You are on page 1of 13

75

74

mik ilgiden çok daha" fazlasını hakediyor, dOğrudan günümüz topılurnla:nn<:!a Devletçi "önemde yoksulluğabakış ve
gerek ekonominin oynamakta olduğu rol, gerekse egemen neo-liberal zitıni'vet
hakkında çok farklı ve eleştirel bir açıdandüşünmemizi sağlıyor. Bu da sosyal politika: "Zenginlerimiz nerede?"
çümsenecek bir katkı olmasa gerek.
Ayşe Buğra*
Sonuç yerine

Bu coğrafya ve kültürde felsefe yapmanın zorlu dezavantajIarına rağmen


avantajlan da olduğundan, bu olumsuzluklan yaratıcı birer kaynağa dö]nü~ltü:r­
meye yarayabilecek anlayış, yöntem ve stratejilerden sözettim. M(~rkez··çevre
metaforu ve temellük modeli çerçevesinde, bilim tarihi ve felsefe yapmanın
rel olanla ilişkisinin nasıl kurulabileceğine dair bazı önerilerde bulundum.
aynı zamanda; özgünlüğü sadece felsefecinin ulusla olan ilişkisinde arayan
da özgünlüğün ancak bir tür yerel kültür felsefesiyle mümkün olabileceğini
dia eden indirgemeci, dışlayıcı ya da sınırlayıcı yaklaşıınlara da karşı çıktım.
Halen Türkiye'de mantık, bilim felsefesi, dil felsefesi gibi yerel/ulusal olandan Herhangi bir toplumdaki sosyal politika süreçlerinin niteliğiyle o toplumda
hayli uzak olan alanlarda ciddi bir birikim var. Bu birikim neden bir süre soma yoksulun nasıl tanımlandığı ve yoksulluğun nasıl algılandığı. ~rasın~a y~kın bir
özgün bir felsefe yaratınasın? Son beş-on yılda bu ve daha başka alanlarda, iyi ilişki var. Bu ilişki üzerinde düşünmeye başlayınca, sosyal bılımlenn bır dalın­
yetişmiş, çoğu genç felsefecimizin sayısı hiç de az değil ve giderek de artıyor. da, belirli bir disiplinin sınırlan içinde kalarak iş yapmak çok zorlaşıyor. ınsan
Yann ortaya ne tür özgün bir felsefe çıkacağını bugünden kim kestirebilir? kendini, sadece sosyal bilimlerin farklı disiplinleriniiı veyıı sosyal bilimlerle ta-
Özgün olmanın bir değil, birçok yolu var. Bırakalım yüz çiçek açsın, bin fi- rihin kesiştiği alanlarda değil, edebiyatın ve sanatın alanında da dolaşırken bu-
kir yanşsın! labiliyor. Eli~izdeki yazı da, bu tür "sınır ihlallerine" bolca rastlanan bir çalış-
maya dayanıyor. . . .
Yazının başlangıç noktasını, Tıirkiye'i:l~~ tek parti döneminde yoksulluk so-
KAYNAKÇA
runun ele a1ınışıyla ilgili, bana çok ilginç gelen bir gözlem oluşturuyor. Çok
Buğra, Ayşe (2003) "looking at the Economy From the Periphery", yayınlanmamış bildiri.
Dialetes, Dimitri, Kostas Gavroğlu ve Manolis Patiniotis (1998) "The Sciences in the Greek Speaking
devletçi bir ülke olduğu söylenen Türkiye'de, özellikle devletçi .dönem olarak
Regions During the 1]th and 18th Centuries: The Process of Appropriation and the Dynamics of bilinen tek parti döneminde, yoksullukla mücadele devletin sorumluluklan
Reception and Resistance", Archimedes: New Studies in the History of Science and Technology,
2, 14-59.
. arasıı,"da sayılmıyor ve gönüllü çabalara çokbüyük bir önem veriliyor. Tuhaf
Direk, Zeynep (2003) "Türk Başkalığını Felsefi Olarak Düşünmenin Yolları Üstüne", Toplum ve Bi- bir biçimde, her şeyi devletten beklediği sık sık vurgulanan milletimiz, yoks~l­
lim, 98, 20-32. luğu önlemek konusunda devletten bir şey bekler gibi görünmüyor ve sefalet
Gavroğlu, Kostas (2002) "The Confluence of Different Cultures: One or Many Cultures?", yayınlan­
mamış bildiri.
manzaralan karşısında ilk tepkisi "devletimiz nerede?" değil, "zenginlerimiz
Kılınç, Berna (yayınlanacak) "Ottoman Science Studies - A Review", Turkish Studies in History and nerede?" oluyor. Bu, dönemin en çok tartışılan sosyal sorununun, :~cuk y~~:
Philosophy of Science içinde, (der.) Gürollrzık ve Güven Güzeldere, Kluwer Press. sulluğunun, durumunda bile böyle. Korunmaya muhtaç çocuklann devlet ı~ı
.Polanyi, Karl (1957) "Aristotle Discovers the Economy", Trade and Market in the early Empires için- olduğunu. kabul eden 5387 sayılı kanunun, ancak 1949'da, tek parti dönemın­
de, (der.) Karl Polanyi, Conrad M. Arensberg ve Harry W. Pearson, Free Press.
Schumpeter, Joseph (1954) History of Economic Analysis, Oxford University Press. den soma yürürlüğe girdiğini biliyoruz.
Toker, Nilgün (2003) "Filozof ve Ulus", Toplum ve Bilim, 98, 7-19. Sosyal yardım alanı, büyük ölçüde gönüllü çabalar ve sivil toplum kuruluş­
larına ait bir alan olarak değerlendiriliyor. Dönemin gönüllü kuruluşlannın,
genellikle devletten bağımsız bir varlıklan yok. Çoğu zaman Cumhuriy:t Hal~
Fırkası (CHF) ileri gelenlerinin önderliğinde, devletle içiçe ve devletin malı

(*) Boğaziçi Üniversitesi, Iktisat Bölümü.

TOPLUM VE BlUM 99, KJŞ 200312004


76 DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 77

desteğinden yararlanarak faaliyet gösteriyorlar. Bununla birlikte, sosyal yardı­ insani bir ortam oluşmasını sağlayan bir şey. Ama bu, aynı zamanda, gerçekten
nun kamu kaynaklarındankarşılanması gerektiği fikri yerleşmiş değil ve bağış­ yardıma muhtaç olanların, yardım görmeden yaşayamayacak durumdakilerin,
lara bu alanda belirleyici bir rol atfediliyor. Yani, 1937'de anayasaya giren "dev- varolan yardım mekanizmalarını zenginlerle paylaşmalarını, dolayısıyla daha
letçilik" ilkesi, modem sosyal devlet anlayışıyla örtüşen bir şey değiL. azla yetinmelerini gerektiren bir durum. .
Bu yazının amacı, Türk devletçiliğinin ve Türkiye'deki devlet-toplum ilişki­ Yani zekat gibi Islami mekanizmalar da, geleneksel vakıf kurumları da, vergı
lerinin niteliğiyle ilgili ilginç ipuçları verdiğini düşündüğüm bu durumu, orta- toplayan ve topladığı verginin bir kısmını hayatını çalışarak kazanma imkanı
ya çıkmasına yol açmış olabilecek bazı unsurlarla birlikte tartışmak. Bu unsur- olmayan kimseler için harcayan sosyal devletin işlevlerini üstlenmeleri söz ko-
lar arasında, Islami geleneklerin ve Osmanlı döneminden kalan bazı kurumsal nusu olmayan kurumlar. Gene de, Cumhuriyet devletirıLkuranlar, yoksulluk
özelliklerin önemli bir yer tuttukları söylenilebilir. Bu bağlamda, vakıfların, ha- sorununa kendilerine yakın sivil toplum kuruluşları, bir anlamda "fırka
yır kurumları olarak, Osmanlı dönemi boyunca oynadıklarırolün önemi, dev- STK'ları", aracılığıyla çözüm üretmeye çalışırlarkt!n, kültürlerinin parçası olan
letin sosyal yardım işlevlerinin azgelişmişliğini açıklamakta kullanılabilir. Ayn- bu geleneksel kurumlardan esinlenmiş olabilirler. Aynı biçimde, "Gazimizin
ca, temel zenginlik kaynağının devlet görevi olduğu bir ortamda, vakıf kuran Şefkati" gibi başlıklarla gazetelere yansıyan ve Atatürk'ün kendisine durumları­
ve vakıflara bağış yapanların çoğu zaman devleti yönetenler olduğu düşünü­ nı arzeden fakir çocuklara yaptığı nakdi veya yatılı okula yerleştirme şeklinde­
lürse, Cumhuriyet dönemi sivil toplum kuruluşlarının da aynı modeli izleye- ki yardımları konu alan haberlerin de (Cumhuriyet, 10 Mart 1930 ve 24 Ağus­
rek gelişmiş olmaları yadırganmayabilir. Nitekim, Cumhuriyet döneminin bi- tos 1932), çocukluğumuzda dinlediğimiz masallardan çok iyi bildiğimiz bir
raz gerisine, 19. yüzyılın sonuna gidip, Batı modellerinden epeyce esiıılenmiş durumla, Padişah efendimizin dikkatini çekmeyi başaran yoksullara keseyle al-
bir hayır kurumu olan Darülaceze'nin kuruluş tarine baktığımız zaman, gene tın bağışlaması dururnuyla, belirli paralellikleri olan bir yaklaşımı yansıttıkları
kamu kaynakları ve özel bağışların girift bir biçimde içiçe girdiği bir modelle düşünülebilir.
karşılaşıyoruz (Yıldınm, 1996).
Ama modem, yüzü Batı'ya dönük ve laik bir devlet kurmak üzere yolaçıkan,
Ama Darülaceze'nin kuruluşuna yol açan tartışmalar içinde, yeni koşulların üstelik devletçiliği anayasal bir ilke olarak benimseyen bir kadronun devleti
yeni yaklaşımlar gerektirdiği ve yoksulluğu kontrol etmekte geleneksel kurum- sosyal yardım alanının dışında tutması, bana sadece tarihin ve kültürün belirle-
larla Islami yardım mekanizmalarına da artık güvenilemeyeceği bilinci de açık­ yiciliğiyle açıklanamayacak bir şey gibi geliyor. Buna bağlı olarak da, devletçi
ça görülebiliyor. Ayrıca, daha önceki dönemlerde dahi, bu mekanizmaların dönemimizirı resm1 söylemi içinde yoksulluk sorununa nasıl yaklaşıldığı,bu so-
yoksul yardımı alanında oynadıkları rolün ne derece önemli oldUğu tartışılabi­ ruııla ilgili olarak alınan ve alınrtıayan önlemlerin niteliği üzerine düşünürken,
lecek bir konu gibi görülüyor. Mesela bazı araştırmalar, zekatın kimlere verile- Cumhuriyet devletirıi kuraııların yoksulluğa bakışlarının ve zihirılerindeki "ger-
bileceği konusundaki Islami yaklaşımın, bu mekanizmadan yararlanmakta çek yoksul" tipirıin üzerinde biraz daha durulması gerektiğini düşünüyorum.
yoksullara öncelik vermediğini gösteriyor. Zekattan pay alabilecekleri sekiz ka- Yoksulluğa bakışlar' üzerine çok etkileyici bir kitap yazmış olan Bronislaw
tegoride toplayan bu yaklaşım içinde, yoksullara sekizde bir pay aynlması da-
1
Gerernek (1997),2 yoksulluğa bakışımızın ve yoksullukla ilgili olarak geliş tir-
hi gerekmiyor. Timur Kuran (2003), bu konudaki bir makalesinde, Hz. Ali'nin, diğimiz sosyal politikaların niteliğinin birı yıldır pek değişmediğini söyıüy~r.
zekat fonunu sekiz eşit parçaya bölüp yoksulların hiç olmazsa sekizde bir pay Ama aynı zamanda, bu alanda geleneksel topluııılarla modem toplumlar ara-
almalarını sağlamaya çalıştığı için Arap kabilelerinin tepkisini çektiğini yazı­ sında bir fark oldUğunu ve qu farkın yoksul olamayanlarla yoksulların birlikte
yor. Aynı biçimde, vakıfların da, ne ölçüde ihtiyaç sahiplerini ne ölçüde vakfe- yaşama biçimlerindeki tarihsel bir değişmeye tekabül ettiğini gösteriyor. Bu de-
denin ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek oluşturuldukları sorusunun yanı sıra, ğişmeyi açıklarken de, geleneksel topluııılarda yoksulların epeyce önemli bir
verdikleri hizmetlerin sadece yoksullara değil, çok daha geniş bir "ihtiyaç sahi- sosyal işleve sahip olduklarını öne sürüyor. Gerernek'in ele aldığı Hıristiyan
bi" kategorisine sunulması da dikkate değer bir konu. Medreseler, hastaneler, topluııılarında bu işlev, zenginlerin sadaka vererek ruhlarının selametini garan-
kervansaraylar gibi vakıf kuruluşlarının sadece yoksullara hizmet vermemeleri, tiye alma çabalarına bağlı olarak ortaya çıkıyor ve yoksulların sağlam ~ir top-
bir yönüyle, hizmet kalitesinin düşmesini ve bunlardan yararlananların muh- lumsal konuma sahip olmalarını sağlıyor. Tam da aynı yaklaşımı yansıtmasalar
taç damgası taşımasını engelleyen, dolayısıyla Avrupa hayır ortamından daha bile , zekat ve sadakanın da Müslüman toplumlarda benzer bir işlev görerek
1 Bu sekiz kategoride, yoksullar; ihtiyaç sahipleri, zekat toplayıp dağıtan memurlar; Islamiyeti ka-
bul edebilecek olanlar; azadediimiş köleler; borçlular, Allah yoluna savaşanlar ve seyyahlar bu- 2 Gerernek'in kitabı 1974'te Lehçe yazılmış, sonra, 1990'larda, yoksulluğun bütün düny~da gör-
lunuyor (Kuran, 2003: 278). . mezden gelinerneyecek boyutlarda bir sorun olarak ortaya çıkmasından sonra, başka dıllere de
çevrilmiş.
78 DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 79

zenginliğin "temizlenmesini" ve sahibine "hayır getirmesini" sağladıkları yo- modem sosyal politika önlemlerinin ilk olarak kitlesel yoksulluk dönemlerin-
lundaki inançlara dikkat çeken araştırmalar var (Bonner,-ı003). de gündeme geldikleri, yoksulluk sorunuyla başetmeye çalışarak biçimlendik-
Bu tür inançların önemini kaybettiği modem toplumlarda ise, yoksulların leri görülüyor. Yani modem sosyal politikanın yoksulluğa çözüm arayışları
sosyal konumu, emeği, çalışmayı, merkez alan bir değerler dünyası içinde be- içinde oluştuğU, çalışanlara yaşlılık, hastalık geçici işsizlik gibi risk durumla-
lirleniyor ve sosyal işlevleri ucuz emek olarak istihdam edilmekten öteye geç- rında destek sağlayan sosyal güvenlik önlemlerinin, "sosyal sigortanın", daha
miyor. Yoksul, ucuz emek olarak istihdam edilemediği noktada, rahatsız edici geç bir aşamada ortaya çıktığı söylenebilir.
bir yabancı ve korkutucu bir "öteki" olarak görülmeye başlanıyor. Bu noktada; Türkiye'de tek parti dönemine hakim olduğunu söylediğim sosyal politika,
yoksulların varlığının uyandırdığı rahatsızlık ve korkuyu bastırmak için kulla- veya "sosyal politikasızlık" yaklaşımına, erken sanayileşen Batı ülkelerindeki
nılan bir dizi strateji gündeme geliyor. Fiziksel tecrit, bu stratejilerin içinde gelişmelerin tarihsel arka planını dikkate alan karşılaştırmalı bir perspektiften
önemli bir yer tutuyor. Yoksulluğa karşı alınan önlemlerin tarihinin, insanlann bakıldığında, şöyle bir gözlem yapmak mümkün olabilir: Erken sanayileşen ül-
mekanda "yer değiştirmelerini önlemeye, yerlerinde kalmayanları da geri gön- kelerde sosyal yardım politikalarının gelişme sürecine bakıldığında, bu süre-
dermeye veya bir yerlere kapatmaya yönelik önlemlerle dolu oldUğunu görü- cin, genellikle, tarımın çözülmesi, şehirlerde ticaret ve sanayi faaliyetlerinin iv-
yonız. Bunlann yanı sıra, yoksulları toplumun diğer fertlerinden ayırarak ta- me kazanmasıyla, iş ve ekmek peşinde yerini yurdunu bırakıp dolaşmaya baş­
nımlama, sayılarını tespit etme, kendi içlerinde kategorilere ayınna gibi yön- layan yoksullarla ilgili olarak, onlara yönelik önlemlerle başladığı görülüyor.
temler de sık sık kullanılıyor. 3 Ama yoksulları belirli bir mekanda tutma çaba- Oysa Cumhuriyet devletinin kurucuları ve ilk mensuplarının yoksullukla kar-
ları gibi, onların içine tıkıldıkları kategoriler ve istatistikler de, genellikle, ken- şılaştıkları ortamın niteliği bundan farklı. "Ankara'da Cumhuriyet devletini
di başlarına etkili olamıyorlar çünkü yoksulların konuldukları yerde durma- kuranlar için yoksul kimdi?" sorusunun cevabı, herhalde, "köyündeki köylü".
mak gibi bir" özellikleri var. Ayrıca, onları ucuz emek olarak istihdam etmek, Yani, erken Cumhuriyet döneminde sosyal politika süreçlerini etkileyebilecek
hem mekandaki hareketliliklerini tamamen durdurmak gibi bir amaçla çelişi­ konumda olanlar, yoksullarla kendi yaşadıkları mekanda karşılarına çıkarak
yor, hem de, bulabilecekleri işlerin niteliği icabı, bazen iş bulup bazen bulama- onları taciz eden yabancılar olarak değil, yoksulların kendi yaşadıkları yerde ve
maları kategorizasyonu güçleştiriyor. Bu durumda suçlama, yoksulların varlı­ ülkenin ezici çoğunluğu olarak karşılaşmışlardı. Bunun, yoksullarla birlikte
ğından tedirgin olanların neredeyse içgüdüsel bir tepkisi haline geliyor. Yok- yaşama stratejilerinin kullanımını ve sosyal politika süreçlerini de ciddi biçim-
sullar başta tembellik olmak üzere çeşitli ahlaki zaaflanndan ötürü suçlanıyor.:.. de etkileyebilecek bir fark olduğu açık. Bu farkın, şehirdeki, yardımı kesinlikle
lar. Bunların yanı sıra, inkar da çok kullanılan bir strateji ve yoksul olmayanla- hakettikleri düşünülen muhtaç kategorilen, mesela kimsesiz çocuklar için bile
rın kendilerini sorunun çok önemli olmadığına inandırarak tedirginlikten kur- birşeyler yapma çabalarını engellemiş olduğu, çünkü köylüyü köyde tutma ça-
tulmaya çalışmalarına çok sık rastlanıyor.4 balarının sosyal politika arayışlarına neredeyse tamamen baskın çıktığı düşü­
Bugünün gelişmiş toplumlannda yoksulluk tartışmalarının tarihiyle ilgili li- nülebilir. Ayrıca, tek parti döneminde zaman zaman epeyce acayip bir biçim
teratür, bu stratejilerın gerçekten sistematik bir biçimde, sürekli kullanılmış 01- alan gerçeküstü köy tahayyüllerinin de, köylünün gerçek yoksulolarak zihin-
duklanna işaret ediyor. Ama aynı literatür, yoksulluğun siyaSi ve ekonomik lere işlendiği bir ortamda, inkarın suçlamayla karışmadan ama iyice hastalıklı
güç sahipleri tarafından çok ciddiye alınmış, parlamentolann, iş çevrelerinin bir biçimde kullanılışını yansıttığı da söylenebilir. i·

ve entelektüel camianın gündemini ciddi biçimde işgal etmiş bir sorun olduğu­
nu da gösteriyor. Yoksulluğun önemi ne kadar inkar edilse, yoksullar ne kadar Tek parti dön~ıninde sosyal yardım knrumlan ve yardımın sınırlan
yoksulluklannın sorumlusu olarak görülseler de, sorunun devlet müdahalesi
gerektiren çok önemli bir sorun olarak ele alındığı açık. Zaten bu ülkelerde, Tek parti dönemi ideolojisi içinde, yoksulluk sorununa modem bir bakış açı­
sıyla yaklaşılıyor. Cumhunyet döneminin "yardımseverleri" zaman zaman ge-
3 1990'lardan beri yayınlanan Dünya Bankası yoksulluk raporlarında bu konuda son derece tipik leneksel dayanışma kültürümüzden ve vakıflardan övgüyle söz ediyorlar. Ama
örnekler bulmak mümkün. Mesela, World Bank (2000). bunun arkasından, hemen, artık bunların yeterli olmadığı, modem yaklaşımla­
4 Yoksulluğun çok önemli bir sosyal sorun olduğunu göstermek üzere yola çıkan yaklaşımlarda
rın gerekliliği vurgulanıyor. Ayrıca bu Batı kaynaklı modem yaklaşımların, ge-
bile, inkar eğiliminin izlerine rastlanabiliyor. Türkiye Devlet Istatistik Enstitüsü'nün bugünlerde
kamuoyuna duyurulan bir araştırmasında bunun açık bir örneğini görmek mümkün. Türki- leneksel yaklaşımlardan net bir biçimde ayrıldıkları bir nokta sonuna kadar be-
ye'deki yoksulluğun epeyce çarpıcı niceliksel boyutlarını ortaya koyan söz konusu araştırma­ nimseniyor. Yani modem düşüncede çalışmanın, emeğin önemine yapılan vur-
nın, yoksulların çok da mutsuz olmadıklarına işaret eden bir anket çalışmasıyla birlikte basına
yansıtıldığını görüyoruz (Radikal, 14 Nisan 2004). guyu, insanlara çalışarak topluma katılmah.rını sağlamak Üzere yardım yapıl-
DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 81
80

ması gerektiği vurgusu tam bir kabul görüyor. Mesela, yoksulluğun en laceze'ye kapatma gibi uygulamalar daha ciddiyetle uygulanmaya başlanmışlar.
olduğu savaş yıllarında bile, imaretler gibi geleneksel hayır kurumlarından Bu gelişmelerin, 19. yüzyılda, Fransa'da, depats de mendicite adıyla, dilencileri
eleştirel bir biçimde sözedildiği, buralara yemek almaya gelen çocuklara "mu- barındınnak üzere oluşturulan kurumlardan ve bu kuruınların bulundUğU şe­

kaddes çalışma ihtirasını kaybetmiş insanlardan numune verildiği"nin söylen- hirlerde dilenciliğin yasaklanmasından ilham aldığı düşünülüyor (Yıldınm,
diği görülebiliyor (Tan, 2 Ağustos 1944). 1996: 14-18, 24). Ama Darülaceze'nin 16. yüzyıldan beri Avrupa'da faaliyet
Buna paralel olarak, dilencilerle ilgili, geniş kabul gören yargıların da, mo- gösteren ve hastane-yetimhane-sığınak-yoksulların .çalıştınldığı atelye işlevleri~
dem bir değerler sistemine oturduğu açık. Cumhuriyet döneminin fırka ve nin hepsini birarada yürüten, hapital denilen ama tabiisadece hastane olmayan
devletle yakıp ilişkiler içinde kurulan ilk yardımsever kuruluşu Yardım Seven- kurumlarla da bir benzerliği var.
ler Demeği'nin görüş ve faaliyetlerine büyük yer ayıran Kadın dergisinin işledi­ Cumhuriyet döneminde, dilenciliği aşağılayan modem görüş, Osmanlı dö-
ği en önemli temalardan biri, dilenciliğin "ruh düşkünlüğünün en bariz sem- neminden kalma yöntemlerle uygulamaya yansıyor. 6 Aydın kesim, bol bol, "fa-
bolü" olduğu (5 Nisan 1947). Dilenciye sadaka vermenin verenin de cezalandı­ kir ama onurlu yoksul, yani asıl yardım edilmesi gereken yoksulla katiyen yar-
dım edilmemesi gereken dilenci" karşılaştınnası yaparken, devlet yetkilileri de
rılmasını gerektirecek kadar önemli bir suç olduğu fikri de, gazete yazarları ta~
rafından sık sık işleniyor. s dilencileri toplayıp şehir dışına sevk etmekle meşguloluyorlar: "On günde
Tabii dilencilere karşı bu tavrın Cumhuriyet devletiyle birlikte ortaya çıktığı­ 200'den ~fazla dilenci toplandı. Aciz ve malullstanbullular Darülaceze'ye alına­
nı söylemek mümkün değiL. Osmanlı döneminin neredeyse tamanunda dilen- caklar. Fakat sağlam olup dilenciliği sanat haline getirenler hakkında takibat
ciliği zapturapta almak üzere çeşitli önlemler alınmış olduğunu biliyoruz. Me- yapılacak, taşn;ı.lı olanlar memleketlerine gönderilecektir"7 gibi haberlerin sü-

sela, 17. yüzyılda, "Dilenciler Başbuğu" adında, Yeniçeri Ağalığına bağlı bir rüp gitmesinden, önlemlerin pek de etkili olmadığı sonucu çıkarılabilir.
Sakatlık da, daha çok, iğrenç dilencilerin geçim kapısı olarak kullandıkları bir
memuriyet var ve başvuruları değerlendirerek dilenmek isteyenlere dilencilik
belgesi veriyor. Belgesi olmadan dilenenler ise yakalanıyor ve Istanbulluolan- şeyolarak gündeme geliyor ve bunu yapanlarınyalnız sınır dışına değil Darüla-
lar hapse atılırken taşralılar memleketlerine yollanıyor. 18. yüzyılortalarına ait ceze'ye sevkIeri de, 23 Eylül 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki "150 dilenci
de, sağlıklı oldukları halde dilencilik yapan 43 kişinin bir kayığa konularak lz- kamyonlara doldurularak Darülaceze'ye götürüldü" haberine yansıdığı şekliyle,
mit'e gönderildiklerine ve çeşitli işlerde kullanılmak üzere çiftçi ve zanaatkar- toplanıp kamyonlara doldurularak, zorla gerçekleştiriliyor. Istanbullu, sadece

ların yanına verildiklerine, kaçmamaları için de tedbir alındığına dair bir bilgi Istanbullu, sakat dilencilerin Darülaceze'de bakılması öngörülüyor, ama bunla-
var (Yıldınm, 1996: 13-14). rın kuruma başvurup kabul gÖI'}J;l,eleri:p.P;i•.gerekleriyle ya da kurumun imkanla-

Ama 19. yüzyılın ikinci yarısında, önlemlerin niteliğinde bir değişme görü- rının bunların tamanuna hizmet venneye yetip yetmeyeceği pek tartışılnuyor.

lüyor. Mesela,S Ekim 1877 tarihli "Vilayat Belediye Kanunu"nda, çalışamaya­ Darülaceze, Cumhuriyet döneminin genel olarak yoksullara yönelik faaliyet
cak durumda olan dilencilerin geçimlerinin başka türlü temin edilmesi ve di- gösteren tek kuruluşu, "Istanbul'un, hatta Türkiye'nin. biricikşefkat müessese-
lenciliğin yavaş yavaş ortadan kalkması için belediye idarelerini görevlendiren si" (Cumhwiyet, 23 Ocak 1950). Başlangıçta Dahiliye Nezareti, yani Içişleri Ba-
bir madde var. "Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi"nin 7 Eylül 1886 tarihli top- kanlığı bünyesinde kurulmuş olan Darülaceze, Cumhuriyet'te~ sonra Önce Sıh- .
lantısında ise, eski sultanların tabhane ve gurabahabe adıyla acizler için hayır hiye Vekaletine, yani Sağlık Bakanlığına, sonra da Istanbul Belediytiin~ bağla­
kuruınları tesis ettikleri, ama artık bunların güncel ihtiyaçları karşılamadıkları, nıyor, ama mülhak bütçeyle çalışıyor. Eğlence yerlerinin gelirlerinderi ve şehir

dilenciliğin dunnadan arttığı, bununla ilgili olarak Istanbul'a başka yerlerden hatları vapur seferlerinden ayrılan paylar kurumun en önemli gelir kaynağını

gelerek dilencilik yapanların toplanıp meınleketlerine gönderilmeleri, ıstan­ oluşturuyor, ama tek parti döneminde kurumun bu gelirlen tahsilde zorlandı­
ğına dair haberler gazetelere yansıyor (mesela, Cumhuriyet, 13 ve 17 Şubat
bul'da dilenciliğin yasaklanması ve çalışamayacak durumda olan kimsesizlerin
bakımını üstlenecek bir hayır kurumu oluşturulması yönünde bir karar alın­ 1930). Darülaceze'nin kuruluşundan bugüne kadar 30.000'i çocuk olmak üze-
mış. Bu doğrultuda, 1890 tarihinde Darülaceze'nin inşası kararlaştınlmış ve re 100.000 kişiyi barındırdığı, bugün kururnda yaşayan 650 kişi olduğu söyle-
kurum 1896 tarihinde resmen açılmış. Darülaceze'nin açılışıyla birlikte, "Tese-
ülün Men'ine Dair Nizamname" (Dilenciliğiİl Yasaklanmasına Dair Yönetme- 6 Bu yöntemlerin sadece tek parti döneminde uygulandığını da söyleyemeyiz. Nitekim, Istanbul
Belediyesi Dilenci Toplama ve Sevk Amirliğinin duvarındaki en görünür yere 1895 tarihli "Tese-
lik) de yürürlüğe ginniş ve dilenci toplama, şehir dışına atma veya zorla Darü- ülün Men'ine Dair Nizamname"nin asılı olduğu, 198D'lerde Cumhuriyet gazetesinde yayınla­
nan bir röportaja konu olmuş (5 Haziran 1986).
5 Mesela, Refik Halid Karay, "Dilencilere Boykot", Tan, 3 Nisan 1943. 7 Tan. 29 Kasım 1936. Bu konuda, bkz. Öztamur (2DD2).
82 DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 83

niyor. 8 1930'larda ve 1940'larda kururnda bannanlann sayısının çok artığı, ku- Bunların yanında, gene CHF ileri gelenlerinin inisiyatifiyle kurulmuş, ama
rumun kreş müstesna 1000 kişiyi bünyesinde banndırdığı, polisler ve bekçile- uzun süre onlar gibi kamu kaynaklarından kanunla ayrılmış paylardan yarar-
rin her gün bir iki terkedilmiş çocuk getirdikleri kreşte bebeklerin beşiklere lanmayan Yardım Sevenler Derneği var. Erken Cumhuriyet'in resmi yaklaşımı
üçer üçer yatınldıklan gazetelere haber oluyor (Tan 4 ve 29 Mart 1943). Bütün içinde, kadınlann sefaleti de biraz, ama çok fazla değil, ilgi uyandınyor ve gö-
bunlara rağmen, zaman zaman, tek parti dönemi yetkililerinin artık Darülace- nüllü kuruluşlann burada da bir miktar etkili olmaları bekleniyor. Ama kadın
ze'nin bir himaye müessesesi olmaktan çıkıp bir yetiştinne yurdu haline gelmiş . yoksUllUğuna çare bulma gerekliliğinin kabulü, önenıli ölçüde, bunun çocuk-
olmasından, atelye faaliyetlerinin genişleyip belediye siparişlerine cevap verir lara ulaşıp onlar için birşeyler yapabilmek için elzem olduğunun düşfınülme­
ve gelir getirir hale gelmiş olmasından duyduklan memnuniyet de gazetelere sinden kaynaklanıyor. Bu, mesela, Himaye-i Etfal Cemiyeti başkanı Kırklareli
yansıyor (Tan, 7 Temmuz 1944). milletvekili Fuat Umay'ın, Ankara'daki kadınlara bir kadın derneği kurmaları
Cumhuriyet döneminin tamamında Darülaceze ayannda bir resmi kurum için yaptığı çağnya çok net bir biçimde yansıyor. Türkiye Yardım Sevenler Der-
oluşturulmuşdeğiL. Sosyal yardım konusu bir gönüllü girişim işi olarak görül- neği, bu çağrı dOğrultusunda, "manen ve maddeten durumu iyi olmayan ka-
müş. Ama yoksullukla mücadelede sorumluluk üstlenen gönüllü kuruluşlann, dınlanınızı" korumanın bir görevolduğu, "anaya yapılan yardımlann çocuğa
bizim anladığımız anlamda sivil toplum kuruluşları oldukları söylenemez. da ulaşacağı" bilinciyle, 1928'de kuruluyor (Yardım Sevenler Derneği, 1999:
Bunlar, hükümet olmasa bile CHF ileri gelenlerinin inisiyatifiyle kurulmuş, ll). Açılışında söylenen nutuklarda da, bol bol, "şehit emanetleri"nden sözedi-
devlet kontrolünde faaliyet gösteren, bir kısmı devletten farklı ölçülerde bir Uyor. Yardım Sevenler Derneği, "Aziz Atatürk'ün tesis etmiş oldukları bir gele-
miktar mali destek alan ama faaliyetlerinin kamu kaynaklarından finanse edil- nek olarak" TC Cumhurbaşkanlarının koruyucu başkanlığında görev yapan
mesi gibi bir anlayışla iş görmeyen girişimler. Bunların arasında üç tanesi çok Kızılay; Himaye-i Etfa1lÇocuk Esirgeme Kurumu ve Türk Hava Kurumu gibi
önemli. Bunlar için, "Cumhuriyet döneminin gönüllülük esasıyla yola çıkan, bir gönüllü kuruluş. Gene de, bu kardeşin devlet veya Fırka STK'lanndan fark-
devlet politikasına yardımcı olmayı amaçlayan üç kardeşkuruluş, işleyiş, hiz- lı olarak, gelirleri teminat altına alınmış değiL. Çeşitli devlet yardımları vedes-
metler, örgüt yapısı ve yaşamıyla istikrarlı bir tablo çizmiştir" deniliyor (Çavu- teklerine mazhar oluyorlar, ama, Fahri Korutürk'ün Gazi Kupası adında dü-
şoğlu, 1997: ll). Bunlardan biri, Osmanlı döneminde, 1868'de Osmanlı Mec- zenlenen her türlü spor müsabakasından sağlanan gelirlerin bir bölümüyle bir
ruhini Askeriye Iane Cemiyeti olarak kurulan Kızılay. 187l'de Osmanlı Hilal-i sosyal fon oluşturulmasını ve bu fonun dört gönüllü kuruluşun arasında pay-
Ahmer Cemiyeti'ne, 1923'te Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti'ne, 1935'te Türki- . laşılmasını "emir ve müsadelerine" kadar, kamu gelirlerinden garantili bir pay-
ye Kızılay Cemiyeti'ne, nihayet 1941'de Türkiye Kızılay Derneği'ne dönüşmüş. ları yok (Yardım Sevenler Derneği, 1999: 43). Bu da, tek parti döneminde,
Görevleri savaş halleri ve askerin ihtiyaçları vurgusuyla tanımlanmış, dOğal Özellikle çocuk yoksulluğunu kontrol altında tutmaya yönelik çabalarla dolaylı
afet durumlarıyla da ilgilenmesi düşünülmüş, ama yoksul yardımı konusunda ilişkisi sebebiyle bir miktar ciddiye alınan kadınlara yardım faaliyetlerine veri-
da belirli bir roloynamış bir demek. len önemin sınırlarının bir göstergesi sayılabilir.
Ikincisi, Çocuk Esirgeme Kurumu. 1921 yılında, Ankara'da Hakimiyeti Milli- Ama Yardım Sevenler Derneği'nin, başından itibaren, ötekilerden daha açık
ye gazetesinde toplanan 10 arkadaşın kendi aralarında topladıkları 20 lira ser- bir biçimde bir çağdaşlaşma misyonuyla hareket ettiği görülebiliyor. Demek
maye ile, Himaye-i Etfal Cemiyeti adıyla dOğmUş. Daha önceleri de, 1908'de mensupları, geleneksel dini yaklaşımlardan farklı modem bir yardım anlayfşı­
kurulan Kırklareli Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1911'de Istanbul'da kurulan Hima- na sahip olduklarını, bu farkın da, her şeyden önce, "emek karşılığı yardıİn"
ye-i Etfal Cemiyeti gibi çocuklarla ilgilenen gönüllü kuruluşlar var, ama Anka- fikrine dayandığını ifade ediyorlar. Dolayısıyla, derneğin en önemli faaliyetle-
ra'da 1921'de kurulan ilk ulusal cemiyet oluyor. Kuruluş amacı belirtilirken, rinden olan, yoksul kadınların çalıştırıldığı atelyeler, yoksul kadınlara ekono-
"şehit dul ve yetimlerine yardım işi devlete bırakılmamalı" fikri işleniyor. Ku- mik destek sağlamanın yanı sıra onlann çalışarak topluma katılmalarını sağla­
rucular ve merkez kurulunda yer alanlar listesinde isimleri olan 21 kişiden maya ve bugün "sosyal güçlendirme" dediğimiz bir amaca da hizmet etmeye
19'u milletvekili (Çavuşoğlu, 1996: ll). Üç kardeşin üçüncüsü ise, bir yardım çalışmışlar. Devletten öteki üç gönüllü kuruluş gibi bir mali destek görmeme-
kuruluşu değil, ama, biraz sonra tartışılacağı gibi, öteki iki kardeşiyle halktan lerine rağmen, farklı biçimlerde devlet desteğinden yararlanmışlar. Mesela,
yardım toplama konusunda rekabet etmiş ve çok da başarılı olmuş bir kuruluş: Milli Savunma Bakanlığı ile yapılan bir anlaşmayla, atelyelerinde orduya çorap
Türk Hava Kurumu. imal etmişler.
Tabii bütün bu faaliyetler, resmi ideoloji doğrultusunda ve resmi ideolojinin
8 Bkz. http://www.darulaceze.comltarihce yayılmasına hizmet amacının önemi gözardı edilmeden yapılmış. Buna paralel
84 AYŞE BUGRA DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 85

olarak, asli amacı Cumhuriyet kültürünün bütün ülkeye yayılması olan Hal- çocuğu kapının önündeki bir teraziye bırakacak, bebeğin ağırlığıyla önüne bir
kevleri gibi kuruluşların da, bir yan faaliyet olarak sosyal yardımla uğraşmalan marka düşecek, üstünde bu markadaki numaranın aynısı bulunan başka bir
öngörü4nüş ve bu faaliyet zaman içinde önem kazanmış. Halkevlerinin içtimai marka da bebeğe verilecek ve aile, ilerde isterse, bu markayla gelip çocuğu gö-
yardım komitelerinin sorumluluğu, önce, "halkta sevgi, şefkat ve yardımlaşma rebilecek veya geri alabilecek. Çocuğun aileyle yeniden buluşmasına imkan ve-
duygusu uyandırmak" olarak tanımlanmış, ama bu sorumluluk köyle kaynaş­ ren marka sistemi hariç, buna benzer bir yöntemin Floransa'da, şimdi UNI-
malan istenen aydınlann köylülerin sağlık sorunlanna veya bürokrasiyle ilişki­ CEF'in merkezi olan ve Avrupa'nın ilk yetimhanesi olduğu söylenen bir ku-
lerinde karşılaştırdıklara sorunlara yardımcı olarak onlardan daha iyi kabul rumda 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uygulandığını biliYOM. Ama bu ger-
gönnelerini sağlamak gibi bir amaçla da birleşmiş (Simşek, 2002) . Halkevleri çekten insani önerinin, elindeki çocuklarla başedecek gücü olmayan Darülace-
içtimai yardım komitelerinin yoksullukla başetıne çabalan ile ilgili olarak ne ze'nin durumunda uygulanabilir olmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla, 1940'larda
kadar etkili olduklan epeyce kuşkulu. Ama özellikle Cumhuriyet gazetesinde, gerçekten çocuğuna bakmasına imkan olmayan insanlann yürek paralayıcı hi-
kimsesiz kızlar yurdu yapılması için Vilayete teklif götürdükleri (I Temmuz kayeleri gazetelere konu olmaya (mesela Tan, 26 Mayıs 1937), akıllarının baş­
1932), Edirne'de 20 kadar kimsesiz kızla dul kadını çalıştırdıklan ve banndır­ lannda olduğu kesin ama yüreklerinin nerede olduğu pek belli olmayan yazar-
dıklan üstü yurt altı atelye bir müessese kurduklan (l Mart 1933), Şişli Halke- lar "sorumsuz ana babanın çocuğunun sorumlulUğunu kesinlikle hayır ku-
vinin muhitindeki 300 aileye kömür ve erzak dağıttığı (26 Ocak 1942) gibi ha- rumlan üstlenmemeli" diye yazmaya ve Darülaceze'ye çok geç ulaşan "metruk
berlere rastlanıyor. çocuklar" da ölmeye devam ediyorlar. Bu durumun, 1949'da korunmaya muh-
Bu haber değeri taşıyan yardımlann durumunda bile, yardım verilen kişile­ taç çocuklann "devlet işi" olduğunu kabul eden 5387 sayılı kanun yürürlüğe
rin sayısı ve yardım miktan sorunun boyutlannın yanında epeyce gayn ciddi girdikten sonra da devam ettiğini, 1955 yılında Istanbul valisinin Darü:lace-
kalıyor. Tek parti döneminde, herkesin, hiç tartışmasız, yardımı hakettiklerini ze'deki çok yüksek çocuk ölümü oranlannı tahkik etmek üzere kuruma gitme-
düşündükleri kimsesiz çocuklarla ilgili olarak bile, durum değişmiyor. si ve yüzde yinni beşe varan bu oranın sokağa bırakıldıktan sonra kuruma ge-
Kathryn Ubal (2003), bu konuda yazdığı makalede, kimsesiz çocuk sorununa tirilen çocuklar arasındaki ölüm oranı olduğunu öğrenmesinden anlıyoruz
verilen önemi, Cumhuriyet ideolojisi içinde çocuğun toplumun geleceği ve bu (Tan, 27 Şubat 1955).
geleceğin miman olarak görülmesine bağlıyor. Kuşkusuz, bunun çocuk. yok- Bebek ölümleri karşısındaki bu güçsüzlük, mekteplerdeki çocuklann bile aç
sulluğunun çok tartışılan bir konu olmasında belirli bir rolü var. Ama burada kalmalarının önlenememesinde de kendini gösteriyor. Devletin ve Fırka
çocuk yoksullUğunun kabahatını çocuğun üstüne atmanın imkansız oluşunun STK'lannın bu konudaki aczi, bazı gôiıtıllü girişimlerinin küçümsenemeyecek
ve kimsesiz çocuklann sefaleti karşısında inkar mekanizmalannınişlemeyişi­ işler yapmalarına yol açıyor. Mesela, yerel "himaye cemiyetleri" özellikle Ikinci
nin de roloynadığı söylenebilir. Buna rağmen, korunmaya muhtaç çocuklann Dünya Savaşı yıllannda, en azından mektepli yoksul çocuklann bir kısmının
"devlet işi" oldUğunu kabul eden 5387 sayılı kanun, ancak 1949'da, tek parti karnını bir ölçüde doyunnayı başanyorlar. 1920'lerin sonunda 1940'lann ikin-
döneminden sonra yürürlüğe giriyor. O zamana kadar, "şehit yetimlerini" orta- ci yarısına kadar, gazetelerde çıkan himaye cemiyetleri ile ilgili haberler izlen-
da bırakmanın vebalinin bile, devlete değil, topluma ve özellikle zenginlerimi- diğinde, bu örgütlerin bu süre içinde bir miktar nitelik değiştirdiklerini söxJe-
ze ait olduğu neredeyse tartışmasız kabul ediliyor. mek mümkün görünüyor. Dönemin başında, daha çok, çeşitli şehirlerde, sayı­
. Şehit yetimi olmayan çocukların durumu ise iyice zor. Cumhuriyet'in ilk yıl­ lan on ila yinni arasında değişen "fakıı' y.wruyu yeknesak bir biçimde giydi-
lanndan itibaren, ıstanbul'da "metruk" çocuklann sayısındaki artış, kamuoyu- ren" yerel himaye cemiyetlerini öven ve genellikle başlarındaki subay kasketi-
nu epeyce meşgul ediyor. Bu bağlamda önemle tartışılan bir konu şu: Darüla- ne benzer bir kasketle bir örnek kıyafetleri tamamlanmış oğlan çocuklannın
ceze anası babası olan çocuklan, aile ne kadar zor durumda olursa olsun, ke- fotoğraflanyla birlikte verilen haberlere rastlanıyor. Zaman içinde, himaye ce-
sinlikle kabul etıniyor. Bu yüzden, çaresizlik içinde bazı insanlar çocuklannı, miyetlerinin daha çok okul aile birlikleri şeklinde, öğrenci velilerinden oluşan
bulunup Darülaceze'ye götürülecekleri umuduyla, sokağa bırakıyorlar. Çocuk- bir .örgütlenmeye dönüştükIeri ve yoksul talebeye yalnız giyecek değil, okul
lar bulunduğunda ise, çoğu zaman vakit çok geç oluyor. Bebekler canlı olarak malzemesi ve öğle yemeği de temin etmekte de başanlı olduklan görülüyor.
kuruma getirilseler bile, önemli bir kısmı yaşatılamıyor. 1920'lerde, bununla il- Mesela, 28 Eylül 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "ilk mektepIerde talebe
gili önlem alınması gerektiğini düşünenler var. Mesela Himaye-i Etfaııstanbul velilerinden teşkil edecek himaye komiteleri kurulacaktır" diye bir habere rast-
şubesi reisi ve Sıvas mebusu Şemseddin Bey, müessesenin asri memleketlerdeki lanıyor. Haberde, bir önceki yıl bu tür komitelerin gayet başanlı olduklarının
gibi çalışması için şöyle bir şey öneriyor: Çocuğu bırakan yüzü kapalı gelecek, görüldÜğüne ve sağladıklan yardımın yanı sıra, talebe velileri ile talebe arasın-
86 DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 87

da bir yakınlık oluşmasına yol açtıklarına değinilerek,. "zaten bu yakınlıktır ler. Bu tasnif ve tespitlerin, sokak çocukları sorunuyla ilgili yeni bir yaklaşıma
devlet gözünün gönnediği.kimsesizleri görerek kurtannaktadır" deniliyor. yol açmadığını ve dilencilere uygulanan ata yadigarı toplayıp şehir dışına atma
vaş yıllarında ise, mektep himaye cemiyetlerinin gerçekten ciddi bir çocuk yöntemine başvurulınuş olduğunu, daha sonraki aylarda gazetelere yansıyan
lığıyla başetme çabası içinde oldukları haberlere yansıyor. Ama 25 haberlerden anlıyoruz. Mesela II Ağustos 1943 tarihli Tan gazetesinde, "Başı­
1943'te Tan gazetesinin bu konuda yayınladığı bir dosya, çok iyi çalışan bu ku- boş çocuklar ne olacak? 5000 çocuğu Anadolu'ya dağıtmakla bu iş hallolacak
rumun bile soruna çare bulmakta ne kadar yetersiz kaldığını açıkça ortaya ko- mı?" diye soruluyor. 9
yuyor. Dosyada, himaye cemiyetlerinin velilerden, verilen müsamerelerden ve Başıboş veya başıboş olmayan çocuk sefaleti manzaraları karşısında yükselen
hamiyetli vatandaşlardan sağladıkları gelirin hiçbir mektepte ayda 100 liranın "merhamet" "yardım" feryatları sonucu hayırseverlerden gelen bağışların mik-
altına düşmediği, 200 liranın da üstüne çıkmadığı söyleniyor. Ama mektepler tarı da çoğu zaman gülünç derecede düşük oluyor. Mesela, 1929'da, Cumhuri-
arası paylaşım olmadığı için, hem geliri az hem yoksul öğrencisi çok mekteple- . yet'in günlerce süren "Istanbul'da 6000 çocuk aç" feryatları arasında, Kızılay'ın
rin çok zorlandıkları, bazı semtlerde çocuklara sadece bulgur çorbası ve kuru 2500 çocuğa haftada üç gün birer dilim ekmek ve bir parçapeynir veya helva
üzüm verilebildiği, bunun çoğu zaman çocuğun yediği tek sıcak yemek oldu- verebildiğini öğreniyoruz. Bu yardım da, büyük ölçüde belediye memurlarının
ğu, buna rağınen haftada üç gün yemek verilmediği belirtiliyor. Oysa zengin aralarında toplayıp aç yavruları doyunnak üzere Kızılay'a verdikleri 2500 lira
semtlerde çocuklara yumurta ve tahin pekmez gibi kuvvetli gıdaların, Pazar sayesinde başlayabiliyor (Cumhuriyet, 9 ve LO Kanunusani 1929). Ondan son-
günü hariç her gün verilebildiği ifade ediliyor. Orta okullarda ise, durumun ra, 10 liralık, 25 liralık, 50 liralık bağışlar gazetelerde bağış sahibine teşekkür
çok daha vahim olduğu, himaye cemiyetleri bu okullarda etkili olmadığı için edilerek, haber yapılıyor. Bir paşa hanımdan gelen ve kocasından kalan maaşın
sadece Kızılay'ın, haftanın üç günü, yoksul talebenin çok azına verebildiği ye- bir yıllık miktarını (350 lira) bulan bağış gibi bağışlar ise gerçekten istisna ni-
tersiz gıdalarla yetinilmek zorunda kalındığı da belirtiliyor. teliğinde (Cumhuriyet,D Kanunusani 1929). Yıllar ilerledikçe hem Kızılay'a
O yıllarda sayılarının 6000 oldUğu söylenen Istanbul'daki sokak çocukları hem Çocuk Esirgeme Kurumu'na yapılan bağışların miktarı daha da a:?:alıyor.
bütün bu yardım mekanizmalarınındışında. Onlarla ilgili olarak, tecrit strateji- . Yani ihtiyaçların ~rtışıyla kaynaklar arasındaki fark giderek büyüyor.
sinin, hem kategorizasyon ve istatistiklere hapsetme anlamında, hem de fizik- Solcu muhalifler arasında, gönÜllü kuruluşlara yapılan bağışların kapitalist-
sel olarak gözönünden kaldınna biçiminde gündeme geldiğini görüyoruz. Me- lerin hükümet yetkililerine yaranıp çıkar sağlamak amacıyla kullanıldıklarına
sela, ilk aylarında Istanbul sokaklarında yinniden fazla sokak çocuğunun do- dair bir fikre rağbet edenler oldUğu anlaşılıyor. Mesela, Reşat Enis'in Afrodit
narak öldüğü 1913 başında, Çocuk Esirgeme Kurumu'nun Istanbul zabıtasıyla Buhurdanında Bir Kadın adlı, proleteryanın sefaleti ve kapitalistlerin zulmünü
elele verip, "bir tanesini elden kaçınnamak suretiyle" çok geniş kapsamlı bir anlatan, okuyucunun arada bir 19. yüzyıl Avrupası'nda nu 1930'ların Türkiye-
serseri çocuksayımı yaptıklarına ve bunları bir tasnife tabi tuttuklarına ve bu- sfnde mi oldUğunu biraz şaşırdığı, "sosyalist gerçekçi" romanında bu konuya
nun büyük bir gizlilik içinde yapıldığına dair, insanı biraz ürküten haberlere değiniliyor. Gerçekten de, CHF ileri gelenlerinin açtığı "zengini fakire yardıma
rastlanıyor (Tan, 2 Nisan ve 25 Nisan 1943). teşvik" kampanyalarının ne kadar gönüllü ne kadar zorunlu kampanyalar ol-
Tasnifin aşağı yukarı şöyle olduğu anlaşılıyor: Bu çocukların çok küçük bir duğu, zaman zaman, zor anlaşılır bir nitelik taşıyabiliyor ve yardımın taman;en
kısmı, ebeveynlerinden üç-beş lira karşılığında satın alınıp dilendirilmek üzere gönüllü olduğu yönünde açıklamalar yapılması gerekiyor.ıo Ama siyasi otorite-
Istanbul'a getirilenlerden oluşur. Bu istisnai grubun dışında, yüzde 70'inin ba- yi gönüllü yardımla etkilerneye çalışan bağışçıların ilk tercihlerinin, Kızılay ve-
baları da serseridir ve sokaklarda doğup büyümüşlerdir; yüzde 30 kadarı ise, ya Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan çok, kardeş gönüllü kuruluş Türk Hava Ku-
"evden düşme"dir, önce sırtlarında küfe veya boyunlarında karamela kutu;uy-
9 Sorunun hallolmadığını ve bugüne kadar her dönemde zaman zaman gazete haberlerine ko-
la hayatlarını kazanmaya çalışırlar, sonra serserilere karışıp serseri oliırlar. nu olduğunu biliyoruz. Mesela, 10 Ocak 1958'de Cumhuriyet gazetesi, ıstanbul'da on beş bin
Eğer birkaç ay içinde bulunup bu muhitten aynlabilirlerse kurtulmaları thti- kimsesiz çocuk olduğu, bunların cemiyete kazandırılmaları için Vilayette bir toplantı yapıldığı
haberini veriyor. 1 Ocak 1962'de ise, aynı gazetede, korunmaya muhtaç çocukların, doğuştan
mali var, üç-beş ay geçtikten sonra "serserilik mikrobu ile aşılanmakta ~e artık himayesiz kalmışlarla köprüaltı çocukları olmak üzere ikiye ayrıldığını, bunların himayesi için
cemiyet hayatından zevk almamaktadırlar" (Tan, 2 Nisan 1943). Bu arada, ço- Bakırköy'de 600 kişilik bir site yapıldığını okuyoruz. Bu haberler sürüp giderken, 1986'da Bir-
leşmiş Milletler'in Türkiye'nin sosyo ekonomik yapısı üzerine yaptırdığı bir araştırmayla, sokak
cuk serserilerin en zor serserilik vakası oldukları çünkü yakalanmalarının çok çocuklarının 2000'1i yıllarda Türkiye'nin en önemli sorunu olacağını ortaya koymas) gazetelere
güç olduğu bildiriliyor. Nitekim, Istanbul'da on ay içinde 1290 çocuk yakalan- haber oluyor (Cumhuriyet, 19 Mayıs 1986). Herhalde araştırma sonuçlarının doğrulanmış oldu-
ğu söylenebilir.
mış, bir kısmı memleketlerine gönderilmiş, bir kısmı da Darülaceze'ye veya ai-
10 Bkz. CHF Müfettişi Hakkı Şinasi'nin başını çektiği kampanyayla ilgili haber: Cumhuriyet 16 Şu-
le yanına verilmiş, fakat hepsi muhtelif yollarla eski serseriliklerine dönmüş- bat 1929. .
88 AYŞE BUGRA IJI:V'Lı: 1'"1 DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 89

rumu olması kuvvetle muhtemeL. Mesela, "serbest mühendis ve müteahhitlik Ben, bunu açıklamak için, öncelikler sıralamasının ilk saflarında neler oldu-
yapmakta ve Anadolu'da birçok inşaat ve yol işleri başarmakta" olduğu bildiri- bakmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Tek parti döneminde, özellikle
len "Abdurrahman Naci adında bir vatan çocuğu" Türk Hava Kurumu'na korklınç yoksulluk yılları olan 1940'ların başında, "çalışan yoksullar"ın du-
120.000 lira bağışlıyor ve "ben vatan vazifemi yaptım" diyor (Tan, 31 Mayıs rurnlannıın gerçekten çok ciddi olduğu anlaşılıyor. Mesela bu yıllarda, "80 ku-
1935). Muhtemelen müşteri kızıştırma gayreti içindeki gazeteciler, Abdurrah- ruş gündelikle ev geçindiren, çocuk okutan, alil paralarına ilaç parası yetiştiren
man Naci Bey'in kardeşi, gene müteahhitlik yapan Nuri Bey'in Kurum'a işçi kadınlar" olduğunu ortaya koyan (Tan, 8 Haziran 1935), fabrikalarda çalı­
200.000 lira bağış yapmaya hazırlandığını bildiriyorlar. Fakat Nuri Bey, "Keşke şanların (Tan 22 Haziran 1935) veya ziraat işçilerinin (Tan, 18 Kasım 1936)
olsa da 500.000 lira versem. Ama son günlerde Sivas-Erzurum demiry,olu inşa­ durumlarını sosyal politika önlemleri gerektiren bir durum olarak yansıtan rö-
atını aldım ve bu hat için birkaç milyon tenzilat yaptım. Bu da bir vatan millet portajlara rastlanıyor. Hükümetin, hayatını çalışarak kazanmak durumunda
işidir." diyerek haberi yalanlıyor (Tan, 5 Haziran 1935). Bu arada, Hava Kuru- olan ama iş olmaması, düzensiz olması veya ücretlerin çok düşük olması yü-
mu'na yapılan bağışların arttığı, Tramvay Sosyetesi Işçilerinin de 60.000 lira zünden bunu yapamayanların durumunu pek ciddiye aldığı söylenemez. Ama
verecekleri haber oluyor (Tan, 13 Haziran 1935). Bu son miktarın, şirketin ce- devlet memurlarının bu duruma bir istisna oluşturduklarını, onların geçim sı­
za sandığında biriken ve şirketin işçiler yararına kullanmadığından kuşku du- kıntılarının resmi makamlarca ciddiye alınıp bu gruba destek sağlanması için
yulan miktar olması ve bağış haberini işçilerin şirketin kolunu bükmek için çı­ gayret saı:-fedildiğini görebiliyoruz. Memur sefaleti, toplumsalolarak kabul
karmış olmaları muhtemel (Tan,nTemmuz 1935). Ama tehdidin Kızılay veya edilmez bir şeyolarak görülüyor ve bu defa gönüllülere seslenilmeden, kamu
Çocuk Esirgeme Kurumu'na değil de Türk Hava Kurumu'na bağış yapma biçi- kaynakları kullanılarak hafifletilmeye çalışıyor. 1940'larda, "çalışan yoksullar-
minde ortaya konulmuş olması anlamlı olabilir. Ilk iki kardeş kuruluş için bu la" ilgili bu çifte standartlara dayanan politikalara karşı tavır alanlar oluyor.
miktarda bağışların söz konusu olduğu pek yok gibi görünüyor. Mesela; Zekeriya Sert~l'in, Tan gazetesindeki başyazılarında, dar gelirli oldUğu
Yoksullukla ilgilenen fırka STK'ları bağış toplamakta zorlanır, yoksulluk kriz ve için muhtaç duruma düşmüş vatandaşlarımızın memurlardan ibaret olmadığı­
savaş yıllarında durmadan artarken, kamuoyunda devleti bu konuda sorumluluk nı ifade ettiğini ve devlet memurunun vekar ve haysiyetini koruma çabalarının
almaya çağıran seslere pek az rastlanıyor. Bunun yerini, Osmanlı döneminden y~ı sıra üzerlerinde durulması gereken başka durumlara da dikkat çektiğini
kalma Topkapı Fıkaraperver Cemiyeti gibi tek tük başarılı bireysel hayır kuruluş­ görüyoruz (Tan, 7 Ocak 1942 ve 16 Ocak 1942). Bu bağlamda, Istanbul Ticaret
larına yöneltilen övgülerle, zengin utandırma çabaları almış durumda. 1920'ler- Odası'na dayanan bazı araştırmalara göre 1939'dan beri hayat pahalılığının
den başlayarak özellikle çocuklarla ilgili sefalet haberlerinin ardından yükselen yüzde 50 arttığı, memur maaşl~nndaıh ~hışın yüzde 15-25 arasında olduğu,
bu mealde feryatlar, tek parti döneminin sonuna kadar sürüyor: "Ey sıcak yemek "hususi müesseselerde çalışan ve ekseriyeti teşkil eden sınıfın" gündeliklerinin
salonlarında karınıanın doyuranlar, Türk yavrularına merhamet ediniz" (CumllU- ise aynı kaldığı şeklinde haberlere rastlanıyor (Tan, 20 Mart 1942).
riyet, LO Kanunusani 1929), "Soruyoruz: Istanbul mekteplerinde 6000 tane aç Gene de, sefalet içindeki memurların görüntüsüyle rezil olmaktan korkan
çocuk var, bunlara yardım edecek sekiz on müessese, birkaç hayırperver zengin devlet yetkililerinin önceliklerinin nasıl belirlendiği sorusuna cevap aramak
yok mu?" (Cumhuriyet, 18 Kanunusani 1929), "Bir saatte keyifleri için avuç do- için asıl bakılması gereken yer, şehir değil köy gibi görünüyor. Oraya baktı~­
lusu para harcamayı hiç sayan insanlar eğer senede bir defa o gün harcadıklarının mızda da, 1925'te, bir önceki yılın kamu gelirlerinin yüzde 29'unu oluşturan
onda birini şu müesseseye (Topkapı Fıkaraperver Cemiyeti) götürselerdi Topka- aşarın kaldırılmasından başlayarak, köylüyü köyde tutınak için alınan önlem-
pı'da yardım görmeyen bir tek fikara kalmazdı" (Tan, 8 Ocak 1942). lerin tek parti döneminin kurumsal tahayyülünün neredeyse tamamına hakim
Devletçi dönemimizde; "sekiz on müessesenin" veya "birkaç hayırperver olduğunu ve şehir yoksulluğunu bir miktar hafifletmek için alınabilecek ön-
zenginin", 6000 aç çocuğun kaderini bir miktar değiştirebileceği inancıyla tek- lemlere çok az nakdi kaynak ve zihinsel enerji bıraktıklarını görüyoruz. Bu du-
rarlanan bu suçlama ve taleplerin, devlet bütçesinin kullanımına yönelik 'ola- rumun, Cumhuriyet devletinin kurucuları ve ilk mensuplarının yoksullukla
rak dile getirilmemesini nasıl y,orumlamak lazım? Doğalolarak, durumu nor- karşılaştıkları ortamın özellikleriyleilgili oldUğU söylenebilir.
malleştirmek için, "devlet bütçesinin sınırları" ve "tamtakır hazine kavramları"
kullanılarak geliştirilen açıklamalara başvurulabilir. -:;:-ek parti döneminde, kay- Tek parti döneminin "gerçek" yoksullan
nakların kıt olduğu da, tartışılmaz bir gerçek. Ama burada söz konusu olan
kaynakların kıtlığı değil, kıt kaynakların kullanımındaki öncelikler ve öncelik- Söz konusu karşılaşma, Balkan Savaşı,Birinci Dünya Savaşı ve onu izleyen
ler sıralamasında aç çocukların yeri. Kurtuluş Savaşı'nın ortaklaşa yıkıma sürükledikleri Anadolu köylerinde yer
90 DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 91

alıyor. Birinci Dünya Savaşı'nın tam öncesinden 1924'e kadar geçen süre içinde kim, yoksulu sert bir disipline tabi tutarak eğitınek, 16. yüzyıldan 20. yüzyıla
. Anadolu nüfusunun yüzde 25 azaldığı, tarım üretiminin de yarı yarıya düştüğü kadar Hıristiyan dünyasındaki pek çok hayır kurumunun işleyişini belirleyen
göz önüne alındığında, Kurtuluş Savaşı sırasında ve onu izleyen yıllarda Anka- önemli bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Cumhuriyet dönemi yardımseverleri­
ra'da yeni bir devlet kunna çabalarına katılanlannkarşılaştıklarısefalet manza- nİn söylemi içinde, onların da böyle bir yaklaşıma pek soğuk bakmayabilecek-
ralannı tahmin etmek zor olmaz. Dolayısıyla, Cumhuriyet'in kurucuları için lerini gösteren bazı özellikler yok değil. Ama yoksulluk memleketin köylü ço-
yoksulluk, iş ve ekmek peşinde yerini yurdunu terkedip şehre gelmiş ve şehir­ ğunluğunun durumu olunca, yardımseverin sert öğretınen rolünü üstlenmesi
lilerin başına bela olmuş köylünün değil, köyündeki köylünün, yani nüfusun söz konusu olamıyor. Onun yerine, yoksulluğu azaltınak için birşeyler yapma-
ezici çoğunluğunun durumuyla tanımlanıyor. sı gerekenlerin duyduğu suçluluk, hastalıklı bir biçim almaya başlıyor.
ıstatistiklerin ötesinde, elimizde yalnız Anadolu köylerindeki sefaletin b07 Erken Cumhuriyet dönemi ileri gelenlerinin köylülükle ilişkileri gerçekten
yutlarını değil, ona dışardan bakanlarda uyandırdığı dehşeti ve bu dehşetin ar- pek sağlıklı değiL. Sağlıklı değil çünkü, aynı anda, hem müthiş bir kaçıp saK-
dından gelen duygu ve düşünceleri de mükemmel bir biçimde anlatan fevkala- lanma ve yoksul köylüyle bir daha hiç karşılaşmama içgüdüsünü, hem de ger-
de bir doküman var. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun meşhur Yaban'ından söz çeküstü bir övme ve yaltaklanma eğilimini yansıtıyor. Bizim çocukluğumuzun
ediyorum. Yaban, 1932 yılında yayınlanır yayınlanmaz çok büyük bir ilgi gör- meşhur şa-rkısı, "Orada bir köy var uzakta / Gitınesek de gönnesek de o köy bi-
müş, erken Cumhuriyet dönemi edebiyatının kuşkusuz en önemli örneği 0la7 zim köyümüzdür", ideal durumu yansıtıyor: Bizim olarak orada kalsın, aman
rak tanınmış, amabelki de edebi yönünden çok sosyal ve siyasi yönüyle tartı­ gözümüze gözükmesin... Ama köy göze gözükmediği ölçüde, gittikçe daha tu-
şılmış bir roman. Yakup Kadri, Cumhuriyet devletinin kurucuları arasında yer haf bir biçim alan övgülerin ve yüceltmelerin konusu haline geliyor. "Edalı iş­
alan ve bu kurucuların hassasiyetini paylaşan biri. Bütün bunlar, Yaban'ı Türki- veli köylü güzellerinin" insana "kaçırıp telli duvaklarına altın saçma" isteği ve-
ye'de yoksulluğa bakışların tarihiyle ilgili bir çalışma için çok önemli kılıyor. rerek dolaştığı bir cennet halinde türkülere konu olmaya başlıyor. Köylünün
Bir açıdan, Yakup Kadri'nin yoksullara bakışıyla Batı literatüründe bulduğu­ yalnız insaniyeti değil, kılık kıyafetinin zevki de övüıüyor. Mesela, Kadın dergi-
muz yüzlerce benzer örnek arasında bir fark yok. Köylünün yoksulluğu, hasta~ sinde, bakır bakraçların güzelliğini köylülere benzeterek anlatan bir yazıda
lıkla, sakatlıkla, pislikle, duyarsız ve hayvani bir yaşamla özdeştirHiyor ve yok- şunları okuyoruz: "Biz dibi delik veya hemen delinecek insanlar ve meseleler
sul, insanlık dışı bir "öteki" olarak resmediliyor. Doğruyu yanlıştan ayınnası­ için onu ihmal ederiz, ona karşı ne kadar kayıtsızız. Fakat o asil ve sevimli, in-
na, ahlaklı davranmayı veya sadece kendisi için iyi olanı bilmesine inıkan ol- sanıann halisi bizi hiç yüzler mi. Ona döndüğümüz zaman yani ihtiyacımız ol-
mayan bir "yÇlratık"... Bu yaratığı insan olarak görebilmenin yolu "Neden bu duğu zaman, bize kolları açık, eKmeği velçorbası hazırdır. Süslü hali de pek ca-
böyle?" sorusundan geçiyor. Nitekim Yakup Kadri de, "Eğer bilmiyorsa kaba- na yakın p~k tatlıdır, bilir misiniz bilmem? Mavi cam düğmeli tunıncuya ba-
hat kimin?" diye soruyor. Kendi sorusuna verdiği cevap şöyle: "Kabahat be- kan sarı mintanı, kasketinin güneşliği yana giyilmiş, rengarenk eldivenleri, ço-
nimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve rapları ve heybesiyle ne kadar has ve sahicidir" (S Mart 1947).
ben onları, yüzyıllardır herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden Bu <'sahiciliğin", Yakup Kadri'nin anlattığı sahiciliğin etkisiyle kendiJii .c~n
yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik havliyle köylüden mümkün oldUğU kadar .uzağa atanların, suçluluk duygu~~­
bunların etrafını çevinniştir ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları nndan kurtulmak için uğraşırken gördükleri halüsinasyonla örtüştüğü söyle-
her yanından örülü bir zindan gibi mahpus kalmıştır" (1932: ISI). nebilir. Bunun, yoksullarla birlikte yaşamak için geliştirilen stratejilerden biri
Ilk bakışta, bu şekilde kendini suçlamak, yoksulu suçlamaktan daha insani olarak inkarın, suçlamaya bulaşmadan ortaya çıktığı bir durum olduğu söyle-
bir tavır gibi görünebilir. Öte yandan, "kabahat onun değil" demek, birini in- nebilir. Tek parti döneminde sık sık gündeme gelen "pilot projeler"i, mesela
san yerine koymaya yetıniyor, hatta bazen insan ilişkileiinill mantığıyla çelişe­ 1937 yılında yapılan "ideal Cumhuriyet köyü" planlarını, bu tür bir inkar stra-
biliyor. Nitekim Yakup Kadri, kızamadığı ama varlıklanndan fena halde rahat- tejisinin parçası olarak değerlendinnek mümkün. O günün koşullarıyla birlik-
sız olduğu köylüler hakkında şöyle bir şey yazabiliyor: "Sizi gökten melekler te değerlendirildiğinde, bu planlar insanaciddiye alınacak şeyler gibi gelmiyor.
inse kurtaramaz. çünkü sizi evvela sizden, kendinizden kurtannak lazımdır" Ama Afet Inan'ın, Cumhuriyet'in 50 yıl kutlamaları sırasında, kendisine "bu
(1932: 151). "Kendinizi kurtannanıza yardımcı olm~k" değil, "sizi sizden kur- vesileyle neler yapılmalı?" ·diye soranlara "bu köyleri kuralım" (Cumhuriyet, 7
tannak" ... Şubat 1974) dediğini hatırlayınca, bu tür hayal oyunlannın Cumhuriyet eliti-
Aslında, yoksulu kendinden kurtannak üzere dönüştünnek fikri, Batı litera- nin en azından bir kısmı tarafından fevkalade ciddiye alınmış oldUğunu farke-
türündeki yoksulluktartışmaları içinde de sık sık rastlanılan bir tema. Nite- debiliyoruz.
ııl:\'Lı:ı\,.., DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA 93
92

Ama köy kalkındırma hayallerinin çok önemli olduğu tek parti dÖııenllncle mu dile getiren bir istida vermek üzere kasabaya indiği için azar işitir. Müfettiş
en fazla ciddiye alınan şeyin, köylünün köyünden ayrılmasını önleme çabalan gittikten sonrl:!, onunla gelmiş olan milli eğitim memuru toplantı zaptının bi-
olduğu söylenebilir. Bu stratejinin uygulanmasında kullamlan yöntemlerden bi- rinci maddesini yazar: "lzinsiz... kazaya inmek.. hakkında" ... Sonra azara de-
ri, köylüyü rahat bırakmak gibi görünüyor. Bu bağlamda, aşann kaldınlması ve vam eder: "Yazarsın yazarsın o okul; dersin dersin o okuL. Yok işte! Sizin okul
köylünün büyük ölçüde vergi dışı bırakılması son derece önemli. Falih için ne bakanlık bütçesinde, ne ilçe bütçesinde tesisat yok. Ne söylenip duru-
Atay; 1950'de yazdığı bir yazıda, buna 25 yıllık bir bar).ş döneminin sa~~laclıl!ı yorsun? Duvann dibinde okut. Okutınazsan köylünün yumurtasım ye yat arka
huzur ortannm da ekliyor ve bu ortamda nüfusun iki misli arttığım sö"lü'ITor üstü." "Ve ikinci maddeyi yazdı" diye bitirir Mahmut Makal: "Eksik okullann..
yapımı .. hakkında .. aydınlatıldı" (1950: 138).
Am~ bu 25 yıl boyunca "köyün gene bir kenarda kaldığım" teslimediyor (Cum.:.
hunyet, 26 Mart 1950). Zaten yoksullukla ilgili politikalara damgasım vuran Mahmut Makal, "etrafımızda şöyle biraz neş'e, biraz hareket yaratınak imkft-
nını bulamadık" derken, bu imkansızlıktanköylüyüdeğilmaddi koşullan me-
tecrit strat~j~sini~ ~~defledi~ şeyin, tam da köyün bir kenarda kalması ve ortaya
çıkıp kendisıyle ılgılı fantezılerin tadını kaçırmaması olduğu söylenebilir. sul tutar. Kesesi elverip de alabildiği gazete, dergi ve kitaplar posta sisteminin
En önemli amaçlanndan biri şehirle köyün, aydınla köylünün arasındaki ko- korkunç işleyişi yüzünden eline ulaşmaz, bir gramafon veya radyo edinemez,
pukluğun giderilmesi olan, "köyleri yeterince kucaklayamadıklan" afıın;lı;n,~o kış sonuna doğru okulda yakacak tezek kalmayınca çocuklan okula gelmeye
zorlayam~, hükümet doktoruna çocuk ölümleriyle ilgili yazdığı rapora bir ay
merkezi köyde olan "Halkodalan"na dönüşen Halkevleri'ni de, aynı şeyi
rudan dOğruya eğitim alanında yapmaya çalışan Köy Enstitüleri'ni de, bu hede- sonra gelen cevapta önerilen tedbirleri alması imkansız oldUğu için 100 haneli
fe yönelik tecrit çabalarının parçası olarak görmek mümkün. "Kopukluklan köyde bir ayda 34 çocuğun ölmesini engelleyemez...
aşma" veya "kucaklaşma" gibi kelimeler ne kadar sık kullanılırsa kullamlsın
Ama cehaletlerine, kadere boyun eğmişliklerine, batıl itikadlanna rağmen,
endoktrinasyon gayretlerinin ötesinde, ne Halkevleri ne de Köy , Bizim Köy'ün sefil köylülerinin insan olduklanndan da hiç kimse kuşku duya-
k?~lü~ onun .toplumun bütününe entegre olmasım sağlamak amacıyla eğitti­
maz. Hele onlann tesbih böceği gibi büzülmüş, içine kapalı yaşamaya meraklı
ğim soylemek ımkansız. olduklanm kimse söyleyemez. Mahmut Makal, bir hindi sürüsüyle birlikte yü-
Hiçbir toplumsal sorunun üzerinde "cehalet", hiçbir toplumsal amacın üze- rüye yürüye Ankara'ya gidip hindi satınaya kalkan ve elli beş gün sonra serma-
~nde "eğitim" kada,~ çok laf üretilmeyen tek parti döneminde, "köylerde eği­ yeyi kediye yüklemiş olarak dönen köylülerin hikayesini anlatırken, "Köylü on
kuruş kazanacağım umduğu bir işten on günlük emeğini esirgemez. En uzak
tım nasıl olmalıdır? sorusuna verilen cevap, çoğu zaman fırsat eşitliği vutgu-
suyla değil, "köyün ihtiyaçlan" vurgusuyla formüle ediliyor. Yani, 1932 yılında yollan göze alır bu uğurda. Daha, fazla kal1 edeceğine aklı yattı mı birkaç li aşın
Cumhuriyet gazetesinin başyazılanndan birinde ayrıntılı olaraktartışıldığı gibi, gitmel\ten çekinmez" diye yazar (1950: 15-16).
"Kıraat ve imlayı öğrenen her çocuğun ondan sonra okuyacağı dersler, aynı za-
Tek parti dönemi boyunca gazetelere yansıyan haberler, siya~etçiler ve orta
sınıflar için fevkalade korkutucu olan bu hareketliliği engellemeye yönelik cid-
manda tarlada tatbikai:ını göreceği ziraat dersleri olmalıdır" (ll Temmuz
1932). Bu fikrin, 1936'da Köy Enstitüleri'nin kurulmasına yönelik projenin di bir tecrit hareketi sürdürüldüğünü, ama bunun çok da başanlı olamadığını
devreye sokulmasıyla ciddi bir uygulama alam buldUğunu biliyoruz. Ama gösteriyorlar. Mesela İstanbul gazetelerinin şehir haberlerinde, taşradan iş bul-
1946'da durdurulan Köy Enstitüleri'nden çok önemli bir şeyin kaldığını, bu- mak için İstanbul'a gelen kimselerin iş bulamayınca Vilayete başvurup sevkIe-
nun da köy yoksullUğuna Yakup Kadri gibi dışardan değil içerden bakan insan'- rini istediklerine rastlamyor ve bununla ilgili olarak Vilayetin Dahiliye Vekale-
lar yetişmeSi oldUğU söylenebilir. Bu bağlamda, derme çatına bir Köy Enstitüsü tine yazarak "bunlann buralara gelip rezil olmamalan için tedbir niyaz ettiği"
tahsili gördükten sonra kendi köyüne yakın bir köye öğretmen tayin bildiriliyor (Cumhuriyet, 19 Ekim 1930). Niyaz edilen tedbirin alınamadığı
Mahmut Makal'ın tek parti döneminin sonunda, 1950'de yayınlanan Bizim Köy benzer haberlerin sürmesinden anlaşılıyor. Bu haberlerde, belediye memurlan-
adlı kitabındaki sitemlerin, Yaban'daki kısır kendini suçlamalardan çok daha
mn günlerinin bir kısmını, İstanbul'a gelip iş bulamayan ve memleketlerine ge-
somut ve anlamlı olduklanm görmemek imkansız. ri gönderilmek isteyenlerin "fakr-u hal ilmühaberlerine" cevap yetiştirmeye ça-
lışarak geçirdikleri bildiriliyor. Tan gazetesi, Anadolu'dan İstanbul'a bu seyyah
MahmutMakal, kendine yüklenen "köyü kalkındınna", "köylüye ışık götür-
akımm, gerçekten tüyler ürpetici sefalet manzaralanyla yayınlıyor (Tan, 29
me" misyonunu son derece ciddiye almıştır. Ama ona bu misyonu yükleyenler-
Aralık 1936). 1940'lardaki haberler ise, Anadolu'dan İstanbul'a göçün daha
den zerre kadar destek görmez. Yılda iki kere gelen müfettişi dört gözle
şiddetli tedbirlerle önlenmeye çalışıldığına işaret ediyor: "İstanbul'a gelenler
onun kendi çalışmalanm eleştireceğini, yönlendireceğini umar ve bu umudu
hiç kaybetmez. Ama müfettişten, sadece, okulun içinde oldUğU imkansız duru- tahdide tabi tutulacak. Evvelce gelenlerden ikametlerinde zaruret olmayanlar
AYŞE DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL POLITIKA • 95
94

yerlerine dönmeye mecbur edilecek. Istanbul'a giremeyenlerin Ankara'ya tihdam politikasının sorunlarını ve ne yapılabileceğini sistematik bir biçimde
,melerine de müsade edilmeyecek" (Tan, 20 Ocak 1944). incelemiş olan Behice Boran (1942), "sanayide köylü-işçi" meselesine çok net
Tecrit stratejisinin, Cumhuriyet'in kurucularının yoksullarla birlikte bir biçimde parmak basıyor. Boran'a göre, köyden kopma gerçekleşmediği sü:-
bilmek için kullandıkları temel strateji olması, yani yoksul köylüyü kÖ'llliı,rl" rece, sanayide çalışanların yaptıkları işe geçici, bir miktar para biriktirip köy-
tutma politikası, düşük maliyetli bir strateji değil. Yukarda, aşann kaldınlma­ deki durumlarını düzeltmek için giriştikleri bir iş olarak bakmaları kaçınılmaz.
sıyla devlet gelirlerinde çok ciddi bir azalmanın göze alındığına değindim. Dolayısıyla yapılması gereken hem tarımın mekanizasyonu yoluyla köye dönü-
nun yanı sıra, tecrit stratejisi, tarım dışı sektörlerde emek arzının her zaman is- şü zorlaştırmak, hem de sanayideki koşulları düzeltmek. Ücretlerin yükseltil-
tenilen seviyede olmamasına yol açabiliyor. Nitekim, 1930'lardan itibaren "mo- mesi ve işçilerin aileleriyle birlikte yaşayacakları normal bir ortamın yaratılma­
dern kombinalarda", yani devletin kurdUğU sanayi işletmelerinde işçi sı bunun gereklerinden. Behice Boran'ın tek parti döneminde başına gelenle-
sorunu çok ciddi bir biçimde hissediliyor ve bununla ilgili yoğun tartışmalar rin, "komünistliğinden" çok, bu sanayil~me ve şehirleşmeye yönelik, resmi
oluyor. Bu tartışmaların bana çok ilginç gelen bir yanı, suçlama dozunun bakış açısıyla taban tabana zıt görüşlerinden kayn~klandığı düşünülebilir.
düşük olması. Insan, normalolarak, devlet işletmelerinin verdiği makul
ler ve işçiye sağladıkları düzgün çalışma ve yaşama koşullannın emek Sonuç
artırmayışı karşısında, Batı'daki yoksulluk taruşmalarının tarihinde çok <

nan bir "tembellik" ve "nankörlük" söyleminin devreye girmesini bekliyor. Bu yazıda, tek parti döneminin devletçilik anlayışının sosyal devlet kavramın-
Ama Türkiye'de konunun ele alınışına bu tür bir söylem hakim değiL. Sanki dan bu derece uzak olmasını, dönemin yoksulluğa bakışını gündeme getirerek
çi ihtiyacı, politika yapanlar için, her zaman daha büyük önem taşıyan bir tartışmaya çalıştım. Bu tartışmanın, "yoksul ülke/yoksul devlet/maddi imkan-
amacın, köylünün yerinden oynamaması amacının gerisinde kalıyor ve bu yüz- sızlıklar" gibi sebeplerin gerisinde, Türkiye'deki sosyal politika süreçlerini er-
den köylünün sanayi işçisi olmaya isteksizlik göstermesi biraz da rahatlatıcı ken sanayileşen Batı toplumlarında görünenlerden ayıran bazı ipuçları içerdiği­
şeyolarak algılanıyor. ni sanıyorum. Bu ipuçlarının izini sürmek için, önce, yoksulolmayanlar için
Ama bu 'isteksizliğin nedenlerini araştıranlar da var. Mesela 1936'da, sonra~ yoksulların görüntüsünden kaynaklanan rahatsızlık ve tedirginliği, dolayısıyla
dan Demokrat Partinin kurucuları arasında yer alacak olan Mümtaz Faik Fe~ yoksulu görmemek isteğinin güçlÜlÜğünü ciddiye almak gerekiyor. Tecrit ve
nik, Kayseri'de kurulan mensucat fabrikasına neden işçi bulunamadığını araş­ inkar, bu isteği gerçekleştirmenin en kolay yolları. Ama bu yollara sapmanın
tırmak üzere bölgeye gidip hem fabrika yöneticileri hem de işçilerle konuşuyor bir maliyeti var. Tek parti döneminin köyün çözülmesini engelleyerek yoksul
(Tan, 2 ve 4 Teşrinievve11936). Röportajda, sanayi işçiliğine adaptasyonla köylüyle şehirde karşılaşmama politikasının bedeli, önce devlet gelirlerindeki
birtakım sorunlar ortaya çıkmakla birlikte, ücret düşüklüğünün de önemli bir büyük düşüşle, sonra da sanayi sektöründeki emek arzı sorunlarıyla yaşanıyor.
sorun olduğU görülmekte ve işçilerin "Bak, tayyare kombinası hiç işçi bulma Bugün ne kadar gerekli oldukları tartışılmaz bir biçimde karşımızda duran mo-
sıkıntısı çekiyor mu?" diye sorduklan belirtiliyor. Genel olarak, devlet işletme­ dern yoksul yardımı mekanizmalarının bir türlü oluşturulamaması da, belki,
lerinde, ücret politikasının da işçiye sağlanan imkanların da, işçi ailesini değil bu maliyetler arasında sayılabilir.
bekar erkek bir işçiyi düşünerek oluşturulduğu,işçinin neredeyse askerlik ya..; Erken sanayileşen ülkelerde yoksulların Türkiye'den daha iyi muamele göf-
par gibi, ailesinden ayrı bir pansiyon yaşamını kabul etmesinin beklendiği sezi- müş olduklarını söyleyebileceğimizi sannuyorum. Aksine, bu ülkelerdeki sos-
liyor. 1939'dan, Ikinci Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra, işçi bulmanin yal politika süreçlerinin tarihsel gelişmesi içinde, tarım sektörünün çözülmesi-
daha da zorlaşuğı ve baskı yönteınleriyle işçi çalıştırma eğiliminin daha da art- ni ve yoksul köylülerinin sanayide ucuz emek olarak kullanılmasını içeren bir
tığı görülüyor. Burada, iyice kısır bir döngünün ortaya çıkuğı sezilebiliyor. Ya- strateji izlenmiş olmasının, yoksullar için Türkiye'dekinden daha büyük bir se-
ni, sanayi ve maden işletmelerinde işçilik giderek zorunlu askerlik koşullannı falet ve korkunç bir aşağılanma anlamına geldiği söylenebilir. Ama bunun, ay-
yansıtuğı ölçüde, insanların işçi olmaktan kaçınma eğilimleri artıyor, işçi bul~ nı zamanda, tecrit ve inkar stratejileriyle kaçınılmaya çalışılan bir yüzleşmeyi
mak daha da zorlaşıyor ve bu, daha ciddi zor yöntemlerinin neredeyse meşru de birlikte getirdiğini ve bu yüzleşmenin, ister istemez, sosyal hakların ortaya
görülmesine yol açıyor (Erişçi, 1951; Güzel, 1998) çıkışına yol açan bir süreci başlattığını öne sürmek de mümkün.
Genelolarak, tek parti dönemi istihdam politikasının, çalışanların, sanayi iş­ 1940'larda, tek parti hükümetinin sosyal politika alanındaki duruşuna, veya
çiliğini kÖylÜlÜğe alternatif bir normal hayat tarzı olarak kabul etmesinin şart..; durmayışına, karşı bazı eleştirel tavırlara da rastlannuyor değiL. En azından,
lannı inşa etmeye yönelik olduğunu söylemek mümkün değiL. Uygulanan is- , "gerçek" yoksulolarak görülen kesimlerin yoksullUğunun sadece gönüllü ça-
96 AYŞE DEVLETÇı DÖNEMDE YOKSULLUGA BAKıŞ VE SOSYAL poLITIKA 97

balarla, durumu müsait olanların hamiyet ve şefkat duygularına seslenerek Gerernek, Bronislaw (1994) Poverty: A History, çev. A. Kolakowska, Oxford: BlackwelL.
zülemeyeceği, devletin bu konuda ciddi bir rol oynaması gerektiği de, tek Güzel, Mehmet Şehmus (1998), "Ikinci Dünya Savaşı Boyunca Emek ve Sermaye", D. Quatert ve
E.J.Zürcher; Osmanlı'dan Cumhuriyet Türkiye'sine Işçiler, Istanbul: Iletişim: 197-224.
·döneminin sonuna doğru giderek yükselen bir sesle dile getiriliyor. Mesela, Karaosmanoğlu, Yakup Kadri (1932) Yaban, Istanbul: Iletişim, 2004.
id Kesler, en başarılı gönüllü girişimlerden olan ilkokullardaki himaye Kuran, Timur (2003) "Islamic Redistribution through Zakat: Historical Record and Modern Realiti-
yetlerinin bile cansiperane çalışmalarına rağmen aç çocuk sorununun altmdlan es", Michael Bonner vd. (der.), Poverty and Charity in Middle Eastern Contexts içinde, Albany,
NY: State University of New York Press: 275-294.
kalkmalanna imkan olmadığına, bunun değil ıkinci Dünya Savaşı ortamı Libal, Kathryn (2003) " 'The Child Question': The Politics of Child Welfare in Early Republican Tur-
korkunç bir yoksulluk ortamında, "en nonnal zamanda bile başarılması key", Michael Bonner vd. (der.), Poverty and Charity in Middle Eastern Contexts içinde, Albany,
NY: State University of NeW York Press: 255-272.
kün olmamış gayet büyük ölçüde bir devlet işi" olduğunu yazıyor (Tan, 25
Makal, Mahmut (1951) Bizim Köy, Istanbul: Varlık Yayınları.
san 1943). Yoksulluk konusunda devletin sorumluluklarına dikkat çe~,enleri
Ortamur, Pınar (2002) "Büyük Buhran ve Cumhuriyet Gazetesinde Yoksulluk Üzerine Söylemler
zaman zaman gerekli sosyal politika düzenlemelerinin nasılolması geı:ektiği 1929-1931", Toplum ve Bilim, no. 94 (Güz): 175-188.
konusunda da önerilerde bulunuyorlar. Bu bağlamda, gene Said Kesler, himaye şimşek, Sefa (2002) Bir Ideolojik Seferberlik Deneyimi: Halkevleri 1932-1951, Istanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınları.
cemiyetlerinin faaliyetlerinin Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay'ın taaliyetlıe­
Türkiye Yardım Sevenler Derneği (1999) 70 Yi/In Öyküsü: Türkiye Yardım Sevenler Derneği 1928-
riyle birleştirilmesi ve bunlara mutlaka düzenli gelir sağlanması gerektiğini, 1998, Ankara.
rekli finansmanın iı;e bekarlardan alınacak vergilerle karşılanabileceğini World Bank (2000) World Development Report 2000/2001: Attacking Poverty, New York: Oxford
Universfty Press.
sürüyor (Tan, 26 Nisan 1943). Tek parti döneminde, "Ey milyonları
Yıldırım, Nuran (1996) Istanbul Darülaceze Müessesesi Tarihi, Istanbul Tarih Vakfı Yayınları.
halde çocuğu olmayanlar neredesiniz? Bu aç ve sefil yavrular için niçin bir
yapmıyorsunuz?" feryatları da, bekarlık vergisi tartışmaları da, az ra~;tlaınan
şeyler değiL. Ama Kesler'inki gibi, vergi hasılatıyla karşılanan sosyal
önerisi epeyce istisnai nitelikte.
Tek parti döneminin tecrit, inkar ve gönüllü çabalara seslenerek YUJ~LllJ.i:ll1i;l.
birlikte yaşamanın dayanılmaz ağırlığına katlanma gayretine karşı çıkan
seslerin nasıl bir siyasi konumdan geldiği özellikle ilginç. Özellikle Tan
si, hem Sabiha Sertel ve Suat Derviş gibi sosyalist görüş sahiplerini, hem
Mümtaz Faik Fenik gibi sonradan Demokrat Parti'de yer alacak kimseleri,
mokratikleşmeye verdikleri önem kadar sosyal politikanın önemi ve ger'ekllili-
ğine duydukları inanç etrafında da birleştiriyor. 1940'ların sonunda, Demc)kr:at
Parti'nin hem bu inanca hem de sendikal özgürlükleri savunanların talıeplıerirı~
cevap veren bir söylem ve programa sahip olduğunu, ama iktidarda olduğu
re içinde bununla tutarlı bir politika izlemediğini biliyoruz. Ama bu gerçekten
talihsiz gelişme, kendi içinde ele alınması gereken bir konu.

KAYNAKÇA
Bonner; Michael (2003) "Work and Charity in the Rise of Islam", Michael Bonner vd. (der.),
and Charity in Middle Eastern Contexts içinde, Albany, NY: State University of New York
13-30.
Boran, Behice (1942) "Sanayide köylü-işçi", Yurt ve Dünya (Ankara), no. 15-16: 80-84.
Çavuşoğlu, Turgay (1996) "Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunun Tarihsel Gelişimi", SABEM
Hizmetler Araştırma, Belgelerne, Eğitim Merkezi), no.8 (Kasım): 11-12.
Çavuşoğlu, Turgay (1997) "Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu Aşevleri", SABEM (Sosyal Hizmetler
Araştırma, Belgelerne, Eğitim Merkezi), no.13 (Eylül): 11.
Enis, Reşat (1937) Afrodit Buhurdanında Bir Kadın, Istanbul: Evrensel, 2002.
Erişci, Lütfü (1951) Türkiye'de Işçi Sınıfının Tarihi. Özet olarak, Istanbul (y.y.).

You might also like