You are on page 1of 22

SÖZLÜ BİLDİRİLER

1 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Her2 Signaling Regulates The Mammary Stem/progenitor Cell Population


Driving Tumorigenesis And Invasion

Hasan Korkaya*, Amanda Paulson, Max S Wicha

University Of Michigan Comprehensive Cancer Center

The HER2 gene has been implicated in mammary tumorigenesis and in the aggressive growth and metastasis of
breast cancers. HER2 overexpression in normal mammary epithelial cells increases the proportion of
stem/progenitor cells as demonstrated by mammosphere assays, activity of the stem cell marker aldehyde
dehydrogenase (ALDH) and by generation of hyperplastic lesions in mouse xenografts. Overexpression of HER2
in a series of breast carcinoma cell lines similarly increases the “cancer stem cell population,” resulting in
increased tumorigenesis and tumor invasion. These effects are blocked by trastuzumab in sensitive but not
resistant mammary carcinoma cell lines. These studies suggest that the effects of HER2 amplification on
carcinogenesis, tumorigenesis and invasion may be due to its effects on modulating the stem/progenitor cell
population.
2 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Gene Network And Canonical Pathway Analysis In Prostate Cancer, A


Microarray Study.

Hakan Savli 1* , Attila Szendrői 2 , Imre Romics 2, Balint Nagy 3

1 Department Of Medical Genetics And Clinical Research Unit, Kocaeli University, Turkey * 2
Department Of Urology, Semmelweis University, Budapest, Hungary * 3 Genetic Laboratory, 1st
Department Of Obstetrics And Gynecology, Semmelweis University, Budapest, Hungary

The molecular mechanism playing a role in the development of prostate cancer (PCA) is not well defined. We
decided to determine the changes in gene expression in PCA tissues and to compare them to those in non-
cancerous samples. Prostate tissue samples were collected by needle biopsy from 21 PCA and 10 benign prostate
hyperplasic (BPH) patients. Total RNA was isolated, cDNA synthesized, and gene expression levels determined
by microarray method. In the progression to PCA, 738 up-regulated and 515 down-regulated genes were
detected in samples. Analysis using Ingenuity Pathway Analysis (IPA) software revealed that 466 network and
423 functions-pathways eligible genes were up-regulated, and 363 network and 342 functions-pathways eligible
genes were down-regulated. Up-regulated networks were identified around IL-1beta and IGF-1 genes. The
NFKB gene was centered around two up- and down-regulated networks. Up-regulated canonical pathways were
assigned and four of them were evaluated in detail: acute phase response, hepatic fibrosis, actin cytoskeleton,
and coagulation pathways. Axonal guidance signaling was the most significant down-regulated canonical
pathway. Our data provide not only networks between the genes for understanding the biologic properties of
PCA but also useful pathway maps for future understanding of disease and the construction of new therapeutic
targets.
3 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Ddr2, Fut4 Genes And N-glycan Pathway Were Found Up Regulated In Ovarian
Cancer: A Microarray Study

HAKAN SAVLI 1* , BALINT NAGY 2, JANOS RIGO 2

1 Department Of Medical Genetics And Clinical Research Unit, Kocaeli University, Turkey* 2 1st
Department Of Obstetrics And Gynecology, Semmelweis University, Budapest, Hungary

Ovarian carcinoma is the major cause of death from gynecological cancers in many countries. To identify the
changes on gene expression in ovarian tissues and compare it to non-cancerous samples, a micro-array study has
designed. Samples were collected using needle biopsy from 3 ovarian cancer and 2 healthy subjects. Total RNA
was isolated and gene expression levels determined by microarray method (Agilent Whole human Genome
Array). Differentially expressed genes were detected. Analysis using Ingenuity Pathway Analysis (IPA) software
revealed a significantly expressed network include DDR2, FUT4, GAA, MAN2A1, MYH3, PLA1A RASA1,
SERPINB1 genes as up-regulated and, PGM3, GRIA2, MMP15, SFRS10 TUBB2C genes as down-regulated. N-
Glycan Biosynthesis was the most significant up-regulated canonical pathway
4 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Epidermal Büyüme Faktörü Almacı Sinyal Ileti Ağyapısının Yapısal Analizi

Saliha Durmuş Tekir, K. Yalçın Arga ve Kutlu Ö. Ülgen

Boğaziçi Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Kimya Mühendisliği, Istanbul

Hızlı-tarama teknolojilerindeki yeni gelişmeler büyük ölçekli sinyal ileti ağyapı modellerinin oluşturulmasına ve
bu modelleri analiz etmekte kullanılan metodların geliştirilmesine olanak sağlamaktadır. Bu çalışmada epidermal
büyüme faktörü almacı (Epidermal Growth Factor Receptor, EGFR) sinyal ileti ağyapısı grafik teorisi ve yolizi
analizi yöntemleri ile yapısal olarak incelenmiştir. Epidermal büyüme faktörü almacı sinyal ileti ağyapısı memeli
canlı hücrelerinde büyüme, yaşama, çoğalma ve başkalaşma mekanizmalarını düzenlemektedir. EGFR
mekanizmasındaki aksaklıklar, kontrolsüz hücre bölünmesine neden olarak tümör oluşumuna yol açabilmektedir.
EGFR sistemi üzerine yapılan çalışmalar kanseri önlemek için ilaç hedefi olabilecek molekülleri önermeyi
hedeflemektedir. EGFR sinyal ağyapısı ayrıca sinyal iletim sürecindeki genel mekanizmaları anlamak amacıyla
da kullanılmaktadır. Grafik teorisi teknikleri kullanılarak yapılan analiz sonucunda EGFR sinyal ileti ağyapısının
küçük-dünya yapısına sahip olduğu bulunmuştur. Bu ağyapının içerisindeki sinyal moleküllerinin birbirleriyle
olan bağlarının dağılımının ölçek-bağımsız olduğu ve güç-yasası modeline uyum sağladığı anlaşılmıştır. EGFR
sinyal ileti ağyapısına yolizi analizi uygulandığında sinyal iletimi sonucunda en sık meydana gelen fenotipin
programlanmış hücre ölümü (apoptozis) olduğu gözlemlenmiştir. Bu fenotip diğer fenotiplerle yaklaşık olarak
aynı sayıdaki doğrusal yola en kısa yol uzunluğu ile ulaşmaktadır. Diğer fenotipler arasında tümör oluşumu ve
mitojenez fenotiplerinin çevresel ve genetik değişikliklere karşı en dayanıksız olduğu bulunmuştur. Hücre dışı
sinyal proteinlerinden bu fenotiplere giden bütün doğrusal yollar aynı altı sinyal molekülünden geçmektedir. Bu
moleküllerden c-Src-Shc protein kompleksinin diğer fenotiplere giden yolizlerinde çok görev almadığı
bulunarak, tümör oluşumu fenotipine özgü olduğu saptanmıştır. Bu kompleksin engelleyicileri anti-tümör etkiye
sahip olabilirler ve bu maddeler diğer mekanizmaları az etkileyeceklerinden kanser ilaçları arasına girebilirler.
Ayrıca yolizi analizi ile doğrusal yollar içerisinde en fazla görev alan moleküller belirlenerek ağyapıdaki önemli
sinyal molekülleri bulunmuştur. EGFR sinyal ileti ağyapısında kofaktörler GTP, GDP ve kompleks ağyapının
bütün fenotiplerine giden doğrusal yolların % 70’inden Galfa/Gbeta’nın fazlasında görev aldığı gözlemlenmiştir.
5 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Istatistiksel Okuryazarlığın Tıptaki Yeri Ve Önemi

Birsen Eygi Erdoğan

Marmara Üniversitesi fen Edebiyat Fakültesi matematik Bölümü

Özet Teknolojik gelişmelerin etkisiyle sürekli büyüyen veri yığınlarının nasıl analiz edileceği ve elde edilen
sonuçların nasıl yorumlanacağı giderek önem kazanan bir sorun oluşturmaktadır. İstatistiksel paket programlar
her alandan araştırmacıların istatistik yapabilmesine olanak sağlarken, sıradan gazete, dergi okurları da dahil
olmak üzere, yapılan bilimsel çalışmalardan yararlanması gereken herkesin, istatistik bilmesi zorunlu hale
gelmektedir. Son yıllarda sıkça telafuz edilen ve dilimize "istatistiksel okuryazarlık" olarak çevrilebilecek olan
“statistical literacy” kavramı, bir istatistiksel okuma yazma seferberliğinin başlatılması gereğine vurgu
yapmaktadır. Yıllar içinde, diğer alanlarda olduğu gibi tıp alanında da, bir yandan çeşitli istatistiksel yöntemleri
kullanan araştırmaların sayısı artarken, diğer yandan bu çalışmalarda yapılan istatistiksel hatalar ve eksiklikler de
ayrıca araştırma ve yayın konusu olmaya devam etmektedir. İstatistiksel okuryazarlığın arttırılması ve kalitesinin
iyileştirilmesi, özelikle tıp gibi hayati öneme sahip bir alanda standardı daha yüksek yayınlar ortaya çıkması
açısından bir gerekliliktir. Araştırmalarda yapılan hatalar genellikle deneyin tasarımı aşamasında başlayıp,
verilerin elde edilmesi, analiz edilmesi, yorumlanması ve sunulması aşamalarını kapsamaktadır. Hataların en aza
indirgenmesini sağlayacak bir eğitim programı başta istatistiğin; değişkenlik, rasgelelik, homojenlik, istatistiksel
anlamlılık, geçerlilik ve güvenilirlik gibi temel prensiplerini, daha sonra da ileri istatistiksel yöntemler ile, her
istatistiksel yöntemin sağlaması gereken varsayımları kapsamalıdır. Anahtar kelimeler: istatistiksel okuryazarlık,
istatistiksel hatalar, istatistiksel anlamlılık, geçerlilik, güvenilirlik.
6 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Malignant And Non-malignant Lung Tissue Areas Are Differentially Populated


By Natural Killer Cells And Regulatory T Cells In Non-small Cell Lung Cancer

Esendağlı G 1,2,*, Bruderek K 1, Goldmann T 3, Busche A 1, Branscheid D 4, Vollmer E 3,


Brandau S 1,5

1 Division Of Immunotherapy, Department Of Immunology And Cell Biology, Research Center Borstel,
Borstel, Germany. * 2 Department Of Basic Oncology, Institute Of Oncology, Hacettepe University,
Ankara, Turkey. * 3 Division Of Clinical And Experimental Pathology, Department Of Clinical Medicine,
Research Center Borstel, Borstel, Germany. * 4 Department Of Thoracic Surgery, Grosshansdorf
Hospital, Grosshansdorf, Germany. * 5 Department Of Otorhinolaryngology, Head And Neck Surgery,
University Duisburg-essen, Essen, Germany

Even though the lung represents a special immune compartment with the capacity of a high inflammatory
response, ineffective anti-tumour immunity is common in lung-associated malignancies. We asked whether a
differential composition of the immune cell infiltrate in malignant (MLTAs) and non-malignant lung tissue areas
(N-MLTAs) exists and might potentially contribute to this effect. We performed a comparative analysis of
immune cells residing in MLTAs and N-MLTAs of non-small cell lung cancer (NSCLC) patients. To this end, we
used immunophenotyping and functional analyses on directly isolated immune cells and tissue arrays on
archived paraffin-embedded specimens. A strong T cell infiltration was prominent in both tissue compartments
whereas CD4+CD25+CD127- T regulatory cells were present in MLTAs only. Nonetheless, concurrent
functional ex vivo T cell analyses revealed no significant difference between T cells of MLTA and N-MLTA,
suggesting that tumour-infiltrating T cells were not functionally impaired. Interestingly, T cell infiltration was
less pronounced in specimens with a high neutrophilic infiltrate. NK cell infiltration was strikingly heterogenous
between MLTA and N-MLTA. While NK cells were almost absent in the malignant tissue regions, non-malignant
counterparts were selectively populated by NK cells and those NK cells showed strong cytotoxic activity ex
vivo. We report that malignant and non-malignant tissue areas in NSCLC are selectively infiltrated by certain
immune cell types with NK cells being displaced from the tumour tissue. These phenomena have important
implications for tumour immunology of NSCLC and should be considered for the development of future
immunologic intervention therapies.
7 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

ENDEMİK ALKANNA TÜRÜNDEN İZOLE EDİLEN TOPOİZOMERAZ


İNHİBİTÖRLERİ VE BUNLARIN KANSER HÜCRELERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Canan Sevimlia, Serdar Şenolb, İsmail Akgüna, Özgen C. Alankuşc, Erdal Bedira and Kemal S. Korkmaza
a
Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü, Bornova, İzmir, Türkiye
b
Ege Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Bornova, İzmir, Türkiye
c
Ege Üniversitesi, Fen Fakültesi, Kimya Bölümü, Bornova, İzmir, Türkiye

DNA topoizomeraz inhibitörleri olarak farmakolojik aktif antitümör bileşiklerin tanımlanması ve karakterize
edilmesi için devam eden çalışmamızın bu kısmında, bir Türk endemik türü olan Alkanna pseudotinctoria
Hausskn. ex Hub.-Mor. üzerinde biyo aktivite rehberli izolasyon gerçekleştirdik.
A. pseudotinctoria Hausskn. ex Hub.-Mor. örnekleri toplanıp tanımlandı. Kurutulup, toz haline getirilen kök ve
gövde kısımları hekzan, diklorometan ve metanol ile sırasıyla ekstre edildi. Aktif moleküllerin saflaştırılması,
biyolojik aktivite testlerinde yüksek aktivite gösteren, hekzan ve diklorometan ekstreleri kullanılarak
gerçekleştirildi. Biyo aktivite rehberli fraksiyonlama çalışmaları 4 bileşiğin (1-4) izolasyonu ile sonuçlandırıldı.
Bileşiklerin yapıları 1D-NMR ve LC-ESI-MS teknikleri ile β,β-dimetilakrilşikonin(1), asetilşikonin (2),
deoksişikonin(3) olarak aydınlatıldı. Bileşik 4’ün yapı tayini çalışmaları halen devam
etmektedir. Diklorometan ekstresinden izole edilen bileşik 1’in hücresel toksisitesi, MTT ile MCF7, PC-3,
DU 145, LNCaP hücreleri üzerinde test edildi. IC 50 değeri sırasıyla 3.4, 6.8, 27, ve ≥54µM olarak sözü geçen
hücrelerde saptandı. Topoizomeraz I enzim inhibisyonu, plazmit DNA gevşeme denemeleri ile çalışılarak,
potansiyel inhibisyon ≤3.4µM konsantrasyon olarak gözlendi. Bu denemelerde, pozitif kontrol olarak,
topoizomeraz I enziminin potansiyel inhibitörü CPT-11 (CAMPTOSAR®, irinotekan) kullanıldı.
Hekzan ekstresinden elde edilen diğer saf moleküllerin (2-4) karşılaştırmalı sitotoksik aktivite testlerinde,
özellikle bileşik 3, en yüksek aktiviteyi gösterdi. MCF7, PC-3, DU145, LNCaP hücreleri üzerinde bu bileşiğin
IC50 değerleri sırasıyla 1.25, 1.25, 5 ve 5μg/ml olarak bulundu.
DNA hasarının ayırıcı özelliği olarak bilinen H2AX fosforilasyon seviyesini analiz etmek için immunofloresan
kullanıldı. Pozitif kontrol CPT-11 ile karşılaştırıldığında, MCF7 ve PC-3 hücrelerinde, tüm saf moleküllerin daha
yüksek H2AX fosforilasyon düzeyine sahip olduğu gözlendi. En yüksek H2AX fosforilasyon düzeyini, 10μg/ml
konsantrasyonda yine bileşik 3 gösterdi. Sonraki çalışmalarda, H2AX fosforilasyonu ile topoizomeraz I
inhibitörü fonksiyonu ilişkilendirilecektir. Ayrıca DNA hasarı ve apoptoz yolak gen ekspresyonları, caspase
enzim düzeyi ve DNA fragmentasyonları çalışılacaktır.
Bu çalışmada, endemik Alkanna pseudotinctoria gibi doğal kaynaklardan izole edilen topoizomeraz I
inhibitörleri çalışılmıştır. İzole edilen moleküller, DNA hasarı aracılıklı apoptosis ile insan kanser hücre hattının
çoğalmasını etkin olarak engelleyerek, özellikle anti kanser bileşikler olarak umut vaat etmektedir.
8 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Kolon Kanser Hücre Hattinda Folfox Ve Folfiri Kemoterapi Kombinasyonlarinin


Sitotoksik Etkilerinin Belirlenmesinde Sitokeratin-18’in Gücü

Zekiye Altun1*, Serpil T. Akhisaroğlu1, Janserey Batu2, Halil Ateş3, Hatice Giray4, Semra
Koçtürk2

Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü1, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya2 ,
Hematoloji3 Ve Halk Sağlığı4 Anabilim Dalları, 35340 Inciraltı-izmir

Giriş: Günümüzde ileri evre kolon kanserinde kullanılan FOLFOX ve FOLFIRI kemoterapi şeması yeterli
sağaltım sağlamak yönünden onkologları memnun etmekten uzaktır. Sitokeratin-18 (CK-18), kemoterapi
etkinliğinin erken dönemde izleminde kullanıma aday olan bir hücre ölüm belirteçidir. Sitokeratin-18’in epitelyal
kanserlerdeki yanıt izleminde kullanımına yönelik çalışmalar gün geçtikçe artmaktadır. Amaç: İn-vivo uygulanan
FOLFOX ve FOLFIRI kemoterapi şeması kullanılarak CK-18’in HCT–116 insan kolon karsinoma hücre
hattında in-vitro yanıtını belirlemek ve hücrenin apoptotik / total ölümü ile CK-18’in salınımı arasındaki ilişkiyi
araştırmaktır. Yöntem: HCT–116 insan kolon karsinoma hücre hattında FOLFOX ile FOLFIRI kombinasyonları
in-vivo kullanılan oranlar göz önüne alınarak değişik dozlarda uygulandı. Hücre canlılığı MTT testi ile 24, 48 ve
72 saatlik inkübasyonlarla değerlendirildi. Annexin-V (Flow Cytometry) testi ile apoptotik/total hücre ölüm
oranları saptandı. Sitokeratin-18’in apoptotik hücre ölümünü yansıtan M30 (ELISA) testi ve total hücre ölümünü
yansıtan M65 (ELISA) testi belirlenen dozlarda 24., 48. ve 72. saatlerde saptandı. Sonuçlar: Hücre canlılık testi
ile in-vivo dozları ile uyumlu olarak seçilen dozlardaki FOLFOX ve FOLFIRI kombinasyonlarının %50
oranında hücre ölümüne neden olduğu 72.saatte saptandı. Apoptoz yüzdesi FOLFOX kombinasyonunda 24.
saatte % 1.33, 48. saatte % 2.65 ve 72. saatte % 0.63 olarak, FOLFIRI kombinasyonunda ise apoptoz 24. saatte
% 5.93, 48. saatte % 9.2 ve 72. saatte % 0.3 olarak Annexin-V testi ile saptandı. FOLFOX kombinasyonu ile
9.98, 48. saatte±CK-18’in M30 antijen konsantrasyonunun 24. saatte 387 14.01 U/L olarak kontrol grubuna göre
anlamlı±108.51 ve 72. saatte 2311±1887 ölçüde artış gösterdiği saptandı (p<0.05). FOLFIRI kombinasyonu ile
CK-18’in 48.02 ve 72.±12.21, 48. saatte 388±M30 antijen konsantrasyonunun 24. saatte 141 37.97 U/L olarak
kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde artış gösterdiği±saatte 641 belirlendi (p<0.05). Annexin-V testi ile
belirlenen apoptotik/total hücre ölüm oranları ile CK-18 testlerinin yansıttığı apoptotik/total hücre ölüm
oranlarının yüksek oranda korelasyon gösterdiği saptandı. Tartışma: Kolorektal kanser tedavisinde in-vivo
kullanılan dozların in-vitro uygulamada da hücre ölümüne neden olduğu belirlendi. Onkologların memnuniyetini
sağlayamayan FOLFOX ve FOLFIRI kombinasyonlarının in-vitro uygulamamızda daha çok apoptotik olmayan
hücre ölümüne yol açtığı hem Annexin-V hem de CK–18 testleri ve her iki testin korelasyonu ile saptandı. Kolon
kanser hücrelerinde CK–18 testlerinin hücre ölüm tipini ayrımlamadaki gücünün belirlenmesi ile bu testin
kolorektal kanserlerde de kullanılabileceği öngörülmektedir.
9 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Nöroblastom Oluşumunda Siklin Bağımlı Kinaz Inhibitörü P16’nın Rolü

Safiye Aktaş*1, Zeynep Zadeoğluları1, Aydan Çavuşoğlu1, Gülden Diniz2, Ayşe Erbay2, Canan
Vergin2, Nur Olgun1.

Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Lisans Üstü Eğitim Grubu1, Izmir Dr
Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi2.

Giriş: Nöroblastom biyolojik gelişim sürecinin iyi anlaşılması, nöral krest hücrelerinin adrenal medullaya
migrasyon, duraklama ve hücre farklılaşma mekanizmalarının sırlarının çözülmesi ile mümkün olacaktır.P16
geni de, bu tümör için hala gizemini korumaktadır. Bu gen hücre siklüs duraklamasında yer alan siklin bağımlı
kinaz inhibitör ailesinin bir üyesi, tümör süpresör gendir. Amaç: Bu çalışmada, normal adrenal medülla, adrenal
medüllada blastik kalıntılar, adrenal medüllada nöroblastoma in situ ve nöroblastom biopsi materyalleri ve
kemoterapi sonrası diferansiyasyon göstermiş ameliyat materyali tümör dokularından oluşturduğumuz oluşum ve
diferansiyasyon modelinde, siklin bağımlı kinaz inhibitörü P16 ekspresyonunun rolünün araştırılması
amaçlanmıştır. Metod: Çalışma 11’i erkek, 12’si kız 23 olguya ait olmak üzere toplam31 örnek içermektedir. Dr
Behçet Uz Çocuk Hastanesinde 1989-2007 yıllarında pre ve postnatal otopsi uygulanmış olan 230 olgunun arşiv
adrenal kesitleri taranmıştır. Adrenal medüllayı örnekleyen 5, adrenal medüllada blastik kalıntı alanları içeren 5,
nöroblastoma in situ odağı içeren 5 olgunun bloklarından kesitler hazırlanmıştır. Bunlarla birlikte 2001-2006
yılları arasında nöroblastom tanısı almış 8 hastanın biopsi ve kemoterapi sonrası operasyon materyaline ait 16
adet tümör kesitinde immunhistokimyasal yöntemle p16 ekspresyonu araştırılmıştır. %20’nin üzerindeki nükleer
ekspresyon pozitif olarak kabul edilmiştir. Sonuç: Otopsi adrenal olguları, 20 haftalık fetüs ile 36 aylık bebek yaş
aralığındadır. Nöroblastom olgularının ortalama yaşı, 45 aydır. P16; 14 örnekte pozitif, 17 örnekte negatiftir.
Normal adrenal medüller dokuların tümünde, p16 pozitiftir. Blastik kalıntıların 4 tanesi negatif iken, bir adet 20
haftalık fetüse ait olguda p16 pozitif saptanmıştır. Nöroblastom biopsi olgularının tümünde p16 negatif, tedavi
sonrası ganglionörom ve ganglionöroblastom görünümünde diferansiye olmuş tümör hücrelerinde p16 pozitif
saptanmıştır. Tartışma: Bulgular siklin bağımlı kinaz inhibitörü olan p16 ekspresyonunun intrauterin süreçte,
adrenal medullaya göç eden nöral krest hücrelerinin hücre siklusu duraklaması ile prolifere olmasını durdurmaya
katkısı olduğunu desteklemekte ve p16’nın nöroblastom gelişimine önleyici etkisi olduğunu düşündürtmektedir.
Ayrıca, primer tümörde nöroblastom hücrelerinde p16 ekspresyonu gözlenmemiştir. Bu hücreler, kemoterapi ile
diferansiye olurken yeniden p16 ekspresyonu göstermektedir. Sonuç olarak hücre siklüs progresyonu p16’nın da
katkısı ile duraklatılarak proliferasyon engellenmektedir. P16 nöroblastomda yeni tedavi araştırmalarında uygun
bir hedef olma izlenimi vermektedir. Bu amaçla p16 ve diğer siklus ilişkili gen ve protein ürünleri ile bunların
epigenetik modifikasyonların, oluşturduğumuz bu model ve benzerlerinde çalışılması uygun olacaktır.
10 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Kök Hücre Çalışmalarında Gmp Koşullarının Önemi Ve Validasyon Master Plan


Standardizasyonu

Aysel Tenik Yurtsever*, T. Firuze Başar, Şule Özdaş

Istanbul Teknik Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Merkezi Onkim Kök Hücre

Kök hücreler farklı kaynaklardan elde edilen, farklılaşmamış, vücuttaki diğer hücrelere dönüşebilme yetisinde
olan, sınırsız bölünebilen, kendilerini yenileyebilen ana hücrelerdir. Kök hücreler sahip oldukları bu özellikler
sayesinde çok çeşitli hastalığın tedavisinde kullanılabilmektedir. Kök hücre tedavileri sıklıkla dokuların onarımı
ve yeniden yapılanması amacıyla kullanılmaktadır (rejeneratif tıp). Bu amaçla gerekli dokuya özgü onarımı
yapacak yeterli sayıda, kararlı kök hücre elde edilmesi başlangıçtaki esas hedeftir. Elde edilen kök hücrelerin,
plastisite özelliğinden yararlanılarak çeşitli hormonlara, büyüme faktörlerine, sitokinlere, kimyasallara,
elektriksel sinyallerine ve bazen de mekanik strese maruz bırakılarak onarımı hedeflenen ya da yeniden
yapılanması istenen dokuların hücrelerine farklılaşması sağlanır. Farklılaşmada özellikle kök hücrelerin içinde ya
da üzerinde bulundukları ortamın onların farklılaşma yönünü belirlediği bilinmektedir. Günümüzde özellikle
mezenkimal kök hücrelerin çok çeşitli sayıda doku tipine farklılaşabildiği gözlemlenmiştir. Kök hücrelerin bu
farklılaşma süreçleri çok özel ve hassas koşullarda gerçekleştirilir. Klinik alanda hastalara nakledilecek bu
hücreler “GMP – Good Manufactoring Practice yani İÜU – İyi Üretim Uygulamaları” kurallarına uygun olarak
in vitro olarak müdahaleye uğratılırlar. Farklılaşma için sağlanacak özel ortamın geliştirilmesi, üzerinde
oluşturulacak stres koşullarının belirlenmesi, kullanılacak farklılaşma faktörlerinin seçilmesi birer yeni
biyomühendislik dalının konusu içinde yer almaktadır. Elde edilen hücrelerin istenen yönde farklılaşıp
farklılaşmadığı ise çeşitli moleküler tanı yöntemleri ile ispatlanmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın yönetmeliği
doğrultusunda, günümüzde kan ve kan ürünlerinin ayrıştırılması ve tedavi amaçlı kullanılabilir hale getirilmesi
ile hücre ve doku kültürü çalışmaları GMP koşullarına sahip laboratuarlar tarafından yapılması zorunlu hale
gelmiştir. Bu durumda kök hücre çalışacak laboratuarların uyguladıkları prosedürler, personel ve ürünleri her
türlü GMP koşullarına uyacak tarzda, Validasyon Master Plan (VMP) standardizasyonu yapılmış olacak şekilde
planlanmış olmalıdır. VMP standardizasyonu GMP koşulları sağlanmasında bir zorunluluktur. VMP içeriğinde
laboratuar tesisinin planından personel akış şemasına, bilgisayar sistem validasyonundan havalandırma sistemi
hizmet sınırlarına kadar çok çeşitli detaylı planlama, analiz ve belgelendirme protokolü içermektedir.
11 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Hand-shaking Of Imatinib Mesylate With Lithium Chloride And


Medroxyprogesterone Acetate In The Treatment Of Human Endometrial
Adenocarcinoma Cell Line Ishikawa.

Mine Erguven*, Ayhan Bilir**, Tulay Irez***, Seyfettin Uludag***, Selame Nuray Atilmis**,
Esin Aktas****, Ebru Karabulut**, Erkut Attar*****.

* Department of Biochemistry, Istanbul University, Faculty Of Pharmacy, Istanbul-turkey;


** Department Of Histology And Embryology, Istanbul Faculty Of Medicine, Istanbul-turkey;
*** Department Of Obstetrics And Gynecology, Cerrahpasa Faculty Of Medicine, Istanbul-turkey;
**** Department Of Immunology, Istanbul University, Institute For Experimental Medicine (detae),
Istanbul-turkey;
***** Department Of Obstetrics And Gynecology, Istanbul Faculty Of Medicine, Istanbul-turkey.

Endometrial cancer is the fourth most common cancer found in women after breast cancer, lung cancer and colon
cancer. Excess estrogen levels as a result of unopposed estrogen exposure especially in the setting of insufficient
progesterone or the presence of estrogen-secreting tumors, long tamoxifen therapy in the treatment of breast
cancer has been shown among the major risk factors for the etiology of endometrial cancer. In the present study,
we aimed to investigate the time and dose dependent effects of lithium chloride (LiCl) and medroxyprogesterone
acetate (MPA) on imatinib mesylate (IM)-induced cytotoxicity both in monolayer and three dimensional
(spheroid) cultures of highly differentiated human endometrial adenocarcinoma cell line Ishikawa. The IC50
concentrations were determined as 50µM, 100µM, 200µM for IM, LiCl and MPA, respectively. The combination
therapy effects on cell growth, cell cycle (flow cytometry based on propidium iodide staining) and apoptosis
(flow cytometry based on annexin-V-FITC staining) for 72 hours and spheroid morphology (transmission
electron microscopy) for 24 hours were investigated. As all singly applied drug groups by itself showed anti-
proliferative effects, the IM-LiCl and IM-MPA combination potently inhibited cell proliferation. Induction of
apoptosis by the combination groups was more potent than singly applied drugs and this induction occurred in
concert with the decrease in cell number. Cell cycle analysis indicated that their exposure to all agents decreased
the proportion of cells in the S phase and increased the proportion in the G0/G1 phase. MPA and the combination
groups were the most effective groups for inducing G0/G1 phase arrest. The control group exhibited normal
morphology, characterized by fine texture of nuclear chromatin defined as heterochromatic nuclei, intact nuclear
membrane, tubular structure of mitochondria, rare lipid droplets, intact cytoplasmic membrane and many
microvilli which were in contact with other cells. When compared to the control group, IM-treated group
exhibited a different morphology in terms of euchromatic nuclei, cytoplasmic lysis, mitochondria damage, many
small vacuoles and huge vacuoles, presumably autophagic vacuoles, membrane alterations as reduced or lost
microvilli and lost cytoplasmic membrane integrity. LiCl treated group exhibited pyknotic nucleus and/or
nucleus invagination, increased vacuoles or foamy vacuolated cytoplasm, many lipid droplets, many autophagic
vacuoles and presumably multilamellar body formation and the fusion of cytoplasma membranes. MPA-treated
group revealed two cell types: one type possessed morphology similar to the control group and the other
possessed nucleus invagination, mild mitochondria damage, foamy-vacuolated cytoplasm and presumably
multilamellar bodies. In concordance with other results from proliferation index, apoptosis and flow cytometry,
transmission electron micrographs supported increased efficiency of IM with MPA and IM with LiCl. The IM
with MPA showed severe mitochondria damage and the package of mitochondria, presumably autophagic
vacuoles with multilamellar bodies inside, multilamellar body formation, mild endoplasmic reticulum cisternae
damage. The IM with LiCl showed severe mitochondria damage, severe endoplasmic reticulum cisternae
damage, presumably multilamellar body formation, cytoplasmic lysis, microvilli loss and the increase of
intercellular space (the loss of cell contact). These agents could exert their cytotoxicity through with their ability
of increase apoptosis by mitochondria damage and/or endoplasmic reticulum stress, cell cycle arrest, repression
and/or inhibition of estogen effects (repression and/or inhibition of mitogenic signalling of growth factors) and
p-glycoprotein. There are two major questions that remain open for future research: (1) How does lithium
chloride lead to the fusion of cytoplasma membranes? (2) Which pathways (Wnt-GSK-3β, IP3, P53, caspases,
cell cycle components, calcium and cAMP levels, estrogen levels, p-glycoprotein and other pathways) take part
in the increased efficiency of the combination group? In conclusion, our results give experimental support to the
hypothesis that imatinib mesylate with lithium chloride and medroxyprogesterone acetate can be used as
modulators of tumor cell chemosensitivity and provide the rationale for in vivo endometrium cancer preclinical
investigation. Keywords: İmatinib mesylate, lithium chloride, medroxyprogesterone acetate, Ishikawa
endometrial cancer.
12 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

BALB/C FAREDE GÖRÜLEN YENİ BİR SPONTAN TÜMÖR

Seyhan ALTUN, Şenay YILDIRIM*, Handan KAYA, Ayşe TOPUZ

İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü,Genel Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul. *Marmara
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul.

Kanser gelişimi ve tedavisi ile ilgili yapılan araştırmalar, ya in vitro olarak yetiştirilen tümöral karakterli hücre
kültürleri ya da deney hayvanlarında oluşturulan deneysel tümör modelleri üzerinde yürütülmektedir. Deneysel
tümörler kimyasal maddelerle oluşturulabildiği gibi, fare veya sıçanda ortaya çıkan spontan bir tümörün
hayvandan hayvana seri transplantasyonları sonucunda standart deneysel tümör haline dönüşebilmektedir. Çok
uzun olan bu süreçte tümörün morfolojik ve biyolojik özelliklerinin saptanması gerekmektedir. Örneğin, ilk defa
1905 yılında spontan olarak tespit edilen katı Ehrlich meme karsinomu 1945 yılından itibaren sıvı hale
dönüştürülmüş ve Ehrlich Ascites Tümör (EAT) adı ile standart deneysel bir tümör olarak, günümüzde pek çok
araştırmada kullanılmaktadır. Çalışmamızın amacı Balb/C ırkı farede oluşan yeni bir spontan tümörün
özelliklerini araştırmaktır Balb/C ırkı, yaşlı, erkek bir farenin (Mus musculus) vücudunun sağ yan tarafında ön
ve arka ekstremitelerin arasında kalan bölgede deri altında gözlemlenen spontan tümör dengeli tuz çözeltisi
(HBSS) içerisinde parçalara ayrılarak, Balb/C ırkı erkek ve dişi farelerin deri altına transplante edilmiştir. Birinci
generasyonda yapısal farklılık gösteren A1 ve A2 tümörleri elde edilmiştir. A1 tümörü makroskopik ve
mikroskopik olarak incelenmiş, immünohistokimyasal analizleri yapılmıştır. Elde edilen A1 tümörü, yedinci A2
tümörü ise, onbirinci generasyona kadar erkek ve dişi farelere seri olarak transplante edilmiştir. A1 tümörü
makroskopik olarak etsi kıvamda, fibriler görünümde, kirli beyaz renkte, mikroskopik olarak ise, genellikle
solid, kısmen kordonlar içeren ve arada fibrovasküler çatı oluşturan neoplazm yapısındadır. A2 tümörü de A1
tümörü ile benzer özellikler göstermekle beraber, sarımsı renkte olup, fokal osseocartilaginöz diferensiyasyon,
nekroz ve mitoz içeren atipik fuziform hücre özellikleri nedeniyle A1 den ayrılmaktadır. İmmunohistokimyasal
analizde her iki tip tümör hücrelerinde de pan-sitokeratin (CK), CK 18, vimentin, dezmin ve CD 34 ile diffüz
ekspresyon izlenirken, düz kas aktin (SMA), epitelyal membran antijenle (EMA) ekspresyon saptanmamıştır.
CK ve vimentinin koekspresyonu bu tümörlerin karakteristik özelliği olup tümöre “epiteloid sarkom” tanısı
konulmuştur. Günümüzde bu tümörlerin histogenezi tam olarak bilinmemekte olup, histogenezi ve büyüme
kinetikleri araştırılmaktadır.
13 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Folfox Tedavisi Alan Kolon Kanserli Hastalarin Tedaviye Yanitinin Izleminde


Serum Sitokeratin 18 Düzeyleri

Janserey Batu1, Serpil T. Akhisaroğlu2 *, Zekiye Altun2, Hatice Giray3, Uğur Yılmaz4, Semra
Koçtürk1

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya1, Halk Sağlığı3 Ve Iç Hastalıkları4 Anabilim Dalları,
Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü2, Inciraltı-izmir

Giriş: Sitokeratinler (CK), hem normal hem de transforme epitel hücrelerinde bulunan ve çoğu kanser çeşidinde
eksprese olan proteinlerdir. Serumda CK18’in kaspaz kesimli fragmanına spesifik M30 antijeni apoptotik hücre
ölümünü, M65 antijeni total hücre ölümünü yansıtmaktadır. Amaç: Kolon kanserli hastaların kemoterapi
sürecinde tedaviye yanıtının izleminde serum CK18’in yararlılığının değerlendirilmesi. Yöntem: Bu çalışmada;
DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Kolon Konseyinde kemoterapi (FOLFOX) verilmesi kararlaştırılan 17 kolorektal
kanserli hastadan (6 metastatik, 11 adjuvan) alınan kanlarda CK 18’in M30 ve M65 protein düzeyleri ölçülerek
kullanılan kemoterapötik ajanın etkinliği tedavi sırasında izlenmeye çalışıldı. Kan örnekleri 1., 3. ve 6.
kemoterapi kürlerinin 0.,2. ve 14. günlerinde alındı. Serumda CK 18 düzeylerinin saptanması için M65-ELISA
(Peviva, AB-Sweeden) ve M30-ELISA (Peviva,AB-Sweeden) kitleri kullanıldı. CEA düzeyleri, otoanalizörde
(Immulite-Roche) ölçüldü. Sonuç: Metastatik hastalar kemoterapi sonunda RECIST kriterlerine göre, üçü kısmi
yanıt, üçü ilerleyici hastalık olarak değerlendirildi. Alınan örneklerde saptanan M30, M65 ve CEA değerleri
klinik değerlendirmeler ile birlikte yorumlandı. Kısmi yanıt veren üç hastanın M30 ve M65 değerlerinde (1,2-3
kat) artış görülürken, iki hastada CEA değerlerinde %30 oranında azalma saptandı. Bu hastalarda M30 ve M65
değerlerinde 1. kürden itibaren artış görülmesine karşın (maksimum 3. kürde ) CEA değerlerinde azalma
saptanmadı. Kemoterapiye yanıt vermeyen ilerleyici hastalıkta M30 ve M65 değerlerinde iki hastada düşüş bir
hastada artış saptanmasına karşın bu hastaların üçünde de CEA değerlerinin azaldığı saptandı. Progresyonsuz
hastalarda M30 ve M65 değerlerinin birinci kürden itibaren kademeli olarak artış gösterdiği ve altıncı kürün
sonunda yaklaşık üç kat arttığı saptandı. Tartışma: M30 değerlerinde kısmi yanıt veren hastalarda üçüncü kürde
artış görülmesi, ilerleyici hastalıkta artış görülmemesi; M30’un kolon kanserli hastalarda erken yanıt izleminde
CEA’dan daha duyarlı bir belirteç olabileceğini düşündürmektedir. Progresyonsuz hastalarda altıncı kürde M30
ve M65 artışının kemoterapinin yan etkisi olan hücre ölümüne bağlı olabileceği öngörülmektedir. Daha yüksek
hasta sayısı ile yapılacak çalışmalar sonucunda CK 18’in kolon kanser tedavi etkinliğini takipte de umut verici
bir belirteç olabileceği düşünülmektedir.
14 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Anti –vegf Ajan Bevakizumab’ın Civciv Koryoallantoik Membran (cam) Üzerine


Etkisi

Taner Özgürtaş*, Ibrahim Aydın, Serkan Tapan, Şerif Akman, M. Kemal Erbil

Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Biyokimya Ve Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara

Bu çalışmanın amacı, Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonunun tedavisinde sıkça kullanılan Bevakizumab’ın (non
selektif anti-VEGF preparat) anti-anjiyojenik etkinliğini civciv koryoallantoik membran modelinde göstermektir.
Çalışmada, Atak-S cinsi tavuklardan alınan döllenmiş yumurtalar kullanıldı. Yumurtalar uygun nem ve sıcaklık
şartları altında uygulamanın yapılacağı 5. güne kadar bekletildi. Daha sonra, Bevakizumab’ın farklı
konsantrasyonları yumurtalara uygulandı ve sonuçlar değerlendirilinceye kadar uygun koşullarda saklandı.
Sonuçlar, uygulama sonrası 48. saatte değerlendirildi. Bevakizumab’ın insanlarda olumlu klinik etkilerine
rağmen, civciv koryoallantoik membran modelinde anti-anjiyojenik etkileri gözlenmedi. Bu sonuçların, seçilen
ilaç dozlarının yetersizliğinden veya insan ve civciv VEGF isoformlarının farklı homolojilerinden kaynaklanmış
olabileceği düşünülmüş ve bu nedenle daha detaylı çalışmalara ihtiyaç olduğu değerlendirilmiştir.
15 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Is Human Y Chromosome Carcinogen?

Ekrem Dundar*, Nurten Çanakçı

Βalikesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü

In this study, a haplotype containing about 7 SNPs presenting significant correlation with common cancer types
at various extends, has been described. The haplotype is located on Xq21 region of chromosome X and consists
of about 1200 nucleotides. Interestingly it has a 90% similarity with one of the tumor suppressor candidate genes
but no identical mRNA hits for this region has been reported by now. In this respect, the region appears to be
regarded as a pseudogene while in fact it could be a cis element or a type of small RNA (miRNA, snRNA,
siRNA etc.) coding DNA somehow associated with cancer. While with some SNPs presenting up to 95%
correlation with some cancer types and hence these results can be readily used to device a cancer susceptibility
test, even more interesting observation is that, this region has an allele at chromosome Y which has more or less
the same SNPs but these SNPs carry the same nucleotides as those of cancer patients. This interesting finding
suggest the need to explore the potential of this wild type sequence at chromosome Y to be involved in common
cancer types probably when not suppressed with its X allele. The final interesting discussion this result brings up
is the molecular explanation for the gender bias of some cancer types (especially in Turkey), lung cancer being
the most prominent one. Key Words: Xq21, common cancer types, cancer susceptibility.
16 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Transisyonel Hücre Karsinomu Olan Mesane Kanserli Olgularda DMBT1


(Deleted Malignant Brain Tumours 1) Gen Ekspresyonunun Değerlendirilmesi

Yavuz Dodurga*, Çığır Biray Avci, Sunde Yilmaz, Z. Özlem Doğan, Sinem Numanoğlu, Zehra
Kesen, Canten Tataroğlu, N. Lale Şatıroğlu-Tufan, Cumhur Gündüz

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tıbbi Biyoloji AD,Izmir* Denizli Devlet Hastanesi Patoloji Bölümü,
Denizli* Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi,Patoloji AD,Aydın* Pamukkale Üniversitesi Tıp
Fakültesi,Tıbbi Biyoloji AD,Denizli

Giriş: Üriner sistemde meydana gelen kanserlerin büyük kısmı mesaneden gelişmekte olup erkeklerde dördüncü
sırada görülen en yaygın kanser türüdür. Tanı sırasında yaş ortalaması yaklaşık 65’tir. Mesane kanseri
olgularında tanı konulduğu anda bulguların yaklaşık % 85’i mesanede sınırlandırılmış olup, % 15’i bölgesel lenf
düğümlerine veya uzak bölgelere yayılmış olarak görülür. DMBT1 (Deleted in malignant brain tumors 1)
geninin, epitelial kanserlerde tümör baskılayıcı aday bir gen olduğu düşünülmekte olup, kromozom 10q25.3–
26.1 bölgesine lokalizedir. Bu gen ürününün mukozal savunma sistemi, hücresel immün sistem ve epitelyum
hücre farklılaşmasında rol aldığı düşünülmektedir. Amaç: Parafine gömülü mesane transizyonel hücreli karsinom
örneklerinde DMBT1 geni mRNA ekspresyonunun kantitasyonu ve çıkan sonuçların olguların kliniği ile
korelasyonu ve DMBT1 gen eksresyonunun mesane kanserinin prognozunda bir bio-maker olarak kullanılıp
kullanılmayacağının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Denizli Devlet Hastanesi Patoloji
bölümünden tranzisyonel hücre karsinomu tanısı almış 56 olguya ait mesane parafine gömülü doku örneği
çalışma kapsamına alınmıştır. Doku örneklerinden 15 mikronluk kesitler alındıktan ve deparafinizasyon
sonrasında total RNA izolasyonu High Pure RNA Paraffin Kit’i (Roche Applied Science, Germany) protokolü
kullanılarak gerçekleştirildi. DMBT1 gen ekspresyonu Real Time Reverse Transkriptaz PCR (RT-PCR) ile
gerçekleştirildi ve GAPDH gen ekspresyona oranlanarak rölatif oranlar saptandı. Sonuç ve Tartışma: Tüm
olgularda total RNA izolasyonu gerçekleştirildi (%100). DMBT1 gen ekspresyonu sonuçları değerlendirildiğinde
tüm olgularda ekspresyon gözlendi. Tümör derecesine göre guruplandırıldığında 5 olgu Grade 1 (%8,9), 25 olgu
grade 2 (%44,6), 26 olgu grade 3 (%46,4) tür. DMBT1 gen ekspresyonu cinsiyet [49E (%87,5), 7K (%12,5)] ve
yaş [28-83 (ort.65,5±10,6)] ile karşılaştırıldığında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Tümör derecesi ile
karşılaştırıldığında; grade 1 (1231,15) ile grade 3 (78,25) arasında, DMBT1 gen ekspresyonu açısından anlamlı
azalma saptandı (p=0,028). Grade arttıkça DMBT1 gen ekspresyonunun azalması % 94,7 korele bulunmuştur.
Bu tümör baskılayıcı gen ekspresyonunun kanserde önemini gösteren Dünya’daki ilk araştırmadır. DMBT1
profili kanser kliniği ile korele edilerek değerlendirilmesi ile mesane kanserinin erken tanı ve prognozunda bir
bio-marker olabileceğini düşünmekteyiz.
17 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Ketaminin Akt-1 Fosforilasyonunu Inhibe Ederek Kanser Oluşumunu


Engellemesi

Fikret Sahin*, Nuray Yazıhan, Mehmet Taşpınar, Djursun Karasartova, Işınsu Kuzu, T. Murat
Özsan

*ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Ve Kln. Mikrobiyoloji A.b.d. *ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Moleküler Biyoloji Ve Teknoloji Arge Birimi, Fizyopatoloji B.d. *ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Tıbbi Biyoloji A.b.d *ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji A.b.d.

PI3K/ Akt / HIF-1 sinyal iletim yolunun önemli bir üyesi NFkB molekülüdür. NFkB içlerinde apoptotik
genlerinde bulunduğu bir çok genin ekspresyon ve aktivitelerini etkiliyebilmektedir. NMDA reseptör antagonisti
olan Ketaminin, bir analjezik olup NFkB’nın aktivitesini engellediği gösterilmiştir. Bu çalışmada, Ketaminin
karaciğer kanser hücreleri olan HepG2 ve Hep3B hücreleri üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Bu
amaçla, farklı dozlarda ketamin HepG2 ve Hep3B hücrelerinin kültür mediumuna eklendikten sonra, ketaminin
bu hücrelerin proliferasyonu üzerindeki etkilerini araştırdık. Sitotoksisite ve hücre siklüsü analizleri, MTT
sitotoksisite testi ve BrDu DNA işaretleme tekniği ile araştırıldı. İlginç olarak Ketaminin HepG2 üzerine
Hep3Bden daha fazla sitotoksik olarak etkilerken, Hep3B hücre siklüsünü daha fazla baskıladığını belirledik.
Ketaminin Hep3B ve HepG2 hücre siklüsü üzerindeki farklı etkilerinin Hep3B hücre serisinin p53 ve pRB
aktivitelerinin olmayışı ile direkt olarak ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Sitotoksik etkinin apoptosis ile ilgisini
araştırmak için yapılan caspase testinde her iki hücredede apoptosisin ortaya çıktığını belirledik. Ketaminin
etkisinin diğer anti kanser ilaçlarıyla kıyaslanması sonucunda , doksorubisin ve siklofosfamid’ten daha yüksek
oranda hücre üremesini engellediğini ve özellikle doksorubisin ile sinerjistik olarak yüksek oranda inhibisyon
sağladığı belirlendi. Sonraki aşamada Ketaminin hücrelerdeki fonksiyonel değişimine neden olabilecek
moleküler değişiklikler araştırıldı. Bu amaçla PI3K/ Akt-1 / HIF-1 sinyal iletim yolunda rol alan Akt-1, I
kappaB, mTOR ekspresyonları mRNA ve protein düzeyinde M-PCR ve western blot (wb) teknikleri ile
araştırıldı. Akt-1 ekspresyon düzeyinde ketaminin belirgin bir etkisinin olmamasına karşın, Akt-1 aktivitesini
gösteren Akt-1 fosforilasyonunun wb ile araştırılması sonucu dramatik olarak Akt-1 fosforilasyonunun ortadan
kalktığı gözlendi. Ayrıca, PI3K/ Akt-1 / HIF-1 sinyal iletim yolu üyelerinden HIF-1’in cDNAsı memeli vektörü
olan pcDNA vektörüne klonlandıktan sonra hücre içerinde overeksprese ettiğimizde, ketaminin sitotoksik
etkisinin belirli ölçüde önlendiğini gösterdik. Sonuç olarak, Ketamin, Akt-1 üzerinden, gerek sitotoksik olarak,
gerekse hücre siklüsünü etkileyerek hücre proliferasyonunu inhibe etmektedir. Ketaminin tek başına veya diğer
antikanser ilaçları ile birlikte kanser tedavisinde potansiyel bir anti kanser ilaç olarak kullanılabileceğini
düşünüyoruz.
18 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Antiproliferation And Induction Of Apoptosis By Rheum Ribes On Hl-60 Human


Acute Promyeloblastic Leukemia Cell Line

Pembegül Uyar*, Fevzi Özgökçe, Nursen Çoruh, Mesude Işcan

Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Biyoteknoloji Anabilimdalı, Ankara * Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Biyoloji
Bölümü, Van,

This study was designed to determine the antiproliferative and apoptotic properties of crude aqueous extract
from shoots and roots of Rheum ribes using human acute promyeloblastic leukemia (HL-60) cell line as a model
system. Dried and pulverized plant samples were extracted by distelled water at a ratio of 1:12 (w/v). HL-60
cells were cultured in the presence of various concentrations of extracts for 72 hr. The percentage of cell viability
was determined by metabolism of the tetrazolium salt XTT (2,3 - bis(2-methoxy-4-nitro-5-sulfophenyl) -5-
[(phenylamino) -carbonyl] -2H-tetrazolium hydroxide). In the present study, R. ribes was found to inhibit the
survival of human promyelocytic leukemia HL-60 cells in a concentration- and time-dependent manner. ED50
values of shoot and root extracts were calculated as 145.01 ± 0.62 µg/ml and 127.15±0.58 μg/ml , respectively.
HL-60 cells were plated at a density of 1x105 cells/ml into T75 flasks. After overnight growth, cells were
pretreated for 16 h with R. ribes extracts, dissolved in DMSO and diluted with RPMI 1640, to a final
concentration 100 µg/ml of growth medium. The final concentrations of dimethyl sulfoxide in the culture
medium were <0.1%. At the end of treatment, RNA isolation was performed for all flasks. Isolated RNAs of both
treated and non-treated cells were then reversely transcribed to cDNAs using Moloney Murine Leukemia Virus
Reverse Transcriptase (M-MuLV-RT). cDNAs were amplified using Bcl-2, Bax and GAPDH primer sets. R.
ribes shoot and root extracts affect HL-60 Bcl-2 and Bax gene expression, differentially with respect to non-
treated control groups.
19 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Mide Kanserinde Lyve-1, Vegfr-3, Cd44 Ekspresyon Düzeyleri Ile Invazyon-


metastaz Ilişkisi

Füsun Özmen*, M M Özmen, M Moran, E Özdemir, S Seçkin, D Güç, E Kansu

Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji A D ankara Numune Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi Genel Cerrahi Ve Patoloji Klinikleri, Ankara

Giriş: Mide kanserlerinde lenf nodu metastazı en önemli prognostik göstergelerden biridir. Tümördeki lenfatik
damarlanmanın bilinmesi metastaz varlığının saptanmasında önemli olabilir.Bu literatürdeki ilk çalışmada, mide
kanser dokularında lenfatik endotel belirteci olan LYVE-1, VEGFR-3 ve hücre göçünde rol alan bir hiyalüronik
asit reseptörü olan CD44 ekspresyon düzeylerine bakılması ve ekspresyon düzeyleri ile tümörün tipi, evresi,
vasküler ve perinöral invazyon ve lenf nodu tutulumu arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı. Yöntem ve
Gereç: Mide kanseri tanısı ile opere edilen 23 hastanın( 5K) tümörlü ve normal mide dokularından operasyon
sırasında örnekler alındı. Daha sonra bu dokuların total RNA izolasyonları yapılarak relatif kantitatif real-time
RT-PCR yöntemi ile LYVE-1, VEGFR-3, CD44 genlerinin ekspresyon düzeyleri saptandı ve rölatif ekspresyon
oranlarının CT yöntemi kullanıldı. Hastaların patoloji raporları da∆∆hesaplamasında değerlendirilerek
ekspresyon düzeyleri ile tümör evresi, metastaz, invazyon arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular : RT-PCR
sonuçları ve bu sonuçlarla test edilen parametreler arası ilişki tabloda gösterilmiştir. Tümörün T evresi arttıkça,
her üç genin de ekspresyon düzeyleri artmıştır. Ayrıca vasküler ve perinöral invazyon ve lenf nodu metastazı
varlığında her üç genin de ekspresyon düzeylerinde anlamlı artışlar saptanmıştır.

N LYVE-1 P CD44 P VEGFR-3 P

Lauren Tipi NS NS NS
İntestinal 11 0.72(0.15-2.66) 1.63(0.46-5.85) 1.5(0.3-5.15)
Diffüz 12 0.73(0.23-1.38) 1.74(0.28-5.65) 1.0(0.26-3.28)
Diferansiasyon 0.05 NS NS
İyi 8 0.44(0.15-1.24) 1.46(0.46-5.85) 1.30(0.3-5.15)
Orta/Kötü 15 0.88(0.23-2.66) 1.81(0.28-5.65) 1.23(0.25-3.28)
T Evresi NS NS NS
T2 1 0.15 0.6 0.6
T3 10 0.69(0.27-1.38) 1.66(0.28-5.65) 1.08(0.27-3.28)
T4 12 0.81(0.15-2.66) 1.80(0.58-5.85) 1.45(0.26-5.15)
Vasküler Invazyon 0.05 0 0.05
Yok 6 0.53(0.15-1.38) 1.04(0.50-2.80) .05 0.86(0.4-1.42)
Var 17 0.80(0.15-2.66) 1.92(0.28-5.85) 1.39(0.26-5.15)
Perinöral İnvazyon 0.04 0.03
Yok 6 0.45(0.15-1.11) 0.81(0.28-1.8) 0 0.6(0.26-1.37)
Var 17 0.82(0.15-2.66) 2.0(0.46-5.85) .01 1.48(0.3-5.15)
Lenf Nodu 0.04 0.02
Negatif 3 0.54(0.15-1.11) 1.05(0.6-1.8) 0.79(0.4-1.37)
Pozitif 20 0.75(0.15-2.66) 1.78(0.28-5.85) 0 1.32(0.26-5.15)
.01

Sonuç ve Yorum : Mide kanserlerinde LYVE-1, VEGFR-3 ve CD44 ekspresyon düzeylerinin saptanmasında
relatif kantitatif real-time RT-PCR güvenilir bir yöntemdir. İleri evre mide kanserlerinde ve özellikle vasküler,
perinöral invazyon ve lenf nodu tutulumu varlığında bu genlerin ekspresyon düzeylerindeki anlamlı artışlar
LYVE-1, VEGFR-3 ve CD44’ün invazyon ve metastazda rol aldıklarını düşündürmektedir. (# Bu çalışma
TUBİTAK-SBAG tarafından 104S581 Proje numarası ile desteklenmektedir)
20 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

YENİ TÜR O-CREZOL VE KUİNOLİN BİLEŞİKLERİNİN MRC-5 VE A549


HÜCRELERİNDE NÖTRAL KIRMIZI BOYASI VE TRİPAN MAVİSİ TESTİ İLE
SİTOTOKSİSİTE VE DNA-HÜCRE DÖNGÜSÜ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Özçimen A,1,2 Lawry J,2


1
Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, MERSİN
2
Sheffield Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kanser Çalışmaları Enstitüsü, SHEFFIELD-UK

AMAÇ: Yeni tür o-crezol ve kuinolin bileşiklerinin MRC-5 (fötal akciğer fibroblast) ve A549
(akciğer karsinoma) hücrelerinde Trypan Blue Dye Exclussion (Tripan Mavi Boyası Alımı) ve
Neutral Red Dye Uptake (Nötral Kırmızı Boya Alımı) metodu ile canlılık/sitotoksisite ve
akım sitometri ile DNA-hücre döngüsü üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.

GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada MRC-5 ve A549 hücrelerine doz ve zaman bağımlı


olarak yeni o-crezol ve kuinolin bileşikleri uygulandı. Hücreler inkübasyonu takiben canlılık
ve sitotoksik inceleme için, tripan mavi boyası ve nötral kırmızı boyası ile boyandılar. Hücre
döngüsü analizi için, DNA-hücre döngüsü belirleyicileri ile işaretlendiler. Hücreler Orthocyte
Akım Sitometri cihazında G0/G1, S ve G2/M fazındaki yüzde oranlarına göre analiz edildiler.

SONUÇLAR: Yeni o-crezol ve kuinolin bileşiklerinden olan 361D (3-N,N-dietil metil-


naftalen-1,5-diol) ve 353D (7-N,N-dietil metanil-8-hidroksi kuinolin) nolu bileşik, sitotoksik
ve hücre döngüsü açısından değerlendirildiğinde, 361D bileşiğinin A549 hücrelerinde MRC-5
hücrelerine göre daha etkin bir toksisite yaratmasına rağmen, 353D bileşiğinin çok etkin
olmadığı gözlemlenmiştir.

TARTIŞMA: Bu bileşiklerin (3-N,N-dietil metil-naftalen-1,5-diol ve 7-N,N-dietil metanil-8-


hidroksi kuinolin) farklı kanser serileri (meme ve maliyn melanoma tipi kanser hücreleri)
üzerindeki uygulamalarının etkileri de karşılaştırıldığında kemoteröpatik bir ajan olabileceği
düşünülmektedir. Ancak, in-vivo çalışmalarla da desteklenmesi gerekmektedir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER: Akım Sitometre, A549, DNA-Hücre Döngüsü, MRC-5, Nötral


Kırmızı Testi, Sitotoksisite, Tripan Mavisi Testi
21 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Drug Design Studies of the tumor associated associated isozymes Carbonic anhydrase IX
and XII

Ozen Ozensoy 1, Claudiu T Supuran2 and Oktay Arslan1


1
Balikesir University Science & Art Faculty Department of Chemistry/Biochemistry division, Cagıs
yerleskesi /Kampus, Balikesir, Turkey
2
Polo Scientifico, Laboratorio di Chimica Bioinorganica, Room 188, Universita` degli Studi di
Firenze, Via della Lastruccia 3, 50019 Sesto Fiorentino, Florence, Italy

Abstract

Recent studies have indicated that hydration of carbon dioxide makes a significant
contribution to the tumor acidity, which strongly emphasized to the importance of CA activity
in oncogenesis. Two carbonic anhydrase (CA, EC 4.2.1.1) isozymes, i.e., CA IX and XII are
overexpressed in response to hypoxia in many tumor types, and research on the involvement
of these isozymes in cancer has progressed considerably in recent years. Human CA IX (hCA
IX) is a high activity isozyme responsible for the extracellular acidification (pHe) of the
tumor microenvironment. Multiple downstream effects of this reduced pHe are associated
with tumor progression and poor prognosis. Aromatic sulfonamide compounds have been
shown to reverse the effect of tumor acidification; to inhibit the growth of cancer cells and to
suppress tumor invasion mediated by these CAs. To have a better understanding the relation
between hypoxic tumor-specific pathway and CA mediated provides the effects of this class
of compounds as a novel approach to interpret the status of healthy cells and cancerous cells
for leading to isozyme-specific or more selective inhibitors with potential applications in the
development of novel antitumor therapies.

Key words: CA IX, CA XII, hypoxia, sulfonamides, enzyme selective inhibition


___________

22 NOLU SÖZLÜ BİLDİRİ

Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserlerinde EGFR Tirozin Kinaz delesyon Mutasyonunun Biyolojik Etki
Mekanizması

Hakan Akça

Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji AD, Denizli

Amaç: Son günlerde küçük hücre dışı akciğer kanserlerinde (NSCLCs) özellikle de adeno karsinomlarda EGFR 

geninin yaklaşık olarak %20 oranında  mutasyona uğradığı gösterilmiştir. EGFR mutasyonlarının 

adenokarsinomanın öncül lezyonu olan atypical adenomatus hyperplasia (AHH) de de bulunduğunun 

açıklanması, EGFR mutasyonlarının çok adımlı olan akciğer kanseri gelişiminde erken evrelerle ilişkili 

olduklarını göstermektedir. Fakat EGFR tirozin kinaz mutasyonlarının biyolojik etkileri hala açık değildir. Biz bu 

çalışma ile, EGFR (delE746­A750) delesyon mutasyonunun down stream ve biyolojik etkilerini göstermeyi 

amaçladık

Gereç ve Yöntem: Biz bu çalışmada Akciğer kanserlerindeki EGFR mutasyonlarının


patogenik ve biyolojik önemlerini açıklamak amacıyla iki farklı yaklaşıma başvurduk.
Birincisi; ERBB ailesi reseptörlerinin ve ERBB ailesi majör down stream proteinleri olan Akt,
p44/42 MAPK ve STAT3’ün ekspresyonu ve fosforilasyonu 17 farklı hücre dizisinde
quantitative real time RT-PCR ve western blot analizleriyle araştırıldı. Diğerinde ise, EGFR
eksprese etmeyen NSCLS hücre dizisi PC13’ün kullanıldığı tranfeksiyon çalışmalarıdır. Bu
çalışmalarda PC13 hücre dizisine wild tip ve mutant EGFR retroviral infeksiyon yöntemiyle
kalıcı olarak aktarılmıştır. Böylece, sadece wilt tip EGFR ve sadece Mutant EGFR eksprese
eden hücre modeli yaratmış olduk. Bu model hücreleri kullanarak mutant ve wild tip EGFR
ekspres eden akciğer hücrelerindeki biyolojik fenotip ve EGF sinyal iletimi arasındaki
faklılıkları açıklamaya çalıştık
Sonuç: Bizim tarafımızdan PC13 hücresinde yaratılan wild tip ve mutant EGFR
ekspresyonu sadece mutant EGFR transfekte edilen hücrelerde EGF uyarımı olmaksızın
EGFR’ın kendisi, AKT, ve STAT3’ün serum çekilmesinden 24 saat sonra bile oldukça
yüksek oranda fosforile olduğunu gösterdi. serum içermeyen kültür şartlarında mutant
EGFR transfekte edilenlerin sağ kalım zamanları uzarken wilt tip transfekte edilenlerde
uzamadı. Bu sonuçlar, çok düşük EGF konsantrasyonlarında bile AKT ve/veya STAT3
yolaklarının aktivasyonu yoluyla mutant EGFR eksprese eden hücrelerin hayatta
kalabileceklerini göstermektedir. Bu sebepten dolayı EGFR mutasyonundan kazanılan
bu spesifik özellik çok safhalı akciğer kanseri gelişiminde önemli bir adım olabileceğine
inanıyoruz.

You might also like