You are on page 1of 4

Bölüm 3 – Huir (Kaçak)

Kolundaki kesik temizlendikten ve sarıldıktan sonra temiz bir gömlek giymesi konusunda ısrar eden
Waen tarafından istediğinden fazla oyalanan Kaane, Qua için endişeliydi. Yerli kadından gözlerini
ayırdığı an ölecekmiş gibi hissediyor. Eğer sabaha kadar yanında kalırsa varlığının mücadele etmesine
yardımcı olacağını umuyordu. Diğer odaya geçmeden önce sargılarının sıkılığını kontrol etmek
istercesine birkaç defa parmaklarını kapatıp açtı. Rahattı. Kapı sessizce hareket ederek Qua’nın düzenli
soluklarla yattığı odayı gözler önüne serdiğinde, Kaane’in dikkati elindeki beyaz sargılardan kayıp
odanın içinde yakaladığı belirsiz harekete odaklanırken bahçe çıkışında gözden kaybolan pelerinli
figürün son anda farkına vardı.

“Dur! Sana emrediyorum!”

Yabancının peşinden bahçeye fırlayan Kaane’in aklında beliren ilk düşünce suikastçıların yarım kalan işi
tamamlamaya geldikleri oldu. Burası onun evi, onun oyun alanıydı. Yakıcı bir öfke dalgasının içinde
kabardığını hissedebiliyordu. Yabancının kaçmasına izin vermeyecekti. Belirsiz figür bahçeden geçip dış
duvara ilerlemek yerine birbirinden bağımsız tek katlı yapılara yönelerek karanlığın içinde
kaybolduğunda, genç korucu peşinden gitmek yerine iki binanın arasında kalan dar bir geçide saptı. Bu
yol onu takip ettiği adamın önüne çıkartmalıydı. Gecenin karanlığını bir örtü misali sarınan Kaane
sessizce pozisyonunu aldı ve pelerinli yabancı tedirginlikle arkasına bakarak önünden geçip giderken
yakaladığı an kolunu arkaya büküp, bedenini gizlendiği binanın ahşap köşe direğine acımasızca bastırdı.

“Kimsin sen? Yarım kalan işini bitirmeye mi geldin yoksa? Sandığım kadar da deneyimli değilmişsiniz.”

Tutsağının dudaklarından kurtulan hafif hayret nidası duraksamasına neden olmadıysa bile yabancının
tanıdık bir tınıya sahip yakarışıyla birlikte elinde olmaksızın tutuşunu gevşetti.

“Dur, lütfen…”

Şimdi bedenleri böyle yakınken başlığı yarı yarıya kayarak açılmış kadının yeşil elmaları anımsatan
ferahlatıcı esansından soluduğunda ellerinin arasındakinin kim olduğundan şüphesi kalmamıştı. Derin
bir nefes aldıktan sonra kadını kendisine doğru çevirip, gözlerine bakmadan önce öfkesinin ateşine
sarıldı.

Genç korucu duraksadığında Elda, adamın ılık nefesini tüm tüylerinin dikelmesine neden olacak netlikte
saçlarının arasında hissetmiş, kalbinin derinliklerinde onun kim olduğunu bildiğini anlamıştı. Şimdiyse
kollarını kavrayan parmakların ateşine tezat bir soğuklukla kendisine bakan acımasız gözler yabancıydı.
Geriye doğru bir adım atan Korucu kadından uzaklaşırken serbest kalan eliyle yüzüne düşen saçları
kulaklarının ardına iten Elda, şüpheye yer bırakmayarak kimliğini gözler önüne serdi.

Bir an birbirlerine ne demeleri gerektiğinden emin olamasalar da Kaane’in tutukluğu fazla sürmedi. “Bu
tuhaf davranışından ne anlamam gerekiyor Elda? Qua’nın odasında ne yapıyordun?”

“Ben sadece yardım etmek istemiştim.” Soluk almaktan bile çekinen genç kadın kıpırtısızdı.

“Yardım mı? Bu gizlilik neden o halde? Bir suçlu gibi kaçmaya çalıştın. Ne düşünmemi bekliyorsun?”

Dudaklarını ısırmamak için kendisini zorlayan Elda mırıldandı: “Üzgünüm. Ben…”


Hiddetin damarlarında kaynadığını hisseden Kaane sabırsızlanmaya başlamıştı. Yıllar önce verdikleri
sözü onurlandırmak yerine kendisini Luinil’e adayan genç kadınla görüşebilmek için babasının gazabını
üzerine çekmek pahasına tapınağın kapısı önünde günlerce beklemiş, en ufak bir açıklamaya bile layık
görülmemişti. Salonda göz göze gelmekten kaçınması genç kadının tercihini bir kez daha doğrulamamış
mıydı? O halde neden şimdi gelmişti? Peki ya kendisine ne demeliydi? Bakışları kadının biçimli
dudaklarında gezindi. Aradan geçen onca zamana rağmen hâlâ neden bu kadar sinirleniyordu? Çoktan
unutmuş olması gerekmez miydi?

Kaane’in yüzü tatsız bir şey yemişçesine buruştu. “Suçlu değilsen kimden kaçıp saklanıyordun? Benden
mi?”

Karanlıkta yanaklarına basan al rengin fark edilmeyeceğini uman Elda zayıf bir sesle itiraz etti. “Evet…
Yani hayır. Kaçtığım siz değildiniz.”

Kadının dudaklarından dökülen resmiyet öfkesinin üzerine atılmış soğuk su etkisine neden olurken
olduğu yerde dikleşen Korucu homurdandı. “Açıkla.”

“Sadece müdahalemin bilinmesini istememiştim. Henüz yeminimi etmediğim için tedavi yöntemlerimi
uygulamama izin verilmiyor.”

Tuhaf bir şekilde Elda’nın açıklaması daha iyi hissetmesine neden olsa da Kaane’in kızgınlığı geçmemişti.
“Bu yasağın hazır olmadığın ve karşındakine zarar verebilecek olmanla bir ilgisi olabilir mi?”

Kendisine duyulan güvensizlik ve gizli suçlamayla gururu incinen Elda’nın çenesi hafifçe, Korucuya
meydan okurcasına kalktı. “Eğer arkadaşınız yarın gün doğumunu görebilirse bu benim sayemde
olacak. Teşekkürünüzü de o zaman edersiniz,” dedi ve gittikçe güçlenen bir sesle ekledi. “Şimdi
sorularınıza yeterince yanıt aldıysanız izninizi istiyorum.”

Eliyle yüzünü sıvazlayan Kaane birdenbire kendisini çok yorgun hissettiğinin farkına vardı. Daha fazlası
için gücü kalmamış, gün boyu yaşadığı karmaşık duygular adamı tüketmişti. Eğer Elda’nın söylediklerine
güvenebilirse Qua için endişelenmesi gerekmiyordu. Ama elbette Luinil’in Hanımı Gaya’nın böyle bir
yardımı kendisinden esirgemiş olması daha sonra düşünmesi gereken bir meseleydi. Genç kadına
sadece başını sallayarak olurunu veren Kaane başka söz etmeksizin Elda’nın yanından ayrıldı.

***

Geride kalan Elda, sekiz yıl sonra karşılaştıklarında nasıl davranabilecekleri, neler konuşabilecekleri
hakkında düşünmek için kendisine izin verdiği zamanlarda bile bu kadar kötüsünü hayal etmemişti.
Kaçmaya çalışarak aptallık ettiğini biliyordu. Yine de Kaane kim olduğunu öğrendiği halde o kadına zarar
vermeye çalıştığından şüphelenmeye devam etmişti. Elbette tanınmamayı hatta unutulmuş olmayı
bekliyordu ama genç adam tarafından hatırlandığı halde karşılaştığı öfke ve soğukluğa hazırlıklı değildi.
Yaşadığı tatsız karşılaşmadan ötürü gerilen tüm kasları yavaş yavaş açılırken sırtını duvarın köşesindeki
ahşap dikmeye yasladı. Kaane bu kadar sert tepki verdiğine göre Suryalı kadına çok değer veriyor
olmalıydı. Genç adamın, yaralı kolunu umursamaksızın kadının başucunda beklerken ki perişan hali
gözlerinin önüne geldiğinde kalbine bir ağırlık çöktüğünü hissetti ve bitkinlikle aşağıya kayıp yere
oturdu. Odasına dönmesi gerektiğini bildiği halde olduğu yerden kıpırdayacak gücü kendisinde
bulamıyordu.
İçindeki karmaşayı yatıştırabilmek için en azından ertesi gün kadın uyandığında Kaane’in ona kimin
yardım ettiğini hatırlayacağını ve öfkesinin tamamen geçeceğini hatırlattı kendine. Kesinlikle olması
gerekenin bu olduğuna inanan Elda yavaşça başını salladı. Sekiz sene önce Kaane’in gemisi limana
planlanandan üç gün önce yanaşmış ve genç adam babası tarafından eve çağrıldığı için sözlerini
tutamamış, buluşamamışlardı. Genç kadın günlerce onun gelip kendisini bulmasını beklediğini
hatırlıyordu. Elbette babası tarafından Şafak Konağına çağrılmanın adam için önemini de biliyordu. Bu
nedenle onun uzun zamandır kalbinin arzu ettiği yerde olduğunu düşünerek hissettiği hayal kırıklığını
bir kenara bırakıp Tapınağa gitmeyi kabul etmişti. O da tahmin ettiği gibi kendisini görmeye gelmemiş
ufak bir not göndermeye zahmet etmemişti. Bunca zaman sonra bile olanları anımsamanın gözlerinin
yanmasına neden olduğunu bilmek kendisini zayıf hissetmesine neden olduğunda içini yakıp kavuran
nedensiz öfkeye sarılarak yığıldığı yerden doğruldu. Elda, gerçek bir Saklı Yıldız şifacısının yapması
gerekeni yapmış ve ihtiyaç duyandan yardımını esirgememişti. Yine de Suryalı kadın, Kaane için önemli
olmasa bile ona yardım edeceğini bilmek içini yatıştırmaya yetmiyordu. Gri bakışlarını sayısız yıldızın
arasında gizlenmiş birine, Luinil’e, çevirirken mırıldandı: “Yalvarırım bir an önce buradan uzaklaşmamı
sağla…”

“Elda!” sessiz bir haykırışla genç kadının yanına gelen Waen’in yüzündeki ifade duygularını ele vermese
de sesinde yankılanan endişe açıktı. “Nihayet seni bulabildim. Her şey yolunda mı?”

Yavaşça başını sallayan Elda dudaklarından neler döküleceğini bilmediği için sessizliği tercih etti.

“Kaane’e yakalandın öyle değil mi?”

Endişeyle yanağının içini ısıran Elda sessizce sordu: “Sana ne söyledi?”

Omuz silken Waen “Aslına bakarsan hiçbir şey. Bahçe kapısından Qua’nın odasına geri döndü ve
durumunu sordu. Elbette o siyahi kadın senin ziyaretinden sonra yaşayacağı için oldukça şanslı.”
Kendini beğenmiş, gururlu bir ifadeyle sırıtan genç adam Elda’nın dirseğine uzandı. “Ama şimdi sen
yokluğun anlaşılmadan önce odana dönmelisin.”

“Yardım etme isteğimi kabul etmedi değil mi?”

Başını olumsuz anlamda sallayan Waen Saklı Yıldız’ın Hanımı Gaya ile yaptığı kısa konuşmayı anımsadı.
Yaşlı kadın tedavinin risklerini bahane etmiş, Qua’nın zaten ölü sayılacağını öne sürerek Elda’yı ortaya
çıkartmayacağını söylemişti. Hayat kurtarmak söz konusu olduğunda genç kadını geride tutamayacağını
ifade eden Waen ise yaşlı kadının endişelerini anlayabiliyordu. Elda’nın üstün yetenekleri fark
edildiğinde Korucunun yanında kalması için seçilir ve tapınağa dönmesine izin verilmezdi. Dahası
gerçeği öğrendiği takdirde Meena Kralı Udaya1 genç kadını kendi yanında alıkoymayı tercih edebilirdi.

“O halde iyi ki ona sormamışım,” diyen Elda’nın sarsılmış görünen yüzünde cesur bir tebessüm belirdi.
“Bu akşam bana yardım ettiğin için teşekkür ederim.”

“Söz konusu kuralları çiğnemekse her zaman emrindeyim.” Belini kırıp abartıyla yerlere eğilen Waen
sırıtarak doğrulduktan sonra kaldığı odaya kadar genç kadına eşlik etti. Konakta yaşanan tüm kargaşaya
rağmen odalarına dönen şifacılarının horultularına bakılırsa çoktan uykularına kaldıkları yerden devam

1
Udaya (elfçe): Yükselen Kişi
etmiş olmalıydılar. Sert yer yatağına geçen Elda başını yastığa dayadığında uyuyamayacağından
neredeyse emindi ama tüm yaşadıklarından sonra farkına bile varmaksızın dalıp gitti.

***

Şafak, konağın adına yaraşır bir parlaklıkla binaların üzerine söktüğünde bir gece öncesinde yaşananlar
yeni uyanan zihinler için uzak bir rüyanın parçaları gibiydi. Yattığı yerden doğrulmadan önce bir süre
boş tavanı izleyen Elda, kendisini günün getireceklerine hazırlamaya çalışıyordu. Ölümcül zehrin
etkilerini geri çevirebilecek bir başkası olmadığı için tapınaklarının Hanımı Gaya’nın, Suryalı kadına
yaptığı müdahaleyi anlaması an meselesiydi. Sonuçlarının ne olacağını tahmin etmeye çalışan Elda
yüzünü buruşturdu. Zaten en kötüsünü Kaane’e yakalandığı zaman yaşamamış mıydı?

Derin bir nefes alıp, yumruklarını sıkan genç kadın kararlı bir ifadeyle yattığı yerden kalktı ve yatak
olarak kullandığı ince şilteyi katlayarak kaldırdı. Kendisiyle birlikte uyanan diğer üç şifacı da benzer
şekilde hazırlanırken hafif seslerle bir gün öncesinde olanları konuşuyorlardı. Ansızın kayar kapıyı açıp
içeri giren bir başkası oldukça heyecanlı görünüyordu.

“Suryalı kadın,” dedi göğüs kafesi hızla inip kalkarken “uyanmış.”

Odanın içindekiler bir an şaşkınlıkla birbirlerine baktıktan sonra, sanki hepsi sessiz bir anlaşma
yapmışçasına irileşmiş gözlerini Elda’ya çevirdi.

Genç kadın ifadesiz bir yüzle “Ne güzel bir haber,” dedi. “Hepimiz buradayken birisinin hayatını
kaybetmesi büyük talihsizlik olurdu.”

Haberi getiren genç kızın kızarmış yanaklarının daha da ortaya çıkardığı kara gözleri ışıl ışıldı. Masum
yüz hatlarına yakışmayan bir şekilde yana çarpılan dudağındaki alaycı tebessümle birlikte “Eminim Yaşlı
Gaya’da böyle düşünecektir,” dedi.

“İrma2!” Saçlarına karışmış aklardan odadaki kadınlar arasında en büyükleri olduğu anlaşılan Opele3’nin
uyaran sesi yükseldi.

Uzun kirpiklerini kırpıştıran genç kız sahte bir incinmişlik maskesi takınarak homurdandı. “Neden
kızdığını anlamıyorum. Yanlış bir şey demedim ki!”

Opele kaşlarını kaldırarak genç kıza baktı. Üç yaşında salgın bir hastalık sırasında ailesini yitiren İrma
tüm hayatını tapınağın koruması altında geçirmişti. Zamanını kendisini geliştirmeye adayan genç kız ne
yazık ki Saklı Yıldız’ın dokunuşuna sahip değildi ve Elda’nın eğitimine başlamasının ardından bazı
hoşuna gitmeyen gerçeklerin farkına varmıştı. Asla tapınak için vazgeçilmez, yeri doldurulmaz
olamayacaktı. Ve genç kızın gözünde tüm bunların suçlusuydu Elda.

İrma’nın duygularını bilen Opele, özellikle de Şafak Konağında uygunsuz davranmalarına izin
veremezdi. Elini düz bir şekilde havaya kaldırdıktan sonra “Haydi hanımlar,” dedi kapıdan geçip gözden
kaybolmadan önce “Nerede olduğunuzu hatırlayın da kahvaltıya geçelim.”

2
İrma (elfçe): Arzu
3
Opele (elfçe): Çeperli

You might also like