You are on page 1of 16

KIRLANGIÇ ÇIĞLIĞI

Ahmet Ümit 1960’ta Gaziantep’te doğdu. Marmara Üniversitesi


Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1985-1986 yıllarında,
Moskova’da Sosyal Bilimler Akademisi’nde siyaset eğitimi gördü.
İlk kitabı 1989’da yayımlanan Sokağın Zulası adlı şiir kitabıdır.
1992’de ilk öykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece yayımlandı. Bunu
1994’te Bir Ses Böler Geceyi, 1999’da Agatha’nın Anahtarı, 2002’de
Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı polisiye öykü kitapları izledi. 1995’te
hem çocuklara hem de büyüklere yönelik Masal Masal İçinde
ve 2008’de yayımlanan Olmayan Ülke ile farklı bir tarz denedi.
1996’da yazdığı ilk roman Sis ve Gece, polisiye edebiyatta bir baş-
yapıt olarak değerlendirildi. Bu romanın ardından 1998’de Kar
Kokusu, 2000’de Patasana, 2002’de Kukla yayımlandı. Bu kitap-
ları, Ninatta’nın Bileziği, İnsan Ruhunun Haritası, Aşk Köpekliktir,
Beyoğlu Rapsodisi, Kavim, Bab-ı Esrar, İstanbul Hatırası, Sultanı
Öldürmek, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi, Elveda Güzel Vatanım,
Kırlangıç Çığlığı ve Aşkımız Eski Bir Roman adlı kitapları izledi.
Ahmet Ümit’in İsmail Gülgeç’le Başkomiser Nevzat Çiçekçinin
Ölümü ve Başkomiser Nevzat Tapınak Fahişeleri, Aptülika
(Abdülkadir Elçioğlu) ile Başkomiser Nevzat Davulcu Davut’u
Kim Öldürdü ve Bartu Bölükbaşı’yla hazırladıkları Elveda Güzel
Vatanım adlı çizgi romanları yayımlanmıştır. Eserleri 27 farklı
dilde yayımlanan yazar uluslararası bir okur kitlesine ulaşmıştır.

Ahmet Ümit sosyal medya hesapları:


www.twitter.com/baskomsernevzat
www.instagram.com/baskomsernevzat
www.facebook.com/yazarahmetumit
www.youtube.com/ahmetumityazar
Ahmet Ümit’in
YKY’deki kitapları:

Aşkımız Eski Bir Roman (2019)


Kırlangıç Çığlığı (2019)
Sokağın Zulası (2019)
Masal Masal İçinde (2019)
AHMET ÜMİT

Kırlangıç Çığlığı

Roman
Yapı Kredi Yayınları - 5464
Edebiyat - 1558

Kırlangıç Çığlığı / Ahmet Ümit

Kitap editörü: Kerem Oğuz Evrandır


Düzelti: Devrim Çakır

Kapak tasarımı: Davut Yücel


Grafik uygulama: İlknur Efe

Baskı: A4 Ofset Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş


Otosanayi Sitesi Yeşilce Mah. Donanma Sok.
No: 16 Seyrantepe - Kağıthane / İstanbul
Telefon: (0 212) 281 64 48
Sertifika No: 44739

1. baskı: Everest Yayınları, Mart 2018


YKY’de 1. baskı: İstanbul, Ekim 2019
ISBN 978-975-08-4585-7

© Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 2019


Sertifika No: 44719

Bütün yayın hakları saklıdır.


Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


İstiklal Caddesi No: 161 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (0 212) 252 47 00 Faks: (0 212) 293 07 23
http://www.ykykultur.com.tr
e-posta: ykykultur@ykykultur.com.tr
facebook.com/YapiKrediKulturSanatYayincilik
twitter.com/YKYHaber
instagram.com/yapikrediyayinlari

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık


PEN International Publishers Circle üyesidir.
Düş koynumdan o zaman
sahile çekilen ölü çocuğun ceplerinden de düş
düş, mahcup olma yeryüzüne...

Ayhan Bozkurt
Acar gazeteci, edebiyat emekçisi, sevgili arkadaşım
Buket Aşçı Gürel’in aziz hatırasına...

Buket’e gerçek sevgiyi veren, vefakâr insan,


sevgili Serdar Gürel’e...
Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem?
Acıyı gördüm. Gözlerinin ortasında bir çiçek gibi büyüyen
irisin önce ağır ağır büzülmesini, ardından çığlık gibi an-
sızın patlamasını gördüm. Titreyen dudakları, balmumuna
dönüşen yüzleri, çöken yanakları, irileşen elmacık kemikle-
rini, birer mağara gibi derinleşen göz çukurlarını, kurumuş
ağızların içinde pelteleşen dilleri gördüm. Ve anladım ki
benliğimizin farkına vardığımız an, acının pençesinde kıv-
randığımız andır.
Çığlık değil, ürperiş değil, fısıltı da değil, evet, nereden
geldiğini bilmediğim o vahşi iniltiyi kalbimin derinliklerinde
duydum. Soluksuz kaldım, boğazım kupkuru, alnım ateş-
ler içinde, tuhaf bir hülyaya kapılmışım gibi sürüklendim
o dipsiz boşlukta. Hayatın en karanlık sırrıyla yüzleştim.
Söylenmemiş, yazılmamış, görüntülenmemişti. Karanlığın
her aşamasından geçtim, akan kanın sesini duydum, ölü-
mün serinliğini damarlarımda hissettim. İnkâr etmiyorum,
vahşetle yıkanan o saf hakikati sevdim. Bedenim gençleşti,
ruhum arındı, benliğimden yeni bir benlik çıkardım. Yıllar-
ca bana yoldaşlık etmiş korkunç anıların verdiği eziklikten
bahsetmiyorum. Onlar çok gerilerde kaldı. Bir yılanın kabuk
değiştirmesi gibi kurtuldum o utançtan. Bedenimi örseleyen
o yara, arada bir sızlasa da daha güçlü kıldı beni. Çocuk düş-
lerimi lekeleyen o karabasanın, ömrümün en kıymetli fırsatı
olduğunu anladım. Geçmişin kamburunu çoktan söküp attım
sırtımdan. Artık, sadece bugün ilgilendiriyor beni. Manadan
söz ediyorum, hayatı ölümle kutsamaktan, ruhu ızdırapla
yüceltmekten, tanrıların önünde eğilmekten değil, onlarla
aynı tahta oturmaktan. O benzersiz ürperişi, o derin kor-
kuyu, kudretin sarhoş ettiği o serkeş ruhun kendi anlamını
bulmasından söz ediyorum. İşte bu sebepten korkuyordum...

11
AHMET ÜMİT

Korkuyordum. Çünkü insanın insanı öldürdüğü o ilk ânı


gördüm, katilin zafer haykırışını, kurbanın korku çığlığını
işittim. Ben de katil gibi haykırdım, kurban gibi korkuyla
çığlık attım. Ve insanın bu halini sevdim. Başka hiçbir ha-
kikat bu kadar tutkuyla sarsmadı bedenimi, başka hiçbir
hakikat bu kadar derinden etkilemedi benliğimi. İşte bu
yüzden korktum, yeniden başlamaktan, yeniden o görkem-
li tecrübeyi yaşamaktan korktum. Bu yüzden engelledim
kendimi. Her an uyanmaya hazır o muhteşem dürtüyü bas-
tırmak, insanlığın en masum haline, en saf doğasına dön-
memek için yıllarca ihanet ettim kendime. Beni ben yapan
o şahane mutsuzluğumu, ucuz sevinç kırıntılarıyla tedavi
etmeye çalıştım, kadim duyguların yerine kolay olanları
seçtim. Kendimle birlikte bütün dünyayı da kandırdım. Ne-
redeyse başaracaktım ama bırakmadılar, benim adıma onlar
öldürmeye başladılar. Üstelik hiç haz almadan, üstelik o
benzersiz güzelliğin hakkını vermeden, o müthiş doyumu
hissetmeden, karanlığın sırrına ermeden. İşte bu kabalığa,
bu hoyratlığa, bu israfa daha fazla dayanamadım; evet, bu
yüzden geri döndüm...

12
1
Yine bir cinayet var Başkomiserim!

Işıklı yaz günlerimizi karabasana çevirecek cinayetler zinci-


ri, Haziran ayının ikinci günü başlamıştı. Üç gün aralıksız
süren yağmurların ardından... Bütün kent yaz rehavetine ka-
pılmışken... İnsanı canından bezdiren o sıcakların ilk günü...
Akşam Tatavla’nın bahçesindeydik. Her zamanki yerimizde,
kadim çınarın gölgesine kurulmuş ahşap masalardan birinde
oturuyorduk. Yaşlı ağacın kalın dallarını süsleyen iri yeşil
yapraklarda ne bir esinti vardı, ne bir kıpırtı. Koca çınar,
sanki ağaç değil de devasa bir heykelmiş gibi öylece kaskatı
eğilmişti masamızın üzerine. Evgenia, belki serinletir diye,
içerideki vantilatörü çıkarmıştı dışarıya. Ne gezer, küçük
pervaneler belli belirsiz bir esinti oluştursa da adeta su içinde
yaşıyormuşuz hissini veren o yoğun nem bırakmıyordu bir
türlü yakamızı.
Evgenia’da kalmıştım; Allah’ın bildiğini kuldan niye
saklayayım, hayattan çalınmış o güzel gecelerden biriydi.
Sesler, kokular, şarkılar, elbette biraz da içkinin etkisiyle
ama daha çok sevdiğim kadının varlığıyla dünyayı, hatta
kendimi unutup sevda denen o büyülü evrende kaybolmuş-
tum. Tatavla’yı ne zaman kapattık, evine ne zaman gittik
hiçbirini hatırlamıyordum. Hatırladığım Evgenia’nın sıcak
teninden yükselen o lavanta kokusu, gecenin karanlığında
uçuşan o tatlı fısıltılar, iki insanın birbirinin bedeninde kay-
bolması, ardından derin, huzurlu bir uyku. Uyandığımda,

13
AHMET ÜMİT

güneş cüretkârca Evgenia’nın yüzünde, saçlarında gezini-


yordu. Dayanamadım ben de dokundum kumral saçlarına...
Dokununca açtı gözlerini. Kendiliğinden gülümsedi solgun
dudakları.
“Günaydın canım” dedi şefkat yüklü bir sesle. “Günaydın
Nevzatakimu.”
Uzanıp bir öpücük kondurdum dudaklarına.
“Günaydın Evgeniacım, günaydın canım...” Bakışlarım
pencereye kaydı. “Vakit epeyce geçmiş. Gitsem iyi olacak.”
“Hayatta olmaz!” dedi yatakta doğrularak. “Kahvaltı
yapmadan bırakmam seni!”
Sanki çok yermişim gibi, birbirinden lezzetli yiyeceklerle
donattı masayı. Tulumu, dillisi, örgülüsü, otlusu envai çe-
şit peynir... Yeşili, siyahı, kahverengisi, renk renk zeytin...
Koyu kırmızı domatesler, tazecik biberler, Çengelköy’ün
kıtır salatalıkları... Gül, çilek, kayısı, şeftali, portakal, tu-
runç reçelleri... Evgenia’nın kendi elleriyle yaptığı reçeller...
Herkesin bir takıntısı vardır ya, onunki de reçeldi. Ninesi
Marika’dan kalan bir mirastı bu. Marika reçel yapmanın
insan ruhuna iyi geldiğine inanırmış. Üstelik kadıncağız
şeker hastasıymış, kendi elleriyle yaptığı reçelleri ağız ta-
dıyla yiyemezmiş bile. Ama hiçbir zaman reçel yapmaktan
da vazgeçmemiş.
“Onun için bir tür terapi gibiydi” diye anlatırdı Rum
sevgilim. “Bir tür iyilik ayini.”
O sebepten olsa gerek Marika öldükten sonra bu gelene-
ği Evgenia üstlenmişti. Sanki reçel yapmayı bıraksa ninesine
ihanet edecekmiş gibi hissediyordu. Yaptığı reçelleri yaz kış
demeden, meyhanenin girişindeki raflarda sergilerdi. Kimse
dokunamazdı renk renk kavanozlara, sadece çok sevdiği
arkadaşlarına hediye ederdi.
“İyi insanlar tatmalı bu reçelleri... Sadece iyi insanlar
varmalı bu kutsal yiyeceğin lezzetine.”
Aslında iki göz yumurtayı mideye indirdikten sonra kar-
nım iyice doymuştu ama turunç reçelinden tatmam için ısrar
ediyordu Evgenia.

14
K I R L A N G IÇ Ç IĞ L IĞ I

“Mersin’den gelen turunçların kabuğundan yaptım. Be-


nim için özel toplandı bunlar. Enfes bir tadı var, kokusunu
damağında hissedeceksin...”
Kırmak olmazdı, kehribar rengi turunç reçelini ekme-
ğime sürerken çaldı telefonum. Ekranda Ali’nin adını oku-
yunca anladım, yine vazife vaktiydi, yine birileri birilerini
öldürmüştü. Yine cinayet mahalline gidilecek, delil bulmak
için her yer santim santim taranacak, yine şahit peşinde ko-
şulacak, yine zanlılar sorgulanacak, yine şüphelilerin peşine
düşülecekti... Birden yorulduğumu hissettim. Ne kurba-
nın nasıl öldürüldüğünü merak ediyordum, ne de katilin
kimliğini. Artık kan görmek istemiyordum, soğumaya yüz
tutmuş bedenlere dokunmak ürkütüyordu beni. Yaşlanıyor
muydum? Bu meslekten sıkılmaya mı başlamıştım yoksa?
Hayır hayır, sıkıldığım filan yoktu, bu bıkkınlık hali, şu
yapış yapış sıcağın etkisiydi sadece. Başımı kaldırınca Evge-
nia’nın su yeşili gözleriyle karşılaştım. Endişeli bir ifadeyle
beni süzüyordu. Israrla çalmayı sürdüren telefonu boş ver-
dim, biraz da içine düştüğüm ruh halinden kurtulmak için
abartılı bir iştahla, turunç reçelli ekmeğimden kocaman
bir ısırık aldım.
“Hımmm, enfes” diye mırıldandım çiğnerken. “Bu, Ma-
dam Sula’nın kabak reçelinden bile daha lezzetli...”
“Çok kötüsün Nevzat...” Öfkesini yenemedi, sol omzu-
ma, sağ eliyle küçük bir darbe indirdi. “Çok kötüsün.”
“Dur, dur” diye kaçtım minik yumruklarından. “Dur,
kızdırmak için öyle dedim.” Altın sarısı sıvının içinde bal-
laşmış turunç kabuklarını gösterdim. “Gerçekten enfes...
Valla, bugüne kadar yediğim en lezzetli reçel. Kokusu, şe-
keri, hepsi kıvamında, ellerine sağlık...”
Gecenin yorgunluğunu taşıyan mahmur gözleri ışıldadı.
“Teşekkür ederim Nevzat, teşekkür ederim, afiyet ol-
sun...”
İşte bu kadar kolaydı benim iyi kalpli sevgilimi mutlu
etmek. Bir de münasebetsiz Ali bu kadar ısrarcı olmasa.
Evet, yeniden aramaya başlamıştı. Evgenia dayanamadı.

15
AHMET ÜMİT

“Açmayacak mısın? Belki önemlidir.”


Cevap vermek yerine telefonun sesini kıstım, suratıma
zevkten mest olmuş bir ifade yerleştirerek ağzımdaki lok-
mayı çiğnemeyi sürdürdüm. Ali de inadından vazgeçmişti
zaten. Ancak kahvelerimizi bitirdikten, masanın toplanması
için Evgenia’ya yardım ettikten sonra dönebildim yardım-
cıma.
“Yine bir cinayet var Başkomiserim” diye müjdeyi verdi.
“Kasımpaşa’da bir parktayız. Gelseniz iyi olur.”
İyi olacağından emin değildim ama elbette gidecektim...
Evgenia’nın kahve bulaşığı, ılık dudaklarına minnettar bir
öpücük yerleştirdikten sonra atladım bizim emektara. Sabah
olmasına rağmen fırın gibi sıcaktı arabanın içi. Karşılıklı iki
camı sonuna kadar indirdim. Kurtuluş Caddesi’nin gürül-
tüsü doldu içeriye. Belki güzel bir şarkı bulurum umuduyla
açtım radyoyu. Ne gezer, baygın bir kadın sesi, bir buzdo-
labı markasının reklamını yapıyordu ballandıra ballandıra...
Daha fazla zaman yitirmeden bastım gaza.

16

You might also like