Professional Documents
Culture Documents
• Koruma Mekanizmaları
• İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları
İnsan Hakları:
• Temel Bilgiler
• Koruma Mekanizmaları
• İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları
V.D. : Yenimahalle
V. No : 613 046 2266
T.Sicil No : 64/1828
İÇİNDEKİLER
İçindekiler
ÖNSÖZ .......................................................................................................................................7
GİRİŞ .........................................................................................................................................11
I. BÖLÜM ................................................................................................................................ 15
İNSAN HAKLARI KAVRAMI VE ÖNEMİ ........................................................................... 15
A. İNSAN HAKLARI KAVRAMI ...................................................................................... 17
1. İnsan Haklarının Tanımı ................................................................................. 17
2. İnsan Haklarının Nitelikleri........................................................................... 19
B. İNSAN HAKLARININ TARİHSEL GELİŞİMİ ........................................................... 26
C. İNSAN HAKLARININ KORUNMASININ ÖNEMİ ................................................... 30
3
h) Haberleşme Özgürlüğü ................................................................................ 59
İçindekiler
4
III. BÖLÜM ............................................................................................................................111
İçindekiler
İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ...........................................111
A. HAKLARIN KORUNMASI VE HAK ARAMA YOLLARI .............................................113
1. Ulusal Koruma ...................................................................................................113
a) Yargısal Koruma .............................................................................................113
b) Yargı Dışı Yollar ..............................................................................................115
2. Uluslararası Koruma ......................................................................................118
a) Birleşmiş Milletler İnsan Haklarını Koruma Mekanizmaları .............118
b) Avrupa Konseyi İnsan Hakları Koruma Sistemi .................................. 121
B. İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİNDE İL VE İLÇE
İNSAN HAKLARI KURULLARININ İŞLEVLERİ .............................................................124
1. Kurullara Genel Bir Bakış............................................................................124
a) Tarihsel Gelişim .............................................................................................124
b) Kurulların Misyonu ve Vizyonu ................................................................125
c) Kurulların Üye Yapısı ...................................................................................127
d) Kurumsal Kimlik ............................................................................................ 131
2. Kurulların Görevleri.......................................................................................133
a) Genel Görevleri .............................................................................................133
b) Kurulların Tanıtılması ..................................................................................139
c) Sivil Toplum Kuruluşlarıyla İşbirliği ........................................................149
d) Eğitim ve Bilinçlendirme ............................................................................153
e) Araştırma ve İzleme.....................................................................................160
f) İhlâl İddialarını İnceleme ve Karara Bağlama......................................173
3. Kurulların Çalışma Usulleri ........................................................................ 191
4. Sonuç yerine: Özeleştiri ve Denetim .....................................................198
5
6
ÖNSÖZ
Önsöz
İnsan hakları, artık devletlerin, kültürlerin, coğrafyaların çizdiği sınırların
ötesinde kabul gören vazgeçilmez bir değerler sistemi olarak çağdaş dünya
düzeninin temelini oluşturmaktadır. Aslında pek çok büyük teknolojik atılımlar,
sosyo-kültürel dönüşümler yanında kitle imha silahları, küresel ısınma gibi
kâbusları da beraberinde getiren modern çağın insanlığa sunduğu belki de en
paha biçilmez kazanç, insan haklarının evrensel bir değere dönüşmesi olmuştur.
Günümüzde insan haklarının, modernleşmenin içinde taşıdığı tehlikelere karşı
ahlâki ve hukuki bir sigorta görevi yaparak toplumsal düzenleri korumakta
olduğu söylenebilir.
Bu değerler sistemi ile ilgili bilimsel, felsefi veya siyasal çalışmalar, genellikle
iki ana cephede ilerlemiştir:
• İnsan haklarının alanına nelerin girdiği veya girmediğini ortaya koymak,
• İnsan haklarının hangi mekanizmalarla korunup geliştirilebileceğini
araştırmak.
7
derecede önem taşımaktadır. Çünkü yaşanan tecrübeler, insan hakları teorisinde
Önsöz
Büyük bir hız ve kararlılıkla gelişmiş ülkeler arasına girme aşamasında bulunan
ülkemiz, insanlığın ortak değeri olan insan hakları alanında “sessiz bir devrim”i
gerçekleştirmektedir. Tüm insanlığın ortak birikimiyle oluşan evrensel değerleri,
bireylerin yaşamına tam manası ile yansıtabilmenin amaçlandığı bu “sessiz
devrim”i başarıya ulaştırmak için, insan hakları alanında belli bir “zihinsel
dönüşüm” ile birlikte yasal ve kurumsal anlamda bir “yeniden yapılanma”
gerekmektedir. Dolayısıyla ülkemizde insan hakları alanında gerçekleştirilen
çalışmalar da bu iki eksen üzerinde gelişmektedir.
Günümüzün insan hakları değerlerinin lafzına değilse de ruhuna her zaman sahip
olan bu topraklarda, pek çok farklı din, mezhep ve etnik kökenden topluluğun
yüzyıllarca barış içinde yaşayabilmesini sağlayan bir hoşgörü iklimi vardır.
Bu iklim, insan hakları ile ulaşılması arzu edilen hedefler için ideal bir bilgi
ve düşünce zemininin varlığı anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında, insan
haklarının “ithal bir kavram” değil, medeniyetimizin “yitik bir malı” olduğunu
belirtmek gerekmektedir. İnsan hakları konusundaki “zihinsel dönüşüm” de, esas
olarak insanımızın fikir ve gönül dünyasında zaten mevcut bulunan değerleri,
evrensel dil ve içerikle bütünleştirmeyi sağlayacaktır. Bunun için öncelikle
gerekli olan ise, insan hakları ile ilgili kavramsal ve teorik çerçeveyi doğru
biçimde bilgi dağarcıklarına yerleştirebilmektir. Bu doğrultuda gerek kamu
gerekse sivil toplum kuruluşları ve akademik çevrelerde yürütülen çalışmalar
giderek yoğunluk kazanmaktadır.
8
İnsan haklarının korunmasında yeni bir mekanizma olan ve pek çok sorunu
Önsöz
mahallinde çözme potansiyeline sahip bulunan İl ve İlçe İnsan Hakları
Kurulları’na yönelik olarak İnsan Hakları Başkanlığı ile British Council
tarafından ortaklaşa yürütülen “İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının Etkinlik
ve Verimliliğinin Arttırılması Projesi” kapsamında hazırlanan bu kitap da,
ülkemizde insan haklarını geliştirmeye dönük çabalar çerçevesindeki yeni
ve özgün bir ürün olarak başta İnsan Hakları Kurullarında görev yapanlar ve
kamu görevlileri olmak üzere halkımızın istifadesine sunulmaktadır. Bu kitabın
hazırlanmasında başlıca hedef, insan hakları kavramı ve koruma şekli konusunda
ortak bir anlayışın gelişmesine katkı sağlamaktır.
Kitabın insan hakları kavramı ve önemi, insan haklarının tarihsel gelişimi, insan
hakları hukukunun temel ilkeleri, hak konuları ve insan haklarının korunması ve
geliştirilmesine ilişkin genel bilgileri içeren bölümleri, insan hakları alanında
yaptığı değerli çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN tarafından
hazırlanmıştır. İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının kuruluş yapısı ve işlevleri
ile ilgili bölüm ise, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nda görev yapan
uzmanlarca hazırlanmıştır.
Mustafa TAŞKESEN
İnsan Hakları Başkanı
9
10
GİRİŞ
Giriş
Ç ağdaş hukuk ve siyaset gündeminin en başta gelen konularından birinin
“insan hakları” olduğu şüphesizdir. Teorik olduğu kadar pratik bir sorun
olarak da insan hakları, gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde son yılların
ciddi tartışma alanlarından birini oluşturmuş durumdadır. Sadece akademik
literatürde ve insan hakları aktivistlerinin bildiri ve açıklamalarında değil, aynı
zamanda ister bürokratik isterse politik kaynaklı olsun resmî söylemde de, bu
konu gitgide daha fazla tartışmanın odağında yer almaktadır. Akademik ve
felsefî bir ilgi konusu olarak insan haklarının tarihi, aşağı yukarı modernliğin
kendisi kadar eski (veya o kadar yeni) bir konudur. Bu anlamda insan hakları
teması, devletin meşruluğu sorunu çerçevesinde gündeme gelen doktrinlerle ve
özellikle de doğal haklar teorisiyle yakından ilgilidir.
11
Türkiye de, baştan beri BM teşkilâtının içinde yer alan bir devlet olarak,
Giriş
Öte yandan, son yıllarda hız ve yoğunluk kazanan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
(AB) tam üyelik çabaları da bu yönelimi kuvvetlendirmiştir. Başta “Kopenhag
Kriterleri” olmak üzere AB’ye uyumun gerekleri, insan hakları taahhütlerine
de bağlı kalma konusunda Türkiye’yi ciddî bir yükümlülük altına sokmuştur.
Özellikle 1999 sonrasında sürat kazanan müktesebat uyumunu sağlama
çalışmaları çerçevesinde çıkarılan uyum paketleri, 2001 Anayasa revizyonu ve
onu izleyen birkaç küçük değişiklik esas olarak insan haklarının korunması ve
geliştirilmesiyle ilişkilidir.
12
Kurulları’na, insan hakları ihlâllerinin tespiti ve giderilmesi konusunda önemli
Giriş
görevler yüklenmiştir.
Bütün bunlar, bir yandan, insan hakları konusunda zaten öteden beri
yapılagelmekte olan akademik çalışmaların daha da artmasına ve derinlik
kazanmasına yol açarken, öbür yandan da insan haklarının korunması ve
geliştirilmesiyle ilgili uygulamayı yönlendirecek ve sürekli izleyecek resmî
görevlilerin ve ayrıca yargı personelinin bu konularda daha donanımlı hale
getirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu donanım ihtiyacının belki de en
önemli yanını, insan hakları konusundaki gelişmeleri izlemek ve yönlendirmekle
görevli olanlara yön gösterecek temel standartların belirlenmesi oluşturmaktadır.
İşte bu kitap, öncelikle böyle bir ihtiyaca cevap olmak üzere hazırlanmıştır.
Kitabın ilk amacı, insan hakları ihlâllerini izlemek, bu konularda inceleme ve
araştırma yapmak, ihlâlleri gidermeye çalışmak ve gerektiğinde iyileştirici
önerilerde bulunmakla görevli olan kamu personeli ile İl ve İlçe İnsan Hakları
Kurullarının üyelerinin insan hakları ve temel özgürlükler konusunda teorik ve
içtihadî bilgilerle donatılmasıdır. Bu nedenle, kitabın esas olarak uygulayıcılar
için pratik bir başvuru kitabı olacağı düşünülerek, konuların anlatımında
ayrıntılı doktrin tartışmalarına girmekten özellikle kaçınılmıştır. Bu çerçevede,
özellikle ve öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve uygulaması ile
Türk anayasal mevzuatı tanıtılmaya çalışılmıştır. Bununla beraber, kitap, aynı
zamanda diğer insan hakları aktivistleri ile konuya ilgi duyan genel okuyucunun
da insan haklarına ilişkin temel bilgiler edinmelerine elverişli olduğu kadar,
üniversitelerimizin çeşitli bölümlerinde okutulan “anayasa hukuku” ve “temel
hak ve özgürlükler” gibi derslerde de yararlanılabilecek bir kaynak özelliği
taşımaktadır.
13
14
I. Bölüm
İnsan Hakları Kavramı
ve Önemi
15
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
16
A. İNSAN HAKLARI KAVRAMI
17
olduğunda ise, hakkı ihlâl edilen kişinin buna karşı koyabilmesi, ahlâki
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
Devlete yönelik (siyasî) bir talep olarak bir insan hakkı iddiası, özünde ahlâkî
bir değerin korunmasıyla ilgilidir. Başka bir ifadeyle, insan hakkı iddiası, siyasî
bir iddia olarak ortaya çıkmakla beraber, içeriği ahlâkîdir. Şüphesiz, anayasal
veya uluslararası hukuk belgeleri tarafından tanınmaları, insan haklarına
hukuken uygulanabilme olanağı sağlamak bakımından vazgeçilmez önemdedir.
Ama bu, gerçekten bu nitelikte olmak kaydıyla, bir insan hakkının varlığının
onun hukuken tanınmış olmasına bağlı olduğu anlamına gelmez. İnsan hakları
sözleşmeleri ve anayasalar, bu anlamdaki hakları insanlara vermez veya
onları bu belgeler yaratmazlar; onların yaptığı, insanların zaten sahip
oldukları “insan hakları”nı tanımak ve dile getirmektir (Jones 1994: 82).
Bundan dolayı, hukuk metinleri insan haklarına uygunluk veya aykırılıklarıyla
değerlendirilir ve insan hakları kavramı hukukun değişiminde yol gösterici rol
oynar. Hukukî haklar arasında kendilerine yer verilmemiş olsa bile, insan hakları
siyasal iktidara karşı her zaman ileri sürülebilir. Esasen, insan haklarının işlevi
de, aykırı yasal düzenlemelere rağmen ileri sürülebilmeleri ve yasaların o yönde
değiştirilmesini devletten isteyebilmenin gerekçesi olmalarıdır.
İnsan hakları genel olarak hakların özel bir türüdür. Bundan dolayı, “insan
hakları” “insanların hakları”yla aynı şey değildir. Çünkü, insanların pek
çok türden hakkı olabilir; ahlakî iddialar olarak insan hakları bunlardan
sadece biridir. İnsan haklarına “özel”liğini veren de onların hiyerarşik
olarak en üstün ahlâkî haklar niteliğinde olmalarıdır. Başka bir ifadeyle,
tek tek insanların, “insan” olmaları itibariyle başkaları gibi sahip oldukları
evrensel haklar yanında, kendi özel konum, ilişki ve kazanımlarına göre
değişen başka pek çok hakkı da olabilir. Bu haklar duruma göre kanundan,
sözleşmeden veya özel bir ilişkiden doğabilirler. Bunlar, insan haklarından
farklı olarak, dayanaklarını oluşturan hukukî kurallara göre, içinde
bulunulan somut durum ve ilişkiden bağımsız olarak, herkesin herkese karşı
ileri sürebileceği haklar niteliğinde değildirler.
Şu halde, her kişinin insan olmak sıfatıyla sahip olduğu genel bir ahlâkî hak
olarak “insan hakkı”, insan kişisinin hak ettiği bir asgarî muamele meselesi
olması nedeniyle, her insana borçlu olunan ve haklı gerekçeleri bulunan üstün,
öncelikli bir iddia olarak tanımlanabilir (Orend 2002: 34). Amerikalı hukuk
felsefecisi Ronald Dworkin hakların bu anlamda üstün ve öncelikli olmasını
“koz” metaforuyla ifade etmiştir. Ona göre, nasıl ki, bazı kâğıt oyunlarında
“koz” bütün diğer kâğıtları yenerse, aynı şekilde bir hak iddiası da ona rakip
olan –örneğin, iktisadî büyüme ve çoğunluğun mutluluğu gibi- diğer toplumsal
değerleri “yener” (Dworkin 1977). İnsan hakları bakımından bu öncelik en
üstün noktaya çıkmaktadır. Haklar, özel olarak da insan hakları, bireylerin kendi
plan ve projelerini gerçekleştirmekte özgür olacakları bir ahlâkî mekânı garanti
etmeleri (Lomasky 1987) bakımından özellikle önemlidirler.
18
İnsan haklarının niteliğiyle ilgili teorik açıklamaların bu hakların temel anlam
İnsan hakları;
▪ Evrenseldir,
▪ Doğuştandır,
▪ Toplum öncesidir,
▪ Mutlaktır,
▪ Vazgeçilmezdir,
▪ Birey haklarıdır,
▪ Çoğunlukla özgürlük haklarıdır,
▪ Temel haklardır,
▪ Esas olarak devlete karşı ileri sürülen iddialardır.
19
a) İnsan hakları evrenseldir.
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
İnsan haklarının evrensel olması başlıca üç anlama gelir: (i) Bütün insanlar,
zamana ve mekâna bağlı olmaksızın insan haklarına sahiptir. (ii) Dolayısıyla,
insan hakları toplumsal aidiyeti, kültürel kimliği, sosyal kökeni, ırkı, dili, dini,
sınıfı ne olursa olsun, bütün insanların sahip olduğu haklardır. (iii) İnsan hakları
kültürel-göreceli gerekçelerle tanımazlık edilemez. Esasen, kültürel farklılıkların
ifade edilmesi ve korunması da en başta insan haklarının tanınmasına bağlıdır.
İnsan haklarının “mutlak” olması şu anlamlara gelir: (i) İnsan haklarının varlığı
herhangi bir kayda veya şarta bağlanamaz; hiç bir düşünce veya mülâhazayla
varlıkları inkâr edilemez, geçersiz kılınamaz. (ii) İnsan haklarının varlığı
özellikle de topluma karşı ödevlerin yerine getirilmesine bağlı değildir. (iii)
İnsan haklarının kapsamı daraltılamaz, pazarlık konusu yapılamaz. İstisnasız
bütün insan haklarına saygı gösterilmelidir. (iv) Bir insan hakkının kullanımı,
ancak başka bir insan hakkına tecavüz teşkil etmesi halinde veya bizatihi
insan haklarının varlık şartlarını ortadan kaldıran ortamın giderilmesi amacıyla
kısıtlanabilir.
20
f) İnsan hakları birey haklarıdır.
21
yaşayacaklarına, keyfî bir dış müdahale olmadan bireylerin kendilerinin karar
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
Burada “keyfî” müdahaleyle kastedilen, insan eseri olup da, haklı bir nedene
dayanmayan müdahaledir. Dolayısıyla, insan eseri olmayan, yani insan
doğasından veya fizikî doğadan kaynaklanan engeller, buradaki anlamında
özgürlüğün yokluğunu ifade etmez. Bireyin iç dünyasından kaynaklanan engeller
de böyledir. Ayrıca, sosyal ve siyasî düzenlemeler de, değiştirilebilir oldukları
ölçüde, “insan eseri” sayılırlar. Nihayet, dış müdahalenin haklı veya meşrû bir
nedeni varsa, bu durumda da böyle bir müdahaleye maruz kalan kişinin özgür
olmadığı söylenemez.
Bunun açık anlamı, insan hakları iddialarının muhatabının prensip olarak devlet
olduğudur. Daha önce belirttiğimiz gibi, insan hakları politiktir ve esas hedefi
de kişileri devlet baskısından korumaktır. Bu çerçevede devletin insan haklarıyla
ilgili olarak, (a) tanıma, (b) dokunmama, (c) koruma, (d) temin/tedarik olmak
üzere başlıca dört ödevinin bulunduğu söylenebilir. Bunlar, kişilerin devlete
yönelik iddia ve talepleri olarak da belirtilebilirler.
22
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
Devletin insan haklarıyla ilgili dört ödevi:
▪ Tanıma,
▪ Dokunmama,
▪ Koruma,
▪ Temin/tedarik.
Devlet, insan haklarını başta anayasası olmak üzere bütün bir hukuk düzeni ile
tanır. Öyleyse, insan haklarını tanıyıp güvence altına almayan bir hukuki belge,
adı anayasa olsa bile, gerçekte anayasa değildir. Çağdaş anayasalar genellikle
“temel haklar ve hürriyetler” veya “kamu hürriyetleri” başlıklı bölümler içerirler,
ama böyle olan anayasalar bile aslında insan haklarını reddediyor olabilirler.
Bir “sözde anayasa” böyle bir bölüm içerse bile, temel haklara devletin keyfi
müdahalesi için açık kapılar bırakmışsa veya bu hakları kendisinin tanımladığı
ve uygun gördüğü ölçüde kullanılabilecek devlet bağışları olarak düzenlemişse,
gerçekte insan haklarını tanımıyor demektir.
Öte yandan, anayasalar hiç bir zaman bütün insan haklarını kapsamadıkları
gibi, anayasaların tanıdıkları her hak da “insan hakkı” niteliğinde olmayabilir.
Onun için, anayasaların “temel haklar ve hürriyetler” ve/veya “kamu
hürriyetleri” olarak listeledikleri hakların hepsinin ahlâkî ve/veya hukukî gücü
aynı değildir. Ancak, bir anayasanın tanıdığı hakların bazılarının “insan hakkı”
niteliğinde olmaması, onların hukukî bağlayıcılığını ortadan kaldırmaz. Bu
olsa olsa, anayasanın tanımaması halinde onların “insan hakkı” olarak ileri
sürülemeyecekleri, ama belki (adalet, hakkaniyet, dayanışma gibi) başka
nedenlere dayanılarak ileri sürülebilecekleri anlamına gelir.
23
bir durumdur ve böyle bir müdahale ancak bir tek ilkeyle, sivil barışın korunması
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
(iii) Koruma: Devletin temel görevi insan haklarını korumaktır. İnsan haklarının
asıl ihlâlcisi devlet olmakla beraber, insan haklarının korunması sadece
devletin bu haklara tecavüz etmemesi ile sağlanamaz. Devlet aynı zamanda
insan haklarıyla korunan temel değerlere yönelik olarak başka kişi ve
gruplardan gelecek saldırıları caydırmak ve önlemek, ayrıca vaki saldırıları
müeyyidelendirmek yükümlülüğü altındadır.
(iv) Temin/Tedarik: İlke olarak insan hakları kişilerin devletten kendilerine genel
olarak karşılıksız avantajlar sağlamasını talep etmeleri hakkını vermemekle
beraber, istisnaî durumlarda devletin kişilere karşı bazı temin-tedarik
yükümlülükleri olduğu söylenebilir. Bu ödevin istisnaî olması, devletin bu tür
temin-tedarik faaliyetini genelleştiremeyeceği anlamına gelir. Bu faaliyetler
birkaç grup olarak belirtilebilir:
24
▪ İkinci şıkta belirtilen “sosyal hak”larda evrenselliğin sağlanmasının her
25
B. İNSAN HAKLARININ TARİHSEL GELİŞİMİ
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
İnsan hakları modern çağın başında bir fikir olarak doğmuştur. İnsan hakları
düşüncesini “doğal haklar” adı altında ilk dile getiren 17. yüzyıl İngiliz filozofu
John Locke’dur. Mamafih, doğal haklar doktrini büsbütün yeni, tarihî arka
planı olmayan bir düşünce değildi. Doğal haklar düşüncesinin oluşmasında
daha önceki Stoa felsefesi ile Ortaçağın Hristiyan “doğal hukuk” anlayışının
etkileri vardır. Ancak, akıl, “doğa” veya Tanrısal irade kaynaklı genel ahlâkî
yükümlülükleri vurgulamış olmalarına rağmen, bu doktrinlerde doğrudan
doğruya siyasî iktidara karşı ileri sürülebilecek talepler anlamında “haklar”
düşüncesi yoktu.
İnsan hakları zamanla sadece ahlakî-felsefî bir ilgi meselesi olmaktan çıkarak,
bir yandan ulusal ve uluslararası belgelerin/bildirilerin konusu haline gelmiş,
bir yandan da hukuk düzenleri tarafından peyderpey tanınmaya başlamışlardır.
Bu gelişmede, siyasî iktidara karşı hak arayışı içine giren grupların yürüttüğü
toplumsal mücadelelerin önemli bir katkısı olduğu şüphesizdir.
Modern çağda insan haklarının gelişiminin ilk önemli adımı, 1688 “Büyük
Devrim”i sonrasında İngiliz Parlamentosu tarafından Bill of Rights’ın (Haklar
Bildirisi) kabul edilmesidir. Bu Bildiri adil yargılanmayı ve olağan olmayan
cezaya çarptırılmamayı da doğal haklar arasında katmıştır. İngiltere’de insan
hakları yönündeki gelişmenin başlangıcı aslında 13. yüzyılda kabul edilen Magna
Carta Libertatum’a kadar geri gider. Yine İngiltere’de sivil haklar yanında, 1832
ve 1867 seçim kanunlarıyla başlayan seçme hakkının genişletilmesiyle ilgili
düzenlemeler de siyasal hakları ve dolayısıyla demokrasiyi takviye etmiştir.
Haklar Bildirisi ve onu izleyen Locke’un doğal haklar teorisi Batı dünyasında
büyük etki yaratmıştır. Bu etki kendini önce Amerika kıtasında gösterdi ve
Haziran 1776’da Virginia’da Temsilciler Meclisi, esas itibariyle Locke’un doğal
haklar anlayışına bağlı olan, başka bir insan hakları bildirgesini kabul etti.
Virginia Bildirgesi başlıca iki ilkeye, “eşit özgürlük” ve “vazgeçilmez haklar”
ilkelerine dayanıyordu. Bildirge’de hayat, hürriyet, mülkiyet ve mutluluğu
arama hakları “vazgeçilmez” olarak nitelenmişti. Daha sonra onüç Amerikan
devleti tarafından Temmuz 1776’da ilân edilen ve esas olarak Thomas Jefferson
tarafından kaleme alınmış olan Amerikan Bağımsızlık Bildirisi de aynı anlayışa
bağlı kalmıştır. Bu belgeler, insan hakları konusunda tutarlı bir siyasal felsefeye
dayanan ilk bildiriler idi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1791 yılında Anayasa’ya yapılan bir Ekle “Bill
of Rights” olarak anılan temel haklar listesi anayasallaştırılmıştır. Bu çerçevede
güvence altına alınan haklar arasında ifade, toplanma, basın, din, konut
dokunulmazlığı, jürili bir mahkemede adil (süratli ve aleni) yargılanma, aşırı ve
olağandışı cezaya çarptırılmama hakları dikkati çekmektedir. Ayrıca seçme hakkı
26
1787’den bu yana yapılan düzenlemelerle genişletilmiş ve nihayet 1964 yılında
27
1921 Yugoslavya, 1921 Polonya ve 1932 Romanya anayasaları) bu örneği
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
izlemiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, baskıcı rejimlere duyulan nefretin
etkisiyle insan hakları düşüncesi yeniden güçlenmeye başladı. Ama bu sefer
insan hakları neredeyse sınırsız talepler olarak düşünülmeye başlamıştı. Nitekim,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948’de kabul ve ilân ettiği
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi oldukça geniş bir insan hakları listesi içeriyordu.
Bu Bildiride bazı toplumsal grupların iktisadi ve sosyal talepleri de “insan hakkı”
onuruyla taçlandırılmıştı. Maurice Cranston’ın ifadesiyle (1993: 253), Bildiri’nin
sivil ve siyasi haklara ilişkin ilk yirmi maddesinde John Locke’un ve Thomas
Jefferson’ın dili egemen iken, “iktisadî ve sosyal haklar”la ilgili müteakip
maddelerde bundan farklı yeni bir dil hakimdir. Cranston’a göre, “bu ‘ekonomik
ve sosyal haklar’, ülkelerinde bireyin hürriyet ve mülkiyet hakkını kurduğunu
iddia edemeyecek, fakat kendilerinin kontrolü altındaki insanların çoğu için
sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri ve ücretli tatil sağladığını –veya sağlamaya
çalışmakta olduğunu- öne sürebilecek ülkeler tarafından Beyannameye ilâve
edilmiştir.”
28
1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bunlar Sivil ve Siyasal Haklar Uluslararası
Sözleşmelerden bazıları da genel birer insan hakları listesi vermek yerine belli
bir insan hakkını veya onun açılımlarını güvence altına almaya dönük, tek
konulu sözleşmelerdir. Tek-konulu insan hakları sözleşmelerinin başlıcaları
şunlardır: Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşme (1964), İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ve
Aşağılayıcı Muamele ve Cezalara Karşı Sözleşme (1984), Kadınların Siyasî
Hakları Sözleşmesi (1952), Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
(1979) ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (1989).
29
C. İNSAN HAKLARININ KORUNMASININ
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
ÖNEMİ
Nitelikleri gereği esas olarak devlet karşısında ileri sürülen haklar olmaları
itibariyle insan hakları genellikle devlet tarafından ihlal edilir. Paradoksal
görünmekle beraber, insan haklarını korumak da öncelikle devletin en önde
gelen yükümlülüğüdür. Devletin insan haklarını koruması, dar anlamda, bu
hakları kendisinin ihlâl etmemesini ve kendi yetki alanı içindeki kişi ve grupların
ihlâl etmesine de izin vermemesini ifade eder. Bununla beraber, günümüzde
insan haklarının korunması genellikle daha geniş anlamda düşünülmekte ve
devletin insan haklarına elverişli bir ekonomik, toplumsal ve siyasal ortamı
yaratmasının veya desteklemesinin de insan haklarının korunmasının kapsamı
içinde olduğu kabul edilmektedir. Bugün için, buna nispî olarak en uygun ortam,
özgür piyasalara ve açık topluma dayalı, çoğulcu-demokratik hukuk devleti
sistemlerince sağlanabilmektedir.
Bu çerçevede, insan hakları devlet için bir sınır, kişiler için ise özgürlük ve adalet
demektir. Başka bir ifadeyle, insan haklarını korumak kişilerin özgürlük alanını
genişletmek yanında, devletle ilişkilerinde maruz kalabilecekleri -bazan zulüm
derecesine varabilen- haksızlıkların temellerini kurutmak ve vaki haksızlıkların
doğurduğu maddî ve manevî tahribatı gidermek anlamına da gelmektedir.
30
Onun için, insan haklarını korumak sırf entellektüelleri tatmin edecek soyut bir
31
uyma yükümlülüğünün gereklerini yerine getirme konusunda ciddî adımlar
İnsan Hakları Kavramı ve Önemi
atmış olması bunun bir göstergesidir. Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde son
yıllarda hız ve yoğunluk kazanan resmî çalışmalar da temelde aynı iradeyle
ilgilidir. Bugün insan haklarına saygı ve bu hakları koruma konusunda geri kalan
bir devletin genel olarak “medenî milletler” nazarında ve özel olarak da Avrupa
camiasında güvenilir ve daimî bir ortak muamelesi görmesi mümkün değildir.
Anayasamız da devletin insan hakları konusundaki uluslararası taahhütlerini o
kadar ciddiye almaktadır ki, değişik 90. maddesinde bu taahhütlere bağlı kalmayı
kanunlara uymaktan da üstün tutmuştur.
32
II. Bölüm
İnsan Hakları
ve Özgürlükleri
33
34
A. İNSAN HAKLARI HUKUKUNUN TEMEL
35
önemlisi, modern paradigma içinde çoğu insan bunu hayatın akışının doğal bir
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
36
a) Özgürlük Karinesi
b) Kanunla Sınırlama
37
yapılmalıdır. Bu demektir ki, temel haklara getirilecek sınırlamaların ulusal
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
38
olarak “demokratik toplumda gereklilik”, aslında sınırlama nedenlerinin
Belirtmek gerekir ki, İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadına göre, bir temel
hak sınırlamasının meşru olması için onun demokratik toplumlarda caiz, makul
veya kabul edilebilir nitelikte olması yeterli değildir. Sınırlama gerçekten
gerekli olmalıdır. Strasbourg Mahkemesi’nin içtihadına göre; burada söz konusu
olan “gereklilik” kavramı “kabul edilebilir”, “olağan” veya “uygun/münasip”
kelimelerinin akla getirdiği şekilde demokratik toplumla zayıf bir bağlantıya
işaret etmemekte; aksine burada “mübrem (zorlayıcı) bir sosyal ihtiyaç”
kastedilmektedir (Gölcüklü&Gözübüyük 2002: 378).
39
sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını ve araçla amacın
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
40
için geçerli olacak bir öz belirlemek çok zor olduğu gibi, bazı hakların da özü
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, “ulusun varlığını tehdit eden genel
tehlike” kavramı “halkın tamamını etkileyen ve devleti oluşturan topluluğun
düzenli yaşamı için bir tehdit teşkil eden istisnaî ve pek yakın bir kriz veya
tehlikeyi ifade eder.” Mahkeme ayrıca, maddenin ikinci fıkrasında belirtilen
“dokunulmaz haklar”a, niteliği gereği askıya alınması mümkün olmayan 14.
maddedeki ayrımcılık yasağını da eklemiştir (Gölcüklü&Gözübüyük 2002: 406,
409). Bu arada belirtmek gerekir ki, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana
gelen ölüm halleri yaşama hakkının dokunulmazlığının istisnası olması ile, savaş
döneminde ölüm cezasına yer verilmesi birbirinden farklı konulardır. Nitekim,
2003 yılında yürürlüğe giren 13 Nolu Protokol ölüm cezasını mutlak olarak
yasakladığından, Sözleşme’nin sistemi içinde savaş döneminde bile ölüm cezası
verilemez.
41
olarak kaçınabilirler. Buradaki ölçü olağanüstü hallerde hem hangi hakların
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
42
Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi de 5. maddesinde benzer bir hükme yer
Bu hükmün dikkat çeken bir özelliği, kötüye kullanmayı hem devletler hem de
kişi ve gruplar açısından yasaklamış olmasıdır. Kişi ve gruplar açısından “kötüye
kullanma”, bunların Sözleşme’nin tanıdığı hak ve özgürlükleri yine aynı hak ve
özgürlüklerin tahribine veya yok edilmesine yönelik olarak kullanmalarını ifade
etmektedir. Buna karşılık devletler açısından “kötüye kullanma” aynı şekilde
temel hakların tahribine yönelik bir girişim olabileceği gibi, ayrıca onların
temel hak ve özgürlükleri Sözleşme’nin öngördüğünden daha geniş ölçüde
sınırlamaları şeklinde de ortaya çıkabilir.
43
etkinlik veya eylemle arasında açık-seçik ve mevcut bir nedensellik bağı
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Bir önceki başlıkta ele alınan 17. madde gibi, bu madde hükmü de, niteliği
gereği, bağımsız olarak uygulanmaya elverişli olmayıp, ancak Sözleşme’nin
sınırlama öngören başka bir hükmüyle bağlantılı olarak uygulanabilir.
Dolayısıyla, 17. ve 18. maddelerin hiçbir sınırlamaya tabi tutulamayan işkence
yasağı (m. 3) ile kölelik ve kulluk yasağı (m. 4/1) gibi hak ve özgürlükler
bakımından uygulanma kabiliyeti yoktur (Gölcüklü&Gözübüyük 2002: 416).
44
ilgili sınırlamaların “öngörüldükleri amaç dışında” kullanılamayacaklarını
45
yerleşme özgürlüklerinin engellenmesi de (4 No.lu Protokol, m. 2) mümkün
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
değildir.
Her şeyden önce, temel haklarının bir başkası tarafından tehdit edilmesi
durumunda, kişinin devletten bu hareketi önlemesini talep edebileceğinde şüphe
yoktur. Şu halde, temel hakların üçüncü kişiler bakımından etkisinin bu anlamda
dolaylı olarak ortaya çıkmakta olduğu söylenebilir. Onun için asıl sorun,
temel hakların kişiler arası ilişkilerde de ileri sürülebilip sürülemeyeceğinde
yatmaktadır.
Bir görüşe göre, temel hakların kişilere karşı ileri sürülmesi onların gerçek
anlamını ortadan kaldırır. Kişi, devlet ile olan ilişkileri çerçevesinde ileri
sürebileceği türden hakları (söz gelişi ifade özgürlüğü hakkına dayanan bir
iddia), sözleşme ilişkisi içinde olduğu diğer tarafa karşı ileri süremez. Çünkü
böyle bir iddia karşı tarafın aynı türden iddiası ile çatışacağından, burada temel
hak iddialarına dayanarak bir çözüme varmak mümkün değildir. Onun için bu
gibi konularda özel hukuk hükümlerinin uygulanması gerekir; dolayısıyla burada
anayasa hukuku açısından değil, normal yasallık açısından söz konusu olan bir
koruma sorunu vardır (Doehring 2002: 263-64).
Temel hakların yatay etkisi sorununu daha ayrıntılı olarak incelemiş olan bir
yazar, bu konuda Alman hukuk doktrininde başlıca üç görüş bulunduğunu
46
açıklamaktadır (Alexy 2002: 355-57). Bir görüş, anayasal hakların yatay
Şu halde, bir temel hakka vaki bir tecavüz durumunda da, yargı ve icra gücü
marifetiyle, duruma göre hakkın iadesini veya uğranılan zararın tazmin ve
telâfisini sağlamak yine devletin görevidir. Ancak bu gibi durumlarda, gerçekte
kişinin bir temel hakkını başka bir kişiye karşı ileri sürmesi değil, fakat o hakkın
devlet gücü tarafından korunmasını talep etmesi söz konusudur (Doehring 2002:
265). Başka bir ifadeyle, burada Alexy’nin işaret ettiği üçüncü anlamda “devlete
karşı hak” aracılığıyla gerçekleşen bir tür dolaylı yatay etki söz konusudur.
Nihayet belirtmek gerekir ki, temel hakların yatay etkisinin her hak için geçerli
olacak şekilde genel bir kurala bağlanması mümkün olmayıp, bu, her bir hakkın
ahlâki içerik ve gücü ile anayasal tanımına bağlıdır. Bu nedenle, aşağıda tek tek
hakların ele alındığı bölümde yapılan açıklamalarda bu nokta, genellikle göz
önünde tutulmuştur.
47
Uluslararası sözleşmelerin bazılarında ayrıca, özel olarak bazı hakların “özel
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
48
B. HAK KONULARI
a) Yaşama Hakkı
Yaşama hakkı en temel haktır. Bu hak bağımsız bir insan hakkı olmasının
yanında, aynı zamanda bütün diğer insan haklarının da varlık şartıdır. Sivil
ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi uyarınca kurulmuş olan Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin bir “Genel Yorum”unda belirtildiği gibi
(Gemalmaz 2002: 38), yaşama hakkı “ulusun yaşamını tehdit eden kamusal
tehlike halinde bile aykırı önlem (sapma önlemi) alınamayacak olan üstün
bir haktır.” Yaşama hakkı Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ile Fransız İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirisi’nden bu yana, evrensel olarak tanınan insan haklarının
başında gelmektedir.
Yaşama hakkı, ancak kişinin hayatına son verme (öldürme) eylemiyle ihlâl
edilebilir. Bundan dolayı, ölümle sonuçlanmayan haksız kamusal güç veya
şiddet kullanımı da insan haklarına aykırı olmakla beraber, böyle bir eylem
49
yaşama hakkına değil, duruma göre işkence ve kötü muamele yasağına veya kişi
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
50
hukukunda yaşama hakkının kapsamı Avrupa Sözleşmesi’ne göre daha da
Yaşama hakkının devlete ilk olarak “öldürme yasağı” getirdiği açık olmakla
beraber, bunun devlete “kişilerin yaşama hakkını korumak” şeklinde
pozitif bir yükümlülük de yüklediği açıktır. Ancak bu olumlu yükümlülük,
devletin kişilerin yaşama hakkını her durumda desteklemesini değil, fakat
sadece, onları haksız öldürmelerden koruması anlamına gelmektedir. Bu
koruma ödevi, keza devletin öldürme fiillerini cezalandırmasını da zorunlu
kılmaktadır. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, 2. maddenin
ikinci fıkrası, taraf devletlere, biri negatif diğeri pozitif olmak üzere, iki tür
yükümlülük yüklemektedir. Negatif yükümlülük, devletlerin haklı bir neden
olmadan hiç kimseyi öldürmemelerini ifade etmektedir. Devletlerin bu
konudaki pozitif yükümlülükleri ise, (a) kendi yetki alanlarında yaşayan
insanların hayat hakkını korumak üzere gerekli tedbirleri almak ve (b) hayat
hakkından yoksun bırakılma (öldürülme) durumunda etkin bir soruşturma
yapmak şeklinde kendisini göstermektedir (Arslan 2004: 172).
51
manevî nitelikte olsun, kişinin insanlık onuruna yapılan ve kişiyi madden ve/
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
veya ruhen katlanılmaz bir acı ve eleme maruz bırakan çok ağır bir saldırıdır.
Onun için, gerek Avrupa Sözleşmesi gerekse Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
tarafından mutlak olarak yasaklanmıştır. Başka bir ifadeyle, işkence yasağının
hiç bir meşru istisnası yoktur.
52
ağır biçimidir. Köle, “kişi” olarak tanınmadığı için her türlü haktan, bu arada
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre (m. 18), “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz.
Angarya yasaktır.” Anayasamız köleliğin yasak olduğunu özel olarak belirtmiş
olmamakla beraber, ondan daha hafif olan zorla çalıştırma biçimlerini
yasakladığına göre, köleliğe cevaz vermiş olduğu elbette düşünülemez.
53
ilgili olan istisnaya yer vermemiş ve ayrıca Sözleşme’nin “normal yurttaşlık
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Dikkat edilirse, her iki düzenlemenin de temel mantığı, yasaklanan türden zorla
çalıştırmanın kapsamını fazlasıyla daraltmaktır. O kadar ki, bu istisnalardan
sonra, “zorla çalıştırma” adına geriye ne kaldığı sorulabilir. Çünkü, zorla
çalıştırma veya zorunlu çalışma derken akla gelenlerin çoğu zaten istisna
sayılmıştır. Başka bir anlatımla, bu hükümler aslında sadece kölelik ve kulluğu
yasaklamakta, zorla çalıştırmayı ise istisna değil kural haline getirmektedirler.
Kişi özgürlüğü terimi, kişinin fizikî veya bedensel özgürlüğünü ifade etmektedir.
Kişiyi bu özgürlüğünden keyfî olarak yoksun bırakan, bir yere kapatmak veya
bedensel olarak engellemek suretiyle onun hareket serbestisini ortadan kaldıran
eylemler bu hakkı ihlâl eder. Kişi güvenliği kişi özgürlüğünü tamamlayan bir
haktır. Kişi güvenliği, bireyin bedensel bütünlüğünün her türlü keyfî müdahaleye
karşı korunmasını, kişinin bu bakımdan kendisini güven içinde hissetmesinin
sağlanmasını gerektirmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, kendisini “güvenli”
veya “emin” hissetmedikçe, kişinin maddî ve manevî varlığını geliştirmesi de
mümkün değildir (Armağan 1980: 51).
54
Kişi özgürlüğünün kısıtlanması durumundaki güvenceler, kısıtlayıcı işlemlerin
55
süresinin olağanüstü hallerde uzatılabileceğine ilişkin hükmünden (m. 19/5)
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Son olarak belirtmek gerekir ki, gerek Sözleşme gerekse Anayasamız, kişi
özgürlüğünden mahrumiyet durumlarını sınırlı olarak saymış olduğundan,
ilgili hükümlerde açıkça belirtilen durumlar dışında kişi özgürlüğünün
kısıtlanamayacağı açıktır (Kuzu 1997: 179).
56
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, tutuksuz yargılanan sanıklar yanında
Sözleşme’nin tutuklu sanıklara tanıdığı başka bir hak da, haksız tutuklananlara
tazminat verilmesidir. Sözleşme’nin 5. maddesinin beşinci bendinin öngördüğü
bu hakkın varlığı, sanığın tutuklama kararına itiraz etmesine de bağlı değildir.
Başka bir ifadeyle, tutuklama kararına itiraz hakkını kullanmamış olan sanığın
da, haksız tutuklamadan dolayı tazminat isteme hakkı vardır. Ancak, tutuklu
sanığın beraat etmesi her zaman tazminata hak doğurmaz. Bunun için, tutuklama
kararı verildiği sırada bunun için haklı nedenlerin var olmaması gerekir (Donay
1982: 197-98). Tutuklu sanıkların bu hakları, Anayasamızın 19. maddesi (7., 8.
ve 9. fıkraları) tarafından da tanınmıştır.
57
edip etmemek, prensip olarak, kişilerin kendi takdirinde olan bir konudur. Ayrıca,
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Bu vesileyle belirtmek gerekir ki, “özel hayata ve aile hayatına saygı”yla ilgili
hükümde kullanıldığı anlamda –ve genel olarak insan hakları bağlamında- “saygı
gösterme” (riayet: respect) kavramı, bir eylem veya tutumu özel olarak takdir
etmeyi veya onaylamayı ifade etmez. Buradaki “saygı” moral değil hukukî
bir terimdir; dolayısıyla bununla kastedilen hakka riayet etmedir. Şu halde,
başkasının özel hayatını tasvip veya takdir etmesek bile, onun hayatını
kendi istediği gibi düzenleme ve yaşama hakkına sahip olduğunu kabul
ederek ona müdahale etmeme şeklinde bir hukukî yükümlülük altındayız.
Ancak, Sözleşme organlarının yorumuna göre, görevleri veya meslekleri gereği
kamuya mal olmuş kişilerin özel hayatlarına saygı isteme haklarının kapsamı
diğer kişilere göre daha dardır (Gölcüklü & Gözübüyük 2002. 337). Dolayısıyla,
bu istisna dışında, öncelikle kamu otoritesinin bu yükümlülüğe uygun
davranması, yani hem kendisinin kişilerin özel hayatına müdahale etmemesi
hem de başkalarının müdahalesine izin vermemesi gerekir.
58
meselâ 8. maddenin ikinci fıkrasına aykırı olarak yapılan bir kamulaştırma,
h) Haberleşme Özgürlüğü
59
organlarının yorumu da aynı yöndedir (Anayurt 2004: 118; Ünal 2001: 230;
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Din ve vicdan özgürlüğünün birinci boyutunu ifade eden “bir dine inanma ve
inanmama” özgürlüğü, bireylerin istediği dine inanmakta olduğu kadar herhangi
bir dine inanmamakta da serbest olduklarını ifade eder. Buna göre, gerek inanma
gerekse inanmama tutumu, din ve vicdan özgürlüğünün koruması altındadır.
Başka bir ifadeyle, din ve vicdan özgürlüğü sadece dindarları –herhangi bir
din veya mezhebe inananları- değil, aynı zamanda dine ilgisiz veya kayıtsız
olanlarla, hiç bir dine inanmayanları, şüphecileri ve tanrıtanımazları da korur.
Dinî inancı olanlar arasında din veya mezheplerine göre veya mensup oldukları
dinî cemaat veya kiliseye yahut bağımsız olmalarına göre ayrım yapılamaz.
Din ve vicdan özgürlüğü prensip olarak devletin bir dini benimsemesi veya
resmîleştirmesi ile bağdaşmaz. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu,
60
zorunlu katılma istenmemesi veya isteyerek ayrılmanın mümkün olması şartıyla
Dinin gerekleri, başlıca, bireysel ve toplu ibadetler ile dinî ayinlerden oluşur.
Ayrıca, dinin inanan kişiye yüklediği toplum hayatıyla ilgili ödevler de böyledir.
Din ve vicdan özgürlüğünün inananlara sağladığı koruma, 9. maddenin birinci
fıkrasından da anlaşıldığı gibi, ibadet ve ayinlerin alenî –yani, kamu önünde-
yapılabilmesini de kapsar. İbadet hakkı, mü’minlere açık ibadethanelere sahip
olma hakkını ve ibadethanelerin dışarıdan gelecek rahatsız edici müdahalelere
karşı dokunulmazlığını da kapsar (Öktem 2002: 334).
Anayasamız, “ibadet, dinî ayin ve tören” özgürlüğünü ilke olarak tanımış
61
olmakla beraber (m. 24/2), bu özgürlüklerin kullanımının “hakların kötüye
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Bu konuda T.C. Anayasası’nda herhangi bir hüküm veya ibare yer almamakla
beraber, dinî tebliğ ve telkin özgürlüğünün Türk hukuku açısından da din
ve vicdan özgürlüğü hakkının doğal bir parçası olduğu açıktır. Dolayısıyla,
kişinin dinini tebliğ ve telkin etme özgürlüğü konusunda, Türkiye’de de Avrupa
Sözleşmesi hukuku geçerli olacaktır.
62
görevini yerine getirirken ebeveynin bu eğitim-öğretimin kendi dinî ve felsefî
Konu bizim Anayasamız açısından ele alındığında, 24. madde ilk ve orta
dereceli devlet okullarında “din kültürü ve ahlâk öğretimi”nin zorunlu dersler
arasında yer alacağını öngörmüştür. Bu hüküm, derslerin içeriğinin çoğulculuğu
gözetmesi ve belli bir dinî inancın aşılanması niteliğinde olmaması kaydıyla,
Avrupa standartlarıyla bağdaşabilir. Anayasa ayrıca, devlet okullarındaki zorunlu
“din kültürü ve ahlâk” dersine ilâveten, isteğe bağlı olarak din eğitim ve öğretimi
yapılması yolunu da açık bırakmıştır. Bu hüküm, devletin isteyene seçimlik ders
olarak daha fazla dinî bilgi vermesini gerektirmektedir. İsteğe bağlı seçimlik
ders imkânı ayrıca tanındığına göre Anayasa’da yer alan zorunlu din dersi ile
amaçlanan husus, herhangi bir dini inancın benimsetilmesi değil, tüm dini inanç
ve yaklaşımlar ile ilgili, çoğulcu nitelikte gerçek bir “kültür” dersi verilmesidir.
Buna karşılık, Anayasa, devlet okullarının dışında din eğitimi ağırlıklı özel
eğitim kurumlarının kurulmasına açıkça izin vermiş değildir. Bununla beraber,
24. maddenin, din ve ahlâk eğitim ve öğretiminin “Devletin gözetim ve denetimi
altında” yapılacağını belirten 4. fıkrasının ilk cümlesi böyle bir imkânı açık
bırakmış sayılabilir. Maddenin böyle anlaşılması halinde, “devletin gözetim ve
denetimi”ne tabi olmak kaydıyla, özel din öğretimi kurumlarının kurulmasına
63
bir engel yoktur. Anayasa’nın 42. maddesinin altıncı fıkrasının özel ilk ve orta
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
dereceli okulların kurulmasına izin verdiği gerçeği de, bu yorumu teyit eden bir
kanıttır.
j) İfade Özgürlüğü
64
örneklediğimiz özgürlük kullanım biçimlerinin (kılık-kıyafet tercihi, toplu
Görüldüğü gibi, bu hüküm, kişilerin hem bir kanaate sahip olmaları, hem de
devlet müdahalesi olmaksızın birbirleriyle bilgi ve fikir alışverişinde bulunmaları
özgürlüğünü, bir temel hak olarak tanımaktadır. İfade özgürlüğü hakkının hür
ve demokratik toplumun varlık şartlarından biri olduğuna şüphe yoktur. Çünkü,
bu özgürlük hem kişilerin kendilerini geliştirmelerini ve toplumdaki başka
kişilerle iletişim kurmalarını mümkün kılar; hem de kamu hayatına ve siyasete
katılım bakımından vazgeçilmez bir önemi bulunan kamusal tartışma için zemin
oluşturur. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün güvence altında olmadığı, insanların
birbirleriyle kamu işlerinin gidişatı hakkında bilgi ve fikir alışverişinde
bulunamadıkları yerde anlamlı bir demokratik katılım mümkün değildir.
65
haberler için de geçerlidir.
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Bunların dışında, söz konusu ikinci fıkra hükmünün dikkat çeken ve özel olarak
ele alınması gereken bir özelliği vardır. Bu da, maddenin birinci fıkrasında
tanınan özgürlüklerin kullanılmasının “ödev ve sorumluluk” yüklediğinin
belirtilmiş olmasıyla ilgilidir. Burada ilk akla gelen soru, söz konusu ibarenin
fıkrada belirtilen sınırlama nedenlerinden bağımsız bir neden olarak anlaşılıp
anlaşılamayacağıdır. Kanaatimizce, fıkranın İngilizce orijinali göz önünde
bulundurulduğunda, “ödev ve sorumluluk” ibaresinin başlı başına bir sınırlama
66
nedeni olmayıp, sayılan nedenlerin temellendirilmesi meyanında kullanılmış
Amerikan Yüksek Mahkemesi 1949 yılında verdiği bir kararda şöyle demiştir:
“Konuşma (ifade-M.E.) sıklıkla provokatif ve meydan okuyucudur. O,
önyargılara ve daha önce oluşmuş kanaatlere saldırabilir ve bir düşünceyi
kabul ettirmek için alışılmadık, önemli etkiler doğurabilir. Bu nedenle, sınırsız
olmamakla birlikte ifade özgürlüğü, kamusal rahatsızlığın, kızgınlığın ve
huzursuzluğun ötesinde ciddî ve somut bir zararın açık ve mevcut tehlikesi
gösterilmedikçe sansür edilip cezalandırılamaz.” Amerikan Yüksek Mahkemesi
“açık ve mevcut tehlike” kriterini daha sonra özgürlükten yana geliştirerek,
1969 yılında, “hukukdışı bir eyleme kışkırtması ya da bu eylemi doğurması”
söz konusu olmadığı sürece ifadelerin güvence altında olduğuna hükmetmiştir
(Arslan 2003: 30-31, 32).
67
Buna karşılık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ifade özgürlüğü konusunda
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
İfade özgürlüğünü koruyan diğer hükümler ise, aşağıda ele alınacak olan,
Anayasa’nın 27. maddesinde düzenlenen “bilim ve sanat hürriyeti” ile, 28. ve
devamı maddelerde tanımlanan “basın ve yayımla ilgili” diğer özgürlüklerdir.
Buna karşılık T.C. Anayasası bilim ve sanat özgürlüğünü başlı başına bir hak
olarak düzenlemiştir. Nitekim, Anayasa’nın 27. maddesi bilim ve sanatı öğrenme
ve öğretme ile bilimsel araştırma yapma ve ayrıca bu faaliyetlerin ürünlerini
açıklama ve yayma özgürlüklerini güvence altına almaktadır. Bilim ve sanat
özgürlüğünün sınırları 26. maddeden farklı olarak düzenlenmiştir. Buna göre, bu
özgürlük Anayasa’nın 1. (Devlet şeklinin Cumhuriyet olması), 2. (Cumhuriyetin
nitelikleri) ve 3. (bütünlük, resmî dil, bayrak, millî marş, başkent) maddelerinin
değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz. Gerçi, maddenin ikinci
68
fıkrasında belirtilen sınırlar “yayma” hakkı bakımından söz konusudur, ama
l) Basın Özgürlüğü
Ne var ki, 28. madde, basın özgürlüğüne çok sayıda kısıtlama getirmektedir.
Her şeyden önce, maddenin üçüncü fıkrasına göre, gerek ifade özgürlüğü (m.
26), gerekse bilim ve sanat hürriyeti (m. 27) için getirilmiş olan kısıtlamalar
basın özgürlüğü için de geçerlidir. Ayrıca, aynı maddenin dördüncü fıkrası
basın özgürlüğüne özgü olarak birtakım sınırlama nedenleri öngörmektedir.
Bu fıkra, dağıtımın “tedbir yoluyla” önlenmesine de –kimi durumlarda hakim
kararı bile olmaksızın- izin vermektedir. Bunun gibi, beşinci fıkraya göre, basın
organlarına hakim kararıyla yayım yasağı konabilir. Keza, altıncı ve yedinci
fıkralar uyarınca, süreli ve süresiz yayınların toplatılması ile zapt ve müsaderesi
de mümkündür. Son olarak, süreli yayınlar 28. maddenin son fıkrasında
belirtilen nedenlerle mahkeme kararıyla “mahkûm” edilebilir ve kapatılabilirler.
69
Buna karşılık, 30. maddeye göre, basımevi ve eklentileri ile basın araçlarına el
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Anayasa, kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçları
karşısında kişilerin haklarını özel olarak düzenleyen bir maddeye de yer
vermiştir. Nitekim, Anayasa’nın 31. maddesine göre, kişiler ve siyasî partiler
belirtilen kitle haberleşmesi araçlarından yararlanma hakkına sahiptirler. Ayrıca,
bu maddenin ikinci fıkrası, bu fıkrada sayılan dört nedenin gerektirdiği durumlar
dışında, halkın bu araçlar kanalıyla haber almasını, düşünce ve kanaatlere
ulaşmasını veya kamuoyunun serbestçe oluşmasını engelleyici yasal düzenleme
yapılmasını yasaklamaktadır.
Madde, bir ülkede hukuka uygun olarak bulunanlardan söz ettiğine göre, birinci
fıkra hükmü, herkese herhangi bir ülkeye serbestçe girme, orada serbestçe
dolaşma ve yerleşme hakkı tanımamaktadır. Başka bir ifadeyle, bu haklara sahip
olabilmek için, o ülkede meşru olarak bulunuyor olmak gerekir. Bu hükmün
vatandaşları da kapsayacak şekilde anlaşılması makul olmakla beraber, ifade
şeklinden öncelikle yabancıları hedef aldığı anlaşılmaktadır. Tabiatıyla, bir
ülkede bulunması hukuka uygun olmaktan çıkan veya ülkeye hukuka aykırı
olarak girmiş bulunan kişi bu haklarını yitirir veya bu haklara hiç sahip olamaz.
70
getirmektedir. Bu Protokol’ün 3. maddesine göre, vatandaşlar sınırdışı edilemez
n) Örgütlenme Özgürlüğü
71
dernek hürriyetiyle ilgili 33. maddesinin beşinci fıkrası, derneklerin
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
72
üye olmaya zorlamanın Sözleşme’ye her zaman aykırı düşmeyebileceği
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu bir olayda dernek kurmanın izne bağlanmasını,
bu özgürlüğün özüne dokunan, dolayısıyla meşru olmayan bir müdahale
niteliğinde görmüştür (Anayurt 2004: 125-26). Anayasamız da 33. maddesinde
bu hakkın izne bağlanmasını açıkça yasaklamıştır. Aynı güvence Anayasa’nın
51. maddesinin birinci fıkrasında sendikalar bakımından da getirilmiştir. Ancak,
Dernekler Kanunu’nun getirdiği “bildirim” şartı uygulamada bu güvencenin
değerini önemli ölçüde azaltmaktadır (Kaboğlu 2000: 143; Tanör&Yüzbaşıoğlu
2001: 173-74).
Sendika kurma hakkının hem bireysel hem de kollektif bir yanı vardır. Bireyler
açısından bu hak sendika kurma, sendikalara üye olma veya olmama, üyelikten
ayrılma ve ayrılmaya zorlanamama gibi güvenceler içerir. Dolayısıyla, bir
işyerinde çalışmak sendika üyesi olmak veya olmamak şartına bağlanamaz. Bu
hakkın kollektif yönü ise sendikanın bir tüzel kişilik olarak sahip olduğu hak ve
yükümlülükleri ifade eder. Sendika tüzel kişiliği izne bağlı olmaksızın, kuruluş
bildirimiyle başlar (Tanör&Yüzbaşıoğlu 2000: 179).
73
olduğu açıktır ve esasen Sözleşme organları da bu görüştedirler. Nitekim,
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
74
hatta izin şartına bağlanmasının ve toplantı yerinin sınırlanmasının bu hükme
p) Mülkiyet Hakkı
75
• Kira sözleşmelerinde hakkaniyeti sağlamak suretiyle daha fazla sosyal
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
adaleti temin,
• Tarımın rasyonalizasyonunu artırmak,
• Vergi kaçağıyla mücadele etmek,
• Tarımsal ve ormanlık arazilerin kötüye kullanımını önlemek,
• Devletin iktisadî menfaatlerine zarar verici bir sözleşmeyi sona erdirmek,
• Devletin malî çıkarlarını korumak,
• Devletin mevzuatını komşu ülkelerinkiyle uyumlu hale getirmek,
• Bir anayol açmak,
• Ülkenin kültür ve sanat mirasını korumak amacıyla sanat eserleri
piyasasını kontrol etmek,
• Ülkenin bir cumhuriyet olma anayasal statüsünü korumak.
76
Ayrıca, bu hükümde mal ve mülklerden her ne şekilde olursa olsun yararlanma
T.C. Anayasası mülkiyet hakkını ilk bakışta Sözleşme’den daha geniş olarak
koruma altına almış görünmektedir. Nitekim, Anayasa’nın 35. maddesi miras
hakkını da mülkiyet hakkının kapsamı içine almıştır. Ayrıca, 30. madde basın
araçlarına suç aleti oldukları gerekçesiyle el konmasını yasaklamaktadır.
Bununla beraber, Anayasa mülkiyet hakkına çok sayıda kısıtlama da getirmiştir.
Her şeyden önce, mülkiyet ve miras haklarını garanti altına alan Anayasa’nın 35.
maddesinin ikinci fıkrası bu hakların “kamu yararı” amacıyla sınırlanabileceğini
öngörmüştür. Buna paralel olarak, 46. madde “kamu yararının gerektirdiği
hallerde” özel mülklerin kamulaştırılmasına ve 47. madde “kamu hizmeti niteliği
taşıyan” özel teşebbüslerin devletleştirilmesine izin vermektedir. Keza, 63.
maddenin ikinci fıkrasına göre “tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması”
amacıyla özel mülkiyete sınırlamalar getirilebilir. Ayrıca, “devletin hüküm ve
tasarrufu altında” olan kıyılar (m. 43), tabiî servet ve kaynaklar (m. 168) ile
ormanlar (m. 169) üzerinde mülkiyet hakkı söz konusu olmadığı gibi, topraksız
köylüye toprak dağıtımı için de toprak mülkiyetine sınır getirilebilir (m. 44). Son
olarak, devletin planlama (m. 166) ve piyasaları denetleme ve düzenleme (m.
167) yetkileri de zorunlu olarak mülkiyet hakkına kısıtlamalar içerir.
77
pozitif hak olarak çalışma. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 23. maddesi
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
her iki hakkı da kapsayacak şekilde kaleme alınmıştır: “Herkesin çalışma, işini
serbestçe seçme, adil ve elverişli şartlarda çalışma hakkı ve işsizlikten korunma
hakkı vardır.”
Burada ele alınacak olan, negatif bir hak olarak çalışma özgürlüğüdür. Bu
anlamda, herkesin çalışmaya hakkı vardır ve çalışma engellenemez. Bu hak,
kişinin çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma
özgürlüğünü korur (Balkır 2000: 237). Çalışma özgürlüğü ücretli olarak
bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar, iktisadî-ticarî faaliyet yapma hakkını da
içerir.
Ancak, özel teşebbüs özgürlüğü T.C. Anayasası açısından mutlak bir hak
değildir. Nitekim, Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrası, “millî ekonominin
gerekleri” ve “sosyal amaçlar”la bu özgürlüğe sınırlamalar getirilebileceğini
belirtmektedir. Ayrıca, “çalışma hakkı”yla ilgili 49. maddenin ikinci fıkrasının
devlete yüklediği görevler, devletin çalışma hayatına, dolayısıyla özel teşebbüs
özgürlüğüne müdahale edebilmesine imkân ve izin vermektedir. Keza, 50.
maddenin öngördüğü “çalışma şartları”nın devletçe sağlanması da özel
teşebbüs ve sözleşme özgürlüklerine kimi kısıtlamalar getirilmesine dayanak
oluşturmaktadır. Nihayet, 55. maddede devlet için öngörülen “adaletli ücret”i
sağlayacak tedbirleri alma yetkisi ve “asgarî ücret” tespiti zorunluluğu da
sözleşme özgürlüğü üzerinde benzer bir kısıtlayıcı etkiye sahiptir. Teşebbüs
özgürlüğü bakımından aynı etki devletin devletleştirme (m. 47), ekonomik
kalkınmayı planlama (m. 166), piyasaları denetleme ve dış ticareti düzenleme
(m. 167) yetkilerini kullanmasının sonucunda da ortaya çıkacaktır.
78
s) Adil Yargılanma Hakkı ve İlgili Güvenceler
79
olduğudur. Dolayısıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de işaret ettiği
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Belirtmek gerekir ki, adil yargılama ile ilgili Sözleşme hükmü her türlü dava
ve yargılama için değil, fakat sadece “medenî/sivil hak ve yükümlülükler”le
ilgili uyuşmazlıklarla ilgili davalarda ve ceza yargılaması alanında geçerlidir.
Bundan dolayı, meselâ idarî davalar ve disiplin hukukundan doğan davalar
bakımından aynı güvencelerin sağlanması Sözleşme’nin şart koştuğu bir durum
değildir. Bununla beraber, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında,
niteliği itibariyle kamusal özellik taşıyan bazı işlem ve eylemleri medenî hak
ve yükümlülük kapsamında görmüştür. Bunlar arasında, bir mesleğe kabul veya
mesleği yapabilme, mesleği sürdürebilme ve meslekte ilerleme hakkını etkileyen
idarî veya yargısal yaptırımlar; Sözleşme’ye aykırılığı görülmeyen bir derneğe
üyelik yüzünden kamusal haklardan mahrumiyet veya disiplin müeyyidesi
uygulanması; idarenin kusurundan kaynaklanan zararların giderilmesiyle ilgili
davalar sayılabilir (Anayurt 2004: 110; Gölcüklü & Gözübüyük 2002: 271-72).
Öte yandan, ulusal hukuk düzenlerinin adil yargılama ölçütlerini bu tür davalarda
da gerekli görmelerine elbette bir engel yoktur.
80
Anayasamız da çeşitli hükümlerinde adil yargılamanın birçok gereğini tanımış
Anayasa ayrıca hem mahkemelerin bağımsız (m. 138) ve güvenceli (m. 139)
olmalarını öngörmekte, hem de kişilerin “kanunen tabi olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılma”sını yasaklamaktadır (m. 37/1). Mamafih,
buradaki “kanunî hakim” terimi “tabiî hakim” ilkesinin gereklerini her zaman
karşılamaz. Aynı şekilde, Avrupa Sözleşmesi de maalesef “tabiî” değil “kanunî”
hakimden söz etmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın 141. maddesi duruşmaların alenî
ve mahkeme kararlarının gerekçeli olmasını şart koşmuştur. Buna karşılık,
Avrupa Sözleşmesi’nde belirtilmiş olmayan mahkeme kararlarının gerekçeli
olması gereği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından içtihat yoluyla
kabul edilmiştir (Gölcüklü & Gözübüyük 2002: 293; Anayurt 2004: 112). Yine
Anayasamızın 141. maddesinin son fıkrasında, Sözleşme’nin 6. maddesindekine
benzer şekilde, “davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması”
mahkemelerin anayasal bir ödevi olarak belirtilmiştir.
Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (ve 7 Nolu Protokol) gerekse T.C.
Anayasası adil yargılanma hakkını tamamlayıcı nitelikte başka bazı haklara da
yer vermiştir. Bunların başında “suçsuzluk karinesi” ile “kanunîlik ve geçmişe
yürümezlik” ilkeleri gelmektedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin 2. fıkrasında
suçsuzluk karinesine yer verilmiştir. T.C. Anayasası’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası da aynı güvenceyi getirmiştir. Suçsuzluk karinesi, bu fıkrada da
belirtildiği gibi, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu hukuka uygun olarak
bir mahkeme hükmüyle tespit edilinceye kadar suçsuz muamelesi görmesini
gerektirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na göre, suçsuzluk
karinesi suçluluğu ispatlama yükümlülüğünün iddia makamına ait olmasını ve
şüpheden sanığın yararlanmasını olduğu kadar, kötü muamele sonucu baskı
altında elde edilen itirafın da geçersiz olmasını gerektirir (Çavuşoğlu 1994: 39).
Bununla beraber, İnsan Hakları Mahkemesi bu hükmün, mahkemenin cezayı
tespit ederken sanığın sabıka kaydını gözönünde tutmasına engel olmadığına
81
hükmetmiştir (Gölcüklü&Gözübüyük 2002: 298).
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Hak arama özgürlüğü başlıbaşına bir temel hak olduğu kadar hukuk devletinin
de bir gereğidir. Bu hakkın önemi, diğer temel hakların korunmasının bir aracı
olmasından ileri gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hak arama
özgürlüğünü “etkili başvuru hakkı” adıyla 13. maddesinde tanımıştır. T.C.
Anayasası’nda ise bu hakla ilgili olarak, birisi doğrudan doğruya “hak arama
hürriyeti” (m. 36), diğeri ise “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığını
taşıyan (m. 40) başlıca iki madde yer almaktadır.
82
ihlâl edilen herkes, ihlâl resmî sıfatla hareket eden kişiler tarafından yapılmış
Başvuru veya hak arama yolunun “etkin” olması, Mahkeme’ye göre, onun
“hayalî veya teorik” değil; sonuç doğurabilir, işe yarar ve elverişli olması
anlamına gelir. Başka bir anlatımla, ihlâl iddiasının önüne getirilecek olduğu
mercinin işin esasını inceleme ve gerektiğinde ihlâli düzeltici ve uygulanabilir
karar alma yetkisine sahip olması gerekir. Bununla beraber, başvurulacak
makamın yargısal nitelikte olması şart değildir (Gölcüklü&Gözübüyük 2002:
392-93). Bizim Anayasamızın tanıdığı, idarî makamlara ve TBMM’ye başvurma
hakkının (m. 74) genel olarak bu anlamda “etkili” bir yol olduğu kolaylıkla
söylenemez. Buna karşılık “dava ve savunma hakkı”nın (m. 36/1) tipik bir etkili
başvuru yolu olduğunda şüphe yoktur.
Öte yandan, 13. maddede tanınan ulusal makamlara başvuru hakkı bağımsız
bir hak olmayıp, Sözleşme’de yer verilen haklardan birinin ihlâli durumunda
gündeme gelen usulî bir haktır. Bundan dolayı, Avrupa Mahkemesi’ne yapılan
kişisel başvurunun konusu Sözleşme’de güvence altına alınmayan bir hakkın
ihlâli oluşturuyorsa, bu başvuru kabul edilebilir değildir. Ayrıca, şüphe yok ki,
Protokoller’de tanınan haklar da “Sözleşme’nin tanıdığı” hak ve özgürlükler
kapsamındadır (Anayurt 2004: 133).
Önemli bir nokta da şudur: Bu hakkı daha önce incelediğimiz “adil yargılanma
hakkı”yla (m. 6) karıştırmamak gerekir. Başvuru hakkına ilişkin 13. madde
hükmü 6. maddeye göre genel bir hükümdür ve adil yargılanma hakkı da dahil
olmak üzere Sözleşme’deki bütün hakların ihlâl edilmesi halinde bireylere ulusal
makamlar önünde başvuruda bulunma hakkı tanımaktadır (Ünal 2001: 308).
Bizim hukukumuzdaki tipik hak arama yolu, Anayasa’nın 36. maddesinde
belirtilen “davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkı”nda somutlaşmaktadır.
Bu hak mahkemelere, maddenin ikinci fıkrasında da belirtildiği üzere, görevli ve
yetkili oldukları davaları sonuçlandırma ödevi yükler.
83
başvuru (m. 36) yollarını kapsamaktadır (Tanör&Yüzbaşıoğlu 2001: 186).
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
u) Ayrımcılık Yasağı
T.C. Anayasası’nın “kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası
da benzer bir hüküm getirmektedir. Ancak, Anayasamızın bu konuda sağladığı
güvence Sözleşme’nin öngördüğünden daha kapsamlıdır. Nitekim, Sözleşme’nin
14. maddesi bu güvenceyi sadece kendisinin tanıdığı haklar bakımından
öngörmüşken, Anayasamızın 10. maddesinde böyle bir kayıtlama söz konusu
değildir. Dahası, 10. madde bu güvenceyi genel olarak temel haklara da inhisar
ettirmemiş olup, ilgili oldukları her konuda kanunların eşitliğe uygun olmalarını
buyurmaktadır. Buna karşılık T.C. Anayasası’nda meşru sayılmayan ayrımcılık
nedenleri, Sözleşme’ye göre daha dar tutulmuştur.
84
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, belirttiğimiz gibi, aynı ilkeyi teyit
etmiştir. Nitekim, Anayasa’mızın 10. maddesi eşitliği hem negatif hem de
pozitif olarak tanımlamaktadır. Buna göre, kamu makamları kişiler arasında
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayrım yapamazlar. Bu kural, kişiler lehine “eşit muamele görme”
veya “ayrıma uğratılmama” hakkı doğurur. Bundan dolayı, ister hukuk
normlarının yapısından isterse uygulamanın özelliğinden kaynaklansın,
hiç kimsenin hakları maddede sayılan nedenlerden dolayı kısıtlanamaz.
Bu hüküm yasama, yürütme organlarını ve kamu idaresini olduğu kadar
şüphesiz yargı mercilerini de bağlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre de, ayrım yasağı aynılık veya benzerlik
gösteren durumlar veya şartlar bakımından geçerlidir (Gölcüklü&Gözübüyük
2002: 400). Başka bir anlatımla, hukuk kurallarının genel olması gerekir; ancak
bu genellik her zaman aynı genişlikte ve kapsayıcılıkta olamaz. Daha özel ve
belirli sayıda kişi veya grubu ilgilendiren hukuk kurallarına da ihtiyaç vardır.
Ancak, bu tür kuralların yapıldığı durumlarda, eşitlik ilkesi kuralın kapsamına
giren kişiler arasında ayrım yapılmamasını gerektirir.
85
bazı özellikleri bulunabilir. Bu durumda, özel veya farklı muamele için keyfî
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
olmayan, makul bir neden veya nedenler var olmalıdır. Örneğin, devletin,
kendisine bakacak durumda ve bakacak kimsesi olmayan yaşlıların veya
hastaların bedava bakımını sağlayacak özel yerler kurması keyfî bir “imtiyaz”
değildir. Bunun gibi, milletvekillerine anayasal olarak sağlanmış bulunan
“dokunulmazlık” ayrıcalığı da keyfî değildir; bunu haklı gösterecek makul
nedenler vardır.
Anayasa’nın 10. maddesine 5170 No.lu Kanunla 7.5.2004 tarihinde şöyle bir ek
yapılmıştır: “Kadın ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama
geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” Bu hüküm genel olarak kadınların hukukî
durumunu kuvvetlendirmek amacıyla getirilmiş olmakla beraber, onun 10.
maddenin normatif etkisinde bir değişiklik yaratmış olduğu söylenemez. Çünkü,
kadın-erkek eşitliği bu maddenin cinsiyet ayrımını da yasaklayan ilk fıkrasının
anlamında zaten mündemiçtir. Bu hüküm, hukuk kurallarıyla kadınlara sadece
erkeklerden daha az hak verilemeyeceğini göstermekte, ancak onlara bunun
ötesinde ilâve haklar verilmesini buyurmamaktadır. Öte yandan, ek hükmün son
cümlesi ise devlete kadın-erkek eşitliğini sağlama yönünde sadece genel bir ödev
yüklemekte, ancak somut bir emir vermemektedir. Sonuç olarak, bu ek kadınlara
erkeklerden fazla hak tanımak yerine, onların durumunu genel olarak iyileştirici
sosyal tedbirler alınmasını gerektiren bir program hükmü niteliğindedir.
2) Siyasî Haklar
Siyasî haklar kişilerin siyasal bir toplumun üyesi olmalarını ve toplumun
yönetimine katılmalarını sağlayan, bu nitelikleri dolayısıyla da demokrasinin
temelini oluşturan haklardır. Bu gruba giren hakların bir kısmı nitelik bakımından
sivil hakların –başta ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin- siyasal alandaki
uzantıları olarak görülebilirler. Esasen genel bir güvenceli sivil haklar rejiminin
bulunmadığı yerde demokratik siyasetin zemininin var olduğu söylenemez.
a) Vatandaşlık Hakkı
Vatandaşlık, belli bir devletle kişi arasındaki karşılıklı hak, görev ve yükümlülük
ilişkilerini belirleyen hukukî bağı ifade etmektedir (Aybay 2000: 179). İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi’nin 15. maddesi herkesin bir “uyrukluğa hakkı”
olduğunu ve kimsenin bu haktan keyfî olarak yoksun bırakılamayacağını
belirtmektedir. Bu hüküm keza kişinin uyrukluğunu değiştirme hakkını da
tanımaktadır. Ayrıca, Vatansızlığın Azaltılmasına İlişkin BM Sözleşmesi 1975
yılında yürürlüğe girmiştir. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi buna ek olarak,
başka bir devletin uyrukluğuna sahip olmaması halinde herkesin ülkesinde
doğduğu devletin uyrukluğuna hak kazanacağını belirtmektedir.
86
hakkına açıkça yer vermiş değildir. Ancak, Sözleşmeye Ek 4 Nolu Protokol
87
işlemlerde hangi kanun yollarına ve mercilere başvuracakları ve bu başvuruların
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Bilgi edinme hakkının nasıl kullanılacağı 2003 tarihli Bilgi Edinme Hakkı
Kanunu tarafından düzenlenmiştir. Kanun sadece kamu kurum ve kuruluşları ile
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetleri hakkında (m. 2)
bilgi edinmeyle ilgilidir. Kanun herkesin bilgi edinme hakkına sahip olduğunu
(m. 4) ve kamu kurum ve kuruluşlarının bilgi verme yükümlülüğü bulunduğunu
(m. 5) belirtmekle beraber; “devlet sırrı” (m. 16), “ülkenin ekonomik çıkarı” (m.
17), “istihbarat” (m. 18), “ticari sır” (m.23) gibi birtakım gerekçelerle önemli
bazı istisnalara da yer vermiştir.
c) Dilekçe Hakkı
88
hakkı kullanılabilirler. Maddenin ikinci fıkrasına göre de başvuru makamı, bu
Sözleşme organlarının yorumuna göre, serbest seçim ilkesi seçmenlerin belli bir
yönde oy kullanma zorunda bırakılmamasını, onlara tercih imkânı tanınmasını
gerektirir. Seçimlerin gizli oy esasına dayanacağı ilgili maddede zaten
belirtilmiştir. Ayrıca, herkesin eşit oy hakkına sahip olması ve seçimlerin dört
veya beş yıl gibi makul aralıklarla ve düzenli olarak yapılması gerekir. Nihayet,
seçmenlerin farklı seçenekler arasında tercihte bulunabilmeleri için, seçimler
rekabetçi bir çok-partili ortamda yapılmalıdır. Seçim sisteminin belirlenmesi
devletlerin takdirine bağlı olduğu gibi, genel oy ilkesi de seçme ve seçilme
89
haklarına devletlerin (yaş, ikametgâh, kısıtlılık vb. nedenlerle) kimi makul
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
90
ayrıntılı sayılabilecek genişlikte, gösterilmiştir.
Sonuç olarak, bir ölçüde yapı, işlev ve rol değişikliğine uğramış olsalar da, siyasi
partiler bugün halâ birçok ülkede geniş toplum kesimleri için siyasal katılmanın
ve genel olarak kamusal tartışmanın başlıca araçları konumundadırlar.
Siyasî katılmanın araçları olmak dışında, siyasî partiler hukuk devletinin ve
özgürlüklerin yeterince güvence altında olmadığı Türkiye gibi bazı ülkelerde,
vatandaşlar için bir tür sığınak olarak da işlev görebilirler, görmektedirler.
91
kapatılması söz konusu değildir. Batı Avrupa’ya gelince, aynı durum burada da esas
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
olarak geçerlidir. Siyasi partiler, anayasal ve/veya yasal düzenlemeye konu olmuştur.
Parti yasağına ve yasaklara aykırılık nedeniyle kapatılmaya anayasasında açıkça
yer veren Avrupa demokrasileri sadece Almanya ve Danimarka’dır. Bazı ülkelerde
ise partilere kanunlarla yasak getirilmiştir. Bunlar Avusturya, Fransa, İspanya ve
Portekiz’dir. Bu yasakların çoğu da faşist örgütlenmeleri önleme amacına dönüktür (
Sağlam 1999: 55-74).
Burada dikkat çeken en önemli nokta, partilerin henüz hiçbir faaliyet yapmadan bile, sırf
tüzük ve programlarında ifade edilen görüşlerden dolayı yasaklanabilmelerine imkân
verilmiş olmasıdır (m. 69/5). Nitekim, AİHM Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin
başvurusu üzerine verdiği kararda, partinin “henüz faaliyete geçmeden” kapatılmasını
Sözleşme’ye aykırı bulmuştur (Gözübüyük&Gölcüklü 2002: 389).
Daha genel olarak, bu yasaklarla ilgili temel mesele, buradaki kavramların genellikle
demokratik siyaset imkânını daraltır şekilde yorumlanmasıdır. Bu durumun, ülke
bütünlüğü ve laiklik gibi temel kavramların farklı yorumlanmasından ileri geldiği
söylenebilir.
Bir siyasî partinin 68. maddenin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerinden dolayı
kapatılabilmesi için, partinin bu tür eylemlerin “odağı” haline gelmiş olması gerekir
(m. 69/6). Somut durumda bir siyasî partinin bu anlamda bir “odak” haline gelip
gelmediğine karar verecek veya bunu takdir edecek olan Anayasa Mahkemesi’dir. Bir
partinin Anayasaya aykırı fiillerin odağı haline gelmiş sayılabilmesi için, “bu nitelikteki
fiillerin o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği(nin) ve bu durum(un) o partinin
büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya
Türkiye Büyük millet meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca
zımnen veya açıkça benimsendiği(nin) yahut bu fiiller(in) doğrudan doğruya anılan
parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği”nin sabit olması gerekir. Bu tanımın amacı,
Anayasa Mahkemesi’nin partinin bu tür faaliyetlerin odağı haline geldiğine ilişkin
takdir yetkisini sınırlamaktır. Burada partiler lehine kısmî bir güvence, Anayasa’nın
149. maddesinin birinci fıkrasına göre, bir siyasî partinin kapatılmasına Anayasa
Mahkemesi’nin ancak beşte üç oy çokluğuyla karar verebilecek olmasıdır. Başka bir
güvence, kapatma sebeplerinin mevcut olması halinde dahi Anayasa Mahkemesi’nin
92
davalı parti hakkında kapatma kararı yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre,
Kapatmanın hukukî sonuçlarına gelince, her şeyden önce, temelli kapatılan bir parti
başka bir ad altında yeniden kurulamaz (m. 69/8). Ayrıca, bir siyasî partinin “temelli
kapatılması”na beyan ve faaliyetleriyle sebep olan üyeleri 5 yıl süreyle başka bir parti
kuramaz ve belli bazı parti görevlerini alamazlar (m. 68/9). Bunlardan milletvekili
olanların ayrıca milletvekilliği de sona erer (m. 84/son). Nihayet, Siyasî partiler
Kanunu’na göre (m. 107/1), kapatılan partiler tasfiye edilir ve bütün malları Hazineye
geçer. Partinin kapatılmasına bağlanan bu siyasî ve hukukî sonuçların son derece katı
olduğu açıktır (Arslan 2004: 188). Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de
Türkiye’yle ilgili bazı kararlarında bu noktaya işaret etmiş ve bu “ölçüsüz” yaptırımları
Sözleşme’nin ihlâli olarak görmüştür.
Anayasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten buyana Anayasa Mahkemesi çok sayıda siyasî
partiyi kapatmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne getirilen davaların biri hariç
hepsinde Türkiye’nin Sözleşme’nin örgütlenme özgürlüğüne ilişkin 11. maddesini ihlâl
ettiği sonucuna varmıştır. Tek istisna, Refah Partisi’nin kapatılmasının Sözleşme’ye
aykırı bulunmamış olmasıdır.
93
Yüksek öğrenim görebilme bu maddenin kapsamında değildir. Bununla beraber,
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
2. maddenin ilk cümlesi kişilere eğitime ilişkin olarak pozitif bir hak veriyor,
dolayısıyla devlete belirli tür ve düzeylerde eğitim kurumları oluşturmak
ve herkese bu kurumlarda eğitim yaptırmak zorunluluğu yüklüyor değildir.
Bu hüküm sadece, kimsenin, belirli bir zamanda mevcut olan resmî eğitim
kurumlarına girme hakkından yoksun bırakılamayacağını garanti etmektedir
(Gölcüklü&Gözübüyük 2002: 432-33; Ünal 2001: 324).
94
Anayasa’nın 42. maddesinin son fıkrasında söz konusu olan başlıca uluslararası
Öte yandan Anayasa çalışmayı aynı zamanda bir “ödev” olarak da tanımlamıştır.
Bu iki anlama gelebilir. Birincisi, çalışmanın Anayasa’nın 12. maddesinde
belirtilen anlamda “topluma karşı bir ödev” olduğunu ifade eder. Bu, insan-
toplum ilişkisine bakışla ilgili ahlâkî bir yargı olup, bunu genel bir hukukî ilke
veya kural olarak anlamaya imkân yoktur. Eğer öyle olsaydı, devletin herkesi
istediğinde zorla çalıştırması meşru olurdu.
İkinci olarak, çalışmanın bir ödev olmasına hukukî olarak da sınırlı bir anlam
verilebilir. Nitekim, Anayasa çeşitli maddelerinde vatandaşlar için istisnaî
çalışma yükümlülükleri getirmiştir. Anayasa’nın 18. maddesine göre, hükümlü
ve tutukluların çalıştırılması, olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek
hizmetler ile ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı hallerde öngörülen “vatandaşlık
ödevi” niteliğindeki bedensel ve fikrî çalışmalar bu niteliktedir. Anayasa’nın 121.
ve 122. maddeleri de bu anlayışa uygundur. Anayasa’nın 121. maddesinin ikinci
fıkrasında, tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım nedeniyle olağanüstü hal ilân
95
edilmesi durumunda vatandaşlar için “çalışma yükümlülükleri” getirilebileceğini
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Grev, bağımlı çalışanların, yani bir işverene hizmet ilişkisi ile bağlı olan
işçilerin, ortak çıkarlarını korumak veya belli bir durum yahut karara karşı
koymak amacıyla toplu halde işi bırakmalarına denir. Hukukî olarak grev toplu
96
iş uyuşmazlıklarında başvurulacak bir yoldur. Toplu iş uyuşmazlığı, bireysel iş
Lokavt ise işverenlerin greve karşı başvurabilecekleri bir baskı aracıdır. Toplu
İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu (m. 26/1) lokavtı şöyle tanımlamıştır:
“İşyerinde faaliyetin tamamen durmasına sebep olacak tarzda, işveren veya
işveren vekili tarafından kendi teşebbüsü ile veya bir işveren kuruluşunun
verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasına lokavt denir.”
Grev hakkına yer veren ilk uluslararası sözleşme 1965’te imzalanan Avrupa
Sosyal Yasası’dır. Türkiye 1989 yılında bu sözleşmeyi onaylamakla beraber,
grev hakkına işaret eden 6. maddeyi bunun dışında tutmuştur. Öte yandan,
Türkiye’nin 2003 yılında onaylamış olduğu İktisadî, Sosyal ve Kültürel Haklar
Uluslararası Sözleşmesi’nin 8. maddesi de taraf devletlere grev hakkını tanıma
yükümlülüğü yüklemiştir (Tuncay 2000a: 291).
Anayasamız (m. 54/1) sendikal faaliyetin kapsamı içinde gördüğü grev hakkını
tanımış olmakla beraber, bu hakkın sadece “toplu iş sözleşmesinin yapılması
sırasında” doğan uyuşmazlık üzerine kullanılabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla,
“kazanılmış işçi haklarının ihlâl edilmesi durumunda yapılabilecek hak grevleri
anayasal güvence dışında bırakılmış” olmaktadır (Sabuncu 2005: 166). Buna
karşılık, Anayasa gerek 54. maddenin başlığında gerekse madde metninde
lokavtı bir hak olarak adlandırmaktan kaçınmıştır. Ancak bu tutumun lokavtın
anayasal bir hak olma değerini kaldırdığı söylenemez.
Anayasaya göre (m. 54/2), gerek grev gerekse lokavt hakları “iyi niyet
kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde
kullanılamaz.” Bu hakların “iyi niyetli” kullanımı, gerek grevin gerekse lokavtın
işçilerle işveren(ler) arasındaki somut uyuşmazlığın çözümüne yönelik olması
gereği şeklinde anlaşılmak gerekir. Bu, söz konusu hakların politik ve başka
amaçlarla kullanılmasını onaylamayan bir anlayıştır. Nitekim, bununla tutarlı
olarak, aynı maddenin 7. fıkrası “siyasî amaçlı” ve “dayanışma” niteliğindeki
grev ve lokavtlar ile “genel grev”i ve ayrıca işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim
düşürme ve benzeri direnişleri de yasaklamıştır. Bu sonuncuların anayasa koyucu
tarafından “toplum zararına ve millî serveti tahrip edici” olarak görüldükleri
anlaşılmaktadır. Yine bu anlayışla tutarlı olarak, üçüncü fıkra işçilerin ve
sendikanın grev esnasında kasıtlı veya kusurlu eylemleri sonucunda sebep
oldukları maddî zarardan sendikanın sorumlu olacağını belirtmiştir.
97
uyuşmazlığın Yüksek Hakem Kurulu’nca çözülmesi gerekir. Yüksek Hakem
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
98
izleyen maddelerinde belirtmiştir. Nitekim, Anayasa’nın 61. maddesi savaş ve
Sosyal güvenlik hakkı sınırsız bir hak değildir. Anayasa’nın 65. maddesinin
devletin sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerine getirdiği genel sınır
şüphesiz sosyal güvenlik hakkının gerçekleştirilmesinde de geçerlidir. Buna göre,
devlet sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerini, “bu görevlerin amaçlarına
uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine
getirir.”
99
gerektirdiği yetkileri kullanabilecektir. Devlet nihayet, 56. maddenin son fıkrası
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
g) Çevre Hakkı
Çevre hakkı özünde çevrenin korunmasıyla ilgili olup, insanların yaşadığı fizikî
ortamın insan sağlığı için tehlikeli hale gelmesini önlemek amacına yöneliktir.
Çevre kavramının tabiî çevre yanında, insan yapısı olan sosyo-kültürel
çevreyi de kapsadığı genellikle kabul edilmektedir (Kuzu 1997: 157). Çevreyi
sağlık için tehlikeli hale getirebilecek etkiler, başlıca “çevresel felâketler” ile
sanayileşme ve iktisadî kalkınma faaliyetlerinden doğmaktadır. Nükleer kazalar,
deniz kirliliğine yol açan petrol tankerleri kazaları, kimyasal sızıntı ve akıntılar
vb. çevreyi kirleten bu türden felâketlerin başında gelmektedir. Bu arada hava
kirliliği ciddî bir çevre sorunudur. Ayrıca, madencilik faaliyetleri de çevreyi
kirleten sonuçlar meydana getirmeye elverişlidir (Kaboğlu 2000: 337).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ayrı bir “çevre hakkı”na yer vermemiş olsa da,
Strasbourg Mahkemesi bunu hayat hakkı, özel ve aile hayatına saygı, insanlık
dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı, mülkiyet ve konut hakları gibi diğer haklar
aracılığıyla dolaylı olarak korumaktadır (Kaboğlu 2005: 307).
Anayasamız ise çevre hakkıyla ilgili hükümlere sağlık hakkıyla birlikte 56.
maddede yer vermiştir. “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı
bu madde herkesin “sağlıklı ve dengeli bir çevrede” yaşama hakkına sahip
olduğu belirtilmektedir. Sağlıklı ve dengeli bir çevrenin sağlanmasının ise,
devletin çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önleyici tedbirler alması sayesinde mümkün olacağı düşünülmektedir.
100
Madde bu konuda “vatandaşlar”ı da ödevli saymaktadır. Bu nokta, “çevre
h) Kadın Hakları
“Kadın hakları”nın insan hakları ile ilişkisi karmaşık bir konudur. İlk bakışta,
bu kavramın insan haklarına göre daha özel bir kategori teşkil ettiği izlenimi
doğmaktaysa da, bu izlenim tam olarak doğru değildir. Bunun doğru olan
tarafı şudur: Kadın hakları terimi, bir yanıyla, kadınların insan kişiliğine bağlı
haklarına atıfta bulunur; bu anlamda kadın hakları kadınların insan haklarını
ifade eder. Ne var ki, günümüzdeki “kadın hakları” söylemine hakim olan
bakış açısı ve anlam bu değildir. Nitekim, bu terimle çoğu zaman kadınların
insan olmak itibariyle erkeklerle paylaştıkları haklardan çok, kadın cinsinin
101
özelliklerine karşılık gelen her türlü haklar kastedilmektedir. Bu hakların bir
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
kısmının aynı zamanda “insan hakkı” niteliğinde olması mümkün ise de, geri
kalanı insan haklarıyla aynı normatif üstünlüğe sahip olmayan genel anlamdaki
haklardır.
Birleşmiş Milletler çerçevesinde kadın hakları ile ilgili olarak kabul edilen en
önemli sözleşme 1981 tarihli Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan
Kaldırılması Sözleşmesi’dir. Bu Sözleşme 1986 yılından itibaren Türkiye
bakımından da bağlayıcı hale gelmiştir. Bu Sözleşme’nin 3. maddesi taraf
devletlere, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını ve bunları fiilen
kullanabilmesini sağlama yükümlülüğü getirmektedir. Dahası, 4. madde
kadın-erkek arasında fiilî eşitliği sağlamak amacıyla kadın lehine geçici
nitelikte özel tedbirler alınmasını öngörmektedir. Sözleşme’de yer alan
bu haklar ve başkaları doğrudan uygulanabilir haklar olmayıp, “program
hükümler” niteliğindedirler (Gemalmaz 2003: 393-98). Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin bütün insan hakları
belgeleri içinde en fazla çekince konmuş belge olduğuna işaret eden bir yazar,
haklı olarak, bunu ataerkil yapıların ve kültürün dünyanın her yanında egemen
olmasına bağlamaktadır (Berktay 2000: 365-66).
102
(Anayurt 2004: 153-54).
i) Çocuk Hakları
103
haklarıyla ebeveynin onlar üzerindeki hakları arasında teorik bir gerilimin
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
İnsan haklarıyla ilgili genel sözleşmelerde yer alan hakların, durumları uygun
olduğu ölçüde, çocuklar bakımından da geçerli olduğuna şüphe yoktur. Böyle
olmakla beraber, çocukların özel olarak korunmaya ihtiyacı olduğu da bir
gerçektir. Dolayısıyla, durumları ve ihtiyaçları dikkate alınarak çocukların
haklarının özel olarak tanınmasını ve korunmasını amaçlayan sözleşmelerin
yapılmasının gerekli olduğu söylenebilir (Gemalmaz 2003: 508-509).
Çocuk hakları konusu Birleşmiş Milletler tarafından daha sonra özel olarak ele
alınmış olup, bu konuda 1989 yılında Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edilmiştir.
Türkiye bu sözleşmeyi bir çekinceyle birlikte 1994 yılında onaylamıştır.
Sözleşme’ye göre, 18 yaşın altındaki herkes “çocuk” sayılır. İçerdiği hakların
geniş kapsamı bakımından (bkz. Sayıta 2000), bu Sözleşme paralel bir insan
hakları sözleşmesi gibidir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, Sözleşme’de yer alan
hakların uygulanması için gerekli her türlü hukukî, idarî ve diğer tedbirleri
almakla taraf devletleri yükümlü kılmıştır.
Avrupa Konseyi de çocuk haklarıyla ilgili olarak başlıca iki sözleşme kabul
etmiştir. Bunlardan, Türkiye’nin tarafı olmadığı 1975 tarihli “Evlilik Dışında
Doğan Çocukların Hukukî Statüsü Hakkında Avrupa Sözleşmesi” evlilik dışı
çocukların hukukî ve sosyal statüsünü evlilik içinde doğan çocukların düzeyine
getirmeye veya ikisi arasındaki farkı azaltmaya yöneliktir. Sözleşme’nin
104
hükümleri arasında, evlilik dışı çocuğa karşı anababanın yükümlülüklerinin
2005 tarihli Çocuk Koruma Kanunu, “korunma ihtiyacı olan ve suça sürüklenen
çocukların korunması, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınması”
amacına (m. 1) yönelik olarak bazı “koruyucu ve destekleyici tedbirler (m. 5)
yanında, çocuklar hakkındaki soruşturma (m. 15 vd.) ve kovuşturmaya (m. 22
vd.) ilişkin özel usulleri (m. 15 vd.) de düzenlemektedir. Kanunda ayrıca çocuk
mahkemelerinin kuruluş ve işleyişiyle ilgili esaslar (m. 25 vd.) gösterilmektedir.
105
j) Engelli Hakları
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Bu gruba giren kişiler Türkçe’de “engelli”, “sakat” veya “özürlü” gibi çeşitli
adlarla anılmaktadırlar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1975 yılında
kabul ettiği Sakat Kişilerin Hakları Bildirisi’nin 1. maddesine göre “Sakat kişi,
fiziksel veya zihinsel yeteneklerindeki, ister doğuştan isterse sonradan olan,
bir noksanlık sonucu normal bir bireysel ve/veya sosyal hayatın gereklerini
tamamen veya kısmen kendi kendine yerine getiremeyen kişidir.” Söz konusu
1975 Bildirisi engellilere birtakım haklar tanımış ve bu hakların hiç bir ayrıma
tabi olmaksızın dünyadaki bütün sakatlar için geçerli olduğunu belirtmiştir. Bu
Bildiri’nin 3. maddesi sakatların insan onuruna saygı gösterilmesini onların
doğal (inherent) hakkı olarak nitelemiş ve buna uygun hayat şartlarına sahip
kılınmalarını onlar için bir hak olarak göstermiştir. BM Bildirisi’nin sakatlara
tanıdığı diğer haklar arasında “tıbbî, psikolojik ve fonksiyonel tedavi” görme
hakkı (m. 6) ile ekonomik ve sosyal güvenlik yanında uygun veya kabul
edilebilir bir hayat düzeyi hakları (m. 7) sayılmıştır.
Ayrıca, BM Genel Kurulu 1993 tarihli bir toplantısında “Sakatlar İçin Fırsat
Eşitliği Konusunda Standart Kurallar”ı belirleyen bir Karar almıştır. Tıbbî
bakım, rehabilitasyon, yardım hizmetleri, eğitim, istihdam, sosyal güvenlik,
aile hayatı ve sakatların örgütlenmesi gibi başlıklar içeren bu Karar ayrıca söz
konusu standartların etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak üzere bir de
izleme mekanizması kurmuştur.
106
güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler arasında sayılmıştır.
Akıl hastaları veya daha doğrusu “zihinsel özürlüler” sakatlar grubu içinde
yer aldıklarından, sakatların haklarıyla ilgili açıklamalar şüphesiz bunlar
için de geçerlidir. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1971 yılında
kabul ettiği bir Bildiri “Zihinsel Bakımdan Engelli Kişilerin” özel haklarını
belirtmiştir. Zihinsel engellilerin diğer insanlarla mümkün olan en yüksek
derecede aynı haklara sahip olduğunu belirten (m. 1) Bildiri’ye göre, bu kişilerin
kendi yeteneklerini azamî dereceye çıkarmayı mümkün kılacak şekilde tıbbî
bakıma, eğitime ve rehabilitasyona hakları vardır (m. 2). Bildiri’nin 3. maddesi
gereğince, zihinsel özürlüler de diğer engelliler gibi, ekonomik güvenlik ve
uygun hayat standardı hakkına sahiptirler. Keza kapasitesi elverdiği ölçüde
üretken bir iş yapma veya anlamlı bir işle uğraşma zihinsel özürlünün bir
hakkıdır. Bildiri’nin tanıdığı diğer haklar arasında şunları da sayabiliriz: Kendi
ailesiyle veya koruyucu ana-babayla yaşama ve toplum hayatına katılma (m.
4), kendi iyiliğinin ve çıkarlarının gerektirmesi halinde nitelikli bir vasiye sahip
olma (m. 5), sömürülmeden, kötüye kullanılmadan ve aşağılayıcı muameleden
korunma (m. 6).
107
yoluyla korunabileceği ve bireysel kültürel haklar yoluyla topluluk kültürlerinin
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi “azınlık hakları”nı başlıbaşına bir hak olarak
düzenlememiştir. Bununla beraber, ayrımcılık yasağıyla ilgili olan 14. maddede
“ulusal azınlığa mensubiyet”in Sözleşmenin tanıdığı haklardan yararlanmada
bir ayrım nedeni olamayacağı belirtilmektedir. Ancak daha sonra 2000 yılında
kabul edilen 12 No.lu Ek Protokol’ün 1. maddesi, yukarıda belirttiğimiz gibi,
ulusal azınlıklara mensup olan kişilerin eşit muamele görme hakkını devletlerin
iç düzenlerinde tanınan bütün haklar bakımından tanımış bulunmaktadır. Bu
hükümlerde işaret edilen şekliyle ayrımcılığa uğramama hakkı negatif bir haktır.
Oysa, bugün “azınlık hakları” derken genellikle kastedilen, azınlıklara, kendi
kimliklerini korumak ve geliştirmek üzere özel olarak bazı pozitif hakların
bireysel veya topluluk düzeyinde tanınmasıdır.
Her iki sözleşme de azınlık dilini konuşanlara veya ulusal azınlığa mensup
olanlara vatandaşı oldukları devletin “egemen eşitliği”ne ve “ülke bütünlüğü”ne
aykırı faaliyette bulunma hakkı vermemektedir (Gemalmaz 2003: 516, 518-19).
Bu belgelerde “ülke bütünlüğü”nün vurgulanması, ayrılma hakkı anlamında
108
“kendi kaderini tayin hakkı”nı azınlık hakları içinde görmediklerinin işaretidir
Antlaşma ayrıca Türkçe’den başka bir dil konuşan –yani, anadili Türkçe
olmayan- Türk vatandaşlarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak
kullanma hakkı da tanımıştır. Bundan başka, bütün Türk vatandaşları resmî
daireler dışındaki herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda istediği dili
kullanma hakkına sahiptir. Mamafih, bu bir “azınlık hakkı” değildir (Oran: 212-
17).
Etnik ve dinî azınlıklara veya kültürel gruplara mensup kişilerin herkes gibi
109
Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen “kanun önünde eşitlik” ilkesinden
İnsan Hakları ve Özgürlükleri
110
III. Bölüm
İnsan Haklarının Korunması ve
Geliştirilmesi
111
112
A. HAKLARIN KORUNMASI VE HAK ARAMA
1. Ulusal Koruma
Anayasa’nın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi,
anayasal hakları ihlâl edilen herkesin “yetkili makama” geciktirilmeden
başvurma hakkının sağlanmasını öngörmektedir. Burada geçen “yetkili makam”
teriminden kasıt öncelikle yargı mercileri olmakla beraber, anayasal-hukukî
sistemimizde başvuru makamlarının mahkemelerle sınırlı olmadığı da açıktır.
Maddede ayrıca, idarî ve siyasi mercilere başvurma hakkına da işaret edilmiştir.
a) Yargısal Koruma
113
karşılamadığı açıktır (bkz. Erdoğan 2005: 185).
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Yargı yoluyla hak aramaya hem idarî, hem adlî hem de anayasal yargı
aracılık edebilir. İdarî yargı, idarî işlem ve eylemlerden doğan hak ve menfaat
uyuşmazlıklarının çözüm yeridir. Anayasa’ya göre (m. 125/1), kamu idaresinin
her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır. Askerî niteliktekiler dışında
kalan idarî işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğu, tepesinde Danıştay’ın
bulunduğu ve genel ilk derece mahkemelerinin idare ve vergi mahkemeleri
olduğu idarî yargı mercileri denetler. Buna karşılık askerî işlemlerin denetimi
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (m. 157) tarafından yerine getirilir. Ancak
Anayasa’nın Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler (m. 105/2, 125/3) ile
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (m. 159/4) ve Yüksek Askerî Şura’nın
(m. 125/3) işlemlerini yargı denetiminden muaf tutması hukuk devleti ilkesi
açısından eleştiriye açık bir husustur.
Temel hakların korunmasında adlî yargı da işlev görür. Kimi idarî işlemlerin
bazı yönlerinden doğan uyuşmazlıklar (örneğin, mülkiyet hakkıyla ilgili olarak
kamulaştırma bedeliyle ilgili uyuşmazlıklar) adlî yargıda çözüldüğü gibi, ceza
yargılaması da pek çok durumda temel hakların korunmasıyla ilgilidir. Özellikle
sanık hakları ve adil yargılama açısından durum böyledir. Adlî yargının en üst
karar mercii Yargıtay’dır.
Anayasa yargısının temel hakların korunmasında özel bir yeri vardır. Kanunların
ve kanun hükmündeki kararnamelerin anayasaya uygunluğunu denetleyen
Anayasa Mahkemesi (m. 146-153), temel hakların kapsamı, sınırları ve kötüye
kullanılamaması konularındaki içtihatlarıyla bu hakların korunmasına hizmet
etmesi gereken önemli bir organdır. Bu arada, anayasa yargısı sistemimizde
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru (“anayasa şikâyeti”) kurumunun
yer almamış olmasının temel hakların korunması bakımından önemli bir eksik
olduğunu da belirtmek gerekir. Anayasa’nın düzenlediği “itiraz yolu”nun (m.
152), yapısı gereği, temel hakların korunmasına katkısı ne yazık ki fazla değildir.
114
yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir.
İdarî başvurunun özel olarak insan hakları ihlâlleri ile ilgili olan bir türü,
son yıllarda kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı ile İl ve İlçe
İnsan Hakları Kurulları’na yapılabilecek başvurudur. Bu konu aşağıda ayrı
olarak incelenecektir. Bununla beraber, İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları
insan hakları ihlâlleri konusunda başvuru makamı olmanın yanında, insan
haklarının korunmasına başka türlü de hizmet eden kuruluşlardır. Nitekim,
ilgili Yönetmelik’te bu kurulların görevleri arasında şu hususlar da sayılmış
bulunmaktadır: Her türlü ayrımcılığın önlenmesi için gerekli çalışmalar
yapmak (m. 9/d), idarenin uygulamalarında vatandaşlara hoşgörü ve nezaketle
yaklaşılmasını sağlayıcı çalışmalar yapmak (m. 9/f), görev ve çalışmalarında
sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğini geliştirmek (m. 10/e).
Ülkemizde insan haklarının daha iyi korunup geliştirilmesine yönelik idari bir
yapılanma oluşturmak amacıyla 1990 yılından itibaren çeşitli girişimlerde
bulunulmuştur. Bu dönemde kurulan hükümetlerde insan haklarından sorumlu
115
bir Devlet Bakanı görev yapmış, 58 ve 59. Hükümetlerde ise bu görev Başbakan
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Yardımcılığı’na verilmiştir.
İnsan Hakları Başkanlığı, kanunla kendisine verilen dört temel görevi yerine
getirmektedir. Başkanlık, ilk olarak, insan hakları ile ilgili konularda görevli
kuruluşlarla sürekli temas halinde bulunmakta ve bu kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamaktadır. İkinci olarak, insan hakları konusundaki mevzuat
hükümlerinin uygulanmasını izlemekte, izleme sonuçlarını değerlendirmekte,
uygulamada ve mevzuatta görülen aksaklıkların giderilmesi ve Türkiye’nin
ulusal mevzuatının insan hakları alanında taraf olduğu uluslararası belgelerle
uyumlu hale getirilmesi doğrultusunda yapılacak çalışmaları koordine etmekte
ve önerilerde bulunmaktadır. Üçüncü olarak, kamu kurum ve kuruluşlarının
hizmet öncesi, staj ve hizmet içi insan hakları eğitim programlarını izlemekte,
değerlendirmekte ve koordine etmektedir. Dördüncü olarak, insan hakları ihlâl
iddiaları ile ilgili başvuruları incelemekte ve araştırmakta, inceleme ve araştırma
sonuçlarını değerlendirerek alınabilecek önlemlere ilişkin çalışmaları koordine
etmektedir.
Bunlardan, Başbakanlık bünyesinde yer alan İnsan Hakları Üst Kurulu 2001
tarihinde kurulmuş olup, görev ve yetkileri bir yönetmelikle düzenlenmiştir.
Başkanlığını Başbakanın görevlendireceği bir Devlet Bakanının yapması
öngörülen İnsan Hakları Üst Kurulu, Başbakanlık, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Millî
Eğitim, Sağlık ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlıklarının müsteşarlarından
oluşur. Kurul’un toplantılarına gerektiğinde ilgili kamu kuruluşları ile özel
kuruluşların temsilcileri de çağrılabilir. Üst Kurul’un başlıca görevleri, insan
haklarının korunması ve geliştirilmesi için yasal ve idarî düzenlemelerle ilgili
hazırlıkları yapmak, mevzuatın uluslararası insan hakları hukukuna uygun
hale getirilmesine yönelik tavsiyelerde bulunmak, insan haklarının uluslararası
standartlara uygun olarak korunması ve geliştirilmesi için yapılacak çalışmaları
116
koordine etmektir. Kurul’un ayrıca, insan haklarıyla ilgili hizmet içi eğitim
İnsan Hakları Danışma Kurulu ise, Devlet Bakanına bağlı olarak çalışmak
ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde danışma hizmeti vermek
üzere kurulmuştur. Danışma organı olarak başlıca görevi, bu konularda öneri
ve tavsiyeler içeren raporlar hazırlamaktır. Kurulda ağırlıklı olarak sivil toplum
örgütleri, üniversiteler, sendikalar ve meslek kuruluşları temsil edilmektedir.
117
ve mali olanaklara sahip olmalıdır.
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
2. Uluslararası Koruma
İnsan haklarının uluslararası alanda korunması çeşitli düzeylerde ortaya
çıkmaktadır. Türkiye açısından bunların en önemlileri, Birleşmiş Milletler
çerçevesindeki koruma mekanizmaları ile Avrupa Konseyi’nin insan hakları
koruma sistemidir.
118
ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, bu Konsey’e bağlı olan İnsan
119
ile ilgili olabilir. Bu durumlarda, ilgili özel raportör veya çalışma grubuna
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
120
tanıdığı haklara işlerlik kazandırılmasını izlemek amacıyla, Ekonomik ve
121
kurduğu koruma mekanizmasının belkemiğini, hukuken bağlayıcı karar alma
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin başka bir önemli ve onu diğer uluslararası
antlaşmalardan ayıran özelliği de, hükümlerinin ulusal hukuk sistemlerinde
doğrudan doğruya uygulanabilir nitelikte olmasıdır (Anayurt 2004: 70vd.).
Yani, Sözleşme hükümlerinin iç hukukta etki doğurabilmesi için, ulusal
makamların onları iç hukuk kuralı haline dönüştürmek üzere ek yasama
işlemi yapmalarına gerek yoktur. Sözleşme’ye taraf devletlerin yetki alanında
bulunan kişiler, o devletin mahkemelerinde doğrudan doğruya bu Sözleşme’nin
hükümlerine dayanarak hak talebinde bulunabilirler.
Yeni şekliyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (bkz. Bıçak 2000, Çavuşoğlu
2000; Anayurt 2004: Dördüncü Bölüm); yargısal işlevini Komiteler, Daireler
ve Büyük Daire aracılığıyla yerine getirmektedir. Komitelerin üçer, Dairelerin
yedişer, Büyük Daire’nin ise 17 üyesi vardır. Komitelerden biri eskiden
Komisyon’un yetkisinde olan “kabul-edilemezlik” kararlarını oybirliğiyle
vermeye yetkilidir. Komitelerin karara bağlayamadığı bireysel başvuruların
kabul edilebilirliği ve esası hakkında ise Daireler karar verirler.
122
Ayrıca, Sözleşme’nin 30. maddesine göre, Sözleşme’yle ilgili ciddi yorum
123
B- İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
a) Tarihsel Gelişim
İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları, işte bu yeni arayışın bir ürünü olarak,
2.11.2000 tarih ve 24218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
“İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları
Hakkında Yönetmelik” ile 81 il ve 850 ilçede tesis edilmiştir. Temel amacı insan
haklarının korunması ve geliştirilmesi, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin
124
önündeki engellerin kaldırılması olarak belirlenen Kurulların üstlendiği misyon,
125
Bunun için öncelikli olarak iki noktada başarı şarttır:
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Kurulların bir başka önemli görevi de, “insan hakları nedir ve ne değildir?”
sorusunu konunun uzmanları, akademisyenler ve halkla birlikte cevaplamak
ve gerek kamu görevlileri gerekse halkın şuurunda insan hakları kavramını
berrak bir mahiyete kavuşturmaktır. Türkiye’de insan hakları, henüz tam ve
gerçek anlamıyla “anlaşılamamış” olması nedeniyle, gerek kamu görevlileri
gerekse bu hakların “sahibi” olan bireyler tarafından özümsenememiş, hatta
marjinal grupların veya dış güçlerin düşmanca emellerinin bir paravanı olarak
kabul edilmiştir. Kurulların misyonlarını gerçekleştirebilmeleri, kamuoyundaki
bu algılamayı değiştirmedeki başarılarıyla doğru orantılıdır. Bu da yaygın ve
kapsamlı bir bilinçlendirme ile mümkündür.
126
yönlendirici statü kazanmış bir “referans kurum” olma hedefi görülmektedir.
127
yapı ise, insan haklarına yön veren temel ilkeler yerine “hangi sesin daha gür
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
çıktığına” göre hareket edecektir. Oysa ki, çoğunluk genellikle kendi yaklaşımını
uygulamaya geçirebilecek güce sahiptir; asıl olan ise azınlıkta kalan görüş ve
çıkarların da ifade edilebilmesi ve korunabilmesidir.
Bununla birlikte başlangıçta kamu görevlisi ağırlıklı bir yapının hakim olduğu
Kurullarda, vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet müdürü, jandarma
komutanı, kamu kurumlarının il müdürleri gibi kamu görevlileri yer almaktaydı.
Ancak kamu ağırlıklı yapının insan haklarıyla ilgili çalışmaların tarafsızlığını
gölgeleyeceği düşüncesiyle söz konusu üye yapısına getirilen eleştiriler üzerine
Yönetmelikte ciddi değişiklikler yapılmıştır. Yönetmelik değişikliği öncesi
Kurulların ve sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine başvurulmuş; alınan
görüşler ışığında kamu görevlilerinin Kurullardaki ağırlığının azaltılması yoluna
gidilmiştir.
23.11.2003 tarihli yeni Yönetmelik ile, vali ve kamu görevlisi bir avukat dışında
atanmış tüm kamu temsilcileri yerlerini seçilmiş kişiler ve sivil toplum kuruluşu
(STK) temsilcilerine bırakmışlardır. Emniyet müdürü, jandarma komutanı, il
ya da ilçe milli eğitim ve sağlık müdürünün yerini il genel meclisi temsilcisi,
siyasi parti temsilcileri, okul aile birlikleri temsilcisi, meslek odaları temsilcileri
almışlardır.
Buna göre;
İl Kurulu, vali veya valinin görevlendireceği bir vali yardımcısının
başkanlığında;
a) Büyükşehir statüsü bulunan illerde büyükşehir belediye başkanı
veya başkan yardımcısı, diğer illerde il belediye başkanı veya başkan
yardımcısı,
b) İl Genel Meclisinin kendi üyeleri arasından seçeceği bir temsilci,
c) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi partilerin il
128
başkanları veya görevlendirecekleri bir temsilci,
129
j) Muhtarlar Derneği başkanı, yoksa mahalle muhtarlarından başvuranlar
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Ayrıca Kurul Başkanları, gerekli gördüğü durumlarda ilgili kamu veya özel
kuruluş temsilcilerini veya kişileri de bilgilerine başvurmak için toplantıya
çağırabilmektedir. Dolayısıyla daha önce kurul üyesi olan Emniyet, Jandarma,
Milli Eğitim ve Sağlık yetkilileri gerekli durumlarda oy hakkı olmaksızın Kurul
toplantılarına katılabilmektedirler.
Tabii ki, Kurulda sivil kesimden gelen üyelerin çoğunlukta olması tek başına
“çoğulcu katılımı” sağlamaya yeterli değildir. Önemli olan temsil edilen
kurumun değil sahip olunan yaklaşımın “sivil karakter” taşımasıdır. Bu anlamda
bakıldığında “sivil toplum kuruluşu” unvanı taşıyan pek çok kuruluşun ve daha
da önemlisi halkımızın önemli bir bölümünün “devletten daha devletçi” bir bakış
açısıyla insan hakları konusunu değerlendirdikleri görülmektedir. Çoğulculuk,
adı sivil olmakla birlikte insan hakları değerlerini özümsememiş, otoriter
eğilimlere sahip kişi veya kuruluşların varlığıyla sağlanabilecek bir özellik
değildir. Gerçek anlamda çoğulcu yapıya sahip bir Kuruldan söz edebilmek
130
için, insan hakları konusunda hassasiyet sahibi, düşünce ve eylemleriyle insan
İnsan hakları alanının iki ayrı ucunu bir araya getiren bu yapının temel esprisi
“insan hakları ortak paydasında birlikte irade oluşturmak”tır. Buna göre
Kurullarda görev yapan kamu temsilcileri, sivillerin hak ve özgürlüklerle ilgili
talep ve şikayetlerine karşı kategorik olarak “devleti savunma” refleksine
sarılmayacakları gibi sivil toplum temsilcileri de uzlaşmaz bir “devlete
muhalefet” çizgisinin ötesine geçerek, ortak bir çaba ile insanların sorunlarının
çözümüne yönelik somut öneriler, programlar geliştireceklerdir. Bu önemlidir;
çünkü geçmiş deneyimlerde insan hakları başka politik projeler uğruna kullanılan
bir argüman, devlet ve rejimle sürdürülen “ezeli rekabetin” bir payandası olarak
görülmüş ve kabul edilmiştir. Şimdi ise devletin öncülüğünde atılan bir adım ile
tüm farklı politik eylem ve hedeflerden bağımsız olarak “sadece insan hakları”
için çalışacak yeni bir mekanizma oluşturulmuştur. Bu yönüyle bakıldığında
Kurullar, devlet kurumları ve sivil toplum örgütleri dışında, 21. yüzyılın “hızlı
ve çözüm odaklı” anlayışına uygun, farklı türde bir yapılanma modelini temsil
etmektedir.
d) Kurumsal Kimlik
131
bu örneklerde, hem üst düzeyde düzenli olarak toplanan ve dosyalar üzerinde
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
kararlar veren bir uzmanlar grubu yani kurul bulunmakta, hem de bu kurul için
gerekli bilgileri, verileri üreten, inceleyen veya derleyen ve sürekli çalışan bir
kurum altyapısı bulunmaktadır.
Kurumsal kimlik edinme sürecinin daha çok fiziki şartları ve çalışma biçimini
ilgilendiren “altyapı” boyutu yanında bir de insan haklarıyla ilgili üstlenilen
misyonun sağladığı “bilinç” boyutu bulunmaktadır. Bu, her şeyden önce insan
haklarıyla ilgili görüş, tutum ve kararlarında belli bir çizgiye sahip olmak
132
demektir. Bu çizgi kuşkusuz ki güncel politik kavgalarla değil, Türkiye’nin de
2. Kurulların Görevleri
a) Genel Görevler
133
Kurulları tarafından İl Kurulunun gündemine getirilen; ilçelerde de
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
134
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
İnsan Hakları Kurullarının en önemli görevlerinden biri de, her türlü ayrımcılığın
önlenmesi için gerekli çalışmaları yapmaktır. Burada “her türlü” ifadesiyle iki
husus vurgulanmış olmaktadır:
• Ayrımcılık içeren eylem veya işlem, tamamen özel kişi ve kuruluşlar
arasında gerçekleşse bile “ayrımcılık yasağı” kapsamında bir insan hakkı
ihlâli olarak değerlendirilecektir.
• Dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasal görüş, felsefi inanç gibi nedenlerin
hangisine dayanırsa dayansın haklı ve meşru bir temeli olmayan hiçbir
ayrımcı uygulama kabul edilmeyecektir.
İlginçtir ki, Kurullara yapılan ihlâl iddiası başvurularında ayrımcılık konusu ilk
sıralarda yer almakla beraber, bu başvurular yakından incelendiğinde, şikayet
edilen konuların dil, din, ırk, renk vb nedenlerle maruz kalınan bir muamele
olmadığı, kısacası “ayrımcılık yasağı” kapsamına girmediği görülmektedir.
Mesela, sözleşmeli çalışanların farklı ücret almaları “ayrımcılık” gerekçesiyle
sık sık şikayete konu olmaktadır. Oysa ki buradaki farklı uygulama, kişilerin
dilleri, dinleri, ırkları gibi özelliklerinden kaynaklanmayan ve teorik anlamda
“ayrımcılık yasağı” ile ilgisi bulunmayan bir durumdur. Başvuruda bulunan
vatandaşlarımızın ayrımcılığı “sözlük anlamıyla” değerlendirdiği, karşılaştıkları
her “farklı uygulamayı” ayrımcılık olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Buna
karşın “ayrımcılık” içeren bazı ihlâllerin de farklı hak konuları kapsamında
değerlendirilebildiği gözlemlenmektedir.
135
Vatandaşa karşı devleti temsil edenlerin, vatandaşa karşı bir firmayı temsil
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
İnsan haklarının da temeli olan insan onurunu korumak, uygar bir devlet-toplum
ilişkisi bakımından vazgeçilmez önemdedir. Onun için, çaresizce feryad eden
mağdur bir vatandaşın kamu görevlilerince azarlanması veya bir biçimde kötü
muameleye maruz bırakılması her şeyden önce devletin varlık nedeninin hiçe
sayılmasıdır. Eğer vatandaşlar devlet kapısını;
• hiç bitmeyecekmiş gibi gelen kuyruklarda ayakta beklenen,
• en basit sorularına dahi cevap alamadıkları,
• bir belgenin eksikliği, yanlış yere geldikleri gibi nedenlerle kolayca
azarlandıkları,
• dertlerinin, şikayetlerinin hiçbir zaman dinlenilmediği,
• suçlu veya sanık olmanın insan olmaktan kaynaklanan hakları yok ettiği,
• dertlerine çözüm bulmak bir yana belki de “başlarına iş alabilecekleri”,
• tek bir güleryüz, sıcaklık göremedikleri
yerler gibi algılıyorsa bu sorun bir İnsan Hakları Kurulu’nun gündeminde
mutlaka yer almalıdır.
Nezaketi “zaaf” addeden bir anlayış yüzünden, devletin itibarı saldığı korku
ve caydırmada aranmış; vatandaşına “hizmet” ile görevli olduğunun şuuruyla
yumuşak davranmanın ise o itibara zarar vereceği zannedilmiştir. Tıpkı
ciddiyetin soğuk ve kuşkucu yüz ifadeleri, yapmacık protokol kalıplarıyla elde
edilebilecek bir değer zannedilmesi gibi, sığ ve kaba bir idare üslubu da “devlet
ciddiyeti” yaftasıyla beyinlerimize kazınmıştır.
136
başı konumundaki vali ve kaymakamların Kurullardaki konumları iyi
Kötü muamele ve işkence iddiaları ise konuyla ilgili olmakla birlikte şüphesiz
bu başlığın çok ötesinde başlı başına önem taşıyan, özel inisiyatif ve eylem
gerektiren, apayrı nedenleri ve çözümleri olan hususlar olarak Kurulların üstüne
gideceği temel ihlâl konularıdır.
137
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
138
b) Kurulların Tanıtılması
139
(i) Duyurma ve hatırlatma
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Tanıtım görevinde ilk aşama, Kurulun yapısı, işlevleri gibi diğer özelliklerinden
önce Kurulların varlığından halkı haberdar etmektir. Halk, İnsan Hakları
Kurulu diye bir birimin var olduğunu duymalı ve öğrenmelidir. Bu ilk
aşamada kullanılabilecek yöntemler çok basittir: Yerel medyada yapılacak
spot duyurular, gazete ilanları, nezarethaneler, hükümet konağı gibi kamu
kuruluşları ile park ve bahçeler gibi halkın yoğun olarak bulunduğu yerlere
asılacak afişler halkı İnsan Hakları Kurulu’nun varlığından haberdar etmek
için yeterli olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, yapılacak
tanıtımın halkın hem Kurullardan haberdar olmasını hem de bu yeni kurum
konusunda merak duymasını sağlamasıdır. İlk aşamada halkın ilgisi
yeterince çekilemediği takdirde daha sonraki aşamalarda yapılacak tanıtım
faaliyetlerinin başarı şansı azalmaktadır. Kurullar halkın sürekli nabzını
tutmalı, kamuoyu nezdindeki tanınma ve bilinme oranlarını sürekli kontrol
etmelidir.
140
açısından hayati önemi haiz bu Danışma ve Başvuru Masalarında görev yapan
141
Maddedeki “herkesin kolayca ulaşabileceği..” ifadesinin bir diğer yönünü
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
142
Sürekli bir memur görevlendirilmesi: Danışma ve Başvuru Masası tam zamanlı
Masa görevlilerinin hukuk bilgisinden daha çok ihtiyaç duydukları şey ise
halkla ilişkiler yeteneğidir. İnsan olarak haklarının ihlâl edildiğini iddia eden
bir başvuru sahibi maruz kaldığı durumdan ötürü çok hassas ve kırılgan bir
halet-i ruhiye içinde bulunabilmektedir. Bunun yanında halkımızın geleneksel
ürkekliği, bölgenin kendine has dili, kültürü, davranış kalıpları gibi unsurlar
da Masa görevlisi ile vatandaş arasındaki münasebette dikkate alınmalıdır.
Bir Masa görevlisinden bu anlamda beklenecek ilk iş, başvuran kişiyi güler
yüz ve ilgili bir tavırla karşılayarak onu rahatlatması, ihtiyaç duyabileceği
özgüveni ona verebilmesidir. Başvuran kişi “ciddiye alındığını” hissetmeli,
yaptığının umutsuz bir çaba olduğu intibaına kapılmasına izin verilmemelidir.
Başvurucunun varsa kaygıları giderilmeli, mahremiyete dair taleplerine
duyarlı olunmalıdır. Bu noktada hep belirtildiği gibi bu Masalar için Kurulun
sivil üyelerinin de desteğiyle özel bir yer tahsis edilmelidir. Başvuran kişinin
“haksızlığa uğramışlık” psikolojisi içinde olabileceği unutulmamalı ve
abartılı olabilecek hal ve tavırlarına belli ölçüde tahammül gösterilmelidir.
143
Bütün bunların kolayca yazılabildiği ama uygulamanın buna benzemediği
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Başvuru Kutuları
Yönetmeliğin 10. maddesinin (b) fıkrasına göre Kurullar, insan haklarına
ilişkin ihbar, şikayet ve taleplerin Kurullara ulaştırılmasını kolaylaştırmak için
tüm kamu kurum ve kuruluşları ile şehrin önemli yerlerine Başvuru Kutuları
koymakla görevlendirilmişlerdir. Görüldüğü gibi buradaki önemli kavram
“başvuruları kolaylaştırma”dır. Gerçekten de, zaman darlığı, günlük yaşam
koşullarının izin vermemesi, insanların bürokratik formalitelerden çekinmesi
gibi nedenlerden ötürü insanlar Başvuru Masaları ile doğrudan irtibata
geçmeyebilmektedirler. Bu durumda hastane, nezarethane, hükümet konağı gibi
kamu kuruluşlarında veya şehrin merkezi bölgelerinde bulunan PTT binaları,
marketler, metro ve otobüs durakları gibi yerlerde bulunan Başvuru Kutularına
yazılı bir dilekçe bırakıvermek insanlarımızı Kurullarla kısa yoldan birbirine
bağlayan hayli pratik bir yoldur.
Başvuru Kutularının pratik bir yol olması kadar önem taşıyan diğer özelliği ise
sağladığı güvenliktir. İnsan hakları ihlâlleri niteliği gereği hassas konulardır. Bu
tür durumlarda çoğu zaman başvuruda bulunmanın kendisi de başlı başına bir
risk taşıyabilmekte ya da mağdur öyle hissedebilmektedir. İhlâl mağdurlarının
daha önce de değindiğimiz gibi işleri ya da özel hayatlarına dönük muhtemel
korkuları, kaygıları, çekinceleri olabilmekte ve bunlar da kişiyi Kurula açık bir
başvuru yapmaktan alıkoyabilmektedir. Böyle durumlarda bir Başvuru Kutusu
ideal bir çözüm olarak ortaya çıkabilmektedir.
144
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Kutuların bir başka yararı ise, kolay, hızlı ve etkin bir “tepki gösterme
yöntemi” olmasıdır. Her toplumsal ve siyasal düzenin insanların tepkilerini
iletebilecekleri “soluk borularına” ihtiyacı vardır. Bu tepkiler, genel dünya
sorunlarından ülke ekonomisine, belediye hizmetlerinin kalitesinden gençliğin
isyanına kadar geniş bir yelpazede olabilir. Londra’daki Kraliçe’nin bile
aleyhinde konuşulabilmesiyle ünlü Hyde Park gibi “soluk boruları”, zamanla
bir geleneğe de dönüşebilmekte ve sembol haline gelebilmektedirler. Doğru ve
etkin kullanıldığı takdirde Başvuru Kutuları da gelecekte böyle bir toplumsal
misyonu yerine getirebilir.
Bu sonuçta her şeyden önce Kutular ile ilgili olarak vatandaşın gerektiği gibi
bilgilendirilmemesi başlıca rolü oynamıştır. Maalesef tanıtımın “bir defada
yapılan bir iş” olduğu algısı nedeniyle Başvuru Kutuları da başlangıçta belli
bir istekle yapılmakla birlikte, zamanla unutulmaya terk edilmiştir. Sürekli
ve kalıcı tanıtımın eksikliği yanında, bu Kutuların işlevselliği konusunda da
halka doyurucu veriler, ikna edici örnekler sunulamamış ve giderek Kutular
birer muziplik aracı haline gelmişlerdir. Kurullarımız da bu kutulardan çıkan
dilekçelerin çoğunun isimsiz ya da adressiz oluşu, gayrı ciddi şakalar, ihbarlar
içermesi nedenleriyle konuya mesafeli bakmışlardır.
Bir başka tartışılan konu ise, Kutulara konulan “isimsiz ve adressiz” dilekçelerin
ne yapılacağıdır. Sadece isim veya adres olmaması gerekçeleriyle bu dilekçeleri
145
çöpe atmak doğru değildir. Bu başvuru kutularının bir varlık sebebi de zaten
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Halkın temsilcisi olarak kabul edilen basın ve sivil toplumla güçlü ilişkiler
kuran bir Kurulun halk tarafından benimsenmesi şüphesiz çok daha kolay
olacaktır. Burada öncelikle Kurul üyesi olan basın temsilcisinin çalışmalara aktif
katılımı önem kazanmaktadır. Kurulun varlığının, üye yapısının, görevlerinin,
misyonunun ve en önemlisi de faaliyetlerinin halka tanıtılmasında en etkili
araç olan basının Kurulun zaten içinde olması iyi değerlendirilmelidir. Bu
üyelik basın ile Kurul arasında bir köprü vazifesi görecek ve basının Kurul
çalışmalarına ilgisini arttırmakta büyük rol oynayacaktır.
Kurul faaliyetleri ve alınan kararların özel bir sakınca bulunmadığı takdirde mutlaka
basında yer alması sağlanmalı, bu konunun tanıtım açısından taşıdığı önem dikkate
alınarak basın periyodik olarak yayınlanacak basın bültenleri, yapılacak basın
toplantıları ile bilgilendirilmelidir. Özellikle eğitim ve bilinçlendirmeye dönük
faaliyetler mutlaka basına açık olmalıdır. Yazılı ve görsel basın temsilcileriyle
sürekli bir temas oluşturulmalı, Kurulların sadece etkinlik yaptıkça değil kalıcı
olarak basında yer alması sağlanmalıdır. Sözgelimi tüm yerel gazetelerde bir
“İnsan Hakları Köşesi” oluşturulması için girişim yapılmalı, yerel TV’lerde
haftalık veya aylık periyotlarda programlar düzenlenmesi için bu kuruluşlarla
işbirliği yapılmalıdır. Basının halkın aynası olduğu gerçeğinden hareketle bu
146
ilişki “basından yararlanma” biçiminde değil, aynı amaç doğrultusunda işbirliği
Bir diğer risk unsuru da, toplantılarla ilgili yapılacak haberlerin toplumda
farklı algılamalara yol açabilmesidir. İnsan haklarıyla ilgili konular, herkesin
kolayca uzlaşabileceği, basit sorunlar değildir. Karmaşık, sosyo-ekonomik hatta
tarihsel temelleri olan, ciddi hassasiyet taşıyan konulardır. Doğal olarak farklı
fikirler, uzlaşılmaz noktalar hatta uç görüşler ileri sürülebilecektir. Bu konuların
Kurul aracılığıyla tartışılması ve bu tartışmaların açık olmasında yarar vardır
ve Kurulun asli görevi de budur; ancak bunların basına yansıma biçiminin de
olumlu olması gerekir. Tartışma ancak konunun özünden sapılmadığı, tarafların
birbirini dinleyebildiği ve anlayabildiği zeminde faydalıdır. Aksi durum,
tartışması yapılan konudan daha ciddi sorunlara davetiye çıkarmak olacaktır.
147
Basına yansıyan görüntü birtakım kısır çekişme ve kutuplaşmalara esir olmuş bir
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
148
oluşturacakları web sayfaları aracılığıyla tanıtım faaliyetlerine hız vermelidirler.
Türkiye’de toplumun içinde yer etmiş, tarihsel kökleri olan ve daha çok
yardımlaşma, dayanışma gibi amaçlarla oluşmuş yapılar bulunmakla birlikte,
modern anlamda “gönüllü sektörü”nün ciddi bir büyüklük ve etkinlik düzeyinde
149
olduğunu söylemek güçtür. Bununla birlikte hızlı kentleşme ve ekonomik
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
İnsan Hakları Kurulları ise, daha önce de belirtildiği gibi devlet ile sivil
kurumları bir araya getiren ve niteliği itibariyle aslında ne kamu, ne özel ne
de gönüllü sektörü içinde değerlendirilemeyecek sui generis (kendine özgü)
yapılardır. Bu anlamda Kurullar, diğer tüm politik gündem ve kaygılardan
bağımsız olarak “sadece insan hakları” amacıyla oluşturulmuş birimlerdir. Sivil
toplum kuruluşlarının burada devletin temsilcileriyle birlikte görev yapması,
onlarla birlikte eşit oy hakkına sahip olarak kararlara katılması, gündemini
belirlemesi bu yapıların özgünlüğünü ortaya koymaktadır. Kurulda sivil toplum
kuruluşlarının temsili yanında Kurulların üye olmayan STK’larla da işbirliğini
geliştirmekle görevlendirilmesi, konuya verilen önemi göstermektedir.
150
sahip çıkmaları, ülkemizin insan hakları tablosu açısından son derece önemli bir
151
zamanda Kurulların etkisizliğinin bir nedeni olarak da ortaya konmaktadır.
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Halbuki hepsi doğru olan bu hususlar zaten Kurulların ana varlık nedenlerinden
biridir. Ülkemizde çok sayıda STK olsaydı, gelişmiş bir insan hakları bilinci ve
örgütlenmesi bulunsaydı belki de Kurullara gerek kalmayacaktı. Kurullar zaten
bu sorunların çözümü için oluşturulmuşlardır; dolayısıyla çözmeleri gereken
problemlerin bahane olamayacağının bilincinde olmalıdırlar.
152
d) Eğitim ve Bilinçlendirme
153
(i) Bilgilendirme ve Bilinçlendirmenin Anlamı
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Kuşkusuz eğitimin nasıl bir eğitim olacağı, kimlerin hangi konularda ve hangi
sürelerde eğitileceği, söz konusu eğitimin hangi ilkelerle yürütüleceği, hangi
aşamalarda ve nasıl yenileneceği, sonuçlarının nasıl ölçüleceği gibi sorulara
cevap verildiği takdirde, çözüm olarak “eğitim”i göstermenin bir anlamı olabilir.
Yine kuşkusuzdur ki, bilinçlenmenin somut olarak neleri yapmaya başlamak
ve neleri yapmaktan vazgeçmek olduğunu, doğru bilinen yanlışların ve yanlış
bilinen doğruların neler olduğunu, bilinçlenmenin faydaları ve bilinçlenmemenin
kayıplarının neler olduğunu, hangi yöntemlerle bilinçlenileceğini, bu bilincin
nasıl korunabileceğini ve geliştirilebileceğini açıkça söyleyebildiğiniz ölçüde
“bilinçlendirme” kavramı soyut dünyadan gerçek hayata geçebilir. Kurullar bu
sorulara cevap verebilen “eğitim ve bilinçlendirme” çalışmaları yapmalıdırlar.
Bazı kavramlar vardır ki, sadece belli bir entelektüel ya da uzman kesim
tarafından kullanılır ve bu yüzden geniş yığınlar tarafından anlam ve içerikleri
pek bilinmez ve merak da edilmez. İnsan hakları gibi bazı kavramlar ise, her
kesimde, her platformda, her görüş ve inanç çerçevesinde kullanılırlar ve
aslında belki de bu nedenle tam olarak neyi ifade ettiğinde, neleri kapsadığında,
nelerle ilgisi olmadığında asla bir uzlaşma sağlanamaz. Bu yüzden insan hakları
154
eğitiminin ilk aşaması, bu kavramı gerçek anlamıyla tanımlamak ve doğru bir
155
yaptığı katkıdan da önemli olarak insan hakları, aynı zamanda bu ilerlemenin
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Bir başka hakim ve yanlış kanı da, insan haklarıyla ilgili reformları bize AB’nin
dayattığı ve aslında ulusal çıkarlarımıza ters düşen hususlar da olmasına
karşın tam üyelik için bunları “sineye çektiğimiz”dir. Nitekim Kurullar da bu
yorumlardan nasibini almakta, AB’nin gönlünü hoş tutmak için kuruldukları
izlenimi verilmeye çalışılmaktadır. Kurulların “insan hakları bilinçlendirmesi”
bağlamında üstesinden gelmesi gereken en önemli önyargılardan biri de
budur. Türkiye’nin bu reformları AB üyelik süreci kesilse dahi sürdüreceği,
reformların sonucunda AB’ye üye olunsa da olunmasa da milletimizin hak ve
özgürlük alanının genişlemiş olacağı, en önemlisi de bu “sessiz devrim”den
geri dönüşü AB kabul etse bile “hakların sahibi” olan milletin artık asla kabul
etmeyeceği şüphesiz bir hakikattir. Bu temelden hareketle, Kurulların da
AB’ye endeksli yapılanmalar olmadığı, varlıklarını AB’nin değil milletin sahip
çıkmasıyla sürdürebilecekleri, daha da önemlisi Kurulların güçlenmesinden
asıl yarar sağlayacak olanın dış unsurlar değil bizatihi halkımız olduğu, yapılan
çalışmalarda sürekli olarak vurgulanmalıdır.
156
(iii) İnsan Hakları Eğitiminin Kaynakları ve Araçları
157
Eğitim ve bilinçlendirme faaliyetlerinde akademisyenler, hukukçular, tecrübeli
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
158
sisteminde başdöndürücü hızda gerçekleşen reform süreci, ortaya yepyeni bir
Kurullarda bulunan meslek grupları başta olmak üzere bölgenin çalışma yaşamını
temsil eden gruplara özel eğitim çalışmaları planlanmalı ve uygulanmalıdır.
Türkiye’de çalışma ve sözleşme hürriyeti, sosyal güvenlik hakkı gibi iş yaşamını
yakından ilgilendiren konularda hem ciddi sorunlar bulunmakta, hem de bu
“ekonomik ve sosyal haklar” diğer temel haklar ve siyasal haklara göre daha az
bilinmektedir. Bu konuda yapılacak çalışmaların bir diğer yararı da, Kurulların
geleceği açısından hayati önemi haiz olan STK’lar ve meslek kuruluşlarının
işbirliği ve katkılarını sürekli hale getirmesi olacaktır.
Kurulların eğitim çalışmalarını belli bir program dahilinde ve bir takvime bağlı
olarak gerçekleştirmeleri, faaliyetlerin düzenliliğini ve birbirini tamamlayıcı
nitelik taşımasını sağlayacaktır. Bütünsel bir bakıştan mahrum, dağınık ve belli
bir gündemi takip etmeyen faaliyetlerin etkisi ise sınırlı kalacaktır.
159
Buna göre, hangi hedef kitleye yönelik olarak, hangi konularda, hangi tür
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
e) Araştırma ve İzleme
160
g) İnsan hakları uygulamalarının teşvik edilmesi amacıyla örnek kurum
(i) Araştırma
Kurulların Avantajı
Kurulların Türkiye’deki insan hakları sorunlarıyla ilgili görev kâğıdında, önceliği
ülkenin “gerçek insan hakları fotoğrafını” çekmek almaktadır. Bu nitelikte bir
sosyal sorunu ampirik verilerle tanımlamanın güçlüğü bir yana, sayısız farklı
çıkar grupları veya ideolojik kesimlerin “kendi insan hakları gündemleri”ni
kendi bakış açılarıyla sahaya sürmesi sorunun tanımlanamazlığını pekiştirmiştir.
Bu bir yerde kaçınılmaz bir sonuçtur; elbette ki herkes insan haklarının “kendi
bağrını yakan” kısmıyla daha çok ilgilenecek ve konuyu kendi felsefi veya siyasi
kökleriyle açıklamaya çalışacaktır. Ancak bu kaçınılmaz gerçek, aynı zamanda
insan hakları konusunu giderek kendi özel alanından çıkarıp siyaset meydanının
kaotik kısır döngüsüne sürüklemektedir. Bu durumun insan hakları gerçeğine
yöneltilmiş “özel bir bakışı” gerektirdiği ortadadır. Bu “özel bakış”, tüm ayrı
kimliklerin ve çıkar kaygılarının üzerinde, insan haklarının evrensel değeri ve
içeriğine bağlı kalarak sürdürülen bir çalışma ile mümkündür. Kurullar, politik
açıdan hiçbir kimliğin içine yerleştirilemeyecek yapılarıyla böyle bir “özel
bakışa” sahip olabilecek nitelikte görünmektedirler.
İnsan haklarıyla ilgili ulusal veya uluslararası pek çok kuruluş tarafından çok
sayıda veriler, istatistikler, raporlar, araştırmalar yayınlanmaktadır. “Türkiye’de
hangi hak konusunda ne gibi sorunlar var, hangi yoğunlukta ihlâller var,
ihlâller en çok hangi bölgelerde yoğunlaşıyor, ihlâllerin altında ne gibi idari
sorunlar veya sosyal yaralar var” gibi pek çok soruyu “kendi pencerelerinden”
cevaplayan sayısız araştırma yayınlanmaktadır. Ancak bu araştırmaları gören ve
okuyanların ilk reaksiyonu hemen “araştırmacı kişi veya kuruluşun kimliğini”
öğrenmek olmaktadır. Çünkü araştırmanın hangi tezi, hangi iddiayı hatta hangi
verileri niye ileri sürdüğünün mutlaka politik, ideolojik veya çıkarlara dayalı
161
bir nedeni olduğuna inanılmaktadır. İşte Kurullar, insan hakları dışında hiçbir
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
İlk engel, büyük ölçüde Kurulların sivil üyelerinin etkinliği ve insan haklarına
sözlük anlamıyla değil öz anlamıyla “sivil” yaklaşabilmeleriyle aşılabilecektir.
Kurul Başkanlarından bu süreçte beklenen ise, öncelikle sivil üyeleri teşvik
edici, yol gösterici olmaları, paylaşmadıkları bir görüş veya kararın Kurul
tarafından benimsenmesinin Kurulun yapısının bir gereği olduğunun bilincinde
olmalarıdır. Bir başka deyişle, Kurulun devletin bir birimi olmadığı gerçeğinden
hareketle, çalışmalarında Kurulun özgün kimliğini korumaları, vali veya
kaymakam olarak değil Kurul Başkanı olarak davranmalarıdır. Şüphesiz ki
Kurullar, kararları, başvuruları ele alma biçimleri ve çözüm güçleriyle bu “sivil
ve bağımsız” kimliği kazanabilecektir. Yoksa sadece üye yapısının kendine özgü
niteliği, Kurullara böyle bir artı değer kazandırmaya yetmeyecektir.
İkinci engeli aşmak için ise, Kurulların araştırma yapabilmek için yeterli
kurumsal kapasiteye sahip olmaları gerekmektedir. Bu yüzden 12. maddenin
ilk fıkrasında Kurulların diğer kuruluşlarla birlikte üniversitelerle de işbirliği
yapmaları gerektiği belirtilmiştir. Kurullar, şüphesiz ki akademik birimler
değildirler; dolayısıyla çalışmalarının bilimsel nitelik taşıyabilmesi için
öncelikle üniversitelerle kalıcı ve sürekli bir işbirliği mekanizması oluşturmaları
gerekmektedir. Bu işbirliğinin süreklilik içermesi önemlidir; zira bütüncül
bir eylem planı çerçevesinde olmayan, geçici ve anlık çabaların istenen etkiyi
meydana getirmesi mümkün değildir.
162
Kurullar hem diğer kuruluşların çalışmalarına katkı yapmalı, hem de onların
163
Araştırma Konuları
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Bilindiği gibi insan hakları temelde devlet ile bireyin ilişkisine dayanır ve kabaca
devletten “karışmaması” istenen haklar ile bunun tersine “karışması, müdahale
etmesi” istenen haklar olmak üzere iki kısımdır. Sivil ve siyasal haklar olarak
da adlandırılan ilk kısım, ülkelerin insan hakları konusundaki asgari standardını
ifade etmekte ve bu hakların devlet ya da herhangi bir baskı unsurundan
bağımsız biçimde özgürce kullanılabildiği ülkeler “insan haklarına saygılı”
kabul edilerek, medeni dünya ailesi içinde değerlendirilmektedir. Temel haklar
olarak da nitelendirilen bu hakların “olmayabileceği ihtimali” artık kesinlikle
reddedilmekte, yeryüzünde bulunan her insan topluluğunda bu hakların
bulunması ve korunması gerektiği ifade edilmektedir. İkinci kısımda yer alan ve
devletlerin “ olumlu müdahalesinin” gerektiği hakların gerçekleşme düzeyi ise,
bir ülkenin “insan hakları kalitesini” ifade etmekte; ülkeler, uluslararası ilişkiler
sistematiğinde bu “insan hakları kalitesi” oranında bir ağırlık ve saygınlığa sahip
olabilmektedir.
Bunun yanımda kadın üyelerin sadece kadın haklarıyla ilgili değil Kurulların
tüm çalışmalarında görev alacakları da unutulmamalıdır. Kadın haklarıyla ilgili
mutlaka özel bir komisyon oluşturulmalı, Kurullar, bölgelerinde kadının sosyal
yaşama katılmasına dönük çalışmaları teşvik etmeli ve destek vermelidirler.
Bazı bölgelerimizde yoğun olarak yaşanan töre cinayetleri, başlık parası,
akraba evlilikleri gibi sorunlara karşı bilinçlendirme çalışmalarına özel önem
164
verilmelidir. Her Kurul, yöresindeki kadınların sosyal ve iş yaşamına katılma
165
oturtulması ve geliştirilmesi adına sürdürülen mücadelede yerini almalıdır. Bu
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Herkesin bildiği gibi, Türkiye “ilan edilmemiş bir trafik savaşı” yaşamakta ve
her yıl binlerce insanını bu savaşa kurban vermektedir. Trafik, Türk insanının
yaşam hakkına yönelmiş başlıca tehditlerden biri halindedir. Her yıl 1 milyona
yakın yeni aracın “aynı trafik bilgisi ve anlayışı” seviyesiyle yollara çıktığını
düşünmek bile insanı ürkütmeye yetmektedir. Nitekim Kurulların araştırma ve
izleme ile ilgili görevleri arasında trafik sorunlarına da yer verilmesi, kronikleşen
bu sorunun aynı zamanda nasıl bir insan hakları trajedisi olduğunun da bir yerde
kanıtı olmuştur. Kurullar, bölgelerindeki ulaşım düzeniyle ilgili temel verileri,
yolların durumunu, ehliyet kurslarının işleyiş kalitesi ve disiplinini, trafikle ilgili
kamu görevlilerinin bilgi düzeyini, trafiği aksatan temel sorunları içeren raporlar
hazırlamalı ve kamuoyuna sunmalıdırlar. Hep vurguladığımız gibi Kurullar,
insan hakları konusunda “halkın vicdanı” durumundadır; bu ülkede sözgelimi
aynı kavşakta sürekli kazalar ve ölümler yaşanmasına rağmen bir türlü harekete
geçil(e)miyorsa bu vicdan sızlamalı ve üstlendiği sorumluluğun somut gereğini
yapmak için harekete geçmeli ve ilgilileri de göreve davet etmelidir.
(ii) İzleme
166
iç içe geçmiş biçimde algılanmakta ve değerlendirilmektedir. Bazı Kurulların
Kurullar, herhangi bir icraî gücü veya yetkisi bulunmayan, kamuoyu ve idare
üzerinde oluşturacakları saygın konumları ve birikimleriyle “yol gösterici”
olması beklenen yapılardır. Dolayısıyla Kurulların ziyaretleri, bir üst idari
mercinin “denetimi” değil, toplum adına oluşturulmuş bir kontrol sistemidir.
Ayrıca, sivil üyelerin ağırlıkta olduğu Kurulların izleme çalışmalarının
“denetleme” şeklinde ifade ve takdim edilmesi, kamu görevlileri arasında
bazen haklı olarak yadırganmaktadır. Bu yüzden yapılan çalışmaların
“denetim” değil “inceleme ziyareti” olduğu hususuna dikkat edilmesi
gerekmektedir. Bu anlamda, Kurullar tarafından yapılan açıklamalar,
yazışmalar ve hazırlanan raporlarda denetleme ifadesi yerine inceleme
ziyareti ifadesinin tercih edilmesi, hem bu farklılığı netleştirecek, hem de
gereksiz birtakım yetki tartışmalarını önlemiş olacaktır.
Ziyaretlerle ilgili bir başka yanlış algılama da, bu konunun nedense sadece
nezarethanelerle ilgili imiş gibi görülmesidir. Esasen, toplumsal yaşamın tüm
yönlerini kapsayan izleme görevini somutlaştırdığımızda, iki ana noktada
ziyaret ve izleme çalışmalarının yoğunlaşması gerektiğini görüyoruz:
167
kadın sığınma evleri, huzurevleri, göçmen kampları gibi yerler),
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Bunun yanında Kurulların bir avantajı da, idari yapının gelenekleri içinde bazı
nedenlerle dile getirilemeyen veya sonuç alınamayan pek çok sorunun da Kurul
kimliğiyle karar vericilerin gündemine taşınabilmesidir ki, bu da yine öncelikle
kamu görevlilerinin faydalanacağı bir durumdur.
168
(iii) Nezarethanelerin İncelenmesi
169
öncelikli olarak kendi insan hakları sorunlarıyla dürüstçe yüzleştiği, bunları
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
analiz ettiği ve çözüm için gerekli irade ve eylem tutarlılığına sahip olduğu
mesajını vermek durumundadır. Kurullar, bu mesajı oluşturacak ve ulaştıracak
ideal bir yapılanmadır. Dolayısıyla Kurul üyeleri, gerçekleştirdikleri ziyaretlerde
tespit ettikleri sorunları kaydetmek ve raporlamak konusunda tereddüt etmemeli,
bu görevi yerine getirmenin, hem Kurul üyeliğinin hem de milli bilince sahip bir
vatandaş olmanın gereği olduğunu unutmamalıdırlar.
170
(iv) Ziyaretlerde Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Ziyaret sırasında
▪ Gözaltı birimlerinin ziyareti çalışmalarında etkin bir inceleme yaklaşımı
benimsenmeli, ancak bunun ötesine geçen önyargılı ve suçlayıcı tavırların
ise ziyaret amaçlarına hizmet etmeyeceği unutulmamalıdır.
▪ Gözaltı kayıtlarının tutulduğu defterler mutlaka incelenmelidir.
▪ Mümkün olabildiğince gözaltında bulunanlarla özel olarak
görüşülmelidir.
▪ Gözaltına alınanların haklarından yararlanıp yararlanmadıkları, belgeler
incelenerek ve gözaltına alınanlarla görüşülerek tespit edilmelidir..
▪ Gözaltı birimlerinin uygun fiziksel şartlara sahip olup olmadığı
araştırılmalıdır. Bu bağlamda;
- nezarethanelerin en az 7 m. genişlik ve 2.5 m yükseklikte olması
ve duvarlar arasında - da en az 2 m mesafe bulunması,
- tuvalet, banyo ve temizlik ihtiyaçlarının yeterli biçimde
giderilebilmesi,
- yeterli doğal ışıklandırma ve havalandırma bulunması,
- yeteri kadar sabit ve dayanıklı oturma yeri bulunması,
- yeterli miktarda battaniye ve yatak bulunması,
- gözaltına alınan çocukların yetişkinlerden ayrı tutulması,
- nezarethanede en fazla 5 kişi bulunabileceği,
- gözaltındakilerin can güvenliğinin sağlanması,
171
- gözaltındakilerin beslenme, sağlık ve tedavi gibi giderlerinin
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
karşılanması,
- ifade alma odasının iç ve dış emniyetinin sağlanmış, teknik
donanımlı, özel ve bağımsız bir yer olması gibi koşullar
incelenmelidir.
▪ Yakalama sonrası yapılan işlemlerin kurallara uygunluğu incelenmelidir.
Bu bağlamda;
- gözaltına alınanlara verilmesi zorunlu olan bilgilerin verilmesi,
- yakalama veya gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin emir
konusunda yakınlarına veya belirlediği bir kişiye haber verilmesi,
- yakalama tutanağının bir örneğinin yakalanan kişiye verilmesi,
- doktor kontrolünden geçirilme zorunluluğu bulunan hallerde bu
koşula uyulması,
- kişinin ifadesini alan veya soruşturmayı yürüten kolluk görevlisi ile
kişiyi tıbbi muayeneye götüren görevlinin farklı olması,
- doktor ile muayene edilen kişinin yalnız bırakılması,
- kadın şüphelilerin muayenesinin kadın doktor tarafından yapılması
veya kadın doktor bulunmadığı hallerde sağlık personeli bir
bayanın muayenede bulunması,
- şüphelinin aranmasında usullere uyulması,
- gözaltı süresinde azami süre tahditlerine uyulması,
- şüpheli veya sanığın müdafiden faydalanması ve müdafii ile
görüşme imkanları bulunması,
- ifade almada yasak yöntemlerin uygulanmaması gibi hususlar
incelenmeli ve değerlendirilmelidir.
(v) Ödüllendirme
Kurulların yetkileri içinde söz konusu sistemin “ceza” boyutuna tabii ki yer
yoktur; ancak bir toplumsal kontrol mekanizması olarak “etkinlikleri ve
saygınlıkları” nisbetinde raporları ve kararlarıyla bir yaptırım gücüne sahip
olabilirler. Bununla birlikte “ödül” boyutu ise, Kurulların görevleri arasında
düzenlenmiştir. Ödüllendirme, karmaşık, mali katkı gerektiren, yetki ve ilgi
172
alanı sorunlu bir konu değildir. Her Kurulumuzun bulunduğu bölgede insan
173
Kurullar, konusu itibarıyla “insan hakkı ihlâli” içeren her türlü iddiayı
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
ele alabilecekleri gibi, kamu görevlileri dışında sivil kişi veya kuruluşların
neden olduğu ihlâlleri de incelemekle görevlidir. Hak ihlâlleri, kamu kurum
ve kuruluşlarının hukuka aykırı işlem veya eylemlerinden kaynaklanabileceği
gibi özel kişi ve kuruluşların eylemlerinden de kaynaklanabilir. Burada
dikkat edilmesi gereken nokta, sivil kişilerin eylemlerinden kaynaklanan
mağduriyetlerin insan hakkı ihlâli olarak değerlendirilebilmesi için, ihlâl
edilen konuda devletin pozitif yükümlülüğünün de bulunması gerektiğidir.
Bu bağlamda yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, özel hayatın gizliliği, konut
dokunulmazlığı gibi temel hak ve özgürlükler, kamu makamları için hem
“müdahale etmeme” ve hem de özel kişiler tarafından da olsa yapılacak
“müdahaleleri önleme” anlamında pozitif bir yükümlülük doğurmaktadır.
Bunun yanında sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi ekonomik ve sosyal haklar ise
bizatihi devletin aktif çabasıyla gerçekleştirilebilmektedir.
Yine meydana gelen ihlâle karşı caydırıcı nitelikte bir cezai yaptırımın
mevzuatta yer almaması veya konunun etkin biçimde soruşturulmasını
sağlayacak mekanizmaların bulunmaması da “insan hakları ihlâli”
kapsamında değerlendirilebilecek hususlardır. Sözgelimi ceza kanunlarında
caydırıcı yaptırımların bulunmaması nedeniyle kapkaç türü gasp olayları
artmış ise veya yürürlükteki mevzuatın suçluların yakalanmasını zorlaştırıcı
hükümleri dolayısıyla asayiş olaylarının arttığı tespit edilebiliyor ise bu tür
durumlarda devletin sorumluluğunu yerine getirmemesinden kaynaklanan bir
“insan hakkı ihlâli” olduğu ileri sürülebilecektir. Aslında belli bir düşünce
kurgusu içinde her olayda devlete bir sorumluluk payı çıkarmak mümkündür
ama “insan hakkı ihlâli”nden söz edebilmek için devletin sorumluluk payının
dolaylı yollardan değil doğrudan ileri sürülebilmesi, devletin sadece kâğıt
üzerinde bir yükümlülük ihmalinin değil olayın yaşanmasında veya buna engel
olunamamasında gerçek anlamda bir rolünün bulunması gerekmektedir.
174
Uluslararası alanda insan haklarıyla ilgili diğer kuruluşların benzer çalışmaları
175
gelişmeler hakkında fikir verir hale gelebilecektir. Dolayısıyla Kurullarımızın bu
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Bunun bir başka anlamı da, Kurullar için inceledikleri herhangi bir ihlâl iddiası
ile ilgili ulusal veya uluslararası mahkemelerin benzer konularda aldığı kararların
veya geliştirdiği içtihatların da, kuşkusuz “yol gösterici” olmakla birlikte
“bağlayıcı” nitelik taşımayacağıdır. Sözgelimi Kurullar, önlerine gelen herhangi
bir ihlâl iddiasını incelerken benzer bir konudaki AİHM içtihadından mutlaka
faydalanmalıdırlar; ancak bu husus, Kurulların AİHM içtihadından farklı yönde
karar alamayacakları anlamına gelmemektedir.
176
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, Kurulların sadece belli bir sabit
İhlâllerin önüne geçebilmek için her şeyden önce “nelerin ihlâl olduğunu”
ortaya koyabilmek gerekmektedir. Özellikle Kurulların inceledikleri olay,
münferit yaşanan bir durum değil de olağan bir uygulamaya ilişkin ise ihlâlin
bizatihi varlığını tespit etmek dahi büyük önem taşımaktadır. Meydana gelen
ihlâllerin çoğunda uygulamaları yapanlar hatta mağdurlar, olayın insan hakkı
ihlâli olduğunun bilincinde değildirler. Bu anlamda Kurulların incelemeler
yoluyla insan hakları sorunlarına yapabilecekleri en büyük katkı, hangi
uygulamaların ihlâle neden olduğunu ortaya koyabilmektir. Kurulların daha
177
önce de sözünü ettiğimiz gibi bir “deniz feneri” rolü üstlenerek yaşanan ihlâller
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Daha önce de belirttiğimiz gibi Kurullar yargıya alternatif bir adalet dağıtma
yolu değildir. Bununla birlikte eylemleri veya işlemleriyle ihlâllere neden olan
sorumluların tespit edilip kamuoyuna duyurulması, ilgili kişi veya kuruluşların
hukuki sorumluluklarıyla ilgili herhangi bir sonuç doğurmasa da kamuoyu
vicdanını harekete geçirmesi nedeniyle önem taşımaktadır. Çünkü kamuoyunun
vicdanında adalet, çoğu durumda daha hızlı ve keskin işleyebilmektedir. Böyle
bir durumda sorumluların uzun ve yorucu mahkeme safahati ve çetrefilli
mevzuat boşluklarına sığınma umudu kalmadığı gibi halk nezdinde düşecekleri
pozisyon da tüm yaşamlarını olumsuz etkileyebilecektir. Bu durum Kurullara
müthiş bir caydırıcılık gücü sağlamaktadır. Bu güç doğru ve etkin kullanıldığı
takdirde Kurulların itibarını ve ağırlığını arttıracak; sonuç olarak da yaptıkları
çalışmaların, aldıkları kararların ve geliştirdikleri önerilerin hayata geçmesini
kolaylaştıracaktır.
178
ihlâllerle ilgili alınan kararların gerekçeleriyle birlikte ayrıntılı biçimde
179
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
180
İL VE İLÇE KURULLARININ ŞİKAYET BAŞVURULARINA İLİŞKİN
181
(ii) Başvuruların Alınması
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
182
Kanunu uyarınca ihbar veya şikâyet yoluyla Cumhuriyet Savcılığı harekete
183
somut bir konuyu da içermeyen ve Kurul tarafından gündeme alınmasında kamu
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Bu karar verilirken söz konusu iddia ile ilgili şu hususlara dikkat edilmelidir:
- belli bir kamu görevlisinin veya başka bir şahsın özellikle hedef
alınmaması,
- somut bir mağduriyetin söz konusu olması,
- kişinin kimliğini gizlemesinin iddiasıyla ilgili olayın özelliği itibarıyla
anlaşılabilir bulunması,
- idari uygulamalara yönelik genel nitelikte bir yakınma olması,
- konunun incelenmesinde bir kamu yararı tespit edilmesi.
Yargıya intikal etmiş konuların “adil yargılanma hakkı” ile ilgili yönü
açısından incelenmesi:
İlke olarak mahkeme süreci devam eden ihtilâflar hakkındaki ihlâl iddiasının
araştırılması ve incelenmesi Kurul tarafından kabule şayan bulunmayacaktır.
Ancak, devam eden yargılama sürecine yönelik ileri sürülen âdil yargılanma
184
hakkı kapsamındaki ihlâl iddiaları ele alınabilir. Mesela uzun yıllardır karara
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Kurullar iddiaya konu olan olayın
içeriğini değil, bu iddiayla ilgili yürütülen dava sürecinin adil yargılanma
hakkını zedeleyip zedelemediğini inceleyebilecektir. Sözgelimi 8 yıldır
sürekli olarak farklı mahkemelerin görevsizlik kararları vermesi nedeniyle bir
türlü sonuçlanmayan bir iş akdi ihtilafında, Kurul, mahkemenin yerine geçerek
söz konusu ihtilafta kimin haklı olduğunu araştıramayacaktır; çünkü böyle
bir durum yargı yetkisine müdahale anlamını taşıyan bir sonuca yol açacaktır.
Bununla birlikte söz konusu davanın yıllarca sonuçlanmaması nedeniyle yaşanan
mağduriyet ise Kurulların asli ilgi ve görev alanına girmektedir. Çünkü yargının
hızlı ve adil işlemesi her şeyden önce bir insan hakkıdır ve bu hakkın ihlâli de
diğer tüm insan hakkı konuları gibi Kurulları özellikle ilgilendiren bir husustur.
Böyle durumlarda Kurullar başvuruyu incelemeli ve gerekli gördükleri takdirde
durumu Adalet Bakanlığı’na bildirmelidirler.
Uygulamada Kurulların önlerine gelen pek çok dosyayı yargıya intikal ettiği
gerekçesiyle işlemden kaldırdığı görülmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz
gibi “yargılama sürecine ilişkin” ihlâl iddiaları Kurullar tarafından mutlaka
incelenmelidir. Bunun yanında konunun yargıya intikali, her zaman için
o konuyla ilgili olarak Kurulların yapabileceklerinin bittiği anlamına
gelmemektedir. Söz konusu iddia, münferit olmayan ve genel yaşanan birtakım
sorunlardan kaynaklanan bir durum ise Kurullar, “iddianın doğruluğunu” değil
ama iddiaya kaynaklık ettiği ileri sürülen genel nitelikteki sorunların var olup
olmadığını ve boyutlarını incelemelidirler. Sözgelimi herhangi bir işkence
iddiasıyla ilgili konu Kurul tarafında yargıya intikal ettirilmekle dosyanın işi
bitmemelidir; iddiaya konu olan yerler ziyaret edilmeli, koşulların neler olduğu
tespit edilmelidir.
185
kişi ve kuruluşların desteğinin alınmasında bir sakınca bulunmamaktadır.
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Aslında çoğu durumda bu aynı zamanda bir zorunluluktur; salt hukuk nosyonu
veya idari tecrübe ile sözgelimi baz istasyonlarının çevre ve sağlık haklarına
zarar verip vermediğini inceleyebilmek ve değerlendirebilmek mümkün değildir.
Bunun yanında işkence ve kötü muamele, din ve vicdan hürriyeti gibi konularla
ilgili ihlâl iddialarının incelenmesinde Kurulların oluşturacağı komisyonların her
hassasiyeti gözetebilecek bir çoğulcu nitelik taşıması özel önem taşımaktadır.
Özellikle yerinde inceleme ve ziyaret yapılması durumunda Kurul çalışmalarına
dışarıdan danışmanlık yapılması hususunda insan haklarıyla ilgili dernek ve
vakıf temsilcilerinin veya üyelerinin katkıları sağlanmalıdır.
İnsan Hakları Kurulları yapılan ihlâl iddiası başvuruları ile ilgili olarak ihlâle
sebep olduğu iddia edilen kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge isteyebilirler.
Kamu görevi yürüten Kurulların bu tür bilgi ve belge taleplerinin aksine haklı bir
neden bulunmadıkça mutlaka yerine getirilmesi gerekmektedir. Kurul tarafından
kabul edilebilecek bir gerekçeye dayanmaksızın bilgi ve belge talebinin
reddedilmesi hatta cevapsız bırakılması kesinlikle söz konusu olmamalıdır.
Kurullar çalışmalarını zorlaştırıcı, Kurulun kimliğini ve saygınlığını zedeleyici
bu tür davranışlarla karşılaştıklarında konuyu inceledikleri ihlâl iddiasından
ayrı olarak başlı başına üstüne gidilmesi gereken bir husus olarak ele almalı,
söz konusu kuruluşun bağlı olduğu idari organlar nezdinde sorumlular hakkında
disiplin ve ceza soruşturmasının yapılması için girişimde bulunmalı, gerekli
görülürse konu medyaya duyurularak, ilgili kuruluş kamuoyu vicdanı önünde
teşhir edilmelidir.
186
(vi) Başvuru Sürelerinin Nazara Alınması
Kurullara insan hakları ihlalleriyle ilgili yapılan başvurular diğer hukuki yollara
müracaat edilmesine engel teşkil etmeyecektir. Dolayısıyla başvuruyu yapan kişi
Kurula müracaat ettiği için yargısal yollara başvurmayı da ihmal etmemelidir.
Mevzuatta, Kurullara hak arama amacıyla yapılan başvuruların dava açma
süresini durduracağına dair bir hüküm bulunmadığından bu konudaki süreler
işlemeye devam edecektir. Bu nedenle başvurucu, Kurullara başvurmuş olsa
da, telafisi mümkün olmayan hak kayıplarına uğramamak için yargısal sürelerin
geçirilmemesine dikkat etmelidir
187
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Delil toplama açısından değinilmesi gereken diğer bir husus, insan hakları
uygulamalarını yerinde görmek amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlara ziyaretler
gerçekleştirilmesidir. Bu yol olayların ve başvuruların değerlendirilmesinde
Kurul üyelerinin gerçekçi ve somut olaya uygun değerlendirme yapabilmelerine
imkân verir. Bunun yanında Kurullar daha önce de değindiğimiz gibi görülmekte
olan bir davanın içeriğini inceleyememekle birlikte “sanık haklarının etkin
bir şekilde uygulanmasını sağlamaya yönelik araştırma ve inceleme yapma”
bağlamında inceleme ve araştırma yapabilirler. Bu noktada Kurul, karakol ve
nezarethane denetleme formlarını inceleyerek varsa aksaklıkların giderilmesi,
nezarethane koşullarının iyileştirilmesi ve ilgili mevzuata uygun hale getirilmesi
hususunda ilgili mercilere tavsiyelerde bulunma yetkisini de kullanabilir.
Kurulun kararı, öncelikle söz konusu olayda bir “insan hakkı ihlâli” bulunup
188
bulunmadığını ortaya koyacaktır. Burada Kurul, değerlendirmesini yaparken
Kurul kararlarında şayet bir ihlâl tespitinde bulunuyorsa ve bu ihlâl münferit bir
olaydan değil de genel bir uygulamadan hatta yasal boşluklardan kaynaklanıyorsa
bu nedenler de açıkça izah edilmeli ve çözüm önerileri sunulmalıdır. Daha
önce de belirttiğimiz gibi Kurullar, mahkemelerin yerine geçip adalet dağıtmak
maksadıyla değil ihlâllere yol açan sorunları tespit edip çözüme dönük bir
inisiyatif oluşturabilmek için kurulmuşlardır ve ihlâl iddialarını incelemeleri de
temelde bu amaca dayanır.
189
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Belirtilmesi gereken bir diğer nokta da, İlçe Kurulu kararlarına karşı İl
190
Kurullarına veya İl Kurulu kararlarına karşı Başbakanlık İnsan Hakları Üst
191
“Çalışması gerektiği gibi çalışan” bir Kurulun üzerindeki iş yükü, hem
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Böyle bir sonucun ortaya çıkmaması için ilk alınacak önlem toplantıları daha
sık aralıklarda yapmak olmasına karşın, uygulamada Kurullarımızın çok nadir
olarak ayda birden fazla toplantı yaptığı, hatta bazı Kurullarımızın Yönetmelik
hükümlerini ihlâl ederek aylık toplantıları dahi yapmadıkları görülmektedir.
Kurulların yasal zorunluluklara uyarak ayda en az bir kez toplanmaları
hususunda Kurul Başkanlarının ciddi hassasiyet göstermesi gerekmektedir.
Daha sık toplanma esasen etkin çalışmanın bir “sonucu” olarak görülebilirse
de aynı zamanda “sebep” niteliği de taşımaktadır. Çünkü sık toplanmak,
Kurula belli bir dinamizm kazandıracak, Kurul ele aldığı konuları daha iyi
takip edeceği için gündeminden kopmayacak, toplantılar monotonlaşma
tehlikesinden arınacağı için üyelerin ilgisi korunacaktır. Bu durumda üyelerin
“Kurul üyeliği kimliğini” benimsemeleri de kolaylaşacaktır. Bu çok önemli
bir noktadır; Kurulların lokomotifi olmalarını beklediğimiz üyelerin Kurul
kimliğiyle bütünleşebilmeleri gerekmektedir. Kurul üyeliği, Kurulun artan
etkinliğiyle toplumda bir prestij unsuru haline gelecek, giderek rekabete bile
konu olabilecektir. Böyle bir durumda üyelerin katkısı maksimize olacağı için
Kurullar da çıtayı yükseltecektir.
192
sürülen gerekçe, üyelerin ilgisizliği ve toplantılara gelmeyişleri olmaktadır. 14.
193
Kurul Başkanları, “toplantıların en az konuşan üyesi” olma düsturuyla hareket
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
İnsan hakları konuları genelde hassas niteliktedir; çünkü getirilecek bir eleştiri
kural gereği devlete yönelik olacaktır. Devlet ya haklara saygı göstermediği ya da
gereken korumayı sağlamadığı gerekçesiyle kritik edilecektir. Bu durumda Kurul
Başkanlarının bir savunma refleksine yönelmemeleri, tüm eleştirileri kategorik
olarak reddetmemeleri ve daha da önemlisi üyeleri özgürce eleştiri getirmeleri
hususunda teşvik etmeleri gerekmektedir. Demokratik bir ülkede “eleştirilmek
için teşvik gerekmesi” anlamsız görünebilir; ancak ülkemizde halkın henüz
devlet kadar demokratik bilinç sahibi olmadığını ve eleştiri kültürünün uğradığı
acı yenilgilerin hatıralarının da henüz taze olduğunu düşündüğümüzde, söz
konusu teşvik edici tutum hüzün verici de olsa bir gerekliliktir. Ayrıca sıkıntıların
ve tepkilerin insan hakları zemininde dillendirilmesine de yeni yeni alışıldığı
unutulmamalıdır.
194
ise Kurulların gündemlerindeki konuları değerlendirme biçiminin yukarıdaki
14. maddenin (e) fıkrasında “Kurul Başkanı ve üyeleri; kendileri, alt ve üst
soylarından biri ve eşleri ile ilgili olan konuların görüşüldüğü toplantılara
katılamazlar” hükmüne yer verilmektedir. Kurul toplantılarında ele alınan
başvuruların taraflarından biri ile bu tür bir yakınlığı bulunan üyenin bu
başvurunun görüşülmesine ve karar oylamasına katılmaması, Kurulların
195
güvenilirliği açısından dikkat edilmesi gereken bir noktadır.
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Yine 14. madde hükmüne göre, toplantıya katılanlara herhangi bir ücret
ödenmeyecektir. Zaman zaman “huzur hakkı adı altında bir ücret ödenmesinin
üyelerin katılımını teşvik edeceği” dile getirilmekte ise de, böyle bir uygulamada
ancak cüz’i bir ödeme yapılabileceği, bunun da beklenen etkiyi yapmayacağı
göz önüne alındığında bu önerilerin olumlu bulunması güç görünmektedir.
196
Ayrıca Kurulların zorunlu masraflarının boyutu düşünüldüğünde bu miktarın
Komisyonlar
Yönetmeliğin 16. maddesinde komisyonların çalışma usulleri düzenlenmiştir.
Buna göre;
“Komisyonlar toplantılarını çalışma şartlarına göre belirleyecekleri
aralıklarla gerçekleştirir. Komisyonlar çalışmalarını yaparken diğer kurul
üyelerinin bilgi ve görüşüne de başvurabilir. Komisyonlar yapacakları
çalışmaları araştırma, inceleme ve değerlendirme raporlarını kurul
gündemine getirmek üzere kurul başkanına sunar.”
197
Uygulamada yönetmelik gereği oluşturulan komisyonlar dışında farklı konuların
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
198
kısacası Kuruldaki varlık nedeninden habersiz kişilerin sözde üyelikleri,
Kurulların devlet ayağını temsil eden ve Kurul Başkanlığını üstlenen Mülki İdare
Amirleri ise, özellikle kuruluş aşamasında “önderlik görevi” üstlenmişlerdir.
Kurullar, devlet tarafından “millete mal etme” amacıyla kurulmuşlardır; bu yeni
birimlerin oluşum aşamasını omuzlama görevi ise mülki amirlerimize düşmüştür.
Şüphesiz vali ve kaymakamların başkanlık ettiği sayısız kuruldan çok farklı bir
niteliği ve misyonu bulunan İnsan Hakları Kurullarının devlet yapısıyla sağlıklı
bir ilişki kurabilmesi ve bir yandan da toplumda kökleşmesinin sağlanması kolay
bir vazife değildir. Ancak ülkenin bilinen sivil toplum kuruluşu fakirliği, insan
hakları konusunda da “kıvılcımı çakma” işini devlete bırakmaktadır. Kurulların
işlevselliği oluşum aşamasında vali ve kaymakamların birikim ve vizyonlarıyla
tamamen doğru orantılıdır. Başkanlık görevini, “Kurulları zaptetmek” değil,
“Kurulları geliştirmek” esprisiyle yürüten mülki amirlerimiz, bugüne kadarki
olumlu sonuçların mimarı olmuşlardır. Esasen tarihsel gelişim sürecinde Mülki
İdare Amirleri, millete karşı devletin temsilcisi olmaları yanında aynı zamanda
devlete karşı da milletin temsilcisi olarak vazife yapmışlar ve kendilerini bu
şekilde kabul ettirmişlerdir.
199
Kurullarla ilgili görevlerindeki başarılarının kanıtı olarak görmeli;
İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi
Başta Kurul Başkanları olmak üzere tüm Kurul üyeleri, düzenli aralıklarla
yukarıda belirtilen verileri değerlendirmeli ve özeleştiride bulunabilmelidirler.
Çalışmalara etkin ve düzenli katılım göstermeyen üyeler uyarılmalı,
mümkünse yerlerine yeni üyeler seçilmeli, her yıl oluşturulan faaliyet programı
güncellenerek uygulama sonuçları takip edilmeli, gerekirse Kurul bünyesinde
oluşturulacak bir komisyon marifetiyle Kurulun halk nezdindeki durumu
araştırılmalı ve bu konuda iyileştirici öneriler geliştirilmelidir.
200
İnsan Hakları Kurullarının ürettiği verilerin başında “ihlâl iddiası başvuruları
Burada üstünde özellikle durulması gereken bir başka husus, Kurulların aylık
olarak hazırlayıp Başkanlığa göndermeleri gereken raporlardır. Bu raporlar
aynı zamanda Kurulların karnesi ve kamuoyuna sunacakları fotoğraflarıdır.
Bu fotoğrafın güzel ve etkileyici olması ise, Kurulların faaliyetleri kadar bu
faaliyetlerin doğru raporlanması ile de ilgilidir. Toplumda hakim olan “şifahi
kültür” nedeniyle Kurullarımızın pek çok önemli faaliyeti yazıya dökülmemekte
ve raporlanmamaktadır. Fakat, yaşadığımız iletişim çağı, sahip olunan ve
üretilen bilgiyi en hızlı ve doğru biçimde paylaşıma sunan toplumların çağıdır.
Kurullar bu raporlar aracılığıyla her şeyden önce kendi sorumluluk alanlarında
diğer Kurulların neler yaptığını tetkik etme fırsatı bulmakta, kendi faaliyet ve
etkinlik düzeyleriyle diğer Kurulları kıyaslayabilmekte, böylece çalışmaları
için faydalanabilecekleri “en iyi uygulamaları” görme ve bunları rehber edinme
imkanına kavuşmaktadırlar. Bunun yanında Kurulların durumunun kamuoyunun
denetimine ve önerilerine açılması da bu raporlar sayesinde sağlanabilmektedir.
Unutulmamalı ki Kurullar salt bir “istişari birim” değil, ciddi bir toplumsal
misyonu ve sorumluluğu olan yapılardır. Üstelik bu yapılar henüz oluşum
aşamasını sürdürdüğünden gerek iç gerekse dış denetim ve eleştirilerden
faydalanarak yönlerini belirlemeleri çok daha elzemdir.
201
202
Kaynaklar
ve Ekler
203
204
KAYNAKLAR
Kaynaklar ve Ekler
Alderson, J. (1984), İnsan Hakları ve Polis (Ankara: TODAİE Yayını).
Aldıkaçtı, Orhan (1982), Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası
(İstanbul: İÜHF yayını).
Akıllıoğlu, Tekin (1995), İnsan Hakları: Kavram, Kaynaklar ve Konruma
Sistemleri (Ankara: AÜSBF İnsan Hakları Merkezi yayını).
Alexy, Robert (2002), A Theory of Constitutional Rights, İngilizceye Çev. Julian
Rivers (Oxford: Oxford University Press).
Anayurt, Ömer (2004), Avrupa İnsan Hakları Hukukunda Kişisel Başvuru Yolu
(Ankara: Seçkin Yayınevi).
Anayurt, Ömer (1998), Toplanma Hürriyeti Kavramı ve Türk Anayasa
Hukukunda Toplanma Hürriyeti (İstanbul: Kazancı Yayınları).
Armağan, Servet (1980), Temel Haklar ve Ödevler (İstanbul: Fakülteler
Matbaası).
Arslan, Zühtü (2005), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Din Özgürlüğü
(Ankara: LDT ve Avrupa Komisyonu ortak yayını).
Arslan, Zühtü (2004), “Fundamental Rights and Liberties”, Bıçak, Vahit &
Arslan, Zühtü, International Encylopaedia of Laws: Turkey (Kluwer Law
International) içinde, ss. 152-93.
Arslan, Zühtü (der.) (2003), ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade
Özgürlüğü (Ankara: LDT ve Avrupa Komisyonu ortak yayını).
Aybay, Rona (2000), “İnsan Hakları Açısından Vatandaşlık”, İnsan Hakları
(İstanbul: Yapı Kredi Yayınları) içinde, ss. 179-94.
Balkır, Z. Gönül (2000), “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Hakları”, İnsan Hakları
içinde, ss. 236-58.
Barnett, Randy E. (2004), Restoring the Lost Constitution: The Presumption of
Liberty (Princeton/NJ: Princeton University Press).
Barnum, David G. (1993), The Supreme Court and American Democracy (New
York: St Martin’s Press).
Berktay, Fatmagül (2000), “Kadınların İnsan Hakları: İnsan Hakları Hukukunda
Yeni Bir Açılım”, İnsan Hakları içinde, ss. 349-72.
Bernhardt, Rudolf (1994), “Human Rights and Judicial Review: The European
Court of Human Rights”, Beatty, David M. (ed.), Human Rights and
Judicial Review (Dordrecht & Boston & London: Martinus Nijhoff
Publishers) içinde, ss. 297-319.
Bıçak, Vahit (2003), “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında
İfade Özgürlüğü”, Özipek, B.B (ed.), Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade
205
Hürriyeti (Ankara: LDT ve Avrupa Komisyonu ortak yayını) içinde, ss.
Kaynaklar ve Ekler
269-314.
Bıçak, Vahit (der.) (2002), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade
Özgürlüğü (Ankara; LDT ve Avrupa Komisyonu ortak yayını).
Can, Osman (2003), “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar
Açısından Ne Değişti?”, Özipek, B.B. (ed.), a.g.e. içinde, ss. 369-428.
Çavuşoğlu, Naz (2001), Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları
(İstanbul: Su Yayınları, 2. Baskı).
Çavuşoğlu, Naz (2000), “Avrupa Konseyi: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin
Denetimi”, İnsan Hakları içinde, ss. 456-77.
Çavuşoğlu, Naz (1994), İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Topluluk
Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine (Ankara: AÜSBF İnsan
Hakları Merkezi Yayınları).
Çoban, Ali Rıza (2004), Protection of Property Rights within the European
Convention on Human Rights (Aldershot/UK: Ashgate Publishing Limited).
Cranston, Maurice (1993), “İnsan Hakları Nedir?”, Yayla A. (der.), Sosyal ve
Siyasal Teori: Seçme Yazılar (Ankara: Siyasal Kitabevi) içinde, ss. 251-56.
De Jasay, Anthony (1991), Choice, Contract, Consent: A Destatement of
Liberalism (London: Institute of Economic Affairs).
Doehring, Karl (2002), Genel Devlet Kuramı/Genel Kamu Hukuku, Çev.
Mumcu, Ahmet (İstanbul: İnkılâp).
Donay, Süheyl (1982), İnsan Hakları Açısından Sanığın Hakları ve Türk Hukuku
(İstanbul: İÜHF Yayını).
Donnelly, Jack (1995), Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, Çev.
Erdoğan, M. & Korkut, L. (Ankara: Yetkin yayınları).
Doğru, Osman (1999), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlar Rehberi:
1960-1994 (İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları).
Doğru, Osman (1998) (ed.), İnsan Hakları Kararlar Derlemesi (İstanbul: M.Ü.
İnsan Hakları Merkezi).
Döner, Ayhan (2003), İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması ve
Avrupa Sistemi (Anmara: Seçkin Yayınları).
Dutertre, Gilles (2005), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarından
Alıntılar (Avrupa Konseyi).
Dworkin, Ronald (1977), Taking Rights Seriously (London: Darmouth).
Erdem, Fazıl Hüsnü (2004), “Türk Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Kararlarında Siyasî Partilerin Kapatılması: Karşılaştırmalı Bir
Analiz”, Hukuk ve Adalet, Yıl 1, Sayı 4 (Ekim-Aralık), ss. 252-301.
206
Erdoğan, Mustafa (2005), Anayasa Hukuku (Ankara: Orion Yayınevi).
Kaynaklar ve Ekler
Erdoğan, Mustafa (2002), Anayasa ve Özgürlük (Ankara: Yetkin Yayınevi).
Erdoğan, Mustafa (1998), “İnsan Haklarına Kavramsal Bir Yaklaşım”, Liberal
Düşünce, C. 3, Sayı 12, ss. 7-16..
Erdoğan, Mustafa (1993), “İnsan Hakları Öğretisine Giriş”, HÜİİBF Dergisi, C.
11, ss. 23-40.
Eren, Abdurrahman (2004), Özgürlüklerin Sınırlanmasında Demokratik Toplum
Düzeninin Gerekleri (İstanbul: Beta).
Eroğul, Cem (1991), Devlet Yönetimine Katılma Hakkı (Ankara: İmge Kitabevi).
Ersoy, Hamit (1998), “İnsan Hakkı Olarak Din Özgürlüğü: Engeller ve Çıkış
Yolu”, Yeni Türkiye, Sayı 22, ss. 742-49.
Ersoy, Hamit (1997), “Türkiye’de Demokratikleşme Serüveni”, Yeni Türkiye,
Sayı 18, ss. 382/89.
Fortin, Jane (1998), Children’s Rights and the Developing Law (London &
Edinburgh & Dublin: Butterworths).
Freeden, Michael (1991 ), Rights (Milton Keynes: Open University Press)
Gemalmaz, Mehmet Semih (2003), Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel
Teorisine Giriş (İstanbul: Beta, 4. b.)
Gemalmaz, Mehmet Semih (2002), Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasal Haklar
Sözleşmesi İnsan Hakları Komitesi Kararlardında Yaşam Hakkı ve İşkence
Yasağı (İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları).
Gölcüklü, A. Feyyaz & Gözübüyük, A. Şeref (2002), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Uygulaması (Ankara: Turhan Kitabevi, 3. b.)
Hakyemez, Yusuf Şevki (2000), Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası
(Ankara: Seçkin Yayınevi)
Jones, Peter (1994), Rights (New York: St Martin’s Press).
Kaboğlu, İbrahim Ö. (2005), Anayasa Hukuku Dersleri (İstanbul:
LegalYayıncılık, 2. Baskı.).
Kaboğlu, İbrahim Ö. (2002), Özgürlükler Hukuku (Ankara: İmge Kitabevi).
Kaboğlu, İbrahim Ö. (2000), “Çevre Hakkı”, İnsan Hakları içinde, ss. 337-48.
Korkusuz, M. Refik (1998), Uluslararası Belgelerde ve Türk Anayasası’nda
Temel Haklar ve Özgürlükler (İstanbul: Özrenk Matbaacılık).
Korkut, Levent (2002), Egemenlik, Uluslararası ve Ulusal Yargı: Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Örneği (AÜ SBE’ne sunulmuş Doktora tezi).
Kurban, Dilek (2005), “Azınlık Hakları: Uluslararası Standartları, AB ve
Türkiye”, Demokrasi Platformu, Yıl 1, Sayı 1, ss. 207-29.
207
Kuzu, Burhan (1997), Ülkemizde Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği (İstanbul: Filiz
Kaynaklar ve Ekler
Kitabevi).
Kuzu, Burhan (1997), Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama Hakkı: Çevreye
Bir Kamu Hukuku Yaklaşımı (İstanbul: Fakülteler Matbaası).
Kuzu, Burhan (1997), Türk Anayasa Metinleri ve İlgili Mevzuat (İstanbul: Filiz
Kitabevi).
Kwong, Jo (1998), “Environmental ‘Rights’: Special Rights or No Rights at
All”, Liberal Düşünce, Sayı 12 (Güz), ss. 75-83.
Lawson, Rick (2003), “İfade Hürriyetini Güvenceye Almak: Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Üç Eğilim”, Özipek, B.B (ed.), a.g.e.
içinde, ss. 247-68.
Lawson, R.A. & Schermers, H.G. (1997) (ed.), Leading cases of the European
Court of Human Rights (Lieden: Ars Aequi Libri).
Lewis, Bernard (1991), Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı
(Ankara: TTK Yayını).
Lomasky, Loren E. (1987), Persons, Rights, and the Moral Community (New
York: Oxford University Press).
Loughlin, Martin (2000), Sword and Scales: An Examination of the Relationship
between Law and Politics (Portland/Oregon ve Oxford: Hart Publishing).
Mueller, Dennis C. (1996), Constitutional Democracy (New York & Oxford:
Oxford University Press).
O’Brien, David M. (1995), Constitutional Law and Politics: Vol. 2: Civil Rights
and Civil Liberties (New York: WW. Norton and Company, 2nd ed.)
Okutan, M. Çağatay (2004), Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları (İstanbul:
Bilgi Üniversitesi Yayınları)
Oran, Baskın (2000), “Bir İnsan Hakları ve ÇokkültürcülükBelgesi Olarak
1923 Lausanne Barış Antlaşması”, Kopenhag Kriterleri: Avrupa Konseyi
ve Avrupa Birliği’nin Ortak Paydası Mı? (İstanbul: İstanbul Barosu İnsan
Hakları Merkezi) içinde, ss. 210-19.
Orend, Brian (2002), Human Rights: Concept and Context (Broadview Press).
Öktem, Akif Emre (2002), Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü (Ankara:
Liberte Yayınları).
Öz, Esat (1996), Otoriterizm ve Siyaset: Türkiye’de Tek-Parti Rejimi ve Siyasal
Katılma (Ankara: Yetkin Yaynevi).
Özbudun, Ergun (2003), Türk Anayasa Hukuku (Ankara: Yetkin Yayınevi).
Rumpf, Christian (1995), Türk Anayasa Hukukuna Giriş, Çev. Oder, Burak
(Ankara: Friedrich-Naumann Vakfı).
208
Sabuncu, Yavuz (2005), Anayasaya Giriş (Ankara: İmaj Yayınevi, 11. b.).
Kaynaklar ve Ekler
Sağlam, Fazıl (1999), Siyasî Partiler Hukukunun Güncel Sorunları (İstanbul:
Beta).
Sayıta, Sevgi Usta (2000), “Çocuk Hakları”, İnsan Hakları içinde, ss. 373-94.
Sunay, Reyhan (2001), İfade Hürriyetinin Mehtevası ve Sınırları (Ankara: LDT
ve Avrupa Komisyonu ortak yayını).
Tanör, Bülent (1996), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri: 1789-1980 (İstanbul:
Afa Yayınları).
Tanör, Bülent (1997), “Siyasal Tarih: 1980-1995”, Türkiye Tarihi 5: Bugünkü
Türkiye 1980-1995 (İstanbul: Cem Yayınları) içinde, ss. 23-110.
Tanör, Bülent (1991), Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu I: Hukukî Boyutlar
(İstanbul: B.D.S. Yayınları).
Tanör, Bülent & Yüzbaşıoğlu, Necmi (2001), 1982 Anayasasına Göre Türk
Anayasa Hukuku (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2. b.)
Tarhanlı, Turgut (2000), “Birleşmiş Milletler Örgütü ve İnsan Haklarının
Korunmasına İlişkin Başlıca Usuller”, İnsan Hakları içinde, ss. 407-36.
Tuncay, Can (2000), “Toplu İş Sözleşmesi Hakkı”, İnsan Hakları içinde, ss. 259-
84.
Tuncay, Can (2000a), “Grev Hakkı”, İnsan Hakları içinde, ss. 337-48.
Tunçay, Mete (1981), Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması:
1923-1931 (Ankara: Yurt Yayını).
Tunçay, Mete (1992), “Siyasal Tarih: 1908-1923”, Türkiye Tarihi 4: Çağdaş
Türkiye 1908-1980 (İstanbul: Cem Yayınları) içinde, ss. 27-81.
Turhan, Mehmet (2004), Anayasal Devlet (Ankara: Naturel Yayınevi).
Turhan, Mehmet (2001), “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasî Parti
Kapatma Davaları”, Liberal Düşünce, Yıl: 6, Sayı 22 (Bahar), ss. 15-31.
Ünal, Şeref (2001), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi: İnsan Haklarının
Uluslararası İlkeleri (Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurul
Yayınları).
Zürcher, Erik-Jan (1992), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi (İstanbul: İletişim
Yayınları).
209
EKLER
Kaynaklar ve Ekler
1. Faaliyetler
a) Halkla İlişkiler ve İletişim Faaliyetleri
Sivas İl İnsan Hakları Kurulu, 2004 yılından itibaren, yıllık eylem planı
hazırlamakta ve uygulamaya koymaktadır. Kurul, ayrıca, Eylem Planına uygun
olarak 2005 Yılı Faaliyet Raporu hazırlamış ve Başbakanlık İnsan Hakları
Başkanlığına göndermiştir. Hazırlanmış olan Yıllık Eylem Planı ve 2005 yılı
raporu, valilik web sayfasında da yayınlanmıştır.
210
kolaylaştırılması hem de insan hakları kurulunun faaliyetleri hakkında
Kaynaklar ve Ekler
vatandaşların bilgi edinebilmesi amacıyla, valiliklerin web sitelerinde,
insan hakları sayfaları oluşturmaktadır. Ayrıca il insan hakları kurullarına
elektronik posta ile başvuru yapabilme imkanı da bulunmaktadır. Örnek olarak
gösterilebilecek insan hakları web sayfası bulunan bazı il ve ilçe insan hakları
kurulları şunlardır:
211
Edirne İl İnsan Hakları Kurulu, gerçekleştirdiği bir program çerçevesinde,
Kaynaklar ve Ekler
İzmir İl İnsan Hakları Kurulu, Tabipler Odası ile işbirliği yaparak, insan
hakları eğitimi programları hazırlayıp uygulamaya koymuştur. Bu çerçevede,
gerek doktorların gerekse başvurucuların, emniyet birimlerinin adli tıp
muayenelerindeki konumları ve sorumluluklarının belli ilke ve kurallara tabi
kılınması amacıyla, İzmir Tabip Odasının başvurusu ile, İnsan Hakları Eğitimi ve
İnsan Hakları Bilincini Geliştirme Komisyonu Başkanlığı’nın çalışmaları sonucu
“Adli Tıp Raporu Düzenleyen Doktorların Eğitimi Projesi” hazırlanmıştır.
Proje ile, adli rapor veren yerlerin lokalize edilmesi, raporların usulüne uygun
verilmesi, doktorların baskı altından kurtarılması, haksız ithamların önlenmesi ve
başvurucunun menfaatlerinin korunması amaçlanmıştır. Konunun alt yapısının
oluşturulması için Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, İl Sağlık Müdürlüğü, Dokuz
Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ve Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı temsilcileri ile toplantılar yapılmıştır.
Hastaneler içerisinde adli tıp raporu verebilecek birimlerin oluşturulması ve
adli tıp raporu düzenleyecek doktorların eğitimi konusunda çalışmalar devam
etmektedir.
Kütahya İl İnsan Hakları Kurulu üyesi olan Altı Nokta Körler Derneği’nin
temsilcisi tarafından önerilen çalışma planı doğrultusunda, 0-9 yaş grubundaki
eğitime başlayamamış özürlü çocukların tespit edilerek, eğitim ve öğretim
ihtiyaçlarının karşılanması konusunda faaliyetler yapılmıştır.
Adıyaman Kahta İlçe İnsan Hakları Kurulu, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile
işbirliği yaparak, Kurul toplantısına ilçe merkezindeki okullardan, insan hakları
212
kulübü üyesi birer öğretmen ve birer öğrencinin katılımını sağlamıştır.
Kaynaklar ve Ekler
Adıyaman Besni İlçe İnsan Hakları Kurulu, aile içi şiddetin önlenmesinin
önemi hakkında, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Rehberlik Araştırma Merkezi
Müdürlüğü, Sağlık Grup Başkanlığı, Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü ve İlçe
Müftülüğünden birer temsilcinin katlımı ile ortak çalışma yapmıştır. Konu ile
ilgili olarak, İlçe Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü Toplantı Salonunda, halka
yönelik olarak yapılan toplantıda, aile içi şiddetin tanımı yapılarak, kadının
toplumdaki yeri, kadınlara yönelik şiddetin çeşitleri, aile içi şiddetin önlenmesi,
şiddete uğrayan kadının psikolojik durumu, aile içi şiddetin hukuki yönleri gibi
konular işlenmiştir.
Isparta İl İnsan Hakları Kurulu, her yıl 10 Aralık Dünya İnsan Hakları
Gününde, “insan haklarına saygı yürüyüşü“ düzenlemektedir. Ayrıca, aynı
program çerçevesinde, Kurul üyelerince karakollar, cezaevi ve çocuk yuvalarına
ziyaret tertip edilmekte, yerel TV’de bilgilendirici programlar yapılmakta ve bu
faaliyetler görüntülü olarak kaydedilmektedir.
213
Kadıköy İlçe İnsan Hakları Kurulu, Kadıköy Belediyesi ile işbirliği
Kaynaklar ve Ekler
e) Ziyaretler
214
hastanın muayene olduğu, isteyen hastanın istediği doktorda muayene
Kaynaklar ve Ekler
olabildiği, hastanın aynı günde kayıt, muayene ve tahlilleri yapıldıktan sonra
ilacının da yazılıp gönderildiği, Hasta Hakları Bölümü’nün kurulmuş olduğu,
yaşlı ve güçsüz hastaların kapıdan alınıp tekerlekli sandalyelerle doktora
götürüldüğü ve hastane dışına kadar yardım edildiği belirlenmiştir. Ayrıca,
görüşülen tüm vatandaşların da hastaneden, başhekimden, doktorlardan ve
hastanenin temizliğinden çok memnun oldukları rapor edilmiştir.
215
2. Kararlar
Kaynaklar ve Ekler
216
İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na bir yazı yazılmıştır.
Kaynaklar ve Ekler
Kadıköy İlçe İnsan Hakları Kurulu, ekonomik ömrünü doldurup doldurmadığı
belli olmayan ve hiçbir güvencesi ve garantisi bulunmayan ikinci el oto
lastiklerinin trafik kazalarına sebebiyet verdiği, yaşam hakkını tehdit ettiği ve
bu konuda devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemesinin temel hak ve
hürriyetlerin ihlali niteliğini taşıdığı tespitinde bulunarak; kişilerin ekonomik
durumlarından istifade edilerek ticaretin istismar edilmesi, trafik kazaları sonucu
kişilerin yaralanması veya hayatlarını kaybetmesi gibi sonuçlar doğuran bu
konuda devletin ilgili kurumlarının gereken önleyici tedbirleri almaları için
girişimde bulunma kararını almıştır. Bu karar doğrultusunda, Sağlık ve Çevre
Bakanlıkları ile diğer ilgili merciler nezdinde girişimde bulunulmuştur.
Sivas İl İnsan Hakları Kurulu, A.K. adlı bir vatandaş tarafından yapılan
şikayet üzerine, yıllardır şehir merkezinde çevre ve gürültü kirliliğine sebep olan
belediye işletmesi ile ilgili iddiaları inceleyip bir inceleme ve araştırma raporu
hazırlamıştır. Bu rapor çerçevesinde sözkonusu işletmenin çevreye kimyasal
madde yayarak kanser gibi hastalıklara, çevre ve gürültü kirliliğine sebep olduğu
tespit edilmiş ve söz konusu tespitleri içeren rapor belediyeye iletilmiştir. Uzun
süredir ödenek imkanı bulamayan belediye, söz konusu rapora dayanarak İçişleri
Bakanlığı’ndan ödenek talep etmiş ve böylece şikayete konu işletmenin şehir
dışına taşınması gerçekleştirilebilmiştir.
217
hayata uyumuna yönelik çalışmaların konuk evi müdürlüğü bünyesinde
Kaynaklar ve Ekler
yürütülmesini sağlamıştır.
218
baskı altına alındığı ve mağdur edildiği, ailesinin tehdit edildiği, bu durumu
Kaynaklar ve Ekler
savcılığa bildirmek isteyen ailesinin dilekçesinin savcı tarafından alınmadığı”
şeklindeki iddialar üzerine, konu hakkında ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca
tahkikat başlatılmasını sağlamıştır.
219
İstanbul İl İnsan Hakları Kurulunun “Elektronik Takip Sistemi”
Kaynaklar ve Ekler
Ankara İl İnsan Hakları Kurulu’na başvuran M.K. adlı bayan, “durakta servis
beklerken bir taksi şoförü tarafından hakarete maruz kaldığını, servise bindikten
sonra ise yine aynı kişinin kendisini takip ederek çirkince ve ahlaksızca
el hareketlerinde bulunduğunu” belirterek şikayetçi olmuştur. Sözkonusu
şikayete ilişkin olarak Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü ile Ankara Umum
Otomobilciler ve Şoförler Odası ile irtibata geçilmiş ve ilgili taksi şoförü
trafikten men edilmiştir.
220
aykırılık teşkil ettiği tespiti yapılmıştır. Bu tespit doğrultusunda Kurul, yapılan
Kaynaklar ve Ekler
işlemlerle öğrencinin hak ihlaline uğradığına, bu suretle mağdur edildiğine
ve mağduriyetine neden olan idari işlemin düzeltilmesinin uygun bulunduğu
yönünde ilgili kurumlara tavsiyede bulunulmasına oy birliğiyle karar vermiştir.
İzmir Kiraz İlçe İnsan Hakları Kurulu’nun İzmir İl İnsan Hakları Kuruluna
yapmış olduğu başvuruda, “yakın dönemde ilçelerinde 30 adet intihar olayı”
tespit edildiği belirtilerek, konunun çözümü için yardım istenmiştir. Konuyla
ilgili olarak Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ve İl Sağlık Müdürlüğünün ortaklaşa
hazırladıkları “Araştırma Raporu”, İl Kurulu’nun toplantısında değerlendirilmiş
ve konunun çözümüne yönelik önerilerin bundan sonra yapılacak çalışmalara
ışık tutması amacıyla valilik makamına sunulmasına karar verilmiştir.
221
yeni vize başvurularında fiili engel teşkil ettiğinin birçok örnekte sabit olduğu
Kaynaklar ve Ekler
Söz konusu iddia ile ilgili olarak yapılan araştırma sonucunda, Avcılar
Kaymakamlığı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İstanbul Bilgi Üniversitesinden
toplanan bilgi ve belgeler ile Kurul Üyesi olan Marmara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Öğretim Üyesinin hazırladığı rapordan oluşan dosya, kurulumuzca
görüşülüp değerlendirilmiştir.
222
EK B : KURULLAR İÇİN PERFORMANS
Kaynaklar ve Ekler
KRİTERLERİ
223
Raporlama Aylık raporlama 12 ayda 12 adet
Kaynaklar ve Ekler
* Belirtilen değerler ve aralıklar ortalama 100 bin nüfusa göre alınmıştır. İlin
nüfusuna göre değerler artabilir veya azalabilir.
224
EK C : KURUL ÜYESİ KİMLİK KARTI ÖRNEĞİ
Kaynaklar ve Ekler
EK D : İNSAN HAKLARI İLE İLGİLİ BAZI
ÖNEMLİ GÜN VE HAFTALAR
225
EK E : İNSAN HAKLARIYLA İLGİLİ BAŞLICA
Kaynaklar ve Ekler
1. Uluslararası Kuruluşlar
Avrupa Konseyi
Adres : 67075 Strasbourg Cedex
Tel: +33 (0) 3 88 41 20 00
Faks: +33 (0) 3 88 41 27 45
Web : www.avrupakonseyi.org.tr , www.coe.int
2. Ulusal Kuruluşlar
226
Adalet Bakanlığı Uluslar arası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü
Kaynaklar ve Ekler
Adres: Milli Müdafaa Cad. No. 22 Bakanlıklar-ANKARA
Tel: (312) 418 90 12
Faks: (312) 425 02 90
Web: www.uhdigm.adalet.gov.tr
Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Konseyi ve İnsan Haklarından Sorumlu Genel Müdür
Yardımcılığı
Adres : 06100 Balgat-ANKARA
Tel: (312) 292 10 00
Web: www.mfa.gov.tr
227
Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Kaynaklar ve Ekler
228
İnsan Hakları Derneği
Kaynaklar ve Ekler
Adres : Tunalı Hilmi Cd. 104/4 Kavaklıdere-Ankara
Tel : (312) 466 49 13-14
Web : www.ihd.org.tr
Uçan Süpürge
Adres : Büyükelçi Sokağı 20/4 Kavaklıdere Ankara Türkiye 06700
Tel : (312) 427 00 20
Faks : (312) 466 55 61
E-posta: info@ucansupurge.org
Web : www.ucansupurge.org
229
Sivil Toplumu Geliştirme Programı- STK Destek Ekibi
Kaynaklar ve Ekler
230
EK F: İNSAN HAKLARINA İLİŞKİN
Kaynaklar ve Ekler
ULUSLARARASI BELGELER VE TARİHÇE
231
23 Mart 1976 “Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi Ek
Kaynaklar ve Ekler
232
19 Kasım 1999 “Avrupa Güvenlik Şartı” onaylandı.
Kaynaklar ve Ekler
25 Mayıs 2000 BM Genel Kurulu “Çocuk Hakları Sözleşmesine Ek Çocuk
Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi İle İlgili
Seçmeli Protokol”ü kabul etti.
15 Ağustos 2000 Türkiye, “BM Bireysel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” ile
“BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”ni
imzaladı.
9 Eylül 2000 Türkiye “Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocuk Satışı,
Çocuk Fahişeliği, Çocuk Pornografisi İle İlgili Seçmeli
Protokol”ü imzaladı.
9 Eylül 2000 Türkiye “Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocukların
Silahlı Çatışmalara Dahil Olmamaları Konusundaki Seçmeli
Protokol”ü imzaladı.
8 Eylül 2000 Türkiye “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesine Dair Sözleşmeye İlişkin Seçmeli Ek Protokolü”
imzaladı.
21 Şubat 2002 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, “İnsan Hakları ve Ana
Hürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’ne Ek
Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasını Öngören 13 nolu
Protokol”nü kabul etti.
30 Temmuz 2002 Türkiye “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesine Dair Sözleşmeye İlişkin Seçmeli Ek Protokolü”
onayladı.
12 Aralık 2003 Türkiye “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerin Korunmasına
15 Ocak 2003 Dair Avrupa Sözleşmesi’ne Ek, Ölüm Cezasının
Kaldırılmasına Dair 6 Numaralı Protokol”ü imzaladı ve
onayladı
4 Haziran 2003 Türkiye, “BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” ile “BM
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”ni beyan ve
çekince ile onayladı.
9 Ocak 2004 Türkiye “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerin Korunmasına
Dair Avrupa Sözleşmesi’ne Ek Ölüm Cezasının Her Koşulda
Kaldırılmasını Öngören 13 nolu Protokol”ü imzaladı.
20 Şubat 2006 Türkiye “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerin Korunmasına
Dair Avrupa Sözleşmesi’ne Ek Ölüm Cezasının Her Koşulda
Kaldırılmasını Öngören 13 nolu Protokol”ü onayladı.
2 Mart 2006 Türkiye BM İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel başvuruyu
öngören Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesine
ek ihtiyari protokolü onayladı.
233
234