You are on page 1of 427

MICHEL FOUCAULT

HAPİSHANENİN
DOĞUŞU
Fransızca Aslından Çeviren:
Mehmet Ali KILIÇBAY
M ichel Foucault 1926'da Poiticrs'dc
doğdu. 1970’de Colltge do Francc'a seçil­
di. Bütün hayatını tarihin kapısından
geçemeyen konuların tarihini yapmakla
geçirdi. Foucault 1984’te Paris'te öldü.

m
tmge Kiıabevi Yayınlan: 50
Temmuz 1992

İmge Kiıabevi
Yayıncılık Paz. ve San. Tic. Lld. Şii.
Konur Sokak No: 3 Kızılay/ANKARA
T cl:4 1 8 19 42 Fax:425 65 32

Kapak Baskısı: MF Lld. Şü.


Baskı: Özkan Matbaacılık Lıd. Şü.

K^pak usanmı: Termzi / Ibnhiın K-DINÇ

ISBN 975-533*032-1
Surveilter et Punir, Naissance de la Prison (Güzelim Alımda Tutmak
ve Cezalandınnak, Hapiibanenin Doğuşu) adındaki bu kitap ilk kez
1975 yılında Gallimard tarafmdan yayınlanmıştır. Çeviri bu yayından
yapılmıştır.
İÇİNDEKİLER

Resimler X III
Ö N SÖ Z IXXX

I. AZAP

1. MAHKÛMLARIN B E D E N İ_____ 3
2. AZAP ÇEKTİRMENİN GÖRKEMİ 39

II. CEZA

1. GENELLEŞMİŞ C E Z A _______ 89
2. CEZALARIN YUMUŞAKLIĞI 129

III. DİSİPLİN

1. İTAATKÂR BEDENLER _ 167


DAĞITIMLAR SANATI - 175
FAALİYETİN DENETİMİ ______ 185
OLUŞUMLARIN ÖRGÜTLENMESİ ...... 194
GÜÇLERİN BİLEŞİMİ -------- 202
2. İYİ TERBİYE ETMENİN ARAÇLARI 213
HİYERARŞİK GÖZETİM 214
NORMALLEŞTİRİCİ YAPTIRIM 223
S IN A V ----------------------- ------------- 231
3. GÖRÜLMEYEN GÖZETİM ALTINDA TUTAN
HAPİSHANENİN S İS T E M İ_________________ 245

IV. HAPİSHANE

1. EKSİKSİZ VE KATI KURUMLARA DAİR 289


2. YASADIŞILIKLAR VE SUÇLULUK 325
3. HAPİSHANE __________________________ 375
N. Andry. Ortopedi ya da çocuklardaki beden
bozukluklarını önleme ve düzeltine sanatı.
VIII
XIV. Louis tarafından 1666'da yapılan ilk kıta
teftişinin anısına basılan madalya.

IX
F rjnaûı. t} !
F igüre L X V I.

P. Gillaıt. L‘art milliiaire françaıs, 1696.


Fr4/ifois.
F igüre LXX-

X
H I I n
I
|.
H

J
t

J
—4

I
ti * .
t 'h r n ^ t H
I m
I
I
I
I
I
I
ui * i I


l: I I
1 }
I I I
I_____ > I_____ I i'jl:
*Li— r 1
H
8*
s! »jJıîli

X!
Fresnes Hapishanesi toplantı salonunda
alkolizmin kötülükleri konusunda konferans.

XII
Yazı için örnek (I.N.RD.P. Tarihsel Kolleksiyonu).
XIII
A1X

HIIIIIHlUkaiiClil

2 ?

i l
^ S-
£-b
£^
2 =
c» «

^ g

H ^

İl
t; i
o =
îr z
s :8
g*
Pon-Mahon caddesinde bulunan karşılıklı öğretim okulunun
içi. yazı alıştırması sırasında Hippolilc Lecomtc'un taş baskısı.
1818 (I.N.R.DJ*. Tarihsel Kolicksiyonu).

XV
_ n fO \ V '

B. PoyeL Hastane projesi. 1786.


r w w w w w w VI
A. Blouei, 585 mâhkûmluk hUcrcii hapishane projesi, 1843.

XVII
XIV. Louis döneminde VersaiUcs Hayvanat Bahçesi.
Aveline'in tahta oyma baskısı.

Gand güç evinin (hapishane) planı, 1773.


XVIII
J. F. de Neufforge. Hapishane Projesinden.

IXX
111,11 I I İB t;
h ' i i ı ı s i I I IH '^
ııiiiı at ■ja •.
?il iTl ı'î rî
.i.lL « i L t ?i.,
‘ Ji M B5 : ' ■'

Jcremy Bentham. Panopticon un planı {The Works o f Jerem y


Benıham, yay Bowring. c. IV, s. 172-173)

XX
N. Harou-RcHTiain. Hapishane Projesi, 1840.

XXI
IIXX

o. <
z
S' £.
B-
S: B X
3 2 X O
î5
Z. ^
»
^
E c: O
a
C- a 3
S £;.
3 3

E
cr tu
r. "S.
« . S-
=■ =
İ2. S
&
« -> £P.
t)

■c

? | |
U l
r‘ - 3
E’
3 ^ 0<
N. Harou-Romain, Hapishane Projesi, 1840. Bir tutuklu
hücresinde mcrkc/.i gÖ7xriim kulesinin karşı.sında dua cdıytır.

XXIII
Pctite Roqvetic Hapishanesi.
XXIV
I877’de Rcnncs Mcıiccz Hapishanesi.

XXV
1AXX

CA
U

o
Z

TO
35

rt

>
c
X
X

N
'<
IIAXX

S
rt
•i<
o
O
3

fi9
cr
N. Andry, Onopedi ya da çocuklardaki beden
bozukluklannı önleme ve dü7^limc sanatı.
XXVIII
ONSOZ

Hapishane tarihi veya "gözelim altında tutma ve ceza-


landırma"nm tarihi birçok kimse için şaşırtıcı olmaktadır.
Çünkü "tarih" çoğumuz için nihayette zaferlern, büyük adam­
ların yaptıklarının ettiklerinin anlatısıdır, daha doğrusu bir
kahramanlık Öyküsüdür. İnsanların insanlara egemen olmak
için geliştirdikleri yöntemler, bireysel veya ortaklaşa olarak
çekilen ve çektirilen azaplar, iktidarların bireyleri gözetim
altında tutmaya yönelik olarak oluşturduklan mekanizma­
lar, disiplinler, işte bunlar "tarih olamaz". Çünkü bunlan bil­
mezden gelnnck istiyoruz.
Foucault bilmek istiyor ve tarihçiliğin XX. yüzyılın ba­
şından beri kaybedenlerle daha fazla ilgilenmeye başlam a­
sıyla birlikte, o da bu akımın içinde yer alıyor. Foucault as­
lında bir filozof, ama karşımıza çoğu zaman bir tarihçi olarak
çıkıyor. Bir filozof tarihçi olunca da ortaya muazzam bir dil,
kavram ve olaylan çerçeveleme biçimi sorunu çıkıyor. Fou­
cault zaten felsefenin dilini zorlarken, bir de tarihin alışılmış
terminolojisini alt üst ediyor. Bu noktada sözü sevgili karde­
şim Turhan İlgaz'a bırakmak istiyorum. Foucault'nun Söyle­
min Düzeni adlı kitabını Türkçeye çeviren sevgili Turhan,
yazdığı özsözde şunlan söylemektedir.
"... Orun felsefesini açıklamaya kalkışmayacağım el­
bette -buna kendimi yetkili de görmem, yeterli d e-, ama Fou-
cault'yu o k u y a b ilm en in böylesi bir anahtarı gerektirdiğini
söyleyebilirim .
T o p lu m olarak felsefeyle ahş-vehşim iz, fazla bir içli-
dışlılığım ız yok. Dilim iz de pek yetmiyor açıkçası, felsefe
yapmaya. Kavramlarımız eksik çünkü... Felsefe, pratikte ya­
rarlanacağımızı sandığım ız bazı sloganları bize sağlıyorsa
ilgimizi çekiyor; işim ize gelen bazı fo rm ü ller sunabiliyorsa
"kültürümüze" buyur ediliyor. Ve çoğunlukla da "ahlâk" ile
kanştm iıyor, "ahlâk''mışçasına algılanıyor, "ahlâk" ile -v e
tabii ki benimsediğim iz ahlâk ile- çakıştığı oranda öğreni­
liyor.
"Oysa ki bilgiyi sevmek olan felsefenin, insandan ve in­
san düşüncesinden kalkıp, düşüncenin ürettiği nesnelere inen,
sonra bu nesnelerin evrimi içinde düşüncenin kendi kendine
açtığı yolların "arkeolojisine" gömülerek yeniden düşünceye
ve insana ulaşan sonsuz gcl-gitleri söz konusu...
"Felsefenin çok çok uzaklannda düşünmeye, ya da düşün­
düğünü sanmaya, düşünmekten çok konuşmaya ve genellikle
düşünmeden konuşmaya veya önce konuşup sonra düşünmeye,
düşünmeden eylemeye veya önce eyleyip sonra düşünmeye
alışmış bir toplumda, Foucault'nun felsefesi, kolay kolay için­
den çıkılır gibi değil. Ve alabildiğine yabancı.
"Onun için yukarıda "Cinselliğin tarihi"ni anarken
T ürkçeleştirilm işti" dem edim de, Türkçeye "sığdırılm ıştı"
demeyi yeğledim. "Söylemin Düzeni" Türkçeye sığdınimaya
ça lışıld ı.
"Avrupa felsefesinin yüzyıllardan beri yarattığı, kul­
landığı, çekip çevirdiği kavramlarla oluşturduğu söylemlerin
düzenini irdeleyen bir sö ylem i, o kavramlara olabildiğince
uygun kavramlar bularak Türkçeleştirmek gerekiyordu... Bu
Türkçenin anlaşılır olması gerekiyordu... Üstüne üstlük, Fou­
cault'nun söyleminin ayrılm az bir parçası olan ü slû b u n a da
sadık kalmak gerekiyordu. Yeni orijinal metinde kaç cüm le
varsa, çeviride de o kadar cümle olm alıydı..."
Bu söylenenlere aynen katıldığım için, yani ben d e Fou-
cault'yu Türkçeye "sığdırmaya" çalıştığım için, onun üslûbuna
sadık kaldığım için, herhangi birşey eklem e ihtiyacını his­
setmiyorum. Yalnız okuyucunun artık Türkçe olan herşeyi an­
layacağı yanılgısından kurtulması gerekm ektedir. Kavram­
lar yalnızca dilsel aletler olm ayıp, bize arkalarındaki ta­
rihle birlikte konuk gelmektedirler. Bunlar hamburger veya
Coca Cola olmadıkları için, ısınidıklannda veya bir yudum
alındıklannda ne oldukları anlaşılabilir gibi şeyler değil­
lerdir. Okuyucu kavram ların arkasındaki tarihsel yoğrul-
muşluklarla da haşır neşir olmadıkça kitap okuyucusu değil,
kitap "bakıcısı" olacaktır.
Bu kitap vesilesiyle ülkemizin entelektüel hayatının
büyük yaralanndan birine değinmek istiyorum. Bu kitap dört
kere yeniden dizildi. Çünkü ne yazık ki çoğumuzda iş namusu
yok, hayatın tek am aanın ne pahasına olursa olsun maddeye
ulaşmak olduğu inana egemen, bu yüzden insanlanmızın çoğu
yaptıkları işi sevmiyorlar. "Ne iş olursa yapanm " zihniyeti
bunun on açık göstergesidir. Eğer sevgili Mesut bozuk dizgileri
adam etm e işini üstlenmeseydi, bu kitap kimbilir ne zaman
çık ard ı?

M ehmet Ali Kılıçbay


Nisan 1992
AZAP
BİRİNCİ AYIRIM
MAHKÛMLARIN BEDENİ

Damicns 2 Mart 1757de "Paris kilisesinin cümle kapı­


sının önünde, suçunu herkesin karcısında itiraf etmeye" mah­
kûm edilmişti; buraya " elinde yanar halde bulunan iki libre
ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten
başka birşey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük ara­
basında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla Gr^ve mey­
danına götürülecek ve burada kurulmuş olan darağaana çı­
kartılarak m em eleri, kolları, kalçaları, bald ırları kızgın
kerpetenle çekilecek; babasını öldürdüğü bıçağı sağ elinde tu­
tacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar
yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt
dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçala­
tılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve
bu küller rüzgâra savurulacakbr".’
G azelle d'Aasierdam^ "sonunda onu parçaladılar" diye
anlatmaktadır. "Bu sonuncu işlem çok uzun sürdü, çünkü kul-

1 Piiees origintles «t procidures iv procit fuit i Re6ert~Fnnçoii DanUns,


m 7 ,c .n i.». 372-374.
2 (k o ttu i'AmittTİMin, 1 Nbuı 1757.
lanılan atlar çekmeye alışık değillerdi; bu yüzden dört tane
yerine altı tane koymak gerekti, bu da yetersiz kaldı; talihsi­
zin kalçalannı kopartmak için sinirlerini kesmek ve eklemle­
rini baltayla parçalamak gerekti...
"Çok küfürbaz olmasına rağmen ağzından tek bir sövgü
bile çıkmadı; sadece korkunç acılardan Ötürü müthiş gğlıklar
atıyordu ve çoğu zannan Allahım bana acı; Isa beni kurtar
diyordu. Seyirciler, ileri yaşına rağmen, zavallıyı tescili
etmek için bir anını bile ziyan etmeyen Saint-Paul papazının
mahkûmun üstüne titremesinden büyük ders aldılar".
Ve talim subayı Bouton: "kükürt yakıldı, ama ateş o
kadar harsızdı ki, yalnızca ellerinin üst derisi biraz zarar
gördü. Sonra kollannı dirseklerine kadar sıvamış bir işken­
ceci, bu iş için Ö2M?I olarak yapılmış yaklaşık bir buçuk ayak
uzunluğundaki kerpetenle, önce onun sağ baldınnı, sonra sağ
kolunun iç kesimlerini, sonra da memelerini çekti. Bu işkenceci
gürbüz ve güçtü oinnasına rağmen, kerpetenin içine aldığı et
parçalannı çekmekte çok zorlanıyordu; buntan keıpetcnle iki
üç kere tutup, büküyor ve kopardığı parçalann herbiri altı
liralık bir ekü büyüklüğünde bir yara açıyordu".
"Çok bağıran ama küfür etnneyen Damiens, bu kerpetenle
çekmelerden sonra kafasını kaldınyor ve kendine bakıyordu;
kerpetenci bu kez karışımın kaynadığı kazandan demir bir
kepçeyle aldığı kaynar halitayı her yaranın üzerine bolca
döktü. Daha sonra atlann koşumlarına iplerle bağlandı, son­
ra da atlar kalça, bacak ve kol hizasından organlara koşul­
dular".
"Mahkeme kâtibi sieur Lc Breton birçok kereler talihsiz
mahkûma yaklaşarak, ona söyleyecek birşeyi olup olm adı­
ğını sordu. Hayır diye cevap veriyordu; lânetlileri tasvir e t­
tikleri bîçinnde bağırıyordu, bunu anlatmaya hiçbir şey yet­
mez, her acıda şöyle bağınyordu: "Affet Allahım, Affet Efen­
dimiz". Yukarıda anlatılan bu kadar acıya rağmen, arada sı­
rada kafasını kaldırıyor ve kendine cesaretle bakıyordu.
Adamlann uçlarını hâlâ çektikleri ipler onu çok sıkı sanyor

4
ve ona anlatılmaz a ç la r çektiriyorlardı. Sieu r Lc Breton ona
bir kez daha yaklaşarak, birşey söylem ek isteyip isteme­
diğini sormuştu; hayır dedi. Günah çıkartıcılar ona birçok ke­
reler yaklaşarak, uzun uzadıya konuşm uşlardı; uzattıkları
haçı samimiyetle öpüyordu; dudaklannı uzatıyor ve hep "Af­
fet Allahım” diyordu.
"A tlann herbiri bir celladın yönetiminde olmak üzere,
organlan kendi doğrultularında bir kere çektiler. Bir çeyrek
saat sonra aynı merasim tekrarlandı ve birçok kez tekrarla­
nan denemeden sonra, sonunda atlar çekildi, yani sağ kola
bağlı olanlar kafaya doğru, kalçaya bağlı olanlar da kollara
doğru döndürüldü, böylcce kollan eklem yerlerinden kopar­
tıldı. Bu çekişler birçok kereler başansız bir şekilde tekrar­
lanmıştı. Kafasını kaldmyor vc kendine bakıyordu. Kalçaya
koşulan atlann önüne iki tane daha bağlamak gerekmişti, bu
da atlann sayısını altıya çıkartıyordu. Gene başan elde edi­
lem edi.
"Nihayet cellat Samson sieu r Le Brelon'a bu işi bitirme­
nin yolu olmadığını, ne de bu konuda bir umut olmadığını vc
bayların parça parça kopartılm ayı isteyip istem ediklerini
sordu. Kente inmiş olan sieur Le Breton yeniden çaba sarfedil-
mesi emrini verdi, bu emir uygulandı; ama atlara usanç gel­
mişti ve kalçalara bağlı olanlardan bir* yere düştü. Günah
çıkartıcılar geri gelerek gene konuştular. Onlara diyordu ki
(kendim duydum): ” Beni öpün baylar" Saint Paul kilisesi p>a-
pâzı cesaret edemediğinden, bay Marsilly sol kolu bağlayan
iplerin altına geçti ve onu alnından öptü. Cellatlar araların­
da toplandılar ve Damiens onlara mesleklerini y a p tık la ­
rından ötürü küfür etmediğini, onlara kızmadığını söylüyordu;
kendi için Allaha dua etmeleri için yalvarıyordu ve Saint
Paul papazına, ilk rnesse ayini sırasında kendi için dua etm e­
sini rica ediyordu.
"tki veya üç denemeden sonra cellat Samson ve etlerini
kopartarak çekm iş olanı ceplerinden birer bıçak çıkartarak
kalçalan gövdeden ayırdılar; tam koşumlu dört at ise onlar­

5
dan sonra iki kalçayı götürdüler, yani önce sağ taraf, sonra da
sol taraf; daha sonra kollar için omuzlara vc bacaklar için de
kasıklara aynı şey yapıldı; hayvanlann tüm güçleriyle çeke­
rek önce sağ, sonra da sol kolu kopartmalan için etleri nere­
deyse kemiklere kadar kesmek gerekti.
"Bu dört kısım kopartıldıktan sonra, günah çıkartıcılar
onunla konuşmak için indiler; ama cellat onlara onun öldüğünü
söyledi, ama ben adamın kıpırdadığını vc alt çenesinin sanki
konuşuyormuş gibi gidip geldiğini görüyordum. Hatta cellat­
lardan biri kısa bir süre sonra, gövdenin ana kesimini odun
yığınının üzerine atm ak için kaldırdıklarında hâlA canlı
olduğunu söyledi. Atların iplerinden çözülen kol vc bacaklar,
darağacının kaidesinin hizasında hazırlanmış olan bir odun
yığının üzerine atıldı. Sonra gövdenin ana kısmı buraya atıldı
vc hepsi odun ve çok miktarda çalı çırpıyla örtüldü ve bu
odunlarla kanştınlan saman ateşe verildi.
Mahkeme ilâmının hükmü gereği herşey kül haline
getirildi. Közlerin arasında bulunan sonuncu parçanın yanması
akşamın on buçuğundan sonra ancak tamamlanabildi. Gövde­
nin vc etlerin yanması yaklaşık dört saat sürdü. Benim ve oğ­
lumun aralannda yer aldığımız subaylar, bir takım oluşturan
okçularla birlikte, saat onbire kadar meydanda kaldık.
"Ertesi gün, çayırda ocak olarak kullanılmış yerde bir
köpeğin yatmış olmasından, defalarca kovalanmasına rağmen
hep buraya geri gelmesinden sonuçlar çıkartılmaya kalkışıl­
mıştır. Ama bu hayvanın burayı diğer yerlerden daha sıcak
bulduğunu anlamak güç bir iş olmasa gerektir”:^
İşte bundan üç çeyrek yüzyıl sonra, L6on Fauchcr tarafın­
dan "Paris Genç Mahkûmlar Evi" için kaleme alınan yönetme­
lik.^
"Madde 17. Tutuklular güne kışın saat altıda, y a a n beş­
te başlayacaklardır. Çalışma süresi her mevsimde günde do­
kuz saat sürecektir. Günde iki saat eğitime aynlacaktır. Ça-

3 ZJkr. A-L.Z«vaM, Damirns İt Hgicidt, 1W7, s. 201-214.


4 L. Faucha, Dt id r^formt des prisons. 1838, s. 274-282.

6
lışma ve gün kışın saat dokuzda, yazın sekizde sona erecektir.
Madde 18. K alkış. Tutuktular tram petin ilk çalışında
kalkmak ve sessizce giyinmek zorundadırlar, bu arada gözet­
menler hücrelerin kapılarını açacaklardır, ikinci çalışta ya-
taklannı yapmış durumda, ayakta olacaklardır. Üçüncüsün-
dc, sabah duasının yapıldığı tutukevi kilisesine gitmek üzere
sıraya gireceklerdir. Trampetin her çalışının arasında beş da­
kika vardır.
Madde 19. Dua tutukevi papazı tarafından yapılacak
ve arkasından ahlâki veya dinsel bir metin okunacaktır. Bu iş
yarım saatten fazla sürmeyecektir.
Madde 20. Çalışma. Tutuklular yazın altıya çeyrek ka­
la, kışın yediye çeyrek kala avluya inerler ve ellerini yüz­
lerini yıkadıktan sonra, günün ilk ekmeği dağıtılır. Bunun ar­
kasından atelyelere göre gruplanırlar ve çalışma yerlerine gi­
derler; çalışma yazın saat altıda, kışın saat yedide başlar.
Madde 21. Yemek. Tutuklular saat onda çalışma yerle­
rinden ayrılarak yemekhaneye giderler; avluda ellerini yı­
kar ve bölükler halinde toplanırlar. Yemekten sonra, onbire
yirmi kalaya kadar teneffüs verilir.
Madde 22. O kul. Saat onbire yirm i kala, trampet ça­
lınm asıyla sıraya girilir ve okula birlikler halinde gidilir.
Sırasıyla okuma, yaznna, çizim ve hesaba ayrılan dersler iki
saat sürer.
Madde 23. Tutuklular okuldan bire yirmi kala bölükler
halinde ayrılırlar ve teneffüs için avlularına giderler, tram­
pet çalmasıyla birlikte atelyeler halinde toplanırlar.
Madde 24. Tutuklular saat birde atölyelere varmış ol­
malıdırlar: çalışnuı saat dörde kadar sürer.
Madde 25. Saat dörtto atölyelerden aynlarak avlulara
gidilir, tutuklular burada ellerini yıkar ve yemekhaneye git­
mek üzere bölükler halinde toplanırlar.
Madde 26. Akşam yemeği ve onu izleyen teneffüs beşe ka­
dar sürer; tutuklular bu saatte atelyelere geri dönerler.
Madde 27. Çalışma yazın saat yedide, kışın saat sekiz-
dc kesilir; atölyelerde son ke/ bir ekmek dağılımı yapılır. Bir
tutuklu veya bir gözetmen tarafından bazı eğitici veya duygu­
landırıcı konularda yapılan çeyrek saatlik bir metin oku ­
masından sonra, akşam duası yapılır.
Madde 28. Tutuktular ellerini yıkadıktan ve avluda ya­
pılan üst-baş denetiminden sonra, yazın yedi buçukta, kışın
sekiz buçukta hücrelerine gitmek zorundadırlar; trampetin ilk
çalmışında soyunmah ve İkincisinde yatağa girmiş olm alı­
dırlar. Hücre kapılan kapatılır ve gözetmenler düzen ve ses­
sizlik sağlamak için koridorlarda dolaşırlar".

İşte bir azap çektirme ve zaman kullanımı. Bunlar aynı


suçun yaptırımı olmamakta, aynı cinsten suçları cezalandır-
mamaktadırlar. Ama herbiri belli bir cezalandırma tarzını
çok iyi tanımlamaktadır. Onları bir yüzyıldan daha az bir
süre ayırmakladır. Avrupa'da ve ABD'do ceza ekonomisinin
yeniden yaygınlaştığı bir dönemdir. Geleneksel adalet a çı­
sından büyük "rezalotler“in, sayılamayacak kadar çok ısla­
hat projesinin dönem idir; yeni bir yasa ve suç teorisi, ceza­
landırma hakkının siyasal ve ahlt'iki açıdan yeni bir meş-
rulaştınlm ası; eski kararnam elerin iptali, örf hukukunun
kaldırılması; “modern" hukuk sistemlerinin devreye sokul­
ması: Rusya 1769, Prusya 1780, Pcnnsyivania vcToskana 1786,
Avusturya 1788, Fransa 1791, "Vıl IV, 1808 ve 1810. Ceza huku­
ku için yeni bir çağ.
Bu kadar çok değişiklik arasından bir ianesini ele ala­
cağım; azap çektirmenin kalkması. Bugün onu biraz ihmal et­
me eğilimi vardır; kendi döneminde herhalde fazlasıyla tum ­
turaklı sözler sarfed il meşine yol açmıştır; onu çözümlemeye
izin veren bir "insanileşnıe“nin tarafını herhalde fazlasıyla
tutan kolay ve vurgulu bir tavır söz konusu olmuştur. Ve eğer
büyük kurumsal dönüşümlerle, açık ve genel yasa bütünleriyle,
birleştirilmiş usul kurallarıyla karşılaştırılacak olursa ön.e­

8
mi nedir -hemen heryerde benimsenen jüri, cezanın esas olarak
ıslah edici karakterinin tanımlanması ve XIX. yüzyıldan beri
sürekli olarak vurgulu hale gelen bir eğilim olarak, cczalann
suçlu bireylere uyarlanm ası-? Fizik yapı üzerinde hemen et­
kili olmaktan uzakla;^n eczalar, acı çektirme sanatında belli
bir ağırbaşlılık, daha incelm iş, daha gizli kapaklı ve gözle
görünür hallerinden uzaklaştırılmış bir acılar oyunu; daha
derinlerdeki bir düzenlemeye yönelik olan bu durum daha
fazla dikkat haketmekte değil midir? Her ne olursa olsun, bir
olgu açıkça ortadadıri azap çektirilen, parçalanan, organları
kopartılan, yüzüne veya omuzuna simgesel damga basılan,
canlı veya ölü olarak teşhir edilen, seyirlik unsur haline geti­
rilen beden birkaç onyıl içinde ortadan yokolmuştur. Beden,
ceza ile yıldırmanın ana hedefi olmaktan çıkmıştır.
XVIII. yüzyılın sonuyla XIX. yüzyılın başında, bazı bü­
yük tartışmalara rağmen, cezayı karanlık bir şenlik haline
çeviren uygulama yokolmaya yüz tutmuştur. Bu dönüşüm esna­
sında iki süreç birbirlerine karışmıştır. Bunlar ne tamamen
aynı kronolojiye, ne de aynı varlık nedenlerine sahip olmuş­
lardır. Bir yanda cezanın seyirlik bir unsur olmaktan çıkması
vardır. Cezanın törensel yanı karanlığa bürünerek, arlık yeni
bir usul veya yönetim edimi haline gelme eğilimine girmiştir.
Suçun herkesin önünde itiraf edilmesi uygulaması Fransa'da
ilk kez 1791'de kaldırılmış, kıs€i süreli bir geri dönüşten sonra,
1830‘da yeniden kaldırılmıştır; kazığa bağlama ise 1789'da
ilga edilmiştir; İngiltere için bu tarih 1837’dir. Avusturya, İs­
viçre ve ABD’nin Pennsylvania gibi bazı eyaletlerinde uygu­
lanan, mahkûmların sokak ortasında ve şehirlerarası yollar­
da çalıştırılmaları -dem ir boyunduruktu, çok renkli kıyafet­
leri olan, ayaklan prangalı kürek mahkûmları; bunlarla halk
arasında meydan okuma, küfür, alay, darbe, kin veya işbirliği
işaretleri biçiminde alış verişler olmaktadır-^. XVIII. yüz­
yılın sonunda veya XIX. yüzyılın ilk yarısında hemen hefyer-

5 R o b crl V d u x, Noticts, s . 4 5 , Z ik r., N . I c T e o te r s , Tkey wtrc in prison, 1937,


» .2 4 .
tİL' kaldırılmıştır. Şiddetli eleştirilere rağmen, teşhir Fransa’
J a lB 3l‘e kadar sürmüştür -Real "miğde bulandırıcı bir sahne"
dem ekteydi-^ Nisan 1848’de sonunda kaldınhruştır. Kürek
mahkûmlannın Brest’ten Toulon'a tüm Fransa yollannda sü­
rükledikleri zincirlere gelince, ÎSST’de onlann yerine siyaha
boyanmış hapishane arabalan ge<;miştir. Ceza yavaş yavaş
bir sahne olmaktan çıkmıştır. Ve cezanın seyirlik unsur olarak
içerebileceğr herşey artık olumsuz bir gösterge haline gel­
miştir; cezanın bir tören halinde sunulmasının ortadan kalk­
masıyla birlikte, cezanın "son aşamasının" da suçla karanlık
ilişkileri olduğundan kuşku duyulmaya başlanmıştır: ceza
eğer suçu vahşilik bakımından aşmıyorsa, en azından ona eşit
olmakta, seyircileri vazgeçirmeye niyetlendiği bir kıyıcılığa
alıştırm akta, onlara suçlann sıklığını göstermekte; celladı
bir caniye, yargıçlan katile benzetmekte, rolleri son anda ter­
sine döndürmekte, azap çektirilen aam a ve hayranlık konusu
haline gelmektedir. Bcccaria bu durumu çok erkenden söyle­
mişti: "bize korkunç bir suç ularak sunulan cinayetin suğukkan-
lılılda ve pişm anlıkduyulmadan işlendiğini görüyoruz"^ Hal­
ka açık infaz artık, şiddetin yeniden alevlendiği bir ocak ola­
rak görülmektedir.
Demek ki cezalandırma, ceza sürecinin en gizli parçası ol­
ma eğilimine girecektir. Bu da birçok sonuca yol açm ıştır ade­
ta gündelik olan algılama alanını terkederek, soyut algılama
alanına girmiş; etkinliği artık göze görünür yoğunluğundan de­
ğil de, kaçınılmaz olmasından beklenir hale gelmiştir; suç iş­
lemekten vazgeçirtecek unsur artık sahneye konulan iğrenç ti­
yatro değil de, bu durum olacaktır; cezanın örnek olmaya yö­
nelik mekanizmasının çarkları değişmektedir. Bu olgudan
ötürü adalet artık, infaza eklenmiş olan şiddeti halkın önün­
de üstlenmekten vazgeçmiştir. Onun da öldürüyor veya vu­
ruyor olması artık onun gücünün yüceltilmesi değil de, kendi-

6 ParUmtnto l.dizi. c.XXII, 1 Ar.1S3t.


7 C. de Beccaria. TraiU dts Mits et dts peines, 1764, F. H6Iie edisyonunda,
s. 101, burada aiıilar 1856 iariMi bu edisyona yapılacaktır.

10
liginden yapması ve sergilememesi gereken bir unsur haline
gelmiştir. Yüz karası yeniden paylaştınim aktadır: seyirlik
infazda darağaandan karmaşık bir dehşet yükselmekteydi;
bu şiddet aynı anda hem celladı, hem de m ahkûm j kapla­
maktaydı: azap çektirilen kişinin içine düştüğü u tana acıma
veya şan haline dönüştürmeye her zanum hazır olmanın yanı
sıra, infaz yapan kişinin yasal olarak kullandığı şiddeti her
seferinde bir yüz karası haline çevirmekteydi. Arhk rezalet
ve ışık başka bir şekilde paylaşılacaktır; suçluyu olumsuz ve
tek yanlı işaretle damgalayacağı düşünülen husus nrıahkûmi-
yetin kendisi haline gelm iş olarak kabul edilmektedir; böy-
lece danışmalar ve mahkeme karan halka açık hale gelm iş
infaz ise adaletin mahkûma dayatmaktan haya ettiği ek ,bir
utanç olmuştur; demek ki infaz artık uzakta ve gizlilik içinde
yer almaktadır. Cezalandırılm ak çirkin, cezalandırmak da­
ha şerefli hale gelmiştir. Bunun sonucunda, adaletin kendisi
ile verdiği ceza arasında çifte bir koruma sistemi ortaya çık­
mıştır. Ceza infazı, idarenin adaleti bu yükten kurtardığı
özerk bir kesim haline gelm e eğilimine girmiştir; infazın bü­
rokrasinin içine dahil olm asıyla adalet örgütü bu iç ağrı­
sından kurtulm aktadır. Fransa'da hapishanelerin yöneti­
minin uzun süre içişleri bakanlığına ve kürek mahkûmlannın
yattıkları zindanlann yönetiminin de bahriye veya sömür­
geler bakanlığına bağlanmış olması karakteristiktir ve bu rol
paylaşımının ötesinde, teorik yadsıma iş görmektedir: biz
yargtçiann verdiğimiz cezanın esasının cezalandırmaya yö­
nelik olduğunu sanmayınız, bu ceza düzeltmeyi, ıslah etmeyi,
"iyileştirm eyi" hedeflem ektedir; bir ıslah tekniği, cezayı
kötülüğü kovma biçimine dönüştürmekte ve yargıçlan sefil ce­
zalandırma mesleğinden kurtarmaktadır. M odem adalet sis­
teminde ve bu adaleti sağlayanlar arasında ceza vermeye
karşı bir utanma duygusu vardır, ama bu duygu aşın heves­
kârlığı her zaman kıramamaktadır; bu heveskârlık sürekli
artmaktadır: bu yarayı psikolog ve ahlâk ortopedisinin küçük
memuru deşmektedir.

11
Azap çektirmenin ortadan kalkması demek ki seyirlik
unsurun silinmesidir; am a aynı zamanda bedenin tutuklanma­
sıdır. Rush 1787de şöyle yazmıştır: "darağaçlannın, suçlula­
rın ba^landıklan direklerin, işkence yerlerinin, kamçının, te­
kerleğin azap çektirm e tarihi içinde, geçmiş yüzyılların ve
akıl ile dinin insan zihnî üzerinde az etkili olduğu ülkelerinin
barbarlıklarının işareti olarak kabul edilecekleri dönem in
geleceğini umul elmokton kendimi ala koyamıyorum"*. NJite-
kim, Van Meenen bundan altmış yıl sonra, Brüksel’de ikinci
ceza kongresini açarken, çocukluk dönemini devrini doldurmuş
bir çağ olarak hatırlamaktaydı: "yerin üzerinde birçok teker­
lekler, darağaçları, kazıklar, idam sehpaları gördüm "’ .
Damgalama Ingiltere'de (1834) ve Fransa'da (1832) kaldırıl­
mıştır; hainlerin parçalanması cezasını Ingiltere 1820'de ar­
tık tam olarak uygulamaya cüret edememektedir (Thistle-
wood'un gövdesi parçalara ayrılmamıştır). Yalnızca kam çı­
lama hâlâ bazı cezalandırma sistemlerinde (Rusya, Ingiltere,
Prusya) varlığını sürdürmektedir. Fakat ceza uygulamaları
genel olarak edepli hale gelmişlerdir. Bedene dokunmamak
veya her halükârda mümkün olduğunca az dokunmak ve onda
bedenin kendisi olmayan birşeye ulaşmak. Şöyle denilecektir:
hapishane, içeri kapatm a, zorla çalıştırm a, kürek, ikâmet
yasağı, sürgün -ki bunlar modern cezalandırma sistemlerinde
çok önemli bir yere sahip olmuşlardır- tamamen "fizik" ceza­
lardır: para cezasının tersine, doğrudan bedene yöneliktirler.
Fakat ceza-beden ilişkisi, azap çektirmeye yönelik olaı\lar-
dakilerle aynı değildir. Beden burada araç veya aracı duru­
mundadır: onu kapatarak veya çalıştırarak bedene müdahale
ediliyorsa, bunun nedeni bireyi hem bir hak, hem de bir mal
varlığı olarak kabul edilen bir özgürlükten mahrum bırak­
maktır. Beden bu cezalandırma yöntemiyle zorlama ve m ah­
rum bırakma, zorunluklar ve yasaklar sistemi içine alınm ış

8 B .K u s h , Socitty for promoting political enquirits'de y a p tığ ı k o n u ş m a , M N.


Ic. T c c l c r s , The Cradle of the penitentiary, 1 9 3 5 , s. 30.
9 K fş , AnKüla de la Oıariıe.,11, 1 8 4 7 , s . 5 2 9 -5 3 0 .

12
olmaktadır. Fizik acı, bizzat bedenin acı çekmesi artık ceza­
nın oluşturucu unsurları olmaktan çıkmışlardır. Cezalandır­
ma, bu dayanılmaz duygular sanatından, bir askıya alman
haklar ekonomisine geçmiştir. Adaletin mahkûmların beden­
lerine müdahale etmesi ve ulaşması hâlâ gerekiyorsa da, bu
artık çok daha derli toplu kurallara göre olacak ve daha
"yüksek" bir am aa hedefleyocoktir. Bu yeni tutumun etkisiy­
le, anatomi üzerinde oynayarak azap çektiren celladın yerini
koskoca bir teknisyenler ordusu almıştır: gözetoıenlcr, hekim­
ler, papazlar, psikiyatrlar, psikologlar, eğitm enler; bunlar
yalnızca mahkûmun yanındaki varlıklarıyla, adaletin ih­
tiyaç duyduğu methüscnayı ona yapmış olmaktadırlar; beden
ve azabın cezalandırmaya yönelik eyleminin nihai amacı ol­
madığı konusunda ona güvence vermektedirler. Bunun üzerinde
durmak gerekir: bugün ölüm mahkûmlannm son ana kadar he­
kim gözetiminde olmaları gerekmektedir, böylecc hekim onun
hayatini sona erdirm ekle görevli memurlara, mahkûmların
rahatım sağlayan bir eza-dışı unsur olarak katılm ış olmak­
tadır. tnfaz saati yaklaşınca, mahkûmlara teskin edici bir
iğne yapılmakladır. Adli ar duygusunun üst yapısı: hayata
acının hissedilmesine engel olarak son vermek, bütün haklar­
dan mahrum bırakırken acı çektirmemek, acıdan arındırılmış
cezalar vermek. Sakinleştirici ilaçlara ve çeşitli teskin etme
usullerine başvurarak, bunların etkileri geçici olsa bile, bu
■’bedendışı" ceza verme sisteminin doğrultusu üzerinde yer al­
m aktadır.
Modem idam infaz ayinleri bu çifte süreç -seyrin ortadan
kaldırılması, acının iptali- konusunda tanıklık etm ektedir­
ler. Çeşitli Avrupa ülkelerindeki yasama faaliyetlerinin
herbiri kendi ritminde kalmak üzere, aynı hareket tarafın­
dan taşınmışlardır: bunların hepsi için de, suçlunun suçuna
veya toplumsal statüsüne özgü bir işaret taşımayan aynı ölüm;
hiçbir aşınlığın önceden artırmadığı ve ceset üzerindeki bir
hareketin sonradan uzatmadığı bir an süren bir ölüm; bedenden
çok hayata müdahale eden bir infaz. Ölümün aynı anda hem

13
hesaplanmış kesintilerle geciktirildiği, hem de birbirini iz­
leyen bir dizi saldırıyla ağırlaştınldığı şu uzun süreçler artık
söz konusu değildir. Hükümdar katillerini öldürmek i^ n sah­
neye konulan veya XVIII. yüzyılın başında Hanging not pu-
nishmenO^ yazarının düşünü kurduğu, mahkûmu tekerlek üze­
rinde gererek parçalara ayıran, sonra onu bayıltana kadar
kamçılayan, daha sonra açlıktan yavaş yavaş Ölsün diye zin­
cirlerle asan düzenlemeler artık söz konusu değildir. Mahkû­
mun bir toprak kalburunun içinde sürüklendiği (kafası kaldı*
nm taşlanna çarparak patlamasın diye), kam ının deşilerek,
ateşe atıldıklarını kendi gözleriyle görmesi için bağırsakla-
nnın aceleyle çıkartıldığı; nihayet kafasının kesildiği ve
vücudunun parçalara ayrıldığı azaplar artık söz konusu de­
ğildir” . Bu ”bin kere ölme*'nin sadece idam haline indirgen­
mesi, cezalandırma cylcnune özgü yeni bir ahlâkın bütününü
tanım lam aktadır.
İngiltere'de daha 1760'ta (Lord Ferrer'in asılm ası ola­
yında) bir asma makinesinin denemesi yapılm ıştır (m ahkû­
mun ayaklarının altındaki destek çekilerek, uzun can çekiş­
meler ve kurban iîe cellat arasındaki sert çekişmeler engelle­
necekti). Bu makine geliştirilmiş ve 1783'tc tam olarak benim­
senmiştir; aynı yıl esnasında mahkûmların Nevvgate’ten Ty-
bum'e kadar olan geleneksel geçitleri de kaldınimış ve Gor-
don Riots'daki hapishanenin yeniden inşa edilmesinden ya­
rarlanılarak, N cw gate'e darağaçlan kurulm uştur” . 1791 ta­
rihli Fransız Ceza Kanununun ünlü 3. maddesi -"h e r ölüm
mahkûmunun kafası kesilir’’- bu üçlü anlamı taşımaktadır:
herkese eşit ölüm Taynı cinsten suçlar, suçlunun mertebe ve du-

10 1701‘de yıyınlaıun yazan bilinmeyen metin.


11 W.BIackatone larafmdan Uavir edilen, hainlere azap çcktlmnc, Qm-
FiKTiUire iur U code cjiminti angptii, çev.l776,c. I, a. 106. Çeviri, 1760 la*
rlhU eski kararnamenin zukkna, Ingiliz yaaamaatnın inaanlllgint dne
çıkartmaya yönelik olduğundan, yonımcu şunu eklemektedir; ’5eyrl
dehfet vertd olan bu azap çektirmede, auçlu ne cok. ne de uzurr aûre aa
çekmekledir" '
12 Kr;., Ch. Hlbbert, The nots of ani, 1966 yay., a. 85-66.

14
rumu her ne olursa olsun, aynı cins cezalarla cezalandırılır*
1ar", daha 1 Aralık 1789'da G uîllolin'in önerisiyle oylanan
hüküm böyle demekteydi); mahkûm başına tek_bir ^ ü m ve bu
ölüm tek bir darbede ve Lc Peletier’nin dediği gibi "uzun ve
buna bağlı olarak gaddar" azap çektirm eler olmadan sağla*
nacaktır; son olarak da ceza yalnızca mahkûma verilecektir,
çünkü soylujann cezası olan kafa kesme, suçlunun ailesi için en
az yüz' kızartıcı olanıdır^^ Mart 1792'dcn itibaren kullanıl*
maya başlanan giyotin bu ilkelere uygun mekanizmadır, ö lü m
bu makinede görülebilen, ama anlık bir olay haline indirgen*
mişlir. Yasa veya yasayı uygulayanlarla suçlunun bedeni ara­
sındaki temas bir ana indirgenmiştir. Artık fizik çarpışma
yoktur; cellat burada arlık özenli bir saatçininkinden başka
bir rol oynamamaktadır. "Deney ve mantık, eskiden bir suçlu­
nun kafasını kesmek için uygulanan usulün, yasanın isteği olan
hayattan mahrum bırakm aktan daha korkunç bir azap
çektirm eye yöneldiğini kanıtlamaktadırtar; yasa infazın tek
bir darbede ve bir an içinde yapılmasını istemektedir; deney­
ler bunu başarmanın ne kadar zor olduğunu kanıtlamaktadır­
lar. Uygulanan usulün kesinliği açısından, bu uygulamanın sa­
bit mekanik araçlara bağlı olması ve bunlann güç ile etkileri­
nin belirlenebilmesi gerekir. Etkisi hep aynı olan böylesine
bir makine yaptırtmak rahatlık sağlayacaktır; kafa kesmek
yeni yasanın hükmüne göre bir anda gerçekleşecektir. Bu alet
gerekli olm asının yanı sıra, hiç heyecan yaratmayacak ve
ancak şöyle bir farkedileccktir"'^. G iyotin, tıpkı hapishane­
nin özgürlüğü kaldırması veya maddi bir cezanın mallara el
koyması gibi, adeta bedene hiç dokunmadan hayata son ver­
mektedir. Yasayı,acı çekebilen bir bedenden çok, diğer hak­
ları arasında varolma hakkına da sahip olan bir hukuk
öznesine karşı uygulamaktadır. Bizzat yasanın soyutlan­

ış Lc Pclelicr de Sslnl-Fcrgccu, Arehives PtrUmenttim, c. XXV), S l-bd-


re n 1 7 9 1 , •. 7 2 0 .
14 A.Louis, Giyotin hckkmdc rapor, zikr. Scint-Edme, Dictionnaiff 4t
finaliU, 1825, c. IV, ». 161.

15
masıdır.
Ancak, eza çektirmeye yönelik birşey kendini Fransa’da
infazların ılım lılığına b ir süre dayatmıştır. Baba katilleri
-v e onlarla aynı düzlemde görülen hükümdar katilleri- dara*
ğacına kara bir örtüyle götürülüyorlar; 1832 tarihine kadar
burada elleri kesiliyordu. O tarihte ise el kesme kaldırılmış,
yalnızca matem tülü kalmıştır. Örneğin 1836'da Fresehi için
böyle olmuştur: "İnfaz yerine üzerinde bir gömlek, yalın ayak,
başında kara bir tül örtülmüş olarak götürülecektir; bir kapıcı
halka mahkûmiyet ilâmını okurken o darağacının üzerinde
teşhir edilecek ve ardından hemen idam edilecektir". Da-
miens'i hatırlamak gerekir. Ve ölüm cezasına yapılan sonuncu
eklentinin bir matem tülü olduğuna dikkat etmek gerekir.
Mahkûm artık görülmemektedir. Mahkûmiyet ilâmının dara*
ğacının üzerinde okunması, yalnızca çehresi olmaması gereken
bir cinayetin duyurulmasından ibarettir.’® Bedensel işkence­
lerin sonuncu kalıntısı bedenin iptali olmuştur: beden bir ku­
maşın altında saklanmaktadır. Üç kere yüz kızartia olan -a n ­
ne katili, eşcinsel, k atil- Benoit'nın idamı, yasanın el kesme­
yi uygulamaktan vazgeçtiği ilk ebeveyn katli suçudur: "mah­
kûmiyet ilâmı okunurken, o cellatlar tarafından tutulmuş ola­
rak darağacının üzerinde ayakta duruyordu. Bu manzaranın
sergilenmesinde dehşetli olan birşeyler vardı; geniş beyaz bir
kefene sarılmış, yüzü siyah bir matem tülüyle örtülmüş olan
anne katili sessiz kalabalığın bakışından kurtuluyor ve bu es­
rarlı ve yaslı kıyafetin altında hayat kendini artık, ancak
biraz sonra bıçak altında sona erecek olan müthiş ulumalar
halinde belli ediyordu" *®
Demek ki fizik cezanın büyük seyirlik unsur olmaktan
çıkması XIX. y tî^ ılın başında gerçekleşmiştir; bedene azap

15 O d ö n e m d e k i sık b ir Ic m a ; b ir su^tu n e k a d ;ır c a n a v a r c a b ir İş y a p m ış la , o


k a d a r ış ık ta n m a h ru m k a tm a lıd ır : G ö r m e m e k , g ö r ü lm e m e k . B a b a k a t ili
iç in 'd e m i r b ir k a fe s im a l e tm e k v ey a o n u n e b e d i s ığ ın a ğ ı o la c a k , g ir ile ­
m e z b ir h û a e k a z m a k g e r e k ir d i. D e M o lö n e , D r I'humattiU des lois erimi-
nelles, 1 8 9 0 , s. 2 7 5 -2 7 7 .
16 Cazette des tribunauz, 3 0 A ğ u s t o s 1832.

16
çcktirilm cm cktc, acının sahnelenmesi arhk ceza kapsamın­
dan çıkartılm akladır. Azap çektirm enin ortadan kalkması,
1830-1848 arasında tamamen yerleşik hale gelmiş olarak ka­
bul edilebilir. Tabii ki bu bütünsel önermenin bazı düzeltme­
lere ihtiyacı vardır. Öncelikle, dönüşümler ne tek bir blok ha­
linde, ne de tek bir süreç doğrultusunda olmuşlardır. Gecikme­
ler olmuştur. Ingiltere azap çektirme uygulamasının kaldırıl­
masına, paradoksal olarak en fazla karşı çıkan ülke olmuştur;
herhalde jüri kurumunun, kamuya açık yargılamanın, habeas
corpus'a saygı gösterilmesinin bu ülke adalelini model haline
getirmiş olmasından ötürü; ama herhalde esas neden olarak,
ceza yasalannın sertliğini 1780-1820 döneminin büyük toplum­
sal karışıklıkları sırasında azaltmak istememiş olmasından
ötürü. Remilly, Macintosh ve Fowell 6uxton, İngiliz yasaları
tarafından öngörülen cezaların sayısını ve ağırlığını hafiflet­
me konusunda -Rossi bu cezalar için şu ”korkunç kasaplık" de­
mekteydi-'uzun süre başarısız olmuşlardır. Ingiliz yasalarının
katılığı (en azından öngörülen cezalara ilişkin olarak, çünkü
yasanın jüri üyelerine aşın görünmesi ölçüsünde uygulaması
gevşemekteydi) bir miktar artm ıştır bile, çünkü Blacksione
1760'ta Ingiliz hukukunda yer alan idamlık 160 suç saymak­
taydı ve bu rakam 1819'da 223'e çıkmıştı. Bütünsel sürecin
1760-1840 arasında izlediği hızlanma ve gerilemeleri; Avus­
turya, Rusya, ABD, Kurucu Meclis dönemindeki Fransa gibi ba­
zı ülkelerdeki ıslahat hızını; sonra Avrupa'da Karşı-Devrim
ve 1820-1848 yıllarının büyük toplumsal korkusu sırasındaki
gerilem eyi; istisna mahkemeleri veya yasaları tarafından
getirilen az veya çok geçici değişiklikleri; yasalarla mahke­
melerin gerçek uygulamaları arasındaki uyumsuzlukları (mah­
kemeler yasamanın gerçek durumunu her zaman yansıtma­
maktadırlar) da hesaba kalmak gerekir. Bütün bunlar, XVIII.
ile XIX- yüzyılların dönemecindeki evrimi çok düzensiz hale
getirm işlerdir.
Eklenmesi gereken nokta, dönüşümün esas bölümünün 1840'
lara doğru tamamlanmış olmasına rağmen, cezalandırma me-

17
kanizm alannm o sıralarda yeni bir işleyiş tarzına kavuşmuş
olmalarına rağmen, sürecin henüz tamamlanmanın uzağında
olduğudur. Azap çektirm enin azalması 1760-1840İI yıllann
büyük dönüşümü esnasında kök salan bir eğilimdir; fakat ta­
mamlanmamıştır ve azap çektirme uygulamasının Fransız ce­
za sistemini uzun süre işgâl ettiği ve bugün bile onun içinde ye­
rinin olduğu söylenebilir. Hızlı ve saklı ölüm lerin makinesi
olan giyotin Fransa'da yasal ölüme ilişkin yeni bir ahlâkı be­
lirlemiştir. Fakat Devrim onu hemen bÜ3riik bir tiyatro ayini­
nin kıyafetine büründürmüştür. Yıllar boyunca bir gösteri unsu­
ru olmuştur. Onu Saint-|acques engeline aktarmak, üstü açık
arabanın yerine üstü kapalı bir başkasını geçirmek, mahkûmu
arabadan hemen idam yerine geçirmek, herkese uygun olma­
yan saatlerde hızlı infazlar düzenlemek, son olarak da giyo­
tini hapishane duvarlarının içine yerleştirmek ve onu halkın
ulaşamayacağı bir konuma koymak (1939'da VVeidmann'ın
idamından sonra), darağacmın saklandığı ve infazın gizlice
yapıldığı (Buffet ve Bontcmps'ın 1972'de Sanlık Hapishane-
si'ndeki idam ları) hapishaneye çıkan yolların kapatılm a­
ları, infazın adalet ile mahkûmun arasındaki garip bir sır
halinde kalması ve seyirlik bir unsur olmaktan çıkması için,
olayı anlatan tanıklar hakkında dava açm ak gerekm iştir.
Adli ceza olarak ölümün bugün bile derinliği itibariyle, ya­
saklanması gereken bir seyir olarak kaldığını anlayabilmek
için, alınan bu çok sayıdaki tedbirleri hatırlatm ak yetcrli-
dir.
Bedene yönelik müdahale de XIX. yüzyılın ortasında ta­
mamen çözülmüş değildir. Ceza kuşkusuz bir acı çektirme tek­
niği olarak artık eza üzerinde m erkezlenm em ektedir; esas
nesnesi bir mala veya bir hakka yönelik hale gelm iştir. Fa­
kat zorunlu çalışm a veya hatta hapis -tam bir özgürlükten
m ahrum iyet- gibi bir ceza, hiçbir zaman bizzat bedenin ken­
dini hedefleyen ek bir ceza olmadan uygulanmamıştır: gıda
tayınlaması, cinsel yoksunluk, dayak, hücre. Acaba bu, ka-
patnnanın istenmeyen, ama kaçınılamayan sonucu mudur? Ha­

18
pishane fiili durumda cn açık düzerUcri itibariyle, her zaman
belli bir fizik acıya yer vermiştir. XIX. yüzyılın ilk yansında
ceza sistem ine sıklıkla yöneltilen eleştiri (hapishane yeteri
kadar cezalandırm am aktadır: tutuktular daha az aç kalır,
daha az üşürler, sonuç olarak fakirlerin veya işçilerin çoğun­
dan daha az yoksunluk çekerler), aslında hiçbir zaman yok
edilem eyen bir postülayı işaret etmektedir: bir m ahkûımun^
diğer insanlardan daha fazla a g çekmesi adildir. Ceza ek bir
fizik acıdan ayrılam am aktadır. Bedene ulaşmayan bir ceza
nedir ki?
Demek ki modem ceza adaleti mekanizmalarının "azaba
yönelik" bir dip tarafı varlığını sürdürmektedir -bu dip tara­
fa tamamen egemen olunamamıştır, ama bedene yönelik olma­
yan bir cezalandırma anlayışı tarafından giderek daha geniş
ölçüde olmak üzere üstü Örtülmektedir-.

★ ★ ★

Cezalardaki sertliğin son yüzyıllar esnasında hafifleme­


si hukuk tarihçilerinin iyi bildikleri bir olgudur. Fakat bu
durum uzun zaman bütüncül bir şekilde, miktara ilişkin bir
olgu olarak algılanm ıştır: daha az gaddarlık, daha az a a ,
daha fazla yum uşaklık, "insanlığa” daha fazla saygı. Fiili
durumda ise, bu dönüşümlere cezalandırma işleminin bizatihi
nesnesinde meydana gelen bir kayma eşlik etmiştir. Yoğunluk
azalm ası mı? Belki. K esinlikle olanı ise, am aç değişikliği­
dir.
Ceza eğer artık en katı biçimleri itibariyle bedene yönel­
m iyorsa, neye m ü dahale'etm ektedir? Kuram cıların cevabı
-bugün hâlâ sona ermemiş olan yeni bir dönemi 1760'Iar civa­
rında başlatanlarınki- basit, adeta aşikârdır. Bu cevap doğ­
rudan doğruya sorunun içinde yer alıyormuşa benzemektedir.
Madem ki bedene değil, o halde ruha müdahale edilmekte-
<^ir. Bedeni kudurtan kefaret cezasının yerine kalp, düşünce,
irade, ruhsal durum üzerine derinlemesine etki eden bir ceza

19
go<;mclidir. Mably ilkeyi bir keresinde ebediyen geçerli ola­
rak formüle ctmişlir: "Eğer deyim yerindeyse, ceza bedenden
çok (liha yönelik olmalıdır”’^
ö n em li an. Gösterişli cezalandırma törenlerininin eski
çifti beden ve kan yerlerini bırakmaktadırlar. Sahneye yeni
bir kişi, maskeli olarak girmektedir. Belli bir trajedi artık
sona erm iştin gölge halindeki siluetler, çehreleri olmayan
sesler, dokunulmaları olanaksız varlıklarla birlikte bir ko­
medi başlamaktadır. Adaletin cezalandıncı aygıtı artık bu
bedeni olmayan gerçeğe taşmak zorundadır.
Acaba bu, ceza uygulamasının yalanladığı basit bir teo­
rik iddia mıdır? Bunu böyle kabul etmek acelecilik olacaktır.
Bugün cezalandırmanın bir ruhu doğru yola döndürmekten iba­
ret olmadığı doğrudur; ama Mabiy'nin ilkesi mümince bir istek
olarak kalmamıştır. Modem ceza uygulaması boyunca onun et­
kilerini izlemek mümkündür.
Öncelikle nesnelerde meydana gelen bir ikâme. Bu sözle,
aniden başka suçların cezalandırılmaya başladıklarını söyle­
mek istemiyorum. Yasa ihlallerinin tanımlanması, bunlann
ağırlık hiyerarşisi, hoşgörü sınırları, fiilen hoşgörülcn ve
yasal olarak izin verilen şeyler kuşkusuz iki yüz yıldan bu
yana büyük ölçüde değişmişlerdir; birçok suç dinsel otoritenin
belli bir kullanılış tarzına veya belli bir ekonom ik hayat
tarzına bağlı olduklanndan ötürü suç olmaktan çıkmışlardır;
dine hakaret suç olma durumundan çıkm ış, kaçakçılık ve
eviçinde yapılan hırsızlık suç değerlerinin hafiflemesine ta­
nık olmuşlardır. Fakat bu kaymalar herhalde en önenrüi olgu
değillerdir: izin verilen ile yasaklanan bir yüzyıldan diğe­
rine belli bir sabitlikte kalmıştır. Buna karşılık, ceza uygula­
masının yöneldiği "suç" nesnesi derinlemesine değişmiştin ce-
zalandınlan unsurun biçimsel tanımından çok niteliği, cinsi ve
bir bakıma özü değişmiştir. Yasalann nisbi sabitliği, hızlı ve
ince nöbet devirlerine bannaklık etmiştir. Suçlar ve kabahat­

iz G .d e M a b ly , De k Ugiflalim. Toptu Eserler, 1 7 8 9 , c . IX , s . 3 2 6 .

20
Icr adı altında, hep yasa tarafından tanımlanmış hukuki nes­
neler yargılannnaktadır; ama aynı zamanda tutkular, içgüdü­
ler, anorm allikler, sakatlıklar, uyumsuzluklar, ortam ve ka­
lıtımın etkileri de yargılanmaktadır; ırza geçm eler, ama ay­
nı zamanda cinsel uyumsuzluklar da yargılanmaktadır. Aynı
zamanda dam ar atışları ve arzu da olan cinayetler yargı­
lanmaktadır. Şöyle söylenecektir: yargılananlar bunlar de­
ğildir; eğer bunlar anılıyorsa, bunun nedeni yargılanması gere­
ken olaylan açıklayabilmek ve öznenin iradesinin suç içinde
ne denli bir yer tuttuğunu belirleyebilmektir. Bu cevap yeter­
sizdir. Çünkü yargılananlar ve cezalandm lanlar bat gibi on-
lardır, neden unsurlannın; arkasında yer alan bu gölgelerdir.
Bunlar, mahkeme kararının içinde yalnızca eylemin ”koşul-
lara b a ğ ir upsurlannı değil de, aynı zamanda tamamen baş­
ka şeyleri dahil eden "hafifletici nedenler" araçlığıyla yar­
gılanmaktadırlar: suçlunun tanınması, ona karşı duyulan be­
ğeni, onun ile geçmişi ve suçu arasında bilinebilecek şeyler,
ondan gelecekte beklenebilecek şeyler. Bu gölgeler aynı za­
manda, XIX. yüzyıldan beri tıp ile hukuk arasında tedavül
etmiş olan ve bir eylemi açıklama bahanesiyle aslında bir bi­
reyi niteleme biçimi olan tüm bu kavramlar tarafından da
yargılanm ışlardır (G eorget'nin dönem inin "can av arlan ",
Chaumiö sirkülerinin "psişik anormallikleri", çağdaş uzman­
ların "kötülüğe eğilimli" ve "uyumsuzlan"). Bu gölgeler, ken­
dilerine, suçluyu "yalnızca yasaya saygı duyma arzusuna sa­
hip değil, aynı zamanda bu yasaya saygı duyarak yaşar ve
kendi ihtiyaçlarını kendi karşılar" kılma işlevini yükleyen
bir ceza ile cezalandınim aktadırlar; bu gölgeler, suçun yap-
tınm ı olmakla birlikte, mahkûmun hal ve gidişinin dönüş­
mesiyle değişebilen (kısalarak veya gerektiğinde uzayarak)
cezanın iç ekonomisi tarafından cezalandınlm aktadırlar; bu
gölgeler ayrıca, cezaya eşlik eden ve yasa ihlalinin yaptı­
rımı olmayı değil de, bireyi denetlemeyi, onun tehlikeli olma
halini ortadan kaldırm ayı, suç eğilimini azaltmayı hedef­
leyen ve ancak bu değişimlerin sağlanmasıyla sona crebüen

21
"güvenlik önlemleri" (ikâmet yasağı gözetim altında serbest
bırakm a, cezai vesayet, zorunlu tıbbi müdahale) tarafından
cezalandırılmaktadırlar. Mahkemede suçlunun ruhuna yal­
nızca suçunu agklaması ve onu hukuki sorumluluklar arasına
dahil edebilme kastıyla başvurulmamaktadır; eğer ruh bu
kadar büyük bir vurguyla, bu kadar büyük bir anlama kaygısı
ve bu kadar büyük ''bilimsel" bir özenle davet ediliyorsa, bu
onu suçla beraber yargılamak ve ceza esnasında onu da hesaba
katmak için yapılmaktadır. Haber alınmasından karara ve
cezanın son kalıntılarına varana kadar, cezalandırma ayini­
nin tüm süreci esnasında, hukuki olarak tanımlanmış ve ya­
saklanm ış konulan iki katına çıkartan, ama aynı zamanda
çözen bir nesne alanı bu sürece dahil edilmiştir. Psikiyatrik
deney, ama aynı zamanda daha genel bir biçim altında olmak
üzere, suç antropolojisi ve suçbilimin ince eleyip sık dokuyan
söylevi burada belirgin işlevlerinden birini bulmaktadırlar:
yasa ihlallerini büyük bir cafcafla, bilimsel bilgiler elde edi­
nilebilir nesneler alanına dahil ederek, yasal cezalandırma
mekanizmalannın yalnızca ihlallere değil, aynı zamanda bi­
reylere de müdahale etmelerini meşrulaştırmak; yalnızca bi­
reylerin yaptıklarına değil kendilerinin ne olduklarına, ne
olacaklarına, ne olabileceklerine de müdahale etmelerini
meşrulaştırmak. Adaletin kendine sağladığı ruh eklentisi gö­
rünüşte açıklayıcı ve sınırlayıcı, fiili durumda ilhak edici­
dir. Demek ki yargıçlar, Avrupa'nın yeni ceza sistemlerini
devreye soktuğu 150-2(X) yıldan beri yavaş yavaş, ama kökleri
çok gerilere giden bir süreç içinde, suçlardan başka birşeyi,
suçluların "ruhu"nu yargılamaya başlamışlardır.
Ve bizzat bu durumdan ötürü, yargılamaktan daha başka
bir iş yapmaya başlamışlardır. Veya daha kesin olmak üzere,
başka değerlendirme biçimleri bizzat hukuki yargılama tar­
zının içine dahil olmuşlar ve bunlar yargılamanın esas kural­
larını değiştirmişlerdir. Orta Çağın hiç de kolay olmayan ve
yavaş yavaş geliştirdiği büyük soruşturma usulünden beri
yargılamak bir suçun gerçekliğini ortaya koymak, failini be-

22
lirlcmck, bu kişiye yasal bir yaphnm uygulamaktı. İhlalin
bilinmesi, sorumlunun bilinmesi, yasanın bilinmesi bir yargı­
nın gerçek üzerinde temellenmesini sağlayan üç koşuldu. Oysa
ceza yargılamasının içine şimdi tamamen başka bir gerçeklik
sorusu dahil olmuştur. Artık yalnızca "olay saptanmış mıdır
ve bir suç oluşturmakta mıdır?" diye sorulmamakta, 'bu olay
nedir, bu şiddet ve cinayet nedir? Bunu hangi gerçeklik düze­
yine veya alanına dahil etmek gerekir? Bu bir düş kurma, psi­
kolojik tepki, bir çılgınlık anı mıdır, yoksa bir ahlâk bozuk­
luğu mudur? ' diye sorulmaktadır. Artık yâlnızca bunun faili
kimdir?" diye sorulmamakta, aynı zamanda 'bunu meydana
getiren nedensel süreç işe nasıl dahil edilm elidir? Tailin bu
süreç içindeki yeri nedir? Köken nedir? içgüdü, bilinçdışı, or­
tam, kültür?" diye sorulmaktadır. Artık yalnızca "bu ihlalin
yaptınmı hangi yasada yer almaktadır?" diye sorulmamak­
ta, aynı zamanda "en uygun çözüm hangisidir? öznenin gelişi­
mi nasıl öngörülebilir? En kesin olarak hangi şekilde ıslah
edilebilir?" diye sorulmaktadır. Bireye ilişkin olarak değer­
lendirmeye, teşhise, öngörüye, kurallara yönelik bir yargıla­
ma ecza yargılamasının bütün yapısının içine yerleşmiştir.
Hukuki mekanizma tarafından aranan bir başka gerçek daha
bu âlena dahil olmuştur: birincisiyle iç içe geçmiş olan bu
gerçek, suçun doğrulanmasını garip bir bilimsel-hukuki komp­
leks haline getirmektedir. Anlamlı bir olgu: delilik sorununu-
nun ceza uygulaması içindeki gelişme biçimi. 1810 tarihti ya­
sada yalnızca 64. maddenin bir hükmü olarak yer alm ak­
taydı. Öte yandan bu hüküm, eğer yasayı ihlal eden kişi ey­
lem esnasında delilik durumundaysa, ne suç, ne de kabahat bu­
lunmadığını belirtm ekteydi. Demek ki deliliğin saptanması
bir eylemi suç olarak nitelendirilmekten çıkartabilm ektey­
di: failin deli olması halinde yaptığı işin ağırlığı azalmıyor
ve cezasının da bu nedenden Ötürü hafififletilm esi gerek­
miyordu; suçun kendisi ortadan kalkıyordu. Demek ki bir ki­
şiyi aynı anda deli ve_suclu olarak ilân etmek mümkün değil­
di; bu durum yargılama sürecini durduruyor ve adaletin eyle­

23
min faili üzerindeki m üdahalesini ortadan kaldırıyordu.
Yalnızca deli olmasından kuşku duyulan suçlunun incelenmesi­
nin değil, aynı zamanda bu incelemenin etkilerinin de mahke­
menin kararından önce ve onun dışında olması gerekiyordu.
Oysa, XlX.yüzyıl mahkemeleri 64. maddenin anlamı konusun­
da çok erkenden yanılgıya d ü şı^ şlerd ir. Yargıtayın delilik
halinin ne hafif bir cezaya, n e b a tta beraate yol açm aya­
cağını, yalnızca davanın düşmesine neden olacağını hatırla­
tan birçok karanna rağmen, mahkemeler bizzat hükümlerinin
içine delilik sorusunu katmışlardır. Hem deli, hem de suçlu
olunabileceğini kabul etmişlerdir; ne kadar fazla deli olunur­
sa, o kadar az suçlu olunduğunu düşünmektedirler; kuşkusuz
suçludur, ama cezalandınimaktan çok kapıatılması ve tedavi
edilmesi gerekmektedir; tehlikeli bir suçludur, çünkü göze
görünür bir şekilde hastadır vs. Ceza yasası açısından bun­
ların hepsi de hukuki saçmalıklardı. Fakat içtihat ile bizzat
yasamanın izleyen 150 yıl boyunca hızlandıracaklan bir ge­
lişmenin hareket noktası burada yer almaktaydı: daha 1832
reformu, hafifletici nedenleri devreye sokarak, kavramın bir
hastalığın derecelerine veya bir yan deliliğin biçimlerine
göre basamaklandınimasına izin vermekteydi. Ve ağır ceza
mahkemelerinin bazen aslîye ceza mahkemelerine kadar yay­
gınlaşan, psikiyatri alanında bir bilirkişiye başvurma konu­
sundaki genel uygulamalan, mahkeme karanmn her zaman
yasal yaptınmlara uygun olarak formüle edilmesine rağmen,
az veya çok gizli bir şekilde olm ak üzere, normallik yar­
gılan, nedensellik baglantılan, muhtemel değişiklik değer­
lendirmeleri, suçluların geleceği konusunda tahminler içerdi­
ğini göstermektedir. Bu işlemlerin, iyi dayanaklan olan bir
yargılamaya dıştan katıldıklannı söylemek hata olacaktır;
bunlar karann oluşma süreciyle doğrudan bütünleşmektedir­
ler. 64. maddenin ilk anlamına göre deliliğin suçu ortadan
kaldırmasının yerine, şimdi her suç ve limitte de her yasa ih­
lali meşru bir kuşku olarak, ama aynı zamanda talep edilebi­
lecek bir hak olarak delilik veya hiç değilse anormallik var­

24
sayım ını taşımaktadır vc mahkûm eden veya beraat ettiren
karar yalnızca bir suçluluk yargılaması, yaptırım uygulayan
yasal bir karar olmakla kalmamakta; kendi içinde bir nor­
mallik değerlendirmesi ve mümkün bir normalleştirmeye yö­
nelik teknik bir hüküm taşımaktadır. Günümüz yargıa -h a ­
kim veya jüri üyesi- ”yargılamak"lan çok daha başka birşey
yapm aktadır.
Ve artık yargılamakla tek başına değildir. Ceza usulünün
uygulanması vc cezanın infazı sırasında koskoca bir dizi ek
kararın kaynaşması vardır. Ama yargılamanın çevresindeki
küçük adaletlerin ve paralel yargıçlann sayıları artmıştır;
uzmanlar, psikiyatrlar ve {psikologlar, infaz yargıçları, eğit­
menler, ceza yönetimi memurlan yasal cezalandırma yetkisi­
ni parçalara ayırmaktadırlar: sanki bunlardan hiçbiri yargı­
lama hakkını gerçekten paylaşmıyormuş gibidir, sanki bun­
ların bazılannın karardan sonra mahkeme tarafından sapta­
nan cezayı infaz etmekten başka bir yetkileri yokmuş ve
özellikle de geriye kalanları -u zm anlar- bir yargıda bulun­
mak için değil de, yargıca kararlannda yardımcı olmak üzere
müdahale ediyorlarm ış gibidir. Fakat mahkeme tarafından
tanımlanan cczalann vc güvenlik tedbirlerinin mutlak olarak
belirlenmediği andan itibaren, bu hükümlerin süreç esnasında
değiştirilebilir hale gelmesinden itibaren; mahkûmun yarı-
serbest konuma getirilm eye veya şartlı tahliyeye "layık”
olup olmadığına karar verme hakkının yargılamavı yapan
hakim lerin dışındaki kişilere bırakıldığı, bunların cezaya
son verebilir hale geldikleri andan itibaren, yasal cezalan­
dırma mekanizmaları onlara verilmiş olmakta vc durum on­
ların değerlendirmelerine terkcdilmcktedir: bunlar yardımcı
yargıçlardır, ama gene do yargıçtırlar. Yıllardan beri ceza-
lann infazı vc bunlann bireylere uyarlanması çerçevesinde
gelişen tüm aygıt, hukuki karar süreçlerini yavaşlatmakta vc
karar almayı mahkeme ilâmının çok uzaklarına kadar gö­
türmektedir. Psikiyatri uzm anlanna gelince, bunlar yargıda
bulunmayı kendilerine istedikleri kadar yasaklasınlar, 1958

25
gcncIgc?sindon beri cevap vermek zorunda olduklan üç soru bir
incelensin: sanık tehlikeli bir durum arzetmekte midir? Cezai
yaptırım uygulanabilecek durumda mıdır? Tedavi edilebilir
ve uyum sağlayabilir durumda mıdır? Bu sorulann ne 64. mad­
deyle, ne de sanığın eylem esnasındaki muhtemel deliliğiyle
bir ilişkileri vardır. Bunlar "sorumluluk" terimleri içinde yer
alan sorular değillerdir. Yalnızca infaz yönetimini, onun ge­
rekliliğini, yararım, mümkün etkinliğini ilgilendirm ektedir­
ler; bu sorular ancak şöylesine bir kodlanmış durumdaki bir
kelime haznesi içinde tımarhanenin hapishaneden daha iyi
olup olmadığım; kısa mı yoksa uzun süreli bir hapsetmenin mi
daha iyi olacağını; tıbbi bir tedavinin mi yoksa güvenlik ön­
lemlerinin mi daha iyi olacağını işaret etmeye olanak ver­
mektedirler. Psikiyatrın ceza alanındaki rolü nedir? Sorumlu­
luk konusunda bilirkişi değil de, cezalandırma işinde danış­
man olmaktadır; söz konusu kişinin "tehlikeli” olup olm adı­
ğını, ona karşı nasıl korunulacağını, onu değiştirmek üzere
nasıl müdahale edileceğini, azarlamanın mı yoksa tedavi et­
menin mi daha iyi olacağını söyleme işi ona aittir. Psiki­
yatrik bilirkişilik, tarihinin iyice başlangıcında yasayı ih­
lal eden kişinin yaptığı eylemdeki özgürlük payına ilişkin
gerçek "önermeler" formüle etmek durumunda olmuştur; şimdi
ise "tıbbi-hukuki tedavi" adı verilebilecek konuda bir hüküm
ilham etmesi söz konusudur.
özetleyelim ; yeni ceza sisteminin -XVIII. ve XIX. yüzyıl-
lann büyük ceza kanunları tarafından tanımlananı- işler ha­
le gelmesinden beri, bütüncül bir usul süreci yargıçları suçlar­
dan başka birşeyi yargılam aya yöneltm iştir; kararlannda
yargılamaktan başka birşey yapmaya yönelmişlerdir; ve yar­
gılama erki bir kesimi itibariyle, yasa ihlalini yargılayan
yargıçlannkinden başka kararlara aktarılmıştır. Bütün cezai
işlem hukuk dışı unsurlar ve kişileri bünyesine almıştır. Bun­
da olağanüstü birşey olmadığı, hukukun kendine yabancı un-
surlan yavaş yavaş özümlemesinin onun kaderi olduğu söyle­
necektir. Ama modern ceza adaleti alanında bir nokta kendine

26
özgiüdür eğer modem ceza adaleti kçşimi bu kadar çok hukuk*
dışı unsuru yükleniyorsa da, bu onlan hukuki olarak nitele­
mek ve onları yavaş yavaş yalnızca ceza erkiyle bütünleştir­
mek için olmamaktadır; tamamen tersine bu, onları cezai iş­
lem içinde hukuki olmayan unsurlar olarak işletmek üzere ol­
maktadır; bu, bu işlemin yalnızca yasal bir cezalandırma ol­
masından kaçınmak için olmaktadır. 'Tabii ki bir karar ve­
riyoruz, fakat bunun kökeninde istendiği kadar bir suç bulun­
sun, gördüğünüz gibi bu karar bizim için bir suçluyu tedavi et­
menin bir yolu gibi işlev görmektedir. Cezalandınyoruz, ama
bu bir ifade biçimidir, aslında bir tedavi sağlamak istiyo­
ruz”. Bugün ceza adaleti ancak bu kendinden başka olan şeye
yapılan sürekli atıfta, hukuki olmayan sistemlere sürekli
olarak katılmayla işlem ekte ve kendini m eşrulaştırm akta­
dır. Bu yeniden nitelemeye bilgi yoluyla bağlanmıştır.
BÖylece cezaların artan yumuşamasının altında, onlann
uygulama noktalarının bir kaymasını saptamak mümkündür;
ve bu kayma boyunca koskoca bir yeni nesneler alanı, koskoca
bir yeni hakikat rejimi ve ceza adaletinin uygulanması konu­
sunda şimdiye kadar hiç görülmemiş bir sürü rol ortaya çık­
maktadır. "Bilimsel" bir bilgi, teknikler, söylem ler oluşmak­
ta ve cezalandırma erkinin uygulanmasıyla iç içe geçmekte­
dirler.
Bu kitabın amacı: modem ruhun ve yeni yargılama erki­
nin birbirleriyle bağlantılı tarihini; cezalandırma erkinin
desteklerini bulduğu, meşruluk noktalarını ve kurallannı sağ­
ladığı, etkilerini yaydığı ve onun aşın özgüllüğünü maskele­
yen, bugünkü bil imsel-hukuki bütünün soy ağacını çıkartmak.
Fakat bu modern ruhun yargı içindeki tarihi nereden iti­
baren yapılabilir? Hukuk veya ceza usulü kurallannın evri­
miyle yetinilecek olursa; ortaklaşa duyarlıktaki değişmeyi
kitlesel, dışsal, hareketsiz ve birinci bir olgu olarak, in ­
sanlığın bir gelişmesi veya insan bilim lerinin bir gelişmesi
olarak değerlendirme tehlikesi bulunmaktadır. Durkheim'in

27
y.ıpM^V y.ılnızca genel toplumsal biçimlerin incelenme­
si halinde ise, cezaların yumuşamalarının ilkesi olarak bi­
reyselleşme süreçlerini ortaya koyma tehlikesini taşımakta­
dır, bunlar aslında daha çok yeni iktidar taktiklerinin ve
bunların arasında da yeni ceza mekanizmalarının etkilerin­
den biridirler. Burada sunduğumuz inceleme dört genel kurala
uymaktadır: .
1. Cezai m ekanizm aları yalnızca "baskıcı'* etk iler
nin, yalnızca "yaptmm"a yönelik yanlarının üzerinde m er­
kezlendirmemek, onları, ilk bakışta marjinal olsalar bile,
yolaçabilecckIeri tüm olum lu etkiler dizisinin içine yerleş­
tirmek. Buna bağlı olarak cezalandırmayı karmaşık bir top­
lumsal işlev olarak ele almak.
2. Cezalandırma yöntemlerini yalnızca hukuk kuralla­
rının sonuçlan veya toplumsal yapıların göstergeleri olarak
değil de; iktidarın diğer usullerinin daha genel olan alanı
içinde, kendi özgüllüklerine sahip teknikler olarak çözümle­
mek. Cezalandırmanın üzerinden, siyasal laktik açısını ele
alm ak.
3. Ceza hukuku tarihini ve insan bilimleri tarihini, ke­
sişmeleri birine veya diğerine -veyahut belki de her ikisine-
tcrcihc göre bozucu veya yararlı etki yapan iki ayn dizi ola­
rak almak yerine, ortak bir matrisin olup olmadığını ve bun­
ların her ikisinin birden "epistemolojik-hukuki * bir oluşum
sürecine bağlı olup olmadıklarım aramak; kısacası iktidar
teknolojisini, cezalandırmanın ilkesi ve insanileşmesi ile in­
sanın tanınmasına yerleştirm ek.
4. Ruhun ceza adaleti sahnesine bu girişinin ve onunla
birlikte koskoca bir "bilimsel" bilginin hukuki uygulama ala­
nına katılmasının, bizzat gövdesi iktidar ilişkileri tarafın­
dan kuşatılmış olan bir tarz dönüşümünün etkisinin sonucu olup
olmadığını aramak.
Sonuç olarak, cezalandırma yöntemlerinin dönüşümünü,

18 E . D u r k h c im , " D c u x lo is d c l'6 v o lu lio n p ^ a l e " , AnrUe sociatagi^ue, IV ,


1 8 9 9 -1 9 0 0 .

28
içinde iktidar ilişkilerinin ve nesne bağlantılannm ortak ta­
rihinin okunabileceği bir beden siyasal teknolojisinden itiba­
ren incelemek. Böylece iktidar tekniği olarak ceza yumuşama­
sının çözümlenmesi aracılığıyla, aynı anda hem insanın, ru­
hun, normal veya anormal bireyin cezai müdahale nesneleri
olarak suçu nasıl katladıklarını ve hem de kendine özgü bir
tabi kılma tarzının, "bilimsel" statülü bir söylemin bilgi nes­
nesi olarak insanı nasıl ortaya çıkardığı anlaşılabilir.
Fakat ben bu yönde çalışan ilk kişi olduğum iddiasında
değilim.^®

★ ★ ★

Rusehe ve Kirchhcim er’ın büyük kitaplarından^® belli


sayıda esas atıf noktasını akılda tutmak mümkündür, ö n ce­
likle, cezalandırmanın herşeyden önce (eğer tamamen değilse)
suçlan bastırmanın bir biçimi olduğu, ve bu rol içinde toplum­
sal figürlere, siyasal sistemlere veya inançlara göre sert veya
hoşgörülü olacağı, kefaret ödetm eye dönük olacağı veya bir
telâfi elde etmeye bağlı kalacağı, bireylerin takibine veya
ortaklaşa sorumlulukların işe katılmasına yaslanacağı yanıl­
samasından kurtulmak gerekir, Yapılnaası gereken daha çok,
"somut cezalandırma sistem leri"ni çözümlemek, onları yal­
nızca toplumun hukuki donanımının, ne de temel ahlâki ter­
cihlerinin açıklayabildiği toplum sal olgular olarak incele­
mek; onları suçlara uygulanan yaptırımlann tek unsur olma­
dığı işleyiş alanında yeniden yerleştirm ek; cezai tedbirlerin
yalnızca bastırm aya, engellem eye, dışlam aya, yoketmeye
olanak veren "olumsuz” m ekanizm alar olm adıklarını, bun­
ların desteklemekle yükümlü oldukları koskoca bir dizi olum-

19 B u k i t a b ın G . D c lc u 7 .e e v c F . C u a l t c r i 'y l c b i r l ik le y a p t ığ ı «çalışm ay a
n e le r b o r ç tu o ld u ğ u n u a t ıf la r v e y a d ip n o t la r l a h iç b ir ş e k i ld e ö lı;c m c m .
R .C a s Ic l'in Ps^fchanalisme'ini d e Û r ç o k s a h if e d e u k r e t m e m v c P . N o ra '
ya n e k a d a r b o r d u o ld u ğ u m u s ö y le m e m g e r e k ir d i.
20 C . R u s e h e v c O . K ir c h h c im c r , Punishmen: and sociai siruelures, 1939.

29
lu vc yararlı dizgeye bağlı olduklanm göstermek (ve bu yön­
de, eğer yasal cezalar yasa ihlallerinin yaphrım lan olarak
gösterilmişlerse, bunun karşılığı olarak ihlallerin vc bunların
takibinin tanımı cezalandırma mekanizmalanru ve bunlann
işleyişlerini desteklemek için yapılmıştır). Rusehe ve Kireh-
heimer çeşitli cezalandırma rejimlerini, etkilerine kaynaklık
eden üretim sistemleriyle bu hat üzerinde ilişkilendirmiş-
lerdir. Böylcce köleci bir ekonomide, cezalandırma mekaniz­
maları ek bir cmck-gücü sağlamak -v e savaşlar veya ticaret
ile sağlananının yanı sıra "sivil" bir kölelik oluşturm ak- gibi
bir role sahip olacaktır; feodaliteyle ve para ile üretimin pek
gelişmedikleri bir dönemle birlikte, bedeni cezalarda ani bir
artışa tanık olunacaktır -örneklerin çoğu itibariyle beden
ulaşılabilir tek mal varlığıdır-; ıslahane -gen el Hastane,
Spinhuis veya Rasphuis-, zorunlu çalışma, ceza olarak çalı­
şılan manüfaktüricr ticari ekonominin gelişmesiyle ortaya çı­
kacaklardır. Fakat endüstriyel sistem serbest bir emck-gücü
piyasası talep ettiğinden, zorunlu çalışmanın cezalandırma
mekanizmaları içindeki payı XIX. yüzyılda azalacak ve onun
yerine ıslah amaçlı bir hapiste tutma geçecektir. Hiç kuşku­
suz bu katı korelasyona ilişkin olarak birçok itirazda bulunu­
la b ilir.
Fakat herhalde, bizim toplum lanm ızda cezalandırma
sistemlerinin belli bir beden "ekonomi politiği"nin içine yer­
leştirilmesi gerektiğine, bu sistemlerin şiddetli veya kanlı ce­
zalara başvurmasalar bile, hapseden veya ıslah eden "yumu­
şak" yöntemler kullandıklarında bile bedenin söz konusu ol­
duğuna -bedenin ve güçlerinin, yarannm, yumuşak başlılığı­
nın ve boyun eğmesinin söz konusu olduğuna- ilişkin şu genel
konu akılda tutulabilir. Ahlâki fikirler veya hukuki yapılar
tabanı üzerinde yer alan bir ceza tarihi yapmak kesinlikle
meşrudur. Fakat acaba bu tarihi, artık amaç olarak yalnızca
suçlulann gizli ruhunu hedeflemediklerini iddia etmelerin­
den sonra, bir beden tanhi temeli üzerinde yapmak mümkün
müdür?

30
Tarihçiler beden tarihine el atalı uzun zaman olmuştur.
Bedeni bir nüfus veya tarihsel bir patoloji alanında incele-
m işlcrdir; bedeni ihtiyaçlann ve iştahlann makamı, fizyolo­
jik süreçlerin ve m etabolizm alann yeri, mikrop veya virüs
satdınlannın hedefi olarak incelem işlerdir: tarihsel süreçle­
rin varoluşun tamamen biyolojik tabanı olarak kabul edilebi­
lecek şeyle ne kadar bağıntılı olduklarını ve toplumlann ta­
rihinde, basillerin dolaşımı veya ömür süresinin uzaması gibi
biyolojik "olaylar'a hangi yerin tanınması gerektiğini göster­
m işlerdir^’. Fakat beden aynı zamanda siyasal bir alanın
içine de doğrudan dalmış durumdadır; iktidar ilişkileri onun
üzerinde doğrudan bir müdahale meydana getirmektedirler;
onu kuşatmakta, damgalamakta, terbiye etm ekte, ona azap
çektirmekte, onu işe koşmakta, törenlere zorlamakta, ondan
işaretler talep etmektedir. Bedenin bu siyasal olarak kuşatıl­
ması karmaşık ve karşılıklı ilişkilere göre, onun ekonomik
kullanımına bağlıdır; bedenin iktidar ve egemenlik ilişkileri
tarafından kuşatılmasının nedeni büyük Ölçüde, üretim gücü
olmasından kaynaklanmaktadır, fakat buna karşılık bedenin
iş gücü olarak oluşması ancak, onun bir labiyet ilişkisi içine
alınması halinde mümkündür (burada ihtiyaç aynı zamanda
özenle düzenlenen, hesaplanan ve kullanılan siyasal bir araç­
tır); beden ancak hem üretken beden, hem de tabi kılınmış
beden olduğunda yararlı güç haline gelebilmektedir. Bu tabi
kılma durumu yalnızca ya şiddet, ya da ideoloji araçlarıyla
elde edilebilm ektedir; doğrudan ve fizik de olabilir, güce
karşı güç kullanılabilir, maddi unsurlara yönelebilir ama bu
yüzden şiddete yönelik olmayabilir; hesaplanmış, düzenlen­
miş, teknik olarak düşünülmüş olabilir; ince olabilir ve ne si­
laha, ne de teröre başvurabilir, ama gene de fizik düzlemde
kalabilir. Yani tam olarak bedenin işleyişinin bilimi olm a­
yan bir beden "bilgisi", ve onları yenme yeteneğinden daha
fazla birşey olnuk üzere, onun güçlerine bir egemen olma ola-

21 K r ş ,E L e R o y - L ı d u r i e .'L 'H i s t o i r e i m m o b i l « ' Annala. M a y ıs -H a z ir a n


1976.

31
bilir: bu bilgi ve bu egemen olma, bedenin siyasal teknolojisi
olarak adlandınlabilccck şeyi oluşturmaktadırlar. Bu tekno­
loji tabii ki dağınık, sürekli sistematik söylemler halinde na­
diren formüle edilmiş durumdadır; çoğu zaman yamalı bohça
gibidir; çok dağınık usuller ile aletleri devreye sokmaktadır.
Sonuçlarının tutarlığına rağmen, çoğu zaman çok biçimli bir
düzenlemeden ibarettir. Üstelik onun yerini ne belirli bir kuru­
mun tarzı içinde, ne de bir devlet aygıtı içinde belirlemek
mümkündür. Bunlar ona başvurmakta; onun bazı süreçlerini
kullanmakta, değerlendirm ekte veya dayatmaktadırlar. Fa­
kat bizzat kendisi, mekanizmaları ve etkileri itibariyle ta­
mamen başka bir düzeyde yer almaktadır. Bir bakıma aletle­
rin ve kurumlann devreye soktuklan, ama geçerlik alanı bir
bakıma bu büyük işleyişler ile maddilikleri ve güçleriyle bir­
likte bizzat bedenlerin arasında yer alan bir iktidar mikrofi-
ziği söz konusudur.
Oysa bu mikrofiziğin incelenmesi burada uygulanan ikti­
darın mülkiyet olarak değil de, bir strateji olarak kabul edil­
mesini; iktidarın egemenlik etkilerinin bir ''sahiplenmeye"
değil de, düzenlemelere, manevralara, laktiklere, tekniklere,
işleyişlere bağlanmalarının; onda elde tutulabilen bir ayrıca­
lıktan daha çok, her zaman gergin, her zaman faaliyet halin­
de olan bir ilişkiler ağının keşfedilmesini; ona model olarak
bir devir işlemini gerçekleştiren sözleşme veya bir alanı ele
geçiren fetihten çok, sürekli çapışmayı almak gerekmektedir.
Sonuç olarak, bu iktidarın kendini tutmaktan çok icra edil­
diğini; egemen sınıfın kazanılmış veya muhafaza edilm iş
"ayrıcalığı" değil de, onun stratejik konumlarının bütünsel so­
nucu olduğunu kabul etmek gerekir -egemen olunanların konu­
munun dışa vurduğu ve bazen de sürdürdüğü etki-. Öte yandan
bu iktidar "ona sahip olmayanlar"a yalnızca bir zorunluk ve­
ya yasaklama olarak uygulanmamaktadır; onlan kuşatmak­
ta, onların içinde ve onların uzantısından geçmektedir; tıpkı
onların ona karşı olan mücadelelerinde, onların üzerindeki
mücadelelerinden destek aldıkları gibi, bu iktidar da egemen

32
olunanlardan destek almaktadır. Bunun anlamı, bu ilişkilerin
toplumun iyice derinliklerine indiği, bunların devletin yurt­
taşlarla ilişkilerinde veya sınıflar arasındaki sınırda yerleş­
medikleri ve bunların bireyler, bedenler, hareketler ve tavır­
lar, yasanın veya yönetimin genel biçiminde yeniden ürcmekle
yetinmedikleridir; süreklilik varsa da (nitekim bunlar bu bi­
çim üzerinde, koskoca karmaşık bir çarklar dizisine uygun ola­
rak iyice cklcm leşm eklcdirler). benzerlik ve türdeşlik değil
de, mekanizmanın ve tarzın özgüllüğünün olduğudur. Nihayet
bunlar tek bir anlam taşımamaktadırlar; sayılamayacak ka­
dar çok karşılaşma noktasının; herbirinin kendi çatışma, mü­
cadele ve güç ilişkilerinde hiç değilse geçici olan tersine dön­
me tehlikesini taşıyan istikrarsızlık odaklarını tanım la­
maktadırlar. Bu "m ikroiktidar'larm devrilmeleri demek ki,
ya hep ya hiç yasasına uymamaktadırlar; bu devrilme ay­
gıtların yeni bir denetimi veya yeni bir işleyişi veyahut ku-
rumlarm bir tahribi tarafından bir kerede ebediyen geçerli
olmak üzere kazanılmış durumda değildir; buna karşılık bu
yerelleşmiş olaylardan hiçbiri, içine hapsedildiği şebekenin
tümünün üzerinde meydana getirdiği etkilerin dışında, tari­
hin kapsamı içinde yer almamaktadır.
Belki de, b ilg in in ancak iktidar ilişkilerinin askıya
alındığı yerde olacağını ve bilginin ancak onun emirlerinin,
taleplerinin ve çıkarlarının dışında gelişebileceğini düşündü­
ren koskoca bir gelenekten de vazgeçmek gerekmektedir. Da­
ha çok, iktidarın bilgi ürettiğini (ve bunu yalnızca bilgiyi ya­
rarlandığı için teşvik ederek veyahut da yararlı olduğu için
uygulayarak yapmadığını), iktidar ve bilginin birbirlerini
doğrudan içerdiklerini; bağlantılı bir bilgi alanı oluşturma­
dan iktidar ilişkisi olamayacağını, ne de aynı zamanda ikti­
dar ilişkilerini varsaymayan ve oluşturmayan bir bilginin ve
bilgi alanının olamayacağını kabul etmek gerekir. Demek ki
bu "iktidar-bilgi” ilişkilerini iküdar sistem ine nazaran ser­
best olacak veya olmayacak bir bilgi öznesinden itibaren çö­
zümlemek gerekir; bunun tersine, bilen öznenin, bilinecek nes-

33
nelerin ve bilme tarzlannın, iktidar-bilgi arasındaki bu kar­
şılıklı temel kapsamlann ve onlann tarihsel dönüşümlerinin
etkileri olduklarını gözönüne almak gerekir. Kısacası, ikti­
dara yararlı olan veya ona ayak direyen bir bilgiyi üretecek
olan bilgi öznesinin faaliyeti değil de; iktidar-bilgi, onları
kat'eden ve onlan oluşturan, mümkün bilgi biçimi ve alan-
lannı belirleyen süreçler ve mücadelelerdir.
Bedenin siyasal olarak kuşatılmasının ve iktidann mik-
rofiziğinin çözümlenmesi, böylcce şiddet-ideoloji zıtlığından
-iktid ara ilişkin olarak-, mülkiyet istiaresinden, sözleşme
veya fedh modelinden vazgeçilmesini; bilgiye ilişkin olarak,
"ilgili" ile "ilgisiz" arasındaki zıtlıktan, bilgi modelinden
ve öznenin önceliğinden vazgeçilmesini gerektirir. Kelimeye
Petty ve çağdaşlarının XVII. yüzyılda yükledikleri anlam ­
dan farklı bir anlam yükleyerek, siyasal bir "anatomi"nin
düşünü kurmak mümkündür. Bu, bir "beden" olarak kabul edi­
len (unsurları, kaynaklan ve güçleriyle birlikte) bir devletin
incelenmesi olmayacaktır, anna küçük bir devlet gibi kabul
edilen bedenin ve çevresinin de incelenmesi olnuyacaktır. Bu
siyasal "anatom i"de "siyasal beden", insan bedenlerini ku­
şatan ve onlan bilgi nesneleri haline getirerek tabi kılan ik­
tidar ve bilgi ilişkilerine silah, menzil, iletişim yolu ve des­
tek noktası olarak hizmet eden maddi ve teknik unsurların
bütünü olarak ele alınacaktır.
Söz konusu olan, cezalandırma tekniklerini -ister azap
çektirme ayini içinde bedeni ele geçirsinler, ister ruha hitap
etsinler- bu siyasal bedenin tarihinin içine yerleştirmektir.
Cezalandırma uygulam alannı hukuki teorilerin sonucu ol­
maktan çok, siyasal anatominin bir bölümü olarak ele al­
maktır.
Kantarovvitz^ eskiden, "kralın bedeni"ne ilişkin, dikkat
çekici bir çözümleme yapnruştır: Orta Çağda oluşmuş olan hu­
kuki teolojiye göre bu çifte bir bedendir, çünkü doğan ve ölen

Z2 E. K « n la r o w it z , The king's tao bodies, 1959.

34
gegci unsurun dışında, zaman boyunca yerli yerinde kalan ve
krallığın fizik, ama buna rağmen ele gelm eyen nitelikteki
dayanağı olan bir unsuru daha içermektedir; başlangıçta İsa
modeline yakın olan bu ikiliğin çevresinde bir kutsal yazılar
bütünü, monarşiye ilişkin siyasal bir teori, kralın kişisini ve
Tacın taleplerini hem birbirlerinden ayıran, hem de birbirle­
rine bağlayan hukuki mekanizmalar ve taç giydirme, cenaze
törenleri, boyun eğme törenlerinde en güçIü anlanna kavuşan
koskoca bir ayinsel çerçeve örgütlem iştir. Diğer kutba ise,
mahkûmun bedeninin konulması düşünülebilir; onun da kendi
hukuki statüsü vardır; kendi törensel çerçevesini yaratmakta
ve koskoca bir teorik söylem e yol açmaktadır; hüküm dann
kişisini ilgilendiren "daha fazla iktidar"ı kurm ak için değil
de, bir cezaya maruz bırakılanlan dengeleyen "daha az ikti-
d ir ”ı şifrelem ek için yapılmaktadır. Mahkûm siyasal alanın
crt karanlık bölgesinde, kralın simetrik ve tersine döndürülmüş
resmini çizmektedir. Kantarovvitz'e bir saygı belirtisi olarak
"n^hkûm un en küçük bedeni" denilebilecek şeyi çözümlemek
gerekir.
Eğer iktidar erki kralın cephesinde, bedenin çift hale
gelmesine yol açıyorsa, mahkûmun tabi kılınmış bedeni üze­
rinde icra edilen ek iktidar, başka bir tipten çift hale gelmeye
yof açmamış mıdır? Bir beden-olmayan, Mabiy'nin dediği gibi
bir "ruh" ile çift hale gelm e. Cezalandırm a iktidarının bir
"m|krofiziği"nin tarihi bu durumda modem "ru h'ü n bir soy
ağacı veya soy ağ aan ın bir parçası olacaktır. Bu ruhta bir
ideolojinin toplumsal kalıntılanm n yerine, beden üzerindeki
belit bir iktidar teknolojisinin güncel bağlantısı görülecektir.
Ruhun bir yanılsama veya ideolojik bir etki olduğunu söyle­
memek gerekir. Onun varolduğunu, bir gerçekliğe sahip oldu­
ğunu, cezalandınlanlar üzerinde -daha da genel olarak göze­
tim altında tutulanlar, terbiye ve ıslah edilenler, deliler,
çocuklar, okullular, söm ürge halkları üzerinde, bir üretim
aracının üzerinde sabitleştirilen ve tüm varoluştan boyunca
denetlenenler üzerinde- uygulanan bir işlatpş* ara-

35
bedenin çevresinde, yüzeyinde, içinde sürekli olarak
üretildiğini söylemek gerekir. Bu ruhun tarihsel gerçekliği,
hristiyan ilahiyatı tarafından temsil edilen ruhun tersine,
suçlu ve cezalandınlabilir olarak değil de, daha çok ceza ver­
me, gözetim altında tutma, cezalandırma ve zorlama usulle­
rinden ötürü doğmaktadır. Bu gerçek ve bedensiz ruh öz de
değildir, belli tipten bir iktidann etkileriyle bir bilginin atıf
çerçevesinin cklemicştikleri «unsur, iktidar ilişkilerinin müm- •
kün bir bilgiye yer verdikler’ ve bilginin de iktidann etkilerini
taşıdığı vc güçlendirdiği dişli düzenidir. Bu gerçeklik-atıf
üzerinde çeşitli kavramlar kurulmuş vc çözümleme alanlan
oluşturulmuştur: psike, öznellik, kişilik, bilinç vs.; gene onun
üzerinde teknikler ve bilimsel söylemler inşa edilmiştir; on­
dan hareketle hümanizmanın ahlâki taleplerine geçerlik ka-
zandınlm ıştır. Fakat bu konuda yanılmamak gerekir: ilâ­
hiyatçıların yanılsaması olan ruhun yerine bilginin veya fel­
sefi düşüncenin veyahut teknik müdahalenin nesnesi olan
gerçek bir insan ikâme edilmemiştir. Bize sözü edilen ve öz­
gürleştirmeye davet edilen insan, çoktan beri bizatihi kendin­
den daha derin bir tabi kılmanın sonucudur. Bir "ruh" onda
ikâmet etm ekte vc onu, kendi d c bizatihi iktidarın beden
üzerinde uyguladığı egemenlik içinde bir parça olan varoluşa
taşımaktadır. Bir siyasal anatominin sonucu vc aleti olan ruh;
bedenin hapishanesi olan ruh.

★ ★ ★

Cenel olarak cezalann ve hapishanenin bir beden siyasal


teknolojisinin içinde yer almasını bana tarihten çok şimdiki
zaman öğretmiştir. Şu son yıllar esnasında, dünyanın hemen
her yerinde hapishane ayaklanm aları meydana gelmiştir.
Bunlann hedefleri, parolaları, cereyan ediş tarzları kesin­
likle paradoksal bir yana sahip olmuşlardır. Bunlar, geçmişi
bir yüzyıldan daha fazla gerilere giden koskoca bir fizik yok­
sunluğa karşı olan ayaklanmalardır; soğuğa karşı, boğulmaya

36
ve ü$t üste yığılmaya karşı, sıvası dökük duvarlara karşı, aç­
lığa karşı, dayağa karşı. Ama bunlar aynı zamanda model
hapishanelere, sakinleştiricilere, tecrite, tıbbi veya eğitsel
hizmete de karşı olmuşlardır. Bunlar amaçlan yalnızca mad­
di olan ayaklanm alar mıdır? Hem sefalete, hem konfora,
hem gardiyanlara, hem de psikiyatrlara karşı olan çelişkili
isyanlar mıdır? Aslında bütün bu hareketlerde söz konusu
olan, tıpkı hapishanenin XIX. yüzyılın başından beri ürettiği
şu sayılamayacak kadar çok söylevde de söz konusu olduğu
gibi, beden ve maddi nesnelerdi. Bu söylevleri ve bu isyanlan,
bu anılan ve bu sövgüleri taşımış olan şey tamamen şu küçük,
şu önem siz maddiliklerdi. İsteyen burada yalnızca körlome-
sine talepler görebilir veya yabancı stratejilerden kuşkulana­
bilir. Söz konusu olan kesinlikle bedenler düzeyinde, bizzat
hapishanenin bedenine karşı olan bir isyandı. Gündemdeki
konu hapishanenin aşın kaba veya aşın annd ınlm ış, aşın
ilkel veya aşın gelişken çerçevesi değildi; iktidann aleti ve
vektörü olması ölçüsünde, onun maddiliğiydi; ”ruh" teknoloji­
sinin -eğitim cilerin, psikologlann ve psikiyatrlannki-, onun
araçlarından birinden ibaret olması gibi iyi bir nedenden ötürü
ne örtnneyi, ne de telâfi etmeyi başaramadığı iktidann beden
üzerindeki şu teknolojisinin tamamıydı. Ben, kapalı mimarisi
içinde biraraya getirdiği bedene yönelik tüm siyasal kuşat­
malarla birlikte, işte bu hapishanenin tarihini yapmak iste­
rim. Tam bir anakronizmadan ötürü mü? Eğer bu sözden, geç­
mişin tarihini şimdinin terimleriyle yapmak anlaşılırsa,
hayır. Eğer şimdinin tarihini yapm ak anlaşılırsa, evet.^^

23 H a p is h a n e n in d o ğ u ş u n u y a ln ız c a F r a n s ız c e z a s is t e m i i ç in d e in c e le y e ­
c e ğ i m . T a r i h s e l g e l i ş m e l e r d e k i v e k u r u m l a r d a k ı f a r k lıl ık l a r , y a z a r ın
a y r ın t ıy a g ir m e d e v i n i ç o k a ğ ır la ş t ır a c a k l a r v e b ü ı û n s d o lg u y u k u rm a
g ir iş â m in i a ş ı n ş e m a t ik h a l e g e t i r e c e k le r d i r .

37
İKİNCİ AYIRIM
AZAP ÇEKTİRMENİN GÖRKEMİ

1670 Kararnamesi ceza uygulamasının genel biçimlerini


Devrim'e kadar hükmü altında tutmuştur. Hükme bağladığı
cezalann hiyerarşisi şöyledir: "ölüm , konunun kanıt gerektir­
mesiyle birlikte, sürekli kürek, kamçılama, suçunu herkesin
önünde itiraf etme,sürgûn". Demek ki fizik cezaların payı
büyüktür, örfler, suçların cinsi, mahkûmların statüleri bu ce­
zalan daha da çeşitlendirmektedir. "Dofeal ölüm cezası her
tür ölüm ü içerir: bazılan asılmaya, diğerleri de elleri kırıl­
dıktan veya dilleri kesildikten veyahut delindikten sonra
asılmaya mahkûm edilebilirler: diğer bazılan doğal ölüme
kadar (organlarının) kopartılmasına; başkaları boğulmaya
ve sonra da (organlarının) kopartılm asına, başkalan canlı
canlı yakılm aya, başkalan önce boğulup sonra yakılmaya;
diğer bazılan dilleri kesildikten veya delindikten sonra diri
diri yakılm aya; diğer başkalan dört at tarafından çekil­
meye, başkalan kafalannm kesilmesine, son olarak da diğer
bazılan kafalan kırılmaya mahkûm edilebilir]er"\ Ve Sou-

1 J. A. Soulalges, TnM des aim tt. 1762,1, s. 169-171.

39
latgcs sanki gcçcrkenmiş gibi. Kararnamenin sözünü etmediği
hafif cezaların da bulunduğunu eklemektedir; saldırıya uğra­
yan kişinin tatmin edilmesi, uyan, kınama, bir süre için hap­
setme, bir yerde bulunmasının engellenmesi ve nihayet para­
sal cezalar -nakdi ceza veya müsadere-.
Ancak bu konuda yanılmamak gerekir. Bu dehşet takım
taklavatıyla, cezaların gündelik uygulanışı arasındaki a<;ık-
lık büyüktür. Asıl azap çektirmeler en sık rastlanılan cezalar
olmanın uzağında kalmaktadırlar. Klasik çağın verdiği ccza-
lann içinde ölüm kararlarının oranı bugün bize kuşkusuz bü­
yük olarak gözükmektedir: Châtelct'nin 1755-1785 dönem in­
deki kararlarının % 9-l()’u idam cezası içermektedir -te k e r­
lek, darağacı veya odun yığını-^; Randre parlamentosu 1721­
1730 arasında verdiği 260 karardan 39'unda idama mahkûm
etmiştir (ve 1781-1790 arasında 500 karardan 26’sı)^. Fakat
mahkemelerin ya çok ağır bir şekilde cezalandırılan yasa ih­
lallerini takip etmeyi reddederek, ya da suçun nitelenmesini
değiştirerek, yasalarca öngörülen sertlikleri azaltmak için
birçok yol buldukları; bazen de bizzat krallık iktidarının çok
katı bir kararnamenin uygulanmamasını bildirdiğini unutma­
mak gerekir.^ Mahkûmiyet kararlarının çoğu her halükârda
sürgüne veya para cezasına yönelik olmaktaydı: C hâlelet'
ninki gibi bir içtihadın içinde (burada nisbeten ağır suçlara
bakılmaktaydı), sürgün 1755-1785 arasında verilen cezalann
yarısından fazlasını meydana getirmiştir. Öte yandan, bu be­
deni olmayan cezaların büyük bir bölümüne, bir azap çektirme
boyutu içeren cezalar eklenmekteydi: teşhir, kazığa bağlama,
pranga, kamçı, damgalama; bu ilâveler küreğe, veya kadınlar
için bunun eşdeğerlisine -hastaneye kapatma- mahkûm edi­
lenler için kuraldı; sürgünden önce çoğu zaman teşhir ve dam-

2 Crime el criminaliU en France X V •


K rş. P . P c t r o v l K h ’in m a k a le s i , i n ,
XVIII* siules, 1 9 7 1 . s . 2 2 6 u d .
3 P . D a u lr l c o u r l , U criminaliti et ta r^prenim a u parlemenl i t Flandre,
1 7 2 1 -1 7 9 0 ,1 9 1 2 .
4 C h o r s c u l'u n s e r s e r i l e r e İ liş k in 3 A g u s io s 1 7 6 4 b i ld i r g e s in e d a ir o l a r a k
Iş a r c l c tU g l b u y d u (M^moire txpositif, B .N ., M s. 8 1 2 9 fo l. 1 2 8 -1 2 9 ).

40 .
galamaya başvurulmaktaydı; para cc ^ s ın a bazan kamçıla­
ma eşlik etmekteydi. Azap çektirme yalnızca törensel idam
infazında değil, aynı zamanda bu ilâve biçimi altında olmak
üzere, cezalandırma içinde sahip olduğu anlamlı yeri belli et­
mekteydi; biraz ciddi her ceza, kendiyle birlikte azap çektir­
meye ilişkin birşey getirmek zorundaydı.
Azap nedir? Jaucourt "Dayanılması az veya çok olanak­
sız olan, a a veren bedeni ceza" demekle ve şunu eklemekley­
di: "insanların hayal gücünün genişliğinin, barbarlığı ve gad­
darlığı bu hale getirmiş olması açıklanamaz bir olgudur"^.
Belki açıklanam azdır, ama kesinlikle kural dışı ve vahşi
değildir. Azap çektirme bir tekniktir ve yasasız bir öfkenin
azgınlığıyla özdeşleştirilm em esi gerekir: öncelikle, kesin
olarak ölçülemese bile, en azından değerlendirilebilen, kıyas-
lanabilen ve hiyerarşik hale getirilebilen belli bir miktarda
acı üretmelidir; ölüm sadece yaşama hakkından mahrum bı­
rakma olmaması ve hesaplı bir acı çektirmenin basam ak­
larının fırsatı ve sonu olması ölçüsünde azaptır; kafa kesme­
den -bütün bu acılar tek bir harekete indirgenmektedir: aza­
bın sıfır derecesi-, asılmadan, odun yığını üzerinde yakılma­
dan ve üzerinde uzun süre ca n çekişilen tekerlekten geçerek,
onları adeta sonsuza taşıyan bedenin parçalanmasına varana
kadar, ölüm-azap hayatı "binlerce ölüm"e bölerek ve varo­
luşun sona ermesinden önce "f/if most exquisitc agonics"i elde
edorck^ onu a a içinde tutnıa sanatıdır. Azap çektirme kosko­
ca bir niceliksel acı sanatı üzerinde yer almakladır. Ama bun­
dan da fazlası vardır: bu üretim kurala bağlanmıştır. Azap
çektirme bedene saldın tipini; acının niteliğini, yoğunluğunu,
uzunluğunu suçun ağırlığıyla, suçlunun kişiliğiyle, kurbanla­
rının mertebesiyle ilişkilendirmektedir. Bunun hukuki bir ko­
du vardır; ceza azap çektirmeye yönelik olduğunda, bedenin
üzerine raslantıyla veya blok halinde inmemektedir; ayrın­
tılı kurallara uygun olarak hesaplanmıştır: vurulan kamçı
5 Encifctop^Jie, “Azjp* madde»!.
6 T e r im O l y f f c ’c a i ll i r , An a s e y to preoent capilal f n W s , 1 7 3 1 .

41
sayısı, kızgın demirin basılacağı yer, odun yığını veya teker­
lek üzerindeki can çekişmenin uzunluğu (mahkeme işkence gö­
ren kişinin ölüme terkedilme yerine hemen boğulmasına ma­
hal olup olmadığını ve bu merhamete yönelik hareketin ne
kadar zaman sonra olması gerektiğine karar vermektedir),
uygulanacak sakatlam anın tipi (el kesme, dil veya dudak
delme). Bütün bu çeşitli unsurlar cezalan artırmakta ve bunlar
m ahkem esine veya suçuna göre biribirleriyle birleşm ek­
tedirler. Rossi "yasa haline getirilmiş Dante şiiri" demektey­
di; her halükarda uzun bir fîzik-cezai bilgi. Azap çektirme
bunun dışında, ayinsel bir çerçevenin içinde yer almaktadır.
Cezalandırma ibadetinin bir unsurudur ve iki talebe cevap
vermektedir. Kurbana nazaran belirleyici olmalıdır: bu uygu­
lamanın kurbanı olan kişiyi ya beden üzerinde bıraktığı yara
iziyle, ya ona eşlik eden gösteriş ile lekelemeye yöneliktir;
azap çektirm e, suçu "temizlemek" gibi bir işleve sahip olsa
bile, bir uzlaşma sağlamamaktadır; bizzat mahkûmun bedeni­
nin çevresine, daha doğrusu üzerine silinmeyecek işaretler çiz­
mektedir; insanlann belleği hiç değilse teşhirin, kazığa bağ­
lanmanın, usulüne uygun olarak seyredilen işkence ve acının
I anısını koruyacaktır. Ve onu dayatan adalet cephesinden,
I azap çektirme parlak olmalı, herkes tarafından farkedilmeli
J ve biraz da bir zafer olarak algılanmalıdır. İcra edilen şid-
I detin aşırılığı, bizzat onun şanının parçalarından biridir: ya-
/ kılan cesetler, rüzgâra savrulan küller, kaldırım taşlan üze-
i rinde sürüklenen, yol kenannda teşhir edilen vücutlar. Adalet
bedeni, mümkün her aanın ötesinde de takip etmektedir.
Ceza amaçlı azap çektirme her bedeni cezayı kapsamına
almamaktadır: o farklılaştınim ış bir acı üretimi, kurbanla-
nn damgalanmalan ve ceza veren iktidann dışa vurumu için
düzenlenmiş ayinsel bir çerçevedir ve hiç de ilkeleriıû unuta­
rak tüm itidalini kaybeden bir adaletin Öfke bunalımının
ürünü değildir. Azap e k tirm e n in *‘aşınlıklan"nm içinde kos­
koca bir iktidar ekonomisi yer almaktadır.
“ ' iTiTÂ ^

42
Azap çektirilen beden öncelikle, suçun gerçekliğini gün
ortasında üretmek zorunda olan yargısal tören çerçevesinin
içinde yer almaktadır.
İngiltere'nin meydana getirdiği büyük istisnanın dışında,
birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Fransa'da da tüm ceza usu­
lü karar aşam asına kadar gizli kalm aktaydı; yani yalnızcal
halka değil, aynı zamanda bizzat sanığa da gizli kalmak^
taydı. Bu usul o olmadan veya en azından onun ithamı, yûk|
lem eleri, tanıklıkları, kanıtlan bilm esine olanak olmadan
cereyan etm ekteydi. Cezai adalet düzeninde bilgi, takibatı
yapanın mutlak ayncalığıydı. 1498 fermanı, bilgi toplamaya
ilişkin olarak "olabildiğince özenle ve gizlice" demekteydi.
Bir önceki dönemin sertliğini özetleyen ve bazı noktalarda da
güçlendiren 1670 kararnamesine göre, sanığın usul sürecinin
parçalarına dahil olması olanaksızdı, muhbirlerin kimliğini
bilm esi olanaksızdı, tanıkları reddetm eden önce tanıklık­
ların yönünü bilmesi olanaksızdı, kendi yanındaki doğrula­
yıcı olgulan davanın sonuna kadar geçerli saydırtması ola­
naksızdı, ister usule uyulup uyulmadığını gözetmek, ister sa­
vunmaya katılm ak üzere bir avukat bulundurm ası olanak­
sızdı. Yargıç ise kendi cephesinden, kimlikleri gizli tutulan
muhbirleri kabul etmek, davanın cinsini sanıktan saklamak,
onu aldatarak suçlam ak, im alardan yararlanm ak hakkına
sahipti^- Tek başına ve tamamen muktedir bir durumda olmak
üzere, sanığı kuşattığı bir gerçek oluşturmaktaydı; ve yargıç­
lar bu gerçeği, yazılı raporlar ve parçalar halinde, tamamen
oluşm uş bir biçimde almaktaydılar; onlara göre yalnızca bu
unsurlar kanıt oluşturm aktaydılar; sanıkla kararlann açık­
lanm asından önce yalnızca bir kere, onu sorgulam ak üzere
karşılaşm aktaydılar. Usulün gizli ve yazılı olan biçimi, suç­
lar alanında gerçeğin belirlenmesinin hüküm dar ve yargıçlar

7 X V I I J . y ü z y ıla k a d a r , s a n ı ^ a l d a t m a y a y ö n d i k s o r g u la m a la r e s n a s ın d a ,
y a r g ıa n s a h te v a a d le r e , y a la n la r a , a n l a m l ı s d z l c r e b a ş v u r m a s ın ın
m e ş r u o lu p o lm a d ığ ı ü z e r in d e u z u n u z a d ıy a t a r tış ılm ış tır . A d li k ö tü n iy e te
i liş k in k o s k o c a b ir v ic d a n i ila h iy a t.

43
için mutlak bir hak vc yalnızca onlara ait bir güç olduğu ilke­
sine gönderme yapmaktaydı. Ayrault bu usulün (esas itibariy­
le daha XVI. yüzyılda yerleşik hale gelmiştir) kökeninin
"halkın olağan olarak yaptığı gürültü, patırtı ve alkışlardan
duyulan korku; düzensizlik, taraflara ve hatta yargıçlara
karşı şiddet ve taşkınlık olmasından duyulan korku“dur; kral
böylelikle cezalandırma hakkının içinde yer aldığı "hüküm ­
ran güç 'ün hiçbir şekilde "kalabalığa" ait olamayacağını gös­
termek istemiştir*. Hükümdann adaletinin karşısında bütün
sesler kesilmek zorundadır.
Fakat gizlilik, gerçeğin ortaya konulması için bazı kural­
lara uyulmasını engellem iyordu. Hatta gizlilik sağlam bir
cezai kanıtlama modelinin tanımlanmasını gerektirm ektey­
di. Orta Çağın ortalanna kadar geri giden, ama Rönesans d ö ­
nemi hukukçuları tarafından geniş ölçüde geliştirilmiş olan
koskoca bir gelenek, kanıtların cins vc etkinliklerinin ne o l­
ması gerektiğini hükıfıe bağlamaktaydı. XVIII. yüzyılda bile
aşağıdaki gibi ayırım lara hâlâ düzenli olarak rastlanm ak-
taydı: doğrudan, dolaysız veya meşru kanıtlar (örneğin tanık­
lıklar) vc dolaylı, karineye dayalı, yapay (deliller) kanıt­
lar; veyahut aşikar kanıtlar, önemli kanıtlar, tam olm ayan
veya hafif kanıtlar^; veyahut da olayın gerçekliğinden kuşku
duyulm asına yer bırakm ayan "acil veya gerekli” kanıtlar
(bunlar "tam" kanıtlardır; örneğin kuşku duyulması olanaksız
iki tanığın sanığın elinde kınından çekilmiş vc kan bulanmış
bir kılıç olduğu halde, ölünün bulunduğu evden çıktığını gör­
düklerini iddia etmeleri); sanığın ters bir kanıtla çürütmediği
sürece inanılır olarak kabul edilebilen yakın belirtiler veya
yarı-tam kanıtlar (olayı bizzat gören tek bir tanık veya bir
cinayet öncesindeki tehditler gibi "yarı-tam " kanıtlar); son
olarak da ancak insanların kanılarına dayalı olan uzak belir­
tiler veya "yardımcı kanıtlar" (halk arasındaki söylentiler,

8 I*. A y r d u lt, L'ordre, formaliU et imtruetion fudietaire, 1 5 7 6 , I, III, b l.


U X 1 I v o lo l. L X X IX .
9 D . J o u s s c , Traii^ de la fvstice enminelle, 1 7 7 1 , 1, ». 6 6 0 .

44
kuşkulu kişinin kaçışı, sorguya çekildiği zaman gösterdiği ra­
hatsızlık ö le yandan, bu ayırım lar teknik incelikler­
den ibaret değillerdir. İşlemsel bir görevleri vardır. Çünkü
öncelikle, bu belirlilerden herbiri kendi olarak ele alındığın­
da ve soyullanm ış halde kaldığında, belli bir tanımlanmış
yargısal etki tipine sahip olabilir: lam kanıtlar her m ah­
kûmiyete olanak verm ektedirler; yarı-lam kanıtlar bedeni
cezalara yol açabilirler, ama bunlara dayanarak asla ölüm
cezası verilemez; lam olmayan ve hafif kanıtlar kuşkululuk
hâlini "karara bağlamaya", ona karşı daha geniş bir soruştur­
ma açılm asına veya ona bir para cezası verilm esine yeterli
olabilir. Gene çünkü, bunlar aralarında belli hesaplama ku­
rallarına göre birleşm ekledirler: iki yarı-tam kanıt bir tam
kanıt edebilir: çok sayıda olm aları ve uyuşmaları halinde
"küçük kanıtlar" bir yan-tam kanıt oluşturmak üzere birleşe-
bilirler; fakat ne kadar çok olurlarsa olsunlar, asla tek baş­
larına bir lam kanıtla eşdeğerli olamazlar. Demek ki, birçok
noktada kılı kırk yaran, fakat birçok tartışmaya yer bırakan
bir ceza aritmetiği vardır: b ir idam kararı vermek için yal-
n ız ^ tam bir kanıtla yetinilebilir mi, yoksa daha hafif baş­
ka göstergelerin de ona eşlik etmeleri gerekir mi? Yakın iki
gösterge her zaman tam bir kanıtla eşdeğerli midirler? Bun­
lardan ûç tanesi gerekmez mi veya bu ikisini uzak gösterge­
lerle birleştirm ek gerekmez m i? Acaba yalnızca bazı suçlar
için, bazı koşullarda ve bazı kişilere nazaran (örneğin tanık
bir serseriyse tanıklığı geçersiz sayılmakta; bunun tersine eğer
"önemli bir kişi" veya evde işlenen bir suç için evin efendisi
tanıksa, bu tanıklık güçlenmektedir) gösterge olabilen unsur­
lar var mıdır? Vicdan durumlarına göre ayarlanan bu aritme­
tiğin, hukuki bir kanıtın nasıl oluşturulacağını tanımlama
işlevi vardır. Bu "yasal kanıtlar" sistemi bir yandan hakika­
ti ceza alanında, karmaşık bir sanatın sonucu haline getir­
mekte; yalnızca uzmanların bilebilecekleri kurallara uymak-

10 P. F. M u y a r l d c V o u g la n s , Inslitutes au droiı criminel, 1 7 3 7 , $. 3 4 3 -3 4 7 .

45
tâ; ve buna bağlı olarak sır ilkesini güçlendirmektedir. T a r -
g ıâ n tüm makul insanların sahip olabilecekleri kanaate sa*
hip olması yetmez... Gerçekte az veya çok dayanağı olan bir
kanaattan başka birşey olmayan bu yargılam a biçiminden
daha hatalı birşey olamaz". Ama öte yandan bu "yasal ka­
nıtlar" sistemi yargıç için kab bir zorlamadır; bu kurallann
olmaması halinde "her mahkûmiyet karan gözüpek olacak­
tır v e sanığın su ç lu o lm a sı g er ç e k te Inr bakıma adaletsiz ola­
caktır".” Bir gün gelecek ve bu yargılama gerçeğinin kendine
özgülüğü bir rezalet olarak gözükecektin sanki adalet ortak­
laşa hakikat kurallanna uymak zorunda değilmiş gibi: "ka­
nıtlamaya dayalı bilimlerde yanm b ir kanıt için ne denile­
cektir? Geom etrik veya cebirsel bir yarı-kanıt ne olacak-
br?"” . Fakat yargısal kanıtın bu biçimsel zorlamalannm bil­
ginin mutlak ve tekelci iktidarının iç bir düzenlemesi oldu­
ğunu unutmamak gerekir.
Yazılı, gizli, kanıtlannı oluşturmak üzere bazı kurallara
tabi olan cezai bilgi toplama, gerçeği sanığın gıyabında ürete­
bilen bir makinedir. Ve bu olgudan ötürü: kesin hukuk açısın­
dan böyle birşeye ihtiyaanın olmamasma rağmen, bu usul zo­
runlu olarak ibrafa yönelecekbr. İki nedenden ötürü, çünkü
öncelikle itiraf o kadar güçlü bir kanıt oluşturmaktadır ki,
ona başkalannı eklemenin, ne de göstergelerin zor ve kuşkulu
işinin gerçekleşbrilmesinin hiç gereği yoktur; itiraf usulü
içinde yapılm ış olması halinde, iddia makamını başka ka-
mtlar sağlama yükünden (en azından en güçlerinden) adeta
kurtarmaktadır. Sonra da, bu usulün tüm tekyanlı otorite ta­
rafını kaybetmesi ve sanık üzerinde fıUen kazanılan bir zafer
haline gelmesi için tek yol, gerçeğin tüm gücünü icra etrtıesi
için tek yol, suçlunun kendi suçunu kendi hesabına yüklenmesi

II PouUaln du P trc Pm eipes du âmil frm çâit sekm Ut coutumet it BrtUg-


Ht, 1767-1771, e. XI, s. 112-113. Krf.. A.Esmcln. Hittoitt i t It ProtUun
crimifulU m Frmce, 1882, *. 260-2fö; K.j.Mittcnıuia’, TniU ie U f m -
pf. çev., 1848, s. 15-19.
12 C5dgncux de Correvon, Euti sur I'uttge, 1’tbus el la mamo/Kİenls it U
torture, 1768, s. 63.

46
ve bilgi toplama işlemi tarafından bilgince ve karanlık bir
şekilde inşa edilm iş olanı bizzat imzalannasıdır. Bu gizli
usulleri hiç sevmeyen Ayrault'nun dediği gibi "kötülerin adil
bir şekilde cezalandırmalan için bu yetmez. Eğer mümkünse
kendilerini yargılam alan ve mahkûm etmeleri d e gerekir"^^.
Yazılı olarak yeniden oluşturulan suçun içinde, itiraf eden
suçlu yaşayan gerçek rolünü oynamış durumdadır. Suçlu, so­
rumlu ve konuşan öznenin eylemi olan itiraf, yazılı ve gizli
bilgi toplamanın tam am layın parçasıdır. Buna bağlı olarak,
bu engizisyon tipinden usulün itirafla uyum içinde olması önem
kazanm aktadır.
İtirafın rolünün ikircikliği de buradan kaynaklanmak­
tadır. Bir yandan onu kanıtlann genel hesaplanmasına dahil
etmeye çalışılm aktadır; onun kanıtlardan birinden daha
fazla birşey olmadığı söylenm ektedir euidentia r d değildir;
kanıtlann en güçlüsü de değildir, mahkûmiyete tek başına
neden olamaz, ek göstergelerin ve karinelerin ona eşlik etme­
leri gerekir, çünkü işlemedikleri suçlan üstlenen birçok sanık
görülmüştür; demek ki yargıç eğer yalnızca suçlunun kuralına
uygun itirafına sahipse, ek araştırmalar yapmak zorundadır.
Fakat öte yandan itiraf, hangisi olursa olsun, diğer her kam ta
üste gelir. Belli bir noktaya kadar onlara aşkındır; gerçeğin
hesaplanmasında bir unsur olan itiraf, aynı zamanda sanığın
ithanru kabul ettiği ve kanıtlanrmş olduğuna katıldığını belli
ettiği eylemdir; sanık olmadan gerçekleştirilen b ir bilgi top­
lama işini iradi bir kabul haline dönüştürmektedir. Sanık iti­
raf araalığıyla, cezai gerçeğin üretim ayini sürecinde bizzat
yer almaktadır. Daha Orta Çağ hukukunun söylediği üzere,
itiraf olayı belli v e aşikâr kılar. Bu ilk ikircikliğin üzerine
bir İkincisi yerleşm ektedir; çok güçlü bir kanıt olan, mah­
kûmiyet karan için ancak birkaç ek göstergeye ihtiyaç gös­
teren, bilgi toplama işini ve kanıtlan\a mekaniğini en düşük
düzeye indiren itiraf, böylece istenilen, aranılan birşey ol-

13 P. Ayrault. op. eit^ 1,1, bl. 14.

47
maktadır; onu elde etmek için mümkün bütün zorlamalara
başvurulacaktır. Fakat usul içinde yazılı bilgi toplam anın
canlı ve sözel karşılığıysa, onun cevabı ve itham edilen ta­
rafın hakikileştirilmesi gibiyse, o halde güvenceler ve forma­
litelerle donatılm ası gerekir. Uzlaşm aya ilişkin bir yanını
korum aktadır: bu nedenle "kendiliğinden" olm ası, yetkili
mahkeme önünde yapılması, tamamen bilinçliyken yapılm a­
sı, olanaksız şeyler içermemesi vs. istenmektedir*^. Sanık iti­
raf aracılığıyla usule karşı yüklcnim e girmektedir; toplanan
bilgilerin altına imza atm aktadır.
İtirafın bu çifte ikircikliği (kanıt unsuru ve bilgi topla­
manın karşılığı; zorlama ve yarı iradi uyuşma etkisi) klasik
ceza hukukunun onu elde etmek için kullandığı iki büyük araa
açıklam aktadır: sanıktan, sorgulanm asından önce istenilen
yemin (buna bağlı olarak insanların ve Tanrının adaleti kar­
şısında yeminini bozma tehtidi altında kalmaktadır; ve bu
aynı zamanda ayinsel bir angajman eylemi olmaktadır); iş-
kençç (bir gerçeğe sahip olmak üzere uygulanan fizik şiddet,
ama bu gerçeğin kanıt olabilmesi için daha sonra yargıçlann
önünde "kendiliğindenmiş" gibi her halükarda tekrarı gerek-
nKîktedir). İşkence XVIII. yüzyılın sonunda başka bir çağın bar­
barlığının kalıntısı; "gotik" olarak suçlanan bir vahşetin
işareti olarak gösterilecektir. İşkence uygulamasının kökeni­
nin uzaklarda yer aldığı doğrudur: tabii ki engizisyon ve hiç
kuşkusuz ondan da ötelerde, kölelere çektirilen azaplar. Fa­
kat işkence klasik hukukta bir iz veya bir leke olarak yer al­
mamaktadır. Engisizyon tipinden ceza usulünün, ithama yöne­
lik sistem in unsurlarıyla tıkabasa dolu olduğu; yazılı kanıt­
lamanın sözlü bir karşılığının bulunm ak zorunda olduğu;

14 A d li k a n ı t k a t a l o g l a r ı n d a , i t i r a f X I I .- X I V . y ^ ı l l a r a d o ğ r u o r t a y a
ç ık m a k t a d ır . B c r n a r d d c P a v ic 'd e y e r $ ı l m a m a k t ^ a m a H u s t ic m is 't e b u ­
l u n m a k t a d ır . Z a t e n C r a t e r 'i n f o r m ü l ü k a r a k t e r i s t i k t i r : ~Aut legitime
conDicius aut sptmte cor^tisus' O r ta ç a g h u k u g u n d a ib r a f , a n c a k y e tiş k in
b iri t a r a f ın d a n v c h a s m ın k a r ş ıs ın d a y a p ılm a s ı h a lin d e g c c c r l i y d i. k r ş ,
J .P h . L ^ v y , La lliirarchie des preuvts dans le droiı saoani du Moyen
Age.l939. .

48
yargıçlar tarafından düzenlenen kanıt tekniklerinin sanığa
meydan okuyan işkence usullerine karıştığı; sanıktan -gerek­
tiğinde en şiddetli zorlam alarla- yargılama usulü içinde ira­
di ortak rolünü oynamasının istendiği; sonuç olarak gerçeğin
iki unsurlu bir mekanizma ile -ad li yetkililer tarafından giz­
lice yürütülen soruşturma ve sanık tarafından ayinsel olarak
gerçekleştirilen eylem - üretilmesinin sÖz konusu olduğu kar­
m aşık bir ceza m ekanizm asının içinde kesinlikle belirli bir
yere sahiptir. Konuşan ve gerektiğinde acı çeken beden olan
sanığın bedeni, bu iki mekanizm anın çarklarının birbirlerine
uydurulmalarını sağlamaktadır; işte bu nedenden ötürü klasik
ceza sistemi derinlemesine olarak ele alınm adıkça, işkenceye
yönelik olarak çok az sayıda kökten eleştiri alacaktır’^. Çoğu
zaman basit temkinlilik önerileri alacaktır: "Sorgulam a ger- \
çeğin bilinm esine ulaşma konusunda tehlikeli b ir araçtır; bu
nedenden ötürü yargıçlar buna iyice düşünmeden başvurmama­
lıdırlar. Bundan daha tek yanlı birşey olamaz. Gerçek bir suçu
saklayacak kadar soğukkanlı olan suçlular vardır...; masum
olan bazıları ise böyle şeyIcre dayanam adıklarından, işleme­
d i k l e r i s u r l a r ı i t i r a f otm ckted irler'■*'**

Buradan hareketle, sorgulam anın işleyişini gerçeğin elde


edilmesi olarak yeniden yerleştirmek mümkündür. Sorgulama
öncelikle gerçeği ne pahasına olursa olsun öğrenmenin bir biçi­
mi değildir; modern sorgulamaların; zincirinden boşanmış iş­
kencesi hiç değildir; hiç kuşkusuz gaddardır, am a vahşi d e­
ğildir. İyice tanım lanm ış bir usule uyan, kurallara bağlı bir
uygulama söz konusudur; anlar, süre, kullanılan aletler, iple­
rin uzunluğu, ağırlıkların çekimi, köşebentlerin sayısı, sorgu­
layan yargıcın müdahaleleri, bütün bunlar çeşitli örflere göre
özenle kurala bağlanm ışlardır.’^ İşkence çok titizlikle uygula-

13 B u c İG ş lir iI e r in c n ü n l ü s ü N i c o l a s 'y a a it o l a n ı d ı r : S i ia torture est un


m oyen i virifkr /es crimti, 1 6 8 2
16 O . F e r r id r e , Dictkmnaire de pralûfue, 1 7 4 0 , C l l , s .6 1 2
17 A g u c s s c a u 1 7 2 9 'd a , F r a n s a 'd a u y g u la n a n i ş k e n c e a ra ^ v e k u r a l l a n k o n u ­
s u n d a b ir a r a ş t ır m a y a p lır tm ış tır . B u } o ly d e F le u r y t a r a f ı n d a n ö z e t le n ­
m iş t ir , B ,N ., F o n d s J o ly d e R c u r y , 2 5 8 ,c . 3 2 2 - 3 2 8 .

49
nan adli bir oyundur. Ve bu niteliğinden ötürü. Engizisyon tek-
niklcrinin ötesinde, çeşitli eski iddia usulleri içinde geçerli
olan işkencelere bağlanmaktadır; adli deneyler, adli düello,
Tanrı yargısı. Sorgulama emrini veren yargıçla işkenceye tu­
tulan kuşkulu kişi arasında, adeta bir cins düello olnuktadır;
igkenceden geçen (: sabırlı, hasta, am eliyat olan)
-azap çektirilen kişi bu terimle i?ade edilmektedir - katılığı
basamak basamak artan bir cRiF deneyden geçmekte ve "da­
yanarak" başarm akta veya itiraf ederek başarısız olm ak­
tadır.’" Fakat yargıç işkenceyi kendi hesabına riske girmeden
dayatamamaktadır (ve bu yalnızca kuşkulu kişinin ölmesi
tehlikesi değildir); oyunun içine bir ödülü, yani daha önceden
topladığı kanıt unsurlarını katmaktadır; çünkü kural sanığın
"dayanmaşr* ve itiraf etmemesi halinde yargıcın vazgeçme­
sini gerektirmektedir. İşkence gören kazanmıştır. Bunun sonu­
cunda, en ağır durumlar için sorgulamanın "kanıtlar saklı" ol­
mak üzere yapılması adeti benimsenmiştir: bu durumda yargıç
işkenceden sonra topladığı kanıtlan geçerli saymayı sürdüre­
bilir; kuşkulunun masumiyeti direnmesi sayesinde kanıtlan­
mış değildir; ama bu zaferi sayesinde arlık asla ölüme mah­
kûm edilemeyecektir. Yargıç en önemlisi hariç, bütün kozları
elinde tutmaktadır. Omnia d tra mortem. Bu nedenden ötürü,
en ağır suçlan işledikleri konusunda yeterli kanaat edinilm iş
olan kuşkulu kişilerin sorgulamaya sokulmaması konusunda
yargıçlara öneride bulunulmaktadır, çünkü eğer bu gibi kişiler
işkenceye dayanm ayı başarabilirlerse, yargıcın onlara, ha-
ketmclerine rağmen idam cezası verme olanağı olmayacak; bu
düelloda kaybeden taraf adalet olacaktır: eğer kanıtlar "her­
hangi bir suçluyu ölüm e mahkûm etmeye" yeterliyseler, "mah-
kûmiyetii çoğu zaman bir yere ulaştırmayan geçici bir sorgula­
manın kaderine ve raslantısına terkelmemck" gerekir; "çünkü
ağır suçlan dehşetli ve başat örnekler haline getirm ek ni-

18 A7Mp q c k t l n n c r l n i l k b a s a m a ğ ı b u a r a ç la n n s e y r e d ilin e s i y d i . Ç o c u k la r
v e y e t m i) y a d ın d a n b ü y ü k ih t i y a r l a r lı;ln b u b a s a m a k t a n ö t e y e g c ^ I -
m iy o r d u

50
haycttc kamunun selâmetine ve ya ran nadir".’’
Bir gerçeği hızla ve inatla arama görüntüsü altında, kla*
sik işkencede bir sınamanın kurala bağlı mekanizması yer al­
maktadır: gerçeği ortaya koyacak fizik bir meydan okuma;
işkence gören kişi eğer suçluysa, çekeceği acılar adaletsiz ol­
mayacaktır; ama eğer masumsa bu acılar onun suçtan annma-
sımn işaretleri olacaklardır. Acı, çarpışma ve gerçek, işkence
uygulaması içinde birbirlerine bağlıdırlar: bunlar işkence gö­
renin bedeni üzerinde ortaklaşa olarak iş görmektedirler. Ger­
çeğin "sorgulama" yoluyla aranması, bir kanıtı ortaya çıkart­
manın en ağır biçimidir -gerçeği ayinsel olarak "üreten" suç­
lunun itirafı; fakat aynı zamanda çarpışma ve taraflardan bi­
rinin diğerine karşı kazandığı bir zafer olm aktadır-. İtiraf
ettirmek için yapılan işkencede sorgulama vardır, ama aynı
zamanda düello da vardır.
Herşey, bu konuda bir sorgulama eylemi ile bir ceza unsuru
birbirlerine karışıyormuş gibi cereyan etmektedir. Ve bu onun
cn küçük paradokslarından biri değildir. Nitekim "davada
yeterli eczalar olm adığın"da, kanıtlam ayı bir tamamlama
biçimi olarak tanım lam ıştır. Vc cezalarla birlikte tasnif
edilm iştir, vc o kadar ağır bir cezadır ki, 1670 kararnamesi
onu ceza hiyerarşisi içinde hemen ölümün arkasına yerleştir­
mektedir. Daha ileri tarihlerde, bir ceza nasıl bir araç olarak
kullanılabilir di^e sorulm aktadır. Kanıtlam aya ilişkin bir
usul nasıl ceza değerine sahip olabilir? Bunun mantığı, ceza
adaletinin klasik dönemde, gerçeğin üretilmesi konusunu iş­
letme biçim inde yer alm aktadır. Kanıtın çeşitli tarafları, bu
niteliklerinden ötürü tarafsız unsurlar oluşturm akta değil­
lerdir; suçluluktan kesin olarak emin olunması için tek bir de*
met halinde biraraya getirilm eyi beklem em ekteydiler. Her
gösterge kendiyle birlikte bir iğrençlik derecesi getirmektey­
di. Suçluluk ancak tüm kanıtlann biraraya getirilm esiyle
başlamaktaydı; suçluluk bir suçlunun teşhisine olanak veren

19 C . d u R o u s s c d u d d c la C o m b e , JraiU des malUret crimintlUs, 1 7 4 1 , a. 5 0 3 .

51
unsurlann hcrbiri tarafından parça parça oluşturulmaktaydı.
Böylccc bir yarı-kanıt, tamamlannnadığı sürece kuşkuluyu
masum hale getirmiyor, onu bir yan-suçlu yapıyordu; ağır bir
suça ilişkin yalnızca h afif bir gösterge, birini "biraz*' suçlu
olarak dam galıyordu. K ısacası, ceza alanında kanıtlam a,
doğru veya yanlış gibi ikili bir sisteme değil de, sürekli bir
artış ilkesine boyun eğiyordu: kanıtlama süreci esnasında ula­
şılan bir basamak bir suçluluk derecesi oluşturuyor ve buna
bağlı olarak bir cezalandırma derecesini gerektiriyordu. Kuş­
kulu, bu sıfatından ötürü her zaman belli bir cezayı haket-
mekteydi; hem masum olup, hem de kendinden kuşku duyul­
ması olanaksızdı. Kuşku aynı anda hem yarg ıcn cephesinden
bir kanıt unsuru olmakta, hem kuşkulu açısından belli bir suç­
luluk işareti, hem de cezalandırm a cephesinden sınırlı bir
ceza biçimi olmaktaydı. Kuşkulu olarak kalmayı sürdüren bir
kuşkulu, bu konumundan ötürü beraat etmiş oluyor, ama kısmen
cezalandırılıyordu. Belli bir karine derecesine ulaşıldıktan
sonra, demek ki çifte rolü olan uygulamaja meşru olarak dev­
reye sokmak mümkündü; daha önce toplanmış olan işaretlere
dayanarak cezalalandırm aya başlamak; ve henüz eksik kal­
mış olan gerçeğin geri kalanını çekip çıkartmak için bu baş­
langıçtan yararlanmak. XVIII. yüzyılda adli işkence, gerçeği
üreten ayinsel çerçevenin cezayı dayatan ayinsel çerçeveyle
atbaşı gittiği bu garip ekonominin içinde işlev görmektedir.
İşkence içinde sorguya çekilen beden, suçun uygulama noktasını
ve gerçeğin çekilip çıkartıldığı yeri meydana getirm ektedir.
Ve karine hem bir soruşturma unsuru, hem de suçluluğun bir
parçası olduğu için, sorgulama sırasındaki kurallı acı çektir­
me aynı anda hem bir cezai önlem, hem de bir sorguya çekm e
eylemidir.

★ ★ ★

ö te yandan, bu iki ayinsel çerçevenin beden boyunca ger­


çekleşen çarklarının birbirine geçmesi, kanıtlar oluşturulup.

52
karar verildikten sonra, bizzat infazın içinde ilginç bir şekil­
de sürmektedir. Ve mahkûmun bedeni, kamusal cezalandır­
manın törensel çerçevesinin yeniden esas bir parçası olmak­
tadır. Suçlu mahkûmiyetini ve işlediği suçun gerçeğini gün
ışığına taşımaktadır. G österilen, dolaştırılan, teşhir edilen,
azap çektirilen bedeni, o zamana kadar karanlıkta kalmış
olan bir yargılama usulünün kamusal desteği gibi olmak duru­
mundadır; adalet eylemi onda, onun üzerinde herkes için oku­
nabilir hale gelmek zorundadır. Gerçeğin cezaların kamuya
açık infazı içindeki bu fiili ve görkemli dışa vurumu, XVIII.
yüzyılda birçok çehreye bürünmekledir.
1. ö n ce suçluyu kendi mahkûmiyetinin habercisi haline
getirmek. Mahkûm bir bakıma bu mahkûmiyeti ilân etme ve
böylecc kendisine yöneltilen suçlam ayı teyid etme yükümlü­
lüğü altına sokulm aktadır: sokaklarda dolaştırm a, kararı
hatırlatm ak üzere sırtına, göğsüne veya kafasına yapıştırı­
lan yafta; çeşitli kavşaklarda duraklam a, mahkûmiyet ilâ­
mının okunması, kiliselerin kapılannda suçun herkesin önün­
de itiraf edilmesi, suçlu suçunu bu arada törensel bir şekilde
kabul etmektedir: "yalınayak, üzerinde yalnızca bir gömlek,
elinde bir meşale olduğu halde, diz çökmüş bir durumda olmak
üzere çok nefret verici suçu kötülükle, korkunç bir şekilde,
haince ve önceden tasarlanm ış bir şekilde vs. işlediğini söy­
lemektedir"; bir direğe bağlanarak teşhir edilmekte, bu esna­
da olaylar ve karar anılm aktadır; ilâmın daragacının dibin­
de bir kez daha okunması; söz konusu olanın direk, odun yığını
veya tekerlek olmasına göre, mahkûm buntan gövdesi üzerin­
de fizik olarak taşıyorsa, suçun ve adaletin yerine getirilme­
sini kamuya ilân etmekledir.
2. İtiraf sahnesini bir kez daha sürdürmek. Suçun herke­
sin önünde itiraf edilmesinin m eydana getirdiği zorlamayı,
kendiliğinden ve kamuya açık bir ilânla iki katına çıkart­
mak. Azap çektirm eyi gerçeklik ânı olarak ihdas etmek.
Suçlunun artık kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığı bu son an­
ların, gerçeğin tamamen gün ışığına çıkm ası için kazanıl­

53
masını sağlamak. Mahkeme mahkûmiyet karannı verdikten
sonra, muhtemel suç ortaklannın adım zorla alnuık üzere yeni
bir işkenceye karar verebilirdi. Aynı şekilde, mahkûmun
darağacına çıktığı sırada, yeni açıklamalar yapmak üzere bir
ara talep edebilmesi öngörülmüştü. Halk gerçekte meydana
gelebilecek bu değişikliği beklemekteydi. Silahlı saldırıdan
suçlu bulunan Michel Barbier gibi birçok kimse, bundan biraz
zaman kazanmak için yararlanıyordu: "bunun herhalde kendi
için kurulmadığını, çünkü masum olduğunu söyleyerek darağa-
a n a küstahça baktı, önce odaya çıkmak istedi ve burada ya-
nm saat boyunca hep kendini haklı çıkartmaya uğraşarak
zırvalamaktan başka birşey yapmadı; daha sonra işkenceye
gönderilerek, darağacına kararlı bir şekilde çıktı, ama elbi­
selerinin çıkartıldığını ve demir çubukla vurulmak üzere çar­
mıha gerildiğini görünce, ikinci kez odaya çıkmak istedi ve
burada nihayet suçunu itiraf etti ve hatta başka bir cinayetin
daha suçlusu olduğunu açıkladı"^. Gerçek azap çektirmenin
hakikati açığa çıkartma işlevi vardır ve bu açıdan sorgulama
işini halkın gözü önünde bile sürdürmektedir. Mahkûmiyete,
ona maruz kalanın imzasını getirmektedir. Başanya ulaşan
bir azap çektirme, adaleti bizzat işkeiKcye uğrayanın bede­
ninde kamuya açık hale getirdiği ölçüde meşrulaştırmakta­
dır. İyi bir mahkûmun örneği olan, posta idaresi genel vezne­
darlığı yapan ve 1792’de karısını katleden François Billiard;
cellat onu hakaretlerden kurtarmak üzere yüzünü saklamak
istemiştir: hakettiğ:m bu ceza bana halk tarafından görül­
memem için verilmedi dedi... Üzerinde hâlâ karsının matemi­
ni tutmak için giydiği kıyafet bulunmaktaydı.... ayaklannda
yepyeni ayakkabılar vardı, saçlarını kıvırtmış ve bembeyaz
pudralatnuştı, o kadar mütevazi ve etkileyici bir görünümü
vardı ki, onu daha yakından seyretmeye gelen insanlar onun
ya en mükemmelinden bir hıristiyan, ya da iki yüzlülerin en
büyüğü olduğunu söylüyorlardı. Göğsünde taşıdığı (mahkû-

20 s. P. H a ıd y , Mes loisin. BJM ., m s . 6 6 « W 7 , C I V , s .« 0 , 1778.

54 '
miyet) yaftası bozulduğunda, herhalde daha iyi okunsun diye
bunu bizzat düzelttiği farkedildi"^'. Cezalandırm a töreni,
oyuncularından herbirinin rolünü iyi oynaması halinde, ka­
muya hitaben yapılan uzun bir itirafın etkinliğine sahiptir.
3. Azap çektirmeyi bizzat suçun üzerine eklemek; birin­
den diğerine bir dizi şifresi çözülebilir bağlantı kurmak. Mah­
kûmun cesedinin suçu işlediği yerde veya buralara en yakın
kavşaklardın birinde teşhir edilmesi. İnfazın tam da suçun
işlendiği yerde gerçekleştirilmesi -1723'te birçok kişiyi öldü­
ren ve Nantes mahkemesinin darağacının onun cinayetleri iş­
lediği hanın kapısının önünde kurulmasına karar verdiği şu
üniversite öğrencisi gibi-®. İnfaz biçiminin suçun cinsine gön­
derme yaptığı "simgesel" azap çektirme tarzlannın kullanıl­
ması: dine küfredenlerin dili delinmekte, iffetsizler yakıl­
makta, cinayet işleyenin eli kesilmektedir; bazen suç aleti
mahkûma alenen taşıttırılm aktadır -örneğin Damiens'e kü-
kürte bulanmış ve hem kendini, hem de elini yaksın diye suçlu
eline bağlanmış olan ünlü küçük bıçak taşıttınim ıştır-. Vico’
nun dediği gibi, bu eski içtihat "koskoca bir şiirsellik" olmuş­
tur.
En uç noktada, suçlunun infazı esnasında suçun adeta ti-
yatrovari bir şekilde yeniden üretildiğine ilişkin birkaç örnek
bulunmaktadır. Adalet herkesin gözünün önünde, suçu azap
çektirme yoluyla tekrarlamakta, suçu gerçekliği içinde kamu­
ya göstermekte ve aynı zamanda onu suçlunun ölümünün içinde
iptal etmektedir. XVIII. yüzyılın ileri bir tarihinde, 1772'de
hâlâ şu aşağıdaki gibi kararlara rastlanmaktadır; Cambraili
bir hizmetçi hanımını öldürdüğü için, işkence göreceği yere
"her kavşaktaki çöpleri toplayan bir arabayla" götürülmeye
mahkûm edilm iştir; burada "hanımı de Laleu’yü katlettiği
esnada hanımının oturduğu koltuğun aynısının ayağının dibine
konulduğu bir darağacı olacak vc (suçlu kadın) burayo ycrleş-

21 Ibid., C .l , s. 3 2 7 (y a ln ız c a l .d l l b a s ılıd u ) .
22 N a n t e s b e l e d i y e a r ş i v l e r i , F .F . 1 2 4 .K ı> .P . P a r f o u r u , M^moires de la
iCcUU archioiogi^ut d'Ile -ef-V i/ aın e, 1 8 9 6 , C X X V .

55
tihidiktcn sonra, ağır ecza mahkemesi celladı onun sağ elini
kesecek ve onun gözünün önünde ateşe atacak ve bunun arka­
sından, adı geçen de Laieu'yü katletmek için kullandığı sa­
tırla ona dört darbe indirecektir; bu darbelerden birincisi ve
İkincisi başa, üçüncüsü sol bileğe ve dördüncüsü göğse indirile­
cektir; sonra da adı geçen darağaanda asılacak ve ölene ka­
dar gırtlaklanacaktır; ve bundan iki saat sonra ölü bedeni
çözülecek ve kafası aynı darağacının üzerinde, aynı direğin
dibinde, hanımını katletmek için kullandığı aynı satırla göv­
desinden ayrılacak ve bu kafa bu Cambrai kentinin Douai'ye
giden yola açılan kapısından yirmi fersah uzaklıktaki bir te­
penin üzerinde teşhir edilecek vo gövdenin geri kalanı bir
çuvala konulacak ve adıgcçcn bu tepenin yakınında, on ayak
derinliğe gömülecektir”^.
4. Nihayet azap çektirmenin yavaşlığı, uygulama sıra­
sında meydana gelen beklenmedik olaylar, mahkûmun fcıyat
ve a a la n yargısal ayinin sonunda, bir sınav rolü oynamak­
tadırlar. Her can çekişme gibi, darağacının üzerinde cereyan
edeni de belli bir gerçeği dile getirmektedir: ama acının onu
hızlandırması ölçüsünde daha büyük bir yoğunlukla, daha
büyük bir sertlikle, çünkü tam da insanlann yargısıyla Tan-
nnın yargısının bitişme noktasıdır; daha büyük bir görkem
içinde, çünkü kamunun önünde cereyan etmektedir. İşkencenin
acılan, hazırlık soruşturma sındakilerin uzantısı olmaktadır;
ancak hazırlık soruşturmasında oyun henüz oynanmamıştır ve
hayatını kurtarmak mümkündür; ama şinadi kesinlikle ölün-
mektedir, artık ruhu kurtarmak söz konusudur. Ebedi oyun
başlamıştır bile: çekilen azaplar öte dünyanın a alan n düşün­
dürtmekte, onlann neler olduklannı göstermektedir: Fakat bu
dünyadaki a a la r aynı zamanda, öte dünyanın cezalannı ha­
fifletecek kefaret olarak da değer kazanmaktadırlar: Tann,
eğer tevekkül içinde çekilmişse, böylesine bir acıyı hesaba
katmaktan geri kalmayacaktır. Dünyevi cezanın gaddardığı,

23 Z ilcr., P . D a u tr ic o u r t, op. cit. s .2 6 3 -2 7 0 .

56
gelecekteki cezalardan düşülmek üzere kaydedilmektedir: af
vaadi burada kendini göstermektedir. Ama şu da söylenebilir:
bu kadar büyük acılar, Tannmn suçluyu insanların eline ter-
kettiğinin işareti değil midir? Ve bunlar gelecekteki bir ba­
ğışlamanın işareti olmaktan çok, içkin bir lânetlemeyi belli
etmektedirler; öyleyse mahkûm uzun uzadıya can çekişmeden
çabucak ölürse, bu Tann'nın onu korumak ve umutsuzluğa düş­
mesini engellemek istediğinin kanıtı olmayacak mıdır? Demek
ki hem suçun gerçekliğini veya yargıçlann hatasını, hem suç­
lunun iyiliğini veya kötülüğünü, hem de insanların yargısıyla
Tanrının yargısı arasındaki uyum veya uyumsuzluğu işaret
edebilen bu acı çekmenin ikircikliği söz konusudur. Daraga-
cının ve seyirlik olarak sunduğu acıların etrafındaki seyirci­
leri saran şu müthiş merak işte buradan kaynaklanmaktadır;
bu seyir esnasında suç ve masumiyetin, geçmiş ve geleceği n, bu
dünyanın ve ebedi olanın şifreleri çözülmektedir. Her seyirci­
nin sorguladığı gerçeklik anı: her söz, her haykınş, can çekiş­
me süresi, direnen beden, bedenden kopmak istemeyen hayat
bütün bunlar birer işarettir: "onu herhalde kendi isteğiyle te­
selli eden ve cesaretlendiren celladın kendini bir an için bile
terketmesini istemeyen biri tekerlek üzerinde allı saat yaşa­
mıştır”; "tekerlek üzerine konulduktan bir saat sonra öleni"
vardır; "onun çektiği azabı seyredenlerin, dine bağlılığını gös­
termesi ve pişmanlık getirmesi karşısında duygulandıkları
söylenmiştir"; darağaona giden tüm yol boyunca çok büyük bir
tövbekarlık işaretleri gösteren, ama tekerleğe diri diri bağ­
lanınca "korkunç ulumalar çıkartm aya" hiç ara vermeyeni
vardır; veyahut da "ilâmın okunm asına kadar soğukkan­
lılığını koyuyan, ama o andan itibaren aklını kaçırmaya baş­
layan" şu kadın vardır, "asıldığında tam bir çılgınlık halin-
dedir"2^
Devre tama la nm ıştır beden sorgulamadan infaza kadar,
suçun gerçekliğini üretmiş ve yeniden üretmiştir. Veya daha

24 & P. H a r d y , C 1, s . 13; C . tV , s .4 2 ; C V , s .1 3 4

57
doğrusu beden, koskoca bir ayinsel çerçeve ve sınavlar boyunca
suçun meydana geldiğini itiraf eden, bu suçu kendinde ve kendi
üzerinde yazılı olarak taşıdığını gösteren, cezalandırma işle­
mine dayanan ve onun etkilerini en görkemli biçimiyle dışa
vuran unsuru meydan getirmektedir. Birçok kereler azap çek­
tirilen beden, olaylann gerçekliği ile toplanan bilginin ger­
çekliği, usul eylemleri ile suçlunun söylevi, suç ile ceza ara­
sındaki sentezi sağlamaktadır. Bunun sonucu olarak, hüküm-
dann izleme ve gizlilik gibi müthiş haklarının çevresinde
düşünülmüş olan bir ceza ayininin esas parçası olmaktadır.

★ ★ ★

Adli işkence aynı zamanda siyasal bir ayinsel çerçeve


olarak da anlaşılmalıdır. Hatta düşük bir tarzda olmak üze­
re, iktidann kendini dışa vurduğu törenler arasında yer al­
m aktadır.
Klasik çağın hukuğuna göre, yasa ihlali muhtemel ola­
rak yul açabileceği zarann ötesinde, hatta çiğnediği kuralın
ötesinde, yasayı geçerli kılanın hakkına zarar vermektedir:
"bireye ne zarar verildiği, ne de hakaret edildiği varsayımı
altında, yasanın yasakladığı bir iş yapılırsa, bu telâfi edil-
nrıesi gereken bir suçtar, çünkü üst konurrvdakinin hukuku çiğnen­
miştir ve bu onun karakterinin yüceliğine yönelik bir hakaret­
tir"^ . Suç asıl kurbanın dışında, hükümdara da saldırmak­
tadır; ona kişisel olarak saldırmaktadır, çünkü yasa hüküm-
dann iradesi olarak geçerlidir; ona fizik olarak saldırmak­
tadır, çünkü yasanın gücü hükümdann gücüdür. Çünkü "bir ya­
sanın bu krallıkta yürürlükte olması için, zorunlu olarak doğ­
rudan kraldan kaynaklanması veya hiç değilse otoritesinin
nührü tarafından teyid edilmesi gerekmekteydi”^. Demek ki
hükümdann müdahalesi iki hasım arasındaki bir hakemlik

25 P .R is i, Ob$eroatiûni s u r la mûtüres de jurisprudence crimindU, 1 7 6 S ,s .9 ;


C o c o d u s . Disierttttianes »d Cntium, X II, p a ıa g . 5 4 S 'c a tıf.
26 P . F . M u y a rt d c V o t g ia n s , Les Lois crimitKlla de France, 1 7 8 0 , s. X X X IV .

58
değildir; hatta herkesin haklarına saygı duyulmasını sağla­
maya yönelik bir eylemden çok daha fazla birşey olup, ona
karşı saldında bulunmuş olana doğrudan verilen bir karşılık­
tır. "Hükümdarlık gücünün suçların cezalandırılmasındaki
kullanımı, hiç kuşkusuz adalet yönetiminin en esaslı unsurla-
nndan birini meydana getirmektedir"^^ Böylece ceza zararın
telâfisiyle özdeşleştirilemez, hatta ona göre ölçülemez; ceza­
nın içinde hükümdara ait olan en azından bir parça yer alma­
lıdır: ve bu parça öngörülen telâfiyle birleştirildiğinde bile,
suçun ceza ile tasfiyesinin en önemli unusurunu meydana getir­
mektedir. ö te yandan hükümdara ait olan bu parça da bizati­
hi tekdüze değildir: bir yandan onun krallığına verilen zara­
rın tazmin edilmesini (meydana gelen düzensizlik, oluştur­
duğu örnek yüzünden bu büyük zarann özel bir kişiye venlen
zararla hiçbir ortak ölçüsü yoktur); öte yandan da kralın
kendi kişisine yönelik bir saldırının int'.kamının peşini sür­
mesini gerektirmektedir.
Demek ki cezalandırma hakkı, kralın elinde tuttuğu düş-
manlanyla savaşma hakkının bir cephesi gibi olacaktır: ce­
zalandırmak, şu "kılıç hakkına. Roma hukukunda merum im-
perium adı altında sözü edilen şu mutlak hayat ve ölüm hak­
kına, hükümdann ona dayanarak, yasasını suçun cezalandı­
rılması emrini vererek icra ettirdiği hakka" dahil olmak-
tadır^^ Fakat ceza aynı zamanda içinde bir bakıma hüküm­
dann fizik-siyasal gücünün mevcut olmasından ötürü hem
kişisel, hem de kurumsal olan bir intikamın takibinin de bir
biçimidir: "Bizzat yasanın tanımından, cnun savunduklannı
çiğneyenlerin cezalandınim ası yoluyla, yalnızca otoritesini
savunmaya değil, aynı zamanda bu otoriteyi hiçe sayanlar­
dan intikam almaya yönelik olduğu görülmektedir"^. En ku­
ralına uygun ceza infazında, yargı biçimlerine en tam uyumda
bile intikdiıun faal güçleri hüküm sürmektedir.

27 D. Jousse, TraiU tU la justke crimiıtdU, 1777, ».VII.


28 P. F. M u y a r t d e V o u g U n s , Lö Lois 1 7 8 0 , s . X X X IV .
29 tbid.

59
Demek ki azap çektirm enin hukuki-siyasal bir işlevi
vardır. Rir a n i ç i n yaralanmış olan hükümdarlığı yeniden
oluşturmaya yönelik törensel bir çerçeve söz konusudur. Onu
tüm görkemi içinde dışa vururuken ihya etmektedir. Kamuya
açık infaz ne kadar hızlı ve gündelik olursa olsun, gölgelenmiş
ve ihya edilmiş iktidann büyük ayinlerinin dizisi içinde yer
alm aktadır (taç giyme, kralın fethedilen bir kente girmesi,
isyan eden uyruklann boyun eğmeleri); hükümdarı küçük dü­
şüren bir suçun üzerinden, yenilmez bir gücü herkesin gözleri
önüne sermektedir. Ancak bir dengeyi yeniden kurmaktan çok;
yasayı ihlal etmeye cüret eden uyrukla, gücünü geçerli kılan
hakimi mutlak hükümdar arasındaki benzemezliği en uç nok­
tasına kadar götürmekledir. Suç tarafından yol açılan özel
zararın telafisinin zararla orantılı olmasının gerekm esine,
mahkeme kararının adil olmasının gerekmesine rağmen, ce­
zanın infazı bu ölçünün seyircilere sunulması için değil de, den­
gesizliğin ve aşırılığın gösterilmesi için yapılm aktadır; bu
ceza ayininde i k t i d a r ı n ve kendi i ç i n d e t a ş ı d ı ğ ı ü s t ü n l ü ğ ü n
tumturaklı bir gösterimi yer almalıdır. Ve bu üstünlük yal­
nızca hukuğun değil, aynı zamanda hasmına darbe indiren ve
ona egemen olan hükümdann fizik gücünün üstünlüğüdür: ya­
sayı ihlal eden kişi yasa hükümlerini çiğneyerek bizzat hü­
küm dann kişisine ulaşmıştır; mahkûmun bedenini dam ga­
lanmış, yenilmiş, parçalanmış olarak göstermek üzere ele ge­
çiren o -veya en azından gücünü devrettikleri- olacaktır. De­
mek ki ceza töreni bütünü itibariyle "dehşet verici*'dir, XVIII.
yüzyıl hukukçulan ıslahatçılarla olan polemikleri başlaya­
cağı sıralarda, cezaların fizik gaddarlığına ilişkin olarak
kısıtlayıcı ve "m odem ist” bir yaklaşım getireceklerdir: eğer
katı cazalar gerekiyorsa, bunun nedeni bu cezalann örneğinin
insanların herbinnde derin bir iz bırakması zorunluğudur. An­
cak fiili durumda, bu azap çektirme uygulamasının altında
yer alan şimdiye kadar bir örnek olma ekonomisi olmamıştır
-ideologlar döneminde anlaşıldığı anlamıyla (cezanın sunu­
munun suça duyulan ilgiye üste gelm esi)-, bunun tersine bir

60
devlet siyaseti olm uştur herkesi hükümdann suçlunun bedeni
üzerindeki sınır tanımayan varlığı konusunda hassas hale ge­
tirmek. Azap çektirme adaleti yerine getirmemekteydi, ikti­
darı yeniden işler kılm aktaydı. XVIII. yüzyılda ve XVII.
yüzyılın başında bile demek ki, tüm dehşet tiyatrosuyla bir­
likte, başka bir çağın henüz yokolmamış bir kalıntısı değildi.
Gözü dönmüşlüğü, görkemi, bedensel şiddet, dengesiz güçler
arasındaki bir oyun, özenle düzenlenen törensel bir çerçeve,
kısacası lüın aygıtı cezalandırmanın siyasal işleyişinin için­
de yer almaktaydı.
Buradan hareketle, azap çektirm e ayininin bazı özellik­
lerini anlamak mümkündür. Ve herşeyden önce de, debdebesini
halkın önünde sergileyecek olan ayinsel bir çerçevenin önemi­
ni anlamak mümkündür. Yasanın zaferine ilişkin hiçbir şeyi
gizlememesi gerekmekteydi. Bu zaferin bölümleri geleneksel
olarak hep aynıydı, ama mahkûmiyet ilâmları bunların ceza
mekanizmaları içindeki önemlerini korudukları sürece, onları
gene de sıralamayı sektirmiyorlardı: resmi geçitler, kavşak­
larda duraklam alar, kilise kapılarında m olalar, kararın
halka okunması, diz <;öktürme. Krala ve Tanrıya yönelik sal­
dırıdan duyulan pişmanlığın yüksek sesle ilân edilmesi, ö n ­
celik ve mertebe sorunlarının bizzat mahkeme tarafından çö­
züme bağlandığı da olm aktaydı. "Subaylar ata aşağıdaki
düzene uygun olarak bineceklerdir: yani başta iki polis çavu­
şu; sonra işkenceden geçen kişi; işkenceye uğrayandan sonra,
onun solunda Bonfort ve Le Conre birlikte yürüyecekler, onlan
izleyecek olan mahkeme kâtibine yer vereceklerdir ve bu
şekilde, kararın infaz edileceği Büyük Pazar meydanına gide-
ceklerdir"“ . Öte yandan, bu özenli törensel çerçeve, yalnızca
hukuki değil, aynı zamanda askeri açıdan da, bir bakıma çok
açıktır. Kralın adaleti kendini silahlı bir adalet olarak gös­
termektedir. Suçluyu cezalandıran kılıç aynı zamanda düş­
manlan yokeden kılıçbr. Azap çektirme koskoca bir askeri
30 Zikr., A. Corre, D0oımfn(5 pour servir i rhisioire de la lorture judiciaire
en Brelagne, 1 8 % , S .7.

61
aygıt tarafından çevrelenmektedir; muhafız süvarileri, okçu­
lar, muaflar (vergiden muaf askerler), askerler. Tabii ki her
tür kaçışın veya güç denemesine girişilmesinin engellenmesi
söz konusudur; bunun yanı sıra halkı mahkûmlan kurtarmaya
yöneltecek bir scmpıati hareketine ve onlan hemen öldürmeye
yönelik bir Öfke atılımına karşı uyarmak söz konusudur; ama
aynı zamanda, her suçta yasaya karşı isyana benzer bir yan
olduğunun ve suçlunun hükümdarın bir düşmanı olduğunun ha­
tırlatılması söz konusudur. Bütün bu nedenler -ister belli bir
konjonktürün içindeki tedbirler olsun, isterse belli bir ayinin
cereyanı içindeki işlevler olsun- halk önünde yapılan infazı
adaletin yerine getirilmesinden çok, gücün bir dışa vurumu ha­
line getirmektedirler; veya daha doğrusu, burada seferber
edilen hükümdarın korkunç ve maddi fizik gücü olarak adalet
olmaktadır. Azap çektirme töreni, yasaya iktidarını veren
güç ilişkisini gün ışığına çıkatmaktadır.
Hükümdann kendini aynı anda birbirlerinden çözülmez
bir şekilde hem adaletin başı, hem de savaş başkanı olarak
çifte bir çehre altında gösterdiği silahlı yasa ayini gibi, hal­
kın önüde gerçekleştirilen infazın da iki gücü vardır; biri za*
fer, diğeri mücadele. Bir yandan suçluyla kral arasındaki sonu
önceden belli bir savaşı törensel olarak bitirmektedir; hüküm­
darın güçsüz duruma düşürdüklerinin üzerindeki Ölçüsüz ikti-
dan nı dışa vurmak zorundadır. Benzemezlik, güçler arasın­
daki tersine döndürülmez dengesizlik, azap çektirmenin işlev­
leri arasında yer almaktaydı. Yok edilen, un ufak edilen ve
rüzgâra savrulan bir beden; hükümdar iktidannın sonsuzluğu
tarafından parça parça yok edilen bir beden, cezanın yalnızca
ülküsel değil, aynı zamanda gerçek sınınn da meydana getir­
mektedir. Avignon'da uygulanan vc çağdaşların Öfkesini uyan­
dıran ilklerinden biri olan. La Massola’ya uygulanan ünlü
azap çektirme buna tanıktır; bu görünüşte paradoksal bir azap
çektirmedir, çünkü adeta tamamiyle ölümden sonra cereyan
etm iştir ve adalet burada muhteşem tiyatrosunu, gücünün
ayinsel tapınışını bir cesedin üzerinde sergilemekten başka

62
birşey yapmamıştır: mahkûm gözleri bağlı olduğu halde bir
direğe bağlanmıştır; daragacımn üzerinde, etrafı çepeçevre
üzerinde demir kancalar olan kazıklarla kaplıdır. "Günah
çıkartıcı işkence gören kişinin kulağına konuşmaktadır ve onu
kutsadıktan hemen sonra, elinde mezbahalarda kullanılanla-
n gibi demir bir gürz olan cellat, talihsizin şakağına bütün
gücüyle bir darbe indirmiş ve o da yere cansız düşmüştür: o
anda, elinde büyük bir bıçak olan mortis exaclor hemen onun
boğazını kesmiş ve her tarafına kan bulaşmıştır, bu da bakan­
lara dehşet veren bir manzara olmuştur; onun sinirlerini iki
topuğuna doğru yarmış, sonra karnının deşerek kalbini, kara­
ciğerin, dalağını, akciğerlerini sökmüş, bunlan demir bir kan:
caya takmış ve onları tıpkı hayvan sakatatına yapıldığı gibi
parçalara böldükçe başka kancalara asm ıştır. Böylesine
birşeye kimin bakabildiğine bak"^’. Bedenin, gayet açık bir
şekilde hatırlatılan kasaplık biçimi içinde sonsuz parçalara
bölünerek yokcdilmesi burada seyir unusuruna eklenmektedir;
her parça sergiye konulmaktadır.
Azap çektirme tam bir zafer töreni içinde tamalanmak-
tadır; ama tekdüze akışı içinde aynı zamanda dram atik çe­
kirdek olarak, bir çarpışma sahnesini de içermekteydi: bu,
celladın "işkence gören üzerindeki hemen ve doğrudan eylemi­
dir. Tabii ki bu kurallan olan bir eylemdir, çünkü örf ve mah­
kûmiyet ilâmı -çoğu zaman açık bir şekilde- bunun başlıca
bölümlerini hükme bağlamaktadırlar. Cellat yalnızca yasayı
uygulayan kişi olmakla kalmamakta, aynı zamanda gücü ser­
gileyen kişi de olmaktadır; suçun şiddetine egemen olmak için,
ona karşı uygulanan bir şiddetin ajanıdır. Bu suçun maddi ve
fizik olarak karşıtıdır. Bazen acıyan, bazen de gözü dönmüş
bir karşıt, bir hasımdır. Damhourdiörc çagdaşlannın birço­
ğuyla birlikte, cellatların kötülük yapmış olan işkence gören
kişileri elleri altındaki bir hayvanmış gibi tekmeleyerek ve
öldürerek, onlara karşı her tür gaddarca muameleyi yaptık"-
larından yakınnnaktâydı^^ Ve bu alışkanlık uzun süre kaybol-
31 A .B r u n e a u , Oburv«tions et mtuimes sur les maliires crimineUes, 1 7 1 5 , s.
25 9 .

63
m ayacaktır^. Azap çektirme töreninde hâlâ meydan okuma
ve düello vardır. Eğer cellat galip gelirse, eğer ondan kesilme­
si istenilen kelleyi bir darbede uçurursa, "onu halka göster­
mekte, yere koymakta ve sonra kendini el çırparak çok alkış­
layan halkı selamlam aktadır"^. Bunun tersine eğer başansız
olursa, gerektiği gibi öldürmeyi başaramazsa, ceza alabilir
duruma gelmektedir. Kurbanını kurallara uygun bir şekilde
parçalamayı başaramadığı için, onun organlannı bıçakla kes­
mek zorunda kalan Damiens'in celladının durumu böyle olmuş­
tur; ona vaad edilm iş olan işkence atlan, bedeli fakirlere
tahsis edilmek üzere müsadere edilmişlerdir. Bundan birkaç
yıl sonra Avignon celladı, aslında korkunç kişiler olan ve
asması gereken üç hayduta çok fazla acı çektirince, seyirciler
kızmışlar, celladı kınamışlardır; bu durumda onu cezalandır­
mak, hem de halkın intikamından kurtarmak üzere hapse at­
m ışlardır^. Ve beceriksiz celladın bu cezalandınlışm ın arka­
sında, henüz çok yakın tarihlere kadar süren bir geleneğin
profili belirmektedir; bu gelenek infazın başansızlığa uğra­
ması halinde mahkûmun affedilmesini talep etmekteydi. Bu
bazı ülkelerde açıkça yerleşik olan bir örftü^. Halk bunun uy­
gulanmasını bekliyordu ve bu yolla ölümden kurtulan bir
mahkûmu koruduğu da oluyordu. Hem bu örfü, hem de bu bek­
lentiyi yokedebilmck için eski "darağacı avını kaçırm az" sö­
zünü geçerli kılmak gerekmişti; idam kararlanna açık hü­
kümlerin dahil edilmesine dikkat etmek gerekmişti; "Ölüm
gerçekleşene kadar asılacak ve boğulacak", "hayatın sona er-

32 J. d o D a m b o u d 6 r c , Prati^ue judiciaire is emses cioila. 1 5 7 2 , s. 2 1 9 .


33 6 T e m m u z 1 8 3 7 t a r ih li la Cazelte des trıbuftatae, foumat of Claucesior'c
d ay an arak , bir mahkumu a s lık t a n s ^ n ra '« » o d i o m u z la r ın d a n k u t u p , o n u
k e n d i e t r a f ın d a ş id d e t l e d ö n d ü r e n v c o n a b ir ç o k d e f a 'g ü l ü n e i h t i y a r , b u
ş e k ild e y e t e r i k a d a r ö ld ü n m ü ? * d iy e r e k v u r a n v e s o n r a k a l a b a b g a d ö *
n e r e k e n u ta n m a z c a s ö z le r i a l a y a b ir h a v a d a s ö y le y e n * b ir c e l l a d ı n ‘ c a ­
n a v a r c a v e m ıg d e b u b n d ı n a * tu tu m u n u a k ta r m a k ta d ır .
34 1 7 3 7 d e v e r g i d e n m u a f a s k e r M o n iig n y 'n in i n f a z ı s ır a s ın d a s a h n e y i k a ^
d e d e n , T .S . C u c u l e l l e 't i r . K r ş ., R .A n c h d , Crimes et ckdıimenis ou XV[fr
sücle. 1 9 3 3 . s . 6 2 .6 9 .
35 K rş ., L .D u h a m c l. Les ericutûms capiiales i Avigtvn, 1 8 9 0 , s.
36 Ö r n e ğ in B u r g o n y a 'd a , k r ş ., C h a ss a iK C , Burgurtdi, fol. sS.

(A
meşine kadar". Ve Serpillon veya Blackstone gibi hukukçular
XVIII. yüzyılın ortasında, celladın başansızlığa uğramasının
mahkûm açısından hayatının kurtulduğu anlamına gelmediği
olgusu üzerinde ısrar etmişlerdir^. İnfaz töreninde hâlâ tann
sınaması ve yargısına ilişkin, şifresi çözülebilir birşeyler bu-
lunnaaktaydı. Cellat mahkûm ile olan çarpışmasında biraz da
kralın silahşoru gibiydi. Ancak iğrenç ve kınanan bir silahşor:
Gelenek görünüşe göre cellatlık beratının mühürlendikten
sonra masaya konulmayıp, yere atılmasını gerektirmekteydi.
Bu "çok gerekli", ama “doğaya aykın görev“j çevreleyen tüm
yasaklar bilinm ekted ir^ . İstediği kadar b ir bakıma kralın
kılıcı olsun, cellat iğrençliği hasmıyla paylaşm aktaydı. Ona
öldürm e yetkisi veren ve onun aracılığıyla mahkûma vuran
hükümdarlık gücü onda nnevcut değildi; hükünndann gücü onun
gözü dönmüşlüğüyle özdeşleşmiyordu. Ve tam da bu nedenden
ötürü, kral celladın hareketini bir af mektubuyle kestiği za­
man çok daha görkemli olarak gözükm ekleydi. Olağan du­
rumda, karar ile infaz arasındaki kısa süre (çoğunlukla birkaç
saat), affın tamamen son anda gelmesine yol açıyordu. Fakat
herhalde törenin yavaş cereyan etmesi, bu olasılığın hesaba
katılmasının sonucuydu^. Mahkûmlar bu olasılığın gerçekleş­
mesini ummakta ve işlerin uzaması için, darağacınm dibinde
b ile bazı ifşalarda bulunacaklarını iddia etmekteydiler.
Halk böyle bir durumu temenni ettiğinde, bağırarak af iste­
mekte, son anı geciktirmeye uğraşmakta, yeşil balmumu mü-

37 F .S c rp iU o n . Code crimind. 1 7 6 7 , e . III, s . 1 1 0 0 . B İA c k s lo n c ; " E g c r b ir s u ^ u


ö le n e k a d a r a s tim a y a m a h k û m o lm u ş s a , c e lla d ın b e c e r ik s i z li ğ i y ü z ü n d e n
b a z d a n t a r a f ı n d a n ö l ü m d e n k u r l a n l ı r s a , ş e r i f i n i n f a z ı y e n il e t e c e ğ i
a r k t ı r , ç ü n k ü k a r a r u y g u la n m a m ış t ır v e e ğ e r b u s a h t e m e r h a m e t e k a -
p ılın a c a k c d u r s a , b i r ç o k ih t ila t a k a p ı a ç ı l m ı ş o l a c a k t ı r ’ , C om m em tirt
fVT U code cTİntind arAngteUrre, F ra . Ç e v ., 1 7 7 6 , s . 2 0 1 .
36 O l . L o y s e a u , C in ç liores du droil dts offices, 1 6 1 3 y a y ., s . 8 0 - 8 1 .
39 K ış . S .P . H a r d c y , 3 0 O c a k 1 7 6 9 , s . 1 2 5 , b a s ılı c il t ; H A r a . 1 7 7 9 , IV , s. 2 9 9 ;
B . A n c h c l , Crimts et Chdtiments s u XVUf^ tiicle. s . 1 6 2 - I 6 3 ’l c , b ir
s ü v a r in in g e le r e k m a h u t p a r ş ö m e n i g e t ir d iğ i s ı r a d a ç o k l a n d a r a g a o n ı n
d ib i n e v a r m ı ş o l a n A n t o i n e B o u l l c l c i z 'i n ö y k ü s ü n ü a k t a r m a k t a d ır .
" Y a ş a s ın k r a l* d i y e b a t ı r ı l m ı ş ; B o u lle le iz m e y h a n e y e g ö t ü r ü l m ü ş , b u
a r a d a k â t ip o n u n iç in Ş a p k a d o la ş b r m ış t ır .

65
hürlü af belgesini getiren habercinin yolunu gözlemekte ve ge­
rektiğinde onun gelmek üzere olduğu sanısını yaratmaktaydı
(3 Ağustos 1750de isyan ederek çocuk kaçıran mahkûmtann
infazı esnasında, bir an için böyle olmuştur). Hükümdar infaz­
da yalnızca yasanın intikamını alan güç olarak değil, aynı
zamanda yasayı ve onun intikamının alınmasını askıya ala­
bilen güç olarak da mevcuttur. Ona karşı yapılan saldınlan
silme kararını vermede tek başına olmalıdır; yargı iktidannı
icra cime işini mahkemelere bırakmışsa da, bu yetkisini onla­
ra devretmemiştir; bu gücü hem cezalan kaldırmak, hem de
icra edilmesine izin vermek üzere, eksiksiz bir biçimde koru­
m aktadır.
Azap çektirm eyi, XVIII. yüzyılda hâlâ sürmekte olan
ayinselleşmiş biçimiyle, siyasal bir işlemci olarak kavramak
gerekir. Azap çektirme mantıken, hükümdann suçun yasa ara­
d ığ ıy la kendine ulaşmış olması ölçüsünde cezalan doğrudan
veya dolaylı olarak talep ettiği, bunlara karar verdiği ve
bunlan infaz ettirdiği bir cezalandırma sisteminin içinde yer
almaktadır. Her yasa ihlalinde bir erimen majestatis vardır
ve suçlulann en küçüğünde bile muhtemel bir kral katili yer
almaktadır ve kral katili de kendi hesabına, tam ve mutlak
suçludan başka birşey değildir, çünkü herhangi bir suçlunun
tersine hükümdarlık iktidannın özel bir karar veya iradesine
saldırmak yerine, hükümdann fizik kişisinde, onun ilkesine
saldırmaktadır. Hükümdar katilinin ideal cezası, mümkün
tüm azaplann toplamını oluşturmalıdır. Bu sonsuz intikam
olacaktır: Fransız kanunlan her halükârda bu cins bir cana­
varlığa karşı sabit bir ceza öngörmüyorlardı. Ravaillac'a ve­
rilen cezayı, Fransa'da uygulanan en gaddarlarını birbirleriy-
Ic birleştirerek icat etmek gerekmişti. Damiens için çok daha
dehşetlilerini düşünmek gerekmişti. Bazı projeler ortaya çık­
tı, ama bunlar yetersiz bulundu. Bunun üzerine Ravaillac sah­
nesi yeniden ele alındı. Ve eğer GuiIIaume d'Orange'ın katili­
nin 15S4'te intikamın sonsuzluğuna nasıl terkedildiği hatır­
lanacak o lu r s a , ılımlı k a lın d ığ ın ı k a b u l etmek gerekir. İlk

66
gün fokur fokur kaynayan bir kazanın bulunduğu meydana
götürüldü, darbeyi indirdiği kolu bunun içine sokuldu. Ertesi
gün kolu kesildi. Kol ayağına düşünce o da bunu hemen aya­
ğıyla daragacmm altına itti; üçüncü gün memeleri ve kol­
larının etleri kerpetenle çekildi; dördüncü gün kollarının
arkası ve butlan kerpetenle çekildi; ve böylece bu adam birbi­
ri peşi sıra onsekiz gün işkence gördü". Sonuncu gün tekerleğe
bağlandı ve "kundağa sanldı". Altı saat sonra hâlâ su istiyor
ve bu ona verilmiyordu. "Nihayet ruhu umutsuzluğa kapılma­
sın ve kendini kaybetmesin diye, cellattan onun işini bitirmesi
ve onu boğması islendi"*.

★ ★ ★

Azap çektirmelerin varlığının bu iç örgütlenmeden başka


daha birçok şeye bağlandığında hiçbir kuşku yoktur. Ruseho
vc Kirehheimer burada, işgücünün yani insan bedeninin kendi­
ne endüstriyel tipten bir ekonomide atfedilecek olan yarara
vc ticari değere sahip olmadığı bir üretim rejiminin etkisini
görmekte haklıdırlar. Aynı zamanda, bedenin "küçümsen­
m esin in de ölüm karşısındaki genel bir tutuma atıfta bulun­
duğu kesindir; vc bu tutumun içinde hırisliyanlığa özgü değer­
ler kadar, demografik ve bir bakıma biyolojik bir konum da
keşfedilecektir: hastalık vc açlığın yol açtığı yıkıntılar, sal-
gınlann devrevi katliam lan, müthiş bir çocuk ölümü oranı,
biyo-ekonomik dengelerin narinliği; bütün bunlar ölümü alı­
şılmış birşey haline getirmekte vc çevresinde onu bütünleştir­
mek, kabul edilebilir kılmak vc sürekli saldırganlığına bir
anlam vermek için yapılan ayinlere neden olmaktaydı. Azap
çektirme uygulamasının varlığını uzun bir zaman sürdürmüş
olmasını çözümlemek için, konjonktür olgularına başvurmak
da gerekir; ceza adaletini Devrim arefesine kadar yönetmiş
olan 1670 kararnamesinin, eski fermanlann katığını bazı nok-

40 Branlömc, M^tiKİres. La vie des hommes ühisirts, 1722 yay., c II, S. 191­
191

67
talarda daha da ağırlaştırmış olduğunu unutmamak gerekir;
metinleri hazırlamakla yükümlü devlet görevlileri arasında,
kralın niyetlerini temsil etmekte olan Pussort, Lamoignon gibi
bazı yargıçlara rağmen bunun böyle olmasını dayatmıştır; kla­
sik çağın ortasında hâlâ çok sayıda ayaklanmanın olması, iç
savaşların yaklaşan uğultusu, hükümdann iktidannı parla­
mentoların aleyhine artırmak istemesi, "katı" ceza rejiminin
sürüp gitmesini büyük bölümü itibariyle açıklamaktadırlar.
Azap çektirmeye yönelik bir ceza sistemini açıklamak
üzere, burada genel ve bir bakıma dışsal nedenler bulunmak­
tadır, bunlar fizik cezalann uzun zaman sürmelerini ve olabi­
lirliklerini, onlara yöneltilen itirazların zayıflığını ve ol­
dukça soyutlanm ış durumda kalmak özelliklerini açıkla­
maktadırlar. Ama bu tabanın üzerinde, onun belirgin işlevle­
rini ortaya çıkartmak gerekir. Azap çektirme eğer adli uygu­
lamaya bu kadar derinlemesine işlediysc, bunun nedeni gerçe­
ği açığa çıkartan ve iktidan gerçekleştiren unsur olmasıdır.
Yazılının sözel olana, gizlinin halka açık olana, soruşturma
sürecinin itiraf işlemine eklemleşmesini sağlamakta; suçun
suçlunun göze görünür bedeni üzerinde yeniden üretilmesine ve
oraya geri döndürülmesine olanak vermekte; suçun aynı dehşet
içinde açığa çıkmasını ve kendini iptal etmesini sağlamak­
tadır. Ayrıca mahkûmun bedeni hükümdarlık kovuşturması­
nın yeri, iktidarın dışa vurumu için bir demirleme noktası,
güçler arasındaki benzemezliği belirtmenin fırsatı haline gel­
mektedir. tleride, gerçek'iktidar ilişkisinin tüm cezalandır­
ma mekanizmalannın merkezinde yer aldığım ve çağdaş ceza
uygulamalannda da bulunduğunu -am a çok başka bir biçim
altında ve çok farklı etkilere sahip olarak- görülecektir. Ay­
dınlanma çağı onların ”canavarlık"lannı ilân ederek, azap
çektirmeye yönelik uygulamalan küçük düşürmekte gecik­
meyecektir. Azaplar bizzat yargıçlar tarafından da çoğu za­
man bu "canavarlık" terimiyle ifade edilmekteydiler, ama
burada eleştirel bir niyet bulunmamaktaydı. "Canavarlık"
kavramı eski ceza uygulamasının içinde herhalde azap çek-

68
tirmc ekonomisini en iyi işaret edenlerden biridir. Canavarlık
öncelikle bazı büyük suçlara özgü bir karakterdir: bu suçların
saldmda bulunduktan doğal veya pozitif, tannsal veya in­
sani yasalara; bunların yol açtıkları rezaletli gürültü patırtı­
ya veya tersine, işlenirken gösterilen gizli kurnazlıklar; bu
suçlann faili ve kurbanlan olanlann mertebe ve statülerine;
onlara atfedilen veya yol açtıklan düzensizliklere; yarat­
tıkları dehşet duygusuna atıfta bulunmaktadır. Öte yandan
ceza, suçu herkesin gözleri Önüne tüm ağırlığı içinde sermek zo­
runda olduğu ölçüde bu canavarlığı yüklenmek durumundadır:
onu kamuya açık hale getiren itiraflar, söylevler ve yapıtlar
aracılığıyla gün ışığına taşımak zorundadır; onu suçlununu be­
denine aşağılama ve acı biçiminde uygulayan törenlerde yeni­
den üretmek zorundadır. Canavarlık cezanın, onu gün ışığına
çıkartmak üzere azap çektirme halinde geri döndürdüğü suçun
bir parçasıdır. Azap çektirme, cezalandırılan şeyin gerçekli­
ğini oluşturan süreç içinde yer almaktadır. Ama daha fazlası
da vardır: bir suçun canavarlığı, aynı zamanda hükümdara
meydan okumanın şiddetidir; işte bundan ötürü hükümdann bu
canavarlığı aşmaya, ona egemen olmaya, onu bir aşırılıkla
iptal ederek ona üste gelmeye yönelik bir işlevi olan karşılığı
harekete geçirecektir. Azap çektirme süreci içinde hiç eksik
olmayan canavarlık, demek ki çifte bir rol oynamaktadır:
suçun ceza ile bağlantılı olması ilkesi olmasının yanı sıra, ce­
zanın suça nazaran doho azgın olmasıdır. Canavarlık aynı
anda hem gerçeğin, hem de iktidarın gözler önüne serilmesini
sağlamaktadır; sona eren soruşturmanın ayinsel çerçevesi ve
hükümdarın zafer kazandığı törendir. Ve bu ikisini suçlunun
bedeninde birleştirmektedir. XIX. yüzyıl ceza uygulaması,
gerçeğin ''soğukkanlı" araştırılması ile cezanın içinden lam
anlamıyla yokcdilcmcycn şiddet arasına mümkün olduğunca
mesafe koymaya çalışacaktır. Yaptırım uygulanması gereken
suç ile kamusal iktidar tarafından dayatılan cezayı birbirle­
rinden ayıran benzeşmezliği vurgulamaya özen gösterilecek­
tir. Gerçek ile ceza arasında artık yalnızca meşru bir tutar-

69
lıhk ilişkisi olacaktır. Yaptırım uygulayan iktidarın artık
kendini, cezalandırmaya kalktığından daha büyük bir su<;la
lekelememesi gerekmektedir. Verdiği ceza konusunda masu*
miyetini koruması gerekmektedir. "Bu cins işkenceleri yasak­
lamak için acele edelim. Bunlar yanlızca Romalıları yöneten
taçlı canavarlara layıktı"^^ Fakat bir önceki dönemin ceza
uygulamasına göre, hükümdann azap çektirmesi ile suçun ya­
kınlıkları, bu esnada "kanıtlama" ile ceza arasında meydana
gelen kanşma barbarca bir kanşıklığın ürünü değildi; burada
gündemde olan şey canavarlığın mekanizması ve zorunlu bağ­
lantılarıydı. Cezanın canavarca olması, alçaklığın mutlak
güç tarafından ayinsel olarak giderilmesini örgütlüyordu.
Hata ve cezanın birbirleriyle bağlantılı olm alarını ve
canavarlığın biçimi içinde birbirlerine bağlanmaları, belli be­
lirsiz bir şekilde kabul edilmiş olan bir kısasa kısas yasasının
sonucu değildi. Cezalandırma ayinlerindeki belli bir iktidar
mekaniğinin sonucuydu: etkisini yalnızca beden üzerinde doğ­
rudan gösterdiğini gizlemeyen, aynı zamanda fizik dışa vu-
rumlanyla kendini yücelten ve güçlendiren bir iktidar; kural­
ları ve yükümlülükleri, ihlal edilmeleri bir saldın oluşturan
ve bir intikama yol açan kişisel bağlar olarak değerlendiren
bir iktidar; itaatsizliği bir husumet, onun ilkesi içinde iç sa­
vaştan çok farklı olmayan bir ayaklanma başlangıcı sayan bir
iktidar; yasaların neden uygulandığını kanıtlamak zorunda
olmayan, ama düşmanlarının kimler olduklarını ve onları
tehdid eden hangi güç boşalmalarının bulunduğunu gösterme
durumunda olan bir iktidar; kesintisiz bir gözetim altında tut­
mayı sağlayamadığı için, etkisini yenilemeyi kendine özgü
dışa vurumtarın parlaklığı içinde arayan bir iktidar; üst ikti­
dar olma gerçeğini gözler önüne ayinsel olarak sererek yeniden
güç kazanan bir iktidar.

★ ★ ★

41 C.E.de Pastoret, hükümdar katilleri hakkında, Des lois p^nates, 1790, II,
s. 61.

70
ö t e yandan, "canavarca” olma ayıbını taşımayan ceza­
ların yerine "insani olma şerefini üstlenecek olan cezaların
ikâme edilmelerine yol a<;acak tüm nedenler arasında bir ta­
nesi vardır ki, hemen çözümlenmesi gerekir, çünkü bizzat azap
çektirmenin içindedir: Hem onun işleyişinin unsurudur, hem de
sürekli düzensizliğinin ilkesidir.
Azap çektirme törenlerindeki baş kişi, bu törenlerin ger­
çekleşm esi için gerçek vc dolaysız mevcudiyeti talep edilen
halktır. Bilinecek, ama nasıl cereyan ettiği bir sır olarak ka­
lacak olan bir azap çektirm enin hiçbir anlam ı olamazdı.
Azap çektirm enin örnek oluşturması yalnızca en küçük yasa
ihlâlinin bile güçlü bir cezalandırılma tehlikesi taşıdığının
bilincinin uyandırılması için değil, aynı zamanda suçlunun
üzerinde şiddet uygulayan iktidarın seyri yoluyla bir dehşet
etkisini harekete geçirmesi için de istenilen birşeydi: "Ceza
alanında en güç nokta cezanın verilmesidir: bu sürecin amacı
vc sonudur, ve suçluya iyi uygulandığı taktirde yaratacağı
örnek vc dehşetle elde edilen tek üründür"^.
Fakat bu dehşet sahnesinde halkın rolü ikirciklidir. Se­
yirci olarak çağrılmıştır; gösterilere, suçun herkesin önünde
itiraf edilm esine davetlidir; kazıklar, darağaçları, idam di­
rekleri meydanlarda veya yol kenarlarında kurulmakladır;
işkenceden geçenlerin cesetlerinin, büyük bir olasılıkla suçu
işledikleri yer olan noktalarda günlerce bırakıldığı olmak­
tadır. İnsanların bilmeleri yetmez, gözleriyle görmeleri de ge­
rekir. Çünkü korkmalan gerekir; ama aynı zamanda çünkü, ce­
zalandırmanın kefilleri olarak tanık olm aları vc çünkü belli
bir noktaya kadar bu işe katılmaları gerekir. Tanık olmak,
onların sahip oldukları vc üstlendikleri bir haktır; gizli tutu­
lan bir azap çektirme, ayrıcalıklı kişiye uygulanan işkence­
dir, ve böylesine durumların çoğunda işkencenin tüm katılı­
ğıyla uygulanmadığından kuşku duyulmaktadır. Kurbanın son
anda bakışlardan gizlenmesine itiraz edilm ektedir. Kansını

42 A. Bruntfau,op.o'l., 1713, blrind bölümünün sahile numorasu; Önsözü.

71
öldürdüğü için teşhir edilen posta idaresi genel veznedan,
sonra kalabalıktan uzaklaştırılm ıştır: "onu kapalı bir ara­
baya bindirdiler; eğer iyi korunuyor olmasaydı, onu yuhala­
yan halktn kötü muamelesine karşı güvenceye almak zor olur­
du"*^. Lescambot kadın asıldığında, yüzü T?ir cins tülbentle"
gizlenm eye çalışılm ıştır; "boynunda ve başında bir mendil
vardır, bu durum halkın çok mınldanmasna ve onun Lescambot
olmadığını söylemesine yol açmıştır"^^. Halk işkenceleri ve
azap çektirilenlerin kim olduğunu görme hakkına sahip çık­
maktadır'^. Bu azap çektirmeye kablma hakkı da vardır, uzun
uzadıya dolaştınlan, teşhir edilen, aşağılanan mahkûm, suçu­
nun defalarca hatırlatılan dehşetiyle birlikle, seyircilerin
hakaretlerine, bazen de saldmlarına sunulmaktadır. Halkın
intikamı, hükümdann intikamının içine sızmaya davet edil­
mekteydi. Bu hiç de halkın intikamının kralın intikamının te­
meli olmasından ve kralın halkın kinini kendi doğrultusuna
yöneltmek istemesinden olmamaktaydı; bunun böyle olmasının
nedeni, kralın "düşmanlarından intikam almaya" giriştiğinde,
halkın yardım etme durumunda olmasından ve özellikle de bu
düşmanlan halkın içinde yer aldığında, bu katkıda bulunma
durumunun artmasından kaynaklanmaktaydı. Sanki halk kra­
lın intikamına bir "darağaa hizmeti" ile katkıda bulunmak
zorundaymış gibi olmaktaydı. Bu "hizmet" eski kararnameler­
de öngörülmüştü. Dine küfür edenlere ilişkin 1347 tarihli fer-
m an,bunlann "sabah duasından ölüm saatine kadar" kazığa
bağlı olarak teşhir edileceklerini-.." ve bunların suratına ça­
mur ve diğer pisliklerin atılabileceğini, ama taş ve diğer yara-
la y ıa şeylerin olm ayacağını...” öngörm ekteydi. "Eğer aynı
suçu tekrar işlerse, ikinci keresinde resmi pazar kurulduğu gün­
de kazığa bağlanmasını ve üst dudağının yanlarak, dişlerinin

43 S-P.Hardy, cl.. s. 328.


44 T.S. Cueulcttc, Zıkr., R. Anchd. opxil.. 5 .7D-71.
45 G i y o t i n i n i lk k u l l a n ı l ı ş ı n d a , C h r o n i q u e d e P a r i s h a lk ı h i ç b i r ş e y
g ö r e m e d iğ in d e n y a k ın ıy o r v e 'i ş k e n c e y ^ m i z i b iz e g e r i v e r in ' d iy e ş a r la
s ö y lü y o r d u . K r ş ., J .L a u r e n c e , A H tU o ıy of eopiui puniüiment, 1 ^ 2 , s 7 I
vd.

72
görülmesini irade ederiz." Azap çekiirm eye bu katılış biçimi
klasik dönemde artık kuşkusuz, sınırlandm lm ak istenilen bir
hoşgörüden ibaret hale gelmiştir: yol açtığı barbarlıklardan
ve cezalandırma yetkisinde meydana getirdiği aşındırmalar*
dan ötürü. Fakat bu katılım tamamen kaldm lamayacak ka­
dar azap ekonomisinin içinde yer almaktaydı. XVIII. yüzyıl­
da hâla, Montigny’yc uygulanan işkencelere eşlik edenleri
gibi sahneler görülmekteydi; cellat mahkûmu idam ederken,
haldeki balıkçı kadınlar kafasını kestikleri bir manken do­
laştırıyorlardı^^. Ve arasında yavaş yavaş dolaştırdıklan
suçluları halka karşı birçok kereler "korum ak" gerekmişti
-hem örnek, hem de hedef olarak; hem ileriye yönelik bir
tehdit, hem de aynı anda hem vaad edilen, hem de yasakla­
nan av olarak-. Hükümdar kalabalığı iktidarının dışa vuru­
mu na çağırarak, kendine bağlılık işareti haline getirdiği şid­
det gösterilerine bir an için hoşgörü göstermekte, ama bunlara
hemen kendine ait ayrıcalıkların oluşturduğu sınırlan koy­
maktaydı.
Oysa, halk kendini dehşete düşürmek için düzenlenmiş
bir gösteri tarafından cezbedilerek, işte tam bu noktada ceza-
land m a iktidara yönelik reddini ve bazen de isyanını hız­
landırabilir. Adaletsiz olarak kabul edilen bir infazı engelle­
mek, bir mahkûmu celladın elinden çekip alm ak, onun affedil­
mesini zor kullanarak sağlamak, cellatlan daha sonradan iz-
Icnnek ve onlara saldırmak, yargıçlan lânetlcm ek ve karar­
lara karşı gürültü patırtı çıkartmak; bütün bunlar azap çek­
tirme ayinlerini çoğu zaman kuşatan, onlann içinden geçen ve
onları sarsalayan halk hareketlerinin için d e yer alm ak­
tadırlar. Bu durum tabii ki mahkûmiyetlerin ayaklanmalara
karşı verildiği hallerde sıklaşm aktadır: Kalabalığın, isyan
ettikleri kabul edilen üç mahkûmun infazını önlemek istediği
çocuk kaçırma olayında böyle olmuştur; bunlar "daha az çıkışı
ve korunacak geçit yeri olduğu için" Saint-Jean mezarlığında

46 T .S .C u c u t c t le , Z ik r. R .A n d ıe ] , 6 3 . O ü y 1737*110 g c o n < ^ l c d ir .

73
Hapishanenin Doğuşu

Üzerinde yer almaktadır. Ama bundan da fazlası vardır; bu


üretim kurala bağlanmıştır. Azap çektirme bedene saldırı
tipini; acının niteliğini, yoğunluğunu, uzunluğunu suçun
ağırlığıyla, suçlunun kişiliğiyle, kurbanlarının mertebesiyle
ilişkilendirmektedir. Bunun hukuki bir kodu vardır; ceza
azap çektirmeye yönelik olduğunda, bedenin üzerine ras-
lantıyla veya blok halinde inmemektedir; ayrıntılı kurallara
uyğun olarak hesaplanmıştır: vurulan kamçı sayısı, kızgın
demirin basılacağı yer, odun yığını veya tekerlek üzerinde­
ki can çekişmenin uzunluğu (mahkeme, işkence ğören ki­
şinin ölüme terk edilme yerine hemen boğulmasına mahal
olup olmadığını ve bu merhamete yönelik hareketin ne ka­
dar zaman sonra olması gerektiğine karar vermektedir),
uygulanacak sakatlamanın tipi (el kesme, dil veya dudak
delme). Bütün bu çeşitli unsurlar cezaları artırmakta ve
bunlar mahkemesine veya suçuna göre birbirleriyle birleş­
mektedirler. Rossi "yasa haline getirilmiş Dante şiiri" de­
mekteydi; her halükârda uzun bir fizik-cezai bilgi. Azap
çektirme bunun dışında, ayinsel bir çerçevenin içinde yer
almaktadır. Cezalandırma ibadetinin bir unsurudur ve iki
talebe cevap vermektedir. Kurbana nazaran belirleyici ol­
malıdır: bu uygulamanın kurbanı olan kişiyi ya beden üze­
rinde bıraktığı yara iziyle ya ona eşlik eden gösteriş ile le­
kelemeye yöneliktir; azap çektirme, suçu "temizlemek"
gibi bir işleve sahip olsa bile, bir uzlaşma sağlamamaktadır;
bizzat mahkûmun bedeninin çevresine, daha doğrusu üze­
rine silinmeyecek işaretler çizmektedir; insanların belleği
hiç değilse teşhirin, kazığa bağlanmanın, usulüne uyğun
olarak seyredilen işkence ve acının anısını koruyacaktır. Ve
onu dayatan adalet cephesinden, azap çektirme parlak ol­
malı, herkes tarafından fark edilmeli ve biraz da bir zafer
olarak algılanmalıdır. İcra edilen şiddetin aşırılığı, bizzat
onun şanının parçalarından biridir: yakılan cesetler, rüzgâ­
ra savrulan küller, kaldırım taşları üzerinde sürüklenen,
74
Azap Çektirmenin Görkemi

yol kenarında teşhir edilen vücutlar. Adalet, bedeni müm­


kün her acının ötesinde de takip etmektedir.
Ceza amaçlı azap çektirme her bedensel cezayı kapsa­
mına almamaktadır: o farklılaştırılmış bir acı üretimi, kur­
banların damgalanmaları ve ceza veren iktidarın dışavuru­
mu için düzenlenmiş ayinsel bir çerçevedir ve hiç de
ilkelerini unutarak tüm itidalini kaybeden bir adaletin öfke
bunalımının ürünü değildir. Azap çektirmenin "aşırıbkla-
n"nın içinde koskoca bir iktidar ekonomisi yer almakta­
dır.

.\zap çektirilen beden öncelikle, suçun gerçekliğini gün


ortasında üretmek zorunda olan yargısal tören çerçevesinin
içinde yer almaktadır.
İngiltere'nin meydana getirdiği büyük istisnanın dışın­
da, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Fransa'da da tüm
ceza usulü karar aşamasına kadar gizli kalmaktaydı; yani
yalnızca halka değil, aynı zamanda bizzat sanığa da gizli
kalmaktaydı. Bu usul o olmadan veya en azından onun it­
hamı, yüklemeleri, tanıklıkları, kanıtları bilmesine olanak
olmadan cereyan etmekteydi. Cezai adalet düzeninde bilgi,
takibatı yapanın mutlak ayrıcalığıydı. 1498 fermanı, bilgi
toplamaya ilişkin olarak "olabildiğince özenle ve gizlice"
demekteydi. Bir önceki dönemin sertliğini özetleyen ve ba­
zı noktalarda da güçlendiren 1670 kararnamesine göre, sa­
nığın usul sürecinin parçalarına dahil olması olanaksızdı,
muhbirlerin kimliğini bilmesi olanaksızdı, tanıkları red­
detmeden önce tanıklıkların yönünü bilmesi olanaksızdı,
kendi yanındaki doğrulayıcı olguları davanın sonuna kadar
geçerli saydırtması olanaksızdı, ister usule uyulup uyulma­
dığını gözetmek, ister savunmaya katılmak üzere bir avu­
kat bulundurması olanaksızdı. Yargıç ise kendi cephesin-

I 75
(tnıııitlr tlııyut.ımıyo^]t1^dı^^ Iştc ancak adaletin kendini hal*
kın oniıiHİo J ı ^ vurduğu yerde, halkın tamk ve adeta bu ada­
lelin yardımcısı olarak davet edildiği yerde müdahale ede­
bilmekte ve bunu ancak fizik olarak yapabilmekteydiler: ce­
zalandırma mekanizmasının içine zorla girmek ve onun etki­
lerini yeniden bölüştürmek; cezalandırma ayinlerinin şiddeti­
ni başka bir yönde yeniden başlatmak. Cezalar arasında top­
lumsal sınıflara göre fark olmasına karşı çalkantı: 1781'de
Champrö köyü papazı oraların senyörü tarafından öldürül­
müştü ve bu adam deli olarak yutturulmaya çalışılıyordu:
“papazlarına aşın bağlı olduklanndan ötürü öfkeye kapılan
köylüler, önce senyörlerine karşı her türlü aşınliga başvurma­
ya hazırmış gibi görünerek, şatoyu yakacakmış gibi yapmış­
lardı... Herkes, bu kadar korkunç bir cinayetin cezalandıntma
olanaklannı ortadan kaldıran bakanlığın hoşgörüsüne karşı
haykırıyordu"^. Sık meydana gelen ve fazla ağır sayılmayan
suçlara (kapısı kırılarak girilen evden yapılan hırsızlık g i­
bi) verilen çok ağır cezalara karşı da çalkantı; veya hizmet­
çilerin yaptıklan hırsızlık gibi toplumsal konumlara bağlı
olan bazı yasa ihlâllerini cezalanoıran bazı cezalara karşı
çalkantı; bu suça verilen ölüm cezası çok fazla memnuniyetsiz­
liğe yol açmaktaydı, çünkü hizm etçiler çok sayıdaydılar,
böylesine bir konumda masumiyetlerini kanıtlannalan güçtü,
patronlannın kötü niyetine kolaylıkla kurban gidebilirlerdi
ve böylesine durumlara göz yuman bazı efendilerin hoşgörüsü,
suçlanan, mahkûm edilen ve asılan hizmetkârlann başına ge­
lenleri çok daha haksız kılmaktaydı. Bu hizmetçilerin infaz­
ları çoğu zaman itirazlara yol açmaktaydı^. 1761'de Paris'te,
efendisinden yünlü bir kumaş parçası çalan bir hizmetçi kadın
için ufak bir ayaklanma olmuştu. Çalman şeyin geri verilme­
sine rağmen yalvarmalara rağmen efendi şikâyetini geri al­

sı C .D u p a ly , M^moires pour trois hammn cor\damni$ 4 U nve, 1786, s. 247.


52 S .P .H a r d y , 14 O c a k 1 7 8 1 , t IV , s. 3 9 4 .
53 B u d n s m a h k û m iy e t le r in y a r a l l ı ^ m e m n u n iy e t s iz lik k o n u s u n d a , k r ş .,
H a r d y , c l , s . 3 1 9 , 3 6 7 ; c . III, s . 2 2 7 -2 2 8 ; c IV , s . 180 .

76
mayı istememişti: infaz günü mahalleli asılmayı engellemiş,
tüccann dükkanım istila etmiş, burayı yağm aiam ıştı: Hiz-
met<;i sonunda affedildi; fakat kötü efendiyi iğnelerle delik
deşik eden bir kadın üç yıl sürgün cezasına çarptınldı^.
XVIII. yüzyıla ilişkin olarak, aydın kamu oyunun filozof­
lar ve bazı yargıçlarla -C alas, Sirven, La Barre şövalyesi-
birlikte m üdahale ettiği büyük adli olaylar bilinm ektedir.
Ama ceza uygulaması etrafında nneydana gelen şu halk hare­
ketlerinin tümünden daha az söz edilmektedir. Nitekim, bu
hareketler bir kentin, bazen de bir mahallenin ölçeğini nadi­
ren aşmışlardır. Ancak gene de gerçek bir öneme sahip olmuş­
lardır. Ya bu alttan kaynaklanan hareketlerin yayılması d a ­
ha iyi konumdaki insanların dikkatini çekerek, onların da
katılmalanyla yeni bir boyut kazanma la nndan ötürü (Devri­
mi önccleycn yıllar esnasında, 1785’te babasını öldürdüğüne
yanlış olarak kanaat getirilen Catherine Espinas; Dupaty'nin
onlar için 1786’da ünlü muhtırasını yazdığı Chaumont'da te­
kerleğe gerilen üç kişi, veya Rouen parlamentosunun 1782*de
zehirle adam öldürm e suçundan yakılmaya mahkûm ettiği,
ama cezası 17S6'da hâlâ infaz edilmemiş olan şu Marie-Fran-
çoise Salmon olayları böyle olmuştur), ya da özellikle, bu
çalkantıların ceza adaletinin ve onun örnek olması gereken d ı­
şa vurumlannın etrafında sürekli bir kaygıyı beslemelerinden
ötürü bu önem e sahip olmuşlardır. Darağaçlannm çevresinde
sükûneti sağlamak için kaç kere "halk için üzücü'* önlemlerin
ve "otorite için aşağılay ia" tedbirlerin alınm ası gerekm iş­
tir^. Büyük ceza gösterisinin, bizzat bunun yönelik olduğu ki­
şiler tarafından tersine döndürülme tehlikesini taşıdığı iyice
görülmekteydi, işkencelerin yarattığı büyük dehşet, fiili du­
rumda yasadışı ocakları tutuşturmaktaydı: İnfaz günlerinde
çalışmaya ara veriliyor, meyhaneler doluyor, yetkililere kü­
für ediliyor, cellada, muhafızlara ve askerlere hakaretler

54 A k la r a n R .A n c h « l, c .2 2 6 .
55 M a r q u is « T A r g e n ^ n ,c IV ,& 2 4 1 .

77
veya taşlar fırlatılıyordu; ya kurtarmak, ya da daha acım a­
sız bir şekilde Öldürmek üzere mahkûm ele geçirilmeye çalışı­
lıyordu; kavga ediliyordu ve hırsızlar için darağacı çevresin­
deki bu itiş kakış ve meraktan daha iyi hiçbir fırsat çıkm ı­
yordu^. Ama özellikle -v e bu sakıncalar işte bu noktada siya­
sal bir tehlike haline gelm ekteydiler-, halk en çok, suçu iğ­
renç ve iktidarı yenilmez olarak gösterme durumunda olan bu
ayinler esnasında kendini cezaya çarptınlanlara yakın his­
setmekteydi; kendini en çok bu anlarda, tıpkı mahkûmlar gibi
ne dengesi, ne de ölçüsü olan yasal bir şiddetin tehdidi altında
hissetmekleydi. Halkın bir tabakasının tümünün, bizim küçük
suçlular adını vereceklerim izle -serseriler, sahte dilenciler,
kötü fakirler, yankesiciler, yataklık edenler ve çalıntı mal
satanlar- olan dayanışması oldukça sürekli bir şekilde dışa
vurulmuştur; Polis kuşatmalarına direnme, muhbirlerin peşine
düşülmesi, gözcüler veya dedektiflere saldın gibi olaylar bu
duruma tanıklık etmekteydiler®^. Oysa, ceza ve polis baskı­
sının amao haline gelm ekle olan nokta, bu dayanışmanın kı-
nlmasıydı. Ve işte bu azap çektirme töreninden, şiddetin ani­
den tersine dönebildiği bu belirsiz bayramdan, hükümdarın
iktidarından daha çok bu dayanışmanın güçlenmiş olarak çık­
ması tehlikesi vardı. Ve XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyıl ısla­
hatçıları, infazların sonuçla halkı yalnızca korkutm akla
kalm adıklarım unutm ayacaklardır. Bu ıslahatçıların ilk
feryatlarından biri bunların kaldırılması yönünde olmuştur.
Azap çektirme oyununda halkın müdahalesiyle ortaya
çıkan siyasal sorunu çerçeveleyebilmek için iki sahnenin zik­
redilmesi yeterli olacaktır. Bunlardan biri XVII. yüzyılın so­
nunda meydana gelmiştir; olay Avignon'da geçmiştir. Burada
canavarlık tiyatrosunun başlıca unsurlan karşımıza yeniden
çıkmaktadır: Cellat ile mahkûmun fizik çarpışmaları, düel­
lonun tersine dönüşü, halkın celladın peşine düşmesi, mahkû-

36 H a rd y b u n a iliş k in b ir ç o k ö m e k a k la n n a k la d ır . Ö m e ^ n , ecza l e k e n i n i n
b ir in fa z ı a c y rc tm o k y e r le ş tiğ i e v d e k i ş u b ü y ü k h ır s ız lık , s . IV , s . 5 6 .
57 K rş. D .R ic h c t, La France M o d r r w , 1 9 7 4 , s . 1 1 8-119.

78
mun isyan ile ceza makinesinin şiddetle tersine döndürülmesi
sayesinde kurtanlnnası. Pierre du Fort adındaki bir katilin
asılması söz konusuydu. "Ayakları basamaklarda" birçok ke*
reler "birbirlerine dolanm ıştr ve onu boşlukta sallandırtnak
mümkün olmamıştı. "Celladın onun ceketinin önünü açlığı ve
dizinin altıyla miğdesine ve karnına vurduğunu görünce; halk
ona çok fazla acı çektirdiğini görünce ve hatta onu bir süngüyle
boğazladığını sanınca... İşkenceden geçene karşı merhamet ve
cellada karşı duyulan öfkeden heyecanlanarak, ona taş attı­
lar ve aynı anda cellat iki merdiveni açarak işkenceden geçe­
ni aşağıya attı ve omuzlarının üzerine atlayarak onu ezdi, o
sırada bu celladın karısı mahkûmun ayaklarını direğin altın­
dan çekiyordu. Aynı anda onun ağzından kan gelmesine neden
oldular. Fakat ona yönelik taş yağmuru arttı, hatta asılmışın
kafasına gelenleri bile oldu, bu da celladı merdivene koşarak,
hızla aşağı inmeye zorladı, o kadar hızla indi ki, merdivenin
ortasındayken düştü ve yere önce kafası çarptı. Bunun üzerine
halk ona saldırdı. Elinde süngüsü olduğu halde ayağa kalka­
rak, kendine yaklaşanları öldüreceği tehdidini savurdu; fa­
kat birkaç kere düşüp kalkıp iyi dövüştü, çayda tamamen
çamura bulandı ve nefes nefese kaldı ve halkın büyük bir he­
yecan ve öfkesi içinde üniversiteye kadar ve buradan da Cor-
delier mezarlığına kadar sürüklenerek götürüldü. Uşağı da iyi
dövüştü, kafası ve vücudu yaralanmıştı, götürüldüğü hastane­
de birkaç gün sonra öldü. Bu arada bazı yabancı ve tanınmadık
kişiler merdivene çıkarak asılm ışın ipini keserlerken, diğer­
leri do büyük bir Miserere duası süresince asılı kalmış olan bu
kişiyi aşağı aldılar. Ve aynı anda direk devrildi ve halk cel­
ladın merdivenini parçaladı. Çocuklar direği büyük bir ace­
leyle Rhöne'a taşıdılar". Mahkûma gelince, "adaletin eline
geçmesin diye" onu bir mezarlığa, "ve buradan da Saint-An-
toinc kilisesine" taşıdılar. Başpiskopos onu affetti, hasta­
neye naklettirdi ve görevlilerin ona çok özel bir bakım gös­
termelerini istedi. Tutanağı kalem e alan kişi son olarak şunu
eklemektedir: "Orada yeni b ir elbise, iki çift çorap, ayak­

79
kabılar yaptırdık, onu tepeden tırnağa yeniden giydirdik.
McsIekdaşianmızdan kimi gömlekler, kimi çam aşır, kimi el­
diven, kimi de bir peruka verdi"“ .
Diğer sahne, bir yüzyıl sonra Paris'te meydana gelmiştir.
1775'tc, buğday isyanının ertesinde olmuştur. Halk arasındaki
aşırı gerginlik, "temiz" bir infaz beklentisi yaratm ıştır. D­
arağacı ile özenle uzakta tutulan halkın arasında çift sıra
asker, bir yandan yapılacak infazı, diğer yandan da mümkün
bir isyanı gözetim altında tutmaktadır. Bağlantı kopmuştur:
Halka açık azap çektirme, ama bunun içindeki seyirlik kısım
etkisizleştirilmiş veya daha doğrusu soyut bir korkutma hali­
ne indirgenmiştir. Adalet boş bir meydanda, silahların göl­
gesinde, â ş m ya k açm ad an infaz yap m ak tad ır, öldürdüğünü
gösteriyorsa da, bunu yukarıdan ve uzaktan yapnnaktadır: "18
ayak uzunluğundaki iki direk ancak öğleden sonra saat üçte
dikildi ve herhalde bu iş büyük bir ders olsun diye yapıldı.
Cröve meydanı ve bütün çevre saat ikiden itibaren çeşitli
süvari veya piyade birliklerine mensup takımlar tarafından
tutulmuştu; isviçreliler ve Fransız muhafızlar buraya açılan
caddelerde devriye gezmeyi sürdürüyorlardı, infaz sırasında
Gröve'e kimse sokulmadı ve çevrede askerlerin çifte bir saf
oluşturduktan, tüfeklerine süngülerini takmış olarak sırt sırta
durduktan, böylece bir sıranın meydanın dışına bakarken, di­
ğerinin de içine baktığı görülmekteydi; iki talihsiz yol boyun­
ca m asum olduklarını haykırıyorlar ve m erdiveni çıkar­
larken de aynı itirazı sürdürüyorlardı*^’ . Azap çektirme ayi­
ninin tcrkedilmeşinde, acaba mahkûmlara karşı duyulan in­
sani duygulann ne gibi bir rolleri olmuştur? Bu ikircikli ayin­
lerin etkisi karşısında, iktidar cephesinde her halükârda
siyasal bir kOrku o lu şm u ştu r .

5S L D u h a m e ) , Us eıievliotts capitates â Avignon au XVUIt sü d e, 1 8 9 0 , s . S*


6 . B u d n s t e n s a h n d e r e X IX . y ü z y ıld a h â lâ r a s ü a n m ı jt u . J . C a u r e n c e , A
History o f eapiul punisfımtnt, 1 9 3 2 , s . 1 9 5 - 1 9 8 v e s. 5 6 'd a b u n la r d a n
b a z ı l a n n ı z ik r e t m e k le d ir .
99 H a r d y , c İ t i , 11 M a y ıs 1 7 7 5 , s . 6 7 .

80
. ★ ★ ★

Bu cinsten bir kaypaklık, "darağaa söylevi" denilebile­


cek şeyin içinde açıkça görülebilmekteydi, infaz ayini mah­
kûmun suçluluğunu, halkın önünde itirafta bulunarak, yafta
taşıyarak ve hiç kuşkusuz onu zorladıklan agklanvalan y a­
parak ilân etm esini gerektiriyordu. İnfaz esnasında ona ay ­
a ca bir de konuşma fırsatı verilmekteydi; bu konuşmayı suç­
suzluğunu haykırmak için değil, suçunu ve mahkûm edilmesi­
nin adil olduğunu onaylamak için yapması gerekiyordu. Kro­
nikler bu cins söylevlerden bir sürüsünü aktarm aktadırlar.
Bunlar gerçek söylevler midir? Belli sayıda örnek itibariyle
kesinlikle öyle. Daha sonra örnek ve teşvik oluştursun diye
dolaştınlan yapay söylevler mi? Kuşkusuz bu cinsten olanları
çok daha fazladır. Örneğin, XVIII. yüzyılda Brötanya'daki
ünlü çetenin reisi olan Marion Le C offu n ölümüne ilişkin o la ­
rak aktanlanlara ne kadar inanılabilir? Darağacının üze­
rinden şöyle bağırdığı söylenmekledir "Beni işiten babalar ve
anneler, çocuklannıza iyi bakınız. Onları iyi eğitiniz; çocuk­
luğumda yalancı ve tembeldim; işe altı liard değerinde bir b ı­
çak çalarak başladım ... Daha sonra çerçileri, sığır tüccar-
lannı soydum, nihayet bir hırsız çetesini yönettim ve işte bu
yüzden buradayım. Bunları çocuklannıza anlatınız ki, hiç o l­
mazsa onlar için örnek olsun”^ . Böylesine bir söylev, terimle­
rine varıncaya kadar, halka yönelik edebiyatın içinde gele­
neksel olarak görülen ahlâka o kadar yakındır ki, ancak düz­
mece olabilir. Fakat "bir mahkûmun son sözleri" gibi bir türün
varlığı başlı başına anlam lıdır. Adalet, kurbanının maruz
kaldığı işkenceyi bir bakıma gerçek haline getirm esine ih ­
tiyaç duym aktaydı. Suçludan, suçunun iğrençliğini ilân ede­
rek, kendi cezasını kendinin onaylaması istenmekteydi; tıpkı
üç kez katil olan ]ean-Dominique Langlade'a yapıldığı gibi,
ona "hepiniz Avignon kentinde yapılan korkunç, iğrenç ve

(60) Cbrre. Documents de crimbıdogie rdirosptetive. 1896, s. 257.

81
ağlanacak eylemimi dinleyiniz, kutsal dostluk hukukunu in­
sanlık dışı bir şekilde çiğneyerek bu kente bıraktığım anı iğ­
rençtir" dedirtilmektediı^^ Halk arasında dolaşan, olayı an­
latan tek yapraklık yazılar ve ölüm destanlan, belli b ir ba­
kış açısından davanın devamıdırlar; veya bunlar, azap çek­
tirmenin gizli ve yazılı gerçeği ceza usulünden suçlunun bede­
nine, hareketine ve söylevine geçirdiği şu mekanizmayı sür­
dürmektedirler. Adalelin gerçek üzerinde temellenmek için,
bu cips düzmece söylevlere ih tiy aç vardı. Kararlan böylece,
bunlann alınmasından sonra ortaya çıkan tüm bu "kanıtlar" la
çevrelem ekleydi. Suç öykülerinin ve iğrenç hayat hikâye­
lerinin,‘davanın başlamasından önce ve çok hoşgörülü oldu­
ğundan kuşkulanılan bir adaleti zorlamak üzere, tamamen
propagandaya yönelik olarak yayınlandıklan da olm aktay­
dı. İltizam Kumpanyası kaçakçılan gözden düşürmek üzere,
onların suçlarını anlatan "bültenler" yayınlamaktaydı. 1768’
de, bir çetenin başı olan Montagne adındaki birine karşı tek
yapraklı yazılar dağıtılm aktaydı, bizzat bunlan yayına ha­
zırlayan kişi şöyle demekteydi: "Gerçeklikleri oldukça kuş­
kulu bazı hırsızlıklar onun üzerine yıkıldı...; Montagne vahşi
bir hayvan, avlanması gereken ikinci bir sırtlan olarak gös­
terildi; Auvergnelilcrin kafası kızgın olduğundan bu fikir
tultu"^.
Fakat bu edebiyatın kullanımı gibi, etkisi de kaypaktı.
Mahkûm, geniş ölçüde sergilenen bu suçlann çapı ve bazen de
gecikmiş olarak getirilen pişmanlık yüzünden kahramanlaş-
tınlm ış oluyordu. Yasaya karşı, zenginlere, güçlülere yargıç­
lara, vergi memurlarına veya gözetleme noktalarına karşı, il­
tizama ve görevlilerine karşı, insanların içinde kendini ko­
laylıkla tanıdıkları bir kavga yürütmüş olarak gözüküyordu.
İlân edilmiş suçlan, karanlığın hergün koruduğu minik m ü­
cadeleleri destan haline gelecek kadar genişletiyorlardı.

61 Zikr., DuhamcI, s. 32.


62 Puy-dc>r>Ömc arşivleri. Zikr. M.JullIard, Brigatıdoge tl emtrebandt en
hauie Auoergne au XVUle sücU, 1937, s. 24.

82
Eğer mahkûm pişmanlık getiren, kararı kabul eden, suçların­
dan Ötürü tanrıdan ve insanlardan özür dileyen bir şekilde
görünürse, onun annmış olduğu kabul edilmekteydi: kendi tar­
zında bir aziz gibi ölmekteydi. Fakat onun şanını meydana ge­
tiren yenilmezliğiydi: işkenceler esnasında teslim olm aya­
rak, hiçbir iktidarın kırmayı başaramadagı bir güç göster­
mekteydi. "İnanılır gibi gelmeyecek ama, infaz günü beni su­
çumu halkın önünde itiraf ederken heyecansız olarak gördü­
ler, sonunda çarmıhın üzerine hiçbir korku belirlisi göslerme-
don olurdum "^. Kara kahraman mı, yoksa uzlaşmaya varan
suçlu mu; gerçek hak savunucusu mu, yoksa boyun eğdirilmesi
olanaksız güç mü; halk efsanelerinin, söylentilerinin, alma-
nıikların, mavi kitaplıkların (Fransa'da X V III. yüzyılda
halka dönük edebiyat yayınlarının genel adı MAK) suçlusu,
görünüşte izlememesi gereken örneğin ahlâkı altında, bütün
bir çarpışma ve mücadele belleğini kendinde taşımaktadır.
Öldükten sonra, anılan şerefli bir şekilde saklanan ve mezar­
ları saygıyla korunan, bir cins aziz haline gelen mahkûmlar
görülm üştür^. Bunlardan bazılarının adeta tamamen olumlu
kahraman tarafına geçtikleri görülmüştür. Bunlardan bazıla­
rı için şan vc iğrençliğin birbirlerinden ayn şeyler değil de,
tersine dönebilir bir çehre içinde uzun süre birarada kalan şey­
ler olduğu görülmüştür. Bazı önde gelen çehrelerin*® çevresinde
çoğalan bütün bu suç edebiyahnın içinde kuşkusuz ne saf halin­
de bir "halkın ifadesi"ni, ne d c yukarıdan gelen uyumlu bir
propaganda vc ahlâkileştirmc girişimini görmek gerekir; bu

63 A v ig n o n 'd a 1 2 N l» a n 1 7 6 8 'd c i n f a z e d ile J.D . L a n g la d c 'm y a k ın m a s ı.


M B r ö ıa n y a 'd a 1 7 4 0 a d o ğ r u in fa z e d i l e n T a n g u y 'n in ö r n e ğ i M y l c o lm u $ iu r.
M a h k u m e d ilm e d e n ö n c e , g ü n a h o t ^ ^ r ü a s ın ın e m r i ü z e r in e u z u n b ir
tö v b e y e b a n la d ığ ı d o ğ r u d u r . S i v i l a d a le t ile d in s e l k e f a r e t a r a s ın d a bir
ç a lış m a m ı? B u k o n u d a b k z . A .C o r r e , op.cit,, «. 2 1 . c o r r e , T r e v e d y , Ü n e
Promenade d la moniagne de jutlice et d la lombe T a n g u y 'y e a t ıf y a p m a k ­
la d ır .
65 R .M a n d r o u 'n u n İki b ü y ü k d e d ik le r i; C a r lo u c h e v e M a n d r ln , b u n la r a C u il-
l e r i ’y i d e e k l e m e k g e r e k ir ; De la cullurt populaire aux XVIU al XV!lh
sUeUt. 1 9 6 4 , * . 1 1 2 . I n g ilte r e 'd e J o n a t h a n VVild. J a c k S h e p p a r d , C la u d e
D u v a l o ld u k ç a b e n z e r b ir ro l o y n a m ış la r d ı.

83
edebiyat ceza uygulamasını kuşatan iki unsurun karşılaştık­
ları yerdi; suç çevresinde, bu suça verilen ceza ile onun anısı
arasındaki mücadcleninin cereyan elliği bir cins cepheydi. Bu
anlatılanların basılabilmiş ve dağıtılabilm iş olm alannın ne­
deni, tam da onlardan ideolojik denetime yönelik etkilerin
beklenmiş olm ası^, bunlann küçük tarihin gerçeğe yakın öy­
küleri olm alarıdır. Ancak bunlann bu kadar dikkate alın­
mış olmalarının, halk sınıflarına yönelik temel okuma par-
çalannın içinde yer alm ış olm alannın nedeni, bu sınıfların
bu eserlerde yalnızca anıları değil, aynı zamanda destek nok­
taları buluyor olm alarıdır; "m erak'tan kaynaklanan ilgi,
aynı zamanda siyasal bir ilgidir. Böylece bu m etinler ak­
tardıkları olaylar, verdikleri yankı ve "ünlü" olarak ifade
edilen bu suçlulara atfettikleri şan, ve herhalde bizatihi kul­
landıkları kelimeler içinde, iki çehreli söylevler olarak oku­
nabilir ("talihsizlik", "iğrençlik" gibi kategorilerin veya
"ünlü”, "ağlanası" gibi nitelemelerin "Gallieri ve arkadaşla­
rının hayatı, büyük hırsızlıklan ve kurnazlıklannın ve ağ­
lanası ve talihsiz sonlarının öyküsü" gibi anlatılardaki kul­
lanımını incelemek gerekirdi*^.
Azap çektirilen kişinin bedeni boyunca, mahkûm eden ik­
tidar ile tanık katılım cı, bu infazın muhtemel ve "çıkıntı
yapan" kurbanı olan halkın karşılaştıklan "darağacı heye­
canlan" nı da herhalde bu edebiyata yaklaştırmak gerekir.
Koskoca bir söylev kitlesi, ayinsclleştirmek istediği iktidar
ilişkilerini iyi kanalize edemeyen bir törenin izinden koşarak
aynı çatışmaya göğüs germişti; suçlann suçlunun ölümünden
sonra ilânı adaleti haklı çıkartıyor, ama aynı zamanda
suçluyu şanlı kılıyordu. Bu yüzden ıslahatçılar, kısa bir süre
sonra bu yaprak halindeki anlatıların iptalini istediler*®.

66 A lm a n a k la r ın , te k y a p r a k t ık d e s t a n la r ın v s . b a s ım v c d a ğ ıt ım ı i l k e o l a ­
r a k s ık ı b ir d e n e t im e t a b i k a lın m ış h .
67 B u b a ş lık N o r m a n d iy a M a v i k i t a p l ı ^ n d a o ld u ğ u k a d a r T r o y e s ’d a k i n d e
d c b u lu n m a k t a d ır . K r j . , R . H e lo t, La Btbliotk^ue bleue en Normandie,
1928. ■
68 Ö r n e ğ in b k z . L a a e t c l l c : " b iz e iş le y e n b u g ü ç lü d u y g u l a n ta tm in e t m e k ,

84 .
Gene bu nedenle, biraz da yasadışılığm küçük ve gündelik des-
tanlannm rolünü oynayan şeylere karşı halkın büyük bir ilgi­
si bulunmaktaydı. Buradan kaynaklanan bir olgu olarak, hal­
kın yasad ışıl iğinin siyasal işlevi değiştikçe, bunlar da önem­
lerini kaybetmişlerdir.
Bunlar, tamamen başka bir suç edebiyatının gelişmesi
ölçüsünde yok olmuşlardır: bu suçun yüceltildiği bir edebi­
yattır, anna bu yüceltme suçun bir güzel sanat olmasından, su­
çun istisnai doğasından ötürü bir eser olmasından, suçun güç-
lülerin ve iktidar sahiplerinin canavarlığını açığa çıkart­
m asından, haydutluğun hâlâ ayrıcalıklı olmanın bir biçimi
olmasından ötürü yapılmaktaydı: kara romandan Quincey'yo
veya Otranto Şatosu'ndan Baudelaire'e kadar, suçun koskoca
bir estetik olarak yeniden yazılışı vardır, bu aynı zamanda
suçluluğun kabul edilebilir biçimler altında sahiplen ilmesi­
dir. Bu görünüşte, suçun genelliğinin ve yüceliğinin keşfidir,
bundan Ötürü, yüceliğin de suç işlemeye hakkının olduğunun ve
hatta suçun gerçekten büyük olanlann tekelci olarak sahip ol­
dukları ayrıcalık haline geldiğinin iddia edilmesidir. Güzel
cinayetler, yasadışı alanın küçük adamlarının harcı değildir.
Polisiye edebiyata gelince, Gaboriau'dan itibaren, bu ilk yer
değiştirm enin peşinden gitm iştir: hileleri, klırnazlıklan, ze­
kâsının aşın keskinliğiyle sunduğu suçlu, kendini kuşku duyu-
lam ayacak bir konuma getirm iştir; ve iki yüksek zekâ -ka-
tilinki ve dedektifinki- arasındaki m ücadele, çarpışm anın
esas biçimini oluşturacaktır. Suçlunun hayatını ve yaptığı kö­
tülüklerin ayrıntılarını veren, suçlarını kendiliğinden itiraf
edilen bir biçimde sunan ve çekilen azapları sayıp döken şu
anlatıların iyice uzağında kalmaktadır: olayların veya iti­
rafın sergilenmesinden yavaş bir keşif sürecine; azap anından

b ü y ü k b ir O r n e ^ n b ır a k lıg ) iz le n im i d c r i n l c ^ r m c k iç in b u k o r k u n ç ö y ­
k ü l e r in d o la ^ ın u n a iz in v e r il m e k t e , h a lk ş a i r l e r i b u n la r ı e le g e ç ir m e k to
v e b u n la r ın ö n ü n ü h e r y e r c y a y m a k t a d ır la r . B u a i l e b ir g ü n k a p ıs ın d a ,
o g u U a r m m s u ç la r ın ı v e u ğ r a d ık l a r ı İ ş k e n c e l e r i n s ö l e n d i g i n ı d u y m a k ­
t a d ır ." Discours sur Us peines infcmenles, 1 7 8 4 , S. 1 0 6 .

85
araştırma safhasına; iktidarla olan fizik çarpışmadan suçlu
ile dedektif arasındaki entelektüel mücadeleye geçilm iştir.
Polisiye edebiyatın dogmasıyla ortadan yokolan yalrkizca tek
sahifclik suç destanları değildir; aynı zamanda köylü caninin
şanı ve azabın karanlık bir şekilde kahramanlaştırılması da
yokolmuştur. Halk çocuğu şimdi, ince gerçeklerin hasını ola­
mayacak kadar basil kalmıştır. Bu yeni edebi tür içinde artık
ne halk kahramanlan, ne de büyük infazlar vardır; suçlular
burada kötü, ama akıllıdırlar; ve ağır ceza verilirse, bunun
içinde a a çekmenin yeri yoktur. Polisiye edebiyat, suçluyu
çevreleyen parıltıyı başka bir toplumsal sınıfa aktarm ak­
tadır. Gazeteler ise gündelik olaylar başlığı altında, suçlan
ve bunların cezalandırılmalannın tekdüzeliğini destansız bir
şekilde ele alacaklardır. Paylaşım yapılm ıştır; halk suçla-
nndan duyduğu eski gururundan vazgeçsin; büyük cinayetler
bilgelerin sessiz oyunu haline gelmiştir.

86
n
CEZA
BİRİNCİ AYIRIM
GENELLEŞMİŞ CEZA

"Cezalar ılımlı vc suçlarla orantılı olsunlar, ölüm cezası


yalnızca cinayet işleyenlere verilsin ve insanlığı isyan ettiren
azap çektirm eler kaldı^ıl$ın"^ Azap çektirmelere karşı olan
itirazlar, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında her yerde karşı­
mıza çıkmaktadırlar : hukuk felsefecileri ve kuramcılannda;
hukukçularda, yasa adamlarında, meclislerdeki kanun koyu-
culannda. Başka şekilde cezalandırmak gerekir: hükümdann
mahkumla olan bu fizik çarpışmasını bozmak; hükümdann in­
tikamı ile halkın zaptedilcn öfkesinin azap çektirilen ve cel­
lat aracılığıyla olan göğüs göğüse mücadelesini çözmek gere­
kir. Azap çektirme çabucak dayanılannaz hale gelmiştir. Eğer
liranhğı, aşırılığı, intikam tutkusunu ve "gaddar bir cezalan­
dırma zevkini"^ açık ettiği iktidann cephesinden bakılacak

1 K r a llık k a m ç ılû r y a s ı şlk  y ct d e f l c r l e r in in a z a p ç e k t ir m e l e r k o n u s u n d a k i


k o n u m la r ın ı 1 7 8 9 *d a b ö y le Ö z e tle m e k te d ir . K r ş . E . S e li g m a n , La fusıkt
scus la Rivolution, C .I 1 9 0 1 , v e A D e s ja r d i n , Les Cahitrs des Elats
g^n/raux el la justke crimintlle. 1 8 8 3 , S .I 3 - 2 0
2 J. P o tio n d e V iU e n e u v e , K u r u c u m e d i s l e k i n u tk u . Parlamento arşivleri, ç .
X X V I, ş. 6 4 1 .

89
olursa, isyan ettiricidir. Umutsuzluğa düşenler ve buna rağnoen
hâlâ ~tannyı ve ellerine düşmüşe benzediği yargıçlarını'*^
kutsaması beklenen kurban açısından bakıldığında, utanç ve­
ricidir. Kralın şiddeti ile halkın şiddetinin birbirlerine karşı
burada bulacakları destek nedeniyle, her halükârda tehlike­
lidir. Egemen güç bu canavarca rekabette, bizzat kendinden
kaynaklanan bir meydan okuma olduğunu ve ona birgün kar­
şılık verilebileceğini göremiyormuşa benzemektedir: Icanın
oluk gibi aktığını görmeye" alışan halk, "intikam ın ancak
kanla alınabileceğini" çabuk öğrenmektedir^. Birçok hasmane
kuşatmaya konu olan bu törenlerde, silahlı adalet ile tehdit
edilen kurban atasındaki ölçüsüzlüğün birbirlcriyle kesiştik­
leri görülmektedir; joseph de Maistrc bu ilişkide, mutlak ikti-
dann temel mekanizmalarından birini bulacaktır: cellat, hü­
kümdar ile halk arasındaki dişli görevini görmektedir ; onun
taşıdığı ölüm , serf haline getirilm iş köylülerin Saint-Peters-
burg'u bataklıklann ve salgın hastalıkların üzerinde inşa
ederken taşıdıkUn ölüm gibidir: bu ölüm evrensellik ilkesi­
dir ; despotun tekil iradesini herkes için bir kanun ve bu yoke-
dilen bedenlerin herbirini devletin yapısı için bir taş haline
getirmektedir; masumlara darbe indiriyor olmasının bir önemi
yoktur! XV III. yüzyıl ıslahatçıları raslantısal ve ayinsel
olan bu aynı şiddetin içinde bunun tersine, iktidarın meşru kul­
lanımını aşan şeyleri ifşa etmişlerdir: bunlar birbirlerini da­
vet etmektedirler. Çifte tehlike. Ceza adaletinin artık inti­
kam almak yerine, cezalandırması gerekir.
Işkenccsiz bir ceza konusundaki bu ihtiyaç önce gönülden
gelen bir çığlık veya öfkeli bir haykınş olarak yükselmiştir:
katillerin en beterine bile ceza verilirken, onda en azından
birşeye karşı saygı duyulması gerekmektedir. "İnsanlığr'na.
XIX. yüzyılda birgün gelecek, suçlunun içinde keşfedilen bu
"insan" müdahalenin hedefi, düzelttiğini ve dönüştürdüğünü

3 A . B o u c h e r d 'A rg t» , ObferMtion$ tur Us (ots crimuıdUs, 1 7 8 I ,s .I 2 5 .


4 L a c h e r e , K ı m x u m e d is t d ü n u t k u , 3 H a z ir a n 1 7 9 1 , Parlamento aışivbri, c
XXVI

90
iddia ettiği nesnesi, bir sürü garip bilim ve uygulamanın alanı
-"cezaevleri bilinü", "suçbilim "- haline gelecektir. Fakat bu
Aydınlanma döneminde insanın azap çektirm enin barbarlı­
ğının karşısına konulması, hiç de pozitif bir bilginin teması
olarak değil de, hukukun sının olarak olm aktadır: ceza­
landırma yetkisinin meşru sının. Eğer onu dönüştürmek isti­
yorsa, onda ulaşnnası gereken. Noli m t tangere . Hükümdann
intikam ına dur denilen noktayı belirlem ektedir. Islahat-
çılann darağacı despotluğuna karşı geçerlik kazandırdıktan
"insan" da bir ölçü-insan'dır: ama nesnelerin değil de, ikli-
dann ölçüsü. Demek ki sorun vardır: bu sınır-insan geleneksel
ceza uygulamasının karşısına nasıl konulmuştur? Islahat ha­
reketinin nasıl büyük ahlâki meşrulaştırma noktası haline
gelm iştir? Azap çektirm e karşısında herkesin duyduğu bu
dehşet ve "insani" olacak eczalar konusunda neden böylesine
bir ısrar vardır? Veya aynı anlama gelmek üzere, yumuşak,
hale getirilm iş cezalandırma sistem i talebinin her yerinde
mevcut olan bu iki unsur, tek bir strateji halinde birbirlcriyle
nasıl cklcm lcşeccklcrdir?
Büyük "ıslahatçılar" -B eccaria, Servan, D upaty veya
Lacretelle, Duport, Pastoret, Target, Bergasse, Şikâyet defter­
leri yazarlan veya Kurucu m eclis üyeleri-, XVIII. yüzyılın
sonlannda bile bunu artan bir katılıkla hâlâ reddetm ekte
olan adli bir aygıta ve "klasik" kuramcılara bu yumuşaklığı
dayatmış olmalanndan ötürü şana garkcdilmişlerdir^.
Ancak bu ıslahatı, tarihçilerin yakınlarda adli siciller­
de yaptıkları incelemeler sonucunda ortaya çıkarttıklan bir
sürecin içine yerleştirm ek gerekir; cezaların XVIII. yüzyıl
süresince gevşemeleri veya daha kesin olarak, bu dönemde
suçlann şiddetlerinin azalmışa benzediği ve bu arada bunun
karşılığı olarak cezaların yoğunluklarının bir bölümünü kay­
bettikleri, ama bunun artan müdahaleler sayesinde gerçek-

5 ö z e l l i k l e k r ş . , M u y a r t d e V o u g l a n s i l e B e c c a r ia a r a s ı n d a k i p o le m ik ,
Rjffutûiion du TretiU des d£its et dei peina, 1 7 6 6 .

91
Icştigi çifte bir hareket. Nitekim XVIII. yüzyılın sonundan
itibaren kanlı suçlarda ve genel olarak da fizik saldınlarda
büyük bir azalma kaydedilmektedir; mülkiyete karşı suçlar
şiddetli suçlann yerini alıyora benzemekledirler; hırsızlık
ve dolandırıcılık bayrağı cinayet, yaralama ve darptan al­
maktadırlar; en fakir sınıfların yaygın, fırsatlara bağlı, ama
sık olan suçluluğunun yerine sınırlı ve "becerikli" bir suçluluk
nöbeti devralmıştır; XVII. yüzyıl suçlulan ‘bitkin, iyi bes­
lenemeyen, anlık, öfkesi burnunda, yaz suçlulandır"; XVIII.
yüzyılınkiler ise "hesaplı kitaplı, çok bilm iş, kurnaz, hin
oğlu hindirler", "marjinallerin" suçluluğu^; son olarak da suçun
iç örgütlenmesi değişmektedir: büyük haydut çeteleri (küçük
silahlı örgütler halinde ortaya çıkan yağmacılar, iltizam gö­
revlilerine ateş açan kaçakçı çeteleri, birlikte serserilik eden
terhisli veya kaçak askerler) çözülme eğilimine girmişlerdir;
bunlar kuşkusuz daha iyi takip edildiklerinden ötürü, göze
batmamak için küçülmek zorunda kalmışlardır -çoğu zaman
bir avuç insandan daha fazla değillerdir-, daha kaçamak
işlerle, daha az güç gerektiren ve katliama uğrama tehlikesi
daha az olan işlerle yetinmektedirler. "Büyük çetelerin fizik
olarak tasfiyeleri veya kurumsal açıdan çözülmeleri.... 1755’
ten sonra, artık bireyci olarak ortaya çıkan veya soyguncular
ile hırsızlardan oluşan tüm küçük gruplann işi haline gelen
bir mülkiyet karşıtı suçluluğa s e r ^ s t alan bırakm ıştır: bu
gruplann mevcudu dört kişiyi geçmemektedir''^ Bütüncül bir
hareket, yasadışılığı bedene yönelik saldınlardan, mallara
yönelik az veya çok doğrudan saldınlara döndürmüş; ve "kit­
le suçluluğundan", büyük bölümü itibariyle profesyonellere ait
olan "uçlar ve marjlar suçluluğuna" doğru bir geçişe neden ol­
muştur. Demek ki herşey sanki suçlann tedrici bir çekilmesi
olmuşçasına -"insan ilişkilerine egemen olan gerilimlerîn gev­
şemesi... şiddet atılım lannın daha iyi denetlenm esi"-* ve

6 P. Chaunu, Annales de Normandk ,1962, •. 236 vc 1966, a. 107-108


7 E . L o ^ o y -L a d u r lc , m , Contrepoint, 1 9 7 3
8 N.W. M o r g e n s e n , Aspecli de la 3ûeieU augeronne aux XVII t et X V III €

92
sanki yasadışı uygulamalar beden üzerindeki baskılarını ken­
diliklerinden gevşeterek, başka hedeflere yönelm işlerm iş
gibi cereyan etmektedir. Yasaların yumuşamasından önce suç­
ların yumuşaması. 0 t e yandan, bu dönüşümü onun sınırlan
içinde yer alan birçok süreçten ayırmak mümkün değildir; ve
öncelikle de, P. Chaunu'nün kaydettiği üzere, ekonomik bas­
kılar oyunundaki bir değişmeden, hayat düzeyindeki genel bir
yükselmeden, yüksek bir nüfus artışından, zenginliklerin ve
mülklerin artışından ve "bunun bir sonucu olan güvenlik ih­
tiyacından” ayırmak mümkün değildir’ . A ynca, XVIII. yüz­
yıl boyunca metinlerin birçok noktada katılığını artırdığı
adaletin belli bir ağırlaşması farkedilm ektedir. Ingiltere'de
XIX. yüzyılın başında tanımlanan 223 idam lık suçtan 156'sı
son yüzyıl boyunca yürürlükte olmuşlardır*®; Fransa'da serseri­
liğe ilişkin yasalar XVII. yüzyıl boyunca birçok kereler yeni­
lenm iş v e ağırlaştırılm ıştır; adaletin daha sıkı ve daha
özenli olarak uygulanmasıyla, eskiden elinden kaçmasına da­
ha kolayca göz yumduğu koskoca bir küçük suçluluğu gündeme
alma eğilim ine girilm iştir: “(adalet) XV III. yüzyılda nisbi
sıklığı artan hırsızlığa karşı daha katı olm uş ve ona karşı
artık burjuva sınıf adaleti edasına bürünmüştür örgütlü ve

sUcUi , 1 9 7 1 . D a k tilo ic z , > 3 2 6 .


Y a z a r A u j ; c ü lk e s in d e k i f i d d c l l l s u ç la r ın D ev rin n a r e t e s i n d e , X IV . L o u l»
d ö n e m in d e k in d e n dO rl h a t d a h a a z s a y ıd a o l d u k l a r ın ı g ö t e r iy o r . P ie rr e
C h a u n u t a r a f ı n d a n y ö n e t i l e n N o r m a n d i y a 'd a k i s u ç l u l u ğ a i l i ş k i n
a r a ş t ır m a l a r , g e n e l o la r a k ş id d e t in a le y h in e s a h t e k a r l ı k a la n ın d a m e y ­
d a n a g e l e n b u y ü k s e liş i a ç g a ^ k a n m a k t a d ı r l a r . 1 9 6 2 ,1 9 6 6 v e 1972 t a ­
r ih li AnnaUs dt Normandit d e y e r a la n B. B m ıt e l c t , J .C .C ö g o l v e V.
B o u c h c r n n 'u n m a k a je le r in i k r ş. P a r is için b k z ., P . P e tr o v ite h , in , Crimt €l
criminalitd en Franee aux et XVII' et XVtll* siiclei, 1 9 7 1 . A y n ı o lg u
I n g i l t e r e 'd e d c v a r m ış a b e n / c m e k t e d ir ; b k z , C h . i l ib b e r t , The Rooti of
eoH. 1 9 6 6 , s . 7 2 v e ). T o b ia s ,C rin ıe and indu$lirat societif, s . 3 7 vd .
9 P. C h a u n u , Annales de Normandie, I 9 7 l , s . 5 6
10 T h o m a s F o w e l B u x lo n . Parliamentary Oebale I 8 I 9 , X X X I X .
II E . L c K o y - L a d u r le ,C o n ir r p o in ( , 1 9 7 3 . A .F a r g e 'ın Le pot d'ttfiments d Paris
au XVHP süete, 1 9 7 4 in c e le m e s i b u e ğ ilim i t e y i d e t m e k l e d ir ; 1 7 5 0 -1 7 5 5
a r a s ın d a b u d n s t e n k a r a r la r ın 9>5'l k ü r e k c e z a s ıd ır , a m a a y n ı o r a n 1755­
1 7 9 0 a r a s ın d a % 1 5 'e ç ık m ış tır ; 'm a h k e m e l e r i n s e r t l i ğ i z a m a n la a r t m a k ­
ta d ır ... T o p lu m a y a r a r lı o la n v e d ü z e n li v e m ü l k i y e t e s a y g ılı o lm a k is ­
le y e n d e ğ e r l e r in ü z e r in e b ir I c h lıd ç ö k m ü ş t ü r ' (s. 1 3 0 -1 4 2 ).

93
açıkta gerçekleşen bir suçluluğu önleyen, onun daha gizli bi­
çimlere doğru kaymasına yol açan bir polis aygıtı Fransa'da,
ama özellikle Paris’te gelişmiştir. Ve bu tedbirler bütününe,
suçlarda sürekli ve tehlikeli bir artış olduğuna ilişkin genel­
likle kabul gören bir inancı eklemek gerekir. Bugünün tarih­
çileri büyük suç çetelerinde bir azalma farkederlerken, Le
Trosne onlan çekirge sürüleri gibi tüm Fransa kırlarının üze­
rine çöküyor olarak görmekleydi; "Bunlar çiftçilerin geçimlik­
lerini gündelik olarak yalayıp yutan kıyıcı böceklerdir. Ben-
zetmesiz konuşursak, bunlar tüm ülkeye yayılmış ve sadaka
adı altında gerçek vergiler toplayan işgâl ordularıdır"; en
fakir köylülere, devletin aldığı biçme vergisinden daha pa­
halıya mal olmaktadırlar; verginin en yüksek olduğu yerde,
bu vergiden en az üçte bir daha fazla^^. Gözlemcilerin çoğu suç­
luluğun arttığını savunmaktadır; bunu tabii ki daha büyük bir
sertlikten yana olanlar iddia etmektedirler; ama daha ölçülü
şiddete başvuracak bir adaletin daha etkin olacağını, kendi
sonuçlan karşısında daha az gerileyeceğini düşünenler de ay­
nı şeyi iddia etmektedirler’^; davaların çokluğundan boğul­
duklarını iddia eden yargıçlar da bunu iddia etmektedirler:
"halklann sefaleti ve adaletin yozlaşması suçlulann ve suç­
ların sayısını çoğaltm ıştır"’*; mahkemelerin gerçek uygula-
malan ise, bunun böyle olduğunu her halükârda göstermekte­
dirler. "Devrim ve İmparatorluk çağı Eski Rejim'in son yıl­
larını ilân etmişlerdi bile: 1782-1789 yıllan arasında görülen
davalarda, tehlikenin artışı çarpıcı olacaktır. Fakirlere
karşı sertlik, tanıklığın bilinçli olarak reddi, buna karşılık
olarak çekinmenin, kinin ve korkunun artışı"’®.
Bir kan suçluluğundan, bir sahtekârlık suçluluğuna doğru
olan sapma fiili durumda, üretimin gelişmesinin, zenginlikle-

12 L c T r o s n e , M ^ m cırrs su r les uıgabonds. 1 7 6 4 , s .4


13 ö r n e ğ i n b k z , C . D u p a ty , M^moire juslifiealif pour tmii konma condamnh
Âla nue 1786, s 2 4 7
14 T o u m c i l c O d a s ı b a ş k a n la r m d a n b ir in in k r a la v e r d iğ i b ir s O y lc v d e n , 2
A ğ u s to s 1 7 6 S , 2Ar. A r lc lt e F a r g c , s 66.
15 P, C h a u n u , o p .ril. 1 9 6 6 , S.1C6.

94
rin artmasının, mülkiyet ilişkilerinin daha yoğun bir adli ve
ahlâki değerlendirilmesinin, daha sıkı gözetim yöntem leri­
nin, halkın daha sıkı çerçevelenmesinin, daha uygun sapta­
ma, yakalama ve haber alma tekniklerinin kendilerini gös­
terdikleri koskoca bir karmaşık mekanizmanın içinde yer al­
maktadır: yasadışı uygulamaların yer değiştirmesi, cezalan­
dırma uygulamalarının yaygınlaşması ve incelmesiyle bağ­
la n tılıd ır.
Tutumlarda genel bir dönüşüm, "zihin ve bilinçaltı ala­
nına ait olan bir değişim”’^ mi? Belki, ama daha kesin ve da­
ha dolaysız olarak, bireylerin varlıklannı kuşatan iktidar
mekanizmalarını uyarlamak üzere bir çaba; bunlann hergün-
kü davranışlarıyla, kim likleriyle, faaliyetleriyle, görünüşte
oransız olan hareketleriyle ilgilenmpyi üsllenen ve bunlan
gözetim altına alan aygıtların bir uyumu ve bir incelmesi; bir
halkı meydana getiren bu gövde ve güç çoğulluğuna ilişkin
başka bir siyaset. Resmolmakta olan hiç kuşkusuz, mahkûm-
lann insanlığına karşı yeni bir saygıdan çok -h a fif cezalarda
bile azap çektirme henüz sıklıkla uygulanm aktadır-, daha
becerikli ve daha incelm iş bir adalete, toplumsal bünyeyi
daha sıkı bir şekilde kuşatan bir cezalandırmaya doğru olan
eğilimdir. Dairesel bir sürece göre, şiddetli suçlara geçiş eşiği
yükselmekle, ekonomik suçlara karşı hoşgörüsüzlük artmakta,
cezai müdahaleler hem daha erken, hem da daha çok sayıda
olm aktadırlar.
Eğer bu süreç ıslahatçıların eleştirel söylem leriyle kar­
şılaştırılacak olursa, dikkat çekici bir stratejik rastlaşm ayı
kaydetmek mümkün olacaktır. Nitekim ıslahatçıların yeni
bir ceza sisteminin ilkelerini oluşturmadan önce, geleneksel
adalet sistemi içinde saldırdıklan şey, tam da cezalann aşı­
rılığı olmaktadır; fakat bu aşırılık cezalandırma yetkisinin
kötüye kullanımından çok, bir kuralsızlığa bağlıdır. Thouret
24 Mart 1790’da Kurucu meclis'te, yeni adli örgütlenme konu-

16 T e r im N.V/. M o g e n s e n ’c a i t b r , loc. d t .

95
sundaki müzakereleri açmıştır. Ona göre adli güç Fransa'da üç
biçimde "bozulmuş"tur. ö z e l bir sahiplenmeden ötürü: yargıç­
lık görevleri satılm aktadır; bunlar miras yoluyla aktarıl­
maktadır; ticari bir değerleri vardır ve bu nedenden ötürü
adalet iyi gelir getirmektedir, (ki yetki tipi arasındaki ka­
rışmadan ötürü: adaleti yerine getiren ve yasayı uygulayarak
karar veren kişi, bizzat yasayı yapan kimsedir. Son olarak
da, adaletin icra edilmesini belirsiz kılan koskoca bir ay-
ncalıklar dizisinden ötürü: "ayncalıkh" olan ve kamu huku­
ku dışında kalan mahkemeler, ceza usulleri, davacılar, hatta
suçlar vardır’^. Bu, en azından yanm yüzyıldan beri yapıl­
makta olan ve hepsi de bu bozulmanın içindeki kuralsız bir
adalet ilkesinin varlığını ihbar eden, sayılamayacak kadar
çok eleştirel formülden yalnızca biridir. Ceza adaleti önce­
likle, onu sağlamakla yükümlü mercilerin, tek ve sürekli bir
hiyerarşi oluşturamamanın yanı sıra, çok sayıda olmalarında
ötürü kuralsız olmaktadır'^ Dinsel yargı makamları bir yana
bırakılsa bile, farklı adaletler arasındaki süreksizlikleri,
koşuşturmaları ve çatışmalan hesaba katmak gerekir: küçük
suçların bastırılmasında hâlâ önemli olan scnyörlerin adale­
ti; hem çok sayıda, hem de iyi eşgüdümlenmemiş olan kralın
adaletleri (egemen mahkemeler, kâhyalık mahkemeleri ve
özellikle de ara kademe mahkemesi olarak yakın tarihlerde
kurulmuş olan sulh mahkemeleriyle sık sık çatışmaya gir­
mektedirler); bunlara aynca kralın veya temsilcilerinin ku­
raldışı olarak kapatma ve sürgün kararlannı verebilme ko­
nusundaki her tür haklarını eklemek gerekir. Bu çok sayıda­
ki merci, bizatihi bolluklarından ötürü birbirlerini etkisiz­
leştirmekte ve toplumsal bünyeyi tüm genişliği içinde kapsa­
maktan aciz kalmaktadırlar. Bunların biribirlerinc arapsaçı
gibi dolanmış olmaları, bu ceza adaletinde paradoksal olarak

17 Parhmento ar^îoieri, c .X I I , s 3 4 4 .
18 B u k o n u d a , d iğ e r le r i a r a s ın d a S .L i n g u c l , NeassiU d ’unt riformt dans
l'administratioH de la justice, 1 7 6 4 v e y a A . B o u c h c r d 'A r g is , Cahier d'un
magisirat. 1 7 8 9 'a a t ı f y a p ıla b ilir .

96
boşluklar yaratmaktadır. 1670 genel Kararnamesine rağmen,
örf ve usul farklarından ötürü boşluklar; her mercinin kendim
savunmak durumunda hissetiği özel çıkarlardan -siyasal ve­
ya ekonomik- ölürü boşluklar; son olarak da, affederek, ceza­
ları hafifleterek, yargıçlara önerilerde bulunarak veya doğ­
rudan baskı yaparak, adaletin düzenli ve ağırbaşlı akışını
engcllcyobilen krallık iktidarının müdahalelerinden ötürü.
Islahatçalann eleştirilerinde zayıflık veya gaddarlık­
tan çok, kötü bir iktidar ekonomisi söz konusu olmaktadır.
M ahkûmlann cehalet ve fakirliklerinin de yardımıyla, hu-
kuğun çağrılarını ihmal edebilen ve keyfi kararlan denetim­
siz bir şekilde infaz ettirebilen alt düzeydeki yargılama faa­
liyetinde aşırı yetki vardır; karşısındaki sanığın savunmasız
olmasına karşılık, adeta sınırsız bir takibat olanağına sahip
olan iddia makamının aşırı yetkisi vardır, bu da yargıçların
bazen aşın sert, bazen de buna tepki duyarak aşırı hoşgörülü
olm alarına yol açm aktadır; eğer "yasal" iseler uyduruk
kanıtlarla yetinebilen ve ceza seçiminde oldukça büyük bir
serbestiye sahip olan yargıçlar aşın yetki sahibidirler "kra­
lın adam ları”na yalnızca sanıklara' yönelik olarak değil,
aynı zamanda diğer yargıçlara yönelik olarak da aşın yetki
tanınmış durum dadır; son olarak da kral tarafından kulla­
nılan yetki aşındır, çünkü mahkemeleri askıya alabilmekte,
bunlann kararlarını değiştirebilm ekle, yargıçların yetkileri­
ni geri alabilmekte, onlan görevden alabilmekte veya sürgüne
yollayabilmekte, onların yerine kral adına yetkili yargıçlar
görevlendirebilmektedir. Adalelin felçolması bir zayıflama­
dan çok, yetkilerin iyi düzenlenmemiş bir dağılımına, bu yet­
kilerin belli noktalarda ve ihtilaflarda, bunlardan kaynak­
lanan süreksizliklerde yoğunlaşmış olmalarına bağlıdır.
Öte yandan, yetkinin bu işleme güçlüğü merkezi bir aşı­
rılığa gönderme yapmaktadır: bu da cezalandırma yetkisini
hükümdarın kişisel iktidarıyla özdeşleştiren "üst-iktidar"
denilebilecek şeydir. Bu teorik özdeşleştirme kralı fons justi-
tiae haline getirm ektedir; ama bunun uygulamadaki sonuç-

97
lannı, ona karşı çıkıyora ve istibdadını sınırlıyora benzeyen
noktaya kadar keşfetmek mümkündür. Bunun nedeni, kralın
mali nedenlerden ötürü, kendine "ait olan" adli makamlan
satma hakkını kendinde görmesi; karşısında görevlerinin ma­
liki olan, yalnızca itaatsiz olmakla kalmayıp, aynı zamanda
cahil de olan ve el altından uzlaşmalarla ilgili ve bunlara
hazır yargıçların bulunmasıdır. Bunun nedeni kralın sürekli
olarak yeni görevler yaratarak, yetki ve sorumluluk çatış-
malannı artırmasıdır. Bunun nedeni kralın kendi "adam lan"
üzerinde çok sıkı bir yetki uygulaması ve onlara adeta sınırsız
yetkiler verm esi ve böylece yargıçlıklardaki çatışm alan
yoğunlaştırmasıdır. Bunun nedeni kralın aşın ölçüde hızlı
usulle (polis, kâhya veya kom utanlarının yargı yetkileri)
veya yönetsel tedbirlerle adaleti rekabet haline sokarak, ku­
rala bağlı adaleti felcetmesi, bu adaleli bazen hoşgörülü ve
belirsiz, ama bazen de aceleci ve katı hale getirmesidir’^
Yalnızca adaletin ay n calıklan , keyfiliği, köhne ısır-
ganlığı, denetimsiz hakları eleştirilm ektedir veya bunlar o
kadar fazla eleştirilm em ektedir; asıl eleştirilen noktalar
adaletin zayıflıktan ile aşırılıkları arasınd aki, abartıları
ve boşluktan arasındaki kanşma ve özellikle de bizzat bu
karışmanın ilkesi olarak krallığın üst-iktidandır. Islahatın,
daha en genel formülleştirmelerinden itibarenki asıl am aa,
daha eşitlikçi ilkelerden hareketle yeni bir ceza hukuku kur­
maktan çok, yeni bir cezalandırma "ekonomisi" kurmak, onu
en iyi dağıtımım sağlamak, bunun ne birkaç ayncalıklı elde
yoğunlaşmamasına, ne de birbirleriyle zıtlaşan merciler ara­
sında a^ n bölünmemesine özen göstermek; bunu heryerde ia a
edilebilir türdeş akımlar halinde ve toplumsal bünyenin en
küçük parçalanna ulaşacak şekilde dağıtmak olmuştur^. Ce-

19 B u ' a ^ ik t id a r * v e b u n u n a d li a y g ıt id in d e k i k ö t ü d a ğ ıt ım ın a y ö n e lik
e le ş t ir i k o n u s u n d a ö z e llik le b k z . , C .D u p a ty , LtUrts s u r Ut jm U dun cri~
m iıie lle , 1 7 8 8 . P .C . d e L a c r e t e lle , D i s s e r t a t i o n s u r le m i n i s t ^ e p u b lic * .
Discours sur U prtju^ des peines infgmanus, 1 7 8 4 . C .T a r g c t . L'Esprii dts
<ahiers presm tis aux Etats gfyıdrawc,]7S9.
20 B k z . N . B e r g a s s e , a d li y e tk i k o n u s u n d a ; * D e v l e t i n s iy a s a l r e ji m i n e k a r ş ı

98
za hukuku ıslahatı, cezalandırma iktidarının, onu daha dü­
zenli, daha etkili, daha sabit ve etkileri itibariyle daha
ayrıntılı hale getiren tarzlara göre yeniden düzenlemesi ko­
nusundaki bir starteji olarak okunmalıdır; kısacası, etkilerini
artınrken, ekonomik maliyetini (yani onu mülkiyetten, alım-
satımdan, görevlerin ve kararlann satılık olmasından kopar­
tarak) ve siyasal maliyetini (onu krallık iktidarının keyfi­
liğinden kopartarak) düşürme stratejisi olarak okunmalıdır.
Yani ceza hukuku teorisi fiili durumda, yeni bir cezalandırma
İktidan "ekonomi politiğini" kapısamaktadır. Bu durumda, bu
"ıslah arm neden tek bir noktada, tek bir kökene sahip ol­
madığı anlaşılm aktadır. Islahat hareketinin yola çıkış nok­
tasında yer alanlar he en aydın yargılanabilir uyruklar, ne is­
tibdat düşm anı ve insanlık dostu filozoflar, hatta ne de par-
lanunterlere karşı olan toplumsal gruplar olmuşlardır. Veya
daha doğrusu sadece bunlar olmamışlardır; cezalandırma ik-
tidannm yeni bir dağıtımına ve bu iktidarın etkilerinin yeni
bir dağılım ına ilişkin aynı bütünsel projenin içinde birçok
farklı çıkar kesişmiş durumdadır. Islahat adli aygıtın dışın­
da ve onun tü m temsilcilerine karşı olarak hazırlanmıştır; bu
ıslahat esas itibariyle çok büyük sayıda yargıç tarafından
içeriden v e onlann ortak hedefleriyle, onlan aralannda zıt-
laşmalı hale getiren yetki çatışm alarından itibaren hazır­
lanm ıştır. Kuşkusuz ıslahatçılar yargıçların çoğunluğunu
meydana getirmemekteydiler; ama ıslahatın genel ilkelerini
belirleyenler gene de yasa adam lan olmuşlardır: yargı yetki­
sinin üzerinde hükümdar egemenliğinin dolaysız icrasının
ağırlığı olm ayacaktır; bu yetki cezayı hafifletmeye yönelik
iddialardan kurtanlacaktır; m ülkiyet ilişkilerinden kopar-

h e r t ü r f a a liy e tt e n a r ın m ış o l a r a k v e b u r e ji m i o l u ş t u r m a k v e y a o n u
s ü r d ü r m e k i d n iş b ir liğ i y a p a n ir a d e le r ü z e r in d e h iç b ir e t k is i o lm a y a r a k ,
b ü tü n b ir e y le r i v e b ü tü n h ^ a n k o r u m a k ü z e r e ö y le s in e b ; g i'ıce s ^ p t i r
k i, s a v u n m a k v e y a r d ım e t m e k K in m u t la k b ir g ü ç s a h ib iy k e n , h e d e fin i
d e ğ i ş t i r e r e k o n u e z m e k i ç i n k u lla n ılm a y a k a lk ış ıld ığ ın d a h i ç m e r te b e s i­
n e i n m e k t e d i r ', Rappart i la ConsiiluanU sur U pouoosr fuJicütire . 1 7 S 9 ,
S.11-1Z

99
tılacaktır; vc yargılam a dışında bir işlevi olamayacağından,
yetkisini tam olarak kullanacaktır. Tek kelim eyle, yargı­
lama yetkisinin artık hükümdarlığın çoklu, kesikli, bazen de
çelişkili ayncalıklan arasında değil de, kamusal gücün sü­
rekli olarak dağıtılm ış olan etkileri arasında yer alm asını
sağlamak. Bu genel ilke, çok sayıda farklı kavgayı bann-
dırmış olan bütünsel bir stratejiyi tanımlamaktadır. Voltairc
gibi filozofların ve Brissot ve Murat gibi yayıncıların kavga­
larını; ama aynı zamanda çıkarlan çok farklı olan yargıçla-
nnkini: Orlöans sulh mahkemesinde danışman Le Trosne ve
parlamentoda genel avukat Lecretelle; parlam entolarla bir­
likte Maupeou ıslahatına karşı çıkan Target; ama aynı za­
manda kralllık iktidannı parlam entolara karşı destekleyen
J. N. Moreau; her ikisi de yargıç olan, ama meslekdaşlanyla
çatışma halinde bulunan Servan ve Dupaty vs.
XVIII. yüzyılın tümü boyunca adli aygıtın içinde vc d ı­
şında, kurumların eleştirisinde olduğu kadar, gündelik ceza
uygulamasında da, cezalandırm a yetkisinin icrası için yeni
bir stratejinin biçimlendiği görülmektedir. Vc hukuk teorile­
rinde formüle edildiği veya projelerde şcm alaşlınldığı ha­
liyle asıl "ıslahat” bu stratejinin, ilk hedefleriyle birlikte
siyasal vc felsefi açıdan yeniden ele alınmasıdır: yasadışı
hareketlerin cezalandırılm asını ve bastırılm asını krala bağ­
lı, toplumun tümüne aynı derecede yayılmış bir işlev haline
getirm ek; daha az cezalandırm ak değil de, daha iyi ceza­
landırmak; belki yumuşamış bir sertlikle cezalandırmak, ama
bunu daha fazla evrensellik vc gereklilik içinde ceza vermek
için yapm ak; cezalandırm a yetkisini toplumsal bünyenin
daha derin noktalarına ulaştırmak

Islahatın ortaya çıkışına tanık olan konjonktür, demek ki


yeni bir duyarlığın değil de, yasadışılık karşısındaki başka
bir siyasetin konjonktürüdür.

100
Şem atik olarak, Eski Rejim'de her toplum sal tabakanın
kendine ait, hoşgörülen bir yasadışılık m arjına sahip olduğu
söylenebilir: kuralın uygulanm aması, sayılam ayacak kadar
çok ferm an ve kararnam enin kaalc alınm am ası toplumun
siyasal ve ekonom ik işleyişinin koşullarından biriydi. Bu
özellik Eski Rejime mi özgüdür? H erhalde değil. Fakat bu
yasadışılık o sıralarda o kadar derinlere kök salm ıştı ki ve
her toplumsal tabakanın hayatı için o kadar gerekliydi ki,
bir bakım a kendi tutarlığına ve kendi ekonom isine sahipti.
Bazen kurallara tamamen uygun bir biçime bürünmekteydi -bu
durum onu bir yasadışılıktan çok, kurala bağlı bir yasadışılık
haline getiriyord u-: bunlar bireylere ve topluluklara tanın­
mış olan ayrıcalıklardır. Bazen, kararnam elerin onyıllar,
hatta yüzyıllar boyunca sürekli olarak yayınlanıp, yenilen­
melerine rağmen asla uygulanmamalarına yol açan kitlesel ve
genel bir kulak asmama biçimini alm aktaydı. Bazen, arada
sırada ani canlandırm alara yer bırakan tedrici kullanımdan
düşme söz konusu olmaktaydı. Bazen d c iktidarın sessiz bir
rızası, bir ihmali veya yalnızca bir yasayı dayatm a ve ih­
lalleri bastırma konusundaki fiili olanaksızlık söz konusu ol­
m aktaydı. H alkın en talihsiz tabakaları ilke olarak ay rı­
calıklara sahip değildi; fakat bunlar kendilerine yasalar ve
Örflerle dayatılm ış olan hususların kıyılarında, zor kullana­
rak veya inad ederek fethedilmiş bir hoşgörü alanına sahip­
lerdi; ve bu alan bu labakalar için o kadar vazgeçilmez bir va­
roluş koşuluydu ki, onu savunmak için çoğu zaman ayaklan­
maya hazırdılar; bu alanı daraltmak için eski kuralları tek­
rar yürürlüğe sokarak veya baskı usullerini incelterek giri­
şilen denemeler, tıpkı soyluluk, ruhban ve burjuvazinin ayrı­
calıklarını kısma denem elerinin bu sın ıflann çalkalanm ala­
rına yol açtığı gibi, bunlar da her halükârda halk çalkan­
tılarını tahrik etm ekteydiler.
ö t e yandan, her toplum sal tabakanın Özel biçimlerine
sahip olduğu bu gerekli yasadışılık bir dizi paradoksa yaka­
lanmış durum daydı. Bu yasadışılık alt bölgelerde, hukuki

101
olarak değilse bile ahlâki olarak ayırmanın güç olduğu suç­
lulukta birleşmekteydi: mali konudaki yasadışılıktan güm­
rük alanındaki yasadışıltğa, kaçakçılığa, yağm aya, maliye
görevlileriyle silahlı çatışm aya, sonra da bizzat askerlerle
mücadeleye ve nihayet isyana doğru, sınırlannı belirlemenin
güç olduğu bir süreklilik vardı; veyahut serserilik (hemen hiç
uygulanmayan kararname hükümleri tarafından sert bir şe­
kilde cezalandırılm aktadır), soygun, nitelikli hırsızlık, ba­
zen de cinayet gibi içerdiklerinin tümüyle birlikte işsizlere,
patronlarını kurallara uygun olmadan terkeden işçilere, efen­
dilerinden kaçmakta bazı nedenleri olan hizm etçilere, kötü
muamele gören çocuklara, kaçak askerlere, zorunlu askere
alınmadan kurtulmak isteyen herkese bir sığınak görevi gö­
rüyordu. Böylece suçluluk, halk tabakalarının tıpkı varoluş
koşullanna oldukları gibi bağlı olduktan daha geniş bir ya-
sadışılıgın içinde temellenmekteydi; ve bunun tersine, bu ya-
sadışılık suçluluk artışının sürekli bir faktörüydü. Buradan,
halkın tutum lannda bir ikirciklik ortaya çıkm aktaydı: bir
yanda suçlu -özellikle bir kaçakçı veya bir efendinin zulmü
sonucu toprağından kovulan bir köylü sÖz konusu olduğunda-
kendiliğinden bir değer kazanmadan yararlanmaktaydı: onun
başvurduğu şiddet hareketlerinin kökünde, doğrudan eski
mücadeleler görülmekteydi; ama öte yandan, halk tarafından
kabul edilm iş olan bir yasadışılığın şemsiyesi altında olan
biri, örneğin çalan ve cinayet işleyen serseri dilenci gibi, onun
aleyhine suç işlerse, özel bir kinin konusu haline gelmekteydi;
bu kişi en talihsiz tabakalann varoluşlanyla bütünleşm iş
olan bir yasadışılığı onlara karşı döndürm üş olm aktaydı.
Böylece suçlann çevresinde şan ve ayıplama birbirlerine dü­
ğümlenmekteydiler; kendine çok yakın olduğu bilinen, ama su­
çun oradan doğabileceği hissedilen bu hareketli halka yöne­
lik olarak fiili yardım ve korku yer değiştirip durmaktaydı.
Halkın yasadışılığı, onun hem uç biçimi, hem de iç tehlikesi
olan koskoca bir suçluluk çekirdeğini kaplamaktaydı. *
Öte yandan bu alt kesimlerin yasadışılığı ile, diğer top-

t02
lumsal kastlannki arasında nc tam bir kcsişnrtc, nc de temelli
bir zıtlaşma bulunmaktaydı. Her gruba özgü farklı yasa-
dışılıklar, genel olarak birbirleriylc aynı anda hem hasım­
lık, hem rekabet, hem çıkar çatışması, hem de karşılıklı des­
tek ve suç ortaklığı alanında yer alan ilişkiler yürütm ek­
teydiler: zenaatkârlann imâlata ilişkin düzenlemeleri uygu-
lam am alan, çoğu zaman yeni girişim ciler tarafından teşvik
edilmekteydi; kaçakçılık -halkın tümünde kabul gören, şato­
larda ağırlanan, parlam anterler tarafından korunan Mand-
rin'in öyküsü bunu kanıtlamaktadır- çok geniş bir destek gör­
mekteydi. Limitte, XVII. yüzyılda çeşitli mali ödenti öden­
mesi redlerinin, birbirlerinden oldukça uzak halk tabaka­
larının vahim sonuçları olan isyanlarında işbirliğine girdik­
leri görülmüştür. Kısacası, yasadışılıklarm karşılıklı oyunu
toplumun siyasal ve ekonomik hayatının içinde yer almak­
taydı. Daha da iyisi: belli sayıdaki dönüşüm (örneğin Colbert
düzenlem elerinin kullanımdan düşm eleri, krallık içindeki
gümrüklere kulak asmama, lonca uygulamalarının çözülme­
si), halkın yasadışılığının hergün genişleyen çatlağı içinde iş
görmüşlerdi; öte yandan burjuvazinin bu dönüşümlere ihtiyaç
vardı; ve ekonomik böyümenin bir bölümü onların üzerinde te­
mellenmekteydi. Hoşgörü o sıralarda cesaretlendirme haline
gelmekteydi.
Fakat XVIII, yüzyılın ikinci yansında bu süreç tersine
dönme eğilimine girmiştir. Önce genel zenginlik artışıyla bir­
likte, ama aynı zamanda büyük nüfus artışıyla birlikte, halk
yasadışılığının başlıca hedefi artık haklar değil de, mallar
olma eğilim ine girmiştir: arakçılık, hırsızlık kaçakçılığın ve
maliye görevlilerine karşı olan silahlı mücadelenin yerini al-
nnaya yönelmişlerdir. Ve bu değişim süreci içinde, başlıca kur­
banlar köylüler, çiftçiler, zenaatkârlar olmuştur. Le Trosne
köylülerin serserilerin zulmü altında, eskiden scnyörlerin
zulmü altında olduklanndan daha çok ezildiklerini tasvir et­
tiğinde, herhalde gerçek bir eğilim i abartm aktan başka
birşey yapmıyordu: hırsızlar bugün onların üzerine bir zararlı

103
böcek bulutu gibi çökerek, hasatlannı yutmakta, ambarlarını
y oketm ckiod irler^ ’ . Halk yaşadışılığında XV[II. y ü z y ı l d a
bir bunalımın çıktığı söylenebilir; ve ne Devrim başlannın
hareketleri tsenyörlük haklarının reddi çerçevesinde), ne de
daha sonraki tarihlerde ortaya çıkan vc m aliklerin hak­
larına yönelik redlerin, siyasal vc dinsel itirazların, askerlik
yoklamasına yönelik reddin birleştikleri hareketler, bu yasa-
dışılıgı fiili olarak eski vc konuksever biçimi altında pc-
kiştircmemişlerdir. Üstelik, burjuvazinin büyük bölümü hak­
ların yasadışı İlgını fazla bir sorun çıkartmadan kabul etmişse
de, kendi mülkiyet hakları olarak kabul ettikleri söz konusu
olduğunda buna pek razı olmamaktaydı. Bu konuda, XVIII.
yüzyılın sonundaki ve özellikle de Devrim'den itibarenki
köylü suçluluğu sorunu kadar belirleyici birşey olam az^. En»
tansif bir tarıma geçilmesi kullanım haklarının, hoşgörülerin,
kabul edilen küçük yasadışılıklann üzerinde giderek daha
zorlayıcı hale gelen bir basınç yapmaktadır. Üstelik kısmen
burjuvazi tarafından elde edilen, üzerine çökmekte olan feo­
dal yüklerden kurtarılan toprak mülkiyeti, mutlak bir m ül­
kiyet haline gelmiştir; köyülülügün elde ettiği veya koruduğu
tüm hoşgörüler (eski zorunluklann terki veya kurala bağlı ol­
mayan uygiam aların pekiştirilmesi: tarlalar ekili değilken
hayvan otlatma hakkı, odun toplama hakkı vs.) şimdi yeni
mülk sahipleri tarafından tamamen yasa ihlali statüsüne so­
kularak defedilm ektcdirler (böylece halk arasında giderek
daha da yasadışı hale gcIcn veya eger öylesi islenirse d a h a
da suç kapsamına giren bir dizi zincirleme tepkiye yol aç­
maktadırlar: tarla çillerinin kırılması, hayvan hırsızlığı ve­
ya öldürülmesi, yangın çıkartma, şiddet, cinayet)^. Çoğu za­
man en yoksunların hayatla kalmalarını sağlayan, haklara
yönelik yasadışılık, yeni mülkiyet statüsüyle birlikte malla-

21 L c T r o s fic , opxiı, s.4 .


22 Y .M . B ctc ( , Cn^uants el nU'pieJs, 1 9 7 4 , 1 .161.
23 B k / . O .F c flIy , Ixt D^/tls rurauz el leur repression sous la Rivolution el le
Coniulal, 1 9 5 S . M .A g u lh o n , La oie socialeeıı Provence,L970.

104
ra yönelik bir yasadışılık haline gelme eğilim ine girmiştir.
Öyleyse cezalandırmak gerekecektir. Ve burjuvazi bu yasa-
dışılığa toprak mülkiyeti alanında iyi gözle bakmıyorsa da,
ticari vc endüstriyel mülkiyet alanında hiç tahammül edeme­
mektedir: limanların gelişmesi, malların yığıldığı büyük am­
barların ortaya çıkması, geniş ölçekli atelyelerin örgütlen­
mesi (girişim ciye ait ve gözetim altında tutulmaları oldukça
güç olan Önemli bir hammadde, alet, mamûl eşya kitlesiyle
birlikte) de yasadışılığın güçlü bir şekilde bastırılmasını ge­
rektirm ektedir. Zenginliklerin tamamen yeni niceliksel öl­
çeklere göre mallara ve makinelere yatırılm a eğilim i, yasa-
dışılıga karşı sistematik ve silahlı vc hoşgörüsüzlük göste­
rilmesini gerektirmektedir. Bu olgu tabii ki, ekonomik geliş­
menin en yoğun olduğu yerde çok daha duyarlıdır. Colquhoun
yalnızca Londra kentine ilişkin olmak üzere, sayısal kanıtlar
verme işine girişmiştir; girişim cilerin vc sigortacıların tah­
minlerine göre, Amerika’dan ithal edilen ve Thames kıyısın­
daki ambarlara konulan mallardan yapılan hırsızlık, yılda
ortalam a 250.0(X) liralık bir değere ulaşm aktadır; yalnızca
Londra lim anından her yıl yaklaşık 500.000 liralık mal
çalınm aklaydı (vc buna tersaneler dahil değildir); ve bu ra­
kama kentteki ’^OO.OtK) liralık hırsızlığı eklem ek gerekir. Ve
bu sürekli yağmada, CoIquhoun'a göre üç olgunun ele alınması
gerekir: memurların, gözcülerin, ustabaşıların ve işçilerin suç
ortaklığı ve çoğu zaman da hırsızlığa katılmaları: "aynı yer­
de çok sayıda işçinin toplandığı her seferinde, içlerinde zorun­
lu olarak birçok kötü kişi bulunmaktadır”; atölyelerden veya
doklardan başlayıp, sonra yataklık edenlerden -bazı mal
cinslerinde uzmanlaşmış toptancı yatakları vc sergileri yal­
nızca "sefil bir hurda demir, paçavra, eski elbise işportası"
sunan, ama dükkânın arkasında "en değerli denizcilik mühim­
matı, bakır cıvata vc çiviler, dokum a parçalan vc değerli
m adenler. Batı Hind adaları mamûlleri, m obilyalar vc her
tür işçiden satın alınan pılı pırtılar" bulunan perakendeci ya­
lakları—, daha sonra perakendecilerden ve çalıntı malları

105
kırlarda uzaklara kadar dağıtan çerçilerden geçen koskoca bir
gayrimeşru ticaret örgütü^*; son olarak da sahte para basımı
(tüm Ingiltere sathına yayılmış, sürekli çalışan 40-50 tane ka­
dar sahte para imalâthanesi olmalıdır). Oysa aynı anda hem
çapulculuğa, hem de rekabete dayalı bu muazzam girişimi ko­
laylaştıran, koskoca bir hoşgörüler bütünü olmaktadır: bunlar­
dan bazılan sanki kazanılmış haklarmış gibi bir değere sa­
hiptirler (Örneğin gemilerin çevresindeki demir ve ip parça­
larını toplamak veya şeker süprüntülerini satmak); başka­
ları ise ahlâki kabul düzleminde yer almaktadır: bu yağ­
manın, onu yapanların zihninde kaçakçılık ile olan benzer­
liği, onları " devasa yanlışlığını hiç hissetmedikleri bu cins
suçlarla haşır neşir kılmaktadır"^.
Demek ki bütün bu gayrimeşru uygulamalan denetlemek
ve yeniden şifrelemek gerekmekledir. Yasa ihlallerinin iyi
tanımlanmaları, hoşgörülen ve kesikli bir şekilde yaptırım
uygulanan bu kuraldışılıklar kitlesinin içinden neyin hoşgö-
rülemez ihlal olduğunun belirlenmesi ve ona kurtulmanın
mümkün olmadığı bir cezanının uygulanması gerekmekledir.
Yeni sermaye birikimi, üretim ilişkileri ve mülkiyetin huku­
ki statüsü biçimleriyle; ya sessiz, gündelik, hoşgörülen bir bi­
çim içinde yer alan, ya da haklara yönelik yasadışılıklara
ait şiddetli bir biçim altında yer alan tüm halk uygulama­
ları, zorunlu olarak mallara yönelik yasadışılıklar alanına
sokulmuşlardır. Hırsızlık, emek araç ve ürünlerinden hukuki-
siyasal olarak pay alan bir toplumdan, bunları sahiplenen bir
topluma geçişi sağlayan bu hareket içinde, yasalhktan ilk
kaçış unsurlarından biri haline gelme eğilimine girmiştir.
Olayları başka türlü de anlatmak mümkündür: yasadışılık-
ların ekonomisi, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte yeniden
yapılanm ıştır. Mallara yönelik yasadışılıklar, haklara yö­
nelik olanlarından aynlmıştır. Bu, bir sınıf zıtlaşmasını kap-

24 P. C (^ q u h o u n , Trait/ sur la poliu de Londres, ç c v .i a 0 7 , C .F . 1 9 3 -1 8 2 v e 2 9 2 ­


3 3 9 . s a h ife le r d e b u b a ğ la n tıla r ç o k a y r ın tılı o la r a k v e r ilm e k te d ir .
25 Ibid., s .2 9 7 -2 9 8 .

106
sayan bir paylaşımdır, çünkü halk sınıflannın en kolay ula­
şabilecekleri yasadışılık olacak olanı, mallara yönelik olanı
olacaktır -m ülkiyetin şiddet yoluyla intikali-; öte yandan da
burjuvazi haklara yönelik yasadışılıklan kendine ayıracak­
tır: kendi düzenlemeleri ve kendi yasalarını atlatma olanağı;
ekonomik dolaşımın koskoca bir kesimini, yasamanın kıyı­
sında seferber edilen bir oyun araçlığıyla güvenceye almak
-onun sos çıkartmaması veya fiili bir hoşgörüyle serbest kalan
kıyısal alanlar-. Ve hatta yasadışılıklann bu büyük yeniden
dağıtımı kendini adli akım ların bir uzmanlaşmasıyla göste­
recektir; mala yönelik yasadışılıklar için -hırsızlık için -
olağan mahkemeler ve cezalar; haklara yönelik yasadışı-
Iıklar için -hilebazlıklar, mali sahtekârlıklar, kuraldışı ti­
cari işlem ler- yumuşatılmış muameleler, uyarlamalar ve pa­
ra cezalarıyla birlikte özel yasalar. Burjuvazi verimli, hak­
lara yönelik yasadışılık alanını kendine ayırm ıştır. Ve bu
kırılm anın gerçekleştiği sırada, esas olarak bu mallara
yönelik yasadışılığı kapsayan sürekli bir çerçeve oluştur­
manın gereği ortaya çıkm ıştır. Adli mercilerin karışık ve
boşluklar bırakan bu çoğulluğu, fiili bir atalet ile kaçınılmaz
bir hoşgörünün birbirleriyle ilişkili bir paylaşımı ve bir
yoğunlaşması, dışavurumlan itibariyle görkemli ve uygula­
maları itibariyle raslantılara tabi eczalar gibi ilkelere sa­
hip olan cezalandırma iktidarının eski ekonomisine yol ver­
me ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bir süreklilik ve daimilik eko­
nomisinin israf ve aşınlık ekonomisinin yerine geçeceği bir ce­
zalandırma stratejisini ve tekniklerini tanımlama ihtiyacı
ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak ceza ıslahatı, hükümdarın üst-
iktidarına karşı olan mücadele ile fethedilen ve hoşgörülen
yasadışılıklann alt-iktidanna karşı olan mücadele arasın­
daki bitişme noktasında doğmuştur.Ve bu ıslahatın tamamen
raslantıya bağlı bir karşılaşmanın geçici sonucundan başka
birşey olmamasının nedeni, bu üst-iktidar ile bu alt-iktidar
arasında koskoca bir ilişkiler ağının kurulmuş olmasıdır.
Monarşik egemenlik biçim i, görkemli, sınırsız, kişisel, ku­

107
ralsız ve kesikli bir iktidarın aşın yükünü lıüküıııdarııı ec*p*
besine yerleştirirken; uyruklar cephesinde de sabit bir yasa­
dı şılık için serbest alan bırakmaktaydı; bu sanki bu tipten ik­
tidarın bağlantılısı gibiydi, öylesine ki, hükümdann çeşitli
ayncalıklannı suçlamak, aynı zamanda yasadışılıklann iş­
leyişine saldırmak olm aktaydı. Bu iki am aç sürekliydi. Ve
ıslahatçılar koşullara veya özel taktiklere göre bunlardan bi­
rini veya diğerini öne geçirmekteydiler. Orlöans mahkemesi
danışmanlığı yapmış olan şu fizyokrat Le Trosne, burada
örnek olarak işe yarayabilir. 1764’te serserilik üzerine bir
muhtıra yayınlamıştır: "toplumun içinde, onun üyesi olmadan
yaşayan", "tüm yurttaşlara karşı gerçek bir savaş" yürüten ve
bizim aramızda "sivil toplumun kurulmasından önce varol­
duğu kabul edilen şu durumda" olan hırsızların ve katillerin
fidanlığı. Onlara c ı ağır cezalann verilmesini istemektedir
(oldukça karakteristik bir şekilde, onlara kaçakçılara oldu­
ğundan daha hoşgörülü davranılnusına şaşırmaktadır); poli­
sin güçlendirilmesini; il yönetimlerinin onları, bunların hır-
sızlıklanndan muzdarip olanların yardımıyla takip etmele­
rini istemektedir; bu yararsız ve tehlikeli adamlara "devle­
tin el koymasını ve bunların kölelerin efendilerine olduğu
gibi, devlete ait olmalarım" istemektedir; ve gereken durum­
larda onlan dışan çıkartmak üzere korularda genel aramala
ra girişilm esini istem ektedir, bunlardan birini yakalayan
herkese ücret verile:xîktir. "Bir kurt başı için 10 lira ödül veri­
liyor. Bir serseri toplum için sonsuz kere daha tehlikeli­
dir"^*. Aynı Le Trosne 1777de , Ceza adaleti üzerine görüşler
adlı eserinde, kamu tarafının ay n calıklannın kısıtlanma­
sını, sanıklann mahkûm edilene kadar masum sayümalan-
nı, yargıcın onlar ile toplum arasında adil ve bir hakem
olmasını, yasaların "sabit, sürekli, en kesin şekilde belirlen­
miş” olmalarını, böylece uyrukların "neye maruz kaldıklannı
bilm elerini"ve yargıçlann "yasanın orgam "ndan daha fazla

26 L c T ro sn e, opxit., $ .8 ,3 0 ,3 4 ,6 1 -6 2 .

108
birşey olm am alannı istemektedir^^ Aynı dönemde yaşayan
birçok kimsede olduğu gibi Le Trosne'da da, cezalandırma ik-
lidannı sınırlandırm ak için verilen m ücadele, doğrudan
doğruya halk yasadışılığını daha katı ve sabit bir. denetim
altına alma talebiyle eklem leşm ektedir. Azap çektirm eye
yönelik eleştirilerin ceza ıslahatı içinde bu kadar büyük bir
öneme sahip olmalarının nedeni anlaşılmaktadır: çünkü azap
çektirme hükümdarın sınırsız iktidarı ve halkın her zaman
uydnık ydsdüışılıgının göze göıünüı bir şekilde buluşlukldiı
nokta olmaktaydı. Cezaların insani olmaları, bunların her
ikisinin de sınırlarını saptama durumunda olan bir ceza reji­
mine getirilen kuraldı. Cezalandırma süreci içinde saygı du­
yulması istenilen "insan", bu çifte sınırlandırm aya verilen
hukuki va ahlâki biçimdir.
Fakat ıslahatın ceza teorisi ve cezalandırm a iktidarı
stratejisi olarak, bu iki hedefin buluşma noktasında resmedil­
diği doğruysa da, gelecekteki kararlılığı bunlardan İkincisi­
nin uzun sürecek bir önceliğe sahip hale gelmesi olgusuna bağlı
olmuştur. Bu nedenden ötürü halk yasadışılıklan üzerine uy­
gulanan baskı Devrim dönem inde, sonra İmparatorluk süre­
since ve nihayet XIX. yüzyılın tümü boyunca esas bir emredici
nokta haline gelm iş ve böylece ıslahat taslak durumundan,
kurum ve uygulamalı bütün durumuna geçebilmiştir. Bunun
anlamı, yeni ceza yasalarının görünüşte cezalardaki bir yu­
m uşam ayla, daha net bir yasalaştırm ayla, keyfilikteki
önemli bir azalışla, cezalandırm a iktidarına ilişkin olarak
daha iyi kurulmuş bir konsensüsle (icrasının daha gerçek bir
paylaşımının olm am asından ötürü) belirlenm esine karşılık,
yasadışılıkların geleneksel ekonomisi içindeki bir alt üst oluş
ve bunlann yeni ayarlanışlannı sürdürebilm ek için ortaya
çıkan sıkı bir zorlam a tarafından çevrelendiğidir. Bir ceza
sistemini, yasadışılıkların hepsini yoktemeye yönelen değil
de, onları farklılaştırarak yönetmek için kurulan bir aygıt

27 G . L c T ro sn e, Vues sur la fustice crimMle, 1 7 7 7 , s .3 1 ,3 7 ,1 0 3 -1 0 6 .

109
o la ra k kavram ak gerekir.

**★

Hedefi kaydırmak ve ölçeği değiştirm ek. Şimdi daha


ince, ama toplumsal bünyeye daha geniş ölçekte yayılmış olan
bir hedefe ulaşmak için yeni taktikler belirlemek. C ezalan
buraya uydurmak ve sonuçlannı uyarlamak Ü2^ere yeni teknik­
ler bulmak.Cezalandırma sanatım kurala bağlamak, incelt*
mek, evrenselleştirmek üzere yeni ilkeler koymak. Uygula­
masını türdeş hale getirm ek. Etkinliğini artırarak ve akım ­
larını çoğaltarak ekonomik ve siyasal maliyetini düşürmek.
Kısacası, cezalandırma iktidanm n yeni bir ekonomisini ve
yeni bir teknolojisini oluşturmak: XVIII. yüzyılın ceza ısla­
hatının esas varlık nedenleri herhalde bunlar olmuştur.
Bu yeni strateji ilkeler düzeyinde, genel sözleşme teorisi
içinde kolaylıkla formüle edilmektedir.Yurttaş, toplumun ya­
salarıyla birlikte, kendini cezalandırm a tehlikesini taşı­
yanını da bir kerede ebediyen geçerli olmak üzere kabul etmiş
sayılmaktadır. Bu durumda suçlu hukuken paradoksal bir
varlık olarak ortaya çıkm aktadır. Antlaşmayı bozm uştur,
demek ki bütün toplumun düşmanıdır, ama kendi üzerinde uy­
gulanan cezaya katılmaktadır. En küçük suç bile toplumun
tümüne saldmdır; ve toplumun tümü -suçlu da dahil- en küçük
cezanın içinde bile mevcuttur. Demek ki cezalandırma yetkisi
içindeki ceza genelleşmiş bir işlevdir ve bu işlev toplunrlsal
bünye ile unsurlarından herbirinc aynı derecede yayılmıştır.
Bu durumda, cezalandırma iktidanmn "ölçüsü" ve ekonomisi
sorunu ortaya çıkmaktadır.
Nitekim yasa ihlali, bir bireyi toplumsal bünyenin bütü­
nüyle karşı karşıya getirmektedir; toplumun onu cezalandır­
mak üzere, bütün olarak ona karşı çıkma hakkı vardır. Eşitsiz
mücadele: tüm güçler, tüm iktidar, tüm haklar tek bir yanda
yer alnnaktadırlar. Ve aslında böyle olması da gerekmekte­
dir, çünkü herkesin savunulması söz konusudur. Böyleoe müthiş

no
bir cezalandırma iktidarı oluşm aktadır, çünkü yasayı ihlal
eden ortak düşman haline gelmektedir. Hatta bir düşmandan
daha da belerdir, çünkü darbelerini loplumun içinden indir­
mektedir -bir haindir-. Bir "canavar". Toplumun nasıl olur da
onun üzerinde mutlak bir hakkı olmaz? Toplum nasıl olur da
onun düpedüz yokedilmesini istemez? Ve cezaların ilkesinin
antlaşmada yer alma zorunluğu bulunmasına karşılık, her
yurttaşın kendilerine bütün olarak saldıran aralarından ki­
şiler için, mantıken en ağır cezayı kabul etmesi gerekir. "Kö­
tülük yapan her kişi toplumsal hukuka saldırarak, bu alçakça
cinayetinden ötürü asi ve vatan haini haline gelmektedir; bu
durumda devletin varlığını sürdürm esini onun varlığıyla
uyuşturmak olanaksızdır; ikisinden birinin yokolması gerekir,
ve suçlu yokcdildiğinde, bu kişi bir yurttaş olmaktan çok bir
düşman olarak yokedilm ckledir"^*. Cezalandırma iktidarı
hükümdann intikamından, toplumun savunulmasına kaydı­
rılmıştır. Fakat bu durumda o kadar güçlü unsurlarla yeniden
oluşturulduğu için, adeta daha ürkütücü hale gelmektedir.
Suçlu, doğası gereği aşırı olan bir tehtidin elinden çekilip
alınmıştır, ama şimdi neyin sınırlandıracağını görmenin müm­
kün olmadığı bir cezalandırmaya teslim edilmektedir. Müt­
hiş bir üstiktidann geri dönüşü. Ve cezalandırma iktidanna
bir ılımlılık ilkesi koyma gereği.
"Tarih içinde, kendilerine bilge adım veren canavarlar
tarafından icad edilen ve soğukkanlılıkla kullanılan bu
kadar çok iğrenç ve yararsız işkenceyi gören kim dehşetle tit­
remez ki?"” . Veyahut: "Yasalar beni suçlann en büyüğünün ce-

28 }. R o u s s c a u , Central social, k i l . I I, b l.V . R o u s s c a u 'n u n b u fik ir le r in in


K u ru c u m e c lis te , ç o k sık ı b ir c e z a s is t e m in i k o r u m a k is te y e n b a z ı m e b u s la r
ta r a f ın d a n k u l l a n ı l d ı ^ n k a y d e t m e k g e r e k ir . V e C o n tr ıtt'n m i lk e le r i
ilg in ç b ir y e k ild c , s u ç i le c e z a a r a s ın d a k i e s k i c a n a v a r l ık k a r jı l ı k l ı b g ı n ı
d e s te k le m e y e y a r a m ış tır . ' Y u r t t a ş la r a k a r ş ı b o rç lu o lu n a n k o r u m a , c e z a ­
la r ın s u ç la r ın c a n a v a r l ığ ın a g ü r e b i ç i l m c le r i n i v e in s a n lık a d ın a b iz z a t
in s a n lığ ın k u r b a n e d ilm e m e s in i g e r e k t ir m e k t e d ir '. Contrat S o cM fln ilg i­
li b ö lü m ü n ü z ik r ., M o u g in s d e R o ^ u e fo r t, " K u r u c u m e c lis te k i n u tk u ". Parla­
mento arş/p/erf, c . X X V I. s . 6 3 7 .
29 B c c c a r ia , Des d/liis et de$ peines, 1856 yay. S.87.

111
zalandmlmasına davet ediyorlar. Oraya, bunun bana ilham
ettiği tüm Öfkeyle birlikte gidiyorum. Fakat bu da ne? Bunlar
onu da aşıyorlar... Kendimizin v e benzerlerim izin <;ektiği
aalardan iğrenmemizi bize ilham etm iş otan tannm, bu kadar
barbar ve bu kadar incelm iş azap çektirmeleri icad edenler
demek ki senin bu kadar zayıf ve hassas olarak yarattıklann
mıdır?'*^. Toplumsal bünyenin düşmanının cezalandıniması
söz konusu olduğunda bile, cezalann ılımlı olması ilkesi, önce
bir gönül söylevi olarak eklenmektedir. Bundan da iyisi, aşın
gaddarlıktan gören veya hayal eden bedenin bir isyan çığlığı
olarak yükselm ektedir. Cezalandırm anın "insani” kalması
ilkesinin formüle edilm esi, ıslahatçılar tarafından birinci
şahısta yapılmaktadır. Yani sanki konuşan kişinin duyarlığı
dolaysız olarak ifade ediliyormuşçasına; sanki filozofun ve­
ya kuramcının bedeni, celladın gözü dönmüşlüğü ile azap çek­
tirilen kişinin arasına girerek, kendi yasasını ortaya koyu­
yormuş ve bunun sonunda tüm ceza ekonomisine dayatıyor-
muşçâsına. Acaba bu, bir ceza hesabının akılcı temelinin bu­
lunmasındaki güçsüzlüğü ortaya koyan bir lirizm midir? Suç­
luyu toplumun dışına atan sözleşme ilkesiyle, doğanın "kus­
tuğu” canavar imgesi arasında bir sınır, eğer kendini dışa
vuran insan doğasında değilse -yasanın katılığında d eğ il-,
yasayı yapan ve suç işlemeyen a k ılo insanın duyarlığında
değilse, acaba nerede bulunabilir?
Fakat, bu "duyarlığa" başvuru, tam olarak teorik bir ola­
naksızlığı dile getirmemektedir. Fiili durumda, kendiyle bir­
likte bir hesap ilkesini taşım aktadır. Nitekim saygı göste­
rilmesi gereken beden, hayal gücü, a a , gönül, cezalandınla-
cak olan suçlununkiler değil de, antlaşmaya katıldıkları için
ona karşı birleşme yetkilerini kullanma hakkına sahip olan
insanlannkidir. Cezalann yumuşatılmasının gidermek zorun­
da olduğu acılar, bu cezalann katılığa, alışkanlıklar tarafın­
dan getirilen vahşete veya tersine merhan>etc, iyi bir temeli

30 P. C dc Lacreidle, opxiı., s.l29.

112
olmayan hoşgörüye ilişkin olarak gclircbilceeklcri herşcylc
birlikte, yargıçların ve seyircilerin çektikleri olacaktır. "Bu
korkunç azap çektirmelerin üzerlerinde bir cins işkence mey­
dana getirdiği bu yumuşak ve hassas ruhlara aoyınız"^*. Dü­
zenlenmesi ve hesaplanması gereken, cezanın cezalandıran
merci ve bunun icra ettiğim iddia etliği yetki üzerine geri dö­
nen etkileridir.
Aslında bir hain ve bir canavar olsa bile, bir suçluya asla
"insani" eczalardan başkasını uygulamama ilkesi bu noktada
kök salm aktadır. Yasa şimdi "doğa dışı" olana "insani" ola­
rak muamele etmek zorundaysa da (oysa eskinin adaleti "ya­
sadışı" kişiye insanlık dışı şekilde muamele ediyordu), bunun
nedeni suçlunun içinde gizli olan derin bir insanlık değil de,
iktidarın etkilerinin gerekli bir düzenlem esidir. Cezayı ö l­
çecek ve bunun uygulanış tekniklerini hükme bağlayacak olan
işte bu "ekonomik" rasyonelliktir. "İnsanlık" bu ekonomiye ve
onun özenli hesaplam alarına verilm iş ona saygılı addır.
"Fiili olarak, cezalarda en düşük olan insanlık tarafından
emredilmiş ve siyaset tarafından önerilm iştir"^.
Cezalandırm anın bu Ickno-siyasetini anlayabilmek için
uç örneği, suçlann sonuncusunu cLe alalım: on saygın yasaların
hepsini birden çiğneyen devasa bir cinayet. Bu suç öylesine bir
ölçüsüzlük içinde ve her tür olasılığın öylesine bir sınınnda
işlenecektir ki, her halükârda ancak türünün tek ve sonuncu

3J 5 .1 3 1 .
32 A . D u p o r t, K u ıu c u m e c lis te k i n u tk u , 2 2 A r a lık 1 7 8 9 , Parlûmento ar^ivleTİ^
c .x , S./44. A y n ı y ö n d e , X V III. y ü z y ılın s o n u n d a b ilg in to p lu lu k v e a k a d e ­
m i l e r i t a r a f ın d a n ö n e r i l e n y a r d ım la r z i k r e d i l e b i l i r 's o r u ş t u r m a n ı n v e
c c z a l a n n y u m u ş a k lığ ın ı, h ız lı v e ö r n e k o la c a k b ir c e z a la n d ır m a n ın k e ­
s in li ğ i y l e * n a s ıl u y u ş l u r m a lı v e ^ 's i v il t o p lu m u n ö z g ü r l ü k v e in s a n lık
a la n ın d a e n b ü y ü k m ü m k ü n g ü v e n liğ i b u la b ilm e s i i ç n * n e y a p m a lı. Bem
Ekonomi Cemiiftli, 1 7 7 7 . M a r a t b u n a PLtn de Ligiilalion criminelle ’i y l e
c e v a p v e r m iş tir . 'F r a n s a 'd a k a m u g ü v e n li ğ in e z a r a r v e r m e d e n , c e z a y a ­
s a l a r ı n ı n s e r t l i ğ i n i a z a l t m a n ın y o l l a n * n e le r d ir . Aeaddmie de CJulons-
sur-Mame, 1 7 8 0 ; y a r ış m a y ı B ir s s o t v c B e m a r d i k a z a n m ış la r d ır ; " y a s a -
l a n n a ş ır ı s e r ü i g i ,a h lâ k ı b o z u l m u ş b i r d e v le t t e k i s u ç l a n n s a y ıs ın ı v e
k o r k u n d u g u n u a z a lt m a y a m ı y ö n d i k t i r ? ', Acadfmie de Marseille, 1 7 8 6 ,
k a z a n a n E y m a r o lm u ş tu r .

113
örneği olabilecektir: hiçkim se onu örnek alamayacak, hatta
bu suçun işlenmiş olnnasınclan ötürü rezalet duygusuna kapı*
lamayacaktır. İz bırakmadan kaybolacaktır. "Suçun uç nok­
tası 'na ilişkin bu ders alınacak öykü^, biraz da eski ceza­
landırma sislemiiKİe ilk günahın sahip olduğuna benzeyen bir
yere sahiptir: cezalann nedeninin ortaya çıktığı saf biçim.
Böylesine bir suç cezalandırılmalı mıdır? Hangi ölçüde?
Cazalandınim asının cezalandırma iktidan ekonomisi için­
deki yaran ne olacaktır? 'Topluma yapılan kÖtülük"ü onara­
bildiği ölçüde yararlı olacaktır^. Oysa, tamamen maddi olan
zarar bir yana bırakılırsa -b ir cinayette olduğu gibi telâfi
edilemez olsa bile, bu cins zarann bütün bir toplumun kapsa­
mı içindeki yeri çok dardır-, bir suçun toplumsal bünyeye
verdiği zarar, onun içine soktuğu düzensizliktir: yol açtığı re­
zalettir, verdiği örnektir, eğer cezalandmlmazsa tekrarlan­
masına yönelik teşviktir, kendinde taşıdığı genelleşme ola­
nağıdır. Cezanın yararlı olabilmesi için, suçun yolaçabileceği
düzensizlikler dizisi olarak anlaşılan sonuçlannı hedefleme-
lidir. "Ceza ile suçun niteliği arasındaki oran, çiğnenen ant­
laşmanın toplumsal düzen üzerindeki etkisi tarafından belir­
lenmekledir"*’ . Oysa, bir suçun bu cinsten sonucu, onun vah­
şetiyle zorunlu olarak doğrudan orantılı değildir; vicdana
dehşet salan bir suç, çoğu zaman herkesin hoşgörü gösterdiği
ve kendi hesabına tekrarlamaya hazır olduğunu hissetiği bir
kötülükten daha düşük bir etkiye sahiptir. Büyük suçların
nedreti, buna karşılık alışılmış küçük suçlann artması. Buna
bağlı olarak, suç ile ceza arasında bir dehşet eşdeğerliligi, ni­
teliksel bir ilişki aramamak gerekir: "acılar içindeki bir ta­
lihsizin çığlıkları, çoktan işlenm iş bir eylemi, hiç geri gel­
meyen bağnndan çekip çıkartabilir mi?''*^. Bu cezayı suçun

33 C. T a r g e t . ObserjMtioni sur U projet iu Code pinal, in, L o c r 6 . La


IJgisUtion de b Franee, c. X X I X , s .7 -8 . B u , t e r s in e d ö n m ü ş b ir ş e k ild e
K a n t'ta y e n id e n o r ta y a
34 C F . d e P a s to r e t, Des iois pirudes, 1 7 9 0 , II, s . 21
35 C .F ıla n g J o r i, La Seûtia de le Ugiiialim, ç e v . 1 7 8 6 , c IV . s. 2 1 4 .
36 B e c c a h a , opxit., s. 87.

114
değil de, muhtemel tekrarlanışının işlevinde hesaplam ak.
Geçmiş saldm yı değil de, gelecekteki düzensizliği hedefle­
mek. Böylece hem suçlunun yeniden başlamaya hevesinin, kal­
mamasını, hem de onu taklid edeceklerin bulunmamasını
sağlam ak^. Demek ki cezalandırmak bir sonuçlar sanatı ola­
caktır; cezanın büyüklüğünü suçun büyüklüğünün zıddına koy­
maktan çok, suçu izleyen iki diziyi birbirlerine uydurmak ge­
rekmektedir: suçun kendi sonuçlan ve cezanın sonuçlan. Uzan­
tıları olmayan bir suç ceza gerektirmez. Aynı şekilde -aynı
örnek alınacak öykünün başka bir versiyonuna göre- çözülme­
nin ve yokolmanın arefesindeki bir toplumun da darağaa dik­
meye hakkı olmayacaktır. Suçlann sonuncusu ancak cezalan­
dırılmadan kalabilir.
Eski kavrayış. Cezanın bu örnek olma işlevini ortaya
çıkartmak için XVIII. yüzyılı beklemek gerekli değildi- Ce­
zanın geleceğe yönelik olması ve başlıca işlevlerinden en
azından birinin uyarmak olması, yüzyıllardan beri cezalan­
dırma hakkının cari meşrulaştırma noktalarından biri ol­
muştur. Fakat fark şu noktada ortaya çıkmaktadır; cezanın ve
bu cezanın görkemli olmasının -yani ölçüsüz olmasının- bir so­
nucu olarak beklenmekte olan uyan, şimdi onun ekonomisinin
ve tam oranlarının ölçüsünün ilkesi haline gelmeye yönel­
mektedir. Önlem ek için, kesinlikle yeterli ölçüde cezalan­
dırmak gerekir. Demek ki Örnek olma mekaniğinde bir kayma,
azap çektirm eye dayalı bir cezalandırma sisteminde, örnek
suçun tekrarıydı; bir cins ikiz haline getirilmiş dışavurum ile,
hem suçu hem de ona egemen olan hükümdarlık iktidannı
göstermeye yönelmişti; kendi sonuçlarına göre hesaplanan bir
cezalandırma sisteminde, örnek suça gönderme yapmalıdır,
ama bu mümkün olduğunca gizli bir biçimde olmalıdır; örnek

37 A . B a r n a v c , K u r u c u m e d i s l e k i n u tk u : T o p l u m v e r d iğ i e c z a la r d a , in s a n i
b ir v a r lığ a a a ^ k l i r m e k o n u s u n d a k i b a r b a r c a z e v k i g ö r m ü y o r ; b u n d a
t o p lu m u b i r s u i k a s t t e h l id i n d e n u z a k l a ş h r m a k iç in , b e n z e r i s u ç l a n
ö n le m e k iç in g e r e k li b ir te d b ir i g ö r ü y o r ', Partamenio arfivifri, c. X X V I I.
6 h a z ir a n 1 7 9 1 , s .9 .

115
iktidarın müdahalesini işaret ctnrtclidir, ama bu en büyük ta­
sarruf içinde olnrtahdır vc ideal durumda hem suçun hem de
örneğin bir daha ortaya çıkmalanm önlemeye yönelik olma­
lıdır. ö rn ek , dışa vuran bir ayin değil, engel oluşturan bir
işarettir. İslahatçılar, ceza eyleminin bütün zamansal alanını
tersine çevirme eğiliminde olan bu cezalandırmaya yönelik
işaretler tekniği boyunca, cezalandırma iktidanna ekonomik,
etkin, tüm toplumsal bünye boyunca genelleştirilebilir, tüm
tavırları şifrelemeye vc buna bağlı olarak yasadışılıkların
dağınık alanının tümünü küçültmeye yatkın bir aygıt vermeyi
düşünmüşlerdir. Cezalandırma iktidarının onunla donatılmak
istendiği semio-teknik, beş veya altı ana kurala dayanmak­
tadır.
En az miktar kurah. Bir suç, avan taj sağladığı için
işlenmiştir. Eğer suç fikri ile, biraz daha büyük dezavantaj
fikri birbirlerine bağlanacak olursa, arzu edilir olmaktan çı­
kacaktır. "Cezanın ondan beklenmesi gereken sonucu doğur­
ması için, yolaçtığı zarann, suçlunun suçtan elde ettiği yaran
aşması yeterlidir"^. Kabul etmek gerekir ki, ceza ile suçu bir­
birlerine yaklaştırmak mümkündür; ama bu artık, azap çek­
tirmenin suça yoğunluk bakımından eşdeğerli olmasının gerek­
tiği ve meşru intikamını alan hükümdarın "daha fazla ikti-
dan'nı vurgulayan bir ek içeren eski biçim altında olmaya­
caktır; çıkarlar düzeyinde adeta bir eşdeğerlilik kurulacak­
tır. Suç işleme tehlikesine girmeyerek, cezadan kaçınma duru­
munda biraz daha fazla çıkar.
Yeterli ülküsellik kuralı. Eğer bir suçun saiki tasarlanan
avantajsa, cezanın etkinliği de getirmesi beklenen dezavan­
tajdır. *'Ceza"yı cezalandırmanın kalbine yerleştiren acı çek­
me duygusu değil de, bir acı, bir hoşnutsuzluk, bir sakınca fik­
ridir -"ceza" düşüncesinin "sıkıntısı"-- Demek ki cezalandır­
ma bedeni değil de, tasarımı seferber etme durumundadır- Ve­
ya daha doğrusu, eğer bedeni seferber etmek zorundaysa, bunu

39 Bcccaria, ffpxil v s.89

tl6
bir a a öznesi olmasından çok, bir tasarım nesnesi olması
ölçüsünde yapma dunımundadır bir aonın anısı, suçlunun
suçunu tekrarlam asını önleyebilir; aynı şekilde fizik bir
acının yapay olarak seyredilmesi bile, bir suçun yayılmasını
engelleyebilir. Fakat cezalandırm a tekniğinin aleti acının
bizzat kendisi olmayacaktır. Demek ki mümkün olduğunca
uzun bir süre için ve etkin bir temsil duygusu uyandırmanın söz
konusu olduğu durumlann dışına, darağaçlannın büyük oyun­
cak takım lannı seferber etm ek yararsızdır. Bedenin ceza
öznesi olarak ortadan silinmesi, ama bunun onun seyirlik bir
unsur olmasını zorunlu olarak ortadan kaldırmaması. Teorinin
eşiğinde ancak lirik bir şekilde formüle edilebilmiş olan azap
çektirmenin reddi, burada akli bir şekilde eklemleşm e ola­
nağıyla karşılaşmaktadır: cnçoka çıkartılması gereken ceza­
nın bedensel gerçeği değil de, onun temsilidir.
Yan etkiler kuralı. Ceza en yoğun etkilerini, suç işle­
memiş otanlann üzerinde yapmalıdır; limitte eğer suçlunun
suçunu tekrarlamayacağından emin olunabilseydi, diğerleri­
nin onun cezalandınldığına inandınlm alan yeterli olurdu.
Etkilerin merkezkaç yoğunlaştınim ası, cezaların hesaplan­
masındaki en az ilg;i çekici unsurun suçlunun (suçunu tekrarla­
maya yatkın olması durumu hariç) olduğu bir paradoksa gö­
türmektedir. Beccaria bu paradoksu, ölüm cezasının yerine
önerdiği eczada aydınlatmıştır: müebbed kölelik. Fizik ola­
rak ölümden daha gaddar bir ceza mı? Hiç de değil demektey­
di: çünkü köleliğin verdiği ceza mahkûm için o kadar çok
parçaya bölünmüştür ki, ona yaşayabileceği anlar kalmak­
tadır; sonsuza kadar bölünebilir ceza, Elea doktrinine uygun
ceza, bu ceza bir sıçramayla azap çektirmeye kavuşan idam
cezasından çoık daha az serttir. Buna karşılık bu köleleri
görenler veya zihinlerinde canlandıranlar için, onlann çek­
tikleri â a la r tek bir fikir halinde toplanmışlardır; köleliğin
bütün anlan, artık ölüm fikrinden daha dehşet verici hale
gelen bir tasanm halinde büzüşmektedirler. Bu ekonomik ola­
rak ideal cezadır: onu çeken için minimaldir (ve köle haline

117
getirilen suçunu lekrarlayam az), onu zihninde canlandıran
için m aksim aldir. "Cezaların arasından ve onları suçlara
orantılı olarak uygulama biçimi içinden, halkın zihni üze­
rinde en etkili ve en kalıcı izlenimi uyandıracak olan ve aynı
zamanda suçlunun bedeni üzerinde en az gaddar etkiyi yapa­
cak olan araçlan seçmek gerekir”^.
Tam olarak emin olma kuralı. Her suç ve ondan beklenen
avantajlar fikrine, doğuracağı belirgin sakıncalarla birlikte
belli bir ceza fikrini^ x>rtak olması gerekir; bunların arasın­
daki bağın zorunlu ve kapatılamaz nitelikte olduğunun kabul
edilmesi gerekir. Cezalandırma sistemine etkinliğini sağla­
ma durumunda olan doğruluk konusundaki bu genel unsur, bazı
kesin önlemler gerektirmektedir. Suçlan tanımlayan ve ceza­
lan hükme bağlayan yasaların "toplumun her üyesinin suç ey­
lemlerini erdemli eylemlerden ayırabilmesi için"^, tamamen
açık olmaları gerekir. Bu yasalann yaymlanmalan, herkesin
onlara ulaşabilmesi gerekir; sözlü gelenekler ve örfler sona
ermiştir, artık "toplumsal antlaşmanın sabit anıtı" olan ya­
zılı bir yasama, herkesin bilgisine sunulmuş olan basılı me­
tinler vardır: "yalnızca birkaç tekil kişiyi değil de, halkın
tümünü kutsal yasalar bütününün muhafızı haline getirebile­
cek yegâne şey matbaadır"^’ . Ceza fikrinin içinde mevcut olan
gücün, bu müdahalenin olacağı umuduyla hafiflememesi için,
kralın affetme hakkından vazgeçmesi gerekir "eğer insanla­
ra suçun affedilebileceğini ve cezanın onun zorunlu devamı
olmadığını görme olanağı bırakılacak otursa, onlarda cezasız
kalma umudu beslenmiş olur... Yasalann amansız, bunlan uy-
gulayanlann bükülmez olm alan gerekir"^^. Ve özellikle de,
işlenen hiçbir suçun adaleti yerine getirmekle görevli olan-
lann gözünden kaçmaması gerekir; yasalar aygıtını cczalan-

39 tbid.. 5 .8 7 .
40 J .P . B r is s a t, Thdorie des his criminella, 1 7 8 1 , C .I., s ,2 6 .
41 B c c c a ıi a , s .2 6 .
42 B c c c a r ia , ibid. A y r ıc a b k z , B r is s a t; " e ğ e r a f c ^ l s e , y a s a k ö tû d O r ; y a s a ­
m a n ın iy i o ld u ğ u y e r d e , a f la r y a s a y a k a r ş ı iş le n e n s u ^ a n b a ş k a b i ış c y
d e ğ i ll e r d ir ', op.cit. 5 .2 0 0 .

118
dırmama umudu kadar narinleştiren birşey olamaz; eğer belli
bir cezadan kurtulma katsayısı onu etkilerse, yargıdan g ele­
ceklerin zihninde bir suç ile bir ceza arasında sıkı bir bağ nasıl
kurulabilir? Cezayı, mutlaka gerçekleşeceği endişesini artı­
rarak, yarattığı şiddet kadar korkulu hale getirm ek gerek­
mez mi? Böylece eski sistemi taklid etmektense ve daha
katı olmaktansa, daha dikkatli olm ak gerekir"^^. Buradan,
adalet aygıtının kendine doğrudan bağlı olan ve, ya suçlan
engellem eye, ya da işlendikleri takdirde failleri tutukla­
maya yarayan bir gözetim aygıtıyla iki katına çıkartılması
gerektiği fikri ortaya çıkm aktadır; polis ve adalet, aynı
sürecin birbirini tamamlayan iki eylemi olarak birlikte yü-
rümelidirlcr -polis "toplumun her birejdn üzerindeki etkisini”
sağlamakta, adalet ise "bireylerin toplum karşısındaki hak-
lan"nı korumaktadır-^^ böylece her suç açığa çıkacak ve tam
bir güvenirlik içinde cczalandınlacaktır. Fakat bunun dışın­
da, ceza usullerinin gizli kalmamaları, bir sanığın mahkû­
miyet veya beraat nedenlerinin herkes tarafından bilinmesi
ve herkesin cezalandırma nedenlerini bilebilm esi gerekir:
"Yargıç kanaatini yüksek sele belirtsin, kararında suçluyu
mahkûm eden yasa metnini göstermek zorunda olsun... esrarlı
bir şekilde mahkeme kaleminin karanlığına göm ülm üş olan
usuller, mahkûmların kaderleriyle ilgilenen tüm yurttaşlara
açık olsunlar^. .
Harcıâlem gerçek kuralı. Bu çok sıradan ilkenin altında
önemli bir dönüşüm gizlenmekledir. Eski yasal kanıtlar siste­
mi, işkence uygulaması, itirafın zorla elde edilmesi, gerçeğin
yeniden üretilmesi için beden ve seyir azabınının kullanıl­
ması, ceza uygulamasını uzun bir süre boyunca harcıâlem ka­
nıtlam a biçim lerinden soyu tlam ıştır: yarı kanıtlar yarı

43 G . d c M a b ty , Oe ta Ugislition, Tof^u eserler, 1 7 8 9 , C.IX, s J 2 7 . A y n c a b k z .


V a l l e l f H e r k c s ı ö d e v i iç in d e tu ta n h u s u s c e z a la r ın c a n a v a r lığ ın d a n ç o k ,
o n la r ın t a l e p e d ilm e s in d e k i ş a ş m a z lık t ır " , Le Droit des gens, 1 7 6 8 . s .1 6 3 .
44 A . D u p o r t, K u r u c u m e d l ıt c k i n u tk u , Parlarnento arşMeri, $ .4 5 , c X X I .
45 C . d e M a b ly , op^il, s .3 4 8 .

119
gerçekler ve yan-suçlular yaratıyor, acı çektirerek zorla ko­
partılan cümleler kanıt değerine sahip oluyor, bir sanı belli
bir ceza basanvığına götürüyordu. Olağan kanıtlama rejimi
türdeş olmayan bu sistem, ancak cezalandırma iktidanmn
kendi ekonomisi için çürütülemez bir kesinlik iklimine ihtiyaç
duyduğu anda gerçekten bir rezalet haline gelmiştir. Eğer
cezanın gerçeği tüm örnekler itibariyle suçun gerçeğini izle­
miyorsa, insanlann zihinlerinde suç ile ceza fikirlerini birbir­
lerine mutlak olarak bağlamak nasıl mümkün olacaktır? Suçu
tüm aşikârlığı içinde ve herkes için geçerli yöntemlere göre or­
taya çıkartmak ilk Ödev haline gelmiştir. Suçun gerçeklili­
ğinin saptanması, her gerçek için geçerli genel kıstaslara tabi
olmalıdır. Adli yargı kullandığı deliller, getirdiği kanıtlar
itibariyle yargılama kuralları açısından türdeş olm alıdır.
Demek ki yasat kanıtlar terkedilmekte; bir gerçeği haklı
kılmak üzere bir kanıtlama zorunluğu olan işkence bir kenara
atılmakta; şüphelenme dereceleriyle ceza basamakları ara­
sındaki her tür bağlantı ortadan kalkmaktadır. Suçun gerçeği
tıpkı matematik bir gerçek gibi, ancak tamamen kanıtlan­
dığında kabul edilebilecektir. Böylecc sanık, suçunun nihai
olarak kanıtlanmasına kadar masum sayılmak zorundadır; ve
yargıç kanıtlamayı gerçekleştirmek üzere ayinsel biçimler
değil de, harcıâlem araçlar, hem filozoflann, hem de bilgin-
İcrinki olan, herkesin aklına uygun olanlarını kullanmak du­
rumundadır; "yargıa teorik olarak, ilginç bir gerçeği keşfetme
işini kendine yüklemiş bir filozof olarak kabtıl ediyorum...
Uzgörüşlü olması sayesinde sağlıklı bir şekilde yargılamak
üzere, birbirlerine yaklaştırılm aları veya birbirlerinden
ayrılm aları gerek tüm koşulları ve ilişkileri kavrayacak­
tır"^. Aklı selimin egzersizi olan soruşturma, eski engizisyon
türü modelden vazgeçerek, çok daha esnek olan (ve bilim ile
sağduyu tarafından iki kere geçerli kılınmış olan) ampirik
araştırma modelini kabul etmektedir. Yargıç "(gemiyi) kaya-

46 G.SdgıwuxdtC<ırTevcn.E»fi»ri'tsfjr4ciı/briıif^l76flLs>49.

120
lıklar arasından geçiren bir kıla, uz” gibi olacaktır: "Kanıt­
lar neler olacaktır veya hangi göstergelerle yetinileccktir?
Bunlar ne benim, ne hiçkimsenin henüz genel olarak belirle­
meye cüret edemediği şeylerdir; koşullar sonsuz bir değiş­
kenlikte olduklarından, kanıtlar ve göstergeler bu koşul­
lardan türemek zorunda olduklanndan, en açık kanıt ve gös­
tergelerin buna orantılı olarak değişmesi zorunlu olarak ge­
rekmektedir"^^. Ceza uygulaması arlık harcıâlem bir gerçek
rejim ine veya daha doğrusu, yargıcın "samimi kanaatini"
oluşturmak üzere bilimsel kanıtlamının türdeş olmayan unsur­
larının, hassas aşikâriıklann ve sağduyunun birbirlerine do­
landıkları karmaşık bir rejim e tabi hale gelecektir. Ceza
adaleti eğer eşitlikçiliğini güvence altına alan biçimleri ko­
rursa, şimdi aşikâr olmalan, ortaya iyi konulmuş olmaları,
herkes tarafından kabul edilebilir olmaları koşuluyla, herbir
yönden gelen gerçeklere açılabilecektir. Adli ayinsel çerçeve
arlık bizatihi paylaşılan bir gerçeğin oluşturucusu değildir.
Harcıâlem kanıtların atıf alanına taşınmıştır. Bu durumda
bilimsel söylemlerin çoğulluğuyla, ceza adaletinin bugün de­
netlemeye hazır olmadığı zor ve sonsuz bir ilişki kurulmakta­
dır. Adaletin efendisi arhk onun gerçeğinin efendisi değildir.
Opiimal nitehk belirlenmesi kuralı. Ceza, sem iotiğinin
azaltılmak istenilen yasadışılıkların tüm alanım tam olarak
kapsayabilmesi için, bütün yasa ihlallerinin nitelenmiş olma­
ları gerekir; bunların, hiçbirini dışta bırakmayan türler ha­
linde birleştirilmiş ve sınıflandınim ış olmaları gerekir. De­
nmek ki bir yasa bütünün varolması ve bunun da içinde her
türden yasa ihlalinin açık bir şekilde mevcut olması gerekir.
Yasanın sessiz kaldığı yerlerde, cezasız kalma umudunun ye­
şermemesi gerekir^*. Fakat cezanın etki-işarcller aracılığıyla
bütüncül kapsama sahip olması konusundaki bu aynı emredid-
lik daha uzağa gidilmesini zorunlu hale getirmektedir. Aynı

47 P. Rİ5İ, Obseroalions dt jurisprudenee crimintlle, ç c v . 1 7 5 8 , s .5 3 .


48 B u k o n u h k . d iğ e r le r i a r a s ın d a b k z ., S . L in g u c l, N eeessil^ d'une riforme
de l'administralion de la fuitice criminelle, 1 7 6 4 , s .8 .

121
cezanın herkesin üzerinde aynı güce sahip olmadığı fikri: ne
para cezası, ne de daha önce maruz kaldığı yüz karası zengin
iı;in korkutucudur. Bir suçun zararlılığı ve sonuç değeri, yasayı
ihlal eden kişinin statüsüne göre değişmektedir; bir soylunun
işlediği suç toplum için, halktan birinin işlediği suçtan daha
zararlıdır^^ Nihayet madem ki ceza suçun tekrarlanmasını
engellemek zorundadır, o halde suçlunun doğasının derinlikle­
ri itibariyle ne olduğunu, kötülüğünün varsayılabilir derecesi­
ni, iradesinin içsel niteliğini hesaba katmak zorundadır:
"aynı hırsızlık suçunu işlemiş olan iki kişiden, gerekene ancak
sahip olanı, gereksiz fazlalara boğulmuş olanından ne kadar
daha az suçlu olacaktır? Yalan yure yemin etme suçunu İşleyen
iki kişiden, ta çocukluğundan beri şeref duygusunu edinmesi
için uğraşılmış olanı, doğaya terkedilerek hiçbir eğitim al­
mamış olanından ne kadar daha suçlu olacaktır?"^. Suçlar ile
cezaların paralel olarak sınıflandınim ası ihtiyacıyla aynı
anda; her suçlunun kendine özgü karakterine uygun olmak
üzere, cezaların bireyselleşmesi ihtiyacının filizlendiği g ö­
rülmektedir. Bu bireyselleşme modern ceza hukuku tarihi
üzerinde çok büyük bir ağırlığa sahip olacaktır, bu bireysel-
leşmcnin kök salma noktası burasıdır; kuşkusuz hukuk teorisi
terimleri içinde olmak üzere ve gündelik uygulamalann ta-
loplorino göre yasaların sıraya sokulması ilkesiyle kökten bir
zıtlaşma halindedir; ama aşınlığa kaçmadan ve boşluk bı­
rakmadan, iktidarın yararsız "israfı" olmadan, ama çekin­
genlik de göstermeden, birbirlerine tam olarak ayarlı hale
getirilen cezalandırma işaretlerinin toplumsal bünyenin tümü
içinde onların aracılığıyla dolaşıma sokulmak istendiği bir
cezalandırma iktidan ve teknikleri açısından, suç-ceza sis­
teminin düzenlenmesinin ve suçlu-ceza çiftinin değişmelerinin
atbaşı gittikleri görülmektedir. Bireyselleştirme, tam olarak
uyarlanmış bir yasa bütünün nihai hedefi olarak ortaya çık­
m aktadır.

49 P . C . d o L a cro te llc , $ .1 4 4 .
50 ). P. M a r a l, Plan de Ugistation criminetle, 1 7 8 0 , s .3 4 .

122
Oysa bu bircysellcşlirm c doğası itibariyle, eski içtihat
içindeki ecza çeşiilendirilnrıcsindcn çok farklıdır. Eski içtihat
-v e bu noktada hnstiyan kefaret uygulamasına uygundur-
cczayı suça uyarlamak için iki değişken, dizisi kullanmak­
taydı; "koşu." ve "niyet" değişken dizileri. Yani eylemin ken­
dine olanak veren unsurlar. Cvzalann çeşitlendirilmesi, geniş
anlamda bir "vicdan incelemesi" alanında yer âlmâktaydı^^
Fakat şimdi taslağı çizilm eye başlayan şey. bizzat yasayı
ihlal eden kişinin kendine, doğasına, yaşama ve düşünme
tarzına, geçmişine, iradesinin niyetine değil de, "niteliği”nc
atıfta bulunan bir ceza çcşitlendirilmesidir. Ceza uygulama­
sında, psikolojik bilginin nöbeti vicdan incelemesine dayalı
içtihattan devralacağı yer, henüz boş bırakılan bir alan ola­
rak farkcdilmektedir. XVIII. yüzyılın sonunda tabii ki bu
anın henüz uzağında bulunulmaktadır. Yasa-bireyselleştirme
bağı o dönemin bilimsel modellerinin içinde aranmıştır. Kuş­
kusuz cn uygun şema doğa tarihi tarafından sunulmaktaydı:
türlerin kesintisiz bir basam aklandırm aya göre sınıflan-
dınlm aları. Her tekil yasa ihlalcisinin ve cezalandırabilir
her bireyin, hiçbir keyfiliğe uğramadan genel bir yasanın
hükmüne tabi olabilmeleri için, bir suçlar ve cezalar Linne
tablosu oluşturmanın çareleri aranmaktadır. "Çeşitli ülke­
lerde görülen bütün suç türlerinin bir tablosunu oluşturmak ge­
rekir. Suçlann dökümüne göre, türler halinde bir bölümleme
yapmak gerekecektir. Bu bölümleme için bana göre en iyi
kural, suçlan amaç farklanna göre ayırmaklar. Bu bölümleme
öyle olmalıdır ki, her tür bir diğerinden iyice ayrı olmalıdır
ve tüm bağlantılan içinde ele alınan her tekil suç, onu önce-
lemek zorunda olanla onu izlemek zorunda olanın arasında ve
en doğru basamakta yer almalıdır; nihayet bu tablo öyle ol­
m alıdır ki, cezalar için yapılm ış başka bir tabloyla ya-
kınlaştınlabilm cli ve bunlar birbirlerine tam denk düş-

51 V ic d a n ila h iy a tın ın b ir e y i d ış la y a n k a r a k t e r i k o n u ş a n d a b k z . P. C a r io u ,
Us idMi'Js casuisliqu£s, d a k t i l o te z .

123
melidirler"®^. Suçlann vc cczalann teorideki veya daha
doğrusu, düşteki çifte sınıflandmlmalan iki sorunu çözebilir:
tekil bireylere sabit yasalan nasıl uygulamalı?
Fakat bu spekülatif modelin çok uzağında olmak üzere,
aynı dönemde antropoloji bireyselleştirme biçimleri daha da
kaba bir şekilde kurulmaktaydılar. Önce s j ç tekran kav­
ramıyla birlikte. Bunun nedeni, bu kavramın eski ceza yasa­
ları tarafınadan bilinmemesi değildir^. Faîcât bu kavram,
verilen cezayı değiştirmesi mümkün otan suçlunun nitelikle­
rinden biri haline gelm eye başlamıştı: 1791 yasasına göre,
suçlarını tekrar edenlerin, cezalan hemen her durum itibariy­
le iki katına çıkartılabilmckteydi. X.yıl Floröal kanununa
göre, bunlar R harfiyle damgalanacaklardı ve 1810 tarihli
ceza kanunu ya en yüksek cezayı, ya da hemen bir üst cezayı
veriyordu. Oysa suç tekrannın üzerinden hedeflenen, yasa
tarafından tanımlanmış bir eylemin faili değildi; suçlu özne,
içsel olarak suçlu olan karakterini dışa vuran belli bir irade
hedefleniyordu. Suçun yerine suçluluğun yavaş yavaş cezai
müdahalenin hedefi haline gelmesi ölçüsünde, ilk kez suç
işleyen ile, tekrar suç işleyen arasındaki zıtlık daha da
önemli olma eğilimine girecektir. Ve bu zıtlıktan hareket-
le,aynı dönemde onu güçlendirmek üzere "ihtiras" suçu -irade
dışı, düşünülmeden işlenen, olağandışı koşullara bağlı olan
suçlar, bunlar delilik gibi bir mazeret oluşlurmaktadırlar,
ama gene de alışılmış suçlardan sayılm amaktadırlar- kav­
ramının oluştuğu görülmektedir. Le Peletier daha 1791'de, Ku­
rucu meclise sunduğu raporda, suçlann inceden inceye basa-
maklandmlmasının "kötü bir eylemi soğukkanlılıkla tasar­
layan kötü bir kişiyi" suçtan vazgeçirtebileceğini ve bunun

52 P .C . d e L a c r e le lle , op.cii., s J5 l-3 5 2 .


53 C a m o t 'n u n v e y a F . H e li c v c C h a u v e a u 'n u n k o n u h a k k ın d a s ö y l e ­
d ik le r in in t e n i n e , s u ; t e k r a n b ir ç o k E s k i Rejion y a s a s ın d a a ç ık ç a c c z a -
la n d ın l m a k t a d ır . 1 5 4 9 K a r a r n a m e s i, y e n id e n a y n ı ^ y c b a ş la y a n s u ç ­
lu n u n ’ i ^ e n ç , m t^ d e b u l a n d ı n o , k a m u s a l d a v a y a ç o k z a r a r lı b ir k iş T
o l d u ^ n u i l i n e tm e k le d ir ; d in e k ü f ü r , h ır s ız lık , s e r s e r ilik v s . s u ç la n n m
t e k r a r e d ilm e le r i h a lin d e ö z d c e z a la r v e r ile b ilm e k le y d i.

124
ecza korkusuyla kendini tutabileceğini; buna karşılık bu basa-
maklandtrmanm hesap kitap yapmayan şiddetli ihtiraslar­
dan" kaynaklanan suçlar karşısında çaresiz kalacağını; ama
bunun pek bir öneminin olmadığını, çünkü bu cins suçlann fail­
lerinde "hiçbir tasarlanm ış kötülüğü" ortaya koymadığını
işaret etmekteydi^.
Cezaların insânilcştirilcm clerinin altında bulunan, "ce­
zaların yum uşakhğı"nı cezalandırm a iktidarının hesap­
lanmış bir ekonomisi olarak talep eden, bunlara daha iyi izin
veren tüm bu kurallardır. Fakat bunlar aynı zamanda, bu ikti­
darın uygulanma noktasındaki bir bir yer değiştirmeyi de
davet etm ektedirler; azap çektirm e ayinlerinin içindeki
görkemli damgalarla, aşırı acıların ayinsel oyunuyla attık
beden söz konusu olmasın; zihin veya daha doğrusu herkesin
zihninde gizlice, ama gerekirlik ve aşikârlık içinde dolaşan
işaretlerin ve hayalde canlandınlan bir oyun söz konusu olsun.
Mably, artık beden değil, ruh söz konusu olsun diyordu. Ve bu
terimden ne anlaşılmasının gerektiği iyice görülmektedir; bir
iktidar te k n iğ in in bağlantısı. Eski cezalandırmaya yönelik
"anatomilerde yol verilmiştir. Ama acaba bu nedenden ötürü,
bedensel olmayan cezalar dönemine gerçekten getpImiş olmak­
ta mıdır?

★ ★ ★

Demek ki başlangıç noktasına, yasadışılıkları tam ola­


rak çerçevelemek, cezalandırma işlevini genelleştirmek ve
denetleyebilmek üzere ceza iktidannı sınırlandırma projesini
yerleştirmek mümkündür. Oysa burada, suç ve suçlunun nesnel­
leştirilm esinin iki hattı ortaya çıkm aktadır. Bir yandan,
herkesin düşmanı olarak işaret edilen, herkesin takip etmek-

54 L c P c l c t i c r d e S a in t - F a r g e a u , Parlamento arşivleri, c . X X V I , s . 3 2 1 -3 2 2 .
B c lla rt e r t e s i y ıl, b ir İh tir a s s u q u i ^ n i lk s a v u n m a o l a r a k k a b u l e d ile b i­
le c e k ş e y i t e la f f u z e t m iş t ir . B u C r a s o la y ıd ır . B k z . Annalet du barreau
modtme, 1 8 2 3 , c 111, s . 3 4 .

125
tc yaran olduğu suçlu antlaşmanın dışına çıkmakta, yurttaş
olarak oyundan atılmakta vc kendinde doğanının vahşetinin
bir parçasını taşıyarak ortaya çıkmaktadır; kötülük yapan,
canavar, belki deli, hasta vc bir süre sonra da "anormal" ola­
rak görülmekledir. Birgün bilimsel bir nesnelleştirmenin vc
buna bağlı olarak "tedavi'nin konusu haline, bu niteliğinden
ötürü gelecektir, ö te yanadan, ceza verme iklidannın etkile­
rinin içlen ölçülme ihtiyacı, şu andaki veya ilerideki tüm
suçlulara müdahale laktiklerini hükme bağlam akladır; bir
korunma alanının örgütlenmesi, çıkarların hesaplanması, ta­
sarım ve işaretlerin dolaşım a sokulmaması, bir kesinlik vc
gerçeklik ufkunun oluşturulması, cczalann giderek daha ince
bir şekilde ayarlanmaları; bütün bunlar da suçluların ve suç-
lann ncsncilcşlirilm elerinc götürmektedir. Her iki şıkta da,
ecza uygulamasını kapısayan iktidar ilişkisinin, yalnızca or­
taya konulması gereken bir olgu olarak suçun değil, aynı za­
manda Özgün kıstaslara göre tanınması gereken birey olarak
suçlunun da içine alınacakları bir amaç ilişkisiyle ikiye kat­
lanmaya başladığı görülmektedir. Ayrıca bu amaç ilişkisinin,
duyarlık sınırlan tarafından azap çektirmelerin gözü dön-
müşlüğüne konulan bir yasağın veya cezalandınlan şu insan
her neyse, onun üzerinde yapılacak akılcı veya "bilimsel" bir
soruşturnvının yapacaklarının tersine, cezalandırma uygula­
masına dıştan gelerek, onun üzerine çıkılmadığı da görülmek­
tedir. Nesnelleştirme süreçleri bizzat iktidarı taktiklerinin
içinde vc onun uygulanmasının düzenlenmesinin içinden doğ­
m aktadırlar.
Ancak, ceza ıslahatı projeleriyle birlikte resmolan bu iki
nesnelleştirme tipi birbirlerinden çok farklıdırlar: kronoloji­
leri ve etkilerinden ötürü. Yasadışı, doğa İnsanı suçlunun nes­
nelleştirilmesi henüz yalnızca potansiyel bir mevcudiyet, si­
yasal eleştiri temaları ile hayali alanının şekillerinin ke­
siştikleri bir kaçış hattıdır. Homo crımınafıs'in bir bilgi
alanı içinde tanımlanmış bir nesne haline gelebilmesi için
uzun zaman beklemek gerekecektir. Diğeri ise bunun tersine.

126
cezalandırma iktidarının yeniden örgütlenmesine daha doğ­
rudan bağlı olması ölçüsünde, daha hızlı ve daha doğrudan
etkilere sahip olmuştur: yasaların derlenmesi, suçların tanım­
lanması, usul kuralları, yargıçlann rolünün tanımlanması. Ve
aynı zamanda, ideologların zaten oluşmuş olan söylemlerin­
den destek almasından ötürü. Nitekim bu söylem çıkarlar,
tasarımlar ve işaretler teorisi aracılığıyla, yeniden oluştur­
duğu diziler ve oluşumlar aracılığıyla, iktidarın insanlar
üzerinde icra edilmesine ilişkin bir cins genel reçete vermek­
teydi: semiolojinin araç olm asıyla birlikte "zihnin" iktidar
için hayat yüzeyi olması; fikirlerin denetimi yoluyla beden­
lerin tabi kılınması; azap çektirmenin ayinsel anatomisinden
çok daha ektkin olmak üzere, tasarımların bir beden siyaseti
içinde, ilke olarak çözüm lenmeleri. İdeologların düşüncc*si
yalnızca bir birey ve toplum teorisi olmakla kalmamış, aynı
zamanda hükümdarların debdebeli harcamalarının tersine,
incelemiş, etkin ve ekonomik hale gelmiş iktidarların bir tek­
nolojisi olarak gelişmiştir. Bir kez daha Servan'ı dinleyelim:
suç ve ceza fikirlerinin sıkı sıkıya bağlı olmaları ve "birbirle­
rini aralıksız olarak izlem eleri gerekir... Böylece yurttaş-
lanm ızın kafasında fikir bağlantısını kurduğunuzda, onları
yönetm ekle ve onların efendisi olm akla övünebilirsiniz.
Aptal bir müstebit köleleri zincirlerle zorlayabilir; fakat
gerçek bir siyaset onları kendi fikirlerinin zincirleriyle çok
daha güçlü bir şekilde bağlar; bunun ilk halkası aklın sabit
düzlemine bağlıdır; dokusunu bilmezsek ve onu kendi eserimiz
sanarsak bu bağ daha da güçlü olur; umutsuzluk ve zaman de­
mirden ve çelikten bağları kem irirler, ama fikirlerin alışıl­
mış birliğine karşı hiçbir şey yapamazlar, bunu yalnızca
daha da sıkılaştırırlar; ve beynin yumuşak liflerinin üzerinde
en sağlam imparatorlukların sarsılmaz temeli âtılmıştır"^^
En azından bir parçası itibariyle boşlukta kalacak olan
ve rıöbeti bedenin yeniden, ama o zamana kadar görülmedik

55 J. M. Servon, op.cil., s35.

127
bir biçim altında esas kişi haline geleceği yeni bir siyasal
anatomiye bırakacak olan, işte cezalandırmanın bu semiotek-
niği, bu "ideolojik iktidar" olacaktır. Ve bu yeni siyasal ana­
tomi, XVIII. yüzyılda oluştuktan görülen, birbirlerinden
uzaklaşan iki nesnelleştirme hattının yeniden kesişmelerine
olanak sağlayacaktır: suçluyu "öte tarafa" atan -doğa karşıtı
bir doğanın tarafına- hat; ve suçluluğu cezalann hesaplı ki­
taplı bir ekonomisiyle denetlemeye uğraşan hat. Yeni ceza­
landırma sanatına bir bakış, cezalandırmaya yönelik semio-
tekniğin nöbeti yeni bir beden siyasetine devrettiğini göste­
recektir.

128
İKİNCt AYIRIM
CEZALARIN YUMUŞAKLIĞI

Demek ki cezalandırma sanatı koskoca bir tasarım tekno­


lojisine dayanmak zorundadır. Bu girişim ancak, doğal bir me­
kaniğin içinde yer alması halinde başarıya ulaşabilir. *Kil-
lelerin birbirlerini çekmelerine benzeyen bir güç bizi hep
kendi refahımıza doğru itmektedir. Bu itiş yalnızca, yasa­
ların karşısına diktiği engellerden etkilenmemektedir. İnsa­
nın çeşitli eylemlerinin tümü bu içsel eğilim in sonuçlarıdır".
Bir suça uygun düşen cezayı bulmak , bir kötülük yapnna dü­
şüncesini çekici olmaktan kesinlikle çıkartan bir dezavantajı
aramak demektir. Çarpışan enerjiler sanatı, birbirleriyle or­
tak olan imgeler sanatı, zamana meydana okuyan sabit bağ­
lantıların imal edilmesi: zıt değerli tasarım çiftleri oluştur­
mak, varolan güçlerin arasında niceliksel farklar meydana
getirmek, güçlerin hareketini bir iktidar ilişkisine tabi kı­
larak bir işaretler-engeller oyunu kurnnak söz konusudur.
"Azap fikri zayıf insanın kalbinde hep mevcut olsun ve onu
suça ilen duyguya egemen olsun"’ . Tıpkı eski damgalar-in-

1 E)occdrla. Des D elili et des peines ,1856 yay., 5. 119.

129
tikamlar'm eski azap çektirm eleri örgütledikleri gibi, bu
işaretlcr-engcller de yeni ceza donarumını oluşturmaktadır­
lar. Ama işleyebilmeleri için birçok koşula boyun eğmeleri ge­
rekmektedir.
1. Mümkün olduğunca az keyfi olmak. Neyin suç olarak
kabul edilmesi gerektiğini, toplumun kendi çıkarlan doğrul­
tusunda tanımladığı doğrudur; demek ki suç doğal değildir.
Fakat suç düşünülür düşünülmez, cezanın hiçbir güçlük olma­
dan hemen akla gelebilmesi için, bunların arasındaki bağın
mümkün en dolaysız biçimde olması gerekir: benzerlikten, ben­
zetmeden, yakınlıktan, ’ljir cezaya çarptınima endişesinin
zihni avantajlı bir suç açısına yönelten yoldan çıkartması
için, cezaya suçun doğasıyla mümkün olduğunca uygunluk" ver­
mek gerekir^. İdeal ceza, yaptınm uyguladığı suça göre şeffaf
olacaktır; böylece onu seyreden kişi açısından kesinlikle, cor
zalandırdıgı suçun işareti olacaktır; ve suç işlemenin hayalini
kuran kişi için de, yalnızca suç fikri ceza işaretini uyandıra­
caktır. Bağlantının kararlılığı için avantaj, suç ile ceza ara­
sındaki orantının hesaplanması ve çıkarlann niceliksel oku­
nuşu için avantaj; aynı zamanda cezanın doğal bir sonuç bi­
çimini alarak, insani bir iktidann keyfi sonucu gibi gözük­
memesinden ötürü de avan taj; "Suçu cezadan çekmek, ceza ile
suçu orantılamanın en iyi yoludur. Eğer adaletin zaferi burada
yer alıyorsa, bu aynı zamanda Özgürlüğün de zaferidir, çünkü
cezalar artık yasa koyucunun iradesinden değil de, eşyanın ta­
biatından geldiğinden, insanın insana şiddet uyguladığı görül-
m em cklcdir"^ Kıyaslamalı ceza verme usulünde, cezalan­
dıran iktidar gizlenmektedir.
Islahatçılar, kuruluşlan gereği doğal olan ve suçun içe­
riğini biçimleri içinde yeniden ele alan cezalardan bir sürüsü­
nü önermişlerdir. Örneğin Vermeil: kamusal özgürlüğü kötüye
kullananlar kendi özgürlüklerinden mahrum bırakılacak­
lardır; yasalann iyiliklerini ve kamu görevlerinin ayncalık-

2 Ibid.
3 J.-P. Maral, Plan de U gistalkm crim inelU , 1780, s33

130
lannı kötüye kullananların medeni haklan ellerinden alı­
nacaktır; ihtilas ve tefecilik yapanlara para cezası verile­
cektir; "nüfuz suiistim ali" suçlan aşağılama ile cezalandı-
nlacaktır; cinayete ölüm; yangın çıkartmaya yakılma ceza­
ları verilecektir. Zehirleyerek öldürene gelince, "işlediği
suçun imgesini sunarak onu dehşete boğmak üzere, cellat için­
deki sıvıyı yüzüne fırlatacağı bir kupayı ona sunacak ve sonra
onu kaynar bir kazanın içine devirecektir"^. Basit bir döş mü?
Belki. Fakat simgesel bir ilişki ilkesi Lc Pelcticr tarafından,
179Vde yeni ceza yasasını sunarken daha açık bir şekilde
formüle edilmiştir:" suçun cinsi ile cezanın cinsi arasında tam
oranların olm ası gerekir", suçunu vahşi bir şekilde işlemiş
olan fizik acılara maruz kalacaktır; tembellik yapm ış olan
ağır işe zorlanacaktır; iğrenç olan utandmcı bir cezaya uğra­
yacaktır^.
Eski rejim in azap çektirm elerini fazlasıyla hatırlatan
gaddarlıklara rağmen, bu kıyaslamalı cezalarda devreye so­
kulan tamamen başka bir mekanizmadır. Artık bir iktidar
düellosunda, canavarlığın karşısına canavarlık çıkartılm ak­
tadır; artık intikam ın simetrisi değil de, işaretin işaret et­
tiğine göre şeffaflığı söz konusudur; ceza tiyatrosunda, duyu­
lar tarafından dolaysız olarak algılanabilen ve basit bir he­
saplaşmaya yer verebilen bir oran kurulmak istenilmektedir.
Bir cins makul ceza estetiği. "Doğayı sadık bir şekilde, yal­
nızca güzel sanatlarda izlememek gerekir; siyasal kurumlar,
en azından bir bilgelik niteliği ve dayanıklı unsurlan olanlar
doğaya dayanm aktadırlar"^. Ceza suçtan ileri gelsin; yasa
nesnelerin bir gerekliliği olma havasına sahip olsun ve ikti­
dar kendini gizleyerek, doğanının yumuşak gücünün altında
etki etsin.

4 F.M. V«rmeil, Esmtİ tur Us riform ts d füire dans KOtre U^isUtion


CTİmmelU, 1781, s.68-145. Aynca blut. d i. E Dufrlchc dc VaUze, Des his
pdiuUs, I7M, s349. '
Le Peleder de Sainl-Fargeau, Parlamento arftoU ri, c. XXVI, s. 321-322.
Beccaru, opjcit. 1856, s.114.

131
2. Bu işaretler oyunu güçler mekaniğinin üzerine taşntak
zorundadır: suçu çekici kılan arzuyu azaltmak, cezayı korku­
tucu yapan ilgiyi artırm ak, yoğunluklar orantısını tersine
çevirmek, böylecc cezanını ve dezavantajlannın zihinde can­
landırılmış halinin, suç ve sağladığı zevkinden daha canlı
olmasını sağlamak. Demek ki ilgiye, onun hareketine, onun
zihinde canlandırılma biçimine ve bu tasanm ın canlılığına
ilişkin koskoca bir mekanizma. "Yasa koyucu, aynı anda hem
binanın sağlamlığına katkıda bulunabilecek tüm güçleri kul­
lanmasını hem de bu binayı çökertebilecek tüm güçleri denge­
lemeyi bilen mahir bir mimar olmalıdır"^.
Birçok araç. "Doğrudan kötülüğün kaynağına gitmek"®.
Suçun tasarımına can veren yayı kırmak. Onu ortaya çıkartan
çıkarı, güç kullanmadan geri göndermek. Serserilik suçlarının
arkasında tembellik vardır; mücadele edilmesi gereken odur.
"Dilencileri, aslında çirkef kuyulan olan iğrenç hapishanele­
re kapatarak başarıya ulaşılamayacaktır", onları çalışmaya
zorlamak gerekmektedir, "istihdam etmek onlan en iyi ceza­
landırma yoludur’’^ Kötü bir tutkuya karşı iyi bir alışkanlık;
bir güce karşı başka *bir güç, fakat silahlanyla birlikte ikti-
dannki değil de, duyarlık ve tutkunun gücü söz konusudur.
"Bütün cezalan, işlenen suça götüren tutku açısından en bu­
naltıcı olanının içinden seçmek gibi çok basit, çok talihli ve
çoktan beri bilinen ilkeden çıkarsamak gerekmez mi?’®.
Suça götürmüş olan gücü kendine karşı oynatmak, ilgiyi
bölmek, cezayı korkutucu hale getirmek için ondan yararlan­
mak. Ceza onu suçun verebildiği iftihar duygusundan daha
fazla rahatsız etsin ve güdülesin. Eğer gurur insana bir suç
işletirse, bu gurur ceza ile yaralansın, isyan ettirilsin. Küçük
düşürtücü cezaların etkinliği, suçun kökünde yer alan gurura

7 fbid.. s. 13 5 .
8 M a b ly , De U Idgislalio» , Topiu Eserler , [X , s . 246.
9 J .- P . B r is s o l, TMorie des loh criminelles , IT O l, I, s .2 5 8 .
10 P .L . L a c r c i c l l c , * R £ n c x i o n s s u r la I ^ i s l a t i o n p ^ n a l e ', Discours sur les
peines infamantes , 1 7 8 4 , s .3 6 1 .

132
dayanmaktadır. Fanatikler kanaatlerini ve bu kanaatler uğ­
runa çektikleri azaptan kendileri için şan unsuru haline geti­
rirler. ö yleyse fanatizmi destekleyen gururlu inadı fanatizme
karşı oynayalım: "(Fanatizmi) gülünç düşürerek ve utanç yo­
luyla önlem ek; eğer fanatiklerin gururlu kendilerini beğen­
mişlikleri kalabalık bir seyirci topluluğunun önünde küçük
düşürülecek olursa, bu cezadan talihli sonuçlar beklemek gere­
kir". Bunun tersine, onlara fizik acılar çektirm ek işe yara­
mayacaktır^’.
Suçun ne kadar zayıfladığını kanıtladığı, yararlı ve er­
demli bir ilgiyi canlandırmak. Mülkiyete karşı saygı duygusu
-zenginliklerin, ama aynı zaman da şeref, özgürlük, hayat
mülkiyeti d e -, suçlu tarafından hırsızlık yapıldığında, iftira
edildiğinde, adam kaçırıldığında veya öldürüldüğünde kay­
bedilmiştir. Demek ki bunu ona yeniden öğretmek gerekir. Ve
işe bunu ona kendi için öğretmekle başlanacaktır: başkalarının
bu mülkiyetlerine kendi hesabına saygı göstermesi için; ona
kendi varlıklarını, şerefini, zamanını ve bedenini serbestçe
tasarruf olanağını kaybetmenin ne demek olduğu hisscttirile-
çek tir’^' Kararlı ve kolaylıkla okunabilir işaretler oluşturan
ceza, çıkarlar ekonomisini ve tutkular dinam iğini yeniden
oluşturmalıdır.
3. Buna bağlı olarak, zamansal bir değişmenin yararı.
Ceza dönüştürmekte, değiştirm ekte, işaretler koymakta, en­
geller çıkartmaktadır. Eğer kesin olmak zorunda kalırsa, ya­
rarı ne olacaktır? Sonu olmayan bir ceza çelişkili olacaktır:
suçluya dayattığı tüm zorlamalar, onun yeniden erdemli hale
gelmesiyle yararlı olmaktan çıkarak, yalnızca azap çektirme
haline geleceklerdir; ve onu ıslah etmek için harcanan çaba
toplum açısından kayıp zahmet ve maliyet olacaktır. Eğer
ıslah edilmesi mümkün olmayanlar varsa, onlan elemeye ka­
rar vermek gerekir. Kurucu meclis üyeleri tarafından kabul
edilen çözümleme: 1791 Yasası hainler ve katiller için ölüm
_______ ‘
11 B c c c a r ia , op.cit . , s .1 1 3 .
12 G .E . P a s l o r e t Da lois 1 7 9 0 , 1, $.49.

133
cezasını öngörm ektedir; diğer bütün cezalann bir sonu ol­
malıdır (en yüksek ceza 20 yıldır).
Fakat esas olarak, sürenin rolü ceza ekonomisiyle birleş­
ti rilebil mel idi r. Azap <;ektirmeler şiddetleri içinde şu sonuca
ulaşma tehlikesine sahiplerdi: suç ne kadar ağırsa cezası o
kadar uzundur. Sürenin esîd ceza sistemine de müdahalesi söz
konusuydu: kazıkta bağlı kalınacak gün sayısı, sürgünde ge­
çirilecek yıllar, tekerlek üzerinde can çekişerek geçirilen saat
sayısı. Fakat bu tasarlanmış bir dönüşüm zamanı değil de, bir
sınama zamanıydı. Süre şinndi cezanını kendine özgü eylemine
izin vermelidir: ‘'insanlığı işkencelerin dehşetinden kurtaran
uzun ve dayanılması zor bir yoksunluklar dizisi, suçluyu geçici
bir a a anından çok daha fazla etkilemektedir... Onun tanığı
olan halkın gözünde, intikam a yasalann anısını sürekli ye­
nilmekte ve her an k u rta n o bir dehşeti yeniden yaşatmak-
tadır"’^ Cezanın uygulayıcısı zaman.
Oysa tutkuların narin mekaniği, bu tutkulann uyandık­
tan ölçüde ne kendilerinin aynı şekilde, ne de aynı yoğunlukta
zorlanm asını istem ektedirler; cezanın meydana getirdiği
sonuçlarla birlikte hafiflemesi iyidir. Yasa tarafından her­
kes için aynı şekilde belirtenmiş olması anlamında sabit ola­
bilir; iç mekanizması değişken olmalıdır. Le Peleticr Kurucu
meclise sunduğu taslağında, azalan yoğunlukta cezalar öner­
mekteydi: en ağır cezaya çarptırılan bir mahkûm hücreye
(ayaklanna ve ellerine zincir vurulmuş, karanlık, yalnızlık,
ekmek ve su) ancak bir ilk safhada atılacak; haftada iki,
sonra üç gün çalışma olanağı olacaktı. Cezasının üçte ikisini
çektikten sonra, "sıkıntı" (aydınlatılan hücre, bel çevresinde
zincir, haftada beş gün yalnız başına, ama diğer iki gün
diğerleriyle birlikte çalışm a; ona bu çalışma karşılığında
ücret verilecek, o da böylcce karavanadan gelen yiyecekleri

13 L e P d e t i e r d e S a in t - P a r g e a u , ParUmnto arfivUri, e . X X V I. û tO m o e z * *
s ın d a n v a z g e ç e n y a z a r la r b a z ı k e s in c e z a la r ö n g ö n n d c le d ir le r ; ].-P . B rls*
s o l , op.eit., s . 2 9 - 3 0 . C h . E . D u fr t e h e d e V a la z ^ , op.eit. s .3 4 4 :
’ d ü z e ltile ın e z k d tv d c r' o l a r a k k a b u l e d ile n le r m û e b b e d h a p is.

134
iyileştirme olanağına sahip olacaktı) rejimine gc<;cbilecekti.
Nihayet mahkûmiyet süresinin sonuna yaklaşınca hapishane
rejimine geçilebilecekti: "her gün, birlikte çalışmak üzere di­
ğer mahkûmlara katılabilecektir. Eğer isterse yalnız çalışa­
bilecektir. Gıdası emeğinin ona sağladığı olacaktır”.'^
4. Ceza mahkûmun cephesinden bir işaretler, ilgiler ve
süre mekaniğidir. Fakat suçlu cezanın hedeflerinden yalnıza
biridir. Bu ceza özellikle diğerlerini ilgilendirmektedir: tüm
muhtemel suçlular. Mahkûmun temsiline yavaş yavaş kazılan
bu işaretler-engeller, böylcce hızla ve geniş ölçekte dolaşıma
girsinler; herkes tarafından kabul edilsinler ve yeniden dola­
şıma sokulsunlar; herkesin herkese yönelik olan ve herkesin
onun aracılığıyla suçu kendine yasakladığı söylemi oluştur­
sunlar -zihinlerde suçun sahte kânnm yerine geçen has para-.
Bunun sağlanması için cezanın yalnızca doğal değil, aynı
zamanda ilginç de bulunması gerekir; herkesin onda kendi
avantajını okuyabilmesi gerekir. Artık şu görkemli, ama ya­
rarsız eczalar yoktur. Gizli cezalar da yoktur; bunun yerine ce­
zalar, suçlunun tüm yurttaşlara zarar vermesinin karşılığı
olarak ödediği bir bedel olarak görülebilmektedir: "yurt­
taşların gözü önünde sürekli tekrarlanan" ve "ortaklaşa ve
tekil hareketlerin kamusal yararını" ortaya çıkartan ceza­
lar İdeal olanı, mahkûmun bir cins gelir getiren mülk olarak
görülmesi olacaktır: herkesin hizmetinde olan bir köle. Bir
toplum sahiplenebileceği bir hayatı ve bir bedeni neden yok
etsin ki? Onu "suçunun cinsine göre az veya çok genişlikteki bir
kölelik içinde, devlet hizmetinde kullanmak" daha yararlı
olacaktır; Fransa ticareti engelleyen çok sayıda kötü karayo­
luna sahiptir; malların serbest dolaşımını engellemekte bun­
lardan hiç de geri kalmayan hırsızlar, böylece yol yapımında
kullanılacaklardır. "Her zaman görülen, özgürlüğü elinden
alınmış olan ve hayatının geri kalanını topluma verdiği za-
ran telafi etmek için harcamaya zorlanan bir insanın örneği"

14 L e P e lc t ıc r d e S a in t - F a r g c a u , i 3 2 9 - î 3 0 .
15 D e V alazA , s .3 4 6 .

135
ölümden çok daha fazla birşey söyleyecektir’*.
Mahkûmlann bedeni eski sistemde, hükümdann üzerine
damgasını bastığı ve iktidann sonuçlannı dövme halinde iş­
lediği, krala ait bir nesne haline gelm ekteydi. Şimdi daha
çok bir kamu malı, ortak ve yararlı bir sahiplenmenin nesnesi
olacaktır. Bundan ötürü, ıslahatçıların kamusal çalıştırmayı
adeta her zaman, mümkün cezalann en iyilerinden biri olarak
sunmaları olgusu ortaya çıknmştır; zaten Şikayet Defterleri
de onları izlemişlerdir: "Ölüm cezasının dışında hangisine
çarptırılmış olurlarsa olusunlar, mahkûmlar bunlan suçlanna
orantılı olarak, kamusal çalışmalarda çeksinler"’^. Kamusal
çalışma iki anlama gelmektedir: mahkûmun cezası karşısında
ortak ilgi ve cezanın görülebilir, denetlenebilir karakteri;
suçlu böylece iki kez Ödemektedir: sağladığı emek gücüyle ve
ürettiği işaretlerle. Mahkûm toplumun kalbinde, meydanlar­
da veya şehirlerarası yollarda bir kâr ve anlam ocağıdır.
Herkese göre görünür bir şekilde hizmet etmektedir; ama aynı
zamanda, herkesin zihnine suç<eza işaretini sokm aktadır bu
tamamen ahlâki, ikincil bir yarardır, ama ne kadar da
gerçektir.
5. Bunun sonucunda koskoca bir bilgince reklam ekonomi­
si. Azap çektirm e uygulamasında, yaratılan dehşet örnek
oluşturm anın desteğiydi: fizik dehşet, ortak korku, tıpkı
mahkûmun yanağına veya omuzuna basılan damga gibi seyir­
cilerin hafızasına kazınması gereken imgeler. Örneğin şimdi­
ki desteği ise derstir, söylemdir, şifresi çözülebilen işaretler
voya tablo olarak göstorilmosidir. Cezalandırm a törenini
ayakta tutacak olan artık hükümdarlığın dehşet verici ih­
yası değildir de. Yasanın yeniden etkin kılınması, suç fikri ile

16 A . uOuch« d 'A r g is . Obseroatûms iur Its lob crimtnelles, 9 J 4 6 .


17 B k z , L M a s s o n , La lUvolution p^nale en 1791. s .1 3 9 . C > z j o la r a k ^ I ı^ b r -
m a y a . b u n u n ş id d e t e b a ş v u r m a y ı g e r e k tir d iğ i ( L c P e le ü e r ) v e y a ç a lış ­
m a n ın k u t s a l k a r a k t e r i n e s a y g ıs ız l ık y a p ıld ığ ı ( D u p o r t ) g e r e k ç e s iy l e
itiraz ediliyordu. Rabaud Saint-Eticnne, 'yalnızca Özgür insanlara ait
o la n ö z g ü r ç a lış m a 'n ın z ıd d ın d a y e r a lm a k ü z e r e , 'z o r ıın lu ç a lış m a * te ri­
m in i k a b u l e t t ir d i, PaHameıo a r ş i e t e r i , c X X V I, s . 7 I 0 v d .

136
ecza fikri arasındaki bağın ortaklaşa olarak güçlendiril'
mesidir. Cezalandırmada hükümdarın varlığını görmekten
çok, kanunlann bizzat kendileri okunacaktır. Bunlar bir suçu
belli bir cezaya bağlamışlardır. Suç işlenir işlenmez, ceza hiç
vakit kaybetmeden gelecek ve yasanın söylemini eyleme ge­
çirecek ve fikirleri bağlayan yasanın aynı zamanda ger­
çekleri de bağladığını gösterecektir. Metinlerdeki dolaysız
kesişme, eylemlerde de öyle olmalıdır. "Bazı canavarca ey­
lemlerin haberinin kentlerimizde ve kırlarımızda yayıldığı
şu ilk anlan düşününüz; yurttaşlar yanlanna yıldırım düşmüş
insanlara benzemektedirler; hepsi do öfke ve dehşete kapıl­
m ıştır... İşte suçu cezalandırma zamanı: kaçmasına izin ver­
meyiniz; onu ikna etmekte ve yargılamakta acele ediniz.
Darağaçlannı, odun yığınlannı kurunuz, suçluyu meydanlar­
da sürükleyiniz, halkı haykırarak çağrınız; bunun üzerine
onun kararlarınızın ilân edilmesini alkışladığını görecek­
siniz; onun bu korkunç seyirlere, yasanın bir zaferi olarak koş­
tuğunu göreceksiniz"'^. Kamuya açık cezalandırma, dolaysız
yeniden şifreleme törenidir.
Yasa kendini ıslah etm iştir; onu ihlâl eden kötülüğün
yanındaki yerini yeniden alm ıştır. Buna karşılık, kötülük
yapan toplumdan kopartılmıştır. ondan ayrılmaktadır. Ama
bu aynima artık, halkın suçtan ve cezadan kaçınılmaz olarak
pay aldığı eski rejimin şu ikircikli bayramlarının içinde değil
de, bir matem töreninin içinde olmaktadır. Kendi yasalannı
yeniden bulan toplum, bunları ihlâl eden yurttaşlannkini
kaybetmiştir. Kamusal cezalandırma bu çifte üzüntüyü dışa
vurmak zorundadır: yasanın bitmezden gelinebilmiş olması
ve bir yurttaştan ayrılmak zorunda kalınması. "En matemli
ve duygulandırıcı aygıtı azap çektirm eye bağlayınız; bu
dehşetli gün vatan için bir matem günü olsun; genel acı her
yerde vurgulansın... Matem tülünü örtmüş olan yargıç halka
suikasti ve yasal bir intikamın hüzünlü gerekliliğini anlatsın.

18 j. M. Servan, Discoun iur radminislraiion ie la fuslice crimiyuUe , 1767,


935-36.

137
Bu trajedinin değişik sahneleri tüm duyulan etkilesin, yu­
muşak ve dürüst tüm duygulan titretsin''*^.
Anlamı herkes için açık olnvısı gereken matem; bu mate­
min ayinsel çerçevesinin her unsuru suçu belirmeli, yasayı
hatırlatmalı, cezalandırmanın gerekliliğini gösterm eli, alı­
nan önlemi haklı çıkartmalıdır. Anlamlan herkesin öğrene­
bilmesi için afişlerin, yazıtlann, işaretlerin, simgelerin sayı­
lan artırılmalıdır. Cezanın kamuya ilânı fizik bir dehşet et­
kisini yaymamalıdır; bir okuma kitabını açmalıdır. Le Pele-
ticr halkın ayda bir kez, mahkumlan "a a lı hücrelerinde"
ziyaret edebilm elerini önermekteydi; "hücrenin kapısında
sudunun adını, suçunu ve verilen karan büyük harflerle ya­
zılmış olarak okuyacaktı"^. Ve Bexon bundan birkaç yıl son­
ra, imparatorluk törenlerinin saf ve askeri tarzı içinde, bir
ceza armalan tablosu düşleyccckti: "ölüm mahkûmu darağa-
ana" kırmızı kanşık siyah kumaşla kaplanmış veya bu renk­
lere boyanmış "bir arabayla" götürülecektir, "eğer bir hainse,
önüne ve arkasına hain" sözünün yazılı olduğu kırmızı bir
gömlek giyecektir; eğer baba katiliyse, başına siyah bir bez
örtülecek ve gömleğinin üzerine hançerler veya kullandığı ci­
nayet aletleri işlenecektir; eğer zehirleyerek öldürdûyse, kır­
mızı gömleğine yılanlar ve diğer zehirli hayvanlar işlene­
cekti
Bu okunabilir dersi, bu ayinsel yeniden şifrelemeyi müm­
kün olduğunca tekrarlamak gerekir; cezalann bir bayramdan
çok bir okul olm alan, bir törenden çok her zaman açık bir
kitap olm alan gerekir. Cezayı suçlu açısından etkin hale ge­
tiren süre, seyirciler için de yararlıdır. Bunlar daimi suç ve
ceza sözlüğüne her an başvurabilirler. Gizli ceza, yan yanya
kayıp cezadır. Cezalann infaz edildiği yerlere çocuklann ge­
lebilmeleri gerekir; bunlar buralarda yurttaşlık bilgisi ders-

19 Dufau. Kumcu meclisteki nutku. Parlamento arfioUri, cJüCVI, s.688.


20 Ibid.. s329~^30.
21 S .B e x o n , Code de sûreU publi^ue, 1 8 0 7 , Z.ks^ s Z 4 - 2 5 .B « v y e r a k r a lın a s u ­
n u lan b ir p ro je sOz k o n u s u y d a

138
lerini yapmış olacaklardır. Ve eğitimlerini tamamlamış olan
insanlar buralarda yasalan devrevi olarak öğreneceklerdir.
Ceza yerlerini ailelerin pazar günü ziyaret edecekleri bir Ya­
salar Bahçesi olarak kavrayalım . Zihinlerin mantıklı bir
söyievle, toplumsal düzenin korunması, cezalann yaran konu­
sunda hazırlanmalanndan sonra, genç insanların, hatta adam­
ların arada sırada, mahkûmlann korkunç durumlannı gör-
mderi için madenlere ve çalışma alanlanna götürmelerini is­
terdim. Bu hac ziyaretleri, Tûrklerin M ekke'ye yaptıkla-
nndan daha yararlı olurd u"^. Ve Le Pelctier cezalann bu
görülebilir olma niteliğini. Ceza Kanunun temel ilkelerinden
biri saymaktadır: "Halkın mevcudiyeti utana çoğunlukla ve
belirgin zamanlarda, suçlunun alnına taşımalıdır; ve suçlunun
suçunun onu indirgediği güç durum içindeki varlığı halkın ru­
huna yararlı bir eğitim getirmelidir"^. Suçlunun bir bilim nes­
nesi olarak kavranmasından çok önce, bir eğitim araa olabile­
ceğinin düşü kurulmuştur. Mahkûmlann aalan n ı paylaşmak
üzere yapılan nnerhamet ziyaretinden sonra —XVII. yüzyıl bu
nu icad etmiş veya yeniden başlatmıştır-, yasanın iyiliğinin
suça nasıl uygulandığım öğretmek için çocuklann buralan zi­
yaret etmelerinin hayali kurulm uştur düzen müzesinde canlı
ders.
6. Toplumdaki geleneksel suç söylemi artık devrilebilir.
XVIII. yüzyıl yasa koyuculanmn büyük kaygılan: suçlulann
kuşkulu ünlerini nasıl yoketm eli? Almanaklann, tek yap­
raklı destanların, halk öykülerinin söylcdikeri büyük hay-
dutlann destanlannı nasıl susturmalı? Eğer yeni ceza şifre­
lemesi iyi yapıldıysa, eğer matem töreni gerektiği gibi ce­
reyan ediyorsa, suç artık ancak bir felâket olarak ve kötülük
yapan kişi de, toplumsal hayatın yeniden öğretildiği bir düş­
man olarak görülebilir, tnsanlann söyleminde, suçluyu kahra­
manlaştıran bu övgülerin yerine artık yalmzca, suç işleme ar-

22 j.-P. Bıisson, opxit^ 1781.


23 Pmrlammto tr%iüleri, c.XXVI, s3Z2-

139
zusunu hesaplı kitaplı eczaya karşı duyulan kaygıyla durdu­
ran şu işarcllcr-cngcllcr tedavül edecektir. Olumlu mekaniz­
ma gündelik dilin içinde tam olarak rol oynayacaktır ve bu
dil bu mekanizmayı yeni anlatılarla, sürekli olarak güçlen­
direcektir: evrensel yeniden şifrelemenin sabit ilkesi. Halk
şairleri sonunda kendilerini "evrensel akıl misyonerleri” ola­
rak adlandıranlara katılacaklardır; onlar da ahlâkçı ola­
caklardır. "Bu dehşetli imgelerle ve bu selâmete götüren fi­
kirlerle dopdolu olan her yurttaş, bunları kendi ailesi içinde
yayacak ve ne kadar ateşli bir şekilde yapıldılarsa o kadar
büyük bir iştahla dinlenilen bir uzun anlatılar karşısında,
onun çevresinde sıralanmış çocuklan bu öykülerden suç ve ceza
fikrini, yasa ve vatan sevgisini, mahkemelere saygı ve güveni
sarsılm az çizgiler halinde alm ak üzere, genç belleklerini
açacaklardır. Kırlarda oturanlar da bu örneklere tanık ola­
caklar, bunları kendi kulübelerinin etrafına ekecekler, erdem ­
li olma zevki bu kaba ruhlarda kök salacak, bu arada kamu­
sal sevinç karşısında üzüntüye kapılan, bu kadar çok kimsenin
kendine düşman olduj^unu görünce korkan haydut, sonucu ölüm­
cül olduğu kadar çabuk da gelecek olan projelerinden herhalde
vazgeçecektir"^^.
İşte ceza verilen kent böyle düşünülmelidir. Kavşaklar­
da, bahçelerde, yeniden yapılan yolların veya inşa edilen
köprülerin kenarında, herkese açık atelyelcrde, ziyaret edi­
lecek madenlerin diplerinde binlerce küçük ceza tiyatrosu.
Her suça kendi yasası; her suçluya kendi cezası. Göze görünen
ceza, herşeyi söyleyen, açıklayan, kendini meşrulaştıran, ik­
na eden geveze ceza; yazıtlar, külahlar, afişler, yaftalar,
simgeler, okunan veya yazılı metinler, bütün bunlar hiç usan­
madan yasayı tekrarlam aktadırlar. Dekorlar, açılar, optik
oyunlar, göz yanıltmalan bazen sahneyi büyütmekte, onu ol­
duğundan daha korkutucu, ama aynı zamanda daha açık kıl­
maktadırlar. Halkın durduğu yerden bakılınca, aslında öyle

24 J. M. Servan, ».37.

140
olm am asına rağmen, bazı gaddarlıklar olduğunu sanmak
mümkündür. Fakat bu gerçek veya şişirilm iş sertlikler açısın­
dan esas nokta, bunların katı bir ekonomiye uygun olarak her
dersi verm eleridir: her ceza ders alınacak birşey olsun. Ve
bütün doğrudan erdem örneklerinin karşısında, sanki canlı bir
sahneym iş gibi, her an günahın talihsizlikleriyle karşılaşı-
labilsin. Bu ahlâki “temsiller^in herbirinin çevresinde, okul
çocukları öğretmenleriyle birlikte yığılacaklar ve yetişkinler
çocuklarına vermeleri gereken dersleri öğreneceklerdir. Artık
azap çektirmelerin dehşet verici büyük ayinsel çerçevesi değil
de, günler ve aylar boyunca birçok ikna edici sahnesiyle uza­
nan bu ciddi tiyatro sözkonusudur. Ve halkın belleği, yasanın
sade söylevini kendi mırıldanmaları içinde yeniden ürete­
cektir. Anna belki de, bu binlerce seyirlik unsurun ve anlatının
üzerine, suçların en müthişi için cezanın en büyük işaretini
dikm eye ihtiyaç olacaktır; ceza yapısının kilit taşı. Hiç de­
ğilse V crm eil, gündelik ceza tiyatrolarına egemen olacak
mutlak ceza sahnesini hayal etmiştir; sonsuz cezanın arana­
cağı tek şık. Yeni cezalandırma sisteminde, biraz eski sistem­
deki kral öldürme suçunun benzeri. Suçlunun gözleri oyulacak;
açıkta dem ir bir kafese konulacak, bu kafes bir meydanda ha­
vada asılı olacaktır; suçlu tamamen çıplak olacak; belinin
etrafında dem ir bir kuşak olacak, kafesin parmaklıklarına
bağlanacak; ölünceye kadar ekmek ve suyla beslenecektir.
'Böylece bazen alnı karla kaplanmış, bazen yakıcı bir güneş
altında kavrulm uş olarak, mevsimlerin tüm sertlikleri karşı­
sında korunaksız kalacaktır. Doğanın tüm dehşetine adanmış,
saygısızlık ettiği gökyüzünü bir daha görm em eye ve küfret­
tiği toprakta bir daha oturmamaya mahkûm edilmiş bir şerir
işte gerçekten ancak güç bir hayattan daha çok, acılı bir ölü*
mün uzantısını sunan bu enerjik azap çekti rmede tanınabilir"^.
Ceza kentinin üstünde şu demir örümcek vardır; ve yeni yasa­
nın çarmıha germesi gereken kişi, baba katilidir.

25 F .M . V c r m e i l , o p .cir.. s. 1 4 8 -1 4 9 .

141
Koskoca bir resimlik ceza tikimi. Mably "aynı cezalara
çarptırmaktan kaçının" demekteydi. Tekdüze, yalruzca suçun
ağırlığına göre çeşitlendirilm iş bir ceza fikri d ışa n atıl­
m ıştır. Daha da kesin olarak: hapishanenin cezanın genel
biçimi olarak kullanılması, bu spesifik, göze görünür ve ko­
nuşkan ceza projelerinde asla önerilmemiştir. Kuşkusuz hapis
öngörülmektedir, ama diğer cezaların arasında; bu durumda
hapis bazı suçlara, özgürlüğün kötüye kullanılmasından kay-
naklananlânna (düzensizlik, şiddet) özgü ecza olm aktadır.
Hapis aynı zamanda bazı cezalann (örneğin zorunlu çalışma)
infaz edilebilmelerinin koşulu olarak görülmüştür. Ama, tek
değişim ilkesi olan süresiyle birlikte, ceza alanının tümünü
kapsamamaktadır. Bundan da iyisi, ceza için hapis fikri bir­
çok ıslahatçı tarafından açıkça eleştirilmiştir. Çünkü suçların
kendilerine özgü olma niteliğine cevap vermeye yatkın de­
ğildir. Çünkü halk üzerinde etki etme yeteneğinden yoksun­
dur. Çünkü toplum için yararsız, hatta zararlıdır: m asraflı­
dır, m ahkûm ları aylak tutm akta, onların kötülüklerini
artırm aktadır^. Çünkü böylesine bir cezanın tamamına erdi­
ğinin denetlenmesi zordur ve mahkûmlan gardiyanların key­
fine teslim etme tehlikesini taşımaktadır. Çünkü bir insanı
özgürlüğünden mahrum bırakma ve onu hapishanede gözetim
altında tutma mesleği tiranca bir uygulamadır. "Aranızda ca­
na varlann olmasını istiyorsunuz; ve eğer böyle iğrenç adam­
lar varsa, yasalar herhalde onlara katil muamelesi yapm ak
zo ru n d ad ır"^ . Sonuç olarak hapishane, bu ceza-elki, ceza-
temsil, ceza-genel işlev, ceza-işaret ve söylem tekniğinin tü­
müyle uyuşm az niteliktedir. Hapishane karanlık, şiddet ve
kuşkudur. "Burası, yurttaşın gözünün kurbanlan sayamaya­
cağı, bunun sonucu olarak sayılanrun örnek oluşturma işinde

26 Bkz. rParUmento ar^ivltri, e.XXVI., s.712.


2 7 C x Je M aW y. tIX . $. 3 3 8 .

142
kayıp haline geleceği bir karanlıklar yerid ir... oysa eğer suç­
lan artırmadan cezalann örneklerini artırmak mümkün olur­
sa, sonuçta onlan daha az gerekli kılmak mümkün olacaktır;
zaten hapishanelerin karanlığı yurttaşlar için bir güvensizlik
konusu olm aktadır; burada büyük haksızlıklar yapıldığım
kolaylıkla düşünm ektedirler... Çoğunluğun iyiliği için yapıl­
m ış otan yasa, kendine inanılmasını sağlama yerine sürekli
olarak bu m ınitılan tahrik ederse, kesinlikle birşeyler kötü
gidiyor demektir”®.
Hapis tıpkı bugün olduğu gibi, cezalandırmanın ölüm ile
hafif eczalar arasında kalan tüm medyan alanını kapsamalı­
dır; bu, ıslahatçılann hemen ulaştıktan bir fikir olmuştur.
Oysa sorun işte şudur; hapis oldukça kısa bir süre içinde,
cezanın esas biçimi haline gelmiştir. 1810 tarihli Ceza Yasa­
sında. belli bazı biçimler altında olmak üzere. Ölüm ile para
cezalan arasında, adeta mümkün ceza alanının tümünü işgâl
etm ektedir. "Yeni yasa tarafından kabul edilm iş olan ceza­
landırma sistemi nedir? Bütün biçimleriyle hapsetmedir. Ni­
tekim Ceza yasasında yer alan dört esas cezayı karşılaştm -
nız. Kürek, bir açık hava hapsidir. Tutmak, ağ ır hapis, ıslah
için hapis bir bakmna, tek ve aynı cezanın çeşitli adlandır"®.
Vc yasanın hükmettiği bu hapsi imparatorluk hemen bir ceza­
landırma, yönetim ve coğrafya hiyerarşisine göre hayata ge­
çirmiştir: en alt basamakta, her sulh mahkemesine bağlı olan
belediye polis hapishaneleri; her kent bölgesinde tutukevle­
ri; bütün illerde birer ıslahane; tepede ağır suçlular için mer­
kez hapishaneleri veya bir yıldan fazlaya mahkûm edilenler
için ıslahaneler; nihayet bazı limanlarda kürek cezası çeki­
len zindanlar vardır. Büyük bir hapishane binası yapımı
programa alınmıştır, bunun çeşitli düzeyleri, merkezi yöneti­
m in katlarına tamı tamına denk düşeceklerdir. Azap çek­
tirilen kişinin bedeninin sergilendiği darağacının, hükümda-

28 D e V a U z c . S .3 4 4 -3 4 S .
29 C .F .M . d e R e m u s a t. Paritmettio a r ş iv le r i, C . L X X n A - l A r a lık 1 8 3 1 , s .1 8 5 .

143
nn ayinsel olarak dışa vurulan gücünün, cezanın tasarımının
toplumsal bünyeye sürekli olarak verildiği ceza tiyatrosunun
yerine, bizatihi devlet aygıtının gövdesiyle bütünleşen kapa­
lı, karmaşık ve hiyerarşik büyük bir mimari geçmiştir. Tam a­
men başka bir maddeden olma durumu; tamamen başka bir ik­
tidar fiziği; insanlann bedenlerini kuşatmanın tamamen baş­
ka bir biçimi. Restorasyon'dan itibaren ve Temmuz Monarşisi
döneminde, bazı sapmalar bir yana, Fransız hapishanelerin­
de 40 ilâ 43 bin arasında mahpus bulunacaktır (yaklaşık ola­
rak 600 kişi başına bir mahpus). Yüksek duvar, ama artık
kuşattan ve koruyan değil de, arlık prestijiyle güç ve zengin­
liği dışan vuran değil de, her iki yönde de aşılamaz ve ceza­
landırmanın artık esrarlı hale gelmiş olan işleyişinin üzerine
kapanmış olan yüksek duvar XIX. yüzyıl kentlerinin çok ya­
kınında, hatta bazen ortasında, cezalandırma iktidannın ay­
nı anda hem maddi, hem de simgelesel, tekdüze çehresi ola­
caktır. Daha KonsüIIûk döneminde, içişleri bakanı çeşitli
kentlerde zaten çalışmakta olan veya kullanılabilecek du­
rumdaki çeşitli güvenlik yerleri hakkında araştırma yap­
makla görevlendirilm iştir. Bundan birkaç yıl sonra, sivil
düzenin bu yeni kalelerinin temsil edecekleri ve hizmetinde
olacakları iktidara layık olacak şekilde inşa edilebilmeleri
için ödenek ayrılmıştır, imparatorluk bunlan fiilen başka bir
savaş için hazırlamaktadır^, israfa daha az yatkın, ama da­
ha inatçı bir ekonomi onların inşaatını XIX. yüzyılda yavaş
yavaş tamamlamıştır.
Kurucu mecliste son derece açık bir biçimde formüle edil­
miş olan spesifik, suça uydurulmuş, etkin, her şık itibariyle
herkes için örnek oluşturan cezalar sistemi, her halükârda
yirmi yıldan daha az bir süre içinde, ölüm cezası gerektir­
meyen ve biraz büyücek her tür yasa ihlali için hapsetme
yasası haline gelmiştir. XVIII. yüzyılda düşü kurulan ve esas
olarak adalet önüne çıkacakla nn zihinleri üzerinde etki ct-

30 B k z ., E. D c c a z c s , K r a la h a p is h a n e le r h a k k ın d a r a p o r , Le Monileyr. 11
N is a n 1 8 1 9 .

144
mcsi istenilen bu ceza tiyatrosunun yerine, devasa binalardan
oluşan ağı Fransa'nın ve Avrupa'nın tümüne yayılacak olan
hapishanelerin büyük tekdüze aygıtı geçmiştir. Fakat bu al­
datmacaya kronoloj olarak yirmi yıl vermek herhalde gene
de aşınya kaçmak olacaktır. Bunun adeta anlık olduğu söy­
lenebilir. Le Pelctier tarafından. Kurucu meclise sunulan Ceza
Yasası taslağına bakmak ycterlidir. Başlangıçta formüle edi­
len ilke, "suçun cinsi ile cezanın cinsi" arasında tam bir oran
olmasının gerektiğidir: vahşi olanlar için acı çektirm e, tem­
beller için çalışma, ruhları gerilemiş olanlar için utanç. Oysa
önerilen cezalar üç hapsetme biçimidir: hapis cezasının çeşitli
önlem lerle ağırlaştırıldığı hücre (yalnızlık, ışıktan yoksun
bırakma, yiyecek kısıtlam alan); bu ek önlemlerin hafifletil-
digi "sıkıntı", son olarak da, yalnızca kapatılmayla sınırlı
olan asıl hapis. O kadar tumturaklı bir şekilde vaad edilmiş
olan çeşitlilik, sonunda bu tekdüze ve geri cezalandırmaya in­
dirgenmiştir. Zaten o sıralarda, suçlarla cezalar arasında tür­
lerine göre bir bağlantı kurmak yerine, tamamen başka bir
planın izlenmiş olmasına şaşıran mebuslar olmuştur: "ülkeme
nasıl ihanet edersem edeyim, beni hapsederler; babamı öl­
dürürsem beni hapsederler; düşünülebilecek bütün suçlar, ola­
bilecek en tektüze şekilde cezalandırılmaktadır. Bana sanki
bütün hastalıklara aynı ilacı veren bir hekim görüyormuşum
gibi geliyor"^’.
Fransa'nın ayrıcalığı olarak kalmayan, aceleci bir ikâ­
me. Bu duruma, oranların sabitliği altında, tüm yabancı ülke­
lerde rastlanm aktadır. 11. Ekaterina, Des delifs et des peines
incelemesinin hemen ardından gelen yıllar esnasında, "yeni
bir yasa derlemesi" için bir taslak yaptırtmıştır, Beccaria'nm
cezalann suçluya özgü olması ve çeşitliliği konusundaki ders­
leri unutulmamıştır; bu ders adeta kelimesi kelimesine tekrar­
lanmıştır " Ceza yasalar hor cezayı her suçun kendine özgü
doğasından çekip çıkardıklannda, bu medeni özgürlüğün zafe-

31 C h . C h a b ro u d , ParUmtnto arfifUri, c X X V I, $ .6 1 8 .

145
ri olacaktır. Bu durumda bütün keyfilikler ortadan kalka­
caktır; ceza artık yasa koyucunun kaprisine değil de, eşyanın
tabiatına tabi olacaktır; artık insana şiddet uygulayan (baş­
ka) insanlar değil de, insanın kendi eylemi olacaktır”^^. Bun­
dan birkaç yıl sonra, yeni Toskana G^za yasasına ve II. Joscph
tarafından Avusturya'ya verilenine temel oluşturan hâlâ Bec-
caria'nın temel ilkeleridir; ancak bu iki yasa hapsetmeyi - s ü ­
resine göre çeşitlenmiş vc bazı durumlarda damga veya pran­
gayla ağırlaştırılm ış o larak -, adeta tekdüze bir ceza haline
getirmişlerdir: hükümdara suikast, sahte para basımı ve hır­
sızlıkla ağırlaşan cinayet suçu için en fazla otuz yıl hapis;
iradi cinayet veya silahlı soygun için onbeş-otuz yıl arası ha­
pis; basit hırsızlık için bir aydan beş yıla kadar hapis vs.^.
Fakat eğer cezalandırma sisteminin hapishanenin sömür­
gesi haline gelmesinde şaşılacak birşey varsı, bunun nedeni
hapis cezasının sanıldığı gibi, tam da ölüm cezasının altında
yer alarak ve azap çektirm elerin bıraktığı boşluğu doldur­
mak üzere ceza sistem ine sağlam bir şekilde yerleşmemiş ol­
masıdır. Gerçekte hapishane -v e birçok ülke bu konuda Fran­
sa'yla aynı durum daydı-, cezalar sitemi içinde ancak kısıtlı
vc marjinal bir konuma sahipti. Metinler bunu kanıtlamakta­
dırlar. 1670 kararnam esi, ağır eczalar arasında hapse yer
vermemektedir. Kuşkusuz müebbed veya geçici hapis cezaları
bazı örflerin öngördükleri cezalar arasında yer alm ışlardı^.
Fakat bunun da diğer azaplar gibi kullanımdan düşmesi bek­
lenmekteydi; “Fransa'da eskiden, bugün artık uygulanmayan,
örneğin bir mahkûmun yüzüne veya alnına cezasını yazma
veya müebbed hapis gibi cezalar vardı, aynca mahkûmlar
vahşi hayvanlara atılıy o r veya m adenlerde çalıştırılıy or­
lardı"^. Fiili durum da, hapishanenin ağır olmayan suçlan

32 II. Ekalcrlna, Yeni yasa derlemeti proftsini düzentUmekie görevUn-


dirilen komisyon ı<in ulimatlar, tnd.67
33 Bu yasa derlemesinin bir bolümü P. Co1<)uhoun, TniU sur la poliçe de
Londres, Fira. <;cv, 1807,1, B.84'de girl} bölümünde çevrilmiştir.
34 Omek olarak bkz., Coqullle, Coutume du Ntoemais.
35 C. Du Roussoaud de la Combe, TraiU des matiires criminelles, 1741, s J .

146
cezalandırmak üzere inatçı bir şekilde sürdüğü ve bunun yerel
örf ve adetlere bağlı olduğu kesindir. Soulatgcs 1670 kararna­
mesinin zikretmediği "hafif cezalar”dan bu anlamda söz et­
mekteydi; uyarma, azar, suç yerinden uzaklaştırma, saldırıya
uğrayanın tazmin edilmesi ve süreli hapis. Bazı bölgelerde,
özellikle de hukuki alandaki özgünlüklerini en iyi korumuş
durumda olanlannda hapis cezası hâlâ büyük bir yaygınlığa
sahipti; am a Fransa'ya yakınlarda ilhak edilen Roussil-
lon'da olduğu gibi, bu iş genç de bazı güçlüklerle karşılaşmak­
tayd ı.
Fakat hukukçular bu farklılaşm alara karşılık, "hapis­
hane bizim medeni hukugumuzda bir ceza olarak görülmemek­
tedir” ilkesine sıkı sıkıya bağlıydılar^. Hapishanenin rolü
kişinin ve bedeninin rehin âlm masıydı: atasözünde ad conti-
nendos homines. non al puniendos denilm ektedir; bu anlamda
bir kuşkulunun çevresi, bir parça bir alacaklınınki gibi bir role
sahiptir. Hapishane ile insan kendini birine karşı güvenceye
alm aktadır, cezalandırmamaktadır^^ Genel ilke böyledir. Ve
hapishane bazen ceza rolünü iyî oynuyorsa ve bunu önemli
örnekler itibariyle yapıyorsa da, bu esas olarak bir ikâme ol­
maktadır; oralarda hizmet edem eyecekler için -kadınlar, ço­
cuklar, sakatlar- kadırgalann yerine geçmektedir: "belli bir
süre için veya müebbeden bir güç evine kapatılma cezası, ka­
dırgalarda kürek mahkûmu olm anın eşdeğerlisidir"^ . Bu
eşdeğerliliğin içinde mümkün bir nöbet değişiminin resmolduğu

35 F . S c r p lllo n , Code criminet, 1 7 6 7 , c . III , s .1 0 9 5 . A n c a k S c f p l l l o n 'd a , h a p i s ­


h a n e n in k a tılıg ın ıın c c7 .a n ın b a y l a n g ıa o ld u ğ u lik ri b u lu n m a k ta d ır .
57 H a p is h a n e le r e İ liş k in o la n v e g a r d i y a n la r ın z u lm ü n ü , b i n a l a r ın g ü v e n ­
l iğ in i v e m a h k û m la r ın llc l lş im k u r m a l a n n ı n o l a n a k s ız l ığ ım k a p s a y a n
ç o k s a y ıd a k i y ö n c l m c li g l b d y le a n l a m a k g e r e k ir . Ö r n e ğ in D l j « ı p a r la -
m e n lo s u n u n 2 1 E y lü l 1 7 0 6 ta r ih li k n r a n . A y r ıc a b k z ., F .S c r p illo n , Ccde
erimintt, 1 7 6 7 , c .I I I , s .6 0 1 -6 4 7 .
38 Hırsızlık su< ;u nu tekrarlayanlara i l i ş k i n 4 Mart 1 7 2 4 Beyannamesi veya
s e r s e r iliğ e İliş k in 1 8 T e m m u z 1 7 2 4 B e y a n n a m e s in in b e li r l e d ik le r i b u d u r.
K a d ır g a la r a ( o r s a o l a r a k g ö n d e r i l e c e k y a ş l a o lm a y a n b ir e r k e k ç o c u k ,
g ö n d e r ile c e ğ i y a ş a k a d a r, b a z e n d e t ü m c e z a s ü r e s i b o y u n c a b ir g ü ç e v in d e
k a l m a k t a y d ı. B k z . C rım e /( criminatil^ en Franee ious t'AneUn Mgime ,
1 9 7 1 ,8 .2 6 6 v d .

147
iyice görülmektedir. Ama bunun yapılabilmesi için hapisha­
nenin hukuki statüsünün değişmesi gerekmiştir.
Aynı zamanda, en azından Fransa için büyük olan ikinci
bir engelin aşılnusı gerekmiştir. Nitekim hapishane bu ülke­
de, uygulamada kralın keyfine veya egemen gücün aşm lık-
lanna ne kadar fazla bağlandıysa, niteliğinden o kadar kay­
betm işti. "Güç evleri", genel hastaneler, "kralın em irleri”
veya polis kom utanınkilcr, önde gelen kişiler veya aileler
tarafından elde edilen mühürlü moktuplann hepsi birden,
"kurala bağlı a d a le fle çakışan ve çoğu zaman da onunla
zıtlaşan bir bastırma uygulaması olmuştur. Ve bu adalet dışı
kuşatma hem klasik hukukçular, hem de ıslahatçılar tara­
fından reddedilmekteydi. Serpillon gibi bir gelenekçi, başkan
Bouhier'nin otoritesinin arkasına sığınarak hapishanenin
krala ait bir olgu olduğunu söylemekteydi: 'hükümdarların
devlet çıkarlanndan ötürü zaman zaman bu cezayı verme du­
rumunda kalmalarına rağmen, olağan adalet bu cins mahkû­
m iyetleri kullanmam aktadır"^^ Islahatçılar çok kereler,
"despotizmin ayrıcalıklı çehresi ve aleti olan tutuklama" de­
m ekteydiler: "m onarşizm in uğursuz zihniyeti tarafından
düşünülmüş olan, esas olarak ya doğanın meşalesini ellerine
verdiği ve yüzyılı aydınlatmaya cüret eden filozoflara, ya da
vatanlarının sıkıntıları karşısında sessiz kalma alçaklığını
göstermeyen şu gururlu ve bağımsız ruhlara ajmimış olan bu
hapishaneler hakkında ne denilecektir? Bu hapishanelerin
matemli kapılarını esrarlı mektuplar açmakta ve bu talihsiz
kurbanlar bunlann içlerine gömülmektedirler. Her yurttaşın
sahip olduğu, yargılamadan Önce dinlenilme ayncalığını ter­
sine çeviren bu insanlar için Phalarislerin keşfinden daha za­
rarlı olan, şu dahiyane tiranlığın şaheserleri olan mektuplar
için de ne denilecektir?...’’^.
Çeşitli çevrelerden gelen bu itirazlar kuşkusuz yasal bir

39 F. S e r p illo n , Cod^ crimbul, 1 7 6 7 , c .l ll , s .1 0 9 5 .


40 J.P . B ris s o l, 9 .1 7 5 .

148
ceza olarak hapisle değil de, keyfi ve süresi belirsiz tutmanın
"yasadışı" uygulanışıyla ilgilidirler. Ancak bu nedenden ötü­
rü, hapishanenin genel olarak iktidarın kötüye kullanımla-
nndan biri olarak görülmesi engellenmekte değildir. Ve bir­
çok şikâyet defteri onu, iyi bir adaletle uyumlu olamayacağı
için reddetmektedir. Bazen klasik hukuk ilkeleri adına "Ya­
sanın maksadı içinde hapishaneler cezalandırmaya değil de,
onların kişilerine karşı güvence alınmasına yönelik olduk­
larından..."^*. Bazen de, henüz mahkûm edilmemiş kişileri ce­
zalandıran, önlemesi gereken kötülüğü aktaran ve genelleş­
tiren vc ailenin tümüne yaptırım uygulayarak, cezaların bi­
reyselliği ilkesini ihlal eden hapishanenin etkileri adına;
"hapishane bir ceza değildir" denilmektedir. İnsanlık, bir
yurttaşın varlıklarının en değerlisinden mahrum bırakılma­
sından, suç ikâmetgâhının içine daldırılmasından, kendi için
on aziz şeylerden kopartılmasından, belki de iflasa sürüklen­
mesinden ve yalnızca onun değil, talihsiz ailesinin de tüm
geçim olanaklarından mahrum bırakılmasından, bunların bir
ceza olmaması olarak söz eden bu korkunç düşünceye karşı
ayaklanmaktadır..."^^. Ve şikâyet defterleri, birçok kereler
bu kapatma eyleminin kaldırılmasını istemişlerdir: "Güç
evlerinin yerle bir edilmeleri gerektiğine inanıyoruz..."®. Vc
nitekim 13 Mart 1790 tarihli kararname, "şatolar, dinsel bi­
nalar, güç evleri, polis binaları veya herhangi başka bir ha­
pishanede mühürlü mektuplarla veya icra gücünün ajanlanmn
emirleriyle tutulan bütün kişilerin" serbest bırakılmalarını
emretmiştir.
Hükümdarın iktidarına kadar varolduğu ihbar edilen bu
yaşadışılıkla bu kadar açık bir şekilde bağlantılı olan hap­
setme, bu kadar kısa bir zaman içinde nasıl yasal cezalarn en

41 Paris inlra muros (s o y lu lu k ) , z ik r . A . D e s ja r d in , U t Cahim de ddiance


et la jusliee criminelle, s .4 7 7 .
42 L a n g ıc s , “ T ro is ü r d r e s " , z ik r ., ibid., s .4 8 3 .
43 B r ic y , ^ i e r s E l a l ', z ik r ., ünd., s ^ 4 ^ . B k z .. P . C o u b c r t v c M . D c n :s , Les
FrantAİsoHi la parde, 1 9 6 4 , s .2 0 3 . D c f le r l c r d c , a ile le r in k u lla n a b ü c c e k -
lo ri tu tu k e v le r in in b a k ım ın a iliş k in ta le p le r b u lu n m a k la y d ı.

149
genel biçimlerinden biri haline gelebilmiştir?

■k •k'A

En sık olarak görülen açıklama, klasik çağda cezalandır­


maya yönelik hapsetmeye ilişkin bazı modellern oluşmuş
olmasıdır. Bunların en yenileri İngiltere ve özellikle de Ame­
rika'dan geldiği için, daha da büyük olan prestijleri, dünyevi
hukuk kuralları ile hapishanenin despotik işleyişinin çifte
engellerin aşılmasına olanak vermişlerdir. Bunlar, ıslahatçı­
lar tarafından düşünülmüş olan cezalandırma harikalarını
çabucak süpürmüşler ve hapsetmenin ciddi gerçeğini dayat­
mışlardır. Bu modellerin öneminin büyük olduğundan kuşku
duymaya gerek yoktur. Fakat bunlar çözüm getirmeden önce
sorun çıkartm aktadırlar: varlıklanna ve yaygınlaşmalarına
ilişkin sorunlar. Nasıl doğabilmişler ve özellikle de nasıl bu
kadar genel bir kabul görebilnüşlerdir? Çünkü, bunlann ceza
ıslahatının genel ilkeleriyle belli noktalarda uyuştuklarını,
birçok noktada tamamen heterojen olduklarını ve hatta bazen
de uyuşmaz nitelikte olduklarını göstermek kolaydır.
Bu modellerin en eskisi, bütün diğerlerine az çok ilham
vermiş sayılanı, 1596'da açılan Amsterdam Rasphuis’idiı^.
Burası ilke olarak dilencilere ve genç suçlulara yönelikti.
İşleyişi üç büyük ilkeye boyun eğmekteydi: cezanın süresi, en
azından bazı sınırlar içinde bizzat yönetim tarafından ve
mahpusun hal ve gidişine göre belirlenebilmekteydi (zaten

44 B k z ., T h C T Slen S c U in , Picmetring m Peru)logy,İ9A4, b u k ita p ta A m s te r d a m


R a s p h u is v e S p i n h u is 'ı t ü k e t ic i b ir ş e k i ld e İ n c e le n m e k t e d ir le r . X V I I I .
y ü z y ıld a s ü d ık Ja z ik r e d ile n b a ş k a b ir 'm o d e l * b ir k e n a r a b ır a k ıla b ilir .
B u , ^fletions sur Us prisons des ordres rtIigUux, y e n i y a y . 1 8 4 5 a d lı e s e ­
r in d e M a b illo n ta r a f m d a n ö n e r ile n id ir . B u m e tin X IX . y ü z y ıld a , K a to lik -
le r in P r o te s ta n la r ın In s a n s c v e r h a r e k e t i ^ d e v e b a a y ö n e tim k a d e m e le ­
r i n d e s a h i p o l d u k t a n y e r i e l e g e o r m e y e u g r a ş t a k la n s ır a d a u n u t u l-
m u ş lu k ta n k u r tu lm u ş a b e n z e m e k te d ir . P e k ta n ın m a d a n v e e tk is iz k a lm ış a
b e n z e y e n M a b iU o n ü n m e tn i 'A m e r i k a n h a p is h a n e s is te m in in ilk d ü ş ü n ­
c e s in in , o n a C e n e v r e v e y a P e n n s y iv a n ia 'd a n k a y n a k la n a n b ir k ö k e n a tfe t­
m e k iı;in n e d e n it m iş o lu r s a o ls u n , ta m a m e n m a n a s tır tip in d e v e F r a n s ız
k ö k e n li b ir d ü ş ü n c e ' o ld u ğ u n u g ö s te rm e k te d ir (U F a u c h c r ).

150
idarenin bu serbestliği mahkeme karannda da öngörülebil*
mekteydi: bir tutuklu 1597’de oniki yıl hapis cezasına çarp-
tınlmıştı, eğer hal ve gidişi memnuniyet verici olursa, bu süre
sekiz yıla indirilebilecekti). Burada çalışma zorunluydu, or­
taklaşa olarak yapılıyordu (zaten tek kişilik hücre yalnızca
ek ceza amacıyla kullanılmaktaydı; mahkûmlar 4-12 kişilik
hücrelerde, bir yatakta ikili veya üçlü olarak yatıyorlardı);
ve mahpuslar yaptıkları iş için bir ücret alıyorlardı. Son ola­
rak da, katı bir zaman kullanımı, bir yasak ve zorunluk siste­
mi, sürekli bir gözetim, teşvikler, ruhani metin okumalan
vardı, koskoca bir "iyiye çekme" ve "kötülükten uzaklaştır­
ma" araçlan oyunu mahkûmu gece gündüz çevrelemekteydi.
Amsterdam'daki Rasphuis'i temel bir çehre olarak ele almak
m ümkündür. Tarihsel olarak XVI. yüzyılın karakteristiği
olan, bireylerin sürekli bir alıştrm ayla pedagojik ve manevi
dönüşüm lerine ilişkin teori ile, XVIII. yüzyılın ikinci y a n ­
sında hayal edilen hapsetme teknikleri arasındaki bağı mey­
dana getirmektedir. Ve, o tarihlerde kurulan üç kuruma, her-
birinin kendine özgü bir yönde geliştireceği temel ilkeler
sağlamıştır. Gand güç evi, cezaevi çalışmasını özellikle eko­
nomik ihtiyaçlar doğrultusunda düzenlenmiştir. İleri sürülen
neden, aylaklığın suçların çoğunun genel nedeni olmasıdır.
Alost yargı bölgesindeki mahkûmlar üzerinde 1749'da yapı­
lan bir anket -herhalde ilklerinden biri-, suç işleyenlerin "zc-
naatkâr veya çiftçi" olm adıklarını gösterm ektedir (işçiler
yalnızca kendilerini besleyen işlerini düşünmektedirler); suç
işleyenler ankete göre, kendiler.ni dilenciliğe adamış tembel­
lerdir^®. Buradan hareketle, çalışmaya yan gözle bakanlar

45 V ila n X IV , Mimotre iur İti moymi de corriger les Tnelfaiteun , 1 7 7 3 , 9 .6 4 ,


C a n d gü ^ e v in in k u r u lm a s ın a b a ğ lı o la n b u m u h tır a I M l ' e k a d a r b a s ıl­
m a d a n k a lm ış tır . S ü r g ü n c e z a la r ım s ık t ığ ı, s u ç i le s e r s e r ilik a r a s ın d a k i
ili ş k i le r i d a h a d a v u r g u la m a k ta y d ı. F la n d r e m e c lis i 1 7 7 1 'd e " d ile n c ile ­
re v e n l e n s ü r g ü n c e z a la r ın ın , m i l i s l e r i n k e n d i b ö lg e le r in d e z a r a r lı g ö r ­
d ü k le r i u y r u k l a n b ir b i r le r in e k a r ş ılık lı o la r a k g ö n d e r m e le r in d e n ö lü r ü
s o n u ç s u z k a l d ık l a r ın ı ' la r k e tm e k tc y d i: " B u n d a n ç ık a n s o n u c a g ö r e , b ö y -
l e c c b i r y e r d e n b a ş k a b ir y e r e k o v u la n d i l e n d s o n u n d a k e n d in i B a tıra ­
c a k t ır , o y s a e ğ e r ç a lış m a y a a l ış t u ıls a y d ı b u k ö t ü y o la d ü ş m e z d i" . L.

151
için bir cins çalışnna evrensel pedagojisi sağlayacak olan bir
kurum fikri ortaya çıkmıştır. Dört avantaj: devlet için mas­
raflı olan suçlu takiplerinin sayısını azaltmak (bu sayede
Flandre’da 1(X).(XX) liradan fazla tasarruf edilecektir); koru­
ları serseriler tarafından tahrip edilen mülk sahiplerine
artık vergi iadesi yapmak zorunda kalmamak; "rekabet yo­
luyla emek gücünü azaltmaya katkıda bulun”mak üzere çok
sayıda yeni işçi yetiştirmek; son olarak da, fakirlerin gerekli
yardımlardan, bunlarla paylaşmadan yararlanmalarını sağ­
lamak^. Bu çok yararlı pedagoji tembel Öznede çalışma zevki­
ni yeniden uyandırarak, onu zorla çalışmanın tembellikten
daha avantajlı olduğu bir çıkar sisteminin içine sokarak, onun
çevresinde "yaşamak isteyen çalışmak zorundadır" atasözü-
nün açıkça ortaya çıkartacağı küçültülmüş, basitleştirilmiş ve
baskıa küçük bir toplum oluşturacaktır. zorunluğu.
ama aynı zamanda mahkûmun hapislik esnasındaki ve son­
rasındaki kaderini düzeltmesine olanak verecek ücret. "Geçim
olanaklannı hiçbir şekilde bulamayan kişi, bunları mutlak
çalışmayla sağlama arzusuna yönelmelidir; bu olanaklar ona
polis ve disiplinle sağlanm aktadır; bir bakıma çalışmaya
yönelmeye zorlanmaktadır; sonra kazanç hırsı onu tahrik et­
mektedir; adetleri ıslah edilen, çalışm aya ahşan, çıktığı
zaman kullanacağı bazı birikimlerle birlikte kaygısız bir şe­
kilde beslenen" mahkûm bir meslek öğrenmiştir, bu meslek ona
geçim liğini tehlikesizce sağlamaktadır^^. Aşırı kısalıktaki
cezalann uygulanmasını -bu tekniklerin ve çalışma zevkinin
edinilnnesini engelleyecektir- veya müebbed cezalann uygu­
lanması -bu da her tür zenaat öğrenimini gereksiz kılacaktır-
olanağım dışta bırakan homo economicus'un yeniden inşa edil­
mesidir. "Altı aylık bir süre suçlulan ıslah etmek ve onlan
çalışma zihniyetine kavuşturmak için çok kısadır", buna kar­
şılık müebbed cezalar onlan umutsuzluğa düşürmekte, adctlc-
S t o o b a n l , in , Anıules de U tccidU d'kataire de Ceıtd. c .l l L 1 8 9 8 . s .2 2 8 .
b k z . te v h a n o . l 3 .
46 V iU n X IV , ibid.. s .6 8 .
47 / b t a .,s .l0 7 .

152
rin ıslahına v c çalışma zihniyetine kayıtsız kalmaktadırlar;
ve madem ki hayatlanna son vermeye karar verilmemiştir,
öyleyse neden bu hayat bu kadar çekilmez hale getirmeye uğ­
raşılacaktır?”^*. Ceza süresi ancak mümkün bir ıslah ve ıslah
edilmiş suçlulann ekonomik kullanımıyla ilişkili olarak bir
anlama sahiptir.
Ingiliz modeli çalışma ilkesine, ıslah etmenin esas koşulu
olarak tccriti eklemektedir. Bunun şeması, onu önce olumsuz
nedenlerle meşrulaştıran Hanvvay tarafından 1775'te veril­
miştir: hapishanedeki üst üstelik kötü örnekler vc hemen
meydana gelen kaçış ile ilerisi için şantaj veya suç ortaklığı
olanakları sağlamaktadır. Eğer mahkûmların ortaklaşa ça­
lışmalarına izin verilecek olursa, hapishane fazlasıyla bir
manüfaktürc benzeyecektir. Sonra olumlu nedenler: tecrit,
mahkûmun oradan hareketle kötü etkilerden kurtularak, ken­
dine geri dönebileceği ve bilincinin derinliklerinde iyiliğin
sesini duyabileceği "müthiş bir şok" oluşturmaktadır; bu du­
rumda tok başına yapılan çalışma bir çıraklık olduğu kadar,
bir yön değiştirme alıştırması haline de gelecektir; yalnızca
hom o econom icus’a özgü çıkar oyununu yeniden biçimlen­
dirmekle kalmayacak, aynı zamanda ahlâki öznenin gerekle­
rini de yeniden biçimlendirecektir. Hrıstiyan m anastıra lığı­
nın tekniği olan ve yalnızca katolik ülkelerde sürmekte olan
hüCTc, bu protestan toplumda hem homo economicus ’u, hem de
dinsel bilinci yeniden oluşturmanın aracı haline gelmektedir.
Hapishane suç ile hakka vc erdeme geri dönüş arasında "iki
dünya arasındaki bir mekân", devlete kaybettiği uyrukları
iade edecek olan bireysel dönüşümler için bir bağ oluştura­
caktır. Hanway bu bireyleri dönüştürmeye yönelik araca "ıs­
lah yeri'*^® (Reform atory) adını verm ektedir. Howard vc
Blackstone’un 1779'da, ABD *nin bağırışızlığmı kazanmasının
sürgünleri önlediği ve ceza sistemini değiştirmek üzere bir
yasa hazırlandığı sırada devreye soktuklan işte bu genel il-

48 f t ü , s .1 0 2 - 1 0 3 .
49 ).H an% vay, The Defcctt of Patke 1773.

153
kelerdir. Ruhun ve tavırlann dönüşümü amacıyla hapsetme
medeni yasalara girmeye başlamaktadır. Yasanın Blackstone
ve Howard tarafından yazılan dibacesi, bireysel hapsi kor­
kutucu örnek, yön değiştirme aracı ve bir graklık koşulu olma
gibi üçlü işlevi içinde tasvir etmektedir: "soyutlanmış bir tu­
tukluluk haliHe, düzenli bir çalışmaya ve dinsel eğitimin et­
kisine tabi kılınan" bazı suçlular "onlan taklid etmeye kal­
kışanların içine korku salmakla kalmayacaklar, aynı zaman­
da kendilerini düzeltecekler ve çalışma alışkanlığı edinccck-
lerdir"®°. Bunun sonucunda, biri erkekler, diğeri kadınlar için
olan ve soyutlanmış mahkûmlann "köleliğe en yakın ve suç-
l u l d r ı ı i c e h a l e t e , i h m a l k â r l ı k v e inatlarına en f a z l a uyan

İşlere" koşulacakları iki hapishane inşa etm e kararı alın­


mıştır: bu işler, bir makineyi çalıştırmak üzere bir tekerleğin
içinde yürümek, bir bucurgatı sabitleştirmek, mermer cilala­
mak, kenevir dövm ek, bakam ağacı tahtası rendelem ek,
paçavra didiklem ek, ip ve çuval yapmak gibi olanlandır.
Fiili durumda bir tek Cloucester hapishanesi inşa edilmiştir
ve bu da başlangıç şemasına ancak kısmen uymaktadır: en teh­
likeli suçlular için tam bir tecrit, diğerler için gündüz ortak­
laşa çalışma, gece ayırma.
Son olarak da Philadelphia modeli. Bu kuşkusuz en ün­
lüsüdür, çünkü Amerikan sistemirün siyasal yenileşme çaba­
larına bağlı olarak gözükmekteydi ve aynı zamanda, diğer­
leri gibi hemen başansızlığa uğramadı ve terkcdilmcdi; 1S30'
lu yıllan n cezaevi ıslahatı konusundaki büyük tartışm a­
larına kadar sürekli olarak yeniden ele alındı ve dönüştürül­
dü. 1790'da quaker çevrelerinin doğrudan etkileri altında
açılan VValnut Street hapishanesi, birçok noktada Cand ve
Cloucester hapishaneleri modelini tekrarlamaktaydı^^ Atel-

50 1779 B i/ n n in d ib a c e s i, z ik r ., J u liu s , itçons sur les prisons, Fn. çev. 1831,1,


S-299.
51 O u a k e r l o ' A t n s te r d a m R a s p h u is v e S p i n h u s 'l n i k e s in lik le b iliy o r la r d ı.
B k z . T . S c U in , op. cit., s .1 0 9 - 1 1 0 . W a ln u t S t r e e t h a p is h a n e s i h e r h a l ü ­
k â r d a , 1 7 3 7 'd e a o l s n A lm h o u s e 'ın v e Q u a k e r l a n n I n g iliz y ö n e t im in e
r a ğ m e n y e r le ş t ir m e k i s t e d ik le r i y a s a la r m d e v a m m d a y e r a lm a k ta y d ı.

154
yelerde zorunlu çalışma, mahkûmların sürekli mcşgûl edilme­
leri, hapishanenin bu çalışmayla finanse edilmesi, ama aynı
zamanda katı ekonomi dünyasına maddi ve manevi açıdan
yeniden katılmalarım sağlamak üzere mahkûmlara bireysel
ücret ödenm esi; demek ki mahkûmlar "hapishane masraf-
lannı onlara karşılatm ak, onlan eylem siz bırakm amak ve
hapisliklerinin biteceği zaman onlan hiçbir kaynaklan ol­
madan bırakmamak için sürekli olarak üretken işlerde istih­
dam edilmektedirler"®^. Böylece hayat m utlak katılıkta
olan, kesintisiz bir gözetim altında tutulan bir zaman kul­
lanımına göre çerçevelenmiştir; günün her anı birşeye tahsis
edilmekte, belli bir faaliyet tarzım hükme bağlamakta ve
kendi zorunluklanm ve kendi yasalarını getirm ektedir:
"Bütün m ahkûm lar gün ağarırken kalkarlar; yataklarım
yapıp, tem izlenip, yıkandıktan ve diğer ihtiyaçlarıyla uğ­
raştıktan sonra; genel olarak gün doğumuyla işlerine başlar­
lar. Bu andan itibaren hiçbiri, atelyelcr ve işlerine ayrılmış
yerler dışında, salonlara ve diğer yerlere gidemez... Gün batı-
mında, onlan işlerini bırak n u lan için uyaran bir çan çalı­
nır... Yataklarım yapmaları için onlara yarım saat tanınır,
bundan sonra yüksek sesle konuşmalanna ve en ufak bir gürültü
yapmalanna bile izin verilmez"®®. Gloucester'de olduğu gibi,
tek başına hücreye konulma herkesi kapsamamaktadır; bu,
eskiden ölüm le burun buruna gelmiş olan ve hapishanenin
içinde özel bir cezayı hakeden bazı mahkûmlara uygulan­
maktadır: "Orada işsiz güçsüz, vaktini geçirmesi için hiçbir
şey olm adan, çıkartılacağı anın beklentisi ve belirsizliği"
içindeki m ahpus "tüm suçluların zihinlerinde mevcut olan
düşüncelere boğulmuş olarak, uzun endişeli saatler" geçirmek­
tedir®*. Nihayet hapis süresi Gand’da olduğu gibi mahkûmun
hal ve gidişine göre değişebilmektedir: hapishane müfettiş­
leri dosyayı inceledikten sonra, yetkililerden iyi hal ve tavn

52 G . d e İ J R o c h e f o ııc a u ld - U a n o o u r l, D a prisom de Phaodelphie, 1 7 9 6 , s.9 .


53 J . T u m b u l l , VisiU i la praon de Philadel^ie . F r a . ç e v ., 1 ^ 7 , s .l S - 1 6
54 C a le b L a v v n e s, i n , N .K . T e e t e r s , Cradle of penitentiary, 1 9 5 5 . s .4 9 .

155
olan mahkûmlann affını sağlamaktadırlar -v e bu 1820'li yıl­
lara kadar bir güçlük çıkmadan olmuştur-.
VValnut Street bunun dışında, kendine özgü veya en azın­
dan diğer modellerde potansiyel olarak mevcut olanlannı
geliştiren bazı çizgilere sahiptir: önce cezanın halka duyurul-
maması ilkesi. Mahkûmiyet ve bunu belirleyen unsurlar her­
kes tarafından bilinmek zorundaysa da, buna karşılık ccza-
nını infazı gizlilik içinde yapılmalıdır; halk ne tanık, ne de
cezanın güvencesi olarak müdahale etm elidir; mahkûmun
cezasını duvarlann arkasında çektiğine dair kesin bilgi, bir
örnek oluşturmaya yetmelidir; 1786 yasasının bazı mahkûm-
ian kentlerde veya yollarda çalışma cezasına çarptırarak
yol açtığı şu sokak manzaralanna artık yer yoktur^. Ceza ve
sağlamak zorunda olduğu ıslah, mahkûm ile onu gözetim al­
tında tutanlar arasında cereyan eden bir süreçtir. Du süreç bi­
reyin tümüyle dönüşmesini dayatmaktadır -yapm ak zorunda
olduğu gündelik çalışmayla bedeninin ve alışkanlıklarının;
ona yönelik önlemlerle zihninin ve iradesinin-: "Kitabı Mu­
kaddesler ve diğer pratik din kitaplan sağlanmıştır: kentte
ve dış mahallelerde bulunan çeşitli mezheplerden ruhban,
haftada bir kez ayin yaptırtmakta ve dinsel eğitime yönelik
diğer tüm kişiler de mahkûmlara her an ulaşabilmektedir­
ler"^. Fakat bu dönüştürme işine girişmek bizzat yönetimin
görevidir. Yalnızlık ve kendine yönelmek yeterli değildir; ta­
mamen dinsel nitelikli teşvikler de yeterli değillerdir. Mah­
kûmun ruhu üzerinde mümkün olduğunca sık çalışılmalıdır.
Yönetsel bir aygıt olan hapishane, aynı zamanda zihinleri
dönüştürecek bir makine olacaktır. Mahkûm içeri girdiğinde

5ö B u y a s a n ın h a r e k e te g e ç i r d i ^ d û z c n s iz h k lc r h k . b k z . . B. R u sh , An ı n ^ i -
ry inlo Ihe effıcts of pubtic puniiMmaıli, 1 7 8 7 , s .5 * 9 L e R o b e r ts V a u x , No-
tices, S.43. A m s lc r d a m R a s [ 4 ıu is 'ın c ilh a m v e r m iş o la n | .-L S ie g e l'in r a ­
p o r u n d a c e z a l a n n k a m u y a i l i n e d itm e y e o e g m in , m a h k û m t a n n h a p is ­
h a n e y e g e c e g ö tü r ü lm e le r in in , g a r d iy a n la r ın m a h k û m la n n k im lik le r in i
a ç ık la m a y a c a k la r ın a y e m in e t m e le r in in v e h iç b ir z iy a r e t e iz in v e r ilm e ­
m e s in in ö n g ö r ü ld ü ğ ü n ü k a y d e tm e k g e r e k ir . T . S e llin , op.dt., s27-7B.
56 W a l n u t S tr e e t m ü f c l t i f lc r i n i n ilk r a p o r la n , ziSır.. T e e t e r s , s S 3 - 5 4 .

156
ona yönetmelik okunm aktadır "Bu arada müfettişler, onun bu­
lunduğu yerdeki ahlâki zorunluklannı güçlendirmeye çalış­
m aktadırlar; ona kendilerine karşı işlediği yasa ihlalini,
bunun sonucu olarak onu koruyan topluma yönelik olan kötülü­
ğü ve meydana getireceği örnek ve ödeyeceği kefaretle, bunu
telâfi etme zorunluğunu temsil etmektedirler. Daha sonra ceza
süresinin sona ermesinden önce, eğer iyi bir tutum içinde olur­
sa, bunun kısalacağını vaad ederek veya bunu umud ettirerek,
onu ödevini sevinçle yapmaya, gerektiği gibi davranmaya
yöneltm ektedirler... M üfettişler arada sırada mahkûmlarla
biribiri ardına sohbet etm eyi, insan ve toplumun üyeleri ola­
rak sahip oldukları ödevlerin arasında bir ödev haline getir­
mektedirler"®^.
Fakat kuşkusuz en önemli nokta, bu tutum denetimi ve
dönüşümüne, bireylere ilişkin bir bilgi oluşumunun eşlik etme­
sidir -aynı anda hem neden, hem do sonuç olarak-. \VaInut
Street hapishanesi mahkûmla birlikte, onun suçuna, bu suçun
hangi koşullarda işlendiğine dair bir raporu, sanığın sorgula-
naasınm bir özetini, mahkeme kararının verilmesinden önceki
ve sonraki davranışlarına ilişkin bazı notlan da almaktadır.
Eğer "yokedilmesi gereken eski alışkanlıklarının hangileri
olduğunun belirlenmesi” isteniyorsa, bunlar vazgeçilmez un­
surlar olmaktadır®*. Ve tüm hapislik dönemi boyunca gözlene­
cektir; hal ve gidişi gün be gün kaydedilecektir, ve hapisha­
neyi her hafta ikişer ikişer ziyaret eden müfettişler -1795'te
atanan kentin ileri gelenlerinden 12 k işi-, ne olup bittiğini
öğrenmek, her mahkûmun tutumu hakkında bilgi sahibi ol­
mak ve affedilmesi istenecekleri belirlemek zorundadırlar.
Bireylere ilişkin olarak bu sürekli güncelleştirilen bilgi, on-

57 J. TumbulL ».27.
58 M ü f c lliş lc r d c n b ir i o la n B. R u s h b u n u , VValnul S t r c c l 'e y a p ıla n b ir z iy a *
r e tte n » o n r a k a y d e tm e k te d ir * . 'A h U k i g ö r e v le r : v a a z , iy i k i t a p l a n n
o k u n m a s ı, e lb is e le r in v e o d a la r ın te m iz liğ i; y ü k s e k s e s le k o n u ş u lm a ­
m a k ta , ş a r a p a z , t ü lü n d e m ü m k ü n o ld u ğ u n c a a z , a y ıp v e y a d in d ış ı
k o n u ş m a a z . S ü r e k li c ^ lış n ıa , b a h ç e y l e u ğ r a ş ılıy o r ; s o n u ç iy i: 1 .2 0 0 b a ş
l a h a n a ', N .K . T e e t e r s . s .5 0 . ^

157
lann hapishane içinde suçtanndan çok, gösterdikleri e ğ i­
limlerin işlevinde dağıtılm alarına olanak vermektedir. H a­
pishane kötülük ve zayıHık çeşitlerinin dağıtımına izin veren
bir cins gözlemevi halino gelmektedir. Mahpuslar 1797den
itibaren dört sınıfa ayrılmışlardır: bunlardan birincisi, açıkça
hücre cezasına çarptınim ış olanlar içindir; bir diğer sınıf
“eski suçlular olarak iyice tanınanlar" veya hapishanede o l­
dukları süre içinde dışa vurdukları hal ve hareketlerle
"ahlâk çöküntüsü içinde olanlara, tehlikeli karaktere, k u ­
raldışı eğilimlere veya düzensiz hal ve gidişe sahip olarak
bilincnler"c ayrılmıştır; b ir başkası "karakterleri ile mahkû­
miyet öncesi ve sonrasındaki koşullarının alışılmış suçlular
olmadıklannı düşündürtlenler" içindir. Son olarak özel ve bir
kesim, karakteri henüz anlaşılamamış olanlar ve karekteri
bilinip de bir önceki kategoriye girmeyi haketmeyenler için
bir üretim sınıfı bulunm aktadır^. Bireye yönelik bir bilgi
bütünü, işlenen suçu pek kaalc almadan (hiç değilse soyut­
lanmış haliyle), ama bir bireyin taşıdığı ve gündelik tavırlar
içinde dışa vurulan tehlike potansiyelini önemseyen bir şe­
kilde örgütlenmektedir. Hapishane bu noktada bir bilgi aracı
olarak işlemektedir.

Flaman, İngiliz, Am erikan modellerinin sunduktan bu


aygıtla, bu "ıslah yerleri"yle, ıslahatçılar tarafından düşü­
nülen bütün cezalar arasında benzerlikler ve farklılıklar bulu­
nabilir.
Yaklaşma noktalan: ilk önce cezanının zamansal olarak
tersine dönüşü. "İslah yerleri de kendilerine ödev olarak bir
suçu silme değil de, yeniden işlenmesini önleme işlevini
yüklemektedirler. Bunlar geleceğe yönelik olan ve kötülüğün
tekrannı engellemek için alınan önlemlerdir. Cezalann ama-

S9 Mmuln of the Board, 16 H a z ir a n 1 7 9 7 , z ik r ., T m İc t i , i 39.

158
cı, belirlenmesi işinin Yüce Varlığa bırakıinnası gereken suçun
kefareti değil de, aynı cinsten suçların tekrarını önlemek­
tir"*®. Ve Buxton, M ontesquicu ve Bcccaria’nın ilkelerinin
Pcnnsyivania'da şimdi "aksiyom gücü”ne sahip olacaklannı,
"cezanın tek amacının suçu önlemek olduğu”nu iddia etmek-
teydi*^ Demek ki bir suçu silmek için değil de, bir suçluyu
(gerçek veya potansiyel) dönüştürmek için ceza verilmektedir;
ceza kendiyle birlikte belli b ir ıslah tekniği taşımalıdır.
Rush burada da şunu söylediğinde ıslahatçılara çok yakındır
-am a kullandığı benzetme herhalde böyle değildir-: işi ko­
laylaştıran m akineler icad edildi, "insanlığın kötülüğe en
eğilimli parçasını erdeme ve mutluluğa geri götürmek ve
dünyadaki kötülüğün bir bölümünü yok etmek için en hızlı ve
en etkin yöntem leri" icad edecek kişiyi, bu makineleri icad
edenlerden ne kadar da daha fazla alkışlam ak gerekecek-
tir*^ Nihayet Anglo-Saxon modelleri, tıpkı yasa koyuculann
ve teorisyenlerin taslaktan gibi, cezayı kişiselleştirmek için
usuller getirmektedirler; ceza süresi, cinsi, yoğunluğu, cereyan
tarzı itibariyle bireysel karaktere ve kendinde diğerlerine
yönelik tehlike olarak taşıdığı şeye karşı uyarlanmalıdır.
Ceza sistemi bireysel çeşitliliklere açık oinnalıdır. Genel şe­
maları itibariyle az çok Amsterdam Raphuis'inden türemiş
olan m odeller, ıslahatçıların önerdikleriyle çelişki halinde
değillerdi. Hatta ilk bakışta bunların somut kurumlar düze­
yinde bir gelişmeden -veya taslaktan- ibaret oldukları bile
düşünülebilirdi.
Fakat bu bireyselleştirici ıslahatın tekniklerini tanım-

60 VV.BUckslone, Commentaire sur te Code criiFiiw/ d'Angteierre, Fr«. çev.,


1776,1.19.
61 W. Bradford, A» intfuiry tıov far the punishment of deatk is necessary in
Penrtsytvania. 1793, ı3 .
62 D . R u s h , An inquiry into tkt efftets of pubtic punishmnts, 1 7 8 7 , 9.1 4 . Bu
d ö n ü ş t ü r m e a y g ıt ı fik r i d a h a H a n w a y ‘ln b i r ’rrformatory" k u r m a p r o je ­
s i n d e y e r a l m a k l a d ı r : 'H a s t a n e v e s u d u f i k i r l e r i u y u ş u r n i t e li k l e
d e ğ ille r d ir : fa k a t h a p is h a n e y i, d iğ e r le r i g ib i b ir g ü n a h o k u lu o lm a y e r i­
n e , g e r ç e k v e e tk in b i r y e n id e n b i ç i m l e n d ir m e y e ri (reformatory) h a lin e
g c ilr tn e y e u ğ r a ş a lım .

159
lamak söz konusu olduğunda, farklılık göze batar hale gel­
mektedir. Farklılığın ortaya çıktığı nokta, bireye ulaşma usu­
lü, cezalandırıcı iktidarın onu nasıl ele aldığı, bu dönüşümü
sağlamak için devreye soktuğu araçlardır; bu fark teorik te­
melde değil de, ceza teknolojisinde ortaya çıkmaktadır; hu­
kuk sisteminin içine dahil olma tarzında değil de, bedenle ve
ruhla kurduğu bağlantıda ortaya çıkmaktadır.
İslahatçıların yöntemini ele alalım. Cezanın yöneldiği
nokta, bireyi yakaladığı nokta nedir? Temsiller: kendi çıkar­
larının. temsili, avantajlarının, dezavantajlarının, zevkinin,
zevksizliğinin temsili; ve cezanın bedeni ele geçirmesi, ona
azap çektirmeden hiç de aşağı kalmayan teknikler uygulan­
ması oluyorsa, bu onun bir temsil nesnesi olması ölçüsünde ol­
maktadır -m ahkûm için ve seyirciler için-. Temsiller üzerine
hangi aletle etki edilmektedir? Başka tem siller veya daha
doğrusu fikir çiftleri oluşturarak (suç<eza; suçun düşünülen
avantajı-cezalann algılanan dezavantajı); bu eşleştirm eler
ancak ilân etme unsuru içinde işleyebilirler: onları herkesin
gözü önünde kuran veya güçlendiren cezalandırma sahneleri;
onları dolaştıran ve işaretler oyununu her an güçlendiren
söylevler. Suçlunun cezalandırma içindeki rolü, işaret edile­
nin hakiki mevcudiyetini yasanın ve cezaların karşısında ye­
niden devreye sokmaktadır -yani yasanın terimlerine göre ih­
lale sarsılmaz bir şekilde ortak edilmesi gereken şu cezanın-.
Bu işarete edileni bol miktarda ve aşikâr bir şekilde üretmek,
bu sayede yasanın işaret edici sistemini canlandırmak, suç
fikrini bir ceza işareti olarak işletmek; işte kötülük yapan
kişi ödemelerini bu parayla yapmaktadır. Demek ki bireysel
ıslah, bireyin hukuk öznesi olarak yeniden nitelendirilmesi
sürecini, işaretler sisteminin güçlendirilmesi ve dolaşıma sok-
tuklan tem siller aracılığıyla sağlamalıdır.
Islah edici cezalandırma aygıtı tamamen başka bir şe­
kilde iş görmektedir. Cezanın uygulanma noktası temsil değil,
bedendir, zamandır, gündelik hareketler ve faaliyetlerdir;
a>mı zamanda ruhtur, ama burasının alışkanlıkların oturduk-

160
lan yer olması ölçüsünde. Beden ve ruh tavırlan n ilkeleri
olarak, şimdi cezalandıncı müdahaleye önerilen unsuru mey­
dana getirmektedirler. Bu müdahale bir temsil sanatından
çok, bireyin bilinçli bir manipülasyonuna dayanm ak zorun­
dadır: "Her suç fizik ve manevi etkiyle tedavi edilebilir",
demek ki cezalan belirlemek için "sinir sistem inde meydana
gelen duyular ve sempatilerin ilkesini bilmek" gerekm ekte­
d ir^ . Kullanılan aletlere gelince, bunlar artık güçlendirilen
ve dolaştınlan temsil oyunlan değil de; baskı biçimleri, uy­
gulanan ve tekrarlanan zorlama şemalandır. işaretler değil,
alıştırm alar: saatler, zaman kullanımı, zorunlu hareketler,
kurala bağlı faaliyetler, tek başına derin düşüncelere dalma­
lar, ortaklaşa çalışma, sessizlik, işe özen, saygı gösterm e, iyi
alışkanlıklar. Ve bu ıslah tekniğinde son olarak yeniden oluş­
turulmak istenilen şey, toplumsal antlaşmanın genel ilgi ala­
nının içine alınmış olan hukuk öznesinden çok; boyun eğen özne,
alışkanlıklara, kurallara, emirlere, etrafında ve üzerinde in­
şa edilen ve kendinde otomatik olarak işlemesine izin vermek
zorunda olduğu bir otoriteye tabi kılınmış olan bireydi. Böy-
lece yasa ihlaline tepki göstermenin, birbirinden iyice farklı
iki biçimi söz konusudur: toplumsal antlaşmanın hukuk özne­
sini yeniden oluşturm ak, veya herhangi bir iktidarın hem
genel, hem de kılı kırk yaran biçimine tabi kılınm ış bir itaat
öznesi oluşturmak. ,
Eğer ''baskıcı” cezalandırma kendiyle birlikte bazı başat
sonuçlar taşımasaydı, bütün bunlar belki de oldukça speküla­
tif bir farklılışmadan öteye gitmeyeceklerdi -çünkü sonuç ola­
rak her iki şıkta da, boyun eğmiş bireyler oluşturmak söz ko­
nusudur-. Hal ve gidişin zamanın tam kullanımı yoluyla ter­
biye edilmesi, alışkanlık kazandmlması, bedene yönelik zor­
lamalar, cezalandınlan ile cezalandıran arasında çok özel
bir ilişki olmasını gerektirmektedir. Bu ilişki seyir boyutunu
yalnızca gereksiz kılmakla kalmamakta, aynca onu dışla-

63 B. Rush, S.13.

161
maktadır da^. Cezalandırma ajanı, herhangi başka birinin
bozamayacağı tam bir iktidan icra etmelidir; ıslah edilecek
birey kendi üzerinde icra edilen iktidar tarafından tamamen
sarmalanmış olmalıdır. Ve böylece, bu cezalandırma tekni­
ğinin hiç değilse nisbi bir özerkliği olmalıdır; kendi ölçülerini
kendi saptamalı, kendi sonuçlarına kendi karar vermelidir:
suçluluğu ilân eden ve cezalandırmanın genel sınırlarını sap­
tayan adli iktidar karşısında süreksizlik veya her halükâr­
da özgüllük. Öte yandan bu iki sonuç -cezalandırma yetkisinin
icra edilmesinde gizlilik ve özerklik-, kendine iki amaç ko­
yan bir ceza teorisi ve siyaseti açısından çok aşırıdır: tüm
yurttaşları toplumsal düşmanın cezalandmlmasına ortak et­
mek; cezalandırma iktidarının icra edilmesini, bu cezayı ka­
musal olarak sınırlandıran yasalara tamamen uygun ve şeffaf
kılmak. Gizli ve yasama tarafından hükme bağlanmış ceza­
lar, denetimden kaçan kıstaslar ve araçlarla iş gören bir ceza­
landırma iktidan, işte bunlarla ıslahatın bütün stratejisi teh­
likeye girmiş olmaktadır. Mahkemenin kararını vermesinden
sonra, eski sistemde uygulananına benzeyen bir iktidar oluş­
maktadır. Cezaları uygulayan iktidar, eskiden bu cezalara
karar veren iktidar kadar keyfi, onun kadar despotik olma
tehtidini taşım aktadır.
Sonuç olarak farklılık şudur: cezaevi mi, yoksa baskı ku­
rumu mu? Bir yanda tüm toplumsal mekâna dağıtılmış; her-
yerde sahne, seyir, işaret, söylev olarak mevcut; açık bir
kitap gibi okunabilir; yurttaşlann zihninin sürekli bir yeni­
den şifrelenmesiyle iş gören; suçun bastınimasını suç fikrine
konulan engellerle sağlayan; Servan'ın dediği gibi "beynin
yumuşak lifleri" üzerinde görülmez ve yararsız bir şekilde
etki eden bir ceza iktidarının işleyişi. Toplumsal şebekenin
tümü boyunca koşturarak, her noktası üzerinde etki ederek ve
sonunda bazılarının bazılan üzerindeki iktidan olarak değil

64 R u s h 'u n s e y i r e s u n u la n c e z a l a r a , ö z e l l i k l e d e D u f r ic h e d e V a la z 6
ta ra fın d a n d ü ş ü n ü lm ü ş o l a n la n n a y ö n e lttiğ i d c ş l t r i l c r c b k z ., sS-9

162
de, tümün herkes üzerindeki dolaysız tepkisi olarak algıla­
nacak bîr cezalandırma iktidarı, ö t e yanda ise cezalandırma
iktidarının, hepsi birarada olan bir işleyişi: suçlunun zama­
nına ve bedenine titiz bir elkoyma, onun hareketlerinin, dav­
ranışlarının bir otorite ve bilgi sistemi aracılığıyla kuşatıl­
ması; suçlulan bireysel olarak düzeltmek üzere onlara uygu­
lanan, üzerinde düşünülmüş taşınılmış bir ortopedi; kendini
toplumsal bünyeden olduğu kadar, asıl adli iktidardan da
soyutlayan bu iktidann kendini özerk olarak yönetmesi. Ha­
pishanenin ortaya çıkışının içinde yüklenilen şey, cezalandır­
ma iktidarının kurumsallaştırılması veya daha da kesin ola­
rak: cezalandırma iktidan (XVIII. yüzyılın sonunda kendine
yüklediği stratejik am aç olan, halkın yasad ışılıklannın
azaltılmasıyla birlikte) "ceza kenti"nde genel bir toplumsal
işlevin altına gizlenerek m i, yoksa "ıslah yeri"nin kapalı
alanı içinde, baskıcı bir kurumun içine kapanarak mı daha iyi
sağlan abilir?
Her halükârda, XVIII. yüzyılın sonunda üç cins cezalan­
dırma iktidan örgütleme tarzı karşısında olunduğu söylene­
bilir. Bunlardan birincisi hâlâ işlemekte ve eski monarşik hu­
kuktan destek almakta olanıdır. Diğer ikisi, toplumun tümüne
ait olm ası gereken bir cezalandırm a hakkının önleyici, ya­
rarcı, ıslah edici kavranışına atıfta bulunmaktadır; ama bun­
lar resm ettikleri olanaklar düzeyinde birbirlerinden çok
fark lıd ırlar. Fazlasıyla şem alaştırarak, cezalandırm anın
monarşik hukukta bir hükümdarlık töreni olduğu söylenebilir;
mahkûmun bedeni üzerine uygulanan ayinsel damgalan kul­
lanmakta; ve seyircilerin gözleri önünde, süreksiz, kuralsız
olduğu kadar yoğun olan bir dehşet etkisini seferber etmekte
ve hükümdan ve fizik mevcudiyetini kendi yasalarının üze­
rinde sunmaktadır. İslahatçı hukukçuların projelerinde, ceza­
landırma bireyleri hukuk özneleri olarak yeniden nitelemeye
yönelik bir süreçtir; damgalar değil işaretler, ceza sahnesinin
en hızlı bir şekilde dolaşımını ve mümkün en yaygın kabulünü
sağlaması gereken şifrelenm iş temsil bütünleri kullanmak-

163
tadır. Son olarak da, yoğrulmakta olan hapishane kurumu
taslağında, cezalandırm a bireylerin bastınln\asına ilişkin
bir tekniktir; bedenin -işaretlerin d e ğ il- terbiye edilmesi
usullerini alışkanlıklar ve tavırlar biçim inde bıraktığı izler­
le devreye sokmaktadır; ve ceza yönetimi konusunda kendine
özgü bir iktidann kurulmasını gerektirmektedir. Hükümdar
ve gücü, toplumsal bünye, yönetim aygıtı. Damga, işaret, iz.
Tören, temsil, uygulama. Yenilen düşnnan, yeniden nitelenmek­
te o b n hukuk öznesi, dolaysız bir ıslaha tabi kılınan birey.
Azap çektirilen beden, tasarım lan elden geçirilen ruh, ter­
biye edilen beden: burada, XVIII. yüzyılın sonunda birbirle-
riyle çarpışan üç düzenlemeyi belirleyen üç unsur dizisi bulun­
maktadır. Bunlan ne hukuk teorilerine indirgemek (kesişme­
lerine rağm en), ne onlan araçlarla veya kurumlarla özdeş­
leştirmek (bunlardan destek alm alanna rağmen) mümkündür.
Bunlar cezalandırma iktidarının onlara göre icra edildiği
tarzlardır. Üç iktidar teknolojisi.
Bu durumda sorun şudur nasıl oldu da ûçüncüsü sonunda
kendini dayattı? Cezalandırm a iktidannın bedeni, b a sk ıa ,
yalnızlığa dayalı, gizli m odeli; tem silî, sahneye dayalı,
işaret eden, halka açık, ortaklaşa modelin yerine nasıl geçti?
Neden cezanın fizik uygulanışı (ve bu azap çektirme biçi­
minde değildir), onun kurumsal desteği olan hapishaneyle
birlikte ceza işaretlerinin toplumsal oyununun ve onlan do­
laşıma, sokan geveze bayramın yerine geçti?

164
___ •
m
• •
disiplin
BİRİNCt AYIRIM
İTAATKÂR BEDENLER

işte gene XVII. yüzyılın başında tasvir edildiği haliyle,


ideal asker görüntüsü. Asker hcrşcyden önce uzaklan tanınan
bindir; işaretler taşımaktadır gücününün ve cesaretinin doğal
işaretleri, aynı zamanda iftihar duygusunun belirlileri; bede­
ni gücünün ve yavuzluğunun armasıdır; ve silah mesleğini
yavaş yavaş Öğrenmesi gerektiği -e sa s olarak çarpışarak-
doğruysa da, yürüyüş gibi manevralar, başı dik tutmak gibi
tavırlar büyük bölümleri itibariyle bedensel bir onur reto­
riğinin içinde yer alnvaktadırlar "Bu mesleğe cn uygun olan-
lan tanımak için gereken işaretler canlı ve uyanık kişiler, dik
baş, içeri çekilen kann, geniş omuzlar, uzun kollar, güçlü par­
maklar, küçük göbek, geniş kalçalar, ince uzun bacaklar ve
kuru ayaklardır, böylece böylesine ölçüleri olan bir insan
ancak çevik ve güçlü olabilir"; mızrakçı olan asker, "yürüyüş
esnasında mümkün, olduğunca zarif ve vakar içinde uygun
adımı tutturm alıdır, çünkü mızrak şerefli bir silahtır ve
vakur ve cüretli bir hareketle taşınmayı haketm ektedir'.

1 L d e M o n lg o m m c r y , La Milice franfaise, 1 6 3 6 y a y . , s .6 v c 7 .

167
XVIII. yüzyılın ikinci yansı: asker kendi kendini innal eden
birşcy haline gelm iştir; şekli olmayan bir hamurdan, becerisi
olmayan bir bedenden ihtiyaç duyulan bir makine yapılm ış­
tır; duruşlar yavaş yavaş dikleştirilmiş ; hesaplı kitaplı bir
zorlama bedenin herbir parçasında dolaşarak ona egemen
olmuş bütüne boyun eğdirmiş, onu sürekli olarak kullanıma
hazır hale getirm iştir ve kendini alışkanlıklann otom atik­
leştirilmesi içinde sessizce sürdürmektedir; kısacası 'Icöy-
lüyü avlayarak" ona "asker havası" verilmiştir^. Askere alı­
nanlar "başı dik ve yukanda tutmaya; sırtı bükmeden dik
durmaya, kam ı içeri çekm eye, göğsü dışan çıkartmaya ve
sırtı içeri çekm eye” alıştınlm aktadırlar; "ve b u n lan a lış­
kanlık haline getirmeleri için, bir duvara topuklar, baldırlar,
omuzlar ve bel buraya değecek şekilde dayanarak onlan bu
konunna getirmektedirler, böylece ellerin tersi kollan dışarı
döndürmekte, ama bedenden uzaklaştırmamaktadırlar... on­
lara aynı şekilde gözlerini asla yere dikm em eleri, tersine,
önlerinden geçtiklerinin yüzüne cesaretle bakm alan... em ir
beklerken kafa, el ve ayaklarını kıpırdatm adan hareketsiz
kalm aları..., nihayet diz ve baldırlan gergin, ayak burnu
aşağıda ve dışan doğru, kararlı adımlarla yürümeleri öğre­
tilm ektedir”^.
Klasik dönem boyunca, bedenin iktidarın nesnesi ve hede­
fi olarak bir keşfeditişi söz konusudur. O tarihlerde bedene
-m anipüle edilen, biçimlendirilen, terbiye edilen; itaat eden,
cevap veren, becerikli hale gelen veya güçleri artan bedene-
yöncltilen bu büyük dikkatin işaretleri kolaylıkla bulunabi­
lecektir. Makine-insanın büyük kitabı, eşanlı olarak iki sicile
birden kaydedilm iştir: ilk sahifelerini D cscartcs'm yazdığı
ve hekim lerin, filozofların devam ettirdikleri anatom ik-
rnetafizik sicil; koskoca bir askeri, okula ve hastaneye ilişkin
yönetmelikler ve bedenin işlemlerini denetlemeye ve düzen­
lemeye yönelik ampirik ve bilinçli usuller bütünü tarafından

2 20 Mart 1764 kararaam«si.


3 Ibid.

168
oluşturulan teknik-siyasal sicil. Bu iki sicil birbirinden iyice
farklıdır, <;ünkü birincisinde işleyiş ve açıklama söz konusuy­
ken, İkincisinde ise itaat ve kullanım söz konusuydu; anla­
şılabilir beden, yararlı beden. La M ettrie'nin makine-insan'}
aynı anda hem ruhun maddeci bir indirgenişi, hem de genel bir
terbiye etme teorisidir; bunlann merkezinde, çözümlenebilir
bedene, yoğrulabilir bedeni ekleyen "itaatkârlık” kavramı
hüküm sürmektedir. Tabi kılınabilen, kullanılabilen ve geliş­
tirilebilen bir beden itaatkâr bir bedendir. Ünlü otomatlar da
kendi cephelerinden, yalnızca organizm ayı aydınlatm anın
bir biçimi değillerdi; bunlar aynı zamanda siyasal taşbe-
bcklcr, iktidarın küçültülmüş modelleriydiler: küçük makine­
lerin, iyi yetiştirilm iş ve uzun eğitim den geçm iş alayların
kralı 11. Fricdrich’in saplantısı.
XVIII. yüzyılın çok fazla ilgi gösterdiği bu itaatkârlık
şemalarında bu kadar yeni olan neydi? Beden bu kadar zor­
layıcı ve baskıcı kuşatm alann kesinlikle ilk kez nesnesi ol­
muyordu; beden her toplumda, ona zorlamalar, yasaklar veya
zorunluklar dayatan çok sıkı iktidarların içine alınm ıştı.
Ancak bu tekniklerde birçok şey yenidir, ö n ce denetim ölçeği:
artık bedeni çözülmez bir birim olarak, kabaca, kitle olarak
ele almak değil de, onu aynntıda işlemek, onun üzerine ince
bir baskı uygulam ak, bizzat mekanik düzeyindeki -h a re ­
ketler, jestler, tavırlar, hızlılık - zaptetmeleri sağlamak söz
konusudur: faal beden üzerinde sonsuza kadar bölünebilen bir
iktidar, daha sonra denetim nesnesi: artık hal ve gidişin veya
bedenin işaret eden unsurları değil de, hareketlerin ekonomi­
si, etkinliği, bunlann iç örgütlenmesi söz konusudur; zorlama
işaretlerden çok güçlere yönelmiştir; gerçekten önemi olan ye­
gâne tören, uygulamanınki olmaktadır. Son olarak da tarz: bu
kesintisiz, sabit faaliyetin sonucundan çok sürecini gözeten bir
baskı gerektirmekte, mekânı, hareketleri çok yakından çerçe­
veleyen bir şifrelemeye göre uygulanmaktadır. Bedene işlem­
lerinin özenli denetimine izin veren, onun güçlerinin sürekli
olarak tabi kılınmasını sağlayan ve onlara bir itaatkârlık-

169
yarar oranını dayatan bu yöntenılere "disiplinler" adı verile­
bilir. Disipline yönelik çok sayıda usul uzun zamandan beri
zaten vardır -manastırlarda, orduda, aynı zamanda atölye­
lerde de-. Fakat disiplinler XVI!. ve XVIII. yüzyıl esnasında
genel egemenlik kurma formülleri haline gelmişlerdir. Bunlar
kölecilikten farklıdırlar, çünkü bedenin sahiplcnildigi bir
ilişkiye dayanmamaktadırlar; hatta bu masraflı ve şiddetli
yöntemden vazgeçerek, en azından onunki kadar büyük yararlı
sonuçlar elde etmek, disiplinin sağladığı rahatlık olmakta­
dır. Disiplin sabit, bütüncül, kitlesel olan -am a analitik ol­
m ayan-, sınırsız ve efendinin tekil iradesi, onun "kaprisi"
biçiminde kurulmuş olan ev hizmetçiliğinden de farklıdır.
Yüksek derecede şifrelenmiş, ama uzaktan uzağa bir bağım­
lılık ilişkisi olan ve bedeni işlemlerden çok emeğin ürünlerine
ve tabi olmanın ayinsel işaretlerine yönelik olan vassalitcdcn
de farklıdır. Yararlığı artırmaktan çok dünyadan el etek
çekmeyi sağlama işlevine sahip olan ve başkasına itaat et­
meyi gerektirmeseler bile, esas amaçlan herkesin kendi bede­
ni üzerindeki egemenliğin artırmak olan çilekeşlik ve ma­
nastır tipi "disiplinler"dcn de farklıdır. Disiplinlerin tarih­
sel anı, yalnızca becerilerinin gelişmesini veya bağımlılığının
ağırlaşlınlmasmı değil de, aynı zamanda onu aynı mekaniz­
ma içinde daha fazla yararlı hale getirdiği ölçüde daha da
fazla itaatkâr kılan (ve tersine) bir ilişkiyi oluşturmayı he­
defleyen bir insan bedeni sanatının doğduğu andır. Bu andan
sonra artık, beden üzerinde bir çalışma, onun unsurlannın, ha­
reketlerinin, davramşlannın hesaplı kitaplı bir manipülas-
yonu olan bir baskılar siyaseti oluşmaktadır, tnsan bedeni,
onun derinlerine inen, eklemlerini bozan ve onu yeniden oluş­
turan bir iktidar mekanizmasının içine girmektedir. Aynı za­
manda bir "iktidar mekaniği” de olan bir "siyasal anatomi"
doğmaktadır, bu anatomi başkalannın bedenlerine, yalnızca
onlann istenilen şeyleri yapmalan için değil, aynı zamanda
öyle istendiği üzere, hız ve etkinliğe uygun olarak belirlenen
tekniklere göre iş görmeleri için nasıl el konulabileceğini

170
tanımlamaktadır. Disiplin böylece bağımlı ve idmanlı beden­
ler, "itaatkâr" bedenler imal etmektedir. Disiplin bedenin
güçlerini artırmakta (faydanın ekonomik terim leriyle) ve
aynı güçleri azaltm aktadır (itaatin siyasal terim leriyle).
Tek kelimeyle; bedenin iktidarını çözmektedir; onu bir yan­
dan artırmak istediği bir "yatkınlık", bir "kapasite" haline
getirmekte;' öte yandan da bunlann sonucu olarak ortaya
çıkabilecek enerjiyi, gücü tersine döndürmekte, ve onu katı bir
bağım lılık ilişkisinin içine sokmaktadır. Eğer ekonomik sö­
mürü emek gücü ile emeğin ürününü birbirinden ayırıyorsa, di­
sipline dayalı baskı da bedende, artırılmış bir yatkınlık ile
büyüyen bir egemenlik arasındaki zorlayıcı bağı kurmak­
tadır.
Bu yeni siyasal anatominin "icadı"nı ani bir keşif olarak
anlamamak gerekir. Onu çoğu zaman küçük, farklı kökenlere
sahip, dağınık bir yerleşime sahip, birbirlerini kesen, tekrar­
layan veya taklid eden, birbirlerinden destek alan, birbirleri­
ne yaklaşan ve yavaş yavaş genel bir yöntemin ölçekli çi­
zimin! resmeden çok sayıda süreç olarak kabul etmek gerekir.
Bunları kolejlerde çok erkenden iş başında görmek mümkündür;
daha sonra ilkokullarda devreye girmişler; hastane mekânını
yavaş yavaş kuşatmışlar; ve birkaç onyıl içinde askeri örgütü
yeniden yapılandırmışlardır. Bazen bir noktadan diğerine çok
hızlı dolaşmışlar (ordu ile teknik okullar arasında veya ko­
lejlerle liseler arasında), bazen de bu dolaşım yavaş ve gizli
bir şekilde olmuştur (büyük atölyelerin sinsi bir şekilde aske­
rileştiril mel eri). Her seferinde veya hemen hemen her sefe­
rinde, kendilerini konjonktürün taleplerine cevap vermek üze­
re dayatmışlardır: burada endüstriyel bir yenileşme, şurada
bazı salgın hastalıklann artışı, başka bir yerde tüfeğin icadı
veya Prusya'nın zaferleri. Bu durum onların toplam olarak,
açığa çıkartılması gereken genel ve esas dönüşümlerin içinde
yer almalarını engellememektedir.
Burada, herbirinin kendine özgü unsurlan itibariyle,
farklı disiplin kurumlannın tarihini yapmak söz konusu de­

171
ğildir. Söz konusu olan yalnızca, herbiri çok kolayca genel­
leşmiş olan esas tekniklerin bazılanndan oluşan bir örnek di­
zisi üzerinden kıstas* almaktır. Bunlar her zaman özenli, çoğu
zaman çok küçük tekniklerdir, ama herbiri de önem lidir;
çünkü bedenin belli bir siyasal ve ayrıntılı kuşatılm asını,
yeni bir iktid ar ”m ikrofi 2iğ i”ni tan ım lam aktad ırlar; ve
çünkü bunlar XVII. yüzyıldan beri, sanki toplumsal bünyenin
tümünü kapsama eğilimindeymişler gibi, giderek daha geniş
alanlan kapsamlanna almaya ara vermiş değillerdir. Büyük
bir yayılma gücüne sahip olan küçük kurnazlıklar, masum
görünüşlü, ama derinlemesine kuşku uyandına ince ayarlama­
lar, itiraf edilmeleri mümkün olmayan ekonom ilere boyun
eğen veya ihtişamı olmayan baskılan izleyen düzenler; ama
cezalandırma rejiminin sıçrannalı değişimini modem çağın eşi­
ğinde taşıyanlar bunlar olmuşlardır.
Sabırsızlıklan uyarmak üzere, Maröchal de Saxe'ı ha­
tırlatalım : "Ayrıntılarla uğraşanlann sınırlı kim seler sayıl-
malanna rağmen, bana bu kesim önemli olarak gözükn^ek-
tedir, çünkü temeli oluşturmaktadır ve ilkelerine sahip olma­
dan herhangi bir yapı kurmak ve herhangi bir yöntem koy­
mak olanaksızdır. Mimari zevkine sahip olm ak yetmez. Taş
yontm asını da bilmek gerekir"*. Bu "taş yontm a"ya ilişkin
koskoca bir tarih yazılabilir -aynntırun ahlâki muhasebe ve
siyasal denetim in içindeki yarara yönelik olarak rasyonel­
leştirilm esinin tarihi-. Bunu klasik çağ başlatmam ıştır; onu
hızlandırmış, ölçeğini değiştirmiş, ona kesin aletler vermiş ve
herhalde ona sonsuz küçüğün hesaplanmasında ve doğal var-
lıklann en önemsiz niteliklerinin tasvirinden bazı yankılar
bulmuştur. "A ynntı” her halükârda uzun zamandan beri ila­
hiyatın ve çilekeşliğin bir kategorisi haline gelm iştir bile:
her aynnb önemlidir, çünkü Tannnın gözünde hiçbir azamet
bir ayrıntıdan daha büyük değildir, ama onun iradesi tara­
fından istenildiği için, çok küçük olan birşey de yoktur. Ay-

4 MareduJ de Saxe, M« rroenes , e. I, Önsöz, s. 5.

172
nnhnın yüceliğine dair bu büyük geleneğin içine, hm stiyan
eğitim inin, okul veya askerlik pedagojisinin, son olarak da
tüm terbiye biçim lerinin bütün titizlikleri kolaylıkla yerle­
şebileceklerdir. Tıpkı gerçek mümin için olduğu gibi, disip­
linli insan için de hiçbir aynntı kayıtsız kalınır nitelikte
değildir, am a bunun nedeni bu ayrıntının içinde saklanan an­
lamdan çok, onu kavramak isteyen iktidarın orada bulduğu
ganim ettir. Bu "küçük şeyler"e ve onların ebedi önemlerine
yönelik olm ak üzere, Jean-Baptiste de La Salle tarafından
T raiti sur les obligations des freres des Ecoles chreliennes adlı
eserinde terennüm edilen bu övgü karakteristiktir. Gündelik
olanın m istiği burada m iniğin disipliniyle birleşm ektedir.
"Küçük şeyleri ihmal etmek ne kadar tehlikelidir. Benimki
gibi büyük eylem lere pek yatkın olmayan bir ruh için, küçük
şeylere gösterilecek sadakatin, hissedilmeyen bir gelişmeyle
bizi en yüce kutsallığa çıkartabileceği çok teselli edici bir
düşüncedir; çünkü küçük şeyler büyüklerini hazırlarlar... Kü­
çük şeyler denilecektir, heyhat, Allahım, biz zayıf ve özürlü
yaratıklar, sizin için büyük olan ne yapabiliriz ki? Küçük
şeyler; eğer büyükler kendilerini sunarlarsa, onları kullanabi­
lecek miyiz? Onlann bizim gücümüzün üzerinde olduklannı
düşünmeyecek miyiz? Küçük şeyler; ve ya Tann onlan büyük
sayıyor ve öyle kabul etmek istiyorsa? Küçük şeyler; böyle mi
hissedildiler? Küçük şeyler; onlara böyle bakarak, bunu red­
dedersek suçlu mu oluruz? Küçük şeyler; ama uzun dönemde
büyük azizleri bunlar meydana getirdiler! Evet küçük şeyler;
ama büyük nedenler, büyük duygular, büyük çoşkular, büyük
ateşler ve bunun sonucu olarak büyük liyakatler, büyük hazi­
neler, büyük ödüller"^. Yönetm eliklerin titizliği, teftişlerin
kılı kırk yaran bakışlan, hayatın ve bedenin en küçük parça­
larının bile denetim altına alınması, kısa bir süre sonra okul,
kışla, hastane veya alelye çerçevesinde, bu küçüğün ve sonsu­
zun mistik hesaplanm asına laikleştirilm iş bir içerik, ekono-

5 |.-B. d c L a S a l l e , TraiU su r Ics ebligations des Ecoles chritiennes , 17S3


y a y ., s .2 3 8 - 2 3 9 .

173
mik veya teknik bir rasyonellik verecektir. Ve XVIII. yüz­
yılda Jean-Baptiste de La Salle'in damgasını taşıyan, Leibniz
ve Buffon'a hafif<;e temas eden, II. Friedrich'ıen geçen, peda­
goji, tıp, askeri taktik ve iktisadı aşan bir A ynntı Tarihi,
yüzyılın sonunda artık gökyüzünün devasa boyutlannın veya
gezegen kitlelerinin değil de, "küçük cisimlerin", küçük hare­
ketlerin, küçük eylenüerinki olan yeni bir Newton olmayı düş­
leyen insana; Monge'a ("keşfedilecek yalnızca tek bir dünya
vardı”) "bundan ne anlıyorum? Diğerini hiç düşünmemiş olan
diğerini mi? Ben onbeş yaşından beri buna inanıyorum. O
sıralarda bu konuyla uğraştım ve bu anı bende, beni hiçbir
zaman bırakmayan sabit bir fikir olarak yaşadı... Bu öteki
dünya, keşfetmekle övündüğüm şeylerin en önemlisidir: onu
düşünürken yüreğim' parçalanıyor"* diye cevap veren insana
ulaşacaktır. Bu insan onu keşfetmedi, ama onu örgütlemeye
giriştiği; ve onun etrafında, yönettiği devletin en küçük ola­
yına kadar herşeyini kavramasına olanak verecek bir ikti­
dar düzeneğini k u r m a k i<;tediği bilinmektedir; egemen kıla­
cağı katı disiplinle "bu büyük makinenin tamamını kucakla­
mayı, ama gene de en küçük bir ayrıntının bile elinden kaçma­
sına izin vermemeyi" hedeflemekteydi^.
insanların denetlenm eleri ve kullanılm alan için aynn-
tının titiz bir şekilde gözleme alınması ve aynı anda bu küçük
şeylerin siyasal olarak hesaba katılm alan, kendileriyle bir­
likte bir teknikler bütününü; koskoca bir usuller ve bilgi, tas­
vir, reçete ve veri corpus’unu taşıyarak, klasik dönem boyunca
yükselmişlerdir. Ve modem hümanizmanın insanı hiç kuşku­
suz, bu önemsiz şeylerden doğmuştur*.

6 E C « o f f r o y S a u tt- H U a ir e b u « o k l a m a y ı B o n a p a rtc *b a t / e lııv k le d ir , No-


tioM lynlMlitfues et histori^ues de plilosophie nelyreUe ‘i n G ir id 'in e d a ir .
7 J .B . T r e ilh a r d . Motifs du code d'insiructitm crmirelU . 1 8 0 6 , s , 14.
8 Ö r n e k l e r i a s k e r i , t ıb b i , e ğ i t s e l v e e n d ü s t r i y e l k ıl r u m l a r d a n s e k e c e ğ im .
S ö m ü r g e c il i k , k ö le c ilik , b e b e k b a k ım ı g ib i b a n l a r d a n d a b a ş k a Ö r n e k le r
v e r ile b ilir d i.

174
D A Ğ IT IM L A R S A N A T I

Disiplin önce bir c/lcmin nnekân içinde dağıhimast işine


girişmiştir. Bunun için birçok tekniği devreye sokmaktadır.
1. Disiplin bazen çit/crncyı; diğer hepsine nazaran tür­
deş olm ayan ve kendi üzerine kapalı olan bir alanın özel­
leştirilm esini talep eder. Disipline yönelik m onotonluktan
korunmuş olan yer. Serserilerin ve sefillerin büyük "kapatıl-
m alan" olmuştur; bu kapatılmalardan daha gizli, ama daha
kurnazca ve daha etkili olanları da olmuştur. Kolejler: ma­
nastır modeli kendini buralarda yavaş yavaş dayatm ıştır;
yatılılık en sık rastlanılan değilse bile, en mükemmel eğitim
yöntemi olarak gözükmektedir; Lois-le-Grand lisesinde, bura­
sı Cizvitlerin ayrılmalarından sonra örnek bir kolej haline ge­
tirildiğinde, y atılılık zorunlu hale getirilmiştir^. Kışlalar:
orduyu, şu serseri kitleyi sabitleştirmek; yağma ve şiddet ha­
reketlerini engellemek; geçen birliklere dayanamayan halkı
sakinleştirm ek; sivil otoritelerle çatışmaları önlem ek; asker­
den kaçmaları durdurmak; harcanaalan denetlemek gerekir.
1719 kararnamesi Güney Fransa'da daha önceden düzene so­
kulm uş olanlarının benzeri yüzlerce kışlanın yapılm asını
hükme bağlamıştır; burada kapalı tutma katı bir biçimde ola­
caktır: "Herşey on ayak yüksekliğinde olan ve herbir kenar­
dan on ayak uzaklıktaki adıgeçcn bölüm leri çevreleyecek
olan bir duvarla çillonecok vo kapatılacaktır" -v c bu iş, bir­
likleri "düzen ve disiplin" içinde tutmak için yapılmaktadır
"ve bundan subay sorum ludur"-’®. 1745’le yaklaşık 320 kentte
kışla vardır; ve kışlaların 1775'teki toplam kapasiteleri
200.000 kişi olarak tahmin edilm ektedir” . Dağınık atclyele-

9 K rş . , P h . A rid s , L'F.nfantet la familU , 1 9 6 0 , s . 3 ( 0 - 3 1 3 L e C . S a y d e r s , La


Pidago^ie en Fronce aur X/// e et XVIIIe siecles , 1 9 6 5 , s . 3 5 - 4 1 .
10 L'Ordonnance militaire, c.XII, 25 Eylül 1719, Krş. Levha no.5.
11 D a i$ y , Le Royaume de Fronce , 1 7 4 5 , ». 2 0 1 - 2 0 9 , 1 7 7 5 la r i h l i y a r a n b i li n ­
i. 1 5 6 ). A . N a v e r e a u , Le Logemenl et
m e y e n m u h t ır a ( S a v a ? a rş iv i, 3 6 8 9 ,
les ustensites des geni de guerre de 1439 ' â 1789 , 1 9 2 4 s . 1 3 2 -1 3 5 . K rş.
L e v h a n o . 5 v e 6.

175
rin yanı sıra, hem türdeş, hem de sınırlan belirli olan büyük
manüfaktür alanlan gelişm ekledir önce bir araya getirilen
ma nü fak türler, sonra XVIII. yüzyılın ikinci yansında fabri­
kalar (Chaulssadc dökümhaneleri Ni^vre ile Loire arasında
yer alan Mödine yanm adasının tümünü kapm aktadırlar;
VVilkinson 1777de İndret fabrikasını kurmak için Loire üze­
rinde kazık çakarak ve toprak doldurarak, bir ada meydana
getirmiştir; Toufait, Le Creusot fabrikasını yeniden biçimlen-
dirildiği Charbonniörc vadisinde inşa etmiş ve hatta fabri­
kanın içine işçi lojmanlan bile koymuştur); bu bir ölçek deği­
şimidir, aynı zamanda yeni bir denetim tarzıdır. Fabrika açık
bir şekilde manastıra, kaleye, kapalı bir kente benzemekte­
dir; muhafız "kapıları ancak işçiler girerken açacaktır ve
çalışm alann başladığını bildiren zil çaldıktan sonra bundan
bir çeyrek saat sonra kimsenin içeri girme olanağı olm aya­
caktır; gün bitiminde atciyc şefleri anahtarlan manüfaktürün
kapıcısına teslim etme durumundadırlar, o da bunun üzerine
kapılan yeniden açmaktadır'^. Bunun böyle olmasının nedeni,
üretim güçlerinin yoğunlaşmalannın ölçüsünde, bu durumdan
en çok avantajı sağlamanın ve bu yoğunlaşmanın sakıncalannı
önlemenin (hırsızlık, çalışm anın kesilmesi, k an ştın cı faa­
liyetler ve "komplolar"); malzeme ve aletleri korumanın ve
emek gücüne egemen olmanın söz konusu olmasıdır: "sağlan­
ması gereken düzen ve asayiş, manüfaktürün yönetimiyle gö­
revli ortağın işçilerin içine sızabilecek suiistimalleri önleye­
bilmesi ve bunlara çare bulması ve bunların gelişmelerini
daha ilkesinden itibaren durdurabilmesi için, tüm işçilerin
aynı çatı altında toplanm alannı gerektirmektcdir"'^
2. Fakat "çitlem e” ilkesi disipline yönelik aygıtlar
içinde ne sabit, ne vazgeçilmez, ne de yetcrlidir. Bu aygıtlar
mekânı daha esnek ve daha ince bir şekilde işlemektedirler.

12 Projet de r^glement pour l'aciirie d'Amboise , U U sal A r ^ v lc r , f. 1 2 1 3 0 1 .


13 A n g e n 'd e k i y e l k e n b e z i ü n a l a t h a n c s i n e Ü i$k ln o l a r a k k r a l a v e r ile n
m u h tır a , m , V. D a u p h in , Reckerekes 5ur 1‘mdustrie textiU en Anjou , 1913,
S.199.

176
Ve öncelikle de lemel yerleştirme veya çer<;eveleme ilkesine
göre. Her kişiye kendi yeri; her yere bir kişi. Gruplar halin­
deki dağıtımdan kaçınmak; ortaklaşa yerleşimleri çözmek;
karmaşık, kitlesel veya elden kaçan çoğullukları çözüm le­
mek. Disiplin mekânı, dağıtım a tabi tutulacak ne kadar
beden veya unsur varsa o kadar parsele ayrılmaya yönelmek­
tedir. Belirsiz dağıtım ların, bireylerin denetim siz kaybo­
luşlarının, karmaşık dolaşım larının, yararsız ve tehlikeli
pıhtılaşmalarının sonuçlarını ortadan kaldırmak gerekmek­
ledir; kaçış-karşıtı, scrserilik -k arşıtı, yığılm a-karşıtı tak­
tikler. Mevcutlan ve namevcutlan belirlemek, kişilerin nere­
de ve nasıl bulunacaklannı bilmek, yararlı iletişimler kur­
mak, diğerlerine son vermek, herkesin hal ve gidişini her an
gözetim altında tutabilmek, nitelikleri ve liyakatleri ölçe­
bilmek söz konusudur. Demek ki bilebilmek, egemen olabilmek
ve kullanabilmek için usuller söz konusudur. Disiplin analitik
bir mekânı örgütlemektedir.
Ve burada da eski bir mimari ve eski bir dinsel usulle
karşılaşmaktadır: manastırların hücresi. Tahsis ettiği hücre­
ler tamamen ülküsel hale gelseler bile, disiplinlerin mekânı
her zaman derinliği itibariyle hücreseldir. Belli bir çile­
keşlik yaklaşımı "bedenin ve ruhun gerekli yalnızlığı" de­
mekteydi: en azından bazı anlarda kendi iç dürtülerine ve
belki de tannnın katılığına karşı tek başlarına göğüs germek
zorundadırlar. "Uyku ölümün imgesidir, yatakhane mezarın
imgesidir... yatakhanelerin ortak olmasına rağmen, yataklar
öyle bir şekilde yerleştirilm işler ve perdelerle o kadar tam
bir şekilde kapatılmışlardır ki, kızlar birbirlerini görmeden
kalkabilir ve yatabilirler"’ ^. Ama burada da hâlâ çok kaba
bir biçim söz konusudur.
3. İşlevsel yerleşimler kuralı disipline yönelik kurum-
larda, mimarinin genel olarak birçok kullanıma uygun ve
hazır olarak bıraktığı bir mekânı yavaş yavaş düzene soka-
14 R/gIrment pour ta communaute des filles du Bon Pasteur , ın , D e la t n a r e ,
TraiU'de P o lıcc, K ita p III, b a ş lık v . s . 5 0 7 . A y r ıc a b k z , le v h a no. 9 .

177
çaktır. Belirgin mekânlar yalnızca gözetim altında tutma,
tehlikeli iletişimleri kopartma ihtiyacına cevap vermek için
değil, aynı zamanda yararlı bir mekân yaratm ak için de
tanımlannnâktadır. Bu süreç hastanelerde, özellikle ordu ve
bahriye hastanelerinde oldukça açıkça ortaya çıkmaktadır.
Fransa'da Rochefort deney yeri ve örnek olarak iş görmüşe
benzem ektedir. Bir liman ve bir askeri lim an; mal dola*
şım lan, iyilikle veya zorla askere alınm ış insanlar, teknele­
re inen binen denizciler, hastalıklar ve salgınlarla birlikte
bir asker kaçaklığı, kaçakçılık, sirayet yeridir: tehlikeli
kanşım lar kavşağı, yasak dolaşımla nn kesişme yeri. Demek
ki bahriye hastanesi tedavi etmek zorundadır, ama bunu ya­
pabilmesi için bir filtre olması, enseleyen ve çerçeveleyen bir
düzenek olması gerekmektedir; yasadışılığın ve kötülüğün
kanşıklığını çözerken, bütün bu hareketliliğe ve kaynaşmaya
egemen olması gerekmektedir. Hastalıkların ve salgınlann
tıbbi olarak gözetim altında tutulm alan, burada bir dizi baş­
ka denetim le dayanışma içindedir: asker kaçaklan üzerinde
askeri denetim, mallar üzerinde vergi denetimi, ilaçlar, ta­
yınlar, kayıplar, iyileşm eler. Ölümler, danışıklı dövüşler
üzerinde idari denetim. Buna bağlı olarak, mekânın sıkı sı­
kıya paylaştırılm ası ve kapatılm ası ihtiyacı. Rochefort'da
alınan ilk tedbirler insanlardan çok nesneleri; hastalardan
çok değerli mallan kapsamaktaydı. Vergisel ve ekonomik
gözetim düzenlemeleri, tıbbi gözlem tekniklerini öncelemek-
tedirler: ilaçların kapalı sandıklara yerleştirilm eleri, bun-
lann kullanım sicilleri; biraz sonra gerçek hasta sayısını,
bunlann kimliklerini, bağlı bulundukları birlikleri belirle­
mek üzere devreye bir sistem sokulmuştur; sonra bunlann gidiş
gelişleri yönetmeliğe bağlanmıştır, bunlar artık kendi koğuş-
lannda kalmaya zorlanm aktadırlar; her yatağa içinde ya­
tanın adı bağlanmıştır; tedavi gören her kişi hekimin viziti
sırasında gözden geçireceği bir sicile kaydedilmektedir; daha
sonra sari hastalığı olanlann tecrit edilmeleri, ayn yataklar
ortaya çıkacaktır. Yönetsel ve siyasal bir mekân yavaş yavaş

178
tedavi mekânıyla eklem leşm ektedir; bu mekân bedenleri,
hastalıkları, b elirtileri, hayatları ve ölçüm leri bireysel*
leştirmeye yönelmektedir; çakıştınlan ve özenle ayn tutulan
özgüllüklerin gerçek bir tablosunu oluşturmaktadır. Disiplin­
den, tıbbi olarak yararlı bir mekân doğmaktadır.
Bireyselleştirici çerçevelenne ilkesi XVIII. yüzyılın so­
nunda ortaya çıkan fabrikalarda karm aşık hale gelmiştir.
Aynı anda hem bireylerin tecrit edilebilecekleri ve yerlerinin
bilinebileceği bir mekânın içindeki dağılımlarını, hem de bu
dağılım ı kendi talepleri olan bir üretim aygıtıyla eklem-
leştirmeyi sağlamak söz konusudur. Bedenlerin dağılımı, üre­
tim aygıtının mekânsal düzenlenişini ve çeşitli faaliyet bi­
çim lerini, "postalar" halindeki dağılım içinde birbirlerine
bağlamak gerekmektedir. Jouy'daki Oberkampf manüfaktürü
bu ilkeye uymaktadır. Bu manüfaktür herbir büyük işlem tipi­
ne göre uzmanlaşmış bir dizi atelycdcn oluşmaktadır: bas­
kıcılar, renklendiriciler, b o y aalar, resim fırçasıyla çalışan­
lar, oym acılar, boya im alatçıları için atölyeler. Binaların
1791'de Toussaint Baıre tarafından inşa edilmiş olanı yüz on
metre uzunluğundadır ve üç katlıdır. Zemin katın büyük bö­
lümü blok baskıya aynlm ıştır; 88 penceresi olan salonda iki
sıra halinde yerleştirilmiş 132 masa vardır; her baskın, renk­
leri hazırlam ak ve yaymakla görevli "çekici"siyle birlikte
bir nnasada çalışmaktadır. Her masanın ucunda, işçinin bas­
tığı bezi kuruması için yerleştirdiği bir cins kafes bulunmak-
tadır*^ Atelyenin anayolu üzerinde ilerleyerek hem genel,
hem de bireysel bir gözetim yapmak mümkündür: işçinin mev­
cudiyetini, işine gösterdiği özeni, işinin niteliğini farketmek;
işçileri birbirleriyle kıyaslamak, onları beceri ve hıztanna
göre sınıflandırm ak; imalatın birbirini izleyen safhalarını
takip etmek. Bütün bu dizi haline getirmeler sürekli bir tablo
oluşturm aktadırlar: burada bütün kanşıklıklar çözölm ek-

IS S a i n l 'M a u r i m a l a t h ı n c s i y ö n e t m e liğ i, B . N , k o l. D e U m a r e , Mattufaclu-


res , 111.

179
tcdir*^: yani üretim bölümlere aynim akta ve çalışma süreci
bir yandan temel safhalara, aşamalara veya işlemlere göre,
diğer yandan da bu işleri yapan bireylere, kendilerini bu
işlere veren tekil bedenlere göre eklennicşmektedin bu gücün
her değişkeni -g ü ç, hız, beceri süreklilik- gözlenebilnnckte,
böylece belirlenebilm ekte, değcrlendirilebilm ekte, muhase-
beleştirilebilmekte ve onun özel a^ n t olana aktanlabilm ek-
tedir. Böylcce tekil bedenler dizisinin içinden tamamen oku*
nabilir şekilde olmak üzere cımbızla çekilen emek gücü, birey­
sel birimler halinde çözümlcncbilmektedir. Üretim sürecinin
bölümlere aynim asının altında, büyük endüstirinin doğumu
sırasında bu bölünmeyle birlikte, ennek gücünün bireyeselleş-
tirici bölünmesi de bulunmaktaydı; disiplin merakının dağılı­
mı, çoğu zaman bunlann ikisini de sağlamıştır.
4. Disiplinde unsurlar aralannda değiştirilebilir nite­
liktedirler, çünkü bunlann herbiri b ir dizi içinde işgâl ettiği
yerle ve onu diğerlerinden ayıran açıklıkla tanımlanmakta­
dır. Burada birlik böylcce ne alan (egemenlik birimi), ne yer
(yerleşme birim i) değil de, mertebe olmaktadır: bir sıralan­
dırma içinde işgâl ettiği yer, bir satır ile bir sütunun kesiş­
tikleri nokta, birbiri peşisıra gerçekleşebilecek bir aralıklar
dizisinin içindeki aralık. Disiplin mertebe sanatı ve düzen­
lemelerin dönüşümü için bir tekniktir. O nlan köklü kılmayan,
ama paylaştıran ve bir ilişkiler ağı içinde dolaşıma sokan bir
yerleştirm e aracılığıyla bireysclletirm ektedir.
"S ın ır örneğini ele alalım. Cizvit kolejlerinde hem ikili,
hem de kitlesel olan bir örgütlenm e o tarihlerde hâlâ görül­
mekteydi; iki veya üç yüz kadar öğrencisi olanabilen sınıflar
onarlı gruplara aynim ışlardı; bu gruplann herbiri başlannda
onbaşılan olduğu halde bir Roma ve Kartaca kampına yer­
leştirilmişlerdi; her onluğun rakip bir onluğu bulunmaktaydı.

16 K ı ş . L a M 6 th « r ie 'n in L « C r e u s o t ’y u z iy a r e t in d « s ö y le d ik le r i: 'B u k a d a r
g ü z e l b i r k u r u lu p v e b u k a d a r ç o k m i k l a r d a f a r k b i j iç in b in a la r ın ,
ç a lın m a e s n a s ı n d a I f ç i l e r a r a s ı n d a k a n c ı k l ı k o l m a m a s ı iç in y e t e r i
k a d a r g e n i } o lm a la n g e r e k i r ', founui de .c X X X , 1787, s. 66.

180
Genel biçim savaş ve rekabet biçim iydi; çalışma, öğıenim, sı-
mnandırma iki ordunun çarpışması boyunca, düello biçiminde
gerçekleşmekteydi; bu yükümlülükler bir kampın 2afer veya
bozgunlarım sağlamaktaydı; ve öğrenciler kendilerine, her­
kesin işlevine ve kendi onluğundaki üniter grubun içinde sa­
vaşçı olarak sahip olduğu değere denk düşen bir yer ayrıldı­
ğını görmekteydiler^^. Zaten bu Roma oyununun ikili rekabet
idm anlan ile; mertebesi, heyerarşisi, piramid biçimindeki
gözetimiyle birlikte İegion örgütlenmesinden ilham alan me­
kânsal bir düzenlemeyi birbirlerine bağlamaya izin verdiği
de kaydedilebilir. Roma modelinin Aydınlanma çağında çifte
bir rol oynadığını unutmamak gerekir; cumhuriyetçi çehresi
altında bizatihi özgürlük kurum uydu; askeri çehresi altında
ise disiplinin ideal şemasıydı. XVIII. yüzyılın ve Devrim'in
Ronva'sı, Senato'nun ama aynı zamanda iegion 'un Roma'sıdır;
Forum'un, ama aynı zamanda kampların Roma'sıdır. Roma'ya
yapılan atıf, yurttaşlık konusundaki hukuki ideali ve disip­
lin sağlama usullerinin tekniğini imparatorluk dönemine ka­
dar ikircikli bir şekilde taşımıştır. Cizvit kolejlerinin sürekli
olarak oynadıklan antik oyunda, her halükârda tamamen
disipline yönelik olan nokta, bu oyun içinde yer alan düelloya
ve savaş taklidine yönelik olan noktaya üste gelmiştir. Okul
mekânı yavaş yavaş -am a özellikle 1762'den sonra- gevşe­
m ektedir; sınıf türdeş hale gelm ektedir; arlık yalnızca, öğ­
retmenin gözü önünde birbirlerinin yanında hizaya giren bi­
reysel unsurlardan meydana gelmemektedir. "Mertebe” XVIII.
yüzyılda, bireylerin okul düzeni içindeki büyük dağılım
biçim ini tanımlamaya başlam ıştır: sınıfta öğrenci sıraları,
koridorlar, avlular; herkese her ödev ve her sınama için atfe­
dilen mertebe; öğrencinin haftadan haftaya, aydan aya, yıl­
dan yıla elde ettiği mertebe; sınıfların yaş sırasına göre bir­
birleri ardına hizaya sokulm aları; öğretilen konulann, ele
alınan sorulann artan bir güçlük düzeni içinde birbirlerini iz-

17 B k z . C d e R o c h e n o n te ix , U n collige du XVtI e iiicU, 1 8 8 9 , c . III, 9 . 9 4 v d .

181
içmeleri. Ve bu zorunlu sıralamalar bütünü içinde her öğrenci
yaşına, performansına, hal ve gidişine göre bazen şu, bazen de
bu mertebeyi işgâl etmektedir; bu gözlerden oluşan diziler üze­
rinde sürekli yer değiştirm ektedir -bu gözlerden bazıları
ideal olup, bir bilgi veya yetenek hiyerarşisini belirlemekte;
diğerleri de bu değerler ve liyakatler dağılımım sınıf veya
kolej mekânının içinde maddi olarak gösterme durumunda ol­
m aktadırlar-. Bireylerin, sıralı aralıkların vurgulu hale ge­
tirdikleri bir mekânda birbirlerinin yerine geçtikleri sürekli
bir hareket.
Dizisel bir mekânın örgütlenmesi, ilk öğretimin en büyük
teknik değişimlerinden biri olmuştur. Bu değişimin, geleneksel
sistemin (öğretm enle birkaç dakika çalışan bir öğrenci, bu
arada bekleyenlerin kanşık grubu aylak ve gözetimden yok­
sun olarak kalmaktadır) aşılmasına olanak vermiştir. Birey­
sel yerleri ayırarak, herbirinin denetlenm esini ve herkesin
eşanlı çalışmasını mümkün kılmıştır. Yeni bir öğrenim zamanı
ekonomisini düzenlemiştir. Okul mekânının öğreten bir maki­
ne olarak, ama aynı zamanda gözeten, hiyerarşik hale geti­
ren, ödüllendiren bir makine olarak da işlev görmesini sağ­
lamıştır. J.-B. de La Salle mekânsal dağılımı sayesinde, aynı
anda bütün bir ayırım lar dizisini sağlayabilecek bir sınıf
düşlemekteydi: öğrencilerin ilerleme derecelerine göre, herbi­
rinin değerine göre, karakterlerinin iyi veya kötü olmasına,
özen gösterm e derecelerine göre, temizliklerine göre ve ebe­
veynlerinin servetine göre, ö yleyse sınıf, öğretmenin özenli
"tasnif edici" bakışları altında, birçok girişi olan tek bir bü­
yük tablo oluşturacaktır; "Bütün sınıflarda, bütün derslerin öğ­
rencilerine ayrılmış yerler olacaktır, böylece aynı derse men­
sup olanların hepsi hep aynı ve sabit bir yere yerleştirilmiş
olacaklardır. En yüksek derslerin öğrencileri duvara en yakın
sıralara yerleştirileceklerdir, ve sonra da diğerleri ders sıra­
sına göre sınıfın ortasına doğru gitm ek üzere yerleştirile­
ceklerdir. öğrencilerden herbirinin belirlenmiş bir yeri olacak
ve bu öğrencilerden hiçbiri okullar müfettişinin emri ve nzası

182
olmadan burayı ne bırakacak, ne de degişlireccktir^'. Öyle bir
düzenlem e yapılm alıdır ki, "ebeveynleri ihm alkâr ve bitli
olanlar, temiz ve bitsiz olanlardan aynisınlar; hafif ve aklı
havalarda bir öğrençi uslu ve ağırbaşlı başka ikisinin arasına
yerleştirilsin, inançsız biri ya yalnız bırakılsın, ya da iki
imanlı öğrencinin arasına konulsun"’*.
D isiplinler "hücreleri", "yerleri" ve "sıra la n " örgütler­
lerken, karmaşık m ekânlar imal etm ektedirler; bunlar hem
mimari, hem işlevsel, hem de hiyerarşiktirler. Bunlar sabit­
leştirmeyi sağlayan ve dolaşıma olanak veren mekânlardır;
bireysel parçalar ayırmakta ve işlemsel bağlantılar kur­
maktadırlar; yerleri belirlem ekte ve değerleri işaret etm ek­
tedirler; bireylerin itaatini garanti altına alm aktadırlar,
ama aynı zamanda en iyi zaman ve hareket ekonomisini de
garantilem ektedirler. Bunlar karma m ekânlardır; gerçektir­
ler, çünkü binaların, salonların, mobilyaların düzenlenişine
hükmetmektedirler; ama aynı zamanda ülküseldirler, çünkü
kendilerini şu nitelemeler, değerlendirmeler, hiyerarşiler dü­
zenlemesinin üzerine yansıtmaktadırlar. Demek ki ilk büyük
disiplin işlemlerinden biri, karmaşık, yararsız veya tehlike­
li kalabalıkları düzenli çokluklar haline dönüştüren "canlı
tablolar"ın oluşturulm asıdır. "Tablolar" oluşturm ak, XVIII.
yüzyıl bilimsel, siyasal ve ekonomik teknolojisinin en büyük
sorunlanndan biri olmuştur: bitki ve hayvan bahçeleri dü­
zenlemek ve aynı zamanda canlı varlıkların rasyonel sınıf­
landırmalarını yapmak: malların ve paranın dolaşımını göz­
lemek, denetlemek, düzene bağlamak bir ekonomik tablo inşa
etmek; insanları teftiş etmek, varlıklarını veya yokluklarını

18 ]. -B . d c L a S a ll c , ConduiU da icoia chrüiennes , B .N ., M s I I 7 3 9 , s . 2 4 8 ­


2 4 9 . B u n d a n b ir a z d a h a ö n c e le r i B a le n c o u r , s ın ıf la r ın ü ç b ö lü m e a y n i-
m a la r ın ı Ö n e r m e k le y d i; ~En ş e r e flis i L a tin c e ö ğ r e n e n le r i ç i n ... T e m b e lle -
riıi h e r z a m a n y o l a ç l ı k l a r ı k a r ı ş ı k l ı k l a r ı ö n l e m e k ü z e r e , t a h t a l a r d a
y a z ıc ı s a y ıs ı k a d a r y e r o l m a s ı t e m e n n i e d i l i r '. B ir b a ş k a s ın d a o k u m a
ö ğ r e n e n le r b u lu n a c a k t ır ; z e n g in le r i ç i n b ir s ır a , f a k i r l e r iç in b ir s ır a , "b il
g e ç m e s in d i y e " . Ü ç ü n c ü k ıs ım y e n i g e l e n l e r i ç i n 'K a p a s l I e l e r i a n l a ­
ş ıld ık t a n s o n r a , o n l a r a b ir y e r v e r il i r * M . I. D . B. Imlruction milhodi^ue
pour l'dcoU parotssiaU , s . 5 6 -5 7 . K r ş ., le v h a n o . 10 - I I .

183
farkctm ek ve silahlı kuvvetlerin genel ve sürekli bir sicilini
oluşturm ak; hastalan dağıtmak, onlan diğerlerinden ayır­
mak, hastane mekânını titizlikle bölümlere ayırmak ve has-
talıklann sistem atik bir tasinifini yapmak: iki kurucu unsu­
run -dağıtım ve çözümleme, denetim ve anlaşılabilirlik- bir-
birleriyle dayanışma içinde olduğu bir sürü ikiz işlem. Çoğulu
örgütlemek, onu kat etmek ve ona egemen olmak için kendine
bir araç sağlamak söz konusudur; ona bir "düzen" dayatmak
söz konusudur. Tıpkı Guibert'in sözünü ettiği ordu komutanı
gibi, doğabilim ci, hekim, iktisatçı da "azam et karşısında
körleşmiş, kalabalık tarafından serseme döndürülm üştür...
nesnelerin çokluğundan kaynaklanan sayısız bileşim, çok sa­
yıdaki dikkatin biraraya gelmesi onlann güçlerinin üzerinde
bir yük oluşturm aktadır. M odem savaş bilim i mükem mel­
leşerek, gerçek ilkelere yaklaşarak daha basit ve daha az zor
hale gelebilir"; ordular "benzeşen, her harekete uyabilen
basit taktiklerle... hareket ettirm e ve yönetme açısından da­
ha kolay olacaklard ır"'^ Taktik, insanlann mekânsal dü­
zenlenmesi ve bunun takibi; sınıflandırma bilimi, doğal var­
lıkların disiplinsel mekânı; ekonomik tablo, zenginliklerin
düzenli hareketi.
Fakat tablo bu farklı sicillerde aynı işleve sahip değil­
dir. Ekonomik düzeni içinde miktarlann ölçülmesine ve hare­
ketlerin çözümlenmesine izin vermektedir. Sınıflandırma bi­
limi biçimi altında, nitelik belirlem e (ve buna bağlı olarak
bireysel özgüllükleri azaltma) ve sınıflar oluşturma (yani sa­
yı kabullerini dışta bırakma) işlevine sahiptir. Ama tablo
haline getirmenin disipline yönelik dağıtım biçimi altındaki
işlevi, bunun tersine çoğunluğu kendi için işlemek, onu dağıt-
jn a k ve ondan mümkün en fazla sonucu elde etmektir. Doğanm
sınıflandınim ası karakterden kategoriye giden ekseıün üze­
rinde yer alırken, disipline yönelik taktik aynı anda hem bi­
reyin birey olarak niteliğinin belirlenmesine, hem de belli bir

19 ].A . <lc C u i b e n , Essai gAura] de taeti^ue 1 7 7 2 , t Ö n S ö y le v , s. X X X V I .

184
çoğulluğun düzene sokulmasına olanak vermektedir. Bu taktik
aynı unsurlardan nneydana gelen bir bütünün denetimi ve kul­
lanımının birinci koşuludur: "hücresel" denilebilecek bir ikti­
darın bir mikrofiziği için taban.

FAALİYETİN DENETİMİ

1. Zanun kullanımı eski bir mirastır. M anastır cemaatle­


ri hiç kuşkusuz onun katı bir modelini önermişlerdi. Bu model
hızlı bir şekilde yayılmıştır. Bunun üç süreci -vurgulu nokta­
lan belirlemek, belirgin m eşguliyetlerin yapılm asını zorla­
m ak, tekrar devrelerini ayarlam ak- kolejlerde, atelyelerde,
hastanelerde çok erkenden ortaya çıkm ıştır. Yeni disiplinler,
eski şem alann içine yerleştirirlerken zahm et çekmemişlerdir;
eğitim kurumlan ve yardım kuruluştan, çoğu zaman birer ek­
lentisi oldukları m anastırlann hayat tarzlannı ve düzenli­
liklerini sürdürmekteydiler. Endüstriyel dönemlerin katılığı,
uzun süre dinsel bir edaya sahip olmuştur; XVII. yüzyılın bü­
yük manüfaktürlcrinin yönetmelikleri, çalışmanın vurgusunu
verecek olan faaliyetleri belirtm ekteydiler; "sabahlan işle­
rine gelen bütün kişiler... çalışmaya başlamadan önce ellerini
yıkayacak, çalışm alarını Tannya adayacak, haç çıkartacak­
lar ve sonra çalışmaya başlayacaklardır"^; ama XIX. yüzyıl­
da kır insanlan endüstriyel alanda istihdam edilmek istenil­
diğinde, onlan atelyelerde çalışmaya alıştırm ak üzere, hâlâ
tarikat yönlemlerine başvurulduğu görülecektir; işçiler "fabri-
ka-manastırlar"da çerçevelenm ektedirler. Maurice d'Orange
ve Gustav Adolfün protestan ordulanndaki büyük askeri di­
siplin, iman faaliyetleriyle vurgulanan ritm ik bir zaman bo­
yunca oluşmuştur; Boussanelle bundan çok daha sonralan bile
"m anasbnn bazı mükemmel yanlannın” orduda bulunması ge­
rektiğini söylemekteydi^’ . Dinsel tarikatlar yüzyıllar boyun-

20 S a in t - M a u r i m a la t h a n e s i y ö n e t m ^ ^ n i n 1. m a d d e s i.
21 L d e B o u s s a n e lle , Le Bon miliuire , 1 7 7 0 , S .2 . Is v e ^ o r d u s u n d a k i d isip U -

185
ca disiplin üstatlan olmuşlardır; bunlar zaman zaman büyük
ritm ve düzenli faaliyet teknisyenleriydiler. Fakat disiplin­
ler miras aldıklan bu zamanı düzenleme usullerini değiş­
tirmişlerdir. ö n ce onlan incelterek. Artık zaman çeyrek saat,
dakika, saniye cinsinden hesaplanmaktadır. Tabii ki orduda:
Guibert, fikir babasının Vauban olduğu kronometreli atış ta­
limlerini sistematik olarak uygulatmıştır. İlkokullarda za­
manın bölümlere ayrılması giderek sıradan bir iş haline gel­
miştir; faaliyetler hemen karşılık verilmesi gereken emirler
tarafından kuşatılmıştır: "saatin son çalışında bir okul çocu­
ğu bir zil çalacaktır ve bütün öğrenciler hemen diz çökecekler,
kollan kavuşmuş ve gözleri yere doğru inik olacaktır. Dua
bittikten sonra bir ikinci zil çalınarak, onlara Isa'ya selâm
işareti yapmalan ve üçüncüsüyle de olumnalan emri verile­
cektir"^. XIX. yüzyılın başında, karşılıklı yardımlaşma oku­
lu için şöyle bir zaman kullanımı önerilecektir: saat 8.45'te
öğreticinin girişi, 8.52’de öğreticinin çağnsı, 8.56‘da çocukla-
nn girişi ve dua, 9'da sıralara oturma, 9.04'te taştahta üze­
rinde ilk çalışma, 9.08'de diktenin bitişi, 9.12'de taştahta
üzerinde ikinci çalışma v.s.^. Ücretli emeğin yaygınlaşması
da kendi cephesinden zamanının sıkı bir çerçevelenişine yol
açmıştır: "işçilerin zilin çalınmasından sonra onbeş dakika­
dan daha fazla bir süre geç kaldıklan olursa...^^ "kalfalar­
dan iş sırasında çağınlıp, beş dakikadan fazlasını kaybede­
ni..."; "işininin başında tam saatinde o l m a y a n . A m a aynı
zamanda, kullanılan saatin nitelikli olması da sağlanmaya
çalışılmaktadır: kesintisiz denetim, gözetmenlerin baskısı,
rahatsız edecek veya dikkat dağıtacak herşeyin iptali;
n in d in s e l k a r a k te ri h k . b k z , The SveJiifı Disciplirıe , L o n d r a . 1 6 3 2 .
22 L a S a lle , op.cit ., 2 7 *2 8 ,
23 B a lly , z ik r ., R .R . T r o n c h o l, L'Enseignemenl muluel tn Franee , d a k tilo le z ,
i, s . 2 2 1 .
24 Projei de rtglement pour U fabri^ue d'Amboise . m a d d e 2 , U lu s a l A rş. , f
12 1 3 0 1 . B u n u n p a r ç a b a ş ın a ç a lış a n la r İçin d e g e ç e r li o ld u ğ u b e lir li)*
in iş tir.
23 M 5 . O p p e n h e im i m a t a l h a n c s l g e ç l d y ö n e t m e li ğ i , 1 8 0 9 , m d . 7 - 8 , in ,
) ) a y e m , Mdmoiresel documenis pour reoenir 'd l'hisioire du commerce.

186
bütünsel olarak yararlı bir zaman oluşturmak söz konusudur;
"çalışm a sahasında kalfalan hareketlerle veya başka bir
şekilde eğlendirmek, hangisi olursa olsun oyun oynamak,
yemek yemek, uyumak, hikâye veya kom iklikler anlatmak
bilhassa yasakhr''^^* ve hatta yemek molasında bile "hiçbir
söylev çekilmeyecek. Öykü veya macera anlatılmayacak ve­
yahut işıpleri çalışmalarından uzaklaştıracak herhangi baş­
ka bir görüşme yapılmayacaktır"; "işçilerin hangi bahaneyle
olursa olsun, manüfaktüre şarap getirm eleri ve atelyelerde
içmeleri bilhassa yasaktır".^ Ölçülen ve ücret ödenen zaman,
ayrıca hiçbir saf olmayan yanı ve hatası olmayan bir zaman,
iyi kaliteden bir zaman olmalı, beden onun bütünleşmesi
boyunca, faaliyetine karşı titizlik gösterm elidir. Kesinlik ve
titizlik, düzenlilikle birlikte disipline yönelik zamanın te­
mel erdemleridir. Fakat en yeni olan husus burada değildir.
Başka usuller, disiplinler konusunda daha da karakteristi-
rik tirler.
2. Eylemin zamansal yoğunlaşm ası. Bir askeri birliğin
yürüyüşünün denetlenmesinin iki yolu olsun. XVII. yüzyıl başı:
"askerleri sıra halinde veya tabur nizam ında yürütürken,
trampetin ritmine uygun yürümeye alıştırmak ve bunu yapmak
için, bütün birliğin aynı ayağı aynı anda kaldırması için sağ
ayaktan başlamak gerekir"^. XVII. yüzyıl ortasında dört cins
adım: "küçük adımın uzunluğu bir ayak; normal adımınki, çift
adımınki ve yol adımınınki iki ayak olacaktır, bu adımların
hepsi bir topuktan diğerine Ölçülecektir; sürelere gelince,
küçük adımınki ve olağan adımınki bir saniye olacak, bu süre
içinde iki çifte adım atılacaktır; yol adımının süresi bir sa­
niyeden biraz fazla olacaktır. Eğik adım da aynı bir saniye­
lik aralıkta atılacaktır; bu adım bir topuktan diğerine en
fazla tS parmak olacaktır... İleri doğru normal adım baş dik
ve gövde düz tutularak, sırasıyla herbir bacak üzerinde den-

26 M 5 . O p p c in h d m ... y ö n e t m d ig i, m d . 16.
27 Pro^l... Amboise . md. 4.
28 LdcM ontgom m cry,op.dt.,s.86.

187
geienerek ve diğerini ileri atarak, dizin arkası dik tutularak
uygulanacaktır; ayak burnu, üzerinde yürünecek zemini gös­
terişsiz bir şekilde yalaması ve yere konulması için biraz dışa
dönük ve alçak olacaktır, böylece ayağın her pıarçası zemine
değecek, ama oraya çarpmayacaktır"^. Bu iki talimat ara­
sında yeni bir zorlama demeti, jest ve hareketlerin bölünme­
sinde yeni bir kesinlik denemesi, bedeni zamansal em irlere
uyarlamanın başka bir biçimi devreye sokulmuştur.
1766 talimnamesinin tanımladığı, bir zaman kullanımı
değildir -b ir faaliyet için genel bir çerçeve-; onun tanımladığı
dıştan dayatılan, ortaklaşa ve zortmiu bir ritmden daha fazla
birşeydir; bu bir "programadır; eylemin kendinin yoğunlaş­
masını sağlamaktadır; onun akışını ve safhalarım içeriden
denetlemektedir. Jestleri ölçen veya vurgulayan bir em ir bi­
çiminden, onları bütün bağlamışlan boyunca zorlayan ve des­
tekleyen bir dokuya geçilmiştir. Bir cins anatomik-kronolojik
davranış şeması kendini tanımlamaktadır. Eylem, unsurları­
na bölünmüştür; bedenin, kol ve bacakbnn, eklemlerin konumu
tanımlanmıştır;her harekete bir yön, bir genişlik, bir süre
tahsis edilmiştir; bunlann birbirlerini izleme düzeni hükme
bağlanmıştır. Zaman bedene nüfuz etmekte, ve onunla birlikte
iktidann tüm kılı kırk yaran denetimleri de nüfuz etmekte­
dirler.
3. Buna bağlı olarak, beden ite jestin korelasyon içine so­
kulm ası. Disipline yönelik denetim yalnızca bir dizi tanım ­
lanmış jestin öğretilm esi veya dayatılmasından ibaret de­
ğildir; bu denetim bir jest ile onun etkinlik ve hızlılık koşulu
olan bedenin bütüncül tutumunun arasındaki en iyi ilişkiyi
dayatmaktadır. Zamanın iyi kullanılm asına olanak veren
bedenin iyi kullanımında, hiçbir şey aylak veya yararsız ola­
rak kalmamalıdır: herşey istenilen hareketin desteği olmaya
davet edilmelidir. İyi bir disipline sahip bir beden, en küçük
hareketin işlemsel bağlamını meydana getirmektedir, ö m e -

2i OrdontuHCf du l er fanvicr 1766 pour rtgitf L 'a ercia de t'iıtfenlerie.

188
ğin iyi bir yazı bir jimnastiği gerektirmektedir -sağlam şifresi
bedeni ayak burnundan işaret pamnağmın ucuna kadar tümüy­
le kuşatan koskoca bir rutin-, "Bedeni dik biraz sola doğru
dönük ve yatık ve olabildiğince öne eğik tutmak gerekir, öy­
lesine ki dirsek masaya dayanınca, çene görüşü engellemeye­
cek bir şekilde yumruğa dayansın; sol bacak masanın altında
sağ bacaktan biraz önde olsun, çünkü bu konumda yalnızca
daha hızlı yazmakla kalınmaz, aynı zamanda kam ı masa>a
dayama alışkanlığı kadar sağlığa zararlı birşey olamaz; sağ
kolun dirsekten ele kadar olan kısmı masanın üzerine konul­
malıdır. Sağ kol vücuttan yaklaşık üç parmak uzaklıkta tu­
tulmalıdır, ve üzerine hafifçe konulacağı masadan beş par­
mak kadar olan kısmı masanın üzerine konulmalıdır. Sağ kol
vücuttan yaklaşık üç parmak uzaklıkta tutulmalıdır, ve üze­
rine hafifçe konulacağı masadan beş parmak kadar taşmalı-
dır. öğretm en öğrencilere, yazarken almak veya başka bir
şekilde düzeltecektir"^. Disiplinli bir vücut, etkin bir hare­
ketin desteğidir.
4. B eden-nesne ekîem leşm esi. Disiplin bedenin kullan­
dığı nesneyle sürdürmek zorunda olduğu ilişkilerin herbirini
tam amlar. Bunların arasında titiz bir çark düzeni kurar.
"Silah öne. Üç harekette. Tüfek sağ elle kaldınlacak, bunu
yaparken sağ dize nazaran dik bir konumda tutmak üzere,
vücuda yaklaştınlacaktır, namlunun ucu göz hizasında ola­
caktır ve tüfek, kol bedene kemer hizasından yapışırken, sağ
elle vurularak kavranacaktır, ikinci harekette tüfek sağ elle
kendi önüne getirelecek, namlu iki gözün arasında dikine du­
racaktır, kol gerginken sağ el onu bilek hizasından kavraya­
cak, tetik sip>eri işaret parmağına dayanacak, sol el arpack
hizasında olacak, baş parmak namlu boyunca kabartma üze­
rinde uzatılacaktır. Üçüncü harekette sol d tüfeği bırakarak,
onu kalça boyunca düşürecek; sağ el tüfeği, kundak göğsün
dışma ve karşısına gelecek şekilde kaldıracaktır, bu arada

30 J . -a de U S a l l ı ; s . 6 3 ^ . K r ş . , le v h a n o . 8 .

189
dirsek vücuda dayalı, baş parmak kundağa doğru uzanmış, ilk
vidaya dayanmış, horoz işaret parmağına dayanmış, namlu
dik olacaktır^V Burada karşımızda, bedenin aletsel şifrelen-
ntesi olarak adlandmlabilocek şeyin örneği bulunmaktadır.
Bu, bütüncül hareketin iki paralel dizi halinde bölünmesine
dayanm aktadır devreye sokulacak beden unsurlan dizisi (sağ
el, sol el, elin çeşitli parm aklan, diz, göz, dirsek vs.); kul­
lanılan nesnenin unsurlannm dizisi (namlu, arpacık, horoz,
vida V5-); bu şifreleme daha sonra bunlann birbirleriyle bazı
basit hareketlere göre (bastırmak, bükmek) ilişkiye sokmak­
ta, sonra da bu ilişkilerin herbirinin belirgin bir yere sahip
olduğu, adeta dinsel nitelikteki yasal bölümü saptamaktadır.
XVIII, yüzyıl askeri teknisyenlerinin "manevra" adını ver­
dikleri işte bu zorunlu sözdizimidir. (Geleneksel reçete yerini
açık ve zorlayın hükümlere bırakmıştır. İktidar, bedenle kul­
landığı nesne arasındaki temasın tüm yüzeyine sızmış bulun­
maktadır, onlan birbirlerine bağlam aktadır. Bir beden*si­
lah, boden-alet, bodon-makine bütünü oluşturmaktadır. Be­
denden yalnızca işaretler ve ürünler isteyen, ifade biçimleri
veya bir çalışmanın ürünlerini isteyen şu boyun eğdirme bi­
çimlerinden, olunabilecek en uzak noktada bulunulmaktadır.
İktidar tarafından dayatılan yönetmelik düzenlemesi, aynı
zamanda işlemin inşa edilm esinin yasasıdır. Ve disipline
yönelik iktidann şu karakteri işte ortaya böyle gkm aktadır:
bir vergi toplamadan daha çok sentez, ürüne el koymadan
daha çok üretim aygıtı içinde baskın bir bağ olma işlevine sa­
h ip tir.
5. Tüketici kullanma. Zaman kullanım ının geleneksel
biçiminin altında yer alan ilke esas olarak olumsuzdu; aylak-
olmama ilkesi: tanrı tarafından sayılan ve ücreti insanlar
tarafından ödenen bir zamanı boşa harcamak yasaktı; zaman
kullanımı israf tehlikesini önlemeliydi -ahlâki kusur ve eko­
nomik namussuzluk-, disiplin ise olumlu bir ekonomi düzen-

31 Onlonnance Ju I er fanvier 1766 başlık XI, md. 2.

190
İçmektedir; zamanın teorik olarak hep artan bir kullanıım il­
kesini koymaktadır: istihdamdan çok, sonuna kadar kullan­
ma; zamandan hep daha fazla kullanılır anlar ve her andan
da hep daha fazla yararlı güç çekip alm ak söz konusudur.
Bunun anlanu, sanki zaman bizzat kendi işleyişi içinde tü­
kenmezmişçesine, en küçük anın kullanımının yoğunlaştınl-
masının peşinde koşmanın gerektiğidir; veya sanki en azın­
dan, giderek aynntılı hale gelen bir iç düzenlemeyle, en yük­
sek hızın en yüksek etkinlikle birleştirilebileceği ideal bir
noktaya yönclincbilirmişçesine zamanın yogunlaştınimasına
çalışmanın gerektiğidir. II. Friedrich'in zaferlerinden sonra
Avrupa'nın tümünün taklid ettiği ünlü Prusya piyade talimna­
melerinde devreye sokulan, tam da bu teknik olmaktadır^^:
zaman ne kadar bölünürse alt birim leri o kadar çoğaltıl­
makta, iç unsurlan onlan denetleyen bir bakışın altında se­
ferber edilirlerken, zamanın cklcm lcşm csi o kadar bozulmak­
ta, bu durumda bir işlemi hızlandımnak veya en azından onu
optimum bir hıza göre ayarlamak o kadar mümkün hale gel­
mektedir; bu yüzden eylem zamanının bu talimnameye bağ­
lanması orduda çok büyük önem kazanmıştır ve insan faaliye­
tinin tüm teknolojisine ilişkin olarak da öyle olmak zorunda
kalacaktır: 1743 tarihli Prusya talimnamesi silah aşağı in­
dirmek için alh hareket, devirmek için dört hareket, omuza
ters koymak için onüç hareket vs. öngörm ekteydi. Karşılıklı
yardımlaşma okulu da başka araçlarla olmak üzere, zaman
kullanımını yoğunlaştırmak üzere bir aygıt olarak düzenlen­
mişti; yapılan bir örgütlenme öğretm enin doğrusal ve birbiri
peşi şıra gelen nitelikteki öğretimini düzenlem esine olanak
vermekteydi: bu örgütleme öğreticilerin ve yardı m aların gö^
zetimi altında olan çeşitli öğrenci gruplan tarafından aynı

32 P r u s y a b i r l ik le r i n i n b a ş a r ıl a n 'a n c a k d i s i p l i n l e r i n i n v e e ^ t i m l e r i n i n
m û k e ı n ı n e l l i ^ n e ' b a ğ l a n a b i l ir ; 'd e m e k k i e ^ t i m b iç i m i n i n s e ç im i k a ­
y ıt s ız k a l ın a c a k b ir ş e y d e b i d i r . P r u s y a 'd a b u n u n ü z e r in d e k ır k y ıl
b o y u n c a , iş in u c u n u h iç b ır a k m a y a n b ir d i k k a t l e ç a l ı ş d m ı ş t ı r ' M a r e d ta l
d e S a x e 'ta n A r g e n s o n k o n tu n a 2 5 Ş u b a t 1 7 5 0 t a r ü ıb m t ^ lu p , A r s e n a l, M S .
2701 v e Ma K/veria. c .l l . s. 2 4 9 . B k z . , le v h a n o 3 v e 4.

191
anda yapılan işlemlerin uyumunu sağlıyordu; böylece akan
zamanın her anının içinde çok sayıda, am a birbirlerine göre
düzene sokulmuş faaliyetler yer almaktaydı; ve diğer yandan
işaretler, ıslıklar, em irler tarafından dayatılan ritm, hem
öğretim sürecini hızlandırmakta hem d e hızlılığı bir erdem
olarak öğretmek zorunda olan zamansal ölçütleri herkese em ­
poze etm ekteydi^, "bu emirlerin yegâne am aa... çocuklan
aynı işlemleri hızlı ve iyi yapmaya alıştırm ak, bir işlemden
bir başkasına geçişin yol açtığı zaman kaybını, eli çabuk tuta­
rak mümkün olduğunca azaltmakur"^.
Öte yandan, bu boyun eğdirme tekniği boyunca yeni bir
nesne oluşmaktadır; bu nesne nöbeti yavaş yavaş mekanik ci­
simden -katı nesnelerden oluşan ve imgesi, mükemmel bir di­
siplin düşünü kuranlan uzun zaman meşgül eden hareketlerden
etkilenen cisim - devralmaktadır. Bu yeni nesne güçleri taşı­
yan ve bir sürenin makamı olan doğal cisimdir; kendi düzen-
leri( kendi zamanlan, kendi iç koşullan, kendi kumcu unsur-
lan olan özelleşmiş işlemlere uygun cisimdir. Beden yeni ikti­
dar m ekanizm alannın hedefi haline gelirken, kendini yeni
bilgi biçimlerine sunmaktadır. Spekülatif fizikten çok icraata
ait olan beden; hayvansal ruhlann nüfuz ettiğinden çok otori­
te tarafından yoğrulan beden; rasyonel mekaniğe değil de, ya­
rarlı bir terbiye etmeye konu olan beden; ama bu nedenden
ötürü bu bedenin içinde bazı doğal talepler ve işlevsel zorla­
m alar kendilerini belirteceklerd ir. G u ib ert'in fazlasıyla
yapay manevralara yönelttiği eleştirilerde keşfettiği budur.
Beden kendine dayatılan alıştırmalara direnç göstermektedir
ve esas korelasyonlarını bu alıştırmalar içinde resmetmekte

33 Y a z ı a liftır m a M *9; Q l e r d iz Ö z e rin d e . B u e m i r b i r ç n g ı n k ç a lın a r a k


v e r il m e k le d i r ; 1 0 : e l l e r m a s a d a , b a $ d ik ; 1 1 : T a ş t a h t a l a n t e m iz le y in :
h e r k e s t a h t a s ın ı t ü k ü r ü k l e v e y a d a h a iy is i, ş e r i t p a r ç a s ın d a n b i r t a m ­
p o n la s ilm e k t e d ir ; 12: t a h l a l a n ^ t e r i n ; 13: g d z c ü l e r , d e n e tle y in iz . B u n ­
l a r a s t la r ın ın t a h t a l a r ın a , s o n r a d a k e n d i b a n k l a n n d a k i l e r e b a k a c a k ­
la r d ır . A s t l a r k e n d i b a n k l a n n d a k i t a h t a l a r a b a k m a k t a v e h e r k e s
y e r in d e k a lm a k t a d ı r ."
34 S a m u e t B e m a r d , Karşdıklt eğilim kurumuna 30 Ehm JS16 lariUi rapor.

192
vc uyumsuz olanı kendiliğinden dışarı atm aktadır, "askeri
eğitim okullanmızdan çoğuna girildiğinde^ bütün bu askerler
zorla yaptıklan hareketler içinde görüleceklerdir; kaslarının
gerildiği vc kan dolaşımlannın kesintiye uğradığı görülecek­
tir. İnsan bedeninin doğasını ve yapısının amacını inceleye­
lim; bu durumda askere verilmesini açıkça hükmettiği konum
vc davranışı görürüz. Baş dik, omuzlardan ayrılm ış ve iki
omuz arasında dik durumda olmalıdır. Ne sağa, ne sola dön-
dürülmclidir, çünkü boyun om urlan ile bunlann bağlı olduk­
ları kürek kemiği ansndaki bağlantıya bakınca bu omurlar­
dan hiçbirinin, omuzun kollardan birini aynı tarafa hafifçe
bükmeden dairesel bir hareket yapamayacağı vc beden artık
düz bir konuda olmadığından, askerin öne doğru düz yürüyeme-
yeceği vc saf düzeninde bir unsur oluşturamayacağı görülür...
Talimnamenin dipçiğin dayanacağı nokta olarak işaret ettiği
kalça kemiği herkeste aynı yerde olmadığından^ tüfek bazı-
lannda daha sağda, bazılarında da daha solda taşınmalıdır.
Aynı yapı eşitsizliğinden ötürü, kişilerin omuzlarının dış ke­
siminin az veya çok etli olmasına göre, tetik siperi bedene az
veya çok yapıştırılm ış olacaktır vs.
Disipline yönelik usullcrin,çağdaş tasnif ve tablo halin­
de dökme tekniklerinde nasıl yer sahibi olduklan görüldü; bu
usullerin aynı zamanda bireylere özgü sorunlan ve çoğulluğu
işe nasıl dahil ettikleri de görüldü. Aynı şekilde, faaliyetin
disipline yönelik olarak denetlenmesi, bedenlerin doğal me-
kanizm alanna ilişkin olarak yapılan tüm teorik veya uygu­
lamalı araştırm alann içinde yer alm aktadırlar; ama bu de­
netimler aynı zamanda bu alanda özgün süreçler keşfetmeye
başlam ışlardır; davranış ve ona bağlı olan organik talepler
yavaş yavaş basit hareket fiziğinin yerine geçeceklerdir. En
ufak işlemlerine kadar itaatkâr olması talep edilen beden,
bir organizmaya Özgü olan işleyiş koşullannı göstermekte ve
bunlann zıtlaşm alannı ortaya koymaktadır. Disiplinsel ik-

33 J A . d e G u ib e r t , Essai gMral de ta e ti^ . \772, L s . 2 1 -2 2 .

193
tidar, yalnızca analitik ve "hücreseP olmakla kalmayıp,
aynı zamanda doğal vc "organik" olan bireysellikle bağlan­
tılıd ır.

OLUŞUMLARIN ÖRGÜTLENMESİ

1677de Gobclins manüfaktürûnü kuran ferman, bir okul


örgütlenm esini öngörm ekteydi. Krallık binaları başemini
altmış burslu çocuk seçecek, bunlar bir süre "onlann öğretim ve
eğitim lerini sağlayacak" bir öğretm ene teslim edilecekler,
sonra da manüfaktürün çeşitli halıa ustalannın (bu ustalar bu
işlevlerinden ötürü, çocuklann burslarından kesilen bir tazmi­
nat alacaklardı) yanına çırak olarak verileceklerdi; altı
yıllık çıraklıktan sonra, dört yıl hizmet vereceklerdi ve bir
nitelik sınavından geçtikten sonra, krallığın istedikleri ken­
tinde "dükkân açmak ve işletm ek" hakkına sahip olacak­
lardı. Burada lonca tarzı eğitime özgü nitelikler bulunmak­
tadır: ustaya karşı hem bireysel, hem de tam olan bir bağım­
lılık ilişkisi; nitelik belirleyen bir sınavla sona eren ve statü
tarafından belirlenen yetiştirilme süresi, ama bu süre belirgin
bir programa göre bölümlere ayrılm amıştır; bilgisini aktar­
mak zorunda olan usta ile hizmetini, yardımını vc çoğu zaman
da bir ödentiyi devreye sokmak zorunda olan çocuk arasındaki
bütüncül alış veriş. Hizmetkârlık biçimi, bir bilgi aktarımıy­
la karışmaktadır^. 1737 tarihli bir ferman, CîobeUns çıraklan
için bir resim okulu örgütlemiştir; bu okul ustalann yanındaki
eğilimin yerine geçmeye değil de, onu tamamlamaya yönelik­
tir. Ama bu eğilim tamamen başka türden bir zaman kullanı­
mını gerektirmekledir. Öğrenciler pazar vc bayram günlerinin

36 B u k ı n ş ı m ı r a k l ı k s ö z l e ş m e s i n în b a z ı h ü k ü m l e r in d e acıkm a g ö r ü l ­
m e k le d ir : u s la ö ğ r e n c i s in e -p a r a s ı v e ç a lış m a s ı k a r ş ıl ığ ı n d a - , k e n d in e
h iç b ir s ır a y ır m a d a n b ü t ü n b ilg is in i a k t a r m a k z o r u n d a d ır ; a k s in e d a v ­
r a n ış la r a p a r a c e z a s ı v e r ilir . Ö r n e k o l a r a k b k z . F . C r o s r e n a u d , La Qor-
poration ouvriire i Besançon , S .6 2 .

194
dışında, her gün iki saat süreyle okulda toplanmaktadırlar.
Duvara asılı listeye göre yoklama yapılmaktadır, gelmeyen­
ler bir sicile kaydedilmektedir. Okul üç sınıfa bölünmüştür.
Birincisi hiçbir resim kavramı olm ayanlar içindir; onlara
herbirinin yatkınlığına göre az çok zor olan örnekler kopya et­
tirilmektedir. İkinci sınıf "daha şimdiden bazı ilkelere sahip
olanlar" veya birinci sınıfı bitirenler içindir; bunlar "baka­
rak ve üzerinden gitmeden" yalnızca deseni ele alarak, tablo
röprodüksiyonu yapmak zorundadırlar. Üçüncü sınıfta renkle­
ri öğrenmekte, pastel yapmakta, boyacılık teori ve pratiğine
adım atm aktadırlar. Öğrenciler düzenli olarak kişisel ödev­
ler yapm aktadırlar; yapanın adını ve yapılma tarihini taşı­
yan bu alıştırmalann herbiri öğretmende durmaktadır; en iyi­
leri ödüllendirilmektedir; yıl sonunda biraraya getirilen ve
kendi içlerinde kıyaslanan bu alıştırm alar, her öğrencinin
kaydettiği gelişn>eyi, o andaki değerini ve diğerlerinin ara­
sındaki nisbi yerini göstermekledir; bunun üzerine bir üst sı­
nıfa geçecekler belirlenmektedir. Öğretm enler ve yardım a-
lan tarafından tutulan genel bir deftere, öğrencilerin hal ve
gidişleri ile okulda geçen herşey günü gününe kaydedilmek zo­
rundadır; bu defter belli aralıklarda bir müfettişe sunulmak-
tadır^^
Ckıbclins okulu önemli bir olgunun bir örneğinden ibarettir
klasik dönem de, tekil varoluşların zam anıyla ilgilenm ek
üzere; bedenler ile güçler arasındaki zaman ilişkilerine hük­
metmek üzere; ve geçen zamanın hareketini giderek artan bir
şekilde kâra veya yarara dönüştürmek üzere yeni bir tekniğin
geliştirilmesi. Bireylerin zamanını nasıl sermayeye dönüştür­
men, bu zamanı onlann heribirinde, bedenlerinin, güçleri­
nin veya kapasitelerinin içinde ve kullanım ile denetime uy­
gun bir şekilde nasıl birleştirm en? Yararlanılabilir süreleri
nasıl örgütlem eli? Mekânı çözümleyen ve faaliyetleri bölüp
yeniden birleştiren disiplinler, aynı anda zamanı toplayan ve

37 Bkz-, E. Cerspach, L> Mjnyfacture dts Cobdins , l982.

195
serm ayeye dönüştüren aygıtlar olarak da anlaşılm alıdırlar.
Ve bu iş, askeri örgütlenm enin bütün açıklığıyla gösterdiği
dört usulle olacaktır.
1 Süreyi, herbiri uzmanlaşmış bir sonuca ulaşm ak zo­
runda olan, birbilerini izleyen veya paralel olan parçalara
ayırm ak, ö rn eğ in yetiştirm e zamanı ile uygulama dönemini
soyutlam ak; çıraklann eğitimi ile kıdemlilerin çalışm alannı
b irb irlerin e karıştırm am ak; silahlı hizm etten a y n askeri
okullar açm ak (1764'te Paris askeri okulunun, 1776'da oniki
taşra okulunun açılması); meslekten askerleri en küçük yaştan
itibaren devşirm ek, çocuklan alarak, bunlan vatan evlâtları
haline getirm ek, onları özel okullarda y etiştirm ek"^ ; sıra­
sıyla duruş, yürüyüş, silah kullanım ı, atış eğitim leri yap ­
tırtm ak ve bir önceki tam amen kazanılm ış hale gelm eden
yeni b ir faaliyete geçm em ek: "bir askere talim in tamanrunı
aynı seferde gösterm ek başlıca hatalardan biridir"^’ ; kısa­
cası zamanı ayn ve ayarlanmış şubelere bölnwk. 2 Bu şube­
leri analitik bir şemaya -y an i artan bir kanşıklıkla birleşen,
olabildiğince basit unsurlann birbirlerini izlem eleri- göre ör­
gütlemek. Bu da eğitimin benzeşmeli tekrar ilkesini terketme-
sini gerektirm ektedir. XVI. yüzyılda askeri eğitim çarp ış­
manın parça veya bütün olarak taklidine ve askerin beceri ve­
ya gücünün tedricen arttınimasına dayanmaktaydı^; XVIII.
yüzyılda "talim nam e" hüküm leri artık "örnek" eğitim i değil
de, "tem el" eğitim i izlem ektedir: basit hareketler -parm ak-
lann durum u, bacağın kınim ası, kollann hareketi-; bunlar en
fazlasından yararlı davranışlann tabanının oluşturuculandır
ve bunun dışında genel bir güÇ, beceri ve itaatkârlık terbiyesi-

38 B u ) . S c r v a n 'ı n [ ^ o je s iy d L h Soidat citû y aı , 1 7 8 0 , s . 4 5 6 .


39 P r u s y a p i y a d e s i n e U işİö n 1 7 4 3 y â n e t m d i ^ A r s c n a l , M S . 4 9 7 6 ­
40 F . d e i a N o u e X V I . y û z y ü u ı s o n r a d a a s k e r i a k a d a n ü e r k u r u lm a s ın ı, b u ­
r a l a r d a " a l y ö n e t m e n i n , k ılı^ v e s i l a h k u U a n ım ın m , s i l a h a t m a n m ,
s ıı;r a ı n a n ın , a t la m a n ın * ö ğ r e t i l m e s i n i , b u n la r a 'y ü z m e n in v e g ü r e ş m e n in
e k l e n m e s i n i n e n i y i y e t i ş m e y i * s a ğ l a y a c a ğ ı n ı , 'ç ü n k ü b u n l a n n in s a n ı
d a h a s a ğ l a m v e b e c e r ik li k ı l a c a g m ı ' ö n e r m e k t e y d i, Disen/rs politi^ues
et miliıaires , 1 6 1 4 y a y ., s . 1 8 1 -1 8 2 .

1%
ni sağlam aktadırlar. 3 Bu zamansal parçalan belli bir am a­
ca yöneltmek; onlara, öznenin statü tarafından istenilen düze­
ye ulaşıp ulaşmadığını işaret etm ek, onun öğrenim inin diğer-
lerininkine uygun olduğunu garanti etmek ve her bireyin kapa­
sitesini farklılaştırm ak gibi üçlü b ir işleve sahip olan bir
sınav tarafından belirlenen bir son belirlem ek. “Başkalarını
eğitm ekle yüküm lü" çavuşlar, onbaşılar vb.," birini birinci
sınıfa geçecek duruma getirdiklerine inandıklannda, onu önce
kendi bölük subaylarına takdim edecekler, onlar da adayı
dikkatle inceleyeceklerdir; onu henüz yeteri kadar idmanlı
bulmazlarsa, oraya kabul etmeyi reddedeceklerdir; eğer bunun
tersine takdim edilen kişi kabul edilecek durumda gözükürse,
adı geçen subaylar onu bizzat alay komutanına önerecekler, o
da onu görecek ve lehte karar verirse, üst rütbeli subaylara in­
celetecektir. En küçük hatalar bile reddedilm esi için yeterli
olacaktır ve hiçkim se bu ilk sınavdanjgeçm eden, ikinci sınıf­
tan birinci sınıfa geçem eyecektir”^’ . 4 Dizi dizileri kurm ak;
herekesc düzeyine, kıdemine, rütbesine göre uygun talimleri
hükm e bağlam ak; ortak talim ler farkitlaştırıcı bir role sa­
hiptirler ve bu farklılık özel talim ler içerm ektedir. Her d i­
zinin bitim inde başkaları başlam akta, bir hat meydana g etir­
mekte ve kendi hesabına alt bölüm lere aynim aktadır. Bu bö­
lümlenme öylesine olm aktadır ki, her birey kendini, düzeyini
ve mertebesini tanımlayan bir dizinin içinde bulmaktadır. T a ­
limlerin disiplinsel çoksesliliği: "İkinci sınıf erler her sabah
çavuşlar, onbaşılar, astsubaylar, birinci sınıf erler tarafın­
dan talim ettirileceklerdir... Birinci sınıf erler her pazar günü
manga kom utam tarafından talim ettirileceklerdir; onbaşılar
ve astsubaylar her salı öğleden sonra kendi alaylannın çavuş­
ları tarafından v e bunlar da her ayın 2, 12 ve 22'sinde üst
rütbeli subaylar tarafından talim ettirileceklerdir"*^.
Pedagojik uygulam aya kendini yavaş yavaş d ayatan.

41 Instruction par f'ezercice dr Vitıfanicrit. 14 M a y ıs 1 7 S 4


42 İbid.

197
işte bu disipHnsd zaman olmuştur -eğitim in zamanını özel­
leştirerek ve bu zamanı yetişkinlerin zamanından koparta­
rak, birbirlerinden tedrici sınamalarla aynlan farklı aşama­
lar düzenleyerek; herbiri belli bir aşamada cereyan etmek zo­
runda olan ve artan güçlükte talimler içeren programlar belir­
leyerek; bireyleri bu dizileri aşma biçimlerine göre niteleye­
rek-. Disiplinsel zaman geleneksel eğitimin "kabul töreni ti­
pinden" zamanının (yalnızca öğretmen tarafından denetlenen,
tek bir sınavla yaptınma bağlanan bütüncül zaman) yerine
kendi çoklu ve ilerleyen dizilerini ikâme etm iştir. Ayrıntı
düzeyinde çok titiz olan (eğitimin maddesini en basit unsuruna
kadar bölmekte, gelişmenin her aşamasını sıkı basamaklar
halinde hiyerarşikleştirm ektedir) ve aynı zanianda tarih
itibariyle çok erkenci olan (teknik modeli olarak ortaya çık­
tığı, ideologların genetik çözümlemelerine geniş ölçüde el at­
maktadır) koskoca bir analitik pedagoji oluşmaktadır. Demia
XVIII. yüzyılın iyice başında, okuma öğretiminin yedi düzeye
bölünmesini istemekteydi: birincisi harfleri tanımayı öğre­
nenler için, İkincisi hecelemeyi öğrenenler için, üçüncüsü keli­
me oluşturmak üzere heceleri birleştirmeyi öğrenenler için,
dördüncüsü Latinceyi cümleler halinde veya noktadan nok­
taya okuyanlar için, beşincisi Fransızca okumaya başlayanlar
için, altıncısı okuma konusunda en yetenekliler için, yedincisi
eiyazm alannı okuyanlar için. Fakat öğrencilerin kalabalık
olduktan d u n ı m l a r d a , d a h a başka alt-bölümler getirmek ge­
rekecektir; birinci sınıf dört g nıp içermek durumundadır; biri
"basit harfleri öğrenenler için"; bir diğeri kanşık harfleri
öğrenenler için; bir üçüncüsü kısaltılmış harfleri (â, ö...) öğ­
renenler için; sonuncusu da çift harfleri (ff, ss, tt, st) öğrenenler
için. İkinci sınıf üç gruba bölünecektir: "D.O. hecesini DO ola­
rak hecelemeden önce her harfi teker teker sayan'lar için;
“bant, brand, spinx gibi e r zor heceleri heceleyenler" için vs.^
Bu basamaklardan herbiri, unsurların birleştirilmesi esnasın-

43 D«mla, R^Umtnt pour Us koUs dt İm vüU de L yon , 1 7 1 6 . s .1 9 -2 0 .

198
da, aynı anda hem zihnin doğal bir ilerlemesi olan, hem de
eğitsel süreçler için bir yasa niteliğinde olan büyük bir zaman-
sal dizinin içinde yer almak zorundadır.
Birbirini izleyen faaliyetlerin "dizi" haline getirilmele­
ri, sürenin iktidarın hesabına kuşatılmasına izin vermekte­
dir: aynntılı bir denetim ve zamanın her anına dakik bir
müdahale (farklılaştırm a, düzeltm e, cezalandırm a, eleme)
olanağı; bireyleri aştıkları diziler içinde ulaştıkları düzeye
göre belirleme ve buna bağlı olarak kullanma olanağı; zamanı
ve faaliyeti birikim li hale getirm e, onları bir bireyin nihai
kapasitesi olan sonuncu bir sonuç iç nde toplumsallaşmış ve
kullanılabilir olarak yeniden bulma ofanagı. Zamansal dağı­
nıklık toplanarak, ondan bir yarar sağlanmakta ve elden ka­
çan bir süre üzerindeki egemenlik korunmaktadır. İktidar za­
manla doğrudan doğruya eklemi eşmek te; onun denetimini sağ­
lamakta ve kullanımını garantilemektedir. Disiplinsel usulr
1er, anlan birbirleriyle bütünleşen, nihai ve dengeli bir nok­
taya doğru yönelen doğrusal bir zamanı ortaya çıkartmak­
t a d ı r l a r . Sonuç o l a r a k " e v r i l e n " b i r zaman, ö t e yandan,

yönetsel ve ekonomik tekniklerin aynı sıralarda dizisel, yö­


nelim li ve birikim li tipten toplumsal bir zamanı ortaya
çıkardıklarını hatırlam ak gerekir: "gelişme" terim leri için­
deki bir evrimin keşfi. Disipline yönelik teknikler ise, birey­
sel d izileri açığa çıkartm aktadırlar: "oluşu m " terim leri
içindeki ber evrimin keşfi. Toplumların gelişmesi, bireylerin
oluşumu; XVIII. yüzyılın bu iki büyük "keşfi" herhalde yeni
iktidar teknikleriyle korelasyon içindedirler ve daha da ke­
sin olarak zamanı kesitlere ayırma, dizilere dönüştürme ve
sentez ile bütünselleştirme yoluyla yönetme ve daha yararlı
kılma konusundaki yeni bir tarzla korelasyon içindedirler.
Bir iktidar makro ve bir de mikro fiziği, kuşkusuz tarihin icad
edilmesine değil (uzun zamandan beri böyle birşeye ihtiyaa
yoktu) de. üniter, sürekli denetimlerin icra edilmesi ve ege­
m enliklerin uygulanm asında birikim li olan zamansal bir
boyutun bütünleştirilmesine olanak vermişlerdir. O sıralarda

199
oluştuğu haliyle ‘■evrimci" tarihsellik -öylesine derinlemesi­
ne oluşmuştur ki, bu durum çoğu kimse için bir aşikârlıktır- ik­
tidarın bir işleyiş tarzına bağhdır. Hiç kuşkusuz tıpkı kronik­
ler, soy ağaçlan, başanlar, hanedanlar ve eylemlerin "anı-
tarih"ininin uzun bir süre başka bir iktidar tarzına bağlı
olması gibi. Yeni tabi kılma teknikleriyle, sürekli evrimlerin
"dinamiği", törensel olaylann "hanedana özgü”Iüğünün yeri­
ne geçme eğilimine girmiştir.
Bireysellik-oluşum'un küçük zamansa! continuum'u her
halükârda, tıpkı bireysellik-hücre veya bireyseliik-organiz-
ma gibi, disiplinin bir sonucu ve nesnesiymişe benzemekledir.
Ve zamanın dizilcştirilmesinin merkezinde, bireylerin dağı­
tımı ve hücrelere bölme için "tablo" haline getirme ne ise,
onun için aynı şey olan veyahut faaliyetler ekonomisi ve orga­
nik denetim için "manevra" ne ise, onun için aynı şey olan bir
usul yer almaktadır, işte icraat, bedenlere hem tekrarlanan,
hem de farklı, ama her zaman basamaklı olan görevlerin onun
aracılığıyla yüklendiği bir tekniktir. Davranışı nihai bir du­
ruma doğru artıran icraat, bireyin ya bu nihai duruma göre, ya
başka bireylere göre, ya da bir güzergâh cinsine göre sürekli
olarak nitelendirilmesine olanak verm ektedir. Böylece, sü­
reklilik ve zorlama biçimi altında, bir gelişmeyi, bir gözlemi,
bir nitelendirmeyi sağlamaktadır, icraat bu tamamen disip-
linscl biçime bürünmeden önce, uzun bir tarihe sahip olmuştur:
cna askeri, dinsel, üniversiten uygulamalarda bazen kabul
ayini, bazen hazırlık töreni, bazen tiyatro provası, bazen de
sınama biçiminde rastlanmaktadır. Sürekli olarak ilerlemeci
dan doğrulsal örgütlenmesi, zaman içindeki oluşumsa! cere­
yan ediş hiçimi, en azından orduya ve okula geç tarihlerde
girmişlerdir. Ve hiç hiç kuşkusuz, bunlar dinsel kökenlidirler.
Çocuğu öğreniminin sonuna kadar izleyecek ve yıldan yıla,
aydan aya artan karmaşıklıkta alıştırmalar içerecek olan bir
"program" fikri, her halükârda ilk önce dinsel bir grubun için­
de, Ortak Yaşam Biraderleri tarikatının içinde ortaya çık­

200
mışa benzemekledir*^. Ilhamlanm Ruysbroek ve Renanya
mistiğinden derin bir şekilde alan bu biraderler, ruhani tek'
niklerin bir bölümünü eğitimle takıştırm ışlardır -v e yalnızca
ruhbanın değil, aynı zamanda yargı^lann ve tüccarlann eği­
timiyle d e - örnek alınacak hocanın o yöne doğru rehberlik
yaptığı bir mükcmmelik tennası, bu grubun içinde, öğrencilerin
öğretmen tarafından otoriter bir şeicilde mükemmel duruma
getirilm eleri haline gelm iştir; çilekeşlik hayatının kendi
için öngörülen giderek katılaşan alıştırmalar; bilginin ve iyi
bir hal ve gidişin edinilm esini belirleyen, karmaşıklıkları
giderek artan ödevler haline gelmiştir; cem aatin tümünün
selâmete ulaşmak için sarfettigi çaba, birbirlerine nazaran
tasnif edilen bireylerin ortaklaşa ve sürekli y anşlan haline
gelmiştir. Cemaat halinde yaşama ve selâmet usulleri her­
halde bireysel olarak belirlenen, ama ortaklaşa olarak ya­
rarlı elan yatkınlıkların üretilmesine yönelik yöntemlerin
ilk çekirdeği olmuşlardır*^.
İcraat mistik veya çilekeş biçimi altında, bu ölümlü dün­
yadaki zamanın, selâmetin elde ed.lmcsi için düzene sokul-
masınm bir biçimiydi. İcraat Balı tarihinde, bazı karakteris­
tiklerini korumakla birlikte yönünü yavaş yavaş tersine çe­
virecektir: icraat hayatın zamanını tasarruf etmeye, onu ya­
rarlı bir şekilde birikimli hale getirmeye ve iktidarın bu şe­
kilde düzene sokulmuş zamanın aracılığıyla insanlann üze-

44 B k z . C .C o d in a M e ir , Aux sources de la pidegogie des jdsuites , 1 9 6 8 , s .1 6 0


vd.
45 L id g e , D e v e n p o r t , Z w o )lc , W c s c l o k u l la n a r a c ı l ı ğ ı y l a ; v c a y n c a J e a n
S tu rm 'û n 1 5 3 8 ta rih li S tr a s b o u r g 'd a b ir jiK u ıa z y u m ö r g ü t le n m e s in e iliş k in
m u h t ır a s ın ın s a y e s i n d e . B k z ., BulUtin de la sociele d'histoire du proles-
tanthme, c. X X V , s. 1 9 9 -5 0 3 .
O rd u , d in s e l ö r g ü t v e p e d a g o ji a r a s ın d a k i iliş k ile r in ç o k k a r m a ş ık o ld u k *
l a ı r u k a y d e t m e k g e r e k ir . R o m a o r d u s u n u n b ir im i o la n ’decuria bene-
d ik 'in m a n a s t ır la r ın d a ç a lış m a v e h a r b e d e g ö z e t im b ir im i o la r a k y e n i*
d e r g ö r ü l m e k t e d ir . Les Fıires de la Vie ammune ( O r t a k y a ş a y a n b i r a ­
d e r le r ) b u n u o n la r d a n a lm ış la r v e k e n d i p e d a g o ji k ö r g ü t l e r in e y e r le ş -
t i r n i ş l e r d ir ; ö ğ r e n c ile r k e n d i k o le jle r in in t iy a t r o u y g u la m a la r ın d a , b u n u
b i r a s k e r i m o d e l h a lin d e b e n im s e m iş le r d ir . F a k a t decuria d a , s ır a , s a f,
h a l g ib i u n s u r la r ıy la d a h a a s k e r i b ir ş e m a n ın l e h in e la ğ v e d ilm iş t ir .

201
rinde uygulanmasına yaramaktadır. Bir beden ve süre tekno­
lojisinin bir unsur haline gelen icraat, öte dünyaya doğru yo*
ğunlaşmamakta, hiçbir zaman sona ermeyen bir boyun eğdir­
meye yönelmektedir.

GÜÇLERİN BİLEŞİMİ

"Bir birliğin derinliği artınlınca gücünün artırıldığına


inanan eski önyargıyı yoketm ckle başlayalım . Bütün fizik
yasalar, taktiğe uygulanmaya kalkışıldıklannda kuruntular
haline gelm ektedirler”**. XVII. yüzyılın sonundan itibaren
piyadenin teknik sorunu, fizik kitle modelinden kurtulabil­
mek olmuştur. Mızraklar ve alaybozanlardan oluşan ordu
-bu silahlar yavaş, belirsiz, bir hedefe tam olarak nişan al­
maya izin vermez niteliktedirler-; bu durumda askeri bir bir­
lik ya fırlatılan bir gülle, ya da bir sur veya bir kale gibi kul­
lanılmaktaydı: "Ispanya ordusunun korkutucu piyadesi"; as­
kerlerin bu kitle içindeki d ağılım ları, onların özellikle
kıdemlerine ve yavuzluklanna göre yapılmaktaydı; merkez­
de hacim ve ağırlık oluşturmakla, birliğe yoğunluk vermekle
görevli olan en yeni askerler; önde, açılarda ve kanatlarda en
cesur ve en becerikli olma ününe sahip askerler yer alm ak­
taydı. Klasik dönem süresince, ince bir eklemleşmeler oyununa
geçilmiştir. Birim -alay, tabur, takım, daha sonra "tümen"*^-,
belli bir biçime ulaşmak ve belli bir sonuç elde etmek için her-
biri diğerlerine göre yer değiştiren, birçok parçadan oluşan bir
cins makine haline gelm ektedir. Bu değişm enin nedenleri?
Bunlardan bazıları ekonomiktir: her bireyi yararlı kılmak ve
birliklerin eğitim i, idaresini, silahlanm asını verim li hale

46 J. A . d e C u ib e r t, i, 18. G e r ç e ğ i s ö y le m e k g e r e k ir s e , b u ç o k e s k i s o r u n X V [II.
y ü z y ıld a , i le n d e g ö r e c e ğ im iz e k o n o m ik v e t e k n ik n e d e n le r d e n ö t ü r ü y e ­
n id e n e l e a l ın m ı ş t ır ; v e s ö z k o n u s u 'ö n y a r g ı * b iz z a t C u ib e r t 'in d ış ın d a
( F o l a r d , P ir e h , M e s n il- D u r a n d 'ın ç e v r e s in d e ) s ık l ık l a ta r t ış ılm ış tır .
47 B u te r im in 1 7 5 9 'd a n b e r i k u lla n ıla n a n la m ın d a .

202
getirm ek; değerli birim olan her ere en fazla etkinliği sağla­
mak. Fakat bu ekonomik nedenler ancak teknik bir dönüşüm­
den itibaren belirleyici hale gelebilm işlerdir: tüfeğin icadı**:
alaybozarKİan çok daha kesin ve hızlı olan tüfek askerin bece­
risini dcğerlendirebüiyordu; belli bir hedefi vurm aya daha
elverişli olduğundan, ateş gücünün bireysel düzende kullanıl­
masına olanak verm ekteydi; ve bunun tersine, her askeri
muhtemel bir hedef haline getiriyor ve aynı anda, daha bü­
yük bir hareketlilik gerektiriyordu; böylecc bir kille tekni­
ğinin, birim leri ve insanları yaygın, nisbeten esnek ve hare­
ketli hatlar boyunca dağıtan bir sanatın lehine olmak üzere
yok olmasına yol açmaktaydı. Bu nedenden ötürü bireysel ve
kolicktif yerleşim lerin, grupların veya tekil unsurlann yer
değiştirm elerinin, konum değişikliklerinin, bir düzenden bir
başkasına geçişin hesaplı kitaplı uygulanması gereği orta­
ya çıkm ıştır; kısacası, artık ilkesi hareketli veya hareketsiz
kitle olan değil de, temel birim i tüfeğiyle birlikte hareket
halindeki bir er olan, bir bölünebilir kesitler geom etrisi olan
bir mekanizmayı icad etmek gerekmiştir***; ve hiç kuşkusuz as­
kerin altında da en aza indirgenm iş hareketlerin, temel ey­
lemlerin zam anlarının, işgâl edilen veya geçilen mekân par-
çalannın icad edilmeleri gerekmiştir.
Sonucu onu oluşturan temel güçlerin toplam ından daha
yüksek olması gereken üretken bir güç oluşturm ak söz konusu
olduğunda da ortaya aynı sorunlar çıkm aktadır: “bileşik iş
günü, çalışmanmın mekanik güçünün katlanmasıyla, etkisinin
mekâna yayılmasıyla veya üretim alanının ölçeğine göre da­
raltılm asıyla, kritik anlarda büyük iş m iktarlarının seferber
edilmesiyle bu üst üretkenliği kazansın... bu bileşik iş gününün
kendine özgü gücü toplumsal bir işgücü veya toplumsal işin

48 T ü f e ^ n y a y g ın la ş m a s ı h a r e k e tin in b a ş la n g ıc ın ı kabaca S te in k e r q u c
ç a r p ış m a s ın a (1 6 9 9 ) k o y m a k m ö m k ü n d û r .
49 G e o m e t r in in b u ö n e m i h k . b k z ., J. d e B c a u s o b r e ; 'S a v a ş b i li m i e s a s o la r a k
g e o m e t r i k t i r .- B ir ta b u r u n v e b ir s ü v a r i b ö lü ğ ü n ü n c e p h e b o y u n c a y e r ­
l e ş t ir ilm e s i, h e n ü z b ilin m e y e n b i r g r a m e t r i n i n te k s o n u c u d u r " , Commett-
tûirt SUT Us difenses des plaees , 1 7 5 7 , c .l l .s . 3 0 7 .

203
gücüdür. Bizzat işbirliğinden d o ğ a r^ .
Boylece ortaya, disiplinin karşılık vermek zorunda ol­
duğu yeni bir talep çıkmaktadır: etkisi, onu oluşturan temel
parçalann tasarlanm ış eklem leşm cleri a ra a lıg ıy la cnçoğa
çıkartılacak olan bir makine inşa etmek. D isiplin artık yal­
nızca bedenleri dağıtmak, onlardan zamanı çekip almak ve
bunu birikim li hale getirmekten ibaret olm ayıp; etkin bir
aygıt elde edebilmek için güçleri birleştirmektir. Bu talep or­
taya birçok biçim altında çıknnaktadır.
1. Tekil beden, diğer bedenlerin üzerine yerleştiri-lcbi-
Iccck, hareket ettirilebilecek, cklemleştirilebilecek bir unsur
haline gelm ektedir. Bu bedenin yılmazlığı veya gücü artık
onu tanım layan başlıca değişkenler değillerdir; onu artık
işgal ettiği yer, kapladığı aralık, yer değiştirm elerini belir­
leyen düzenlilik ve düzen tanımlamaktadır. Asker bir cesaret
veya bir şeref olmasından önce, hareketli bir mekânın bir par­
çasıdır. Guibert askeri şöyle nitelem ektedir; "silah altında
olduğu zaman, en büyük çap olarak iki ayak yer işgal etmek­
tedir (eğer bir uçlan diğerine olarak alınırsa) ve göğüsten
omuzlara olan en kalın yeri hesabıyla bir ayak yer tutmak­
tadır; buna bir de onunla arkasındaki kişi arasındaki bir
ayaklık gerçek açıklığı eklemek gerekir; bu da asker başına
her yönde iki ayak vermekte ve bir piyade birliğinin çar­
pışma esnasında, ister saf düzeninde olsun, ister derinlik he­
sabı olsun, kaç saftan oluşuyorsa o kadar adımlık yer işgâl
ettiğini işaret elm ektedir’^^ Bedenin işlevsel olarak indir­
genmesi. Ama aynı zamanda bu kesit-bedenin eklemleştiği
bütünün içine yerleştirilm esidir. Bedeni belirgin işler için

50 K . M a n , Lt Capital. k i U p I, 4 . b ö lü m , a y ır ım X III. M a r x b i r ç ^ k e r e le r ,
i ş b ö lü m ü s o r u n l a n U e a s k e r i t a k t ik s o r u n la r ı a r a s ın d a k i b e n z e ş m d e r in
ü z e r in d e d u r m a k t a d ır , ö r n e ğ i n : T ı p k ı b i r s ü v a r i b ö l ü ğ ü n ü n s a l d ı n
g ü c ü n ü n v e y a b i r s ü v a r i a la y ın ın d ir e n m e g ü c ü n ü n e s a s o la r a k b i r e y s d
g ü d e r i n to p la m ın d a n fa r k lıla ş m a s ı g i b i - , s o y u t la n m ış i ş d l e r in m e k a n ik
g ü d e r i n i n t o p l a m ı, b u n la r ın b ö lü n m e z te k b i r İ ş l e m d e b ir lik t e v e a y n ı
a n ^ i ş l e v g ö r m e l e r i y l e g e l i ş e n m e k a n ik g ü ç l e n f a r k l ı l a ş m a k t a d ı r ...'
ibid .
sı J j\ . d e G u ib e r t » .2 7 .

2M
parça parça işlesin diye terbiye edilm iş olan asker de kendi
hesabına, başka düzeyden bir mekanizmamn bir unsurunu n a ­
dana getirmek zorundadır. Askerler önce "birer birer, sonra
ikişer ikişer, sonra da büyük sayılar” halinde eğitilecek­
lerdir." ... Silah kullanm ayı öğrenm eleri sırasında askerler
ayrı ayn eğitilirlerken, onların bu işi ikişer ikişer yapmala­
rına ve soldaki sağdakine göre ayar yapmasını öğrensin diye,
sırayla yer değiştirmelerine dikkat edilecektir"®. Beden ken­
dini, çok kesimli bir makinenin bir parçası olarak oluştur­
maktadır.
2. Disiplinin bileşik bir zaman oluşturmak için biraraya
getirmek zorunda olduğu çeşitli kronolojik diziler de, aynı
şekilde bu makinenin parçalandır. Herkesten en fazla güç
m iktannın çekilip alınarak, optimal bir sonuç içinde biraraya
getirilebilm esi için, bazılanm n zamanının diğer bazılannın
zamanına uydurulması gerekir, örn eğ in Servan, ülkenin tü­
münü kaplayacak ve herkesin hiç kesintisiz, ama içinde yer
aldığı evrimsel kesite ve oluşturucu kesime göre iş gördüğü as­
keri bir aygıtın hayalini kurm uştur. Askerlik hayatı çok er­
kenden, çocuklara "askeri çiftlik cvleri"nde silah m esleği
Öğretildiğinde başlayacak ve emektar askerlerin son günlerine
kadar gene bu aynı çiftlik evlerinde çocuktan eğitmelerine,
silah altına alınanlara m anevra yaptırtm alarına, asker ta­
limlerine başkanlık etmelerine, onlan gözetim altında tutma­
larına; kamusal yararı olan çalışm alar yaptırtm alarına ve
son olarak da, birlikler sınırlarda çarpışırlarken ülke içi asa­
yişi sağlamalanna kadar sürecektir. Eğer onu farklılaştırmak
ve diğerleriyle birleştirm ek bilinecek olursa, hayatın hiçbir
anı yoktur ki ondan belli bir güç çekilip almamasın. Bu yüzden
büyük atelyclerde hem çocuklara, hem de ihtiyarlara başvu­
rulm akladır; bunun nedeni, bu gibi kim selerin, başka yat-
kınlıklan olan işçilerin kullarulm alanna gerek olmayan bazı
basit işleri yapabilecek durum da olm alarıdır; üstelik bun-

52 P iy » d e e g itiın y ö n e t m e li ^ , 6 M a y » 1 7 5 5 .

205
lann emek gücü ucuzdur, son olarak da, çalıştıkları zaman
artık kimseye yük olmamaktadırlar. Bir maliye tahsildarı,
Angers’deki bir işletmeye ilişkin olarak "çalışkan insanlık
aylaklığa ve onun devamı olan sefalete karşı, bu manüfaktür-
de on yaşından ihtiyarlığına kadar geçim olanaktan bulabi­
lir" demekteydi®^. Fakat bu farklı kronolojilerin ayarlanması
işi, hiç kuşkusuz en incelmiş biçimine ilk öğretim alanında
ulaşacaktır, ilkokulun karmaşık saat düzeni XVII. yüzyılda,
XIX. yüzyılın başında Lancaster yönteminin getirilmesine
kadar olan süre içinde, çarklann birbirine eklenmesi içinde
inşa edilecektir: önce en büyük öğrencilere basit gözetim işleri
verilmiştir; sonra bunlara yapılan işlerin denetimi, daha son­
ra da eğitim görevleri verilmiştir; bu iş o kadar iyi yapıl­
mıştır ki, sonunda bütün öğrencilerin bütün zamanı ya eğitme,
ya da eğitilme ile doldurulmuştur. Okul eğer iyi birleşti-
rilirse, her öğrencinin, her düzeyin ve her anın genel eğitim
süreci içinde sürekli olarak kullanıldıktan bir öğretme aygıtı
haline gelmiştir. Karşılıklı yardımlaşma esasına dayalı il­
kokulun en büyük yandaşlanndan biri bu gelişmenin ölçüsünü
vermektedir "360 çocuğun bulunduğu bir okulda, üç saatlik bir
ders esnasında her öğrenciyi teker teker eğitmek isteyen bir
öğretmen bunlann herbirinc ancak yanm dakikasını verebi­
lir. Yeni yöntem sayesinde 360 öğrencinin hepsi, iki buçuk saat
süresince yazmakta, okumakta veya hesap yapmaktadır"®^.
3. Güçlerin titizlikle ölçülmüş olan bu bileşimi, kesin bir
komuta sistemi gerektirmektedir. Disiplin altına atınmış bi­
reyin her faaliyeti ölçü kalıplarına göre bölümlere ayrılmalı
ve etkinliği, kısalığı ile açıklığına bağlı olan emirlerle des­
teklenmelidir; emir açıklanmayı, hatta formüle edilmeyi ge-
rektirmemelidir; istenilen davranışın harekete geçirilmesini
sağlaması gerekli ve yeterlidir. Disiplinin efendisi ve ona
tabi kılınmış olan arasındaki ilişki işaretle olmaktadır: söz

53 Rapport sur la g i n ^ îi ı i de Tours ,


H a r v o u in , z ik r ., P. M a r c h e g a ıı, Arc-
hitxs d'Anjou , c.11, 1 8 5 0 , s J 6 0 .
34 S a ın u e l B Ö m ard . op.cit.

206
konusu olan emrin anlaşılması değil do, işaretin algılanması
ve ona hemen, önceden kurulu, az çok yapay bir şifreye uygun
olarak tepki gösterilmesidir. Bedenleri, herbirine zorunlu ve
tek bir cevabın bağlı orlduğu küçük bir işaretler dünyasının
içine yerleştirmek: "en küçük bir tasviri ve en küçük bir mırıl­
danmayı bile despotça, tamamen dışta bırakan" terbiye tek­
niği; disiplinli asker "ona hangi emir verilirse verilsin itaat
ederek işe başlam aktadır; itaati hızlı ve körü körünedir;
itaatsizlik havası, (emre uymada) en küçük bir gecikme suç
sayılacaktır"^. İlkokul çocukları da aynı şekilde terbiye edil­
mektedirler: az söz, açıklama yok, limitte ancak işaretlerle
kesintiye uğrayabilen -çan, el çırpma, hareketler, öğretmenin
basit bir bakışı veya hrıstiyan okullarındaki Biraderlerin
kullandıkları şu küçük tahta araç; buna "işaret" adı veril­
mekteydi ve bu alet mekanik kısalığı içinde hem emir tek­
niğini, hem de itaat ahlâkını taşımak zorundaydı- tam bir
sessizlik. "İşaretin ilk ve başlıca kullanımı, öğrencilerin ba­
kışlarım tek bir hareketle öğretmene yöneltmek ve onlan öğ­
retmenin yapmak istediği şey konusunda dikkatli kılmaktı.
Böylece öğretmen çocukların dikkatini çekm ek ve alıştır­
maları kesmek istediği her seferinde (işarete) bir kere vura­
caktır. İyi bir öğrenci işaretin sesini duyduğu her seferinde
öğretmenin sesini veya daha doğrusu onu adıyla çağıran Tan-
nnın sesini duyduğunu düşünecektir. Bu durumda genç İsmail'in
duygularına sahip olacak, onun gibi ruhunun derinlerinde.
Tanrım işle buradayım" diyecektir. Öğrenci işaretlerin şifre­
sini öğrenmek ve bunların herbirine otomatik olarak cevap
vermek zorundadır. "Dua edildikten sonra, öğretmen işarete
bir kere vurarak ve okumasını istediği Öğrenciye bakarak, ona
başlamasını işaret edecektir... Okumakta olan bir harfi, bir
heceyi veya bir kelimeyi kötü telâffuz etmesi üzerine, bunu
tekrarlatmak üzere ^rd arda iki kore vuracaktır, (öğrenci)
tekrar başa döndükten sonra, kötü telâffuz ettiği kelimeyi

55 L d c B o u s s a n e lle , Le Bon MiliUtire, 1770, s .2 .

207
birçok kereler okuduğu için tekrarlamazsa, öğretmen onun
biraz geriye gitm esi için arka arkaya üç kere vuracak ve
öğrenci kötü okuduğu hece veya kelimeye varana kadar vur­
maya devam edecektir"^^. Karşılıklı yardım laşma okulu,
anında tepki gösterilmesi gereken işaretler sistemi aracılı­
ğıyla yapılan bu denetimi daha da artıracaktır. Sözel em ir­
ler bile işaret unsurlan gibi iş görmek zorundadırlar: "Sıra-
lannıza giriniz. Çocuklar girin iz kelimesinde (Fransızcanın
yapısı gereği bu kelime cümlenin ilk kelimesidir MAK) ço­
cuklar sağ ellerini masaya gürültüyle koymakta ve aynı anda
sağ bacaklarını da sıranın içine geçirm eklerdirler; sırala-
nnıza kelimesinde ise diğer bacaklannı da geçirmekte ve kü­
çük yazı tahtalannın karşısına oturmaktadırlar... T ahtaları
alınız (gene aynı şekilde, alınız Fransızcada başa gelir MAK).
A lınız kelimesinde çocuklar sağ ellerini tahtalan önlerin­
deki çiviye asmaya yarayan ipe uzatmakta ve sol elleriyle
tahtayı ortasından tutm aktadırlar, tahtaları kelim esinde
tahtayı çividen kurtararak, masanın üzerine koym aktadır-
lar’'^^.
Özet olarak, disiplinin denetlediği bedenlerden itibaren
dört cins bireysellik veya daha doğrusu dört nitelikle dona­
tılmış bir bireysellik yarattığı söylenebilir: Disiplin hücre­
seldir (mekânsal dağıtım lar sayesinde); organiktir (faaliyet­
lerin şifrelenmesi sayesinde); oluşumsaldır (zamanın birikim­
li hale getirilmesi sayesinde); bileştiricidir(güçlerin birleşti­
rilmesi sayesinde). Ve disiplin bunu yapabilmek için devreye
dört büyük teknik sokmaktadır: tablolar inşa etmekte; manev-
ralan hükme bağlamakta; icraatlar dayatmakta ve son ola­
rak da "laktikler ’ düzenlemekledir. Belirli yerlere konulmuş
olan bedenler, şifrelenm iş faaliyetler ve biçim-lend irilmiş

56 La Salle, s. 137-138, Aynca Mez, Qı. Demiaı. s.21.


57 foumal pour l'bısirucîion ^UTnentaire , Nisan 1816, Bkz., R.R. Trouchot,
L'Enteignemenl mutvel en Frence, daktilo tez 1, ögrcndlerin günde 200(1^
fazla emir aldıklannı hasaplama;tır (istisnai emirler hariç); yalnızca
sabah boyunca 26 sesli, 23 ibaretli emir, 37 zil sesi ve 24 İane de düdüklü
emir, bu da 3 dakika ba$ma bir zil veya düdük demektir.

208
yatkınlıklarla, çeşitli güçlerin hasılalarının, bunların hesap-
lanınış bileşim leri sayesinde artırıldığı aygıtlar i n ^ etme
sanatı olan taktik, hiç kuş-kusuz disiplinse! uygulamanın en
yüksek biçimidir. XVIII. yüzyıl teorisyenleri bu bilginin için­
de, bireysel bedenlerin denetim ve icraatından, en karmaşık
çoğullukları içeren özel güçlerin kullanımına varana kadar,
tüm askeri uygulamanın temelini görmekteydiler. Disipline
sokulan bedenin mimari, anatomi, mekanik ve ekonomisi:
'Taktik askerlerin çoğunun gözünde, geniş savaş biliminin dal­
larından birinden başka birşey değildir, bana göre ise bu bilim
temelidir; bu bilimin bizatihi kendidir, çünkü birlikleri oluş­
turmayı, onlan çarpıştırm ayı öğretm ekledir; çünkü sayının
eksikliğini yalnızca o tam am layabilir ve kalabalığı yalnız­
ca o çekip çevirebilir; son olarak da insanlara, silahlara, ge-
rilim lcrc, koşullara ilişkin bilgileri kapsayacaktır, çünkü
onun hareketlerini belirleyecek olan bu bilgileri kapsaya­
caktır, çünkü onun hareketleri belirleyecek olan bu bilgilerin
b irle ştirilm e sid ir”^ . Veyahut: "bu (taktik) terimi... bir or­
duyu hareketleriyle ve eylem leriyle, ve aralarındaki iliş­
kilerle oluşturan çeşitli birliklerden herhangi birini meydana
g e t ir e n a d a m l a r ı n k a r ş ılık lı konum lan fikrini akla getir­
mektedir"^’ .
Savaşın strateji düzeyinde siyasetin devamı olm ası müm­
kündür. Fakat "siy a sefin savaşın tam olarak ve doğrudan
devamı değilse bile, en azından iç kanşıklıkları önlem ek
üzere, askeri modelin temel araç olarak sürdürülmesi olduğunu
da unutmamak gerekir. Barış ve iç düzen tekniği olarak siya­
set, mükemmel ordudan, disiplinli kitleden, itaatkâr ve ya­
rarlı birliklerden, kamptaki ve sahadaki, manevra ve talim­
deki alaydan meydana gelen düzeneği devreye sokmanın çare­
lerini aramıştır. XVIII. yüzyılın büyük devletlerinde ordu iç
banşı garanti altına alm aktadır, çünkü ordu gerçek bir güç,
her zaman tehtidkâr bir silahtır, ama aynı zamanda kendi

58 J.A . d e C u ib e r t, s.4 .
59 P . J o iy d e M a iz e r o y , Thiorie de la guerre , 1 7 7 7 , s. 2 .

209
şomalanm toplumsal bünyeye yansıtabilen bir teknik ve bir
bilgidir. Eğer stratejiden geçen bir siyaset-savaş dizisi varsa,
bir de taktikten geçen ordu-siyaset dizisi vardır. Savaşı d ev ­
letlerarası siyaseti yürütmenin bir biçimi olarak anlam aya
izin veren stratejidir; orduyu sivil bir toplumdaki savaş yok­
luğunu sürdürmeye olanak veren bir ilke olarak anlamaya
izin veren taktiktir. Klasik çağ, uluslararası ekonomik ve
nüfussal güçlerinin onlara göre çarpıştmldıklan büyük askeri
ve siyasal stratejilerin doğumuna tanık olmuştur; ama aynı
zamanda devletlerin içindeki bireysel bedenlerin ve güçlerin
denetiminin onun aracılığıyla icra edildiği titiz askeri ve si­
yasal taktiğin doğumuna da tanık olmuştur. Asker -askerlik
kurumu, askerin kişisi, askerlik bilimi eskiden "savaş ad a­
mı' nı ifade eden şeyden o kadar farklıdırlar k i- bu dönemde,
bir yandan savaş ile çarpışmanın gürültüsünün; Öte yandan da
düzen ve barış döneminin itaatkâr sessizliğinin bitişme nok­
tasında uzmanlaşmıştır. Düşünce tarihçileri mükemmel bir
toplum hayalini XVIII. yüzyıl filozoflarına atfetm ektedir­
ler; ama aynı zamanda toplumun askeri bir hayali de ol­
muştur; bu hayalin temel atfı doğa durumuna değil de, bir ma­
kinenin titizlikle tabi kılınmış olan çarklarına; ilkel toplum
sözleşmesine değil de, sürekli baskılara; temel haklara değil
do, sonsuza kadar gelişmeye yönelen terbiye etmelere; genel
iradeye değil de, otomatik itaatkârlığa yönelik olmuştur.
Guibert "disiplini ulusal kılmak gerekirdi" demekteydi.
Resmettiğim devlet basit, sağlam, yönetmesi kolay bir
idareye sahip olacaktır. Çok karmaşık olmayan yaylarla
büyük sonuçlar elde eden şu büyük makinelere benzeyecektir;
bu devletin gücü gücünden, refahı refahından kaynaklana­
caktır. Herşeyi yokeden zaman onun iktidarını artıracaktır,
İmparatorlukların gerilem eye ve çökmeye nuruz kalmaları­
nın kader olduğunu düşündürten sıradan önyargıyı yalanlaya­
caktı r"“ . Napol6on rejimi ve onunla birlikte, onun yerine ge-

60 J.A. dc Cuibert, ı. XXin>XXIV, Ayrıca bkz, Mvx'ın ordu vc burjuva top­


lum biçmlerl 1^. söyledikleri, Engels'e mektup, 25 E^ül IS57.

210
I

çccck olan şu devlet biçim inin hukukçular kadar askerler,


devlet danışmanları, düşük rütbeli subaylar, yasa adamları
ve askeri kamp adamları tarafından da hazırlandığım unut­
mamak gerekir. Bu oluşuma eşlik etmiş olan Ronna'ya yönelik
atıp, şu çifte göstergeyi kendiyle birlikte taşımaktadır: yurt­
taşlar ve lejyonerlcr, yasa ve nnanevra. Hukukçular veya filo­
zoflar toplumsal bünyenin inşaı veya yeniden inşat için
antlaşmada ilkel bir model ararlarken, askerler ve onlarla
birlikle disiplin teknisyenleri, bedenin bireysel ve ortaklaşa
olarak baskı altına alınm asına yönelik usuller yoğuruyor­
lard ı.

211
İKİNCİ AYIRIM
tYİ TERBİYE ETMENİN ARAÇLARI

VValhauson XVII. yü 2 yılın hemen başında "doğru disip-


Iin"den, sanki "iyi bir terbiye etm e” sanatıym ışçasına söz
ediyorduk Nitekim disiplinscl iktidar, insanlardan birşeyler
sızdırmak veya çekip alm ak yerine, başlıca işlev olarak "ter­
biye etme" görevine; veya daha doğrusu, daha fazla miktar­
da şey sızdırmak veya çekip almak için terbiye etme görevine
sahip olan bir iktidardır. Güçleri azaltmak için onlan birbir­
lerine eklemenin değil de, onlan artırmak ve onlardan yarar­
lanmak üzeı'e birbirlerine bağlam anın peşindedir. Kendine
tabi kılınmış olanlan tekdüze ve kitlesel bir şekilde dize ge-
tirm ektense; onları ayırm akta, çözüm lem ekte, farklılaştır­
makta, bu aynşhrTTu süreçlerini gerekli ve yeterli tekillikle­
re kadar götürmektedir. Bedenlerin ve güçlerin hareketli, ka-
nşık ve yararsız kalabalıklanm , bir bireysel unsurlar çoğul­
luğu -a y n küçük hücreler, organik özerklikler, genetik kim­
likler ve süreklilikler, birleşm elerden oluşan kesitler- halin-

1 J .J . V V ılh a ııs e n , L'Art MüUairt pour l ’in^nUrit. 1615, » 2 3 .

213
de "terbiye etm ekledir”. Disiplin birey "im al etm ektedir";
bireyleri kendine hem nesne olarak, hem d e icraatının a ra a
olarak veren iktidara özgü bir tekniktir. Bu, bizzat kendi
üstgücünc bel bağlayabilecek muzaffer bir iktidar değil de;
mütevazi, kuşkulu, hesaplı, ama sürekli bir ekonomi tarzımn
üzerinde iş gören bir iktidardır. Eğer hükümranlığın muhteşem
ayinleri ve devletin büyük aygıtlarıyla kıyaslanacak olursa,
alçak gönüllü tarzlar ve düşük önemde usuller. Ve bu yüce bi­
çimleri yavaş yavaş istila edenler,-onların m ekanizm alannı
değiştirenler ve kendi usullerini dayatanlar bu düşük önem­
deki usuller olacaktır. Adliye aygıtı da, pek fazla gizli kal­
mayan bu istiladan kurtulamayacaktır. Disiplinscl iktidann
başansı, hiç kuşkusuz basit aletlerin kullanılmasına bağlıdır:
hiyerarşik bakış, norm alleştirici yaptırım , bunlann bileşik
hale getirilmeleri ve bu birleştirmenin bu bileşim e özgü olan
sınav biçimi altında gerçekleştirilm esi.

HİYERARŞİK GÖZETTİM

Disiplinin icra edilm esi, bakışlar ara a lığ ıy la zorlayan


bir düzenlem e; görm eye olanak veren tekniklerin iktidarın
olanaklânm artırdıkları vc bunun yansım ası olarak, baskı
altına alma araçlannın, bu baskıların uygulandığı kişileri
açıkça görülebilir kıldıkları bir m akine gerektirm ektedir:
Klasik dönem boyunca, bilim tarihinin övgülerinden çok azını
muhafaza ettiği, insanın çokluğunu gözetleyen şu "gözlennev-
leri"nin yavaş yavaş kurulduktan görülm ektedir. Fizik ve
evrenbilimin kuruluşuyla birlikte bedene bürünen büyük teles­
kop, m ercek, ışık dem etleri teknolojisinin yanı sıra, görül­
meden görme durumundaki bakışlann çoklu ve birbirlcriyle
kesişen gözetimlerinin küçük teknikleri de yer almıştır; ışığa
ve görünene ilişkin karanlık bir sanat, insana boyun eğdirmeye
yönelik teknikler ve onu kullanmaya yönelik usuller boyunca'

214
insan hakkındaki yeni bir bilgiyi sessizce hazırlamıştır.
Bu "gözlem evleri" adeta ideal bir örneğe sahip olm uş­
lardır: askeri kamp. Bu kamp, adeta tamamen keyfe kalmış
bir şekilde kurulan ve biçimlendirilen, hızla inşa edilen, ya­
pay bir kenttir; olabildiğince fazla yoğunluğa, ama aynı za­
manda g izliliğ e; silahlı adam ların üzerinde olabildiğince
büyük etkinliğe ve önleyici değere sahip olmak zorunda olan
bir iktidarın üst noktasıdır. Mükemmel bir kampta iktidann
tümü, yalnızca tek bir gözetim aracılığıyla icra edilmekledir
ve her bakış iktidarın bütüncül işleyişinin bir parçası olmak­
tadır. Eski ve geleneksel kare biçim li plan, sayılam ayacak
kadar çok şema sayesinde büyük ölçüde geliştirilmiştir. Yol­
ların geom etrisi, çadırların sayı ve dağılımları, bunların gi­
rişlerinin yönü, sıra ve dizilerinin düzenlenişi tam olarak ta­
nımlanmakta; birbirlerini denetleyen bakışların şebekesi res­
m edilm ektedir: "talim hanede beş hal çekilir; bunlardan bi­
rincisi İkincisinden 16 ayak uzakta olur; diğerlerinin her biri­
nin arası 8 ayaktır; ve sonuncusu silah kılıflarından 8 ayak
uzaklıktadır. Silah kılıfları ast rütbeli subayların çadır­
larından 10 ayak mesafede, tam olarak ilk sıranın karşısın-
dadır. Bir birlik caddesi 51 ayak genişliğinde olur... Yüz-
başılann çadırlan kendi bölüklerinin caddesine bakar şekil­
de konulur. Kapı doğrudan bölüğe bakar"^. Kamp, genel bir
g örü lebilirlik etkisiyle hareket eden bir iktidarın diyag­
ram ıdır. Şehircilikte, işçi kentlerinin, hastanelerin, tım ar­
hanelerin, hapishanelerin, eğitim kurumlannm yapısında bu
kamp modeli veya en azından bu modelin içerdiği ilke karşı­
mıza uzun süre çıkacaktır: hiyerarşik hale getirilm iş göze­
timlerin, adım larını mekânsal olarak birbirlerine uydurm a­
ları. İçine "kapatma" ilkesi. Karanlık oda büyük optik bilimi

2 R^lfTnent pour l ’infanterie prusiienru, Fra. Çcv., Arscnal. ms, 4067 to 144.
Eski ^malar ign bkz., Praissac, Les Discours militaires, 1623, s. 27-28
Monlgonunery, La Müice Française, s. 77. Yeni şemalar için bkz., Beneton
de Morange Histoire de \a guerre 1741, s. 61-64 ve Dissertations sur les Ten-
tes', aynca bkz., L'Instructio» sur It service des rigUments de Cavalerie
dans Us camps, 29 Haziran 1733, levha no 7 gibi bir çok yönetmelik.

215
için nc olduysa, kamp da pek itiraf edilmeyen gözetim sanatı
için öyle olmuştur.
O sıralarda koskoca bir sorunsal gelişmektedir: artık yat*
nıca görülmek (sarayların gösterişi) veya dış mekânı gözetim
altında tutmak (kalelerin geom etrisi) için değil de; eklem-
leşmiş ve aynntılı iç denetime -bu içeride bulunanlan görünür
kılmak için - izin verm eye yönelen bir mimarinin sorunsalı;
daha da genel olarak, bireylerin dönüştürülmesi içinde bir iş­
lemci olacak bir mimarinin sorunsalı: banndırdıklan üze­
rinde etki etmek, onlann hal ve gidişine müdahale etmek, ik-
tidann etkilerini onlara kadar yöneltm ek, onlan bir bilgi
edinme sürecine sunmak, onlan değiştirmek. Taşlar bilinebilir
ve itaatkâr kılabilirler. Kapatmanın ve çitlem enin eski basit
şemasının yerine -g iriş ve çıkışı önleyen kalın duvar, sağlam
kapı-, açıklıkların, boşların ve dolulann, geçitlerin ve şef­
faflıkların hesabı geçm eye başlam ıştır. H astanc-yapı işte
böylece tıbbi eylemin aracı olarak, yavaş yavaş örgütlcnmek-
tedir: hastalann daha iyi gözetim altında tutulm alarına ve
böylcce tedavilerin daha iyi ayarlanmalanna izin verme d u ­
rumundadır; binalann biçimi, hastalann titiz bir şekilde ay-
nlm alanyla, hastalıkların yayılm alannı önlem ek zorunda­
dır; son olarak da havalandırm a ve her yatağın etrafında
dolaştınlan hava sağlığa zararlı buharlann hastanın çevre­
sinde kötü etkilerini yaymak üzere yoğunlaşmalannı engelle­
mek zorundadırlar. Hastane -yüzyılın ikinci yansında düzen­
lenmek istenileni; bu hastane türü için Hötcl-Dicu hastanesi­
nin ikinci kez yanmasından sonra ne kadar da çok proje yapıl­
m ıştır- sefalet ve yakında gelecek ölümü banndıran bir çatı­
dan ibaret değildir; bizzat kendi maddiliği içinde, bir tedavi
işlem cisidir.
Tıpkı okul -binanın bir terbiye etme işlemcisi olmasının
gerektiği gibi. Pâris-D uvem ey'nin Askeri Okul'da tasarla­
dığı ve C abriel'e en ince ayrıntılarına varana kadar dayat­
tığı pedagojik bir makinedir. Güçlü bedenler geliştirmek sağ­
lığın gereğidir; uzman subaylar elde etmek nitelendirmenin

216
gereğidir; itaatkâr askerler biçimlendirm ek siyasetin gereği­
dir; fuhuş ve eşcinselliği önlemek ahlâkın gereğidir. Bireyle­
rin arasına su geçirmez engellerin, ama aynı zamanda sürekli
gözetim delikleri konulmasının dörtlü nedeni. Askeri okulun
bizzat binası bir gözetim altında tutma aygıtı olmak zorun­
daydı: yatak odalan sanki bir dizi küçük hücreymişçesine, bir
koridor boyunca dağılm ışlardır; düzenli aralıklarla bir subay
lojmanı bulunmaktaydı, böylece “her on öğrencinin solunda ve
sağında birer subay bulunmaktaydı”; öğrenciler gece boyunca
bu odalarda kapatılıyorlardı; ve Pâris “her odanın koridor
tarafındaki bölmesinin, destek yüksekliğinden tavana bir iki
ayak kalana kadarki kısmının" camlı olması konusunda ısrar
etmişti. "Bu cam lara şöyle bir baknnanm zevkli olmasının dı­
şında, bu düzenlem eden kaynaklanacak disiplin nedenlerin­
den söz etmeden, bunun birçok bakımdan yararlı olduğu söyle­
nebilir"^. Yemekhanelerde, "etüt müfettişlerinin yemek esna­
sında kendi kesimlerindeki tüm öğrencilerin masalannı göre­
bilm eleri için, onların m asalannı koymak üzere biraz yük­
sekçe bir peyke" hazırlanmıştı; bu işle görevli gözetmenlerin
öğrencilerin baş ve ayaklarını görebilm eleri için, yan ayı­
rımları yeteri kadar yüksek yüz num aralar yerleştirilm iş­
tir"^. Gözetim in, mimarinin binlerce nursuz düzenekle sür­
dürdüğü sonsuz vesveseleri. Bunlar, ancak bu küçük ölçekli,
ama hiçbir boşluğu olm ayan araç takım ının, bireysel dav-
ranışlan giderek artan bir şekilde norm alleştirm esi ve çer-
çevclen>esindeki rolü unutulacak olursa, önem siz sayılabi­
lecektir. Disipline yönelik kurumlar, adeta bir hal ve gidiş
mikroskobu olarak işleyen bir mekanizma salgılam ışlardır;
bunlann gerçekleştirdikleri ince ve analitik bölm eler, insan-
lann etrafında bir gözlem , kayıt ve terbiye aygıtı oluştur­
muşlardır. Bu gözlem makinelerinin içinde, bakışlan nasıl alt
bölm elere ay ırm alı, bu nların arasındaki bağlantıları ve

3 Z ik r .. R . L a u la n , L * 4coU militairt de Paris, 1 9 5 0 , s . 1 1 7 -1 1 8 .


4 U lu s a l A ı^ ., M M 6 6 6 - 6 6 9 . J . B e n t h a m e r k e k k a r d e ş in in ilk Panopticon f i k ­
r in e a s k e r i O k u lu z iy a r e t i s ır a s m d a u l a ş b g ın ı a n la t m a k t a d ır .

217
iletişim leri nasıl kurulm alı? Bunlann hesaplı kitaplı ço-
gulluklanndan türdeş ve sürekli bir iktidann kaynaklanması
için ne yapılmalı?
Tam bir disiplinscl aygıt, tek bir bakışla herşcyi sürekti
olarak görmeye olanak verecektir. Merkezi bir nokta aynı
anda hem herşeyi aydınlatan ışıkların kaynağı, hem de bi­
linmesi gereken herşeyin yoğunlaşma yeri olacaktır: hiçbir
şeyi kaçırmayan mükemmel göz ve tüm bakışların yönelik
olduğu merkez, Ledoux'nun Arc-et-Senans'ı inşa ederken hayal
ettiği budun daire biçiminde düzenlenmiş olan ve hepsi de içe
doğru açılan binaların merkezinde yüksek bir bina, tüm yö­
netsel, asayişe ve gözetime ilişkin, denetimin ekonomisine
ilişkin ve itaat ile çalışm aya yönelik teşvikleri sağlayan
dinsel işlevleri kendi bünyesinde toplayacaktır; bütüne emir­
ler buradan gelecek; tüm faaliyetler burada kaydedilecek ve
bütün hatalar burada farkcdilecek ve yargılanacaktır; ve
bütün bunlar, kesin bir geometrinin dışında başka hiçbir
şeyden destek almadan, hemen gerçekleştirilecektir. XVIII.
yüzyılın ikinci yansında dairesel mimarilere® tanınan presti­
jin nedenleri arasında hiç kuşkusuz buna da yer vermek gerek­
mektedir: bu cins mimariler belli bir siyasal ütopyayı ifade
etmektedir.
Fakat disiplinscl bakışın fiili durumda bağlantılara ih-
tiyaa olmuştur. Pramid, iki ihtiyaca bir daireden daha iyi
cevap verebilirdi; boşluğu olmayan bir şebeke oluşturmak için
oldukça tam olmak -buna bağlı olarak, bu şebekenin basamak-
lannı artırmak ve onlan denetlenecek tüm yüzeye dağıtmak-;
ve buna karşılık, disipline sokulacak faaliyetin üzerinde ha­
reketsiz bir ağırlık meydana getirmemek için, oldukça gizli
olmak ve bu faaliyet için bir fren veya engel oluşturmamak;
disiplinscl düzenekle, onun mümkün etkilerini artıran bir
işlev olarak bütünleşmek. Mercilerini artırması, ama bunu
üretici işlevini büyütmek için yapması gerekmektedir. Cözeti-

5 B k z - L e v h a N o 1 2 , 1 3 , 1&

218
mi özelleştirmesi ve onu işlevsel kılması gerekmektedir.
Bu, yeni tipten bir gözetimin Örgütlediği büyük atelycler
ve fabrikalann sorunudur. Bu gözetim, manüfaktür rejiminde,
yönetmelikleri uygulatmakla görevli m üfettişlerin dıştan
sağladıklarından farklıdır; şimdi yoğun, sürekli bir denetim
söz konusudur; bu denetim tüm çalışma sürecini kapsamak­
tadır; yalnızca üretime (cins, hammadde m iktan, kullanılan
alet tipi, ürünlerin boyut ve nitelikleri) yönelmemekte, aynı
zamanda insanların faaliyetini, yapma bilgilerini, işi ele
alma biçimlerini, hızlarını, heveslerini, hal ve gidişlerini de
hesaba katm aktadır. Fakat aynı zamanda işçilerin ve çı-
raklann yanında bizzat bulunan ustanın iç denetiminden de
farklıdır; çünkü memurlar, gözetmenler, "denetçiler” ve usta-
başılar tarafından yapılmaktadır. [>enetim görevleri üretim
aygıtının büyümesi ve karmaşıklaşması ölçüsünde, daha da
gerekli ve daha güç hale gelmişlerdir. Gözetim altında tut­
mak o sıralarda tanımlanmış, ama üretim sürecinin ayrılmaz
bir parçası olm ak zorunda olan bir işlev haline gelm iştir;
gözetim üretim sürecini tüm uzunluğu boyunca ikiye katlamak
zorundadır. Uzmanlaşmış, sürekli olarak mevcut ve işçilerden
ayn olan bir personel vazgeçilmez hale gelmiştir: "Büyük
manüfaktürde herşey çan sesiyle yapılmaktadır, işçiler zor-
lanmakta ve azarlanm aktadır. Aslında kalabalıklaşm ayla
birlikte gerekli hale gelen bir komuta durumuna ve onların
karşısında bir üstünlük durumuna alışan memurlar, işçilere
sert veya küçümseyerek davranmaktaydılar; bu nedenle bu
işçilerin ya daha değerli, ya da manüfaktürde gelip geçici ol­
dukları olmaktadır"*. Fakat işçiler bu yeni tipten gözetim re­
jiminin yerine lonca tipinden bir çerçeveyi tercih ediyorlarsa
da, patronlar bu yeni gözetim tarzında endüstriyel üretimin,
özel mülkiyet ve kâr sisteminin aynimaz bir unsurunu bulmak­
tadırlar. Bir fabrika, büyük bir demirhane veya bir maden
ölçeğinde "masraf kalemleri o kadar artmıştır ki, her nesne

6 Encyclopidie, 'M a n u / a e t u r e ' m a d d e s i.

219
üzerindeki en küçük özensizlik bile bütünün üzerinde muazzam
bir zarara yol açacak ve bu da yalnızca kârlan yoketm ekle
kalm ayacak, aynı zamanda serm ayenin de erim esine yol
açacaktır;... farkedilnneyen ve bu yüzden hergün tekrarlanan
en küçük beceriksizlik bile, işletme için onu kısa zamanda yo*
kedecek kadar zararlı hale gelebilir”; bu olgudan ötürü yal­
nızca doğrudan m ülk sahibine bağlı olan ve bu işle görev­
lendirilmiş olan kimseler, "bir kuruşun bile yararsız yere har­
canmamasını, günün bir anının bile kaybedilmemesini” göze­
tim altında tu tabilirler; bu nlann rolleri "işçileri gözetim
altında tutmak, yönetim kurulunu her olaydan haberdar et­
mek" olacaktır^. Gözetim, aynı anda hem üretim aygıtının bir
iç parçası; hem de disiplinsel iktidann uzmanlaşmış b ir çarkı
olduğu ölçüde, belirleyici bir ekonomik işlemci haline gelmek­
tedir®.
tik öğretimin yeniden örgütlenmesinde de aynı hareket:
gözetim in uzm anlaşm ası, ve pedagojik bağlantıyla bütün­
leşmesi. Köy okullannın sayısının artnnası, bunlann öğrenci­
lerinin çoğalması, bütün bir sınıhn faaliyetini eşanlı olarak
ayarlamaya olanak veren yöntemlerin yokluğu, bu nedenden
kaynaklanan düzensizlik ve kanşıkiık, denetimlerin devreye
sokulm alannı gerekli hale getirm ekteydiler. Betancour öğ­
retmene yardım etm ek üzere, en iyi öğrencilerin arasında kos­
koca bir "subaylar”, em inler, gözlem ciler, çalıştırıcılar, tek-
rarlatıcılar, dua okutturucular, yazı görevlileri, m ürekkep
alıcıları, duacılar ve ziyaretçiler dizisi seçm iştir. Böylece
tanımlanan rolleri iki düzlemde yer alm aktadır: bunlardan
bazılan maddi görevlere (mürekkep ve kâğıt dağıtmak,
artıkları fakirlere verm ek, bayram günlerinde ruhani metin­
ler okumak vb.); diğerleri de gözetim görevlerine denk düş-

7 Cournol, ConsuUraliotıs d'inUrit public sur k droit d'erploiler Us mints.


1970, u)u3a) âf?-, AX11>*
8 Kt}., K.Marx: 'Bu gOzelim, yöncüm ve arealık İşlevi, kendine ba^mb
olan çaüjma işlevinin ortaklama old u ^ andan İtibaren, acmtayenin ^kvl
haUnc gcbnlf ve kapitalist iylcv olarak teel nitelikler kazanmıştır. ’ Ls
Capital, Kitap I, dördöncO bölüm, ayınm XU1.

220
mektedir: "gözleınciler" kimin sırasından aynldığını, kimin
konuştuğunu, kimin tespih ve saatinin olmadığını, kimin ayin
esnasında doğru durm adığını, kimin sokakta mütevazı dav­
ranmadığım veya konuştuğunu" kaydetmek zorundadır; ödev­
leri "derslerini çalışırken gevezelik ed en veya mırıldanan-
ları, y azm ay an lan veya dolaşanları" uyarm ak olan "zıl-
gıtçılar"; okula gelm eyen veya ağır kabahatler işlem iş öğ­
rencileri aileleri nezdinde araştıran "ziyaretçiler". "Em in-
ler"e gelince, bunlar diğer tüm subaylan gözetim altında tut­
m aktadırlar. Yalnızca ”tekrarlatıcıtar"ın pedagojik bir rol­
leri vardır, bunlar öğrencileri ikişer ikişer, alçak sesle okut-
tu rm a k ta d ırla r’ . Ö le yandan, bundan birkaç onyıl sonra
Demia aynı tipten bir hiyerarşiyi yeniden ele alm ıştır, ama
şimdi gözetim işlem lerinin adeta hepsi pedagojik bir rolde
yüklenerek, iki katına çıkm ıştır; bir öğretm en yardımcısı
kalem tutm asını öğretm ekte, öğrencinin eline rehberlik et­
m ekte, h a ta la n düzeltm ekte ve aynı zam anda "tartışıl­
dığında, hataları işaretlem ektedir"; b ir başka öğretm en
yardımcısı ise okuma sınıfında aynı görevlere sahiptir; diğer
subaylan denetleyen ve genel hal ve gidişi gözetim altın­
da tutan emin, "yeni gelenleri okul faaliyetlerine uyarlamak­
la" da görevlidir; onbaşılar dersleri tekrar ettirmekte ve der­
sini bilm eyenleri "işaret etmekte"dirler’®. ,
Burada "karşılıklı yardımlaşnna” tipinden bir kuruluşun
taslağı söz konusudur; bu kuruluşta üç süreç tek bir düzenek
içinde birleştirilm iştir: asıl eğitim, bizzat pedagojik faaliye­
tin uygulanm asıyla bilgi edinilmesi, son olarak da karşılıklı
ve hiyerarşik bir gözlem. Tanımlanmış ve kurala bağlamış bir

9 Instruclion rtUthodiaut pour I'/rofc paroiisiale, 1669, 9.6S-69.


10 Ch. Dennla, op. dt., s. Z7-29. Kolej OrgOllenmesindc de aynı türden Ur olgu
kaydedilebilir 'ders nazırlan* uzun süre, kO^ûk ögrend gruplarının
ahlikl sorumluluğunu tanıyan ba^msız hocaUr olmuşlardır. 1762'dcn
sonra hem daha ileri, hem de hiyerarşiyle daha çok bütünleşmiş bir de­
netim tipinin ortaya çıktı^ görülmektedir: gözetmenler, bölüm öğret­
menleri, ast öğretmenler Bkz. Dupont - Feriler, Du eotl/ge de Clenmmt au
iyede Leuâ - U - Crmd, I, s. 254 ve 476.

221
gözetim ilişkisi eğitim uygulamasının kalbinin içine yerleş­
miştir: artık ekleme veya bitişik bir parça olarak değil de,
ona içkin ve onun etkinliğini artıran bir mekanizma olarak.
Hiyerarşik, sürekli ve işlevsel gözetim, kuşkusuz XVIII.
yüzyılın büyük teknik "icad'lanndan biri değildir, ama onun
sinsi bir şekilde yaygınlaşmasını, önemini kendiyle birlikte
taşıdığı yeni iktidar mekanizmalanna borçludur. Disiplinsel
iktidar onun sayesinde "bütünleşmiş”, ekonomiye ve icra edil­
diği düzeneğin amaçlarına içten bağlanmış bir sistem haline
gelmektedir. Aynı zamanda çoklu, otomatik ve anonim bir ik­
tidar olarak da örgütlenmektedir; çünkü gözetimin böylece
dayandığı ve işleyişinin yukarıdan aşağı doğru olan bir iliş­
kiler ağının işleyişi olduğu doğruysa da, bu ağ aynı zamanda
belli bir noktaya kadar aşağıdan yukarı ve yanlara doğru da
olmaktadır; bu ağ 'bütünün" tutunmasını ve iktidann birbirle­
rinden destek alan etkilerinin onun içinden bütün olarak ge-;-
melerini sağlamaktadır: sürekli olarak gözetim altında tutu­
lan gözetm enler. Disiplinlerin hiyerarşik hale getirilm iş
olan gözetimi içindeki iktidar, bir nesne gibi elde tutulmakta,
bir mülkiyet gibi aktarılmakta; bir makineler bütünü gibi
çalışmaktadır. Ve pramid gibi olan örgütlenmesinin ona bir
'başkan" verdiği doğruysa da, aygıtın tümü "iktidar" üret­
mekte ve bireyleri sürekli ve daimi bir alanının içine dağıt­
maktadır. Bu da disiplinsel iktidara aynı anda hem tamamen
açık -çünkü her yerdedir ve hep uyanıktır, ilke olarak hiçbir
karanlık alan bırakmamaktadır ve denetim yapma görevine
sahip olanlan bile aralıksız denetlemektedir-, hem de tama­
men "gizli" -çünkü sürekli olarak işlemektedir ve bunun büyü­
cek bir bölümü sessizlik içinde olm aktadır- olması olanağını
sağlamaktadır. Disiplin, kendi kendini kendi mekanizma-
lanyla destekleyen ve gösterimlerin parlaklığının yerine he­
saplı bakışların kesintisiz oyununu ikâme eden ilişkisel bir
iktidarı "işletm ck'tedir. İktidar "fiziği", bedene ele konul­
ması, gözetim tekniklerinin sayesinde, optik ve mekanik ya-
salanna göre, koskoca bir mekânlar, hatlar, perdeler, demet-

222
1er, devreler oyununa göre ve en azından ilke olarak aşınliga,
güce, şiddete başvumnadan icra edilmektedir, iktidar görü­
nüşte ne kadar az 'lx;denser’sc, o kadar bilgince "fizik" ol­
m aktadır.

NORMALLEŞTİRİCİ YAPTIRIM

1. Şövalye Paulet'nin ö ksü zler Yurdu'nda her sabah


yapılan mahkeme oturumlan, koskoca bir törensel çerçeveye
yer vermekteydiler: "Bütün öğrencileri mükemmel bir sıra­
lanma, hareketsizlik ve sessizlik içinde, çarpışma halinde
bulduk. Onaltı yaşında genç bir soylu olan başkan elde kılıç,
sıranın dışındaydı; birlik onun emriyle çem ber oluşturacak
üzere, hızlı adımla harekete geçti. Meclis merkezde toplandı;
her subay kendi birliğinin yirmi dört saatlik raporunu verdi.
İtham edilenlerin kendilerini doğrulamalarına izin verildi,
tanıklar dinlendi; müzakere yapıldı ve anlaşmaya varılınca,
birliğin başı suçluların sayısını, suçların cinsini ve emredilen
cezalan yüksek sesle bildirdi. Daha sonra birlik büyük bir
düzen içinde geçit yaptı"” .
Bütün disiplinscl sistemlerin merkezinde küçük bir ecza
mekanizması işlemektedir. Bu mekanizma, kendi yasaları,
kendi özelleşmiş cezaları, kendine özgü yaptınm biçimleri,
kendi yargılama oturumlanyla bir cins adalet ayrıcalığından
yararlanmaktadır. Disiplinler bir "alt-ceza" sistemi kurmak­
ta; yasalann boş bıraktıktan bir mekânı çevrelemekte; nisbi
kayıtsızlıklarından ötürü büyük ceza sistemlerinin elinden
kaçan bir davranış bütününü nitelemekte ve bastırm akta­
dırlar. "İşçiler içeri girerken birbirlerini selâmlamak zorun­
dadırlar... ayrılırlarken, kullandıkları mal ve aletleri top­
lamak ve gözetim eşnasında lâmbalarını söndürmek zorun­
dadırlar”; "işçileri hareketlerle veya başka bir şekilde e ğ ­

il Pietet de Rochcmont,/ourru/a; Cfn^dc, S Ocak 1788.

223
lendirm ek bilhassa yasaklanm ıştır"; işçiler "dürüstçe ve
edeplice davranmak" zorundadırlar; bay Op(>enhcim'e haber
vermeden yerinden baş dakikadan fazla ayrılan "yanm gün
için not edilecektir; ve bu küçük cezai adalet içinde hiçbir
şeyin unu tutmadığından emin olmak üzere, "bay Oppcnheim'e
ve arkadaşlarına zarar verebilecek" herşeyin yapılması ya­
saklanmıştır^^. Atelyede, okulda, orduda koskoca bir zaman
(geç kalmalar, yerini bırakmalar, işin kesintiye uğratılması),
faaliyet (dikkatsizlik, ihmal, heves yokluğu), tavır (kaba­
lık, itaatsizlik), söylev (gevezelik, haddini bilm ezlik), be­
den ("düzgün olmayan” tutumlar, uygunsuz hareketler, pis­
lik), cinsellik (utanmazlık, açık saçıklık) mikrocezalandırma
sistemi hüküm sürmektedir. Bununla birlikte, hafif bedeni ce­
zadan, küçük ölçekli mahkûmiyetler ve düşük dereceli aşağı­
lamalara varana kadar, koskoca bir ince usuller dizisi ceza­
landırma olarak kullanılmaktadır. Aynı anda hem tavırla-
nn en önemsiz kesirlerini cezalandınlabilir kılmak, hem de
disiplin aygıtıyla ilgisizmiş gibi gözüken unsurlara cezai bir
işlev vermek söz konusudur: sonunda herşey en küçük şeyin
bile cezalandınimasına yarayabilsin; her özne kendini ceza-
landırabilir-cezalandınr bir evrensellik içinde bulsun. "Ce­
zalandırm a kelimesinden, çocukların işledikleri kabahati
hissettirebilecek herşey, onlan küçük düşürebilecek, onların
kafasını karıştıracak herşey anlaşılmalıdır:... belli bir so­
ğukluk, belli bir kayıtsızlık, bir soru, bir küçük düşürme, bir
görevden alma"’^
2. Fakat disiplin kendiyle birlikte, kendine özgü bir ce­
zalandırma biçimini taşımaktadır ve bu yalnızca mahkeme­
nin küçültülmüş bir modelinden ibaret değildir. Disiplinsel ce­
zalandırma alanına ait olan, kurallara uyulmaması, kuralla­
ra uygun olmayan herşey, kurallardan uzaklaşan herşeydir,
sapmalardır. Uygun olmamanmın belirsiz alanı cezalandıra­
bilir niteliktedir: asker istenilen düzeye ulaşamadığı her se-

12 R/gUment... M. Oppfnheim, 29 Eylül 1809.


13 LaSaUe, b. 204-205.

224
ferinde bir "hata" yapmaktadır; öğrencinin "hata"sı aynı za­
manda kü<;ük bir suç, ödevlerini yerine getirme yeteneksiz­
liğidir. Prusya piyade talimnamesi tüfeğini gerektiği gibi
kullanmasını öğrenememiş olan askere "olabilecek tüm sert­
likle" davranılmasını dayatmaktaydı. Aynı şekilde, "bir il­
kokul çocuğu bir gün önceki din dersini öğrenmemişse, bugün hiç
hatasız öğrenmeye zorlanabil irdi, yarın ondan bunu tekrarla­
ması istenecektir; veya bu dersi ayakta veyahut diz çökmüş
olarak ve elleri kavuşmuş durumda dinlemeye zorlanacaktır
veyahut ona herhangi başka bir ceza uygulanacaktır"
Disiplin cezalarının sağlamak zorunda oldukları düzen
karma cinstendir; bir yasa, bir program, bir yönetmelik tara­
fından açık bir şekilde konulmuş olan "yapay" bir düzendir.
Ama aynı zamanda doğal ve gözlenebilir süreçler tarafından
tanımlanan bir düzendir: öğrenim süresi, bir alıştırmanın za­
manı, yatkınlık düzeyi, aynı zamanda bir kural da olan bir
düzenliliğe atıfta bulunmaktadırlar. Hristiyan Okullannm
öğrencileri, henüz asla beceremeyecekleri bir "ders"e konul­
mamalıdırlar, çünkü bu durumda hiçbir şey öğrenememe tehli­
kesiyle karşı karşıya bırakılmış olacaklardır; ancak her saf­
hanın süresi yönetmelikle saptanmıştır've üç sınav sonunda bir
üst mertebeye geçemeyen, açıkça "cahiller" sırasına konulma­
lıdır. Disiplin rejiminde ceza, çifte bir hukuki -doğal atıf
içermektedir.
3. D isiplinscl cezanın işlevi sapm aları azaltm aktır.
Demek ki esas olarak ıslah edici olmak zorundadır. Doğrudan
adli modelden alınan cezaların (para cezası, kamçı, zindan)
yanı sıra, disiplin cezalan alıştırmaya yönelik cezalara ön­
celik vermektedirler -yoğunlaştırılm ış, artırılmış, birçok ke­
reler tekrarlanan çıraklık: 1766 tarihli piyade talimnamesi,
’Tx;lli bir ihmâlkârlık veya kötü niyet gösterecek" olan birin­
ci sınıf erlerin en alt sınıfa geri gönderileceklerini ve bunlann
birinci sınıfa ancak yeni talimlerden ve yeni bir sınavdan
sonra tekrar çıkabileceklerini öngörm ekteydi-. j.-B . de La
Salle'in kendi cephesinden söylediği üzere "tüm cezalann

225
içinde yazı cezalan bir öğretmen açısından en dürüst olanı,
ebeveynler için de en avantajlı ve hoş olanıdır"; bu cezalar
"bizzat çocukların yanlışlanndan, bu yanlışların düzel-
tilm csiyle ilerlemelerini artırma olanaklan sağlamaya" izin
vennektedirler; örneğin "yazmalan gerekenin tümünü yazma­
yanlar veya bu ödevlerini iyi yapmak için özen gösterm e­
yenlere bazı yazı veya ezber cezalan verilebilir"’^. D isiplin
cezası büyük bölümü itibariyle, zorunluluğun kendiyle aynı
biçimdedir; ihlal edilen yasanın intikamından çok, onun tek­
rar ettirilm esi, iki katına çıkartılm ış ısrandır. öylesin e ki,
ondan beklenen ıslah etkisi sona erm e veya pişmanlıklar, bir
eklenti olarak geçmektedir; bir terbiye mekaniğiyle doğrudan
elde edilmektedir. Cezalandırmak idm an ettirmektir.
4. Ceza disiplin içinde, çifte bir sistemin bir unsurundan
başka birşey değildir: ödül-yaptınm. Ve terbiye ile baskı
altına alma sürecinde işlemci haline gelen bir sistem olmak­
tadır. öğretm en "elinden geldiğince ceza vermekten kaçına­
caktır; tersine, tembeller eczadan çok, tıpkı hamaratlar gibi
ödüllendirilm e arzusuyla daha çok tahrik olduklanndan,
ödülleri cezalardan daha sık hale getirmeye uğraşmalıdır;
işte bu nedenden ötürü öğretmen ceza vermek zorunda kaldı­
ğında, bunu uygulamadan önce eğer başarabilirse çocuğun kal­
bini kazanması çok yararlı olacaktır’^. Bu iki unsurlu meka­
nizma, disipline yönelik cezalandırmanın karakteristiği olan
belli sayıda işleme izin vermektedir. örKCİikle hal ve gidişle
performanslann, iyi ve kötü gibi iki zıt değerden itibaren ni­
telenm esi; ceza adaletinin tanıdığı haliyle yasağın basit
paylaşımının yerine, olumlu kutup ile olumsuz kutup arasında
bir dağılım vardır; tüm hal ve gidiş iyi vc kötü notlar, iyi ve
kötü puanlar alanına girmektedir. Bunun dışında, bir miktar-
sallaştırma ve rakamsal bir ekonomi kurmak mümkündür.
Sürekli olarak güncelleştirilen bir ceza muhasebesi, herkesin
ceza bilançosunun elde edilmesine olanak vermektedir. Okul

14 tbid.
15 Ol. Desnin, op. cif, s. 17.

226
"adalet"], en azından ana hatlanna ordu veya atelyede rast-
tanılan bu sistemi ç ö k uzaklara götürmüştür. Hristiyan Okul­
larındaki biraderler, koskoca bir ayncalıklar ve ödev cinsin­
den cezalar mikroekonomisi örgütlem işlerdir: "Ayrıcalıklar
öğrencilerin kendilerine verilen cezalardan kurtulmalarına
yarayacaklardır... Örneğin bir öğrenciden ceza olarak din der­
sinden dört veya altı soruyu yazması istenebilir; bu cezadan
birkaç ayrıcalık puanı sayesinde kurtulabilir; öğretmen soru
başına kaç puan gerektiğine karar verecektir... ayrıcalıklar
belli sayıda puan ettiklerinden, öğretm en de birincilere para
gibi hizm et edecek, daha düşük değerli olanlanna sahiptir,
ö rn eğ in bir öğrenci ancak altı puan karşılığında kurtulabile­
ceği bir Ödev cezası alırsa; bir de on puanlık bir ayncalıgı
varsa; bunu öğretmene sunar, o da geriye dört puan verir ve
diğerleriyle de böyle olur"^^. Ve bu miktarsallaşlırma oyunuy­
la, borç ve alacaklann bu dolaşım ıyla, notlann artı ve eksiler
hâlinde sürekli olarak hesaplanm ası sayesinde, disiplin
aygıttan "iyi" ve "kötü" özneleri birbirlerine nazaran hiye­
rarşik hale getirmektedirler. Bu sürekli cezalandırma siste­
minin mikroekonc»nisi boyunca, eylemlere değil de, bizzat bi­
reylerin kendilerine, doğalanna potansiyellerine, düzeyle­
rine veya değerlerine yönelik bir farklılaştırma 1ş görmek­
tedir. Disiplin eylemlere kesin yaptınm lar uygulayarak, bi­
reyleri "gerçek olarak" tartm aktadır; devreye soktuğu ceza
sistemi bireylerin tanınması devresiyle bütünleşmektedir.
5. Mertebelere veya rütbelere göre dağıtım yapmanın
çifte b ir rolü v ard ır sapm alan belirlem ek, nitelikleri, uz­
m anlıktan ve yatkınlıkları hiyerarşik hale getirm ek; ama
aynı zamanda cezalandırmak ve ödüllendirmek. Düzene sok­
manın cezai işleyişi ve yaptınm ın sıralamalı karakteri, [di­
siplin, rütbe veya yer kazamimasına olanak vererek, yalnız­
ca terfiler oyunuyla ödüllendirmektedir; gerileterek veya

16 La Sallc, s. 156 vd. Burada hofgörû alsteınlnln bafka bir babama


aklanlması vardır.

227
rütbe tenzil ederek cezalandırmaktadır. Askeri Okul'da kar­
maşık bir "şe re r sınıflandırması sistemi devreye sokulmuş­
tur; bu sınıflandırmayı ve az <;ok soylu veya utanılacak ceza­
lan herkesin görebileceği şekilde yansıtan kıyafetler, bu
şekilde dağıtılan mertebelere ayrıcalık veya utanç işareti
olarak bağlanm ışlardı. Bu sınıflandırm aya veya cezaya
yönelik dağıtım , subayların, hocaların, bu nlann yardım -
a la n n m yaş veya rütbeyi hesaba katmaksızın "öğrencilerin
ah lik i nitelikleri" ve "herkesçe bilinen hal ve gidiş işleri"
hakkındaki raporlanna göre, kısa aralıklarla yapılm ak­
taydı. "Çok iyilerinki" denilen birinci sınıf gümüş bir apoletle
aynim aktadır; şanı "tamamen askeri bir birlikmiş" gibi mua­
mele görmesinden kaynaklanmaktadır; demek ki hakettiği
cezalar askeri olacaktır (oda hapsi, ağır hallerde hapisha­
ne). "İyilerinki” olan ikinci sınıf kırmızı ipekli ve gümüş
apolet takm aktadır; bunlara oda hapsi veya hapishaneye
gönderme cezası verilebilir, ama kafese kapatılma veya diz
çöktürm eye de uğrayabilirler. "V asatlar" sınıfının kırmızı
yünlü apolet takmaya hakkı vardır; yukandaki cezalara ge­
rektiğinde, aba giydirm e cezası cklencbilm ektedir. "Kötü-
ler”inki olan sonuncu sınıf boz yünden bir apoletle belirlen­
mektedir, ’b u sınıftan öğrenciler Konak'ta uygulanan tüm ce­
zalara veya buna dahil edilmek istenilen bütün diğerlerine,
hatta penceresiz hücreye k a p a t ılm a y a bile ç a r p tır ıla b ilir ­
ler". Bunlara bir süre için "utanılacak" sınıf eklenmiş ve bu
sınıf için "onu oluşturanlann diğerlerinden hep ajm tutulma­
ları ve aba giymeleri için" özel yönetm elikler hazırlanmış­
tır çünkü öğrencinin yerini yalnızca liyakat ile hal ve gidiş
belirlemelidir, "sonuncu iki sınıfın öğrencileri herkesin tanık­
lığıyla tavırlanndaki d eğişiklikler ve kaydettikleri geliş­
melerle buna layık görülüp, ilk sınıflara çıkarak, onların
işaretlerini taşımaya başladıklannda buı>dan gurur duyacak­
lardır, aynı şekilde ilk sınıflardaki öğrenciler eğer gevşer­
lerse ve eğer aleyhlerinde toplanan raporlar onların artık ilk
sınıfların dağıtımına ve ayrıcalıklanna layık olm adıklannı

228
gösterirlerse, onlar da aşag;ı ineceklerdir...". Cezalandıran sı­
nıflandırma yokolma eğilim ine girm ek zorundadır. "Utanı­
lacak s ın ıf ancak yokolmak için varolmuştur: "orada iyi hal
ve gidiş gösteren utanılacak sınıf öğrencilerinin değişim tür­
lerini yargılayabilmek üzere", bunlar diğer sınıflara yeniden
soku lacak lard ır, kıyafetleri k en d ilerin e iade edilecektir;
ama yem ekler ve teneffüslerde utanç arkadaşlanyla birlikte
kalacaklardır; eğer onlardan bu sınıfta ve bu tümende memnun
kalınacak olursa, buradan "tam olarak çıkacaklardır"’^ De­
mek ki, bu hiyerarşik hale getiren cezalandumanın çifte bir
etkisi vardır: öğrencileri yatkınlıklanna ve hal ve gidişle­
rine göre, yani okuldan çıktıklannda onlardan nasıl yarar­
lanılacağına göre dağıtıma tabi tutmak; hepsinin aynı mode­
le uyması, hepsinin bir arada "tabiyete, itaatkârlığa, ders
çalışırken ve talimhanede dikkatli olmaya ve ödevlerin ve
disiplinin bütün parçalannm tam uygulanmasına" zorlanması
için, onların üzerinde sürekli bir baskı uygulamak. Hepsinin
birbirine benzemesi için.
Sonuç olarak, cezalandırma sanatı disiplinsel iktidar re­
jiminde ne kafareti, ne de hatla tam olarak bastırmayı hedef­
lemektedir. Birbirlerinden iyice a y n beş işlem i devreye sok­
maktadır: Bireysel eylem leri, perform ansları, hal ve gidiş­
leri, aynı anda hem bir kıyaslam a alanı, hem bir farklılaş­
tırma mekânı, hem de izlenecek bir kuralın ilkesi olan bir
bütüne göre değerlendirmek. Bireyleri birbirlerine nazaran ve
bu bütünsel kuralın -bu kural ister en düşük eşik, ister uyulacak
ortalama veya yaklaşılması gereken optimum olarak işletil­
s in - işlevind e farklılaştırm ak. Bireylerin kapasitelerini,
düzeyini, "cinsi"ni miktarsal terim lerle ölçm ek ve değer te­
rim leriyle hiyerarşik hale getirm ek. G erçekleştirilecek bir
uygunluğun zorlamasını bu "değerlendirici" ölçü boyunca oy­
natmak. Son olarak da, tüm farklılıklara göre olan farklılığı,
anorm alin dış sınırını (Askeri O kul'un "utanılacak s ın ıfı)

17 U İU H İ A i r M M 6 5 6 , 3 0 M a rt 1 7 5 8 w M M 6 6 6 . 1 5 E y lü l 1 7 6 3 .

229
tanımlayacak hududu çizmek. Tüm noktalardan geçen ve di*
siplin kurum lannı her an denetleyen sürekli cezalandırma
kıyaslam akta, farklılaştırm akta, hiyerarşik hale getirm ek­
te, türdcşleştirm ekte, dışlam aktadır. Tek kelimeyle, norm al­
le ş tir m e k te d ir .
Demek ki, esas işlevi gözlenebilir bir olgular bütününe
değil de, hafızada tutulması gereken bir yasalar ve metinler
corpus'una atıfta bulunmak olan; bireyleri farklılaştırm ak
değil de, eylemleri belli sayıda genel kategori içinde ö z e lle ş
tirmek olan; hiyerarşik hale getirmek değil de, sadece izin
verilen ve yasaklanan ikili zıtlığının oyununu oynatmak o b n ;
türdeş kılm ak değil de, mahkûmiyetin bir kerede ebediyen
kazanılan paylaşımını işletmek olan adli bir cezalandırma
sistem iyle terim be terim zıtlaşm aktadır. Disipline yönelik
düzenekler bir "ölçü cezalandırnva sı" salgı-lam ışlardır, bu
sistem ilkeleri ve işleyişi itibariyle geleneksel yasal ceza­
landırmaya indirgenemez niteliktedir. Disiplin binalannda
sürekli oturum halindeymişe benzeyen ve bazen de büyük adli
aygıtın tiyatrovari biçimine bürünen küçük mahkeme yanıl­
sama yaratm am alıdır: birkaç biçim sel sürekliliğin dışında,
ceza adaletinin mekanizmalannı gündelik hayatın dokusuna
kadar ulaştırmamaktadır; veya en azından esas nokta burada
değildir; disiplinler yeni bir cezalan d ın a işleyiş imal etm iş­
lerdir -aslında oldukça eski olan koskoca bir usuller dizisin­
den destek alarak-, ve mütevazi ve alaycı bir şekilde taklid
ediyora, benzediği büyük dış aygıtı yavaş yavaş kuşatan o
olmuştur. Modem ceza tarihinin tümünün açık ettiği hukuki
-antroplojik işleyişin kökeni insan bilim lerinin ceza adale­
tiyle çakışmasında ve bu yeni rasyonelliğe veya kendiyle bir­
likte taşıyacağı hümanizmaya özgü taleplerde yer almamak­
tadır; oluşu m noktası bu yeni norm alleştirici yaptınm
mekanizmalannı işleten bir disiplin tekniğinin içindedir.
Disiplinler boyunca Norm'un iktidan ortaya çıkm akta­
dır. Bu modem toplumun yeni yasası mıdır? Daha doğrusu, bu
yasanın eski iktidarlara eklendiğini ve onlan sınırlanmak

230
zorunda bıraktığını söyleyelim; yani Yasa iktidanna. Söz ik*
tidanna. Metin iktidarına. Gelenek iktidanna. Kurala uygun
olan (N orm al), standart hale getirilm iş bir eğitimin yerleş­
mesi ve norma] okulların kurulmasıyla, eğitim alanına baskı
altına alm a ilkesi olarak yerleşm iştir; genel sağlık kural­
larını işletm eye yatkın olarak, ulusal çapta tıbbi bir birim ve
bir hastane çerçevesi kurma çabalarının içine yerleşm iştir;
endüstriyel usuller ve ürünlerin kurala bağlanması faaliyeti­
nin içine yerleşmiştir^®- Norm alleştirme tıpkı gözetim gibi ve
onunla birlikte, klasik çağın sonunda iktidann büyük araçla-
nndan biri haline gelm iştir. Statü leri, ayrıcalıklan, mensu­
biyetleri yansıtan işaretlerin yerine koskoca bir normallik de­
receleri oyununu ikâme etme veya en azından ilâve etme eği­
lim ine girilmiştir, ama bu norm allik dereceleri kendilerinde
m ertebelerin bir tasnifi, hiyerarşik hale getirilm esi ve da­
ğıtımı rolüne sahiptirler. N orm alleştirm e iktidan bir bakı­
ma türdeşleşm eye zorlam aktadır; ama şapkalan ölçmeye,
d ü zeyleri belirlem eye, ö zellik leri saptam aya ve farklı­
lıkları birbirlerine uyarlayarak bunları yararlı hale getir­
meye izin vererek, bireyselleştirm ektedir. Norm iktidannın
biçim sel bir eşitlik sistemi içinde kolaylıkla işlediği anla­
şılmaktadır, çünkü kural olan bir türdeşliğin içine, yararlı bir
emrin ve bir ölçünün sonucu olarak, bireysel farklılıkların tüm
mertebe dışı unsurunu dahil etmektedir.

SIN A V

Sınav, gözetim altında tutan hiyerarşi teknikleriyle,


norm alleştiren yaptırım tekniklerini birleştirm ektedir. Nor­
m alleştirici bir bakış; nitelem eye, tasnif etm eye ve ceza­
landırm aya izin veren bir gözetim dir. Bireylerin üzerinde,
onların onun boyunca farklılaştınld ıklan bir görünebilirlik

18 B u k o n u d a ç u ö n e m li s a h i f d e r e b k z ., G . C a n g h i l h e n , Le Normâl et U Pet~
hologijıu, 1 9 6 6 y*y-# s. l T l - 1 9 1 .

231
kurmaktadır. İşte bu nedenden ötürü, tüm disiplin düzen-le-
molcrinde sınav yüksek derecede ^lyinselleştirilmiştir. İkti­
dar merasimi ve deneyin biçimi, güç seferberliği ve gerçeğin
ortaya konulması ona burada katılmaktadırlar. Nesne o b rak
algılanan kişilerin tabi kılınmalarını ve tabi kılınanların
nesnclleştirilm elerini disiplin süreçlerinin kalbinde açık et­
m ektedir. İktidar ilişkilerinin ve bilgi bağlantılannın ça-
kışm alan, sınav içinde tüm görülebilir parlaklığına kavuş­
maktadır. Bilim tarihçilerinin karanlıkta bıraktık-lan, kla­
sik çağın icatlarından biri daha. Deneylerin tarihi doğuşbn
körler, kurt çocuklar veya hipnozlar üzerinde yapılmaktadır.
Fakat acaba kim "sınav"ın daha genel, daha bulanık ve aynı
zamanda daha belirleyici olan tarihini; onun ayinlerinin,
yöntemlerinin, kişilerinin ve bunlann rollerinin, soru ve cevap
oyunlannın, notlandırma ve sınıflandırma sistemlerinin tari­
hini yapacaktır? Çünkü bu dar tekniğin içinde koskoca bir
bilgi alanı, koskoca bir iktidar türü angaje olmuş durumdadır.
Çoğu zaman, insani "bilim leri" kendiyle birlikte sessizce ve
geveze bir şekilde taşıyan ideolojiden söz edilmektedir. Fa­
kat bizatihi bu bilim lere ait teknoloji, büyük bir yaygınlığa
sahip olan (psikiyatriden pedagojiye, hastalıkların teşhisin­
den emek gücünün iş bulmasına kadar) bu küçük işlemsel şe­
mada, sınavın bu çok alışılmış usulü, bilgiden pay almaya ve
onu oluşturmaya izin veren iktidar ilişkilerini tek bir meka­
nizmanın içinde devreye sokmakta değil midir? Siyasal ku­
şatma yalnızca bilinç, tem siller düzeyinde ve belirlediğine
inanılanın içinde değil, bir bilgiyi mümkün kılan 'düzeyde de
meydana gelmektedir.
^ Tıbbın XVIII. yüz)nlın sonunda epistemolojik kilitlenme­
den kurtulmasının esas koşullarından biri, hastanenin "sınav­
dan geçirme" aygıtı olarak örgütlenmesi olmuştur. Vizite ayi­
ni bunun en görünür biçimidir. XVII. yüzyılda hekim dışandan
gelerek, kendi teftişini çok sayıdaki diğer denetimlerle bir­
leştirmekteydi -dinsel, yönetsel-; hastanenin gündelik idare­
sine hiç mi hiç katılm am aktaydı. Vizite yavaş yavaş daha

232
düzenli, daha sağlam , özellikle de daha yaygın hale gel­
miştir: hastanenin işleyişinin giderek büyüyen bir bölümünü
kapsar hale gelm iştir: Paris'teki Hötel-Dieu'nün hekimi gün­
de bir vizite yapmakla yükümlüydü; 1687de "gözetleyici" bir
hekim, öğleden sonralan daha ağır hastalan muayene etmek
zorundaydı. XVIII. yüzyıl yönetm elikleri vizite saatlerini ve
sürelerini (en azından iki saat) belirlem ekledirler; bu yönet­
melikler bunlann "Paskalyaya gelen pazar bile dahil" her-
gün yapılmasını sağlayacak bir akış üzerinde durmaktadır­
lar; nihayet 1771'de sürekli hastanede kalan ve "dışarıdan
gelen bir hekimin viziteleri arasında, ister gece, ister gündüz
olsun, mesleğinin gerektirdiği hizmetleri vermekle" yükümlü
bir hekimlik makamı kurulm uştur’^. Kesintili ve h.zlı olan
eski teftiş, hastayı adeta sürekli bir muayene durumunun içine
koyar düzenli bir gözleme dönüştürülmüştür, iki sonuçla bir­
likte: o zamana kadar dış bir unsur olan hekim, iç hiyerarşide
dinsel personelin üstüne çıkmaya ve onlara muayene tekniği
içinde belirgin, anna ast bir rol vermeye başlam ıştır; o tarih­
lerde "hastabakıcı" kategorisi ortaya çıkm aktadır; herşey-
den önce bir yardım yeri olan hastanenin kendine gelince, bu­
rası bir eğitim ve bilgi verme yeri haline gelecektir: iktidar
ilişkilerinin ve bir bilgi oluşturma sürecinin tersine dönmesi,
iyi "disiplinli" hastane, tıbbi ”disîplin"in en uygun yerini
oluşturacaktır; böylecc tıbbi disiplin metne bağlı karakterini
kaybederek, atıflan n ı belirleyici yazarların oluşturdukları
gelenekten çok, sürekli olarak muayeneye sunulmuş nesnelerin
oluşturduklan bir alana yapabilir hale gelebilecektir.
Okul da aynı şekilde, eğitim işlemini tüm uzunluğu boyun­
ca ikiye katlayan kesintisiz bir sınav aygıtı haline gelmiştir.
Okulda, öğrencilerin güçlerini karşılaştırdıklan şu düellolar
giderek daha az söz konusu olacak, bunun yerine hem ölçmeyi,
hem de yaptınm uygulamayı mümkün kılan, herkesin herkes­
le sürekli olarak kıyaslanması hep artarak devreye girecek-

19 Rffislre des dJlib^ations du bureau de l'HâUl-Dieu.

233
tir. Hıibtiyan Okullannın Biraderleri öğrencilerinin haftanın
hcrgünü kompozisyon yapmalarını istiyorlardı: birincisi im­
lâ, İkincisi aritmetik, üçüncüsü, sabah din dersi ve akşam yazı
için vb. olmak üzere. Ayrıca kimlerin müfettişin sınavına tabi
tutulacaklarını belirlem ek üzere, her ay bir kompozisyon
daha yapılacaktı^. Köprüler ve Yollar Okulunda 1775'en iti­
baren yılda 16 sınav yapılmaktaydı: bunlardan üçü matema­
tik, üçü mimari, üçü çizim, ikisi yazı, bir taş kesimi, biri üslûp,
biri plan çıkartma, biri tesviye, biri bina ölçümü konusunda
olacaktı^'. Sınav bir öğrenim sürecinin yaptınmı oinnakla ye­
ti nmemektedir; onun sürekli faktörlerinden biridir; onu sürekli
olarak sürdürülen bir iktidar oyununa göre k ap sa m a k ta d ır.
Sınav öte yandan öğretnnene, bilgisini aktarmanın yanısıra,
öğrencilerin üzerinde bütün bir bilgi alanı kurmasına olanak
vermektedir. Lonca geleneği içinde, bir çıraklık süresini sona
erdiren sınav elde edilmiş bir beceriye geçerlik kazandınrken
-"şaheser” gerçekleştirilm iş bir bilgi aktanm ına gerçeklik
kazandırmaktaydı-; sınav da okulda gerçek ve sürekli bir bil­
gi aktanosıdır: öğretmenin bilgisinin öğrenciye geçnnesini ga­
rantilemektedir, ama öğretmene yönelik ve ona tahsis edilmiş
olan bir bilgiyi de öğrenciden almaktadır. Okul pedagojinin
yoğrulma yeri haline gelm ektedir. Ve tıpkı hastanedeki
muayene sürecinin tıbbın epistennolojik kilitlenmesinin kaldı­
rılmasına izin vermiş olması gibi işlev g ören bîr pedagojinin
başlagıcını belirlem iştir. Orduda belirsiz bir şekilde tekrar­
lanan teftişler ve manevralar çağı da, etkisini Napol6on sa-
vaşlan döneminden alan muazzam bir taktik bilginin geli­
şimini belirlemiştir.
Sınav kendiyle birlikte, belli bir iktidar icraatım belli
bir bilgi oluşumu tarzına bağlayan koskoca bir mekanizmayı
taşımaktadır.
1. Sıtwv iklidann icra edilmesinin içinde görülebilme

20 U S a U e , S.160.
21 Bkz, L'Enuigtttment et U diffusion da Sciertea at XVUF sücU, 1961, s.
360

234
ekonom isinin sırasını d eğiştirm ektedir, ik tid ar geleneksel
olarak, kendini gösteren kendini dışa vuran şeydir ve para­
doksal olarak gücünün ilkesini, kendini seferber ettiği hareke­
tin içinde bulm aktadır. Üzerinde icra edildiği kişiler ka­
ranlıkta kalabilirler; bunlar ancak kendilerine bırakılm ış
olan iktidarın bu parçasının ışığını veya bu iktidann ışığın­
dan bir an için yansıyanı alabilmektedirler. Disiplinsel ikti­
dar ise, kendini görünm ez kılarak icra edilm ektedir; buna
karşılık boyun eğdirdiklerine zorunlu bir görünürlük ilkesini
dayatm aktadır. Disiplinde görülm eleri gerekenler uyruk­
lardır. Bunlann aydınlatılm aları, onların üzerinde icra edi­
len iktidann egemenliğini sağlamaktadır. Disipline bağlan­
mış bireyi tabiyeti içinde tutan, sürekli olarak görülmesi olgu­
su, her zaman görülebilir olmasıdır. Ve sınav, iktidann kendi
gücünün İşaretlerini yaymak yerine, damgasını uyruklanna
dâyatmak yerine, bu uyruklan sınav aracılığıyla bir nesnel­
leştirme m ekanizm asının içinde yakalam asıdır. Disiplinse!
iktidar egemen olduğu mekân içinde esas olarak, nesneleri
düzene sokarak gücünü dışan vurmaktadır. Sınav bu nesnel­
leştirmenin töreni olarak geçcrlidir.
Siyasal törenin rolü buraya kadar hem iktidann aşın ve
kurala bağlı -b u tören iktidann gücünün debdedeli bir ifade­
siydi, bir "israftı"-, hem de iktidann gücüne yeniden kavuş­
tuğu abartılı ve şifreli dışa vuru mu na yer vermektedir. Hü-
kümdann şaşaalı bir şekilde ortaya çıkması kendinde, kutsa­
maya, taç giydirm eye, zafere geri dönüşe ilişkin birşeyler
taşımaktaydı; ancak seferber edilen gücün parlaklığı içinde
cereyan edebilen cenaze törenlerinin debdebesine kadar git­
miyordu. Disiplin kendi tören tipine sahiptir. Söz konusu
ulan, zafer değil de k ıu teftişidir, "resmi geçit**tir, sınavın
şatafatlı biçim idir. "U yruklar" buraya, kendini ancak ve
yâlnızca bakışıyla dışa vurabilen bir iktidann gözlem "nes-
neleri"olarak sunulmuşlardır. Uyruklar egemen gücün imgesini
dolaysız bir şekilde alam am akta, yalnızca onun etkilerini
-v e eğer deyim yerindeyse, oyuk olarak-, tam anlamıyla oku-

235
nakil vc itaatkâr hale gelmiş olan bedenleri üzerinde seferber
etm ektedirler. XIV. Louis 15 Mart 1666'da ilk kıta teftişini
yapm ıştır: 18.000 kişi, "saltanatın en parlak eylemlerinden
biri" ve bu hareket "tüm A vrupa’y ı endişeye garketm iş"
sayılm aktaydı. Bundan epeyice yıl sonra, bu olayın anısına
bir madalya bastırılm ıştır^. M adalyanın üzerinde "Discipli-
na milUaris restitua’ vc ibare olarak da "Prolusio ad victo-
rias" y azılan yer alm aktadır. Kral sağda, $ağ ayağı önde,
elinde b ir asâ olduğu halde talime bizzat komuta etmektedir.
Sol yanda ise, birçok asker sırası cepheden ve derine doğru
sıralanm ış olarak görülmektedir; kollannı omuz hizasından
germ işler ve tüfekleri yere tam dik olarak tutmaktadırlar;
sağ ayaklarını öne uzatm ışlardır ve sol ayaklan dışa dö­
nüktür. Yerdeki çizgiler birbirlerini dik açıyla keserken, as­
kerlerin ayaklannın altında, talimin çeşitli safha ve konum­
larına kerteriz noktası olarak hizm et edecek geniş kareler
oluşturm aktadırlar. Tam dip tarafta klasik bir mimarinin
resmolduğu görülmektedir. Sarayın sü tu nlan, hizaya girmiş
ve tüfeklerini kaldırmış askerlerin sütunlannı devam ettir­
m ektedirler, tıpkı binanın döşem esinin talim hatlannın de­
vamı olm ası gibi. Fakat binayı taçlandıran parmaklığın üs­
tündeki heykeller dans eden kişileri temsil etm ektedirler
yılankavi hatlar, yuvarlak jestler, dokum alar. Mermer, bir­
leştirici ilkesi uyum olan hareketler tarafından katedilmek-
tedir. İnsanlar ise, sıradan sıraya ve saftan safa aynı şekilde
tekrarlanan bir tavır, içinde donmuşlardır: taktik birim. Zir­
vesinde dans figürlerini serbest bırakan mimari düzen, ku-
rallannı v e geom etrisini yerde d isiplinli insanlara dayat­
maktadır. İktidarın sütunlan. Büyük dük M ichcl, önünde
manevra yapan birlikler için birgün "iyi" demişti, "ama nefes
Xa lıy o rla r"^ .

22 B u m a d a l y a h k . b k z . J .l a c k ^ u i o l ’R u n U O uk frer^âis de la mddeSU, 1970,


9 0 -9 4 , M « v h a n o. 2 m a k a le s i.
23 K ro p o tk in e , Autour d'um m , 1 9 0 2 . s . 9 . B u a i ı f ı M .G . C a n g ^ h e m 'e b o r ç ­
lu y u m .

236
Bu madalyayı, egemen gücün en parlak figürü ile disiplin­
se! iktidara özgü ayinlerin ortaya çıkışlarının birbirleriyle
paradoksal, ama anlamlı bir şekilde birleştikleri anın ta­
nıklığı olarak kabul edelim. Hükünndann ele ancak şöylesine
bir gelebilen görünürlüğü, uynıklann kaçınılmaz görünürlüğü
haline dönm ektedir. Ve iktidann icra edilmesini en alt kade­
melere kadar güvenceye alacak olan, işte görünürlüğün disip­
linlerin işleyişindeki bu yer değiştirm esi olacaktır. Sonsuz
sınav ve zorlayın nesnelleştirm e çağına girilmektedir.

2. Sinav ay n ı zam anda bireyselliği b elg esel bir alana


sokm aktadır. Sınav arkasında, bedenler vç güçler düzeyinde
oluşan koskoca ince ve özenli bir arşiv bırakm aktadır. Birey­
leri bir gözetim alanına yerleştiren sınav, onları aynı zaman­
da bir yazı şebekesininin içine koymakta, bu bireyleri onları
yakalayan ve saplayan belgelerin tüm kalınlığı içine bağla­
maktadır. Yoğun bir kayıt ve belgesel yığılma sistemi hemen
sınav süreçlerine katılm ışlardır. Bir "yazı ik lid a n " disiplin
çarklannın esaslı bir parçası olarak oluşm akladır. Birçok
noktada, yönetsel belgelemenin geleneksel yöntem lerini ken­
dine örnek alm aktadır. Ama bunu özel teknikler ve yenileş­
tirm elerle birlik le yapm aktadır. Bunların b a z ıla n kimlik
belirleme, işaret etm e veya tasvir etme yöntem lerine ilişkin­
dir. Kaçaklann bulunmasının, tekrar askere aİınmanın önlen­
mesinin, subaylar tarafından sunulan uydurma durumlann dü-
zcllilmesinin, herkesin hizmet ve değerinin bilinm esinin, ka­
yıp ve ölülerin bilançosunu kesin olarak çıkartmanın gerektiği
ordunun sorunu, işte bu atanda yer almaktaydı. Bu aynı za­
manda, herkesin yatkınlığının belirlenmesinin, düzeyinin ve
kapasitesinin yerine oturtulm asının, bunlann ileride nasıl
kullanılabileceğinin işaret edilm esinin gerektiği eğitim ku-
rum lannın da sorunuydu: "sicil, çocuklann adetlerini; inun,
din dersi, edebiyat konusunda O kulün zamanına göre kaydet­
tikleri ilerlem eleri, kabulünden itibaren zihin ve yargısında
meydana gelen değişiklikleri bilmek için, zam anında ve ye-

237
rinde başvurmaya yarar”^^.
Bundan ötürü, sınav tarafından belirlenmiş olan bireysel
çizgileri türdeş hale getirerek kaydetmeye olanak veren kos
koca bir disiplinscl bireysellik şifreleri dizisi oluşmaktadır:
işaretin fizik şifresi, belirtilerin tıbbi şifresi, hal ve gidiş ile
performanslann okulsal veya askeri şifresi. Bu şifreler nite­
liksel v ey a niceliksel biçim ler altında henüz çok ilkeldiler,
ama bireyselin iktidar ilişkileri içindeki bir ilk "biçim -
lendiıme" anını belirlemektedirler.
Disiplinsel yazının diğer yenilikleri bu insanların bağ­
lantılı hale getirilm elerine; belgelerin birleştirilmesine; bun­
ların diziler haline sokulm alarına; sınıflandırmaya, katego­
ri oluşturmaya, ortalamalar kurmaya, ölçüler saptamaya izin
veren kıyaslam ak alanların örgütlenm elerine ilişkindir.
XVIII. yüzyıl hastaneleri özellikle yazı ve belge toplama
yöntemleri konusunda büyük labaratuarlar olmuşlardır. Sicil
tutmak, bunların uzm anlaştınlm alan, bir yerden bir yere
yazı aktarma tarzlan, bunların viziteler esnasındaki dola­
şımları, bu belgelerin hekimlerin ve yöneticilerin düzenli top-
lantılan sırasında karşılaştınlm alan, bunlarda yer alan ve­
rilerin merkezi organizmalara aktanim ası (ya hastanede, ya
da hastanelerin merkezi bürosunda), hastalıklann, iyileşme­
lerin ve ölüm lerin bir hastane, bir kent ve lim itte de ulus
düzeyinde m uhasebeleştirilm eleri, hastaneleri disiplin reji­
mine tabi kılan sürecin ayrılmaz bir parçasını oluşturm uş­
lardır. Kelimenin her iki anlamında da, iyi bir tıbbi "disip-
lin"in temel koşullan arasına, bireysel verileri biriktirm e
sistemleriyle bütünleştirmeye izin veren, ama bunlann bu biri­
kim içinde kaybolmalanna yer bırakmayan yazı usullerini de
koymak gerekir. Bu yazı usulü öyle bir şekilde olmalıdır ki,
hangi genel sicil söz konusu otursa olsun, ondan hareket ede­
rek bir bireyi bulmak mümkün olsun ve bunun tersine, bireysel
muayenelerin her verisi bütünsel hesaplara yansısın.

24 iHStructkm s. 64.

238
Ona refakat eden bu yazı aygıtının tümü sayesinde, sınav
birbirleriyle bağlantılı olan iki olanağa yer açmaktadır: bi­
reyin tasvir edilebilir, çözüm lenebilir nesne olarak oluştu­
rulması, ama bunun doğabil imcilerin canlı varlıklara ilişkin
olarak yaptıkları gibi, onu "özgül” çizgilere indirgemek için
değil de, kendine özgü çizgiler içinde, kendine özgü evrimi
içinde, kendine ait olan yatkınlıklan ve kapasiteleri içinde
ve sürekli bir bilginin bakışları altında tutmak için yapıl­
ması; ve öte yandan bütünsel olgulann ölçülmesine, grupların
tasvirine, ortöklaşa olguların karakterinin belirlenm esine,
bireylerin birbirine nazaran olan sapmalarının hesaplanma­
sına, bunların bu '"n ü fu s" içinde dağılımına izin vereri kar­
şılaştırmalı bir sistemin kurulması.
Böylecc alışık olduğumuz, ama birey bilimlerinin episte-
molojik kilitlcnmişlikten kurtulmalarına izin veren şu küçük
not verme, kayıt, dosyalanna, sütunlara ve tablolara dökme
tekniklerinin belirleyici önlemleri ortaya çıkm aktadır. Hiç
kuşkusuz, Aristoteleşçi sorunun ortaya konulması haklı ola­
caktın bir birey bilimi mümkün ve meşru mudur? Büyük soruna
herhalde büyük çözümler gerekir. Fakat XVIII. yüzyılın sonu­
na doğru, "klinik" bilimler denilebilecek olan konunun ortaya
çıkmasının yarattığı küçük tarihsel sorun vardır; bu, bireyin
(ve artık türün değil) bilgi alanına girmesi sorunudur; bu, tekil
tasvirin, soruşturmanın, hastalık öyküsünün, "dosya"nın bi­
limsel söylev içindeki genel işleyişinin devreye girmesinin so­
runudur. Bu basit fiili soruya, herhalde muhteşem oinnayan
bir cevap gerekmektedir: şu yazı ve kayıt usulleri cephesin­
den bakmak; sınav mekanizmaları cephesinden, disiplin dü­
zenlerinin oluşum ve beden üzerinde yeni bir iktidar tipinin
oluşması cephesinden bakmak gerekmektedir, insan bilimleri­
nin doğuşu mu? ö yle görünüyor ki bunu; bedenler, hareketler ve
tavırlar üzerindeki modem baskı oyununun yoğrulduğu şu
gösterişsiz arşivlerde aramak gerekiyor.
3. Bütün bu belgesel tekniklerle çevrelenm iş olan sınav,
her bireyi bir "şık" haline getirm ektedir: bir özneyi aynı

239
anda hem bir bilgi için, hem de iktidann el koyması için
oluşturan bir şık. Şık, artık vicdan ilahiyatı veya içtihatta
olduğu gibi, bir eylemi niteleyen ve bir kuralın uygulanmasını
değiştirebilecek olan bir durumlar bütünü değil de; tasvir edi­
lebileceği, tartılabileceği, ölçülebileceği, diğerleriyle kıyas­
lanabileceği ve bunların bizzat onun bireyselliği içinde ya­
pılabileceği haliyle bireydir ve aynı zamanda terbiye edile­
cek v e yeniden terbiye edilecek, tasnif edilecek, normalleş­
tirilecek, dışan atılacak vs. bireydir de.
Sıradan kişilik -aşağıdakininki ve herkesinki- uzun süre
tasvir edilm e eşiğinin altında kalmıştır. Bakılmak, gözlen­
mek, ay n n tılan itibariyle anlatılm ak, kesintisiz bir yazıyla
günü g;ününe izlenmek bir ayrıcalıktı. Bu insanın vekayisi, ha­
yatının anlatısı, varoluşu süresince kaleme alınmış tarihçesi,
onun gücünün ayinsel çerçevesinin bir parçasını oluşturmak­
taydı. Oysa disiplinsel usuller bu ilişkiyi tersine döndür­
müşler, tasvir edilebilir bireysellik eşiğini alçaltmışlar ve bu
tasviri bir denetim a ra a ve bir egemen olma yöntemi haline
getirmişlerdir. Artık gelecekteki bir bellek için bir anıt değil
de, muhtemel bir kullanıma yönelik bir belge söz konusudur.
Ve bu yeni tasvir edilebilirlik, disiplinsel çerçevelem e ne
kadar katıysa, o kadar vurgulu hale gelmiştir: çocuk, hasta,
deli, mahkûm XVIII. yüzyıldan itibaren ve disiplin mekaniz-
malarma ait olan bir eğime göre, bireysel tasvirlerin ve bi­
yografik anlatılann konusu haline, giderek daha kolay gele­
ceklerdir. Gerçek hayatlann bu yazıya dökülmesi bir kahra­
manlaştırma süreci değildir; bu yazıya dökme nesnelleştirme
ve tabi kılma usulü olarak iş görmektedir. Akıl hastalannın
veya suçluların özenle karşılaştınlan bayatlan, tıpkı kral-
lann vekayinameleri veya büyük halk haydutlannın destan-
lan gibi, yazının belli bir siyasal işlevinin içine dahil ol­
m aktadırlar; fakat tamamen farklı bir iktidar tekniğinin
içinde yer atarak.
Sınav, bireysel farklılıklan n aynı anda hem ayinsel,
hem de "bilim ser saptanması olarak herkesin kendi özgün-

240
lüğüne (statülerin, doğum dan gelen farkların, ayncalıklann,
görevlerin, bunlan işaret eden markaların tüm parlaklığıyla
dışa vurulduklan törene zıt olarak) iğnelenmesi olarak aldığı
ve statüsel olarak onu karakterize eden ve onu her halükârda
bir "şık” haline getiren sapm alara, "notlara" bağlandığı yeni
bir iktidar tarzının ortaya çıkışını iyice işaret etmektedir.
Sınav son olarak, bireyi iktidann sonucu ve nesnesi ola­
rak, bilginin sonucu ve nesrkcsi olarak oluşturan usullerin mer­
kezindedir. Hiyerarşik gözetim ile normalleştirici yaptırımı
birleştirerek, dağıtım ve sınıflandırm a, maksimum güç ve
zamanın çekilip alınm ası, sürekli genetik yığılım , yatkın­
lıkların optimal düzenlenmesi gibi büyük disiplinsel işlevleri
sağlayan odur. Demek ki hücresel, organik, genetik ve bile-
şimsel bireyselliğin imal edilm esini sağlamaktadır. Bireysel
farklılığın ayncı unsur olduğu iktidar için bir tarz olduk­
larının söylenm csiyle, tek bir cümleyle nitelendirilebilecek
olan bu disiplinler onunla ayinsel hale gelmektedirler.

★★★

Disiplinler, bireyselleşm enin siyasal ekseni denilebile­


cek şeyin tersine dönmenin gerçekleştiği anı beklemektedirler.
Feodal rejimin yalnızca bir örneğini oluşturduğu bazı toplum-
larda, bireyselleşmenin hüküm ranlığın icra edildiği cephede
ve iktidann üst bölgelerinde en yüksekte olduğu söylenebilir.
Burada elde ne kadar güç ve ayncalık tutuluyorsa; ayinsel
çerçeveler, söylevler veya plastik tem siller aracılığıyla o
kadar birey olarak belirlenilm ektedir. Bu akrabalık yapısı
içindeki yeri belirleyen "ad" veya soy zinciri, güçlerin üstün­
lüğünü dışarı vuran ve a n latılan lan n ölüm süz kıldıklan
başanların gerçekleştirilm esi, düzenleri itibariyle güç iliş­
kilerini belirleyen törenler, ölüm den sonra yaşama olanağı
sağlayan anıtlar veya bağışlar, israfın debdebesi veya aşın -
lıklan, birbirleriyle kesişen çoklu efendilik ve tabiyet bağ­
lan, bütün bunlar "yükselen" bir bireyselleşmeye ilişkin bir o

241
luultir usulü meydana getirmektedirler. Buna karşılık disip-
ltnM‘1 bir rejimde, bireyselleşme "alçalan” niteliktedir: ikti-
il.ınn daha anonim ve işlevsel hale gelmesi ölçüsünde, bu ikti­
darın üzerlerinde icra edildiği kişiler daha güçlü bir b i­
reyselleşme eğilimine girmektedirler; ve bu törenlerden çok
gözetim ler, anılara dayalı anlatılanlardan çok gözlem ler,
atatan atıf noktaları olarak veren soy zincirlerinden çok atıf
noktası olarak "normlar" araalığ ıy la; başanlar yerine "sap­
malar" aracılığıyla olmaktadır. Bir disiplin sisteminde çocuk
yetişkinden daha fazla bireysellcşm iştir, hasta sağlam in­
sandan daha önce bireyselleşmiş hale gelmiştir, deli ve suçlu
normal ve suç işlemeyenden daha fazla bireyselleşmiştir. Bi­
zim uygarlığımızda bireyselleştirme mekanizm alan her ha­
lükârda birincilere dönüktü; ve sağlıklı, normal ve yasalara
saygılı yetişkin bireyselleştirilm ek istenildiğinde, bu artık
hep onda hâlâ çocuk olanın, hangi gizli deliliğe sahip oldu­
ğunun, hangi temel suçu işlemek istediğinin sorulması yoluyla
olmaktadır. Bütün bilimlerin; "psiko" kökü içeren bütün çö­
zümleme veya uygulamalann bireyselleştirme usullerinin bu
tarihsel alt üst oluşunda yerleri vardı. Bireyselliğin oluş­
masına tarihscl-ayinsel mekanizm alardan, normalin atalara
ait olanın yerine, ölçünün de statünün yerine geçtiği, böylece
hatırlanabilen insanın bireyselliğinin yerine hesaplanabilen
insanınkinin ikâme edildiği an, insan bilimlerinin mümkün
hale geldikleri andır; işte bu an yeni bir iktidar teknolojisinin
ve başka bir siyasal beden anatomisinin devreye sokulduğu
andır ve Orta Çağın derinliklerinden bugüne kadar "macera"
bireyselliğin anlatısı olmuşsa da, epikten romaneske, büyük
işleıden gizli özgünlüğe, uzun sürgünlerden içsel çocukluğun
aranm asına, düellolardan hayallere geçiş de disiplinse! bir
toplumun oluşumunun içinde yer almaktadırlar. Çocukluğu­
muzun macerasını artık "iyi küçük H enri" değil de, küçük
Hans'ın başına gelen talihsizlikler anlatmaktadır. Gülün Ro­
manı bugün Mariy Sames tarafından yazılnruştır: Lancelot'nun
yerine başkan Sehreber.

242
Kurucu unsur olarak bireylere sahip olacak bir toplum mo­
delinin, soyut hukuki sözleşme ve mübadele biçimlerini kendi­
ne model aldığı sıklıkla s^ le n m iştir. Burada tüccar toplum,
tekil hukuki öznelerin sözleşm eye dayalı bir ortaklığı olarak
sunulm uş o lacak tır Delki. N itekim XVII. ve XVIII. yüzyıl-
lann siyasal teorisi, çoğu zaman bu şemaya boyun eğiyora ben­
zemektedir. Ama, aynı dönemde bireyleri bir iktidann ve bir
bilginin bağlantılı unsurlan olarak oluşturmaya yönelik bir
tekniğin varolm uş olduğu da unutulm am alıdır. Birey hiç
kuşkusuz, toplumun "ideolojik" temsilinin kurmaca atomudur;
ama aynı zamanda, iktidann "disiplin" denilen bu özgün tek­
nolojisi tarafından imal edilm iş olan bir gerçekliktir. İkti­
dann etkilerin her zaman olum suz terimlerle tasvir etmekten
vazgeçm ek gerekm ektedir: iktid ar "d ışlam akta", "bastır­
m akta", "püskürtm ekte", "m askelem ekte", "soyutlam akla",
"sansür etm ekte", "saklam akta"dır. İktidar fiili durumda
üretmektedir; hakikiyi üretmektedir; gerçeğin nesnelerinin ve
ayinlerinin alanlannı üretmektedir. Birey ve ona ilişkin ola­
rak elde edilebilecek bilgi bu üretime aittirler.
Fakat disiplinin çoğu zam an minik olan kum azlıklanna
çok büyük bir güç atfetm ek, onları fazla kuvvetli saymak
değil midir? Bu kadar büyük etkileri nereden elde edebilir­
ler?

243
ÜÇÜNCÜ AYIRIM
GÖRÜLMEDEN GÖZETİM ALTINDA
TLITAN HAPİSHANE SİSTEMİ

İşte XVII. yüzyılın sonuna ait bir yönetmeliğe göre, bir


kentte veba salgını çıktığında alınması gereken tedbirler’.
Önce tabii ki katı bir mekânsal çerçeveleme: kentin ve
“mücavir alanın" kapatılması, buradan dışan çıkmanın ya­
saklanması -ak sin e davranışlar ölümle cezalandırılır-, başı­
boş hayvanlann hepsinin öldürülmesi; kentin, herbirinin ba­
şına yetkili bir eminin getirildiği ay n m ahallelere bölün­
mesi. Her cadde bir temsilcinin yönetimine verilmektedir; o
da burayı gözetim altında tutmaktadır; eğer buradan ayrı­
lırsa öldürülür. Belirtilen günde herkesin evine kapanması em-
redilmektedin evden çıkmak ölümle yasaklanmıştır. Temsilci
herkesin kapısını bizzat dışarıdan kapatmakla; anahtarlan
götürüp mahalle eminine teslim etmektedir; o da bu anahtar­
lan karantina bitene kadar muhafaza etmektedir. Her aile
erzak yığmış olmalıdır; ancak şarap ve ekmek için caddede ve

1 Arehiva mitiiaires de V'ınomıus A 1 51691 sc Parça. Bu yönetmelik esas


olarak, aynt döneme veya daha eski bir döneme ait olan diğer yönel-
cndiklerdat ohı$an bir dizi bütününe uygundur.

245
evlerin arasında küçük tahta kanallar yapılm ıştır, bunlar
mal sağlayıcılarla halk arasında iletişim olmadan, herkesin
ihtiyaanı karşılamasını sağlam aktadırlar; et, balık ve otlar
için kaldıraçlar ve sepetler kullanılm aktadır. Eğer evden
mutlaka çıknnak gerekirse, bu sırayla yapılacak ve insanlar
her tür karşılaşm adan kaçınacaklardır. Sokakta yalnızca
eminler, temsilciler, muhafız askerleri ve ölüm olduğunda da
"kargalar" (ölü göm ücüler) dolaşacaklardır; bu kargalar
"hastalan taşıyan, ölüleri gömen, en adi ve iğrenç işleri ya­
pan yoksul kişilerdir". Parçalara bölünmüş, hareketsiz, don­
muş mekân. Herkes kendi yerine istiflcruniştir. Eğer yerinden
ayrılırsa hayatından olur; ya salgın hastalığa tutularak, ya
da cezalandınlarak.
Teftiş süreklidir. Bakışlar heryerde uyanıktır: "iyi su-
baylann ve varlıklı kişilerin komutasındaki büyücek bir mi­
lis birliği" kapılarda, belediye konağında ve bütün mahalle­
lerde fazla aceleci olmayan halkı itaatkâr kılmak ve yöne­
ticilerin otoritelerini daha mutlak hale getirmek ve aynı za­
manda "her tür düzensizliği, hırsızlığı ve yağmayı gözetim
altında tutmak" üzere' muhafız birlikleri vardır. Kapılarda,
gözetim yerlerinde, her caddenin bitiminde devriyeler bulun­
maktadır. Emin hergün, kendi görev alanı olan mahalleyi
ziyaret etmekte, temsilcilerin görevlerini yapıp yapmadık-
lannı, halkın onlardan yakınıp yakınmadığım denetlemek­
tedir; halk "tem silcilerin eylemlerini gözetim altında" tut­
maktadır. Temsilci de hergün sorumluluğu altındaki caddeyi
gözden geçirmekte; her evin önünde durmakta; herkesi pence­
relere çıkartmakta (avluya bakan tarafta oturanlar cadde ta­
rafında, yalnızca onlann kendilerini gösterebilecekleri birer
pencere edinmek zorundadırlar); herkesi adıyla çağırmakta;
herkesten dunım lan hakkında teker teker bilgi almaktadır
-"halk bu sorvlara doğru cevap vermek zorundadır; yoksa ha-
yatlannı kaybederler"-; eğer birisi pencereye çıkmazsa, tem­
silci bunun nedenini sormak zorundadın "bu yolla ölülerin ve
hastalann saklanıp saklanm adıklanm kolayca kcşfedecek-

246
tir". Herkes kendi kafesine kapatılmış, kendi penceresinde,
adı okunduğunda cevap vermekte ve istenildiğinde kendini
göstermektedir, bu canlıların ve ölülerin büyük teftişidir.
Bu gözetim altında tutma sürekli bir kayıt sisteminden
destek almaktadır: temsilcilerin eminlere, eminlerin belediye
meclisi üyeleri veya başkanına verdikleri raporlar. "Kilit
altına alma' nın başlangıcında, kentte bulunan tüm halkın rol­
leri belirlenm ektedir; "hiç kimseyi dışarıda bırakm ayacak
bir şekilde, ad, yaş, cinsiyetleri" buraya yazılm aktadır bu­
nun bir örneği mahalle eminine, bir diğeri de, gündelik ı;ağ-
n la n yapabilm esi için temsilciye verilm ektedir. Ziyaretler
esnasında gözlenen herşey -ölüm ler, hastalıklar, talepler,
düzensizlikler- not edilmekte; eminlere ve yöneticilere ak­
tarılmaktadır. Bunlar tıbbi tedavilere el koymuşlardır; so­
rumlu bir hekim atamışlardır; ondan "y a rg çla n n emirlerine
rağmen salgına yakalanan hastaların saklanm alarını ve te­
davilerini önlemek üzere" yazılı bir pusula almayan başka
hiçbir hekimin tedavi etme, başka hiçbir eczacının ilaç ha­
zırlama, hiçbir günah çıkartıanın hasta ziyaret hakkı yok­
tur. Hastalığın kaydı sürekli ve merkezi olmak zorundadır.
Herkesin hastalığı ve ölümüne ilişkin rapor iktidar mercile-
rinden geçmekte, bunlar bu raporlan kaydetmekte ve karar-
lannı bunlara dayandırmaktadırlar.
Karantinanın başlamasından beş veya altı gün sonra evle­
rin teker teker antılm asma girişilnvîktcdir. Halkın tümü ev­
lerinden çıkartılm aktadır; her odada "m obilyalar veya mal­
lar" kaldırılm akta veya askıya alınm aktadır; etrafa koku
püskürtülmekte, kapılar ve balmumu doldurulan kilitlere va­
rana kadar herşey özenle tıkandıktan sonra bu koku tutuştu-
rulmaktadır. Son olarak evin tümü koku yanıncaya kadar ka­
patılmaktadır; koku püskürtücüler evin girişinde "ev halkı­
nın önünde, girerken üzerlerinde olmayan birşey çıkarken ol­
masın" diye aranmaktadırlar. Halk dört saat sonra evlerine
geri dönebilmcktedir.
Bireylerin sabit bir yere kapatılm alan; en küçük hare­

247
ketlerin bile denetlendiği; bütün olaylann kaydedildiği; ke­
sintisiz bir yazı faaliyetinin merkez ile çevreyi birbirlerine
bağladığı; iktidarın hiyerarşik ve sürekli bir biçimine göre,
hiçbir paylaşım olm adan icra edildiği; her bireyin sürekli
olarak saptandığı, incelendiği ve canlılar, hastalar ve ölüler
olarak dağıtıma tabi tutulduğu bu kapalı, parçalara ayrılm ış
ve her noktası itibariyle gözetim altında olan mekânda, bütün
bu unsurlar bütüncül bir disiplinscl düzeneğin modelini meyda­
na, getirmektedirler. Vebaya düzenle karşılık verilmektedir;
bu düzenin işlevi bütün karışıklıkları ortadan kaldırmaktır:
bedenler birbirine karıştığında aktarılan hastalığın karışık­
lığı, korku ve ölüm yasaklan ortadan kaldırdığında artan kö­
tülüğün karışıklığı. Düzen herkesi yerine, bedenine, hastalı­
ğına, ölümüne, m alına bağlamakta, bu işi heryerde hazır ve
nazır, kendini bireyin, onu belirleyenin, ona ait olanın ve onun
başına gelenin nihai belirlenm esine kadar alt birim lere dü­
zenli bir şeklide bölen, herşeyi bilen bir iktidarın etkisiyle
gerçekleştirm ektedir. Disiplin, karışma alanı olan vebaya
karşı, çözümleme alanı olan kendi iktidannı egemen kılm ak­
ladır. Vebanın etrafında koskoca bir edebi bayram kurgusu
gelişm iştir: askıya alınan yasalar, kaldınlan yasaklar, akıp
giden zamanın çılgınlığı, saygısızca birbirlerine kanşan be­
denler, maskelerini çıkartan, statüden gelen kim liklerini ve
kendilerini tanıttıkları çehrelerini lerkcdcn bireyler ortaya
tamamen başka bir gerçek çıkartmaktadırlar. Fakat bir de bu­
nun tamamen tersi olan siyasal bir düş de varolmuştur; artık
ortak bayram değil de, katı ayırımlar; çiğnenen yasalar değil
de, iktidarın kılcal d am arlar boyunca bile iş görm esini
sağlayan tam bir hiyerarşi aracılığıyla, düzenlem elerin va­
roluşun en ince ayrıntılarına kadar nüfuz etmeleri; takılan ve
çıkartılan maskeler değil de, herkese kendi "gerçek" adının,
"gerçek" yerinin, "gerçek" bedeninin ve "gerçek" hastalığının
yüklenmesi söz konusudur. Veba düzensizliğin hem hakiki,
hem de hayali biçimi olarak, karşılık olarak tıbbi ve siyasal
disiplini bulmaktadır. Disiplin sağlamaya yönelik düzenle­

248
melerin arkasında; veba "salgınlarından, isyanlardan, ci­
nayetlerden, askerden kaçmalardan, ortaya çıkıp kayboluve*
ren, düzensizlik içinde yaşayan ve ölen insanlardan duyulan
dehşet okunmaktadır.
Cüzzamın, bir ölçüye kadar Büyük Kapatma'nın örneğini
oluşturan dışlama ayinlerine can verdiği doğruysa da, veba
disiptinsel şemalara hayat vermiştir. Veba iki grup arasın­
daki kitlesel ve ikili ayırım dan daha çok, çok yönlü ayı­
rımlara, bireyselleştirici dağıtım lara, gözetim lerin ve dene­
timlerin bir örgütlenm esine, iktidann yoğunlaştırılm asına
çağrıda bulunmaktadır. Cüzzamtı bir red, bir sürgün-kapatma
uygulam asının içine alınm ıştır; buraya, sanki ayırm anın
önemsiz olduğu bir kitlenin içine atılıyormuş gibi lerkedil-
m ektedir; vebalılar ise, bireysel farklılaştırm aların kendini
çoğaltan, eklem leşen ve alt bölüm lere ayrılan bir iktidann
zorlayıcı etkileri sonucu ortaya çıktığı, özenli bir taktik
çerçevelcm inin içine alınmışlardır. Bir yandan büyük kapat­
ma; diğer yandan iyi terbiye. Cüzzam vc paylaşım; veba ve
parçalara aynlm ası. Biri vurguludur; diğeri.çözüm lenm iş ve
dağıtılmıştır. Cüzzamlının sürgün edilmesi ve vebanın tutuk­
lanması kendileriyle birlik te aynı siyasal düşü taşım a­
maktadırlar. Biri arınmış bir toplumun, diğeri disiplinli bir
toplumun düşüdür. İnsanlar üzerinde iktidar icra etmenin, on­
ların ilişkilerini denetlem enin, bunların tehlikeli karışım ­
larım çözmenin iki biçimi. Vebaya yakalanan kent, tamamı
itibariyle hiyerarşi, gözetim , bakış, yazı tarafından katedi-
Icn kent, tüm bireysel bedenler üzerinde ayırım cı bir şekilde
yaygınlaşan bir iktidann işleyişi içinde hareketsiz kılınan
kent; bu, mükemmel yönetilen kent ütopyasıdır. Veba (en
azından öngörü halinde kalan), o esnada disiplinsel iktidann
icra edilm esinin ideal bir şekilde tanım lanabileceği sınav­
dır. Hukuğu ve yasalan saf teoriye göre işletebilm ek üzere,
hukukçular hayali bir doğa durumuna gitm ekteydiler; mü­
kemmel bir disiplini işletmek üzere, yönetimler veba durumu­
nu düşlemekteydiler. Disiplinsel şemalann altında, veba im­

249
gesi tüm kanşıklıklar ve disiplinsizlikler için ge<;erli olmak­
ladır; tıpkı cüzzaın imgecinin, önlenmesi gereken temas imge­
sinin dışlama şem alannın altında yer alması gibi.
Demek ki farklı, ama uyuşmaz nitelikte olmayan şema­
lar. Bunların yavaş yavaş birbirlerine vaklaştıklan görül­
mektedir; ve cüzzam lının simgesel halkını (ve dilencilerin,
serserilerin, delilerin, şiddete başvuranlann gerçek sakinleri­
ni oluşturduklan) oluşturduğu sürgün mekânına, disiplinse!
çerçevelemeye özgü iktidar tekniğini uygulama işi XIX. yüz­
yıla ait olm uştur. "Cüzzam lılar"a "vebalılar"a olduğu gibi
davrannrtak, disiplinin ince bölümlemelerini, enterne etmenin
karmaşık mekânına yansıtmak, bu mekânı iktidarın analitik
dağıtım yöntemleriyle işlemek, toplumdan kovulanlan birey­
selleştirmek, ama kovm alan işaret etmek üzere bireyselleş­
tirme usullerinden yararlanm ak; disiplir.sel iktidar tarafın­
dan XIX. yüzyılın başından beri düzenli olarak başvurulan
yöntemler işte bunlar olmuşlardır: akıl hastanesi, hapishane,
ıslahane, gözetim altında eğitim kurumu ve bir bakıma has­
taneler, genel olarak bütün bireysel denetim mercileri çifte bir
tarz üzerinde iş görm ektedirler; ikili ayınm ve işaretlem e
(deli-deli değil; tehlikeli-zararsız; norm al-anorm al) tarzı;
ve baskı altına alıcı ayırm a, farklılaştıncı dağıtım (kimdir,
nerede olm alıdır, onu neyle belirlemeli, nasıl tanımalı; onun
üzerinde sürekli bir gözetim bireysel olarak nasıl uygulanmalı
vb.) tarzı. Bir yandan cüzzam lılar "vebalı hale g etiril­
mekte"; toplumdan kovulanlara bireyselleştirici disiplinlerin
taktiği dayatılmakta; ve öte yandan da disiplinsel denetim­
lerin evrenselliği kimin "cüzzamh" olduğunun belirlenmesine
ve ona karşı ikili kovma mekanizmalanmn kullanılmasına
izin vermektedir. Her bireyin tabi kılındığı normal ile anor­
mal arasındaki sabit ay ın m , ikili işaretleme ve cüzzam lı-
lann dışlanmasını, her nesneye uygulanması şartıyla bize ka­
dar taşım aktad ır; anorm alleri ölçm eyi, denetlem eyi ve
düzeltrneyi kendine görev edinen koskoca bir teknikler ve ku­
rumlar bütünü, veba korkusu tarafından davet edilen disiplin-

250
sel düzenlem eleri işler hale getirm ektedir. İktidar mekaniz-
malannın bugün hâlâ, onu işaretlemek kadar değiştirmek için
d e anorm alin etrafında sahip oldukları unsurlar, uzaktan
türevi oldukları bu iki biçim i meydana getirmektedirler.

★ ★★

Bentham'ın Panopticon’u bu düzenlemenin mimari biçi­


midir. Bunun ilkesi b:linmektedir: çevrede halka halinde bir
bina, merkezde bir kule; bu kulenin halkanın iç cephesine ba­
kan geniş pencereleri vardır; çevre bina hücrelere bölünmüştür,
bunlardan herbiri binanın tüm kalınlığını katetmektedir; bun-
lann, biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen, diğeri de
dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer
pencereleri vardır. Bu durumda m erkezi kuleye tek bir
gözetmen ve herbir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mah­
kûm, bir işçi veya bir okul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geri­
den gelen ışık sayesirde, çevre binadaki hücrelerin içine ka-
patılnruş küçük siluetleri olduğu gibi kavramak mümkündür.
Ne kadar kafes varsa, o kadar küçük tiyatro vardır, bu tiyat­
rolarda her oyuncu tek başınadır, tamamen bireysclleşmiştır
ve sürekli olarak görülebilir durumdadır. Görülmeden gözetim
altında tutnuya olanak veren düzenleme, sürekli görmeye ve
hemen tanımaya olanak veren mekânsal birimler oluştur­
maktadır. Sonuç olarak, hücre ilkesi tersine döndürülmekte
veya daha doğrusu onun üç işlevi -kapatm ak ışıktan yoksun
bırakm ak ve saklam ak- ters yüz edilm ektedir, bunlardan
yalnızca birincisi korunmakta, diğer ikisi kaldınim aktadır.
Tam ışık altında olma ve bir gözetnnenin bakışı, aslında ko­
ruyucu olan karanlıktan daha fazla yakalayıcıdır. Görü­
nürlük bir tuzaktır.
Kapatma yerlerinde bulunan bu sıkışık, kaynaşan, yapış
yapış kitleler, Goya'nın resm ettiği veya Hovvard’ın tasvir
ettiği kitleleri önlemeye öncelikle bunlar olanak vermekte­
dirler -n eg atif etki olarak-. Herkes kendi yerinde, bir gö-

251
zetmcn tarafından cepheden görüldüğü bir hücreye iyice ka­
patılmıştır; fakat yan duvarlar bu kapatılmış kişilerin kader
arkadaşlarıyla temas kurmalannı engellemektedirler. Görül­
mekte, ama görememektedir; bir bilginin nesnesidir, ama asla
bir iletişim öznesi olamamaktadır. Odasııun merkezi kulenin
karşısına yerleştirilmiş olması ona eksensel bir görünürlüğü
dayatmaktadır; halka binanın bölûmlenmesi, bu birbirlerin­
den iyice aynimış hücrelere yanlamasına bir görünmezlik ge­
tirmektedir. Ve bu durum düzenin güvencesi olmaktadır. Eğer
kapalı tutulanlar mahkûmlarsa, komplo, toplu kaçış girişimi,
yeni suç işleme tasanlan, karşılıklı kötü etkileşim tehlike­
leri olmayacaktır; eğer söz konusu olanlar delilerse, karşı­
lıklı şiddet kullanma tehlikesi olmayacaktır; eğer çocuklar
söz konusuysa, kopya çekme, gürültü, gevezelik, dalgınlık
tehlikesi olmayacaktır. Eğer kapatılanlar işçilerse, kavga,
hırsızlık, anlaşma, işi geciktiren, onu daha az nitelikli hale
getiren veya kazalara yol açan dalga geçmeler olmayacaktır.
Kalabalık, bitişik kitle, çoklu alış verişler yeri, oluşan birey­
sellikler, ortak etki, bir aynim ış bireysellikler koleksiyonu
lehine olmak üzere iptal edilmiştir. Gardiyanın bakış ağsına
göre bu kalabalığın yerine, sayılabilir ve denetlenebilir bir
çoğulluk geçmiştir; kapalı tutulanlann bakış açısından ise,
kapalı kapılar ve bakışlar altındaki bir yalnızlık geç­
miştir^.
Panopticon'un büyük etkisi buradan kaynaklanmaktadır;
tutukluda, iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve
sürekli bir görülebilirlik halini yaratmak. Gözetim altında
tutmanın, eylemi itibariyle kesintili olsa bile, sonuçlan iti­
bariyle sürekli olmasını sağlamak; bu mimari aygıtın, ikti-
dan icra edeninkinden bağımsız bir iktidar ilişkisini yaratan
ve destekleyen bir makine olmasını sağlamak; kısacası tutuk-
lulann bizzat kendilerinin de taşıyıosı olduklan bir iktidar
durumunun içine alınmalannı sağlamak. Bunu sağlamak için,

2 J. Beniham, Panoplicon, Workî, yay. Bowring, C. IV, s. 60-64. Bkz. levha


no. 17.

252
mekanizmanın sürekli gözetim altında tutulnusı aynı anda
hem çok fazla, hem de çok azdır: çok azdır, çünkü esas olan
gözetim altında olduğunu bilmesidir; çok fazladır, çünkü fiili
durumda böyle olması gereksizdir. Bu nedenden ötürü Bent*
ham, iktidarın görünür ve bu varlığının kanıtlanamaz olması
ilkesini koymuştur. Görünür tutuklu gözünün önünde sürekli
olarak, gözlendiği merkez kulesinin siluetini bulacaktır. Var­
lığının kanıtlanamaz olması: tutuklu o anda kendine bakılıp
bakılmadığını asla bilm em eli, ama bunun her ana olabile­
ceğinden hiçbir kuşkusu bulunmamalıdır. Bcntham bir gözcü­
nün var mı, yoksa yok mu olduğuna karar verilememesi için,
mahkûmlann hücrelerinden bir gölgeyi veya tersten gelen bir
ışığı bile yakalayamamaları için, merkezi gözetim salonunun
pencerelerine yalnızca panjurlar konulmasını önermekle kal­
mamış, aynı zamanda salonu dik açılarla kesen bölmeler ve
bir bölümden diğerine geçmek için kapılar değil de, zikzaklı
tabya yollan öngörmüştür: çünkü en küçük bir kapı çarpması,
aralıktan sızan bir ışık, bir aydınlık veya bir aralık gardi­
yanın varlığını ele verecektir^. Panopticon görmek-görülmek
çiftini ayırmaya yarayan bir makinedir: çevre halkada ta­
mamen görülünmekte, ama görmek asla mümkün olmamak­
tadır; merkezi kulede görünülmeden herşey görülmektedir^.
önem li bir düzenek, çünkü iktidan otomatikleştirmekte
ve bireysellikten çıkartmaktadır. Bu iktidar ilkesini bir ki­
şiden çok, bedenlerin, yüzeylerin, bakışların hesaplı kitaplı
bir dağılımından; iç mekanizm alan bireyi içine alan ilişkiyi
üreten bir aygıttan almaktadır. Hükümdann daha fazla ikti­
darının kendilerini onlann aracılığıyla dışavurduklan tören-

3 Bcntham, PostScript to thc Panopticon, 179(rda, gözetim evini çepeçevre


dolanan, her biri iki hücre kalını gözlemeye olanak veren, siyaha bo­
yanmış karanlık galeriler eklemdct^ir.
4 Bkz., levha no. 17. Beniham ilk Panopticon versiyonunda, hücrelerden mer­
kez kuleye giden borular araalı^yia sesli bir gözelim öngörmüştü. Her­
halde disimetri getiremediğinden ve gözetmen onlan dinlerken, onların
gözetmem işitmelerini engelleyemedJğinden, bunu posl-scripi'te Icrket-
miştir. Julius, disimetrik bir dinleme sistemi geliştirmeye çalışmıştır.
Lcçons sur Us prisons, ^a, çev., 1834, s. 18.

253
lor, ayinler, damgalar yararsızdır. Sim etrisizliği; dengesiz­
liği; farklılığı sağlayan bir mekanizma vardır. Buna bağlı
olarak, iktidarı kimin icra ettiğinin pek bir önemi yoktur.
Adeta raslantıyla buraya getirilen herhangi bir kişi bu m aki­
neyi işletebilir: müdür olm adığında ailesi, çevresi, dostlan,
ziyaretçileri, hatta hizm etçileri aynı işi yapabilirler^. Bu
makine çalıştınima nedeni konusunda da kayıtsızdır: bir den­
sizin merakı, bir çocuğun afacanlığı, bu insan doğası müzesini
dolaşmak isteyen bir filozofun bilgiye susamışlığı veya göz­
lemekten ve cezalandırmaktan zevk alanlann kötülüğü. Bu
gözlemcilerin sayısı ne kadar çok olursa, tutuklu için gafil av ­
lanma ve gözetim altında olma kaygısının artma riski o ka­
dar fazla olmaktadır. Panopticon, çok farklı arzulardan ha­
reketle, türdeş iktidar etkileri imal eden harika bir makine­
dir.
Gerçek bir tabi olma durumu, hayali bir ilişkiden meka­
nik olarak doğmaktadır. Öylesine ki, mahkûmu iyi davran­
maya, deliyi sakin olm aya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu
özenli olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç
kullanmaya gerek kalmamaktadır. Bentham P an opticon 'daki
kurumların bu kadar hafif olması karşısında büyülcnm ck-
teydi: artık demir parm aklıklar, zincirler, kocaman kilitler
yoktu; ayırımların net ve açıklıklann iyi düzenlenmiş olm a­
ları yetcrliydi. Eski “güvenlik evleri^nin kale tarzındaki
m im arileriyle birlikteki ağırlıklarının yerine, bir “em in
olma cvi"nin basit ve ekonomik geometrisi geçirilebilirdi. Bu
kurûmun iktidar etkinliği, zorlayia gücü bir bakıma öte tara­
fa -uygulam a yüzeyi tarafına- geçmişlerdi. Bir görünürlük
alanına tabi kılınan ve bunu bilen kişi, iktidann zorlam a­
larını kendi hesabına yeniden ele alnnaktadır; onları kendi
üzerinde kendiliğinden etkili kılmaktadır; içinde aynı anda
iki rolü de oynadığı iktidar ilişkisini kendinde kapsamak­
tadır; kendi tabîyetinin ilkesi haline gelm ektedir. Bizatihi

5 J. Bentham, Penoplkon, IV, s. 45.

254
bu olgudan ötürü dış iktidar kendini fizik çekimleri itibariyle
hafifletebilmekte; bedeni-olmayana yönelmekte; ve sınıra ne
kadar yaklaşırsa etkileri o kadar sabit, derin, bir kerede ebc-
diyen geçerli olmak üzere kazanılm ış, devamlı olarak süren
hale gelmektedir: hor tür fizik çarpışmayı önleyen ve her za­
man önceden oynanılmış olan sürekli zafer.
Bentham bu taslağı hazırlarken, Lc Vaux'nun Versail-
les'da kurduğu hayvanat bahçesinden ilham alıp almadığını
söylememektedir: farklı unsurları geleneğin emrettiği gibi bir
parka dağıtmamış olan ilk hayvanat bahçesi*: merkezde se­
kiz kenarlı bir pavyon vardır, bunun birinci katında yalnızca
kralın salonu bulunmaktadır; burası geniş pencerelerden yedi
kafese bakm aktadır (sekizinci konar girişe ayrılm ıştır), bu
kafeslere çeşitli hayvan türleri kapatılm ıştır. Bentham'ın
döneminde bu hayvanat bahçesi yokolmuştur. Ama Panopti-
co/ı'un programında aynı bireyselloştirmcci gözlem, karakter
belirleme ve tasnif, mekânın analitik düzenlenmesi kaygısı
bulunmaktadır. Panopticon bir krallık hayvanat bahçesidir;
bireysel dağıtım ın spesifik grup landın İması yoluyla hay­
vanın yerine insan ve kralın yerine de kaçamak bir iktidar
nnakinesi geçmiştir. Bu ikâm elerin dışında, Panopfîcon da bir
doğabilimi işlevi görm ektedir. Farklılıktan belirlem eye ola­
nak vermektedir: hastalarda herkesin gösterdiği belirtileri,
yataklann birbirlerine yakınlığını, çürük beden salgınlarının,
salgın etkilerinin klinik tabloları birbirine karışm alarına
olanak vermeden gözlemek; çocuklardaki gelişmeleri (taklid
veya kopya olm adan) kaydetm ek, yatkınlıkları belirlemek,
karakterleri ortaya çıkartm ak, sağlam sınıflandırm alar dü­
zenlemek ve kuralara uygun bir evrime nazaran "tembellik ve
inat" olanı "tedavisi m üm kün olan aptallık"tan ayırm ak;
işçilerde herkesin yatkınlığını kaydetmek, bir işi yapmak
için harcadıkları zamanı kıyaslam ak ve eğer yevm iye alı­
yorlarsa, ücretlerini bu zamana göre hesaplamak^.

6 G. Loİ5«1, Hâtoire dn m^Ttageria, 1912, II, s. 104-107, Bkz„ Icvh* no. 14.

255
tşte bahçe cephesindeki durum. Panopticon laboratuvar
olma yanıyla, deney yapma, tutuklulan değiştirme, bireyleri
terbiye veya yeniden terbiye etme makinesi olarak kulla­
nılabilir. İlaçlan denemek ve etkilerinin sağlamasını yap­
mak. Çeşitli cezalan mahpuslann üzerinde, bunlann suç ve
karakterlerine göre denemek ve en etkin olanlannı araştır­
mak. İşçilere eşanlı olarak farklı teknikleri öğretmek, en
iyisinin hangisi olduğunu belirlemek. Pedagojik deneylere gi­
rişm ek ve özel olarak da, bulunmuş çocuklann kullanılması
yoluyla, ünlü inziva halindeki eğitim sorunu yeniden ele al­
mak; bunlar onaltı veya onsekiz yaşlanna geldiklerinde, er­
keklerle kızlar biraraya getirildiklerinde ne olacağı görüle­
cektir; bu durumda Helvetius'un düşündüğü gibi herhangi bir
kimsenin herhangi birşeyi öğrenip öğrenemeyeceğinin sağla­
ması yapılabilecektir; "gözlenebilir her fikrin soy zinciri'' iz­
lenebilecektir; farklı çocuklar farklı düşünce sistemleri içinde
eğitilebilecekler, bazı lan iki kere ikinin dört etmediğine ve­
ya ayın bir peynir olduğuna inandırılacak, sonra bunların
hepsi yirm i veya yirmibeş yaşlanna geldiklerinde biraraya
getirilecektir; bu durumda bir sürü masrafa malolan vaazlar
veya konferanslardan daha değerli olan tartışm alar ya­
pılacaktır; en azından metafizik alanda keşiflerde bulunma
olanağına sahip olunacaktır. Panopticon insanlar üzerinde
deney yapabilmek ve onlarda sağlanabilecek dönüşümleri çok
güvenilir bir şekilde çözümlemek konusunda ayrıcalıklı bir
yerdir. Hatta Panopticon kendi mekanizmalan üzerinde bir
denetim aygıtı da oluşturabilir. Müdür merkezi kuleden, emri
altındaki bütün görevlileri gözleyebilir hastabakıalar, he­
kimler, ustabaşılar, ilkokul öğretmenleri, gardiyanlar; onlan
sürekli olarak yargılayabilir, hal ve gidişlerini değiştire­
bilir, en iyisi olduğunu düşündüğü yöntemleri onlara dayatabi­
lir; ve kendi de kolaylıkla gözlenebilir. Panopticon'un merke­
zinde aniden beliriverecek olan bir müfettiş, tek bir bakışta ve

7 lbid..3.6(yM.

256
ondan hiçbir şey saklannrtasına imkân olmadan, kuruluşun tü­
münün nasıl işlediğini anlayacaktır. Ve zaten tıpkı bu kuruluş
gibi, bu mimari düzeneğin ortasına kapatılmış olan müdür de,
onun ayrılmaz bir parçası değil midir? Salgının yayılmasını
engelleyemeyen beceriksiz hekim, beceri gösteremeyen hapis­
hane veya atelye yöneticisi salgının veya isyanın yayıl­
masının ilk kurbanlan olacaklardır. Panopticon'un efendisi
"benim kaderim onlannkine (tutuklulannkinc), icad edebil­
diğim tüm bağlarla bağlıdır” demektedir^. Panoplicon bir cins
iktidar laboratuvarı gibi işlennektcdir. Gözlem mekanizma­
ları sayesinde, insanların tutumlan üzerinde daha etkin ol­
makta ve daha fzala nüfuz olanağı sağlamaktadır; iktidann
tüm ilerlemelerinin üzerinde bir bilgi artışı yer almakta ve bu
iktidann icra edildiği bütün yüzeylerin üzerindeki bilinecek
nesneleri keşfetmektedir.

★ * ★

Vebaya uğrayan kent, Panoplicon tarzında kuruluş, fark­


lar büyüktür. Bu farklar disiplin program lanndaki dönü­
şümleri bir buçuk yüzyıllık aralık içinde vurgulamaktadırlar.
Şıklardan birinde istisnai bir durum: iktidar olağandışı bir
belânın karşısına dikilm ekte; kendini heryerde mevcut ve
görünür hale getirmekte; yeni çarklar icad etmekte; bölümlere
ayırmakta, hareketsiz kılm akta, çerçevelem ekte; aynı anda
hem kent'karşıtı, hem de mükemmel toplum olanı belli bir
süre için inşa etmekte; ideal bir işleyişi dayatmakla, ama bu
işleyiş de sonunda, tıpkı mücadele ettiği belâ gibi basit bir
hayat-ölüm ikilemine ulaşmaktadır: kıpırdayan herşey ölüm
taşımaktadır ve kıpırdayan her şey öldürülmektedir. Panop-
ticon bunun tersine, ^ n elleştirileb ilir bir işleyiş modeli; ikti­
dann insanlann gündelik hayatlanyla olan ilişkisini tanım-

8 I. Benlhım. Paıtapiicon oenus N tv South Walti,Works, yay., Bov^Ting, c.


IV. s. J77.

257
lam anın bir biçimi olarak anlaşılmalıdır. Bentham onun hiç
kuşkusuz, kendi üzerine iyice kapalı. Özel bir kurum olarak
sunm aktadır. Tam bir kapatmaya ilişkin ütopyalar sıklıkla
kurulmuştur. Piranese’in resmettiği harabeye dönmüş, içi vıyıl
vıyıl insan kaynayan ve azap çektirm elerin hiç eksik ol­
madığı hapishanelerin karşısında, Panopticon gaddar ve bil­
gince bir kafes görünümü vermekledir. Onun bizim dönemi­
mize kadar çok sayıda taslak halinde veya gerçek değişik­
liğe sahne olması, iki yüzyıllık bir süre boyunca hayali bir
yoğunluğa sahip olduğunu göstermekledir. Fakat Panopticon'u
düşsel bir yapı olarak anlamamak gerekir: o, ideal biçime ge­
tirilm iş olan bir iktidar mekanizm asının diyagram ıdır, her
tür engelden, dirençten veya süıiüşn>cden annm ış olan işleyişi
saf bir mimari ve optik sistem olarak sunabilir: o fiili durum­
da, her tür özel kullanımdan koparlılabilcn ve kopartılması
gereken siyasal bir teknoloji biçimidir.
Uygulanışı itibaryile birçok görevlere sahiptir; mahpus­
lan cezalandırmaya, ama aynı zamanda hastalan tedavi et­
meye, öğrencileri eğitmeye, delileri muhafaza etmeye, işçile­
ri gözlem eye, dilencileri ve aylaklan çalıştırmaya yaram ak­
tadır. Bu bedenleri mekâna yerleştirme, bireyleri birbirlerine
nazaran dağıtıma tabi tutma, hiyerarşik örgütlem e, iktidar
merkezleri ve kanalları düzenleme, bir iktidarın araçlarını
ve müdahale biçimlerini tanımlama tarzıdır ve bu tarz has­
tanelerde, atelyelerde, okullarda, hapishanelerde devreye
sokulabilir. Bir ödevin veya bir hal ve gidişin dayatılm a-
sının söz konusu olduğu bir birey çoğulluğunun buluruluğu her
seferinde, Panopticon şeması uygulanabilir. Bu şema -gerekli
değişikliklerle b irlik te- "fazla geniş olmayan bir mekânın
sınırlan içinde, belli sayıda insanın gözetim altında tutul­
masının gerekliği bütün kurumlara" uygulanabilir^.
Bu şema uygulamalannın her birinde, iktidann icra cdil-

9 I b i d - , s. 40. Bentham'm cezaevi dme^ni Ueıl sOrmesînin nedeni, bunun

birçok işlevinin (g6zetiın, otomatik denetim, kapatma, yalnızlık, zorunlu


ç a lıc a , eğitim) olmasıdır.

258
meşinin mükemmelleştirilmesine olanak vermektedir. Ve bunu
birçok biçim lerde yapmaktadır. Çünkü, iktidann üzerlerinde
icra ed ild iğ i kişilerin sayısını artm rk en , bu iktidarı icra
edenlerin sayısını azaltabilir. Çünkü her an müdahale ola­
nağı verir ve sürekli baskı hataların, kabahatlerin, suçlann
işlenmesinden bile önce etki eder. Çünkü, bu koşullarda gücü
asla m üdahale etmemek, kendiliğinden ve gürültüsüzce icra
edilm ek, etkileri birbirlerine eklenen bir mekanizma oluştur­
maktan kaynaklanmaktadır. Çünkü, bir mimari vc bir geo­
m etriden başka fizik bir araca sahip olm adan, bireylerin
üzerine doğrudan etki etmekte; “zihne zihin üzerinde iktidar
verm ekte"dir. Panopticon şeması herhangi bir iktidar aygıtı
için bir yoğunlaştıncıdır; onun ekonomisini (malzemeden, per­
sonelden, zamandan yana) sağlam aktadır; onun etkinliğini
Önleyici karakteri, sürekli işleyişi ve otomatik mekanizma-
lan aracılığıyla sağlamaktadır. "Şim diye kadar hiçbir örne­
ği olm ayan bir miktar içinde” iktidar elde etm enin, "yeni ve
büyük bir yönetim aracı" elde etm enin bir biçim idir; "... mü­
kemmelliği uygulandığı her kurum a verme yeteneğine sahip
olduğu büyük güçten kaynaklanmaktadır’’^^.
Siyasetin düzeni içinde bir cins "Kolomb yumurtası". Ni­
tekim, herhangi bir işlevle (eğitim , tedavi, üretim , cezalan­
dırma işlevleri) bütünleşebilme; onunla sıkı bir şekilde birle-
şerek bu işlevin gücünü artırrivı; iktidar (ve bilgi) ilişkilerinin
içinde ayrıntıya ve denetlenmesi gereken süreçlere varana ka-
'd a r birbirlerine tam bir uyum sağlayabildikleri karma bir
m ekanizm a oluşturma; "daha fazla iktidar" ile "daha fazla
üretim " arasında doğru bir oran kurma yeteneğine sahiptir.
Kısacası iktidann icrasının kuşattığı işlevlerin üzerine dışa-
ndan katı bir zorlama veya bir yerçekimi gibi değil de, hem
kendi el koy mala nnı, hem de bu işlevlerin etkinliklerini ar­
tırm ak üzere, onlann içinde ince bir şekilde varolm asını
sağlam aktadır. Panopticon düzenlem esi bir iktidar mekaniz-

10 Ib id , s. 65.

259
ması ile bir işlev arasıdaki bir buluşma, bir alış veriş nok­
tasından ibaret değildir; iktidar ilişkilerini bir işlev içinde
işletm edir. Panoplicon tarzı "ahlâkı yeniden biçimlendirm e,
sağlığı koruma, endüstriyi yeniden güçlü kılma, eğitimi yay­
gınlaştırm a, kamusal yükleri hafifletm e, ekonomiyi adeta
kayaların üzerine yerleştirm e, yasaların fakirler üzerinde
meydana getirdikleri Cordium düğümünü kesmek yerine çöz­
me" kapasitesine sahiptir, "bütün bunlan basit bir mimari fi­
kir sayesinde yapacaktır"” .
Üstelik bu makine öyle bir şekilde düzenlenmiştir ki, ka­
palı olm ası dışarının sürekli m evcudiyetini dışlam am ak­
tadır: herhangi bir kimsenin merkezi kulede gözetim işlevini
yerine getirebileceği ve bunu yaparken de, gözetim altında
tutmanın biçimini tahmin edebileceği görüldü. Panoptıcon ku­
rumu fiili durumda o kadar titiz ve tam bir şekilde kapa­
tılm ıştır ki, bir nuhkûm aynı anda hem raslantısal, hem de
sürekli olan bu teftişlere kolaylıkla tabi kılınabilir: ve yal­
nızca görevli dcnctçilcrinkinc değil, aynı zamanda halkm-
k in ed e; toplumun herhangi bir üyesinin, okullann, hastanele­
rin, fabrikaların, hapishanelerin nasıl çalıştıklarını kendi
gözleriyle görm eye hakkı olacaktır. Buna bağlı olarak, P an ­
oplicon makinesinden kaynaklanan iktidar artışının tiranlığa
dönüşme tehlikesi yoktur; disiplin düzeneği demokratik ola­
rak denetlenecektir, çünkü "dünya mahkemesinin büyük komi­
tesi" için sürekli olarak açık olacaktır'^. Tek bir gözetmenin
tek bir bakışla bu kadar çok sayıda ve farklı bireyi gözle­
yebilmesi için ince ince ayarlanmış olan bu Panoplicon, aynı
zamanda herkesin en küçük dereceli gözelrreni bile gözle-

11 lbid,s.29.
12 B c n lh a m . b ir y e r a ltı g e o id in d e n g e ç e r e k m e r k e z k u le y e k a d a r u la ş a n v e
b u r a d a n P a n o p lic o n 'u n d a ir e s e l m a n z a r a s ın ı s e y r e d e n b u s ü r e k li z i y a ­
r e t ç i a k ım ın ı b a y a l e d e r k e n , a c a b a B a r k c r 'm ta m d a a y n ı d ö n e m d e in ş a
e t t iğ i ( i l k i 1 7 8 7 t a r i h l iy e b e n z e m e k t e d i r ) v e z iy a r e t ç ile r in b a ş r o lü o y ­
n a d ık l a r ı, ç e v r e l e r i n d e b ir m a n z a r a y ı, b i r k e n t i, b ir c ^ t p ış m a y ı g ö r ­
d ü k le r i P a n o r a m a l a n b i li y o r m u y d u ? Z i y a r e t ç il e r b u r a d a ta m o la r a k ,
h ü k ü m d a r ın b a k ış la n ıu n y e r in i t u t u y o r la r d ı.

260
meşine olanak vermektedir. Gösteren makine, bireylerin g ö ­
zetlendiği bir cins karanlık odaydı; iktidann icra edilmesinin
toplumun tümü tarafından denetlenebilir olduğu şeffaf bir bina
haline gelm ektedir.
Panopticon şeması hiç silinmeden ve özelliklcrindon hiç­
birini kaybetmeden, toplumsal bünyenin içinde yayılmaya y ö ­
nelmiştir; bu bünye içinde genelleşmiş bir işlev olma eğilimine
sahiptir. Vebaya yakalanmış kent olağandışı bir disiplin m o­
deli sunmaktaydı: mükemmel, ama mutlak olarak şiddetli;
iktidar ölüm getiren hastalığın karşısına kendi sürekli öl­
dürme tehtidini çıkartmaktaydı; ölüm burada en basit ifade­
sine indirgenmiş durumdaydı; bu, ölümün gücüne karşı kılıç
hakkının titizlikle kullanılmasıydı. Panopticon bunun tersine
bir çoğalma rolüne sahipti; iktidan düzenliyorsa da, onu da­
ha ekonomik ve daha etkin hale getirmek istiyorsa da, bu ik­
tidann bizzat kendi veya tehdit altındaki bir toplumun he­
men selâmete kavuşması için olmamaktadır: toplumsa! güçle­
ri daha kuvvetli kılm ak, üretim i artırm ak, ekonomiyi ge­
liştirmek, eğitimi yaygınlaştırm ak, kamusal ahlâk düzeyini
yükselm ek; artırmak ve çoğaltmak söz konusudur.
İktidarı, bu gelişm eyi engellem enin uzağında kalarak,
talepleri ve ağırlıklarıyla onun üzerinde baskı yapmanın
uzağında kalarak, tersine bu gelişmeyi kolaylaştırarak güç­
lendirmek nasıl mümkün olacaktır? Hangi iktidar yoğunlaş-
tırıcısı, aynı zamanda bir de üretim çoğaltıcısı olacaktır?
iktidar kendi güçlerini artırırken, toplumun güçlerini müsa­
dere etmek veya dizginlem ek yerine, onlan da nasıl çoğal­
tacaktır? P an opticon’un bu soruna getirdiği çözüm , iktidann
üretkenliğinin arttınim asının ancak bir yandan toplumun te­
mellerinde, en küçük taneye varana kadar sürekli bir şekilde
icra edilme olanağına sahip olması ve öte yandan da, egemen­
liğin kullanılm asına bağlı olan şu ani, şiddetli ve kesintili
biçimlerin dışında işlemesi halinde mümkün olduğudur. Kra­
lın bedeni garip maddi ve efsanevi mevcudiyetiyle, bizzat se­
ferber ettiği veya herhangi bir başkasına aktardığı gücüyle.

261
Panoplicon'uıı tüntmladıgı bu yeni iktidar tiziğınin tam zıd-
dında yer almaktadır; onun alanı kralınkinin tersine, tama-
miyle bu alt bölgedir; ayrıntıları, çoklu hareketleri, türdeş
olmayan güçleri, mekânsal ilişkileriyle düzensiz bedenlere
ait olan bölgedir; dağıtım ları, sapm aları, dizileri, bileşim ­
leri özümleyen ve görünür kılmak, kaydetmek, farklılaş­
tırmak ve kıyaslamak için aletler kullanan mekanizmalar
söz konusudur: maksimal yoğunluğuna artık kralın kişisinde
değil de, tam da bireyselleştirmeye olanak veren bu ilişkiler
bütününde ulaşan ilişkisel ve çoklu bir iktidann fiziği. Bcnt-
ham teorik düzeyde, toplumsal bünyeyi ve onu kateden ikti­
dar ilişkilerini çözüm lem enin başka bir biçimini tanım la­
maktadır; uygulama terimleri içinde, hükümdarın ekonomisi­
ni meydana getirirken, iktidann yarannı artırma durumunda
olan bedenlerin ve güçlerin tabi kılınmalanna ilişkin bir usulü
tanımlamaktadır. Panopticon, nesnesi ve amacı hükümranlık
ilişkisi değil de, disiplin ilişkileri olan yeni bir "siyasal ana-
tomi"nin genel ilkesidir.
Güçlü ve bilgince yüksek kulesiyle birlikte, mahut şeffaf
ve dairesel kafesin içinde, Bcntham açısından herhalde mü­
kemmel bir disiplin kurumunun taslağını gkartmak söz konu­
sudur; ama aynı zamanda disiplinlerin nasıl "kapatılmış­
lıktan çıkartılâ''caklannı vc bunlaım tupluınsal bünyenin
tümünün içinde yaygın, çoklu ve birden fazla amaca yönelik
bir şekilde nasıl işletilebileceklerini göstermek söz konusudur.
Klasik çağın belirgin ve nisbeten kapalı yerlerde -kışlalar,
kolejler, büyük aielyeler- yoğurduğu ve bütüncül kullanım­
larının ancak vebaya yakalanmış bir kentin sın ırı ve geçici
ölçeğinde hayal edildiği bu disiplinleri Bentham, her yerde
vc her zaman uyanık olan, toplumu hiçbir boşluk bırakmadan
ve kesintisiz bir şekilde kateden bir düzenekler şebekesi ha­
line getirmenin düşünü kurmaktadır, ilksel ve kolaylıkla ak-
tanlabilir bir mekanizma düzeyinde, bütünü itibariyle disip>-
lin mekanizmalanrun nüfuz ettikleri ve onlar tarafından ka-
tedilen bir toplumun temci işleyişini programlannaktadır.

262
★ ★★

Demek ki disipline ilişkin iki imge. Bir uçta Abluka-di-


siplin, marjlarda kurulu olan ve tamamen olumsuz işlevlere
yönelik kapalı kurum: kötülüğü durdurmak, iletişimleri ko­
partmak, zamanı askıya almak. Diğer uçta ise P u n v p lic o n ‘\A
birlikte Mekanizma-disiplin bulunmaktadır: onu daha hızlı,
daha hafif, daha etkin, geleceğin toplumu için incelmiş bas­
kıların bir resmi haline getirerek, iktidarın icra edilmesini
düzeltmek durumunda olan işlevsel bir düzenek. Bir projeden
diğerine, istisnai bir disiplin şemasından gerelleşm iş bir gö­
zetim altında tutma şem asına gidon hareket, tarihsel bir
dönüşüme dayanmaktadır: disiplin düzenlemelerinin XVII. ve
XVIII. yüzyıllar boyunca yaygınlaşmaları, bunların toplum­
sal bünyenin tümü boyunca artmaları, kabaca disiplinscl top­
lum olarak adlandırılabilecek şeyin oluşması.
Benthamcı iktidar fiziğinin üuruın saptamasını temsil
ettiği koskoca bir disiplinsel genelleştirme, klasik çağ boyun­
ca gerçekleştirilmiştir. Giderek daha geniş bir yüzeyi kapsa­
maya ve özellikle de giderek daha az marjinal hale gelen bir
yeri işgal etmeye başlayan şebekeleriyle, disiplin kurum-
lannın artışı buna tanıklık etmektedir; eskiden ada gibi olan;
ayrıcalıklı yer, koşullara bağlı ölçü ve tekil örnek olan şey
genel formül haline gelmektedir; Cuillaumc d'Orangc'ın veya
Custav A dcIf ün protestan ve mümin ordulanna özgü olan ta­
limnameler, tüm Avrupa orduları için geçerli olan talimna­
meler haline dönüşmüşlerdir. Cizvitlerin örnek kolejleri veya
Batcncour ve Demia'nın okulları, Sturm’unkindon sonra okul
disiplinlerinin genel biçimlerini resmetmişlerdir; bahriye ve
ordu hastanelerinin düzene sokulması, XVIII. yüzyıldaki tüm
hastane reorganizasyonlarına şema olarak hizm et etm iş­
lerdir.
Fakat d isiplin kurum larının bu yaygınlaşm aları hiç
kuşkusuz, daha derindeki çeşitli süreçlerin göze en fazla görü­
nen veçhesinden ibarettirler.

263
1. D isif/linlenn işlevsel olarak ters yüz edilm eleri. O n­
lardan başlangıçta esas olarak tehlikeleri zararsız hale ge­
tirm eleri, yararsız veya çalkantılı halk kesim lerini sab it­
leştirm eleri, fazla kalabalık birikm elerin sakıncalannı ön­
lemeleri istenm ekteydi; artık onlardan bireylerin mümkün
yararlarını artırarak, olumlu bir rol oynamaları istenmekte­
dir, çünkü arhk bunu yapabilecek duruma gelmişlerdir. Askeri
disiplin artık yağmayı, askerden kaçmayı veya birliklerin
itaatsizliğini önlemenin basit bir aracından ibaret değildir;
ordunun artık devşirme bir kalabalık değil de, gücünün ar­
tışını bizatihi buradan alan bir birlik olarak varolması için
icmcl bir teknik hâliııu gelm ektedir; disiplin herkesin beceri­
sini artırm akta, bu becerileri eşgüdüm lem ekte, hareketleri
hızlandırm akta, ateş gücünü artırm akta, gücü azaltmadan
saldın cephelerini genişletm ekte, direnme kapasitesini artır­
maktadır vb. Atelye disiplini, yönetm eliklere ve yetkililere
saygı gösterilm esini sağlamanın, hırsızlıklan ve dalga ge<;-
mcleri önlemenin bir biçimi olarak kalmanın yanı sıra; yat­
kınlıkları, h ızlan , verimleri ve böylece kârları artırm aya
yönelm ektedir; hal ve gidişleri her zaman ahlâki hale getir­
mekte, ama tutumları giderek daha fazla amaca yönelik kıl­
makta ve bedenleri bir mekanizmanın, güçleri de bir ekonomi­
nin içine sokm aktadır. XVII. yüzyılda taşra okullan veya
hıristiyan ilkokulları geliştiklerinde, bunlara getiriler m eş­
rulaştırm a esas olarak negatif yönlü olm aktaydı: fakirler
çocuklarını yetiştirm e olanağına sahip olm adıklanndan, on­
ları "yüküm lülükleri konusunda cahil bırakıyorlardı: yaşa­
maya uğraştıklanndan ve kendileri de cahil olduklarından,
hiçbir zaman sahip olmadıkları iyi bir eğitimi aktarm alan
mümkün değildi"; bu da üç büyük sakınca yaratmaktadır:
Tanrı konusundaki cehalet, işe yaramazlık (ve bunun peşinden
gelen ayyaşlık, saf olmama, hırsızlık, haydutluk); ve her za­
man toplumsal karışıklıklar yaratmaya hazır olan ve "yal­
nızca Hötel-Dicu'nün dip taraflannda tüketilm eye yarayan
şu haydut sürülerinin oluşm ası’^ Oysa D evrim 'in başlan-

264
gıcında ilk öğrenim e yüklenecek olan am aç, diğer şeylerin
arasında "bedeni geliştirm ek", "güçlendirmek", çocuğu "gele­
cek için bazı mekanik işlere" hazırlamak, ona "iyi bir göz
ay an, iyi bir el a y a n , hızlı alışkanlıklar" sağ lam ak tır’ ^.
Disiplinler giderek, yararlı bireyler imal eden teknikler gibi
işlev görmektedirler. Toplumun uçlanndaki marjinal konum-
lanndan kurtulm alan, kapatma veya dışlama biçim lerinden
konulm aları bu olgunun sonucudur. Dinsel kurallar ve kapat­
malarla olan akrabalıklarından yavaş yavaş kopmaları bu
olgunun sonucudur. Toplumun daha önemli, daha merkezi, da­
ha üretken kesimlerine yerleşme eğilim ine girm eleri; birkaç
büyük esas işleve bağlanm aları -m am ul üretim i, bilgilerin
aktanm ı, becerilerin yayılması, savaş m akinesi- da bu olgu­
nun sonucudur. Son olarak da, XVIII. yüzyıl boyunca disiplin
kurum lannı artırm aya ve varolan aygıtları disiplin altına
almaya yönelik çifte eğilim de bu olgudan kaynaklanm ak­
tad ır.
2. D isiplin Tnekanizm alarım n y ay ılm ast. Bir yandan
disiplin kurum lan çoğalırken, bunların m ckanizm alan "ku-
rum sallıktan çıkm a", işlev gördükleri kapalı kalelerden
çıkma ve "serbest" olarak dolaşıma girme konusunda belli bir
eğilim gösterm işlerdir; kitlesel ve bitişik d isip linler, ak­
tarılabilir ve uyarlanabilir esnek denetim usulleri halinde
çözülmüşlerdir. Bazen bunların iç ve özgül işlevlerine dış bir
gözetim altında tutma rolü ekleyenler, özellikle de onların
etrafında koskoca bir yanlamasına denetim ler marjı gelişti­
renler, bu kapalı aygıtlar olm uşlardır. Böylece hıristiyan
okulu yalnızca itaatkâr çocuklar yetiştirmek zorunda değil­
dir; aynı zam anda ebeveynlerin gözetim altında tutulm a­
larına, onların hayat tarzlarına, g elirlerin e, im anlarına,
adetlerine ilişkin bilgiler edinilmesine de olanak vermelidir.
Okul, yetişkinlere kadar nüfuz etmek ve onların üzerinde

13 C h . D e m ia , F^glements..., op. eil., s . 6 0 6 1 .


14 T a l lc y r a n d ’ın K u r u c u M e d i s e v e r d i ^ ra p o r , 1 0 E y lü l 1 7 9 1 , Z ık r ., A . L 6 o n ,
La Rivolution françaiie el l ’iducation Uckni^ue, 1 9 6 8 , s . 1 0 6 .

265
düzenli bir denetim uygulamak için minik toplumsal göz­
lemevleri oluşturmaya yönelmektedir: bir çoruğnn hal ve gi­
dişinin kötü olması veya okula gelmemesi Demia'ya göre,
başta ailenin gerçeği söyleyip söylem ediğinin anlaşılması
amacıyla, kom şulann sorguya çekilmeleri için bir bahane
oluşturmaktadır; daha sonra din dersini ve dualan bilip bil­
m ediklerini, çocuklann hatalannı yoketme konusunda ka­
rarlı olup olmadıklarını, kaç tane yatakları olduğunu ve gece­
leri bunların aile arasında nasıl paylaşıldığını anlamak için
bizzat ebeveynler sorguya çekilecektir; ziyaret muhtemelen
bir sadaka verilmesi, bir tasvirin armağan edilmesi veya ek
bir yatak sağlanmasıyla sona erm ektedir’®. Hastane de aynı
şekilde, giderek dış toplumun tıbbi olarak gözetim altında tu­
tulmasının destek noktası olarak kabul edilmektedir; Hötcl-
Dieu'nün 1772’de yanmasından sonra, birçok kimse bu kadar
hantal ve bu kadar düzensiz büyük kuruluşlann yerine, daha
küçük ölçekli bir dizi hastanenin geçmesini istemiştir; bu has­
tanelerin işlevi m ahalledeki hastaları kabul etmek, ama
aynı zamanda haber toplamak, bulaşıcı olan veya olmayan
hastalıkları gözetim altında tutmak, dispanserler açmak,
halka tasviyelerdc bulunmak ve yetkilileri bölgenin sağlık
durumu hakkında bilgilendirmek olacaktır’^
Disiplin usullerinin kapalı kurumlardan itibaren değil
de, toplum içine dağılmış olan denetim odaklarından itibaren
yaygınlaştıkları da görülmektedir. Bazı dinsel gruplar, ha­
yır kurumlan uzun süre halkı "disiplinli kılma" rolünü oy­
namışlardır. Karşı-Reiorm’dan Temmuz Monarşisinin insanse-
verliğine kadar olan dönemde bu cinsten girişimler artmıştır;
bunlar dinsel (katolikliğe döndürmek ve ahlâklı kılmak),
ekonomik {yardım ve işe sokma) veya siyasal (memnuniyet-

15 Demu. s. 39-40.
16 X V I II . y ü z y ılın ik in c i y a n s ın d a , o r d u y u g ö z e tim m e r d i v e h a lk ı g ö z e tim
a ltın d a tu ta n g e n e l ç e r ç e v d e m e a r a c ı o la r a k k u lla n m a k o n u s u n d a s o k dOŞ
k u r u l m u ş t u r . X V I I. y ü z y ıl d a d a h a k e n d i s i d i s i p l i n e e d i l m e k i h ­
t iy a c ın d a <^an o r d u , 'd i s i p l i n g e t i r i d * o la r a k k a v r a n m ış t ır . ö r n e k o la ­
r a k b k / ., J. S e r v a n , Le Soldal eüoyen, 1780.

266
sizlik veya çalkantı ile mücadele etm ek söz konusuydu)
amaçlı olm uşlardır, ö rn e k olarak, Paris kiliselerinin hayır
kurumu için çıkartılan yönetm eliği zikretm ek yeterlidir.
Kapsanan alan mahalle ve bucaklara bölünmüştür ve buraları
kurum üyeleri arasında paylaşılmıştır. Bunlar buraları dü­
zenli olarak ziyaret edeceklerdir. "Kötü yerlerin açılmasını,
tütün, çıplaklık, kumarhane, kamusal rezalet, günah, iman­
sızlık ve haber aldıkları diğer düzensizlikleri önlemeye ça­
lışacaklardır". Ayrıca fakirlere kişisel ziyaretler yapacak­
lardır; ve haber noktaları yönetmeliklerde belirtilmiştir: ko­
nut istikran, dualann bilinmesi, ibadete katılma, bir mesleğe
sahip olma, ahlâk (ve "fakirliğe tamamen kendi hataları so­
nucu düşüp düşm edikleri"); son olarak da "evlerinde nasıl
davrandıkları, birbirleriyle ve kom şularıyla iyi geçinip
geçinmedikleri, çocuklarını Tanrı korkusuyla yetiştirmek için
özen gösterip göstermedikleri..., aynı cinsten büyük çocuklann
birlikte ve onlarla beraber yatıp yatm adıkları, ailelerinde
ahlâki serbesti içinde olup olmadıkları ve özellikle de büyük
kızlarını şım artıp şımartmadıkları konusunda bilgi edinil­
mesi gerekmektedir. Eğer buntann evli olduklanndan kuşku
duyulursa, evlilik belgesi istemek gerekmektedir"’^.
3. D isip lin m ekan izm aların ın d e v le tleştirilm esi. In­
giltere'de toplum sal disiplin işlevlerini uzun süre, ilham ­
larını dinden alan özel gruplar sağlamışlardır’*; Fransa'da bu
rolün bir kısm ı himaye veya yardım kurum larınm elinde
kalmışsa da, diğer bir kısmı -ve herhalde en önemli olanı-
çok erkenden polis aygıtının eline geçmiştir.
Merkezi bir polis örgütlenmesi uzun bir süre ve bizzat o
çağı yaşayanların gözlerinde, krallık mutlakçılığının en doğ­
rudan ifadesi sayılmıştır; hükümdar "emirlerini, vereceği gö­
revleri, niyetlerini doğrudan aktaracağı ve em irler ile mü-

17 A r s e n a l, M S . 2 5 6 S . B u s ı r a n u ın a r a s ın ın a l t ı n d a , X V I I . v e X V i n .
y ü z y ılla r y a r d ım ö r g ü t le r in e iliş k in ^ o k s a y ıd a y ö n e t m e lik b u lu n m a k ­
la d ır .
18 B k z ., R a d z in o H it z , The English Criminal Law. 1956, c II, s . 2 0 5 -2 1 4 .

267
hürlü m ektuplann icra cdilm esiye görevlendirilecek bir gö*
revlinin" olmasını istcmişti^'^ Nitekim polis komutanlıklan
ve onlann Paris'teki merkezleri olan genel komutanlık, daha
önceden de varolan bazı işlevleri -su çlu takibi, kentsel göze­
lim, ekonomik ve siyasal denetim - üstlendikten başka, bun-
lan ünitor ve güçlü bir yönetsel noekanizmaya aktarmışlardır,
"çemberden yola çıkan tüm güç ve talimat ışınlan genel komu­
tana ulaşmaktadırlar. Bütün düzen vc uyumu üreten tüm teker­
lekleri hareket ettiren odur. Onun yönetiminin etkileri, gök
cisim lerinin hareketlerinden daha iy i başka hiçbir şeyle
k ıy aslanam az"” .
Fakat polis bir devlet aygıtı biçimi altında iyi bir şekil­
de örgütleiKİiyse de, ve siyasal hükümranlık merkezine iyice
bağlandıysa da, icra ettiği iktidar tipi, devreye soktuğu me­
kanizmalar ve bunlann üzerlerinde uyguladığı unsurlar ken­
dilerine özgüdürler. Bu toplumsal bünyenin tamamına yayıl­
mak zorunda olan bir aygıttır ve bu yayılma yalnızca ulaştığı
dış sın ırlan itibariyle değil, aynı zamanda kendine görev
olarak yüklediği aynntılara gösterilen özenle de olmaktadır.
Polisiye iktidar "herşeye" yönelmek zorundadır: ancak böyle
olmasına rağmen, kralın görülebilen ve görülemeyen bedeninin
olduğu gibi, devletin ve krallığın tümünü meydana getirme­
m ektedir; pıolisiye iktidar olayların, eylem lerin, tavırlann,
kanaatlerin -"cereyan eden herşey"*’- tozudur; polisin nesnesi
bu "her anın şcyleri"dir, II. Ekatcrina'nın Büyük Talimname-
si'nde^^ sözünü elliği şu "önemsiz şeyler"dir. Polisle birlikte,
en küçük taneye, toplumsal bünyenin en geçici olgusuna ideal
olarak ulaşmanın peşinde olan bir denetim in belirsizliğinin
içine girilmektedir. "Yargıçların ve polis subaylannın görev-

19 Polis komutanı birinci kâtibi D u v a l'in notu. Zikr., Funck-Brcniano, CaU-


lo^ue Jes manutcTİts ie U bMiothi^ue de 1‘ArsetuI, C IX. s. 1.
20 N.T. Des Essarts, Dictionnâirc uninrrsd de pdice, 1787. s. 344, 528.
21 S a r b n e 'i n ta le b i ü z e r in e , II. J a o e p h l n P a r is p o l is i n e iliş k in o n a l n s o r tıs u *
n j c e v a p v e r m e k ü z e r e L e M a ir e ta r a fın d a n k a l e m e a lm a n m u h tır a . B u
m u h t ır a ISTO^de C a z i e r ta r a f ın d a n y a y ın la ıu n t ş t ır .
22 iMstruetion pour ta rUuetim d’un nouoeau code, 1769, pang. S3S’e ek.

268
Icri cn önemlilerinden biridir; bu görevin kapsamı bir bakıma
belirsizdir, bunlar ancak yeteri kadar ayrıntılı b ir inceleme­
den sonra farkcdilcbilirler"^: siyasal iktidann sonsuz küçüğü.
Ve bu iktidar icra edilebilmek için, sürekli, tüketici, her
yerde hazır ve nazır, herşeyi görülebilir kılma yeteneğine sa­
hip olan, ama bunu kendini görülmez kılma koşuluyla yapıan
bir gözetim altında tutma âletine sahip olmak zorundadır.
Toplum sal bünyenin tümünü bir algılam a alanı haline
dönüştüren, çehresi olmayan bir bakış gibi olm alıdır: heryere
yerleştirilm iş binlere göz, hareketli ve her zam an uyanık
dikkatler, hiyerarşik hale getirilm iş upuzun bir şebeke; bu
şebeke Lc Maire'e göre, Paris'te düzenli ücret alan 48 komser,
20 müfettiş ve "gözlem ciler" ile yevmiye ödenen "adi muh­
birler", y ap tık ları işlere g öre nitelenen ih b a rcıla r ve
fahişelerden oluşmakladır. Ve bu kesintisiz gözlem bir rapor­
lar ve siciller dizisinde toplanmalıdır; XVIII. yüzyılın tümü
boyunca polise ilişkin muazzam bir metin yığını, karmaşık bir
belgesel örgütlenm e sayesinde toplumu kaplam aya yönel­
miştir^*. Ve adli veya yönetsel yazı yöntemlerinin tersine, po­
liste kayda geçenler hal ve gidişler, tutumlar, potansiyeller,
kuşkular olm uştur -bireylerin davranışla-nnın sürekli olarak
hesaba k atılm ası-.
Oysa bu polis denetiminin tamamen "kralın elinde" olsa
bile, tek bir yönde işlemediğini farketmek gerekm ektedir.
Fiili olarak çifte girişli bir sistem söz konusudur: adli aygıtı
atlayarak, kralın doğrudan isteklerine cevap vermek zorun­
dadır; ama aynı zamanda alttan gelen taleplere de cevap
verme durumundadır; uzun süre ezici çoğunluklan itibariyle
kralın keyfiliğinin simgesi olan ve tutuklama uygulamasını
siyasal olarak değersiz hale getiren mahut mühürlü mektup­
lar, aslında öğretm en, yerel ckabir, mahalle halkı, mahalle
papazlan tarafından talep edilmekteydiler; ve bunlann kos-

23 N . D d a m a r c , TraM de la poliçe, 1 7 0 5 , s a h i f e n u m a r a s ız C n s 6 z .
24 X V III. y ü z y ıl d a k i p o lis s ic il l e r i h a k ın d a , M . C h a s s a ig n o , Le Licuteruni
gMrale de poliçe. 1 9 0 6 'y a b a ş v u r u l a b i li r .

269
koca bir alt suçluluk alanının -b u alan düzensizlik, çalkantı,
itaatsizlik, kötü davranış tarafından oluşturulmaktadır- bir
kapatma ile yaptınma tabi tutulması gibi bir işlevleri bulun­
maktaydı; Ladoux “gözctim sizlikten kaynaklanan suçlar"
adını verdiği bu alt suçluluk alanını, mimari bakımdan mü­
kemmel olan kentinden kovmak istiyordu. Sonuç olarak,
XVIII. yüzyıl polisi suçlulann takibinde adaletin yardım ası
olma ve komplolann, muhalefet hareketlerinin veya isyan-
lann siyasal denetim aleti olma rolüne bir de disiplinsel bir
işlev ilâve etmiştir. Bu karmaşık bir işlevdir, çünkü kralın
mutlak iktidannı, toplumun içine dağılmış küçük ikitdar mer­
cilerine bağlamaktadır; çünkü bu çeşitli kapalı disiplin ku­
ru mlarının (atciyeler, ordular, okullar) arasına, onlann mü­
dahale edemedikleri yerlerde etki edecek olan a ra a bir şe­
bekeyi yaymaktadır; bu aracı şebeke kendi içinde bağlan­
tılıdır ve silahlı gücünden güvence almaktadır; doku ara­
la m a kadar sızan disiplin ve meta-disiplin. “Hükümdar bil­
ge bir polis aracılığıyla, halkı düzene ve itaate alıştırm ak­
tad ır"^ .
Polis aygıtının XVIII, yüzyıldaki örgütlenmesi, devletin
boyutlarına ulaşan bir disiplin genelleşmesini benimsemekte­
dir. Krallık iktidarının içindeki düzenli adalet uygulama­
larını aşan herşeye çok açık bir şekilde bağlı olmasına rağ­
men, polisin adli iktidann yeniden dü7i>nlenişinc neden mini­
mum bir değişiklikle direnebildiği; ve ona neden -v e bugüne
varana kadar- kendi ayncalıklannı giderek artan bir şekil­
de dayatabildiği anlaşılmaktadır; bunun böyle olmasının ne­
deni hiç kuşkusuz, polisin onun dünyevi kolu olmasından kay-
naklannnaktadır; ama aynı zamanda bunun bir nedeni de, poli­
sin kapsam ve mekanizmalan itibariyle adli kurumdan daha
çok. disipline dayalı bir toplumla bütünleşebilir nitelikte ol­
masıdır. Fakat disiplinsel işlevlerin devletin bir aygıtı ta­
rafından, bir kerede ebediyen geçerli olmak üzere müsadere

25 E . d e V a i t d , 1/ Dnrit des gens, 1 7 6 8 , s . 162.

270
edilerek özümlendiğini sanmak doğru olmayacaktır.
"Disiplin" no bir kurumla, ne de bir aygıtla Özdeşleşe­
bilir: o bir iktidar tipi, iktidan icra etmenin bir tarzı olup,
koskoca bir aletler, teknikler, usuller, uygulama düzeyleri,
hedefler bütünü içerm ektedir; o bir iktidar "fiziği" veya
"aıuıtomisi"dir, o bir teknolojidir. Ve "uzmanlaşmış" kurum­
lar tarafından (hapishaneler veya XIX. yüzyılın tslaha-
neleri) veya ondan belli bir amaca ulaşmak üzere esas araç
olarak yararlanan kurumlar (eğitim kurum lan, hastaneler)
veya iç iktidar mekanizmalannı güçlendirmenin veya yeni­
den örgütlemenin aracını onda bulan, eskiden beri varolan
merciler (esas olarak cbcveyn-çocuklar hücresi içindeki aile
içi ilişkilerin, ta klasik çağdan beri disiplin sorunu açısından
aileyi normal ve anormalin ayncalıklı ortaya çıkış yeri ha­
line getiren okulsal, askeri, sonra tıbbi, psikiyatrik, psikolo­
jik dış şemaları özümleyerek, nasıl "disiplinli" hale geldik­
lerini birgün göstermek gerekmektedir); veyahut disiplini
kendi iç işleyiş ilkeleri haline getiren aygıtlar (yönetim ay­
gıtının Napolöon döneminden itibaren disiplinli kılınması),
veyahut da son olarak, disiplini bir toplum düzeyinde egemen
kılma konusunda tek değil de, öncelikli bir işleve sahip olan
devlet aygıtları (polis) tarafından yüklenilebilir.
(^ le y se sonuç olarak, bir cins toplumsal "karantina" olan
kapalı disiplinlerden, “Panopticon tarzrnm sonsuza kadar
genelleştirilebilir mekanizmalarına kadar giden disiplinsel
bir toplumun oluşumundan söz edilebilir. Bunun nedeni, ikti­
darın disipline dayalı tarzının diğer hepsini ikâme etmiş ol­
ması değil de; bu tarzın bazen onlan devre dışı bırakarak,
ama onlara aracı olarak hizmet ederek, onları birbirlerine
bağlayarak ve özellikte de iktidarın etkilerinin en küçük ve
en uzak unsurlara kadar taşmmalanna olanak sağlayarak
diğerlerinin arasına sızmış olmasıdır. Bu tarz iktidar ilişki­
lerinin çok küçük kesirler halindeki dağıtım ını sağla­
m aktadır.

271
Bcnthâm'dan birkaç yıl sonra Julius bu toplumun doğum
belgesini kalem e almaktaydı^^ P an opticon ilkesinden söz
ederken, burada mimari bir dehadan daha fazla birşey bulun­
duğunu söylemekteydi; "insan zihninin tarihi" içinde bir olay.
Bu, görünüşte teknik bir soruna getirilen bir çözünnden başka
birşey değildir, ama bir toplum tipinin bütünü onun boyunca
resmolmaktadır. Antikite bir gösteri toplumu olmuştur. "Az
sayıda nesnenin denetlenmesini çok sayıda insan için mümkün
kılmak": bu probleme tapmakların, tiyatrolann ve sirklerin
mimarisi cevap vermekteydi. Bayramların yoğunluğu, duyum­
sal yakınlık, gösteri ile kamusal hayata egemen olmaktay­
dılar. Kanın aktığı bu ayinsel oluşumlarda, toplum yeniden
güç kazanmakta ve bir an için tek bir büyük beden halinde
oluşmaktaydı. Klasik çağ sorunu tersine çevirmiştir: "büyük
bir kalabalığın anlık görünüşünü az sayıda kişiye, hatta tek
bir kişiye sağlamak". Başlıca unnsurlannın artık cemaat ve
kamusal hayat değil de, bir yandan özel bireylerin, diğer
yandan da devletin olduğu bir toplumda, ilişkiler ancak gös­
terinin tamamen tersi olan bir biçim içinde ayarlanabilccek-
lerdir: "Bu ilişkilerin garantilerini artırm a ve geliştirm e işi,
aynı anda büyük bir insan kalabalığını gözetim altında tut­
maya yönelik binalann yapımı ve dağılımını bu büyük amaç
için kullanmak ve bu amaca yönelmek üzere modem çağa, dev­
letin sürekli etkisine, bu devletin toplumsal hayatın bütün ay-
nntılanna ve bütün ilişkilerine hergün daha da artan müda­
halesine tahsis edilm iştir". -
Julius, Bentham’ın teknik bir program olarak tasvir ettiği
şeyi, gerçekleşmiş bir tarihsel süreçmiş gibi okumaktaydı. Bi­
zim toplumumuz gösteri değil, gözetim toplumudur; imgeler
yüzeyinin altında, bedenler derinlemesine bir şekilde kuşa­
tılmaktadırlar; mübadelelerin büyük soyutlamasının arkasın­
da, yararlı güçlerin titiz ve somut bir şekilde terbiye edilme­
leri sürmektedir; iletişim akımlan bilginin yığılmasının ve

26 N .l t. J u liu s , Ltçms su r les prisons. F ra . çev^ 1 8^ 1, I, s . 3 S 4 -3 S 6 .

272
m erkezileşm esinin destekleridir; işaretler oyunu iktidann
dem ir atm alarını tanımlamaktadır; bireyin güzel bütünlüğü
bizim toplumsal düzenimiz tarafından sakatlanmış, baskı al­
tına alınmış, bozulmuş değildir, ama birey bu düzende, bü­
tüncül bir güçler ve bedenler taktiğine göre, titizlikle imal
edilmiştir. A ndığım ızdan çok daha az Yunanlıyız. Ne tiyat­
ro basamaklannın, ne de sahnenin üzerindeyiz; bizzat yönlen­
dirdiğimiz -çünkü onun bir çarkıyız- onun ikitdar etkileri ta­
rafından kuşatılm ış olarak, Panoplicon makinesinin içinde­
yiz. Napolöon kişisinin tarihsel mitoloji içindeki öneminin
kökenlerinden biri herhalde burada bulunmaktadır: bu kişi
hükümranlığın monarşik ve ayinsel icrasıyla, belirsiz disipli­
nin hiyerarşik ve sürekli icrasının kesişme noktasındadır. Ne
kadar küçük olursa olsun, hiçbir ayrıntının gözünden kaçma­
dan, tek bir bakışla dışa doğru taşan kişidir: "İmparatorluğun
hiçbir kesim inin gözetiminden yoksun kalm adığını, hiçbir
suçun, hiçbir cinayetin, hiçbir ihlalin takipsiz kalmamak zo­
runda olduğunu, ve dahinin herşeyi aydınlatan bakışının,
hiçbir ayrıntının gözünden kaçmadan, bu devasa makinenin
tümünü kapladığını farkedebilirsiniz"^. Disiplinsel toplum
tam serpilme döneminde bile, İm paratorla birlikte hâlâ eski
gösteri iktidan görüntüsünü almaktadır. Aynı anda hem eski
ta a gayrimeşru olarak ele geçiren, hem de yeni bir devleti
örgütleyen monark olarak, hükümranlığın bütün debdebesinin,
iktidann zorunlu olarak seyirlik olan dışavurum lannın, gö­
zetimin gündelik icrası içinde, birbirleriyle kesişen bakışlann
dikkatinin kısa bir süre sonra kartal gibi güneşi de gereksiz
kılacak olan bir P an opticon uygulam ası içinde teker teker
söndükleri upuzun süreci simgesel ve sonuncu bir biçim altında
biraraya toplam ıştır.

★ ★★

27 ).B. Trdlhard, Motifs du code d'instnutknt crimitutlt, 1806, s. 14.

273
Disiplin<;el toplumun oluşum u, id lerin d e yer aldığı bazı
g e n iş ça p lı tarihsel süreçlere g ö n d e r m e y a p m a k ta d ır: e k o n o ­
m ik , h u k u k i'S iy asal, son o la ra k d a b ilim sel süreçler.
1. Bütünsel bir şekilde, disiplinlerin insani çeşitliliği
düzene sokmayı sağlamaya yönelik teknikler olduktan söy­
lenebilir. Burada aslında hiçbir istisnai, hatta karakteristik
yan yoktur; her iktidar sisteminin karşısına aynı sorun çık­
maktadır: iktidarın icra edilişini mümkün olduğunca az mas­
raflı kılmak (ekonomik olarak, yol açtığı daha düşük harca­
mayla; siyasal olarak, ağır başlılığı, düşe düşük ölçekte yö­
nelik olması, nisbi görünmezliği, yol açtığı düşük dirençle); bu
toplumsal iktidann etkilerinin maksim um yoğunluklarına
çıkm alarını ve hiçbir başarısızlık veya boşluk olmaksızın,
mümkün olduğunca uzağa yayılmasını sağlamak; son olarak
da, iktidann bu "ekonomik" büyümesiyle, içlerinde icra edil­
diği aygıtlann verimliliğini (ister pedagojik, askeri, endüst­
riyel, isterse tıbbi aygıtlar olsun) birbirlerine bağlamak; kı­
sacası aynı anda sistemin tüm unsurlannın itaatkârlığını ve
yarannı artırmak. Disiplinlerin bu üçlü hedefi iyi bilinen ta­
rihsel bir konjonktüre cevap vermektedir. Bir yandan XVIII.
yüzyıldaki büyük nüfus artışı söz konusudur: yüzer gezer nü­
fusta çoğalma (disiplinin ilk am açlarından biri sabitleştir­
mektir; göçebe 1ik-kanştı bir süreçtir); denetlenmesi veya ma-
nipüle edilmesi söz konusu olan gruplann niceliksel ölçekle­
rinin değişmesi (okullu nüfus, herhalde hastanelerdeki nüfus
gibi, XVII, yüzyılın başından Fransız Devrimi'nin arefesine
kadarki süre içinde artmıştır; ordu XVIII. yüzyılın sonunda,
barış zamanında 200.000‘dcn fazla bir mevcuda sahipti). Kon­
jonktürün diğer veçhesi, giderek daha yaygın ve karmaşık ha­
le gelen üretim aygıtının büyümesidir, aynı zamanda giderek
daha da maliyetli hale gelen bu aygıtın ürctkcnKğini artır­
mak söz konusudur. Disiplin usullerinin gelişmesi bu iki sürece
veya daha doğrusu, bunlann arasındaki korelasyonu uyarla­
ma ihtiyacına cevap vermektedir. Ne feodal iktidarın tortu-
sal biçimleri, ne yönetsel monarşinin yapılan, ne de bunlann

274
hepsinin birlikte oluşturdukları dengesiz iç içe geçmişlik bu
rolü oynama yeteneğine sahiptir: bunlar bu rolü oynama konu­
sunda, kendi şebekelerinin lx>şluklar bırakan ve düzensiz ya­
yılmasından, çoğu zaman çatışmalı olan işleyişlerinden, ama
özellikle, burada icra edilen iktidarın "m asrafir karakterin­
den öKîrü engellenmektedirler. Birçok bakımdan masraflıdır:
çünkü hâzineye doğrudan doğruya pahalıya malolmaktadır,
çünkü görevlerin ve iltizam lann satılık olması sistemi halkın
üzerine dolaylı olarak, ama çok ağır bir şekilde çökmektedir;
çünkü karşılaştığı dirençler onu sürekli bir kendini güçlen­
dirme denemesinin içine sürüklemektedir, çünkü esas olarak el
koym alar (krallık m âliyesinin, senyörlüklerin, kilise ma­
kamlarının para veya ürüne el koymaları; angaryalar veya
askere almalar, serserilerin kapatılması veya sürgün edilme­
si yoluyla insanlara veya zamana el konulması) yoluyla iş
görmektedir. Disiplinlerin gelişm esi, tamamen başka bir eko­
nomiden kaynaklanan temel iktidar tekniklerinin ortaya çık­
m alarını vurgulam aktadır: "çıkarsam a” olarak gelm ek ye­
rine, aygıtlann üretken etkinliğiyle, bu etkinbğin gelişmesiy­
le içeriden bütünleşen iktidar mekanizm aları, iktidar eko­
nomisini yöneten eski "el koyma-şiddet" ilkesinin yerine, dis­
iplinler "yum uşaklık-üreiim-kâr" ilkesini ikâme etmişlerdir.
Bunlar, insanlann çoğulluğunun ve üretim araçlarının çoğal­
masının (ve bundan yalnızca asıl "üretim"! değil, aynı zaman­
da okuldaki bilgi ve beceri üretimini, hastanelerdeki sağlık
üretimini, ordu ile tahripkâr güç üretimini de anlam ak gere­
kir) bu ilkeye göre birbiflcrine uydurulm aların mümkün kılan
teknikler olarak kabul edilmelidirler.
Bu birbirine uydurma işinde disiplin, eski iktidar ekono­
m isinin fazla donanımlı olmadığı konulardaki belli sayıda
problem i çözmek zorundadır. Kitle olgularının "yarasız-
lığı"nı azaltabilir bir çoğulluğun içinde, onu bir birimden da­
ha az ele gelir hale getiren şeyi küçültebilir; bu unsurlann
herbirinin ve onlann toplamının kullarulmasına karşı koyan
şeyi küçültebilir; onda sayının avantajını ortadan kaldırma

275
tehlikesini taşıyan herşeyi küçültebilir; işte disiplin bu n ^
dcndcn ötürü sabitleştirmektedir; hareketleri durdurmakta
veya ayarlannaktadır; k a rışık lık la n , belirsiz dolaşım lar
üzerindeki bitişik birikm eleri, hesaplı kitaplı dağıtım lan
çözmektedir. Aynı zamanda, bizzat Örgütlü bir çoğulluğun ku­
rulmasından itibaren oluşan tüm güçlere de egemen olmak zo­
rundadır; buradan doğan ve ona egemen olmak isteyen iktida­
ra direnç gösteren karşı-iktidann etkilerini kırmak zorunda­
dır: çalkantılar, isyanlar, kendiliğinden ortaya çıkan örgüt­
lenmeler, birlikler, yani yatay bitişm elerden kaynaklanabi­
lecek herşey. Disiplinlerin bölüm lere ayırma ve dikmelik
usullerini kullanm alan, aynı düzlem deki farklı unsurların
arasına mümkün olduğunca sıkı ayırım lar getirmeleri, sıkı
hiyerarşik şebekeleri tanımlamaları, kısacası çoğulluğun her
unsurunun tekil yarannı da artırmak zorundadırlar, ama bunu
en hızlı ve en az maliyetli araçlarla sağlamak, yani çoğul­
luğu bu gelişm enin aracı olarak kullanm ak zorundadırlar;
buna bağlı olarak, bedenlerden maksimum zaman ve gücü çe­
kip alm ak üzere, zaman kullanımı, ortaklaşa terbiye etme,
alıştırm alar, aynı zamanda hem bütüncül, hem de ayrıntılı
gözetim altında tutma gibi bütünsel yöntem ler kullanıl­
maktadır. Üstelik disiplinlerin çoğulluklara özgü olan ya­
rarlı etkisini artırm alan ve bunlann herbirini, unsurlarının
basit toplam ından daha yararlı kılm ası da gerekmektedir:
disiplinler işte çoğulun yararlanılabilir etkilerini artırmak
için dağıtım , bedenlerin, jestlerin ve ritmlerin karşılıklı uyar- ,
lanm ası, kapasite farklılaştınim ası, araçlara ve ödevlere
göre karşılıklı eşgüdüm taktikleri tanımlamaktadır. Niha­
yet disiplin iktidar ilişkilerini çoğulluğun üzerinde değil, biz­
zat onun dokusunun içinde oyuna sokmaktadır ve bu işi olabil­
diğince gizli, bu çoğulluklann diğer işlevleriyle olabildiğince
eklenüeşm iş ve aynı zankanda olabildiğince az masraflı bir
şekilde yapm aktadır: buna, hiyerarşik gözetim, sürekli ka­
yıt, kesintisiz yargılama ve tasnif gibi, çoğullukla birlikte
genişleyen -v e onlan askeri düzene Sokan- anonim iktidarın

276
araçlan cevap vermektedirler. Sonuç olarak, kendirû onu icra
edenlerin parlaklığıyla dışa vuran bir ik tid a n n yerine,
üzerlerinde icra edildiklerine yönelik olarak kendini sinsice
nesnelleştiren bir iktidan geçirmek; hükümdarlığın debdebeli
işaretlerini seferber etmek yerine, bu üzerlerinde icra edildiği
kişilere dair bir bilgi oluşturmak. Disiplinler tek kelimeyle,
çoğullukların yararlı büyüklüğünün, lam da on lan yararlı
kılmak için onlan yönetme durumunda olan iktidann sakın-
Câlannı azaltarak artırmaya olanak veren m inik teknik icat-
lann bütünüdür. İster bir atölye veya bir ulus, isterse bir ordu
veya bir okul olsun, birinden diğerine olan ilişki lehte oldu­
ğunda disiplin eşiğine ulaşan bir çoğulluk söz konusudur.
Batının ekonomik kalkışı sermaye birikim ine olanak ve­
ren süreçlerle başladıysa, herhalde insanlann birikimini yö­
netme konusundaki yöntemlerin de, geleneksel, ayinsel, ma­
liyeti yüksek, şiddetli ve kısa bir süre sonra kullanılamaz
hale gelecek olan iktidar biçim lerine karşı siyasal bir kal­
kışa izin verdiği söylenebilir; bütün bu eski iktidar biçimleri,
tabi kılmaya yönelik ince ve hesaplı bir teknoloji tarafından
devre dışı bırakılmışlardır. İnsan birikimi ve sermaye biriki­
mi gibi iki süreç fiili durumda birbirlerinden aynim az nite­
liktedirler; eğer hem insanlan besleyecek, hem d e onlardan
yararlanacak bir üretim aygıtının gelişm esi olm asaydı, in­
sanlann birikimi sorununu çözmek mümkün olamazdı; bunun
tersine insanlann birikim li çoğulluğunu yararlı kılan teknik­
ler de, sermaye birikim i hareketine ivm e verm ektedirler.
Daha az genel bir düzeyde, üretim aygıtındaki teknolojik sıç­
ramalar, işbölümü ve disiplin usullerinin yoğrulm alan, ara-
lannda çok sıkı bir ilişkiler bütününe sahip olmuşlardır^*.
Bunlann her ikisi de diğerini mümkün ve gerekli kılmış; bun-
lann her ikisi de diğerine örnek olmuştur. Disiplinscl pira-
mid, içinde ayınm ın, eşgüdümün ve görev denetiminin daya-
tıldıklan ve etkin kılındıkları küçük iktidar hücresini oluş-

38 Bkz. K. Marı, Lc Capiul, KiUp I, 4. bl„ ayınm XIII. Ve F. Gumy de D.


Ddeutc ûn çok ilginç çözümiemeleTİ, Le Carpi produetif, 1973.

277
turmuştur; vc zamanın, bedenin jest ve güçlerinin analitik ola­
rak çerçevelenmesi, tabi kılınacak gruplardan üretim nneka-
nizm alanna kolaylıkla aktarılabilen işlevsel bir şema oluş­
turmuştur; askeri yöntemlerin kitlesel olarak endüstriyel ör­
gütlenmenin üzerine yansıtılması, işbölümünün bu iktidar şe­
malarından hareketle biçimlendirilnnesine model oluşturmuş­
tur. Fakat bunun karşılığında, üretim sürecinin teknik çözüm­
lenmesi, "mekânsal" ayrışm ası, görevi bunu sağlamak olan
emek gücünün üzerine yansıtılmıştır: bireysel güçlerin bir­
leştirildiği ve bu sayede hacminin artınidığı bu disiplin ma­
kinelerinin kurulması, bu yansıtmanın sonucudur. Disiplinin
bedeni gücün en düşük maliyetle "siyasal" güç olarak küçül-
tüldüğü ve yararlı güç olarak maksimuma çıkartıldığı üniter
teknik süreç olduğunu bildirelim. Kapitalist bir ekonominin
gelişmesi; genel formülleri, güçlerin ve bedenlerin tabi kılın­
ma usulleri, tek kelimeyle "siyasal anatom i'nin siyasal re­
jimler, çek çeşitli aygıtlar ve kurumlar boyunca devreye soku-
labildiği disiplinsel iktidarın kendine özgü tarzını davet
etm iştir.
2. İktidarın P an opticon tarzı -y er aldığı temel, teknik,
mütevazı olarak fizik düzeyde- bir toplumun büyük hukuki-
siyasal yapılarının doğrudan bağımlısı olmadığı gibi, onların
dolaysız uzantısı da değildir, anaa gene de tamamen bağımsız
değildir. Burjuvazinin tarihsel olarak, XVIII. yüzyıl boyunca
siyasal olarak egemen sınıf olmasına yol açan süreç, anlaşılır,
yasal hükümlere bağlanm ış, biçimsel olarak eşitlikçi bir hu­
kuki çerçevenin yerleşik lıale gelmesinin arkasında vc parla­
menter ve temsili tipten bi r rejimin örgütlenmesi sürecinin için­
de kendini güvenceye almıştır. Fakat disiplinsel düzeneklerin
gelişnnesi vc genelleşmesi, bu süreçlerin karanlık olan diğer
cephesini meydana getirmiştir. İlke olarak eşitlikçi bir hak­
lar sistemini garanti eden genel hukuki biçim, bu küçük, gün­
delik ve fizik m ekanizm alar tarafından, disiplinlerin oluş­
turduktan, esas olarak eşitsizlikçi ve simetrisiz olan bu mik-
ro-iktidar sistem leri tarafından sınırlandırılm aktadır. V e

278
temsili sistem biçimsel olarak, egemenliğin temel makamının
doğrudan veya dolaylı olarak, aracılı veya aracısız olarak
herkesin iradesi olmasına izin vermekteyse de, disiplinler ta­
banda güçlerin ve bedenlerin tabi kılınmalarının garantisini
oluşturmaktaydılar. Gerçek ve bedeni disiplinler, biçimsel ve
hukuki özgürlüklerin bodrum katını meydana getirmişlerdir.
Sözleşme istenildiği kadar hukuk ile siyasal iktidarın ideal
temeli olarak düşünülsün; P an opticon tarzı baskı altına al­
manın e v r e n s e l ö lç e k le yaygınlaşmış baskı altına almanın
teknik usulünü meydana getirm ekteydi. Kendine sağladığı
biçimsel çerçevelerin tersine, fiili iktidar mekanizm atannı
işletebilmek için, toplumun hukuki yapılarını derinlemesine
işlemeye hiç ara vermemiştir. Özgürlükleri keşfeden "Aydın­
lanma Çağı", disiplinleri de keşfetm iştir.
Disiplinler görünüşte, bir alt-hukuktan başka birşey oluş­
turmam aktadırlar. Bunlar hukuk tarafından tanımlanan te­
kil varoluşları, genel biçimleri, sonsuz kesirli düzeylere ka­
dar ulaştırıyora benzemektedirler; veyahut bireylerin bu ge­
nel taleplerle bütünleşmelerine olanak veren çıraklık biçimlen
gibi gözükmekledirler. Aynı hukuk tipini, onun ölçeğini değiş­
tirerek vc onu giderek daha hoşgörülü olarak devam ettire­
ceklerdir. Ama disiplinlerde daha çok bir cins hukuk-kar-
şıtını görm ek gerekm ektedir. Disiplinlerin belirgin rolleri,
aşılam az sim etrisizlikler getirm ek ve karışıklıkları dışarı
atmaktır, ö ncelikle çünkü, disiplin bireyler arasında, sözleş­
meye dayalı zorunluktan tamamen farklı bir zorlama ilişkisi
olan "özel" bir bağ kurm aktadır; bir disiplinin kabulü bir
sözleşm eyle hükme bağlanm ış olabilir; dayatılm a biçimi,
işlettiği mekanizmalar, bazılarının diğerlerine karşı tersine
döndürülem ez tabiyeti, hep aynı tarafta sabitleşm iş olan
"daha fazla iktidar", ortaklaşa düzenlem e karşısında çeşitli
"ortakladın konumlarının eşitsizliği disiplin bağı ile sözleş­
meye dayalı bağı zıtlaştırmakta vc bu sözleşme bağının içerik
olarak bir disiplin mekanizmasına sahip olduğu andan itiba­
ren, o sözleşmenin ihlaline olanak vermektedir. Örneğin ne

279
kadar çok sayıda gerçek usulün, iş sözleşmesi konusundaki hu­
kuki kurguyu saptırdıktan bilinmektedir: atelye disiplini en
az önem taşıyan şey değildir. Üstelik, hukuk sistemleri hukuk
öznelerini evrensel Ölçülere göre nitelerlerken; disiplinler ka-
rakterize etm ekte, sınıflandırm akta, özelleştirm ekted irler;
disiplinler bir ölçek boyunca dağıtım yapmakta, bir ölçü bo­
yunca paylaştırm akta, bireyleri birbirlerine nazaran hiye­
rarşik hale getirm ekte ve limitte bunları dışan atm akta ve­
ya geçersiz saymaktadır. Disiplinler her halükârda denetim ­
lerini yerine getirdikleri ve iktidarlarının sim etrisizliğini
egemen kıldıkları zaman ve mekân içinde, hukuğu hiçbir za­
man tam olmayan, am a hiçbir zaman iptal de edilmeyen bir
şekilde askıya alm aktadırlar. Disiplin kendi m ekanizm ası
içinde nc kadar kurallı ve kurumsa! olursa olsun, gene de bir
“karşı-hukuk‘"tur. Ve modern toplumun evrensel hukuğa bağ­
lılığı iktidarın kullanılm asının sınırlarını saptıyora benzi­
yorsa da, heryere yayılm ış olan Panopticon tipi gözetim i, bu
iktidarın içinde hem devasa, hem de minik olan ve iktidann
simetrisizliğini destekleyen, güçlendiren, artıran ve ona çizil­
miş olan sınırlan boşuna hale getiren bir m ekanizm ayı, hu-
kuğunkinin tersi yönde işletmektedir. Minicik disiplinler, her
gün uygulanan Panopticon tipi gözetimler, büyük siyasal ay­
gıtların ve mücadelelerin iyice altında yer alabilirler. Bunlar
modern toplumların soy zinciri içinde, onlan kaleden sınıf
egem enliğiyle birlikte, iktidann ona uygun olarak yeniden
dağıtıldığı hukuk kurallarının siyasal karşılığı olm uşlardır.
Küçük disiplin usullerine, bunlar tarafından icad edilm iş olan
küçük kurnazlıklara veya ona itiraf edilebilir bir çehre veren
bilgilere çok uzun zamandan beri verilen önem, hiç kuşkusuz
buradan kaynaklanm aktadır; aslında iktidar ilişkilerini her
yerde ve kesin olarak dengesizleştirmeye yönelik m ekaniz­
malar olmalarına rağmen, bunların bizzat toplumun temelleri
arasında yer aldıklarına dair iddia buradan kaynaklanm ak­
tadır; aslında fizik-siyasal bir teknikler demeti olm alarına
rağmen, onları her tür ahlâkın mütevazi, ama somut temeli

280
olarak kabul ettirm eye yönelik inat buradan kaynaklanmak­
tad ır.
Ve yasal cezalar sorununa geri dönmek üzere, hapishane­
nin kendine eşlik eden bütün ıslah edici teknolojisiyle birlikte
buraya yerleştirilm esi gerekm ektedir: yasalaştınim ış ceza­
landırma iktidarının büküldüğü noktada, disiplinscl olarak
gözetim altında tutma iktidarının bulunduğu yerde; yasaların
evrensel cezalarının bazı ve hop aynı bireylere soçmeci olarak
uygulandıkları yerde; hukuk öznesinin ecza yoluyla yeniden
nitelendirilmesinin suçlunun yararlı bir şekilde terbiye edil­
mesi haline geldiği noktada; hukuğun tersine dönerek kendi
dışına çıktığı ve karşı-hukuğun hukuki biçimlerin fiili ve ku­
rumsallaşm ış içeriği haline geldiği noktada. Bu durumda ce­
zalandırma iktidarını genelleştiren artık her hukuk öznesin­
deki evrensel bilinç değil de, Panopticon usullerinin kurala
bağlanmış bir şekilde yaygınlaşmasıdır, bunların sonsuza ka­
dar sıkılaştınimış dokularıdır.
3. Teker teker ele alındıklarında, bu usullerin çoğunun
arkasında uzun birer tarih vardır. Fakat XVIII. yüzyıldaki
yenilik noktası, bunların birleşerek ve genelleşerek bilgi olu­
şumun ve iktidar artırımını dairesel bir sürece göre düzenli
olarak güçlendirdikleri noktaya ulaşm alarıdır. D isiplinler
artık “teknolojik" eşiği aşmışlardır, ö n c e hastane, sonra okul,
daha da sonra atelye disiplinler tarafından yalnızca "düzene
sokulm ak"Ia kalmam ışlar, aynı zamanda onların sayesinde,
bütün nesnelleştirm e mekanizmalarının oralarda tabi kılma
araçları olarak değer kazandıkları ve bütün iktidar artışla­
rının oralarda mümkün bilgi edinm elere olanak verdiği ay­
gıtlar haline gelm işlerdir; işte klinik tıp, psikiyatri, çocuk
psikolojisi, çalışm anın rasyonelleştirilm esi ancak teknolojik
sistemlere özgü bu bağdan itibaren ve disiplin unsurunun içinde
oluşabilmişlerdir. Demek ki çifte bir süreç söz konusudur; ikti­
dar ilişkilerinin bir incelemesinden itibaren epistemolojik ki­
litlenm enin çözülm esi; yeni bilgilerin oluşum u ve birikim i
sayesinde iktidar etkilerinin artması.

281
DisipUnsel yöntemlerin genişlemesi geniş bir tarihsel sü­
recin içinde yer almaktadır: aşağı yukan aynı dönemde diğer
birçok teknolojinin -tan m sal, endüstriyel, ekonom ik- daha
gelişmeleri. Ama şunu kabul etmek gerekir: maden endüstri­
lerinin, doğnnakta olan kimyanın, ulusal muhasebe yöntem­
lerinin, yüksek fırınların veya buhar makinesinin yanında,
Panopticon tarzı pek itibar bulamamıştır. O yalnızca garip
bir küçük ütopya, kötü bir düş olarak kabul edilmektedir -b i­
raz da sanki Bentham, tıpkı Phalanştcrc'in Panopticon biçi­
mine sahip olduğu bir polis toplumunun Fouricr’siymişçesinc-.
Oysa burada çok gerçek bir teknolojinin, bireyler teknolojisinin
soyut formülü yer almaklaydı. Bu konuda çok az methiye ya­
pılmış olmasının birçok nedeni bulunmaktaydı: bunlann en
aşikâr olanı, yol açtığı söylevlerin akademik tasnifler dışın­
da, bilim statüsüne ulaşmamış olmasıdır, ama bu nedenlerin en
gerçek olanı hiç kuşkusuz, devreye soktuğu ve artmasına ola­
nak verdiği iktidarın, insanların birbirlerinin üzerinde icra
ettikleri dolaysız ve fizik bir iktidar olmasıdır. Şanı olm a­
yan bir vanş noktası için, itiraf edilmesi güç bir köken. Fakat
disiplinscl usulleri buhar makinesi veya Amici mikroskopu
gibi keşiflerle karşılaştırmak haksızlık olacaktır. Bunlar çok
daha azdırlar; ve ancak bir bakıma da çok daha fazladırlar.
Eğer tarihsel bir eşdeğerlilik veya en azından bir kıyaslama
noktası bulunmak istenirse, bu daha çok "engizisyon" tekniği
yönünde olacaktır.
XVIII. yüzyıl, herhalde biraz Orta Çağın adli soruştur­
mayı icad etmesine benzer bir şekilde, disiplin ve sınav (m u­
ayene) tekniklerini icad etmiştir. Eski mali ve yönetsel tek­
nik olan soruşturma usulü, özellikle XII. ve XIII. yüzyıllarda
Kilise'nin yeniden örgütlenmesi ve prens devletlerinin geniş­
lem esiyle birlikte gelişm iştir. Bilinen genişliğiyle Kilise
mahkemelerinin içtihadının içine katılması bu tarihlerde
otmuş, daha sonra laik saraylara da dahil olmuştur. Farkedi-
len veya tanıklık edilen bir gerçeğin otoriter araştırılması
olarak soruşturma, böylcce yemin, adli sınama, adli düello,*

282
Tânn yargısı veya özel kişiler arasındaki uzlaşma gibi eski
usullerle zıllaşmaktaydı. Soruşturma, gerçeği belli sayıda ku­
rala bağlı teknikler aracılığıyla belirlem e hakkını kendi
üzerine alan egemen iktidardı. Oysa, soruşturma o zamandan
bu yana Batı adaletiyle bütünleştiyse de, onun ne siyasal
kökenini, ne devletlerin doğuşuyla olan bağını, ne de daha
sonraki sapmasını ve bilgi oluşumundaki rolünü unutmamak
gerekir. Nitekim soruşturma, ampirik bilimlerin kurulması
için hiç kuşkusuz ilkel, ama temelli bir parça olmuştur; Orta
Çağın sonunda kilidinin çok çabuk açıldığı bilinen şu deneysel
bilginin hukuki-siyasal matrisi olmuştur. Matematiğin Eski
Yunanda ölçü tekniklerinden doğduğu herhalde doğrudur;
doğa bilimleri her halükârda bir kısımları itibariyle, Orta
Çağın sonunda soruşturma uygulamalarından doğmuşlardır.
Dünya işlerini kaplayan ve onları "olguları” farkeden, tasvir
eden ve belirleyen belirsiz bir söylemin düzenlenişi içine
kaydeden büyük ampirik bilgi <ve bu Batı dünyasının bu aynı
dünyanın ekonomik ve siyasal fethine giriştiği sırada olmak­
tadır), hiç kuşkusuz işlemsel örneğini Engizisyon da bulmak­
tadır -y ak ın tarihli yum uşaklığım ızın belleğimizin karan­
lıklarına yerleştirdiği bu muazzam icad -. Öte yandan, bu
siyasal-hukuki, yönetsel ve adli, dinsel ve laik soruşturma
doğa bilimleri için her ne olduysa, diŞiplinsel çözümleme de
insan bilimleri için öyle olm uştur. ■!nsanlığımız"ın karşıla­
rında bir yüzyıldan beri büyülendiği bu bilimlerin teknik mat­
risleri, disiplinlerin ve bunların yaptıkları araştırm aların
kılı kırk yaran ve kötülükten hoşlanan titizlikleri içinde yer
alm aktadır. Disiplinler ve onların giriştikleri araştırmalar
psikiyatri, pedagoji, kriminoloji ve birçok diğer garip bilgi
için herhalde, soruşturmanın korkunç gücü hayvanlara, bitki­
lere veya yerküreye ilişkin sakin bilgilere yönelik olarak her
ne olduysa, öyle olmuştur. Başka iktidar, başka bilgi. Yasa ve
devlet adamı Bacon klasik çağın eşiğinde, ampirik bilimler
için bir soruşturma metodolojisi kurmaya çalışmıştır. Acaba
aynı işi insan bilimleri için hangi Büyük Gözetmen yapa-

283
çaktır? Tabii bunu:\ mümkün olabilmesi koşuluyla. Çünkü,
soruşturmanın ampirik bilimler için bir teknik haline gelir­
ken, tarihsel olarak kök salmış olduğu engisizyon'usullerinden
koptuğu doğruysa da, sınav onu oluşturmuş olan disiplinsel ik­
tidara çok daha yakın olarak kalmıştır. HflIA ve hep disip­
linlerin içsel parçalanndan biridir. Psikiyatri, p>sikoloji gibi
bilim lerle bütünleşirken, tabii ki spekülatif bir saflaşmadan
geçmişe benzemektedir. Ve nitekim, testler, söyleşiler, röpor­
tajlar, fikir almalar biçim inde, disiplin m ekanizm alarının
görünüşte yenilendikleri görülmektedir. Okul psikolojisi okul­
daki katılıkları düzeltm eyi üstlenm iştir; tıpkı tıbbi veya
prikiyatrik görüşmenin çalışma disiplininin etkilerini düzelt­
meyi üstlenmiş oinnası gibi. Ama burada yanılgıya düşmemek
gerekir: bu teknikler bireyleri bir disiplin merciinden başka
birine göndermekten başka birşey yapmamaktadırlar ve her
disipline özgü olan iktidar-bilgi şemasının yoğunlaştırılmış
veya biçimselleştirilmiş bir şekil altında yeniden üretmekte­
dirler^. Doğa bilimlerine yer açan büyük soruşturma siyasal-
hukuki modelinden kopmuştur; buna karşılık sınav hep disip­
linsel teknolojinin içinde kalmıştır.
Orta Çağda soruşturma usulü kendini, eski ithama dayalı
adalete dayatmıştır, ama bunu yukandan gelen bir süreç için­
de yapmıştır. Disiplinsel teknik ise, hâlâ engizisyon tipinde­
ki ilkesi içinde kalmayı sürdürmekte olan bir ceza adaletini
sinsice ve sanki alttan alta istila etmiştir. Modem ceza uygu­
lamasını karakterize eden bütün büyük sapma hareketleri
-suçlunun suçunun arkasında bir sorun haline getirilmesi, bir
ıslah olması istenilen ceza verme kaygısı, bir tedavi, bir nor­
m alleştirm e, yargılama eylemini bireyi ölçtüğü, değerlen­
dirdiği, teşhis koyduğu, iyileştirdiği, dönüştürdüğü kabul edi­
len çeşitli merciler arasında paylaştırm ak-, bütün bunlar d i­
sipline yönelik sınavın adli engizisyona nüfuz ettiğini ele ver­
m ektedirler.

29 Bu konuda bkz., Mîchcl Tort, OJ., 1974.

284
Artık kendini cezai adalete onun uygulama noktası, onun
"yararlı" mesnesi olarak dayatan, kralın bedenine karşı diki­
len suçlunun bedeni olm ayacaktır ideal bir sözleşmenin öznesi
de olm ayacaktır; bunun yerine disiplinse! birey olacaktır.
Ceza adaletinin Eski Rejimdeki en uç noktası kral katilinin
sonsuza kadar parçalanmasıydı: en güçlü iktidann, tam ola­
rak tahrip edilmesinin suçu gerçeği içinde parlak bir şekilde
yan<:ıtan en büyük suçlunun üzerinde dışa vurulmasıydı. Bugün
ceza sisteminin ideal noktası, belirsiz disiplin olacaktır: sonu
olmayan bir sorgulama, titiz ve giderek daha analitik hale
gplen bir gözlem içinde sonsuza kadar sürecek bir soruşturma,
aynı zamanda asla kapanmayan bir dosyanın oluşturulması
da olacak bir yargılama, bir incelemenin inatg merakına do­
lanmış olacak olan bir cezanın hesaplı yum uşaklığı, aynı
anda hem ulaşılamaz bir ölçeğe göre bir sapmanın sürekli öl­
çülmesi, hem de ona ancak sonsuzda ulaşmaya zorlayan asim-
totik bir hareket olacak olan bir usul. Azap çektirme, engizis­
yon tarafından emredilen bir usulü mantıken sona erdirmekte­
dir. "Gözlem" altına almak, disiplinsel yöntem ler ve ince­
leme usulleri tarafından istila edilmiş olan bir adaletin doğal
uzantılan olmaktadırlar. Bölümlere aynim ış kronolojisi, so­
runlu çalışması, gözetim altında tutma ve kaydetme mercile­
ri, yargıcın uzantısı olan ve onun görevlerini artıran normal­
leştirme hocalanyla, hücrelerden oluşan hapishanenin mo­
dem cezalandırmanın aracı olmasında şaşılacak bir şey yok­
tur. Eğer hapishane fabrikalara, okullara, kışlalara benzi­
yorsa ve bunlann da hepsi hapishaneye benziyorsa, bunda
şaşılacak bir yan yoktur.

285
IV
HAPİSHANE
BİRİNCİ AYIRIM
EKSİKSİZ VE KATİ KURUMLARA DAİR

Hapishane, onu doğuran larih olarak yeni Kanunlar gös­


terildiğinde söylenildiğinden çok daha eskidir. Biçim-hapis-
hane, ceza yasalarındaki sistem atik kullanım dan daha önce
varolmuştur. Bireyleri dağıtım a tabi tutmak, onları sabitleş­
tirmek ve mekân içinde paylaştırmak, tasnif etmek, onlardan
en fazla zaman ve en fazla gücü çekip almak, sürekli hareket­
lerini kodlamak, onlan hiçbir boşluğu olmayan bir görünürlük
içinde tutmak, onların etrafında koskoca bir gözlem, kayıt ve
notlandırma aygıtı oluşturm ak, onlara ilişkin olarak biriken
ve merkezileşen bir bilgi meydana getirmek üzere, toplumsal
bünyenin tümü itibariyle usuller yoğrulduğunda, hapishane
adli aygıtın dışında oluşm uştur. Bireyleri, bedenleri üzerin­
deki belirgin bir çalışm ayla, itaatkâr ve yararlı kılmak
üzere oluşturulan bir aletler bütününün genel biçimi, yasanın
onu en mükemmel ceza olarak tanımlamasından önce kurum-
hapishaneyi resm etm iştir. XVIII. yüzyıl ile XIX. yüzyıllann
dönemecinde kapalı tutmaya dayalı bir cezalandırm a siste­
mine geçildiği doğrudur; ve bu yeni de değildir. Fakat söz ko-

289
nusu olan, cezalandırma sisteminin başka yerlerde daha önce­
den geliştirilm iş olan baskı «İtina alma m ekanizm alarına
a<;ılmasıdır. Ceza olarak tufma "modelleri'' -C and , Glouces-
ter, VValnut Street-, icatlar veya yola çıkış noktalarından
çok, bu geçişin ilk göze görünür noktalannı işaret etmektedir­
ler. Cezalar takımı içinde esas parçayı meydana getiren ha­
pishane, ceza adaleti tarihi içinde hiç kuşkusuz önemli bir
anı belirlemektedir; "insanlığa" adım atması. Ama yeni sınıf
iktidannın geliştirm ekte olduğu bu disiplin m ekanizm alan
tarihi içinde de önemli bir andır: adli kurumu sömürgeleş-
lirtiği yerde. İki yüzyılın kavşağında, yeni bir yasama, ceza­
landırma iktidarının tüm üyeleri üzerinde aynı şekilde etki
eden ve herkesin eşit derecede temsil edildiği bir işlevi ola­
rak tanım lam aktadır; fakat kapatmayı en mükemmel ceza
haline getirerek, özel bir iktidar tipine özgü olan egemenlik
usullerini devreye sokmaktadır. "Eşit" olduğunu söyleyen adli
bir aygıt, "özerk" olm ayı istem ekte, aıra disiplinscl olarak
tabi kılmaların yarattığı simetri bozuklukları tarafından ku­
şatılmaktadır, "medeni toplumların cezası"^ olan hapishane­
nin doğuşunun bağlantısı işte böylçdir.
H apishane-ceza’nın çok erkenden büründüğü aşikârlık
karakterini anlamak mümkündür. XIX. yüzyılın ilk yıllann-
da onun hâlâ yeni olduğuna dair bir bilince sahip olunacaktır;
ancak bizzat toplumun işleyişiyle o kadar fazla ve derinleme­
sine bağlantılı olarak görülm üştür ki, XVIII. yüzyıl ısla­
hatçılarının hayal ettikleri diğer bütün cezalar unutulmuş-
luğa itilm ekten kurtulam am ışlardır. Hapishane seçeneksiz
kalmışa ve bizzat tarihin hareketi tarafından taşınıyormuşa
benzemektedir; "Hapsetmeyi, bizim bugünkü ceza skalamızın
temeli ve adeta tüm yapısı haline getirenler raslantı veya
yasa koyucunun kaprisi değildir: bunun böyle olmasını fikirle­
rin gelişmesi ve adetlerin yumuşaması sağlamıştır"^. Ve bir

1 P . R o s s i, TniU de dnrit pdnal, t 8 3 9 , H l, s . 1 6 9 .


2 V a n M c c n e n , B r ü k s e l C e z a e v le r i K o n g r e s i, Anmles de la OıariU, 1 8 4 7 , s.
5 2 9 -5 3 0 .

290
yüzyılı aşan bir süre içinde aşikârlık iklimi dönüşlüyse de,
kaybolmamıştır. Hapishanenin bütün sakıncalan ve yararsız
olmadığı zaman tehlikeli olduğu bilinm ektedir. Fakat onun
yerine neyin konulacağı da "görülem em ektedir". Hapishane
tasarruf edilmesi olanaksız, nefret verici çözümdür.
Hapishanenin çok yetersiz bir şekilde açığa çıkartabil­
diğim iz bu "aşikârlığı" öncelikle basit "özgürlükten yoksun
bırakm a” biçim inin Ü23crinde tem ellenm ektedir. Hapishane
nasıl olur da, özgürlüğün herkese aynı şekilde ait olduğu ve
herkesin oan "evrensel ve sabit” bir duyguyla^ bağlı bulunduğu
bir toplumda en mükemmel ceza olmaz? Demek ki kaybedil­
mesi herkes için aynı bedele m alolacaktır; para cezasından
daha iyi bir şekilde "eşitlikçi" cezadır. Bir bakım a hapis­
hanenin hukuki açıklığı. Üstelik hapishane cezayı, zaman
değişkenine göre tam olarak nicelleştirm eye olanak vermek­
tedir. H apishanenin endüstriyel toplum lardaki ekonomik
"aşikârlığı"nı meydana getiren bir biçim-ücret'i vardır. Ve bu
ona bir onarım olarak gözükme olanağını vermektedir. M a h -.
kûmun zamanını elinden çekip alan hapishane, yasa ihlâli­
nin kurbanının ötesinde, onun toplumun tümüne zarar verdiği
fikrine somut bir şekilde tercüman oluyormuşa benzemektedir.
Cezaları günler, aylar, yıllar halinde paraya çeviren ve
ccza-süre cinsinden niceliksel eşdeğeri ilikler oluşturan bir
ceza sisteminin ekonomik-ahlâki aşikârlığı. Bu nedenden ötü­
rü, ceza hukukunun katı teorisine ters düşmekle beraber, insan-
lann "borçlannı ödemek" için hapse girdikleri gibi çok sık
rastlanılan cezalandırmalann işleyişine çok uygun düşen bir
terim ortaya çıkmaktadır. Tıpkı toplumumuzda zamanın mü­
badeleleri ölçm e konusunda "doğal" olm ası gibi, hapishane
de "d o ğ ard ır.
Fakat hapishanenin aşikârlığı aynı zamanda onun varol­
duğu kabul edilen ve ondan beklenen, bireyleri dönüştürme
aygıtı olm a rolüne de dayanm aktadır. Hapishane kapatır-

3 A . D u p o r t, K u r u c u M c e tisle k i n u tk u , Parkınento arş.

291
ken, yeniden terbiye ederken, itaatkâr hale getirirken yalnız­
ca biraz daha vurgıılu hale getirerek, toplumsal bünyede za­
ten varolan tüm mekanizmalan yeniden üretmekten başka
birşey yapıyor olmasaydı, hemen kabul görür müydü? Hapis­
hane: biraz daha sıkı bir kışla, hoşgörüsüz bir okul, iç ka­
rartıcı bir atelyedir, ama lim itle bunlardan niteliksel olarak
hiçbir farkı yoktur. Bu çifte temel -b ir yandan hukuki-eko-
nomik, diğer yandan teknik-disiplinsel-, hapishaneyi bütün
cezalann en dolaysız ve en uygunu olarak ortaya çıkartmıştır.
Ve ona sağlamlığını hemen sağlayan şey, işte bu çifte işleyişi
olm uştur. Fiili durumda birşey açıktır: hapishane başlan­
gıçta, sonradan teknik bir ıslah işlevinin ekleneceği bir öz­
gürlükten yoksun bırakma olmamıştır: daha başlangıçtan iti­
baren, ıslah edici bir ekle yüklü "yasal bir tutuklama" veya,
özgürlükten yoksun bırakmanın yasal sistem içinde işletil­
mesine izin verdiği bir bireyleri dönüştürme girişimi olmuştur.
Sonuç olarak cezai hapsetme, X IX yüzyıldaki başlangıcından
itibaren hem özgürlükten yoksun bırakmayı, hem de bireyle­
rin teknik olarak dönüştürülmelerini kapsamıştır.^
Birkaç olguyu hatırlatalım. 1808 ve 1810 tarihli yasa
derlemelerinde ve onlan hemen önceleyen veya izleyen ted­
birlerde, hapsetme asla basit bir özgürlükten yoksun bırak­
mayla kanştınim am ıştır. Hapsetme her halükârda, farklı­
laştırılm ış ve amaca yönelik hale getirilm iş bir m ekaniz­
madır. Veya böyle olmalıdır. Farklılaştınim ıştır, çünkü söz
konusu olanın bir tutuklu veya bir mahkûm, ıslah edilecek biri
veya bir cani olmasına göre aynı biçime sahip olmamalıdır:
tutukevi, ıslahane, merkezi hapishane ilke olarak ve aşağı
yukarı bu farklılıklara karşılık vermek ve yalnızca yoğun­
luğu itibariyle basamaklı olmakla kalmayıp, aynı zamanda

4 H a jr is h a n c n in ik i 'd o g a a ı* a r a s ın d a k i o y u n h i t i s a b it t ir . B u n d a n b ir k a ç
g û n ö n c e d e v le t b a ş k a n ı h a p s in y a ln ız c a b ir 'ö z g ü r l ü k t e n m a h ru m b ır a k ­
m a ' o lm a m a s ı g e r e k tiğ i 'i l k e 's i n i - h a p i s h a n e g e r d e ğ in d e n k u r t a r ıl m ı ş
h a p s e t m e n in s a f Ö z ü - h a tır la ttı v e h a p is h a n e n in a n c a k 'ıs la h e d e n ' v e y a
y e n id e n u y u m lu h a le g e d re n e tk ile r in d e n ö t ü r ü m e ş r u lu k k a z a n a b ile c e ğ in i
e k le d i.

292
am açlan itibariyle çeşitlendirilm iş bir cezalandırma sağla­
mak zorundadırlar. Çünkü hapishanenin daha işin başında
belirlenm iş bir am aa vardır: "birbirlerine nazaran daha ağır
cezalara çarptıran yasa, hafif cezalara çarptınim ış olan b i­
reyin, daha ağır cezalara mahkûm edilmiş olan caniyle aynı
yere kapatılmasına izin veremez; ... yasa tarafından verilen
cezanın başlıca a m a a suçun telâfi edilmesiyse de, aynı za­
manda suçlunun ıslahını da arzu etmektedir"^. Ve bu dönüşümü
hapsetmenin iç etkilerinden beklemek gerekmektedir. Hapis-
hane-ceza, hapishane-aygıt. "Hapishanelerde hüküm sürme­
si gereken düzen mahkûmun yeniden doğumuna güçlü katkı­
larda bulunabilir; eğitim kusurları, kötü örneklerin sirayet et­
mesi, aylaklık... suçlan doğurm uşlardır. Ö yleyse bütün bu
yozlaşma kaynaklannı kurutm ayı deneyelim ; sağlıklı bir
ahlâkın kuralları hapishanelerd e uygulansınlar; meyva-
lannı toplam aya başladıklarında sevecekleri bir işi yap­
maya zorlanacak olan mahkûmlar, burada meşgul olmanın
alışkanlığına, zevkine ve ihtiyacına tutulacaklardır; kar­
şılıklı olarak birbirlerine ham arat bir hayat tarzının örne­
ğini vereceklerdir; hayatları kısa bir süre sonra saflaşa-
çaktır; kısa bir süre sonra geçmişten pişmanlık duymayı öğre­
neceklerdir; bu da ödev aşkının ilk habercisi olacaktır"^. Is­
lah edici teknikler, hemen cezai hapsetmenin kurumsal do­
nanımı içindeki yerlerini alm ışlardır.
Aynı zamanda, hapishaneleri ıslah etmeye, onlann işle*

5 Moiifs iu Code i'initrvctim crimâıelU, G .A . R eaT ln r a p o r u , s . 2 4 4 .


6 Ibid., T r e U h a r d r a p o r u , s . 8 - 9 . O n e d d y ıl l a r d a d a a y n ı te m a s ık l ık l a b u -
l u ıu n a k U d ır ; T a s a t a r a f ın d a n b e li r t i l e n c e z a v e h a p is , fiz e lU k lc b ir e y le ­
r i ıs la h e t m e a m a c ın ı t a ş ım a k t a d ır , y a n i o n l a r ı d a h a iy i h a l e g e tir m e k ,
o n l a n a z v e y a c o k u z u n s ın a m a la r d a n g e d m e y e h a z ır la m a k , a r t u to p lu m
iç in d e k ö tü y e k u U a n m a y a c a k Ja n y e r le r in e g e ri d ö n d ü r m e k a m a ç la n ­
m a k l a d ı r . .. B ir e y le r i i}ri k ılm a n ın e n e m in y o lla n ç a lış m a v e e ğ i t i m d ir '.
E ^ t l m o k u m a v e h e s a p ö ğ r e t i l m e s i n d e n i b a r e t o l m a y ıp , a y n ı z a m a n d a
m a h k û m l a r ı d ü z e n , a h l i k , k e n d i l e r in e v e b a ş k a l a r ın a s a y g ı f i k i r l e r iy le
u z l a ş t ı r m a k t u ( S e l n e - l n f M e u r e V a l i s i , X . Y ıl F r lm a ir e t u t u k l u l a i m d a n
B e u g n o t) . C h a p l e l 'i n g e n e ) m e c l i s l e r d e n t a le p e t l i ğ i r a p o r la r d a n b ir
d ü z in e d e n fa z la s ı, m a h k û m la n n iy i ç a lış lır ıla h ile c e k le r i h a p is h a n e le r
İs te m e k te d irle r .

293
yişini denetlemeye yönelik hareketin de geç tarihli bir olgu
olm adığını hatırlam ak gerekir. Tam olarak saptanan bir
başansızlığın farkına varılm asının sonucu ortaya çıkm ışa
bile benzem em ektedir. H apishane "reform u", yaklaşık o la ­
rak hapishanenin kendiyle çağdaştır. Adeta onun programı
gibidir. Hapishane daha başlangıçtan itibaren, görünüşte onu
düzeltmek zorunda olan, ama onun tüm tarihi boyunca onun
varlığına bağlı kaldıklan sürece, onun işleyişinin bir parça­
sını oluşturuyora benzeyen bir dizi refakat mekanizmasının
içinde yer alm ıştır. O rtaya hemen geveze bir hapishane tek­
nolojisi çıkm ıştır. Soruşturm alar: daha ISO l'de Chaptal'inki
(Fransa'ya hapishane aygıtını yerleştirm ek üzere, kullanıla­
bilecek unsurların saptanması söz konusu olduğunda), 1819*da
Dcscazcs'ınki, Villcrm^’nin 1820'de yayınlanan kitabı, M ar-
tignan tarafından 1829'da merkez hapishanelerine ilişkin
olarak düzenlenen rapor, 1831’dc Beaumoni ve Tocqueville ta­
rafından ABD'de yürütülen araştırm alar, Demetz ve Blouet'
nin aynı ülkede 1835‘tc yaptıkları araştırm a; M ontalict ta ­
rafından, tam da mahpusların soyutlanması tartışmasının gö-
beğindeyken, merkez hapishaneleri ve genel meclislere yöne­
lik olarak hazırladığı soru form ları. H apishanelerin işle ­
yişini denetlem ek ve buralarda iyileştirm elere gidilm esini
önermek üzere kurulan dernekler: 1818'de çok resmi H apisha­
n elerin iy ileştirilm esi d ern eğ i, biraz sonra H a p is h a n e le r
d ern eğ i ve çeşitli insancıl dernekler kurulm uştur. Say ıla­
mayacak kadar çok önlem -resm i kararlar, talimatlar veya
yasalar-; birinci restorasyon döneminde daha Eylül 1814'ten
itibaren öngörülmüş olan v c 1844 yasası çıkana kadar hiç uy­
gulanmayan; Tocqueville tarafından hazırlanan vc hapisha­
neyi etkin kılmanın yollan üzerindeki uzun tartışmayı bir
süre için kapatan ıslahattan itibaren, M akine-hapishanenin
işleyişini sağlamak için programlar^: mahpuslara nasıl mua-

7 E n ö n rm U lc T i k u s k u s u z C h . L u c a s , M a r q u e l, W a » d o t , F a u c h c r , B o n n c v iU c ,
b i r a z d a h a İ le r i d e d e F e n u » t a r a f ı n d a n ö n e r i l e n le r i o l m u ş t u r . B u n l a r ın
ç o ^ n u n h a p b h a n e k u r u m u n u d ı r l a n e lc ^ llr e n i n s a n a ! kimiler d e ^ d e , ha*

294
m ele edileceğine dair program lar; Dunjou, Blouet, Harou-
Romain'inki gibi bazılan yalnızca taslak aşam asında kalan,
diğer bazıları talim atlann içine yansıyan (Tutukevleri inşa
edilmesine dair Ağustos 1841 tarihli genelge gibi), bazıları da
Fransa'da hücrelere ayrılm ış ilk hapishanenin örgütlendiği
Petite Roquettc gibi gerçek'm im ariler haline dönüşen maddi
düzenleme modelleri.
Bunlara ayrıca, ya Appert gibi insancıl düşünürler, ya bi*
raz daha ileri tarihlerde "uzm anlar" (Annales dc la Chari-
te'de^ olduğu gibi), ya da eski m ahpuslar tarafından kaleme
alınan ve az çok hapishane çıkışlı olan yayınlar; Restorasyon
dönem inin sonundaki Pauvres ja cq u es’ı veya Temmuz Mo­
narşisinin başlangıcındaki C azette de Sanite-Pelagie'y\ ekle­
mek gerekir’ .
H apishaneyi, ancak reform hareketlerinin aralıklı ola­
rak silkcfcyebilccekteri atıl bir kurum olarak görmemek gere­
k ir... "Hapishane teorisi", ona yönelik olarak araya karışan
eleştirilerden çok, sabit uygulanış biçim olm uştur -işley iş
koşullarından b iri-. H apishane her zaman taslakların, ye­
niden düzenlemelerin, deneylerin, teorik söylemlerin, tanık­
lıkların, soruşturm aların kaynadığı faal bir alan içinde yer
almıştır. Hapishane kurumunun çevresinde koskoca bir söz

p l s h a n c y ö n e t i m i y le ş u v e y a b u ş e k i l d e b a ^ l a n l ı l a n o la n k i ş il e r o l d u k ­
la r ın ı k a y d e t m e k g e r e k ir . R e s m i t e k n is y e n l e r .
8 A lm a n y a d a J u l l u s laehr^Uchtr far Slrafs und Besurungs AnstalUn'i yöne­
tiy o r d u .
9 Du g a z e t e le r in Ö z e llik le b o r ç la r ın d a n ö tÜ rO m a h k û m o l o n la n n s a v u n m a o r ­
g a n ı o l m a l a r ın a v e a s ıl s u ç lu la r a k a r ş ı ç o k k e r e l e r m e s a f e k o y m a la r ın a
r a ğ m e n . ‘Pauure }acquei'ın s ü l u n l a n n ı n te k b ir k o n u y a t a h s is e d ilm e d ik le ­
r i ' id d ia s ı g ö r ü l m e k l e d i r . 'B e d e n i z o r l a m a y a İ liş k in d e h ş e t li y a s a , b u n u n
h ü z ü n lü u y g u la m a s ı m a h k û m g a z e t e c il e r i n s a ld ır d ık l a n te k o l g u o l m a y a ­
c a k t ı r . . . Pauvrt laeifues o k u y u c u l a r ı n ı n d i k k a t l e r i n i , a ğ ı r h a p is , t u t u k la ­
m a , g ü ç e v le r i , s ık ın m a m e r k e z l e r i n i n ü z e r in d e d o l a ş t ı r a c a k t ı r , y a s a t a ­
r a f ın d a n y a ln ız c a z o r u n lu ç a l ı ş m a l a r a m a h k û m e d i l e n s u ç lu k iş iy e a z a p
ç e k t ir il e n i ş k e n c e y e r le r in i s e s s iz c e g e ç i ş l i r m c y e c e k l ı r ., .. * Pauore fac^\u$,
l. Y ıl, s a y ı 7 .
Cautu de Saint-Pilagie d c a y n ı ş e k i l d e a m a o , 'h e n ü z b a r b a r b ir t o p ­
lu m u n if a d e s i o lm a k t a n ç o k f a r k lı b l r ş e y o l a n ' t ü r ü n i y i l e ş t i r i l m e s i ' o la n
b ir h a p is h a n e s is te m i iç in m ü c a d e le e t m e k l e d ir . (21 M a r t 1 8 ^ ) .

295
uzatma ve koskoca bir heveskârlık yer alm ıştır. Hapishane,
karanlık ve terkedilmiş bölge? Bunun söylenmesine yaklaşık
iki yüzyıldan beri hiç ara verilmemiş olması, bunun böyle ol­
madığını tek başına kanıtlamaz mı? Hapishane yasal ceza­
landırma haline gelirken, cezalandırma hakkı konusundaki
eski hukuki-siyasal soruyu, bireyin ıslahı teknolojileri etra­
fında dönen bütün problemlerden kurtarmıştır.

★ ★ ★

Ballard bazı "eksiksiz ve katı kurumlar" demekleydi^®.


Hapishane tüketiçi bir disiplinse) aygıt olmak zorundadır.
Birçok bakınndan; bireyin tüm veçhelerini, fizik olarak ter­
biye edilm esini, çalışmaya yatkınlığını, gündelik ahlâki hal
ve gidişini, eğilim lerini kendine iş edinm elidir; hapishane,
hepsi d e belli bir uzmanlaşma içeren okul, atelye veya ordu­
dan daha fazla "her alanda disiplinli"dir. Ü stelik hapis­
hanenin dışanst ve boşluğu yoktur; görevi tamamen sona erme­
dikçe kesintiye uğramaz; birey üzerindeki etkisi kesintisiz ol­
m alıdır: aralıksız disiplin. Son olarak da, m ahpuslar üze­
rinde adeta tam bir iktidar sağlamaktadır; kendi iç baskı ve
cezalandırma mekanizmalan vardır: müstebit disiplin. Diğer
tüm disiplin düzeneklerinde bulunan usulleri en yüksek yoğun-
luklanrva taşımaktadır. Yozlaşmış bireye yeni bir biçim da­
yatmak üzere, en güçlü makine olması gerekir; eylem tarzı ek­
siksiz b ir eğitimin zorlamasıdır: "Hükümet hapishanede ki­
şinin özgürlüğünü ve mahpusun zamanını istediği gibi kulla­
nabilir; bu noktadan sonra, yalnızca bir gün esnasında değil,
ama günler, hatta yıllar boyunca insanın uyanıklık ve uyku
zam anlarını, faaliyet ve dinlenm e anlarını, yem eklerinin
sayı ve süresini, gıdalarının nitelik ve tayınını, işin cins ve
ürününü, ibadet zamamnı, ne zaman konuşulacağım ve eğer
deyim yerindeyse ne zaman düşünüleceğini ayarlayabilen eği-

10 L B a lt o r d . Archiiectonographie det prisoHS, 1829.

2%
timin gücü kavranm aktadır; yem ekhaneden ateiyeye, atel-
yeden hücreye olan kısa ve basit gidiş gelişler esnasında bede­
nin hareketlerini ayarlayan ve dinlenme anlanna varana ka­
dar zaman kullanım ını belirleyen bu eğitim , tek kelimeyle
insanı tüm üyle, bütün fizik ve ahlâki yetenekleriyle sahiple­
nen bir eğitim d ir"” . Bu bütünsel "ıslah yeri", hayatın basit
hukuki özgürlükten mahrumiyetten ve aynı zamanda ideoloji
çağındaki ıslahatçılann düşündükleri basit temsil sistem le­
rinden çok farklı bir şekilde yeniden şifrelenmesini hükmet­
m ektedir.
1. Birinci ilke, soyutlama. Mahkûmun dış dünyaya na­
zaran, yasa ihlalini teşvik etm iş olan herşeye, bu ihlali ko­
laylaştırm ış olan suç ortaklıklanna nazaran soyutlanm ası.
Tutuklulann birbirlerinden soyutlanmalan. Ceza yalnızca b i­
reysel değil, aynı zamanda bireyselleştirici de olmalıdır. V e
bu iş iki biçim altında olm alıdır, ö n celik le hapishane, çok
farklı m ahkûmları aynı yerde toplayarak davet ettiği kötü
sonuçlan kendiliğinden yok edecek şekilde kavranmak zorun­
dadır: ortaya çıkabilecek komplo ve isyanlan boğmak, ile­
riye yönelik suç ortaklıklarının oluşmasını veya şantaj ola-
naklannın doğm asını (m ahkûm lar serbest kaldıktan anda)
Önlemek, bu kadar çok "esrarlı ortaklığın” ahlâksızlığına e n ­
gel koymak. Kısacası, hapishane biraraya topladığı kötü ki­
şilerden yola çıkarak, türdeş ve dayanışma halinde bir toplu­
luk oluşturm alıdır. "Şu anda aramızda örgütlü bir suçlular
tO{!^umu mevcuttur... Bunlar büyüğünün bağnnda küçük bir ulus
oluşturm aktadırlar. Bu insanlann hemen hepsi birbirleriyle
buluştuktan hapishanelerde tanınmaktadırlar. Bugün söz ko­
nusu olan, işte bu toplumun üyelerini dağıtm aktır"” . Bunun
dışında, yalnızlık ıslahatın olumlu bir aleti olmalıdır. Yola-
çacağı düşünm e ve ortaya çıkması kagnılm az olan pişm an-

11 O l L ıx a s , De ta riforme da prisens, IS 3 8 , U, s . 1 2 ^ 1 2 4 .
12 A . d « T o c q u e v iU « , Rajrport â la O w m ^ ^ r da Diputii. z ik r . B c a u m o n t v e
T o c q u e v l) le . Le Systime piniUntiarre ûux Etats-Unis, 3 . yay., 1 8 4 5 , s . 3 9 2 ­
393.

297
Iıkla; "yalnızlığın i<;înc atılan mahkûm düşünmektedir. Su­
çunun karşısında tek başına kalınca, ondan nefret etmeyi öğ­
renmekte ve ruhu eğer kötülük tarafından henüz köreJtil-
mediyse, pişm anlıklar işte onu yalnızlık içindeyken istila
edeceklerdir"*^ Aynı zamanda, yalnızlığın cezanın bir cins
kendi kendini düzenlem esini sağlaması ve cezanın kendi­
liğinden bireyselleşmesine izin vermesinden de ötürü: mahkûm
ne kadar düşünme yeteneğine sahipse, işlediği suçtan o kadar
sorumlu hale gelecektir; ama aynı zamanda pişmanlığı da o
kadar canlı ve yalnızlığı o kadar acı verici olacaktır; buna
karşılık, tamamen pişnrtanlık getirdiğinde ve cezasına hiçbir
şeyi gizlemeden razı olduğunda, yalnızlık ona ağır gelmeye­
cektir: "Böylcce bu hayranlık verici disipline göre, her akıl
ve her ahlâk, insani hata ve yalnızlığın kesinliğini ve değiş­
mez eşitliğini bozamayacaktan bir baskı altında tutmanın il­
kesini ve Ölçüsünü kendilerinde taşımaktadırlar... Bu gerçekte
kutsal ve ilahi bir adaletin mührü gibi değil midir?"*^. Son
olarak ve herhalde özellikle, mahkûmların soyutlanm aları,
başka hiçbir etkininin dengeleyemeyeceği bir iktidarın on-
lann üzerinde en büyük yoğunlukla uygulanabilmesini güven­
ceye alm aktadır; yalnızlık mutlak tabiyetin ilk koşuludur:
Charles Lucas müdürün, öğretmenin, hapishane papazının ve
"hayır sahibi kişilerin" tek başına kalm ış tutuktular üze­
rindeki rollerini anarken, "sessizliğin müthiş disiplininin tam
ortasında işe müdahale ederek, insan varlığının kalbine, ru ­
huna hitap eden beşeri sözün gücü bir düşünülsün" demektey­
d i’®. Soyutlama, tutuklu i!c onun üzerinde icra edilen ikti­
darın baş başa kalmalannı sağlamaktadır.
İşte biri Auburn, diğeri de Philadelphia'daki olan iki
Amerikan hapsetme sistemi üzerindeki tartışma bu noktada
yer almaktadır. Fiili durumda çok geniş bir yüzey işgâl eden

13 ibid., 9 .1 0 9 .
B o a u m o n t v e T o o q u e v itIc .
14 S . A y lie s , Du iytUme pdniUnliairt, 1 8 3 7 , 9. 1 3 2 -1 3 3 .
15 O l. L uc « 9, op. c ft., 9 .1 6 7 .

298
bu tartışm a'^ herkes tarafından zaten kabul edilmiş olan bir
soyutlamanın devreye sokulm asından başka birşeye yönelik
değildir.
Aubum modeli m ahkûm lann geceleri kişisel hücrelere
konulm alarım , ortaklaşa olarak çalışm alarını ve yem ek ye­
melerini hükme bağlam aktadır, ama tutuktular mutlak ses­
sizlik kuralı altında gardiyanlarla ancak onlann izniyle ve
alçak sesle konuşabilirler. M anastır modeline açık bir atıf;
aym zamanda atelye disiplinine de atıf. Hapishane, bireyle­
rin ahlâki varlıkları içinde soyutlanm ış oldukları, ama bira-
raya gelmelerinin yanlam asına bağlantıları olmayan katı bir
hiyerarşik çerçeve içinde gerçekleştirildiği ve iletişimin an­
cak dikine yönde yapılabildiği, mükemmel bir toplumun bir
mekanizması olmalıdır. Yandaşlarına göre, Aubum sisteminin
avantajları: bu, toplumun bir provasıdır. Zorlam a burada
maddi araçlarla, ama esas olarak saygı duyulm asının öğre­
nilmesi gereken ve bir gözetim altında tutmayla ve cezalarla
güvenceye alınan bir kural tarafından sağlanmaktadır. Mah­
kûmları "tıpkı vahşi hayvanı kafesinde olduğu gibi kilit
altında tutmak" yerine, onlan diğerleriyle birleştirerek, "on­
ları hep birlikte yararlı alıştırm alara ortak etm ek, onlan
hep birlikte iyi adetlere alıştırm ak ve bu işleri, ahlâk­
sızlığın sirayet etmesini faal bir gözetim sayesinde önleyerek
ve sessizlik kuralı sayesinde herkesin kendi içine yönelmesini
sürdürerek yapmak" gerekmektedir; bu kural tutukluyu "ya­
sayı, ihlal cdilmesihin haklı ve meşru bir kötülüğe yol açtığı
kutsal bir hüküm olarak kabul etm eye" alıştırm aktadır'^.
Böylece bu soyutlama, iletişim olmadan biraraya toplama ve

16 F r a n s a 'd a '1 8 3 0 'l a r d a b a ş la y a n t a r t ış m a 1 8 S 0 *d c la m a m l a n m a m ış t ı, Au>


b u r n ’On y a n d a ş ı o l a n C h a r l e s L u c a s M e r k e z i h a p i s h a n e l e r ( o r t a k l a ş a
ç a t ış m a v e la m s e s s iz l i k ) r e ji m i k o n u s u n d a 1 8 3 9 k a r a r ın ı i lh a m e tm iş ti.
B u n u i z le y e n İ s y a n d a l g a s ı v e b e lk i d e ü l k e d e 1 8 4 2 - 1 8 4 3 't e k l g e n e l
ç a lk a n t ı, D e m e t z , B lo u c t , T o c q u e v i l l c t a r a f ın d a n ö v ü l e n P c n n s y iv a n i a
m u tla k s o y u tla m a r e jim in in 1 8 4 4 ‘te t e r d h e d ilm e s in e n e d e n o lm u ş tu r . F a ­
k a t 1 8 4 7 d e k i i k l n d c e z a e v le r i k o n g r e s i b u y ö n t e m e k a r ş ı t e r d h b e lir le ­
m iş t ir .
17 K . M itt e r m a ie r , in . Ritme Frmçaise et itrangire de ligislation, 1 8 3 6 .

299
kesintisiz bir denetim le güvence altına alınan yasa oyunu,
suçluyu toplumsal birey olarak yeniden nitelendirmelidir onu
"yararlı ve boynu eğik bir faaliyet"’* için terbiye etmekte; on-
daki "toplum sallık alışkanlıklanm " yeniden ortaya çıkart­
mak ta d ır’^
M utlak soyutlama sistem inde -Philadelphia'da olduğu
gibi-, suçlunun yeniden nitelenmesi ortak bir yasanın uygulan­
masından değil de, bireyin kendi vicdanıyla olan ilişkisinden
ve onu içeriden aydınlatabilecek şeyden beklenm ektedir^.
"Hücresinde tek başına olan tutuklu, kendi kendine bırakıl­
mıştır; tutkularının ve onu çevreleyen dünyanın sessizliği
içinde vicdanına doğru inmekte, onu so r^ la m a k la ve insanın
kalbinden hiçbir zaman tamamen yokol mayan ahlâki duygu­
nun kendinde uyandığını hissetmektedir"^’. Demek tutuklu
üzerinde etki edecek olan yasaya karşı d ış bir saygı veya yal­
nızca cezalandırılm aktan duyulacak kaygı oinnayıp, bizzat
vicdanın etkisi olacaktır. Yüzeysel bir terbiye etmeden daha
çok derin bir boyun eğme; tutum değil de, "ahlâk" değişikliği.
Pennsyivania hapishanesindeki yegâne ıslah işlemleri vic­
dan ve bunun çarptığı dilsiz mimaridir. Cherry Hill'de "du­
varlar suçun cezasıdır; hücre tutukluyu kendi mevcudiyetinin
karşısına koyar, onu vicdanını duymaya zorlar". Bu nedenden
ötürü çalışma burada bir zorunluktan çok, bir teselli olmak­
tadır; gözetn>enlerin zaten nesnelerin m addiliği yüzünden
sağlanmış olan bir zorlamaya başvurmalanna gerek yoktur ve
buna bağlı olarak otoriteleri kabul edilmektedir. "Her ziya­
rette bu dürüst ağızdan birkaç iyi söz dökülerek, tutuklunun
kalbine şükranla birlikte, umut ve teselli taşımaktadır; gar-

18 A.E. C a s p a r i n , Rayport au minisirt dt l'mtdrieur sur la rifontu its pris*


ons.
19 Beaumont vc TooqueviUe, s. 112.
20 F o x 'h e r in s a n t a n n s a l n u r la a y d ın la n m ış tır v e b e n o n u n h e r İ n t a n d a
p a r ıl d a d ığ ın ı g ö r d ü m ' d e m e k t e y d i. P e n n t y i v a n i a , P iils b u r g h , s o n r a d a
C h m y H U l h a p i s h a n e l e f i 1 8 2 0 d e n İ t i b a r e n q u a k e r l a n n v e V V aln u i
S t r e e l'i n iz in d e ö r g ü tle n m iş le r d ir .
21 /ounui des icono»ıisUS. II, 1842.

300
diyanmı sevmektedir; onu sevmektedir, çünkü bu kişi tatlı ve
mükemmeldir. Duvarlar dehşet vericidir ve insan iyidir"^.
Bu geçici tabut gibi olan kapalı hücrenin içinde, hortlama ef­
saneleri kolaylıkla bedene bürünmekledirler. Geceden ve ses­
sizlikten sonra, beden yeniden hayat bulmaktadır. Aubum, bu
esas zorluklardan geçmiş toplumun la kendisidir. Cherry Hili
ise, hayatın sona ermesi ve yeniden başlannasidir. Katoliklik,
bu söylemlerin içindeki quaker tekniğini hemen kendi hesa­
bına geçirm iştir. "Hücrenizde yalnızca korkunç bir tabut
görüyorum, bu tabutun içinde kurtlann yerine pişmanlıklar ve
umutsuzluk, sizi kemirmek ve hayatınızı öne alınm ış bir ce­
henneme çevirmek için ilerliyorlar. F a k a t... dinsiz bir mah­
kûm için bir mezardan, itici bir tâbuttan ibaret olan şey, sami­
mi bir hıristiyan için, bizatini çok mutlu ölümsüzlüğün beşiği
haline gelm ektedir"^.
Bu iki model arasındaki zıtlığın üzerine, koskoca bir
farklı çatışm alar dizisi oturm uştur dinsel (dine döndürme
ıslah etmenin esas parçası nru olmalıdır?), tıbbi (tam soyutla­
ma delirtir mi?), ekonomik (en düşük maliyet nerededir?), mi­
mari ve yönetsel (en iyi gözetimi hangi biçim garanti eder?).
Hiç kuşkusuz polemiğin uzunluğu bu duruma bağlı olmuştur.
Fakat tartışmaların göbeğinde ve onları mümkün kılmak üze­
re, hapishanenin etkisinin şu birinci am aa yer alm ıştır: ikti­
dar tarafından denetlenmeyen veya hiyerarşiye uygun olarak
düzenlenmeyen her tür ilişkinin kopartılması yoluyla, baskı
altına alan bireyselleştirme.
2. "Yemek aralanyla kesintiye uğraşan çalışm a m ah­
kûma gece duasına kadar arkadaşlık eder; bu duadan sonra

22 A b d B lo u e t, Prvjei dt prisenu oclluUirts, I M S .


23 B a ş h a r ip P e tig n y , Altocvtion adresiie aux prisetmiers i { 'o c c a ı i m de
l'ineuguralion des bitimenti ceUuUires de la prison de Venailles. K rs-,
b u n d a n b ir k a ç y ıl s o n r a . Monte O v t o 'd a ç o k n e t b ir ş e k ild e Isa in c e le m e ­
le r in e iliş k in b ir, h a p s e d U m e d e n s o n ra y e n id e n b e d e n e b ü r ü n m e v e rs iy o n u
v a r d ır ; a m a o s a ra la r d a h a p is h a n e d e y a s a la r k a r ş ıs ın d a y u m u ş a k b a ş lı
o lm a y ı ö ğ r e n m e k d e ^ d e , g iz li b ir b ilg iy le , y a r g ıç la n n a d a le ts iz liğ in in
ö te s in d e a ^ l e t s a ğ la m a g ü c ü n ü e ld e e d e b ilm e k s ö z k o n u s u d u r .

301
yeni bir uyku ona, dengesiz bir hayal gücünün hayaletlerinin
artık hiç bozamadıklan hoş bir dinlenme sağlar. Haftanın
altı günü böyle geçer. Bunların arkasından tamamen ibadete,
eğitime ve ruhu kurtaran derin düşüncelere aynimış olan bir
gün gelir. Haftalar, aylar ve yıllar birbirlerini böylccc izler­
ler: böylecc hapse girdiğinde dengesiz biri olan veya düzen­
sizliği marifet sayan, varlığını günahlannın çeşitliliğiyle
tahrip etmenin peşinde bir kişi olan mahpus, önce tamamen
dışsal olan, anna kısa bir süre sonra ikinci doğası haline gelen
bir alışkanlığın sayesinde, çalışmayla ve onun zevkleriyle
öylesine içli dışlı hale gelmektedir ki, birazcık eğitimin de
eklenmesiyle pişmanlığa açılan ruhunu, özgür kaldığında
karşısına çıkacak olan eylemlere karşı daha güvenli bir şekil­
de çıkartmak mümkün hale gelmektedir^^. Çalışma soyutla­
mayla birlikte, hapishanede meydana getirilen dönüşümün
bir ajanı olarak tanımlanmıştır. Vc daha 1Ş08 yasasında bu
tanım yer almaktadır: 'T asan ın verdiği ceza suçun telâfi
edilmesini amaçlıyorsa da, aynı zamanda suçlunun ıslah edil­
mesini de islemektedir ve bu çifte amaç kötülük yapan kişi onu
hapse atan uğursuz aylaklığın, onu burada da gelip bul­
masından ve onu felaketin son noktasına kadar kavra­
masından kurtulduğunda gerçekleştirilmiş olacaktır'^. Ça­
lışma, kapalı tutma rejimi içinde ne bir ek ceza, ne de bir ıslah
unsurudur. İster zorunlu çalışma, ister ağır hapis cezası veya
hapsetme söz konusu olsun, çatışma bizzat kanun koyucu ta­
rafından, bunlara mutlaka eşlik etmesi gereken bir unsur ola-

24 N .H . Ju liu s , Ltçorıs w r Us yrisons. Fra. ç c v . 1 8 3 1 , î, s . 4 1 7 -4 1 8 .


23 C A . R c a L Motifs du Code d'instnuticm crimineOt. B u n d a n ö n c e , I ç ş t e r i
B a k a n lığ ın ın b ir ç o k t a lim a t ı m a h k û m la n n ç a l ış h n l m a s ı z o n ın tu ğ u n u
h a tu la tm ış tı: Y ıl V I 5 F r u c tid o r , Y ıl V I II 3 M e ss ıd o r , Y ıl IX 8 P lu v i o K v e
2 8 V e n lö s c , Y ıl X 7 B r u m a ir c . 1 8 0 6 v e 1 8 1 0 k a n u n la n n d a n h e m e n s o n r a
g e n e y e n i ta lim a tla r v a r d ı r 2 0 E k im 1 8 1 1 , 8 A ra lık 1 8 1 2 ; v e y a h u t 1 8 1 6
y ılın d a k i u z u n ta lim a t: 'M ü m k ü n o ld u ğ u n c a ço k m a h k û m u m e ş g u l e tm e -
nİD ç o k b ü y ü k b ir Ö nem i v a r d ır . M e ş g u liy e tle r i o la n la r ile a y la k k a lm a k
- is t e y e n le r a r a s ın d a k i k a d e r f a r k ın ı g ö s te r e r e k , o n la r d a ç a L ş m a is te ğ i
u y a n d ır m a k g e r e k ir . B ir in c i le r İ k i n c i l e r d e n d a h a i y i b e s l e n e c e k l e r ,
d a S a i y i y a ia lü a r d a y a t a c a k l a r d ır '. M e lu n v e G a i r v a u x ç o k e r k e n d e n ,
b ü y ü k a t d y d e r h a lin d e ö r g ü tle n m iş le r d ir .

302
rak kabul edilmiştir. Fakat bu, XVIII. yüzyıl ıslahatçılarının
onu halk için bir örnek, veya toplum için yararlı bir telâfi ha­
line getirmek isterken sözünü ettikleri zorunluktan farklıdır.
Hapishane rejimi içinde, çalışma ile cezanın bağlantısı başka
bir tiptendir.
R e s to r a s y o n v e y a T e m m u z M o n a r ş is i d ö n e m in d e m e y d a n a

gelen çok sayıda polemik, cezai çalıştırmaya yüklenen işlevi


aydınlatmaktadırlar, ö n c e ücret konusunda tartışma. Fran­
sa'da tutuklular çalıştınldıklannda ücret Ödenmekteydi. So­
run: eğer hapishanedeki çalışma bir ücretle ödüllendirili-
yorsa, bunun nedeni çalışmanın cezanın bir parçası olmaması
ve tutukiunun bunu reddedcbilmesidir. Üstelik, kazanç suçlu­
nun ıslah olmasının değil, işçinin becerisinin ödülüdür: "en
kötü uyruklar hemen hemen heryerde en becerikli işçilerdir;
bunlar en yüksek ücretleri almakta, buna bağlı olarak en huy-
suzlan ve pişmanlık getirmeye en az yatkın olanlandır"^*.
Hiçbir zaman tamannen bitmeyen tartışma 1840-45’li yıllara
d o ğ ı u y e n i d e n vc Çok l ı a r l ı bir ş e k i l d e c a n l a n m ı ş t ı n e k o n o m i k

bunalım dönemi, işçi çalkantılan dönemi, aynı zamanda işçi


ve suçlu muhalefetinin billûrlaştığı dönem^. Hapishane atöl­
yelerine karşı grevler vardır: Chaumontlu bir eldivenci Clair-
vaux'da bir atciyc kurma izni alınca, işçiler itiraz etmişler,
işlerinin aşağılandığını ilân etmişler, manüfaktürü işgal ede­
rek, patronu tasansından vazgeçmeye zorlam ışlardır^. Aynı
zamanda da işçi gazetelerinde büyük bir basın kampanyasına
girişilmiştir: hükümetin "özgür" ücretleri düşürmek için cezai
çalıştırmayı teşvik ettiği teması üzerinde; bu hapishane atcl-
yelerinin, emek güçleri ellerinden alıruın, fahişeliğe ililen
kadınlar için daha da duyarlı olduklan, böylece serbestken
bir işleri olanlarla rekabet edemeyen bu aynı kadınlann hap­
se düştüklerinde onlarla rekabet ettikleri teması üzerinde^'';

26 J . J . M a r q u e t V V a s s c t o C C I I I ,s . 1 7 1 .
27 B k z , a ş a ğ ıd â b l. 2 .
28 B k z ., J . P . A flv e t. Lo C nhıes sous la momrehie de luülel, 1 9 5 4 , s . 3 0 -3 1 .
29 L'A utier, 3 . Y ıl, n o . 4 . A ıa h k 1 8 4 2 .

303
tutuklulara en güvenli işlerin tah sis edildiği -"h ırsızlar
şap k aalık ve abanoz işlerini sıca a k ve korunaklı yerlerde
yapmaktadırlar", oysa işsiz kalan özgür şapkaa "insan mez­
bahasında günde 2 frank karşılığında üstübeç inna) etmek zo­
runda k alm ak tad ır"^ - teması üzerinde; insan al akım lann
tutuklulann çalışma koşullanna daha büyük titizlik göster­
dikleri, am a özgür işçilerin durumunu ihmal ettikleri teması
üzerinde. "Eğer mahkûmlar a v a üzerine çalışsalardı, bilimin
işçileri bu maddenin tehlikeli salgılarından korumak için
çare bulmakta olacağından çok daha aceleyle bu işe sarılacak
olacağından eminiz; yaldız yapan işçilerden söz eden şöyle
yanm b ir ağızla 'şu zavallı mahkûmlar' diyecektir. Ne ya­
parsınız, ilgi ve şefkat çekm ek için öldürmek veya çalmak
gerekir". Özellikle de, hapishanenin b ir atelye olmaya yö­
nelmesiyle, oraya hemencecik dilencilerin ve işsizlerin gön­
derilerek, Fransa'nın eski genel hastanelerinin ve İngiltere'
nin UK)rl:fıousclannın yeniden oluşturulacağı teması üzerin­
de^’. Özellikle 1844 yasasının oylanmasından sonra, birçok di­
lekçe ve mektup gönderilmiştir -dilekçelerden biri "katille­
rin, canilerin, hırsızlann bugün birkaç bin işçiye ait olan bir iş
alanına dahil edilmelerinin önerilmesin] insanlık dışı bulan"
Paris meclisi tarafından reddedilm iştir-; "Meclis Barrabas'ı
bize tercih etti"^^; bazı dizgici işçiler. Melun merkez hapis­
hanesine bir matbaa kurulduğunu öğrendiklerinde bakana bir
mektup göndermişlerdir: "Kanunun haklı olarak cezalandır­
dığı toplumdan dışlanmış kişilerle, günlerini ailelerinin geçi­
mi kadar, vatanlarının zenginliği için d e özveri ve dürüst­
lükle feda eden yurttaşlar arasında tercih yapmak durumun-
d a şjn ız "^ .
Ö te yandan, bu kam panyalann herbirine hükümet ve

30 /birf., & Yü, no. 2, Kasun 1845.


31 Ibid.
32 Ibid., 4. Yıl. no. 9 Haziran 1844 ve S. Yıl, no. 7. Nisan 1845; aynca bkz,
aynı dönemde Lm M nacralie pacifi^ıu.
33 L'AuIier, S. Yıl, no. 6 Mart 1845.

304
yönetim tarafından verilen cevaplar çok sabit kalmışlardır.
Cezai çalıştırm a, yolaçacağı bir işsizlik nedeniyle eleşti-
rilemez; bu çalışma dar kapsamından, düşük getirisinden ötürü
ekonominin üzerinde genel bir yansıma meydana getiremez.
İçsel olarak bir üretim faaliyeti olarak değil de, insani meka­
nikte sağladığı etkilerden ötürü yararlıdır. Bir düzen ve kural
ilkesidir; kendine özgü taleplerle, her bir iktidann biçim­
lerini tarafsız bir şekilde taşım aktadır; bedenleri düzenli
hareketlere uydurm akta, çalkantı ve aylaklığı dışlam akta,
onun mantığı içinde yer aldıklan ölçüde m ahkûm lar ta­
rafından daha fazla kabul edilen ve onlann tavırlan içine
daha fazla yerleşen bir hiyerarşi ve gözetim altında tutmayı
dayatm aktadır: çalışm ayla birlikte "kural bir hapishaneye
girmekte, orada zahmetsizce ve herhangi baskıcı bir şiddete
yönelik bir araca başvurulmaksızın hüküm sürmektedir. Tu­
tuklu mcşgûl edilerek ona düzen ve itaat alışkanlıklan veril­
m ektedir; tutuklu böylcce tembel biriyken, dikkatli ve faal
hale gelm ektedir... kurumun düzenli hareketi ve zorunlu tu­
tulduğu el işlerinde, zam anla... hayal gücünün sapm alanna
karşı kesin bir deva bulmaktadır"^. Cezai çalıştırm a, şiddete
eğilimli, çalkanhiı, düşünmeden hareket eden tutukluyu ken­
diliğinden, rolünü tam bir düzen içinde oynayan bir parça ha­
line getiren bir makine olarak kabul edilmelidir. Hapishane
bir atciye değildir; ... tutuklu-işçilerin hem çarktan, hem de
ürünleri olduktan bir makine olmak zorundadır; onlan "meş-
gûl" etmektedir ve bu "sürekli" olsa bile, yalnızca onlann za­
manını doldurma am aan ı taşımaktadır. Beden hareket etti­
ğinde, zihin belirli bir konuyla uğraştığında, tedirgin edici
düşünceler uzaklaşmakta, sükûnet ruhun içinde yeniden doğ-
m aktadır"^. Sonuçta hapishanedeki çalıştırm anın ekonomik
bir etk ia varsa, bu onun endüstriyel bir toplumun genel ölçü­
lerine uyan m ekanik hale getirilm iş bireyler üretmesinden

34 A. B ^ en ger, R^pport i l'A cadim û des icim ces moraUs, H u ir a n 1836.


35 Dtnjou, D a Prisons, 1821, s. 180.

305
kaynaklanmaktadır; "çalışma modem halklara tanrının lüt-
fudur; onlarda ahlâkın yerini tutmakta, inançsızlıklardan
doğan boşluğu doldurmakta ve her tür iyiliğin ilkesi haline
gelmektedir. Çalışma hapishanelerin dini olmak zorundadır.
Bir makine-topluma tamamen mekanik ıslahat araçlan ge­
rekmekteydi"^. Makine-bireylerin, ama aynı zamanda prole­
terlerin imal edilmesi; nitekim "bütün servet olarak yalnızca
kollarına sahip" olunursa, ancak "emeğinin ürünü, bir mes­
leğin yapılması veya hırsızlık mesleği sayesinde, başkala­
rının çalışmalannın ürünü ile" yaşanabilir; oysa eğer hapis­
hane suçluları çalışmaya zorlamazsa, bizatihi kendi kurumu-
nun içinde ve vergi kurumu aracılığıyla, bazılannın diğer­
lerinin çalışmalarından geçinmelerini yeniden ortaya çıkart­
mış olacaktır: "aylaklık sorunu toplumun içindekinin aynıdır;
tutuklular eğer kendi çalışmalarının ürünü olmazsa, başka-
lannınkinden geçineceklerdir"^. Mahkûmun sayesinde kendi
ihtiyaçlarını karşıladığı çatışm a, hırsızı itaatkâr işçi ha­
linde yeniden nitelem ektedir. Ve cezai çalıştırma yoluyla
verien ücretin yaran işte burada müdahale etmektedir; tutuk-
luya ücretin "ahlâki" biçimim varoluşunun koşulu olarak da­
yatmaktadır. Ücret, çalışma "aşkı ve alışkanlığı" kazandır­
m ak tad ır^ ; senin ile benim arasındaki farkı bilmeyen bu
suçlulara mülkiyetin anlamını öğretm ektedir -"alın teriyle
kazanılan mülkiyetin"kini^’- ; dağınıklık içinde yaşamış olan
bu kişilere aynı zamanda öngörünün, tasarrufun, geleceğe yöne­
lik hesaplamanın ne olduğunu öğretmektedir^; son olarak da
yapılmış işe ilişkin bir ölçü sunarak, tutuklunun hevesinin ve
ıslah olmasındaki gelişm elerin niceliksel olarak yansıma-

36 L. Fauchcr, Dt ta r i f o r m t d e s p r i s o n s , 1838, s. 64. IngiJlere'de ’ tread-m ill’


ve pompa mahkûmlann disipline yönelik mekanızasycmunu sağlıyordu,
ama üretken sonucu y^tu.
37 Ch.Lucas, s. 313*314.
38 I b i d . , 5. 243. •
39 E. Danjou, s. 210-211; ayrıca bkz., L'Aulier, 6. Yıl, no. 2, Kasım 1845.
40 Ch. Lucas, l o c . c i t . Yevmiyenin üçte biri, mahkûmun çıkışı için bir kenara
konulmaktaydı

306
sına olanak vermektedir**. Cezai çalışmanın ücreti bir üretim
faaliyetini ödüllendirmemektedir; bir motor gibi iş görmekte
ve bireysel dönüşümleri belirlem ektedir hukuki bir kurgudur,
çünkü bir emek gücünün "özgürce" temliki olmayıp, ıslah tek­
nikleri içinde etkin olduğu varsayılan yapay bir şeydir.
Cezai çalıştırm anın yaran? Bir kazanç değildir; hatta
yararlı bir becerinin kazandıniması bile değildir; bunun ya­
ran bir iktidar ilişkisinin, boş bir ekonomik biçimin, bireysel
bir tabiyet ile onun bir üretim aygıtına uygulanmasının şema­
sının oluşturulmasıdır.
Hapishane çalışmasının mükemmel imgesi: Clairvaux'
daki kadınlar atelyesi; insani makinenin sessiz kesinliği bu­
rada manastır kurallannın katılığıyla birleşm ektedir: "üst
tarafı bir çarmıh olan bir kürsünün üzerinde bir rahibe otur­
muştur; onun önünde, mahpus kadınlar iki sıra halinde, ken­
dilerine buyurulmuş olan işi yapmaktadırlar, ve hemen he­
men yalnızca tığ işi yapıldığından, en katisından bir sessizlik
sürekli olarak egemen olm aktadır... Bu salonlarda herkes ke­
faret ve ceza soluyormuşa benzemektedir. Adetd kendiliğin­
den bir şekilde, bu eski binanın saygın adetlerinin dönemine
atıfta bulunulmakta, dünyaya elveda demek üzere buraya
kendiliklerinden kapanan gönüllü tövbekârlar hatırlan­
maktadır"*^.
3. Fakat hapishane basit özgürlükten yoksun bırakmayı
büyük bir ölçekte aşmaktadır. Cezanın çcşitlendirilmesini
sağlayan bir alet olmaya yönelmektedir: yükümlü olduğu bir
karann uygulanması boyunca, en azından onun ilkesini yeni­
den ele alma hakkına sahiptir. Hapishane kurumu bu "hak"
kı, parçasal bir biçimi hariç (şartlı tahliyeler, yarı-serbest-

41 E. Ducp6tûux, Du SysUtK de Vemprisonnemeni cdlulaire, 1657, s. 30-31.


42 Faucher'nin şu metniyle yakınlık gtelermekledir: "Bir iplikhaneye giri­
niz; işçilerin konuşmalannı ve makinelerin ıshklannı dinleyiniz. Bu
nv^nik hareketlerin düzenlilik ve Angörülebilir'igi, bu kadar çok er­
kek, kadın ve çocuğun temasından kaynaklanan fikir ve adet kan-
şıidıgıyla kıyaslandığında, dünyada bundan daha çarpıcı bir zılbk
olabilir mi?* De la riforme des prisons, 1638, S . 20.

307
İlkler, ıslahat merkezleri kurulm ası yoluyla), tabii kİ XIX.
yüzyılda ve hatta XX. yüzyılda elde etm iş değildir. Fakat
hapishane yönetimi yetkilileri tarafından, iyi bir hapishane
işleyişinin ve bizzat adaletin onu görevlendirdiği şu ıslah
etme işlevinin etkinliğinin koşulu olarak, <;ok erkenden talep
edilm işlerdir.
Ceza süresi iç n böyle olmuştun bu süre cezalann tam ola­
rak niceliksel hale getirilm elerini, onlan koşullara göre ba-
samaklandırmayı ve yasal cezaya az çok anlaşılır biçimde
bir ücret biçimi verilmesini o laıu k lı kılmaktadır; ama eğer
yargılama düzeyinde, bir kerede ebediyen geçerli olmak üzere
saplanırsa, hiçbir baskı yapma değeri kalmayacaktır. C e­
zanın uzunluğu yasa ihlalinin "mübadele değeri"nin ölçüsü ol­
mamalıdır; tutuklunun mahkûmiyeti süresince meydana gelen
"yararlı” dönüşümüne uyarlanmalıdır. Bir ölçü-zaman değil
de, amaca bağlı bir zaman olmalıdır. Ücret biçiminden çok,
işlem in biçimi olm alıdır. H astanın tam iyileşip iyileşm e­
diğine göre tedavisine son veren veya sürdüren hekim gibi; bu
iki varsayımdan birincisinde olduğu gibi, kefaret mahkûmun
tam olarak ıslahı halinde sona erm elidir; çünkü bu durumda
onu hapis tutmak yararsız hale gelm iştir ve buradan hare­
ketle, ıslah olan için insanlık dışı olduğu kadar, devlet için
de boşuna bir masraf haline gelm iştir"^. Demek ki cezanın
adil süresi y a ln ız c a y a p ıla n e y le m e ve o n u n k o şu lla n n a değil,
aynı zamanda somut şekliyle cezanın çekilişine bağlı olarak-
değişmelidir. Bunun anlamı, eğer ceza bireyselleştirilmek zo­
rundaysa, bunun eylemin hukuk öznesi, suçun sorumlu faili olan
yasayı ihlal eden bireyden itibaren değil de, denetimli bir
dönüştürme faaliyetinin nesnesi olan cezalandırılmış Inrey-

43 A. Bonn€vUI«, Dn libirûtiaıu ^tpûrmtoir€S, 1S4S. S . 6. BonnevlUe *hâ-


zıriık özgûrlûgû' finlcmlmnln yara sua ’eSc cezalar" veya 'sudunun muh­
temel kaHrlanmt^lık derecesine göre yakla^ûı olarak saptuınu^ oUn ce­
zai hükmün, beklenen sonucu doğurmadığı' ortaya çıkarsa fazladan ha­
pis öngörmekteydi; hazırlık özg^ûgû cezanın dörtte OçOnOn çekil­
mesinden sonra uygulanabiliyordu. Traii des d iom ts iıutilutians
eompünuntûira, s. v<l

308
den, hapishane aygıb içine alınm ış, onun tarafından değiş­
tirilmiş veya ona tepki göstermiş olan tutuklu bireyden itiba­
ren yapılmasının gerektiğidir. "Yalnızca kötüyü ıslah etmek
söz konusudur. Bu ıslahat bir kez gerçekleştirildikten soma,
suçlu topluma geri dönmelidir"**.
Hapsetmenin niteliği ve içeriği de yalnızca yasa ihlali­
nin cinsi tarafından belirlenm em elidtr. Bir suçun hukuki
ağırlığı, mahkûmun ıslah edilebilir veya edilemez karakteri
açısından hiç de tek yönlü bir işaret olm am alıdır. Yasanın
hapis ile ağır hapis veya zorunlu çalıştırma ayırımını karşı­
lığı olarak koyduğu hafif suç-ağır suç ayınm ı, ıslah terimleri
itibariyle işlevsel değildir. Bakanlık tarafından 1836'da
yapılan bir araştırmaya göre, m erkez hapishaneleri müdür­
leri tarafından adeta tam bir katılım la formüle edilen ka­
naat böyledir: "Islahaneler en fazla kusur içerenleridir... Suç­
lular arasında tutkularının şiddetine ve kalabalık bir ailenin
ihtiyaçlanna yenik düşen çok sayıda insana rastlanm ak-
tadır". "Suçluların hal ve gidişleri, onlan ıslah etm ekle gö­
revli olanlannkinden çok daha iyidir; birinciler, genelde se­
fih, hırsız, tembel olan İkincilerden daha yumuşak başlı,
daha çalışkandırlar"*^. Cezanın kablığının, nrtahkûm edilen
eylemin cezai büyüklüğüyle doğrudan orantılı olmamasının
gerekbği düşüncesi buradan kaynaklanmaktadır. Bu ceza ay-
nca bir kerede ebediyen geçerli olm ak üzere belirlenmemeli-
dir.
Islah edici işlem olan hapsetm enin kendi talepleri ve
kendine özgü değişim leri vardır. Onun aşam alannı, geçici
ağırlaşm alarını, tedrici hafiflem elerini belirleyecek olan,
onun etkileridir; Charles Lucas’nın "ahlâka uygunluklann
hareketli tasnifi" adını verdiği şey. Cenevre'de 1825’ten beri

44 O t I â a (nbuMuz. 6 N lıa n 1837de zikradUıniştir.


45 CaıetU det »Auuıuc. Aynca bkz., Msrguet-VVMselot, U VüU du rtfugt.
IS32, s. 74-76. Oı. Lucas ıslaKandcrin 'oendde kerttsd nOİus içtndoı
(adam) devyir'dlkleri ve 'hapishane ahlAkınm (odunlukla taniBsal
Dûhutan geldi^'ni kaydetmededir. Op. dİ., s. 46-SO.

309
uygulanan tedrici sistem*^ Fransa'da sıklıkla talep edilm iş­
tir. Örneğin üç kesim biçim i altında: tutuklulann hepsi için
sınama kesim i, cezalandırm a kesim i ve iyileşm e yolunda
olanlar için ödül kesimi^^. Veya dört safhalı biçim altında:
şaşkına çevirm e dönem i (çalışmadan ve iç veya d ış her tür
ilişkiden yoksun bırakm a); çalışma dönemi (soyutlama, ama
zorunlu bir aylaklık dönem inden sonra bir lütuf olarak kabul
edilen çalışm a); ahlâkileştirm e rejim i (m üdürler ve resmi
ziyaretçilerle, az çok sık "toplantılar"); birlikte çalışm a dö­
nemi^*. Cezanın ilkesi adaletin bir kararıysa da, bu cezanın
yönetim i, niteliği, katı olup olm am ası, cezalandırm anın et­
kilerini, bizzat bu etkileri üreten aygıtın içinden denetleyen
özerk bir m ekanizm aya ait olm alıdır. Yalnızca hapishane
kurallanna uyulm asını sağlam anın bir yolu olm akla kal­
mayıp, aynı zamanda hapishanenin tutuktular üzerindeki et­
kisini fiili hale getirm eyi amaçlayan koskoca bir cezalar ve
ödüller rejimi. Adli otoritenin buna kendiliğinden razı olduğu
da olm aktadır: hapishanelere ilişkin yasa tasarısı hakkında
kanaati sorulan yargıtay, "hapishanelerde daha fazla para­
ya veya daha iyi bir gıda rejim ine veyahut da ceza kısal­
tılm asına yönelik ö d ü ller verilm esi fikri şaşırtm am alıdır.
Eğer m ahkûm lann zihinlerinde iyi ve kötü kavram larını
uyandıracak, onlan ahlâki düşüncelere yöneltecek ve onlan
kendi gözlerinde de bir m iktar yüceltecek birşey varsa, bu bazı
ödüllere ulaşılma olânağıdır"^^
Ve cezayı akışı içinde düzelten bütün bu usuller konusunda
adli mercilerin dolaysız bir yetkiye sahip olm adıklannı k a­
bul etmek gerekir. N itekim , tanım gereği ancak yargılamadan
sonra m üdahale edebilen ve yalnızca ihlâllere yönelik o la ­
bilen önlem ler söz konusudur. Buna bağlı olarak, tutuklulan

46 R . F r o s n d , ConsiıUntions sur les maisons de refuge, P a r is , 1 8 2 9 , 9. 2 9 -3 1 .


47 C h . L iK a s , 9 .4 4 0 .
48 L . D u r a s , Le Progressif'te ç ı k a n m a k a le s i , v e Le Phalange, 1 A r a lık
1 8 3 8 ’d e z ik r e d ile n i.
49 C h . L u c a s , s . 4 4 1 -4 4 2 .

310
yöneten personelin, cezanın bireyselleşm esini ve uygulanma­
sını sağlannası söz konusu olduğunda. Özerk olmaları kaçınıl­
maz olm aktadır: gözetmenler* kurum müdürü, papazı veya
öğretm eni, bu işlevi yerine getirm eye, cezai iktidara sahip
olanlardan daha fazla ehildirler. Cezanın bu iç ayarlanışına
taban olacak şey artık, suçluluğun yüklenmesi biçimindeki bir
m ahkem e karan değil de, bu hapishane görevlilerinin yar­
gıları olacaktır (farkına varış, teşhis, karakterize etme, be­
lirlem e, farklılaştırıcı, sınıflandırm a olarak anlaşılm ış ha­
liyle) -o n ların yargıları cezanın hafifletilm esine, hatta sona
erdirilm esind e taban o la ca k tır-. Bonncvillc 1846'da şartlı
tahliye tasansını sunduğunda, onu "yönetimin adli otoritenin
Ön izniyle, tamamen ıslah oinnuş mahkûmun bazı koşullann
yerine gelmesi halinde, yeteri kadar bir şürc ceza çekildikten
sonra ve dayanağı olan en küçük şikâyette hapishaneye geri
döndürülm ek üzere geçici o larak serbest bırakma hakkı"^®
olarak tanım lam ıştır. Eski cezai rejim de yargıçlann cezayı
çeşitlendirm elerine ve hüküm darlann buna daha sonra son
verm elerine olanak veren bu "keyfiliğin", modern ceza yasa­
larının adli iktidarın etinden çekip aldığı bu keyfiliğin, ceza­
landırmayı yöneten ve denetleyen iktidar cephesinde yeniden
oluştuğu görülm ektedir. G ardiyanın bilgince hükümranlığı:
"kurum içinde egemen olarak hüküm sürmeye davetli gerçek
yargıç... bu kişi görevinin gerektirdiklerinin altında kalm a­
mak için, en yüce erdem ile insanlar konusundaki derin bir bil­
giyi birleştirm ek zorundadır"^^
Ve C harles Lucas tarafından açık bir şekilde form üle
edilm iş olan ve modern cezalandırm a sistem inin işleyişinin
esas eğilim hattını vurguluyor olm akta birlikte, bugün çok az
sayıda hukukçunun itirazsız kabul etm eye cüret edebileceği
bir ilkeye ulaşılm ıştır; bu ilkeye hapishane bağım sızlığı Bil­
dirgesi adını verelim: burada yalnızca yönetsel özerkliğe sa-

5* V H o n n c v ılle . op. c ı l . , 5. 5.
'1 A B .-r c ııg c r . Rapport..., 1836.

311
hip olmakla kalmayıp, aynı zamanda cezalandırma gücünün
bir parçası olan bir hak haline gelmek talep edilmektedir.
Hapishane haklanna ilişkin bu iddia ilke olarak şunu koy­
m aktadır cezai yargılama keyfi bir birim din onu parçalara
ayırmak gerekmektedir; yasa koyucular zaten yasama düzeyi
ile (eylemleri tasnif etmekte ve onlara ilişkin cezalar koy­
maktadır) yargılama düzeyi (kararlan vermektedir) arasın­
da ayınm yapmıştır; bugün yapılması gereken iş bu sonuncu
düzeyin de kendi hesabına çözümlenmesidir; bu düzeyde ta­
mamen adli olanı ayırm ak (eylemlere faillerden daha az
önem vermek, "insan eylemlerine çok farklı ahlâkilikler yük­
leyen niyetleri" ölçmek ve böylece eger mümkünse, yasa koyu­
cunun değerlendirmelerini düzeltmek); ve belki de daha önem­
li olan "hapishane y arg tsrn a özerkliğini tanımak; mahke­
menin değerlendirm esi bu hapishane yargısına nazaran bir
cins "peşin hüküm"den başka bir şey değildir, çünkü failin
ahlâkı ancak "sınama içinde" değerlendirilebilir. "Öyleyse
yargıon değerlendirmelerinin de zorunlu olarak düzeltici bir
denetime tabi tutulmalan gerekir, ve bu denetim hapishane­
nin sağlama durumunda olduğudur^.
Böylece hapsetm enin yasal tutuklamaya -"hapishane"
nin "adliye"ye- nazaran bir aşınlığından veya bir dizi aşı­
rılığından söz edilebilir. Ğhe yandan bu aşınlık çok erkenden,
daha hapishanenin doğduğu andan itibaren ya gerçek uygu­
lamalar biçimi altında, ya da tasanlar biçimi altında farke-
dilmiştir. Bu aşın lık daha sonradan ikincil bir etki olarak
ortaya çıkmamıştır. Kapalı tutmaya ilişkin büyük mekaniz­
ma bizatihi hapishanenin işleyişine bağlıdır. Bu özerkliğin
işaretini gardiyanların "yararsız" şiddet uygulam alannda
veya kapalı yerin ayncalıklanna sahip bir yönetimin müste­
bitliğinde iyice görmek mümkündür. Bunun kökleri başka yer­
dedir: tam da hapishanenin "yararlı" olmasının istenmesi ol­
gusunda, özgürlükten yoksun bırakmanın -ideal bir mala hu-

52 C h . L u cas, De k rtforme des priions, I I, 1838, ı. 4 1 8 -4 2 2 .

312
kuken el konulm ası- daha başlangıçtan itibaren pozitif bir
teknik rol oynamak; bireyler üzerinde dönüşümleri işleme sok­
mak zorunda olması olgusunda yatm aktadır. Ve bu işlemi
gerçekleştirmek üzere, kapalı tutma aygıtı üç büyük şemadan
yardım almıştır: bireysel soyutlamanın ve hiyerarşinin siya-
sal-ahlâki şeması; zorunlu bir çalıştırmaya uygulanan gücün
ekonomik m odeli; tedavinin ve norm alleştirm enin teknik*
tıbbi modeli. Hücre, atelye, hastane. Hapishanenin kapalı
tutmayı aştığı marj, fiili durumda toptan disiplinsel teknik­
lerle doldurulmuştur. Ve sonuç olarak "ceza evi" adını alan
şey işte hukuki olana nazaran, bu disiplinsel ektir.

Bu eklenti sorun çıkmadan kabul edilmemiştir, ö n ce il­


keye ilişkin bir sorun: şu andaki hükümlerimizde olduğu gibi,
ceza özgürlükten yoksun bırakmaktan daha fazla birşey olma­
malıdır. Descazes bunu, dilinin parlaklığı içinde şöyle söy­
lemekteydi: "Yasa suçluyu içine attığı hapishanede izlemek
zorundadır"®. Fakat bu tartışmalar çok çabuk bir şekilde -v e
bu karakteristik bir olgudur-, ceza evindeki bu "ek" bölümün
denetimini ele geçirme konusundaki bir savaşa dönüşecektir;
yargıçlar kapalı tutma mekanizm alan üzeride gözetim hak­
kı talep ed ecek lerd ir "tutukluların ahlAklı hale getirilme­
leri çok sayıda kişinin işbirliğini gerektirm ektedir; bu ancak
teftiş ziyaretleri, gözetim görevleri, him aye dem eklerinin
katılım lanyla gerçekleştirilebilir, ö y le y se ona yardım cılar
gerekmektedir ve bunu ona sağlama işi yargıçlığa düşmek­
tedir"^. Hapishane düzeni bu dönemde yeteri kadar tutarlık
kazandığı için, arhk ona bozmayı değil de, üstlenmeyi düşünür
hale gelinmiştir. İşte bu nedenden ötürü yargıç hapishaneyi
elinde tutnuk istemektedir. Bir yüzyıl sonra bu durumun piç

53 E D e c a z e . 'R a p p o r t a u R ot s u ı l e s p T is o ıu * . L f M m 11 N is a n 1819.
54 V iv ie n . b ı, G . F c m ı s , Da Prisennitrs, 1 3 5 0 , ı . V i n . 1 8 4 7 ta r ih li b ir k a r a r ­
n a m e ü e g ö z e tim k o o u s ) € n l a n k u r u lm u ş tu .

313
vc biçimsiz bir çocuğu olacaktır: cezaların uygulanmasıyla so­
rumlu yargıç.
Fakat ceza evi tutuklam aya nazaran olan "aşırılığı"
içinde kendini kabul ettircbildiyse vc bundan da fazlası, ecza
adaletinin bütününü tuzağa düşürüp, yargıçların bizzat ken­
dilerini kapsar hale gelebildiysc, bunun nedeni ceza adaleti­
ni, artık onun için sonsuz bir labirent haline gelmiş olan bilgi
ilişkilerinin içine dahil edebilmiş olmasıdır.
Cezanın infaz edilme yeri olan hapishane, aynı zamanda
cezalandınlan kişinin gözlem yeridir. İki anlamda. Tabii ki
gözelim altında tutmak olarak. Ama aynı zamanda her mah­
pus hakkında, onun hal ve gidişi, derindeki tutkuları, tedrici
gelişm esi hakkındaki bilgi olarak; hapishaneler mahkûm
hakkındaki klinik bir bilginin biçimlenme yeri olarak kav­
ranm aktadırlar; "ceza evi sistemi a priori bir kavram o la ­
maz; toplumsal durumun bir sonucudur. Tedavinin rahatsızlı­
ğın yeri ve yönüne bağlı olduğu sağlık anzalan gibi, ahlâki
hastalıklarda da durum aynıdır"^. Bu da iki esaslı düzenle­
me gerektirmekledir. Mahpusun sürekli bir gözetim altında
tutulabilmesi gerekmektedir; mahpuslara ilişkin olarak alı­
nacak bütün notların kaydedilebilmeleri ve muhasebcleştiri­
lebilmeleri gerekmektedir. Panopticon teması -aynı anda hem
gözetim, hem de gözlem altında tutma; hem güvenlik, hem de
bilgi; hem bireyselleştirme, hem de toplumsallaştırma; hem
soyutlama, hem de şeffaflık- en ayrıcalıklı gerçekleşme yeri­
ni hapishanede bulmuştur. Panopticon usullerinin en azından
dağınık halde, iktidar uygulamalannın somut biçimi olarak
çok geniş bir yoğunluğa sahip olduklan doğruysa da, Bent-
ham'ın ütopyası blok olarak ancak ceza evi kurumlannda
maddi bir biçime kavuşabilm iştir. Panopticon 1830-1840İI
yıllarda birçok hapishane tasarısının mimari programı h a ­
line gelmiştir. Bu, "akıl ve disiplini taşa" aktarm anın^; mi-

55 l> o n F a c u h e r ,». 6.
56 C h . L u c a s, s . (A.

314
mariyi iktidann yönetimi için şeffaf kılmanın®^; güç kulla­
nımı ile zorlamalann yerine hiçbir b o ş lu ^ olmayan bir göze­
tim altında tutmanın yum uşak etkinliğini ikâme etmenin;
mekânı yasaların yakın tarihli insancıllaşm alarına ve yeni
ceza evi teorisine uygun bir şekilde düzenlemenin en dolaysız
biçimiydi: "bir yandan otorite ve diğer yandan mimari, böy-
lecc hapishanelerin cezalann yumuşannası yönünde mi, yoksa
suçluları ıslah eden bir sistem içinde mi bütünleştirilmcleri
gerektiğini ve bunun halkın kusurlannın kökenine doğru iner­
ken, uygulanması gereken erdemleri canlandıran bir ilke ha­
line geldiği bir yasamaya uygun olmasının gerektiğini göster­
mek zorundadırlar"**.
Sonuç olarak, mahpusun kendini sanki "eski Yunanlı fi­
lozofun cam evinin içinde" bulacağı bir görülebilirlik hücresi*’
ve sürekti bir bakışın oradan itibaren hem mahkumlan, hem
de personeli denetleyebileceği merkezi bir noktası olan bir
hapishane-m akinc kurmak*^. Bu iki talebin etrafında birçok
mümkün çeşitlem e vardır; katı biçimi altındaki Benthamcı
Panopticon, veya yanm daire, veya haç biçimli düzenleme*^
Bütün bu tartışmaların ortasında, 1841’deki içişleri bakanı
temel ilkeleri hatırlatm aktadır: "merkezi denetim salonu
sistemin eksenidir. Merkezi denetim noktası olmaksızın, göze­
tim altında tutma güvenilir, sürekli ve genel olmaktan çık­
maktadır; çünkü hücreleri hemen yanıbaşlarından gözetim
altında tutan görevlinin faaliyetine, hevesine ve aklına tam
bir güven duymak olanaksızdır... Bu durumda mimari tüm dik­
katini bu amaca yöneltmek zorundadır; burada aynı anda hem

57 'E g c r y ö n cH m » o r u n u , In^dai s o r u n u n d a n s o y u t la n a r a k e t e a lın m a k i ı l c -


n lr » c , g e r ç e ğ in b u n la r a k e n d in i g d s lc r m c d iğ i ilk e le r k o y m a k / o ru n d a
k a lın ır ; o y s a b ir m im a r y ö n e tim ı h t i y a c l a n h a k k ın d a y e te r li b ilg iy e s a ­
h ip o lu r s a , t e o r in in b e lk i d e ü to p y a la r d a n b iri s a y d ığ ı 9u v e y a b u h a p s e t­
m e s is te m in i k a b u l e d e b i l ir ', A b e l B lo u e t, s . I.
SS L Ballard, s. 4-S.
59 N . P. H a r o u -R o m a in , Projel de piniUneitT, 1 8 4 0 , s. 8.
60 I n g i l l / l e r b ü tü n e s e r le r in d e m e k a n ik d e h a s ın a s a h i p l e r ... v e b in a la r ın ın
te k b i r m o t o r u n ç a lış m a s ın a b a ğ l a n a n b ir m a k in e g i b i iş le m e s in i İs te ­
m i ş l e r d i r ', ibid., s. 18.
61 B k z . L e v h a n o . 1 8 -2 6 .

315
bir disiplin, hem de bir ekonomi sorunu vardır. Gözetim
albnda tutma ne kadar kesin ve kolay olursa, binaların kuru­
luşlarında kaçış denemelerine veya mahpuslar arasında ile­
tişim kurulmasına karşı o kadar az güvence aranacaktır, ö te
yandan, eğer müdür veya başgardiyan merkezi bir salondan,
hiç yer değiştirmeden ve görülmeden, yalnızca bütün hücre­
lerin girişlerini değil, aynı zamanda kapılar tamamen açık­
ken içerilerini de görebildiklerinde, gözetim altında tutma
tam olacaktır, ama gene de her katta gardiyanlar buluna­
caktır... Dairesel veya yan dairesel hapishane formülüyle,
tek bir merkezden, hücrelerindeki bütün mahpuslan ve göze­
tim galerilerindeki gardlyanlan görmek mümkünmüş gibi
gözükmekledir"*^.
Fakat bir cezaevi olan panopticon aynı zamanda birey­
selleştirici ve sürekli bir belgeleme sistemi de olmaktadır.
Hapishane yapımında Benthama şemanın çeşitlerinin öneril­
diği yılda, "ahlâki hesap" zorunlu hale getirilm ekteydi:
bütün hapishanelerde ayru biçime sahip olan kişisel bir dosya
olacak ve müdür veya başgardiyan, hapishane papazı, öğret­
men bunun üzerine her mahpus hakkındaki gözlemlerini kay­
dedeceklerdi: "Bu bir bakıma hapishane yönetiminin yarun-
dan ayırmadığı bir defter gibidir, bu yönetim bu defter her
örneği, her koşulu değerlendirmeye ve böylece daha sonra bun­
ların sayesinde her mahpusa bireysel olarak uygulannusı ge­
reken muameleyi belirlemeye yarayan bir araç haline getir­
miştir"*^. Daha karmaşık olan başka birçok sistemin tasarısı
yapılmış veya bunlann bazıları denenmiştir^. Her halükâr­
da söz konusu olan hapishaneyi, ceza evi uygulamasının dü­
zenleyici ilkesi olarak hizmet edecek bir bilginin oluşma yeri
haline getirm ektir. Hapishane yalnızca kararlanıu bilmek
ve bunlan saptanan kurallara göre uygulamak durumunda

62 D u c a te l, hutnetion pour U emstrvetion âa toâisonf i'grrit, ı . 9 .


63 E. D u q > ttia u x , s. 5 6 -5 7 .
64 ö m d e o U n k b k z ., C . d « C r e g p r y , Prejet de Code fdnal m n m d , 1 8 3 2 , >.
1 9 9 v d .; G r c U c t* W a ın fn y , Mmtel da ^ rû o ıu , 1 8 3 9 , 0 , s . 2 3 -2 5 v e 1 9 9 -2 0 3 .

316
değildir, cezai önlemi bir ceza evi işlemi haline dönüştür­
meye olanak verecek olan bir bilgiyi mahpustan sürekli ola­
rak çekip almak zorundadır; bu bilgi sayesinde, yasa ihlali­
nin zorunlu hale getirdiği cezayı, mahpusu toplum için yararlı
hale getirm ek üzere bir dönüştürm e faaliyetinde kullana­
caktır. Hapishane rejiminin özerkliği ve mümkün kıldığı bil­
gi, yasanın kendi cczalan d tn a felsefesinin ilkesine yerleş­
tirdiği bu cezanın yararım artırmaya olanak vermektedirler:
"Müdüre gelince, hiçbir mahpusu gözünden kaçıramaz, çünkü
mahpus hapishanenin neresinde bulunursa bulunsun, ister bu­
raya girsin veya çıksın, isterse burada kalsın, müdür onun şu
veya bu sınıfta tutulmasının veya başka birine geçirilmesinin
nedenleri konusunda gerekçelere sahip olmak zorundadır. Mü­
dür tam bir muhasebecidir. Her mahpus onun için, bireysel
eğitim küresi içinde, ceza çektirmeye faizle verilmiş bir ser­
m ayedir"^. Bilgince bir teknoloji olan ceza evi uygulaması,
ceza sistemine ve ağır hapishane inşama yatınim ış olan ser­
mayeyi verimli kılmaktadır.
Bunun karşılığı olarak, suçlu tanınması gereken birey ol­
makladır. Bu bilgi talebi ilk aşamada, kararın temellerini
daha iyi atabilmek ve suçluluğun gerçek ölçüsünü belirleyebil­
mek üzere, bizzat adli eylemin içinde yer almaktadır. Yasayı
ihlal eden kişi mahkûm kimliği altında ve cezalandırma me-
kanizmalannın uygulanma noktası olarak, muhtemel bir bil­
ginin nesnesi haline gelmektedir.
Fakat bu durum, ceza evi aygıtının kendine eşlik eden
bütün teknolojik programla birlikte, ilginç bir ikâme işlemini
gerçekleştirmesini gerektirmektedir: adalet ona bir mahkûm
vermektedir; ama onun üzerinde uygulanacağı şey tabii ki ya­
sa ihlali, hatta tam olarak yasayı ihlal eden kişi de değil­
dir; daha farklı ve en azından başlangıçta kararın yazınru
sırasında hesaba katılmamış olan değişkenler tarafından be­
lirlenen birşey söz konusudur, çünkü bu değişkenler yalnızca

65 C h . U ıc a s . İ l s. 4 4 9 - İ5 0 .

317
ıslah edici bir teknoloji bakımından geçerlidirler. Ceza evi
aygıtının mahkûm edilen yasa ihlalcisinin yerine ikâm e
ettiği bu başka kişi, suç/u'dur.
Suçlu yasa ihlalcisinden, hayatının onu karakterize etme
konusunda eyleminden daha uygun olması olgusundan ötürü
farklılaşm aktadır. Cezalandırm a işlevi eğer gerçekten bir
yeniden eğitme olmak istiyorsa, suçlunun hayatını bütün ola­
rak ele almak, hapishaneyi onun bu hayatını baştan aşağı ye­
niden ele alacak olan bir cins yapay ve baskıcı tiyatro haline
çevirmek zorundadır. Yasal ceza bir eyleme yöneliktir; ceza­
landırma tekniği ise bir hayata yöneliktir; buna bağlı olarak
cn önemsizi vc cn kötüyü bir bilgi holinüc yeniden eluşturmak;
zorlayıcı bir uygulamayla etkileri değiştirmek ve boşluklan
doldurnnak işi ona düşmektedir. Hayat hikâyesinin bilinmesi
vc düzeltilen hayat tekniği. Suçlunun gözlemi "yalnızca suçun
işlendiği koşullara değil, aynı zamanda nedenlere de inmeli;
bunları onun hayat hikâyesi içinde, örgütlenme, toplumsal ko­
num vc eğitim gibi üçlü bir bakış açısı içinde ve birincisinin
tehlikeli eğilimlerini, İkincisinin can sıkıcı yönelimlerini ve
üçüncünün kötü sonuçlannı bilmek vc farketmek üzere araştır­
m alıdır. Bu hayat hikâyesi araştırm ası ahlâki durum lann
tasnifi için ceza evi sisteminin bir koşulu olmadan önce, ceza­
ların tasnifi için adli soruşturmanın esas bir parçasıdır. Du
soruşturma mahkûma, mahkemeden hapishaneye kadar eşlik
etmelidir; hapishane müdürünün görevi yalnızca onu içeri al­
mak olmayıp, aynı zamanda bu soruşturma unsurtannı tutuk­
luluk süresi içinde tamamlamak, denetlemek vc düzeltmek­
tir"^, Olguların araştırılmasının bir suçun sorumluluğunu atfe­
debileceği bir yasa ihlalcisinin arkasında, hayatına ilişkin
bir araştırmanın yavaş yavaş nasıl oluştuğunu gösterdiği suçlu
karakterin profili çizilm ektedir. "Hayat hikâyesi" araştır­
masının işe dahil edilmesi cezalandırma tarihi içinde önemli
bir yer tutmaktadır. Vc ancak buradan yola çıkabilen psikolo-

66 s. 4 4 0 4 4 2 .

318
jik bir nedensellik, sorumluluğun hukuki olarak yüklenişini
çifte hale getirerek, sonuçlan kanştıracaktır. Artık, bugün çı­
kılmış olmanın uzağında bulunulan "kriminolojik" labirente
girilmektedir; ancak sorumluluğu azaltan, belirleyici yanı bu­
lunan her neden, ihlali gerçekleştiren faili daha korkutucu bir
suçlulukla damgalamakta ve bu suçluluk daha da katı ceza­
landırma önlemleri gerektirmektedir. Suçu tartmak söz konusu
olduğunda, suçlunun hayat hikâyesinin cezalandırma uygula­
ması içinde koşullann çözümlenmesini ikiye katladığında, ce­
zai söylem ile psikiyatrik söylem in sınırlarının birbirlerine
karıştıktan görülmektedir; ve işte burada, yani onların bitiş­
me noktasında, tam bir hayat hikâyesi ölçeğinde bir neden­
sellikler ağı kurmaya ve bir cczalandırma-ıslah etme karan
çıkartmaya olanak veren şu "tehlikeli” birey kavramı oluş­
maktadır*^.
Suçlu yasa ihlalcisinden şu noktada da ayrılmaktadır: o
yalnızca eyleminin faili olmakla (serbest ve bilinçli iradeye
ilişkin bazı kıstasların işlevinde, sorumlu fail) kalmamakta,
aynı zamanda suçuna koskoca bir karmaşık ipler ağıyla bağlı
olmaktadır { içgüdüler, itkiler, eğilimler, karakterler). Ceza
evi tekniği failin ilişkisine değil de, suçlunun suçuna yatkın­
lığına yöneliktir. Bütüncül bir suçluluk olgusunun teki) dışa­
vurumu olan suçlu, herbiri kendi belirgin karakterine sahip
olan ve kendine özgü bir muamele gerektiren, adeta doğal
nitelikte dört sınıfa bölünm ektedir Marquct-W assolot 1841
tarihli H apishanelerin Etnografyası adlı eserinde bu konuda

67 H a y a t h ik â y e s i u y g u la ın a s m m . s u d u b ir e y in c e z a l a n d ın l m a m e k a n iz -
m a îa n iç ia d e o lu ş tu r u lm a s ın d a n s o n r a n a s ıl y a y ıld ıj^ n ı n ic e le m e k g e r e k '
e c e k tir : A p p e r t'd e m a h k û m la r ın h a y a l ö y k ü le r i v e j a ö z y a ş a m ö y k ü le r i;
h a y a l h ik â y e s i d o s y a l a r ı n ı n p ıs ik iy a tr ik m o d e l e g ö r e b i ç i m l e n m e s i ;
h a y a t h ik â y e s in in s a n ık l a n n s a v u n u lm a s ın d a k u lla n ılm a s ı. B u s o n u n c u
n o k ta d a . X V III. y ü z y ıl s o n u n d a t e k e r le ğ e m a h k û m e d ile n ü ç b ü y ü k a d a m
v e y a J e a n n e S a lm o n İç in ı^ a n m e ş r u l a ş t ı r ı a a n ıla r k a r ş ıla ş tın la b ilir - v e
L o u is - P h ilip p e d ö n e m in in d n a y e t s a v u n m a l a r ı - . C h a ix d 'E s t 'A n g c , L a
R b n c iö r e 'ı ş ö y l e s a v u n m a k t a y d ı; 'E ğ e r s a n ığ ın s u ç t a n , i d d i a d a n ç o k
ö n c e k i h a y a tın ı d ik k a t le i n c c l c y e ln ls e y d in iz , o n u n k a lb in e n ü fu z e d e r d e ,
e n g i z l i k ıv r ım la r ın ı a r a ş b r a b i l s c y d i n i z , tü m d ü ş ü n c e le r in i, r u h u n u n
' b ü tü n ü n ü ç ır ıl ç ıp l a k g ö r e b i l s e y d i n i z ...* , Diseours et plaidoyers, III, S .1 6 6 .

319
şöyle söylemektedir: "M ahkûm lar... aynı halkın içinde başka
bir halktırlar: bunlann kendi adetleri, kendi içgüdüleri, ken­
di ayn örfleri vardır'*^. Burada henüz kötüler dünyasının
"resimsel” tasvirlerine çok yakınız -çok gerilere gjden ve XIX.
yüzyılın ilk yarısında, başka bir hayat biçimi algılamasının
başa bir sınıfınkiyle ve başka bir insan dnsininkiyle bütün­
leştiği sırada yeniden güç kazanan eski gelenek-. Toplumsal
alt-türlerin bir zoolojisi, kendi ayinleri ve kendi dilleri olan
kötüler uygarlığının bir etnolojisi, parodik bir biçim de çi­
zilmektedir. Fakat gene dc, suçlunun hem doğal, hem de sap­
kın bir tipolojiye veya büyük canavarlık biçimleri olarak
çözüm lenebilir. Ferrus'nün tasviriyle birlikte herhalde, eski
suç "etnografyasrn m suçluların sistem atik bir tipolojisine
dönüştürülmesinin ilk örneğine sahip olunmuştur. Çözümleme
hiç kuşkusuz derinlikten yoksundur, fakat suçluluğun ya-
sanmkinden çok kuralın işlevinde özelleşmek zorunda olduğu
ilkesinin yer aldığı açıkça görülmektedir. Üç mahkûm tipi;
"saptadığım ız zekâ ortalam asının üzerinde entelektüel kay­
naklara sahip olan", ama "örgütlem elerinin eğilim leri" ve
"doğrudan buna yönelik" olmaları yüzünden veya "zararlı bir
m antık", ya da "çok haksız bir ahlâk" yoluyla yozlaşm ış
olanlan vardır. Bu gibilerin gece ve gündüz soyutlanmalan,
gezintiye tek başlarına çıkartılm aları gerekir ve bunları
başkalarıyla temasa geçirmek zorunda kalındığında "taş yon­
tucuların veya eskrim yapanların kullandıkları türden, ma­
deni, hafif bir maske" taknnalan gerekir. İkinci mahkûm ka­
tegorisi "ahlâksız, dar kafalı, alık veya pasif olup da, suça
iyilik veya utanç karşısındaki kayıtsızlıktan, hainlikten,
eğer deyim yerindeyse tembellikten ve kötü eğilimlere direnç
olmadığından sürüklenmişlerdir"; bunlara uygun düşen rejim
baskıdan çok cğiüm ve eğer mümkünse yardımlaşmalı eğitim­
dir: geceleri soyutlama, gündüzleri birlikte çalışma, yüksek
sesle ol malan koşuluyla konuşma izni, ortaklaşa okumalar.

68 }. J . M a r q u c t - W « 9s e lo t, L'Ethnognpiıie dts pritom. 1841, s . 9.

320
bunların arkasından karşılıklı sorular vc bunlara ödül veril­
mesi. Son olarak da "beceriksiz veya yeteneksiz" mahkûmlar
vardır; bunlar "yetersiz bir örgütleme tarafından, düşünerek
çaba sarfcdilm esi ve buna bağlı olarak irade gerektiren hiçbir
işe yatkın olmayan bir hale getirilmişlerdir, bu durumda akıl­
lı işçilerle iş konusunda rekabet etmeleri olanaksızdır ve top­
lumsal ödevleri bilecek kadar eğitim alm adıklan vc kişisel
içgüdülerini anlayacak ve bunlarla m ücadele edecek kadar
zekâya sahip olmadıkları için, kötülüğe bizatihi bu yetersiz­
liklerinden ötürü sürüklenm ektedirler. Bu gibiler için yal­
nızlık sadece ataletlerini artıracaktır; öyleyse bunlann bira-
rada yaşam aları gerekir, fakat bu ortaklaşa hayat çok kala­
balık olm ayan, her zaman ortaklaşa çalışmalarla teşvik edi­
len ve katı bir gözetim e tabi kılınan gruplar halinde olma­
lıd ır"*’ . Böylecc suçlulara ve bunların koşullannın hukuki
nitelendirilm esinden çok farklı olan türlerine ilişkin "|X)zi-
t i f bir bilgi tedricen yerleşik hale gelm ektedir; bu bilgi aynı
zam anda, bireyin deliliğinin değerlendirilm esine vc buna
bağlı olarak eylemin suç karakterini kaldırm aya olanak ve­
ren tıbbi bilgiden de farklıdır. Ferrus ilkeyi açıkça ortaya
koym aktadır: "Kitlesi itibariyle suçluların delilerle hiçbir
benzerlikleri yoktur; bu sonuncuları bilinçli bir şekilde kö­
tülük yapanlarla karıştırmak gayriadil olacaktır". Bu yeni
bilgide söz konusu olan, eylemi suç olarak ve özellikle de bi­
reyi suçlu olarak, "bilimsel bir şeklide” nitelem ektir. Bir suç-
biliminin kurulması olanağı ortaya çıkmıştır.
Ceza adaletinin bağlantılısı hiç kuşkusuz yasayı ihlal
eden kişidir, fakat ceza evi aygıtının bağlantılısı başka bir
kişidir; bu biyografik birim , "tehlikelilik" çekirdeği, bir
anormallik tipinin temsilcisi olan suçludur. Vc hukuğun ta­
nımlamış olduğu, özgürlükten yoksun bırakıcı tutukluluğa
hapishanenin bir ceza çektirici "ilâve" eklediği doğruysa da,
bu "ilâve" kendi hesabına, yasanın mahkûm ettiğiyle, bu ya-

C. Ferrus, s. 278 vd.

321
sanın infaz ettiği arasına fazladan bir kişi katnruştır. Azap
çektirilen kişinin damgalanan, parçalanan, yakılan, yok edi­
len bedeninin ortadan kaybolduğu yerde, ''suçlu"nun kim ­
liğiyle, b iz û t cezalandırm a aygıtının cezalandırma iktida-
nnın uygulama noktası olarak ve bugün hâlâ ceza evi bilimi
denilen şeyin nesnesi gibi olan suçlunun küçük ruhuyla ikiye
katlanan mahpusun bedeni ortaya çıkm ıştır. Hapishanenin
suçlu imal etliği söylenmekledir; ona emanet edilenleri adeta
kaçınılmaz olarak yeniden mahkemelere yönelttiği doğrudur.
Fakat onlan, yasa ve ihlal, yargıç ve yasayı ihlal eden kişi,
mahkûm ve cellat oyununa, bunları birbirlerine bağlayan ve
bir buçuk yüzyıldan beri hepsini aynı tuzağın içine iten suç­
luluğun bedensel olmayan gerçeğini kattığından ötürü, başka
bir yönde yapmaktadır.

*★ ★

Ceza evi tekniği ve suçlu insan bir bakıma ikiz kardeş­


lerdir. Eski hapishanelerde ceza evi tekniklerinin inccltilme-
sini davet edenin, suçlunun bilimsel bir rasyonellik ile keşfe­
dilmesi olduğuna inanmamak. Ceza evinin iç yöntemlerinin
yoğrulmasının sonucunda, adli soyutlama ve katılığın farket-
m elcrinc olanak olmayan bir suçluluğun "nesnel" varlığım
aydınlattığına inanmamak. Bunlann her ikisi de birlikte ve
birbirlerinin devamında, araçlannı uygulayabildiği nesneyi
biçimlendiren ve parçalara ayıran teknolojik bir bütün olarak
ortaya çıkm ıştır. Ve işte adli aygıtın bodrum katlarında,
mahkûm ettiklerine ceza vermdeten ötürü duyduğu utanç nede­
niyle görmezden geldiği şu "aşağılık işler" düzeyinde oluşan
suçluluk, şimdi serinkanlı nnahkemelerin ve yasalann yüce­
liğinin yakasını bırakm am aktadır; bilinm esi, değerlendi­
rilmesi, ölçülnnesi, teşhis konulması, kararlara konu olduğun­
da muam eleye tabi tutulması gereken od ur; şimdi hesaba
katılması gereken bu anormallik, bu sapkınlık, bu sağır teh­
like, bu hastalık, bu yaşama biçimidir. Suçluluk, hapishane­

322
nin adaletten aldığı intikam dır. Y arg ıa çaresiz bırakacak
kadar korkutucu bir rövanştır. Bu durumda suçbiHnndlerin ses
tonu yükselmektedir.
Fakat, bütün disiplinlerin yoğun ve katı biçim i olan ha­
pishanenin, XVIII. yüzyıl ile XIX. yüzyılın dönem ecinde
tanımlanmış haliyle, ceza sistem ine içkin bir unsur olmadı­
ğını akılda tutm ak gerekir. "İdeolojik" ceza yasalarının
-B eccaria veya Bentham ta rz ın d a - izledikleri cezaladıncı
bir toplum veya genel bir semio-teknik teması, hapishanenin
evrensel kullanım ım gerektirm iyordu. Bu hapishane başka
bir yerden -disiplinsel bir iktidara özgü m ekanizm alardan-
gelmektedir. Öte yandan, bu türdeş olmama durumuna rağmen,
hapishanenin mekanizmalar ve etkileri modem ceza adaleti­
nin bütünü boyunca yayılmışlardır; suçluluk ve suçlular onu
bütünü itibariyle parazit olarak taşımışlardır. Hapishanenin
bu ürkütücü "etkinliği"nin nedenlerini araştırm ak gerekecek­
tir. Fakat daha şimdiden birşeyi kaydetmek mümkündür:
XV III. yüzyılda ıslahatçılar tarafından tanım lanm ış olan
ceza adaleti, suçlunun mümkün iki nesnelleştirilm e hattını
çizmekteydi, ama bunlar birbirlerinden uzaklaşan niteliktey­
diler: bunlardan biri toplumsal anlaşmanın dışına düşmüş olan
ahlâki veya siyasal "canavarlar"ın dizişiydi; diğeri de ecza
tarafından yeniden nitelenen hukuki Öznenin hattıydı. Oysa
"suçlu" tam da bu iki hattın birleştirilm esine ve ihlal eden
kişi ile bilgince bir teknolojinin nesnesi olan bir bireyin tıbbın,
psikolojisinin veya kriminolojinin güvencesi altında çakışma-
lannda -hem en hem en- olanak verm ektedir. H apishanenin
ceza sistem ine yaptığı aşının, şiddetli bir red tepkisine yol
açmamış olmasının kuşkusuz birçok nedeni vardır. Bunlardan
biri, suçluluğu imal ederken ceza adaletine "bilim ler" ta­
rafından onaylanan ve böylece ona genel bir "gerçeklik" ufku
üzerinde işleme olanağı veren bütüncül bir nesneler alanı sağ­
lam ış olm asıdır.
Adalet aygıtının içindeki en karanlık b ö lg e olan ha­
pishane, artık yüzünü göstererek etJd etm eye cüret edemeyen

323
cezalandırma iktidarının, cezanın gün ışığında bir tedavi
yöntemi olarak iş görebileceği ve mahkeme karannın da bilgi
söylemleri arasında yer alabileceği bir nesnellik alanını ses­
sizce örgütlemektedir. Adaletin aslında kendi düşüncelerinin
ürünü olmayan bir hapishaneyi bu kadar kolayca benimsemiş
olması anlaşılmaktadır. BÖylesine bir tanımayı ona borçluy­
du.

324
İKİNCİ AYIRIM
YASADIŞILIKLAR VE SUÇLULUK

Yasanın bakış açısından, tutukluluk iyi bir özgürlükten


yoksun bırakma olabilir. Bu durumu sağlayan hapsetme, her
zaman teknik bir taslak içermiştir. Görkemli ayinleri, a a ile
töreni birbirine karıştıran sanatlarıyla azap çektirmelerden,
kitlesel mimarilerin içine gömülü ve yönetimlerin sim olarak
korunan hapishane cezalanna geçiş, farklılaşmamış, soyut ve
kanşık bir cezalandırma sistemine geçiş değildir; bu bir ceza­
landırma sanabndan, en az onun kadar bilgince olan bir baş­
kasına geçiştir. Bir belirti bu geçişin bir özetidir: ISST'de for­
saların zincir alaylarının yerine hapishane arabasının geç­
mesi.
Kadırgalar dönemine kadar geri giden zincirli mahkûm-
lann alayı. Temmuz monarşisi döneminde hâlâ sürmekteydi.
XIX. yüzyılın başında gösteri olarak kazandığı önem , her­
halde cezalandırmanın iki tarzını tek bir di;^vurum halinde
birleştirmesinden kaynaklanmaktaydı: tutuklu olarak bulu­
nacakları yere kadar yaptıkları yol, bir azap çektirm e gös­

325
terisi olarak cereyan etm ekteydi’ . "Sonuncu zincir alayına
-gerçekte 1836 yazında Fransa'da dolaştırılanı- ve bunun yol
açtığı rezaletlere ilişkin anlatılar, "ceza evi bilimi" kural-
tanna çok yabana olan bir işleyişi yeniden bulmamıza olanak
vermektedirler. Yola çıkarken bir darağaa ayini; bu Bic6tre
avlusunda demir boyunduruklann ve zincirlerin vurulmasıdır;
forsanın ensesi sanki bir kütükmüş gibi bir örs üzerine yatırıl­
maktadır; fakat çekici kullanan celladın sanatı bu kez kafayı
ezmeye yönelik değildir -beceri tersine dönmüş, öldürmemek
marifet haline gelm iştir-. "Büyük Bicötre avlusu azap aletle­
rini sergilem ektedir kelepçeleriyle birlikte birçok zincir sı­
rası. A rtou pan lir (muhafız kom utanlar), geçici görevle gel­
miş demircilerin örs ve çekiçleri vardır. Yoklama yolunun par­
maklığına, bütün bu kaygılı ve cesur ifadeler taşıyan kafalar
yopışmıştır, gprevti bunlar pcrçinleyecektir. Daluı yukarda
hapishanenin bütün katlannda, hücre parm aklıklarından
sarkan kol ve bacaklann bir insan eti p a z a r oluşturduklar
görülmektedir; bunlar dünkü arkadaşlarnın süslenmesini sey­
retmeye gelen tutuklulardır... (Süslenecek olanlar) kurban
tav r içindedirler. Raslantısal bir şekilde ve boylara göre iki­
şer ikişer biraraya gelmiş olarak yere oturmuşlardır; her biri­
nin taşıması için payına 8 libre düşen bu zincirler, dizlerinin
üzerinde ağırlık yapmaktadır. Zincire vurma işini yapacak
olan görevli onlan teftiş etmekte, kafalannın ölçüsünü al­
makta ve parm ak kalınlığındaki muazzam gerdanlıkları
ayarlamaktadır. Bir boyun halkasının vurulması için üç cel­
ladın işbirliği yapmalan gereklidir; bunlardan biri örsü alt­
tan tutmakta, diğeri demir boyunduruğun iki tarafını bitişik
bir şekilde tutmakta ve mahkûmun kafasını iki koluyla zap­
tetmektedir; üçüncüsü ise kocaman çekiciyle ard arda vurmak­
ta ve iki ucu birbirine tutturan halkayı yassıltmaktadır. Her
darbe kafayı ve bedeni sa ısa la maktadır... Eğer çekiç sekerse,
kurbanın karşılaşabileceği tehlike hiç düşünülmemektedir;

I F a u d ıe r , 'ö z e l l i k l e d a r a g a d a n m n ip ta l e d i l m i ş o lm a s ın d a n b e r i * z i n c i ­
r in b ir h a lk s e y ir lik u n s u r u o ld u ğ u n u iş a r e t e tm e k te y d i.

326
Tannnın yarattığı bir kişiyi böylesinc aşağılanmış bir durum­
da seyretm enin karşısında, bu izlenim hiçbir şeydir veya
daha doğrusu bu manzara karşısında silinmektedir"^. Sonra
kamusal gösterinin boyutu: Cazette â a Tnlıunaux'ya göre, zin­
cire vurulmuş forsalann 19 Temmuzda Paris'ten yola çıkışla­
rını 100 binden fazla kişi seyretmiştir: "Courtille'den Mardi
Cras'ya iniş...*^. Düzen ve zenginlik, zincire vurulmuş olan
göçebe kabilenin, şu diğer türün, "zindan ve hapishaneleri
doldurma ayrıcalığına sahip olan şu diğer ayn ırkın" uzaktan
geçişini seyretmekte, mahkûmlarla küfür, tehdit, cesaretlen­
dirme, darbe, nefret veya işbirliği işareti alış verişinde bulun­
maktadır. Şiddete yönelik birşey ayağa kalkmakta ve geçit
esnasında varlığını hep sürdürmektedir: çok sert veya çok
hoşgörülü bir adalete karşı öfke; nefret edilen canilere bağır­
ma; tanıdıklan ve selamladıklan m ahkûmlann lehine hare­
ketler; polisle çatışma: «Fontainebleau engelinden itibaren
geçilen bütün yol boyunca, bazı çılgın gruplar Delacollonge'a
karşı öfkeyle bağırdılar: kahrolsun başrahip, kahrolsun bu
iğrenç adam demekteydiler, adalet onun hakkından gelmeliy­
di. Eğer belediye muhafızlan yeteri kadar kararlı ve enerjik
davranmasatardı, ağır sonuçlan olacak kanşıklıklar meyda­
na gelebilirdi. Vaugirard caddesinde kadınlar daha öfkeliy­
diler. Kahrolsun kötü papazlar! Kahrolsun canavar Delacol-
longe! diye bağınyorlardı. Montrouge ve Vaugirard polis ko­
miserleri ve birçok belediye başkam ile y ard ım alan , adale­
tin karanna saygı duyulmasını sağlamak üzere koşturdular.
Issy'den çok uzakta olmayan bir yerde François, Bay Allard
ile müfrezeyi görünce tahta çanağını onlara fırlattı. Bunun
üzerine bu mahkûmun eski arkadaşlanndan bazılannın İvry'
de oturduktan hatırlandı. Bu andan itibaren görevli müfet-

2 Revue de Paris. 7 H a z ir a n 1 8 3 6 . C t e t e n n i n b u b ö lü m ü I S 3 6 'd a a r tık h a lk a


a c ık d e ğ ild i, y a ln ız c a a y n c a l ık l ı s e y i r c i l e r k a b u l e d i l m e k l e y d i . Revue de
Paris'de y e r a la n p r a n ^ y a v u r m a a n l a t ıs ı, Dentier four d’un condamrU,
1 8 2 9 'd a k in e ta m u y m a k ta d ır - b a z e n a y n ı k d i m d e r l « -
3 Caette des tribuneux, 1836.

327
tişicr yol üzerine sıralandılar ve forsaların arabalarını ya­
kından takip ettiler. Paris kordonuna mensup olanlann herbi-
ri, istisnasız tahta çan ak lan n ı görevlilerin kafasına attı,
bazıları hedefe ulaştı. Bu anda kalabalık bir alarm durumu
olduğunu hissetti. İki taraf birbirinin üzerine atıldı"*. Bicötrc
ile Sövres arasında, zincire vurulmuş m ahkümlann geçişi sı­
rasında oldukça kabank sayıda ev yağmalandı^.
Bu yola çıkan mahkûmlar bayramında, biraz hem kovu­
lup, hem de dövülen vurun abalıya ayini, biraz rollerin tersine
döndürüldüğü deliler bayramı, gerçeğin gün ışığında parlama
durumunda olduğu eski darağacı törenlerinden bir parça, aynı
zamanda ünlü kişilerin veya geleneksel tiplerin sergilendiği
şu halk gösterilerinden bir parça yer alm aktadır: gerçek ve
iğrençlik oyunu, saygınlık ve utancın resmi geçidi, maskeleri
düşürülen suçlulara sövme; ve öte yanda suçlann sevinçle iti­
raf edilmesi. Şanlı bir dönemden geçmiş olan çehreleri bulun­
maya çalışılm aktadır; tek sahifelik destanlar olmuş olanları
hatırlatm aktad ırlar; g azeteler bunların adlarını önceden
vermekte ve hayatlarını anlatm aktadırlar, bazıları, kim lik­
leri kimseden gizli kalmasın diye, onlann eşkâlini belirtm ek­
te, kıyafetlerini tasvir etm ektedirler; seyircilere yönelik
programlar*. Aynı zamanda suçlu tiplerini seyretmek, mahkû­
mun "mesleğini" kıyafetine ve çehresine bakarak belirlemek,
hırsız mı, katil mi olduğunu anlamak için de gelinmektedir:
maskeli balo ve kukla oyunu, ama aynı zamanda daha eği­
timli bakışlar.için, bu oyunun içine ampirik bir suç etnograf­
yası da sızm aktadır. Gall'in kafataslanndan karakter tahli-

4 Ibid.
Ş La Phalange, 1 A ğ u s t o s 1 8 3 6 .
6 Gazelle des tribunaur b u ~su<;lu~ lis t e le r i n i v e k ıs a t a m t ı m l a n n ı d ü z e n l i
o l a r a k y a y ın l a m a k t a d ır . D c l a c o l l o n g e 'u d a h a i y i t a n ıt m a k i ç in v e r ile n
bilg ilcT C O r n d c 'a ş ı n m ı ş y O n lû b ir p a n ta lo n , b ir ç ift s ip e r liğ i o la n v e
a y n ı k u m a ş t a n b i r k a s t e t v c g r i b ir m i n t a n ... m a v i y ü n lü d e n b ir p a l t o ' ( 6
H a z ir a n 1 8 3 6 ) . D a h a s o n r a , h a l k ı n ş id d e t i n d e n k o r u m a k iç in D e la o o l-
l o n g c ’u n k ıy a f e t in i d e ğ i ş t i r m e y e k a r a r v e r ilm iş t ir . Gazelle des tribunaue
b u k ıy a f e t d e ğ i ş i m i n i h e m e n b ild ir m e k le d ir : ' ( ^ g i l i b ir p a n t a l o n , m a v i
b e z b ü m in ta n , h a s ır b ir ş a p k a ' ( 2 0 T e m m u z ).

328
li tarzındaki çadır tiyatrolannda, ait olunan ortama göre el­
de bulunan suç semiolojilcri sahneye konulm aktadır "çehreler
kıyafetler kadar çeşitlid ir burada M urillo'nun figürleri gibi
yüce bir kafa; şurada kararlı bir sahtekânn enerjisini açık
eden, kalın kaşlarla çevrelenmiş günahkâr bir çehre... Başka
bir yerde bir Arap kafası bir çocuk bedeninin üzerinde resmol-
makta. İşte hoş ve kadınsı çizgiler, bunlar suç ortaklardır; şu
sefahatten parlayan çehrelere bakınız, bunlar onlann hoca-
lan d ır"^ M ahkûmlar bu oyunda suçlarını kasıla kasıla an­
latarak ve kötülüklerinin temsilini vererek bizzat cevap ver­
m ektedirler: m aceralarının veya kaderlerinin işareti olan
dövmelerinin işlevlerinden biri budun 'bunun işaretleri ya sol
kola dövm esi yapılmış bir giyotin, ya da göğüste kanayan
kalbe saplanm ış bir bıçak olarak taşınm aktadır". Geçerken
suçlannı nasıl işlediklerinin taklidini yapm akta, yargıçlar
ve polisle alay etmekte, ortaya çıkanlam am ış kötülükleriyle
övünmektedirler. Lecenaire'in eski suç ortağı François, bir in­
sanı bağırtmadan ve bir damla bile kan akıtmadan öldürmeye
yarayan bir yöntemin mucidi olduğunu anlatmaktadır. Büyük
gezici suç fuannm kendi cam bazlan ve kendi nuskeleri vardı,
burada gerçeğin komik bir şekilde ortaya konulması merak ve
beklentilere cevap vermekteydi. Bu 1836 yazında, Delacol-
longe'un etrafında bir sürü olay olmuştur: papaz olmasından
ötürü suçu (gebe nnetresini parçalamıştır) çok daha çarpıa ha­
le gelm iştir; bu niteliği, onun darağacından kurtulmasını da
sağlamıştır. Halkın derin nefretini cclbetm işc benzemektedir.
Daha Haziran 1836'da onu Paris'e getiren arabanın içinden
küfür etm iş ve göz yaşlannı tutamamıştır; ancak aşağılanma­
nın cezanın bir parçası olduğunu söyleyerek, arabayla götü­
rülmeyi istememiştir. Paris'ten yola çıkarken 'balkın bu ada­
ma karşı nasıl erdem li bir öfkeyle, ahlâki bir kızgınlıkla
kendini tükettiğine dair bir fikir edinmek mümkün değildir;

7 Revue de Paris, H a z iraj\ 1 8 3 6 . B k z . Claude Cueux; b u in s a n U n n


h « r b iı1 n m k a f a t a s m t e l le y i n i z , h e r b i r i n i n a l t ın d a h a y v a n i b i r t ip v a r .. .
I$ tc v a ş a k , i ş t e k e d i, i ş l e m a y m u n , i ş t e a k b a b a , i ş t e s ı r t l a n '.

329
toprak ve çamura bulanmıştır; halkın öfke çığlıklarıyla bera­
ber, üzerine taş yağmaktadır... Bu görülmedik bir öfke patla­
masıdır; özellikle kadınlar sahiden çıldırmışçasına, inanıl­
maz bir kin göstermekledirler"®. Onu korumak üzere kıyafeti
değiştirilmiştir. Aldanan bazı seyirciler François'nm o oldu­
ğunu sanmışlardır. François ise oyun olsun diye bu rolü kabul
etmiştir; fakat işlemediği suçun komedisine olmadığı papazın
komedisini eklemekledir; "kendi” suçunun anlatısına dualar
ve halka yönelik olarak yaptığı abartılı kutsama hareketle­
rini kanştırmakta, onlar da bunlara gülmekledirler. Buradan
birkaç adım ötede gerçek Delacollonge *bir din şehidine ben­
zemekteydi", doğrudon kendine gelmeyen, ama yönelik olan
hareketlere ve aslında olduğu ama saklamak istediği papazı
başka bir suçlunun görünümü altında yeniden ortaya çıkartan
alaya maruz kalmaktaydı. Ona ait olan ızdırap oyunu, onun
gözlerinin önünde, zincirle bağlı olduğu katil bir meydan soy­
tarısı tarafından .oynanmıştı.
Zincire vurulmuş mahkûmlar alayın geçtiği her kente ken­
di şenliğini götürmekteydiler; bunlar cezalandırma bayram­
larıydı; ceza burada ayrıcalık haline dönüşmekleydi. Ve azap
çektirmenin olağan ayinlerinden kurtuluşa benzeyen çok ilginç
bir gelenekle, mahkûmun pişmanlık bcUrtisi göstermesinden
çok, eczaya burun kıvıran çılgın bir sevincin patlamasını da­
vet ediyordu. Prangalı mahkûmlar boyunduruk ve demirler­
den oluşan süslerine, kendiliklerinden şeritler, tarazlanmış sa­
mandan, çiçeklerden veya değerli bir çamaşırdan oluşan süs­
leri eklemekteydiler. Zincir alayı ronao ve danstı; aynı za­
manda çift olm aktı, yasak aşk içindeki zorunlu evlilikti:
"ellerinde bir buket, şeritler, saman çöpleri külahını süslediği
halde zincirlerinin önünden koşmaktadırlar, içlerinden en be­
ceriklileri başlıklarına tepelikler yapm ışlardır... Diğerleri
tahta ayakkabılannın içine işlem eli çoraplar veya bir işçi
gömleğinin içine moda bir yelek giymişlerdir^. Ve zincire vu-

8 La Plahange, I A ğ u s to s 1 8 3 6 l '
9 Rfyut de Pans, 7 H a z ir a n 1 8 3 6 . Ceattie det trihinata'ya g ö re. P ran g ay a

330
rulmayı izleyen akşamın tümü boyunca, zincir alayı Bicötre
avlusunda hiç ara vermeden fırdolayı dönen bir şenlik grubu
oluşturmaktadır: “Eğer zincir alayı gözetmenleri tanınacak
olursa, onlara geçm iş olsun; onlan kuşatıp halkalannın ara­
sında boğmaktadırlar, forsalar gün batımına kadar çarpışma
alanının efendileri olarak kalm aktadırlar"'”. M ahkûmların
gürültülü patırtılı şenliği, adaletin törensel yapısına icad et­
tiği gösterişli hareketlerle cevap vermekteydi, ihtişamı, ik­
tidarın düzenini ve işaretlerini, zevk b:çimlerini tersine dön­
dürm ekteydi. Fakat siyasal şamataya ilişkin birşey pek
uzakta değildi. Bu yeni vurguların birazını duymamak için
sağır olmak gerekirdi. Forsalar marşlar söylüyorlar ve bunlar
çabucak ün kazanıp, her yerde uzun süre tekrarlanıyorlardı.
Tek sahifetik destanlann suçlulara yönelik yakınmaları -s u ­
çun ilân edilm esi, kara kahraman müthiş cezaların anlatıl­
ması ve onlan çevreleyen genel k in - hiç kuşkusuz burada
yankı bulmaktaydı: 'Tram petler bizim ünümüz için çalsın­
lar... Cesaret çocuklar, ama dayanacağız. Forsalann içinden
onlan rahatlatalım diye bir ses yükselmez". Ancak bu kol-
Icktif şarkılarda başka bir ton bulunm aktadır; eski yakın-
malann uyduklan ahlâki şifre tersine dönmüştür. Azap piş­
manlık getirm ek yerine, iftihar duygusunu bilem ektedir;
mahkûmiyeti veren adalet reddedilmekte ve pişmanlık veya
aşağılama beklentisiyle seyretm eye gelen kalabalık ayıp­
lanmaktadır: "evimizden bu kadar uzaklarda, inliyoruz. Her
zaman sert olan alınlanm ız yargıçlan sarartacaktır... Felâ-

v u n ıJ m u s m a h k û m la n n 1 9 T e m m u z la r ih b g e ç id in e k u m a n d a e d e n T h o r e z
b u s ü s le r i k a ld ır t m a k i s le d i: 's u ç t ^ n n ız ı ö d e m e k ü z e r e k ü r e ğ e g id e r k e n ,
» a n k i s iz i n i ç i n )>ir d r ıg ı'ın m ııs frib i b a s lık la r ın ız ı s ü s l e y e c e k k a d a r
y ü z s ü z le ş m e n iz k a b u l e C Û cb ilir g ib i d e ğ i ld ir .'
10 R m e de Parit, 1 H a z ir a n 1 8 3 6 . Z i n d r , b u d a n s ın y a p ılm a s ın ı ö n le m e k
ü z e r e k ıs a l l ı l m ı ş h v e z i n c ir a la y ı g i d e n e k a d a r , a s k e r l e r d ü z e n i k o r u ­
m a k la g ö r e v l e n d ir i l m i ş l e r d i. K ü r e k m a h k û m la r ın ın p a l ı r t ı l a n Demier
JouT d'un condamrU'de ta s v ir e d ilm iş t ir . T o p l u m z in d a n c ıla r v e k o r k u y a
k a p ılm ış m e r a k l ıla r la t e m s il e d i l m i ş o la r a k i s t e d iğ i k a d a r b u r a d a b u ­
lu n s u n , s u c o n u b ir a z k û ç ü m s e m d c Ie v e b u ( M ış e tli c e z a y ı b ir a i l e e ğ le n tis i
h a l i n e g e t i r m e k t e y d i .'

331
ketlere susamış olan bakışlarınız, aramızda ağlayan ve küçük
düşen pörsümüş bir ırk anyor. Fakat bakışlanm ız iftihar do­
ludur**. Burada aynı zamanda arkadaşlık örgütleriyle bir­
likte, zindan hayatının özgür hayatın bilmediği zevklere sa­
hip olduğu iddiası da bulunmaktadır. "Zaman içinde zevkleri
birbirlerine ekleyelim . Kilitlerin arkasında şenlik günleri
doğacaktır... Zevkler dönektir. Bunlar cellatlardan kaçacak
ve şarkılan izleyeceklerdir". Ve özellikle de, o andaki düzen
hep sürmeyecektir; mahkûmlar yalnızca serbest kalıp hak-
lanna kavuşnukla kalm ayacaklar, aynı zamanda onlan it­
ham etmiş olanlar onların yerine geçeceklerdir. Suçlular ile
yargıçları arasındaki tersine dönmüş büyük yargılama günü
gelecektir: "insanlann küçümsemesi biz forsalara. Tannlaş-
tırdıklan altının tümü de bize ait olacaktır. Bu altın birgün
bizim elimize geçecektir. Onu hayatımız pahasına s a tın ala­
cağız. Bugün bize taşıttığınız zincirlere başkaları vurulaczk-
tır; bunlar köle olacaklardır. Biz zincirleri kırarken, özgürlük
yıldızı bizim için yeniden parlayacaktır... Elveda, çünkü si­
zin dem irlerinizi de yasalarınızı da hiçe sayıyoruz"^'. Tek
sahifelik destanların hayal ettikleri ve mahkûmun kalaba­
lığa kendini asla taklid etmemeleri vaazını çektiği mümin
tiyatro, kalabalığın cellatlann barbarlığı, yargıçların ada­
letsizliği ile, bugün yenik düşmüş, ama birgün galip gelecek
olan m ahkûmlann felâketi arasında tercih yapmak zorunda
kaldığı, tehdid edici bir sahne olmaya yönelmiştir.
Pranga mahkumlan alayının meydana getirdiği büyük
gösteri, eski kamuya açık azap çektirm eler geleneğiyle bağ­
lantılıydı; bu gösteri aynı zamanda, o dönem gazetelerinin,
popüler gazetelerinin, so ytanlann ın, bulvar tiyatrolarının
verdikleri çoklu suç tasvirleriyle de bağlantılıydı'^; ama ho-

11 A y n ı tü r d e n b ir ş a r k ı. Caulte dts tribunauz'da 1 0 N is a n 1 8 3 6 ‘d a z ik r e d il­


m iş t ir . La MancUtûise'in h a v a s m d a s ö y l e n m e k t e y d i . V a t a n s e v e r s a v a ş
ş a r k ıs ı b u r a d a a ç ık ç a to p lu m s a l s a v a ş ş a r k ıs ı h a lin e g e lm e k te y d i:
T a l i h s i z l i ğ e h a k a r e t e t m e y e g e le n b u a p t a l h a lk b iz d e n n e i s t i y o r ? B iz e
s ü k û n e t le b a k ıy o r . C e lla tla r t m ız o n u k o r k u tm u y o r .*
12 “S u d u l a n ş a ş ı r t ı a b ir b e c e r i s a h ib i o la r a k s u ç la n İ ç in d e y ü c e lt m e y e , o n -

332
m urtulannı taşıdığı çarpışm a ve m ücadelelerle de bağlan­
tılıydı; onlara sanki sim gesel bir çıkış noktası sağlam ak­
taydı; yasa tarafından bozguna uğratılan düzensizlik ordusu
geri gelmeye and içmiştir; düzenin şiddeti tarafından kovulan
bu ordu ^rri döndüğünde, özgürleştirici bir alt üst oluş getire­
cektir. *3u külden bu kadar çok kivi la mm yeniden doğması
karşısında dehşete kapıldım"*^. Azap çektirm eleri her za­
man çevrelem iş olan çalkantı, belirgin tehditlerle titreşime
geçmektedir. Bu durumda. Temmuz monarşisinin zindre vurul­
muş mahkûm alaylanm , XVIII. yüzyılda azap çektirmelerin
kaldınlm asm ı gerektiren aynı nedenlerle -a m a daha a cil-
kaldırm aya karar verm esi anlaşılır olm aktadır: "insanlan
böyle götürmek adetlerimiz arasında yer almamaktadır; kon­
voyun geçtiği kentlerde, zaten halk üzerinde hiçbir eğitici et­
kisi olmayan bu iğrenç gösteriden kaçınmak gerekir^^^. Demek
ki bu kamusal ayinlerle ipleri kopartmak; cezalarda meyda­
na gelen değişimlerin aynını mahkûm aktanm lanna da uygu­
lamak; ve bu aktanm lan da yönetsel ar duygusunun işareti
altına almak zorunluğu ortaya çıkmıştır.
ö te yandan. Haziran I839'd e pranga m ahkûm lan alayı-
mn yerine geçmek üzere benimsenen şey, bir an için sözü edil­
miş olan basit üstü açık araba değil de, çok titiz bir şekilde
yoğrulmuş olan bir makine olmuştur. Yürüyen bir hapishane
olarak düşünülmüş bir araba. Panopticon 'un hareket eden bir
eşdeğerlisi. Ortada yer alan bir koridor onu tüm uzunluğu bo­
yunca ikiye bölm ektedir her iki yanda, tutuklulann koridora
bakar şekilde o tu rd u k la r altı hücre vardır. A yaklarına,

Lara b a ş r o l o y n a t m a y a v e o t o r i t e n i n t e m s U d l c h n i o n l a r ın İy i g iz le n m e ­
y e n d a lg a g e ç m e l e r i n e , t a k ı l ı r a U n n a . a l a y l a n n a t e s lim e t m e y e ö n e m
v eren * y a z a r t a k ım ı v a r d ır . 'H a l k a r a s ın d a ü n k a z a n m ış b ir o y u n
o l a n A u b ^ t des Adreti ve yi Rebfrt M uûiti'i g ö r m ü ş o l a n h e r k e s ,
g fiz te m lc fim in d o ğ r u lu ğ u n u k o la y c a k a b u l e d e c e k tir . B u . c ü r e t v e s u ç u n z a ­
fe r i, y ü c d t i lm c s i d l r . D ü r ü s t k i ^ e r v e k a m u s a ] g ü ç b a ş ta n s o n a m is tU iy e
e d i l m i ş t i r ', H .A . F r e g ie r , La Classa daıgeurtuia, 1 8 4 0 , I I, s . 1 8 7 -1 8 8 .
13 Lm D tm k r Jottr d ’utı condamrU.
M Cazttu da triburuaa, 1 9 T e m m u z 1S 36.

333
içlerine yün geçirilmiş ve birbirlerine 18 parmak kalınlığında
zincirlerle bağlı olan kclep)çe geçirilmektedir; bacaklar dem ir
dizliklerin içine sokulm aktadır. Mahkûm "çinko ve meşeden
yapılma bir cins huninin üzerinde oturmaktadır, bu huni yola
aglm aktadır". Hücrenin dışa penceresi yotur; içi tamamen saç
kaplıdır; yalnızca gene delikli saçtan olan bir, vasistas "uygun
bir hava akımr'nm geçm esine izin vermektedir. Koridor ta­
rafında, her hücrenin kapısında iki bölmeli bir kapak bulun­
maktadır: bunlardan biri yiyecekler, parmaklıklı olan diğeri
de gözetim içindir. "Kapakların açılması ve eğik yönü Öyle­
sine bir şekilde birleştirilm iştir ki, gardiyanlar mahkûmlara
sürekli bakmakta ve en küçük sözlerini bile işitmekte, am a
mahpuslar birbirlerini görebilm ek ve duyabilmek için bu de­
liklerin uçlarına gelmek zorundadırlar". Gene öyle bir düzen­
leme yapılm ıştır ki, "aynı araba hiçbir sakıncası olmaksızın,
aynı anda bir forsa ile basit bir tutukluyu, kadınlar ve erkek­
leri, çocuklar ve yetişkinleri taşıyabilir. Yol ne kadar uzun
olursa olsun, bunlann herbiri varacakları yere birbirlerini
farketmeden ve aralannda konuşmadan götürülm ektedirler”.
Son olarak, "köreltilmiş büyük çivileri" olan bir sopayla si­
lahlanmış iki gardiyanın sürekli gözetimi, arabanın iç dü ze­
nine uygun koskoca bir eczalar sisteminin devreye sokulnnasına
olanak vermektedir: kuru ekmek ve suya mahkûm etme, par­
mak kelepçesi, uyum aya yarayan yastıktan mahrum bırak ­
ma, iki kolun zincire vurulması. "Ahlâk kitaplannın dışında
her tür okuma yasaktı".
Yalnızca rahatlığından ve hızından ötürü olsa bile, bu<
m akine "yapım cısının duyarlığına şeref katm ıştır"; ama li­
yakati, gerçek bir ceza çektirm e arabası olmasındandır. Dış
etkileri bakımından tam amen Benthamcı bir m ükem m elleş-
tirmedir: "sessiz ve karanlık bağrında yalnızca Forsa N ak-
liyesi kelimelerinin yer aldığı bu yürüyen hapishanenin hız­
la geçişinde Bentham’ın nnahkeme kararlannın uygulanm a­
sında yer almasını istediği birşey vardır ve bu seyircilerin
zihninde, şu şinsi ve neşeli yolcuların geçişlerinin görülme*

334
sinden daha kurtarıcı ve sü rekli bir izlenim bırakm akta­
d ır"’^. Bu arabanın iç etkileri de vardır: daha birkaç gün süren
yolculuk esnasında bile (bu sırada tutukluların zincirleri bir
an için bile açılm am aktadır), bir ıslah aygıtı olarak işlev
görm ektedir. Bu arabanın içinden şaşırtıcı bir şekilde us­
lanm ış olarak çıkılm aktadır: "aslında yalnızca yetm iş iki
saat süren bu nakliye, ahlâki bakım dan, m ahpus üzerinde
uzun süreli etki yapıyora benzeyen korkunç bir azaptır". For­
salar buna bizzat tanıklık etm ektedirler; "hücre arabasında
uyunmadığı zaman yalnızca düşünmek mümkündür. Düşüne
düşüne, sanki yaptığın işten pişm anlık duyuyorm uşsun gibi
gelmekledir; görüyor musun, sonunda kusursuz olacağımdan
korkuyorum ve böyle olmak istem iyorum"’*.
Panopticon tipi arabanın hikâyesi, küçük bir hikâyedir.
Ancak zincir alayının yerine geçm e biçimi ve bu yor değiş­
tirmenin nedenleri, cezai tutuklamanın seksen yıl içinde azap
çektirmenin bayrağını devraldığı tüm süreci ortaya koymak­
tadırlar. bireyleri değiştirmek üzere, üzerinde düşünülmüş bir
teknik olarak. Hücre arabası b ir ıslahat aygıtıdır. Azap çek­
tirmenin yerine geçen kitlesel bir hapsetme değil de, titiz­
likle eklem lcştirilm iş bir disiplin düzeneğidir. En azından
ilke olarak.

★ ★★

Çünkü hapishane, günün gerçeği ve etkileri içinde hemen


ceza adaletinin büyük başarısızlığı olarak ilân edilm iştir.
Hapsetme tarihi oldukça garip bir şekilde, akışı boyunca şu
aşam alann birbirlerinin yerine uslu bir şekilde geçecekleri bir
kronolojiye boyun eğmemektedir; tutuklamaya bağlı bir ceza-

15 Ibid., 1 5 H a z ir a n 1 8 3 7 .
16 Co2elte dti tribunauz, 23 T em m u z 1837. CaulU 9 A ğ u s t o s t a , a r a b a n ın
C u l n g a m p y a k ın l a r ın d a d e v r i l d i ğ i n i a k t a r m a k t a d ır ; m a h k û m l a r a y a k ­
la n m a k y e r in e , 'o r t a k a r a b a l a r u u d û z d t ı n e k i ^ n g a r d i y a n la r ın a y a r d ım
e tm iş le r~ d ir . A n c a k 3 0 E k im d e V a l e n c e 't a b ir h a b e r v e r m e k te d ir .

335
landırma sisteminin yerleşik hale getirilmesi^ sonra bunun
başansızlığının kaydedilmesi; daha sonra ceza evi tekniğirûn
az çok tutarlı tanımına ulaşacak olan ıslahat taşanları; bun­
dan sonra bu tasannm uygulanması; son olarak da bu tasannın
başan lan veya başarısızlıklannın saptanması. Fiili durum ­
da ise bir uzaktan bakış veya her halükârda bu unsurlann
farklı bir dağılımı söz konusu olmuştur. Ve bir ıslah tekniği
projesi cezai tutukluluk ilkesine eşlik ettiğinden, hapisha­
neye ve yöntemlerine ilişkin eleştiri çok erkenden, bu aynı
1840-1845 yıllannda ortaya çıkmıştır; ama bu eleştiri, bugün
adeta hiçbir değişiklik olm adan tekrarlanan belli sayıda
-yaklaşık olarak- formüller halinde donmuştur.
- Hapishaneler suçluluk oranını düşürmemektedirler:
bunları istedikleri kadar yaygınlaştırsınlar, sayılarını artır­
sınlar veya dönüştürsünler, suç ve suçlu sayısı sabit kalmakta
veya daha da kötüsü artmaktadır: "Fransa'da topluma karşı
açıkça husumet içinde olanların sayısı 108 bin olarak tahmin
edilmektedir. Sahip olunan bastırma araçları şunlardır: da­
rağacı, pranga, 3 zindan, 19 merkez hapishanesi, 86 adalet
evi, 362 tutuk evi, 2COO ilçe hapishanesi, jandarma karakol­
larındaki 2238 nezarethane. Bu olanaklar dizisine rağmen,
kötülük cüretini sürdürmektedir. Suç sayısı azalmamaktadır;
... tekrar suç işleyenlerin sayısı azalacağına artmaktadır"'^.
- Tutukluluk yasa ihlalini tahrik etm ektedir; hapis­
haneden çıktıktan sonra, buraya geri dönme şansı eskisinden
daha fazla olmaktadır; mahkûmlann büyük bir bölümünü es­
ki tutuklular oluşturmaktadır; merkezi hapishanelerden çı-
kanlann % 38'i ve forsalann % 33'ü yeniden mahkûm olmak­
tad ırlar’*; 1828 ile 1834 arasında mahkûm edilen 35-000 kişi­
den yaklaşık 7.400'ü tekrar suç işleyen kişilerdir (mahkûm­
lann 4 ,7 d e 1'i); ıslahaneye konulan 1(X) binden fazla kişiden
hemen hemen 35 bini de öyledir ’6'da 1); toplam olarak 5,8

17 La FratentiU, n o . 10, Şu bat 1842.


18 R a k a m G . d e la R o c h e io u c a u ld t a r a h n d a n , c e z a k a n u n u ıs la h a t ı t a r b ş .
m a l a n s ır a s ın d a z ik r e d ilm iş tir , 2 A r a . 1 8 3 1 , Pariamtnto A rş ., C X X X II.

336
mahkûmdan biri tekrar suç işlem iştir’’ ; 1831'de tekrar suç
işlediği için mahkûm edilen 2.174 kişiden 350'si eski forsadır,
1682‘si merkez hapishanelerinden, 142'si de merkezi hapis­
hanelerle aynı şekilde yönetilen dört ıslahanedcn çıknnadır^.
Ve Temmuz monarşisi süresince bu durunna konulan teşhis gide­
rek katılaşnnaktadır: 1835'te cinayetten mahkûm 7.223 suçlu­
dan 1.486'sı; 1839*da 7.858 den 1.749'u; 1844’te 7.195'ten 1.821'i
suçunu tekrarlayan kişilerdir. Loos'taki 980 mahkûmdan 570'i
ve M elun'de 1.088'dcn 745'i tekrar suç işlemişlerdi^’. Buna
bağlı olarak, hapishane bireyleri özgürlüğe ıslah olmuş ola­
rak yollam ak yerine, halkın içindeki tehlikeli suçluların
sayısını artırm aktaydı: "her yıl topluma iade edilen 7.000
kişi... bunlar toplumsal bünyeye yayılan 7.000 s u ç veya yoz­
laşma ilkesidir.Ve bu gibilerin nüfusunun sürekli arttığı, bun­
ların her tür düzensizlik şansını yakalamaya hazır ve güç de­
nemesi yapmak için toplumu bütün bunalımlara sokmaya
yatkın bir şekilde etrafım ızda yaşadıkları ve çalkalandık-
lan düşünülecek olursa, böylesine bir gösteri karşısında kayıt­
sız kalınabilir mi?"^^
- H apishane suçlu imal etm enin uzağında kalamaz.
Bunları tutuklulara yaşattığı hayat tarzıyla üretmektedir:
bu tutuklular ister hücrelerde soyutlansınlar, isterse sonradan
işlerine yaramayacak yararsız bir çalışmaya zorlansınlar, bu
onların toplum içindeki hallerinin düşünülmediği anlamına
gelmektedir, bu durum doğa karşıtı, yararsız ve tehlikeli bir
hayat yaratm aktadır"; hapishanenin tutuklulan eğitmesi is­
tenmektedir; fakat insana yönelik bir eğitim sistemi, doğanın
isteğine karşı hareket etmek gibi bir amaca sahip olabilir
m i?"^ Hapishane aynı zamanda tutuklulara şiddetli zorla-
nnalar dayatarak da suçlu imal etmektedir; hapishane yasa-

19 E . D uq:>£tiaux< Dt ta riformt phıiUnUire. 1 8 3 7 , C. III, s . 2 7 6 v d .


20 !bid.
21 C . Ferrusi, D es pritonnim, 1 8 5 0 ,» . 3 6 3 -3 6 7 .
22 B e a u jn o n t v e T o o ^ e v ü l e , s. 2 2 -2 3 .
23 Q ı . L u c a s , L s . 12/ v e 130.

337
lan uygulamaya ve onlara saygı duymayı öğretmeye yönelik­
tir; oysa tüm işleyişi yetkinin kötüye kullanılması tarzı üze­
rinde cereyan etmektedir. Yönetimin keyfiliği: "bir mahpusun
hissettiği adaletsizlik duygusu, onun karakterini ele avuca
sığm az hale getiren nedenlerden biridir. Yasalar tarafından
ne hükmedilen, hatta ne de öngörülen azaplara böylece maruz
bırakıldığını görünce, çevresindeki herkese karşı bildik bir
öfke durumuna girmektedir; otoritenin temsilcilerini yalnızca
cellatlar olarak görmektedir; artık suçlu olduğuna inanma­
maktadır: bizzat adaleti itham etmektedir”^*. Gardiyanların
yozlaşm ışlıkları, korkuları ve yeteneksizlikleri: "1000 ilâ
1500 mahkûm, yalnızca jurnalciliğe, yani bizzat tohumunu at­
tıkları yozlaşmaya dayanarak ancak biraz güvenlik sağlaya­
bilen 30-40 gardiyanın gözetimi altındadır. Kimdir bu gardi­
yanlar? Terhis olmuş askerler, eğitimsiz, görevleri hakkında
bilgisiz kişiler meslekten suçlulan gözetim altında tutmak­
tad ırlar"^ . Bu koşullarda hiçbir eğitsel yanı olamayacak ce­
zai bir çalıştırma yoluyla sömürü: "zenci köle ticaretine karşı
çıkılm aktadır. Tutuktular da onlar gibi girişim ciler tarafın­
dan satılmakta ve imalatçılar tarafından alınmakta değiller
m id ir... Mahkûmlar bu işten bir namus dersi mi almakta­
dırlar? Bu iğrenç sömürü örnekleri onların ahlâkını daha da
fazla bozmakta değil midir?"^*.
- Hapishaneler dayanışma içinde, hiyerarşik, gelecek­
teki suç ortaklıktan için herşeye hazır bir suçlular ortamını
mümkün kılmakta, daha da iyisi teşvik etmektedir: 'Toplum
20'dcn fazla üyesi olan ortaklıkları yasaklam aktadır... ve
onlara ad hoc inşa edilen ve daha da rahatlık sağlasın diye

24 F. Bigol Pröamencu. Rapport au emstil g/n/ral de la socidU des prisons,


1819.
25 La FraUmitd, Mart 1842.
26 L'Aldier, Ekim 1842, 3. Yıl, na Tc, birliğe katılma suçundan hapse atılan
bir İŞÇİ tarafından yazılan mciin. Aynı gazetenin cezai çalıştırmanın re­
kabetine karşı kampanya yürüttü^ bir dönemde, bu itirazı kaydedebil-
miştir. A ^ ı sayıda, başka bir işçinin aynı konudaki mektubu. Aynca
bkz-. La FTaiamiU, Mart 1842, 1. YÛ, no. lO.

33S
ortak kullanılan ately«lere, avlulara, yatakhanelere, ye­
mekhanelere bölünen merkez hapishanelerinde 200, 500,1000
mahkûmluk birlikleri bizzat kendi kurmaktadır. Ve bunlar
tüm Fransa sathında çoğalm aktadır; öylesine ki, hapishane
olan yerde bir de ortaklık olm aktadır... bunların herbiri top-
lum -karşıtı klüplerdir"^^. Ve ilk hapisliğini yaşamakta olan .
genç suçlunun eğitimi işte bu klüplerde yapılmaktadır: "onda
uyanaÇak ilk arzu, beceriklilerden yasalardan nasıl kurtula-
nacağını öğrenm ek olacaktır; ilk ders, toplumu onlara bir
düşman olarak belleten hırsızların sıkı m antığının içinden
çıkacaktır; ilk kıssadan hisse, bizim hapishanelerde baş tacı
edilen jurnalcilik olacaktır, onda uyanlacak ilk tutku, hüc­
relerde dünyaya gelen ve kalemin adlannı anmayı reddettiği
şu canavarlıklarla onun genç doğasını dehşete düşürecektir...
Artık onu topluma bağlayan herşeyle bağlarını kopartmış-
tır"“ . Faucher "suç kışlalan‘’ndan söz etmekteydi.
- Serbest bırakılan mahkûmları bekleyen kader, onlan
kaçınıinnaz olarak tekrar suç işlemeye itmektedir; çünkü polis
gözetimi altındadırlar; çünkü ikamet veya ikâmet etmeme zo-
runluğuna tabidirler; gittikleri her yerde göstermek zorunda
olduklan ve mahkûmiyetlerinin kayıtlı olduğu bir pasaport
taşımak zorundadırlar"^. Herşeyle olan bağlann kopmuş ol­
ması, iş bulmanın olanaksızlığı, serserilik tekrar suç işlemeye
iten en sık nedenler olm aktadırlar. G azette des lribunaux,
ama aynı zamanda işçi gazeteleri buna dair örnekleri düzenli
olarak zikretmektedirler; örneğin hırsızlıktan mahkûm olan,
Rouen'de gözetim altına konulan, tekrar hırsızlıktan yakala­
nan ve avukatlann savurm ayı reddettikleri şu işçi gibi; bu du­
rumda mahkemede bizzat söz almış, hayat hikâyesini anlat­
mış, hapishaneden çıkıp zorunlu ikâmete hüküm giydikten

27 Moreau-Christophe, De la moraiiU et de ta fotie dans U rigime pdniun-


tiaire, 1839, s. 7.
28 L'Alnunach populaire de ta Franu, 1839. İmza D., s. 49-56.
29 F. de Barb6 Marbois, Rapport sur l'dlal des prisons du Calvados, de t'Eure,
‘ la Manche et la Seine^lnftTİeure, 1823, S. 17.

339
sonra, eski yaldız kaplam aalık isini bulam;ıHıgını, çünkü
eski mahkûm olmasından ötürü her yerden kovulduğunu, poli­
sin ona başka bir yerde iş arama izni vermediğini, Rouen'de
çakılıp kaldığını ve bu yıpratia gözetimlerin sonucu olarak
açlıktan ve sefaletten ölecek hale geldiğini açıklam ıştır.
Belediyeden iş istemiş, mezarlıkta yevmiyesi 14 sou'dan se­
kiz gün istihdam edilmiştir: "ama" demektedir, "gencim, iş­
tahım yerinde, eskiden libresi 5 sou'dan iki libreden fazla ek­
mek yerdim; 14 sou'yla nasıl doyabilir, temizlenebilir ve
bannabilirim? Umutsuzluğa düşmüştüm, yeniden namuslu biri
olmak istiyordum, gözetim beni yeniden mutsuzluğun içine yu­
varladı. Hiçbir şeyden zevk alamaz hale geldim; bu durum­
dayken, o da sefalet içinde olan Lemaitre'lc taruşhm; yaşamak
gerekiyordu ve aklımıza çalmak gibi kötü bir fikir geldi"^.
- Son olarak da, hapishane tutuklunun ailesini sefalete
iterek, dolaylı yoldan suçlu imal etm ektedir "aile reisini ha­
pishaneye gönderen aynı mahkeme karan, anneyi hergün
yoksunluğa, çocuklar tcrkedilmeye, ailenin tümünü serserilik
ve dilenciliğe sürüklemektedir. İşte suç bu bağlantı içinde kök
salma tehdidi taşımâktadır'^^
Bu monoton hapishane eleştirisinin sabit olarak iki yön­
de yapıldığını kaydetmek gerekir: hapishanenin fiili durum­
da ıslah edici olmadığı olgusuna, ceza çektirme tekniğinin bu­
rada çok ilkel düzeyde kaldığına yönelik olarak; hapishane­
nin ıslah edici olmak isterken cezalandırma gücünü kaybetti-
ğini^^ gerçek ceza evi tekniğinin katılık olduğunu” ve hapis-
30 C uelte des tribunauı, 3 Ara. 1829. Aynı y6nd« bkz. Cazette dn trAuıuıuc,
19 Temmuz 1839; KucVe populairt. Ağustos 1840; La frattm iU , Temmuz-
Agustos 1847.
31 Ch. Lucas, II, s. 64.
32 Merkez hapühanderirtn 1839'dald yeniden dOzcnlenifinin öncesinde ve
sonrasuıda, bu kampa-iya ^ canlı otmuftur. Sıkı bir düzenleme (aesalz-
Uk, şarap ve lûtOn yasa^ kantinin kâçOltfUınest), bunun arkasından İs­
yanlar gelmiştir. 3 Ekim 1840 tarihli MorttUnr. ’Mıhkûmlann şarap, av
eti, her tür nadide yiyece^ tıkmdıklanm ve hapishaneyi, hayatın on­
. lara ç o ^ zaman reddetti^ bûtOn hoş şeyleri bulduktan rahat bir otd
saymalan bir rezalet oluşturmaktaydı.'
33 1826'da birgok Genel medis, sürekli ve etkisi olmayan bir hapsin yerine

340
hanenin çifte bir ekonomik hata olduğu yönünde: doğrudan
doğruya örgütlenmesinin içsel maliyetinden ve dolaylı ola­
rak, bastıramadığı suçluluğun maliyetinden ötürü^. ö te yan­
dan, bu eleştirilere verilen cevap hep aynı olmuştur: ceza evi
tekniklerinin sürekli başansızlıklannı onarmanın yegâne yo­
lu olarak, bunların sürekli tekrarlanması; ıslaha yönelik ta­
sarının hayata geçirilme olanaksızlığı karşısında, bu tasan-
yı bu olanaksızlığı aşmanın yegâne yolu olarak gerçekleştir­
meye çalışmak.
İkna olmak üzere bir olgu: şu son haftalarda meydana ge­
len hapishane isyanları, 1945 reformunun gerçekte hiçbir sonuç
vermemiş olmasına bağlanmaktadır; öyleyse bu ıslahatın te­
mel ilkelerine geri dönmek gerekmekteydi. Oysa bugün bile si­
hirli etkiler beklenilen bu ilkeler bilinmektedir: bunlar 150
yıldan beri, iyi "ceza evi koşulu"nun yedi evrensel özdeyişini
oluşturm aktadırlar.
1. Demek ki cezai tutuklamanın esas işlevi, bireyin tutu­
munu dönüştürmek olmalıdır: "cezanın başlıca hedefi olarak
mahkûmun ıslah edilmesi, bilim alarunda ve özellikle de ya­
sama alanında biçimsel olarak ortaya çıkışı çok yeni olan
kutsal bir ilkedir (Brüksel Ceza Evleri Kongresi, 1847). Ve
Amor Komisyonu Mayıs 1945'te sadık bir şekilde şöyle tekrar­
lamaktadır: "özgürlükten mahrum bırakma cezasının esas

sürgünün geçirilmesini istemektedirler. Haules-Alpes Genci meclisi


1842'de, hapishanderin tıpkı Dıome, Eure-el-Loir, Nl^vre. Rhönc ve
Seine-et'Oise’dakilcr gibi ‘gerçeklen kefaret ödenen" yerler haline gel­
mesini istemişbr.
34 1639'da merkez hapishaneleri müdürleri arasında yapılan bir ankete
göre, Embrun'Ûn müdürü: ‘ Hapishanelerdeki ajın refah, tekrar suç
işlenmesinin artmasına çtsk katkıda bulımuyora benziyOT*. Eyses müdürü:
‘Şimdiki rejim yeleri kadar sert değil ve kesin otan blışey varsa, o da
birçok mahkûm için hapishanenin cazip bir yer olması ve kendileri için
sapık sevinçler bulmalandıj'. Umogcs müdürü: “Metkez hapishanekrl-
nin bugünkü repmt, bunlann aslında suçianıu idcrarlayanlar için yanlı
bir okul gibi olmalanndan ötürü, hiç de bastına değildir.» Krş., Moreau-
Christophe, PoUmûıua pinitentm ra, 1840, s. $6. 1^4 Temmuzunda ce­
zaevi sendikalan sonunlulan laıafmdan, haptshanclerddû liberalizas-
yon çalışmalannın sonuçtanna ilişkin olarrk yapılan açıklamalarla
karş.

341
amacı mahkûmun ıslahı ve toplumsal olarak yeniden sınıf­
lan d ın İm asıdır" Islahın ilkesi.
2. M ahkûmlar eylem lerinin cezai ağırlığına, ama esas
olarak yaşlarına, yatkınlıklarına, onlara uygulanm ası düşü­
nülen ıslah tekniklerine, dönüşümlerinin safhalanna göre so­
yutlanm alı veya en azından dağıtıma tabi tutulm alıdırlar.
"Dönüşümü sağlayan araçlann kullanımında, mahkûmlar top­
luluğunun içinde varolan büyük fizik ve ahlâki farklılıklar,
onlann yozlaşma dereceleri, sunabilecekleri farklı ıslah ol­
ma şanslan hesaba katılmalıdır'’ (Şubat 1850). 1945: 1>ir yıl­
dan daha az cezaya çarptınlm ış kişilerin ceza evi kunım -
lanna dağıhm ian cinsiyet, kişilik ve suçlunun yozlaşma de­
recesine göre yapılacaktır". Sınıflandırm a ilkesi.
3. C ereyan edişi m ahkûm ların bireyselliklerine göre
değişme durumunda olan cezalar, elde edilen sonuçlar, ilerle­
meler veya geriye dönüşler. "Cezanın başlıca hedefi suçlunun
ıslahı olduu için, ahlâk olarak yeniden doğuşu yeteri kadar
güvenilir olduğunda her mahkûmu salıvermek arzuya şayan­
dır" (Ch. Lucas, 1836). 1945: "Mahkûma yönelik muameleyi
tulumuna ve ıslah olma derecesine uyarlamak üzere... tedrici
bir sistem uygulanmaktadır. Bu rejim hücreden yan-serbest-
liğc gitm ekledir... Şartlı tahliye olanağı tüm süreli cezalara
tanınmıştır" C e^ lartn çeşitlen dirilm esi ilkesi.
4. Çalışm a mahkûmların tedrici olarak dönüştürülm e­
lerinin ve toplum sallaştınlm alannın esas parçalanndan biri
olm aktadır. Cezai çalışhrm a "cezanın bir eklentisi veya de­
yim yerindeyse, bir ağırlaştınlm a olarak değil de, mahrum
kalmanın mümkün olamayacağı bir ceza yumuşaması olarak
kabul edilmelidir". Bu çalışma mahkûmun bir meslek öğren­
mesini ve uygulamasını, ailesi ve kendi için gelir elde etmesi­
ni sağlamalıdır (Ducpötiaux, 1857). 1945: "H er kamu hukuku
hükümlüsü çalışmak zorundadır... Kimse işsiz bırakılamaz"
Zorunlu ve hak ilkesi olarak çalışma.
5. Mahkûmun eğitimi hem toplumun çıkanna olan zorun­
lu bir önlem, hem de mahkûma karşı bir yükümlülük olarak.

342
kamusal gücün bir parkasıdır. "Eğitim tçk başına ıslah aracı
olabilir. Islaha yönelik hapsetm e bir eğitim sorunudur" (Ch.
Lucas, 1838). 1945; "mahkûma her türlü y o zlaştın a izdiha­
mın dışında uygulanacak m uam ele... esas olarak onun genel ve
m esleki eğitim ine ve iy ileştirilm esine yönelik olm alıdır"
Ceza evi eğitiminin ilkesi.
6. Hapishane rejimi en azından bir kısmı itibariyle, bi­
reylerin iyi yetiştirilm elerine özen gösterebilecek ahlâki ve
teknik donanım a sahip, uzman bir personel tarafından yükle-
nilmelidiT. Ferrus I850'de hapishane hekimirre ilişkin olarak
şöyle dem iştir: "Bütün hapsetm e biçim lerinde onun işbirliği
yararlıdır. ...h iç kimse bir hekim den daha içten bir şekilde
m ahkûm ların güvenine sahip olam az, o n lan n karakterini
daha iyi tanıyamaz, onların duygulan üzerinde daha etkili
olamaz, onlann fizik acılannı giderem ez ve bu yol sayesinde
onlara sert sözleri söyleyemez veya yararlı teşviklerde bulu­
nam az”. 1945: "Bütün ceza evi kurum tannda bir sosyal ve
tıbbi-p sikolojik servis çalışm aktad ır" Tutukluluğun teknik
den etim i ilkesi.
7. Hapsetme, eski mahkûmun tam olarak uyum sağlama­
sına kadar sürecek denetim ve yardım önlem leri tarafından
izlenm elidir. Mahkûmu hapishaneden çıkınca gözetim altın­
da tutmak yetmez, "ona destek ve yardım" da sağlamak gere­
kir (Boulet Benquot, Paris Meclisi). 1945; "M ahkûmlann uyum
sağlam alarını kolaylaştırmak üzere, onlara ceza sırasında ve
sonrasında yardım sağlanır" Ek kurum lar ilkesi.
Aynı önerm eler bir yüzyıldan diğerine, kelimesi kelime­
sine tekrarlanmaktadırlar. Ve her seferinde kendilerini o za­
mana kadar hep eksikliği çekilm iş bir reformun nihayet be­
nim senen, nihayet kabul edilen formülü olarak görm ekte­
dirler. Aynı veya hemen hemen aynı cüm leler, ıslahat hare­
ketinin "verim li" başka dönem lerinden de ödünç alınabilir­
lerdi: XIX. yüzyılın sonu, ve "toplum sal savunma hareketi"
veya mahkûm isyanlannın olduğu şu çok yakın yıllar.
Demek ki hapishaneyi, ''başarısızlığrnı ve az veya çok

343
iyi uygulanan "ıslah edilmesi"ni, birbirini izleyen üç devre
olarak kavramamak gerekir. Daha çok, tarihsel olarak hu­
kuki özgürlükten yoksun bırakma uygulanmasının üzerine eşan­
lı olarak yerleşen bir sisiem; şu dört terinmden meydana gelen
bir sistem düşünmek gerekir: hapishanenin disiplinscl "ck"i
-ü st iktidar unsuru-; bir nesnelliğin, bir tekniğin, bir ceza evi
"rasyonelliği"nin üretimi -buna ilişkin bilgi unsuru; hapis­
hanenin yoketmek zorunda olduğu bir suçluluğun vurgulu hale
gelnmesi değilse bile, fiili olarak sürdürülmesi -tersine dönmüş
etkinlik unsuru-; son olarak da, "ülküsciniğine rağmen, hapis­
hanenin işleyişiyle aynı biçimde olan bir "ıslahat" tekrarla­
ması -ütopik ikiye bölme unsuru-. "Kapalı tutma sistemi 'ni
meydana getiren yalnızca duvarları, personeli, kuralları ve
şiddetiyle hapishane olmayıp, aynı zamanda bu karmaşık
bütündür de. Kapalı tutma sistemi söylemleri ve mimarileri,
baskıa kurallan ve bilimsel önermeleri, gerçek toplunmsal et­
kileri ve yenilmez ütopyalan, suçluları ıslah programlan ve
suçluluğu sağlamlaştıran m ekanizm alan aynı biçim altında
birleştirmektedir, öyleyse olduğu söylenilen başansızlık ha­
pishanenin işleyişinden kaynaklanmakta değil midir? Hapis­
hanenin bir arada bulunan disiplin ve teknolojisinin adalet
aygıtına, daha da genel olarak topluma dahil ettikleri ve
"kapalı tutma sistemi" adı altında gruplandırmanın mümkün
olduğu şu iktidar etkilerinin arasına kaydedilmesi gerekmek­
te değil midir? Eğer kurum-hapishane bu kadar tutunduysa ve
hep aynı hareketsizlik içinde kaldıysa, cezai tutuklamanın
ilkesi hiçbir zaman ciddi bir şekilde gündeme getirilmediyse,
bunun nedeni herhalde bu hapsetme sisteminin derinlere kök
salmış olması ve belirgin işlevler yapmasıydı. Bu sağlamlığa
ilişkin olarak, yakın tarihli bir tanıklığı örnek olarak vere­
lim; 1969'da Fleury-M^rogis'de açılan örnek hapishane, 1836’
da retite-R oqucttc'e parlaklığını sağlam ış olan P anoplicon
tarzındaki yıldızı bütün dağılım sistemi itibariyle tekrarla­
maktan başka birşey yapmamıştır. Burada gerçek bir bedene
ve simgesel bir biçime bürünen aynı iktidar mekanizmasıdır.

344
Ama hangi rolü oynamak için?

Yasanın ihlalleri tanımaya yönelik olduğunu, ceza aygı­


tının işlevinin bu ihlalleri azaltmak olduğunu ve hapishane­
nin de bu bastırma hareketinin aleti olduğunu kabul edelim; bu
durumda bir başansıziık saptamasında bulunmak gerekmek­
tedir. Veya daha doğrusu -çünkü bunu tarihsel terimler içinde
ortaya koyabilmek için hapsetm e yoluyla cezalandırm anın
bütünsel suçluluk düzeyi üzerindeki yansımasını ölçebilmek
gerekirdi-, hapishanenin başarısızlığının ilân edilmesinden
bu yana geçen 150 yılın onu hep korumuş olması karşısında şa­
şılm ak gerekir. Gerçekten düşünülen yegâne seçenek, İngil­
tere’nin X IX yüzyılın başında terkettiği ve Fransa’nın II.
İmparatorluk döneminde yeniden başvurduğu -am a hapsetme­
nin hem katı, hem de uzakta uygulanan bir biçimi olarak- sür­
gün olmuştur.
Ama bviki üe Morunu terbine çevirmek ve hapishanenin
başarısızlığının neye yaradığını sormak gerekir; eleştirinin
sürekli olarak ifşa ettiği bu çeşitli olgular neye yaram ış­
lardır: suçluluğun beslenmesine, suç tekrannın devreye sokul­
masına, yasayı arızi olarak ihlal eden kişinin kaşarlanmış
suçlu haline dönüşmesine, oluşmuş bir suçluluk ortamının ku­
rulmasına. Belki de, mahkûmlara cezalannı çektirdikten son­
ra onlan bir dizi yakın takip yöntemleryile (eskiden hukuki
olan ve şimdi fiili hale dönüşen gözetim altında tutma; eski­
den pranga mahkûmlarına pıasaportlar, şimdi adli sicil) iz­
lenceye devam eden ve böylece yasa ihlalcisi olarak aldığı
cezayı Ödemiş olan kişiyi "suçlu" olarak izleyen ceza kurumu-
nun görünüşteki sinsiliğinin altında neyin gizlendiğini aramak
gerekir. Burada bir çelişkiden çok, bir sonuç görülemez mi? Bu
durum hapishanenin ve herhalde genel olarak cezalann yasa
ihlallerini ortadan kaldırm aya değil de; onlan ayırm aya,
dağıtmaya, onlardan yararlanmaya yönelik olduklannı, bun-

345
lann yasalan çiğnemeye hazır olanları pek öyle itaate zor­
lamaya değil de, yasa çiğnenmesini genel bir boyun eğdirme
taktiğinin içinde düzenlemeyi hedeflediklerini varsaymak
mümkündür. Bu durumca cezalandırma sistemi yasadışıhk-
lan yönetmenin, hoşgörü sınırlannı çizmenin, bazılanna alan
bırakırken başkalanna baskı yapmanın, bir kısmını dışlarden
diğer kısmım yararlı kılmanın, şunlan zararsız hale getirir­
ken bunları da yarar sağlanır hale getirmenin bir biçimi ola­
caktır. Kısacası, cezalandırma sistemi sadece yasadışıltkIan
“bastıim ak”tan ibaret olmayacak; onlan "farklılaştıracak",
bunların genel "ekonomisi"ni sağlayacaktır. Ve eğer bir sınıf
adaletinden söz etmek mümkünse, bu yalnızca yasanın bizzat
kendinin veya uygulama biçiminin bir sınıfın çıkarlanna hiz­
met etmesinden değil, aynı zamanda yasadışılıklann ceza­
landırma sistemi aracılığıyla farklılaştm cı bir şekilde yö­
netilmesinin bu egemenlik kurma mekanizmalarının içinde yer
almasından kaynaklanmaktadır. Yasal cezalann bütüncül bir
yasadışılıklar stratejisinin içine yeniden yerleştirilmeleri ge-
rckımrktcüir. Hapishanenin 'başansızlığı” herhalde bura­
dan itibaren anlaşılabilir.
Ceza ıslahatının genel şeması XVIII. yüzyılın sonunda,
vasadışılıklarla olan mücadelenin içinde yer alm aktaydı:
Eski Rejim de çeşitli toplumsal tabakalara ait olan yasadı-
şılıklan birarada tutan bütün bir hoşgörü, karşılıklı destek ve
çıkar dengesi bozulmuş durumdaydı. Bu durumda, her zaman
faaliyet halindeki bazı cezalandırma mekanizmalarını ge­
cikm eden, aracısız ve kararsızlığa yer bırakm adan işle­
yebilecekleri, evrensel ve kamusal olarak cezalandıran bir
topluma ilişkin bir ütopya oluşmuştur; hesaplannda tam ve
her yurttaşın temsil edilmesine dayalı olduğu için iki kere
ideal olan bir yasa, tüm yasadışı uygulamalan daha köken­
lerinde kilitleyecekti. Oysa XVIII. ve XIX. yüzyılların döne­
mecinde ve yeni yasalara karşı, işte yeni bir halk yasadı-
şılığı tehlikesi belirmiştir. Veya belki de daha doğru olarak,
halk yasadışılıklan o sıralarda yeni boyutlar içinde geliş-

346
mcktcdirler: bunlar, 1780'li yıllardan 1848 dcvrim lcrine ka­
dar toplumsal m ücadelelerle, siyasal rejim lere karşı olan
kavgalarla, endüstrileşm e hareketlerine karşı direnm elerle,
ekonomik bunalımın etkileriyle kesişen bütün hareketleri
kendileryile birlikte taşıyan yasadışılıklardır. Şematik ola­
rak üç karakteristik süreç saptamak mümkündür, ö n ce halk
yasad ışıl ıklan mn siyasal boyutunun gelişm esi; ve bu iki
biçim altında olmuştur: o zamana kadar yerel ve bir bakıma
kendileriyle sınırlı (verginin, askere alınnnanın, ödentilerin
reddi, diğer vergilerin reddi; zahireye el konulmasının reddi;
depoların yağmalanması ve ürünlerin otoriter olarak "adil
fiyaf'lan satışa çıkartılm ası; iktidar tem silcileriyle çatışma
gibi) olan bazı uygulamalar. Devrim sırasında am açlan yal­
nızca iktidara diz çöktürtmek veya dayanılması olanaksız bir
önlemi kaldırtmak olmayıp, aynı zamanda hükümeti ve hat­
ta iktidann yapısını değiştirmek olan doğrudan siyasal mü­
cadelelere açılabilmişlerdir. Bunun karşılığı olarak, bazı si­
yasal hareketler varolan yasadışılık biçim lerinden (Fran­
sa'nın batı ve güneyindeki kralcı çalkantının, köylülüğün mül­
kiyet, din, askere alma konusundaki yeni yasaları reddetme­
sindeki gibi) açık bir şekilde destek alm ışlardır; yasadışılı-
ğın bu siyasal boyutu, XIX. yüzyılda işçi hareketi ile cumhu­
riyetçi partiler arasındaki ilişkilerde, işçi mücadelelerinden
(grevler, yasaklanmış anlaşm alar, yasadışı birlikler) siyasal
devrime geçişte hem daha karmaşık, hem de daha vurgulu
hale gelecektir. Bu yasadışı uygulamalann -k i bunlar gide­
rek daha kısıtlayıcı hale gelen yasalar yüzünden çoğalmak­
tadırlar- ufkunda, her halükârda esas olarak siyasal müca­
delelerin profilleri belirmekledir, iktidarın muhtenwl devri­
lişi onlann hepsini meşgûl etm em ektedir, hatta bunların
bazıları bunun tamamen tersi konumdadır; ama aralarından
büyücek, bir bölümü bütüncül siyasal mücadeleler için birle­
şebilmekte ve hatta buraya bazen dolaylı olarak sürüklen­
mektedir.
ö te yandan, yasaların veya düzenlemelerin reddi boyun-

347
ca, bunlan kendi çıkarian doğrultusunda oluşturanlara karşı
verilen mücadeleler kolaylıkla görülnnektedirler: artık büyük
tüccarlara, finans alanındakilere, kralın adanüanna, rüşvet­
çi subaylara veya kötü bakanlara, adaletsizliğin ajanlanna
karşı değil de; bizzat yasanın kendine ve onu uygulamakla
görevli adalete karşı, yeni haklan devreye sokan hemen ya­
kındaki mülk sahiplerine karşı; aralannda anlaşan, ama işçi
anlaşm alarını y asaklatan işv erenlere karşı; m akinelerin
sayısını arbran, ücretleri düşüren, çalışma süresini artıran,
fabrika kurallannı giderek katılaştıran girişim cilere karşı
kavga vermektedirler. Kuşkusuz en şiddetli biçimleri Thermi-
dor ile Konsülük arasında görülen, ama o zamandan beri yok
da olmayan bir köylü yasadışılığı, tam da yeni toprak mül­
kiyeti rejim ine -D evrim den yarar sağlayan burjuvazi tara­
fından ihdas edilm iştir- karşı ortaya çıkmıştır; XIX. yüzyılın
başındaki işçi yasadışılıklan, yeni yasal emek sömürüsü reji­
mine karşı ortaya çıkm ıştır: makine tahribi gibi en şiddetli­
leri veya işçi birlikleri kurulması gibi en süreklilerinden; işe
gitmeme, işi bırakma, serserilik, hammaddeler ve yapılan işin
nicelik ve niteliği üzerinde sahtekârlık gibi en gündelik olan­
larına kadar. Koskoca bir yasadışılıklar dizisi, bilindiği üze­
re hem yasaya, hem de bunu dayatan sınıfa karşı çarpışmaya
girişilen mücadelelerin içinde yer almaktadırlar.
Son olarak, XVIII. yüzyıl esnasında suçluluğun uzman­
laşmış biçimlere yöneldiği, giderek beceri gerektiren hırsız­
lığa yattığı ve bir bölümü itibariyle marjinallerin, kendile­
rine düşman bir toplumdan soyutlanmışlann işi haline geldiği
doğruysa d a^ , XVIII. yüzyılın son yıllan esnasında bazı bağ­
ların yeniden ortaya çıkmasına veya bazı yeni ilişkilerin ku­
rulmasına tanık olunm uştur; bu hiç de o çağı yaşayaniann
söyledikleri gibi halk çalkantılannın elebaşlannın suçlular
olmasından değil de, yeni hak biçimlerinin, yasal düzenle­
melerin katılıklannın, devletin veya mülk sahiplerinin veya

35 Bkz. YukJirıda 'Genelleşmiş Ceza* aymnu.

348
işverenlerin taleplerinin ve daha sıkı gözetim tekniklerinin
suç işlem e fırsatlarını artırm aları ve başka koşullar altında
uzmanlaşmış suçlular alanına geçemeyecek olan birçok kim­
seyi yasanın öbür tarafına kaydırmasından kaynaklanmakta­
dır; bir köylü yasadışılığt Devrim'in son yıllannda yeni mül­
kiyet yasasının tabanı üzerinde, aynı zamanda askere alın­
manın reddi tabanı üzerinde oluşarak, şiddetini, saldınla-
n n ı, hırsızlıkları ve yağm alan artırm ış ve bu nlan büyük
"siyasal haydutluk” biçimlerine kadar ileri götürmüştür; çoğu
zaman asıl suçlulukla kesişen bir işçi serseriliği de çok ağır bir
yasamanın veya düzenlem enin (askerlik belgesine, kiralara,
çalışm a saatlerine, işe gelm em elere ilişkin olarak) tabanı
üzerinde gelişmiştir. Daha önceki yüzyıllar esnasında durul­
ma ve birbirlerinden ayrılm a eğilim indeki koskoca bir ya-
sadışılıklar dizisi, şimdi yeni bir tehdit oluşturm a üzere bir­
birlerine sıkı sıkıya sarılma eğilim ine girm işe benzem ekte­
d irler.
tki yüzyıl arasındaki geçiş döneminde, halk yasadışılık-
lannın üçlü genelleşmesi (ve problematik olan ve ölçülmesi
gereken niceliksel bir yayılmanın dışında): bunlann genel bir
siyasal ufka dahil olm alan; bunların toplum sal mücadele­
lerle açıkça bütünleşm eleri; çeşitli ilkel biçim ve düzeylerin
arasındaki iletişimi söz konusudur. Kuşkusuz bu süreçler tam
bir gelişme göstermemişlerdir; aynı anda hem siyasal, hem de
toplum sal olan kitlesel bir yasadışılık kesinlikle XIX. yüz­
yılın başında oluşm uş değildir. Ama bunlar dağınık o ln u -
lanna ve taslak hâlindeki biçimlerine rağmen, hepsi de suçlu
ve isyankâr sayılan bir halk tabakasından duyulan büyük
korkuya, imparatorluk döneminden Temmuz monarşisine ka­
dar yasakoyuculann ve insan hakları savunucularının veya
işçi hayatını araştıranlann söylemini dolduran barbar, ah­
lâk dışı ve yasadışı sınıf efsanesine dayanak olacak kadar
vurgulu olm uşlardır. XVIII. yüzyılın ceza teorisine çok ya­
b a n a olan bir dizi iddianın arkasmda işte bu süreçler yer al­
maktadır: suç çıkar veya tutkularm bütün insanlann kalbine

349
nakşettiği potansiyel bir durum değil de, hemen hemen yal­
nızca belli bir Miufa üzgü olan bir olgudur; eskiden butun top­
lumsal sınıflarda rastlanılan suçluların bugün "hemen hemen
hepsi toplumsal düzenin en arka sıralanndandır"^; "Katille­
rin, canilerin, hırsızlann ve hainlerin onda dokuzu toplumsal
taban dediğimiz yerden çıkmadırlar"^^; suç topluma yabana
kılmaz, onun yerine toplum içinde bir yabana gibi olunduğun­
da, Target'nin sözünü ettiği şu "yozlaşmış s ın ıfa , "günahların
bu durumla mücadele etmek isteyen cömert niyetlere engel
çıkardığı, sefalet yüzünden yozlaşmış" sınfa mensup olduğun­
dan^ ötürü suçlu olunmaktadır; bu koşullarda yasanın herke­
sin adına herkes için yapıldığına inanmak ikiyüzlülük veya
saflık olacaktır; yasanın bazıları için yapıldığını ve başka­
larına yönelik olduğunu kabul etmek daha temkinli olacaktır,
yasa ilke olarak tüm yurttaşları birşcylcre zorlamakta, ama
esas olarak en kalabalık ve en cahil sınıflara hitap etm ekte­
dir; siyasal veya medeni yasalarda olduğunun tersine, bunla­
rın uygulanması da herkesi ilgilendirm em ektedir^, mahke­
melerde toplumun tümü bir üyesini yargılamamakta, düzeni
korumakla görevli bir toplumsal kategori, karışıklık çıkart­
maya yönelik bir diğerine yaptm m uyg-jlamaktadır: "Yargı­
lama yapılan, hapsedilen, öldürülen yerleri dolaşınız... Her
yerde bir olgu bizi çarpmaktadır; her yerde, biri hep itham
edenlerin ve yargıçların kürsüsünde oturan, diğeri de kuş­
kulular veya itham edilenler sırasıda yer alan, iyice farklı
iki sınıf insan görüyorsunuz", bu durum sonuncuların gelir ve
eğitim eksikliğinden ötürü, "yasal dürüstlük sınırlannın için­
de kalmayı bilmemeleri"nden^® kaynaklanmaktadır; öylesine
ki, evrensel olmak isteyen yasa dili bu durumdan ötürü onlar
için uygunsuz olmaktadır; yasanın etkin olmasının gerekme-

36 Ch. Comle, TraiU de IdgisJalion, 1834, s. 45. .


37 H. Ljuvergne, Les Forçats, 1841, s. 337.
38 E. Bur4, De la mtüre des clastes iaborieuies er. Angleterre et en Frana,
1840, I I ,.391.
39 P. Roesi, TraiU de droit pinal, 1829, l, s. 32.
40 Ch. Lucas, 11, s. 82.

350
sine rağmen, bir sınıfın kcndininkiylc ne aynı fikirlere, ne de
aynı kelimelere sahip olan diğer bir sınıfa çektiği bir nutuk­
tan ibaret olarak kalmaktadır: "Oysa bizim namusluluk tas­
layan, hor gören ve etiket düşkünü olan dillerimizle kendimi­
zi hallerin, meyhanelerin, panayırlann fakir, düzensiz, ama
canlı, samimi, resimsel lehçelerinden başka birşeyi hiç duy­
mamış olanlara anlatmamız mümkün m üdür... Suç işlemeye
karşı dirençleri daha düşük olan eğitimsiz zihinler üzerinde
daha etkin bir şekilde işleyecek yasaları kalem e alırken
hangi dil ve hangi yöntem kullanılmalı?"^’ . Yasa ve adalet,
gerekli sınıf simetrisizliklerini ilân etmede tereddüte düşm e­
m ektedirler.
Eğer durum böyleyse, hapishane "başarısızlığa uğrarken"
görünüşle am aandan sapmamıştır; tersine, ayrı bir yere konul­
masına, açığa çıkartılmasına ve nisbelen kapalı ama nüfuz
edilebilir bir ortam olarak örgütlenmesine olanak verdiği özel
bir yasadışılık biçimini diğerlerinin arasında öne çıkardığı
ölçüde bu am aana ulaşmıştır. Hapishane göze batan, vurgulu,
belli bir düzeye indirgenmesi olanaksız ve gizlice yararlı -a y ­
nı anda hem başkaldırıcı, hem de itaatkâr- bir yasadışılığın
yerleşik hale gelmesine katkıda bulunmakta; simgesel olarak
diğer hepsini özetliyera benzeyen, ama hoşgörü gösterilmek
istenilen veya zorunda olunan diğer hepsini karanlıkta bıra­
kan bir yasadışılık biçimini resmetmekte, soyutlamakla, vur­
gulamaktadır. Bu biçim esas olarak suçluluk adı verilenidir.
Burada, cezalandırma aygıtının temsil ettiği tehlikeden ötü­
rü, hapishane aracılığıyla yoketmeyi denemek zorunda oldu­
ğu, yasadışılığın en yoğun ve en zararlı biçimini görmemek
gerekir; bu yasadışılık biçim i daha çok, yasadışılıkların
farklılaştırılm alarına, düzenlenm elerine ve denetlenm ele­
rine olanak veren cezalandırma sisteminin (ve hapsederek ce­
zalandırmanın) bir sonucudur. Suçluluk kuşkusuz yasadışılığın
biçimlerinden biridir; her halükârda kökleri oradadır; fakat

41 P. Rossi, 5.33.

351
tüm dallanylâ birlikle "hapsetme sisteminin kuşattığı, parça­
ladığı soyutladığı, nüfuz ettiği, örgütlediği, belli bir yere ka­
pattığı ve diğer yasadışılıklann karşısında ona alet olma
gibi bir rol verdiği bir yasadışılıktır. Kısacası, hukuki m uha­
lefet yasallık ile yasadışı uygulamanın arasından geçiyorsa,
stratejik muhalefet de ya sad ışıl ıklar ile suçluluğun arasından
geçmektedir.
Hapishanenin su çlan azaltma işinde başarısız olduğu
saptamasının yerine herhalde, hapishanenin özelleşm iş bir
tip olan, yasadışılığın siyasal ve ekonomik olarak daha az
tehlike arzeden -lim itle kullanılabilir olan - biçimi olan suç­
luluğu üretmekte; görünüşte marjinalleştirilmiş, ama merkezi
olarak denetlenen suçlular ortamını üretmekte; suçluyu pato­
lojik hale getirilm iş özne olarak yaratm akla çok başan lı
olduğu varsayımını ikâme etmek gerekmekledir. Hapishane­
nin başansı; yasa ve yasadışılıklar çevresindeki mücadelede
bir "suçluluğu" özelleştirmek. Hapsetme sisteminin ihlaldnin
yerine "suçlu"yu nasıl geçirdiği ve aynı zamanda koskoca bir
mümkün bilgi ufkunu hukuki uygulamanın üzerine nasıl iğne-,
lediği görüldü, ö te yandan, suçİuluk-nesne'yi oluşturan bu sü­
reç, yasadışılıklan çözüp, onların içinden suçluluğun birleşme
noktasıdır: onlara birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirme,
suçluluğu ihlalin arkasında nesnelleştirme, suçluluğu yasadı-
şılıkların hareketi içinde sağlamlaştırma olanağı verm ekte­
dir. öylesine bir başan ki, bir buçuk yüzyıllık "başanstz-
lıklar**dan sonra hapishane hSlâ vardır ve aynı hayasız
sonuçlan üretmeye devam etmektedir.
★ ★★

Hapsederek cezalandırm a kapalı, ayrılm ış ve yararlı


bir yasadışılık imal edecektir -uzun ömürlü olması kuşkusuz
buradan kaynaklanmakladır-. Suçluluk akımı, onu cczalandı-
nrken ıslah etmeyi başaramayan bir hapishanenin yan ürünü
olmayacaktır; bu, yasadışı uygulamalan yönetmek için on-
lann bazılannı, esas p>arçalanndan birini hapsetmenin oluş-

352
turacağı bir "cczalandırma-ycnitcn üretim" mczanizması için­
de kuşatacak olan bir cezalandırma sisteminin dolaysız sonucu
olacaktır. Ama hapishane mücadele ettiği düşünülen bir suç­
luluğun imalatını neden vc nasıl davet etmiştir?
Kapalı bir yasadışılık gibi kurulan bir suçluluğun yerle­
şik hale gelm esi, fiili durumda belli avantajlar sunmaktadır,
öncelikle onu denetlemek mümkündür (bireyleri saptayarak,
gruba çekirdek sağlayarak, karşılıklı bir hafiyelik örgütle­
yerek): hor zaman yayılm aya yatkın rastlantılara tabi bir
yasadışılık uygulayan bir halkın veyahut geçişlerine veya
koşullara göre işsizleri, dilencileri, toplumdan sapanlan dev­
şiren ve bazen de korkutucu yağma vc ayaklanma güçleri oluş­
turacak kadar şişen -bu durum XVIII. yüzyılın sonunda görül­
m üştür- şu dengesiz serseri çevrelerinin belirsiz kaynaşma­
sının yerine, sürekli gözetim altında tutulabilecek, nisbeten
kısıtlı vc kapalı bir birey grubu ikâme edilm ektedir. Bunun
dışında, kendi üzerine kapanmış olan bu suçluluğu en az teh­
likeli yasadışılık biçimlerine yöneltmek mümkündür: dene­
timlerin baskısıyla toplumun sınınnda tutulan, narin varoluş
koşullarına indirgenen, onu destekleyebilecek bir halkla (es­
kiden kaçakçılar veya bazı haydutluk türleri için olduğu
gibi)*^ bağlantısı olmayan suçlular, kaçınılmaz olarak hiçbir
cazibesi olm ayan, siyasal olarak tehlikesiz ve ekonomik ola­
rak etkisiz, yerelleşmiş bir suçluluğun içinde kalmaktadırlar.
Öte yandan bu yoğunlaşmış, denetim altında vc silahsız ya-
sadışılık doğrudan yararlıdır. Diğer yasadışılıklara nazaran
yararlı olabilir: onların yanında soyutlanmış olarak, kendi iç
örgütlenmelerinin üzerine kapanmış olarak, ilk kurbanlannın
sıklıkla fakir sınıflar olduğu şiddete dayalı bir suçluluğa yö­
nelik olarak, her bir yandan polis tarafından çevrelenmiş ola­
rak, uzun hapis cezalannın, sonra da ebediyen "uzmanlaşmış"
bir hayatın hedefi olarak suçluluk, tehlikeli ve çoğu zaman
hasım olan diğer alemi, cari yasadışı uygulam aları (küçük

42 E. |. HobstMvm, Us Bandits, Fra. çcv., 1972.

353
kurnazlıklar, küçük şiddet hareketleri, yasanın gündelik red­
di veya ihlali) kilitlemekte veya en azından oldukça düşük
bir düzeyde tutmakta, buntann geniş ve aşikâr biçimlere açıl­
malarını engellemektedir; sanki eskiden örnek olma rolünün
azap çektirmelerin görkeminden beklenmesi gibi, şimdi d e bu
rolün cezalann sertliğinden çok, bizzat suçluluğun görünür, vur­
gulu mevcudiyetinde aranması gibi: suçluluk diğer halk ya-
sadışılıklarından farklılaşarak, onlara ağır basm aktadır.
Fakat suçluluk bunun dışında dolaysız bir kullanıma da
uygundur. Akla sömürgeleştirme örneği gelmektedir. A ncak en
inandıncı olanı bu değildir; nitekim Restorasyon döneminde
suçluların sürgüne yollanmalarının Mebuslar Meclisi veya Ge­
nel M eclisler tarafından defalarca talep edilm iş olm asının
esas nedeni, hapiste tutma aygıtının bütününün gerektirdiği
mali yükün hafiflet ilmesinin isteniyor olmasıydı; ve Temmuz
monarşisi döneminde, suçlulann, disiplinsiz askerlerin, fahi-
şelerin ve bulunmuş çocukların Cezayir'in iskânına katılabil­
meleri için yapılmış olan bütün tasarılara rağmen, bu durum
sömürge forsa zindanları kuran 1854 yasası tarafından resmen
reddedilm iştir; fiili durumda Cüyana'ya veya daha sonra
Yeni Kaledonya'ya yönelik sürgünler, mahkûmlann ce 2:ala-
rtnı çektikleri sömürgede, en azından hapiste kaldıktan sü­
reye eşit bir süre kalma zorunluğunun getirilm iş olmasına
rağmen (hatla bazı durumlarda buralarda bayatlan boyunca
kalmak zorundaydılar), gerçek bir ekonomik önem kazana­
mam ışlardır^. Fiili durumda suçluluğun aynı anda hem ayrı,
hem de komuta edilebilir bir ortam olarak kullanılması özel­
likle yasalhğın marjlarında gerçekleştirilm iştir. Yani, gerek­
tirdiği tüm gözetim altında tutmalarla birlikte, suçluluk ha­
linde örgütlenmesinin itaakârlığı güvenceye aldığı bir cins
bağımlı yasadışılığın da XIX. yüzyılda yerleştirildiği yerde.

43 S ü r g ü n s o r u n u h k . b k z ., F . d c B a r b ^ -M a r b o is , Obiervalkms sur Us votes i t


4 2 consâls girUraujc v « B İ o s m v IİI c U e L a P il o r g e r ie a r a s ın d a B o i a n y
B a y 'c İliş k in t a r lif m a . B u r 4 , a lb a y M a r e n g o v e L . d e C a m 6 , C e z a y ir 'in
' s u c u l a r ta r a f ın d a n isScknı p r o je s i y a p a n la r a r a s ın d a d ır la r .

354
Egemen olunan yasadışılık olan suçluluk, egenaen gruplann
yasadışılıkları için bir a jan d ır. XIX. yüzyılda fahişelik
ağlarının kurulması bu konuda karakteristiktir^; polisin ve
sağlık Örgütünün fahişeler üzerineki denetimi, bunların hapis­
haneye düzenli olarak girip çıkm alan, büyük ölçekli genel
evlerin örgütlenmesi, fahişelik alanında titizlikle sürdürülen
hiyerarşi, bu çevrenin suçlu-m uhbir tarafından çerçevelen­
mesi, bütün bunlar giderek daha da ısrarlı hale gelen gündelik
bir ahlâkçılığın yarı-ycraltı'na itliği vc doğal olarak pahalı
hale getirdiği bir cinsel zevkten elde edilen muazzam kâr­
ların, koskoca bir aracılar dizisi tarafından kanalize edilme­
sine ve ele geçirilmesine olanak sağlamaktaydı; bir zevk fi­
yatının oluşumunda, bastırılm ış cinselliğin kânnın oluşu­
munda ve bu kânn ele geçirilmesinde suçlular ortamı, dikkatli
bir püritanizmle suç ortaklığı içindeydi: yasadışı uygulama­
lar üzerinde gayrimeşru bir vergi memuru^^ Silah kaçakçılığı,
yasaklandığı ülkelerde içki ticareti veya daha yakın tarih­
lerdeki uyuşturucu ticareti, bu "yararlı suçluluğun" işleyişini
aynı şekilde göstereceklerdir: yasal bir yasağın varlığı, onun
etrafında yasadışı bir uygulama alanı oluşturmakta, bu alan
kendileri de yasadışı olan, am a suçluluk hakkında Örgütle­
meleri nedeniyle komuta edilebilir kılınmış olan unsurların

44 ilk a r a m a la r d a n b ir i, p o lis d e n e li m i a lım d a h o ş g o r tl e v le r in in


o r g ü llc n m c s l o ld u (1 8 2 3 ), b u d a 1 4 T e m m u z 1741 ta r ih li y a s a h ü k ü m le rin i
g e n i r ölm ek le a c ıy o r d u ( g e n e l e v l e r i n g ö z c H m l). B u k o n u d a b k z .. P o lis
m ü d ü r lü ğ ü e ly a z m a la n d e r le m e s i (2 0 - 2 6 ) . ö z e l l i k l e p o lis m ü d ü r ü n ü n 14
H a z ir a n 1 8 2 3 ta r ih li g e n e lg e s i: " g e n e l e v a g l m a s ı , k a m u ah lA k ın a ilg i
d u y a n h e r k e s i d o ğ a l o la r a k r a h a t s ı z e t m e l id i r ; p o l is k o m is e r i b a y la r ın
k e n d i b ö lg e le r in d e b u e v le r i n s o l m a s ı n a tü m g ü l l e r i y l e k a r ş ı ç ık m a -
l a n n a ş a ş ır m ıy o r u m ... P o lis e ğ e r f a h iş e liğ i, ü z e r in d e s a b it v c te k d ü z e b ir
e t k i s i n i n o l a c a ğ ı v c g ö z e t i m i n d e n k a ç a m a y a c a k h o ş g t e ü e v le r i n e k a p a t ­
m a y ı b a ş a r a b lis e y d i. k a m u d ü z e n i n e ç o k d a h a ö z e n g ö s t e r d iğ in e in a n a b i­
lir d i.
45 ParenI - D u c h a i e l e t ,P n u t iiu iio n d P a r is , 1 8 3 6 adfı kitabı, p e k isin v c c e z a
k u r u m l a n m n p a t r o n lu ğ u n d a s u ç l u ç e v r e l e r 1le f a h i ş e l i k a r a s ın d a k i b u
b a ğ la n t ın ın t a n ı k l ı k o l v a k o k u n a b i li r . A B D 'y e y d e ş e n v e b ü tü n ü lllb a -
r i y l e g a y r im e ş r u k u a n ç e d i n m e d e v c s iy a s a l a m a ç la r d o ğ r u ltu s u n d a k u l ­
l a n ıla n Ita ly a n m a fy a s ı, h a lk k ö k e n l i b ir y a s a d ış ü ıg ın s ö m ü r g c le ş ll r i l -
m e s ln ln İy i b ir ö m e ^ d i r .

355
aracılığıyla denetlenebilir ve kâr sağlanabilir hale gelnıek-
tedir. Bu, yasadışılıklan yönetnneye ve sömürmeye yarayan
bir a le ttir
Bizzat iktidarın icra edilm esinin kendi etrafına topla­
dığı yasadıştlık için d e bir alettir. Su çlu lann siyasal kul­
lanımı -m u h b ir, hafiye, tahrikçi o la ra k -, XIX. yüzyıldan
önce çoktan yerleşik hale gelm iştir^. Fakat Devrim'den sonra
bu uygulama tamamen başka boyutlar kazanmıştır, siyasal
partiler ve işçi birliklerinde propaganda çekirdekleri kurma,
grevcilere ve ayaklananlara karşı çeteler oluşturm a, bir alt-
polis örgütü kurma -bunlar yasal polisle ilişki halinde ça­
lışmakta ve limitte bir cins paralel ordu oluşturmaya hazır
olm aktadırlar-,- iktidarın bütün bir yasallık-dışı işleyişi bir
parçası itibariyle, suçlulann oluşturduklan manevra edilebi­
lir kitle tarafından sağlanm ıştır; yeraltı polisi ve iktidarın
yedek ordusu. Fransa'da bu uygula mala nnda çiçek açmışa
benzemektedirler^^ Hapishane üzerinde merkezlenen bir ce­
zalandırma sistemiyle sağlamlaşan suçluluğun, yasadışılığın
egemen sınıfın kâr ve gayrimeşru iktidar devreleri lehine
döndürülmesini temsil ettği söylenebilir.
Soyutlanmış ve suçluluk üzerinde yeniden biçimlendiril­
miş bir yasadışılığın örgütlenmesi, polis denetim lerinin ge­
lişmesi olmadan mümkün olamazdı. Halkın genel olarak gö­
zetim altında tutulması, 'sessiz, esrarlı, farkedilmeyen" dik­
kat... "hükümetin her zaman açık olan ve bütün yurttaşları
ayınnnsız gözetim altında tutan gözü, ama bu nedenden ötürü
herhangi bir baskı altına alma yöntemi getirmek zorunda
kalm am aktadır... Bu gözetimin yasada yazılnruş olnuya ih-

46 S u d u U n n p o lis g ö z e t im i v c ö z e llik le d e s y j s a l g ö z e t im k o n u s u n d a k i b u
r o lle r i h k . b k z ., L e m a lr e ta r a fm d a n y a z ıla n m u h t u a . 'M u h b ir le r , k e n d i ­
le r i i ç i n h o f g ö r ü b e k le y e n * k iş ile r d ir ; b u n la r 'o l a ğ a n o l a r a k , k e r e l e r i n ­
d e n d e b e t e r o l a n la n y a k a la ta n k ö t ü u y r u k la r d ır . U s t r i i k k ü cû < ü k b ir n e ­
d e n l e b i le p o lis f iş in e b ir k e z g e c e n b ir i, a r t ık b ir d a h a g ö z ö n ü n d e n u z a k
tu tu lm a m a k la d ır .
47 K. M an. Le 78 Brumaire de TjMit-NapoUon Bofuparte, Ed. Sodales, 1969,
s. 76-78.

356
tiy a a yoktur^*. Serbest kalan mahkûmlar ile ağır su<;lardan
ötürü adalet önünden daha önce geçmiş bütün kişiler için 1810
yasası tarafından öngörülen özel gözetim, bunlann toplumun
huzuruna tekrar kastettiklerinin yasal olarak düşünüldüğü
anlamına gelmektedir. Fakat, hemen hepsi eski suçlular olan
ve bu sıfatlanndan ötürü polis denetim altında bulunan hafi-
yeler ve m uhbirler aracılığıyla, tehlikeli sayılan ortam lar
ve gruplar da gözetim altında tutulm aktadırlar: polis göze­
timinin diğerleri arasında bir nesnesi olan suçluluk, bu göze­
tim in ayncaiıklı aletlerinden biridir. Bütün bu gözetim ler,
kısmen resmi, kısmen gizli olan bir hiyerarşinin oluşturul­
masını gerektirmektedir (Paris polisinde esas olarak "güven­
lik masası", 'gizlenm eyen ajanlar"ın -m ü fettişler ve onbaşı­
la r- dışında, cezalandm lm a korkusuyla veya bir ödülün ca­
zibesiyle hareket eden "gizli ajanlar" ve m uhbirler içermek­
teydi)*’ . Bu gözetim ler ayrıca, merkezini su çlu lann saptan­
ması ve kimliklerinin belirlenmesinin oluşturduğu bir belgesel
sistem in düzenlenm esini de gerektirm ekledirler: ağır ceza
mahkemesi kararlannda veya tutuklama emirlerinde zorunlu
eşkâl, hapishane tutuklama tezkereleri sicill.erine aktarılan
bilgiler, ağır ceza mahkemeleri ve ceza mahkem elerinin si­
cillerinin kopyalarının her üç ayda bir adalet bakanlığı ve
emniyet genel müdürlüğüne gönderilmesi, bir süre sonra içişleri
bakanlığında bu sicilleri düzene sokan alfabetik bir sicilin
oluşturulm ası, 1833’e doğru "doğabilim dlerin, kütüphaneci­
lerin, toptancı tüccarların, iş adam larının" yöntem lerine uy­
gun olarak, yeni verileri kolaylıkla eklem eye olanak veren
ve aynı zamanda aranan kişinin adının olm ası halinde ona
ilişkin tüm bilgileri sağlayan bir kişisel fişler veya bültenler
sistem inin kuru lm ası^. Suçluluk sağladığı gizli ajanlarla.

48 A . B o n n e v îlt e , Da mslıluliORS eompifmtnuries du iysUme pdniUncicr,


1 8 4 7 ,5 .3 9 7 3 9 9 .
49 B k z ., H . A . F r e g ie r , La Clasta dottgeureusa, 1 8 4 0 , 1, s . 1 4 2 -1 4 8 .
50 A . f t jn n e v U le , Dt U r6cidm. 1 8 4 4 , s . 9 2 - 9 3 . F iş in c ır u y a g k n u M v e in s a n -
b ili m l e r i n i a k u r u lm a s ı: t a r ih ç ile r in p e k k u U â m a d ık l a n b ir ic a d d a h a .

357
ama aynı zamanda olanak verdiği genelleşmiş çerçevele­
meyle, halk üzerinde sürekli bir gözetim a ra a olm aktadır
bizzat suçlular araaiığıyla, toplumsal alanının tümünün de­
netlenm esine olanak veren bir aygıt. Suçluluk siyasal bir
gözlemevi olarak işlev görmektedir, istatistikçiler ve sosyo­
loglar, polislerden çok sonra, bunu kendi hesaplarına kul­
lanm ışlardır.
Fakat bu gözetim ancak hapishaneyle eşleşerek işlcye-
bilm iştir. Çünkü hapishane bireylerin serbest bırakıldık-
lannda denetlenmelerini kolaylaştırmakta; çünkü muhbirle­
rin dcvşirilm elerine olanak vermekte ve karşılıklı ihbarlan
artırm akta; çünkü yasa ihlallerini birbirleriye temasa geçi­
rerek, kendi üzerine kapalı, ama denetlenmesi kolay bir suçlu
ortamının örgütlenmesini hızlandırmaktadır: ve hapishane­
nin yol açtığı tüm yerleşiklikten kopuşlar (işsizlik, ikâme
yasağı, zorunlu ikâmet, gözetim altı), eski mahkûmların ken­
dilerine yüklenilen işleri kabul etmelerine neden olmaktadır.
Hapishane ve polis ikiz bir düzenek oluşturmaktadırlar; bu
ikisi birlikte, suçluluğun yasadışılıklann bütün alanı içindeki
farklılaştınlm asını, soyutlamasını ve kullanılmasını sağla­
m aktadırlar. Polis-hapishane sistem i yasadışılıklann için­
den kullanılabilir bir suçluluğu koparmaktadır. Bu, kendine
özgü olan yanıyla birlikte sistemin bir sonucudur, ama aynı
zamanda onun bir çarkı ve aleti haline de gelmektedir. Öy­
lesine ki, üç terimi (polis-hapishane-suçluluk) birbirinden
destek alan ve kesintisiz bir akım oluşturan bir bütünden söz
etm ek gerekmektedir. Polis gözetimi hapishaneye yasa ih-
lalcilcri sağlamakta, o bunlan polis denetimlerinin hcdeHeri
ve yard ım alan olan ve aralarından bazılannı düzenli ola­
rak hapishaneye geri gönderdiği suçlular haline dönüştür­
m ektedir.
Bütün yasadışı uygulamalan tahrip etmeyi hedefleyen
ve bunu yapmak için, eylemi boyunca "suçluluğun" ele avuca
gelmeyen tortusunu arkasında bırakma pahasına polisi yar­
dımcı ve hapishaneyi de cezalandırma aygıtı olarak kulla­

358
nacak bir ecza adaleti yoktur. Bu adalette, yasadışılıklann
fa rk ı ılâŞtına bir denetimini görmek gerekir. Suç adaleti, ona
nazaran yasal güvence ve aktanm ilkesi rolünü oynandıkta­
dır. Suç adaleti diğer parçalan (onun altında değil de, yanın­
da olan parçalan) polis, hapishane ve suçluluk olan, genel bir
yasadışıhklar ekonomisinin bir m enzilidir. Adaletin polis
tarafından kabının dışına çıkartılması, hapishane kurumunun
adaletin karşısına çıkardığı atalet gücü yeni birşey değildir,
ama iktidann kireçlenmesinin veya tedrici bir yer değiştir­
mesinin sonucu da değildir; bu modem toplumlarda cezalan­
dırm a mekanizmalannı vurgulayan yapılann bir özelliğidir.
Yargıçlar ne derlerse desinler, ceza aygıtı tüm gösteri aygı­
tıyla birlikte, suçluluk ile polisi dişliler halinde birbirlerine
bağlamayı hedefleyen, y a n y a n y a k a ra n lık içinde y e r a la n
bir denetim aygıtının talebine cevap vermek için kurulmuştur.
Yargıçlar bu aygıtın şöylesine bir ayak direyen memurlan-
dır^^ Suçluluğun oluşumuna, yani yasadışılıklann farklılaş-
tırılm asına, bunlardan bazılannın egemen sınıfın yasadışı-
lığı tarafından denetlenmesine, sömürgeleştiril meşine ve kul­
lanılmasına olanaklan ölçüsünde yardım etmektedirler.
XIX. yüzyılın ilk otuz veya kırk yılı içinde gelişen bu
sürece iki kişi tanıklık etmektedir. Önce Vidocq. Bu kişi önce
eski yasadışılıklann adamı^^, yüzyılın öteki ucunun bir Gil
Blas'ı ve çabucak daha kötüye kayan biri olm uştur huzursuz­
luklar, maceralar, çoğu zaman kurbanı olduğu aldatmacalar.

Sı Y a s j jd a m l a n ı u n b u iş le y iş i ^ n d e y e r a lm a y a d ir e n m d e r in e iliş k in ç o k
e r k e n la n tk h k la r d a h a R e s t o r a s y o n ‘d a n it ib a r e n v a r d ır (b u d a o n u n g e ç
b i r o lg u v e te p k i o l m a d ığ ın ı k a n ı t l a m a k l a d ı r .) Ö z e l l i k l e , N ap o ItS o n
d ö n e m i p o lis in in ta s fiy e s i veya d a h a d o ğ r u s u , y e n id e n k u lla n ım ı s o r u n
ç ık a r t m ış t ır . A m a z o r lu k la r u z u n s ü r m e m i ş t i r . B k z . B e llc y m e 'in l 8 2 5 ‘t e
g ö r e v l e r i m d u y u r d u ğ u v e ö n c e ll e r i n d e n f a r k lıla ş m a n ın y o lu n u a r a d ığ ı
s ö y l e v : * Y a s a l y o lla r b iz e a ç ık t ır . Y a s a o k u lu n d a y e b ş e n . Çök y û c e b ir
y a r g ı ç l ı k o k u lu n d a e ğ i t i le n ... b i z le r a d a le t i n y a r d ı m a l a n y ı z . - B k z .,
Hiiioire de rAdministralim de M. de Belleyme; a y n c a b k z ., M o ld n e , De
im fö e r l/ . a d lı ç o k ilg in ç r is a le .
52 A y n c a , Histoire de Vidoc^ raeçntie par lui-m^me'den ç o k , k e n d i a d ıy la
y a y ın la n a n Mdmaires'a b k z .

359
kavgalar ve düellolar; birbiri peşi sıra askere alm alar ve
kaçmalar, fahişelik, kumar, yankesicilik, bir süre sonra da
büyük haydutluk ortamıyla tanışmalar. Fakat bizzat çağdaş­
larının gözünde sahip olduğa adeta efsanevi önem, belki de
allanıp pullanmış olan bu geçmişe dayanm aktadır; hatta ta­
rihin ilk kurtarmalık ödenen veya satm alınan eski bir pran­
ga mahkûmunun polis şefi olmasına bile dayanmaktadır: bu
önem suçluluğun onun kişisinde, ona karşı ve onunla birlikte
çalışan bir polis aygıtı için hem nesne, hem araç olma gibi iki
yanlı statüsünü göze görünür bir şekilde kazanmış olmasından
kaynaklanmaktadır. ‘Vidocq, diğer yasadışılıklardan kopan
suçluluğun iktidar tarafından kuşatıldığı ve tersine döndürül­
düğü anı belirlemektedir. Polis ile suçluluğun dolaysız ve ku­
rumsal birleşm eleri işte bu sıralarda meydana gelm iştir.
Suçluluğun iktidarın dişlilerinden biri haline geldiği endişe
verici an. Eski dönem leri, her adaletin kaynağı olan, ama
suçlarla lekelenmiş canavara benzeyen kralın çehresi doldur-
nıuştu; şimdi ortaya başka bir korku, yasayı egemen kılan­
larla onu çiğneyenler arasındaki gizli ve karmaşık anlaş­
madan kaynaklanan bir korku çıkmaktadır. Hükümranlığın
aynı kişide iğrençlikle karşılaştığı Shakespearegil çağ sona
ermiştir; kısa bir süre sonra polisin gücünün ve suçun iktidar ile
kurduğu suç ortaklıklarının gündelik melodramı başlaya­
cak tır.
Vidocq’un karşısında, çağdaşı Lacenairc. Suç estetikçile­
rinin cennetindeki ebediyen vurgulu mevcudiyeti şaşırtıcıdır:
tüm iyi niyetine rağmen, tüm yeni yetişmekte olanın heves­
kârlığına rağmen, hiçbir zaman büyük bir suç işleyememiş,
işlediklerini de beceriksizce yapmıştır; koyunluğundan o ka­
dar kuşku duyulmaktadır ki, yönetim onu öldürmeye kalkışan
Force m ahpuslanna karşı korumak zorunda kalmıştır^^, ve
idamından önce ona büyük bir şenlik yapan Louis Philippe
Paris'inin kibar çevreleri olm uştur; bu öylesine bir şenlik

53 İ th a m C a n le r t a r a f ın d a n b i ç i m s e l o la r a k y e n id e n e l e a l ın m ı ş t ır , M i-
moires, 1 9 6 6 y e n . y a y ., s . 15. ,

360
olmuştur ki, daha sonradan ortaya çıkan çok sayıdaki edebi
hortlatmalar onun yanında yalnızca akademik bir saygı sun­
madan ibaret kalmışlardır. Şanı suçlarının çapına, ne de bun-
lann tasarlanışındaki sanata birşey borçludur; bunlann uygu­
lanışındaki bâşansızlık şaşırtm aktadır. Fakat bu şan, varo­
luşu içinde görünür olan oyuna ve yasadışılık ile suçluluk
arasındaki söylevlerine çok şey borçludur. D o lan d ın alık ,
askerden kaçma, arakçılık, hapishane, hücre dostluklannın
kurulması, karşılıklı şantaj, başansız sonuncu cinayet girişi­
mine kadar tekrarlanan suçlar, Lacenaire "suçlu’'nun tipidir.
Fakat Lacenaire kendinde, daha yakın tarihlere kadar teh-
ditkâr otmuş olan bir yasadtşılıklar ufkunu, en azından potan­
siyel olarak taşımaktaydı: bu iyi bir kolejde eğitilmiş, konuş­
masını ve yazmasını bilen, iflas etmiş küçük burjuva, bir kuşak
önce devrimci, jakoben, kral katili olabilirdi^; Robespierrc'in
çağdaşı olsaydı, yasaları reddetmesi dolaysız olarak tarihsel
bir alana etki ederdi. Yaklaşık olarak Julien Sorel gibi 1800'
de doğm uştur, kişiliği olanaklarının izlerini taşım aktadır;
ama bu olanaklar hırsızlık, cinayet ve muhbirliğe yönelmişler­
dir. Bütün bu potansiyel durumlar, çok düşük çaplı bir suçluluk
haline gelmişlerdir: Lacenaire bu anlamda, güven verici bir ki­
şidir. Vc bu potdii!>iyL‘l durumlar, onun SUÇ teorisine ilişkin ola­
rak tutturduğu söylemin içinde yeniden ortaya çıkm akta­
dırlar. Lacenaire ölüm anında, suçluluğun yasadışılık üzerin­
deki zaferinin dışavrumu veya daha doğrusu bir yandan suç­
luluk tarafından müsadere edilen, öte yandan da bir suç este­
tiğine, yani ayrıcalıktı sınıfların bir sanatına doğru yatırılan
bir yasadışılığın biçimi olmuştur. Lacenaire'le aynı dönemde
suçluluğu kapalı bir denetlenebilir olarak kurarak, ve ikti­
darın meşru yasadıştlığı haline gelen koskoca bir suça yönelik
uygulamayı polis tekniklerine doğru kaydırarak, bu suçlu­
luğun kendi üzerine kapanmasına olanak veren Vidocq arasın-

$4 L a c e n a ir c 'in ç a ğ d a ş la r ın ın g ö z ü n d e n e o lm u ş o la b ile c e ğ i k o n u s u n d a b k z .,
M . L c b a illy , M^moires ( L a c e n a i r c 'i n k i l c r ) , 1 9 6 8 , s. 2 9 7 - 3 0 4 y a y ın ı n e d e ­
n iy le d ü z e n le n e n d o s y a .

361
da paralellik vardır. Paris burjuvazisinin Lacenaire'e şenlik
düzenlemiş olmasının, hücresinin ünlü ziyaretçilere açılma­
sının, hayatının son günlerinde bir saygı çemberiyle çevre­
lenmiş olmasının, suç ortağı François'yı darağaana yollamak
için mahkemede herşeyi yapmış olan bu adamı yargıçlardan
önce Force hapishanesi sakinlerinin öldürmeye kalkışmasının
bir nedeni vardır: suçluluk halinde tabi kılınmış ve söyleve
dönüştürülmüş -yani iki kere zararsız hale getirilm iş- bir ya-
sadışılığın simgesel çehresi kutlanmaktaydı: burjuvazi henüz
bu kaynağı tüketmenin uzağındaydı. Lacenairc'in bu çok ünlü
ölümünün, siyasal şiddete açılan küçük bir suçluluğun ters
çehresini temsil eden en yakın tarihli krala saldın suçu olan
Fresehi suikastinin yankılarını kilitlediğini unutmamak ge­
rekir. Bu ölümün sonuncu zincir alayının yola çıkmasından ve
buna eşlik eden çok rezil gösterilerden birkaç ay önce meydana
geldiğini de unutmamak gerekir. Bu iki şenlik tarih içinde
birbirteriyle çakışmışlardır; ve zaten Lacenaire’in suç örtağı
Françöis 19 Temmuz tarihli zincir alayının en göze batan
kişilerinden biri olmuştur^^. Bu şenliklerden biri, suçlulann
çevresinde halk yasadışılıklannın yeniden canlandınim ası
pahasına, antik azap çektirm e ayinlerinin devamı ölmak-
taydı. Bu şenlik yasaklanacaktır, çünkü caninin suçluluğunun
kendine özgü mekânı içinde yeri olmamalıdır. Diğer şenlik
ise, ayncalıklılara ait bir yasadışılığın teorik oyununu baş­
latmaktaydı; veya daha doğrusu, burjuvazinin fiilen uygu­
ladığı siyasal ve ekonomik yasadıştiıklann teorik ve estetik
te m s ille r le iki k atına çık a ca k la rı a n ı b e lir le m e k te y d i: Lace­
naire'e ilişkin olarak denildiği gibi, ”suç metafiziği”. G üzel

33 I S S 3 - 3 6 t e f t iş i: B a b a v c h ü k ü m d a r k a t ille r in e v e r ile n c c / a la n a d i c e z a ­
l a r k a p la m ın d a n ç ık a r ta n F ıe s c h i, ş a ş ır t t o k a r d e le n h i ç k u ş k u s u z L a c c -
n a ir e 'in p a r l a k l ı^ n d a n , d a v a s ın d a n v c E m n iy e t m ü d ü r ü n ü n s a y e s in d e
(g e n e d e s a n s ü r s ü z d e ğ il) lS 3 6 'd a . s u ç o r t a ğ ı F r a n ç o is 'n ın B re st'te k i p r a n ­
g a lı g e ç i tl e s o n u n c u b ü y ü k s u ç s e y ir lik u n s u r ia n n d a n b irin i s u n m a s ın d a n
b i r k a ç a y ö n c e y a y ın l a n a n y a z ıl a r ın a r a ğ m e n , b a b a k a t ili R i v i t e c 'i n
ö l ü m e m a h k û m e d ilm e s in in n e d e n le r in d e n b ir in i m e y d a n a g e t ir m iş t ir .
Y a s a d ış ıl ık l a ıın v e s u ç lu lu k la r ın t e f t iş i , s u ç s ö y le m in in v c s u ç ü z e r in e
s ö y le v in t e f t iş i.

362
sanallardan biri olarak cinayet 1849'dâ yayınlanm ıştır.

* * *

Suçluluğun bu ürctilnncsi vc ceza aygıtı tarafından kuşa-


tılnnasını ne iseler Öyle ele almak gerek ir bir kerede ebediyen
kazanılm ış sonuçlar değil de, am açlanna tamamen ulaşma­
la r ölçüsünde yer değiştiren laktikler olarak ceza aygıtının
yarattığı suçluluk ile (onun suçluluğu) diğer yasadışılıklann
birbirinden kopuşu, onlara karşı dönüşü, egemen yasadışılık-
lar tarafından sim gelcştirilm esi- hapishane-polis sisteminin
işleyiş biçimi içinde açıkça ortaya çıkan sonuçlar-; ancak bun­
lar hep direnm elerle karşılaşm ışlardır; m ücadelelere yol
açmışlar, tepkileri tahrik etmişlerdir. Suçluları içinden çık­
tıktan bütün halk tabakalanndan ayıracak engellerin dikil­
mesi, özellikle kentsel ortamlarda olmak üzere, çok güç bir
işti^. Bunu başarmak için uzun süre inatla uğraşılmıştır. Bir
de aynca ekonomik olduğu kadar, siyasal bakış açısından da
başat önem e sahip olan fakir sınıflann bu "ahlâkileştiril-
me’’lerinde genel usuller uygulanmıştır (yasa sisteminin örf­
lerin yerine geçmesinden itibaren vazgeçilm ez hale gelen
"temel yasallık" denilebilecek birşeyin elde edilmesi; çalış­
ma esnasında itaatkarlık, konut vc aile sabitliği terbiyesinin
verilmesi vs.). Halk kesimlerinin suçlulara karşı husumetle­
rini canlı tutabilmek için daha özel yollara başvurulmuştur
(eski mahkûmları muhbir, hafiye, grev kırıcı veya pis işler
yaptırtılan adamlar olarak kullanarak). Kamu hukuku suçla-
nyla, işçilerin siyasal statüde olduklannın kabulünü talep
ettikleri grevler, işçi anlaşm alan, işçi birlikleri konusundaki
ihlaller aynı yasama içinde birleştirilmişlerdir^^. İşçi eylem-

36 XVI|[. y ü z y th n s o n u n d a , C o lq u h o u n U m d r a g ib i b ir k e n lt e g ö r e v y a p m a n ın
g û ^ û ^ h a k k ın d a b ir h k ir v e r m e k le d ir , op. eit.. s. 2 9 9 -3 0 0 .
37 ‘ B a ş k a h i ç b i r s u u f b ö y l e s i n c b ir g ö z e l im e ta b i k ı b n m a m ı ş t ı r ; s e r b e s i
bırakılan m a h k û m la r ûzcrinddüylo aynı biçimde u y g u la n m a k la d ır ; i d ­
l e r i. ş im d i t o p l u m u n l e h li k c t l s ı n ı t ı o l a r a k a d l a n ı n t a n k a t e g o r i i ç i n e
y e r t e ^ i r i y o r g ib id ir * , UAldier, 3. Y ıl. n o . 6 , M a r t 1 8 4 3 , u ş a k ü n ifo r m a s ı
h a k k ın d a .

. 363
lerinin sıradan suçlular tarafından güdüldüğü değilse bile, en
azında harekete geçirildiği düzenli bir şeklide iddia edil-
^m iştir“ . Mahkeme kararlarında işçilere karşı çoğu zaman
hırsızlara karşı olunduğundan daha sert davranılmıştıf^^
Hapishanelerde bu iki mahkûm kategorisi birbirlerine kanş-
tınlm ış ve kamu hukukuna tercihli bir muamele uygulanmış­
tır, oysa hüküm giymiş gazeteci veya siyasal kişilerin çoğu
zaman a y n bir yere konulma haklan olm uştur. Kısacası,
amacı sürekli bir çatışma durumunu sürdürmek olan koskoca
bir karışıklık taktiği.
Bütün bunlara, suçluların algılanma biçimine iyice belirli
bir tabloyu dayatmak için sürdürülen uzun bir girişim eklen­
mekteydi: onlan hemen yakında, her yerde mevcut ve her
yerde korkutucu olarak sunmak. Basının bir bölümünü istila et­
mekte olan ve kendi gazetelerine sahip olmaya başlayan
artık gündelik suç haberleridir^. Gündelik suç haberlerindeki
sıçrama, toplumu çevreleyen adli ve polisiye denetimler bütü­
nünü kabul edilebilir kılmaktadır; bu haberler çehresi olma­
yan bir düşmana karşı olan bir cins savaşı günü gününe anlat­
maktadırlar; bu savaşta bu haberler gündelik alarm veya za­
fer bültenini oluşturmaktadırlar. Tefrikalar halinde ve ucuz
edebiyat içinde gelişen suç romanı, görünüşte ters bir rol üst­
lenm iştir. Ö zellikle suçlunun gündelik ve bildik hayatla
ilişkisi olmayan, tamamen başka bir dünyaya ait olduğunu
gösterm e işlevine sahip olmuştur. Bu yabancılık önce alt ta-
bakalarınki {Paris'in Esrarları, Rocambole), sonra dcliliğinki
(özellikle yüzyılın ikinci yansında) nihayet yaldızlı suçun,
"üst düzey hırsızlığın'lü (Arsirne Lupin). P o lis iy e ed eb iy a tla
birleşen gündelik suç haberleri bir yüzyıldan daha uzun bir
süreden beri, içlerinde özellikle suçluluğun hem çok yakında,
hem de tamamen yabana olarak, gündelik hayat için sürekli

58 Ö r n e k o l a r a k b k z ., J . B . M o n f a lc o n , Histoirt tUt iniurreelioru ie L yon,


1 8 3 4 , s . 142.
59 BkZ-, L’Atdier, E k im 1 8 4 0 . v e y a h u t La FnterniU. T e m m u z - A J u s t o s , 1 8 4 7 .
60 Cazetlc des Irih uH auz v e C r a r r i r r des tribuna ux'nun d ış ın d a fovnuİ det
eoncierges.

364
tehditkâr olarak, am a kökeni, nedenleri, seferber edildiği
gündelik ve egzotik ortam bakımından çok uzakta olacak bir
şekilde ortaya çıktığı Ölçüsüz bir "suç hikâyeleri" kitlesi
üretmişlerdir. Ona atfedilen önem ve ona eklenen kopuk kopuk
debdebe ile, onu yücelterek ayn bir yere koyan bir hat, onun
etrafında çizilm ektedir. Çok korkutucu ve çok y abana bir
alemden gelen bu suçluluğun içinde hangi yasadışılık tanına­
bilir ki?...
Bu çok yönlü taktik sonuçsuz kalmamıştır: halk gazete­
lerinin cezai çalıştırm aya karşı^^- "hapishanelerin konfo-
ru"na karşı; en ağır ve en tehlikeli işlerin mahkûmlama tah­
sis edilmesi için; insan haklan savunuculannın suçlulara aşın
ilgi gösterm elerine karşı; suçu yücelten edebiyata karşı^ gi­
riştikleri kam panyalar bunu kanıtlamaktadır; genel olarak
bütün işçi hareketlerinde, eski kamu hukuku suçlanna karşı
duyulan güvensizlik de bunu kanıtlamaktadır. Michöle Penot
"XX. yüzyılın şafağında duvariann en kibirlisi olan küçüm­
senmeyle çevrelenm iş olan hapishane, halkın tutmadığı bir
halkın üzerine kapanma işini tamamlamıştır"^.
Ancak bu taktik zafer kazanmanın veya her halükârda
suçlular ile halk tabakalan arasında kesin bir kopuş meyda­
na getirmenin uzağındadır. Fakir sınıflann yasa ihlaliyle
olan ilişkileri, p r o le ta r y a ile kentsel a şa ğ ı ta b a k a la r arasın­
daki karşılıklı durum incelenmeyi beklem ektedir. Fakat bir-
şey kesindir suçluluk ve baskı 1830-1850 işçi hareketi içinde

61 B k z ., L’Atelitr, H a z ir a n 1844. M a h k û m l a r ın ’u ^ ık s ız vc le h lik d i


ç a l ı ş m a l a r 'a v e riliri e te r i n e d e n iy le P a r is b e le d i y e m e c l i s i n e v e r ile n d i ­
l e k ç e ; g a z e t e N is a n I 8 4 5 'l c . ç o k s a y ıd a m a h k û m u n k a n a li z a s y o n ç a ­
lış m a la r ı s ır a s ı n d a h u m m a d a n ö l d û ^ B r d ta n y a d e n e y i n i z ik r e t m e k t e ­
d ir, K a s ım I M ^ l e , m a h k û m la r n e d e n a v a v e y a ü s t û b e ç iş te m e m e k te d ir -
1 e r ? ,.. A y n a b k z , 1844-43 y ı l b n n ı n İm M m entie poiiıi^ve'i.
62 L’Atelier, K a s ım 1 8 4 3 s a y ıs ın d a Myitires d r P a r û 'y e b i r s a l d ı n v a r d ır ,
ç ü n k ü b u k it a p s u ç lu la r a , o n la r ın r e s im s e ! y a n ın a , k d i m c h a z n e le r in e ç o k
p r im v e r m e k le d ir v e b u k it a p t a s u ç a e g iU m in k a ç ın ıl m a z o lm a s ı f a z ­
l a s ıy la v u r g u l a n m a k t a d ı r . RucMe popuİAire'de, t i y a t r o y a ili ş k i n o la r a k
a y n ı tü r d e n s a l d ı n l a r b u lu n m a k la d ır .
63 K lirtpunu e l sysUmc pfnilaılûire de Frayıce au XIX* sid ele, y a y ın l a n ­
m a m ış m e tin .

365
önemli bir hedef sayılmışlardır. Tabii ki suçlulara karşı hu­
sumet duyulmaktadır; ama cezalandırma sistemi çevresinde
kavga vardır. Halk gazeteleri çoğu zaman, insan haklan sa-
vunuculannın bildik tasvirleriyle (fakirlik-başıboşluk-tem-
bellik-sarhoşlu k-kabahat-hırsızlık-cinayct) taban tabana
zıtlaşan siyasal bir suçluluk çözümlemesi önermektedirler.
Bunlar suçluluğun köken noktasını suçlu bireye değil de (bu an­
cak fırsatlann sonucu veya suçluluğun ilk kurbanıdır), toplu­
ma yüklemektedirler: "sizi öldüren kişi, bu işi yapmama ko­
nusunda özgür değildir. Suçlu olan toplumdur veya daha doğ­
rusunu söylemek üzere, kötü toplumsal örgütlenmedir'**. Ve bu
da, onun ya kendi temel ihtiyaçlanna cevap verememesinden,
ya da daha sonra suç olarak ortaya çıkacak olanaktan. Öz­
lemleri, talepleri silmesinden veya öldürmesinden kaynak­
lanmaktadır: "Hatalı eğitim , hesaba katılmayan yatkınlık
ve suçlar, çok küçük yaşta zorlanılan bir çalışmayla dumura
uğratılan akıl ve kalp"*®. Fakat bu ihtiyaçlardan ve bas­
kıdan kaynaklanan suçluluk, ona getirilen allayıp pullama­
larla ve onun çevresine çekilen ayıplama çemberiyle, bazen
onun nedeni ve her zaman da büyümüş biçimi olan başka bir
suçluluğu maskelemektedir. Fakirler için sefalet kaynağı ve
isyan ilkesi olan yukannm suçluluğu ve bunun meydana getir­
diği rezil örnektir. "Sefalet kadırımlarımıza cesetleri, ha­
pishanelerim ize h ırsızlan ve katilleri yığarken, sosyete
sahtekârlannın orada ne görüyoruz?... en yoz örnekleri, isyan
ettirici ve büyük köpeklikleri, en utanmaz haydutluktan...
Bir fırında bir parça ekmek koparttığı için canilerin arasına
konulup yargılanan fakirin, birgün devlet hâzinelerinin, aile
servetlerinin hiç cezaya uğramadan çalındığı borsayı taş be
taş yıkacak kadar öfkeleneceğinden kaygı duymuyor musu­
nuz?'**. Oysa bu zenginliğe özgü suçluluk yasalar tarafından
hoşgörülmcktedir ve mahkemenin önüne çıktığı olursa, onlann

64 t , A ğ u s t o s 1841.
65 La FniemiU, K a s ım 1 8 4 5 .
66 La Ruche populaire. K a sım 1842.

366
hoşgörüsünden ve basının sessiz kalacağından emin bulunmak­
tadır”^ . Böylece su<; davalannm, ceza adaletinin genel işle­
yişini ifşa etmek üzere siyasal bir tartışmanın fırsatını vere­
bileceği, düşüncelerin ye işçi hareketlerinin yargılanması
sırasında bundan yararlanılabileceği düşüncesine ulaşılmış­
tır: "Mahkemeler artık eskiden olduğu gibi yalnızca çağımı­
zın sefalet ve yaralannın sergilendiği bir yer, toplumsal dü­
zensizliğimizin hüzünlü kurbanlarının yan yana sergilendik­
leri bir yer değildir: buralan aynı zamanda savaşçılann hay-
kınşlarıyla inleyen bir arenadır"^. Siyasal mahkûmların
tıpkı suçlular gibi cezai sistem hakkında dolaysız bir deneye
sahip olmalarından, ama bunlann kendilerini duyuracak ko­
numda olmalanndan ötürü, tüm mahkûmlann sözcüsü olmak
zorunda olduklan fikri de buradan kaynaklanmaktadır: "ve­
rilen cezalan ancak bir başsavanın süslü iddianamesi boyunca
tanıyan Fransa'nın iyi burjuvasrnı aydınlatma görevi onlara
düşmektedir^.
Cezai adalelin ve bunun suçluluk etrafında çizdiği sınınn
bu tartışmalı hale getirilmesinde, "gündelik suç haberleri-
karşıtı" denilebilecek taktik karakteristiktir. Halk gazete­
leri için, tipki Cazetle des Tribunauı gibi "kam ını kanla do­
yuran", "hapishaneden beslenen" ve ’Tjir melodram repertu-
an"nı gündelik olarak oynatan gazetelerin suçlan veya da-
valan kullanmalannı tersine çevirmek söz konusudur^. Gün­
delik suç haberi-karşıtı, burjuvazi içindeki suçluluğu sistema­
tik olarak vurgulamakta, "fizik yozlaşm a’ ya, "ahlâki çü-
rüme"ye uğrayan sınıfın burjuvazi olduğunu göstermekte; halk

67 Ihid., A r a lık 1 8 3 9 'd a , B a lz a c 'ın Le S i^ e k 'd e k i b i r m a k a le s i n e V in c a r d 'ın


c e v a b ı. B a U a c , e n k û cû k b ir m a n u s s u z lu g u n u n h e m e n bcD i d d u g u b ir z e n ­
g in s ö z k o n u s u o l d u ^ n d a . b ir h ır s ız lık it h a m ın ın Ic m k in lilik v e g iz lilik
i ç i n d e y û r û l û l m c s i g e r e k l i ğ i n i s ö y l e m e k l e y d i : ’ B a y u n .e l i n i z i v ic -
d ^ n ı z a k o y a r a k , te r s in in h e r g ü n o lu p o lm a d ıg ın t , b ü y ü k b ir s e r v e t v e
m e r te b e y le k ö tü b ir o la y ı ö r tm e n in b in b ir y o lu n u n b u lu n u p b u lu n m a d ığ ın ı
s ö y le y in iz .'
68 La FraUrniU, K a s ım 1 8 4 1 .
69 Mmanadt populaire de la Frence, 1 8 3 9 , s. 50. .
70 Peupre fac^ues, 1. Y ıL n o . 3.

367
tarafından işlenmiş suçlann anlatılannm yerine, onlan sö­
müren ve onlan dar anlamıyla aç bırakan ve katledenlerin on­
ları içine attıklan sefaletin tasvirini ikâme etmekte^’; işçi­
lere karşı açılmış olan suç davalannda sorumluluğun ne ka-
dannın işverenlere ve toplumun tümüne ait olduğunu göster­
mektedir. Kısacası, suç üzerindeki, onu hem bir canavarlık
olarak soyutlamaya ve hem de onun sorumluluğunu en fakir
sınıfın üzerine yıkmaya çalışan bu tekdüze söylemi tersine
çevirmek üzere bütün çabalar seferber edilmiştir.
Bu ceza sistemi karşıtı polemik esnasında Fouriercilcr hiç
kuşkusuz diğerlerinden daha ileri gitmişlerdir. Aynı zaman­
da suçun olumlu bir değerlendirmesi de olan siyasal bir teoriyi
herhalde ilk bunlar yoğurmuşlardır. Onlara göre suç "uygarlı­
ğın” bir sonucuysa da, aynı zamanda bir silah olması nede­
niyle, ona karşıdır da. Suç kendinde bir güç ve gelecek taşı­
maktadır. Bastırma ilkesinin kaçınılm azlığının egemenliği
altında olan toplumsal düzen, hükümlerine kulak asmayan
veya reddeden doğadan sağlıklı kişileri, bu dar hücrelerde
kapalı kalamayacak kadar güçlü kişileri cellat veya hapis­
hane aracılığıyla öldürmeye devam etmekte ve çocuk olarak
kalmak istem eyen adam ları parçalam akta, kırm aktadır”^ .
Demek ki bir suçluluk doğası yoktur, bireylerin mensup olduk­
tan sınıflara göre, onlan iktidara veya hapishaneye götüren
güç oyunlan vardır^: bugünün yargıçtan zindanlan fakirlerle
doldurm aktadırlar; ve forsalar iyi bir aileden doğsalardı
“mahkemelere başkanlık ederler ve adaleti yerine getirirlcr-

71 La FraltfniU, M a r t 1 8 4 7 s a y ıs ın d a D ro u iU a rd o l a y ı v e im a y o llu d a ,
R o c h c f o r t b a h r iy e s i n d e k i h ı r s ız l ık l a r s&z k o n u s u e d i l m i ş l i r . H a z ir a n
1 8 4 7 'd e B o u lm y d a v a s ı v e C u b i^ r e -P e lla p r a t o la y ı h k . m a k a le ; T e m m u z -
A ^ t o s 1 8 4 7 d e B e n ıc r -L a g r a n g e -Ju s s ic n z im m e t o la y ı h k .
72 La PfıaLinge, 1 0 O c a k 1 837.
73 'V e r g i y e t a b i f a h iş e lik , d o ğ r u d a n maddi h ır s ız lık , k a p ı k ır a r a k y a p ıla n
h ır s ız l ık , c in a y e t , h a y d u t lu k a lt s ın ıf l a r i p n d i r ; b u n a k a r ş ılık b e c e r ik li
s o y g u n l a r , d o la y lı v e i n c e l m i ş h ır s ız lık , in s a n a c in s i n d e n h a y v a n la r ın
b i lg in c e s d c n û rO lm csi. b ü y ü k ta k tik g e r e k tir e n ih a n e t, y ü k s e k d o la p la r ni­
h a y e t g e r ç e k l e n iyi k a z a n ç s a ^ a y a n v o y a s a n ın y e t i ş e m c y e c e ^ k a d a r
y ü k s e k t e k i t ü m k ö t ü lü k le r v e s u ç la r , ü s t s u ı ı f l a n n l e k e li n d e k a l m a k ­
ta d ır la r > , 1 A r a lık 1 8 3 8 .

368
Suçun varlığı ne mutlu ki, sonuçta "insan doğasının baskı
altına aiınamaz" olduğunu açığa çıkartmaktadır; suçu bir za­
yıflık veya bir hastalık yerine, diklenen bir enerji, "insan bi­
reyselliğinin parlak bir itirazı" olarak görmek gerekir, zaten
ona herkesin indindeki garip cazibeyi de herhalde bu ver­
mektedir. Bizdeki uyuşmuş bir sürö duyguyu ve y an yanya
sönmüş tutkulan uyandıran suç olmasaydı, düzensizlik, yani
tembellik içinde daha uzun süre kalırdık”^ . Böylcce suçun
toplumumuzun örgütlenmesinde, zencilerin azad edilmelerinde
olduğu kadar değerli olacak siyasal bir araç haline gelmesi
mümkün olabilir; bu azad edilme suç olmadan meydana gele­
bilir miydi? "Zehirlem e, kundakçılık ve hatta bazen isyan
toplum sal sefaletin yakıcılığına tanıklık etmektedirler"^^.
Mahpuslar? "İnsanlığın en mutsuz ve en fazla zulüm gören" ke­
simi. Phalange bazen suçun çağdaş estetiğine katılmaktaydı,
ama çok farklı bir kavga için.
Buradan, am aa yalnızca ahlâksızlık suçlamasını hasma
doğru yöneltm ek olm ayıp, aynı zamanda bazılarını diğer
bazılan y la zıtlaştıran güçler ay ın m ın ı ortaya çıkartm ak
üzere, suç haberlerinden yararlanılmasına gelinm iştir. P ha­
lan ge cezai işlevi "uygarlık" tarafından şifrelenm iş bir çar­
pışma olarak; büyük suçlan artık canavarlıklar değil de, zul­
me uğrayanın kaçınılmaz geri dönüşü ve isyanı olarak^; küçük
yasadışılıklan artık toplumun gerekli uçlan değil de, orada
cereyan eden çarpışmanın merkezi homurtusu olarak çözüm­
lem ektedir.
Buraya Vidocq ve Lacenaire'den sonra üçüncü kişiyi yer­
leştirelim. Kendisi bizzat kısa bir süre için ortaya çıkmıştır;
ünü ancak birkaç gün sürmüştür. Küçük yasadışılıklann geçici
çehrelerinden başka birşey olmamıştır: evi ve ailesi olmayan.

74 La Ph^lmge, 1 A r a l ık 1 8 3 8 .
75 Ibid., 1 0 O c a k 1837.
76 İhta.
TJ û m d e o l a r a k b k z .. La Pkalmge, 1 A ^ u s lo s 1 8 3 6 v e 2 E k im 1 8 4 0 'ta D c ta c o l-
lo n g e v e y a E li r a b i d c h a k k ın d a s ö y le n e n le r .

369
serserilikle suçlanan onUç yaşında bir çocuk, iki yıl ıslahane
cezasına çarpıtınidıktan sonra, kuşkusuz suçluluk akmala­
rının içinden geçmiştir. Eğer onu suçlu kılan (yasa hüküm­
lerinden çok disiplinler adına) yasanın söyleminin karşısına,
bu baskılara kulak asmayan bir yasadışılığın söylemini çt-
kartmasaydı kimse onun farkına varmazdı. Ve bu söylem di­
siplinsizliği, toplumun düzensiz düzeni ve yokedilmesi müm­
kün olmayan hakların ileri sürülmesi olarak, sistematik bir
şekilde ikircikli bir tarzda değerlendirmekteydi. Mahkeme­
nin ihlal olarak şifrelediği tüm yasadışıhklan, itham edilen
bu kişi canlı bir gücün olumlaması olarak yeniden formüle
etmiştir; serseri hayatta konut olmaması, özerk hayatta efen­
di olmaması, özgür hayatta çalışma olmaması, günlerin ve ge­
celerin tamlığı içinde zaman kullanımı olmaması. Yasadışı-
lığın, disiplin-cezalandırma-suçluluk sistemiyle bu çarpışma
o çağı yaşayanlar veya daha doğrusu orada disiplinsizliğin
küçük olaylarıyla başı belâda olan ceza yasasının komik so ­
nucu olarak bulunan gazeteci tarafından algılanmıştır. Ve şu
doğrudur: olayın bizzat kendi ve onu izleyen mahkeme karan,
XIX. yüzyıldaki yasal c c 2:alar sorununun tam göbeğinde yer
almaktadır. Yargıcın disiplinsizliği yasanın yüceliğiyle ku­
şatmaya kalkışmasının alaylı komedisi ve itham edilen ki­
şinin disiplinsizliği onun aracılığıyla yeniden temel hakların
içine kattığı saygısızlık ecza sistemi açısından örnek bir sah­
ne oluşturmaktadırlar.
Hiç kuşkusuz Cazette des Tribunauz'nun bize aktardığı bu-
dur” ; "Başkan: herkes evinde uyusun.-Böassc; benim bir evim
var mı? -Sürekli bir serserilik içinde yaşıyorsunuz. -H aya­
tımı kazanmak için çalışıyorum. -Durumunuz nedir? - Duru­
mum: önce herhalde en azından otuzaltımdayım; sonra kimse­
nin yanında çalışmıyorum. Bir süreden beri kendi hesabıma
yaşıyorum. Geceler ve gündüzler bana ait. örneğin gündüz ge­
çenlere küçük el ilânları dağıtıyorum; gelen arabaların ar-

78 Caztlle des Iributuıa, A ğ u sto s, 1840.

370
kasından paket taşımak için koşuyorum; Ncuilly avenüsünde
fiyaka satıyorum ; geceleri gösterilere gidiyorum ; kapılan
açmaya seğirtiyorum, sahte markalı eşya satıyorum; çok meş-
gtklüm. -İyi bir firmaya girmeniz ve bir iş öğrenmeniz sizin için
daha iyi olacaktır. - Hay Allah, iyi bir firma, çıraklık çok
can sıkıcı. Ve sonra burjuva hep homurdanır ve sana özgürlük
yok. - Babanız sizi istemiyor mu? - Arlık baba yok. - Ya anne­
niz? - O da yok, nc akraba, ne -dost var, sorbosi ve bağımsı­
zım". İki yıl ağır cezaya çarptırıldığını öğrenen Böasse "ol­
dukça çirkin bir yüz hareketi yaptı, sonra keyfi yerine geldi:
iki yıl yirmi dört aydan başka birşey değil. Hadi gidelim."
P halan ge'da aktarılan işte bu sahnedir. Ve derginin bu
olaya atfettiği önem, ona ilişkin olarak yaptığı çok yavaş ve
çok özenli parçalarına ayırma işlemi, Fouriercilerin bu kadar
gündelik bir olayda, temel güçlerin bir oyununu gördüklerini
göstermekteydi. Bir yanda "canlı yasallık, yasanın lâfzı ve
mânâsı" başkan tarafından temsil edilen "uygarlık"ınki. Onun
yasa tarafından gerçekleştiriliyora benzeyen, ama aslında
disiplin tarafından sağlanan kendi bastırma sistemi vardır.
Bir yere, bir konuta, zorlayıcı bir meşgûliyctc ihtiyaç vardır.
Başkan "herkes evinde uyur" dem ektedir, çünkü ona göre
gerçekte herkesin bir evi, görkemli veya rezil de olsa mutlaka
bir konutu olmalıdır; bunu sağlamak onun işi değildir; onun
görevi herkesi buna zorlamaktır". Bunun dışında bir konuma,
tanınabilir bir kimliğe, bir kerede ebediyen geçerli bir birey­
selliğe sahip olmak gerekir: "Durumunuz nedir? Bu soru top­
lumda kurulan düzenin en basit ifadesidir; bu serserilik onu
iğrendirmekte ve alt üst etmektedir; sabit, sürekli, uzun soluk­
lu bir koruma, geleceğe ilikin düşüncelere, hor tür saldından
korunmak üzere gelecekle yerleşme fikrine sahip olmak gere­
kir". Nihayet bir efendiye sahip olmak, bir hiyerarşiye ya­
kalanmış ve onun içinde yer alıyor olm ak gerekir; tanım­
lanmış egemenlik ilişkileri içinde sabitleşm iş olunduğunda
varolunabilmektedir: "Kimin yanında çalışıyorsunuz? Yani
madem efendi değilsiniz, o halde hangi konumda olursa olsun

371
hizmetkâr olmanız gerekir; sizin bireyinizin tatmini söz konu­
su değildir; söz konusu olan sürdürülmesi gereken düzendir”.
Yasa çehresini taşıyan disiplinin karşısında, kendini bir hak
olarak geçerli kılan bir yasadışılık vardır; kopuş ihlalden
çok disiplinsizlik araalığıyla gerçekleşmektedir. Dil disip­
linsizliği: gramer bozukluğu ve verilen cevapların "itham
edilenle, ona başkanlık organı araalığıyla doğru terimlerle
hitap eden toplum arasındaki şiddetli bir kopuşu işaret et­
mektedirler", Doğuştan gelen ve dolaysız özgürlüğün disiplin­
sizliği: 'Ç ırağın, işçinin köle olduğunu ve köleliğin hüzünlü
olduğunu iyi bilmektedir... Bu öğü rlü ğ ü , onu pençesine almış
bu hareket ihtiyaanı olağan düzen içinde kullanamayacağını
iyi bilmektedir, özgürlüğü daha çok sevmektedir, bu yalnızca
düzensizlik olsa bile, onun umurunda değildir. Bu özgürlükten,
yani bireyselliğin daha kendiliğinden gelişimi, vahşi ve buna
bağlı olarak kaba ve sınırlı, ama doğal ve içgüdüsel gelişi­
mi". Aile ilişiklerinde disiplinsizlik: bu kayıp çocuğun terke­
dilmiş veya kendi iradesiyle özgürleşmiş olmasının önemi
yoktur, çünkü "ebeveyninin veya yabanalann yanındaki eği­
tim köleliğine de dayanamamıştır". Ve bütün bu çeşitli disip­
linsizlikler boyunca, sonunda "uygarlığın" tümü reddedil­
mekte ve "vahşet" ortaya çıkmaktadır: ”Bu çalışmamadır,
tem belliktir, kaygısızlıktır, sefahattir: düzen hariç, her
şeydir; m eşgüliyetler ile sefahat arasındaki ayınm hariç,
günü gününe ve yannsız vahşi bir hayattır"^.
Phalange'ın çözümlemeleri kuşkusuz halk gazetelerinin o
dönemde suçlar ve ceza sistemi üzerinde yürüttükleri lartış*
malann tenöilcisi olarak kabul edilemezler. Ancak bu pole­
miğin bağlamı içinde yer almaktadırlar. Phalange'\n dersleri
tamamen kaybolm am ıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında
saldın hedefi olarak ceza aygıtını seçen anarşistlerin suçlu­
luğa ilikin siyasal sorunu ortaya koyduklannda; suçlulukta
yasanın reddinin en kavgan biçimini bulduklannı düşündük-

79 Lâ PhaUnge. 1 S A ğ u s to s 1 8 4 0 .

372
lerinde; suçlulann isyanını ka hra ma nla$t ırmak tan çok suç­
luluğu onu sömürgeleştirmiş olan burjuva yasallığı ve ya-
sadışılığından kurtarm aya çalıştıklarında; halk yasadışı-
lıklannın siyasal birliğini yeniden kurmayı veya ilk kez kur­
mayı istediklerinde, bu anarşistlere cevap veren çok geniş
yankı bu dersleri uyandırmıştır.

373
•• . ••
UÇUNCU AYIRIM
HAPİSHANE

Eğer hapishane sisteminin oluşumunun ne zaman sona


erdiğini saptamaya kalkışsaydım , tSlO ve ceza yasasını,
hata ne de hücreye kapatma ilkesini koyan yasayla birlikte
1844'ü se<;erdim; astında Charles Lucas)nın, Moreau-Christop-
he'un ve Fauchcr'nin hapishane reformuna ilişkin kitapla-
nnın yayınlanmasına rağmen, herhalde 1838'i de seijmezdim.
Mettray'nin resmi açılış tarihi olan 22 Ocak 1840'ı seçerdim.
Veya belki de daha iyisi, M ettray’daki çocuklardan birinin
"koloniyi bu kadar erken terkeimek ne kadar yazık"’ diyerek
can çekiştiği lakvimsiz bir şanın zamanı olan şu günü seçerdim.
Bu gün ilk aziz mahpusun ölüm günüydü. Koloni halkının yeni
bedeni cezalandırma siyasetini alkışlam ak için "dayağı ter­
cih ediyoruz, ama hücre bizim için daha iyi" demelerine rağ­
men, kuşkusuz birçok mutlu kişi ona katılmışlardır.
Neden Mettray? Çünkü burası en yoğun haldeki disiplin-

I E D u q > ^ H au x. De ta condition physi^ue et monte des ftunes ouoriers, c II,


s. 383.

375
sel biçim, davranış biçimlerine yönelik bütün bastırma tekno­
lojilerinin yoğunlaştıkları modeldir. Burada "m anastırdan,
hapishaneden, kolejden, alaydan" birşeyler vardır. Tutuklu-
lann dağıtıldıkları çok sıkı bir şekilde hiyerarşik hale geti­
rilmiş olan küçük gruplar, eşanlı olarak beş modele atıfta bu­
lunmaktadırlar: Ailcninki (her grup "biraderler"den ve iki
”ağabcy"dcn oluşan bir "aile”ydi); ordununki (bir başkanın
komutasındaki her aile, herbirinin başında bir başkan yar­
dımcısının olduğu iki kesime aynlmıştır; her tutuklunun bir
plaka numarası vardır ve temel askeri talimleri öğrenmek zo­
rundadır; her gün tem izlik, her hafta kıyafet denetim i ya­
pılmaktadır; günde üç kere sayım vardır); işin çerçevelen­
mesini ve en gençlerin eğitimini sağlayan şefler ve ustabaşı-
lartâ atelyeninki; okulunki (günde bir veya bir buçuk saat
ders; dersi ilkokul öğretmeni ve başkan yardımcılan vermek­
tedir); nihayet adli model; hergün toplantı salonunda "adalet
dağıtım ı" yapılm aktadır; "en küçük itaatsizliğe ceza veril­
mektedir ve ağır suçlan önlemenin en iyi yolu en hafif kaba­
hatleri çok katı bir şekilde cezalandırm aktır; M ettray'de
yararsız bir kelime kınanmaktadır"; verilen cezalann başın­
da hücre hapsi gelmektedir; çünkü soyutlama çocuklann ah­
lâkı üzerinde etki etmenin en iyi yoludur; kalplerine o zama­
na kadar hiç hitap etmemiş olan din işte onlan burada bütün
gücüyle duygulara garketmektedir"^; hapishane olmasın diye
yapılmış olan yasal ceza sisteminin dışında kalan tüm ceza­
landırma kurumu hücrede zirveye çıkmaktadır; burada duva­
rın üzerinde kara harflerle 'Tanrı sizi görüyor" diye yazıl­
mıştır.
Farklı m odellerin bu üst üste çakıştınlm aları, "terbiye
etme" işlevinin özgül tarafının sınır içine alınmasına olanak
vermektedir. Mettray'deki başkanlar ve başkan yardım cılan
ne tam yargıç, ne öğretmen, ne ustabaşı, ne astsubay, ne de
"ebeveyn" olmak durumundadırlar. Bunlar bir bakıma tutum

2 !b iJ.,s.3 7 7 .

376
teknisyenleridir: hal ve gidiş m ühendisleri, bireysellik or­
topedistleri. Hem itaatkâr, hem de yetenekli bedenler imal
etmek durumundadırlar: dokuz veya on saatlik gündelik <;alış-
mayı (zenaatsal veya tarımsal) denetlem ekte; resmi geçitleri
ve fizik idm anlan, grubun okulunu, kalkışlan, yatışlan, bo­
razan veya düdükle komuta edilen yürüyüşleri yönetmekte;
jim nastik yaptırtmakta^; te'mizliklerinc bakm akta, hamam-
lan gözetim altında tutmaktadırlar. Sürekli bir gözlemin eş­
liğindeki terbiye etme; mahkûmların gündelik hal ve gidiş­
lerinden sürekli bir bilgi çıkartılmakta, bu bilgi kesintisiz bir
değerlendirm enin aracı olarak örgütlenm ektedir: "koloniye
girişte çocuk bir cins sorgulamadan geçirilirdi, kökeni, ailesi­
nin konumu, onu mahkemenin önüne götüren hatası ve kısa ve
çoğu zaman çok hüzünlü hayatını meydana getiren suçlan öğ­
renilmektedir. 6u bilgiler, her mahkûma ilişkin herşeyin ard
arda işlendiği bir tabloya yazılm aktadır; bu kayıt onun ko­
lonideki ikâmeti sırasında ve çıktıktan sonra, ycrleştirilin-
ceye kadar sürmektedir"^. Bedenin yeniden biçimlendirilmesi,
bireyin tanınmasına, tutumlardan çıkartılan tekniklerin öğre­
tilm esine ve iktidar ilişkilerinin sabitleşm esiyle birbirine
dolanan beceri kazandırılmasına yer verm ekledir; güçlü ve
becerikli iyi çifçiler yetiştirilm ektedir; teknik olarak denet­
lenmesi halinde, bizzat bu çalışmarun içinde boyun eğdirilmiş
özneler imal edilmekte, ve onların üzerinde güvenilir bir bilgi
oluşturulmaktadır. Beden üzerinde uygulanan bu disiplinsel
tekniğin iki etkisi: tanınması gereken bir "ruh" ve sürdürül­
mesi gereken bir boyun eğdirme. Bir sonuç bu terbiye etme
çalışmasını gerçek, kılmaktadır: 1843'de "devrim ateşinin tüm
hayalleri heyecanlandırdığı sırada, Augus, La Plöche, Alfort
oku llarının, hatta kolejlerin ayaklandığı sırada M ettray'
deki kolonlann sükûneti iki kat artm ıştı”^.

3 'Y o r m a y a k a tk ıd a b u lu n a n h e r^ e y , k ö tü d ü ş û n c d e r t k o v m a y a k a tk ıd a b u ­
lu n u r , M y l e c e o y u n l a n n s ık ı a l ış t ır m a l a r d a n m e y d a n a g e lm e s in e ö z e n
ö s tc r iU r . a k ş a m y a ta r y a tm a z u y u r la r ', ibid., s . 3 7 5 - 3 7 6 v e le v h a n o . 2 7 .
f L D u c p 6 n ia u x , Des colonies egricdes, 1 8 5 1 , s. 6 1 .
5 C . F c m ı s , Dts prisenttiers, 1 8 5 0 .

377
Mettray'nin özellikle öm ek oluşturduğu nokta, bu terbiye
etme işlevine burada tanınan özgüllüktür. Destek aldığı diğer
denetim biçimleriyle benzeşmektedir: tıp, genel eğitim, dinsel
yönetim. Fakat onlarla kesinlikle karışmamaktadır. Asıl yö­
netimle de kanşmamaktadır. Aile başkan veya başkan yar-
dım cılan, monitörler veya ustabaşılar, yöneticiler kolonlann
yanında yaşamak zorundaydılâr; hemen hemen onlarınki
"kadar mütevazı" bir kıyafetleri vardı; onlann yanından he­
men hemen hiç aynlm ıyorlar ve onlan gece gündüz denetim
altında tutuyorlardı; onlann arasında sürekli bir gözlem
şebekesi oluşturuyorlardı. Ve bu kişileri yetiştirmek üzere,
kolonide uzmanlaşmış bir okul kurulmuştu. Bu okulun temel
programı, geleceğin yöneticilerin tutuklulannkiylc aynı eği­
tim ve aynı baskı süreçlerinden geçirmekti; bunlar "ileride
öğretmen olarak dayatmak zorunda olduktan disipline şimdi
öğrenci olarak tabi kılınmışlardı". Onlara iktidar ilişkileri
öğretilmekteydi. Saf disipline yönelik ilk normal okul: bura­
da "ceza evi" yalnızca güvencesini "insanlık"ta vçya temelle­
rini bir "bilim"in içirfde arayan bir taslak olmakla kalmayıp,
aynı zamanda öğrenilen, aktanlan ve genel kurallara uyan
bir teknik olmaktaydı. Disiplinsizlerin veya tehlikeli kişi­
lerin hal ve gidişlerini zorla normalleştiren uygulama da ken­
di hesabına, teknik bir yoğurma ve rasyonel bir düşünceyle
"normalleştirilmiş" hale gelebilirdi. Disiplinsel teknik, ken­
di okuluna sahip bir "disiplin" olmaktadır.
İnsan bilimleri tarihçilerinin bilimsel psikolojinin doğum
eylemini bu döneme yerleştirdikleri olmaktadır: Weber du­
yumları ölçebilmek üzere, küçük pergelini aynı yıllarda kul­
lanmaya başlamıştır. Mettray'de cereyan edenler (ve Avru­
pa'nın diğer ülkelerinde, biraz erken, biraz geç), tabii ki ta­
mamen başka bir düzlemde yer almaktadırlar. Bu, disiplinsel
normalleştirmeye direnen bireyler üzerindeki yeni tipten bir
denetimin -aynı zamanda hem bilgi, hem de iktidar olarak-
ortaya çıkışı veya daha doğrusu bunun vaftizi niteliğinde ol­
mak üzere, kurumsal olarak özelleşmesidir. Fakat psikoloji­

378
nin oluşması vc gelişmesi sırasında bu disiplin normallik ve
boyun eğdirm e profesyonellerinin ortaya çıkması herhalde
farklılaştırıcı bir eşiğin ölçüsü değerinde olmaktadır. Duyum­
sal karışıklıkların niceliksel tahm ininin en azından doğ­
makta olan psikolojiye prestij sağlayacağı ve bu niteliğinden
ötürü bilgi tarihi içinde yer almaya hakkı olduğu söyle­
necektir. Fakat normallik denetim leri, onlara bir "bilimsel­
lik" biçim ini garantileyen bir tıp veya bir psikiyatri tara­
fından güçlü bir şekilde çerçevelenmişlerdi; bunlar, onlara
doğrudan veya dolaylı olarak yasal güvencesini getiren adli
bir aygıt tarafından desteklenm ekteydiler. Böylece bu iki
önemli himayeye sığman ve zaten onlara bağ veya mübadele
yeri olarak hizmet eden, üzerinde düşünülerek üretilmiş bir
normlar denetim tekniği bugüne kadar kesintisiz olarak ge­
lişmiştir. Bu tekniğe ilişkin usullerin kurumsal ve özgül daya­
nakları Mettray'nin meydana getirdiği küçük okuldan itiba­
ren artm ışlardır; bunların aygıtları miktar ve yüzey olarak
artm ışlardır; hastaneler, okullar, kamu yönetimleri ve özel
girişim lerle olan bağlantıları artm ıştır, ajanların sayıları,
güçleri, teknik nitelikleri genişlemiştir; disiplinsizlik teknis­
yenleri kök salm ışlardır. N orm alleştirm e iktidarının nor­
malleştirilmesinde, bireyler üzerinde bir iktidar-bilgi'nin ku­
rulmasında Mettray vc okulu bir devir açmışlardır.

_ ★ ★ ★

Ama, hâlâ hemen hemen bizimki olan bir cezalandırma


sanatının oluşumunun vanş noktası olarak bu an neden seçil­
miştir? Açıkçası çünkü, bu seçim biraz "yanlış"tır. Çünkü
sürecin "sonu"nu ceza hukukunun alt taraflarına yerleştir­
mektedir. Çünkü Mettray bir hapishanedir, ama topallayan
bir hapishanedir: hapishanedir, çünkü buraya mahkemeler
tarafından mahkûm edilen genç suçlular kapatılmaktadır;
ama gene de başka birşeydir, çünkü buraya suçlanan, ama ya­
sanın 66. maddesi uyarınca beraat ettirilen reşit olmayan

379
kişiler ile, tıpkı XVIII. yüzyıldaki gibi ıslah olm alan için
getirilenler kapatılmaktadır. Cezalandırma öm eği plan Met-
tray, katı cezalandırma sisteminin sınınndâdır. Burası, ceza
hukuku sınırlarının iyice ötesinde, hapishane takınnadası de­
nilebilecek olan şeyi oluşturan koskoca bir kurumlar dizisinin
en ünlü unsurlanndan biri olmuştur.
Fakat genel ilkeler, büyük yasa derlemeleri ve yasama
faaliyetleri bunu çoktan söylemiş durumdaydılar: "yasanın
dışında" hapsetme, yetkili bir adli kurum tarafından hük­
medilmeyen tutuklama olamaz, artık şu keyfi, ama buna rağ­
men kitlesel olan kapatmalara yer yoktur. Oysa cezalandır­
ma sisteminin dışındaki hapsetme ilkesinin kendisi gerçekte
hiçbir zaman terkedilmemiştir^. Ve klasik büyük kapatma
aygıtı kısmen parçalandıysa da (yalmzca kısmen), çok erken­
den yeniden canlandınimış, yeniden ayarlanmış ve bazı nok­
taları itibariyle geliştirilm iştir. Ama daha da önemli olan
nokta, hapishane aracılığıyla bir yandan yasal cezalarla,
diğer yandan da disiplinse! mekanizmalarla türdeşleştiril­
miş olmasıdır. Klasik çağda hapsetme, adli cezalar ve disi{>-
1in kurumlan arasında zaten bulanık hale gelmiş olan sınır­
lar, ceza evi tekniklerini en masum disiplinlere kadar yayan,
disiplinsel normlan cezalandırma sisteminin göbeğine kadar
aktaran ve en küçük yasadışılığın, en küçük kuralsızlığın,
sapmanın veya anormalliğin üzerinde suçluluk tehdidinin
ağırlığını eğemen kılan büyük bir hapishane continuum 'u
oluşturmak üzere ortadan silinme eğilimine girmişlerdir, ince,
gerilemiş, bitişik kurumlan, ama aynı zamanda parçalı ve
yaygın usulleri olan bir hapishane ağı klasik çağın keyH, kit­
lesel ve iyi bütünleşmemiş kapatma işlevini kendi üzerine
alm ıştır.
Hapishanenin hemen ilk, sonra da giderek uzaklaşan
çevresini oluşturan bütün bu dokuyu burada yeniden oluşturmak

6 D e v r im d ö ıv e m ln d e a i le m a h k e t n e le n , b a b a te r b iy e s i v e e b e v e y n in ç o c u k ­
l a r ın ı h a p s e t m e h a k k ı ü z e r in d e y a p ıla n t a r t ı l m a l a r a iliş k in b û tû n b ir
a r a ş t ır m a y a p ılm a y ı b e k le m e k t e d ir .

380
söz konusu değildir. Bunun kapsamını değerlendirebilmek için
birkaç kıstas, ve erkenliğini ölçebilmek için de birkaç tarih
vermekle yetinmek gerekmektedir. •
Merkezi hapishanelerin tanmsal bölümleri olmuştur (bu­
nun ilk örneği 1824'te Gaillon'dur, arkasından Fontevrault,
Douaires, Boulard gelmişlerdir); fakir, terkedilmiş ve serseri
çocuklar için koloniler olmuştur (1840*13 Petit-Bourg, 1842'de
Ostwald); "yeniden düzensiz bir hayata dönn^ düşüncesi kar­
şısında gerileyen" suçlu kızlar "annelerinin ahlâksızlığı yü­
zünden erken bir sefahatin pençesine düşen fakir masum kız­
lar", veya hastanelerin ve evlerin kapılannda bulunan fakir
genç kızlar için sığınaklar, hayır evleri, merhamet evleri
olmuştur. 1850 yasası tarafından öngörülen ceza kolonileri
olmuştur: beraat eden veya hüküm giyen reşit olmamış ço­
cuklar buralarda, katı bir disiplin altında ve tanm alanı ile
buna bağlı olan başlıca endüstri kollannda hep birlikte eğiti­
leceklerdir, daha sonra bunlara reşit olmayan sürgün çocuklar
ile "kamusal yardım örgütündeki suçlu ve itaatsiz çocuklar"
katılacaklardır^. Ve hapishane çemberleri esas cezalandırma
sistem inden her seferinde biraz daha uzaklaşarak gerile­
mekte ve hapishane biçimi tamamen kaybolmadan önce ha­
fiflemektedir: terkedilmiş veya yoksul çocuklar için kurum­
lar, öksüz yurtlan (Ncukof veya Mesnil-Firmin gibi); çıraklar
için kurumlar (Reims'teki Bethlöem (^eya Nancy Evi gibi); La
Sauvagöre, sonra da Tarare ve Jujurieu (işçi kızlar buraya 13
yaşlanna doğru girmekte, yıllar boyunca kapalı olarak yaşa­
makta ve dışarı ancak gözetim altında çıkmaktadırlar; ücret
almamakta, bunun yerine heves ve iyi hal ve gidiş primle­
riyle artırılan, aynlırkcn ödenecek olan bir maaş almak­
tadırlar, bu onlara ancak çıkarken ödenmektedir) gibi ma-
nastır-fabrikalar daha ileri tarihlidirler. Ve bunlardan da
sonra, "herşeyi birarada” olan hapishaneyi tekrarlamayan.

7 BöKkn b u k u r u m l a r h k .. b k z . H . C a i l la c , La Maisons de evrrtclvn, 1 9 7 1 , s.


9 9 -1 0 7 .

381
ama hapsetme mekanizmalarından bazılarını kullanan kos­
koca bir düzenlemeler dizisi vardır: himaye demekleri, ah­
lakileştirme çalışm alan, hem yardım eden hem de gözetim
altında tutan bürolar, işçi site ve lojmanlan -bunlann ilkel ve
en kaba biçimleri ceza evi sisteminin işaretlerini hâlâ çok
okunaklı bir şekilde taşımaktadırlar-^. Ve hihayet bu büyük
hapishane dokusu, toplumun içine dağılmış bir şekilde işle­
mekte olan disiplinsel düzenlemelerle buluşmaktadır.
Hapishanenin cezai adalet içinde, cezalandırma usulle­
rini ceza evi tekniği haline dönüştürdüğünü gördük: hapishane
takımadası ise bu cezalandırma kurumu tekniğini toplumsal
bünyenin tümüne taşımaktadır. Birçok önemli sonuçla birlikte.
1. Bu geniş çaplı düzende, düzensizlikten yasa ihlaline
ve ters yönde de yasanın çiğnenmesinden bir kurala, bir araca,
bir talebe, bir ölçüye nazaran dışta kalmaya sanki doğalmış­
çasına geçişe izin veren, yavaş, sürekli, farkcdilmeyen bir
basamaklandırma oluşturmaktadır. Klasik dönemde genelde
hataya yönelik olarak yapılan belli bir ortak atfa rağmen^,
ihlalin düzeni, günahın düzeni ve kötü davranışın düzeni, bun­
ların aynı kıstas ve mercilere bağlanmış olm alan (ceza evi,
mahkeme, hapsetme) ölçüsünde ayrılmış olarak kalmaktay­
dılar. Hapsetme bunun tersine gözetim ve cezalandırma meka­
nizmalarıyla birlikte, nisbi bir süreklilik ilkesine göre işle­
mektedir. Bililerini diğerlerine gönderen kurumlann bizzat

8 ö r n e k o la r a k b k r , X I X y ü z y ılın o r ta s ın d a L ille 'd c in ş a e d ile n i ş g lo im a n -


la n : 'G ü n d e m d e te m iz lik v a rd ır. B u y ö n e tm e liğ in r u h u d u r. Ö u r ü lıü c ü le r c .
s a r h o ş la r a , h e r tü r d e n d ü z e n s iz l i k l e r e k a r ş ı b azı s e r t ö n le m le r . A ğ ır b ir
h a ta a lılm a > 'i g e t ir ir . K u r a la b a ^ ı d ü z e n v e '.a sa r ru f a l ış k a n l ık l a r ı k a ­
z a n d ır ıla n iş ç il e r a r l ık p a z a r t e s i l e r i a le ly e le r d e n k a ç m a m a k l a d ı r l a r ...
D a h a iy i g ö z e tim a ltin d a t u t u la n ç o c u k la r . artıV r e z a le t n e d e n i o lm a m a k -
ta d ıH a r ... L o jm a n la n n b a k ım ı, iy i d a v r a n ış , s a d a k a t i ö n p r im v e r ilm e k te
v e bu h e r y ıl b u p r im le r I g n b ir ç o k k im s e re k a b e te e i n n e k l e d ir '' H o u z £ d e
l'A u ln a y . D rs togments ouvrier d UUe, 1 8 6 3 . s. 13-15.
9 B una, M u y a rt d e V o u g la n s g ib i tıa z ı h u k u k ç u la r d a a g k ç a fo r m ü le e d ilm iş
o la r a k r a s t la n m a k t a d ır , lUfutation dfs princifes h a s a r d a d ans U Iraitİ
dti düiti, tt d rs p rin r s . 1 7 6 7 , s . 1 0 8 . I z s L eis crinâıeUts de U Franee, 1 7 8 0 .
$. 3 ; v e y a R o u s s c a u d d e la C o m b e g ib ile r in d e , TratU des matiires rrû n i-
n r l!rs . 1 7 4 1 , s . 1-2.

382
kendilerinin sürekliliği (yardım kurumundan öksüzler yurdu­
na, ıslahaneyc, ceza evine, disiplin Uburuna, hapishaneye;
okuldan himaye demeğine, hayır kurumunun atelyesinc, sığı­
nağa, ceza manastırına; işçi sitesinden hastaneye, hapisha­
neye). Kuralı basit bir sapmadan itibaren ağırlaştıran ve
yaptırımı vahimleştiren cezalandırma kıstas ve mekanizma-
lannın sürekliliği. Kurumsallaşmış, uzmanlaşmış ve özelleş­
miş otoritelerin sürekli basamaklandıniması (bilgi sıralama­
sı ve iktidar sıralaması içinde), bunları keyfi olarak değil de,
yazılı kurallann hükümlerine uygun olarak ve saptamalar
ile tedbirler aracılığıyla hiyerarşik hale getirm ekle, fark­
lılaştırm akta, yaptırıma bağlam akta, cezalandırm akta ve
sapm aların yaptırım ını yavaş yavaş suçların cezalarına
doğru götürm ektedirler. "Hapishane* çoklu, yaygın veya
bitişik biçimleriyle, denetim veya zorlama, gizli gözetim ve
ısrarlı baskı kurumlarıyla, cezalann niteliksel ve niceliksel
bağlanttlannı sağlamakta; küçük ve büyük cezalan, yumu­
şaklıkları veya katılıklan, kötü notlan ve en küçük mah­
kûmiyetleri dizi haline getirm ekte veya ince dallara göre
düzenlemektedir. Disiplinlerin en önemsizi sonun prangadır
diyebilir; ve hapishanelerin en kötüsü müebbede mahkûm ol­
muş kişiye "hal ve gidişindeki en küçük sapmayı kaydede­
ceğim" demektedir. XVIII. yüzyılın temsillerin ve işaretlerin
"ideolojik" tekniğinde aradığı cezalandırma işlevinin genel­
liği, şimdi çeşitli hapishane düzenlem elerinin yaygınlığı;
maddi, karmaşık ve dağınık, tutarlı donanımdan destek al­
maktadır. Bizatihi bu olgudan Ötürü, belli bir ortak "işaret
edilen", kuraldışılıktann ilki ile "suçların" sonuncusu ara­
sında dolaşmaktadır; artık söz konusu olan hata veya ortak
çıkara kastediimesi değil de, sapma ve anormalliktir; okul­
larda, mahkemede, sığınakta veya hapishanede artık bunlar
kol gezmektedir. Bunlar hapishanenin taktik cephesinden ge­
nelleştirdiği şeyi işlev cephesinden genelleştirmektedirler.
Hükümdann hasmı, sonra toplum düşmanı olan şey, kendiyle
birlikte çok yönlü düzensizlik, suç ve delilik tehlikesini taşı­

3B3
yan bir sapkın haline dönüşmüştür. Hapishane şebekesi ceza­
landırma ve anormale ait olan iki uzun ve çoklu diziyi bir­
leştirm ektedir.
2. Hapishane şubeleriyle birlikte, büyük 'suçluların"
devşirilmclerine izin vermektedir. İçinde dışlamalar ve at­
malar görüntüsü altında koskoca bir yoğurma faaliyetinin
gerçekleştirildiği, "disiplinsel kariyerler” denilebilecek şeyi
düzenlemektedir. Klasik dönemde, toplumun.uçlarında veya
küçük aralıklannda, ”yasadışı”nın kanşık, hoşgörülü ve teh­
likeli veya en azından iktidann doğrudan el koymalanndan
kurtulanların alanı açılmalctaydı; suçluluk için bir oluşum
yeri ve bir sığınma bölgesi olan belirsiz bir alan; raslantısal
gidiş gelişler esnasında fakirlik, işsizlik takip edilen nnasu-
miyet, kurnazlık, güçlüklere karşı mücadele, sorumlulukların
ve yasalann reddi, örgütlü suç birbirleriyle burada karşılaş­
maktaydılar; burası Cil Blas'ın, Sheppard'ın veya Mandrin'
in herbirinin kendi tarzında fink attığı macera mekânıydı.
XIX. yüzyıl disiplinsel farklılaştırm alar veya daltandmp
budaklandırmalar oyunu sayesinde, sistemin tam kalbinde
itaatkârlığı egemen kılan ve suçluluğu aynı ınekanizmalarİa
imal eden sağlam kanallar inşa etmiştir. Biraz pedagojik cur-
sus'a, biraz da profesyonel bağlantıya ait olan bir cins sürekli
ve zorlayıcı "oluşum” olmuştur. Kariyerler burada, kamu göre-
vindekiler kadar emin ve kaçınılmaz olarak resmolmakta-
dırlar: himaye ve yardım dernekleri, eve yerleştirme, ceza
kolonileri, disiplin taburları, hapishaneler, hastaneler, ban-
naklar. Bu şubeler daha XIX. yüzyılın başında iyice farkcdil-
mektedirler "hayır kurumlanmız, yoksulun doğumdan meza­
ra kadar bir an bile yalnız bırakılmadığı, harika bir şekilde
eşgüdümlü olan bir bütün sunmaktadırlar. Talihsizi bir izleyi­
niz: onun bulunmuş çocukların arasında doğduğunu görecek­
siniz; buradan kreşe, sonra yetimhane salonlarına gitmekte­
dir; alh yaşında buradan çıkarak ilkokula sonra da yetişkin­
ler okuluna gitmektedir. Eğer çalışmazsa, semtin hayır büro­
larına kaydolmakta ve eğer hasta olursa 12 hastane arasın­

384
dan tercih yapabilm ektedir... Nihayet Parisli fakir, kari*
yerinin sonuna geldiğinde 7 düşkünler yurdu onun ihtiyarlığını
beklemektedir ve bunların sağlıklı rejimi onun yararsız gün­
lerini çoğu zaman zenginlcrinkinden daha fazla uzatmak­
tad ır"’®.
Hapishane ağı özümlenemezi kanşık bir cehennemin içi­
ne atmamaktadır, buranın dışarısı yoktur. Bir yandan dışlı
yora benzediği şeyi öteki yandan yeniden ele almaktadır
Yaptınm uyguladığı da dahil, her şeyi tasarruf etmektedir
Devre dışı bırakmak istediğini bile kaybetmeye razı olma
maktadır. Hapsetmenin her yerde hazır ve nazır donanımın
meydâna getirdiği bu Panopticon tarzı toplumda, suçlu ya
sadışı bir kişi değildir, hatta ta işin başından itibaren ya
sanın içinde, hatta göbeğindedir veya en azından, disiplinden
yasaya, sapmadan ihlale hissettirmeden geçiren şu mekaniz-
malann tam ortasındadır. Hapishanenin suçluluğa yaptınm
uyguladığı doğruysa da, bu suçluluk esas itibariyle, hapisha­
nenin nihai çözümlemede kendi hesabına sürdürdüğü bir ka­
patma tarafından ve bu kapatmanın içinde imal edilmekte­
dir. Hapishane, adım adım katedilen bir hiyerarşinin doğal
devamından, bir üst basamağından başka birşey değildir.
Suçlu kurumun bir ürünüdür. Buna bağlı olarak, mahkümlann
hayat hikâyelerinin önemlice bir bölümünün, hapishaneden
kaçınılmasına yönelik olduklanna inandırılmaya çalışılan
bütün bu mekanizmalardan ve kurumlardan geçmesine şaşır­
mamak gerekir. Eğer istenirse, burada düzeltilemez bir suçlu
"karakteri"nin göstergesi bulunmaktadır. Mendeli toplumdışı
adam, ıslahanaye atılan çocuktan itibaren, genelleşmiş ha­
pishane sisteminin güç hatlanna göre titizlikle üretilmiştir.
Ve bunun tersine, marjinallik lirizmi "yasadışı" imgesinin,
itaatkâr ve ürkek düzenin kıyılarında dolaşan büyük göçe­
benin karşısında istediği kadar büyülenebilir. Suçluluk marj-

10 Morcau de Jonn£$, zikr, H. d« Touquet, Ot U conditiOK des etaats pruprts,


1846l
larda ve birbirini izleyen sürgünlerin sonucu olarak değil de,
giderek daha sıkı hale gelen dahil etm eler sayesinde, gide­
rek daha ısrarlı hale gelen gözetimlerin altında, baskıların
bir birikim iyle doğmaktadır. Tek kelim eyle, hapishane ta­
kımadası suçluluğun toplumsal bünyenin derinliklerinde, inat­
çı yasadışılıklardan, bu yasadışılıktann suçluluk tarafından
kapsan masından ve uzmanlaşmış bir suçluluğun yerleşik hale
getirilmesinden itibaren oluşmasını sağlamaktadır.
3. Fakat hapishane sistem inin ve yerel hapsetmenin
iyice uzaklara kadar yaygınlaşmasının en önemli sonucu her­
halde, cezalandırma iktidannı doğal ve meşru kılmayı, hiç
değilse cezalandırma sisteminin hoşgörü eşiğini aşağı çekme­
yi başarmış olmasıdır. Ceza uygulamasında insanlan rahat­
sız eden herşeyi yoketmeye yönelmekledir, ve bunu içinde ser-
pildiği iki sicili birbirlerine karşı oynatarak yapmaktadır:
adaletin yasal sicili ile disiplinin yasaötcsi sicili. Nitekim,
hapishane sistem inin yasanın ve onun verdiği kararların
ötesindeki büyük sürekliliği, disiplin mekanizmalarına, bun-
lann devreye soktukları karar ve yaptırımlara bir cins yasal
destek vermektedir. Büyük adalet modeli "biçim-hapishane"
ile birlikte çok sayıda "bölgesel”, nisbeten özerk ve bağımsız
kurum içeren bir şebekenin bir ucundan diğerine aktanl-
m aktadır. Disiplin kurum larınm yönetm elikleri yasaları,
yaptırım lan tekrarlayabilir, mahkeme kararlarını, cezalan
ve gözetim altında tutmayı taklid edebilir, polisiye modeli
tekrarlayabilir; ve bütün bu çok yönlü kuruluşlann üzerinde,
onlara nazaran saf, katışıksız ve abartısız bir biçim olan ha­
pishane, onlara bir cins devlet desteği vermektedir
Zindandan veya ağır hapis cezalarının çektirildiği yer­
lerden, dağınık ve hafif çerçevelemelere kadar varan çeşitli
yoğunluktaki ışıklanyla, yasanın geçerli kıldığı ve adaletin
tercihli silahı olarak kullandığı bir iktidar tipini aktarmak­
tadır. Onun içinde işlev gören disiplinler ve iktidar, bizzat
adaletin mekanizmalanm devreye sokmaktan -onun yoğunlu­
ğunu artırsalar bile- başka birşey yapmadıklarına göre, nasıl

386
olur da keyfi olarak gözükebilirler? Disiplinler ve iktidarlar
onun etkilerini genişletmek istiyorlarsa ve onu en sonuncu ba­
samağa kadar aktanyorlarsa, bunu onun katılıklanndan ka­
çınmak için mi yapmaktadırlar? Hapishanenin sürekliliği ve
biçim-hapiahanc'nin yaygınlaşm ası disiplinsel iktidarın ya­
sallaştırılm asına, en azından m eşrulaştırılm asına olanak
vermişlerdir, disiplinsel iktidar böylece aşırılık veya suiisti­
mal cinsinden içerebileceklerinden kurtulmuş olmaktadır.
Fakat bunun tersine, hapishane piramidi yasal cezalara
çarptırma iktidanna, içinde her türlü aşırılıktan ve şiddetten
kurtulmuş olarak gözüktüğü bir bağlam vermektedir. Disiplin
aygıtlarının bilgince aşam alı hale getirilm iş basam akla-
nnda ve bunların gerektirdiği "kapatmalar" içinde, hapis­
hane hiç de başka cinsten bir iktidarın zincirlerinden boşan­
masını değil de, daha ilk yaptırımlardan itibaren rol oyna­
maya hiç ara vermemiş olan bir mekanizmanın yoğunluğu için
deki ek bir basamağı temsil etmekten başka birşey yapma­
m aktadır. Hapishaneden kaçınm ak için gidilen sonuncu
"düzeltm e" kurumu ile karakteristik bir ihlalden sonra gön­
derilen hapishane arasındaki farklılık ancak hissedilebil­
mektedir (ve öyle olmak zorundadır). Tekil cezalandırma ik-
tidannı mümkün olduğunca ağırbaşlı kılabilme etkisine sahip
olan katı ekonomi ondaki hiçbir şeyi artık, otoritesinin inti­
kamını azap çektirilen bedenden alan hükümran iktidarın es­
ki aşınlığını hatırlatm am aktadır. Hapishane kendine em a­
net edilenler üzerinde, başka bir yerde başlatılmış olan bir ça­
lışmayı sürdürmektedir ve toplumun tümü bu çalışmayı sayı­
lam ayacak kadar çok d isiplin mekanizm ası aracılığıyla,
teker teker herkesin üzerinde izlemektedir. Hapishane con-
h'nuunı'unun sayesinde, mahkûm eden merci denetleyen, dönüş­
türen, düzelten, iyileştiren diğer tüm mercilerin arasına ka­
tılmaktadır. Limitte hiçbir şey onu, su çlu lam özellikle "teh­
likeli" karakterinden, bunlann sapmalarının vahametinden
ve ayinin zorunlu debdebesinden farklılaştırmayacaktır. Fa­
kat bu cezalandırm a iktid an işlevi itibariyle, iyileştirm e

387
veya eğitme işlevinden esas olarak farklı değildir. Onlardan
ve daha düşük önemdeki ve ^ k sayıdaki görevlerinden bir alt
destek almaktadır; ama bu daha az öneme sahip bir konu de­
ğildir, çünkü bu tekniğin ve rasyonelliğin desteğidir. Hapis­
hane tıpkı disiplinin teknik iktidannın ”yasallaştır"dığı gi­
bi, yasal cezalandırma iktidarını "iklime uyumlu” hale ge­
tirmektedir. Hapishane böylece onlan türdeşleştirirken; bi­
rinde şiddetli, diğerinde de keyfi olanı silerken; bunların her
ikisinin de uyandırabileceği isyan sonuçlannı hafifletirken,
buna bağlı olarak onlann öfke ve hınçlarını yararsız hal geti­
rirken; aynı hesaplanmış, mekanik ve ağır başlı yöntemleri
birinden diğerine geçirirken, XVIII. yüzyılın insanlann sayı­
larının artması ve bunlann yararlı bir şekilde kullanımı soru­
nu yükselirken formülünü aradığı şu büyük ”ekonomi"yi ger­
çekleştirme olanağını vermektedir.
Hapishanenin genelliği toplumsal bünyenin tüm kalınlığı
boyunca etki ederek ve düzeltme sanatını sürekli olarak ceza­
landırma hakkına karıştırarak, cezalandırmanın doğal ve
kabul edilebilir hale geldiği düzeyi aşağı çekmekledir. Dev­
rim öncesinde ve sonrasında cezalandırma hakkına nasıl yeni
bir temel verildiği sorusu sıklıkla sorimaktadır. Ve herhalde
bunun cevabını sözleşme teorisi tarafında aramak gerekmek­
tedir. Ama aynı zamanda ve özellikle bunun tersinde yer alan
soruyu da sormak gerekir: nasıl olmuştur da insanlar ceza­
landırma iktidannı kabul etm işlerdir veya çok daha basit
olarak, cezalandınldıklannda böyle olmayı nasıl kabul et­
mişlerdir? Sözleşme teorisi bu soruya ancak, kendi üzerinde
sahip olduğu hakkı uygulama iktidannı başkalanna veren
kurmaca bir hukuk öznesi sayesinde cevap verebilir. Disiplin
iktidarını yasa iktidanyla ilişkili hale getiren ve en küçük
baskılardan büyük cezai tutuklamaya kadar kesintisiz bir
şekilde yayılan büyük hapishane confınuum'unun, bu kurun­
tuya dayalı cezalandırma iktidarının devrinin dolaysız bir
şekilde maddi olan teknik ve hakiki çiftini oluşturmuş olması
da muhtemeldir.

388
4. Bu yeni iktidar ekonomisiyle birlikte, onun temel ale­
ti olan hapishane sistemi yeni bir "yasa" biçimini geçerli kıl­
maktadır: bir yasallık ve doğa, hüküm ve anayasa ile norm
karışımı. Bir dizi sonuç bu durumdan kaynaklanmaktadır:
adli iktidann veya en azından işleyişinin iç çözülmesi; yargı­
lamanın giderek güçleşmesi ve mahkûm etmenin giderek uta­
nılır hale gelmesi, yargıçlarda tartmak, değerlendirmek, teş­
his koymak, normali ve anormali tanımak yönünde büyük bir
istek; ve tedavi etme veya yeniden uyumlu hale getirme şe­
refinin elde edilmek istenmesi. Bu konuda yargıçların iyi
veya kötü vicdanlı olmalarına, hatta vicdansız olmalarına
önem atfetmek yararsızdır. Bunların sürekli olarak dışa vuru­
lan "tıp iştahlan" -uzm an psikiyatrlara başvurm alarından,
kriminolojinin gevezeliklerine gösterdikleri dikkate kadar-,
icra ettikleri iktidann en belirleyici çizgisinin "doğasından”
uzaklaştığını; bu iktidarın belli bir düzeyde yasalann hükmü
altında, daha temel olan başka bir düzeyde ise normalleş­
tirici bir iktidar gibi işlediğini gösterm ektedir; yargıçlann
"tedavici" ilâmlar yazmalanna veya "yeniden uyumu sağla­
maya yönelik" hapsetme kararlannı vermelerine neden olan
onlann ar duygulan veya insancıllıklan değil de, icra ettik­
leri iktidar ekonomisidir. Fakat bunun tersine, yargıçlar mah­
kûm etmek için mahkûm etmeyi giderek daha zor kabul edi­
yorlarsa da, yargılama faaliyeti bizzat norm alleştirici ikti­
darın yayılması ölçüsünde artmıştır. Disiplin düzeneğinin her
yerdeki varlığı tarafından taşınan, tüm hapishane aygıtla-
nndan destek alan normalleştirici iktidar toplumumuzun ba­
şat işlevlerinden biri haline gelmiştir. Norm allik yargıçları
bu iktidarın her yerinde mevcutturlar. Öğretmen-yargıç, hc-
kim-yargıç, eğitimci-yargıç toplumundayız, bunlann hepsi de
normalleştirici olanın hüküm sürmesini sağlamakta; ve herbi-
ri bulunduğu yerde bedeni, hareketleri, hıtkuları, hal ve gi­
dişleri, yatkınlıkları, perform ansları tabi kılm aktadır. Ha­
pishane ağı bitişik ve dağınık biçimleri altında;'yerleştirm e,
dağıtım, gözetim, gözlem sistemleriyle, modem toplumda nor-

389
m alleştihd iktidann büyük desteği olmuştur.
5. Toplumun hapishane dokusu aynı anda hem bedenin
hakiki olarak yakalanmasını, hem de sürekli gözleme tabi
tutulmasını sağlamaktadır; bu doku iç özellikleri araalığıy-
la yeni iktidar ekonomisine en uygun aygıt ve bizzat bu eko­
nominin ihtiyaç duyduğu bilgi oluşumu için alettir. Panopticon
tarzındaki işleyişi ona bu çifte rolü oynama olanağını ver­
m ektedir. Sabitleştirm e, paylaştırm a, kayıt süreçleri ara-
alığıyla uzun bir süre boyunca, insanın tutumunun nesnelleş-
tirilnnesi için en basit, en kaba, en n>addi, ama'herhalde aynı
zamanda en vazgeçilmez koşullardan biri olmuştur. 'E n g i­
zisyon tipi" adalet çağından sonra "sınav tipi" adalet çağına
girdiyse, bundan daha genel olmak üzere sınav usulü toplumu
bu kadar geniş ölçekte kapsayabildiyse ve bir kısmı itiba­
riyle insan bilimlerine yer verebildiyse, bunun en büyük alet­
lerinden biri çeşitli hapsetme mekanizmalarının çokluğu ve
sıkı kesişmeleri olmuştur, insan bilimlerinin hapishaneden
çıkbklannın söylenmesi söz konusu değildir. Ama eğer bunlar
oluşabildiler ve e p is le m e 'd e bilinen bütün alt üst oluşlan
meydana getirebildilerse, bunun nedeni bunların iktidann
kendine özgü ve yeni bir tarzı tarafından taşınmış olmalan-
dır: belli bir beden siyaseti, insanlann birikimini itaatkâr ve
yararlı kılmanın belli bir biçimi. Bu, tanımlanmış bilgi iliş­
kilerinin iktidar ilişkileri içine katılm alannı gerektirm ek­
teydi; tabi kılma ile normalleştirmenin kesişmelerini sağla­
mak üzere bir teknik gerektirmekteydi, yeni bireyselleştirme
usulleri içermekteydi. Hapishane ağı, insan bilimlerini ta­
rihsel olarak mümkün kılmış olan bu iktidar-bilgi'nin dona-
nım lanndan birini meydana getirmektedir. Bilinebilir insan
(ruh, bireysellik, bilinç, hal ve gidiş burada çok önemli de­
ğillerdir) bu analitik kuşatmanın, bu egenoen olma-gözlem'in
etki-nesne'sidir.
6. Bu durum hiç kuşkusuz, aslına daha doğumundan iti­
baren kınanmış olan bu ince icat olan hapishanenin aşın
sağlamlığını açıklam aktadır. Eğer bir devlet aygıtının hiz­

390
metindeki bir dışlama veya ezme ara a n d a n ibaret olma­
saydı, fazlasıyla göze batan biçimlerini değiştirmek veya ona
daha kolaylıkla itiraf edilebilir bir ikâme bulmak mümkün
olabilirdi. Fakat iktidar düzenek ve stratejilerinin içine da­
lınca, onu değiştirmek isteyen herkese karşı büyük bir atalet
gücüyle direnmesi olanaklı hale gelmiştir. Bir olgu karakte­
ristiktin hapsetme rejimini değiştirmek söz konusu olduğunda,
kilitlenme yalnızca adliye kurumundan gelmemektedir; dire­
nen hapishane-cezai yaptınm değil de, tüm hukuk-dışı belir­
lem eleri, bağlan ve etkileriyle hapishanedir; genel bir di­
siplinler ve gözetimler şebekesi içinde menzil olan hapisha­
nedir; panopticoıi türü bir rejimde işlediği haliyle hapishane­
dir. Bunun anlamı onun değiştirilemeyeeği veya bizimki gibi
bir toplum için edebiyen vazgeçilmez nitelikte olduğu değil­
dir. Tersine, bizzat onlan işletmiş olan süreçlerin sürekliliği
içinde, hapishanenin kullanımını önemli ölçüde kısıtlamaya
ve iç işleyişini dönüştürmeye yatkın iki süreci yerleştirmek
mümkündür. Ve bunlar herhalde, zaten geniş ölçekte devreye
girmişlerdir. Bu süreçlerden biri, özgül bir yasadışılık olarak
düzenlenmiş bir suçluluğun yarannı azaltandır (veya sakın-
calannı artırandır); böylece ulusal veya uluslararası ölçekte,
siyasal ve ekonomik aygıtlara doğrudan bağlanm ış olan bü­
yük yasad ışılık lan n (mali yasadışıIıklar, haberalm a ö r­
gütleri, silah ve uyuşturucu ticareti, gayrimenkul spekülas­
yonu) oluşmasıyla, suçluluğun biraz köylü ve göze batan emek
gücünün etkinliğini kaybedeceği aşikâdır; veyahut daha dar
bir ölçekte, cinsel zevk üzerinden ekonomik pay almanın gebe­
lik önleyici maddelerin sahşı veya film ve gösterilerin daha
iyi yapılır hale gelm esinden itibaren, fahişeliğin köhne
hiyerarşisi eski yarannın büyük bir bölümünü kaybetmekte­
dir. Diğer sonuç ise, disiplin ağlannın gelişmesi, bunlann ceza
aygıtıyla alış verişlerinin artm ası, onlara atfedilen giderek
daha büyük güçler, adli işlevlerin onlara her seferinde daha
kitlesel bir şekilde aktanim alan; oysa tıbbın, psikolojinin,
eğitimin, yardımın "sosyal çalışma^nm denetim ve yaptırım

391
iktidarlannın içinde daha büyük bir paya sahip olmaları
Ölçüsünde, bunun karşılığı olarak ceza aygıtı tıbbileşebilir,
psikolojikleşebilir, pedagojikleşebilir; ve bu durumda, ceza
evi söyleviyle suçluluğun zaptü rapt altına alınma etkisi ara­
sında, ceza iktidan ile disiplin iktidannı eklem leştirm ekte
olan şu kaynağın oluştuğu hapishane daha az yararlı hale
gelmektedir. Birbirlerini daha sıkılaştıran bütün bu normal­
leştirme düzeneklerinin ortasında, hapishanenin özgüllüğü ve
birleştirme rolü varlık nedenlerini kaybetmektedirler.
Eğer hapishane etrafında bütünsel bir siyasal ödül varsa,
demek ki bu onun ıslah edici olup olamayacağının bilinmesi
değildir: eğer yargıçlar, psikiyatrlar veya sosyologlar burada
yöneticiler veya gözetmenlerden daha fazla iktidar icra edi­
yorlarsa, lim itte hapishaneden başka bir alternatif yoktur.
Bugün sorun daha çok bu normalleştirme dfiTeneklcrinin yük­
selişinde ve bunlann yeni nesnelliklerini devreye sokarken
taşıdıklan iktidar etkilerinin genişliğinde yer almaktadır.

★ ★ ★

1836'da muhabirlerden biri P halange’d a "A hlâkqlar, fi­


lozoflar, yasakoyucular, uygarlık y a ğ a la n , işte Paris'imizin
düzene sokulmuş planı, işte birbirine benzeyen herşeyin bira-
raya getirildiği mükemmelleştirilmiş plan. Merkezde ve ilk
kuşakta her hastalık için hastaneler, her tür sefalet için ba-
nnaklar, tımarhaneler, hapishaneler; kadın, erkek ve çocuk
zindanları, ilk kuşağın çevresinde kışlalar, mahkemeler, po­
lis merkezi, gardiyanlann konutlan, darağaa kurulan yerler,
cellat ve yardım cılarının konutlan. Dört köşede mebuslar
meclisi, soylular meclisi. Kralın sarayı ve Enstitü. Dış tarafta
merkezi kuşağı besleyenler, ticaret ve d olan d ın alık lan , if­
laslar; endüstri ve korkunç mücadeleleri; basın ve safsatalan;
kumarhaneler; fahişeler, açlıktan ölen veya sefahate yuvar­
lanan Devrim Dahilerinin sesine kulak kabartmaya her za­
man hazır olan halk; kalpsiz zenginler... Son olarak herkesin

392
herkese karşı gözü dönmüş savaşı"’ ’ diye yazmıştır.
Bu adsız metin üzerinde duracağım. Şimdi tekerleklerin,
işkence direklerinin, kazıklann dolu olduğu azaplar ülkesinin
(;ok uzağındayız; ıslahatçıiann elli yıl kadar Önce sahip oU
duklan düşün de uzağındayız: binlerce küçük tiyatronun ada­
letin çok renkli temsilini aralıksız sunduklan ve süs unsuru
olan darağaçlan üzerinde özenle sahnelenen cezalandırma-
lann Yasa’nın panayır eğlencesini kesintisiz olarak meydana
getirdiği kent. Hapishane kenti hayali "jeopolitik"iyle bir­
likte, tam amen başka ilkelere tabi kılınm ıştır. P halan ge'
daki metin bunların en önem lilerinden bazılannı hatırlat­
maktadır: bu kentin merkezinde ve sanki ona hakim olmak
üzere artık "iktidar merkezi" bir güç çekirdeği değil de, çeşit­
li unsurlardan -du varlar, mekân, kurum, kurallar, söylev-
oluşan çoklu bir şebeke vardır; hapishane kentinin modeli de­
mek ki ondan dışa vuran iktidarla birlikte kralın bedeni; aynı
anda hem bireysel, hem de ortaklaşa bir bedenin içinden do­
ğacağı, iradelerin sözleşm eye dayalı birliği değil de, çeşitli
cins ve düzeylerden unsurların stratejik bir dağılımıdır. Ha­
pishane yasaların ve yasa derlemelerinin veya adli aygıtın
çocuğu değildir; mahkenneye onun kararlannın ve elde etmek
istediği sonuçlann itaatkâr ve beceriksiz aleti olarak tabi
değildir; tersine mahkeme ona nazaran dışsal ve tabi konum­
dadır. işgal ettiği merkezi konumda tek başına olmayıp, gö­
rünüşte iyice farklı olan, ama tıpkı onun gibi normalleştirici
bir iktidar uygulamaya yönelen başka "hapishane" düzenek­
lerinden oluşan bir diziye bağlıdır -bunlar farklıdır, çünkü ra­
hatlatm ayı, tedavi etm eyi, yardım etm eyi hedeflem ekte­
dirler-. Düzeneklerinin üzerlerinde uygulandığı şeyler "mer­
kezi" bir yasaya yönelik çiğnemeler değil de, üretim aygıtının
-"ticaret" ve "end ü stri"- çevresindeki koskoca bir yasadışı-
lıklar çoğulluğudur, bunlar burada cins ve köken farklan, kâr
içindeki kendine özgü rolleri ve cezalandırma iktidannın on-

' 11 La Pfulattge, 10 Ağustos 1836.

393
lan tabi tuttuğu farklı kaderler ignde yer almaktadırlar. Ve
son olarak, bu mekanizmalara başkanlık eden bir aygıtın
veya bir kurumun üniter işleyişi değil de, bir kavganın gerek­
liliği ile bir stratejinin kurallandır. Buna bağlı olarak baskı,
dışlama, dışarı atma, marjinalleştirme kurumu kavramlan,
nihai çözümlemede disiplinsel bireyin imal edilmesine ola­
nak veren sinsi yumuşaklıklann, pek itiraf edilebilir gibi ol­
mayan kötülüklerin, küçük kum azlıklann, hesaplı kitaplı
usullerin, tekniklerin, ”bilim"lerin hapishane kentinin mer­
kezileştirilmiş insanlığın, karmaşık iktidar ilişkilerinin etki
ve aletlerinin, çok yönlü "hapsetme" düzenekleri tarafından
tabi kılınmış olan bedenlerin ve güçlerin, bizzat bu stratejinin
unsurları olan söylevlerin içinde kavganın uğultusunu duymak
gerekir'^.

12 M o d e m to p lu m d a İ k tid a n n o l a ^ n l a ş m a s ı v e b ilg in in o lu ş u m u konu>


l a n n d a k i ç e ş it li in c e le m e le r e t a r ih s e l a r k a p la n o la r a k h iz m e t e tm e s i
g e r e k e n bu k ita b ı b u r a d a k e s iy o ru m .

394
Michel Foucault

Klasik Çağda
DELİLİĞİN TARİHİ

Fransızca Aslından Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay

Yayına Hazırlanmaktadır.

m
MİCHEL FOUCAULT
HAPİSHANENİN
DOĞUŞU
Çeviren: M ehm et Ali Kıltçbay

İktidarın kendini gösteriş ve debdebe içinde dışa


vurduğu, gücünü bu gösterişten aldığı eski siyasal sis­
temden m üm kün olduğunca ve giderek artan bir şe­
kilde görünm ez hale geldiği m odern siyaset sistem ine
geçiş, b ir yandan iktidarı kişileştiren hüküm darın ye­
rine, adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim ay­
gıtının yerleşm esiyle, diğer yandan da kamuya açık ce­
zaland ırm ad an, gizli cezalandırm aya doğru olan bir
hareketle belirlenm ektedir.
Kendini öne çıkartan iktidar bireyin oluşm asını en­
gellem iştir; oysa karanlıklara çekilen m od em iktidar
herkesi birey selleştirm ek istem ektedir; çünkü b irey ­
selleştirm ek, gözetim altında tutm ak ve cezalandırm ak
yani egem en olm ak dem ektir. Böylece m odem iktidar
çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tım arhaneyle,
askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak birey­
selleştirm iş, kaydetm iş, sayısal hale getirm iş, egemen
olm uştur.
Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes dene­
tim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. M o­
dem iktidar büyük gözaltıdır.

ISBN 975-533-0 3 2 -1

7 8 9 7 5 9 ’3 3 0 3 2 7
IMGE
kitabfvı

You might also like