Professional Documents
Culture Documents
Felsefe Sözlüğü
Felsefe Sözlüğü
Felsefe Sözlüğü
ISBN: 975-8295-11-X
© Bulut Yayınlan, 2004
FELSEFE
•• •• W ••
SOZLUGU
A
A. Mantıkta evrensel olumlu öner göre hazlar gerçekliğin görünüm
melerin simgesi. Örnek: “Bütün in lerini bozarlar ve bizi düşsel bir dün
sanlar ölümlüdür.” yaya götürerek gerçeklikten iyice
uzaklaştırırlar. Buna göre acımn ah
A C I (yun. lype; lat. do lo r; fr. laki bir değeri olduğu gibi belli bir
douleur; alm. Schmerz; ing. pairi). bilgi değeri de vardır. Hıristiyan fi
Eğilimlerin, gereksinimlerin, istek lozofları hazzı mahkum ederken
lerin karşılanamayışından gelen sı acının arındırıcı niteliği üzerinde
kıntı duygusu. Doğrudan doğruya durmuşlardır. Acı bazı ruhsal bo
bedensel kaynaklı (baş ağrısı) zukluklarda, özellikle melankolide
olabildiği gibi yalnızca ruhsal da ola belirleyici bir rol oynar. “Ruhsal acı
bilen acı en belirgin duygu tiplerin- melankolinin temel öğesidir. Melan
dendir ve kaynağını yoksunluklar kolide acıyı ortaya çıkarmak zor
dan alır. Bedensel etkenlerden de dur, çünkü acı olağan görünümlü
gelse (baş ağrısı), doğrudan doğru bir davranışın arkasına gizlenir, an
ya bedensel etkenlere dayanmasa cak hastanın intiharıyla ortaya çı
da ruhsallıkta oldukça baskındır, kar” (R Léonardon). / A. Malraux:
her şeyden önce bilincin saydam “Kimseye yardımcı olmayan her acı
lığını bozar, etkinliğini azaltır, dik saçmadır.” / Maine de Biran: “Ru
kati büyük ölçüde dağıtır, giderek humuz hazdan çok acıyı kaldıra
bireyi bunaltıya ve boğuntuya dü cak genişliktedir.” / J.-B. Gresset:
şürür, böylece çevreye uyumsuz “Acı bir yüzyıl sürer, ölüm bir an.”
kılar, hatta onun çevreye iyiden iyi / Lamartine: “Şu dünyada acı acı
ye yabancılaşması sonucunu geti ya eklenir, -Gün günü izler, sıkıntı
rir. Bazıları, örneğin Schopenhau- sıkıntıyı.” /Hippokrates: “Aynı an
er, acıyı insan dünyasını geliştirici daki iki acıdan güçlü olanı öbürü
bir etken saymışlar ve onu dünya nü gölgeler.” / Publilius Syrus:
yı kavramaktabaşlıca önder, tek yol “Ruhun acısı bedenin acısından
gösterici olarak almışlardır. Onlara a ğ ırd ır.” / S h ak esp e are : “Acı
ACICILIK
yar. Alışkı her yerde az sayıda de yüklemi aynı olan biri tümel olum
ğişmez ilke belirler, buna göre te lu biri tikel olumlu ya da biri tümel
mel her yerde aynıdır ve kültür de olumsuz biri tikel olumsuz iki öner
ğişik m eyvalar verir.” P ascal’ın menin karşılıklı durumu. “Tüm ke
çağdaşı Etienne de laBoetie alışkı diler etoburdur”. “Bazı kediler eto
nın tehlikesini çok açık bir özde burdur” / “Hiçbir kuş dört ayaklı
yişle duyurur, “Köleliğin ilk nedeni değildir”. “Bazı kuşlar dört ayaklı
alışkıdır” der. Kısacası, alışkı top değildirler”.
lumsal yaşamın özüdür, ruhbilim-
sel kökenidir, ayrıca kültürün te A LTK ARŞIT (fr. subcontraire;
melindeki ilkeler bütünüdür; ya alm. subkontrâr; ing. subcontrary).
şamda etkin otarak vardır, ancak Konusu ve yüklemi aynı olan biri
ağırlığını her an duyurmaz. Alain tikel olumlu öbürü tikel olumsuz iki
şöyle der: “Alışkı ruhu sıkmaz. Ne önermenin karşılıklı durumu: “Ba
den? Çünkü onay istemez.” Alışkı zı madenler katıdır”, “Bazı maden
kişilerin davranışlarında dışlaşırken ler katı değildir”.
çeşitlilenir ve öznel özellikler kaza
nır, sanatta da özel özelliklere bü ALTYAPI (fr. infrastructure’, alm.
rünür. Yaşam biçimlerinin değişme Infrastruktur, ing. infrastructure).
siyle alışkı lar dönüşüme uğrarlar ya Düşünce etkinliklerini belirleyen
da yerlerini başka alışkılara bıraka üstyapı alanına karşılık iktisadi et
rak dağılırlar. (Bk. GELENEK, GÖ kinlikler alanı. Bu kavram özellikle
RENEK) Marx’çı düşünceyle ilgilidir ve üre
tim ilişkilerinin bütününü kapsar.
ALTAKOYM A (fr. subsomptiorr, Üstyapı ve altyapı biri maddesel
alm. Subsumtion; ing. subsumpti- dünyanın yansısı öbürü onunla il
on). Bir kavram altında toplama. gili etkinliklerin tümü olmakla in
Bireyi türe, türü cinse bağlama ya san yaşamının iki ayrı yüzünü oluş
da özel bir durumu bir yasaya bağ turur. İktisadi olaylar yaşamı belir
lama. leyen olaylar olarak değerlendirilir
ken düşünce dünyası yaşamı dö
ALTASIRALAM A (fr. subordi- nüştürebilen bir güç olarak düşü
nation; alm. Unterordnung', ing. nülür. Buna göre her iki alan bir
subordination). Türün cinse, bir bütünün iki ayrı görünümü olmak
kavramın daha geniş kapsamlı bir la ortak bir etkileşim alanı oluştu
kavrama bağlanması. rur. (Bk. ÜSTYAPI)
adımlar atmak yetmez, her adım ay labın üstüne bir bebek konulmuş
nı zamanda bizi ileriye yönelten bir olduğunu anladığımız anda eylemin
amaç olmalıdır.” İnsan her durum amacı belirlenmiş olur, böylesi bir
da am açlan olan bir varlık olarak devinim açıklık kazanır. Genel ola
düşünülür; onun dünüyle ve bugü rak amacı anlaşıldığında bir insanı
nüyle koşullanmış bir yarım var anlamak çok kolaydır” (Herta Org-
dır. O bu amaçlara ulaşmak için her ler). Buna göre her insan bir ama
zaman bir takım araçlar kullanacak ca yönelerek aşağıdan yukarıya
tır. Amaçların insana yaraşır oluşu doğru atılımlar yapar, A dler’in de
araçların niteliğiyle belirgindir; yük yişiyle “alt düzeydeki bir durum
sek amaçlara kötü araçlarla ulaşa dan üst düzeydeki bir duruma ge
nlayız. Önemli olan amacın araç çer”. İnsan eyleminin amaçlarını in
larla, araçların amaçla uyumlu ol celemeye yönelen araştırma yön
masıdır. Charles de Gaulle şöyle temi amaçsalyöntem, insan eylem
der: “Am açla araçlar arasındaki lerinin nedenlerini ortaya koymaya
uyum bozuldu mu dehanın bileşim yarayan araştırma yöntemi de ne
leri boş olur.” İnsan amaçlarını ger densel yöntem diye adlandırılır. (Bk.
çekleştirirken tüm maddi ve ma EREK)
nevi güçlerini ortaya koyar ve amaç
genelde yaşamın anlamı durumu AM NEZİ. Bk. BELLEKYİTİMİ.
na gelir. Amaç sorununu ruhsal dü
zeyde en geniş çerçevede Adler in AM PİRİZM . Bk. DENEYCİLİK.
celedi. İnsanın bilgisi adlı kitabın
da Adler uyum sorununun sıkı sı AN (yun. nyn\ lat. instantia; fr.
kıya bir amaca yönelmeyle belir instant, moment', alm. Augenblick,
gin olduğunu savundu. Ona göre Moment', ing. instant, moment). En
amaçsız bir ruhsal yaşam sözko- kısa süre. An boyutsuz bir belirle
nusu değildi: “İnsan ruhunun ya nimde kendini duyurur, buna göre
şamı bir amaçla belirlenmiştir. Hiç uzunluğu olmayan bir parça, hatta
bir insan önündeki bir amaçla be bir nokta olarak, bölünmez bir bü
lirlenmedikçe, koşullanmadıkça, sı tün olarak sezilir.An, zamanın en
nırlanmadıkça, yönlendirilmedikçe küçük parçası olarak düşünülebilir.
düşünemez, sezemez, isteyemez, (BkZAMAN)
hatta düşleyemez.” Demek ki her
insanın zorunlu olarak bir amacı ANA ERK İL. Bk. AİLE.
vardır. Bir insanın eylemlerini ya da
kim olduğunu kavrayabilmek için ANALİZ. Bk. AYRIŞTIRMA.
onun amacını ortaya koyabilmek
gerekir. “Örneğin bir dolaba tırma A N A LO Jİ. Bk. BENZEŞİM.
nan bir çocuk gördüğümüzde bu
çabanın nedenini anlayamayız. Do ANARŞİ. Bk. KARGAŞA.
ANLAMBİLİM
sidir” der Kant. Ona göre anlık de ler sözlüğü) adlı ünlü yapıt da kı
neyin verilerini kategoriler aracılı saca Ansiklopedi diye anılır. Bu an
ğıyla bilgiye dönüştürür: 1. “Tüm siklopedi İngiliz Chambers’m Cyc-
anlığın bilgisi, en azından insan an lopaedia adlı yapıtının fransızcaya
lığının bilgisi kavramlara dayalı bir çevrilmesi düşüncesinden doğmuş
bilgidir, sezgisel bilgi değil gidimli tur. D enis D id e ro t ark ad aşı
bilgidir.” 2. “Anlığın tüm edimleri d ’A lem bert’in yardımıyla baştan
ni yargılara indirgeyebildiğimize sona özgün bir yapıt ortaya çıkar
göre, anlık genel olarak bir yargı dı. Devrimci düşüncelerin ustaca
lama yetisi diye düşünülebilir.” 3. öne çıkarıldığı bu yapıt 1751’den
“Sezgi duyularla ilgilidir. Düşün sonra yayımlanmaya başladı ve ku
mek sunumları bilinçle birleştirmek rulu düzenin çeşitli baskılarına uğ
tir. (...) Sunumların bir bilinçte bir radı. Bu yapıta emeği geçenler ara
leştirilmesi yargıdır. Öyleyse dü sında Voltaire, Montesquieu, Ro
şünmek yargılamaktır.” Schopen usseau, H e lv é tiu s, C o n d illac ,
hauer sezgisel sunumları yeter ne d ’Holbach da vardır. Ansiklopedi
den ilkesine bağlı olarak birleştir bir bakıma tümüyle Diderot’nun ya
me yükümlülüğünü anlığa verir, bu pıtıdır. A n siklo p ed ik bilgi tüm
na karşılık usu soyut kavramlar bilim leri ya da bilgi alanlarını
oluşturma, bu kavramları yargılar içermeye yönelik bir bilgilenme
da biraraya getirme yetisi olarak an çabası içinde elde edilebilen bilgidir.
lar. (Bk. DÜŞÜNCE, İZLENİM, Bu tür bir bilgi b ilin ç te öbür
SEZGİ, SUNUM, US, YARGI) bilgilerle tutarlı ya da dizgesel bir
bütün oluşturm aksızın bellekte
A N S İK L O P E D İ (fr. e n c y c yalıtık bir biçimde yer alır ve böyle
lopédie; alm. Enzyklopädie', ing. o lm ak la d ü şü n ce a ç ısın d a n
encyclopedia). Bir bilimin, bir sa verimsizliğiyle belirgindir. Başta
natın, bir bilgi alanının tüm bilgile Rabelais olm ak üzere rönesans
rini bir dizge içinde bir araya geti aydınlan büyük bir bilgi açlığı içinde
ren yapıt. Yunancada enkyklios pa- ansiklopedik bilgiye yakın oldular.
ideia bütünsel öğretim anlamına ge D aha sonra M ontaigne bilgide
lirdi. Sonraları ansiklopedi bütün niceliğin değil niteliğin önem li
sel bilgiyi belli bir dizge içinde ve olduğunu bildirdi. (Bk. AYDIN-
ren kitapların sıfatı oldu. Fransa’da LANMACILIK)
1745’de Diderot’nun Descartes’çı
bir anlayışla (ayrıştırıcı ve eleştiri ANTİNOM İ. Bk. ÇATIŞKI.
ci bakış, yöntemli olma kaygısı) ha
zırlamaya başladığı Dictionnaire A N TR O PO M O R FİZM . Bk. İN-
raisonné des sciences, des arts et SANBİÇİMCİLİK.
des métiers (Ussal açıdan düzen
lenmiş bilimler, sanatlar ve meslek A PA Ç IK LIK ( lat. evidentia; fr.
ARACILIK
di için olan ben’in bir anıdır, tam ciliğin başlıca savunucusu Nicolas
tamına olumsuzlamadır.” M arx’çi de M alebranche’dır. B una göre
felsefede aracılık bir etkin-lik ya da Tanrı tek gerçek nedendir. Tan
oluşum anlamı kazanır, buna göre rı’dan başka etkin neden yoktur.
örneğin insanla dünya arasında ara “Tüm yaratıklar Tanrı’ya dolaysız
cılık emekle sağlanmaktadır. (Bk. bir bağla bağlanmışlardır.” Nesne
BİLEŞİM, KARŞISAV, SAV) ler ya da yaratıklar dünyasında yal
nızca aranedenler vardır. Her şe
A R A Ç Ç IL IK (fr. instrumentalis yin, bu arada eylemlerimizin nede
m e; alm. Instrumentalismus\ ing. ni olan Tanrı herbiri bir araneden
instrumentalisme). Amerikalı prag başka bir şey olmayan doğal ne
macı John Dewey’nin her kuramı denlerle kendi gücünü açmlamak-
eylem ve deney için bir araç sayan tadır. Demek ki dünyanın gerçekli
ö ğ re tisi. D e w e y ’e göre insan ği Tanrı’da içerilmiştir, insan her
düşüncesi etkindir, dünyada yara şeyin bilgisine Tanrı’da ulaşabilir.
tıcı bir rol oynar. Her bilgi gelece Malebranche şöyle der: “Yaratılmış
ğe dönük bir bakış açısıdır. Tüm varlıkların fikirleri olmasaydı, Tanrı
kuramlar ancak eylem için önemli hiçbir şeyi yaratamayacaktı. Öyley
dir ve ancak eylemde geçerli olu se fikirler Tanrı ’dadır.” “Tek bir et
şuyla değer kazanır. Bu düşünce kin neden vardır, çünkü tek bir Tan
de her zaman “bu yararlı mıdır?” rı vardır, tüm doğal nedenler ger
ya da “bunun yararı nedir?” soru çek olmayan nedenlerdir, onlar yal
su sorulacaktır. Araççıl ık bir tür de nızca aranedenlerdir, doğayı yara
neyciliktir. (Bk. DENEYCİLİK, tanın şu ya da bu raslantıda şöyle
PRAGMACILIK) ya da böyle davranmasını belirler.”
(Bk. NEDEN, TANRI)
A R A N E D EN C İL İK (fr. Nocca-
sionalisme', alm. Okkasionalismus; A RDIL (fr. conséquent; aim. Kon
ing. occasionalism). Dünyada ger sequent', ing. consequent). Neden
çek nedenlerin değil de gerçek ne sel açıklamalarda ikinci öge, nede
denlere bağlı ikincil nedenlerin et ne bağlı olan sonuç. İki önermeli
kin olduğunu öne süren öğreti. Kö mantıksal çıkarımda ikinci öner
kü skolastiğe dayanan araneden me, önceli izleyen sonuç önermesi.
kavramı kendisi gerçek neden ol (Bk. ÖNCEL)
mamakla birlikte gerçek nedenin et
kisiyle herhangi bir olayın gerçek A R I (lat. purus; fr. pur; aim. rein\
leşmesini sağlayan nedeni karşılar. ing. pure). Katışıksız olan. Kendin
Aranedencilik dünyada yalnızca de yabancı bir şey barındırmayan.
aranedenlerin bulunduğunu, gerçek Arı, felsefede değişik anlamlarda
nedenlerin ya da etkin nedenlerin kullanılmıştır. Descartes’da duyu
28 bulunmadığını ileri sürer. Araneden- larla ilgili olmayan bilgi arı bilgiydi.
ARTIKDEĞER
açısına tepki olmuştur. XVI. yüz kerler. Onlarla düşünce dünyası ilk
yılda güçlenen XVII. yüzyılda tam olarak kesin siyasal bir yükümlen
anlamında yerleşen ve içten içe sar me içine girmiştir, böylece siyaset
sılmaya başlayan mutlakyönetim bilimi felsefenin kanatları altından
yükselen burjuva sınıfının dünya kurtulmuş, yaşama tam bir yetki
ahlakına da, eski soylu sınıfının ile katılmıştır. Ayrıca bu düşünce
soyluluk ahlakına da, din adamla yükselen burjuva sınıfının çıkarla
rının temsil ettiği hıristiyan ahlakı rını belirlerken ondaki açmazları da
na da aynı yeri vermiştir. Çatışkılı görmüş, onu temellendirirken bir
sınıfların zorla bir bütünde bir ara bakıma onunla karşıtlaşmıştır. Bu
ya getirilmesidir bu. Mutlakyöne- çerçevede aydınlanma düşüncesi
timin baskısıyla oluşturulan bu ya ni çok belirgin kuralları olan birya-
pay bütünlük mutlakyönetimin sar pılı bir düşünce olarak görmek yan
sılmasıyla dağılmaya başladı. Fran lış olur. Onların temel çıkış noktası
sa’da Diderot, d ’Alembert, Rous- bellidir: “Aydınlıklar felsefesi, bü
seau, Voltaire gibi düşünürlerin ça tünü içinde, insanların yaşam ko
balarıyla köklü bir bakış açısı ola şullarının iyileştirilmesiyle ilgilendi.
rak gelişen aydınlanma, doğaüstün Onun başlıca amacı bireylerin mut
den doğaya dönüşü, bağımlayıcı luluğunu alabildiğine sağlamaktı. Bi
dinsellikten doğal dine geçişi öne limler ve teknikler değerlidirler, çün
rirken Fransız Devrimi’ni hazırla kü onlar bu amaca ulaşmanın en
dı, toplumu hükümdarın istemiyle güvenli yolları olarak görünürler.
düzenlenen buyurucu yönetim bi Ansiklopedi’nin tasarısı bu konu
çim inden kurtarıp yasa düzenini da hiçbir kuşku bırakmaz, insan tü
egemen kılmak istedi. Buna göre rünün gelişimi sıkı sıkıya bilgilerin
Aydınlanmacılık köklü bir felsefe ve tekniklerin gelişimine bağlı ola
devinimi olmaktan çok toplumsal caktır, bilgiler onun evrendeki ye
sorunları bireysel özgürlük çerçe rini iyice kavramasını sağlayacak
vesinde tartışan bir düşünce etkin tır, teknikler onun maddi dünya
liği oldu. Aydınlanmacılar felsefeyi üzerinde kaçınılmaz üstünlüğünü
köklü ve bütüncü bir dizge olarak sağlayacaktır. Bu çerçevede insan
görmediler, yazıları felsefeden çok kendini çevreleyen ortam üzerinde
edebiyata yakın oldu. Evrim fikrin büyük bir etki gücü kazandığı öl
den hemen tümüyle yoksun olan, çüde varlığını gerçekleştirecektir”
her şeyin ileri düzeyde yeniden ör- (Guy Palayret). Bu durum Rous-
gütlenebileceğine inanan aydınlan seau ’da öbür aydınlanm acıların
ma düşünürleri yalınkat bilgi anla tersine bilimler ve sanatlar karşı
yışlarıyla, bulanık ve yazgıcı tarih sında belli bir kuşkucu tutumunu
görüşleriyle, bireyci bakışlarıyla, getirir. Rousseau Bilimler ve sa
usçu olmaya çalışırken sık sık duy- natlar üzerine söylev'in başlarında
guculuğa düşüşleriyle dikkati çe şöyle diyordu: “Toplumlar, düşü
AYRIKLIK
nün bir kere, tehlikeli bir silahı ço (Bk. ANSİKLOPEDİ, DENEYCİ
cuğunun elinden alan anne gibi, do LİK, KLASİKLİK, ÖZGÜRLÜK,
ğa sizi bilimden korumak istedi.” USÇULUK)
Gene de Rousseau bilimin kendi
siyle değil onun doğayı değiştirme AYIKLANMA (fr. selection', alm.
yolunda uygulanışıyla sorunlu gi Selektion', ing. selection). Çeşitli
bidir. Bilimi akıllıca kullanmak onun varlıklar arasında istemli ya da ken
kötü sonuçlar yaratmasını engelle diliğinden seçilme. Ayıklanma daha
yecektir. R ousseau bir yazısında çok aynı türün bireyleri arasında
şöyle der: “Bilimin kendinde çok iyi olur. Ayıklanmada kalıcı olanlar ya
olduğu apaçıktır; tersini söyleyebil tam anlam ında üstün bir değer
mek için sağduyuyu elden bırak gösterenler ya da herhangi bir
mış olmak gerekir.” Filozofun bili b ak ım d an ö b ü r b ire y le rd e n
mi mahkum etmesi özellikle bilimin ayrılanlardır. Ayıklanm a olgusu
yaşamdaki sakıncalı sonuçlarıyla il yaşama en uygun varlıkların ya da
g üçlü b ire y le rin y a şa m la rın ı
gilidir. Bilimin bozucu gücü karşı
sürdürm elerini sağlar. D arw in
sında Rousseau kurtarıcı bir bilgi
ayıklanma ya da doğal ayıklanma
sizliği yüceltir gibidir. Bu çerçeve
olgusunu bir yaşam savaşı olarak
de Romalıları, Spartalılan, Iskitleri
belirler. B u sav a şta b irb iriy le
över. Tedirginliğin kaynağı şurada
çekişen güçsüzleri yok olacak
dır: insanların çoğu bilgiyi iyiye kul
güçlüleri kalacaktır.
lanma eğiliminde değildir. Öyleyse
bir bilgi ve erdem karşıtlığından söz A Y RIK LIK (fr. disjonction?alm.
edebiliriz. Burada usun sağladığı dı- Disjunktion', ing. d is ju n c tio n ).
şadönük kaba bilgiyle bize erdemli Önermelerin “ya da” ile bağlanma
davranışın temelini sağlayan gönül sı durumu. “Ya da” bağlacı, öner
bilgisi arasına bir ayrım koymak meleri birbirine bağlarken, bu öner
gerekir. İnsanı ödevlerine bağlayan melerde bulunan öğeleri birbirinden
ve ona erdemli olmayı sağlayan bu ayırır. Ayrıklık, birbirinden madde
ikinci bilgidir. Rousseau’nun kor sel olarak ayrılanlarm yanyana ge
kusu bilginin kötüye kullanılması ya tirilmesiyle oluşur. Ayrık önerme
da basitçe kötü kullanılması kor ler çok zaman ayrı birer seçenek
kusudur. “Aydınlanma düşüncesi ortaya koyarlar. “Sezar’ı öldüren
bilginin gelişimiyle ahlaki iyileşme ler ya canidirler ya da özgürlüğün
arasında bir bağ kurar. Rousseau savunucusudurlar; onlar cani de
buna katılmaz ve yararlılığını yad ğildirler; öyleyse onlar özgürlüğün
sımak için değil, yalnızca ahlaki de savunucusudurlar.” Ayrıklık ikile
ğerini yoksam ak için bilime bir min bir başka anlatımıdır.
eleştiri yöneltir” (Guy Palayret). (Bk. İKİLEM)
AYRIM
40
BABAERKİL. Bk. AİLE. gin’in karşılıklı edimi) ilişkilerini
içerir. Bağıntı m antığı, yüklem
BAĞIN TI (lat. relatio', fr. relati- mantığına karşıt olarak, karmaşık
on\ alm. Beziehung, Relatiorı\ ing. önermelerin mantığıdır. Yüklem
relatiori). Bir nesneyi bir başka nes mantığında “dır” koşacıyla iki kav
neye bağlayan ilişki. Çok z^.ııan ram arasındaki ilişki ortaya konu
“ilişki”yle aynı anlamda kullanılır, lur, bağıntı mantığında ilişki daha
onun felsefedeki karşılığı sayılabi karmaşıktır. “Ahmet küçüktür” de
lir. Bağıntılı nesneler aynı düşünce diğimde yalın bir yüklem cümlesi
edimiyle tek bir nesne gibi sezilir ortaya koyarken, “A hm et M eh
ler. Aristoteles’de bağıntı bir kate met’in babasıdır” ya da “Masa san
goridir. Aristoteles bağıntıyı şöyle dalyenin yanındadır” dediğimde da
tanımlar: “Bağıntı bir yandan çiftin ha karmaşık önermeler ortaya ko
yarımla, üçlünün üçte birle, genel yarım. Klasik tasım yöntemleri ba
olarak da bir çokluğun askatlarıyla ğıntı önermelerinin kullanımına uy
ve aşırının yanlışla ilişkisine denir; gun değildir. Paul Foulquié’nin ver
öte yandan ısıtabilenle ısıtılabiien, diği şu örnek bunu pek güzel orta
kesebilenle kesilebilen, genel ola ya koyar: “İki dördün yarısıdır -
rak da etkin olanla edilgin olan ara Dört de sekizin yarısıdır - Öyleyse
sındaki ilişkiye denir. Bağıntı aynı iki sekizin yarısıdır.”
zamanda ölçülenin ölçüyle, tanına (Bk. İLİŞKİ, YÜKLEM)
bilenin bilgiyle, duyulurun duyum
la olan ilişkisidir.” Kant’da bağıntı BAĞLAM (lat. contextus; fr. con
kategori topluluklarından (nicelik texte', aim. Kontext; ing. context).
kavramları, nitelik kavramları, ba Bir metnin ortaya koyduğu fikirler
ğıntı kavramları, kiplik kavramla düzeni. B ir olguyu b elirley e n
rı) biridir ve “töz ve raslantı”, “ne koşullar toplamı. Her düşünsel ya
densellik ve bağımlılık” (neden ve pı, birbirine bağlı fikirlerin ortaya
sonuç), “ortaklık” (etkin’le edil koyduğu bir bütündür, yapının te
BAĞLAŞIM
yük bir yüreklilik ister. Gece gün güvence altında tutarken, devletle
düz bu barbarlığı düşünüyorum. İn rin üstünde devlet bulunmaması
san genellikle pek adi bir hayvan uluslararası anlaşmazlıkları zorun
dır, türünden birini yemelerini ses lu kılmaktadır. Hegel hiçbir zaman
siz sessiz izler, bunlardan hoşnut “devletler topluluğu” fikrine yanaş
görünür, yeter ki onu yemesinler; mamıştır. Ona göre sürekli barış ol
bu kasaplıklara merakın verdiği bir maz ve savaş kaçınılmaz bir şey
zevkle bakar halk.” dir. Ayrıca Hegel güçlü devlet güç
(Bk. İNSAN, ÖZGÜRLÜK, TOP süz devlet ayrımını da bir kaçınıl
LUM) mazlık olarak belirler. Tarihin her
döneminde üstün devletler olmuş
BARIŞ (lat. pax; fr. paix; aim. tur, bunlar güçlerini öbürlerine be-
Frieden; ing. peace). Bireyler, top nimsetmişlerdir, zafer onların gö
luluklar ve toplumlar arasında uz revidir. Benzer bir görüşe Friedrich
laşma durumu. Filozoflar barış ko N ietzsche’de raslarız. Kötülüğü
nusunda değişik yorumlar getirdi “insanın en büyük gücü” sayan Ni
ler. Platon toplumsal barışın kay etzsche, savaşı bir zorunluluk ola
nağını bireyin iç derinliğinde görü rak görür. Hegel’den daha ileriye
yordu, bir toplumun barış içinde ol giderek onu bir gereklilik diye be
ması da iktisadi düzene dayalı iç lirler, savaş yaratıcı, yenileyici, arı
dinginlikle ilgiliydi. Yoksulluk, or tıcıdır. Bu yüzden barış onun gö
dunun çok güçlenmesi ya da güç zünde savaşa geçiş yeri olarak
süz düşmesi toplumları savaş teh önemlidir: “Barışı yeni savaşların
likesiyle yüzyüze getirmekteydi. aracı olarak sevm elisiniz. Uzun
Eskiçağ’dan bu yana insanlığın ge sürmüş barıştan çok kısa barışı is
çirdiği deneyler barışın dengeli top temelisiniz.”. Birçok düşünür sava
lumsal güçlülüğe bağlı olduğunu şı bir kaçınılmazlık sayarken barışı
gösterm iştir. Güçlü toplum ların bir durak diye değerlendirir. Örne
güçsüz toplumları ezmesi hiç ya- ğin J. Giraudoux barışı “iki savaş
dırganmamıştır. Bazıları savaşı in arasındaki kesinti” olarak tanımlar.
sanlık için kaçınılmaz sayarken ba Sürekli barışı tasarlayanlar da var
rışı pekönemsememişlerdir. Herak- dır. Kant Sürekli barış tasarısı'nda
leitos savaşı doğal ya da evrensel yetkin barışın koşullarını araştırır
bir zorunluluk olarak belirlemiştir. ve bu yolda yetkin bir siyasal ku
“Savaş her şeyin anasıdır” diyerek rumun oluşturulmasını öngörür, bu
barışı durgunlukla hatta ölümle öz durum devletlerin ilişkilerini düzen
deşleştirirken savaşı bir yaşam il leyecek bir kurum olacaktır. Böy-
kesi saymıştır. Hegel de öncü bil lesi bir bağlaşma bireyleri dünya
diği Herakleitos gibi savaşı zorun yurttaşı kılacaktır. K ant devlet
lu görür: bireylerin üstünde devle adamlarının yalnızca kendi ülkele
tin bulunması bir toplumda düzeni rini değil tüm ülkeleri düşündüğü
BASİT
bir evrensel uzlaşma düzeni tasar tün öbür önermelerin bilgisine ka
lar. / Herodotos: “Kimse savaşı ba dar yükseltmeyi deniyorsak yön
rışa yeğleyecek kadar duygusuz de temi tam olarak bulmuşuz demek
ğildir: barış zamanında oğullar ba tir.” VI. kuralda da şöyle der: “En
balarını gömerler, savaş zamanın basit şeyleri en karmaşık şeylerden
da babalar oğullarını gömerler.” / ayırmak ve bu incelemeyi yöntemli
B. Franklin: “Hiçbir zaman iyi sa olarak sürdürebilmek için doğru
vaş ve kötü barış olmadı.” / Victor dan doğruya birbirinden kalkarak
Hugo: “Savaş insanların savaşıdır, çıkardığımız belli doğruların bulun
barış fikirlerin savaşıdır.” / G. Cle- duğu her terim dizisinde hangi te
m encau: “ Savaş yapm ak barış rimin en basit olduğunu belirlemek
yapmaktan daha kolaydır.” / P. Va- ve öbürlerinin az ya da çok ya da
illant-Couturier: “Zeka barışı savu eşit olarak ondan ne kadar uzakta
nur. Zeka savaştan korkar.” (Bk. olduğunu görmek gerekir.” Basit,
SAVAŞ) Leibniz felsefesinde monadın nite
liği olur: “Monad basit bir tözden
BASİT (lat. simplex', fr. simple', başka bir şey değildir, basit, yani
aim. einfach', ing. simple). Bileşik parçaları olmayan.” (Bk. MONAD,
olmayan. Ayrı özellikte şeyler ba YÖNTEM)
rındırmayan. Basit olan öğeleri ol
mayandır, bunun için öğelerine ay- BASTIRMA (fr. refoulement\ alm.
rılamayandır. Değişik parçalardan Verdrängung', ing. repression). Bas
oluşm uş şeyler basit olamazlar. kı altına alma. Etkisini azaltma. Bir
Felsefede basitle köklü bir biçimde savunma düzeneği olan bastırma bir
ilk olarak Descartes ilgilendi. Des- duygunun, bir eğilimin, bir anının
cartes’çı yöntemin özü bilgide ba bilinç dışına atılmasıdır. Terimi ilk
siti yakalamaktır. Basit olan, açık olarak S. Freud kullanmıştır, ona gö
ve seçik bir biçimde kendini göste re “bastırma kuramı, ruhayrıştırma-
rendir. Descartes Usun yönetimi sı denilen yapının temel direğidir”.
için kurallar'da basiti hem bir amaç Bastırmayı yaratan koşullar olanla
olarak hem bir çıkış noktası olarak olması gereken arasındaki karşıtlık
koyar. V. kuralda şöyle der: “Bü ta ortaya çıkar. Olduğumuzla olmak
tün yöntem, bazı doğruları bulabil istediğimiz arasında her zaman bir
mek için zihnin bakışının kendileri uyuşmazlık, bir uzaklık vardır. Dış
ne doğru çevrilmesi gereken nes etkilerle kendimizi baskı altına alı
nelerin konumundadır. Eğer kar rız, bastırdığımız her şey gündelik
maşık ve karanlık önermeleri de yaşamda düşler biçiminde, eksikli
rece derece en basit önermelere in edimler biçiminde (tren kaçırmak,
dirgiyorsak ve daha sonra tümü tabak kırmak), sinirlilikler ve takıl
nün en basit sezgilerinden kalka malar gibi hastalıklı durumlar biçi
rak aynı derecelerde kendimizi bü minde dışlaşır. Düşleri inceleyen
BAŞKALDIRMA
nimcilik olguların değişmez bir dü ne kesin ussal düzenini veren Lo
zende gerçekleştiği fikrine dayanır. gos belirlenimci bakış açısıyla ilgili
Bu düzen elbette olgular arasındaki dir. Stoa’cı Marcus Aurelius’da be
ilişkileri hiçbir boşluk bırakmayacak lirlenimci düşüncenin azçok kesin
biçimde belirleyen bir düzen olmalı bir biçimde formüllendiği görülür:
dır. Doğa olaylarının gözlemlenme filozof, olaylar arasında zincirleme
si bu fikri doğrular gibidir: su belli bir bağlantı varsayar. Yeniçağ’la
koşullarda yüz derecede kaynar, başlayan mekanikçi düşünce de ken
elimden bıraktığım herhangi bir nes diliğinden belirlenimciliğe bağlanır:
ne yere düşer. Bilimsel buluşların mekanik ilişkilerin kesinliği evrende
kesinliği, bir başka deyişle bilimsel her zaman şaşmaz bir düzenin va
çalışmalarla bazı şaşmaz yasaların rolduğunu düşündürmüştür. Des-
ortaya konuluşu belirlenimci düşün cartes’da Tanrı katı bir mutlak öz
ceye gerekçeler sağlamıştır. Belirle gürlük alanıdır, kendinde tanrısal bir
nimci görüş olgular arasındaki şaş şeyler bulunduran ve özgür seçiş’e
maz ilişkilerin varlığını benimserken sahip olan insan ruhu da belli bir öl
bu şaşmazlığın ya doğadan geldiği çüde özgürdür, madde dünyasıysa
ni ya da insan zihninin yapısına bağlı tam anlamında bir belirlenim düzeni
olduğunu bildirecektir. Buna göre ortaya koyar. Madde-ruh karşıtlığın
gerçekçi bakış açısının belirlenimci da, belirlenmişlik-özgürlük karşıtlı
lik kavrayışı ülkücü bakış açısımn- ğı ortaya çıkar. Evrende her yerde
kinden elbette değişik olacaktır. Ül görülen bu çelişkili durum ancak
kücü bakış açısının temelinde çok Tanrı katında ortadan kalkacaktır. Bu
zaman dinci görüş yer alır. Aziz Au çelişkiyi Spinoza kökten siler. Belir
gustinus’a göre, başımızdan bir kıl lenimcilik belki de en katı anlatımını
düşse bunda Tanrı’nın parmağı var Spinoza’da bulur. Tanrı’da yetkin,
dır. Belirlenimci bakış açısı sözko sonsuz, tek, zorunlu, basit, devi-
nusu şaşmazlığı daha çok doğal te nimsiz, ölümsüz, bağımsız olma ni
mele, evrensel düzenin özelliklerine teliklerini gören Spinoza heptanncı
bağlamak eğilimindedir. Belirlenim bir varlık kavrayışı geliştirerek ve
ciliğin kökleri Platon’a, Aristote böylece tektanncı din kavrayışına
les’e, hatta daha önceye uzanır. Ev kökten karşı çıkarak tüm varlıkta ke
renin Thales’de Su’dan, Anaksi- sin bir belirlenim düzeni bulundu
m andros’da Sonsuz’dan, Anaksi- ğunu göstermeye çalışır. Ruhla be
m enes’de Hava’dan gelişi, Herak- den arasında, ona göre, anlatımını
leitos’da Logos'\m tüm oluşumu dü- Tanrı’da bulan karşılıklı bir bağım
zenleyişi, Platon’da Demiurgos'm lılık vardır, böylece ruh ve beden de
yaratıcı ya da düzenleyici ilke ola nilen biçimler ya da nitelikler bizim
rak evreni kuruşu, Aristoteles’de ev Dünya’mıza özgü ayrı ve bütünsel
renin İlk Devindirici’yle başlayan tözler olmakla birlikte tek bir tözün,
kuruluş düzeni, Stoa’cılarda evre tanrısal tözün iki ayrı biçimi, iki ayrı
BELİRLENİMCİLİK
len bir şeyi tanıtıcı maddi, biçimsel limle ilgili (biçim, yapı vb) belirti
ya da işitsel nesnedir. Göz önünde bilim büyük bir yaygınlık kazan
bulunmayan ya da algılanması olası maktadır. Saussure şöyle der: “O
olmayan bir şeyi anımsatan her şey (belirtibilim) belirtilerin ne anlama
belirtidir. Condillac belirtileri ikiye geldiğini, onlara hangi yasaların
ayırır: doğal belirtiler doğa yasala egemen olduğunu öğretecektir.(...)
rına bağlıdır, doğal koşulların orta Dilbilim bu genel bilimin yalnızca
ya koyduğu ya da doğal düzende bir parçasıdır, belirtibilimin ortaya
ortaya çıkan, doğal bir olayı ya da koyacağı yasalar dilbilime de uyar
oluşum u gö steren b elirtilerd ir lanır olacaktır ve dilbilim böylece
(duman ateşin belirtisidir); yapay insan olgularının bütününde çok iyi
belirtiler istemli olarak ya da an tanımlanmış bir alana bağlanacak
laşmalı olarak koyulmuştur (mü tır.” (Bk. DİL, DİLBİLİM)
zik belirtileri, cebir belirtileri). Her
belirti herhangi bir şeyi, durumu ya B ELİT (lat. axioma-, fr. axiome;
da ilişkiyi görmeye ya da tanımaya aim. Axiom', ing. axiom). Apaçık
yarar. olan, doğruluğu herhangi bir gös
term eyi gerektirm eyen önerme.
B E L İR T İB İL İM (fr. sémiologie Genel olarak tartışma dışı tutulan
ya da séméiologie, bazen sémioti- temel önermelere de belit denir, bu
que\ alm. Sémiologie, ing. semio- durumda belitin anlamı konutunki-
logy). Toplumsal yaşamda belirti ne yaklaştırılmış olur. (Bk. KO
lerin ya da göstergelerin gelişimini NUT)
ve etkisini inceleyen bilim. Belirti-
bilim çok geniş çerçeveli bir bilim BELLEK (lat. memoria', fr. mémo
dir, hekimlikte özel bir yer tutar. ire', aim. Gedächtnis, Erinnerung’,
Hekimlikte belirtibilim hastalıkların ing. memory). Bilgileri ya da anılan
belirtileriyle ilgili araştırmaları içe saklama yetisi. Bellek geçmişimiz
rir. Kültür düzeyinde bu bilim top dir, geçmişimizle ilgilerimizin sürdü
lumsal ruhbilimin bir bölümünü rülmesiyle belirgindir. O yalnızca bir
oluşturur ve dilbilimci Ferdinand de saklayıcı değil, aynı zamanda bir
Saussure’ün tanımıyla “toplumsal ammsayıcıdır. Bergson geçmişin su-
yaşamdaki belirtilerin yaşamını in numsuz anımsanışıyla (alışkanlık
celer”. Belirtibilim toplumsal yaşa belleği) geçm işin geçmiş olarak
mın pekçok alanında geçerli duru anımsanışım (anı belleği) birbirin
ma gelmiştir: denizyolu, karayolu, den ayırır. Duygu belleği daha ön
havayolu, demiryolu taşımacılığıyla ce yaşanmış olan duyguların yeni
ilgili belirtibilim araştırmaları gün den ortaya çıkmasıyla belirgindir. İl
geçtikçe gelişmektedir. Toplumsal, kel yaşamsal düzeyde bellek insan
siyasal, iktisadi alanlarda belirtibi da ve hayvanda ortaktır, alışkanlı
lim önemli bir yer tutarken dilbi ğın yasalarıyla belirlenmiştir, ilkel du-
BELLEK
nin bilincinde olan kişilik yapısına bilen kurumlardır, onun mutlak va
karşılıktır. Bu yapı öznenin kendi roluşunu atıp yerine göreli bir va
bilincine varmasıyla oluşmaya baş roluş vermeyi, ben’i ortak birliğe
lar. Ben’in gelişimi oldukça uzun götürmeyi iyi bilen kurumlardır: öy
bir evrede gerçekleşir. Kişisel bü le ki her birey bundan böyle kendi
tünlük bilinci dünyayı tanımakla ni bir saymasın, birliğin bir parçası
oluşacaktır. Üç aylık bebek dış saysın, ancak bütünün içinde du
dünyayı tanımak için ellerini kulla yarlı olsun.” / Cl. Bernard: “Bir çağ
nır. B en’le başkası arasında ilk ay daş şair sanatın kişilikli ve bilimin
ran böylece oluşur. İkinci yılda be kişilikdışı olması duygusunu şu söz
bek ayna karşısında kendini göz cüklerle belirledi: sanat bendir, bi
lemler ama gördüğünü kendisi ola lim bizdir.” / Bergson: “Değişme
rak algılamaz. “Ben” demeye daha yen ben sürmez, kendi kendine öz
sonra başlayacaktır, bu kullanım deş kalan bir ruhsal durum kendini
zaten kişilik oluşumunun ilk ger özleyen bir başka duruma yol aç
çek adımıdır. Birey kişilik gelişimi madığı zaman sürm ez.” / Albert
içinde kendini ilkin yargılar vere Einstein: “Bir adamın gerçek değe
bilme yeteneği olan ussal bir varlık ri hangi ölçüde ve hangi anlamda
olarak kurar. O böylece kendi dün B en’den kurtulmayı başarmış ol
yasının kurucusu rolünü yüklenir, masıyla belirlenir.’VA. Gide: “Çe
duygulan, inançlan, fikirleri olan bir şitlilikte algıladığım şey her zaman
varlık olarak ortak dünyaya bağla ben’dir.” / Pascal: “Ben tiksindiri
nır. Bu çaba içinde kurulup yetkin cidir.” / A. Gide: ‘“ Ben tiksindiri
leşen kişilik kendi özelliklerini oluş cidir’ deyin. Benimki tiksindirici
turacak, kendine göre duyma, dav değil.” / P. Reverdy: “Ben tiksindi
ranma, isteme biçimleri kuracak ricidir. Benzerini kendi gibi sevmek
tır. Böylece ortaya çıkan ben, bi her şeydir.” / Claude Lévi-Strauss:
linçte başkası dediğimiz şeyle iliş “Ben yalnızca tiksindirici değildir:
kisi olmayan ve doğrudan doğru onun biz’le hiç arasında yeri de
ya başkasından kaynaklanmayan yoktur.” / P. Valéry: “Ben tiksindi
şeylerin tüm ünü karşılar, ayrıca ricidir. .. ama bu başkalarının be-
hem bilinçaltıyla (id) hem üstbenle niyle ilgilidir.” / P. Nicole: “Belagati
(ülküsel ben) karşıtlaşır, böylece kimsenin bilmeyeceği kadar iyi bi
toplumsal gereklerle kişisel dilek len Pascal hıristiyan sofuluğunun
ler arasında bir denge oluşturur. / insan ben’ini hiçleştirdiğini, dindışı
Epiktotes: “Dıştaki şeyler bana bağ insanlığınsa onu gizlediğini ya da
lı değildir, istemim bana bağlıdır. ortadan kaldırdığını hep söylerdi.”
İyiyi ve kötüyü nerede aramalıyım? / Marie de France: “Ayırmak iste
Kendimde, benim olanda.” / J.-J. seler / Fındık ağacı hemen ölür /
Rousseau: “Güçlü toplumsal ku Hemen hanımeli de / Güzel dost biz
rumlar insanın doğasını bozmayı iyi de böyleyiz,/ Ne sen bensiz ne ben
BENCİLİK
zeşimler üç tanedir: tözün sürerli siz, ışıksız insan fikri, başta Hei-
ği, doğada değişmez ardarda geliş degger olmak üzere, değişik biçim
yasalarının bulunuşu, zamanın her lerde, hem en h er v aro lu şç u d a
anında tüm tözler arasında karşı önemli bir yer tutar. Bırakılmış in
lıklı evrensel tepki ilkesi. san, ölümden başka çıkış yolu gös
termeyen bu dünyada, kendi yaşa
B E ŞİN C İÖ Z (fr. quintessence; mını kurmak, bir özgürlük deneyi
aim. Quintessenz; ing. quintes içinde kendini aşa aşa varolmak du
sence). Empedokles’in dört özüne rumundadır. O hiçbir zaman bir üst-
ya da ilkesine (toprak, su, hava, gücün yardımını ve ışığını umma
ateş) Aristoteles ve skolastiklerce yacaktır. / Pascal: “Yaşamımın şim
eklenen beşincisi. Aristoteles ve diki ve sonraki sonsuzlukta soğu
skolastikler göğün cisimsel tözden rulmuş kısacık süresini, doldurdu
daha başka bir tözü olması gerek ğum küçücük yeri düşündüğüm
tiği düşüncesiyle göğü kuran bir zaman, ayrıca kendimi hiç bilme
başka töz olarak beşinciözü (quin diğim ve beni hiç bilmeyen uzam
ta essentia) tasarladılar. Beşinciöz ların uçsuz bucaksız sonsuzluğu
“onların tümünden daha kutsal ve na batmış gördüğüm zaman kor
onları önceleyen” (Aristoteles) bir kuya kapılıyorum, neden orada
özdür. değil de buradayım diye şaşkınlığa
düşüyorum, çünkü orada olmam
B IR A K IL M IŞL IK (fr. derelicti dan çok burada olmamın, başka za
on; aim. Geworfenheit; ing. dere manda olmamdan çok şimdide ol
liction). İnsanın dışlanmışlık duru mamın hiçbir nedeni yok.” / J.-P.
mu. Bırakılmışlık duygusu, dinsel Sartre: “Varlığın ussal dayanağı
çerçevede, kökel ayrılıktan gelen yoktur, varlık nedensiz ve zorun-
yani Tanrı’dan uzak kalışla belir luluksuzdur, varlığın tanımı bile
gin yalnızlık duygusudur. Bu duy onun kökel olumsallığını bize gös
guyu en açık biçimde ilk tanımla terir.” / Albert Camus: “Bırakılmış
yan Pascal şöyle diyordu: “Beni olduğum bu dünya bana öylesine
dünyaya kimin bıraktığını, ayrıca yabancı ki, bende varolduğunu
dünyanın ne olduğunu, benim ne sandığım o sıcak içtenliği ağır ağır
olduğum u bilmiyorum. Her şey yakıyor.” (Bk. İNSAN, VAROLUŞ
üzerine korkunç bir bilgisizlik için ÇULUK)
deyim.” Koskoca evrenin içinde bir
noktadan başka bir şey olmayan bu BİÇ İM (yun. eidos, morphe\ lat.
dünyada insan ne olabilir? O “hiç forma', fr. forme\ alm. Form', ing.
likle bütünlük arasında bir orta form). Bir şeyin dış görünüşü. Da
yer”dir. Dünyaya bırakılmış, kendi ha dar anlamda biçim, maddeye
cılız güçlerinden başka bir dayana karşıt olarak tözsel ilkedir. Biçim
ğı bulunmayan, yardımsız, destek bir şeyin düzeniyle, kuruluşuyla, iş
BİÇİM
de, gücül durumdaki bir biçimin öy lerinin belirgin özelliklerini inceler,
künülmüş bir biçimle savaşımıdır.” dilbilimde sözsel biçimlerle ilgili
“Nedir sanat? Biçimlerin üsluba dö araştırmaya karşılıktır. Ruhbilimde
nüştüğü şeydir.” / P. Leautaud: “Bi biçim araştırması bireylerin ırkla,
çim genellikle biçim bozan bir dü cinsle, yaşla değişiklikler gösteren
zenlemedir.” / E. Ionesco: “Ortaya fiziksel görünümlerine yöneliktir.
konulmuş bir anlatım biçimi aynı Buradan giderek belli toplumsal
zamanda bir baskı biçimidir.” / M. topluluklarda erişkin bireyleri bazı
de Guerin: “Biçim özün mutlulu biçimsel tiplere ayırmak eğilimi or
ğudur.” / P. de Ronsard: “Öz dura taya çıkmıştır (iri yapılılar, inceler,
lar, biçim yokolur.” / H. Focillon: güçlüler, küçükler vb). Herbir tipe
“Belirti gösterir, biçim kendini gös ayrı bir kişilik yapısı ulanır. Örne
terir.” /A . Suares: “Üslup kendin ğin iri ve yuvarlak tipler dışa dö
de hiçbir şey değildir, ama biçim nük, ince uzun tipler içe dönük ola
gerçek varlığın biçimleşmesidir. Bi rak belirlenir. (Bk. BİÇİM, MİZAÇ)
çimin ve düzenin olmadığı yerde
hiçbir şey yoktur. Ölüm bir düze B İÇ İM C İL İK (fr. formalisme;
nin çözülm esidir.” / Baudelaire: alm. Formalismus', ing. form a-
“Her yaratılmış biçim, insanın lism). Biçime büyük önem veren,
yarattığı biçim de ölümsüzdür. buna göre doğruların biçimsel ol
Çünkü biçim özden bağımsızdır, bi duğunu bildiren, tüm açıklamala
çimi kuran moleküller değildir.” / rın mantıksal yani soyut olarak ya
Sainte Beuve: “Sanatı bir ‘biçim’ pılmasını öngören öğreti. Biçimci
sorununa indirgemek onu ölçüsüz öğreti doğruların uzlaşmalı belir
daraltmak ve küçültmektir.” / G. tenler üzerine ya da simgesel ta
Flaubert: “Belki de biçim duyuların nımlamalar üzerine kurulmuş oldu
bir yanılmasıdır, töz de düşünce ğunu bildirir. Biçimcilik bu yanıyla
nin bir imgesidir.” / P. Louys: “Bi formüllere indirgeme eğilimidir. Bi
çimleri parçalamamalı, onlar yal çimci bakış açısının başlıca özelliği
nızca görünmezi saklıyor.” / Elie maddesel öğeyi bir yana atması, bil
Faure: “Bir Tanrı, bir biçim olduğu gide maddesel verileri değerlendir
anda Tanrı olur. Doğru. Ancak bi mekten kaçınarak toparlayıcı say
çim olduğu anda ölmeye başladığı dığı soyut açıklamalara yönelmesi
da d o ğ ru .” (Bk. BİÇİM CİLİK, dir. Böyle bir bakış felsefede so-
MADDE, ÖZ) yutlamacı simgeciliğe açılırken sa
nat kuramında sanat için sanat il
B İÇ İM B İL İM (fr. morphologie\ kesine, sanat eleştirisinde de mad
alm. Morphologie\ ing. morpho- desel yapının dış yüzünü ya da ku
logy). Varlıkların yapılarını ve geli ruluş biçimini konu edinen yapısalcı
şimlerini ele alan kuram. Biçimbi- tutuma açılacaktır. Biçimci bakış
lim biyolojide hayvan ve bitki tür açısı, sanat yapıtını ayrıştırırken 63
BİÇİMSİMGE
“En genel anlamında bileşimden çe lür. Stoa’cılar için bilgelik acıdan
şitli sunumları birbirine bağlamayı ve sıkıntıdan uzaklaşmayla, doğa
ve onların çeşitliliğini tek bir bilgi ya uygun yaşamayla, doğal-ussal
biçimi altında kavramayı anlıyo bir varlık olarak topluma yerleş
rum.” Hegel için bileşim diyalektik meyle, örnek insan olmayla belir
usavurmanın üçüncü evresidir, sa gindir. Dış etkenler karşısında güç
vın ve karşısavın aşılmasıdır. A pri lü kalmak, kötülükleri anlayışla, iyi
ori bileşimselyargı Kant’da deney likleri ağırbaşlılıkla karşılamak, fe
den gelmeyen yargıdır: “YaB yük laketler karşısında soğukkanlı ola
lemi A öznesine bu kavramda da bilmek bilgeliğin temel ilkeleridir. Bu
ha önce gizli bir biçimde içerilmiş da her zaman tutkulara söz geçire
bir şey olarak bağlıdır ya da B tü bilmekle olasıdır. Bilgelik tutkulara
müyle A kavramının dışındadır. Bi karşı ussallığı savunurken bilmez
rincisine ayrıştırmah yargı, İkinci liği sürekli olarak bilgiyle aşma zo
sine bilimsel yargı diyorum.” (Bk. runluluğunu getirir. Bilgelik birey
AYRIŞTIRM A, DİYALEKTİK, sel düzeyde güçlü olmanın koşulu
KARŞISAV, SAV) dur. Eski A hid’de bilgeliğin gücü
biraz da abartılarak şöyle anlatılmış
B İL G E L İK (yun. sophia; ir. sa- tır: “Bilgelik bilgeye bir kentte bir
gesse; alm. Weisheit', ing. wisdom). araya gelmiş on savaş önderinin
Eskiçağ’da felsefe, daha sonra er gücünden daha büyük bir güç ve
dem. Bilgelik felsefenin en eski adı rir.” La Rochefoucauld bilgeliği
dır, insanla ve evrenle ilgili tüm bil toplumsal çerçevede ele alır ve “Tek
gileri kapsar, bilimle eşanlamlıdır. başına bilge olmak istemek büyük
Dünyanın nereden gelip nereye git bir çılgınlıktır” der, ancak bir baş
tiği, tanrısallığın gerçekliği ve dün ka özdeyişte onu bireyin içtepileri-
yayla ilişkileri, dünyada insanın ye ne kadar götürür: “Deliliğin dışın
ri, bir toplumsal varlık olarak insa da yaşayan kişi sanıldığı kadar bil
nın davranışlarını nasıl ve neye gö ge değildir.” Montaigne bilgeliği so
re düzenlemesi gerektiği bilgeliğin nuçlan bakımından ele alır, ona gö
başlıva sorunları olmuştur. XVII. re “Bilgeliğin en sağlam belirtisi
yüzyıldan sonra bilgelik terimi özel sağlam bir mutluluktur.” Boileau
olarak ahlakla ilgili bir anlam ka bilgeliğin bir amaç değil bir sonuç
zanmaya başlamış, erdemle eşan olduğunu duyurur: “En bilge kişi
lamlı duruma gelmiştir. Buna göre bilge olmayı düşünmeyen kişidir.”
bilge, davranışlarını usun ışığında Voltaire dünyanın bilgeliğe doğru
düzenleyen kişidir, hoşgörülü ve yavaş yavaş ilerlediğine inanır. J.-
uzlaşmalı kişidir, dinginliğe kavuş J. R ousseau bilgece etkinlikleri
muştur, başkalarına da dinginliğin yaşlılara uygun görür: “Gençlik bil
değerini duyurur. Bilgeliğe en bü geliği inceleme zamanıdır, yaşlılık
yük eğilim Stoa felsefesinde görü bilgeliği uygulama zamanıdır.” Ba
BİLGİ
sanlara doğru bilgiye hiçbir zaman leyse bu bilgi alanı bir felsefenin
alaşılamayacağmı, hatta doğru bil- canı ya da bilincidir. Bir bilgikura-
p diye bir şeyin olamayacağım bil mı ne kadar aydınlık, ne kadar tu
iliyorlardı. Mutlak doğru bilgi ola tarlı olursa, onun eti kemiği duru
mayacağına göre, bize doğru gö- munda olan felsefe o ölçüde bü
ıüneni doğru diye benimseyebilir tünlüklü, anlaşılır, köklü ve ussal
dik. Protagoras şöyle diyordu: “İn olacaktır. Felsefede bilgi sorunları
san her şeyin ölçüsüdür, varolan tüm öbür sorunları önceler ve ay
ların varolduklarının da, varolma dınlatır. Sorun her şeyden önce bil
yanların varolm adıklarının da.” ginin hangi koşullarda oluştuğu, bu
Gorgias da şu görüşteydi: “Bir şey oluşumda özneyle nesnenin karşı
yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek lıklı konumunun ne olduğu, özel
de başkalarına bildiremezdik.” Bil olarak bilgi edinme işinde öznenin
gicilik ve onun dayanağı olumsuz mi yoksa nesnenin mi daha etkin
kuşkuculuk sofistlerden sonra da olduğu sorunudur. Bilgikuramında
kullanıldı. Sokrates’çi okulların fi nesneye verilen ağırlık gerçekçi ba
lozofları da bu yönde görüşler or kışı, özneye verilen ağırlık ülkücü
taya koydular. Bilgicilik en kötü bakışı öne çıkarsa da, özne ve nes
inandırıcılık yöntemi olarak her za ne dengesi ya da özneyle nesne
man kullanılmıştır. (Bk. SOFİST) den birinin öbürünü kesin olarak
gerekli kılması mutlak ülkücülükle
B İL G İK U R A M I (fr. théorie de mutlak gerçekçiliği olanaksız kılar.
connaissance; alm. Erkenntnis- Bir başka deyişle, bilgi edinmede
theorie\ ing. kenlore). Bilgi edin özneyi yoksarcasm a nesneye ve
me olgusunu özneyle nesnenin ya nesneyi yoksarcasma özneye ağır
ni bilgiye varanla bilgisine varıla lık vermek olasılığı yoktur. Önemli
nın karşılıklı ilişkisi içinde ele alan olan, bilginin hangi koşullarda oluş
inceleme alanı. Bilgikuramı, bilgi tuğunu belirlerken öznenin mi yok
nin oluşum kurallarım incelemekle sa nesnenin mi daha baskın ya da
felsefenin temelini oluşturur. Buna daha etkin olduğunu göstermektir.
göre her felsefe çeşidi yönleriyle Öbür türlüsü kutuplardan birini or
ancak bilgi kuramının ışığında doğ tadan kaldıracağından bilginin var
ru olarak kavranılabilir ya da bir fel lığını tehlikeye düşürecektir. Bilgi-
sefeyi doğru olarak anlamak her kuramı felsefe için belirleyici bilgi
şeyden önce onun içerdiği ya da alanı olmakla, bir felsefe içinde çe
dayandığı bilgi kuramını doğru ola şitli bölümler arasında birliği güven
rak kavramakla olasıdır. Bilgikura- ce altına alan tek ölçüttür. Örneğin
mı felsefeye temel özelliklerini ka bir felsefede devlet anlayışıyla es
zandırır: bir felsefe bilgi kuramına tetik anlayışının uyuşması ya da da
göre gerçekçi, usçu, sezgici, ara- ha doğrusu bir bütüne katılırcası-
nedenci, varoluşçu vb. olur. Öy na doğal bir biçimde yanyana gel 6 9
BİLGİKURAMI
mesi böyle bir ölçütün sağladığı tu edinmenin tek yolu zihnin kendi
tarlılıkla olacaktır. Bir felsefede bil- üzerine kapanması ve gerçekliğin
gikuramı ayrıca açıklanmış da ol daha önce edinilmiş kopyalarını bi
sa, bütüne azçok örtülü bir biçim rer birer ortaya oymaya çalışması
de ve elbette sonradan ortaya çı dır. Aristoteles böyle bir tutuma ya
karılıp apaçık gösterilecek bir bi naşmaz, ona göre bilginin kaynağı
çimde dağılmış da olsa temel belir bizim dışımızda bulunan ve bizi sa
leyici öge olarak açıklığı, tutarlılığı ran somut gerçekliktir, bu gerçek
sağlar. Bilgikuramı bu yüzden yüz liğin bilgiye temel olacak verileri bi
yıllar boyunca felsefenin temelini ze duyu organlarıyla ulaşır. Bu aşı
kurarken, “bilgikuramı” terimi an rı iki bakış açısının daha sonra da
cak XIX. yüzyıldan sonra kullanıl sürdüğü görülür. Örneğin XVII.
mıştır. Bu arada birçok filozofun yüzyılın ünlü gerçekçi filozofu Loc-
gözünde felsefenin can damarı olan ke “Zihinde hiçbir şey yoktur ki da
bilgikuramı bazı filozoflarca pek ha önce duyularda bulunmuş ol
önemsenmemiştir, bazıları onu da masın” der. Bu görüş deneyciliğin
ha çok kurgusal bir üretim alanı sloganı omuştur. Leibniz, Locke’la
olarak değerlendirmişlerdir. Bilgi- arasındaki ayrılığı ortaya koyarken
kuramma bu ikinci açıdan bakan şöyle der: “Deneme yazarı her ne
lar felsefeyi bir dizge olmaktan çok kadar benim de alkışladığım nice
özgür bir araştırma alanı, özgür bir güzel şey söylüyor olsa da dizge
arayış ortamı olarak belirleyen dü lerimiz birbirinden çok ayrı. Onunki
şünürlerdir. Bu noktada filozof ve daha çok Aristoteles’le ilgili, benim
düşünür ayrılığının ortaya çıkması ki Platon’la, her ikimiz de bu iki
doğaldır. Çünkü bilgikuram ıyla eski filozofun öğretisine birçok ba
doğrulanmamış bir felsefe bütün kımdan uzak düşüyor olsak da.”
lükten ve tutarlılıktan, dolayısıyla Descartes’ın yepyeni felsefesi de
anlaşılırlıktan biraz uzak olacaktır. bilgikuramı açısından özgün görüş
Bu yüzden bilgikuramı en eski za ler getirmiştir. Descartes her şey
manlardan beri gerçek anlamında den önce öncesel bilgilerin ya da
filozofların başlıca kaygısı olmuş doğuştan bilgilerin (fikirlerin) var
tur. Descartes’dan önceki filozof lığına inanan bir ülkücüdür. Bununla
lar fikirle gerçeklik ilişkisini araş birlikte bilgide dış dünya deneyine
tırmaya büyük önem vermişler, bu de ağırlık verir. Ona göre bilgimi
arada araştırmalarını ya fikre ya zin temelini oluşturan fikirler an
gerçekliğe ağırlık vererek bitirmiş lıkta doğuştan bulunan fikirlerdir,
lerdir. Örneğin Platon bilgi nesne ancak bunun dışında bizim bazıları
sinin insan zihninde öncesel olarak duyumdan (edinilmiş), bazıları im
bulunduğunu benimserken, Aristo gelemden (yapay) fikirlerimiz de
teles başlangıçtaki zihni boş bir düz vardır. Descartes’da bu iç ve dış
lem saymıştır. Platon’a göre bilgi dengesi kurulduktan epeyce sonra
BİLGİN
hatta bilgi’nin alanını buluşlara ka anlamında bilim belli bir alanda ya
dar açılan bir yaratıcılık alanı kıl da belli bir konuda ortaya konul
mış bir kişiliği duyurur. “Bilgin”le muş dizgesel bilgiler toplamıdır. Bu
“bilge” arasına da bir ayrım koy yüzden Henri Poincare bilim ada
mak gerekir: bilgin daha çok bilim mım bir düzenleyici olarak düşün
le, bilge daha çok ahlak ve metafi müş ve şöyle demiştir: “Bir ev na
zikle ilgili gibidir; ayrıca bilgin, bil sıl taşlarla yapılırsa bilim de olgu
geden daha dar bir alanın insanı ol larla yapılır. Ancak olguları yığmak
makla ayrılır: bilgin bilge kadar her bilimi sağlamaz, taşları yığmakla
şeyi bilen olmasa da bilim adamı nasıl ev yapılamazsa.” Eski zaman
kadar dar çerçevede sınırlı değil larda bilim felsefeyle ya da metafi
dir. /J.-J. Rousseau: “Bilginlerimiz zikle özdeşti, her türlü kuramsal bil
den kendini dinletmek zevkini kal gi bilim diye anılırdı. Deneye daya
dırın, bilmek onlar için bir anlama lı bilimlerin özel olarak ikincil bir
gelmeyecektir.” / Claude de Sa- yeri vardı. Bilimlerin deneye yasla
int-Martin: “Bilginler, biliminizi unu narak felsefeden ayrı özerk bilgi
tun, onlar sizin gözünüzü bağlıyor.” alanları olmaya başladığı Yeniçağ
/ Saint-Simon: “Bilginler sanayici başlarından sonra bilim felsefeyle
sınıfına büyük hizmetler veriyor özdeş olmaktan çıktı. Daha XVII.
lar, ama onlardan daha büyük hiz yüzyılda Descartes skolastik felse
metler sağlıyorlar, onlardan yaşam feye yönelik eleştirici bakış açısı
larını sağlıyorlar.” / A. Carrel: “Bil içinde bir bilim sınıflaması yapmıştı:
ginlerin kavrayışını artırmanın en onun “bilim ağacı”nın kökleri me
iyi yolu onların sayısını azaltmak tafizik, gövdesi fizik, dalları da ma
tır.” / Cl. Lévi-Strauss: “Bilgin doğ tematik, hekimlik ve ahlaktı. Bu
ru yanıtları hazırlayan insan değil nun çok uyarlı bir bilim sınıflaması
dir, doğru soruları soran insandır.” olmadığı kesindir, ama bu sınıfla
/ Molière: “Ben size kefilim bunda mada ortaçağ düşüncesinin ya da
/A hm ak bir bilgin ahmak bir cahil skolastik felsefenin katı metafizik
den daha ahmaktır.” (Bk. BİLGE çi bakışına ters düşen bir anlayış
LİK) egemendir. Ortaçağ’m ikinci yarı
sında bilimsellik tasım yöntemleriy
B İL İM (y u n . ep istem e ; lat. le tümdengelimler yapmakla sınır
scientia; fr. science', alm. Wissen, lanıyordu ve o dönemde gökbilgi-
Wissenschaft, ing. science). Olgu si, elfalı, cincilik, büyücülük gibi
ların yasalarına ulaşmak için konul etkinliklerde bilim sayılıyordu. Bu
muş bir düzenli bilgiler ve yöntem günkü bilimsel kavrayış yavaş ya
ler toplamı. Her bilim bir olgular vaş Yeniçağ’ın eşiğinde ya da Rö
araştırmasıdır; bir konu ve bütü nesans döneminde oluşmaya yüz-
nüyle bu konuyu uyarlı araştırma tuttu, bu oluşum her şeyden önce
yöntemlerinden oluşur. En genel düşüncenin temeline kuşkucu ba
BİLİM
sunda Husserl’i izlemiş olan Mer sine vardığı ve giderek ortaya koy
leau-Ponty eşyayla bilinci kesin ola duğu çabaya göre bilgisine ulaştığı
rak birbirinden ayırır ve şöyle der: bilinçtir. Toplumsal bilinçle birey
“Varolan her şey şey olarak ya da sel bilinç arasında indirgenemez ça
bilinç olarak vardır, bir orta yer söz- tışkılar vardır. Yetkin bireyler bu ça
konusu değildir.” Bütün bu bakış tışkıları çok iyi değerlendiren ve
açılarının bize kendi yönlerinden du ilerlemenin koşullarını onlarla ilgili
yurduğuna göre, bilinç herhangi bir sorunların tartışmasından giderek
parçalılığın değil, neredeyse bütün ortaya koyan bireylerdir. Buna gö
bir evreni kucaklayacak bütünsel re toplumsal bilinç toplumun tüm
liğin özümlenmiş, tartışılmıyş, can üyelerinde aynı ölçüde aydınlık ol
lı, üretken bilgisidir. Bu bilgi bütün mayacaktır. N ovicow ’a göre an
bir geçmişe döner, bütün bir gele cak yetkin kafalar toplumsal bilinç
ceğe açılır, onu dural bir bir biçim üzerinde etkili olma şansına sahip
de bugünle sınırlamak yanlış olur. tirler. Novicow, Toplumsal bilinç
Bu bağlamda tarih bilinci, gerçek ve toplumsal istem adlı kitabında
bilinç, olası bilinç kavramlarıyla kar seçkin aydın tipini devletle ya da
şılaşırız. Tarih bilinci, insanın ta yönetimle özdeşleştirmemek ge
rihsel bir varlık olduğunu bilmesiy rektiğini bildirir. Ona göre güçlü bir
le, varlığını belirleyen tarihselliğin beyin’in “en önemli işi toplumsal
bilgisine ulaşmış olmasıyla belirgin katışmacın düşüncelerini ve duy
dir. Tarih bilinci modem insanın bir gularını geliştirmektir. Bu beyin belli
özelliğidir, çünkü tarihsellik fikri bir ölçüde toplumsal devinimlerde
nin en çok iki yüzyıllık bir geçmi etkili olabilir, buna karşılık yöneti
şi vardır. Mircea Eliade şöyle der: me katılan kişiler düşünceleri ve
“İlkel toplumları da tarih oluştur duyguları geliştiren kişiler olamaz
muştur, azçok kaba bir biçimde de lar”. / Mme. Roland: “Bana zulme
olsa. Ama onları modem toplum- denler güçleriyle ne kadar barışık
lardan iyice ayıran tarih bilincinin sa, ben bilincimle enaz o kadar ba
yokluğudur.” Gerçek bilinç nesnel rışığım.” /A . de Vigny: “Bilinç hak
dünyanın varolan yapısıyla ilgili bi sız olamaz.” / A. Rodin: “Tüm çiz
linçtir, bu bilinç şimdiye yönelik ol giler anlatımcı olmalı, yani bir bi
duğu gibi geçmişe de yöneliktir. lincin açınımı için yararlı olmalı.” /
Olası bilinç, geleceğe dönük, ge E. Durkheim: “Belli bir toplumda
leceği öngören ya da tasarlayan bi üyelerin ortalamasında ortak olan
linçtir. Toplumsal bilinç bir toplu inançlar ve duygular kendine özgü
mun ortak bilincidir. Kişisel ya da yaşamı olan belli bir dizgeyi oluş
bireysel bilinci ayrı bilinç diye be turur; bunu ortak bilinç ya da or
lirlerken toplumsal bilince ortak bi taklaşa bilinç olarak adlandırabili
linç adını verebiliriz. Toplumsal bi riz.” / Valéry: “Bir ahmaklığın bi
linç kişinin kendi bilincinde sezgi linci nedir bilemem, ama akıllı bir
BİLİNÇ ÇÖZÜMLEMESİ
dirir. Her türlü metafiziğe karşı eleş nemezciliği en genel anlamda ılımlı
tirici bir tutum olarak beliren bu öğ bir kuşkuculuk saymak doğru olur.
reti, deney dünyasının dışında bir Bu yüzden bu öğreti metafiziğe du
başka varlık alanını varsayarken in yulan güvensizliğin anlamı olarak
sanın bu alanın bilgisini edineme- felsefe adamından çok bilimciyi il
yeceğini benimser. Bilinemezciliği gilendirir gibidir. Bilinemezcilik ger
madde dünyasının, duyulur dünya çekte M.S.II. yüzyıla doğru orta
nın dışında herhangi bir varlık ala ya çıkan, IV. yüzyıl sonlarında Aziz
nını yoksayan maddeci anlayışla ka Augustinus’la gelişen, kutsal yaşa
rıştırm am ak gerekir. Felsefesini mın da doğanın da tüm gizlerini bi
eleştirici bir tutumla temellendiren linebilir olarak belirleyen, hatta on
Kant, her iki varlık alanım birbirin ların bütünsel bilgilerine sezgiyle
den ayırarak deney alanını olgular ulaşılabileceğini bildiren çok atılgan
alanı, deneyi aşan alanı da kendin bir öğretinin, hıristiyan bilinircili-
de şeylerin alanı (Noumerıon) ola ğinin bir eleştirisi olarak belirirken
rak belirledi. Böylece bir tür Pla- her türlü dogmacı tutum larla da
ton’cu tutumuyla varlığı ikiye ayı karşılaşır. İlkin 1869’daHuxley’nin
ran filozof,düşünülürün alanını bil belirginleştirdiği bu kavram kurgu
gisine varılamaz şeylerin alanı ola sal düşünceyle deneysel düşünce
rak gösterdi. K ant’a göre kendin araşma koyduğu ayrımla bilimi kur
de şeylerin alanı zihnimizden ba gudan ayırmada belirleyici bir an
ğımsız olarak vardır, bu alan bili lam taşır. Ne var ki her anlamda
nemez olan alandır, usla kavrana olumlu bir bakış açısını yansıtır gi
bilir ya da varlığı onaylanabilir ol bi olan bilinemezcilik gerçekte bir
makla birlikte algınamaz olan alan temel çelişkiyi de kendinde taşır,
dır, gene de düşünülmesi, incelen böylece kuşkuculuk niteliğini ka
mesi gereken alandır. Bu görüşüy zanır. Çelişki bilinemezciliğin genel
le Kant bilinemezci anlayışı belir likle metafizik alanı bilgisine ulaşı
gin bir biçimde temellendiren ilk fi lamaz bir alan olarak belirlerken ge
lozof olmuştur. Bazı yazarlara gö ne de bu alanı düşünebilir bir alan
re Auguste Comte’un olumculuğu- saymasında, özellikle metafizikçi bir
nu da genel anlamda bilinmezcilik tutumla ahlak kurallarını temellen-
olarak belirlemek doğru olur, çün dirmeye yönelebilmesindedir. Bu
kü filozof mutlak bilginin varlığını çelişki elbette daha temel bir çeliş
yoksarken bilinemez gerçeklerin kiden, somut düşünceye dayanan
alanı olarak ayrı bir alan belirlemiş bilimci kavrayışıyla dincilikten kay
tir. “Mutlak bir kural vardır, o da naklanan aşkın dünya kavrayışını
mutlak hiçbir şeyin olmadığıdır” di bağdaştırmaya çalışma eğiliminden
yen Auguste Com te’la ilgili bu gö gelmektedir. (Bk. BİLİNİRCİLİK)
rüş elbette tartışma götürür. Bili
82
BİREY
nna ayırma. Bir cinsle ilgili kavra yönüyle halkbilimin yanında yer
mı türle ve alttürle ilgili kavramlara alır, ancak kültürde sınırlanmayış-
ayırma. lyla, kültür değerleriyle toplumsal
etkenlerin bağıntılarını arayışıyla,
“ BRAIN TR U ST” (“beyin takı kültür ürünlerini yaşam biçimleri
mı” anlamında ing. dey.). Bir top nin açıklanmasında ve yaşam bi
lumda siyasal, kültürel, teknik et çimlerini kültür değerlerinin saptan
kinliklere yön veren ya da verece masında ve tanıtılmasında veri ola
ği düşünülen ve azçok belirgin bir rak belirleyişiyle halkbilimden ay
amaç uğruna bir araya gelmiş olan rılır. Budunbilgisi saptadığı değer
okumuş ve deneyimli insanlar top lerden gelen yargılara ya da yasa
luluğu. “Brain Trust” ’ bir toplum lara yükseldikçe budunbilime yak
da ileriye dönük herhangi bir siya laşır. Çağdaş budunbilimci Claude
sal kültürel, teknik devinim için çı Levi -Strauss budunbilimi bir ruh-
kış noktası, bu devinimi sürdürüp bilim olarak tanımlarken ve budun
geliştirecek kadrolar için çekirdek bilime ruhsal kaynaklı ya da düşün
işlevi görür. O hem bir fikir ya da sel kaynaklı kültür verilerini değer
kuram üreticisi, hem bir yöntem lendirme yükümlülüğünü verirken
belirleyicisidir. Her şeyden önce bir kültür nesnelerinin araşünlması işini
yetkili kişiler ya da uzmanlar top budunbilgisine bıraktı. Böylece bu
luluğunu düşündüren “Brain Trust” dunbilimi bir üstyapılar bilimi, bu-
kuramdan çok uygulama düzeyin dunbilgisini bir altyapılar araştırma
de önem kazanır ve genellikle ön sı olarak gördü. (Bk. BUDUNBİ
cü düşünce adamlarına dayalı bir LİM)
örgütlenme biçimini ortaya koyar.
BUDUN BİLİM (fr. ethnologie\
BUDUN BİLG İSİ (fr. ethnog alm. Ethnologie; ing. ethnology).
raphie', alm. E thnographie; ing. Irk bilimi. Budunbilgisinin ortaya
ethnography). Irk bilgisi. Çeşitli koyduğu verileri kuramsal açıdan
halkların yaşam biçimlerini ve ku- ele alan bilim. Toplumların yapıla
rumlarını ele alan bilgi alanı. İnsan rını ve geçirdikleri dönüşüm leri
to p lu lu k ların ı ö zellik le yaşam kavrayabilmek için mitosların, tüm
biçimleri açısından tanıtlamalı bir inanç öğelerinin, tapınma biçimle
biçimde ele alan bilim ya da bilgi rinin, göreneksel yapıların, alışkı
alanı. Budunbilgisi çeşitli halkların ların sağladığı verilerden yasalara
uygarlık etk in lik lerin de ortaya ya da genel yargılara yükselen bu-
koydukları genel özellikleri saptar. dunbilim genellemeci yanıyla top
Bu özellikleri hem teknolojik açı lumbilime,somuta dönük yanıyla
dan hem kültür açısından değerlen budunbilgisine ve halkbilime yakla
dirir. Budunbilgisi her şeyden ön şır. Budunbilim iktisadi ve tekno
ce kültür değerleriyle ilgilidir. Bu lojik verileri araştırırken daha çok
BULANIKLIK
şöyle tanımlar; “Dağınık bir kor kıntılık gibi durumlar ortaya çıka
kuyla, bir güvensizlikle, mutsuzlu bilir. Erken bunama, genç yaşlar
ğun yaklaşmakta olduğu duygu da ortaya çıkan zihinsel güçsüzlük
suyla belirgin ruhsal ve bedensel tür, zihin işlevlerinin durgunluğu
sıkıntı.“ Nabızda hızlanma ya da dur. Bugün pek de belirleyici ol
yavaşlama, yürek çarpıntısı, solu mayan “erken bunama” yerine “şi
num darlığı, yüzde sararma, ağız zofreni” terimi kullanılmaktadır.
kuruluğu, terleme gibi belirtiler bu Krapelin’in kullandığı “erken buna-
naltıda belirgin özelliklerdir. Boğun ma”nın yerine “şizofreni”yi ilk ola
tunun eşanlamlısı olarak da alınan rak 1911 ’de Bleuler önermiştir. Ble-
bunaltı, boğuntudan daha çok ruh ulerr bu hastalıkta bir bunamanın
sal sıkıntılarla ilgili olmasıyla ayrı değil bir etkinlik eksikliğinin söz-
lır. E. Mounier bunaltılı kişiyi “tam konusu olduğunu göstererek “er
tamına güvensizlikle boğulmuş ki ken bunama” deyimine karşı çık
şi” olarak tanımlar. Ruhaynştırması mıştır. (Bk. ŞİZOFRENİ)
okulunun yandaşları bunaltıyı da
ha çok libido'nun yoksuluklanyla BURİDAN’IN EŞEĞ İ (fr. dne de
ilgili görürler. (Bk. BOĞUNTU) Buridan; alm. Buridans Esel\ ing.
Buridans ’s donkey). Skolastikler
B U N A M A (lat. d e m e n tia ; fr. den Buridan’a yakıştırılan ve ey
démence; alm. Blödsinn, Schwach lem için dış etkenin yanında istemli
sinn-, ing. dementia). Zihinsel iş etkin davranışın da gerekli olduğu
levleri yavaşlamış ya da iyice du- nu gösteren masalsı örnek. Bu ör
ralamış kişinin durumu. Bunama nek eşdeğerli nesneler arasında bi
özellikle beyindeki doku bozukluk le seçim yapma zorunluluğu bulun
larına bağlı olarak kendini göste duğunu ortaya koyar. Buna göre
ren dönüşsüz ve ilerleyen zihin bu bir ölçek yulafla bir kova su ara
lanıklığıdır ve en genel çerçevede sında kalan eşek seçim yapamaya
“derin, bütünsel ve ilerleyen ruh rak ölür.
sal güçsüzlük” olarak tanımlanır. N.
Sillamy şöyle der: “Geri zekalı kişi BURJUVALIK (fr. bourgeoisie',
yoksul doğmuş kişidir, bunaksa d\m.Bürgertum-, ing. bourgeoisie).
zenginken yoksul düşmüş kişidir.” Kentte oturan ve kentin olanakla
Bunamada kişinin giderek ussallık rından yararlanan kimsenin duru
tan yoksun kaldığı, mantık düzeni mu. Sermayeci düzenin egemen
nin dağıldığı, toplum sal ortam a sınıfı. Burjuva, modem zamanlar
uyuşunun güçleştiği görülür. Or dan önceki toplumlarda üst sınıfla
ganik kökenli bu hastalığın ileri bi ya da soylular sınıfıyla alt sınıf ya
çimlerinde kişiyi toplumsal ilişkile da halk sınıfı arasında yer alan kent
rinde zorda bırakan kaçış, intihar, insanları topluluğunu, orta sınıfı
boşa para harcama, hırsızlık, sar karşılar . “Burjuva” ‘yı üst kesim
BURJUVALIK
insanları için kullanmak ve orta ke ye göre sermaye çağı olan çağımız
sim insanını küçük burjuva diye ad da “tüm değerleri yaratan tek sı
landırmak çağımız için daha uygun n ıf ’ proleteryadır ya da işçi sınıfı
dur, çünkü Fransız Devrimi’nden dır. Mülkiyeti savunan ve üretim
sonra tüm feodal kalıntıların yokol- araçlarını elinde bulunduran burju
masıyla birlikte eski üst sınıf yani va sınıfı uzun süre koruduğu yeri
soylular sınıfı ortadan kalkmış, ye proleteryaya bırakarak çekilecek
rini yükselen ya da yeni gelen bur tir. Marx buıjuva sınıfının gelişimini
juva sınıfına,eski kent insanların şöyle anlatır: “Burjuvalıkta iki evre
dan çok daha güçlü, iktisadi ve top belirlemek gerekir, burjuvalığın fe
lumsal anlamda son derece dona odallik rejimi ve mutlakyönetim al
nımlı yeni kent insanları topluluğu tında kendini bir sınıf olarak orta
na bırakmıştır. Çağdaş anlamında ya koyduğu evre ve sınıf olarak be
burjuva sınıfı M.S. XI. yüzyılla bir lirdikten sonra feodalliği ve mut-
likte gelişmeye başlayan yaşam ko lakyönetimi yıktığı, toplumu bir
şulları içinde yeni kentlerin kurul burjuva toplumu durumuna getir
maya başlamasıyla ortaya çıkmış diği evre. Bu evrelerden birincisi
tır ya da daha doğrusu bu yüzyılla çok uzun sürdü ve büyük çabalar
birlikte kendini göstermeye başla gerektirdi.” Marx buna göre top
yan yeni ticari ilişkiler kentlerde top lumsal yaşamın şimdiki durumunu
lumsal, iktisadi ve siyasal düzeyde şöyle belirler: “Feodal toplumun yı
oldukça etkin yeni bir sınıfın yerle kıntıları üzerinde yükselen modem
şip gelişmesini sağlamış, böylece burjuva toplumu sınıf çatışmaları
kentlerde oturan meslek sahibi in nı ortadan kaldırmadı. O ancak es
sanların yerini burjuva dediğimiz kilerin yerine yeni sınıfları koydu,
üretici ve tüccar insanlar, girişim yeni baskı koşulları, yeni kavga bi
ci insanlar almıştır. Buıjuvalığın do çimleri getirdi. Ne olursa olsun,
ğuşu sermaye düzenine geçişin be buıjuva çağının ayıncı özelliği sınıf
lirtisi ve temel koşuludur. Burjuva çatışkılarının basitleşmiş olmasıdır.
denilince bugün, kültürü geliri, öz Toplum giderek karşıt iki kesime,
gür çalışma olanakları gelişmiş ege doğrudan doğruya birbirine düş
men sınıf insanı anlaşılmaktadır. Sı man iki karşıt sınıfla, burjuvazi
nıfsal bakış açılarına göre “burju ye ve proleteryaya bölünüyor.”/
va” terimi yüceltici ya da küçültü Voltaire: “Bilgili kılınması gereken
cü anlamlar taşır. Bazılarına göre elişçisi değildir, bilgili kılınması ge
burjuvalık toplumsal yetkinliktir. reken burjuvadır, kentlerde oturan
Bazılan da buıjuvalığı bir gerilik ola insandır.”/ Chamfort: “Burjuvalar
rak belirler. Fransız romancısı Fla- gülünç bir kendini beğenmişlikle
ubert şöyle diyordu: “Bayağı bir bi kızlarını nitelikli insanların toprağı
çimde düşüneni burjuva diye ad na gübre yaparlar.” / H. Monnier:
landırıyorum.” M arx’çı düşünce “Bir burjuva görüşlere sahip ola
B ÜROKRASİ
rin gerçek anlam da son bulması nik açıdan bilimlere, inanç yönün
gerçek anlamda bir demokrasi bi den dinlere yaklaşır. İnsanoğlu do
lincinin bütün dünyada yaşama geç ğaüstüne yönelerek bilimin temel
mesiyle gerçekleşecektir. (Bk. DE lerini atmıştır, örneğin Babillilerin
MOKRASİ, ZORBALIK ) yeni doğan bebeğin geleceğiyle il
gili araştırmalar yapmak üzere yıl
BÜTÜNLÜK (fr. entité; alm. dızların devinimlerini gözlemleme
Wesenheit, Entität', ing. entity). Bir leri gökbilimi doğurmuştur. Büyü
varlığın özünü kuran şey. Bir varlı nün oldukça belirgin ruhsal kaynak
ğın kurucu özelliklerinin toplamı. ları vardır. Bu evrensel olgu, her
Maddi birliği olmayan somut nes şeyden önce, insanın kendisini aşan
ne (dalga, hava akımı). doğa güçleri karşısında duyduğu
eksiklik ve güvensizlik duygusunu
BÜTÜNSELLİK (ir. totalité] alm. gidermeye yöneliktir. Ayrıca, bü
Totalität, Ganzheit, Allheit', ing. yücülük akıl hastaları arasında da
totality). Bütün olma durumu. Bü yaygın bir eğilim olarak görülmek
tünsellik düşüncenin temel fikirle- tedir. Auguste Comte büyüyü bi
rindendir. K ant’da on iki kategori limsel açıklamanın ilk evresi say
arasında nicelik bölümü altında top mıştır. Emile Durkheim büyüyü di
lanan kategoriler içinde yer alır, bir nin bozulmuş biçimi olarak değer
liğin ve çokluğun bileşimine karşı lendirir. Büyü çok küçük ölçüler
lıktır. Bütünsellik düşüncede tutar- de, alışkılar düzeyinde çağdaş top
lığm belirtisidir. Bütünsellikten yok lumda da varlığını sürdürmektedir:
sun bir düşünce sakatlanmış bir kötü bir durum ortaya çıkmasinı
düşüncedir. (Bk. YAPI) önleyebilmek için tahtaya üç kere
vurmak tam tamına büyü yapmak
BÜYÜ (lat. magia; fr. magie; alm. tır. (Bk. BOŞİNANÇ)
Magie', ing. magic, spell). Doğa
olaylarına karşıt olaylar yaratma sa BÜYÜKEVREN (fr. macrocosme',
natı. Bazı uygulamalardan giderek alm. Mackrokosmos', ing. macro-
bazı doğa olaylarına egemen olma cosm). Küçükevren diye belirlenen
ya da engel olma sanatı. Büyü, dav insana karşıt olarak evrenin kendi
ranış ya da söz gibi simgesel araç si. İnsanla evren arasında her ba
larla varlıklar ya da şeyler üzerinde kımdan bir koşutluk bulan ve insa
etkide bulunma tekniklerini içerir. nı bir bakıma evrenin küçük bir
En eski uygarlıklardan bu yana in özeti gibi görmeye eğilimli olan fel
san giderek azalan bir biçimde bir sefe öğretileri küçükevren diye ad
takım gizli ilişkilere dayanarak ge landırdıkları insan dünyasını büyü-
leceği öğrenmek (kahinlik) ve ge kevrende bir bütüne kavuştururlar.
leceği etkilemek (büyücülük) ça (Bk. KÜÇÜKEVREN)
balarına girmiştir. Büyü sanatı tek
BÜYÜKLÜK
96
c
C A N L IC IL IK (fr. animisme; temelinde de canlıcı bir anlayışın
alm. Animismus; ing. animisim). yattığı söylenebilir. Canlıcı düşün
Her şeyde canlılık bulan öğreti. ceye gençler yetişkinlerden, ilkel
Düşünsel ve bedensel yaşamın il ler gelişmişlerden daha yatkındır
kesi olarak tek bir ruhu benimse lar. Çünkü onlar doğadaki devinim
yen, böylece nesnelerde de insan leri ya da mekanik oluşumları en
nıhsallığına benzer bir ruhsallık bu kolay bu yolla açıklarlar. İlkel in
lan öğreti. Bu öğreti insanlığın tari san buna göre her zaman ruhları
hi kadar eski olan bir düşünce bi çağırmak ya da kovalamak gibi yön
çimine dayanır. Canlıcılık ruhun temler aramış, dualar ve adaklarla
varlığını benim sem ekle kalmaz, bu işi gerçekleştirmeye çalışmıştır.
canlılığı madde dünyasına da gö Büyünün kaynağı da insanın ruti-
türür ve bu ikinci özelliğiyle ruh- larla olan bu alışverişindedir. E. B.
çuluktan ayrılır. Genel olarak nes Tylor ilkel insanın uyku, düş ve ö-
nelerde insan ruhuna benzer bir ruh lüm deneylerinden giderek ruh kav
bulan tüm görüşleri canlıcılık diye rayışına, oradan atalar kültüne, ora
adlandırmak doğru olur. Gerçekte dan da tanrı fikrine nasıl ulaştığını
her şeye, her olguya ve her nesne göstermeye çalışmıştır. Çocukların
ye canlılık yükleme eğilimi ilkel in tüm nesnelerin canlı ve devingen
sanın başlıca eğilimidir. Ayrıca he olduğuna inanması da canlıcılık ola
men bütün insanlarda canlıcı bir rak belirlenir. Trende giden çocuk
eğilim görülür demek hiç de yanlış ayı gördükçe aym kendini gözledi
olmaz. İyi ve kötü ruhlara, cinlere ğini sanır. (Bk. BÜYÜ, ORGAN-
şeytanlara inanmak bir tür canlıcı CILIK, RUH, RUHÇULUK, TA-
eğilimin belirtisidir. Ancak canlıcı PINCAKÇILIK)
lık daha çok ilkel insanda kendini
gösteren bir düşünce biçimidir, ki C A N LIM A D D EC İLİK (fr. hylo-
şileştirme yoluyla tapınacakçılığa soisme; alm. Hylozoismus; ing. hy-
açılır. Çoktanrılı inanç tablosunun lozoism). Her maddenin kendiliğin
CİNS
Kk henüz geçici olarak bile yanıtla ne. Fiziksel özellikleri olan nesne.
yamadığımız bir soru gibi görünü (Bk.BEDEN)
yor.” Her ne olursa olsun cinsellik
insanda tüm ruhsallığı kapsayan ve C İS İM C İK (lat. corpusculum\ fr.
belirleyen bir etkinliğe sahiptir. Böy- corpscule; alm. Korpuskel, Körper-
lece cinsel yaşam insan yaşamının lein\ ing. corpuscle). En küçük ci
başlıcı belirleyenlerinden biri olur, sim . X V II.ve X V III. y üzyılda
buna göre çağdaş ruhhekimliğinin atomlar ve moleküller cisimcik di
ve ona bağlı olarak ruhayrıştırma- ye adlandırılırdı. Bugün kütleyi
sının en önemli konularından biri oluşturan maddelerin en küçük par
dir. Freud en genel anlamdaki cin çasına cisim cik denilir. Atom un
sel arzuyu, L ibido'yu insan ruh- parçalanması ile ortaya çıkan elek-
sallığının temeline yerleştirir. Cin tirikli ya da elektiriksiz tanecik de
sellik çağdaş ruhbilim kadar çağ cisim cik diye adlandırılır.(B k.
daş düşünceleri de ilgilendirir. Kö ATOM, ATOMCULUK)
tümser Schopenhauer cinselliği iç
güdüsel bir açlığın doyurulduğu yer “ C O G İT A T İO “ (lat.söz.). Dü
olarak görür. Bu alanda erkek ka şünce edimi. “C ogitatio" terimi
dının güzel ve anlayışlı olduğu ya tüm kendiliğinden düşünce edim
nılgısı içindedir. Kadın da erkeği lerini karşılar. Bu terim giderek da
güçlü ve kişilikli bulmaktadır. Er ha az kullanılır olmuştur.
kek, sonunda, kadının çirkin ve ap
tal, kadın da erkeğin kaba ve ben “C O G İT O ” (“Düşünüyorum”aç-
cil olduğunu görecektir. Maurice lamında lat. söz; Cogito ergo su-
Merleau-Ponty cinselliği örtülü bir m’un kısaltılmışı). Descartes ‘ın yö-
güç olarak belirler: “Cinsellik bir ge nemli kuşkudan sonra ya da yön-
nellik maskesi altında kendine giz temli kuşkuyla ulaştığı varlık de
lenir,yarattığı gerilimden ve dram neyi. Descartes varlığı kanıtlamak
dan kaçmaya bakar.” M. Merleau- için kuşkudan yola çıkar: her şey
Ponty’ye göre insan yaşamında cin den kuşkuya düşebileceğini, ama
sel olanı cinsel olmayandanda ayı kuşkulanan ben’den kuşkuya dü-
ran kesin sınırlar yoktur: “Bir ka şemeyeceğini görür. Böylece Co
ran ya da bir edimi ‘cinsel’ ya da gito ergo sum (düşünüyorum öy
'cinsel değil’diye belirleyebilmek leyse varım) ilkesine ulaşır. Des
o la sılığ ı y o k tu r.” (B k. A ŞK , cartes önce “Gördüğüm her şeyi
LİBİDO) yalan sayayım: (...) hiçbir duyu
mun olmadığını düşüneyim; beden
C İSİM (lat. corpus\ fr. corps; alm. biçim, uzam, devinim ve yerin zih
Körper; ing. body). Algımıza açık nimin uydurmalanndan başka bir
olan ve uzayda yer kaplayan nes şey olmadığına inanayım: öyleyse
COŞKU
doğru diye umulacak olan ne?” di ulaştırır. Bu deney içinde birey tam
ye sorunu belirler. Sonra şu usa- anlamında devinimsizdir, tüm dış’ı
vurm ayı ortaya koyar: dünyada dışlamış, tüm içselliğine ulaşmış gi
hiçbir şey olmadığına inandım, “va bidir, engin bir mutluluk içinde bu
rolmadığıma da inandım mı?” Ha lur kendini. Coşku ruhun aşkın bir
yır. “Bazı şeylere inandıysam” var- şeyle özdeşleşmesidir, bu özdeşleş
’dım. Hileci bir güç mü şaşırtıyor mede özneyle nesne arasında hiç
beni? “Beni aidatsa da varolduğum bir aracı yoktur. Plotinos ve onun
konusunda kuşkum yok. ne kadar yolundan gidenler coşkuyu felse
isterse o kadar aldatsın beni, ben fenin amacı durumuna getirmişler
herhangi bir şey olduğumu düşün di. Böylece coşku tüm gizemci tu
dükten sonra beni hiçbir zaman bir tumların temelinde bulunan aşma
hiç yapamayacak. Öyle ki bunları duygusudur. Coşku ruhsal bozuk
iyice düşündükten sonra, her şeyi lukla ilgili bir edilginlik durumu da
dikkatle inceledikten sonra sonuca olabilir. Bu durumda birey gerçek
varmak ve şu önermeyi sallantısız dünyanın bilincinden ve kendisinin
diye benimsemek gerekir: düşünü bilincinden yoksun kalarak tam bir
yorum öyleyse varım." Varlığı kuş devinimsizlik ve duyarsızlık içine
kudan giderek kanıtlama girişimi düşer, “çevresiyle bütün ilişkisini
ne D escartes’dan çok önce Aziz keserek başkasının hiçbir biçimde
Augustinus’da raslanz. Aziz Augus- giremeyeceği bir ruhsal dünyaya
tinus şöyle diyordu: “Aldanıyorsam geçer” (Th. Kemmerer). Hastalıklı
varım. Çünkü, elbette,varolmayan coşkuda boğuntuyu temel alan ve
aldanmaz.” Kant’da “cogito”dene- zaman zaman boğuntuyla birlikte
yin koşuludur. (Kant: “Düşünüyo ortaya çıkan anlamsız bir sevinç
rum, tüm sunumlarıma eşlik ede gözlemlenir. Bu coşku daha çok
bilmelidir. (...) Sezgi öğelerinin histeride, şizofrenide, manide or
tüm çeşitliliği düşünüyorum ’la zo taya çıkar. Alman estetikçilerinin
runlu bir ilişki içindedir.” (Bk. KUŞ belirlemiş olduğu Einfühlung ku
KU, KUŞKUCULUK, ÜLKÜCÜ ramının öncüsü Theodor Lipps es
LÜK) tetik deneyin öznedeki duygusallı
ğın nesneye yansımasıyla gerçek
COŞKU (fr. extase', alm. Ekstase\ leştiğini bildiriyor, bunu insanın do
ing. ecstasy). Herhangi bir şey kar ğada ergimeye uğraması olarak de
şısında duyulan aşırı haz ya da hay ğerlendiriyordu. Lipps’e göre bi
ranlık. Kendi varlığının dışına çıkıp zim bir duygusallığı önce kendimiz
yüce bir varlığa kavuşmuşluk duy de yaşadığımız sonra da nesneye
gusu. Coşkuda kişi kendisini nes yansıttığımız savı doğru değildir;
nel dünyadan kopmuş ve üst bir her iç edim nesneyle ve nesnede
varlıkta erimiş duyar. Bu duygu bi yaşanmaktadır. Lipps’e göre este
reyi sezgisel bir aşkınlık deneyine tik edim öznenin nesneyle, ben’in
COŞKUNLUK
101
ç
ÇABA (fr. effort\ alm. Streben, lamını çok güzel belirtir. İngilizler
Anstrengung; ing. effori). Bir en şöyle söyler: “Yoksulluktan başka
geli ortadan kaldırmayı ya da yeni hiçbir şey çabasız elde edilemez.”
bir duruma geçmeyi amaçlayan et (Bk. EDİM, ETKİNLİK, EYLEM)
kinlik. B ir bilinçli varlık olarak
insanın kendindeki ya da dünyadaki Ç A Ğ R IŞIM (fr. association; alm.
bir engeli ortadan kaldırabilmek için Assoziation; ing. association). Bi
tüm gücünü kullanarak eylemde linç alanında istemin hiçbir katkısı
bulunması. Çaba genellikle eksikli olmadan hatta onun direnişine kar
ya da sakat bir durumdan yetkin şın fikirlerin, imgelerin, duygula
duruma geçmek üzere ortaya ko rın kendiliğinden birbirine bağlan
nulur. Bunun yanında elbet boş ça ması. Sunumların ve kavramların
balar da vardır (bir demir çubuğu d ü zen siz b ir g ö rünüm a ltın d a
bükmeye çalışmak gibi). Genel ola birbirini izlediği ruhsal olgu. Bir ruh
rak bedensel ve ruhsal olmak üze sal durumun kendiliğinden bir baş
re iki tür çaba belirlenir. Bununla ka ruhsal durumu getirmesi. Aris
birlikte insanda bedensel olanı ruh toteles çağrışımın üç yasasını be
sal olandan ayırmak olası olmadı lirlemişti. Ona göre çağrışım ben
ğına göre çaba insanın bütünsel bir zerlikle ( mavi halının denizi anım
edimine karşılıktır. Çaba herzaman satması), yakınlıkla (sütün beyazı
yetkin bir sonuca ya da amaca var anımsatması), karşıtlıkla (sıcağın
manın tek koşulu olarak gösterilir. soğuğu anımsatması ) kuruluyor
Plautus “Bademe ulaşmak için çe du. Aristoteles’den sonra çağrışım
kirdeği kırmak gerekir” der. Latin olgusunun varlığı yadsınmadı, bu
şairi Catullus’un “Zafer çabayı se olgu üzerine çoğu birbiriyle uzlaş
ver” sözü neredeyse bütün dünya maz değişik görüşler ortaya kon
ya atasözü olmuştur. “Güvercin du. Hume ve öbür İngiliz deneyci
gökten yere kızarmış olarak inmez” leri çağrışımı ruhsal-sinirsel bir sü
diyen latin atasözü de çabanın an recin belirlediği mekanik bir olgu 103
ÇAĞRIMŞICILIK
çapraşıklık da çok zaman derin gö usu ve usun yöneldiği fikirleri (Tan
rünme isteğinin bir sonucudur. (Bk. rı, Ruh, Dünya) aşkın diyalektik
KARANLIKÇILIK) l e incelemiştir. Aşkın diyalektiğin
başlıca konusu usun metafizik bil
Ç A T IŞM A (lat. conflictus; fr. giyi nasıl sağladığı konusudur. Ken
conflit; alm. Widerstreit\ ing. conf- dinde şey’e, Noumenon’a yönelen
lict). İki birey ya da iki toplum ara us, koşullanmamış a priori sezme
sında karşıtlık ve kavga durumu. yetisidir ve duyumsalı bilgiye dö
Kişide karşıt duyguların aynı anda nüştürmekle yükümlü anlığa, ko
ortaya çıkmasından kaynaklanan şullanmış ’a karşılıktır. Bu koşullan-
ruhsal gerginlik durumu. Çatışma mamışı ilkörnek anlık diye de ad
genellikle kişinin toplumla ilişkile landırabiliriz. Usun fikirlere yöne
rinde kapıldığı bir duygudur ve lişiyle Uç bilgi alanı oluşur: dinbi-
ödevler, toplumsal zorunluluklar, lim, ruhbilim, evrenbilim. Us bu üç
ahlak kuralları karşısında içgüdüsel alanda hiçbir zaman aşamayacağı
itkilerin, tutkulu yönelimlerin, duy çatışkıları belirler: 1. evrenin uzay
gusal eğilimlerin açmazlarından da bir sınırı, zamanda bir başlangı
kaynaklanır. Hapishanede sevgili cı var mıdır, yoksa evren sınırsız
sini özleyen bir adam ya da ciğere ve öncesiz midir? 2. bütünü par
uzanamayan bir kedi çatışkılı du çalara böle böle basit ve bölünmez
rumdadır. Çatışma daha çok top parçalara mı ulaşırız yoksa bu böl
lumsallığın doğru olarak kavranı- me işi sonsuza kadar sürer mi? 3.
lamadığı durumlarda ortaya çıkar. nedenler zincirlerinde geriye gide
Bireyin toplumsal ve ahlaki gerek gide bağımsız bir ilk nedene ulaşa
leri kavramasıyla çatışkılar yerleri bilir miyiz ya da bu geriye gidiş
ni bilinçli tutumlara bırakarak da sonsuza kadar sürer mi? 4. olum
ğılırlar. Çatışkı sorununu çözmek sallar zorunlu olarak mutlak bir şe
için insanlar bastırma gibi, yücelt ye dayanırlar mı yoksa böylesine
me gibi yollar bulmuşlardır. (Bk. mutlak bir şey yok mudur? Bu dört
BASTIRMA, YÜCELTME) soruda çatışkının aşılması olanak
sızdır,bunlarda savlarla karşı sav
Ç ATIŞKI (fr. antinomie; alm. An lar birbirini gideremezler, gidereme
tinomie', ing. antinomy). İki ilke ya yeceklerdir. Çatışkıların aşılmazlığı
da bunların belli bir konuya uygu usun kendini aşan bir işi yüklen
lanışları arasında çelişki. İki görüş miş olmasından gelir. (Bk. DİYA
a ra sın d a g id erilem ez görünen LEKTİK, FELSEFE, ÜLKÜCÜ
karşıtlık. Çatışkı, K ant’da usun LÜK)
düştüğü çelişkilere karşılıktır. Usla
anlığı kesin olarak birbirinden ayır Ç E L İŞ K İ (lat.contradictorius; fr.
mış olan Kant anlığı ve kavramla contradiction\ alm. Widerspruch,
rını aşkın ayrıştırma’Az ele almış, Kontradiktion\ ing. contradiction). 105
ÇELİŞKİLİ
113
D
D A Ğ ILIŞIM (lat. dissolutio; fr. içe dönüşle kendini gösterir. Ona
dissolution\ alm. Auflosöng\ ing. dikkatin özelleşmesi de diyebiliriz.
dissolution). Bir katışmacın çözül J. M. Suther’e göre iki çeşit dağıl
mesi. Bir organizmada bütünleşmiş ma vardır ve bunlar bir ölçüde kar
öğelerin birbirlerinden ayrılarak ba şıttır: bazen ruhsal yoğunlaşma dik
ğımsız duruma geçmeleri. Bu te kati tek bir şeyde toplar ve böyle-
rim daha çok toplumsal birimler ce o şeyin dışındaki şeyler duyum
deki dağılmaları, çeşitli kurulular sanmaz olur, düşüncenin ya da bil
daki ya da topluluklardaki çözül ginin dağılması bu çeşit bir dağıl
meleri anlatır. H. Spencer dağılışı madır; bazen de ruhsal yoğunlaş
mı evrim in karşıt olgusu sayar. ma yetersizdir ve en küçük bir olay
(Bk. EVRİMCİLİK, KATIŞMAÇ) bile düşüncenin akışını değiştirebi
lir, öğrencinin dağılması da böyle-
D A Ğ IL M A (lat. distractio; fr. dir, tek bir sinek bile öğrenciyi ça
distraction; alm. Zerstreutheit-, ing. lışmasından edebilir. Demek ki hem
distraction). Düşüncenin artık dik dikkat aşırılığı hem dikkat azlığı da
kat gösteremeyecek biçimde çeşitli ğılmayı getirebilmektedir. Melanko
nesnelere dağılması. Dikkatin ilgisiz liklerde dikkat aşırılığı, bunamışlar-
bir nesnede yoğunlaşması. Zihnin da dikkat azlığı kendini gösterir.
dikkatini tek bir nesnede toplaması (Bk. DİKKAT)
sonucu olağan algının işlemez ol
masıyla duyum sam anın ortadan “D A İM O N İO N ” (yun. söz.) İn
kalkması. Dağılma en genel anlam sanlarla tanrılar arasındaki ruhsal
da dikkat eksikliğidir, çok zaman güç. Sokrates, kendisinde kendisi
bir uğraş sırasında tüm dikkati belli ni aşan bir şeyin varlığından söze-
bir şeyde, özellikle bir düşüncede diyor, buna “D aim onion" diyor
yoğunlaştırmaktan gelir. Dağılma, du. “D aim onion” onun içindeki
bir bakıma dikkatin yolaçtığı dik güçlü ve doğru sesti, bu ses ona
katsizliktir ve dışa yönelişten çok erdemin yolunu gösteriyordu. 115
DARKAFALILIK
olan davranışlar bireyin kişilik ya bir olgu olarak anlamaya ve kavra
pısıyla olduğu kadar ortamın ko maya yöneldiği anda bilime taban
şullarıyla belirlenir, bunlar bireysel tabana karşıt bir karmaşıklığın, bir
davranışlara zaman zaman bir top bulanıklığın içine düşüyordu. Dav
lumsallık kılıfı ya da görünümü ka ranışçılık ruhsal olgular arasındaki
zandırırlar. Buna göre bireysel dav ilişkiyi değil, uyaranla tepki ara
ranışlar yanında toplumsal davra sındaki ilişkiyi kavramayı öngördü,
nışlardan da sözedebiliriz. Öte yan böylece bilincin soyut verileri ye
dan, her davranış, toplumsal belir- rine davranışın som ut verilerini
lenimli olsun, bireysel belirlenimli koydu, buna göre öncelikle insa
olsun bir duygu-düşünce bütünü nın bireysel ve toplumsal uyumla
nün anlatımıdır. Bu çerçevede bir rını incelemeye yöneldi. İnsanın ce
belirleyen ya da hatta bir simge de nin durumundan olgunluk durumu
ğeri taşır. (Bk. DAVRANIŞÇILIK) na kadarki tüm davranışlarını geli
şim çizgisi boyunca incelemek dav
DAVRA NIŞÇILIK (fr. behavio ranışçı okulun temel eğilimi oldu.
risms, alm. Behaviorismus; ing. Davranışçılar ruhayrıştırması öğre
behaviorism, behaviourism). Ruh- tisi çerçevesinde ortaya konulmuş
bilim araştırmasını davranış göz olan tüm bastırma olgularını ruh-
lemlemesine indirgeyen öğreti. Bu bilimsel ayrıştırma alanının dışına
öğretiyi 1913’de John B. Watson çıkardılar, kalıtım ve içgüdü gibi
ortaya koymuştur. Watson’a göre kavramları da dışta tuttular, çünkü
“olgulardan ve yasalardan giderek, onlara göre tüm içgüdüsel ve duy
bir uyaran belli olduğunda tepkinin gusal etkiler koşullanmayla elcfe
ne olacağını ya da tepki belli oldu edilmiş kazanımlardan başka bir
ğunda uyaranın ne olacağını” gös şey değildi ve koşullanmanın açık
termek olasıdır. Ruhbilimin bir bi lanması tüm ruhsal olgulara kök
lim olarak kurulmaya başladığı dö ten bir açıklama getirecekti. Pierre
nemlerde geçerli kılınan içebakış Naville, Davranış ruhbilimi adlı ya
yönteminin geçerli bir yöntem ol pıtında şöyle yazar: “Davranışçılık
madığı kısa zam anda ortaya çı bir doğa bilimleri alanıdır, insan
kınca, ruhbilimcilerde ruhbilimin uyarlanm asının bütünsel alanını
ruh ya da bilinç gözlemlemesi ye kendi özel alanı olarak seçmiştir.
rine davranış gözlemlemesine yö Davranışçılık yalnızca nesnel bilim
nelmesi gerektiği düşüncesi ağır lerin yöntemlerine başvurur, ölçme
basmaya başladı. Bilim olmak iste yöntemlerine, dış gözlem yöntem
yen her bilgi alanı ölçülebilir olana lerine başvurur. Görüldüğü gibi o
yönelmek zorundaydı, bu alanda da yalnızca bir tepki ruhbilimi değil
ancak davranışlar ölçüye tutulabi dir, aynı zamanda bir davranış bili
lirdi. İçebakışta insan kendini ya da midir. Davranış tutarlı uyarlanma
o andaki ruhsal durumunu nesnel ları ya da uyumları gerektirir. Bu
DAYANAK
sanattaki güzel tam tamına başka miş bir özle, yalıtılabilir bir özle bir
dır: onun temelinde bilinçsiz doğa arada bulunabilir. Sanatın verilerini
da bulamayacağımız, insani ve top önce oluşturmak gerekir. Sanat dü
lumsal bir öge olan bir tekniğin va zeyinde deney de yaşam da ancak
roluşu vardır. Doğa olağan ya da yaratmayla olasıdır. Sanatsal imge
olağandışı ayrımından başka kökel hiçbir zaman bir şeyin sunumu de
bir ayrım tanımaz: bu özseldir bu ğildir. O sanatçının oluşturduğu bir
raslantısaldır, bu süreklidir bu sü sunumdur, eşyadan getirmek iste
reksizdir gibi. Yalnızca sanat este diği bir sunumdur. Sanatçı fikri eş
tik değer kavramlarını, gerçek an y adan g id erek kurar, bu eşya
lamda güzeFi ve çirkin’i getirir. Bir gerçekliktir, daha sonra yapıtla, bir
doğa güzelliğinden sözetmekte di- gerçeklik olan yapıtla, fikirden eş
renilecekse o zaman onun estetik- yaya doğru gider. ‘Resim kafa işi
dışı ya da sözde estetik olduğunu, dir’ diyordu Leonardo da Vinci.”
yalnızca sanattaki güzelin estetik ol (Bk. ART1KDEĞER, EŞDEĞER
duğunu söylemek gerekecektir. Es LİLİK)
tetik güzel sunumdur, sıradan bir
kopya değildir, bir göz yanılması DEĞERLENDİRM E (fr. appréci
değildir, sunumdur ya da yaratıdır, ation', alm. Wertschaetzurıg; ing.
önceden belirlenm iş bir tekniğe apreciation). Değerini ortaya koy
uyan bir yaratıdır.” Lalo estetik de ma. Tanıtmaya ya da açıklamaya
ğerin kaynağının doğada değil biz karşıt olarak bir şeyi değerler açı
de olduğunu bildirir, doğa ona gö sından ya da olması gereken açı
re en çok bir esin kaynağı olabilir: sından ele alma. Lalande değerlen
“Doğaya uladığımız her çeşitten de dirmeyi “Bir fikrin ya da bir şeyin
ğerler doğada olan değil de bizde varlığıyla değil, değerleriyle, belli
olan değerlerdir. Doğanın estetik il bir amaca göre yetkinlik derece
gisizliği, tıpkı ahlaki ya da mantık siyle ilgili zihin işlevi” olarak tanım
sal ilgisizliği gibi mutlak bir ilgisiz lar. (Bk. DEĞER)
liktir. Doğa kendinde olmayan bir
şeyi öğretemez. Doğa kendinde ol D E Ğ E R L İL İK (fr. dignité', alm.
mayan herhangi bir yöntemi sanat Würde; ing. dignity). İnsana yara
çıya benimsetemez. Doğa, hiç kuş şır oluş. İnsan açısından değerli
ku yok, sanatçı için büyük bir esin oluş. Değerlilik fikri insanın bir araç
lenme kaynağıdır.” Sanatsal değerin olarak düşünülem eyeceği, onun
yaratma koşullan içinde gerçekleş kendinde bir amaç olduğu fikri üze
tiğini Henri Delacroix bize şu söz rine temellenir. İnsani değerlilik il
lerle anlatır: “Hiçbir yerde, ne ger kesi'. Kant’da ahlakın temel ilkesi
çeklikler dünyasında ne ülküsel dir. Bu ilke şöyle formüllenir: “İn
cennette sanat doğrudan doğruya sanlığı hem kendi kişiliğinde hem
bir veriyle, tam tamına gerçekleş başkasımn kişiliğinde basit bir araç
DEHA
düşünce ve hatta duygu düzeyin lük burada işte; çünkü bizler kendi
de kişisel yetkinliklerin toplamıdır, kaynaklarımızı işletecek yerde baş
özellikle yaratmaya yatkınlık anla kasını kıskanmaktan, öykünmek-
mı taşır, bu yüzden daha çok sanat ten, aşmaya çalışmaktan başka bir
alanında konu edilir. Gerçek deha şey yapmıyoruz.” R. Rolland, “D e
insani güçleri aşar gibi görünen bir ha engel ister, engel dehayı yapar”
yetkinlikle, bir anlama ve yapma diyerek konuya bir başka boyut ge
gücüyle donanmıştır. Bazı ruhbi tirir. Balzac’m “Deha herkese ben
lim ciler dehayı yüksek zekayla zer, kimse dehaya benzemez” gö
açıklamak istemişler, zeka ortala rüşü dehayı azçok tüm insanlar dü
ması 145’den yukarı olan kişileri zeyine indirir. Ne olursa olsun, de
dahi diye belirleme eğilimi göster ha bir kurma, oluşturma, bir ya
mişlerdir. Ne var ki dehayı yalnız ratma yatkınlığıdır. Bu yüzden Kant
ca zekayla açıklamak olası değil onu “doğanın bir gücü” olarak be
dir. Deha kavramı oldukça bula lirlemiştir, buna göre sanatsal ya
nık ve tartışma götürür bir kavram ratı bir deha ürünüdür. “Doğa de
dır. Buna göre birçok deha tanımı hadan giderek sanata yasalarını ve
yapılmıştır. Bu tanımların belki de rir” der Kant. Hegel için de sanat
en ünlüsü ve hatta en uygunu Buf- her zaman dahice bir bakışı, bir gö
fon’unkidir: “Deha sabra büyük bir rebilm e gücünü gerektirir. (Bk.
yatkınlıktan başka bir şey değildir.” BtLGİ, BİLİNÇ, SANAT)
A. Vinet Buffon’un tanımına bir öl
çüde karşı çıkar: “Buffon ne derse DEİZM. Bk. YARADANCILIK
desin, sabır deha değildir, ancak
sabırdan yoksun deha gerçek yü D E L İL İK (fr. folie\ alm. Wahn,
celiğine varamaz.” Emile Augier- Irrsinn, Narrheit', ing. insanity).
’nin tanımı da oldukça ilgi çekici Zihinsel bozukluk. Ruh hastalıkla
dir: “Deha delilikte yıkanmış bir dal rının genel adı. O lağ an ın çok
gadır.” W. James “Deha gerçekte ötesinde davranışlar gösterme. De
alışılmadık bir biçimde algılama ye lilik, alışılmışın dışında kalan tüm
tisinden başka bir şey değildir” der. tutumları anlatmak için kullanılır.
G. Le B on’a göre “Deha insanları Özel anlamında delilik usun ilkele
bir ulusun düşünsel bütünlüğünü rinin sarsılmasıyla belirgin zihin yet
oluştururlar ama gücünü pek oluş mezliğine karşılıktır. Delilik geçmiş
turamazlar.” Etiemble, dehanın bir zamanlarda tüm ruhsal bozukluk
biyoloji konusu olduğu görüşünde ları belirlemekte kullanılırdı. Psiki
dir. Bu konuda en önemli belirle yatrinin kurulup gelişm esinden
melerden birini L. Lavelle yapar: sonra çeşitli ruhsal bozuklukları
“Tüm insanlar deha sahibidirler; belirlemek için ayrı adlar bulundu
kendi dehalarını bulabilme yetene ve delilik sözü bilimsel dağarın dı
ğine sahip oldukları zaman. Güç şında tutuldu. Bugün deliliği düşün-
DEM OKRASİ
düren durumlar için daha çok “çıl yışa dayanırlar. Buna göre Albert
gınlık” terimini kullanmak uygun Einstein “Benim siyasal ülküm de
olacaktır. / La R ochefoucauld: mokrasi ülküsüdür” der ve ekler:
“Deliliğin dışında yaşayan kişi “H er insan kişi olarak saygı gör
sanıldığı kadar bilge değildir.” / meli ve kimse tannlaştırılmamalı-
Seneca: “Bir deliye gülmek istedi dır.” İnsanlığın tarihine baktığımız
ğim zaman, uzağa gitmek gerek da demokratik eğilimlerin çok es
mez, kendime gülüyorum .” / B. ki, demokratik uygulamaların çok
Gracian: “Deli görünenlerin hepsi, yeni olduğunu görürüz. Demokrasi
deli görünmeyenlerin yansı delidir.” yunancada demos yani “halk” ve
/ Marguerite de Navarre: “En kısa kratein yani “yönetmek” sözcük
süren delilikler en iyi deliliklerdir.” leriyle oluşturulmuş halkın yöne
(Bk. ÇILGINLIK) timi anlamında bir sözcüktür. De
mokrasi elbette ilkin Yunanistan’da
“D EM İU R G O S” (yun. söz.) Pla ortaya çıkmış bir anlayış değildir.
ton, Tımaios diyalogunda Demiur- Toplumbilimcilerin “ilkel demokra
gos’u evrenin kurucu etkeni ola si” diye adlandırdığı ve eski uygar
rak tanımladı. Demos, halk; ergon, lıklarda görülen demokrasi uygu
iş’den gelen Demiurgos, halk için lamaları bir yetki paylaşımından
çalışan demektir. Plotinos’da De başka bir anlam taşımıyordu. Ger
miurgos evrenin ruhu anlamında çekte yunan demokrasisi de batılı
dır. yazarlarca çok abartılmıştır. Yuna
nistan’da demokratik girişimler her
D EM O K R A Sİ (fr. démocratie', zaman tiranlık tehditleriyle ya da
alm. Demokratie; ing. democracy). benzeri tehditlerle sallantıda kalıyor
Bir toplumda ya da bir toplulukta du. Eski uygarlıklardaki demokra
bireylerin ortak söz ve eylem hak si uygulamaları boy ya da klan alış
kına sahip olması durumu. “De kanlıklarından kalmadır. Yerleşik
mokrasi” kavramı genellikle “cum yaşam düzeninin gelişmesiyle ya da
huriyet” kavramıyla kanştınlır, ege tarım iktisadının kökleşmesiyle es
menliğin gerçek ya da biçimsel ola ki boy ya da klan başkanının yerini
rak yurttaşların çoğunluğunda ya aile başkanı aldı. Aile başkanlan, ör
da bütününde bulunduğu yönetim neğin Yunanistan’da genos, Roma-
leri cumhuriyet diye adlandırmak ’da gentes başkanlan aralarından bi
gerekir; demokrasi bir yönetim bi rini kral seçerler ve devletin yöne
çimi olmaktan çok bir ilişki biçimi timine katılırlardı. Daha sonra geli
dir, bir toplaşma biçimidir. Bu yüz şen kent demokrasileri de gerçek
den P ierre M endes-France pek demokrasi değildir, bu demokrasi
haklı olarak “Demokrasi her şey ler üst sınıf demokrasileridir. Kent
den önce bir düşünce biçimidir” de dem okrasilerinde üst sın ıf orta
miştir. Demokrasiler eşitlikçi anla sınıfın ve alt sınıfın üzerinde baskı 123
DEMOKRASİ
Denkser olan, adalet ülküsüne tı müyle mekanik bir olgudur: bir şe
patıp uyandır. Aristoteles “Denk- yin devinebilmesi için bir başka şe
serliğin özü, yasa genel özyapısı ge yin onu itmesi gerekir. Gene de
reği yetersiz göründüğü zaman ya Descartes devinimi bir kendinde
sayı düzeltmeye dayanır” der. İn şey gibi düşünür ve şöyle der: ”Bir
cird e şu sözleri okuruz: “Görünüş cisim öbürünü ittiği zaman kendin
ler üzerinde yargılamayı bırakın, den aynı ölçüde devinim yitirmiyor
d en k serlik le y a rg ıla y ın .” (Bk. sa ona hiçbir devinim veremez ve
ADALET) kendi devinimini çoğaltmıyorsa on
dan hiçbir devinim alamaz.”
DESPOT. Bk. ZORBA.
DEVLET (fr. Etat; alm. Staaf, ing.
DETERM İNİZM . Bk. BELİRLE state). Bir toplumun yaşam biçimini
NİMCİLİK. belirleyen ve düzenleyen yetke ve
bu yetkeyle ilgili organların ya da
DEVİNİM (yün.kinesis; lat. mo- düzeneklerin tümü. Bir ulusta ya
vimentum; fr. m ouvem enf, alm. da bir toplumda askeri, siyasi, adli
Bewegung', ing. movement). Uzay ve yönetimsel kurumların oluştur
da yer değiştirme. Bir cismin bir duğu düzenek. Ortak yönetim dü
yerden bir yere geçmesi. Devinim zeni ve ortak yasaları olan bir ulus
olgusu öncelikle İonia’lı filozof He- ya da uluslar topluluğu. Devletin
raklietos’un ilgisini çekmişti: evren varolabilmesi için bir ulusun ya da
deki sürekli değişim dönüşümün uluslar topluluğunun yerleşmiş bu
varlığını ortaya koyarken devinimi lunduğu bir toprak parçası, bir de
de açıklıyordu. Onun “Aynı ırma bu ulusu ya da ulusları yönetecek
ğa iki kere girilemez” sözü bu de bir yetkenin bulunması gerekir. Her
vingen akışı ortaya koyar. Buna devlette bir yönetilenler topluluğu
karşılık Elea’lı Parmanides evren bir de onun içinden çıkan bir yöne
de her türlü değişimi, bu arada de tenler topluluğu vardır. Yönetenler
vinimi de bir yanılsama saydı. Aris topluluğu yetkeyi oluşturur. Bu ay-
toteles’de devinim İlk Devindiri- rımlaşmışlıkta yetkeyle yönetilen
ci’nin itkinliğiyle belirgindi. Skolas ler karşı karşıya gelirler. Yöneten
tikler devinimi gücüllük durumun ler yönetilenler karşısında her za
dan edim durumuna geçiş olarak man belli bir ağırlığa sahiptirler, bu
gördüler: devinen her varlık bir yüzden devlet denilince çok zaman
başka varlık yüzünden devinmek yetke ve bu yetkeyi oluşturan dü
tedir, her devinim bir devinmeyen zenek anlaşılır. Yöneten ve yöneti
ilk devindiriciyi gerektirir. Maddey len karşıtlığında elbette sınıfsal ay
le uzamı özdeşleştiren Descartes rışmalara dayalı toplumsal çatışkı
için devinim etkin nedenin itici gü ların payı büyüktür. İnsanlık tarihi
cüne bağlı olarak gerçekleşir, tü boyunca gelişen uygarlık etkinlik 131
DEVLET
leri içinde devletin anlamı büyük de letin sınıfsal çatışmaların zorunlu
ğişik] iklere uğramıştır. Eski devlet bir sonucu olduğunu bildirdi; sınıf
tipi güçler ya da erkler bütünlüğü sal uzlaşma olabilseydi devlet or
üzerine kuruluyordu. Bu devlette taya çıkmazdı ve sürmezdi. Marx
yasama, yürütme ve yargılama tam “yetkin devlet” ve “yetkin olmayan
anlamında bir bütün oluşturuyor devlet” ayırımını koyar. Ona göre
du. M odem devlette bu üç erk bir hıristiyan devleti yetkin değildir, bu
birinden kesin olarak ayrıldı ve bu na karşılık demokratik devlet yet
ayrılma çağdaş demokratik devle kindir. Şöyle der Marx: “Sözümo-
tin varoluş güvencesi olarak belir na hıristiyan devletinin devlet ola
lendi. Hegel’e göre devlet uygar rak tümlenmesi için hıristiyan dini
toplumun güvencesidir, ahlaki yet ne gereksinimi vardır. Buna karşı
kinliğin de kaynağıdır. Temel nite gerçek devletin, demokratik dev
likleri özgürlük ve öznellik olan çağ letin siyasal yetkinlik için dine ge
daş insan bu niteliklerini devlette reksinimi olmayacaktır. Demokra
geliştirecektir. H egel’ci anamda tik devlet dinden geçebilir, çünkü
devlet insan haklarını kesin bir bi onda dinin temeli dindışı bir biçim
çimde sağlayabilecek tek güçtür. de kurulmuştur.” Marx din fikrin
“Hukuk, ahlak düzeni ve devlet tek den arınmış bir m odem devlet an
olumlu gerçekliği, özgürlüğün tek layışı geliştirir: “İnsan gerçek an
dayanağını sağlarlar” der Hegel. Fi lamda kendini bir boyunduruktan
lozofa göre “Devlet özgürlüğün kurtarmadan devlet kendini bir bo
nesnel bir varoluş kazandığı ve nes yunduruktan kurtarabilir, insan öz
nelliğe karıştığı tek özgül tarihsel gür insan olmadan devlet özgür in
biçimdir”. Devlette bireyler hakla san olabilir... Buna göre yurttaşla
rıyla olduğu kadar ödevleriyle var rın büyük bir çoğunluğu özel ya
dırlar. Hegel’de her zaman haklar şamlarında dine bağlı kalırken
la ödevler bağlaşıktır, ödevler hak devlet kendini dinden kurtarabilir.”
lardan haklar ödevlerden ötürü var Engels devletin topluma dıştan be
dır. Böylece insancılık devletin te nim setilm iş bir şey olm adığını,
mel amacı olur. İnsancılık her dev onun toplumun belli bir evresinde
letin ulaşabileceği bir yüksek insan ortaya çıkmış bir ürün olduğunu
lık durumudur. Bu yüzden gerçek söyler. Lenin şöyle der: “M arx’a
anlamda insan olmak gerçek an göre devlet bir sınıf egemenliği or
lamda yurttaş olmakla eşanlamlı ganıdır, sınıfların çatışmasını azal
dır. Nietzsche Hegel gibi düşünmez tarak bu baskıyı yasallaştıran ve
ve şöyle der: “Devlet tüm soğuk güçlendiren bir düzenin yaratılma
ucubelerin en soğuğudur; soğuk sıdır.” M arx’çı öğretiye göre dev
soğuk yalan söyler, ağzından dö let proletarya diktatörlüğü dönemini
külen yalan şudur: ‘Ben, devlet, izleyecek olan komünizm aşama
halkın kendisiyim’” Marx bize dev sında gereksiz duruma gelecek ve
DEVRİM
durumda mahkum ederler. Ne olur rak kısa sürede toplumsal köklü de
sa olsun devrimi ayaklanmadan ya ğişiklikler getirmeye yönelik giri
da başkaldırmadan ayırmak gere şimler kuşkuyla karşılanmaya açık
kir. Başkaldırma ya da ayaklanma girişimler olurlar. Bu yüzden bazı
yetkeye karşı girişilmiş, çok zaman yazarlar devrim fikrini kökten mah
düş kırıklığıyla son bulan duygusal kum ederek toplumlann kendiliğin
ve çok zaman bilinçsiz bir tepki de den gelişmelerine ya da evrimsel
vinimidir, geleceği geniş çerçeveli ilerlemelerine bel bağlarlar. Bazı ya
biçimde tasarlamamış olmakla dev zarlarsa toplum lann yaşam ında
rim den ayrılır ve salt kargaşaya devrimleri zorunlu dönüşüm nok
eğilimli bir girişim olarak belirir. taları olarak değerlendirirler. Bazı
Adamlarından birinin 1789 temmu larına göre devrim adına her çıkış
zunda Louis XVI’ya “Efendimiz, bilinçsiz bir tepki olacaktır. Bazı ya
bu bir ayaklanma değil, bu bir dev zarlarsa devrimi tam anlamında bir
rim” deyişi bu ayrımı belirgin bir bilinç işi olarak görürler. J. James
biçimde somutlaştırır. Genel olarak “Ancak bilincin varolduğu yerde
devrimler başarıya ulaştıktan zaman devrim olabilir” der. Devrim, ku
devrim diye nitelendirilirler, başa rulu düzenleri temsil edenlerin kor
rıya ulaşmamış devrimleri bir ayak kulu düşü olurken yeni bir düzen
lanma olarak nitelendirmek olası isteyenlerin dayanağı durumuna ge
dır. Bazı yazarlar devrimi kaçınıl lir. N. Bonaparte şöyle demiştir:
ması gereken bir karışıklık olarak “Devrimlerde iki çeşit insan var
değerlendirirler. Devrim düşünce dır; devrimi yapanlar ve devrim
sinden özellikle uzak duran Kant, den yararlananlar.” Devrimin ne
başarıya ulaşmış bir devrime katıl olup ne olmadığı her çağa ve her
mayı bir zorunluluk sayar. Filozo devrimsel olaya göre değişik an
fa göre her zaman kurulu düzen lamlar kazanırken, tarihte bazı kit
den yana olmak gerekir, ama yeni lesel ayaklanmalar (İonia devrimi)
bir düzen geldiği zaman yapılacak ve bazı siyasal değişiklikler (Birin
iş bu yeni düzenden, yani yeni ku ci İngiliz Devrimi Charles I’in taht
rulu düzenden yana olmaktır. Kant tan indirilerek idam edilmesi; İkin
şöyle der: “Çünkü bir devrim bir ci İngiliz Devrimi James II Stu-
kere başarıya ulaştı mı, yeni bir dü art’ın İngiltere’den ayrılması ve
zen kuruldu mu, başlayışındaki ve Orange’lı William’ın tahta geçme
sürüşündeki yasadışılık insanlan iyi si) devrim diye adlandırılmıştır.
yurttaşlar olarak yeni düzene ba- Devrimler kitlesel bilinçlenmeyle il
şeğip başeğmemekte serbest bırak gili koşullara bağlı hızlı dönüşüm
maz, insanlar bundan böyle iktida ler olmakla daha çok Yeniçağ’la il
rı ele geçirmiş olan yönetime ba- gilidirler. Yeniçağ’ın ilk önemli dev
şeğmekten kaçınamazlar.” Her ne rimi Fransız Devrimi’dir. XVIII.
olursa olsun, yetkeye başkaldıra yüzyıl aydınlanma düşüncesi için-
DEVRİM
münist devrim her türlü gelenek me dayalı bir eylemin hiçbir biçim
sel etkinliğe yönelmiş bir devrim de ahlaki bir değer ortaya koyama
dir”. (Bk. EVRİM, SINIF, TOP yacağını gösterdi. Kant’a göre ah
LUM) laki bir değerin oluşabilmesi için
zorlamanın olmaması, eylemin so
DIŞA D Ö N Ü K LÜ K (fr. extra rumluluktan giderek gerçekleşme
versión', alm. Extraversión', ing. si gerekir. (Bk. ÖZERKLİK)
extraversión). Ruhsallığın dışa açık
olması durumu. Dış dünyayla özel DIŞLAŞM A (fr. extériorisation-,
likle ilgilenme durumu. Duyguları aim. Verausserlichung; ing. exter-
nı dışa dökme eğilimi. Dışadönük- nalization). İçsel olan bir şeyin dı
lük kendine kapanma ve dış dün şa açık duruma gelmesi. Bir bilinç
yadan uzaklaşma eğilimi olan içe- öğesinin başkalarınca kavranabilir
dönüklüğün karşıtıdır. Özellikle duruma gelmesi. Dışlaşma genel
Jung’un ele aldığı bu iki kavram olarak iç dünyamızın sanatta ya da
nesnel değerlerle öznel değerlerin davranışta dışa yansımasıdır. Sa
birbiri karşısındaki konumunu be natta anlamı ortaya koyan tüm sim
lirler. Dışadönük kimseler nesnel geler ve biçimler dışlaşmayı ger
gerçeklikle özel olarak ve kendile çekleştirirler. Buna göre her dışlaş
rini unutacak kadar çok ilgilenirler, m a bir açınımdır. Bir yapıtta dış-
davranışlarını çevrenin özellikleri laşmayı sağlayan şey sunumdur.
ne uyarlarlar. Buna karşılık içedö Yapıtı oluşturan simgeler birer be
nükler şu ya da bu ölçüde dışa ka lirleyen olarak belirlenenin yani an
palıdırlar. Dışadönük kişi kendisini lamın taşıyıcılarıdır. Dışlaşma öz
her zaman başkalarıyla birlikte du nelliği nesnelliğe açar, bir duygu-
yar, bu yüzden başkalarıyla ilişki düşünce bütününün başkasınca
kurm ada son derece başarılıdır, kavranılabilmesine olanak sağlar.
duygularını sergilemekten ve gö (Bk. AÇINIM)
rüşlerini apaçık belirtmekten çekin
mez. (Bk. İÇEDÖNÜKLÜK) D IŞ R A K (lat. exotericus; fr.
exotérique; aim. exoterisch; ing.
D IŞ E R K L İK (fr. hétéronomie-, exoteric). Dışa açık olan. Bir tari
alm. Heteronom ie\ ing. hetero- kata bağlı kişilerce bilinene yani iç
nomy). Yasalarını dıştan alan bire rek olana karşıt olarak o tarikatın
yin ya da toplumun durumu. Ya dışmdakilerce bilinmesinde sakınca
salarım kendinden getiren özerk’in bulunmayan bilginin içeriği. (Bk.
tersine, dışerk bir dış yetkenin ken İÇREK)
disine sunduğu yaşam ya da dav
ranış formüllerine bağımlıdır. Kant, DIŞSAL (lat. explicitus; fr. expli
dışerk bir istemin hiçbir biçimde öz cite; aim. explicit; ing. explicit).
gür olamayacağını, böyle bir iste Açıkça görünen. İçsele karşıt ola
DİKKAT
rak, dışsal, kendini açık ve seçik DİKKAT (lat. attentio; fr. atten
olarak ortaya koyan şeyin niteliği tion; aim. Aufmerksamkeif, ing. at
dir. Herhangi bir ikileme ya da bu tention). Zihni herhangi bir nesne
lanıklığa yer bırakmayan tüm anla üzerinde toplam a edimi. B ilinç
tımlara dışsal diyebiliriz. (Bk. İÇ e tk in liğ in in b elli b ir n esn ed e
SEL) yoğunlaşması. Lalande dikkati şöy
le tanımlar: “Ruhsal olgularımızdan
DIŞTAN (lat. adventitius; fr. birine özel bir önem veren ve bu
adverıtice; alm. akzidentell; ing. olguyu öbür olgular arasında bas
adventitious). Descartes’da duyu kın kılan ve bazen bilincin tüm öbür
lar aracılığıyla sonradan elde edil olgularını ortadan kaldıran, böyle-
en fikirlerin niteliği. Filozofa göre, ce dikkatin konusu olan olgunun
doğuştan fikirlere ve yapay fikirle tek olarak gelişebilmesini sağlayan
re karşıt olarak, dıştan fikirler ya işlem.” Ribot’ya göre dikkatin ne
da edinilmiş fikirler ben’in dış dün deni ilgidir. Ribot kendiliğinden dik
ya deneyleriyle elde ettiği fikirler kati istemli dikkatten ayırır. Kendi
dir: “Fikirlerimden bazıları bana ya liğinden dikkat doğal eğilimlerimi
bancı ve dıştan gelmiş gibi görü zin sonucudur, istemli dikkatte biz
nüyor; bazıları benimle doğmuş gi kendi isteğimizle bir nesneyi öne
bi; bazıları da benim tarafımdan ya çıkarırız. Kendiliğinden dikkat her
pılmış ve kurulm uş.” Demek ki hangi bir dış uyarımla gerçekleşir:
bende birçok fikir var. Ancak ben önümüzden çalgı çalarak geçen bir
de temelde iki tür fikir olduğunu topluluğa ister istemez ilgi duyarız
görüyorum: dış dünya nesnelerinin ve ona dikkatimizi veririz. İstemli
bendeki imgesi gibi olanlar, bir de dikkat düşünülmüş dikkattir, yapay
karşılığını dış dünyada bulamadık dikkattir, onda kendimizi bir nes
larım, yani benimle birlikte doğmuş neye yöneltiriz. Ribot şöyle der:
olanlar. Dıştan fikirler ya da yabancı “Dikkat bireyin kendiliğinden ya da
fikirler bana doğanın sunduğu fi yapay uyarlanışıyla belirgin tek ve
kirlerdir. Bu fikirler benim istemi baskın bir zihin durumudur.” Buna
me bağlı değillerdir, ben istesem de göre dikkat olgusunda zihin etkin
istemesem de doğa verir onları ba liği kendiliğinden ya da istemli ola
na. Onlar kendilerini bana karşın rak artar. Bu etkinlik bir nesneye
bana sunmaktadırlar. Doğuştan fi ya da nesneler topluluğuna yönel
kirlerden kuşkuya düşmem gerek miştir. Dikkatle o nesne ya da nes
mez, oysa bu yabancı fikirler be neler topluluğu bilinç alanına yük
nim için kuşku kaynağıdır. Çünkü selmiş olur. Demek ki dikkat deni
duyularımın yanıldığını iyi biliyo len işlemle herhangi bir şey zihni
rum. Dıştan fikirleri edinilmiş f i mizde başka şeylerden daha görü
kirler diye de adlandırabiliriz. (Bk. nür duruma gelmektedir, hatta baş
DOĞUŞTANCILIK) ka şeyleri silercesine öne çıkmak-
DİL
dilin özelliklerine uymaz. Bir dilde özü gereği tarihseldir. “Dil her za
doğru olan söyleyiş bir başka dilde man bir önceki çağın kalıtı olarak
saçma olabilir. Ünlemler bile, ses- görünür.” Bu değişime yatkınlıkta,
yansımaları bile bir dilden öbürüne elbet insanlann benimsenmiş yapı
değişirler. Burada elbette ruhbilim- lar karşısında özgür istemleriyle or
sel etkeni göz önünde tutmamız ge taya koydukları yeni dilekler belir
rekecektir. İncelemede dinamikçi leyici olacaktır. “Benimsetilen ge
ya da statikçi eğilim, buna göre ya lenekle toplumun özgür eylemi ara
pıları ardzamanlı ya da eşzamanlı sında ayrı bir denge vardır.” Tutu
olarak ele almak eğilimi özellikle bu cu eğilimler dildeki gelişimleri en
ayrılıkların ortaya koyduğu zorun gellerler. “Geçmişe bağlılık seçme
luluklara bağlı olacaktır. “Aynı dö özgürlüğüne her an güçlük çıkarır.”
nemde varolan iki dilden biri çokça Ancak değişim her zaman vardır,
ilerleyebilir, öbürü hemen hiç iler hiçbir güç değişim i m utlak bir
lemeyebilir: ikinci durumda incele biçimde engelleyemez. “Zaman her
me zorunlu olarak eşzamanlı, öbü şeyi değiştirir, dilin de bu evrensel
ründe ardzamanlı olacaktır. Mut yasadan kaçabilmesi için hiçbir ne
lak bir durum değişimlerin yoklu den yoktur.” Ancak insanlar dili bil
ğuyla belirgindir ve her şeye kar dikleri gibi eğip bükemezler, içle
şın her dil az da olsa dönüştüğün rinden geldiği gibi değiştiremezler.
den bir dilin durumunu incelemek Bir başka deyişle dil bazen yavaş
uygulamada az önemli olan deği bazen hızlı değişim ler yaşarken
şimleri gözden uzak tutmayı gerek devrime kapalıdır. “Bir yaşamın for
tirir; bu matematikçilerin bazı iş mülleri, bir dinin kurallan, denizci
lemlerde, örneğin logaritma hesap lik imleri vb. her zaman belli sayıda
larında çok küçük nicelikleri göz insanı belli bir zaman içinde ilgilen
den uzak tutmalarına benzer.” Di dirir; buna karşılık dile her kişi ka
lin özelliklerini oluşturan toplum tılır, bu yüzden dil her zaman her
sal ruhsallık, toplumsal ruhsallığın kesin etkisiyle karşılaşır. Bu temel
özelliklerini oluşturan da elbet coğ olgu dilde bir devrimin olanaksız
rafi, iktisadi ve benzeri etkenlerdir. lığım göstermeye yeter. Dil bütün
Bir toplumda alışkı la ve görenek toplumsal kurumlann isteklere enaz
ler nasıl aynıysa dilsel yapılar da karşılık verenidir. Dil toplumsal kit
aynıdır. “Her toplum benimsediği leyle bütünleşir ve toplumsal kitle
dilden genellikle hoşnuttur.” Gene doğal olarak durağan olduğundan
ce değişen yaşam koşullan dile yeni her şeyden önce bir tutuculuk et
ezellikler kazandırır, onda bir şey keni olarak görünür.” Kısacası, dil
leri eskitir ve yokederken bir şey ler ancak kendi içlerinde kavrana
leri başlatır, doğurur, ortaya çıka bilirler. Dilden dile şematik geçiş
rır. Her dil, her zaman tarihsel ola ler yoktur; bir dilde bulduğumuzu
rak ele alınmaya yatkın olmasa da bir başka dilde olduğu gibi bul-
DİLBİLİM
mamız gerekmez. Bir başka deyiş öge de zaman içinde ortak bir ürün
le, diller bakışımlı değillerdir, bir- olarak kendini gösterir, göstermiş
birleriyle çakışmazlar. Dil daha çok tir. “Bir sözcüğün ünlenişini belir
nedensiz oluşumlar diyebileceğimiz leyen onun yazılışı değil tarihidir.”
oluşum larla varolur. Saussure’e Saussure burada yazıyı dilden ayı
göre dilde iki ayrı yan vardır: ses rır. Yazı durağan kalır, kalabilir, bu
yanı ve düşünce yanı. Ses düşün na karşılık dil gelişimini sürdürür.
ceyi dışlaştıran bir aracıdır. “Bir “XIV. yüzyıldan sonra yazı dura
sesler dizisi bir fikri taşıyorsa dil ğan kaldı, buna karşılık dil gelişi
bilimseldir.” Dil tam olarak toplum mini sürdürdü” der Saussure. Ona
da gerçekleşen bir dizgedir, birey göre belirleyen ortak bir anlaşma
lerde eksikli olarak bulunur. Saus nın ürünüdür. “Kendini ortaya ko
sure’e göre dil alanı bir gösterge yan fikre göre, belirleyen özgürce
ler alanıdır. Gösterge alanı göste seçilmiş görünür, buna karşılık,
rence gösterilen'den oluşur ya da onu kullanan dil topluluğu için o ba
belirleyen'\e belirlenen'den oluşur. ğımsız değildir, benimsetilmiştir.”
Göstergeler doğal ya da yapay olur Öyleyse şu yargıyı rahatça orta
lar. Soğuklar kış mevsiminin doğal ya koyabiliriz: “Dilin bir bireysel
göstergesidir. “ Sağa dönülm ez” bir de toplumsal yanı vardır, biri
levhası yapay göstergedir. “Sağa olmadan öbürü kavranılamaz.”
dönülmez” imini başka türlü de dü Saussure’e göre dil göstergesi ne
zenleyebilirdik. Ancak o bu duru densizdir, bir başka deyişle “Belir
muyla benimsenmiştir. Benimsen leyenle belirleneni birleştiren bağ
miş bir imi değiştirmek güçtür. Sol nedensizdir.” Demek ki gösterilenle
anahtarını değiştirenleyiz artık. Ya gösteren ya da belirleyenle belirle
pay gösterge simge değildir. “Dil nen arasında zorunlu bir bağ yok
bilimsel imi ya da daha doğrusu be tur. Kuşa “kuş” yerine başka bir
lirleyen dediğimiz şeyi belirlemek şey de diyebilirdim. Her dilde belli
üzere simge sözcüğü kullanıldı. Bu nesneleri karşılayan sözcüklerin
nu benimsemek (...) uygun olma değişik olması da bu nedensizliğin
yacaktır. Simgenin özelliği tümüy belirtisi değil midir? Fransızların
le nedensiz olmaktır: o boş bir şey “ b o e u f ’ d e d iğ in e A lm an lar
değildir; belirleyenle belirlenen ara “Ochse” diyor. Ancak simgede belli
sında bir doğal bağ öğesi vardır. bir ned en sellik sözkonusudur.
Adaletin simgesi olan terazinin ye “Simgenin özelliği onun hiçbir za
rine örneğin bir araba koyamayız.” man tümüyle nedensiz olmayışıdır.
Her ne olursa olsun burada sesle O boş değildir, gösterenle gösteri
kavram arasında bir bağlantı söz- len arasında doğal bir ilişki vardır
konusudur. “Dilbilimsel im bir şeyle onda. Adaletin simgesi olan terazi
bir sözcüğü değil bir kavramla ses- nin yerine herhangi bir şey, örneğin
sel bir imgeyi birleştirir.” Bu sessel bir araba kullanamayız.” Böylece
DİN
bir tasarımdır. Böylece din insanın lakla özdeş leşti ri 1diği görülür. Hz.
evrensel korunm a gereksinimini Muhammed “M üslümanlık huyun
karşılamaktadır. Amerikalı pragma güzelliğinden başka bir şey değil
cı filozof William James mutlak’ın dir” derken din kavramıyla ahlak
da sonsuz’un da varolan şeyler ola kavramını birbirine çok yaklaştırır.
mayacağını, insan zihninin tam an “İyi bir yaşam iyi bir dindir” der
lamında bilinmeze mahkum oldu Th. Fuller de. Her ne olursa olsun,
ğunu, dinin korunma içgüdüsün din bir inanç alanı olmakla bireyin
den kaynaklanmakla aşkın bir ger seçimlerine göre bir anlam kaza
çekliği karşılamaktan uzak bulun nacaktır, bu da bireyin bilinç ko
duğunu bildiriyordu. Freud dinin şullarıyla ilgilidir. B irarap atasözü
kökenini baba koruyuculuğunu ye şöyle der: “Din üzerine tartışan iki
niden özleme duygusuna dayandı insandan en az biri delidir.” Gene
rıyordu. Bazı düşünürler iyi bir ruh de dinin evrensel bir geçerliliği var
sal dengenin ancak din duygusuy dır ve dinler özlerinde aynı özellik
la sağlanabileceğine inanırlar, hatta leri taşır gibidirler. M ahatma Gan-
böyle bir duygunun varlığı için Tan- di “Bir insan kendi dininin özüne
n ’nın varlığını zorunlu görmedik ulaşırsa başka dinlerin özüne de ula
lerini söylerler. “Tanrı olmasaydı da şır” der. Gene de bir çin atasözü-
din kutsal ve tanrısal olacaktı” der nün bildirdiği gibi, göklerin müzi
Baudelaire. Dini “uyutucu” olarak ğini herkes kendine göre yorumla
değerlendiren Marx, tüm tanrı ve yacaktır. Bu yüzden inanç benim
din fikrini yoksayarak dine karşı en senen ama benimsetilmeyen bir de
köklü eleştiriyi getirir. “Din uydur ğer olarak düşünülm elidir. K u
ma bir güneştir” diyerek dinler kar ran’daki şu söz bu bakımdan çok
şısında kesin bir tutum alan filozo anlamlıdır: “İnsanlara inançlarından
fa göre din bilinç eksikliğinden kay ötürü şiddet uygulamayın.” Dinler
naklanmaktadır: “Din ezilmiş var toplumbilimi, dinsel etkinliklerin bi
lığın soluk alışıdır, yüreği olmayan çimlerini ele alan bilgi alanıdır. Her
bir dünyanın yüreğidir, aynı zaman toplum dinsel inanç dizgesini söz
da düşüncesiz bir çağın düşünce lerle ve metinlerle açıklar, yapıtlar
sidir. Din halkın afyonudur.” Ne da ortaya koyar. Bu çerçevede
olursa olsun, dinin ahlaki bir yü inancın çeşitli görünümleri toplum
kümlülük ortaya koyduğu kesindir, sal yapının ya da değerlerin açık
hatta dinler bir bakıma toplumların lanması için temel oluşturur, ortak
ya da insanlığın ortak ahlak anlayı bilinci açıklayan bir güç olur. İnan
şını içermektedir diyebiliriz. Kardi cın özellikle uygulamayla ilgili et
nal Spellman şöyle der: “Ahlakın kinlikleri toplumlan kavramada bir
dışında din meyvasız ağaçtır. Di simge değeri ortaya koyar. (Bk.
nin dışında ahlak köksüz bir ağaç HEPTANRICILIK, TANRITANI
tır.” Hatta zaman zaman dinin ah MAZLIK, TEKTANRICILIK) 147
DİNBİLİM
M arx’Ia Engels’in 1848’de yayım ğada tam anlamında edilgin bir du
ladıkları Kom ünist p a rti bildiri- rum da olm ası gerekirdi. O ysa
j f ’nde yer almıştır. Bildirinin çıkış Marx’çi anlayışta insan dünyayı de
noktasını şu görüş oluşturur: “Gü ğiştirmekle yükümlüdür, bu insan
nümüze kadar toplumlann tarihi sı tarihin yarattığı ya da tarihle yara
n ıf savaşımı tarihinden başka bir tılan insan olduğu kadar tarihi de
şey değildir.” Eskiçağ’da kölelerin yaratan insandır. Sav, karşısav ve
efendilerle, çağımızda işçi sınıfının bileşim evrelerinden oluşan diya
burjuva sınıfıyla savaşımı bu an lektik gelişme M arx’çi felsefede
lamda değerlendirilmelidir. Bu sa zorunlu yaratıcı maddesel etkinli
vaşım larla gelişen insan yaşamı ğin özünü oluşturur. M arx’çi mad
hem bireysel açıdan hem toplum decilik anlayışının tarihsel yönüyle
sal açıdan tümüyle maddi ya da ik diyalektik yönü kesinlikle bir etkin
tisadi koşullara bağlıdır. Zaten liğin iki ayrı görünümüdür, birbi
M arx’çı bakış açısına göre madde rinden ayrı ya da birbirine aykırı
tek gerçekliktir, bu tek gerçekliğin şeyler değildir. (Bk. BİLİM, FEL
gelişimi insanlık tarihinin gelişimi SEFE, MADDECİLİK, YÖNTEM)
ne temel olmakla bu gelişimi açık
layacak tek kaynaktır. Tarihin in D İZG E (lat. systema; fr. système;
celenmesi bu açıdan Marx felsefe alm. System; ing. system). Mantık
si için ayrı bir önem taşır. M arx’çı sal ya da organik bir bütün oluştu
bakış açısına göre üretim ilişkileri racak biçimde bir araya gelmiş olan
tüm insan yaşamının değişik süreç öğeler toplamı. Dizge her yerde
lerini açıklamakta temel belirleyici açıklığın ve tutarlılığın belirtisidir.
veriyi oluşturur. Toplumsal yaşam Her düşünce yetkin anlatımına diz
da, özel olarak kültür yaşamı da gede kavuşur. Bir başka deyişle,
üretim ilişkileriyle koşullanmıştır. gerçekte her düşünce açıklık ve tu
Bu yönde insan düşüncesiyle onun tarlılık adına bir dizge içinde ortaya
tek kaynağı olan maddi yaşam ko konulmalıdır, buna göre onda tüm
şulları arasında sürekli bir etkile öğelerin birbirlerini açıklayacak bi
şim sözkonusudur. Somutun ala çimde bir bütün oluşturması gere
nından kaynaklanan düşünce gene kir. Örtülü anlamda dizge fikri fel
somutun alanım dönüştürmekte bir sefede oldukça eskidir, neredeyse
araç özelliği göstermektedir. Mad felsefe tarihi kadar eskidir ve her
di yaşam ya da iktisadi yaşam He şeyden önce uyum lu bütünlüğe
gel’de olduğu gibi üç evreli diya ulaşma kaygısını ortaya koyar. Ge
lektik süreçler boyunca dönüşüm ne de oldukça parçalı görüşler ileri
lere uğrar. Burada klasik anlamda sürmüş olan en eski filozofların
bir doğa belirlenimciliğinin sözko- dizgeci bir tutum içinde olduklarını
nusu olmadığı kesindir. Böyle bir söylemek güçtür. Dizgesel yaklaşım
şey sözkonusu olsaydı insanın do ilk belirtisini felsefe tarihinin ilk iki
DOGMA
büyük filozofunda, Platon ve Aris- adına yaraşır her felsefe belli bir
toteles’de göstermiştir. Platon’un dizgesel tutarlılığa sahip oluşuyla
ve Aristoteles’in felsefeleri, dizge genel düşünceden ayrılacaktır. Diz-
sel bir bütünlükte sunulmamış ol gedışı görüşler ortaya koymuş olan
makla birlikte ele aldıkları konular kişiler filozoftan çok düşünür diye
açısından açık ve tutarlı bir bütün nitelendirilmelidirler. (Bk. DÜŞÜN
oluştururlar. Her ikisinde de sorun CE, FELSEFE, FİLOZOF)
ların dağınık işlenişi ya da birbiriy-
le karışmış görünümü onların bü DO G M A (fr. dogme; alm. Dog
tünü içinde belli bir düzende kav ma; ing. dogma). Bir felsefe oku
ranılmasını engellemez. Androni- lunca benimsenmiş temel görüş.
kos, M .S. I. yüzyılda, Aristote- Tartışılmadan benimsenmiş görüş.
les’den kalma parşömenleri konu Tartışmadışı tutulan inanç öğesi. Bir
larına göre düzene koyarken onla topluluğun tartışmadan benimsedi
ra dizgesel bir bütünlük kazandır ği öğreti. Ortaçağ Avrupa’sında ki
mıştır. Felsefede dizgecilik etkin lisenin koyduğu ve bir zorunluluk
olarak ancak XVII. yüzyılın ilk bü olarak kişilere benimsettiği öğreti.
yük felsefeleriyle gelişmiş, XIX. Dogma her şeyden önce kanıtsız
yüzyıl başlarında Hegel’de doruk oluşuyla ve usun yolgöstericiliğin-
noktasına ulaşmıştır. Hegel’in diz- de mutlak doğruya ulaşma savın
geciliği deyim yerindeyse eksiksiz da oluşuyla gerçek anlamda felsefi
bir dizgeciliktir. Her sorunu kapalı düşünceden ayrılır. Dogma yalnız
bir dizge anlayışı içinde açıklama din alanında değil felsefe, sanat, si
ya yönelen Hegel kendinden son yaset alanlarında da geçerli olabilir.
rakilere felsefe adına yapılacak iş Ne olursa olsun, dogmacı düşün
bırakm amış gibidir. Daha sonra ce felsefi düşünceyle açık biçimde
Kierkegaard Hegel’in çok büyük bir tersleşir. Dogma daha çok benim
p ro fesö r o ld u ğ u n u söyleyerek semeyle, felsefi düşünce arayışla
Hegel dizgeciliğine yüklenecektir. belirgindir. Felsefi düşüncenin don
Kierkagaard’a göre Hegel her şeyi duğu ya da kalıplaştığı yerde dog
açıklamak isterken büyük bir yan ma başlar. Dogma insanı gerçek
lışa düşmüştür. H egel’den sonra likten uzaklaştırırken ona esenlik ve
M arx’çılar da dizge fikrine karşı dinginlik verir. Dogmaları olan in
çıktılar. Onlara göre durmadan de san gerçeği bir daha yitirmemece-
ğişen bir dünyada en köklü açıkla sine bulmuş olmanın erinci içinde
malar bile geçici olabilirdi. Varoluş dir. Dogma, dogmacıya göre, doğ
çular da dizgecilikten yana olmadı runun kendisidir, ayrıca doğru ya
lar. Onlar uçsuz bucaksız bir kay şamı güvence altına alır. Dogma bir
ganlıklar dünyasında kesin açıkla formüldür, tartışmayla ortaya ko
maların geçersiz olacağına inanı nulmuş bile olsa tartışmayı gerek
yorlardı. Ne olursa olsun, felsefe tirm ez ya da tartışm adan kaçar.
DOGMACILIK
ilkel insan bir işsizdir, bir başıboş kin bir ilkeye göre vardır. Doğalcı
tur, çalışmanın ne olduğunu bilmez, anlayışların başında evrimci filozof
bu bakımdan doğayla içli dışlı da Spencer’in anlayışı gelir. Bu anla
değildir. İşsizlik doğayla insan ara yışa göre her şey içkin bir doğal ya
sında yumuşak bir yastık gibidir. da maddesel ilkeye göre vardır, tüm
Gene de doğal durumda yaşam ko varlığın, tüm oluşumun temelinde
lay olmalıdır: “İsparta yasaları yurt bu ilke bulunur. Tanrısal yaratma
taşların çocuklarını nasıl açık açık fikrine kökten aykırı düşen bu an
karşısına alıyorsa, doğa da çocuk layış bir ölçüde heptanrıcı kavrayı
ları açık açık karşısına alır; bedeni şa bağlanabilir. N itekim Spino-
sağlam olanları güçlendirir, öbür za’nın heptanrıcılığı da bir tür do
lerini yokeder” (J.-J. Rousseau) ğalcı görüşle ortaya konulmuştur.
Doğal ışık, Descartes’da ve Des- Gene de tanrısallığın varsanması ya
cartes’çı filozoflarda, özellikle Le- da yoksanması yönünden doğalcı
ibniz’de zihne kendini açan doğru lıkla heptanncılık arasında kesin bir
ların bütünüdür. Bu anlamda doğal ayrılık vardır. Dinbilim açısından
ışıl usla, bir ölçüde de zekayla öz doğalcılık insanın özünden iyi ya
deşleşir, başkalarından ya da dış da doğası gereği iyi olduğu görü
dünyadan edinilmiş olanla karşıtla şünü benimser ve tanrı kayrası fik
şır, tan rısal bir anlam kazanır. rine karşı çıkar. Elbette bu anlam
Descartes şöyle der: “Tann’mn bi da doğalcılık bir sapkınlık olarak
ze verdiği, bizim de doğal ışık diye değerlendirilmiştir. Buna koşut ola
adlandırdığımız tanıma yetisi algı rak doğalcı bakış ahlak alanını bi
ladığı şeyde yani açık ve seçik ola yolojik yaşamın bir uzantısı sayar.
rak tanıdığı şeyde doğru olmayan Buna göre gereksinmeler ve içgü
hiçbir şeyi algılamaz.” (Bk. SÖZ düler ahlaki bir belirleyicilik kaza
LEŞME) nırlar, ahlak kuralları organik ya
şamın gerekleriyle belirlenir, hatta
D O Ğ A L C IL IK (Fr. naturalism; davranış kurallarını insan yaşamı
alm. N aturalism us; ing. natura nın özelliklerinden giderek temel
lism). Doğanın dışıda hiçbir şeyin lendirme eğilimi doğar. Estetikte do
varolmadığını ileri süren, buna gö ğalcılık doğaüstünü yoksamak gi
re her şeyi deneyine ulaştığımız bi bir tutuma yönelmeksizin doğa
doğal olaylar zincirine indirgeyen yı ya da tüm gerçekleri tam tamına
öğreti. Doğayı yüceltme eğilimi. olduğu gibi, yani tüm ayrıntılarıy
Sanatta gerçekliği nesnellik adına la, hatta tüm kabasaba yanlarıyla
olduğu gibi yansıtma anlayışı. Do anlatmayı öngörür. Böyle bir anla
ğalcı öğreti, doğaüstü herhangi bir yış her yönüyle öykünmeci bir an
varlığın ya da varlık alanının bu layıştır, her şeyi olduğu gibi, hiç
lunmadığını bildirir. Bu öğretiye gö bozmadan resmetme, bir şey kat
re doğa kendi kendine vardır ve iç madan ve bir şey çıkarmadan, özel
DOĞAÖTESİ
bir yorum getirmeden anlatma an telikli bir deneysel bilgiler toplamı
layışıdır. Genel olarak gerçekçi an na ulaşmış olmayı zorunlu kılar.
layışa yakın duran hatta onunla öz Doğalcılığın eleştirisi belki de tari
deşleşir gibi olan ya da onun katı- höncesi insanının doğalcı tutumu
kuralcı bir yorumu gibi beliren do çok aşan yorumlamacı gerçekçili
ğalcılık varolanı bozmama ve ona ğiyle ve Aristoteles’de ilk köklü an
özel bir yorum getirmeme titizliğiyle latımını bulan doğada sanat yoktur
gerçekçilikten ayrılır, bir anlamda ilkesiyle başlar. Gerçek anlamında
kaba gerçekçilik olur. Doğalcılık gerçekçi tutum doğaya bir insan yo
XIX. yüzyıl Avrupa’sında edebiyat rum u getirm ek olduğuna göre,
alanında Flaubert, Zola, Goncourt doğalcılık gerçekçiliğin gerçekçi ol
kardeşler, Daudet, Maupassant gi mak adına sanatsallıktan uzaklaş
bi fransız yazarlarının kaleminde en mış biçimi olma tehlikesiyle karşı
yetkin anlatımını kazandı. Claude karşıyadır. Öte yandan, kendini ger
Bernard’ın ve Taine’in etkisi altın çekçi çizgide ortaya koyan ve dün
da kalmış olanZola, doğalcılığı bi yayı olduğu gibi yansıtmayı amaç
limsel düzeyde temellendirmeye ça layan doğalcılığın yanında bir de
lıştı, bunun için insan ilgili gerçek duygucu doğalcılıktan sözetmek
lerin araştırılmasına deneysel yön doğru olur. Duygucular, çok zaman
temi uygulama önerisinde bulun dinsel bir kavrayış içinde, doğaya
du. Bütün doğalcı yazarlar doğalcı aşırı bir bağlılıkla, sanatı doğa öy-
tutumu en etkili gerçekçilik olarak künmeciliği olarak görürler. Onla
belirlemiş, bu tutumları içinde yaşa ra göre Tanrı’nın yarattığı güzel
mı tüm girdisi çıktısıyla araştırma liklerle dolu doğada sanat yapmak
ya yönelmişlerdir. Başta Flaubert bu güzellikleri kağıda ya da tuvale
olmak üzere doğalcı yazarların tü aktarmaktan başka bir anlam taşı
münde yaşamın ayrıntılı ya da bü maz. / Winckelmann: “Sanat bir
tünsel bilgisine, şaşmaz bilgisine kopyanın doğanın kendisinden da
ulaşma dileği ağır basar. Bu elbette ha çekici olduğunu gösterir.” / Sa-
iyiden iyiye karmaşıklaşmış ve hız inte-Beuve: “Sanatın, doğanın ve
la gelişmekte olan XIX. yüzyıl av- ahlakın bir bütün oluşturduğu ve
rupa toplumunda bir özentiden çok birbirine karıştığı nokta yüksek bir
gerçekliklerin uzağına düşmeme ti noktadır.” / Schiller: “Dehayla do
tizliğini yansıtır. Doğalcı yazarların ğa ölümsüz bir antlaşma yaptılar:
başlıca ilkesi, yaşamı her yönüyle doğanın öngördüğünü deha kesin
doğru yansıtabilmek için onu tüm olarak gerçekleştirir.” (Bk. GER
etkinlikleri içinde doğru ojarak kav ÇEKLİK)
rayabilmektir. Demek ki doğalcı tu
tum her şeyden önce toplumsal ni DOĞAÖTESİ. Bk. METAFİZİK.
158
DOĞRU
re, hiç değilse büyük bir etki gücü D U Y G U (fr. sen tim en t; alm .
taşıdıklarına göre bu önemli devri Gefühl-, ing. sentiment). Heyecan
m in b ittiğ i sö y len em ez.” (Bk. ların kaynağından beslenen karma
OLUMCULUK, TOPLUMBİLİM) şık ruh durumu. Eskiler “duygu”yu
daha çok “duyum” anlamında kul
DU Y A RLILIK (lat. sensibilitas; lanırlardı. Tam tanımı yapılamaya
fr. sensibilité-, alm. Sensibilität-, ing. cak kadar karmaşık içerikli olan bu
sensibility). D üşünsel işlemlere kavram bugün düşünselliğe karşıt
karşıt olarak, zihnin duyum almayla olarak heyecanlarla sarılmış ruh du
ilgili işlevi. Dış dünyadan ve iç dün rumlarını anlatır. Öteden beri bir
yadan izlenimler alma yetisi. Du “duygu” ve “düşünce” ayrımı ya
yarlılık sinir dizgesinin eksiksiz ve pılmaktadır. Bu ayrım her iki kav
olgun olduğu koşullarda tam anla ramı kolay kavrayabilmemiz için
mında sözkonusu olabilir. Dışadö- gerekli de olsa pek tutarlı değildir:
nük duyarlılık dışarıdan gelen du bizim duygu dünyam ız düşünce
yumları toplarken içedönük duyar dünyamızın içinde, onun koşulla
lılık açlık ve susuzluk gibi içsel olu rıyla belirgindir. Gerçekte ne duy
şumların sezgisini sağlar. Kant, Salt gusallıktan ayrı bir düşünsellik ne
usun eleştirisi’nin Aşkın estetik bö de düşünsellikten ayrı bir duygu
lümünde duyarlılığın koşullarını sallık düşünebiliriz. Bilincimiz bir
uzun uzun inceledi, duyarlılığın a duygu ve düşünce bütünü oluştu
priori niteliklerini göstermeye ça rur, onun temel taşları olan kav
lıştı. Kant duyarlılığı şöyle belirler: ramlar düşünce içerikleri kadar
“Nesnelerin bizi etkileyişiyle onlar duygu yükleriyle kavram dırlar.
dan sunumlar alma yeteneği duyar Gerçekte insan ruhsallığı bir beden
lılık diye adlandırılır. Nesneler bize de varolduğuna göre duyum dan
duyarlılık aracılığıyla verilmiştir, du başlayan ve düşünceye ulaşan bir
yarlılık tek başına bize izlenimler genişlikte etkindir. Her insan edimi
sağlar.” Kant’da “duyarlılığın tüm temelinde duyum-duygu-düşünce
apriori ilkelerinin bilimi” olan aş bütünü bulunan bir ruhsallıkta ken
kın estetiğin konusu uzay ve za dini gerçekleştirir. Bilim kişisel et
mandır. K ant’a göre zaman dışsal keni dışta tutmak istediğinden duy
olarak algılanamaz, uzay da bizde- gu etkenini yoksayarak düşünce
ki herhangi bir şey gibi algılanamaz. çerçevesinde evrensele kavuşmak
Uzay dediğimiz şey çeşitliliklerin ister. Her bilinçte kavramların dü
yayana geldiği, zaman dediğimiz şünsel içerikleri ne ölçüde kişiselli
şey de çeşitliliklerin ardarda geldi ğin koşullarıyla belirlenmiş olsalar
ği şeydir. Uzayla zamanı birbirin da nesnellikleriyle bizi bütün bir
den ayıran “zamanın dışsal olarak, dünyaya bağlarlar. Buna karşılık
uzayın da içsel olarak algılanamaz kavramların duygu yükleri başka
oluşu”dur. (Bk. İZLENİM, SEZGİ) bilinçlerde benzerleri düşünülse de 165
DUYGUCULUK
çerli kılmak için düşünceyi, dü ler gibi nesnel gereçlere değil de
şünceleri gizlemek için sözleri kul özellikle duygular, anılar, ilkömek-
lanıyorlar.” / Leonardo da Vinci: ler gibi öznel ağırlıklı gereçlere yö
“Az düşünen çok yanılır.” / E. C. nelmesiyle içebakış dediğimiz araş
Y. Ripoli: “Düşünceler sustu mu tırma edimi gerçekleşir. Düşünme
dev rim ler ko n u şu r.” / M ao Çe her durumda bilincin kendi kendi
Tung: “İnsanların toplumsal ya ni görmesi ya da daha genel bir çer
şamları düşüncelerini belirler.” / çevede bireyin kendiyle bütün
Schopenhauer: “Üsluba güzelliğini leşmesidir. Düşünmede birey ken
veren düşüncedir, sözde düşünür dini dönüşmeyen bir varlık olarak
lerde düşünceleri süsleyen üslup algılar, ancak düşünce edimi en kü
tur.” / Shakespeare: “Düşünce ya çük ölçülerde de olsa bilinci dönüş
şamın kölesidir, yaşam zamanın çıl türerek bireyin gelişimini sağlar.
gınıdır.” / R. M. du Gard: “Düşün Zaten zihnin yöneldiği kavramlar
ce kuşkuyla başlar.” (Bk. BEN, ve fikirler dönüşen bir dünyanın bi
BİLGİ, BİLİM, BİLİNÇ, FİKİR) reysel yansımalarından başka bir
şey değillerdir ve böyle olmakla sü
DÜŞÜNME (lat. reflexio-, fr. réfle rekli dönüşen ama düşünme etkin
xion-, alm. Reflexion, Überlegung-, liğiyle dönüşen yapı taşlan özelliği
ing. reflection). Zihnin kavramla gösterirler. Düşünme özellikle nes
rını ve fikirleri inceleme ve karşı nel gereci öznel gereçten ayırmaya
laştırma edimi. Zihnin kendindeki çalışır, kavramları duygu yüklerin
gereci incelem ek üzere kendine den soyutlamaya çalışır ve bu işi
dönmesi. Zihnin kendi verileri üze belli bir ölçüde ve elbet geçici ola
rinde yoğunlaşm ası. “Düşünm e rak başarır. Çünkü zihnimizin nes
bizde bulunan şeye yönelmiş dik nel gereçlerini doğal durumda öz
katten başka bir şey değildir” der nel özyapılanndan ayrı düşünmek
Leibniz. Locke’a göre düşünme olası değildir. Zihnin bu kendine
“zihnin kendi işlemlerinden ve ken yönelimi gerçekte onun dünyayı al
di özyapılanndan elde ettiği bilgi- gılamasını ve tartışmasını getirir,
”dir. Kant şöyle der: “Düşünme, çe çünkü bilinçte bütün bir dünya
şitli bilgi kaynaklarımıza verilmiş özetlenmiştir. Her bilinç kendi ufuk
bazı sunumların ilişkisinin bilgisi ları çerçevesinde dünyayı düşün
dir.” Düşünme zihnin kendi üze ceyle algılar. Bu yüzden düşünmek
rinde yoğunlaşarak kendindeki ge hem bir varolanı görmek, hem bir
recin belli bir bölümünü aydınlat geriye dönmek, hem de ileriye ya
ması, bu aydınlatma içinde o gere ni geleceğe açılmak anlamım taşır.
cin konumunu ve bağlantılarını gör Böylesine bir genişlikte etkin olan
mesidir. Bu yüzden her düşünme düşünme özgürlüğün kaynağı ola
edimi bir dikkati gerektirir. Düşün rak düşünülebilir. (Bk. BİLİNÇ, Fİ
cenin yalnızca kavramlar ve fıkir- KİR, KAVRAM) 179
DÜŞÜNSELCİLİK
181
E
E. M antıkta evrensel olumsuz Tat, Handlung', ing. act). Eylemde
önermelerin simgesi, örnek: “Bü bulunan bir gücün ortaya koydu
tün insanlar ölümlü değildir.” ğu sonuç. A ristoteles’de, edilim
durum unda olana karşıt olarak,
E D İL G İN L İK (yun. paskhein; fr. varlığın tam yetkinlik içinde olması
passivité', alm. P assivität; ing. (çiçek, m eyva için gücüllüktür,
passivity). Etkin olmayanın duru gonca için edimdir). “Edim” söz
mu ya da özyapısı. Yalnızca etki cüğü “eylem”in eşanlamlısı gibidir.
alanın, hiçbir itici ya da yapıcı güç Aristoteles en yüksek düzeyde et
ortaya koymayanın durumu ya da kin gücü ya da tanrısallığı arı edim
özyapısı. Eylemsiz olanın doğası. diye adlandırır. (Bk. EDİLİM, EY
Edilginlik gizemci yönelimin özü LEM)
nü o lu ştu ru r. G izem ci için
heyecanlardan uzak içsel arayış hat E D İM C İL İK (fr. activisme', alm.
ta tam dinginlik önemlidir. Gizem Aktivismus; ing. activism). Kuram
cilik kendine kapanma anlamında sal ilkelerden çok yaşamın ve eyle
çileciliği getirirken tanrısala gönül min gereklerini göz önünde tutan
den yönelişi öngörür. (Bk. ETKİN ahlak anlayışı. İnsan zihninin eyle
LİK, GİZEMCİLİK) me dönük olması ve böylece dış
dünyaya ya da topluma yönelik ça
E D İL İM (lat. passio', fr. passion', balar ortaya koyması gerektiğini
alm. Leidenschaft', ing. passion). ileri süren öğreti. (Bk. EDİM)
Etki âlânın ya da katlananın duru
mu. Edilim Aristoteles’in katego ED İM SELC İLİK (fr. actualisme',
rilerinden biridir: ısıtılmış ya da so alm. Aktualismus', ing. actualism).
ğutulmuş olan, edilim durumunda Bizi etkisi altında tutan geçmişi in
olandır. (Bk. EDİM) celeyerek bugünkü edimleri bu in
celemenin sağladığı bilgiler ışığın
ED İM (lat. actus\ fr. acte; alm. da düzenlem eyi öngören öğreti. 183
EGOİZM
düşünce tarihinin ilk gerçekçi an yanakları arayan felsefe kendi sağ
layışı sayarken Elea filozoflarına ilk lamlığını kendi tutarlılığında ya da
ülkücüler ya da ilk usçular diyebi- kendi dizgesel yapısında güvence
liriz.(Bk. ATOMCULUK, İONİA altına alabilir, oysa çok zaman kav
OKULU) ramsal belirlemelerden çok sezgi
sel arayışları duyuran sanat yapıtı
E L E Ş T İR İ (lat. criticus; fr. nın ne olup ne olmadığı kendisiyle
critique; alm.Kritik;mg.critique). ilgili bir tartışmayı gerekli kılacak
Mantığın yargıyı ele alan bölümü. tır. Bu çerçevede eleştirmek bir ya
Bir yargıya, bir görüşe, bir fikre pıtta olumlu ya da belirleyici olanla
açıklık getirmek üzere yapılan in birlikte uyarsız, tutarsız, eksikli, çe
celeme. Bir yapıtın, bir kişinin, bir lişkili olanı göstermek demektir.
durumun olumsuz yanlarını ortaya Böylesi bir arayış her şeyden önce
koyan görüş. Bir yapıtın estetik açı sanatçının kendisiyle ilgili araştır
dan irdelenmesi. Her eleştiri dışla malarında kendini göstermelidir.
dığı görüşün karşıtını bir temel fi Kendini eleştirmeye alışmamış bir
kir olarak kendinde taşır. Eleştiri bir sanatçının eleştiriden yararlanması
fikre, bir duruma, bir eyleme karşı olası değildir. Öte yandan, ancak
oluşturulmuş bir karşıt düşünce kendini eleştirmeyi bilenin başka
dir. Birbirlerine karşı olan fikirler sını sağlıklı bir biçimde eleştirebi
birbirleriyle eleştirel bir konumda leceğini söyleyebiliriz. Her sağlıklı
bulunurlar. Ancak, gerçek anlam eleştirici tutum bir özeleştiri eğili
da eleştiri kendiliğinden ortaya çı mini kendinde barındırır diyebiliriz.
kan karşıtlıktan çok, bile bile ya da Bir eleştiri ancak amacının dışında
araştırmayla ortaya konulmuş kar bir amacı olmadığı zaman sağlıklı
şıtlıktır. Descartes’da skolastik fel olabilir. / Plautus: “İnsanlar sahte
sefenin, Leibniz’de Locke’un eleşti bir yakınlığı içtenlikli eleştiriye yeğ
risini buluruz: Descartes skolastik tutarlar.” / Goethe: “İnsanlar anla
felsefeyi, Leibniz Locke’u doğru madıklarını karalarlar.” / A. Pope:
dan irdelemiştir. Kültürün üç temel “En büyük övgüye değer olanlar
alanı, bilim, felsefe ve sanat her eleştiriye en iyi katlananlardır.” / J.
d u ru m d a e le ş tirili b ir bakışı R. Lowell: “Bilgece bir kuşkucu
gereksinir. Eleştiri bilimden ve fel luk iyi bir eleştirmecinin baş niteli
sefeden çok sanatta belirginleşir, ğidir.” / C. N. Bovee: “Yazarlar bel
estetiğin bir kolu ya da uygulama ki de öbür dünyada cehenneme git
ya yönelik bir biçimi olarak görü meyecekler. Bu dünyada eleştirme
lür. Sanat yapıtı, öznel-nesnel bü cilerden ve yayımcılardan çok çe
tünlüğü içinde, eleştirilmeye açık kiyorlar çünkü.” / R. de Gourmont:
durur ya da eleştirinin varlığını ge “İnsanca düşünün: renkleri ayıra-
reksinir. Tam anlamında kavram mayan bir oğlunuz varsa onu de-
sal bir yöneliş içinde salt ussal da miıyolu makinisti yapacağınıza sa
ELEŞTİRİCİLİK
alanı diye belirlemiştir. Kant meta oranı iki ayrı koşul belirler. Birinci
fizik dogmacılığın yerine genel eleş- si, emeğin uygulanmasında genel
tiri’yi geçerli kılmak istemiştir. Ge olarak gösterilen ustalık, beceri ve
nel eleştiri bilginin sınırlarını çizer, ussallık; İkincisi, yararlı bir işte uğ
bilgi edinme yollarının denetimini raşanların sayısıyla yararlı bir işte
öngörür. Bilgiye yönelik eleştiri her uğraşmayanların sayısının oranı.”
türlü felsefi araştırmanın ilk koşu Adam Smith’e göre avcılık ve ba
lu olacaktır. (Bk. USÇULUK) lıkçılıkla uğraşan ilkel toplumlarda
her birey azçok yararlı bir iş için
E M E K (fr. travail; alm. Arbeif, emek harcam aktadır. A ncak bu
ing. labour). Bir işi gerçekleştirmek uluslar yoksuldurlar, öyle ki çocuk
için harcanan insan gücü. İnsanın ları, yoksulları, hastaları yoketme-
doğayı değiştirmek için yaptığı ka yi bile düşünürler. Gelişmiş ulus
fa ve beden çalışması. Emek üreti larda işe yaramaz çok insan vardır,
min temel öğesidir. İnsan yaşamı üretmeden tüketenlerin sayısı ol
için birinci derecede yararlı olan bu dukça çoktur, buna karşılık zengin
gücün bir fiyatı olmalıdır. Emek in lik daha büyüktür. Bu gibi uluslar
san yaşamının en büyük üretici gü da azla yetinmeyi bilen, emeğini
cü olmakla insan yaşamındaki pek- esirgemeyen bir işçi rahatça kam ı
çok ilişki için en başta iktisadi iliş nı doyurabilir. Ustaca, beceriyle ve
kiler için belirleyicidir. İnsan, eme ussal bir biçimde çalışan uluslar
ğini kullanarak doğayı daha verim dan bazıları kırsal alanda bazıları da
li, daha insana uyarlı kılmıştır. Adam kentsel alanda üretime ağırlık ver
Smith mal üretimini artıran emeği mişlerdir. Her iki alana aynı ağır
üretici belirlemiş, hizmetleri dışta lıkta emek koyan hiçbir ulus yok
tutmuştur. Adam Smith Ulusların tur. Bazıları kırsal alandaki üretimi
zenginliğinin doğası ve nedenleri önemli görürken bazıları kentsel
üzerine araştırmalar adlı yapıtında alandaki üretimi önemli saymışlar
şöyle der: “Bir ulusun yıllık emeği dır. Adam Sm ith’den sonra J.B.
onun yıllık tüketimine yaşamı için Say yarar sağlayan her emeği üre
gerekli olan tüm şeyleri sağlayan tici saydı. Ricardo emek sorununa
tem el zenginliktir; bu şeyler ya değişik bir boyut getirir. Ricar-
doğrudan doğruya bu emeğin ürü do’ya göre toplumların çocukluk
nüdür ya da bu ürünle başka ulus dönemlerinde şeylerin değiştokuş
lardan alınmışlardır. Böylece, bu değeri onların üretimi için gerekli
ürünün ya da bu ürünle satın alma olan emeğin niceliğine bağlıydı. Ri
nın, tüketicilerin sayısı karşısında cardo, Adam Smith’in emeği ilk fi
az ya da çok oluşuna göre, ulus yat saydığını, ilkel para yerine aldı
gereksinimini duyacağı bütün bu ğını bildirir. Bu ilkel dönemlerde ser
zorunlu ve uyarlı şeylere az ya da maye birikimi olmadığı gibi topra
çok sahip olacaktır. Her ulusta bu ğı işlemek diye bir sorun da yok
EMEK
ması. Daha azı algılanamaz olan sı ce seçme ve seçilme hakkına sa
nır yoğunluk. Bir durumu yarata hip oluşla belirgindir. Eşitliği yasa
bilecek enaz uyanm a mutlakeşik düzeni güvence altına alır ya da
denir. Saatin tik-tak’larını duyabil eşitlik adaletli bir düzende sağla
mesi için kulağımın saate ne kadar nabilir. 1789’da yayımlanan İnsan
yaklaşması gerekir? Başlangıçtaki hakları bildirisi “tüm insanlar ya
uyaranı değiştirebilecek enaz nite sal açıdan özgür ve eşit doğarlar
liğe de ayırım eşiği denir. Sırtım ve yaşarlar” der. Bununla birlikte
daki yükün üzerine kaç gram ağır insanların bu eşitlik koşullarına ula
lık konulduğunda nicelik artışını du şabilmiş olduklarını sanmak yanıl
yabiliyorum? Eşik bireye göre de mak olur. Eşitlik günümüz toplum-
ğişiklik gösterir, bu değişiklikte yaş, larında ulaşılmış bir amaçtan çok
sağlık durumu, duyumsal yatkın bir iyi niyeti düşündürmektedir.
lık derecesi, deneyimlilik gibi be İnsanlığın kuruluşundan bu yana
lirleyici durumlar sözkonusudur. varlığını sürdüren kadın-erkek
(Bk. UYARAN) eşitsizliği çağım ızda da ortadan
kaldırılabilmiş değildir. Erkek çok
E Ş İŞ L E V L İL İK (fr. synergie; zaman kadını ikinci sınıf bir varlık
aim. Synergie; ing. synergy). Ayrı gibi değerlendirmekte, onu özel
işlevleri olmakla birlikte bütünsel likle çocuk doğurmak ve ev işle
bir etki yaratan etkenlerin ortaklı rine bakmak zorunda olan bir yü
ğı. Aynı sonucu yaratan etkenlerin küm lü yerine koym aktadır. Bu
ortak eylemi. Toplum yaşamında eşitsizlik ya da bu ayrılık “güçlü
sanayi, ticaret ve kurumlar eşişlev- cins” ve “zayıf cins” gibi ayrım
lidir. Bedende de sindirim, dolaşım, larda iyice belirginleşmektedir. Bu
solunum aygıtları eşişlevlidir. (Bk. anlayış kız çocuklarda daha küçük
ETKEN, İŞLEV) yaşlarda aşağılık duygusu oluştur
maktadır. Kızlar erkek çocuklar
E Ş İ T L İ K (y u n . is o te s ; lat. kadar değerli olmadıkları duygu
aequalitas; fr. égalité; aim. Gle- sunu yaşamaktadır. Ailenin sürdü-
ichheit; ing. equality). Özdeş iki rücüsü çok yerde erkektir ve çok
niteliğin durumu. Doğası aynı olan yerde kız çocuğun dünyaya gel
iki şeyin durumu. Eşitlik, en ge mesi bir sevinç nedeni olmaktan
nel anlamda, bir toplumdaki üye çok bir üzüntü nedenidir. Bu ko
lerin aynı haklara ve aynı yüküm şullarda aşağılık duyguları içinde
lülüklere sahip olmasıdır. Kölelik, büyüyen kız çocuğunun iyi bir an
serflik, soyluluk gibi sınıfsal ayrı ne olması olası değildir. Pekçok
calıklar eşitliği ortadan kaldırır. kadın bu eşitsizliğe erkenden bo
Eşitlik her yurttaşın şu ya da bu yun eğmekte, kendisi için öngö
biçimde eşit haklara sahip olması rülen işlevleri hiç tartışm adan ye
nı gerektirir. Bu da her şeyden ön rine getirmek durumunda kalmak-
ETKİLEŞİM
wtos oluştu. Dinci bakış evreni her renin bir başlangıç ve bir bitiş nok
zaman bir yaratı olarak gördü.Ya- tası var mıdır?” (zamanda ve uzam
n ta n ’m ürünü olarak gördü. Bilim da) gibi sorunları çözümleyebilecek
sel bakış evreni fizik dünya olarak gibi değildi. (Bk. EVREN)
değerlendirir, bu fizik dünya her ba
kımdan bilimin konusudur: bir ol EV R EN D O Ğ U M (fr. cosmo-
gular alanıdır, onda olgular arasın gonie; alm. Kosmogonie; ing.
daki belirli ilişkileri bulup ortaya çı cosmogony). Dünyanın kökeniyle
karmak gerekir. Bilim ler yasaya ve oluşumuyla ilgili genel araştır
böylece yükselmektedir. Yeniçağ’ın ma. Bu araştırmalar özellikle mi
başlarına kadar evren tablosu Aris tolojik düşüncede, çeşitli söylen
toteles’in çizgilerini korayarak sür celerde yer alır. İki tür evrendo-
dü. Aristoteles bize ortasında Dün- ğumdan sözedebiliriz. Dinci bakış
y a’nın bulunduğu dokuz gökten açısına göre evren maddesel olma
oluşan bir evren tablosu çizmişti. yan kaynaklardan gelmedir. M ad
Hıristiyan düşünürleri Tanrı’nın en deci bakış açısına göre her şeyin
sevgili varlığı olan İnsan’ı evrenin kökeninde maddesel öğelerin ya da
en ortasına yerleştiren bu görüşü atomların bulunması gerekir. Ev
benimsediler ve sonuna kadar sa renin oluşum unu raslantısal ne
vundular. Ancak gökbilimsel araş denlere bağlayan düşünürler de
tırmaların ortaya koyduğu buluşlar vardır. (Bk. EVREN)
karşısında bu düşsel evren tablosu
yıkıldı ve yerini ortası da kenarları EV R EN SEL (fr. üniversel; alm.
da olmayan ve ne olduğu iyi bilin allgemein; ing. universal). Tiîm
meyen sınırsız boşluk fikrine bırak evrenle ilgili olan. Tüm varlıklarla
tı. (Bk. DÜNYA) ya da fikirlerle ilgili olan. Evrensel
olan, bağsız ve koşulsuz genelge-
E V R EN B İL İM (fr. cosmologie\ çer olandır, onu “genel olan”la ka
aim. Kosmologie; ing. cosmology). rıştırmamak gerekir. A priori olan
Dünyayla ilgili bilimsel araştırma evrensel olandır, genel olan değil
alanı. İki türlü evrenbilimden sö- dir. Bir başka bakımdan, evrense
zedebiliriz; deneysel evrenbilim ve lin ussal olduğunu söyleyebiliriz:
ussal evrenbilim. Wolff evrenin ge evrenseli tüm evarım yöntemiyle
nel yasalarını deneysel ve metafi elde edemeyiz. Örneğin K ant’da
zik düzeyde ele alacak bir bilimin zihnin kategorileri evrenseldir,
varlığından sözetti. Kant, buradan bunlar bu yüzden salt bir ussal bir
giderek evrenin kökenini ve yapı araştırmayla ortaya çıkarılm ışlar
sını ele alacak bir bilgi alanı belirle dır. Oysa zihnimizdeki herhangi
di: ussal evrenbilim. Elbette Kant’çı bir kavramın tümevarım ya da de
anlayışa göre bu bilim çatışkılarla ney yoluyla elde edildiğini söyle
ilgili olacaktı, çünkü insan usu “Ev yebiliriz. Usta belirleyici karşılığı 207
EVRENSELCİLİK
rinden ayrılan ya da hatta “devrim” makla bir tür olumcu bakış açısı
fikriyle karşıtlaşan “evrim” fikri belli ortaya koyar. Kökü XVII. yüzyılın
bir amaca yönelik dönüşümler di bilimsel görüşlerine dayanan evrim
zisini ya da zincirini düşündürür. cilik her şeyden önce yermerkezli
Evrimde belirleyici bir dış neden evren düşüncesini ve insanmerkezli
değil, oluşumu baştan sona sürdü yaşam fikrini ortadan silmiştir, da
ren ve güvence altında tutan bir iç ha ötede tüm doğrulanamaz görüş
neden düşünülür. Daha basit bir de leri ve önyargıları yadsır. Tüm ül
yişle, her şey ancak kendi içinde küsel imgeleri de yıkan evrimcilik
evrimlenir, evrimin dış koşullan olsa bu yanıyla özellikle dinci çevrele
da evrimlenen varlık kendi evrim rin tepkisini çekmiştir. Evrimci ba
koşullarını her şeyden önce ken kışa göre tüm organik biçimler bir
dinden getirir. Oluşum ya da geli birlerinden türemişlerdir, bu türe
şim kavramının bir ereğe göre dü mede gelişim çizgisi en basitten en
zenlenmiş biçimi olan evrimde biri karmaşığa doğru uzanmaktadır. Bu
öbüründen çıkan, biri öbürünün so dönüşümcü görüşte tüm türlerin
nucu ve yetkinleşm iş bir biçimi birbirinden türediği benimsenmiş
olan değişik ardarda durumlar söz- tir. Bu görüşe göre dünyanın bu
konusudur. Bu gelişim her zaman günü gibi dünü de gizlerle, gizlilik
zamansal bir gelişim olmakla ev lerle dolu değildir: insan dünyaya
rim fikrini tarihsellik fikrine yak bir yerden gelmiş ya da gönderil
laştırır: zamandışı evrim düşünmek miş değildir, dünyayla bütünleşmiş
elbette olası değildir. Böylece ev durumdadır, dünyanın bir parçası
rim, belli bir süre içinde nedensel dır, öyleyse insan türlerin oluştur
likten sonuçsallığa doğru gelişen bir duğu zincirin son halkasıdır. Bu du
devinim olur. Her zaman üst bir bi rumda öbür dünyadan bu dünyaya
çime yönelişle belirgin oluşuyla her gelmiş ya da indirilmiş ruh fikrinin
evrim bir basitten bir karmaşığa yerini fizyolojik işlevlerin sonuçla-
doğru gelişmektedir. Buna göre ev n ya da uzantılan olarak gerçekle
rim fikri nedensellik kavramına sı şen bir ruhsal etkinlik fikri alır, bu
kı sıkıya bağlıdır. Nedensiz hiçbir çerçevede beynin ve omuriliğin iş
şey gerçekleşmez, hiçbir şey belli levi belirginleşir. Evrim denildiği za
bir etki yaratmadan yokolmaz gö man aklımıza öncelikle Darwin adı
rüşü evrim ci düşüncenin özünü gelir. Ancak evrim düşüncesinin
kurar. Evrimci düşüncede her şey onunla başladığını söylemek doğ
bir öncekinin sonucu ve bir sonra ru olmaz, evrimin kaynakları daha
kinin nedenidir. Evrimci bakış ne eskiye dayanır. Ama bu başlangıç
denselliğe dayalı olmakla tüm mu çok da eski değildir, özellikle XVII.
cize fikrini yoksar, tüm doğaüstü yüzyıldan daha eski değildir. Evri
nü yadsır, dikkatini yalnızca doğa min temelini oluşturan gelişim fik
nın olgulanna yöneltir ve böyle ol rinin ilk biçimine Leibniz’de rasla-
EVRİM
bir bireyin kazandığı çok özgül bir rim kavrayışıyla özdeş olmadığı,
özellik bile bazı koşullar altında bir evrimin değişim demek olduğu, de
aileye taşınabilmektedir. Darwin ğişimin evrim demek olmadığı ke
“Genel olarak her özellik, ne olur sindir. Evrimcilik değişimde bir ya
sa olsun, kalıtımla taşınır, kalıtımla pıdan daha üst bir yapıya geçişi
taşınmama az görülen bir durum bildiren bir anlayış olarak en belir
dur” der./Henri Poincare: “Bilimin gin biçimde ilkin Lamarck ve Dar-
gelişmesi çok iyi konmuş ilkeleri w in’in öğretilerinde açıklanmıştır.
bile, temel olarak belirlenmiş ilkeleri Bu öğretiler türlerin doğal dönü
bile tehlikeye atıyor.(..)B ilim in şümle birbirinden çıktığını ileri sür
ilerleyişini bir kentin dönüşümlerine mektedir. Spencer daha sonra ev
benzetmek doğru olmaz. Bir kentte rim yasasının inorganik dünyadan
eskimiş yapılar acımasızca yıktırılır, düşünceye ve insan kurumlarına
onların yerine yeni yapılar kurulur. kadar tüm gerçeklikte etkin oldu
Bilimin ilerleyişini hiç durmadan ğunu bildirdi. Lamarck hayvan tür
gelişen ve sonunda sıradan bir göze lerinin kökenini açıklamaya çalış
görünmez olan, geçmiş yüzyıllar mış, türleri basit bir organizmadan
daki eski çalışmanın izlerini her üç etkenle, ortalama uyum (dış ne
zaman ancak usta bir gözün bulup den), alışkanlık (öznenin içsel tep
çıkarabileceği zoolojik tiplerin kisi) ve kalıtım etkenleriyle türet
aralıksız evrimine benzetmek doğru mişti. Darwin türlerin evrimi ko
olur. Bu durum da elbet m odası nusunda daha köklü açıklamalar ge-
geçmiş kuramların verimsiz ve tirdi. Görüşleri 1830-1836 arasın
boş k u ra m la r o ld u ğ u n u da da çıktığı bir dünya gezisinde be
düşünm em ek gerekir.” (Bk. EV lirginleşmiştir. Gezip gördüğü her
RİMCİLİK) yerde canlı türlerin, özellikle hay
van türlerinin birbirine çok benze
E V R İM C İL İK (fr. evolutionisme; yişi, gene de bu türlerde ortama
alm. Evolutionismus', ing. evoluti- uyumla gelen başkalıkların bulunu
onism). Gerçekliğin oluşumlarını şu Darwin’i derinden etkilemişti.
daha üst yapılara dönüşümle açık Darwin’e göre bugün varlığını sür
layan bilimsel ya da felsefi öğreti. dürmekte olan canlı türlerin tümü
Lamarck ve Darwin’in dönüşüm bir ya da birkaç ilkel tipten türe
cülüğüyle eşanlamlı olarak türlerin miştir, bu bir ya da birkaç ilkel tip
doğal dönüşümle birbirinden çıktı doğal ayıklanma yasasına göre ge
ğını ileri süren öğreti. Evrimciliğin lişip çoğalmaya doğru gitmişlerdir.
kökenini belki de durallığı ve bü Darwin’in görüşleri Spencer’in dö
tünselliği temel alan felsefelerin kar nüşümcü evrim fikriyle zenginleş
şıtı olarak belirmiş oluşum felsefe miştir. Spencer’e göre evrim mad
lerinde aramak doğru olur. Bunun dede herhangi bir durumdan daha
la birlikte değişim kavrayışının ev üst bir duruma geçişi belirler: “Bi
EYLEM
212
F
FABÜLASYON. Bk. MASALLA- konusunda derin kuşkular vardır.
MA. Bergson’un gösterdiği gibi, bir du
yumla duyumun dış ölçüsü ara
FANATİZM. Bk. DARKAFALI- sında bir ölçüt belirlemek olanak
LIK. sızdır. Bizler uyaranlardaki küçük
değişimleri sezemeyiz. Bir elimiz
F E C H N E R YASASI (fr. loi de de yüz gram öbüründe yüz iki
Fechner-, aim. Fechners Gesetz; gram tutuyorsak, arada hiçbir ay
ing. Fechner ’s law). Alman ruh rım yok gibi algılarız. Bir duyu
bilimcisi Fechner’in ortaya koy mun bizdeki etkisi kişilik yapımı
duğu yasa: “Duyum, uyaranın lo za ve o anki durum um uza ba_ğlı
garitm asına göre değişir.” Bunu olacaktır. Duyumlar niceliksel ola
şöyle formülleyebiliriz: S=C log E. rak değişselerdi Fechner’in ruhbi
(S duyumun yoğunluğunu, E uya limi fiziğe indirme girişimi iyi bir
ranın yoğunluğunu, C de bir di sonuç verebilirdi.
rengeni yani değişik duyum sınıf
larına göre, bireylere göre, birey FELSE FE (yun. philosophia; lat.
lerin durum larına göre değişeni philosophia-, fr. philosophie', alm.
göstermektedir.) Fechner’in orta Philosophie-, ing. philosophy). En
ya koyduğu bu yasaya göre uya genel anlamda, kavramsal düzey
ran aritmetik bir artış gösterdiğinde de insanla ilgili geniş ve köklü araş
(1,2,3 ,4 ,5 ,...) duyum geometrik tırma. Eski ve özel anlamında, ilk
b ir a rtış g ö s te rm e k te d ir ilkeler ve ilk nedenler araştırması.
(1,2,4,8,16,...). Fechner bu for XVIII. yüzyıla kadar felsefe ilk il
mülü ortaya atm akla ruhbilimi fi keler ve ilk nedenlerle ilgili ussal
ziğe indirgiyor ya da daha doğru araştırmaya karşılık oldu, böyle ol
su fiziğin bir bölüm ü durumuna makla metafizikle özdeşleşiyordu.
getiriyordu. Ancak bir duyumun M.Ö. VI. yüzyılda Pythagoras sop-
yoğunluğunun ölçülebilir olduğu hos yani “bilge” yerine philosop- 213
FELSEFE
yan bu araştırma giderek çok yön yunca korumuştur. Her iki görüş
lü ve ayrıntılı bir araştırmaya dö de XVII. yüzyıla kadar metafizik
nüşmüştür. Bu gelişim içinde iki ay düzeyde varlığını sürdürmüş, bu
rı bakış biçimi ortaya çıkmıştır: ba dönemde felsefe yüzyıllar boyun
zı filozoflar özellikle evren sorun ca özel bilimler diye dışladığı ve
larıyla ilgilenir ve buna bağlı ussal sorunlarını kuramsal düzeyde tar
düşüncenin yolgöstericiliğinde so tıştığı bilimlere, olumlu bilimlere
mutun araştırmasına yönelirken ya yaklaşmaya başlamıştır. Bu yak
da evrenle ilgili görüşler ortaya ko laşma felsefede ayrı ayrı alanlar
yarken bazı filozoflar da felsefeyi oluşturan bilim kurumlarının felse
daha çok kuralkoyucu bir bilgi ala feden çıkıp özerk bilimler oluştu
nı olarak gördüklerinden onu özel racak biçimde uygulamalı bilimle
likle ahlak araştırmasına indirge re bağlanması sonucunu doğur
mişlerdir. Ancak Yunanistan’da fel muştur. Bu dönüşümün ilk açık be
sefenin yükseliş döneminde bu iki lirtileri Bacon ve Descartes’da gö
eğilim giderek bir bütün oluştur rülür. Metafizikten fiziğe, mutlak
maya başlamıştır. Özellikle Platon tan göreliye, “niçin” sorusundan
ve öğrencisi Aristoteles insanla ve “nasıl” sorusuna geçiş dönemi di
evrenle ilgili tüm sorunları kucak yebileceğimiz bu dönemde, XVII.
layan ve tartışan felsefe arayışları yüzyılda ilk olarak Bacon ussal
geliştirmişlerdir. Bu gelişim içinde araştırmanın yetersizliğini görmüş,
felsefede iki ayrı bakış açısı ortaya matığın gerçek bilgi araştırmasına
çıkmıştır. Özellikle Platon’da belir yöntem oluşturamayacağını anla
ginleşen ülkücü bakış açısında bil mış, Aristoteles’in mantığını içerin
ginin önceselliği ya da doğuştanlı- Organon'a (Alet) karşıt olarak bir
ğı benimsenmiş, daha çok Aristo yeni yöntem araştırması olan No-
teles’de anlatımını bulan gerçekçi vum Organum’u yani Yeni alet’i
bakış açısında öncesel ya da do yazmış, bu çerçevede ayrıca olduk
ğuştan fikirlerin varlığı yadsına ça karmaşık bir bilimler sınıflama
rak tüm bilgilerimizin deney yo sı yapmıştır. Ancak bu dönem ge
luyla ya da duyu verileriyle sağ ne de eski metafiziğin tam anla
landığı görüşü ortaya konmuştur. mında bırakıldığı bir dönem ol
Öznenin nesneyi belirlediğini be madı. Yüzyılın en önemli filozofu
nimseyen birinci açıyı Platon’dan Descartes, Felsefenin ilkeleri’nde
sonra Descartes, Leibniz, Kant gi bir felsefe ağacı ya da bilgi ağacı
bi filozoflar, nesnenin özneyi belir oluşturuyor ve şöyle diyordu: “Fel
lediğini benimseyen ikinci açıyı sefenin ilk bölümü bilginin ilk ilke
Aristoteles’den sonra Bacon, Loc- lerini içeren metafiziktir, Tanrı’nın
ke, Comte gibi filozoflar geliştir başlıca niteliklerini, ruhum uzun
mişlerdir. Felsefe bu iki çizgiyi kar ölümsüzlüğünü, bizdeki tüm açık
şıt görüşler olarak tüm tarihi bo ve basit kavramları açıklamak da
FELSEFE
224
G
G E Ç E R L İL İK (lat. validitas; fr. olgudur. Hasta, yaşamının bir dö
validité-, alm. Gültigkeif, ing. nemindeki bir kişiyle ya da kendiyle
v a lid ity ). Y ü rü rlü k te o lan ın ilgili duygularını hekime yansıtır. Bu
d urum u . D e ğ erin i y itirm e m iş duygular olumlu duygular olmadı
olanın durum u. G eçerli olanın ğı zaman olumsuz geçişim, bu duy
durumu. Düşünce alanında geçer gular olumlu duygular olduğu za
lilik gerçeğe uygunlukla, gerçeklikle man olumlu geçişim sözkonusudur.
bağını koparmamışlıkla belirgindir. Aynı durum hekim den hastaya
En geniş anlamda geçerli düşünce doğru geliştiğinde bir karşı geçi
evrensel çerçevede doğrulanabilir şim'den sözedebiliriz. Alışkanlıklar
düşüncedir ya da genel olarak be düzeyinde de geçişimden sözetmek
nimsenen düşüncedir. Bir düşün olasıdır. Keman çalan bir kimsenin
cenin geçerli olması onun zorunlu keman çalmakla ilgili deneyimleri
olarak herkesçe benimsenmiş ol ni viyolonsel çalmakta kullanması
masını gerektirmez: geçerlilik yay da bir geçişim olgusudur. Geçişim
gınlıkla belirgindir. Geçerli olanı ev gündelik yaşam deneylerinde de sık
rensel olandan çok genel olan diye sık görülür: köpeğin ısırdığı bir ço
düşünmek doğru olur. En yaygın cuk bütün hayvanlardan korkma
geçerlilik özellikle ahlak için, daha ya başlayabilir. Ruhaynştırmasıyla
çok da ahlakın bazı belli kuralları ilgili geçişimin sağlıklılığı konusun
için sözkonusudur. (Bk. EVREN da H. Ey şunları söyler: “Geçişim
SEL) sözkonusu olduğunda üzerinde en
çok durulan düzeneklerden biri ay-
G E Ç İŞ İM (fr. transfert-, alm. nştırmacayla özdeşleşme düzene
Übertragung] ing. transference, ğidir, bu düzenek ayrıştırmanın so
transfer). Bir şeye duyulan ilginin nuna kadar baskın bir rol oynar.
bir başka şeye yansıtılması. Bir ki Ayrıştırmacı kendi deneylerine da
şiyle ilgili duyguların bir başka ki yanarak sağlam bir tutum alma işi
şiye yöneltilmesi. Geçişim olgusu ni sürdürmezse hastayı davranış
ruhayrıştırmasmda sık görülen bir larının bilincine ulaştırma konusun 225
GELECEKÇİLİK
gisel gelişim fikri Yeniçağ’da, özel olarak şeylerle ilgili olan. Olasıya
likle XIX. yüzyılda ortaya çıkmış karşıt olarak etkin bir biçimde va
tır. XIX. yüzyıl evrim felsefeleri, rolan. Ülküsele karşıt olarak varlı
gelişen bir dünyada yaşadığımızı, ğı gösterilebilir olan. Gerçek olan
her şeyin dönülmez bir biçimde ara etkin bir biçimde verilmiş ya da su
lıksız dönüştüğünü bildiriyorlardı. nulmuş olandır, varlığı araştırmayı
Dönüşüm fikrinin ya da daha ge gerektirmeyendir. G erçek’i doğ-
nel çerçevede gelişim fikrinin ilk bi ru ’yla karıştırmamak gerekir. Doğ
çimine XVII. yüzyılda Leibniz’de ru, gerçek’in sezgisi ya da bilgisi
raslıyoruz. Leibniz monad’lar ku dir. / A. de Musset: “Benim için
ramını geliştirirken her monad için tüm gerçek bir kurgudur.” / Alain:
bir geçmiş ve bir gelecek düşün “Hiçbir olası güzel değildir, yalnız
müş ve şöyle demişti: “Her töz, ka ca gerçektir güzel olan.” / L. Blum:
rışık bir biçimde de olsa, evrende “Gerçek kendini ancak saçmayla
geçmişle, şimdiyle, gelecekle ilgili açıklayabilir.” / H. de Montherlant:
olarak her olanı açıklar, bu da son “Bana göre mutlak olan Tanrı de
suz bir algıya ya da bilgiye ben ğildir, gerçekliktir, doğrudan ve ke
zer.” (Bk. DEĞİŞİM, DÖNÜŞÜM, sin bir kavram a biçim idir.” / A.
EVRİM, MONAD) Breton: “Düşsel olan, gerçek olma
ya yönelendir.” / M. Butor: “Ger
G E N E L (fr. général, alm. Allge çek gerçeklik düşselle ilişkisi için
mein-, ing. general). Birçok bireyle de varolabilir, düşselin gerçeklikte
ilgili olan. Bireysele karşıt olarak olduğunu, gerçeği düşselle gördü
bütünle ilgili olan. Bir türle ilgili ğümüzü anladığımızda varolabilir.”
olan. Tüm bireyleri içeren. Bir / A. Gide: “Duyguların alanında
b ü tü n ü n tüm ö ğ e le rin i, bir gerçek düşselden ayrılmaz.” / J.
to p lu lu ğ u n tü m ü y elerin i Giraudoux: “Ancak güçlü bir ger
ilgilendiren. Sık sık olan. (Bk. çekdışı yaşamı olan bir toplumun
ÖZEL) büyük bir gerçek yaşamı olabilir.”
/ Kierkegaard: “Gerçek olasıdan da
G E N E L L E ŞT İR M E (fr. généra ha zorunlu değildir, çünkü zorunlu
lisation; alm. Verallgemeinerung her ikisinden kesin olarak ayrıdır.”
ing. generalization). Bireylerin or / H. Barbusse: “Gerçek ve doğa
tak niteliklerini saptama. Belli bi üstü aynı şeydir.” (Bk. DOĞRU)
reylerde görülen bir özelliğin bü
tün bireylerde ya da pekçok birey G E R Ç E K Ç İL İK (fr. réalisme;
de varolduğunu gösterm e. (Bk. alm. Realismus; ing. realism). Var
GENEL) lığın düşünceden bağımsız olduğu
nu öne süren öğreti. Varlığın dü
G E R Ç E K (lat. realis; fr. réel; alm. şünsel nitelikli olmadığını, düşün
wirklich; ing. real). Varlığı kesin ceden de geçmediğini öne süren öğ
228 olan. Görüntüyle ilgili olana karşıt reti. Bilgi edinmede dış gerçeklikle
GERÇEKÇİLİK
konusu kutsal gerçekliktir, bir kere tın sınırlarını aştı, sanatın hemen
verilmiş olan, tam ortasına yerleşti tüm alanlarında etkili büyük bir de
rildiğimiz kutsal gerçekliktir. O, gö vinime dönüştü. Fransız bestecisi
rünmez şeylerin evrenidir. Bu şey Eric Satie, Debussy’nin incelikli sa
ler bize bakarlar ve biz bu şeylere natına karşı çıkarken daha çok ye
bakarız.” (Bk. DOĞRU, DÜŞ) ni ressam lardan esinleniyordu.
G erçeküstücülüğü bir bildiriyle
G E R Ç E K Ü S T Ü C Ü L Ü K (fr. André Breton kurdu. Louis Ara
surréalisme; alm. Surrealismus; gon, Paul Eluard, Antonin Artaud,
ing. surrealism). Usun denetimin Robert Desnos akımın öncüle
den kurtulmuş ruhsal etkinlikleri ya riydiler. Saint-John Perse, Jules
ratmada başlıca kaynak olarak gö Supervielle, Biaise Cendrars, Jean
ren sanat akımı. “Gerçeküstücülük” Cocteau, Max Jacob da gerçeküs
fikri fransız şairi Guillaume Apol- tücülüğe yakın duran şairler oldu
linaire’den çıkmıştır. “Surréalisme” lar. Gerçeküstücülükten önce Da
sözcüğünü ilk kullanan da odur. da akımı ortaya çıktı. Alışılmış dü
(Les mamelles de Tîrésias, drame şünce düzenini tümüyle yıkmaya
surréaliste). Apollinaire’de gerçe yönelik bu akım gerçeküstücülü
küstücülüğün ilk belirtileri vardır, ğün öncüsü gibiydi. 1919 martın
bununla birlikte onu biçimbozma- da André Breton, Louis Aragon ve
ları zaman zaman aşırıya götürmüş P hilipp S o u p au lt’nun kurduğu
bir şair olarak görmek ve onu ger- Littérature (Edebiyat) dergisi da-
çeküstücü diye nitelendirmemek da’cılann sözcüsü oldu. Akımın ku
doğru olur. Gerçekte biçimbozma- rucusu Tristan Tzara “dada hiçbir
ların kaynağı Apollinaire’den önce anlama gelmez” diyordu. 1919 ’da
lere, Rimbaud’ya kadar uzanır, hat Breton ve Soupault Les champs
ta tüm öbür simgeci şairlere kadar magnetiques\\ (Manyetik alanlar)
uzanır. Bu şairler doğaya bir insan yazdılar. Bu yapıt ilk gerçeküstücü
yorumu getirirken nesnenin alışıl yapıt olarak bilinir. Breton i 924’de
mış görünümlerini bozdular, ko Manifeste de surréalisme'i (Ger
numlarını dağıttılar, sanatı doğaya çeküstücülüğün bildirisi) yayımla
benzemez apayrı bir doğa olarak dı. Breton bu bildiride şöyle diyor
belirlediler. Sanat böylece yeni an du: “Gerçeküstücülük arı ruhsal bo
latım olanakları kazanırken yepye şalımdır, onunla insan düşüncenin
ni b ir dil ed in d i. D aha sonra gerçek işleyişini sözlü olarak, ya
Guillaume Apollinaire yepyeni bir zılı olarak ya da bambaşka bir yol
şiir anlayışı geliştirdi. O şiirine he la açıklamaya yönelir. Usun uygu
men her şeyi, her konuyu sokabi ladığı her türlü denetimin dışında,
liyordu. Apollinaire’in yenilikçi ha her türlü estetik ya da ahlaki uğra
vasını gerçeküstücülük izledi. Bi şın ötesinde gerçeküstücülük dü
rinci Dünya Savaşı’nın ardından şüncenin kendini yazdırmasıdır.
kendini gösteren bu akım edebiya Gerçeküstücülük kendisine gelene 23
GEREKİRCİLİK
rini sağlamak olası olmasa da on eşit güç tarafından iki ayrı yöne çe
ları toplumsal yaşama uyarlamak kilen insan gerilime uğrayacaktır.
olası olmaktadır. Duygusal gerilik Gerilim kişiyi gelişime uğratan ne
normal zekalı kişilerde çok görü denler arasında yer alır. Freud’un
len bir durumdur ve ruhsal ya da tanımladığı gibi pekçok dış etken,
daha doğrusu duygusal bir yeter örneğin büyümeyle gelen fizyolo
sizlikle belirgindir. Bu yetersizliğin jik olgular, dış tehditler, yoksunluk
kaynaklarını çocukluktaki yetişme lar, çatışkılar bir gerilim nedeni ol
koşullarında aramak olasıdır. Aile duğu ölçüde bir ilerleme kaynağı
ye aşırı bağlılık, anne ya da baba dır.
baskısı gibi koşullar duygusal ge
riliğe yol açabilir. Duygusal gerili “ GEŞTALT R U H B İL İM İ” . Bk.
ğe uğramış kişiler genellikle yetiş BİÇİM.
tirilme koşullarındaki olumsuzluk
lar nedeniyle yaşama uyum göste G İD İM L İ (lat. discursus; fr.
remeyen kişilerdir. Cinsel yaşam, discursif, alm. diskursiv, ing.
toplumsal yaşam, evlilik yaşamı ve discursive). Bir önermeyi bir başka
meslek yaşamı onlar için büyük ön erm ed en u sav u rm a y o lu y la
güçlükler ortaya koymaktadır. Duy çıkaran düşünce. Sezgisel düşün
gusal gerilik çok zaman bencillik, cenin tersine, önermeden önerme
kıskançlık, şiddete eğilim, içekapa- ye geçerek yani aracı önermeler
nış, aşağılık duygusu, uydurmacı kullanarak ya da bir başka deyişle
lık, çevreye uyarsızlık biçiminde dolaylı çıkarımlar yaparak sonuca
kendini göstermektedir. Zihinsel ulaşan düşünce. Gidimli düşünce
gerilik iyileştirilemezken duygusal adım adım, usavurmalarla ilerleyen
gerilik ruhayrıştırması yöntemiyle düşüncedir. (Bk. SEZGİ, U SA
aşılabilmektedir. (Bk. AHMAKLIK, VURMA)
ALIKLIK, APTALLIK)
GİZEM (lat. mysterium\ fr. mystère;
G E R İL İM (fr. tension; alm. Span- alm. Mysterium\ ing. myster$). İn
nung; ing. tenstion). Dış etkilerle san usunun kavrayamadığı. Eski din
karşılaşan ruhun gerginlik durumu. lerde uygulamalar, kurallar ve öğre
İnsanın karşılaştığı her sorun, bir tiler bütünü. Pagan Eskiçağ’da di
bilimsel sorun ya da bi aile sorunu nin gizemlerine ancak o dine katıl
ya da başka bir sorun insanın be mış kimseler erebilirlerdi. Bu dönem
deniyle birlikte ruhunu gerginliğe de Yunanistan’da başlıca gizemler
iter. Trafiğin tıkanmasından enflas Eleusis gizemleri ve Orpheus gizem
yonun artmasına kadar her sorun leriydi. Gabriel Marcel nesnel bir
bir gerginlik ya da gerilim nedeni kavramlamazlık ortaya koyan “so-
dir. Düşünsel düzeyde her araştır run”la tanıtlanamaz bir kavram lamaz-
ma insanı belli bir gerilim içine iter. lığı olan “gizem”i birbirinden ayırdı.
K. Lewin’in tanımladığı biçimde iki (Bk. GİZEMCİLİK) 235
GİZEMCİLİK
sin bilgiler sağlayan alan olarak gös G Ö ZLEM (lat. observatio; fr. ob
termenin alanını belirlemiştir. Gös- servation; alm. Beobachtung; ing.
«mneci tasım, buna göre, olası gö observation). Bir olgunun dikkatle
rüşleri ortaya koyan diyalektiğe ve ayrıntılı bir biçimde incelenme
karşıt olarak, kesin bilgiler sağla si. B ir yasaya ya da bir kurala
maktadır. Öncüllerin ve öncüller yükselm ek a d ın a b ir o lg u n u n
den çıkarılan sonucun değeri bakı incelenmesi. Gözlemleme edimi us
mından Aristoteles tasımı diyalek la duyuların tam bir yoğunlaşma
tik tasım ve göstermeci tasım ola içinde bir olguya yönelmesiyle ger
rak ikiye ayırır. Diyalektik tasım gö- çekleşir. İşte bu yüzden Auguste
rüş’ü sağlar, göstermeci tasım bi Comte “Gözlemlemekle usavur-
limi sağlar. Göstermeci tasımla el mak arasında kesin bir ayrım yok
de edilen bilgiler diyalektik tasımla tur” der. Gözlem bilimsel çabada
ekle edilen bilgilerden daha önem ilk evreyi belirler. İkinci evre var
lidir. Görüş’de zihin bir önermeye sayım evresidir. Üçüncü evrede
sakınık bir biçimde yönelir. Bilim varsayım doğrulanır, böylece ya
deki kesinliği ya da genelgeçerliği saya yükselinmiş olur. “Gözlem”
diyalektikte bulamayız. Diyalekti ve “deney” terimleri çok zaman bir
ğin alanı doğruluk olasılığı taşıyan likte kullanılmış ve bu iki kavram
bilgilerin alanıdır. Bilimde yanılma birbirine karıştırılmıştır. Claude Ber
sözkonusu değildir, diyalektikte ya nard bu iki kavrama açıklık getirdi.
nılma olağandır. Bu yüzden bilimin Ünlü bilim adamı Introduction à
alanı diyalektiğin alanından daha l ’étude de la médecine expérimen
dardır. Demek ki diyalektik, gös- tale (Deneysel hekimliğe giriş) ad
terme’den biçimiyle değil içeriğiy lı yapıtında “Felsefi anlamda göz
le ya da bilgi değeriyle ayrılmakta lem gösterir, deney öğretir” diye
dır. Diyalektiğin olası ilkeleri çok rek iki yöntemi birbirinden ayırdı.
genel ilkelerdir, b u n lar halkın Claude Bernard’a göre Bacon bile
görüşlerinden derlenir. Gösterme, bu iki şeyi birbirine karıştırmıştır.
Hobbes’da birçok tasımın bir ara Bacon şöyle der: “Gözlem ve de
ya gelmesinden oluşan bilimsel-fel- ney gereci toplamak, tümevarım ve
sefi belirlemedir. Hobbes düşünme tümdengelim bu gereci işlem ek
edimini bir toplama ya da çıkarma içindir; işte zihnin tek sağlam ma
işlemi olarak değerlendirir. Bir yar kineleri.” Bazıları bu iki şeyi birbi
gıda bulunmak iki adı toplamak ya rinden ayırırken gerçek anlamda ta
da çıkarmaktır. Bir tasım ortaya nıma yükselememişlerdir. Örneğin
koymak iki önermeyi toplamak ya Zimmermann şöyle demiştir: “Bir
da çıkarmaktır. Bir gösterme de bir deney bir gözlemden şu anlamda
çok tasımın bir araya gelmesinden ayrılır: gözlemin bize sağladığı bil
oluşur. (Bk. DİYALEKTİK, TA gi kendi kendisini sunar gibidir, oysa
SIM) bir deneyin bize sağladığı bilgi bir
241
GÖZLEM
nu olan özel anlamda güzelle ilgili dur; izleyici için yapıt güzelin kay
olduğunu söylemek güçtür. Her in nağıdır” der Jarocinski. Güzelin en
san saçını tarar ya da salatayı süs eski anlamıyla onun XIX. yüzyıl
ler ya da batan güneşi hazla gözler dan bu yana gelişen anlamını elbette
ama her insan resimle, müzikle, şi birbirinden ayırmak gerekiyor. Pla
irle ilgilenmez. Güzelin yaratılma ton’a göre güzel her şeyden önce
sında ve tüketilmesinde en etkili alış düşünülür dünyada ya da aşkın
veriş, güzelin asıl kurucusu olan sa dünyada v arolan b ir kendinde
natçı, güzelin yargılayıcısı olan es şey’di, buna göre bu dünyadaki
tetikçi, güzelin tüketicisi olan izle bütün göreli güzelliklerin kaynağıy
yici arasında geçer. Güzel kavramı dı. Bu anlayış uzun yüzyıllar boyu
sanatı ve estetiği belirleyen bir kav varlığını korudu. Çağdaş filozoflar
ram olmakla her şeyden önce bu soruna daha değişik baktılar. Kant
üçlünün yaşam koşullarına göre de sanatta doğanın açınlandığını bildi
ğişik anlamlar ve değerler kazanır. rerek “Doğa dehadan giderek sa
Tüm değerler gibi “güzel”in de ye nata yasalarım verir” diyordu. Ona
re ve zamana göre büyük değişim göre “Nesneleri güzel diye yargıla
ler geçirdiğini söylemek doğru olur. mak için beğeni gerekir, ancak sa
Nasıl estetik sıkı sıkıya sanat tari natlar için de yani güzel nesnelerin
hinin ya da sanatların tarihinin ge üretilmesi için de deha gerekir.” Az-
lişimleri içinde dönüşüme uğruyor- çok Platon’cu bir kavrayış içinde
sa, estetiğin temeli olan güzel kav Hegel “Güzel, İdea’nın görünümü
ramı da estetiğin dönüşümüyle bir ya da duyulur yansısı olarak belir
likte yeni anlamlar alıyor. Güzel bir lenir” derken güzele tanrısal bir an
değer yargısıdır ve her değer yar lam yükler. Ona göre de sanatsal
gısı gibi kişiseldir ama gene de ye açınlamayı sağlayacak olan güç de
rin ve zamanın özelliklerini taşır. La- hanın gücüdür. Hegel’e göre do
lo şöyle der: “Güzel, sanatta olsun ğadaki güzel insanın yarattığı gü
doğada olsun, dışarıdan benimse zel karşısında ya da sanatsal güzel
tilmiş edilgin bir veri değildir, tüm karşısında ikincil bir önem taşır. Fi
öbür düzeylerde olduğu gibi bir ol lozofa göre doğal güzellik sav olur,
gu değildir, bir değer yargısıdır, ki bizim im gelem im izden doğm uş
şisel bir onaylama edimidir.” Gü olan düşsel güzellik ya da imgelem-
zel, bir bilinç etkinliği çerçevesin sel güzellik karşısav olur, bu ikisi
de, elbette o bilincin öznel ve nes bileşimde bir araya gelerek gerçek
nel koşullarına göre, bir yapıtı ger sanatsal güzeli oluşturur. Estetik fel
çekleştirirken ortaya konulmuş olan sefeden ayrıldıkça güzelin anlamı
şeydir. B una göre güzelin hazır da iyiden iyiye somutlaşmaya baş
varlığından giderek sanata ulaşıyor lamıştır. XIX. yüzyıldan bu yana
değiliz, tersine sanatsal arayış için güzel, aşkın bir gerçekliğin konu
de güzeli bulup çıkarıyoruz. “Ya su değil, doğrudan doğruya sanat
ratıcı için güzel, yapıtının sonucu sal etkinliğin konusudur. Onun tüm
GÜZEL
246
H
H A K Ö N ER M E (fr. revendicati le de belirgin olabilir, bazen aşırı bir
on; alm. Forderung, Anspruch; ing. kıskançlık duygusu öne çıkarken
d a im ). Bir şeye sahip çıkmak. bazen siyasal bir atılganlık kendini
Çocukta hakönerme daha çok düş gösterebilir. “Kavgacı, karşı koyu
manlık duygusuyla belirir: çocuk cu olan hakönermeci ne çelişkiye
çevreye düşm anlık duygularıyla ne başarısızlığa katlanabilir. Kendi
yönelirken sürekli homurdanır, su ni beğenmiş olan hakönermeci dik
rat asar, büyüklere tebelleş olur, ya kat çekebilmek için her yolu dener
lağına ya da donuna çiş yapar. Bü ve her kişiye sorununu anlatabil
yükte hakönerme özellikle ruhsal mek için rezalet çıkarır” (Charles
ya da bedensel bir zayıflığı örtmek Bardenat). Bu çerçevede düşman
için vardır, çok zaman bir aşağı- lık duyguları kendini gösterir; söv
lıkduygusunun gizlenmesini sağlar, gü, tehdit, şantaj düşmanlığın en
am a her durum da bir çevreyle basit belirtileridir. Haköneren kişi
uyumsuzluk belirtisidir. Ahmaklar de genellikle iyi ve kötü ayrımı an
da, melankoliklerde, bunalımlılar lamını yitirmiş, ahlak kuralları itil
da, manyaklarda, saralılarda, alko miştir. H. Ey şöyle der: “Çılgınlık
liklerde, bunaklarda hakönermenin ların en çok bilineni hakönerme çıl
çeşitli biçimleri görülür. Hakönere- gınlığıdır. Burada canlı, çetrefil,
nin tutumu hemen her zaman ta kuşkucu ve alıngan özellikli kişiler
kıntılı ya da inatçıdır, o her zaman sözkonusudur. Onlar kinci ve inti
konuyu sonuna kadar izlemeye eği kamcıdırlar; çok zaman tutkulu bir
limli olduğu gibi genellikle aceleci biçimde ‘ülkücü ’dürler; siyasette,
dir. Haköneren şu ya da bu biçim dinde, toplumsal düzenlemede fa
de engellendiğini sezdiğinde vaz natiktirler.”
geçmeye eğilimli olmak yerine tam
bir atılganlığa bürünecektir. Hakö- H A LK SEV ER LİK (fr. populis
nermede egemen düşünce bencil me; alm. Populismus; ing. popü
likle belirgin olduğu gibi özgecilik lizm). Halk değerlerini yücelten ba 247
HAYRANLIK
F. Villon: “Bir haz için bin acı.” / yollarını araştırıyordu. Bilimi ve top
Lasphrise: “Hazsızyaşam berbat bir lumsal yaşamı yadsıyan Aristip-
ölümdür.” / Malebranche: “Tanrı pos’a göre mutluluğun erdemden,
sonsuz olarak her şeyin üstünde ol erdemin de bilgiden geldiği görüşü
duğuna göre, ona sahip olacakla doğru değildir, mutluluğun tek kay
ra! hazzı elbette tüm hazları aşa nağı hazdır. Haz iyidir, iyi de haz-
caktır.” “Şeyleri oldukları gibi be dır. Erdemli olmak hazzın peşinde
lirlemek gerekir: Haz her zaman bir olmaktır. Her haz değerlidir, hazla-
iyiliktir ve acı her zaman bir kötü rı birbirinden ayıramayız. Dolaysız
lüktür, ne var ki haz duymak her hazlar yani duyumsal hazlar dolaylı
zaman yararlı değildir, acı çekmek hazlardanyani düşünsel hazlardan
de bazen yararlıdır.” / M. Mancini: daha değerli olabilir. Aristippos’a
“Kısa süren ve ardından mutluluk göre haz deneyi özgürlük deneyi
gelen acılar hazların tadını yok et dir, insan ancak haz içinde özgür
mez, tersine artırır.” / J. Racine: olabilir. Ussal çerçevede en çok
“Kendime kaçınılmaz bir haz yap hazza ulaşmak Kyrene’linin başlı
tım - Onu her gün görmeyi, sev ca amacıdır. Aristippos şöyle der:
m eyi, onun hoşuna gitm eyi.” / “Duyumlarımız tek bilgimizdir; du
M ontesquieu: “Aşkın sefahattan yumlarımızın nesnesi de başka in
üstün oluşu hazları çoğaltmasıdır.” sanların duyumları gibi kaçar biz
/Voltaire: “Haz tüm ussal varlıkla den. Mutluluk erdemden gelmez,
rın konusu, ödevi ve amacıdır.” erdem de bilimden gelmez. Sokra-
“Bilgeliğin söz verdiği şeyi hazlar tes’in görüşü doğru değildir. Mut
sağlar.” (Bk. HAZCILIK) luluk hazdadır, bu haz ne olursa ol
sun, nereye götürürse götürsün.
H A Z C IL IK (fr. hédonisme-, alm. Ama her zaman hazzın efendisi ol
Hedonismus; ing. hedonism). Haz- mak gerekir: erdem hazzın aranı-
lara ahlaki bir değer ulayan öğreti. şındadır, özgürlük hazların doyu-
Yaşamı hazların değerli kıldığını öne rulmasındadır.” Epikuros’çuluk da
süren öğreti. Hazzı aramayı ve acı bir çeşit hazcılıktır. Bununla birlikte
lardan kaçmayı yaşamın temel an bazı felsefe tarihçileri Aristippos’un
lamı sayan öğreti. Yunancada he- ve izleyicilerinin görüşleriyle Epi-
done haz demektir. Hazcılık Eski- k u ro s ’un g ö rü şleri arasın d ak i
çağ’m düşüncelerinde oldukça yay küçük ayrılıklardan giderek Epiku-
gın bir anlayıştır. Sokrates’çi okul ros’çuluğu hazcılıktan ayrı tutmak
lar arasında yer alan Kyrene oku gerektiğini düşünürler. Nedir ara
lunun kurucusu Aristippos hazcı daki ayrılık? E. Brehier şöyle der:
lığın kurucusu sayılır. Aristippos “Epikuros, hazzı amaç diye alarak
uyumsuzluğun acıya uyumun haz insanı mutluluğun efendisi kılmayı
za yol açtığını bildiriyor, sıkıntıya düşündü. Varolan tek hazzın beden
uğramadan mutluluğa ulaşmanın hazzı olması yetecekti, ruh hazzı
HEPEVRENCİLİK
nı, bir başka deyişle doğası varo sı gerekir yani kendi dışına çıkma
lan olarak anlaşılanı anlıyorum. sı gerekir. Tam anlamında bilinçsiz
Tözden kendinde olanı ve kendiyle olan, arı olasılıktan başkası olma
anlaşılanı yani kavramı varolabil yan Tanrı ancak açınlanarak bir an
mek için bir başka şeyin kavramı lam kazanacaktır. Bu kendinde var
na gereksinim göstermeyeni anlı lık, bu Tanrı, bu oluşumun evren
yorum. (...) Tanrı’dan mutlak ola sel ilkesi sav durumundayken kar-
rak sonsuz bir varlığı, her biri son şısav durumuna geçerek bilinçten
suz ve ölümsüz bir özü açıklayan yoksun olan kendi içini yani Do-
bir nitelikler sonsuzluğuna sahip ğa’yı vareder, sonra bileşim evre
olan bir özü anlıyorum.” Spino- sinde kendinde ve kendi için olan
za’nın heptanrıcılığı şu cümlede R uh’u oluşturur. Alman ülkücülü
özetlenir: “Tüm doğa özü sonsuz ğünde Schelling’in heptanrıcılığı da
olan tek bir tözdür: tüm şeyler, do ha aydınlık ve daha belirgindir ve
ğadan ötürü, Tanrı olan tek bir şey bazı yanlarıyla Plotinos’u bazı yan
de bir araya gelmişlerdir.” Spino- larıyla da Spinoza’yı düşündürür.
za’nm heptanrıcılığı tanrıtanımaz Schelling’de tüm varlık mutlak’dan
lığı düşündüren tam anlam ında maddenin en alt katlarına kadar uza
maddeci bir heptanncılıktır. Alman nan bir bütün oluşturur. Schelling
ülkücülerinin bakış açıları da hep- şöyle der: “Varolan şeylerin en ka
tanrıcılığa oldukça uyarlıdır. Fich- ranlığı maddedir. Bazılarına göre
te’nin “öznel ülkücülük” diye ad madde karanlığın kendisi olmalıdır.
landırılan ülkücülüğünde heptanrı- Bununla birlikte doğanın tüm olu
cılığı düşündüren öğeler vardır, her şumları ve tüm canlı olguları bu ka
şeyden önce Fichte’de Hegel’de ol ranlık ve bilinmez kaynaktan çıkar.”
duğu gibi, evrenle ilkesi arasında Schelling’e göre felsefe M utlak’ın
zorunlu bir ilişki sözkonusudur. bilimidir. Schelling bize varlığı ol
Fichte şöyle der: “Her gerçek is dukça soyut bir diyalektik ilişki için
tem zorunlu olarak bir edimi ön de kavratmaya yönelir: “Böylece
görür, ancak her edim nesneler doğa gerçek ve nesnel görünümü
üzerinde bir edimdir. Buna göre, altında ağırlık ve bütünlüktür, ül
nesneler dünyasında ben yalnızca küsel görünümü altında ışıktır, öz
doğal güçle eylemde bulunmakta deşlik olarak da ışığın girdiği ağır
yım ve bu güç bana ancak doğal lıktır ya da organizmadır. Öte yan
eğilimle verilmiştir; o bende doğal dan ruh kendi gerçek görünümün
eğilimden başka bir şey değildir.” de bilgidir, ülküsel ve öznel görü
Hegel tam anlamında bir özne-nes- nümünde eylemdir, her ikisinin öz
ne bütünlüğü içinde bir heptanrıcı deşliğinde de sanattır.” (Bk. HE-
anlayış geliştirir. Hegel’e göre Tanrı PEVRENCİLİK, TANRI, TEK-
başlangıçta bir hiçliktir, onun ken TANRICILIK)
254 di bilincine ulaşması için dışlaşma
HEYECAN
siyasal tutum özelliği kazanır. Si HİÇLİK (fr. neant; alm. Nichts,
yasal sıkıntılarla gelen umutsuzluk, Nichtseindes', ing. rıon-being). Va
toplumsal dağınıklığın yarattığı kır rolmayan. Varlığı söz konusu ol
gınlık aydınları varolan yaşam ko mayan. Gerçeklikte karşılığı olma
şullarını tartışmaya ve bu koşulla y an. D e sc a rte s ve P ascal
ra karşı bir tutum almaya iter. Bu hıristiyancı bakış açısı çerçevesinde
yeni devinimde bilimsel bilgiden insanı tanıtlamak için, onu tanrısal
başka bir şeye güvenmeyen Au- lıkla hiçlik arasında bir varlık ola
guste Com te’un büyük etkisi var rak belirlediler. Descartes şöyle di
dır. Dobrolyubov ve Pissarev gibi yordu: “Deneyin bana gösterdiği
yazarlar göreneklere ya da toplum üzere, ben varlıkla varolmayan ara
sal önyargılara savaş açarlar. Amaç sında bir orta y er’im, yani yüce
ları kırık dökük bir toplumdan çağ varlıkla varolmayan arasına öyle
daş bir toplum yaratmaktadır. On sine yerleştirilmişim ki, gerçekte
lar insanla ilgili her şeyi değil, yal bendeki hiçbir şey, ben bu yüce
nızca varolan toplumsal değerleri varlığın ürünü olduğuma göre, be
hiçlerler. Çemişevski bu yeni ara ni yanılgıya itemez, ama öte yan
yışın siyasal itici gücü ya da düşü dan kendimi şu ya da bu biçimde
nürü olur, R usya’daki toplumsal hiçliğe ya da ben olmayana katılan
yaşamı eleştirirken sermayeci dü bir varlık olarak ele aldığımda yani
zene de eleştiriler getirir. O durum yüce varlık olmayan bir varlık ola
da hiççilerle kargaşacılar Rusya’da rak ele aldığımda bir eksiklikler
büyük bir kitle oluşturmaktadır. sonsuzluğu içinde bulunuyorum.”
Amaç çarlık rejim ini yıkmaktır. Pascal da şöyle der: “Öyleyse ne
Turgenyev Babalar ve oğullar'dz dir doğada insan? Sonsuzluk kar
bu çerçevede yeni kurallarla eski şısında bir hiçlik, hiçlik karşısında
kuralların kavgasını yansıttı. Roma bir bütünlük, hiçle bütün arasında
nın baş kişisi Bazarov bir hiççidir bir orta yer.” Henri Bergson mut
ya da düzeni kıyasıya eleştiren bir lak hiçlik’i karşılığı olmayan bir fi
olumcudur, tüm eski değerlere ve kir olarak gösterdi: “Mutlak hiçlik
eski kurallara savaş açmıştır, bu tu fikri, her şeyin ortadan silinmesi
tumu içinde giderek katılaşır, en te olarak anlaşıldığında, kendi kendi
mel insani eğilimlere ve isteklere bile ni yok eden bir fikirdir, bir boş-
karşı çıkar ve sonunda kendiyle çe fıkirdir, karşılıksız bir sözdür.” Va
lişir: aşka karşıdır ve aşık olur. Böy- roluşçular hiçlik kavramına özel bir
lece Rusya’da hiççilik, kargaşacı- yer verdiler. Heidegger’e göre hiç
lıkla birlikte, toplumcu dünya gö lik, ölüm duygusunun verdiği bu
rüşünün ilk savlarını oluşturmuş naltıda kendini göstermekteydi. O,
tur. (Bk. AHLAK, AHLAKSIZCI- Heidegger’e göre doğrudan doğ
LIK, GERÇEKLİK, KARGAŞA, ruya varolanı sınırlayan şeydi: “Hiç
KUŞKUCULUK) lik varolan karşısında belirsiz bir
H İSTER İ
HUKUK (fr. droit; alm. Recht; ing. hukuk kuralları tam anlamında zor
right). Toplumsal sözleşmeyle or layıcı bir tutum alır. Ahlak kuralla
taya konulmuş zorunlu davranış ku rına uymayan kişi en çok kınana
ralları bütünü. Bir toplumda yapıl bilir, ama hukuk kurallarına uyma
ması uygun olanla yapılmaması ge yan kişinin karşısına her zaman
rekenin sınırlarını belirleyen yasa yaptırımlar çıkacaktır. Hukuk bir
lar toplamı. Toplumsal yasaklar ve toplumda adaleti gerçekleştirmenin
onlarla ilgili yaptırımları belirleyen temel dayanağıdır, bununla birlikte
yazılı yasalar bütünü. Bir toplum hukuk kavramıyla adalet kavramı
da bireylerarası ilişkiyi düzenleyen nı özdeşleştirmek yanlış olur. İn
yasalar toplamı. Yasaları inceleyen sani gereklere göre düzenlenmemiş
bilim. Hukuku oluşturan kurallar bir hukuk adaleti değil adaletsizliği
toplumsal yaşamı düzenleyen ya da gerçekleştirecektir. Olumlu hukuk,
toplumsal yaşamdaki düzeni koru yazılı yasalann ve yazılı yasa değe
yan formüllerdir. Ahlak kuralları gibi rinde kuralların oluşturduğu hukuk
hukuk kuralları da, her ne kadar tur. Doğal hukuk, her türlü söz
yasa diye adlandırılsalar da doğa leşmenin dışında insanların doğa
nın zorunluluklarından değil insan sından geldiği düşünülen hukuktur.
yaşamının gereklerinden getirilmiş Hukuk devleti, gücünü baskılardan
olmakla bir uzlaşmanın ürünleridir değil yasalardan alan devlet düze
ler, bu yüzden doğa bilimlerinde nidir, temelinde her zaman bir ana
gördüğümüz yasa kavrayışına hiç yasa güvencesi yer alır. (Bk. ADA
uymayacak biçimde yere ve zama LET, DENKSERLİK)
na göre değişiklikler gösterirler.
Ahlak kuralları kişiyi davranışında HÜMANİZM. Bk. İNSANCILIK.
ya da seçiminde serbest bırakırken
262
IR K (fr. race\ alm. Rasse; ing. konuyla ilgili olarak şunları söylü
race). Ortak özellikleri olduğu var yor: “Eskiçağ dünyasının kanın arı
sayılan toplumların oluşturduğu a- lığı konusundaki görüşü ne olursa
ile. İnsan türünü oluşturan ortak olsun, bu arılık çok az görülen bir
özellikli toplumlar bütünü. Irk kav şeydi. Tarihteki ulusların çoğu ta
ramı oldukça bulanık bir kavram rihöncesi uluslarını yenilgiye uğrat
dır ve bir gerçeklikten çok bir inancı tılar; onlar yenilenlerin büyük bir
karşılar görünm ektedir. İnsanın bölümünü boğazlamış olsalar da
kökenleriyle ilgili bilgilerimizin sı hepsini yokedemediler. Başeğen ır
nırlı olması ve toplumlar arasında kın insanlarını köle durumuna ge
ki ortak özelliklerin son derece gö tirdiler ve onların kadılarıyla evlen
reli ya da hatta belirsiz olması ırk diler.” Toplumbilimci G. Palante’a
sorununun karşılıksız bir sorun ol göre “Irklar felsefesi sonunda» bir
duğunu düşündürüyor. İnsan tü tarihsel yazgıcılıktan, hiçbir soru
rünün kökenlerini ortaya koyarak nu çözmeyen toplumsal bir gizem
ırkları belirlemek yolunda çalışma cilikten ya da gerçekçilikten başka
lar XVIII. yüzyılda başlatılmıştır. bir şey değildir.” (Bk. IRKÇILIK)
Ancak bu çalışmalardan alınan so
nuçların birbirini tutmazlığı, özel IR K Ç IL IK (fr. racism e; alm.
likle ırk sayısını saptamak açısın Rassismus\ ing. racism). Irk üstün
dan uğranılan güçlükler ırk soru lüğü fikri. Irkçılık bir toplumun bir
nunun kolay çözülür bir sorun ol başka toplum üzerinde egemenlik
madığını ortaya koymuştur. Bugün kurma eğilimini ortaya koyar. Ayrı
çok kaba benzerliklerden giderek ayrı belirlenebilir insan ırkları bu
üç ırk belirlenmektedir: beyaz ırk, lunduğu ve bu ırkların insani değer
san ırk, kara ırk. Ancak bu ayrı açısından eşit olmadığı, bazı ırkla
mın da kabataslak bir ayrım oldu rın üstün olmakla öbür ırklar üze
ğu kesindir. En eski zamanlardan rinde doğal egemenlik hakkının bu
beri arı ırk düşüncesi bir inanç ola lunduğu fikri geçen yüzyılda epey
rak çok yerde varlığını sürdürmüş ce yandaş bulmuştu. Hegel Kant’m
tür. Bagehot, Ulusların gelişiminin devletler topluluğu fikrine tam kar
bilimsel yasaları adlı kitabında bu şıt bir biçimde, evrimin son aşa
IRKÇILIK
en yukarıda İyi, onun altında Doğ şılır bir bütünlük ortaya koyar. İde
ru ve Güzel ideaları olmak üzere olojiler her zaman uygulamaya yö
birbirleri karşısında yer alırlar. De neliktirler, bununla birlikte onların
ğişimin dışında kalan bu ölümsüz uygulanabilirlik şansları her zaman
ya da öncesiz-sonrasız şeyler arı enine boyuna tartışılmış değildir.
varlıklardır, bunlara herhangi bir şey “İdeoloji” terimini XVIII. sonların
eklenemez ve bunlardan herhangi da Destutt de Tracy ortaya attı. Fi
bir şey çıkarılamaz. Biri öbüründen lozof bu ad altında fikirler araştır
kesin bir biçimde ayrı olan İdea’lar masını ve fikirlerin kökenleriyle il
ancak birbirlerine katılabilirler. Ör gili araştırmayı belirliyor, bir tür bil
n eğ in “ B e y a z ” İd e a ’sı “ K a r” gi ruhbilimi çalışması öngörüyor
İd ea’sm a katılır, ama “K öm ür” du. Sonradan bu düşünce Cabanis,
İd e a ’sına katılm az. A ristoteles Volney, Daunou gibi düşünürerce
M etaphysika’sında İdea öğretisini benimsendi. “İdeoloji” giderek fi
uzun uzun eleştirir. Her şeyin bir kirlerin özelliklerini, yasalarını,
İdea’sı varsa, yalnızca tözlerin de k ö k en lerin i araştırm a anlayışı
ğil töz olmayanların da İdea’lan ol olmaktan çıkarak temel siyasal gö
malıdır. Oysa İdea’lar, kendilerin rüş anlamına alınmaya başladı. Bir
den pay alman şey olduklarına gö toplumda ya da bir toplum sınıfın
re, yalnızca töz olmalıdırlar. “İdea- da ortaya çıkan ve özellikle toplum
ların örnekler olduğunu, öbür şey sal yaşam koşullarının düzenlenme
lerin onlardan pay aldığını söyle sini ya da dönüştürülmesini öngö
mek boş sözler etmektir, şiirsel ren bir belirleyici kurallar ve ilkeler
benzetmeler yapmaktır” der Aris toplamı olarak ideoloji her şeyden
toteles. (Bk. ÜLKÜCÜLÜK) önce belli bir felsefe anlayışına ya
da hiç değilse bir dünya görüşüne
İD E O L O Jİ (fr. idéologie; alm. bağlı olarak geliştirilmiş bir siyaset
Ideologie; ing. ideology). Bir top ö ğretisini g erektirir, bu öğreti
lum sınıfının, bir topluluğun ya da genellikle toplumsal bir örgütlen
bir siyasal grubun ortaya attığı özel meyi yaşam için zorunlu gören bir
likle siyasal eğilimli düşünce diz öğretidir. Engels şöyle der: “İdeoloji
gesi. Bir döneme, bir topluma, bir sözde düşünürün bilinçle ama baş
toplumun bir kesimine ya da bir ka bir bilinçle gerçekleştirdiği bir
toplumda herhangi bir kişiye özgü süreçtir.” Genç M arx’a göre mut
siyasal bakış açısı. Fikirleri metafi suz bilinç şim di’de, imgelemselin
zik anlamlarının dışında kendileri alanında, büyülü bir biçimde çelişki
olarak ele alan düşünce dizgesi. Bir lerini ortadan kaldırır, ideoloji de
siyasal partinin ya da topluluğun bundan doğar. M arx’çı düşünce en
ortaya attığı bir fikirler dizgesi ola genel çerçevede ideolojiyi ahlaki,
rak ideoloji görüşlerden ve doğru felsefi ve dini düşüncelerin bütünü
lardan oluşmuş azçok açık ve anla olarak anlar.
270
İKTİSATÇILIK
vaşımına karşı çıkan akım. Proko- leme iyiye doğru olduğu gibi kö
viç ve Kuskova gibi iktisatçılık yan tüye doğru da olur. Ancak uygar
daşları işçi sınıfının yararına siya lıkların gelişimi anlamında ilerleme
sal tutum almayı yadsımıyorlar, ne her zaman iyiye doğru yürüyüşü
var ki sosyal demokrasi kavrayı düşündürecektir. Bilincin sürekli
şından uzaklaşarak sendikacı kav gelişimi, buna göre insan yaşamı
rayışa yaklaşıyorlardı. Lenin’e gö nın daha ussal bir biçimde yeniden
re sosyal demokrasiyle iktisatçılığı düzenlenmesi, yeni yaşam biçim
kesinlikle birbirinden ayırmak ge lerinin bilince yeni katkılar, yeni bil
rekiyordu. Ona göre rus işçi sınıfı giler sağlaması ilerlemenin en ge
nın kavgasıyla batı ülkelerinde iş nel koşullarını belirler. İlerleme ya
çilerin fabrika yaşamının koşul da gelişim düşünesi Yeniçağ’m bir
larına karşı tepkici bir tutum alışı ürünüdür, bu düşünce daha sonra
aynı zamanlarda ortaya çıkmış da evrim fikrini doğurmuştur. İlerle
olsa aynı şey değildir. Gerçek sa meci anlayışın başlıca savunucu
vaşımla hoşnutsuzluklar ortaya ko- ları XVIII. yüzyılın fransız aydm-
yuş arasında özdeşlik aramak bo lanmacılarıdır. Ancak bu düşünce
şunadır. Elbet hoşnutsuzluğu orta nin temellerini daha eskilerde ara
ya koyuşta da birçok yarar vardır. mak da pek yanlış olmayacaktır.
Ancak sosyal demokratların başlı Çok belirgin olmamakla birlikte F.
ca amacı “işçi sınıfının siyasal eği Bacon ilerleme fikrini getirir, en
timini etkin olarak sağlamak ve si azından doğanın bilgisinde adım
yasal bilincini geliştirmektir”. adım ilerleyişi düşündürür ve az-
çok bulanık bir çerçevede de olsa
İL E R İS Ü R M E (lat. assertio; fr. tarih fikrini geliştirir. Aydınlanma-
assertion; alm. Behauptung; ing. cılar ilerlemeyi özellikle siyasal an
assertion). Olumlu ya da olumsuz lamda alırlar, olumcular için ilerle
bir önermenin doğruluğunu bildir me daha çok bilimseldir. Auguste
me. Com te’a göre ilerleme, düşünce
nin gelişimi ve toplumsallığın geli
İL E R L E M E (lat. progressus; fr. şimi gibi iki temel üzerinde gerçek
progrès; alm. F ortschritt; ing. leşecektir. İlerlemenin kurucusu ya
progress). Belli bir yönde ileriye da ilk belirleyicisi Leibniz’dir. Bu
doğru gidiş. Bir durumdan bir üst konuda Leibniz şöyle diyordu: “Bü
duruma geçiş. Daha azdan daha ço tün evrende sürekli ve çok özgür
ğa doğru gelişen her oluşum. Au bir ilerleme belirlemek gerekir, bu
guste Comte olumculuğun formü ilerleme güzelliğin ve yetkinliğin en
lünü şöyle belirlemişti: “İlke olarak üst noktasına kadar giden bir iler
aşk, temel olarak düzen, amaç ola lemedir, öyle ki o durmadan üst bir
rak ilerleme.” Olumcu anlamda iler kültür durumuna doğru ilerlemek
leme her zaman iyiye doğru ola tedir. Şeylerin uçurumunda her za
caktır. Ancak mantıksal açıdan iler man uyandın İması gereken uyu
İLETİŞİM
muş parçalar vardır, bunlar hiçbir rur. Başkası ve ben ilişkisinde ileti
zaman ilerlemenin sonuna ulaşa şimin en belirleyici biçimi kurul
mayacak biçimde daha iyiye, en maktadır. Maurice Merleau-Ponty
iyiye yükseltilebilirler, yani en yük şöyle der: “Başkasının algısında
sek kültüre yükseltilebilirler.” (Bk. önemli bir rol oynayan bir kültür
DEĞİŞİM , DÖNÜŞÜM , GELİ nesnesi vardır, o da dildir. Karşı
ŞİM, EVRİM) lıklı konuşma deneyinde başkasıy
la benim aramda bir ortak alan olu
İL E T İŞİM (lat. communicatio; fr. şur, benim düşüncem ve onun dü
comm unication; alm. Kommunika- şüncesi tek bir doku oluşturur, be
tion; ing. communication). Kişiler nim görüşlerim ve karşımdakinin
arasındaki ilişki. Bir bireyin ya da görüşleri tartışma durumuyla or
bir topluluğun bilgi alışverişinde bu taya konulmuştur, onlar ikimizin de
lunması. Bir yerden bir yere git yaratıcısı olmadığımız ortak bir iş
mek, bir yerden bir yere bilgi ulaş lemde birbirlerine geçerler. Burada
tırmak iletişimin en basit biçimidir. ikili bir varlık vardır ve başkası bu
Çağdaş dünya tüm hızlı ulaşım ve rada benim için benim aşkın ala
haberleşme araçlarıyla yetkin bir nımda basit bir davranış değildir,
iletişim ortamıdır. İletişimin en es ben de onunkinde öyle değilimdir.
ki ve en basit araçları oradan oraya Biz eksiksiz bir karşılıklı ilişkide bir
gönderilen işaretlerdi, daha sonra birimiz için ortak durumundayız-
yazı bir iletişim aracı oldu. Buna dır, görüş açılarımız birbirine karı
göre iletişim insan türünün bilinçli şır, onunla aynı dünyada birlikte va
bir edimidir ve toplumsal yaşamın rolabiliriz. “ Dil ve davranışla orta
temel belirleyenidir. Bununla birlikte ya çıkan özellikler kültürlere göre
hayvanlar arasında da sınırlı bir ile değişiklikler gösterecektir, hem
tişim etkinliğinin varolduğu kesin toplumlar için hem bireyler için ge
dir. Üretimde, yavru büyütmede, çerli kültür özellikleri vardır. Bu
yaşam alanının denetiminde, tüm kültür özellikleri, bireysel çerçeve
benzer etkinliklerde hayvanların de ve toplumsal çerçevede insan
birbirlerine işaretler sundukları gö yaşamının değerler düzenini orta
rül Ur. İnsan dünyasında iletişimin ya koyacaktır ve ortak değerleri
karmaşıklığı işaretlerin çokluğunu miz de kişisel değerlerimiz de an
ya da çeşitliliğini getirmiştir. Beden cak iletilebildikleri ölçüde değer ola
insanda bir işaretler ya da simgeler caklardır. Kısacası iletişim dışında
ortaya koyma aracı olarak görü toplum yaşamı olası değildir. Baş
nür. Bu işaretler ve simgeler bilinç kasıyla iletişim kurma yeteneğini el
koşullarına koşut olarak oldukça den kaçırmış olan şizofrenin dün
karmaşık belirtenlerdir. Ayrıca in yaya yabancılaşması ve kendi da
sanda en yetkin iletişim aracı dil racık dünyasına kapanması bun
dir. Dil ve davranış insanlar ara dandır: o artık sağlıklı bir biçimde
sında yoğun bir iletişim ağı oluştu işaret alamamakta ve işaret vere
İLG İA LAN I
ayn sayısını yani kaç erkek kaç kız sefesinde İdea’lar yetkin ve değiş
kardeşi olduğunu söyleyememiştir. mez yapılarıyla duyulur şeylerin ül
Beş yaşından küçük çocuklar sağ küsel tipleridir ya da ilkömekleri-
ellerini ve sol ellerini göstereme dir. M alebranche’da Tanrı’nın fi
mektedirler. Çocuk yargıları yan kirleri ilkömekler diye adlandırılır:
yana getirebilmekte, ancak onları “Tanrı’nın tözü yaratıkların ilkör-
mantıksal bir usavurmada birbiri neğini ya da ölümsüz örneğini içe
ne bağlayam am aktadır. Ç ünkü rir.” Locke’da ve Condillac’da il
usavurma genelleme yapabilmeyi kömekler öbür fikirlere ömek olan
gerektirir, ancak çocuk bunu be fikirlerdir. Berkeley’de ilkörnekler
ceremez. / Leibniz: “Her doğru ya “yaratmadan önce tanrısal düşün
ilkedir ya da türemiştir; ilkel doğ cede bulunduğu biçimiyle şeylerin
rular doğrulanamaz doğrulardır, öz fıkirleri”dir. Maine de Brian düş
deş doğrular ve doğrudan doğru ürünü olan tüm doğaüstü nesnele
ya doğrular böyledir.” / Renouvi- re ilkömekler der. Jung’a göre il
er: “Kaygan ama kullanılması he köm ekler ortak bilinçdışı’nı oluş
men hemen kaçınılmaz olan bu te turan atadan kalma simgeler’dir, bu
rimden basit bir biçimde tanıdığı simgeler mitolojinin konuşudurlar.
mız en basit toplum lann üyelerini Jung şöyle der: “Eskinin özellikle
anlıyoruz.” / Mircea Eliade: “Doğa, rini taşıyan ve bilinen mitoloji mo
doğaüstü bir Varlık’ın yapıtıdır, tan tifleriyle görünür bir uyum ortaya
rısal yapıttır, dolayısıyla kendi ya koyan her türlü imgeyi ilksel diye
pısı içinde kutsaldır. İnsan doğa adlandınyorum. (...) Kişisel bir im
üstü kökenli bir evrende yaşar, bu genin ne eskilik özelliği vardır ne
evren ‘biçim’inde de kutsaldır, hat de ortak bir anlamı vardır. O, bi-
ta tözünde de. Dünyanın bir ‘ta linçdışı kişisel içerikler ortaya ko
rih’i vardır: dünyanın doğaüstü var- yar. Aynı zamanda ‘ilkömek’ diye
lıklarca yaratılışı, karşılaşmış oldu adlandırdığım ilksel imge tersine her
ğu tüm durumlar yani uygarlaştm- zaman toplumsaldır yani en azından
cı kahramanın ya da efsanevi atanın bir toplum ölçüsünde ve bir dönem
gelişi, onların kültür etkinlikleri, ölçüsünde ortaktır.” Böylece Jung
şeytani serüvenleri ve sonunda insanlığın en eski imgelerini (Te
ç e k ip g itm e le ri.” (B k. B E N İ pegöz, Yitik Cennet, Yedi Cüceler)
ÇİNCİLİK, ÇOCUK) açıklamamızı sağlayacak bir zemin
hazırlamış olur. Bu imgeler evren
İL K Ö R N E K (fr. archétype; alm. sel imgelerdir, her yerde ve bütün
Archetyp, Urbild; ing. archetyp). zamanlarda kişiler onlan kişisel anı-
Bir yapıtın ya da bir düşüncenin da lanyla birlikte taşırlar. Masallarla ve
yandığı örnek. Duyulur nesneler efsanelerle yaşayan ve oradan ora
dünyasının asıl kaynağı olan fikir. ya iletilen ilkömekler düşlerde, çıl
Model olarak alman özgün örnek. gınlıklarda ve sanatta değişik bi
Yetkin tip ya da örnek. Platon fel çimlerde ortaya çıkarlar. Bunlar hep
İLKSEL
ortaya çıkarabilmek için bir nesne lumsal ve tarihsel bir varlık olarak
de özle ilgili olmayan tüm nitelikle insan her zaman bir bütünde ele
ri, tüm raslantısal öğeleri dışlamak alınmasa da gerçek anlamda bir bü
tır. Bu da “ paranteze alm ak” la tünlük ortaya koyar. Bu yüzden bir
(E in kla m m eru n g ) sağlanabilir. insanı bir açıdan ele almak onu ek
Husserl bu indirgemeyi “aşkın” di sik hatta yanlış anlamamızı getire
ye nitelendirir, çünkü o bizi indir cektir. Öyleyse, insanı hem tarih
genemez tek gerçeklikle, aşkın ben- sel gelişim boyutu içinde toplum
’le karşı karşıya bırakır. Husserl ol- sal bir varlık olarak incelemek hem
gubilimsel indirgemeyi aynı zaman de onu bilinçli bir varlık olarak tüm
da “gerçeklik yargısının askıya alın ruhsal etkinlikleri içinde gözlemle
ması” anlamında “Epoke” diye ad mek gerekecektir. Bu araştırmada
landırır. Saçm aya indirgeme: bir insanı her şeyden önce biyolojik
önermenin doğruluğunu ya da yan gelişim tablosu içinde ele almak zo
lışlığını sonucun yanlışlığıyla gös runludur: böyle bir çaba onun dün
term e. (B k. O L G U B İL İM , yadaki yerini ve hatta kaynaklarını
PARANTEZE ALMAK) belirlemek açısından çok önemlidir.
Biyoloji bilimiyle uğraşanlar birhüc-
İN S A N (yun. a n tro p h o s; lat. relilerden insana kadar uzanan ge
homo\ fr. homme\ alm. Mensch', lişim çizgisinde ilginç bir bağıntıyı
ing. man). Ussal canlı varlık. Yer yakalamışlardır: bir önceki hayvan
yüzünün en gelişmiş hayvan türü bir sonrakinin bazı gelişmiş özel
ve o türün bireyi. İnsan toplumsal liklerini daha basit ölçülerde duyu
düzende yaşayan bir memelidir, ge rur, bir öncekinin bir özelliği bir
lişmiş bir dil ve düşünce dizgesine sonrakinde yetkin olarak içerilmiş-
sahiptir. İnsan sorunu felsefenin, tir. Bu bakış insanın dikkatini ister
özellikle çağdaş felsefenin en temel istemez maymuna çevirmesine yol
sorunudur. XVIII. yüzyıldan son açmıştır. Tilney ve Yerkes adlı araş
ra çeşitli bilgi alanlarının deneysel tırmacılar şempanze beyninin min
bilim özelliği kazanarak felsefeden yatür bir insan beyni olduğunu gör
ayrılması felsefeye insan sorunu müşlerdir. Eski doğabilimcilerin
na en genel kavramsal bakış özelli “vahşi insan” ya da “orman insa
ği kazandırdı. XIX. yüzyılda insa nı” diye adlandırdıkları maymun bir
nı içten ve dıştan yani ruhsal ve top insan taslağı olarak görünür. Bazı
lumsal bir varlık olarak ele alan iki araştırmacılar şempanzelerin bazı
ayrı bilimin, ruhbilimin ve toplum özel durumlarda kullandıkları ge
bilimin kurulması, bu arada insan- lişmemiş bir dile sahip olduklarını
bilim ve budunbilim alanındaki bü saptamışlardır. Ancak insanın may
yük gelişmeler insan sorununu kök munla yakın özellikler gösterdiğini
ten ele almaya yönelen felsefeye düşünmek gene de yanlış olur: in
çok önemli veriler sağladı. Ruhsal sanı maymundan ayıran şey ince
bir etkinlik alanı olarak insanla top bir duvar değil, çok uzun dönüşüm
İNSAN
olmadığı gibi doğal durum diye bir vahşi ya da hayvani bir yan kala
yaşam koşulu belirlemek de olası caktır diye düşünürler. Bir alman
değildir. İnsan her dönemde belli atasözü “Her insan kendinde bir
bir biçimde doğayla ve kendisiyle v ah şi hayvan g iz le r” der. Th.
yıkışmış, bu yıkışmadan sayısız Cariyle da insanın hayvani yanını
acılar ve sayısız sevinçler derlemiş şöyle belirlemiştir: “İnsan, don gi
tir. Çünkü, M arx’ın diliyle söyler yen etçil-otçul ikiayaklıdır.” / G. le
sek, “İnsan dünyanın dışında so Bon: “İnsanın yaşamdaki yeri bil
yut bir öz değildir. İnsan, insan diğiyle değil, istediğiyle ve yapa
dünyası’dır, devlettir, toplumdur.” bildiğiyle belirgindir.” / Nietzsche:
Ancak, ne olura olsun, Aristote “İnsan, hayvanla üstinsan arasına
les’in de vaktiyle pek güzel belirle gerilmiş bir iptir, uçurumun üze
diği gibi insan türü zayıf bir türdür rinde bir ip.” ‘“ Kendi kendini ta
ve bu yüzden toplumsal yaşama nı’, işte bilim burada. Yalnızca şey
mahkum kalmıştır. Hiçbir insan bi lerin bilgisine ulaşıldığı zaman in
reyi yaşamını tek başına sürdüre san kendi kendini tanıyacak. Çün
bilecek yapıda değildir. Buna göre kü şeyler insanın sınırlarıdır.” /
bir insan bireyinin yetişmesi nere Shelley: “Ben insanların sevdiği in
deyse yirmi beş yılı gerektirmek sanlardan değilim, anımsadığı in
tedir. Bu yüzden Homeros Odys- sanlardanım.” / Voltaire: “İnsanlar
seia’da “Yeıyüzünde insandan da uzaktan başka köpeklerin havlama
ha zayıf hiçbir şey yoktur” demiş sını işitince havlayan köpeklere
tir. XVII. yüzyılda Pascal insanın benzerler.” / Boileau: “Göklerde
ne Tanrı ne de hiçlik olduğunu uçan, yerde yürüyen - Denizde yü
söyleyecek, onu Tanrı’yla hiçlik zen tüm hayvanlardan - Paris’den
arasında bir orta yer diye belirle Peru’ya, Japonya’dan Rom a’ya -
yecektir. Pascal’e göre insan bir ka En ahmak hayvan insandır bence.”
mış kadar kırılgan bir varlıktır. Ge / Machiavelli: “İnsanlar ne tümüy
ne de insan zayıflıkları yanında bü le iyi ne tümüyle kötü olmayı bile
yük yetkinlikleri olan bir varlıktır, bilirler.” / Dostoyevski: “Her şeye
belki de insanı ussal bir hayvan ola alışan varlık: bence insan için yapı
rak belirleyen Aristoteles’in dediği labilecek en doğru tanım budur.” /
gibi “İnsan tanrı ya da hayvandır”. F. le Dantec: “İnsan özgürlük düş
Zaten insanı gelişmeye iten bu za leri gören bilinçli bir kukladır.” / O.
y ıf varlığı olmuştur. Nietzsche “İn Wilde: “İnsanın ussal bir hayvan ol
san aşılması gereken bir şeydir” di duğunu nasıl söyleyebiliriz! O her
ye düşünürken onu çok daha güç şey olabilir ussal olamaz.” “İnsan
lü görmek istemiştir. Kutsal Kitap- öyle bir ussal hayvandır ki, usun
’ta şöyle yazar: “Tanrı insanı dos ilkelerine göre davranması isten
doğru yarattı, ama insan birçok yet diğinde hemen öfkeye kapılıverir.”
kinlik aradı.” Kimileri, ne kadar in / Leibniz: “Öbür cisimlerin ruhları
284 celirse incelsin, insanda her zaman ve tözsel biçimleri ussal ruhlardan
İNSANBİLİM
çok ayrıdır: yalnız ussal ruhlar bi- uygun olarak bilgeliğe yönelmiş in-
Brier eylemlerini; bu ussal ruhlar san ın b ilg isid ir. İn sa n b ilim
doğal bir ölümle ölmedikleri gibi, 1870’den sonra insan bilimleri ara
ne olduklarının bilgisinin temelini de sına katılmıştır. Genişliğiyle ya da
her zaman korurlar; bu da onları kapsayıcılığıyla, biraz da eksik yan
cezaya ve ödüle yatkın kılar, onları larıyla insanbilim insan bilimleri sı
T an n ’nın egemen olduğu evren ralamasında en üst yeri alır gibidir.
cum huriyetinin yurttaşları yapar, Gene de insan bilimleri arasında bir
dolayısıyla tüm öbür yaratıklar ona başatlık sözkonusu olacaksa, bu ba
hizmet ederler.” (Bk. BİLİM, DÜ şatlığın toplumbilimde olması ge
ŞÜNCE, FELSEFE, İNSAN Bİ rekir. Çünkü toplumbilim insanı
LİM, RUHBİLİM, TOPLUMBİ toplumsal varlık olarak bütünselli
LİM) ği içinde ve değişen yaşam koşul
ları çerçevesinde inceleyen bir bi
İN SA N B İÇ İM C İLİK (fr. anth limdir. İnsanbilime gelince, o tüm
ropomorphisme ; alm. Anthropo insanı kucaklamaya çalışırken bi
morphisme-, ing. anthropomorp- lim olma yolunda güçlüklere uğra
hism). Tanrısal varlıklara insan mıştır. İnsanbilim ne ölçüde kap
özellikleri ulamaya dayanan dinsel sayıcıysa, o ölçüde kaygandır, in
öğreti ya da görüş. İnsanla ilgili ol sanı başlıbaşına bir bütün olarak ele
mayan şeyleri insan özellikleriyle alan bir bilim uçsuz bucaksızlığıyla
açıklama yöntemi. (Bk. TANRI, bilimden daha başka bir şey ola
ÇOKTANRICILIK) caktır. Dinbilim kaynaklı insanbi
lim giderek bir ırkbilim anlarçıı ka
İNSAN BİLİM (fr. anthropo zandı. ırkları genel özellikleriyle,
logie-, alm. Anthropologie-, ing. kökenleri ve tarihleriyle, uygarlık
anthropology). En genel insan etkinlikleriyle ele almaya yöneldi,
araştırması. Tanrısal şeylerden in buna göre bir ara “insanlığın olu
sani açıdan sözetme biçimi (Maleb- şum tarihi” diye tanımlandı. Onu
ranche: “Kutsal kitap insanbilimler- ilk o larak ders p ro g ram la rın a
le doludur”). İnsan varlığını bütü 1855’de Quatrefages de Breau kattı
nü içinde ele alma biçimi (ruh ve ve bu çok kapsamlı bilime “insanın
madde diye ayırmadan). Kant, in doğal tarihi” adını verdi. Auguste
sanbilimi insanla ilgili en genel bi Comte insanbilimi genel olarak in
limsel araştırm a olarak düşünür. sanın ve yetilerinin bilimi diye gör
Ona göre, kuramsal insanbilim bir dü. 1859’da İnsanbilim demeğini
tür deneysel ruhbilimdir, insanı ve kuran Broca, bu bilimi “insan top
yetilerini en genel çerçevede ele alır; luluğunu bütünü içinde, ayrıntıla
pragmatik insanbilim insani yat rıyla ve doğanın geri kalan yanıyla
kınlığını artırmaya yönelmiş insa ilişkileri içinde inceleyen bilim” ola
nın bilgisidir; ahlaki insanbilim rak tanımladı. B u durumda insan
görenekler metafiziğinin ilkelerine bilim uçsuz bucaksız bir bilim ola
İNSANCILIK
olsa eski kültürü arama eğilimi şu yandan Epikuros’çu bir ahlak an
ya da bu biçimde sürdürülmüştür. layışına bağlanırken bir yandan
Barbar yayılmaları sırasında bir ik Sokrates’i yücelten Erasmus hoş
tisadi ve toplumsal bunalımla bir görü fikrinin ilk büyük savunucu
likte büyük bir kültür bunalımına su oldu. Gerçekte eski pagan ah
düşmüş olan Avrupa’da bu yayıl laklarıyla hıristiyan ahlakını bağdaş
malardan sonra latin yazarlarının tırmak olanaksızdı. Epikuros’un
dindışı yapıtlarını kopya etme işi hazcılığı, Pyrrhon’un kuşkuculu
büyük bir hızla başlamıştır. Avru- ğu, Stoa’cıların insan anlayışı dü
p a ’lı düşünce adamları tüm Orta şünceye egemen oldukça insancı
çağ boyunca Cicero, Ovidius, Ho- lık dinsel niteliğini yitirmeye başla
ratius, Vergilius, TerentiUs gibi ya dı ve Reform devinimi Rönesans
zarların yanında Platon’u ve Aris deviniminden ayrıldı, hatta onunla
to teles’i de latince m etinlerden karşıtlaşmaya başladı. Çünkü in
okuyorlardı. Bu gelişim içinde yani sancılığın dindışı eğilimleri hıristi-
serm ayeci ilişkilerin kurulm aya yan ahlakını aşağılamaya ve tanrı
başlamasıyla birlikte kilise çerçeve tanımazlığa dönüşmeye başlıyordu.
sinde, daha doğrusu manastır ve Luther ve Calvin insancıları İsa yo
piskoposluk okulları çerçevesinde, lundan dönmüş, pagan inancını be
daha sonra yeni kurulan üniversi nimsemiş insanlar olarak belirledi
telerde Skolastik Rönesansı diye ler. Ortaçağ boyunca din merkez
adlandırdığımız yeni arayışlar ken lerinde, özellikle Bizans’da yaşanan
dini gösterdi. Rönesans’ın eşiğin korku gerçekleşmiş, pagan ahlak
de ve başlarında bizans ve yunan ları hem de hıristiyan inancını yok
kültürlerine ilgi arttı. XV. yüzyıl edecek biçimde yeniden ortaya çık
İtalya’sında bu ilgi büyük boyutla mıştı. Gerçekten insancılar dünya
ra ulaştı: birçok bizanslı bilgin İs yı ve insanı ikinci plana itmiş ve
tanbul’un fethi üzerine Rom a’da onu tümüyle doğaüstüne bağımla-
toplaşırken bizans ve yunan kültü mış olan hıristiyan ahlakından iyi
rünün başlıca yapıtları büyük bir den iyiye kopmuşlar, insani özel
hızla latinceye çevrildi, böylece Pla- likleri yücelterek insanı doğada öz
ton’un ve Aristoteles’in daha iyi an gür bir varlık saymaya başlamış
laşılabilmesi için zemin hazırlanmış lardı. Böylece çileci ve gizemci dü
oldu. Tüm İtalya’da zenginler ki şünceyle bağlarını koparıp dünya
taplıklarını eski yapıtlarla zenginleş nın bütün güzellikleriyle ilgilenen,
tirme yarışma girdiler. Rönesans kendindeki güzellikleri bu güzellik
başlangıçta Reform düşüncesini de lerle doğrulamaya çalışan insan, in
kapsayacak bir biçimde bir yenilik sancı tipinin ilk belirgin örneğini ve
istemi olarak gelişti. Başta Erasmus rirken karşısında bütün katılığıyla
olmak üzere birçok yazar eskiçağ dini buldu. Bu dindışı gelişimin el
ahlaklarıyla hıristiyan ahlakı arasın bette her şeyden önce iktisadi ve
da köprü kurmaya çalışıyordu. Bir toplumsal nedenleri vardı. İtalyan-
İNSANCILIK
lar daha XIII. yüzyılda Doğu’yla sancı insan tipi çıktı ortaya. Bu ça
ticaret yaparken ya da Doğu’dan lışkan ve özverili insan acele yar
Batı’ya ve Batı’dan Doğu’ya ge gılardan ve önyargılardan kaçan in
milerle mal taşırken yeni düşünce sandı ve katıkuralcılığa kesinlikle
akımları geliştiren arap dünyasın karşıydı, öte yandan insan için ya
dan kökü Platon ve Aristoteles’e rarlı olanı her şeyin üstünde tutu
dayanan yeni değerler getirmişler yordu, gerçek olanla gerçek olma
di. Colomb’un, Vasco de Gama’nın, yanı, değerli olanla değersiz olanı
M agellan’ın gezileriyle yeni ufuk birbirinden ayırmak için elinden ge
lara açılan Avrupah giderek dünya leni yapıyordu. Bu tutum bazı ya
nın da dünya görüşünün de sınır zarlarda, örneğin Rabelais’de “Ya
larını genişletiyordu. Basım tekni şamak güzeldir ve senin hakkındır,
ğinin bulunması bu gelişimi hızlan canın ne istiyorsa onu yap” for
dırdı ve yaydı. Evren tablosunun m ülüne kadar götürüldü. Orta-
değişmesi, dünyanın merkez ol çağ’da ağırlıklarını yavaş yavaş yi
maktan kurtulması insanların dik tiren ve Rönesans’da büyük bir bu
katlerini doğaüstünden doğaya çe nalımı yaşayan din kurumlan yeni
virmesini sağlamıştı. Dindışı eğilim den eski güçlerini kazanınca insan
ler içinde kendini gösteren kültür cılık korumasız kaldı, ayrıca geli
değişimleri Fransa kralı François I şen mutlakyönetimler, özellikle Ric-
ve kızkardeşi Navarra kraliçesi An- helieu rejimi dindışılık ya da tanrı
gouleme’li Margarita’nın çabalarıy tanımazlık karşısında bağışlayıcı ol
la desteklendi. Yeni üretim ve alış mayı her şeyden önce siyasal bü
veriş düzeni yeni büyük ve etkin tünleşmeye sakatlıklar getirecek bir
kent düzenini getirirken Ortaçağ’ın tutum olarak gördüğünden bir za
belirgin insan tipi, toplumsallığın ya man sonra insancı olmak ateşle oy
da daha doğrusu dinsel toplum dü namak anlamı kazandı. Bu arada
zeninin altında bireyselleşemeden din savaşlan da insancılık eğilimle
kalmış ve ezildikçe ezilmiş insan ti rini büyük ölçüde geriletti. Bundan
pi, Tanrı’sına ve senyörüne karşı sonra insancılık her düşüncede ya
görevlerini yaparken çok az hakka da bazı düşüncelerde özel anlam
sahip olmuş olan insan tipi tarihe lar kazanmaya başladı. Örneğin A-
karışıyordu. İnsancılık katı toplum uguste Comte “insanlık dini” kav
sal bağlan yeni yaşam koşullannın rayışını getirerek yeni bir insancı
gerekleri çerçevesinde sarstı, hiç tutum alırken tüm doğaüstü katı
bir önemi kalmamış olan insana şıklarından annmış bir dünya özle
önemini anımsattı. Bu yeni yöneli mi içinde insanı insan için vazge
min tohum lan ya da ilk biçimleri çilmez tek değer olarak benimsedi.
elbette insancılann canla başla oku Nietzsche’nin şu sözü çağdaş in
yup özümlemeye koyulduğu eski sancı bakış açısını en güzel biçim
metinlerde bol bol vardı. Buna gö de yansıtır gibidir: “Her zaman is
re bir rönesans aydını tipi, bir in tediğinizi yapın, ama her şeyden
İNSANLIK
yarı ezik inliyor. Geleceğinin ken cesi olarak belirleyen öğreti. (Bk.
disine bağlı olduğunu yeterince bil İNSAN, İNSANCILIK)
miyor. Yaşamını sürdürmek istiyor
sa her şeyden önce görmek zorun İNSANSEVERLİK (fr. philanth-
da olduğunu bilmiyor.” / Alfred ropie; alm. Philanthropie\ ing. phi-
Jarry: “Her toplum dünyanın en lanthropy). Eskiçağ’da ırk ya da
güçlü ve en yürekli toplumu oldu toplum ayrımı yapmadan tüm in
ğunu, ‘en başta’ olduğunu söyle san ları bir say an ve ö ze llik le
yip duruyor. Ne yazık, insan çev Stoa’cılarda anlatımını bulan eşit
resindeki başlarla bir tür yuvarlak lik öğretisi. İnsanın mutluluğunu
hayvandır.” / G. Berger: “Yaşlan başlıca amaç sayan öğretilerin tü
mak bir yana, insanlık giderek her mü. (Bk. İNSANCILIK, MUTLU
gün biraz daha gençleşiyor.” / Ed LUK)
ward Gibson: “Tarih bundan böy
le insanlığın cinayetlerinin, çılgın İN T İH A R (fr. su ic id e ; alm .
lıklarının, mutsuzluklarının sicilin Selbstmord', ing. suicide). Kendini
den başka bir şey değildir.” / Dos- öldürme. Çok zaman dayanılmaz
toyevski: “Soyut insanlık aşkı he olmuş bir durumdan kurtulmak adı
men her zaman bencillikten gelir.” na kendini kendi isteğiyle öldürme.
/ H .G. Wells: “ İnsanlığın tarihi Ruhbilim ve ruhhekimliği intiharda
özünde fikirlerin tarihidir.” “Bizim her zaman hastalıklı bir temel ara
gerçek ulusum uz insanlıktır.” / ma eğilimindedir. Ancak her inti
Publius Terentius Afer: “Ben insa har girişimini hastalıklı bir etkene
nım, insanlıkla ilgili hiçbir şey bana bağlamak da kolay değildir. Durk-
yabancı değil.” / Alfred Adler: “İz heim gibi bazı yazarlar intiharı uy
lenmesi gereken doğru yol sorunu garlık gelişimleriyle ilgili toplumsal
karanlıkta düşe kalka ilerliyor ol bir olgu sayarlar, bunun için kent
sak da çözülmüş görünüyor. So lerdeki intihar olaylarının köylerde-
runu kesin bir biçimde parçalamak kinden çok yüksek olduğunu bildi
istiyor değiliz, ancak en azından şu rirler. Durkheim intiharı şöyle ta
nu söylemek istiyoruz: biz bir bi nımlar: “Kurbanın kendisi tarafın
reyin etkinliğini ve bir topluluğun dan gerçekleştirilen ve onun orta
etkinliğini ancak sonsuzluk için ve ya çıkacak sonucu bildiği, aynı za
tüm insanlığın en büyük gelişimi manda olumlu ya da olumsuz bir
için değerler yaratabildiği zaman de edimin dolaysız ya da dolaylı so
ğerli sayarız.” (Bk. İNSAN) nucu olan her türlü ölüm olayı.”
Durkheim’a göre intiharın her za
İN S A N M E R K E Z C İL İK (fr. man toplumsal-ahlaki bir temeli
anthropocerırisme', alm. Anthropo- vardır: “İstemli ölümlerin olumsal
zentrismus; ing. anthropocentrism). lığını her an belirleyen toplumun ah
İnsanı evrenin merkezi sayan ve in laki yapısıdır. Öyleyse her toplum
sanın iyiliğini tüm amaçların en yü için insanları kendilerini öldürme- 25
İNTİHAR
ye iten belli etkinlikte ortak bir güç ta gizemli fikirler intihar nedeni ola
vardır.” Ne olursa olsun, intiharla bilirler. Sık sık gelen sanrı nöbetle
rı hastalıklı temeli olan ve olmayan ri de kişiyi intihara sürükleyebilir.
diye ikiye ayırmak doğru olacak Melankolilerde intihar eğilimi çok
tır. Yaşama ve ahlak değerlerine belirgindir. A. Porot “Her melan
olan saygı kişiyi intihara sürükle kolik gücül durumda bir intiharcı
yebilir. İnsan “namussuz” diye ni dır” der. A. Porot’ya göre bu has
telendirilmemek için ya da başka talar genellikle gecenin ikinci yarı
sına yük olmamak için kendi yaşa sında, ilk düşlerini gördükten son
mına kendi eliyle son verebilir. Din ra (bu kişiler çok az uyurlar) inti
sel bir ülkü, toplumsal bir yüküm hara kalkışırlar. Ateşli silahlar, bı
lülük de intihara yol açabilir. Bu gi çaklar, jiletler, cam kırıklan birer in
bi durumlarda intihar bir “kendini tihar aracı olabilirler. Kendini asma
adama”dır. Ayrıca, kişilik yapısı ge ya da ırmağa ya da kuyuya atlama
reği yaşam değerleriyle tam anla melankoliklerde çok sık görülür. Aç
mında bir tesleşme içine düşmüş kalma ve verilen yemeği geri çe
kişiler de yaşama olanaklarını tü virme de çok zaman bir intihar eği
müyle elden kaçırmış oldukları duy limini belirtir. Yerleşik çılgınlıklar,
gusu içinde yaşamlarına son vere sara, alkol ve uyuşturucu alışkan
bilirler; buna en güzel örnek Flau- lığı, bunama durumları da intihara
bert’in roman kişisi Madam Bo- yol açabilmektedir. Ne olursa ol
vary’dir. Ayrıca intiharda toplum sun intihar bir dünyadan kopmuş-
sal etkenlerin ya da etkilenmelerin luk belirtisidir. Bu yüzden Elie Fa-
de payı büyük olmaktadır, zaman ure intihar’la çaba’yı iki karşıt kav
zaman intihar salgınlarına raslanıl- ram gibi belirler: “İnsan ancak in
maktadır. Bu salgınlarda intihar bi tiharla çaba arasında bir seçim ya
çimi bile çok zaman aynıdır (de pabilir: sanatın üstün yararlılığı bu
miryoluna yatarak, damdan atlaya çabaya ahlakın eksik tuttuğu bir he
rak...). Ruhsal bozukluklara bağlı yecan vurgusu eklemek ve ölümün
intiharlarda bireyin duygu dünya göğsüne bıkmadan usanmadan bir
sının büyük bozulmalara ve karı canlı yürek yerleştirmektir.” Ruh
şıklıklara uğradığı kesindir. Kısa sü bilimin ve ruhhekimliğinin gelişme
ren ama çok şiddetli bir heyecan- si çağdaş felsefeye insan araştır
sal bozukluk, örneğin bir felaket ha masında insan ruhsallığının incelikli
beriyle gelen bir ruhsal bozukluk yanlarını özellikle gözlemleme ge
kişinin özdenetimi elden kaçırma reksinimini duyururken intihar so
sına ve kendini öldürmesine yol rununa da deşici bir gözle bakma
açabilir. Her türlü ruhsal bunalımı eğilimi kazandırdı. Felsefi açıdan
azçok intihara yöneltici bir etken intihar sorunu, Cam us’nün de or
olarak görebiliriz. Öte yandan suç taya koyduğu gibi, yaşamın yaşan
luluk, değersizlik, aşağılanmışlık maya değer olup olmadığı tartış
292 duyguları, kendini suçlamalar, hat masını kendiliğinden getirecektir:
İNTİHAR
“Gerçek anlamda ciddi bir tek fel dir.” X. Fomeret şöyle der: “İnti
sefi sorun vardır: intihar. Yaşam ya har doğruyu aramaya giden bir kuş
şanmaya değer mi değmez mi diye kudur.” Konuyla ilgili en ağır yar
düşünmek felsefenin temel soru gıyı M. Bontempelli verir: “İntihar
sunu yanıtlamaktır.” İnsanın “dün cinayetlerin en ahlakdışı olanıdır.”
yaya bırakılmış” olduğu fikrini öne Malraux intiharı bir yaşam deneyi
süren varoluşçu kötümserliğin yan gibi düşünür: “Kendini öldüren ki
daşı Camus intihar kavramını böy- şi kendi kendine yarattığı bir imge
lece yaşamın saçmalığına götüre nin peşinden gider: insan ancak va
rek açıklamaya yönelir. Camus’nün rolmak için kendini öldürür.” Ne
deyişiyle, insanla yaşamı arasında olursa olsun toplumlar intiharı pek
ki boşanmayı getiren biraz da ya iyi karşılamamışlar, hatta intihar gi
şamın tekdüzeliğiyle bizden uzak rişimlerinde bulunanlara pek katı
düşmesidir: “Kalkmak, tramvaya davranmışlardır. Montesquieu bu
binm ek, dört saat büroda ya da nu şöyle belirler: “Kendi kendileri
fabrikada çalışmak, yemek yemek, ni öldürenlere karşı Avrupa’da ya
uyumak, pazartesi sah çarşamba salar çok katı: deyim yerindeyse
perşembe cuma ve cumartesi aynı onları ikinci bir defa öldürüyorlar,
ritimle hemen hemen aynı yolu iz onları yakışıksız bir biçimde sokak
lemek. Ancak bir gün ‘niçin’ so larda sürüklüyorlar, onları namus
rusu sorulur ve her şey şaşkınlıkla suz sayıyorlar, mallarına el koyu
dolu bu yorgunlukta başlar.” Ge yorlar.” Felsefe tarihinde intihara
nel olarak filozoflar ya da düşü en olumlu anlamını kazandıranlar
nürler intihara olumsuz bir gözle Stoa’cılar oldu. Stoa ahlakı yaşa
bakmışlardır. Aristoteles “İntihar mın tükendiği yerde ölümü seçmek
genellikle bir alçaklıktır” diyordu. gerektiğini bildirir. Yaşam doğaldır,
Alfieri “Yürekliliğin kanıtı ölmek yaşamın son bulması da doğaldır.
değil yaşamaktır” der. Alfred de Ağaçlar gibi insanlar da ölecektir.
Vigny’ye göre “İntihar dinsel ve İnsana yaraşan güzel bir ölümle öl
toplumsal bir cinayettir”. Elsa Tri- mektir. Yaşam koşulları uyarsızlaş-
olet’ye göre de “İntiharlar yoktur, tığında Stoa’cı ölümü seçer. Stoa
cinayetler vardır”. E. Levinas şöy ahlakı kendi ölümünü yükümlen-
le söyler: “Ölüm hiçbir zaman is meyi zorunlu kılar: ölümü gecikti
tenmez, gelir. İntihar çelişkili bir rip kötü durumlara düşmemek ge
kavramdır.” Voltaire soruna şöyle rekir. Epiktetos şöyle diyordu: “Şu
bakar: “İntihar her zaman çılgınlık noktada mutsuzsam, benim için
değild ir, am a in san g enellikle sağlam bir yol vadır: ölüm. Yaşam
akılcılık bunalımına girdiği için öl da hiçbir şey güç değildir. İstersen
dürmez kendini.” A. Vinet’ye göre çıkarsın, artık dumandan boğulmaz
“İntihar gerçekte Tanrı’sız bir ya olursun.” Daha sonra Marcus Au
şamın dolaysız anlatımından ve in relius da şöyle dedi: “Evde ocak
ce özetinden başka bir şey değil tütüyor. Çok duman yoksa kalırım,
İONİA OKULU
çok duman varsa çıkar giderim. Ka ğın bize önerdiği şeyleri hiçbir dış
pının açık olduğunu anımsamak ve gücün belirleyiciliği sözkonusu ol
hiç unutmamak gerekir.” Monta madan varsamak ya da yoksamak-
igne Stoa’cıların ölüme hazır olma tır. Malebranche’a göre istem ru
fikrini candan benimser, ancak in hun genel olarak iyiye, Tanrı’ya yö
tihar fikrine karşı durur. Şöyle der: nelimidir. Schopenhauer istem kav
“Yaşamımızın süresini kendi eli ramını evrenin özü ya da temeli ola
mizle ayarlama anlayışını benimse- rak belirler: onun kötümser felsefe
yemiyorum. Genç Cato, intiharını sinde evren kör bir istemin ürünü
önlemek isteyenlere, şu an yaşamı dür. Düşünülmüş ya da bilinçli bir
erkenden bıraktı gitti diye yargıla edim olarak her istemli davranış bir
nabilecek yaşta mıyım diyordu. O fikir temeline dayanır, bu yüzden onu
zaman ancak kırk sekiz yaşınday inatlaşmayla ya da körü körüne di
dı.” (Bk. VAROLUŞÇULUK). renmeyle karıştırmamak gerekir. O
her şeyden önce düşünceli bir ka
İO N İA O K U L U îonia’da yani rarlılığı ve bir eylemi gerektirir. Her
Anadolu’nun Ege kıyısında, Mile- istem usun belirleyici gücünü ge
tos’la Phokaia arasındaki bölgede rektirir ya da istem ussallığın eylem
M.Ö. VI. yüzyılda ortaya çıkan fel düzeyinde açılımından başka bir şey
sefe etkinliği. İonia okulu pers ya değildir. Her istemli edim, buna gö
yılmasına kadar (546) gelişimini re, bir sorumluluğun anlatımıdır. On
sürdürdü. Miletos kentinde Thales, da yalnız bireysel bakış açısının de
Anaksimandros ve Anaksimenes, ğil, toplumsal kuralların ya da göre
Ephesos kentinde de Herakletios bu neklerin de belirleyici etkisi sezilir.
okulun ünlü filozofları oldular. İo İstemin karşısına alışkanlıklar çıkar
nia okulu filozofları evrenle ilgili ya da istem en büyük kavgasını alış
araştırmalarında duyu verilerine da kanlıklara karşı verir. Henri Delac
yanarak görüşler ortaya koydular. roix “Alışkanlık istemle doğa ara
49 8 ’deki İonia ayaklanmasından sında bir orta yerdir” der. İstem çok
sonra İonia okulunun Miletos ka zaman alışkanlıkla başedemez ya da
nadı tümüyle çöktü, geriye Ephe en azından onunla çok zor koşullar
sos kanadı kaldı. E phesos’Iular da savaşır: alışkanlık bilince kendi
Perslere karşı ayaklanmaya yanaş renklerini kattıkça istem geriye çe
mamışlardı. (Bk. ATOMCULUK, kilir. İstemin başetmeye çalıştığı alış
ELEA OKULU) kanlıklar gerçekte yoğun ve karma
şık bir ruh dünyası üzerine, bir he
İST E M (lat. voluntas; fr. volonté; yecanlar karmaşığı üzerine temel-
aim. Wille, Willenskraft, Willkür; lenmişlerdir. Bu yüzden istem her
ing. will). Seçim yapma eğilimi ya ne kadar başta alışkanlıklarla yıkışır
da yetisi. Bir şeyi yapmak ya da görünse de onun başlıca karşıtı
yapmamak konusunda belirli tutum. alışkanlıkları da doğuran tutkular
Descartes’çı anlayışta, istem, anlı dünyasıdır. Henri Delacroix’nm da
belirttiği gibi, yaşamımızın büyük bir istemin bozulmasını iki temel nede
bölümü tutkuların belirleyiciliği al ne bağlıyordu: itkilerde artış (birden
tındadır. Tutkular duygu dünyamı bire bir şeye kapılıp gitme) ve ya
zın aşırı uçlandır ya da aşırıya götü saklama eksikliği (arzulara dayana-
rülmüş süreçleridir. Egemen olma mama). İstem, böylece her zaman
tutkusu, kendini gösterme arzusu, usu tutkulara egemen kılma gücü
yükselmek isteği her zaman bilinci olarak özgürlüğün kaynağı ya da dü
kendi renklerine boyayacak, buna zeneği diye anlaşılabilir. Leibniz “Öz
göre istemi ya ortadan kaldıracak gür ve istemli aynı anlama gelir” di
ya da onun yönünü değiştirecektir. yordu. A. Charma şöyle der: “İs-
Parlak kanıtlar yargının yönünü sap tem ’den anladığım ız şey özgür-
tırdıkça istemin bilinç temeli zayıf lük’den anladığımız şeydir. İstemli
lar, tutarlılığı azalır, istem giderek bir ve özgür sözcükleri tam tamına ay
seçme gücü olm aktan çıkar, bir nı anlamdadır.” A. Franck’a göre de
amaca ulaştırma aracına dönüşür. özgürlük istemliliğin bir biçimi’dir.
Bu da istemin istem olmaktan çık Genel istem: XVIII. yüzyılda özel
ması demektir. Çünkü istem amaç likle Diderot ve Jean-Jacques Ro
lar arasında ussal çerçevede bir se usseau’da gördüğümüz toplumsal
çim yapabildiği sürece istemdir. İs sözleşme düşüncesi. Bu dönemde
tem bir arzuyu bir arzuya kurban mutlakyönetimlerin iyiden iyiye sar
eder, bir amacı bir amacın yerine sılmasıyla ortaya çıkan rejim tartış
koyar, bunları yaparken insani kay maları içinde demokratik eğilimle
gılarla, ahlaki öngörülerle hatta ön- rin artması genel istemin toplumsal
yaıgılarla davranır. Böylelikle o tut yaşamda belirleyici olması görüşü
kuya karşı duracak tek güç olarak nü getirdi. Diderot şöyle der: “Özel
belirir. İstem bir sorunu amaçlan göz istemler kuşkugötürür istemler
önünde tutarak çözer ya da amaçla- dir, genel istem her zaman iyidir.”
n açısından çözer, buna göre “Her Jean-Jacques Rousseau da şöyle
istem bir arzu yetersizliğini gerekti der: “Herkesin istemiyle genel istem
rir” (H. Delacroix), toplumsal çer arasında genellikle birçok aynlık var
çevede bir tutuculuğu gerektirir. Za dır; genel istem genel yararı amaç
ten göreneğin kuralları ya da ahla lar, öbürü özel yararı gözetir ve özel
kın kuralları istemli davranışta belli istemlerin toplamından başka bir şey
bir tutumluluğu getirirler: belli ko değildir. Birbirleriyle yıkışan bu az
nularda seçim yapmamız, istemli bir ya da çok ölçüdeki aynı istemleri dış
tutum almamız gerekmez, nasıl dav layın, geriye sonuç olarak genel is
ranmamız gerektiği bellidir. Gene de temin ayrımları kalacaktır.” “Her
kuralların yetmediği, istemin gerek egemenlik edimi yani her gerçek ge
tiği durumlar vardır. Olumlu alışkan nel istem edimi tüm yurttaşları eşit
lıklar da istemde tutumluluğa ola ölçüde zorunlu kılar ya da kayırır,
nak verirler, bu anlamda onlar gö öyle ki egemen yalnızca ulusun ken
reneklerle birlikte iş görürler. Ribot disini tanır ve onu oluşturanlardan
İSTEMCİLİK
hiçbirini öbüründen ayırmaz.” “Özel dir, özel istemlerin dışında bir genel
istem doğası gereği yeğlemelere yö istem düşünmek olası değildir. Ge
nelir, genel istem eşitliğe yönelir.” nel istem, çoğunluğa aşın bir saygı
Genel istemin gerçekleştiği düzen nın anlatımı olmalıdır. Güç istemi:
gerçekte tam anlamında demokra Nietzsche’de insanın kendini geliş
tik bir yaşam düzeninden çok top tirme yolunda doğal eğilimi. Güç is
lumun yararına göre düzenlenmiş ve temi Nietzsche’ye göre gerçek an
belli bir yöneticinin yönetiminde var- lamda güçlü insanın, güçlü olmak
lığını sürdüren yasa düzenidir. isteyen insanın istemidir. Sıradan ve
Thonnard bunu şöyle açıklar: “Ya zayıf insanlar güçlü insanın güç is
sa, düzenlenmiş bir genel istem ol temini ellerinden geldiğince sınırla
makla devlet için adaletlinin ve ada maya çalışırlar. Sıradan ve zayıf in
letsizin, ahlaki iyinin ve kötünün tek sanlar Nietzsche’ye göre özellikle
kuralıdır. Din de dogmalarıyla ve ta hıristiyan ahlakının izleyicileridirler.
pınma biçimleriyle işte bu yasayla Nietzsche şöyle der: “Üstün insan
değerlenmiştir. (Dinin bağımsızlığı lar, benden şunu öğrenin: halkın top
Rousseau’ya göre, katoliklikte gö landığı alanda konuşmak istiyorsa
rüldüğü gibi karışıklıkların ve çatış nız konuşun. Ama halk göz kırpıp
maların kaynağıdır.) Ona uyup uy şöyle diyecektir: ‘Biz hepimiz eşi
mamakta kimse özgür bırakılmaz, tiz.’ ‘Üstün insanlar m ı?’ Böyle der
ona uymayanlar devletten çıkarılma halk göz kırparak. ‘Üstün insanlar
lıdırlar, suçlular olarak değil toplu yoktur, biz hepimiz eşitiz. Her in
ma uymayanlar olarak çıkarılmalı san öbürüyle eşdeğerlidir. Tann kar
dırlar; yasaya uyacağına söz verdi şısında hepimiz eşitiz.” (Bk. Bİ
ği halde ona uymayan kişi en bü LİNÇ, US)
yük cinayeti işlemiş ve ölümü ha-
ketmiş demektir.” V. Grigorieff de İS T E M C İL İK (fr. \olontarisme\
şöyle der: “Bilinç insan için neyse alm. Volontarismus; ing. volurıta-
genel istem de site için odur. İnsan rism). İstemi evrenin özü sayan
kendi bilincine başeğdiği gibi, ken öğreti. Yargıda istemin belirleyici
dine başeğercesine genel isteme ba- olduğunu savunan öğreti. Duygu
şeğecektir, çünkü genel istem ege nun ve eylemin değerler açısından
men bir toplum oluşturan bilinçle düşünceden daha belirleyici oldu
rin birliğidir, herkes için güvenliği ğunu ileri süren öğreti. Zihinsel su-
ve özgürlüğü sağlar.” Genel istemi numlann ve işlevlerin duygusal iş
sağlayacak olan gerçek bir önder levlere bağlı olduğunu bildiren ruh-
dir, b ir üstü n insandır. R ous- bilim öğretisi. Duns Scotus’un tan
seau’nun “genel istem”i ilk bakışta rısal istemin belirleyici özgürlüğü
çok açık gibi görünür, ancak biraz nü tüm doğruların ve ahlak kural
yakından bakınca onun bir düş ürü larının temel ilkesi sayan öğretisi.
nü olduğu görülecektir. Çünkü top Schopenhauer’ın olgular dünyası
lum özel istemlerin bütünleştiği yer nın temeline istemi yerleştiren öğ-
İSTEMCİLİK
retisi. Yakıyı basit bir zihinsel be ancak tüm hayvanların herbirinin
lirleme olarak gören anlıkçılığa kar de özüdür” (A. Cresson). Maddi
şıt olarak istemcilik her yargılama yaşamın güçlerinde yansıyan da
edimini bir yükümlenme olarak de odur. O evrenin kendisidir, varlı
ğerlendirir. İstemcilik öznenin ken ğın da kendisidir. Gerçekte istemin
di üzerinde ve dış dünya üzerinde uzamda ve zamanda olması bir gö
belirleyici etkinliğini öngörür. Al rünümdür, yoksa istem hiçbir yer
gıda istem sözkonusu değildir, an de değildir. İstem gelişmeyen bir
cak yargıda her zaman istemin be şeydir, çünkü o uzamın ve zama
lirleyici bir gücü olmalıdır. İstem nın dışındadır. İstem tektir, çokluk
cilik bizi tüm eylemlerimizden, tüm ancak uzamda ve zamanda olası
düşüncelerimizden, hatta tüm duy dır. İstemin nedeni yoktur, amacı
gularımızdan sorumlu tutar. Doğa da yoktur. Başlangıcı olmadığı gibi
üstü istemcilik istemi evrenin özü sonu da olmayacaktır. O vardır ve
olarak görür, fikirlerin temelinde ister. Duns Scotus’un özgürlüğü
şeyleri ya da sunumları değil yal her şeyin ilkesi sayan, doğruyu ve
nız istemi bulur. İstemciliğin en iyiyi bu ilkeye bağlayan öğretisi de
yaygın anlamı doğaüstü anlamıdır istemciliktir. Filozofa göre özgür
ve S chopenhauer’e göre dünya lüğün kökeninde Tanrı vardır. Tanrı
benim sunum um dur, özneyi ve istemlidir, öyleyse dünyayı oluştu
nesneyi içerir. O kör ve saçma bir ran şey tam anlamında olumsallık
İstem’in varettiği bir yanılsamadan tır. Tanrı isteseydi dünyayı yarat
başka bir şey değildir. Beden “gö mazdı, istedi ve dünyayı yarattı. İs
rünür olmuş istem”dir, bu istem tese dünyayı başka türlü de yara
den giderek Mutlak’ı, her şeyin kö tabilirdi; istese tüm değerleri altüst
keni olan Tek İstem’i belirleyebili edebilir, eğriyi doğru, kötüyü iyi kı
riz. Schopenhauer’e göre istem labilirdi. Duns Scotus’agöre istem
kendi varlığımızda sezdiğimiz sü bizim en önemli yetimizdir, bizim
rekli bir eğilimdir, bizdeki yaşam gerçekliğe ulaşm am ızı sağlayan
isteğidir. Bu yaşam isteği ya da bu özerk ve özgür bir güçtür. Biz ger
istem bizim en temel duygumuz- çekliğe ancak istemin etkin gücüyle
dur. Ruhta olduğu kadar bedende ulaşabiliriz. Yeni-Platon’cu ve Au-
de egemendir, ruhumuzun derinle gustinus’çu süreklilik kavrayışına
rine kök salmıştır. Bu duygu bizi karşı çıkan XIII. yüzyılın ünlü fi
Mutlak’a bağlar, çünkü istem tek lozofu Tommaso’cu düşünceye de
bir şeydir, bir başka deyişle istem karşıdır. O hem maddeye kadar iş
ler yoktur, istem vardır. Varolan her leyen düşünsellik fikrini yadsır,
şeyin temelinde yer alan bu tek is hem hiçbir gücün maddeye biçim
temdir. “Uzamda ve zamanda or olmadan varolma şansı veremeye
taya çıktığını gördüğümüz şey onun ceği fikrini yadsır. Duns Scotus’a
görünümlerinden yalnızca biridir. göre, istem, Tommaso’nun sandı
İstem bizim en içten özümüzdür, ğı gibi, kendisinden ayrı bir anlığa
İSTEMSİZLİK
ruhsal yaşamın doğası değil de zi itkiler elbette sonradan, özellikle ço
hinsel işlevlerin nasıl gerçekleştiği cukluk çağının duygu bozuklukları
araştırılır. İşlevsel ruhbilim ruhsal içinde varlığımıza siner ve içgüdü
olguların anlamlarına ulaşmaya ça lerin denetimden çıkmaya başlama
lışır, onların işlevlerini inceler; he sıyla belirginleşir. Normal kişilerde
yecanın, imgelemin, düşün bu çer itkiler hiçbir toplumsal sorun çıkar
çevede ne gibi bir etkinlik ortaya mayacak biçimlerde yönlendirilmiş
koyduğunu görmeye çalışır. İşlev tir. Bu yönlendirilmede başlıca et
sel ruhbilim etkin ruhbilimdir, dav kiyi sağlıklı ve tutarlı bir eğitim sağ
ranışın ya da eylemin incelenmesi lar. Bu konudaki başarı ne olursa
ne ağırlık verir. (Bk. İŞLEV) olsun, toplumsal yaşam itkileri bas
kı altında tutacaktır. Toplumsallaş
İT K İ (fr. impulsion; alm. Trieb, mış insan itkilerine söz geçirebilen
ing. impulse). Bir edimi gerçekleş yani biyolojik varlığının üstüne çı
tirmek için duyulan karşı konulması kabilen insandır. Genel olarak tüm
güç istek. Düşünülmemiş ve de ahlak bilgisinin temelinde itkilerin
netlenmemiş eyleme yöneltici is- denetim altına alınabilmesi sorunu
temdışı eğilim. İtki bir düşünme yatar. (Bk. DÜRTÜ, GÜDÜ, İÇ
den yapma eğilimidir, istemden tü GÜDÜ, İÇTEPİ)
müyle bağımsızdır, tümüyle içgü
düsel ya da fizyolojik kökenlidir. İt İY E L İK (lat. possessio; fr. pos
kinin başlıca özelliği birdenbire ger session-, alm. Besitzen, Besitz, Be-
çekleşmesi, böylece kişiyi katı ve sessenheit, ing. possession). Elde
tehlikeli davranışlara itebilmesidir. etme durumu. İyelik çılgınlığı, do
Bazı durumlarda itkiler kendiliğin ğaüstü bir güç tarafından ele geçi
den yani hiçbir dış koşullanma ol rilmiş olma sanısına dayanan çıl
madan gerçekleşir, bazı durumlar gınlıktır. Bu çılgınlıkta hasta doğa
da da tepkisel bir sorun sözkonu- üstü bir varlığın kendisini ele ge
sudur. Ayrıca itkiler yapısal ve edi- çirdiğine, hatta kendi varlığına ka
nilmiş olmak üzere iki bölümde tıldığına inanır, bu doğaüstü varlık
toplanabilir. Yapısal olanlar hasta çok zaman şeytandır: hasta onun
lıklı bir kalıtıma (kalıtımsal alkol tut diliyle konuşmakta, onun istemine
kusu), zeka ya da düşünme gerili göre davranmaktadır. İyelik çılgın
ğine, özyapısal dengesizliklere, lığı buna göre bir kişilik bölünme
içgüdüsel sapmalara bağlıdır. Sa siyle belirgindir, ayrıca sanrıların,
ralı kişilerin itkileri denetlemede çok özellikle görsel sanrıların etkinliğiy
güçlük çektiği görülür. Bunun dı le belirgindir. Bazı iyelik çılgınlıkla
şında çok kesin olmamakla birlik rında hasta kendisini bir hayvan ta
te, itkilerin bazı ırksal ya da yerel rafından ele geçirilmiş duyar. Bir
özelliklere de bağlı olabildiği sanıl çılgınlık olmaktan çok bir fikir ola
m aktadır (bir bölge halkının şidde rak bu durum bazı ilkel toplumlar-
300 te eğilimli olması gibi). Edinilmiş da sık görülür. Örneğin Kuzey Af
İYİ
konulurlar; bir şey ele alındığı ko dur. Rousseau’nun inşanın özden
şula göre iyi ve kötü diye adlandı iyi olduğuna inanan bakışı da iyim
rılabilir.” “Bir şey aynı anda hem serliğe bir örnektir. İyimserlik ge
iyi hem kötü, hem de ne iyi ne kö leceğe güvenli, geçmişe inanarak
tü olabilir. Örneğin melankolik için bakmayı sağlar. (Bk. KÖTÜ M
müzik iyidir, acı çeken için müzik SERLİK)
kötüdür, sağır için müzik ne iyi ne
kötüdür.” / A. Siegfried: “Birini yo- İZLEN İM (fr. impression; alm.£-
ketmek mi istiyorsunuz- Ona kö indruck, Reiz\ ing. impression, fe-
tülüklerden sözetmeyin, hep iyilik eling). Duyum yaratan fizyolojik
lerden sözedin.” / Fontenelle: “Mut edimlerin tümü. Dıştan gelen bir
luluğun en büyük gizi kendiyle iyi edimle duyu organları üzerinde bir
olmaktadır.” / La Beaumelle: “Her etki yaratılması. Hume “fikir” kav
yerde iyilik yapan ve iyiliği çok kö ramıyla “ izlenim” kavramını birbi
tü yapan insanlar görüyorum.” / rinden ayırır. Filozofa göre fikirler
Lautrémont: “İyilik yapmakta öz “izlenimlerin düşüncede bıraktığı
gürüz - Kötülük yapmakta özgür zayıf imgeler”dir. (Bk. DUYUM, Fİ
değiliz.” / Lavelle: “Başkalarına KİR)
yapacağımız en büyük iyilik onlara
zenginliğimizi aktarmak değil on İZ L E N İM C İL İK (fr. impressio-
ların zenginliklerini ortaya çıkar rıisme', alm. lmpressionismus\ ing.
maktır.” (Bk. AHLAK, ERDEM, impressionism). Yaratmada izle
KÖTÜ) nimleri temel alan sanat akımı. XIX.
yüzyılın son çeyreğinde ortaya çı
İY İM S E R L İK (fr. optim ism e; kan ve bütün sanatları etkilemekle
alm. Optimismus; ing. optimism). birlikte en çok resimde etkin olan
Dünyanın iyiliklerle dolu olduğuna, bu sanat akımı ressamların küçük
iyiliklerin kötülüklere baskın oldu fırça vuruşlarla anlık izlenimleri ya
ğuna inanan kişinin durumu. Her kalama çabalan içinde kendini gös
şeyi iyi yanından alma eğilimi. Fel terdi. Ayrışık renklerin dizgesel bir
sefede iyimserliğin kökenleri Sok- biçimde kullanılışı resme büyük bir
rates’e, Platon’a ve Stoa’cılara da canlılık ve devingenlik getirdi. İz
yanır. Bu felsefeler dünyada iyiyi lenimciliğin kökenlerini daha eski
egemen gören ya da en azından iyi lerde, Ingres gibi duygucu ressam
nin egemenliği için formüller öne ların arayışlarında aramak gerekir.
ren felsefelerdir. P lato n ’un İyi Eugene D elacroix’nın yum uşak
İdea’sınm İdea’lar dizgesinde en çizgilerle oluşturduğu aydınlık duy
üstte durduğunu unutmamak ge gucu resimleri de izlenimcilik için
rekir. Felsefede iyimser bakış açısı bir geçiş yeri oluşturmaktadır. Ma-
en çok Leibniz’de ortaya çıkar. Fi net ve Courbet gibi ressamlar izle
lozofa göre yaşadığımız dünya olası nimci akımın gerçek öncüleri ol
dünyaların en iyisi ve en mutlusu dular. Daubigny, Corot, Millet, Bo- 3 0 3
İZLENİMCİLİK
304
K
KAFATASÇILIK Bk. IRKÇILIK. nelmiş göründüğü zaman bile da
ğınık, tutarsız, belirsiz bir bütün
KAFAYORUM U (fr. phrenolo- dür. Kalabalık çok belirgin ve çok
gie; aim. Phrenologie; ing. ph kaba bir takım tepkiler gösterme
renology). Kafatası çıkıntılarını yo ye yatkındır. (Bk. TOPLULUK,
rumlayarak yapılan kişilik ve zeka TOPLUM)
yorumu. Gali ve Spürzheim gibi
bazı yazarlar kafatası çıkıntılarına K A LIPSÖ Z (fr. slogan; alm. Slo
bakarak kişilik özelliklerini ortaya gan; ing. slogan). Daha çok pro
koymak ve zeka düzeyini belirle paganda amacıyla ortaya konulan
mek konusunda çalışmalar yaptı ve sık sık yinelenen kısa söz.Bir
lar. Gali buna dayanarak çeşitli ge fikri bir formüle indirgeyen ljısa
nel görüşler de geliştirdi, örneğin söz.
ona göre gözleri dışa doğru çıkık
olan çocuklar çok zeki oluyordu. K A LITIM (fr. hérédité; alm. Ve-
Bu görüşün bugün hiçbir geçerliği rerbung; ing. heredity). Bir canlı
kalmamıştır. varlıktan ardıllarına ulaşan özellik
ler. Kalıtım yasalarının pekçoğunu
K A L A B A L IK (fr. foule; aim. Mendel açıkladı. MendePin bize öğ
Menge, Volksmasse; ing. crowd). rettiğine göre bir bireyin yaşamın
Gelişigüzel bir araya gelmiş insan da elde ettiği özellikler, kromozom
topluluğu. Bilinçle ya da belli bir yö- lar düzeyinde bir dönüşüm gerçek
nelgenlikle bir araya gelen insanlar leşmişse, bireyin ardıllarına geçe
“toplumsal topluluk” oluştururlar. cektir. N. L. Munn kalıtımı şöyle
Böylesi bir topluluk belli ilkeleri olan açıklar: “Her hücrenin bir çekirde
düzenli bir topluluktur, hatta bazen ği vardır, bu çekirdek stoplazma
belli bir kurum oluşturur ya da belli denilen jelatinimsi bir maddeyle sa
bir kurumda bir araya gelmiştir. Ka rılmıştır. Çekirdeğin içinde çok kar
labalık, tam tersine, bir amaca yö maşık kimyasal yapılar vardır, bun
KANI
benimsemekle işe başlayan bir kanı KAOS (yun. “Khaos ”). Evrenin
etkin olm am aya m ahkum dur.” yaratılmadan önceki karmaşık du
R im y de G o u rm o n t g ö rü şle rumu. Evreni önceleyen sınırsız ve
kanının karşılıklı konumunu şöyle karanlık boşluk. M.Ö. VIII. yüz
belirler: “Bir görüş kam durumuna yılda Yunanistan’da Hesiodos, ben
geldiği zaman itici olur.” Kanıyla zerlerine daha önceki uygarlıklar
flgili olarak en belirleyici yargılardan da Taslamadığımız oldukça gelişmiş
birini N ietzsch e ortaya koyar: bir evren açıklaması yaparken dü
“K anılar doğrunun yalanlardan zenli evrenin yani Kosmos’un oluş
daha tehlikeli düşmanlarıdırlar.” masından önce karanlık uzay gö
(Bk. GÖRÜŞ) rünümünde ve tam bir düzensizlik
içinde yalnızca K aos’un varoldu
K A N IT (yun. apodeiksis; lat. ğunu bildirdi. Demiurgos’un ya da
argumentum', fr. argument; alm. düzenleyici güçlerin işe karışmasıy
Argument, Beweis; ing. argument). la Kaos K osm os’a dönüşm üştü.
Bir önermeyi onaylamaya ya da Evrenle ilgili ilk felsefi açıklama di
yoksamaya dayanan usavurma. Bir ye değerlendirilen bu açıklamadan
önermeden çıkarılan sonuç. Bir savı onra “Kaos” düzensizliği, kargaşık
ya da karşısavı temellendirmeye ve dağınık olanı anlatmaya başladı.
vönelik belirleme. (Bk. GÖSTER (Bk. EVREN)
ME)
K A P A L IL IK (fr. hermétisme',
KANON (fr. canon; alm. Kanon; aim. Hermetismus', ing. herm e-
ing. canon). Uygulamaya yönelik tism). Anlaşılması güç olan şeyin
kural. “Kanon” hemen hemen tam niteliği. Kapalılık Ortaçağ’da sim
olarak “kural” anlamında kullanılır, yacıların ilkesiydi. Bugün kapalılık
ancak daha çok yaşama ya da uy gizli bilimlerin ya da gizli inanç ör
gulamaya dönük bir anlamda kul gütlerinin bir ilkesi olduğu kadar içi
lanılır. Kanon Kant’da tanıma yeti ne kolay kolay girilemeyen felsefi
leriyle ilgili apriori ilkelerdir. Kant öğretilerin bir niteliğidir.
şöyle der: ‘Kanon’dan genel ola
rak bazı tanıma yetilerinin yasal kul KAPİTAL. Bk. SERMAYE.
lanımını belirleyen a priori ilkele
rin b ü tü n ü n ü an lıy o ru m .” J.S. KAPSAM (lat. extensio', fr. ex
MilFde kanon yöntemin beş temel tension; aim. Ausdehnung; ing. ex
kuralını belirler: uyum, ayrım, bi tent ion). Bir fikrin, bir kavramın
leşik uyum ve ayrım, aynı anda or içerdiği bireylerin tümü. Örneğin
a y a çıkan değişimler, kalıntılar. “canlı” kavramında tüm hayvanlar
(Bk. KURAL) ve tüm bitkiler içerilir; buna göre
her hayvan ve her bitki “canlı” kap
samına girer. (Bk. İÇLEM)
307
KARANLIK
bîr değer tanımamakla her türlü yet K A R M A ŞIK (fr. complexe', aim.
keyi yadsıyan kargaşacılık XVIII. Komplex', ing. complex). Oldukça
yüzyıldan sonra ortaya çıkan yeni yoğun duygu yükü taşıyan ve bi
yaşam koşulları içinde çeşitlilendi lincin dışında ya da kıyısında yer
ve özellikle XIX. yüzyılda Rus alan, bununla birlikte bilinci büyük
ya’da Bakunin ve Kropotkin gibi ölçüde etkileyen sunumlar dizgesi.
yazarlarca temellendirildi ve savu Bilinçaltıyla ilgili öğelerin tümü.
nuldu. Bu arada özellikle hiççilik’le Jung karmaşığı şöyle tanımlıyor
bütünleştirilen ya da bütünleşen du: “Bir bütünde bir araya gelmiş
kargaşacılık tüm eski değerleri yık ve bir duygusal güç oluşturan su-
maya yönelik bir öğreti durumuna numsal öğeler topluluğu.” Nutten
geldi. Mülkiyeti ve devleti tümüyle de karmaşığı şöyle tanımlar: “Ço
kaldırma yolunda görüşler üreten cukluk yıllarının özgün deneyimle
Proudhon kargaşacılığın babası sa rinden sonra özne olarak güçlü bir
yılır. Proudhon’la Paris’te tanışan duygu yüküne sahip olan ve etki
ve Orta Avrupa’da devrimci çalış lerini bilinçli ya da bilinçdışı biçim
malara katılan Bakunin kargaşacı- lerde ruhsal gelişim süreçleri bo
hğm başlıca öncüsüdür. Birçok defa yunca gösteren sunumsal içerikler
idama mahkum edilen ve Sibir ya da durumlar bütünü.” Bleuler’in
ya’dan kaçıp İsviçre’ye yerleşen ortaya attığı S. Freud ve Jung gibi
Bakunin 1878 La Haye kongresin ruhayrıştırmacılannın benimsediği
de M arx’dan kopunca kesin ola “karmaşık” terimi gerek ruhbilim
rak kargaşacılıkta karar kıldı. Ba ciler ve ruhayrıştırmacıları arasın
kunin tüm devletlerin ortadan kal da gerek halk arasında ruhumuzu
dırılmasını, sınıf ayrılıklarının yo- yöneten bilinmezler olarak çok bü
kedilmesini, kadm-erkek eşitliğinin yük ilgi gördü. Ancak kavramın içe
sağlanmasını, tüm toprakların ve riği pekçok kişi için bilinmez kaldı.
malların ortaklaşa kullanılmasını, di Çoklan onu cinsel itkilerle ahlak de
nin ve her türlü yetkenin yokedil- ğerlerinin çatışm asından doğan
mesini istiyordu. Kropotkin de kar- ürünler olarak değerlendirdiler.
gaşacılığın geliştirilmesi yolunda Böylece “karmaşık” korkulası bir
büyük çabalar harcadı, La Révolte şey oldu, hatta neredeyse öldürü
(Başkaldırı) gazetesini kurdu ve cü bir anlam kazandı. Hatta insan
fransız kargaşacılarının başına geç lar birbirlerini, karmaşığı olmayan
ti. (Bk. HİÇÇİLİK) varmış gibi, karmaşıkları olmakla
suçlar oldular. Gerçekte karmaşığı
KARM AŞIK (İr. complexe', aim. heyecanlardan, arzulardan, tutku
zusammengesetzf, ing. complex). lardan, korkulardan örülm üş bir
Birçok öğesi olan. Birbirine bağlan sunumlar bütünü olarak düşünmek
mış değişik öğelerden oluşan. Deği doğru olur. Bütün bu öğeler çözül
şik türden öğelerle kurulmuş olan. mez bir bütün oluşturacak biçim
KARMAŞIK
şi için en basit yol karşılıklılığın yo karşıttır: “Bütün kediler dört ayak
ludur.” lıdır.” “Hiçbir kedi dört ayaklı de
ğildir.” (Bk. ÖNERME)
K ARŞISAL (lat. contradictorius;
fr. contradictoire; aim. kontra KAST (fr. caste; alm. Kas te; ing.
dikto risch; ing. contradictory). caste). Bir toplumda sıradüzenli bir
Aralarında karşı durumlar bulunan bölümlenme içinde ortaya çıkan
iki terim ya da önerme. “Ak” ve topluluklardan herbiri. Kendine
“ak olmayan” karşısal durumdadır. kapalı toplum sınıfı. Bu terim por-
Öznesi ve yüklemi aynı olan, nite tekizcede “karışmamış ırk” ya da
lik ve nicelik açısından birbirinden “an ırk” anlamına gelen casta söz
ayrılan, biri olumlu öbürü olumsuz, cüğünden gelir. Günümüzde daha
biri tümel öbürü tikel olan önerme çok olumsuz ya da katı, kolay ko
ler karşısal durumdadır: “Bütün lay girilemez toplumsal topluluklar
kuşlar uçucudur” “Bazı kuşlar uçu için kullanılır. Kast’ı genel anlamda
cu değildir” ya da “Hiçbir kuş uçu toplumsal sınıfla kanştırmamak ge
cu değildir” “Bazı kuşlar uçucu rekir. Toplumsal sınıf özellikle ikti
dur”. (Bk. ÖNERME) sadi koşulların belirleyiciliğinde
oluşmuş çok defa geniş çerçeveli
KARŞISAV (lat. antithesis', fr. toplumsal topluluklan anlatır. Kast
antithèse', aim. Antithese', ing. an sözcüğü özellikle Hindistan’da din
tithesis). İki terim ya da iki öner sel gereklerle oluşturulmuş çok dar
me arasında karşıtlık. Kant’da ve çerçeveli ve katıkuralcı toplumsal
daha sonra Hegel ve Marx diya toplulukları belirler. B urada her
lektiklerinde bir çatışkının ikinci te kastın çok belirli ya da çok sınırlı
rimi (birinci terimi sav, üçüncü te toplumsal görevleri ya da yüküm
rim bileşim). [Bk. BİLEŞİM, Dİ lülükleri vardır ve her kast baba
YALEKTİK, SAV] dan oğula kendiliğinden geçen iliş
kileri sürdürür. Kastlar arasında ke
K A R ŞIT (lat. contrarius-, fr. cont sin çizgiler ya da sağlam duvarlar
raire', aim. konträr, ing. contrary). vardır, bu bölünmüşlük kurallarla
Bir şeye karşı olan. Birbirine tam kesin bir biçimde belirlenmiştir.
karşı olan iki terim ya da önerme. Toplumsal uyum bu kesin bölün
Olabilecek en büyük ayrılığı ortaya müşlükte gerçekleşir. Bir kasttan
koyan iki şeyin durumu. “Doğru” öbürüne geçiş ancak çok belli ko
ve “yanlış”, “sıcak” ve “soğuk” te şullarda evlilik yoluyla olabilir. Bu
rimleri karşıt terimlerdir. Her ikisi dizgenin sanayi toplumundaki ya
yanlış olabilen, her ikisi doğru ola şam koşullarına pek uyarlı olduğu
mayan, biri doğruysa öbürü yanlış nu söyleyemeyiz. Hindistan’da bu
olan, biri olumlu biri olumsuz ve katı toplumsal aynmlaşmışlık dü
terimleri ortak iki temel önerme zeni tüm toplumsal, siyasal, dinsel
312
KATEGORİ
yaşamı belirlerken eğitim düzenini kisini azaltıcı bir tutum içinde ol
de koşullar. Hindistan’da kast dü du. (Bk. SINIF)
zeni Arilerin getirdiği bir uygula
madır. Doğu Akdeniz halkları ola K A TEG O R İ (yun. kategoria;
rak bilinen Ariler, Ganj vadisini el lat. categoría; fr. catégorie; alm.
lerine geçirdiler ve yerli halka kast Kategorie; ing. category). Birçok
düzenini benimsettiler. Böylece ül kavramı içeren genel kavram. Aynı
kede din adamlarını, savaşçıları, yapıdaki nesnelerin oluşturduğu
tüccarları toplumdan ayıran katı bir küme. Kategori kavramıyla ilk ola
sınıflaşma biçimi ortaya çıktı. Bu rak Aristoteles felsefesinde karşı
na göre brahman'\zx ya da rahip laşıyoruz. Bu felsefede kategoriler
ler, kshatriya’\aı ya da soylu as varlık’ın en genel cinsleridirler. Ka
kerler, vaiçya’lar ya da burjuvalar, tegoriler bize kavramlar arasındaki
çudra'lar ya da zanaatçılar hint ilintilerin belli bir düzeni olması ge
toplumunda tümüyle birbirinden ay rektiğini düşündürür. Kategori var-
rı bütünlükler oluşturdular. Sonra lık’ların sınıflanmasını sağlar, her
dan kastlar çoğaldı ve birçok bölü hangi bir özneye ulayacağımız de
me ayrıldı. Babadan oğula geçen ğişik yüklemlerin cinslerini oluştu
ayrıcalıklar bir kasttan öbürüne ge rur. Buna göre kategoriler en geniş
çişi kesinlikle olanaksız kılıyordu. kapsamlı kavramlardır, başka kav
Bir kişinin bir başka kasttan biriyle ramların arasındaki ilişkiyi kurar ve
evlenmesi yasaktı. Hatta bir kastın bütünlerler. Aristoteles’de on ka
üyeleri bir takım toplumsal zorun tegori vardır. Filozof Organon’un
luluklar dışında başka bir kastın 1. kitabında (Kategoriai) şöyle der:
üyeleriyle birarada bulunamazlar, “Aralarında hiçbir ilişki bulunma
aynı sofraya oturamazlardı, hatta yan anlatımlar töz’ü, nicelik’i, ni-
onların hazırladığı yemekleri yiye telik’i, bağıntı’yı, y er’i, zam an’ı,
mezlerdi. Kast düzenine uygunsuz durum ’u, iyelik’i, edim ’i, edilim ’i
davrananlar kast düzeninin dışına belirtirler. Kısaca söylersek, örne
çıkarılırdı. Parya denilen bu kast- ğin, insan, at tözdür; örneğin iki
dışı kişiler hiçbir hakkı olmayan, üst kulaç, üç kulaç niceliktir; beyaz,
sınıf insanlarının hizmetçisi duru dilbilgisi niteliktir; çift, yarım, da
munda bulunan kimselerdi. Parya ha büyük bağıntıdır; Lykeion’da,
lar üçe ayrılırdı: abhikastra'1lar (la Forum 'da yerdir; dün, geçen yıl
netliler), vraı^a’lar (aforozlular), zamandır; yatıyor, oturuyor durum
a p a s a d a ’lar (iste n m e y e n le r). dur; ayakkabılı, silahlı iyeliktir;
Üçüncü topluluktan olanlar hiçbir kesiyor, yakıyor edimdir; kesilmiş,
dinsel eyleme katılamazlardı, ayrı yanmış edilimdir.” Kant’da katego
ca kent dışında yaşamak zorunday riler arı anlığın temel kavramları
dılar. Brahman’cılıktan sonra ya dırlar, a priori’dhler. “Kategoriler
yılan Budha’cılık kast düzeninin et anlık açısından genel olarak tüm de
313
KATEGORİK
kavramlar düzeni dış dünyamn nes türde ağaçlardan sözederler, ama tü
nel koşulları çerçevesinde oluştuğu mü için ortak olan şeyi açıklayacak
kadar iç dünyanın yönelgenliği çer sözcükten yoksundurlar. Bizim sa
çevesinde de oluşmaktadır. Kavram hip olduğumuz gibi ‘ağaç’ kavra
hem nesnel hem öznel içeriğiyle dış’ı mına sahip değildirler. ‘Köpek’kav
iç’e ve iç’i dış’a bağlayan bir ka ramına sahip olmadan bir İspan
vuşma noktasıdır; bilincimizin duy- yol’dan, bir senbemar’dan, bir fı-
gusal-düşünsel koşullan içinde ge no’dan sözeden çocuk da benzer bir
lişir ve dış’ı iç’te görünür kılar, sa karışıklık içindedir.” Kavramlar, bu
hip olduğu düşünce ve duygu yü na göre, bilgi dünyamızın sürekli
küyle dış’a kendi özelliklerini duyu usavurmalarla aralıksız dönüşen yapı
rur, kendi renklerini ulaştırır. Her taşlarıdırlar. Her kavram zihnimiz
kavram kişinin gelişim tarihi içinde de soyut ya da somut bir varlığın,
yaşadığı serüvenleri kendi açısından bir bireyin ya da bir cinsin, bir tü
açıklayan bir anlam bütünüdür. Kav rün, bir topluluğun en genel bilgisi
ram kişinin sahip olduğu ayrı bilinç ne karşılıktır. Zihnimiz sürekli ola
çerçevesinde insanlığın tarihsel or rak duyu izlenimlerini imgelere ya
tak bilinç’me katılır, kendini onda da taslaklara, bu genel taslakları da
doğrular ve onunla açıklanır, ayrıca kavramlara dönüştürürken önceki
ona kendi özelliklerini yansıtır. Munn bilgilerinden ya da daha önce sahip
kavramla ilgili olarak şunları söyler: olduğu kavramlardan ve o kavram
“Bir kavram, birbirinden ayrı nes ları birleştirerek elde ettiği fikirler
nelerin, durumların, olguların ben den geniş ölçüde yararlanır. Bir uçak
zerliklerini ortaya koyan süreçtir. imgesiyle bir uçak kavramı arasın
Kavramlar usavurmanm ürünleridir daki ayrım İkincinin birinciye göre
ler ve bir kere oluştular mı sonraki daha açık ve seçik, ayrıca daha dol
düşünce üzerinde büyük bir rol oy gun içerikli olmasıdır. Tek bir kav
narlar. Birçok sözcük her karmaşık ramın sınırlarından çıkıp usavurma-
dilde kavramları ortaya koyar. Ağaç, lar yoluyla kavramları karşılaştırma
köpek, sıvı, güzellik ve daha başka ya yöneldiğimizde fikre ulaşmış ya
ları birbiriyle pek çok ayn ilişkisi olan da fikir üretmiş oluruz. Bazı filo
şeylerin ortak görünümünü oluştu zoflar “kavram” yerine “fikir” de
rurlar. Kavramlar bir anlamda geç meyi uygun bulurlar. P. Foulquie,
miş deneyimlerin yoğunlaşmış bi çağdaş bakış açısı içinde, kavram
çimleridirler. Onlar, deyim yerindey ve fikir ayrımını şöyle belirler: “Gün
se, tek bir fikirde çeşitli şeylerin delik dille ilgili olan ‘fıkir’den ayn
özelliği üzerine öğrenilmiş olanı içe olarak ‘kavram’ felsefenin teknik bir
rirler. Örneğin ağaç kavramını ele terimidir, bu yüzden daha belirgin
alalım. Bu kavram bazı avustralya bir anlamı vardır. O aynı zamanda
yerlilerine yabancıdır. İlkeller zam- daha nesneldir; benim adalet üzeri
kağacı gibi, ökaliptüs gibi değişik ne bir fikrim vardır, oysa adalet kav
KAYGANLIK
yadaki her durumun kayrayla be olarak bilinç. Kendinde şey’e kar
lirlendiğini, eksiklikleri güçlülüklerle şıt olarak kendi kendinin bilincine
dengeleyenin de kayra olduğunu sahip varlık. Bilinçli varlığın kendi
düşünürler. Bir alman atasözü şöyle üzerine sahip olduğu bilgi. Sartre-
der: “Tanrı bayat ekmek verdi mi ’da kendini bilinçli olarak temellen
sağlam diş de verir.” “Bir kapı ka dirmek üzere kendini yitiren ken
pandı mı bir kapı açılır” der Cer- dinde. (Bk. KENDİNDE)
vantes de. Sadi, Bostan adlı ya
pıtında şöyle yazar: “Bana dişleri KENDİLİĞİNDENLİK (fr. spon
veren ekmek de verecektir.” (Bk. tanéité', alm . S p o n ta n e itä t,
AÇINIM, TANRI, YAZGI) Selbsttätigkeif, ing. spontaneity).
Görünür bir neden olmaksızın ya
K A ZA N Ç Ç IL IK (fr. mercanti- da hiçbir neden olmaksızın kendi
lisme; alm. Merkantilismus; ing. kendine gerçekleşenin durum u.
mercantilism). Her şeyi kazanma Kendi kendinin etkeni olanın duru
eğilimine bağlayan görüş. Aşırı ka mu. Bir dış etkence zorlanmaksı-
zanç sağlamak üzere ticaret yap zın kendi kendine oluşanın duru
ma eğilimi. Devletlerin gerçek zen mu. Kendi kendinin etkeni olanın
ginliklerini değerli madenlerin var durumu. Maddi ya da manevi her
lığına bağlayan iktisat öğretisi. De hangi bir etki olmadan kendince ey
ğerli madenlerle ilgili ticaretin çok lemde bulunanın durumu. Kendili-
büyük boyutlara ulaştığı XVII. ve ğindenliği özgür eylemle karıştır
XVIII. yüzyıllarda Fransa’da Col- mam ak gerekir, özgür olm ayan
bert ve Richelieu, İngiltere’de D. kendiliğinden eylemler de vardır,
Hume, İspanya’da Ortiz güçlü bir bunların başında içgüdüyle gerçek
devletin ancak zengin bir devlet ola leştirilen eylemler gelir. İnsan iç
bileceğini, bu zenginliği de ancak güdüsel olarak davrandığı zaman
değerli madenlerin sağlayabileceği elbette kendiliğinden davranmış
ni öne sürdüler. Bu durumda mal olur.
satıp karşılığında altın ve gümüş al
mak, buna karşılık altın ve gümüş KENDİNDE (fr. en soi; alm. An
ödememek için mal almaktan ka sich; ing. in self). Kendi ötesinde
çınmak kazanççılann temel ilkesi ol ya da kendi dışında bir uzanımı bu
du. Ayrıca kazanççılar iyi bir ka lunmayan. Kant’da bizim için’e ya
zancın ancak güçlü bir sanayi dü ni olguya karşıt olarak bilgilerimiz
zeniyle sağlanabileceğini bildiriyor den ya da deneyden bağımsız olan
lardı. (Noumenon). Varoluşçu felsefede,
özellikle Sartre’da kendi için’e ya
K EN D tİÇ İN (fr. pour soi; alm. ni bilinç’e karşıt olarak eşyanın ni
fiir-sich-sein; ing. be ing fo r self). teliği. Kendinde’yi kendiyle’yle ya
Kendinde şey’e yani eşyaya karşıt ni kendi özü gereği varolanla yani
319
KENDİNEKAPALILIK
zende bir bilgi öbürüyle kanıtlanır, oymak için planlar yapmaya başla
buna göre gerçek anlamda belirle yabilir ve bu tasarısını gerçekleşti
me hiçbir zaman gerçekleşmez. rebilir. Yetişkin kişiler çok örtülü ya
da belirsiz biçimlerde şiddetli kıs
K ISK A N Ç L IK (fr. jalousie; alm. kançlık duygulan yaşarlar, ancak
Eifersucht; ing. jealousy). Kendisi onlarda çocuksu tepkilerin görül
için istemeyi başlıca amaç durumu düğü pek olmaz. Bazı yazarlara gö
na getirme eğilimi. Bir kişinin sağ re kıskançlık insanın özünde var
ladığı bir yarardan rahatsız olma dır ve doğuştandır. Her insan, ne
yatkınlığı. Bir şeye tek başına sa kadar kendine egemen de olsa, buna
hip olma tutkusu. Aşırı ölçüde du göre kıskançlık duygusunu saçma
yulan sahip olma duygusu. Sevi bularak altetmiş de olsa belli du
len şeyin bir başkasının olması kor rumlarda kıskançlıktan kendini ala
kusu. LaRochefoucauld “Kıskanç mayacaktır. Linton bunun kanıtını
lıkta aşktan çok özsevgisi vardır” Markiz adalarında görülen şu ol
der. Buna göre kıskançlığı sahip guda bulur: tam anlamında cinsel
olunmak istenilen nesnenin değe özgürlüğün yaşandığı, kim senin
rinden çok bizim o nesneye yükle kimseyi kimseden kıskanmadığı bu
diğimiz duyguyla ya da verdiğimiz adalarda yerliler sarhoş oldukları
anlamla açıklamak gerekir. Kabil zaman yani istemli denetimleri azal
karmaşığı diye de adlandırılan kıs dığı ya da ortadan kalktığı zaman
kançlık insanın en eski duyguların k ısk an çlık d u y g u ların ı o rtay a
dan biridir. Tevrat’da anlatıldığına dökerler. O. Klineberg gibi ruhbi
göre Adem ile Havva’nın büyük oğ limcilerse, tersine, bu duygunun
lu Kabil çiftçiydi, topraktan sağla kültür kökenli olduğunu söylerler
dığı ürünleri Tanrı’ya sundu. Kar ve gerçek anlamda yetkin bir bilin
deşi Habil de çobandı, o da koyun- ce ulaşmış bir bireyin, bir başka
larını Tanrı’ya sundu. Tanrı Habil’in deyişle tam anlamında kişilikli bir
sunduklarıyla ilgilendi. Kabil’inki- bireyin böylesi bir duygudan uzak
lerle hiç ilgilenmedi. Bu durum Ka- kalacağını söylerler. Her ne olursa
bil’in kıskançlıkla Habil’i öldürme olsun kıskançlık duygusu insana
sine yol açtı. Kıskançlık duygusu boğuntu veren ve çok zaman ussal
sahip olunan ya da sahip olunmak açıklam alara götürülem eyen bir
istenilen bir şeyden yoksun kalma duygudur. / La R ochefoucauld:
korkusuyla belirgin son derece sı “Kıskançlık her zaman aşkla doğar
kıntı verici bir duygudur. Çocuk ama her zaman aşkla ölm ez.” /
için sevgili anneye yakın duran her Mme de la Fayette: “Aşkın henüz
kişi bir kıskançlık konusu ya da ne kendini açıklamadığı bir yürekte
denidir (Oidipus karmaşığı). Bu kıskançlığın getirdiği karışıklık an
duygu çocuğu şiddete yöneltebilir: latılır gibi değildir.” “Aşık olduğu
çocuk küçük kardeşinin gözlerini
322 mu bana yalnızca kıskançlık duyur
KİPLİK
du.” “İnsan iyiden iyiye aşıksa ne nes’e göre en büyük bilge Herak-
densiz kıskanır.” / Mme Deshou- les’dir, çünkü sonuna kadar istemli
lteres: “B ir parça kıskançlık uyan ve sonuna kadar özgürdür. Antist-
dırır - Uyuyakalmış mutlu aşkı.” henes’in başlıca çömezi Sinop’lu
(Bk. AŞK) Diogenes’dir. Diogenes, İskender’e
ya da gerçek adıyla Aleksandros’a
K İN İK LER OKULU. Sokrates’in “Gölge etme başka iyilik istemem”
ölümünden sonra kurulmuş olan ve deyişiyle ünlüdür. Diogenes gö
azçok onun yöntemini izlediği için rüşlerinden çok dünyadan el etek
Sokrates’çi okullar diye adlandırı çekm eye d ay a n an y a şa y ışıy la
lan okullardan biri. Kinikler okulu tanınmıştır. “Kinik” ya da “köpek
belki de Sokrates’çi okulların en si” sıfatına yaşayışıyla en çok yak
önemlisidir. Bu okul Atina’nın va laşmış olan odur.
roşlarından Kynosarges’de (yun.
“köpek anıtmezarı” anlamında) ku K İP (lat. modus; fr. m ode; alm.
rulmuştur. Okulun kurucusu An- Modus, Schlussmodus', ing. mode,
tisthenes K ynosarges gym nasi- mood). Bir öznenin ya da bir tözün
on’unda uzun süre dersler vermiş belirlenimi. Bir varlığın varoluş bi
tir, öğretisi ve okulu da bu yüzden çimi. Bir varlığın eylemde bulun
bu adla anılm ıştır (yun. kurıikos ma biçimi. Tasımda niteliğe ve ni
“köpeksi” demektir). Okulun bu celiğe göre önermelerin aldığı bi
adla anılmasının bir nedeni de Si- çim (tümel olumlu: A; tümel olum
nop’lu Diogenes’in yaşadığı sefil suz: E; tikel olmlu: I; tikel olum
koşullar nedeniyle “Köpek” (yun. suz: O). Tasımda düşünce kalıpla
kuon) diye adlandırılmış olması ola rı. Bu kalıplar on dokuz tanedir: Bar
bilir. Önce sofist Gorgias’ın sonra bara, Celarentvb. Spinoza’da kip,
Sokrates’in çömezi olan Antisthe- nitelik’e karşıt olarak yani tözün özü
nes’e göre en yüce iyi erdemdir. o lan şeye k arşıt o lara k tözün
Erdemin bilgisine bilimle ya da di dışavurumudur.
yalektikle ulaşam ayız. Erdem in
kaynağı düşüncede değil yaşamda K İP L İK (lat. modalitas; fr. m o
dır. İnsana mutluluk verecek tek dalité', alm. Modalität; ing. mo-
şey erdemli yaşayıştır. İnsan tut dality). Bir varlığın biçimler alma
kularını altedebileceği, gereksinme özelliği. Bir varlığın özel biçimi.
leri önemsemeyebileceği zaman in Kant’da yargı biçimlerinden ve zih
sandır. Bu da dünyadan uzaklaş nin kategorilerinden biri. K ant’da
makla, tanrısala yaklaşmaya çalış kiplik yargıları, sorunlu (olasıyla
makla gerçekleşir. İnsan acılarda, ilgili), savlı (olanla ilgili) ve zorun
güçlüklerde, yorgunluklarda insan lu (kesin olanla ilgili) olmak üzere
laşır. Bilge kişi yanılgının ve güna üç çeşittir. “Yağmur yağarsa evde
hın uğramadığı kişidir. Antisthe- kalacağım” dediğim zaman bir so
323
KİŞİ
ele alabiliriz. Metafizik açısından kö kadar usta insan yoktur.” / La Fon
tülük basitçe yetkin olmayışla ilgi taine: “Kötülüğe ancak geldiği za
lidir, fizik açısından kötülük acıyla man inanırız.” /Aristoteles: “İki kö
ilgilidir, ahlak açısından kötülük gü tülükten en az kötü olanını seçmek
nahla ilgilidir.” Kötülük daha çok gerekir.” (Bk. AHLAK, İYİ)
ahlakın konusudur. Bilgi kuramı
doğru’yla, estetik güzel’le, ahlak da KÖTÜ M SERLİK (fr. pessimisme;
iyi’yle ilgilidir. Kötülüğün temelin alm. Pessimismus; ing. pessimism).
de insanı zedelemek, ona zarar ver Her şeyi kötü yanından alma eğili
mek eğilimi yatar. İnsan değerle mi. İyimserliğe karşıt olarak dün
riyle bağdaşmayan her eylem kö yanın özünde kötü olduğunu, ya
tülük kapsamına girecektir. Bunun şamda kötünün iyiye, acının hazza
kökeninde de insanın eksikli varo egemen olduğunu, aynca doğanın
luşu ya da tam yetkin olmayan bi insanda ahlaki yaşama ilgisiz kal
linci yatar. Yetkin bilinç, doğruyu dığım bildiren öğreti. İyimserlik fel
yanlıştan ayırabilme yatkınlığıyla sefelerinin en yetkin örneği Leib
neyin iyi neyin kötü olduğunu göre niz felsefesiyse kötümserlik felse
cektir. Kötülüğün oluşumunda bi felerinin en yetkin örneği de Scho-
linç eksikliği büyük rol oynar. Öte penhauer felsefesidir. Buna göre
yandan bile bile yapılan kötülüklerle dünya benim sunumumdur, özne
bilmeden yapılan kötülükleri birbi yi de nesneyi de içerir, o kör ve
rinden ayırmak gerekir. Kötülüğün saçma bir İstem’in yarattığı bir ya
bir biçimine başkasını altetme tut nılsamadır. (Bk. İYİMSERLİK)
kusunda raslarız. Bu tutku aşkın «
den bir bildiri sunar gibidir: o ba len koşulun gerçekleşip gerçekleş
zen bilinmezin kendisi bazen de be mediğini bildiren önerme: “Bu ci
lirtisidir. Kutsal her zaman aşkını sim taşsa yere düşer / Bu cisim ye
belirtirken ve korku, saygı, heye re düşmüyor / Öyleyse bu cisim
can duyguları yaratırken hiçbir özel taş değil.” (Bk. BÜYÜKÖNERME)
duygu esinlemekle yükümlü olma
yan d in d ış ı’nd an ayrılır. / R. KÜÇÜKTERİM (lat. minör, fr.
Vailland: “İnsanın tüm ilerleyişi, bi mineur; alm. Unterbegriff', ing. mi
limlerin tüm tarihi us’un kutsal’a nör). Tasımda sonuç önermesinde
karşı savaşımıyla belirgindir.” / E. özne olan terim. “Bütün insanlar
Durkheim: “Kutsal nesne bize kor ölüm lüdür / Sokrates insandır /
ku değilse bile en azından bir saygı Sokrates ölüm lüdür” tasım ında
esinler, bizi ondan uzak tutar; ve o “Sokrates” küçükterim dir. (Bk.
aynı zamanda aşk ve arzu nesnesi BÜYÜKTERİM)
dir.” (Bk. DİNDIŞI)
KÜÇÜKTOPLULUK (fr. groupe\
KÜÇÜKEVREN (fr. microcosme; alm. Gruppe', ing. group). Bir yer
alm. M icrokosm us\ ing. micro- de bir araya gelmiş sınırlı sayıda
cosm). Bir bütünsel yapı ortaya ko- insanın oluşturduğu bütün. Bir kü-
yuşuyla evrenin indirgenmiş bir bi çüktopluluk, tıpkı kurumlarda ol
çimi olarak ele alınan insan. Bir in duğu gibi, bir amaç için ve belli ku
san ürünü olan ve tam anlamında rallara göre bir araya gelmiş sınırlı
bireysel ya da öznel özelliklerle do sayıda insandan oluşur. Amacı ve
nanmış olan sanat yapıtı da kücü- kuralları olmasıyla “kalabalık”dan
kevren diye nitelendirilebilir. (Bk. ayrılan küçüktopluluktam anlamın
BÜYÜKEVREN) da organik bir bütünlük ortaya ko
yar. Topluluk kendisini oluşturan
KÜÇÜKLÜKDUYGUSU. Bk. bireylerin toplamından çok daha
AŞAĞILIKDUYGUSU. başka bir şeydir, onun belli bir ya
pısı ve buna bağlı olarak belli bir
KÜÇÜKÖNERME (lat. minör, fr. ruhu vardır. Toplumbilim küçük-
mineure; alm. Minör, Urıtersatz; topluluğu özgül bir yapı olarak ele
ing. minör). Tasımda öncüllerden alır ve inceler. (Bk. KALABALIK,
küçük olanı, küçük terimi içereni. TOPLUM)
Küçükönerme, doğal olarak büyü-
könermeden sonra gelir. “Bütün in KÜLTÜR (lat. cultura; fr. culture;
sanlar ölümlüdür” (büyükönerme), alm. Kultur, Bildung; ing. cultu
“Sokrates insandır” (küçüköner re). İnsanın insanlıkla ilgili en ge
me), “Sokrates ölümlüdür” (vargı nel bilgisi. Bir uygarlıkta ortaya
ya da sonuç). Ayrıca, koşullu ta konulan düşünsel etkinliklerin
sımda büyükönermede ileri sürü tümü. Kültür sözcüğü oldukça kar
34 O
KÜLTÜR
345
M
M ADDE (yun. hyle\ \at.materia; K ant’da madde duyulur deneyin
fr. matière; alm. M aterie, S to ff; verisidir. Şöyle der Kant: “Olguda
ing. matter). Doğal nesneler dün duyuma karşılık olanı madde diye
yası. Mekanik bir kütleye sahip olan adlandınyorum. Olgular çeşitliliği
cisimsel töz. Maddenin içinde ya ni bazı ilkelere göre sezgide birbi
şadığımız ve maddenin kendisi ol rine bağlayan şeyi de olgunun biçi
duğumuz halde onu kavramakta ve mi diye adlandırıyorum.” Descar-
dolayısıyla tanımlamakta güçlük çe tes maddeyi uzamla özdeşleştirir,
kiyoruz. K ant m addeyi basitçe böylece boşluk fikrini ortadan kal
“uzayda devingen olan şey” diye dırır. /Piene de Ronsard: “Madde
tanımlar. Rousseau için “kendi dı kalır, biçim yitip gider.” / Buffon:
şımda duyduğum ve duyularımı et “M adde ruhum uzun bir biçfm i
k iley en ” her şey m addedir. La o la b ilird i, onun görm e
M ettrie m addeden sözederken biçimlerinden biri.” / Marquis de
“açıkça söyleyeyim ki onu kavra S ade: “ D oğa k en d i k en d in e
yamıyorum” der. Régnon’a göre deviniyorsa, pekiyi, devindirici
madde bir varlık değildir, varlığın neye yarar? Devindirici eğer madde
yapıldığı şeydir. Aristoteles felse ü z e rin d e etk in se m ad d ey i
fesinde ve skolastiklerde bir birin d e v in d irirk e n n asıl o lu y o r da
ci madde ve ikinci madde ayırımı k en d isi de m ad d e o lm u y o r?
vardır. Birinci madde ya da birin A nlay ab iliy o r m usunuz ruhun
cil madde an maddedir, herhangi m adde ü ze rin d ek i e tk isin i ve
bir belirlenim kazanmamış olan be m eddenin kendisi de hareketli
lirsiz ilkedir, an gücüllüktür. İkinci olmayan ruhtan devinim alışını?” /
madde ya da ikincil madde belirle Eugène Delacroix: “M adde her
nim kazanmış maddedir, cisimler zaman hüzne kapılır.” / Charles
olarak belirmiş maddedir. Bu eski Baudelaire: “Her yaratılmış biçim,
felsefelere göre “madde gücüllük in sa n ın y a ra ttığ ı b iç im le r de
tür, biçim ed im d ir” (R égnon). ö lüm süzdür. Ç ü nkü biçim 3 4 7
MADDEBİÇİMCİLİK
ve hatta çok zaman onunla birlikte okullar arasında adı geçen bu okul
görülen mazohizmin kaynakları el tartışmacı özelliğiyle bilinir. Eukle
bette çocuk yaşlardaki eğitim bo ides’in düşüncesi Sokrates’in gö
zukluklarında aranmalıdır. Bazen rüşleriyle Parmenides’in görüşle
çocuğun dayak yem ekten ya da rinin bir karışımıdır. Megara oku
herhangi bir biçimde cezalandırıl lunun filozofları Sokrates’in İyi ’sini
maktan haz duyduğu görülür. Ma Parmenides’in “Bir Varhk”ıyla öz
zohizmin tam bir edilginliğe ya da deşleştiriyorlardı, bilgide evrensel
başeğişe varan aşırı biçimleri çok lik diye bir şeyin sözkonusu ola
sık görülmese de vardır. (Bk. SA- mayacağını bildiriyorlardı. Eubuli-
DİZM) des, Dioklides, Pasikles, Stilpon
okulun önde gelen adlarıdır.
M EC ZU PLU K (fr. illuminisme-,
alm. Illum inism us; ing. illum i- MEKANİKÇİLİK(fr. mécanisme;
nism). İçsel aydınlanmaya inanan alm. Mechanismus; ing. m echa-
ların öğretisi. Tanrı’yla inançlı bi nism). Olguların mekanik belirle
rey arasında gizemli bir alışveriş ol nimlere indirgenebileceğini öngö
duğuna inananların öğretisi. M ec ren felsefi bakış açısı. Her şeyi dü
zupluk öğretisini ortaya atanlardan zenli devinimle açıklayan felsefi ba
biri Swedenborg’dur. Swedenborg kış açısı. Felsefede mekanikçi gö
İsa’nın ölüm ünü ışığın karanlık rüş atomcu Epikuros’a kadar uza
üzerindeki zaferi olarak nitelendir nır. XVII. yüzyıl felsefeleri ruhçu
di. İsa’ya ulaşma aşkıyla arınabilir, eğilimlerini bırakmamakla birlikte
kendimizi İsa’da kutsallaştırabilir- büyük ölçüde mekanikçi oldular.
dik. Swedenborg’dan sonra XVIII. Descartes ruhsal tözden ayrı bir
yüzyılın ikinci yarısında bir başka maddesel töz belirledi ve maddesel
gizemci Louis-Claude de Saint- düzeyde her şeyi uzamla ve devi
Martin doğruya sezgiyle ulaşılabi nimle açıklamaya yöneldi. Meka
leceğini bildirdi. Saint-Martin bu nikçilik maddecilik değildir, yalnız
düşünceleriyle XIX. yüzyıl dinci ca madde dünyasında mekanik olu
düşünce dünyasını büyük ölçüde şumların varlığını benimser. (Bk.
etkiledi. (Bk. GİZEMCİLİK, SEZ MADDECİLİK, RUHÇULUK)
Gİ)
M E L A N K O L İ (fr. m élancolie;
M EG A LO M A N İ Bk. BÜYÜK- alm. Melankcholie; ing. melanc-
LÜKDUYGUSU holia). Aşırı üzüntüyle belirgin ruh
sal bozukluk. Melankolide en önde
MEG ARA OKULU M Ö. IV. yüz gelen belirtiler yıkılmışlık, isteksiz
yılda Eukleides’in Megara’da (Ati lik, düşünceden kaçış ve devinim-
na’nın batısı) kurduğu felsefe oku sizliktir. Melankoliklerde yaşama is
lu. Sokrates’çi okullar diye bilinen teği neredeyse yokolmuş, onun ye
MERKANTİLİZM
366
N
N A RK İSSO S’Ç U LU K (fr. nar dine, özellikle kendi bedenine hay
cissisme; aim. Narzissmus; ing. nar ranlıkla belirgin N arkissos’çu eği
cissism). Kendine aşırı hayranlık. limler ortaya çıkabilir. Bu eğilimler
Narkissos’çuluk eski Yunanistan bireyi dünyadan kopmaya kadar
’daki Narkissos mitosuna dayanır. götüren eğilimler olabilir. Narkis-
Narkissos pınara su içmeye indi sos’çuluğun olağan ya da hastalık
ğinde kendi imgesini su yüzüne sız biçimleri aşırı olmayan ve özel
vurmuş görür. Kendi kendine şöy likle sanatçılarda görülen biçimle
le der: “Kendi aşkımdan yanıyo ridir. Charles Lalo şöyle der: “Nar
rum. Suya vuran bu güzelliğe nasıl kissos bir kendiyle ilgilenir. Bencil
ulaşacağım? Bu imgeden uzaklaşa olarak değil sanatçı olarak. İnanç-
mıyorum. Beni yalnız ölüm kurta dışı bir şehvet adına değil bir gü
racak.” Narkissos kendi imgesini zellik tapınması adına.” (Bk. BEN
gözleye gözleye ölür. Ruhayrış- CİLİK)
ürmasında “libido” dediğimiz eneıji
önce kendi üstüne yönelir, sonra NATÜRALİZM Bk. DOĞALCI
ben’le başkası arasında bölüştürü LIK.
lür, bu enerji daha sonra başkala
rından uzaklaşıp ben’e bağlandığın NEDEN (lat. cansa; fr. cause; alm.
da Narkissos’çu eğilimler oluşur. Ursache; ing. cause). Bir şeyin olu
Kişiliğin gelişiminde Narkissos’çu şumunu sağlayan. Bir sonucu ya
evre ilksel evredir. Çocuk kişiliğini ratan etken. Felsefe nedenler araş
dış dünyadan tümüyle ayırmadan tırmasıyla başlar diyebiliriz. İlk fi
önce bir Narkissos’çu evreden ge lozofların ortaya koyduğu evreni
çer: düşüncelerinin ve eylemlerinin vareden ilksel ilke fikri nedensel
tam yetkinliğine, eşsizliğine inan düşüncenin temelini oluşturur. El
mıştır. Yetişkinlik döneminde pısı bet felsefeden önceki düşünce bi
rıklık gibi nedenlerle kendine ka çiminde yani mitolojik düşüncede
palı bir yaşam sürdürenlerde ken de mitoslar düzeyinde nedensellik 3 6 7
NEDENBİLİM
NESNEL (fr. objectif, alm. objek hem bedensel hem ruhsal çalışma
tiv, ing. objective). Nesneyle iliş yı içerir (yoga).
kili olan. D escartes’çı anlamda,
kendini zihinde ortaya koyan her N İT E L İK (lat. qualitas; fr. qua
şey nesneldir. Bu anlamda gerçek lité; aim. Qualität; ing. quality).
olanla nesnel olanı birbirinden Bir şeyin oluş biçimi. Nitelik ger
ayırmak gerekir. Nesnel olan zihin çekliğin niceliğe indirgenelemeyen
de kendini göstermekle birlikte her bir yüzünü ortaya koyar. Locke zo
hangi bir gerçekliği karşılamayabi runlu olarak varolan ilk nitelikler' i
lir. Dört başlı ve altı kuyruklu bir zorunlu olarak varolmayan ikincil
yaratık tasarlarım, benim bu tasa nitelikler'den ayırıyordu. İlk nite
rımım gerçek değildir ama nesnel likler maddeden ayrılmayan, mad
dir. Ancak nesnel olanı tam anla deye sıkı sıkıya bağlı niteliklerdir,
mında nesneyle ilgili saymak daha ikincil nitelikler birincilerden türe
doğru olabilir, çünkü nesnel olan yen niteliklerdir. Locke’un bu ni
gerçekte özneden bağımsız olandır. telikler ayrımını daha önce skolas
(Bk. ÖZNEL) tikler yapmışlardır. Locke bu ayrı
mı belirginleştirdi. Bu ayrımın ilk
N EV R O Z Bk. SİNİRLİLİK biçimini Demokritos’da buluruz.
Bu arada Leibniz de bu ayrımı be
N İC E L İK (lat. quantitas; fr. qu nimsemiştir. (Bk. NİCELİK)
antité', alm. Quantität', ing. quan-
titiy). Ölçülebilir ya da sayılabilir “N O EM A ” (yun. söz.). Olgubi-
olanın niteliği. Artabilir ya da aza limsel dilde düşüncenin yöneldiği
labilir olanın niteliği. Aynı cinsten nesne ya da genel fikir. (Bk. OL-
şeylerin belli bir bölümünün sayılarla GUBİLİM)
belirlenmesi. (Bk. NİTELİK)
“N O ESİS” (yun. söz.). Olgubi-
N İH İL İZ M Bk. HİÇÇİLİK limsel dilde düşünce edimi, düşün
cenin yönelgen etkinliği. “Somut
NİRVANA (sanskritçe sözcük). ruhsal gerçeklik noesis diye adlan
Buddha’cılıkta ruhun en üstün yet dırılır, onda varolan anlam da noe-
kinliğe ulaşması. Schopenhauer’in m adiye adlandırılır” (Sartre). [OL-
yaygınlaştırdığı bu terim istemli ya GUBİLİM]
şam dan u zak laşm ay ı, duyulur
dünya nesnelerinden kopmayı, tam N O M İNALİZM Bk. ADCILIK.
anlamında bir dinginliğe ve esenli
ğe ulaşmayı anlatır. “Acıdan kaçış” NORMAL Bk. OLAĞAN.
anlamında Nirvana tam tamına bir
yokluk durumudur. Nirvana’ya dü “NOUM ENON” (alm. söz.). Ken
370 zenli bir çabayla ulaşılır, bu çaba dinde şey’in alanı. Deneysel ya da
“NOUMENON”
37
o ğıldı, filozoflar kendi görüşlerini or
O . Mantıkta tikel olumsuz öner
gelerin simgesi. Örnek: “Bazı in taya koyan bağımsız kişiler olma
a n la r ölümlü değildir.” yoluna gittiler. Bugün eski anlamın
da felsefe okulları yoksa da aynı
O K K A N IT I Yunan filozofu öğretiyi benimsemiş filozoflar top
Elea’Iı Zenon’un varlığın birliğini, luluğu için okul terimi kullanılmak
devinimin olanaksızlığım göstermek tadır. (Bk. SKOLASTİK)
için ileri sürdüğü kanıt. Buna göre
■çan ok devinimsizdir. Çünkü bu OKU M AYİTİM İ (fr. alexie; alm.
ok uçarken her an belli bir noktada Alexie; ing. alexia). Yazılı dili an
bulunacaktır. Belli bir noktada bu lama gücünün ortadan kalkması.
lunmak da durmak demektir. (Bk. Kişi konuşurken hiçbir olağandışı
ELEA OKULU) görünüm ortaya koymaz yani ra
hat rahat konuşur ve söylenilenleri
O K K A ZY O N A LİZM B kA R A - kolayca anlar, hatta rahat rahat ya
NEDENCİLİK. zar, buna karşılık kendisine verilen
bir yazıyı okuyamaz, çünkü yazı
OKKÜLTİZM Bk. GİZLİBİLİM- daki sözcüklerin anlamlarını unut
CİLİK. muştur. Bir algılama eksikliği olan
okumayitiminin organik nedenleri
OK U L (lat. schola; fr. école; alm. vardır. (Bk. YAZMAYİTİMİ)
Schule\ ing. schoot). Bir ortak öğ
reti çerçevesinde bir araya gelmiş OLAĞAN (fr. normai, alm. nor
filozoflar topluluğu. Felsefe okul mal-, ing. normal). Kurala ya da ya
larında genellikle bir önder vardır saya uygun. Alışılagelmiş olana uy
ve önderlik zinciri en bilgili ve en gun. Hiçbir özel durum gösterme
yetenekli kişilerden oluşur. Eskiçağ yen. En geçerli tipe uygun. Türü
felsefeleri özellikle okul felsefele nün özelliklerine uygun. Hiçbir özel
riydi. Giderek felsefe okulları da durum ortaya koymadan süren dü
OLAĞANDIŞI
yapısını uygun bir biçimde açıkla yulan inanç dağılmış, böylece me
yabilmek için önce bütünü içinde tafizik kavramların araştırılmasıyla
ele alman insan düşüncesinin geli insan zihni mutlak’ı bulmaya yö
şen ilerleyişine bir göz atmak kaçı nelmiştir. Üçüncü dönemde, olum
nılmazdır, çünkü herhangi bir kav cu dönemde, mutlak araştırması
rayış en iyi tarihiyle anlaşılabilir. nın yerini göreli araştırması almış
Böylece insan düşüncesinin bütün tır. Usun imgeleme baskın olduğu
sel gelişimini onun en basit ilk atılı- bu dönemde insanoğlu deney ol
mından günümüze kadar çeşitli et gularıyla, bu olgular arasındaki
kinlik alanlarında inceleyerek, onun ilişkilerle, bu olguları belirleyen ya
değişmez bir zorunlulukla bağlı ol salarla ilgilenmiştir. Bu noktada A-
duğu ve bana gerek bizim düzeni uguste Comte’un siyaset anlayışı
mizin bilgisiyle sağlanan ussal ka belirir: artık toplumları olumcu bir
nıtlarla gerek geçmişimizin dikkatli anlayışla yeniden düzenlemek ge
bir biçimde gözlemlenmesiyle elde rekmektedir, bunun için düşünürle
edilen tarihsel doğrulamalarla sağ rin ve sanatçıların etkin olduğu bir
lam bir biçimde ortaya konulabilir manevi ortam yaratmak gerekmek
görünen bir büyük temel yasayı or tedir. Auguste Comte bu yeni dö
taya çıkardığım a inanıyorum .” nem için yeni bir din önerir, bu da
Auguste Comte’un sözünü ettiği ya elbette olumcu din olacaktır. Her
da temellendirdiği yasa üç durum hangi bir aşkın varlığı gerekli kıl
y a s a s j’dır. A u g u ste C o m te’un mayan bu yeni dinde tek tapılası
olumculuğu her şeyden önce bir güç insanlık olacaktır. İngiltere’de
bilimler felsefesi, daha sonra da bir John- Stuart Mili olumculuğu uy
siyaset ve din anlayışıdır, ne var ki gulamaya yönelik bir anlayışla ge
bu üç alan birbirinden ayrı alanlar liştirmeye yöneldi. Onun felsefesi
değil, tersine birbirini tamamlayan çağrışımcılığa dayanan bir deney
alanlardır. Bu alanların açıklanması ciliktir. Mili felsefesinde yararcı ah
üç durum yasasında dile gelir. Bu lak anlayışı özgürlükçü siyaset an
na göre insanlık dinbilimsel durum, layışıyla bütünlenir. Auguste Comte
metafizik durum ve olumcu durum anlayışını pekçok yönüyle benim
olmak üzere üç dönem yaşamıştır. seyen Mili olumcu din anlayışına
Dinbilimsel durum insanlık yaşa karşı çıkar. (Bk. BİLİM, META
mının ilk evresini oluşturur ve in FİZİK)
sanın her bilmediği, anlayamadığı
şeye aşkın bir yorum getirdiği dö OLUM LAM A (lat. affirmatio; fr.
nemdir. Bu dönem de insanoğlu affîrmation', alm. Behauptung, Be-
usundan çok imgelemini kullanmış, jahung; ing. affîrmation). Bir yar
bununla açıklamalardan çok yakış gının doğru olarak belirlediği dü
tırmalar yapmıştır. Metafizik du şünce edimi. Olumlu ya da olum
rumda mitolojik tanrısal güçlere du suz bir yargının doğruluğunu be 377
OLUMSALLIK
OLUŞ (fr. devenir, alm. Werden; O RTAK (fr. com m un; alm .
ing. becoming). Bir durumdan bir gemein; ing. commori). Aynı anda
başka duruma geçmekle belirgin birçok varlıkla ilgili olan. Belli bir
değişim. Bir durumdan bir duru yerde ve belli bir zamanda birçok
ma, bir andan bir ana geçiş. Geçiş kişiyi ya d a b irç o k n esn e y i
anlam ında değişim. B ir varlığın ilgilendiren. Ortak duyu (fr. sens
sürekli değişimi. Oluşu gerçek an commun; alm. Gemeiner Verstand;
lamda ilk belirleyen Herakleitos ol ing. common sense), eski ruhbilim
du. Her şeyin tam bir oluş içinde kavrayışında çeşitli duyu organla
akıp gitmekte olduğunu bildirdi. rının verilerini bir araya toplayan
“Aynı ırmağın suyunda iki kere yı ve onların bileşimini kuran duyu ya
kanılmaz” diyordu. Hegel felsefe da skolastiklerin deyişiyle “insanın
sinde oluş temel kavramlardan bi duyulur yaşamın olgularını alması
rini oluşturur, bu felsefede sürekli nı ve duyu verilerini birleştirmesini
değişim içinde bulunan, sürekli oluş sağlayan duyulur bilinç”. Descar-
durumunda olan bir varlık sözko- tes bu kavramı olduğu gibi benim
nusudur. Spencer’in evrimciliği de semiştir. (Bk. DUYU)
oluş fikri üzerine temellenmiştir.
(Bk. DEĞİŞİM, EVRİM, LOGOS) ORTAKLAŞMACILIK (fr. col-
lectivisme; alm. Kollektivismus;
OLUŞUM (lat. genesis; fr. genèse; ing. collectivism). Üretimde ve da
alm. Genesis; ing. genesis). Bir şe ğıtımda devlet denetimini savunan,
yin belli bir duruma gelmesi ya da yalnızca bazı tarla, maden ocağı ve
OTARŞİ
380
Ö D EV (fr. devoir; alm. Pjlicht;
o ■ ■
Ölümden sonraki yaşam gerçekten san ölümden başka bir şeyi düşü
var mıydı, varsa nasıldı? Ölümden nür, bilgelik ölümü değil yaşamı dü
sonraki yaşam fikrine günah fikri, şünmektir.” Oysa Stoa filozofları
cezalandırılma fikri bağlandı. Öbür yaşam kadar ölüm ü de önemse-
dünya buna göre adaletin gerçek mişlerdir. Yaşam karşısında tam
leştiği bir ölümsüzlük katı olacak anlamında soğukkanlı olan Stoa fi
tı. Tüm eski uygarlıklarda ahiret lozofu ölüm karşısında da soğuk
fikriyle birlikte ölüm korkusu yer kanlıdır. Yaşam kadar ölüm de do
alır. Ölümden korkmamak gerek ğaldır ona göre. Ağaçlar gibi insan
tiği düşüncesi ilkin eski Yunanis lar da ölecektir. İnsana düşen, gü
tan ’da ortaya çıkmıştır. Atomcu zel bir ölümle, insana yaraşır bir
luk bir öbür dünya fikrini olanak ölümle ölmektir. Ölüm geciktiği za
sızlaştırıyordu. Varolma bileşimle man Stoa’cı ölümünü kendi eliyle
açıklandığına göre ölüm de dağıl gerçekleştirir. Stoa’cı yaşamına son
m adan başka bir şey olmayacaktı. vermek konusunda kararlı ve be
Epikuros’a göre yaşam bir bileşim, ceriklidir. Marcus Aurelius şöyle
ölüm bir ayrışımdır. Epikuros ölüm der: “Ölüm doğanın bir isteminden
den sonraki yaşamı olanaksız gö başka bir şey değildir, doğanın is
rerek insanı ölüm korkusundan tem inden korkan da çocuktur.”
kurtarır. Epikuros şöyle der: “Her Epiktetos da şunları söyler: “Bili
türlü kötülüğün en korkuncu ola yorum, doğan her şey ölmek zo
rak görünen ölüm bir kuruntudan runda, bu bir doğa yasası. Öyley
başka bir şey değildir, çünkü ya se ben de ölmeliyim. Ben ölümsüz
şam sürdükçe o yoktur, o gelince lük değilim. Ben bir insanım, bütü
de ruh artık yoktur. Bu yüzden nün bir parçasıyım, saat nasıl gü
ölüm ne yaşayanları ne ölüleri et nün bir parçasıysa. Saat gelir ve
kiler. Yaşayanlar onun vuruşlarını geçer. Ben gelir ve geçerim. Geçiş
duymazlar, artık varolmayan ölü biçimi önemli değil. Ateşle ya da
lere de onun zararı dokunmaz.” Ay suyla. H epsi b ir.” M o n taig n e
nı görüşü latin filozofu Seneca sa Stoa’cıların intihar düşüncesine
vunur ve şöyle der: “Post mortem karşı çıkar. F elsefeyi ölüm den
n ih il est ip sa g u e m ors n ih il” korkmamayı öğreten bir bilgi alanı
(Ölümden sonra hiçbir şey yoktur olarak gören düşünüre göre yaşa
ve ölüm hiçbir şey değildir). Önem mın baş düşmanı ölüm değil acı
li olan ölümü düşünmemek ya da lardır, öte yandan insanın kendini
ölümü önemsememektir. M.T. Ci- ölüme hazırlaması gerekir. “Felse
cero şöyle der: “Emori nola: sed fe yapmak ölmeyi öğrenm ektir”
me esse mortuum nihil aestumo” der Montaigne. “Dünyanın tüm er
(Ölmek istemiyorum, ölmeyi de hiç demi ve tüm sözleri gelir bu nok
önemsemiyorum). Aynı düşünce taya, ölümden korkmamak nokta
384 yi Spinoza’da buluruz: “Özgür in sına dayanır.” M ontaigne’e göre
ÖNCESEL UYUM
dir. Kişi ancak yasalarını kendi is ya başlamıştır. İnsan için önemli
temiyle kendine benimsettiği zaman olan özgeciliği daha da geliştirmek
özerklik ya da özgür davranış söz- ve “başkası için yaşamak” formü
konusu olacaktır. Dışerklik bir kö lünü geçerli kılmaktır. Dostoyevs-
lelik durumudur, özerklik bir ba ki için özgecilik insan olmanın ya
ğımsızlık ya da istemli bağımlılık da kişilikliliğin temel koşuludur:
durumudur. Özerk birey kuralsız “Tam bir bilinçle ve her türlü bas
yaşayan insan değildir, kendi ku kının dışında istemli bir biçimde
rallarını kendi istemiyle belirlemiş adanmak, insanın kendisini başka
insandır. (Bk. DIŞERKLİK) larının yararına adaması bence ki
şiliğin en büyük gelişiminin, yüce
Ö Z G E C İL İK (fr. altruisme; alm. liğinin, yetkin bir biçimde kendine
Altruismus; ing. altruism). Başka sahip olmanın, en büyük özgür se
sının mutluluğunu amaç edinme çişin belirtisidir. Yaşamını isteyerek
eğilimi. Kendini başkalarına adama başkalarına adamak, başkaları için
yatkınlığı. Yarargözetmez biçimde çarmıha gerilmek, odun yığınları
başkasına yöneliş. Spencer’in ben üzerinde yakılmak, bütün bunlar an
cillik anlayışına karşıt olarak terimi cak kişiliğin güçlü bir biçimde ge
önce Auguste Comte kullandı. Bir lişmesiyle olasıdır. Güçlü bir biçim
ahlak anlayışı olarak özgecilik ben de gelişmiş olan bir kişilik, bir kişi
cilliğe karşıt olduğu gibi mutçulu lik olma hakkına tümüyle inanmış
ğun ve yararcılığın da büyük ölçü olan bir kişilik, artık kendisi için hiç
de karşısındadır. Özgecilik özünde bir kuşkuya kapılm ayacağından
insan sevgisini hatta insanlığa aşk kendi kendisine başka bir şey ya
la bağlanmayı gerektirir. Comte’un pamaz, kendini başkalarına adan
“İlke olarak aşk, temel olarak dü maktan başka bir yolda kullana
zen, amaç olarak ilerleme” formü maz, onun amacı tüm öbür insan
lü olumculuğun formülünü ortaya ların kendisi gibi özgür ve mutlu
koyarken özgeciliğin önemini de kişiler olmasıdır. Doğanın yasası
duyurur. Filozofa göre insanın iki dır bu: her olağan insan buna ulaş
doğal eğiliminden biri kendi yara maya çalışır.” (Bk. BENCİLLİK,
rını düşünmeye dayanan bencillik, ÖZVERİ)
öbürü başkalarının yararını düşün
meye dayanan özgeciliktir. Bu iki Ö ZGÜ (fr. propre; alm. Eigene;
temel duygu tüm tarih boyunca in ing. proper). Yalnız bir türde ya da
san yaşam ına egemen olmuştur, bir bireyde bulunan, başka bir tür
kurumlar buna göre kurulmuştur, de ya da bireyde bulunmayan. Bir
savaşlar, fetihler, yenilgiler buna gö şeyi öbür şeylerden ayıran. Belli bir
re yaşanmıştır. Başlangıçta bencil nesneye bağlı olan. Özgü beş ev
lik özgeciliğe baskınken insan ge renselden biridir (cins, tür, özgül
liştikçe özgeci tutumlar öne çıkma ayrım, özgü, raslantı). Lalande öz
ÖZGÜRLÜK
güyü şöyle tanımlar: “Bir sınıfın Ö Z G Ü R LÜ K (lat. liber tas; fr. li
tüm varlıklarına, yalnız onlara bağlı berté; alm. Freiheit; ing. liberty).
özyapı ya da özyapılar toplamı.” Köle ya da tutsak olmayanın duru
mu. Bir başkasının istediğini değil
Ö ZG Ü L (fr. spécifique', alm. spe- de kendi istediğini yapabilenin du
zifisch; ing. specific). Türü belir rumu. Herhangi bir baskı altında
leyen. Türü öbür türlerden ayıran. bulunmayan ve kendi istemine gö
Bir türe özgü olan. Kendi özellikle re davrananın durumu. İyiyi de kö
riyle belirgin olan. Bir türün tüm tüyü de kendi istemiyle gerçekleş-
bireyleriyle ilgili olan. Özgül ayrım'. tirenin durumu. Kendi ilkelerine
bir türü öbür türlerden ayıran. göre davrananın durumu. Latince-
de libertas, servus olmayanın yani
Ö Z G Ü L L E Ş T İR M E (fr. spécifi köle olmayanın durumunu belirli
cation', alm. Spezifikation', ing. spé yordu; o durumda liber olmak ya
cification). Aynı cinsin türlerini bir ni özgür olmak üst sınıf insanı ol
birinden ayırma işlemi. Bir türü bir makla belirgindi. Eskiçağ’ın köle
başka türden ayıran özelliği gös lik düzeninde özgür olabilenler yal
terme işlemi. nızca üst sınıf insanlarıydılar. Or-
taçağ’da da durum değişmedi; ser-
ÖZGÜN (lat. originalis; fr. origi fın çok sınırlı hakları vardı, o hem
nal', alm. originell', ing. original). krala, hem senyöre, hem kiliseye
Kopya ya da öykünme ürünü ol bağlıydı. Özgürlük savları, ortaçağ
mayan. Kendinden başka bir şeye koşullarına son veren mutlakyöne-
benzemeyen, kendi özelliklerini timin hemen her sınıf için aşırı bas
kendinden getiren. Doğrudan doğ kıcı tutumlarına karşı yepyeni bir
ruya yapıcısının elinden çıkmış tutumu belirlercesine gelişti. Yeni
olan. Sıradan olana ya da basit ola yükselen sınıf, burjuva sınıfı, her
na karşıt olarak belli bir değer taşı anlamda, siyasal anlamda da kül
yan. Özgünlük her sanat yapıtının türel anlamda da iktisadi anlamda
başlıca niteliği olmalıdır ya da nite da özgürlüğü savunarak ortaya çık
liğidir. Özgün olmayan yani ben tı. Özgür toplum ve özgür birey fik
zersiz olmayan bir yapıta sanat ya ri Sanayi Devrim i’yle olgunluğa
pıtı demek doğru olmaz. Her yapıt erişti ve başı Fransız Devrimi’nin
benzersizliğiyle değer kazanır. Ben çektiği pekçok özgürlükçü atılımla
zersiz olan hiç görülmemiş olan yaşama geçmeye başladı. Özgür
dır. Gene de onu basit bir düşgü- lük fikri yasa düzeni fikriyle birlik
cünün ürünü olan garip’le karıştır te gelişti ve az sonra Jean-Jacques
mamak gerekir. Gerçek anlamda Rousseau’nun “toplumsal sözleş
özgün bir yapıt elbette bir dehanın me” kavrayışında anlatımını buldu.
ürünü olacaktır. (Bk. ESTETİK, Özgürlük gelişigüzel davranma hak
SANAT) kı olamazdı, özgürlük ancak yasa-
ÖZGÜRLÜK
pıyla mizaç arasında büyük bir ya liklerin varolması gerekir. Özyapı
kınlık vardır, hatta bu iki terim ge benzerliklerinde ve ayrılıklarında
nellikle aynı kavramı karşılar gibi çevrenin, eğitimin, deneyimlerin
dir. Özyapı kişilerin ya da toplu büyük önemi vardır ve özyapı be
lukların belirlenmesine ve bunların lirlemelerinde insanın değişen bir
birbirlerinden ayrılm asına temel varlık olduğunu unutm am am ız
olan dayanaktır. Bu da onların tu onun beşikten mezara kadar süre
tumlarının kavranılmasıyla ve dav cek sarsılmaz özelliklere sahip ol
ranışlarının gözlemlenmesi ve yo duğunu düşünmenin pek de doğru
rumlanmasıyla sağlanacaktır. Mi olmayacağını benimsememiz gere
zaç belirlemelerinde olduğu gibi öz- kir. İnsan bazı özelliklerini doğuş
yapıları da sınıflamak olasıdır. An tan bile getiriyor olsa pekçok özel
cak bireysel özelliklerin ağırlığı dü liğini dünya deneyleri içinde kazan
şünüldüğünde böylesi bir sınıfla maktadır. Gene de hem bireyler
manın ne ölçüde nesnel olacağı tar hem topluluklar için belli özellikler
tışılabilir. Bu tür sınıflamaların ya saptamanın zor olmadığı kesindir.
pılabilmesi için açık ve seçik ruhsal (Bk. MİZAÇ)
özelliklerin, genelgeçer ruhsal özel
4 00
p
PANTEİZM . Bk. HEPTANRICI- zamanla çocukların eğitimiyle ilgi
UK lenir oldular. Pedagoji bir çocuğu
ya da çocuklar topluluğunu bilgi
PARANOYA. Bk. DÜZENLİÇIL- lendirmekten daha çok bir şeydir.
GINLIK. Pedagoglar bir çocuğun ya da ço
cuklar topluluğunun fiziksel, dü
PARANTEZE A LM A K (fr. mise şünsel ve ahlaki niteliklerini geliş
entre parantheses; alm. Einklam tirmekle, çocuğa sağlam bir kişilik
merung). Olgubilim cinin dünya kazandırmakla, bu arada onların
karşısında belirleyici bir tutum al öğrenimlerini sağlamakla yüküm
ması. H usserl’in felsefe diline ar lüdürler. Çağdaş dünyada her ka
mağan ettiği bu deyim dünya kar demede görev yapan öğretmenin
şısında belirleyici olma tutumunu pedagog nitelikleriyle donanmış ol
belirler. Olgubilimci için ne dünya ması gerekir. Her çocuk ayrı bir ki
yı yadsım ak ne de onu kuşkuya şilik geliştirme özelliği ortaya ko
koymak vardır. Paranteze almak yacağından, pedagojide şaşm az
henüz doğrulanmamış bir belirle ku rallard an çok y atk ın lık la rın
meyi doğru ya da yanlış saymadan önemli olduğu kesindir. Bu yüzden
önce yalıtmak ya da yansızlaştır bu alanı bir sanat saymak yanlış ol
mak, eleştiriye açmak, bir başka maz. Gene de pedagojide geldigeçti
deyişle askıya almak işlemidir. (Bk. kurallar sözkonusu olamayacağına
OLGUBİLİM). göre, pedagojinin sağlam temelle
re dayalı bir bilim olarak da düşü
PE D A G O Jİ (fr. pédagogie-, alm. nülmesi doğru olur. Pedagog ço
Pädagogik’, ing. pedagogy). Ço cuğun kişiliğini geliştirirken onun
cuk yetiştirme bilimi. Çocuk ye toplumsal çevreye uymasını sağla
tiştirme sanatı. Eski Yunanistan’da yacak etkinlikleri göstermekle yü
paidagogos çocukları okula götür kümlüdür. Çocuğu bir büyük adam
mekle görevli köleydi. Bu köleler örneği olarak görme kolaylığına 4 01
PERİPATETİKLER
ve doğasını tanımak zordur” diyor dır, yüreği belli bir ritme göre çar
du. M alebranche ruhun bedenle pan insandır: ruhsal olguların her
ilişkisini şöyle belirliyordu: “İlk in zaman fizyolojik karşılıkları vardır.
sanın günahı ruhumuzun Tanrı’yla Öte yandan, düşünen ve duyan in
birliğini öyle zayıflattı ki, bu birlik san kendi düşünceleri ve kendi duy
ancak yüreği arınık, zihni aydınlık gulan olan bir topluma girmiştir, bu
kimselerde kendini gösterir oldu. toplumun ruhsal yaşamı ortak ruh
Çünkü bu birlik duyuların yargıla sal yaşamda yankısını bulur: kişi
rını ve tutkuların devinimlerini kö sel ruhsal yaşam bir anlamda or
rü körüne izleyenler için bir düş ola tak ruhsal yaşamda varlığını sür
rak görünmektedir. Buna karşılık dürür.” Paul Foulqui6 ruhsal olgu
günah ruhumuzun bedenimizle bir larla bedensel olguların aynı biçim
liğini güçlendirdi, öyle ki bizim bu de tanınamayacağını bildirerek şöy
iki parçamız tek bir töz gibi görü le der: “Fizyolojik olgular ancak
nür oldu. Ya da bizi duyularımıza duyularla doğrudan doğruya tanı
tutkularımıza öylesine köle yaptı ki nabilirler, ruhsal olgular ancak bi
bedenimizin bizi oluşturan bu iki linçle doğrudan doğruya tanınabi
parçadan başlıcası olduğuna inan lirler. Buna göre benim gözlerim al
dık.” K ant’a göre ruh anlığın kav dığım yarayı görür ve bilincim on
rayabileceği bir şey değildir, ancak dan doğan acıyı algılar. Ben elbette
o Noumenon olarak vardır, özgür duyduğum acıdan giderek, görme
dür ve zamandışıdır. Deneyciler, diğim yaranın varolduğu sonucu
Hume, John-Stuart Mili ve öbürle na varırım ya da arkadaşımın ya
ri ruhu bilinç olgularına indirgedi rasını görürüm ve onun acı çektiği
ler. Bugün ruhtan daha çok bilinç sonucuna varırım ki bu acı benim
durumlarının ya da ruhsal olgula yaşam adığım bir acıdır, burada
rın bütünü anlaşılmaktadır. Dün ol doğrudan doğruya bir bilgi sözko-
duğu gibi bugün de “ruh” bazen nusu değildir.” Foulquie’ye göre
“zihin”le karıştırılmakta, bazen de ruhsal olgular kişiseldir, onları an
ondan tümüyle ayrı olarak yaşam cak yaşayan kişi anlayabilir. Ruh
ilkesi diye anlaşılmaktadır. Paul sal olgular yer kaplamayan ve öl
Foulquiö ruh ve beden ilişkisini çüye gelmeyen olgulardır. Ayrıca
çağdaş ruhbilim açısından şöyle ruhsal olgular zamanda akıp geçer
açıklar: “Ruhsal olguların fiziksel ol ler. Onlar süreri i, değişken ve ke
gulara karşıt olan özyapıları varsa sintisizdir. Bununla birlikte ruhsal
da, her bireyin bilinç akışı kendine olgularla bedensel olgular arasında
göre bir özgünlük gösterse de ruh sıkı bir bağ vardır. (Bk. BEDEN,
sal olgular yalıtık olarak gözlemle- KOŞUTÇULU K, ÖNCESEL
nemezler. Düşünen ve duyan in UYUM, ZİHİN)
san aynı zamanda soluk alan insan
410
RUHAYRIŞTIRMASI
sı, birçok kuram gelişti. Ruhbilim turulması yolunda çok önemli ve
başlangıçta içebakış yöntem ine riler sağlar, sağlamaktadır. Buna gö
ağırlık verdi. Nice sonra bu yönte re ruhbilimde başlıca yöntemin ta
min yeterli olmadığı görüldü, ken nıtlama yöntemi olduğunu söyle
di ruhsal durumunu gözlemleme yebiliriz. Bunun için hem ruhsal ol
ye kalkan birey gözleme başlar baş guların hem de davranışların ayrın
lamaz bu durumu elden kaçırıyor tılı biçimde gözlemlenmesi ve göz
du. İçgözlemin ya da içebakış yön lemle elde edilen kalıcı verilerin sap
teminin yetersizliği ruhbilimi zorun tanması gerekmektedir. Davranış
lu olarak davranış incelemesine yö gözlemlemesi bir laboratuvar etkin
neltti. İnsanlar ruhbilimde içebakış- liği gerektirir; ölçmelere dayanmak
la elde edemedikleri birçok bilgiyi sızın gelişigüzel yapılacak bir göz
davranış gözlemlemesiyle elde et lem büyük yanılmalara yol açabilir.
tiler. Böylece ruhbilim giderek bir Ruhbilimciler insanlarla hayvanla
davranış bilimine dönüştü, öyle ki rın, bireylerle toplumlann, hasta ki
bazı bilim adamları ruhbilim yerine şilerle sağlıklı kişilerin, ilkellerle uy
davranış bilimi' nin kullanılmasını garların, büyüklerle çocukların dav
önerdiler. Ancak sözünü ettiğimiz ranışlarını gözlemleyerek insan ruh-
bu iki yöntemin birbirine taban ta sallığınm yasalarına yükselmeye ça
bana karşıt olduğunu düşünmek de lıştılar. Bütün bu çabalar içinde bir
doğru olmaz. İnsan davranışlarını çocuk ruhbilimi ortaya çıktı. An
doğru olarak kavrayabilmek ruh cak, çocuk ruhsallığını ortaya ko
durumlarının incelenmesini de ge yabilmek için gerekli olan çalışma
rekli kılar, öte yandan davranışlar ların, çocuk ruhsallığının giriltfıez-
kendileri olarak değil ruh durumla liği düşünüldüğünde hiç de kolay
rını açınlayan belirtiler olarak ele bir iş olmadığı anlaşılır. Ne olursa
alındıkları zaman ruhbilimin konu olsun laboratuvar çalışmaları son
su olabilirler. Elbet bunun karşıtı da derece bilimsel sonuçlar veren ça
düşünülebilir: ruh durum larının lışmalar olmuştur. Olguları yeniden
kavranılması insan davranışlarının, yaratmakla deneye ulaşmak, böy
toplumsal insanın etkinliklerinin an lece son derece ayrıntılı gözlemler
laşılabilmesi için önemlidir. Bugün yapabilmek çabası testlerle destek
de pekçok alanda, özellikle felse lendiğinde insan ruhunun dıştan ele
fede ve estetikte pekçok şeyi doğru geçirilmesi serüveni gerçekleştiril
anlayabilmek için insan zihninin et miş olmaktadır, en azından verimli
kinliklerini en ince ayrıntılarına ka bir temele oturtulmuş olmaktadır.
dar, hatta kurgunun sınırlarına ka Dikkat, bellek, zeka testleri ruhsal
dar gözlemlemek bir gerekliliktir. edimleri ölçmelere indirgeyen çağ
Çeşitli ruh durumlarının, duygu ve daş ruhbilimin sık sık kullandığı
düşünce etkinliklerinin kavranılma araçlarıdır. Bu arada ruhbilim öbür
sı insan yaşamının aydınlığa kavuş insan bilimleriyle ve doğa bilimle 4 1 3
RUHBİLİM
riyle ilişkiler kurarak konusunu ge sefeye de her zaman gereksinim du
nişletmeye ve yöntemlerini geliş yacağı kesindir. Ruhbilim olguları
tirmeye çalıştı. Özellikle yaşam bi nı üç ayrı öbekte toplamak doğru
limi diye tanımlanan biyoloji ve top olur: 1. Etkinlik olguları', tepkim e
lumsal olgular bilimi diye tanımla ler, içgüdüsel davranışlar, alışkan
nan toplumbilim ruhbilimine bellek lıklar, istemli eylemler; 2. Duyu ol
le, zekayla, kişilikle, heyecanlarla guları: hazlar, acılar, tutkular, ar
ve daha başka yetilerle ve etkinlik zular, heyecanlar; 3. Düşünce ol
lerle ilgili çalışmalarında çok önemli guları'. algılar, yargılar, imgeler, anı
veriler sağladı. Munn ruhbilimin lar, fikirler. Böylece ruhbilim dü
çağdaş gelişimi konusunda şunları şünen ve duyan insanla eylemde
söyler: “Deneyi ve davranışı orga bulunan insanı bir bütün olarak ele
nik işlevler olarak gören modem alır. Ruhbilimin büyük güçlüğü bi
ruhbilim özellikle davranışın bilim linç olgularını ya da bilinçdışı olgu
sel araştırmasıyla, yaptıklarımızla ve larını kavramaya çalışmakla ilgili
dediklerimizle ilgileniyor.” Ruhbi dir. Bilincin bilgisi her şeye karşın
lim bu yolda tam anlamında bilim doğrudan doğruya bilgidir, sezgi
sel yöntemlerle donanmış durum seldir ya da doğruca gözlemle elde
dadır: “Denilebilir ki ruhbilimde bi edilir. Bu tür bilgiler tam anlamın
limsel yöntem öbür bilimlerin yön da öznel olmakla birlikte tam tamı
temiyle özünde aynıdır, ancak onun na bilinç olgularının gözlemlenme
bazı ruhsal sorunlara uygulanması sinden elde edildikleri için kendile
öbürlerinde görülmeyen bir güçlü rince bir nesnellik değeri de taşır
ğü getirmektedir. Bu durum özel lar. Bu tür bilgi ben’imizin kendisi
likle şuradan geliyor: insan orga ni bir nesne olarak algılayabildiği
nizması daha çok dış dünyanın güç yerde kendini gösterir. Benim bi
lüklerine ve sıkıntılarına karşı koy lincimi benden iyi kimse gözlemle-
mak zorunda kaldığı zaman herhan yemez. Bilinci gözlemlemek onun
gi bir olgudan daha karmaşıktır.” keşfine çıkmaktır. Bilinç denilen ka
M unn’ın da belirttiği gibi ruhbili palı dünyaya tek giriş öznenin ka-
min asıl güçlüğü konusunun çetre pısındandır ya da bilinç bir kapalı
filliğinden gelmektedir. Bütün bu dünyadır, ona ancak sahibi girebi
gelişmeler içinde ruhbilim eski ba lir. Bilincin herhangi bir nesneye
kış açısını tümüyle bırakmış mıdır? yönelişi basit bilinç'\, kendine yö
Gene de bütün bu gelişmeler için nelişi de düşünülmüş bilinç'i orta
de felsefeye bağımlılığın tam ola ya koyar. Bilinç edimleri genellikle
rak nerede bittiğini ve bilimselliğin basit bilinç edimleridir, bilincin ken
nerede başladığını kestirmek zor dini kavramak üzere kendine yö
dur. Ayrıca olumlu bir bilim olarak nelişi pek az görülür ya da özellikle
ruhbilimin yöntemlerini doğrula gerçekleştirilir. Bilinçaltına gelince,
414 makta enaz öbür bilimler kadar fel o varlığı uzun uzun tartışılmış ve
RUHÇULUK
pek güç benimsenmiş bir bilinç et Leibzig’de ilk ruhbilim laboratuva-
kinliğidir. XVII. yüzyılda Leibniz rını açarak attığı adımın payı bü
Yeni denem e’de “ruhun karanlık yüktür. (Bk. BİLİNÇ, BİLİNÇAL
bölgeleri”nden sözetmişti. Zaman TI, BİLİNÇDIŞI)
la bilincin derinlere doğru inildikçe
karanlıklaşan bir etkinliği olduğu R U H B İL İM C İL İK (fr. psycho-
anlaşıldı. Bilinç üst tabakalarında logisme; alm. Psychologism us; ing.
kargaşık ya da karmaşık bile olsa psychologism). Birçok bilgi alanın
aydınlıktır. Bilinç bu üst kesimde da özellikle bilgi kuramında ve man
kendini ya da kendindekini yetkin tıkta ruhbilimsel bakış açısını ge
bir dikkatle rahatça kavrayabilir. En çerli kılma eğilimi. Felsefenin so
derine indiğimizde en büyük dik runlarını ruhbilimsel çerçevede çöz
kate bile kapalı kalabilen duygu ve me eğilimi. (Bk. RUHBİLİM)
düşünce bileşikleriyle ya da karma
şıklarıyla karşılaşırız. Gelgelelim bu RU H Ç U LU K (fr. spiritualisme;
tabakalara inmek hiç de kolay değil alm. Spiritualismus; ing. spiritua-
dir. Orada uyuyan, kapalı, örtülü, lism). Ruhun bağımsız bir gerçek
hatta ussallıkla tersleşen ya da ken lik olduğunu benimseyen öğreti. Zi
dine göre ussal öğeler vardır. Bu hinsel etkinliklerin yalnızca fizyo
bilinçaltı ya da bilinçdışı alan görü lojik işlevlere bağlı olmadığını, ayrı
nürde bilincin oluşumunu ve akı bir ruhsal lığın sözkonusu olması
şını hiç etkilemeyen, gerçekte her gerektiğini savunan öğreti. Ruhu
an bilinç üzerinde etkili olan alabil bedenden ya da maddeden üstün
diğine zengin ya da verimli alandır: sayan öğreti. Maddeciliğin karşıtı.
yaratmanın son derece pırıltılı ve Dar anlamda ruhçuluk ruhun apayrı
rileri kadar çok büyük sıkıntılar da yani organizmadan bağımsız oldu
bu alanın ürünü olabilirler. Böylece ğunu benimser. Bu yanıyla ruhçu
bilincin ve bilinçdışının tüm olgu luk ülkücülüğe çok yaklaşır. Geniş
larını ve bu olguların davranışları anlamda ruhçuluk Tanrı’nın varlı
mız üzerindeki etkilerini incelemek ğını belirler ve yüce manevi değer
ruhbilimin konusudur. Alışkanlık, lerin varolduğunu bildirir. Ahlak
istem, arzu, eğilim, heyecan, dik açısından ele alındığında insan iki
kat, algı, bellek, imgelem, yargı, yönlü bir varlıktır, birinci yön hay
kavram, fikir, usavurma, daha pek van olmanın özellikleriyle ilgilidir,
çok öge ruhbilimin araştırma ala ikinci yön ruhsal yani duygusal-dü-
nını kurarlar. Ruhbilim bugünkü bü şünsel yöndür ve bu iki yön kar
yük verimini elbette salt bilinç ol şıtlıklar içinde insan varlığını oluş
gularının gözlemlenmesi düzeyin turur. Ahlakçılar insanın hayvansal
den laboratuvar araştırmaları dü özelliklerini değerler açısından ge
zeyine yönelm ekle kazanmıştır. nellikle bir tehlike kaynağı olarak
B unda W u n d t’un 1 8 7 9 ’da görürler. Bu yüzden öteden beri be 4 1 5
RUHSAL
417
SAÇM A (lat. absurdus; fr. absür
s şisi Albert Camus’da buluruz: “Her
d e ; alm . Absürd', ing. absürd). şeyi bana açıklasınlar ya da hiçbir
Mantığın kurallarına aykırı olan. Us- şeyi açıklamasınlar isterim. Us yü
dışı olan. Kendi içinde çelişkili olan. reğin bu çığlığı karşısında güçsüz
Anlamdan yoksun olan. Varoluşçu kalır. (...) Saçma, insanın çağrısıy
felsefe saçma kavramını yaşamın la dünyanın anlaşılmaz sessizliği
temel kavramlarından biri yaptı. Va nin bu çatışkısından doğar.” Bu ara
roluşçu felsefe bu eğilimin kayna da “Saçma duygusu öbür duygu
ğını Pascal’in bilinmez olan karşı lar arasında bir duygudur” diyen
sın d ak i te d irg in liğ in d e bulur. Camus saçma’yı bir tabula rasa sa
Pascal şöyle diyordu: “Kavrayışı yar: “Yöntemli kuşku gibi saçma
mızı düşünülebilir uzayların ötesi da tabula rasa oluşturur. Saçma Bi
ne boşuna taşıyor, şeylerin gerçek zi açmazda bırakır. Ama yöntemli
liğine karşılık yalnızca küçük şey kuşku gibi o da kendi üstüne dö
ler elde ediyoruz. Merkezi her yer, nerek yeni bir araştırmayı başlata
çevresi hiçbir yer olan sonsuz bir bilir.” Saçma, varoluşçu fılozofla-
büyüklüktür bu.” “Böylece insan nn herbirinde azçok değişik anlam
yaşamı aralıksız bir yanılmadır, in lar alır. Örneğin Kierkegaard ve He-
sanlar birbirlerini yanıltırlar, birbir idegger bu dünyadaki yabancılığı
lerini överler. Biz varken kimse biz anlatm ak için onu kullanırlar.
yokken andığı gibi anmaz bizi.” Bu Gabriel Marcel için saçma insani
' deşiklik insanı zorda bırakan, tu- varoluşun gizidir. Sartre onu evre
I tarsızlıklara iten bir eksikliktir. nin anlamsızlığı olarak görür. Sart
[ Pascal’e göre insan bu eksikli du re şöyle der: “Varlığın ussal daya
nunu aşamayacaktır: “İnsan ken- nağı yoktur, varlık nedensiz ve zo-
Ş disi için de başkaları için de örtülü- runluksuzdur: varlığın tanımı bile
[ lükten, yalandan, ikiyüzlülükten bize onun kökel olumsallığını gös
' başka bir şey değildir.” Aynı kay terir.” Dinci varoluşçulan ayrı tu
gıyı varoluşçu düşüncenin ünlü ki tarsak, tüm öbür varoluşçu fılozof- 419
SADİZM
sanatı hem her anlamda bilimsel, anlamı Rodin bize şu sözlerle açık
felsefi, zanaatsal uygulamayı kar lar: “Sanat insanın en yüce görevi
şılıyordu. Ortaçağ sonlarında orta dir, çünkü sanat dünyayı anlamak
ya çıkan üniversitelerde okutulan ve anlatmak isteyen düşüncenin ça
dersler belli bir dizge içinde topar basıdır.” Voltaire bunu daha değişik
lanıyor ve özgür sanatlar diye ad bir biçimde şöyle açıklar: “Sanatla
landırılıyordu. Bu özgür sanatlar ye rın gizi doğanın eksiğini kapamak
di taneydi (trivium: dilbilgisi, bela tır.” Böylece sanat bir işlev yükle
gat, diyalektik; quadrivium: aritme nir: sanatın eski işlevi doğaüstüyle
tik, müzik, geometri ve gökbilim). insan arasındaki bağı kurmaksa,
Ortaçağ’da sanat bizi belli bir so onun yeni işlevi insanı araştırmak
nuca ulaştıran usullerin toplamı ola ve dünyayı buna göre bir düzene
rak anlaşılıyordu: “Ars est systema koymaktır. Bu yolda sanat bilim
praeceptorum universalum, vero- den ve felsefeden ayrı olarak salt
rum, utilitum, consantientum ad kavramsal düşünceyle yetinmez,
m u m eumdemque fınem tendenti- onda insan bir bütün olarak vardır.
tan” (Sanat bir ve aynı amaca yö Yüreğin etkinliği kafanın etkinliğiy
nelik genel, doğru, yararlı, uyu- le bütünleşmedikçe gerçek sanat
şumlu bir genel kurallar dizgesidir). yapıtı ortaya çıkmaz. “El, baş ve
Buna göre ars yalnızca dilbilgisini, yürek birlikte çalışırsa sanat iyi
müziği, belagati... değil aynı za olur” der Ruskin. Bütün sanatlar,
manda resmi, yontuyu, marangoz kullandıkları gereçler ve uyguladık
luğu, mimarlığı... içeriyordu. Ars ları yöntemler ayrı da olsa insanı
bu durumda Yunanlıların teksin’\y\e duygu-düşünce düzeyinde ortaya
eşanlamlı gibiydi. Yeniçağ’ın baş çıkarmakta ortak bir çaba ortaya
larında sanat bu genel anlamını yi koyarlar ve ortak özellikler taşır
tirerek gerçek anlamda bir insan lar. Sanatları birbirinden ayrı alan
araştırması olmaya başladı ve ya- lar saymak ve hele bunlardan biri
rargözetirlikten uzaklaştı. Eski top- ni ya da birkaçını öbürlerinden öne
lumlarda, yukarıda da belirttiğimiz çıkarmak ancak sanattan uzak kal
gibi sanatın özel bir işlevi vardı, in mış kişilerin yapabileceği bir iştir.
sanı doğaüstüne açan bir kapı gi “Tüm sanatlar kardeştir, her sanat
biydi. M ircea Eliade bunu şöyle ö bür sa n a tla ra ışık v e rir” der
açıklar: “Eski toplumlann gözünde Voltaire. Tüm sanatların ortak ama
kültür insan ürünü değildir, doğa cı güzeli gerçekleştirmek ve güzel
üstü kökenlidir. Ayrıca insanın tan de insan gerçeğini ortaya koymak
rılar ve öbür doğaüstü varlıklar tır. “Sanatçı yazgımızı aydınlatır, ya
dünyasıyla ilişki kurması ve onla şamımızı bulur çıkarır” der Bayer.
rın yaratıcı gücüne katılması sanat Sanatçı bunu yaparken donanımlı
aracılığıyla olur.” Oysa sanatın çağ dır, apayrı bir görme gücüdür, bir
daş anlamı çok daha değişiktir. Bu göz’dür. “Sanatçının bize göster- 4 2 3
SANAT
diği o görünmez dünya çok zaman mak önce bir tasarıyı ya da fikri,
gözlerimizin önündeki dünyadır” sonra da bir eylemi gerçekleştir
(Bayer). Buna göre sanatın tek ama mektir. Bu yolda sanatçı hem gi-
cı güzeli yaratmaktır diyebiliriz. Sa dimli düşünceyi hem de sezgisel
natın yarattığı güzel doğrudan doğ düşünceyi kullanacaktır. Hegel
ruya yararlı değildir, insanı insana şöyle der: “Belirlemeyi, ayırmayı,
gösterm ekle, dolayısıyla yararlı seçmeyi bilen düşünce olmaksızın
olur. Sanat kendi amaçlarını ken sanatçı ele almak istediği konuya
dinde taşıyan bir araştırma alanı egemen olamaz, buna göre gerçek
dır. Kendi dışında amaçları olması sanatçı ne yaptığını bilmez diye dü
onu kendi olmaktan uzaklaştırabi şünmek gülünçtür.” / H. Delacro
lir. Sanatsal yaratma yoktan varet- ix: “Sanatçı sanatında kendi evin
me anlamı taşımaz, sanat düzeyin dedir. Bu bir dünyadır. Sanatçının
de yaratmak özgün bileşimler oluş yatkınlığı genellikle tam anlamında
turmaktır. Sanat hiçbir şeyi yoktan özelleşmiştir. Sanatçımn sanatında
varetmeyecektir. Sanatın iki temel da kendi özelliği, kendi özel tema
zorunluluğu vardır: doğal gereci ları, kendi gereci vardır.” / Hippok-
kullanmak ve insan boyunda kur rates: “Yaşam kısa sanat uzundur.”
mak. Demek ki insana insanı gös / Quintillianus: “Sanat aşkı kimse
teren bu etkinlik insan olmanın ko yi zengin etmedi.” / A. Bosse: “İyi
şulları içinde gerçekleşmelidir. Sa bir ressamın tüm öbür sanatları ta
nat yaparken ne başka bir dünya nıması gerektiğini çok kişi söyledi
nın gerecini kullanabiliriz ne de bir ve yazdı, çünkü onun sanatı insa
sanat yapıtını insanın algılayama nın gözüne çarpabilecek her şeyi
yacağı ölçülerde küçük ya da bü evrensel düzende ortaya koyabil
yük yapabiliriz. Sanatçı bileşimle melidir.” / Cardinal de Retz: “Kü
rini kurarken özgün bir yapı oluş çük kafalar sanatın yarattığı hiçbir
turma çabasındadır. Özgünlük sa şeyi doğal saymazlar.” / Fénelon:
nat yapıtını sanat yapıtı kılan birin “Sanat ne kadar büyük olursa ol
ci koşuldur, özgün olmayan hiçbir sun gerçek bir tutku gibi konuş
sanat yapıtı gerçek sanat yapıtı ola maz.” / Fontenelle: “Sanat uyruk
maz. Henri Delacroix “Her bileşim larını sıkmayı seven ama onların sı
kendini oluşturan kurucu öğeleri kılmış görünmesini istemeyen bir
aşar, her bileşim yaratıcıdır” der. tirandır.” / César Chesneau: “Bilim
Hiçbir bileşim rasgele toparlama ler ve sanatlar uygulamayla ilgili
değildir, her bileşim bir fikrin ger gözlemlerden başka bir şey değil
çekleşmiş biçimidir. Her sanat ya lerdir; kullanım ve uygulama tüm
pıtı b ir fikrin açınım ıdır, fikir bilimleri ve tüm sanatları önceledi,
gerçekleşti mi yaratıcı zihin o fikri ama bilimler ve sanatlar daha son
en iyi biçimde dışlaştıracak olan bi ra uygulamayı yetkinleştirdiler.” /
424 leşimi aramaya çıkacaktır. Yarat J.-R. Bloch: “Sanatın yararlılığı
SANATÇI
maddesel düzeyde değildir. Sana rak sanatçı her şeyden önce bir in
tın yararlılığı duygu, heyecan ve san araştırmacısıdır ve insanın duy
yüksek kavrayış düzeyindedir. Sa gu ve düşünce dünyasını tanımak
nat herhangi bir kesimden yana de la ve yansıtmakla ya da tanıtmakla
ğildir, ancak o hiçbir kesimi göz yükümlüdür. Böyle olmakla o ya
den uzak tutmamalıdır, onların ne pıcı ve yaratıcı bir duyarlılığın in
k a n ıtla rın ı ne b ü y ü k lü k lerin i sanıdır, bu duyarlılığını sanatını
görmezden gelmelidir. Sanat onla oluşturma serüveni içinde ya da ya
ra egemen olur, onlarla yüzyüze ge ratma süreçleri boyunca ustalaşa-
lir, onların hakemi olur, herbirini ay rak kazanmıştır. O her şeyden ön
rı ayrı açıklar. Sözcüğün en derin ce bir yaşam gözlem cisidir, bir
anlamında sanat bir açıklamadır. O yaşam ayrıştırmacısıdır, aynı za
insanları birbirlerine açıklar, kadını manda bir yaşam yorumcusudur.
erkeğe ve erkeği kadına açıklar, bu “Bilgin için yaşam bilimde açıkla
günün insanını yarının insanına nırken sanatçı için yaşam sanatta
açıklar, eski zamanların insanını yeni açılanır” der Henri Delacroix. Ona
yetişen genç insana açıklar.” / göre “Sanatçı duyguları estetik bi
D escartes: “D erin düşüncelerle çimleri içinde ve estetik biçimleri
filo z o fla rın y a z ıla rın d a n çok ne doğru yaşar.” Sanatçının sanatı
şairlerin yazılarında karşılaşıyor kendi sanatıdır, sanatçı sanatını
olm am ız şa şırtıc ı görü nebilir. dünyayla ilişkileri içinde özelleşti
Bunun nedeni şairlerin heyecanla rerek kurar ya da kendi özellikleri
ve im gelem gücünün etkisiyle nin belirleyiciliğinde oluşturur. Bir
yazıyor olmalarıdır. Çakmaktaşında anlamda estetik düzeyde dünyanın
nasıl k ıv ılc ım la r v a rsa (ateş içselleştirilmesidir bu. Sanatçı sa
k ıv ılc ım ları) bizde de b ilim in natında kendi kurmuş olduğu özel
kıvılcımları vardır. Filozoflar onları likli bir ortamdadır, kendi özel yur-
uslarıyla ortaya çıkarırlar; şairler dundadır. Sanatçının kurduğu bu
onları imgelemle ortaya koyarlar: dünya apayrı bir dünyadır. Bu an
kıv ılcım lar o zam an d aha çok lamda sanatçı yatkınlıklarını özel
parlar.” (Bk. GÜZEL, ESTETİK, leştirmiş kişidir. Sanatçının sana
YARATMA) tında kendi kişiliğinin izleri vardır
ya da yansıları vardır. Buna göre
SANATÇI (fr. artiste; alm. Künst- her sanatçı kendi özel temalarıyla
ler; ing. artist). Duygu ve düşün ve kendi özel gereciyle belirgindir.
ce çerçevesinde güzeli gerçekleşti Her sanatçı sanatsal gereci kendi
ren. Sanat yapan. Kendini güzelin bilinç koşulları çerçevesinde kulla
gerçekleştirilmesine adamış kişi. Bir nır, kendi öngörüleri çerçevesinde
sanat yapıtının yaratıcısı. Bir yapıtı kullanır. Böylece sanatçı kişiliğim
yorumlayan kişi. Güzeli kuran ya oluşturmuş olur. Sanatçı için birey
da güzelden sorumlu olan kişi ola sel kişilikten ayn olarak ama elbet
SANRI
kavramamız gerekir. Böyle bir kav sinden günümüze çok bir şey kal
rayışa varamamışsak, elde ettiği mamışsa da bu felsefenin metafi
m iz fik ir k a rm a şık o laca k tır. zik konularda Aristoteles’çi, ahlak
Descartes’da fikirlerin açık ve se konularında biraz Stoa’cı biraz Epi-
çik olması çok önemlidir. Bir fikir kuros’çu olduğu bilinir. Seçmeci
açık olabilir yani kendini apaçık or likte adı en çok anılması gereken
taya koyabilir, ama seçik olmaya kişi elbette Leibniz’dir. Leibniz fel
bilir yani başka fikirlerle karışabi sefesini kurarken seçmeci bir tu
lir, oysa seçik olan ama açık olma tum almakla kalmamış, ayrıca seç
yan fikir yoktur. Leibniz şöyle der: meciliği savunmuştur. Onun seç
“Sahip olduğum işaretleri açıklaya meciliği biraz da kendinden önceki
bildiğim zaman bilgim seçiktir. Al felsefelere, özellikle skolastik fel
tının tanımını veren bazı deney ve sefeye karşı kesin yadsıyıcı bir tu
işaretler yardım ıyla gerçek altını tum almış olan Descartes’a yönel
uydurma altından ayıran ayar uz tilmiş bir eleştiridir. Leibniz skolas
manının bilgisi böyle birbilgidir.” tik felsefeye şöyle arka çıkar: “Sa
(Bk. AÇIK) nırım, eskilerin de, derin düşünme
alışkanlığına ermiş, birkaç yüzyıl
S E Ç M E C İL İK (fr. éclectisme', önce dinbilim ve felsefe öğretmiş,
alm. Eklektizismus', ing. eclecti- içlerinden bazıları azizlik katına yük
cisni). Çeşitli dizgelerin uygun gö selmiş usta kişilerin de sözünü et
rünen yanlarını biraraya getirerek tiğimiz şeyler üzerine bilgisi olmuş
bir dizge ortaya koyma tutumu ya tur; onları bugün gözden düşmüş
da eğilimi. Seçmecilik yeni bir şey bulunan tözsel biçimlerin varlığını
getirmekten çok ya da yeni bir şey benimsemeye ve korumaya yönel
getirirken varolanlardan yararlan ten bu bilgidir. Ama onlar bizim ye
ma öngörüsüyle gerçekleşir. Birbi- ni filozoflar topluluğunun sandığı
riyle karşıtlaşan dizgelerin bile bir- gibi ne öylesine doğruların uzağın
biriyle uyuşan yanlan bulunabilir. dadırlar ne de öylesine gülünç du
Dizgelerin birbiriyle uyuşan yanla rumdadırlar.” Seçmeciliği bir öğ
rım alıp uyuşmayan yanlarını bıra reti olarak temellendiren XIX. yüz
karak yeni bir dizge oluşturmaya yıl fra n sız filo z o fu V icto r
gidilebilir. Bununla birlikte seçme- Cousin’dir. Descartes’dan ve Kant-
ci tutum lara felsefe tarihinde az ’dan büyük ölçüde esinlenmiş olan,
raslanılır. Bu da elbette apayrı par felsefeyle dini birleştirmeye çalışan,
çalardan bir bütün kurmaktansa öz ruhbilim sel yöntem i kullanarak
gün bir dizge oluşturmayı yeğ tut kendine özgü bir ruhçuluk geliştir
malarından gelir. Felsefe tarihinin miş olan ve “Dizgeler varsadıkları
bu konuda anılmaya değer ilk filo şeylerle doğru yoksadıklan şeyler
zofu İskenderiye’n Potam on’dur le yanlıştırlar” diyen Cousin’in seç
(M.S. I. yy). Potamon’un felsefe meciliği Fransa’da Temmuz Mut-
SEKİNCİLİK
çeveli üretim yoktu, buna göre çok patrona gider ve böylece artıkde-
büyük sermaye birikimleri de ol ğer oluşmuş olur. (Bk. ART1KDE-
m uyordu. O rtaçağ’ın sonlarında ĞER, DİYALEKTİK, MADDECİ
başlayan yeni geniş çaplı üretim LİK)
düzeni büyük sermaye birikimleri
ne yol açtı, uluslararası ticari ilişki SEVİNÇ (fr. joie; alm. Freude\
leri genişleterek sermayeye ulusla ing. joy). Yoğun esenlik duygusu.
rarası bir geçerlilik kazandırdı. Ser Olumlu duygularla belirgin derin
maye birikimleri üretim araçlarının heyecan. Sevinç bir iç doygunluk
üreticiden serm ayeciye geçmesi belirtisi olduğu kadar bir sonucu
sonucunu doğurdu. Dağınık üre elde etmiş olma belirtisidir. Olayla
timden merkezi üretime geçişte tez ra bağlı olduğu kadar kişilik yapı
gah sahibi işçi durum una düştü, sına da bağlıdır. Sevinmeye yatkın
böylece yeni üretici sınıf, işçi sınıfı kişilikler, iyimserlikleri içinde, en
oluştu. Giderek, yalnızca para de küçük bir olaydan bile sevinç payı
ğil, bütün kazanç kaynaklan ser çıkarırlar; buna karşılık sevinmeyi
maye birikimlerini oluştururken, pek bilmeyenler sevinebilecekleri
emekle sermayenin karşıtlaştığı ye şeylerden bile yeteri kadar sevinç
ni üretim düzenine, sermayecilik'e payı elde edemezler. Her duygu gi
(fr. capitalism e\ alm. K apitalis bi sevinç duygusu da sürekli değil
mus-, ing. capitalism) geçilmiş ol dir. Bu yüzden insanlar arasında
du. Sermaye böylece bir toplum “ Sevinç korku tu cu d u r” görüşü
sal değer olarak ortaya çıktı. Marx yaygındır, çünkü bir sevincin ar
ve Engels şöyle der: “Sermaye or dından hemen bir acının geleceği
tak bir üründür. Öyleyse sermaye düşünülür. Sevinci yaratan başlıca
kişisel bir güç değil, toplumsal bir kaynak duygusal düzeydeki do
güçtür.” Marx Sermaye adlı yapı yumlardır. Sevinç genellikle içte
tında sermayeci düzenin çelişkile olup biter, özellikle olgun insanlar
rini ortaya koymaya çalıştı, serma sevinçlerini yaşarlar ama göster
yeci düzen enaz emekle ve en ucuz mezler. Çocukarda ve erginlerde
emekle en çok kazanç elde etmeye sevinç gösterilere bürünür. O du
çalışan bir düzendir. Patron belli bir rumda sevinç el kol sallayışlarda,
işi yaptırmak için işçilere dört sa yüz çizgilerinde belirginleşir, hatta
atlik ücret öder, daha sonra aynı çelişkili bir biçimde ağlayışlarla or
işi daha güçlü işçilere gördürerek taya konulabilir. Solunumun, kan
aynı iş için üç saatlik ücret ödeme dolaşımının, metabolizmanın hız
yolunu bulmuş olur. Sonra onlara lanması gibi durumlar da sevince
daha kısa sürede daha çok iş çı- tanıklık edebilirler. Sevinç dışa taş
karmalan için baskı yapar ve ek üc maya hazır oldukça yoğun bir duy
ret öder, böylece işi daha ucuza ge gudur, onu kendisini çok andıran
tirmiştir. Artan kazanç her zaman duygularla, örneğin hazla karıştır- 431
SEZGİ
nıflama yaptı. Bacon’a göre bilim rinde bizim hiçbir değiştirici etki
gerçek olanın yani somut olanın miz sözkonusu olamaz. Üçüncü sı
araştırılmasıyla kurulacaktı. Bu da radaki fizik de sayılarla ve nesne
deneysele, olgulara yönelmek de lerle ilgilidir, bu alanda nesneler de
mekti. Bu yeni bilimin ilk ve en ğişkendir ve biz onlar üzerinde de
önemli bölümü doğa olaylarını bir ğiştirici etkide bulunabiliriz. Kim
bütün olarak ele alan ve bellek bili y a 'fa fiziğin karmaşıklığına özgül
mi diye nitelendirilebilecek olan ta- tepkilerde eklenir. Biyoloji'de kim
rih’dir. Doğa olgularını sergileyen yanın karmaşıklığına yaşam olgu
doğal ta rih '\q insanlık olaylarını ları eklenir. Sonuncu bilim en so
sergileyen uygarlık tarihi'm birbi mut bilim olan ve insani olgularla
rinden ayırmak gerekir. Bacon ta ilgilenen toplumbilim'dır. Bugün bu
rihin yanına usla ilgili bilgi alanı di bilimler çokluğunda bir bilim sınıf
ye belirlediği felsefe'yi ve imgelem laması yapmak kolay değildir. An
bilimi diye belirlediği şiir' i koyar. cak bilimler doğa bilimleri ve in
Felsefede üç ayrı bölüm belirler: san bilimleri diye ikiye ayırabiliriz.
dinbilim, doğabilimi (fizik) ve in (Bk. BİLİM)
san bilimi. Fizik ikiye ayrılır: ku
ramsal fizik ve işlevsel fizik. Ku SIN IR (fr. limite', alm. Grenze; ing.
ramsal fizik Aristoteles’in belirle limit). Yanyana iki alanı ayıran
diği dört nedeni araştırır. Madde nokta, çizgi ya da yüzey. Kant No-
sel ve etkin nedenler özel fizik'm , umenon kavramını bir sınır-kavram
sonuçsal ve biçimsel nedenler me (ıein Grenzbegriff) olarak adlandı
tafizik''m konusudur. İnsan bilimi rır. Felsefeyi bir bilgi eleştirisi <5la-
de ikiye ayrılır: bireysel insan bili rak gören Kant, onu kendi sınırla
mi ve toplumsal insan bilimi. He rını bilen düşünce olarak nitelendi
kimlik, mantık ve ahlak bireysel rir. (Bk. NOUMENON)
le, yönetim sanatı ve insan ilişki
leri [toplumsalla ilgilidir. En yeni ve SİM ETR İ Bk. BAKIŞIMLILIK.
en belirgin olmakla birlikte bilimle
rin çeşyitli dallara ayrılmasıyla ge SİM G E (lat. symbolum; fr. sym-
çerliliğini yitirmiş olan sınıflama bole\ alm. Symbol; ing. symbol).
Auguste Com te’un sınıflamasıdır. Bir anlamı dışlaştıran biçim. Bir
Comte bilimleri konulanna göre ya benzerlik ilişkisi altında bir başka
lından karmaşığa doğru sınıflar. Bi şeyi sunan işaret ya da biçim, im
rinci sırada gerçek nesnelerle ilgisi ge ya da nesne. Biçimsel yapısıyla
olmayan, yalnızca sayılarla ilgile soyut bir şeyi ya da kendinden da
nen matematik vardır, bu bilim en ha karmaşık bir şeyi düşündüren
soyut bilimdir. İkinci sırada sayı şey. Simge basit ya da karmaşık
larla ve nesnelerle ilgili olan gökbi herhangi bir imgedir. Basit simge
lim yeralır; gökbilimin nesneleri üze ler daha çok gündelik yaşamda kul 435
SİMGE
na karşı olan her durum her so neklerinin çalışanlar yararına kul
rumlu kişiyi ilgilendirecektir. So lanılmasını öngören siyasal-toplum-
rumluluk yazgı fikrinin aşıldığı yer sal öğreti. Sosyalizm üretimi ve de-
de başlar. İnsanın başına gelecek ğiştokuşu kesin kurallara bağlaya
olanlar önceden belirlenmişse so rak toplumu tüm bireylerin yararı
rumluluk sözkonusu olamaz. Sop- na yeniden düzenlemeyi öngören
hokles’in Oidipus epi Kolono’sun tüm siyasal ve iktisadi öğretilerin
da şu satırlarla karşılaşırız: “Eylem ortak adıdır. Sosyalizm kavramı bir
lerim mi? Onlara ben katlandım, birinden uzak hatta birbirine azçok
onları ben yapmadım” “İzlediğim aykırı birçok düzenleme biçimine
yolu bir şey bilmeden izledim”. Ki karşılık olmakla oldukça kaygan
şinin insanlıktan sorumlu olması hatta bulanık bir kavramdır. Deyim
her şeyden önce kendinden sorum yerindeyse, değişik sosyalizmler
lu olmasını gerektirir. Her kişi ken vardır. Reformcu sosyalizm ya da
di olarak sorumludur. Eski Ahid’de evrimci sosyalizm şiddete dayan
şunları okuruz: “Her kişi kendi ölü madan ya da devrim yapmadan ya
münü ölecektir. Bir oğul babasının sal yollarla yeni bir düzen kurmayı
yanlışını yüklenemez. Bir baba da amaçlar. Devrimci sosyalizm işçi sı
oğlunun yanlışlarını yüklenemez. nıfının yapacağı devrimle gerçek
Doğru doğruluğunun, kötü kötü leşecek, toplumsal ve iktisadi ya
lüğünün karşılığını görecektir.” Or pıda birdenbire değişmelerle yaşa
tak sorum luluklar elbette vardır, ma geçirilecektir. Ütopyacı sosya
ama ortak sorumluluklarda da her lizm gerçeklerden çok öngörüler ve
kes her şeyren önce kendinden so iyi dileklere göre tasarlanmış,‘uy
rumludur. Sorumluluk insanı yaşa gulama şansı pek olmayan sosya
ma bağlayan ve umutlu kılan güç list k u ra m la rın genel a d ıd ır
tür. Saint-Exupéry “İnsan hem so (Thom as M orus, S aint-S im on,
rumlu hem umutsuz duyamaz ken Fourier). Sosyalizm konusunda
dini” der. (Bk. BİLİNÇ) savlar XIX. yüzyılda gelişm eye
başlamıştır ve o yüzyılın sermaye
SORUN (lir. problème; alm. Auf- ci düzen içinde gelişen toplumsal
gabe, Problem', ing. problem). Us adaletsizliklerini dengeleme dilek
sal yöntemlerle yanıtlanması gere lerinden kaynaklamıştır. Bu anlam
ken soru. Bilimsel açıdan çözüm da sosyalizm burjuva ve küçük bur
bekleyen karmaşık durum. Kuram juva sınıflarının topluma yeni dü
la ya da uygulamayla ilgili olan ve zenekler, yeni bir üretim ve değiş
çözüm bekleyen karmaşık yapı. tokuş düzeni getirme çabasında an
latımını bulur, bunda üretimi ve tü
SO SY A LİZ M (fr. so cialism e; ketimi belli kurallara bağlama ve si
alm. Sozialismus; ing. socialism). yasal dengesizlikleri ve olası patla
Büyük üretim ve değiştokuş düze maları önleme isteği baskındır. Ser
SOYUT
444
Ş
ŞAŞM A (fr. étonnem ent; alm. için oldukça yararlı olan” şaşma
Verwunderung; ing astonishment). bireysel kalamayacaktır. Ona göre
R uhsal sarsıntı. O lağandışı bir bir konuda şaşkınlığa uğrayan kişi
durum k a rş ıs ın d a du y u lan şaşkınlığını başkasına yansıtmak
değişiklik duygusu. Beklenmedik ister. Böylece insan şaşma yoluyla
bir olayın uyandırdığı ruhsal tepki. kendini eğitir. K arşılıklı eğitim
A lışılm adık bir durum özellikle b irb irin d e şa şm a d u y g u su
birdenbire karşılaştığımızda bizde yaratmaktan başka bir şey değildir.
şaşma duygusu yaratır. Bu duygu S p in o za K ısa in c e le m e 'sin d e
bizim bu yeni durumu kavramamıza şaşmayla ilgili şu örneği verir: “Hiç
ve ona biraz da olsa alışmamıza uzun kuyruklu koyun görmemiş
kadar sürecektir. H er yeni bizde o lan kişi uzun k u y ru k lu fas
azçok yoğun bir şaşm a duygusu k o y u n la rın ı g ö rd ü ğ ü zam an
yaratır. Yaratıcı insan etkinliğinin şaşacaktır. Anlatırlar, kendi tarlası
te m e lin d e işte bu d u y g u n u n dışında tarla olmadığını sanan bir
varolduğunu söyleyebiliriz. “Her kö y lü , ineği k a y b o lu n c a onu
gün yeni olsun gördüğün, bilge kişi uzaklarda aramak zorunda kalır ve
her şeye şaşan kişidir” der Gide. kendi tarlası dışında çok sayıda tarla
Birdenbire karşımıza çıkıp bizde olduğunu görüp şaşar.”
şaşm a d u y g u su uy an dıran şey
ortadan çekilmeye başladığında biz ŞEM A (fr. scheme-, alm. Schema;
de yavaş yavaş olağanın sınırlarına ing. scheme). Herhangi bir nesne
çekilm eye başlarız. A ristoteles nin basitleştirilmiş sunumu. Leib-
M e ta p h y s ik a ’nın 1. k ita b ın d a n iz’de m onadların tem el ilkesi.
felsefenin m eraktan doğduğunu Kant’da kategorilerle olgular ara
anlatırken “Gerçekte bugün olduğu sındaki aracı birim. K ant’a göre
gibi ilk filozofları felsefi kurgulara duyulur sezgide verilmiş olan ol
iten ş a ş m a ’d ır” der. G asto n guyla anlığın kategorileri arasında
Bachelard’a göre “bilimsel kültür “bir üçüncü terim olm alıdır, bu
445
ŞEY
üçüncü terim bir yandan katego ŞİDDET (lat. terror, fr. terreur;
riyle biryapılıdır bir yandan da alm. Terror, ing. terror). A şın kor
olgularla biryapılıdır ve böylece bi ku yaratma. Bir toplumun ya da bir
rincinin İkinciye uygulanmasını ola topluluğun hatta bir kişinin diren
sı kılar. Bu ara sunum an olmalıdır cini kırmak için bozgun yaratıcı
(hiçbir deneysel öge banndırma- maddi ve manevi yöntemler uygu
malıdır), bununla birlikte bir yan lama. Büyük korku yaratan nesne
dan düşünsel öbür yandan duyu ya da eylem. Şiddet dünyamızda
lur olmalıdır. Aşkın şema işte bu- başından beri bir sindirme yönte
dur.” (Bk. ANLIK, SEZGİ) mi olarak kullanılıyor. Çağdaş top
lumda şiddeti özellikle bürokrasi ay
ŞEY (fr. chose; alm. Ding, Sache; gıtı üretiyor. İnsan için şiddetin kay
ing. thing). Düşünceden bağımsız nağı usdışı düzenlerdedir. Şiddet
olan kendinde varlık. Varolduğu ya yalnızca dövmekle ya da öldürmek
da varolmadığı düşünülen her var le olmuyor; şiddetin en büyüğü yu
lık. Kişi olmayan her varlık. “Gün muşak görünümler altında uygula
delik dilde bu sözcük düşünülen, nan manevi şiddettir. Amaç korku
varsayılan, varsanan ya da yoksa- yaratmaktır. İnsanoğlu okşamayı
nan her şeyi belirler” (Lalande). bile şiddet aracı olarak kullanabil
Apayrı ele alınabilen dural durum mektedir. Pekçok tehdit yumuşak
daki her varlık, olaya ya da olguya bir dille gerçekleştirilir. Her türlü
karşılık olarak bir şey’dir (otomo tehdit insan yaşamında nesneye in
bil bir şey’dir, otomobil kazası bir dirgeyici bir şiddet düzeneği oluş
olaydır). Metafizik anlamında şey turmaktadır. Sevgi üretemeyenler,
kendinde varlığı ya da tözü karşı fikir üretemeyenler, sağlıklı ilişki
lar. D escartes “ruh düşünen bir üretemeyenler genellikle tehdit ya
şeydir” diyordu. Kant’da şey, ol ni şiddet üretirler. İnsanın iç dün
gunun karşıtı olan ya da olgu ol yasında baskı oluşturabilecek her
mayan şeydir, Noumenori dur, ken şey bir şiddet aracıdır. Her şiddet
disinden edindiğimiz sunumdan ba bütüncü ve köktencidir, sorunu bir
ğımsız olarak kendinde varlıktır, va çırpıda çözmek ister ve Machiavel-
rolan ama bilinemez olandır. Kant li’ci bir dizgede açıklığa kavuşur.
şöyle der: “Duyular dünyası ken Ş id d ete y ö n elen k işi, engel
dinde şeyler olmayan olguları içe gördüğü her şeyi niteliğine, anla
rir; ama öbürlerini (Noumenori) an mına, değerine bakmadan giderme
lık doğrudan doğruya benimsemek ye çalışır. Şiddetin mantığı toptan
zorundadır, çünkü o deney nesne giderme mantığıdır, ya hep ya hiç
lerini basit olgular olarak tanır.” mantığıdır, asla bir tartışma mantı
(Bk. KENDİNDE, NOUMENON, ğı değildir. O en yüce değerleri bile
VARLIK) amaç edinebilir. Her şiddet bir ke-
446
ŞİZOFRENİ
447
T
TABU (Polinezya’ca söz). Doku les başlangıçta zihnin hiçbir bilgi
nulması yasak olan. Tabu, Polinez- içermediğini, bilginin ancak duyu
ya’da, gündelik kullanımın dışında organları aracılığıyla, deney yoluyla
tutulan şeydir. Tabu olan bir ağacı sonradan sağlandığını benimsiyor
kesmek yasaktır. Bu yasağa uyma du. Skolastikler Aristoteles’in bu
yan kişi doğaüstü güçlerin hışmına görüşüne göre zihni Tabula rasa
uğrayacak, böylece cezalandırıla in qua nihil est scriptum yani üs
caktır. Tabu’nun bugünkü dillerde tünde hiçbir yazı bulunmayan düz
ki anlamı, dokunulması ya da kul bir levha olarak tanıtladılar. Bu ilke
lanılması yasak olan, kısaca doku felsefede ülkücü bakış açısına kar
nulmaz olan kutsal nesne’dir. İnanç şıt olarak deneyci anlayışın temeli
açısından ve ahlak açısından doku ni oluşturur. İlk gerçek anlatımını
nulmaz olan her şey tabudur. Aristoteles’in öğrencisi Platon’da
bulan ülkücülük her şeyden önce
TABULARASA (“Üstündeki bal öncesel bilginin varlığını benimser.
mumu dümdüz duruma getirilmiş Aristoteles’çi çizgide deneyci ya da
tablet” anlamında lat. söz.). Aris gerçekçi bir felsefe ortaya koymuş
toteles’den gelen, zihnin deneyden olan İngiliz filozofu Locke tabula
flnce boş bir levha olduğunu öne rasa'yı şöyle açıklar: “Başlangıçta
suren, böylece deneyciliğin teme ruh, tüm niteliklerden uzak, her
lini belirleyerek doğuştancılıkla ve hangi bir fikirden yoksun, tabula
usçulukla karşıtlaşan formül. (Or rasa diye adlandırılan bir şeydir. Bu
taçağ’da Avrupa’da öğrenciler bal ruh fikirleri nasıl elde eder? Her za
mumu kaplı bir levhayı bugünkü man sınırsız eylemde bulunan in
defterlerin yerine kullanırlar, ucu san imgeleminin kendisine hemen
sivri bir madenle balmumu üzerine hemen sonsuz bir çeşitlilikte sun
yazı yazarlar, sonra balmumunu duğu bu pekçok sayıdaki fikri bu
düzleyerek levhayı yeniden kulla ruh hangi araçlarla sağlar? Tüm
nılır duruma getirirlerdi.) Aristote usavurmalannın ve tüm bilgilerinin 4 4 9
TAKINTI
diğimiz şeyin gerçek olması gerek da iki kutbu olan Tanrı ve ben aynı
tiğini göstermez, ancak tüm fikir anda yok olurlar.” / Stendhal: “H ı
lerimizin ve kavramlarımızın bir ristiyanların Tanrı’sım bulduğum
doğruluk temeli olması gerektiğini zaman kendimi yitiriyorum: o bir
gösterir; çünkü tam yetkin ve tam zorbadır ve zorba olmakla intikam
gerçek olan Tanrı’nın bunları bize fikirleriyle doludur; onun İncil’i yal
bir temel olmadan koymuş olması nızca kaba cezalandırmalardan sö-
düşünülemez.” “Gene de çoktan zeder. Onu hiçbir zaman sevme
dır zihnimde belli bir görüş var, o dim ve onun içtenlikle sevilebile-
da her şeyi yapabilen bir Tanrı’nın ceğine hiçbir zaman inanmak iste
varolduğudur.” “Ben Tann’yla hiç medim.” (Bk. BİLİM, ÇOKTAN-
lik arasında bir orta yer’im.” “Çok RICILIK, DİN, HEPTANRICILIK,
açık olarak görüyorum ki tüm bi TANRIARAŞTIRMASI, TANRI
lim gerçek Tanrı bilgisine bağlıdır.” TANIM AZLIK, TEKTANRICI-
/ La Bruyère: “Tanrı’nın yokluğu LIK, TÖZ)
nu kanıtlamanın olanaksızlığı ben
de onun varlığını ortaya çıkarıyor.” TANRIA RA ŞTIRM A SI (fr. thé-
/ Fénelon: “İnsan Tanrı’yı sevdik odicée; alm. Theodizee; ing. theo-
çe aşkın da sevgilinin de Tanrı ol dicee). Metafiziğin Tanrı’yı araştı
duğunu daha çok duyar.” / J.B. ran bölümü. Leibniz’in bulduğu ve
Masillon: “Ey Tanrı’m, günahlıyı Thodicée sur la bonté de Dieu, la
kendi körlüğüne bıraktığınızda ne liberte de l ’homme et l'origine du
kadar korkunçsunuz.” / Jean- mal (Tanrı’nın iyiliği, insanın öz
Baptiste Rousseau: “Geçici büyük gürlüğü ve kötülüğün kökeni ü re
lüklerimizi boşuna önemsedik - İn rine tanrıaraştırması) adlı yapıtın
san külünü atalarının külüne kat da açıkladığı bu terim tanrıtanımaz
malı - Hepimizi yargılayacak olan lık ve dünyanın kötülüğü savlarına
aynı Tanrı’dır çünkü.” / Bernardin karşı Tanrı’nın iyiliğini ortaya ko
de Saint-Pierre: “Ben burada insa yan bir araştırma alanının adı oldu.
ni bilimlerden sözediyorum; çün (Bk. METAFİZİK, TANRI, TAN-
kü gerçek bilimlere gelince, onları RIBİLİM)
ancak Tanrı tanır; kendi bilgisinin
g izin e y a ln ız c a o s a h ip tir.” / TA N R IB İLİM (lat. theologia; fr.
Marquis de Sade: “Doğuştan bir théologie; alm. Theologie\ ing.
kör için renkler neyse insan için theology). Tanrı’nın niteliklerini,
Tanrı odur, körün renkleri gözün dünyayla ve insanla ilişkilerini araş
de canlandırması olası değildir.” / tıran bilgi alanı. Tanrı’yla ve dinle
Camille Desmoulins: “Bir Tann ya ilgili felsefi araştırma. Tannbilim di
ratanların bir çocuk yapabilmeleri nin dogmalarını kutsal metinlere
pek büyük bir iş değil.” / Maine de göre doğrulamaya çalışan bir bilgi
Biran: “İnsan biliminin iki terimi ya alanıdır. Tannbilim felsefenin bir da 453
TANRICILIK
lı olmaktan çok dine dayalı başlı- Gide’le yeni bir boyut kazandı. Ta-
başma bir araştırma alanıdır. Fel nırtanımazlığın asıl savunucuları
sefe bağımsız bir araştırma alanı Feuerbach ve M arx’dir. Onlar Tan
dır, oysatanrıbilim ilgili olduğu din rı’ya inanmanın bir gerçeklikten ka
sel kavrayışın dogmalarıyla belir çış olduğunu göstermeye çalıştılar.
lenmiştir. Felsefe tanrıbilime yak Marx “Din halkların afyonudur” di
laştıkça bağımsızlığını yitirir, tan- yordu. / La Bruyère: “Tanrıtanımaz
rıbilim felsefeye yaklaştıkça dog kişi Tanrı’yı ve dini yadsımaz, an
maları temellendirmekle sınırlı ama cak onları hiç düşünmez.” / Denis
cından uzaklaşır. Hemen her felse Diderot: “Evet, bana kalırsa, boşi-
fe Tanrı fikri konusunda kendi yo nanç Tanrı’yı tanrıtanımazlıktan da
rumunu ortaya koyar, ancak bu du ha çok y aralar.” / M arquis de
rum felsefeyi dinin kurallarına zo Sade: “Tanrıtanımazlık şehitler is
runlu bir biçimde bağımlı kılmaz. tiyorsa söylesin, kanım hazırdır.” /
Felsefe Ortaçağ’da büyük ölçüde Hugo: “Tanrıtanımazlığın sonsuz
tanrıbilim anlamını kazanmıştı, da lukta açtığı yaralar bir bombanın
ha sonra eski genişliğini ya da denizde açtığı yaralara benzer. Hep
özerkliğini kazanmaya başladı. (Bk. si kapanır ve böylece sürer gider.”
TANRI, TANRIARAŞTIRMASI) / Gustave Le Bon: “Tanrıtanımaz
lık yayılsaydı eski dinlerden daha
T A N R IC IL IK (fr. théisme-, alm. ho şg ö rü sü z b ir din o lu rd u .” /
Theismus-, ing. theism). Dünyanın Blanqui: “Ne Tann ne efendi.” / G.
nedeni olan kişisel birTann’nın va Santayana: “Benim tanrıtanımazlı
rolduğunu öne süren dinsel öğreti. ğım Spinoza’nınki gibi evren kar
Bu öğretiye göre Tanrı canlıdır, ki şısında gerçek bir sofuluktur.” (Bk.
şiseldir, dünyadan ayrıdır. (Bk. AHLAK, AHLAKSIZCILIK, HİÇ
TANRI) ÇİLİK, TANRI)
kavrayışım ızdan uzaktır. XVII. mun neden öyle değil de böyle dav
yüzyıla kadar gelişim fikri yoktu, randığını, yüzyıllar önceki bir ko
buna göre gelişen bir insanlığın ta mutanın neden öyle değil de böyle
rihi de sözkonusu değildi. XVIII. yaptığını kestirmek zordur. Ayrıca
yüzyılın aydınlanmacı düşünürleri tarihi kavramakla yükümlü kişinin
bile tarihi birbirinden kopuk uygar yani tarihçinin de bir insan olduğu
lıkların ayrı ayrı sergilendiği alan di nu, öznellikle belirgin oluşumları
ye gördüler. Völtaire’in şu sözün kavramakla yükümlü bir özne ol
de bu görüş açık açık belirir: “Tra duğunu unutmamak gerekir. Tarih
jedide olduğu gibi tarihte de bir se çi Seignobos bu yüzden oldukça
rim, bir düğüm, bir de sonuç ol karamsar bir tablo çizer: “Tarih ka
malı.” Oysa çağdaş anlamda tarih dar kötü koşullarda çalışan bir baş
bir ilerleme bilincidir, bizi körü kö ka bilim yoktur. Tarihte doğrudan
rüne geçm işe bağlamaz, tersine gözlemler yoktur, her zaman yitip
yetkin bir geleceğe açar: “İnsan için gitmiş olgular vardır; bütünsel ol
insani değer olarak tarih geçmişi gular hiç yoktur, her zaman ras-
değil geleceği belirler” derL. Gold- lantıyla korunmuş dağınık parçalar
mann. İlk uygarlıkların insanların vardır, geçmişin döküntüleri var
da da yalnızca ve yalnızca yazgıyla dır, tarihçi bir paçavracıdan başka
belirgin bir yaşam fikri vardı. Dü bir şey değildir.” Öte yandan tarih
şey nedensellik diyebileceğimiz bir her ne kadar birbirini anımsatsa da
nedensellik anlayışı içinde ilk uy birbirine benzemez olaylardan örül
garlıkların insanları her olan biteni müştür. Tarih eskilerin sandığı gibi
tanrısal güçlerin istemine bağlıyor bir yinelemeler alanı değildir. Buna
du. Yunan-latin dünyasında ve hıris- göre tarihçinin her olguyu tarihsel
tiyan dünyasında dönüşlülük fikri zemin üzerinde apayrı bir yapı ola
egemen oldu: başlangıçla bitişi bir rak kavraması gerekir. Paul Valéry
leştiren dairesel devinim en yetkin “Tarih yinelenmeyen şeylerin bili
devinimdi, buna göre her şey tam midir” der. Thukydides’in “Tarih
bir yazgılılık içinde başladığı yerde sürekli bir yeniden başlayıştır” sö
bitiyordu. Buna göre çağdaş anlam zü artık tarihin derinliklerinde kal
da tarihi oldukça yeni bir bilim say mıştır. / Voltaire: “Büyük prensle
mak doğru olur. Ancak onun her rin tarihi genellikle insanların ya
anlamda çok rahat çalışan mutlu bir nılgılarının tarihidir.” / Chateaubri
araştırma alanı olduğunu düşünme and: “Ben size olguların öbür yü
m ek gerekir. “Tarih sonunda bir zünü göstereceğim, tarihin göster
ruhbilim sorunudur” der Taine. mediği yüzünü.” / Napoléon Bo
Ruhsal etkinlikler her zaman kay naparte: “Geçmişte sizin yürüyü
gan ve anlaşılması güç etkinlikler şünüzü geciktirebilecek örnekler
dir, tarih de bu etkinliklerle örül aramak gerekmez. Tarihte hiçbir
müştür. Yüzıllar önceki bir toplu şey XVIII. yüzyıl sonlarına benze
TARİHSELLİK
miş bir tekniğin bu makinalar ça tektanncılığın bir başka biçimi olan
ğında insan yiyen makinaya dönüş ve resmi dinlerce sapkınlık sayılan
m esi işten bile değildir. Teknik heptanrıcılıkta olduğu gibi yarattı
adam ya da teknisyen bir uygula ğı dünyayla karışmış değildir, onun
macıdır, bilim adamı değildir ve ar tümüyle dışındadır. Bir ressam na
tık her yerde bilim adamlığı teknis sıl tablosunun dışındaysa Tanrı da
yenliğe doğru dönüşür durumda yaratısının dışındadır. Heptanncılık-
dır. Teknisyen bir işçi değildir, o ta yaratmadan çok bir türüm, bir
çağdaş dünyanın en sevilen, en ge türeme sözkonusudur, evren Tan
çerli kişisidir. Gelişmiş her tekni rı’yı sürdürür durum dadır. (Bk.
ğin yoğun bir bilgi birikimiyle ya ÇOKTANRICILIK, DİN, HEP-
da bilimsellikle denetlenmesi gere TANRICILIK)
kir. Teknoloji'mn (fr. technologie;
alm. Technologie; ing. technology) TEM EL (lat. fondam entum ; fr.
varlığı tekniklerin sağlıklı gelişimi fondement; alm. Grund, Begrün
için bir güvence olabilir mi? Bir tek dung, Grundlage; ing. fundation).
nikler bilgisi, bir teknik usullerle il Bir şeye varlığını kazandıran. Bir
gili araştırma, bir teknikler kuramı şeyin varoluş nedeni olan. Daya
olarak teknolojinin bilimsel araştır nak. Çıkış noktası. Bir düşüncenin
manın yerini tutması, hızlı üretim ana ilkesi. Bir düşüncenin doğru
ve kazanç yöntemlerinden çok in layıcı öğesi. (Bk. DAYANAK)
sani amaçları öngörmesi pek dü
şünülemez. (Bk. KÜLTÜR, UY TEMELLENDİRMEK (fr. fonder;
GARLIK) aim. begründen; ing. to ground, to
found). Sağlam bir dayanağa oturt
TEKTANRICILIK (fr. m ono mak. Bir bilginin, bir düşüncenin
théisme; alm. Monotheismus; ing. dayanaklarını göstermek. Bir dü
monotheism). Dünyadan ayrı tek şünceye dizgesel bir tutarlılık ka
bir Tanrı’nın varlığını öngören din zandırmak. (Bk. TEMEL)
anlayışı. Tektanrıcılık çoktanncılık-
tan sonra gelen ve özellikle hıristi- TEOKRASİ Bk. DİNCİYÖNE-
yan ve İslam dinlerinde anlatımını TİM.
bulan bir anlayıştır, bu anlayışın kö
kenleri M.Ö. XII. yüzyıla, yahudi TEORETİKBk. GÖRÜMCÜ.
dinine kadar dayanır. Ancak tek-
tanrıcılığın gerçek gelişimi Eski- TEPKİME (lat. reflexus; fr. ref-
çağ’ın kapanıp Ortaçağ’ın başladı lexe; aim. Reflex; ing. reflex'). Be
ğı dönemlerde olmuştur. Tektanrı- denin herhangi bir uyarana göster
cılık her yerde bulunan, tamgüçlü diği doğal ya da edinilmiş dolaysız
olan ve her şeyi bilen mutlak bir tepki. Çevreden gelen bir uyarıya
Tanrı’nın varlığına inanır. Bu Tanrı istemsiz tepki. Organizmanın özel
TİP
sanlar toplumun yararı için var de lar.” Jean-Jacques Rousseau top
ğildir.” Bu karşıtlıkta hak ve ödev lumsallığın önemini şöyle belirler:
kavramları belirir. Kimileri toplum “İnsan toplum için doğmuştur. Onu
karşısında bireyden yana çıkıp hak toplumdan ayırın, toplumdan yalı
kı, kimileri birey karşısında toplum tın, fikirleri dağılacak, özyapısı de
dan yana çıkıp ödevleri savunur ğişecek, yüreğinde binlerce duygu
lar. Her ne olursa olsun bireyle top belirecektir, işlenmemiş topraktaki
lumu karşı karşıya koymak pek de dikenler gibi ruhunda garip düşün
gerçekçi bir tutum gibi görünmü celer fılizlenecektir. İnsanı bir or
yor, çünkü toplumsallık insan için mana koyun, orada o yırtıcı ola
herhangi bir seçim konusu değil bir caktır; bir çitin içine kapatın, zo
zorunluluktur. Aristoteles insanın runluluk fikrinin kölelik fikrine ka
ussal bir hayvan olduğunu, toplum vuştuğu bu yerde yaşamak daha
sallığa mahkum olduğunu, çünkü da kötüdür. Bir ormandan çıkılır,
bir insan bireyinin toplumsallık dı bir çitin içinden çıkılmaz. İnsan or
şında varolmasının olası olmadığı manda özgürdür, çitin içinde köle
nı bildirmişti. Gerçekten her türün dir. Sefillikten çok yalnızlığa katla
bireyi doğanın bağrında yaşamını nabilmek için belki de çok büyük
şu ya da bu koşulda tek başına sür bir ruh gücü gerekecektir. Sefillik
dürebilir, bu insan için olacak şey alçaltır, yalnızlık bozar.” Öte yan
değildir. Yaşamının aşağı yukarı ya dan toplumsallık insanı tek bir top
nsını yetkinleşmek için harcayan in lumun üyesi olmak ve onda sınır
san bireyi son derece kırılgandır, o lamaktan ötede bütün bir dünyaya
ancak ve ancak türdeşleriyle yaşa açan bir özelliktir. Gerçek anlamda
yabilir. Buna göre toplumsallık in toplumsallaşmış insan kendini tek
sanın zorunlu bir niteliğidir diyebi bir toplumun değil bütün bir insan
liriz. Ne ölçüde toplumsallaşabil- lığın üyesi sayacaktır ya da duya
mişsek o ölçüde insanlaşmışız de caktır. Bem ardin de Saint-Pierre
mektir. Montesquieu, biraz da ken şöyle der: “İnsan toplumları karın
di toplumuna bağlılıkla şöyle diyor ca toplumları gibi yalıtık olsalardı
du: “İnsanın toplumsal hayvan ol karınca toplumlarından daha bilge
duğunu söylerler. Buna göre ben olmayacaklardı.” Gerçekçi çerçe
ce bir Fransız başka bir insandan vede Yeniçağ gerçek anlamda top
daha insandır, eşsiz insandır, çün lumsallaşmış insan fikrini getirir
kü yalnızca toplum için yaratılmış ken duygucu eğilimler ya da top
gibidir.” Montesquieu insanın top lumsallığa aykırı tutumlar insana
lum içinde güçsüzlük duygusundan doğaya dönüşü düşündürdü. Mar
sıyrıldığını söyler: “İnsanlar toplum quis de Sade “Ben toplumun insa
içine girdikleri anda zayıf oldukları nı olmaktan önce doğanın insanı
duygusunu yitirirler; aralarındaki yım” der. Ne olursa olsun birey
464 eşitlik kalkar ve savaş durumu baş toplumun zorunlu bir üyesidir, çün-
TOPLUMBİLİM
koluşu bütünün yokoloşunu geti Locke tözle ilgili olarak şunları söy
rir. Bazı filozofların deyişiyle, ci ler: “Niteliklerin yalnız başlarına
sim için yüzeyin ve yüzey için çiz varlıklarım nasıl sürdürdüklerini an
ginin durumu böyledir ve daha ge lamayarak onların kendilerine da
nel düzeyde, bu filozoflar sayıyı bu yanak olan bazı ortak nesnelerde
yapıda bir töz olarak belirler, çün varolduklarını varsayıyoruz ve bu
kü sayı bir kere ortadan kalktı mı dayanağı da töz diye adlandırıyo
artık hiçbir şey kalmayacaktır, çün ruz.” Öte yandan, olguculuğa kar
kü her şeyi sınırlandıracak olan şıt olarak tözün ya da tözlerin va
odur. Ayrıca tanımda ortaya konu rolduğunu bildiren öğretiye tözcü
lan özelliklilik de her şeyin tözü lük (fr. substentialisme', alm. Subs-
dür.” Descartes için töz “varol tantialismus; ing. substantialism)
mak için kendinden başka bir şeye diyoruz. (Bk. DİYALEKTİK, DÜ
g erek sin im i o lm a y a n ” şeydir. ŞÜNCE, FELSEFE, METAFİZİK)
Descartes’a göre, bazı şeyler, baş
ka bazı şeyler varolmadan yarala TRANSFER Bk. GEÇİŞİM.
mazlar; bazı şeyler de varolmak
için yalnızca Tann’nın yardımından TR A N SFO R M İZM Bk. DÖNÜ
başka başka bir şeyi gereksinmez ŞÜMCÜLÜK.
ler; işte bu İkincilere töz demek ge
rekir. Spinoza için de töz kendinde TU TA R LILIK (lat. cohaerentia;
olan şeydir: “T öz’den kendinde fr. cohérence', alm. Zusam m en-
olan, kendiyle kavranılan, fikri bir hang; ing. consistency). Bir bilgide
başka şeyin fikrine gereksinim gös çelişki bulunmaması. Bir öğretiyi
termeden oluşan şeyi anlıyorum.” oluşturan fikirlerin arasında man
Leibniz için töz monad’dır: “Bir töz tıksal bağlantının varolması. Bir bil
ancak yaratılışla başlar ve yokoluş- ginin uyumlu bir birlik oluşturma
la ölür; bir töz ikiye bölünemez; iki sı. Bir fikirler topluluğunun düzen
tözden bir töz yapılmaz; tözler dö li bir birlik oluşturması. (Bk. YÖN
nüşürler ama sayıları doğal olarak TEM)
ne artar ne eksilir. Ayrıca her töz
bütün bir dünya gibidir, her töz TUTK U (lat. passio', fr. passion',
Tanrı’yı ya da evreni kendine göre alm. Leiden; ing. passion). Bir nes
açıklar.” “Tözsel olguların karşılıklı neye büyük bir istekle ya da heye
uyumunun nedeni yalnızca Tan- canla yöneliş. Bir nesneye yöneliş
rı’dır, birinde özel olanı tümünde te belirgin yoğun duygusallık. Tut
genel kılan yalnızca Tanrı’dır, öyle ku yargıları askıya aldıracak ya da
olmasaydı hiçbir bağlantı olmazdı. yanış yargılar verdirecek kadar yo
(...) Tek bir töz hiçbir zaman baş ğun bir duygudur. Bu yüzden Ri-
ka bir töz üzerinde etkide buluna bot; “Düşünce düzeninde sabit fi
4 70 maz ve onun etkisinde kalamaz.” kir neyse duygu düzeninde tutku
TUTKU
odur” der. Descartes tutkulan duy yecek kadar yoğun olurlar. Tutku
gusal olgular olarak tanımlamış, yu verimli kılmak onu bilincin de
hayranlık, aşk, kin, arzu, sevinç, netimine almakla olasıdır. Bilinçle
acı olmak üzere altı ayrı tutku be denetlenen bir tutku da tutku ol
lirlemişti. Melinand tutkunun her maktan çıkacaktır. Tutku cinayet
şeyden önce bir itki olduğunu söy lere ve hırsızlıklara yo! açacak ka
ler. Ona göre tutku bir varlığa ya dar koyu olduğu zaman tüm ussal
da bir nesneye doğru güçlü bir atı denetimin dışında gerçekleşiyor de
lımdır, bu atılımı durdurmak zor mektir. Tutkunun bazen çılgınlık
dur ya da olanaksızdır. O aynı za lara yol açtığı da görülür. Demop-
manda bir takıntı'dır. Tutkulu kişi hiles M.Ö. VI. yüzyılda “Güneş ba
dikkatini tek bir şey üzerinde top zen bulutlarla kararır, us da bazen
lamaktadır. O bir alışkanlık değil tutkularla kararır” diyerek tutkula
dir, ancak alışkanlıklara bağlı ola rın önemini göstermiştir. Publilius
bilir: her akşam kumar oynayan kişi Syrus “Tutkuların sana egemen ol
için kum ar bir tutku olm uştur. sun istemiyorsan sen tutkularına
“Tutkuların kökeninde unutulmaz egemen ol” demiştir. Ribot tutku
bir an vardır. Bizde bir gün öyle bir larla ilgili olarak şunları söyler: “He
yaşama sevinci, öyle derin bir hay yecan ilksel ve kaba bir durumdur,
ranlık, öylesine bir sevinç -ya da tutku ikincil ve daha karmaşık bir
tersine öylesine bir başkaldırma, durumdur. Heyecan doğanın ürü
öylesine bir tiksinti- uyanır ki, on nüdür, varlığımızın doğrudan doğ
dan sonra bu eşsiz anın etkisinde ruya sonucudur, Tutku bir ölçüde
yaşarız. Bundan sonra arzu büyür doğal bir ölçüde yapaydır, düşün
de büyür, bu arzu eşsiz heyecanı cenin ürünüdür, içgüdülerimize ve
yeniden yaşama arzusudur” (Meli eğilimlerimize uyarlanmış düşün
nand). Tutkuda her zaman abart menin ürünüdür.” Buna göre tut
ma ya da gerçeklikten uzaklaştır kuda her zaman bir aşırılık vardır.
ma vardır. Tutkulu kişi arzuladığı “Tüm tutkular abartılmıştır, onlar
nesneyi başkalarının gördüğünden abartılmış oldukları için tutkudur
daha değişik görür, hatta bazen da lar” der Chamfort. Juffroy da “Tut
ha iyi görür. Anne çocuğunun, aşık kularla düşünmek saçmadır: onlar
sevgilisinin özelliklerini çok zaman usu dinleselerdi tutku olmazlardı”
daha iyi kavrar. Ancak bu olumlu der. Tutkuda buna göre ussalla us-
görü tutkuda her zaman olası de dışı çarpışır. Tutku hem usdışıdır
ğildir. Tutku tüm bilinç alanına ya hem mantıksaldır, mantıksal oldu
yılan ve onu ele geçiren, kendin ğu ölçüde usdışıdır, onda ussal
den başka her şeyi bulandıran ya öğelerle ussal olmayan öğeler bir
da etkisiz kılan bir duygudur. Tut bütün oluşturur. /Descartes: “Bir
kular bazen tüm eneıjimizi yönete tutkudan bir tutkuya geçiş komşu
cek, tüm davranışlarımızı belirle tutkular aracılığıyla olur. Bununla 471
TUTUCULUK
dan tek tek durumlara iner. Tüm gelimi temel aldı. Descartes’da sez
dengelim tek bir önermeden yola gi anlık bir sunuma karşılık olan
çıkılarak yapılıyorsa dolaysız tüm bir zihin işleviyken, tümdengelim
dengelim, birkaç önermeden yola “kesinlikle bilinen bazı şeylerden
ç ık ıla ra k y a p ılıy o rs a d o la y lı zorunlu olarak çıkan her şey”di.
tüm dengelim diye adlandırılır. U sçu bir filozofun, örneğin bir
Tümdengelimi ve onun öbür yüzü D escartes’ın yöntem in temeline
yani eşi ya da bir bakıma karşıtı tümdengelimi koyması doğaldır. Bir
olan tüm evarım ı bize ilk olarak deneyci için bilgi duyu deneyleriy
Aristoteles açıkladı. Aristoteles’e le tek tek toplanan şeydir, onun bu
göre tümdengelim denilince tasım yüzden tümevarımı birinci planda
yöntemleri anlaşılır. Tasımda küçük önemsemesi doğaldır. Usçu bir fi
önerme aracılığıyla büyük önerme lozof, doğuştan fikirlerin varlığına
den sonuca ya da vargıya ulaşırız: inandığından, yöntemini kavram ya
“Bütün insanlar ölümlüdür” (büyük da fikir ayrıştırmasına dayandıra
önerme), “Sokrates insandır” (kü cak, bu yüzden tümdengelimi bi
çük önerme), “Sokrates ölümlü rinci planda önemseyecektir. Bu
dür” (vargı). Bu örnekte “ölümlü” çerçevede D escartes’m çağdaşı
büyük terim, “insan” orta terim, Francis Bacon yeni bir bilimsel
“Sokrates” küçük terimdir. Tasım yöntem kavrayışı geliştirirken tü
da en önemli rol orta terimindir; o mevarımı tüm dengelim den daha
bir aracı ve bir dayanaktır. Tası önemli sayacaktır. Aşkın tümden
mın değişik biçimleri vardır ve bu gelim, Kant’da ruhun ilksel yapı
biçimlerde orta terim her zaman be taşları olan ve tüm deneyi öncele-
lirleyicidir. Tasımın üç ayrı biçimi yen kategorilerden yola çıkarak bi
vardır ve her biçim değişik tiplere limin genel ilkelerini ortaya koy
ayrılır. Birinci tasım biçiminde orta maktır. (Bk. M ANTIK, SEZGİ,
terim büyük önermenin öznesi ve TASIM, TÜMEVARIM)
küçük önermenin yüklemidir. İkin
ci tasım biçiminde orta terim bü TÜM EVARIM (lat. inductio\ fr.
yük önermenin ve küçük önerme induction-, alm. Induktion; ing.
nin yüklemidir. Üçüncü tasım biçi induction). Özel verilerden bu ve
minde orta terim büyük önerme rileri içeren bir önermeyle geçme
nin ve küçük önermenin öznesidir. mizi sağlayan usavurma. Belli sa
Aristoteles felsefesinde yöntemin yıda özel veriden daha genel bir ya
özünü oluşturan tümdengelim yön da birkaç önermeye yükselme. Bazı
temi skolastik felsefede bol bol kul verilerden bazı genel sonuçları çı
lanıldı. Descartes XVII. yüzyılda karmaya dayanan zihin işlemi. La-
yöntemini kurarken tümdengelim lande: “Bazen usavurarak bazen or
ve tümevarıma sezgiyi ekledi, an taya koyarak bazı belirtilerden bu
cak bu üçünden sezgiyi ve tümden belirtilerin azçok olası kıldığı olgu- 4 7 3
TÜR
474
U Ç T E R İM (fr. extrême; alm. Ae-
u aim. Nationalismus-, ing. nationa
usserste; ing. extreme). Mantıkta lism) ulusal değerlerin çokça yü
ortaterime karşıt olan büyükterim celtilmesi eğilimidir. Böylesi bir yü
ve küçükterim. Örnek: Bütün in celtm e aşırı biçim lerinde başka
sanlar ölümlüdür. Sokrates insan ulusları hiçe saymayı ve hor görme
dır. Sokrates de ölümlüdür. Bu ta yi getirebilir. Georges Chastellain
sımda “insanlar” ortaterim, “Sok XV. yüzyılda şöyle diyordu: “Kral
rates” ve “ölümlü” uçterimdir. (Bk. lar ölür, uluslar dağılır gider; insanı
BÜYÜKTERİM, KÜÇÜKTERİM, mezara kadar izleyen ve ona ölüm
ORTATERİM) süz onuru kazandıran yalnızca er
demdir.” Ulusçuluk, aşırı biçimle
ULUS (fr. nation; alm. Nation; rinde erdemi umursamayan ve in
ing. natioı\). Aralarında kültür bir san saygısından uzak düşen bir an
liği bulunan bireylerin kurduğu top layıştır. / Montesquieu: “Tüm ulus
lum. Bir devlet oluşturan toplum. ları inceleyin, göreceksiniz, çoğun
Bir ülkede birlikte yaşayan yurttaş da ciddiyet, gurur ve tembellik uy
lar topluluğu. Ulus bir kültür birliği gun adım ilerlemektedir.” / N apo
ortaya koyuşuyla bir yönetim ay léon III: “Çıkarları uluslarının çı
gıtı olan devletten ayrılır. Ulus kav karlarına bağlanmayan yöneticile
ramı ulusal bütünlüklerin yani or re çok yazık!” / Louis Blanc: “İçin
tak kültür değerleri ortaya koyan de bir sınıfın ezildiği bir toplum ya
toplumlann ortaya çıktığı XVI. ve ralı bir adama benzer: yaralı bacak
hatta XVII. yüzyıldan sonra oluş sağlıklı bacağın çalışmasını engel
maya başlamıştır. Gerçek anlamda ler.” / Baudelaire: “Ulusların kendi
ulusal devletlerin kuruluşu XVIII. lerine karşın büyük adamları var
yüzyılda olmuştur. Çağdaş toplum dır.” / Jean Giraudoux: “Uluslar da
da ulus en büyük yetkedir ve ege insanlar gibi görülmez kabalıklarla
menliğin tek sahibi ve temsilcisi yokolurlar.” / M. Prévost: “Kadın,
dir. Ulusçuluk (fr. nationalisme-, yorgun ulusların bağrında, yepye- 475
UNUTUŞ
garlık doğru çizgi üstünde ilerle şöyle der: “Toplumsal yaşam özün
mez; insanlık yaşamının uzun bir de uygulamalıdır. Kuramı gizemci
yolda güç bir yolculuk olduğu, bu liğe doğru yönelten tüm gizler us
yolda ölümsüz yolcunun her zaman sal çözümlerini insani uygulamada
ilerleyerek bir inip bir çıktığı bilin ve bu uygulamanın kavranılmasın
mediğinde onun insanı mutsuz ede da bulurlar.” “İnsan düşüncesinin
cek durma ve gerileme zamanları nesnel bir doğruya ulaşıp ulaşama
vardır.” / P. Bourget: “İnsan uy yacağını bilm ek sorunu uygula
garlaşarak barbarlığını karmaşıklaş mayla ilgili bir sorundur.” (Bk. KU
tırıp sefilliğini inceltmedi mi?” / L. RAM, PRAXİS)
Febvre: “Bir uygarlık ölebilir, uy
garlık ölmez.” / George Duhamel: UYMA (fr. adaptation; alm. An
“Uygarlık insanın yüreğinde değil passung; ing. adaptation). Orta
se hiçbir yerde değildir.” / Paul mıyla uyum içinde olanın durumu.
Ricoeur: “Her insanın uygarlığı hem Bir organın ya da bir işlevin ortamla
bir iş uygarlığı hem bir söz uygar daha uygun bir ilişki adına değişik
lığı o lacak tır.” (Bk. KÜLTÜR, liğe uğraması. Bir organizma yeni
TEKNİK) yaşam koşullarıyla uyum içinde ol
mak üzere yavaş yavaş değişikliğe
UYGULAM A (lat. practice; fr. uğradığında uyma gerçekleşir. Uy
pratique; alm. Praxis, Übung', ing. ma ya da ortama uyma konusunda
practice). Çevreyi dönüştürmeye başlıca iki kuram vardır. Bunlardan
yönelik istemli etkinlik. Somut so biri Darwin’in kuramıdır. Bu kura
nuçları elde etmeyi öngören istem ma göre canlıda uymayı sağlayan
li etkinlik. Kuramsala karşıt olarak etki dıştan yani ortamdan gelmek
edimsel olan etkinlik. Uygulama tedir. Öbürü Lamarck’ın kuramı
dünyaya ya da somut gerçekliğe dır. Bu kurama göre de uyum or
dönüşümler getirebilecek eylemle ganizmanın kendi etkinliğinin bir
rin ortak adıdır. Kant Salt usun sonucudur. Darwin’e göre Afrika
eleştirisi' nde şöyle diyordu: “Usu toprakları kuraklaşınca ve ağaç
mun (kurgusal ya da uygulamalı) yapraklan hayvanlann uzanamaya
tüm ilişkisi şu üç soruda içerilmiş- cağı kadar yukarılara çıkınca yal
tir: 1. Ne bilebilirim? 2. Ne yapabi nız bu yapraklara ulaşabilen uzun
lirim? 3. Ne umabilirim? Birinci so boylu hayvanlar (zürafalar) yaşa
ru basitçe kurgusaldır. (...) İkinci m larını sürdürebilm işlerdir. La-
soru basitçe uygulamalıdır. (...) m arck’a göre hayvanlar yukarıda
Üçüncü soru: yapmam gerekeni ki yapraklara uzanabilmek için ku
yaptığımda ne umabilirim? hem uy şaklar boyunca yavaş yavaş bo
gulamalı hem kuramsal bir soru yunlarını uzatmışlardır. Çevreye
dur.” Uygulama sorunuyla en çok uyma sorunu aynı zamanda ruhbi
480 M arx’çi felsefe ilgilenmiştir. Marx limin de sorunudur. Toplumsal ya
UYUŞMAZLIK
482
u
Ü C R ET (lat. salarium; fr. salaire;
■ ■
ÜTOPYA (fr. utopie\ aim. Utopie; kurar, bu arada özel mülkiyeti her |
ing. utopia). Gerçeklikle ilgisi ol türlü kötülüğün kaynağı olarak be- j
mayan siyasal ve toplumsal düzen lirler. Thomas M orus’un tasarla- |
tasarımı. Ülküsel yaşam düzeni. dığı Utopia adasında özel mülkiyet i
Gerçekleşmesi olanaksız görünen de para da yoktur. Orada herkes j
tasarım. Terim İngiliz yazarı Tho emeğiyle yaşama katılır. Utopia’lı-
m as M o ru s ’un (1 4 7 8 -1 5 3 5 ) lar ürettiklerini ortak depolarda bi
1516 ’da yayımlanan ve kısaca Uto riktirirler ve gerektiğinde kullanır
pia diye bilinen De optimo reipub- lar. bu adada tam anlamında de
licae statu deque nova insula Uto mokratik bir yaşam düzeni vardır.
pia adlı yapıtından gelmedir. Daha A. France şöyle der: “Ütopya her
sonra ülküsel ve uygulanamaz dev ilerlemenin ilkesidir, eskinin ütop-
let tasarımları getiren tüm yapıtlar yacılan olmasaydı insanlar bugün
“ütopya” diye nitelendirilmişlerdir, de mağaralarda sefil ve çıplak ya
bu yapıtların başında da Tommaso şıyor olacaklardı. İlk sitenin çizgi
Cam panella’mn Civitas solis (Gü lerini ütopyacılar çizdiler. İyiliğe açık
neş ülkesi) vardır. Thomas Morus gerçeklikler genel düşlerden çıkar.
Utopia'sında adaletli düzen düşleri (Bk. FİKİR, ÜLKÜ)
4 88
V
VARGI (lat. consequential fr. con ka bir şey olmayan bir varlığı biz
sequence; aim. Konsequenz; ing. ancak k en d im izd e b u lu y o ru z.
consequence). Bir usavurmada ön B en’le bedenim, ben’le dünya ara
cüllerden çıkarılan sonuç. (Bk. ÖN sında geçişli bir ilişki yoktur, ben
CÜL) yalnızca ‘içe doğru’ taşabilir.” (Bk.
KENDİNDE, ŞEY)
VARLIK (fr. être; aim. Sein; ing.
being). Varolan her şey. Genel V A R LIK B İLİM (fr. ontologie;
olarak varoluş. Varolduğu düşü- alm. Ontologie; ing. ontology).
nülebilen her şey. Varlık sorunu fel Varlık üzerine ussal araştırma. Var
sefenin en eski sorunlarından biri lığı varlık olarak ele alan araştırma.
dir. Varlıktan çok zaman yaratılmış Kendinde varlık araştırması. Var-
olan evren anlaşıldı. Varlık çok za lıkbilim varlık olarak varlık araştır
man da Tanrı anlamında kullanıldı. ması yaparken varlıkla ilgili çeşitli
Varlıkla ilk ilgilenen filozof Parme kavramları tartışır, bu kavramların
nides oldu. O “Bir Varlık”ı varsayı başında “olası”, “gerçek”, “etkin”,
yor, onu her şeyin temeli olarak de “edilgin”, “olumsal”, “zorunlu”,
ğerlendiriyordu. Felsefe tarihi bo “belirlenm iş”, “belirlenm em iş”,
yunca filozoflar bu terime oldukça “sonlu”, “sonsuz”, “yetkin”, “ek
değişik ama birbirine yakm anlam sikli”, “öz”, “biçim” gelir. Varlıkbi-
lar verdiler. Ayrılıklar ne olursa ol limin kurucusu “varlık olarak var-
sun o her zaman varolan’ı karşılı lık”la “raslantısal olarak varlık”ı bir
yordu. / Hegel: “İnsanın gerçek birinden ayıran ve bilimi ya da fel
varlık’ı özellikle onun işlemidir; bi sefeyi varlık olarak varlık araştır
rey yalnızca bu işlemde etkin ola ması diye anlayan Aristoteles’dir.
rak gerçektir.” / M. Merleau-Ponty: Aristoteles şöyle der: “Varlık ola
“Varlığın içine kendimizde, yalnız rak varlık’ı ve ona temelden bağlı
ca kendimizde dokunabiliriz, çün olan nitelikleri inceleyen bir bilim
kü bir içi olan ve hatta bir içten baş vardır. Bu bilim özel bilimler deni-
489
VARLIKBİLİMCİLİK
len bilimlerin hiçbiriyle karışmaz, rak olmaktır. İnsan için varoluş so
çünkü özel bilimlerden hiçbiri ge mut ve bilinçli bir deneye sahip ol
nellikle varlık olarak varlık’a yönel maktır. Bergson varoluşu sürekli
mez, ama varlık’m belli bir bölü değişme durumu olarak anlar. Va
münü ayırarak, yalnızca bu bölü rolmak yapmaktır, ancak bu ikisi
mün niteliğini inceler: matematik bi gene de birbirinden ayrılabilecek
limlerinin durumu budur. İlk ilke şeylerdir: yaşamak daha çok ya
leri ve en yüksek nedenleri aradı şamsal etkinliklerini gerçekleştir
ğımıza göre, bu ilkelerin ve bu ne mek hatta biyolojik işlevlerini sür
denlerin zorunlu olarak bağlı oldu dürmek olarak anlaşılabilirken va
ğu bir gerçekliğin varolacağı kesin rolmak kendini bilinçle kendi ola
dir; bu gerçekliğin özyapısı gereği, rak koymak anlamına gelir. Bu yüz
bu ilkeler ve nedenler bu gerçekli den Gabriel Marcel şöyle der: “Ya
ğe bağlıdırlar. Demek ki, varlıkla şamak diye bir şey var, bir de va
rın öğelerini arayanlar, temelde, rolmak diye bir şey var: ben varol
mutlak olarak ilk olan ilkeleri arı mayı seçtim.” Kierkegaard’a göre
yorlardı, aradıkları bu ilkeler zorun bir birey olarak varolmaktan daha
lu olarak varlık olarak varlık’m öğe korkunç bir şey yoktur. Varoluş bir
leriydi, raslantısal olarak varlık’ın olma biçimi, bir kendini ortaya ko-
değil. Bu yüzden biz de varlık ola yuş biçimi olarak ele alındığında,
rak varlık’m ilkelerini kavramılıyız.” öz’le karşıtlaşır. Varoluşa karşıt ola
Gerçekte en genel çerçevede her rak öz varlığın doğasını kurandır.
felsefî araştırmanın bir varlıkbilim (Bk. ÖZ, VAROLUŞÇULUK)
araştırması olduğunu söyleyebiliriz.
(Bk. METAFİZİK, VARLIK) VAROLUŞÇULUK (fr. existen
tialism e; alm. Existentialism us;
V A R L IK B İL İM C İL İK (fr. onto ing. existentialism). İnsanı varoluş-
logisme', alm. Ontologismus; ing. sal bir varlık olarak ele alan felse
ontologism). Felsefede varlıkbilime felerin tümü. Bireysel varoluş araş
yani varlık olarak varlık araştırma tırmalarının temeline yerleştirilen
sına yönelme eğilimi. İnsanın Tan felsefelerin tümü. Bireyi somut ger
rı bilgisine sezgiyle ulaşabileceğini çeklik olarak ele alıp inceleyen fel
ileri süren öğreti. Örneğin Maleb- sefi öğreti. İnsanın önceden belir
ranche’m Tanrı’ya ulaşmayla ilgili lenmiş bir varlık olmadığını ve öz
kuramı bir tür varlıkbilimciliktir. gür eylem içinde kendini varettiği-
(Bk. VARLIKBİLİM) ni öne süren fe lse fi ö ğ reti.
R. Vemeaux varoluşçuluğu “Ussal
VAROLUŞ (fr. existence; alm. felsefenin soyut düşüncesine kar
Existenz, Dasein\ ing. existence). şıt olarak insan üzerine yoğunlaş
Varolma durumu. Bir gerçekliği ol mış somut ve tanıtlamalı düşünce
490 ma durumu. Varolmak, somut ola çabası” olarak tanımlar. Varoluşçu
VAROLUŞÇULUK
çektir. Bu da insanın Tanrı olması ni. İnsan bir ölüm için varlık’dn,
demektir. Sartre’a göre hiçlik de ölüme adanmıştır. Ölüm yaşamın
neyi bir özgürlük deneyidir. İnsan sonunda değil bütününde kendini
arzu içinde özgürlüğünü gerçekleş duyurur. “Varoluşçuluk yalnızca bir
tirir. Sartre bunu bize Varlık ve hiç ölüm felsefesi değil, aynı zamanda
liksin 655. sayfasında şöyle anla bir mutlak özgürlük felsefesidir”
tır: “Hiçleştirmenin varlık eksikli der Sartre. Saçma yaygındır. Sart
ği olduğunu, başka bir şey olma re’ın dediği gibi “Doğuyor olma
dığını biliyoruz. Özgürlük özellikle mız saçmadır, ölüyor olmamız da
kendini varlık eksikliği kılan var saçmadır”. Bu saçma bizi yalnızlı
lıktır. Arzu varlık eksikliğiyle öz ğa ve umutsuzluğa iter. Yalnızlık
deş olduğu gibi, özgürlük de ken Sartre’da ve Heidegger’de mutlak
dini varlık arzusu kılan varlık ola tır. Saçma’nm ve hiçlik’in korkunç
rak ortaya çıkacaktır, yani kendin- baskısı altında insan, tam anlamın
de-kendi-için olmanın kendi-için-ta- da bunalan umutsuz bir varlıktır.
sarısı olarak ortaya çıkacaktır. Bu Umutsuzluk insanı mezara kadar iz
rada hiçbir zaman özgürlüğün do ler. İnsan tümüyle, tüm varlığıyla
ğası ya da özü olarak ele alınama umutsuzdur. Gene de kendi varlı
yacak soyut bir yapıya ulaştık, çün ğını özgürce gerçekleştirm ekten
kü özgürlük varoluştur ve varoluş başka sağlam yol yoktur. Saçma’ya
da kendinde özü inceler. Özgürlük karşı girişilen bu deney zor bir de
doğrudan doğruya som ut görü neydir yani özgürlük kolay bir öz
nümdür ve seçiminden ayrılamaz, gürlük değildir. Varoluşun ortasına
yani fciyz’den ayrılamaz. Ama ele salınmış olan insan (Heidegger bu
alınan yapıya özgürlüğün doğru’su salınmışlığa “Dasein” der) ölüm
denilebilir, yani o özgürlüğün insa süzlüğü arayan Gılgamış gibidir.
ni anlamıdır.” Böylece dünyaya bı İnsan sürekli bir aşm a (Heideg
rakılmış olmakla yaşamaya ve öl ger’e göre Ekstase) durum unda
meye mahkum edilmiş insan tam dır, kendi dışına çıkma durumun
anlamında saçma’yı yaşarken, saç- dadır. Sartre için insan bir’dir; sağcı
m a’nın getirdiği boğuntuyu ancak Heidegger insanı gerçek varoluş ve
kendini özgürce kurma deneyleri gerçek olmayan varoluş diye ikiye
içinde aşabilir. Özgür eylem saç- ayırır. Gerçek varoluş, bunalım de
m a’nın panzehiridir, saçmayı yo- neyiyle gerçekleşen gerçek özgür
kedemez ama bir ölçüde giderebi lük durumudur; gerçek olmayan
lir. Dünya yüzde yüz saçma olsay varoluş, insan topluluklarının var
dı özgürlük deneyi de saçma ola lığında ortaya çıkan ve bunalım de
caktı. Saçma mutlak değildir, ama neyinden kaçan varoluştur. Birin
yaygındır, ayrıca yaşamın özünde cisi aydın insanın varoluşunu, öbü
vardır. Öncesel hiçbir şey yoktur, rü kitle insanının varoluşunu kar
494 insan özgürlük içinde kurar kendi şılar. Özetlersek, varoluşçu felse-
VERİ
fede insan, kendini tam bir eksik gerçeklere ulaşmak için verimli düş
lik duygusu içinde ama tam bir Öz ler görebilmek gerekir. Alman kim
gürlükle kuran tarihsiz ve toplum- yacısı Kekule von Stradonitz şöyle
suz bir varlıktır. (Bk. HİÇLİK, İN diyordu: “Beyler, düş görmeyi öğ
SAN, Ö ZG Ü R L Ü K , SAÇM A, renelim. Ondan sonra belki doğru
VARLIK) ya ulaşabiliriz. Ama düşlerim iz
usun uyanık denetiminden geçme
VARSAMA Bk. OLUMLAMA. den onları ortaya dökmeyelim.” Bu
öneride varsayımların doğru diye
V A R SA Y IM (lat. h yp o th esis\ ele alınması titizliği yatmaktadır.
fr.hypothese; alm. Hypothese\ ing. Claude Bernard varsayım ortaya
hypothesis). Doğrulanmayı bekle koymakla ilgili bir anısını şöyle an
yen sanı. Henüz doğruluğu kanıt latır: “Bir gün laboratuvarıma pa
lanmamış olan önerme. Tüm bilim zardan alınmış tavşanlar getirdiler.
sel çaba varsayımdan doğrulanma Onları masanın üzerine koydular.
ya doğru gelişen bir çizgi izler. Var O sırada tavşanlar masaya işediler.
sayım bir fikirdir, doğrulanmayı Sidiklerinin beyaz ve asitli olduğu
bekler, doğrulandığı anda da var nu raslantıyla gördüm. Tavşanla
sayım olmaktan çıkar ve doğru ni rın sidiğindeki asitliliği gözlemle-
teliği kazanır. Doğrulamalar yeni yişim bana bu hayvanların etobur
varsayımları getirir ve bilimsel dü beslenme koşullarında olması ge
şünce böylece ilerler. Sav her za rektiğini düşündürdü. O zaman şu
man doğru diye öne sürülen ve bu nu anladım: bu hayvanlar uzun za
yüzden doğrulanması düşünülme mandır bir şey yememişlerdi ve bu
yen şeydir. Buna karşılık varsayım yoksunlukla onlar kendi kanlarıyla
her zaman doğrulanmak adına so beslendiklerinden gerçek etobur
mut verileri gerektirir. Bu yüzden hayvanlara dönüşmüşlerdi. Bu ön
her varsayımın bir geçicilik niteliği cesel fikri ya da bu varsayımı de
vardır. Deneyin yöntemli denetimi neyle doğrulamak bundan böyle
onu ya giderecek ya da doğru diye çok kolaydı.” Buna göre bilim her
belirleyecektir. Bu çerçevede var zaman öngörüyü gerektirecek ve
sayımı kuram ’la eşanlamlı olarak öngörü de varsayım olarak ortaya
düşünebiliriz. Öncesel fikir olarak konulacaktır. R Lecomte’un dedi
varsayım bir önyaıgı da olabilir. An ği gibi “Varsayımlar ortaya koya
cak varsayım yoktan varedilmedi- mayan insan bir olgu saptayıcısın
ğine, daha önce edinilmiş bilgiler dan başka bir şey değildir.” (Bk.
den çıkarıldığına göre doğrulanma KURAM)
şansına da sahiptir. Varsaymak
öncesel bilgilere göre tasarlamak V E R İ (fr. donné', alm. Gegeben;
tır. Bu yüzden varsayım biraz da ing. giveri). Bir düşünce işleminin
imgelemin bir ürünüdür. Sağlam dayanaklarını oluşturan bilgilerin ya 4 9 5
VİTALİZM
496
Y
YABANCILAŞMA (fr. alienati- içinde ürettiği şeye ters düşmesi
on\ alm . Verausserung, Irrsinn', ne, giderek kendini şeylerin kölesi
ing. alienatiori). Bireyin yaşamıy gibi duymasına karşılıktır. Yaban
la tersleşir duruma düşmesi. Bilin cılaşma özel mülkiyetin varlığından
cin tutarlı ve bütünsel bilinç niteli gelir: iktisadi yabancılaşma başka
ğini yitirerek dağılması. Yabancılaş alanlardaki yabancılaşmayı doğu
ma kavram ı H egel felsefesinde rur. Böylece Marx felsefesinde ya
önemli bir yer tutar. Hegel için ya bancılaşmış emek kavrayışı ortaya
bancılaşma bilincin kendi dışına çıkar. Bir nesneyi üretmek işçiye
çıkması ya da zihnin kendini kendi güç kazandırır, ama ürettiği nesne
dışında duymasıdır, kendini başka yi başkasına kaptırmak ona yaban
bir şey olarak algılamasıdır. Bu ge cılaşmayı getirir. Çünkü bu dılhım-
çici ve mutlu bir durumdur, çünkü da o nesne işçinin karşısına “ya
sonunda bilinç yeni bilgiler derle bancı bir varlık olarak, üreticisin
miş olarak kendine dönecek ve böy- den bağımsız bir güç” olarak çıka
lece ilerleme gerçekleşmiş olacak caktır. Böylece üretenin çalışması
tır. Hegel’e göre, kendi dışına çı üretmeyene güç kazandırmış olur.
kan düşünce bilinçsiz olan şeyler Ürettiği ölçüde ürünüyle büyüyen
dünyasında kendini yoksunlaşmış sermayenin egemenliği altına giren
duyacak, boğuntuya düşecek, ye işçi giderek yoksullaşacak, böyle
niden içselleşmenin, kendine dön ce emeğin yabancılaşması sorunu
menin yolunu arayacaktır. Marx ortaya çıkacaktır. Emeğin yaban
felsefesinde yabancılaşma olumsuz cılaşması emekle sermaye arasın
bir anlam kazanır: yabancılaşma bi da uçurum açılması anlamına gelir.
reyin çeşitli iç ve dış koşullar altın Bu durumda ücretli “kendini onay
da kendini eşya gibi duymasıdır, lamaz, kendini yadsır, kendini esen
eşyaya indirgenm iş duymasıdır. lik içinde duymaz, mutsuz duyar”,
Marx’da yabancılaşma üretim iliş giderek kendini köle saymaya baş
kileriyle ilgilidir, bireyin bu ilişkiler lar. O artık yabancılaşmış yani bo 4 9 7
YABANCILAŞMA
YANILGI (lat. error\ fr. erreur, olabilir. Lachelier şöyle der: “Fel
aJm. Irrtum; ing. error). Zihnin bir sefe yanılgıları yavaş yavaş gider
yanlışı doğru diye benimsemesi. mekten başka bir şey değildir, bel
Yanlışı doğru diye belirleyen zihin ki de biz bu eleştirinin sonunda
işlevi. Malebranche şöyle der: “Ya doğruya ulaşabiliyoruz.” / Cicero:
nılgı insanların güçsüzlüğüne neden “Yanılmak insana özgüdür, yanıl
olur. O dünyada kötülüğü üreten gılarında ayak direyen yalnızca de
uygunsuz ilkedir. Bize acı veren lilerdir.” / Seneca: “Yanılgı cinayet
tüm kötülükleri ruhumuzda yara değildir.” /AzizAugustinus: “Yanıl
tan ve sürdüren odur. Sağlam ve mak insanidir, yanılgısında ayak di
gerçek mutluluğa ancak ondan cid remek şeytanidir.” / Pierre Char
di olarak kaçınmakla ulaşabiliriz. ron: “En küçük yanılgılar her za
Kutsal Kitap bize insanların günah man en iyi yanılgılardır.” / J. Jou-
kar ve suçlu oldukları için sefalete bert: “Tüm doğrulardan yanılgıya
düştüklerini öğretiyor: “Onlar ya giden kafalar vardır, tüm yanılgı
nılgıya düşerek kendilerini günahın lardan büyük doğrulara ulaşanlar
kölesi kılmasalardı ne günahkar ne en m utlu kişilerdir.” / M asillon:
de suçlu olacaklardı.” Descartes “Acılarımızın kaynağı genellikle ya-
için yanılgının başlıca kaynağı du nılgılanmızdır.” / Fontenelle: “Ge
yulardır. Duyu yanılmalarım usu reksinim duyduğumuz tüm yanıl
muzun belirleyici ya da düzeltici gü gıların kaynağı gönlümüzdür.” / O.
cüyle etkisiz kılmamız gerekir. Kant Wilde: “Deney herkesin kendi ya
yanılgıyı “duyarlılığın anlık üzerin nılgılarına verdiği addır.” / Leonar
deki gizli etkisi” diye tanımlar. Bazı do da Vinci: “Az düşünen çolc ya
filozoflar yanılgıyı sağlıklı bilginin nılır.” (Bk. YANILSAMA, YAN
çıkış noktası sayarlar. “Yanılgıda şa LIŞ)
şılası bir yan yoktur, o her bilginin
ilk durumudur” der Alain. Gaston YANILSAMA (lat. illusio- fr. il
Bachelard da şöyle der: “Bir içten lusion; alm. Illusion, Täuschung-,
ve ilk yanılgının bilinci olmadan ing. illusion). Her türlü algı ve yar
nesnel apaçıklık olmaz.” Filozofa gı yanılgısı. Algıları değerlendirme
göre “Yanılgı diyalektiğin zorunlu biçimimizden gelen yanılgı. Algıla
olarak geçilmesi gereken zamanla nanla ilgili yanlış yorum. “Duyu ve
rından biridir. O çok açık arayışları rilerinin kötü yorumlanmasından
getirir, bilginin itici öğesidir.” Jean gelen yanılgılı algı” (Foulquié) ola
WahFe göre biz “Doğrunun olum rak yanılsamada alışkanlıklar, ön
lu fikrine ancak yanılgı deneyiyle yargılar, heyecanlar son derece be
ulaşabiliyoruz.” Gene de elbet ya lirleyicidir. Korkak insan yandaki
nılgı kaçılması gereken bir şeydir odadan gelen bir çıtırtıyı hemen hır
ve yanılgılarımızın kaynağı önyar sızın ayak sesleri olarak değerlen
gılar, yöntemsizlikler, alışkanlıklar dirir. Bastonun yarısını suya batır- 4 9 9
YANKILAMA
birlik kurar, hem kendi içinde bü- lar yüklemin öznede içerilmiş ol
tünlüklüdür. Güzel bizimle k a rşı duğu yargılardır, bunlar a p rio -
laşırken kendi içinde de çelişir. Res n ’dirler, deneyle ilgili değildirler. Bi
sam Eugène Delacroix şöyle der: leştirmeli yargılar, tersine, yükle
“Güzel, bir çiftliğin kalıtı gibi akta min öznede içerilmiş olmadığı yar
rılmaz ya da verilmez. O, birbirini gılardır, bunlar a posteriorV dirler,
izleyen sürekli çabalardan başka bir deneyle ilgilidirler. “Yetkin varlık
şey olmayan dirençli bir esinin ürü doğrudur” dediğim zaman ayrıştır-
nüdür. Yaşamaya yönelen her şey malı, “Adam oturuyor” dediğim za
gibi acılarla ve yırtılmalarla içten ge man bileştirmeli bir yargı ortaya
lir.” (Bk. ESİN, ESTETİK, GÜ koym uş olurum . B u sınıflam a
ZEL, RİTM, SANAT, SİMGE) mantıkta genelgeçer olan bir sınıf
lamadır. Kant da bu sınıflamayı be
Y A R G I (fr. jugem ent-, alm . nimser. Kant’ın getirdiği yenilik bi-
Urteil; ing. judgement). Kavram leşimsel a priori yargılar’in varlı
lar ya da fikirler arasındaki ilişkiyi ğını benimsemek olmuştur. Bunlar
belirleyen zihin işlemi. İki ya da da hem bileşimseldirler: bunlarda yük
ha çok terim arasındaki ilişkiyi be lem öznede içerilmiştir, hem de a
lirleyen zihin işlemi. İki ya da daha prz'orf dirler,bunların zorunlulukları
çok nesne arasındaki ilişkinin ger deneyi aşmaktadır. Bilimin asıl ama
çekliğini benimseyen ya da yadsı cı bu tür yargılar ortaya koymak
yan önerme. U savurm a yargılar olmalıdır. Örneğin “Her olumsal
arasındaki ilişkiyi belirlerken yargı varlığın bir nedeni vardır” dediğim
da kavramlar ya da fikirler arasın de bu tür bir yargı belirlemiş olu
daki ilişkiyi belirler. Kant yargıyı rum. Varoluş yargılarıyla değer yar
“kuralların altına koyma gücü” ola gılarım da birbirinden ayırmamız ge
rak tanımlar ve “Bir yargı belli bil rekir. Varoluş yargıları herhangi bir
gileri bilinçlenmenin nesnel birliği gerçekliği ortaya koyan yargılardır
ne götürme biçiminden başka bir (yağmur yağıyor). Değer yargıla
şey değildir” der. Buna göre Kant rı niteliksel çerçevede bir değer be
için yargıda bulunmak bir şeyin bel lirleyen yargılardır (bu tablo çok gü
li bir kurala uyup uymadığını belir zel). Değer yargıları özellikle ahla
lemektir. Kant yargılan dörde ayı kın ve sanatın alanında geçerlidir.
rır: nicelik yargıları (evrensel, özel, (Bk. USAVURMA)
tekil), nitelik yargıları (olumlu,
olumsuz, belgisiz), bağıntı yargı Y A R G IG Ü C Ü (alm . Urteils-
ları (belirleyici, varsayımsal, bağ kraft). Kant’da değer yargısı orta
laçlı), kiplik yargıları (sorunlu, ya koyabilme gücü. Kant estetikle
savlı, zorunlu). Kant yargıları ay- ilgili görüşlerini 1790’da yayımla
rıştırmalı ve bileştirmeli olmak üze nan Kritik der Urteilskraft'da (Yar-
506 re ikiye ayırır. Ayrıştırmak yargı gıgücünün eleştirisi) açıklamıştır.
Kant 1781’de yayımlanan Kritik GÜZEL, SANAT)
der reinen Vemunft’da (Salt usun
eleştirisi) deneysel düşüncenin ya YASA (lat. lex; fr. loi; alm.
da bilim düşüncesinin, olguların Gesetz; ing. law). Genel ve buyu
belirlenim düzeniyle ilgili düşünce rucu kural. Bir toplumun yetkele
nin, ayrıca özgür arayışı belirleyen rince çıkarılan ve tüm üyelerin uy
ussal düşüncenin koşullarını gös mak zorunda bulunduğu formül ya
termişti; 1788’de çıkan Kritik der da formüller toplamı. Doğa olgu
praktischen Vernunft'da (Uygula ları arasındaki zorunlu ve sarsılmaz
malı usun eleştirisi) ahlak sorunları ilişki. “Yasa” kavramıyla “kural”
çerçevesinde özgür düşüncenin ko kavramı çok yerde birbirine karışı
şullarını göstermişti. Yargıgücü bi yor. “Yasa” terimi daha çok doğa
lim düşüncesiyle özgür düşünce olguları arasındaki değişmez ilişki
arasında yer alır. Salt usun eleşti lerle ilgili olmak gerekir. Yetkeler-
risi’nde yer alan anlık bir kavram ce çıkarılan uyulması zorunlu for
lara dayanarak kavrama yetişiy müller özellikle “kural” olarak be
ken anlığın bir edimi olan yargıgü lirlenebilir. Çünkü kural bilincin ve
cü bir şeyin bir kurala uyup uy istemin gereklerine göre koyulan
madığım belirleme yetisidir. Kant şeydir, yasa da bilincin ve doğanın
Yargıgücünün eleştirisi’nde iki çe koşullan çerçevesinde ortaya çıka-
şit yargı belirler: belirleyici yargı rılan’dır. Ne var ki gündelik ko
ve yansıtıcı yargı. Bilimle ilgili olan nuşmanın gerekleri hukukla ilgili ku
belirleyici yargıda bir nesneyi va rallara da yasa demeyi gerektir
rolan bir kuralın altına yerleştiririz, mektedir. Ahlak, din, hukuk; este
oysa estetikle ilgili olan yansıtıcı tik gibi kuralkoyucu (fr. normatif,
yargıda bir nesneden bir kurala aim. normativ; ing. normative) bil
yükseliriz. Bir başka deyişle bir gi alanları yaşam koşullannın özel
ö z e ld e b ir ev re n se li bu lu p liklerine göre uyulması gereken bir
çıkarmaya yöneliriz. Yansıtıcı yar takım kurallar belirlerler. Bilim çer
gıda yani beğeni yargısında öznelle çevesinde yasa deney yoluyla ol
nesnel bütünleşir. Kant şöyle der: gular arasındaki zorunlu ilişkilerin
“Genel olarak anlık kurallar yetisi belirlenmesi sonucu ortaya çıkan
olarak tanımlanırsa, yargıgücü ku formüllerdir. Bu çerçevede her ya
rallar altına koyma yetisi yani bir sa tümevanmla elde edilir: aynı ol
şeyin belli bir kural altında olup ol guyu birçok defa gözlemleriz ve de
madığını anlama yetisidir.” Belirle ğişmezdi bulduğumuz anda yasaya
yici yargıda bir özeli bir evrensele yükselmiş oluruz. Yasanın doğru
bağlarız ya da onun zorunlu olarak lanması gene deney yoluyla olacak
bağlandığı evrenseli gösteririz. tır: yasadan olguya yöneliş bir tüm
Yansıtıcı yargıda bir özele uygun dengelim çabasını gerektirecektir.
evrenseli ararız. (Bk. ESTETİK, Bu da ya sözkonusu olgunun labo-
YASA
ğil aynı zamanda bilinçli bir varlık culuktur” der. K onfuçius sorar:
tır. Platon’un A>/'fo«’unda şu sözü “Yaşamın ne olduğunu bilmeyince
okuruz: “Önemli olan yaşamak de ölümü nasıl tanıyacağız?” / Samuel
ğil iyi yaşamaktır.” İnsan yaşamı Butler: “Yaşam yetersiz öncüller
hayvanların yaşamı gibi tek boyut den yeterli sonuçları çıkarma sa
lu değil üç boyutludur: onun bir natıdır.” / H. Havelock Ellis: “Ya
geçmişi, bir şimdisi, bir de gelece şam bir sanat gibi alınabilir.” /
ği vardır. Her insan bireyi geleceğe Shakespeare: “Yeterince yaşadım;
açık bir varlıktır yani uman ve ta yaşamımın yolu şimdi sararmış ve
sarlayan bir varlıktır. İnsan saygı kurumuş yapraklar arasında yitip
sının temelinde de bir somut ger gidiyor.” / H.F. Amiel : “Her yaşam
çeklik yatar: geleceği olan bir var kendi sonunu k u ra r.” / S aint-
lık umut eder, umut eden her var Exupéry: “Sonsuzluk için değil de
lık saygıdeğerdir. M.Ö. IV. yüzyıl kendi yaşamı için çalışıyorsa insan
da Theokritos “Yaşam varsa umut dan h iç b ir şey u m m a.” / R.
da vardır” diyordu. Montaigne ya Vailland: “Yaşam bana tüm biçim
şamın insan etkinlikleriyle bir an lerinde (..) dramatik olarak düşü
lam kazandığını düşünür ve “Ya nülebilir ve açıklanabilir görünü
şam kendinde ne iyi ne kötüdür, yor.” / A. Camus: “Çözüm ölümse
yaşam sizin yapıp ettiklerinize gö doğru yolda değiliz demektir. Doğ
re iyinin ve kötünün yeridir” der. ru yol yaşama, güneşe götüren yol
Yaşamak, her durumda insani et dur.” (Bk. ÖLÜM)
kinlikler ortaya koymaktır. “Yalnız
varolmak yetmez, yaşamak da ge YAŞAM ADÖNÜŞ (fr. révivis
rekir” der Plutharkos. Filozoflar cence; alm. Wiederaufleben; ing.
yaşamın kolay bir iş olmadığını, er reviving). Bir süre unutulmuş olan
demli yaşamanın bir sanat olduğu ruhsal durumların yeniden ortaya
nu düşünürler. “Yaşamı öğrenmek çıkması.
için bütün bir yaşam gerekir” der
Seneca. Yaşamı kısa ve geldigeçti YAŞAMSAL A T IL IM (fr. élan
görenler çoğunluktadır. Varron “İn vital). Bergson felsefesinde yaşa
san bir sabun köpüğü gibidir” der. mın kökel atılımı. Bergson şöyle
Latinler yaşamı düşüncenin teme der: “Bu yaşamın kökel atılımıdır,
line yerleştiren formülü verdiler: terimler arasında bağlantı çizgisi
“Primum vivere, deinde philosop- oluşturan gelişmiş organizmaların
hari” (Önce yaşamak sonra felse aracılığıyla bir tohum oluşumundan
fe yapm ak). Yaşam her zam an sonraki bir tohum oluşumuna ge
ölümle birlikte anılır. Düşünürler de çer.” Bergson’a göre evrende her
herkes gibi ölümü yaşamın bir ger- şeyi yaşamla, yaşam sal atılım la
çekliği o larak yaşarlar. Seneca açıklamak gerekir. Bergson’a göre
“Tüm yaşam ölüme doğru bir yol yaşam bizim şu küçük dünyamızla
YAŞAMSALCILIK
sınırlı değildir, evrenseldir. Her şe kinliği kadar resim yapma ya da şiir
yi, maddeyi de yaşamsal atılımla yazma yeteneği de yatkınlıklar ara
açıklamamız gerekir. Yaşamsal atı sına girmektedir. Birey yatkınlıkla
lıma canlı atılım da diyebiliriz. rını çocukluğun ilk deneyimleri ara
sında bilinçsiz ve gözle görülmez
Y A ŞA M SA LCILIK (fr. vitalism; bir biçimde kazanmakta ve onları
alm. Vıtalismus', ing. vitalism).Ya- dokuz ya da on yaşlarından sonra
şam olgularının fiziksel ve kimya geliştirebilmektedir. Daha çok ge
sal olgulara indirgenemeyeceğini liştirilmiş düşünsel kazanımlarla il
öne süren öğretilerin tümü. Her bi gili olan “yatkınlık” kavramım özel
reyde ruhun ve organizmanın dı likle yanlış bir kavrayışla doğuştan
şında yaşam olgularını belirleyici bir diye belirlenen yetenek'den (fr.
yaşamsallık ilkesinin varolduğunu habileté', alm. G eschicklichkeit\
ileri süren öğreti. Pythagoras ve ing. ability) ayırmak gerekir. Ye
A ristoteles’den sonra Bordeu ve tenek oldukça bulanık ve gizemli
Barthez gibi filozoflar yaşamsalcı- bir kavramdır. Her kişinin apayrı
lığın sürdürücüleri oldular. Claude yatkınlıkları vardır, bazı kişiler bazı
Bemard daha sonra yaşamsalcılar- kişilerden daha yatkındırlar. “Biz
dan yana çıktı: “Yaşamsalalar canlı hepimiz her şeyi yapamayız” der
varlıkların kaba doğada bulunma Vergilius. (Bk. EĞİTİM)
yan ve dolayısıyla kendilerine öz
gü olan olgular ortaya koydukları YAZGI (lat. fatalitas-, fr. fatalite-,
nı söylemek istiyorlarsa ben de on alm. Fatalitat, ing. fatality). Ger
lardan yanayım. Ben de gerçekten çekleşmesi kaçınılmaz olan şeyin
canlı oluşum ların yalnızca kaba özyapısı. Tümolgulan önceden be
maddede tanınan fıziksel-kimyasal lirlediği düşünülen gizil güç. İnsan
olgularla aydınlatılamayacağına ina lar en eski zamanlardan beri doğa
nıyorum.” (Bk. YAŞAM) üstü gizil güçlere ve dolayısıyla yaz
gıya inanmışlardır. Bu inanca göre
YATK IN LIK (fr. aptitude\ alm. tam olarak belirleyici bir biçimde
Eignung; ing. ability). Bir işi ger yaşam şu ya da bu aşkın güç tara
çekleştirmekte kişiyi güçlü kılan fından tüm geleceğiyle belirlenmiş
özellik. Beceri isteyen çabalan ger tir ve insanın buna karşı herhangi
çekleştirmekte doğal ya da edinil bir şey yapması olasılığı yoktur. Her
miş özellik. Çağdaş ruhbilim “yat yazgı fikri “yazılan yazılmıştır” for
kınlık” kavramına ayrı bir yer veri mülü üstüne kurulmuştur. A. Vi-
yor. Özellikle Edouard Claparede’in net “Yazgı ve kayra aynı şeydir”
işlediği bu kavram bireyleri birbi der. Erik Satie’ye göre “Yazgı bi
rinden ayırmayı sağlayan özellikle zim istediğimiz şeydir”. Antoine de
ri belirliyor. Dikkat gösterme gü Saint-Exupéry şöyle der: “Dışsal
cü, yargılar ortaya koyabilme yet yazgı diye bir şey yoktur. Ancak
YAZGICILIK
ter neden ilesinin iki biçimi vardır: nın geçerli olduğunu düşünebiliriz.
biri, “doğru olmak için zorunlu ola Ancak eski ruhbilim yetileri birbi
rak her zaman bir nedeni olması rinden bağımsız, apayrı güçler ola
gereken yargılar”, öbürü “zorunlu rak alma eğilimindeydi. Gerçekte
olarak bir nedeni olması gereken insan ruhsallığı tüm yetileriyle bir
gerçek nesne oluşumları”. Arthur bütün oluşturur ve yetiler sınıfla
Schopenhauer’e göre yeter neden ması bu durumda azçok yapay bir
ilkesi oluş'la, tanıma' yla, varlık' la sınıflama olarak kalır, çünkü örne
ve eylem 'le ilgilidir. Schopenhauer ğin duyumsamanın nerede bitip dü
şöyle der: “Bilgide bilinç kendini dış şünmenin nerede başladığını kes
ve iç duyarlılık (alırlık) olarak, anlık tirmek olası değildir. (Bk. EYLEM,
ve us olarak ortaya koyarken öz DUYUM, DÜŞÜNCE)
neye ve nesneye ayrılır ve başka
bir şey içermez. Özne için nesne Y ET İŞK İN L İK (fr. adolescence;
olmak ve sunumumuz olmak aynı d\m.Jugendalter\mg. adolescence).
anlama gelir. Tüm sunumlarımız Erginlik dönemini izleyen gençkız-
öznenin nesneleridir ve öznenin lık ya da delikanlılık dönemi. Er
tüm nesneleri bizim sunumlanmız- ginlik dönemi çocuklukla yetişkin
dır. Gerçekte, tüm sunumlarımız lik arasında yer alan çok sorunlu
arasında belli bir kurala uyan bir bir dönemdir ve başlama ve son
ilişki vardır. (...) Bu ilişki yeter ne bulma noktaları kişiye göre deği
den ilkesiyle açıklanır.” (Bk. ÇE şiklikler gösterir. Bu yüzden yetiş
LİŞKİ, ÖNCESEL UYUM, ÖZ kinliğin şu ya da bu yaşta başladı
DEŞLİK) ğını kesin olarak belirtme olasılığı
yoktur. İklim, aile, kültür koşulları
Y E T İ (lat. facultas', fr. faculté', yanında bireysel koşullar da son
alm. Fähigkeit, Vermögen', ing. derece belirleyicidir. Yetişkinliğin
faculty). Türsel düzeyde yapabil temel özelliği cinsel içgüdünün be
me gücü. Yetenek ve yatkınlık ka- lirgin bir biçimde kendini göster
zanımlarla ilgilidir ve bireysel dü mesi ve düşünsel hatta metafizik
zeyde sözkonusudur. Yeti, doğru sorunların kişinin bilincinde baş yeri
dan doğruya türle ilgilidir ve türün almasıdır. Erginlikle başlayan ye
tüm sağlıklı bireylerinde etkindir. tişkinlik dönemi ortalam a yirmi
Klasik ruhbilimde insan türü için üç yaşlann sonlarında bitmiş olacak,
ayrı yeti belirlenirdi: düşünme yeti kişi bundan böyle çok uzun bir ye
si tüm düşünsel yaşamın temelini tişme ve olgunlaşma dönemini tüm
oluştururdu; duyumsama yetisi dış çetrefil sorunlarıyla birlikte geride
dünyadan duyumlar almakla belir bırakarak yetişmiş birey durumu
gindi; eyleme yetisi istem, özgür na girecektir. O artık toplumun bi
lük, eğilim gibi etkinlikleri sağlama linçli bir üyesi olacak, toplumsal,
yetişiydi. Bugün de bu sımflama- ahlaki, estetik değerleri olan bir 515
YETKE
varlık olarak bilinecektir. Ancak bu şük ailelerde yetke olmak baskı uy
durum elbette sağlıklı bir çocukluk gulamak anlamına geldiğinden bu
ve sağlıklı bir erginlik geçirenler için ailelerin birçoğu çocukların başıboş
sözkonusudur. (Bk. ÇOCUKLUK, bir yaşam biçimini seçmesiyle hat
ERGİNLİK) ta evden kaçmasıyla tam bir yıkı
ma ya da parçalanmaya uğramak
Y E T K E (lat. auctoritas', fr. auto tadır. Yetke yokluğunun çocukları
rité; alm. Autorität', ing. authority). ve gençleri bunalıma düşürdüğü,
Başkasını yönetme, başkasına ege onları ahlakdışı eğilimlere ittiği ke
men olma gücü. Kendine başeğ- sindir. Bu yüzden yanlış bir yetke
dirme gücü. Yetke bir toplumun ya nin bir yetke eksikliğinden daha kö
şam düzenini belirler ve. yetkenin tü sonuçları olabileceğini unutma
bittiği yerde kargaşa başlar. Her mak gerekir. Ç ocuklarından ve
yetke bireyleri kendine uymaya zor özellikle çocuklarının tüm gelece
lar. Yetke ne kadar ussalsa ve top ğinden kendilerini sorumlu sayan
lumun yararına göre oluşmuşsa bi bir takım katı anababalar çocukla
rey yetkeye uymakta o ölçüde is rına gitmeleri gereken yolu göste
tekli olacaktır. Yetke sözü yasadan rirken onlann özelliklerini, yatkın
çok bir yönetici kişiyi ya da yöne lıklarını, eğilimlerini hesaba katma
tici kişiler topluluğunu düşündürür. yarak gelişigüzel davranabilmekte
Yasanın gerçek anlamda yetke ola dirler. Gerçek bir yetke zorla be
bildiği yerde zorbalık sözkonusu nimseten değil tartışarak doğru yolu
olmayacaktır. Paul-Louis Courier bulduran yetkedir. (Bk. AHLAK,
şöyle der: “Baylar, Fransa’da en EĞİTİM)
büyük sözcük yetkedir. Başka yer
de yasa derler bizde yetke.” Baskı YOKSAM A Bk. OLUMSUZLA-
cı yetkeye karşı koyabilecek tek MA.
güç insan usudur. Voltaire şöyle
der: “Yalnızca usun egemen olduğu Y O K SU N LU K (fr. frustration\
yerde yetkeye başvurmaya kalkış alm. Enttäuschung, Unbefriedigt
mayın.” Yetke çağdaş ruhbilimde sein', ing. frustration). Bir kişinin
ve eğitimbilimde önemli bir yer tu beklediğini elde edememesi duru
tar. Eğitimbilimciler çocuk yetiştir mu. Gerekli doyuma ulaşamamış,
mede yetkenin sevgi kadar önemli umduklarını bulamamış kişinin du
olduğunu söylerler. Toplumbilim rumu. Ruhbilimcilerin belirttiği gi
cilerin ve ruhbilimcilerin pekçok ül bi yoksunluk onarılamayan bir du
kede yapmış olduğu soruşturma rumdur, bu yanıyla adaletsizliğe
lar gençlerde ruhsal ve ahlaki bo benzer. Çokları yoksunluğun pek
zuklukların büyük ölçüde yetke ek erken, anneyle ilişkilerde başladı
sikliğinden ortaya çıktığını göster ğım, anne sevgisindeki azlığın ya
516 miştir. Özellikle kültür düzeyi dü da tutarsızlığın kişiyi ileride şidde
YÖNELGENLİK
gösterme eğilimi. Kendi için bir sel koşullar olgunlaşmalı, yani üre
amaç belirleme ve o amaca doğru tim ilişkileri varolan siyasal üstya
ilerleme. Skolastikler iki çeşit yö pıyla tam anlamında çelişkiye düş-
nelim belirlerdi: ilk yönelim zihnin melidir. Aristoteles Politika'nın 4.
bir bilgi nesnesine uyarlanmasıydı; kitabında yönetimle ilgili olarak şun
ikinci yönelim zihnin kendi düşün ları söyler: “Tekçi yönetimler ara
ce edimleri üzerine yönelmesiydi. sında ortak çıkarı göz önünde tu
Yönelimde her zaman birdüşünsel tana genellikle krallık denir. Az ki
ve bir de eylemsel yan var gibidir şinin yönetimine soyluluk denir.
ya da yönelimleri düşünselolanlar Çoğunluk ortak çıkarı gözeterek
ve eylemsel olanlar diye ikiye ayı egemen oluyorsa buna tüm yöne-
rabiliriz. İnsan, sürekli tasarlayan timbiçimlerinde ortak olan adı ve
bir varlık olmakla her zaman bir yö ririz: cumhuriyet.” Aristoteles’e gö
nelim içindedir. Her yönelim bir ta re krallığın sapmış biçimi tiranlık,
sarıyı ve bir istemli çıkışı gerekti soyluluğun sapmış biçimi oligarşi,
rir. İstemsiz yönelimler kadar iyi cum huriyetin sapm ış biçimi de
tasarlanmamış yönelimler de ayrı mokrasidir. Montesquieu üç yöne
yolda kalmaya mahkumdur. Ancak tim biçimi belirledi: despotluk, mut-
“istem”le “yönelim”i birbirine ka lakyönetim, demokrasi. Despotluk
rıştırmamak gerekir. İstem belirgin korkuya dayanır ve Doğu’nun bü
dir, tutarlıdır, inatçıdır; oysa yöne yük ülkelerine uygun düşer. Mut-
lim daha az belirgindir hatta bula lakyönetim onura dayanır. Filozo
nıktır. fa göre kendi ülkesi Fransa için en
uygun yönetimbiçimi mutlakyöne-
Y Ö N E T İM B İÇ İM İ (fr. régime-, timdir. Demokrasi iyi bir rejimdir
alm. Regime; ing. regime). Bir dev ama küçük ülkelere uygundur. (Bk.
letin toplumsal, siyasal ve iktisadi DEVLET, D EM O K R A Sİ,TO P
yapılanışı. Roger Martin du Gard LUM)
“Her toplumsal yönetimbiçimi in
san doğasında iyileşmez biçimde va YÖN TEM (lat. methodus', fr. mét
rolan şeyi kaçınılmaz biçimde yan hode; alm. Methode; ing. method).
sıtmaya mahkumdur” diyerek bize Düşünceyi bir amaca yönelten iş
ülküsel yönetimbiçimlerinin varo- lemlerin toplamı. Öngörülmüş bir
lamayacağını duyurur. M arx’a gö sonuca ulaştıran usullerin toplamı.
re üretim ilişkilerini siyasal yöne Önceden belirlenmiş bir tasarıma
timler belirlemez, tersine siyasal yö göre ortaya konulan ussal işlemler
netimleri üretim ilişkileri belirler. Bu bütünü. Bir araştırmanın en sağ
yüzden herhangi bir siyasal yöne- lıklı biçimde ve en kısa yoldan ger
timbiçimini istediğimiz anda gön çekleşmesini sağlayan usuller top
lümüze göre ortadan kaldıramayız. lamı. Zihnin bir doğruyu ortaya ko
518 Bunun için gerekli iktisadi ve tarih yabilmek için izlediği kurallar top
YÖNTEM
lamı. Yöntem sorunu bilimsel dü hip değildir. Onlarda yöntem us
şüncenin ve felsefi düşüncenin en sallığın bir etkinliği, bir uzantısı, bir
temel sorunudur. Her bilimsel ve uygulama biçimi olarak ortaya ko
felsefi araştırma yöntemli bir yö nulur. Yeniçağ’la birlikte gelişme
nelimi gerektirir. Çok zaman sanıl ye başlayan yeni bilimsel düşünce
dığı gibi yöntem her kapıyı açan bir her şeyden önce yöntemin kendi
anahtar değildir, onu her araştırma sini tartışm ay a y öneldi. U sun
için genelgeçer olan bir kalıp dü işlemlerini ya da mantığın kalıpla
şünce olarak belirleyemeyiz. Yön rını yöntem diye kullanmak, bir
temin koşulları araştırmanın koşul başka deyişle sorunları salt usla çöz
larıyla belirlenmiştir. Her araştırma meye çalışmak bundan böyle ye
kendi yöntemini gerektirir. “Ger terli olmayacaktı. Yeni yöntem kav
çek yöntemler araştırmanın bir par- rayışının kurucularından biri Fran-
çasıdırlar, araştırmayla onlar araş cis Bacon’dır. Bacon doğayla in
tırmadan önce verilmiş değillerdir, san zihninin ayrı yapılarda olduğu
ortaya çıkarlar; çünkü bir devinimin nu bildirir. Filozofa göre bu iki şey
yönü devinimden nasıl ayrı değilse ayrı yapılarda olmakla apayrı özel
bu yöntemler de araştırmadan ayrı likler gösterirler. İnsan zihni belli
değillerdir. Bir bilimin yöntemi, koşullar altında doğayı tanıyabilir.
yaşayan bilim bu devinimin kendisi Böylece Bacon yöntem sorununu
olduğuna göre, onun deviniminin köklü bir biçimde ele almış olur.
yönünden başka bir şey değildir” Ona göre bilgi edinmenin tek yolu
(Charles Lalo). Aristoteles M.Ö. doğaya yöntemle yönelmektir. Bu
IV. yüzyılda “Şeyleri incelemek için yolda Bacon yeni bir mantık ge
tek bir yöntem yoktur” diyordu. liştirmeye yönelir ve Aristoteles’in
Araştırmanın karmaşıklığı ölçüsün Organon’una karşılık Novum or-
de yöntem bir zorunluluk olur. O ganum ’u yazar. B acon’in öngör
durumda yöntem karmaşık yapıyı düğü yeni yöntem somuta yönele
sınıflamalarla yalına indirgemenin, cek, skolastiğin hor gördüğü tek-
böylece çözümü kolaylaştırmanın tek şeylerin bilgisinden evrensel bil
yollarını gösterecektir. Eski felse giye yükselmeye çalışacaktır. Ba
felerde yöntem kaygısı Sokrates’le con’m çağdaşı ve ardılı olan Des-
başlar. Sokrates tartışm alarında cartes yöntem sorununu köklü bir
y a n lışa d ü şm em ey e, d oğru y u biçimde ele aldı. Yöntem Descar-
özenle bulup çıkarmaya çalışıyor tes’da doğruya ulaşmanın birinci
du. Platon diyalektiğini temellendi koşuludur. Descartes’çı yöntem an
rirken belli bir yöntem kavrayışı ge layışının kökeninde usu iyi kullan
tirdi, tümevarımı ve tümdengelimi ma düşüncesi vardır. Bu konuda
tanımladı. Ne olursa olsun eskiçağ Descartes şöyle der: “İyi yargıla
düşüncelerinin hiçbiri gerçek an ma ve doğruyu yanlıştan ayırabil
lamda bir yöntem kavrayışına sa me gücü tam tamına us ya da sağ-
YÖNTEM
duyu diye adlandırdığımız gilç el XVII. yüzyılın bir özelliğidir. An
bette tüm insanlarda eşittir; ayrıca cak bazen y ap ıld ığ ı gibi D e s
görüşlerimizin çeşitliliği bazı görüş cartes’in yöntemini matematiksel
lerimizin bazı görüşlerimizden da yöntem diye belirlemek yanlış olur.
ha ussal oluşundan gelmez, düşün Descartes’ın yöntemi apaçık olana
celerimizi değişik yollardan götürü ulaşm ayı öngörür: apaçık olan,
yor olmamızdan ve aynı şeyleri ele doğruluğu tartışılmaz olandır. Apa
almıyor olmamızdan gelir. İyi bir çık bilmediğim, apaçık görmediğim
zihne sahip olmak yetmez, önemli şeyleri doğru diye almamam gere
olan onu iyi kullanabilmektir. En bü kir. Bunun için acelecilikten ve ön
yük ruhlar en büyük erdemlere sa yargıdan özenle kaçınmam gerekir.
hip olacak yetenekte oldukları gibi Ayrıca insan zihni ancak belli bü
en büyük kötülüklere de sahip ola yüklükte bir bütün üzerinde yoğun
cak yetenektedirler; yavaş yürü laşabileceği için inceleyeceğim şey
yenler daha iyi ilerlerler.” Descar- leri bölerek, parçalayarak, bölüm
tes’çı yöntem kuşkudan yola çıkar leri ya da parçaları ayrı ayrı ele
ve m atem atik inancına dayanır. alarak incelemem gerekir. Yapılma
Yöntem üzerine konuşma'da filo sı gereken basiti yakalamak, basit
zof “Doğruyu araştırmak için her ten bileşiğe doğru adım adım iler
kişi her şeyi yaşamında bir defa lemektir. “Bütün yöntem, bazı doğ
kuşkuya koymalıdır” der. “Büyük ruları bulabilmek için zihnin bakı
adam olmadan önce çocuk olduk, şının kendilerine doğru çevrilmesi
o zaman duyularımıza kendini su gereken nesnelerin konumundadır.
nan şeyleri gün oldu doğru yargı Eğer karmaşık ve karanlık önerme
ladık gün oldu yanlış yargıladık, leri derece derece en basit öner
çünkü o zam anlar usum uzu tü melere indirgiyorsak ve daha son
müyle kullanamıyorduk, böylece ra tümünün en basit sezgilerinden
oluşan birçok yargı bizim doğru kalkarak aynı derecelerde kendimizi
nun bilgisine ulaşmamızı engelli bütün öbür önermelerin bilgisine
yor.” M.S. IV. yüzyılda Aziz Agus- k adar yükseltm eyi den iy o rsak
tinus’un yaptığını, kuşkudan yola yöntemi tam olarak bulmuşuz de
çıkarak kesinliğe ulaşma deneyini mektir.” Yöntem üzerine düşünmüş
Descartes da yapar ve cogito'ya filozoflardan biri de John-Stuart
ulaşır. Bacon Descartes gibi yap Mill’dir. Mili, felsefeden çok bilimi
maz: özel olarak bir kuşkulanma ilgilendiren dört aşamalı bir yön
deneyine başvurmadan, kuşkudan tem geliştirmiştir: uygunluk yön-
yola çıktığımızda kesinliklere, ke temi’nde, açıklanacak olgunun her
sinliklerden yola çıktığımızda kuş zaman aynı önselden sonra gerçek
kulu sonuçlara varacağımızı bildi leştiği benimsenir ve öbür durum
rir. Matematik inancına gelince, o lar değişken olduklarından dışlanır.
520 Descartes çağının, daha doğrusu Bu yöntem ya da yöntemin bu bi
YÖNTEMBİLÎM
ve smırsız yüce anlıkla değil usla gilidir. Th. Kammerer şöyle der:
ilgilidir. Her zaman imgelemi zor “Yüceltme bir çatışkının çözümü gi
layan yüce öznelliğin bir ürünüdür bi görünür ve genellikle kişiye bas
yani nesneden değil ruhtan gelir. tırmadan ve sinirlilikten kaçma ola
“Tüm duyu ölçülerini aşan ruhun nağı verir.” (Bk. SAVUNMA DÜ
bir yetisinin göstergesi” der Kant ZENEKLERİ)
onun için. Yüce bazen matematik
büyüklükle, bazen de güçlülükle il YÜ K LEM (lat. praedicatum; fr.
gilidir. Yüksek dağlar karşısında prédicat', aim. Pradikàf, ing. pre
duyduğumuz yücelik duygusu ma dicate). Bir önermede ya da bir yar
tematiksel, gök gürültüsü karşısın gıda özneyi olumlayan ya da olum-
da duyduğumuz yücelik duygusu suzlayan öge. (Bk. BAĞINTI)
güçseldir. (Bk. GÜZEL)
Y Ü K S E K L İK D U Y G U S U (fr.
Y Ü C E L T M E (fr. sublim ation; sen tim en t de supériorité; aim.
alm. Sublimierung', ing. sublima Ü b e rle g e n h e itsg e fü h l; ing.
tion). Bazı aşağı duyguların bazı su p erio rity com plex). K endini
yüce duygulara dönüştürülmesi. İç yüksek görme duygusu. Yükseklik
güdüsel bir enerjinin yüksek bir duygusunu Adler belirledi, onun
amaca dönüştürülmesi. Terimi ilk aşağılıkduygusunun bir biçimi ya
olarak Freud kullandı. Freud, in d a onu b a s tırm a k la ya da
sanın gerçekleştirmek istemediği gizlemekle ilgili bir tutum olarak
bir takım doğal eğilimlerin yerine gösterdi. Bu duygunun hastalıklı
toplumsal ve ahlaki anlamda yüce biçimlerini üstünlük karmadığı diye
olan değerler koyduğunu gözlem adlandırdı. Adler, Yaşamın anlamı
ledi. Karmaşık cinsel sorunları olan adlı kitabında şöyle der: “Tanıtlamış
bir kişinin kendini sanata vermesi olduğum gibi yükseklikduygusu
ona göre bir yüceltmeden başka bir g en e llik le b irey in tu tum unda,
şey değildi. Şiddete eğilimli kişile özyapı özelliklerinde ve görüşünde
rin adam bıçaklayacak yerde cer kendini gösterir, bu birey kendi
rah olmayı seçmeleri de bir yücelt özel yeteneklerine ve insanlık
me edimiydi. Yüceltme kişinin top o rta la m a sın ı aşan g ü ç le rin e
lumsal yaşama uyabilmesi için çok inanmıştır. Bu arada kendiyle ve
önemlidir. P. Bovet’nin belirlediği başkalarıyla ilgili abartısız istekleri
gibi yüceltmeyi ruhbilimden çok vardır. Dış görünüşle ilgili olarak
hekimlikle ve pedagojiyle ilgili gör övünme ve süslülük görülür, dış
mek doğru olur, o her zaman bir görünüş özenli ya da döküntüdür,
değer yargısını gerektirir ve gide giyim acaiptir, kadınlarda aşırı
rek ahlaki bir değer kazanır. Bu çer erkeksi tav ır, erk ek lerd e aşırı
çevede aşağı duygular diye belirle k a d ın sı ta v ır göze ça rp ar;
diğimiz şey daha çok cinsellikle il küçümseme, taşkınlık, züppelik,
YÜREK
524
ZAM AN (lat. tempus\ fr. temps\
z umutsuzluğun, sıkıntının zamanı
alm. Zeit\ ing. time). Önce ve son dır. Nesnel zaman ya da işlevsel za
ra kavrayışı içinde ele alınan süre. man niceliksel zamandır, ölçülebi
Ardarda gelişin sezgisi ya da fikri. lir zamandır. / Ovidius: “Zaman her
Önceki olayla sonraki olay arasın şeyi yer bitirir.” / Cervantes: “Za
da kalan dönem. Sürekli değişimin mana zaman tanım ak gerekir.” /
ölçülebilir bilgisi. Olayların birbiri Rabelais: “Zaman her şeyi olgun
ni izlediği biryapılı ortam. Descar- laştırır, zamanla her şey açıklığa ka
tes zamanı sürenin düşünülmüş bi vuşur, zaman doğrunun babasıdır.”
çimi diye tanımlıyordu. Leibniz’e / Comeille: “Zaman büyük bir us
göre zaman “birbirini izleyen olgu tadır, çok şeyi düzene koyar.” /
ların düzeni”dir. Kant’agöre zaman Pascal: “Zaman acıları ve çekişme
bizde izlenimleri olası kılan bir özel leri giderir.” /Theophastos: “En bü
koşuldur, duyarlılığın a priori bir yük harcama zaman yitirmektir.” /
biçimidir, “tüm izlenimlerin teme Goethe: “Zamanı iyi kullanırsan za
linde yer alan zorunlu bir sunum man her zaman vardır.” / Thales:
dur”, buna göre “ayrı zamanlar tek “Zaman her şeyi aydınlatır.” / Pin-
bir zamanın parçalarından başka bir dare: “Zaman dürüst insanların en
şey değillerdir” . Zaman bazen sü- iyi kurtarıcısıdır.” / Perikles: “Za
re’yle eşanlamlı alınır, bazen de süre man öğüt verenlerin en bilgesidir.”
zamanın bir parçası olarak düşü / Euripides: “Zaman her şeyi açığa
nülür. Bergson süreyi gerçek za çıkarır; o sormadan söyleyen bir
man olarak belirler. Filozofa göre, gevezedir.” / Philon: “Zaman ru
öbürü, matematiksel zamandır ya hun hekimidir.” / Epiktetos: “İncir
da ölçülebilen zamandır. Daha ge ağacının meyvası bir anda olgun
nel çerçevede öznel zamanı nesnel laşmaz.” / Baudelaire: “Ey acı! Ey
zamandan ayırabiliriz. Öznel zaman acı! Zam an yaşam ı yiyor,- Ve
ya da varoluşsal zaman yaşanılan y ü re ğ im izi k em ire n k a ra n lık
zamandır, beklemenin, umudun, düşm an - Y itird iğ im iz k a n la 5 2 5
büyüyor besleniyor.”(Bk. SÜRE, alanında büyük kolaylıklar sağlar
UZAM) ken zekayı bir ölçüde de olsa geliş
tirebilme çabalarına katkıda bulun
ZEK A (lat. intelligentia; fr. intel- maktadır. Her kişi zihnini geliştire
l\g en ce\ alm . In tellig en z\ ing. rek zekasını bir ölçüde ilerletebilir,
intelligerıce). Durumlarla ve ilişki ancak geri bir zeka düzeyinden ile
lerle ilgili belirtileri kavrama yetisi. ri ya da ortalama bir zeka düzeyine
Tanıma, bileştirme, ayrıştırma, seç ulaşma olasılığı yoktur. Kişilerin ze
me y e tisi. Z ek a V icom te de ka ortalaması'm bulmak için zeka
Bonald’ın belirlediği gibi “Nesne yaşını gerçek yaşa bölmek gerekir.
ler arasındaki doğru ve gerekli iliş On yaşında bir çocuğun zihni zeka
kileri görebilme yetisi”dir. Zeka testlerine göre on iki yaş düzeyin
kavramı düşüncenin tarihsel geli deyse bu çocuğun zeka ortalaması
şimi boyunca değişik anlamlar al 1.20’dir (12/10=1.20), genellikle
mıştır. Eski felsefede zeka hemen bu sonuç yüzle çarpılarak kullanılır
hemen zihnin tüm işlevlerini karşı ve verdiğimiz örnekteki çocuğun
lardı, düşünsel yaşamın tüm edim zeka ortalaması 120 olarak belir
lerini içerirdi. Zamanla bu terim zih lenmek gerekir. (Bk. DÜŞÜNCE,
nin yalnızca kavrayışla ilgili edim RUHBİLİM)
lerini karşılar oldu. Zekayı anlıktan
ayıran şey zekanın gidimli düşün ZİH İN (fr. esprit; alm. Geist; ing.
ceden çok sezgisel düşünceye ya spirit). Ruhun düşünsellikle ilgili
kın oluşudur, ayrıca çağrışımsal ve yanı. Düşünsel gerçeklik. “Zihin”
duygusal düzeyde usdışı öğelere de hemen hemen “ruh”un eşanlamlı
açık oluşudur. Zeka bir kavrama sıdır. Ruh düşünsel-duygusal bü
gücü olduğuna göre, kavrayışın hızı tünlüğü karşılarken zihin daha çok
ve derinliğiyle belirlenir. Ne var ki düşünsellikle ilgilidir. (Bk. RUH)
hızlı bir kavrayış yüzeysel olabile
ceği gibi derinlikli bir kavrayış belli ZO R B A LIK (fr. despotisme\ alm.
bir zamanı gerektirebilir. Zekayı uy Alleinherrschaft; ing. despotism).
gulamalı zeka ve kuramsal zeka Baskıcı mutlak yönetim. Tüm erk
diye ayırmak alışkanlık olmuştur. lerin tek kişide toplandığı yönetim
Kuramsal zeka kavramlara ve ya biçimi. Zorbalığı mutlakyönetimler-
salara yönelmeye yatkınken uygu le karıştırmamak gerekir. Mutlak-
lamalı zeka somuta yönelmeye yat yöneticiler zaman zaman zorbaca
kındır. Elbette bu ayrım bu yetide tutumlar almış olsalar da onlar bir
gerçek bir bölünmeden çok kişile takım aracı güçler kullanmışlardır
rin uygulamayla ya da kuramla da ve devleti “krallığın temel yasaları”
ha çok ya da daha âz ilgili oluşları diye bilinen ilkelere göre yönetmiş
na bağlıdır. Zekayı ölçmek için dü lerdir. Zorbalık her zaman kişinin
zenlenmiş testler eğitim ve meslek istemiyle gerçekleşir. Zorbalığı en
ZORBALIK
527
DİZİN
İngilizce/Türkçe
Ability Yatkınlık Antecedent Öncel
Abnegation Özveri Anthropocentrism İnsanmerkezdlik
Abnomial Olağandışı Anthropology lnsanbilim
Aboulia İstemsizlik Anthropomorphism İnsanbiçimcilik
Absolute Mutlak Antinomy Çatışkı
Absolutism Mutlakçılık Antithesis Karşısav
Abstract Soyut Anxiety Bunaltı
Abstraction Soyutlama Apathy Duyumsamazlık
Abstractionism Soyutlamacılık Aphorism Özlüsöz
Abstruse Çapraşık Aporia Çıkmaz
Absurd Saçma Apparanœ Görünüm
Accident Raslantı Apperception Üstalgı
Act Edim Apreciation Değerlendirme
Action Eylem Archetyp İlkömek
Activism Edimcilik Argument1 Kanıt
Activity Etkinlik Ait Sanal
Actualism Edimselcilik Artist Sanatçı
Adaptation Uyma Ascetism Çilecilik
Adequate Tamuyar Assertion HerisOrme
Admiration Hayranlık Association Çağrışım
Adolescence Yetişkinlik Associationism Çağnmşıcılık
Aequipollency Eşgeçerlilik Astonishment Şaşma
Aesthetics Estetik Atheism Tanntanımazlık
Affectivity Duygululuk Atom Atom
Affirmation Olumlama Atomism Atomculuk
Agent Etmen Attention Dikkat
Aggregate, aggregation Katışmaç Attribute Oznitelik
Agnosticism Bilinemezcilik A na Esim
Agtaphia Yazmayitimi Autarky Kendineyetme
Agreeable. Hoş Authority Yetke
Agressivity Saldırganlık Autism Kendinekapalılık
Alexia Okumayitimi Autonomy Özerklik
Alienation Yabancılaşma Auto-suggestion Kendiniinandırma
Allegory Biçimsimge Axiology DeğerOğretisi
Ambiguity Kayganlık Axiom Belit
Altruism Özgecilik Backwardness Gerilik
Amnesia Bellekyitimi Barbarism Barbarlık
Analogy Benzeşim Beautiful Güzel
Analysis Ayrıştırma Becoming Oluş
Anarchy Kargaşa Behavior Davranış
Andventitious Dıştan Behaviorism Davranışçılık
Anger 06te Being \brlık
Anguish Boğuntu Being for self Kendiiçin
Animisim Canlıcılık Belief İnanç
Antagonism Uyuşmazlık Blessedness Tammutluluk
Body Beden Continuous Kesiksiz
Body Cisim Contract Sözleşme
Bourgeoisie Burjuvalık Contradiction Çelişki
Break-down Ruhsalçöküntû Contradictory Karşısal
Bureaucracy Bürokrasi Contrary Karşıt
Buridans’s donkey Buridan’ın eşeği Convergency Kesişme
Canon Kanon Conversion Evirme
Capital Sermaye Conviction Kanı
Characteristic Belirleyici Corpuscle Cisimcik
Caste Kast Correlation Bağlılaşım
Casuistry BilinççözOmlemesi Cosmogony Evrendoğum
Categorical Koşulsuz Cosmology Evrenbilim
Category Kategori Creation Yaratma
Causality Nedensellik Criterion Ölçüt
Cause Neden Criticism Eleştiricilik
Certitude Kesinlik Critique Eleştiri
Change Değişim Crowd Kalabalık
Character Özyapı Culture Kültür
Childhood Çocukluk Custom Alışkı
Civilisation Uygarlık Death Ölüm
Claim HakOnerme Debility Ahmaklık
Clan Klan Decision Karar
Class Sınıf Deduction Tümdengelim
Classicism Klasiklik Definition Tanımlama
Classification Sınıflama Deism Yaradancılık
Clear Açık Delirium Çılgınlık
Collectivism Ortaklaşmacılık Dementia Bunama
Common Ortak Democracy Demokrasi
Communication İletişim Demonstration Gösterme
Communism Komünizm Deontology Ödevbilgisi
Community Topluluk Dereliction Bırakılmıştık
Comparaison Karşılaştırma Description Tanıtlama
Compensation Dengeleme Desire Arzu
Complex Karmaşık Despotism Zorbalık
Complex Karmaşık Determinate, definite Belirli
Comprehension Içlem Determination Belirleme .
Concept Kavram Determinism Belirlenimcilik
Conception Kavrayış Development Gelişim
Conceptualism Kavramcılık Dialectic Diyalektik
Concrete Somut Didactics Öğretici
Condition Koşul Difference Ayrım
Conditioned Koşullanmış Dignity Değerlilik
Conflict Çatışma Dilemma İkilem
Conformism Tutuculuk Dimension Boyut
Confusion Bulanıklık Discontinuous Kesikli
Conjunctive Bitiştirici Discursive Gidimli
Consciousness Bilinç Disjunction Ayrıklık
Consequence Vargı Dissimulation Gizleme
Consequent Ardıl Dissolution Dağılışım
Consistency Tutarlılık Distinct Seçik
Contemplation lçselbalaş Distraction Dağılma
Content İçerik Division Bölme
Context Bağlam Division of labour İşbölümü
Contingency Olumsallık Doctrine Öğreti
530
Dogma Dogma Excitation Uyarım
Dogmatism Dogmacılık Exhibitionism Sergilemecilik
Domain llgialam Existence Varoluş
Doubt Kuşku Existentialism Varoluşçuluk
Dream Düş Exoteric Dışrak
Dreaming Düşlem Experiment Deneyim
Drive, urge İçtepi Experimentation Deney
Dualism İkicilik Explicit Dışsal
Duration Süre Expression Anlatım
Duty Ûdev Extension Uzam
Echolalia, echochasia Yankılama Extention Kapsam
Eclecticism Seçmecilik Externalization Dışlaşma
Economism İktisatçılık Extravasion Dışadönüklük
Economy controlled Gûdümcülûk- Extreme Uçterim
güdümlü iktisat Fabulation Masallama
Ecstasy Coşku Factor Etken
Education Eğitim Faculty Yeti
Efficacy Etkililik Faith İnan
Effort Çaba Faith-philosophy İnancılık
Egoaltmism Benözgecilik Family Aile
Egocentrism Beniçincilik Fanaticism Darkafalılık
Egoism Bencillik Fancy îmgegücü
Element Oge Fatalism Yazgıcılık
Emanation Türüm Fatality Yazgı
Emotion Heyecan Fault Yanlış
Empirism Deneycilik Fear Korku
Emptiness, void Boşluk Fechner’s law Fechner yasası
Encyclopedia Ansiklopedi Feeling İzlenim
End, purpose Erek Fetishism Tapıncakçılık
Enlightment Aydınlanmacılık Feudalism Feodallik
Enthusiasm Coşkunluk Field Alan
Enthymeme Örtüktasım Finalism Erekçilik
Entity Bütünlük Finality Ereklilik
Environment Çevre Foresight Öngörü
Epistemology Bilgibilim Forgetting Unutuş
Equality Eşitlik . Form Biçim
Equity Denkserlik Formalism Biçimcilik
Equivalency Eşdeğerlilik Freewill Özgürseçiş
Equivocal Çokanlamlı Friendship Dostluk
Eiror Yanılgı Frustration Yoksunluk
Eschatology Erekbilgisi Function İşlev
Esoteric İçrek Functional İşlevsel
Essence Ûz Functionalism İşlevcilik
Ethnography Budunbilgisi Fundation Temel
Ethnology Budunbilim Futurism Gelecekçilik
Etiology Nedenbilim Gemus Cins
Eudaemonism Mutçuluk General Genel
Euphory Esenlikduygusu Generalization Genelleştirme
Evhemerism Evhemeros’çuluk Generation Kuşak
Evidence Apaçıklık Genesis Oluşum
Evil, wrong Kötü-kötülük Genius Deha
Evolution Evrim Given \feri
Evolutionism Evrimcilik Gnosiology Bilgiaraştırması
Exact Dosdoğru Gnosticism Bilinircilik
531
God Tanrı Improvisation Doğaçlama
Good İyi Impulse İtki
Good sense, right sense Sağduyu Inclusion İçerilmişlik
Greatness Büyüklük Indefinite Belirsiz
Group Küçüktopluluk Indeterminism Belirlenmezcilik
Habit Alışkanlık IndiSèrenDe İlgisizlik
Hallucination Sanrı Individual Birey
Happiness Mutluluk Individualism Bireycilik
Harmony Uyum Individuation Bireyleşme
Heart Gönül Induction Tümevanm
Hedonism Hazcılık Inertia Eylemsizlik
Heredity Kalıtım inferiority complex Aşağılıkduygusu
Hermetism Kapalılık Infinite Sonsuz
Heterogeneous Çokyapılı Influence Etki
Heteronomy Dışerklik Infrastructure Altyapı
Heuristic Bulgulama Insanity Delilik
Historicity Tarihsellik Insolvency Eksikkalı;
Historism Tarihselcilik Inspiration Esin
History Tarih Instability Değişkenlik
Homogeneous Biryapılı Instant, moment An
Humanism İnsancılık Instinct İçgüdü
Humanity İnsanlık Institution Kurum
Hylmorphism lkiilkecilik Instrumentalisme Araççılık
Hylozoism Canlımaddecilik Intellectual Aydın
Hyperaestesia Aşırıduyarlılık Intellectualism Düşünselcilik
Hypermnaesia Aşınanımsama Intelligence Zeka
Hypnosis Yapayuyku Intelligible Düşünülür
Hypothesis \fcrsayım Intention Yönelim
Hysteria Histeri Intentionality Yönelgenlik
Idea Fikir Introspection İçebakış
Ideal Ülkü Introversion İçedönüklük
Idealism Ülkücülük Intuition Sezgi
Identification, identifying özdeşleşme Intuitionism Sezgicilik
Identity Özdeşlik Involition Gerievrim
Ideology İdeoloji Irony Alay
Idiocy Aptallık Irrationrial Usdışı
Illation Çıkaısama-çıkanm Isomorphism Eşbiçimcilik
Illogical Mantıkdışı Jealousy Kıskançlık
llluminism Meczupluk Joy Sevinç
Illusion Yanılsama Judgement Yargı
Image İmge Justice Adalet
Imagination İmgelem Katharsis Anııma
Imbecility Alıklık Kenlore Bilgikuramı
Imitation Öykünme Knowledge Bilgi
Immanence İçkinlik. Labour Emek
Immanent İçkin Language Dil
Immaterialism Maddesizcilik Law Yasa
Immediate Dolaysız Learned man Bilgin
Immoral ism Ahlaksızcılık Liberalism Özgürlükçülük
Immortality Ölümsüzlük Liberty Özgürlük
Imperative Buyurucu Life Yaşam
Implication İçerme Limit Sınır
Implicit İçsel Linguistics Dilbilim
Impressionism İzlenimcilik Logic Mantık
532
Narcissism Narkissos’çuluk
Nation Ulus Logicism Mantıklaştıncılık
Nativism Doğuştancılık Love Aşk
Natural Doğal Macrocosm Büyükevren
Naturalism Doğalcılık Magic, spell Büyü
Natue Doğa Maieutics Doğurtma
Naturism Doğacılık Major Büyükönerme
Necessity Gereklilik Major Büyükterim
Need, requirement Gereksinim Man İnsan
Negation Olumsuzlama Mania Mani
Nekrophilism ölüsevme Manichaeism Manicitik
Neurosis Sinirlilik Manners Görenek
Nihilism Hiççilik Masochism Mazohizm-mazoşizm
Nominalism Adcılık Materialism Maddecilik
Non-being Hiçlik Matter Madde
Non-ego Benolmayan Maxim Özdeyiş
Norma] Olağan Me, myself Ben
Object Nesne Mechanisms of defence Savunma düzenekleri
Objective Nesnel Mechanism Mekanikçilik
Obscurantism Karanlıkçılık Mediation Aracılık
Obscure Karanlık Megolomania Büyüklükduygusu
Observation Gözlem Melancholia Melankoli
Obsession Takıntı Memory Bellek
Occasionalism Aranedencilik Mentality Anlayış
Occultism Gizlibilimcilik Mercantilism Kazanççılık
Omnipotence Tamgüçlulük Metaphysics Metafizik
Omniscience Tambilirlik Method Yöntem
Ontogenesis, ontogeny Bireyevrimi Methodology Yöntembilim
Ontologism Vartıkbilimcilik Microcosm Küçükevren
Ontology Varlıkbilim Middle Ortam
Opinion Görüş Middle terme Ortaterim •
Optimism İyimserlik Minor Küçükûnerme
Order Düzen Minor Küçüklerim
Organicism Organcılık Miracle Mucize
Origin Kök Mobile Dürtü
Original Özgün Modality Kiplik
Other Başkası Mode, mood Kip
Overtaking Aşma Monade Monad
Paidology Çocukbilim Monadism Monadcılık
Pain Aa Monadology Monadoloji
Palingenesis Çevrimcilik Monarchy Mutlakyönetim
Pancosmism Hepevrendlik Monism Tekçilik
Panentheism Heptanndacılık Monotheism Teklanncılık
Panpsychism Hepıuhsallık Moral Ahlak
Pantheism Heptanncılık Moralism Ahlakçılık
Parallelism Koşutçuluk Morphology Biçimbilim
Paramnesia Yenidenyaşama Motive Güdü
Paranoia DOzenliçılgınlık Movement Devinim
Participation Katılma Mutation Değişinim
Particular Özel Mystery Gizem
Passion Tutku Mysticism Gizemcilik
Passion Edilim Mythe Mitos
Passivity Edilginlik Mythology Mitoloji
Peace Barış Mythomania Masalcı!ık
533
Pedagogy Pedagoji Providence Kayra
Perception Algı Psychanalysis Ruhaynştuması
Perceptionism Algıcıltk Psychasthenia Ruhsalbitiklik
Peripatetics Peripatetikler Psychical Ruhsal
Person Kişi Psychologism Ruhbilimcilik
Personalism Kişilikçilik Psychology Ruhbilim
Personality Kişilik Psychosis Ruhsal bozukluk
Perspectivism Bakışçılık Puberty Erginlik
Pessimism Kötümserlik Puluralism Çoğulculuk-çokçuluk
Phenomenalism Olguculuk Pure An
Phenomenology Olgubilim Quality Nitelik
Phenomenon Olgu Quantitiy Nicelik
Philanthropy Insanseveriik Question Soru
Philosopher Filozof Quietism Dingincilik
Philosophy Felsefe Quintessence Beşinciöz
Phrenology Kafâyonmu Race Irk
Phylogenesis Türevrimi Racism Irkçılık
Physics Fizik Radicalism Köktencilik
Play Oyun Rationalism Usçuluk
Pleasure He Reactionary Gerici
Plural Çoğul Real Gerçek
Political economy Toplumsal iktisat Realism Gerçekçilik
Polysyllogisim Çoklutasım Reality Gerçeklik
Polytheism Çoktanncılık Reason Us
Populism Halkseverlik Reasoning Usavurma
Positivism Olumculuk Receptivity Alırlık
Possession İyelik ■ Reciprocity Karşılıklılık
Possibility Olanak Recurrency Dönüşlülük
Postulate Konut Redintegration Toptananılış
Power Güç Reduction İndirgeme
Practice Uygulama Reflection Düşünme
Pragmatism Pragmacılık Reflex Tepkime
Predicate Yüklem Refutation Çürütme
Preestablished harmony öncesel uyum Regime Yönetimbiçimi
Prejudice Önyargı Regression Gerileme
Prelogical Mantıköncesi Reincamalion, palingenesis Yenidencisimleşme
Premiss öncül Relation Bağıntı
Prenotion İlkbilgi Relation İlişki
Primary İlksel Relatism Görecilik
Primitive İlkel Relative Göreli
Principle İlke Relativity Görelilik
Principle of sufficient reason Yeter neden ilkesi Religion Din
Probabilism Olasıcılık Remembrence Ara
Probability Olasılık Reminiscense Anımsama
Problem Sorun Representation Sunum
Process Süreç Repression Bastırma
Production Üretim Resemblance Benzerlik
Profane Dindışı Resolution Çözümleme
Progress İlerleme Respect Saygı
Projection Yansıtma Responsability Sorumluluk
Proletariat Proletarya Revelation Açınım
Proper Özgü Reviving Yaşamadönüş
Properly, propriety Mülkiyet Revolt Başkaldırma
Pfoposition önerme Revolution Devrim
534
Right Hukuk Stage Evre
Romanticism Duyguculuk State Devlet
Rule Kural State Durum
Rythm Ritm State control Devletçilik
Sacred Kutsal Stimulus Uyaran
Sadism Sadizm Structuralism Yapısalcılık
Sadomasochism Sadomazoşizm- Structure Yapı
sadomazohizm Subaltern Altık
Safety, salvation Kurtuluş Subconsciousness Bilinçaltı
Salary Ücret Subcontrary Altkarşıt
Sanction Yaptırım Subject özne
Satisfaction, fulfilment Doyum Subjective Öznel
Scepticism Kuşkuculuk Subjectivism Öznelcilik
Scheme Şema Sublimation Yüceltme
Schizophrenie Şizofreni Sublime Yüce
Scholastik Skolastik Subordination Altasııalama
School Okul Substance Töz
Science Bilim Substrate Dayanak
Scientism Bilimcilik Subsumption Altakoyma
Selection Ayıklanma Suicide İntihar
Self Kendinde Superiority complex Yükseklikduygusu
Self-love Özsevgisi Superman Üstinsan
Semantics Anlambüim Superstition Boşinanç
Semiology Belirti bilim Superstructure Üstyapı
Sensation Duyum Surplus value Arbkdeğer
Sense Duyu Surrealism Gerçeküstücülük
Sensibility Duyarlılık Syllogism Tasım
Sensible Duyulur Symbol Simge
Sensualism Duyumculuk Symbolism Simgecilik
Sentiment Duygu Symmetry Bakışımlılık
Sexuality Cinsellik Syncretism Birleştirmecilik»
Sign Belirti Synergy Eşişlevlilik
Simple Basit Synthesis Bileşim
Singular Tekil System Dizge
Slave Köle Target Amaç
Slaveiy Kölelik Taste Beğeni
Sociability Toplumsalltk Tautology Eşsöz
Socialism Sosyalizm Technics Teknik
Society Toplum Teleology Erekbilim
Sociologism Toplumbilimcilik Temperament Mizaç
Sociology Toplumbilim Tendency Eğilim
Solidarity Dayanışma Tenstion Gerilim
Solipsism Tekbencilik Terror Şiddet
Sophism Bilgicilik Theism Tanrıcılık
Sophist Sofist Theocracy Dinciyönetim
Soul Ruh Theodicee Tannaıaştirması
Space Uzay Theology Tanrıbilim
Species Tür Theoretic Görümcü
Specific Özgül Theory Kuram
Specification Özgülleştirme Theosophy Ermişlik
Speculation Kurgu Thesis Sav
Spirit Zihin Thing Şey
Spiritualism Ruhçuluk Thought Düşünce
Spontaneity Kendiliğindeni ik Threshold Eşik
Time Zaman Understanding, intellect Anlık
Timidity Pısırıklık Uneasiness, restlessness Kaygı
To explain Açıklamak Universal Evrensel
To ground, to1found Temellendirmek Universalism Evrenselcilik
Toleration, tolerance Hoşgörü Universe Evren
Totalitarian Bütüncü Useful Yararlı
Totality Bütünsellik Utilitarianism Yararcılık
Totem Totem Utopia Ütopya
Tradition Gelenek Validity Geçerlilik
Traditionalism Gelenekçilik \felue, worth Değer
Transcendence Aşkınlık 'Ariation Çeşitleme
Transcendent Aşkın Velleity Gelgeçistek
Transcendental Aşkınsal Veracily Doğruculuk
Transcendentalism Aşkmcılık \feibalism Boşsözcülük
Transference, transfer Geçişim Verification Doğrulama
Transformation Dönüşüm Vicious circle Kısırdöngü
Transfbrmism Dönüşümcülük Virtuality GücOllük
Tree of Porphyry Porphyrios ağacı Virtue Erdem
Truth Doğru Vision G ttü
Type Tip Vitalism Yaşamsalcılık
Ubiquity, omnipresence Heryerdelik Voluntarism Istemcilik
Ugly Çirkin Vfcr Savaş
Unconditional Koşullanmamış Will İstem
Unconscious Bilinçdışı Wisdom Bilgelik
World Dünya
536
Almanca/Türkçe
Ausdehnung Uzam Analyse Ayrıştırma
Verallgemeinerung Genelleştirme Anamnese Anımsama
Aberglaube Boşinanç Anarchie Anarchie
Abnormisch Olağandışı Andere Başkası
Absicht Yönelim Angenehm, Gefällig, Freundlich Hoş
Absolut Mutlak Angst Boğuntu
Absolutismus Mutlakçılık Animismus Canlıcılık
Abstrakt Soyut Anpassung Uyma
Abstraktion Soyutlama Anschauung Sezgi
Abstraktionnismus Soyutlamacılık Antecedent öncel
Abstrus Çapraşık Anthropologie İnsanbilim
Absurd Saçma Anthropomorphismus İnsanbiçimcilik
Abulie, Willenslosigkeit İstemsizlik Anthropozentrismus tnsanmerkezcilik
Adäquat Tamuyar Antinomie Çatışkı
Aehnlichkeit, Gleichheit Benzerlik Antithese Karşısav
Aenderung, Veraendenmg Değişim Apathie Duyumsamazlık
Aequipollenz Eşgeçerlilik Aphorismus Özlüsöz
Aequivalenz Eşdeğerlilik Aporie Çıkmaz
Aequivok Çokanlamlı Apperzeption Üstalgı
Aesthetik Estetik Arbeit Emek
Aetiologie Nedenbilim Arbeitsteilung İşbölümü
Aeusserste Uçterim Archetyp, Urbild İlkömek *
Affekt, Gemütsbewegung He>ecan Argument, Beweis Kanıt
Affektivität, Gemütsleben Duygululuk Art Tür
Aggregat Katışmaç Asketik Çilecilik
Aggressivität Saldırganlık Assoziation Çağrışım
Agnostizismus Bilinemezcilik Assoziationspsychologie Çağnmşıcılık
Agraphie Yazmayitimi Atheismus Tanrıtanımazlık
Aktivismus Edimcilik Atom Atom
Aktivität, Tätigkeit Etkinlik Atomistik Atomculuk
Aktualismus Edimselcilik Attribut Öznitelik
Akzidens Raslantı Aufgabe Sorun
Akzidentell Dıştan Aufleben Aşma
Alexie Okumayitimi Aufklärung Aydınlanmacılık
Allegemein Evrensel Auflösung Dağılışım
Allegone Biçimsimge Aufmerksamkeit Dikkat
Alleinherrschaft Zorbalık Augenblick, Moment An
Allgegenwart Heryerdelik Aura Esim
Allgemein Genel Ausdehnung Kapsam
Allmacht Tamgüçlülük Ausdruck Anlatım
Allwissenheit Allwissenheit Ausgleich Dengeleme
Altruismus Özgecilik Autarkie Kendineyetme
Amnesie Bellekyitimi Autismus Kendinekapalılık
An sich Kendinde Autonomie Özerklik
Analogie Benzeşim Autorität Yetke 537
Autosuggestion Kendiniinandırma Disjunktion Ayrıklık
Axiologie Değeıöğredsi Diskursiv Giditnli
Axiom Belit Dogma Dogma
Barbarei, Barbarismus Barbarlık Dogmatismus Dogmacılık
Baum des Porphyris Porphyrios Ağacı Dualismus İkicilik
Bedingte Koşullanmış Dunkel Karanlık
Bedürfnis, Bedarf Gereksinim Echolalie, Echosprache Yankılama
Befriedigung, Zufriedenheit Doyum Egoaltmismus Benözgecilik
Begeisterung Coşkunluk Egoismus Bencillik
Begriff Kavram Egozentrismus Beniçincilik
Begründen Temellendirmek Ehrfurcht Saygı
Behauptung llerisürme Eifersucht Kıskançlık
Behauptung, Bejahung Olumlama Eigene Ûzgü
Behaviorismus Davranışçılık Eigenliebe Özsevgisi
Begehrung, Begehren Arzu Eigentum Mülkiyet
Beklemmung Bunaltı Eignung Yatkınlık
Belagerung Takıntı Einbildungskraft İmgelem
Beobachtung Gözlem Eindruck, Reiz İzlenim
Bereich, Gebiet tlgialanı Einfach Basit
Beschreibung Tanıtlama Einfluss Etki
Besitzen, Besitz, Besessenheit İyelik Einklammerung Paranteze Almak
Bestimmen, Bestimmung Belirleme Einschliessung tçerilmişlik
Bestimmt Belirli Einteilung Bölme
Bewegung Devinim Einzeln Tekil
Bewunderung Hayranlık Eklektizismus Seçmecilik
Beziehung, Relation Bağınu Ekstase Coşku
Bild, Vorstellung İmge Element Ûge
Billigkeit Denkserlik Emanation Türüm
Blödsinn, Schwachsinn Bunama Empfindung Duyum
Blödsinnigkeit Aptallık Empirismus Deneycilik
Brauch Alışkı Ende, Zweck, Endzweck Erek
Buridans Esel Buridan’ın Eşeği Enthymem Ortüktasım
Bürgertum Buıjuvalık Entsagung Özveri
Bürokratie, Bürokratismus Bürokrasi Entscheidung Karar
Kapital Sermaye Enttäuschung, Unbefriedigtsein Yoksunluk
Casuistik Bilinççözümlemesi Entwicklung, Wachsen Gelişim
Charakter Cteyapı Enzyklopädie Ansiklopedi
Charakteristik Belirleyici Erfindung Masallama
Dauer Sttç Erhabene Yüce
Deduktion Tümdengelim Erinnerung Anı
Definition, Begriffsbestimmung Tanımlama Erkenntnis, Kenntnis Bilgi
Deismus Yaradancılık Erkenntnistheorie Bilgikuramı
Delirium Çılgınlık Erklären Açıklamak
Demokratie Demokrasi Erst, primär İlksel
Demonstration Gösterme Erzeugung, Generation Kuşak
Deontologie Ödevbilgisi Erziehung Eğitim
Determinismus Belirlenimcilik Eschatologie Erekbilgisi
Deutlich Seçik Esoterisch İçrek
Dialektik Diyalektik Etatismus Devletçilik
Didaktisch Öğretici Ethnographie Budunbilgisi
Differenz Ayrım Ethnologie Budunbilim
Dilemma ikilem Eudämonismus Mutçuluk
Dimension Boyut Euphorie Esenlikduygusu
Ding, Sache Şey Evhemerismus Evhemeros’çuluk
538
Evidenz Apaçıklık Genie Deha
Evolution, Entwicklung Evrim Gerechtigkeit Adalet
Evolutionismus Evrimcilik Geschichte Tarih
Exakt Dosdoğru Geschichtlichkeit Tarihsellik
Exhibitionismus Sergilemecilik Geschmack Beğeni
Existentialismus \faroluşçuluk Geselligkeit Toplumsallık
Existenz, Dasein Varoluş Gesellschaft Toplum
Exoterisch Dışrak Gesetz Yasa
Experiment Deneyim Gesunder Verstand, Gescheidtheit Sağduyu
Experimentation Deney Geweiht, Heilig Kutsal
Explicit Dışsal Gewissheit Kesinlik
Extraversión Dışadönüklük Gewohnheit Alışkanlık
Fähigkeit, Vermögen Yeti Geworfenheit Bırakılmışı ık
Faktor Etken Glaube İnan
Familie Aile Glaube İnanç
Fanatismus Darkafalılık Glaubensphilosophie İnancılık
Fatalismus Yazgıcılık Gleichgültigkeit İlgisizlik
Fatalität Yazgı Gleichheit Eşitlik
Fechners Gesetz Fechner Yasası Glück, Glückseligkeit Mutluluk
Fehler Yanlış Gnoseologie Bilgiaraştınnası
Feld Alan Gnostizismus Bilinircilik
Feodalismus Feodallik Gott Tanrı
Fetichismus Tapıncakçüık Grenze Sınır
Finalismus Erekçilik Grösse Büyüklük
Finalität Ereklilik Grund, Begründung, Grundlage Temel
Forderung, Anspruch Hakönerme Grund, Prinzip İlke
Form Biçim Gruppe Küçüktopluluk
Formalismus Biçimcilik Gründung, Errichtung Kurum
Fortschritt İlerleme Gut, Wohl İyi
Frage, Befragung Soru Gültigkeit Geçerlilik
Freier Wille, Willensfreiheit Ozgürseçiş Halluzination Sanrı •
Freiheit özgürlük Harmonie Uyum
Freude Sevinç Hässlich Çirkin
Freundschaft Dostluk Hedonismus Hazcılık
Frieden Barış Heil, Erlösung Kurtuluş
Funktion İşlev Hermetismus Kapalılık
Funktionalismus İşlevcilik Heiz Gönül
Funktionell İşlevsel Heterogen Çokyapılı
Furcht Korku Heteronomie Dışerklik
Futurismus Gelecekçilik Heuristik Bulgulama
Für-sich-sein Kendiiçin Historismus Tarihselcilik
Gattung Cins Homogen Biryapılı
Gedächtnis, Erinnerung Bellek Humanismus İnsancılık
Gedanke, Denken Düşünce Hylmorphismus tkiilkecilik
Gefühl Duygu Hylozoismus Canlımaddecilik
Gegeben \feri Hyperästhesie Aşınduyarlılık
Gegenstand, Subjekt Özne Hypermnesie Aşınanımsama
Gegnerschaft Uyuşmazlık Hypnose Yapayuyku
Geist Zihin Hypothese Varsayım
Geistesschwäche Alıklık Hysterie Histeri
Gelehrte Bilgin Ich Ben
Gemein Ortak Ideal Ülkü
Gemeinschaft Topluluk Idealismus Ülkücülük
Genesis Oluşum Idee Fikir
Identifikation Özdeşleşme Konkret Somut
Identität Özdeşlik Konsequent Ardıl
Ideologie İdeoloji Konsequenz Vargı
Illuminismus Meczupluk Kontemplation İçselbakış
Illusion, Täuschung Yanılsama Kontext Bağlam
Immanent İçkin Kontingenz, Zufälligkeit Olumsallık
Immanenz İçkinlik Kontradiktorisch Karşısal
Immaterialismus Maddesizcilik Konträr Karşıt
Immoralismus Ahlaksızcılık Konvengenz, Zusammenlaufen Kesişme
Imperativ Buyurucu Konzceptualismus Kavramcılık
Implikation İçerme Konzeption, Begriffsbildung Kavrayış
Implicit İçsel Korpuskel, Körperlein Cisimcik
Improvisation Doğaçlama Korrelation Bağlılaşım
Indeterminismus Belirlenmezcilik Kosmogonie Evrendoğum
Individualismus Bireycilik Kosmologie Evrenbilim
Individuation Bireyleşme Körper Beden
Individuum. Einzelding Birey Körper Cisim
Induktion Tümevarım Kraftlosigkeit Ahmaklık
Inferiren Çıkarsama-Çıkanm Krieg Savaş
Infrastruktur Altyapı Kriterium, Merkmal Ölçüt
Inhalt İçerik Kritik Eleştiri
Inspiration Esin Kritizismus Eleştiricilik
Instinkt İçgüdü Kultur, Bildung Kültür
Instrumentalismus Araççılık Kunst Sanat
Intellektualismus Düşünselcilik Künstler Sanatçı
Intellektueller Aydın Leben Yaşam
Intelligenz Zeka Leere Boşluk
Intelligibel Düşünülür Lehre Öğreti
Intentionalität Yönelgenlik Leiden Tutku
Introversion İçedönüklük Leidenschaft Edilim
Intuitionismus Sezgicilik Liberalismus Özgürlükçülük
Involition Gerievrim Liebe Aşk
Ironie Alay Linguistik Dilbilim
Irrtum Yanılgı Logik Mantık
Isomorphismus Eşbiçimcilik Logizismus Mantıklaştıncılık
Jugendalter Yetişkinlik Lohn Ücret
Kanon Kanon Mackrokosmus Büyükevren
Kaste Kast Magie Büyü
Kategorie Kategori Maieutik Doğurtma
Kategorisch Koşulsuz ¡Major, Oberbegriff Büyükterim
Katharsis Arınma Major, Obersatz Büyükönerme
Kausalität Nedensellik Manichäismus Manicilik
Kindheit Çocukluk Manie Mani
Klar Açık Masochismus Mazohizm
Klasse Sınıf Materialismus Maddecilik
Klassifikation Sınıflama Materie, Stoff Madde
Klassizismus Klasiklik Maxime (geleyi;
Kollektivismus Oıtaklaşmacılık Mechanismus Mekanikçilik
Kommunikation İletişim Megalomanie Büyüldükduygusıj
Kommunismus Komünizm Mehrwert Amkdeğer
Komplex Karmaşık Meinung Görüş
Komprehension, Inhalt lçlem Mekanismus von Abwehr SavumaDûsrekb
Konformismus Tutuculuk Melankcholie Melankoli
Konjunktiv Bitiştirici Menge, \blksmasse Kalabalık
540
Mensch İnsan Obskurantismus Karanlıkçılık
Menschheit, Offenbarung Açınım
Menschlichkeit, Humanität İnsanlık Okkasionalismus Aıanedencilik
Mentalität, Geistesrichtung Anlayış Okkultismus Gizlibilimcilik
Merkantilismus Kazanççılık Ontogenesis Bireyevrimi
Metaphysik Metafizik Ontologie Varlıkbilim
Methode Yöntem Ontologismus Varlıkbilimcilik
Methodologie Yöntembilim Optimismus İyimserlik
Microkosmus Küçükevren Ordnung Düzen
Minderwertigkeitsgefühl Aşağılıkduygusu Organizismus Organcılık
Minor, Untersatz Kûçûkûnerme Originell Özgün
Mitte Ortam Ökonomismus İktisatçılık
Mittelbegriff Onaterim Pädagogik Pedagoji
Modalität Kiplik Paidologie Çocukbilim
Modus, Schlussmodus Kip Palingenesie Çevrimcilik
Monade Monad Panentheismus Heptanndacılık
Monadismus Monadcılık Pankosmismus Hepevrencilik
Monadologie Monadoloji Panpsychismus Hepruhsallık
Monarchie Mutlakyönetim Pantheismus Heptanncılık
Monismus Tekçilik Parallelismus Koşutçuluk
Monotheismus Tektanncılık Paramnesie Yenidenyaşama
Moral Ahlak Paranoia Düzenliçılgınlık
Moralismus Ahlakçılık Partikulär özel
Morphologie Biçimbilim Passivität Edilginlik
Motiv, Beweggrund Güdü Peripatetiker Peripatetikler
Möglichkeit Olanak Person Kişi
Mutation Değişinim Personalismus Kişilikçilik
Mysterium Gizem Persönlichkeit Kişilik
Mystizismus, Mystik Gizemcilik Perspektivismus Bakışçılık
Mythe Mitos Perzeption Algı
Mythologie Mitoloji Perzeptionnismus Algıcılık
Mythomanie Masalcılık Pessimismus Kötümserlik
Nachahmung Öykünme Pflicht Ödev
Narzissmus Narkissos’çuluk Phänomen Olgu
Nation Ulus Phänomenalismus Olguculuk
Nativismus Doğuştancılık Phänomenologie Olgubilim
Natur Doğa Phantasie İmgegücü
Naturalismus Doğalcılık Philanthoropie tnsanseverlik
Naturismus Doğacılık Philosoph Filozof
Natürlich Doğal Philosophie Felsefe
Nebenordnung, Koordination Düzenleşiklik Phrenologie Kafayonmu
Nichts, Nichtseindes Hiçlik Phylogenesis Türevlimi
Nekrophilis Ölüsevme Physik Fizik
Nervenzusammenbruch Ruhsalçöküntü Planwirtschaft Güdümcülük-
Neurosis Sinirlilik Güdümlü İktisat
Nicht-Ich Benolmayan Plural Çoğul
Nichtvorhandensein Eksikkalış Pluralismus Çoğulculuk
Nihilismus Hiççilik Polysyllogismus Çoklutasım
Nominalismus Adcılık Polytheismus Çoktanncılık
Normal Olağan Populismus Halkseverlik
Notwendigkeit Gereklilik Positivismus Olumculuk
Nützlich Yarariı Postulat Konut
Objekt, Gegenstand Nesne Pradikäl Yüklem
Objektiv Nesnel Praelogik Mantıköncesi
Praestabilierte Harmonie Öncesel Uyum Rückständigkeit Gerilik
Pragmatismus Pragmacılık Rythmus Ritm
Prämisse Öncül Sadismus Sadizm
Praxis, Übung Uygulama Sadomasochismus Sadomazoşizm
Primitiv İlkel Sanktion Yaptırım
Probabilität, Wahrscheinlichkeit Olasılık Satz vom zureichenden Grunde Yeter Neden İlkesi
Probabilismus Olasıcılık Schein Görünüm
Produktion Üretim Schema Şema
Piofen Dindışı Schizophrenie Şizofreni
Projektion Yansıtma Schmerz Acı
Proletariat Proletarya Scholastik Skolastik
Proposition önerme Schöne Güzel
Prozess Süreç Schöpftmg, Schaffen Yaratma
Psychanalyse Ruhaynşürması Schule Okul
Psychasthenie Ruhsalbitiklik Schüchternheit Pısırıklık
Psychisch Ruhsal Schwelle, Reizschwelle Eşik
Psychologie Ruhbilim Scientismus Bilimcilik
Psychologismus Ruhbilimcilik Seele Ruh
Psychose Ruhsalbozukluk Sehen Görü
Pubertät Erginlik Sein \ferlık
Qualität Nitelik Selbstbeobachtung İçebakış
Quantität Nicelik Selbstbewusstsein Bilinç
Quietismus Dingincilik Selbstmord İntihar
Quintessenz Beşinciöz Selektion Ayıklanma
Radikalismus Köktencilik Seligkeit Tammutluluk
Rasse Irk Semantik Anlambilim
Rassismus Irkçılık Semiologie Belirtibilim
Rationalismus Usçuluk Sensibilität Duyarlılık
Raum Uzay Sensualismus Duyumculuk
Reaktionär Gerici Sexualität Cinsellik
Realismus Gerçekçilik Sinn, Sinnlichkeit Duyu
Realität, Wirklichkeit Gerçeklik Sinnlich, Fühlbar Duyulur
Recht Hukuk Sippe Klan
Redintegration Toptananılış Sitte, Sitten Görenek
Reduktion İndirgeme Skeptizismus Kuşkuculuk
Reflexion, Überlegung Düşünme Sklave Köle
Reflex Tepkime Sklavrei, Sklaventum Kölelik
Regel Kural Slogan Kalıpsöz
Regime Yönetimbiçimi Solidarität Dayanışma
Regress, Regression, Rückgang Gerileme Solipsismus Tekbencilik
Rein An Sophisma Bilgicilik
Reiz Uyarım Sophist Sofist
Rekurrcnz Dönüşlülük Sozialismus Sosyalizm
Relativ, Bezüglich, Soziologie Toplumbilim
Verhältnismässig Göreli Soziologismus Toplumbilimcilik
Relativismus Görecilik Spannung Gerilim
Relativität Görelilik Spekulation Kurgu
Religion Din Spezifikation Özgülleştirme
Repräsentation Sunum Spezifisch Özgül
Resolution Çözümleme Spiel Oyun
Revolte, Empörung Başkaldırma Spiritualismus Ruhçuluk
Revolution Devrim Spontaneität, Selbsttätigkeit Kendiliğindenlik
Rezeptivität Alırlık Sprache Dil
Romantik Duyguculuk Staat Devlet
542
Stadium Evre Transzendenz Aşkınlık
Stetig Kesiksiz Traum Düş
Stimmung Çevre Träumerei Düşlem
Stimulus Uyaran Trieb lçtepi
Streben, Anstrengung Çaba Trieb İtki
Streben, Tendenz Eğilim Trieb, Beweggrund Dürtü
Struktur Yapı Tugend Erdem
Strukturalismus Yapısalcılık Typus Tip
Subaltem Altık Umkehrung Evirme
Subjektiv Öznel Umwandlung, Transformation Dönüşüm
Subjetivismus öznelcilik Unbedingt Koşullanmamış
Subkonträr Altkarşıt Unbestaendigkeit Değişkenlik
Sublimierung Yüceltme Unbestimmt Belirsiz
Substanz Töz Unbewusst Bilinçdışı
Substrat Dayanak Unendlich Sonsuz
Subsumtion Altakoyma Universal ismus Evrenselcilik
Superstruktur Üstyapı Unlogisch Mantıkdışı
Surrealismus Gerçeküstücülük Unmittelbar Dolaysız
Syllogismus Tasım Unruhe, Unbehagen Kaygı
Symbol Simge Unsterblichkeit Ölümsüzlük
Symbolismus Simgecilik Unstetig Kesikli
Symetrie Bakışımlılık Untertiegriff Küçükterim
Synergie Eşişlevlilik Unterbewusstsein Bilinçaltı
Synkretismus Birleştirmecilik Unterordnung Altasıralama
Synthese Bileşim Untersuchung Doğrulama
System Dizge Ursache Neden
Tat, Handlung Edim Ursprung Köken
Tat, Handlung Eylem Urteil Yargı
Tautologie Eşsöz Urteilskraft Yarçpgücü
Technik Teknik Utilitarismus Yararcılık
Teilnahme, Partizipation Katılma Utopie Ütopya
Teleologie Erekbilim Übel Kötü-Kötülük
Temperament Mizaç Überiegenheitsgeftlhl Yükseklikduygusu
Tenor Şiddet Übermensch Üstinsan
Theismus Tanrıcılık Übertragung Geçişim
Theodizee Tannaraşbrması Überzeugung Kanı
Theokraöe Dinciyönetim Velleität Gelgeçistek
Theologie Tannbilim Veränderung Çeşitleme
Theoretisch Görümcü Verantwortlichkeit Sorumluluk
Theorie Kuram Verausserfichung Dışlaşma
Theosophie Ermişlik Verausserung, Irrsinn Yabana taşma
These Sav Verdrängung Bastırma
Tod Ölüm Vfererbung Kalıtım
Toleranz, Duldung Hoşgörü Vergessen, Vergessenheit Unutuş
Totalitär Bütüncü Vergleichung Karşılaştırma
Totalität, Ganzheit, Allheit Bütünsellik Vfeignügen Haz
Totem Totem Verhalten Davranış
Tradition, Überlieferung Gelenek Verhältnis İlişki
Traditionalisms Gelenekçilik Vermittlung Aracılık
Trägheit, Beharrungsvermögen Eylemsizlik Vermögen, Fähigkeit Güç
Transformismus Dönüşümcülük Verneinung Olumsuzlama
Transzendent Aşkın Vernunft Us
Transzendental Aşkınsal Vemunftlos Usdışı
Transzendentalismus Aşkıncılık Vemunftschluss Usavurma
543
Versehung Kayra Widertegmg Çürütme
Verstand, Intellekt Anlık Widerspruch, Kontradiktion Çelişki
Verstellungkunst, Verstellung Gizleme Widerstreit Çatışma
Verworrenheit, Vermengung Bulanıklık Wiederaufleben Yaşamadönüş
'Sferwunderung Şaşma Wiedergeburt, Palingenesie Yenidencisimleşme
Vetrag, Kontrakt Sözleşme Wille, Willenskraft, Willkür İstem
Virtualität Gücütlük Wirkende Etmen
Vitalismus Yaşamsalcılık Wirklich Gerçek
Volkswirtschaftslehre, Wirksamkeit Etkililik
Nationalökonomie Toplumsal İktisat Wissen, Wissenschaft Bilim
Volontarismus lstemcilik Wissenschaftslehre Bilgibilim
Voraussetzung, Bedingung Koşul Wortklauberei Boşsözcülük
Voraussicht Öngörü Wunder Mucize
Vorgreifen, Vorbegriff İlkbilgi Wurzel Kök
Vorurteil Önyargı Würde Değerlilik
Wahn, Irrsinn, Narrheit Delilik Zeichen Belirti
Wahrhaftigkeit Doğruculuk Zeit Zaman
Wahrheit Doğru Zerstreutheit Dağılma
Wechselseitigkeit Karşılıklılık Ziel Amaç
Weisheit Bilgelik Zirkelbeweis, Diallele Kısırdöngü
Welt Dünya Zivilisieren, Zivilisation Uygarlık
Weltall, Universum Evren Zorn Öfke
Werden Oluş Zusammengesetzt Karmaşık
Wert Değer Zusammenhang Tutarlılık
Wertschätzung Değerlendirme Zustand Durum
Wesen Öz Zweideutigkeit Kayganlık
Wesenheit, Entität Bütünlük Zueifel Kuşku
544
Fransızca/Türkçe
Abnégation Özveri Anormal Olağandışı
Aboulie tstemsizlik Antagonisme Uyuşmazlık
Absolu Mutlak Antécédent Öncel
Absolutisme Mutlakçılık Anthropocenrisme İnsanmerkezcilik
Abstraction Soyutlama Anthropologie İnsanbilim
Abstractionnisme Soyutlamacılık Anthropomorphisme tnsanbiçimcilik
Abstrait Soyut Antinomie Çatışkı
Abstrus Çapraşık Antithèse Karşısav
Absurde Saçma Anxiété Bunaltı
Accident Raslantı Apathie Duyumsamazlık
Acte Edim Aperception Üstalgı
Action Eylem Aphorisme Özlüsüz
Activisme Edimcilik Aporie Çıkmaz
Activité Etkinlik Apparence Görünüm
Actualisme Edimselcilik Appréciation Değerlendirme
Adaplation Uyma Aptitude Yatkınlık
Adéquat Tamuyar Arbre de Porphyre Porphyrios ağacı
Admiration Hayranlık Archétype Ukömek
Adolescence Yetişkinlik Argument Kanıt
Adventice Dıştan Arriération Gerilik
Affectivité Duygululuk Art Sanat
Affirmation Olumlama Artiste Sanatçı
Agent Etmen Ascétisme Çilecilik
Agnosticisme Bilinemezcilik Assertion İlerisürme
Agraphie Yazmayitimi Associationisme Çağnmşıcılık
Agréable Hoş Association Çağrışım
Agrégat Katışmaç Athéisme Tanrıtanımazlık
Agressivité Saldırganlık Atome Atom
Alexie Okumayitimi Atomisme Atomculuk
Aliénation Yabancılaşma Attention Dikkat
Allégorie Biçimsimge Attribut Öznitelik
Altruisme Özgecilik Aura Esim
Ambiance Çevre Autarcie Kendineyetme
Ambiguïté Kayganlık Autisme Kendinekapaltlık
Ame Ruh Autonomie ÖzErklik
Amitié Dostluk Autorité Yetke
Amnésie Bellekyitimi Auto-suggestion Kendiniinandırma
Amour Aşk Autrui Başkası
Amour-propre Özsevgisi Axiologie Değerüğretisi
Analogie Benzeşim Axiome Belit
Analyse Ayrıştırma Baibarie Barbarlık
Anarchie Kargaşa Béatitude Tammutluluk
Âne de Buridan Buridan’ın eşeği Beau Güzel
Angoisse Boğuntu Behaviorisme Davranışçılık
Animisme Canlıcılık Besoin Gereksinim
Bien İyi Conscience Bilinç
Bon sens Sağduyu Consequence Vargı
Bonheur Mutluluk • Conséquent Ardıl
Bourgeoisie Burjuvalık Contemplation İçselbakış
Bovarysme Bovary’cilik Contenu İçerik
Bureaucratie Bürokrasi Contexte Bağlam
But Amaç Contingence Olumsallık
Canon Kanon Continu Kesiksiz
Capital Sermaye Contradiction Çelişki
Caractère Özyapı Contradictoire Karşısal
Caractéristique Belirleyici Contraire Karşıt
Carence Eksikkalı; Contrat Sözleşme
Caste Kast Convergence Kesişme
Casuistique Bilinççözümlemesi Conversion Evirme
Catégorie Kategori Conviction Kanı
Catégorique Koşulsuz Corps Beden
Catharsis Arınma Corps Cisim
Causalité Nedensellik Corpuscule Cisimcik
Cerle vicieux, diallèle Kısırdöngü Corrélation Bağlılaşım
Certutide Kesinlik Cosmogonie Evrendoğum
Champ Alan Cosmologie Evrenbilim
Changement Değişim Coutume Alışkı
Chose Şey Création Yaratma
Civilisation Uygarlık Critère Ölçüt
Clair Açık Criticisme Eleştiricilik
Clan Klan Critique Eleştiri
Classe Sınıf Croyance İnanç
Classicisme Klasiklik Culture Kültür
Classification Sınıflama Débilité Ahmaklık
Coeur Gönül Décision Karar
Cohérence Tutarlılık Déduction Tümdengelim
Colère Öfke Définition Tanımlama
Collectivisme Ortaklaşmacılık Deisme Yaradancılık
Commun Ortak Délinquance Topluçılgınlık
Communauté Topluluk Délire Çılgınlık
Communication İletişim Démence Bunama
Communisme Komünizm Démocratie Demokrasi
Comparison Karşılaştııma Démonstration Gösterme
Compensation Dengeleme Déontologie Ödevbilgisi
Complexe Karmaşık Dépassement Aşma
Complexe Karmaşık Dépression nerveuse Ruhsalçöküntü
Comportement Davranış Déréliction Bırakılmıştık
Compréhension lçlem Description Tanıtlama
Concept Kavram Désir Aızu
Conception Kavrayış Despotisme Zorbalık
Conceptualisme Kavramcılık Détermination Belirleme
Concret Somut Déterminé Belirli
Condition Koşul Déterminisme Belirlenimcilik
Conditionné Koşullanmış Développement Gelişim
Conflit Çatışma Devenir Oluş
Conformisme Tutuculuk Devoir Ödev
Confusion Bulanıklık- Dialectique Diyalektik
Conjonctif Bitiştirici Didactique Öğretici
Connaissance Bilgi Dieu Tanrı
546
Différence Ayrım Équivalence Eşdeğerlilik
Dignité Değerlilik Équivoque Çokanlamlı
Dilemme İkilem Eneur Yanılgı
Dimension Boyut Eschatologie Erekbilgisi
Dirigisme, Esclavage Kölelik
Économie dirigée Güdümcülük Esclave Köle
Discontinu Kesikli Ésotérique İçrek
Discursif Gidimli Espace Uzay
Disjonction Ayrıklık Espèce Tür
Dissimulation Gideme Esprit Zihin
Dissolution Dağılışım Essence Öz
Distinct Seçik Essentialisme Özcülük
Distraction Dağılma Esthétique Estetik
Division Bölme État Devlet
Division du travail işbölümü État Durum
Doctrine Öğreti Étatisme Devletçilik
Dogmatisme Dogmacılık Étendue Uzam
Dogme Dogma Ethnographie Budunbilgisi
Dolorisme Acıcılık Ethnologie Budunbilim
Domaine İlgialanı Étiologie Nedenbilim
Donné Veri Étonnement Şaşma
Douleur Acı Être \ferlık
Doute Kuşku Eudémonisme Mutçuluk
Droit Hukuk Euphorie Esenlikduygusu
Dualisme İkicilik Evhémérisme Evhemeros’çuluk
Durée Süre Évidence Apaçıklık
Écholalie Yankılama Evolution Evrim
Éclectisme Seçmecilik Évolutionisme Evrimcilik
École Okul Exact Dosdoğru
Économie politique Toplumsal iktisat Excitation Uyarım
Économisme İktisatçılık Exhibitionnisme Sergilemecilik
Éducation Eğitim Existence Varoluş
Efficacité Etkililik Existentialisme Varoluşçuluk
Effort Çaba Exotérique Dı^ak
Égalité Eşitlik Expérience Deneyim
Égo-altniisme Benözgecilik Expérimentation Deney
Égocentrisme Beniçincilik Explicite Dışsal
Égoisme Bencillik Expliquer Açıklamak
Égotisme Bencilik Expression Anlatım
Élan vital Yaşamsal adlım Exlase Coşku
Élément Öge Extension Kapsam
Émanation Türüm Extériorisation Dışlaşma
Émotion Heyecan Extraversión Dışadönüklük
Empirisme Deneycilik Extrême Uçterim
En soi Kendinde Fabulation Masallama
Encyclopédie Ansiklopedi Facteur Etken
Enfance Çocukluk Faculté Yeti
Entendement, Intellekt Anlık Famille Aile
Enthousiasme Coşkunluk Fanatisme Darkafâlılık
Enthymème Örtüktasım Fantaisie İmgegücü
Entité Bütünlük Fatalisme Yazgıcılık
Épistémologie Bilgibilim Fatalité Yazgı
Equipollence Eşgeçeriilik Faute Yanlış
Équité Denkseriik Féodalisme, Féodalité Feodallik
547
Fétichisme Taptncakçılık Idéalisme Ülkücülük
Fidéisme İnancılık Idée Fikir
Fin Erek Identification Özdeşleşme
Finalisme Erekçilik Identité özdeşlik
Finalité Ereklilik Idéologie İdeoloji
Foi İnan Idiotie Aptallık
Folie Delilik Illogique Mantıkdışı
Fonction İşlev Illuminisme Meczupluk
Fonctionalisme İşlevcilik Illusion Yanılsama
Fonctionnel İşlevsel Image İmge
Fondement Temel Imagination İmgelem
Fonder Temellendirmek Imbérilité Alıklık
Formalisme Biçimcilik Imitation Öykünme
Forme Biçim Immanence İçkinlik
Foule Kalabalık Immanent İçkin
Frustration Yoksunluk Immatérialisme Maddesizcilik
Futurisme Gelecekçilik Immédiat Dolaysız
Général Genel Immoralisme Ahlaksızcılık
Généralisation Genelleştirme Immortalité Ölümsüzlük
Génération Kuşak Impératif Buyurucu
Genèse Oluşum Implication İçerme
Génie Deha Implicide İçsel
Genre Cins Impression İzlenim
Gnoséologie Bilgiaraştırması Impressionisme İzlenimcilik
Gnosticisme Bilinircilik Improvisation Doğaçlama
Goût Beğeni Impulsion İtki
Grandeure Büyüklük Inclusion İçerilmişlik
Groupe Küçüktopluluk Inconditionné Koşullanmamış
Guene Savaş Inconscient Bilinçdışı
Habitude Alışkanlık Indéterminé Belirsiz
Hallucination Sanrı Indéterminisme Belirlenmezcilik
Harmonia Uyum Indiflëraxe İlgisizlik
Harmonie préétablie Öncesel uyum Individu Birey
Hédonisme Hazcılık Individualisme Bireycilik
Hérédité Kalıtım Individuation Bireyleşme
Hermétisme Kapalılık Induction Tümevarım
Hétérogène Çokyapılı Inertie Eylemsizlik
Hétéronomie Dışerklik Inférence Çıkarsama-çıkanm
Heuristique Bulgulama Infini Sonsuz
Histoire Tarih Influence Etki
Historicité Tarihsellik Infrastructure Altyapı
Historisme Tarihselcilik Inquiétude Kaygı
Homme İnsan Inspiration Esin
Homogène Biryapılı Instabilité Değişkenlik
Humanisme İnsancılık Instant An
Humanité İnsanlık Instinct İçgüdü
Hylémorphisme İkiilkecilik Instrumentalisme Araççılık
Hylosoisme Canlımaddecilik Institution Kurum
Hyperesthésie Aşınduyarlılık Intellectualisme Düşünselcilik
Hypermnésie Aşınanımsama Intellectuel Aydın
Hypnose Yapayuyku Intellekt Anlık
Hypothèse Varsayım Intelligence Zeka
Hystérie Histeri Intelligible Düşünülür
Idéal Ülkü Intention Yönelim
548
Intentionnalité Yönelgenlik Mise entre parantheses Paranteze almak
Interaction Etkileşim Mobile Dürtü
Introspection İçebakış Modalité Kiplik
Introversion İçedönüklük Mode Kip
Intuition Sezgi Moeurs Görenek
Intuitionisme Sezgicilik Moi Ben
Involition Gerievrim Moment An
Ironie Alay Monade Monad
Irrationnel Usdışı Monadisme Monadcılık
Isomorphisme Eşbiçimcilik Monadologie Monadoloji
Jalousie Kıskançlık Monarchie Mutlakyönetim
Jeu Oyun Monde Dünya
Joie Sevinç Monisme Tekçilik
Jugement Yargı Monothéisme Tektanncılık
Justice Adalet Morale Ahlak
Laid Çirkin Moralisme Ahlakçılık
Langue Dil Morphologie Biçimbilim
Libéralisme Özgürlükçülük Mort Ölüm
Liberté Özgürlük . Motif Güdü
Libre arbitre, Franc arbitre Özgürseçiş Mouvement Devinim
Limite Sınır Moyen teime Ortatenm
Linguistique Dilbilim Mutation Değişinim
Logicisme Manüklaştıncılık Mystère Gizem
Logique Mantık Mysticisme Gizemcilik
Loi Yasa Mythe Mitos
Loi de Fechner Fechner yasası Mythologie Mitoloji
Macrocosme Büyükevren Mythomanie Masalcılık
Magie Büyü Narcissisme Nartdssos’çuluk
Maieutique Doğurtma Nation Ulus
Majeur Büyükterim Nativisme Doğuştancılık
Majeure Büyükönerme Naturalism Doğalcılık
Mal Kötü ya da kttülük Natue Doğa
Manichéisme Manicflik Naturel Doğal
Manie Mani Natnisme Doğacılık
Masochisme Mazohizm Néant Hiçlik
Matérialisme Maddecilik Nécessité Gereklilik
Matière Madde Nécrophilie Ölüsevme
Maxime Özdeyiş Négation Olumsuzlama
Mécanisme Mekanikçilik Névrosé Sinirlilik
Mécanismes de défense Savunma düzenekleri Nihilisme Hiççilik
Médiation Aracılık Nominalisme Adcılık
Mégalomanie Büyüklükduygusu Non-moi Benolmayan
Mélancolie Melankoli Normal Olağan
Mémoire Bellek Objectif Nesnel
Mentalité Anlayış Objet Nesıe
Mercantilisme Kazanççılık Obscur Karanlık
Métaphisique Metafizik Obscurantisme Karanlıkçılık
Méthode Yöntem Observation Gözlem
Méthodologie Yöntembilim Obsession Takıntı
Microcosme Küçükevren Occasionalisme Aranedencilik
Millieu Ortam Occultisme Gizlibilimcilik
Mineur Küçüklerim Omnipotence Tamgüçlülük
Mineure Küçükönenrıe Omniscience Tambilirlik
Miracle Mucize Onirisme Düşçılgmlığı
Ontogenèse Bireyevrimi Possession İyelik
Ontologie Varlıkbilim Possibilité Olanak
Ontologisme Varhkbilimcilik Postulat Konut
Opinion Görüş Pour soi Kendiiçin
Optimisme iyimserlik • Pouvoir Güç
Ordre Düzen Pragmatisme Pragmacılık
Organicisme Organcılık Pratique Uygulama
Original özgün Prédicat Yüklem
Origine Köken Préjugé Önyargı
Oubli Unutuş Prélogique Mantıköncesi
Panenthéisme Heptanndacılık Prémisse Öncül
Paix Ban; Prénotion İlkbilgi
Palingénésie Çevrimcilik Prévoyance Öngörü
Pancosmisme Hepevrencilik Primaire İlksel
Panpsychisme Hepruhsallık Primitif İlkel
Panthéisme Heptanncılık Principe İlke
Parallélisme Koşutçuluk Principe de
Paramnesie Yenidenyaşama raison suflisanteè Yeter neden ilkesi
Paranoia Düzenliçılgınlık Probabilisme Olasıcılık
Participation Kaülma Probabilip Olasılık
Particulier Özel Problème Sorun
Passion Edilim Procès, Processus Süreç
Passion Tutku Production Üretim
Passivité Edilginlik Profane Dindışı
Pédaggie Pedagoji Progrès İlerleme
Pédologie Çocukbilim Projection Yansıtma
Pensée Düşünce Prolétariat Proletarya
Perception Algı Proposition Önerme
Perceptionnisme Algıcılık Propre Özgü
Péripatéticien Peripatetikler Propriété Mülkiyet
Personnalisme Kişilikçilik Providence Kayra
Personnalité Kişilik Psychanalyse Ruhaynştırması
Personne Kişi Psychasthénie Ruhsalbitiklik
Perspectivisme Bakışçılık Psychique Ruhsal
Pessimisme Kötümserlik Psychologie Ruhbilim
Peur, Crainte Korku Psychologisme Ruhbilimcilik
Phénomène Olgu Psychose; Ruhsalbozukluk
Phénoménisme Olguculuk Puberté Erginlik
Phénoménologie Olgubilim Pulsion İçtepi
Philanthropie İnsanseverlik Pur An
Philosophe Filozof Qualité Nitelik
Philosophie Felsefe Quantité Nicelik
Philosophie des lumières Aydinianmacilik Question Soru
Phrenologie Kafeyorumu Quiétisme Dingincilik
Phylogénèse Türevrimi Quintessence Beşinciöz
Physique Fizik Race Irk
Plaisir Haz Racine Kök
Plural Çoğul Racisme Irkçılık
Pluralisme Çoğulculuk, çokçuluk Radicalisme Köktencilik
Plus-value Artıkdeğer Raison Us
Polysyllogisme Çokl utasım Raisonnement Usavurma
Polythéisme Çoktanncılık Rapport İlişki
Populisme Halkseverlik Rationalisme Usçuluk
Positivisme Olumculuk Réactionnaire Gerici
550
Réalisme Gerçekçilik Sémiologie Belirtibilim
Réalité Gerçeklik Sens Duyu
Récéptivité Alırlık Sensation Duyum
Réciprocité Karşılıklılık Sensibilité Duyarlılık
Recuirence Dönüşlülük Sensible Duyulur
Rédintégration Toptananılış Sensualisme Duyumculuk
Réduction İndirgeme Sentiment Duygu
Réel Gerçek Sentiment d’infériorité Aşağılıkduygusu
Reflexe Tepkime Sentiment de supériorité Yükseklikduygusu
Réflexion Düşünme Seuil Eşik
Refoulement Bastırma Sexualité Cinsellik
Réfutation Çürütme Signe Belirti
Regimé Yönetimbiçimi Simple Basit
Règle Kural Singulier Tekil
Régression Gerileme Slogan Kalıpsöz
Réincarnation, Sociabilité Toplumsallık
Palingenesie Yenidencisimleşme Socialisme Sosyalizm
Relatif Göreli Société Toplum
Relation Bağıntı Sociologie Toplumbilim
Relativisme Gürecilik Sociologisme Toplumbilimcilik
Relativité Görelilik Solidarité Dayanışma
Religion Din Solipsisme Tekbencilik
Réminiscence Anımsama Sophisme Bilgicilik
Représentation Sunum Sophiste Sofist
Résolution Çözümleme Souvenir Anı
Respect Saygı Spécification Özgülleştirme
Responsabilité Sorumluluk Spécifique Özgül
Ressemblance Benzerlik Spéculation Kurgu
Rêve Düş Spiritualisme Ruhçuluk
Révélation Açınım Spontanéité Kendiliğindeni ik
Revendication Hakönerme Stade Evre
Rêverie Düşlem Stimulus Uyaran
Réviviscence Yaşamadönüş Structuralisme Yapısalcılık
Révolte Başkaldırma Structure Yapı
Révolution Devrim Subalterne Altık
Romantisme Duyguculuk Subconscience Bilinçaltı
Rythme Ritm Subcontraire Altkarşıt
Sacré Kutsal Subjectivisme Öznelcilik
Sadisme Sadizm Subjectif Öznel
Sadomasochisme Sadomazoşizm Sublimation Yüceltme
Sagesse Bilgelik Sublime Yüce
Salaire Ücret Subordination Altasıralama
Salut Kurtuluş Subsomption Altakoyma
Sanction Yaptınm Substance Töz
Satisfaction Doyum Substrat Dayanak
Savant Bilgin Suicide İntihar
Scepticisme Kuşkuculuk Sujet Özne
Schéme Şema Superstition Boşinanç
Schizophrénie Şizofreni Superstructure Üstyapı
Sciènce Bilim Surhomme Üstinsan
Scientisme Bilimcilik Surréalisme Gerçeküstücülük
Scolastique Skolastik Syllogisme Tasım
Sélection Ayıklanma Symbole Simge
Sémantique Anlambilim Symbolisme Simgecilik
551
Symétrie Bakışımlılık Transcendental Aşkınsal
Syncrétisme Birleştirmecilik Transcendental isme Aşkıncılık
Eşişlevlilik Transfert Geçişim
Synergie
Bileşim Transformation Dönüşüm
Synthèse
Dizge Transformisme Dönüşümcülük
Système
Tautologie Eşsöz Travail Emek
Technique Teknik Type Tip
Téléologie Erekbilim Ubiquité, Omniprésence Heryerdelik
Tempérament Mizaç Univers Evren
Zaman Universalisme Evrensel
Temps
Eğilim Universalisme Evrenselcilik
Tendance
Gerilim Utile Yararlı
Tension
Teneur Şiddet Utilitarisme Yararcılık
Théisme Tanrıcılık Utopie Ütopya
Théocratie Dinciyönetim \fcleir Değer
Theodicée Tannaraştırması Validité Geçerlilik
Théologie Tanrı bilim Variation Çeşitleme
Théorétique Görümcü Velléité Gelgeçistek
Kuram Véracité Doğruculuk
Théorie
Théorie de connaissance Bilgikuramı Verbalisme Boşsözcülük
Théosophie Ermişlik Vérification Doğrulama
Sav Vérité Doğru
Thèse
Pısırıklık Vertu Erdem
Timidité
Hoşgörü Vide Boşluk
Tolérance
Totalitaire Bütünca Vie Yaşam
Totalité Bütünsellik Virtualité Gücüllük
Totem Totem Vision Görü
Tradition Gelenek Vital ism Yaşamsalcılık
Traditionalisme Gelenekçilik Volontarisme İstemcilik
Transcendance Aşkınlık Volonté İstem
Transcendant Aşkın
552
Felsefenin tarihi b o y u n c a
oluşturduğu kavramları, her
a ş a m a d a kazandığı içerikleriyle
bize tanıtan bu sözlük, aynı
z a m a n d a bir felsefe el kitabıdır.
Felsefenin te m e l konularına
girm ek isteyen her kişi için bir
ba şla n g ıç kitabı niteliği taşıyan
felsefe sözlüğü, binlerce örnekle
zenginleştirilmiştir,
Bu sözlükte yalnızca felsefeyle
sınırlı kalınmamış, felsefeyi
ilgilendiren estetik, toplum bilim ,
ruhbilim kavram larına d a yer
verilmiştir.
Ayrıca sözlüğün sonunda
İngllizce-Türkçe, Alm anca-Türkçe
ve Fransızca-Türkçe dizin d e yer
alm aktadır.