You are on page 1of 76

TÜRK EĞİTİM TARİHİ

Sabri BECERİKLİ
SELÇUKLULAR
Selçukoğullarının atası Selçuk Bey’in ölümü üzerine
onun yerini torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler
doldurmuştur. Tuğrul Bey Gazneliler ile girişmiş
olduğu hakimiyet mücadelesinde galip gelmiştir.
1040 Dandanakan mevkiinde gerçekleşen bu
mücadele sonrası kurulan Büyük Selçuklu
Devleti, Karahanlı ve Gazneli’nin bıraktığı
egemenlik alanına sahip çıkmıştır.
Tuğrul Bey 1055 yılında Bağdat üzerine yaptığı
seferde Abbasi halifesini Şii Büveyoğullarının
baskısından kurtarmıştır. Daha sonra halifenin
kızı ile de evlenen Tuğrul Bey’e halife Kaim
tarafından Dinin direği, Doğu’nun ve Batı’ın
hükümdarı unvanı verilmiştir. Elbette bu durum
Selçukluların itibarını İslam dünyasında
artırmıştır. Tuğrul Bey’in vefatı üzerine onun
yerine kardeşinin oğlu Alparslan geçmiştir.
Bilhassa 1071 Malazgirt savaşı sonrası
Anadolu’ya giren Selçuklu Türkleri Anadolu’nun
Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük rol
oynamışlardır. Sabri BECERİKLİ
Diğer Müslüman devletleri gibi Selçuklu
devlet adamları da eğitim ve bilim
severdir.
Tuğrul Bey «kendime bir köşk
yaptırıp, yanında bir cami
yaptırmazsam Tanrı’dan
utanırım» diyordu. Tuğrul Bey
fethettiği şehirlere girdiğinde ilk işi
bilginleri, din adamlarını saygı ile
ziyaret etmektir.
Alparslan, medreseleri ülkenin her
tarafına yaygınlaştırmıştı. O, kendi
gelirinin bir kısmını yoksullara,
onda birini de bilim adamlarına
veriyordu.

Sabri BECERİKLİ
Selçuklularda örgün ve Atabeglig kurumu:
yaygın eğitim kurumları Türklerde şehzadelere siyaset ve savaş işlerini
öğretmek, onlara danışmanlık, rehberlik
Medreseler: yapmak için bazı tecrübeli kişilerin çok
eskiden beri görevlendirildiği biliniyor.
İlk Selçuklu medresesi Nişabur’da Tuğrul Bey Selçuklularda bu sistematiği kullanmış ve
tarafından 1046 yılında kurulmuştur. atabeglig kurumu ortaya çıkmıştır.
Alparslan döneminde ise 1067’de Bağdat’da Atabeglig resmi bir görev ve unvandır.
Nizamiye medresesi adıyla önemli bir kurum Atabegler genelde komutanlar ve
açılmış ve bu kurumların sayıları artırılmıştır. vezirlerden seçilirdi.
Ahilik teşkilatı: Kurucusunun Ahi Evren diye
Bağdat Nizamiye medresesinin kurulmasında
kabul edildiği ve Osmanlı’da da
Alparslan ve Nizamülmülk’ün ilgi ve çabaları uzantılarını göreceğimiz esnaf
etken olmuştur. Ülkenin her tarafına teşkilatıdır. Usta, kalfa ve çırakların
yayılmıştır. yetiştirildiği sadece sanat değil aynı
Medreselerde sistematik genel olarak aynıdır. Esas zamanda dini öğretiminde yapıldığı bir
olarak hukuk, din ve dil öğretimi yapılır. Tıp sistematiğe sahiptirler.
eğitimi ise Bimaristan ve Darüşşifada
uygulamalı olarak yapılır.
Medreselerin öğretim yöntemi daha çok ezbere
dayalıdır. Dersleri bitirme değil de kitap
bitirme usulü vardır.
Medreselerin mali organizasyonları vakıflar
aracılığıyla yapılmıştır. Sabri BECERİKLİ
Ahilik
Şed bağlama:
Cimrilik kapısını bağlayıp cömertlik kapısını
açmak
Zulüm kapısını bağlayıp kanaat kapısını
açmak
Hırs kapısını bağlayıp kanaat kapısını açmak
Lezzet kapısını bağlayıp nefsini kırma
kapısını açmak
Halktan bir şey umma kapısını bağlayıp
Sadece Hak’dan bekleme kapısını
açmak
Saçmalıklar kapısını kapayıp Allah’ı anıp
tatlı konuşma kapısını açmak
Şeytanca işler kapısını bağlayıp ilahi işler
kapısını açmak
Sabri BECERİKLİ
Nizamiye Medreseleri ve
Nizamülmülk
Sultan Alparslan ve oğlu Melilkşah’a
vezirlik yapmış Türk devlet adamıdır.
Yazmış olduğu Siyasetnâme isimli
eseri ve kurduğu Nizâmiye medresleri
Türk eğitimine yaptığı en önemli
katkılar arasındadır. Ayrıca
Nizamülmülk yaptırmış olduğu
medreselere ciddi oranda maddi
yardımda bulunmuştur.
Onun kurduğu medreseler Bağdat, İsfahan,
Nişabur, Belh, Herat, Basra, Amul ve
Musul’da açılmıştır. Vezir
Nizamülmülk Medreselere maddi
olarak destekte bulunmasından başka
müderris atama yetkisini de taşımıştır.
Onun vezirliği aynı zamanda eğitim
bakanlığı yetkisini de elinde
bulundurmuştur.
Sabri BECERİKLİ
Nizamiye medreseleri
Nizamiye medreseleri Türk eğitim tarihi ve
İslam eğitim tarihi açısından çok önemli
bir yer kaplamaktadır. Bu medreseler
kurulmaya başlandığında İslam
dünyasında bir medrese anlayışı olsa bile
teşkilatlanma ve Şii-Sünni mücadelesinin
sembolü olarak Nizamiye medreselerinin
ayrı bir önemi oluşmuştur.
İlk Nizamiye medresesi hakkında net bir bilgi
olmamasına rağmen Bağdat'ta (1067)
kurulmuş olan medresenin ilk olmadığı
fakat en büyük olduğu ve nizamiye
medresesi geleneğinin oradan geldiği
bilinmektedir. Medreselerin kurucusu,
önderi olması hasebiyle medreseler vezir
Nizamülmülk’ün adıyla anılmıştır.

Sabri BECERİKLİ
Medreselerin Selçuklularda önem
kazanması ve yayılmasının nedenleri
Selçuklularda Nizamiye medreseleri önemli bir yer kaplamaktadır. Nizamiye
medreseleri dışında da çeşitli devlet adamları ya da ilim adamları tarafından
medrese yapılmıştır. Fakat Selçukluların sembol medreseleri Nizamiyelerdir.
Nizamülmülk’ün devlet eliyle medrese kurmasının yanında kendi bütçesinden ciddi
derecede para harcaması medreselere ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Özelde Nizamiye medreseleri ve diğer medreselerin kurulması ve
yaygınlaştırılması isteğinin altında bazı sebepler vardır.
Genişleyen devletin yönetim ihtiyacı için memur yetiştirme
Din adamı yetiştirme
Yoksul ve yetenekli öğrencilerin okumasını sağlamak
Din bilginlerinin devlet kontrolünde olmasını sağlamak
Devletin işleyişi için önem arz etmiştir. Fakat çok önemli bir sebepte vardır ki o da
«Şii» lere karşı bir propaganda geliştirmektir. Nizamiye medreselerinin sembol
olmasındaki en önemli etken budur. Şii-Sünni mücadelesinin en yoğun olduğu
Bağdat’ta Sünni anlayışın temsilcisi olmuştur.

Sabri BECERİKLİ
Anadolu’da medreselerin
yayılması
Medreselerin Anadolu da yayılmasını Anadolu'nun Türkleşmesi ile açıklamak mümkündür. 1071’de
Malazgirt savaşının kazanılması Türklere Anadolu’nun kapılarını açmıştır. Nitekim Türkistan
ve İran’da medrese yapma alışkanlığı kazanan Selçuklular bu anlayışı Anadolu’ya da
götürmüşlerdir.
Sultan Alparslan Malazgirt zaferinden sonra komutanlarını Anadolu’da fethettikleri toprakların
kendilerinin olması şartıyla serbest bırakmıştır. Böylece Alparslan’ın komutanları Anadolu’da
çok hızlı bir şekilde fetih hareketi yapmaya ve fethettikleri bölgelerde İç İşlerinde serbest, dış
işlerde ise Büyük Selçuklu Devletine bağlı, Anadolu’da görülen ilk Türk beyliklerini
kurulmuşlardır.

Anadolu’da kurulan ilk Türk beylikleri:


Saltukoğulları: Erzurum.
Mengücekoğulları: Erzincan.
Çaka Beyliği: İzmir.
Danişmendliler: Tokat, Malatya, Sivas, Kayseri ve Amasya civarı
Artuklular: Hasankeyf, Mardin, Harput
Dilmaçoğulları: Bitlis.
Çubukoğulları: Harput.
Yınaloğulları: Diyarbakır. Sabri BECERİKLİ
Anadolu'da medreseleri kuran ilk Türk beylikleri

Danişmentliler (1080 - 1178):


Danişmendoğlu Ahmet Gazi tarafından Sivas
Niksar Tokat çevresinde kuruldu.
Artuklular (1102 -1409): Büyük Selçuklu
komutanlarından Artuk Gazi tarafından
Hasankeyf, Mardin ve Harput’da
kurulmuştur.
Türkiye Selçuklu Devleti (1075-1308):
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Batı
Anadolu’nun fethi için Amcası oğlu
Kutalmışoğlu Süleyman şah ve Mansur Beyi
görevlendirmiştir. Süleyman Şah Bizans’ın
elinden İznik, Konya ve çevresini almıştır.
Kardeşi Mansur Bey ise Eskişehir, Kütahya
ve Afyon'u almıştır. Kısa bir süre sonra iki
kardeş arasında çıkan iktidar mücadelesini
Süleyman Şah kazanmış, 1075’te İznik
Başkent olarak Türkiye Selçuklu Devleti’ni
kurmuştur.
Sabri BECERİKLİ
Yaptıran Medrese
Danişmendliler Tokat Yağıbasan (İlk)
Artuklular Diyarbakır Mesudiye
Mardin Hatuniye
Türkiye Selçukluları Konya Karatay
Konya Sırçalı
Konya İnce Minareli
Konya Çifte Minareli
Kayseri Hunad Hatun
Kayseri Çifte
Kayseri Koca Hasan (ilk)
Sivas Gök
Sivas Buruciye
Kırşehir Cacabey (ilk)

Sabri BECERİKLİ
Osmanlı klasik dönemi eğitim özellikleri
Medreseler çok güçlü eğitim kurumu haline
gelmiş ve toplumu derinden etkilemiştir.
Üst düzeyde yönetici yetiştirdikleri Enderun
adında önemli bir örgün eğitim kurumu
ortaya çıkmıştır
İlk öğrenimde dini bilgiler ve Kur’an okuma
öğretilmiştir
19. Yüzyıla kadar ilkokul üstü örgün eğitim
kurumlarında yalnızca erkekler
okumuştur
Azınlık ve yabancılara eğitim hakkı
tanınmıştır
Eğitimde yenileşmelere askeri okullardan
başlanmıştır
Eğitimin finansmanını daha çok vakıflar
yürütmüştür.
Sabri BECERİKLİ
Sıbyan mektepleri
• Osmanlıda ilköğretim kurumları muallimhane, darüttalim, mektep,
mektebhane, sıbyan mektebi diye adlandırılmıştır.
• İlköğretim seviyesinde 5-6 yaşlarında çocukların devam ettiği 3-4 yıl süren
okullardır.
• Karma eğitim yapılır.
• Okulların kuruluşu ve yürütülmesi genellikle vakıflar tarafından veyahut
köydeki ve mahallelerdeki bireylerin maddi yardımlarıyla yürütülmüştür.
• Vakıflar yoluyla yapılmış olan mektebin masrafları ve öğretmen ücreti
vakıflardan, mahallelinin desteğiyle yapılanlarının masrafları ve öğretmen
ücreti mahalleli tarafından karşılanır.
• Din öğretimi yapılır
• Öğretmenler din adamlarıdır yani imamlardır.
• Bu okullar genelde camilere bitişiktir.
• Özellikle devlet büyüklerinin güçlü vakıflarında yaptırmış olduğu mekteplerde
çocuklara hediyeler ve harçlıklar verilirdi. Hatta çocuklar Bab-ı Âlî ye getirilip
onlara tatlı yedirilerek harçlık verilirdi.

Sabri BECERİKLİ
Amin alayı

Çocuklar mektebe her zaman başlayabilirlerdi. Bu


bed’i besmele cemiyeti ya da halk arasında
amin alayı denen ve hocanın, mektep ve
mahalle çocuklarının katıldığı, ilahili, yürüyüşlü
bir törenle olurdu. Bu törenle çocuklar
okumaya özendirilir, ana babalarda çocuklarını
okutması arzusu uyandırılmaya çalışılırdı.
Mekteplerde çocuklar hasır, kilim, minder üzerine
oturur rahlelerde okurlardı.
Her çocuk hocanın önüne gider dersini verir ve
yerine geçerdi.

Sabri BECERİKLİ
Medreseler
Kendi içinde derece derece örgütlenen bu
okullarda İslami ilimlerin yanında, pozitif
ilimler de okutulmuştur.
Medrese altın yıllarını Osmanlının yükseliş
döneminde yaşamıştır. Bunların en ünlüleri
Fatih ve Kanuni medreseleridir. Pek çok ilim
adamı, kadı, din görevlisi, devlet memuru,
müderris ve şeyhülislam bu medreselerden
yetişmiştir.
16. yy’dan sonra medreselerde bozulma de
başlamıştır. Avrupa’da yapılan atılımlar
burada yapılamamış ve gün geçtikçe
zayıflamışlardır.

Sabri BECERİKLİ
İlk medreseler
Osman bey ilk yıllarında Eskişehir Karacahisar’da bir camiyi medrese haline getirmi ştir
Orhan bey Bursa’yı feth ettiğinde Bursa’da bir manastırda medrese açmı ştır. Fakat
müstakil olarak bir binada medrese kurulması 1330’lu yıllarına denk gelmektedir.
Osmanlı devletinde ilk medrese İznik’te Orhan Bey tarafından yaptırılmı ştır (Bu
medreseye İznik Orhaniyesi de denilmektedir).
İznik medresesinin ilk müderrisi Kayserili Davuddur. Kayserili Davud (1260-1350):
Kayseri'de doğmuş, orada akli ve dini bilimleri öğrenmiş, bilgilerini ilerletmek için
Mısır, İran ve Konya’ya gitmiştir. Orhan Bey tarafından İznik medresesine
müderris olarak görevlendirilmiştir. Burada hadis, fıkıh, mantık, kelam
okutmuştur.
I. Murad Çekirgede, Yıldırım Bayezid Yıldırım Cami yakınında medrese ve darü şşifa,
Çelebi Mehmed Yeşil cami yanında Yeşil medrese (sultan medresesi), II. Murad
külliyesinin yanında Muradiye medresesini yaptırmıştır.
Edirne’nin alınmasından sonra bu kentte de bir çok medresenin yapıldığı
görülüyor. En önemlileri, II. Murad’ın yaptırdığı Darülhadis (1435) ve Üç
Şerefeli Medresedir (1447). Fatih bu medresenin yanına Peykler
medresesini yaptırmıştır. Bu iki medrese daha sonra çifte medrese diye
anılmaya başlanmıştır.

Sabri BECERİKLİ
Fatih dönemi
Fatih, fethin hemen ardından İstanbul'daki 8 kiliseyi
medreseye çevirmiştir. Fakat bu kiliseden bozma
medreselerde eğitim-öğretim yapmak pek
verimli olmamıştır. Fatih büyüyen ve gelişen
devlet için 1463-1470 yılları arasında bir cami,
iki yanında sahn-ı seman ve tetimme
medreseleri, bir muallimhane, kütüphane, imaret
ve aşevi, iki hamam, darüşşifadan ve
misafirhanelerden oluşan bir külliye yaptırmıştır.

Sabri BECERİKLİ
Sah-ı Seman ve Tetimme
Sahn-ı Seman yada medaris-i semaniye denen 8
yüksek düzeydeki medresenin her birinin 19
hücresi bulunuyordu. 8 müderrisin birer odası
ve 50 akçe gündeliği vardı. Her medresede bir
odası ve 5 akçe gündeliği bulunan ekmek ve
çorba verilen birer muid vardı. Her medresenin
15 odasına 2’şer akçe gündelik, ekmek ve çorba
verilen birer danişmend yerleştirildi. Geri kalan
iki oda kapıcılara ve ferraş denilen temizlikçiye
ayrıldı.
Tetimme denen 8 medrese ise orta öğretim
düzeyinde idi. Her medresede 11 oda vardı ve
her odaya suhte denen 3 kadar öğrenci
yerleştirilmişti. Tetimmelerde muidler ve en
seçkin danişmendler ders okuturdu.

Sabri BECERİKLİ
Örnek bir model
Fatih ayrıca Ayasofya ve Eyüp caminin yakınlarında
da medrese yaptırmıştır.
Fatih dönemine kadar medrese eğitimi görmüş
olanların öğretmenlik yapmasında bir sakınca
görülmemiş, öğretmenlik için ayrı bir formasyon
da verilmemiştir. Fakat İlk defa Fatih Sultan
Mehmed döneminde sıbyan mekteplerinde
öğretmenlik yapacak olanların medrese eğitimleri
yeterli görülmemiş, öğretmenlik yapacaklara
Eyüp ve Ayasofya Medreselerinde ayrı bir
program uygulanması kararı alınmıştır.
Programda Arapça sarf ve nahiv, edebiyat,
mantık, adâb-ı mübâhase ve usûl-i tedris,
münâkaşalı akâid, riyâziyât dersleri yer almıştır.
Programda öğretmenlik meslek dersi olan usûl-i
tedrisin yer alması öğretmenlik mesleğine ayrı bir
önemin verildiğini göstermiştir. Fatih’den sonraki
dönemlerde bu uygulamadan vazgeçilmiştir.

Sabri BECERİKLİ
Kanuni dönemi
Mimar Sinan’a Süleymaniye cami ve külliyesini yaptırdı
(1550-1557).
Külliyede şunlar vardır:
Darulhadis
Darülkurra
Darüttıp
4 adet Genel medrese
1 adet Sıbyan mektebi
1 Kütüphane
Daruşşifa ve eczane (Daru’l Edviye)
Hamam
İmarethane
Tabhane (misafirhane)

Sabri BECERİKLİ
İhtisas medreseleri
Dârülkurrâlar
Sıbyan Mektebi veya ona eşdeğer eğitim
gördükten sonra devam edilen bu okullarda
Kur'ân-ı Kerîm ezberletilir, kıraat ve
harflerin doğru söylenişi öğretilirdi. Osmanlı
Devletin­de ilk Dârülkurrâ, I. Bayezid
tarafından Bursa'da açılmıştır. Bu
Dârülkurrâ, daha sonrakilere örnek olmuş, her
selâtin ve vüzerâ camiinde
olacak kadar Dârülkurrâlar
çoğalmıştır.

Sabri BECERİKLİ
İhtisas medreseleri
Dârülhadisler
Hz. Muhammed'in söz, fiil ve takrirlerinden meydana gelen ha­dislerin tahsil edildiği
yerlerdir. Dârülhadislere girebilmek için genel medrese çıkışlı olmak veya denk
bir ön eğitim görmüş olmak gerekiyordu. Bu medreselerde hadis ilminde
derinleşmeye yönelik, üst düzey bir din eğitimi veriliyordu.
Osmanlı Devletinde ilk dârülhadis, I. Murad zamanında Çandarlı Hayreddin
Paşa tara­fından İznik'te inşa ettirilmiştir.
II. Murad‘ın Edirne'de açtığı Edir­ne Dârülhadisi de önemli
Dârülhadislerdendi. Bundan sonra çok yayılan ve her selâtin, vüzerâ
camiinde açılan Dârülhadisler, Süleymaniye Dârülhadisi ile medreseler arasında
en seçkin yeri kazanmışlardır. Osmanlı Dârülhadislerinde, Sahih-i Buhari
vb. eserler okutuluyordu. İstanbul'da bulunan Süleymaniye Dârülhadîsi
zamanının bütün eğitim-öğretim müesseseleri arasında en yüksek seviyede
tutulmuştur.

Sabri BECERİKLİ
İhtisas medreseleri
Dârüşşifalar
Tıp eğitiminin teorik ve pratik olarak verildiği merkezler
idi. Di­ğer medreselerde olduğu gibi, Osmanlı
Dârüşşifaları da İslâm dünyasında daha önce kurulmuş
olan Dârüşşifaları ve özellikle Anadolu Selçuklu
Dârüşşifalarını örnek alarak tesis edilmişler­di.
Bu müesseseler, Dârü't-tıbb, Dârü'ş-şifa, Dâru's-sıhha,
Dârul-merzâ, Dâru'l-atiye, Mâristan, Bîmaristan gibi
isimlerle de anılmaktadır.
Osmanlılarda Dârüşşifa olarak adlandı­rılan bu müessese,
Süleymaniye külliyesinin kurulmasından sonra Tıb
Medresesi yani , Dârü't-tıbb adını almıştır.
Osmanlılarda ilk Dârüşşifa, I. Bayezid tarafından Bursa'da
kurulmuştur. Bundan sonra Fatih Sultan Mehmed'in
İstanbul Dârüşşifası, II. Bayezid'in Edirne Dârüşşifası,
Kanuni Sultan Süleyman'ın İstanbul'daki Tıb Medresesi
Osmanlının önemli Dârüşşifalarını oluş­turmaktaydılar.
Medreselerde Tıp eğitimi verilmekte olup Tıp
Medresesinin bir nevi staj ve tatbikat yeri olan
Darüşşifaya medrese talebeleri ders ve tatbikat için Sabri BECERİKLİ
Darülmesneviler
Mesnevi, Anadolu Selçuklu zamanının önemli ismi
Mevlana Celaleddin Rumi’nin eseridir.
Genellikle mesnevi kendi adıyla anılan
Mevlevihanelerde okutulurdu. İşte bunun
dışında mesneviyi okutmak üzere açılan
medreselere de Darülmesnevi denilmiştir.
Buralarda öğretim mesnevinin dilinden dolayı
farsça yapılırdı.

Sabri BECERİKLİ
Medrese sitemi

Osmanlıda medreselerin belirli seviyeleri vardı.


Bu seviye başkente göre değişiklik
göstermesi gibi aynı şehirdeki medreselerin
kendi içlerinde de değişiklik göstermiştir.
Başkentteki medreseler en üst seviyede
sayılmıştır.
Medreselerin kesin süreleri yoktur. Sınıf geçme
değil kitap geçme usulü vardır.
Dersi ezberleme ve tartışma yöntemi uygulanır.
Öğrencilere burs verilir.

Sabri BECERİKLİ
Sabri BECERİKLİ
Osmanlı Medreselerinin Kadrosu
Medrese kadrosunu yönetim, eği­tim-öğretim ve
hizmet olmak üzere üç kısımda incelemek müm­
kündür.
Yönetim kadrosu, mütevelli ve mütevelliye bağlı
kâtib, câbî (medreseye ait vakıf mallarının
vergilerini toplayan memur), câbî kâtibi, mu'temed
ve noktacı gibi memurlardan oluşuyordu.
Tedris kadrosu, Müderris ve muidden oluşuyordu.
Hizmet kadrosu, ise hâfız-ı kütüb (kütüphane
memuru), bevvâb (kapıcı-bekçi), ferrâş (temizlikçi),
kennâs-ı helâ (tuvalet temizleyici­si), sirâcî
(kandilci) gibi elemanlardan müteşekkildi.

Sabri BECERİKLİ
Yönetim Kadrosu
Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim ile idare birbirinden ay­rılmış olup, yönetim
kadrosunun başında vakıf mütevellisi bulunmaktaydı. Mütevellinin yönetimi
altında kâtib, câbî (medreseye ait vakıf mallarının vergilerini toplayan
memur), câbî kâtibi ve mu'temed gibi memurlar bulunmaktaydı. Yönetim
kadrosunun başında bulunan mütevelli, medreselerin dâhili işlerini yürüttüğü gibi
medrese binalarının bakım ve onarımı gibi haricî görevleri de yerine
getirmekteydi. Mütevelliye verilen ücret, en yüksek derece­li medrese olan Darülhadis
medresesi müderrisine verilen üc­ret kadardı.
Medrese kadrosundaki memurlardan biri de noktacı idi. Müderris, mu'id ve
danişmendlerin derslere gelip gelmediklerini veya zama­nında gelip gelmediklerini
tespit etmek noktacının göreviydi. Nok­tacı, derse devam etmeyenleri mütevelliye
bildirir, mütevelli de vazifesine gelmeyenlerin ücretlerini keserdi.

Sabri BECERİKLİ
Eğitim-Öğretim Kadrosu

Müderris
Belirli bir tahsilden sonra icazet, mülâzemet ve beratla medreseler­de ders veren
kimselere müderris denir. Müderris, medresedeki akademik faaliyetleri yürüten ve
akademik faaliyetlerden sorumlu olan görevliydi.
Camilerde halka açık dersler veren müderrislere de dersiam denmekteydi.
Müderrisler, Osmanlı Devletinde çok itibar­lı bir yere sahiplerdi.
Müderris unvanı, Tanzimat'tan sonra açılan Dârülfünûn hocaları için de
kullanılmıştır.
Osmanlı'da tek dershaneli medreselerde bir, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye
Medreseleri gibi birden fazla dershanesi bulunan medrese­lerin her dershanesi için
birer müderris görevlendirilirdi

Sabri BECERİKLİ
Müderris olabilmek için Sahn-ı Semân derecesinde icazet almak gerekiyordu.
İcâzetnâme vermek, öğrencinin devam ettiği sahn medresesi müderrislerinin
hakkıydı. Bu müderrislere muciz denil­ mekteydi. Medrese öğrencisi, medrese
derslerine başladığı tarih­ten itibaren hangi derslerden hangi eserleri okumuşsa,
bu eserlerin yazılı olduğu bir belgeyi hocasından alır ve bununla daha yüksek
bir müderrisin dersine devam ederdi. Bu belgeye temessük denilirdi.
Medrese öğrencisinin medrese derslerini başarıyla tamamlayıp ders okutmaya
liyakatini gösteren en son belge ise, bugünkü diplomanın karşılığı olan
icâzetnâme idi. icâzetnâme alan öğrenciler, müderrislik ya da kadılık yolunu
seçerlerdi.
İcâzetnâmeyi veren müderris, icâzetnâmeye kendi ismini yazdık­tan sonra,
kendisi o dersi kimden okuduğunu ve hocasının kim olduğunu bir silsile halinde
yazarak bunu İslâm âleminin en büyük âlimlerine kadar dayandırırdı. İcâzetnâme
alan talebe, göreve başlamak için, Anadolu veya Rumeli Kazaskerlerinin mu­
ayyen günlerdeki meclislerine devam edip matlâb denilen deftere (Rûznâme)
mülâzım kaydedilir, sırası gelinceye kadar beklerdi ki bu bekleme
müddeti yedi yıl idi. Bu beklemeye nöbet denilirdi Yedi yıllık nöbet süresini dolduran
ve bir müderris heyeti tarafından yürütülen rüûs imtihanına girip başarılı olanlar, en
alt kademe medreselerde müderrislikten başlayarak, üst kademedeki medreselere
doğru yükselirlerdi.

Sabri BECERİKLİ
Herhangi bir medresede bulunan boş bir kadroya aynı derecede bir­den fazla
müderrisin başvurması durumunda aralarında imtihan yapılırdı. Bunun için
müderrislere herhangi bir konu verilerek hem takrirleri dinlenir hem de o konu
hakkında bir risale yazdırılırdı. Bir heyet tarafından bu risalelerin
incelenmesinden sonra muvaffak olan, medreseye müderris olarak
görevlendirilirdi. Mü­derrislerin imtihanlarında kazaskerler de bulunur, imtihan
halka açık camilerin birinde yapılır ve hazırlanan sorular medresenin ve
müderrislerin derecelerine göre olurdu.
İlk devirlerde müderrislerin atamaları, medreseyi kuran Padişah veya Paşa tarafından
yapılmıştır. Nitekim Dâvûd-ı Kayserî'nin ta­yini bu şekilde olmuştur. Daha sonra
16. yüzyıl ortalarına kadar atamaları kazaskerler yapmışlar, bu tarihten sonra da
Şeyhülislâm ilmiye sınıfının en yüksek mertebesine çıkarıldığından, müderris
atamaları Şeyhülislâmın teklifi ile yapılmaya başlanmıştır. Kırk­lı medreselerden
daha yüksek medreselere müderris ataması, Şeyhülislâmın Sadrazam'a teklifi,
Sadrazam tarafından da Padişaha arz olunarak muvafakatinin alınması ile
olmuştur.

Sabri BECERİKLİ
Yirmili bir medreseye tayin olan müderris, sıra ile
terakki ederek Otuzlu, Kırklı, Ellili, Altmışlı
ve daha yüksek pâyelere çıkabiliyor­du. En
yüksek pâyeli medreseler, Fatih döneminde
Sahn, Kanunî döneminde Süleymaniye
Dârülhadis'i, II. Selim döneminde Edir­ne'deki
Selimiye, III. Murad döneminde Medine'deki
III. Murad Medresesi ve III. Mehmed
döneminde yine Medine'deki III. Mehmed
Medresesi idi.
Bir müderrisin ilk rütbeden son rütbeye kadarki
ilmiye yolunda ilerlemesi, 25-30 yıl
almaktaydı. Tabi müderrislerin kadılığa
geçme hakları olduğundan daha yüksek gelir
ve daha hızlı kariyer yolu olan kadılık
genelde tercih edilmiştir.

Sabri BECERİKLİ
Müderrisler, meslekleri itibariyle toplumda itibar
sahibi kimselerdi. Bu sebeple, özellikle Fatih
ve Süleymaniye gibi büyük medreselerin
müderrislerine olağanüstü yetkilerle İstanbul
ve taşrada teftiş, çeşit­li yolsuzlukların
araştırılması gibi geçici görevler verilirdi.
Yüksek seviyeli medrese müderrisleri, önemli
merasimlerde kendilerine has, ilmiye
kıyafetiyle yer alırlardı.
Müderrislere ders yükünden başka vakıf nâzırlığı,
toplanan gelirle­rin tasarrufu hususunda yetki,
medrese binalarına yapılacak herhan­gi bir
tamiratı yürütme gibi ek görevler de
verilebilirdi. Müderrisler, maaş durumları ile
de medresede bulunan diğer vazifelilere üstün
bir durumdaydı. Maaşları vakfiyelerde
yevmiye (günlük) hesabı ile gösterilmiş, bazı
vakfiyelerde müderrisin ve diğer vazifelilerin
maaş­ları sabit tutulmamış, toplanacak hasılat
üzerinden hesap edilmişti.

Sabri BECERİKLİ
Müderrislere günlük maaş yanında daha bir takım
yan ödenekler verilirdi. Bunlar senelik veya
mevsimlik olur. Buğday, arpa, kışlık yakacak
olarak odun verilirdi. Medreseler, genellikle
imaretlerin yanında kurulduklarından mü­
derrisler bu imaretlerden pişmemiş erzak veya
hazır yemek alırlar­dı. Talebeler ve diğer
görevlilerde imaretlerden yemek alırlardı.
Padişahlar müderrislere büyük değer
vermişlerdir. Üst düzey med­rese
müderrislerinin saray düğünlerinde padişahın
huzurunda bu­lunmaları bu değere bir örnek
olabilir.
Müderrisler, İlmî yetersizlik, derslere devamsızlık,
âmirlere karşı kötü muamele, talebe ile
uyumsuzluk, yolsuzluk gibi sebeplerle tahkikat
geçirebilirler ve normal sürelerini
doldurmadan vazifeden alınabilirlerdi.

Sabri BECERİKLİ
Mu'îd
Mu'îd, sözlük anlamı iade eden, terim anlamı ise, müderrisin verdi­ği dersi,
yaptığı takriri tekrar eden kimse (müzakereci) demektir. Mu'îdin müderris ile
talebe arasında bir derecesi vardı. Bu günkü asistan pozisyonundaydı.
Osmanlı Devletinde her medresede bir mu'îd kadrosu bulunurdu. Ancak bazı
dönemlerde mu'îd sayısının ikiye çıktığı da görülmektedir.
Mu'îdlerin seçimini müderrisler yapmakta olup mu'îdlerin görev süreleri tam
olarak bilinememektedir. Mu'îdler, müderrislerin yanında deneyim kazandıktan
sonra boş bulunan bir medreseye atanırlardı. Mu'îdler de müderrisler gibi
düzenli ola­rak ücret alırlardı. Yine mu'îdlere, müderrisler gibi berat verilirdi.
Mu'îd, Elli akçeli bir medresede 4 ile 8 arasında değişmekle beraber genel
olarak 5 akçe yevmiye alıyordu.

Sabri BECERİKLİ
En liyakatli dânişmendlerden seçilen mu'îdler,
talebenin disipliniy­le de ilgileniyorlardı. Sahn-ı
Semân mu'îdleri ise, disiplin ve ders izahı
görevlerine ilaveten Tetimme medreselerindeki
suhtelere ders verirlerdi. Mu'îd, medresede
bulunan talebelere vakit namazlarını da
kıldırırdı. Talebelere müderrisin değil de
mu'îdin namaz kıldır­ması, mu'îdin talebe
nazarındaki yerini yükseltmek ve sağlamlaştır­
mak için olmalıdır.
Mu'îdlerin yanında onların yardımcıları olan gözde
talebeler vardı ki bunlara müsta'id denirdi.

Sabri BECERİKLİ
Öğrenci Kadrosu
Medrese öğrencileri, eğitim gördükleri medreselerin seviyesine göre bazı
adlarla anılırlardı. Sıbyan mektepleri öğrencilerine ta­lebe veya şâkird, aşağı
seviyedeki medrese öğrencilerine suhte ve yüksek dereceli medrese öğrencilerine
de dânişmend denmekteydi. Medrese öğrencilerini genel olarak kapsayan
terim de talebe-i ulûm idi.
Medreselerdeki öğrenci sayısının, medreselerin kapasitesine göre değiştiği
görülmekle birlikte, en büyük medreselerde bile bir mü­derrisin ders verdiği
öğrenci sayısının yirminin altında olduğu gö­rülmektedir. Bazı durumlarda bir
medreseden başka bir medreseye talebe nakledildiği de olmaktaydı.
Osmanlı Medreselerinde talebeler, Sıbyan mektebini bitirerek veya o seviyede
özel bir eğitim görerek medrese eğitimine başlarlardı. Zira en aşağı seviyedeki
Hâşiye-i Tecrid medreselerinin derslerini anlayabilmek için en azından okuma-
yazma ve ilmihal bilgilerinin öğrenilmiş olması lazımdır. Hâşiye-i Tecrîd
medreselerinde bir mü­ derrisin dersine başlayan talebe, oradaki dersleri
okuduktan sonra hocasından icazet (temessük) alarak Otuzlu bir medresedeki
(miftah medresesi) müderrisin derslerine devam eder, oradan icâzetle Kırk­lı bir
medreseye, oradan icâzetle Ellili bir medreseye ve oradan da yine icâzetle Sahn-ı
Semân'a veya Süleymaniye'ye geçer ve buradaki ders­leri de tamamlayarak
mülâzemet için sıraya girerdi.
Sabri BECERİKLİ
Osmanlı Medreselerinde Eğitim ve
Öğretim Faaliyetleri

Osmanlı Devletinde eğitimin merkezinde müderris bulunduğun­dan, öğrencinin


okuduğu okuldan ziyade kimden ders okuduğu önemliydi. ve İcazetnamelerde
bilhassa müderris silsilesine vurgu yapılırdı. İlk Osmanlı müderrislerinden tahsillerini
Anadolu'da tamamlayanlar olduğu gibi ilk tahsilini Anadolu'da tamamlayıp
yüksek tahsilini yapmak üzere îslâm âleminin belli başlı ilim merkezlerine
gidenler de hayli fazlaydı.
14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı uleması Mısır, İran ve Türkistan'a İlmî seyahatler
yapmışlar ve ora­lardaki âlimlerden ders almışlardır. Tefsir ve fıkıh tahsili için Mı­sır
ve İran seçilmiştir. Matematik ilimlerini tahsil etmek için ise ge­nellikle
Semerkant'a gitmişlerdir. Medrese sisteminin tam olarak oturmasından sonra Osmanlı
müderrisleri genellikle tahsillerinin tamamını Anadolu'da tamamlamışlardır.

Sabri BECERİKLİ
Medreselerdeki örgün eğitim genel olarak haftada beş gün yılda dokuz ay idi. Salı ve
Cuma günlerinde hafta tatili, Recep, Şaban ve Ramazan aylarında ise yıllık tatil
olması teamül haline gelmişti.
Haftada kaç gün ders yapılacağı müderrisin inisiyatifinde olduğu gibi günde kaç saat
ders yapılacağı da müderrisin inisiyatifindeydi. Dolayısıyla günlük ders saati ve
adedi medreseye göre değişebiliyordu.
XIV. yüzyılda dört saat olan günlük derslerin XV. yüzyılda beş sa­ate çıktığı, bu
derslerin sabah ve ikindiden sonra olmak üzere iki seansta yapıldığı bilinmektedir.
Genellikle derslere sabah namazın­dan sonra başlanır, müderris talebeleriyle
birlikte vakit namazını kılardı. Namazdan sonra derse geçilir, Kur'an'dan bir sure
okunur, Peygambere salât ve selamdan sonra konuya geçilirdi. Dersler öğleye
kadar sürerdi. Öğleden ikindiye kadar ders yapılmazdı. İkindi namazından sonra
ikindi dersleri başlardı.

Sabri BECERİKLİ
Müderrisler okuttukları dersten herhangi bir bahis üzerine öğrenci­lere münazara
yaptırırlar ve neticede iki taraf arasında hakem olup mütalâalarını söylerlerdi.
Müderrisler metinler haline gelmiş olan kitapları takrir eder, tartışmalar, sorular
ve cevaplarla dersi işlerdi. Medreseler­de ders sıradan bir takrir değildi. Ders
bilhassa ilerlemiş talebe ile "mübâhese" şeklinde cereyan ettiğinden, müderrisin
ders için önce­den iyi bir hazırlık yapması gerekirdi.
Medreselerde öğrenim süresi daha ziyade öğrencinin çalışkanlığı­na, gerekli olan
dersleri ve imtihanları verme durumuna bağlı olup, bugünkü anlamda yıllara ve
sınıflara göre düzenlenmemişti. Belirli dersleri okuyan ve gerekli sınavları başarı
ile veren öğrencilere, temessük denilen ve yüksek dereceli bir medreseye
gitmesini sağlayan mezuniyet belgesi tevcih edilirdi. Medresede öğrenimini sekiz
yıl­da tamamlayanların yanında aynı dersleri seçen ve beş yılda icazet alanlar da
olurdu.

Sabri BECERİKLİ
Medreselerdeki dersler

1) Dini-hukuki bilimler: Osmanlı


medreselerinde en çok üzerinde durulan
ilimlerdir. Tefsir, Hadis, Fıkıh
2) Felsefe dersleri: Kelam, Felsefe,
3) Müsbet bilimler: Matematik, Heyet
4) Alet ilimleri: Bunlar araç ilimleridir. Yani
başka bir ilimi öğrenmeye yarayan gramer
dersleridir. Sarf, Nahiv, Belagat.

Soru: Medreselerde hangi dilde öğretim


yapılırdı?

Sabri BECERİKLİ
Cerre çıkma
Medrese eğitiminde en önemli metotlardan biri de
Cer adı verilen uygulamadır. Cer, medrese
öğrencilerinin kutsal sayılan Recep, Şa­ban ve
Ramazan aylarında, özellikle Ramazan ayında
ülkenin dört bir yanma dağılması geleneğidir. Bu
uygulama ile medrese öğren­cisi gittiği yerde
namaz kıldırıp vaaz ederek bir tür öğrencilik stajı
yapardı. Medrese, hocası ve okulu bulunmayan
en küçük ve uzak köylerde etkisini bu yaygın
eğitim yoluyla gösterirdi. Öğrencinin tüm
ihtiyaçları yasal bir sorumluluk olmaksızın,
imece ile karşı­lanır, kendisine köyden ayrılırken
para, çeşitli giyecek ve yiyecek maddeleri
verilirdi. Öğrenci medresesine döndüğünde
ihtiyaçları­nın bir kısmını böylece karşılamış
olurdu. Cer ile medrese halkın ayağına gider,
halkla kaynaşır, halkı elinde tutardı.

Sabri BECERİKLİ
Huzur dersleri
İlk kez ne zaman ortaya çıktığı bilinmeyen 1759’da III.
Mustafa tarafından düzene sokulan ve imparatorluğun
yıkılışına kadar süren bu dersler, Ramazanda saraya
çağırılan ulemanın padişahın huzurunda dini metinleri
yorumlama ve tartışmaları demektir. Padişahın isteği
ile başka aylarda yine huzurunda yapılan dersler varsa
da bunlar huzur dersleri sayılmamaktadır.
Huzur derslerine katılacak hocaların belirlenmesi
Şeyhülislama aitti. Bu derslerde en kıdemli ve yetkili
olan reis olur ve kendisine mukarrir ve öteki
katılanlara muhatap denirdi.
Huzur derslerinde Kur’an’dan zamana uygun bir ayet
okunarak mukarrir tarafından tefsir edilir ve
muhatapların soru ve itirazlarına mukarrir cevap verir
tartışmalar yapılırdı.

Sabri BECERİKLİ
Medreselerin İşlevleri

Osmanlı devlet teşkilatında medrese mezunları İlmî, dinî, İdarî ve askerî birçok
sahada istihdam edilmişlerdir. Osmanlı'da medrese­lerin devlet teşkilatlanması
içinde mühim görev ve sorumlulukları vardır ki bunları aşağıdaki gibi
sıralayabiliriz:
Müderris yetiştirmek,
Kadı yetiştirmek,
Sıbyan mekteplerine hoca yetiştirmek,
İmam - hatip, müftü ve Şeyhülislâm gibi din adamlarını yetiştir­mek,
Devlet kademelerinde görevli memur ve kâtip ihtiyacını karşıla­mak,
Cer sistemi ile halk eğitimine katkıda bulunmak,
Huzur dersleri ile padişahın bilgisini artırmak ve dolaylı olarak devlet siyasetini
yönlendirmek
Teknoloji için gerekli olan bilgiyi üretmek,
Sağlık hizmetlerini yürütecek olan sağlık personelini yetiştirmek,
Defterdar veya Nişancı gibi üst düzey devlet adamlarını yetiştir­mek.

Sabri BECERİKLİ
Medreselerdeki bozulmanın nedenlerini şu şekilde
açıklayabi­liriz:
İlmi alanda bozulma:
Osmanlı medreselerinde öğrenciyi düşünmeye sevk eden kelâm ve felsefe
gibi derslerin kaldırılması medreselerin bilim üretme yönünü zedelemiştir. 16.
yüzyılın sonlarına kadar medre­ selerde aklî ilimlerden olan ilm-i hikmet
(felsefe) dersi okutulmuş, fakat bazı Şeyhülislâmların telkin­leri ile hikmet
dersi medreselerden kaldırılarak bunun yerine zaten var olan fıkıh, usul-i
fıkıh gibi derslere daha geniş yer verilmiştir.
III. Murad devrinde 1575'te kurulan rasathane (Takuyiddin Rasadhanesi), yine
aynı padişah zamanında, Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi'nin, padişahı gök­
leri rasat etmenin uğursuzluk getirdiği ve nerede bu işe teşebbüs
edilmişse devletin perişan olduğu konusunda ikna etmesi üzerine 1580
yılında yıktırılmıştı.
Kuruluş devri medreselerinde batı ile irtibat sağlanarak birçok eser Türkçeye
çevrilmiş ve bu eserlerden faydalanma yoluna gidilmiştir. Ancak zaman
geçtikçe bu irtibat kesilmiştir. Batı ile karşılaştırmalar yapılmamış ve
Osmanlıda bilim kendi içinde kısır bir döngüye düş­müştür. Bu durum çok
sonraları anlaşılabilmiştir

Sabri BECERİKLİ
Müderrisliğe atanma yönteminin
bozulması

Medrese mezunları, az sayıdaki müderrislik kadrolarına tayin ola­bilmek için,


mülâzemet usulüne göre, bir bekleme döneminden ge­çerlerdi. Bu bir çeşit staj
dönemiydi. Zamanla bu yol kötüye kullanıl­dığı gibi, müderris olmak için
medreseyi bitirme şartı da aranmadı. Ders yapılmayan, harap, adı var fakat
kendisi olmayan medreselere kayırma yoluyla bazı kişiler müderris atanıyorlardı.
Devlet adam­ları ve müderrislerin oğullarına da daha çocukken müderrislik ve­
riliyor, bunlar bir medresede görevli gösteriliyorlardı. Böylelerine alay için beşik
ulemâsı deniyordu. Bir de yüksek dereceli ulemanın ilmiye sınıfındaki oğulları,
babalarının işgal etmiş oldukları mevki göz önüne alınarak, doğrudan miftah,
kırklı, hariç ve dâhil müder­risi atanıyorlardı. Gittikçe bu ayrıcalık genişletilmiş,
bilgi ve hak etmelerine bakılmadan, sıralarını bekleyen mülâzimlerin önünde
müderris atanmışlardır.
18. yüzyılın ilk yarısında ve III. Ahmed zamanında imtiyazlı ulemânın iyi tahsil
görmeyen oğullarının sakal salıvermeleri emre­dilmiş ve bu hal onların cehaletini
örter diye alay konusu olmuştu. Koçi Bey, IV. Murad'a sunduğu 1631 tarihli
lâyihada, herkesin rüş­vet, hatır gönül ile müderrisliğe geçebildiğini kaydeder ve
eski ka­nunun bozulduğunu yazar.

Sabri BECERİKLİ
III. Murad, 1577 yılında Veziriazam'a gönderdiği
bir fermanda, müderrislik yolundaki
bozulmaların Fatih zamanındaki gibi dü­
zeltilmesini, müderrislik makamı için
liyakatin esas alınmasını is­temektedir. III.
Mehmed zamanında, 1598 yılında, bir heyet
tarafın­dan hazırlanan layiha doğrultusunda
müderris atanma usulünün ve ilmiye
sınıfının düzeltilmesine çalışılmıştır.
IV. Murad zamanında Koçi Bey'in layihası
doğrultusunda mülâzemet usulünün eski
düzene göre yenilenmesine ve liyakatin esas
alınmasına çalışılmıştır. Medreselerin ıslahı
hakkında padişahlar, kanunna­meler ve
fermanlar yayınlanmış ise de iltimas
yüzünden bu emirler tatbik edilmeyerek
yolsuzluk devam etmiştir.

Sabri BECERİKLİ
Disiplinsizlik
Müderrislerin atanmasındaki bozulmalar ile mülâzemet usulünün çiğnenmesi
medreselerdeki müderris ve öğrencilerin disiplinsizlik­lerine neden oldu. Medrese
öğrencilerinin bu nedenlerle hevesleri kırılmış ve bir takım ayaklanmalar
başlatmışlardır. Medreselerde ihtiyacın çok üzerinde öğrenci birikmesi ve ülkede
çift bozanların çoğalması, zaten oluşmuş bulunan huzursuzluk ve kargaşa
ortamından yararlanan bir kısım medrese öğrencileri, medreseli olma­nın ve
medreselerde beraber yatıp kalkmanın verdiği bir dayanışma ruhu ile onar,
yirmişer kişilik gruplar halinde köyleri, mahalleleri basmaya, her türlü
ahlaksızlığı yapmaya, halkı haraca kesip soy­maya başladılar. Onların taşrada
giriştikleri silahlı eylemlerin en yoğun olduğu bölgeler, medreselerin yoğun
olduğu kentler ve ci­varları ile dağlık yörelerdi. Bu kentler arasında Edime, Bursa,
Balı­kesir, Manisa, Isparta, Muğla, Bolu, Kastamonu, Tokat, Amasya vs. ön planda
geliyordu. Bazı müderris, kadı gibi devlet görevlerinde bulunan ulemâdan bazı
kişiler de bir nevi nevzuhur softa isyanları­nı gizli açık destekliyorlardı. Zaman
zaman bazı ilim erbaşı olmak­la sorumlu kimseler, celâli denen daha büyük eşkıya
gruplarına da katılıyorlardı. Medrese öğrencilerinin silahlı ayaklanma ve
soygunları 17. yüzyılın başından itibaren azaldı ise de hiçbir zaman sona ermedi.

Sabri BECERİKLİ
Askerî alandaki başarısızlıklar

Osmanlı Devletinin duraklama ve gerileme


dönemlerinde Rume­li'deki askerî başarısızlıklar,
buralardaki Türk nüfusunun doğuya göç etmesine
neden olmuştur. Bu durum Edime, İstanbul vs.
şehirlerde düzensiz bir nüfusa yol açmış, bu
kişilerin medreselerde de barındı­rılması yüzünden
medreseler hayır kurumlarına dönüşmüştür.
Sistemdeki bu bozulmaların önlenmesi için birçok
tedbirlere başvu­rulmuştur. Padişahlar zaman zaman
kanunnameler çıkararak med­reseleri yoluna
koymaya çalışmışlardır. Fakat bu durum disiplinin
bozulmasına sebep olan nedenlerden biri olarak
ortaya çıkmıştır.

Sabri BECERİKLİ
Siyasetin bilimin içine girmesi

İktidar sahiplerinden kimilerinin bilim


adamlarına yakınları veya çocukları için
derslerden muafiyet, sınıf atlama gibi
konularda bas­kı altına almaları ve vakıf
sahiplerinin müderrisler üzerinde ilme ve
hakkaniyete uymayan müdahaleleri birer
bilim yuvası olan Medre­se sisteminin
giderek bozulma nedeni haline gelmiştir.
Bu durum Osmanlı medreselerinin bir
süre sonra bilim üretmesi önünde engel
teşkil etmiştir

Sabri BECERİKLİ
Medrese sisteminin özündeki
sıkıntılar

Medreselerin kendi iç sisteminde ilim olarak


çeşitli sıkıntılar vardır. Müderrislerin
kadı olarak atanması bilim adamı olarak
yetişecek kişilerin bilimden uzaklaşması
sonucunu doğurmuştur. Kadıların daha
yüksek maaş alması genelde bu yöntemin
seçilmesine neden olmuştur. Kadılık
yapanların belirli sürelerde görevlerinin
sonlandırılıp ilmi çalışmalara vakit
ayırması gibi bir sistem öngörüldüyse de
ilimden kopan kişiler bilimsel
çalışmalarına geri dönmekte
zorlanmışlardır.

Sabri BECERİKLİ
Saray Mektepleri

Saray mektepleri, üst düzey devlet


memurlarını yetiştirmek, saraydaki
çocukların eğitimini karşılamak,
sarayın hizmetinde bulu­nacak
görevlileri yetiştirmek, saray
mensuplarını eğlendirecek ve
güldürecek saz-söz ehlini yetiştirmek
gibi amaçlara yönelik olarak saray
içinde açılmışlardı.

Sabri BECERİKLİ
Şehzadegân Mektebi

Saray içinde şehzadelerin ilköğretimini karşılayan bir okuldu. Programı halk


çocuklarının gittiği sıbyan mekteplerinin programları gibiydi. Darüssaâde
ağası bu okulun âmiri ve nazırı idi.
Bir şehzade doğunca bakımıyla usta denilen genç kızlar; çocuk süt­ten
kesilince de Has Oda'dan ağalar görevlendirilirdi. Baş eğitmen sayılan en
yaşlı ve tecrübeli ağaya baş lala denirdi.
Sarayda bulunan Sultan veya hanedan çocukları kız erkek burada karma
eğitim alırlardı. Saray dışında oturan şehzadelerin çocukları tabii olarak bu
okula gelemezlerdi. Onlar da kendi saraylarındaki mekteplerde okurlardı.

Sabri BECERİKLİ
Sıbyan mekteplerine başlarken âmin alayı ya da
bed-i besmele gibi bü­yük törenler yapıldığı gibi
Şehzadegân mektebine başlayan hane­dan çocukları
için daha büyük ve şaşaalı törenler
yapılmaktaydı.
Şehzadegân mek­teplerinde en temel ders, Sıbyan
mekteplerinde olduğu gibi Kur'an dersi idi.
Şehzadeler Kur'ân eğitimini beş- altı yaşlarında
başlarlar ve kendilerine imam-ı sultan denen hocalar
ders verirdi. Mektepte kelâm, hadis, fıkıh,
akaid ve ilmihal dersleri de
okutuluyordu. Oku­tulan diğer dersler arasında
felsefe, mantık, edebiyat, matematik, tarih, coğrafya,
astronomi sayılabilir.
Osmanlı Padişahları, şehzâdelik zamanında ders
gördükleri hocala­rını hünkâr hocalığına tayin ederler
ve yüksek ilmiye rütbesi verirler­di. Fatih Sultan
Mehmed'in hazırlattığı Kanunnâme-i Âl-i Osman'da
Padişah Hocaları, Şeyhülislâmla aynı
derecede ve Sadrazam dışın­daki Vezirlerin de üstünde
oldukları belirtilmektedir.
Sabri BECERİKLİ
Sancağa çıkma

Bir şehzade doğunca, bakımıyla usta denilen genç kızlar; çocuk sütten kesilince de
Has Oda'dan ağalar görevlendirilirdi. Baş eğit­men sayılan en yaşlı ve tecrübeli
ağaya baş lala denirdi.
Şehzadeler şehzadegân mektebini bitirdikten, sünnet olduktan sonra on- on
beş yaşına geldiklerinde sancağa çıkarılırlardı. Bu, bir lala (Selçuklular­da
atabey) nezaretinde, bir sancak veya vilayete yönetici olarak gön­derilmeleri
demekti. Bir yandan devlet işlerini yerinde öğrenirler bir yandan da özel
hocalar ile öğrenimlerini sürdürürler ve bazı el sanatlarını da öğrenirlerdi.

Sancaklar, Osmanlı topraklarına katılan Anadolu Beyliklerinin


başkentlerinden seçilirdi. Şehzadeler döne­min ünlü âlim ve sanatkârlarını saray
etrafında toplayarak sarayla­rında bir kültür ve sanat ortamı oluştururlardı.
Yanlarında bulunan Kapıkulu askerleriyle de bölgenin güvenliğini sağlarlardı.

Şehzadeler, sancağa başta anneleri olmak üzere lalaları ve yönetim görevlileri


ile birlikte gelir, merkez sarayların küçük bir modeli burada oluşturulurdu. Sancağa
çıkma usulü, 16. yy sonlarından itibaren sona ermiştir.
Sabri BECERİKLİ
Kafes usulü

1595'te hükümdar olan III. Mehmed döneminde şehzadelerin san­cağa çıkarılma


uygulamasına son verilmiş ve şehzadeler Topkapı Sarayının kafes ya da şimşirlik
denilen dairesinde tutulmuşlardır. Şehzadeler burada hapis hayatı yaşarlardı.
Şehzadelerin kafesteki hayatlarına dair ayrıntılı bilgiler bulun­mamakla birlikte, Bu
kafes hayatında şehzadelerin on - on iki cariyesi, hazine, kiler ve seferli koğuşlarından
alınmış ağaları vardı fakat bu şehzadeler, hizmetlerine tahsis edilen ağaları görüp
konuşamazlar­dı. Şehzadeler burada sıkı bir kontrol altında idiler. Hiç kimse ile
haberleşmelerine izin verilmezdi. Şehzadenin hastalığında doktor dahi padişahın
müsaadesiyle girer ve nezaret altında bulunurdu. Ekberiyete geçilen yeni dönemde,
kafesteki şehzadelerin çocuk sa­hibi olmaları da yasaklandığından, 17. yüzyılın
başında çocuk padi­şahlar dönemi başladı. Ve Valide Sultanlar devlet yönetiminde söz
sahibi olmaya başladılar.

Sabri BECERİKLİ
Enderun Mektebi

Enderun mektebi, Osmanlı Devletini yönetecek olan lider kadronun yetiştirildiği,


saray teşkilatı içerisinde yer alan bir eğitim kurumudur. Enderun mektebi,
Osmanlı Devletinde medreseden sonraki en köklü eğitim kurumudur. Bu kurum
ilk olarak II. Murad tarafından Edirne Sarayında kurulmuştur. Daha sonra bu
kurum Topkapı sa­rayında ve Galata, İbrahim Paşa ve İskender Çelebi
saraylarında da kurulmuştur.
1909 yılına kadar varlığını sürdüren bu kuramlarda Hıristiyan teba­adan alınan
yetenekli çocuklar (devşirme oğlanları) gerçek bir Müs­lüman, kabiliyetli devlet
adamı veya asker olarak yetiştiriliyorlardı. Mektebin talebeleri, devşirme kanunu
yürürlükte olduğu müddet­çe, acemi oğlanları arasından seçilmiştir.
Acemi oğlanlar, Enderun mektebinin birer talebe hazırlayıcısı hükmünde idiler.
Oradaki tahsilde iyi derece kazanmış ve düzgün ahlak sahibi olduğunu göstermiş
olanlar seçilip bu mektebe alınırdı. Bununla beraber rehine olarak İstanbul'a
getirilen hükümdar çocukları da bu mek­tepte eğitim alabiliyorlardı. Başlangıçta
sadece devşirme oğlan­larının alındığı yani Türk öğrencinin alınmadığı mektebe
sonraları gelecekleri parlak olduğu için devlet erkânından pek çok kimsenin
çocukları da alınmıştır.

Sabri BECERİKLİ
Savaş esirleri olan pençik oğlanları ve devşirme usulü ile toplanan devşirme oğlanları,
okulun ana öğrenci kaynağı olan acemi oğlanlarını oluşturuyordu. İslâm
hukukuna göre savaşlarda elde edilen esirlerin beşte biri devlete aitti. Bu yolla
pençik oğlanları toplanı­yordu. Acemi oğlanlarının öğrenci açısından asıl kaynağı
ise dev­şirme usulü ile toplanan devşirme oğlanları idi.
Devşirme usulü, padişahın 2-5 yılda bir özel komisyonlar göndererek Rumeli'de­ki
Hıristiyan tebaa arasından yetenekli, eli yüzü düzgün çocukları seçmesidir. 16.
yüzyıla kadar bu şekilde toplanan çocukların sayısı yılda ortalama 3000 olarak
hesaplanmıştır. Müslümanlardan Bosna­lılar hariç devşirme yapılmazdı. Devşirme
usulü bazı ilkelerle sınır­landırılmıştı. Bunlar:
Evli gençler, Türkçe bilenler, İstanbul'a gitmiş ve gözü açılmış olanlar, çoban
çocukları ile bir sanat sahibi olanlar, ana-babası ölmüş olanlar, Yahudiler vs.
devşirilmezdi. Ayrıca kırk evden bir çocuk alınmakla yetindirdi.

Sabri BECERİKLİ
Genellikle 8 ile 18 yaşları arasında devşirilen çocuklar, guruplar halinde
İstanbul'a getirilip Yeniçeri Ağası tarafından incelenerek uygun görülenler özel
bir deftere kayıt olunduktan sonra sünnet ettiriliyorlar ve Ağanın Padişaha arzı
üzerine güzel yüzlü, zarif ve boylu-poslu olanlar saray için ayrılır, gürbüz ve iri
yarı olanları da sarayın dış hizmetleri için Bostancı Ocağı'na veriliyorlar ve geri
kalanları da Yeniçeri Ocağı'na verilmek üzere Türkçe öğrenmeleri, Türk-
İslâm hayatını yerinde öğrenmeleri ve benimsemeleri amacıy­la Anadolu'da
Türk çiftçi ailelerinin yanına verilirdi. Bu durum için Türk'e vermek tabiri
kullanılırdı. Bunlar 3-5 yıl Türk aileleri yanında kaldıktan sonra Acemi
oğlanlar mektebine alınırlar, burada temel bir eğitimden geçirilir, yapılan
seçme ve incelemeden sonra bir kıs­mı Enderun mektebine alınırdı. Enderun
mektebine alınan genç­lere iç oğlanları denirdi. Bunlar üç biçimde yetiştirilirdi:
1. Saray hizmetlerini fiilen yaparak saray işlerini öğrenmek (usta-çırak)
2. İslâmî ve müspet ilimler alanında kuramsal bir öğrenim görmek (Türkçe, Arapça,
Farsça, Edebiyat, Tarih, Yüksek İslami İlimler, matematik)
3. Beden ve Sanat eğitimi gibi alanlarda yeteneğine göre bir eğitim almak (musiki,
şiir, hat, minyatür, resim)

Sabri BECERİKLİ
Bu üç alanda eğitim aynı anda ve yedi oda içinde verilirdi. Öğren­ciler her bir odanın
gereklerini, sıra ile bir iki yıl boyunca yerine getirirlerdi. Enderunda eğitim-
öğretimi yedi-sekiz sene idi. Her odanın yani sınıfın başında bir ağa bulunurdu. Bu
odalar sırası ile şöyle idi:

Enderun'daki Odalar ve Hizmetleri

Küçük Oda
Bu iki odadakilerin asıl görevi, okuma-yazma öğrenmek olup,
Büyük Oda anahtar, havlu ve şerbet hizmetleri bunların sorumluluğundaydı.

Doğancılar Odası Padişahın avda kullandığı kuşlara bakardı.

Seferli Odası Padişahın çamaşır hizmetlerine bakardı.

Kiler Odası Sarayın yiyecek hizmetlerine bakardı.

Hazine Odası Hâzineye, Padişahın değerli eşyasına bakardı.


Gece-gündüz Padişahın özel hizmetlerinde ve emrinde bulunan ve en
yüksek derecedeki iç oğlanlarından oluşan oda idi. Hırka-i Saadet
Dairesinin işleyişinden ve temizliğinden sorumlu idiler.
Has Oda

Sabri BECERİKLİ
1. Küçük Oda - 2. Büyük Oda:
Büyük Oda, Fatih Sultan Mehmed; Küçük Oda ise Kanuni Sultan Süleyman
tarafından kurulmuştur. Bu odalar, En­derun mektebinin hazırlık sınıfları
durumunda olup bunların mevcutları diğer odaların mevcudundan fazla idi ve iş
hususunda Kapı Ağasının (Babüssaade Ağası) maiyeti sayılırlardı.
Kapı Ağası, savaşta ve barışta daima padişahın yanında bulunur, camiye
giderken birlikte giderdi. Anahtar, peşkir (havlu) ve şerbet hizmetleri büyük
odalılara aitti. Hizmetleri karşılığında bu odadakiler sekizer akçe yevmiye
alırlardı. Buralardaki iç oğlanlarının Padişahlara ait hiç hizmetleri yoktu. Sadece
Padişahlar vefat ettiğinde Kur'ân-ı Kerîm okumak hizmetini ifa ederlerdi. Bu
hizmetlerine karşılık Defterdar Hazinesinden biner akçe alırlardı.

Sabri BECERİKLİ
Bu odalara alınan ve en büyüğü on beş yaşında bulunan
Acemi- oğlanları, dışarıdan saraya getirilen seçkin
hocalardan ders alırlar, Türk kültürü ve İslâm
akidesiyle yetiştirilirlerdi. Kur'ân, tecvid ve din dersleri
okurlar, hüsn-ü hat, Türkçe, Arapça ve Farsça öğ­
reniyorlardı. Ayrıca beden eğitimi ile ilgili güreş, koşu,
ok atma gibi sporlar da yapıyorlardı. Sıkı bir iç
disipline tabi idiler ve kesin yatış-kalkış saatleri vardı.
Bu odadakiler zamanı gelip yer açıl­dıkça bir sonraki
koğuşa geçlerdi, terfi edemeyenler sipah veya
silahtar bölüklerine çıkarılırlardı. Bu odaların iç
oğlanları dolama denilen bir elbise giydiklerinden
kendilerine dolamak da denirdi. Bu iç oğlanlarından
terfi edenler, dolamadan çıkarak kaftanlı olur­lardı.

Sabri BECERİKLİ
3. Doğancılar Odası:
Padişahın av törenlerinde kullandığı doğanlara bakan kırk kişiden oluşuyor­du.
Kaftanlı denilen sınıftandır. Ağalarına doğancıbaşı denirdi.
4. Seferli Odası:
Padişahın çamaşır hizmetlerine bakarlardı. Ayrıca camide padişahın seccadesini bu
odanın ağası olan Saray Kethüdası sererdi. Bunlar sarayın mefruşatından da
sorumlu idiler. 1635 yı­lında kurulan Seferli koğuşunda ve bunu takiben Kiler ve
Hazine Odalarında oldukça üstün bir eğitim yapılır ve türlü sanatlar ve maharetler
öğretilirdi. Sanatkârlar tarafından musiki, hüsn-ü hat, nakış, tezhib ve minyatüre
kabiliyeti olanların özel olarak çalıştırılıp bu alanlar­da yetiştirildikleri ve sarayda
Meşkhâne adı verilen özel bir salonda devamlı olarak devrin üstatlarının nezaret
ve idaresinde bir musiki öğretimi yapıldığı da bilinmektedir.

Sabri BECERİKLİ
5. Kiler odası
Sarayın yiyecek ve içeceklerinden sorumlu idiler. Ağalarına kilercibaşı denirdi.
Padişahın yemeğinin tadına bakmak ve hazırlanan yemeği sultan sofrasına
koymak başlıca vazifelerindendi. Saraydaki odalarla mescitlere ait mumları
tedarik etmek ve saklamak da bunların görevlerindendi. Bu odada ayrıca
küçük bir revir de bulunuyor, iç oğlanlarının tedavisi burada yapılıyordu.
Kiler odasının mevcudu başlangıçta otuz kişi kadarken sonraları yüz elliye çıktığı
olmuştur. Yer açıldıkça Seferli odasından doldu­rulurdu. Kiler odasının en
kıdemlisi Has Odaya, diğerleri ise Hazine Odası'na geçerler veya sipahi
çıkabilirlerdi.

Sabri BECERİKLİ
6. Hazine Odası: Hazineye ve padişahın değerli eşyalarına bakar­lardı. Ağaları
hazinedarbaşı idi ve hazinenin muhafazasından so­rumluydu. Sarayın iç ve dış
hazinelerinin temizlik ve muhafaza­sından sorumlu idiler. Bunlar terfi ederek ya
Has Odaya yükselirler veya Müteferrika yahut Çaşnigir olarak dışarı çıkarlar,
yahut da sipahi olurlardı.

Sabri BECERİKLİ
7. Has oda:
Gece gündüz padişahın özel hizmetinde bulunan zü­lüflü denen kırk ağadan
oluşuyordu. Mevcudu kırk kişi olan Has Odaya Hazine, Kiler veya Seferli odalarından
usulüne göre ge­çilirdi. Padişahın emriyle bu odaya doğrudan doğruya alınmak da
mümkündü. Bunların ağasına odabaşı veya hasodabaşı denirdi ki sarayda kapı
ağasından sonra en yüksek rütbeli zabit olup mühr-i hümayunlardan birisini taşırdı.
Hünkârı giydirip kuşatmak has odalıların başına düşen vazifelerdendi. Has Odalıların
asıl vazifesi kutsal emanetle­rin sarayda muhafaza edildiği Hırka-i Saadet
Dairesi'ni temizlemek, güzel kokulu ve tozsuz tutmak, devamlı olarak burada
nöbetleşe Kur'ân-ı Kerîm okumaktı. îbrikdar, Berberbaşı, Kahvecibaşı, Sarıkçıbaşı,
Tüfenkçibaşı, Baş Çukadar, Sır Kâtibi, Hünkâr Müezzini gibi, Padi­şahın özel
hizmetlerini teşkil eden vazifeliler de bu odaya mensup idiler. Odanın altı kıdemlisi
hariç diğerleri dışarıya Çaşnigir, Mü­teferrika veya bazen de Sancak Beyi olarak
çıkarılırdı. Altı büyük ağa ise önemli devlet hizmetlerine çıkarlardı. Enderun
böylece devlet hizmetleri için gerekli olan önemli devlet adamlarını da yetiştir­miş
oluyordu. (Has Oda, Hazine Odası, Kiler Odası, Seferli Odası Doğancılar
odasındakilere kaftan giydiklerinden dolayı kaftanlı da denirdi.)

Sabri BECERİKLİ
Harem Mektebi

Harem, saray, konak veya evlerin kadınlara mahsus bölümlerine verilen ad olup
buralara harem dairesi de denirdi. Harem, zevce, girilmesi yasak olan yer, mukaddes
ve muhterem olan şey anlam­larına gelmektedir. Osmanlı devletinde saray, Harem-i
Hüma­yun, Enderun-ı Hümayun ve Birun-ı Hümayun olmak üzere üç kısma
ayrılmaktaydı. Harem, Padişahın, ailesi ve binlerce kadın hizmetkârla yaşadığı
kısımdı.
Enderun mektebine alınan erkekler, düzenli bir eğitim-öğretim sürecinden geçerek
askerî ve idari üst makamları uhdelerine aldıkları gibi, Harem mektebine alınan
cariyeler de zekâlarına, ahlâklarına ve güzelliklerine göre, evvela haremin hizmetçi
statüsündeki gru­bu olan acemi/cariye, kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da
Padişahlar tarafından seçilmeleri halinde Padişah ile karı koca ha­yatı yaşayan Gözde,
İkbal, Kadın Efendi ve neticede Valide Sultan payelerine kadar yükselme
imkânlarına sahip olabilmekteydiler.

Sabri BECERİKLİ
Haremde yaşayan cariyeler, acemiler, kalfalar ve ustalar olmak üzere üç kısma
ayrılmaktaydı. Hareme çeşitli şekillerde alınan yeni kız­lara acemi denirdi.
Acemilere, bir saraylı kimliği kazandırmanın ilk basamağı, özelliklerine göre
yeni isimler verilmesiydi.. Bu isimler genellikle Farsça olurdu. (Çeşm-i Ferah,
Hoşnevâ, v.s.) Hareme alınan cariyelere(acemiler) kalfalar tarafından adab-ı mua­
şeret, bulundukları yere uygun davranabilme hakkında teorik ve pratik bilgiler
verilirdi. Ayrıca cariyeler, belirli hizmetleri yerine getirmeleri için saraya alındık­
larından öncelikle yapacakları işler kendilerine öğretilir ve bu cariyelerden Türkçe
bilmeyenlere Türkçe öğretilirdi. Saray, Osmanlı devletinin İdarî merkezi olmanın
yanında Hilafet merkezi konu­munda da bulunuyordu. Bundan dolayı burada
yaşayanlara İslâm dini hakkında temel bilgiler verilir ve onlardan İslâm dininin
gereği olan ibadetleri yapmaları beklenirdi. Okuma-yazma eğitimi ve Kur'an-ı
Kerim kıraati öğretilirdi.
Bu temel bilgilerin yanında kabiliyetli olan cariyelere bazı müzik alet­lerini çalma ve
şarkı söyleme konusunda da bir eğitim verildiği bilinmektedir. Cariyeler el
sanatlarında da hünerli idiler. Dikiş dikmeyi, dantel işlemesini, örgü örmesini de
iyi biliyorlardı. Cariyeler, gelecekte Padişah hanımı ve anası olacaklarından
eğitimlerine hususî bir önem gösterilirdi. Kısacası harem mektebi, cariyelerin
saraya uygun hale getirilmeleri maksadını yerine getiren bir kurum idi.

Sabri BECERİKLİ
Meşkhane

Meşkhane, musiki öğretilen yerler


hakkında kullanılan bir tabirdir.
Enderun'da iç oğlanlarından
yetenekli olanların musiki eğitimi al­
dığı okullar bu adla anılmıştır.
Osmanlılar güzel sanatların diğer
dallarında olduğu gibi musikiye de
önem vermişler, çok kıymetli musi­
ki eserler yazmışlar ve bu suretle
yüksek seviyeli bir musikiyi
meydana getirmişlerdir.

Sabri BECERİKLİ
Askeri Mektepler

Osmanlı Devleti kuruluş ve gelişme aşamasından yıkılışına kadar sürekli askeri


mücadele içerisinde bulunduğundan güçlü ve eğitimli bir ordusunun olması zaruri idi.
Bu orduyu hazırlamak ve eğitimli hale getirmek amacıyla aynı zamanda ordunun
ihtiyacı olan teçhizatı temin etmek için bir takım askeri eğitim kurumlan kurulmuştur.
Osmanlı örgün eğitim kuramlarından biri de ocak denilen askeri eğitim merkezleriydi.
Ocaklar, okuma-yazma öğretimi yapılan yer­lerden olmadığı için birer mektep değildi
ancak bu ocaklar, kişiye yeni bir kimlik ve inanç kazandıran, askerlik eğitimi ve
disiplin ve­ren kışlalardı.

Sabri BECERİKLİ
Acemioğlanlar Mektebi
Osmanlı Devleti kısa sürede Anadolu ve Rumeli'yi fethederek bü­yük bir devlet
haline geldiğinde hükümet mekanizmasını yürüte­cek memura ve askere ihtiyaç hâsıl
oldu. Devlet, bu ihtiyacı pençik ve devşirme usulleriyle karşıladı. Pençik ve
devşirme usulleriyle sağlanan oğlanların özellikle askerî ve bedenî bakımdan
eğitildikle­ri, daha çok kışla görünümündeki bu yerlere acemioğlanlar
mek­tepleri denir. Acemioğlanlar, askerî ve bedensel bir eğitimin yanında kısmen
kuramsal bir eğitim- öğretim de görmüşlerdi. Acemioğlanlar mekteplerinin en
yetenekli öğrencileri Enderun Mektebi'ne alınır, geri kalanlar Yeniçeri
Ocağına gönderilirlerdi. Acemilerin Yeniçeri Ocağına geçmeleri için kapıya
çıkma deyimi kullanılırdı. Buna bedergâh da denirdi. Bu çıkmalar, Yeniçeri
Ocağının kadrosunda oluşan boş­lukları doldurmak için yapılırdı. Yeniçeri
Ocağının asker ihtiyacını Yeniçeri Ağası, Divan'a arz eder, bu arz üzerine yeteri
kadar acemi yeniçeri yapılırdı. Bu çıkmalarda en kıdemli acemiler tercih
edilirdi.

Sabri BECERİKLİ
Acemi oğlanlarından, hasbahçe veya bostan hizmetlerine verilenle­re bostancı ocağı
çıkmaları tabiri kullanılırdı. Bunlar köşk ve yalıların bahçelerinde çalışırlar, sonra
da Yeniçeri Ocağına kaydedilirlerdi. Acemioğlanlar mektebi İlk kez I. Murad
zamanında Gelibolu'da açılmış, daha sonraları zaman içerisinde yenileri
açılmıştır. Bunlar: Edime Sarayı Acemioğlanlar Mektebi, Eski Saray
Acemioğlanlar Mektebi, Yeni Saray Acemioğlanlar Mektebi, İbrahim Paşa Sara­yı
Acemioğlanlar Mektebi, İskender Çelebi Sarayı Acemioğlanlar Mektebi, Galata
Sarayı Acemioğlanlar Mektebiydi
Mevcutları 9-10 bin civarında olan Acemioğlanlar mektepleri içinde II.Bayezid
tarafından 1482'de yaptırılan Galatasaray Acemi oğlanlar mektebi en şöhretlisi
idi. Acemioğlanlar ocağı ya da Acemioğlan­lar Mektebi, varlığını Yeniçeri
Ocağının kapatılmasına (1826) kadar sürmüştür.

Sabri BECERİKLİ
Mehterhane
Mehterhane, Osmanlı Devletinin askeri mızıka mektebidir. Mehter sözcüğü,
Farsça, yeni doğan ay yani hilâl anlamına gelen mahıter sözcüğünden
gelmektedir. Askerî mızıkayı icrâ edenlerin hilâl şeklinde toplanmalarından
dolayı Osmanlı Askerî Mızıkası bu adla anılmıştır.
Acemioğlanlar mekteplerinin mezunlarının Mehterhaneye girdik­
ten sonra gerek şark musikisini öğrenmek, gerekse çaldıkları aletle ilgili
bilgiyi almak için burada musiki dersleri gördükleri bilinmek­tedir.

Sabri BECERİKLİ
Cambazhane
Saray cambaz ve hokkabazlarını yetiştiren askerî mektep idi. İp üzerinde hayatlarını
tehlikeye atarak hüner gösterdikleri için bu adı almışlardır. Cambazların beden
terbiyesinden başka hokkabazlık ve sihirbazlık hüner ve sanatlarına da vâkıf olmaları
cambazhanede bu sanatların öğretildiğini göstermektedir. Saray düğünlerinde özellik­le
sünnet düğünlerinde hünerlerini gösterdikleri söylenebilir.
Tophane
Top döküm ve imalatı ile ilgili askerî sanat mektebidir. Osmanlı Devleti'nde
topçuluğun ilk olarak Edirne'de ortaya çıktığı bilin­mektedir. Osmanlı ordusunda top,
ilk kez I. Kosova Savaşında kul­lanılmış, Ankara Savaşı ve İstanbul muhasaralarında
da top kulla­nılmıştır. Zamanın en müstahkem şehirlerinden olan İstanbul'un fethinde
topların rolü dikkate alındığında Osmanlı'da topçuluğun o dönem için ileri bir düzeyde
olduğu söylenebilir. İstanbul'un fet­hinden sonra bugünkü Tophane semtinde gelişmiş
bir okulun bu­lunduğunu biliyoruz. Bu okul, II. Bayezid tarafından kurulmuş ve
Kanunî Sultan Süleyman tarafından geliştirilmiştir. Daha sonraları Humbaracı Ahmed
Paşa ve Baron de Tot tophanede yenilikler yap­mışlardır.

Sabri BECERİKLİ
Kılıçhane
Kılıç, Türklerin büyük bir hünerle kullandıkları kadîm silahlarıdır. Osmanlı
döneminde de bu önemini devam ettiren kılıçların yapımı için bir sanat mektebi ve
imalathanesine ihtiyaç duyulmuş ve bu ihtiyacı da kılıçhane karşılamıştır. Kılıç, savaş
silahı olarak önemini 19. yüzyıla kadar devam ettirmiştir. Yeniçeri ocağının
kapatılmasıy­la kılıçcılık da eski önemini kaybetmiştir.
Tüfekhane
Osmanlı Türklerinin kuruluştan yıkılışa kadar topu da tüfeği de her milletten daha çok
benimsedikleri ve ilerlettikleri söylenebilir. Osmanlı ordusunda tüfeğin ilk kullanımı,
İstanbul'un fethiyle sonuçlanan son muhasaradır. İstanbul, Bağdat, Erzurum,
Diyarbakır, Belgrad ve Budin (Budapeşte) gibi büyük kale ve şehir­lerde
tüfekhanelerin bulunduğu bilinmektedir. Ancak tüfekhanelerin çalışması ve teşkilatları
hakkında bilgi bulunmamaktadır

Sabri BECERİKLİ
Humbarahane
Kumbara, demirden içi boş yuvarlak şekilde yapılan
içine barut, de­mir ve kurşun parçaları doldurularak
oluşturulan havan topu veya elle atılan harp aletidir.
Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana
da el humbarası denir. Humbarahane, Osmanlı ordusu
için gerekli olan havan topunun yapımı ile ilgili bir
askerî sanat mekte­bidir. Humbarahanenin 16.
yüzyılda kurulduğu bilinmekle beraber aslen bir
Fransız olan Humbaracı Ahmed Paşa'ın Osmanlı
hizmetine girmesi humbara­hane için bir dönüm
noktası olmuştur (1729). Ahmed Paşa,
humbarahaneyi düzenlemiş ve tamamının ulufeli
olduğu yeni bir humbaracı sınıfı kurmuştur.

Sabri BECERİKLİ

You might also like