You are on page 1of 4

MAVZER’DEN COCO COLA’YA

BEŞ DAK
İKADA KIRKIYOR
Ismail Yurdakok
ismailyurdakok@yahoo.com

Flinders kırk yaşında öldü. Ama İngiliz milletine büyük faydası olan kişilerden
biri olarak tarihe geçti. 1744-1814 yılları arasında yaşayan bu İngiliz denizcis
i ve kâşifi, yelkenli gemisiyle Hint Okyanusu’nu aştıktan sonra, ileriye doğru d
evam etti ve Avustralya’nın çevresini denizden tamamen dolaştı. Kendisinden muht
emelen iki nesil önceki gerçek veya hayal da olsa o yıllarda rastlanabilen bir o
layı; gemisinin batmasından sonra, Amerikan sahillerinde ıssız bir adaya çıkan R
obenson’un hikayesini anlatan kitap, İngiltere’de 1719 yılında ilk defa basılmış
tı. Aynı yıl dört baskı yapan Daniel Defoe’nun bu Robenson Crusoe romanını küçük
yaşlarında okuyan Flinders, Robenson’un hayatından etkilenerek, 15 yaşında dona
nmaya katıldı. Önce Orta Amerika’ya, daha sonra da, güney denizlerini takip eder
ek ulaştığı Avustralya’nın güneyindeki Tasmanya adası, 1792’de gördüğü bu yeni k
ıtanın ilk toprağı oldu. 1804’de Avustralya’ya, Avustralya adını veren Flinders’
in resmi, 1964 yılında Avustralya’da pullara basıldı ve 1966’da Güney Avustralya
’da Adelaide’da kurulan üniversiteye Flinders’in ismi verildi. Ayrıca aralarında
adalar, caddeler, milli parklar ve okulların da bulunduğu yüzden fazla yerleşim
birimi Flinders’in ismiyle isimlendirildi. Önce mahkumları gönderseler de, İngi
lizler bu yeni topraklardan hızla istifâde etmeye baktılar ve hayvancılığı hızla
geliştirdiler. Bu, dünyanın en büyük adasının, bazı yerleri kurak olsa da, geni
ş bir yer altı suları rezervi bulunduğunu da keşfettiler. El değmemiş maden kayn
akları, yüz on metre boyundaki okaliptus ağaçları ile bu yeni kıta, artık İngilt
ere’yi daha da zenginleştirecekti.
İngiltere’de eti için yetiştirilen koyun, yaklaşık dört buçuk kilo yün verirken,
Avustralya’da yünü için yetiştirilen koyunlar yılda yedi kilo yün veriyor. (Tür
kiye’de yerli koyunlar 1,5 kilo) Avustralya ve yanı başındaki Yeni Zelanda’da bi
r koyunun kırkılması beş dakika sürüyor.
Esasında, Robenson’un hikayesi, İslam dünyasından İbn Tufeyl’in yazdığı Hay bin
Yakzan’dan alınmıştı. İspanya Müslümanlarından olan İbn Tufeyl, 1106 da Gırnata’
da (Granada) doğmuş, 1186’da Fas’ın Merakeş kentinde vefat etmişti. Zaten o yıll
arda Fas ve İspanya tek bir (Müslüman) devlet olarak idare ediliyordu ve bu devl
etin başkenti İspanya’nın güneyindeki Cordova şehri idi. Esas olarak bir (İslam)
hukukçu(su) olan İbn Tufeyl, o zamanlar mükemmel eğitim veren Endülüs medresele
rinde yetişmiş ve çok yönlü bir bilgin olarak tabiplik de yapmıştı. Bir adada te
k başına kalan Hay bin Yakzan’ın hayatını anlattığı eseri, 1300’lü yıların başın
dan itibaren pek çok Avrupa diline çevrilmiş ve Batılı düşünür ve yazarları etki
lemiştir. Diğer yönden Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra, Müslümanları ha
yvancılığa teşvik etmiş ve bu işin bereketli olduğunu söylemişti. Hayvancılık se
ktörü, sadece et ve süt ürünleri gibi gıda yönünden değil, yün ve dericilik açıs
ından da, tekstilden, ayakkabı yapımına kadar pek çok yan sektörün kaynağı olara
k, asırlarca İslam ümmetinin en çok istihdam sağlayan sektörlerinden biri olmuşt
u. Yine de öyle olmalıdır. ABD’nin ve İngiltere’nin kalkınmalarında ve sermaye b
irikimi sağlamalarında hayvancılık sektörü büyük rol oynamıştı. Hollanda ve Dani
marka uzun yıllar boyunca dünyaya tereyağı satarak geçinmişlerdi. Avustralya ve
Yeni Zelanda’da da, hayvancılık sektörü kalkınmanın ve refahın temeli olmuştur.
Her yaştan insana iş imkanı sağlayan bu sektörün teşviki, işsizlik ve yetersiz b
eslenme sorunlarının da çözümüne büyük katkı sağlayacaktır.
SOLUK YÜZ VE VİDA ÇEVİREN VARLIK
Kızılderilileri Hıristiyan yapmak için onların mıntıkasına gelen papaz, yaptığı
misyonerlik işini hissettirmemek için onlarla önce başka konuları konuşmağa başl
ar. Halbuki kızıl derili, işin farkındadır:
Papaz. “Kardeşim, neden büyük şehre gidip de, bir fabrikada iş aramıyorsun?”
Kızılderili: “Farzet ki iş buldum, ya sonra?”
Papaz: “İş bulursan, para kazanır ve bir çok şeyler alabilirsin.”
Kızılderili: “Sonra?” Papaz: “..şef olursun, müdür olursun.” Kızılderili: “peki
daha sonra?” Papaz: “Sonunda o kadar çok paran olur ki, artık hiç çalışmana ihti
yaç kalmaz”. Kızılderili:
“Bana bak, soluk yüz! Ben şimdi ne yapıyorum. Çalışmıyorum işte. Sizin gibi bey
az adamların içinde ise, hiç rahat durmayan bir deniz vardır. Biz ise gece yıldı
zlara bakarız ve rahat ve hırssız bir hayat süreriz.”

Kızıl derilinin söylediğinde gerçek payı olsa da, diğer bir gerçek de, çalışan b
eyaz adamın (sonuçta, çalışarak) dünyaya hâkim olduğudur. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi mezun olup da, otuz yıla yakındır Amerika’da yaşayan yazar Ay
şe Göktürk Tunceroğlu, Amerika’da üç yerde kumarın serbest olduğunu söylüyor: bi
ri New Jersey’de, biri Nevada eyaletinde (Las Vegas), bir de kızıl derililere ay
rılan koruma bölgelerinde. ABD yönetimi, kızıl derililere iş imkanı olsun diye,
onların mıntıkalarında kumarı serbest bırakınca, beyazların kurduğu kumarhaneler
de kızıl derililere iş bulunmuş; fakat bu sefer de, aldıkları parayı içki, kumar
ve uyuşturucuya vermeleri sonucu, sosyal yapılarında olumsuz değişiklikler meyd
ana gelmiş. Haram paradan hayır gelmez elbette. Sonra; işsiz kızıl derililere, i
ş bulmak için illâ kumarhane açılması şart da değildir, ama Batı kafası günah-se
vap kavramlarını çoktan unuttuğundan, kumarhane akıllarına gelmiş. Kumarhanenin
bulunduğu yere elbette para gelir ama, her türlü pislik, günah ve huzursuzluk da
gelir.
Henry Ford’un, fabrikalarında Taylor’un prensiplerini uygulayarak, insanı “vida
çeviren bir varlık” haline getirmesinin üzerinden yüz yıl geçti. Batı, yüzyıldır
nefes nefese çalışıyor. Bunun sonucunda da, tabiî olarak, çok büyük bir servet
birikimi elde ettiler. Ama bu zenginlik onlara huzur getirdi mi? Onlar, zeytinle
ekmeği afiyetle yiyip, suyu içtikten sonra da “şükür Allah’a” diyen bir huzuru,
büyük ihtimalle hiç yakalayamayacaklar. Tembel kızıl derilinin söylediği elbett
e yanlış ama, Batılı insanın veya Batılılaşan her insanın, çalışmayı putlaştırma
sı da yanlış. İbadetle nefeslenmeyen, çalışmasına namazla teneffüs vermeyen bir
insan, iç sıkıntısından nasıl kurtulacak ki. Tüketim mabedi olan AVM’lerde ancak
birkaç saatini geçirebilir insan oğlu. Ya sonra? Yeryüzünü bir çöp tenekesine ç
evirircesine tüketim çılgınlığına kapılmış olan insan oğlu, egosunu/nefsini dizg
inlemek için, namazdan başka soluk alabileceği, kendini frenleyebileceği bir sığ
ınak bulabilecek mi? Okuduğu ayetlerin anlamını düşünerek kılacağı bir namaz ile
frenlenecek bir nefis, insanı gereksiz tüketimin maddî ve ruhsal sıkıntılarında
n da kurtaracak; kişinin kendi bütçesinin, âile bütçesinin ve dünya ekonomisinin
dengesi de ancak bu yolla sağlanacaktır.
MAVZERDEN COCO COLA’YA
Dünyanın en değerli şirketinin Coco Cola olduğu açıklandı. Uzmanlar bu şirkete 6
7,5 milyar dolar değer biçmişler. Daha sonra iki bilgisayar firması geliyor. Mic
rosoft (59,9 milyar dolar) ve IBM (53 milyar dolar). Sonra da GE (General Elektr
ik (50 milyar dolar); Intel (35 milyar dolar); Nokia (26 milyar dolar); Disney (
26 milyar dolar); McDonald (26 milyar dolar); Toyota (24 milyar dolar) ve Marlbo
ro (21 milyar dolar) görülüyor ilk onda. Bu on şirketin sekizi Amerikalı. Bunlar
ın arasına Finlandiyalı Nokia ile, Japon Toyota girebilmişler. Eskilerin ifadesi
yle, Batılılar vakt-i zamanında gözlerini açtıklarından, epey sermaye yapmışlar.
Osmanlının son nesli olup, cumhuriyetin de ilk nesli olan yaşlılar; tüfekten ba
hsedilince mavzeri nasıl doldurup nasıl ateşlediklerini anlatırlardı. Mavzer esa
sında, o tüfek fabrikasını kuran Almanın soyadı. Peter Paul Mauser 1838 de doğmu
ş. Kendinden dört yaş büyük abisi Wilhelm ile beraber kurmuşlar tüfek fabrikasın
ı. Babaları da zaten, bir tüfek fabrikasında çalışıyordu. Epey sıkıntı çektikten
sonra, ilk büyük siparişlerini 1874’de Stuttgart hükümetinden aldılar ve yüz bi
n tüfek üreterek teslim ettiler. Ağabey Wilhelm 1882’de öldü fakat 1914 yılına k
adar yaşayan Peter Paul Mauser, kurdukları şirketin dünya çapında büyük bir firm
a olduğunu gördü. Şirket, 1881’den itibaren Sırbistan, Osmanlı Devleti, Belçika,
İspanya, Brezilya, Meksika, Şili ve İsveç’e mavzer silahları satmaya başladı.
Osmanlı Hükümeti, 1869’da Amerika’dan (ABD’den) iki yüz otuz dokuz bin (239000)
tüfek satın almış, bunun karşılığında bir milyon üç yüz bin dolar ödemişti. (Dem
ek ki Amerika’dan yüz kırk senedir silah alıyoruz) Fakat 93 harbi denilen 1877-7
8 Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlı ordusu hem Kafkas cephesinde, hem de Balkanlard
a çok ağır bir yenilgiye uğrayınca, bunun faturası Amerikan silahlarına kesildi
ve İstanbul hükümeti gözünü tamamen Almanya’ya çevirdi. Almanlar da bu fırsatı k
açırmadılar ve Prusyalı danışman ve öğretmen subaylar bu savaştan hemen sonra, O
smanlı ordusunda görev almaya başladılar. Onların tavsiyeleriyle de, Osmanlı Dev
leti, Alman silah firmalarının, bir numaralı (ve yağlı müşterisi) haline geldi.
Böylece Osmanlı Devleti çökünceye kadar, elli yıla yakın bir süre, aldığı silahl
arla, Alman sanayiine ve kalkınmasına büyük katkıda bulundu. Yani, 1898’de Alman
İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul ziyareti de dahil, artık Alman dışişleri bak
anlığı, Osmanlılarla ilişkilerini çok iyi yürütecek, ve Alman mallarına elli yıl
süreyle, çok iyi bir pazar bulunmuş olacaktı. (Sultan II: Abdülhamid’in Ulu Hak
an olup olmadığı bu noktada da bir kez daha sorgulanabilir. Evet, Abdülhamid, Kı
zıl Sultan değildir ama Ulu Hakan da değildir. Çağdaşı Alman Bismark, bir köylü
toplumu olarak devr aldığı Alman halklarını otuz yılda, dünyanın en ileri sanayi
ülkesi haline getirmişti. Abdülhamid ise, bir ithalat toplumu devr aldı ve Sult
an Reşad’a yine bir ithalat toplumu devr etti.)
Ellerini Kestiler mi Kesmediler mi?
İngilizler’in, Manchester’de otomatik tezgahlarda dokudukları kumaş ve mensucat
çeşitlerini işgalleri altında bulundurdukları Hindistan ve Afganistan’da satabil
mek için, eski usulle bez ve kumaş dokumakta olan, Hintli ve Afgan kadınların el
lerini kestikleri anlatılır. Otuz beş yıl önce, sonradan YÖK üyesi olan bir pro
fesörden bunu dinlemiştim. Yakınlarda, herhalde 2010 yılının ilk aylarında da, Y
eni Şafak’ta bir yazar aynı konuyu tekrarladı. Kendi mallarını satmak için İngil
izler’in gerçekten böyle câniyâne bir iş yapıp yapmadıklarını bilmiyoruz. Ama bu
na hiç gerek olmadığını, ekonominin kanunu zaten söyler. Nasıl ki, özellikle son
on yıldır, Çinliler hiç kimsenin elini kesmeden, Çin mallarını bütün dünya ülke
lerinde satabiliyorlarsa; ve bunun sonucu dünyanın pek çok ülkesinde milyonlarca
kişi, elleri kesilmediği halde, ellerini işsizlikten çalıştıramıyorlar/ürettikl
eri mallarını satamıyorlarsa; 19. yüzyılda da, önce İngilizler, ardından da Alma
nlar, ürettikleri malları rahatlıkla dünya pazarlarında satabildiler. Sebebi de
makine vasıtasıyla üretilen ürünün, elle (tek tek) îmal edilen ürünlerden çok da
ha ucuza mâl edilebilmesi idi.
İNGİLİZ TERZİSİNDEN ŞAŞMA
Büyük Sosyolog, Büyük Siyasetçi, Büyük Maliyeci,
Üç Büyük Dâhinin Yönetiminde, Memleket Ne Cici !
Âkif, halkın perişan durumunu anlatırken, 1918’den dört-beş yıl geriye gider, ve
İttihat ve Terakkî’nin yönetimi eline geçirmesinden sonra Bâb’ı-Âlî’de yapılan
şenlikleri hatırla(tı)r. Yönetimi almanın heyecanı içinde olan İttihat ve Terak
kî’nin akıl hocası (Filozof) Rıza Tevfîk, Bâbı Âlî’nin önünde kurulan kürsüde el
lerinde bayraklar sallayan kalabalığa bir konuşma yaparken, Âkif de oradan geçm
ektedir. Rıza Tevfîk daha evvel, Direklararası’nda komik roller de oynamış oldu
ğundan, bunları bilen Âkif: “değişen bir şey yok, yine rol yapıyor(du)” der ve R
ıza Tevfîk’i çok ağır bir hicivle eleştirir:
(Kuzguncuk’ta görmüştüm evvelki sene, Rıza’nın sahneye çıktığını)
Her türlü rol yapar, istersen Karabaş rolüne de çıksın mı sana?
Hem nasıl, taş çıkartır, belki hatta meşhur Burunsuz Hasan’a
Öyle bir yaptı ki taklitleri, gerçekten bittim..
Arap, Lâz, Çerkez, Pomak, her türlü role girdi
“Bak sen;” “Evet, pek de utanmaz şeydi”
“Bahşiş çok muydu?”, “Bırak, toplasın oğlum, gerçekten değdi”
Altına kaçıranlar bile olmuş, o kadar gülmüştük
İşte, o adam, şu anda omuzlarda gezdirilen büyük ! siyasetçi, bu dilli düdük !
Ben bunları anlatırken yanımdaki arkadaşa,
Meğer, bir beyefendi !, bizi dinlemiyormuş mu?
Hemen bana kızdı ve bağırdı: “Neyse, kes artık gırgırı, halt etme sofu !
Gördüğün fesli: Senin milletinin filozofu.
Bu ve bunun gibi dehâlar tutuyor memleketi
Sen bu şenlikleri gördünse kimin eseri?”
Dedim, “bilelim mâdem beyim, saysana bir bir,
Şu dehâlar dediğin kaç kişidir, kimlerdir?” Beyefendi anlatmaya başladı:
“Biri büyük sosyolog, büyük siyasetçi öbürü;
Hele maliyecimiz yok mu, bu ilmin pîri”
(Beyefendi’nin, “büyük sosyolog” dediği Ziya Gökalp; “büyük siyasetçi” dediği Ta
lat Paşa, “büyük maliyeci” dediği de Câvit Bey’dir; ve Âkif kızmakta elbette hak
lıdır; çünkü bu üçlü; açlık, sefalet ve büyük mağlûbiyet dâhil her şeyden, birin
ci derecede sorumlu idiler. Her şey karaborsacıların eline geçmiş, halk perişand
ı:
Karaborsacı takımıymış, ne terbiye var, ne utanma
Aç, yoksul inleyerek, can vere dursun dünya,
Yine siz dinlemeyin, anlamayın yoksulun mâtemini,
Sürün keyfinizi bakalım, tarih yazarken devletin son vaktini
(İttihatçılarca ‘büyük sosyolog’ ! denilen Rıza Tevfîk’in komedyenliğini Ahmet H
amdi Tanpınar da anlatır: “Bir ramazan gecesi Rıza Tevfîk (Sultanahmet’teki tam
köşedeki) bu kahvehanede, çoğu talebesi olan bir kalabalık önünde zeybek oynamı
ş, satıcı ve bilhassa Yahudi taklitleri yapmıştır. Daha sonra İttihatçılar’ın ik
tidarı döneminde Âyân Reisi (Senato Başkanı) yapılmıştı. Bu görevde iken bir Lon
dra seyahati dönüşü Yahya Kemal’le karşılaşmışlar, Rıza Tevfîk, Yahya Kemal’i ko
ltuğunun altında büyükçe bir paketle görünce, “ne o Kemal” demiş, Yahya Kemal de
mahcup bir şekilde: “eski elbiselerimi çevirtmeye vermiştim, terziden aldım” de
miş; Rıza Tevfîk ise Yahya kEmâl’e uzun uzun Londra’yı anlatmış ve orada yaptırd
ığı elbisesinden bahsederek: “Monşer ! İNGİLİZ TERZİSİNDEN ŞAŞMA, onun üst
üne yoktur” demişti. (Tanpınar, Beş Şehir, 2004, s. 173) İşte imparatorluğu çök
erten bu adamlardı.
Beşirli Mehmet, “Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Türk Ordusunun Top Mühimmatı Alı
mında Pazar Mücadelesi: Alman Friedrich Krupp Firması ve Rakipleri”, Türkiyat Ar
aştırmaları Dergisi, sayı 15 (Güz 2004) sayfa, 170-203: www.turkiyat.selcuk.edu.
tr/pdfdergi/s15/besirli.pdf
Kozak İbrahim Erol, İnsan-Toplum-İktisat, Değişim Yayınları (2. Baskı). Adapazar
ı: 1999

You might also like