You are on page 1of 11

TASAVVUF I

VI. YARIYIL BAHAR DÖNEMİ

DR. ÖĞR. ÜYESİ MEHMET YILDIZ


(yildizm@ankara.edu.tr)
6. HAFTA (25.03.2019)
- Tasavvufun Diğer İslâmî İlimlerle Olan Münasebeti (Tasavvufî Tevîl)-
KAYNAKÇA
- Ekrem Demirli, «Kuşeyrî’den İbnü’l-Arabî’ye İşârî Yorumculuk Hakkında Bir Değerlendirme», Atatürk Ün. İlahiyat Fak. Dergisi,
Sayı: 40, Erzurum 2013.
- Mehmet Yıldız, «İşârî Tefsirin Kabul Şartları Bağlamında Cemâl-i Halvetî’nin Kısa Surelere Getirdiği Yorumlar», Tasavvuf Dergisi,
Sayı: 33, 2014.
- Mahmut Ay, «İşârî Tefsirde Yöntem Meselesi», İst. Ün. İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı: 26, 2012.

ANA BAŞLIKLAR
1. İŞARI YORUMUN ARKA PLANI
2. SUFILERIN IŞARI TEFSIRDE KULLANDIKLARI YÖNTEMLER
İşârî Yorumun Arka Planı

 Sufilerin Kur’ân ve hadis yorumları «işârî yorum» olarak isimlendirilmiş, özellikle sufiler bu konudaki yorumlarına «işaret» demeyi tercih
etmişlerdir.
 «İşaret» kelimesi sözlükte “bir nesneyi gösterme, bir şeyi ortaya çıkarma, imada bulunmak, el ile göstermek, dolaylı ve kinayeli bir sözle anlatma”
gibi manalar ifade etmektedir.
 Sûfî ıstılâhında ise işâret «manası ince, latîf, derin olduğu için konuşan tarafından ibareye, söze dökülemeyen şey» olarak tarif edilmiştir. Serrâc (v.
378/988), işâret kavramına yüklediği bu mana çerçevesinde sûfîlerin ilimlerinin de işâret ilmi olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Ebu Ali er-
Rûzbârî’den (v. 322/934) yaptığı nakle göre «sûfîlerin ilmi işâret olup bu ilim eğer lafza dökülürse gizlenir, hakikatine erişilemez.»
 Bir diğer tarife göre ise işâret «anlatılmak istenen hususun başkalarına sözsüz bir şekilde aktarılmasıdır.»
 Kelâbâzî’ye (v. 380/990) göre ise sûfîlerin ilimlerinin işâret ilmi olarak adlandırılmasının sebebi kalbî müşahedeleri ve sırrî mükaşefeleri anlatmanın
mümkün olmamasıdır. Bunları anlamak ancak bu hallerle hâllenenlere ve bu makamları ihraz edenlere nasib olur.
 Sufilerin «işaret» tabirine yükledikleri mana ile muhataplarının bu kelimeden anladıkları mana farklıdır. Özellikle tefsir türlerine yer verilen
eserlerde «işaret»ten kasıt müstakil bir tür olmasa da sufilerin Kuran ayetleri hakkındaki açıklamalarıdır. Halbuki sufilerin sözlerine baktığımızda
«işaret» tabirinden «beyan etme»yi ve «gizleme»yi içeren paradoksal bir muhtevaya dönüşür.
İşârî Yorumun Arka Planı

 Serrâc’ın «manası latif olup sözle açıklanması mümkün olmayan ve manası konuşan tarafından gizli tutulan şeydir» cümlesi işaret tabirinin
çerçevesini ortaya koymaktadır. Bu anlamıyla en fazla remiz kavramıyla yakın anlamlı olabilir.
 Tefsir tarihinde «rivayet» ve «dirayet» olmak üzere iki çeşit tefsir türünden bahsedilmektedir. Bu tasnif yöntemlerine göre yapılmaktadır. Bir değer
hükmü verilmiş olmamaktadır. Fakat «işari tefsir» dediğimizde yöntemin yanında bir değer hükmü de içermektedir. Buna «işari tefsir» tefsir
literatüründe «ikincil tefsir» demektir. «İşari Tefsir» «asıl» tefsirlerden onaya gerek duyan veya asıl tefsir için destekleyici bir görev görmektedir.
Dolayısıyla «işari tefsir»lerin bilgi değerleri hakkındaki tartışmalar tasavvufun İslami İlimler içindeki yeriyle doğrudan irtibatlıdır.
 Bundan dolayı sufilerin nas yorumları «ikincil yorum» olma halinden nadiren kurtulmuştur. Fakat sufilerin meselelere yaklaşım tarzları
değerlendirildiğinde bu durum onlar için hayati bir problem taşımamaktadır. Böyle olması tasavvuf ilminin hem meşruiyetini hem de kabulürlüğünü
arttırmaktadır.
 Tasavvufî Kuran Yorumlarının «ikincil yorum» olarak kabul edilmelerinin negatif sonuçlarından biri günümüzde tefsir ilminde tartışmalı bilim
teorilerinden bile istifade edilirken sufilerin Kuran Yorumları göz ardı edilmektedir.
 Sufilerin Kuran Yorumlarının «ikincil yorum» sayılmasının iki sebebi bulunmaktadır: 1- Yorum yöntemleriyle ilgili olup takip edilebilir-nesnel bir
yorum yöntemi geliştirmiş değillerdi. Böyle bir şeye başlarda niyetleri olmamıştı. Çünkü tasavvufun yaygınlaştığı dönemde «kısır ve katı» dini
düşünceye karşı bir tepki olarak yaygınlaşmıştı. Bundan dolayı nazarî ve yöntemsel olanı ikincil olarak görüyorlardı. Fakat daha sonra ibahilik gibi
çeşitli din dışı temayüllerin tasavvuf kisvesi altında çıkmasıyla nazarî ve yöntemsel olana yönelmişlerdir. Bu bir nevi «savunma» refleksidir. Aynı
refleks Kelâm ilminde de yaklaşık aynı dönemlerde ortaya çıkmıştır.
İşârî Yorumun Arka Planı

 2- Tasavvufî olan ile Batınî olan arasındaki ilişkinin tespitindeki belirsizliktir. Tasavvufta «öznel» olan Batınîlikteki «batınîlik» bazı çevreler
tarafından özdeşleştirilmeye gidilmiştir. Öyle ki Batınîlikten daha öte olumsuz çağrışımları olan Hurufîliğe benzetilmiştir. Ehl-i sünnetin
çevrelerinin gördüğü en önemli tehlike Batınîlik olduğu göz ardı edilmemelidir. Ayrıca Şiî-Batınîlik ile tasavvuf arasındaki ortak noktalar da bu
duruma sebebiyet vermektedir. Çünkü a- Ehl-i beyt sevgisi ve b- ikisinde de Zâhir-bâtın ayırımının olması tasavvufî Kuran Yorumlarının göz ardı
edilmesine sebebiyet vermiştir. Bütün bunlara rağmen tasavvufun Batınîlik ve Şiî-Batınî cerayanlardan önemli farkları vardır. Zaten önemli
Tasavvuf ricalinin bu iki akıma şiddetli eleştiriler yöneltmeleri arada belirgin farkların olduğunu göstermektedir. Gazzâlî ve Tirmizî bunların
başında gelmektedir.
 «İşari Yorum» belirli bir yönteme göre yapılan tefsire kıyasla «bağlayıcı olmayan» yorumdur. Bir yönteme sahip olması hasebiyle dinî ilimler
içinde kendine yer bulmuş daha sonra yine dinî ilimlerden mülhem olarak «fıkh-ı bâtın» diyebileceğimiz bir ilme doğru gelişim göstermiştir.
 Fakat tasavvuf bir manada dinin «katı-kısır» yorumlarına bir tepki olarak ortaya çıktığı için din yorumları beraberinde eleştirileri de getirmiştir.
«Şeriat-hakikat» ilişkisinde hangisinin öncelendiği problemi ortaya çıkmıştır.
 Tasavvuf nazarî ve yöntemsel olana yöneldikten sonra iki durum ortaya çıkmıştır. 1- Tasavvuf İslâmî İlimler içinde kendine yer bulmuş, bu yer
«ahlak» alanı sayılmış, kendini «fıkh-ı bâtın» olarak göstermiştir. 2- Tasavvufun doğrudan ahlakla ilgili olmayan amel ve akide konularının zahirî
yönlerinde ilgili alanın alimlerine bağlı olmasıydı. Bu yönüyle Tasavvuff sünnî bir ilimdir. Çünkü Ehl-i Sünnet fıkıh ve akide mezheplerine
bağlıdır. Bu hususlarda sufilerin herhangi bir yeni görüşleri olmadığı gibi tasavvuf da o alanlarla ilgili bir ilim olma iddiasında değildi.
İşârî Yorumun Arka Planı

 Bu husus özellile «işaret» kavramını anlamak için önemlidir. Çünkü işaret «yorumda ikincil» olmayı gerektirir. «İşari Yorum» denildiğinde akla
itikadi ve amelî alanla ilgili bir hüküm gelmez. Başka bir ifadeyle «işari yorum» amel akide alanında gerçekleşen «istinbat» ve «tefsir» ameliyesi
değildir.
 «İşari Yorum»un iki maksadı vardır: 1- Fıkıh ve Kelam gibi zahirî ilimlerin, bağlayıcı kendilerinden istinbat ettikleri ayetlerin «ikincil
anlamlarını» ve onların manevî hayatla olan irtibatlarını bulmaktır. Mesela savaş, ganimet konulu ayetlerin hükümlerini tespit etmekle uğraşmaz,
daha başka manevî hükümler istinbat eder. Sufiler bu şekilde yorumları sadece ayet ve hadisler özelinde yapmazlar. Söz gelimi Kuşeyrî nahvin
kurallarından hareketle bir takım kalbî hükümler çıkardığı «Nahvu’l-Kulub» isimli bir eser yazmıştır. 2- «İşari yorum»un ikinci maksadı ahlakla
ilgili ayetlerin yorumunu yapmaktır. «Ahlak» tasavvufun İslamî İlimler içinde kendisine mahsus saydığı alandır. Sünnî Tasavvufun teşekkülü
bunu sağlamış, tasavvuf din bilimleri arasında «fıkh-ı bâtın» veya «ahlak» olarak yer edinmişti. Bundan dolayı «ahlak» veya «fıkh-ı bâtın»da
otorite sufilere aittir. Sufiler bu konularda hüküm istinbat ederler, ictihadları doğru veya yanlış olabilir veya kendi aralarında ihtilaflara düşebilirler.
 SUFİLERİN YORUMLARININ ÖZELLİKLERİ:
 a. İşarî Yorumun Maksadı: Pratiklik veya Amelî Olan Nazarîye Tercih
 İşarî Yorumun bariz özelliği maksadının amel olmasıdır. Bundan dolayı Kuşeyrî «Akıl ve sahv sahibi az lafızdan çok anlam çıkarırken gaybet ve
mahv halinde olan çok kelamdan az anlam çıkarır.» Bu bakış açısı her dönem sufi yorumculuğun vazgeçilmez ilkesidir. «Kişi Kur’ân’da her şeyi
bulabilmelidir» cümlesi aslında her ayeti amel maksadıyla yorumlamak ilkesini izah eder. Dolayısıyle «amel için olmayan bilgi, bilgi değildir»
diye söylemişlerdir.
İşârî Yorumun Arka Planı

 Sufilerin bu anlayışları Kur’ân’ın sanki her insana yeni inmiş gibi okunmasıdır. Dolayısıyla Kur’ân’ın iki çeşit nüzulünün olduğunu
söylemektedirler. 1- İnzal: Kur’ân’ın Peygambere indirilmesi 2- Tenzil: Onun her bir müminin kalbine sanki yeniden indirilmesidir. Bundan dolayı
üç aşamalı bir Kur’ân dinleme adabından bahsederler: Peygamber, Cebrail ve Allah’tan dinlemektir.
 Tenzîl düşüncesi sûfîlerin Kur’ân yorumuna çok geniş bir alan açmaktadır. Çünkü her bir ayetin, hatta her bir harfin söylediği, anlattığı yepyeni
manalar ortaya çıkmaktadır. Bu düşüncenin sûfîlerin yeni bir şeyler söyleme, daha önce söylenmiş sözlerden farklı şeyler ortaya koyma gayretiyle
alakalı olduğu söylenebilir. Sûfî her bir ayetin, ayetlerdeki her bir harfin muhatabının kendisi olduğunu düşünmektedir. Kur’ân’a yaptığı işârî
yorumlar da bu muhataplık sonucu kendisinde meydana gelen etkinin lafza dökülmüş hali olmaktadır. Dolayısıyla sûfî Kur’ân ayetlerine yorum
yaparken ayetlerinin, hatta harflerinin kendisindeki izdüşümünü aktarma gayreti içinde olmaktadır. Bundan dolayı olsa gerek Şemseddin Tebrizî (v.
645/1247-8) Kur’ân tefsiri ile ilgili şöyle demektedir: “Kudsî varken Tusî’yi ne yapalım? Rahman suresinde ‘Allah Kur’ân’ı ona öğretti.’ ayetinden
anlaşılıyor ki, Kur’ân’ın tefsirini yine Allah’tan dinlemek gerektir. Bunu Hak’tan başkasından dinleyemezsin. O yorumcuların tefsiri onların kendi
halidir. Yoksa Kur’ân’ın tefsiri değil.» Tebrizi’nin üzerinde durduğu husus daha önce söylenmiş sözlerin zaten var olduğu, asıl yapılması
gerekenin ise bunun üzerine yeni bir şeyler bina etmek gerektiğidir. Bahsi geçen sözlerinden ona göre tefsirin, insanın Kur’ân’ı Allah’tan
kendisine yeni iniyormuş gibi kabul edip, bu kabul sonucunda insan benliğinde meydana gelen etkinin ibareye aktarılmış hali olduğu gibi bir sonuca
varılabilir. Bundan dolayı olsa gerek, söylenmiş sözlerin aktarılmasına kızıp, yeni sözler duymak istediğini ifade etmektedir.
İşârî Yorumun Arka Planı

 b. Yöntem: Kıyas (büyük âlem-küçük alem benzerliği) veya Ayetin Bâtınî Yorumu
 İşârî Yorumda herhangi bir hükmün kıyas yoluyla başka bir alandaki tezahürü bulunmaktadır. Sufiler buna ayetin batınî manası veya hakikati
diyebilirler. Mesela kıbleye dönmenin batındaki karşılığı kalbin her şeyiyle Allah’a yönelmesidir. Ganimet, cihat vb. meselelerde de aynı kıyas
uygulanmaktadır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken husus ayetin zahirî manası «asıl» olurken sufinin yaptığı yorum «fer’»dir yani ikincildir. Ve
hiçbir zaman aslın yerini tutmaz.
 Asıl’dan fere giderken sufiler «iki sadık şahit» aramayı esas almışlardır. Bunlar Kur’ân ve Sünnettir.
 Sufiler özellikle Hakîm Tirmizî’den itibaren idrak araçlarıyla ayetlerin anlam dereceleri arasında bir ilişki kurmuşlardır. Sufiler her bir ayetin
«zâhir-bâtın-had-matla’»ının olduğunu düşündükleri kadar ayetin farklı yönlerini anlamak için insanların farklı «idrak araçları»na sahip
olduklarını söylemişlerdir. «Kalb, lübb, sadır, fuâd» vb. Dolayısıyla Kur’ân’ın anlaşılması zâhirî ilimlere mebni olduğu gibi bu farklı «idrak
araçları»nın da geliştirilmesine bağlıdır. Sufilere göre bu «idrâk araçları» ancak bilginin amele dönüştürülmesi yani maneviyatla olmaktadır.
«Takva sahibi olursanız Allah size Furkan verir» (Enfal, 8/29), «Allah’tan sakınırsanız O da size bilmediğinizi öğretir» (Bakara, 2/282) gibi ayetleri
bu düşüncelerine delil olarak getirmektedirler.
 Bu şekilde bir yaklaşım aslında sufilerin Kur’ân’ın gerçek manada anlaşılabilmesi için ortaya koydukları şartlardandır. Çünkü tefsir usulü ve
Ulumü’l-Kur’ân kitaplarında Kur’ân’ın tefsiri için bu şekilde bir şart aranmaz. Halbuki hadis rivayet şartlarında ravide adalet şartı aranır. Adalet
şartının altında mürüvvet/müruet şartı aranır. Eğer bir ravi adalet şartını sağlamıyorsa o ravi sikadan kabul edilmemektedir. Halbuki bir kişinin
tefsir yapabilmesi için bu türden bir şart aranmaz. Sufilerin idrak araçları dedikleri ilim araçları aslında maddî olmayıp manevî ilim araçlarıdır. Ve
sufilere göre Kur’ân’ın gerçek manada anlaşılması bu şartların da devrede olduğu bir yorum faaliyetine mebnidir.
İşârî Yorumun Arka Planı

 TASAVVUFÎ TEVÎL
 Burada sûfîlerin Kur’ân’a yaklaşımları üzerinde biraz durmaya çalıştık. Sûfîlerin Kur’ân yorumları mevzubahis olduğunda müfessirler
tarafından bir takım kabul şartları ortaya konulmaktadır.
 Bu kabul şartları hemen bütün Ulûmü’l-Kur’ân kitaplarında bulmak mümkündür. Sûfîlerin yaptıkları bu yorumların tefsir olarak
değerlendirilmesi işârî yorum’ların kabul probleminin başında gelmektedir. Çünkü tefsir denildiğinde müfessirler tarafından ortaya
konan tefsir şartlarına tabi olmak gibi bir zorunluluk hâsıl olmaktadır.
 İbn Hacer’in (v. 876/1471) hayranlık uyandıran bir kitap olarak bahsettiği el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserinde Zerkeşî (v.
794/1392), sûfîlerin Kur’ân tefsiriyle alakalı sözlerinin esasında tefsir olmadığının söylendiğini ifade etmektedir. Ona göre sûfîlerin bu
sözleri Kur’ân tilavetleri esnasında kendilerinde meydana gelen manalardan ibarettir. Bu düşüncesinde örnek olarak da “Ey iman
edenler! Yanınızda ve yakınlarınızdan olan kâfirlerle savaşın!» (Tevbe, 9/123) ayetine sûfîler tarafından getirilen yorumu vermektedir.
Sûfîlerin kafir’i nefis olarak yorumladığını söylemektedir. Çünkü nefis insana en yakın olan şeydir.
 Ayrıca İbnü’s-Salâh (v. 643/1245) Vahidî’den (v. 468/1076) Sülemî’nin (v. 412/1021) tefsiri hakkında şöyle bir nakilde bulunmaktadır:
“Eğer (Sülemî) bu yaptığının tefsir olduğuna inanıyorsa küfre girmiştir.»
 Bu iki alıntıda da vurgulanan husus sûfîlerin Kur’ân yorumlarının tefsir olmadığıdır. Vahidî, özellikle Sülemî’nin yorumlarının
tefsir olarak değerlendirilmesini küfür saymaktadır. Fakat Vahidi’nin bu ifadelerinin mefhum-u muhalifi, eğer bu yorumlar tefsir
olarak değerlendirilmeyecekse küfür olmaktan çıkacaktır.
İşârî Yorumun Arka Planı

 Esas sorun sûfîlerin Kur’ân’a yaptıkları yorumların tefsir kapsamında ele alınmaya çalışılmasından
başlamaktadır. Çünkü tefsir “İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği imkân nisbetinde Allah’ın muradına delalet etmesi
bakımından Kur’ân metninin içerdiği manaları ortaya koyan ilim” şeklinde tarif edilmektedir.
 Tefsirin tarifinde murad-ı ilâhîyi bulma çabasının vurgulanması işari tefsir açısından sorunun başlangıcı gibi
görünmektedir. Bundan dolayı Zürkânî bazı işârî tefsirlerden örnek verdikten sonra şöyle demektedir: “(Bu tür
tefsirleri) inceleyen kişinin bu işârî manaların İslâm öğretilerine götüren, bu dinin hakikatlerine irşâd eden Allah’ın
muradı olduğunu düşünmelerinden korkulur.” Böyle bir düşünceye sevk etmesinin de çok büyük tehlike olarak
değerlendirmektedir.
 Sülemî’nin yorumlarının Vahidî tarafından küfür olarak telakki edilmesi, işârî yorumların tefsir olarak görülmesinin
büyük bir tehlike olarak değerlendirilmesi tefsir ilminin mahiyeti ve tefsire yüklenen mana ile alakalı olduğu
söylenebilir.
 Ne Ulûmü’l-Kur’ân müellifleri tarafından yapılan tarif sûfîlerin Kur’ân yorumlarına tam manasıyla bir çerçeve
çizmekte, ne de getirilen şartların tamamına haiz bir işârî tefsir bulunmaktadır.
İşârî Yorumun Arka Planı

 İleri sürülen şartlar şu şekildedir: 1- Bâtınî mananın, lafzın zâhirî manasına aykırı olmaması. 2- Öngörülen bâtınî
anlamın doğru olduğunu gösterecek bir başka nassın veya açık bir delilin bulunması. 3- İleri sürülen bâtınî manaya
muhalif şer‘î veya aklî bir karinenin olmaması. 4- Bâtınî mananın tek mana olduğu ileri sürülmemesi.
 Her bir sûfînin Kur’ân te’vilinin şahsi, kendine özel olduğunu söylemek mümkündür. Nasıl ki bir olay, bir
sanat eseri, bir kitap, bir konuşma insanlarda farklı etkiler meydana getirebiliyorsa aynı şekilde sûfî Kur’ân
ayetlerine muhatap olduğunda kendisinde farklı etkiler meydana gelir. Fakat bu etkiler sûfîlere göre her insanda
batınî, manevi birtakım işaret ve ilhamlar meydana getirmemektedir. Bu ancak Allah Teâlâ’nın kalbini açtığı,
basiretini nurlandırdığı salih kullarda vuku bulmaktadır. Dolayısıyla sûfînin Kur’ân’a muhatap olması esnasında
kalbine gelen manalar genel itibariyle ilham ve manevi işâretler olmaktadır. Sûfî her ne kadar bu manaları bir
takım ilmi, nazari meselelerle desteklese de temelde Kur’ân’a yaptığı yorumlar ilham ve manevi işâretlere
dayanmaktadır. Bu yönüyle sûfîlerin Kur’ân yorumları her bir sûfî için şahsidir, kendine özeldir.

You might also like