Professional Documents
Culture Documents
TÜRK EĞİTİM TARİHİ Klasik Dönem
TÜRK EĞİTİM TARİHİ Klasik Dönem
Sabri BECERİKLİ
SELÇUKLULAR
Selçukoğullarının atası Selçuk Bey’in ölümü üzerine
onun yerini torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler
doldurmuştur. Tuğrul Bey Gazneliler ile girişmiş
olduğu hakimiyet mücadelesinde galip gelmiştir.
1040 Dandanakan mevkiinde gerçekleşen bu
mücadele sonrası kurulan Büyük Selçuklu
Devleti, Karahanlı ve Gazneli’nin bıraktığı
egemenlik alanına sahip çıkmıştır.
Tuğrul Bey 1055 yılında Bağdat üzerine yaptığı
seferde Abbasi halifesini Şii Büveyoğullarının
baskısından kurtarmıştır. Daha sonra halifenin
kızı ile de evlenen Tuğrul Bey’e halife Kaim
tarafından Dinin direği, Doğu’nun ve Batı’ın
hükümdarı unvanı verilmiştir. Elbette bu durum
Selçukluların itibarını İslam dünyasında
artırmıştır. Tuğrul Bey’in vefatı üzerine onun
yerine kardeşinin oğlu Alparslan geçmiştir.
Bilhassa 1071 Malazgirt savaşı sonrası
Anadolu’ya giren Selçuklu Türkleri Anadolu’nun
Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük rol
oynamışlardır. Sabri BECERİKLİ
Diğer Müslüman devletleri gibi Selçuklu
devlet adamları da eğitim ve bilim
severdir.
Tuğrul Bey «kendime bir köşk
yaptırıp, yanında bir cami
yaptırmazsam Tanrı’dan
utanırım» diyordu. Tuğrul Bey
fethettiği şehirlere girdiğinde ilk işi
bilginleri, din adamlarını saygı ile
ziyaret etmektir.
Alparslan, medreseleri ülkenin her
tarafına yaygınlaştırmıştı. O, kendi
gelirinin bir kısmını yoksullara,
onda birini de bilim adamlarına
veriyordu.
Sabri BECERİKLİ
Selçuklularda örgün ve Atabeglig kurumu:
yaygın eğitim kurumları Türklerde şehzadelere siyaset ve savaş işlerini
öğretmek, onlara danışmanlık, rehberlik
Medreseler: yapmak için bazı tecrübeli kişilerin çok
eskiden beri görevlendirildiği biliniyor.
İlk Selçuklu medresesi Nişabur’da Tuğrul Bey Selçuklularda bu sistematiği kullanmış ve
tarafından 1046 yılında kurulmuştur. atabeglig kurumu ortaya çıkmıştır.
Alparslan döneminde ise 1067’de Bağdat’da Atabeglig resmi bir görev ve unvandır.
Nizamiye medresesi adıyla önemli bir kurum Atabegler genelde komutanlar ve
açılmış ve bu kurumların sayıları artırılmıştır. vezirlerden seçilirdi.
Ahilik teşkilatı: Kurucusunun Ahi Evren diye
Bağdat Nizamiye medresesinin kurulmasında
kabul edildiği ve Osmanlı’da da
Alparslan ve Nizamülmülk’ün ilgi ve çabaları uzantılarını göreceğimiz esnaf
etken olmuştur. Ülkenin her tarafına teşkilatıdır. Usta, kalfa ve çırakların
yayılmıştır. yetiştirildiği sadece sanat değil aynı
Medreselerde sistematik genel olarak aynıdır. Esas zamanda dini öğretiminde yapıldığı bir
olarak hukuk, din ve dil öğretimi yapılır. Tıp sistematiğe sahiptirler.
eğitimi ise Bimaristan ve Darüşşifada
uygulamalı olarak yapılır.
Medreselerin öğretim yöntemi daha çok ezbere
dayalıdır. Dersleri bitirme değil de kitap
bitirme usulü vardır.
Medreselerin mali organizasyonları vakıflar
aracılığıyla yapılmıştır. Sabri BECERİKLİ
Ahilik
Şed bağlama:
Cimrilik kapısını bağlayıp cömertlik kapısını
açmak
Zulüm kapısını bağlayıp kanaat kapısını
açmak
Hırs kapısını bağlayıp kanaat kapısını açmak
Lezzet kapısını bağlayıp nefsini kırma
kapısını açmak
Halktan bir şey umma kapısını bağlayıp
Sadece Hak’dan bekleme kapısını
açmak
Saçmalıklar kapısını kapayıp Allah’ı anıp
tatlı konuşma kapısını açmak
Şeytanca işler kapısını bağlayıp ilahi işler
kapısını açmak
Sabri BECERİKLİ
Nizamiye Medreseleri ve
Nizamülmülk
Sultan Alparslan ve oğlu Melilkşah’a
vezirlik yapmış Türk devlet adamıdır.
Yazmış olduğu Siyasetnâme isimli
eseri ve kurduğu Nizâmiye medresleri
Türk eğitimine yaptığı en önemli
katkılar arasındadır. Ayrıca
Nizamülmülk yaptırmış olduğu
medreselere ciddi oranda maddi
yardımda bulunmuştur.
Onun kurduğu medreseler Bağdat, İsfahan,
Nişabur, Belh, Herat, Basra, Amul ve
Musul’da açılmıştır. Vezir
Nizamülmülk Medreselere maddi
olarak destekte bulunmasından başka
müderris atama yetkisini de taşımıştır.
Onun vezirliği aynı zamanda eğitim
bakanlığı yetkisini de elinde
bulundurmuştur.
Sabri BECERİKLİ
Nizamiye medreseleri
Nizamiye medreseleri Türk eğitim tarihi ve
İslam eğitim tarihi açısından çok önemli
bir yer kaplamaktadır. Bu medreseler
kurulmaya başlandığında İslam
dünyasında bir medrese anlayışı olsa bile
teşkilatlanma ve Şii-Sünni mücadelesinin
sembolü olarak Nizamiye medreselerinin
ayrı bir önemi oluşmuştur.
İlk Nizamiye medresesi hakkında net bir bilgi
olmamasına rağmen Bağdat'ta (1067)
kurulmuş olan medresenin ilk olmadığı
fakat en büyük olduğu ve nizamiye
medresesi geleneğinin oradan geldiği
bilinmektedir. Medreselerin kurucusu,
önderi olması hasebiyle medreseler vezir
Nizamülmülk’ün adıyla anılmıştır.
Sabri BECERİKLİ
Medreselerin Selçuklularda önem
kazanması ve yayılmasının nedenleri
Selçuklularda Nizamiye medreseleri önemli bir yer kaplamaktadır. Nizamiye
medreseleri dışında da çeşitli devlet adamları ya da ilim adamları tarafından
medrese yapılmıştır. Fakat Selçukluların sembol medreseleri Nizamiyelerdir.
Nizamülmülk’ün devlet eliyle medrese kurmasının yanında kendi bütçesinden ciddi
derecede para harcaması medreselere ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Özelde Nizamiye medreseleri ve diğer medreselerin kurulması ve
yaygınlaştırılması isteğinin altında bazı sebepler vardır.
Genişleyen devletin yönetim ihtiyacı için memur yetiştirme
Din adamı yetiştirme
Yoksul ve yetenekli öğrencilerin okumasını sağlamak
Din bilginlerinin devlet kontrolünde olmasını sağlamak
Devletin işleyişi için önem arz etmiştir. Fakat çok önemli bir sebepte vardır ki o da
«Şii» lere karşı bir propaganda geliştirmektir. Nizamiye medreselerinin sembol
olmasındaki en önemli etken budur. Şii-Sünni mücadelesinin en yoğun olduğu
Bağdat’ta Sünni anlayışın temsilcisi olmuştur.
Sabri BECERİKLİ
Anadolu’da medreselerin
yayılması
Medreselerin Anadolu da yayılmasını Anadolu'nun Türkleşmesi ile açıklamak mümkündür. 1071’de
Malazgirt savaşının kazanılması Türklere Anadolu’nun kapılarını açmıştır. Nitekim Türkistan
ve İran’da medrese yapma alışkanlığı kazanan Selçuklular bu anlayışı Anadolu’ya da
götürmüşlerdir.
Sultan Alparslan Malazgirt zaferinden sonra komutanlarını Anadolu’da fethettikleri toprakların
kendilerinin olması şartıyla serbest bırakmıştır. Böylece Alparslan’ın komutanları Anadolu’da
çok hızlı bir şekilde fetih hareketi yapmaya ve fethettikleri bölgelerde İç İşlerinde serbest, dış
işlerde ise Büyük Selçuklu Devletine bağlı, Anadolu’da görülen ilk Türk beyliklerini
kurulmuşlardır.
Sabri BECERİKLİ
Osmanlı klasik dönemi eğitim özellikleri
Medreseler çok güçlü eğitim kurumu haline
gelmiş ve toplumu derinden etkilemiştir.
Üst düzeyde yönetici yetiştirdikleri Enderun
adında önemli bir örgün eğitim kurumu
ortaya çıkmıştır
İlk öğrenimde dini bilgiler ve Kur’an okuma
öğretilmiştir
19. Yüzyıla kadar ilkokul üstü örgün eğitim
kurumlarında yalnızca erkekler
okumuştur
Azınlık ve yabancılara eğitim hakkı
tanınmıştır
Eğitimde yenileşmelere askeri okullardan
başlanmıştır
Eğitimin finansmanını daha çok vakıflar
yürütmüştür.
Sabri BECERİKLİ
Sıbyan mektepleri
• Osmanlıda ilköğretim kurumları muallimhane, darüttalim, mektep,
mektebhane, sıbyan mektebi diye adlandırılmıştır.
• İlköğretim seviyesinde 5-6 yaşlarında çocukların devam ettiği 3-4 yıl süren
okullardır.
• Karma eğitim yapılır.
• Okulların kuruluşu ve yürütülmesi genellikle vakıflar tarafından veyahut
köydeki ve mahallelerdeki bireylerin maddi yardımlarıyla yürütülmüştür.
• Vakıflar yoluyla yapılmış olan mektebin masrafları ve öğretmen ücreti
vakıflardan, mahallelinin desteğiyle yapılanlarının masrafları ve öğretmen
ücreti mahalleli tarafından karşılanır.
• Din öğretimi yapılır
• Öğretmenler din adamlarıdır yani imamlardır.
• Bu okullar genelde camilere bitişiktir.
• Özellikle devlet büyüklerinin güçlü vakıflarında yaptırmış olduğu mekteplerde
çocuklara hediyeler ve harçlıklar verilirdi. Hatta çocuklar Bab-ı Âlî ye getirilip
onlara tatlı yedirilerek harçlık verilirdi.
Sabri BECERİKLİ
Amin alayı
Sabri BECERİKLİ
Medreseler
Kendi içinde derece derece örgütlenen bu
okullarda İslami ilimlerin yanında, pozitif
ilimler de okutulmuştur.
Medrese altın yıllarını Osmanlının yükseliş
döneminde yaşamıştır. Bunların en ünlüleri
Fatih ve Kanuni medreseleridir. Pek çok ilim
adamı, kadı, din görevlisi, devlet memuru,
müderris ve şeyhülislam bu medreselerden
yetişmiştir.
16. yy’dan sonra medreselerde bozulma de
başlamıştır. Avrupa’da yapılan atılımlar
burada yapılamamış ve gün geçtikçe
zayıflamışlardır.
Sabri BECERİKLİ
İlk medreseler
Osman bey ilk yıllarında Eskişehir Karacahisar’da bir camiyi medrese haline getirmi ştir
Orhan bey Bursa’yı feth ettiğinde Bursa’da bir manastırda medrese açmı ştır. Fakat
müstakil olarak bir binada medrese kurulması 1330’lu yıllarına denk gelmektedir.
Osmanlı devletinde ilk medrese İznik’te Orhan Bey tarafından yaptırılmı ştır (Bu
medreseye İznik Orhaniyesi de denilmektedir).
İznik medresesinin ilk müderrisi Kayserili Davuddur. Kayserili Davud (1260-1350):
Kayseri'de doğmuş, orada akli ve dini bilimleri öğrenmiş, bilgilerini ilerletmek için
Mısır, İran ve Konya’ya gitmiştir. Orhan Bey tarafından İznik medresesine
müderris olarak görevlendirilmiştir. Burada hadis, fıkıh, mantık, kelam
okutmuştur.
I. Murad Çekirgede, Yıldırım Bayezid Yıldırım Cami yakınında medrese ve darü şşifa,
Çelebi Mehmed Yeşil cami yanında Yeşil medrese (sultan medresesi), II. Murad
külliyesinin yanında Muradiye medresesini yaptırmıştır.
Edirne’nin alınmasından sonra bu kentte de bir çok medresenin yapıldığı
görülüyor. En önemlileri, II. Murad’ın yaptırdığı Darülhadis (1435) ve Üç
Şerefeli Medresedir (1447). Fatih bu medresenin yanına Peykler
medresesini yaptırmıştır. Bu iki medrese daha sonra çifte medrese diye
anılmaya başlanmıştır.
Sabri BECERİKLİ
Fatih dönemi
Fatih, fethin hemen ardından İstanbul'daki 8 kiliseyi
medreseye çevirmiştir. Fakat bu kiliseden bozma
medreselerde eğitim-öğretim yapmak pek
verimli olmamıştır. Fatih büyüyen ve gelişen
devlet için 1463-1470 yılları arasında bir cami,
iki yanında sahn-ı seman ve tetimme
medreseleri, bir muallimhane, kütüphane, imaret
ve aşevi, iki hamam, darüşşifadan ve
misafirhanelerden oluşan bir külliye yaptırmıştır.
Sabri BECERİKLİ
Sah-ı Seman ve Tetimme
Sahn-ı Seman yada medaris-i semaniye denen 8
yüksek düzeydeki medresenin her birinin 19
hücresi bulunuyordu. 8 müderrisin birer odası
ve 50 akçe gündeliği vardı. Her medresede bir
odası ve 5 akçe gündeliği bulunan ekmek ve
çorba verilen birer muid vardı. Her medresenin
15 odasına 2’şer akçe gündelik, ekmek ve çorba
verilen birer danişmend yerleştirildi. Geri kalan
iki oda kapıcılara ve ferraş denilen temizlikçiye
ayrıldı.
Tetimme denen 8 medrese ise orta öğretim
düzeyinde idi. Her medresede 11 oda vardı ve
her odaya suhte denen 3 kadar öğrenci
yerleştirilmişti. Tetimmelerde muidler ve en
seçkin danişmendler ders okuturdu.
Sabri BECERİKLİ
Örnek bir model
Fatih ayrıca Ayasofya ve Eyüp caminin yakınlarında
da medrese yaptırmıştır.
Fatih dönemine kadar medrese eğitimi görmüş
olanların öğretmenlik yapmasında bir sakınca
görülmemiş, öğretmenlik için ayrı bir formasyon
da verilmemiştir. Fakat İlk defa Fatih Sultan
Mehmed döneminde sıbyan mekteplerinde
öğretmenlik yapacak olanların medrese eğitimleri
yeterli görülmemiş, öğretmenlik yapacaklara
Eyüp ve Ayasofya Medreselerinde ayrı bir
program uygulanması kararı alınmıştır.
Programda Arapça sarf ve nahiv, edebiyat,
mantık, adâb-ı mübâhase ve usûl-i tedris,
münâkaşalı akâid, riyâziyât dersleri yer almıştır.
Programda öğretmenlik meslek dersi olan usûl-i
tedrisin yer alması öğretmenlik mesleğine ayrı bir
önemin verildiğini göstermiştir. Fatih’den sonraki
dönemlerde bu uygulamadan vazgeçilmiştir.
Sabri BECERİKLİ
Kanuni dönemi
Mimar Sinan’a Süleymaniye cami ve külliyesini yaptırdı
(1550-1557).
Külliyede şunlar vardır:
Darulhadis
Darülkurra
Darüttıp
4 adet Genel medrese
1 adet Sıbyan mektebi
1 Kütüphane
Daruşşifa ve eczane (Daru’l Edviye)
Hamam
İmarethane
Tabhane (misafirhane)
Sabri BECERİKLİ
İhtisas medreseleri
Dârülkurrâlar
Sıbyan Mektebi veya ona eşdeğer eğitim
gördükten sonra devam edilen bu okullarda
Kur'ân-ı Kerîm ezberletilir, kıraat ve
harflerin doğru söylenişi öğretilirdi. Osmanlı
Devletinde ilk Dârülkurrâ, I. Bayezid
tarafından Bursa'da açılmıştır. Bu
Dârülkurrâ, daha sonrakilere örnek olmuş, her
selâtin ve vüzerâ camiinde
olacak kadar Dârülkurrâlar
çoğalmıştır.
Sabri BECERİKLİ
İhtisas medreseleri
Dârülhadisler
Hz. Muhammed'in söz, fiil ve takrirlerinden meydana gelen hadislerin tahsil edildiği
yerlerdir. Dârülhadislere girebilmek için genel medrese çıkışlı olmak veya denk
bir ön eğitim görmüş olmak gerekiyordu. Bu medreselerde hadis ilminde
derinleşmeye yönelik, üst düzey bir din eğitimi veriliyordu.
Osmanlı Devletinde ilk dârülhadis, I. Murad zamanında Çandarlı Hayreddin
Paşa tarafından İznik'te inşa ettirilmiştir.
II. Murad‘ın Edirne'de açtığı Edirne Dârülhadisi de önemli
Dârülhadislerdendi. Bundan sonra çok yayılan ve her selâtin, vüzerâ
camiinde açılan Dârülhadisler, Süleymaniye Dârülhadisi ile medreseler arasında
en seçkin yeri kazanmışlardır. Osmanlı Dârülhadislerinde, Sahih-i Buhari
vb. eserler okutuluyordu. İstanbul'da bulunan Süleymaniye Dârülhadîsi
zamanının bütün eğitim-öğretim müesseseleri arasında en yüksek seviyede
tutulmuştur.
Sabri BECERİKLİ
İhtisas medreseleri
Dârüşşifalar
Tıp eğitiminin teorik ve pratik olarak verildiği merkezler
idi. Diğer medreselerde olduğu gibi, Osmanlı
Dârüşşifaları da İslâm dünyasında daha önce kurulmuş
olan Dârüşşifaları ve özellikle Anadolu Selçuklu
Dârüşşifalarını örnek alarak tesis edilmişlerdi.
Bu müesseseler, Dârü't-tıbb, Dârü'ş-şifa, Dâru's-sıhha,
Dârul-merzâ, Dâru'l-atiye, Mâristan, Bîmaristan gibi
isimlerle de anılmaktadır.
Osmanlılarda Dârüşşifa olarak adlandırılan bu müessese,
Süleymaniye külliyesinin kurulmasından sonra Tıb
Medresesi yani , Dârü't-tıbb adını almıştır.
Osmanlılarda ilk Dârüşşifa, I. Bayezid tarafından Bursa'da
kurulmuştur. Bundan sonra Fatih Sultan Mehmed'in
İstanbul Dârüşşifası, II. Bayezid'in Edirne Dârüşşifası,
Kanuni Sultan Süleyman'ın İstanbul'daki Tıb Medresesi
Osmanlının önemli Dârüşşifalarını oluşturmaktaydılar.
Medreselerde Tıp eğitimi verilmekte olup Tıp
Medresesinin bir nevi staj ve tatbikat yeri olan
Darüşşifaya medrese talebeleri ders ve tatbikat için Sabri BECERİKLİ
Darülmesneviler
Mesnevi, Anadolu Selçuklu zamanının önemli ismi
Mevlana Celaleddin Rumi’nin eseridir.
Genellikle mesnevi kendi adıyla anılan
Mevlevihanelerde okutulurdu. İşte bunun
dışında mesneviyi okutmak üzere açılan
medreselere de Darülmesnevi denilmiştir.
Buralarda öğretim mesnevinin dilinden dolayı
farsça yapılırdı.
Sabri BECERİKLİ
Medrese sitemi
Sabri BECERİKLİ
Sabri BECERİKLİ
Osmanlı Medreselerinin Kadrosu
Medrese kadrosunu yönetim, eğitim-öğretim ve
hizmet olmak üzere üç kısımda incelemek müm
kündür.
Yönetim kadrosu, mütevelli ve mütevelliye bağlı
kâtib, câbî (medreseye ait vakıf mallarının
vergilerini toplayan memur), câbî kâtibi, mu'temed
ve noktacı gibi memurlardan oluşuyordu.
Tedris kadrosu, Müderris ve muidden oluşuyordu.
Hizmet kadrosu, ise hâfız-ı kütüb (kütüphane
memuru), bevvâb (kapıcı-bekçi), ferrâş (temizlikçi),
kennâs-ı helâ (tuvalet temizleyicisi), sirâcî
(kandilci) gibi elemanlardan müteşekkildi.
Sabri BECERİKLİ
Yönetim Kadrosu
Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim ile idare birbirinden ayrılmış olup, yönetim
kadrosunun başında vakıf mütevellisi bulunmaktaydı. Mütevellinin yönetimi
altında kâtib, câbî (medreseye ait vakıf mallarının vergilerini toplayan
memur), câbî kâtibi ve mu'temed gibi memurlar bulunmaktaydı. Yönetim
kadrosunun başında bulunan mütevelli, medreselerin dâhili işlerini yürüttüğü gibi
medrese binalarının bakım ve onarımı gibi haricî görevleri de yerine
getirmekteydi. Mütevelliye verilen ücret, en yüksek dereceli medrese olan Darülhadis
medresesi müderrisine verilen ücret kadardı.
Medrese kadrosundaki memurlardan biri de noktacı idi. Müderris, mu'id ve
danişmendlerin derslere gelip gelmediklerini veya zamanında gelip gelmediklerini
tespit etmek noktacının göreviydi. Noktacı, derse devam etmeyenleri mütevelliye
bildirir, mütevelli de vazifesine gelmeyenlerin ücretlerini keserdi.
Sabri BECERİKLİ
Eğitim-Öğretim Kadrosu
Müderris
Belirli bir tahsilden sonra icazet, mülâzemet ve beratla medreselerde ders veren
kimselere müderris denir. Müderris, medresedeki akademik faaliyetleri yürüten ve
akademik faaliyetlerden sorumlu olan görevliydi.
Camilerde halka açık dersler veren müderrislere de dersiam denmekteydi.
Müderrisler, Osmanlı Devletinde çok itibarlı bir yere sahiplerdi.
Müderris unvanı, Tanzimat'tan sonra açılan Dârülfünûn hocaları için de
kullanılmıştır.
Osmanlı'da tek dershaneli medreselerde bir, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye
Medreseleri gibi birden fazla dershanesi bulunan medreselerin her dershanesi için
birer müderris görevlendirilirdi
Sabri BECERİKLİ
Müderris olabilmek için Sahn-ı Semân derecesinde icazet almak gerekiyordu.
İcâzetnâme vermek, öğrencinin devam ettiği sahn medresesi müderrislerinin
hakkıydı. Bu müderrislere muciz denil mekteydi. Medrese öğrencisi, medrese
derslerine başladığı tarihten itibaren hangi derslerden hangi eserleri okumuşsa,
bu eserlerin yazılı olduğu bir belgeyi hocasından alır ve bununla daha yüksek
bir müderrisin dersine devam ederdi. Bu belgeye temessük denilirdi.
Medrese öğrencisinin medrese derslerini başarıyla tamamlayıp ders okutmaya
liyakatini gösteren en son belge ise, bugünkü diplomanın karşılığı olan
icâzetnâme idi. icâzetnâme alan öğrenciler, müderrislik ya da kadılık yolunu
seçerlerdi.
İcâzetnâmeyi veren müderris, icâzetnâmeye kendi ismini yazdıktan sonra,
kendisi o dersi kimden okuduğunu ve hocasının kim olduğunu bir silsile halinde
yazarak bunu İslâm âleminin en büyük âlimlerine kadar dayandırırdı. İcâzetnâme
alan talebe, göreve başlamak için, Anadolu veya Rumeli Kazaskerlerinin mu
ayyen günlerdeki meclislerine devam edip matlâb denilen deftere (Rûznâme)
mülâzım kaydedilir, sırası gelinceye kadar beklerdi ki bu bekleme
müddeti yedi yıl idi. Bu beklemeye nöbet denilirdi Yedi yıllık nöbet süresini dolduran
ve bir müderris heyeti tarafından yürütülen rüûs imtihanına girip başarılı olanlar, en
alt kademe medreselerde müderrislikten başlayarak, üst kademedeki medreselere
doğru yükselirlerdi.
Sabri BECERİKLİ
Herhangi bir medresede bulunan boş bir kadroya aynı derecede birden fazla
müderrisin başvurması durumunda aralarında imtihan yapılırdı. Bunun için
müderrislere herhangi bir konu verilerek hem takrirleri dinlenir hem de o konu
hakkında bir risale yazdırılırdı. Bir heyet tarafından bu risalelerin
incelenmesinden sonra muvaffak olan, medreseye müderris olarak
görevlendirilirdi. Müderrislerin imtihanlarında kazaskerler de bulunur, imtihan
halka açık camilerin birinde yapılır ve hazırlanan sorular medresenin ve
müderrislerin derecelerine göre olurdu.
İlk devirlerde müderrislerin atamaları, medreseyi kuran Padişah veya Paşa tarafından
yapılmıştır. Nitekim Dâvûd-ı Kayserî'nin tayini bu şekilde olmuştur. Daha sonra
16. yüzyıl ortalarına kadar atamaları kazaskerler yapmışlar, bu tarihten sonra da
Şeyhülislâm ilmiye sınıfının en yüksek mertebesine çıkarıldığından, müderris
atamaları Şeyhülislâmın teklifi ile yapılmaya başlanmıştır. Kırklı medreselerden
daha yüksek medreselere müderris ataması, Şeyhülislâmın Sadrazam'a teklifi,
Sadrazam tarafından da Padişaha arz olunarak muvafakatinin alınması ile
olmuştur.
Sabri BECERİKLİ
Yirmili bir medreseye tayin olan müderris, sıra ile
terakki ederek Otuzlu, Kırklı, Ellili, Altmışlı
ve daha yüksek pâyelere çıkabiliyordu. En
yüksek pâyeli medreseler, Fatih döneminde
Sahn, Kanunî döneminde Süleymaniye
Dârülhadis'i, II. Selim döneminde Edirne'deki
Selimiye, III. Murad döneminde Medine'deki
III. Murad Medresesi ve III. Mehmed
döneminde yine Medine'deki III. Mehmed
Medresesi idi.
Bir müderrisin ilk rütbeden son rütbeye kadarki
ilmiye yolunda ilerlemesi, 25-30 yıl
almaktaydı. Tabi müderrislerin kadılığa
geçme hakları olduğundan daha yüksek gelir
ve daha hızlı kariyer yolu olan kadılık
genelde tercih edilmiştir.
Sabri BECERİKLİ
Müderrisler, meslekleri itibariyle toplumda itibar
sahibi kimselerdi. Bu sebeple, özellikle Fatih
ve Süleymaniye gibi büyük medreselerin
müderrislerine olağanüstü yetkilerle İstanbul
ve taşrada teftiş, çeşitli yolsuzlukların
araştırılması gibi geçici görevler verilirdi.
Yüksek seviyeli medrese müderrisleri, önemli
merasimlerde kendilerine has, ilmiye
kıyafetiyle yer alırlardı.
Müderrislere ders yükünden başka vakıf nâzırlığı,
toplanan gelirlerin tasarrufu hususunda yetki,
medrese binalarına yapılacak herhangi bir
tamiratı yürütme gibi ek görevler de
verilebilirdi. Müderrisler, maaş durumları ile
de medresede bulunan diğer vazifelilere üstün
bir durumdaydı. Maaşları vakfiyelerde
yevmiye (günlük) hesabı ile gösterilmiş, bazı
vakfiyelerde müderrisin ve diğer vazifelilerin
maaşları sabit tutulmamış, toplanacak hasılat
üzerinden hesap edilmişti.
Sabri BECERİKLİ
Müderrislere günlük maaş yanında daha bir takım
yan ödenekler verilirdi. Bunlar senelik veya
mevsimlik olur. Buğday, arpa, kışlık yakacak
olarak odun verilirdi. Medreseler, genellikle
imaretlerin yanında kurulduklarından mü
derrisler bu imaretlerden pişmemiş erzak veya
hazır yemek alırlardı. Talebeler ve diğer
görevlilerde imaretlerden yemek alırlardı.
Padişahlar müderrislere büyük değer
vermişlerdir. Üst düzey medrese
müderrislerinin saray düğünlerinde padişahın
huzurunda bulunmaları bu değere bir örnek
olabilir.
Müderrisler, İlmî yetersizlik, derslere devamsızlık,
âmirlere karşı kötü muamele, talebe ile
uyumsuzluk, yolsuzluk gibi sebeplerle tahkikat
geçirebilirler ve normal sürelerini
doldurmadan vazifeden alınabilirlerdi.
Sabri BECERİKLİ
Mu'îd
Mu'îd, sözlük anlamı iade eden, terim anlamı ise, müderrisin verdiği dersi,
yaptığı takriri tekrar eden kimse (müzakereci) demektir. Mu'îdin müderris ile
talebe arasında bir derecesi vardı. Bu günkü asistan pozisyonundaydı.
Osmanlı Devletinde her medresede bir mu'îd kadrosu bulunurdu. Ancak bazı
dönemlerde mu'îd sayısının ikiye çıktığı da görülmektedir.
Mu'îdlerin seçimini müderrisler yapmakta olup mu'îdlerin görev süreleri tam
olarak bilinememektedir. Mu'îdler, müderrislerin yanında deneyim kazandıktan
sonra boş bulunan bir medreseye atanırlardı. Mu'îdler de müderrisler gibi
düzenli olarak ücret alırlardı. Yine mu'îdlere, müderrisler gibi berat verilirdi.
Mu'îd, Elli akçeli bir medresede 4 ile 8 arasında değişmekle beraber genel
olarak 5 akçe yevmiye alıyordu.
Sabri BECERİKLİ
En liyakatli dânişmendlerden seçilen mu'îdler,
talebenin disipliniyle de ilgileniyorlardı. Sahn-ı
Semân mu'îdleri ise, disiplin ve ders izahı
görevlerine ilaveten Tetimme medreselerindeki
suhtelere ders verirlerdi. Mu'îd, medresede
bulunan talebelere vakit namazlarını da
kıldırırdı. Talebelere müderrisin değil de
mu'îdin namaz kıldırması, mu'îdin talebe
nazarındaki yerini yükseltmek ve sağlamlaştır
mak için olmalıdır.
Mu'îdlerin yanında onların yardımcıları olan gözde
talebeler vardı ki bunlara müsta'id denirdi.
Sabri BECERİKLİ
Öğrenci Kadrosu
Medrese öğrencileri, eğitim gördükleri medreselerin seviyesine göre bazı
adlarla anılırlardı. Sıbyan mektepleri öğrencilerine talebe veya şâkird, aşağı
seviyedeki medrese öğrencilerine suhte ve yüksek dereceli medrese öğrencilerine
de dânişmend denmekteydi. Medrese öğrencilerini genel olarak kapsayan
terim de talebe-i ulûm idi.
Medreselerdeki öğrenci sayısının, medreselerin kapasitesine göre değiştiği
görülmekle birlikte, en büyük medreselerde bile bir müderrisin ders verdiği
öğrenci sayısının yirminin altında olduğu görülmektedir. Bazı durumlarda bir
medreseden başka bir medreseye talebe nakledildiği de olmaktaydı.
Osmanlı Medreselerinde talebeler, Sıbyan mektebini bitirerek veya o seviyede
özel bir eğitim görerek medrese eğitimine başlarlardı. Zira en aşağı seviyedeki
Hâşiye-i Tecrid medreselerinin derslerini anlayabilmek için en azından okuma-
yazma ve ilmihal bilgilerinin öğrenilmiş olması lazımdır. Hâşiye-i Tecrîd
medreselerinde bir mü derrisin dersine başlayan talebe, oradaki dersleri
okuduktan sonra hocasından icazet (temessük) alarak Otuzlu bir medresedeki
(miftah medresesi) müderrisin derslerine devam eder, oradan icâzetle Kırklı bir
medreseye, oradan icâzetle Ellili bir medreseye ve oradan da yine icâzetle Sahn-ı
Semân'a veya Süleymaniye'ye geçer ve buradaki dersleri de tamamlayarak
mülâzemet için sıraya girerdi.
Sabri BECERİKLİ
Osmanlı Medreselerinde Eğitim ve
Öğretim Faaliyetleri
Sabri BECERİKLİ
Medreselerdeki örgün eğitim genel olarak haftada beş gün yılda dokuz ay idi. Salı ve
Cuma günlerinde hafta tatili, Recep, Şaban ve Ramazan aylarında ise yıllık tatil
olması teamül haline gelmişti.
Haftada kaç gün ders yapılacağı müderrisin inisiyatifinde olduğu gibi günde kaç saat
ders yapılacağı da müderrisin inisiyatifindeydi. Dolayısıyla günlük ders saati ve
adedi medreseye göre değişebiliyordu.
XIV. yüzyılda dört saat olan günlük derslerin XV. yüzyılda beş saate çıktığı, bu
derslerin sabah ve ikindiden sonra olmak üzere iki seansta yapıldığı bilinmektedir.
Genellikle derslere sabah namazından sonra başlanır, müderris talebeleriyle
birlikte vakit namazını kılardı. Namazdan sonra derse geçilir, Kur'an'dan bir sure
okunur, Peygambere salât ve selamdan sonra konuya geçilirdi. Dersler öğleye
kadar sürerdi. Öğleden ikindiye kadar ders yapılmazdı. İkindi namazından sonra
ikindi dersleri başlardı.
Sabri BECERİKLİ
Müderrisler okuttukları dersten herhangi bir bahis üzerine öğrencilere münazara
yaptırırlar ve neticede iki taraf arasında hakem olup mütalâalarını söylerlerdi.
Müderrisler metinler haline gelmiş olan kitapları takrir eder, tartışmalar, sorular
ve cevaplarla dersi işlerdi. Medreselerde ders sıradan bir takrir değildi. Ders
bilhassa ilerlemiş talebe ile "mübâhese" şeklinde cereyan ettiğinden, müderrisin
ders için önceden iyi bir hazırlık yapması gerekirdi.
Medreselerde öğrenim süresi daha ziyade öğrencinin çalışkanlığına, gerekli olan
dersleri ve imtihanları verme durumuna bağlı olup, bugünkü anlamda yıllara ve
sınıflara göre düzenlenmemişti. Belirli dersleri okuyan ve gerekli sınavları başarı
ile veren öğrencilere, temessük denilen ve yüksek dereceli bir medreseye
gitmesini sağlayan mezuniyet belgesi tevcih edilirdi. Medresede öğrenimini sekiz
yılda tamamlayanların yanında aynı dersleri seçen ve beş yılda icazet alanlar da
olurdu.
Sabri BECERİKLİ
Medreselerdeki dersler
Sabri BECERİKLİ
Cerre çıkma
Medrese eğitiminde en önemli metotlardan biri de
Cer adı verilen uygulamadır. Cer, medrese
öğrencilerinin kutsal sayılan Recep, Şaban ve
Ramazan aylarında, özellikle Ramazan ayında
ülkenin dört bir yanma dağılması geleneğidir. Bu
uygulama ile medrese öğrencisi gittiği yerde
namaz kıldırıp vaaz ederek bir tür öğrencilik stajı
yapardı. Medrese, hocası ve okulu bulunmayan
en küçük ve uzak köylerde etkisini bu yaygın
eğitim yoluyla gösterirdi. Öğrencinin tüm
ihtiyaçları yasal bir sorumluluk olmaksızın,
imece ile karşılanır, kendisine köyden ayrılırken
para, çeşitli giyecek ve yiyecek maddeleri
verilirdi. Öğrenci medresesine döndüğünde
ihtiyaçlarının bir kısmını böylece karşılamış
olurdu. Cer ile medrese halkın ayağına gider,
halkla kaynaşır, halkı elinde tutardı.
Sabri BECERİKLİ
Huzur dersleri
İlk kez ne zaman ortaya çıktığı bilinmeyen 1759’da III.
Mustafa tarafından düzene sokulan ve imparatorluğun
yıkılışına kadar süren bu dersler, Ramazanda saraya
çağırılan ulemanın padişahın huzurunda dini metinleri
yorumlama ve tartışmaları demektir. Padişahın isteği
ile başka aylarda yine huzurunda yapılan dersler varsa
da bunlar huzur dersleri sayılmamaktadır.
Huzur derslerine katılacak hocaların belirlenmesi
Şeyhülislama aitti. Bu derslerde en kıdemli ve yetkili
olan reis olur ve kendisine mukarrir ve öteki
katılanlara muhatap denirdi.
Huzur derslerinde Kur’an’dan zamana uygun bir ayet
okunarak mukarrir tarafından tefsir edilir ve
muhatapların soru ve itirazlarına mukarrir cevap verir
tartışmalar yapılırdı.
Sabri BECERİKLİ
Medreselerin İşlevleri
Osmanlı devlet teşkilatında medrese mezunları İlmî, dinî, İdarî ve askerî birçok
sahada istihdam edilmişlerdir. Osmanlı'da medreselerin devlet teşkilatlanması
içinde mühim görev ve sorumlulukları vardır ki bunları aşağıdaki gibi
sıralayabiliriz:
Müderris yetiştirmek,
Kadı yetiştirmek,
Sıbyan mekteplerine hoca yetiştirmek,
İmam - hatip, müftü ve Şeyhülislâm gibi din adamlarını yetiştirmek,
Devlet kademelerinde görevli memur ve kâtip ihtiyacını karşılamak,
Cer sistemi ile halk eğitimine katkıda bulunmak,
Huzur dersleri ile padişahın bilgisini artırmak ve dolaylı olarak devlet siyasetini
yönlendirmek
Teknoloji için gerekli olan bilgiyi üretmek,
Sağlık hizmetlerini yürütecek olan sağlık personelini yetiştirmek,
Defterdar veya Nişancı gibi üst düzey devlet adamlarını yetiştirmek.
Sabri BECERİKLİ
Medreselerdeki bozulmanın nedenlerini şu şekilde
açıklayabiliriz:
İlmi alanda bozulma:
Osmanlı medreselerinde öğrenciyi düşünmeye sevk eden kelâm ve felsefe
gibi derslerin kaldırılması medreselerin bilim üretme yönünü zedelemiştir. 16.
yüzyılın sonlarına kadar medre selerde aklî ilimlerden olan ilm-i hikmet
(felsefe) dersi okutulmuş, fakat bazı Şeyhülislâmların telkinleri ile hikmet
dersi medreselerden kaldırılarak bunun yerine zaten var olan fıkıh, usul-i
fıkıh gibi derslere daha geniş yer verilmiştir.
III. Murad devrinde 1575'te kurulan rasathane (Takuyiddin Rasadhanesi), yine
aynı padişah zamanında, Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi'nin, padişahı gök
leri rasat etmenin uğursuzluk getirdiği ve nerede bu işe teşebbüs
edilmişse devletin perişan olduğu konusunda ikna etmesi üzerine 1580
yılında yıktırılmıştı.
Kuruluş devri medreselerinde batı ile irtibat sağlanarak birçok eser Türkçeye
çevrilmiş ve bu eserlerden faydalanma yoluna gidilmiştir. Ancak zaman
geçtikçe bu irtibat kesilmiştir. Batı ile karşılaştırmalar yapılmamış ve
Osmanlıda bilim kendi içinde kısır bir döngüye düşmüştür. Bu durum çok
sonraları anlaşılabilmiştir
Sabri BECERİKLİ
Müderrisliğe atanma yönteminin
bozulması
Sabri BECERİKLİ
III. Murad, 1577 yılında Veziriazam'a gönderdiği
bir fermanda, müderrislik yolundaki
bozulmaların Fatih zamanındaki gibi dü
zeltilmesini, müderrislik makamı için
liyakatin esas alınmasını istemektedir. III.
Mehmed zamanında, 1598 yılında, bir heyet
tarafından hazırlanan layiha doğrultusunda
müderris atanma usulünün ve ilmiye
sınıfının düzeltilmesine çalışılmıştır.
IV. Murad zamanında Koçi Bey'in layihası
doğrultusunda mülâzemet usulünün eski
düzene göre yenilenmesine ve liyakatin esas
alınmasına çalışılmıştır. Medreselerin ıslahı
hakkında padişahlar, kanunnameler ve
fermanlar yayınlanmış ise de iltimas
yüzünden bu emirler tatbik edilmeyerek
yolsuzluk devam etmiştir.
Sabri BECERİKLİ
Disiplinsizlik
Müderrislerin atanmasındaki bozulmalar ile mülâzemet usulünün çiğnenmesi
medreselerdeki müderris ve öğrencilerin disiplinsizliklerine neden oldu. Medrese
öğrencilerinin bu nedenlerle hevesleri kırılmış ve bir takım ayaklanmalar
başlatmışlardır. Medreselerde ihtiyacın çok üzerinde öğrenci birikmesi ve ülkede
çift bozanların çoğalması, zaten oluşmuş bulunan huzursuzluk ve kargaşa
ortamından yararlanan bir kısım medrese öğrencileri, medreseli olmanın ve
medreselerde beraber yatıp kalkmanın verdiği bir dayanışma ruhu ile onar,
yirmişer kişilik gruplar halinde köyleri, mahalleleri basmaya, her türlü
ahlaksızlığı yapmaya, halkı haraca kesip soymaya başladılar. Onların taşrada
giriştikleri silahlı eylemlerin en yoğun olduğu bölgeler, medreselerin yoğun
olduğu kentler ve civarları ile dağlık yörelerdi. Bu kentler arasında Edime, Bursa,
Balıkesir, Manisa, Isparta, Muğla, Bolu, Kastamonu, Tokat, Amasya vs. ön planda
geliyordu. Bazı müderris, kadı gibi devlet görevlerinde bulunan ulemâdan bazı
kişiler de bir nevi nevzuhur softa isyanlarını gizli açık destekliyorlardı. Zaman
zaman bazı ilim erbaşı olmakla sorumlu kimseler, celâli denen daha büyük eşkıya
gruplarına da katılıyorlardı. Medrese öğrencilerinin silahlı ayaklanma ve
soygunları 17. yüzyılın başından itibaren azaldı ise de hiçbir zaman sona ermedi.
Sabri BECERİKLİ
Askerî alandaki başarısızlıklar
Sabri BECERİKLİ
Siyasetin bilimin içine girmesi
Sabri BECERİKLİ
Medrese sisteminin özündeki
sıkıntılar
Sabri BECERİKLİ
Saray Mektepleri
Sabri BECERİKLİ
Şehzadegân Mektebi
Sabri BECERİKLİ
Sıbyan mekteplerine başlarken âmin alayı ya da
bed-i besmele gibi büyük törenler yapıldığı gibi
Şehzadegân mektebine başlayan hanedan çocukları
için daha büyük ve şaşaalı törenler
yapılmaktaydı.
Şehzadegân mekteplerinde en temel ders, Sıbyan
mekteplerinde olduğu gibi Kur'an dersi idi.
Şehzadeler Kur'ân eğitimini beş- altı yaşlarında
başlarlar ve kendilerine imam-ı sultan denen hocalar
ders verirdi. Mektepte kelâm, hadis, fıkıh,
akaid ve ilmihal dersleri de
okutuluyordu. Okutulan diğer dersler arasında
felsefe, mantık, edebiyat, matematik, tarih, coğrafya,
astronomi sayılabilir.
Osmanlı Padişahları, şehzâdelik zamanında ders
gördükleri hocalarını hünkâr hocalığına tayin ederler
ve yüksek ilmiye rütbesi verirlerdi. Fatih Sultan
Mehmed'in hazırlattığı Kanunnâme-i Âl-i Osman'da
Padişah Hocaları, Şeyhülislâmla aynı
derecede ve Sadrazam dışındaki Vezirlerin de üstünde
oldukları belirtilmektedir.
Sabri BECERİKLİ
Sancağa çıkma
Bir şehzade doğunca, bakımıyla usta denilen genç kızlar; çocuk sütten kesilince de
Has Oda'dan ağalar görevlendirilirdi. Baş eğitmen sayılan en yaşlı ve tecrübeli
ağaya baş lala denirdi.
Şehzadeler şehzadegân mektebini bitirdikten, sünnet olduktan sonra on- on
beş yaşına geldiklerinde sancağa çıkarılırlardı. Bu, bir lala (Selçuklularda
atabey) nezaretinde, bir sancak veya vilayete yönetici olarak gönderilmeleri
demekti. Bir yandan devlet işlerini yerinde öğrenirler bir yandan da özel
hocalar ile öğrenimlerini sürdürürler ve bazı el sanatlarını da öğrenirlerdi.
Sabri BECERİKLİ
Enderun Mektebi
Sabri BECERİKLİ
Savaş esirleri olan pençik oğlanları ve devşirme usulü ile toplanan devşirme oğlanları,
okulun ana öğrenci kaynağı olan acemi oğlanlarını oluşturuyordu. İslâm
hukukuna göre savaşlarda elde edilen esirlerin beşte biri devlete aitti. Bu yolla
pençik oğlanları toplanıyordu. Acemi oğlanlarının öğrenci açısından asıl kaynağı
ise devşirme usulü ile toplanan devşirme oğlanları idi.
Devşirme usulü, padişahın 2-5 yılda bir özel komisyonlar göndererek Rumeli'deki
Hıristiyan tebaa arasından yetenekli, eli yüzü düzgün çocukları seçmesidir. 16.
yüzyıla kadar bu şekilde toplanan çocukların sayısı yılda ortalama 3000 olarak
hesaplanmıştır. Müslümanlardan Bosnalılar hariç devşirme yapılmazdı. Devşirme
usulü bazı ilkelerle sınırlandırılmıştı. Bunlar:
Evli gençler, Türkçe bilenler, İstanbul'a gitmiş ve gözü açılmış olanlar, çoban
çocukları ile bir sanat sahibi olanlar, ana-babası ölmüş olanlar, Yahudiler vs.
devşirilmezdi. Ayrıca kırk evden bir çocuk alınmakla yetindirdi.
Sabri BECERİKLİ
Genellikle 8 ile 18 yaşları arasında devşirilen çocuklar, guruplar halinde
İstanbul'a getirilip Yeniçeri Ağası tarafından incelenerek uygun görülenler özel
bir deftere kayıt olunduktan sonra sünnet ettiriliyorlar ve Ağanın Padişaha arzı
üzerine güzel yüzlü, zarif ve boylu-poslu olanlar saray için ayrılır, gürbüz ve iri
yarı olanları da sarayın dış hizmetleri için Bostancı Ocağı'na veriliyorlar ve geri
kalanları da Yeniçeri Ocağı'na verilmek üzere Türkçe öğrenmeleri, Türk-
İslâm hayatını yerinde öğrenmeleri ve benimsemeleri amacıyla Anadolu'da
Türk çiftçi ailelerinin yanına verilirdi. Bu durum için Türk'e vermek tabiri
kullanılırdı. Bunlar 3-5 yıl Türk aileleri yanında kaldıktan sonra Acemi
oğlanlar mektebine alınırlar, burada temel bir eğitimden geçirilir, yapılan
seçme ve incelemeden sonra bir kısmı Enderun mektebine alınırdı. Enderun
mektebine alınan gençlere iç oğlanları denirdi. Bunlar üç biçimde yetiştirilirdi:
1. Saray hizmetlerini fiilen yaparak saray işlerini öğrenmek (usta-çırak)
2. İslâmî ve müspet ilimler alanında kuramsal bir öğrenim görmek (Türkçe, Arapça,
Farsça, Edebiyat, Tarih, Yüksek İslami İlimler, matematik)
3. Beden ve Sanat eğitimi gibi alanlarda yeteneğine göre bir eğitim almak (musiki,
şiir, hat, minyatür, resim)
Sabri BECERİKLİ
Bu üç alanda eğitim aynı anda ve yedi oda içinde verilirdi. Öğrenciler her bir odanın
gereklerini, sıra ile bir iki yıl boyunca yerine getirirlerdi. Enderunda eğitim-
öğretimi yedi-sekiz sene idi. Her odanın yani sınıfın başında bir ağa bulunurdu. Bu
odalar sırası ile şöyle idi:
Küçük Oda
Bu iki odadakilerin asıl görevi, okuma-yazma öğrenmek olup,
Büyük Oda anahtar, havlu ve şerbet hizmetleri bunların sorumluluğundaydı.
Sabri BECERİKLİ
1. Küçük Oda - 2. Büyük Oda:
Büyük Oda, Fatih Sultan Mehmed; Küçük Oda ise Kanuni Sultan Süleyman
tarafından kurulmuştur. Bu odalar, Enderun mektebinin hazırlık sınıfları
durumunda olup bunların mevcutları diğer odaların mevcudundan fazla idi ve iş
hususunda Kapı Ağasının (Babüssaade Ağası) maiyeti sayılırlardı.
Kapı Ağası, savaşta ve barışta daima padişahın yanında bulunur, camiye
giderken birlikte giderdi. Anahtar, peşkir (havlu) ve şerbet hizmetleri büyük
odalılara aitti. Hizmetleri karşılığında bu odadakiler sekizer akçe yevmiye
alırlardı. Buralardaki iç oğlanlarının Padişahlara ait hiç hizmetleri yoktu. Sadece
Padişahlar vefat ettiğinde Kur'ân-ı Kerîm okumak hizmetini ifa ederlerdi. Bu
hizmetlerine karşılık Defterdar Hazinesinden biner akçe alırlardı.
Sabri BECERİKLİ
Bu odalara alınan ve en büyüğü on beş yaşında bulunan
Acemi- oğlanları, dışarıdan saraya getirilen seçkin
hocalardan ders alırlar, Türk kültürü ve İslâm
akidesiyle yetiştirilirlerdi. Kur'ân, tecvid ve din dersleri
okurlar, hüsn-ü hat, Türkçe, Arapça ve Farsça öğ
reniyorlardı. Ayrıca beden eğitimi ile ilgili güreş, koşu,
ok atma gibi sporlar da yapıyorlardı. Sıkı bir iç
disipline tabi idiler ve kesin yatış-kalkış saatleri vardı.
Bu odadakiler zamanı gelip yer açıldıkça bir sonraki
koğuşa geçlerdi, terfi edemeyenler sipah veya
silahtar bölüklerine çıkarılırlardı. Bu odaların iç
oğlanları dolama denilen bir elbise giydiklerinden
kendilerine dolamak da denirdi. Bu iç oğlanlarından
terfi edenler, dolamadan çıkarak kaftanlı olurlardı.
Sabri BECERİKLİ
3. Doğancılar Odası:
Padişahın av törenlerinde kullandığı doğanlara bakan kırk kişiden oluşuyordu.
Kaftanlı denilen sınıftandır. Ağalarına doğancıbaşı denirdi.
4. Seferli Odası:
Padişahın çamaşır hizmetlerine bakarlardı. Ayrıca camide padişahın seccadesini bu
odanın ağası olan Saray Kethüdası sererdi. Bunlar sarayın mefruşatından da
sorumlu idiler. 1635 yılında kurulan Seferli koğuşunda ve bunu takiben Kiler ve
Hazine Odalarında oldukça üstün bir eğitim yapılır ve türlü sanatlar ve maharetler
öğretilirdi. Sanatkârlar tarafından musiki, hüsn-ü hat, nakış, tezhib ve minyatüre
kabiliyeti olanların özel olarak çalıştırılıp bu alanlarda yetiştirildikleri ve sarayda
Meşkhâne adı verilen özel bir salonda devamlı olarak devrin üstatlarının nezaret
ve idaresinde bir musiki öğretimi yapıldığı da bilinmektedir.
Sabri BECERİKLİ
5. Kiler odası
Sarayın yiyecek ve içeceklerinden sorumlu idiler. Ağalarına kilercibaşı denirdi.
Padişahın yemeğinin tadına bakmak ve hazırlanan yemeği sultan sofrasına
koymak başlıca vazifelerindendi. Saraydaki odalarla mescitlere ait mumları
tedarik etmek ve saklamak da bunların görevlerindendi. Bu odada ayrıca
küçük bir revir de bulunuyor, iç oğlanlarının tedavisi burada yapılıyordu.
Kiler odasının mevcudu başlangıçta otuz kişi kadarken sonraları yüz elliye çıktığı
olmuştur. Yer açıldıkça Seferli odasından doldurulurdu. Kiler odasının en
kıdemlisi Has Odaya, diğerleri ise Hazine Odası'na geçerler veya sipahi
çıkabilirlerdi.
Sabri BECERİKLİ
6. Hazine Odası: Hazineye ve padişahın değerli eşyalarına bakarlardı. Ağaları
hazinedarbaşı idi ve hazinenin muhafazasından sorumluydu. Sarayın iç ve dış
hazinelerinin temizlik ve muhafazasından sorumlu idiler. Bunlar terfi ederek ya
Has Odaya yükselirler veya Müteferrika yahut Çaşnigir olarak dışarı çıkarlar,
yahut da sipahi olurlardı.
Sabri BECERİKLİ
7. Has oda:
Gece gündüz padişahın özel hizmetinde bulunan zülüflü denen kırk ağadan
oluşuyordu. Mevcudu kırk kişi olan Has Odaya Hazine, Kiler veya Seferli odalarından
usulüne göre geçilirdi. Padişahın emriyle bu odaya doğrudan doğruya alınmak da
mümkündü. Bunların ağasına odabaşı veya hasodabaşı denirdi ki sarayda kapı
ağasından sonra en yüksek rütbeli zabit olup mühr-i hümayunlardan birisini taşırdı.
Hünkârı giydirip kuşatmak has odalıların başına düşen vazifelerdendi. Has Odalıların
asıl vazifesi kutsal emanetlerin sarayda muhafaza edildiği Hırka-i Saadet
Dairesi'ni temizlemek, güzel kokulu ve tozsuz tutmak, devamlı olarak burada
nöbetleşe Kur'ân-ı Kerîm okumaktı. îbrikdar, Berberbaşı, Kahvecibaşı, Sarıkçıbaşı,
Tüfenkçibaşı, Baş Çukadar, Sır Kâtibi, Hünkâr Müezzini gibi, Padişahın özel
hizmetlerini teşkil eden vazifeliler de bu odaya mensup idiler. Odanın altı kıdemlisi
hariç diğerleri dışarıya Çaşnigir, Müteferrika veya bazen de Sancak Beyi olarak
çıkarılırdı. Altı büyük ağa ise önemli devlet hizmetlerine çıkarlardı. Enderun
böylece devlet hizmetleri için gerekli olan önemli devlet adamlarını da yetiştirmiş
oluyordu. (Has Oda, Hazine Odası, Kiler Odası, Seferli Odası Doğancılar
odasındakilere kaftan giydiklerinden dolayı kaftanlı da denirdi.)
Sabri BECERİKLİ
Harem Mektebi
Harem, saray, konak veya evlerin kadınlara mahsus bölümlerine verilen ad olup
buralara harem dairesi de denirdi. Harem, zevce, girilmesi yasak olan yer, mukaddes
ve muhterem olan şey anlamlarına gelmektedir. Osmanlı devletinde saray, Harem-i
Hümayun, Enderun-ı Hümayun ve Birun-ı Hümayun olmak üzere üç kısma
ayrılmaktaydı. Harem, Padişahın, ailesi ve binlerce kadın hizmetkârla yaşadığı
kısımdı.
Enderun mektebine alınan erkekler, düzenli bir eğitim-öğretim sürecinden geçerek
askerî ve idari üst makamları uhdelerine aldıkları gibi, Harem mektebine alınan
cariyeler de zekâlarına, ahlâklarına ve güzelliklerine göre, evvela haremin hizmetçi
statüsündeki grubu olan acemi/cariye, kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da
Padişahlar tarafından seçilmeleri halinde Padişah ile karı koca hayatı yaşayan Gözde,
İkbal, Kadın Efendi ve neticede Valide Sultan payelerine kadar yükselme
imkânlarına sahip olabilmekteydiler.
Sabri BECERİKLİ
Haremde yaşayan cariyeler, acemiler, kalfalar ve ustalar olmak üzere üç kısma
ayrılmaktaydı. Hareme çeşitli şekillerde alınan yeni kızlara acemi denirdi.
Acemilere, bir saraylı kimliği kazandırmanın ilk basamağı, özelliklerine göre
yeni isimler verilmesiydi.. Bu isimler genellikle Farsça olurdu. (Çeşm-i Ferah,
Hoşnevâ, v.s.) Hareme alınan cariyelere(acemiler) kalfalar tarafından adab-ı mua
şeret, bulundukları yere uygun davranabilme hakkında teorik ve pratik bilgiler
verilirdi. Ayrıca cariyeler, belirli hizmetleri yerine getirmeleri için saraya alındık
larından öncelikle yapacakları işler kendilerine öğretilir ve bu cariyelerden Türkçe
bilmeyenlere Türkçe öğretilirdi. Saray, Osmanlı devletinin İdarî merkezi olmanın
yanında Hilafet merkezi konumunda da bulunuyordu. Bundan dolayı burada
yaşayanlara İslâm dini hakkında temel bilgiler verilir ve onlardan İslâm dininin
gereği olan ibadetleri yapmaları beklenirdi. Okuma-yazma eğitimi ve Kur'an-ı
Kerim kıraati öğretilirdi.
Bu temel bilgilerin yanında kabiliyetli olan cariyelere bazı müzik aletlerini çalma ve
şarkı söyleme konusunda da bir eğitim verildiği bilinmektedir. Cariyeler el
sanatlarında da hünerli idiler. Dikiş dikmeyi, dantel işlemesini, örgü örmesini de
iyi biliyorlardı. Cariyeler, gelecekte Padişah hanımı ve anası olacaklarından
eğitimlerine hususî bir önem gösterilirdi. Kısacası harem mektebi, cariyelerin
saraya uygun hale getirilmeleri maksadını yerine getiren bir kurum idi.
Sabri BECERİKLİ
Meşkhane
Sabri BECERİKLİ
Askeri Mektepler
Sabri BECERİKLİ
Acemioğlanlar Mektebi
Osmanlı Devleti kısa sürede Anadolu ve Rumeli'yi fethederek büyük bir devlet
haline geldiğinde hükümet mekanizmasını yürütecek memura ve askere ihtiyaç hâsıl
oldu. Devlet, bu ihtiyacı pençik ve devşirme usulleriyle karşıladı. Pençik ve
devşirme usulleriyle sağlanan oğlanların özellikle askerî ve bedenî bakımdan
eğitildikleri, daha çok kışla görünümündeki bu yerlere acemioğlanlar
mektepleri denir. Acemioğlanlar, askerî ve bedensel bir eğitimin yanında kısmen
kuramsal bir eğitim- öğretim de görmüşlerdi. Acemioğlanlar mekteplerinin en
yetenekli öğrencileri Enderun Mektebi'ne alınır, geri kalanlar Yeniçeri
Ocağına gönderilirlerdi. Acemilerin Yeniçeri Ocağına geçmeleri için kapıya
çıkma deyimi kullanılırdı. Buna bedergâh da denirdi. Bu çıkmalar, Yeniçeri
Ocağının kadrosunda oluşan boşlukları doldurmak için yapılırdı. Yeniçeri
Ocağının asker ihtiyacını Yeniçeri Ağası, Divan'a arz eder, bu arz üzerine yeteri
kadar acemi yeniçeri yapılırdı. Bu çıkmalarda en kıdemli acemiler tercih
edilirdi.
Sabri BECERİKLİ
Acemi oğlanlarından, hasbahçe veya bostan hizmetlerine verilenlere bostancı ocağı
çıkmaları tabiri kullanılırdı. Bunlar köşk ve yalıların bahçelerinde çalışırlar, sonra
da Yeniçeri Ocağına kaydedilirlerdi. Acemioğlanlar mektebi İlk kez I. Murad
zamanında Gelibolu'da açılmış, daha sonraları zaman içerisinde yenileri
açılmıştır. Bunlar: Edime Sarayı Acemioğlanlar Mektebi, Eski Saray
Acemioğlanlar Mektebi, Yeni Saray Acemioğlanlar Mektebi, İbrahim Paşa Sarayı
Acemioğlanlar Mektebi, İskender Çelebi Sarayı Acemioğlanlar Mektebi, Galata
Sarayı Acemioğlanlar Mektebiydi
Mevcutları 9-10 bin civarında olan Acemioğlanlar mektepleri içinde II.Bayezid
tarafından 1482'de yaptırılan Galatasaray Acemi oğlanlar mektebi en şöhretlisi
idi. Acemioğlanlar ocağı ya da Acemioğlanlar Mektebi, varlığını Yeniçeri
Ocağının kapatılmasına (1826) kadar sürmüştür.
Sabri BECERİKLİ
Mehterhane
Mehterhane, Osmanlı Devletinin askeri mızıka mektebidir. Mehter sözcüğü,
Farsça, yeni doğan ay yani hilâl anlamına gelen mahıter sözcüğünden
gelmektedir. Askerî mızıkayı icrâ edenlerin hilâl şeklinde toplanmalarından
dolayı Osmanlı Askerî Mızıkası bu adla anılmıştır.
Acemioğlanlar mekteplerinin mezunlarının Mehterhaneye girdik
ten sonra gerek şark musikisini öğrenmek, gerekse çaldıkları aletle ilgili
bilgiyi almak için burada musiki dersleri gördükleri bilinmektedir.
Sabri BECERİKLİ
Cambazhane
Saray cambaz ve hokkabazlarını yetiştiren askerî mektep idi. İp üzerinde hayatlarını
tehlikeye atarak hüner gösterdikleri için bu adı almışlardır. Cambazların beden
terbiyesinden başka hokkabazlık ve sihirbazlık hüner ve sanatlarına da vâkıf olmaları
cambazhanede bu sanatların öğretildiğini göstermektedir. Saray düğünlerinde özellikle
sünnet düğünlerinde hünerlerini gösterdikleri söylenebilir.
Tophane
Top döküm ve imalatı ile ilgili askerî sanat mektebidir. Osmanlı Devleti'nde
topçuluğun ilk olarak Edirne'de ortaya çıktığı bilinmektedir. Osmanlı ordusunda top,
ilk kez I. Kosova Savaşında kullanılmış, Ankara Savaşı ve İstanbul muhasaralarında
da top kullanılmıştır. Zamanın en müstahkem şehirlerinden olan İstanbul'un fethinde
topların rolü dikkate alındığında Osmanlı'da topçuluğun o dönem için ileri bir düzeyde
olduğu söylenebilir. İstanbul'un fethinden sonra bugünkü Tophane semtinde gelişmiş
bir okulun bulunduğunu biliyoruz. Bu okul, II. Bayezid tarafından kurulmuş ve
Kanunî Sultan Süleyman tarafından geliştirilmiştir. Daha sonraları Humbaracı Ahmed
Paşa ve Baron de Tot tophanede yenilikler yapmışlardır.
Sabri BECERİKLİ
Kılıçhane
Kılıç, Türklerin büyük bir hünerle kullandıkları kadîm silahlarıdır. Osmanlı
döneminde de bu önemini devam ettiren kılıçların yapımı için bir sanat mektebi ve
imalathanesine ihtiyaç duyulmuş ve bu ihtiyacı da kılıçhane karşılamıştır. Kılıç, savaş
silahı olarak önemini 19. yüzyıla kadar devam ettirmiştir. Yeniçeri ocağının
kapatılmasıyla kılıçcılık da eski önemini kaybetmiştir.
Tüfekhane
Osmanlı Türklerinin kuruluştan yıkılışa kadar topu da tüfeği de her milletten daha çok
benimsedikleri ve ilerlettikleri söylenebilir. Osmanlı ordusunda tüfeğin ilk kullanımı,
İstanbul'un fethiyle sonuçlanan son muhasaradır. İstanbul, Bağdat, Erzurum,
Diyarbakır, Belgrad ve Budin (Budapeşte) gibi büyük kale ve şehirlerde
tüfekhanelerin bulunduğu bilinmektedir. Ancak tüfekhanelerin çalışması ve teşkilatları
hakkında bilgi bulunmamaktadır
Sabri BECERİKLİ
Humbarahane
Kumbara, demirden içi boş yuvarlak şekilde yapılan
içine barut, demir ve kurşun parçaları doldurularak
oluşturulan havan topu veya elle atılan harp aletidir.
Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana
da el humbarası denir. Humbarahane, Osmanlı ordusu
için gerekli olan havan topunun yapımı ile ilgili bir
askerî sanat mektebidir. Humbarahanenin 16.
yüzyılda kurulduğu bilinmekle beraber aslen bir
Fransız olan Humbaracı Ahmed Paşa'ın Osmanlı
hizmetine girmesi humbarahane için bir dönüm
noktası olmuştur (1729). Ahmed Paşa,
humbarahaneyi düzenlemiş ve tamamının ulufeli
olduğu yeni bir humbaracı sınıfı kurmuştur.
Sabri BECERİKLİ