You are on page 1of 10

TASAVVUF I

VI. YARIYIL BAHAR DÖNEMİ

DR. ÖĞR. ÜYESİ MEHMET YILDIZ


(yildizm@ankara.edu.tr)
7. HAFTA (08.04.2019)
- Tasavvufun Diğer İslâmî İlimlerle Olan Münasebeti -
KAYNAKÇA
- Abdullah Aydınlı, Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Hadis, Seha Neşriyat, İst. 1986.
- Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğelerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDVİ Yay., Ank. 2009.
- Necmeddi Şeker, «İlk Dönem Tasavvuf Erbabının Hadis İlmine Yaklaşımı», EKEV Dergisi, Sayı: 53, 2012.
- Ferhat Gökçe, «Sufilerin Hadis ve Hadis İlimleri İle Münasebeti», Oş İlahiyat Dergisi, Sayı: 24, 2018.
- Bilal Saklan, «Tasavvufun Kaynağı Olarak Sünnet», İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri Sempozyumu, TDVİ Yay.,
2001.

ANA BAŞLIKLAR
1. TASAVVUF-HADIS MÜNASEBETI
Dini İlimlerde Tefakkuh

 Dinî ilimlerin tamamında bir fıkıh ameliyesi vardır. Dolayısıyla dini ed-din ve şeriat diye ayırdığımızda bununla ilgili üç husus ortaya çıkmaktadır.
1- İslâm (Amel) 2- İman (İtikad) 3- İhsân (Ahlak).
 Bu üç kısımda tarihsel süreçte bir fıkıh ameliyesi olmuştur. Amele yönelik ilmin ismi Fıkıh olarak kalırken itikada yönelik ilim Kelâm, ahlaka
yönelik ilimde tasavvuf faaliyet göstermiştir. Bu üç ilim dalının en nihayetinde yaptıkları şey özel bir alan seçerek din ve şeriatın kendileri
tarafından belirlemiş oldukları boyutuna yönelik tefakkuh ameliyesinde bulunmalarıdır.
 Hz. Peygamber’in (as) İbn Abbas için “Allah’ım onu dinde derinlemesine anlayış sahibi kıl” diye dua etmesi dinin sadece günümüzdeki Fıkıh ilim
dalının ilgilendiği alan olan amel-muamelâta yönelik bir dua olmasa gerektir. O dönemde fıkıh diye özel bir ilim dalı olmadığına göre ve “ed-
din”den kasıt hem din hem de şeriat ise bu dua hem amel, hem itikad hem de ahlaka yönelik olacaktır. Dolayısıyla dinde derinlemesine anlayış
sahibi olmak bir manada bu üç alanda tefakkuh sahibi olmayı gerektirmektedir.
 Ed-Din’den kasıt Allah katında olan dindir. Yani Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e (as) gelen ortak unsurlardır. Bunlar da ilahi dinlerin ortak
özellikleri olan tevhid ve temel ahlakî ilkelere yönelik hususlardır. Dolayısıyla din değişmemiştir ve insan yaratıldığından beri bu dinin ortak ismi
İslâm’dır. Fakat şeriat amele yönelik olduğu için kendilerine şeriat verilen her bir peygamberde farklılık göstermiştir.
 Fıkıh Şeriatın yorumuna kendini hasrederken Kelâm ed-Din’in akaid kısmıyla ilgilenir. Tasavvuf ise amel ve akaidin zahirine dair bir hüküm
vermeyip bu iki alanın zahirinde Kelâmcıların ve Fıkıhçıların söylediklerine tabi olmaktadır.
Dini İlimlerde Tefakkuh

 Tasavvuf ed-Din’in akaid kısmında batınî yorumlarla bir manada itikadı güçlendirmeye çalışır. Ed-Din’in ahlak kısmında ise kendinden daha emin
bir şekilde hükümler verir. Bu konuda kendini otorite olarak görür.
 Din’in ameli konularının zahirine yönelik bir hüküm vermezken bunların iç manalarıyla ilgili konuşur. Yani namazın şartları, erkânı vb. konularda
herhangi bir hüküm vermediği halde namazın iç yorumuyla alakalı derinlemesine tahliller yapma, bu konuda hüküm verme yoluna gider.
 Ed-Din’in itikâdî hususlar ve temel ahlakî ilkelerden ibaret olduğuna dair bir takım deliller getirilebilir.
 Buna göre ed-Din’in iki temel unsurundan bir olan temel ahlakî ilkelere hadislerden dayanak bulunmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber (as) “ 6‫تمم‬6‫تأل‬6‫ث‬666‫ب‬
‫ع‬
‫ألخالق‬66‫ ا‬6‫ ”مكارم‬demektedir. Mekârim-i ahlâkı temel ahlâkî unsurlar olarak değerlendirirsek Hz. Peygamber de onu tamamlamak üzere gönderildiğini
söylemektedir. Dolayısıyla öncesi olan bir şeyin tamamlanmasından bahsedilmektedir.
 Bu noktadan hareket ettiğimizde Hz. Peygamber’in tamamlamak üzere gönderildiğini söylediği ahlâkî ilkelerin Hz. Adem’den itibaren var
olduğunu ve bütün dinlerde ortak yönlerinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Hz. Peygamber de bu ahlâkî ilkelere en nihâî ve en mükemmel
şeklini vermiş olmaktadır.
 Bu açıdan bakıldığında ezelî hikmet dediğimiz şey Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e kadar geçen süreçte değişmeyen bir takım temel unsurlardır ki
bunlar da temel itikâdî konular ve ortak ahlâkî ilkelerdir. Merkezine ahlâkı koyduğu için tasavvuf da bir manada bütün ilahî dinlerin ortak
mirası olan bir şeyi devam ettirmiş olmaktadır.
Tasavvuf-Hadis Genel Çerçeve

 Özellikle ilk dönem sufiler Kuran okumadan, hadis yazmadan ve fıkıh öğrenmeden tasavvufla meşgul olan kimseye uymanın caiz olmadığını
söylemişlerdir. Onlara göre bu ilim Hz. Peygamber’in sünnetiyle yoğrulmuştur. Sünnet dışında Allah’a giden bütün yollar kapalıdır. Bu
yaklaşımlarından dolayı sufiler hadis ilmine son derece önem vermişlerdir.
 Sufilerin Sünnete bağlılıklarına dair bazı ifadeleri: «Hiri: Kim söz ve fiillerinde sünnete göre hareket ederse, o kimse hikmetle konuşur, kimde
hevesine göre konuşursa o da bidatle konuşmuş olur.»; «Sühreverdi: Kim sünnet yoluna girmeden herhangi bir maksada ulaşacağını ve istediğini
elde edebileceğini zannederse o kimse aldanmıştır.» N. Kübra feyiz, nur ve marifetin kaynağını sünnet olarak görmektedir. Dolayısıyla sünnete
uyma hususundaki düşüncelerini pratiğe dökmede son derece titizlik göstermişlerdir. Ayrıca bu titizliklerinin bir sonucu olarak da bidatlere
tavır göstermişlerdir.
 Sufilerin Hadis İlmine Katkıları: İlk dönem sufilieri hadise çok rağbet gösterdikleri için «muhaddis sufi» unvanı almışlardır. Bu meyanda S.
Sakatî’nin Cüneyd-i Baydadî’ye yaptığı «Allah seni sufi muhaddis değil de, muhaddis sufi kılsın» sözü sufiler için adeta bir mihenk taşı olmuştur.
Hadisin öncelenmesinin sebebini ise tasavvufla başlanması halinde gevşekliğin meydana geleceğine dair duydukları endişedir.
 O dönemlerde hadis tahsili kurtuluşa erme vasıtası olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı hadisi her türlü uğraşın üstünde tutmuşlardır. Hadis
ilmini tahsil etmek ve onları ezberleyerek muhafaza etmeye çalışmışlardır. Büyük çoğunluğu muhaddis olarak kabul görmüştür.
 Bu yaklaşımlarının temelinde 1. kendilerine yetecek kadar hadis ilmini bilme ihtiyacı, 2. Kuran ve sünnetle bütünleşme ihtiyacı, 3. hadisle
meşguliyeti ibadet sayma düşüncesi, 4. görüş ve düşüncelerini sünni bir zemine oturtma ihtiyacı gerekçeler bulunmaktadır. Bunun içinde yere yer
yolculuklara (rıhle) da çıkmışlardır.
Tasavvuf-Hadis Genel Çerçeve

 Hadis Rivayeti Açısından Sufiler: İlk dönem sufilerin hadis konusunda en önemli alan hadis rivayetidir. Bununla beraber onlardan bir muhaddis
titizliği beklemek yanlış olur. Hadisi özellikle irşad ve nasihat vasıtası olarak kullanmışlardır. Onları hadis rivayetine sevk eden en önemli husus Hz.
Peygamber’den (as) bu yönden gelen teşviktir. «Bizden bir hadis işitip ezberleyen ve başkalarına tebliğ eden kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Umulur ki bu
kimseden hadisi duyan kişi ondan daha iyi ezberler, daha iyi anlara ve daha iyi aahkam istinbat eder.» (Ebu Davud, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 7) Bundan
dolayı ilk dönem sufilerden çokça hadis yazan ve rivayet eden bundan dolayı «kesiru’l-hadis» lakabı alanlar olmuştur.
 Sufiler hadis rivayetinde genel olarak şu şartları aramışlardır: 1- Hadis rivayeti tasavvuf ve zühd hayatına başlamadan olmalıdır. 2- Bu gaye değil vasıtadır.
3- İhtiyaç miktarınca olmalıdır. 4- İbadete engel olmamalıdır. 5- Hadis rivayet ederken riya, kibre kapılma, dünyalık elde etme gibi durumlar olmamalıdır.
 Dirayet İlmi Açısından Sufiler: Sufiler hadis ilmiyle çok meşgul oldukları halde ayrıca Hadis usulünü bilmekle beraber usulüne çok fazla katkıları
olmamıştır.
 Bazı Sufilerin Hadis İlmine Karşı Olumsuz Tutumları: 1. Sufilerin tamamı ameli, hali esas aldıkları için bazı sufiler hadis ilmiyle ilgilenmeyi amele
engel olarak kabul etmişlerdir. Çünkü marifet dışındaki ilimler kışır seviyesindedir. Marifete engel olacaksa terkedilmesi gerektiği kanaatindedirler.
Temelde lüzumsuz olan şeylerden uzak kalma düşüncesi yer almaktadır. Bu tavır daha çok sonraki sufilerde vardır. Sufilerin bu istiğnası hadisin
kendisiyle değil hadis talebinin ve rivayetinin kendilerini ibadetten uzaklaştıracağını düşünmüşlerdir. Amel etmeye yetecek kadar bilgileri yeterli görmüş
bazı sufiler. Hz. Peygamber’in (as) faydasız ilimden Allah’a sığınmasını kendilerine gerekçe edinmişlerdir. 2. Bazıları da Kur’ân’ın terk edileceği
kaygısıyla hadis ilmiyle uğraşmamışlardır. 3. Bazıları da duydukları her hadisle amel etme yolunu tercih ettikleri için ameli tamamlamadıkça başka bir
hadise geçmek istememişlerdir. 4. Ayrıca uydurma faaliyetleri ve mana ile rivayet artınca sufiler hadis ilminden uzaklaşmışlardır. 5. Bazıları da hadis
ilmiyle meşgul olurken bazı farz amellerin terk edileceği korkusu yaşamışlardır. (Akraba ziyareti, anne-babaya hizmet vb farzların terkedilmesinden endişe
etmişlerdir.) BU TAVIR SUFİLERİN GENEL TAVRI DEĞİLDİR.
Tasavvuf-Hadis Genel Çerçeve

 Sufilerin Zayıf ve Mevzu Hadislere Karşı Tutumları: Sufilerin Hadis İlmiyle ilişkisini «sened» ve «metin» yönüyle ele almak mümkündür.
Sened yönüyle isnad, cerh-tadil gibi meselelerde muhaddisler gibi titiz olmamışlarıdır. Bazı sufiler zayıf hadisleri rey ve kıyasa tercih etmişlerdir. 1-
Fazailu’l-Amal denilen terğib ve terhib ifade eden hadislerde zayıf hadisleri kabul etmişlerdir. Bu konuda saydıkları gerekçeleri birçok muhaddis
de kabul etmiştir. Helal-haram, akaid konularında olmayan hadislerde birçok muhaddis de tesahül göstermiştir. 2- Sufilerin bilerek hadis
uydurduklarına dair ilk dönemlerde neredeyse hiçbir örnek yoktur. İyi niyetle bilerek hadis uyduranlar genellikle sufi kılığında kussas, vaiz, abid
denilen bazı insanlardır. Temel Tasavvuf Klasiklerinde çok az mevzu hadisin olması bunun en büyük göstergesidir. 3- Bilinen sufiler hiçbir
şekilde hadis uydurma faaliyetinde bulunmamakla beraber İsrailiyyat, Fezailu’l-Kuran, Yunan Felsefesi kaynaklı bazı konularda tasavvuf
kitaplarında özellikle sonraki dönemlerde mevzu hadisler yer almıştır. 4- Hikmetli sözlerin hadislerle beraber verilmesi bu sözlerin zamanla hadis
olarak nakledilmesi sonucunu doğurmuştur. Özellikle sonraki tasavvuf eserlerinde bu durum sıkça ortaya çıkmıştır. 5- Özellikle hadis rivayetine
karşı olan zahid ve sufilerin a. senetlere önem vermemeleri, b. Mana ile rivayeti yaygın olarak kullanmaları, c. Hadislere sıhhat açısından dikkat
edilmemesi gibi sebepler hadis uydurma faaliyetlerini arttırmıştır. 6- Zamanla hadis rivayetine verdikleri önem azalınca bu konudaki
hassasiyetleri de azalmıştır. 7- Birtakım insani zafiyetler (hafızanın zayıflaması, yaşlanmaları) mevzu hadislerin sufilere nisbet edilmesine sebebiyet
vermiştir. Dolayısıyla özellikle sonraki dönemlerde yaptıkları hadis rivayetleri ihtiyatla karşılanmıştır.
 Cerh ve Tadile Karşı Tutumları: Serrâc gibi bazı sufiler bu tür konularda görüş belirtmeyip işi ehline (muhaddislere) bırakılması gerektiğini
söylerken bazıları cerh ve tadilin gıybet olduğunu söylemişlerdir. Bu tutumları aldıkları terbiye ve hoşgörüleri sebep olurken muhaddisler buna
benzer tutumları kabul etmemişlerdir. Ayrıca bu yöntemi özellikle veli olarak kabul ettikleri kişilere karşı kullanmayı veli hadisine aykırı
görmüşlerdir. Fakat en titiz cerh ve tadil uzmanları bile ilk dönem sufilerin büyük çoğunluğunu sika olarak kabul etmişlerdir. Hadiste cerh edilen
sufiler de genellikle zapt yönleriyle ve hadis ilminden uzaklaştıkları içindir.
Sufilerin Hadis İlimleriyle Münasebetleri

 Hakîm et-Tirmizî (v. 285/898) Örneği: Valideyni muhaddis olup kendisi de iyi bir muhaddistir. Hadis ilmine bakışını şu maddelerde incelenebilir:
1- Tirmizi’nin hangi hadislerin kabul veya reddedileceğine dair ölçüsü irfani bilgiye dayalıdır. Ona göre bir söz eğer maruf (hakikatte doğru ise) ise
onun hadis olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü bütün maruf sözlerin asılları hadislerde vardır. Yani doğru olan bütün sözler hadis
olmasalar bile hadis olarak kabul edilmeleri gerekmektedir. Bir söz eğer münker (hakikatte yanlış) ise hadis olarak nakledilse bile o söz hadis
değildir. Batın ehli kalpleri hakikat nurlarıyla aydınlandığı için marufu münkerden hemen ayırırlar, başka da bir bilgiye ihtiyaç duymazlar.
Çünkü onlara furkân verilmiştir. Onlar maruf hadisle karşılaştıklarında gönüllerine bir ferahlık gelir, münker sözle karşılaştıklarında kalplerinde bir
daralma meydana gelir. Fakat Tirmizî bu yöntemi kendisi bile kullanmamıştır. Çünkü bir hadisin sıhhatini a. Kur’ân’a, sahih hadislere aykırı
olup-olmadığı, b. mantıkî çıkarımlar, c. tarihî gerçekler gibi hususları kullanarak tespit etme yollarına başvurmuştur. İyi bir metin tenkidi yapma
yoluna gitmiştir. Yani pratikte ilmî ve aklî ilkelere başvurmuştur. Bu düşüncesinin asıl etkisi kendisinden sonra ortaya çıkmıştır. Zira
kendisinden sonra maruf birçok söz hadis olarak kabul edilme yoluna gidilmiştir. İbn Arabî ise bunu aşarak hadislerin sıhhatinin hadis ilmi
kriterleriyle değil de keşf ve ilhamla anlaşılabileceğini, dahası rüya ile hadis alınabileceğini söylemiştir. 2- Tirmizi’nin sema ve tahammül, cerh-
tadil gibi hadis ilimlerine bakışı marifet ve basiret temellidir. Ona göre asıl olan manalardır, senetlerle uğraşmaya gerek yoktur. Bundan dolayı ruvat
‫ت‬6
( ‫ ) روا‬ve ruat ‫)رعات‬
( kelimelerini kullanır. Ruvat kışırla uğraşırken, ruat öz ve batınla uğraşır.
 Ebu Nasr Serrâc (v. 378/988): 1- Hadislere yönelik problemlerin hadisçilere bırakılması gerektiğini söylemektedir. En azından hadislerin rivayeti
konusunda böyle düşünmektedir. 2- Cerh ve tadil konusunda hadisçilerin şahitliğinin makbul olduğunu söylemektedir. 3- Muhaddis sufiler de bu
işlere ehildirler. 4- Hadis ilimlerini dinin esası olarak görüp hadisçileri, fıkıhçıları ve sufileri peygamberlerin varisleri olarak görmektedir. Bütün bu
ilimlerde en çok önem verdiği şey bu ilimlerin tefakkuhudur.
Sufilerin Hadis İlimleriyle Münasebetleri

 Ebu Talib el-Mekkî (v. 386/996): 1- Hadis ilimlerine bakışı marifet merkezlidir. 2- Cerh ve tadili aşırı bir yöntem olarak görür. Ona göre
Hadisçilerin cerh ettikleri kişiler kendilerinden daha faziletli olabilirler. 3- Zayıf hadis konusunda ehl-i hadis gibi düşünür. Yani zayıf hadisi rey ve
kıyasa tercih eder. 4- Fazailu’l-Amal konusunda hadisleri zayıf da olsa kabul eder. 5- Hak bir söz (anlam itibariyle doğru) hadis olmazsa bile hadis
olarak kabul etmektedir. 6- Raviler rivayet ettikleri hadisleri tam manasıyla anlamamış olabilirler. Bunu kalbi aydınlanmış basiret sahipleri anlar.
Mekkî bu tutumlarına rağmen hadisin bağlayıcılığı ve dindeki konumu üzerinde hassasiyetle durur. Ona göre «asıllara uymayan kişiler vusulden
mahrum bırakılırlar.» asıllardan kastı hadislerdir.
 Gazzâlî (v. 505/1111): İhyası için aşırı uçlara varan değerlendirmeler olmuştur. Neredeyse Kur’ân gibi görenler olduğu gibi yakılması hakkında
fetva verilmiş, elinde bulunduranlar cezalandırılmıştır. İçinde bulundurduğu zayıf-mevzu hadislerden dolayı çokça eleştirilmiştir. Bundan dolayı ilk
dönemlerden itibaren İhya’nın hadis tahriçleri yapılmıştır. Yarısında fazlası merdud hadistir. Ayrıca İhya’da geçen hadislerin lafızlarının
değiştirilmiş olması da eleştirilmiştir. İhya’da fazlaca zayıf-mevzu hadislerin bulunmasının sebepleri: 1- Kendisinin de belirttiği bir muhaddis
seviyesinde hadis bilgisine sahip değildir. 2- İlim tahsil ettiği medresede Kelam, Usul, Fıkıh, Mantık ve Cedel okutulduğu halde Hadis
okutulmamıştır. Bu da Hadis’te zayıf kalmasını sonuç vermiştir. 3- Kendisinden önceki Tasavvuf Klasiklerindeki rivayetleri kritiğe tabi tutmadan
doğru kabul etmesidir. Ayrıca kendisi de bu kaynaklarda olmayan hadisleri de eklemiştir. Özellikle Mekkî’den çokça alıntı yapmıştır. 4- Kullandığı
hadislerin genellikle Fazailu’l-Amal türünden hadisler olması. Tüm bunlar Gazzâlî’nin büyüklüğüne, derinliğine halel getirecek şeyler değildir.
Fakat İhya okunurken hadislerine dikkat edilmesi ve kaynaklarına ulaşmadan bu hadislerin kullanılmaması gerekmektedir. Annemaria
Schimmel «İslam’a ait bütün kitaplar yok edilse, sadece İhya kalsa, İslam Medeniyeti varlığını sürdürürdü.» değerlendirmesinde bulunmaktadır.
Gazzâlî’nin hadisler konusundaki yaklaşımı kendisinden sonraki sufileri de etkilemiştir. Abulkadir Geylanî bunlardan biridir.
Sufilerin Hadis İlimleriyle Münasebetleri

 Gazzâlî’nin hadislerdeki yöntemi: 1- İtibar kavramını hadislerin batınî yorumlarını yaparken kullanmıştır. 2- Ona göre metinlerin kabuğu lafızları,
özü ise derin batınî manalarıdır. Ona göre şehadet aleminden melekut alemine yükselmek gerekmektedir. Kışır olarak değerlendirdiği şeyler
gereksiz değildir. Fakat burada kalıp ileriye geçememeyi eleştirmektedir. 3- Gazzâlî’ye göre hadisçiler işin zahiriyle çokça uğraştıkları için özünden
uzaklaşmışlarıdır. 4- Ona göre hadis şu beş aşamada ele alınmalıdır. a. Sema b. Anlamak c. Hıfzetmek d. Amel etmek e. Neşretmek
 Genel Değerlendirme: 1- Tasavvuf en çok eleştirilen ilim dalı olduğu için günümüzde özellikle Tasavvuf Klasikleri için Hadisçiler akademik
çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda Tasavvuf Klasiklerinde kullanılan hadisler değerlendirilmiştir. Bu şekilde diğer İslami İlimler için bir
çalışma yapılmamıştır. 2- Bu çalışmalarda ortaya çıkan sonuca göre zannedildiği gibi Tasavvuf Klasiklerinde çokça zayıf-mevzu hadisler
kullanılmamıştır. 3- Buna göre Tasavvufun temel kaynaklarında geçen hadislerin büyük bölümü (yaklaşık %65) hadisçilerce makbul kabul edilen
dokuz ana hadis mecmualarında yer almaktadır. Diğer hadis koleksiyonlarında geçen hadislerin ilavesiyle bu oran (%80)’lere ulaşmaktadır.
Kaynaklarda bulunamayan hadisler ise teknik şartlar geliştikçe azaldığı görülmektedir. Dolayısıyla Tasavvufun ana kaynaklarında geçen
hadislerin büyük bölümünün yazılı malzemeye dayandığı ortaya çıkmaktadır. Teknik anlamda bu eserler birer hadis mecmuaları olmadıkları halde
bu şekilde sonuçlar çıkması son derece makul ve sevindiricidir. Mevzu hadisler ise çok azdır. Diğer ilim dalları için de benzer çalışmalar yapılırsa
muhtemelen benzer sonuçlar ortaya çıkacaktır. 4- Özellikle ilk dönemler (Gazzâlî’ye kadar) kullanılan hadisler genellikle sahih ve hasen
derecesinde iken, tasavvufa yeni meseleler girdikçe bu sıhhat bozulmuştur. Özellikle İbn Arabi sonrası Rüya, Keşif ve İlham yoluyla hadis alımı
ve tashih usulü de bunda etkili olmuş olabilir. 5- Bu kitaplar hadis mecmuası olmadıkları için doğrudan buralardan hadis alımına gidilmemelidir.
Daha doğrusu bu usul bütün İslami İlimler için de geçerlidir. Hadis alımı genel kabul görmüş hadis mecmualarından yapılmalıdır.

You might also like