You are on page 1of 106

Osmanlı Eğitiminin

Modernleşmesi
Bu dönem eğitiminin temel özellikleri şunlardır:

 Eğitimde yenileşmeye askeri okullar açılarak başlanmıştır. Buralarda yabancı


öğretmenlere de görev verilmiş, ilk kez Batı dilleri programlara girmiştir. Bu
okullarla, ilk kez Osmanlıda Batı müspet bilimini öğrenme yolunda kapı
açılmıştır.
 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştır. "Hayırlı olay" anlamında buna Vak'a-i
Hayriye denir.
 İlköğretim zorunluluğu ilk kez bu dönemde getirilmiştir.
 Batı ile ilişkiler artmış ve ilk kez 1830'larda Avrupa'ya öğrenci gönderilmiştir.
 Türkçe yayınlanan ilk gazete, Takvim-i Vekayi adıyla bu dönemde çıkarılmıştır
(1831). Süreli yayınlar zamanla toplumun eğitim ve kültür düzeyini
etkilemişlerdir.
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (1775)

 İlk askeri deniz okuludur. Rus donanması, Mayıs 1770'te,


Çeşme limanında demirli bulunan Osmanlı donanmasını bir
baskınla yakmıştı. Bu felaketin, öncelikle bir askeri deniz
okulu açılmasında etkisi olduğu kesindir. I. Abdülhamid
Döneminde açılmıştır.
 Deniz okulunun ilk hoca­sı Cezayirli Seyit Hasan adında,
Batı dillerini bilen, usta bir denizciydi. Okulda Fransız
öğretmenler ve ulemadan bazı kişiler ders vermiştir.
 Osmanlılarda Batıya açılan ilk pencere olan bu okula, önceleri,
kaynak olacak bir okul bulunmadığı için, okuma ve yazma
bilmeyen küçük çocuklar alınıyordu. Programı günümüzdeki ilk ve
kısmen orta öğretim düzeyinde idi: Çocuklara önce okuma
yazma, Arapça, Farsça, Fransızca öğretilir, sonra Matematik ve
Denizcilik bil­gileri verilirdi. Daha sonra kaptan ve subayların 13-
16 yaşında olan, Kur'an ’ı oku­muş, yazı yazabilen çocukları
alınmaya başlandı.
 Okulun süresi 3 yıldı. 1. ve 2. sınıf­larda öğrenciler beraberce şu
dersleri görürlerdi: İlmihal, Arapça, Hesap, Hendese, Cebir,
Resim.
 Üçüncü sınıfta uzmanlık sınıflarına ayrılırlar ve ilgili dersleri
okurlardı. 1842'lerden itibaren Fransızca seçimlik, İngilizce
zorunlu hale getirildi.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun (1795)

 III. Selim tarafından açtırıldı. Bu Askeri Kara Okulu, daha


çok, topçuluk, istihkâm, haritacılık öğretimi ya­pıyordu.
Nizamnamesinde kuruluş amaçları şöyle anlatılmıştır :
"Hendese, Hesap, Hikmet ve Coğrafya fenlerinin yayılması
ve Devlet-i Aliye’ye çok gerekli olan sanayi-i harbiyenin
talim ve taallümü ile uygulamaya konması»
 Okula önce, lağımcı ocağı neferlerinden 50 ve humbaracı
ocağı neferlerinden 30 nefer olmak üzere toplam 80 kişi
alınmış, bunlara bir hoca, beş kalfa ve bir Fransızca
muallimi ve mütercim tayin edilmiştir.
 Öğrenciler, salı ve cuma günleri dışında okulda
bulunacak, pazartesi ve perşem­be günleri bir sahraya
çıkarak arz (zemin, yer) üzerinde "ameliyat-ı fünûnu
meşk ve talim edeceklerdir”. Böylece, önemli ölçüde
uygulamaya yer verildiği görülüyor.
 Böyle önemli bir askeri okulun açılması ve dönemin sayılı
hocalarının orada toplanması Avrupa'nın ilgisini çekmiş ve
her devletten pek çok kitap hediye edilmiş­tir. Hatta,
Padişahın yakınlığını daha çok kazanmak için Napoleon
hepsinden çok hediye göndermiştir.
 Mühendishane-i Berri-i Hümayunun en tanınmışı, okulun
bir dönem Başhocalığını yapmış olan İshak Efendidir (öl.
1834). Çeşitli müspet bilim kitapları yanında Ma­tematik ve
tabiî ilimlere ilişkin dört ciltlik Mecmua-i Ulûm-i Riyaziye
adında bir eseri vardır. Bu eser, Osmanlılara ilk kez
Avrupa'nın yüksek Matematiğini, modern Fizi­ğini kısmen
soktuğu için önem taşır. Bu bilimlerin o günkü Türkçe
terimlerini de yi­ne o tespit etmiştir.
 1848'de çıkarılan bir nizamnamede okuldaki hocaların
derslerini güzel ve açık biçimde anlatmaları, çok önemli
engeller hariç derslerini terk etmemeleri, soru soran ya da
anlamadığı bir konu bulunan öğrencilere ders dışında ve
mütalaa sırasında yardımcı olmaları vs. istenmektedir.
 Mühendishane-i Berri-i Hümayunun sınıf-ı evvel (4. sene
yani son sınıf) öğren­cileri, istihkâm, yol, bina, köprü vs. gibi
devlet inşaat ya da tamiri için taşraya gider­lerdi.
Bunlardan, gittikleri yerlerin haritalarını çıkarıp okula
getirmeleri istenmiştir. Böylece Osmanlı ülkelerinin genel
haritalarının yapılabileceği düşünülmüştür.
Tıphane-i Âmire ve Cerrahhane-i Mamure (1827,
1831)

 1805'te İstanbul'da Rumlara bir Tıp okulu kurulması izni


verilmişse de bunun 1812'de kapatıldığı sanılıyor.
 Ocak 1807'de, III. Selim’in saltanatının son günlerinde
çıkarılan bir nizamname ile İstanbul Tersanesi içinde bir
Tıp Mektebi kurulmuştur. Öğretim İtalyanca yapıla­cak ve
yavaş yavaş Fransızcaya geçilecekti. Yetişecek tabipler
donanma ile sefere çıkacaklardı. Bu teşebbüs, Mayıs
1807'de Kabakçı isyanı yüzünden sönmüştür.
 Tıp ve cerrahlık öğretimi yapan, Müslümanlardan tabip ve
cerrah yetiştirmeyi amaçlayan bir başka askerî okul II.
Mahmut döneminde 14 Mart 1827'de açılmıştır. Tıphane-i
Âmire denen bu okulun süresi 4 yıl ve progra­mı, kısaca
şöyle idi:
 Okul ilk olarak Arapça, Türkçe, Fransızca Sarf ve Nahiv,
İmlâ, Kitâbet, İlaçların, bitkilerin ve hastalıkların Arapça
ve Türkçe adları, boş zamanlarda Din dersleri, Anatomi,
Cerrahlık uygu­laması, Fransızca olarak şekillerle Anatomi
ve Tıp bilimine giriş, sonra yeteneklile­rin seçilip hastanede
cerrahlık uygulaması yapmaları.
 II. Mahmud Tıp okuluyla çok ilgilenmiştir. Hatta 1831’de
ordunun cerrah ihtiyacını karşılamak için bir cerrahhane
de açtırmıştır. Cerrahhanenin ders programında cerrahlık,
hastalık nedenleri, tıp bilgileri gibi dersler yer almıştır.
 Mekteb-i Tıbbiye’de öğretim Fransızca, Cerrahhane'de
Türkçe yapılıyordu. 1836 yılında "Tıbhane (Tıphane-i
Âmire)" ve "Cerrahhane (Cerrahhane-i Mamure)"
birleştirilerek, "Mekteb-i Tıbbiye" (Tıp Okulu) adını aldı.
 II. Mahmut, 1838'de okulda öğrencilere hitaben söylediği
nutukta, Tıp öğretiminin son zamanlarda Avrupa'da
geliştiğini, şimdilik Fransızca olarak öğretimin kaçınılmaz
olduğunu, fakat, zamanla Tıp öğretiminin Türkçe
yapılması için şimdiden çaba harcanması gerektiğini ifade
etmişti. Okulda, Viyana'dan getirilen Dr. Bernard vb.
yabancı hocalar ders vermişlerdi.
Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye
 Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye, sivil tıp okulu demektir ve Mayıs
1867'de Askerî Tıbbiye'nin içinde kurulmuştur. Bu okula rağbeti
çekmek için, "şâkirdan, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye talebesinin
vermeye mecbur oldukları Doktora imtihanlarından ve mektebe
giren taşralılar kuradan muaf tutulmak ve diploma alanlar
rütbe-i sâli­se ile ödüllendirilip ve biner kuruş maaşla belediye
doktorluğuna tayin kılınmak” gibi teşvik edici ilânlar ile talebe
çekip kaydetmek yoluna gidilmiş, bir taraftan da öğretim dili
olan Türkçeye yabancı tıp kitapları, tercüme ettirilmeye
çalışılmıştır. Bu okul, 1872'de ayrı bir binaya geçerek bağımsız
olarak çalışmalarını sürdürmüştür. Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri
ve mezunları da, mesleklerinin yanında, fikir ve siyaset alanında
önemli etkinlikler göstermişlerdir.
Mızıka-ı Hümayun Mektebi (1834)

 III. Selim döneminde Yeniçeri


ocağından bağımsız olarak kurulan
askeri birliğin (Nizam-ı Cedid)
bando takımı kurulmuştur. Fakat
ordu dağıtılınca bu bando takımı da
yaygınlaşmamıştır. 1826'da Yeniçeri
Ocağının kaldırılması ile eski
Mehterhane de ortadan kalkmış­tı.
Bu nedenle ordunun ihtiyacı olan
yeni bir mızıka mektebi açılmıştır.
 Müzisyen ihtiyacını Enderun'daki yetenekli gençlerden
karşılayan bölük musiki talimlerine 1826 yılında
başlamıştır. Bir çeşit boru-trampet takımı kurulmuştur.
Evvela Enderun'dan alınan müzisyen gençlere bando
çalgıları öğretilmiştir. Çalgı eğitimleri Türk hocalar
tarafından verilmişse de yeterli seviye
yakalanamamıştır. Bunun üzerine bandonun
eğitmenliğine Mösyö Mangeul getirilmiştir.
Manguel'den beklenen verim alınamayınca Sardunya-
Piemonte Krallığı’nın İstanbul büyükelçisi Marquie
Groppolo aracılığıyla ünlü opera bestecisi Gaetano
Donizetti'nin ağabeyi Giuseppe Donizetti "Muzıka-i
Hümayun ustakarı" unvanı ile İstanbul'a getirildi ve
padişah tarafından kabul edilip göreve başladı (17
Eylül 1828). Bando’nun bir okul organizasyonu
içerisine alınması ise 1834 yılında gerçekleştirilmiştir.
 Donizetti II. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerinde yirmi sekiz yıl
Muzıka-i Hümayun'da görev yaptıktan sonra İstanbul'da öldü
(1856); orkestranın başına Callisto Guatelli getirildi.
 II. Meşrutiyet ile birlikte Muzıka-i Hümayun'un başına Saffet Bey
(Atabinen) getirildi. Uzun yıllar Muzıka-i Hümayun'da bandoyu
yöneten Saffet Bey bandoya Batı tarzı bir düzenleme getirerek ilk
senfoni orkestrasını kurdu. 1916'da Muzıka-i Hümayun'un
yönetimine Zati Bey, yardımcılığına ise Osman Zeki Bey (Üngör)
tayin edildi.
 Osman Zeki Bey zamanında Cumhuriyet döneminde Muzıka-i
Hümayun riyaseticumhura devredilerek Riyaseticumhur Musiki
Heyeti adını aldı (1924) Dokuz yıl sonra bando; Riyaseticumhur
Armoni Muzıkası (Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası), orkestra ise
Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası (Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası) adını alır.
Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye (1835)

 II. Mahmut halkın ve medrese öğrencilerinin de desteğini


aldı ve 15 Haziran 1826’da Yeniçeri kışlalarını topa tutarak
Ocağı söndürdü. Bu olaya “vak’a-i hayriye” (hayırlı olay)
denir.
 Bu olaydan sonra kurulan Asâkir-i Mansure-i Muhammediye
adını taşıyan yeni ordu içinde yaşları küçük fakat yetenekli
er, onbaşı ve çavuşlardan bir kısmı ayrıla­rak Mektep ya da
Sıbyan Bölükleri adı ile teşkilâtlandırılmış ve bunlara
okuma yazma öğretimi yapılmıştır (1831). Kısa bir süre
Talimhane adı verilen bir binada bazı acemi erlere okuma
yazma, dini bilgiler, harp bilgileri öğretilmiştir. Ayrıca,
Avrupa’dan talimci subaylar getirildiği de olmuştur.
 Yararlı da olsa bu girişimler, hâlâ muazzam Osmanlı
İmparatorluğunun büyük ordularını daha eğitilmiş duruma
sokmak için yeterli değildi. Mühendishane-i Berri-i
Hümayundan da senede ancak bir kaç subay yetişiyordu.
 Bu nedenle, bizzat padişahın isteği ile önemli bir askerî
okul açılması kararlaştı­rıldı. Mektep ya da Sıbyan Bölükleri
denen ve kısa bir süre önce teşkilâtlandırılan askerler ayrı
bir binaya yerleştirildi ve bunlara daha ciddi bir program
uygulanmaya başlandı ve Mekteb-i Harbiye kurulmuş oldu
(1835). Okulun ilk öğrencileri, böylece ordunun bir
taburunu teşkil ediyordu.
 Okul kurulduktan hemen sonra bazı öğrencileri Viyana,
Paris ve Londra'ya tah­sile gönderilmiş, Avrupa'dan
öğretmen getirilmiştir.
 Harbiye'nin ilk nazırı olan Mustafa Mazhar Bey zamanında
okul modern bir eğitim kurumu özelliklerine sahip değildi.
Öğrenciler hiçbir eğitim almadan geldikleri için Harbiye'de
ilk, orta ve lise birinci sınıf seviyesinde eğitim yapılıyordu.
Dokuz yıl süreli olan eğitimin ilk sekiz yılına "birinci
mektep", dokuzuncu yılına da "ikinci mektep« deniliyordu.
Daha ziyade okuma yazma ve ilmihal derslerinin
okutulduğu birinci okulu başarıyla bitirenler ikinci okulda
okumaya hak kazanıyorlardı.
 Burada hendese, fizik, astronomi gibi fen dersleriyle
askerliğe dair uygulamalı bilgiler veriliyordu. Avrupa'dan
askeri öğretmenler getirtilerek eğitim sisteminde önemli
gelişmeler sağlandı.
 Piyadecilik ve istihkam derslerine ağırlık verildiği gibi
1840'tan itibaren Fransızca zorunlu dersler arasına alındı.
Arapça ve Farsça'ya da önem verilerek bu dilleri iyi bilen
hocalar Harbiye'ye öğretmen olarak tayin edildi.
 Avrupa'da eğitim görmüş olan Emin Paşa zamanında (1841-
1846) fen ve meslek derslerine ağırlık verildi. Emin Paşa,
kendisi gibi Avrupa'da okumuş kimselerle Mühendishanede
çalışan bazı hocaları Harbiye'ye alarak eğitim kadrosunu
güçlendirdi. Harbiye'nin mevcut durumunu yeterli
bulmayan Emin Paşa, yapılması gereken köklü değişiklikler
konusunda padişahı ikna etti. Onun gayretleriyle
Harbiye'ye hazırlık olmak üzere orta öğretim seviyesinde
eğitim yapan askeri idadiler açıldı.
 Harbiye'deki öğrenciler imtihana tabi tutularak (Eylül
1845) en başarılıları Harbiye, orta derecedekiler idadi ve
başarısız olanlar da ihtiyat sınıfı öğrencisi kabul edildi.
 Böylece Harbiye, orta eğitim üzerinde eğitim veren
müstakil bir kurum haline geldi. Ayrıca Bosna ve Bursa'da
açılan askeri idadilerin eğitim süresi beş, Harbiye
Mektebi'ndekinin ise dört yıl oldu.
 Harbiye'nin ilk iki yılı müşterek iken son iki yılı piyade ve
süvari şubelerine ayrıldı. Bu sınıfların üzerinde de
beşinci sınıf olarak erkanıharp sınıfı oluşturuldu.
Ordunun kurmay subay ihtiyacını karşılamak üzere açılan
erkanıharp sınıfı, Meşrutiyet döneminde Harbiye'den
ayrılarak Erkan-ı Harbiye Mektebi adıyla müstakil bir
eğitim kurumu haline getirildi.
 1875 senesinde ilk defa askeri rüşdiyeler açıldı.
Harbiye'de okumak için üç yıl rüşdiye ve dört yıl idadi
eğitimi alma zorunluluğu getirildi. Harbiye yine üç yıl
olacaktı ve son bir yılı piyade ve süvari şubelerine
ayrılacaktı. 1881'de yapılan bir değişiklikle rüşdiyeler dört
yıla çıkarılırken idadiler üç yıla indirildi. Bazı dersler hariç
Harbiye'de de piyade ve süvari şubeleri birleştirildi.
 1904 yılından itibaren Edirne, Manastır, Erzincan, Şam
ve Bağdat'ta Harbiye mektepleri açıldı. ll. Meşrutiyet'in
ilanından (1908) sonra İstanbul dışındaki Harbiye
mektepleri kapatıldı. Harbiye Mektebi İngiliz işgaliyle
birlikte 1920 de kapandı, farklı bir binada yeniden açılan
okul bir kez daha işgal nedeniyle kapandı (1921).
 Mekteb-i Harbiye'nin İstanbul'da ikinci defa kapanmasının
ardından öğrencilerin birçoğu Anadolu'ya geçerek
Ankara'da Cebeci'de kurulan talimgaha katıldı. Sınıf-ı
Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı adıyla 1 Temmuz
1920'de açılan bu müessesenin amacı Milli Mücadele için
kısa yoldan subay yetiştirmekti. Milli Mücadele'nin
kazanılmasında büyük rol oynayan bu talimgah ilk
mezunlarını Ekim 1920'de verdi, daha sonra da Mekteb-i
Harbiye'ye dönüştürüldü (1 Nisan 1923).
 İstanbul işgalden kurtarıldıktan sonra Harbiye Mektebi
İstanbul’a (17 Eylül l923) taşındı. Fakat Harbiye Mektebi
24 Eylül 1936'da tekrar Ankara'ya taşındı.
İlköğretimin zorunluluğu

 İlköğretim zorunluluğu ile


ilgili bir girişim eğitimde ilk
yenileşme dönemine rast­lar.
Bu, II. Mahmut'un 1824'te
yayınladığı bir fermandır.
1824 fermanı bu konuyu
geniş olarak ele aldığı için
zorunluluğu getiren ilk belge
kabul edilmektedir.
1824 fermanı şöyle özetlenebilir:

 Bütün Müslümanlar için önce dinini öğrenip sonra dünya işlerine


yönelmek gerekir. Oysa, bir zamandan beri halkın çoğu, ana
babalarının yüzünden kendileri ca­hil kaldığı gibi, çocuklarının da cahil
kalacağını düşünmeyerek, dünyanın rızkını ve­ren Allah’a da güven
duymayarak para kazanma derdine düşüp çocuklarını 5-6 yaşında iken
okuldan alıp sanatkâr yanına çırak olarak verdiklerinden çocukları
cahil kalıyor ve bunlar sonra da okuyup öğrenmeye bir ar­zu
duymuyorlar. Bunun günahı ana babalarının boynunadır; onlar kıyamet
günün­de sorumlu olacaklardır. Bu yüzden halkın çoğu dininden
habersizdir ve bu Allah’ın yardımının kesilmesine ve O'nun şiddetli bir
ceza vermesine yol açabilir. Din yolunda utanmak doğru olmadığı için
yetişkin cahiller dinî bilgilerini artırmaya ça­lışmalıdırlar ve kimse
çocuğunu buluğa ermeden (12 yaşından önce) ve İslami-dinî bilgileri
gereği gibi öğrenmeden okuldan alıp usta yanına vermemelidir.
 Buluğa eri­şen ve çırak verilecek çocuklar, oturdukları
yere göre İstanbul, Eyüp, Üsküdar, Galata Kadısına velisi
ve hocası tarafından götürülecek ve mühürlü bir izin
belgesi alındıktan sonra çırak verilebileceklerdir. Ustalar
ve esnaf kethüdaları da elinde böyle belge bulunmayan
çocukları çırak almayacaklardır. Eğer ana babalar ve
ustalar buna uymazlarsa, okulun hocası yahut
mahallenin imamı doğrudan kadılara durumu
bildireceklerdir. Kadılar durumu araştırıp, fermana
uymayanları ceza gör­meleri için hükümete
getireceklerdir.
 Yetim ve öksüzler zorunlu olarak çıraklık yapı­yorlarsa
onlar da günde iki kez okula gidip buluğa erişinceye
kadar okuyacaklardır. Öğretmenlerin de çocukları
"güzelce okutmaları" gerekir.
 İfade biçiminden yalnızca İstanbul için ilköğretimi zorunlu gördüğü
kesin olan bu fermanın illere de bildirildiği anlaşılmıştır. Ne var ki,
İstanbul'da bile ferman 1839 yıllarına kadar yeterince
uygulanamamıştır. Bunda Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile ilgili
uğraşılar, Rus, Mısır savaşları etken olmuştur. Her şeye rağmen 1824
fer­manı eğitim tarihimizde büyük değer taşır. Tüm ülkeyi kapsar
biçimde ilköğretim zorunluluğunun getirilmesi ise Tanzimat
dönemine rastlar.
 İlköğretim alanındaki ilk girişimlerden biri de Nisan 1847 tarihli
olarak çıkarılan ve Etfâlin Tâlim ve Tedris ve Terbiyelerini ne
Veçhile İcra Eylemeleri Lâzım geleceği­ne Dair Sıbyan Mekâtibi
Hâceleri Efendilere İta Olunacak Tâlimat başlığını taşıyan
belgedir. Dönemine göre erken ve önemli yenilikler ve çocuğa yeni
bir bakış açısı getiren, bu nedenle kısmen uygulanabilen bu
belgenin temel hükümleri özetle şöyledir:
 7 yaşına giren çocukların sıbyan mekteplerine devamı
zorunludur. 4-5 yaşların­daki çocuklar, ana-babaları isterse
okula kabul olunur. 7 yaşına girip de okula git­meyen
çocukları özel memurlar ve mahalle imam ve muhtarları
izleyecek ve velileri cezalandırılacaktır. 7-13 yaş arasında
olup, ailesinin geçimi için çalışması gerekli olan çocuklar
akâid-i diniye (dinî bilgiler) öğrenmek için sabahları bir
saat okula ge­leceklerdir. Okulların öğretim süresi 4 yıldır.
Fakat gerekli bilgileri öğrenmemiş ço­cuklar 3 yıl fazla
okulda tutulabilir. 7. sene sonunda da başarı
gösteremeyenlerin devamı velilerin isteğine bağlıdır.
 Tâlimat, 4 yıl olan sıbyan mekteplerinden sonra, 2 yıl olan
ve yeni yeni kurulan Rüşdiye mekteplerini de zorunlu
öğretim kapsamına almış, böylece toplam 6 yıl zo­runlu
öğretimi getirmiştir.
Avrupa'ya öğrenci gönderilmesi ve bunun toplumdaki
etkileri nelerdir?

 II. Mahmut (1808-1839) döneminin son on beş yılında,


yabancılarla ilişkiler ve Avrupa usullerine yönelmeler her
geçen gün önem kazanmaya başlamıştır. Bu şe­kilde,
"zamanın zorlaması" sonucu, Batının yeni bilimlerini
öğrenmiş memurlara ve bilgili insanlara ihtiyaç artmıştı.
Bunların yetiştirilmesi için, Padişahın emri ile, Avrupa'ya
öğrenci gönde­rilmesine karar verilmiştir (1829-30 yılları).
 1834'ten itibaren, Viyana, Paris ve özellikle Londra'ya
gittikçe artan sayıda as­kerî öğrenci ve genç subay
gönderilmiştir. Amaç : a) Harbiye ve öteki askerî okulla­ra
yetenekli, bilgili öğretmen yetiştirmek, b) Kültürlü ve
teknik bilgi sahibi subay yetiştirmek, c ) Tophane,
Baruthane, Fişekhane, Dökümhane gibi askerî fabrikalara
mühendis subay yetiştirmek idi.
 Tanzimat'tan sonra, askerlik dışında çeşitli alanlarda
Batıya, özellikle Fransa'ya, çok sayıda öğrenci, ayrıca
nitelikli işçiler ustalar yetiştirmek için çeşitli zanaatlarda
(torna, döküm, makina, terzilik...) çıraklar gönderilmiştir.
Bu dönemde Avrupa'ya gönderilen öğrencilerin %70'i
Müslüman, %30'u Hıristiyan tebaadandır. Görülüyor ki
Devlet, milliyet ve din ayrımı yapmamıştır.
 Avrupa'da okuyanlar, dönünce, önemli görevler
üstlenmişler, yararlı hizmetlerde bulunmuşlardır. Böylece,
Askerlik, Mühendislik, Tıp, Güzel Sanatlar, Edebiyat...
alanında ülkede yenilikler görülmüş, Devletin iç ve dış
siyasetine Batı anlayış ve yöntemleri girmeye başlamıştır.
Mekteb-i Osmani
 1857'de Paris'te Mekteb-i Osmanî adında üç yıl süreli bir hazırlık okulu
kurulmuştur. Amacı, Osmanlı Hükümeti tarafından gönderilen çeşitli
düzeydeki öğrenci­leri bir araya getirmek, başıboşluktan kurtarmak ve
Fransa'da çeşitli okullardaki derslerini verimli biçimde izleyebilmeleri
için onlara bazı bilgiler kazandırmak idi. Askerî ve sivil şubeleri vardı
ve öğrencilere fen, edebiyat vb. bilgilerini tamamlatıcı,
Fransızcalarını geliştirici bir program izleniyordu. 1874'te
kapatılmıştır.
Bu okulda gündüzlü ve yatılı öğrenciler vardır. Okulun ilk müdürü
Yarbay Ali Nizami Bey’dir. Matematik, Fizik, Kimya, Tarih ve Resim
öğretmenleri Fransız'dır. Okulun öğrencileri arasından her yaşta kişi
vardır. Müslüman ve gayrimüslim öğrenciler de vardır.
 Okulun artan masrafları, 1870’de Fransa-Prusya savaşında Prusyalıların
Paris’i işgal etmesi gibi sebeplerden dolayı okul kapanmıştır.
Tercüme Odasının Kurulması ve Yabancı Dil Öğretimi

19. yüzyıla kadar, Türkler, Batı dillerini öğrenmeye ilgi


göstermemişler, Devletin tercümanlık işleri vs. İstanbul'da
Fener Rumlarının eline verilmiştir. Devlet, ekseriya farkına
bile varma­dan, bundan büyük zararlar görmüştür. Nihayet,
1821’de Yunan isyanının patla­masında İstanbul'daki Rum
Patrikhanesinin ve Rumların öteden beri önemli katkıla­rının
olduğu -çok geç olarak- anlaşılmıştır. Bunun üzerine, Devletin
tercümanlık iş­leri Rumlardan alınıp bu kez Ermenilere ve
Yahudilere teslim edilmiştir... Fakat, bir taraftan da, Bâb-ı
Âli içinde bir Tercüme Odası açılarak, Türk gençlerine
Fransızca öğretilmeye başlanmıştır. Tercüme odasının başına
Yahya Efendi getirilmiştir. Yahya Efendiden sonra bu görevi
İshak Efendi Üstlenmiştir.
Tercüme odasından yetişmiş olan önemli devlet adamları:
Ali Paşa: Hariciye Nazırı, Sadrazam
Fuad Paşa: Hariciye Nazırı, Sadrazam
Safvet Paşa: Hariciye ve Maarif Nazırı, Sadrazam
Sarım Paşa: Sadrazam
Namık Kemal: Edebiyatçı
A.Vefik Paşa: Sadrazam
Namık Paşa: Londra Elçisi
Sadık Rıfat Paşa: Viyana elçisi, Hariciye Nazırı
Ziya Paşa: Edebiyatçı vs. vs.
Tanzimat Dönemi Eğitim Teşkilatı
 Tanzimat döneminde örgün eğitim geliştirilirken, eğitimde
yeni bir İdarî teşkilât­lanmaya da gidilmiştir. Bu
çalışmalarda ve eğitim reformlarının yapılmasında, Mart
1838'de kurulan Meclis-i Vâlâ adında, en üst düzeyde genel
bir Devlet kuru­munun plânlayıcı ve denetleyici rolü
olmuştur.
 Önce Rüşdiyelerle beraber 1839'da Mekâtib-i Rüşdiye
Nezareti kurulmuştur. 1845'de Muvakkat (geçici) Maarif
Meclisi kuruldu. Bunun ayrıntılı bir raporu üze­rine
1846'da Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu. Devlet
kuruluşları içinde eğitim iş­lerinden doğrudan doğruya
sorumlu ve hükümet başkanına bağlı ilk örgütün
çekirdeğini bu meclis oluşturur.
 Meclis-i Maarif-i Umumiye’nin gösterdiği lüzuma dayanılarak,
kendisine bağlı bir icra organı olmak ve üyelerinden biri
tarafından Meclise bağlı olarak idare edilmek üzere aynı yıl
(1846) Mekâtib-i Umumiye Nezareti kuruldu. Adının Nezaret
olması­na rağmen bu da bir genel müdürlük idi. Başına vakanüvis
(resmî tarihçi) Esat Efendi getirilmişti.
 1847'de Ahmet Kemal Efendi bu kuruluşa önce Müdür, sonra
Nazır unvanıyla getirildi. 1849'lardan itibaren Mekâtib-i
Rüşdiye Nezaretinin işleri de Mekâtib-i Umumiye Nezaretine
devrolunmuştur. O sırada Darülfünûnun kurulması işiyle Meclis-i
Maarif-i Umumiye, Rüşdiye ve Sıbyan mektepleriyle Mekâtib-i
Umumiye Nezareti ilgileniyor, bu sonuncunun içinde, okulların
teftişi ile ilgili muîn denen müfettişler bulunuyordu.
 1851'de Encümen-i Daniş kuruldu. Bu, esas olarak
okulların ve açılacak Darülfünunun ders kitaplarını telif ya
da çeviri olarak hazırlayacak ve bir bilim akademisi olarak
çalışacaktı. Fakat Encümen-i Daniş 1862'ye kadar
yaşayabildi.
 15 Mart 1857'de Maarif-i Umumiye Nezareti kuruldu.
Bu, Meclis-i Vükelâya (Ba­kanlar Kurulu) dahil bir Nazır
tarafından yönetilecekti. Mekâtib-i Umumiye Nezare­tini de
bünyesine alan bu kurum, Bakanlık düzeyinde ilk eğitim
örgütüdür. İlk Ma­arif Nazırı Abdurrahman Sami Paşa
(nazırlığı: 1857-1861) ve ilk müsteşar, tarihçi ve edip
Hayrullah Efendidir.
 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, eğitimin genel
yönetim merkezi olmak üzere, Maarif Nazırının
başkanlığında, İlmî ve İdarî iki daireden oluşan bir
Meclis-i Kebir-i Maarif (büyük eğitim meclisi)
kurmuştur. İlmî daire, ders kitapları ve çeşitli bilimsel
kitapları telif ve tercüme ettirecek, Avrupa üniversiteleri
ile ilişkilerde bulu­nacak, Türkçenin ilerlemesine
çalışacaktı. İdarî daire ise, okulların, maarif meclisle­rinin,
müze, kütüphane ve matbaaların idaresiyle, öğretmenlerin
özlük işleriyle, eği­timle ilgili tahkikat ve muhakemelerle
meşgul olacaktı.
 1869 Nizamnamesi, il düzeyinde, Meclis-i Kebir-i Maarifin
şûbesi ve icra organı olarak, bir Maarif Müdürünün
başkanlığında Maarif Meclisi kurmuştur.
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi
 Mazbata tarihi 1 Eylül 1869 olan Maârif-i Umûmiye Nizamnâmesi 198
madde ve beş bölümden oluşmaktadır. Bu nizamnamede eğitimin
hemen hemen her konusuyla ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.
Nizamname ilkokuldan üniversiteye tüm öğretim kademelerinde
yapılacak eğitim ve öğretimin özelliklerini; okutulacak dersleri, kayıt
kabul işlerini, kız ve erkek çocukların öğrenimlerini ne şekilde
yapacaklarını, idarecilerin, hizmetlilerin ve öğretmenlerin aylık
ücretleri gibi konuları düzenlemiştir.
 Maârif-i Umûmiye Nizamnâmesi, Maârif Nâzırı Saffet Paşa’nın (1814-
1883) ve Şura-yı Devlet Maarif Dairesi üyelerinin çalışmaları sonucu
ortaya çıkmıştır. Kemal Paşa’nın başkanı olduğu Maârif Dairesi üyeleri;
Sadullah Paşa, Dadyan Artin Efendi, Recaizade Ekrem Bey, Ebüzziya
Tevfik Bey, Mehmed Mansur ve Drağan İzankof Efendilerdir
 198 maddede ana hatlarıyla aşağıda bulunan eğitim meselelerine yer
verilmiştir.
 1- İlköğretim meselesi ele alınmıştır. (mad. 3-35)
 2- Ortaöğretim meselesi ele alınmıştır. (mad. 35-50)
 3- Öğretmen yetiştirme sorunu ele alınmıştır. (mad. 5-78)
 4- Bir üniversite kurulması planlanmıştır. (mad. 79-128)
 5- Özel öğretim sorunu ele alınmıştır. (mad. 128-131)
 6- Okullar için gerekli olan kitapları telif veya tercüme yoluyla temin
edecek Daire-i İlmiye planlanmıştır. (mad. 133-137)
 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesine göre esas yönünden öğretim üç
dereceye ayrılmıştır: 1) İlk, 2) orta, 3) yüksek öğretim. Bu üç derecenin
içindeki mektepler de beş kısım sayılmıştır: 1) Sıbyan, 2) Rüşdiye, 3) İdadiye,
4) Sultaniye mektepleri, 5) Mekatib-i Aliye
 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde tahsil müddeti dört yıl olan
sıbyan mektepleriyle ilgili şu genel hükümlere yer verilmiştir:
 1) Nizamnamenin üçüncü maddesinde yer alan “her mahalli ve
karyede ve icabına göre bir iki mahalle veyahut bir iki karyede lâakal
bir sıbyan mektebi bulunacak ve muhtelit olan karye ve mahallelerde
islâm okulu başka ve eftali gayri müslime okulu başka olacaktır”
hükmü ile maarif görevi bir kamu hizmeti haline getirilmiş, gayri
müslimlere ayrı okullar açma yoluna gidilmiştir. Böylece Müslüman
olmayan Osmanlı tebasına kendi “usul-i diniyeleri”ni öğrenmeleri ve
programdaki dersleri kendi dilleriyle okumaları imkanı sağlanmıştır.
 2) Her mahalle ve köyde ve ihtiyaca göre bir iki mahalle ve bir iki
köyde en az birer sıbyan okulu bulunacaktır.
 3) Bir mahalle veya bir köyde iki sıbyan okulu varsa bunlardan biri
kızlara diğeri erkeklere tahsis edilecektir.
 4) Devam mecburiyeti erkekler için 6-10; kızlar için 7-11 yaşları
arasındadır.
 5) İmtihanlar ise köy ve mahalle ihtiyar meclisi huzurunda
yapılacaktır. Okutulacak dersler itibariyle, ilköğretimin önemi
iyice anlaşılmaya başlanmıştır.
 6) Hocaların Osmanlı tebaasından ve Dârülmuallîmîn mezunu
olması zorunluluğu getirilmiştir.
 7) Okulun nizâmnâmesine uymayan hocalara çeşitli cezalar
verilecek veya işten uzaklaştırılacaktır.
 8) Sıbyan okullarının inşa, tamir ve diğer masraflarıyla
hocalarının maaşları mahalle ve köy halkı tarafından
karşılanacaktır.
Rüşdiyeler için
 1) Beş yüz haneden fazla olan her kasabada birer rüşdiye
açılacağı,
 2) Rüşdiyelerin her türlü masraflarının Vilâyet Maârif İdaresi
Sandığından karşılanacağı,
 3) Rüşdiye binalarının Meclis-i Kebîr-i Maârif tarafından
gönderilen plânlara göre yapılacağı,
 4) Her rüşdiye, talebe sayısına göre bir veya iki öğretmen ve
ayrıca bir mubassır (gözetmen) ve bir de hademe tayin olunacağı,
 5) Muallim-i evvelin (baş öğretmen) 800, ikincisinin 500, mubassır
250 ve hademenin 150 kuruş maaşla istihdam edileceği,
 6) Rüşdiyelerde öğretim süresinin 4 yıl olacağı,
 7) Bütün rüşdiyelerin 1-23 ağustos arasında tatile gireceği,
 8) Rüşdiyeyi bitirenlerin imtihanla idadiye kabul edilecektir.
İdadiler hakkında
 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin, 33-41. maddeleri idadileri
düzenlemektedir. Nizamnamede idadilerle ilgili hususlar aşağıdaki maddelerle
tesbit edilmiştir:
 1. İdâdî okulları, rüşdiyelerden mezun olan müslim ve gayr-i müslim
çocukların bir arada öğretim yaptıkları yerdir. (mad. 33)
 2. 1000 hanedan fazla ve bulundukları yerin önemine göre seçilecek her
kasabada birer idâdî okulu yapılacaktır. (mad. 34)
 3. İdâdîlerin yapım masrafları, öğretmen ve hademe maaşları ve diğer
giderleri vilâyet maârif idaresi sandığından karşılanacaktır. (mad. 35)
 4. Her idâdînin muavinleriyle beraber altı öğretmeni bulunacaktır.
 5. Her idâdînin yıllık tahsisatı, personel giderleriyle birlikte 80.000 kuruş
olacaktır.
 6. İdadilerin tatil zamanı rüşdiyelerle aynı dönemde olacaktır. (mad. 40)
 Nizamname’de sultani okulları 8 maddede düzenlenmiştir. Mektebi
Sultani’nin açılışının başlıca sebebi zamanın hükümdarı Sultan
Abdülaziz’in (1867) de Fransa’ya yaptığı ziyaret amaçlı seyahatin
kültür sahasında bıraktığı etkiler olmuştur. Dönemin hükümdarı olan
Abdülaziz, İstanbul’da Fransız liseleri ayarında bir mektebin
açılmasına ve orada Fransız diliyle ders yapılmasına izin
vermiştir.1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde sultaniler için her
vilayetin merkezi olan şehir ve kasabada bir mekteb-i sultani
açılmasını istenmiştir. İdadilerden sınavla mezun olanlar Osmanlı
halkının hangi sınıfından olursa olsun, bu okullara ücretle kabul
olunacaktır.
 Nizamnameye göre sultanilerde okutulacak dersler ikiye ayrılmıştır:
Kısmı âdi, kısmı âli. Kısmi âlide idadi dersleri okutulur. Kısmi âli iki
kola ayrılmıştır: Ulum ve edebiyat. Kısmi âlinin öğretim süresi üç
yıldır. Kısmı idadiyle bu süre altı yılı bulur. Âli kısmına idadi
mezunları, âdi kısmına da rüşdiyerlerden mezun olanlar alınır. Bu
okula öğrenciler yatılı veya gündüzlü olarak alınır. Belli oranla, parasız
veya ücret miktarı indirilmiş öğrenciler de alınmıştır
Mekatib-i Aliye
 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde öğretmen okulu “Mekatibi Aliye”
yani Yüksek Okul olarak sınıflandırılmış ve ilgili okulların başında gösterilmiştir.
Nizamname’nin 51. maddesinde “Mekatib-i aliye Darülmuallimin ve
Darülmuallimat ile Fünun ve Sanayi muhtelife mektepleridir” denilmektedir.
 Nizamname, Darülmuallimin ve Darülmuallimat mekteplerini ayrı ayrı ele
almıştır. 57-67 maddelerinde Darülmuallimin ile 68-78 maddelerinde
Darülmuallimat (Kız Öğretmen okulu) ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.
Tüzüğe göre, ülkedeki okulların çeşitli kademelerine öğretmen yetiştirmek
üzere İstanbul’da büyük bir Darulmuallimîn kurulacaktır. Bu büyük öğretmen
okulunun, rüşdiye, idadi ve sultani olmak üzere üç şubeden oluşması
planlanmıştır. Darülmuallimat da sıbyan ve rüşdiye adıyla iki şubeye ayrılmıştır.
Her şube, Müslim ve gayrimüslim sıbyan mektepleri ile rüşdiyelere öğretmen
yetiştiren iki kısma ayrılacaktır.
 Osmanlı eğitim müesseselerini kendi içinde bir bütün olarak ele alan ve II.
Meşrutiyet’in ilanına kadar yürürlükte kalan 198 maddelik bu nizamnamede elli
bir madde ile en çok Darülfünün’a yer verilmiştir.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi İle Osmanlı Eğitim Sisteminde
Hedeflenen Ve Gerçekleşen Değişimler

 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile eğitim öğretim sistemi baştan aşağı düzenlenmiş,
eğitim adına da bazı kazanımlar elde edilmiştir. Buna göre;
 1. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin sıbyan mekteplerini düzenleyen 3-17.
maddeleriyle birlikte ilköğretim zorunlu hale getirilmiştir
 2. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle ilk kez, Osmanlı eğitim sistemi içerisindeki
okullar tanımlanarak derecelendirilmiş, sınıflamanın haricinde kalan türdeki okulların
açılmasına izin verilmemiştir. Böylece eğitim sistemi içerisinde varlığını sürdüren
okullarda ortak bir dil birliği sağlanmıştır.
 3. Tüzükte medreselerle ilgili hiçbir düzenleme bulunmamaktadır. XIV. yüzyıldan beri
Osmanlı eğitim siteminin tek eğitim kurumu olan medreselerin görmezden gelinmesi
Tanzimat Dönemi yöneticilerinin geleneksel eğitim yerine laik modern eğitim sistemini
tercih ettikleri anlamına gelmektedir. Ayrıca maarif teşkilatı içinde yeni
organizasyonlarda medrese kökenlilere yer verilmeyişi de yukarıdaki ifadeleri
desteklemektedir. Fakat bu şekilde, yüzyıllardır Osmanlı eğitim sisteminin temel
taşlarından birini ifade eden medreseler ıslah edilme şansını yitirmiş, yaygın ve kıymetli
olan bir eğitim müessesesi gözden çıkarılmıştır.
 4. Nizamnamede kızların eğitimi hakkında maddelerin olması kadınların kamusal
eğitime dahil edilmeleri açısından Osmanlı eğitim sisteminin gelişimine ve dönüşümüne
işaret etmektedir.
 5. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle, öğretmenlik mesleği için belli ölçütler
getirilmiş ve böylece öğretmen okullarının açılması sağlanmıştır.
 6. Tüzüğün getirdiği bir yenilik de Usul-i Cedid denilen yeni öğretim metodunun
yaygınlaştırılması olmuştur. Selim Sabit Efendi’nin Elifba-yı Osmani’si tüm okullarda
geçerli sayılmıştır.
 7. Reformistlerin gayrimüslimlere karşı izledikleri Osmanlıcılık tavırlarıyla birleşik bir
Osmanlı toplumu oluşturabilmek için ilköğretimde karma eğitimi hoşgören anlayış
benimsenmiştir. 1869 Maarif Nizamnamesinde de Müslim ve gayrimüslim topluluklar
arasındaki ayrımın aşılmasını kolaylaştıracak bir çare olarak, 1856 Islahat Fermanı’nda
var olan politik tavır hala devam etmiştir.
 8. Karma (muhtelit) eğitim, farklı dini toplulukların çocukları arasında karşılıklı anlayış
ve samimiyeti sağlamlaştırabilmek için zorunlu kabul edilmiştir. Bu amacı hayata
geçiren bir örnek olarak da idadi okullarıyla 1868’de açılan Galatasaray Sultanisi
gösterilmiştir.
 9. İlköğretimin tek amacının okuma-yazma öğretmek olduğu görüşü reddedilerek
sıbyan mektepleri ciddi, sağlam ve sistematik bir okul yapısının ilk-temel senelerini
oluşturması itibarıyla önemini sağlamlaştırmıştır. Bu tutum, yalnızca nizamnâmedeki
pratik fen derslerini zorunlu gören maddeler için önemli değil, ilköğretimdeki
öğretmenlerin devlet memurları arasında idare ve yasal statülerinin güçlendirilmesi
noktasında da anlam kazanmıştır. Artık ilköğretim okulu öğretmenleri, idare kadrolu ve
maaşlı profesyoneller sınıfına dahil edilmiştir
Rüşdiyeler:
 Meclis-i Umur-ı Nafia tarafından 5 Şubat 1839 tarihinde hazırlanan
layihada eğitimde reform yapılmasının zaruret olduğu ve hatta
memleketin kurtuluşunun buna bağlı olduğu vurgulanmıştır. Bu layihada
ilk mekteplerin ıslah edilmesi geniş bir şekilde ele alınmış ve öncelikle
İstanbul'da daha önce Padişahlar tarafından büyük camilerin yanına yapılmış
olan, Selâtin-i İzâm mekâtibi olarak anılan sıbyan mekteplerinin devamı ve
ikinci kademesi olarak Sınıf-ı Sâni adıyla yeni tarzda mekteplerin açılması
öngörülmüştür. Ancak Padişah II. Mahmud, sınıf-ı sâni ismini beğenmeyerek
bu yeni açılacak okullara Mekâtib-i Rüşdiye adını vermiştir.
 II. Mahmud, diğer reformlarında olduğu gibi eğitim reformunu da eski eğitim
kurumlarından ayrı bir yapıda yeni bir müessese olarak düşünmüş ve onu
Hükümet içinde, kendine daha yakın ve bağlı olan bir bakanlık bünyesinde,
Nafia Nezareti yönetiminde yapmayı tasarlamıştır. Bu arada eğitimdeki
yeniliklerin eski ulema ve medreselerin etkisinden uzak kalması, doğrudan
denetimi ve kontrolü altındaki devlet adamları ile yeni bir atılım yapmak
istemiştir. Layihanın Meclis-i Umûr-ı Nafia'ya hazırlattırılmasının ve kurulan
okulun da başlangıçta buraya bağlanmasının nedeni bunlar idi.
 Meclis-i Umûr-ı Nafia tarafından hazırlanan layihada, öncelikle eğitimin
önemi vurgulanarak iyi bir eğitim sonucunda ülke kalkınmasının
sağlanacağı açıklanmıştır. Buna göre, eğitim ve ilim mutluluk sermayesi,
övünülecek şey, zenginlik servetinin kaynağıdır. Böylece müspet ilmin
gelişmesi sanayi ve ticaretin gelişmesini sağlar. Bu arada eğitim dini
ilimleri geliştireceğinden ahiret kurtuluşu da sağlayacaktır. Fen ilimlerini
geliştiren eğitimin insanlığın ilerlemesine sebep olacağı açıktır. Kısaca
eğitim ilmi geliştirince ticaret gelişip yaygınlaşacak, matematik ilimleri
harp tekniklerini ve askeri idarenin gelişmesine sebep olacaktır. Böylece
mevcut ilimlerin gelişmesi yolu ile fennin yeniden ilerlemesinden sanayi
ve iş üretimi artacaktır. Burada sanayinin artmasını daha anlaşılır yoldan
anlatmak için üretimde makina kullanılması ile yüz adamın işini bir
adamın görebileceği örneği de verilmiştir. Eğitimin gelişmesinin, savaş ve
askerlik teknikleri ile harp gücünün arttırılmasına sebep olacağı konusu
burada vurgulanmıştır. Bu yapılırken özellikle Mısır Meselesi'nin devam
ettiği, Mısır valisi ordularının İmparatorluk orduları karşısında üstün
geldiği bir sırada devlet adamları ve toplum üzerinde daha ilgi uyandırıcı
bir etki yapması da hesap edilmiş olması ihtimal dahilindedir.
 Layihada, harp fenleri ile ilgili kara ve deniz mühendishaneleri
açılarak her sınıf için ayrı mektepler inşa edildiği halde
bürokraside çalışan katiplerin (hidemât-i ilmiyye-i kalemiyyeye)
yetiştirilmesi için layıkıyla bir okul açılmadığından kalemlere
alınmakta olan öğrenciler sekiz on yaşına kadar mahalle
mekteplerinde yalnız Kur'ân öğrenmekte ve yazı yazmakta buna
karşılık Arapça ve Farsçaya dair hiç bir şey öğrenmedikleri gibi
Dahiliye ve Hariciye nezaretlerinde gerekli ve mecburi olan
matematik ve coğrafya gibi ilimlerin isimlerini bile duymadıkları
belirtilmiştir. Ayrıca memur oldukları dairelerde bir miktar
eğitim almakta iseler de ancak kabiliyetleri ölçüsünde
eğitilmeleri mümkün olmaktaydı ve bu türde eğitilebilenler yok
denecek kadar azdı. Bu katiplerin eğitimini bir nizama koymak
üzere Padişah'ın emri ile bir düzenlemeye gidilecek ve bir okul
açılacaktır. Açılan ilk rüşdiyenin ismi Mekteb-i Maarif-i Adliyedir.
 Bu okul üç sınıf olacak ve alınacak öğrenciler eğitim seviyelerine göre
seçilecektir.
 Okula, Bâb-i Âlî ve Bâb-ı Defteri kalemlerinde bulunan stajyer memurlar
ve çalışkan memurların çocukları öğrenci olarak alınacaktır. Bu öğrenci
alımında istekliler dilekçe ile Mekâtib-i Rüşdiye Nazırı'na müracaat
edecek, durumları araştırıldıktan sonra uygun görülenler alınacaktır.
Kalemlerden öğrenci olanların maaşları aynen devam edecektir. Bundan
böyle memur olarak yalnız bu mektep mezunları alınacaktır. Ancak
öğrenciler öncelikle kendi hocalarının imtihanlarından başarılı olduktan
sonra memur olacakları dairelerin amirlerinin de katıldığı bir komisyon
tarafından sınava tâbi tutulacaklardı ve ancak başarılı olanlar memur
olarak alınacaktı.
 100 yatılı ve 100 gündüzlü öğrenci alınacaktır. Yatılı olarak fakir ve
kimsesiz olanlar ile durumu iyi olup evleri uzak olduğu için gelip gitmekte
zorluğu olan öğrenciler alınacaktır. 18 yaşından küçükler ancak öğrenci
olarak alınacaktır.
 Mesai saatleri ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Cuma günleri tatil edilmişti ve
diğer altı gün derslere devam edilecekti.
 Okulda okuyan öğrenciler her sene düzenli olarak sınava
alınacaklardır. Vezirler, vekiller, alimler, Meclis-i Ahkam-ı Adliye ve
Dar-ı Şura-ı Bâb-ı Âlî'de görevli olanların huzurunda, öğrenciler
okudukları derslerden imtihan olacaklardır.
 Sınavlarda birinci olan öğrencilere iftihar nişanı olarak altından bir
madalya ve beş yüz kuruş, ikinci olanlara daha düşük madalya ile dört
yüz kuruş, üçüncü olanlara daha düşük nişan ile üç yüz kuruş ve
bundan sonra başarılı olan öğrencilere sınıflarına göre birinci sınıftaki
öğrencilere yüz elli, ikici sınıftakilere yüz ve üçüncü sınıftakilere elli
kuruş verilmesi teşvik olarak uygun görülmüştür. Sınavlarda hiç bir
şekilde kayrılma, hatır ve gönül ile hareket edilmesinin yasak olduğu
belirtilmiştir.
 Ayrıca Fransızca sınavına okul hocalarından başka hariciyede çalışıp
dil bilen memurlardan ve diğer yüksek okullardaki Fransızca
hocalarının da çağrılması uygun görülmüştür.
 Sultan II. Mahmud, Mekteb-i Maarif-i Adliye'yi resmen açmıştı.
Fakat fiilen okulun açılıp derslerin başlamasına ömrü vefa
etmemişti. Zira Sultan II. Mahmud, 1 Temmuz 1839 tarihinde vefat
etmiş ve okulda dersler ancak 40 gün sonra başlayabilmişti.
 Mekteb-i Maarif-i Adliye'de eğitim başladıktan sonra büyük
katılımın karşısında Sultan Ahmet Camii'ndeki okul kifayet
etmemişti. Bu sırada Süleymaniye Camii'nde de ikinci bir şube
açılmıştır. Bu şubeye Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye-i Adliye ismi
verilmiştir. Bu okula da ayrıca hocalar tayin edilmiştir.
 Nizamname 'de de kararlaştırıldığı gibi okulun iki tip öğrencisi
vardı. Stajyer memurlar ve dışarıdan alınan öğrencilerdi.
Kalemlerdeki stajyer memurlar listelerle sunuluyor ve okula
kaydediliyordu. Dışarıdan alınan öğrenciler ise dilekçe ile Mekâtib-i
Rüşdiye Nazırı'na müracaat ediyor ve onun uygun görmesi ile
deftere kaydedilerek talebe yazılmakta ve nizamnamede
belirtildiği şekliyle aylıklarını almakta idiler.
 Her iki okulun ilk imtihanı 1 Mayıs 1841 tarihinde Sultan
Ahmed Camii'nde yapılmıştır. Başta Padişah olmak üzere
Şeyhülislâm, Sadrazam, diğer vekiller, ulema, Meclis-i
Ahkâm-i Adliye azaları ve İstanbul Kadısının izleyici olarak
katıldığı imtihanla okullar ilk mezunlarını vermiştir.
İmtihanda başarılı olanlara Padişah tarafından hediyeler
verilmekle birlikte mezun olan öğrenciler hemen devlet
dairelerinde göreve başlatılmışlardır.
 Mekteb-i Maarif-i Adliye'ye devam eden öğrenciler daha çok
paşa ve bey çocukları olduğu halde Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye-
i Adliye'ye devam edenler daha çok esnaf ve sanatkar
çocukları idi.
Yeni Rüşdiyelerin açılması
 1 Mart 1845 tarihinde Meclis-i Muvakkat-ı Maarif kurularak eğitimde
yapılacak reformları plânlayan layihalar hazırlandı. Birinci layihada
sıbyan mekteblerinin düzeltilmesi ele alınmıştır. İkinci layiha orta
dereceli okullar olan rüşdiyelerin yeniden yapılandırılması ile ilgilidir.
Bu layihada rüşdiye mekteblerinin, dini usuller çerçevesinde tüm
toplum için öğrenmesi zaruri olan ilim ve fennin, faydalı olacak bir
surette ve zamanın ihtiyaçlarına göre düzenlenip ıslah edilmesi
gerektiği yazılmıştır. Üçüncü layihada ise yatılı olması tasarlanan
Darülfünunun kurulması ele alınmıştır. Sonuç olarak ise bütün bu
düzenlemeleri yapmak üzere daimi bir Meclis-i Maarifin kurulması
teklif edilmiştir. Eğitim reformlarını tasarlayıp plânlamak üzere
Meclis-i Maarif-i Umumiye 27 Haziran 1846 tarihinde kurulmuştur. Bu
meclisin kaleme aldığı nizamname doğrultusunda Mekâtib-i Rüşdiye
İdaresi değiştirilerek yerine sıbyan mekteblerinin idaresini de içine
alan Mekâtib-i Umumiye Nezareti 31 Aralık 1846 tarihinde kurularak
Nazırlığa yine Es'ad Efendi ve Muavinliğe de Kemal Efendi getirilmiştir.
 1847 Kemal Efendi'nin Mekâtib-i Umumiye Müdürlüğü'ne
getirilmesinden sonra rüşdiyelerin geliştirilmesi, çoğaltılması ve
yeni sistemde eğitime geçilmesi konularında somut adımlar
atılmıştır.
 Sıbyan mekteplerinde gerekli reformlar yapılamayınca, Kemal
Efendi, rüşdiye olabilecek sultan mekteplerini tespit ederek
buralarda rüşdiye mektepleri açılması yönüne gitmişti. Bu arada
bu sıbyan mekteplerinin son sınıflarında okutulacak dersleri
rüşdiye mekteplerinin ilk sınıfına ve darülfünunda okutulacak
derslere bir giriş mahiyetindeki dersleri de son sınıfına koyarak
rüşdiye mekteplerini sağlam temellere oturttu.
 Yukarıda bahsettiğimiz, alınan kararlar gereği olarak İstanbul'da
rüşdiye olabilecek okullar tespit edilmiştir. 1847 yılında başlangıç
olarak İstanbul'da Davud Paşa, Bâyezid, Üsküdar, Tophane ve
Bâbıâlî civarında Ağa Camii'nde olmak üzere 5 adet rüşdiye
mektebi açılmıştır.
 Davud Paşa Rüşdiyesinde altı ayda altı yıllık tahsil
gerçekleştirilmiştir. Mekâtib-i Umumiye Müdürü Kemal Efendi, bu
okulun başarısında ve daha sonra diğer okulların açılmasında büyük
bir fedakârlıkla çalışmıştır. Davud Paşa Rüşdiyesi'nde Kemal
Efendi'nin şahsi gayretleri ile bir kaç ayda bir kaç yıllık bilgiye
sahip olunduğu görülünce halkta büyük bir ilgi oluşmuş ve bu
mektebin mevcudu artmıştır. Fakat okulun derslikleri kifayet
etmeyince yeni derslikler ilave edilmek mecburiyetinde kalınmıştır.
 Rüşdiyeler arasında düzeyi daha yüksek tutulan ve Abdülmecit'in
annesi Bezliâlem Vâlide Sultan tarafından İstanbul'da yaptırılan
(1850) Darülmaarif'e değinmek gerekir. Bu okul, açılacak
Darülfünûna öğrenci yetiştirecek, rüşdiyelere örnek olacak,
dairelere memur sağlayacaktı. Okulun açılışındaki bir olay
eğitim tarihimiz bakımından ilginçtir: Açılış törenine Padişah
Abdülmecit şehzade Murat Efendi ile Fatma Sultanı da götürmüş
ve kapıda kendilerini karşılayan Mekâtib-i Umumiye Nazırı
Kemal Efendiyi göstererek, "Efendinin elini öpünüz, bundan
sonra sizin ho­canız olacaktır" demiş ve Kemal Efendiye de,
"bunları dest-i terbiyenize tevdi edi­yorum, diğer öğrencilerle
eşit tutmanızı rica ederim" iradesinde bulunmuştur.
Taşrada Rüşdiyelerin Açılması
 İstanbul'da rüşdiyeler epeyce gelişip yaygınlaşınca vilayetlerde de
açılması plânlanmıştır. Vilayetlerde rüşdiye mekteblerinin açılması için
ilk karar 1853 yılında alınmıştır. Meclis-i Maarif-i Umumiye'nin kararı
üzerine 2 Haziran 1853 tarihinde Padişah'ın iradesi ile 25 vilayette
peyderpey rüşdiyelerin açılması kararlaştırılmıştır.
 Rüşdiye mektebi, İmparatorluğun Avrupa topraklarında İşkodra, Edirne,
Yanya, Berat, Prezrin, Delvine, Sofya, Şumnu, Yenişehir, Selanik, Filibe,
Ruscuk, Vidin, Üsküb, Manastır vilayetlerinde, Anadolu'da Konya, Ankara,
Bursa, Trabzon, Erzurum, Kastamonu, İzmir vilayetlerinde, Kıbrıs
adasında Lefkoşe'de, Girit adasında Kandiye'de ve Midilli adasında
açılması kararlaştırılmıştır.
 Ancak açılma kararı çıkan bu mekteplerin açılmasına üç yıl sonra 1856
yılında başlanmıştır. Rumeli'de kararlaştırılan mekteplerden bazılarını
açmak üzere Mekâtib-i Umumiye Nezaret Muavini Vehbi Efendi
görevlendirilmiştir. Onun bölgedeki teftişleri neticesinde 25 Ocak 1856
tarihinde, İşkodra, Yenişehir, Yanya, Delvine ve Manastır vilayetlerinde
birer adet rüşdiye mektebi açılarak eğitim ve öğretime başlanmıştır.
Kız rüşdiyesi
 Osmanlı Devleti'nde kızların eğitimi sadece ilkokul
seviyesinde sıbyan mekteplerinde erkeklerle
birlikte karma olarak yapılmaktaydı. Ancak
Tanzimat Devri eğitim yapılanmasında kızların da
modern eğitimin içine alınması tasarlanmıştır.
Erkek rüşdiyelerinin açılıp İstanbul'da
yaygınlaştırılması ve taşrada açılmaya
başlamasından sonra kız rüşdiyelerinin de açılması
düşünülmüştür. 1858 tarihinde Sultan Ahmed
civarında Cevri Kalfa mektebi kızlara tahsis
edilerek Kızlar Rüşdiyesi (İnas Rüşdiyesi)
açılmıştır. Okulun derslere başlaması ise 1859’u
bulmuştur.
 Bu kız rüşdiyesine pek katılımın olmadığı anlaşılmaktadır.
Zira bundan dört yıl sonra 24 Haziran 1862 tarihinde çıkarılan
bir irade de daha önce İstanbul'da At Meydanı'nda bir mektep
tahsis edilerek Kız Rüşdiyesi açıldığı belirtilirken, kızların
eğitiminin dini bir görev olduğu konusu özellikle izah edilmiştir.
Bu gerekçede, şimdiye kadar her ne kadar sadece erkekler için
resmi okullar açıldı ise de esasında ilim tahsilinin kadın ve
erkeklere farz ve borç olduğunun sağlam kaynaklarda delilleri
olduğu belirtilmiştir. Ayrıca kadınlar eğitim görmeleri ile din ve
dünya işlerini bilerek emre itaat edip yasak olanlardan
sakınacaklardır. Bunun için daha önce At Meydanı'nda kızlara
tahsis edilen okulun nizamnamesi yayınlanmış ve yeni usul
eğitim bu okulda da uygulanmaya başlanmıştır. Kız çocuğu
olanların bu okula göndermeleri uygun görülmüştür.
 Hükümet, halkın kız çocuklarını bu okula göndermesi için 1862
tarihli gazetelere ilan vermiştir. Bu ilanda, irade de yazıldığı gibi,
okuyup yazmanın erkek ve kadınlara farz olup geçinmek için ağır
işler gören erkeklerin ev işlerinde rahat etmeleri, ancak kadınların
dahi din ve dünyalarını bilerek kocalarının emirlerine itaat
etmeleriyle ve istemediklerini yapmaktan sakınmalarıyla iffetlerini
koruyarak kanaat ehli olmalarıyla mümkün olacağı yazılmıştır. Bu
ilk kız rüşdiyesinden sonra 1869 yılında İstanbul'da çeşitli yerlerde
7 adet daha kız rüşdiyesi açılmıştır.
 İlk açılan bu kız rüşdiyelerinde öğrencileri okutacak bayan
öğretmen bulunamadığından nakış derslerini bayan öğretmenler,
diğer dersleri ise erkek öğretmenler okutmuştur. Bu okulların
öğretmenleri bayan olacak, ancak liyakatli bayan öğretmen
yetiştirilinceye kadar yaşlı ve edepli erkek öğretmenler tayin
edilecektir. Öğretim suresi 4 yıl olacaktır. Kız rüşdiyelerinin
dersleri de erkeklerinkinden farklı olarak programlanmıştır.
 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, rüşdiyelerin 500 evi
geçen kasaba­larda kurulacağını öngörür. Okulların yapım masrafları ve
muallim maaşları illerin maarif idaresi sandığından karşılanacaktır.
Öğretim süresi 4 yıldır ve sıbyan mek­teplerini bitirip şehadetname
alan öğrenciler sınavsız kabul edilir.
 Nizamnameye göre erkek rüşdiyelerinin programı şöyledir:
 Mebâdi-i ulûm-i diniye, Lisan-ı Osmanî kavâidi, İmlâ ve İnşa, Tertib-i
cedîd üzere kavâid-i Arabiye ve Farisiye, Tersim-i hutut, Mebâdi-i
hendese, Defter tutmak usûlü, Tarih-i Umumî, Tarih-i Osmanî,
Coğrafya, Jimnastik, Mektebin bulunduğu yerde en çok kullanılan dil,
ticaret merkezlerinde zekî öğrenciler­den isteklilere 4. yılda Fransızca.
 Kız rüşdiyelerinin programı:
 Mebâdi-i ulûm-i diniye, Lisan-ı Osmanî kavâidi, Mebâdi-i kavâid-i
Arabiye ve Farisiye, İmlâ ve İnşa, Müntehabat-ı edebiye, Tedbir-i
menzil, Muhtasar Tarih ve Coğrafya, Hesap ve Defter tutmak usûlü,
Nakşa medar (yardımcı) olacak derecede Resim, Ameliyât-ı hiyatiye,
Musikî (mecburi değil).
İdadiyeler

 Bu terim önceleri, Harb Okulu ve Askeri Tıbbiye'ye girmek


isteyen gençlerin ek­sik bilgilerini tamamlamak amacıyla açılan
hazırlık sınıfları için kullanılmış ve 1845'de bunlar açılmıştır.
 İstanbul'da ilk açılan İdadi, Mekteb-i Fünûn-ı İdadiye‘dir (Nisan
1845). Mekteb-i Harbiye öğrencileri sınavdan geçirilerek orta
düzeyde bulunanlar bu okula ayrılmış­tır (Eylül 1845). Bu okul,
1872'de Kuleli kışlasına taşınınca Kuleli Askeri İdadisi ola­rak
anılmıştır. Yine 1845'de Bursa'da bir Askeri İdadi kurulmuş ve
sonradan Işık­lar Askeri İdadisi olarak anılmıştır.
 İdadî teriminin bir orta öğretim kurumunun adı olarak tutunması
1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile kesinleşmiştir.
 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile idadiler, ilk defa,
Osmanlı eğitim kurumları arasındaki müstakil yerini almıştır.
Nizamname ile idadilerin, sultanilerle birlikle, rüşdiyelerle âlî
okullar arasındaki ortaöğretim kademesini oluşturması
planlanmaktaydı.
 Bu nizamname ile nüfusu 1000 haneden fazla olan, hal ve
mevkilerince öneme sahip kasabalarda birer idadi açılması
kararlaştırılmıştır. Açılacak olan idadilere rüşdiye
mekteplerinden mezun olan Müslim ve gayrimüslim çocukları
karışık olarak alınacaktı. Bu yönüyle açılacak yeni okullara,
Osmanlı tebaası içerisindeki Müslümanlarla gayrimüslimler
arasında birliktelik sağlama görevi de yüklenmişti. İlk açılan
mülki idadi olan Vefa İdadisi 1874 senesinde 3 yıl olarak
açılmıştır.
 Nizamnameye göre idadiyelerin dersleri
şunlardır:
 Mükemmel Türkçe Kitabet ve İnşa, Fransızca, Kavânin-i
Osmaniye, Mantık, Mebâdi-i ilm-i Servet-i Milel, Coğrafya,
Tarih-i Umumî, ilm-i Mevâlid, Cebir, Hesap ve Defter
tutmak usûlü, Hendese ve ilm-i Mesaha, Hikmet-i Tabiiye,
Kimya, Resim. Bu derslerden bazıları, mahallin özelliği
gerektirirse, Maarif Nezaretinin izni ile de­
ğiştirilebilecektir.
 II. Abdülhamid döneminde (1890) idadi bulunan yerlerdeki rüşdiyeler
idadilerle birleştirilmiştir. Bu birleştirmeyle, öğretim süresi üç yıl olan
idadilere iki yıl da rüşdiye eğitimi eklenmiş ve böylece idadilerin
öğretim süresi beş yıla çıkmıştır. Karar gereği, idadi bulunan
yerlerdeki rüşdiyeler idadilerle birleştirilmişlerse de Selanik gibi
hususi mevkiye sahip büyük şehirlerde, rüşdiyeler idadi ile
birleştirilmemiştir.
 1892’de idadi mektepleri, sınıf-ı âdiye ve sınıf-ı âliye olmak üzere iki
sınıfa ayrılmıştır. Sınıf-ı âdiyenin eğitim süresi beş yıl, sınıf-ı âliyenin
eğitim süresi iki yıldı. Liva merkezlerinde bulunan idadilerin eğitim
süresi beş yıldı ve sınıf-ı âdiyeyi oluşturuyordu. Bunlar aynı zamanda
gündüzlüydü. Vilayet merkezlerinde açılmış ve bundan sonra açılacak
olan yatılı idadilerin öğretim süresi ise yedi yıla çıkarılmıştı. Bu yedi
yıllık idadilerin ilk beş yılı sınıf-ı âdiyeyi son iki yılı sınıf-ı âliyeyi
oluşturmaktaydı. Gündüzlü liva idadileri, aynı zamanda, yatılı
idadilerin âlî sınıflarına giriş hüviyetindeydi.
 II. Meşrutiyet döneminde gerek mevcut yatılı idadilerin nitelik olarak yeterli
bulunmaması ve gerekse bunların Avrupa'daki liselere nazaran yetersiz görülmesi, 1910
(R, 1326) yılından itibaren idadilerin sultaniye dönüştürülmesi kararının alınmasına
neden olmuştur. Alınan bu kararla, eğitim kalitesi Avrupa liselerinin seviyesinde olan,
rüşdiye sınıflarından başka, her devresi üçer yıllık iki devreden oluşan ve mükemmel bir
eğitim vermesi planlanan sultaniler teşkil edilecekti. Bu doğrultuda ilk etapta bazı
idadiler sultaniye dönüştürülmüştür. Bunlar; Edirne, Adana, Aydın (İzmir), Üsküb, Bursa,
Beyrut, Haleb, Selanik, Trabzon, Mamuretülaziz ve Kastamonu idadisidir.
 Yedi senelik idadilerin bir kısmında gerçekleştirilen bu düzenleme ile birlikte, orta
öğretimde yedi senelik idadiler ve sultaniler olmak üzere, iki farklı yapı ortaya çıkmıştı.
Sulta­nilerin eğitim süresi idadilerden bir yıl fazlaydı. Ancak her iki okuldan alınan
diplomaların derecesi denkti. Bu nedenle öğrencilerin, sultani yerine idadileri tercih
etmeleri ve sultaniye devam eden öğrencilerin son sınıfa geldiklerinde, buradan
tasdikname alıp idadilere kayıt yaptırmak suretiyle oradan hemen mezun olmaları,
sultanilerin sekizinci sınıfının hiç açıla­mamasına sebep olmuştu. Bu problemi çözmek
için 1913 yılında, kalan yedi yıllık idadile­rin de 1914 yılının başlangıcından itibaren
sultaniye dönüştürülmesi kararlaştırıldı.
 Teşkil edilen sultaniler de öğretim süresi on iki yıl olup temelde ibtidâî ve tâli olmak
üzere iki kısma ayrılıyordu. Birinci kısım ibtidâi sınıflarına ait olup süresi beş yıldı, Yedi
yıllık ikinci kısmın ilk dört senesi ilk devreyi, son üç sınıf ise ikinci devreyi
oluşturmaktaydı. Üç yıllık ikinci devrede dersler Fünun ve Edebiyat olmak üzere ikiye
ayrılmıştı.
Taşra İdadileri
 Taşrada ilk idadi 16 Aralık 1874 tarihinde Yanya Vilayeti Tırhala Sancağının
merkezi olan Yenişehir Kazasında bulunan rüşdiye binasının üst katında
açılmıştı. İdadi mekteplerinin açılması, gerek inşaat gerek öğretmen ve
idare heyeti maaşlarından dolayı oldukça masraflı bir işti. Bu dönemde
Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunduğu mali ve ekonomik durumdan
dolayı, maarif-i umumiye için ayrılan tahsisatın bu masraflı işi karşılaması
mümkün değildi.
 Bu nedenle taşrada uzunca bir müddet başka bir idadi açılamamıştır.
Ancak 1884 (R.1300) yılına gelindiğinde idadilerin taşrada açılabilmesi için
yeni bir kaynak bulunmuştur. Bu kaynak sayesinde vilayetlerde, idadiler
çok hızlı bir şekilde açılmaya başlanmış ve kısa sürede ülke geneline
yayılmıştır. Elbette idadilerin kısa sürede açılamama nedenini yalnızca
ekonomik ve mali duruma bağlamak doğru olmaz. İdadilerde ders verecek
öğretmenlerin yetiştirilmesi kısa sürede halledilecek bir iş değildi. Yine
açılacak olan idadileri yönetecek idareciler bulmak da kolay değildi.
Galatasaray Sultanisi
 Bu terim Galatasaray'da gerçek anlamıyla kurulan ilk liseye verilen
Mekteb-i Sultani adı ile ortaya çıkmıştır.
 Müslüman ve Hristiyan bütün Osmanlı tebaasının memleket
hizmetlerinde eşit şartlarla sorumluluk alabilecek bir seviyede
yetişmesi ve Batı irfanı ile beslenmiş aydınlar sınıfının bir an önce
oluşması gereği kendini kuvvetle hissettirmeye başlamıştı. Maarif
Nezaretinin kuruluşundan sonra Rüşdiyelerin sayıları artırılsa da
yüksek okullara öğrenci hazırlamak için yeterli kaynaklar olamayacağı,
Batı ülkelerindeki yapı ve düzeyde bir öğretim basamağının kurulması
gerektiği anlaşılmaya başlamıştı. Devletin vaat ettiği ıslahatın
gerçekleşmesine yardımcı olmak isteyen dış tavsiye ve istekler de
oluyordu. Bunların başında Fransa hükümetinin Şubat 1867'de Bâb-ı
Âli'ye verdiği nota gelir. Bunda, büyük merkezlerde Hıristiyan
öğrencilerin devam edebilecekleri orta öğretim kurumlarının
(liselerin) bir an önce açıl­ması gereği belirtiliyordu.
 Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, İstanbul'da öğretim dili
Fransızca olan bir lise açılmasını Fransız elçisi ile
görüşerek kararlaştırdı ve Fran­sa okulun kurulmasına
yardım etti. Padişah Abdülaziz bu sırada Fransa'da
seyahatteydi. Bu durum Padişaha, benzer kurumları
yerinde görme fırsatı verdi. Okulun açılmasında Sadrazam
Âlî Paşa ve Maarif Nazırı Saffet Paşanın emeği geçti.
Mekteb-i Sultani 1 Eylül 1868'de açıldı. Okulun
müdürlüğünü Fransız De Salve yapmıştır. Ayrıca bir çok
Fransız ve yabancı öğretmeni bulunan okul, 5'i iptidaî, 5'i
kolej sınıfları olarak 10 yıl süreli idi. Sonraları öğretim
süresi 3'ü iptidaî, 3'ü talî, 3'ü âlî olarak belirlenmiştir.
 Sultanî öğrencilerinden ücret alınacaktı. Fakat okulların
inşa masrafları Saray tarafından ödenecekti. Okul, bütün
Osmanlı tebaasına açıktı.
Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi
19. yüzyılın başlarında İstanbul'un Beşiktaş semtinde, üst düzeyde,
serbest ve ileri görüşlü, bazı müspet bilimleri bilen, onların
Osmanlılar için önemini kavramış bir bilim adamları ve aydınlar
topluluğu oluşmuştu.
Fatih semtinde ulema oturduğu gibi, Beşiktaş semtinde de daha
çok ulemadan müspet bilimleri de öğrenenlerin ve ediplerin
yerleştikleri gözlenmekte idi.
Bazı gençler, Beşiktaş'ta oda kiralayıp kalı­yor, onların konaklarına
devam ederek bilgilerinden yararlanıyorlardı. Bu bilginler­den
özellikle dördü, Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi adı verilen bir topluluk
oluşturmuş, konaklarında, evlerinde kendilerine başvuran
öğrencilere ve öğrenmek isteyen her­kese dersler veriyorlardı.
Bu topluluğu oluşturan bil­ginler şunlardır:
 İsmail Ferruh Efendi: 1797-1800 yılları arasında Londra'da
Osmanlı Devletinin büyük elçiliği görevini yapmıştı. Kırımlı
olup Ticaret öğrenimi görmüştü.
 Şanizâde Ataullah Mehmet Efendi: Medrese öğreniminden
sonra Süleymaniye Darüttıbbı'nda Tıp, Mühendishane'de de
Matematik ve Mühendislik öğrenmişti. Osmanlı ulemâsı
arasında en yüksek düzeyde olanlardandı.
 Melekpaşazâde Abdülkadir Bey: Osmanlı ulemâsının önde
gelenlerinden idi.
 Kethüdazâde Mehmet Arif Efendi: Ulemânın önde
gelenlerinden idi. Medrese öğreniminden başka Riyaziyat
ve Heyet öğrenmişti.
Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye
 Petersburg Sefiri Halil Bey başkanlığında ve Münif Paşa’nın önderliğinde
kurulan Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye Tanzimat döneminde Osmanlı
aydınlarının kişisel gayretleriyle kurulan ilk cemiyet olması açısından büyük
önem taşımaktadır.
 Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin faaliyetlerine 1861 yılı itibariyle başlamasına
izin verilmiştir. Cemiyet din ve politika hariç olmak üzere her türlü ilim ve
fenne ait eser ortaya koymak, tercüme yapmak, halka ders vermek amacıyla
kurulmuştur (Gümüşsoy, 2007; İhsanoğlu, 1993b). Darülfünunun halka açık
konferanslarının başlamasında da Cemiyet üyelerinin katkıları olmuş ve
Darülfünunda konferanslar da vermişlerdir (Gümüşsoy, 2007). Yukarıda bahsi
geçtiği gibi Darülfünun binası tamamlanmadan bitmiş olan kısımlarda halka
açık konferanslar verilmeye başlanmıştır (İhsanoğlu, 1993a). Darülfünundaki
bu konferansları halk eğitimi açısından değerlendirmek mümkündür.
 Cemiyet kendisine tahsis edilen yerde öğrencilere ve meraklılarına Avrupa
dilleri ve çeşitli fenlere dair ücretsiz dersler vermeye başlamıştı. Haftada iki-
üç kez belirli saatlerde verilen Fransızca, İngilizce ve Rumca dersler büyük ilgi
görmüştü. Hatta Fransızca dersine gösterilen yoğun ilgiden dolayı öğrenciler
seviyelerine göre dört gruba ayrılmıştı. (MF,II,24,Mayıs1864) Dersleri dönemin
ünlü devlet adamları konferans şeklinden vermekteydi. Örneğin; tarih-i tabiî
dersini Hekimbaşı Salih Efendi, hikmet-i tarih dersini Ahmed Vefik Paşa,
Avrupa tarihini Cenanizade Kadri Bey, Roma tarihini Kara Todori Paşa, jeolojiyi
Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyelerinden Edhem Paşa okutmaktaydı.
(Ebuzziya Tevfik,1910,253) Derslere katılımın çok olması için herkesin
anlayacağı bir dil ile verilmesi ve gerektiğinde deneyler yapılması
kararlaştırılmıştı. Münif Paşa dersleri, öğretmen ve öğrencileri dikkatle
izleyerek bu işin de takipçisi olmuştur. Bugünlerde cemiyetin öğrencilerinden
birisi olan Ebuzziya Tevfik “Bizim gibi on beşer, on altışar yaşındaki gençleri
oraya müdavim gördükçe, Münif Efendi mücessem bir neşve kesiliyor,
derslerden sonra notlarımıza bakarak ne olda not ettiğimizi muayene ve bazı
istılâhât hakkında tevsiî izahat ediyordu.” (Ebuzziya Tevfik, 1910,253) diyerek
Münif Paşa’nın bu işe ne kadar gönül ve emek verdiğini anlatmaktadır.
 Nihaî hedefleri Darülfünûn açılmasına zemin hazırlamak üzere çeşitli bilimsel
konferanslar da düzenleyen cemiyet mekân olarak da 1846’dan beri inşası süren
Darülfünûn’un boş odalarını seçmişti. Böylece bir anlamda canlandırılan yapı da ilk
konferans yine Sadrazam Fuad Paşa’nın desteğiyle 13 Ocak 1863 günü Derviş Paşa
tarafından verilmişti. Fizik ve kimyanın toplum hayatındaki önemini vurgulayarak
konuşmasına başlayan Derviş Paşa dinleyenleri hayrette bırakacak bazı elektrik
deneyleri ile ilgi uyandırmayı ve verdiği bilgilerin kalıcı olmasını da sağlamıştı. (MF,
I,7,Ocak 1863)
 Cemiyet Mecmua-i Fünûn başta olmak üzere halka açık derslerle, kütüphane,
kıraathane ve matbaasıyla halka faydalı olmak için çalışmış ve oldukça başarılı da
olmuştur. Ancak aslî görevlerinden birisi olarak tespit edilen “malûmat-ı nafiaya
dair” kitap yazım ve basım işinde aynı başarıyı gösterememiştir.
 Cemiyetin başkanı Halil Bey’in açılıştan hemen sonra Petersburg’a gitmesi ve
üyelerden çoğunun memuriyetlerle başka yerlere tayini de çalışmalarını olumsuz
etkilemiştir. Cemiyetin üç sene sonunda kolera salgını nedeniyle çalışmalarına ara
verdiği söylense de asıl sorun maddî zorluklardı. Nizamnamede kararlaştırıldığı üzere
cemiyetin masrafları üyelerin aidatlarından karşılanırken üyelerin tayinle başka yere
gitmeleri ve aidatlarını ödememeleri cemiyeti zor durumda bırakmıştı. Bir ara
masrafların tamamen Mecmua-i Fünûn hasılatından ve bazı hanelerden karşılanması
(MF, II, 24, Mayıs 1864,480-483) kararlaştırıldıysa da parasızlıktan Ocak 1865’de
çalışmalara ara vermek zorunda kalmışlardı. Devletin verdiği elli bin kuruş ile 18
Şubat 1865’de çalışmalarına yeniden başlayan (MF,IV,34,Mayıs 1866,1) cemiyet maddî
problemler yüzünden Haziran 1867’de faaliyetlerini tamamen durdurarak
kapanmıştır. (Işıl,1987,9; Ebuzziya Tevfik,1910,2)
Darüşafaka
 Yusuf Ziya Paşa, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa, Sakızlı
Ahmet Esat Paşa ve Ali Naki Efendi tarafından “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye”
1865’te kuruldu. Amacı; yoksul ve yetim çocukların eğitim-öğretimine destek
olmaktı. Pek çok Osmanlı paşası ve aydınının üyesi olduğu Dernek, Türkiye
tarihinin eğitim alanındaki ilk sivil örgütlenme örneğini oluşturdu.
 Başlangıçta amaç; Kapalıçarşı ve çevresinde çalışan çırakların okutulmasıydı.
Beyazıt’taki eski Valide Mektebi binası onarılarak derslere başlandı. Dersleri
cemiyette gönüllü çalışanlar verecekti. Önceleri kurs şeklinde başlayan bu
öğretim faaliyetleri 1873’de bir okul teşkilatı olarak Darüşşafakaya
dönüşmüştür. Darüşşafakada kimsesiz ve fakir çocuklara dini bilgiler ve okuma
yazma öğretilecekti.
 Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye'nin çabasıyla açılan Darüşşafaka, anasız,
babasız, fakir çocukların alındığı önemli bir lise olmuştur. Okulda Fransız
askerî liselerinin programı izlenmiş, öğretim Türkçe olarak yapılmış ve yıllarca
Türk subay öğretmenler para almadan görev yapmışlardır.
Yüksek öğretim
 I. Teşebbüs
 İlk darülfünun girişimindeki amaç her türlü ilim ve fenlerin
okutulacağı, halkın eğitileceği veya devlet dairelerinde
çalışmak isteyenlere gerekli bilgiyi sağlayacak bir kurum
oluşturmaktır. Bu fikir Tanzimat döneminde halkın okuması
gerektiği anlayışının ortaya çıkmasıyla şekillenmiştir.
Darülfünunun kuruluş süreci Meclis-i Valayı Ahkam-ı Adliye’de 7
kişiden oluşan Meclis-i Maarif-i Muvakkat’ın kurulmasıyla ve bu
geçici meclisin Meclis-i Maarif-i Umumi adında bir sürekli
meclisi öngörmesiyle ve öngörülen meclisin kuruluş için ilk
çalışmalarını yapmasıyla 1846’da başlamış oldu.
 8 Kasım 1846’da mimar Fossatti’yle inşaat için mukavele
yapılmıştır. Yapılacak olan bina Avrupa'daki modern
üniversiteler gibi büyük olacaktı. 3 katlı, 125 odalı
tasarlanan bina bittiğinde fazla büyük olduğundan maliye
nezaretine verilmiştir.
 İnşaat devam ederken 1863’te konferanslar şeklinde
derslere de başlanmıştır. Böylelikle ilk Darülfünun eğitim
hayatına başlamış oldu. Bu konferanslarda Derviş Paşa
fizik, Ahmet Vefik Efendi tarih, Mehmet Cevdet Efendi
Astronomi dersleri vermiştir. Darülfünunun kitaplarının
hazırlanması ise Encümen-i Daniş’e bırakıldı.
Encümen-i Daniş

 1845 senesinde kurulan Meclis-i Maarif-i Muvakkat Darülfünunun


kurulmasını ön görmüş ve ondan önce bir bilimler akademisi
kurulmasını planlamıştır. 1851’de kurulan Encümen-i Daniş
Darülfünuna kitap hazırlayacak, bilimsel faaliyetlerde bulunacak ve
çeviri faaliyetleri gerçekleştirecekti. Ayrıca Türk dilini geliştirme
çalışmalarında da bulunacaktı. Encümenin açılış törenine ithafen
Ahmet Cevdet ve Fuat efendi Kavaid-i Osmani adlı eseri yazmıştır.
Encümen kurulurken Fransa’daki «Academie Française» örnek
alınmıştır. Ayrıca Cevdet Efendinin Tarih-i Cevdet’i, Hayrullah
Efendinin Malumat-ı Fenniye ve Devlet-i Aliye-i Osmaniye Tarihi gibi
eserleri yazımlarını Encümen desteklemiştir. Ayrıca İbn Haldun’un
Mukaddimesi tercüme edilmiştir. Encümenin üyelerinden Redhous’un
sözlüğü de encümen tarafından basılmıştır. Encümenin önemli
üyelerinden biride Hammerdir.
 II. Teşebbüs:
 1869’da Çemberlitaş’daki Darülfünunun yeni binası tamamlanır.
Aynı yıl hazırlanmış olan 1869 Maarif Nizamnamesiyle de
Devlete mal edilmiş olan Darülfünun fikri devam etmektedir.
 Darülfünun-i Osmani; Hikmet ve Edebiyat, Hukuk, Ulum-i
Tabiyye ve Riyaziyat şubeleriyle kurulması öngörülmüştür. Bu
nizamnamenin 198 maddesinin 51’i darülfünuna aittir. Üç yılı
öğretim, bir yılı bitirme tezi şeklinde dört yıl olarak
tasarlanmıştır. Bu girişimin müzesi, kütüphanesi öngörülmüştür.
Kitaplıklar öğrencilere her zaman, halka ise belirli günlerde açık
olacaktı. Hikmet ve edebiyat şubelerinde Arapça, Farsça
yanında Fransızca, Yunanca, Latince dersleri yer almıştır. Hukuk
şubesinde İslam hukuku, Fransız medeni hukuku, Roma hukuku,
Milletlerarası hukuk bulunmaktaydı.
 Okula 1869’da öğrenci almaya başlanmıştır. Başvuran 1000 kişiden
450’si kabul edilmiştir. Hazırlanacak kütüphane için Avrupa’dan kitap
ve bilimsel dergi siparişi verildi daha sonra dergiden vazgeçildi. İlk
girişim için başarısız olan kitap yazma işine karşılık bu girişim için
kitap tercümesi düşünülmüş ve bir tercüme heyeti oluşturulmuştur.
Fakat bu heyetinde başarılı olduğu söylenemez.
 II. Darülfünun 20 Şubat 1870’te Sadrazam Ali Paşa, Maarif Nazırı Saffet
Paşa ve diğer devlet ileri gelenlerinin katıldığı büyük bir merasimle
açıldı. Bu açılış için Lütfi Efendi memlekette medrese kıtlığımı var
diye eleştiri getirmiştir. Bu girişimin sona ermesi konusunda birkaç
nedene rastlanılmıştır. Tam net olmamakla birlikte ya açılış konuşması
ya da ikinci ders dönemi açılışındaki konuşmasında Cemaleddin
Afgani’nin peygamberliği sanata benzetmesinin oluşturduğu büyük
tepki ve ulemanın ilim işinin halka ait olamayacağı görüşü yada
öğrenci ve öğretim kadrosunun azlığı, maddi imkansızlıklar
kapatılmasında rol oynamıştır. 1871’de kapanan Darülfünun için 1872-
1873’de de derslerin devam ettiği yönünde görüşler vardır.
 III. Teşebbüs:
 Ülkenin batı tarzında bir üniversiteye ihtiyacı olduğunu düşünen idareciler ilk
iki başarısız denemeden sonra farklı bir tavırla darülfünun kurma gayreti
göstermişlerdir. 1873’te Maarif Nazırı Galatasaray Mekteb-i Sultani müdürü
Sava Paşa’ya devlete yük olmamak şartıyla yeni bir darülfünun kurma görevi
verir.
 Okul 1874’te Galatasaray Sultanisi içerisinde Hukuk ve Mühendisin-i Mülkiyye
mektebleriyle (mülkiye 1 yıl sonra Turuk u Maabir Mektebi olacaktır)
oluşturulur. 1876’da okulun üçüncü öğretim yılında Hukuk Mektebi, Turuk u
Maabir Mektebi ve Edebiyat Mektebi oluşturulur ve halka okulun açıldığı
duyurulur. Okulun bu sessiz açılışının altında diğer girişimlerin karşılaştığı
olumsuzluklardan uzak kalmasının istenmesinden dolayıdır. 4 yıllık eğitim
süresi olan bu okulda devletin ihtiyacına göre ihtisaslaşma vardır. Tez yapan
mezunlar Adliye Nezareti ve Nafia Nezareti’nde istihdam edilecekti. Tez
yapmayanlar daha kolay bir sınavla mezun edilip hukuk mezunları dava
vekilliği, Turuk u Maabir mezunları kondüktörlük, edebiyat mezunları
öğretmenlik yapabilecekti. Okulun bütçesi Galatasaray Sultanisinden
karşılanmaktaydı. En son 1881 yılında mezun veren okulun bu dönemden sonra
hiçbir faaliyeti olmamıştır.
Darülfünun-ı Şahane
 Bir külliye içinde birkaç bölümden oluşan Darülfünun kurma çabaları
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Devlet birbirinden bağımsız yüksek
mektepler açma yolunu denemiştir. (Mekteb-i Hukuk, Mekteb-i Mülkiyye,
Mühendis Mektebi)14 Şubat 1895’te Sadrazam Küçük Said Paşa mesleki
eğitim veren yüksek okulların dışında ilim adamı yetiştirmek için Amerika
ve Avrupa tarzı beş fakülteden oluşan bir darülfünun kurulmasını arz
etmişti.
 1900’da Darülfünun-ı Şâhâne’nin kurulması kararlaştırılmış, 31 Ağustos
1900 tarihinde okulun resmi açılışı yapılmıştır. Edebiyat ve Hikmet,
Ulum-i Riyaziyye ve Tabiiyye, Ulum-i Aliye-i Diniyye olarak üç fakülteli
tasarlanmıştır. Hukuk ve Tıbbiyye mekteplerinin resmen
bağlanmamakla birlikte darülfünunun doğal kolları sayılmasıyla beş
fakülteli modern Osmanlı üniversitesinin ilk sağlıklı kuruluşu
gerçekleşti. II. Meşrutiyetin ilanıyla ismi İstanbul Darülfünunu olmuştur.
Tıp ve Hukuk şubelerini de resmen bünyesine katarak beş fakülteli olarak
yeniden teşkilatlandırıldı.
 21 Ağustos 1909’da şimdiki İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nin binasının bulunduğu yerde Zeynep Hanım
Konağı’na yerleşilmiştir. Maarif Nazırı Emrullah Efendi
zamanında 1912’de darülfünunda yeni bir ıslahat programı
uygulandı. Bu dönemde Eczacı ve Dişçi mektepleri Tıp
fakültesine bağlanırken Şam vilayetindeki Tıbbiye mektebi de
İstanbul Darülfünununa bağlandı. Şubeler fakülte adını aldı ve
muallimlere müderris unvanı verildi.1914 yılından itibaren
Darülmesai denilen enstitüler kurulmaya başlandı. Bunlar için
çeşitli kütüphane ve laboratuvarlar hazırlandı.1914’te Diniyye
Fakültesi kapatılarak İstanbul medresesine bağlanmıştır.
Mekteb-i Mülkiye
 Mekteb-i Mülkiye, ilk sivil yükseköğretim kurumu olarak 1859'da kurulmuştur. Amacı,
kaymakamlık ve müdürlük gibi İdarî görevler yapacak memurlara kaynaklık etmekti.
Başlangıçta öğretim süresi 2 yıl idi ve Bab-ı Âlî dairelerindeki kâtiplerin yetenek­lileri
ve medreselerde mukaddimât-ı ulûmu görmüş olanlardan sınavla öğrenci alınmıştı.
Mevcudu, her sınıfta 50 kişi olarak toplam 100 idi. İlk programındaki ders­ler şöyledir:
Fenn-i Tarih ve Coğrafya, Hesap, Ekonomi Politik, Nizamât-ı Cedîde ve Muahedât-ı
Saltanat-ı Seniye. Okul ilk mezunlarını 1861'de verdi. 1867'de 4 yıla çıkarıldı ve yeni
dersler eklendi: Umumî Devletler Hukuku, Usûl-i defterî ve Muha­sebe, Fransızca. Okul,
sayıları gittikçe artan Rüşdiye mezunlarını da almaya başlamıştı. Mülkiye Mektebi,
Tanzimat döneminde İktisat biliminin de ülkeye girip ya­yıldığı bir kurum oldu.
Programında bu bilim her zaman önemli bir yer tutmuştur. Zamanla çeşitli okullara da
bu dersler girmiştir.
 Mülkiye mezunlarından bir kısmı ayrıca idadilerde yöneticilik ve öğretmenlik görevlerine
de tayin edilmiş, buralarda kafaları açıcı bir eğitim yapmışlardır. Böylece Mülkiye
Mektebi, Türk eğitim tarihinde bir aydın öğretmen ve eğitim yöneticisi kaynağı da
olmuştur.
 Cumhuriyet ile birlikte, Mülkiye'nin Ankara'ya taşınması, 1930 yılından beri
düşünülmekteydi. Bu amaçla, 1934'de Cebeci'de yapılmağa başlanan bina 1935'de
tamamlanmıştır. Aynı yıl içinde çıkartılan 2777 sayılı kanunla, Mülkiye adı, Atatürk'ün
isteğine uygun olarak, Siyasal Bilgiler Okulu'na çevrilmiştir. Siyasal Bilgiler Okulu'nun
öğretim süresi dört yıla çıkarılmış, 1936-1937ders yılı Ankara'da yeni ve bugünkü
binasında başlamıştır.
Tarım ve Hayvancılık

 Askeri Baytar Mektebi:


 Osmanlı İmparatorluğunda, uzman veteriner ihtiyacı ilk defa orduda
hissedilmiştir. 1841’de Osmanlı Devleti, Prusya'dan İstanbul'da
veteriner mektebi kurması için bir uzman gönderilmesini istemiştir.
Neticede Godlewsky adlı bir askerî veteriner bu iş için gönüllü olarak
İstanbul’a gelmiş ve ilk olarak kurs mahiyetinde, genç askerleri
ordudaki atların hastalıklarını teşhis ve tedavi edecek derecede
yetiştirmek için çalışmalarına başlamıştır.
 Godlewsky 1845'e kadar dersleri bir tercüman yardımıyla, bu tarihten
sonra ise doğrudan doğruya Türkçe olarak vermiştir. Öğretim süresi üç
yıl olan bu kurs, ilki 1845 olmak üzere iki dönem, 1848’de ikinci
dönem mezunlarını vermiştir.

Sabri BECERİKLİ
 Öğretim faaliyetlerine 1849'dan itibaren Mekteb-i Harbiye bünyesinde
özel bir "baytar sınıfı" açılmak suretiyle devam edilmiştir.
 1849'da Fransa'dan bir uzman öğretmen getirtilerek bazı dersler
Mekteb-i Harbiye süvari sınıfı öğrencileriyle birlikte gösterilmek
suretiyle yüksek veterinerlik öğretimine başlanmıştır. Öğretim süresi
dört yıl olan ve ilk mezunlarını 1853’te veren Harbiye Baytar Sınıfı,
meslek dersleri için özel bir program takip etmiş ve son iki sınıfta
serîrriyyat (klinik) derslerini izlemiştir.
 1872 tarihine kadar durumunu muhafaza eden bu sınıf, o sene veteriner
sınıfları süresi üç yıl olmak kaydıyla öğretimlerine Galatasaray'da
bulunan Mekteb-i Tıbbiye içinde ayrı bir şube halinde devam etmiştir .
Bu sınıfın mezunlarının, 1884 senesinde Marko Paşa'nın gayretleriyle
Belçika'dan getirtilen Dezutter adlı bir sivil veterinerin çalışmalarıyla
Taksim Kışlası karşısında kurulan Baytar Ameliyet Mektebi'nde bir yıl
staj görmeleri kararlaştırılmıştır.

Sabri BECERİKLİ
 Mekteb-i Tıbbiye bünyesinde ayrı bir şube olarak öğretimine
devam eden Baytar Sınıfı 1888’de tekrar Harbiye Mektebi
bünyesine alınmıştır. 1896'da buradaki veteriner sınıflarının
öğrenim süresi beş yıla çıkarılmış ve öğretim kadrosu özel surette
Avrupa'da yetiştirilmiş genç elemanlarla kuvvetlendirilmiştir. Bu
sınıflar 1905'te, Haydarpaşa'da yeni bir kadro ve programla
teşkilatlandırılan Askerî Tıbbiye Okulu'nda Askerî Baytar Mektebi
adı altında kendilerine ayrılan özel binaya nakledilmiştir. Öğrenim
süresi dört yıla indirilen Askerî Baytar Mektebi'nin mezunlarının
meslekî bilgi ve görgülerini arttırmak üzere ayrıca açılmış olan
Askerî Baytar Tatbikat Mektebi ve Hastahanesi tesisat ve
laboratuarlarından da faydalanılmıştır. Mütareke devri sonuna
kadar faaliyetlerine devam eden bu okulun öğretimi 1921 senesi
sonlarında Mülkiye Baytar Mektebi ile birleştirilmiştir. Mektep 10
Haziran 1933 tarihli, 2291 sayılı kanun ile Ankara'da Ziraat, Orman
ve Veteriner fakültelerinden oluşan Yüksek Ziraat Enstitüsü
açılıncaya kadar İstanbul'da faaliyetlerine devam etmiştir

Sabri BECERİKLİ
 Mülkiye Baytar Mektebi:
 Hayvancılığın ve hayvan mahsullerinin korunması hususu,
ekonomik hayatı zorlamaya başlayınca, Osmanlı idarecileri
daha önce Askerî Baytar sınıfı mezunlarıyla karşılamayı
planladıkları sivil veterinerlik ihtiyacı konusunda yeni
tedbirler almaya girişmiş ve sivil veteriner teşkilatının kısa
zamanda geliştirilmesine çalışılmıştır. Fakat bütçe
imkânsızlıkları dar bir zamanda böyle esaslı bir müessesenin
kurulmasına imkân vermediğinden fizik, kimya, botanik ve
zooloji bilimlerine ait derslerin okutulacağı, ilk iki sınıf
öğrenimini Mekteb-i Tıbbiye Mülkiye Talebeleri ile birlikte,
anatomi ve fizyoloji derslerini de kendi hocalarından kalan
iki sınıf meslek öğrenimini de o sırada inşa halinde bulunan
Halkalı Ziraat Mektebi'nde yatılı olarak tamamlamak üzere
dört yıllık bir Mülkiye Baytar Mektebi kurulmuştur.

Sabri BECERİKLİ
 1888/1889’da Öğrenci kabulüne başlayan bu mektebe giren 25 talebenin 19'u iki
sene sonra 1891’de inşaatı bitmiş olan Halkalı Ziraat Mektebi'ne yatılı olarak
nakledilmişlerdir, Bundan bir sene sonra Ziraat Mektebi talebesi de mektebe
kabul edilmeye başlanmıştır. Mektebin adı da Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi
olarak değiştirilmiştir. Bu isim altında iki sene arka arkaya yalnızca veteriner
yetiştirmiş ve ilki 1893’te ikincisi 1894’te iki dönem veteriner sınıfı şahâdetnâme
ile mezun olmuştur.
 Bundan sonra muvakkaten Tıbbiye Mektebi'nde bulunan ilk iki sınıf da Halkalıya
getirilmiş, ancak ziraat sınıflarıyla birlikte 8 sınıfı bulan iki mektebin binaya
sığmayacağı anlaşılarak veterinerlik sınıfları Kadırga'da Cinci Meydanı'nda
kiralanan bir binaya nakledilmiştir. Böylece Halkalı Ziraat Mektebi'nden ayrılan
Mülkiye Baytar Mektebi dört sınıfı bir arada ve yatılı olmak üzere müstakil bir
mektep haline gelmiştir. Daha sonra da Sultanahmet'te okul için bir bina satın
alınarak lüzumlu tesisatı da tamamlandıktan sonra mektep buraya
yerleştirilmiştir.
 Meşrutiyet'ten sonra mektep laboratuar aletleri bakımından yenilenmiş, tedrisatı
kuvvetlendirilmiştir. 1911'de İshak Paşa yangınında mektebin bir kısmı yanmış ve
Birinci Dünya Savaşı yıllarında kapatılmıştır. 1921 yılında biri askerî diğeri mülkî
olmak üzere mevcut olan iki baytar mektebi Baytar Mekteb-i Alisi adıyla
birleştirilmiştir.
Sabri BECERİKLİ
 Ziraat Mektebi:
 1847 yılında pamuk ziraatı üzerine Ayamama Çiftliği’nde bir
ziraat tatbikat mektebi açılmıştır. Bu mektep açılmış olan ilk
ziraat mektebidir. Okulun kuruluş maksadı, o sırada Yedikule'de
açılmış bulunan bez dokuma fabrikasına gerekli ipliğin
hammaddesini sağlayacak pamuğu yetiştirmek ve pamuk ziraatını
geliştirmektir.
 Ancak çok geçmeden mektep, talebelerin derslerde hazır
olmaması ve Türkçe hazırlanmış ders kitaplarının bulunmayışı
sebebiyle kapanmak durumunda kalmıştır. 6 Kasım 1850 tarihli
Meclis-i Vâlâ mazbatasında ise talebenin çiftliğin mevkiinin sert
havasından ve elverişsizliğinden padişaha şikayette bulunmaları
üzerine, ileride münasip bir yerde tekrar kurulmak üzere
mektebin geçici olarak Mekteb-i Tıbbiyeye nakil olunduğu
belirtilmektedir. 27 Eylül 1851 'de mektebin tekrar açılmasının
yerine pratik olarak faydalı bir netice vermeyeceği göz önünde
tutularak tasarruf maksadıyla tamamen lağvedilmiştir.

Sabri BECERİKLİ
 Yeni bir ziraat mektebi açılmasının zaruret ve ihtiyacı ise, ancak 1878-
1979 yıllarında Ahmed Cevdet Paşa'nın Ticaret ve Ziraat Nâzırlığı
zamanında duyulmuştur. Bu teşebbüse o sırada nezarette ilk defa kurulmuş
olan Ziraat Müdürlüğü'ne getirilen ve Fransa'da ziraat tahsil etmiş olan
Amasyan Efendi adlı bir kişi rehber olmuştur. Fakat teşebbüsün
gerçekleşmesi bir hayli uzamış, önce Halkalı’da yer satın alınması, sonra
binasının yaptırılması gibi sebeplerden dolayı 1891’e kadar sürmüştür. 18
Ağustos 1884 tarihinde okul için Ticaret ve Nâfia Nezâreti tarafından bir
nizamnâme hazırlanmış ve yayınlanmıştır, Bina tamamlanınca ilk önce
Mülkiye Tıbbiyesi içinde açılmış bulunan Mülkiye Baytar sınıflarının
öğrencileri bu okula nakledilmiş ve asıl ziraat öğrencilerinin kabulüne bir
yıl sonra başlanarak okula Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi adı verilmiştir.
1894 yılında okul ikinci dönem veteriner mezunlarnı verdikten sonra, bu
sınıflar İstanbul'a nakl edilerek müstakil bir okul haline getirildiğinden,
Halkalı'daki okul ziraat mektebi olarak kalmış ve 1896'dan itibaren mezun
vermeye başlamıştır. Okul, nizamnâmesi uyarınca idadî mezunlarını kabul
etmekte ve dört yıllık bir yüksek ziraat öğretimi yapmaktaydı.

Sabri BECERİKLİ
 Bu tarihten 1914 senesine kadar Ziraat Mektebi her sene 20-
30 talebe yetiştirmiştir. Açıldığı tarihten itibaren bu
mektebe idadi tahsilini bitirmiş olarak gelen öğrencilere,
ziraatle, gerek doğrudan doğruya gerekse dolaylı olarak
alakalı olan bütün fenler dört sene içinde nazarî ve amelî
bir şekilde öğretilmeye çalışılmıştır.
 Birinci Dünya Savaşı yıllarında kısa bir süre kapanmak
zorunda kalan mektep, Cumhuriyet devrinde yeniden
teşkilatlandırılmış ve İstanbul Ziraat Mektebi adı ile 1930 da
tekrar açılmıştır. Ankara’da yüksek tahsil veren Yüksek
Ziraat Enstitüsü açıldıktan sonra Halkalı Ziraat Mektebi de
diğer vilayetlerde olduğu gibi normal bir ziraat mektebi
haline getirilmiştir.

Sabri BECERİKLİ
Tarım ve Hayvancılıkla ilgili çalışmalar
 Türkiye tarihinde tarım ve hayvancılığın modern eğitim-
öğretimi üzerine açılmış ve kurumsal nitelik kazanmış okul
ise Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi (1891) olmuştur. Bu
okuldan sonra vilayetlerde de ziraat mektepleri açılmaya
başlamıştır. Bursa ve Selanik vilayetlerde açılan en önemli
ziraat mektepleridir.
 Osmanlı devletinin tarım ve hayvancılık için açmış olduğu
okullar modern teknikleri bilen öğrenciler yetiştirilmiş,
çiftçiye de yeni teknikler öğretilmiştir.
 Hayvancılığın ıslahı için Okullara İsviçre ve İngiltere’den
damızlık ırklar getirilmiş, yerli hayvan ırkları damızlıklarla
döllendirilerek ıslah edilmek istenmiştir.
 Özellikle Halkalı Ziraat Mektebinde yapılan
döllendirmelerden sonra Anadolu’da açılmış olan ziraat
mektepleri aracılığıyla ıslah edilmiş olan ırklar Anadolu’ya
yayılmıştır.
Sabri BECERİKLİ
Sanayi Mektebi
 Yeni kurulmaya başlanan fabrikaların ihtiyaç duyduğu teknik
elemanları yetiştirme gayesiyle 1848’de Barutçubaşı Ohannes Dadyan
Efendi'nin nezaretinde Zeytinburnu Sanâyi Mektebi adıyla ilk defa bir
sanâyi mektebi açılmasına teşebbüs edilmiştir. Ancak bu mektep tam
manasıyla faaliyete geçememiştir. Zeytinburnu semtinde inşa edilen
binasında matematik, kimya, metalürji, resim ve nafıa mühendisliği
gibi derslerin okutulması planlanmış, talebeler seçilerek herbirine
maaş bağlanmıştır. Mektebin başına Ohannes Efendi'nin iki oğlu, hem
idareci hem de muallim olarak yüksek maaşlarla tayin edilmiştir.
Ancak talebe maaşlarının ödenmemesi üzerine derslere devam
edilmemiş ve sonunda mektep kapatılmıştır.
 Daha sonra, Mithat Paşa, Tuna valiliği esnasında, Müslüman ve
Hıristiyan çocuklarına sanat öğretmek, talim ve terbiyelerini sağlamak
maksadıyla ilk olarak Niş'de (1863), ikinci olarak Rusçuk'ta (1864) ve
daha sonra Sofya'da halkın yardım ve ianesiyle "Islahhane" adıyla sanat
okulları kurdurmuştur.
Sabri BECERİKLİ
 8 Ekim 1862'de teşkil edilen Islâh-ı Sanâyi Komisyonu ise bir "Mekteb-i
Hiref ve Sanâyinin kurulması için gerekli inceleme ve hazırlıklara
girişmiştir. Bu okulun açılması, gerekli malî imkânların temin edilememesi
sebebiyle gecikmiş, Mithat Paşa'nın işe el koymasıyla ancak 1868’de
mümkün olabilmiştir. 1868’de Mithat Paşa'nın Tuna'daki tecrübeleri göz
önünde bulundurularak İstanbul'da da bir ıslahhane açılması yoluna
gidilmiştir. Mektep beş sınıflı ve yatılı olarak kurulmuştur. Esas öğrenciler
"dâhilî şubeyi", gündüzleri belli saatlerde devam edip yetişmelerini
sağlamak üzere okula kabul edilen esnaf çırakları için açılan özel sınıflar
da "hâricî şubeyi" teşkil ediyorlardı. Ayrıca öğrenciler arasından ayrılan on
altısı Müslüman dördü gayrimüslim yirmi kişi, Ocak 1870'de çeşitli sanat
dallarında eğitim görmek üzere Parise gönderilmiştir.
 Mektebin programında yer alan sanat kolları şunlardı: Demircilik,
dökmecilik, makinecilik, mimarlık, marangozluk, terzilik, kunduracılık.
Birinci sınıf imtihanını başarıyla verenlere "çıraklık", ikinci, üçüncü ve
dördüncü sınıfları tamamlayanlara derece derece birinci sınıfa kadar
yükselmek üzere "kalfalık" ve son sınıfı tamamlayarak diploma alma
hakkını kazananlara da "ustalık" hakkı tanınmış ve böylece okuldan mezun
olacak veya öğrenimini yarıda bırakacak olan sanatkârlar diplomalarına
göre derecelendirilmişlerdir.

Sabri BECERİKLİ
II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Açılan Bazı Okullar
 1880'de Mekteb-i Hukuk-ı Şâhâne kurulmuştur. Öğretim süresi 4 yıldır. Açılışından iki yıl
önce 1878'de çıkarılan nizamnamesinde, okulun Osmanlı kanunları ve siyasetinin ve hukuk
biliminin öğretimiyle uğraşacağı belirtilmiştir.
 Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) Mektebi (1882).
 Hendese-i Mülkiye Mektebi (1883). (İstanbul Teknik Üniversitesinin temeli).
 Lisan Mektebi (1883). Memurlara (özellikle dış işlerinde çalışanlara) yabancı dil öğretmek
ve mütercimler yetiştirmek üzere açılmıştır. Burada, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça,
Arapça, Farsça öğretimi yapılmıştır.
 Ticaret Mektebi (1884). Devlet, yalnızca sivil ve askerî memuriyetlere ve din görevliliğine
yönelen Müslüman halkın bir kısmının ticarete yönelmesini gerekli göre­rek bu okulu
açmıştır. İlk müdürü Grati Efendidir.
 Fenn-i Resim ve Mimarî Mektebi (1887).
 Bağ ve Aşı Ameliyat Mektebi (1887). Bağ hastalıklarını önlemek ve bağcılığı geliştirmek
için açılmıştır.
 Polis Dershanesi (1889). Polislere hukukî bilgiler kazandırmak için açılmıştır.
 Aşı Memurları Mektebi (1892). Çiçek hastalığına karşı aşı yapabilen, sağlık memurları
yetiştirmek için açılmıştır.
 Gümrük Darüttalimi (Gümrük Memurları Mektebi-1892). Bu okulun amacı,
kapitülasyonlar nedeniyle konulan gümrük vergilerinin istenilen biçimde uygulanmasını
sağlayacak memurlar yetiştirmekti.
 Tüccar Kaptan Mektepleri (1886). Abdülhamit döneminde önemli bir ihtiyacı gidermek için
açılan bu ilginç meslek okullarının amacı, ülkede sivil gemiciliği elinde bulunduran bilgisiz ve
yeteneksiz Yunan ve Ermeni kaptanların yerine Müslümanlardan gerekli bilgilerle donatılmış,
uzman kaptanlar yetiştirmekti.
 Aşiret Mektebi (1892). Amacı bakımından Enderun 'u andırır. Ancak, bu kez, Müslüman Arap,
Kürt ve Arnavut eşrafı ve aşiret reislerinin çocukları İstanbul'da bu mektepte okutulup,
bölgelerine döndüklerinde askerî ve İdarî memuriyetlere, öğ­retmenliklere atanacaklardı.
Mektebin süresi 5 yıl, düzeyi kısmen iptidaî ve Rüşdiye sınıfları idi. Sayıları 300-500'ü bulan tüm
öğrencileri yatılı idi. Amaç, bu yolla, aşi­retleri bölücü dış propaganda ve tahriklere karşı
koruyup Osmanlı birliği içinde tut­mak, karışıklık çıkarmalarını önlemekti.
 Çoban Mektebi (1898). Ankara'da tiftik keçilerinin bakım ve ıslahını öğretmek için açılmıştır.
Ankara ilinde o dönemlerde tiftik keçisi yetiştirme­ye ve tiftik ticaretine çok önem verildiği, bu
ticaretin Ankara'ya kadar çekilen demir­yolu ile İstanbul ve Avrupa'yla kolayca yapıldığı
düşünülürse, Ankara'da bir Çoban Mektebimin açılmasının uygulama ve üretime dönük ne kadar
önemli bir eğitim ola­yı olduğu anlaşılır.
 Darülhayr-ı Âlî (1903). Kimsesiz Müslüman çocukların hem korunma ve bakım altına alınıp
kendilerine okul bilgileri kazandırılması, hem de çeşitli mesleklerin öğ­retilmesi amacıyla
açılmış çok amaçlı bir okuldur. Öğretimini 6 yıl sürdürebilen okul Ağustos 1909'da kapatılmıştır.
Bu nedenle, ancak ara sınıflardan bazı öğrenci­lerini mezun edebilmiş ve bu mezunlar mesleğe
atanmışlardır. Örneğin, Telgrafçı­lık, Şimendifercilik derslerini alan 59 öğrenci Hicaz
Demiryolunda kondüktör olarak görevlendirilmiştir.
Öğretmen yetiştirme

 Darülmualimin-i Rüşdî 1848:


 Darülmuallimînin kuruluş amacı, öncelikle, yeni yeni açılmakta olan
Rüşdiyelere modern teknikleri bilen öğretmenleri yetiştirmekti.
 Darülmuallimîne önce, 'Baş Hoca' unvanı ile Denizlili Yahya Efendi
adında bilgi­li ve yaşlı bir müderris yönetici olarak atanmıştır. Yahya
Efendiden sonra okulun müdürlüğüne Ağustos 1850'de, bu kez Ahmet
Cevdet Efendi (sonra Paşa) adında yine ulemadan değerli ve genç bir
zat okulun başına getirilmiştir.
 Ahmet Cevdet Efendi, Darülmuallimîn için, 1 Mayıs 1851 tarihli olarak
bir Ni­zamname kaleme almış ve uygulamaya koydurmuştur.
Bu Nizamname ile Darülmuallimîn köklü bir yasal ve eğitimsel
düzenlemeye tabi tutulmuştur. Darülmuallimîn Nizamnamesi ve
onu açıklayıcı yazıda belirlenen başlıca düzenlemeler özetle
şöyledir.
 Nitelikli öğretmen yetiştirilebilmesi için okula az sayıda öğrenci
alınması yoluna gidilmiş, hatta, alınacak öğrenci sayısı 30’dan
20'ye indirilmiştir.
 Öğrenciler sınavla alınacaktır. Okula girebilmek için adayların
Arapçayı anla­yıp Türkçeye çevirebilecek bilgiye sahip olmaları,
kötü hal ve hareketlerinin bulun­maması şarttır.
 Okulun süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir.
 Programı şöyledir: Usul-i Tedris, Farsça, Aritmetik, Geometri, Alan Ölçümü,
Astronomi, Coğrafya. Programda bir öğ­retim yöntemi dersinin ilk ders olarak yer
alması çok önemli bir olaydır. Ayrıca Arapçanın bulunmayışı da dikkati çekiyor.
Nizamnamede, okula girişte Arapçayı bilme şartının konulması ders programına
konulmamasını sağlamıştır.
 Kendilerini yalnızca derslerine verebilmeleri için, öğrencilere dolgun maaş (burs)
ödenecektir.
 Öğretmenliğin "vakar ve temkini"ni (saygınlığını) korumaları için, öğrencilerin çıkıp
para ve yiyecek "dilenmeleri" geleneği kaldırılmıştır
 Öğretim ve sınavlar ciddi yapılacak, kimseye "iltimas" ile davranılmayacak,
başarısızlar okuldan çıkarılacaktır.
 Çalışkan öğrencilere okulu 3 yıldan daha önce (yine sınavla) bitirme yolu açılmıştır.
 Mezunların göreve atanmalarında mezuniyet başarı dereceleri ve sıraları göz önünde
tutulacaktır.
 Mezunlar, göreve atanıncaya kadar, bilgilerini pekiştirmeleri için, maaşları da
verilerek, Darülmuallimîn'de tutulacaklardır.
 Boşalan bir Rüşdiye öğretmenliğini kabul etmeyen mezunun elinden diplo­ması
alınacak ve kendisine bir daha öğretmenlik veya eğitimde bir görev verilmeyecektir.
 Darülmuallimin-i Sıbyan 1868:
 Yeni açılmakta olan ve artık giderek "iptidaî mektep" denen ilkokullara
öğretmen yetiştirmek için de 1868'de İstanbul'da bir Darülmuallimîn-i Sıbyan
kurulmuş ve buna illerde açılması düşünülen öğretmen okullarına öğretmen
yetiştirme görevi ile, illere toplanacak ilçe ilkokul öğretmenlerine az zamanda
yeni yöntemleri öğret­me görevi de verilmişti. Taşrada bu tür okullar 1875'ten
sonra yoğun olarak ta 1880’lerde açılmıştır.
 Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde Öğretmen Okulları ile ilgili Hükümler:
 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, öğretmen okulları ve onların
programları konusunda çok ayrıntılı hükümler getirmiştir. "Mükemmel
muallimler yetiştirmek üzere" Rüşdiye, İdadiye, Sultaniye şûbelerinden oluşan
bir Büyük Darülmuallimîn kurulacağını, her şubenin biri Edebiyata, öteki Ulûm
ve Fünûna mahsus iki bölümü bulunacağını, Darülmuallimîn-i Sıbyanın da bu
Büyük Darülmuallimînin parçası olacağını belirtir; her birinin derslerini de
gösterir. Fakat Nizamnamenin uygulanmayan maddeleri arasında bu hükümler
de yer almış, İda­diye şubesi ancak 1876’da açılabilmiştir.
 Darülmuallimat 1870:
 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, kız ilkokulları ve kız Rüşdiyelerine
kadın öğ­retmen yetiştirmek için bir Darülmuallimat açılmasını
öngörmüş ve bu okul 26 Ni­san 1870 tarihinde açılmıştır. Sıbyan
şubesinin öğretim süresi 2, Rüşdiye şubesininki 3 yıldır. Programları
Darülmuallimîn programlarına çok benzer. 1869 Nizam­namesi,
Darülmuallimatın Sıbyan şubesi için Usûl-i Tâlim adıyla bir ders ve sırf
kız­lara hitap eden şu dersleri öngörmektedir: Dikiş, Nakış, Ameliyat-ı
Hiyatiye.
 Darülmuallimatın açılışında, Eğitim Bakanı Saffet Paşanın "bu okul
Padişahımızın en yüce kuruluşlarından biridir ve kadınların eğitimine
sonsuz yararlar sağlaya­caktır" demesi yerinde bir tespit olmuştur.
 Darülmuallimatın toplumda çok önemli ve yararlı etkileri
görülmüştür:
 Kız Rüşdiyeleri ve sıbyan mekteplerine bayan öğretmenler
yetiştirerek bu okulların çoğalmasına ve dolayısıyla giderek
artan sayıda kızın okumasına katkıda bulunmuştur. Cumhuriyete
kadar kızların devletçe eğitimi projesinin merkezileşme ve
toplum üzerinde devlet denetimini artırma yönünde bir
modernlik taslağının par­çası olduğu da ileri sürülmüştür.
 Burs almayan öğrencilerini öğretmen olmaya zorlamadığı için,
bir çok genç kız ve kadın, sadece öğretmen olmak için değil, üst
düzeyde bir okulda okumak için bu kuruma girmiş, bu da, ülke
kadınları arasında bilgili, aydın bir kitlenin oluşup gelişmesini
sağlamıştır.

You might also like