You are on page 1of 7

D üny a d a Teknik A r ı z a *

M akinenin kolu döndükçe, Nermin Hanımın kafası büsbü


tün karı ıyordu. " Günde elli tane dikilse, ayda... ama yüz-
kırk lira yetti ine göre... Öyleyse yüzkırkı do rultmak için kaç
tane?.. Ya da yirmibiri hesaplamalı. Firûzan Bey, bu aydan ba
layarak yirmibir kuru yapalım demi ti. Ama ben yine onyedi-
den hesaplayayım d a... Günde onyediden e lli..." Makinenin
kolunu bırakır bırakmaz, kol ters döndü; iplik hızla toplandı ve
koptu. Nermin Hanım, geni bir soluk alarak ellerini kuca ına
bırakıp, birkaç saniye hiçbir ey dü ünmeden durdu. Öyle bir
yorgundu k i... Çeken bilir. Dudakları kurumu , beli a rımı , sı
caktan soluk alacak hali kalmamı tı. Onyedi kuru ları, çuvalla
rı, sıca ı bir an unutup, serin bir yerde, öyle bir saat -B ir saat-
çik - uyumaktan ba ka dile i yoktu. Ama onu bırakmıyorlardı.
"Onyedi kuru tan yüz yirmi çuval... Yüz tanesi onyedi lira. On
tanesi... On tanesi yüzyetmi yüz yetmi , yüzyetmi d ah a..."
Ellerini beline dayayıp do ruldu. Durdu. Yüzü a rıdan kırı tı.
"N e olursa olsun" diyen bir bırakı la ba ını duvara dayayıp,
gözlerini yum du... Gözünün önünden yı ın yı ın kesilip ha
zırlanmı çimento çuvalları, eski bir el makinesinin çevrilen ko
lu, sa dan sola hızla geçmeye ba ladı. Hepsinin üzerine, karan
lıkta parlayan yıldızlar gibi kendi çarpık on yedi'leri serpilmi
ti. Her yedinin beline bir ku ak koymu , birlerin hepsini de e
ri çekm i ti... Kendini zorlayarak do ruldu. Bir an odaya baktı.
* Dünya, özek çivisi oynadı ı günden beri, hem kendi çevresinde, hem güne in
çevresinde bozuk düzen olarak fır dönüyormu diyorlar...

13
Sonra yanındaki desteden bir çuval çekip makineye yerle tirdi.
Oda, iyi dö enmi bir oda... Ama, yabancı bir göz için bu.
Bir bakı ta, kö edeki çini soba, ortadaki üzeri mu ambalı ceviz
yemek masası, i lemeli keten perdeler gözü çekebilir. Gelgele-
lim Nermin Hanım, bir türlü alı amadı ı parasızlık, dulluk, ge
çim sıkıntısı içinde, bir, acıdan geçip acıla ma ve artık hiçbir acı
duymama haliyle böyle arada bir do ruldu unda, duvarların
badanasızlı ına içi daralarak bakar. Yer yer yırtılmı mu amba
ların üzerinde, karyolanın altında tozların uçu tu unu, sürahi
nin, ampulün, aynanın, sinek pisli i ve toz içinde, örtülerin kir
li, perdelerin yıkanamayacak kadar eskimi oldu unu görür;
elleri, gö sü, bacakları, hatta bo azının deli i çuval kılı içinde,
sıkıntıdan saçlarının dibi ka ınarak, beyni a rıyarak hareketsiz
kalır.
Çuvalın yan diki i bitince, dudaklarının üzerindeki terleri
eliyle silerek sırtındaki eski gömle i çıkardı. Biraz fazla i man
olmasa, esmer omuzlarıyla gö sü için çok güzel denebilirdi.
Saçlannı tepesinde toplayıp, çıkardı ı gömlekle gö sünü, ense
sini kuruladı. Sonra yeniden m akineye e ildi. Ancak o zaman,
birdenbire, annesinin arka odada, ne zamandır konu up dur
du unu ayırt etti. Eli makinenin kolunda, solu unu tutarak, ki
minle konu tu unu anlamak için kulak kabarttı. Kula ına ge
len kopuk cümleler, parça parça sözcüklerden, birine, uskumru
dolması anlattı ını anlayınca kolu hızla çevirdi. "Kim e ederse
etsin!.." Bu çatı katındaki odanın tek penceresinin önünde, bü
yük, çinko kaplı bir balkon var. Çinko, sabahtan ak ama kadar
güne ten kızıyor, göz alan beyaz, delirtici bir ı ıkla parlıyor.
Nermin Hanım için ya am artık dayanamadı ı bu ı ıkla, her
yana kılları dökülen, ka ındıran, bo aza kaçıp gıcık yapan çu
valların, kirlimsi bej rengi arasında bir ey.
A a ıda, renkli ı ıklı sokakları, insanları ile kent ve ya am
var. Ama, o dirim, Nermin Hanıma, bu balkondan yukarı çıka
mazmı gibi geliyor.
Makinenin gürültüsü durunca, yeniden annesinin sesi ve
konu masından bazı parçalar geldi. O zaman, onun yine, yılan
hikâyesini açtı ını, kocasına ilendi ini anladı. "Neye yarar!"

14
Dikilen çuvalları saydı. Makası aradı. Aldırmamak, ilgilrımu'
mek istiyordu. Annesinin sesi hınçlıydı: " Boyu bosu devril
sin in allah! Gül gibi yavrumu yaktı, iki çocukla ortalarda k<>
d u ..."
"N eye yarar!" dedi yine içinden. "Kesemedi in eli, öpiip
ba ına koy."
O sırada küçük kızı hızla odaya girdi. Kara, böcek gözlü,
minicik bir kız. Diz kapakları kirli, zayıf kolları pire yeni i için
de:
"Anne, çabuk bana makası ver" dedi.
"N e olacak?"
"Lazım !"
"N e yapacaksın kızım ?"
"Lazım canım, çuval kesicem. Fürzan Bey neredeyse gelir."
Çocuk kendi dünyasında, oynadı ı oyunun havasında, öy
lesine sahiciydi k i... Nermin Hanım gülümsedi.
"Siz de mi Firuzan Beye çuval dikiyorsunuz?"
Çocuk gülüverdi:
"Evet efendim."
"Kaça dikiyorsunuz?"
"Onyedi kuru a, ama ay ba ına, yirmibir olacak. O zaman
kızıma bir entari dikece im."
Nermin Hanım doluksadı kaldı. Çocuk makası eline geçir
di inden ho nut, oraya, tozlu mu ambaya oturdu. Ka larını ça
tarak, dikkatle, elindeki çuval parçasını do ramaya ba ladı.
Nermin Hanım gözleri dolu dolu, makinenin ipli ini geçirdi.
"O lan kim bilir nerelerde. Peri an oldu yavrularım ." Pencere
nin önünden kanat çırpıp bir ku geçti. Görünmeyen sokakta,
sesler yükselip alçaldı. Sonra yine annesinin sesi geldi. " Ne
lere katlanmadı benim evladım kom ucu um. Z aten..."
"Adaaam sende!" dedi. " olaca ına varır. Kader böyley-
mi ."
Öyle, çok okumu de ildi. Ortaokulu b ile bitirmemi ti. Za
ten hemen evlendirmi lerdi. Ama, felakete u rayıp da uzun,
uykusuz gecelere dü ünce, Allah, insanlar, kader kısmet hak
kında, kendince birçok gerçekler bulm u tu... Önceleri ba kal-

15
dırmı tı. "On altı yıl sonra, o lan boyumca yeti mi ken, evim
barkım, namusum, erefimle ya ayıp dururken... Hem de adi
bir fabrika kızı yüzünd en..." diye dü ündükçe deli olur, inana
mazdı. Sonra mahkeme, kavga, dedikodu gürültüsü ile dolu
günler geldi. Çevresini saran e e dosta anlatır anlatır a lar, dü
er dü er bayılırdı. O durumuyla, imdiki dingin ilgisiz, her e
yi oldu u gibi alan durumu arasında çok zor günler geçti do al
olarak. "Fabrika müdürü Fikret beyefendinin refikası." Hatta
"Eski defterdarlardan M ünir Fuat beyefendinin kerim eleri" ol
mak erefine, elindeki mücevherlerini birer birer sattı. Ele güne
sır vermemek için dünyayı kendine dar etti... Eh, zaman geçi
yor. nsan acıya alı ıyor... Alı tı Nermin Hanım d a ...
Dı ardan bir kopuk cümle daha geldi: " Namusuyla otu
rana ek m ek..." Makinenin kolunu çevirdi. Hep söylenen bu i te:
"Namusluya ekmek yok bu dönemde. Namus mamus aramıyor
herifler imdi. Namuslu oldu da ne oldu. N am us... nam u s..."
Kol dönüyordu: "N am us... nam u s..." Nermin Hanım dalgın
dalgın dikilen çuvalları çevirmeye ba ladı. " u namus dedikleri
ne ki acaba?" Dü ünceleri hızla akmaya ba ladı: O namusluydu.
Yani kocasından ba ka erkek dü ünmemi ti. Evi, çocukları ile
u ra mı , dünya budur sanmı tı. Ama kocasını da dü ünme
mi ti. Ancak imdi, insan denen eyi, insan ruhunu dü ünmeyi
akıl edebiliyordu. Profesör Nimet, Fethi Beyin geldi i geceler
uyuklardı da, kocası: "Ah Nermin ah" derdi, "sende bu kabili
yetsizlik varken ..." Ne demek istedi ini imdi anlıyordu. "Geç
kaldık!" dedi çuvallara. Çuvallar anlar mı? Kimse anlamıyor ki,
çuvallar anlasın onu. Yemi , içmi , do urmu , i manlamı , ken
dini koyuvermi ti. Yatak çar afları bembeyaz, mu ambalar cila
lı, mutbak takımları pırıl pırıl oldukça i ler yolunda demekti.
Ancak imdi o 'Adi fabrika kızı'nın kocası için, gençlik, ne e, de
i iklik, ya am demek oldu unu anlıyordu. Kendisi yıllarca ay
nı telden ses vermi ti. Olaca ı buydu. Onu anlamıyorlar da kal
kıp: "Vallahi kocasında gözü var." diyorlar. "N e gözü, ne gözü?"
diyor, içinden bir ses: "Adam sende... Yine de, ayrıca, kader de
nen bir ey var. Profesör: Yoktur, derdi. Acaba?" kadere kıs
mete dökülünce Nermin Hanımın kafası karı ır, bunalıverir.

16
"Kader, mader bilmem, aldık boyumuzun ölçüsünü!" dn ( •
imdi, bir kolayını bulup düzene koymayı dü ünüyordu. Yem
den bir kocaya varabilirdi. En kestirmesi bu olacaktı. "Aman
aman gençsin; aman aman dulsun... Dulun adı büyük, dulun
adı büyük" diyorlardı. Akıl veren çok, ekmek veren yoktu. "Be
ni çocuklarımla kabul edecek, efendiden biri olsun da, ya lıca
olsun, zararı y o k ..." derdi. Artık, kadınlık, erkeklik dü ünecek
zaman geçmi ti onun için. Çevresindekiler: "A a... deli, ayol
imdi otuz be indekiler daha kız bekliyor..." derlerdi. Dullarla
ilgili açık saçık akalar yaparlardı. O zaman Nermin Hanım, ka
fasında yeni kurulan dünyayla, her zamanki ahbapları arasında
bir bo luk açıldı ını görür, heyecanlanır, tuhafla ır kalırdı. Ev
lenmek, onun için sadece bu odadan, çuvallardan kurtulmak,
çocuklarını okutup adam etmek demek olacaktı. Hem bu kez
koca için namusunu de il, aklını kullanacaktı...
Böyle dü üne dü üne beyni zonklamaya ba layınca du
ru r... Bir an hiçbir ey anlam az... Sonra, makinenin kolunu çe
viri çeviri verir...
Nermin Hanımın sonunu, bir sabah, emekli 'mektupçu'
Refik Beylerin evinde, Sabire Hanım anlattı. Refik Bey sokak
üzerindeki ön odada, 'tıbbiyeli' o lu efik'le tavla oynuyordu.
Mutbakta toplanan kadınların konu maları geldikçe titizleni
yor, kırçıl sakalı titriyor, ters oynuyor, dudaklarının arasında
kalan küfürlerin acısını, pullardan çıkarıyordu. Sonunda parti
yi kaybetti: " Karıdaki çene de il k i... d in in i..." ve tavlayı
hızla kapadı. efik gülerek kalktı. "Sabire Hanım katır tırna ı
dır." Sabire Hanımın kalın sesi, inadınaymı gibi yükseldi:
" Karde i olacak o kerataya kaç kere söyledim. clâl iyi
ayakkabı de ildir. Söyle Nerm in'e çeksin aya ını, dedim. Hı, hı
dedi, kös d in led i..."
" clâl'den önce, o sarı karıyı dadandırdılar eve."
"Hangi? u Meleklerin alt kattaki m i?"
"Yok canım! Kocası Devlet Demir Yolları'nda mıymı , ney
mi h a n i..."
"Ha! Selma. Tabii ya. O da orospunun daniskası. clâl'in
ba dostu."

17
"Bir tüccar lafı dola ıyordu a ızlarında. Sözde N erm in'e
yapası olmu lar. O ne oldu?"
"Yalan anacım yalan! te sözü oraya getirece im ya zaten.
clâl'in evinde her ak am, ziyafet sofrası gibi sofralar kurulu
yor. Rakılar, biralar gırla. Neye döner bu zamanda. Zati giren
çıkan belirsiz. Son zamanlarda, Ha an Bey diye bir herif türedi.
Sözde kereste üzerine büyük tüccarmı . Nerm in'e diyorlar seni
Ha an Beye yapalım, Ha an Beye dönüyorlar bir türlü... Öyle
herifler evlenir mi? Senin anlayaca ın iki tarafın a zına birer
parmak bal verip, arada kendi kazanlarını kaynatıyorlar..."
"Allah kahretsin. imdi namusuyla oturan aç zaten. Herif
de bile bile göz yumuyor. clâl'in kocasını diyorum. Öyle y a ..."
"A ... Tabii asıl pezevenk o zaten. Onun her ak am rakısı
önüne gelsin de, ne olursa olsun."
"Zati N erm in ..."
Kadınların sesi birden kesildi. Kendi aralarında fısıl fısıl
konu maya ba ladılar. imdi sadece kavrulan so anın cızırtısı
duyuluyordu. O zaman efik, Nermin Hanımı dü ündü. Bir
gün onlara u ramı , balkonun çinkosundan vuran kızgın ı ı ın
önünde, çuvalların arasında oturan kadınla, eski Nermin Ha
nım arasındaki de i ikli i görüp a mı tı. Kendi kendine:
"Nerm in Hanım fıstıktır" dedi. "Esmer, yumuk bir fıstık ha
nım. Ayrıca güne e baktı ı zaman, kahverengisine ye il vur
mu gözleri de çok güzeldir."
Kadınların seslerini alçaltmaları, Nermin Hanımın namusu
ile ilgili olacaktı. Refik Beyden çekindikleri için fısılda ıyorlar-
dı. Sabire Hanım b u ... içinde fenalı ı yoksa da, konu acak laf
olsun, ilgi toplasın diye, yalan oldu unu bile bile, hatta öyle
bile diyebilir: "...V allahi günahı boyunlarına. Nerm in'i Ha an
Beyle kapanmı bile diyorlar." Kadınlar, a kınlıkla ba rı ırlar:
"Allaha kına?.. Deme Sabire Hanım!.."
Oysa efik öyle dü ünüyor: O, sarı karılar, clâller, Ner
min Hanım için, balkondan yukarı çıkan ya amdır. Emprime,
renk, koku, ferahlık veren bir sigara, iki kahkaha ve umut. Bir:
"Seni Ha an Beye yapalım " sözü, Nermin Hanım, ya amı anla
dım sansa da içinde ne heyecanlar do urur. mgelemi geni ler,
/
18
aklından hemen evler tutar, dayar dö er, Ha an Beye pervane
olur, çocukları okula verir... Üstelik e e dosta kar ı onum da
kurtulmu olu r... Öbürleri de bu i te fenalık dü ünmezler. I la
san Bey, N erm in'i alsa sevinirler bile. Ama, almaz Ha an Bey
ler. Onlar almayaca ını bilirler. Bilirler de orasını geçiverirler.
"Gel bir gece görsün" diye Nerm in'i aralarına alırlar. Sonra:
"Bir gece de olur m u?" derler. Nerminler, "Adam beyendi...
be eniyor... isted i... isteyecek..." derken, clâl Hanımların sof
rasının, iki üç aylık nafakası, Ha an Beyle, Hüseyin Beyin kese
sinden çıkıverir. Bu arada, giyim, ku am, para, iyi yemek iç
mek, Nermin Hanımları çuvallara dönmekten alıkoyar. "Ah
met Bey olmadı, bakalım belki M ehmet Bey olur" diye dü ü
nürken...
efik sigarasını hırsla fırlatıp attı: "Temelinden bozuk dini
ne yandı ımın dünyası..."
Sabire Hanım, kalkmı gidiyordu:
"Yaa Sabahatçim, erkek isterim kar ımda ben. Tut kolun
dan, ulan sen bizim namusumuzla mı oynuyorsun, gitmeye
ceksin, aya ını kırarım, de. Efendim? Ver zılgıtı. Ama imdi
herkesin karnı geni zaten... E ... Hadi A llahaısm arladık..."
Sabire Hanım: "Gene buyur Sabire Hanımcım'Tarla u ur
landı. Kadınlar, dedikoduyu aralarında sürdürmek için mutba-
a dönerken, Refik Bey: "Bana b a k ın ..." diye yerinden fırladı.
"Bu karı bir daha bu eve ayak basmıyacak anla ıldı mı? Kova
rım! Dinim hakkı için kovarım. Vallahi kovarım, billahi kova
rım. Vay geçmi ini!.. Bu iyi bi bok mu sanki?"
Karısı: "A ... a ırdın mı ayol? Eve gelmi Tanrı m isafiri..."
diyecek oldu. Ama baktılar ki Refik Bey çok kızmı , büsbütün
ba ıracak, mutba a gidip kendi aralarında konu maya mecbur
oldular. efik gülüyordu. Refik Bey kö esine oturdu, kırçıl sa
kalı titreye titreye sigarasını yaktı. Fırlarken dünyanın dönü ü
nü durduracak kadar öfkelenmi ti. Ortalık ansızın sessizlenin-
ce "Acaba durdurdum m u?" diye ku kulandı. Artık ihtiyarladı
Refik Bey, ne yapsın!

19

You might also like