You are on page 1of 27

MÜZİK TARİHİ I

IX. HAFTA DERS NOTU


ORTAÇAĞ MÜZİĞİ: ROMANESK DÖNEM (1000 – 1150)


Romanesk Dönem, Avrupa’da 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar olan dönem, çok
sesliliğe giden yolda temel adımların atıldığı bir çağdır.

Müzik tarihin başlıca iki dönüşümü, Modal Müzikten Tonal Müziğe ve


Tekseslilikten Çoksesliliğe geçiştir. Romanesk dönem, bu iki dönüşümün ilk
hazırlıklarını gerçekleştirmiştir.

Önce ‘’Romanesk’’ teriminin nereden kaynaklandığı üzerinde duralım:

Ortaçağ Avrupası’nda, 10. yüzyıla kadar kullanılan neuma (nöma) adlı müzik
yazısı1, sadece ses yürüyüşlerini gösteriyordu. Porte’lerin (dizeklerin)
kullanılmasıyla bu işaretler, yetersiz duruma gelmiştir. Gerçek ses
yüksekliklerini gösteren işaretler durumuna gelince Nöma yazılarının çizgilere
ya da aralıklara gelen başları daha belirgin gösterilmeye başlanmış; baş ve
bacakları bir notanın belirli parçaları olmuştu.

Kalem tutuşunun (kaligrafinin ya da yazı stilinin) ülkelere göre değişen biçimine


göre nota başları kimi yerde köşeli (Romen); kimi yerde baklava biçimi
(Gotik) olarak yazılıyordu. Böylece gelişen müzik yazısı, Romanesk üslubuyla
bir çağa adını vermiştir.

Köşeli olan notalar Romanesk stilde; baklava biçiminde olan


notalar ise Gotik stilde yazılmıştır

1
Neum kelimesi, Yunanca ‘’işaret’’ anlamına gelir.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Müzik teorisindeki gelişim, her çağda olduğu gibi Müzik Yazısının gelişimini de
içermiştir. Seslerin yazıya geçirilmesi, müziğin kalıcı ifadesi demektir.

İsa’nın doğumundan sonra (MS) yaklaşık 1000 yıl süren teorik arayışların yeni
ve ileri bir aşamada düzen kazanması, Romanesk dönemde sınırlı bir ölçüde
gerçekleşmiştir.

Romanesk dönem, çoksesliliğin uç verdiği şu alanları temsil eder: Müzik Yazısı,


Solmileme, Missa ve Organum.
Yukarıdaki dört alan açıklanmadan önce dönemin en önemli müzik kuramcısı
olan İtalyan keşiş Guido d’Arezzo (yak. 990 – 1050)’yu tanımakta yarar
vardır. Zira Guido d’Arezzo’nun çalışmaları özellikle müzik yazısı ve
solmileme’yi şekillendirmiştir.

Guido d’Arezzo’nun, günümüzde tanınmış olmasının başlıca


nedeni, modern Batı müziğinin nota sisteminin temel
kavramlarını bulmasıdır. Aynı zamanda, Ortaçağ’ın
ortasından sonuna kadar olan dönemin en önemli bilimsel
eserlerinden biri olan Micrologus’un yazarıdır ve bir
öğretmen olarak bilinir. Bununla birlikte, daha önce yazdığı
ve günümüzde kayıp olan antifon kitabı (ya da şarkıcıların
eğitimine yönelik bilimsel eser) Prologus in
antiphonarium’da ses perdelerindeki farklılıkların
uzamsal olarak gösterildiği bir sistem önerisi getirmiş, paralel çizgilerle
yapılan ayrım her notanın kendi yüksekliğini göstermiştir. Bu öneri esas
itibariyle günümüzün porte üzerine yazılan nota sisteminin arkasındaki
kavramı oluşturur. Bunu yazdığı sırada eğitim gördüğü Ferrara yakınlarındaki
Pomposa Benedictine Manastırı’ndaydı. Daha sonra yaşamının geri kalan
kısmını geçirdiği ve ismini aldığı Arezzo şehrine taşınmış, yalnızca kısa bir süre
için (1026-28) buluşlarını beğenen Papa XIX. John’un yanında çalışmak üzere
Roma’da bulunmuştur. Papa’nın emriyle müzik yazısıyla ilgili buluşlarına kilise
makamlarına uyguladı. Guido d’Arezzo, Fransız müzik teorisyeni Hucbald (y.
840 – 930)’ın organum’daki paralellik kuramına karşı çıkması ve cümle
kadansları için yeni kurallar koymasıyla da tanınır.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
1. Müzik Yazısı (Notasyon)
Bir ses (fonetik) sanatı olan müzik, plastik sanatların aksine tıpkı söz sanatları
gibi bir zaman sanatıdır. Plastik sanatlarda kullanılan malzemelerin (boya, alçı,
çamur, taş vb.) elle biçim verilebilen nesnel malzemeler olmasına ve bu
malzemelerle yapılan eserlerin belli bir mekân bölümü içinde yer almalarına
karşın; ses ve söz sanatlarının ana malzemesi ancak işitme duyumuzla
algılayabildiğimiz sesler’dir. Dolayısıyla bu tür eserler, mekân bölümleri içinde
değil, zaman kesimleri içinde yer alabilirler. Bu nedenle de yer aldıkları zaman
kesiminin sona ermesiyle yok olurlar.

Plastik sanatların ürünlerini ikinci kez görebilmek için, bulunduklarını mekân


bölümüne bakmak yeterlidir. Ancak ses sanatının yer aldığı zaman kesimi,
ilerleyen her saniyede biraz daha gerilerde kalmış olacağından, bir kez daha
yaşayabilmek ve o sesleri bir daha dinleyebilmek mümkün değildir.

İşte müzik yazısı bu gereksinimden doğmuş ve Ortaçağ’da Boethius’un harf


yazısından sonra Neuma (Nöma) adıyla tanınmıştır.

Modern Batı müziğinin nota sisteminin kökleri, ilk bin yılın sonundaki Avrupa
manastırlarına uzanır. ‘’Neuma’’ adındaki ilk müzikal semboller, keşişlere
müziğin yükseldiğini, alçaldığını veya aynı tonda kaldığını gösteren yazılı
hatırlatmalardı. Nömalar, ezginin iniş ve çıkışını göstermek için sözlerin
üzerine konulan işaretlerdir. Bu işaretler sadece ezginin hareketini (iniş ve
çıkışlarını) gösteriyordu. Seslerin yüksekliklerini ya da arakları belirtmiyordu.

Nömalar, ilahilerin sözlerinin üzerinde, basit kalem darbeleriyle yapılan


işaretlerdi. Diastematik veya ‘’yükseltilen’’ neumalar, nota şekillerini formal
hale getirip sayfada yatay bir çizgi halinde göstererek notaya dökülmüş olan
ilahilere netlik kazandırdı. Bu yatay çizgi, şarkıcının ses perdesini

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
hesaplayabilmesini sağlayan bir ‘’ufuk’’ gibiydi. Yine de sözlerin üzerine bir
satır gibi konulan işaretler yanlış yorumlamaya açıktı ve daha da netlik
kazanması gerekliydi.

Porte’nin İcadı

Guido Arezzo’ya atfedilen bu çözüm, sayfaya dört çizgi çizerek şarkıcının


melodinin hareketini tam olarak ölçebilmesine imkân tanımaktı2. Guido, nota
sisteminde bazen çizgilerin birine Do notasını göstermek için sarı; bir diğer
çizgide Fa notasını göstermek için kırmızı renk kullandı. Böylece, perde
notadan notaya sabitlenmekle kalmadı, hangi notadan başlamak gerektiği bir
bakışta anlaşılabildi.3 Fa çizgisinin kırmızı çekilmesi giderek gelenekselleşti. Bu
aynı zamanda anahtarlı porte yazısının başlangıcı da oldu.

Guido d’Arezzo’nun renkli çizgileri üzerinde neuma’lar

Aşağıda yaygın olarak kullanılan neuma’lar gösterilmiştir:

Do ve Fa anahtarının nömatik notasyonla


gösterimi

2
Ancak Guido d’Arezzo’nun yaptığı, o dönemdeki mevcut pratiği formal hale getirmektir.
3
Tek çizgili porte için 9. yüzyıla, 4 çizgili portenin yaygınlaşması için 12. yüzyıla, 5 çizgili portenin ve ölçü
çizgisinin tanınması için 16. yüzyıla kadar beklemek gerekiyordu.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Basit Nömalar

Nömatik notasyonla yazılmış bir Gregoryen ilahi

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
2) Hexacord Sistemi ve Solmileme

Hexacord (altı telli), sabit ses mesafelerine sahip altı sesli dizidir: 2 tam ses
aşağıda, 1 yarım ses ortada, 2 tam ses yukarıda. Bu seslerden her birine,
çevresinden bir özellik yüklenir. Buna göre üçüncü sesin üzerinde daima bir
yarım ses bulunur.

Guido d’Arezzo, 6 sesin yerinin daha kolay akılda tutulmasını sağlamak ve


bilinmeyen melodilerin deşifre olarak söylenmesi için bir sistem geliştirmek
amacıyla hexakorda ses heceleri ekledi (Epistola de ignotu cantu/ Bilinmeyen
şarkıdan mektup, 1028).

Heceler, bir 8. yüzyıl Johannes (Vaftizci Yahya) ilahisinden olup, Doryen


melodiyi tahminen Guido’nun kendisi bulmuştur.
4
Ut queant laxis

Resonare fibris

Mira gestorum

Famuli tourum

Solve polluti

Labi reatum

Sancte Johannes

Sancte Johannes ilahisi

Guido d’Arezzo, büyük yetenekleri olan bir Benedictine papazıydı. Çok etki
bırakan Micrologus de disciplina artis musicae adlı bir müzik kitabı yazmış,
Nöma’lardan düz-şarkıya5 kadar gelmiş olan çizgiye yazılan müzik yazısını
tamamlamış ve eski Doğu solmilemesi’ni Batı’ya sokmuştur.

4
,https://www.youtube.com/watch?v=9fMppPLocmo
Ut hecesi, şarkı söyleme tekniğine uymadığı için 16. yüzyılda, Dominus (Tanrı, Efendi) sözcüğünün ilk hecesi
olan Do hecesi ile yer değiştirdi. İlhan Mimaroğlu, Müzik Tarihi (2014) adlı kitabında Do hecesini kullanan ilk
müzisyenin İtalyan besteci ve kemancı Giovanni Maria Bononcini (1642 – 1678) olduğunu belirtmiştir (s. 24).
5
Lat. Cantus planus; Fr. Plain-chant, İng. Plain song

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Solmileme, kilise ezgilerini ut-re-mi-fa-sol-la heceleri üzerine söylemek
anlamına gelir. Bu terim, Sol ve Mi hecelerinden çıkmıştır. Gözden
kaçırılmaması gereken nokta şudur: Ezginin nota adları seslerin salt
yüksekliklerine göre değil; birbirleriyle ilişkilerine göre veriliyordu.
Guido’nun bu buluşu, bugünkü ‘’Değişken (Hareketli) Do’’ yordamına
benzemektedir. 6

Sancte Johannes ilahisi’nin modern notasyonu

Mi – Fa, küçük ikili aralığını gösterirdi. Bir ilahiyi nota hecesiyle ezberleyen bir
şarkıcı hiç yanılmazdı. Çünkü Mi - Fa aralığı hep küçük ikilileri gösteriyordu.

Yalnız çetin bir sorun vardı: Bir ezgi altı seslik sınırı aşarsa, altı nota yetersiz
kalıyordu. Örneğin, Si notası bemolleştirildiği zaman (bu sık sık olurdu) La –
Sib üzerinde Mi – Fa demek gerekiyordu ve bu ezgide daha önce geçmiş olan
Mi – Fa karışıyordu.

Bu ikinci Mi – Fa’yı söyleyebilmek için şarkıcı daha önce nota adları sırasını
ona göre hazırlıyor ve ezginin gerektirdiği gibi altı seslik bir takımdan öbürüne
atlıyordu.

6
Hareketli Do esasına dayanan solfej metodundaki çalışmalar, majör dizilerde Do majör, minör dizilerde de La
minör dizisi temel alınarak yapılır. Böylelikle “Do” notası bütün majör dizilerin, “La” notası da bütün minör
dizilerin ana sesi olarak kullanılır.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Guido, bugünkü adıyla Do sesiyle başlayan Majör dizide yedinci dereceye isim
vermemişti. Çünkü, Guido’nun solmileme (solnilation) adı verilen okuma
sisteminde nota adları, belirli ses yüksekliklerini adlandırmak için değil;
kullandığı hexacord’ların (altı perdeli dizinin) basamaklarını adlandırmak
için kullanılıyordu.

Bu sistemde, biri (Ut – Re – Mi – Fa – Sol – La); ikincisi (Fa – Sol – La – Sib-


Ut – Re), üçüncüsü ise (Sol – La – Si – Ut – Re – Mi) seslerinden oluşan yapıca
aynı ancak ses yükseklikleri açısından farklı üç ayrı hexacord vardı.

Guido d’Arezzo’nun iç içe geçmiş altılılarının her üçünün de Ut – Re – Mi – Fa


– Sol – La heceleriyle okunmasına Alman müzikolog Curt Sachs şu açıklamayı
getirmiştir:

‘’Yer değiştirim ya da ezgisel aktarım için ezginin bir yoldan öbür yola kolayca
kayabileceği önceden hazırlanmış kanalların olması gerekiyordu. İşte böyle bir
kanal, yapıca eşit, ancak ses yükseklikleri birbirinden ayrı, birbirinin içine
girmiş üç altıses’le elde edilebiliyordu. Majör diziye uyularak hepsine Ut – Re –
Mi – Fa – Sol – La deniyor; ancak biri Ut sesinden başlayan bir altıses, ikincisi
Fa sesinden başlayan yumuşak bir altıses, üçüncüsü ise Sol sesinden başlayan
sert bir altıses oluyordu.’’

‘’Yumuşak’’ altıses ve ‘’Sert’’ altıses terimlerini Sachs şöyle açıklamıştır:

‘’Bu daha çok, iki altısese giren iki değişik Si yüzünden kullanılmıştır: Fa’dan
başlayan altıseste, altısesin dörtlüsü Si bemol oluyor ve bu yuvarlık bir b
harfiyle (B rotundum’la) gösteriliyordu. Sol’den başlayan altıses’te Si, bekar
(naturel) Si oluyordu ve köşeli bir b harfiyle (B quadrum’la) gösteriliyordu.
Birinci B yumuşak; ikinci B sert’ti.’’

Bu iki B harfi bugün hâlâ yaşamaktadır. Bugün birini Bemol, birini biribi Bekar
olarak kullanılmaktadır. Altıseslere verilen Latince adlar, molle ve durum
(yumuşak ve sert), hâlâ yaşamaktadır. Fransızca’da Bemol, İtalyanca’da
Bemolle, Almanca’da Majör ve Minör dizileri belirtmek için dur ve moll
kullanılmaktadır.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Guido d’Arezzo’nun sekiz sesli kilise makamlarını bırakıp neden altıses
(hexacord) kullandığını Sachs şu şekilde açıklamaktadır:

‘’Solmileme’nin varlık nedeni, Mi – Fa küçük ikili aralığını (bu küçük ikili


nerede olursa olsun) göstermek içindi. İçinde küçük ikili taşıyan bir dizi en çok
bir altılı olabilirdi; fazlası gereksizdi. Bugünkü Si notasına kadar gelmek, Si
sesinin La ile mi, yoksa Do (Ut) ile mi küçük ikili yapacağını açıkça ortaya
koymadığı için bulanıktı. Altısesler (Hexacord’lar) da üçten fazla olamazdı;
çünkü Mi – Fa, La – Sib ve Si – Do (Ut) olarak üç tane küçük ikili vardı.’’

Tetrakord, Oktav ve Hexacord Bölünümüyle Ortaçağ Ses Sistemi

10. yüzyılda, insan gırtlağının çıkarabileceği seslerin diyatonik dizisi


düzenlenirken en kalın sese A dendi. Sonra dizinin öteki harfleri yazıldı: A B C
D E F G; daha sonra bir derece kalına inildi. Bu da G ile gösterildi: G A B C D
E F G dizisinde baştaki G’yi sondakinden (bir oktav incesinden) ayırdedebilmek
için ona Gama7 dendi ve Gama işaretiyle (Γ) gösterildi. Günümüzde kullanılan
‘’gam’’ sözcüğü buradan gelmektedir. Bu sekizliyi izleyen ikinci oktav, küçük
harflerle gösterildi: G a b c d e f g; üçüncü oktav da g aa bb cc dd ee ff gg
oldu.

7
Gama (Γ γ), Yunan alfabesinin üçüncü harfidir.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Sistemin tamamına dağılmış olarak, söyleyenlerin akıllarında tuttukları iç içe
geçmiş 7 hexacord oluştu. Bir melodi hexacord ses alanını aştıysa zamanı
geldiğinde başka bir hexacorda geçilirdi (mutasyon).

Hexacordlarla düşünme ve solmizasyon adı verilen ses heceleriyle söyleme,


şarkıcılara yarım sesin yerini akılda tutma ve mutasyon olursa yerini
tekrar bulma imkânı vermiştir.

Guido’nun Eli
Guido d’Arezzo’nun Micrologus8 adlı eseri (y. 1026), kendisinin en çok
tanınmasını sağlayan ‘’Guido’nun Eli’’ sistemini anlatır.

Guido’nun Eli, keşişlere Ortaçağ ayin müziğinin 20 notasını göstermenin en


kolay yolunu öğretmek için geliştirilen bir sistemdir. Tahminen derste
göstermek amacıyla şarkı okullarında ve koro yönetirken de kullanıldı.

Guido’nun Eli (Giodonik El)

8
Micrologus de disciplina artis musicae. ‘’Bu ilahi kitabını, akıllı ve gayretli herkesin bir ilahi söylemeyi
öğrenebileceği şekilde notaya dökmek istedim.’’ (Guido d’Arezzo)

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
İlahilerin vokal aralığını yansıtmak için yalnızca 2.5 oktava (20 notaya)
gereksinim duyan Guido d’Arezzo, bugün kullandıklarımızla aynı adları taşıyan
7 nota kullandı. Bunları A’dan G’ye kadar harflerle belirtti. Acemi keşiş, sol
başparmağının ucuna dokunup kalın Sol notasını söyler. Parmağını, sol
başparmağının orta eklemine kaydırarak La notasına çıkar ve yukarı doğru
çıkmaya devam eder. Parmağını sol elinin parmaklarının eklem ve uçlarına
sırayla kaydırarak 20 notayı söyler (oktavlar yükseldikçe ses tizleşir).

Modern ‘’orta C’’ notası, Guido’nun elinde ‘’C sol – fa – do’’ 9 olarak ifade
edilir ve en kalın Sol (G) notası için Yunanca harf adı kullanılarak ‘’gamma
do’’ denir. İngilizce’de ‘’gamma ut’’ şeklinde söylenir. Bu ifadeden hareketle
‘’bir şeyin tamamı, uçtan uca dizi’’ anlamına gelen ‘’gamut’’ sözcüğü halen
kullanılır.

Keşişler, yirmi notanın herhangi birini konuşurken veya yazarken kolayca


belirtebildi veya basitçe eliyle işaret etti.

Hexakordal solmizasyon, 16. yüzyıl ortalarına dek korundu, sonradan biraz


değiştirildi ve genişletildi: Do – Re – Mi – Fa – Sol – La – Si (Ti) – Do. Bugün
halen kullanılmaktadır (solfége; solfeggio; solfej).

3. Hristiyan Litürjisinde Ayin Biçimleri

Kutsal Roma litürjisinde iki çeşit ayin biçimi yer almaktaydı. Bunlardan biri
‘’Officium’’ (Office); diğeri de ‘’Missa’’ (Messe, Mass) adıyla anılmaktadır.

3.1. Officium (Office)

‘’Hizmet’’ anlamını taşıyan Officium’un kökeni Musevi kültüründeki toplu


ibadet ve dua okuma geleneğine dayanmaktaydı.

Officium adı verilen törenler, 6. yüzyıldan itibaren manastırlarda yaşayan


keşişlerin ve rahiplerin her gün, günün belli saatlerinde gerçekleştirdikleri dua
saatlerinin bütününü oluşturuyordu ve manastır hayatını yansıtan ritüel yapının
önemli parçalarından biriydi.

Officium’ların müzikal açıdan önem taşıyan öğeleri, Eski Ahit metinlerini içeren
mezmurlardır. Mezmur söyleme biçimi litürjinin en eski geleneği içerisinde yer
alır ve kendine özgü bir ezgi yapısı vardır.

9
Bkz. sayfa 9’daki şekil (Tetrakord, Oktav ve Hexacord Bölünümüyle Ortaçağ Ses Sistemi )

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Hristiyanlığın ilk dönemlerinde, tüm törenler ve dualar gizlilik içerisinde
yapıldığından, toplanıp dua okuma saati gece yarısı olarak belirleniyordu.

Vigils adı verilen bu toplaşmalar Cumartesi gecesi yapılıyordu ve Pazar sabaha


karşı sona eriyordu. Pazar günü İsa’nın göğe çıktığı gün olduğuna inanıldığı için
haftanın kutsal günü sayılıyordu. Vigil’ler sırasında genel uygulama dua, İncil
okuması ve psalm ezgilerinin söylenmesinden ibaretti. Bu uygulamalar,
Musevilerin uygulaması ile koşuttu.

Kutsal müziğin sözleri üzerine müzik yapmanın ilk şekli Psalmodie’dir.


Psalmodie, şarkıya benzer tarzda okumadır. Doğu’da, Yahudi mabedi
tapınaklarında bu tarz kullanılmaktaydı. Suriye Kiliselerine de geçen Psalmodie
tarzı, Antakya kanalıyla Roma’ya gelmiştir. Yaklaşık 1400 ilahi ağızdan ağıza
geçerek yaşamış ve ilk kilise müziğinin temelini oluşturmuştur.

Psalmodie’nin çeşitli tarzları vardı:

a) Solo Psalmodie: Ayetin tek şarkıcı tarafından icrası

b) Koro ve solonun yer aldığı cevaplı şarkı tarzı (Responsorium)

c) İki koronun nöbetleşe şarkı söylediği antifonik şarkı söyleme tarzı:


İbraniler’de, Davut Peygamber zamanında uygulanan bu tarz, MS. 4. yüzyıldan
başlayarak Hristiyan törenlerinde kullanıldı. Antifonik şarkı söyleme tarzı ilerde
Protestan törenlerinde önemli bir yer tutacak, Anglikan kilisesinde Anthem adı
altında icra edilecektir.10

Zaman içinde, Hristiyanlık yayıldıkça, Vigils adı verilen gece toplaşmaları üç


temel Officium uygulamasına dönüştü. İlki, Vigils’den önce gün batımında
okunan ve Vesper11 adı verilen duadır. İkincisi gün doğumunda okunan
Matins12 adlı dualardır. Üçüncüsü ise sabahın erken saatlerinde Missa’dan önce
okunan Laudes13 adlı duadır. Böylece bu üç uygulama olan Vesper, Matins ve
Laudes; Officium uygulamasının temelini oluşturan bölümler oldu.

10
Anthem, zamanla bir hayli değişikliğe uğramış; buna solo pasajlar, org ve yaylı çalgıların eşliği de girmiştir.
Henry Purcell ile George Friedrich Haendel bu türü zenginleştirmiştir.
11
Kökü Latince, Akşam anlamına gelen ‘’Vesperae’’dan gelir. Katolik kilisesinin 8 dua saatlerinden (Canonical
hours) akşam yapılan dua ayinidir.
12
Kökü Latince, sabah erken anlamına gelen ‘’Matutinus’’dan gelir. Gün doğumunda okunan dualardır. Katolik
dualarının ilkidir.
13
Katoliklerde 7 duadan biri; esas sabah duası. Matins ile birlikte güneş doğarken yapılan, psalm sözleri
kullanılmayan, kısa ve kolay tekrarlanabilir bir melodi modeline göre seslendirilen övgü duası.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
3.2. Missa (Messe, Mass)

Missa özünde, İsa’nın havarileriyle yediği son yemeğinin temsil edildiği bir
ritüel olarak tanımlanır.

Ortaçağ’ın başlıca ayin biçimi olan Missa, Hristiyan kilisesinin temel ve en


önemli töreni olarak günümüze kadar süregelmiştir.

Törende en son okunan dua olduğundan, sözlük anlamı ‘’tören sona erdi,
gidebilirsiniz’’dir (Ite, Missa est).

Mezheplere bölünen Hristiyan kiliseleri bu törenlere farklı isimler verebiliyordu.


Kimi yerde litürji ya da ‘’Kutsal Toplantı’’, başka yerde ‘’Tanrının Yemeği’’
(Aşai Rabbani Ayini) olarak adlandırılabiliyordu. Fakat özünde ayinin amacı,
İsa’nın son akşam yemeğini yeniden canlandırmaktı. Missa’nın bölümleri,
Katolik Kilisesi’nde ekmek ve şarabın kutsanma ayininde söylenirdi.

Aşai Rabbani Ayini

İsa ve havarilerinin Son Yemeğini temel alır. Bu


detayda görülen son Yemek tasviri, 6. yüzyıla it
bir el yazmasındandır.

Dinsel müziğin ergin biçimlerinden biri olan Missa, başlangıçtaki basit haliyle
Katolik Kilisesi törenlerinde orta bölümde yer alırdı. Bu form, Gloria ve Credo
bölümlerinin katılmasıyla 11. yüzyılda gelişmiştir.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Missa’nın 5 temel bölümü (ortak şarkılar/chants communs) vardır. Bu bölümler
sırasıyla şu şekildedir: Kyrie, Gloria, Credo, Sanctus (Benedictus ile birlikte)
ve Agnus Dei.

1) Kyrie14

Kyrie sözcüğü, Yunanca ‘’efendi’’ anlamına gelir. Bir yakarma duası olan
Kyrie, Yunanca bir antik metindir (Roma’da 4. yüzyıla kadar ibadet dili
Yunanca’dır). Kyrie, dokuz Yunanca duadan oluşur: Üç tane Kyrie eleison
(Efendimiz, bizi bağışla), üç tane Christe elesion (Hz. İsa, bizi bağışla) ve
yeniden 3 tane Kyrie eleison.

2) Gloria15

Kyrie’nin ardından papaz, Gloria in excelsis Deo (Yücelerdeki şerefli Tanrı)’yu


söyler. 7. yüzyılda ortaya çıkan Gloria, Ortaçağ’ın en önemli Hristiyan
ilahilerinden biridir. Kyrie’den sonra gelen canlı bir bölümdür.

3) Credo16

Gloria’dan sonra Missa’nın üçüncü bölümü olan Credo in unum Deum (Tek bir
Tanrıya inanırım) gelir. Credo sözcüğü, ‘’inanıyorum’’ anlamına gelir.
Credo’nun Missa’ya dahil edilmesi 1014 yılında gerçekleşmiştir ancak 4.
yüzyıla ait olduğu düşünülür.

4) Sanctus17

Missa’nın dördüncü bölümü Credo’dan sonra gelen Sanctus’dur. Sanctus


sözcüğü ‘’kutsal, aziz’’ anlamına gelir. Sanctus, Yahudi litürjisine dayanır ve
Papa I. Gregorius’un reformlarından önce Roma ayininin bir parçası haline
gelmiştir.

‘’Kutsanmış’’ anlamına gelen Benedictus, Missa’larda Sanctus’un devamı


olarak söylenir.

14
https://www.youtube.com/watch?v=hEQYIT7eVYY
15
https://www.youtube.com/watch?v=05JbAhoTJPU
16
https://www.youtube.com/watch?v=yM0McJY7kbQ
17
https://www.youtube.com/watch?v=ehK1juwbtS0

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
5) Agnus Dei18

Agnus Dei, ‘’Tanrı’nın Kuzusu’’ anlamına gelir. Missa’nın son bölümü olan
Agnus Dei qui tollis peccata mundi (bütün dünyanın günahını yüklenen Tanrı
kuzusu) adlı yakarış duası, 7. yüzyılda Suriye kökenli bir ayinden eklenmiştir.
Agnus Dei ile Missa sona erer.

Ancak kutsal ekmeğin dağıtımından sonra Communion vardır. Sonra papazi Ite,
missa ets’i ve Deo Gratias (Toplantı bitmiştir, Tanrıya şükür olsun)
responsorium’unu söyledikten sonra halk dağılır. İşte Missa, bu son cümlede
geçen missa sözcüğünden gelmektedir.

Gloria ve Credo bölümlerinde heceleme stili kendini hala korumaktadır. Ama


öteki düz-şarkı bölümlerinde değişik süslemeler yer almaktadır. Kyrie, Sanctus
ve Agnus Dei bölümleri, üç kısımlı tekrar aranjmanıdır. Örneğin Kyrie bölümü
şu yapıyı akla getirmektedir:

A Kyrie eleison

B Christe eleison

A Kyrie eleison

Bu üç bölümün hüzün haykırışları A – B – A formunu sergilemektedir.

Katolik din törenlerinin en önemlisi olan Missa’nın, 9. yüzyılda içerdiği diğer


parçaların dizilişi şu şekildedir:

1) Itroit (Antienne): Cemaat toplanırken, din adamları yerlerini alıncaya kadar


söylenen parçalardır. Sözler, Kutsal Kitap’tan alınmadır. Bunlar, antifon
tarzında iki koro tarafından nöbetleşe icra edilirdi.

2) a – Litanie’ler: Tanrı’ya ya da İsa’ya yakarı (Kyrie eleison)

b - Hymne’ler: Sözleri, Kutsal Kitaba dayalı olmayan şükür duası, barış ve


selamet dileği.

3) Graduale (Gradual)19: Latince, ‘’adım, basamak, derece’’ anlamına gelir.


Mihrap basamağında söylenmesinden dolayı Graduale adını taşır. Rahip
tarafından söylenen şarkıya koro cevap vermektedir. Bu bakımdan buna
responsorium (cevaplı şarkı) denir.

18
https://www.youtube.com/watch?v=jln3fAv8ZBU
19
https://www.youtube.com/watch?v=EN73kO2_PZA

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
4) Alleluia (Hallelujah)20: MÖ 7. yüzyılda Tevrat’da geçen İbranice sevinç
çağrısı ve eski İbrani duası Hallel (Şükür) ve Jah (Yehova) sözcüklerinin
birleşiminden oluşan; Katolik Kilisesi’nde ‘’Tanrıya Şükür’’ anlamına gelen
bu dua litürjilerde 4. yüzyılda belirmiştir. Latince, Alleluia olarak Gregoryen
şarkı tarzındanki bazı Responsorium’lara eklenmiş, geleneksel plain-chant’larda
Jubilus tarzı süslemelerle de uygulanarak mutlu yapısıyla zamanla
yaygınlaşmış, 8. yüzyılda melodi olarak missa’larda kullanılmaya başlanmıştır.
Jubilate ile sona eren pasajlarda (oruç zamanı ve ölüm missası dışında)
missalarda tüm ölümlülerinin ruhlarının kutsanmasından önceki bölüm sonunda,
Epistel (Resullerin Mektubu) ile Evangelium (İncil’in ilk dört kitabının getirdiği
iyi haber) arasında nakarat ve karşılık verme (ABA) formunda, zafer havasında
coşkuyla söylenmiş, sekansların gelişimine de yardımcı olmuştur.

5) Offertorium21: Önceleri Offeranda olarak da adlandırılan ‘’Sunu’’. Katolik


ayinlerinde, missaların Credo bölümünden hemen sonra, rahip, sunağa Hz.
İsa’nın bedenini kutsal ekmek; kanını şarap olarak sunarken koro tarafından,
dinsel günlere göre düzenlenerek okunan ve Roma’da 6. yüzyıldan beri belli bir
repertuarı olan antifon’lardır.

6) Communio (Communion)22: ‘’Kilise cemaati’’ anlamına gelir. Tam adıyla


Antiphona ad communionem diye adlandırılan, normalde 5 bölümlü olan
Katolik missaların (proprium missae); İntrotius, Graduale, Alleluia ve
Offertorium’dan sonra gelen beşinci ve sonuncu kısmı; bu kısımda söylenen
antifonlardır.

20
https://www.youtube.com/watch?v=WacH0_3rt-c
21
https://www.youtube.com/watch?v=T_66E7lM2XI
22
https://www.youtube.com/watch?v=T9J6zVMYhc0

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Gregorius şarkısı döneminden bugüne, 10. ile 14. yüzyıllar arasında yazılmış on
yedi missa kalmıştır. İlk polifon besteciler, missa’nın bazı bölümlerini, Kyrie ve
Gloria’yı bestelemişlerdir. Ama bu beş bölümün dört sesli olarak aynı anlayışta
müziklenmesi 14. yüzyılda olmuştur: Guillaume de Machaut (1300 – 1377) –
Notre-Dame Missa’sı/1365). Guillaume Dufay (1397 - 1474) ile birlikte bir
Gregorius şarkısı ye da dindışı müzikten alınmış bir ezginin, eserin bütünlüğünü
sağlayan doğurucu tema olarak alınması missa’ya girmiştir. 16. yüzyılda da bu
türde başyapıtlar veren Josquin des Pres (1421 - 1521’den, Giovanni Pierluigi da
Palestrina (1525 – 1594)’ya dek birçok besteci, gelişen polifonik müziğin
yardımıyla bu türde çok başarı göstermişlerdir.

15. ve 16. yüzyıl missaları ‘’a capella’’23 söylenmek için yazılmışlarsa da sayıca
yeterli olmayan bazı partileri güçlendirmek için çalgılara da başvuruluyordu. 14.
yüzyıla dek geleneksel Gregorius ezgisi de Floransalı madrigalcilerin Ars
Nova’sının etkisi altında dindışı ezgilere yerini bırakıyordu. 16. yüzyılın
ortasına doğru o çağın bestecilerinin dindışı ezgi kullanmakta gösterdikleri
aşırılıklara, sözlerin anlaşılmasını engelleyen kontrapuntal ‘’yapmacıklar’’a ve
çalgıların kullanılmasına karşı güçlü bir tepki oluştu. Trento Konsili24;
bestecileri, yeni bir dinsel müzik anlayışına zorladı. Ama din adamlarının
önergelerini uygulamakta görevli Palestrina bile dindışı temalar üzerine missalar
bestelemiştir.

Missa, 17. yüzyılda polifon dokusunu yitirmemiş olan bir iki türden biridir:
Claudio Monteverdi (1567 – 1643)’nin missaları doğmakta olan operanın
etkisinden uzak kalmıştır. Tıpkı Palestrina ya da Tomas Luis de Victoria (1548 –
1611) deyişi içerisindedir. Ancak bu yüzyılın sonuna doğru Venedikli
bestecilere (Antonio Caldara, Antonio Lotti) gelenek kopmuş, çalgılar yeniden
missaya girmiş, Kyrie ile Gloria’nın bazı bölmeleri konçertomsu bir deyişte,
tıpkı kantata gibi tek ya da iki sololu ve korolu olarak ele alınır olmuştur. J. S.
Bach (1685 – 1750), büyük Si minör Missa’sında bu anlayışı uygulayacaktır
(1733 – 1738).

23
A capella veya alla capella: Şapeldeki gibi, kilise stilinde ‘’çalgı eşliksiz’’ koro için.
24
Kuzey İtalya’daki Trento kentinde, Papa III. Paulus’un emriyle Roma Kilisesi’nde disiplin amacıyla 15 Mart
1545’te piskoposların toplanmasıyla başlayan ve sonraki papalar III. Julius ile IV. Pius zamanında da 1563’e
kadar süren kiliseler arası konsil. İmanın kaynakları, vaazlar, kiliseye karşı işlenen günahlar, Lüther’in 14
hatasının suçlanması, kutsal sırlar, Eucaristia (Aşai Rabbani – Şükran Duası), evlenme ve azizlere dua
kararnameleri gibi konularla ilgilenen, Katolik dininde bir dönüm noktası sayılan konsil, kilise müziği alanında
da sert önlermler almıştır.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
18. yüzyılda; F. J. Haydn (1732 – 1809), W. A. Mozart (1756 – 1791) ve L. v.
Beethoven (1770 – 1827) ile senfoni deyişi, opera deyişi missaya girecektir. Bu
anlayışlar, bütün 19. yüzyıl boyunca missada kalacaktır. Missa, kilisede çalınan
bir tür olmaktan çıkacak, bir konser parçası havasını taşıyacaktır. Bu yüzden
romantik besteciler, missa yerine daha dramsal bir hava taşıyan Requiem
missasını seçeceklerdir.

20. yüzyılda, bu türe eski dinsel havasını vermek için bazı değişimler olmuştur
(André Caplet, André Jolivet ve Igor Stravinsky’nin missaları gibi). Her şeye
karşın 16. yüzyıldan sonra missanın müzik bakımından gittikçe zayıflaması
(Bach’ın Si minör Missa’sı dışında), din duygusunun zayıflamasıyla
yakından ilişkilidir.

Yapısı: Katolik missası’nın günlük duasında beş temel şarkı vardır: Kyrie,
Gloria, Credo, Sanctus (Benedictus ile birlikte) ve Agnus Dei. Çağlarda ve
beğenilere göre bu beş duanın müziklendirilmesi değişik yapılarda olmuştur:

1. Gregorius Missası: Teksesli ve çalgısızdır. Beş bölümün bütünlüğü aynı


modun (makamın) seçilmesiyle elde edilir.

2. Polifon Missa: 16. yüzyılın missası motetle birlikte, dinsel polifon sanatın en
yüksek anlatım noktasıdır. Yazısı çok karmaşık olmakla birlikte yapısı çok
yalındır. Kontrapuntal benzetleme üzerine kurulmuştur. Gregorius şarkısından,
polifon motetten ya da dindışı şarkılardan alınma bir tema bütün eserin
beslenme kaynağıdır. Eserin kuruluşu şu sözlerden çıkar:

 Kyrie, üç müzik cümlesine ayrılmıştır: Kyrie eleison, Christe eleison,


Kyrie eleison. Bunların her biri temadan çıkarılmış bir ezgiye bağlanır.
Her bölme bir çeşit füg sergisi gibidir; sesler art arda ve benzetleme ile
girerler. Füg’de olduğu gibi cümleler birbirine yapışarak bağlanır, başka
deyişle her cümlenin kalış yerine öbür cümlenin başlangıcı girer.
 Gloria ve Credo’nun uzun olması bazı özgürce davranışlara yol açar.
Birçok missa, ‘’yansılamalı’’dır. Yani her müzikal öğe bestecinin daha
önce yazmış olduğu motet’ten alınmadır. Örneğin, Palestrina’nın
‘’Assumpta est Maria’’ missası, her motifi aynı adı taşıyan motetten
gelmedir ya da ona yakından bağıntılıdır.

Bir başka çeşit missa da eski olmakla birlikte Palestrina’nın sık sık ele aldığı
cantus firmus missası’dır. Cantus firmus, düz şarkıdan alınma bir temadır. Bu
tema, her partide işittirilir ya da bir koral teması gibi uzun değerlerle tek bir

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
partide duyurulur (Palestrina’nın Veni Creator adlı missası). Kaldı ki bu missa
çeşidi bazı korallerin, dahası, çeşitlemenin kaynağı olarak alınabilir.

3. Konçertomsu Missa: Bu missa çeşidi, kantata’ya çok yaklaşır ama içinde


reçitatif ve koral yoktur; aryalar, ikililer ve korolar vardır. Eser çok büyük çapta
alındığında gelenek olan beş ya da altı bölüm yerine, her ayet ayrı bir parça
olarak işlenir ve aynı duanın öbür ayetlerinden ayrı bir biçimde ele alınır.
Örneğin, J. S. Bach’ın Si minör Missa’sı yirmi dört ayrı numaralı parçadan
oluşmuştur. Bunların on beşi koro, altısı arya, üçü de ikilidir. Hepsine orkestra
eşlik eder; bazı parçaların eski deyişte ‘’a capella’’ anlayışla olmasına karşın
orkestra hiç değilse koro partilerini katlamak için kullanılır.

Müzikte Çoksesliliğin Başlangıcı


11. ve 13. yüzyıllar Batı Avrupa’da değişimlerin başladığı yüzyıllardı. 1000 ile
1200 arasında ticaret ve zanaat hızla gelişmeye başladı. Bu gelişmelerdeki
etkenlerden biri, artan nüfusların hareketliliği, yeni ve daha büyük şehirlerin
kurulmasıydı. Eski Ortaçağ kentlerine oranla daha büyük ve karmaşık yapıya
sahip olan bu yeni kentler, gelişen ticaretin ve zanaatın ana merkezleri oldu. Bu
merkezlerde demircilik, marangozluk, çömlekçilik gibi zanaatlar hızla
gelişirken, yeni bir iktisadi ve mimari anlayışın ortaya çıkması da kaçınılmazdı.

Büyük kentler daha fazla maddi kaynak gerektiriyordu. Bu kaynaklar da ancak


daha büyük ticaret yollarıyla elde edilebilirdi. Böylelikle büyük kentler arasında
yoğun bir ticaret başladı. Karayollarının yanı sıra Akdeniz’deki deniz yolları da
bu ticaret için tercih ediliyordu. Doğu ülkeleriyle yapılan ticaret görece daha
zahmetliydi, fakat uzak ülkelerden gelen baharat ve egzotik eşyalar, 11. Yüzyıl
Avrupa kentlerinin gitgide zenginleşmesini sağlıyordu. Doğu ülkeleriyle büyük
ölçekli ticaret yapan kentler arasında Hamburg, Amalfi ve Venedik vardı.
Özellikle, Venedik’in Doğu ile kurduğu ticari ilişkilerin tarih boyunca kentin
iktisadi, toplumsal ve kültürel özelliklerini çok büyük ölçüde etkilediği
görülecektir.

11. yüzyıl Avrupa’sı bir yandan ticari ve kültürel hareketlilik içindeyken, bir
yandan da toprak ele geçirme nedeniyle çatışmalar ve savaşlarla sarsılıyordu.
Fransa’nın kuzey bölgelerini işgal eden Normanlar şimdi de Manş Denizi’ni
geçerek gözlerini İngiliz topraklarına dikmişti.

Güneyde ise İspanya, yüzyıllardır devam eden Arap egemenliğinden kurtulma


yollarını arıyordu. Bu çatışmaların yanı sıra Batı ve Doğu Kiliseleri arasındaki

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
rekabet de kızışıyordu. 1054’te Normanlar, İtalya’da Bizanslıların denetiminde
olan toprakları ele geçirdiklerinde, Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki kriz,
bunalım noktasına ulaştı ve Papalık, Konstantinopolis Patriğini aforoz etti.

Bu dönemde, Batı kiliseleri güçleniyor, Hristiyanlık da böylece siyasal ağırlık


kazanmaya başlıyordu. Bizans’ın zayıf düşmesi, Papalığın isine geliyordu.
Çünkü Papalık, bu imparatorluğu hegemonyası altına alarak Hristiyanlığın tek
ruhani lideri olabilecekti.

Bu dönemde Avrupa’da (içinde edebiyat, güzel sanatlar ve müziği de


barındıran) bir kültürel hareketlenme oluşmaya başladı. Yunanca ve Arapça
metinler Latince’ye çevriliyor, bu çeviriler Yunan müzik kuramlarının yeniden
canlanmasına destek oluyordu. Paris, Oxford ve Bologna gibi kültürel kentlerde
(sonraki yüzyıllarda üniversiteye dönüşecek olan) güçlü eğitim merkezleri
kurulmaya başlandı. Roma bazilikaları, büyük kentlerin içinde yükselirken,
Gregoryen ezgileri de Hristiyan litürjisi içerisinde yerini iyice
sağlamlaştırdı, hızla gelişirken değişime de yöneldi.

Avrupa kentlerinin zenginleştiği, hareketlendiği ve Papalığın iyice


güçlendiği bu dönem, aynı zamanda kilise müziğinde çoksesliliğin
başlangıcına tanık oldu. 11. yüzyıldan itibaren birlikte söylenen sesler,
farklı partilerde devinim göstermeye başladı. Çoksesliliğe doğru atılan bu
adımlar gelişimini yavaş ve uzun vadede sürdürdü. Ezgilerin birbirine
paralel hareketle söylenmesiyle başlatılan çokseslilik düşüncesi Batı müziği
tarihinin de ilk adımı olacaktı.

4. İlk Çoksesli Müzik Biçimi: Organum


Ortaçağ müziğinde çoksesli uygulamaların kilise dışı müziklerde de kullanıldığı
tahmin edilmekle birlikte, kayda geçmiş resmî çoksesliliğin dini müzik alanında
başladığı gerçeğini kabul etmek gerekir.

Müzikte, iki sesin uyum içinde tınlaması fikri Aziz Augustine ve Boethius (5. ve
6. yüzyıllar) döneminden beri kuşkusuz biliniyordu. Erken ve Yüksek
Ortaçağ’da, tek tek katedral ve manastırların şarkıcı okullarında çokseslilik
vardı. Doğaçlama yapılırdı ve sadece çok az sayıdaki didaktik kaynakta ve
münferit belgede izlerine rastlanır.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Ne var ki birden fazla sesin birarada söylendiği ve ‘’Organum’’ adı verilen
teknik hakkında yazılı kaynakların ancak 9. yüzyıldan itibaren kaleme alındığı
görülmektedir.

Bu durumda, Organum tekniğinin 9. yüzyıla ait bir yenilik olarak geçirmek


yerine; zaten bilinen fakat çok belirgin olmayan bir tekniğin 9. yüzyılda yazılı
hale getirilerek sistematize edildiğini kabul etmek daha doğru olacaktır.

Böylece, Batı müziğide çoksesliliğin 9. yüzyıldan itibaren yazılı olarak


gelişmeye başladığını söyleyebiliriz. Her ikisi de Benedictine rahibi olan
Hucbald (yak. 840 – 930) ve Regino von Prüm (yak 842 - 915), ilk çokseslilik
teknikleri ile ilgili yazılar yazdılar. Her ikisi de bu tekniği açıklarken Organum
kavramını kullandı ve bu terimin ‘’aynı anda tınlayan iki farklı sesin uyumu’’
anlamına geldiğini belirtti.

Bu ilk çokseslilik tekniği ile ilgili daha detaylı bilgiler, 9. yüzyıla ait Musica
Enchiriadis ve onun eki olan Scholia Enchiriadis adlı kitaplarda yer
almaktadır. Kitaplarda, organum olarak adlandırılan birlikte söyleme tekniği
anlatılmaktadır.

Yunanca ‘’Organon’’ (çalgı, alet) anlamındaki organum teriminin, org


çalgısıyla yakın ilgisi olabileceği düşünülmüştür. Muhtemelen org
borularında, birden fazla sesin bir araya gelmesi için şart olan kesin ses
yüksekliklerinden dolayı bu adı almıştır. Ya da dinsel ezgiye katılan öteki
sesin bir çalgı (org) olması muhtemeldir.25

Organum çoksesliliğin ilkel biçimidir. Başlangıçta paralel iki ezgiden


oluşuyordu. Bu niteliğiyle daha çok ilkel bir kontrpuan (point contre
point/noktaya karşı nokta) kimliğindeydi.

Genelde, bir Gregorius ezgisine; dörtlü beşli ya da oktav aralıklarından


yapılmış ikinci bir sesin katılmasıyla gerçekleştirilirdi. Önceleri, her iki ezgi
sesdeş olarak başlar, sonra üst üste giderek alt sesten ayrılır ve dörtlü aralığına
kadar uzaklaşırdı. Böylece her iki ses de paralel olarak yürür ve ezginin sonunda
yine sesdeş olarak birleşirlerdi.

25
Org, Bizans (Doğu Roma) İmparatorlarının isteği ve dini otoritelerin izniyle 7. yüzyılda koroyu desteklemek
amacıyla kiliseye girmiştir. Org’un, Katolik kiliselerine girmesi ise 9. yüzyılda gerçekleşmiştir.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Bu durumda, üsteki Gregoryen ezgiye ‘’vox principalis’’ (asıl ses/cantus
firmus26); eklenen sese ‘’vox organalis’’ (organum sesi) adı veriliyordu.

Vox organalis, cantus firmus’un (Gregoryen ezginin) en kalın sesi olan Do’dan
daha kalın olamaz. Cantus firmus ile konzonant tekseslilik içinde başlar, sonra
cantus 4’lü Fa’ya varana kadar (mükemmel konzonans) Do’da kalır (dizonans
olarak ikili ve üçlü). Sonra paralel dörtlülerle ilerler ve dize sonunda tekseslilik
içinde tekrar cantus firmus’a bağlanır.27

Organum’un yine basit bir çeşidi ise dörtlü aralığıyla birbirine paralel olan
seslerden ya da iki sesin tam beşli olarak üst üste gelmesiyle oluşurdu. ‘’Paralel
organum’’ da adı verilen bu ilk uygulama; bir Gregoryen ezgisinin oktav, 4’lü
ve 5’li aralık aşağısından söylenen ve asıl ezgiyle paralel hareket eden ikinci bir
ezginin eklenmesiyle oluşmaktaydı. Böylece birbirinden 4 veya 5 ses uzaklıkta
iki paralel ezginin birlikte devinimi sağlanmış oluyordu.

Paralel organumda eklenen sesler, kimi zaman 4 sese kadar çoğaltılabiliyordu.

26
Cantus Firmus, Latincede ezgi ya da şan anlamına gelen ‘’cantus’’ ile yine Latincede sıkı veya sağlam
anlamına gelen ‘’firmus’’ kelimelerinden oluşur. Cantus Firmus terimi, Gregoryen ezginin dokunulmaz ve
değişmez karakterini ifade etmektedir.
27
https://www.youtube.com/watch?v=67qSXkksrz4

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Yine iki ünison sesin ilk notaları oluşturduğu, sonrasında seslerin birbirlerinden
dörtlü ya da belli aralığa ulaşana kadar giderek uzaklaştığı, sonra da paralel
biçimde devam ettiği organum türleri de mevcuttur. Bunlar da ‘’oblik
(oblique28) organum’’ olarak adlandırılırlar.

11. yüzyıl, organum uygulamasının gelişim süreci içinde ortaya çıkan bir diğer
organum biçimine de ‘’serbest organum’’ adı verildi. Organum’un bu çeşidine
eklenen sesin, Gregoryen ezgisine ters yönde hareket etmesi birbirinden
bağımsız iki parti oluşturuyordu.

Bu da paralelliği bir yana bırakıp, vox principalis’in çıkıcı yürüyüşüne karşı,


inici bir yürüyüşle; inici yürüyüşüne karşı, çıkıcı bir yürüyüşle, başka deyişle
ters yürüyüşle karşılamaya başlıyordu.

Bu arada vox organalis, vox principalis’e kesim bile yapıyor; dahası, vox
principalis’in bir notasına karşılık iki, üç nota bile duyuruyordu. Başka bir

deyişle, Organum sıkıcı paralel yürüyüşlü yapısından yavaş yavaş ayrılıyordu.

Bu iki sesli kontrpuan, yerine giderek daha özgür bir kontrpuan’a bıraktı.
Cantus firmus alt sese inmiş ve daha belirgin olan üstteki sesi, kontrpuan yapan
vox organalis’e bırakmıştır.

Dechant (Discantus)29
Organumla başlayan çokses anlayışının gelişmesiyle ‘’Dechant’’ (Discantus)
doğdu. Ortaçağ polifonisine hakim olan Dechant (Discantus), gelişmeye uygun
bir teknik olması bakımından önemlidir. Bu teknik, Fransa’nın Akitanya
(Aquitaine) bölgesinde yeni bir organum stili olarak gelişmiştir.
28
Eğik, eğri, meyilli anlamlarında.
29
Bazı kaynaklarda ‘’Melizmatik Organum’’ olarak adlandırılmıştır.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Organum’un baş sesi cantus firmus’tu yani Gregoryen ezgiydi (vox principalis).
Dechant tekniği ise, cantus firmus’un alt partiye indiği; vox organalis’in ise üst
partiye çıktığı bir çeşit organumdur.

Cantus firmus’un (Gregoryen ezginin) aşağı inmesiyle birlikte, dini partiye


bundan böyle, temel niteliğinden dolayı ‘’tutan’’ anlamına gelen ‘’Teneur’’
(Tenor) denmiştir.

Tenor kelimesi, Latince’de tutmak anlamına gelen ‘’tenere’’ fiilinden türemiştir. Terimin
ilk kullanım biçimi, Fransızca’da tutan anlamına gelen ‘’teneur’’ (okunuşu, tönör)
şeklindeydi. Bu terim zaman içinde değişime uğrayarak günümüzdeki kullanım olan tenor
biçimini aldı.

Tenor terimi, 11. yüzyıldan itibaren 250 yıl boyunca çoksesli dokunun en alt
partisini adlandırmak için kullanıldı. Tenor teriminin günümüzdeki kullanımı ise
ancak Rönesans’ın ilerleyen yıllarında gündeme geldi.

Dechant yönteminde, büyük bir özgürlükle ters yürüyüş kullanılırdı.


Organumdaki paralel hareketi bırakarak ters hareketi benimsemesi en önemli
ilkesidir. Böylece, eski zorunlu koşutluğa (paralelliğe) son verilerek ünisonlarla,
dörtlülerle, beşlilerle ve sekizlilerle yapılan bir müzik ortaya çıkmış oluyordu.

Organumda, notaya karşı nota hep eşdeğerdedir. Oysa dechant’da, süs notaları
ve daha küçük değerler de kullanır. Bu stilde Gregoryen ezginin sesleri
uzatılırken, uzayan seslerin üzerinde melizmatik süslemeler yapan bir üst
parti ekleniyordu. Böylece, aşağıda tutan uzun ve yalın sesler üzerinde, uzun
ve melizmatik bir ezgi yer aldığından, kısa bir Gregoryen ezgi bile uzun ve süslü
bir organum'a dönüşebiliyordu.30

13. yüzyılda doğaçlama yoluyla söylenen parti, genellikle süslemeli söylenirdi.


İki sesli olan bu dechant tekniği, 16. yüzyıla dek oldukça canlı bir durumda
tutulmuşsa da çoksesliliğin gelişmesi sırasında çıkan üç, dört, beş sesli yazı,
ikiden çok ses yazısında doğaçtan söyleme yöntemini Batı müziğinden silip
götürmüş, müzik önceden yazılır olmuştu.

30
https://www.youtube.com/watch?v=pnX4bNpVomI

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Dechant (Discantus) Örneği

11. yüzyılda yetişen değerli müzisyenler, Guido d’Arezzo hareketinin


‘’gölgesinde kalmış’’ gözükmesine rağmen, bunların arasında bulunan dört
bestecinin üzerinde durmak gerekir:

Constance (Konstanz) Gölü yakınlarındaki Reuchenau manastırında yaşamış


olan Hermannus Constractus (1013 – 1054), Meryem Ana sevgisinin
anlatımıyla dolu üç antifon bestelemiştir. Sonraki yüzyıllar boyunca, bu ezgiler
üzerine kurulmuş sayısız kontrpuntal eserin varlığı, Hermannus Constractus’un
zaman tanımayan büyüklüğünü kanıtlar.31

Alman Benedictine keşişi ve bilgin

Hermannus Constractus

(Blessed Hermann of Reichenau)

31
https://www.youtube.com/watch?v=dTFW4nm9Lms

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
Bu önemli bestecilerden ikincisi, 1048 – 1054 yılları arasında IX. Leo adıyla
papalık yapan Bruno of Eguisheim-Dagsburg (1002 – 1054)’dur. Bruno,
kilisenin Glorial diye şarkıları arasına aldığı hypomixolydien modunda, derin
ve, kendinden geçmiş bir Gloria in exelsis Deo yazmıştır.

Bruno of Eguisheim-Dagsburg

(Papa IX. Leo)

Üçüncü besteci, Alman İmparatoru III. Henry’nin saray kilisesi papazı, ilahi
havası taşıyan sağlam ‘’Victimde paschalis laudes’’ (Paskalya Sekvens)32’ini
yazan Wipo of Burgundy (995 – 1050)’dir.

32
https://www.youtube.com/watch?v=AneBNAmTyr8

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
KAYNAKÇA
Aktüze, İ. (2010). Müziği Anlamak: Ansiklopedik Müzik Sözlüğü (4. Baskı). İstanbul: Pan
Yayıncılık.

Boran, İ. ve Yıldız Şenürkmez, K. (2015). Kültürel Tarih Işığında Çoksesli Batı Müziği (3.
Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Grout, D. J. ve Palisca, C. V. (1988). A History of Western Music. New York – London:


Norton Edition.

Hodeir, A. (2016). Müzikte Türler ve Biçimler (4. Baskı). (çev. İ. Usmanbaş). İstanbul: Pan
Yayıncılık.

İlyasoğlu, E. (2013). Zaman İçinde Müzik (10. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.

Klasik Müzik Kitabı (2019). (çev. T. Göbekçin). İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Lord, M. ve Snelson, J. (2018). Antik Çağlardan Günümüze Müziğin Öyküsü. (çev. D. Öztok).
İstanbul: hep kitap

Michels, U. ve Vogel, G. (2013). Müzik Atlası. (çev. S. Uçar). İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Mimaroğlu, İ. (2014). Müzik Tarihi. İstanbul: Varlık Yayınları.

Oral, M. U. (2011). Ön – Asya Topraklarında Dinler Tarihi ve Müzik. (Yayımlanmamış


Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Sachs, C. (1965). Kısa Dünya Musikisi Tarihi. (çev. İ. Usmanbaş). İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.

Sağer, T., Gürpınar E. ve Zahal, O. (2013). Hareketli do solfej metodu ile geleneksel Türk
sanat müziği solfej çalışmaları arasındaki ilişkilerin karşılaştırmalı olarak incelenmesi. İnönü
Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, 3(8), 155 - 164.

Say, A. (2004). Müzik Ansiklopedisi 3. Cilt. Müzik Ansiklopedisi Yayınları.

Say, A. (2019). Müzik Tarihi (7. Baskı). İstanbul: Islık Yayınları.

Selanik, C. (2010). Müzik Sanatının Tarihsel Serüveni (2. Baskı). İstanbul: Doruk Yayıncılık.

Öğr. Gör. Ali Doğan NUR


Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü

You might also like