Professional Documents
Culture Documents
ÖZET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Cemal ERGÜN
I
DEPARTMENT OF OF ESSENTIAL ISLAMIC SCIENCES
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCE
UNIVERSITY OF KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM
ABSTRACT
MA Thesis
Cemal ERGÜN
The belief that every free deed, attitude and behaviour of human would be
judged accordingly in Hereafter takes place in the Qur`an in common with other
religious and Mythology texts that have a belief of a judgement day. The good
dimension of the state that human will face in hereafter is named Jannah (Heaven
Garden) in the Qur`an, while the negative dimension is called Jahannam (Hell). In
other religions and myths, the same “phenomena” is expressed in words which are
close in meaning but different in expressions.
Jannah appears to be a green place with shadowy trees where it includes
every kind of blessing, which addresses human pleasure, whereas Jahannam seems
to be portrayed as a misery, grief and pain giving place, wherein one shall face all
kinds of severe punishment and torture
Despite the similarities of how Jannah and Jahannam are portrayed in the
Qur`an and other religions, they differ on certain points. Such similarities can be
explained by the fact/assumption that they are all fostered by the same divine
source in their original characteristics, yet there is a room for different
interpretations. The dissimilarities however can be either explained by the possible
deviations and alterations that other religions had gone through in the course of
history or by the fact that due to birthplaces of the religions, people have had
different socio-cultural backgrounds, depending on the geography they had lived
in.
II
ÖNSÖZ
Cemal ERGÜN
Kahramanmaraş-Şubat 2006
III
İÇİNDEKİLER
ÖZET .............................................................................................................................. I
ABSTRACT.................................................................................................................. II
ÖNSÖZ ........................................................................................................................III
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................... IV
KISALTMALAR .......................................................................................................VII
1. GİRİŞ ......................................................................................................................1
1.1. Konunun Önemi................................................................................................1
1.2. Kullanılan Metod ..............................................................................................1
2. ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR.......................................................................................3
3. KAVRAMSAL ÇERÇEVE ....................................................................................4
3.1. Cennet ...............................................................................................................4
3.1.1. Etimolojik Açıdan “Cennet”......................................................................4
3.1.2. Kavram Olarak “Cennet”...........................................................................5
3.2. Cehennem .........................................................................................................6
3.2.1. Etimolojik Açıdan “Cehennem” ................................................................6
3.2.2. Kavram Olarak “Cehennem” .....................................................................7
4. ,İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE CENNET-CEHENNEM....8
4.1. İlkel Din Ve Mitolojilerde Cennet Ve Cehennem ............................................8
4.1.1. Sümerlerde Cennet ve Cehennem..............................................................8
4.1.2. Eski Mısır’da Cennet ve Cehennem ........................................................10
4.1.3. Eski İranlılarda (Zerdüştîlikte) Cennet ve Cehennem .............................11
4.1.4. Eski Yunan Mitolojilerinde Cennet ve Cehennem ..................................12
4.1.5. Roma Mitolojilerinde Cennet ve Cehennem ...........................................13
4.1.6. Cermen Mitolojilerinde Cennet Cehennem .............................................14
4.1.7. Keltlerin Mitolojilerinde Cennet ve Cehennem.......................................15
4.1.8. Amerika Yerlilerinde Cennet ve Cehennem ............................................15
4.1.9. Hinduizm’de Cennet ve Cehennem .........................................................15
4.1.10. Budizm’de Cennet ve Cehennem ..........................................................16
4.1.11. Eski Türkler’de Cennet ve Cehennem ...................................................17
4.1.12. Kur’an Öncesi Araplarda Cennet ve Cehennem....................................18
4.2. Sabiîlikte Cennet ve Cehennem......................................................................21
4.3. Kitap Ehlinde Cennet Ve Cehennem ..............................................................22
4.3.1. Eski Ahitte Cennet ve Cehennem ............................................................23
4.3.2. Yeni Ahitte Cennet Ve Cehennem...........................................................25
5. KUR’AN’DA CENNET .......................................................................................30
5.1. Cennet .............................................................................................................30
5.1.1. Hz. Âdem’in İskân Ettirildiği Cennet ......................................................30
5.1.2. İnananlara Vaat Edilen Cennetin Varlığı Meselesi..................................33
5.2. Kur’an’da Cennetin İsimleri ...........................................................................35
5.2.1. Cennet ......................................................................................................36
5.2.2. Dâru’l-Âhire.............................................................................................36
5.2.3. Cennetü’l-Huld ........................................................................................37
5.2.4. Dâru’s-Selâm ...........................................................................................38
5.2.5. Dâru’l-Mukâme .......................................................................................39
5.2.6. el-Hüsnâ ...................................................................................................39
IV
GİRİŞ Cemal ERGÜN
V
GİRİŞ Cemal ERGÜN
VI
KISALTMALAR
VII
GİRİŞ Cemal ERGÜN
1. GİRİŞ
İnsanı diğer canlılardan ayıran ve onu değerli kılan en önemli özellik, onun
sorumlu bir varlık olmasıdır. İster ilahî, iterse beşerî kaynaklı olsun bütün dinler insanın
sorumlu bir varlık olduğunu kabul etmektedirler. Bu bağlamda insan dünyada yapmış
olduğu davaranışlardan ve gerçekleştirmiş olduğu eylemlerden sorumludur.
İnsanın dünya hayatında gerçekleştirdiği yaşam biçiminin karşılığı olarak ölüm
sonrası hayatta ödüllendirileceği veya cezalandırılacağı, ahiret inancı olan başta Kur’an-
ı Kerim olmak üzere diğer kutsal kitaplar, din ve mitolojilerde belirtilmiştir. Kur’an bu
uhrevî ödüllendirme mekânına cennet, cezalandırma yerine ise cehennem demekte ve
bunları değişik yönleriyle tasvir etmektedir.
Ahiret inancına sahip diğer din ve mitolojilerde de, iyilerin ödüllendirleceği ve
kötülerin cezalandırılacağı mekânlar söz konusu olduğuna göre, Kur’an ile diğerleri
arasında bu konuda ne gibi benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır? Bu benzerlik ve
farklılıklar hangi boyuttadır ve kaynağı hangi nedenlere daynmaktadır?
İşte, bu çalışmayı yapmaktaki amacımız, yukarıda belirtilen soruların cevaplarını
bulmak ve bu bağlamdaki âyetleri anlamaya çalışmak, Kur’an’ın dışındaki din ve
mitolojilerde mevcut olan cennet ve cehennem tasvirlerini tespit etmektir. Bu tasvirleri
Kur’an’ın cennet ve cehennem tasvirleriyle karşılaştırıp benzer ve farklı yönlerini
ortaya koymaktır. Kur’an, Tevrat, İncil, diğer din ve mitolojilerdeki cennet ve
cehennem tasvirlerindeki bezerliklerin ve farklılıkların temel nedenini açıklamak ve bu
alanda bilim dünyasına katkıda bulunmaktır.
Araştıma konusu olan cennet ve cehennem bütün insanları ilgilendirdiği için çok
önemlidir. Bu gün dünyada yaygın olan dinlerden yola çıkarak diyebiliriz ki yeryüzünde
yaşayan insanların çoğu cennet ve cehennemin varlığına inanmaktadır.
Küreselleşen dünyada iletişimin baş döndürücü bir hızla gelişmesi neticesinde
insanlar birbirlerinin dinlerini, kültürlerini, âdet ve geleneklerini daha yakından tanıma
fırsatı buldular. Küçülen bu dünyada farklı kültürlere mensup insanların birbirlerini
anlayarak, “yozlaşmadan uzlaşarak”, barış içinde ve bir arada yaşayabilmeleri için bu
kültürlerde mevcut olan ortak paydaların öne çıkarılması önem arz etmektedir. Bu
bağlamda, dinlerde mevcut olan cennet cehennem anlayışının ortak yönlerinin açığa
çıkarılması belirtilen amaca katkıda bulunacaktır. Ayrıca insanların öldükten sonra her
türlü güzelliklerin yaşanacağı mutluluk yurduyla ödüllendirileceği inancı, onları,
devamlı insanlığın yararına faydalı işler yapmaya, kendisine, çevresine ve yaratanına
saygılı olmaya, ahlaklı ve onurlu bir hayat yaşamaya teşvik edeceğinden toplumsal
huzurun temini açısından da önemlidir. Aynı şekilde cehennemle cezalandırma inancı
da onları her türlü kötülüklerden alıkoyması nedeniyle mühimdir.
1
GİRİŞ Cemal ERGÜN
2
ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR Cemal ERGÜN
2. ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR
3
KAVRAMSAL ÇERÇEVE Cemal ERGÜN
3. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Dinler tarihi incelendiğinde, ister ilahî bir kaynağa dayandığı kabul edilen
inançlar sistematiğine sahip olsun, isterse mitolojik birtakım kabullere dayansın, hemen
her dinde, insan tarafından gerçekleştirilen tutum ve davranışların ölüm ötesinde bir
karşılığının olduğu fikri görülecektir. İnsanın gerçekleştirmiş olduğu her davranış,
dinler tarafından iyi veya kötü olarak katagorize edilmiş ve bunların öldükten sonraki
yaşamda uygun bir karşılığının olduğu kabul edilmiştir.
İnsanın ölümünden sonraki hayat ve bu hayatın dünyadaki inanç ve davranışların
bir karşılığı olarak olumlu ya da olumsuz bir çizgide devam etmesi ile ilgili kavramlar,
farklı dinlerde farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Biz, çalışmamızda Kur’an’ın konu ile
ilgili yaklaşımını ve kullandığı kavramları hareket noktası olarak belirleyeceğiz. Bu
nedenle, kullanacağımız temel kavramlar da Kur’an eksenli olacaktır. Meseleye bu
açıdan baktığımızda, Kur’an’ın eskatolojik alanla ilgili kullandığı kavramların
oluşturduğu semantik alan içerisinde iki odak kavramın ön plana çıktığını görmekteyiz.
Bunlardan birincisi “cennet”, ikincisi ise “cehennem”dir. Dolayısıyla, konuyu ele
alışımız bu iki kavram çerçevesinde şekillenecektir. Bu nedenle, öncelikli olarak bu iki
kavramı etimolojik ve kavramsal açıdan incelemek uygun olacaktır.
3.1. Cennet
Cennet kelimesi, “örtmek, gizlemek” anlamına gelen “” fiilinden türetilmiş bir
isimdir (İbn Manzur, 1994: XIII, 92; ez-Zebîdî, 1994: XVIII, 113; er-Râgıb, 1986: 138;
el-Fîruzabâdî, 1987: 1532; ez-Zemahşerî, tsz: 66).Gerek “cennet” kelimesinde, gerekse
aynı kökten türeyen ve isim olarak kullanılan diğer kelimelerde, “örtmek, gizlemek”
şeklindeki bu kök anlam, sürekli kendini muhafaza etmektedir. Gece karanlığının,
tabiatta bulunan her şeyi örtüp gizlemesi “ ” şeklinde ifade edildiği gibi (ez-Zebîdî,
1994: XVIII, 113), kabre cesedi gizlediği için “ ”, ölüyü kefenle sararak örtmeye ise,
“
” denmiştir (İbn Manzur, 1994: XIII, 92; el-Fîruzabâdî, 1987: 1532). Yine, anne
karnında gizlenmesi nedeniyle doğmamış bebeğe “
”, göğüste gizli olması, açık bir
şekilde görünmemesinden dolayı veya duyguları gizlediği için de kalbe “ ” denmiştir
(İbn Manzur, 1994: XIII, 92; er-Râgıb, 1986: 138). Metafizik varlıklar olan cinler de
gözle görülemediği, diğer bir deyişle gözden gizlendiği için aynı kökten türeyen “cin”
adını almıştır. Cahiliye inancında meleklere de gözle görülmediğinden dolayı “cin”
denmiştir (ez-Zebîdî, 1994: XVIII, 116).
“Cennet” kelimesi, ağaçları olan bahçe, bostan manasına gelmektedir (İbn
4
KAVRAMSAL ÇERÇEVE Cemal ERGÜN
Manzur, 1994: XIII, 99). Çoğulu “” veya “” biçiminde gelmektedir. Arapların
kullanımında cennet, içinde bağ ve hurma ağaçlarının bulunduğu bahçedir. İçinde üzüm
ve hurma olmayan bahçeyi ise onlar, cennet kelimesiyle değil, “” sözcüğü ile ifade
ederler (el-Fîruzabâdî, 1987: 1532; İbn Manzur, 1994: XIII, 100; ez-Zebîdî, 1994:
XVIII, 118).
Cennete bu ismin verilmesinin bir nedeni de kelime kökünün anlam örgüsü
içerisinde gizlemek manasından hareketle dünyevi gözlere gizli kalmasından dolayıdır
( ez-Zebîdî, 1994: XVIII, 116).
Anlam örgüsü temelinde “ötmek, gizlemek” manasını barındıran bir kelime niçin
Kur’an’ın eskatolojik bir olgusu anlatılırken seçilmiştir? Bu konuda çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. Özetle belirtecek olursak; “nimet diyarı” ve “âhiret yurdu” olan mekânda
ağaçların bolluğu, gölgelerinin koyuluğu, dallarının çokluğu, birbirinden farklı olan
yeryüzü bahçelerine benzetilmesi ve nimetlerini bu dünya gözü ile göremediğimizden,
nimetlerini bize gizlediğinden dolayı “cennet” kelimesi seçilerek bu olgu ifade
edilmiştir. Cennet, etrafı duvarlarla çevrili, hurma ve ağaçların bulunduğu bahçe ve park
anlamlarına gelip, dinde ahiretin nimetler yurduna özel isim olmuştur (İbn Manzur,
1994: XIII, 100; ez-Zebîdî, 1994: XVIII, 116; er-Râgıb, 1986:138; Şibay, 1997: II,102).
Kur’an’da yirmi beş yerde yukarıda izah edilen lügat anlamına uygun olarak
cennet kelimesi dünyadaki bağ, bahçe ve bostanları ifade etmektedir.
Diğer yaygın dillerde ise, “cennet” kavramının, aynı kökten gelen, ancak yazılış
ve telaffuzlarında kısmî farklılıklar olan kelimelerle ifade edildiği görülür. Cennet,
Fransızca “paradis”, İngilizce “paradise”, Almanca “paradies”, İtalyanca “paradiso”,
Latince “paradisos”, Yunanca “paradeisos”, eski Fars dilinde “pairidaeza”, Ermenice
“partez” kelimeleri ile ifade edilmiştir. Batı dillerinde “cennet” kavramının karşılığı
olarak kullanılan bu kelimelerin aslı Grekçe “paradeisos” olup Eski Farsçada “etrafı
çevrilmiş yer, ağaçlı bahçe” anlamındaki “pairi-daeza”dan gelmektedir. Dolayısıyla
şunu diyebiliriz ki, diğer kültürlerdeki ölüm ötesi “cennet” kavramı da, Kur’an’dakine
benzer biçimde, dünyadaki güzeliklerin ve nimetlerin sergilendiği “bahçe” kavramı için
kullanılan kelimelerle ifade edilmiştir (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 181; Şahin, 1993:
VII, 374).
içinde ebedî olarak kalacakları saadet yurdunu ifade etmektedir (İlgili âyetler için,bkz:
Abdu’l-Bâkî, 1988: 229-232).
3.2. Cehennem
6
KAVRAMSAL ÇERÇEVE Cemal ERGÜN
7
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Dinler tarihi incelendiğinde ister beşeri ister ilahi olsun hiçbir dinin, insan
davranışları karşısında yansız kalmadığı görülecektir. İnsan davranışlarının temel
karakteri ise, iki kelime ile değerlendirilebilir: İyi ve kötü. İyilik ve kötülük
sözcüklerinin kavramsal olarak geçmişi, insanlık tarihi kadar eskidir. Yeryüzü iyilikten
yana tavır alanlarla, kötülükten yana tavır alanların çok acımasız mücadelesine sahne
olmuştur. Bu mücadele bu gün de devam ettiği gibi, dünya durdukça da bitmeyecek gibi
gözüküyor. Yaşamın temeli ve gayesi bu mücadeleye dayandırılmaktadır. İnsan
yaşamının tamamı dünyada bu mücadele ile geçmekte ve sonunda bu dünyadaki yaşam
süresinin dolmasıyla her canlı gibi insan da ölmektedir. Ölüm bu dünyada canlılar için
kaçınılmaz bir olgu ve yok oluştur. Ancak insan için ölüm yok oluş veya bir son değil
aksine yeni bir hayatın başlangıcıdır.
Ölüm ve ölümden sonraki hayat düşüncesi veya inancının mitoloji, yaşayan veya
yaşamayan, diğer bir ifade ile mensubu kalmış veya kalmamış hemen hemen bütün
dinlerde mevcut olduğu görülmektedir (Harman, 1993: VII, 374). İyilik ve kötülüğün
savaşında, insanın bu dünyadaki tutum ve davranışlarına karşılık olarak, ölüm sonrası
hayatta ödüllendirileceği veya cezalandırılacağı anlayışının olduğu, ilkel kabul edilen
din ve mitolojilerden itibaren günümüzde de varlığını sürdüren pek çok dinde, ifade
edilmektedir.
Olüm sonrası hayatta insanın dünyadaki yaşamına paralel olarak ödüllendirileceği
veya cezalandırlacağı mekân olan cennet ve cehennem anlayışı Mitolojilerden
başlanıpsıra ile mensubu kalmamış dinlerden itibaren halen mensubu olan dinlere,
oradan da semavi dinler olarak tabir edilen Yahudilik ve Hristiyanlığa doğru uzanan bir
çizgide incelenecektir.
İlkel kabilelerde genellikle ölümden sonra mutlu veya mutsuz bir hayat fikri
mevcuttur. Mutlu bir hayatın yani cennetin, daha çok dünyada veya gökte bir yerde
gerçekleşeceğine inanılır. Mutsuz hayatın yani cehennemin ise, yeraltında
gerçekleşeceği inancı hâkimdir. Ölümden sonra gerçekleşecek olan hayat, hep maddi
unsurlarla tasvir edilir.( Bkz: Kramer, 2002: 180, 197; Eliade, 2003: I, 85, 137; Turner,
2004: 18, 36; Seyidoğlu, 1995: 68; Sarıkçıoğlu, 1999: 110; Budda, 1935: 57; Günay ve
Güngör, 1998, 84; Şahin, 1993: VII, 374, 375; Ögel, 1971: I, 423; Yasanın Tekrarı,
32/22; Tekvin, 2/8, 4/16; Matta, 5/11; Luka, 6/23).
Şimdi Kur’an’ın dışında kalan mitoloji ve dinlerin, ölümden sonraki hayatın bir
parçası olan cennet ve cehennem tasavvurlarını veya inançlarını tek tek inceleyelim.
8
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
9
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Eski Mısırlılarda ölüm ötesi hayat ve buna bağlı olarak cennet ve cehennem inancı
varlığının, yaklaşık M.Ö. 2500 yıllarında beşinci hanedan dönemine kadar dayandığı
ifade edilmektedir (Eliade, 2003: I, 113; Kutub, tsz: 15). Mısır piramitlerindeki
mumyaların dışında veya tabut ya da lahitlerdeki yazıt ve resimlerde yer alan bilgilerin
ve belgelerin, bunu doğruladığı belirtilmektedir (Turner, 2004: 24; Kutub, tsz: 15).
Ölümden sonra ister kral, isterse fert olsun, her insan dünyada yaptıklarının
mutlaka hesabını verecektir. Eski Mısır inanışına göre, kişi öldüğünde, tanrı “Oziris”’in
başkanlığında bir mahkeme kurulur. Bu mahkemede “Oziris”’e hikmet ve ilim tanrısı
olan “Tot”, ölüleri gömmeyi idare eden ve onlara kılavuzluk yapan Anubis, tanrı
“Oziris” ve “Hiris”’in oğlu “Horüs”, hakikat ve adalet tanrısı “Ma’at” ve kırk iki hâkim
yardım eder. Ölen kimse, bu mahkemede dünyada yaptıkları işler hususunda hesap
verir. Mahkeme, ölenin iyiliklerinin kötülüklerinden çok olduğuna hükmederse, o
kimse, “Aru” ile yani cennetle mükâfatlandırılır ve tanrı “Oziris” gibi olur.
Kötülüklerinin çok olduğuna hükmedilirse, vahşi hayvanların parçalaması, ateşe atılmak
veya başka bir şekilde işkence edilmek suretiyle cezalandırılır. İyilik ve kötülüklerin
eşit olduğuna hükmedilirse, kişi Tanrı’ya ulaşamadığı gibi, ateşe de atılmaz. Hizmet
etmek üzere tayin edilir ve ahiret hayatının hizmetçisi olur(Türk Ansiklopedisi, 1960:
X, 96).
Eski Mısır inancında, ölünün kalbinin sembolik bir değeri vardır. Ahiretle ilgili
eski resim veya figürlerde, mahkeme huzurunda kalp bir teraziye konulur. Terazi
kefesinin bir tarafına tanrıça “Ma’at” ya da “Rişhata”’nın heykelleri konularak tartılır.
Ölenin iyi veya kötü olduğuna, kalbin terazideki durumuna bakılarak hüküm verilir.
Eski Mısır inancına göre kalp, ölenin dünyadaki amellerini temsil eder. Kalbe bu kadar
önem verilmesinin nedeni, Eski Mısırlılar tarafından kalbin kişinin dünyada yaptıklarını
gördüğüne inanmaları sebebiyledir.
Piramit yazıtlarına göre, iyi olduğuna hükmedilen insanlar, Tanrılar veya tanrı
“Ra” ile beraber onun gemisinde oturmak için göğe çıkarlar. Bu kimselere aziz veya
mutlular denir. Ölüm sonrası dirilişe inanan Mısırlılara göre, ebedi mutluluğu kazanan
insanlar, ya güneş tanrısı “Ra”ya veya “Osiris”e kavuşurlar ya da yıldız olurlar.
Azizler, göğün doğu tarafında olan ebedi yıldızlarda bulunan cennetlerde
otururlar. Orada yemek tarlası adı verilen yerde, canlarının çektiği her türlü
yemeklerden istedikleri kadar yerler. Bir başka yerde ise, hayat ağacı tarlası vardır.
Azizler yine orada oturup, bu ağacın meyvesinden istedikleri gibi yerler. Yine burada
tanrılarla beraber ekmek yer ve şarap içerler. Bu nimetlerin yanında azizler, orada
“Oziris”’in önünde oturur, “Yaro” tarlasında yufka ekmekleri bile yerler. Burada
nimetlerin kesinlikle bitmediğine inanılır.
Cennette bu nimetlerin dışında, cennetlikler zıraatla da uğraşır, buğday ve arpa
ekerek kendilerine ait özel mülkler edinirler. Ayrıca kendilerine ait kadınları olur.
Dünyada yaptıkları her şeyi burada da yapabilirler (Şahin, 1993: VII, 374; Kutub, tsz:
15-21). Burada cennet nimetleri olarak, cennetlikler için kadınlardan ve özellikle de
özel mülklerden söz edilmesi, firavuna köle olan ve hiçbir özel mülkiyeti ve hakkı
olmayan bir halk kitlesi için, çok büyük bir özlem olmasından dolayı olsa gerektir.
Eski Mısır dinlerine göre, iyi insanlar öldükten sonra ödüllendirildikleri gibi,
günahkâr insanlar da cezalandırılmaktadır. Eski Mısır dinlerinde suçluların
cezalandırıldıkları yere yani cehenneme, “amenti” veya “amented” denilmektedir.
Amented veya amenti, “ölülerin meskeni, güneşin batıp indiği yeraltı dünyası”
anlamlarına gelmektedir (Seyidoğlu, 1995: 68; Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 96).
10
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Daha önce ifade edilen pek çok eski din ve mitlerde de görüldüğü gibi eski İran
dini olan Zerdüştîlikte de cennet cehennem inanışının mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın “mecûs”(el-Hac 22/17) olarak ta isimlendirdiği Zerdüştîlik
(Mecusîlik)in, M.Ö. yaklaşık 600 yıllarında ortaya çıktığı, kurucusunun Zerdüşt olduğu
ve M.Ö. 630 yılında doğduğu ifade edilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999:105).
Rivayetlere göre, Zerdüşt’ün uzun bir inziva hayatından sonra “Vohu Manah”
isimli bir meleğin kendisine Tanrı “Ahura-Mazda”’dan vahy getirmesiyle peygamber
olduğu belirtilmektedir (Doğrul, 1947: 190; Tümer ve Küçük, 1988: 77; Sarıkçıoğlu,
1999: 105). Mecusiliğin kutsal kitabı, “Avesta”dır (Kuzgun, 1993: 100). “Avesta”’nın
Zerdüşt’tün ölümünden sonra ortaya çıktığı ifade edilmektedir (Doğrul, 1947: 190).
Zerdüşt’ün lideri olduğu Mecusilik inancında, mücadele halinde olan iki kozmik
güç vardır. Bunlar, iyilik ve kötülüktür. Zerdüşt’e göre insan kendi iradesiyle iyiliği
veya kötülüğü tercih edebilir. İnsanın iyiliği tercih etmesi için Zerdüşt ona rehberlik
eder. İyiliği tercih eden kişi, Zerdüşt’ün belirttiği emirleri yerine getirmek zorundadır.
Ona göre insan, bu emirleri yerine getirmek suretiyle ancak kozmik âlemde yerini
alabilir.
Zerdüştîlikte, insan öldükten sonra bu dünyada yaptıklarından hesaba çekilecektir
(Kuzgun, 1993: 100). Ölen kişi bu dünyada yaptığı işlerin fayda veya zararlarını
kabirden itibaren görmeye başlayacaktır.
Zerdüşt’ün, ölümden sonra ahlaki emirlere göre ceza veya ödülden bahseden ilk
dini lider olduğu belirtilmektedir (Tümer ve Küçük, 1988: 79).
Bu dine göre, ölen kişinin ruhu, ölümünün dördüncü gününde ahirete gider. Bu
ruh, “Ahura Mazda”’nın huzurunda muhakeme edilir. Ölen kişiden, sorgulamanın
bitiminden sonra dünya ile ahireti birleştirdiğine inanılan Sinvat (Cinvat) Köprüsü
(ayrılık köprüsü, sırat köprüsü)ünden geçmesi istenir. Ölen insan, dünyada iken iyi ile
kötünün mücadelesinde iylikten yana tavır alıp, Ahura Mazda’ya inanmışsa, sinvat
köprüsünü kolaylıkla geçer. Aksine, iyilik ve kötülüğün savaşında kötülüğün tarafında
yer almışsa, ölenin ruhu sinvat köprüsünü geçemeyip, bu köprünün altında bulunan
11
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Eski Yunan mitlerinde, çok tanrılı bir inanç sisteminin hâkim olduğu
görülmektedir. Tanrıların ölümsüzlüğüne inanılan Eski Yunan ve Roma’da dünyevi bir
cennet tasavvurunun olduğu ve bu telakkinin de şair ve yazarlar tarafından geliştirildiği
ifade edilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 67; Şahin, 1993: VII, 374).
Yunan mitolojisinde ölümden sonraki hayat ile ilgili bilgilerin birbirinden çok
12
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
farklı olduğu belirtilmektedir (Turner, 2004: 33-48). Ölümden sonraki hayata, “Hades”
denilmektedir (Turner, 2004: 33). Mitolojiye göre, Hades’in girişinde üç başlı köpek
olan, “Kerberos” bekçilik yapar ve buraya giren bir daha geri çıkamaz. Ölen kişinin
ruhlarını Hades’e, “Hermes” indirir. Ruhlar burada yargılanırlar (Kahraman, 1975:
101). Kayıkçı “Kharon” suçsuz olanların ruhlarını Elysium bahçesine ve çimenliğine
ulaştırır. “Elysium veya Eleusis bahçesi veya çayırlığı” olarak isimlendirilen bu cennet,
yeryüzünün batı kenarında adalarda bulunur. Burada cennetlikler spor karşılaşmaları
yaparlar, dama oynarlar, ata binerler, çalgı çalarlar. Bu cennet aynı zamanda rengârenk
çiçeklerin olduğu bir yerdir. Buraya kutsal olanlarla, iyiler girerler ve burada sonsuz bir
hayat sürerler (Sarıkçıoğlu, 1999: 70; Turner, 2004: 43). Bu cennet anlayışının dışında
ölen insanların yeniden dirilip gireceği mevsimlerin elverişli olduğu, ağaçların meyve
verdiği, hayvanların bile barış içinde yaşadığı başka bir cennetten de söz edilmektedir
(Şahin, 1993: VII, 374).
Hades’te yargılanan ruhlardan suçlu bulunanlar, çeşitli şekilde cezalandırırlar.
Mitolojiye göre Hades, “elem nehri”, “gözyaşı”, “figan nehri”, “yeryüzünü unutturma
nehri”, “ateş nehirleri” şeklinde, çeşitli bölümlere ayrılmıştır (Turner, 2004: 41; Türk
Ansiklopedisi, 1960: X, 97).
Burada “Erinys” denilen intikam melekleri, evlatlık, akrabalık, misafirperverlik
hususunda suç işleyenler ile caniler ve yemininden dönenleri cezalandırırlar. Daha sonra
intikam melekleri bu günahkârları, hadesten daha aşağıda olan ve derinliği yer ile gök
arası kadar olduğu bildirilen “Tartaros”a atarlar. Cehennem olarak isimlendirilen
“Tartaros”, çok derin ve çok karanlık bir çukurdur. Etrafı demir duvarlarla çevrili ve
demir kapılarla tahkim edilmiş bir yerdir (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97).
“Tartaros”un içinde de insanın düştüğünde, dibine ancak bir yılda ulaşa bildiği “abis”
çukuru vardır. Burada suçlular, açlık, susuzluk, yokuş yukarı taş yuvarlamak, zincirlere
vurulmak, ateşten çemberlere bağlanmak, akbabaların saldırısına uğramak gibi çeşitli
işkence ve azapla cezalandırılırlar (Turner, 2004: 34,36,41).
“Tartaros” denen cehennemin, zifiri karanlık ve dibi çok derin bir mağara olduğu,
aynı zamanda çok pis ve kurşuni renkte suların bulunduğu vurgulanmaktadır (Turner,
2004: 36).
Eski Yunan dinlerine göre, Tanrıya isyan edenler ebediyen cehenneme atılırlar.
Bunların dışında ana babasına karşı gelip, şiddet uygulayan ve daha sonra da pişman
olanlar, hafifletici sebeplerle cana kıyanlar vb. suçları işleyenler, biryıl cehennemde
cezalandırıldıktan sonra, bir dalga vasıtasıyla oradan dışarı “Akherusian” gölüne
atılırlar ve daha önce kendilerine karşı haksızlık yaptıkları insanlardan af dilerler.
Affedilmeleri halinde bulundukları gölde yıkanıp, azaptan kurtulurlar. Affedilmezlerse,
tekrar bir yıl daha cehenneme atılırlar. Mağdurlar tarafından affedilinceye kadar bu
işlem böyle devam eder(Turner, 2004: 48).
13
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Mitolojiye göre Orcus, ölüleri yeraltı dünyasına götürür. Orada iki yol bulunur.
Sağa giden yol cennet bahçelerine, sola giden ise cehenneme çıkar. Orcus ölüleri yeraltı
dünyasında hapseder. Orada işkence melekleri olan, “Furiare” ve “Diare”, suçlulara
işkence ederler. Suçlu ve günahkâr ruhlar, yeraltı dünyasında iskelet ve hayalet şeklinde
sürekli dolaşarak, hiçbir surette rahatlığa kavuşamazlar. (Türk Ansiklopedisi, 1960: X,
97). Başka bir efsaneye göre ise, cehennemde alevler fışkırtan bir nehir bulunur.
İşkenceciler, suçluları cehennemde fokur fokur kaynayan sulara atarlar. Burada çok
sıkıntı ve ıstırap içinde olan suçluların iç organları parçalanır. Bunların dışında, orada
suçluların içine atılıp, azap edilmesi için, üç adet göl vardır. Bunlar, kaynayıp eritilmiş
altın, dondurucu kurşun, keskin demir parçalarından oluşan göllerdir. (Bkz.: Turner,
2004: 56.) Günahkârlardan bir kısmı, dondurucu kurşun gölüne, birkısmı, keskin demir
gölüne, bir kısmı da, kızgın eritilmiş altın gölüne atılmak suretiyle azap edilirler. Ayrıca
cehennemden çığlık, inilti, kamçı şaklamaları ve zincir şakırtılarının duyulduğu
belirtilmektedir. (Turner, 2004: 54).
Eski Cermen dinlerinde de Eski Yunan ve Roma dinlerinde olduğu gibi, ahiret
inancı mevcuttur.
Cermenlere göre, ölüm insanları daha önce yaşamış ailelerine kavuşturan bir
araçtır. Cermen mitolojilerine göre, ölülerin öbür dünyada, bu dünyadaki hayatlarını
toplu olarak devam ettirdikleri vurgulanmaktadır (Sarıkçıoğlu, 1999: 78).
“Niflhel” veya “Niflheimr” olarak ifade edilen “Ölüler Âlemi”, dokuz bölümden
oluşan, karanlık ve soğuk bir mekân olarak tarif edilmekte ve bu âlemin, kuzeyde bir
yerde olduğu belirtilmektedir. (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97). Ölüler âleminin
hâkiminin Tanrıça “Hell” olduğu belirtilmekte ve onun ülkesine bir kız tarafından
korunan bir köprüyle ulaşılacağı ifade edilmektedir. Suçsuzların “Hell”’in ülkesi olan
bu mekânda, cezasız ama neşesiz bir hayat sürdükleri vurgulanmaktadır. Savaşta ölerek
Tanrıça “Hell”’in ülkesine gidenlerin ise, peri “valkyrja”lar tarafından atlara
bindirilerek şeref sarayında bulunan, tanrı “Odin”in huzuruna çıkarıldıkları ifade
edilmektedir (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97). Mitolojiye göre, savaşta ölerek buraya
gelenler, bu sarayda şeref salonlarında eğlenirler, savaş yaralarının derecelerine göre
gençleşirler. Burada “Heidrun” keçisi, onlara sütüyle ebedi bir hayat bahşeder.
“Şerimnir” isimli erkek bir domuz da yenildikten sonra tekrar dirilerek, onları sürekli
etiyle besler. Oradaki şarkıcılar da şarkı ve musiki ile sürekli onları eğlendirir ve
günlerin hep neşeli geçmesini sağlarlar (Sarıkçıoğlu, 1999: 78). Cermen savaşçılarının
Tanrılarla birlikte kaldıkları bu cennete “Valhalla” denildiği ifade edilmektedir. Ayrıca
Cermen mitolojisinde, hastalık, yaşlılık ve ölümün olmadığı, ağaçlık ve koruluk bir
cennet anlayışının varlığından da söz edildiği belirtilmektedir (Bkz: Şahin, 1993: VII,
374).
Mitolojiye göre, “Niflheimr/Yeraltı Dünyası”nın en korkunç bölümü, işkence yeri
olan rutubetli “Nastron”dur. Suçluların cezalandırıldığı bu cehennemde, yılanlar
tavandan suçlulara zehir akıtırlar. Burada caniler ve yemininden dönenler ceza görürler
(Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97). Bu cezaların dışında günahkârlara, cehennemde
cehennem köpeği tarafından ısırılmak suretiyle işkence edilir. Ayrıca suçlular içinde
keskin kılıçların bulunduğu çamur kuyularına atılarak yaralanırlar ve acı çekerler.
İskandinav mitolojisindeki cennet cehennem tasavvurlarının ise, Cermenlerinkiyle
hemen hemen aynı olduğu görülmektedir. (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97).
14
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Eski Amerika yerlilerinin sahip oldukları dinlerde de çok tanrılı bir inanç sistemi
hâkimdir. Buna göre, Tanrılardan bazılarının gökyüzünde, bazılarının da yeryüzünde
veya yerin altında olduğuna inanılırdı. Ölüm ve ölüm sonrası hayatta cennet-cehennem
fikri bu kabile dinlerinden bazılarında mevcuttu. Örneğin, Azteklerde yeryüzünün
altında dokuz yeraltı dünyasının olduğu ve yerin üzerinde de on üç kat olan semaların
bulunduğu bir kâinat anlayışının olduğu, ifade edilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 84).
Aztek inancına göre, ana rahmine çocukların ruhlarını gönderen Tanrı
“Tonacatecutli”, gökyüzünün en üst katında karısıyla birlikte oturmaktadır. Azteklere
göre, insanın ölümden sonraki kaderi, ölümünün şekline bağlıdır. İhtiyarlık veya
hastalıktan ölen kişiler, yeraltı dünyasına girmektedir. Yıldırım çarpması, boğularak
veya ateşli bir hastalıktan ölenler, yağmur Tanrısı “Tlaloc”’un doğuda bir dağ üzerinde
bulunduğuna inanılan cennetine girmektedir. Savaşta ölenler, kurban edilenler ve
doğum esnasında ölenler ise, güneş tanrısının gökteki cennetine ulaşmaktadır
(Sarıkçıoğlu, 1999: 86).
Azteklerin, kızıl güneşin kendisinden doğduğu, son derece lüks ve refahın
bulunduğu, büyük nehirlerin kendisinden çıktığı ve doğuda olan başka bir cennetin
varlığına da inandıkları belirtilmiştir (Şahin, 1993: VII, 375). Azteklerde ölümden
sonraki hayatta dünya hayatının karşılığı olan mükâfat veya ceza tasavvurunun olmadığı
vurgulanmaktadır (Sarıkçıoğlu, 1999: 86). Mayaların kültlerinin de Azteklere benzediği
belirtilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 86). Ayrıca, Kuzey Amerika yerlilerinin, ölen
kimsenin bulut olup, yağmur getirdiklerine inandıkları ifade edilmektedir. Yine onların,
cehenneme inandıkları ve cehennemi, “tanrısal cezaya uğrayanların kıyamet gününden
sonra gidecekleri yer” olarak açıkladıkları vurgulanmaktadır (Ana Biritannica, 1987: V,
436).
Hint dinlerinde ölüm sonrası hayat ile ilgili ilk bilgilerin, kutsal kitaplardan biri
olan, “Rig-Veda”da bulunduğu vurgulanmaktadır (Budda, 1935: 55; Şahin, 1993: VII,
s. 375).
Hint dinlerinde ruhun ölümsüzlüğüne inanılır. Ölen kişinin ruhunun öbür âlemde
günahkârları yakan fakat iyilerin geçmesine izin veren iki ateş arasından geçeceği ifade
edilir. Bu iki ateş arasından geçebilen ruhun, ahiret yolculuğunda, önünde iki yol olduğu
vurgulanır. Bu yollardan birinin Brahma’ya, diğerinin ise, dünyada yapmış olduğu
iyiliklerin karşılığında ödül olarak aldığı, güzelliklerin yaşanacağı, “Nandana” adındaki
gökyüzü cennetine gittiği belirtilir. Brahma’ya giden ruhun, orada ebedi kaldığı,
“Nandana” adındaki semavi cennete gidenin ise, dünyada yapmış olduğu güzel işler
15
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
oranında bir süre kalabildiği ifade edilir (Budda, 1935: 57; Sarıkçıoğlu, 1999: 152).
“Nandana”da ilah “Yama”nın hüküm sürdüğü, diğer tanrılarla ataların olduğu
belirtilmiştir (Şahin, 1993: VII, 375). Ölen kişinin bu cennette, daha önce ölmüş olan
anne, baba, eş ve çocuklarıyla buluştuğu ve aile bireylerinin birbirlerine kavuştuğu
bildirilmiştir (Budda, 1935: 57). Bu cennette hastalık, sakatlık ve ölümün olmadığı
vurgulanmıştır. Burada “soma” ırmakları, süt, bal ve şarapların aktığı ve meyvelerin de
çeşitli ve çok bol olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca, parlak renkli ineklerin burada
oturanların her türlü ihtiyaçlarını karşıladığı belirtilmiştir. Bunların dışında cennette,
müzik ve eğlencenin de olduğu vurgulanmıştır. Hint kozmogonisine göre bu cennetin
göğün üçüncü katında bulunduğu açıklanmıştır. Buradaki hayatın, şehevâni zevklerle
geçen, maddi bir hayat olduğu ifade edilmiştir (Budda, 1935: 57). Salih olarak ölen
kişinin ruhunun, iyi olan davranışlarının oranında bir ödül olarak, tanrılarla birlikte
gökte bulunan bu cennette, kısa veya uzun bir süre kalabildiği, daha sonra yeniden
başka bir bedende dünyaya geldiği belirtilmiştir (Sarıkçıoğlu, 1999: 152).
Hint folklorunda bu cennetin dışında yeryüzünde Meru dağının üstünde ve
kendisinden dört nehrin çıktığı bir cennetin varlığından da söz edilir (Şahin, 1993: VII,
375).
Hint dinlerine göre, amelleri kötü olan ruhların, ya hemen başka bir bedenle
yeniden dünyaya gelerek ceza çektikleri veya çok uzun sürecek yeraltı cehenneminde
azap gördükleri ifade edilmiştir (Sarıkçıoğlu, 1999: 152).
Hinduizme göre ölümden sonra ruhların ceza gördükleri yer, “Naraka-loka” veya
“Naroloka” (alt dünya) diye isimlendirilmektedir (Harman, 1993: VII, 227; Türk
Ansiklopedisi, 1960: X, 96). Onlara göre cehennem, yirmi sekiz bölüme ayrılır.
Günahkârlar cehennemde, kızgın kumlar üzerinde yürürler. Kaynar sıcaklıktaki
yemekleri yer, baykuş, karga vb. alıcı kuşlar tarafından hırpalanırlar. Cehennemde
suçluların işledikleri suça karşın görecekleri ceza da, ceza mekânları da farklıdır.
Örneğin, yemininden dönenler “rurava” bölümünde, inek kesmiş olanlar caniler ve
çapulcular “rodha” bölümünde, sarhoşlar ve hırsızlar “sukara” bölümünde ceza görürler
(Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 96). Hinduizmde cehennem, ebedi olmayıp, işlenilen suç
oranında ceza çekilen, arınma yeridir. Cezasını çekip arınan ruh yeniden bir bedenle
dünyaya döner (Sarıkçıoğlu, 1999: 152; Harman, 1993: VII, 227). Ruh göçü (tenasüh)
çemberinden kurtulanlar ise, hinduizmde “Brahma”ya kavuşarak tanrılarla birlikte gökte
bulunan cennette otururlar. Burada ebedi kurtuluş ve mutluluğa ererler (Budda, 1935:
57)
16
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
cennette Tanrılar bile sonsuz olarak kalamazlar (Tümer ve Küçük, 1988: 195;
Sarıkçıoğlu, 1999: 177).
Budizm’de semavi cennetlerin dışında, Meru dağının tepesinde olduğuna inanılan,
başka bir cennetten de söz edilir. Mutluluk ülkesi olan ve “Sukhavati” denilen bu
cennetin özellikleri olarak ise, mücevherlerle süslenmiş ağaçların olması, şakrak ötüşlü
kuşların bulunması, cennetliklerin zevklerine uygun olarak suların soğuk ya da sıcak
olarak akması ve bu cennetin daimi bir yeşillik içinde olması vb. güzellikler
zikredilmiştir (Şahin, 1993:VII, 375). Japon geleneğinde ise bu sayılan cennetin benzeri
olan cennete “Ame” denilmiş ve bu cennetin olağan üstü güzellikte bir bahçe olduğu
belirtilmiştir ( Şahin, 1993:VII, 375).
Budizm’de bu dünyada kötülük yapıp çirkin bir hayat sürenlerin öldükten sonra
cezalandırılacağı inancının olduğu daha önce belirtilmişti. Budizm’e göre suçluların
öldükten sonra cezalandırılması, ölen kişinin ruhunun, ya çok nefret ettiği başka bir
varlığın bedenine girdirilerek dünyaya yeniden gönderilmesi (Budda, 1935: 258). ya da
cehenneme atılması şeklinde olacağı ifade edilmektedir (Harman, 1993: VII, 225).
Budizm’e göre yedi cehennem vardır ve bunlar, yerin altındadır (Harman, 1993:
VII, 225). Dünyada rezil bir yaşam süren günahkârların ruhları, suçlarının oranlarına
göre bu cehennemlerde çok çeşitli işkence görmek suretiyle cezalandırılırlar.
Cehennemlerdeki ceza çeşitleri olarak, cehennemliklerin parçalanması, kor gibi
kızdırılmış ateşli silahlarla kesilmesi, suçluların ezilmesi ve ağaçlara asılıp yakılması
vb. işkence türleri belirtilmiştir (Harman, 1993: VII, 225).
Budizm inancında, cennette de cehennemde de tenasüh (ruh göçü) inancı gereği
ebedi olarak kalınmaz. Cehennem suçluların bir arınma yeridir. Ruhlar tenasüh
döngüsünden kurtulduklarında ebedi yaşama ve mutluluğa kavuşurlar. Budizm’de ebedi
kurtuluşa ve mutluluğa kavuşma, “Nirvana”ya ulaşmakla mümkün olur (Budda, 1935:
258; Sarıkçıoğlu, 1999: 177).
Çin inançlarında ise, ölümden sonra ceza ve mükâfat olmadığı için cennet ve
cehennem inancı yoktur (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97).
Uzak doğuda bulunan, Andaman adalarındaki ilkel kabilelerin inanışlarına göre
ise, iyilerin ruhları yerle gök arasında bir köprüden geçerek cennete ulaşır. Kötülerin
ruhları da soğuk bir yere ayrılır ve orada soğukla cezalandırılır. Bu kabile inanışına
göre, cehennemde cezalandırma ebedi değildir. Günahlarından arınan bütün ruhlar eski
durumlarına dönerek yeni bir dünyada sürekli olarak yaşarlar (Şahin, 1993: VII, 375).
Eski Türklerde, can ve ruh kavramları “tin” sözcüğü ile ifade edilmektedir (Günay
ve Güngör, 1998: 84). Ölüm ruhun bedeni kesin olarak terk etmesi demektir. Eski Türk
inancına göre, yeraltı dünyasının hâkimi olan “Erlik”in, ölüm meleği olan “Aldaçı”yı
yeryüzüne gönderip, yaşayanların ruhunu yakalatarak insanların yaşamlarına son
verdiği belirtilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 98; Günay ve Güngör, 1998: 84; Çoruhlu,
2002: 52,53).
Eski Türk inanışında, ruhun ölümsüzlüğüne inanılmakta ve ruhun insan bedenine
girmeden önce gökte bir kuş olarak bulunduğu belirtilmektedir. Bu nedenle ölen insanın
ruhunun, ağzından çıkıp göğe doğru yükselerek, Tanrının yanına vardığına inanılır
(Günay ve Güngör, 1998: 84, 85).
Eski Türklerde ölümden sonra bir hayatın var olduğuna inanıldığı belirtilmiştir
(Tümer ve Küçük, 1988: 85; Günay ve Güngör, 1998: 85). İnsanın bu dünyaya, tayin
edilen süresinin dolduğunda ölmek üzere doğduğu zikredilmiştir. Türkler arasında
17
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Her şeyden önce Kur’an insanlığa gelmiş ilahi bir mesajdır. Bu mesajın kendini
insanlığa kabul ettirmesi ve insanlarca anlaşılıp kavranabilmesi için, onun geldiği
toplum fertlerinin aralarında kullandıkları antlaşma vasıtası olan sembolleri kullanması
kaçınılmazdır. Daha açık bir ifade ile Ku’an, ilk olarak Arapça konuşan bir topluma
nazil olduğu için, doğal olarak onun dili de Arapça olmuştur. Getirdiği mesajların
içeriği de genellikle o topluma yabancı değildir. Ölüm ötesi hayatın varlığı ve orada
ödüllendirme ve cezanın bulunması anlayışı da o toplum tarafından bilinmeyen bir olgu
olmasa gerektir. Kur’an’ın nazil olduğu ilk dönemlerde onu inkâr eden müşriklerin en
fazla direndikleri ve kabullenmek bir yana, anlamak istemedikleri konuların başında
kıyamet, öldükten sonra dirilmek, ahiret hayatı ve o hayatın safhaları olduğu ifade
edilmektedir (Izutsu, tsz.: 83; Paçacı, 1994: 62). Kur’an’ın ifadesine göre müşrikler,
ahiret ve onun safhaları ile ilgili konulara olan itirazlarını alaycı bir üslupla şu şekilde
dile getirirler:
“Bu dünya hayatımızdan başka bir şey yoktur; ölürüz ve yaşarız. Bizi öldüren
yalnız zamandır derler…” (el-Câsiye, 45/24).
“Dedi ki, şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” (Yâsin, 36/78).
18
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
“İlk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz ayağa kaldırılıp diriltilecek değiliz. Doğru
söylüyorsanız babalarımızı getirin.” (ed-Duhân, 44/34-35).
1
(Nihilizm: Hiççilik. Hiçbir değeri kabul etmeyen, inkarcı, her şeye hayır diyen Ahlaki anlamda hiçbir
kural ve otorite tanımayan her şeyi inkar eden, siyasal anlamda toplumun birey üzerinde hiçbir baskısını
kabul etmeyen, yerleşik düzeni bütünüyle yadsıyan ve her türlü siyasal düzeni yok sayan felsefi görüş.
Bkz.: Akarsu, 1979: 92; Bolay, 1987: 188)
2
Kur’an öncesi dönemde yaşayan insanların inançlarının hurafelerle dolu olması, çok tanrılı karmaşık bir
inanç sistemine sahip bulunmaları, sosyal ve hukukî anlamda güçlünün haklı olduğu bir zulüm sisteminin
hâkim bulunması vb. pek çok nedenden dolayı, Kur’an o kültürü “cahiliyye” olarak adlandırmaktadır.
(Bkz.: Âl-i İmran 3/154; el-Mâide 5/50; el-Ahzâb 33/33))
19
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Hatta yine aynı şaire atfedilen bir şiirde cennet, Kur’an’ın betimlemesine paralel
bir şekilde tasvir edilmektedir:
K+L
< IJ( +H( G F( 37 E
)! 1E7 OD< N( 8"( D( M#(
“Cennette bal, süt, şarap ve buğday vardır onun bitkilerinin bittiği yer (toprak)
ise, (çok) verimlidir.
Cennette elma, nar, muz ve içimi çok hoş, lezzetli ve soğuk sular vardır.” (Cevat
Ali, 1993: VI, 498).
Bütün bu örnekler, Kur’an nazil olmadan önce yaşayan Arapların tamamında
olmasa bile, bir kısmında ölüm ötesi hayata dair bir fikrin varlığını ortaya koymaktadır.
Bu düşünce onlarda nasıl oluşmuştur, sorusu, çeşitli şekilde yorumlanmıştır. Bir kısım
araştırmacılar, Cahiliye dönemi şiirlerinde görülen ahiret hayatına dair bu fikirlerin, o
dönemde yaşayan Arapların Şam, Mısır, Habeşistan, Yemen, Basra gibi şehirlere veya
ülkelere ticaret maksadıyla gerçekleştirdikleri seyahatler vasıtasıyla veya komşuluk
ilişkileri çerçevesinde birlikte yaşadıkları Medine, Taif gibi Arabistan yarımadasındaki
Yahudilerden ve özellikle Hrıstiyanlardan alınmış olabileceğini ifade etmişlerdir.
(Izutsu, tsz: 79).
Müsteşriklerin hararetle savundukları bu fikre karşı çıkanlara göre ise, Kur’an
öncesi dönemde yaşayan Araplar arasında, gerek Allah inancı, gerekse ölüm ötesi hayat
fikri, onlara Hz. İbrahim’in dini olan “hanif” dininden kalma bir fikirdir. Asla Yahudilik
ve Hrıstiyanlıktan alınma bir fikir değildir 4
İslam öncesi dönemde ve islamdan sonraki dönemde de Hicaz ve Kuzey
Arabista’da Yahudi ve Hrıstiyanların yaşadığı bir gerçektir. Arapların ölüm ötesi hayat
hakkındaki fikirleri için dış etkenlerden daha ziyade, kendi inanışlarından yola çıkarak
3
(Şiirin tercümesi hususunda Şerafettin Yaltkaya’nın Muallakati's-Seb', çevirisinden
yararlanılmıştır.Bkz: a.g.e., s. 58).
4
Bkz.: Ateş, (T. Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan), s. 79/22 nolu dipnot, s. 93/5 nolu dipnot).
20
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
hüküm vermek daha tutarlı olacaktır. Sonuç olarak bu fikirin onlarda haniflikten kalma
bir düşünce olduğunu söyleyebiliriz.
21
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
insanların ruhlarının azap yeri, bir kısmının sihirbaz ve büyücülerin, bir kısmının da
vaftiz, ibadet ve dini görevlerini yerine getirmeyen insanların ruhlarının şiddetli azap
görecekleri mekânlar olduğu belirtilmiştir (Gündüz, 1999: 161).
Günahkâr ve isyankâr insanların ruhlarının bu yedi gezegendeki işkence ve türlü
cezalardan sonra, “Abatur”un terazisine ulaşacağı ve burada tartılacağı belirtilmiş, bu
tartı sonucunda günahları ağır gelenlerin yeniden “Matarta”ya (cehenneme) geri
gönderileceği ifade edilmiştir. Günahkâr ruhların, burada yeniden işkence ve azaba
maruz kalacakları ve bu işkence ve şiddetli azabın, günahlardan arınıncaya ve kıyamet
sonrası olacak olan genel hesap gününe kadar devam edeceği ifade edilmiştir (Gündüz,
1999: 161, 162).
Azap mekânları olan gezegenlere geri gönderilen ruha, ışık elçisi tarafından şöyle
seslenilir: “Ey Ruh! Ben sana seslendiğimde bana cevap vermedin. Şimdi sen ağlayıp
haykırdığında sana kim cevap verecek? Sen altın ve gümüşü sevdiğin için cehennemin
derinliklerine kapatılacaksın. Rüyaları ve fantomları sevdiğin için yakıp haşlandığında,
kaynar kazanlara batırılacaksın.” (Ginza, 588’den naklen bkz: Gündüz, 1999: s. 162).
Kıyametin kopmasından sonra yapılan genel hesaplaşma sonucunda günahkâr
ruhların, bir tür cehennem olan, “Surf Denizi”ne atılacakları ve günahları oranında
burada da ceza çektikten sonra ışık elçisi “Hibil Ziva” tarafından vaftiz edilerek,
temizlenip, cennete yani ışık âlemine alınacakları belirtilmiştir (Gündüz, 1999:
163,164).
Sabiî inancına göre, ilahi mesajı inkâr eden günahkâr ruhların, günahlarının
cezasını çektikten sonra cennete girip giremeyeceği hususunda farklı görüşler mevcut
olmakla birlikte, “Surf denizi”ne (cehenneme) atılan bu ruhların orada belli bir zamana
kadar şiddetli azap ve işkence çektikten sonra kurtuluş zamanında temizlenerek,
sonunda onların da azaptan kurtulacakları ve cennete girecekleri belirtilmiştir (Gündüz,
1999: 164).
Sonuç olarak, Sabi inancında cennetin, dünya hayatında ilahi mesaj karşısında
olumlu tutum takınıp iyi işler yapan ve her türlü günahlardan kaçınan insanların
ruhlarının gireceği, sayısız ve mekânsal boyut itibarıyla da sınırsız ilahi ışık âlemleri
olduğu anlaşılmaktadır. Yükseklerde ve kuzeyde olduğuna inanılan “Mşunia Kuşta”
denilen bu âlemde, iyi ruhların eşleriyle birleşerek, her çeşit olumsuzluktan uzak, mutlu,
mesut ve huzurlu bir şekilde, ebedi olarak yaşayacakları görülmektedir. Cehennemin
ise, ilahi mesaj karşısında olumsuz tavır takınıp, kötü bir hayat süren, isyankâr veya
günahkâr ruhların atılacağı mekân olduğu anlaşılmaktadır. Sabiîlik inancında iki türlü
cehennemin olduğu görülmektedir. Birinci çeşit cehennemin, yedi adet gezegenlerden
oluşan, her birinde ayrı suçların cezalandırıldığı mekânlar olan ve adına “Matarta”
denilen kıyamet öncesindeki cehennem, ikincisinin ise, “Surf Denizi” denilen ve
kıyamet sonrası genel hesaplaşma neticesinde günahkâr ruhların atılacakları ve azap
görecekleri cehennem olduğu görülmektedir. Bu cehennemlerin karanlık oldukları,
günahkârların bu cehennemlerde, ateşte yakılmak, kaynar sularda haşlanmak ve kaynar
kazanlara batırılmak suretiyle, işkence görecekleri anlaşılmaktadır. Cehennemde azabın
ise, sonsuz olmadığı vurgulanmaktadır.
22
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit (İncil) olmak üzere bu konuda yapılan diğer
çalışmalardan faydalanılarak incelenecektir.
4.3.1. Eski Ahitte Cennet ve Cehennem
23
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
24
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
Bu isimlerin ise; “Şeol” (Ölüler Diyarı) (Yunus 2/2), “Abadon” (Helak Yeri), “Şahat”
(Ölüler Diyarı), “Bor Şaon” (Helak Çukuru), “Tit Ha-Yevan” (Batak Çamuru),
“Tsalmevet” (Ölüm Gölgesi) ve “Aşağıdaki Diyar” (Mezmurlar, 88/11; 16/10; 40/2;
107/10) olduğu ifade edilmektedir. Bu isimlerin dışında cehennemin isimleri olarak,
“Ge-Hinnom” ve “Tofet” isimleri de zikredilmektedir.
Ge-Hinnom izah edilmişti. Tofet ise, Eski Ahit’te, “Tofet çoktan hazırlandı, Evet
kral için hazırlandı. Geniş ve yüksektir odun yığını, ateşi, odunu boldur. Rab kızgın
kükürt selini andıran soluğuyla tutuşturacak onu” (Yeşeya, 30/33) ifadeleriyle
açıklanmaktadır.
Talmut’ta cehennemin üç kapısının olduğu, mekânının batıda bir yerde
bulunduğu, cehennemin girişinin dar olduğu, içinin ateş, duman ve odunla dolu
bulunduğu, geniş ve derin bir yer olduğu, ifade edilmektedir ( (Talmut of Babylone,
Moed/eruvin, 19a; Baba Batra, 84a; Kodashim/Menahot, 99b-100a, XIV, 610, 611’den
naklen bkz:, Taşpınar, 2003: 312, 313).
Derin çukur, zifiri karanlık, kargaşa ve kaosun olduğu bir yer olarak tanımlanan
cehennemde azap türleri olarak ateş, kaşıntı, dondurucu soğuk kükürt kokusu
açıklanmaktadır (Taşpınar, 2003: 314).Bunların dışında ise, karanlıkta yalnız bırakılma
ve susuzluk da cehennemde azap türleri olarak zikredilmektedir (Harman, 1993: 226).
Yahudi inanışına göre günahkâr insanlar, işkence görmeleri için cehennemin
fırınlarına atılacaklardır (Eliade, 2003: II, 305). Günahı az olanlar, orada on iki ay ceza
görecekler, büyük günah işleyenler ise, cehennemde ebedi olarak kalacaklardır (Şahin,
1993: 226).Azabın, ruh ve bedene birlikte uygulanacağı kanaati hâkimdir. Cehennem
azabının kişilerin işlediği günahlara göre sürelerinin olduğu ve günahkârların işlenen
suçlara mütenasip cehennemin yedi bölümünden birine atılacağı belirtilmektedir.
(Taşpınar, 2003: 314, 315).
Cehennemde işkencenin, dünyada günah işleyen organdan başlanacağı
vurgulanmaktadır. Haftanın bazı günlerinde azaba ara verileceği açıklanmaktadır.
Cehennemin hiçbir zaman sönmeyeceğini ileri sürenler olduğu gibi belli bir zaman
sonra onun yok olacağını ifade edenlerin de olduğu belirtilmektedir (Taşpınar, 2003:
316).
Sonuç olarak Yahudilikte de insanın bu dünyada yapmış olduğu güzel
davranışların âhirette ödülledirileceği, işlemiş olduğu günahların da mutlaka
cezalandırılacağı inancının bulunduğu görülmektedir.
Ancak bazı araştırmacılar, Yahudilikte cennet ve cehennem inanışının başlangıçta
bulunmadığı, bu telakkinin, M.Ö. yaklaşık II. yüzyılda eski İran dini olan Zedüştîlikten
Yahudiliğe geçtiği ve zamanla bu inanışın, Yahudiler arasında yaygınlık kazandığını
belirtmektedirler. Yahudilerden bazı mezhep mensupları ve teologların da başlangıçta
olmayan bu cennet ve cehennem inanışını kabul etmediklerini vurgulamaktadırlar.
(Eliade, 2003: II, 305–308; Taşpınar, 2003: 309, 316; Şahin, 1993: IIV, 375; Harman,
1993: IIV, 225; Paçacı, 1994: 171; Sarıkçıoğlu, 1999: 229).
Tevrat’ın kendisinde mevcut olduğunu gördüğümüz bu bilgilerin Tevrat’a
sonradan girip girmediğini ispat etmenin konumuzun dışında olduğunu belirtmek
isterim.
25
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
26
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
inci” (Matta, 13/44–46) ve “ağ” (Matta, 13/47 -52) benzetmeleriyle konu açıklanmaya
çalışılmaktadır.
Cennet nimetleri olarak İncil’de, “sonsuz yaşam” ve “Tanrı’yla birlikte olma”nın
yanında, insanoğlunun, Tanrı’nın çocukları olması ve insanın melek haline gelmesi,
onun bir daha ölmeyeceği ve sonsuza kadar yaşaması, zikredilir (Matta, 22/30; Markos,
12/25; Luka, 20/35). İncil’de cennette yaşanılacak çok şey olduğu belirtilmekle birlikte,
bu yaşanacak şeylerin mahiyetleri hakkında bilgi verilmemektedir (Yuhanna, 14/1-4).
Bunların dışında İncil’de cennet tasvirinin en açık bir şekilde yapıldığı bölüm,
“esinleme” (vahy) bölümüdür. Bu bölümde, yeryüzü ve gökyüzünün yıkılıp yok
edileceği ve yeniden yerin ve göğün yaratılacağı, burada Tanrı’nın konutunun olacağı,
buraya yaşam kitabında adları yazılı olanların alınacağı, Tanrı’nın bu insanlarla birlikte
yaşayacağı, burada acı, ıstırap, gözyaşı, yas ve ölümün olmayacağı belirtilmektedir
(Esinleme, 21/3,4). Burada, Yeni Ahit’in ifadesiyle “ölümlü bedenle ölümsüz hayata
varis olunamayacağı” gerçeğinden hareketle, beden ölümsüzlüğe varis olacak biçimde
diriltilecektir (Pavlus’un Korintliler’e I. Mektubu, 15/35–52; Esinleme, 21/1-5).
Bu yeni mekanı İncil, yeni Kudüs olarak adlandırmakta olup, bu yeni şehrin
surlarının çok yüksek olduğunu ve bu surların yeşim, safir, alaca akik, zümrüt, beyaz
akik, kırmızı akik, sarı yakut, gök (mavisi) zümrüt, zebercet, sarıca zümrüt, gök
(mavisi) yakut ve mor yakut gibi değerli taşlardan yapıldığını belirtilmektedir
(Esinleme, 21/10-21). Bu şehrin on iki kapısının olduğu ifade edilerek, kapıların her
birinin inciden olduğu zikredilmektedir. Bu şehrin yollarının cam saydamlığında saf
altın olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca bu şehirde, mabedin olmadığı, ışıklandırma için güneş ve aya gereksinim
bulunmadığı, Tanrının görkeminin (nurunun) onu aydınlatmaya yeteceği ve burada gece
olmayacağı vurgulanmaktadır (Esinleme, 21/22, 23).
Bu yerde Tanrının ve İsa’nın tahtının bulunduğu ve tahtın her birinin altından
billur gibi ırmağın çıktığı, bu yaşam ırmağının şehrin ortasından geçtiği belirtilmektedir
(Esinleme, 22/1, 2). Susuzların karşılıksız sulandığı bu ırmağın iki tarafında on iki çeşit
meyve üreten ve her ay meyvesini veren yaşam ağacının bulunduğu ve Tanrı ve oraya
girenlerin orada sonsuza dek egemenliklerini sürecekleri ifade edilerek (Esinleme, 22/1-
5), cennetin en geniş anlamda tasvirinin yapıldığı görülmektedir (Bkz.: Esinleme,
21/10-27; 22/1-5). Kur’an’ın aksine, İncil’e göre cennette evlilik yoktur. İnsanlar
cennette ne evlenir ne de evlendirilirler. Onların orada gökteki melekler gibi oldukları
belirtilmektedir (Matta, 22/30; Markos, 12/25; Luka, 20/35).
Dinler tarihi incelendiğinde, ister beşeri ister ilahi olsun hiçbir dinin, insan
davranışları karşısında nötr kalmadığı görülecektir. İncil’de de her insanın iyi veya kötü
olan davranışının mutlaka Tanrı katında karşılığının verileceği ifade edilmektedir.
Davranışların bu denli karşılıklarının belirlenmesi ahiret âleminde bir yargılanma
neticesinde ortaya çıkacaktır. İncile göre bu dünyada yapılan davranışlar, işlenilen fiiller
ve söylenilen sözlerin bir kitapta kaydedilmekte olduğu ve yargılanmanın buna göre
yapılacağı belirtilmektedir (Esinleme, 20/11, 12).
Nasıl ki iyiliğin karşılığı daha önce de belirtildiği üzere Tanrı’nın huzuruna kabul
ve onunla birlikte sonsuz hayat sürmek ise, kötülüğün karşılığı da cezalandırılmadır.
Cehennem dediğimiz bu mekânın adı, İncil’de farklı farklı isimlendirilmiştir. Bu
adlandırma bazen “ölüler diyarı” (Matta, 11/23–24; Luka, 10/15), bazen “sonsuza dek
sürecek koyu(zifiri) karanlık” (Matta, 8/12–13; 25/30; Yahuda’nın Mektubu, 7, 23;
Petrus’un II. Mektubu, 3/17), bazen “dipsiz derinlik” (Esinleme,17/8; 20/1), bazen
“sonsuz azap” (Matta, 26/4; Markos, 9/44), bazen “sönmez ateş” (Matta, 18/8; 26/46),
bazen “kızgın fırın” (Matta, 13/42; 14/50), bazen de “cehennem ateşi” (Matta, 18/9)
27
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
olarak, ifade edilmiştir. Bunların dışında “İncil’de “diş gıcırtısı, gazap, sıkıntı ve elem”
(Matta, 8/12, 13; Luka, 13/29) vb. cehennemi anlatan ifadeler de yer almaktadır. Ancak
bu ifadeler cehenneme isim olmaktan ziyade, onun azabının dehşetini ve korkunçluğunu
niteleyen sıfatlar olması muhtemeldır.
Cehennemin mekânsal olarak nerede olduğu hususunda, İncil’de açık bir ifade
yoktur. Ancak bazı sembolik anlatımlar mevcuttur. Tövbe etmeyen kentler bölümünde
“...Ya sen, ey Kafernahum, göğe mi çıkarılacaksın? Hayır. Sen ta ölüler diyarına kadar
ineceksin... Sana şunu söyleyeyim yargı günü Sodom diyarının hali, seninkinden daha
dayanılır olacak” (Matta, 11/23–24; Luka, 10/15) ifadesi, buna bir örnektir. Bu
anlatımlara dayanarak mekân olarak cehennemin yerinin, cennetin aksine aşağılarda bir
yerde olduğunu söyleyebiliriz.
İncil’e göre insan, davranışlarına ve söylediği söze göre muamele görecektir. O,
bu durumu, “...Ağız yürekten taşanı söyler. İyi insan içindeki iyilik hazinesinden iyilik
çıkarır. Kötü insan da içindeki kötülük hazinesinden kötülük çıkarır. Size şunu
söyleyeyim, insanlar söyleyecekleri her boş söz için yargı gününde hesap verecekler.
Kendi sözlerinizle aklanacak, yine kendi sözlerinizle suçlu çıkarılacaksınız” (Matta,
12/34–37) ifadeleriyle açıklamaktadır. İncil’de insanların işleyeceği her günah ve
edeceği her küfrün bağışlanabileceği, ancak tanrıya karşı yapılacak küfrün asla
bağışlanmayacağı belirtilmektedir. “...Kutsal Ruh’a karşı yapılan küfür, ne bu çağda ne
de gelecek çağda asla bağışlanmayacaktır. Öyle biri asla silinmeyecek bir günah
işlemiş olur.” (Matta, 12/31,32; Markos, 3/29; Luka,12/10). Bir kardeşine hakaret edip
onu aşağılamanın cezası cehennem ateşidir (Matta, 5/22). Din bilginlerinin, başkalarına
öğüt verdikleri güzellikleri kendilerinin yapmamalarını, riyakârlık etmelerini ve
peygamberleri öldürmelerini İsa, “Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler” diyerek
kınar ve “Sizi yılanlar, engerek soyu, cehennem cezasından nasıl kaçacaksınız” diye
tehdit ederek, yukarıda ifade edilen suçların kişiyi cehennemlik yaptığını belirtmektedir
(Bkz: Matta, 23/3–7,29–33; Luka, 12/46-49). Bunların dışında inançsızlık, putperestlik,
adam öldürme, cinsel ahlaksızlıkta bulunma, büyücülük yapma, yalancılık, bencillik,
haksızlığın peşinden gidip gerçeğe uymamak vb. davranışların kişiyi cehenneme
götüreceği ifade edilmektedir (Pavlus’un Romalılara Mektubu, 2/5-10; Pavlus’un
Selaniklilere II. Mektubu, 1/6-10; Esinleme, 21/8).
Yukarıda belirtilen suçları işleyenlerin cehenneme atılacakları ve orada değişik
biçimde azap türlerine maruz kalacakları belirtilmektedir.
İncil’de belirtilen azap türlerine gelince bunlar, Tanrının yaşam kitabında adı
olmayanların dışlanması (Matta, 8/12,13), gece gündüz hiç sönmeyecek olan ateşe
atılmak (Esinleme, 21/10), kükürtle yanan ateş gölüne atılmak, kızgın fırınlara
sokulmak (Matta, 13/4142; 14/49,50), elleri ayakları bağlanıp, zifiri karanlık olan,
dipsiz bir kuyuya atılmak (Yahuda’nın Mektubu, 5–7), biçiminde ifade edilmektedir.
Kur’an’da olduğu gibi İncil’de de cehennemde azap türlerinden ateş motifi ön
plana çıkmaktadır. Cehennemde cehennemliklere devamlı işkence edileceği, orada
sürekli sıkıntı, ıstırap, acı, elem, gözyaşının ve -yine İncil’in ifadesine göre- “diş
gıcırtısının” olacağı vurgulanmaktadır (Matta, 24/51; Luka,13/29; Pavlus’un
Selaniklilere II. Mektubu, 1/6–10). İncil’de bu azapların sürekli ve sonsuza dek süreceği
belirtilmektedir (Pavlus’un Selaniklilere II. Mektubu,1/6–10; Esinleme, 21/10).
Aynı zamanda azabın hem bedene, hem de ruha aynı anda yapılacağı ifade
edilmektedir. Bu durum “bedeni öldüren ama canı öldürmeye gücü yetmeyenden
korkmayın. Hem canı hem de bedeni cehennemde mahvedecek güçte olan Tanrı’dan
korkun” biçiminde açıklanmaktadır (Bkz: Matta, 10/28). Azabın beden ve ruha birlikte
yapılacağı fikrini, ahiretteki dirilişin beden-ruh birlikte olacağını belirten, İncil pasajları
28
İLKEL DİN, MİTOLOJİ VE SEMAVÎ DİNLERDE … Cemal ERGÜN
29
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5. KUR’AN’DA CENNET
Cennet, dünyada Allah’a inanan ve ilâhi mesajlara kulak verip yaşamını erdemli
(Erdemli insanın özelliği için bkz: Atik, 1992: 107–111) bir şekilde sürdüren ve
insanlığın yararına güzel işler yapanların ahirette ödüllendirileceği ebedî mutluluk
yurdunun adıdır. Ölüm sonrası hayatta mükâfat ve ceza, dolayısıyla cennet ve cehennem
hususundaki bilgilerin, islamın dışında kalan dinlerin kutsal kitaplarında çok açık ve net
bir şekilde anlatılmadığı ifade edilmektedir. (Şibay, 1997 A: III, 45) Çalışmamızın
birinci kısmında da görüleceği üzere cennetin islamın dışındaki dinler ve bu dinlerin
kutsal kitaplarında Kur’an’da olduğu kadar net, ayrıntılı ve çok özendirici bir uslupla
anlatılmadığı görülmektedir. Biz araştımamızın bu kısmında Salihlerin ahirette
girecekleri cenneti, Kur’an ekseninde inceleyeceğiz.
5.1. Cennet
Yüce Yaratıcı insan denen türü yaratmayı murad edince, konuyu meleklerle
paylaşmış ve onlara yeryüzünde bir halife var edeceğini açıklamıştır. (el-Bakara 2/30).
30
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
Konunun fazla dağılmaması için ayrıntıya girmeden olayı Kur’an ekseninde konumuzu
ilgilendiren kısımlarını da ön plana çıkararak özetlemek istiyorum.
Allah Âdem’i bir takım özelliklerle (el-Bakara 2/31) yaratarak meleklerin ona
secde etmesini emretmiştir. Tüm melekler Âdem’e secde (boyun eğerken) ederlerken
şeytan yaratılış cevherinin üstünlüğünü (el-A’râf 7/12) ileri sürerek Allah’ın bu emrini
yerine getirmemek suretiyle Ona isyan etmiş ve Yüce yaratan tarafından cennetten
kovulmuştur. Bunun üzerine şeytan Allah’tan Kıyamet gününe kadar insanları hak
yoldan saptırmak için yaşama izini istemiş ve Allah da onu ve ona uyanları cehenneme
dolduracağını belirterek, şeytana istediği izni vermiştir.
Şeytanı cennetten kovan Allah, Âdem’e, “Ey Âdem! Sen eşin ile birlikte cennete
yerleş; orada ikiniz de dilediğiniz gibi bol bol yeyin. Ama şu ağaca asla yaklaşmayın”
(el-Bakara 2/35) buyurarak, Adem ve eşini cennete yerleştirmiştir. Şeytan rahat
durmamış ve mesleğinde ilk icraata başlamıştır. İlk iş olarak, Allah tarafından
yasaklanan ağacın ne sebeple yasaklandığı hususunda onları kuşkuya düşürmeye
çalışmıştır. Kendisinin nasihatçi olduğuna yemin ederek onları inandırmak ve böylece
onları ikna ederek yasak ağaca yaklaştırmak, bu eylemin neticesinde de Allah’ın emrini
çiğnetmek suretiyle, O’na karşı günah işlemelerini ve onların da kendisi gibi cennetten
kovulmasını sağlamıştır. (Adem Kıssası için, bkz: el-Bakara 2/12–22; el-A’râf 7/11-24)
Kur’an’da Hz. Âdem ve eşi Havva’nın “geçici olarak iskân ettirilip” daha sonra
oradan çıkartıldıkları mekan ile ilgili olarak cennet kelimesi altı ayette geçmektedir.
Ancak cennet kelimesi bu bağlamda zikredildiği yerlerde hep mutlak olarak
geçmektedir. Dolayısıyla bu cennetin sözlük anlamında belirtildiği gibi dünyadaki bir
bahçe anlamında bir cennet mi, yoksa terim anlamında zikredildiği gibi âhiret cenneti
mi olduğu Kur’an’da açıklanmamıştır. Bu nedenle bu konuda pek çok tartışmalar
yapılmış, akıl yürütülmüş, fikirler ve görüşler ileri sürülmüştür. Dolayısıyla bu konuya
ayrıntıya girmeden değinmeyi gerekli görmekteyiz.
Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva’nın iskan ettirildikleri cennet hususunda Kur’ânî
verilerden yola çıkararak şöyle bir değerlendirme yapabiliriz:
“Biz, ‘Ey Âdem! Sen eşin ile birlikte cennete yerleş; orada ikiniz de dilediğiniz
gibi bol bol yeyin. Ama şu ağaca asla yaklaşmayın ki kendilerine yazık edenlerden
olmayasınız!’ demiştik” (el-Bakara 2/35)
“Ey Âdem! Sen, eşin ile birlikte cennete yerleş; orada ikiniz de dilediğiniz gibi
bol bol yeyin. Ama şu ağaca asla yaklaşmayın ki kendilerine yazık edenlerden
olmayasınız!” (el-A’râf 7/19)
“Biz (ona): Ey Âdem! Bu hem senin hem de eşin için bir düşmandır. O halde, o,
sakın sizi cennetten çıkarmasın; yoksa mutsuz olursunuz.” (Taha, 20/117)
Yukarıdaki âyetlerden anlaşıldığına göre, Âdem ve eşi “cennet” olarak
isimlendirilen bir mekanda oturmuşlar, orada canlarının çektiği her meyveden yiyerek
bir hayat sürmüşler ve Allah’ın nimetlerinden diledikleri gibi yararlanmışlardır. Ancak,
insanlığın atasının ve dolayısıyla insanoğlunun kendi benliği ve şeytan ile mücadele ve
imtihan süreci de burada başlamıştır. Şeytan, Âdem ile Havva’yı aldatıp, Allah’ın onlar
için koymuş olduğu yasağın ihlal edilmesi hususunda ilk mücadelesinde başarılı olmuş
ve onların cennetten çıkarılmasını sağlamıştır:
“Rabbiniz o ağaca yaklaşmanızı sırf ikiniz melek ya da ebedi kalıcılardan
olmayasınız diye men etti” (el-A’râf 7/20)
Ayette sanki Hz. Âdem’in melek olmak veya ebedilik arzusunda olduğu ve bunu
da şeytanın bildiği, dolayısıyla onların bu zafiyetlerinden yararlanarak aldattığı
vurgulanmaktadır. Demek ki insanın ölümden hoşlanmaması, ölümü arzulamaması ve
31
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
32
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
anlamının da bir bölgeden diğer bir bölgeye geçmek olduğunu ifade etmişlerdir. (er-
Râzî, tsz: III, 4) Hz Âdem’in iskân edildiği cennet hakkında Elmalılı ise, “Âdem’in
yeryüzüne inişi ve yeryüzünde ortaya çıkması akıl ve nakle daha uygundur. Huld (ebed)
cennetinde devamlı oturmakla misafir olarak oturmak arasında fark vardır. “el-Cennetü”
marife olmasından dolayı ahirette müminlerin girecekleri sevap yurdudur. Şimdi
mevcud fakat dünyada görüşten gizlenmiştir.” değerlendirilmesini yapmaktadır. (Yazır,
tsz: I, 321-322)
Süleyman Ateş ise “Allah Âdem’i yeryüzünde yaratmıştır ki onu ve soyunu
yeryüzünün halifeleri (birbirlerinden üreyen hükümdarlar-insanlar) yapsın. Bu
yaratılmanın asıl amacı halifeliktir”, değerlendirmesini yapmaktadır. Yine o Âdem’in
yeryüzünde yaratıldıktan sonra gökyüzünde bir cennete konulduğu düşüncesinin
Kur’an’da belirtilmediğini, Âdem’in bulunduğu cennetin ebediyet cenneti olduğu
varsayılsa, bu sefer de Âdem’in ayetlerde belirtilen ebediyet arayışına kalkışmayacağı
ve şeytanın ebediyet cennetine asla giremeyeceğini belirtmektedir. Ayrıca, Kur’an’dan
hareketle ebediyet cennetinde günah işlemenin mümkün olmadığı, ancak Âdem’in
yasaklanan ağaçtan meyve yiyerek günah işlediği, dolayısıyla bu cennetin ebediyet
cenneti olamayacağını vurgulamaktadır. (el-Âlûsî, 2000: I, 315–316; Ateş, 1988: I, 146)
Sonuç olarak Kur’an-ı Kerimin altı ayetinde tekrarlanan bu cennetin mekân olarak
yeri belirtilmemiş, mahiyeti hakkında da çok açıklayıcı bilgiler verilmemiştir. Ayrıca,
bu cennetin ebediyet cenneti mi, dünya cenneti mi olduğu konusu da net bir şekilde
ortaya konulmadığından bu konu tartışmalı bir mevzu olma durumundan
kurtulamamıştır.
Âdem ve eşinin yerleştirildiği cennetin keyfiyeti ile ilgili tartışmalar, müminlere
vaat edilen cennetin kıyametten önce ve şu an var olup olmadığına dair ortaya çıkan
fikir ayrılıklarına da yansımış, söz konusu cennetin ahiret cenneti olduğunu söyleyenler
için bu durum, onun şu an mevcut bulunduğuna delil gösterilmiştir. Ancak şunu
belirtelim ki, söz konusu cennetin, Âdem ve eşinin ilk hayat serüvenlerinin anlatıldığı
Kur’an pasajlarında zikredilişi, onun keyfiyeti ile ilgili bilgi verme amacına yönelik
değildir. Bu cennetin dünyadaki bir bahçe mi yoksa ahiretteki cennet mi olduğunun
tespit edilmesinin, ilgili ayetlerin taşıdığı mesaja sağlayacağı pratik bir katkı da
bulunmamaktadır.
Cennetin varlığı meselesi gaybi bir konu ve eskatolojik bir olgu olduğu için, duyu
organlarıyla idrak edilebilecek, araştırma ve deneyler sonucu ortaya konulabilen bir
mesele değildir. Fizik ötesi âleme ait bir olgunun yaşanılan fiziki şartlar ile ortaya
konulması imkânsızdır. Dolayısıyla onun varlığının ancak ilahi bilgi yani vahyin
verileriyle ele alınması gerekir. Bu nedenle bu konuda tek başvurulacak kaynak,
Kur’an-ı Kerim’dir.
Kur’an daha önce de sayısını verdiğimiz pek çok ayette, cennetten söz etmektedir.
Varlığı olmayan bir şeyden bu derece söz edilemeyeceğine göre, cennetin mevcudiyeti
hususunda hiçbir tereddüt yoktur. Kuran’da geçen ayetlerden anladığımız kadarıyla
ahirette cennetin varlığı kesindir. Bu konuda hiçbir şüphe yoktur. Ancak cennetin şuan
var olup olmadığı hususu veya başka bir ifadeyle “kıyamet öncesi” varlığı hususu
tartışmalıdır. Her şeyden önce bu husus gaybi bir konu olduğu için inanç sahasına
girmektedir, dolayısıyla şu an varlığına inanan insanlar için cennet vardır. Yine diğer bir
takım insanlara göre ise cennet haktır fakat kıyamet öncesi yaratılmamış ancak kıyamet
33
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
34
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
Kur’an’da Hz Âdem ile eşinin kısa bir süre iskan edildikten sonra çıkartıldıkları
cenneti ifâde eden bilgi altı yerde geçmektedir. ( el-Bakara 2/35)
Bunlardan ilki Bakara suresinde geçmektedir:
“Biz, ‘Ey Âdem! Sen eşin ile birlikte cennete yerleş; orada ikiniz de dilediğiniz
gibi bol bol yeyin. Ama şu ağaca asla yaklaşmayın ki kendilerine yazık edenlerden
olmayasınız!’ demiştik” (el-Bakara 2/35)
Bu âyeti müfessir Taberî (ö.310/923), “Şeytan cennetten Âdem’e secde
etmemesinden ve tekebbüründen dolayı çıkarıldı, eğer cennet yaratılmış olmasaydı,
olmayan bir şeyden dışarı çıkarılmak mümkün olmazdı” şeklinde yorumlayarak
cennetin şu an mevcut olduğu görüşünü desteklemektedir. (et-Taberî, 2002: VIII, 179)
Cennetin henüz yaratılmadığı, dolayısı ile şu an mevcut olmadığı görüşünü
savunan bilginler ise bu iddialarını şu ayetlere dayandırmaktadırlar.
“O ahiret yurdunu yeryüzünde kibirlenmeyen ve fesat çıkarmayanlar için
yaratırız.” (el-Kasas 28/83).5
“...O’nun yüzü (zatı)ndan başka her şey yok olacaktır.” (Kasas 28/88)
Bu görüş sahipleri, “Allahtan başka her şey yok olacaksa cennet ve cehennem de
bu her şeyin içerisine girmektedir. Dolayısıyla Yüce yaratıcı yok olacak bir şeyi neden
önceden yaratsın?” yorumunu yapmaktadırlar. ( Taftazânî, 1999, 259)
Cennetin ve sakinlerinin ebediliği değişik ayetlerde “Cennetu’l-Huld, (el-Furkan
25/15) Halidine fiha ebeden, (Bkz: en-Nisâ 4/57, 122; el-Mâide 5/119; et-Tevbe 9/22,
100; et-Teğabun, 64/9; et-Talâk, 65/11; el-Beyine, 98/8) ükülüha daimun” (er-Ra’d
13/35) ibareleri ile belirtilmektedir. “...O’nun yüzü (zatı)ndan başka her şey yok
olacaktır” ayetinin ışığında Kur’an’ın değişik ayetlerinde pek çok defa geçen bu
ibareler değerlendiğinde cennetin ve sakinlerinin ebediliği, meyvelerinin sürekliliği
ancak kıyamet sonrası cennet ve cehennemin yaratılmışlığı fikrinin kabulü ile mümkün
olmaktadır.
Yukarıdaki değerlendirmeler sonucunda ulaştığımız netice şu dur: Cennetin
kıyamet öncesi veya kıyamet sonrası varlığı iman sınırları içinde bir konu olup imanın
da subjektif bir kanaat olduğu düşünülürse şu an yani kıyamet öncesi varlığına inanan
insan için cennet vardır, inanmayan için ise kıyamet öncesi cennet yoktur. Cennet, bu
dünyada inanan ve güzel davranışlarda bulunan insanlar için bu tutumlarına karşılık bir
ödül olduğundan hareketle kıyamet sonrası hesaplaşma neticesinde Yüce Yaratıcı
tarafından kullarına verilecektir. Kıyamet öncesi cennetin var olup olmadığı hususu
Kur’an’ın vermek istediği mesaj değil, o güzide yurdun yeryüzünde faydalı işler yapıp
Allah’ın rızasını kazanan insanlar için hazırlanacaktır.
Kur’an’da Salihlere ahirette ödül olarak verilecek ebedi mutluluk yurdunun pek
çok isimleri zikredilmiştir. Bu isimler cennetin tamamını ifade eden isimler olduğu gibi
onun bir bölümünü anlatan sıfat isimler de olmaktadır. Bu isimleri tek tek inceleyelim.
5
Bu âyette geçen “ce’ale” fiilini S. Ateş ve S. Akdemir “vermek” kökünden hareketle “veririz”
“vereceğiz” şeklinde tercüme etmişlerdir. Biz ise verme eyleminin ahirette gerçekleşecek olmasından
yola çıkarak “ce’ale” fiilinin anlam örgüsü içinde de bulunan “yaratma” manasını tercih ettik (Bkz.: el-
Fîruzabâdî, 1987, 1262).
35
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.2.1. Cennet
Cennet, Allah’ın emir ve yasaklarına saygılı olan ve O’na karşı kulluk bilincini
daima zihninde canlı tutan, yeryüzünde devam eden iyilik ve kötülüğün mücadelesinde
daima iyilikten yana tavır alan insanlar için âhirette ödül olmak üzere Yüce Yaratıcı
tarafından hazırlanan sonsuz mutluluk yurdunu, içindeki bütün “mekân ve imkânları”
kapsayacak şekilde ifade etmek üzere Kur’an’da, hadislerde ve İslâm dinini anlatan
eserlerde en çok kullanılan bir terimdir. İslamî literatürde sonsuz âhiret yurdundaki
ebedî mutluluk ile ilgili vaatlerin, özendirici anlatım ve betimlemelerin genellikle
“cennet” adı etrafında yoğunlaştığı görülmektedir. Edebiyat ve dil alanındaki eserlerde
de daha çok bu kelimeye yer verilmektedir. Kur’an’da mutluluk yurdunu ifade eden
diğer isimler tekil olarak geçtiği halde cennet kelimesi çok sayıdaki ayette “Cennât”
şeklinde çoğul olarak zikredilmektedir. Bu incelik ise bize bu kelimenin saadet
yurdunun belli bir bölümünü değil, tamamını ifade ettiğini göstermektedir. (Topaloğlu,
1993:VII, 376)
5.2.2. Dâru’l-Âhire
“Dâr” kelimesi sözlükte “ev, yurt, konak, saray, arsa ve binaların bulunduğu
mahalle ve vatan” anlamlarına geldiği (İbn Manzur, 1994: VI, 298–299)gibi, “etrafı
sınırlarla çevrilmiş, mükemmel bir şekilde korunmuş, yaşamaya elverişli bir yer”
(Yazır, tsz: I, 423) anlamında da kullanılmaktadır. “Ahiret” ise, “son” anlamını ifade
etmektedir. Buna göre, “Dâru’l-Ahire” terkibi varılacak “son yurt” demek olur.
“Son yurt” şeklindeki salt anlamı düşünüldüğünde bu terkip hem cenneti hem de
cehennemi kapsamaktadır. Buna göre, ahirette varılacak “son yurt” inananlar için
cenneti, kâfir için ise cehennemi ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim incelendiğinde
“ahiret” kelimesinin, günahkârlar için mahrumiyeti ve cezayı ifade ettiği, dünya ile
karşılaştırıldığında onun daha hayırlı olduğu ve mümin için olumlu manada olmak üzere
her iki anlamda da kullanıldığı görülür (Abdül Baki, 1998, 28–30). Ancak “dâru’l-
âhire” terkibi yalnız müminler için ve olumlu anlamda kullanılmaktadır. Dolaysıyla,
lafzî anlamı itibariyle hem cenneti hem de cehennemi kapsamakla birlikte, Kur’an
literatüründe bu ifade sadece cennet için kullanılan bir isim/sıfattır.
Kur’an’ı Kerim’de “dâru’l-âhire” tamlaması dokuz yerde geçmektedir. (el-
Bakara 2/94; el-En’am 6/32; el-A’râf 7/169; Yusuf 21/109; en-Nahl 16/30; el-Kasas
28/77, 83; el-Ankebut 29/64; el-Ahzâb 33/29)Bunların dördünde “dâru’l-ahire”nin
müttakiler için daha hayırlı olacağı(el-Enam 6/32; el- el-A’râf 7/169; Yusuf 12/109; en-
Nahl 16/30), bir yerde de yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunluk etmek istemeyenlere
verileceği” (el-Kasas 28/77, 83) ifade edilmektedir. Bir başka yerde ise bu terkibin şu
şekilde açıklaması yapılmaktadır:
“Bu dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, işte
asıl hayat (kalıcı yaşanacak yer) orasıdır.” (el-Ankebut 29/64)
Bu ayette dünya hayatıyla ahiretin karşılaştırılması yapılarak, “dârü’l-âhire”nin
zevkle yaşanılacak bir yer olduğu açıklanmakta ve ona teşvik edilmektedir.
Başka bir ayette ise “dârü’l-âhire”nin muhsinler için büyük bir ödül olduğu ifade
edilmektedir. ( el-Ahzab 33/29) Ahiretteki ödülün cennet ve onun nimetleri olduğu ise
Kur’an’ın değişik ayetlerinde vurgulanmaktadır.
“Dârü’l-âhire” kavramının geçtiği bir diğer ayette ise, Yahudi ve Hıristiyanların
36
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
“dârü’l-ahire” (ahiret yurdu)nin yalnız kendilerine ait olduğunu ileri sürdükleri ifade
edilmektedir. (el-Bakara 2/94)
Bu kullanımlardan anlaşıldığı üzere, “dârü’l-ahire” terkibi, ahiret hayatının
olumlu kısmını ifade etmekte ve oranın inanç açısından olumlu vasıflara sahip olan
insanlar için olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, “dârü’l-
âhire”nin cenneti ifade ettiği açıktır.
Nitekim Râzî ö.606/1209), Kurtubî (ö.671/1272), Mahallî (ö.864/1459), Âlûsî
(ö.1270/1854), Sâbûni, bu terkibi cennet kavramıyla tefsir etmişler, Elmalılı ise “dar-ı
ahiret saadeti” anlamını vermiştir(er-Râzî, tsz: III, 191; el-Kurtubî, 1994: II, 37; el-
Mahalli, tsz: I, 14; Âlûsî, 2000: I, 327; es-Sâbûnî, tsz: I, 80; Yazır, tsz: I, 423).
İbn Atiyye ise bu kavramı, “nimetlerin, hazların ve her türlü hayırların
kendisinde bulunduğu ahiret yurdu” olarak açıklamıştır. ( İbn.Atiyye, 2001: I, 181)
“Dâru’l-âhire” terkibinin Kur’an’da yer aldığı âyetlerin bağlamlarını
incelediğimizde bu kavramın cenneti ifade ettiği rahatlıkla görülmektedir. Bu âyetlerde
âhirette kâfirlerin karşılaşacakları acı durumlar ortaya konulduktan sonra sahne
değiştirilerek dünyada güzel işler yapanlara karşılık olarak güzelliklerin verileceği
“ahiret yurdu”nun daha hayırlı olacağı belirtilmektedir. (Nahl 16/30)
Ehli kitaptan Yahudilerin nankörlükleri, iyilikleri hep kendilerinden bilmeleri ve
“ahiret yurdu”nu kendi tekellerinde görmeleri vurgulanmaktadır. (el-A’râf 7/169)
Yusuf kıssasının bitiminde müşriklerin geçmiş milletlerin başlarına gelen
felaketlerden ders almaları gerektiği belirtilmekte ve Allah’a saygılı (muttaki) olanlar
için “ahiret yurdu”nun daha hayırlı olduğu ifade edilmektedir. (Yusuf 12/109) O
diyarın dünya hayatı ile karşılaştırılması(El-En’âm 6/32) hep “dâru’l-âhire” terkibiyle
ifade edilmektedir. Bütün bu kullanımlar buranın cennet olduğu ve bu terkibin de bu
cennetin ismi olduğu sonucunu doğurmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de bu yurdun müminler tarafından arzu edilen bir yurt olduğu
vurgulanarak (el-Kasas 28/77), ahiret yurduna bozgunculuk yapmayan, büyüklük
taslamayan, ahlaki erdeme sahip olan, güzel davranan, muhsin ve muttaki kişilerin
girecekleri ifade edilmektedir(el-Kasas 28/77-83; el-Ahzab 33/29)
Bunların dışında “dâru’l-âhire”nin mahiyetine dair bir içerikten söz
edilmemektedir.
Sonuç olarak “dâru’l-âhire”, müfessirlerin ekserisinin de açıkladıkları gibi cennet
anlamına gelmekte olup, cennetin isimlerinden bir isimdir.
5.2.3. Cennetü’l-Huld
37
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.2.4. Dâru’s-Selâm
Daha önce de ibelirtildiği üzere, “Ev, yurt, konak, saray, arsa ve binaların
bulunduğu mahalle ve vatan” ( İbn Manzur, 1994: VI, 298–299) anlamındaki “dâr”
kelimesiyle, “görünen ve görülmeyen felâketlerden ve hoşa gitmeyen durumlardan
korunmuş olma ( er-Râğıb, 1986, 350.)” halini ifade eden “selâm” kelimesinin
oluşturduğu bir terkip olan “dâru’s-selâm”, “huzur ve güven yeri” anlamına
gelmektedir. Hiçbir olumsuzluğun yaşanmayacağı bir mekân olması bakımından cenneti
ifade eden bir isim olarak Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir:
“Onlar için Rab’leri katında dâru’s-selâm vardır. Yaptıkları güzel işlerden dolayı
O, onların dostudur.” (el-En'âm 6/127)
“Allah dâru’s-selâm’a çağırıyor.” (Yunus 10/25)
Taberî, dâru’s-selâm kavramını, “Allah’ın dünyada kendilerini zâtı hakkında
sınadığı veli kulları için âhirette bir ödül olmak üzere hazırladığı Allah’ın evi olan
cennettir.” (et-Taberî, 2002: VIII, 44)şeklinde açıklamaktadır. Zemahşerî (ö.538/1143)
ise, “Her türlü âfât ve kederin bulunmadığı Allah’ın yurdu yani cennet” tanımlamasını
yapmaktadır. (ez-Zemahşerî, 2003: II, 61)
Ebû Hayyan “Ka’be için nasıl Beytullah denildi ise cennet için de “Dâru’s-
Selâm” denilmiştir” ( Ebû Hayyân, 1992: IV, 643)derken, Ebu’s-Suud (ö.938/1574) ise
kavramı “Allah’ı zikredenler için esenlik yurdu yani cennet” şeklinde yorumlamıştır.
(Ebu’s-Suud, 1999: VI, 442)
“Esenlik yurdu veya barış yurdu” anlamına gelen “dâru’s-selâm” terkibinin
cennete ad olması hususunda iki görüş ileri sürülmüştür.
Birincisi, “dâru’s-selâm” terkibindeki “selam” sözcüğünün “selâmet ve
kurtuluş” anlamları dikkate alınarak cennetin her türlü felaket, belâ, musibet, yok olma,
fakirlik, hastalık, düşkünlük vb. hoş olmayan olgulardan uzak olmasından hareketle,
ona “esenlik/selâmet yurdu” denilmiştir. Buna göre, dünyada bir hikmete binaen insana
musallat olan felâket ve belâlar ile istenmeyen olaylardan gerçek anlamıyla kurtuluş
ancak cennette mümkün olacaktır(er-Râğıb, 1986, 350; er-Râzî, tsz: XIII, 189) .
İkincisi ise, selâm isminin Allah’ın güzel isimlerinden bir isim, cennetin de
O’nun bir yurdu olmasından dolayı “Dâru’s-selâm” adını almış olabileceği
görüşüdür(er-Râzî, tsz: XIII, 64; İbn Kayyım, 2004, 89.)
Selam sözcüğünün geçtiği diğer ayetler çerçevesinde, barış ve esenlik yurdu olan
“Dâru’s-selâm” ve onu hak eden Allah’ın kulları için Kur’an’da oluşturulan tablo
şöyledir:
“Dâru’s-selâm”a giren müminlere melekler “selâm” diyecekler(er-Ra'd 13/24;
en-Nahl 16/32), cennetlikler birbirlerine esenlik, dirlik ve afiyet temennisiyle “selâm”
diye seslenecekler( İbrâhim 14/23), orada cennetlikler selâm ile karşılanacaklar(el-
Furkan 25/75; ez-Zümer 39/73), oraya girenler orada boş söz değil ancak esenlik/selam
işitecekler(Meryem 19/62; el-Vâkı’a 56/26), birbirlerine orada sağlık ve esenlik
dileyecekler(Yunus 10/10; İbrâhim 14/23) , kısacası hep güzel söz ve hoş bir karşılama
38
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.2.5. Dâru’l-Mukâme
5.2.6. el-Hüsnâ
39
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
gelmektedir. Ünlü dil bilimci İbn Manzûr “el-Hüsnâ” kelimesinin “cennet” anlamına
geldiğini belirtmektedir. (Bkz: İbn Manzur, 1987:XIII, 115)
Kelimenin cennet anlamında kullanıldığı ayetlerden( en-Nisa 4/95; Yunus 10/16;
Ra’d 13/18; en-Necm 53/31; el-Hadîd 57/10) bir tanesini örnek olarak ele alabiliriz:
“Güzel davranışlara cennet (el-hüsnâ) ve daha fazlası (ziyade) vardır.” (Yunus
10/26)
Taberî “el-Hüsna” kelimesinin anlamı hususunda ihtilafları zikrettikten sonra bu
kelimenin “cennet” anlamına gelebileceğini ifade eder. (et-Taberî, 2002: XI, 138)
Ebû Hayân (ö.754/1353) ise Taberî’nın bu açıklamasına dayanarak el-Hüsnâ
kelimesinin bütün güzellikleri içeren umum ifade eden bir kelime olduğunu ve cennet
anlamı içermediğini belirtir. Ancak Taberî’inin tefsirine baktığımızda onun el-Hüsna
kelimesini değil de “ziyâde” kelimesinin umum ifade ettiğini belirttiğini görürüz
(Hayyan, 1992: VI, 43; et-Taberî, 2002:XI, 138). Vâhidî (ö.468/1075) ise, el-Hüsna’yı
cennet, ziyâde kelimesini ise “Allah’ın yüzüne bakmak olarak yorumlar. (el-Vâhidî,
1995:I, 465)
Âlûsî de kelimeyi cennet olarak açıklar. (el-Âlûsî, 2000:XI, 137) İbni Kesir de
“el-Hüsnâ” kelimesini “cennet”, “ziyâde” kelimesini ise “Allah’ın yüzüne bakmak
(O’nun cemâlini seyretmek)” olarak ifâde etmektedir. ( İbn Kesir, tsz: IV,199)
Elmalılı, âyette geçen “el-Hüsnâ” kelimesini “cennet”, “ziyâde” kelimesini ise
“mağfiret, Rıdvan ve Allah’ın cemâlini müşahede etmek” şeklinde yorumlamıştır.
(Yazır, tsz: IV, 1704)
Bekir Topaloğlu ise “hüsnâ kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin
büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir” diyerek, “el-Hüsnâ kelimesine yukarıda
zikredilen âyetin dışında yer aldığı on ayette de bu manayı vermek mümkündür”
değerlendirmesini yapmaktadır. (Topaloğlu, 1993b: VII, 377)
el-Hüsnâ kelimesi Kur’an’da cennet anlamına geldiği yerlerde şu özellikleri ile ön
plana çıkmaktadır:
Cennetliklerin orada yüzlerine hiçbir şekilde bir kara bulaşmayacak, hor ve hakir
görülmeyecekler ve orada ebedi kalacaklardır. (Yunus 10/26; Necm 53/31)
Hüsnâ cennetini hak edenler cehennemden uzaklaştırılacaklar, orada cehennemin
uğultu ve hışırtısını duymayacaklar, ebedi olarak canlarının çektiği nimetlerden
yararlanacaklar, en büyük korku onları endişelendirmeyecek ve melekler orada
kendilerini, “işte, bu size vaat edilen gününüzdür” diyerek karşılayacaktır. (el-Enbiya
21/101–103)
Yine Kur’an’a göre bu cennet, inanıp din uğruna gayret edenlere söz verilmiş
olup(en-Nisâ 4/95; el-Hadîd 57/10), oraya Rablerinin çağrılarına icabet edenler
konulacak(er-Ra’d 13/18), inanıp iyi işler yapanlara bu cennet ödül olarak verilecek(el-
Kehf 18/88), güzel davrananlar oraya gireceklerdir. (Yunus 10/26; en-Necm 53/31)
Sonuç olarak, “el-hüsnâ” sözcüğünün yukarıdaki değerlendirmelerin ışığında bazı
âyetlerde cennet anlamında ve ona işaret eden bir isim olduğunu söyleyebiliriz.
40
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
Firdevs kelimesi aslen Farsça olup, Arapçalaşmış bir sözcüktür. Kelimenin aslının
Süryanice, Yunanca, Rumca veya Habeşçe olduğu görüşünü ileri sürenler de
vardır(Bkz: Ratrut, 1988, 29–30; Salih, 1998, 37). Kelime lügatte “Her çeşit süs,
güzellik ve nimetlerin tamamını kendisinde bulunduran bostan ve bahçe” ez-Zebîdî ( ez-
Zebîdî, 1994:VIII, 392; İbrahim, 1986, 680) olarak ifade edilmiştir. Taberî ise Ka’b’dan
41
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
Naîm Cenneti
42
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
22/56; Lokman 31/8; es-Saffât 37/43; et-Tûr 52/17; el-Vâkı’a 56/12; el-Kalem 68/34)
şeklinde cennet kelimesiyle birlikte tamlama olarak, iki yerde de tek başına “naîm”
biçiminde geçmektedir(el-İnfitar 82/13; el-Mutaffifiyn 83/22)
.
“Naîm” kelimesi “bolluk, saadet, mutluluk, refah, huzur, mutlu bir hayat”
anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir içeriğe sahiptir. (el-Fîruzabâdî,
1987, 1500-1501)
“Adn” kelimesi, “ikamet etme, kendisinde sürekli ikamet edilen ve ikamette karar
kılınıp sebat edilen mekân, yer” ez-Zebîdî ( ez-Zebîdî, 1994: 18, 370; er-Râğıb, 1986:
488)anlamındadır. Bu kelime üzerinde âlimler “cennette bir nehir” veya “köşk”
yorumunu yapmışlar, kelimenin aslının Süryanicenden Arapçaya geçtiğini ileri
sürenlere göre ise “bağ” anlamına gelmektedir. (Ratrut, 1988: 65–66 ) Bu görüşlerin
kritiğini yapmak konumuzun dışında olduğu için biz burada bunların detayına
43
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
girmeyeceğiz.
Kelime, Kur’an-ı Kerim’de on bir kez tekrarlanır ve her ayette “cennet”
kelimesinin çoğulu olan “cennât” ile birlikte “cennâtü adn / adn cennetleri” şeklinde bir
terkip olarak yer alır( Abdulbaki: 1988: 570)
Söz konusu ayetlerden ikisini örnek verelim:
“Onlar, içlerinden ırmaklar akan adn cennetlerine gireceklerdir. Orada
diledikleri her şey onların olacaktır. İşte Allah müttakileri böyle ödüllendirir.” (en-Nahl
16/31)
“Onlar, adn cennetlerine gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle
süsleneceklerdir. Orada elbiseleri ise ipekten olacaktır.” (Fâtır 35/33)
“Adn” kelimesi, cennetin bir bölümünün adı olabileceği gibi, kelimenin kökünde
bulunan “ikamet, sebat ve devam” anlamı ve Kur’an’da her tekrarlandığı yerde “adn
cennetleri” şeklinde geçmesi, ayrıca cennetin nimetleri bağlamında zikredilen genel
özelliklerinin yaklaşık olarak buralarda da belirtilmesi nedeniyle cennetin tamamının
adı olması da mümkündür. (İbn Kayyım, 2004: 131; Topaloğlu,1993b: VII, 376-377)
Adn cennetleri, içlerinde güzel meskenlerin olması(et-Tevbe 9/72; es-Saff 61/12)
içlerinden ırmakların akması(en-Nahl 16/31; el-Kehf 18/31; Taha 20/76; el-Beyyine
98/8), oradakilerin her isteğinin karşılanması(en-Nahl 16/31)oraya girenlerin altın
bileziklerle süslenmeleri, ince ipekten yeşil giysiler giymeleri, koltuklarına
kurulmaları(el-Kehf 18/319), giysilerinin ipek olması, takılarının inci altın bilezik
olması, orada gam ve tasanın bulunmaması(Fâtır 35/33–34), kapılarının cennetliklere
açık olması, oradakilerin koltuklarına kurularak birçok meyve içki istemeleri,
yanlarında ise bakışlarını sadece kendilerine diken yaşıt dilberlerin olması ve bu
rızıkların ebedi olması(Sad 38/50–54)özellikleri ile anlatılmıştır.
Yine bu cennetin müttakiler için hazırlanmış olduğu ve orada sadece barış ve
esenliğin oluşu, sabah akşam rızıklarının hazır oluşu ve bu cennetin Allah tarafından
kullarına gıyaben vaat edilmiş olması, (Meryem 19/61–63) oranın günahlardan
arınanlara tahsis edilmesi(Taha 20/76), cennetlik olanların iyi olan baba, eş ve
çocuklarıyla beraber bu cennetlere girmesi, meleklerin her kapıdan kendilerinin
yanlarına varmaları ve onlara selam verip kutlamaları(Taha 20/76) ve cennetliklerin
burada ebedi olarak kalmaları(Taha 20/76; el-Beyyine 98/8)bu cennetlerin özellikleri
arasında yer almaktadır.
Cennet, ele aldığımız bu isimlerin dışında, dârul-muttekîn(en-Nahl 16/30.),
âkibetü’d-dâr( el-En’am 6/135; el-Kasas 28/37) ukbetu’d-dâr(er-Ra’d 13/22, 24, 42)
terkipleri ile ğurfe(el-Furkan 25/75; el-Ankebut 29/58; es-Sebe 34/27; ez-Zümer
39/20.), fevz(en-Nebe’ 78/31), rahmet( el-Enbiyâ 21/75, 86; en-Neml 27/19; el-Feth
48/25; el-İnsan 76/31.), rızık(el-Enfâl 8/4, 74; el-Hac 22/50; es-Sebe 34/4), ecir(Âl-i
İmrân 3/172, 179; el-Mâide 5/9; Hud 11/11; Fâtır 35/7)kelimeleriyle de
nitelendirilmiştir. Bunlar, Kur’an-ı Kerimde geçtiği ayetlerde cennetin bir özelliğini
veya bir bölümünü ifade eder biçimde kullanıldığı gibi, cennet adının yerine tek başına
da kullanılmıştır.
Bunların dışında bazılarınca isim olarak kabul edilen fakat incelememiz
neticesinde cennete isim olması zor gözüken, daha çok cenneti bir yönüyle niteleyen
kelime ve terkipler de vardır. Bu kelime ve terkipler ise el-hayevân, kadem-i sıdk ve
illiyyûndur. Bunları da kısaca inceleyelim.
44
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.2.11. el-Hayevân
45
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.2.13. İlliyyûn
Cennet, içerdiği her türlü bağ, bahçe, mesken, köşkler ile yiyecek, içecek ve her
türlü konforun, maddî ve manevî lezzet ve hazların bulunduğu yeri ifade eden kapsamlı
bir isimdir. Bu mekânda gerçekten insanın hayal dünyasının sınırlarının bile çok
ötesinde nimetler vardır. Bu gerçeği Kur’an, “Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne
gözler aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez.” (es-Secde 32/17) şeklinde
açıklamaktadır. Yani cennette müminler için ödül olarak hazırlanan nimetlerin hem
niteliği hem de niceliği akla hayale sığmayacak kadar çoktur. İnsan aklının ve
muhayyilesinin onu gerçek şekliyle kavramasının mümkün olamayacağı
vurgulanmaktadır. Ancak buna rağmen müminleri özendirmek için o cennetlerin
nimetleri hakkında Kur’an bir takım ipuçları vermektedir. Cennetteki nimetlerden söz
ederken de muhatabın anlayacağı biçimde ve onların bildiği veya kullandığı maddî
varlıklardan yola çıkarak cennetleri anlatma ve tasvir etme yolunu seçmiştir. Bu ifade
biçimi, Kur’an’ın muhatabın zihninde mesajı daha etkili kılmak için uyguladığı bir
üslup özelliğidir.
Akla hayale sığmayacak kadar geniş ve bol nimetlerle donatılmış cennet,
Kur’an’ın ifadesine göre iki grup halinde olmak üzere dört adettir. Ancak Rahman
sûresinde belirtilen bu cennetler sayısal olarak kapalı bir biçimimde ifade edilmektedir.
Aynı şekilde özelliklerinden söz edilmesine rağmen isimleri de belirtilmektedir. Sadece
Rahman suresinde işaret edilen cennetlerin sayısı şöyle açıklanmaktadır:
“Rabbinin huzurunda hesap vermekten korkanlara iki cennet vardır” (er-Rahmân
55/46).
Kur’an birinci grup bu iki cenneti; “içerisinde çeşitli ağaçlar ve meyvelerin
bulunması, akıp giden iki kaynağın olması, her meyveden çifter çifter bulunması ve bu
meyveleri yorulmaya gerek kalmadan isteyenin elini uzatıp alabilmesi, kalın atlastan
yatakların olması, cennetlikler için daha önce hiçbir insan ve cinin dokunmadığı,
bakışlarını yalnızca eşlerine yöneltmiş olan, yakut ve mercan gibi eşlerin bulunması”
(er-Rahmân 55/48 – 62) özelliklerine vurgu yaparak anlatmaktadır.
İlk iki cennet bu özellikleriyle anlatıldıktan sonra, bu ayetlerin hemen devamında,
“Bu ikisinin ötesinde iki cennet daha vardır.” (er-Rahmân 55/62) açıklaması
46
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
yapılmaktadır.
Bu ikinci grup iki cennet ise; “yemyeşil, fışkıran iki kaynağın bulunması, meyve,
hurma ve narın olması, iyi huylu güzel kadınların bulunması, gün yüzü görmemiş, insan
ve cinlerin dokunmadığı hurilerin olması ve yeşil yastıklar ve güzel döşeklerin
bulunması” (er-Rahmân 55/64-76) özellikleriyle anlatılmaktadır.
Ayetlerde iki grup halinde dört cennetten söz edilmektedir. Bu ayette geçen
“cennetan / iki cennet” ifadesini Elmalılı, “İki cennetten biri cismani, diğeri ruhani
cennet veya biri adn diğeri naim cenneti olabilir. Yahut biri daru’l-islam diğeri daru’s-
selam olabilir.” şeklinde yorumlamaktadır (Yazır, tsz: VII, 4687). Ayrıca Elmalılı’ya
göre, Rahmân suresi 70. ayetinde iki cennet için “hüma / ikisi” zamiri kullanılmayıp
“hünne / onlar” zamirinin kullanılmasında, her iki cennetin içerisinde bir çok cennetin
bulunduğuna veya herkese ikişer cennet olmak üzere birçok cennetin varlığına işaret
vardır (Yazır, tsz: VII, 4689). Bu yoruma göre, cennetin sayısı sadece dört değil, birçok
cennetlerden bahsetmek mümkündür.
Bu iki grup halindeki cennetlerin birbirlerine karşı mekân yönünden konumları,
fazilet ve üstünlük bakımından durumları hususunda müfessirler ayette geçen “Bu
ikisinin ötesinde /dûnihimâ” ifadesinden yola çıkarak çeşitli tartışmalar yapmış,
birbirinden farklı pek çok görüşler ileri sürmüşlerdir (İbn Kesir, tsz: VII, 481; el-Âlûsî,
2000: XXVII, 171; Yazır, tsz: VII, 4687- 4688; Ateş, 1988: IX, 200). Biz konuyu
dağıtmamak için burada bu tartışmalara girmeyeceğiz. Yalnızca bu konuda Ebû Musa
el-Eşari’nin Hz. Peygamberden rivayet ettiği bir hadisi nakletmekle yetineceğiz.
Allah’ın elçisi şöyle buyurmaktadır: “Altından iki cennet; kapları da, takıları da ve
içindeki her şey de altın. Gümüşten iki cennet; kapları da, takıları da, içindeki her şey
de gümüşten. Adn cennetinde cennetliklerin Rab’lerine bakmaları ile O’nun vechi
arsında kibriya perdesi vardır.” (el-Buhârî, 1992: VI, 181)
Bu iki grup cennetlere kimlerin gireceği hususunda da ilgili ayetlerden yola
çıkılarak pek çok görüş ileri sürülmüştür (et-Taberî, 2002: XXVII, 179, 181; ez-
Zemahşerî, 2003: IV, 440 - 441; er-Râzî, tsz: XXIX, 121; el-Kurtubî,1994: VII, 171-
172; el-Âlûsî, 2000: XXVII, 164-165). Bu görüşleri de burada zikretmeyi zait
görmekteyiz.
Kur’an-ı Kerim’de iki grup halinde belirtilen dört cennetten söz edilmesine
rağmen cennetlerin yedi adet olduğuna dair yaygın bir anlayış mevcuttur. Bu anlayışın
kaynağı ise İbn Abbas’tan rivayet edilen şu hadistir. “Cennetler yedidir: Firdevs
cenneti, Adn cenneti, Naim cenneti, Dâru’l-huld, Me’va cenneti, Dâru’s-selam,
İlliyyûn” (er-Râğıb,1986: 138). Başka bir rivayette ise “illiyyûn” yerine “Dâru’l-yakîn”
zikredilmiştir. (es-Suyûtî, tsz: 26). Bu tür hadislere dayanarak cennetlerin sekiz
olduğunu söyleyenler de mevcuttur (el-Kâdi Abdurrahim, tsz: 56; Hakkı, 1981: 23).
Ancak Kur’an’da iki grup halinde zikredilen dört adet cennet vardır. Bu cennetlerin
isimleri ise, Firdevs, Adn, Me’va ve Naim’dir (Kara, 2002:127). Bu cennetleri ve
özelliklerini daha önce tanıtmıştık.
47
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
davranışların ahiretteki bir karşılığı ise, onun derece derece olması mantıksal olarak bir
zorunluluktur. Kur’an’da insanların dünyada yapmış olduğu ibadet ve amel derecelerine
göre cennette farklı makamlarda olabileceğine dair ipuçları vardır.
Kur’an-ı Kerim’de her bir insanın bu dünyada fiziki ve ruhi bakımdan farklı
yaratılmasının Allah’ın bir ayeti olduğu vurgulanmaktadır (er-Rûm 30/22). Aynı şekilde
insanlar farklı derecelere sahip olup kendilerine verilen rızık ve nimetler de farklı
boyuttadır:
“…Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz…” (el-En’âm 6/83; Yusuf 12/76)
“Sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi
derece bakımından kiminizden üstün kılan O dur…” (el-En’âm 6/165).
“...Onların dünya hayatındaki geçimliklerini aralarında paylaştıran, birbirlerine
iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kılan biziz...” (ez-Zuhruf 43/32).
Yukarıda belirtilen bu ayetler derecelendirmelerin dünyevi yönlerini ortaya
koymaktadır.
Aynı şekilde ahirette de bir derecelendirmenin söz konusu olduğu ise Kur’an’da
şöyle ifade edilmektedir.
“O (insa)nlar Allah katında derece derecedirler.” (Âl-i İmrân 3/163).
“İşte gerçek müminler onlardır. Onlara Rableri katında dereceler vardır.” (el-
Enfâl 8/4).
“İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenler, Allah katında derece bakımından en üstün olanlardır...” (et-Tevbe 9/20).
“...Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan
üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de güzellik vaat etmiştir ama mücahitleri,
oturanlardan çok daha büyük ecirlerle üstün kılmıştır: “Allah kendi katından
mücahitlere yüksek dereceler, bağış ve rahmet(sevgi) vermiştir...” (en-Nisâ 4/95, 96).
Son ayette geçen “Allah hepsine de güzellik vaat etmiştir.” ifadesindeki “güzellik /
el-hüsnâ” kelimesini, Zemahşeri cennet olarak açıklamıştır. (Bkz: ez- Zmahşerî, 2003: I,
554)
“Kim de iyi işler yapmış bir mümin olarak O’na gelir ise, işte onlar için de yüksek
dereceler vardır. Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri orada sürekli olarak
kalırlar. İşte arınanların mükâfatı budur.” (Tâhâ 20/75, 76).
“...Elbette ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür. Onun nimet ve ikramı
daha yücedir.” (Tâhâ 20/75, 76).
Ayetlerdeki derecelerden maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre cennetin
dereceleridir (ez- Zmahşerî, 2003: I, 476; er-Râzî, tsz: XI, 124; İbn Kesîr, tsz: II, 132;
Ateş, 1988: II, 135).
Kur’an’da cennet nimetlerinden bahseden pek çok ayet vardır. Kur’an o eşsiz
diyarın nimetlerini o kadar canlı bir anlatım üslubu ile ifade eder ki, gayb âlemi sınırları
içinde olan o sonsuz nimet ve lezzet deryasına Kur’an’ın bu pasajlarını okuyan adeta
dalar. Cennetteki nimetlerin sonsuz ve sınırsızlığını Kur’an, “Onlar için ne gözler
aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez” (es-Secde 32/17) buyurarak oradaki
nimetlerin hayal ettiklerimizin de ötesinde ve üstünde olduğunu belirtmektedir. Başka
bir ayette ise cennetin bizatihi kendisinin başlı başına bir nimet olduğu
vurgulanmaktadır.
“Orada nereye bakarsan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün” (el-İnsân 76/20).
48
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
Ayette geçen tekil ifadeler belağatta çokluk ve azamet ifade ederler. (El-Âkûb,
1996: 126,127). Ayetin bu edebi özelliğinden hareketle cennetin nimetlerinin ve
mülkünün hayallerin ötesinde çok ve büyük olduğunu söylemek mümkündür. Biz
burada Kur’an’da ifade edildiği kadarıyla cennet nimetlerini zikretmeye çalışacağız.
Cennetin sayısız nimetlerinden biri de, onun ağaç ve gölgeleridir. Cennette pek
çok çeşit ağaç vardır. Bu ağaçlar o eşsiz diyara manzara bakımından doyumsuz bir
güzellik katar ve her birinin boyu, biçimi, türü, rengi ve yaprakları farklıdır. Bu farklı
ağaçlarla dolu bu manzarayı izlemek ancak seyredene manevi bir lezzet verir. Bu lezzeti
insan hissederek yaşar.
Dünyada da ormanlar, bunalan, şehrin boğucu ve gürültülü ortamından
uzaklaşmak isteyen, beton yığınları arasından çıkıp rahat bir nefes alıp dinginliğin
doruğuna ulaşmak isteyen insan için en güzel sığınma mekânları değil midir? İnsan
bazen her türlü bunalımından kurtulmak için kendini ormanın kucağına atarak ağaçların
gölgesine sığınıp, aradığı huzuru oralarda bulmaya çalışmaz mı? Bu soruların cevabı
elbette “evet”tir. Zaman zaman zihninden bu eylemi gerçekleştirmeyi düşünür ve bu
eylemi de “kafa dinlemek, derdiyle baş başa kalmak vb.” deyimleriyle açıklar. (Atik,
1992: s.71). İşte insanın bu ihtiyacını bildiği için Yüce Tanrı cennet nimetleri arasında
ağaç ve gölgelere de yer vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de cennet tasvir edilirken, ağaçların varlığından söz edilir:
“İki cennette de çeşit, çeşit ağaçlar (efnân) vardır.” (er-Rahmân 55/48).
Bu ayette geçen “efnân” kelimesi, ince ve yumuşak (genç) dallar taze fidanlar
anlamındadır (İbn Manzur,1994: XIII, 327). Birbirine girmiş bol dallı ve yapraklı ağaca
da denir (el-Fîruzabâdî, 1987: 1577). Kelime çeşit, tür anlamında da kullanılmıştır (er-
Râğıb,1986: 580). “Efnân” kelimesinin anlamından hareketle, zikredilen iki cennette de
her çeşit ağaçların olduğunu söylemek mümkündür. Bu ağaçlar aynı zamanda meyveli
de olabilir. Nitekim bu kelimeye İbn Abbas’ın da yer aldığı bir kısım müfessirler “çeşit
çeşit meyveler” anlamı verirlerken, Mücahid’in de yer aldığı başka bir grup müfessirler
de “çeşit çeşit ağaçlar” olarak anlamışlardır (et-Taberî, 2002: XXVII, 86; el-
Kurtubî,1994: XVII, 176; İbn Kesîr, tsz: VII, 477). İkinci görüşten yola çıkarak cennette
her çeşit ağacın olduğunu söylemek mümkündür. Bu ağaçların çokluğunu, dallarının
sıklığını ve yemyeşil olduğunu ise (Ratrut, 1988: 60) “Yemyeşildirler.” (er-Rahmân
55/64) ayetinden anlamaktayız.
Kur’an’da cennet ağaçları olarak, hurma, nar, kiraz ve muzdan söz edilir. Bu
ağaçların geçtiği ayetleri tekrar olmaması açısından burada zikretmeyip, cennetin
meyveleri başlığı altında belirteceğiz. Kur’an’da bu ağaçları ifade eden kelimelerin
dışında, herhangi bir cennet ağacına işaret edip etmediği tartışmalı olan “tûba” kelimesi
de geçmektedir:
“Onlar ki inandılar ve iyi işler yaptılar; işte tûba ve güzel gelecek onlarındır.”
( er-Ra’d 14/29).
Bu ismin cennetteki bir ağacın adı olup olmama durumu tartışmalıdır. Bu husus
söz konusu ismin geçtiği ayette net olarak ifade edilmemektedir.. Ancak tûbâ kelimesi
hadislerde cennet ağacı olarak açıklanmaktadır: “Bir adam Peygambere gelerek, Ey
Allah’ın Rasulü, tûba nedir? diye sordu. Rasulullah: Cennette bir ağaçtır, yüzyıllık
mesafesi vardır, cennet ehlinin elbiseleri o ağacın tomurcuklarından çıkar.” buyurdular
(İbn Hanbel, 1992: III, 71). Hadisin başka varyantları da vardır (İbn Hanbel, 1992: V,
49
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
248, 257, 264; İbn Kesîr, tsz: IV, 276-279). Ancak bu hadisin sahih hadis olmadığı,
senedinin zayıf olduğu hususunda cerh ve tadil ulemasının ittifak ettikleri
belirtilmektedir (Kara, 2002: 171, 42 nolu dipnot). Tûba hususunda İbn Kesir pek çok
hadis rivayeti sıralar ve sonunda onun cennette bir ağaç olduğunu belirtir (İbn Kesir,
tsz: IV, 377- 378). Elmalılı da ayette geçen tûba kelimesinin bir grup sahabeden gelen
rivayetlere dayanarak cennet ağacı olduğunu ihtiyatlı olarak belirtmektedir (Yazır, tsz:
IV, 2985, 2986). Cennetle ilgili dini düşünce ve tasvirlerde bu ağaca çok yer
verilmektedir. Bu konuda hayli abartılı bir üslupla hayali bir edebiyat geliştirilmiştir.
Hatta bazı dini tasavvufi kitaplarda bu ağaca işaret eden tasvirlere yer verildiği
görülmektedir (Yazıcıoğlu Muhammed, 1888: 478).
Kur’an cennetteki ağaçlardan söz ettiği gibi o ağaçların gölgelerinden de muhatabı
özendirecek şekilde söz etmektedir. Bu gölgelerin aynı zamanda cennetin birer nimeti
olduğu da vurgulanmaktadır (en-Nisâ 4/57). Bu ayetlerden bazıları şöyledir.
“Upuzun gölgeler.” (el-Vâkı’a 56/30).
“Onları (hiç güneş sızmayan) eşsiz bir gölgeye sokarız.” (en-Nisâ 4/57).
“Onlar ve eşeleri gölgelerde koltuklara yaslanmışlardır.” (Yâsin 36/56).
“Muttakiler gölgeler de ve pınarlardadır.” (el-Mürselât 77/41).
“Orada koltuklara dayanırlar, ne (yakıcı) bir güneş görürler orada ne de
dondurucu bir soğuk. Cennetin gölgeleri üzerlerine yaklaşmış, devşirmeleri (meyveleri)
de aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir.” (el-İnsan 76/13–14).
“…Yemişi de gölgesi de süreklidir…” (er-Ra’d 13/35).
Kur’an cennette ağaçların dışında bağ ve bahçelerden de söz eder:
“Bahçeler ve bağlar.” (en-Nebe 78/32).
Allah’ın emirlerine saygılı olanların kurtulacakları ve cennette onlar için pek çok
nimetin yanında bahçeler ve bağların da olacağı belirtilmektedir. Yukarıdaki ayetteki
“hadâik/ bahçeler” ve “e’nâb/ bağlar” kelimenin tekil ve belirsiz (nekra) biçimde
kullanımı dikkate alınarak cennette her çeşit üzümün var olduğunu söylemek
mümkündür.
Sonuç olarak cennet nimetlerinden biri de bahçeler, bağlar ve ağaçlardır. Hiç
şüphesizdir ki Kur’an’da zikredilen ağaç isimleri, görünmeyen bir âleme ait eşyayı
görünen bir alemde var olan şeylerle anlatmak ve insan hayalini harekete geçirmek için
birer örnektir. Cennet bahçeleri ve ağaçları bu anlatılanla sınırlı olmamalıdır. Cennet
nimeti olan bu ağaç ve bağların Kur’an’da bazen meyvelerinden bazen de gölgelerinden
söz edilmektedir. Bu ağaçların çok sık dallı, gür, koyu yeşil, aralarından güneş
ışıklarının dahi sızamayacağı sıklıkta ve koyu gölgeli olduğu vurgulanmakta olup,
cennetliklerin bu koyu gölgeler altında koltuklarına eşleriyle birlikte oturdukları ve
gölgelendikleri ifade edilmektedir. Cennetin her nimetinde olduğu gibi bu ağaç
gölgelerinin de ebedi olduğu belirtilmektedir.
5.5.2. Nehirler
Kur’an’da ırmak, dere, akarsu manalarına gelen “nehr” kelimesi bir yerde (el-
Kamer 54/54) “neher” şeklinde tekil ve cins isim olarak geçmektedir. Kırk yedi yerde
ise çoğul olarak “enhâr” şeklinde kullanılmaktadır. (el-Bakara 2/25; Al-i İmran 3/15,
136, 195, 198; en-Nisâ 4/13, 57, 122; el-Mâide 5/12, 85, 119; el-Arâf 7/43; et-Tevbe
9/72, 89, 100; Yunus 10/9; er-Rad, 13/35; İbrahim 14/23; en-Nahl 16/31; el-Kehf 18/31;
Tâhâ 20/76; el-Hac 22/14, 23; el-Furkan 25/10; el-Ankebut 29/58; ez-Zümer 39/27;
Muhammed 47/12; el-Feth 48/5, 17; el-Hadîd 57/12; el-Mücadele 58/22; es-Saf 61/12;
50
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
et-Teğabun 64/9; et-Talak 65/11; et-Tahrîm 66/8, el-Burûc 85/11; el-Beyyine 98/8.
Diğer örnekler için bkz: Abdulbaki, 1988: “n-h-r” md., 890).
“İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine
ait olduğunu müjdele!..” (el-Bakara 2/25).
“Allah, onlara içinde ebedi kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır. İşte büyük kazanç budur.” (et-Tevbe 9/89).
Cennetteki ırmaklar tasvir edilirken genellikle “tecrî min tahtihe’l-enhâr /Onun
altından ırmaklar akar.” şeklindeki ifade kullanılmaktadır. Böylece, Kur’an’da bahse
konu olan nehirlerin cennetin altından aktığı zikredilmektedir. Bu akış, bazı müfessirler
tarafından “cennet toprağının görünmeyen alt tabakası, zemininin altından” şeklinde
yorumlanmıştır. Ancak diğer bir kısım müfessirler bu te’vilin doğru olmadığını
belirterek hadislere de dayanarak akışın ağaçların, köşklerin, konutların, odaların ve
benzeri tesislerin altından, eteğinden yani cennetlerin yüzeylerinden olduğunu
belirtmektedirler (et-Taberî, 2002: I, 170; İbn Kesîr, tsz: I, 82; ez- Zmahşerî, 2003: I,
256; İbn Kayyım, 2004:162; Topaloğlu, 1993b: VII, 379).
Bizim kanaatimize göre cennette bu nehirlerin zikredilmesinden maksat,
nehirlerin oradaki mevcudiyetinin keyfiyetini açıklamaktan daha çok, birer nimet
olarak cennetliklerin o nehirlerden yararlanacağının vurgulanmasıdır. Birinci yorumun
kabul edilmesi halinde, dünya mantığı ile düşünüldüğünde zeminin dibinden akan bir
nehirden cennetlikler doğrudan nasıl yararlanabilirler, sorusu akla gelmektedir. Bu
nedenle ikinci yorum hem mantıksal, hem de Kur’an’ın cennet nimetlerinin inanan
insan için olduğunu beyan eden ayetleri açısından daha tutarlı görünmektedir. Nitekim
dünyadaki nehirlerin akış keyfiyeti de Kur’an’da aynı ifade üslubu ile anlatılmaktadır:
“Kendilerinden önceki asırlarda nice toplulukları helak ettiğimizi görmezler mi?
Size vermediğimiz imkânları yeryüzünde onlara vermiş, gökten bol ve bereketli
yağmurlar yağdırıp altlarından (tercî min tahtihim) ırmaklar akıtmıştık. Sonra da onları
günahları sebebiyle helak edip yerine başka nesiller yarattık.” (el-En’âm 6/6).
“Firavun, toplumuna seslenip şöyle dedi: Ey toplumum, Mısır’ı krallığı ve
altımdan akan (tercî min tahtî) şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?”
(ez-Zuhruf 43/51).
Bu ayetlerdeki ifadeden de anlaşıldığına göre, dünyadaki nehirlerin insana
nispetle akış keyfiyeti nasıl ise, cennetteki nehirler de aynı olmalıdır.
Ayrıca bu nehirler mutlak anlamda cennet kelimesiyle zikredilirken bazen de buna
açıklık getirilerek “cennât-i adn” terkibi ile birlikte ifade edilmektedir. Bu kullanımdan
yola çıkılarak cennetin tüm bölüm ve çeşitlerinde nehirlerin olduğu sonucu çıkarılmıştır
(Ratrut, 1988: 72; Kara, 2002: 176).
Bu nehirler konusunda Kur’an genel bir ifade kullanmış, mahiyetleri hususunda
bir açıklama yapmamıştır. Ancak bazı ayetlerde su, süt, bal ve şarap nehirlerinden söz
edilmektedir (Muhammed 47/15; Mutaffifin 83/25; Saffat 37/47; Vakıa 56/19).
Cennetin içecekleri bölümünde bu hususta daha geniş bilgi verilecektir. Kur’an’da
cennetin nehirlerinin kaynağı konusunda bir açıklama yoktur. Bazı hadis kaynaklarında
bu hususta bilgiler verilmektedir (el-Buhâri,1992: 22; Tirmizi, 1992: 4).
5.5.3. Pınarlar
44/52; ez-Zâriyât 51/15; er-Rahmân 55/50, 66; el-Vâkı’a 56/17-18, 31; el-İnsân 76/5-6,
17-18; el-Murselât 77/41; el-Mutaffifin 83/25, 26, 27; el-Ğâşiye 88/12).
“Bir pınar ki Allah’ın kulları ondan içerler..." (el-İnsân 76/6).
“O iki cennette de akan iki pınar vardır.” (er-Rahmân 55/50).
“Muttakiler cennetlerde pınar başlarındadırlar.” (el-Hicr 15/45).
Bu kelimenin dışında cennet pınarlarını ifade etmek üzere “selsebîl” kelimesi de
kullanılmaktadır. “Selsebîl” adını taşıyan bu çeşmenin suyundan zencefil karışımlı bir
tür içecek hazırlanarak müminlere sunulur:
“Onlara orada zencefil karışımı bir kadehten içirilir. Oradaki bir çeşme ki adına
selsebîl denir.” (el-İnsân 76/18).
Bunların dışında kokteyl türü içeceklerin kaynağı olan cennet çeşmelerinden de
söz edilmektedir. Bunlar “karışımı tensîm ve kâfûr olan” şeklinde ifade edilmektedir.
“Mühürlü halis şaraplardan içeceklerdir. Misk gibi kokar. Karışımı tensimdendir.
O bir çeşmedir ki (Allah’a) yaklaştırılanlar ondan içerler.” (el-Mutaffifin83/25-28).
Tensîm yükselmek, çıkmak, terfi etmek anlamlarına gelen “seneme” kökünden
gelen bir mastar olup, kaynak itibariyle yükseklerden çıkan anlamındadır. (İbn
Manzur,1994: XII, 308; ez-Zebîdî, 1994: XII, 307). Bir Kur’an kavramı olarak ise,
yukarıdan aşağıya şarıl şarıl akan dupduru ter temiz bir çeşmenin adıdır (Ateş,1988: X,
373) Ayetten anlaşıldığı kadarıyla bu suyun dupduru olma ve yukarıdan aşağıya şelale
gibi akma özelliğinden daha ziyade suda olan ve suyun içimini daha lezzetli hale getiren
bir karışım olmalıdır. Çünkü ayette bir karışımdan söz edilmektedir. Aksi takdirde söz
konusu bu cennet pınarlarının suyu kendisinde hiçbir karışımın bulunmaması, saf arı ve
duru olması şeklinde vasıflanmış olurdu. Nitekim aşağıdaki ayette de bir karışımdan söz
edilmektedir.
“İyiler de karışımı kâfur olan bir kadehten içerler. Bir çeşme ki Allah’ın kulları
ondan içerler, fışkırtarak akıtırlar.” (el-İnsân, 76/5, 6).
5.5.4. Meyveler
Cennette insanın her türlü ihtiyacı düşünülmüş ve onun bu dünyada ilgi duyduğu
ve kendisinin olmasını arzu ettiği şeyleri Allah (cc) Kur’an’da zikretmiştir. Kur’an’da
zikredilen her cennet nimeti, insanın gönlünden geçen, iştahını kabartan ve onun daima
arzuladığı nimet türlerindendir.
İnsanın sevdiği ve arzuladığı bu nimet türlerinden biri de meyvelerdir. Kur’an-ı
Kerim’de cennet nimetleri olarak mutlak anlamda meyvelerden söz edilmektedir:
“Orada onlar için meyveler ve istedikleri her şey vardır.” (Yasin 36/57).
“Onlar için orada her çeşit meyve vardır.” (Muhammed 47/15).
“Her ikisinin de çeşitli ağaçları, meyveleri var.” (er-Rahmân 55/48).
“Beğendikleri meyveler.” (el-Vâkı’a 56/20).
“Gönüllerinin çektiği meyveler içindedirler.” (el-Mürselât 77/42).
Yukarıda belirtilen ayetlerde “fâkihe” ve “semerât” kelimeleri mutlak olarak
kullanılmış olup tüm meyveleri ifade etmektedir.
Bazı ayetlerde ise bu kapalılık kısmen de olsa giderilerek bu meyvelerin isimleri
zikredilmek suretiyle mahiyetleri açıklanmaktadır:
“İkisinde de meyve, hurma ve nar var.” (er-Rahmân 55/68).
“Allah’ın emirlerine saygı gösterenler için ödül olarak, bahçeler ve üzüm bağları
vardır.” (en-Nebe’ 78/31, 32).
“Dikensiz kirazlar, (kökünden tepesine kadar) meyve dizili muzlar.” (el-Vâkı’a
52
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
56/28, 29).
Kur’an’da cennet meyveleri olarak hurma, üzüm, nar, kiraz ve muzdan söz
edilmektedir. Kuşkusuz cennet meyveleri bunlardan ibaret olmamalıdır. İnsanın canının
çektiği, nefsinin arzuladığı, her çeşit nimet ve lezzetlerin olduğu bir diyarda, sayıca bu
kadar az bir meyve türünün olduğu düşünülemez. Nitekim Allah, “Onlar için orada her
çeşit meyve vardır.” (Muhammed 47/15) buyurmaktadır. Ancak Yüce Yaratıcı bu
kadarını açıklamakla yetinerek asıl sürprizi o büyülü diyara saklıyor olmalıdır. Dünya
nimetleri hususunda bile “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız buna güç
yetiremezsiniz.” (İbrahim14/34) buyuran Allah, cennet meyveleri hususunda sadece
birkaç örnek vermektedir. Kur’an burada da yine bilinenlerden yola çıkarak bilinmeyen
bir âleme ait yiyecek türünden söz etmektedir. Bu meyveler gerek tat ve lezzet itibarıyla
gerek fiziki görünüm itibarıyla bizim bildiğimiz meyvelerden farklı olabilir:
“Onlar oradaki meyvelerden her yediklerinde, bunlar daha önce
yediklerimizdendir, diyecekler. Oysa daha önce kendilerine benzerleri verilmişti.”
(İbrahim14/34).
Kur’an-ı Kerim’de belirtilen bu meyvelerin adları ve özellikleri ve ağaçlardaki
durumu şöyle tasvir edilmiştir: Cennetlerde her meyveden çifter çifter yaş, kuru veya
biri dünyadaki tat ve lezzetiyle diğeri cennete özgü tat ve lezzette (Yazır, tsz: VII,
4688) olacak, orada özellikle hurma nar, muz ve kiraz ağaçları ve üzüm bağları
bulunacaktır (el-Vâkı’a 56/28, 29; en-Nebe’ 78/32). Bu meyveler olgunlaştığında dalları
aşağıya doğru sarkacak (el-İnsân 76/14) ve böylece devşirilmesi kolay olacaktır (el-
Hâkka 69/23). Cennet meyveleri pek çok olacak, (es-Sâffât 37/42; el-Vâkı’a, 56/32; ez-
Zuhruf 43/73) bitip tükenmeyecek, kesintisiz (el-Vâkı’a, 56/33) ve sürekli olacaktır (er-
Ra’d 13/35). Cennetlikler canlarının çektiği her meyveden yasak olmaksızın (el-Vâkı’a
56/33) zahmetsiz bir şekilde (Sâd 38/51; er-Rahman, 55/54) yiyebileceklerdir (ed-
Duhân 44/55).
Sonuç olarak, Kur’an’da beş tür meyvenin adı bizzat belirtilmekle birlikte, adı
belirtilenlerin dışında pek çok meyvenin bulunduğu, bu meyvelerin olgun, kesintisiz ve
ebedi olduğu ve cennetliklerin bunları hiç zahmet çekmeksizin koparabilecekleri ve bu
meyvelerin hiç birinin onlara yasak olmadığı ve istedikleri kadar yiye bilecekleri ifade
edilmektedir.
5.5.5. Et
5.5.6. Bal
Cennete girecek olan iyi insanlara o eşsiz güzellikteki mekanda ikram edilecek
53
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
nimetlerden biri de baldır. Cennetlikler için olan bu nimet Kur’an’da bir âyette
belirtilmektedir:
“Süzme baldan ırmaklar…” (Muhammed 47/15).
Ayette cennette bulunan bal ırmağının akma özelliği ve balın da saf, katıksız ve
süzme olma niteliği vurgulanmaktadır.
Ayrıca ahiretteki balın kokusu, rengi ve tadının çok hoş olduğu belirtilmiştir (İbn
Kesîr, tsz: VII, 297; İbn Kayyım, 2004: 164).
Sonuç olarak Kur’an cennet yiyeceklerinden olan balın, cennette bolluğunu ifade
etmek için “bal nehirleri” tabirini kullanarak, inanan insanların zihinlerinde o mekanın
ne denli bol nimetler diyarı olduğu hususunu vurgulamakta ve müminlerin cennet
arzularını kamçılayarak onları dünyada cenneti kazandıracak güzel davranışları
gerçekleştirmeye teşvik etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de cennet içecekleri olarak su, süt ve şaraptan söz edilmektedir.
Bunların dışında kokteyl türü dediğimiz, karışımı tesnîm, kâfûr ve zencefil olan
içeceklerden, aklı gidermeyen, insanı sarhoş etmeyen ve baş ağrıtmayan şaraplardan
bahsedilmektedir. Hiç şüphesiz cennet içecekleri bunlarla sınırlı değildir. Bunlar o
diyarın içecekleri hakkında bir fikir vermesi açısından inanan insanlara örnek olmak
üzere verilmiştir. Çünkü cennetin nimetleri hem çeşit, hem nicelik, hem de süreklilik
açısından sınırsızdır (es-Secde 32/17; el-Vâkı’a 56/33; el-İnsân 76/20). Şimdi bu
nimetlerin zikredildiği ayetlerle birlikte cennet içeceklerini tek tek incelemeye çalışalım.
“Muttakilere vaat olunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan
ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve
süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de
bağışlama vardır.” (Muhammed 47/15).
5.5.7.1. Su
Dünyada canı olan her şey sudan yaratılmıştır ( el-Enbiyâ 21/30). Bu nedenle su,
canlı varlıkların tümünün ihtiyaç listesinin başında yer alır. Aynı zamanda su canlıların
pek çoğunun da evidir (Geniş bilgi için bkz: Atik, 1992, s.10-20). İnsan dünyada susuz
yaşayamaz. Su her şartta insan için önemli, gerekli ve vazgeçilmez bir nimettir. Su,
insanın fizyolojik olarak gereksinimini giderdiği gibi, psikolojik olarak ta onu
rahatlatmaktadır. Suyun bir şelaleden tatlı tatlı akışını seyreden, onun sesini dinleyen
insan, stres, sıkıntı ve bunalımlarından kurtularak, ruhen rahatlar. Tarihten günümüze
bir takım hastaların su sesiyle dâru’ş-şifâ ve hastanelerde tedavi edildiği de bir
gerçektir. Bu bakımdan suyun aynı zamanda şifa özelliği de vardır.
Yüce Yaratıcı suyun bu ve daha pek çok özelliği ve insan için öneminden dolayı
onu ahirette cennet içecekleri arasında zikretmektedir:
“İçinde bozulmayan sudan ırmaklar…” (Muhammet 47/15).
“Fışkıran sular.” (el-Vâkı’a 56/31).
Ayette geçen “enhâr” kelimesi “nehr” kelimsinin çoğulu olup, suyun taşarak
coşkulu bir biçimde akması anlamına gelmektedir (er-Râğıb,1986: “n-h-r”md., 773).
Aynı zamanda bu kelimenin anlam örgüsü içinde çokluk ve bolluk anlamı da mevcuttur
(er-Râğıb,1986: A.y.). Yine ayette geçen “âsin” kelimesi ise, suyun kokusunun kötü bir
şekilde bozulmasına denir (er-Râğıb,1986: “e-s-n”md., 20). İbn Abbas ve Katade ise bu
54
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.5.7.2. Süt
5.5.7.3. İçki/Şarap
55
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.5.7.4. Kevser
“Çok şey, bolluk, islam, nübüvvet, vb.” anlamına gelen “kevser” de, cennet
nimetlerinden biri olarak yorumlanmıştır(el-Fîruzabâdî, 1987: 602). Bu kelime sadece
bir yerde geçer:
“Ey Muhammed biz sana kevseri verdik.” (el-Kevser 108/1)
Ayette kevserin ne olduğu açıkça belirtilmemiştir. Bir kısım âlimler onu
kelimenin lügat manasından hareketle açıklamışlar ve “çok şey, çok hayır” demişlerdir.
Bir kısım müfessirler de onun cennette bir nehir olduğun ifade etmişlerdir ( er-Râzî, tsz:
XXXII, 124–126; el-Kurtubî, 1994: II, 216–218).
Kevserin mahiyeti ve özellikleri hakkında Kur’an’da herhangi bir açıklama
bulunmamakla birlikte, hadis kaynaklarında bu konuda bilgiler yer almaktadır (el-
Buhârî, Bed’u’l-Halk, 53; Rikak, 53; Müslim, İman, 74; Salat, 14; Ebu Davud, Sünnet,
22, 23; İbn Mace, Zühd, 36; Menasik, 76; Edep, 8).
Taberî, kevser kelimesinin cennetteki bir nehrin adı olduğu ve diğer görüşleri
sıraladıktan sonra, kendi tercihinin onun cennette bir nehir olduğunu belirtir (et-Taberî
2002: XV, 320). Aynı şekil de İbn Kesir de kelimenin peygamberlik, Kur’an, ahiretteki
kazanımlar vb. anlamlarını zikrederek cennette bir nehir olduğuna dair pek çok hadisi
belirtir ve onun cennette bir nehir olduğunu ifade eder (İbn Kesir, tsz: VIII, 519–520).
Cennette bazı içeceklerin daha çekici hale gelmesi için bir takım maddelerin
karıştırılması suretiyle kokteyl haline getirildikleri ayetlerde ifade edilmektedir:
“İyiler de karışımı kâfûr olan bir kadehten içerler.” (el-İnsân 76/5)
“Onlara orada karışımı zencefil olan kadehten içirilir.” (el-İnsân 76/17)
“Onlara mühürlü halis bir şaraptan içirilir. Ki sonu misktir (içildikten sonra misk
gibi kokar). Karışımı tensimdendir.” (el-Mutaffifîn 83/25–27)
Ayetlerde de görüldüğü üzere cennet içkilerinin içine karıştırılan ve insanlarca da
bilinen bir takım maddeler ve bu içkilerin özelliklerinden söz edilmektedir. Bu karışım
maddeleri kâfur, zencefil ve tesnîmdir.
Tesnîm kelimesinin anlamını daha önce “cennetin pınarları” bölümünde “kaynak
itibariyle yükseklerden çıkan” şeklinde tanımlamıştık. Bu anlamdan hareketle
yukarıdaki son ayeti, o şarabın karışımı yükseklerden çıkan sudur, şeklinde anlamak
daha doğrudur. Çünkü dünyada da insanlar yükseklerden çıkan suyu severler. Bu tür
sular halk arasında “yayla suları” olarak adlandırılırlar. Bu suların özellikleri, daha
berrak, soğuk, tat itibarıyla daha lezzetli ve içimi daha güzel olmasıdır. Cennette bu
kaynaktan yalnızca Allah’a yakın olanlara (mukarrabûn) verileceği, diğer iyilerin ve
ashâb-ı yemîn’in içkilerine ise, diğer sulardan karıştırılarak verileceği ifade edilmiştir
(Yazır, tsz: VIII, 5563–5564).
İçkilere kâfûr ve zencefil karıştırılmasının sebebi ise, kâfûrun karıştırıldığı
56
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
maddeye soğukluk, zencefilin ise sıcaklık verdiği ifade edilmektedir. İki lezzeti de
cennetliklerin tatması için bu örneklerin kullanıldığı, Kur’an’ın indiği dönemde vahye
ilk muhatap olan insanlar arasında bu iki maddenin bilindiği ve bu iki maddenin birlikte
veya ayrı ayrı içkiye katılmak suretiyle kokteyl türü içki tüketiminin cahiliye arapları
arasında yaygın olduğu ifade edilmektedir (Ateş, 1988: X, 246). Yukarıdaki ayetler
zımnen buna işaret etmektedir. Çünkü Kur’an’ın örneklerini verdiği nimetler insanlarca
daha önce bilinen nimetler olmalıdır. Aksi halde bunlar Kur’an’a muhatap olan insanlar
tarafından iyi anlaşılamaz.
Diğer yandan, “içimi gayet lezzetli, tatlı, boğazdan çok rahat geçen bir içki”
olarak tanımlanan ez-Zebîdî (ez-Zebîdî, 1994: XIV, 306; İbn Manzur, 1994: XI, 344)
selsebîl adını taşıyan su kaynağının da bir tür içki olduğunu ifade eden görüşler de
vardır.
“Cennette bir çeşme ki adına selsebîl denir.” (el-İnsân 76/18)
Ayette ifade edilen selsebil kelimesi, pınar adı veya içilen nesnenin sıfatı olmak
üzere iki şekilde yorumlanmıştır (el-Ferrâ 1972: III, 218). Bu görüşe katılmakla birlikte
Ateş, kelimeyi, Zebîdî ve İbn Manzur’un eserlerinde açıkladıkları gibi “içimi gayet
lezzetli, tatlı, boğazdan çok rahat geçen içki” şeklinde ifade etmektedir (Ateş, 1988: X,
247).
Kur’an Cennette bu nimetlerin sunulduğu kaplara da değinmiştir. Bunlar gümüş
kaplar (el-İnsân 76/15), kadehler-kâseler (es-Sâffât 37/45; et-Tûr 52/23; el-Vâkı’a
56/18; el-İnsân 76/5, 17; en-Nebe’ 78/34), altın tepsiler-tabaklar (ez-Zuhruf 43/71), altın
(ez-Zuhruf 43/71) ve gümüş (el-İnsân 76/15) sürahiler-testiler-küpler (ez-Zuhruf 43/71;
el-Vâkı’a 56/18; el-İnsân 76/15; el-Ğâşiye 88/14), ibriklerdir (el-Vâkı’a 56/18). Konuyu
dağıtmamak için cennet kaplarının yalnız Kur’an’da geçen isimlerini belirtmekle yetinip
cennetin diğer nimetlerini Kur’an ekseninde açıklamaya devam edelim.
5.5.8. Giysiler
57
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
cennette ziynet eşyası olarak, altın ve gümüş bilezik ve inci takılacağı da Kur’an’da
ifade edilmektedir (el-Kehf 18/31; el-Hac 22/23; Fâtır 35/33; el-İnsân 76/21).
Sonuç olarak Kur’an’da cennet ehlinin elbiseleri olarak ince ve kalın ipek
zikredilmekte ve renk olarak ta yeşil olmaları açıklanmaktadır. Hiç şüphesiz cennet
elbiseleri sadece yeşil renk ve ipekli kumaştan ibaret olmamalıdır. Her türlü nimetin
sonsuz olduğu ifade edilen bir diyarda ödül olarak cennette tek tip kıyafet giydirilmesi
düşünülemez. Burada zikredilenler cennet giysileri hakkında insanlara fikir vermek
açısından açıklanan bir örnek olsa gerektir.
5.5.9. Konaklar
5.5.9.1. Evler
5.5.9.2. Köşkler
58
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.5.9.3. Odalar
5.5.9.4. Çadırlar
59
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
gibi- diğer din ve kutsal kitaplarda olmadığı kadar ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu
eşyaların nitelikleri hakkında bilgi verirken o kadar canlı bir üslup kullanmaktadır ki,
görünmeyen âleme ait bu manzarayı adeta seyre doyum olmayan bir tablo haline getirip
gözler önüne sermektedir. Biz bu eşya ve dekorların konuyu daha fazla uzatmamak için
mahiyetlerine girmeden yalnızca isimlerini vererek yetineceğiz.
Cennet konaklarının mefruşatı ve dekorları olarak Kur’an’da, güzel döşemeler (er-
Rahmân 55/76), serilmiş halılar (er-Rahmân 55/54), astarları kalın atlastan (er-Rahmân
55/54) yükseltilmiş (kabartılmış) döşekler-yataklar (el-Vâkı’a 56/34), yastıklar-
kırlentler-minderler (el-Ğâşiye 88/15), yaygılar-perdeler (er-Rahmân 55/76), sedirler-
divanlar-koltuklar, altın ve mücevherlerden işlenmiş (el-Vâkı’a 56/15) yüksek (el-
Ğâşiye 88/13) tahtlar (el-Hicr 15/47; es-Sâffât 37/44; et-Tûr 52/20; el-Vâkı’a 56/15; el-
Ğâşiye 88/13; el-Kehf 18/31; Yasin 36/56; el-İnsân 76/13; el-Mutaffifîn 83/23, 35)
zikredilmektedir.
5.5.10.1.Zevc/Ezvâc
Kur’an, dünyada ilahi mesaj karşısında olumlu tavır alıp iyi işler yapan insanların,
erkek olsun kadın olsun cennete gireceklerini belirtmektedir. Cennetlik olan insanların
gerek ana baba, gerek çocuklar, gerekse eşlerden sâlih olanlarla orada bir araya
gelecekleri, Kur’an’da ifade edilmektedir:
“(Onlar) adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden (ezvâcihim) ve
çocuklarından iyi olanlar da kendileriyle beraberdir…” (er-Ra’d 13/23)
“(Melekler:) Rabbimiz, onları ve babalarından, eşlerinden (ezvâcihim),
çocuklarından iyi olan kimseleri onlara söz verdiğin Adn cennetlerine sok…” (el-
Mü’min 40/8)
Şu halde cennete girecek olan insanlar, orada tüm sevdikleri ve dostlarıyla bir
arada bulunacaklardır. Bu dostlar içerisinde eşler de bulunacak ve bu dünyada eş
olanlar, her iki taraf da cennetlik olmak kaydıyla, orada da eş olmaya devam edecektir.
Bu bağlamda Kur’an, cennette sahip olunacak eşleri de cennet nimetleri arasında
saymaktadır.
Arapçada “eş” anlamına gelen (el-Fîruzabâdî, 1987: 246) “zevc” ve çoğulu olan
“ezvâc” kelimesi, hem erkek hem de kadının birbirleri karşısındaki konumlarını ifade
etmektedir. Erkek karşısında kadın “zevc” olurken, kadın karşısındaki erkek de
“zevc”dir. Bu nedenle, inananlara vaat edilen eşleri, sadece erkeklere yönelik bir vaat
olarak değerlendirmek yanlış olur. “İnananlar” kavramı içerisinde yer alan erkek ve
kadınların her biri cennette diğerinin eşi olacaktır. Aşağıdaki ayetlerde yer alan “ezvâc”
kelimesi bu açıdan değerlendirilebileceği gibi, ahirete özgü yaratılmış eşler de bu
60
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
5.5.10.2.Hûr
61
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
torunlarıyla hep birlikte sıra sıra dizilmiş koltuklarına yaslandıkları, sohbet edip, adeta
keyif çattıkları vurgulanmaktadır (et-Tûr 52/17-28).
“(O iki cennette) çadırlara kapanmış (gün yüzü görmemiş) huriler... Bundan önce
onlara ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur.” (er-Rahmân 55/72, 74)
“Saklı inciler gibi iri gözlü huriler (vardır).” (el-Vâkı’a 56/22, 23)
Bu ayetin öncesinde de iman edip iyi işler yapmada yarışan ve böylece Allah’a
yakın olanların nimet cennetlerinde canlarının çektiği yemeklerden ve beğendikleri
meyvelerden, istedikleri kadar yiyecekleri, en lezzetli içkilerden bolca içecekleri,
kendilerinin etrafında emre âmâde hizmetçilerin olacağı ve altın ve mücevherlerle
işlenmiş, göz kamaştıran tahtların üzerinde karşılıklı oturacakları zikredilmektedir (el-
Vâkı’a 56/10-23).
Sonuç olarak cennetle ilgili ayetler incelendiğinde, -cennetteki evliliğin dışında-
cennete girme ve onun nimetlerinden yararlanma hususunda kadın ve erkeğin eşit
olduğunu söylemek mümkündür. Cennetteki cinsel hayatın ise Kur’an dışı kaynaklarda
abartıldığı gibi olamadığı ve Kur’an’ın bu olayı edep sınırları içinde ve ima eden
kelimelerle kapalı bir biçimde ifade ettiği görülecektir.
Kur’an cennet ehline cennette teşrifatçılık, içki sunumu, yiyecek dağıtımı vb.
hizmetleri yerine getirmek üzere cennete girecek olan kadın ve erkeklere hizmet edecek
görevlilerden de söz etmektedir. Bu görevlilerin adlarını o “doğmuş çocuk ve kul” (el-
Fîruzabâdî, 1987: 417) anlamında “Vildan” (el-Vâkı’a 56/17: el-İnsân 76/19) ve “henüz
bıyıkları terlememiş” (el-Fîruzabâdî, 1987: 1475) anlamında “ğilman” olarak
açıklamaktadır. Bu cennet görevlilerinin kimlerden oldukları hususunda farklı görüşler
ileri sürülmesine rağmen bu konuda Kur’an’da bir açıklama bulunmamaktadır. Biz
burada bu görüşlere yer vermeyeceğiz (Bkz: İbn Kesir, tsz: VII, 410; VIII, 317 ; el-
Âlûsî, 2000: VIII, 149; el-Kurtubî, 1994: XVII, 69; İbn Kayyım, 2004: 192).
Sonuç olarak, yüce Allah, cennette müminlere hizmet etmeleri için çok sayıda ve
çok güzel hizmetçiler yaratmıştır. Bu hizmetçileri de cennet nimetleri arasında cennet
ehline sunulmak üzere zikretmiştir.
Yeryüzü yaratıldığından bu yana ilk insanla birlikte ilahi vahye pek çok insan
muhatap olmuştur. İnsanlardan bu hitaba olumlu cevap verenlerin sayılarının akıl almaz
bir biçimde çok olduğu bir gerçektir. İlahi vahye karşı müspet tutumlarının da mutlaka
ödüllendirileceği bir değişmez hakikattir. Bu muazzam insan topluluğunun nasıl
ödüllendirileceği ve bu insanların her türlü ortamı da içeren isteklerinin nasıl
karşılanacağı, nereye sığacakları sorusu hep zihinleri meşgul eden bir muammadır. İşte
Kur’an insanın zihninden geçirdiği bu soruyu insanın müşahede âleminde muazzam
gördüğü varlıklarla gayb âleminde gerçekleşecek olan olguları benzetmek suretiyle ona
cevap vermektedir. Çünkü O, insanın gayb âlemindeki varlıkları ancak müşahede
âlemindeki semboller yardımıyla açıklanmasının mesajı anlama ve kabullenme,
dolayısıyla da problemi çözme açısından çok daha etkili olacağını bilmektedir.
Ahiret âleminin bir parçası olan cenneti Kur’an önce büyük bir mülk olarak
nitelemektedir. İnsan suresinde cennetin vasıfları ve nimetleri anlatılırken “büyük bir
mülk” (el-İnsân 76/20) ifadesi kullanılarak onun muazzam bir mülk olduğu
62
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
63
KUR’AN’DA CENNET Cemal ERGÜN
64
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Ölümün insan için bir yok oluş olmadığına ve öldükten sonra yeni bir hayatın
varlığına yani ahirete inanan ister mitolojik, ister ilkel, ister semavi düzeyde olsun tüm
din ve kutsal kitaplarda insanın bu dünyada yapmış olduğu her türlü iyiliğin
ödüllendirileceği fikrinin var olduğunu araştırmamızın birinci bölümünde belirtmiştik.
İkinci bölümün buraya kadar olan kısmında Kur’andaki cennet anlayışını detaylı bir
şekilde ortaya koymaya çalıştık. Araştırmamızın bu kısmında ise birbirinden bağımsız
olarak incelediğimiz bu iki alanı genel hatlarıyla karşılaştırmaya çalışacağız. Kur’an’ın
tasvir ettiği cennet ile diğer dinlerin anlattığı cennet arasındaki benzerlikleri ve farklı
yönleri bu sonsuz mutluluk mekânının isimleri, sayıları, görevlileri, nimet çeşitleri ve
mekânsal olarak yeri, boyutu ve ebedîliği bakımından ortaya koymaya çalışacağız.
Kur’an-ı Kerim bu dünyada Allah’a inanan, O’nun gönderdiği elçileri kabul eden
ve bu elçilerle gönderilen ilâhi mesajları benimseyip ahlaki ilkeler çerçevesinde hayatını
düzenleyen, erdemli bir şekilde yaşayan ve insanlığın yararına güzel işler yapan
insanların, âhirette ödüllendirileceğini bildirmektedir (el-Bakara 2/25; er-Ra’d 13/22,23;
en-Nahl 16/97;vd ).
Kur’an yaşamı boyunca iyilikten yana tavır alan müminlerin öldükten sonra
mükâfat olarak sonsuzadek yaşayacakları, hayallerin de ötesinde güzellik ve mutluluğun
olduğu mekânı “cennet” olarak adlandırmaktadır. Hiç şüphesiz bu genel adlandırmanın
yanında Kur’an sonsuz nimetler ülkesinin başka adlarından da söz etmektedir. Cenneti
niteleyen bu adlar onun tamamının bir adı olabileceği gibi onun bir bölümünün adı da
olabilir.
Kur’anda cennete isim olmuş sözcük ve tamlamalar özetle şunlardır: Cennet, Adn,
Naîm, Me’vâ, Firdevs, Huld, el-Hüsnâ, Dâru’s-Selam, Dâru’l-Âhira, Dâru’l-Mukâme
ve Makâmun Emîn. Cenneti ifade eden bu kelime ve terkiplerin anlamları ve geçtiği
ayetler daha önce ele alındığı için burada detaya girilmeyecektir.
Âhiret âleminde iyilerin ödüllendirileceği mekân olan cennet, diğer mitoloji ve
dinlerde de farklı sözcüklerle adlandırılmıştır. Cennet için kullanılan bu sözcükler,
değişik mitolojilerin ve dinlerin ortaya çıktığı coğrafyada konuşulan lisan ve etkin olan
kültürün tesiriyle farklı olmuştur. Ancak şunu belirtebiliriz ki, her din ve mitolojide,
cennet için, ideal iyiliğin ve güzelliğin hükümran oluşunu ifade edecek kelimeler
kullanılmıştır.
Sümer mitolojisinde cennet, “saf, parlak, temiz, hastalık ve ölümün bilinmediği
bir ülke” anlamında “Dilmun” kelimesiyle isimlendirilirken (Kramer, 2002: 178), eski
Mısır dinlerinde “Aru” (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 96), eski İran dini olan
Zerdüştîlikte, “Övgü Evi” veya “Şarkı Evi” (Eliade, 2003: I, 384; Turner, 2004: 30),
eski Yunan mitolojilerinde “Elysium” veya “Eleusis bahçesi veya çayırlığı”, Cermen
mitolojilerinde ise “Valhalla” (Şahin,1993: VII, 374) olarak adlandırılmıştır
(Sarıkçıoğlu, 1999: 70).
Hinduizm ve Budizmde tenâsüh (ruh göçü) inancı gereği iki cennetten söz
edilmekte bu cennetlerden birinin ebedî olduğu vurgulanmaktadır. Hinduizmde geçici
olan cennet “Nandana”, (Budda, 1935: 57; Sarıkçıoğlu, 1999: 152) Budizmde ise,
65
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Kur’an cennetin sayısı konusunda net bir rakam vermemektedir. Ancak iç içe
geçmiş ikişerli iki grup cennetten söz etmektedir. Bu iki grup halindeki cennetlerin
sayısının, herbir grupta iki olmak üzere toplam dört olduğu anlaşılmaktadır (er-Rahmân
55/46,62). Kur’an bu cennetlerin pek çok kapısının bulunduğunu bildirmekle, onun pek
çok bölümden oluştuğunu ifade etmektedir (ez-Zümer 39/73).
Aynı zamanda Kur’an, insanların bu dünyada hür iradeleriyle gerçekleştirdikleri
güzel davranışlarının, Allah’a bağlılık ve yapmış oldukları ibadetlerinin oranlarına göre
de Allah katında derecelendirileceklerini ve cennetlerle ödüllendirileceklerini
vurgulamaktadır (Âl-i İmrân 3/163; el-Enfâl 8/4; et-Tevbe 9/20; en-Nisâ 4/95, 96; Tâhâ
20/75, 76; el-İsrâ 17/21). Kur’an’ın bu anlatımından anlaşıldığına göre farklı
derecelerde cennetler vardır.
Sümerlerde cennetin sayıları ile ilgili bir bilgi mevcut değildir. Sümer
mitolojisinde cennet (Dilmun)un yeryüzünde, güney batı İran’da “Dilmun” denen bir
yerde olduğu anlatılmaktadır (Kramer, 2002: 180)
Mısır Mitolojisinde ölen kimsenin salihlerden olması durumunda ya güneş tanrısı
olan “Ra” ile birlikte onun cennetinde olacağı veya yıldızlarda bulunan cennetlerde
oturacakları belirtilerek sayıları hakkında bir rakam verilmemiştir (Şahin, 1993: VII,
374; Kutub, tsz: 15–21).
66
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Eski İran dini olan zedüştîlikte ise gökte bulunan tek bir cennetten söz
edilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 110).
Yunan mitolojilerine göre ise yeryüzünün batısında iki ayrı cennet mevcuttur
Cermen mitolojilerinde ise savaşarak ölen insanlarla diğerlerinin gittiği iki ayrı
cennetin bulunduğu bildirilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 78; Türk Ansiklopedisi,
1960: X, 97).
Azteklere göre, ölüm sonrası ödüllendirme insanın dünyada yaptığı davranışlara
göre değil, onun ölüm şekline göre olacaktır. Bu nedenle çok sayıda yer ve gök
cennettlerinden söz edilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 86; Şahin, 1993: VII, 375).
Azteklerin, kızıl güneşin kendisinden doğduğu, son derece lüks ve refahın
bulunduğu, büyük nehirlerin kendisinden çıktığı ve doğuda olan başka bir cennetin
varlığına da inandıkları belirtilmiştir (Şahin, 1993: 375).
Hinduizm ve Budizmde tenâsüh (ruh göçü) inancı gereği gökte bulunan iki
cennetten ayrı cennetin olduğu bildirilmektedir (Budda, 1935: 57; Sarıkçıoğlu, 1999:
152; Şahin, 1993: 375). Eski Türk dinlerinde cennetin gökyüzünün yüksekçe bir katında
olduğuna ve iyi ruhların burada ikamet ettiklerine inanıldığı belirtilmiştir (Tümer ve
Küçük, 1988: 85; Günay ve Güngör, 1998: 86).
Sabiîlikte gökyüzünde sayısız cennetlerin varlığından söz edilmektedir (Gündüz,
1999: 105,160, 162, 165).
Yahudilikte cennetin, boyut olarak çok geniş olduğu ve yedi ayrı bölümden
oluştuğu ifade edilmektedir (Mezmurlar, 140/4, 13; 84/4; 4/3; 15/1).
İncil’de gökte ve yerde olmak üzere iki ayrı cennetten söz edilmektedir (Matta,
5/12; Luka, 6/23; Esinleme, 21/1-5).
Dinlerde cennetlerin sayılarının bir iki istisna dışında fazla olduğu bilgileri Kur’ân
ayetleriyle benzerlik arz etmektedir.
67
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Kur’an dünya hayatında Allah’a inanıp, insanlığın yararına güzel işler yapan ve
erdemli bir hayat süren insanlara, akıl ve hayal sınırlarını aşan türde ve rakamlarla da
ifade edilemeyecek oranda nimetler verileceğini bildirmektedir (es-Secde 32/17; el-
İnsan 76/20).
Kur’an’da salihlere nimet olarak verilecek cennet, içinde nehirler ve pınarlar akan,
(el-Bakara 2/25; et-Tevbe 9/89; el-Hicr 15/45; er-Rahmân 55/50; el-İnsân 76/6) her
çeşit ağaçların bulunduğu, (er-Rahmân 55/48) bol yeşillikli (er-Rahmân 55/64) ve koyu
gölgeli, (en-Nisâ 4/57; Yâsin 36/56; el-Vâkı’a 56/30; el-Mürselât 77/41) şiddetli soğuk
ve sıcağın olmadığı ılıman iklimli bir yurt (el-İnsan 76/13) olarak tasvir edilmektedir.
Sümerlerde cennet (Dilmun)un meyve yüklü bahçeler ve yemyeşil çimenlerle
kaplı ve nehirleri olan tanrısal bahçe olarak betimlenmektedir (Kramer, 2002: 179).
Eski Yunan mitlerinde cennet ise mevsimlerin elverişli olduğu, rengârenk
çiçeklerin ve çimenlerin bulunduğu ağaçların meyve verdiği, hayvanların bile barış
içinde yaşadığı bir yer olarak anlatılmaktadırdir (Turner, 2004: 43; Sarıkçıoğlu, 1999:
70; Şahin, 1993: VII, 374).
Cermen mitolojisinde, ise hastalık, yaşlılık ve ölümün olmadığı, ağaçlık ve
koruluk bir cennet anlayışının varlığından da söz edildiği belirtilmektedir (Şahin, 1993:
VII, 374).
Azteklerin, kızıl güneşin kendisinden doğduğu, son derece lüks ve refahın
bulunduğu, büyük nehirlerin kendisinden çıktığı ve doğuda olan bir cennetin varlığına
inandıkları belirtilmiştir (Şahin, 1993: VII, 375).
Budizmde ise, “Sukhavati” denilen cennetin özellikleri olarak, mücevherlerle
süslenmiş ağaçların olması, şakrak ötüşlü kuşların bulunması, cennetliklerin zevklerine
uygun olarak suların soğuk ya da sıcak olarak akması ve daimi bir yeşillik içinde olması
vb. güzellikler zikredilmiştir (Şahin, 1993: VII, 375).
İncil’de cennet, kenarları değerli taşlardan örülmüş yüksek surları olan,
(Esinleme, 21/10–21) on iki kapısı bulunan, ışıklandırma için güneş ve aya gereksinim
bulunmayan, (Esinleme, 21/22,23) billur gibi ırmağın çıktığı, (Esinleme, 22/1, 2) on iki
çeşit meyve üreten ve her ay meyvesini veren yaşam ağacının bulunduğu (Esinleme,
22/1-5) bir site olarak tasvir edilmiştir.
Kur’an cennetliklere muz (el-Vâkı’a 56/29), kiraz (el-Vâkı’a 56/28), nar (er-
Rahmân 55/68), üzüm (en-Nebe’ 78/31, 32), hurma (er-Rahmân 55/68) ve canlarının
çektiği her çeşit meyveden diledikleri kadar ikram edileceğini belirtmektedir (Yasin
36/57;Muhammed 47/15; er-Rahmân 55/48; el-Vâkı’a 56/20; el-Mürselât 77/42). O,
cennetliklerin orada yiyecek olarak bal (Muhammed 47/15) ve arzuladıkları her tür etten
istedikleri kadar yiyebileceklerini bildirmektedir (et-Tûr 52/22). Kur’an cennetliklere
sunulacak içecekleri ise, su (Muhammet 47/15; el-Vâkı’a 56/31), süt (Muhammet,
47/15), kokteyl türü içecekler (el-İnsân 76/5,17) ve şarap olarak açıklamaktadır
(Muhammed 47/15). O, cennetliklerin bu içeceklerden istedikleri kadar içebileceklerini
ifade etmektedir. Ayrıca Kur’an, cennet içkilerinin hiçbir şekilde insana baş ağrısı
68
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
69
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
70
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Kur’an cennetin ebedî olduğunu (en-Nisâ 4/57; el-Furkân 25/15; Kâf 50/34; el-
Beyyine 98/8), nimetlerinin sonsuz ve sınırsız bulunduğunu bildirmektedir (er-Ra’d
13/35; Sâd 38/54; el-Vâkı’a 56/17, 32-33; el-İnsân 76/19). O cennetin boyut olarak çok
büyük ve çok geniş olduğunu haber vermektedir (Âli İmrân 3/133; el-Hadid 57/21; el-
İnsan 76/20). Mekânsal olarak cennetin yerinin ise dolaylı bir anlatımla yücelerde ve
yükseklerde olduğunu, iki ayrı surede de gökte bulunduğunu belirtmektedir (ez-Zâriyât
51/22; en-Necm 53,14,15).
Sümer mitolojisinde cennetin ebedî olduğu ve yerinin de Güneybatı İranda olduğu
belirtilmiştir (Kramer,2002: 178,180).
Eski Mısır dinlerinde de cennetin ebedî olduğu ve göklerde bulunduğu inancı
mevcut olduğu ifade edilmiştir (Şahin,1993: VII, 374; Kutub, tsz: 15-21).
Zerdüştîlikte Ahura Mazda’nın da yer aldığı cennetin ebedî olduğu (Taşpınar,
2003: 51) ve gökte bulunduğu bildirilmektedir (Sarıkçıoğlu, 1999: 110).
Eski Yunan mitolojilerinde cennetin yeryüzünün batı kenarında adalarda
bulunduğu ve ebedî olduğu belirtilmektedir (Turner, 2004: 43; Sarıkçıoğlu, 1999: 110).
Amerika yerlilerinden olan Azteklere göre cennetler yeraltında, yeryüzünde ve
göktedirler. Ölen insan ölüm şekline göre bu cennetlerden birine girer. İhtiyarlık veya
hastalıktan ölen kişiler, yeraltı dünyasına girmektedir. Yıldırım çarpması, boğularak
veya ateşli bir hastalıktan ölenler, yağmur tanrısı “Tlaloc”un doğuda bir dağ üzerinde
bulunduğuna inanılan cennetine girmektedir. Savaşta ölenler, kurban edilenler ve
doğum esnasında ölenler ise, güneş tanrısının gökteki cennetine ulaşmaktadır
( Sarıkçıoğlu, 1999: 86).
Hinduizmde Brahma’nın olduğu cennet göktedir ve bu cennet ebedîdir (Budda,
1935: 57; Sarıkçıoğlu, 1999: 152).
Budizm’de de ebedi kurtuluşa ve mutluluğa kavuşma, “Nirvana”ya ulaşmakla
mümkün olur (Budda, 1935: 258; Sarıkçıoğlu, 1999: 177).
Eski Türklerde cennetin gökyüzünün yüksekçe bir katında olduğuna ve iyi
ruhların burada ikamet ettiklerine inanıldığı belirtilmiştir (Tümer ve Küçük, 1988: 85;
Günay ve Güngör, 1998: 86).
Sabiî inancına göre iyi ruhların ebedi olarak kaldıkları cennetler sonsuz ve
sayısızdır. Işık kralı (Malkad Nhural)ın kuzeyde yaşadığına inanılmasından dolayı “ışık
âlemleri” olarak da ifade edilen bu cennetlerin kuzeyde olduğuna inanılır (Gündüz,
1999: 105, 162, 165).
İncil’de cennetin yerinin gökte olduğu zikredilmekle birlikte (Matta, 5/12; Luka,
6/23), Esinleme bölümünde cennetin mekânının kıyamet sonrası yaratılacak Kudüs
şehri olduğu belirtilmektedir (Esinleme, 21/10-21). Bu cennetlerin ise ebedî olduğu
ifade edilmektedir (Esinleme, 21/3, 4).
Sonuç olarak cennet ahiret inancı olan tüm dinlerde ölüm sonrası iyilerin
ödüllendirileceği bir mekândır. Araştırma konumuz sınırları içinde incelemeye
çalıştığımız gerek mitolojiler, gerek ilkel ve semavi düzeyde olsun bütün dinler bu
mekânı ebedî olarak ifade etmişlerdir. Salihlerin ahirette ödüllendirileceği ve her türlü
71
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
72
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7. KUR’AN’DA CEHENNEM
Yeryüzünde iyilikle kötülük arasında ilk insanla başlayıp kıyamete kadar devam
edecek olan mücadalede, iylikten yana tavır alanların ödüllendirileceği, kötülükten yana
tavır alanların da cezalandırılacağı fikri, daha önce de izah edildiği üzere, ister beşerî,
isterse ilahî olsun, bütün dinlerde yer almıştır. Ancak birçok mitoloji ve dinlerde
suçluların cezalandırılması, biçim, mekân ve zaman bakımından farklılık arz
etmektedir. Bu konu çalışmamızın birinci bölümünde açıklandığından dolayı, burada
yeniden ele alınmayacaktır.
Kur’an-ı Kerim’in insanlara ilahi mesajları sunuş biçiminde, hep zıt kelime ve
kavramların oluşturduğu bir yapının hâkim olduğu görülmektedir. İyilik kötülükle,
hidayet dalaletle, gece gündüzle, karanlık aydınlıka, sıcaklık gölgelikle, gören
görmeyenle, iman küfürle, hayat ölümle, dünya ahiretle, cennet cehennemle birlikte
anlatılmaktadır. Bu dualist anlatım tarzının Kur’an’ı araştıran insanların uzmanlık
alanlarına göre farklı ve pek çok nedeni olabilir. Meseleye konumuz açısından bakacak
olursak şunu diyebiliriz ki, ilâhi mesaja muhatap olan insanın yaratılış itibarıyla hem
iyilik hem de kötülük yapabilme hususiyetinde çift kutuplu bir varlık olarak yaratılmış
olması, Kur’an’ın insan fıtratının bu yönünü esas alarak birçok şeyi zıddıyla birlikte ele
almasında önemli bir etken olmuştur.
Yeryüzünde Allah’a inanan, O’nun emirlerini yeine getirip insanlığın yararına
güzel işler yapan ve hayatını erdemli bir şekilde sürdüren insanların, öldükten sonra
ödül olarak girecekleri cenneti ve bu cennetin özelliklerini çalışmamızın ikinci
bölümünde ayrıntılı bir şekilde ele almıştık. Araştırmamızın bu kısmında ise ahirette
verilecek ödülün zıddı olan cehennem gerçeği, Kur’an ekseninde incelenecektir.
Cehennem kelimesinin kökeni ve terim olarak tanımı, araştırmamızın daha önceki
kısmında izah edildiği için burada bu konuya tekrar değinilmeyecektir. Ancak,
“cehennem”in kavramsal açıdan tanımını kısaca hatırlamakta fayda vardır: Cehennem,
Allah’a inanmayan, O’nun gönderiği mesajları benimsemeyen, dünyada erdemli bir
hayat sürmekten uzak duran, faydalı ve güzel işler yapmayıp, günah işleyen ve tevbe
etmeyip günahlarında ısrar eden insanların ahiret hayatında cezalandırılacağı mekânın,
Kur’an’daki adıdır.
Cehennem sözcüğü Kur’an’da yetmiş yedi yerde geçmektedir (Abdulbâki, 1988:
234, 235). Cehennem kelimesinin Kur’an’da geçtiği ayetlerin elli biri mekkî yirmi altısı
ise, medenîdir (Topaloğlu, 1993a: VII, 227).Cehennem kelimesinin geçtiği ayetlerin
altısında, kafirlerin ve mütekebbirlerin ahirette varacağı mekan anlamında “mesva”
sözcüğüyle (en-Nahl 16/29; el-Ankebût 29/68; ez-Zümer 39/32,60,72; Mü’min 40/76),
on âyette de yine mekan anlamında “me’va” kelimesiyle birlikte geçmektedir (Âl-i
İmrân 3/162, 197; en-Nisâ 4/97,121; el-Enfâl 8/16; et-Tevbe 9/73, 95; er-Ra’d 13/18;
el-İsrâ 17/97; et-Tahrîm 66/9). Bu sözcüklerin dışında cehennem kelimesi, “nar” ve
“azap” sözcükleriyle, cehennem ateşi anlamında dokuz ayette “naru cehennem” (et-
Tevbe 9/35, 63, 68, 81, 109; Fâtır35/36, et-Tûr 52/13; el-Cin 72/23, el-Beyyine 98/6)
ve cehennem azabı anlamında dört ayette ise,“azabu cehennem” (el-Furkân 25/65; ez-
Zuhruf 43/74; el-Mülk 67/6; el-Burûc 85/10) şeklinde tamlama halinde geçmektedir.
Kur’an’da, cehennem azabının şiddeti ve insanların onu gördüklerinde ondan
kurtulmak için nasıl bir çaba içerisinde olacakları şu şekilde ifade edilmektedir:
“Rablerinin emirlerine uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde olanların tümü ile
bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (kurtulmak için) onu mutlaka feda
ederler. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. Varacakları yer de cehennemdir
73
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.1.1. Cehennem
Cehennem kelimesi daha önce de ifade ettiğimiz gibi yetmiş yedi ayette
geçmektedir. Kur’an-i Kerim’de cehennem, insanın dünyada Yaratanına, hemcinslerine,
diğer yaratılmışlara ve kendine karşı yapmış olduğu günahların cezasını çekmek üzere
ahirette atılacağı işkence yerinin adıdır. Cehennem kelimesi ahiret âlemindeki azap
mekânlarının tamamının ismidir. Kur’an, bu mekânın her defasında bazı özelliklerini
öne çıkararak onu tasvir etmektedir. Bu anlatımlardan bazıları şöyledir:
“Böylesine (münafığa) ‘Allah'tan kork!’ denilince benlik ve gurur kendisini
günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!” (el-
Bakara 2/206)
“Onlar (inkârcılar) için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de (ateşten)
örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız!” (el-A’râf 7/41)
“Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su
içirilecektir!” (İbrâhîm 14/16)
“Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.
Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre
kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi
yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!”
(el-Kehf 18/29)
Ahirette suçluların cezalandırlacağı mekânın adı olan cehennemin, azabı en hafif
olan bölüm olduğu ve burada mümin olup günahkâr olanların da ceza görecekleri
belirtilmiştir. Bu durumda cehennemin, genel olarak ahiretteki azap yerinin tamamının
adı olduğu gibi, o mekanın en üst tabakası ve azabı en hafif olan bölümünün de adı
olabileceği vurgulanmıştır (Topaloğlu, 1993a: VII, 227).
7.1.2. Cahim
“Cahîm” kelimesi lugatta, “Kor halinde çok kızgın ateş veya hârı çok şiddetli olan
ve çukurda yanan büyük ateş, ateşi çok şiddetli olan mekan” olarak açıklanmıştır (ez-
Zebîdî, 1994: XVI, 94; İbn Manzur, 1994: XII. 84). Ateşin sesli ve şiddetli bir şekilde
yanmasından dolayı “cahîm” dendiği belirtilmiştir (er-Râğıb, 1986: 133).
Kur’an’da bu kelime, yirmialtı yerde geçmektedir (Abdulbâki, 1988: 208, 209).
Kelimenin geçtiği ayetlerin sadece birinde Hz. İbrahim’in atıldığı ateşi (es-Saffât 37/97)
ifade ederken diğer ayetlerin tamamında cehennem anlamında kullanılmaktadır. Cahîm
kelimesinin geçtiği ayetlerden birkaçını örnek olarak verelim.
“İnkâr edip, ayetlerimizi yalanlayanlar ise işte onlar cahim (cehennem) halkıdır.”
(el-Mâide 5/86)
“Ama yalanlayıcı ve yoldan sapmış olanlardan ise, işte ona da kaynar sudan bir
zıyâfet vardır! Ve onun sonu cahim (cehenneme)e atılmaktır.” (el-Vâkıa 56/92-94)
74
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
“Her şeyi alt üst eden o büyük felaket geldiği zaman, insanın yapıp ettiklerini
hatırlayacağı gün, gören (kimseye) cahim (cehennem) apaçık gösterildiği zaman; azana
ve dünya hayatını tercih edene, kuşkusuz cahim (cehennem) tek barınaktır.” (en-Nâziât
79/34–39)
Bu ayetlerin dışında cahîm kelimesinin geçtiği ayetlerde (el-Mâide 5/10; el-Hac
22/51; el-Hadîd 57/19; en-Nâziât 79/39; el-Hâkka 69/31-34) Allah’a, peygamberlere ve
ahiret gününe inanmayanların, ilahi mesajları engellemeye çalışanların, hakikatleri
alaya alanların, dünya hayatında zulüm ve haksızlık yapanların ahirette cahîme atılarak
cezalandırılacakları bildirilmektedir.
7.1.3. Hâviye
“Hâviye” kelimesi, “yüksek bir yerden çukur bir yere doğru düşmek” anlamına
gelen, “hüviy” kelimesinden türetilmiş bir isimdir (İbn Manzur, 1994: XV, 373; er-
Râğıb, 1986: 797). Buna göre “hâviye” kelimesine, “uçurum ve derin çukur” demek
mümkündür.
Hâviyenin “ateşin yandığı mekân” manasına geldiği de belirtilmektedir (er-
Râğıb, 1986: 797).
“Hâviye” sözcüğü Kur’an’da bir âyette geçmektedir:
“Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası (gideceği yer) hâviye (uçurum)dur.” (el-
Kâria 101/9). Burada zikredilen haviye kelimesi, “çok derin bir cehennemî çukur,
uçurum “olarak açıklanmıştır (Salih, 1998: 61). Bu sebeple cehenneme isim olmuştur
(Yazır, tsz: IX, 6036).
“Hâviye”nin ne olduğu hususu, zikredildiği ayetten hemen sonra başka bir ayetle
açıklanmaktadır:
“Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kızgın bir ateştir.” (Kâria,
101/10,11)
“Hâviye” kelimesi hakkında bilgi veren tüm kaynaklar bu sözcüğün cehennem
anlamında kullanıldığını belirtilmiştir (Turgay, 2005: 122).
7.1.4. Hutame
75
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.1.5. Leza
“Lezâ” kelimesi “lezıye” fiilinden türemiş bir isimdir. “Şiddetli ateş (İbn Manzur,
1994: XV, 248), dumansız ateş (İbrahim vd., 1986: 827), halis ateş” (er-Râğıb, 1986:
680) anlamlarına gelmektedir.
“Lezâ” kelimesini Taberî “cehennemin isimlerinden bir isim” olarak açıklamıştır
(et-Taberî, 2002: XXIX, 75). Kurtubî de kelimeyi cehennemin bir ismi olarak ifade
etmekle birlikte “Lezâ”nın günahkârların cezalandırılacağı cehennemin ikinci tabakası
olduğunu belirtmiştir (el-Kurtubî, 1994: XVIII, 287).
“Lezâ” sözcüğü, Kur’anda bir yerde zikredilmektedir:
“Hayır! Kuskusuz o (cehennem) lezâ (kor halinde saf bir ateş)tir. Derileri
kavurur, soyar.” (el-Meâric 70/15, 16)
Ayetin öncesinde günahkârların ahirette derileri kavurup soyan ve harı şiddetli kor
halindeki cehennemin ateşinden kendilerini kurtarmak için oğullarını, karısını, kardeşini
ve yaşamında kendisini koruyp gözeten tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi
fidye olarak vermek isteyeceği belirtilmekte ve onbeşinci ayette ise bunun asla mümkün
olamayacağı vurgulanmaktadır (el-Meâric 70/10–14).
7.1.6. Saîr
7.1.7. Sekar
“Sekar” kelimesi sözlükte, “yakıcı, kavurucu, güneş gibi kızartıcı ve bunaltıcı, çok
şiddetli ısısyla elem ve eza veren” anlamlarına gelmektedir (ez-Zebîdî, 1994: VI, 531;
İbn Manzur, 1994: IV, 372; İbrahim vd., 1986: 435). “Sekara” fiilinden türemiş bir isim
olan “Sekar” sözcüğü, Kur’an’da dört ayette geçmektedir (el-Kamer 54/48; el-
Müddessir 74/26, 28, 42). Kelime geçtiği ayetlerin tamamında cehennem yerine
kullanılmıştır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
“O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde, ‘Sekar (Cehennem)in dokunuşunu
tadın!’ denir.” (el-Kamer 54/48)
76
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.1.8. Nâr
“Nâr” kelimesi, gözleri kamaştıran ışık, parıltı (el-Fîruzabâdî, 1987: 628), ateş
(ez-Zebîdî, 1994: VII, 75; İbn Manzur, 1994: V, 242) anlamlarına gelmektedir. “Nâr”
sözcüğü, “nâra” fiilinden türeyen bir isimdir. “Cehennem ateşi ve gözle algılanan alevli
ateş” anlamında da kullanılmıştır (er-Râğıb, 1986: 775)
“Nâr” kelimesi Kur’an’da 126 yerde geçmekte olup, zikredilen bu yerlerin
101’inde chennem ve oradaki azabı belirtmek üzere kullanılmaktadır. Bu ayetlerden
bazıları şöyledir:
“Yakıtı insanlar ve taşlar olan nâr (cehennem)den sakının.” (el-Bakara 27/4)
“İnkâr edenlerin ne malları ne de evlatları, müstehak olmaları sebebiyle Allah’ın
vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler. İşte onlar nâr
(cehennem)in yakıtıdırlar.” (Âl-i İmrân 3/10)
“Nâr” sözcüğü, Kur’an’da tek başına geçtiği gibi, azâbu’n-nâr (el-Bakara 2/126,
201; Âl-i İmrân 3/16, 191; el-Enfâl 8/14; es-Secde 23/20; es-Sebe’ 34/42; el-Haşr
59/3), ashâbu’n-nâr (el-Bakara 2/39, 91; Âl-i İmrân 3/116; el-Mâide 5/29; el-A’râf /36.
(Diğer ayetler için bkz.: Abdulbâki, 1988: “nevera” md., 893-895), nâru’l-kübra (el-
A’lâ 87/12), nârun hâmiyeh (el-Gâşiye 88/4; el-Kâria 101/11) ve nâru cehennem (et-
Tevbe 9/35, 63, 68, 81, 109; el-Fâtır 35/36; el-Cin 72/23; el-Beyyine 98/6) şeklinde
terkip halinde de geçmektedir.
“Onlardan bazıları da; Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de güzellik ver, bizi
ateşin azabından (azâbe’n-nâr) koru, derler.” (el-Bakara 2/2019)
“İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise ateş (cehennem) halkıdır (eshâbu’n-
nâr), onlar orada ebedî kalacaklardır.” (el-Bakara 2/39)
“Hâla şunu anlayıp öğrenmedilermi ki, kim Allah’a veRasûlüne karşı çıkıp
düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi (nâru cehennem) var…” (et-Tevbe
9/63)
Kur’an’da yeryüzünde ilahi mesajlar karşısında olumsuz tavır takınan ve erdemli
bir hayat sürmeyen suçluların ahirette cezalandırılacağını bildiren ayetler
incelendiğinde, cehennemde genellikle ceza türü olarak hep ateşle cezalandırmanın öne
çıktığı görülür. İnsanın gözlem alanının kapsamı dışında kalan ahiret âlemi ve o âlemin
safhalarına ait unsurları Kur’an, vahye muhatap olanların daha iyi anlayabilmeleri için
bu dünyadaki sembollerle anlatmaktadır. Bu nedenle cehennemdeki ateşin dünyadaki
ateşle -daha önce cennet nimetlerinde de belirttiğimiz gibi- sadece isim benzerliği
bulunmaktadır. Bizim cehennem ateşinin gerçek anlamda keyfiyetini bu âlemdeki
varlıkları anlayabilmekle sınırlı olan idraklerimizle kavramamız mümkün değildir.
Bundan dolayı Kur’an cehennem ateşini “nâru’l-kübra”, “nârun hâmiyeh”
tamlamalarında olduğu gibi “hâmiye, kübra, harîk” vb. nitelemelerle de anlatmaktadır.
Sonuç olarak “nâr” kelimesi ahiretle ilgili ayetlerde geçtiği yerlerde hep
cehennemi anlatması dolayısıyla bu kelimenin, cehennemin isimlerinden bir isim olmuş
olması muhtemeldir.
77
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.1.9. Siccîn
7.1.10. Semûm
“Semme” kökünden türemiş bir kelime olan “Semum” sözcüğü “sıcak rüzgâr (el-
Fîruzabâdî,1987: 1451), estiği zaman temas ettiği her şeyi zehir gibi etkileyip
dokularına işleyen, yakıp kavuran samyeli” (Topaloğlu,1993a: VII, 227) anlamlarına
gelmektedir.
“Semûm” kelimesi Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Bunlardan cehennem ve
onun azabını ifade eden ayetler şunlardır:
“(Cennetlikler:) Allah bize lutfetti de bizi semûm (cehennem) azabından korudu”
( et-Tûr 52/27).
“Dokulara işleyen bir ateş ve kaynar su içinde (fî semûmin)”( el-Vâkıa 56/42).
Birinci ayette geçen “semûm” kelimesinin cehennemin isimlerinden bir isim
olabileceği belirtilmiştir. İkinci ayette ise “semûm” sözcüğü, sembolik bir ifade ile,
büyük günah işlemeye devam eden, dirilişi alaycı bir tavırla inkâr eden solun
adamlarına uygulanacak cehennem azabını anlatmaktadır (el-Vâkıa 56/41-48).
7.1.11. Dâru’l-Bevâr
“Dâr” kelimesi daha önce de ifade edildiği üzere, “ev, yurt, konak, saray, arsa ve
binaların bulunduğu mahalle ve vatan”( İbn Manzur, 1994: VI, 298–299) manalarında
olup, “bevâr” ise “helak olma, yok olma” anlamlarına gelmektedir. “Dâru’l-Bevâr”
tamlaması ise “yok olma, helak olma yeri, yurdu” manasında bir isimdir. Kur’an’da bir
yerde geçmekte olan bu terkip, cehennem anlamında kullanılmaktadır:
“Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda da halklarını helak
yurduna (dâru’l-bevâr) sürükleyenleri görmedin mi? Oyurt, girecekleri cehennemdir. O
ne kötü bir yerdir” (İbrahim 14/28, 29).
7.1.12. Sûu’d-Dâr
78
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
“Sû’” kelimesi kötü, çirkin, fena bir iş yapmak, hezimet ve şer anlamındaki “sâe”
fiilinden türemiş bir isimdir (el-Fîruzabâdî,1987: 54; er-Râğıb, 1986: 368).
Fîrûzâbâdî, “sû’” kelimesinin anlamları arasında “ateş” anlamını da belirtmektedir
(el-Fîruzabâdî, 1987:54).
“Sûu’d-Dâr” terkibi cehennem için kullanılan terkiplerdendir (Topaloğlu, 1993:
VII, 227). Bu tamlama Kur’an’da bir ayette geçmektedir:
“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın
uyulmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat
çıkaranlar; işte lânet onlar içindir. Ve cehennem (Sûu’d-Dâr) onlar içindir”( er-Ra’d
13/25).
Cehennemin isimleri başlığı altında kendimce önemli gördüğüm ve açıklamaya
çalıştığım bu ismlerin dışında Kur’an’da cehennem için kullanıldığı söylenen azâbu’l-
harîk (Âl-i İmrân 3/181; el-Enfâl 8/50; el-Hac 22/9 22; el-Burûc 85/10), esfele sâflîn
(en-Nisâ 4/145; et-Tîn 95/5), hamîm (el-En’âm 6/70; Yûnus 10/4; el-Hac 22/19 vd.
için bkz: Abdulbâki,1988: s.279), yahmûm (el-Vâkıa 56/43), veyl (el-Bakara 2/79;
İbrahim 14/2; Meryem 19/37 vd. için bkz: Abdulbâki, 1988: 935), saûd (el-Müddessir
74/17), Akabe (el-Beled 90/11, 12.) vb. kelime ve terkipler de vardır.
Cehennem için kulanılan bu isimlerin hepsi, yeryüzünde Allah’a inanmayan,
O’nun emirlerine boyun eğmeyen ve inasanlığın yararına güzel işler yaparak hayatını
anlamlandırmayan günahkarlara yapılacak işkenceyi, acıyı, elemi, ıstırabı ve azabı
niteleyen ve o görünmeyen aleme ait azabı bu dünyada bilinen sembollerle anlatan sıfat
isimlerdir.
79
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
gerekli kılmaktadır. Cehennem azabının en dehşetli olduğu mekânın ise onun en alt
tabakası olduğu vurgulanmıştır (et-Taberî, 2002: V, 338).
Günahların farklı olması nedeniyle cehennemin dereceleri de farklıdır. “Dreke”
sözcüğünde aşağılık anlamının olması nedeniyle cehennemdeki dereceler için “dereke”
tabirinin kullanılmasının daha uygun olduğu bildirilmektedir (et-Taberî,2002: c.V, 338;
el-Kurtubî, 1994: IV, 263).
Hicr suresinin 15/44. ayetinde geçen yedi rakamından haraketle cehennemin
sayılarının veya tabakalarının yedi olduğu belirtilmiştir. Bu yedili tasnife göre ahirette
günahkârların cezalandırılacakları mekânın en üst tabakası cehennem, aşağıya doğru
ikinci tabakası leza, üçüncüsü hutame, dördüncüsü saîr, beşincisi sekar, altıncısı cahîm
ve yedinci tabakası da hâviye olarak adlandırılmıştır (Bkz: et-Taberî, 2002: XIV, 35;
Ebu’s-Suûd, tsz: V, 109). Bu tabakalardan azabın en hafif olan bölümünün
“cehennem”, en şiddetli ola bölümünün ise “hâviye” olduğu vurgulanmıştır. Böylece
cehennemde suçlulara uygulanacak azabın dereceleri de belirtilmiş olmaktadır.
Yedi ayrı tabakada kimlerin cezalandırılacağı hususunda ise İslam ilahiyatçıları
arasında farklı anlayışların olduğu bildirilmiştir (Topaloğlu, 1993:V, 229). Aynı şekilde
“yedi kapı” ifadesi de farklı biçimde yorumlanmıştır (el-Kurtubî, 1994: X,.31; Ebu’s-
Suûd,tsz: V, 109; Yazır,tsz: V, 3065-3067).
İnsan için gayb sınırları içinde olan cehennemin yediden fazla isminin
olabileceğini ifade etmek ve çok katlı bir yapıda olduğunu söylemek mümkündür.
Nitekim araştırmamızın “Cehennemin İsimleri” kısmında belirttiğimiz cehennemin
adlarının sayısal olarak yediden çok olduğu ve bu adların her birinin cehennemin
tamamamının adı olabileceği gibi onun belli mekânlarının da adı olabilme ihtimalini
taşıdığını açıklamıştık.
Ahiret âlemi, insanın gözlem alanının kapsamı dışında kalan ve gerçek anlamda
mahiyeti idrak edilemeyen ancak varlığına inanılan bir olgudur. Metafizik âlemin
önemli unsurlarından biri de cehennemdir. Cehennem ise, yeryüzünde insanlık
tarihinden bu yana sürekli devam eden iyilik ve kötülüğn mücadelesinde, iyilikten yana
tavır almayıp Allah’a, yaratılan her şeye ve kendine karşı sorumluluklarını yerine
getirmeyen insanların fizik ötesi âlemde cezalandırılacakları mekânın adıdır.
Görünmeyen âleme ait bu mekânın boyutlarını görünen âlemin ölçü birimleriyle tespit
etmek hiç kuşkusuz mümkün değildir. Bu konuda başvurulacak tek kaynak vahy yani
Kur’an-ı Kerim’dir.
Kur’an’da cehennemin boyutlarını doğrudan ifade eden açık bir bilgi yoktur. O
cehennemin boyutu ve yapısından çok azap çeşitlerini konu edinmiştir. Ancak şu ayetin
cehennemin boyutu konusunda bilgi verdiği ileri sürülmektedir. “O gün cehenneme
‘doldun mu’ deriz, o da ‘daha var mı?’ der.” (Kaf 50/30).
Ancak bu ayet, cehennemin boyutu ile ilgili doğrudan veya dolaylı olarak bir
bilgi içermemektedir.
Kur’an, cehennemi yedi kapısı olan (el-Hicr 15/44), çeşitli işkence mekânları
bulunan (en-Nisâ 4/145; el-Furkân 25/13), duvarlarla çevrili (el-Kehf 18/29) ve
bekçileri olan (ez-Zuhruf 43/77; el-Müddessir 74/30; el-Alak 96/18) bir mekân olarak
tasvir etmektedir. Bununla birlikte Kur’an, cehennemin fizîkî yapısından daha çok onun
80
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.4.1. Ateş
81
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
82
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
koymaktadır.
Sonuç olarak dünyada her türlü iyiliğe engel olan, insanlığın yararına güzel işler
yapmayan ve ilâhi mesajlara duyarsız kalan ve bu mesajları yalanlayıp reddeden
insanların yapmış oldukları bu kötü davranışların karşılığı olarak cehennemde
cezalandırılma yöntemlerinden biri, tarifi imkânsız şiddette sıcaklığı olan alevli bir
ateşle işkence edilmeleridir. Cehennem ateşinin alevi suçluların yüzlerini yalayarak
dağlayacak, derilerini kavuracak ve bedenlerini yakacaktır. Allah’ın ayetlerini
yalanlayıp O’na şirk koşan müşrikler, üstlerinden ve altlarından tabakalar halinde ateşle
kuşatılacaklar ve böylece bedenlerinin tamamını cehennem ateşi saracaktır (Bkz: el-
Ankebût 29/54, 55; ez-Zümer 39/16). Bunların dışında cehennemin uğultusu ve
çatlayacak derecedeki şiddetli öfkesi günahkârların yüreklerine korku salacaktır.
7.4.2. Kaynar Su
83
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.4.3. İrin
7.4.4. Zakkum
“Zakkûm” kelimesi, bir şeyi hoş karşılanmayacak şekilde aşırı olarak yemek veya
içmek anlamında “zekame” kökünden türetilmiş bir isimdir (İbn Manzur, 1994: XII,
268).
Zakkûm kelimesinin hurma vb. yiyecek anlamları olduğu da ileri sürürlmüştür
(İbnü’l-Cevzî, 1983: V, 54).
Zakkûm,“cehennemde iğrenç olan bir yiyecek” (er-Râğıb, 1986: 312) veya
“cehennem ehlinin yiyeceğine verilen bir isim” olarak açıklanmaktadır (İbn Manzur,
1994: XII, 268).
Kur’an’da “zakkum” kelimesi üç yerde geçmektedir:
“Şimdi, ziyafet olarak cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa
zakkum ağacı mı?... Zira o, cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaçtır. Tomurcukları
sanki şeytanların başları gibidir. Cehennemlikler ondan yerler ve karınlarını ondan
doldururlar. Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için kaynar su karıştırılmış bir içki
vardır”( es-Sâffât 37/62–67).
Zakkumun tomurcuklarının şeytan başına benzetilmesi vahye ilk muhatap olan
insanların şeytanın başının şeklini bilip bilmedikleri sorusunu akla getirmektedir. Ancak
bu tabir bir şeyin çirkinliğini ifade etmek bağlamında insanlar arasında kullanılan bir
deyim olmalıdır. “Ruûsu’ş-Şeyâtîn” ifâdesini vahye ilk muhatap olan insanların
kültürlerinden kaynaklanan bir ifâde olarak değerlendirmek mümkündür.
“Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O karınlarında maden eriği
84
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
7.4.6. Duman
85
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
korunmak için bir gölge arayacaklardır. Fakat onların orada bulacakları gölge,
Cehennemin kara dumanları olacaktır. Cehennemin kara dumanları altına gölgelenmek
için gittiklerinde ise, orada sıkıntıları dinmeyecek aksine daha da artacaktır.
Kur’an-ı Kerim cehennemliklere işkence olan dumanı ve bu dumanın özelliklerini
şöyle açıklamaktadır:
“Serin ve hoş olmayan kapkara bir dumandan gölge altındadırlar” (el-Vâkıa
56/43,44).
“(İnkârcılara o gün şöyle denilir:) Sürekli yalanlayıp durduğunuz azaba doğru
gidin. (Cehennem dumanından oluşan) üç kola ayrılmış (ama) ne gölgelendiren ne de
alevden koruyan bir gölgeye gidin” (el-Mursel’at 77/ 29–31).
Serin, hoş olmayan, ve gölgesi bulunmayıp alevlerin sıcaklığından da korumayan
cehennem dumanı ile azap edilecek suçluların ayetlerin bağlamlarından anlaşıldığı
kadarıyla âhireti ve cehennem azabını inkar edenler, kitapları sol taraftan verilen ve
öldükten sonra dirilmeyi yalanlayıp büyük günah işlemekte israr edenler olduğunu
söylemek mümkündür.
86
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
aracılığı ile gönderilen ilâhi mesajları inkâr eden, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen,
alay edip insanları küçük düşüren vb. suçları işleyenlere uygulanacak azap türü olarak
anlatılmaktadır.
Burada ifade ettiğimiz azap türlerinin dışında Kur’an’da suçluların karanlıkta
bırakılma ve dolaylı bir anlatımla da olsa soğukla cezalandırılma (el-İnsân 76/13) gibi
azap çeşitleri de zikredilmektedir.
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar, inananlara: ‘Bizi de gözetin ışığınızdan
faydalanalım’ dedikleri gün, onlara: ‘Ardınıza dönün de ışık arayın’ denir…” (el-Hadîd
57/13).
Gözlem alanımızın kapsamı dışında olan cehennem hiç şüphesiz bizim düşünce
sınırlarımızın da ötesinde korkunç ve dehşetlidir. Cehnnemde suçlulara uygulanacak
azap türleri de kuşkusuz ifade ettiğimizle sınırlı değildir. Nitekim Kur’an, daha önce
açıkladığımız azap türlerine benzer başka azap türlerinin de olduğunu belirtmektedir
(Sâd 38/58). Ancak bunların mahiyetlerini açıklamamaktadır. Suçluların cehennemde
açıklamaya çalıştığımız bu azap türlerinden kurtulabilmeleri için ellerinden gelse
“dünya dolusu altın” verecekleri fakat bu tür tekliflerin reddedileceği Kur’anda ifade
edilmektedir (Âl-i İmran 3/91; el-Mâide 5/46; Yunus 10/54; er-Ra’d 13/18; ez-Zümer
39/47; el-Hadîd 57/15; el-Meâric 70/11). Bu âyetlerin aynı zamanda dinde aracılık
fikrinin reddedildiğine de işaret ettiği belirtilmeketedir (Fazlur Rahman, 2000:169).
Kur’an-ı Kerim, yeryüzünde ilâhi iradeye boyun eğmeyip iyilik ile kötülük
arasındaki süregelen mücadelede iyilikten yana tavır almayan insanların ahirette
cehennemle cezalandırılacaklarını bildirmektedir.
Allah’ı, O’nun gönderdiği elçileri ve mesajları inkâr edip öldükten sonra
dirilmeyi ve cennet-cehennemi alaycı bir tavırla hafife alıp kabul etmeyen insanların,
cehennemde ne tür bir azapla cezalandırılacakları çalışmamızın bundan önceki kısmında
izah edilmişti. Araştırmamızın bu kısmında ise cehennemdeki görevliler Kur’an
ekseninde incelenecektir.
Kur’an’da, cehennemdeki suçlulara Allah’ın emriyle azap eden ve oradaki bazı
görevleri yerine getiren bir takım görevlilerden söz edilmektedir:
“Biz cehennemin işlerine bakmakla melekleri görevlendirmişizdir”( el-Müddessir
74/31).
Bir ayette ise cehennem görevlileri “zebânî” olarak isimlendirilmektedir:
“Biz de zebânîleri çağıracağız” (el-Alak 96/18).
“Zebânî” kelimesi, şiddetli, kızgın ve ateşli manasına gelen “zebene” fiilinden
türemiş çoğul bir isimdir (İbn Manzur, 1994: XIII, 194). “Bir şeyi diğerinden defeden”
anlamında olan (İbn Manzur, 1994: XIII, 194) “Zebânî” cehennemde suçluları
cehenneme atan ve onlara türlü türlü işkenc eden azap melekleri, olarak açıklanmıştır
(el-Kurtubî, 1994: XX, 127; Ebu’s-Suûd, tsz: IX, 181; el-Âlûsî, tsz: VII,141).
Cehennem görevlileri olan zebânîlerin çok merhametsiz, haşin, sert ve çok güçlü
oldukları, Allah’tan aldıkları emirlere karşı gelmeyip o buyrukları harfiyen yerine
getirdikleri şu ayette ifade edilmektedir:
“O (cehennem)in başında kaba yapılı, sert ve güçlü melekler vardır. Onlar asla
Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam olarak yerine getirirler”
(et-Tahrîm 66/6).
Cehennemde görevli olan meleklerin sayıları ise Kur’an tarafından on dokuz
olarak açıklanmaktadır:
87
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
Yeryüzünde ilahi iradeye boyun eğmeyip baş kaldıran ve her türlü haksızlık
yapmayı maharet sayan, Yüce yaratıcının insanlığa merhametinin tecellisi olarak
gönderdiği elçileri kabul etmeyip alay eden kâfirlerin, fâsıkların, mücrimlerin ve
mütekebbirlerin cezaladırılacakları mekân olan cehennemin ve orada gerçekleşecek
azabın sonsuz olup olmadığı hususu müslüman ilahiyatçılar arasında tartışmalı bir
konudur. Biz bu konuyu sadece Kur’an’la sınırlı tutup yapılan tartışmalara
girmeyeceğiz.
Kur’an cehennemi ve onun azabını anlatırken zaman açısından genellikle “huld”,
“ebed”, ve “ahkâb” kelimelerini kullanmaktadır. İlk önce bu sözcüklerin anlamlarını
belirleyerek cehennem ve onun azabını açıklayan ayetleri bu çerçevede
değerlendirmenin meseleyi açıklığa kavuşturmak adına daha doğru olduğunu
düşünmekteyiz. Önce “huld” kelimesinden başlayıp sırasıyla devam edelim.
“Huld”, kelime olarak, devam etmek, uzun süre kalmak, varlığını değiştirmeden
muhafaza etmek (el-Fîruzabâdî,1987: 357; er-Râğıb, 1986: 220; İbn Manzur, 1994: III,
164) anlamlarına gelir. Bu anlama paralel olarak, geç bozulan, uzun süre kalabilen dağ,
taş vb. şeyler “havâlid” sözcüğü ile ifade edilmiş; inasanın ileri yaşlarında diğer
organlarındaki değişimin aksine hiç değişmeyen saç, diş vb. organları “huld” veya
“muhalled” kelimeleriyle açıklanmış ve yaşlı olduğu halde genç görünen kimse için de
“muhalled” söcüğü kullanılmıştır (İbn Manzur, 1994: III, 15, 163). Bütün bunlardan
anlaşıldığı kadarıyla, “huld” sözcüğü, zamana karşı direnme, değişmeme ve süreklilik
anlamlarını içermektedir.
Bu kelime Kur’an’da hem cennetin, hem de cehennemin ebediliği için
kullanılmaktadır. Söcüğün cennet için kullanımını cennet kısmında belirtilmiştık.
“Huld” kelimesi, cehennemi zaman açısından nitelemek için çeşitli türevleriyle birlikte
33 ayette geçmektedir (Abdulbâki, 1988: 300-302). Bu ayetlerin tümünde cehennemin
ve oradaki azabın sonsuzluğunu ifade etmektedir. Ayetlerden bazıları şöyledir:
“Kim Allah’a ve peygambere karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa, Allah onu
sürekli kalacağı bir ateşe (nâran hâliden) sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır”
(en-Nisâ 4/14).
“(O gün onlara şöyle diyeceğiz:) Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi
tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan dolayı ebedî azabı
88
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
89
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
90
KUR’AN’DA CEHENNEM Cemal ERGÜN
bildirmiştir.
İyi davranışlarda bulunup ilâlahi mesajlari dikkate alanları ödüllendireceği gibi,
kötülük yapıp ilâhi mesajları dikkate almayanları da cezalandırmak onun adaletinin bir
gereğidir (Özsoy ve Güler, 2003:.294).
Öldükten sonraki yaşamda eskatolojik ödüllendirme ve cezalandırmanın insanın
bu dünyadaki davranışları sonucu belirlendiği açıktır. Sonlu bir yaşamın sınırlı bir
zanan diliminde yapılan iyiliklerin, insana sınırsız ve ebedî ödül olan cenneti
kazandırması, insanın ilâhi adalet gereği iyilik miktarı müddetince cennette kalmasını
hak kazanması ve bu müddetten sonsuza dek olacak zamanın ise Yüce yaratıcıcnın
rahmeti gereğince olduğu şeklinde açıklanabilir. Yine fani dünyanın sınırlı bir zaman
diliminde yapılan kötülüklerin cezasının da eskatolojik âlemde sınırlı olması gerektiğini
onun bize bildirdiği ayetler (el-Kasas 28/84; el-En’âm 6/160) gereği talep edebiliriz.
Nitekim kullarına hiçbir zaman zulmetmediğini haber veren (Âl-i İmran, 3/182; el-Enfâl
8/51; el-Hac 22/10; Fussilet 41/46; Kâf 50/29), rahmetinin her şeyi kuşatmış olduğunu
(el-A’râf 7/156) bildiren ve insana son derece değer verdiğinin bir göstergesi olarak ona
kendi ruhundan üfleyerek (el-Hicr 15/29; Sâd 38/72) onu yeryüzüne halife (el-Bakara
2/30) olarak gönderen Allah, onun sonsuz bir şekilde azap çekmesini istemez ve
cehennemi ve onun azabını sona erdirirse O’na da kimse karışamaz. Zira O dilediğini
yapmaya kadirdir. Bu davranışı ise Allah’ın sonsuz yüceliğine ve sınırsız merhametine
yakışan bir davranış olur.
91
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Âhiret inancına sahip tüm din ve kutsal kitaplarda insanın dünyada yapmış olduğu
her çeşit kötülüğün cezalandırılacağı fikrinin bulunduğunu araştırmamızın birinci
bölümünde ifade etmiştik. Üçüncü bölümün buraya kadar olan kısmında da,
Kur’an’daki cehennem anlayışını irdelemeye çalıştık. Araştırmamızın bu kısmında ise,
birbirinden bağımsız olarak ele aldığımız bu iki alanı genel hatlarıyla karşılaştırmaya
çalışacağız. Kur’an’ın tasvir ettiği cehennem ile diğer dinlerde anlatılan cehennem
arasındaki benzerlikleri ve farklı yönleri, bu azap mekânının isimleri, sayıları ve azap
türleri açısından ortaya koymaya çalışacağız.
92
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
Cehennemin sayıları hususunda Kur’an’da açık bir ifade yoktur. Ancak bir ayette
cehennemin yedi kapısının olduğu ve bu yedi kapının cehennemlik olan her bir grup
için ayrıldığı bildirilmektedir (el-Hicr 15/44). Cehennemin yedi kapısının olduğunu
bildiren ayetten hareketle onun yedi katlı bir yapıda olduğu ileri sürülmüştür (et-Taberî,
2002: XIV, 35; XXIV, 114; el-Mahallî, tsz: I, 341).
Kur’an’da ayrıca cehennemliklerin günahlarına uygun cehennem mekânlarında
cezalandırılacağını bildiren ayetler cehennemin yukarıdan aşağıya doğru çok katlı bir
yapısal özelliğe sahip olduğunu dolaylı olarak bize bildirmektedir (en-Nisâ 4/145; el-
Furkân 25/13).
Diğer dinlere baktığımızda Sümerlerde de cehennemin yedi kapısının bulunduğu
ifade edilmektedir (Kramer, 2002: 197; Eliade, 2003: I, 85; Turner, 2004: 18).
Cehennem için yedi rakamı Budizm ve Sabiîlikte de zikredilmekte, yedi cehennemin
var olduğu vurgulanmaktadır (Harman, 1993: 225; Gündüz,1999: 161). Tevrat’ta da
cehennemin yedi isminden söz edilmekte (Yunus 2/2; Mezmurlar, 88/11; 16/10; 40/2;
107/10) ve Tevrat’ın yorumu olan Talmutta ise cehennemin üç kapısının olduğu
(Talmut of Babylone, Moed/eruvin, 19a; Baba Batra, 84a; Kodashim/Menahot, 99b-
100a, XIV, 610, 611’den naklen, bkz: Taşpınar, 2003: 312, 313) ve yedi bölümden
oluştuğu ifade edilmektedir (Taşpınar, 2003: 314, 315). Cermen mitolojilerinde
cehennemin dokuz (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 97), Hinduizmde ise yirmisekiz adet
olduğu belirtilmektedir (Türk Ansiklopedisi, 1960: X, 96).
Kur’an’da cehennemin yedi kapısının olduğunu bildiren ayetle, Sümerlerde onun
yedi kapısının olduğunu bildiren bilgi tam örtüşmektedir. Budizm, Sabiîlik ve
Tevrat’taki yedi cehennem fikri de Kur’an’la paralellik arz etmektedir. Ancak Hinduizm
ve Cermen mitolojilerinde ifade edilen cehennemin sayıları ile ilgili bilgilerin Kur’an’ın
bildirdiğinden farklı olduğu görülmektedir.
93
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
suçlulara azap etmekle görevli bulunan meleklerin, çok haşin, sert, kaba, korkunç ve
güçlü oldukları, Kur’an tarafından ifade edilmektedir (et-Tahrîm 66/6).
Çok tanrılı sisteme sahip dinlerde ise yer, gök ve yeraltı dünyası tanrılar
tarafından paylaşılmış durumdadır. Bu nedenle onlardaki Cehennem görevlileri
hususunda verilen bilgiler Kur’an’la farklılık arzetmektedir.
Sümerlerde suçluların cezalandırıldığı yeraltı dünyası olan cehennemde bekçilerin
bulunduğu bildirilmekte, ancak bu bekçilerin mahiyetleri ve sayıları hakkında açıklama
bulunmamaktadır (Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, c. I, s. 85; Kramer,
2002: 197; Turner, 2004: 18). Eski Yunan ve ve eski Roma mitlerinde yeraltı dünyası
tanrılarının görevlendirdiği cehennem görevlilerinden söz edilmektedir. Eski yunan
mitinde bu görevlilerin adı “Erinys”tir. Erinys suçlulara işkence edip onları cehennem
çukurlarına atar. Roma mitlerinde ise bu görevliler “Furiare” ve “Daire” olarak ifade
edilir. Bu cehennem görevlileri de suçlulara işkence edip onlardan intikam alırlar (Türk
Ansiklopedisi, 1960: X, 97).
Tevrat ve incilde ise Cehennem görevlilerinin adı ve mahiyetleri ile ilgili bilgiye
rastlamadık.
Kur’an cehennem görevlileri hakkında diğer dinlerde belirtilmeyen Zebânîlerin
mahiyet ve sıfatlarınına ek olarak onların Allah’tan aldıkları emirleri eksiksiz yerine
getirdiklerini (et-Tahrîm 66/6), suçluların kendilerine yalvarmalarını dikkate
almadıkları ve onların bütün isteklerini reddettiklerini ifade etmektedir (el-Mâide 5/37;
el-A’râf 7/50; el-Hac 22/25; el-Furkân 25/14; es-Secde 32/20; Fâtır 35/36; Mü’min
40/47, 49, 50; eş-Şûrâ 42/4; ez-Zuhruf 43/77).
94
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
95
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
96
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
97
KUR’AN VE DİĞER DİNLERDEKİ… Cemal ERGÜN
98
SONUÇ Cemal ERGÜN
9. SONUÇ
99
SONUÇ Cemal ERGÜN
cennetlikler için süt, bal ve şarap ırmaklarının olduğunu bildiren bilgilerin Kur’an’da
Salihler için cennette su, süt, bal ve şarap nehirlerinin olduğunu bildiren âyetle
örtüştüğünü gördük.
Bu çalışmamızda cennetin bütün dinlerde ebedî olduğunu müşahade etmekle
birlikte dinlerin cennetin mekânsal olarak boyutu ve yeri hususunda verdikleri bilgilerin
birbirinden farklı olduğunu tesbit ettik. Ayrıca Cennet nimetlerinin tasvirlerinde de
görülen bu farklılıkların o dinin muhataplarının yaşadıkları coğrafî koşullar ve sosyo-
kültürel çevreyle izah edilebileceği sonucuna vardık.
Bu dünyada yapılan kötülüklerin ölüm sonrası hayatta cezalandırılacağı mekânın
adı Kur’an’da cehennem olarak, diğer dinlerde ise ay nı anlama gelen farklı sözcüklerle
adlandırıldıklarını tesbit ettik.
Bu araştırmamızda Kur’an’da, diğer kutsal metin, din ve mitolojilerde metafizik
âlemde suçluların cezalandırılacağı yer olan cehennemde ortak azap türü olarak ateş
figürünün ön planda olduğu gördük.
Tevrat ve İncil’in cehennemin ateşinin hiç sönmeyeceğini bildiren ifadeleri ile
Kur’an’ın bu konudaki ayetinin birebir örtüştüğünü tespit ettik.
Ateşle cezalandırılmanın yanında araştırmamızda da ifade ettiğimiz üzere
suçluların kaynar su, zincirlere vurulmak, derin kuyulara atılmak, ateşten demir
halkalarla kelepçelenmesi gibi azap türlerinin de dinlerde olduğunu müşahede ettik.
Eski Yunan mitolojilerinde cehennemde suçluların boyunlarına ateşten halkaların
geçirilmesini ifade eden bilgi ile eski İran dini olan zedüştîlikteki cehennemde suçlular
için eritilmiş maden ve ateş çukurlarının bulunduğunu açıklayan bilgilerin Kur’an
ayetleriyle paralellik arz ettiği sonucuna vardık.
Eski İran dini olan Zedüştîlik, Cermen mitleri ve Andaman adası yerlilerinde
görülen cehennemde dondurucu soğukla cezalandırılmak, rutubetli bir yere atılmak
suretiyle suçlulara işkence edilmesi gibi azap türlerinin Kur’an’da bulunmadığını tespit
ettik.
Kur’an’da cehennemliklere irin ve kaynar su içirilmesi, cehennemde yetiştiği
belirtilen zakkum ağacının meyvelerinden yedirilmesi, sıcak rüzgârlarla işkence
edilmesi olarak belirtilen azap çeşitlerinin araştırma kapsamı içinde incelediğimiz diğer
dinlerde bulunmadığını gördük.
Kur’an’da cehennem sahnelerinin bütün detayları ile ortaya konması insanı
dehşete düşürmek ve korkutmak için değildir. Yani cehennem Kur’an’da cennette de
olduğu gibi mutlak gaye değildir. Kur’an muhatabına cehennemi hatırlatarak onun
yeryüzünde hertürlü kötülük ve fenalıklardan kaçınma ve daha erdemli bir hayat sürme
hedefinin gerçekleşmesi için cehennemi bir araç olarak kullanmaktadır. Nitekim
cehennem tasvirlerinin yapıldığı ayetlerin bağlamlarını incelendiğimizde bu azap
türlerinin inanç açısından katagorize edilen insanlardan münafık, kâfir, müşrik, fâsık ve
mücrimlerden söz ettiğini ve insanların bu tip tavır ve tutumlardan sakındırılmasının
hedeflendiğini gördük. Kur’an’ın dışında olan kutsal metin, din ve mitlerde de uhrevî
hayatın şekillenişini dünyevî hayatın belirlediğini ve bu nedenle Ku’ran ile diğer kutsal
100
SONUÇ Cemal ERGÜN
101
KAYNAKÇA Cemal ERGÜN
KAYNAKÇA
102
KAYNAKÇA Cemal ERGÜN
103
KAYNAKÇA Cemal ERGÜN
176s.
MADRİGAL, C., 2000. İncil’in Vahiy Bölümünün Yorumu, Yeni Yaşam Yayınları,
İstanbul, 292s.
el-MAHALLÎ, C., tsz. Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm, Eser Neşriyât, İstanbul, 519s.
el-MÂVERDÎ, M., tsz. en-Nüketü Ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut. I-VIc.
DEVRİM, H. ve ARAZ N., 1990. Meydan Larousse,. Meydan Yay., II.Baskı, İstanbul,
I-XIVc.
MUALLAKATİ'S-SEB', 1985. Çev: Ş. Yaltkaya, MEB, Basımevi, İstanbul, 127s.
MÜSLİM, H., 1992. el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul, I-IIIc.
NESEFÎ, A., 1996. Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâyıku’t-Te’vîl, Tahkik: M. Muhammed
eş-Şe’âr, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, I-IVc.
ÖGEL, B., 1971. Türk Mitolojisi, T.T.K. Basımevi, Ankara, 644s.
ÖZSOY, Ö. ve GÜLER, İ., 2003. Konularına Göre Kur’an, Fecir Yay., Ankara, 845s.
PAÇACI, M., 1994. Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı, Nun Yayıncılık,
İstanbul, 320s.
PAK, Zekeriya, 2001, “Cahiliye Araplarındaki Allah İnancının Kur'anî Boyutu”,
Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fak. Dergisi, Sivas, c.V, S. I, ss.311–330.
PAMİR, Dominik, 2000, Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, 1893 Filmcilik Ltd.
Şti., İstanbul, 713s.
er-RÂĞIB, H., 1986, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Ku’rân, Kahraman Yayınları, İstanbul,
851s.
er-RÂZÎ, F., tsz, et-Tefsîru’l-Kebîr, Tahkik: Z. el-Bârûdî, el-Mektebetü’t-Tevfîkiyye,
Mısır, I-XXXIIc.
RATRUT, S., 1988. el-Cennetü Fi’l-Kur’ani’l-Kerim, Mektebetü’l-Menâr, Ürdün, 255s.
ROUX, J. P., 1999. Altay Türklerinde Ölüm, Çev: A. Kazancıgil, Kabakcı Yay.,
İstanbul, 352s.
es-SÂBÛNÎ, M., tsz. Safvetü’t-Tefâsir, Dersaadet, İstanbul, I-IIIc.
SALİH, S., 1998. Ölümden Sonra Diriliş, Çev: Ş. Gölcük, Kayıhan Yay., İstanbul,
227s.
SAMİ, Ş., 1978. Kamûs’i- Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1574s.
SARIKÇIOĞLU, E., 1999. Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Kardelen Kitabevi,
Isparta, 389s.
SEYİDOĞLU, B., 1995. Mitoloji Metinler-Tahliller, Bizim Gençlik Yay., Kayseri, 95s.
es-SUYÛTÎ, C., tsz. ed-Dürerü’l-Hisân Fi’l-Ba’si Ve Naîmi’l-Cinân, Matbaatü Mustafa
el-Bâbi el-Halebî, Mısır, 44s.
ŞAHİN, M. S., 1993. “Cennet”, DİA, T.D.V. Yay., İstanbul, , c. VII, ss.374-376.
eş-ŞEHRİSTÂNÎ, M., 1983. el-Milel ve'n-Nihal, Tah: M. S. Geylânî Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut, I-IIc.
ŞİBAY, H. S., 1997a. "Cehennem", İA, MEB, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Yay. Eskişehir, c. III, ss.45–46.
,1997b. "Cennet", İA, MEB, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
104
KAYNAKÇA Cemal ERGÜN
105
ÖZGEÇMİŞ