You are on page 1of 55

GENÇ ANALĠZ

Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi


MART 2011
SAYI: 13
GENÇ GELECEK KÜNYE İÇİNDEKİLER
Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar . Sesimi Duyan Var mı? ..………….…… 1
Takım Lideri . ġirince… ġarap… Dozer… …………….... 8
Yiğit AKKOCA . Bir Vardı, Bir Yoktu Kadın ………….. 11
. Finlandiya’dan Sevgilerle ……..…....... 15
. Kariyer Tatili …………………….….….. 20
İnsan Kaynakları Koordinatörü . Asıl Sana Hastir! .. ……..……..………… 27
Burçin TOKSÖZ . Sofrada Ortadoğu...……………………… 29
. Çoook ……….. ……………..…………..... 33
Dergi Editörü . Mutluluk Kapısını Aralamak …………… 34
ġeyda KAYA . Bir Milletin UyanıĢı ……………………… 36
. Çanak Çömlek Patladı ………………. 43
. Bir Film Bir Kitap …………………… 46
Görüntü Yönetmeni . Geç Değil Genç ………………………. 49
Melike GÜNEġ . Kadın ………………………………… 51
.Taylan’a ……………………………… 52
Dış İlişkiler Koordinatörleri
Ġdil ÖZMAÇĠN Hazırlayan:
Young Future Academy

İş-Staj Koordinatörü Website:


Sinan SÖNMEZ www.youngfutureacademy.tr.gg

Sosyal Organizasyon Koordinatörü Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219


Kalyon Apt. Daire:5 35220
Mihraç NALBANTOĞLU
Alsancak, İZMİR

Tel:05065882913
Stratejik Araştırmalar Takım Lideri
Barhan KAYNAK NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için
gencgelecek@windowslive.com adresine
mail atabilirsiniz ya da yazarlarımıza direkt
isimlerinin altında yazan mail adreslerinden
ulaşabilirsiniz. İyi okumalar.
SESİMİ DUYAN VAR MI?

Bugün ilçeden görevliler geldi, zar zor anamla


babamı ikna ettiler ben de ağabeylerim gibi okula
gidebileceğim…

Ġnanılır gibi değil ama 3 yıldır okula gidip


geliyorum ve öğretmenim çok baĢarılı olduğumu
söylüyor. Ben de öğretmen olmak istiyorum. Köy
köy dolaĢabilsem de kızları okutabilsem keĢke…

Ortaokula gidemezmiĢim. 5 yıl okumuĢum iĢte


dahasını ne yapacakmıĢım? Kız kısmısı için bu
fazlaymıĢ bile ama ben yatıp kalkıp modern
babama ĢükredecekmiĢim…

Bugün bana görücü gelecekmiĢ. Anlamadım ki


neyimi görecekler…

Ġnanamıyorum babam beni sattı 2 ineğe ve annem


sus pus baktı sadece. Ben asla kızımın benim
kaderimi yaĢamasına izin vermeyeceğim. Peki ben
11 yaĢında evleneceğim de ne olacak?

Kocam benden 21 yaĢ büyük ve rabbim günah


yazmasın ama çok çirkin. Geceleri benimle yapmak
istediği Ģeyler midemi bulandırıyor…

Off evlilik ne zor ĢeymiĢ. 3 yılda bıktım ben, annem


nasıl dayanmıĢ acaba 30 yıl? Tüm gün tarlaya
gidip geliyorum, eve gelip sobayı yakıyorum, yemek
yapıyorum, beyim evden gelince ayaklarını
yıkıyorum, masaj yapıyorum. Ona mezelerini ve
yemek sofrasını hazırlıyorum. Sonra bulaĢık var
haliyle. Gece ise bambaĢka bir iĢkence benim için.
Neden bu kadar çok iĢ yaptığım halde beni dövüyor
anlayamıyorum. Ne dediyse yapıyorum. Tamam
görevim bunlar ama niye her seferinde bir bahane
bulup vuruyor ki? Ertesi gün de ağzım yüzüm mor
diye çirkinsin sen deyip dövüyor…

21 yaĢındayım. 5 kızım var. Her doğumdan sonra


iĢkencem bin kat arttı. Ben kocama bir erkek evlat
veremeyecek kadar beceriksiz bir kadınmıĢım.
Ahhh kolum çok ağrıyor yazamayacağım daha
fazla…

Bugün düğün günü. Kocam ona erkek evlat


verecek bir kadınla evlenecekmiĢ. Kadın mı?
Neredeyse kızım yaĢında bir çocukla evleniyor
beyim. Erkekler neden hiç yaĢlanmazlar?
Kadınlarsa 20sinden sonra hep değersiz. Kadının
değerli olduğu bir yaĢ var mı ki?

Bugün kızım evleniyor. O benden daha Ģanslı, ben


gelin olduğumda 11 yaĢındaydım, Firuze’m 14
yaĢında. Hem o ortaokulu da okudu çok Ģükür.
Onu okutmak için çok çile çektim çok dayak
yedim. Ama oldu. KeĢke daha fazlasını
yapabilseydim…

Kan ağlamak nedir anladım, bugün öyle dayak


yedim ki gözlerimden biri kanadı. Galiba artık
dünyayı yarım göreceğim. Zaten benim dünyamda
görülecek bir Ģey var mı ki?...
34 yaĢına geldim. Ah ne çileli bir hayat bu? O
kadar çok dayak yedim ki dün gece, bugün
babamın evine döndüm. Dedim ki babam belki
bana sahip çıkar. Sonuçta yaĢlandı ya biraz kalbi
yumuĢamıĢtır diye umut ettim. Babam bana “bu
evden gelinlikle çıkan kefeniyle döner ancak” dedi
ve beni bir güzel dövdü. Galiba eĢim daha güçlü.
Babam sadece bir parmağımı kırdı, beni kör
edemedi…

Kumam sevdiği adamla kaçtı. Çok sevindim onun


için ama sevincim uzun sürmedi. Hemen bulmuĢ
ağabeyleri onu, tek kurĢunla bitirmiĢler iĢini. 1
oğlu vardı, o da artık beni anne bilecek.

Daha fazla yaĢamak istemiyorum. Ama 4 kızım var


bakmak zorunda olduğum. 1 de kumamdan kalan
Ali var. Firuze’m bir oğlan doğurdu. Artık değeri
arttı onun, onu çok düĢünmeme gerek kalmadı.

AyĢe’m… Canım kızım, kadersiz yavrum benim.


Okuldan gelirken zorla kaçırmıĢlar kızımı, dilim
varmıyor söylemeye, tecavüze uğramıĢ fidan
boylum. Babası olacak faydasız dedi ki bunlar hep
benim suçummuĢ, kız çocuğu ĢımartılmamalıymıĢ,
eğer kızım kırıtmasaymıĢ tecavüze uğrar mıymıĢ
hiç? Evlendirdik celladıyla, namusunu temizledik
böylece!!!

40 yaĢına da ulaĢtım sonunda. Biraz topallıyorum,


bir gözüm görmüyor. AyĢe’m kendi canına kıydı.
Kurtardı bu hayattan kendisini. Ama diğer 2si
kocalarına birer erkek evlat verdi. ġükürler olsun…
Tarladan kurtuluyorum nihayet. BüyükĢehire
taĢınacakmıĢız. Kızlarımı da liseye gönderebilirim
belki.

Kocam alkolik oldu. 3 yıldır büyük Ģehirdeyiz,


evlere temizliğe gidiyorum. Kendi paramı kendim
kazanıyorum. Kocamsa burada tutunamadı, iĢsiz
kaldı. Zehra’m ve Hacer’im lisede okuyorlar. Ali
Almanya’ya gitti çalıĢmaya. Her gün beni de zavallı
kızları mı da dövüyor bu adam. Madem ona
mecbur değilim ayrılabilirim bence.

BoĢanma davası açtığımı öğrenmiĢ kocam.


Hastanelik etti beni de kızlarımı da. Sırf daha iyi
dövebilmek için bugün içmemiĢ. Kaderime bak…

Hastaneden çıktım. Her yerim ağrıyor ama iĢe


gitmeye mecburum. Son kızım kaldı elimde. Zehra
da evlendi liseden mezun olunca. Ama o Ģanslı, eĢi
okumuĢ bir adam. Polis ya, dövmez o kızımı. ġimdi
Hacer’e dershane parası bulmam lazım. Kararlıyım
onu okutacağım. Öğretmen olacak benim kızım.
IĢık olacak köylere, umut olacak ülkemdeki
kızlara…

Sonunda boĢandım. Kurtuldum zincirlerimden. Ġlk


defa nefes almak neymiĢ anladım. Sanki
kanatlanıp uçacağım… TaĢındım o Ģehirden. Beni
bulamayacağı bir yere geldim kızımla.

Ciğerim yanıyor… OkumuĢ dedim, medenidir


dedim, Zehra’ma zarar vermez dedim. Bugün
tabutu geldi kızımın eve. Erkeğin fakiri zengini,
okumuĢu cahili fark etmiyor. Onlar sadece
hükmetmeyi biliyorlar. Yıllarca çektiğim hiçbir Ģey
değilmiĢ. Evlat acısı gibi olmuyor hiçbir Ģey…

Hacer’im öğretmen çıktı. Bir de sevdiği var


sınıfından. ĠnĢallah onu kendi seçtiğine gelin
edeceğim. Ben ve 4 ablası gibi olmasın o…

Hacer evlendi, Anadolu’nun küçük bir Ģehrine


tayinleri çıktı eĢiyle. Beni de yanlarına aldılar.
Artık 50 yaĢındayım ve evlere temizliğe gitmeyi
bıraktım. Gün yüzü görmek de varmıĢ bu
hayatta…

BulmuĢ adresimi. Tam karĢıdan geliyor Ģimdi.


Korkuyorum çok. Ama korkmamalıyım canım ne
yapabilir ki bana yolun ortasında. Mutlaka bizi
görenler engel olur. Çok yaklaĢtı… O da ne? Elinde
bir bıçak var galiba. Tam karĢımda Ģimdi, nefesi
öfke kokuyor. Ahhhh! Bacağıma saplanan bıçakla
aklım baĢıma geldi, kaçmalıyım. Tüm gücümle eski
kocamdan, hayatımı mahveden adamdan
kurtulmalıyım. KoĢuyorum ama soluksuz kaldım.
Offf saçımdan tutup beni geriye çekti. Bu kadar
güçlü müydü gerçekten? UnutmuĢum demek ki
birkaç tatlı yılın ardından. Vayyy anam, bu nasıl
bir tokat? Çığlıklarım yan Ģehirden duyuluyor
olmalı, peki neden kimse yardım etmiyor? Tiyatro
mu bu canım neden izliyorlar ağızları açık bir
Ģekilde? Yardım etmez mi insan insana?
Görmüyorlar mı çaresizim iĢte. Bir kez daha
niyetleniyorum kaçmaya. Eve gitmeliyim. Torunum
gelir Ģimdi okuldan, saçlarını örmeliyim güzelce.
Kızım da iĢten yorgun gelir, yemeği yetiĢtirmem
lazım. Damadım çok iyi ama ayıptır eloğluna, masa
güzel olmalı. Ahh o da ne? Kolumdan kanlar
fıĢkırıyor. Ahh bir bıçak da karnıma saplandı…
Sayamıyorum artık bıçak darbelerini. Hah attı
bıçağı yere, artık yavaĢ ölmeliyim ki daha çok
alabilsin intikamını. Sadece tekmeliyor yerdeki
kanlar içinde bedenimi…

Sesimi duyan yok mu?

Ruhum çekiliyor vücudumdan sanki…

Kızlarıma söylemeyin, bilmesinler, üzülmesinler…

Vurma ne olur artık vurma, kurtulmam mümkün


değil. Bari öleceksem de son birkaç dakikamı güzel
Ģeyler düĢünerek geçireyim.

Çocuktum ben, koĢup oynadığım zamanlar da oldu


doyasıya güldüğüm günler de…

Çocuktum ben, annem saçlarımı okĢardı.

Çocuktum ben, evlendim, çocuk gelin oldum.

Sonra çocuktum ben, anne oldum, mutlu oldum.


Dünyada ilk kez bir Ģeylere sahip oldum. Benim
çocuklarım oldu. Benim…

Çocuktum, çocuk gelin oldu kızlarım.


Evlat acısı yaĢadım ben, kadındım gururum yoktu,
sesim yoktu, hakkım hiç yoktu, üstüme kuma
geldi sustum, dayak yedim sustum, kızım tecavüze
uğradı sustum, kızlarım mutsuz oldu sustum.

Sonra konuĢtum, kurtuldum, baĢardım sandım…

Karanlık…

Acılarım dindi mi ne hiçbir Ģey hissetmiyorum…

Görmüyorum, duymuyorum.

Ölüyorum. Acaba ben kaçıncı haksız ölümüm? Kaç


kadın kocası tarafından öldürüldü kim bilir? Kaç
kadın kaderine mahkum edildi? Kaç erkek sağırdı?
Kaç erkek vicdansızdı? Hepsi bu kadar güçlü
müydü? Adalet bu muydu? Adalet var mıydı?…

Ah… Öldüm…

KADINLARIN ÖLDÜRÜLMEDĠĞĠ, ĠNSAN GĠBĠ


YAġAYABĠLDĠĞĠ BĠR DÜNYAYA
KAVUġABĠLMEK DĠLEĞĠYLE… KADINLAR
GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN…

Şeyda KAYA
Dergi Editörü
seydakaya-yfa@hotmail.com
ġirince...ġarap...Dozer...
Tapu memuru: Bu dosyayla ilgilenemem ben.
Vatandaş: Neden her şeyi tamam değil mi?
Tapu memuru: Tamam olmasına tamam da, sen gitmiş sit
alanına ev dikmişsin, ben nasıl bu evin işlemini yapayım şimdi?
Vatandaş: E kardeşim burası babamdan kaldı bana şimdi de
satçam, mal benim satamam mı?
Tapu memuru: Beyfendi burası 27 senedir sit alanı. İmar
planına aykırı yapı yapmışsınız.
Vatandaş: Ne planı, ne zaman yapılmış bu plan?
Tapu memuru: Bakıyorum hemen, biraz bekleyin.
...
Bi müddet sonra,
Vatandaş: E buldunuz mu?
Tapu memuru: Maalesef, imar planı görünmüyor.
Vatandaş: yani olmayan plana aykırı benim evim?
Tapu memuru: ....

Yukarıdaki diyalogu tamamen uydurduğumu itiraf


ediyorum. Ama uydurmuş da olsam gerçekleşmesi pek de
imkansız bir diyalog değil. Çünkü güzelliği ve şarapları ile
ünlü Selçuk ilçesinin Şirince köyü bambaşka bir olayla
gündeme oturdu. Geçen eylül ayında İzmir İl Özel İdaresi
Encümeni tarafından alınan karara göre Şirince‟deki
aralarında Nişanyan Butik Oteli‟nin de olduğu Nişanyan evleri
ve beraberinde birkaç ev için yıkım kararı çıkardı. Kararın
gerekçesinde bu evlerin sit alanında kaçak olarak inşa edildiği
belirtildi.
İşte saçmalık da tam da burada başladı.

Saçmalık devletin sit alanı inşa ettiği Şirince için


çıkarılmış bir imar planı olmaması. Normalde devletin sit alanı
ilan ettiği yerlerde bir sene içerisinde bir imar planı
hazırlaması ve yapılacak restorasyon ya da yeni binaların bu
plan çerçevesine yapılması gerekmekte. Ama 27 senedir
ortada bir imar planı bulunmadığı için Şirince‟de çakılacak tek
bir çivi dahi kaçak yapı olarak değerlendiriliyor.

Devletin kişilerin kendi arsaları üzerine, kendi yaptıkları


evler için çizmesi gereken bir plan bulunmayınca insanlar
evlerini, restore edince ya da yeni ev yapınca ki bu evlerin hiç
biri de yörenin bozulmasından endişe edilen doğal dokusuna
aykırı evler değil, kıyamet kopuyor. ”Olmayan” imara aykırı
yapılan binaların yıkımına karar verilebiliyor.

Şirince‟ye gidenler bilirler (gitmeyenler için aşağıda


resim var ama yerinde görmesi daha güzel) yıkılması
kararlaştırılan Nişanyan Evleri, zamanında aslına uygun
onarılmış olan evler. Ancak bu onarma işlemi resmi izin
olmadan yapıldığından yıkım kararı kaçınılmaz oldu. Resmi
yollara gidilse yapılır mıydı, şüpheliyim.

Nişanyan Evleri
Yıkım kararının gerçekleşmesi karalaştırılan 16 şubat
gününden bir gün önce, önce karar ertelendi, ardından da
Nişanyan Evleri‟nin Nesin Vakfı‟na bağışlandığı haberi geldi,
umarım yapılan hata anlaşılır ve bu evler yıkımdan kurtulur.

Sadece İzmir‟de bile kaçak, gecekondu, derme çatma o


kadar ev varken, her seçim döneminde bunlara yenileri
katılıyor, mevcut olanlara yeni katlar ekleniyorken
Şirince‟deki evlerin yıkımına karar verilmesi, İl Özel
İdaresi‟nin ne kadar etkin çalışmakta olduğunu da göstermeye
yeter sanırım. Bu durum sadece İzmir‟e mahsus da değil. Her
seçim döneminde oy kaygısı ile göz yumulan, yersiz ruhsatlar
verilen o kadar çok yer varken Türkiye‟nin dört yanında,
Şirince‟deki evlerin yıkımını açıklamak kolay olmasa gerek..

Hamdi AYAR
hamdi.ayar@hotmail.com
BİR VARDI, BİR YOKTU KADIN

“Karanlıktı, üstüme geldi… Koştum, koştum daha hızlı…


Düştüm, tüm ağaçlardan kuşlar havalandı; bedenimin
ruhumdan ayrılması gibi. Yenildim, kaybettim, benim değildi
artık…”

Tanrı erkeği yarattı… Çok yalnız olmasından dolayı ona bir eş


sundu; kadın! Yıllar geçti erkek, bu güzellikten korkmaya
başladı. Ve ne olduysa işte, o saatten sonra oldu…

Erkeğin egosu büyük geldi dünyaya; onun için yaratılan, ona


tapan kadını aşağıladı, ezdi, zulüm etti. Yetinmedi. Zaman
geçti, koşullar değişti ama kadının çilesi aynı kaldı. Haklar
verildi eline tabii, ama özgürlüğü alındı. Görünürde vardı
elbette ama kısıtlandı, çalındı…

Kadına karşı işlenen en büyük ayıptı tecavüz. Bedeni


üzerindeki haklarını elinden almaktı. En büyük kalesinden
vuruldu kadın; zaman zaman babası, ağabeyi, eşi, zaman
zaman bir yabancı. İlk saldırı dini yönden geldi bedenine
karşı. Yaşayamayacaksın özgürce denildi, evlenmeyi
bekleyeceksin. Ayıplandı hayatını yaşadıkça. Utanç duyulması
istendi. Bu dini baskı toplumu her yönden geriye çekti, yobaz
etti. Kadın özgürce yaşayamazsa, erkek de yaşayamazdı doğal
sonuç olarak. Böylece başladı izinsizce bedene dokunma,
sahip olma. Kadın isyan etti, ağladı, yıkıldı. Susmadı, direndi.
Direndikçe önüne taş koyuldu. Erkeğin kendini bilmezliğinin
faturası yine kadına kesildi. Karşı koymalıydı denildi.
Her geçen gün bu kılıf genişledi. Her zaman kadının kendini
koruyabileceği söylendi. Önceleri denildi ki pantolon giyen
kadına tecavüz eden ödüllendirilmeli, cezası indirilmeli.
Çünkü pantolon zor çıkardı; kadın yardım etmeden adamın
tecavüz etmesi mümkün değildi. Pantolon giymeyin demenin
başka yolu gibiydi bu, korkar oldu kadın.

Şimdilerdeyse kadın dekolte giymemeli söylemleri başladı.


Çünkü dekolte erkeği tecavüze itmekteydi. Kendine hakim
olamayan erkeklerin son buluşuydu bu; Kadınların
özgürlüğüne indirilen son darbe. Dekolte giyersen, aptal
erkeğin beyni(!) çalışmaya başlar ve tecavüz edesi gelir,
denildi. Kendini korumak istiyorsan kapalı giyineceksin, ama
pantolon da giyme sen, denildi kadına. Kadın isyan etti. Bu
güzel söz sokaktaki birinin ağzından dökülmedi, bir üniversite
hocasının yorumuydu bu. Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi hocalarından Orhan Çeker‟e aitti bu yorum. Kadın
dekolte giydi mi tecavüze uğraması doğaldı onun için. Aslında
bu söze çok da yorum yapmaya gerek yoktu. Ne de olsa
adamın adı kendini ele veriyordu; Orhan Çeker, namı diğer
O.Ç. !

Yine de kadın düşünmeden edemedi; bu yorumu yapan


zihniyet kişi kendinden bilir işi mi diyordu. Kızına, karısına
tecavüz edildiğinde de bunu söyleyecek miydi; pantolon
giymişti, kendini koruyabilirdi ya da dekoltesi vardı hak etti.
Aa çok pardon unutmuştu kadın, onun ailesinde ne dekolte ne
pantolon giyinilmiyordu. Hadi yine iyiler, tecavüze davet
etmiyorlar insanları!

Kadın karar veremedi; pantolon giyse olmazdı, dekolte


giymemeliydi. Ne giymeliydi? Dekolte göreceliydi, ona göre
sıradan olan bir t-shirt, erkeği tahrik edip, tecavüze itebilirdi.
Kadına toplumun en büyük sorumluluğu yüklendi; kendini
koruma ve erkekleri doğru yolda tutma!

Kadına süper güçler yüklendi; bir kadın yaşı kaç olursa olsun
en azından 26 erkeğin aklını başında tutup, tecavüzü
önleyebilirdi. Yaşı 13 olsa, çocuk olsa dahi! Çocukluğu
çalınsa dahi, bedeni elinden alınsa da suçluydu kadın, kadın
olmak istemese dahi!

Ağlayıp sızlaması fayda etmezdi kadının, yardım


bekledikleriydi bunu yapan; adaleti sağlayanlardı cezaları
azaltan. Direnmeye devam etti kadın, sonuna kadar karşı
koymaya. Ezilse de, acısa da, incinse de susmamaya yemin
etti kadın; kendi gibileri korumak için, önlemek için
adaletsizliği. Baş kaldırmaya devam etti bu ayrıma
yüzyıllarca, ederdi binlerce yıl daha. Çok değildi istediği, neyi
alınırsa alınsın bedeni ona kalsaydı yeterliydi.

BURÇİN TOKSÖZ
burcintoksoz-yfa@hotmail.com
FİNLANDİYA’DAN SEVGİLERLE

Arabada bile çok heyecanlıyım. Tanrım neler oluyor


bana böyle! Tamam alt tarafı hiç tanımadığım bir ülkeye
tek başıma gidiyorum hem de altı aylığına. Sanırım yine
heyecanlanmaya başladım. Ne yaparsam yapayım bir türlü
bastıramıyorum şu içimdeki heyecanı.

Binlerce kelebek kanat çırpıyor sanki içimde.

Birazdan Atatürk Havalimanında olacağız ve ailemle


vedalaşacağım. Uzun bir sürenin ardından onlardan
ayrılınca hep böyle burkuluyor içim. Sancıyor içten içe ama
belli etmemeye çalışıyorum tabi. Derken zaten geldik bile
İstanbul Hava Alanına arkamda da ne tesadüftür ki
“Bedük” var. Telefonu çalıyor ve cevaplıyor hemen “ Hadi
ya nasıl olmuş? Emin misin?!!!”gibi sözcükler sarf ediyor.
O gün ünlü oyuncu ve sanatçı Defne Joy Foster’in ölüm
haberini almıştım. Sonradan anladım ki Bedük de
telefonda bu haber yüzünden çok şaşırmış… Böyle genç ve
neşeli bir insanın ölümüne üzülmemek elde değil tabi ki.
Üstelik çok küçük yaşta bir bebeği de varmış. İçim tekrar
ürperiyor.

Artık vedalaşma zamanı ama ağlamak yok! Hiç belli


etmemeye çalışıyorum ama içim bulanıyor sanki. Daha
sonra yanımdan “Üstün Dökmen” geçiyor. Göz göze
geliyoruz. Bir an bakışlarını üzerimde hissediyorum ve
sanki iki saniyede kişilik analizimi yapıyor gibi
hissediyorum ünlü psikologu! Ve sessizce süzülüyorum
uçağıma doğru. Uçakta sarışın, renkli gözlü ve çok güzel
Finli hosteslerle karşılaşıyorum. Hepsi son derece güler
yüzlü ve sakin. Ve uçak Helsinki’ye doğru havalanıyor.
Arka planda oldukça yumuşak ve sakinleştirici klasik
müzik kıvamında bir müzik var ve uçağın neredeyse
tamamı ortalama yetmiş yaşından oluşan japonlarla dolu!
Yanımda oturan son derece şirin japon teyze bana yaptığı
sudoku kağıtlarından birer tane hediye ediyor. Biraz
dalıyorum, bulutları seyrediyorum ve derken Helsinki’de
alıyorum soluğu.

Hava alanında çalışanların bile hepsi sarışın ve renkli


gözlü. Tanrım nereye geldim ben böyle! Helsinki hava
alanında yaklaşık dört saat bekledikten sonra çok küçük
bir uçağa biniyorum ve kendimi Turku’da buluyorum.
Tutor dedikleri beni karşılayacak olan Finli kız Henna’yla
buluşuyorum ve beni tek kapılı, kırmızı Alfa Romeo
markalı son derece lüks arabasıyla yurda bırakıyor.
Oldukça sevimli ve eğlenceli bir kız. Gelene kadar sohbet
ediyoruz ve gülüşüyoruz.

Odam son derece büyük ve sevimli. Odama


yerleşiyorum ve derin bir uyku çekiyorum. Ertesi gün okul
işlemlerimi hallediyorum ve yurtta benim gibi erasmus olan
dünyanın dört bir tarafından gelmiş arkadaşlarla
tanışıyorum. Hepsi o kadar sıcakkanlılar ki! Çok güzel
arkadaşlıklar kuruyor ve neredeyse her akşam kendimi
partilerde buluyorum. Erasmus gerçekten de dedikleri
kadar eğlenceliymiş. Gidenlerden çok olumlu yorumlar
duymuştum erasmus hakkında ve gerçekten de son derece
eğlenceli, farklı ve belki de hayatta bir kere yaşanabilecek
son derece güzel bir deneyim!

Finlandiya ise başka bir güzel. Masal alemi gibi! Her


yer bembeyaz, son derece sakin ve huzurlu bir ülke burası.
İnsan, ruhunun dinlendiğini hissedebiliyor. İnsanları da
aslında konuştuğunuzda son derece yardımsever ve güler
yüzlü ama çok utangaçlar. Benim ve bütün arkadaşlarımın
da gözlemlediğimiz ortak özellikleri utangaç olmaları.
Ama içki içtiklerinde alkolün de vermiş olduğu keyif ve
rahatlıkla daha rahat iletişim kurabiliyorlar. Diğer bir
ortak özellikleri de her zaman çok mesafeli olmaları ve
tanıştığınızda asla öpmeden sadece el sıkışmakla
yetinmeleri. İspanyol bir arkadaşım özellikle bu durumun
onu rahatsız ettiğini , böyle bir şeye kendi ülkesinde alışık
olmadığından dolayı hiç hoş karşılamadığını belirtiyor.
Ama Finli çocuklardan bahsetmeden de geçemeyeceğim.
Hepsi o kadar sevimli ki! Kocaman ve kalın kıyafetlerinin
içinde adeta kaybolmuş bir şekilde dolaşıyorlar.
Finlilerin ortak özellikleri mesafeli, dakik, disiplinli,
utangaç ama bir o kadar da kibar olmaları… Kısacası ben
çok sevdim burayı ve insanlarını. Kısa sürede de alıştım.
Beklediğim kadar uzun zamanımı almadı buraya alışmak.
Kendime yepyeni bir hayat kurdum ve burada inanılmaz
bir huzur buldum. İskandinavya kültürü, orta
Avrupa’dan biraz daha farklı, renkli ve güzel bence…
Burada kocaman bir huzur ve mutluluk var. Eğer yolunuz
bir gün buraya düşerse sizin de beğeneceğinizden eminim.

Yılın büyük bir bölümü karlı, biraz karanlık ve son


derece soğuk bu ülkede ben mutlu ve huzurluyum…

İdil ÖZMAÇİN
idilozmacin-yfa@hotmail.com
''Kariyer Tatili'' by Young Future
Academy 18-20 Mart 2011
@
ÇeĢme Ilıca Marine Suites
Young Future Academy tarafından her sene farklı
formatlarda düzenlenen sertifikalı kariyer, gençlik vs
projelerinden biri olan ''Kariyer Tatili'' projesi 18-20 Mart
2011 tarihlerinde Çeşme Ilıca Marine Suites'de
gerçekleşecektir.Amacımız tatil ile kariyerlerine büyük etki,
katkı sağlayacak eğitimleri bir araya getirerek eğitimleri daha
renkli ve farklı kılmak. Bu yüzden sizlere bu sene alanında
uzman olan iki eğitmenimiz ile Dış Ticaret ve Stres Yönetimi
eğitimlerini sunacağız. Ve eğitim sonunda katılımcılara
uluslararası geçerliliği olan ingilizce sertifika vereceğiz.

YFA olarak her sene sizlere farklılıklar sunmayı bir görev


edinip bu farklı projede sizlerle birlikte olabilmenin heyecanı
bizi şimdiden sardı. Her sene daha kaliteli daha farklı
konseptler sunarak sizlerin mutluluğu bizim ne kadar doğru
şeyler yaptığımızın göstergesi oldu. Sizlerle proje tarihlerinde
Çeşme„de görüşmek dileğiyle. Aşağıda detaylı program
bulunmaktadır.

Kontenjan 45 Kişi ile sınırlıdır.

Kariyer Tatili Programı

18 Mart Cuma
13:00 Bornova Kalkış
14:30 Otele Varış
14.30-16.30 Serbest Zaman (thermal havuz* tercih
edilebilinir:)
16.30-19.30 Dış Ticaret Eğitimi – (Ali Ayter)
19.30-20-15 Boş Zaman
20.15 Akşam yemeği
22.00-00.30 Suite Party :) Concept; Devil and Angels-Mask
party

19 Mart Cumartesi
08.00-11.00 Kahvaltı ( Açık Büfe)
12.30-16.00 Stres Yönetimi Eğitimi -(Sinan Gültekin)
16.00-20.00 Serbest Zaman
20:15 Akşam yemeği
22.00 Alaçatı Gezi(isteyenlere)

20 Mart Pazar
08.00-11.00 Kahvaltı
11.00-12.30 Boş Zaman
12.30 Ayrılış
13.30 Hareket
14.00-18.00 Çeşme Merkez Gezi-Marina vs
18.00 Hareket-Sertifika Dağıtımı
19.30 Bornovaya Varış

Eğitim ve Konaklama Yeri:---Ilıca Marine Suites---


Ücrete Dahil Olanlar
Ulaşım
Konaklama
Sabah kahvaltısı-Akşam yemeği
Eğitimlerde verilecek olan ikramlar, materyaller
Uluslararası geçerliliği olan Sertifika
Program dahilindeki geziler

Kayıt için;

-Görevli arkadaşlarla iletişime geçerek veya


- İŞ Bankası TR03 0006 4000 0013 4470 7756 41 kodu
hesaba 170 yatırdıktan sonra ilgili arkadaşlara ad-soyad ve
iletişim bilgilerini göndererek .Kayıt işlemlerini tamamlamış
olurlar.

Dokuz Eylül Üniversitesi Sorumluları

Melike Güneş 05056645768 melikegunes-yfa@hotmail.com


Kağan Yıldırım 05064488934 kaganyıldırımyfa@hotmail.com
Kaan Türkeli 05373650410 kaanturkeli-yfa@hotmail.com
Ege Üniversitesi sorumluları

Burçin Toksöz 05395613150 burcintoksoz-yfa@hotmail.com


Ceren Bakıcı 05542591972 cerenbakıcı-yfa@hotmail.com
Hamdi Ayar 05546419730 hamdiayar-yfa@hotmail.com
Mihraç Nalbantoğlu 05547708850 miracnalbantoglu-
yfa@hotmail.com

YaĢar Üniversitesi Sorumluları

Fulya Savaşır 05068193603

Diğer Üniversitelerden ve bireysel katılımlar için

Yiğit Akkoca 05065882913 yigitakkoca-yfa@hotmail.com


gencgelecek@windowslive.com

Eğitmenler Hakkında

Sinan GÜLTEKĠN
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi T. Ekonomisi Bölümü
mezunu olan GÜLTEKİN, 2004 yılında da 9 eylül üniversitesi
İşletme bölümünde İşletme Yönetimi programını
tamamlamıştır . 2001 yılından beri iş hayatının içindedir.
Kariyerinin son 5 yılında farklılaşmak, müşteri sadakati
yaratabilme, sistem mühendisliği sürecinde uzman olarak
halen çalışmalarını yürütmekte , yöneticilik ve eğiticilik
yapmaktadır. Kendini kurtaramamış ,yaptığı çalışmalar ile
belli bir başarıyı pratiği ve teorisiyle birleştirememiş
insanların ne kendisinde ne mesleğine , ne sektörüne nede
ülkesine faydası olamayacağı düşüncesindedir. Bu anlayışın
yaşam bulması adına Eğitim , danışmanlık ve belgelendirme
süreçlerinde işletmelere yön verebilmeyi hedeflemiştir. Yaptığı
işi sevmenin yetmediğini, sevdiği işi yapması gerektiğini
düşünerek, “işinin lideri” olacak bireyler yetiştirmeyi ve
geliştirmeyi hedeflemiş, EGAM Şirketler Grubunun Eğitim
sürecini kurmuştur. EGAM GROUP bünyesinde, özel ve resmi
birçok kuruluşun danışmanlık – yeniden yapılandırma ve
eğitim projelerini yürütmüştür. Özel sektör , Çeşitli Kamu
Kuruluşlarında, Üniversitelerde ve 100’ün üzerinde firmada
eğitim ve danışmanlık programı yöneticisi , eğitmen ve
danışman olarak görev almıştır. Halen, EGAM GROUP
kurucusu ve yönetim kurulu başkanı olarak görev yapmakta
olan Sinan GÜLTEKİN çeşitli firmaların danışmanlık ve
eğitim projelerinde danışman & eğitmen olarak görev
yapmaktadır.

Bireysel ve kurumsal eğitim programlarında sürdürdüğü


eğitmenlik görevine ek olarak, özel sektördeki çeşitli
firmalarda Sistem mühendisi olarak yönetim danışmanlığı
projelerini yönetmekte aile işletmelerinin kurumsallaşma
adına çalışmalar yürütmektedir. Bu projelerde ; Yaptığı
çalışmalar işletmelerde stratejik hedeflerle işletme yönetimi ,
kurum kültürü , işletmelerde sistem kurulumu , kritik başarı
faktörlerinin belirlenmesi , kritik başarı faktörlerinin izlenmesi
ve performansların takibi , firma yönetim ve tüm çalışanlarının
yetkinliklerinin belirlenerek doğru işe doru insan sürecinde
firmalara yön vermek vb . üzerinde çalışmaktadır.
ALĠ AYTER

1964 Adana doğumlu. Ankara Gazi Üniversitesi İktisadi


ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden 1986 yılında
mezun oldu. Özel sektörün değişik firmalarında (Carl Gross
Uluslararası Nakliye, TAC Sanayi ve Tic. A.S., Dünya Tekstil
Üretim A.S., Milsan Tekstil Pazarlama San.Tic. Ltd. , EGS
Holding e bağlı EGS Dış Ticaret A.Ş.) dış ticaret bölümlerinde
uzman ve üst düzey yönetici olarak tam 24 yıl çalıştı. İzmir' de
özel bir dış ticaret okulunda (ithalat-ihracat uygulama elemanı
yetiştirme kursunda) 4 yıl Dış Ticaret Eğitim Müdürü, Genel
Koordinatör ve Dış ticaret Danışmanı olarak üst düzey
görevler üstlendi ve dış ticaret eğitimleri verdi.

7 yıl Dokuz Eylül Üniversitesi ATMER programında


(Avrupa Topluluğu Uluslararası Ekonomik İlişkiler Araştırma
ve Uygulama Merkezi) dış ticaret eğitimleri verdi. Ayrıca
Ekonomi Üniversitesi EKOSEM ( Sürekli Eğitim Merkezi)
İhracat-İthalat prosedürü, dökümanların analizi ve uygulamalı
örnek olaylar, Uluslar arası ticarette ödeme ve teslim şekilleri
(INCOTERMS), Kambiyo mevzuatı v.b. konularında Dış
Ticaret eğitimleri verdi.

Ticaret ve Sanayi Odalarına, İşadamları Derneklerine, Dış


Ticaret danışmanlığı, Dış Ticaret ve Girişimcilik eğitimleri
verdi.

Ege Üniversitesinde Dış Ticarete Genel bakış adı altında


dış ticaret eğitimlerine, Ege Meslek Yüksek Okulunda, Dış
Ticaret ve E-Ticaret konulu söyleşiye, Dokuz Eylül
Üniversitesi mezunlar derneğinin dış ticaret eğitimlerine ve
kariyer yönetim kulübünün düzenlediği dış ticarete giriş
panellerine konuşmacı olarak katıldı.

Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumlarında


geçerli Usta öğretici belgesi'ne de sahip olan Ali Ayter, 9000
saati aşan Dış Ticaret eğitim tecrübesine ve bugüne kadar
12.000'in üzerindeki kişiye dış ticaret eğitimi ve pek çok
firmaya danışmanlık hizmeti vermiştir.İzmir Kariyer Merkezi
Çankaya Şube Müdürü olarak görevine devam etmektedir.

Yiğit AKKOCA
yigitakkoca-yfa@hotmail.com
ASIL SANA HAS..TİR !!!

1963 yılında adada Yunanlıların Türkleri


katletmesiyle başlayan olaylar Birleşmiş Milletler gibi
çoook büyük bir kuruluş tarafından durdurulamaz!
Adadakiler çaresizdir, kapana sıkışmıştır. Türkiye sırf
adadaki soydaşları kurtulsun diye siyasetinde asla
vermemesi gereken bir taviz verir, ki yıl 2011 hala dış
siyasetimizdeki en büyük sorun bu tavizden
kaynaklanmaktadır, yine de adadaki soydaşlarımız
kurtulmayınca 1974’te adaya girme kararı alır. Bu kararı
hukuken haklıdır. Ancak bu karar da Türkiye ile Amerika
arasındaki iplerin kopmasına sebep olur. Ne önemi var?
Siyaset, insanlarımızın kıyımını durduramadıkça ne işe
yarar ki? Varsın bizi dışlasın büyük devletler, varsın
bizim bu karar yüzünden başımız ağrısın. Önemli olan
Kıbrıslı kardeşlerimizin can güvenliği. Evet, kıyım ancak
Türkiye sayesinde durduruldu. Sadece biz duyarız sizin
sesinizi. Biz uzatırız elimizi…

Evet biz bu fedakarlığı yaptık, gittik, o bayrağı oraya


diktik. Şimdi Avrupa Birliği’ne bizi almıyorlar (benim
girmeye niyetim yok ama herkes bunun iyi olacağını
söylüyor ya o bakımdan…) , bize işgalci diyorlar, barbar
diyorlar. 498 şehit ve 1.200 gazi verdik o olaylarda.
Bunlar acı değil ama, bunların değerini bilmeyen adi
köpekler hastir diyorlarmış bize, Ayşe tatilden dönsün
bileti bizden diyorlarmış. Bizim fedakarlıklarımızı
umursamıyorlarmış, rum dalkavukluğu yapıyorlarmış.
Hadi oradan…. Biz var ettik , asla vazgeçmeyiz.
Öyle büyük bir ağabeyiz ki biz, nankörlük etse de küçük
kardeşimize sırtımızı dönmeyiz.

Özünü inkar eden, çıkarının peşine düşen, tarih


bilinci olmayan soysuz, asıl sana has..tir!

Şeyda KAYA
seydakaya-yfa@hotmail.com
SOFRADA ORTADOĞU

Hava ısınıyor, her yer alev alev… AteĢ


büyüyor… Hayır, küresel ısınmadan
bahsetmiyorum. Kaynayan kazanlardan, piĢen
yemeklerden pardon ülkelerden bahsediyorum.
Dünyanın çeĢitli ülkelerinde özellikle Avrupa
kıtasından baĢlayarak yayılan ülke krizlerinden,
halkların protestolarından bahsediyorum.

Ülke ekonomilerinin giderek kötüleĢmesi, refah


düzeyi giderek düĢerken iĢsizliğin artması ve kötü
politikalar nedeniyle halklar isyan ediyor. AteĢ bir
ülkeden diğerine sıçrıyor, ülkeler iflasın eĢiğinde…
Halk bir anda örgütleniyor ve yağmalar, isyanlar
baĢlıyor. Avrupa kıtası için açıkçası yapılacak çok
da yorum yok, sanırım ektiklerini biçtiklerini
söylemek doğru olur. Ama ne zaman ki isyanlar,
ayaklanmalar Ortadoğu ülkelerine sıçradı; benim
de beynimdeki tilkiler yataklarını terk etti.
Diyeceksiniz ki komplo teorileri ile büyüyen bir
halkın vatandaĢı olan ben olayı abartıyorum;
konunun Büyük Ortadoğu Projesiyle alakası yok.
Zaten geçenlerde BaĢbakan da bilmem hangi
kanalda bunun demecini veriyordu; “Derseniz ki
bu isyanlar BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile ilgili,
buna katiyen inanmam” diyordu.

Sanırım kendisiyle görüĢ farklılığım bu konuya


da yansımıĢ olacak ki ben tam tersi düĢünüyorum.
Bunlar sıradan halk ayaklanmaları, halk
demokrasi istiyor sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz
bence. DüĢünün bir bakalım bu ülkelere
demokrasiyi kim, nasıl götürecek? Evet, gerçekten
de kazanlar kaynıyor, peki yemeğin tadına kim
bakacak?

Her olayın arkasında gülümseyen, mağdur


ülkelere demokrasi götüren kahraman Amerika
BirleĢik Devletleri’nin yemeğin tadına bakacağı
kesin, ek olarak yemeğin suyuna ekmek banacak
olan da Ġsrail’den baĢkası değil bence. Ġsrail’in su
sıkıntısı çektiği yıllardır bilinen bir gerçek. Su
kaynakları olmadığı için komĢu ülkelerin
kaynaklarına göz diktiği de malum. Ellerininse ne
kadar kanlı olduğunu sanırım söylememe gerek
dahi yok.

Yıllardır deniz suyunu arıtıp kullanan Ġsrail


belki de bu durumdan sıkılmıĢtır ne dersiniz.
ġimdi bazıları diyecek ki Mısır olaylarında
Mübarek’e destek verdi Ġsrail, nasıl eylemleri
ateĢlemiĢ olabilir ki? Evet, basit bir mantıkta,
görünenleri yorumlamak suretiyle doğru
sayılabilecek bir yaklaĢım. Ama, kim çıkarlarını
gözler önüne sererek kovalar ki? Ġsrail’in komĢu
ülkelerle su için antlaĢmalar yaptığı bir gerçek, Nil
Nehri’ne göz dikmiĢ olması ise bambaĢka bir
gerçek. Yıllarca beslediği, destek olduğu
Mübarek’in yokluğundan faydalanabileceği ise yeni
gerçek. Ha diyeceksiniz ki, eyvallah Mısır’da çıkarı
olsun; peki Libya?
Libya küçük kardeĢin payı denilebilir aslında.
Evet, benim fikriyatımın küçük kardeĢi ABD, Ġsrail
ise gizli finansör büyük ağabey. Yani aslında her
Ģeyin arkasından sırıtan ABD de biraz tasmalı
bana sorarsanız. Ha tasması ne kadar sıkı, onu
bilemem. Peki Amerika’nın, Libya üzerinde ki karı
ne olabilir? Çok basit, Libya’nın gelirinin %60lık
kısmı petrolden karĢılanıyor, yani Libya petrol
ülkesi. Evet, petrol su kadar hayati olmasa da çok
değerli. Libya’da yaĢanan kriz sonrası, petrol
fiyatlarının artacak olması sanırım hiç birimiz için
sürpriz niteliğinde olmayacak. Peki bu durumdan
Amerika’nın çıkarı nedir? Onu da kısaca Ģöyle
anlatabilirim sanırım; Amerika, Irak’a demokrasi(!)
götürdüğünde oradaki petrol kuyularını
yanlıĢlıkla(!) eline geçirmiĢ ve tüm iyi niyetiyle(!)
yaptığı bu demokrasi aktarım harekatından rant
elde etmiĢ durumda. Bu durumda petrol
fiyatlarında ki artıĢ Amerika için gelir artıĢı
anlamına geliyor. Petrol piyasasının dolar
üzerinden iĢlemesi sonucu da dolar, euro
karĢısında değer kazanacak ve pek tabii bu
durumda Amerika’nın ekmeğine bırakın kaymağı,
balı bile sürecek. Ve tüm bu olaylardan az da olsa
en küçük kardeĢ, hiç sesi çıkmayıp destekçi olan
Ġngiltere de faydalanacak elbette, güneĢ
batmayacak ülkelerinde.

Demem o ki, Amerika ve Ġsrail yıllarca


besledikler Mübarek ve Kaddafi’den sıkılmıĢ
olacaklar ki durum günümüzde bu hale geldi. ĠĢleri
hızlandırmak ve bir an önce BOP’u gerçekleĢtirme
isteklerinin sonucunu görmekteyiz.
Tanrım, beynimde ne de çok tilki varmıĢ böyle!
Sanırım devlet yönetimi bakımından realist
eğilimim tüm bu komplolarımın temeli. Ama sizce
de gerçeğe çok yakın değil mi? Umalım da konu
benim teorilerim kadar örümcek ağı olmasın,
sadece halk biraz özgürlük istemiĢ olsun. Peki,
ama ya benim dediğim gibiyse? Sizce bu durumda
kim sırada?

NOT: Tüm bu komplonun ardından Ģunu da


belirtmeliyim ki, sanırım ömrümde ilk defa, yani
Recep Tayyip hükümeti boyunca ilk defa bir
iĢlerini takdir ediyorum. Hep yermek değildir
muhalefet, iyi iĢleri de görmek lazım. Libya’dan
tahliye operasyonu için minicik bir alkıĢı hak
ettiler. Olabildiğince hızlı bir Ģekilde
vatandaĢlarımızın yurda dönmelerini sağladılar,
iĢte sadece bunun için tebrikler.

BURÇĠN TOKSÖZ
burcintoksoz-yfa@hotmail.com
ÇOOOK
Dizilerin kısalması oyuncular yapımcılar ve teknik ekip
tarafından sevinçle karşılanmıştır herhalde. Ama farkında
olmalılar ki artık daha kaliteli işler yapmalılar.

Dizilerin doksan dakika olmasıyla mı ilgili ne


hatırlayamıyorum ama son dönemlerde diziler oldukça özensiz
hale gelmişlerdi. Devam hataları benim en sinir olduklarımdır.
Kapıdan kolyeli girip, diğer odaya girdiği görüntüde kolyesiz
olma , akşam haberlerinin verilirken saatin 2 -3 olması vs. vs.
Hepsi dikkatli izleyen biri için oldukça rahatsız ediciydi. Ama
bahane hazırdı dizi süreleri çoook uzundu. Haklı oldukları taraf
tabî ki vardı doksan dakika oldukça uzun bir süre. Sadece dizi
yapmak için değil herhangi başka bir şey için de uzun. Ama bir de
şu var ki diziler bomboş. 2 hafta izlemesek 3. hafta mutlaka
anlıyoruz neler olup bittiğini. Yavaş yavaaş yaavaaaş ilerliyorlar.
Bir de şu donup kalma sahneleri var tabi. Kız oğlanın eline
dokunur ikisi için de bu an çook inanılmazdır (ne varsa bu kadar
büyütülecek) .Ondan sonra görüntü yavaşlar kamera ellerden kızın
yüzüne kayar bir süre kızın gözlerine bakarız (çapak mapak varsa
tespit edilebilecek en güzel andır) sıkılıyoruzdur ama hala kızın
gözlerindeyizdir. Şükürler olsun ki erkeğin gözlerine geçeriz ama
tabi ki onun gözlerinde de iki saat takılı kalırız. Tekrar kıza geçilir
görüntüde dudaklar; hafif bir gülümseme sonra erkeğinki sonra
tekrar eller en sonunda görüntü çözülür ve bir bakmışız dizinin
yaklaşık beş dakikası gitmiş. Bir bölümde en az üç önemli olay
olsa ohoooo. Bu şekilde çekilen bir dizinin doksan dakikayı
tamamlamaması da zor olsa gerek zaten.

Neyse ki yeni dönem 45-60 dakika olacak diziler böylece


kaliteli bir şeyler izleyebileceğiz. İzleyemezsek ağzımızın tadıyla
da eleştirebileceğiz. Çünkü o zaman dizilerin süresi çoook uzun
olmayacak.
Melike GÜNEġ
Mutluluk kapısını aralamak…

Denizdeki dalgaların ruhumun kıyısına her çarpışı sen


yarattı içimde biraz… Güneş her sabah doğdu ya hani , ay
ve yıldızlar kavuştu ya gökyüzünde her gece ; işte öyle var
olmaya başladın bende sevdiğim… Akreple yelkovanın
buluştuğu çardağın altında seni gördüğümde yağmurlu bir
günde , içime işledi sevgin ve aşkın iyice… Yağmur
berekettir derler ya belki ondan… Patlamış mısırım oldun
sen film izlerken , kalemim oldun yazdın çizdin hayal
defterime aşk tariflerini… Sahilim oldun çoğu zaman nice
gemiler yanaştı sensizlikten yosun tutan kalbime,
gökyüzüm oldun martılar uçtu haber getirdi senden bana…
Gecelerce seni düşledim de gözyaşımda büyüttüm gölgede
kalmış hislerini , her damlada seni kendime bağladım
senin haberin olmadan… Sana attığım her mesajda sana
duyduğum aşk , konuştuğum her kelimede sana olan
özlemim gizliydi… Hayatımın ikinci baharı oldun sen beni
yeniden var ettin … İç mimarım oldun kalbime ayar
çektin… Kırlarda koşarken seni düşünüp papatya topladım
sevgimizi taçlandırmak için… “seviyor sevmiyor” ların
hepsi seviyor çıkmıştı nedense… Çünkü senin beni sevmeme
ihtimalini sevmemiştim hiç… Gönlümün tahtını vaat edeceğim
günü beklerken heyecan içinde, seninle olmak fikri
korkutmuştu biraz da… Korkmak… Seni kaybetme korkusu…
Onca zaman sana ulaşmanın hayali içinde yeniden var
olmuşken , sana olan mutluluğuma gün sayarken , bir an
bile olsa bu mutluluğun bozulma ihtimali beynimi kemirdi
işte… Gecelerce uyku uyutmadı belki tamam ama yine de
seni sevmemi engellemedi de… Aksine biraz daha sen yaptı
beni… Tam anlamıyla artık senleşiyordum benliğimi sende
buluşturup… Sana kalbimi verecektim ilk buluşmamızda
sense bana kokunu… İkinci buluşmamızda da ruhumu
adayacaktım bir tutam saçına… Adını her duyduğumda
çarpan kalbim biraz daha senin olmaya istekliydi zaten…
Yağmurlu bir günün akşamında adım adım sana
gelmekteyim… Bu gece olmalı artık diyorum… Bugüne dek
içimde büyüttüğüm seni paylaşmalıyım seninle diyorum…
Artık sadece tahtadan bir kapı var aramızda… Basıyorum
zile… “kim o?” diyorsun… Sesim çıkmıyor nedense… O an
sesim oluyorsun işte… Adımı söylüyorsun kapının diğer
tarafından… O da beni düşünüyormuş diyorum
mutlulukla… Kapıyı açıyorsun… Ve sarılıyoruz sanki ikimiz
de yılların birikmişliğini döküyoruz hayatın geri dönüşüm
kutusuna… İşte o an sessizlik denizimde sesim oluyorsun…
Her nefesimde yoldaşım, ruhuma en candan arkadaşım
oluyorsun… Müziğimin notası , aşk teknemin dümeni ,
sensizliğimin telafisi oluyorsun… Yüreğime yangın ,
hasretime dargın , suskunluğuma yorgun kalıyorsun …
Romanımın başrolü, kelimelerimin kifayeti, gönlümün
zarafeti oluyorsun… ellerimin sıcağı , gülüşümün gamzesi ,
ömrümün bir tanesi oluyorsun… Bana hayatı yeniden
yaşanır kılan oluyorsun… Gönül penceremin perdesi ,
muhabbet bağımın bülbülü oluyorsun ötüyorsun aheste
aheste… Kemanlar çalıyor kalbimde romantik romantik ,
mutluluğumuza dans ediyor aşkımız yüreğimde…
Ellerimde ellerinin sıcağı, gözlerimde gözlerinin
yakıcılığı… sevgin biraz daha alevleniyor ruhumda…
Korlanmış ateşi harlandırmak gibi biraz , dağlanan yarayı
kanatmak gibi… Yıldızlar bir bir kayıyorlar şerefimize…
Her kayan yıldız ışığını aşkımıza adıyor… Ortalık düğün
yeri gibi adeta… Deniz ve orman nikah şahidimiz gökyüzü
de nikah memuru… Soruyor sorusunu… İkimiz de aynı
anda evet diye haykırıyoruz…

CENGİZ CİN
18 MART 1915 – BİR MİLLETİN UYANIŞI
18 Mart 1915 bir milletin kaderinin kırılma
anı... En umutsuz, en zor, en sıkıntılı zamanda
gelen bir zafer...

İtilaf devletleri savaşı kazanmanın yolunun


Çanakkale'den geçtiğini biliyorlardı. Bunun için neredeyse
tüm güçleriyle Hasta Osmanlı'yı öldürmek için savaşıyorlardı.
Hasta adam ise artık son yıllarını yaşamak için
çabalamaktaydı. Denizlerde yüzyıllardır kaybetmemiş bir
İngiltere, Fransa ve buna destek olan sömürgeleri vardı.
Ancak bu koskoca devletlerin karşısındaysa 616 yıllık Dünya
İmparatorluğu Osmanlı Devleti vardı. Hatta daha da geri
gidersek neredeyse bin yıldır Anadolu'nun ev sahibidir
Türkler... Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletleri uçaklarla,
gemilerle, toplarla, silahlarla yani teknolojinin en
son harikalarıyla savaşıyordu. Buna karşılık karşısında bir kaç
topu, tüfeği, 'süngü'sü olan Türkler vardı. Bunlar tabi ki işin
maddi kısmı. Bunun yanında Türkler vatanlarını, dinlerini,
namuslarını korumak için büyük bir özveriyle çalışıyor ve
çatışıyordu. Erkekleri siperlerde, Türk kadınlarıysa cephe
arkasında kahraman oluyorlardı.

Biraz daha nesnel olarak bakarsak;

Osmanlı'nın savaşa dahil olma nedeni Yavuz ve


Midilli’nin de içinde bulunduğu bir Osmanlı filosunun Amiral
Souchon komutasında 27 Ekim 1914 günü Karadeniz
kıyılarındaki Rus limanlarını bombalamasıdır. Bu iki gemi
Almanya'nın Goeben ( Goben ) ve Breslau ( Breslav )
gemileriydi. Gemiler İngiliz Filosundan kaçarken Osmanlı
sularına girmişlerdi. İngilizler gemilerin iade edilmesini
isteğine karşılık Osmanlı, gemileri Almanya'dan satın aldığını
ve veremeyeceklerini söylemiştir. Kısacası bu gemiler
Osmanlı'nın savaşa girmesinin bahanesi ya da nedenidir.

Boğaz savunması, girişten itibaren "Dış-Orta-İç Tabyalar"


olmak üzere üç savunma grubu halinde tertiplenmişti. Boğaz
kıyıları boyunca 20 tabyamızda, çoğunluğu kısa menzilli ve
eski model, 170 adet top mevzilendirilmişti. İtilaf Devletlerinin
savaş gemilerinde çoğunluğu büyük çaplı uzun menzilli 247
adet en modern toplar bulunmaktaydı.

İtilaf Devletlerinin Akdeniz Başkomutanı Amiral Carden,


Boğazı geçerek İstanbul'a girmek için üç aşamalı saldırı planı
yapmış, İstanbul'a bir ay içinde ulaşacağını hesaplamıştı. Plan
gereğince, 3 Kasım 1914 günü 7 zırhlı ile Boğaza bir keşif
taarruzu yapıldı. Girişteki tabyalarımız zarar gördü. İkinci
saldırı 19- 25 Şubat 1915 tarihleri arasında 7 gün süreyle
devam etti. Türk topçusunun atış menzili dışından yapılan
bombardımanlar etkili oldu. 19 topumuz ve Boğaz girişindeki
tabyalarımız kullanılamaz hale geldi. 26 Şubat günü düşman
donanması Boğaza girdi, orta kesimdeki tabyalar 8 saat
süreyle kesintisiz bombardımana tabi tutulup sarsıldı. Bu
başarılar üzerine Amiral Carden, Londra'ya çektiği bir
telgrafta, 14 gün içerisinde İstanbul'a ulaşabileceğini
müjdeliyordu. Amiral, hazırlıklarını tamamlamaktaydı. Son
darbe 18 Martta indirilecekti. Ne var ki, kağıt üzerinde yapılan
bu savaş planında, Türk'ün kahramanlığı ve savaş azmi hesaba
katılmadığı için evdeki hesap çarşıya uymayacaktı.
18 Mart günü, bundan 85 yıl önce, Çanakkale'de ufukları
ümit ve zafer neşesi kaplayan bir gün daha doğdu. İtilaf
Donanması 18 savaş gemisiyle saat 10.00'da boğazı yarıp
geçmek üzere harekete geçti. İlk ateşi TRIUMPH zırhlısı,
Çanakkale'ye 12 Km. mesafedeyken saat 11.15'te açtı.
Savunma planımıza göre, gemiler topçularımızın ateş
menziline girinceye kadar pusuda bekleyecek ve baskın
tarzında ateş açılacaktı. Nitekim böyle yapıldı. Düşman;
yaklaştıkça, topçularımızın giderek yoğunlaşan isabetli
atışlarıyla karşılaşıyordu. Saat 12.00'ye geldiğinde orta
kesimdeki 3 tabyamız ağır hasar almış, ama ayakta kalan diğer
topçularımızın hedefini şaşmayan mermileri AGAMENNON
zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, INFLEXIBLE zırhlısının
komuta köprüsü uçurulmuş ve bu arada düşman donanması
Çanakkale'ye 7 Km. kadar sokulmayı başarmıştı. Savaşın en
şiddetli anları yaşanıyordu. Türk topçuları Boğazı cehenneme
çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki mevzilerimizi
hallaç pamuğu gibi atıyor, kıran kırana bir savaş sürüyordu.

Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf


dışı kalmış, BOUVET zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek
üzere geriye kaçarken, bir gece önce Dz. Yzb. Hakkı'nın
NUSRET mayın gemisiyle boğaza döşediği mayınlara çarparak
639 personeli ile birlikte karanlık limanın sularına gömülerek
kayboluyordu. BOUVET'in imdadına koşan SUFFREN ve
GAULOIS da aynı akıbete uğramıştır. Saat 15.00'te
IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.00'da INFLEXIBLE ve 10 dakika
sonra OCEAN zırhlıları, tam ileri atılacaklarken, onların da
ayakları Yzb. Hakkı'nın tuzağına takılarak batarken,
INFLEXIBLE güçlükle kurtularak römorkör yedeğinde İmroz'a
dönüyordu. Böylece 6 saatte 3 büyük zırhlısını kaybeden, bir
bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini acıyla seyreden
Amiral De ROBECK, kalanları kurtarabilme telaşıyla saat
17.30'da boynu bükük çekilme emrini veriyordu.

İşte böyle bir savaşta Türk Milleti, Türk Ordusu Dünya'ya


meydan okuyordu. İtilaf devletleri 18 Mart'ta denizde
kaybetmenin acısını karada çıkarmak istedi ama bu istedikleri
de olmadı. Kara da Komuta Alman Generali Liman Von
Sanders'a verilmişti. Kendisinin yaptığı yanlış stratejileri
Mustafa Kemal doğru stratejilerle kapatmıştır. Mustafa Kemal
savaş alanını da iyi bilmesi nedeniyle düşmanın çıkacağı
yerleri keşfetmiş ve kendisinin ne kadar büyük bir asker
olduğunu tüm dünyaya da göstermiştir. Mustafa Kemal ayrıca
askerlerine moral verip onları savaşa adapte etmiştir. Ulu
önder ve arkadaşlarının zekası ve çabası Türk milletinin
kaderini tersine çevirmiş ve bana göre de Kurtuluş Savaşı'nın
başlangıcı olmuştur.

Savaşta Geçen Birkaç Olay ;


“SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR”
Seddülbahir ve Conkbayır’ın büyük kahramanlarından
biri de Bombacı Mehmet Çavuş ‘tu. Bu kahraman Anadolu
çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını
korkusuzca hemen yakalar; karşı tarafa fırlatır ve zararını
kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki
bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet
Çavuş ‘un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir
bomba Mehmet Çavuş ‘un elinde patlayarak sağ elinin
bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife
şuuruyla hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta
şöyle diyordu:

“Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da


pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama
iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın
henüz kapanmamış olmasıdır.

Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için


beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanım..”

“BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ”


O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok
hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan
beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında
gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki
Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı
zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile
hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu
hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada
bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve
yanına gidip

” Ne var evlat ?” diye sordu.

Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü


sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.

” Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?”

O zaman nefer tok sesiyle ”Üzülmeyin efendim” diye cevap


verdi. ”Benim gözlerim göreceğini gördü” (Evet düşman
gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri
hareket edemez hale getirilmişti.)

Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu.

Ve en bilineni, en mucizesi, en ...


Seyit Onbaşı
Seyit Onbaşı'nın taburundaki tüm askerler şehit
düşmüştür. Sadece kendisi ve Ali adında bir Mehmetçik
kalmıştır. Durumun kötüye gittiğini gören Onbaşı bir şeyler
yapması gerektiğini düşünmüştü. Yerde, çalışabilir vaziyetteki
topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka
mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran
mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden
yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani
bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına:

-Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım. Dedi.


Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak:

-Bu mermilerin her biri 215 okka(275 Kg.) çeker.


Kaldıramazsın Seyit! dedi.

-Bir deneyelim! diye cevap verdi.

Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına


koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını
duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini
zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif
sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş
yavaş çıktı. Arkadaşının yardımıyla mermiyi topa sürmeye
muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak
besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafından
su hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı
parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş
sürüklenmeye başladı.

Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey,


yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle
bakarak:

-Sen miydin Seyit? Vurdun gemiyi, dedi.

Bu konuda ne kadar yazarsak yazalım az kalır. Bizim için


canını veren atalarımıza layık olup, kimlerin torunları
olduğumuzu unutmayalım lütfen. Nuri Bilge Ceylan'ın da
dediği gibi 'Tutkuyla sevdiğimiz, yalnız ve güzel ülkemize'
sahip çıkalım. Hepsinin ruhları şad olsun.

Kaan TÜRKELİ
kaanturkeli@hotmail.com
Çanak Çömlek Patladı

Küçükken oynadığımız zamandan aklımda kalan bu


cümle, geçen akşam haberlerde başbakan RTE'den duyunca
tekrar düştü aklıma. Yok, hayır başbakan saklambaç falan
oynamıyordu. Bir türlü bitmek bilmeyen Marmaray'ın tünel
açılışında şikayetteydi kendisi: "Aslında Marmaray, 29
Ekim 2013'e kalmayacaktı, aslında Marmaray 2010'da
bitirilecekti, bitebilirdi. Ne oldu da bitmedi söylemek
zorundayım, çünkü bize gecikmek, ertelemek yakışmaz.
Sürekli 'yok arkeolojik, yok çömlek çıktı, yok bilmem ne
çıktı' bunlarla önümüze engeller konuldu". Bilmeyenleriniz
için belirteyim, başbakan'ın "çanak çömlek" dediği
İstanbul'un bilinen en eski tersanesi ve buradan çıkarılan
kalıntılar Berlin'de açılacak olan müze ile birlikte dört
müzede sergilenecek. Bir kısmı hali hazırda İstanbul
Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte ve hiç de çanak
çömlek değil gemi iskeleti, halat, çapa kalıntıları mevcut.

Ben İstanbul'da doğmuş büyümüş biriyim ve trafik


çilesini de gayet iyi bilirim. Normal koşullarda 45-50
dakika sürecek mesafeleri 1,5-2 saatte almanın ne demek
olduğunun da farkındayım bu yüzden. Marmaray'a
başlandığında bu çilenin azalacağı ümidiyle sevindim de hatta.
Ama projeyi Tarihi Yarımada denen Topkapı Sarayı,
Sultanahmet tarafından geçirecek olan ileri zekalı kişilerin
burada tarihi kalıntı çıkabileceğini hesaplamamış olmaları
kendilerinden başka kimsenin suçu olamayacağı gibi
başbakan'ın da bu konuda şikayete hakkı yok. Allioni antik
kentini" Öyle bir yer yok" diyerek 150 yıl daha toprak altına
hapseden, "çevrecinin daniskası" olduğunu söyleyip
Karadeniz'in doğal güzelliğini Hidroelektrik santralleri ile
katleden ortak zihniyetin, İstanbul'un en eski tersanesine de
çanak çömlek demesi aslında pek de şaşırtıcı değil.

Neyse ki Marmaray'da bulunan kalıntılar şimdilik


güvende, yani bu sefer çanak çömlek patlamadan kurtuldu.

Hamdi AYAR
hamdi.ayar@hotmail.com
BAġKA DĠLDE AġK
HİÇ KONUŞMADAN ANLAŞABİLİR MİYİZ?
KıĢın son günlerinde, güneĢ kendini yavaĢ yavaĢ gösterip tenimizi ısıtmaya
baĢlarken; son yağmurların tadına evde film izleyerek varmak isteyenler
için bu ay ki önerim yağmurun ve gri bulutların, sararıp dökülen
yaprakların aĢkı ve romantizmi çağrıĢtırdığı duygu insanları için;
BaĢka Dilde AĢk.
Filmin baĢrollerini 2007 yılında Altın Portakal genç yetenek ödülünü
kazanan Saadet IĢıl Aksoy ve BaĢka Dilde AĢk filmi ile 3. YeĢilçam
Ödüllerinden en iyi erkek oyuncu olarak dönen Mert Fırat paylaĢıyor.
Filmin konusuysa ustaca çizilmiĢ ve canlandırılmıĢ karakterler sayesinde
sıradan bir aĢk hikayesi olmaktan çıkıyor. Ġzlerken zaman zaman öfkenize
yenik düĢüp, küfürler savurabileceğiniz; bazen de böyle bir aĢkın var olma
düĢüncesi ile umutlanacağınız bir tatta BaĢka Dilde AĢk.
Hikayeden biraz bahsetmek gerekirse: Zeynep (Saadet IĢıl Aksoy), çağrı
merkezinde çalıĢan genç bir kadındır. ÇalıĢtığı yerdeki patronu Zeynep’in
eski erkek arkadaĢıdır ve her fırsatta Zeynep’i rahatsız etmektedir.
Babasının da, annesini aldattığını öğrenmesi üzerine iyice zorlaĢan yaĢamı
Zeynep’i bunaltmaktadır. Tüm bu sıkıntıların arasında arkadaĢının niĢan
kutlamasına giden Zeynep, burada Onur(Mert Fırat) ile tanıĢır. Gürültülü
bir barda hiç konuĢmayan Onur, Zeynep’in dikkatini çeker. Onur’un
iĢitme engelli olduğunu öğrenen Zeynep ilk baĢta bu durumdan korksa da
ondan uzak duramaz. Engellerle dolu bir iliĢkiyi yürütmekteki baĢarıları,
birbirlerinin bedensel ve ruhsal eksikliklerini birlikte gideren Zeynep ve
Onur’un aĢkı sizi yeniden umutlandıracak ve tüm romantizm ihtiyacınızı
karĢılayacak nitelikte.
Onur’un kendi için bile zorlu olan dünyasında kendine kocaman bir yer
bulan Zeynep, hem kendisi hem de Onur için yepyeni bir dünya yaratır.
Birbirlerine daha yakın olmak isteyen ikili partnerlerinin dünyalarına
keyifli ve bir o kadar da zor bir yolculuğa çıkar. Zeynep iĢaret dili
öğrenerek Onur’la aralarındaki engellerden birini ortadan kaldırmaya
çalıĢırken; Onur, hayatındaki sorunlar karĢısında Zeynep’in en büyük
destekçisi olur. Ailelerinin dahi anlamakta zorluk çektiği ve inkar ettiği bu
iliĢki Zeynep ile Onur’a yaĢamdan yeniden tat almayı öğretir.
Mert Fırat ve Saadet IĢıl Aksoy’un muhteĢem oyunculuklarıyla daha da
güzelleĢen film tam bir duygu fırtınası; insana birçok duyguyu aynı anda
tattırıyor. Romantik filmlerden hoĢlanmayanlar dahi bu filmi izlediklerinde
çok etkilenecekler. Hep var olan ama gözümüzden kaçan bir hikayeyi gün
ıĢığına çıkaran film kesinlikle Türk sinema izleyicileri için büyük bir
armağan.
Umarım filmi izlerken iki insanın aĢkının her Ģeyden üstün olduğunu bir
kez daha anlarsınız.
Burçin TOKSÖZ
Şehvet ateşinden çektim seni
Başka bir ateşe attım seni
Benim gibi birinden söz mü?
Söz gibi ben de yuttum seni
Benimlesin lakin benden bihaber
Göz yumdum büyüledim seni
Kem gözler değmesin diye sana
Kulağımı yumdum, dövdüm seni
Git de civanmertlik et, hoşgörülü ol
Ben hoşgörüyle nice gence rakip
ettim seni…

“…. Fakat aniden o karanlık ve rutubetli koridorda, demir


gibi sert iki pençenin omuzlarımı yerinden sökmek
istercesine üzerime çullandığını hissettim. Elbisemin kolları
cart diye yırtılmıştı ve o karanlık koridordan odanın içine
nasıl fırlatılmışım hatırlamıyorum. Yaşlı adamın hangi güçle
beni bir kedi yavrusu gibi duvardan duvara vurduğuna ve
eşine o yüz kızartıcı küfürleri nasıl yakıştırdığına hala
şaşıyorum! Gözlerinden ateş püskürüyordu. Oysa onun
artık benimle bir işi olmadığını ve tekrar Tanrı’yı aramaya
koyulduğunu söylemişlerdi. İyi de Tanrı’yı arasaydı
benimle ne işi vardı. Neden gözü dönmüş ve ağzından
salyalar akarak bana saldırıyordu öyleyse? Onca küfür ve
hakaretle mi tanrıya ulaşacaktı?...”
“…Bütün sancılarım geçmiş, rahatlık berrak bir su gibi içime
akmıştı. Yakınımdaki sesler mi kesilmişti, yoksa ben mi başka
bir yere gitmiştim, bilmiyorum. İki elimle eteğine asıldım. Beni
o gaileli hayata geri göndermesin diye kendisine yalvardım.
Ellerimi, kırmızı güllerin kadife yaprağına benzer avuçları
arasına aldı. Ona ‘Sen yasemin meleği misin?’ diye sordum.
‘Hayır’ dedi. ‘Ben Kimya’yım, Hacer’im, Meryem’im,
Rabia’yım, Kerra Hatun’um, Evci’yim, dadıyım, Aya’yım; ben
kadınım’ dedi. ‘Ben seninle doğdum ama seninle
ölmeyeceğim. Kaybettiğimi bulana kadar ölmeyeceğim. Bir
sorum var, onun cevabını arıyorum. Cevabını bulana kadar
ölmeyeceğim. Ve selam olsun sana ey yorgun beden! Sonsuza
dek rahat uyuyabilirsin artık!’ dedi. Başka bir şey sormadım.
Çünkü artık burada hiçbir şeyin kelimelere sığmayacağını
biliyordum. Ölsem bile birinin yerime aramaya devam
edeceğini bilmek beni mutlu etmişti…”

Üstüne tek bir yorum bile yapsam büyüsünün bozulacağından


korktuğum, kadının her zaman kadın, erkeğin ezelden beri
zalim olduğunu, tüyleri diken diken ederek anlatan, ödüllü bir
roman : Kimya Hatun… Okumadan geçmeyin…

Şeyda KAYA
seydakaya-yfa@hotmail.com
Gençlere Yer Vermeyene Oy Vermiyoruz
25-27 Şubat 2011 tarihlerinde İzmir Kent Konseyinin ev
sahipliğinde gerçekleşmiş olan UGP Ege bölgesi koordinasyon
toplantısının ardından YFA'nın da bu projeye destek vermesi
gereği inancında olarak sizlerle projenin detaylarını paylaşıyorum.
2006 yılında gençlerin karar alma mekanizmalarında yer almasını
sağlamak amacıyla biz gençler tarafından uygulanan “Seçilmek
İstiyorum” kampanyası ile Anayasa değişikliği sağlanmış ve
ülkemizde seçilme yaşı 30‟dan 25‟e indirilmiştir. Ancak bu
değişiklik yasal mevzuat gereği 2007 seçimlerinde
uygulanamamıştır.
Ortalama yaşı 29 olan ülkemizde nüfusun %26‟sını 15-29
yaş arası gençler oluşturmaktadır. Buna rağmen, 23. Dönem
TBMM Milletvekillerinin yaş ortalaması 54 „tür. Ülkemizde 30
yaş altı 15 milyon genç seçmen bulunmaktadır.
2011 yılı 24. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri
yaklaşırken, seçilme hakkımızı hatırlatmak ve takipçisi
olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Gençlerin demokratikleşme
süreçlerine katılımını bir gereklilik olarak gören TÜM SİYASİ
PARTİLERİN, genç milletvekili sayısının arttırılması, 25-30 yaş
arasında gençlerin siyasete etkin katılımı ve bütüncül bir gençlik
politikası oluşturulması konusunda sorumluluk alması
gerekmektedir.
Gençlerin karar alma mekanizmalarında aktif ve etkin
katılımını desteklemek, 15 milyon oy kullanan gencin seçme
hakkının yanı sıra seçilme hakkını savunmak, temsiliyette
adalet ilkesini ve demokrasiyi desteklemek ve bütüncül bir
gençlik politikasını oluşturmak tüm siyasi partilerin
sorumluluğudur.

Gençlik bakış açısını yansıtacak bütüncül bir gençlik


politikasının destekçisi olacak bütün milletvekili adaylarını
sözleşmeye çağırıyoruz.

Bizler Habitat için Gençlik Derneği, Toplum Gönüllüleri Vakfı


ve Ulusal Gençlik Parlamentosu olarak 12 Haziran 2011
tarihinde gerçekleşecek Milletvekili Genel Seçimlerinde 25-30
yaş arası gençlerin milletvekili olarak seçilebilecek yerlerden
aday gösterilmelerini talep ediyoruz. Aynı zamanda gençlerin
milletvekili aday adayı ve adaylık süreçlerinin
kolaylaştırılmasını talep ediyoruz.
Bu kapsamda ülke çapında “Geç Değil Genç!” kampanyasını
başlatıyor ve diyoruz ki “Gençlere Yer Vermeyene Oy
Vermiyoruz!”

Destekleyip imza atmak için http://www.gecdegilgenc.net/sen-


de-destek-ver

Yiğit AKKOCA
KADIN
26 MART 2006’DAN 5 YIL SONRA TAYLAN’A…

“Bazı insanları toprağa gömeriz ama öyle insanlar


da vardır ki kefenleri bizim yüreğimizdir, anıları
her gün kalbimizle birlikte çarpar, soluk alır gibi
onları düĢünürüz.” diyordu yazar. Ne kadar da
doğru söylemiĢ, Taylan. Sen bizim kalbimizin en
temiz köĢesinde yatmaktasın. Seninle genciz,
seninle hayat doluyuz, seninle umutlarımız var ve
geleceğe dair bitmek bilmeyen hayallerimiz. Seni
düĢündükçe dostuz, insanız, seviyoruz, seviliyoruz.
YaĢamak adına ne varsa senin için de yaĢıyoruz
kendimizle bir. Senin sayende hayatı çift dikiĢ
gidiyoruz.

Sen bizim gençliğimizsin Taylan. Bizler büyüdük,


takvimler eskiyecek yaĢlanacağız da ama seni her
andığımızda 17 yaĢında olacağız. Ellerimiz titrese
de, dizlerimiz tutmasa da seninle bir, hep birlikte
genç olacağız.

Erkenden gittiğini her hatırladığımızda uykumuz


kaçacak, nabzımız hızlanacak, yüreğimiz buz
kesecek. Ama içimizdeki ateĢ hiç sönmeyecek. Sen
bizim içimizde ve bizden de çocuklarımıza geçmiĢ
olarak var olmaya devam edeceksin. ĠĢte bu senin
gerçek ölümsüzlüğün olacak.

Seni çok seviyoruz Taylan….

ġeyda KAYA
seydakaya-yfa@hotmail.com
Genç Analiz ailesi olarak güzide
yazarlarımızdan Hamdi AYAR’ın 16 Mart
2011’deki doğum gününü kutlar ona
baĢarı ve sağlık dolu nice yıllar dileriz :)

You might also like