You are on page 1of 7

CHINA AND THE WEAK YUAN 5.

Oct 2010
US legislation to punish the Chinese for their undervalued currency
is unlikely to have much impact, writes Asia Sentinel's John
Berthelsen
On September 29, the US House of Representatives, on a lopsided 346-
79 vote, authorized the US Commerce Department to impose duties on
imports from countries with undervalued currencies. Read that China. In
a Congress riven by partisan bickering, the vote represented a rare
signal victory for bipartisanship. But it is probably unrealistic to believe it
will have any effect on the US trade deficit with China.
Never mind that it is one more setback in what could eventually blow up
into a trade war. China's Jiang Yu, the spokeswoman for the Ministry of
Foreign Affairs, issued a statement saying that "We firmly oppose the US
Congress approving the bill. Exercising protectionism only severely
damages the relationship and will have a negative impact on both
economies and the global economy."
It is the latest salvo by the US against China for keeping its currency
undervalued against the US dollar, which, the US alleges has resulted in
massive and historic trade deficits. For the first nine months of 2010,
according to figures published by the US Commerce Department in its
monthly International Trade in Goods and Services Report, China is
running a massive US$145.37 billion trade surplus as a flood of Chinese
goods arrive at US ports and carriers go back largely empty. In the same
period, the US exported an anemic US$48.551 billion to China, a good
deal of that in goods to be assembled by Chinese workers and re-
exported to the United States. The yuan trades at about 6.8:US$1. The
Americans would like to see that rise by about 25 percent. The average
manufacturing wage in China was 81 cents per hour in 2006, compared
to total compensation of US$29.98 per hour for US manufacturing
workers, meaning US manufacturing wages were 37 times higher than
those in China, according to China's Manufacturing Employment and
Compensation Costs: 2002-06, in the April 2009 edition of Monthly Labor
Review. So the yuan is going to have to rise a long way for American
workers to become competitive.
But wind the film back to 1985, when there was another villain – Japan,
which was accused of keeping its currency unnaturally devalued against
the US and profiting by exporting billions of dollars of goods – from cars
to tape recorders to hi-fi sets to a vast cornucopia of other exports – to
the US. At that time, the Japanese yen traded at ¥239:US$1. In 1985,
the Japanese were exporting US$68.78 billion in goods to the US, while
the US exported just US$22.63 billion to Japan.At that point, central
bankers from 10 major nations met at the Plaza Hotel in New York to
hammer out what has since been known as the Plaza Accord, an
agreement by which the Japanese were to dramatically allow the yen to
float upwards. By 1988, three years later, the yen had risen to
¥128:US$1, almost doubling its value against the dollar and kicking off
one of the biggest investment waves in history as endaka – the high yen,
as it was known – allowed the Japanese to buy up what they thought
were cheap properties across the United States. Actually, they got taken
badly on most of the deals.
And what happened to Japan's surplus with the United States? In 1988,
when the yen had fallen to ¥128, the Japanese trade surplus with the
United States had not fallen but had grown from US$46.15 billion to
US$51.753 billion. In the 25 years since, Japan's trade surplus with the
US has never fallen below US$43 billion. By the middle of this decade,
just before the global financial crisis and the deflation of the US housing
bubble, the Japanese trade balance with the US was running well over
US$80 billion annually. In 2007, just before the crisis took hold, the
Japanese trade balance had surged to US$83.303 billion.

China begins yuan trade against Malaysian ringgit


China began allowing the Malaysian ringgit to
trade against its currency in its domestic foreign
exchange market on Thursday — another step
toward raising the yuan's scope in international
trading.
As of Thursday morning, the central bank began
setting a "central parity rate" for the yuan and
ringgit, much as it does for the U.S. dollar and
several other major currencies.
The currencies will be allowed to fluctuate by as
much as 5 percent daily above and below the
parity rate, which was 0.46204 ringgit per yuan on
Thursday.
China's parity rates for foreign exchange are
weighted averages of prices — given by banks
known as market makers because of their ability
to quote both buy and sell rates — excluding
highest and lowest offers.
China limits trading of its currency mainly to use
in international trade, with market volatility kept in
a tight range thanks to daily trading limits. Most
of its international trading is done in U.S. dollars.
But Beijing aspires to see the yuan used more
widely as an international currency, and to reduce
its own exposure to exchange rate volatility
stemming from its massive investments in U.S.
dollar assets.
Expanding trading to include the ringgit is meant
to promote China-Malaysian trade and reduce
foreign exchange costs, the China Foreign
Exchange Trading Center said in a notice on its
Web site.
Allowing broader trading for the yuan is also
expected to improve market liquidity, it said.
Apart from the U.S. dollar and ringgit, the yuan
also trades against the euro, Japanese yen, Hong
Kong dollar and British pound.

Associated Press
füze kalkanı!
5 bin kilometre uzaktaki tenis topunu bile görecek

VATAN DIŞ HABERLER

ABD’nin, füze kalkanı projesinin en önemli ayağı Türkiye’ye yerleştirmek istediği X-Band adı verilen
radar sistemi

900 milyon dolarlık bu sistem 5 bin kilometre ötedeki bir tenis topunu tespit ederek füze bataryalarına
tam koordinatını verebilme kapasitesine sahip...

Türkiye ile ABD arasında İran ve Kuzey Kore’nin uzun menzilli füzelerinden kaynaklanan tehdit
nedeniyle NATO bünyesinde bir füze kalkanı kurulması için müzakereler yürürken pazarlığın kilit
noktası dün Amerikan Washington Post gazetesinde yer aldı.
Türkiye, Washington’a “Bu sadece Türkiye bünyesinde konuşlandırılacak bir proje olmamalı. NATO
içinde geniş bir alana yayılmalı” itirazında bulunmuştu. Washington Post’un haberine göre ABD füze
kalkanı projesinin en önemli ayağı olarak görülen ve atılan füzeyi tespit edip izleyerek onu vuracak
bataryalara koordinat bildiren radar sistemi X-Band’i kurmak istiyor. 900 milyon dolarlık bu radar
sistemi belirli bir bölgeye sabit olarak yerleştirildiği gibi gemi üzerine ya da denize platform olarak da
kurulabiliyor. Gemi üzerine kurulduğunda mobilite imkanı bulması sayesinde çok daha geniş bir alan
için radar faaliyeti yürütebiliyor.

İsrail ve Pasifik’te kurulu

ABD ile Türkiye arasındaki müzakerelerde Washington’un Türkiye’ye bir sabit radar sistemi kurmanın
yanısıra Akdeniz ve Karadeniz’e konuşlandırılacak gemilere yerleştirilecek radar sistemleri için de
onay istediği belirtildi. Hem karada hem de kuzey ve güneydeki denizlerde bu radar sisteminin
kurulması olası bir İran füze tehdidinde 3 radardan edinilecek bilgilerle İran füzesinin yerinin, hızının ve
rotasının çok hızlı bir şekilde tespit edilebilmesini sağlayabilecek. Amerikan Savunma Bakanlığı
müsteşarı Townsend, “Ankara şimdi bir karar verecek” ifadesini kullandı. Washington Post’a göre
Türkiye’nin buna karşı çıkması durumunda ikinci adres ise Bulgaristan olacak. X-Band dünyanın en
gelişmiş radar sistemi olarak kabul ediliyor. Ortalama menzili 2 bin kilometre olmasına rağmen mobil
haldeyken bu menzil 5 bin kilometreye kadar çıkabiliyor. Amerika’da yapılan testlerde uzmanlar 4 bin
700 kilometre uzaklıktaki bir beyzbol topunu havaya atıldıktan sonra takip edebildi. Amerikan
Savunma Bakanlığı bu sistemlerden birini Kuzey Kore’nin füzelerine karşı Alaska’ya yerleştirdi, bir
diğer ise Pasifik’te hareket halinde bulunuyor. Ayrıca İsrail’e de bu radar sisteminden yerleştirilmiş
durumda.
Türkiye’nin füze kalkanı ile sınavı
16 Ekim 2010
Yoğun iç gündeme rağmen Türkiye’nin başını çok ağrıtacağa benzeyen füze kalkanı konusuna nihayet
ayıracak zamanı bulduk. Bu proje Ankara ile ABD arasında ideolojik bir hal almaya başlayan görüş
farklılıklarını tekrar ortaya çıkarma potansiyeline de sahip.
Konunun 19-20 Kasım’da Lizbon’da yapılacak olan ve ittifakın önümüzdeki 10 yıllık “savunma
konsepti”nin kararlaştırılacağı NATO zirvesinin de ana gündem maddelerinden biri olacağı artık belli
oldu. Türkiye’nin o zamana kadar, Batılı müttefiklerinde var olan “eksen kayması” endişelerini daha da
körüklememek için çaba sarf etmesi gerekeceği aşikâr.
İşin özündeki sorunu anlamak aslında zor değil. Bu nedenle meseleyi teknik ayrıntılara boğmaya
gerek yok. Ankara, füze kalkanının İran’a karşı olmasını istemiyor. NATO belgelerinde İran’dan söz
edilmesine de karşı. “NATO’nun kendisine yeni düşmanlar yaratmaması gerektiğini” savunuyor.
Ankara’ya göre füze kalkanının misyonu, “kolektif savunma anlayışı” çerçevesinde ve ülke ismi
verilmeden genel olarak tanımlanması gerekiyor. ABD adına yapılan açıklamalar ise, isim verilse de
verilmese de bu projenin ilk etapta, nükleer silah peşinde olduğu varsayılan İran’ı hedeflediğini açıkça
gösteriyor.
İran NATO üyelerinin önemli bir bölümü tarafından da, “yakın geleceğin ana tehdit unsurlarından biri”
olarak görülüyor. Türkiye ile müttefikleri arasındaki “ideolojik görüş farkı” ise burada devreye giriyor.
Zira AKP iktidarı İran’ı bir “tehdit unsuru” olarak görmüyor.
İşin içinde tabii “Rusya boyutu” da var. Türkiye aslında NATO belgelerinde İran gibi Rusya’dan da söz
edilmesini istemiyor. Fakat Rusya ile İran’ın durumları biraz farklı. Moskova da aslında, “füze kalkanı
bana karşı” diyerek ABD’nin gerçekleşmesi için çaba sarf ettiği bu projeye karşı çıkıyor.
Fakat uzmanlar Rusya ile sorunun daha çok siyasi olduğunu belirliyorlar. Nitekim, İran için böyle bir
şey asla söz konusu olamayacakken, NATO Rusya’yı da füze kalkanı projesine davet etmiş bulunuyor.
Lizbon’a da davet edilen Rusya’nın bu konuda henüz renk vermemiş olması ise dikkat çekiyor.
Moskova’nın, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan gibi füze kalkanı konusunda hevesli olan eski
uyduları üzerindeki siyasi etkisini iyice kaybetmekten hoşnutsuz olduğu kaydediliyor. Bu ülkelerin de
zaten füze kalkanı projesini ilk etapta Rusya’ya karşı güvence olarak gördükleri sır değil. Ana kaygıları
İran olmasa bile bu yüzden Washington’ın dümen suyundan gidiyorlar.
Öte yandan, belgelerde ismi yer almayacak olsa bile Tahran bu projenin aslında kendisini hedeflediğini
biliyor. Güvenlik Konseyi’nde kendisine dönük yaptırımlara karşı oy kullanan Türkiye’yi artık kendi
siyasi ekseninde saydığı için, Ankara’nın bu konuda alacağı kararı yakından izliyor.
Bu durumda Türkiye’nin iki tarafı aynı anda memnun etmesi zor görünüyor. Bu nedenle Ankara
umutlarını NATO zirvesinde füze kalkanı konusunda bir konsensüsün sağlanamamasına bağlamış
bulunuyor. İşin ilginç yanı ise bu çıkışı kendisine sağlayabilecek ülkelerden birisinin Fransa olması.
Paris projenin gerçekleşmesi halinde “kumandanın” kimin elinde olacağı ve sistemin kullanılmasının
hangi kıstaslara bağlı olacağı hakkında daha fazla bilgi istiyor. Ancak Fransa’nın sorunu esas itibariyle
bir “hükümran haklardan vazgeçme” sorunu olarak ortaya çıkıyor.
Özetle Fransa’nın asıl derdi İran’ın hedef alınması değil. Bu nedenle uzun bir ayrılıktan sonrasında
NATO’nun askeri kanadına tekrar dönmüş olan Fransa ile sonunda bir uzlaşmaya varılabileceği
sanılıyor.
Ankara açısından bir diğer sorun ise TSK’nın tehdit algılaması gereğince Türkiye’nin bir füze savunma
sistemine zaten ihtiyacı olmasıdır. Nitekim bu ihtiyaç her iki Körfez savaşında ortaya çıktı.
Genelkurmay’ın bu yüzden “Patriot” tipi füzesavar sistemleri istediği ise biliniyor.
Bu tablodan da görülebileceği gibi, ABD’nin bir ayağını Türkiye’de kurmak istediği füze kalkanı konusu
Ankara için Batılı müttefikleri nezdinde yeni bir sınav olacağa benziyor.

Türkiye’nin füze kalkanı ile sınavı


16 Ekim 2010
Yoğun iç gündeme rağmen Türkiye’nin başını çok ağrıtacağa benzeyen füze kalkanı konusuna nihayet
ayıracak zamanı bulduk. Bu proje Ankara ile ABD arasında ideolojik bir hal almaya başlayan görüş
farklılıklarını tekrar ortaya çıkarma potansiyeline de sahip.
Konunun 19-20 Kasım’da Lizbon’da yapılacak olan ve ittifakın önümüzdeki 10 yıllık “savunma
konsepti”nin kararlaştırılacağı NATO zirvesinin de ana gündem maddelerinden biri olacağı artık belli
oldu. Türkiye’nin o zamana kadar, Batılı müttefiklerinde var olan “eksen kayması” endişelerini daha da
körüklememek için çaba sarf etmesi gerekeceği aşikâr.
İşin özündeki sorunu anlamak aslında zor değil. Bu nedenle meseleyi teknik ayrıntılara boğmaya
gerek yok. Ankara, füze kalkanının İran’a karşı olmasını istemiyor. NATO belgelerinde İran’dan söz
edilmesine de karşı. “NATO’nun kendisine yeni düşmanlar yaratmaması gerektiğini” savunuyor.
Ankara’ya göre füze kalkanının misyonu, “kolektif savunma anlayışı” çerçevesinde ve ülke ismi
verilmeden genel olarak tanımlanması gerekiyor. ABD adına yapılan açıklamalar ise, isim verilse de
verilmese de bu projenin ilk etapta, nükleer silah peşinde olduğu varsayılan İran’ı hedeflediğini açıkça
gösteriyor.
İran NATO üyelerinin önemli bir bölümü tarafından da, “yakın geleceğin ana tehdit unsurlarından biri”
olarak görülüyor. Türkiye ile müttefikleri arasındaki “ideolojik görüş farkı” ise burada devreye giriyor.
Zira AKP iktidarı İran’ı bir “tehdit unsuru” olarak görmüyor.
İşin içinde tabii “Rusya boyutu” da var. Türkiye aslında NATO belgelerinde İran gibi Rusya’dan da söz
edilmesini istemiyor. Fakat Rusya ile İran’ın durumları biraz farklı. Moskova da aslında, “füze kalkanı
bana karşı” diyerek ABD’nin gerçekleşmesi için çaba sarf ettiği bu projeye karşı çıkıyor.
Fakat uzmanlar Rusya ile sorunun daha çok siyasi olduğunu belirliyorlar. Nitekim, İran için böyle bir
şey asla söz konusu olamayacakken, NATO Rusya’yı da füze kalkanı projesine davet etmiş bulunuyor.
Lizbon’a da davet edilen Rusya’nın bu konuda henüz renk vermemiş olması ise dikkat çekiyor.
Moskova’nın, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan gibi füze kalkanı konusunda hevesli olan eski
uyduları üzerindeki siyasi etkisini iyice kaybetmekten hoşnutsuz olduğu kaydediliyor. Bu ülkelerin de
zaten füze kalkanı projesini ilk etapta Rusya’ya karşı güvence olarak gördükleri sır değil. Ana kaygıları
İran olmasa bile bu yüzden Washington’ın dümen suyundan gidiyorlar.
Öte yandan, belgelerde ismi yer almayacak olsa bile Tahran bu projenin aslında kendisini hedeflediğini
biliyor. Güvenlik Konseyi’nde kendisine dönük yaptırımlara karşı oy kullanan Türkiye’yi artık kendi
siyasi ekseninde saydığı için, Ankara’nın bu konuda alacağı kararı yakından izliyor.
Bu durumda Türkiye’nin iki tarafı aynı anda memnun etmesi zor görünüyor. Bu nedenle Ankara
umutlarını NATO zirvesinde füze kalkanı konusunda bir konsensüsün sağlanamamasına bağlamış
bulunuyor. İşin ilginç yanı ise bu çıkışı kendisine sağlayabilecek ülkelerden birisinin Fransa olması.
Paris projenin gerçekleşmesi halinde “kumandanın” kimin elinde olacağı ve sistemin kullanılmasının
hangi kıstaslara bağlı olacağı hakkında daha fazla bilgi istiyor. Ancak Fransa’nın sorunu esas itibariyle
bir “hükümran haklardan vazgeçme” sorunu olarak ortaya çıkıyor.
Özetle Fransa’nın asıl derdi İran’ın hedef alınması değil. Bu nedenle uzun bir ayrılıktan sonrasında
NATO’nun askeri kanadına tekrar dönmüş olan Fransa ile sonunda bir uzlaşmaya varılabileceği
sanılıyor.
Ankara açısından bir diğer sorun ise TSK’nın tehdit algılaması gereğince Türkiye’nin bir füze savunma
sistemine zaten ihtiyacı olmasıdır. Nitekim bu ihtiyaç her iki Körfez savaşında ortaya çıktı.
Genelkurmay’ın bu yüzden “Patriot” tipi füzesavar sistemleri istediği ise biliniyor.
Bu tablodan da görülebileceği gibi, ABD’nin bir ayağını Türkiye’de kurmak istediği füze kalkanı konusu
Ankara için Batılı müttefikleri nezdinde yeni bir sınav olacağa benziyor.

You might also like