Göz değmesi haktır. Eğer kaderi (delip) geçecek bir şey olsaydı, bu, göz
değmesi olurdu. Yıkanmanız istenirse, yıkanın.”[460]
“Bu ümmette-veya ümmetimde-kaderi inkâr edenler yüzünden topluca yere
batma olayları, şekil-sima değişmesi şeklindeki belalar ve taşlar altında
kalmak gibi felaketler ve yıkıntılar altında kalmak şeklinde toplu ölümler
olacaktır.”[465]
“Ey Hattâb oğlu Ömer! Önceden takdir edilip tamamlanan bir iş için çalışıp
çabalıyoruz. Herkes kendisine takdir edilen işi kolaylıkla başaracaktır. Ne
var ki, saadet (cennet) ehlinden olan şüphesiz saadet için çalışıp
çabalayacaktır. Şekavet (cehennem) ehlinden olanlar ise şekavet için çalışıp
çabalayacaktır.”[452]
Bu olay üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu: “(Ey mü’minler! Kâfirlerin
kinini artırmak için) hurma ağaçlarından kesmeniz veya kökleri üzerinde
dikili bırakmanız hep Allah’ın izniyledir. Bu (O’nun) fâsıkları rezil etmesi
içindir.”[473]
“Allah her şeyi ve herkesin kaderini gökler ve yeryüzü yaratılmadan elli bin
sene önce yazıp takdir etmiştir.”[449]
“Kadere iman böyle olur. Kim bu imana sahip olmadan ölürse cehenneme
gider.”[455]
SÜNNETE GÖRE GÜZEL
AHLÂK
AHLÂK, İNSANIN İNSAN OLMA ÖZELLİĞİDİR, imanının hayata
geçmesi, inandığı gibi hareket etmesidir.
“Allahım, bizi eksiltme, arttır; bizi hor kılma, şereflendir; bizi mahrum
etme, bize ihsan et; başkalarını bize değil, bizi başkalarına üstün kıl; bizden
razı ol, bizi de hoşnut kıl.” Sonra da, “Bana on âyet indirildi; kim bu
âyetlerin hakkını verirse cennete girer” buyurdu.[478]
“Allah’ım! Beni sıhhatli, iffetli, güvenli, güzel ahlâklı ve takdire razı olan
biri kıl.”[480]
“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. Kötü ahlâk da
sirkenin balı bozduğu gibi amelleri bozar.”[485]
“Yüce Allah’tan hakkıyla hayâ eden kişi, başı ile düşüncelerini, midesi ile
içindekileri haram olan şeylerden uzak tutsun.
“İşte bunu yapan kişi, Yüce Allah’tan gereği gibi hayâ etmiş olur.”[486]
“Bu ümmetten ilk kalkacak olan şey, hayâ ve emanet duygusudur. En sona
kalacak olan ise namazdır.”[487]
Hayâ İmandandır
408. İman denince, hemen peşinden hayâ gelir. Bir insanın, imanının
derecesi hayâsından belli olur. Ne kadar hayâlıysa o kadar imanlıdır. Çünkü
hayâ imanın şaşmaz bir ölçüsüdür.
“Nezaket öyle bir şeydir ki onda artış ve bereket vardır. Nezaketten mahrum
olan, hayırlardan mahrum olur.”[491]
“Ey Âişe, nazik ol! Zira Allah bir ev halkına hayır dilerse, onları nezaket
kapısına yönlendirir.”[492]
Ebû Ümâme İyâs bin Sa’lebe el-Ensârî el-Hârisî radıyallâhü anh anlatıyor:
Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân bin Abdullah radıyallâhü anh anlatıyor:
“Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden
başkasına sormaya ihtiyaç duymayayım, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem:
“Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün, geçen günden daha
kötü olacaktır. Ben bunu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan
duydum.”[496]
“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi bir iyiliği bile sakın küçük
görme!”[497]
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip
arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[500]
“Din kardeşin zalim de olsa, mazlum da olsa ona yardım et.” Bir adam:
Hoşgörülü Ol!
422. Hoşgörülü olmak insaflı olmaktır, insanları bir kaşık suda
boğmamaktır. İnsan hatasız olmaz, hatasız dost arayan dostsuz kalır. Biz
başkasına hoşgörülü olursak, başkası da bize hoşgörü gösterir.
“Allah iki huyu sever, iki huyu da sevmez: Allah’ın sevdiği huylar,
cömertlik ve hoşgörülü olmaktır. Sevmediği huylar ise kötü ahlâk ve
cimriliktir.
“Allah bir kul hakkında hayır dilerse, onu insanların ihtiyacını gidermede
kullanır.”[504]
“Allah bu dini kendisi için seçmiştir. Bu dini ıslah etmek, cömertlik ve iyi
ahlâk sayesinde olur. Bu sebeple bunlarla bu dine ikramda bulunun.”[507]
“Ey Enes, yaşlılara saygı göster, küçüklere de merhamet et ki, cennette bana
arkadaş olasın.”[512]
“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında
hizmet edecek kimseler lütfeder.”[516]
“Bir çocuk dünyaya getirdi, ey Allah’ın Resûlü! Keşke onun yerine sizi
doyurabilecek yiyeceğim olsaydı” cevabını verdim.
Çocuklarınızı Öpün!
438. Çocuklara sevgimizi göstermemizin en önemli şekli, onları severek
öpmektir. Arap toplumu çocukları pek öpmezdi. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam onlara bu konuda da örnek oldu, yol gösterdi. Çünkü
çocukları öpmek, bir merhamet hâlidir.
“Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz” dediler. Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm:
“Ey Ebû Eyyûb! Yüce Allah’ın sevabı ne ile artırdığını ve ne ile günahları
sildiğini haber vereyim mi?” diye sordu.
Ümmü Gülsüm binti Ukbe bin Ebî Muayt radıyallâhü anhâ anlatıyor:
“Kişinin, insanların arasını düzeltmek için (yalan olan) hayırlı bir sözü
söylemesi veya içine hayırlı başka şeyler de ekleyerek aktarması yalan
olmaz” buyurduğunu işittim.
“Kişi söz verdiği ve sözünü yerine getirmeye niyet ettiği hâlde, elinde
olmayan sebepler dolayısıyla sözünü yerine getiremezse günahkâr
olmaz.”[527]
Takva Kalptedir
452. İslâm, dinin toplumda canlanması, iman da kalbin nurlanmasıdır.
Takva, imanın kalpte yaşaması, hayata yansımasıdır. Takva, ihlasın tâ
kendisidir.
“Muhakkak ki, Aziz ve Celil olan Allah, rızkınızı aranızda pay ettiği gibi,
ahlâkınızı da pay etmiştir.
“Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, kulun kalbi ve dili Müslüman
olmadıkça gerçek bir Müslüman olamaz. Komşusu kötülüklerinden emin
olmadıkça da iman etmiş olamaz.”
“Şüphesiz ki, Allah kötülüğü kötülükle yok etmez, fakat kötüyü iyi ile yok
eder. Zira pisliği pislik temizlemez.”[535]
“Kulumda iki korku ve iki güveni bir arada bulundurmam. Eğer dünyada
benden korkarsa, âhirette onu güvende kılarım. Dünyadayken âhiret
hususunda güvende ise, onu âhirette korkuturum.”[538]
“Kendin için sevdiğini insanlar için de sev ki, iyi bir mü’min olasın.
“Allah’a karşı takvalı ol. Bir meclise gelip yanında durduğunda beğendiğin
şeylerden konuştuklarını işitirsen orada otur. Hoşuna gitmeyecek şeyler
konuştuklarını işitirsen orayı terk et” buyurdu.[543]
“Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve
nur olan Allah’ın Kitâbı Kur’ân’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!
“Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allah’tan korkun da, Ehl-i
Beyt’ime saygılı davranın! Allah’tan korkun ve Ehl-i beyt’ime saygılı
davranın!”[544]
Bir gün Âişe radıyallâhü anhâ’ya bir dilenci geldi. Hz. Âişe ona bir parça
ekmek verdi. Kılığı kıyafeti düzgün bir başka adam geldi. Onu da sofraya
oturtarak yemek ikram etti. Bu (farklı) davranışının sebebini soranlara Hz.
Âişe şöyle cevap verdi:
“Bu sözüyle Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana öyle bir şey söylemiş
oldu ki, benim için dünyaya bedeldir.”[549]
“Allah, kulunu verdikleriyle imtihan eder. Allah, verdiğine razı olan kişiye
genişlik verir. Kısmetine razı olmayan kişiye ise bahşettiği şeyde bereket
vermez.”[553]
“Biz dokuz yahut sekiz veya yedi kişilik bir heyet olarak Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm’ın huzurunda oturuyorduk. Bize:
“Allah’ın elçisine biat etmez misiniz?” buyurdu. Oysa biz, yeni biat
etmiştik. Bu sebeple:
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana biat ettik ya! dedik. Sonra tekrar:
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana biat etmiştik. Şimdi ne üzerine biat
edeceğiz? dedik.
“Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı
kılmak, itaat etmek-sesini alçaltarak bir cümle söyledi ve-kimseden bir şey
istememek üzere biat edeceksiniz!” buyurdu.
“Kim Müslüman kardeşine karşı mütevazı olursa, Allah onu yükseltir. Kim
Müslüman kardeşine karşı kibirli olursa, Allah da onu alçaltır.”[558]
Müslümanı Sevindir!
482. Bir kardeşimizi sevindirmek, memnun etmek, gönlünü almak bizi
doğrudan Allah’ın sevgisine götürür. Bu da aynı zamanda bir ibadet sayılır.
4. Namusunuzu koruyun.
Ebû Sâlim el-Ceyşani, Ebû Umeyye’yi evinde ziyaret ederek ona şöyle
dedi: Ebû Zerr’in Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dan şöyle naklettiğini
duydum:
“Sizden biriniz, bir kardeşini sevdiği zaman, evine gidip ona, kendisini
Allah için sevdiğini bildirsin.”[568]
Allah, Sevdiği Kuluna Kusurlarını Gösterir
486. Bazı zenginlikler dünya ile aynı teraziye konmaz. Müstağni bir hayat
yaşayan, kimsenin varlığında gözü olmayan, bir de kendi yanlışlarını kabul
eden, kusurlarının farkında olan kişi, sünnete göre büyük servet sahibidir.
“Yüce Allah bir kula hayır dilediği zaman ona üç haslet verir:
“En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümünü düşünüp âhiretine çalışan,
gençlik heveslerine esir olmayıp gaflette boğulmayandır.
“Herhangi bir Müslüman bir ağaç dikerse, ondan yenilen her şey kendisi
için bir sadaka olduğu gibi, çalınan da bir sadaka olur. Hatta ona birisi bir
zarar verse, o da kıyamete kadar (diken) kişi için sadakadır.”[574]
Aldansan da Aldatma!
492. Mü’min aldanabilir, ama aldatamaz. Aldanmak masum bir hâl iken,
aldatmak bir zulümdür. “Bizi aldatan bizden değildir” (Müslim, İman:64,
Fiten:16) hadisi bu gerçeğin bir değişik ifadesidir.
Öfkeni Yut!
495. Sinirlerine hâkim olmak, öfkesini yutmak insanı o kadar kayıplardan
kurtarır, o kadar şey kazandırır ki, tahmin etmek mümkün değildir. Çünkü
en büyük zararlar, bir öfke kıvılcımıyla ortaya çıkar.
“Allah katında kulun içebileceği en değerli yudum, öfke anında Allah rızası
için öfkesini yudumlayıp içine atmasıdır.”[578]
“Kim öfkesine hâkim olursa, kıyamet günü Allah onu azabından korur.
“Allah için seven, Allah için öfke duyan, bir şeyi Allah için veren ve Allah
için vermeyen kişinin imanı kemale ermiş demektir.
“Yüce Allah bir aileye hayır dilediği zaman onlara yumuşak huylu olmayı
bahşeder.
“Ben, haklı olsa bile tartışmayı bırakan, şaka da olsa yalan söylemeyen ve
ahlâkını güzelleştiren kimse için cennetin aşağısında bir köşke, cennetin
ortasında bir köşke ve bir de cennetin en yukarısında bir köşke kefilim.”[585]
Kimseyle Tartışma!
503. Tartışmak hiç kimseye bir şey kazandırmaz. İki tarafı da kıran ve üzen
bir konuşma tarzıdır. Tartışan insanlar vakarını, ağırlığını, izzetini ve
şerefini kaybeder. Bunun için hiçbir konuda tartışmaya girmemelidir.
“Doğru yolda iken sonradan sapıtıp yoldan çıkan hiçbir topluluk yoktur ki
kavga ve çekişmenin içine düşmüş olmasın.”
“Kız çocuğu olduğu zaman onu toprağa gömmeyen, onu küçük görmeyen
ve erkek çocuğunu ona tercih etmeyen kişiyi yüce Allah cennete sokar.”[593]
Ailen İçin Çalışırsan Allah Yolundasın
511. Şehitlikten başka, şehitlik kadar önemli bazı iyilikler vardır. İnsanın
helal dairede, anne babası, ailesi ve kendi geçimi için çalışması da şehitliğe
eşdeğer bir iştir. Yeterki niyet sağlam olsun.
“Müslümanın başına gelen bir meşakkat, bir sızı, bir hüzün, bir keder, bir
eziyet, hatta ayağına batan bir diken bile olmasın ki, Allah onun
günahlarından bir kısmına kefaret kılmış olmasın.”[597]
Belalar En Çok Peygamberlere Gelir
515. Bela ve musibetler insana imanının kuvvetine göre gelir. İmanı ne
kadar güçlüyse o nispette ağır musibetlere uğrar. En ağır musibetler önce
peygamberlere, sonra da iman derecesine göre evliyalara ve diğer
mü’minlere gelir.
“Müslüman kişi, rüzgârın bir yatırıp, bir kaldırdığı yeşil ekin gibidir.
Münafık ise dik duran çam ağacı gibidir ve onu bir şey bükmez. Bir defada
kesilinceye kadar sabit bir şekilde kalır.”[599]
Ebû Bekir elini kaldırarak, “Yâ Resûlallah! Ben zerre miktarı bile olsa
işlediğim kötülüğü(n cezasını) görecek miyim?” diye sordu.
“Ey Ebû Bekir! Zaten senin dünyada çekmiş olduğun sıkıntılar, zerre
miktarınca işlemiş olduğun günahlar sebebiyledir. Zerre miktarınca işlemiş
olduğun hayırlar ise senin için saklanmaktadır ve sen onları kıyamet günü
eksiksiz olarak göreceksin.”[603]
“Kulun Allah katında öyle bir derecesi vardır ki, bu makama ibadetleriyle
ulaşamaz; ancak yüksek makama erişinceye kadar Allah o kulu hoşuna
gitmeyen şeylere maruz bırakır.”[604]
“En büyük günahlardan biri de, Müslüman bir kişinin namusuna haksız yere
dil uzatmaktır. Bir sövmeye iki sövme ile karşılık vermek de büyük
günahlardandır.”[606]
“Allah kimin ayıbını araştırırsa, onu evinin içinde de olsa rezil eder.”[607]
“Geçersiz ve boş olan yalan söylemeyi kim terk ederse, cennetin etrafında
bir köşk yaptırılır.
“Kötü sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Kulları, O’na şirk
koşarlar ve evlat isnadında bile bulunurlar, yine de Allah onlara rızık ve
afiyet verir.”[611]
“Kim bir Müslümanı bir münafığa karşı savunursa, Allah onun için bir
melek yaratır. O melek kıyamet gününde o kimsenin vücudunu cehennem
ateşinden korur.
“Kim bir hayır işe sebep olursa, ona o hayrı yapanın-veya yerine getirenin-
sevabı kadar sevap vardır.”[615]
Adam, “Evet, şöyle dediğini duydum: Allah için bir şeyi terk ettiğinde,
Allah o şeyi senin için daha hayırlı olan bir şeyle değiştirir.”[617]
[530] Müslim, Cennet:64; Ebû Dâvûd, Edeb:40 (4895); İbn Mâce, Zühd:16.
“Kulun Allah katında öyle bir derecesi vardır ki, bu makama ibadetleriyle
ulaşamaz; ancak yüksek makama erişinceye kadar Allah o kulu hoşuna
gitmeyen şeylere maruz bırakır.”[604]
“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. Kötü ahlâk da
sirkenin balı bozduğu gibi amelleri bozar.”[485]
“Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün, geçen günden daha
kötü olacaktır. Ben bunu Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm’dan
duydum.”[496]
[530] Müslim, Cennet:64; Ebû Dâvûd, Edeb:40 (4895); İbn Mâce, Zühd:16.
451. “Danışan dağlar aşar, danışmayan doğru yolda şaşar” demiş atalarımız.
Kur’ân da bize “Her bilenin üstünde başka bir bilen vardır”[532] dersini
verir. Danışan kişiye zaten Allah yardım eder.
“Nezaket öyle bir şeydir ki onda artış ve bereket vardır. Nezaketten mahrum
olan, hayırlardan mahrum olur.”[491]
466. Din kardeşliği Allah’ın ihsan ettiği bir nimettir. Kur’ân, “Mü’minler
ancak kardeştirler”[548] âyetiyle bu kardeşliği belirlemiştir. Peygamberimiz
de Hz. Ömer’den dua isterken, kardeşlik özelliğini dile getiriyor.
“Kulumda iki korku ve iki güveni bir arada bulundurmam. Eğer dünyada
benden korkarsa, âhirette onu güvende kılarım. Dünyadayken âhiret
hususunda güvende ise, onu âhirette korkuturum.”[538]
“Herhangi bir Müslüman bir ağaç dikerse, ondan yenilen her şey kendisi
için bir sadaka olduğu gibi, çalınan da bir sadaka olur. Hatta ona birisi bir
zarar verse, o da kıyamete kadar (diken) kişi için sadakadır.”[574]
“Kim Müslüman kardeşine karşı mütevazı olursa, Allah onu yükseltir. Kim
Müslüman kardeşine karşı kibirli olursa, Allah da onu alçaltır.”[558]
“Ey Ebû Bekir! Zaten senin dünyada çekmiş olduğun sıkıntılar, zerre
miktarınca işlemiş olduğun günahlar sebebiyledir. Zerre miktarınca işlemiş
olduğun hayırlar ise senin için saklanmaktadır ve sen onları kıyamet günü
eksiksiz olarak göreceksin.”[603]
“(Kıyamet gününde) bana en yakın olanlarınız, ahlâkı en iyi
olanlarınızdır.”[581]
“İşte bunu yapan kişi, Yüce Allah’tan gereği gibi hayâ etmiş olur.”[486]
“Bu sözüyle Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bana öyle bir şey söylemiş
oldu ki, benim için dünyaya bedeldir.”[549]
“Kim bir hayır işe sebep olursa, ona o hayrı yapanın-veya yerine getirenin-
sevabı kadar sevap vardır.”[615]
“Allah’a karşı takvalı ol. Bir meclise gelip yanında durduğunda beğendiğin
şeylerden konuştuklarını işitirsen orada otur. Hoşuna gitmeyecek şeyler
konuştuklarını işitirsen orayı terk et” buyurdu.[543]
“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi bir iyiliği bile sakın küçük
görme!”[497]
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip
arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[500]
“Allah’ım! Beni sıhhatli, iffetli, güvenli, güzel ahlâklı ve takdire razı olan
biri kıl.”[480]
“Allahım, bizi eksiltme, arttır; bizi hor kılma, şereflendir; bizi mahrum
etme, bize ihsan et; başkalarını bize değil, bizi başkalarına üstün kıl; bizden
razı ol, bizi de hoşnut kıl.” Sonra da, “Bana on âyet indirildi; kim bu
âyetlerin hakkını verirse cennete girer” buyurdu.[478]
“Sizden biriniz, bir kardeşini sevdiği zaman, evine gidip ona, kendisini
Allah için sevdiğini bildirsin.”[568]
“Sizden birinize hizmetçisi yemek yapıp getirdiği zaman, eğer hizmetçi o
yemeğin sıcaklığını ve kokusunu duymuşsa sizinle yemesi için davet edin.
Etmeyecekseniz de, eline o yemekten birazını verin.”[592]
“Allah katında kulun içebileceği en değerli yudum, öfke anında Allah rızası
için öfkesini yudumlayıp içine atmasıdır.”[578]
“Kötü sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Kulları, O’na şirk
koşarlar ve evlat isnadında bile bulunurlar, yine de Allah onlara rızık ve
afiyet verir.”[611]
“Müslümanın başına gelen bir meşakkat, bir sızı, bir hüzün, bir keder, bir
eziyet, hatta ayağına batan bir diken bile olmasın ki, Allah onun
günahlarından bir kısmına kefaret kılmış olmasın.”[597]
“Şüphesiz ki, Allah kötülüğü kötülükle yok etmez, fakat kötüyü iyi ile yok
eder. Zira pisliği pislik temizlemez.”[535]
“Ey Âişe, nazik ol! Zira Allah bir ev halkına hayır dilerse, onları nezaket
kapısına yönlendirir.”[492]
“Allah kimin ayıbını araştırırsa, onu evinin içinde de olsa rezil eder.”[607]
“Ey Enes, yaşlılara saygı göster, küçüklere de merhamet et ki, cennette bana
arkadaş olasın.”[512]
“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde
Allah da onun ayıbını örter.”[502]
“Kişi söz verdiği ve sözünü yerine getirmeye niyet ettiği hâlde, elinde
olmayan sebepler dolayısıyla sözünü yerine getiremezse günahkâr
olmaz.”[527]
“Bu ümmetten ilk kalkacak olan şey, hayâ ve emanet duygusudur. En sona
kalacak olan ise namazdır.”[487]
“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında
hizmet edecek kimseler lütfeder.”[516]
“Müslüman kişi, rüzgârın bir yatırıp, bir kaldırdığı yeşil ekin gibidir.
Münafık ise dik duran çam ağacı gibidir ve onu bir şey bükmez. Bir defada
kesilinceye kadar sabit bir şekilde kalır.”[599]
“Allah bir kul hakkında hayır dilerse, onu insanların ihtiyacını gidermede
kullanır.”[504]
“Kız çocuğu olduğu zaman onu toprağa gömmeyen, onu küçük görmeyen
ve erkek çocuğunu ona tercih etmeyen kişiyi yüce Allah cennete sokar.”[593]
“Allah bu dini kendisi için seçmiştir. Bu dini ıslah etmek, cömertlik ve iyi
ahlâk sayesinde olur. Bu sebeple bunlarla bu dine ikramda bulunun.”[507]
“Allah, kulunu verdikleriyle imtihan eder. Allah, verdiğine razı olan kişiye
genişlik verir. Kısmetine razı olmayan kişiye ise bahşettiği şeyde bereket
vermez.”[553]
İman da ilimle olur, ibadet ve zikir de. Bilmeyen insanın ahlâkı da güzel
olmaz. İslâm’ın ilk emrinin “ikra’/oku” olması, İslâm’ın ilme verdiği değeri
gösterir.
Okumayan bir toplum ne dünyayı tanır, ne de âhireti. Her iki âlemin de yolu
ilimden, bilgiden geçer.
Öncelikle ve her şeyden önce iman, bilgiden sonra varılan bir karardır.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra onu bilgiyle donattı, ilimle
zenginleştirdi. Âyetin ifadesiyle “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.”[619]
İsimlerden birinci maksat, Allah’ın isimleridir, ikinci anlam da, her varlığın
ne işe yaradığını, bütün ilimlerin esasını, konuşulan dillerin temelini, bir
insana dünyada ve âhirette yarayacak bütün bilgileri öğretmesidir.
Yüce Allah, Peygamberimize de bizzat her şeyin ilmini, bilgisini verdi, onu
eğitti. Ona Kur’ân’ı Allah öğretti; şehadet ve gayb âlemini Allah bildirdi.
Bu bilginin kaynağı vahiydir, yani doğrudan Allah’tan gelen bilgidir.
“İlim öğrenene, ilim öğrenirken ölüm gelecek olsa şehid olarak vefat
eder.”[622]
“Kim bir hayrı öğrenmek veya öğretmekten başka bir niyeti olmadan bir
mescide giderse, kendisine kabul edilmiş bir hac sevabı verilir.”[623]
“Kime ilminden (bir mesele) sorulur da, onun cevabını gizlerse, Allah
kıyamet günü onun ağzına ateşten bir gem vurur.”[624]
“Kim ilim (öğrenmek) için bir yola koyulursa, Allah da ona, kendini
cennete (götürecek) yolu (bulmayı) kolaylaştırır.”[626]
“Kim insanlara öğretmek için ilimden bir kapı açarsa, kendisine yetmiş
sıddîkın sevabı verilir.”[627]
“Çalışan bir kimse, ilim gibi değerli bir şey kazanmamıştır. Zira ilim,
sahibini ya bir doğruya götürür ya da bir yanlıştan kurtarır. Kişinin ameli
düzgün olmadıkça dini de düzgün olmaz.”[633]
“İlim iki çeşittir. Biri, kalbe yerleşen ilimdir. Bu, sahibi için faydalı bir
ilimdir. Diğeri de, sadece dilde dolaşan ilimdir ki, bu ilim, âdemoğlunun
aleyhine Allah’ın bir hüccetidir.”[636]
“İlim Çin’de de olsa gidip öğrenin. Zira ilim öğrenme gayreti, her
Müslümana farzdır.”[638]
“Güne ilim öğreten veya ilim öğrenen veya ilim dinleyen veya ilmi seven
biri olarak başla. Beşincisi (bunlar dışında biri) olma ki helak olursun.”[644]
“Sana ilim lâzımdır. Zira ilim mü’minin dostudur; vakar veziridir; akıl
delilidir; amel yardımcısıdır; rıfk babasıdır; yumuşaklık kardeşidir; sabır
emîridir.”[645]
***
“Mescidde” dedi.
İnsanlar süratle çıkıp mescide gittiler. Ebû Hüreyre ise onları bekledi.
“Ey Ebû Hüreyre, mescide gittik. İçeri girdik, ama orada dağıtılan bir şey
görmedik” dediler.
“Evet, gördük. Cemaatin bir kısmının namaz kıldığını, bir kısmının Kur’ân
okuduğunu, bir kısmının da helal ve haram meselelerini müzakere
ettiklerini gördük” dediler.
“Güne ilim öğreten veya ilim öğrenen veya ilim dinleyen veya ilmi seven
biri olarak başla. Beşincisi (bunlar dışında biri) olma ki helak olursun.”[644]
“Kim ilim (öğrenmek) için bir yola koyulursa, Allah da ona, kendini
cennete (götürecek) yolu (bulmayı) kolaylaştırır.”[626]
“Kime ilminden (bir mesele) sorulur da, onun cevabını gizlerse, Allah
kıyamet günü onun ağzına ateşten bir gem vurur.”[624]
“İlim iki çeşittir. Biri, kalbe yerleşen ilimdir. Bu, sahibi için faydalı bir
ilimdir. Diğeri de, sadece dilde dolaşan ilimdir ki, bu ilim, âdemoğlunun
aleyhine Allah’ın bir hüccetidir.”[636]
“Çalışan bir kimse, ilim gibi değerli bir şey kazanmamıştır. Zira ilim,
sahibini ya bir doğruya götürür ya da bir yanlıştan kurtarır. Kişinin ameli
düzgün olmadıkça dini de düzgün olmaz.”[633]
“İlim Çin’de de olsa gidip öğrenin. Zira ilim öğrenme gayreti, her
Müslümana farzdır.”[638]
“Kim insanlara öğretmek için ilimden bir kapı açarsa, kendisine yetmiş
sıddîkın sevabı verilir.”[627]
“Kim bir hayrı öğrenmek veya öğretmekten başka bir niyeti olmadan bir
mescide giderse, kendisine kabul edilmiş bir hac sevabı verilir.”[623]
Öncelikle ve her şeyden önce iman, bilgiden sonra varılan bir karardır.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra onu bilgiyle donattı, ilimle
zenginleştirdi. Âyetin ifadesiyle “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.”[619]
“Sana ilim lâzımdır. Zira ilim mü’minin dostudur; vakar veziridir; akıl
delilidir; amel yardımcısıdır; rıfk babasıdır; yumuşaklık kardeşidir; sabır
emîridir.”[645]
“İlim öğrenene, ilim öğrenirken ölüm gelecek olsa şehid olarak vefat
eder.”[622]
“Kim Allah rızasından başka bir şey için ilim öğrenirse veya o ilimle Allah
rızasının dışında bir amaç taşırsa, cehennemdeki yerine hazırlansın.”[637]
Bir gün kadının birisi kendisine satmak için ipek bir elbise getirdi. İmam-ı
Âzam:
Kadın bir adam çağırdı. Elbiseye fiyat biçti. İmam-ı Âzam elbiseyi beş yüz
dirheme satın aldı.
“Ben fakirim, fazla param yoktur, şu elbiseyi bana alış fiyatına sat.” dedi.
İmam-ı Âzam:
“Hayır, bunda alay edecek bir durum yoktur. Elimde bulunan bir elbise iki
takımdı. Bir takımını ikisine ödediğim paranın dört dirhem eksiğine sattım,
bu elbise de bana dört dirheme kalmış oldu. Bunu da sana veriyorum.”
Elbisenin parasını veren kadın, bin dua ederek sevine sevine oradan ayrıldı.
İmam-ı Âzam da bir fakirin gönlünü almanın sevincini yaşıyordu.
SÜNNETE GÖRE CİHAD
CİHADIN KELİME ANLAMI, GÜÇ HARCAMAK, gayret göstermek, bir
işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmaktır.
İslâmî bir terim olarak da, cihad dinin emirlerini öğrenip ona göre yaşamak
ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak,
İslâm’ı tebliğ etmektir, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermektir.
Savaşa çıkmakta olan İslâm ordusuna katılmak için gelen birine annesinin
ve babasının hayatta olup olmadığını sorarak hayatta olduklarını öğrenmesi
üzerine, “O hâlde onlara hizmet yolunda -nefsinle- cihad et”[655]
tavsiyesinde bulunur.
Buna göre cihad, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve
Resûlü’nün koyduğu ölçülerin kişi ve toplum hayatına uygulanmasına
çalışmaktan İslâm’ı diğer insanlara tebliğe, İslâm ülkesini ve Müslümanları
her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde
savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşır.
Böylece cihad, başta kalp ve dil olarak, el ve silâh gibi beşerî aksiyonun
ortaya konulduğu her vasıta ile yapılır.
Zaten bu zamanın asıl cihadı, manevi cihaddır. Manevi yıkıma karşı manevi
olarak tamirdir, irşaddır ve inşadır. Yani ilimle cihaddır, kendi imanını
kurtarmak, sonra da başkalarının imanlarını kurtarmak için olanca gücüyle
çalışmaktır.
Hz. Bilal, Hz. Ebû Bekir’e gelerek, “Ey Allah’ın halifesi! Ben Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam’ın şöyle buyurduğunu işittim:
Bilal bu sözleri duyunca Hz. Ebû Bekir’in vefatına kadar yanında kaldı.[664]
1. Cihad etmek üzere yola çıkan kişi. Şayet o yolda ölürse, onu cennete
sokmak Allah’ın güvencesi altında olur.
4. Mükemmel bir şekilde abdest alıp sonra namaz kılmak için mescide
giden kişi. Şayet bu yolda ölürse, Allah’ın güvencesi altında olur.
5. Devlet başkanının yanına sadece onu tazim etmek için veya azarlamak
(uyarmak) için gelen kişi. Şayet o yolda ölürse, Allah’ın güvencesi altında
olur.
“Kim devenin sütünü bir kere sağma vakti kadar Allah yolunda cihad
ederse, cennet ona vacip olur.”[667]
“Aziz ve Celil olan Allah yolunda (düşmana karşı oluşan bir safta) bir saat
durmak, altmış sene ibadetten üstündür.”[671]
“Öğleden önce veya öğleden sonra bir defa Allah için yola çıkmak, dünya
ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”[672]
“Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, diğer yerlerde bin günden daha
hayırlıdır.”[673]
“Bir gece denizin sahilinde nöbet tutan kimsenin bu ameli, bir adamın kendi
ailesinde işlediği bin senelik bir ibadetten daha hayırlıdır. Bir sene üç yüz
altmış gündür. Her gün bin senedir.”[676]
“Allah korkusuyla gözyaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe
girmez. Bir kul, üzerinde Allah yolunda yapışan toz ile cehennemin dumanı
bir araya gelmez.”[678]
“Kim bizzat cihada katılmaz veya bir askeri techiz etmez veya bir askerin
ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmezse, Allah onu kıyamet gününden
önce, hiç beklemediği bir musibete uğratır.”[681]
“Allah yolunda malını harcayan kimseye yedi yüz kat sevap verilir.”[682]
Cihadın Karşılığı Cennettir
586. Sonsuz saadete kavuşmanın, cennete girmenin en önemli vesilesi cihad
etmektir, Allah rızası için Allah’ın dinini muhtaç yerlere ve gönüllere
ulaştırmaktır.
“Ey Allah’ın Resûlü, bir kere daha tekrar eder misiniz?” dedim. Aynen
tekrar etti ve arkadan da şunu söyledi.
“Bir başka şey daha var ki, Allah, onun sebebiyle, kulun cennetteki
makamını yüz derece yüceltir. Bu derecelerden ikisi arasındaki uzaklık,
yerle gök arasındaki mesafe gibidir.” Ben:
“Kim devenin iki sağımı arasındaki süre kadar Allah yolunda savaşırsa,
onun için cennet(e girmek) kesinleşir. Kim de içinden gelerek, sadakatle
Allah yolunda şehid olmak ister de sonra (yatağında) ölür veya öldürülürse,
ona şehid sevabı vardır.”[685]
“Ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm ile birlikte yedi ayrı savaşa çıktım.
Ordugâhlarda ben geride kalır, askerlere yemek yapar, yaralıları tedavi eder,
hastalara bakardım.”[688]
Savaş Taktiktir
596. Hakkın savunulması için yapılan savaşta her türlü tedbire, taktiklere ve
ustalıklara dikkat edilir. Düşmanı etkisiz hâle getirmek için bütün
çalışmalar yapılır, istihbarat alınır, bilgiler toplanır, ona göre savaş planı
hazırlanır.
“Bir gün ve bir gece sınır nöbeti tutmak, gündüzü oruçla, gecesi ibadetle
geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında ölürse,
yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar kaydedilir, şehid olarak
rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde
olur.”[694]
“Kim cihad etmeden ve gönlünde cihad arzusu taşımadan vefat ederse, bir
tür münafıklık üzere ölür.”[695]
“Kim saçını İslâm yolunda ağartırsa, bu onun için kıyamet gününde bir nur
olur. Kim, Allah yolunda bir ok atarsa, bu sebeple kendisinin (cennetteki)
derecesi yükseltilir.”[698]
“Allah yolunda cihad edin. Çünkü yüce Allah yolunda cihad etmek, cennet
kapılarından bir kapıdır. Yüce Allah bu sebeple cihad eden kişiyi üzüntü ve
kederden kurtarır.”[699]
“Bir mücahidi donatan veya geride bıraktığı ailesine iyilikle bakan kişi
bizimle beraberdir.”[700]
“Bir kavim (millet) cihadı terk ettiğinde, Allah mutlaka onlara, hepsini
etkileyen bir azap gönderir.”[701]
Bunun üzerine yanındaki bir adam ona, “Seninle oturduğumuz günden beri
böyle bir şey dediğini görmedik” deyince, İbn Mes’ud şu karşılığı verdi:
Kimler Şehiddir
612. Dünya ve âhiret şehidleri olarak bilinenler cihad meydanlarında
hayatını kaybeden mü’minlerdir. Fakat bunların dışında Peygamberimiz’in
aleyhissalâtü vesselâm şehid olarak bildirdiği âhiret şehidleri de vardır.
***
İshale tutulan.
Suda boğulan.
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile
dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü yüksek itibar ve
ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.”[718]
“İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihad etmeyi arzu eden bir kimse,
sonradan ölse yahut öldürülse şehid sevabı kazanır.
“Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan iltihap gibi bir yara açılacak
olsa, bu da onun için şehidlik mührü olur.”[720]
“Evet, sen sabreder, mükâfat bekler, geri kaçmadan ileri atılır vaziyette
olduğun hâlde öldürülürsen!” diye cevap verdi. Ve adama sordu:
“Nasıl sormuştun?”
Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu Vesselâm
Efendimiz sözlerini şöyle tamamladı:
“Yâ Resûlallah! Seyahate çıkmam için bana izin verin!” dedi. Bunun
üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu:
“Üç kişi seyahatte olduğunuz zaman, başınıza bir başkan seçin. O seçilen
başkan, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın tayin ettiği olduğu bir başkan
hükmündedir.”[724]
565. “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” sözünde ifade edildiği
gibi, insan önce kendini düzeltmeye çalışmalı, ondan sonra başkalarına
faydalı olabilir. Kur’ân-ı Kerim, “Nefsinizi ateşten koruyun![660] “Siz
nefsinizi düzeltmeye bakın!”[661] ayetleriyle önce ve her zaman en büyük
cihadın nefisle yapılan cihad olduğunu bildirir.
“Bir gün ve bir gece sınır nöbeti tutmak, gündüzü oruçla, gecesi ibadetle
geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında ölürse,
yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar kaydedilir, şehid olarak
rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde
olur.”[694]
“Seyahate çıkanlar bir ve iki kişi oldukları zaman şeytan kötülük yapmayı
aklından geçirir, ama üç kişi oldukları zaman kötülük yapmayı aklından
geçirmez.”[726]
“Bir gece denizin sahilinde nöbet tutan kimsenin bu ameli, bir adamın kendi
ailesinde işlediği bin senelik bir ibadetten daha hayırlıdır. Bir sene üç yüz
altmış gündür. Her gün bin senedir.”[676]
“Aziz ve Celil olan Allah yolunda (düşmana karşı oluşan bir safta) bir saat
durmak, altmış sene ibadetten üstündür.”[671]
“Kim devenin sütünü bir kere sağma vakti kadar Allah yolunda cihad
ederse, cennet ona vacip olur.”[667]
“Allah yolunda malını harcayan kimseye yedi yüz kat sevap verilir.”[682]
“Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan iltihap gibi bir yara açılacak
olsa, bu da onun için şehidlik mührü olur.”[720]
“Öğleden önce veya öğleden sonra bir defa Allah için yola çıkmak, dünya
ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”[672]
“İslâm’ın en yüce vazifesi, Allah yolunda cihad etmektir. Ona
Müslümanların faziletçe en üstün olanları ulaşır.”[657]
“Bir mücahidi donatan veya geride bıraktığı ailesine iyilikle bakan kişi
bizimle beraberdir.”[700]
“Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, diğer yerlerde bin günden daha
hayırlıdır.”[673]
Bilal bu sözleri duyunca Hz. Ebû Bekir’in vefatına kadar yanında kaldı.[664]
611. Kur’ân’ın bildirdiği gibi, “Gerçek hayat âhiret hayatıdır.”[709] ve
“Âhiret daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır.”[710] Bunun için mü’min ölümü
ebedî hayatın başlangıcı olarak görür, inanır ve daha çok sever.
“Kim bizzat cihada katılmaz veya bir askeri techiz etmez veya bir askerin
ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmezse, Allah onu kıyamet gününden
önce, hiç beklemediği bir musibete uğratır.”[681]
565. “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” sözünde ifade edildiği
gibi, insan önce kendini düzeltmeye çalışmalı, ondan sonra başkalarına
faydalı olabilir. Kur’ân-ı Kerim, “Nefsinizi ateşten koruyun![660] “Siz
nefsinizi düzeltmeye bakın!”[661] ayetleriyle önce ve her zaman en büyük
cihadın nefisle yapılan cihad olduğunu bildirir.
“Kim cihad etmeden ve gönlünde cihad arzusu taşımadan vefat ederse, bir
tür münafıklık üzere ölür.”[695]
Savaşa çıkmakta olan İslâm ordusuna katılmak için gelen birine annesinin
ve babasının hayatta olup olmadığını sorarak hayatta olduklarını öğrenmesi
üzerine, “O hâlde onlara hizmet yolunda -nefsinle- cihad et”[655]
tavsiyesinde bulunur.
“Allah korkusuyla gözyaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe
girmez. Bir kul, üzerinde Allah yolunda yapışan toz ile cehennemin dumanı
bir araya gelmez.”[678]
“Kim saçını İslâm yolunda ağartırsa, bu onun için kıyamet gününde bir nur
olur. Kim, Allah yolunda bir ok atarsa, bu sebeple kendisinin (cennetteki)
derecesi yükseltilir.”[698]
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile
dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü yüksek itibar ve
ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.”[718]
“Bir kavim (millet) cihadı terk ettiğinde, Allah mutlaka onlara, hepsini
etkileyen bir azap gönderir.”[701]
“Üç kişi seyahatte olduğunuz zaman, başınıza bir başkan seçin. O seçilen
başkan, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın tayin ettiği olduğu bir başkan
hükmündedir.”[724]
SÜNNETE GÖRE TEVBE,
İSTİĞFAR
İNSAN GÜNAH İŞLEYEBİLEN BİR VARLIKTIR. Hiç kimse “Ben
günah işlemem”, “Günah işlemem mümkün değil” diyemez. Herkes şu veya
bu şekilde, az veya çok günah çukuruna yaklaşır, bazen de içine düşer.
İşin aslına bakılırsa, Yüce Allah bizi kendisine yaklaştırmak, bizi kendisine
muhtaç etmek, bizi kendisine çekmek için birbirinden farklı, değişik
vesileler yaratmış.
Allah acıkma gibi bir duygu vermiş, bizi rızka muhtaç etmiş, Rezzak
olduğunu göstermiş ve bizi kendisine bu yolla bağlamış. Biz de kul olarak
bütün ihtiyaçlarımızı O’ndan istemişiz, O’nu Rezzak olarak bilmiş, gerçek
anlamda rızık verici olarak tanımışız. Demek ki, Rezzak ismi acıkmamızı
gerektiriyor.
“Mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe
edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah’tan) mağfiret dilerse kalbi
(o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü’min günahı fazlalaştırırsa
kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah’ın, Kitâb’ında, ‘Hayır,
(onların sandıkları gibi değil) onların kazandıkları günahlar, kalplerini
paslandırıp karartmıştır.”[728] âyetinde buyurduğu rân budur.”[729]
Pişmanlık Tevbedir
627. Bu ifade o kadar pratik ve kolay bir tedavi şeklidir ki, insan her zaman
ve her an bu duygu içinde oldukça otomatik bir tevbe etmiş olur.
“Bir kul günah işler ve bu yaptığını da kötü bir şey olarak görürse, işlediği
günahından istiğfar etmese bile Allah onu bağışlar.”[731]
“Her kim, içten bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse,
Allah onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve üzerinde
günah işlediği yere, bütün bunlara hata ve günahlarını unutturur.”[733]
Tevbe Etmenden Dolayı Allah Sevinç Duyar
631. Allah kullarının iyi davranışlarından memnun olur, hoşnut olur ve
sevinç duyar. Fakat Allah’ın sevinmesi ve sevinç duyması kendi zatına
mahsustur, insanlara benzemez. Bu meselede asıl konu, Allah’ın rızasını
kazanmak, tevbe etme fırsatını yakalamaktır.
“Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde
yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat
etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman
görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz.
Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: “Hayvanımın kaybolduğu yere
dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım” der. Gelip ölüm uykusuna yatmak
üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne
görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve
içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç,
kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır.
“Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam
vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhip tarif
edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir
tevbe imkânının olup olmadığını sordu. Râhib: “Hayır yoktur!” dedi. Adam
onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.
“Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip
ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler.
Rahmet melekleri: “Bu adam tevbe etmiş olarak geldi. Kalben Allah’a
yönelmişti” dediler. Azab melekleri de: “Bu adam hiçbir hayır işlemedi”
dediler.
“Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi.
Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara:
“Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha
yakınsa ona teslim edin” dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği
(iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.”
“Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü sâlih köye
doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı.”[737]
“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar
(onların gece tevbe etmelerini ister). Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri
için de gündüz elini açar (onların kendisine gündüz tevbe etmelerini ister).
Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına (Kıyamete) kadar devam
eder.”[738]
“Demirin pası olduğu gibi kalplerin de pası vardır. Kalbin cilası ise
istiğfardır.”[739]
“Bazen kalbimin perdelendiği oluyor. Ama ben Allah’a günde yüz defa
istiğfâr ediyorum.”[740]
“Rabbi İblis’e ‘İzzetime ve Celâlime yemin ederim ki, bana istiğfar ettikleri
müddetçe onları affedeceğim” buyurdu.[741]
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler,
tevbe ederim.”[742]
“Allah katında en faziletli söz, kulun, ‘Allah’ım! Ben Senin kulunum. Sen
de benim Rabbimsin. Ben nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ettim.
Günahları da Senden başkası bağışlamaz. Ey Rabbim! günahımı bağışla’
demesidir.”[747]
İstiğfarın Efendisi
645. Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ın sıkça yaptığı bu istiğfar,
hepsine göre çok kapsamlı ve çok muhtevalıdır. Daha içten bir yakarış, bir
yalvarış mevcuttur. Bu duayı ezberlemek en güzelidir, ezberleyemesek dahi
yanımızda yazılı olarak bulundurmaya çalışmalıyız.
(Allahım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık Senden başka mabud yoktur.
Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve
vadimde gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden
Sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle
anıyorum ve günahımı itiraf ediyorum. Beni affet; şüphe yok ki günahları
Senden başka affedecek kimse yoktur.”
“Yazdıklarını her gün Allah’a arz eden hiçbir hafaza meleği yoktur ki, Allah
ilk ve son sayfasında istiğfar gördüğü amel defterinin sahibi için ‘Kulumun
bu iki sayfa arasında yazılmış olan günahlarını bağışladım’ demesin.”[754]
“Sadaka verecek malı olmayan kişi, mü’min erkek ve kadınlar için istiğfar
etsin. Bu, onun için sadakadır.”[757]
“Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece,
işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne
bakmadan seni bağışlarım.
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah
işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra
Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”[759]
“Bir kul günah işler ve: ‘Allah’ım! Benim günahımı bağışla!’ der.
“Kul dönüp tekrar günah işler ve: ‘Allah’ım! Beni bağışla!’ der.
“Allah da: ‘Kulum günah işledi. Hem affedecek, hem de sorumlu tutacak
bir Rabbinin bulunduğunu bildi’ der.
“Kul tekrar dönüp günah işler ve: ‘Rabbim günahımı bağışla!’ der.
“Gece işlediği günahı Allah örttüğü hâlde sabahleyin kalkıp, ‘Ey falan! Dün
gece şöyle yaptım’ diyerek Allah’ın örtmüş olduğu günahını
açıklayanlardır.”[763]
Affet Ki Affedilesin
660. Bir hata yapınca, bir yanlışa düşünce, bir suç işleyince affedilmeyi
istiyorsan, sen affet ki, başkaları da seni affetsin, kusurlarını başına
kakmasın.
İbn Abbas radıyallâhü anhümâ anlatıyor:
“İslâm üzere kırk yaşına girince, Allah onu delilik, cüzzam ve alaca
hastalığından emin kılar.
“Altmış yaşına girdiğinde Allah ona, sevdiği şeylere yönelmeyi nasip eder.
“(Ey kulum, işlediğin) filan günahı biliyor musun? Filan günahı biliyor
musun?” diye sorar.
Mü’min de, “Evet, Rabbim!” diye tâ bütün günahlarını ikrar ve itiraf ettiği
ve içinde helâk olduğuna kanaat geldiği zaman Allah:
[745] Ebû Dâvûd, Vitir:26; Tirmizî, Daavât 118; İbni Mâce, Edeb:57.
“Batı yönünde bir kapı vardır. Enine bir süvari kırk ya da yetmiş yıl yürür
de, yine (o mesafeyi) zor kat eder. İşte Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, o
kapıyı da yaratmış ve tevbe için devamlı olarak açık bırakmıştır. Güneş
ondan (batıdan) doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.”[735]
“Gece işlediği günahı Allah örttüğü hâlde sabahleyin kalkıp, ‘Ey falan! Dün
gece şöyle yaptım’ diyerek Allah’ın örtmüş olduğu günahını
açıklayanlardır.”[763]
“Demirin pası olduğu gibi kalplerin de pası vardır. Kalbin cilası ise
istiğfardır.”[739]
“Yazdıklarını her gün Allah’a arz eden hiçbir hafaza meleği yoktur ki, Allah
ilk ve son sayfasında istiğfar gördüğü amel defterinin sahibi için ‘Kulumun
bu iki sayfa arasında yazılmış olan günahlarını bağışladım’ demesin.”[754]
[745] Ebû Dâvûd, Vitir:26; Tirmizî, Daavât 118; İbni Mâce, Edeb:57.
“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar
(onların gece tevbe etmelerini ister). Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri
için de gündüz elini açar (onların kendisine gündüz tevbe etmelerini ister).
Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına (Kıyamete) kadar devam
eder.”[738]
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah
işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra
Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”[759]
“Allah katında en faziletli söz, kulun, ‘Allah’ım! Ben Senin kulunum. Sen
de benim Rabbimsin. Ben nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ettim.
Günahları da Senden başkası bağışlamaz. Ey Rabbim! günahımı bağışla’
demesidir.”[747]
“Her kim, içten bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse,
Allah onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve üzerinde
günah işlediği yere, bütün bunlara hata ve günahlarını unutturur.”[733]
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler,
tevbe ederim.”[742]
“Mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe
edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah’tan) mağfiret dilerse kalbi
(o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü’min günahı fazlalaştırırsa
kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah’ın, Kitâb’ında, ‘Hayır,
(onların sandıkları gibi değil) onların kazandıkları günahlar, kalplerini
paslandırıp karartmıştır.”[728] âyetinde buyurduğu rân budur.”[729]
“Allah yaratmaya karar verdiğinde, Arş’ın üzerinde bulunan kitabına
‘Şüphesiz merhametim gazabıma üstün gelmiştir’ diye yazdı.”[761]
“Rabbi İblis’e ‘İzzetime ve Celâlime yemin ederim ki, bana istiğfar ettikleri
müddetçe onları affedeceğim” buyurdu.[741]
“Bir kul günah işler ve bu yaptığını da kötü bir şey olarak görürse, işlediği
günahından istiğfar etmese bile Allah onu bağışlar.”[731]
“Sadaka verecek malı olmayan kişi, mü’min erkek ve kadınlar için istiğfar
etsin. Bu, onun için sadakadır.”[757]
“Mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe
edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah’tan) mağfiret dilerse kalbi
(o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü’min günahı fazlalaştırırsa
kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah’ın, Kitâb’ında, ‘Hayır,
(onların sandıkları gibi değil) onların kazandıkları günahlar, kalplerini
paslandırıp karartmıştır.”[728] âyetinde buyurduğu rân budur.”[729]
“Bazen kalbimin perdelendiği oluyor. Ama ben Allah’a günde yüz defa
istiğfâr ediyorum.”[740]
Zikir dille yapıldığı gibi kalple de yapılır veya her ikisiyle beraber yapılır.
Kur’ân’da birçok âyette geçen zikir, Allah’ı hamd etmek, tesbih ve tekbir
şekliyle övmek; Allah’ın ihsan ettiği nimetleri anmak, bunları kalple
hissetmek ve tefekkür etmektir.
İbadetlerin yapılması için belli şartlar gerektiği hâlde, zikir için hiçbir şart
gerekmiyor. Gece gündüz, ayakta, oturarak, yatarak, abdestli abdestsiz zikir
yapılabilir.
En faziletli zikir, kalp ve dille birlikte yapılan zikirdir, yani dilin kalpte
olanı ortaya koymasıdır. Daha sonra kalp ile ardından da dil ile yapılan zikir
gelir.
Ayrıca Allah’ı tesbih ve tâzime, hamd ve şükre dair sözleri söylemek dilin
zikri, Allah’a inanmak, O’nun zât ve sıfatlarını gösteren delilleri, emir ve
yasaklarının mâna ve hikmetlerini, yaratıklarının sırlarını düşünmek kalbin
zikri, emredileni yerine getirip yasaklardan kaçınmak da organların zikridir.
Öte yandan bir kudsî hadiste, “Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu
daha hayırlı bir toplulukta anarım” buyuruluyor.[774]
Resûlullah, sahabeden bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe
illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırmıştı.[775] Mescidde yüksek sesle zikir
yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” buyurarak
onu engellememiştir.[776]
“Her kim çarşıya girdiğinde ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-
mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâyemut bi-
yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ (Allah’tan başka ilah yoktur, O
tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur ve hamd O’na aittir. Hayatı da,
ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O’nun elindedir. O her
şeye kadirdir” derse, Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir
milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.”[779]
“Her kim, sabah namazından sonra diz çökmüş olarak, konuşmadan önce
on defa “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-
hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr. (Allah’tan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk
Ona ait, hamd O’na mahsustur. Hayatı veren de O’dur, ölümü veren de
O’dur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. O her şeye
hakkıyla kàdirdir) derse, kendisine on sevap yazılır, on günahı silinir, on
derece yükseltilir. O gün boyunca her türlü kötülüklerden korunur.
Şeytandan korunur. Allah’a ortak koşmazsa, işleyeceği hiçbir günah ona
zarar vermez, günahları silinmiş olur.”[780]
“Her kim güzelce abdest alır, sonra ‘Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhu vahdehu lâ
şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh’ derse, ona
sekiz cennet kapısı açılır ve dilediği kapıdan cennete girer.”[784]
“Yüz defa ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyen hiçbir kul yoktur ki, Allah onu kıyamet
günü, yüzü Ay’ın on dördü gibi parlak haşretmesin. O gün onun gibi
söyleyenler veya daha fazlasını yapanlar hariç, hiç kimsenin onun
amelinden daha üstün bir ameli olmaz.”[786]
“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözü, en basiti üzüntü olan doksan dokuz
hastalığa devadır.”[788]
“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün
misali gibidir.”[790]
Sen Allah’ı Anarsan, Allah da Seni Anar
680. Kul Allah’ı zikredince, Allah da o kulu zikretmektedir. Kul Allah’ı
nerede anarsa, Allah da kulu orada anar. Bu anma meselesi insan aklının
anlayamayacağı kadar yüce bir nimettir. Kur’ân da, “Siz Beni anın ki, Ben
de sizi anayım”[791] âyetiyle bu sünnete kaynaklık etmektedir.
“Yüce Allah buyuruyor ki: Kulum beni nasıl düşünüyorsa, ben öyleyim.
“O beni anarken, ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de
onu Kendim anarım.
“Sizden herhangi biriniz her gün bin sevap kazanmaktan aciz midir?”
“Yüz defa ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyen hiçbir kul yoktur ki, Allah onu kıyamet
günü, yüzü Ay’ın on dördü gibi parlak haşretmesin. O gün onun gibi
söyleyenler veya daha fazlasını yapanlar hariç, hiç kimsenin onun
amelinden daha üstün bir ameli olmaz.”[786]
“Her kim çarşıya girdiğinde ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-
mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâyemut bi-
yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ (Allah’tan başka ilah yoktur, O
tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur ve hamd O’na aittir. Hayatı da,
ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O’nun elindedir. O her
şeye kadirdir” derse, Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir
milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.”[779]
Öte yandan bir kudsî hadiste, “Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu
daha hayırlı bir toplulukta anarım” buyuruluyor.[774]
“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözü, en basiti üzüntü olan doksan dokuz
hastalığa devadır.”[788]
“Her kim, sabah namazından sonra diz çökmüş olarak, konuşmadan önce
on defa “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-
hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr. (Allah’tan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk
Ona ait, hamd O’na mahsustur. Hayatı veren de O’dur, ölümü veren de
O’dur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. O her şeye
hakkıyla kàdirdir) derse, kendisine on sevap yazılır, on günahı silinir, on
derece yükseltilir. O gün boyunca her türlü kötülüklerden korunur.
Şeytandan korunur. Allah’a ortak koşmazsa, işleyeceği hiçbir günah ona
zarar vermez, günahları silinmiş olur.”[780]
“Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. (Allah’ı
bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah’adır, Allah’tan başka ilah
yoktur ve Allah en büyük olandır) de. Böyle söylersen her kelimeye karşılık
cennette senin için bir ağaç dikilir.”[795]
“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün
misali gibidir.”[790]
Resûlullah, sahabeden bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe
illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırmıştı.[775] Mescidde yüksek sesle zikir
yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” buyurarak
onu engellememiştir.[776]
“Her kim güzelce abdest alır, sonra ‘Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhu vahdehu lâ
şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh’ derse, ona
sekiz cennet kapısı açılır ve dilediği kapıdan cennete girer.”[784]
Resûlullah, sahabeden bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe
illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırmıştı.[775] Mescidde yüksek sesle zikir
yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” buyurarak
onu engellememiştir.[776]
‘Ben artık yaşlandım. Bana bir çocuk gönder de ona mesleğimi, sihri
öğreteyim.’ demişti. O da öğretmesi için bir çocuk gönderdi.
Çocuk bu şekilde eğitimine devam ederken, bir gün yolun üzerinde büyük
bir hayvana rastladı. Canavar insanları yerlerinden kımıldatmıyordu. Onları
hapsetmişti.
Kendi kendine:
‘Allah’ım, eğer rahibin işi Sen’in yanında sihirbazın işinden daha makbul
ise bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsin.’ dedi ve taşı attı. Taştan
aldığı yara ile canavar öldü, insanlar da rahatça işlerine gidip gelmeye
başladılar.
‘Ey oğlum, sen bugün benden daha faziletlisin. Senin hâlin, görmekte
olduğum bu yüksek dereceye ulaşmıştır. Sen yakında çetin bela ve
imtihanla karşılaşacaksın. Bu imtihan ve baskılara uğratıldığında sakın
kimseye bulunduğum yeri söyleme.’ dedi.
Artık çocuk anadan doğma kör olanların gözlerini açıyor, alaca hastalığına
tutulanları da iyileştiriyordu. Başka hastalığa ve dertlere yakalananları da
tedavi ediyordu.
‘Eğer benim gözümü açar, şifa verirsen burada bulunan bu eşyanın hepsini
sana veririm.’
Çocuk:
‘Ben hiçbir kimseyi düzeltemem, şifa veremem. Şifayı ancak Allah ihsan
eder. Eğer sen Allah’a iman edersen, ben de dua ederim, Allah da sana şifa
verir.’ dedi.
Bunun üzerine, kör olan o zat şehadet getirip Allah’a iman etti. Allah da
ona şifa verdi. Bundan sonra gözü açılan adam, hükümdarın yanına vardı,
her zamanki yerine oturdu. Hükümdar ona:
‘Allah’ım dilediğin herhangi bir şeyle beni bunlardan kurtar.’ diye dua etti.
Bunun üzerine dağ şiddetli bir şekilde sarsılıp hareket etti. Böylece onların
hepsi aşağı yuvarlandılar.
‘Bunu götürün, bir gemiye bindirerek denizin ortasına varın. Eğer dininden
dönerse ne ala, aksi takdirde denize fırlatıp atın.’ emrini verdi.
‘Allah’ım, dilediğin bir şeyle beni bunların elinden kurtar.’ diye dua etti.
Gemi hemen içindekilerle birlikte alabora oldu. Böylece adamların hepsi
boğuldu, çocuk dışında.
Çocuk yine yürüyerek hükümdarın yanına geldi. Hükümdar ona:
‘Halkı geniş bir meydana topla. Beni de bir ağaca as. Sonra ok torbamdan
bir ok al, bu oku yayın ortasına yerleştir. Sonra:
‘Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle.’ diyerek oku bana at. Sen bunu
yaptığın zaman ancak beni öldürebilirsin.’ dedi.
‘Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle.’ diyerek oku fırlattı. Ok çocuğun
şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve
öldü.
‘Biz çocuğun Rabbine iman ettik. Çocuğun Rabbine iman ettik. Çocuğun
Rabbine iman ettik’ diye bağırıştılar.
Sonunda sıra beraberinde küçük çocuğu bulunan bir kadına geldi. Kadın
ateş çukuruna düşmekten irkildi geri çekildi.
Bunun üzerine çocuğu dile gelip annesine cesaret vererek şöyle dedi:
Dua bir var oluş sebebidir. En güzel insanın, en büyük duasıdır ki, bu kâinat
var edilmiş; ebedî saadet hazırlanmıştır. Sevgili Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam olmasaydı ve dua etmeseydi, ne kâinat olurdu, ne
biz olurduk.
Duayı da, istemeyi de, nasıl dua edeceğimizi de bildiren Yüce Allah, en
güzel duaları Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’a öğretmiştir. Öyle ise
dua kaynağımız Kur’ân ve Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’dır.
Ettiğimiz her bir dua, namaz gibi, oruç gibi birer ibadettir, bir kulluk
görevidir. Hiçbirimiz namazı işimiz rast gitsin diye kılmıyoruz, orucu da
sağlıklı olalım diye tutmuyoruz. Sadece ve sadece Allah emrettiği için dua
ediyoruz, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak için elimizi duaya
açıyoruz.
Dualarımızı bir çıkar sağlamak, bir menfaat elde etmek, maddi bir beklenti
için yapmıyoruz. Çünkü her ibadetin ve her duanın sonunda sevap vardır.
Sevabın verileceği, ücrete dönüşeceği yer ise âhirettir.
İnsan olarak bir sebep ve bir beklenti içinde olmadan dilimiz duaya
dönmüyor. Öyle ise dua etmemize sebep olan şeyler o duanın yapılma
vaktidir. Sebepler asıl amaç olamazlar.
Yağmur yağmadığı zaman yağmur duasına çıkarız. Şehrin dışında, geniş bir
alanda dua ederiz. Yağmur duası yağmuru yağdırmak için değildir.
Yağmursuzluk ve kuraklık o duanın yapılma vaktidir. Yağmur duası,
yağmurun yağması için yapılırsa, bu iş ibadet olmaktan çıkar. Cenâb-ı Hak
yağmuru gönderirse, dua aynen kabul edilmiş demektir. Böylece dua
etmenin de vakti bitmiştir.
İstediğimiz şey yerine gelmişse, artık aynı duayı yapmaya gerek kalmaz.
Fakat yağmur duası yapıldığı hâlde hâlâ yağmur yağmıyorsa, demek ki,
duanın vakti bitmemiştir. Duaya devam etmelidir.
“Yüce Allah, ‘Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim. Bana dua
ettiği zaman onunla beraber olurum’ buyurur.”[799]
“Gecenin son üçte birinde Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve
şöyle buyurur:
“Biriniz Allah’tan bir şey istediğinde onu çok, yani devamlı istesin. Çünkü
o kişi Rabbinden istiyor.”[801]
“Benim olan, bana ibadet edip bana hiçbir şeyi ortak koşmamandır.
“Benimle senin aramızda olan ise; dua edip istemek senden, duaya cevap
verip istediğini vermek de Bana aittir.”[806]
“Duası kabul edilenlerden olan Habib bin Mesleme el-Fihri, bir orduya
komutan tayin edildi. Yola çıkıp düşmanla karşılaşınca, halka şöyle dedi:
“Evet!” dedim.
“Öyle ise Allah’a bizim için hayır duada bulun! Çünkü Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
“Kim sabah namazını kıldıktan sonra konuşmadan önce yüz defa İhlas
Sûresi’ni okursa, İhlas Sûresi’ni her okuyuşunda, bir yıllık günahı
bağışlanır.”[824]
“Allah’ım! Beni affet ve tevbemi kabul et. Sen tevbeleri kabul eden ve
mağfiret sahibisin.”[825]
Namazların Arkasından Dua Et!
713. Duaların kabul edildiği en önemli zamanlardan birisi de farz
namazların ardından yapılan dualardır. Çünkü bu vakitlerde kişi
günahlarından arınmıştır, temiz bir ağız ve huzurlu bir kalple dua etme
fırsatını bulmuştur.
“Sizden biriniz uyandığı zaman şöyle desin: Ölmüşken bize ruhlarımızı geri
veren Allah’a hamdolsun.”[834]
Birkaç gece geçmeden Halid bin Velid gelip, “Yâ Resûlallah! Anam babam
sana feda olsun. Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, daha bana
öğrettiğin sözleri üç defaya tamamlamadan Allah beni bulunduğum hâlden
kurtardı. Şimdi gece vakti aslanın inine girmekten bile korkmam” dedi.[835]
“Allah’ım! Yıldızlar çekildi, gözler sükûnet buldu. Sen ise, hayat sahibisin
ve yarattıklarının işini gören, her işleneni bilensin. Ey Hayy ve Kayyum
olan! Gözümü uyut ve gecemi sükûnete erdir.”[836]
“Allah’ım! Bu rüzgârı aşılayıcı bir rüzgâr yap! Her şeyi yok eden (yıkıcı)
bir rüzgâr yapma!”[843]
Ebû Said, “Bunun üzerine Allah Teâlâ düşmanın yüzüne rüzgârla vurdu ve
onları mağlup etti” dedi.[845]
“Kim ‘Her şeyden önce Lâ ilâhe illallah, her şeyden sonra Lâ ilâhe illallah,
her şey yok olur Lâ ilâhe illallah kalır’ derse, her türlü dertten ve üzüntüden
kurtulur.”[847]
“Büyük bir musibet ile karşılaştığınızda veya karanlık (şiddetli) bir rüzgâr
olduğunda, Tekbir getiriniz. Çünkü Tekbir getirmek, rüzgârın oluşturduğu
siyah toz bulutunu giderir.”[848]
“Allah kime aile, mal veya çocuk nimeti verir, kişi de ‘Maşallahu, Lâ
kuvvete illâ billah’ derse, o nimetler ölümden başka her afetten
korunur.”[854]
“Ben savaşa geri döndüm. Bir süre savaştıktan sonra yine geldiğimde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın secdede aynı sözleri söylediğini
gördüm.
Muaz, “Yâ Resûlallah! Bir Yahudi’ye bir ukiye altın (veya gümüş) borcum
var. Bu borç senin yanına gelmeme mani oldu” dedi.
“Ey Muaz! Sana bir dua öğreteyim mi? Eğer üzerinde Sabir Dağı kadar
borç olsa, Allah onu ödemeni nasip eder. Ey Muaz! Allah’a şöyle dua et:
“Yâ Mukallibe’l-Kulûb, sebbit kalbî alâ dînike (Ey kalpleri evirip çeviren!
Kalbimi dinin üzerinde sabit kıl!’
Dedim ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Neden hep bu duayı yapıyorsun?” Cevap
verdi:
[822] İbni Mâce, Salat:23; (898); Ebû Dâvûd, Salat:141 (850); Tirmizî,
Salat:211 (283); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:271.
Birkaç gece geçmeden Halid bin Velid gelip, “Yâ Resûlallah! Anam babam
sana feda olsun. Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, daha bana
öğrettiğin sözleri üç defaya tamamlamadan Allah beni bulunduğum hâlden
kurtardı. Şimdi gece vakti aslanın inine girmekten bile korkmam” dedi.[835]
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Gece yarısından sonra ve farz
namazların arkasından yapılan dualar” diye cevap verdi.[826]
“Allah kime aile, mal veya çocuk nimeti verir, kişi de ‘Maşallahu, Lâ
kuvvete illâ billah’ derse, o nimetler ölümden başka her afetten
korunur.”[854]
“Büyük bir musibet ile karşılaştığınızda veya karanlık (şiddetli) bir rüzgâr
olduğunda, Tekbir getiriniz. Çünkü Tekbir getirmek, rüzgârın oluşturduğu
siyah toz bulutunu giderir.”[848]
Ebû Said, “Bunun üzerine Allah Teâlâ düşmanın yüzüne rüzgârla vurdu ve
onları mağlup etti” dedi.[845]
“Allah’ım! Beni affet ve tevbemi kabul et. Sen tevbeleri kabul eden ve
mağfiret sahibisin.”[825]
“Biriniz Allah’tan bir şey istediğinde onu çok, yani devamlı istesin. Çünkü
o kişi Rabbinden istiyor.”[801]
“Kim sabah namazını kıldıktan sonra konuşmadan önce yüz defa İhlas
Sûresi’ni okursa, İhlas Sûresi’ni her okuyuşunda, bir yıllık günahı
bağışlanır.”[824]
[822] İbni Mâce, Salat:23; (898); Ebû Dâvûd, Salat:141 (850); Tirmizî,
Salat:211 (283); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:271.
“Allah’ım! Yıldızlar çekildi, gözler sükûnet buldu. Sen ise, hayat sahibisin
ve yarattıklarının işini gören, her işleneni bilensin. Ey Hayy ve Kayyum
olan! Gözümü uyut ve gecemi sükûnete erdir.”[836]
“Kim ‘Her şeyden önce Lâ ilâhe illallah, her şeyden sonra Lâ ilâhe illallah,
her şey yok olur Lâ ilâhe illallah kalır’ derse, her türlü dertten ve üzüntüden
kurtulur.”[847]
“Yüce Allah, ‘Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim. Bana dua
ettiği zaman onunla beraber olurum’ buyurur.”[799]
“Kul dört defa ‘Yâ Rab!’ derse, Allah ‘Buyur kulum. İstediğini iste,
istediğin sana verilecektir’ buyurur.”[803]
“Benimle senin aramızda olan ise; dua edip istemek senden, duaya cevap
verip istediğini vermek de Bana aittir.”[806]
“Sizden biriniz uyandığı zaman şöyle desin: Ölmüşken bize ruhlarımızı geri
veren Allah’a hamdolsun.”[834]
“Allah’ım! Bu rüzgârı aşılayıcı bir rüzgâr yap! Her şeyi yok eden (yıkıcı)
bir rüzgâr yapma!”[843]
“Allah’ım! Kötü günden, kötü geceden, kötü saatten, kötü dosttan ve daimi
ikametgâhımda kötü komşudan sana sığınırım.”[870]
“Ey Allah’ın Resûlü! Bana faydası olacak bir dua öğret!” dediğimde
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin ve tenasül uzvumun
şerrinden Sana sığınırım.”[873]
“Allah’ım! Kötü günden, kötü geceden, kötü saatten, kötü dosttan ve daimi
ikametgâhımda kötü komşudan sana sığınırım.”[870]
“Sizi bir fitne olmak üzere şerle de, hayırla da deneyip sınarız” meâlindeki
âyette[874] açıkça belirtilmiştir.
“İnsana bir hayır dokunursa, bundan pek memnun olur; bir de fitneye mâruz
kalırsa çehresi değişir -dinden yüz çevirir-.”[875] meâlindeki âyette ise fitne,
hayrın zıddı olarak kullanılır.
Medine döneminde inen bazı âyetlerde, “Fitne, katilden daha şiddetli bir
suçtur.”[883] “Fitne öldürmekten daha büyük bir suçtur.”[884] şeklindeki
açıklamalarla, kâfirler tarafından Müslümanların inançlarına yöneltilen
fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü vurgulanmıştır.
Bazı hadislerde fitne, İslâm’ın ilk asırlarından itibaren ortaya çıkan dinî ve
siyasi çalkantıları, sosyal huzursuzlukları haber veren ifadeler içinde yer
almıştır.
Bu bölümde yer alan hadisleri okuyunca, ne kadar büyük bir imtihan içinde
olduğumuzu fark edeceğiz. Ortaya çıkan fitnelere karşı neler yapacağımızı,
nasıl mücadele edeceğimizi, hangi görevleri üstleneceğimizi, fitnelerin
içinde yer almamak için ne gibi tedbirleri düşüneceğimizi de öğrenmiş
olacağız.
Fitneler Evlerin Arasına Dökülür
754. Ümmetin başına gelecek fitneleri Peygamberimiz aleyhissalâtü
vesselam peygamberlik gözüyle görmüş ve haber vermiştir. Böylece hem
uyarıda bulunmuş, hem de fitnelere karşı hazırlıklı olunmasını ve dikkat
edilmesini istemiştir.
Sahabiler:
O da, “Hayır, siz o gün çok olacaksınız, fakat selin üzerindeki köpük gibi
kalacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden korkunuzu çekip alacak.
Allah kalplerinize vehn verecektir.”
Sahabiler, “Yâ Resûlullah! Böyle bir şey olur mu?” deyince, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam:
Sahabiler: “Yâ Resûlullah! Böyle bir şey olur mu?” deyince, Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurdu:
Sahabiler:
O da: “Evet, ben iyiliği tavsiye ederdim de onu kendim yapmazdım ve yine
ben kötülükten sakındırırdım da onu kendim işlerdim, der.”[897]
İblis: “Hiçbir şey yapmamışsın!” der. Sonra bir diğeri gelip: “Ben falanı(n
peşini) hanımıyla arasını açıncaya kadar bırakmadım!” der.
“Hayattaki olan bir kişi, kabirdeki bir adamın yanından geçerken: ‘Keşke şu
ölünün yerinde ben olaydım’ diye ölümü temenni etmedikçe kıyamet
kopmaz.”[900]
“Her kim fitne olacağını bilip de onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun
kahrına uğrar. Her kim fitne zamanında iltica edecek veya sığınacak bir yer
bulursa, hemen sığınsın (fesatçılara karışmasın)”[902]
“Hazret-i Ali öldürüldüğü zaman İbn Mes’ud ile karşılaştım. Peşinden gidip
kendisine, “Allah için söyle! Fitneler hakkında Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’dan ne işittin?” diye sorunca, “Biz hiçbir şeyi gizlemeyiz.
Allah’tan sakınmaya çalış ve cemaate sarıl. Ayrılıktan uzak dur. Çünkü
ayrılık sapıklığın ta kendisidir. Hiç şüphesiz Allah, ümmet-i Muhammed’i
sapıklık üzerinde bir araya getirmez” karşılığını verdi.[903]
“Evet” dedim.
“Kim ona dayanarak konuşursa doğruyu bulur. Kim onunla amel ederse
mükâfatını, görür. Kim ona dayanarak hükmederse adaleti bulur. Kim ona
çağrılırsa kendine doğru yol gösterilmiş olur.’”
“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona mirasçı kılacak ve nasıl hareket
edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının!
Zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.”[905]
“Âhir zamanda, din ile dünyayı talep eden insanlar ortaya çıkacak. Bunlar,
insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa
bürünürler ki, koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri baldan daha
tatlıdır, ancak kalpleri kurtlarınkinden daha vahşidir. Cenâb-ı Hak (bunlar
için) şöyle diyecektir:
“Ondan sonra öyle günler gelecek ki, o günlerde dinin emirlerine uymak
için gösterilecek sabır, kor ateşi elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde
Müslüman olarak yaşamaya çalışanlara, bugün sizin elli kişinin amelini
işleyen kimselerin sevabı kadar sevap yazılacaktır.”[908]
“En bahtiyar kişi, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden
kimsedir. Ne mutlu ona!”[910]
“Allah’tan başka İlâh yoktur! Yaklaşan şerden vay Arab’ın hâline! Bugün
Ye’cüc Me’cüc seddinden şunun kadarı açıldı.” diyordu.
Hadisi rivayet eden sahabe, başparmağı ile ondan sonra gelen parmağını
halka yapmıştır. Zeyneb radıyallâhü anhâ:
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa, Allah, o günü uzatıp benden
bir kimseyi o günde gönderecektir.
Kur’ân’da da açıkça ifade edildiği gibi: “Öyle bir fitneden sakının ki,
içinizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmaz. Şunu da bilin ki,
Allah’ın cezası pek çetindir. (Enfal, 8:25) Bu âyeti, şu hadis-i şerif tefsir
ediyor.
İbn Ömer radıyallâhü anhümâ anlatıyor:
“Allah bir topluma azap indirdiği zaman, azap içlerindeki herkese dokunur.
Sonra amellerine göre diriltilirler.”[916]
Hainlere Güvenme!
785. Öyle fitneler kol geziyor, öyle felaketler kapımızı çalıyor ki, bazen
güvendiğimiz dağlara kar yağdığı gibi, bazen hain adamlar güvenilir şekilde
görülebiliyorlar. Çare: İmanımızın, vicdanımızın sesine kulak vermektir.
Hainlere Güvenmeyin!
787. Toplumun bozulmasının en açık belirtisi, güven unsurunun azalması,
yalancıların değer görmesi, hainlerin itibar edilir hâle gelmiş olmasıdır.
“Evet, bir hayır ve düzelme vardır. Fakat onun içinde bazı şer ve
bozgunculuk bulunacak (hayrı bulandıracak, duruluğunu bozacak)”
buyurdu.
Ben:
Ben:
Ben:
Ben:
Ayrılıktan Sakının!
790. İslâm cemaatin önderleri, Sahabiler ve onları takip eden nesillerdir.
Zaman geçtikçe bozulmalar artacak ve günahlar yaygın hâle gelecektir.
Bütün bu bozulmalara karşı tutunulacak tek şey, kişinin İslâm cemaatiyle
birlikte hareket etmesidir. Yoksa şeytan araya girer.
“Dikkat edin, bir erkek bir kadınla tek başına kalmasın; üçüncüleri
şeytandır.
“Hayattaki olan bir kişi, kabirdeki bir adamın yanından geçerken: ‘Keşke şu
ölünün yerinde ben olaydım’ diye ölümü temenni etmedikçe kıyamet
kopmaz.”[900]
“En bahtiyar kişi, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden
kimsedir. Ne mutlu ona!”[910]
“Ondan sonra öyle günler gelecek ki, o günlerde dinin emirlerine uymak
için gösterilecek sabır, kor ateşi elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde
Müslüman olarak yaşamaya çalışanlara, bugün sizin elli kişinin amelini
işleyen kimselerin sevabı kadar sevap yazılacaktır.”[908]
“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona mirasçı kılacak ve nasıl hareket
edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının!
Zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.”[905]
“Her kim fitne olacağını bilip de onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun
kahrına uğrar. Her kim fitne zamanında iltica edecek veya sığınacak bir yer
bulursa, hemen sığınsın (fesatçılara karışmasın)”[902]
O da: “Evet, ben iyiliği tavsiye ederdim de onu kendim yapmazdım ve yine
ben kötülükten sakındırırdım da onu kendim işlerdim, der.”[897]
“Allah bir topluma azap indirdiği zaman, azap içlerindeki herkese dokunur.
Sonra amellerine göre diriltilirler.”[916]
“Sizi bir fitne olmak üzere şerle de, hayırla da deneyip sınarız” meâlindeki
âyette[874] açıkça belirtilmiştir.
Medine döneminde inen bazı âyetlerde, “Fitne, katilden daha şiddetli bir
suçtur.”[883] “Fitne öldürmekten daha büyük bir suçtur.”[884] şeklindeki
açıklamalarla, kâfirler tarafından Müslümanların inançlarına yöneltilen
fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü vurgulanmıştır.
762. Başkalarına nasihat edip de kendileri yapmayanlar büyük bir vebal
altına girerler. Kur’ân böyle bir hareketin büyük bir günah olduğuna işaret
eder: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap
nedenidir.”[896]
“Hazret-i Ali öldürüldüğü zaman İbn Mes’ud ile karşılaştım. Peşinden gidip
kendisine, “Allah için söyle! Fitneler hakkında Resûlullah aleyhissalâtü
vesselam’dan ne işittin?” diye sorunca, “Biz hiçbir şeyi gizlemeyiz.
Allah’tan sakınmaya çalış ve cemaate sarıl. Ayrılıktan uzak dur. Çünkü
ayrılık sapıklığın ta kendisidir. Hiç şüphesiz Allah, ümmet-i Muhammed’i
sapıklık üzerinde bir araya getirmez” karşılığını verdi.[903]
Medine döneminde inen bazı âyetlerde, “Fitne, katilden daha şiddetli bir
suçtur.”[883] “Fitne öldürmekten daha büyük bir suçtur.”[884] şeklindeki
açıklamalarla, kâfirler tarafından Müslümanların inançlarına yöneltilen
fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü vurgulanmıştır.
“İnsana bir hayır dokunursa, bundan pek memnun olur; bir de fitneye mâruz
kalırsa çehresi değişir -dinden yüz çevirir-.”[875] meâlindeki âyette ise fitne,
hayrın zıddı olarak kullanılır.
İnsanlar dünya hayatının geçici güzellikleriyle imtihan edilirler.[877] Mal ve
evlat birer imtihan vasıtasıdır.[878]
Menkıbe
Bir gün Hz. Musa (a.s.) Allah’a yalvararak İlahî adaletin tecellisini gözüyle
görmek ister. Allah’a dua ederek böyle bir olaya şahit olmak ister.
“Falan sahradaki çeşmenin yanına git, bir tarafa gizlen, hikmet ve adaletimi
seyret.” buyurur.
Hz. Musa, sahraya varır, çeşmenin bulunduğu yerde bir ağacın arkasına
gizlenir, beklemeye başlar. Sahranın bir ucundan genç bir atlı çeşmenin
başına gelir. Atından iner, suyunu içer, koynundan bir kese altın çıkararak
çeşmenin başına bırakır. Biraz dinlendikten sonra atına atlayarak yoluna
devam eder, fakat altın kesesini koyduğu yerden almayı unutur.
Biraz sonra suyun başına bir delikanlı gelir. Suyunu içip dinlendiği sırada
çeşmenin yanında bir kese altın görür. Keseyi alır, oradan ayrılarak
kaybolur. Yoluna koyulur.
Bir müddet sonra çeşme başına bu defa da kör bir adam gelir. Abdest alarak
namaz kılar, yorgunluğunu çıkarmak için bir tarafa oturur. İşte tam bu
sırada altın kesesini unutan genç gelir. Bıraktığı yerde keseyi görmeyince
kör adama çıkışır.
“Ya Musa gözlerinle görüp de bir mana veremediğin olayın hikmeti şudur:
Çeşme başında altınları görüp de alan gencin babası, altını bırakan gencin
babasının yanında birkaç sene işçi olarak çalışmıştı. Fakat haksızlık ederek
ücretini vermemişti. Adam hakkını ne kadar istediyse de alamamıştı. İşini
yaptıran adam bir Müslüman’a zulmederek hakkını zimmetine geçirdi.
Öldükten sonra da işçinin hakkı olan para oğluna miras kaldı. İşte, çeşme
başında gencin aldığı bir kese dolusu altın, babasının hakkı olup da
alamadığı altın kadardı. Bu suretle Cenâb-ı Hak seneler sonra hak sahibine
hakkını vermiş oldu.
O kör adam ise gözleri varken, altınları çeşme başında unutan gencin
babasını öldürmüştü. O zamanlar bu genç, çocuk yaştaydı. İşte babasının
katilini öldürmek kısası yerine getirmiş oldu. Allah’ın takdiri de zaten bu
şekildedir.”
Böylece bir nesil sonra kaderin adaleti tecelli etmiş oldu. Zalim cezasını
çekti, hak sahibi de hakkına kavuşmuş oldu.
SÜNNETE GÖRE YÖNETİCİLİK
HALİFE, İMAM, PADİŞAH, DEVLET BAŞKANI, vali, belediye başkanı,
idareci; hangi adı taşımış olursa olsun, Müslümanların idaresini, işlerini ve
hizmetlerini üstlenen yöneticiler çok ağır sorumluluklar, çok önemli
görevler, çok üstün hizmetler yapmak üzere vazife üstlenmişlerdir.
Adalet, hakkaniyet ve eşitlik üzerine kurulan bu yapı çok kısa bir süre
içinde Arap Yarımadasının tamamına İslâm’ın şefkat elinin ulaşmasına
vesile olmuştur. İnsanlar İslâm adaletini görünce kabileler ve topluluklar
hâlinde İslâmla müşerref olmuşlardır.
4. Allah için birbirini seven, bu sevgi ile bir araya gelen ve bu sevgi ile
ayrılan iki kişi,
6. Sadaka verip, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kişi,
3. Mazlumun.
“Adaletli devlet başkanının bir günü, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır.
Ve yeryüzünde haklı olarak tatbik edilecek bir ceza, orayı kırk sabah yağan
yağmurdan daha iyi temizler.”[930]
“Allah Teâlâ, bir devlet başkanı hakkında hayır dilediği zaman ona
unuttuğunu hatırlatan, hatırladığını yapmaya yardım eden doğru sözlü bir
yardımcı verir.
“Yâ Resûlallah! Onlara karşı tavır alalım mı?’ diye sorduk. Bize şu cevabı
verdi:
“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır. Aranızda namaz kıldıkları sürece
hayır.”[935]
“Kıyamet günü yüce Allah’ın en çok sevdiği ve bana en yakın duracak olan
kişi, âdil olan yöneticidir.
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden Allah’a isyan
etmiştir. Devlet başkanına isyan eden bana isyan etmiştir.
“Devlet başkanı (millet için) bir kalkandır. Onun ardında, onun emrinde
savaş yapılır. Onunla (düşmandan) korunulur.
“Benden sonra size bir takım kimseler idareci olacak. Takva olan takvası
ile, fâcir olan fâcirliği ile size idarecilik yapacaktır. Hakka uyun, her şeyde
onları dinleyin ve onlara itaat edin. Arkalarında namaz kılın. İyilik
yaparlarsa, bu hem sizin, hem de onların lehine olur. Kötülük yaparlarsa, bu
sizin lehinize, fakat onların aleyhine olur.”[942]
Adamın biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlarla savaşalım mı?” diye sorunca,
Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam, “Namaz kıldıkları sürece
savaşmayın!” karşılığını verdi.[949]
Âiz bin Amr radıyallâhü anh, Ubeydullah bin Ziyâd’ın yanına girmiş ve ona
şunları söylemiştir:
“Her kim, aralarında Allah için daha layık olan varken halktan birini göreve
getirirse, Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere hiyanet etmiş olur.”[952]
Yöneticilik İstemeyin!
818. Yöneticiliğe talip olmamalı, ısrarla istememelidir. Zaten kişi layıksa o
aranır, bulunur ve teklif edilir. O zaman da Allah ona yardım eder. Aksi
durumda Allah’ın yardımını kaybeder.
“Ey Ebû Zerr! Sen zayıfsın. Görev bir emanettir; Kıyamet günü rezil olmak
ve pişman olmaktır. Ancak görevin hakkını verenler ve görevini yapanlar
müstesna” buyurdu.[955]
Görev İhtirası Olanı Yönetici Yapmayın!
821. Görevi almada aşırı istekli olanlar, her ne pahasına olursa olsun göreve
talip olanlar hiçbir şekilde başa getirilmemelidir. Çünkü üstesinden
gelemeyecekleri kesindir.
“Öyle fitneler çıkacak ki, bu fitnelerin bir kısmı diğerinden daha hafif
olacaktır. Yine öyle fitne ve kargaşa çıkacak ki, onu gören mü’min, işte beni
bu mahveder diyecektir. Sonra ortalık sakinleşecek; arkasından öyle müthiş
bir fitne çıkacak ki, mü’min, işte bundan kurtuluş yok, diyecektir.”
“Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey gören kimse sabretsin. Zira
kim devlet başkanına itaatten bir karış dışarı çıkarsa, Câhiliye devrinde
ölmüş gibi olur.”[958]
– Sana hiçbir şey yapmaya (yani şefaat etmeye) mâlik değilim. Ben sana
(dünyada iken Allah’ın hükmünü) tebliğ ettim, diye cevap vereceğim.
– Sana hiçbir şefaat etmeye mâlik değilim. Ben sana (dünyada) Allah’ın
hükmünü tebliğ ettim, derim.
“Bir başkasını da omuzunda altın, gümüş yüklü bulmayayım. Öylesi de:
– Sana hiçbir yardım yapmaya mâlik değilim. Ben sana dünyada iken
Allah’ın hükmünü tebliğ ettim, derim.
– Sana hiçbir yardım yapmaya mâlik değilim. Ben sana tebliğ etmiştim,
derim.”[960]
“Çölde yaşayan kaba olur. Av peşinden giden gafil olur. Sultanın kapısına
giden fitneye düşer. Bir kulun sultana olan yakınlığı ne derece artarsa, o
nispette Allah’a olan uzaklığı artar.”[967]
“İdarecilere sövmeyin. Onların ıslah olması için dua edin. Çünkü onların
ıslah olması sizin de durumunuzun iyi olmasını sağlar.”[970]
İnsanlar, “Yâ Resûlallah! Sana inandığı hâlde nasıl münafık olur?” diye
sorduklarında Resûlullah aleyhissalâtü vesselam buyurdular ki:
Ebû Bekir beni Şam’a gönderdiği zaman bana. “Ey Yezid! Hiç şüphesiz
senin idareciliğe getirmek için kendilerini tercih edeceğin akrabaların var.
Bu, senin hakkında en çok korktuğum şeydir. Çünkü Resûlullah
aleyhissalâtü vesselam şöyle buyurmuştur:
“Her kim Müslümanların işlerinden bir göreve getirilir, o da birini taraf
tutarak Müslümanların başına idareci olarak getirirse, Allah’ın lâneti o
kişinin üzerine olur. Allah ondan ne bir farz, ne de bir nafile kabul etmez.
Nihayet onu cehenneme sokar.
“Kim Allah’ın haram kıldıklarından bir kimseye bir şey verirse, hiç
şüphesiz Allah’ın koruluğundan bir şeyi hakkı olmadığı hâlde çiğnemiş
olur. Allah’ın lâneti onun üzerinedir.” Ya da şöyle buyurdu:
Birbirinize Zulmetmeyin!
843. Zulüm bilerek, kasten yapılan bir kötülüktür. Özellikle bir Müslümanın
diğer Müslümana zulmetmesi, haram olduğu kadar, çirkin bir davranıştır da.
Bir insan hangi görevi üstlenmiş olursa olsun zulmetmemeli, zulme taraftar
olmamalıdır.
“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da
haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.”[978]
“İyilik eden hakkında iyilik eden biri olduğuna dair, kötülük eden hakkında
da kötülük eden biri olduğuna dair şahitlik edin.”[981]
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, başınıza sefih idareciler
geçecek, insanların kötülerini önde tutup görev verecek, iyilerinden uzak
duracaktır. Namazı vakitlerinden geciktirerek kılacaklardır. Sizlerden bu
zamana yetişecek kimse, onlara ne danışman, ne güvenlikçi, ne zekât
tahsildarı, ne hazinedar olmasın.”[982]
Cemaatten Ayrılmayın!
849. Her Müslümanın dikkat etmesi gereken şey, İslâm cemaatinden
ayrılmamaktır. Cemaat hâlinde hareket etmek, İslâm düşmanlarına verilecek
olan en etkili derstir. Birlik olmak, duaların kabulüne de vesiledir.
Cemaate Sarılın!
850. Cemaat şuuru, birlik olma bilinci Müslümanlarda öncelikli olmalı ki,
Allah’ın rahmeti imdadımıza gelsin. Aksi durumda hidayetten mahrum
kalırız.
“Hiç şüphesiz şeytan, sürünün kurdu gibi insanın kurdudur. Kurt sürüden
ayrılanı (uzaklaşanı) kapar. Öyleyse ayrılıktan uzak durum! Cemaate,
çoğunluğa ve mescide sarılın!”[986]
Bir gün Mervan gelirken bir adamın yüzünü kabr-i saadete koyduğunu
görünce, “Ne yaptığının farkında mısın?” diye çıkıştı.
Adam ona yüzünü döndüğünde Ebû Eyyub el-Ensari olduğunu gördü. Ebû
Eyyub ona, “Evet, ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın yanına geldim,
taşın yanına gelmedim. Resûlullah Efendimiz aleyhissalâtü vesselam’ın
şöyle buyurduğunu işittim:
“Merak etmeyin. Siz tilkinin ininde bile olsanız, sevaplarınız yine de size
mutlaka ulaşır” buyurdu.
“Aç olan iki kurdun, dağılmış olan koyunların biri önüne, biri arkasına
geçerek verdiği zarar, makam ve mal peşinden koşan Müslümanın dinine
vereceği zarardan daha çok değildir.”[990]
[946] Müslim, İmâre:35, 41, 42. Ayrıca bk. Buharî, Fiten:2; Nesâî,
Bey’at:1-5; İbni Mâce, Cihâd:41.
“Benden sonra size bir takım kimseler idareci olacak. Takva olan takvası
ile, fâcir olan fâcirliği ile size idarecilik yapacaktır. Hakka uyun, her şeyde
onları dinleyin ve onlara itaat edin. Arkalarında namaz kılın. İyilik
yaparlarsa, bu hem sizin, hem de onların lehine olur. Kötülük yaparlarsa, bu
sizin lehinize, fakat onların aleyhine olur.”[942]
“İdarecilere sövmeyin. Onların ıslah olması için dua edin. Çünkü onların
ıslah olması sizin de durumunuzun iyi olmasını sağlar.”[970]
“Her kim, aralarında Allah için daha layık olan varken halktan birini göreve
getirirse, Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere hiyanet etmiş olur.”[952]
“İki kişi bir kişiden daha hayırlıdır. Üç kişi, iki kişiden daha hayırlıdır. Dört
kişi, üç kişiden daha hayırlıdır. Öyleyse cemaate sarılın! Çünkü Yüce Allah,
ümmetimi sadece hidayet üzerinde bir araya getirir.”[985]
“Kim insanların başına yönetici olarak getirilir de ihtiyaç sahiplerinin
ihtiyaçlarına kapısını kapatırsa, Allah da kıyamet gününde onun
ihtiyaçlarına kapıyı kapatır.”[965]
“Aç olan iki kurdun, dağılmış olan koyunların biri önüne, biri arkasına
geçerek verdiği zarar, makam ve mal peşinden koşan Müslümanın dinine
vereceği zarardan daha çok değildir.”[990]
“Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey gören kimse sabretsin. Zira
kim devlet başkanına itaatten bir karış dışarı çıkarsa, Câhiliye devrinde
ölmüş gibi olur.”[958]
“Size yeryüzünün doğusunun ve batısının kapıları açılacak. Allah’tan
korkanlar ve emaneti ehline veren müstesna, idarecilerin hepsi
cehennemdedir.”[976]
“Ey Ebû Zerr! Sen zayıfsın. Görev bir emanettir; Kıyamet günü rezil olmak
ve pişman olmaktır. Ancak görevin hakkını verenler ve görevini yapanlar
müstesna” buyurdu.[955]
“İyilik eden hakkında iyilik eden biri olduğuna dair, kötülük eden hakkında
da kötülük eden biri olduğuna dair şahitlik edin.”[981]
“Yöneticinin ailesinden iki yakını vardır. Biri, ona Allah’a itaat etmeyi
emreden yakını, diğeri ise ona Allah’a isyanı emreden yakınıdır. Yönetici
hangisine itaat ederse onunladır.”[964]
“Çölde yaşayan kaba olur. Av peşinden giden gafil olur. Sultanın kapısına
giden fitneye düşer. Bir kulun sultana olan yakınlığı ne derece artarsa, o
nispette Allah’a olan uzaklığı artar.”[967]
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, başınıza sefih idareciler
geçecek, insanların kötülerini önde tutup görev verecek, iyilerinden uzak
duracaktır. Namazı vakitlerinden geciktirerek kılacaklardır. Sizlerden bu
zamana yetişecek kimse, onlara ne danışman, ne güvenlikçi, ne zekât
tahsildarı, ne hazinedar olmasın.”[982]
Adamın biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlarla savaşalım mı?” diye sorunca,
Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam, “Namaz kıldıkları sürece
savaşmayın!” karşılığını verdi.[949]
“Adaletli devlet başkanının bir günü, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır.
Ve yeryüzünde haklı olarak tatbik edilecek bir ceza, orayı kırk sabah yağan
yağmurdan daha iyi temizler.”[930]
“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da
haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.”[978]
[946] Müslim, İmâre:35, 41, 42. Ayrıca bk. Buharî, Fiten:2; Nesâî,
Bey’at:1-5; İbni Mâce, Cihâd:41.
[954] Müslim, İmâre:7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ:4; Nesâî, Vesâyâ:10.
“Hiç şüphesiz şeytan, sürünün kurdu gibi insanın kurdudur. Kurt sürüden
ayrılanı (uzaklaşanı) kapar. Öyleyse ayrılıktan uzak durum! Cemaate,
çoğunluğa ve mescide sarılın!”[986]
– Sana hiçbir yardım yapmaya mâlik değilim. Ben sana tebliğ etmiştim,
derim.”[960]
“On kişiye başkan olan her idareci, kıyamet günü eli boynuna kelepçeli
olarak getirilir. Onu bu kelepçeden ancak adaleti kurtarır.”[931]
Yetim malı yemek büyük günahlardan sayılmış, haksız yere yetim malı
yiyenlerin şiddetli azap görecekleri bildirilmiş, yetimin veli ve vasîlerine
ancak fakir olmaları durumunda onun malından belli ölçüde faydalanma
izni verilmiştir.[1003]
“Kim malı olan bir yetime veli olursa, bu malla ticaret yapsın, malın
zekâtını yiyip bitirmesine terk etmesin.”[1010]
“Ey Ebû Zerr! Ben seni zayıf bir kimse görüyorum. Ben kendim için
sevdiğim şeyi senin için de aynen severim. Öyleyse iki kişi üzerine başkan
olma, yetim malına da velilik yapma!”[1011]
“Yetimin malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne
de kendine mal et” buyurdular.[1012]
“Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz’ buyurdu ve orta parmağı ile
başparmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti.”[1021]
“Kim bir yetimin başını sadece Allah rızası için okşarsa, elinin değdiği her
kılda ona sevaplar verilir.
“Kim yanında bulunan bir yetim çocuğa veya yetim kıza iyi davranırsa, ben
onunla cennette böyle olacağım.”
Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam bunu derken işaret parmağı ile orta
parmağını ayırdı.[1023]
“Bir yetimin ihtiyacını gidermeden veya bir gaziyi cihad için donatmadan
dünyadan ayrılmamanı isterdim.”[1024]
Kalbinin Yumuşamasını İstiyorsan Yetimin Başını
Okşa!
875. İnsanı en çok huzursuz kılan, moralini bozan, ona dünyayı dar getiren
şey, kalbinin rahat olmaması, bunalım geçirmesidir. Bunu gidermenin en
kestirme yolu da yetimin elinden tutmak, başını sıvazlamak, onun gönlünü
kazanmaktır.
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben yetimim, bir kız kardeşim, bir de annem var. Bize
yiyecek ver ki, sen hoşnut olana kadar Allah sana kendi katından yedirsin.”
Muâz bin Cebel çocuğun yanına vardı ve başını okşayarak dedi ki:
“Ey çocuk! Allah sana yetimlik sefaleti yaşatmasın ve seninle, babanın
yerini doldursun!”
“Ey Muâz! Yetime yaptığın duayı ve ona merhamet ettiğini gördüm. Sizden
biri bir yetimin sorumluluğunu alır ve bu sorumluluğu hakkıyla yerine
getirir, sonra da elini onun başına koyarsa, Allah ona elinin değdiği her saç
teli için on sevap verir, on günahını siler, her saç teline karşılık onu bir
derece yükseltir.”[1026]
Bunun üzerine ben ağladım. Beni tutup başımı okşadı, yanına aldı ve
“İstemez misin, ben baban olayım, Âişe de annen olsun” dedi.[1027]
“Cennetin kapısını ilk açan ben olacağım. Bununla birlikte bir kadının,
cennetin kapısını açmak üzere beni geçmeye çalıştığını görünce, ona ‘Ne
oluyor, sen kimsin?’ diye soracağım. O da, ‘Dünyada iken yetim kalan
çocuklarımın başını bekleyen bir kadınım’ diye cevap verecek.”[1031]
“Kim bir veya iki yetimi barındırır, sabreder ve sevabını da ümit ederse, ben
onunla cennette şu iki parmak gibi olurum.”
“Allah’ım! (Sen şahid ol) Ben şu iki zayıf kimsenin; yetimle, kadının
hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.”[1037]
Yetimi Ağlatmayın!
886. Yetim, hem çocuk, hem de kimsesiz, sahipsiz olduğu için Allah’a çok
yakın olan bir insandır. Bunun için yetim ihmal edilmemeli, bir tarafa terk
edilmemeli, kendi hâline bırakılmamalıdır. Aksi hâlde ümmetin musibetlere
uğramasına sebep olurlar. Bugün çektiğimiz sıkıntıların bir sebebi de bu
ihmâlimiz ve nemelazımcılığımızdır.
Ebû Said el-Hudrî radıyallâhü anh anlatıyor:
“Beni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, yetime merhamet
eden, ona güler yüz gösterip tatlı sözler söyleyip öğüt veren, yetimliğine ve
zayıflığına acıyan ve Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlerle komşusuna
çalım atmayana kıyamet gününde Allah azap etmeyecektir.”[1039]
[999] Bakara 2:215, 220; Nisâ 4:8; İnsan, 76:8; Beled, 90:15.
[1021] Buharî, Talak:14, Edeb 24; Tirmizî, Birr:14, (1919); Ebû Dâvud,
Edeb:131 (5150).
“Kim malı olan bir yetime veli olursa, bu malla ticaret yapsın, malın
zekâtını yiyip bitirmesine terk etmesin.”[1010]
“Ey Ebû Zerr! Ben seni zayıf bir kimse görüyorum. Ben kendim için
sevdiğim şeyi senin için de aynen severim. Öyleyse iki kişi üzerine başkan
olma, yetim malına da velilik yapma!”[1011]
“Allah’ım! (Sen şahid ol) Ben şu iki zayıf kimsenin; yetimle, kadının
hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.”[1037]
“Yetim, dul ve yoksulun ihtiyacına koşan kimse, Allah yolunda cihad eden
ve bıkmadan gündüzün oruç tutup geceyi ibadetle geçiren kimse
gibidir.”[1020]
Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam bunu derken işaret parmağı ile orta
parmağını ayırdı.[1023]
“Yetimin malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne
de kendine mal et” buyurdular.[1012]
Yetim malı yemek büyük günahlardan sayılmış, haksız yere yetim malı
yiyenlerin şiddetli azap görecekleri bildirilmiş, yetimin veli ve vasîlerine
ancak fakir olmaları durumunda onun malından belli ölçüde faydalanma
izni verilmiştir.[1003]
“Cennetin kapısını ilk açan ben olacağım. Bununla birlikte bir kadının,
cennetin kapısını açmak üzere beni geçmeye çalıştığını görünce, ona ‘Ne
oluyor, sen kimsin?’ diye soracağım. O da, ‘Dünyada iken yetim kalan
çocuklarımın başını bekleyen bir kadınım’ diye cevap verecek.”[1031]
“Beni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, yetime merhamet
eden, ona güler yüz gösterip tatlı sözler söyleyip öğüt veren, yetimliğine ve
zayıflığına acıyan ve Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlerle komşusuna
çalım atmayana kıyamet gününde Allah azap etmeyecektir.”[1039]
[1021] Buharî, Talak:14, Edeb 24; Tirmizî, Birr:14, (1919); Ebû Dâvud,
Edeb:131 (5150).
[999] Bakara 2:215, 220; Nisâ 4:8; İnsan, 76:8; Beled, 90:15.
“Ey Muâz! Yetime yaptığın duayı ve ona merhamet ettiğini gördüm. Sizden
biri bir yetimin sorumluluğunu alır ve bu sorumluluğu hakkıyla yerine
getirir, sonra da elini onun başına koyarsa, Allah ona elinin değdiği her saç
teli için on sevap verir, on günahını siler, her saç teline karşılık onu bir
derece yükseltir.”[1026]
Bunun üzerine ben ağladım. Beni tutup başımı okşadı, yanına aldı ve
“İstemez misin, ben baban olayım, Âişe de annen olsun” dedi.[1027]
“Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz’ buyurdu ve orta parmağı ile
başparmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti.”[1021]
“Sizden önceki ümmetlerden üç kişi yola çıktılar. Geceyi geçirmek için bir
mağaraya girdiler. Derken dağdan bir kaya parçası düştü ve mağaranın
ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
‘Allah’ım, benim çok ihtiyar bir annem, bir de babam vardı. Onlardan önce
ne çocuklarıma ne de hayvanlarıma bir şey yedirip içirmezdim. (Önce
onların ihtiyacını görürdüm.) Günün birinde odun toplamak için uzak
yerlere gitmiştim. Onlar uyuyuncaya kadar dönemedim. Akşam yemeklerini
hazırladım. Fakat onları uyumuş buldum.
Kaya parçası biraz açıldı fakat çıkılacak kadar olmadı. İkincisi şöyle
yakardı:
‘Yüce Allah’ım, benim amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok
seviyordum. Bir erkek bir kadını ne kadar çok seviyorsa ben de onu o kadar
seviyordum. Onunla birleşmek istedim. Fakat teklifimi kabul etmedi.
Birkaç sene sonra bir kıtlık baş gösterdi. Yanıma geldi, kendisini bana
teslim etmesi şartıyla yüz yirmi altın vaat ettim. Parayı götürüp önüne
koyunca bana, ‘Allah’tan kork, haksız yere mührümü bozma.’ dedi. Ben de
Allah’tan korkarak bu çok sevdiğim kadından uzak durdum. Verdiğim
altınları da kendisine bıraktım. Allah’ım, eğer bu işi yalnız Sen’in rızanı
kazanmak için yapmışsam içinde bulunduğumuz şu belayı gider.’
Bunun üzerine kaya parçası biraz daha kımıldadı ve mağaranın kapısı biraz
daha aralandı. Ama yine çıkılacak hâle gelmedi. Üçüncü adam da şöyle
yalvardı:
‘Ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Şu gördüğün vadide ne kadar deve, öküz ve
koyun varsa hepsi senin kalan ücretinden çoğalan mallardır. Al, götür; senin
olsun.’ dedim. O da:
Onun için mü’minin gözünde ölüm bir yeniliktir, bir tazelenmektir. Sonsuza
kadar yaşayacağı âleme bir geçiştir. Daha önce giden sevdiklerine ve
dostlarına bir kavuşmaktır. Ölüm sonrası başlayan bu uzun seyahat;
korkulu, sıkıntılı ve kasvetli bir hâl değil, ferahlı, rahat ve lezzetli bir
seyahattir.
Ölüm, kendi kendine meydana gelen, rastgele bir olay değildir. Varlıkların
meydana gelmesi, canlıların yaratılması, insanın dünyaya ayak basması
nasıl kendi kendine değilse, onların varlık âleminden çıkarılması, ölmeleri
de rastgele değildir.
Ölüm bir an için yok olmak, idam olmak, hiçliğe gitmek, fena bulmak,
dağılıp bozulmak, sönmek ve kaybolmak gibi görünse de, mü’min için
hayat yükünden bir terhistir, imtihan meydanından bir paydostur, ölümsüz
hayata bir geçiştir, dünya zindanından cennet bahçelerine bir davettir, yüzde
doksan dokuz sevdiklerimizin toplanmış olduğu berzah âlemine bir varıştır.
Bu hikmete göre, Cenâb-ı Hak ölüm vaktini gizlemiştir ki, insan hep ölüme
hazırlıklı olsun, kendisini her an ölecekmiş gibi bilsin.
Târık bin Abdillah el-Muhâribî radıyallâhü anh anlatıyor:
“Ey Târık! Ölmeden önce, ölüm(den sonrası) için hazırlığını yap!” buyurdu.
[1045]
Ölümü hatırlamanın bir yolu da rabıta-i mevt denilen ölümle bağ kurmaktır.
Şöyle ki, insan kendi ömür ağacının tek meyvesi olan cenazesine baksa,
kendi ölümünü gördüğü gibi, bir parça ileriye gitse, asrının ölümünü görür;
biraz daha ileriye bakacak olsa dünyanın ölümünü de görür, böylece tam bir
ihlası kazanır.
“Hayatının sıkıntılı anlarında ölümü hatırlayan hiç kimse yoktur ki, hayatı
ona kolaylaşmasın.
“Bolluk anında ölümü hatırlayan hiç kimse yoktur ki, hayatı ona sıkıntı
vermesin.”[1047]
“Hayatı zorlaştıran ihtiyarlık, ansızın gelen ölüm, amel yapmaya engel olan
hastalık ve ertelemekten dolayı pişmanlık zamanı gelmeden önce amel
yapmaya bakınız!”[1050]
“Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka
böyle bir şey istemek zorunda kalırsa da:
“Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda
ölüm hayırlı olduğu zaman da bana ölümü nasip et’ desin.”[1051]
Ölümü İstemeyin!
898. Ölümü isteyip durmamalıdır. Hayatta kalıp bir kere olsun “Lâilahe
illallah” demek, ölüp gitmekten hayırlıdır. Çünkü ölümün nasıl geleceğini,
hangi hâldeyken öleceğimizi bilemeyiz, tahmin bile edemeyiz. Üstelik ölüm
anı zordur ve çetindir. Bunun için Allah’tan hayırlı ve bereketli bir ömür
istemek lazımdır.
“Ölümü istemeyin, zira ölüm anı çok çetindir. Yüce Allah’ın, ömrünü
uzatması ve kendisine yönelmesini nasip etmesi, kişinin
bahtiyarlığındandır.”[1052]
“Her kimin asıl kaygısı dünya olursa, Yüce Allah onun iki yakasını bir
araya getirmez, fakirliği alın yazısı yapar ve dünyalık olarak ancak
kendisine takdir edildiği kadarı verilir.
“Asıl gayesi âhireti olan kişinin ise, Yüce Allah zenginliğini gönlünde kılar,
işlerini düzeltir ve zorla da olsa dünyayı ayaklarına getirir.”[1054]
“Yüce Allah burada: ‘Ey Âdemoğlu! Bana ibadetle meşgul ol ki, gönlünü
zengin kılayım, ihtiyaçlarını da gidereyim. Böyle yapmazsan, kalbini
meşgul bırakırım, ihtiyaçlarını da gidermem’ buyurur.”[1056]
Bunun için dünyayı değil de, âhireti dert edinenler kazanıyor, mutlu oluyor.
Üstelik âhiret derdi saadettir, dünya derdi felakettir.
“Kişi bütün dertlerini tek bir dert (âhiret derdi) yaparsa, Yüce Allah onu
dünya dertlerinden yana rahatlatır.
“Yüce Allah, en büyük derdi dünya olan kişiyi, dünya işleriyle daha çok
meşgul kılar ve fakirliği alın yazısı yapar. Böyle olunca kişi sabah akşam
kendini fakirlik içinde görür.
“En büyük derdi âhiret olan kişiyi ise Yüce Allah dünya meşgalelerinden
kurtarır ve zenginliğini kalbinde kılar. Böyle olunca kişi sabah akşam
kendini bir zenginlik içinde görür.”[1058]
Bunun için hedefe âhireti koymalı ki, dünya peşinden gelsin. Dünyayı gaye
edinenler ise her ikisinden de eli boş dönüyor.
“Gayesi âhiret olan kişiye, Allah gönül zenginliği verir, işlerini toparlar,
fakirliği iki gözünün arasından çekip alır. İstemediği hâlde dünya kendisine
gelir, varlıklı bir şekilde sabahlayıp akşamlar.
“Gayesi sadece dünya olan kişiye ise, fakirliği iki gözünün arasına
yerleştirir. Muhtaç olarak sabahlayıp akşamlar.”[1059]
En Hayırlı Rızık Yetecek Kadar Olandır
905. Efendimiz aleyhissalâtü vesselam şayet isteseydi Yüce Allah dünyayı
onu önüne yığardı, dağ ve taş onun için altına çevrilirdi. Fakat o hep ebedî
yurdu istedi ve Allah’tan yetecek kadar rızık talebinde bulundu, dünyadan
yarı aç, yarı tok gitti. Dünyaya sırtını döndüğü için, dünya da onun emrine
girdi, âhiret de onun için hazırlandı.
Bunun için geçimine yetecek kadar geliri olan, aile yükü hafif olanlara
imrenileceği haber verilmiş, o insanlara dikkat çekilmiştir.
“Bana göre en çok imrenilmesi gereken kişi, malı ve ailesi az, namazdan
nasibi çok, rızkı kendisine yetecek kadar olmasına rağmen Yüce Allah’a
kavuşuncaya kadar buna sabredip Rabbine en güzel şekilde ibadetini yapan,
insanlar arasında fazla tanınmayan mü’mindir. Böylesi kişinin ölümü
çabuk, mirası ve arkasından ağlayanı az olur.”[1062]
Bunun için dünyadan daha çok âhiret mü’mine gülmeli, onun ilgi alanına
girmelidir. Dünyanın nefse ve günahlara bakan yüzü/yönü mü’mini
aldatmamalıdır.
Onun için dünya bir konak yeridir, bir günlük misafirliktir, yorulan bir
yolcunun bir ağaç altında gölgelenmesi gibidir.
Hz. Âişe radıyallâhü anhâ, “Bazen bir, iki, üç hilal (gece) geçerdi de
Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’ın evlerinden hiçbirinde (yemek için)
ateş yandığı olmazdı” dedi.
Dünyada her varlık Allah’ı tanıttığı, zikir ve tesbih ettiği için âhiret
yurdunun bir tarlasıdır. Fakat dünyanın fâni yüzüne, günahlara götüren
hâline bakınca, bir damla bile kıymet taşımaz.
Fihr oğullarından Müstevrid radıyallâhü anh anlatıyor:
“Yüce Allah katında dünyanın bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire
ondan bir yudum su dahi içirmezdi.”[1070]
“Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla muvazene değil, belki herkesin
kısacık ömrüne yerleşen hususi dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı
kadar daimi bir feyz-i İlahiye ve bir ihsan-ı İlahiye muvazeneye gelmediği
demektir.”[1071]
“Kişi öldüğü zaman melekler ‘İlerisi (âhireti) için neler yaptı?’ diye sorar.
İnsanlar ise: ‘Geriye ne bıraktı?’ diye sorarlar.”[1072]
“Canım elinde olana yemin olsun ki, içinizdeki zayıflar (fakirler) yüzünden
yardım görür ve rızıklandırılırsınız.”[1075]
Bunun için bir şeye, Allah katındaki değerine göre kıymet biçmelidir, onu
göklere çıkarırcasına yüceltmemelidir.
“İnsanlar ne zaman bir şeye gereğinden fazla değer verirse, Yüce Allah
onun değerini düşürür.”[1077]
Zaten “Kimin için Allah var, ona her şey var ve kimin için yoksa, her şey
ona yoktur, hiçtir.”
“Zorluk bir deliğe girse, muhakkak kolaylık da ardından girerek onu oradan
çıkarır.”
İnsan her şeyde sonsuzluk arar, her şeye sahip olmak, her şeyi elde etmek
ister. Ama her şeye ulaşamaz, sonunda bir avuç toprak gözünü doyurur.
“Yüce Allah buyurdu ki: Biz malı, namaz kılınması ve zekât verilmesi için
indirdik. Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu daha
olmasını ister. İki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünün olmasını ister.
Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Sonra Allah tövbe edenlerin
tövbesini kabul eder.”[1083]
“Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda
ölüm hayırlı olduğu zaman da bana ölümü nasip et’ desin.”[1051]
“Yüce Allah katında dünyanın bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire
ondan bir yudum su dahi içirmezdi.”[1070]
“Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla muvazene değil, belki herkesin
kısacık ömrüne yerleşen hususi dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı
kadar daimi bir feyz-i İlahiye ve bir ihsan-ı İlahiye muvazeneye gelmediği
demektir.”[1071]
“Gayesi sadece dünya olan kişiye ise, fakirliği iki gözünün arasına
yerleştirir. Muhtaç olarak sabahlayıp akşamlar.”[1059]
“Bana göre en çok imrenilmesi gereken kişi, malı ve ailesi az, namazdan
nasibi çok, rızkı kendisine yetecek kadar olmasına rağmen Yüce Allah’a
kavuşuncaya kadar buna sabredip Rabbine en güzel şekilde ibadetini yapan,
insanlar arasında fazla tanınmayan mü’mindir. Böylesi kişinin ölümü
çabuk, mirası ve arkasından ağlayanı az olur.”[1062]
“Yüce Allah buyurdu ki: Biz malı, namaz kılınması ve zekât verilmesi için
indirdik. Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu daha
olmasını ister. İki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünün olmasını ister.
Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Sonra Allah tövbe edenlerin
tövbesini kabul eder.”[1083]
“Asıl gayesi âhireti olan kişinin ise, Yüce Allah zenginliğini gönlünde kılar,
işlerini düzeltir ve zorla da olsa dünyayı ayaklarına getirir.”[1054]
“Ey Târık! Ölmeden önce, ölüm(den sonrası) için hazırlığını yap!” buyurdu.
[1045]
“Kişi öldüğü zaman melekler ‘İlerisi (âhireti) için neler yaptı?’ diye sorar.
İnsanlar ise: ‘Geriye ne bıraktı?’ diye sorarlar.”[1072]
“Hayatı zorlaştıran ihtiyarlık, ansızın gelen ölüm, amel yapmaya engel olan
hastalık ve ertelemekten dolayı pişmanlık zamanı gelmeden önce amel
yapmaya bakınız!”[1050]
“Canım elinde olana yemin olsun ki, içinizdeki zayıflar (fakirler) yüzünden
yardım görür ve rızıklandırılırsınız.”[1075]
“Ölümü istemeyin, zira ölüm anı çok çetindir. Yüce Allah’ın, ömrünü
uzatması ve kendisine yönelmesini nasip etmesi, kişinin
bahtiyarlığındandır.”[1052]
“Bolluk anında ölümü hatırlayan hiç kimse yoktur ki, hayatı ona sıkıntı
vermesin.”[1047]
Sonra Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, “Elbette zorluğun yanında bir
kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır”[1081] ayetini
okudu.[1082]
“En büyük derdi âhiret olan kişiyi ise Yüce Allah dünya meşgalelerinden
kurtarır ve zenginliğini kalbinde kılar. Böyle olunca kişi sabah akşam
kendini bir zenginlik içinde görür.”[1058]
O sıralar şairler hep azgın ve asi insanlar oldukları, şiirlerinde her türlü
ahlâka ve edebe aykırı konuları dile getirdikleri, putlarını övdükleri,
insanları şirke ve küfre sürükledikleri için Kur’ân, şairlere ancak azgınların
uyduklarını ifade ederek, bu çeşit şiirlere karşı çıktı.
Ama ne zaman ki, Müslümanlara Medine yolu açıldı, bazı şairler İslâm’a
girdi, bu sefer şiirlerinde Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam’ı, Kur’ân’ı
ve İslâm’ı övmeye başlayınca Peygamber aleyhissalâtü vesselam müşrik
şairlerden gelen hücumlara cevap vermeleri için Müslüman şairleri teşvik
etti, onlara iltifatlarda bulundu.
Hassan bin Sabit, Abdullah bin Revaha ve Nâbiğa gibi şairler, “Peygamber
şairleri” olarak toplum içinde tanınmaya başladılar. Peygamberimiz
aleyhissalâtü vesselam da bu şairlere sahip çıkınca, onları şiir okumaya
teşvik edince, Müslümanlar arasında da şiir yazanlar ve güzel şiir okuyanlar
artış gösterdi.
Günümüzde de her zaman olduğu gibi, şiir de vaz geçilmez yerini aldı.
Mehmed Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Sezai Karakoç gibi şairler
kalemlerini hakkın ve hakikatin hizmetinde kullanarak hakikatin sesi
oldular.
Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bir gün ben Resûlullah’ın bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara bana:
‘Hafızanda Ümeyye bin Ebi’s-Salt’ın şiirinden bir şeyler var mı?” diye
sordu. Ben: “Evet!” deyince:
“Devam et!” dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine, “Oku!” emretti.
Böylece kendisine yüz beyit okudum.”[1088]
“Ey Ömer, bırak onu! Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere oktan daha çabuk
tesir eder” diyerek müdahale etti.[1090]
Allah şiir hakkında indirdiğini indirdiği zaman Ka’b bin Malik radıyallâhü
anh, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam’a geldi. “Bildiğiniz gibi, Allah şiir
hakkında indirdiğini indirmiştir. Bu konuda ne dersiniz?” diye sordu.
Sonra:
“Her gecenin sonunda kızıl şekilde doğar güneş ve renkten renge bürünür.
“O bize yavaş değil, ancak azap vererek çıkmak ister, yoksa o kamçı ile
dövülür” şiiri okununca, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, yine: “Doğru
söylemiş” buyurdu.[1098]
Bunun üzerine “Ey Ebî Leyla! Bundan daha üstü nedir?” diye sorunca,
“Cennet” diye cevap verdim.
“Evet, inşallah, haydi biraz daha şiir oku” buyurdu.
“Gerektiği zaman kendisini düzeltecek bir hilmi yoksa cehalet neye yarar?”
“O bize yavaş değil, ancak azap vererek çıkmak ister, yoksa o kamçı ile
dövülür” şiiri okununca, Resûlullah aleyhissalâtü vesselam, yine: “Doğru
söylemiş” buyurdu.[1098]
“Devam et!” dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine, “Oku!” emretti.
Böylece kendisine yüz beyit okudum.”[1088]
“Ey Ömer, bırak onu! Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere oktan daha çabuk
tesir eder” diyerek müdahale etti.[1090]
166. Hediyeleşmek
185. Kullanılması haram olan bir hediye gelirse onu elde tutmamak
243. Yeni bir elbise alana ‘üstünde eskisin’ diye dua etmek
366. Erkek çocuk için iki, kız çocuk için bir kurban kesmek
530. Duada Allah’tan bir şey isterken avuç içlerini açmak, bir şeyden
sığınırken de avuç içlerini aşağı çevirmek
537. Yürürken;
4) Hızlı yürümek
565. Bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şekilde Hz. Davud orucu tutmak
598. Sa’yde hervele (iki yeşil ışık arasında erkeklerin koşması) yapmak
636. Kehf sûresinin ilk on veya son on ayetini Cuma günü okumak
671. Ölüm haberi alınca “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” duasını okumak
765. Danışmak
815. İki kişi bir araya gelince Asr Suresin okumadan ayrılmamak
853. Affetmek
991. Ok atmak
Canan, İbrahim Prof. Dr. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları, Ankara.
Ebû Abdurrahman Ahmed bin Şuayb bin Ali bin Bahr bin Sinan bin Dinar,
en-Nesaî.
Ebû Davud, Süleyman bin Eş’as Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen; Dârü İhyai’s-
Sünneti’n-Nebeviyye.
el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed bin Hüseyin bin Ali, Sünenü’l-Kebîr, Buhûs
ve’d-Dirâsatü’l-Arabiyye, Kahire 1432/2011. Türkçe Terc: Hüseyin Yıldız,
Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2017.
Görmez, Mehmet Prof. Dr. vd. Hadislerle İslam I-VII. Diyanet İşleri
Başkanlığı, Ankara 2015.
İbni Mâce, Ebû Abdullah Muhammed bin Yezîd el-Kazvînî, Sünen, Beyrut:
İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî.
İmam Evzaî, Ebû Amr Abdurrahman bin Amr bin Muhammed, Sünen-i
Evza, Türkçe Ter. Dr. Ali Pekcan, Armağan Kitaplar, İstanbul 2012.
Muhammed Hamîdullah. İslâm Peygamberi 1-2 Müt: Prof. Dr. Salih Tuğ.
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Ankara 2003.
en-Nuveyrî, Şehabeddin Ahmed b. Abdülvehhab b. Muhammed,
Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, I-XXVII. en-Nahdatü’l-Mısriyyeti’l-
Amme, Kahire 1985/1405.
Nursî, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası 1-2, Söz Basım Yayın, İstanbul
2004.
Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed bin İsâ bin Sevre, es-Sahih, Mısır 1978.