You are on page 1of 24

ANAYASA HAREKETLERİ

• Anayasa en genel biçimde; devletin temel yapısını, yönetim biçimini,


devletin temel organlarını, bunların birbirleriyle ilişkilerini, kişilerin devlete
karşı, devletin kişilere karşı olan hak ve görevlerini düzenleyen en üst
yasadır. Daha açık bir ifadeyle anayasa; devleti kuran ve devletin tüm
işlevlerini yerine getirirken bağlı olduğu üst hukuk kurallarıdır.
 20 Ocak 1921 Tarihli Anayasa (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu)
 Bir geçiş döneminin temel ihtiyaçlarını karşılaması için hazırlanan kısa bir
anayasa olmasına rağmen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Cumhuriyet döneminde
kabul edilen diğer anayasalar üzerinde kalıcı izler bırakmıştır.
– Anayasa’nın önemli maddeleri şunlardır:
– Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli halkın mukadderatını
bizzat ve fiilî olarak yönetmesi ilkesine dayanır. Yasanın 1. maddesi açık
belirtilmemekle birlikte saltanat ve hilafeti hükümsüz kılmaktaydı.
– Yürütme ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet
Meclisi’nde toplanır.
– Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükümeti
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını taşır.
– Büyük Millet Meclisi halk tarafından seçilen üyelerden oluşur.
– Dini hükümlerin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması ve
değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan
savunmasıyla ilgili savaş ilanı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisine aittir
(…). Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel yasayla belirtilir. (Din
hükümlerinin TBMM tarafından uygulanacağının belirtilmesi bu anayasanın
da laik olmadığını göstermektedir.)
• Görüldüğü gibi kabul edilen bu maddelerle ayrı bir Türkiye Devleti’nin varlığından
bahsedilmektedir. Osmanlı Devleti’nin yok olmasıyla yeni bir devletin kuruluşunu
hukuki yönden belgelemiştir. Yeni Anayasa aynı zamanda Millî hâkimiyeti esas alan
ve vatanın kaderini Millî hâkimiyetin temsilcisi olarak TBMM’nin el koymasını
mümkün kılan bir siyasi ve hukuki vesikadır.
 20 Nisan 1924 Anayasası
• 1921’den sonra önemli siyasî, askerî ve sosyal değişiklikler olmuştu. Dolayısıyla
dar kapsamlı bir anayasa ile savaş döneminden barış dönemine geçen Türkiye’nin
ihtiyaçları karşılanamazdı. Bu nedenle daha geniş kapsamlı bir anayasanın
hazırlanarak yürürlüğe konması gerekiyordu.
• İşte Türk Milleti’nin içine girdiği siyasi, sosyal ve kültürel değişime ve
ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeni bir anayasanın hazırlanmasına gerek
görülmüş ve hazırlanan yeni anayasa 20 Nisan 1924’te 491 sayılı Teşkilât-ı
Esasiye Kanunu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir.
• 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 6 bölüm ve 105 maddeden
ibarettir. Bu Anayasanın bazı önemli maddeleri şunlardır:

 Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.


 Türkiye Devleti’nin dini İslam dinidir. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara
şehridir.
 Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. TBMM milletin tek ve gerçek
temsilcisi olup millet adına hâkimiyet hakkını kullanır.
 Yasama yetkisi ve yürütme gücü TBMM’de toplanır. Meclis yasama yetkisini
kendi kullanır.
 Meclis yürütme yetkisini kendince seçilmiş cumhurbaşkanı ve onun
atayacağı bir bakanlar kurulu eliyle kullanır. Meclis, hükümeti her vakit
denetleyebilir ve düşürebilir.
PARTİLER VE ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞ
DENEMELERİ

Millî egemenlik esasına dayalı Cumhuriyetin tam anlamıyla demokratik olması Atatürk'ün en
büyük arzusuydu. Bunun için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdı. Millet egemenliğinin sağlıklı
işleyebilmesi ve yöneticilerin milletten kopmamaları için çok partili hayata geçilmesi
gerekiyordu. Bu aynı zamanda demokrasinin de gereğidir.

Demokrasilerde herkesin düşüncesine, saygı göstermek, herkese yalnızca insan olduğu için değer
vermek temel ilkedir. İnsanlar yalnızca demokratik rejimlerde kendilerini geliştirme, huzurlu ve
mutlu yaşama ortamı bulabilirler, Atatürk'e göre, "Hürriyet olmayan bir memlekette Ölüm ve yok
oluş vardır, her gelişmenin ve kurtuluşun anası› hürriyettir.

Ülkemizde çok partili hayata geçme konusunda öncülüğü Mustafa Kemal yapmış ve ilk siyasî
partiyi de kendisi kurmuştur.
Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi)
TBMM açıldığı sırada bütün milletvekilleri, aynı amaç etrafında kenetlenmişlerdi. Bu amaç,
vatanı işgalden kurtarmak ve bağımsız yaşamaktı. Zaferden sonra sıra inkılâpların yapılmasına
gelince, milletvekilleri arasındaki görüş ayrılıkları belirgin bir hale geldi. Bundan dolayı Mustafa
Kemal inkılapları yürütmek için güçlü bir gruba ve yeni bir teşkilata ihtiyaç duydu. Bu konuda
kamuoyu yoklaması yapmak için yurt gezisine çıktı. Yapmayı düşündüğü inkılapları açıkladı.
Halkın isteklerini dinledi.
Ankara'ya döndükten sonra gerekli hazırlıkları yaparak Halk Fırkasını kurdu (9 Ağustos 1923).
Cumhuriyet’in ilanından sonra 10 Kasım 1924’de Fırkanın adına Cumhuriyet kelimesi
eklenmiştir. Dil inkılabından sonra ise fırka yerine parti kullanılmaya başlamıştır. Mustafa Kemal
büyük Nutku’nu partinin ikinci kongresinde okumuştur. (1927)

Partinin programında; egemenliğin, millete ait olduğu belirtiliyor, bağımsızlık ilkesi kabul
ediliyordu. Ekonomik gelişmenin ve eğitimin esasları da açıklanıyordu. Ayrıca parti, Mustafa
Kemal'in milletle olan görüş alışverişinde etkili bir rol oynamıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk muhalefet partisidir. Mustafa Kemal Paşa'nın eski silah ve
dava arkadaşları olan Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan
Adıvar’ın öncülüğünde 17 Kasım 1924’te kurulmuştur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
başkanlığına Kazım Karabekir Paşa, Başkan yardımcılıklarına Dr. Adnan (Adıvar) ve Hüseyin
Rauf Bey’ler, Genel Sekreterliğine Ali Fuat Paşa getirilmiştir. Partiyi kuranlar daha önce,
Cumhuriyet Halk Fırkasına bağlıydı. Ancak uygulanan ekonomi siyasetini beğenmiyor, yapılan
inkılapları ise zamansız buluyorlardı. Parti programında; egemenliğin millette bulunduğu
Cumhuriyet yönetimini yaşatmak ve geliştirmek politikasının izleneceği açıklanıyordu. Liberal
ekonomi ve demokrasi, partinin bağlı olduğu ana görüşlerdi. Ayrıca partinin dinî itikatlara ve
fikirlere saygılı bulunduğu belirtilmişti.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası içerisinde yer alan gruplar şöyledir:
*İnkılabın gerçekleştirilmesinde tatbik edilecek usuller bakımından muhalif olanlar. (Kazım
Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez)İnkılabın eski İttihat ve Terakki
*Fırkasını ihya suretiyle yürütülmesini isteyenler (İsmail Canbolat, Kara Vasıf, Halis Turgut)
*Cumhuriyete muhalif olup meşruti bir saltanat taraftarı olanlar. (Lütfi Fikri Bey ve arkadaşları)
*Muhalefeti sırf şahsi nüfuz ve kudretlerini devam ettirebilmek için körükleyenler. (Doğu
illerindeki Ağalar ve Şeyhler)
Partinin kuruluşundan kısa bir süre sonra Halk Fırkası’nın meclis grup toplantısında İsmet Paşa
Hükümeti’nin ülkede sıkıyönetim ilân edilmesi konusundaki isteğinin reddedilmesi üzerine,
İsmet İnönü hükümetten ayrılmış yerine Fethi (Okyar) Bey’in başkanlığında yeni bir hükümet
kurulmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası milletvekilleri Fethi Bey Hükümeti’ne güvenoyu verirler ve
aynı zamanda da ülke çapındaki teşkilâtlanmalarını hızlı bir şekilde sürdürürler.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla başlayan gelişmeler, doğuda Şeyh Sait’in
önderliğinde bir isyanın patlak vermesiyle yeni bir boyut kazanmıştır.
İsyan 13 Şubat 1925 tarihinde Bingöl’ün Ergani ilçesinin Piran köyünde başlamış ve çok kısa bir
sürede Doğu ve Güneydoğu illerine yayılan hem etnik hem de dini yönü bulunan bir isyana
dönüşmüştür.
İsyanın gelişmesine karşılık yeterli sert önlemleri almamakla suçlanan Fethi Bey Hükümeti,
düşürülerek yerine sertlik yanlısı politikalarıyla tanınan İsmet İnönü Hükümeti kurulmuştur. Bu
gelişmeden önce Halk Fırkasında “muhalefete sıcak bakmayan” bazı milletvekilleri
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattırmak için doğudaki isyanla bu partiyi
ilişkilendirmeye çalışmışlar ve Halk Fırkası’ndan gelen baskılar üzerine Fethi Bey, hükümeti
adına Kazım Karabekir Paşa’dan partilerini kapatmalarını istemişti. Bu öneriyi Kazım Karabekir
Paşa reddetmişti. “Şark İstiklâl Mahkemesi” partinin Urfa ve bazı doğu şubelerinin ve
yöneticilerinin Şeyh Sait İsyanı’nın genişlemesinde rol oynadığı şeklindeki kararını Ankara’da
bulunan Ankara İstiklâl Mahkemesine göndermiş, bu mahkemede Terakkiperver Fırka’nın
kapatılmasını sağlayacak alt yapıyı oluşturmuştu. Bunun üzerine İsmet Paşa Hükümeti, 3 Haziran
1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması
konusunda bir karar almıştı. Böylece Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk teşkilâtlı muhalefet hareketi
bu şekilde tasfiye edilmişti.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından sonra bu partiyi kuran Milli Mücadele
Hareketi’nin önde gelen paşaları ve diğer milletvekilleri aktif siyasi hayattan uzaklaştırılmışlardı.
Şeyh Said İsyanı
Şeyh Said; Palu’da doğdu. Doğu Anadolu’da yaşayan aşiretlerden Zaza kökenli olup
Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye koluna mensup Palulu Şeyh Ali Sebtî’nin torunudur. Ali
Sebtî’nin Hâlid el-Bağdâdî’nin yahut onun kardeşi ve halifesi Mahmud Sâhib’in halifesi
olduğu, oğlu Mahmud’un da kendi halifeleri arasında yer aldığı kaydedilmektedir. Şeyh
Said’in babası uzun yıllar Hınıs’ta ikamet eden Şeyh Mahmud Fevzi, annesi Gule Hanım’dır. I.
Dünya Savaşı yıllarında Piran bölgesine göç eden Şeyh Said savaştan sonra tekrar Hınıs’a
yerleşti. Palu ve Hınıs’ta bazı medreseler kurdu; bu medreselerin müderrisi ve Nakşibendî
tarikatının Palevî kolunun şeyhi olarak ün kazandı. Böylece hem müderrislik hem de meşâyih
sınıfına mensubiyetiyle öne çıktı. Aynı zamanda çevredeki aşiretlerin de reisi, dinî ve içtimaî
konularda, aşiretler arası çatışmalarda bölge halkının ilk başvurduğu kişi idi. Evlilik yoluyla
Hamidiye Alayları kumandanlarından Cibranlı Hâlid ile de akrabalığı vardı. Seyyid olduğu
yolundaki iddialara rağmen bunu kanıtlayacak bir delil yoktur. Nitekim ailesinde seyyid lakabı
ile anılan kimse bulunmadığı gibi kendisi de bu lakabı kullanmamıştır. Bölgenin geleneksel
yapısı içinde sözü geçen, fetvalarına başvurulan, tarikat geleneği içinde saygı duyulan etkin bir
kişiliğe sahipti.
Şeyh Said İsyanı
Şeyh Said isyanının sebeplerini anlayabilmek için gerek bölgenin uzun zamandır yaşadığı
değişim süreci, gerekse yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ndeki siyasal gelişmeleri iyi tahlil
etmek gerekir. Kürtler’le Zazalar arasında yaygın olan Kādirî tarikatı yerine Osmanlı Devleti’nin
merkeziyetçiliğini destekleyen Nakşibendî tarikatı II. Mahmud’dan itibaren bölgede kök saldı.
Bu tarikata mensup şeyhler halkı âdeta merkezî hükümetin temsilcileri gibi, hatta daha da fazla
etkilemeye başladı. Diğer taraftan sınırlı da olsa 1908’den itibaren milliyetçi eğilimler gösteren
faaliyetler de mevcuttu ve her iki hareket 1920’lerde canlılığını korumaktaydı. Buna karşılık
Millî Mücadele’nin ardından Ankara merkezli bir devlet olarak ortaya çıkan Türkiye
Cumhuriyeti, merkezî otoritesini sağlamayı ve geleneksel yapıdan uzaklaşan modern inkılâplar
yapmayı arzu ediyordu. Nitekim Cumhuriyet’in ilânından sonraki faaliyetler merkezde ve taşrada
hem taraftar hem de muhalifler oluşturdu. Bir taraftan eski imtiyazlarını kaybetme endişesi
içinde olan yerel yapılar, diğer taraftan ümmeti temsil ettiği kabul edilen hilâfetin ilgası, Doğu
Anadolu’da olumsuz yankılar uyandırdı. 13 Şubat 1925 tarihinde başlayan Şeyh Said isyanı,
Türkiye’nin iç siyasî yapılanması yanında uluslararası ilişkilerine de yansıyacak sonuçlar
doğurdu.
İsyanın çıkması ve gelişmesi dönemin karmaşık iç ve dış problemleriyle paralellik arzettiğinden
bugüne kadar gerçek sebepleri karanlıkta kalmıştır. İsyanı dinî, siyasî, millî ve iktisadî sebeplere
bağlayanlar olduğu gibi doğrudan dış unsurların ve özellikle İngilizler’in etkisiyle meydana
geldiğini ileri sürenler de vardır. Hemen her kesim bu isyana ayrı anlamlar yüklemektedir.
İsyanın çıkışıyla ilgili temel anlatımlar şunlardır: Bir görüşe göre, I. Dünya Savaşı’nda Musul
civarında Türkler’e karşı savaşmış olan bazı Nestûrîler savaştan sonra Irak’ta kalmıştı. Bunlar
1925 yılı başlarında eski yerlerine dönmek istediklerinde Ankara hükümeti bunu kabul etmedi ve
üzerlerine askerî birlik sevkedildi. Bu sırada Türk birliklerindeki bazı Kürt subaylar karşı tarafa
geçti. Subaylardan biri olan Albay Hâlid Bey yakalanarak tutuklandı. Ancak bölgedeki bazı Kürt
ağaları tarafından kurtarıldı ve hepsi birden Şeyh Said’e sığındı. Şeyh Said esasen hükümetin
gerçekleştirdiği inkılâplara şüphe ile bakmakta ve açıkça muhalefet etmekteydi. Bu sebeple
sığınmacıları kabul etmekte tereddüt göstermedi. Hükümetle Şeyh Said arasında çıkan bu
gerginliğin ardından yerel askerî görevliler, 11 Şubat’ta Şeyh Said’in yanında bulunan ve suçlu
oldukları düşünülen iki adamını teslim etmesini istedi. Şeyh Said bunu reddedince çıkan küçük
çarpışmada bazı askerler yaralandı ve isyanın ilk kıvılcımları ortaya çıkmış oldu.

Bir başka görüş, Şeyh Said’in 1912’de Kürt uyanışını sağlamayı hedefleyen Kürt hareketinin bir
kolu ile birlikte bulunduğu yönündedir. Âzâdî isimli bu hareket, zamanla önemini kaybetmekle
birlikte 1923’te Erzurum’da tekrar teşkilâtlanarak Şeyh Said isyanını planladı. Nitekim kuruluş
içinde yer alan isimlere bakıldığında (Cibranlı Hâlid Bey, Kör Hüseyin Paşa, Hasenanlı Hâlid Bey,
Yûsuf Ziyâ Bey, Ekrem Cemil Bey, Şûrâ-yı Devlet eski reisi Seyid Abdülkadir Bey) bunların
potansiyel bir güç oluşturduğu görülür. Hükümet bu organizasyonu 1924’te Irak sınırında çıkan bir
isyanla ilişkilendirerek dağıtmak istedi, bazı liderleri tutuklandı, Şeyh Said de bunlar aleyhinde
ifade vermeye çağrıldı. Fakat Şeyh Said buna uymak yerine, muhtemelen kendisini güvende
hissetmediği için Palu’daki dedesinin kabrini ziyaret maksadıyla Hınıs’tan yola çıktı. Pek çok
müridi ve bağlıları da ona eşlik etti. Eskiden ikamet ettiği Diyarbakır yakınlarındaki Piran köyüne
(bugünkü Dicle ilçesi) misafir oldu ve ilk rivayette bahsedilen olaylar meydana geldi.
Birbiriyle yakın ilişkisi bulunmasına rağmen farklı yorumlanan bu olaylar, Şeyh Said’in
merkezî hükümete karşı geliştirdiği muhalif fikirlerini etrafındakilerle görüştüğünü ve
muhtemel bir harekât da planlamış olduğunu gösterir. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre bu
amaçla 1925 Ocak ayı içinde çeşitli köyleri ve kasabaları dolaşarak düşüncelerini anlattı ve
oğulları aracılığı ile bazı hazırlıklar yaptı. Fakat Âzâdî örgütüyle hareket ettiğine dair yeterli
delil yoktur. Ayaklanmanın başlaması ise tamamen kendi kontrolü dışında ya âni gelişmelere
paralel ya da kendi bilgisi dahilinde olmayan dış etkilerle meydana geldi. Nitekim birçok
kaynakta olayların, Şeyh Said 13 Şubat tarihinde Piran’a geldiğinde orada bulunan
jandarmaların tutukluluk kararı bulunan bazı kişileri yakalamak istediği için patlak verdiği
kaydedilmektedir. Tutuklamaların en azından kendisi orada iken yapılmasını istemeyen ya da
engelleyenlere de mani olamayan Şeyh Said, -daha sonra savunmasında da söylediği gibi-
kendisini âdeta hadiselerin akışına terk etti. Hızla gelişen olaylarda Şeyh Said’in adamları 17
Şubat’ta Genç vilâyetinin Darahini kazasını basarak Vali İsmâil Bey’le birlikte diğer mülkî
yetkilileri ve jandarmaları esir aldı. Telgraf hatları tahrip edildi, hapishaneler açılarak
mahkûmlar serbest bırakıldı. Şeyh Said’in İslâm adına ilk bildirisi de bundan sonra ortaya çıktı.
“Emîrü’l-mücâhidîn Muhammed Saîd en-Nakşibendî” imzası ile yayımlanan bildirilerde
merkezî hükümetin ve Mustafa Kemal’in uygulamalarının İslâm’a aykırı bulunduğu, hilâfetsiz
Müslümanlığın olamayacağı ifade edilerek isyanının gerekçesi açıklanıyordu. Ayrıca bir kısım
Zaza ve Kürt aşiret reislerine de kendisine katılmaları için mektuplar gönderdi. Ele geçirdiği
yerlere mülkî idareciler ve kumandanlar tayin ederek artık kontrolü ele aldığını gösterdi. Bazı
aşiretlerin desteğini alan Şeyh Said’in kuvvetleri kısa sürede bir taraftan Diyarbakır’a kadar
yürürken bir grup da Varto’yu ele geçirip Muş’a hareket etti. Hükümet 21 Şubat’ta Diyarbakır,
Elazığ, Genç, Siverek, Mardin, Urfa, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri bölgeleriyle Erzurum’un bir
kısmında sıkıyönetim ilân etti.
Bölgedeki ordu birlikleri başarılı olamayınca Diyarbakır’a geri çekildi. Bir gün sonra 24 Şubat’ta Elazığ da
isyancıların eline geçti. Durumu aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi Umumi Heyeti’ne anlatan Başbakan
Ali Fethi Bey (Okyar) meseleyi “dinî kisveli bir isyan” şeklinde nitelemekle birlikte yerel bir hareket olarak
da gördüğünü, idarî önlemler ve bölgesel bazı tedbirlerle çözüleceği kanaatini dile getirdi. İçişleri Bakanı olan
Recep Peker ise aksini düşündüğünden kabinede ihtilâf baş gösterdi. Böylece gerek kendisine muhalif olanlar,
gerekse bu isyanı Türkiye’de inkılâplara karşı bir tavır olarak algılayan bazı siyasetçiler, baskı yaparak
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 25 Şubat tarihli oturumunda meclisin daha önce çıkardığı Hıyânet-i
Vataniyye Kanunu’nun 1. maddesine “dinî istismarı engelleme”yi hedefleyen bazı ilâveler yaptılar. İsyanın
genişlemeye devam etmesi ve başbakanın sert tedbirler almaması Ankara’da ciddi bir endişe yarattı ve
tartışmalar cumhurbaşkanına bildirildi. 2 Mart 1925’te toplanan kabinede yapılan uzun bir müzakerenin
ardından Başbakan Ali Fethi Bey istifasını cumhurbaşkanına sundu; Mustafa Kemal 3 Mart’ta İsmet Paşa’yı
yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi. Ertesi gün hükümeti kuran İsmet Paşa’nın, bu isyan karşısında devlet
otoritesinin teyidi için sert tedbirler alacağını ve Şark İstiklâl mahkemelerini kuracağını ifade eden programı
kabul edildi ve büyük çoğunlukla güvenoyu aldı. Ayrıca ek tedbir olarak muhtemel muhalefet hareketlerini
engellemek amacıyla 1929 yılına kadar yürürlükte kalacak olan Takrîr-i Sükûn Kanunu teklif edildi ve 22 ret
oyuna karşılık 122 oyla kabul edildi. Öte yandan Şeyh Said isyanı devam ediyordu ve hedefte Diyarbakır
vardı. İsyancılar 7 ve 8 Mart’ta üç koldan Diyarbakır’a saldırdılar, bu saldırılar bizzat Şeyh Said tarafından
yönetildi ise de saldırı başarılı olmadı ve isyan gerilemeye başladı. Zira Şeyh Said aşiretlerden beklediği
desteği alamadığı gibi kendi kuvvetlerine de hâkim olamadı. Düzensiz biçimde hareket eden ve imkân
bulduğunda yağmaya da yönelen isyancılar neticede başarı kazanamadı. Hükümet yaptığı hava harekâtı
yanında bölgeye hızlı bir şekilde askerî kuvvet sevketti. Mart ayı sonunda ve Nisanın ilk haftalarında ordu
birliklerinin gerçekleştirdiği harekâtla isyancıların büyük bölümü Çapakçur bölgesinde yenilgiye uğratıldı.
Şeyh Said geri çekildiyse de 15 Nisan’da Muş ile Varto arasındaki Çarınçur köyünde yakalandı. Şeyh Said ve
arkadaşları 26 Mayıs’ta Şark İstiklâl mahkemeleri tarafından Diyarbakır’da yargılanmaya başlandı. Şeyh Said
ifadesinde, isyanın önce tasarlanmış bir hareket olmadığını, kendiliğinden geliştiğini, amacının Diyarbakır’a
kadar gidip orada ulemâ ile birlikte şer‘î kanunların uygulanmasının gerekliliğini Ankara’ya bildirmek
olduğunu söyledi. 28 Haziran’da mahkeme kendisiyle birlikte kırk altı kişinin idamına karar verdi ve karar
ertesi gün hemen infaz edildi.
Şeyh Said’in, Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılmasıyla bölgedeki medrese ve tekkelerin
geleceği, Nakşî-Hâlidîler’in etkinliği ve imtiyazlarının azalacağı, destek veren aşiretlerin
geçmişteki kısmî özerkliklerinin sarsılacağı gibi endişelerle isyan etmiş olacağı düşünülebilir.
Ancak Şeyh Abdülkadir gibi bazı Kürt liderleriyle ilişkisine rağmen isyanda doğrudan Kürtler’e
dayalı müstakil bir devlet kurma veya otonomi elde etme amacının güdüldüğünü söylemek için
yeterli delil bulunmamaktadır.
Şeyh Said isyanı iç politikada sertlik yanlısı olanların işine yaramıştır. Özellikle TKCF
üyelerinin Şeyh Said isyanı ile ilişkisi, ayrıca siyasî programlarında yer alan dinî düşünce ve
inançlara saygılı oldukları ifadesi dikkate alınarak yeni filizlenmekte olan çok partili hayatın
öncüsü Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına ve Urfa şubesinin sorumlusu
emekli yarbay Fethi Bey’in beş yıl hapsine sebep olmuştur. Ayrıca Takrîr-i Sükûn Kanunu’na
dayanarak pek çok gazeteci ve muhalif tutuklanmıştır. Böylece tek parti iktidarının muhalefetsiz
olarak uzun yıllar sürmesinin önü açılmıştır.
Dış politika yönünden ise normalleşme seyri gösteren Türkiye-İngiltere ilişkileri zedelenmiştir.
Her ne kadar 1926 yılında Türkiye, İngiltere ve Irak’la bir dostluk antlaşması imzalamışsa da
antlaşma maddelerinin çoğunun sınır meselesi ve Kürtler’le ilgili olması soruna iki tarafın da
yaklaşımını göstermesi bakımından manidardır. Şeyh Said isyanının Musul meselesi yüzünden
İngilizler tarafından tertip edilerek desteklendiği iddiaları için yeterli delil yoksa da isyan
sonrası ortaya çıkan neticelerin bu amaca hizmet ettiği âşikârdır.
İZMİR SUİKASTI
Şeyh Sait İsyanının bastırılması ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasının
ardından, Gazi Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet rejimine karşı olanların faaliyetleri gizlide olsa
devam etti. İzmir Suikasti, Cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal’in inkılâplarının Mustafa
Kemal’in ölmesiyle sona ereceğini düşünmekteydiler. Suikast, inkılâplardan hoşnut olmayanlar,
İttihat ve Terakkicilerin Anayasayı değiştirmek, yönetimi ele geçirmek ve hükümeti devirmek
emelleri etrafında şekillenmişti.
Gazi Mustafa Kemal Paşa böyle bir ortamda reform hareketlerinin halk üzerindeki etkisini
ölçmek, reformların ne kadar halk tabanına indiğini görmek ve yeni reformların da ne derecede
başarılı olabileceğini saptamak maksadıyla 1926 yılında yurt gezisine çıkmıştı. Gazi, Ankara’dan
ayrılıp Eskişehir, Afyon yoluyla 8 Mayıs 1926’da Konya’ya, 9 Mayıs’ta Tarsus’a, 10 Mayıs’ta
Mersin’e gelmiş, Taşucu Bucağı’ndaki çiftliğinde beş gün kaldıktan sonra, 16 Mayıs’ta
Adana’ya, 18 Mayıs’ta tekrar Konya’ya, 20 Mayıs 1920’de Bursa’ya, 13 Haziran’da da
Balıkesir’e gelmişti. Bir ara Mudanya’ya geçen Gazi, 13 Haziran’da Balıkesir’de şerefine verilen
ve elli kişiden fazla insanın katıldığı baloda, Muallimler Musiki Heyeti’ni takdirle dinlemişti. 14
Haziran günü Bursa’dan Balıkesir yoluyla İzmir’e geçeceği sırada İzmir Valisi Kazım (Dirik)
Bey’den İzmir’de kendisine karşı bir suikast düzenlendiği haberini aldı. İzmir Valisi Kazım
(Dirik) Bey’den aldığı “şahs-ı devletlerine karşı tertip edildiği anlaşılan Mel’unane bir suikast
teşebbüsü ortaya çıkarılmış olduğundan lütfen hareketlerinin tehirini.” rica eden telgraf ilgili
makamların ve şahısların dışında gizli tutulmuştu.
Telgrafla İzmir Valisi Kazım (Dirik) Bey’den alınan bilgiye göre 15 Haziran 1926’da, İzmir’de motorculuk
yapan Giritli Şevki, acele olarak Vali ile görüşmek istemiş, ayrıca Vali’nin Gazi’ye iletmesi için bir de mektup
hazırlamıştır: «Bendeniz Yunan Harbinde Sarı Efe Edip Bey’in arkadaşı idim. Dün akşam bir haber gönderdi.
Bir yere gittim. Orada tanıdığım Hilmi isminde bir zabitle hiç tanımadığım sonradan anladığım sabık Lazistan
Mebusu Ziya Bey isminde birisi vardı. Ve size suikast edecekleri ve onlara muavenet etmekliğimi teklif
ettiler. Bendeniz hemen orada işlerini bitirmek şiddetle fikrimden geçti ise de daha önce halaskarımıza haber
vermek daha iyi olacağını hissettim ve muavenet edeceğimi söyledim. Ve bütün plan ve arkadaşlarını
anladıktan sonra ayrıldık…»

Gazi, suikast haberini aldıktan sonra yarım kalan gezisine devam etmek ve suikast olayının boyutlarını
görmek amacıyla 16 Haziran 1926’da İzmir’e geldi. Halk tarafından coşkuyla karşılanmıştı.

Suikastın oluşma sürecine ve suikast planına bakacak olursak, bu planın alâlâde, ani kararlarla değil önceden
beri planlanmış bir girişim olduğunu görürüz. Suikast fikrinin oluşmasında en etkili kişiler İzmit Mebusu
Şükrü Bey, ikincisi Kara Kemal Bey ve üçüncüsü de İsmail Canbolat Bey’dir. İttihat ve Terakki’nin iktidarı
ele geçirmek için yapacağı ilk iş, Mustafa Kemal’i öldürmektir diyen Şükrü Bey, bu fikrine taraftar olarak
Kara Kemal’i bulmuştu. Bu ekip daha sonra suikastı yapabilecek birilerini aramış ve İttihatçı Abdülkadir Bey
onları eski Lazistan (Rize) mebusu Ziya Hurşit Bey ile tanıştırmıştı. Ziya Hurşit hemen suikast teklifini kabul
etmiş ve silah kullanacak adamı bulma işini üstlenmiş, önce Laz İsmail ardından da Gürcü Yusuf silah
kullanacak üçüncü kişi olarak belirlenmişti. Bu kişiler devamlı Şükrü Bey’le toplantılar yapmışlar ve
toplantılar sonucunda da suikastın Ankara’da yapılmasına karar vermişlerdi. Meclis’te suikastın yapılıp-
yapılmayacağı araştırılmış ve güvenlik önlemlerinin çok iyi olmasından dolayı vazgeçmişler sonra da Ankara
Kulubünde ve Türk Ocağı binasının önündeki mezarlıkta pusu kurmayı planlamışlar ama eyleme
geçememişlerdi.
Ankara’da hedeflerini gerçekleştiremeyeceklerini gören suikastçılar, yönlerini İstanbul’a
çevirmişler ancak Mustafa Kemal’in İstanbul’a gitmesi gerçekleşmemişti. Mustafa Kemal’in bu
sırada Bursa’ya gideceği haberi duyulmuş, keşif için Laz İsmail yanına eşim diye tanıttığı Naciye
Nimet isimli bir kadını alarak Bursa’ya gitmişti. Bursa’nın suikast için uygun olmadığını görerek
planlarını gerçekleştirememişlerdi. Bu sırada yurt gezisine çıkan Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’e
gideceği haberi duyulunca suikast için en uygun yerin İzmir olduğuna karar vermişlerdi.
Suikastçılar İzmir’e gelmeden önce silah, cephane ve Şükrü Bey ile Albay Rasim tarafından
imzalanan ve Sarı Efe Edip adında İzmir’deki bir çiftlik sahibine verilmek üzere yazılan mektubu
alarak 11 Haziran’da vapurla İzmir’e gelmişlerdi. Orada Sarı Efe Edip’i bulmuşlar ve suikaste
yardımcı olacak diğer kişilerle tanışmışlardı. Motorcu Giritli Şevki ile suikastten sonra deniz
yoluyla kaçma planları yapmışlardı. Suikast, Başoturakla Yemişçarşısı’ndan gelen sokakların,
Kemeraltı’ndaki Hükümet Caddesi ile birleşen dar sokakta yapılacaktı. Dört yol ağzında Berber
Nuri’nin dükkanında pusu kuracaklar, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf tabancaları ile ateş edecekler,
gerekirse bomba kullanılacaklardı. Başarılı olunmazsa Ziya Hurşit ateş edecek ve hemen
otomobile binerek buradan uzaklaşacak, Giritli Şevki’nin motoruyla Sakız Adası’na
kaçacaklardı. Daha önce de belirttiğimiz gibi suikast haberi Gazi Mustafa Kemal’e yurt gezisi
sırasında Motorcu Giritli Şevki’nin ihbarı ile duyurulmuştu. Bu durum kamuoyundan gizlenmiş,
ilk defa 18 Haziran 1926’da Türk ve dünya kamuoyu İzmir suikastını, Ankara Hükümet’i adına
yapılan “Tebliğ-i Resmi” olarak aynı tarihli “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinden öğrenmişti.
İzmir Suikasti Davası: İstiklal Mahkemesi üyelerine kısaca bakacak olursak; Başkanlığı
Afyonkarahisar Milletvekili Ali (Çetinkaya), üyeliklerini Gaziantep Kılıç Ali Bey, Aydın
Milletvekili Dr. Reşit Bey (Galip), yedek üyeliğini de Rize Milletvekili Laz Ali (Zırh) Bey ve
savcılığını da Denizli Milletvekili Necip Ali (Küçüka) Bey oluşturuyordu. Mahkeme üyelerinin
dördünün adının Ali olması “Aliler Mahkemesi” olarak adlandırılmasına neden olmuştu

İzmir Suikasti ile ilgili İstiklal Mahkemesi’nin Anadolu Ajansı’na verdiği listeye göre, kırk dokuz
kişi tutuklanmıştır. Tutuklananlar arasında Sarı Efe Edip, Eski Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, Laz
İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, Eski Lazistan Mebusu Necati, İzmit Mebusu Şükrü, Ordu
Mebusu Faik, Saruhan Mebusu Abidin, Eskişehir Mebusu Arif, Çolak Selahattin, Eski Trabzon
Mebusu Rahmi, Erzurum Mebusu Hazım, Mersin Mebusu Besim, Afyon Mebusu Kamil,
Gümüşhane Mebusu Zeki, İzmir Mebusu Mustafa, Bursa Mebusu Necati, Bursa Mebusu Osman
Nuri, Erzurum Mebusu Rüştü Paşa, İstanbul Mebusu Canbolat Bey, Karşıyaka’da Bahçıvan İdris,
Şahin Çavuş, İhtiyat Subayı Bahaddin, Baytar Albay Rasim, Eski Maliye Vekillerinden Cavit,
Diş Doktoru Şevket, Kara Vasıf, Ziya Hurşit’in Kardeşi Fazıl, Kadı lakaplı Hüseyin Avni,
Necati’nin Kardeşi (Eski Lazistan Mebusu) Hasan Tahsin, Kayınbiraderi Hasan Rıza ve Şeriki
Mustafa Efendi, Trabzonlu Nimet Naciye Hanım, Selahhaddin Bey, Velid Ebüzziya, Hilmi Bey,
Mersinli Cemal Paşa, Nail Bey, Doktor Nazım, Maliye Nazırı Cavit Bey, Bekir Sami Bey, Cafer
Tayyar Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa, Doktor Adnan
(Adıvar) Bey, Hüseyin Cahit (Yalçın) Bay ve Ahmet Emin (Yalman) Bey gibi şahıslar gerek
suikast işini planlayanlar, gerek fikir zeminini oluşturanlar, gerek faal olarak öldürme girişiminde
bulunanlar gerekse de paşalar gibi haberi olup da hükümete haber vermeme suçundan İstiklal
Mahkemeleri’nde yargılanmışlardı.
İzmir Suikastı Davası, İzmir ve Ankara da olmak üzere iki safhada gerçekleşmiştir. İzmir’deki
duruşmalar üç haftada tamamlanmış, yargılamalar sonucunda suikastçılardan on üçüne idam
cezası, bazılarına da çeşitli hapis cezaları verilmiştir. İzmir’de yargılananlar arasında olan başta
Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Cafer Tayyar Paşa gibi tarihî şahsiyetler
suçsuz bulunarak beraat etmişlerdir. Ağustos ayında davanın ikinci safhasına Ankara’da ki
yargılamalarla devam edilmiştir. Yargılananların çoğu önemli eski ittihatçı olduğu için, bu
davaya ”İttihatçılar” davası da denilmiştir. Mahkeme yargılamalar sonucunda bazı kişilere çeşitli
hapis cezaları verirken, dört kişiyi de idama mahkûm etmiştir. Eski Başbakanlardan Rauf Bey ise
gıyabında on yıl kalebentliğe mahkûm edilmiştir. Rauf Bey’e verilen bu ceza, bazı aydın çevreler
tarafından üzüntü ve şüpheyle karşılanmıştır. Bu yargılamalar İttihatçıların tasfiyesi şeklinde
yorumlanmış, mahkemenin vermiş olduğu kararlar ile de ittihatçılığın tarih sahnesinden
silindiğine kanaat getirilmiştir. (İttihatçı ileri gelenlerden Cavit, Dr. Nazım, Kara Kemal, Nail ve
Hilmi Beylerin yanı sıra eski milletvekillerinden Şükrü, Halis Turgut, İsmail Canbolat, Rüştü,
Ziya Hurşit, Hafız Mehmet, Sarı Efe Edip, Albay Arif’in yanı sıra askerlikten emekli Çopur
Hilmi, Rasim, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, eski Ankara valisi Abdulkadir Beyleri ölüm cezasına
çarptırmıştır. Atatürk, suikast teşebbüsünün ortaya çıkarılması üzerine karşıtlarının kendi
şahsında aslında Cumhuriyete karşı olduklarına dikkat çekerek Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza
kadar yaşayacağını bütün dünyaya ilan etmiştir.
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI (12 Ağustos 1930)
Cumhuriyetin ilanından sonra çok partili siyasi hayata geçiş için ikinci deneme, Serbest
Cumhuriyet Fırkası adı ile bir muhalefet partisinin kurulmasıyla yapılmıştır. Serbest Cumhuriyet
Fırkası, kendinden önce kurulan ve 5 yıl önce kapatılmış bulunan Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkasına göre gerek kuruluş ve gerekse sona eriş biçimine göre oldukça farklı özellikler gösterir.
İki partide Cumhuriyet Halk Fırkası içerisinden doğmuş olmasına rağmen, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası, doğal bir muhalefet hareketinin partiden ayrılmasıyla oluşmuştur. Halbuki
SCF’nin kuruluşunda Mustafa Kemal Paşa’nın çok büyük telkin ve teşviki vardır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından sonra 1930 yılına kadar Cumhuriyet Halk
Fırkası ülkeyi tek başına yönetmiştir. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere devlet
yöneticilerinin birçoğu tek parti yönetiminin sakıncalarını da görüyorlardı. 1930 yılına gelinceye
kadar Türkiye’de inkılapların büyük bir bölümü gerçekleştirilmiş ve halk nezdindeki olumlu-
olumsuz yansımaları da görülmeye başlamıştı. Ancak halkın ekonomik ve sosyal yönden
rahatlamasını sağlayabilecek göstergelere henüz ulaşılamamıştı. Ayrıca 1929 yılında ABD’de
ortaya çıkan ve bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen ekonomik kriz, ülkemizi de etkilemiş
halkın ekonomik sıkıntıları daha da derinleşmişti. Dolayısıyla da halkın yaşadığı sıkıntıların
faturası Mustafa Kemal’e ve CHP’ye kesiliyordu.
Mustafa Kemal Paşa yapmış olduğu yurt gezilerinde, halkın hükümet icraatlarından pek memnun
olmadıklarını gözlemlemiş ve hükümetin daha sıkı bir şekilde denetlenmesinin gereğini arzu
etmiştir. Bunu Cumhuriyet Halk Fırkası içerisindeki bir muhalefet grubu ile yapmanın mümkün
olmayacağı daha önceki deneyimlerden görülmüştü. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, millet
egemenliğine dayanan cumhuriyetin kendisinden sonra bir istibdat yönetimine dönüşmemesi için
hayatta iken çok partili siyasi hayatın kurulmasını istiyordu. Bunun için de Meclis’te bir
muhalefet partisinin gereğine inanıyordu. Ona göre gerçek anlamda demokrasi ancak bu şekilde
tesis edilebilecekti.
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın fiilen ortaya çıkışını sağlayan olaylar, eski Başbakanlardan ve o
dönemde Paris Büyükelçiliği görevinde bulunan Ali Fethi Bey’in 1930 yılının sonlarına doğru
(22 Temmuz) iznini geçirmek üzere İstanbul’a gelmesiyle başlamıştır. O sırada Yalova’da
bulunan Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gitmiştir. Kendi aralarında yaptıkları fikir teatisinde
Fethi Bey’in, Avrupa’daki sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmelerden örnekler vererek,
Cumhuriyet Halk Fırkası’nın uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalara eleştiriler getirmesi
üzerine, Mustafa Kemal Paşa’da Meclis’te yeni bir muhalefet partisinin kurulması yönündeki
düşüncelerini açıklamış ve kendisine bir parti kurmasını önermiştir. Bu teklif, karşılıklı
mektuplaşmalarla daha da pekişmiş ve Fethi Bey, 12 Ağustos 1930’da İstanbul’da Serbest
Cumhuriyet Fırkası’nı resmen kurmuştur. Partinin kurucuları arasında; Fethi Bey, Nuri (Conker),
Mehmet Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmet, Tahsin (Uzer) Bey gibi isimlerin yanı sıra Mustafa
Kemal Paşa’nın bazı yakın arkadaşları ve kız kardeşi Makbule Hanım da vardır. Diğer taraftan
Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa eden bazı milletvekillerinin Serbest Cumhuriyet Fırkası’na
katılmalarıyla da fırka; Meclis’te temsil edilme hakkı kazanmıştır. Fethi Bey de ara seçimlerde
Gümüşhane Milletvekili seçilerek parlamentoya girmiştir.

Partinin programı, cumhuriyetin temel ilkeleri ve dış politikada Cumhuriyet Halk Fırkası
programıyla aynı görüşler paylaşılmasına karşılık, özellikle özgürlükler ve ekonomik politikalar
açısından farklılıklar içermekteydi. Parti programında; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik
esaslarına bağlı kalınacağı, seçimlerin tek dereceli yapılmasının ve kadınlarında siyasi haklara
sahip olmasının gerektiği, ekonomide liberal politikaların uygulanacağı, yabancı sermayenin
teşvik edileceği, adil bir vergi sisteminin getirileceği, köylüye ucuz kredi verileceği gibi hususlar
savunuluyordu.
SCF, kısa süre içerisinde halktan büyük ilgi görmüştür. Özellikle o dönemde halktan alınan
vergilerin ağırlığı, toplanmasındaki sert yöntemler, yönetimde karşılaşılan yolsuzluklar,
kamuoyunda Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı büyük bir hoşnutsuzluk yaratmıştı.
Teşkilatlanmaya önce Ege Bölgesi’nde, özellikle İzmir’de başlanmış, daha sonra Karadeniz
Bölgesi’nde ve Doğu Anadolu’da devam edilmiştir. Ali Fethi Bey’in İzmir ve Ege Bölgesi’ne
yapmış olduğu seçim gezilerinde halk, partiye büyük teveccüh göstermiştir. Muhalefet yapmak
için kurulan bu partiye, bir müddet sonra iktidar alternatifi olduklarını da açıklaması üzerine
gösterilen teveccüh daha da artmıştır. Parti bir anda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda
olduğu gibi inkılap karşıtlarının toplandığı parti durumuna düşmüştür.
Yeni kurulan bu parti 1930 yılının Ekim ayında yapılan yerel seçimlere katılmış ve yirmi iki
belediye başkanlığı kazanmıştı. Serbest Cumhuriyet Fırkası, belediye seçimlerinde yolsuzluk
yapıldığı gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı hakkında TBMM Başkanlığı’na bir gensoru önergesi
vererek seçimin adil yapılmadığını ileri sürmüştür. Görüşmeler çok sert bir ortamda
yürütülmüştür. SCF, seçimlerde iktidarın baskıcı yöntemlere başvurduğunu, kanunsuz işler
yaptığını ileri sürerken, iktidarda muhalefeti irticayı hortlatmakla suçlamıştır. Gelişen bu olaylar
karşısında Mustafa Kemal Paşa ile de görüşen Ali Fethi Bey, 17 Kasım 1930’da İçişleri
Bakanlığı’na gönderdiği bir yazıda partisinin; “Gelecekte Gazi Hazretleriyle siyasi sahada karşı
karşıya gelmek vaziyetinde kalabileceği…” endişesi ile Parti Genel Başkanlığı’ndan ayrıldığını
ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın feshine karar verdiğini bütün parti teşkilatlarına ve
kamuoyuna duyurdu. Böylece yeni kurulan muhalefet partisinin, kendi kendisini fesih etmesiyle
çok partili siyasi hayat için girişilen ikinci teşebbüs de başarısızlıkla sonuçlanmış, 1945 yılının
sonlarına kadar Cumhuriyet Halk Fırkası ülkeyi tek başına yönetmiştir.
Menemen Olayı (23 Aralık 1930)
SCF’nin kendini feshinden kısa bir süre sonra Menemen ilçesinde, toplumdaki din anlayışının ne kadar kolay
istismar edilebileceğini gösteren bir olay yaşanmıştır. Derviş Mehmet adamlarıyla birlikte Menemen Çarşı
Camii’ne gelerek mehdi olduğunu iddia etmiş ve şeriat ilan edeceklerini belirterek halkı kendisine katılmaya
davet etmiştir. Bu şekilde başlayan hareket, hükümet meydanına yeşil bayrağın dikilmesiyle devam etmiştir.
Durumun öğrenilmesi üzerine emrine verilen bir birlikle olay yerine gönderilen Asteğmen Kubilay asilere
engel olmaya çalışmış, ancak yeterli askerî hazırlık yapılmadan olay yerine gittiğinden dolayı asilerin kurbanı
olmuştur. Asiler silah seslerini duyarak olay yerine gelmiş olan iki gece bekçisini de şehit etmişler, ancak
daha sonra gönderilen birliklerce etkisiz hâle getirilmişlerdir. Ayaklanmayla ilgili bir dizi önlem alınmış ve
adlî kovuşturma başlatılmıştır. 31 Aralık 1930 tarihli hükûmet kararıyla 1 Ocak 1931’den itibaren bir ay
süreyle Menemen ile Aydın ve Balıkesir’in merkez kazalarında sıkıyönetim ilan edilmiştir. II. Ordu
kumandanı Fahrettin Altay’ın sıkıyönetim komutanlığına getirilmesinin ardından I.Kolordu kumandan vekili
Mustafa Muğlalı’da Divan-ı Harp reisliğine atanmıştır.
Olaya müdahil olanların yargılanması için kurulan askerî mahkemenin çalışmaları üç hafta kadar sürmüştür.
Mahkeme kayıtlarında planlı bir başkaldırı hareketi olduğu ortaya konan Menemen olayının neticesinde 27
sanık beraat etmiş, 41 suçluya çeşitli sürelerde hapis ve 36 suçluya idam cezası verilmiş, bunların da 34’ü
Meclisçe onanarak infaz edilmiştir. Hükûmetin, arkasında dinî, siyasî veya sosyal tahrikler ve iş birlikçiler
olup olmadığı konusunda titiz incelemeler yaptığı bu olay halkın henüz kolaylıkla istismar edilebilecek
durumda olduğunu gösterdiği gibi, eski rejim yanlılarının da hâlâ aktif olduğuna dikkat çekmiştir. Bu olay
cumhuriyetin ilanından beri hızla yürütülen, insanları bir hanedana kul olmaktan cumhuriyete vatandaş olarak
yetiştirmeye yönelik çalışmaları yeni bir ruh ve heyecanla artırarak ve hızlandırarak devam ettirmek gereğini
ortaya koymuştur. Bu olaydan sonra cumhuriyeti halka daha etraflı ve doğrudan anlatmak çabası içine
girilmiştir.
Kubilay kimdir? Asıl adı Mustafa Fehmi olan Kubilay 1906’da Adana’nın Kozan ilçesinde doğmuş,
ilkokulu Aydın’da, Öğretmen okulunu Bursa’da tamamladıktan sonra 1926’da Aydın’da öğretmenliğe
başlamış, askerlik görevini yapmak üzere 1929’da Yedek Subay okuluna alınmış, okuldan mezun olduktan
sonra da Menemen’deki 43. Piyade Alay Komutanlığı’na atanmıştır. Şehit edildiğinde henüz yirmi dört
yaşında olan Kubilay, evli ve bir çocuk (Vedat Aktuğ Kubilay) babası idi
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Türkiye’de Şeyh Sait İsyanı ve Menemen Olayı aşağıdakilerden hangisinin bir süre için
ertelenmesine neden olmuştur?
a) Devletçilik politikasına b) Milletler Cemiyeti ile ilişki kurulmasına c) Dış
ticarete ağırlık verilmesine d) Çok partili siyasi hayata geçilmesine e) Kadınlara siyasal haklar
tanınmasına

2. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk örgütlü muhalefet partisi aşağıdakilerden hangisidir?


a) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası b) Cumhuriyet Halk Fırkası c) Hürriyet ve İtilaf Fırkası
d) Serbest Cumhuriyet Fırkası e) Ahali Cumhuriyet Fırkası

3. Şeyh Sait İsyanı hangi sorunun İngilizlerin lehine sonuçlanmasına sebep olmuştur?
b) Kıbrıs sorununun b) Boğazlar sorununun c) Musul sorununun
d) Hatay sorununun e) Doğu Trakya sorununun

4. Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleriyle kurulan; ancak Cumhuriyet’e karşı olanların faaliyetleri
nedeniyle kurucuları tarafından kapatılan siyasi parti aşağıdakilerden hangisidir?
a) Cumhuriyet Halk Fırkası b) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası c) Serbest Cumhuriyet
Fırkası d) İttihat ve Terakki Fırkası e) Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası

5. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hangi kanuna dayanılarak kapatılmıştır?


c) Ceza Mahkemeleri b) Takrir-i Sükûn c) Ceza-Usul
d) Medeni Kanun e) 1922 tarihli Siyasi Partiler Kanunu
6. Siyasi partiler ve özellikleri eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?
a) Halk Fırkası-Yeni Türk Devleti’nin ilk siyasi partisidir.
b) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-Yeni Türk Devleti’nin ilk muhalefet partisidir.
c) Serbest Cumhuriyet Fırkası-Mustafa Kemal Paşa’nın telkini ile kurulmuştur.
d) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-Takrir-i Sükûn Kanunu ile kapatılmıştır.
e) Serbest Cumhuriyet Fırkası-Ekonomide Devletçilik politikasını savunmuştur.

7. 23 Aralık 1930’da meydana gelen Menemen Olayı’nda katledilen ve bu olayla özdeşleşen kişi
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Şeyh Sait b) Kubilay c) Demirci Mehmet Efe d) Hasan Tahsin e) Şeyh Eşref

8. Ali Fethi Bey, aşağıdaki hangi siyasi partinin genel başkanıdır?


a) İttihat ve Terakki Fırkası b) Milli Kalkınma Partisi c) Serbest Cumhuriyet Fırkası
d) Türkiye Komünist Partisi e) Demokrat Parti

9. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Yayılmacı b) Liberal c) Özgürlükçü d) Cumhuriyetçi e) Milliyetçi

10. İnkılaplara ve özelliklede Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına düşmanlık hisleri besleyen,
menfaatleri zedelenmiş bazı kişilerin onu ortadan kaldırmak için tertipledikleri planlardan biri
aşağıdakilerden hangisidir?
b) 31 Mart Vakası b) Reval Görüşmeleri c) Arap Ayaklanması
d) İzmir Suikastı e) Süryani Ayaklanması

You might also like