Professional Documents
Culture Documents
Zizek-Butler-Laclau - Olumsallik, Hegemonya, Evrensellik
Zizek-Butler-Laclau - Olumsallik, Hegemonya, Evrensellik
OLUMSALLIK,
HEGEMONYA, EVRENSELLİK
isbn: 978-975-7638-37-7
I. baskı, hil yayın, haziran 2009
<0veı vo 2000
€>hil yayın 20U5 (türkçe yayın içini
hil yayın
pandora yayın ve bilgisayar Itd. jti.nin yayın markasıdır.
OLUM SALLIK, H EG EM O N Y A ,
EVRENSELLİK
S o ld a G ü n c e l D iy a lo g lar
Ju d it h B u t lc r , E r n e s t o L a c la u ,
S la v o j Z iz e k
Tûrk^clr>tircn:
A h ın c t F e th i
İçin d ekiler
Giriş 7
Sorular 13
Kimlik ve Hegemonya:
Siyasal Mantıkların Oluşumunda Evrenselliğin Rolü 56
Ernesto Laclau
Sınıf Mücadelesi mi, Postmoderni/m mi?
Evet, Lülfen!
104
Sfovoj ¿¡¿ek
Çekişen Evrensellikler
lııc/ith liu tlcr 154
Dinamik Sonuçlar
291
ludith Butler
Evrenselliği İnşa Etmek
311
Ernesto Ucl<w
Yeri Tutmak
340
Slavoj ¿.itek
Giriş
* İtim mantıkçılık: l:.vrcıulcki lu*r >eyin akla haglı bir yorııııiulukU gerçekleşildi
relisi. Tanım vc HcgoTın tüm-mantıkçı <»Mu£u uUli.iMiıın bir eleştiri*« i\iıı l»k/. I rede
ıiik C İkiler, Hcgd, Koulledge. New Ycırk. 2005, * 76 ve devamı |e.n.|.
Evrenseli Yeniden Sahnelemek:
Hegemonya ve Biçimciliğin Sınırları
Jud ith İk ille r
Düşünme ... konuyu dalmış olduğu (in die Sache vertieft isi] ölçü
de ve biçimi bakımından öznenin tikel bir varlığı ya da eylemesi
olmayıp, lamı tamına bilincin kendisini soyut bir “Ben” olarak,
özelliklerin, durumların vc benzerlerinin tüm tikelliğinden JPıir
tikularitat| bağımsız olarak davranmasına ve yalnızca, tüm birey
lerle özdeş olmasına elveren evrensel olanı yapmasına dayandığı
ölçüde sahicidir (par. 23).
icrk eden bir somuttur. Başka bir deyişle, soyutlama, kendisini so
yutlama olarak oluşturmak için dışlamak zorunda olduğu bir şeyi
sergilemeden katı katiya soyut kalamaz.
Hegel. Kanfınkiler gibi öznel sayılan düşünce kategorilerinin
nesneli ürettiklerini “ ve nesnelin kalıcı antitezi” olduklarını (den
bleibenden Ccgcnsatz um Objektiven hoben] yazar (par. 25). Bu
yüzden soyutlamaya, kendisini farklılaştırmaya çalıştığı somutla-
ma, kesin bir biçimde bulaşır. İkincisi, somut bir örnekle soyut bir
noktayı açıklama olanağı, soyut ile somutun ayrılmasını gerektirir
-aslında, bu ikili karşıtlıkla tanımlanan episteınik bir alanın üre
timini gerektirir. Bizzat soyutun kendisi somuttan ayrılma ve onu
yadsımayla üretiliyor ve somut, soyulun zorunlu bulaşıklaşması
olarak soyuta yapışıp kalıyor vc böylccc biçimciliğin kendisi olarak
kalamamasını açığa vuruyorsa, demek ki, soyut temelde somuta ba
ğımlıdır ve bir şekilde, daha sonra somutun, soyut bir biçimciliğin
açıklayıcı bir örneği olarak görünmesiyle sistematik olarak atlanan,
somut ötekidir.
Büyük Mantıkta* Hegel, suya girmeden, gerekli olanları öğrene
rek yüzmeyi öğrenebileceğini sanan bir kişi örneğini verir. Bu kişi,
yüzmenin ancak suyun içine girilerek ve bizzat etkinliğin içinde
kulaç atma pratiğiyle öğrenildiğini kavramaz. Hegel. Rantçıyı ör
tük bir biçimde, fiilen yüzmeden yüzmeyi öğrenmeye çalışan birine
benzetir ve bu kendine hâkim biliş modelini, bizzat etkinliğe teslim
olan bir modelle, bilmeye çalıştığı dünyaya teslim olan bir bilme bi
çimiyle karşılaştırır. Hegel'e çoğu kez "hakimiyetin” filozofu denil
mesine karşın, burada ve Nancymn Hegel'in “ huzursuzluğuyla
ilgili etkili kitabında- benliğin kendi dünyasına esrimeli eğilimi
nin, bilişsel hakimiyeti bozduğu görülebilir/ Hegel'in “ kendini
kaybetme*ye ve “ kendini teslim etme"ye ısrarlı göndermeleri, bilen
öznenin önceden verili bir dünyaya hazır kategoriler dayatan biri
olarak anlaşılm ayacağını yalnızca doğrular. Kategoriler, bilmeye
çalıştığı dünya tarafından şekillendirilir, aynı şekilde dünya da bu
kategorilerin ön eylemi olmadan bilinmez. Hegel kendi “evrensel
EV R EN S ELİ Y U N İD E N S A H N E L E M E K ’9
lik" tanımını birkaç kez düzeltmekte ısrar ettiği gibi, dünyayı bizim
için elde edilebilir kılan kategorilerin, kolaylaştırdıkları dünyayla
karşılaştıkça sürekli yeniden oluştuklarını da nedeşlirir. Dünya ile
bir bilme karşılaşması içine girdiğimizde, aynı kalmayız ve bilişsel
kategorilerimiz de aynı kalmaz. I lem bilmekte olan özne, hem dün
ya, bilgi edimiyle bozulur ve yeniden yapılır.
T ın iıı G öriingiibilim i'nd& ' “A kıl" başlıklı bölümde Hegel, evren
selliğin öznel bir bilişsel kapasitenin bir özelliği olmadığını, karşı
lıklı tanıma sorunuyla ilişkili olduğunu açıkça ortaya koyar. Dahası,
tanımanın kendisi göreneğe ya da Sittliıhkeit'u bağımlıdır: "Evren
sel Tözde birey, bu varoluş biçim ine yalnızca genel olarak etkinliği
için değil, bir o kadar da o etkinliğin içeriği için sahiptir; yaptığı
şey, herkesin becerisi vc görenekse! pratiğidir” (par. 351). Tanıma,
içinde gerçekleştiği göreneksel pratiklerden ayrı olarak olanaklı de
ğildir; bu yüzden hiçbir biçimsel tanıma koşulu yeterli olmaz. Aynı
şekilde, Hegel'in “evrensel Töz" dediği şey özünde göreneksel pratik
tarafından koşullandığı ölçüde, birey, o göreneği örnekler ve yeni
den üretir. Hegel’in sözleriyle: “ birey ... kendi bireysel işinde, bilinç
siz bir biçim de evrensel bir çalışma gerçekleştirir..." (agy.).
bu görüşün anlamı, evrenselliği kültürel normların aşımı ola
rak saptama çabasının olanaksız göründüğüdür. Hegel göreneksel
pratiği, etik düzeni ve ulusu açıkça basit birlikler olarak anlaması
na karşın, bundan, kültürleri kesen ya da kültürel olarak heterojen
uluslarda ortaya çıkan evrenselliğin bu nedenle bizzat kültürü aş
mak zorunda olduğu sonucu çıkmaz. Aslında, eğer Hegel'in evren
sellik nosyonunun melez kültür ve kararsız ulusal sınır koşullarında
iyi olduğu kanıtlanırsa, o zaman bu, kültürel çeviri çalışmasıyla bi
çimlendirilen bir evrensellik haline gelmek zorundadır. Söz konusu
kültürlerin sınırlarım saptamak olanaklı olmaz, adeta bir kültürün
evrensellik nosyonu başka bir kültürünkine çevrilemez. Kültürler,
sınırlanmış kendilikler değildir; aslında, onların mübadele tarzları
kendi kimliklerinin kurucusudur.7 Evrenselliği, bu kurucu kültürel
çeviri edimi bunu daha sonraki belirlemelerimde berraklaştırınayı
«ı OLUM SALLIK. HEGEMONYA. EVREN SELİ JK . BUTI.ER. 2I2F.K. LACLAU
' M< ı .»teptik(m culcpsis'icn): Zaten mecaz biçimiyle kullanılan bir sözcüğün ya da bir
•leyimin klu/.ılegipnccc •>£<■«olarak kullanımıyla ilgili |c.n.).
10 OLUMSALLIK. HEGEMONYA. EVRENSELLİK • B U T U R . 2I2EK. LACLAU
Hem bııyük tarihsel aktörler, hem geçmişte bir bütün olarak top
lum için anlamlı kararların alındığı merkezi kamusal mekânlar
gerilemektedir. Ama aynı zamanda, geniş toplumsal yaşam alan
larının siyasallaşması, tikel kimliklerin çoğalmasına yol açan bir
siyasallaşma söz konusudur.
Eğer evrenselin yeri boş hır yerse vc herhangi bir içerik tarafından
doldurulmuınusı için a pı iori hiçbir ııcdcn yoksa, eğer bu yeri dol
duran güçler savundukları soımıt siyasetler ile bu siyasetlerin boş
yeri doldurma yeteneği arasında kurucu bir biçimde yarılmışsa,
kurumsallaşma derecesi bir ölçüde sarsılan ya da /ayıllayan her
hangi bir toplumun siyasal dili de yarılır (s. 60).
bir komşulukla karşı karşıya kalırı/.. İsimler sıfat işlevi görür; birer
kimlik ve dilbilimsel “ töz" olmalarına karşın, birbirlerini niteleme
ve nitelenme ediıni içindedirler de. Açıkça, daha önce tanımlandığı
şekliyle “ insan" Iczbiycnleri, geyleri ve kadınlan kapsamına kolayca
alamadı ve şu andaki seferberlik, insanın, uluslararası hukukun ev
rensel menziline sınırlar koyan “ iıısan'ın geleneksel sınırlamalarını
ortaya koymaya çalışıyor. Ama evrenselliğin bu geleneksel normla
rının dışlayıcı niteliği, geleneksel anlamın gclenekdışılaştığı (ya da
yjıilış kullanılır hale geldiği) duruma girmek anlamına gelmesine
karşın, terimden daha fazla yararlanmaya engel değildir. Bu. daha
doğru bir evrensellik ölçütüne a priorı bir başvuru olanağına sahip
olduğumuz anlamına gelmez. Ama geleneksel vc dışlayıcı evrensel
lik normlarının, tersten tekrarlarla, yeni bir talepler kümesini hare
kete geçirirken aynı zamanda eski formülasyonun sınırlı ve dışlayı
cı özelliklerini açığa vuran gelenekdışı evrensellik formülasyonları
üretebildiklerini gösterir.
Ih e Black A tla n tic le * “evrensellik" de dahil olmak üzere, mo
dernliğin anahtar terimlerini toptan reddetmeye yol açan çağdaş
kuşkuculuk biçimleriyle tartışan Paul Gilroy, bu noktaya anlamlı bir
biçimde değinir. Bununla birlikle, Gilroy, I lahermas'ın “ modernlik
projesi’ nde köleliğin merkeziliğini hesaba katamadığını belirterek*
I labermas’lan da uzak durur. Gilroy göre, I iabermas'ın başarısızlı
ğı. Kant'ı Hegel’e tercih etmesine bağlanabilir (!): “ Habermas, hem
Hcndiyi hem köleyi ilk önce özbilince, ardından hayal kırıklığına
K"iurdüğü, her ikisini doğru, iyi ve güzelin ortak bir kökene sahip
olmadıklarını anlama mutsuzluğuyla karşı karşıya kalmak zorunda
l>ıı.ık(ığı için, köleliğin modernleştirici bir güç olduğunu öne sürer
le ıı Hegel’in yolunu izlemez” (s. 50). Gilroy, bizzat modernlik te-
ı imlerinin bu terimlerden dışlananlar tarafından köklü bir biçimde
yeniden kendilerine mal edilebileceği fikrini kabul eder.
Modernliğin ana terimleri, lam da onlardan yararlanma yetkisi
I <inlilerine peşinen tanınmamış olanlar tarafından dile getirildik*
İt ıı için, yenilikçi bir yeniden kullanıma -bazıları “ yanlış kullanım"
52 O LU M SAU.IK.H EG EM O SYA.KVRBN SEI.u k • BUTLER. 212KK. LACLAU
lıir iddialar bizi zaten sahip olduğumuz bir bilgeliğe geri götürmez;
siyasal ilke norm ları üzerinde hak iddia ederken bilmeme duygu
ımızun ne kadar köklü olduğunu ve olması gerektiğini gösteren bir
dizi soruyu kışkırtır. O halde, hak nedir? Evrensellik ne olmalıdır?
Ilır “ insan" olmanın ne olduğunu nasıl anlarız? O nedenle mesele
l aciau. Z iie k ve benim kesinlikle kabul edebileceğimiz gibi- bu
sorulara yanıt vermek değil, bir açılım a izin vermek, soruları bes
leyen siyasal bir söylemi kışkırtmak ve herhangi bir demokrasinin
kendi geleceğiyle ilgili ne kadar cahil olduğunu göstermektir. Ev*
tensellik kültürel bir dil dışında dile getirilemez; ama itadelendiril-
ıııesi, yeterli bir dilin bulunduğunu ima etmez. Yalnızca şu anlama
gelir: Adını andığımızda, sınırlarını zorlayabilmcınize rağmen ki
zorlamalıyız . dilimizden kaçmayız.
Notlar
7. Bkz llonu Bhabha. The bnatton o f Culture, Roııtlcdgc. New York. 1996.
8. Tanımın bu noktası konutunda Bkz. Johannes I ahıan. Time tun! the Other llow
Anthnyyotogy Makes ils Ohteci. Columbia University Press. New York. 1983.
9. Bkz. Slavoj 2i2ek, Tarrying with the Negative: Kant. Hegel, am i the Critique o f
Ideology, Duke University Press, Durham, 1993.
10. agy.
11. Bkz. Judith Butler, Gemler TmuNe Feminism and tin' Subversion o f Identity,
Rout ledge. New York. 1990 [Cinsiyet Belaıı, çcv. Başak F.rtÛr, Metis Yay.,
Istanbul. 2008).
12 Bkz oriak yazarh diyalog "Uses of Fquality“dc Lmcsto Laclau ile Judith
Butler'm dûşüncc alışverişi, Diacritics 27.1. Bahar 1997.
13. Denise Riley. Tlte Ifbnh o f Selves: Identif* anon. Solidarity. Irony* Stanford
Univerxity Press. Stanford. 2000.
14. lvroesto Laclau. ed . The Making o f Political Identities. Verso, Londra ve New
York. 1994 [Siyasal Kimliklerin Olucumu, çcv. Ahmet Fethi, Sarmal Yayınları,
I995J.
15. Joan Wallach Scott. Only Paradoxes to Offer French Feminists and the Right o f
K1an{ Harvard University Prcss, C ambridge (M A .), 1 9 % ), Fransız Dcvnmindcki
feminist iddiaların ne kadar iki yönlü olduklarını vc her /amaıı iç tutarlılığa sahip
olmadıklarını gösterir: Hem kadınların lıakkırıyla ilgili o/gül bir iddiada, hem
kadınların kişi oluşlarıyla ilgili evrensel bir iddiada bulunulur. Aslında, bana
öyle geliyor kı. pek çok a/ınlık hakları mfkadclcsı aynı andı hem tıkclci. hem
evrensele i stratejiler kullanıp. Aydınlanmanın evrensellik nosyonlarıyla mutlak
bir ilişkiyi besleyen siyasal bir söylem üretiyor. Tikel ve evrensel iddiaların
bu paradoksal örtfışmesiylc ilgili güçlü bir formülasyon için hkz Paul Gilroy,
The Black Atlantic: Modernity am i DouMe Consciousness, Harvard University
Press, Cambridge (M A .) 1993.
16. Emesto Laclau. Enumcipatkmfs), Verso, Londra ve New York, 1996 [Evrensellik.
Kiıniık ve Özgürleşme, çcv. Lrluğrul Başer, Birikim Yay., İstanbul, 2003).
/ 7. Bkz. Judith Butler. Subjects o f Oestre: Hegelian Reflexions in Twentieth-Century
France ( 1987). Columbia University Press. New York. 1999, yeni Onsöz.
18. Linda M. Ci. Z cn lli. “ 1he Universahsm Which is Not One,** Diacritics 28.2, Yaz
1998: 15. Özellikle M r Naomi Schor eleştirisi.
19 M ichel I oucault. The Archaeology' o f Knon ledge The Discourse on Language,
çcv. Akin Sheridan. Pantheon Books. New York. 1972 \Bilginin Arkeolojisi. çev.
Veli Urhan. Birey Yayıncılık. Istanbul. 1999)
20. G ayatıi Chakravorty Spivak. “Can the Subaltern Speak?’*, Marxism and the
Interpretation o f Culture, ed. Cary Nelson ve Lawrence Cirossbcrg. University
oflllin4>is Press. Urtana. 1988 içiruSc.
21. Cîayatri Chakravorty Spivak. Mahasweta D evi’nin “ Imaginary Maps"inc
“Çevirmenin önsAzÛ" ve “ Sonsöz,” The Spivak Reader içiı>de. ed. Donna
Landry veCkrald Mac Lean, Koutlcdge. New York. 1996, s. 275.
EVREN SELİ YENİDEN SAHNELEM EK 5S
Kısmi, salt siyasal bir devrim hangi temele dayanır? Sivil toplumuıı
bir kesiminin özgürleşip genel egemenliğe ulaşmasına; belirli bir
sınıfın, kendi tikel durumu nedeniyle, toplumun genel özgürleş
mesini üstlenmesine... liir ulusun devrimi ile sivil toplumun tikel
bir sınıfının özgürleşmesinin örtuşınesi için, bir tek zümrenin tüm
toplumun durumu olarak kaluıl edilmesi için, toplumun tüm ku
surları tam tersine başka bir sınıfta toplanmalı, tikel bir zümreye
tiinı toplumun aleni suçu olarak bakılmalıdır ki, o alandan kur
tuluş, genel öz-kurtuluş gibi görünsün. Bir zümrenin dört başı
mamur bir kurtuluş züınıesi olması için, başka bir zıımre onun
aksine aleni baskı zümresi olmalıdır.'
genişletir. Devlet, kendi kurumsal sınırlarını çok aşan bir işlevin adı
ya da hipostazı olurdu.
Herhalde, Gramsci'nin devlet/sivil toplum sınırları karşısında
ki muğlaklıkları, Gramsci’nin düşüncesinden değil, daha çok top
lumsal gerçekliğin kendisinden kaynaklanır. Eğer toplumun etik-
sivasal uğrağı olarak tanımlanan devlet bir topografya içinde bir
kerte oluşturmazsa, o zaman onu kamusal alanla özdeşleştirmek
olanaksızdır. Eğer özel örgütlenmeler alanı olarak tasavvur edi
len sivil toplum etik siyasal etkilerin uzamıysa, kamusal bir kerte
olarak devletle ilişkisi bulanıklaşır. Nihayet, “altyapı” düzeyi, eğer
örgütlenme ilkelerinin kendisine diğer “düzeyler”den kaynaklanan
hegemonik etkiler bulaşmışsa, basitçe bu türden bir düzey olamaz.
Bu yüzden, temeli topogm jilere değil, m antıklara dayanan toplum
salın anlaşılabilirliği utkuyla baş başa kalırız. Bu mantıklar, eninde
sonunda özdeş olan "parti" ve “ hegemonya" mantıklarıdır; zira ikisi
de, herhangi bir topografik konumlanmalar sistemine indirgene*
meyecek diyalektik olmayan ifadelendirmeleri gerektirir. Gramscici
kaygan terminoloji, mantık ile topografya arasındaki bu olanaksız
üst üste binmeyi yansıtır aynı zamanda gizlerken. Bu olanaksız ııst
üste binmenin son bir örneği, Gramsci’nin kurumsal aygıt karşı
sında ideolojiye verdiği şaşırtıcı öncelikte bulunabilir. Bu öncelik,
Gramsci’nin hegemonyaya ulaşmada kurumsal örgütlenmeye ver
diği önem karşısında uçup gitmez mi? Yalnızca görünürde. Hege
monik evrenselleştirici sonuçlar toplumda tikel bir kesimden çıksa
lar da. o ti keli iğin kendi çıkarları etrafında örgütlenmesine, zorunlu
olarak korporatif olan örgütlenmesine indirgenemezler. Tikel bir
toplumsal kesimin hegemonyası, başarısı bakımından, kendi amaç
larını topluluğun evrensel amaçlarının gerçekleşmesi olarak sun
masına bağlıysa, açıktır ki. bu özdeşleşme kurumsal bir egemenlik
sisteminin basit uzantısı değildir; aksine bu egemenliğin yayılması,
evrensellik ile tikelliğin eklemlenmesinin başarısını (yani hegemo
nik bir zaferi) gerektirir. Toplumun etik-siyasal bir uzam olarak ya
pılanmış olduğu ve bu uzamın olum sal eklemlenmeler gerektirdiği
KİMLİK VK HEGEMONYA 63
II. H egel
¿izek’in benim Hegel okumama yönelttiği bir itirazı ele alarak
başlayalım; zira bana gön.*, hegemonik ilişkiyi anlaşılır kılmaya aday
olan Hcgelci diyalektiğin sınırlılıklarını açıkça gösterir. 2izek şunu
öne sürüyor:
III. Lacan
kadar içinde hareket elliği varlıkbilimsel ufkun bir tür yeniden ya
pılandırılmasını üretir. Allhusscr’in hoşuna giden kimi örnekler
den söz edersek, l’latoncu felsefenin arkasında Yunan matematiği;
on yedinci yüzyıl rasyonalizmlerinin arkasında Galileormn doğayı
matematikleştirmesi vc Kaııtçılığın arkasında Newtoncu fizik var
dır diyebiliriz. Aynı şekilde hâlâ Freud yüzyılında yaşadığımızı da
söyleyebiliriz ve ben, çağdaş felsefede verim li ve yeni olan pek çok
şeyin, büyük bir ölçüde, Freudun-bilinçdışım keşfiyle uyuşma ça
bası olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebilirim. Ne var ki, bu dö
nüşüm, felsefi bir düşünceyle, ycııi bir bölgesel alanın kaynaşması
olarak değil, daha çok, sınırları içinde nesnellik alanının yeniden
değerlendirilmesini zorunlu kılan yeni bir aşkınsaI ufkun açılması
olarak -nesneler arasında düşünülebilir türden ilişkilerin varlıkbi-
liııısel düzeyde genişlemesi olarak- tasavvur edilmelidir. Örneğin,
bir nesnenin olanaksız vc aynı zamanda zorunlu olduğunu iddia
etmek neyi gerektirir? Böyle bir nesnenin, tüm temsil alanının ye
niden yapılandırılmasındaki etkileri nelerdir? Bu bakış açısıyla ba
kıldığında, Lacancı kuram, Freudcu buluşun çekirdeğinde bulunan
şeyin radikalleşmesi vc gelişimi sayılmalıdır. Ama bu açıdan dü
şünüldüğünde, psikanaliz yalnız değildir: Bir bütün olarak çağdaş
düşünceyi kucaklayan daha geniş bir dönüşümün merkez üssüdür.
Şimdi tartışmamızın bu yanına geçmek istiyorum.
* Kaydırmaca (cataducM)»]: Bir ¿özün ya ıl.ı bir deyimin, retorik amaçlarla -genellikle
dilde belli bir sözcükle tanımlanmamı* bir varlığı, bir durumu anlatmak üzere* kasıtlı
olarak yanlış kullanımı |c.n|.
K İM LİK V E HEGEMONYA 93
itiraz, eninde sonunda Kantçı arı Akıl ile pratik Akıl ayrım ının tü
revi olan betimleyici ile normatif arasında katı bir aynına dayanır.
Ama bu, kesinlikle aşınması gereken bir ayrımdır: Olgu ile değer
arasında böylesine kesin bir ayrılık yoktur. Değer-yönelimli pratik
bir etkinlik, söylemsel olarak “olgu" -ama ancak böyle bir etkinli
ğin içinden olgu olarak çıkabilen olgular- olarak inşa edeceği so
runlarla. kolaylıklarla, direnişlerle vc benzeri şeylerle karşılaşır. Bir
hegemonya kuramı, bu anlamda, dünyada olııp bitenlerin tarafsız
bir betimi değildir; ta başından itibaren, olabilirlik koşulu tam da
olgu olarak algılanan “olguları" düzenleyen normatif bir öğe olan
bir betimlemedir.
Bu söylendikten sonra, geriye, bu iki boyutun, tamamen ayrıla-
masalar bile, fiilen nasıl eklemlenmiş olabilecekleri sorunu kalıyor.
Marx'in her bir bireyin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişimi
nin koşulu olduğu toplum koyutunu ele alalım. Bu etik bir postüla
mıdır, yoksa betimleyici bir ifade mi? Her ikisi olduğu açıktır; zira
bir yanda. Tarihin nihai, zorunlu hareketinin betimlenmesidir, d i
ğer yanda özdeşleşmemiz istenen bir amaçtır, özgürlük kendi ken
dini belirleme olarak tasavvur edilirse, özgürlük ile zorunluluk ara
sındaki ayrım çöker. İki boyut arasındaki bağ o kadar yakındır ki.
eklemlenmeden söz etmemiz zordur. Bu nedenle, klasik Marksiz-
mi, her türlü etik bağlılıktan arınmış saf bir betimleyici bilim olarak
sunmak yanlıştır. A yrı bir etik muhakemesi yoktur; zira kabul ettiği
nesnel sürecin normatif bir boyutu zaten vardır. Ancak daha sonra,
tarihsel gelişimin zorunlu yasalarına inanç tartışma konusu olunca,
sosyalizme etik bir gerekçe gereksinimi yaşandı vc bu durum, Bern
stein ve Avusturya Marksizmindc olduğu gibi, Kantçı ikiciliklere bir
geri dönüşe yol açtı.
O halde hegemonyaya ne demeli? Hegemonik bir yaklaşım, eti
uğrağının topluluğun evrensellik uğrağı, herhangi bir tikclciliğin
ötesinde evrenselin kendi kendine konuştuğu uğrak olduğunu tam
olarak kabul ederdi. Bununla birlikte, işin öbür yüzü var: Toplum
tikelliklerden ibarettir ve bu anlamda her evrensellik, kendisiyle
K İM LİK V E HEGEMONYA 95
şasi nosyonu." Bu m il, etik bir ilkenin tüm ayırt edici niteliklerine
sahiptir: lam bir mit gibi işlev görmesi için, herhangi bir tikel be
lirlenimden yoksun bir nesne -içi boş bir gösteren- olması gerekir.
Ama içi boş olmak için de. olduğu haliyle boş oluşu göstermesi ge
rekir; çıplaklığı tam da giysi yokluğuyla gösterebilen bir vücut gibi
olmalıdır.'1' Diyelim ki, tikel amaçlar için yapılan bir gösteriye, ücret
artışı için yapılan bir greve, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için
yapılan bir fabrika işgaline katıldım. Tüm bu talepler, ulaşıldıktan
sonra harekete son verecek, tikel bedelleri amaçlayan talepler ola
rak görülebilir. Ama farklı bir şekilde de görülebilirler: Taleplerin
amaçladığı şey, fiilen somut olarak saptanmış bedelleri değildir:
Bunlar, kendilerini açıkça aşan bir şeye (kısmi bir biçimde) ulaş
manın olumsal vesilesidirlcr: Tam da olanaksızlığıyla tamamen etik
hale gelen olanaksız bir nesne olarak toplumun tamlığı. Etik boyut,
ardışık olaylar başından itibaren tikclliklerindeıı kopan bir şey ola
rak görüldükleri ölçüde, bir ardışık olaylar zincirinde varlığım siır
düren şeydir. Yalnızca bir eylemi, kendisini aşan olanaksız bir taın-
lığın cisimleşmesi olarak yaşarsam, yatırım elik bir yatırım olur; öte
yandan da yatırım ın maddiliği yatırım edimi tarafından tam olarak
soğurulmaksa varlıksal ile varhkbilimsel arasındaki, yatırım (etik)
ile yatırım yapılan şey (norm atif düzen) arasındaki mesafe hiçbir
zaman doldurulmazsa- hegemonyamız ve siyasetimiz (ama bana
göre etiğimiz de) olabilir."
Şim di vardığımız ana sonuçları toparlayalım.
1. Topluluğun etik tözü -topyekûnleşme ya da evrenselleşme uğ
rağı- eşzamanlı olarak olanaksız ve zorunlu olan bir nesneyi temsil
eder. Olanaksız nesne olarak, herhangi bir norm atif düzenle ölçüş-
türülemezdir; zorunlu nesne olarak, ancak etik toz norm atif dü
zenin bir biçimine yatırıldığı takdirde olanaklı olan temsil alanına
ulaşmak zorundadır.
2. Bu yatırım, yatırılan şey ile yatırım yapılan toplumsal normlar
arasında hiçbir iç bağlantı sergilemediği için, bizzat kararın keıı-
K İM LİK V E HEGEMONYA *»9
olacaksa, her şey, normatif düzenin tikelliği ile etik uğrağın evren
selliği arasındaki eklemlenme uğrağını her zaman açık ve nihaye
tinde kararlaştırılmamış tutma olanağı etrafında döner. Norm atif
düzenin etik uğrağı herhangi bir şekilde tam soğurması ya totaliter
birleşmeye ya da katışıksız tikelci kim liklerin çoğalmasıyla toplulu
ğun çökmesine yol açabilir. (Bu. totaliter rüyanın atomcu versiyo
nudur. Dinsel ya da etnik köktenciliklerin kültürel çeşitlilik hakkı
gereğince savunulması, ikisi arasındaki gizli bağı verir.) Tek demok
ratik toplum, sürekli kendi temellerinin olumsallığını gösteren -bi
zim terimlerimizle, etik uğrak ile norm atif düzen arasındaki aralığı
sürekli açık tutan- toplumdur.
Bana göre, bu yüzyılın sonunda karşı karşıya olduğumuz ana
siyasal soru şudur: Toplumlarımızda evrenselin alınyazısı nedir?
Küresel özgiirleşmcci düşlerin hızla solup gittiği bir dünyada ti-
kelciliklerin -ya da bunların bağıntılısı olan otoriter tekleşmele
rin çoğalması, tek seçenek midir? Ya da bugünün toplumlarının
dokusunu şekillendiren karmaşık farklar çokluğuyla bağdaşabildi
yeni özgürleşin) projelerini yeniden başlatma olasılığını düşünebilir
miyiz? Bu tartışmaya bir sonraki müdahalem bu sorulara odakla
nacaktır.
K İM LİK VF. HF.OKMONYA l»l
Notlar
I
I .Kİau nun hegemonya kavramıyla, evrensellik, tarihsel olumsal
lı! ve olanaksız bir Gerçek sınırı arasındaki ilişkinin örnek bir mat-
ı ısım veren bir kavramla başlayayım burada, özgüllüğü çoğu kez
yy/ ardı edilen (ya da muğlak bir prolo-Gramscici genelliğe indir
106 OLUM SALLIK. HECbM ONYA.F.VRRNSEl.UK • BUTLER. ?.l2EK. I.ACI.AU
Ne var ki. bana göre burada bir dı/.i soru ortaya çıkar. Bu çözüm,
olanaksız Tamlığa bir tür "düzenleyici Düşünce" olarak yaklaşma
yı. Kantçı sonsuz, yaklaşma mantığını gerektirmez mi? Bu, "Başa
rısı/. olacağımızı bilmemize karşın, arayışımızda ısrar etmeliyiz"
önerisindeki kiıük/mütcvckkil duruşu -ulaşmaya çabaladığı genel
Hedefin olanaksız olduğunu, nihai çabasının zorunlu olarak başa
rısızlıkla sonuçlanacağını bilen, ama yine de bu genel I layalet gerek
sinimini. tikel sorunları çözmeye girişme enerjisi için zorunlu bir
yeni olarak kabııl eden bir eyleyicinin duruşunu- gerektirmez mi?
Üstelik (ve bu ayııı sorunun başka bir yanıdır), bu seçenek -“ toplu
mun tamlığr’na ulaşma ve “çeşitli kısmi sorunları" çözme seçeneği-
geıeğindcn çok sınırlı değil mi? Kn azından burada, kesinlikle Risk
toplumu kuramcılarının anladığı anlamda olmasa da, bir Üçüncü
Yol yok mu? "Demokratik buluş’un ortaya çıkışında olduğu gibi,
toplumun bizzat temel yapısal ilkesini değiştirmeye ne dersiniz? Fe
odal monarşiden kapitalist demokrasiye geçiş, “ toplumun olanaksız
ı.ııulığfna ulaşamadığı halde, kesinlikle “çeşitli kısmi sorunları"
çözmekten fazlasını yaptı.
< > I.im bir karşı-muhakemc, radikal "demokratik buluş" kopuşun,
daha öııce iktidarın “ normal" işleyişi oniinde bir engel sayılan şeyin
10« Ol.UMSAl.l.lK. H M il M O N YA .I VKKNSHI.I İK . BUTI.I'R. £l?.KK. LACLAU
(iktidarın “boş ycr ’i. bu yer ile iktidarı fiilen kullanan arasındaki
aralık, iktidarın nihai belirleneıııezliği) artık iktidarın olumlu ko
şulu haline gelmesi olgusuna dayandığıdır: Daha önce bir tehdit
olarak yaşanan şey (çok sayıda özne-aracı arasıda iktidar yerini
doldurma mücadelesi), meşru iktidar kullanım ının koşulu haline
gelir. Bu yüzden “demokratik buluşlun olağanüstü niteliği, Hegelci
terimlerle ifade edersek, iktidarın olumsallığının, yer olarak iktidar
ile o yer tutucu arasındaki aralığın artık "kendinde” değil, “ ken
disi için” haline gelmesine, iktidara yansıdığı haliyle açıkça kabul
edilmesine dayanır.'’ Bunun anlamı pek iyi bilinen Derridacı te
rimlerle ifade edersek- iktidarı kullanmanın olanaksızlığı koşulu,
olabilirliğinin koşulu haline gelir: Nasıl ki, iletişimdeki aksama bizi
sürekli konuşmaya mecbur ederse (söylemek istediklerimizi doğ
rudan söyleycbilseydik, çok kısa sürede konuşmayı bırakıp sonsuza
kadar susardık), aynı şekilde iktidar kullanmanın nihai belirsizliği
ve sallantılılığı, demokratik bir iktidarla uğraştığımızın tek güven
cesidir.
Burada eklenmesi gereken ilk şey, bir ıliz i kopuşla uğraşıyor olma
mızdır: Bizzat modernliğin tarihi içinde, “ birinci modernlik " kopu
şu ("demokratik buluş": Fransız Devrim i, halk egemenliği, demok
rasi, insan hakları fikrine geçiş...) ile Beck, Giddens ve diğerlerinin
“ ikinci modernlik" dedikleri (toplumun tam düşıinümselleşmesi)
kopuşu ayırt etmek gerekir. Dahası, zaten "birinci modernlik” i, po
tansiyel "totaliter” sonucuyla "halk demokrasisi” (Genel İrade, Tek-
olarak-l iaik) ile devleti sivil toplumun "gece bekçisi” ne indirgeyen
liberal bireysel özgürlük nosyonu arasındaki asli gerilim nitelemez
mi?
Demek ki. demokratik toplumun kalabalık konfigürasyonlarıyla
uğraşıyoruz ve bu konfigürasyonlar, bir tür Hegelci “somut evren
sellik” oluştururlar yani, yalnızca Demokrasi türünün farklı alt
türleriyle değil, bizzat evrensel Demokrasi nosyonunu etkileyen
bir dizi kopuşla uğraşıyoruz: Bu alt-türler (erken Lockeçu liberal
demokrasi, “ totaliter" demokrasi ...) bizzat siyasal demokrasiye
SIN IF M ÜCADELESİ M İ. POSTMODEKNİZM M İ? 109
ilişkin evrensel nosyonun asli gerilim ini bir şekilde açıklar (“ vaze
der.'' bu gerilim tarafından yaratılırlar). Dahası, bu gerilim yalnızca
Demokrasi nosyonu bakımından içsel/asli değildir; Demokrasinin
kendi Ötekisiyle ilişkilenıne şekliyle, yalnızca kendi siyasal Öteki
siyle çeşitli kılıklarıyla Dcmokrasisizlik değil, öncelikle bizzat
siyasal demokrasi tanımının “siyasal değil“ diye dışlama eğilim in
de olduğu şeylerle de (klasik liberalizmde ekonomi ve özel yaşam
vb.) tanımlanır. Siyasal ile Sivasal-olmayan arasına açık bir ayrım
çizgisi çekme, bazı alanları (ekonomi, özel mahremiyet, sanat ...)
siyaset-dışı" olarak vazetme hareketinin dörtdörtlük bir siyasal ha
reket olduğu tezine tam olarak katılıyorum; ama tersine çevirmek
ten tie kendimi alamıyorum: Ya en saf halindeki dörtdörtlük siyasal
hareket, tanı da Siyasalı Siyasal-olmayandan ayırma, bazı alanları
Siyasaldan dışlama hareketiyse?
II
I aelaunun Marksist özculükten (devrimci misyonu toplumsal
varlığına yazılı olan vc dolayısıyla “ nesnel" bilimsel çözümlemeyle
ayırt edilen evrensel sınıf olarak proletarya) bir toplumsal eyleyici
ile “görevi” arasındaki olumsal, mecazlı, metaforhı-düzdeğişmeceli
bağın “ postmodern" kabulüne uzanan anlatısına daha yakından
bakmama izin verin. Bir kez bu olumsallık kabul edildi mi, bir ey
leyicinin toplumsal konumu ile siyasal mücadeledeki görevleri ara-
Miula doğrudan, “doğal" bir bağıntı, istisnaları -sözgelişi, 19(H) c i
varında Rusyada burjuvazinin zayıf siyasal öznelliğinden ötürü, işçi
sınıfı burjuva demokratik devrim ini kendisi tamamlamak zorunda
kaldı...- ölçmeye yarayan bir gelişme normu bulunmadığını kabul
etınek zorunlu olur.* Benim buradaki ilk gözlemim, proletaryanın
l*n kik Tarihsel özne olduğu, ekonomik sınıf mücadelesine ayrıca
lık lamyan (ve benzeri özelliklere sahip) “özcü” Marksizmden post
modern indirgenemez mücadeleler çoğulluğuna geçişe ilişkin bu
standart postmodern solcu anlatı fiili tarihsel bir süreci kuşku gö
110 OI.UMSAI.I IK. III C.FMONYA. EVREN SELLİK • BUTI .F.R.frZKK. LACLAU
III
Laclaunun olanaksız/zorunlu olarak evrensellik nosyonu gibi.
Butler'ın geliştirdiği evrensellik de, her evrenselliğe “sahte” diyen,
yani tikel bir içeriğe ayrıcalık tanırken, bir başkasını bastıran ya da
dışlayan standart tarihselci dedikoduculuktan çok daha İncelikli
dir. Butler, evrenselliğin kaçınılmaz olduğunun farkındadır ve sa
vunduğu görüş, her belirli tarihsel evrensellik figürünün, elbette
bir içermeler/dışlamalar kümesini gerektirdiği; ama evrenselliğin,
içermenin/dışlamanın sınırlarını, hegemonya uğrunda süregiden
ideolojik-siyasal mücadelenin bir parçası olarak yeniden müzake
re etmek üzere, içermeleri/dışlamaları sorgulama uzamını açtığı ve
sürdürdüğüdür. Örneğin ağır basan “evrensel insan hakları” nosyo
nu. bir dizi cinsel pratiğin ve yönelimin önünü keser -ya da onları
en azından ikincil bir konuma düşürür; insan hakları nosyonumu
zun bu “sapma” pratikleri de kapsayacak şekilde yeniden tanım
lanıp genişletilmesi gerektiğinde ısrar etme oyununu, bu standart
liberal oyunu kabul etmek fazla basit kaçar standart liberal hü
manizm. bu tür dışlamaların “ nötr" insan hakları evrenselliğindeki
ne ölçüde kurucusu olduklarını değerlendirmekte yetersiz, kalır; o
kadar ki, dışlananların “ insan haklarfna fiilen dahil edilmeleri, “ in
san haklarındaki “ insanlığın" ne anlama geldiğiyle ilgili fikrimizi
köklü bir biçimde yeniden oluşturur, hatta zayıflatırdı. Yine de, ev-
SIN IF M ÜCADELESİ M İ. I’O SI M ODERNlZM M İ? 117
iddia etmek anlamsızdır. Yine burada da can alıcı nokta, belli özgül
toplumsal koşullarda (meta mübadelesi ve küresel bir piyasa ekono
misi koşullarında) “soyutlamanın, fiili toplumsal yaşamın dolaysız
bir özelliği» somut bireylerin davranış tarzı ve kendi kaderleriyle ve
toplumsal çevreleriyle ilişki kurma yolu haline gelmesidir. Burada
Marx. Hegel’in şu içgörüsıinü paylaşır: Ancak bireyler varlıklarının
çekirdeğini tikel toplumsal durumlarıyla artık özdeşleştirmedikleri,
ancak bu durumdan ebediyen “ kopmuş" olarak yaşadıkları ölçü
de evrensellik “ kendi için” haline gelir: Evrenselliğin somut, etkin
varoluşu, genel yapıda uygun bir yeri bulunmayan bireydir -veri
li bir toplumsal yapıda Evrensellik, ancak o yapı içinde uygun bir
yerden yoksun olan bireylerde “ kendi için” evrensellik haline gelir.
Ihı yüzden soyut bir evrenselliğin görünüş tarzı, fiili varoluşa girişi,
önceki organik dengeyi alt üst etmeye yönelik son derece şiddetli
İmi hamledir.
IV
Bu yüzden, yine Laclau'nun kuramsal tasavvurunda, hegemon
ya mantığının “ zamansız” varoluşsal a priorisi ile “özcii" geleneksel
Marksist sın ıf siyasetinden hegemonya mücadelesinin olumsallığı
iddiasına tedrici geçiş arasında paradigınatik Rantçı karşılıklı ba
ğım lılık çok önem lidir -tıpkı Kantçı aşkınsal a priorinin, Kant’ııı
insanlığın aydınlanmış olgunluğa doğru tedrici ilerleyişiyle ilgili
aııtropolojik-siyasal evrim ci anlatısına bağımlı olması gibi. Bu ev
rime i anlatının rolü, kesinlikle, biçimsel evrensel çerçevenin (he
gemonya m antığının) yukarıda sözü edilen muğlaklığını çözmektir
örtük bir biçimde şu soruyu yanıtlamaktır: Bu çerçeve gerçekten
tarihsel olmayan bir evrensel midir, yoksa Batılı geç kapitalizmin
özgül ideolojik-siyasal kümelenmesinin biçimsel yapısı m ıdır? Ev
rim ci anlatı, evrensel çerçevenin nasıl “olduğu haliyle vazedildiği-
ni," ideolojik-siyasal yaşamın açıkça yapılandırıcı ilkesi haline gel
diğini anlatarak, bu iki seçeneğin arası bulur. Yine de soru varlığını
sürdürür: Bu evrim ci geçiş, yanılgıdan doğru içgörüye basit bir ge
çiş m idir? M arx’ın zamanında “sınıf özcülüğü"nün elverişli olacağı,
günümüzün ise olumsallık iddiasına gereksinim duyacağı biçimde,
her duruş kendi çağma ını uygundur? Yoksa ikisini proto-HcgcİCi
bir şekilde birleştirmeli miyiz; yani özcıı “ yanlıştan" "doğru” r.ıdl
kal olumsallık içgörüsüne geçiş tarihsel olarak mı koşullanmıştır
SIN IF MÜCADKI.E5I M İ. PO STM O D IRNİZM M l? 123
V
Toparlamak için, Mladen D oların Althusscrci sorunsalı, öz
nenin kurucusu olarak çağrılma sorunsalını eleştirel okumasına
Builer’ııı yönelttiği eleştiriyle uğraşayım ;" bu eleştiri, yapısöküm-
cıiliığüıı I .açanda kabul edileme/ bulduğu şeyin kusursuz bir özeti
dir. Dolara göre, öznenin ortaya çıkışı, bireyin kendisini ideolojik
çağrılmada tanımasının doğrudan etkisi olarak tasavvur edilemez:
Özne, travmalı bir nesnesel kalıntının, “özncleştirilemeyen,” simge
sel uzamla bütünleştirilemeyen bir aşırılığın bağıntısı olarak ortaya
çıkar. Buna bağlı olarak Dolar’ın temel tezi şudur: "Altluısser’e göre
A/ne, ideolojiyi işler kılandır; psikanalize göre, özne, ideolojinin
etkisi/ kaldığı yerde ortaya çıkar."** Kısaca, özne, çağrılmanın bir
»oııucu olarak ortaya çıkmaktan çok öte, çağırma bilinç eşiğinde
başarısız olduğu zaman ve başarısız olduğu ölçüde ortaya çıkar,
(.ağrılına sırasında özne kendisini asla tam olarak tanımaz: Ç a
ğırmaya (çağırm anın sunduğu simgesel kim liğe) direnişi, öznedir.
ISİkanaliz terim leriyle, histerinin ilişkili olduğu şey, çağırmanın bu
etkisi/ kalışıdır; bu nedenle, hu haliyle özne, bir bakıma histeriktir.
Vanı histeri, simgesel kimliği, büyük ötekinin bana verdiği kimliği
un ekli sorgulama duruşu değilse nedir? “ Benim ne (bir anne, bir
oiospu. bir öğretmen ...) olduğunu söylüyorsunuz, ama gerçekte ol
duğumu söylediğiniz şey m iyim ? Bende, beııi sizin söylediğiniz şey
yapan nedir?" Dolar, buradan ikili bir Althusser eleştirisine geçer:
Klrincisi, Althusser simgeleşmeye direnen bu nesnesel kalıntıyı/aşı
ıılığı hesaba katına/.; İkincisi. Althusser Devletin İdeolojik Aygıtla
tının (D İA ) “ maddi" statüsünde ısrar ederken, nihai Kurum olarak
»imgesel düzenin "ideal" statüsünü yanlış tanır.
İki yazıya verdiği karşılıkta Butler, Dolar ı Kartezyen idealizmle
»ıislar: M addiliği “ fiili” DİA’yla ve onların ritiiel pratikleriyle özdeş-
Irvliren Butler, direnen kalıntıyı ideal olarak, çağırma ritücllerinin
bu etkisine indirgenemeyen iç psişik gerçekliğin bir parçası olarak
İn hinler. (Burada Bııtler, D o lan ıl konumunu, kullanmadığı felsefi
İn imlere alelacele çevirm enin bedelini öder -örneğin oldukça şa
ım o i u m s a i.u k . h e g e m o n y a , e v r e k s e i i ik . n ü n e r , ?.i£e k . l a c l a u
ı.ık kalmayı tercih ediyorlar. Nc var ki, locanın ideal egoya (im
gesel özdeşleşme noktası ya da figürü) karşıt olarak ego idealiyle
(simgesel özdeşleşme noktası) kastettiği tam tersidir: Basketbol
oyuncusunun kendisine ne demeli? Ya ötekinin bakışları altında
olduğunu düşündüğü, o bakış tarafından görüldüğünü gördüğü,
parlak oyununun o bakışı büyülediğini hayal ettiği ölçüde parlak
bir oyun çıkarabil i yorsa? Bu üçüncü bakış -kendimi ideal egom k ı
lığımla sevilebilir gördüğüm nokta- ego idealidir, simgesel özdeş
İrsine noktamdır ve cdilginieşimlilik yapısıyla burada karşılaşırız:
Uğruna oyun oynamakta olduğum başka bir duygusuz bakışla öz
deşleştiğim ölçüde, yani yapmakta olduğumun büyüleyiciliğinden
kaynaklanan edilgin deneyimi ötekine aktardığım, hareketlerimi
«imgesel ağa kaydeden bu Ötekiye göründüğümü hayal ettiğim öl
çüde etkin olabilirim (basketbol sahasında parlayarak). Bu yüzden
edilginleşimlilik, basitçe ‘'etkileşimliliğin" asimetrik bir tersine çev
rilişi değildir (yukarıda tarif edildiği gibi, başka biri (biriyle özdeş
leşmemizi aracılığıyla etkin olma anlamında): Bakışın çiftlendiği,
sevimli görüldüğümü gördüğüm” "dönüşlü" bir yapı doğurur. (Bu
.itada, aynı anlamda teşhircilik -kendini Ötekinin bakışına açıııa-
lüntgenciliğin asimetrik bir tersi değil, iki alt türünü, gerçek teşhir
ı ılık ile röntgenciliği destekleyen ö/gün kümelenmedir: Röntgenci
likle bile, yalnızca ben vc dikizlediğim nesne söz konusu değildir;
ıı«, ııncü bir göz zateıı/her /aman orada vardır: Nesneyi gördüğümü
l oren göz. O nedenle, Hegelci terimlerle ifade edersek, teşhircilik
kendisinin alt türüdür -iki türü vardır, “ karşıt bclirlcn in fiylc biz-
/.ıi teşhircilik ve röntgencilik.)
Ilımımla birlikte, Dolar “ kalıntı"dan söz ederken, bu kalıntı ideal
hııyfık Öteki değil, kesinlikle küçük ötekidir, simgesel idealleştirme-
ye dııeneıı "gırtlaktaki k em iklin Ya da -İçsel ile Dışsal arasındaki
k.ırşiilıkla ilgili olarak- Doların sözünü ettiği kalıntı (olfjetpelit a)
k« sinlikle içsel/ideal değil, tam kalbimdeki, özneyi merkezsizleşti-
tfiı, dış-mahrem, tamamen olumsal, yabancı bir bedendir. Kısaca,
Holar'ın sözünü ettiği kalıntı, dışsallığa karşıt ideal-gayri maddi-
134 OLUM SALLIK. HEGEMONYA. BVRENSEI I.İK • BUTLER. 2l?.EK, I ACLAU
VI
Nihayet “Gerçeğin yanıtı" olarak özne nosyonu, Butler'ın
Lacan’d a Gerçek ile Simgesel arasıdaki ilişkiye yönelttiği standart
eleştiriye karşılık vermeme olanak verir: Simgeleşmeye direnen şey
olarak Gerçek belirlenim inin kendisi simgesel bir belirlenimdir;
yani, bir şeyi Simgeselden dışlama, onu yasaklayıcı Sınırın (Kutsal,
Dokunulmaz gibi) ötesinde olarak vazetme hareketinin kendisi,
SIN IF MCCADF.LESİ MI. POSTMODF.RNİZM M İ? 137
(lit ari) filminde, aynı şaşırtıcı radikal jeste rastlarız. /Itz Tuzağı'nda,
kahraman (Keanu Reevcs), ortağının kafasına silah dayayan terörist
şantajcıyla karşı karşıya gelince, şantajcıyı değil kendi ortağını baca
ğından vurıır -görünüşte anlamsız bu eylem, rehineyi serbest bıra
kıl* kaçmaya başlayan şantajcıyı dehşete düşürür... l'idye'de, medya
kodamanı (M el Gibson) oğlunu kaçırıp iki milyon dolar isteyen fid
yecilere yanıt vermek üzere televizyona çıktığında, oğlunu kaçıran
lar hakkında bilgi getirenlere iki milyon dolar vereceğini söyleyerek
herkesi şaşırtır ve oğlunu derhal serbest bırakmazlarsa, tüm ola
naklarını kullanarak sonuna kadar peşlerini bırakmayacağını ilan
eder. Bu radikal jest yalnızca fidyecileri afallatmaz hemen ardın
dan, göze aldığı tehlikenin farkında olan Gibson neredeyse kendini
kaybeder... Ve son olarak, en önemli örnek: Olağan Şüphelilerin
geçmişe dönüş sahnesinde, gizemli Keyser Soeze (Kcvin Stacy) eve
gelip karısını ve kızını, rakip çetenin üyeleri tarafından kafalarına
silah dayanmış halde bulduğunda, karısına ve kızına ateş edip onla*
ıı öldürerek radikal harekete başvurmuş olur -bu eylem, ona rakip
çetenin üyelerinin peşine diişiip ailelerini, ebeveynlerini, arkadaşla*
mu acımasızca öldürme olanağı verir...
lîu üç hareketin ortak yanı, bir tercihe zorlanma durumundaki
o/nenin, bir şekilde kendine vurma, kendisi için en değerli olanı
vıırınaya yönelik “çılgınca,” olanaksız tercihi yapmasıdır. Bu eylem,
kendi üzerine dönen iktidarsız saldırganlık vakası olmaktan çok
ıı/aktır; aksine, öznenin kendisini içinde bulduğu durumun koor
diııatlarını değiştirir: Özne, düşmanın kendisini denetim altında
lulınak için kullandığı değerli nesneden kurtularak, özgür eylem
mekânı kazanır. “ Kendine vurma"ya yönelen radikal hareket, bu
ş<kilde öznellik bakımından kurucu olmuyor mu? Lacaıı 1979’da,
kendi agatnıa'sı, kendi örgülü, kendi kolektif yaşamının mekânı
I <olcfreudicnnede Paris i kapattığında, benzer bir "kendini vurma"
eylemi gerçekleştirmedi mi? Evet, ancak böyle bir “ kendi kendini
ok cime” eyleminin yeni bir başlangıca alan açacağının farkınday
dı.
110 OLUMSALLIK. HEGEMONYA. liVRKNSELt İK • B U U ER.2I2EK. LACLAU
N otlar
1. I>aha kesin bır biçimde, ilk kit.ibi Subjects o f Desire'da (Columbia University
Press. New York. I*JX7) /alcı» bulunan. psikanalizde etkili olan clü>Oııüm%cl11!.
nosyonu (ar/uyu düzenlemenin düzenleme ar/usuna (Idnıncsi vb.) Alın.uı
Ideali/minde, o/elliktc de llcgel'de etkili olan düşiknüın^ellik nosyonuyla
ilişki lendimıc dfıştlrıcesı
2. İlk toıee. bugunim yapısftkiiıııctilûğûnUn çabasının tartışılmaz arka planı olarak
kabul ettiği tercih di/ileri sorgulanmalı (yapısrtkOmÛ yapılm alıdır): Farkın
aynılığa, tarihsel değişimin düzene, açıklıcın kapanmaya, canlı dinamikliğin
katı şemalara, /amansa! bitım lılığın ebediliğe ... tercih edilmesi. Bana g*We bu
teıeıhler. hiçbir >ckiltlc kamUı gerek gomıeyecek ölçüde apaçık değildirler.
J. Itkz. Slav oj /ıK*k. 77^ Ticklish Subject The Absent Centre *>fPolitical Ontoloji,
Londra ve New York: Verso 1999. özellikle bölflm 4 ve 5 |CtulıkUuuuı Özne:
Politik (httolojinin Yok Merkezi, çev. Şamil Can. lîpos 2005).
4 Bu hegemonya nosyonunun altında yatan sorunsalH e e le r dı/isi idinde olanaksız
Sıfırın yerini tutan Bir vb.) ilk kc/ formüle edenin. Jacques* A lain M iller
olduğunu behnmek gerekir 24 Şubat 1965*de Jacques Lacan'ın seminerinde
sunulan ve ilk ke/ Cahiers pour l'analyse I (1966) *7-49 yayınlanan “Suture"
haslıklı makalede
5 In iesto U icla u /T h c Politics of Rhetoric .“ “Culture and Materahty“ konferansına
sunulan tebliğ. California Üniversitesi, Davis, 2V25 Nisan I99X.
6. Bu değişme, modem toplumun düşünûmlû toplum olarak oltaya çıkıdını
niteleyen değinmeler dizisine benzer. Artık doğnıdan yaşam tar/ımı/ın “ içine
dogmayı/;“ bir “ mesleğimiz“ vardır, belli “ toplumsal rollerdi oynarı/ (bti«ln bu
terimler. iiKİirgeneıiKv bir olumsallığı, soyut insan özne ile onun tikel yaşam
tar/ı arasındaki aralığı anlatır); sanatta, belli sanatsal kuralları artık “ doğal“ diye
tanımlamayı/, seçmekte ö/gûr olduğumu/ vc tarihsel olarak ko>ullanını> bir
“ sanat üslupları“ çokluğunun farkına varırı/.
7 Francis Fukuyama'iun yarı unutulmuş tezini. ktta'sel liberal demokratik gelip
çatışıyla beliren Tarihin Sonuyla ilgili tc/ını alalım. Aleni seçim şöyle gibi
gorıknüyor: Ya Tarihin Sonuna, toplumsal hayatın rasyonel biçiminin ııtlıasci
bulunduğuna ilişkin stf/Cıın ona lie g e k i te/ kabul e«lilir, ya da nuıcodelclcıın
ve tarihsel olumsallığın devam etiği. Tarihin Sonundan çok u/ak olduğumu/
vurgulanır... Batıa göre. bu ıkı seçenekten hiçbiri gerçekten llegekri değil
Elbette, ulaşılmış u/laşıııa. ilke olarak kazanılmış savaş anlamında Tarihin Sonu
nosyonu reddedilmelidir; bununla birlikle, bugünün küresel laıpıtali.ıt liberal
demokratik düzeniyle. bu "küresel düşûnümsellik“ rejim iyle, şu ana kadarkı
tüm tarihle bir kopuşa ulaştık: tarih hır bakıma sonuna ulaştı; bir bakıma fiilen
SIN IF MÜCADKI.KSİ Mİ. I’OSTMODERNİZM Mİ? 147
dili/m inc yönelttiği saldın>a (Bkz Richard Rorty. Achieving Our Country,
Harvard University Press. Cambridgc-MA. 1998) yaklaşmıyor muyum?
Aramı/da fark var. ö y le görünüyor ki. Rorty, So !’un “ olanaksı/ı yapına**
(aranda, yani toplumsal yaşamın temci koordinatlarını dönüştürmeyi amaçlama
tarzında değil. siyasal sürecc A BD 'd e olduğu holiyk . I950*lerin vc I960*larm
ilerici Demokrat gündemini diriltme (seçimlere katılma. Kongre'ye baskı
yapm a...) tarzında katılmasını savunuyor Hu haliyle Rorty'm a (felsefi değil,
siyasal) Mpnıgmatizm*'i. si>asal sürece katılımı kabul edileme/ bir ödün sayan
“ radikal" Kültürel (, alışmalar duruşunun tamamlayıcı terskfir, Bunlar, aynı
açma/ın iki yanıdır
16. Brown. Skitex u f Injury. s. 14.
17. s. 60. Daha genci bir biçimde, siyasal “ç ın lık " ya da ‘ aşırı“ radikalı/m,
her zaman bir idcolojik-siyasal kayma görüngüsü olanık. kendi karşıtının,
bir sınırlamanın, "sonuna kadar gitme yi fiilen reddetmenin işareti olaraV
okunmalıdır. Jakobcnlerın radikal “lcri>r“ c başvurmaları, ekonomik dil/cnin
temellerini (O/el mülkiyet vb.) boşamamalarına tanıklık eden hır tür histerik
dışavurum dcfcil m iydi? Siyascten l>ogruluguıı sö/dc “ aşılık larr için de aynı
şey geçerli değil m i? Irkçılığın ve cins alım cılığ ın ın fiili ne<knlenni (ekonomik
vb ) altüst etmekten geri durmayı açığa vurmuyorlar nu?
IH. Sınıfın askıya alınmasının bir örneği de. Badiou'ııun fark ctti£ı gerçektir [Hh
A laiıı Ikıdıou. i (tbrege <iit mctapoliii*/iie9 Îd ılıo ns du Seuil. Paris. 1998. s. 136-
137) Bugünün eleştirel ve siyasal söyleminde, “ işçi" terimi sö/ dağarcığındın
çıkmıştır. ‘ göçmcnlcr*1c (göçmen işçiler* Fransa’da Cezayirliler. Almanya'da
Türkler. A B D ’de MeksikalIlar) ikame edilmiş vc/veya karartılmıştır Bu şekilde,
işçilerin sömürülmesine ilişkin stnfsa! sorunsal. ırkçılık, hoşgörüsü/lük m
benzerlerine ilişkin çokkültürcü sorunsala dönüştürülür ve çokkültuufl
liberallerin, göm enlerin etnik vb haklarına aşırı yatırımları, enerjisini
“ baslınlan’* sınıfsal boyuttan alır.
19. Jacob Torfing, New Theories o f Discourse. Blackwell. Ax ford. 1999, s. 36.
20. ag}\.. %. 38.
21. agy.. s. 304.
22. Brown. States o f Injury* s. 14.
23. Başka bir deyişle, "somut evrensellik“ her tanımın, eninde sonunda ilöngûu l,
tanımı veren öğeler arasında tanımlanacak leriıtıî kapsamak'tekrarlan^ »l
/«»ramlı olduğu anlamına gelir. Bu anlamda. tüm bü>ük ilerici maddeci
tanımlar döngüseldır; Lacan’ın gösteren 'U uım fıulan (“ bir gösteren, d l|ff J
tüm gösterenler /inciri bakımından ö/neyı temsil eden şeydir") devrimci ııı •t »
tanımına (“ insan, yeni bir insan üretmek ıçiıı c/ılmesı. tepilmesi. ti/cnı
acımasızca çalışılması gereken şeydir’’) kadar. Her ikisinde de “ sıradan” öflckn
(tarihin “ malzemesi“ olarak “ sıradan” insanlar, “ sıradan” gösterenler) ile ıstınu»
“ içi boş“ öğe (‘ tekli” Baş (»Gstcrcn. başlangıçta devrimci altüst oluşla olumlu hlı
içerik tanıfındaıı doldurulacak boş bir >er olan sosyalist “ Yeni İnsan” ) arasım) *kt
SIN IF M OCA DF.I.ESİ Ml. POSTMODERN İZM Ml? 119
gerilimle kar>ı kaı>ıyayı/. Sahici bir devrimde. bu Yem İnsanın rtnsel bir olumlu
belirlenimi yoktııı yani bir devrim, bugünün kofullarında ~yabaneılaşmı$‘*olan
vc devrimci Süreçle gerçeklenecek İnsanın ö/ûnc ilişkin olumlu bir ıuwy«Mila
meşrulaştırılma/: Ilır devrimin lek meşruiyeti olumsuzdur. Geçmişten kopma
iradesidir. Bu yüzden her ikisinde de dzifrc, bu iki dil/ey arasımla “ kaybolupgiden
aracı'dır; yani bir «ılt-tıimn kapsandığı. tıirvın bir öğesi sayıldığı bu bükülmüş/
kıvrılm ış totolojık yapı, lam d.ı öznelliğin yapısıdır. (“ İnsan” Emeğinde, devrimci
uzne Parti “ normal" yozlaşmış insanlar ile doğmaktı olan Yeni İnsan arasında
' kaybolup giden aracındır: “ Sıradan" insan dizisi için Yem İnsanı temsil eder.)
Bu haliyle somut evrensellik, simgesel reüuplicalto, •‘gerçek“ bir tt/dlik ile
onun simgesel ka/ınışı arasındaki minimal aralık nosyonuyla ilişkilidir. Zencin
bir adam ile yoksul bir adam arasındaki ilişkiyi ele alalım: Ret/ufilkalio ile
ilgilendiğimi/ anda, insan türünün ıkı alt türe, /enginlere ve yoksullara, parası
ulanlar ve olmayanlara ayrılabileceğim söylemek yetmez -“ parasız /engin
insanlar“ ve ‘paralı yoksullar' vardır demek, yani simgesel statüleri bakımından
“ /engin“ olarak tanımlanan, ama iflas edip servetlerini yitirmiş insanlar ve
simgesel statüleri bakımından ••yoksul” olarak tanımlanabilen, ama beklenmedik
bir biçimde köşeyi dfomûş insanlar vardır demek oldukça anlamlıdır, "/engin
insanlar” türü. pura7/ ve paravtt /enginlere ayrılabilir; yani “ /engin insanlar“
nosyonu, bir şekilde kendisini kendi türü olarak kapsar. Aynı şekilde, ataerkil
simgesel evrende “ kadınını basitle insanoğhuıuıı iki alt-tilründcıı hırı değil,
"penissiz insan" olduğu doğru değil m i? Daha kesin bir biçimde, bur.ıda fallu*
ile penis arasındaki ayrını da burada uygulanmalıdır, çıınkiı gösteren olarak
lallus. kesinlikle penisin simgesel n-diiplhatio'sudur. dolayısıyla bir şekilde (ve
Lacan*ın simgesel iğdişlik nosyonu budur). penisin varlığının kemlisi faitusun
wklıt$unn g/isterir -erkek ona t penis) sahiptir vc o (lallu s) değildir, oysa ona
:peııis) olmayan kadın, odur (tallus) Bu yik/den ığdişlıgııı erkek versiyonunda
û/ne, ilk etik' asla sahip ol/m n/ı$ı şeyi ka\ betk'r. oınlan tuahnmu/ur ( La can 'a güre.
insana sahip olmadığını tvrmek anlamına gelen a^kla kusursuz karşıtlık içimle).
Bu. I reud'uıı Petusneid nosyonunu kurtarmanın yolunu yollarından birini da
hı/c g(>stcrcbılır Ya bu talihsiz “ penis kıskançlığı” bir erkek kategorisi olarak
tasavvur edilse, bir erkeğin fiilen vıhıp olduğu penisin hiçbir /amaıı o. failus
olmadığı, bu konuda lıer zaman eksik kaldığı gerçeğini gösterse (ve bu aralık,
her zaman •'penisi gerçekten fallus” olan, gerçekten tam iktidarı cısimlcştircn en
az bir ha$ka erkeğin bulunduğuna ilişkin tipik erkek nosyıttiııııda kendini ifade
edebilir)?
Burada Olyn Daly'nitt "Ideology and its Paradoxes” başlıklı makalesinden
>aradandım ( The Jnurtuıl ol Political Idcologies'lc çakacak)
Bu mantığı. 77#«-Plague of Fantasies' in birinci bölümünde ayrıntısıyla açıklılım
<Verso. Londra ve New York, 1997).
Buı.ıda Peter Pfaller'dcn yararlandım; “ Der Lrnst der Arbeit ıst vom Spıel
gelemi.“ Work andCultunr, Ritler Vertag, Klageııfıııt. I99S içinde, s. 29-36.
150 OLUM SALLIK. HEGEMONYA» EVREN SELLİK • BUTLEK.2l2EK. LACLAÜ
2X. Christa Wolf. The Quest for Christa Farrnr. Straus & (iıru ııv. New York,
1970. s. 55.
2M. Tam simetrik bir biçimde. Sovyet cilcbiy.it eleştirmenleri. John Ic Carrt'nın
büyük casus romanlarının Soğuk Savaş mücadelesini töm moral muğlaklığıyla,
kuşku ve belirsizliklerle dolu. çoğu kez yapmaya zorlandığı manipülasyonl.ıı
karcısında dehşete kapılan Sm ılev gibi Batılı ajanları betimlemekle- inli
komünist batı demokrasisini, hırı Flem ing’m James Bond d im i tarzında katu
anti-komünıst casus filmlerinden çok daha g irift biçimde meşrulaştıran edebi
araçlar olduğuna ibaret ettiklerinde haklıydılar.
SO. Gentler Trouble'tn Biitler’ın **cn büyük hit’ i. Htyemonya ve Sosyalist
Strateji*niıı <Chantal M oulle ile birlikte ya/ilan) Laclau'nin ‘en büyük h ifi
olmasının nedeni de bııdur: Her iki kitap, kuramsal sahneye zamanında ve zekice
müdahaleler olmanın dışında, özgül bir siyasal pratikle özdeşleştirildi, o pratiğin
meşruiyet ve/veya esin kaynacı işlevi görd(ı derkler Trouble, queer siyasetim,
egemen kodları edimsel kaydırma pratiğine (kar>ı cins gihi giyinme vb.) verdiği
kim likçilik karşıtı yönle; Hegemonya. Standart Solcu ekonomik mücadelenin
egemenliğine karşıt olarak tikel ilerici mücadeleler dizisini (feminist, ırkçılık
karşıtı, ekolojik ...) "zincirleştirme“V»iylc. (Judith Butler. Gender Trouble.
Feminism and the Subversion o f Identity. Koutledge. New York. 1990; Ernesto
l.aclau vcChantal MoutTe. Hegemony and Socialist Strategy Towards u Rtkhcal
Denkfcratic Politics. Verso, Londra ve New York. 1985 [Hegemonya veSosyahxi
Strateji, çev. M IX>ğaıı Şalıincr. Ahmet Kardam, Birikim Yay., Ivlanhul. I*)4)?,
ikinci baskı: çev. Ahmet Kardam. İletişim Yay.. İstanbul. 200S | )
31 Aynı şekilde. Toplumun tatlılığının olanaksız fiilileşmesi ile kısmi soruAİanıt
pragmatık tarzda çözülmesi arasındaki karşıtlık, tarihsel olmayan bir önSel
olmaktan çok- kesin tarihsel bir uğrağın. “ büyük tarıhscl-idcolojik anlatıların
arızalanması" uğrağının ifadesi değil m ı?
32. Birantagonızma Gerçeğini simgesel bir karşıtlıktan (bir antagonizma (krçcğinı,
onun simgesel bir karşıtlığa çevirisinden) ayıran bu aralık, bu türden bor
çeviriyle ilgili olarak ortaya çıkan bir fazlalıkta açıkça görünür hale gelir
ftrneğin. sınıf uzlaşmazlığını, pozitif, var olan toplumsal gruplar olarak sim lin
karşıtlığına (işçi sınıfına karşı burjuvazi) çevirdiğimiz anda, vapis.il nedenlerle,
bu karşıtlığa •‘uymayan” üçüncü hır öğe. bir fazlalık (lümpenpnthrtarya vb.) her
z.ıman vardır Elbette, gerçek olarak cinsel farkta ılı dunım a>nıdır: Yani. ıkı
karşıt simgesel kim lik olarak “ e r ir ve “ dişil” in üzerinde bir “ sapık" aşırılıklar
fazlalığı her zaman vardır. Hatta, bir antagonizma (¡çiçeğinin simgcscl/yapı vıl
eklemlenmesinin her zaman bir üçleme olduğu bile söylenebilir; örneğin bu#ün
sınıf uzlaşmazlığı. toplumsal fark yapısı içinde, “ üst sın ıf’ (idari, siyasal \e
entelektüel elit), “orta s ın ır ve bütünleşmeyen “aşağı sınıf* (göçmen İKİfet,
evsizler ...) üçlülü gibi görünür.
33. En azından. “ Kantçılık“ taıı. Kantçılığm standart kavramşını anlıyorsak; buglitı
keşfedilmesi gereken boşka bir Kant. Lacan'ın Kant'ı vardır Bkz. Alcnkı
SIN IF M ÜCADELESİ M İ. I’O SI MODERN İZM M İ? ISI
/.upancic, E th ics o f the R e a l K ant. La can , Vcrso, Londra vc New York. 1999.
U Claude L<S ¡-Strauss. “ IX» Dual Organizations l\ ıs l? ," Structural Anthropology
(Ik u c Books, New York. 1963) içinde, s. 131-163;çizim ler s. 133-134’tc.
<> llkz RaMko Mocnik. “ Das 'Subjckt. dem unterstellt wird /u glauben’ und die
Nalımı uls cine Null-lnstitution." Denk-Prozcssc nach Althusser içııvdc. det*. II.
Ikvkc. Argument Verlavt. Hamburg. 1994.
W», liıı yanış algılamaya iki cvnmsı nosyon karşılık gdır: hım "yapay" toplumsal
bağların doğal temellerinden tedricen geliştiklerine ilişkin nosyon, doğrudan
etnik ya da k.uı bağı ilişkisi; toplumsal /uHünmc vc sömürünün tüm “ yapay"
İlim le rin in eninde sonumla doğal temellen: dayandığına vc tedricen oradan
selisliğine ilişkin nosyon, cinsiyetler arasındaki lark
» Hkz. Judith Butler, The Psychic Life o f Power' Iheories in Subjection, Stanford
University Press, Stanford-CA, 1997. s. 120*129 \ikiutarm Pst^tk Yaşamı:
Tabiyet Czerine Teoriler. yev. I atma Tütüncü. Ayrıntı Yay.. Istanbul. 2005].
Mladen Dolar*in "Beyond Interpellation**!. Qui Parle 6, no. 2 t Bahar Yaz
1993), 73-96'da yayınlandı. D obr'ınkinc ben/er üıcancı bir Althusser okuması
için Hkz Slavoj /iAck. The Sublime Object o f Ideology. Vcrso. Lomftra ve New
York. 19X9. bl. 2 ve 5 [İdeolojinin Yüce Nesimi, çev. Tuncay Birkan. Metis Yay.
İstanbul. 2002).
IX Dolar. “ Hcyoıul Interpellation.” s. 76.
39 Bullcr. Psychk Life o f Power. s. 127.
40. IX»lar*ııı U ean cıöxneileK arte/ycn(t^ /friw tnd akiilişkiyle ilgili lofimllavyonu
için Hkz. Mladen Dolar. "Cogıto as the Subject of the Unconscious* Cogito iwtl
the Unconscious içinde, der. Slavoj Zitek, Duke University Press. IXnham-NC.
1998.
•I I l.acanei “ büyük Öteki." yalnızca toplumsal etkileşimi düzenleyen açık simgesel
kuralları değil, yaz ılı olm ayan "rtclftk" karmadık kuralları da u-ûMenı Roger
Lbert’ııı The L ittle Book o f H ollyw o od C lic h e s'inden ( Virgin. Londra, I *>95) söz
etmek yeter. Bu kitap, dnlû “ meyve tablası” kuralından (etnik ya ila yakıncı bir
yerleşimde gerçekleşen bir kovalama sahnesinde, birmeyve tablası devrilir, öfkeli
seyyar satıcı caddenin ortasına kadar koçup. u/aklaşan kahramanın arabasının
arkacından yumruğunu sallar) daha incelikli -Teşekkür, aınn Teşekkür değil**
kuralına (ik i kişi dostça sohbet etmiştir; A odadan ayrılırken. B şunları söyler
(duraksamalı): "B o b (ya da A’nın adı neyse)?** A duraklar, döner vc MHvct7*
der. Sonra B “ teşekkürler** iler) ya da “ Kesekağıdı" kuralına (bir daha aşık
olmak istemeyen yaralı, kinik bir kadın, onun yalnızlık duvarını yıkmak isteyen
bir talip tarafından ı/lenir; kadın manava alışverişe gider, kesekağıtları aniden
yırtılır, sebze ve meyveler ya kadının içinde bulunduğu katışıklığı simgelemek
için vc/veya talip hem patatesleri ve elmalan hem kadının hayatının paftalarını
da toparlayabilsin diye- her yerv saçılır) kad.ır yüzlerce basmakalıbı ve zorunlu
sahneyi içerir. Yaşamlarımızın simgesel tözü olarak “ büyük Öteki** bodur:
Gerçekte eylemlerimizi düzenleyen yazılı olmayan kurallar kümesi. Bununla
152 OI.UMSA1.IJK. HEGEM ONYA. EVREN SELLİK . BU Tl F.R. ¿l2 EK . LACLAU
birlikle, simgesel Yasanın hayalcisi bütünleyicisi daha radikal hır şeyi amaçlar:
İ tkin kalmak için “ bastırılması” gereken müstehcen bir anlatı çekirdeğini.
42. Bu konuda M r. /ızck, The P la g ıtc o f Fan tasies, bölüm 3.
43. I solde Çitarim. İX r Althusser-Ejfckı kolokyumunda sunduğu "Dressur um!
Vcmcinung" b allıklı tebliğinde btı noktayı oldukça açık bir biçimde ortay*
koydu: Viyana, 17-20 Mart 1994
44. Butler. The P sy ch k L ife o f Po\\er. s. 124 ¡Kr> Judith Butler. İktidarın Psişik
Yaşamı: Tabiyct Üzerine Teoriler, çev. Fatma Tütüncü. Ayrıntı Yay.. İstanbul.
2005. #. 119 jç.n.J.).
45. Dahası, başka bir yerde göstermiş olduğum gibi (Slavoj ¿i2ek, T a rn in g w ilh
tİK N egath'e. Duke Univcrsity Press. Durtam-NC. 1993. bl. 4). -•’ideolojik
bir Davaya- inanç, her /aman aynı /amanda düştinümsel bir inançtır, minimal
"ö/nelcr-arasıltk" anlamında ikinci derecede bir inançtır. Hiçbir /aman dolaysız
bir inanç değildir, inanca inançtın “ Hâlâ komüni/mc m anıyorunr dediğimde,
sonuçta kastettiğim şudur: "Tek başıma olmadığıma, komünist düşüncenin hâlâ
canlı olduğuna, ona inanan insanlar lıâlû bulunduğuna inanıyorum ” Bu yüzden
inanç nosyonu, aslı olarak, "inanması beklenen bir özne.” inancına inandığım
başka bir özne nosyonunu gerektirir.
46 Butler. The Psvch ic L ife o f /tarar,. s. 120.
47. agy.. s. 122.
48. Bu ö/ne nosyonuyla ilg ili olarak hkz. ¿ü e k . Tarrying \%ith ih e Seg o tive. bölüm
I. Bu arada. D olar'uı Altluısser'c yönel İttiği (benim de yönelttiğim) LacaiKi
eleştiriye luırşı en tutarlı vc ustaca savunmayı Robert Plaller geliştirdi; ona
göre çağrılmada deneyimkrnen uzaklık, ideolojik yanlış tamına biçimidir
Çağırmanın hu görünüşteki başarısızlığı. kendilikle bağlantılı olarak ıcddedilışı
-benim, öznenin, varlığım ın en derin çekirdeğini "yalnızca kendisi” olmayan
bir şey olarak deneyimlcmcuı <ritÖdlerin vc aygıtların maddiliği), başarısının,
"özne etkisinin” gerçeklen meydana gelmesi olgusunun nihai kanıtıdır
Varlığım ın cn derin çekirdeğinin karşılığı ulaıı l.acancı terim o b jet /telif o
olduğu ölçüde, bu objet p e tit a xht\ gizli hâzinenin, aguh ruı'nın id eo lo jin in yü o
nesnesi ‘İçim de benden daha fazla bir şey.” dışsal simgesel belirlenimlerinden
lıcrhangı birine, yani benim başkalarına görv ne olduğuma ındirgenemcyecck
bir şey bulunduğu duygusu olduğunu iddia ctınck uygundur. Kişiliğim in akıl
sır ermez vc ifade edilemez "dcviııligi"nc ilişkin bu duygu, bankaları için ifade
ettiğim şeye bu "ıç uzaklık,” simgesel aygıta im gesel uzaklığın öm cklcykı
biçim i inidir*? İdeolojik cffct-sujcTı\\i\ can alıcı boyutu hudıır: Simgesel talimatla
doğrudan ö/dcşicşmcmdc değil (böyle bir doğrudan özdeşleşme. potansiyel
olarak psiko/iudur: beni "can lı bir kiş»” yc değil, “ basit mekanik bir ku kla'yı
dönüştürür). Benliğim in çekirdeğini çağrılına sürecinden öncc var olan bir şey
olarak, çağrılmadan önceki öznellik olarak deneyim İçmemde kendisini gösterir
Dörtdörtlük ideoloji karşıtı jest, bu nedenle, "öznel mahrumiyet** eylemidir;
bu eylemle içimdeki hâzineden vazgeçip* simgesel aygıtların dışsallığına
SIN IF M ÜCADELESİ M İ. POSTMODERNİZM M İ? 153
bağımlılığımı tam olarak kabııl cdcrıın yanı, dışsal çaCırma sürecinden önce
zaten var olan bir ö/nc deneyimimin. InK iM Iylc. bizatihi çağrılma sürecinin yol
açlığı geriye dönük bir yanlış tanıma olduğunu varsayarım. Hkz. Roberl Pfallcr,
~Negation and Its Rcluıbilitie*,", Coftfto and the Uncon\ci<nts\ der. z'.iAck
<)kıınııı laik etmiş olabileceği gıtn. benim bu denemedeki rnaııipiilalif stratejini»
ortaklarımı birbirine düşürmektir dostlar, bu şekilde maıııpüle edilmek için
değilse, ne ivin varlar*’ l.aclaıı'ya karşı deg cl'i savunmamda (s'aktınnadan)
liutler'n yaslanıyorum (B u tle r'ııı llcg ck i Mutlak Bilg iyi, Hcgcl karşıtlarının bu
nihai W/t* noıtv' ını bile savuııdnğtıııu unutmayalım: hkz. Bııtlcr. "Commcntary
im Joscplı Flay’s *Hegel. Dcrrida. aı>d Bataille's Laııghter," llegel and Hîs
Critici idinde, der. \Villiam Dcsmotıd. S U N Y Press. Albany-NY, 1989, s. 174-
178); Butler'ın eleştirisine karşı Lacuncı Gerçeği savunmak ivin de l.adau’nun
antagonizma nosyonuma yaslanıyorum.
I acaııeı co^nosccnti için, onun ‘•cinslendirme form üllerine işaret ettiğim
açıktır: Dışsal olarak Cterçek. im gesel evrenselliği lemellcndiıeıı istisnadır;
oysa katı Laca i k i anlamda Gerçek yaıu SimgescTe içsel olarak Simgeseli
ettediyen *tüm olmayan'* hale getiren uçucu. İnç tözsd olmayan bakansızlık
noktasıdır. Bu "cinslendirme form ülleri" için hkz. J.ıcqucs Lacan. Lc Scminaire.
liırv XX: Encorc. İd il ions dıı Seuil. Paris. 1975. bl V I. V II.
Bununla birlikte, film, çocuklarının öğretmeninin bir gev olması karşısında
dehşete duşen küçük kasaba topluluğunu, kolayca öğretmenle dayanışma
içimle hoşgörülü bir topluluğa çevirerek toplumsal ktçe dönüşür kasabalılar.
U jiKİereci ıncta lor ik evrenselleştirmenin alaycı bir taklidiyle lıcp birlikte ilan
ederler: “ Biz gcyız!"
Statüko kinikleri, •"devrimcileri" “ her şcyiıı olanaklı olduğuna." “ İter şeyin
değiştirilebileceğine" inanmakla suçladıklarında, aslında şunu kastediyorlar:
Aslımla h içb ir şey ahmaktı değil, aslında hiçbir şeyi değiştirenleyiz, çünkü esas
olarak olduğu haliyle dünyaya mahkûmuz.
Birçok kişi, eşcinsel ilişkiye girdi mi, dünyadaki ego olarak kim liği, sahip
olduğu tüm imgesel merkezler dağılacakmış gibi hisseder lişcinsel ilişkilere
girmektense ölmeyi yeğler. Bu insanlar için eşcinsellik, ö/nenin psıkotık
çözülme ihtimalim temsil eder. (Jodith Butler'ın Peter Osbom c'la stfylcyişisi.
I Critical Sense içinde, ser. Peter Osbomc, Routledge, Londra. 1966. \ 120
|/7e>/m / Ikikış, çcv. lilçin Gen. Dost Yay.. Ankara. 2000])
Hkz A laiıı Badiou. t. 'etnr ct I \ :u :ncmcnt%Ldıtions du Seuil, Paris, 19X8. s. 25.
Bu. Sahte Bellek Sendroımına benzemiyor m u? Burada sorıın olan yalnızca,
terapistin yol gösterici yardımıyla ortaya çıkarılan "anıların" çoğu kez uydurma
ve hayalı olduklarının açığu çıkması değildir -mesele, olgusal olarak do\}rıt
olsalar İnle (yanı. çocuğa bir ebeveyn ya da hır yakın akraba fiilen sarkıntılık
elm işolsa bile), "salıte" olma/atıdır, çünkü ö/ncnın. dışsal yaralayıcı koşulların
edilgin bir kurhanı olarak tarafsız konum üstlenmesine ı/in verirler, başına
gelenlere kendi libkUnal vatınmt meselesinin izlerini silerler.
Çekişen Evrensellikler
lu d ili) Butler
Hegemonyanın izi
Verili bir evrensellik versiyonundan belli içeriklerin dışlanması
nın. evrenselliğin içi boş vc biçimsel tarzda üretilmesinden nasıl so-
rumlu olduğuyla ilgili olarak, ikimizin farklı yollarla açıkladığımız
konuda Zizek’le hemfikir olduğumuzu sanıyorum. İkim izin de bu
noktayı Ilegel'den aldığımızı ve özgül dışlama mekanizmalarının,
deyim uygunsa, evrensellik düzeyinde biçim cilik sonucunu nasıl
ürettiğini anlamanın zorunlu olduğunu varsayıyorum. Aslında, de
nemelerimiz, ¿'¡¿ek ile benim karşılıklı birbirimizi suçladığımız vc
l.aclau’nun ateşli bir biçimde savunduğu kasıtsız bir biçimcilikler
komedisi üretti. Benim tutumuma gelince, önceki yazımda öne sür
düğüm gibi, evrenselliği niteleyen biçimciliğin, her zaman, bizzat
biçimciliği yalanlayan bir iz ya da kalıntı tarafından bir şekilde bo
zulduğunu savunuyorum, ¿izek “ [N Jih ai soru, bizzat evrenselliğin
¡{i baş biçim inin hegemonya uğruna "savaş alanı“ olarak ortaya çık
ması için, hangi özgül içeriğin dışlanması gerektiğidir?” yazdığında
onunla kısmen hemfikir im. Aslında, bu "nihai” sorunun (yine de
herhalde kendi başına nihai olınaz) ötesinde başka bir sorular kü
meşinin olabileceğini öne sürerdim: Bu tür koşullar altında ortaya
çıkan içi boş evrensellik biçimi, onu oluşturan dışlamaların kanı
tını nasıl verir? Evrenselliğin tutarsızlıkları nasıl siyasal söylemde
ortaya çıkıp, bu söylemi hem sınırlayan hem harekete geçiren şeye
ilişkin kırılmaya uğramış bir bakış açısı sunar? Bu tür uğrakları bi
çimsel evrenselliğin eklemlenmesinde okumak için, hangi siyasal
yorumsama biçimine gereksinim vardır?
Nc var ki, Zizek başka bir konunun üzerinde duruyor -bu amaç
la kurnazca Wendy Browndan alıntı yaparak: Göz önüne serilen
evrensellik söylemiyle gerçekleşen hegemonya savaşı, kapitalizmin
onu olanaklı kılan “arka p la ııfn ı hesaba katmak konusunda yeter
sizdir. Sınıfın Laclau için ağza alınamaz hale geldiğini öne süren
Zizek, Brovvn’la birlikte, siyasal alan içinde kim lik konumlarının
156 Oİ.UMSAI I.IK. HEGEMONYA. UVKENSKI.LİK • Bl/TI.EK. 212EK. LACI.AU
{ t]ki düzey ayırt edilmelidir: Hangi tikel içeriğin için boş evrensel
nosyonunu hegemonyasına alacağı konusunda hegeınonik müca
dele: ve Evrenseli içi hoşlaştıran ve böylece bir hegemonya müca
delesi alanı haline getiren daha köklü olanaksızlık.
Baştan reddetmeler
Benim bu tutumla anlaşmazlığım açıktır; ama bu, psikanalizin
değerini ya da Lacancı okumanın kimi biçimlerini tartışma konu
su yaptığım anlamına gelmez. İki toplumsal cinsiyetli bir ebeveyn
yapısını varsayan ve aileye eleştirel bakamayan Oedipus karmaşa
sı kullanımlarını karşı çıktığım doğrudur. Eşcinsellik konusunda,
eşcinselliği okunaklı kılan ve neredeyse kaçınılmaz bir biçimde
168 OLUMSALLIK. HEGEMONYA, EVRENSELLİK . BU I I.ER, ?.l2EK. LACI.AU
Normdaki fantezi
l-oucaultcu bir bakış açısından, özneyi düzenlemeye çalışan ikti
dar rejiminin, bunu özneye bir kendi kendini tanımlama ilkesi sağ
layarak gerçekleştirip gerçekleştirmediği bir sorundur. Eğer öyleyse
ÇEKİŞEN EVRENSFI LİK I ER 171
< iinse! pratiğin, sözün gelişi, anal giriş okluğu ve hu pratikle başı
hoş olmayan bir kişinin üreme bakımından bir erkek olduğu varsa
yılma. o zaman birçok soru ortaya çıkabilir: Fantezi, bunu yapmak
mıdır yoksa kabul etmek mi ya da aynı anda hem yapıp hem kabul
elınek mi; fantezi aynı zamanda başka bir fantezinin, özünde ka
imi edilemez bir saldırganlık bulunan ya da ensesi arzuyu içeren bir
fantezinin ikamesi olarak mı işler? Toplumsal norm fantezide hangi
lıgiırü üzerine alır; yoksa “ Bcn'in fantezinin sahne düzeninde ne
rede olduğunun söylenmesini pek kolaylaştırmayan biçimde hem
.uzuyla hem yasayla mı özdeşleşilir? Birisi bu fanteziyle ilişkisinde
paranoya ve utanç yaşar, kendini dermansız, insan içine çıkamaz,
kimseyle etkileşime giremez bir durumda buluyorsa, bu tür bir ıstı
ı ıp için, yalnızca normun toplumsal gücünü değil, fantezinin psişik
yaşamına girip onu şekillendiren bu toplumsal gücün azgınlığını da
hesaba katan bir açıklamaya gereksinimimiz yok mudur? Burada
toplumsal normu çözümlemenin bir tarafına, fanteziyi diğer taralı
na kaymak olanaklı olamaz; çünkü normun ınodııs opcraıulfsi fan
tezidir ve bizatihi fantezinin sözdizimi, toplumsal normun sözlüğü
anlaşılmadan okunamaz. Norm, cinsel yaşama, norın ile cinsellik
ayrılabilirmiş gibi basitçe girmez: Norm cinselleştirilir ve cinselleş-
iırır; cinsellik, belirlenmese de. norm temelinde oluşur. Bu anlam
»la. beden, norm ve fantezi kuramlaştırmasına girmelidir; çünkü
!>cden, norm arzusunun şekil aldığı yerdir ve norm, arzuyu ve fan
teziyi kemli doğallaştırılışının hizmetinde yetiştirir.
fantezide yer alan yasanın, büyük hai lle yazılan biçimiyle Yasa
olduğunu ve küçüğün görünüşünün, büyüğün işleyişinin işareti ol-
dıığunu iddia etmek, Lacancı bir baştan çıkmadır. Bu. psikanaliz
•inamının teolojik bir proje haline geldiği andır. Teolojinin kendi
yeri vardır ve göz ardı edilmemelidir; ama bir iman ikrarı olduğunu
ı ahul etmek herhalde önemlidir. Bu bilgi pratiğini yapılandıran diz
çökme duruşunu taklit edip tekrarladığımız ölçüde, onlara inanır
dıırııma gelebiliriz ve inancımız, bu mimetik pratiğin bir sonucu
haline gelir. 2izck'lc birlikte, ezeli bir inancın diz çökmelerimizi
176 OLUM SALLIK. Nl liEM O N YA, EVRİ MSELLİK . Bl.'TLEK. 2l?.l-K. LACLAU
' lı.ııiM yiK İcr: Kim lim i, a lık lılık c ık c k ya ila L ıd ııı topluım al cinsiye! rolleriyle ik ir
•l m/ UçıımU* |ta£ıla>nı.ıyan. İm rolleri yönleriyle birleştiren ya ila hu roler ara
lım la g id ip jçden ki$ı ve gruplar: lu rv tlc v v n genel tenm
182 OLUMSALLIK. HEGEMONYA. EVKF.NSF.I.I IK • HUTI EK. ZlZF.K. I.ACI.AU ,
• 27 It-nıtmı/ 1%9'dı New York la polis ılc cvtı«wllt-r arasımla bir dizi >xlılctli s.m«
maya ııo<k n olan ayaklanmaya iyaret c.liliyoi. Ayaklanma eşcinsellerin ufcrakycri «Un
Stonewall tnn'in önünde bayatlığı ı<in t h i aılla anılıyor |ç.n.|.
ÇEKİŞEN EVRENSELLİKLER İM
görünüyor ki. siyasal alan daha baştan, likel olan direniş tarzları
ılc başarılı bir biçimde evrensellik iddiasında bulunanlar arasında
bölünmüştür. Evrensellik iddiasında bulunanlar tikellik statülerini
kaybetmezler; ama belli bir temsili ölçüştürülemezlik pratiğinin
içine girerler ve bu şekilde likel olan, evrenselle özdeşleşmeden ev-
ı önselin yerine geçer. Hu yüzden, loplumsal-siyasal alanın yalnızca
bir parçasını ya da kesimini oluşturan tikel, evrenseli temsil eder
duruma gelir; yani saymaca düzeyindeki demokratik bir bağlamda
siyasal alanı tanımlayan eşitlik ve adalet ilkelerinin olabilirliği, şim
di. “ tikel” kesimin hedeflerinin gerçekleşmesine bağlı gibi görünü
yor. Burada söz konusu olan, tikelin evrenselmiş gibi davranması,
evrensel adını gasbetmesi değildir; tikelin iddiaları evrenselin ufku
İçine dahil edilmedikçe, evrenselin tözsiiz sayılması söz konusu
dur.
Hu betimleme, siyasal hak hareketlerinin bazı temsil ikilem leri
ne uyar, ama lam olarak ele alamadığı bazı siyasal temsil ikileni
len de var. Örneğin, “evrensenn içi boş statüsünü kaybedip etnik
bakımdan sınırlayıcı bir topluluk ve vatandaşlık kavrayışım temsil
i tliği (İsrail) ya da belli akrabalık örgütlenmeleriyle (çekirdek, hete*
m»seksüel aile) ya da ırksal özdeşleşmelerle eşitlendiği durumlarda,
siyasallaşma, dışlanan ilkellikler adına değil, farklı bir evrensellik
tın ıı adına gerçekleşir. Aslında, bu alternatif evrensellik görüşleri,
başta tikel denilen siyasal direniş oluşumlarına gömülü olabilir ve
hasbelkader hegemonik kabul görenlerden daha az evrensel olma
v.ıbılirler. Hu nedenle demokratik mücadele, öncelikle, tikelin du
rumu zorlayarak bütünün yerine geçer duruma geldiği ikna edici
İmi kapsamlama mücadelesi değildir. Sorun, tanımı gereği tikelin
evıeııselden dışlandığı ve bu dışlamanın, tikelin evrenselle ilişki
de icra ettiği temsil ilişkisinin koşulu haline geldiği mantıksal bir
onm da değildir. Zira “tikel” fiilen tikelliğiyle incelense, rekabet
edcıı belli bir evrensellik versiyonu, bizatihi tikel hareketin asli bir
unsuru olabilir. Örneğin feminizm, kadınları yeni bir evrenselleş
me kavrayışı içinde tasarlayan cinsel eşitlikçilik biçimlerini ima
188 OI.UM SAl.l.lk. HEGEM O NYA.EVRENSELLİK • BUTl.ER.212EK. 1.ACI.AU
H aklısın ız: Söylem deki aşkınlığı yan lış an lad ım ... Konuşan özne
ye gönderm eleri askıya aklıysam , bu, tiiın konuşan özneler lara-
ÇEKİŞEN EVR EN SELLİKLER 193
Notlar
M Fmcsto Laclau (der.), Sıvusat Kimliklerin Oluşuma, çev. Ahmet Fethi. Sarmul
Yayınevi, İstanbul, 1995.
I Foucault'nun gramer eleştirisi için bkz Michel Foucault, ti ilginin ArkcoltVisi,
çcv. Veli Uıban, Birey Yayıncılık, İstanbul. 1999,
l(» Bkz. Michael Warner, “ Normal and Normaller." (JLQ 5.2 (1999); ve Janet
llalley. "Recognition, Rights, Regulation, Normalization." yayımlanmamış
doktora tezi. Öntegin. New York'ta peylerin toplaır.ı yapına hakkının New
Yoık polisi tarafından ihlal edildiği Stonewall Aysıklannıalaunda, cinselliğin
kamusal alanda siyasallaşması kanıtlanmıştır. Cinsel azınlıklara karsı polis
şiddeti, A B I) de dahil birçok ülkede devam etmekledir. Ağustos I998\lc
Brezilya'da askeri polisler ıkı travesti seks işçisine işkciKic yaptı, aşağıladı
ve boydu. Meksika'da Nisan 1995 ile Mayıs I99H yılları arasımla 125 gcyin
öldüğü bildirilmiştir. Uluslararası Gey ve U zhiyen İnsan Haklan Komisyonu,
le/biycııleıc. peylere ve transgcndcı insanlara karşı uluslararası düzeyde devanı
eden binlerce kamusal şiddet biçiminin kaydını tutuyor, lahifclcrin Coyote ve
benzeri örgütlerle sendikalaşması« seks ik ile n için güvenli çalışma koşullanılın
savunulması bakımından can alıcı olmuştur. Cinsel mübadele ilişkileri evlilik ya
da yan-evlilik biçimleri dışında gerçekleşen cinsel azınlık toplulukları, evliliğin
gey hareketi içinde ile normatif bir ideal statüsü ka/anmasıvla. hostalıktaştınlma
ve marjinalleştirilme tehlikesiyle karşı karşıyıdırlar,
ı (kıyatri Clıakravorty Spıvak. "C an tlıc Subaltern Speak?“ Marxism amt //k*
Intcryrctahoii o f Ctıllıt/v içinde, ed. C ary Nelson ve Lawrvuce Grossbequ
I .diversity o f Illinois Press. Uftana, I9XX.
Yapı, Tarih ve Siyasal
Ernesto Laclau
Butler'a Yanıt
Butler’ın Lacancı Gerçeği hcgcmoııik mantıklar açıklamasıyla
birleştirmeye itirazlarını neden geçerli saymadığımı açıkladım. Btl
nıınla birlikte, o. yeni müdahalesinde muhakemesini genişletirken,
ben bu soruna geri dönüp, yanıtımı daha kapsamlı bir biçimde sıı
nacağım. Butler’ııı temel sorusu şöyle formüle ediliyor: “ Hegenıon
yanın gerektirdiği özne-oluşumunun tamamlanmamışlığı, yapını
sürecindeki ö/.nenin, tam da yapısal olarak durağan ya da temel ni
teliğinde olmayan, siyaseten belirgin dışlamalarla oluştuğu için mı
eksik kaklığı bir tamamlanmamışlıktır? Eğer bu ayrım yanlış ise,
YAPI. TA RİH VK SİY A SA ! 205
1.1ışı Ilığın ötesine geçebilseydi, bir yanıt olabilirdi. Adına layık her
toplumsal kuram, değişkenlikleri ve göreli ağırlıkları bakımından
Imalama özgü olan yapısal belirlenim biçimlerini yalıtmaya çalışır;
ıtnıa bununla birlikte, kavramlarını, toplumsal ve tarihsel karşılaş»
tırmalan olanaklı kılacak şekilde kurmaya da çalışır. Butlcr'ın en
iyi uğraklarında topluma yaklaşımı -hegemonya kuramıyla birkaç
takışma noktası bulunan (ki ben de aynı fikirdeyim ) performatif
liğc yenilikçi ve içgörtılü yaklaşımı- bu yolda ilerler. Bu konuda,
yalnızca Butlcr'ın silahlarını kendisine çevirmeden edemeyeceğimi
eklemek zorundayım: Performatiflik, farklı bağlamlarda çeşitli bi
limlerde doldurulacak içi boş bir yer midir, yoksa bağlama bağımlı
mıdır, dolayısıyla performatif eylemlerin olmadığı toplumlar var
mıydı?
(ii) Butler’ın yukarıda aktarılan pasajından, dilin toplumsal ön-
u sı olduğunu şaşkınlıkla öğreniyoruz. Hangi anlamda toplumsal
ıincesi? Tanrının bir hediyesi m idir? Yoksa biyolojinin bir ürünü
müdür? Biraz iyi niyetle. Butlcr'ın bunu kastetmediğini öne sürebi
liri/ aklından geçen şudur: Toplumsala atfettiği değişkenliğin ve
l.ııklılaşmamn kaleydoskopik ritmi nedeniyle, toplumsalı, belli bir
noktaya kadar kıiltıircl vc tarihsel farklılaşmaları aşan daha istik-
r.ırlı dil yapılarına çıpalaınakta zorlanır. Ama bu durumda, dilsel
kategorileri toplumsal çözümlemeye sokmamızın anlamını tam
nl.ırak kavramamış olur. Dah.ı önceki yazımda, Saussurccü mode
lin Kopenhag ve Prag Okulları tarafından biçimselleştirilmesinin,
»lllscl kategorilerin sessel vc kavramsal tözlerle göbek bağım kopar
mayı olanaklı kıldığını ve böylece genelleştirilmiş bir semiyolojinin
(Sııassure’ün savunduğu, ama kuramadığı, toplumda gösterenlerin
İşleyişini ele alan bir bilim ) yolunu açtığım öne sürmüştüm. Bu yüz
dm 1%0'larda Barthcs, gösteren/gösterilen, sentagma/paradigma
«yrıınları gibi dilsel kategorilerin, diğer toplumsal gramer düzeylc-
rıııde. beslenme kodu, moda sistemi, mobilya ve benzeri düzeylerde
n,ı ıl etkili olabildiklerini görmeye çalıştı. Elbette bugün, Bathes’in
•'l'ryıc ilcrisindeyiz; ama dilsel kategoriler kullanmayı, toplumsal
212 O LUM SA LLIK. HEGEM ONYA. EV R EN SELLİK • BUTLER. ?.I?.EK. I ACI.Al
lerini veren bir ilişkidir. Bu, eşdeğerlik uğrağının bir şekilde orada
olııp, adı evrensellik olan kendi sonucunu üretmesini de gerektirir.
Evrenselliğe vermeye hazır olduğum tek statü, bir eşdeğerlik işlemi
nin çökeltisi olma statüsüdür; yani “evrensellik'" asla bağımsız bir
kendilik değildir, tikellikler arasında her zaman bitimli ve tersine
çevrilebilir bir ilişkiye karşılık gelen “adlar" kümesidir. “ Eşdeğerlik”
terimini “çeviri” terimine tercih ediyorsam, bunun nedeni, “çeviri"
teriminin (etimolojik translatio anlamında alınmadıkça), bir teri
min başka bir terimle loptan ikame edilme olasılığının teleolojik
nüansını alıkoymasıdır. “ Tnuluttore. tradillore 'y k ilgili her şeyi bil
memize karşın, bu. başlangıçta niyet edilenin başarısızlığının -iste
nirse buna kaçınılmaz denebilir- kabulüdür. “ Eşdeğerlik" terimi bu
muğlaklığı ortaya koymaz: Farkı özdeşliğe çökertme eğilimindeki
bir işlemle uğraşmadığımız, başından itibaren açıktır.
Her neyse, ister eşdeğerlik olsun, ister çeviri, Butlerla birlik
te entelektüel ve siyasal bakımdan benzer bir şeyi amaçladığımızı
düşünüyorum. Metnim in ciddi ölçüde yanlış okunması olarak gör
düğüm durumla ilgili eleştirel belirlemelerime karşın, aynı alanda
düşünmekte ve savaşmakta olduğumuz duygusundan da kurtula
mıyorum. Bu altbölümü Butlara iki soruyla bitirmek istiyorum:
( I ) Bulaşık bir evrensellik nosyonunu kabul etmek ile soyut ve so-
mut arasında kusursuz bulaşılmamış- bir uyum ima eden Hegel
ci soyut-sonuıt diyalektiğiyle kaynaşmak arasında belli bir çelişki
kendisinin benim metinlerimi okumasına da tercüme edilmiş
yok mudur? (2) Somut her zaman soyuta bulaşıyorsa, kendisine
evrensel .süsü veren bir tikelin. Jakobcn Terörle sınırlanabilen özel
ve uç bir durum olmaktan çok. herhangi bir toplumsal yaşamın bir
özelliği haline gelmesi, dolayısıyla uzlaşmazlığın, bizim her zaman
■.ıvunmuş olduğumuz, gibi, toplumsalın ortadan kaldırılamaz bir
özelliği olması söz konusu değil midir?
218 OLUM SALLIK. HEGEMONYA. E V R E N SE L lJK • BUTLER. ZlZBK. LACLAU
2i2ek'e Yanıt
İlk önce, £i£ek’in denemesinde bana yöneltilen özel itirazları ele
alacağını; sonra, aynı metinde geçen “ postmoderııizme karşı sınıl
mücadelesi“ alternatifiyle ilgili daha genel soruna geçeceğim, ön
çelikle, ılı,' tip itirazı ele alacağım: (1) toplumun kuruluşundaki zo
runlıı başarısızlık ile Kant'ın Düzenleyici Düşünce nosyonu arasın
daki ilişkiyle bağlantılı olanlar; (2) Siyasalın zorunlu koşulu olarak
doğallaştırmayla vc antagonizma nosyonunda asli olarak var olan
çifte olanaksızlıkla bağlantılı olanlar; (3) bizzat tarihselciliği tarih
¿elleştirme olanağıyla bağlantılı olanlar.
1. Birinci itiraza kolayca yanıt verilebilir ve aslında, /.izck’ın
böyle bir itirazda bulunmasına da oldukça şaşırdım. Mesele, bu
yandan, sonsuz yaklaşma nosyonunda asli olarak var olan tevekkül
sorunuyla, diğer yandan, bu sonsuz, ilerleme sürecinde çözülebilen
sorunların kısmi doğasıyla ilgilidir, /.izek soruyor:
İdeoloji
/i/ek şöyle yazıyor:
S ır tı/
Kapitalizm
'/.i/.ek açıkça anti-kapitalist bir duruş benimser ve poMmoder
ni/m savunucularının “ kural olarak, postmodernizmiıı temelinde
yatan teslimiyeti -kapitalizmi ‘kasabadaki tek oyun' olarak kabul et
meyi. var olan kapitalist liberal rejimin üstesinden gelmeye yönelik
her türlü gerçek çabadan vazgeçmeyi- görmezden geldiklerf’ni id
dia eder (S.Z., s.l 10). Bu tür iddiaların zor yanı, kesinlikle hiçbir şey
İfade etmemeleridir. Marx m kapitalist rejimin üstesinden gelmekle
ne kastettiğini anlıyorum; çünkü defalarca açıklamıştır. Aynı ne
denle Lenin ya da Troçki nin ne kastettiklerini dc anlıyorum. Ama
?.i/ek’iıı çalışmasında bu ifadenin hiçbir anlamı yoktur -kimseye
bildirmek istemediği gizli bir stratejik planı yoksa. Proletarya d ik
tatörlüğünü mii dayatmak istediğini düşünmeliyiz? Yoksa üretim
araçlarını toplumsallaştırıp piyasa mekanizmalarını ortadan kaldır
mak ını istemektedir? Kendine özgü bu amaçlara ulaşmak için be
nimsediği siyasal strateji nedir? Ortaya koyduğu alternatif toplum
modeli nedir? Bu soruları en azından yanıtlamaya başlamadıkça,
¿ı/ek'in anti-kapitalizmi içi boş bir sözdür.
Ama belki de Zi/ek’in kafasında daha makul bir şey vardır: Ör-
ncğiıt, egemen olan yeni-liberal ekonomik modelin üstesinden gel
me ve ekonomide devlet düzenlemesine ve demokratik denetime
geçme, böylece küreselleşmenin en kötü sonuçlarından kaçınma.
Anti-kapitalizmden kastettiği buysa, kesinlikle onunla lıem fıkirim ;
ama eleştirisini yönelttiği “ postınodernistler'ın çok büyük çoğun
luğu da bu fikirdedir. Esas olarak kültürel olan bir solun, refah dev
leti modeli dağıldığından beri, ekonomik konulara yeterince önem
vermediği kesinlikle doğrudur. Bu önemi vermeye başlamak için,
<>notuz, yılda kapitalizmde meydana gelen yapısal değişiklikleri ve
bunun toplumsal sonuçlarını hesaba katmak gerekir; köylülüğün
yok oluşu, işçi sınıfının sayısında çok büyük azalma ve Marksist
%mıf çözümlemesinin dayandığından oldukça farklı bir toplumsal
tabakalaşmanın ortaya çıkışı, bu sonuçlardan bazılarıdır.
2J0 O LUM SALLIK. HEGEM ONYA, KVRKNSELI.İK • BUTl.l K. 2l2EK. 1.ACI.AU
Özgürleşim diyalektiği
Bu son altbölümde toplu mu muzda evrenselin kaderiyle ilgili
bazı sorulan yanıtlamaya çalışacağını. Butler, 2izek ve ben, lıepi
miz, salt tikelcilikte boğulmayan, evrensel bir boyutu canlı tutan
bir özgürleşme söylemi geliştirmekle ilgileniyoruz. Ne var ki, hım.»
biraz farklı yollarla ulaşıyoruz: Zizek, toplumsal ilişkileri “ bütün
leştirecek" vc kendinde ve kendisi için evrensel olacak sistenıik hır
düzey belirlemeye çalışırken; Butler ile ben. tikellikler arasında bil
etkileşim biçim inin sonucu olacak bir evrensellik nosyonu gcliştiı
me eğilinıiıuleyiz -Butlcr’ın “ kültürel çeviriler” nosyonu ile benim
“eşdeğerlik" nosyonumun kaynağı budur. Aşağıda, daha önceki
denememde tartıştığım hegemonyanın dört boyutunu bir referans
çerçevesi gibi kullanarak, “eşdeğerlik” kategorisinin “özgürleşim“
bakımından sonuçlarını genişletmeye çalışacağım:
1) İktidar eşitsizliği, kurucudur.
2) Ancak evrensellik/tikellik ikilem i aşılırsa, hegemonya vardıı,
evrensellik, bir tikellikte cisimleşirse ve onu bozarsa- var oluı,
ama öte yandan, hiçbir tikellik, aynı zamanda evrenselleştirici etki
lerin yeri haline gelmeden siyasallaşamaz.
YAPI. TA RİH V E Sİ YASAL 231
bir kusur olmadığını, bütünüyle barışa ermiş bir insan özünü temsil
eden evrensellikten daha yüce bir insan ideali gerektirdiğini savu
nuyorum; çünkü tam barışık hır toplum, saydam bir toplum, kendi
kendini belirleme anlamında tamamen özgür olutdu, ama o/gıırlü* I
gün bu tam gerçekleşmesi, muhalefet olasılığım ortadan kaldırdı*
ğı için, özgürlüğün ölümüne eşdeğer olurdu. Toplumsal bölünme,
antagonizma ve bunun zorunlu sonucu -iktidar tikelliği ortadan
kaldırmayan bir özgurlugün gerçek koşullarıdır.
Şimdi, bugünkü topluınların özgürleşme potansiyelini bu biriıu I
boyutun bakış açısıyla değerlendirirsek, karışık duygularla seyretti
ğimiz siyasal bir manzara buluruz. Bir yanda, geçmişle olduğundan
daha geniş eşdeğerlik zincirleri potansiyeli -ama yalnızca potan- ]
siyel—ve dolayısıyla daha demokratik toplumlar olasılığı yaratan,
sorun-odaklı, çok kültürcü ve tikelci taleplerin artışıyla karşı karşı-
yayız. Bu, Butler ile benim özellikle duyarlı olduğumuz bir boyuttur
I>iğcr yanda ise, geçmişin büyük özgürleşme anlatılarının keskin hu
gerileme içinde oldukları ve bu gerilemenin bir sonucu olarak, eş
değerlik işlevi görebilecek evrenselleştirici söylemlerin kolayca bu
lunmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Z iick 'iıı tamamen haklı olarak
bizi uyardığı tehlike budur: Tikekilikler saf ilkelcilik olarak kalıyor
ve bu şekilde egemen sistem tarafından emiliyor. Bugün gördüğüm
kadarıyla, Solun ana görevi, eşdeğerlik halkalarının kurulmasını
olanaklı kılacak evrensellik öğesini sağlayan diller kurmaktır.
2. Hegemonyanın birinci boyutu evrenselin tikele bağımlı olııid
uğrağını vurguluyorsa, bu ikinci boyut da. siyasetin var olman
bakımından zorunlu olan evrenselleştirici etkileri vurgular. Yine
Z iic k’iıı saf tikelciliğin tehlikeleriyle ilgili uyarısını ele alalım. Bıı
talep ne kadar tikelleştirilirse, sistem içinde karşılanması ve sistemi«
bütünleştirilmesi o kadar kolaydır: ama bıı talep başka çeşitli talep
lerin eşdeğeri ise, hiçbir kısmi zafer, sürüp gidcıı mevzi savaşında
bir olaydan başka bir şey sayılmaz. Arjaııtinde öğrenci hareketin
YA Pl. TA R İH V H Sİ YASA I. 23*
• I »« <lapo veıua Fine: Müzikte, bir paryanın ba>tan çalınm asını ifade eden *da capo"
u timine gönderme yapan ballık. "Sonsuzu kadar baştan al" anlam ına geliyor (e.n.|.
238 OLUM SALLIK. HEGEMONYA. F.VRI.NSEl IİK . BUTI.ER. M . İ K . LACI.AU
Bu yüzden, tarih dışı bir Gerçek engeli ile baştan sona olumsal
bir tarihsellik arasındaki karşıtlık sahte bir karşıtlıktır: Tarihsellik
mekânını ayakta tutan, tam da simgeleştirme sürecinin içsel sınırı
olarak “tarih dışı"engeldir. Bana göre, temel yanlış anlama da budur
I.aclau’nun terim leriyle, Butler uzlaşmazlığı (ki olanaksız-gerçektln
sistematik bir biçimde (simgesel) fark/karşıtlık olarak (yanlış) okun
örneğin, gerçek olarak (simgeleştirmeye kesinlikle direnen şey ola
rak) Lacancı cinsel farkı, iki cinslen her birinin (heteroseksıiel)
kim liğini tanımlayan sağlam, değişmez simgesel karşıtlıklar kümesi
D A S A I'O S E N Z A F IN E 239
Tikel bir kimlik, farklılaşan ilişkilerden oluşan açık bir sistem için
deki göreli konumu nedeniyle bir kimlik olur. Başka bir deyişle, bir
kimlik, sınırsız bir başka kimlikler kümesinden farkıyla oluşur. Bu
fark. Laclau'ınııı açıklamalarının seyri içinde, bir dışlama vc/vcya
(Uitagonizma ilişkisi olarak saplanır. I.aclau'nun buradaki başvuru
noktası Hegel’den çok Saussure'dür. |H|er kimliğin “tamamlanma
mış! ığı", farklı ortaya sıkışının doğrudan bir sonucudur: Hiçbir ti
kel kimlik, diğer kimliklerin dışlanmasını varsayıp kararlaştırma
dan ortaya çıkamaz ve bu kurucu dışlama ya da antagonizma. her
kimlik oluşumunun ortak ve eşit koşuludur.. (J.B.. s.21)
I4ck. iktidarın bizi kısıtlayan şeye rıza göstermeye hi/i nasıl mec
bur ettiğini ve bizzat özgürlük ya da direniş anlayışımızın nasıl
gizli bir egemenlik aracı olabildiğini bize gösterir. Ama, böyle bir
•lıyalcktik tersine dönmenin ya da açmazın ötesine geçip yeni bir
241 OLUM SALLIK. HEGEMONYA. EVREN SELLİK . BUTI.ER. ?J2KK. LACLAU
Mutlak Tiııin kendine ait olumlu bir içeriğe sahip olmadığını, tüm
diyalektik geçişlerin ardışıklığından ibaret olduğunu, evrensd ile
lıkel arasında nihai bir çakışma sağlamanın olanaksızlığım bütü
nüyle kabul edersek, bu geçişler olumsal mı. yoksa zorunlu mu* r
DA GAPO SENZA FIN'K 2SJ
Hegel ce'de, hem Marx'in dediği gibi “ insanlar kendi tarihlerini ken
tlileri yaparlar, ama keyifleri istediği gibi yapmazlar; kendi seçtik
leri koşullar altında değil, doğrudan bulunan, verili ve geçmişten
aktarılan koşullar altında yaparlar;” " hem de bu koşulların ya da
*vursayımlar‘,ın kendileri, aynı zamanda, onlara müdahale ettiği
miz pratik bağlam tarafından zaten/her zaman Vazedilmiştir." Bu
.1 ulumda, I.aclau’nun şu görüşüne katılıyorum: “ '{K larar olumsal
ise, bu seçeneği farklı bir seçeneğe tercih etmenin gerekçeleri ne
lerdir?’ sorusu yersizdir” (F..L, s.99): B ir kararın nihai "nesnel" gc-
rekçeleri yoktur; çünkü bu gerekçeler, bir kararın ulkuıulaıı geriye
dönük olarak zaten/her zaman inşa edilmiştir. (Ben burada genel
likle din örneğini kullanırım: İnsan Hıristiyanlığın doğruluğuna
İnanınca Hıristiyan olmaz; insan ancak Hıristiyan olunca, H ıristi
yanlığın hangi anlamda doğru olduğunu gerçekten anlayabilir.) Bu
nunla birlikte benim görüşüm, Laclaunun hegemonya kuramının
ki mlisinin, faşist popülizm (Laclau nun gözde örneklerinden biri)
ile dahil, her ideolojik oluşumu açıklamanın nötr kavramsal aleti
olarak işlev gördüğü ölçüde, betinıleyici ile norm atif arasında yan
ıltılmamış bir aralığa dayandığıdır. Elbette I.aclaıı burada, evrensel
hegemonya kuramının öyle basitçe yansız olmadığı; çünkü zaten
pratik “ radikal demokrasi” duruşunu gerektirdiği yanıtım verecek-
iır; yine, ben de şu yanıtı verirdim: Evrensel “ hegemonya” nosyonu
nun, tikel bir etik-siyasal tercihle özgül olarak hangi doğal yoldan
llişkilendiğini görmüyorum. Ve -ilk yazımda da söylediğim gibi-
mirim bu muğlaklığın nedeni, I.aclau'nun (ve Butler’ın) kuramsal
tasavvurunda bizatihi tarihselcilik/olumsallık iddiasının tarihselliği
torununun çözülmemiş olmasıdır.
Tarihselciliğe karşı
Somut eleştirilere bu kadar yanıt yeter. Şimdi, diyalogumuz sı
tasında ortaya çıkan daha genel bir iki noktaya odaklanmama izin
venn. Birincisi, Kanla (yani her olası olumsal içeriğe tarih dışı bir
256 OLUM SALLIK. HEGEMONYA. EV R EN SH LİK • BUTLER. 7.\7.Y.K. LACI.AU
nun temel ve çözülemez düğümüne yanıt vermek için öne sürer: Bir
İnsan, karşı konulmaz bir dürtüyle kapsamlı bir hakikat, evrensel ve
zorunlu bir biliş nosyonuna doğru çabalar, yine de bu biliş sonsu
/.ı dek erişilmez kalacaktır. Bu nedenle Kant, "aşkınsa! yanılsama"
nosyonuyla, "hayaletlerin" yapısal zorunluluğuna ilişkin bir kuru
nun ana hatlarını örtük bir biçimde çizen ilk filozoftu: "Hayaletler"
(genel olarak “ölmemiş” kendilikler), insanlık durumunun kuru
msu olan zorunluluk ile olanaksızlık arasındaki aralığı doldurmak
ıçiıı inşa edilen görüntülerdir.1*
'Somut evrensellik"
Kütlerin bana yönelik eleştirisiyle, benim soyut/bağlamsız bir
matris ya da bir ideoloji/egemenlik mantığı sunduğuma ve somut
vakaları, yalnızca bu biçimsel matrisin örnekleri ve/veya resimleri
olarak kullandığıma ilişkin eleştirisiyle ilgili daha temel bir açıkla
maya ihtiyaç var -iddiasına göre, bunu yapmakla, evrensel biçimsel
matris ile bu matrisin olumsal tarihsel içeriği/örnekleri arasındaki
llcgclcilik öncesi aralığı öne sürerek, IfcgeTi gizlice Kantlaftırıyor-
ınufunı. Bu bizi zor bir felsefi konuyla, evrensellik ile tikellik arasın
daki gerçek diyalektik ilişki konusuyla -Hegelci “somut evrensellik"
nosyonuyla karşı karşıya getirir. Hcgd, Althusser'in “ istenmeyen
kısışı" olmasına karşın, bana göre Hegelci “somut evrensellik"
Althusser’in üst-hclirlcnimli bir bütünlüğün eklemlenmesi dediği
>«*>•*•tekinsizce yakındır. Herhalde bu sorunla başa çıkmanın en uy
Itıın yolu, son birkaç yılda hak etmediği ölçüde modanın dışında
kalan dikiş nosyonudur.
lemel yanlış anlamayı dağıtmakla başlamalıyız: Dikiş, ürün do
ğallaştırılmış organik bir bütün gibi görünsün diye üretim sürecinin
l/leı inin, aralıklarının, mekanizmalarının silinmesi düşüncesini ifa-
de etmez. Bir ilk yaklaşım olarak, dikiş, farklı düzeyler arasında ya
pısal bakımdan zorunlu kısa devre olarak tanımlanabilir. O yüzden,
262 OLUM SALLIK. HEGEMONYA. EVREN SELLİK • B U T l . K R . L A C L A U
sal anlatı bitişini, çeki m/ters çekim prosedürünü vb. akla getirmesi
Kibi. belli bir anlatı yapısının nasıl belli bir ideolojik varsayımlar kü
mesine dayandığım ve en iyi ifadesini, montaj, çekim çerçevesi gibi
belirli bir biçimsel prosedürler kümesinde bulduğunu) ayırt etmeye
çalışsak bile, dikiş düzeyine ulaşmayız.
O halde, hâlâ gözden kaçan nedir? Burada diyalektik düşü-
ııüınscllik nosyonu yardımcı olabilir: I.aclau'nun terimleriyle ifade
edersek, “dikiş” dışsal farkın her zaman içsel bir fark olduğu, bir
görüngü alanının dışsal sınırlılığının, asli olanaksızlığının tam
olarak kendisi olması için, bu alanın içine yansıdığı anlamına gc
lıı felsefeden acıklı bir örnek alırsak: I-ticnne Balibar, iyi bilinen
lu jik sonuçlarıyla zihinsel çöküşünden hemen önceki yıllarda yaz
dığı son kuramsal yazılarında Althusserin, daha önceki “standart”
önermelerini nasıl sistematik olarak yıkmaya çalıştığını inandırıcı
bir biçimde gösterdi -bu yazıları, bir tür felsefi ölüm dürtüsü, daha
önceki (epistemolojik kopuş gibi) başarıları silme, bozma iradesi
beslemiştir.1'1Ne var ki, bu “ kendi kendini silme iradesi’ ni kişisel
hır patolojinin -sonunda çıkış yolunu eşine yönelen saldırıda bulan
yıkıcı nöbetin talihsiz kuramsal sonuçları bakımından açıklarsak,
./«/ noktayı gözden kaçırırız: Biyografik olgular düzeyinde bu, doğ
ru olabilir, ama bunu, bizzat Althusserin felsefi tasavvurunda zaten
ı> başında olan asli bir gerilimi serbest bırakan dışsal bir şok ola-
ıak yorumlamayı başaramazsak, dışsal nedenselliğin hiçbir önemi
olmaz. Başka bir deyişle. Althusserin kendi kendini yıkıcı nöbeti,
eninde sonunda bizzat felsefesi bakımından açıklanmalıdır...
Bu kesin anlamında dikişin, kendi üretim sürecinin ınerkezsiz
Iderini başarıyla silen yamlsamalı öz-kapalı bütünlüğün tam tersi
olduğunu görebiliyoruz: Dikiş şu demektir: Böyle bir öz-kapahlık a
l*ı un i olarak olanaksızdır, dışlanmış dışsallık her zaman geride izini
hııakır ya da standart Freudçu terimlerle ifade edersek, (görüngü
sel öz'-deneyim sahnesinden bakıldığında) bastırılanın geri dönü-
şıı olmadan bastırma olmaz. Daha kesini, öz-kapahlık sonucunu
mel inek için, diziye aşırı bir öğe eklenmelidir; bu öğe, diziye ait ol-
2M O I.UM SAI.IJK. HEGEMONYA. KVKKNSM.t.lK . KUTI.HR.2l7.KK. I.ACI AU
Freud bir kapalı yer korkusu vakasını ele aldığında, her zaman,
bu korkunun temelinde yatan tekil bir travmalı deneyim aramayu
koyulur: genel olarak kapalı mekânlar korkusu, b ir .... deneyimine
dayanır. Burada Freud’un prosedürü, Jungcu arketip arayışından
ayırt edilmelidir: Temel, paradigma niteliğinde evrensel travmalı
bir deneyim (anne rahmine kapatılma dehşeti gibi) değil, tamamcı»
olumsal, dışsal bir biçimde kapalı bir mekânla bağlantılı tekil bir de
neyimdir -ya özne kapalı b ir mekânda (başka yerde de gerçekleme
bilecek) travmalı bir sahneye tanık olmuşsa? Karşıt durum daha da
“ büyüleyici"dir; Freud, kendi vaka çözümlemelerinde kural olarak,
tikel bir vakayı (Kurt Adam ya da “dövülen çocuk" fantezisi vakası
gibi) yakından açımlamaktan fantezinin "aslında" (mazoşizm vb.)
ne olduğuna ilişkin evrensel bir iddiaya doğrudan bir atlayış yaptı.
Elbette, ampirist bilişçilik bakış açısından, böyle bir kısa devıe,
hemen bir sürü eleştirel soruya yol açar: Freud, sahiden temsil eduı
bir örnek seçtiğinden nasıl emin olabilir? Bu vakayı başka, faiklı
vakaların temsil edici bir örneğiyle en azından karşılaştırmamı/
ve böylece söz konusu kavramın evrenselliğini doğrulamamız ge
rekınez mi? Diyalektik karşı muhakeme bövlcsine dikkatli ampirik
bir genellemenin, bizi doğru bir evrenselliğe asla götürmeyeceği
dir neden? Çünkü belli bir evrenselliğin tüm tikel örnekleri, kendi
I)A ı A PO SE N Z A FINK 267
mck için yeterli bir nedendir" yanıtını verdiği diyalogu hemen kuru
olarak tanımlamamıza olanak verınesindedir.
Dahası, bazen dışsal yanlış algılama, yanlış algılanan “özgün"
üzerinde verim li bir etki yaratır, onu kendi “ bastırılmış” hakikati
nin farkına varmaya zorlar (Fransız kan t nosyonu, yanlış algılama
nın sonucu olmasına karşın, Amerikan film yapımcılığını kesinlikle
güçlü bir biçimde etkilemiştir). Am erikalıların Derrida alımlaması,
dışsal yanlış algılamanın verim liliğinin muhteşem bir örneği değil
mi? Bu durum, açıkça bir yanlış algılama olmasına karşın, biz/ut
Derrida üzerinde geriye dönük verim li bir etki yaratıp onu, etik
siyasal konularla daha doğrudan yüzleşmeye zorlamadı mı? Amc
rikalıların Derrida alımlaması, bu anlamda bir tür ecza, “özgün'
Derridayı tamamlayan bir ek özgünü çarpıtan ama aynı zaman d.ı
canlı tutan zehirli bir sahte-leke- değil m iydi? Kısaca, eserlerinden
Amerikan yanlış algılamasını çıkarsaydık, Derrida bu kadar “canlı'*
olur muydu?
Yabancılaşmadan ayrılmaya
Bu “somut evrensellik” açıklamasından sonra, sonunda Butlcr'in
Kantçı biçimcilik eleştirine, yani Lacaıûn simgesel düzeni, öznenin
müdahale alanını önceden belirleyen tarih dışı bir sabit kuralluı
sistemi olarak dondurduğuna, bu yüzden öznenin a priori olarak
simgesel düzene direnemediğine ya ila onu köklü olarak değiş
tiremediğine ilişkin fikrine yanıt verebilirim. O halde, “ merkez
siz” simgesel düzen olarak l acancı “ büyük Öteki” nedir? Negerin
doğa felsefesinden görünüşte tuhaf bir tanım (bitkinin, bağırsak
ları vücudunun dışında bir hayvan olarak tanım lanışı"), öznenin
“ merkezsizleşmesi'nin neyle ilgili olduğunun belki de en özlü taıı
fidir. JB
Buna, yine Du- Walküre üzerinden yaklaşalım. Die Walkürt/at
yüce tanrı Wotan, kutsal evlilik bağına (karısı Frickanın savundu
DACAPOSF.N/.A PINK 277
ğu) saygısı ile özgür aşkın gücüne (sevgili asi kızı Brönnhilde’nin
savunduğu) hayranlığı arasında kalmıştır; cesur Siegmund. zalim
llunding’in karısı güzel Sieglinde ile birlikte kaçtıktan sonra, bir
düelloda Munding’le karşılaşmak zorunda kalınca, Brünnhilde,
VVolan’ın açık emrini (Siegmund’un öldürülmesine izin verme) ih
lal etler. Brünnhilde itaatsizliğini savunurken, Sicgınunda yardım
d meye çalışmakla, aslında W otanin inkâr edilen gerçek iradesini
yerine getirdiğini iddia eder -Brünnhilde, bir bakıma, VVotanın bu
"bastırılmış” parçasından, l-ricka’nın baskısına boyun eğmeye ka
rar verince vazgeçmek zorunda kaldığı bir parçasından başka bir
şev değildir... lungcu bir okumayla, Fricka ile Brünnhilde’nin (ve
SVotan’ın etrafını saran diğer küçük tanrıların), yalnızca, YVotanın
kişiliğinin farklı libidinal bileşenlerini dışsallaştırdıkları iddia edi
lebi lir: Düzenli aile yaşamının savunucusu olarak Fricka, VVotanın
süper egosunu temsil ederken; tutkulu özgür aşk savunusuyla
Itrünnhilde, onun özgür aşk tutkusunu temsil eder.
Ne var ki, Lacan için, Fricka ile Briınnhilde'in, Wotan’in
psike'sinin farklı bileşenlerini “dışsallaştırdıklarını' söylemek za
ten çok ileri gitmektir: öznenin merkezsizleşmesi özgün ve kuru
cııdur; “ Ben" la başından beri “ kendimin dışında’yıın, dışsal bile
şenlerin bir (trikotajıyım Wotan, Fricka'da kendi süper egosunu
"yansıtm akla kalmaz, Fricka onun süper egosudur, tıpkı Megel’in
toprağa gömülü kökleriyle bir bitkinin, bağırsakları kendi vücudu
nun dışında bir hayvan olduğunu iddia etmesi gibi. O halde eğer
bir bitki, bağırsakları kendisine dışsal bir hayvan ise ve dolayısıyla
bir hayvan, kökleri kendi içinde bir bitki ise, o zaman bir insan biyo
lojik olarak bir hayvandır, ama tinsel olarak sağlam köklere muhtaç
bir bitkidir- simgesel düzen, hayvan insanın kendi Beni dışındaki
hır tür tinsel bağırsağı değil m i? Varlığımın tinsel Tözü, tinsel gıda
mı aldığım kök, benim dışımda, merkezsiz simgesel düzene gömülü
değil mi? İnsanın tinsel olarak, kökü dışsal bir tözde olan bir hayvan
olarak kalması gerçeği, Yeni Çağ’m olanaksız düşünü, insanı, kendi
dışında tözsel köke ihtiyaç duymadan tinsel mekânda özgürce yü
27* OLUM SALLIK. HEGEMONYA. EVRFN SELÜ K . BUTLER. Ztf.EK. I.ACLAU
Farklı bir düzeyde, sahici bir işçi sınıfı mensubunun yargısına bir
gönderme, Marksizm-l.enini/.min bazı versiyonlarında aynı rolü
oynamadı mı? Bugiin bile, çok kültürcü “siyaseten doğru” söyle
min. ayrıcalıklı bir öteki figürüne (Afrika kökenli Amerikalı, gey
...) aynı “ bilmesi gerekeıı'in otantik duruşunu atfettiği doğru değil
mi?
Büyük Ötekinin yarı-ampirik cisimleşmesi, farz olunan bu bil
giden yoksun olsa bile, insanın konuştuğu ve büyülemeye çalıştığı
ideal Tanık konumuna yükselmiş bir kişidir -James Bond film leri
nin çoğunun tuhaf bir özelliğinde, büyük Ö tekinin bu işlevi fark
edilmiyor mu? Büyük Suçlu, Bond’u yakaladıktan sonra, Bond'u
hemen öldürmek yerine sağ bırakır; hatta biraz sonra yapmayı
planladığı büyük darbeyi açıklayarak, girişim inin ipuçlarını verir.
I Ibctte, operasyonun açıklanacağı bir Tanık ihtiyacı, Büyük Suçluya
pahalıya mal olur: Bu erteleme Bönda, düşmanında zayıf bir nokta
saptama ve son dakikada (hatta bazen son saniyede) darbeyi indir
me şansı verir.
Aktarım noktası olarak bu büyük öteki, psikanalitik yorum
nosyonunun tanımında merkezi önemdedir. Freudun Düşlerin
Yonıınu’na giriş örneği. Irm anın iğne düşüyle ilgili kendi düşünün
okunmasıdır bu rüyanın nihai anlamı nedir? Freud’un kendisi
ıfıya-düşünceye, Irma’ııın tedavisinin başarısızlığıyla ilgili kendi
sorumluluğunu silmeye yönelik “ yüzeysel” (tamamen bilinçli) di-
leğine odaklanır; Lacancı terimlerle, bu dilek açıkça İmgesel dünya
sına aittir. Dahası Freud, bu rüyadaki Gerçekle ilgili bazı imalarda
d.ı bulunur: Rüyanın bilinçdışı arzusu, rüyada görülen üç kadına da
sahip olmak isteyen "ilksel baba” olarak bizzat Freudun arzusudur,
s. »im ar /fdc façan, saf simgesel bir okuma önerir: Bu rüyanın ni
ha i anlamı, bir anlam ın var olduğu, anlamın varlığını ve tutarlılığını
garanti eden bir formülün (rüyadaki trim etilaınin) var olduğudur.3*
Ne var ki. yakın zamanda yayınlanan bazı belgeler,^ bu rüyanın
gerçek odağının, Fliess’i -o sırada Freudun yakın arkadaşı ve onun
içııı "bilmesi beklenen özne" olan yardımcısı- sorumluluktan ve
280 OLUM SALLIK. 1IKGKMONYA. KVRF.NSRI IİK • BUT1.F.K. 2l2liK , LAC.I.AU
Notlar
cilt 2, s. 103 ¡Krş. K. Marx. F. Engcb. Siyasi Yazılar. çev. Alım cı Fethi, Ilıt
Yayın, İstanbul. 2004, s. K0 (ç n J.}
13 Bkz. Jacques Dcrrida. “ La mythologie blanche.** Po rtiq u e 5 (1971) içinde. %,
1-52.
14. lik/ Jacques Dcrrida. "L e supplément de la copule," Sitttyes tle lu pholoxophk\
éditions de Minuit. Paris, I *>72 içinde.
15. Bkz. Ilannah Arendt. O n Violence* llarcoun Brace. N e* York. 1970 {Ş k /â i
Ü zerine , çev. Bülent Pckcr. İktişım Yayınevi 1997», bölüm 2.
16. Bu noktanın daha ayrıntısı için bk/ Slavoj 2 ıJck. Tarrym # \%iıh i /k -\cg ath \
Duke Univcr>ily Press, Dnrham-NC. 1993, bölüm 3.
17. Bu prosedür. k**ku fılm leriyle -The h o fH in l M an 'dc küçük kı/ın öldürülme
sahnesi gibi sınırlı değildir. Wcstemkrde de etkilidir: Lewton’m son yapımı
AfH Khe D rum s'(a (1951), Kızılderililer, bir kiliseye sıkışmış bir gmp beyti/1
kuşatır -sahneyi içeriden hiç görmeyiz, eylem içeride gerçekledir, yalnızca -mı
sıra dar bir pencereden biı K ı/ıldcrili gözümüze ilişir. yalnızca batırıp çağıran
baskıncıları duyarı/.
IS .Bk/. Élienne Balıbar. É c rits ffourA Ithu sser. Éditions la Découverte. Pans. 1991.
s. 7X (A lthusscr İt, m Yazılar, çev. H ülya Tufan. İletimim Y ayınevi. 1991 ).
19. Bk/. Plıil Powrie. Frene h Ciném a m the I9 # lls. Clatvndon Press, Oxlbfd» I9 ? n
s. 50 61
20. Öznel ile nesnelin bu sarmal yer değişiminin nihai örneği. elbette, bakışın
kendisidir Lacancı bakı> nosyonunun can alıcı noktası, (kene ile nesne arasında! »
ilişkinin tersine dönmesini gerektirmesidir. Lacan'ın F o u r Fundam etıUil
( 'oficeptx o f Psyvho . I nah s ıs ‘te (Tav ¿stock, Londra, 1979) ilinle ettiği gibi. gö*
ile bakış arasında bir çatışkı vardır bokış nesneden yanadır, görülebilir olanın
alanında resmin kendisinin izleyenin fotoğrafını çektiği kör noktanın yeril»!
alır. O nedenle, aniı-l acaııcı bılışçı sinema kuramcılarının “ kayıp hukış’*tan *A i
edip, Lacancı Bakışın, i/leyieı deneyiminin fiiliyatında rastlanmayan mitik bit
kemlilik olmasından yakınmalarına şaşmamak gerek.
Aynı şekilde, yayımlanmamış “ Antıgone. thc Guardian o f Crimınal Bcıng'"inde
Joan C'opjec. kısmı nesnelerin (bakış, ses. meme .. .> proto-aşkınsal statüsünü
öne sürer: Bunlar organ ben¿erlerinin “ olabilirlik ko>tıll.ıır dırbr. Bakış. gö/ün
olabilirlik koşuludur, yanı diinyada bir şey görmemizin (hır X gî»züıuü/dcıı kaçıp
"bakışa döndüğü** Ölçüde bir şeyi görürüz); ses. bir şeyi duymamızın olabilirlik
koşuludur vc benzeri. Bu kısmı oh jet />eiii o 'lar. ne özneldirler, ne de nesnel,
çünkü ıkı boyut arasındaki kısa devreyi cisimle>tınrler Öznelliği sürdüren
nesnel "gırtlaktaki kemik’* olarak işlev görürler.
21. François Kcgnault, C onfihvncts t l esthétique lacanietıae* Agalma. Paris, 1997,
s. 6.
22. Örneğin, ikilenm e temasıyla ilgili olarak, standart yapısökümcü kiiresclleşmedm,
yani bu terimin yassılaştırılmasıyla her şeyin. B ir'in esrarengiz ikilenmesinin
hır örneği haline getirilmesinden (kadın. erkeğin ikilenmesidir, yazı sesin
DA CAPO SEMZA FIN E 2#9
36. Bkz. Lisa Appıgnanesı vc John l-orıcstcr. Frvu d s Women. Cambridge University
Press. Cambridge. 1995.
37. Stanley Cavcll, The Claim o f Reaton, Oxford University Press. New York. 1979,
s. 351-2.
38. Burada kuşkucunun tutumunun hangi anlamda aslen uu/ist^e olduğu d i
görülebilir: kendi Ötekisinin iddialarının tutarsızlığını göstermekten zevk alaıı
kuşkucu, öznelliğin bölünmüş doğasını Ötekinin û/crine kaydırır -lıer zammı
Ötekinin tutarsı/Jıklan ortaya çıkar.
39. Yilt.ı Halbcrstam ve Judith Levcutbal'ın küçük hır kitabı, Sm all M ira ç la :
Extraord in ary Coincidence from Everyd ay I.i/e (Adams Media Corporation,
llolhrook. 1997). büyük ötekinin bu boyutunun rastlantıların altındaki •‘derin*'
anlam bugünün popüler ideokyisinde harekete geçirilmesinin kusursuz bu
örneğini verir. Kitap şu tip öykülerden oluşuyor: B ir toplama kampında küçük
bir oğlan, dikenli tellerin arasından oradan geçen bir kızı gonır. Özlem dolu o
bakışı fark eden kız. ertesi gün yine oradan geçer ve oğlana hır elma alar. Bu
böyle birkaç gün tekrarlanır. Savaştan sonra. I957'dc, toplama kampından sağ
kurluları ve şimdi haşarılı hır yönetici olan oğlan. tanımadığı bîriyle buluşur
(icçm ıştcnyic ilgili konuşurken. Alman kökenli olan kadın, bir toplama
kampında elma attığı genç bir çocuğu hatırladığını anlatır buluştuğu kişi, onu
savaştan kurtaran kişidir! Heınen evlenirler ve mutlu hır yaşam sürerler... Bu tür
r.KvlIaııtıların Yüce (¡üçten bir mesaj getirdiği utancı, büyük Öteki varsayımının
sıfır*noktasıdır.
40 Merkeksizleşme meselesi basitçe, inancımızın ebediyen ertelenmesi, ycı
değiştirmesi, hiçbir zaman kemli başına gerçekIcşmemcsi değildir, aksine*
lurtıılam iHİığnpırz h ır m anita, giderek daha güçlü btr biçimde geri donen vc
sonunda kendim, hadım bir liderin emrine itaat ederek kendim öldürmeye ha/ır
hır bibimde hissettiren bir inançla uğraşmamı/dır. Bu yOzdeıt, ın.uıç gfrçeAUt
olanaksız (sonsuza dek erieleıımış/yenndcn edilmiş) ve ayın /amanda zorunlu,
kaçatılmaz. Bu aşırı inanç, ö/cllıktc "postmodern" niteliğiyle, kemli doğamızdan
gelen ihlal biçimimizdir Görüntünün aksine, «özde kinik ve düşünümtel olan
devrimizde, gerçek hır ateist olmak her zanıaııkinden daha zordur.
Dinamik Sonuçlar
ludıih Butler
Bu kitap belli bir riski göze alıyor; çünkü iki projeden hangisini
gerçekleştirmeye çalıştığı belli değildir. Bir yandan, birbirine ya
kın bağlılıkları »lan ba/.ı kuram pratisyenlerinin, siyasal dünyanın
statüsü konusunda birlikte düşünmelerine; diğer yandan, her bir
pratisyenin diğerlerinin eleştirilerine karşı kendi konumunu sa
vunmasına, kendi eleştirilerini sunmasına, kendi konumunu ayırt
etmesine vesile olmaktadır. Bu gerilimi çözmenin kolay bir yolu yok
gibi görünüyor; o yüzden belki de ilginç soru şu olur: Metnin ortaya
koyduğu kararsızlık, özellikle verimli bir kararsızlık mıdır? Verimli
olup olmadığım nasıl bileceğiz?
Böyle bir görüş alışverişinin açık bir yararı, yalnızca radikal de
mokratik bir projede kuramın statüsü sorununu gündeme getirme
si değil, bizzat "kuram' ın yekpare bir terim olmadığını öne sürmesi
dir. Evrenselliğin, olumsallığın ve hegemonyanın statüsü bir şekilde
kenarda dururken, çabalarımız eleştirilere bire bir yanıtla sınırlı
kalsaydı, sanırım, çok kötü olurdu.
Bana göre, ister siyasal, ister kuramsal, ister hem kuramsal, hem
siyasal olarak düşünülsün, bir radikalizm anlayışı, kendi girişiminin
varsayımlarının soruşturulmasını gerektirir. Kuram durumunda,
l>«ı radikal soruşturma, kuramın bazen aldığı aşkınsa! biçimi kendi
ıı<snesi olarak almalıdır. Varsayımlara ilişkin soru sormanın, bili
nebilir nesneler alanının oluşmasını sağlayan genelleşmiş olanak-
lılık koşullarım sorgulayarak, zorunlu olarak aşkınsa! bir etkinliğin
içine girmek olduğu düşünülebilir. Ama bana öyle geliyor ki, bu
**2 OLUMSALLIK. HEGEMONYA. RVRI.NSH I.IK • BUTLER. fctf.EK. LACLAU
/aman çift uçlıı bir lalcp »«ışırlar, biri dünyaya karşı, diğeri biz/at
felsefeye karşı dönmüş iki uç.” Devam ediyor: “ Bizzat şeyde kendi
başına tersine çevrilmiş bir ilişki gibi görünen şey, bu öz. bilinçlerde
ikili bir ilişki gibi, birbiriyle çelişen bir talep ve bir eylem gibi görü
nür“ (s. 10; italikler bana ait). Verildiği içindeki dünyaya eleştirel
mesafede durmak için bir felsefe talebi, olanaklının uzantısı olarak
veriliyi reddetmek için eleştirellik talebi vardır. Yine de dünyayı fel
sefenin verdiği düşünceye göre yeniden yapmak, felsefenin, gerçek
leşmesiyle eşzamanlı olan çözülmesini gerektirir.
Ne var ki, çağdaş durumumuz daha da karışıktır; çünkü bizzat
"gerçekleşmedin değeri krize girmiştir, örneğin, Marx’ın radikal
eşitlik ya da eşitlikçi servet dağılımı idealini gerçekleştirme çağrı
sı. bazı Marksist devletler tarafından, yalnızca devleti merkezi bir
düzenleme ve denetim kuruluşu olarak pekiştirmekle kalmayan,
demokrasinin temel ilkelerini de budayan türden ekonomik plan
ları dayatmanın gerekçesi yapıldı. Hylem çağrısı, ideali gerçekleştir
ine dürtüsü olarak anlaşılabilir. Bu yüzden, günümüz için radikal
demokratik bir kuramı geri kazanma ya da yeniden geliştirme ça
bası, bizatihi “gerçekleştirmeyle eleştirel bir ilişkiyi talep eder: Bıı
tür idealler, eğer gerçekleşecekse, nasıl gerçekleştirilmelidir? Hangi
araçlarla, hangi bedellerle? Bu idealler, her türlü uygulama aracını
haklı kılar mı? Marksizm. Hegel'in yazıları bağlamında düşündü
ğümüz Terör paradoksuyla ne ölçüde karşılaşmıştır: Kavramın uy
gulanması ya da “gerçekleşmedi belli bir şiddet dayatmasını kapsar
mı, hatta gerektirir mı? Dahası, gelecek anlayışımıza ve demokrasi
nin kendisi bakımından öz,sel olan, "kapanması ölümü, gerçekleş
inesi -yine Marx‘ı anarsak kaybolması olacak açık uçlu bir sürrs
olarak anlaşılan geleceğe ne olur?
Bu yüzden, öyle görünüyor ki, geleceğe ait olan, teleoloji tanı
fından kısıtlanmadan kalan ve herhangi bir "gerçeklcşmesfyle ol
çüştürülebilir olmayan bir demokrasi kavrayışına bağlılık, farklı bir
talebi, gerçekleşmeyi sürekli erteleyen bir talebi gerektirir. Paradok
sal bir biçimde ama Ladau ve Mouife’un Hegemonya ve Sosyalim
DİNAM İK SONUÇLAN 297
var ki, Butlercı “Gerçek” kullanımını bir tarafa bırakan Zi/ek, iyi bir
noktaya değinir: Bu sayfalarda bir piyasa ekonomisi eleştirisi bulun
madığına. Ama kendisi ile böyle bir eleştiride bulunma/. Neden?
Bana göre çalışmalarımız, daha radikal bir biçimde yeniden yapı
lundırılmış bir dünya, şu anda olduğundan çok daha radikal biçim
lerde tasarlanan ekonomik eşitliğe ve siyasal özgürlüğe sahip olacak
bir dünya arzusu tarafından güdiılenmektedir. Ama inanıyorum ki,
bize sorulması gereken soru yerli yerinde duruyor: Siyaset alanıyla
ilgili felsefi yorum ile siyasal yaşamın yeniden tasarlanması arasında
çevirileri nasıl yapacağız? Bu, kuşkusuz, biçimcilik ile tarihselcilik
arasındaki, görünüşte a priori ile a posteriori arasındaki karşıtlığı
üretken ve dinamik kılacak türden bir sorudur. Şöyle bir yanıt ve
rilebilir: Herhangi bir ekonomik eşitlik nosyonu daha genelleşmiş
bir eşitlik anlayışına dayanacaktır ve bu. bu tür bir çalışmayla sor
gulanan şeyin parçasıdır. Ya da köklü bir biçimde dönüştürülmüş
bir ekonomik ilişkiler geleceğine ilişkin herhangi bir nosyonun, bir
geleceklik (futurity) nosyonuna dayanacağı ve gelecekliğin, burada
ilgilenilen şeyin parçası olduğu yanıtı verilebilir. Ama bu tür ya
nıtlar. sorulan sorunun yanıtının yalnızca bir parçasıdır. Ekono
mik eşitlik olunca eşitlik nosyonuna ne olur? Ekonomik bir gelecek
olunca, gelecek nosyonuna ne olur? Ekoııomik'i basitçe, olanaklılık
koşulları a priori bir düzeyde düşiinülcbilen tikel alan olarak "dev
reye sokma'Ynalıyr/.. Belki de bizzat ekonomik alanı soykütükscl
bakımdan yeniden düşünmek gerekir. Örneğin, antropolojideki ya
pısalcı mirasların ekonomik'i kültürelden ayırmalarını, bu alanların
ayrılmasının bizatihi sermayenin bir eseri olduğunu iddia edenlere
karşı yeniden düşünmek gerekir.
/.iiek'in tarihseldi iğe karşı duruşunu izlemek benim için her za
man kolay değil: bunun nedeni, belki de, terimin dolaşımının, için
de çalıştığım akademik ortamda özgül anlamlara, herhalde onun
konumundan bakıldığında aynı olmayan anlamlara sahip olması
dır. Ziiek. yapısökıimü, tarihselciliği ve Kültürel Çalışmaları aynı
safta görür -A BD ’de Lynne Chcncy ve Roger Kimball gibi tutucu
m OI.UM SAİ.UK. HF.GKMONYA, e v re n s e i.u k • IU.'TLER.2l2EK. la c i.a u
Notlar
1. Aristoteles, Nicomachcan Ethics. çev. M anin Ostwald. Indianapolis. IN : Babbs-
M errill 1962. s. 162. [Nikomakhos'a Etik . çev. S ail'd Babtir, liilgesu Yay.,
Ankara. 2007|
2. Marx-Engeb Reader, cd. Robert Tuckcr. New York: Norton 197X içinde, s.
9-11.
3. Bk/. Jm liili linder. “ Poststnıcturalism ;ınd Posim anKm ." Diacritks 23.4 (K ış
1993). 3-11.
4 lik/.. M ary Poovey. A History o f the S h tlem Fact: Prvblents o f Knowledge in
the Sciences o f Wealth and Society, University o f Chicago Press. Chicago 1998;
Sylvia Junko Yanngisako. TrantfomUng the Past: Tradition and Kinship Among
Japanese Americans, Stanford University Press. Stanford. 1985. s 1-26; Pierre
Clastrcs, Society' Agonist ıhı' State, çev. Robert Murlcy. New York /one Books
19X7 [Dexlete Karşı Toplum. çev. Mehmet Sert. M Nedim Demırtoş. Aynnlı
Yayınlan 19911.
5. Bu sorunun başlangıcı, l.cvi-Strauss'un ensesi tabusu tartılmasında görülebilir,
Dem da'nın “ Süuclurc. Sign, and Play in the Discourse of Ihc Human Science«’*
la (Writing and Difference içinde. çev. Alan Bass, University o f Chicago Press
Chicago. 1978. s. 27X-94 (İnsan Bilim lerinin Söyleminde Yapı. (iiKtcr\»c vc
O yun", Toplumbilim Dcrrida Û /el Sayısı, sayı: 6. İstanbul. 1996)) ele aldığı
bir muhakeme. L<Svı-Strauss. ensesi tabusunun ne kültürel öncesi, ne kültürel
olduğunu, dû/enli olarak kültürel öncesini kültürele dönûşlürvn bir mekâni/mayı
anlam lını Öne sürer, linsest tabusu "yapısal" olduğu tavikle, kültürel öncesi hır
/amana ya da mekâna kolayca yerleş iri İçmese de. bildirdiği olumsal kültürel ya
da toplumsal örgütlenmelerin parçasıdır.
6. Piene Bourdicu. The Ia > kh o f Practice, çe\. Richard Nice. Stanford. Stanford
University Press. 1990.
7. Bk/ Charles Taylor. “To Follow a Rule .. .** Bourdien: A Critical Ranter içinde,
cd. Richard Shustcrman. Basil Blackw ell. Londra. I W . s. 2‘>-44.
X. özgürlüğün eleştirel sorgulanmasında Kantçı çözümlemeye önemli bir yer
görüyorum ve açıkça aldaki ya/ı tan ndan çok. Critique o f Judg^menC'mSc
en yararlı biçimde açıklandığını dft$ûnüyurum. B u ^ k lıd c Kant*ın ö/gûrlGk
kuramına yakınlığım ı bana gösterdiği için D nıcilla C orncll'c borçluyum, lik/
Drucılla Cornell. "Response to Brenkman.*' Critical Inquiry, 25.1 (Ciû/ 1*W9).
Evrenselliği İnşa Etmek
Ernesto Laclau
anlama gelmeyen “sim gesen bir larafa bırakalım. "Gram cndcn, ti
kel bir “dil oyunıTnu düzenleyen kurallar kümesini (VVittgenstein’ın
örneğinde satranç oynamanın ne olduğunu tanımlayan kurallar
kümesini) anlıyorum. “ Mantık"tan da. o kurallar sisteminin fiili
işleyişini olanaklı kılan kendilikler arası ilişkiler tipini anlıyorum.
Gramer yalnızca tikel bir dil oyununun kurallarının ne olduğunu
bildirirken, mantık farklı bir soruya yanıt verir: Bu kuralları olanak
lı kılmak için kendilikler nasıl olm alı? Örneğin “ yansıtma" ve “ içe
atma” gibi psikanaliz kategorileri, mantığı, fiziksel ya da biyolojik
dünyada etkili olanlardan farklı olan süreçleri varsayar. Kuramsal
biyolojiyle ilgili yazılarında François Jacob, “canlıların mantıgrndan
söz ederken, “ mantık" terimini, tamı tamına benim kullandığım
anlamda kullanıyor. Başka bir şekilde ifade edersek: "Gram er” her
zaman varlıksaldır; "mantık” ise varlıkbiliınseldir. Ya “söylem"?
Butlcr'ın çok iyi bildiği gibi -bu. üzerinde ısrarla durduğu vc benim
de ısrarına katıldığım bir konudur- tikel dil oyunlarını düzenleyen
kurallar, kuralların uygulanma sürecinde etkili olan toplumsal ey
lemleri tüketmez. Kurallar uygulanırken bükülürler ya da dönüştü
rülürler. Derridacı “ yineleme" nosyonu, YVittgensteincı “ bir kuralı
uygulama" nosyonu -hatta Butlcr’ın "parodik performanslar" nos
yonu- bu bükıilme ya da dönüşme olanağını varsayar. Bu olanak
olmasaydı, hegemonik kaymalar olanaksız olurdu. Bizim "söylem"
dediğimiz şey, kurallar toplamı ile bu kuralları uygulayan/çarpıtan/
bozan eylemlerdir ve tikel dil oyunlarına değil, çok sayıda dil oyunu
arasındaki etkileşime/eklemlenmeye -YVittgenstein’ın “ yaşam biçi
mi” dediği şey- işaret ederken, “söylemsel bir oluşum "dan söz edi
yoruz. Görebildiğimiz gibi, bir gramerden beklenen iç tutarlık ile
söylemsel bir oluşumdan beklenen iç tutadık farklıdır. Bir kurallar
sistemi, ideal olarak, sistematik olma eğilimindedir. Bıı sistematik
idealin ulaşılamaz olması -zira Lacancı dilde “simgesel düzende
ki büklümler” dediğimiz şey her zaman olacaktır düzenleyici bir
düşünce olarak sistematiklik idealinin bir gramerde tam olarak et
kili olmasını dışlamaz. Söylemsel bir oluşumda bu sistematiklik.
EVREN SELLİĞİ İNŞA ETM EK 315
2. Entelektüeller
Butler, olumsal evrenselliğin siyasal dolayımı ve temsil ilişkile
rini kurucu bir biçimde gerektirdiği konusunda benden alıntı yap
tıktan sonra, "bu sonuncusu yalnızca entelektüelin dolayım kurucu
bağ rolünü zorunlu kılmakla kalmaz, bu rolü mantıksal çözümleme
rolü olarak da niteler" «ler. Sonra da ekler:
/. Ufuklar üzerine
Zizek okurun dikkatim şuna çeker:
Laclau, kapitalizm in, tem elde yatan ortak b iı M antığa itaat eden
hom ojen bir Bütünlük değil, olum sal b ir tarihsel küm elenm enin
EVRENSELLİĞİ İNŞA ETMEK 321
3. Hegel, yeniden
Bu konunun üzerinde çok uzun durmayacağım; çünkü söy
leyeceklerimin çoğunu birinci yazımda söyledim. “Olumsallığın
zorunluluğa geriye dönük dönüşümümle ilgili olarak, hegemonik
mantıkların işleyişini yakalamak için bu hareketin neden yetersiz
olduğunu açıkladım. Zizek’in “ Ladaunun sözünü etliği çatlak, baş
tan sona muğlak olan temel llegetci projenin bizzat kendisinde zateıı
fark edilir" iddiasına gelince, ilk denememde. Hegelde aklın ikili bir
harekete yakalandığını öne sürdüğümde söylediklerimden farklı bir
şey söyleyip söylemediğini bilmiyorum: I legel’de akıl bir yanda tüm
farklar dünyasını kendine boyun eğdirtmeye çalışırken, diğer yanda
farklar dünyası aklın işini bozarak tepki gösterir. Aslında. Ziiek’iıı
Güzel Ruh diyalektiğine iyi seçilmiş göndermesi, benim kafamda
olanın kusursuz bir örneğidir. Onunla anlaşamadığım nokta, bu
muğlaklığı bu iki hareketi tek taraflı hale getirerek dönüştürmesi
EVRENSELLİĞİ İNŞA ETMEK 327
Sınıfların yapısökümü
Evrensellik ile tikellik arasındaki, hegcınoııik mantıklarla bağda
şabilır eklemlenmeyi betimlemeye geçmenin zamanıdır. Ne var ki.
bunu yapmak için ilk önce, “sınıf" kategorisini ve bunun, birçok
çağdaş söylemin alışılmış pratiğindeki sunuluş tarzını ele almak is
tiyorum. “Sınıf*' terimiyle çok sık oynanan iki dil oyununa işaret
edeceğim.
I. ilki kategoriyi yeni toplumsal hareketlerle bağlantılı kimlikler
çoğalmasıyla bağdaşabilir kılarken, onu yitirmemeye çalışır. Burada
.ılışılmış pratik, “sınıf"ı sıralaınalı zincirdeki fazladan bir halkaya
dönüştürmektir. Bu yüzden, yem kimlikler ve onların ö/.gül taleple
m OLUMSALLIK. HKCKMONYA.KVKI NSHI.I.İK . ItUTLhK.ZtftKK. I.AU.AU
devreye soktu. Ne var ki. bu, sürecin sonu değildi. Eski çerçevele
rin dağılmasında son aşamanın, bira/, önce sözünü ettiklerimize
benzer sıralamalı stratejilerde bulunacağım duşünüyorum: Bir tür
fanta/.mik rolle eski ekicmicyıcı kendilikleri korurken, eklemleyi-
ci mantıklardan umudu keserler. (Teker teker sıralamak, sıralanan
kendilikler arasında bir bağlantı kurmak değildir. Daha önceki bir
eklcmleyici kendiliği bir sıralamaya dahil etmek, onu anlamdan
yoksun bırakmanın bir yoludur. Biri de Zizck'inkidiı: Gürültülü
bir biçimde sınıf mücadelesi ilkesini ilan ederken, geçerlilik koşul
larıyla ilgili bir şey söylememek.) Bir bakıma, Kric Aııerbach'ın. Ci-
ccrocu klasik dilin dü/eııli yapısının dağılmasıyla ilgili söyledikleri
ne* benzer bir durumdayız: Koma düzeninin gerilemesiyle birlikte,
eski kurumsal ayrımlar, giderek kaotikleşen toplumsal gerçeklik
üzerinde hegemonya kuramadılar. Böylece klasik Latince'nin zen
gin bağımlı yapılarının yerini, arlık bağlantılarıyla birlikte düşünü-
lemeyen bir gerçekliğin parçalarını birbirine ekleyen sıralam alı bir
bağlaçlı anlatı (vc ... ve ... ve) aldı/'
Bununla birlikte, bu sıralamalı stratejileri basitçe yanlış diye bir
tarafa atmak hata olur. Onları, çağdaş toplumlarda eski çerçeve
nosyonların uygunluğunu aşındıran süreçleri ele almaya yönelik ilk
söylemsel girişimler olarak görmek gerekir. Bu süreçler arasında en
görünür olandan söz etmeme izin verin.'1 İlk Önce, son otuz kırk
yılda, ileri kapitalist dünyada işçi sınıfının hem mutlak sayı bakı
mından, hem yapısal örgütlenmesi bakımından gerilemesi. İç bö
lünmeleri, genelleşmiş bir kitle kültürüne -diğer şeylerin yanı sıra
bir gençlik kültürüne- katılımı, Fordist dönemin ayırt edici özelliği
olan ayrı bir işçi sınıfı kim liğini -örneğin Avrupa'da, proleter bir
kültürün ıııerke/i olan, büyük sanayi kentlerinin kızıl kuşaklarında
örgütlenmişti- ciddi ölçüde aşındırmıştır. Buna işçilerin ulusallık
-göçmen işçiler ve benzeri- bakımından bölünmelerini de ekle
meliyim. Marksizınin dayandığı “sın ıf” nosyonunu giderek daha
fazla tartışma konusu yapan işsizlik düzeylerinden de söz edilme
lidir. Marksizıııe göre belli bir işsizlik düzeyi, kapitalist birikim için
EVRENSELLİĞİ İNŞA ETM EK J3t
I)
0 0 = 0= 0
n, D2 D, I) ,
birleştiren genel eşdeğere içi boş gösteren dediysem, içi boş oluşu,
birbirlerini kesintiye uğratan söylemler çoğulluğunun ortaya çıkar
dığı sabitlenmemişlikten kaynaklanan eşdeğere de yiizen gösteren
diyeceğim. Pratikte her iki süreç birbirini üst-beliricr; ama arala
rındaki analitik ayrımı korumak önemlidir. Demek ki, görebildiğim
kadarıyla, toplumsal ve siyasal söylemlerde evrenselliklerin ve tikel
İlklerin iç içe geçişi konusunda Butler’la aynı görüşteyiz.
Çağdaş siyaset bağlamında solun görevleriyle ilgili kısa bir notla
bitirmek istiyorum. Siyasal sınırlar yaratmadan siyaset olmaz; öte
yandan tam da kurtarılması gereken toplumsal kendilikleri siyasal
eylem aracılığıyla inşa etmek zorunluluğu varken. (Marksist söyle
min “sınıflan" gibi) istikrarlı kendiliklere dayanma olanağı yoksa
bu tür sınırlar yaratmak zordur. Çağımızın siyasal meydan oku
ması budur. Bize musallat olan siyasetten vazgeçme ayartmalarıyla
karşılaştırırsak, ana çizgileri daha belirgin olur: çatışmasız toplum
adına toplumsal bölünmeyi ve antagonizmaları ortadan kaldır
mak -Üçüncü Yol. radikal merkez (eşi benzeri bulunmayan Tony
Blair’in öne sürdüğü gibi sağ ya da sol ekonomik politikalar yok
tur. yalnızca iyi ekonomik politikalar vardır); bugünün hcgemonik
güç dengesini değiştirmekle ilgili her türlü stratejik düşünceyi bir
tarafa bırakarak, yalnızca savunmacı bir siyasete sığınmak: siyasal
mücadeleyi tamamen terk edip, dünyada fiilen olup bitenlerle fazla
bağlantısı olmayan içi boş metafizik önermeler haline gelmiş eski
Marksist formülleri tekrarlamaya devam etmek.
Son on yılların çoğalan (¡kelliklerinden, onlara karşı değil, on
lardan inşa edilmiş geniş bir evrensel söylem yaratamazsa, solun
geleceği yoktur. Evrenselliğin bir boyutu, tikel talepleri ve sorun-
yönelimli bir siyaseti örgütleyen söylemlerde zaten etkili oluyor;
ama bu. örtük ve gelişmemiş, kendisini toplumun geniş kesimleri
nin imgelemini harekete geçirebilir bir simgeler kümesi olarak öne
remeyen bir evrenselliktir, önümüzdeki görev, evrensellik tohum
larını yaymaktır; böylcce tam bir toplumsal tahayyüle sahip olabilir,
son otuz yıldır dünya siyasetinin hcgemonik utku olan yeni-liberal
338 O LUM SALLIK. HEGEM ONYA. EVREN SELLİK • KÜTLER.2l2EK. l.ACI AU
Notlar
e tk isin i tayin eder. Bütün öteki ren kleri yıkayan v c ilk ellik le rim
d eğiştiren b ir ışık kaynağıdır. K en d isin in için d e m addileşen her
va rlığ ın özgül a ğ ırlığ ın ı belirleyen tikel b ir e terd ir.'
Notlar
Burada cihetle, Joan Capjec'in ç ıjır açıcı “ llıc FulhanasLı o f Reason” ından
yararlanıyorum; Rant Sty Desin içinde. M il Press, Cambridge-M A .
1995. I acanci cinsel lark nosyonunun felsefi temelleri vc sonuçları Özerine
bu denemenin, Lacan'u sayısı/ feminist saldırıda sevgzce geçiştirilmesi
anlamlıdır.
Burada yine. ükancı Gerçek nosyonunun anahtarının, Laclau nun ömek
niteliğinde incelediği içsel ve dışsal fark ttrttkşmcsi olduğunu görebiliyoruz
"Gerçeklik.** sınırları simgese) düzen Sıralından bellilenen d ı^ ıl alandır,
(ierçek ıvc Simgesele içkin bir engeldir, fiilileşmesini içeriden önler. Butlcr'm
Geıçcgc karşı bildik muhakemesi tbızzat Gerçek ile Simgeseli aytraıı çi/giııiıı
dûıı dörtlük simgesel bir jest olduğu ). Simgeseli aslen tutarsız ve kırılgan yapan
bıı örtülmeyi değerlendirme dışı bırakır.
Dahası, önceki iki yazımda da vurguladığım gibi. “ Bizz;ıt cinscl farkın içi
Av>* biçiminin hegemonya uğrunu savaş alanı olarak ortaya çıkması için hangi
Özgül içerik dışlanmalıdır?" sorusuna locan ın kesin bir yanıtı vardtr. Bu özgül
içerik, Lacan'm «4a« Dnıx. olaıuksız-gcrçck Şey dediği, ya da daha özgül olarak
Seminar AT da "lam clla" dediği şeydir, yanı "cinsiyeti! üreme döngüsüne tabı
olduğu için canlı varlıktan çıkarılmış*" olan "ölümsüz yaşam ya da bastırılanla/
yaşam." ölmemi? nesne olarak libidodur (Jacques Lacaa //*• l'our Fıtmlamenial
CutureptsofPsyriKhumılysit. Noıton, New York. 1977. s. IMS).
Butler'iıı kavramsal ayrımları reddettiği için ödediği bedel, bir dı/ı anahtar
psıkaııaliıik içgftrtiyü aşırı basitleştirmesidir. Örneğin ’‘Bireyleşmenin
bilinçdışını. biı kalıntıyı üreten bir Kınlan reddetmeyi gerektirmesi kaçınılma/
olabilir, ama hilıııçdışının toplumsal öncesi değil, dile gelmez tojtfur/ıudın
wtrligiut içinde sürdürdüğü M it hır tarz olması da eşit dcrvcedc kaçınılma/
görünü>or." iddiası, travmalı Gerçeği Üreten haştaıı reddetme ile biı içeriği
biiınçdışına doğrud-ın ItaiUrnhik arasındaki ayrımı bulanıklaştırır. Başlan
reddedilen şey. bılınçdı^ında varlığını sürdüımez: Biliııçdışı, öznenin söyleminin
sansürlü bölümüdür, “ öteki Sahnemde ısrar cdeıı ve ö/neııin konulma akıcını
bozan gösterici bir zincirdir; başlan reddedilmiş Gerçek ise. bi/zsit bilınçdtşı
içinde bir dış-nıahrcm çekirdektir.
Karl Marx, (irtındriyse, Peııguiıı 1972, Hamxmdswoflh. v. 107 ;Bkz. Karl Marx.
I çisele Yazılan, çev. Alımet Fethi, İlil Yayın, İstanbul, 2004. s. 206: ayrıca krş
Karl Marx. Grundrisse . I koıtomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, eev. Sev.uı
Nişanyan. Birikim Yayınları. 1979(2008). s. 178 |ç.n.|.J.
Uuıada, tarihsel <lcneyımde çoğu kez karşıt aralığa rastladığımız eklenmelidir:
B ir eyleyici, yalnızca tikel bir sorunu çözmeyi amaçlayan ılım lı bir «kileme
3f»2 OLUMSALLIK. HEGEMONYA. EVRENSELLİK • BUTLER. 212EK. LACLAU
OLUMSALLIK,
HEGEMONYA. EVRENSELLİK
Solda Güncel Diyaloglar
a« fitı%